11.07.2015 Views

Yûnus'ta Hak ve Halk Sevgisi 'nin yayın hakları ... - Eskişehir Valiliği

Yûnus'ta Hak ve Halk Sevgisi 'nin yayın hakları ... - Eskişehir Valiliği

Yûnus'ta Hak ve Halk Sevgisi 'nin yayın hakları ... - Eskişehir Valiliği

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Yûnus’ta <strong>Hak</strong> <strong>ve</strong> <strong>Halk</strong> <strong>Sevgisi</strong> <strong>'nin</strong> yayın haklarıEskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı’na aittir.ISBN978-605-149-036-61. Baskı, Nisan 201310 bin adet basılmıştır.Sayfa DüzeniBurcu COŞGUNBasım YeriSistem Ofset, İ<strong>ve</strong>dik Organize Sanayi Ağaç İşleri Yapı Kooperatifi521. Sokak No: 32/34 Yenimahalle / ANKARA


Yûnus’ta <strong>Hak</strong> <strong>ve</strong> <strong>Halk</strong> <strong>Sevgisi</strong> <strong>'nin</strong> yayın haklarıEskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı’na aittir.YÛNUS’TA HAK<strong>ve</strong>HALK SEVGİSİISBN978-605-149-000-7Nisan 201310 bin adet basılmıştır.Sayfa DüzeniBurcu COŞGUNHazırlayanProf. Dr. Mehmet DEMİRCİBasım YeriSistem Ofset, İ<strong>ve</strong>dik Organize Sanayi Ağaç İşleri Yapı Kooperatifi521. Sokak No: 32/34 Yenimahalle / ANKARAEskişehir Valiliği B:17 Odunpazarı/ EskişehirTelefon: (222) 221 90 00/3335 - Fax: (222) 234 53 86www.eskisehir2013.org.tr/ bilgi@eskisehir2013.org.tr


Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ1942 Konya doğumlu. 1965’te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ndenmezun oldu. Orta dereceli okullarda öğretmenlik yaptı. TasavvufTarihi dersi için yapılan sınavla, 1969 sonlarında İzmir Yüksek İslâmEnstitüsü’ne atandı. Enstitü 1982’de Dokuz Eylül Üni<strong>ve</strong>rsitesi İlâhiyatFakültesi’ne dönüştü. Bu kurumda 40 yıla yakın Tasavvuf dersleriokuttu. Kazakistan’da Hoca Ahmed Yesevi Uluslararası Türk-KazakÜni<strong>ve</strong>rsitesinde 6 ay öğretim üyeliği yaptı. Mayıs 2009’da emekli oldu.TELİF Kitapları:Yûnus’ta <strong>Hak</strong> <strong>ve</strong> <strong>Halk</strong> <strong>Sevgisi</strong>Türkistan NotlarıYahya Kemal <strong>ve</strong> Mehmed Akif’te TasavvufMevlânâ <strong>ve</strong> Mevlevî KültürüSorularla Tasavvuf <strong>ve</strong> Tarikatlerİbâdetlerin İç AnlamıGönül Dünyamızı AydınlatanlarNûr-i MuhammedîMesnevi Hikâyelerinden DerslerHadislerle Tasavvuf KültürüTarihten Günümüze Tasavvuf Kültürü-MakalelerTarihi-Tasavvufi Menkıbeler <strong>ve</strong> Yorumları40 Levha 40 Yorumİyiler <strong>ve</strong> İyiliklerÇeviri <strong>ve</strong> yayına hazırladıkları:Nurlar Hazînesi (İbn Arabî’den çeviri 101 Kudsî Hadis)Osmanlı Tasavvuf Kültürü (Kasîde-i Tâiyye Şerhi, İbn Fârız-Ankaravî)Rahmetli annem <strong>ve</strong> babam Leylâ<strong>ve</strong> Osman Demirci’nin aziz ruhlarına...Mehmet Demirci


İÇİNDEKİLERSUNUŞ/11ÖNSÖZ/13GİRİŞ/17A. Yûnus Emre <strong>ve</strong> Devri <strong>Hak</strong>kında/17B. Yunus Emre Menkıbelerine Tasavvufî Yorumlar/201- Buğday Mı Himmet Mi?/212. 40 Yıl Hizmet/243. Kilidinin Açılması/264. Seyahat-Gurbet/275. Velî Kimdir?/296. Molla Kasım/317. Kitap Bilgisi – Keşif Bilgisi/338. Boşalmak Ve Dolmak/349. Tapduk’un Tapusunda/35BİRİNCİ BÖLÜMYÛNUS EMRE’DE İLÂHÎ AŞKA. TASAVVUFTA İLÂHÎ AŞK/391. Tasavvuf <strong>Hak</strong>kında/392. İlâhî Aşk/45B. YÛNUS’UN ŞİİRLERİNDE İLÂHÎ AŞK/471. Aşk Ezelîdir, Hilkatin Sebebidir <strong>ve</strong> Cihanşümuldür/492. Aşk Sarhoşluğu <strong>ve</strong> Coşkunluğu/537


SUNUŞEskişehir 2013’te hem Türk Dünyası Kültür Başkenti hem deUNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Başkentidir. Bu yıl aynızamanda Cumhuriyetimizin kuruluşunun doksanıncı yılıdır.Bu yıl, Türk kültür mirasının ne kadar zengin <strong>ve</strong> ne kadar çeşitliolduğunu, ne kadar geniş bir coğrafyada varlığını devam ettirdiğiniortaya koyma yılıdır. Bu yıl, başta çocuklarımız <strong>ve</strong> gençlerimiz olmaküzere, mümkün olduğu kadar çok insanı bu miras ile tanıştırma <strong>ve</strong>hemhal etme yılıdır. Bu yıl, çocuklarımız <strong>ve</strong> gençlerimize bu mirasıçeşitlendirme, zenginleştirme, daha geniş bir coğrafyaya taşıma <strong>ve</strong>sonraki nesillere aktarma imkân <strong>ve</strong> kabiliyeti kazandırma yılıdır. Bubaşarılabildiği takdirde, sadece Türk âlemi için değil herkes için dahagüzel bir dünya mümkün olacaktır.Bu eserin yukarıda belirtilen hedefleri gerçekleştirmeye <strong>ve</strong>sileolmasını diliyor, emeği geçenlere <strong>ve</strong> katkıda bulunanlara teşekkürediyorum.Dr. Kadir KOÇDEMİREskişehir ValisiEskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti AjansıYönetim Kurulu Başkanı11


ÖNSÖZHer milletin târihinde çeşitli alanlarda isim yapmış kişilervardır. Onlar, nesiller arasındaki kültür bağını oluşturur <strong>ve</strong> milletindevamlılığını sağlama vazîfesi görürler. Yûnus Emre, bizim klâsikleşmişşahsiyetlerimizin başında gelir. Duygu <strong>ve</strong> şiir diliyle, sâdece zamânınahitap etmemiş, 700 yıldan beri, her dem yeniden doğmuşçasına birtâzelik içinde milletimize, hattâ bütün insanlığa seslenip durmuştur.Bir milletin yaşaması <strong>ve</strong> devâmı için klâsiklerini tanıması <strong>ve</strong>tanıtması şarttır. “Kökü mâzîde olan âtî” parolasına uygun olarak,kökleri derinlerdeki su kaynaklarına varabilen bir ağacın daha gür<strong>ve</strong> sağlıklı olacağı açıktır. Milletimize hayat suyu <strong>ve</strong>recek bu türkaynaklardan birisi Yûnus Emre’dir. O, şiirindeki sihirli kudretle,insanoğlunun duygu <strong>ve</strong> düşünce imkânlarını topyekün harekete geçirmesırrını yakalamış kimsedir.Yûnus Emre bir inanış adamıdır, bir derviş-şâirdir. İnandığı <strong>ve</strong>yaşadığı prensipleri sâde fakat derin mânâlı mısrâlarla ifâde etmesinibilmiştir. Ondan bize kalanların iyice araştırılması <strong>ve</strong> çeşitli yönleriyleincelenmesinde büyük fayda vardır. Böylece yukarıda belirttiğimizhusus daha iyi gerçekleşecektir.Bu çalışmamızda Yûnus Emre’nin “ilâhî aşk” <strong>ve</strong> “insan sevgisi”ağırlıklı şiirleri üzerinde durduk. Önce mevcut Dîvânları tarayarak butür şiirleri ayırdık, belli başlıklar altında toplanabilecekleri tasnif ettik.İmkân nisbetinde bunları açıklamaya <strong>ve</strong> yorumlamaya çalıştık.13


Giriş bölümünde Yunus Emre <strong>ve</strong> devri hakkında kısa bilgi<strong>ve</strong>rdikten sonra, Yunus Emre menkıbelerini yorumlamaya çalıştık.Bilindiği gibi Yunus Emre tarihî kişiliğinden çok menkıbevî yönü iletanınır. Menkıbelerin yer yer tarihten izler taşırsa da daha çok halkmuhayyilesinin mahsulü olarak ortaya çıkıp yaygınlaşırlar. Biz buradagörebildiğimiz Yûnus Emre menkıbelerinin hepsini, tasavvuf kültürüaçısından değerlendirip yorumladık.Birinci bölümde Tasavvuf <strong>ve</strong> tasavvufta ilâhî aşk hakkında kısacabilgi <strong>ve</strong>rdik. Çünkü Yûnus’un şiirleri, özellikle inceleme konumuziçine girenler tamâmen tasavvuf düşüncesine dayanan parçalardır.Daha sonra Yûnus Emre’nin ilâhî aşk temalı şiirlerinden başlıcalarını,dînî <strong>ve</strong> tasavvufî mâlûmat ışığında açıkladık. Bu arada bâzı şiirlerinbütünlüğünün bozulmaması için, bir iki yerde tekrâra düşmeyi gözealdık. Yûnus Dîvânı’nda en fazla şiirin ilâhî aşka dâir olduğunusöyleyebiliriz. Biz sâdece belli alt başlıklar altında toplanabileceklerüzerinde durduk.İkinci bölümde ise önce, dînî <strong>ve</strong> tasavvufi düşünce içerisindeinsanın değerini anlatıp, Yûnus Emre’nin insan sevgisine <strong>ve</strong>rdiğiönemi örnekleriyle ortaya koyduk. Bu sevginin teoride kalmayıp,aynı zamanda hayâta, uygulamaya yönelik olduğunu; bir bakımaİslâm ahlâkının canlı bir şekilde dile getirilmesine örnek teşkil ettiğinibelirttik.Üçüncü bölümde bu iki ana konu ışığında Yûnus’tan bize nelerkaldığını, milletimizin mânevî <strong>ve</strong> kültürel hayâtında Yûnus Emre’ninetkilerini kısaca ortaya koymak istedik. Nihâyet, gerek kendi ferdimizingerekse bütün insanlığın Yûnus düşüncesine olan ihtiyâcını belirtmeyeçalıştık. Ekler bölümünde ise Yunus’la ilgili yayımlanmış birkaçyazıya yer <strong>ve</strong>rdik.Kitabın ana gövdesi Türkiye İş Bankası’nın 1991’de düzenlediği“Yûnus Emre Eser yarışması”nda ikincilik ödülü almış <strong>ve</strong> aynı yılSelçuk yayınları arasında basılmıştı. Eklerle ikinci baskısı Kubbealtıneşriyatı arasında çıktı (1997). İlk iki baskıda kitabın ismi“YûnusEmre’de İlâhî Aşk <strong>ve</strong> İnsan <strong>Sevgisi</strong>” şeklinde idi. H yayınları arasındaçıkan 3. baskıda imini biraz kısaltarak <strong>ve</strong> Menkıbe yorumlarını daekleyerek “Yûnus’ta <strong>Hak</strong> <strong>ve</strong> <strong>Halk</strong> <strong>Sevgisi</strong>” adıyla <strong>ve</strong>rmiştim (2008).Bu defa Eskişehir Valiliğinin talebiyle yeni bir baskının yapılmasınaimkân doğdu. Kültür <strong>ve</strong> irfan adamı Vali Dr. Kadir Koçdemir’eteşekkür ederim. Kitabın okunması <strong>ve</strong> istifade edilmesi niyazıyla.İzmir 2013Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİDokuz Eylül Üni<strong>ve</strong>rsitesiİlâhiyat FakültesiEmekli Öğretim Üyesi1415


GİRİŞA. Yûnus Emre <strong>ve</strong> Devri <strong>Hak</strong>kındaYûnus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın başlarındayaşamıştır. Doğum <strong>ve</strong> ölüm târihleri tahmînî olarak 638-720 / 1240-1320 şeklinde kabul edilir. 1 Yûnus’un gerçek hayâtı hakkındakitârihî bilgilerimiz yetersizdir. Bize kadar ulaşanlar daha çok menkıbemâhiyetindedir. Şiirlerine bakarak düzgün bir tahsil gördüğü, Arapça<strong>ve</strong> Farsça’yı, dînî ilimleri <strong>ve</strong> devrinin öteki ilimlerini iyice bildiğisöylenebilir. Tahsîlini muhtemelen Konya’da yapmış, Anadolu, Sûriye<strong>ve</strong> Azerbaycan’ı gezip dolaşmıştır. Devrinin ilim <strong>ve</strong> irfan kurumlarıolan medrese <strong>ve</strong> tekke kültürüne vâkıftır, şahsiyetini yoğuran ise dahaçok ikincisidir. Bugün Anadolu şehirleri onu paylaşamamaktadır.Çeşitli yerlerde makamı <strong>ve</strong>yâ türbesi olmakla beraber, hâlen Karamanile Sarıköy (Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı bugünkü YûnusEmre köyü) onu sâhiplenmede önde görünüyorlar.Şurası bir gerçektir ki, Yûnus Emre gibi büyük şahsiyetler, şu <strong>ve</strong>yâbu şehrin <strong>ve</strong> bölgenin değil, bütün dünyânın hattâ insanlığın malıdır.Onun yattığı yer ise bütünüyle Türk milletinin kalbidir. Ondan bizekalan maddî unsurlar zengin <strong>ve</strong> zevkli bir menkıbeler yumağı <strong>ve</strong> eserolarak da Risâletü’n-Nushiye ile Dîvân’ıdır.1Bk.Abdülbâki Gölpınarlı, Yûnus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf, 72-73, İstanbul 1961.17


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYûnus Emre’nin çağı zaman dilimi olarak, Anadolu Selçukluları’nınsonu ile Osman Gazî devirlerini içine almaktadır. Bu devirAnadolu’sunda istîlâlar, isyanlar <strong>ve</strong> yerleşme sıkıntıları ile çeşitlisosyal rahatsızlıkların <strong>ve</strong> iç huzursuzluklarının boy gösterdiği birmanzara hâkimdir. Haçlı seferleri, Moğol akınları, Bâbâî <strong>ve</strong> Cimriisyanları, saltanat kavgaları, huzursuzluğu <strong>ve</strong> maddî sıkıntıları doğuranbaşlıca âmiller olarak görülebilir.Sosyal <strong>ve</strong> siyâsî hayâtın karma karışık olduğu bu devirde, dînî <strong>ve</strong>fikrî hayat da oldukça hareketlidir. Henüz bir tekke-medrese ayrılık <strong>ve</strong>zıtlaşmasının söz konusu olmadığı bu topraklarda, tasavvuf hareketininoldukça yaygın <strong>ve</strong> hareketli olduğu görülür. Bunda, sosyal çalkantıların<strong>ve</strong> büyük sıkıntıların rolünden söz edilir. Gerçekten, maddî bakımdanhuzursuzluk içinde olan kütlelerin, mânevî bir sığınak aramaları tabiîbir hâdisedir. Tasavvufun yayılmasında ikinci sebep olarak, Doğu’dangelen büyük mutasavvıflar kafilesinin Anadolu’da uyandırdığı müsbetkaynaşmanın tesiri üzerinde de durulur.Bu müsbet hareketlerin yanında, İslâm dünyâsını içten çökertmekisteyen Bâtınî zümrelerinin faâliyetleri de dikkati çeker. Bâtıniyeinançları, İslâm âleminin her tarafında <strong>ve</strong> bilhassa Anadolu ilepek sıkı maddî <strong>ve</strong> mânevî bağları olan Sûriye’de o sıralarda hayliyerleşmişti. Bunların tasavvuf perdesi altında, zamânın müsâadesinden<strong>ve</strong> hâdiselerin seyrinden faydalanarak türlü türlü oyunlar oynadığıgörülür. 2Dînin zâhirini küçümseyen, îmânı sulandıran <strong>ve</strong> din bağını zayıflatanbu bâtınî inanış <strong>ve</strong> anlayış karşısında çok uyanık olmak gerekiyordu.Doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayırt edebilecek bir dikkat<strong>ve</strong> hassâsiyete sâhip olmak lâzımdı. Bu görevi liyâkatle yapan birzümre de çıktı. Bunlar: “Bu menfî cereyanlara rağmen, müslümanlığıbir sünger gibi emip bünyesinde hazm <strong>ve</strong> temsil ettikten sonra, onutasavvuf kalıbı içinde tekrar İslâm âlemine iâde etmiş olan bir sünnîmutasavvıflar kafilesidir.” 3 İşteYûnus Emre bu kafilenin başında yeralır.2Bk. Fuat Köprülü, Türk Edebiyâtında İlk Mutasavvıflar, 206-207, Ankara, 1964.3Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi, Âbide Şahsiyetler, 61, İstanbul 1976.Tasavvuf hareketi muhtelif tarîkatlerin çatısı altında kurumlaşmıştır.Temelde bunların özü bir olmakla berâber, isimleri farklıdır. Çeşitlitarîkatler Yûnus’u kendilerine mal etmek isterlerse de, o, tarîkatlerinüstünde <strong>ve</strong> hepsini kucaklayan bir kimsedir, bir eren-şâirdir. Vahdet-iVücûd düşüncesini <strong>ve</strong> tasavvufun inceliklerini, ilâhî aşkı islâmî ölçülereuygun bir şekilde dile getirmiştir. 4 Bununla birlikte şüphesiz YûnusAnadolu’da yetişen seleflerinin, Ahmet Yesevî <strong>ve</strong> onun Anadolu’dakitâkipçilerinin tesîrindedir. 5O zamanlar Anadolu’da tasavvuf inanışının çok etkili olduğunubiliyoruz. Yûnus, devrinin tasavvuf inanış <strong>ve</strong> düşüncesini büyükbir kudret <strong>ve</strong> belâgatle dile getiren san’atkâr şahsiyettir. Bunu basitbir dille <strong>ve</strong> samîmiyetle ifâde ettiği için, tasavvuf esaslarını halkarasında kuv<strong>ve</strong>tle yaymıştır. İslâm tasavvufunun inceliklerini sâdelikle,derinlikle <strong>ve</strong> hiç bir dar kalıp içine düşmeden dile getirmiştir. Bunuyaparken dikkatli <strong>ve</strong> ölçülüdür. Şöyle ki:Yûnus hür düşüncelidir, fakat yukarıda sözünü ettiğimiz, dîniküçümseyen <strong>ve</strong> îmânı sulandıran bâtınî anlayışa geçit <strong>ve</strong>rmez. O,san’atkâr serbestliğine rağmen, inanışta dâimâ muhâfazakâr <strong>ve</strong> şer’îölçülere sâdık kalarak hayat yolunun rehberi <strong>ve</strong> mürşidi bildiği büyük<strong>ve</strong> ilâhî aşkını, zühd <strong>ve</strong> ibâdet kalıpları içinde îtidâl <strong>ve</strong> temkin ilesınırlamış büyük insandır.Yûnus nerelidir, nasıl yaşamıştır, nerede ölmüştür? Bunlar o kadarmühim şeyler değildir. Yûnus ne yapmıştır? önemli olan budur. O halkdiliyle ifâdesini bulan tasavvuf edebiyâtının en üstün şâiridir. AhmetYesevî ile başlayan bu tarzın, Yûnus’ta en üstün seviyeyi bulduğukabul edilir. 6 O, tasavvuf rûhunu kalıplardan çıkarıp, yukarıdakiölçüler içinde amel hâline getiren <strong>ve</strong> hayâtın içine yaşanır haldekarıştıran adamdır. Bu hâliyle <strong>ve</strong> san’atkâr yönüyle Yûnus EmreAnadolu <strong>ve</strong> Rumeli sâhasındaki, hattâ Azerbaycan›daki Türklerüzerinde, yüzyıllardan beri büyük bir nüfuz icrâ etmiş, 7 şöhret <strong>ve</strong> tesiribugüne kadar ulaşmıştır.4Faruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Dîvânı, 24-25 İstanbul trz.5Köprülü, age, 336.6Bk.Nihad Sâmi Banarlı, Târih <strong>ve</strong> Tasavvuf Sohbetleri 197, İstanbul 1984.7Köprülü, age, 285.1819


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİB. Yunus Emre Menkıbelerine Tasavvufî YorumlarYûnus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın başlarındayaşamıştır. Doğum <strong>ve</strong> ölüm târihleri tahmînî olarak 638-720 / 1240-1320 şeklinde kabul edilir. 8 Yûnus’un gerçek hayâtı hakkındakitârihî bilgilerimiz yetersizdir. Bize kadar ulaşanlar daha çok menkıbemâhiyetindedir. Şiirlerine bakarak düzgün bir tahsil gördüğü, Arapça<strong>ve</strong> Farsça’yı, dînî ilimleri <strong>ve</strong> devrinin öteki ilimlerini iyice bildiğisöylenebilir. Tahsîlini muhtemelen Konya’da yapmış, Anadolu, Sûriye<strong>ve</strong> Azerbaycan’ı gezip dolaşmıştır. Devrinin ilim <strong>ve</strong> irfan kurumlarıolan medrese <strong>ve</strong> tekke kültürüne vâkıftır, şahsiyetini yoğuran ise dahaçok ikincisidir. Bugün Anadolu şehirleri onu paylaşamamaktadır.Çeşitli yerlerde makamı <strong>ve</strong>yâ türbesi bulunmaktadır.Tarihi cephesinin kâfi miktarda bilinmemesi, Yunus’un ait olduğutasavvufî zümre <strong>ve</strong>ya tarîkatin bilinmesini de zorlaştırmaktadır. Obakımdan “tarîkat” yapılanmasına sıcak bakmayan görüşlerin deetkisiyle Yunus’u “tarîkatlar üstü” bir şahsiyet olarak takdîm etmekgayretleri hep vardır.E<strong>ve</strong>t Yunus tarîkatlar üstüdür ama o tarîkat karşıtı <strong>ve</strong>ya tarîkatdışı olarak nitelenemez. Tarîkat tasavvufun kurumlaşmış şeklidir.Yani asıl olan tasavvuftur <strong>ve</strong> Yunus tasavvuf dünyasının insanıdır.Kurumlaşmış tasavvuf yani tarîkat mensuplarının tamamı, Yunus’use<strong>ve</strong>r <strong>ve</strong> benimser. Belki bu haliyle tarîkatler üstü yani tarîkatlerinortaklaşa benimsediği bir insan olarak görülebilir.Yunus’un yaşadığı dönemde Anadolu’da Mevlevîlik <strong>ve</strong> Bektaşilikhenüz oluşum halindedir. Rifailik vardır fakat yaygın değildir.Bâbâîlik <strong>ve</strong> Kalenderîlik vardır, Yunus’un bunlarla doğrudan ilgisitartışmalıdır. Tapduk Emre dolayısıyla Yesevî-Bektaşi çizgisindeolduğu söylenebilir. 98Bk.Abdülbâki Gölpınarlı, Yûnus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf, 72-73, İstanbul 1961.9Bu konuda fazla bilgi için bk. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı I İnceleme, s.30-31, Ankara 1990. A.Yaşar OcakYunus’un Kalenderiliğine vurgu yapar, bkKalenderiler, s. 73-74, Ankara, 1992.Yunus’un tarihi şahsiyeti hakkında elimizde daha çok yeterli bilgiolmasını gönül arzu ederdi. Ama bu bir üzüntü kaynağı değildir.Menkıbelerin de belli ölçüde aydınlatıcı özelliği vardır. Hattamenkıbeler şahısların geniş halk kitleleri nezdinde daha çok tanınıpsevilmesine yol açmaktadır. Çünkü menkıbelerde yer yer tarihigerçekler varsa da onlar daha çok halk muhayyilesinin ürünü olarakortaya çıkmatadırlar. Yani halk onları öyle hayal edip öyle görmekistediği için o şekilde vücut bulmuşlardır.Menkıbe, destan <strong>ve</strong> masalların kökü tarihe dayanır <strong>ve</strong> ilhamınıoradan alırlar. Destan <strong>ve</strong> menkıbeler halk gözüyle görülen, halkruhuyla duyulan <strong>ve</strong> halkın hayalinde masallaşan tarihlerdir. YahyaKemal’in ifadesiyle: “Tarihte zahiri hakîkat, masalda ledünnî hakikatgizlidir. Güzellikçe vak’aların daha ziyade masal kis<strong>ve</strong>si gözlerikamaştırır. İstisnaları olmakla beraber tarih kis<strong>ve</strong>si daha sönük kalır.” 10Menâkıbnâmelerin “zengin birer kültür kaynağı oldukları” <strong>ve</strong> onlardanazami istifade sağlanabileceğini hatırlatmalıyız. 11Bu yazının asıl konusu Yunus Emre menkıbeleri ile ilgili tasavvufîbazı yorumlarda bulunmaktır. Bu menkıbelerin çoğunun yer aldığıkaynak Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’dir.1-BUĞDAY MI HİMMET Mİ?Anadolu köylerinden birinde Yunus isimli fakir bir rençber vardı. Oyıl kıtlık senesi idi, mahsul olmadı. Yunus’un fakirliği büsbütün arttı.Yoksulluktan bunalan Yunus uzaktan türlü kerâmetlerini duyduğu <strong>ve</strong>cömertliğini öğrendiği Hacı Bektaş-ı Velî’ye gidip yardım istemeğekarar <strong>ve</strong>rdi. Eli boş varmamak için dağdan alıç toplayıp öküzüneyükleyerek Sulucakarahöyük’e vardı, Hacı Bektaş dergâhına ulaştı.Hacı Bektaş Veli’ye armağanını sunup: “Ben fakir bir kimseyim,bu yl ekinimden bir nesne alamadım, ümittir ki şu yemişi kabul edipkarşılığında buğday <strong>ve</strong>reseniz” dedi.10Yahya Kemal, Tarih Musâhabeleri, s. 73, İstanbul 1975.11Bk. A. Yaşar Ocak, Türk <strong>Halk</strong> İnançları <strong>ve</strong> Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, s.57, Ankara 1983.2021


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİCenâb-ı <strong>Hak</strong>k’ın isim <strong>ve</strong> sıfatları en geniş şeklinde “er”de yani,insân-ı kâmilde tecellî eder <strong>ve</strong> onlar tasarruf sahibidi:<strong>Hak</strong> eren benim dedi, varlığın erde koduErenlerin himmeti yerden göğe direktir.<strong>Hak</strong> cemâlinin müşâhedesi er himmetiyle daha kolay olur:Her kim uğrarsa bu derde bulur himmeti erdeAçılı<strong>ve</strong>ricek perde, dostun cemâlin arzular.Erenlerin himmetine nâil olan korkmasın, onun her işi iyi gider:Erenlerin himmetini bana yoldaş eyleyenHer kancaru varır isem cümle işim hoş eyleyen2. 40 YIL HİZMETKilidinin Tapduk Emre’ye <strong>ve</strong>rildiğini öğrenen Yunus yola koyuldu,Tapduk Emre’ye geldi, Hacı Bektaş’ın selâmını söyledi, vâki olan halianlattı. Tapduk Emre “Safâ geldin, halin bize mâlûm olmuştur. Hizmetet, emek yetir, nasibini al.” dedi. Yunus dedi ki: “Ne hizmet var iseyapalım”.Tapduk’un tekkesinin ardında bir dağ vardı. Tapduk Yunus’udağdan odun getirme hizmetine koştu. Yunus her gün sırtında dağdanodun getirir oldu. Amma odunun yaşını <strong>ve</strong> eğrisini getirmezdi. Bunufarkeden Tapduk bir gün Yunus’a sordu: “Dağda eğri odun yokmudur?” Yunus cevap <strong>ve</strong>rdi: “Vardır sultanım vardır. Ama seninkapına odunun eğrisi bile yakışmıyor.” 16Bu menkıbede iki kavram dikkati çeker: Hizmet <strong>ve</strong> eğri odun. Hizmetdenince sadece bedenle yapılan maddi faaliyetler akla gelmemelidir.Öyle bile olsa bu tür hizmetin şeyhe maddi katkı sağlamakla, onunişinde amelelik etmekle bir alâkası yoktur. Menkıbemizde de sembolik16Rivâyetin kaynakları için bk. M. Tatçı, age., s. 8.24olarak Yunus’un göze görünen hizmeti dergâha odun taşımaktır.Dergâh şeyhin şahsî mülkü olmaktan çok dervişlere, çevreye <strong>ve</strong>gelene-gidene kapısını açan bir kurum hüviyetindedir.Ne türlü olursa olsun “hizmet” bir eğitim aracıdır. MeselâMevlevîlik’te çile hizmet iledir <strong>ve</strong> 1001 gün sürer. Bu müddet zarfındamürid bir yandan kendine <strong>ve</strong>rilen hizmeti yerine getirirken, öte yandanasıl amaç olan mânevî eğitimini devam ettirir. Tasavvuf tâbirlerindenolan “hizmet erenlere” sözü buradaki hizmetin gerçekte erenlereyapılmış olacağı inancını dile getirir. 17 Bir başka ifade ile “halka hizmet<strong>Hak</strong>k’a hizmettir”.Yukarıda himmetten söz ettik. Aslında himmet hizmetle beraberyürür. Şeyhten himmet, müridden hizmet. Saf <strong>ve</strong> mübtedi müridniyazda bulunur:- Şeyhim himmet.Gün görmüş şeyh efendi cevap <strong>ve</strong>rir:- Oğul hizmet.Yani oturup beklemek yetmez, asıl sen gayret etmelisin, çalışmalısın.O takdirde himmet de gelir, işlerini kolaylaştırır. Yunus öyle der:Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isenBin yıl anda durursa kendi dolası değilYunus’un hiçbir gün yaş <strong>ve</strong> eğri odun getirmemesi ise onunTapduk’a <strong>ve</strong> dergâha saygısına; nihayet içine girdiği âleme <strong>ve</strong>rdiğiöneme <strong>ve</strong> işini ciddiye aldığına delalet eder. Netice olarak o sadecegetirdiği odunların düzgün olmasına önem <strong>ve</strong>riyor değildir, asıl olansözünün, işinin <strong>ve</strong> iç dünyasının düzgün olmasıdır. Nitekim şöyle ikazeder:“Kulil-hak” dedi Çalab, sözü doğru deseneBugün yalan söyleyen yarın utanasıdır.17Bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçene Deyimler <strong>ve</strong> Terimler,s. 161, İstanbul 1977.25


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYunus’un bir gün olsun eğri odun getirmeyişini hatırlatan bir olayda Ahmed Yesevi müridlerinden <strong>Hak</strong>îm Süleyman Ata’ya (ö. 1186 m)aittir:Ahmet Yesevi bir gün bütün öğrencileri ormana odun kesmeyegöndermiş. Hepsinin getirdiği odunlar yağmurda ıslanmışlar. YalnızSüleyman’ın getirdiği odunlar dergâha kuru gelmiş. Çünki Süleymanonları elbisesiyle sarmış. Ahmet Yesevî bu hareketi beğenmiş,Süleyman’a “<strong>Hak</strong>îm” ünvanı <strong>ve</strong>rmiş. Sonra büyük himmet ederek, onuhikmetler söyleyen bir <strong>ve</strong>lî derecesine yükseltmiş. Türkistan’ın güneybölgelerini uyandırmaya onu göndermiş. 18Şu güzel ifadeler <strong>Hak</strong>im Süleyman’a âittir:Her gördüğünü Hızır bilHer geceyi Kadir bil*Barşa (herkes) yahşi biz yamanBarşa buğday biz saman3. KİLİDİNİN AÇILMASIGünlerden bir gün Anadolu erenleri Tapduk Emre’nin tekkesinegeldiler. Büyük cemaat oldu, meclis kuruldu. O mecliste Yûnus-ıGûyende derler bir kimse vardı. (Gûyende: Söyleyen, ilâhiler, şiirlerokuyan kimse demektir). tapduk Emre cezbeye gelip halleninceGûyende’ye “Yunus, söyle” dedi. Yûnus-ı Gûyende işitmedi. Tekrar“Yunus, şevkimiz var, söyle de dinleyelim” dedi. Gûyende geneişitmedi. Üçüncü hitapta da ses çıkmayınca bu defa ikinci Yunus’a (Y.Emre’ye) dönüp “Yunus, vakit oldu, o hazinenin kilidini açtık, Hünkârvarlığının nefesi / himmeti yerine geldi” dedi. Yûnus’un gönlü açıldı,gözlerinden perde kalktı, şevk denizine düştü, ağzını açıp inci cevâhirsaçtı, ilâhi hakikatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle sohbet eylediki işitenler hayran kaldılar. Söyledikleri büyük bir Divan oldu. 1918Mehmet Demirci, Türkistan Notları, s. 123. İstanbul, 1996.19M. Tatçı, age., s. 8; Vilâyetnâme, s. 49.Tasavvuf eğitiminin devamı boyunca yapılan faaliyetlere <strong>ve</strong> mâneviyolculuğa seyr ü sülûk denir. Burada merhale merhale ilerlemesöz konusudur. <strong>Hak</strong>k’a doğru giden yolculuğun sonu yoksa da, birnoktadan itibaren mânevi gelişme fark edilebilir hale gelir. Yunus’unkilidinin açılması böyle bir gelişmenin sembolü olarak düşünülebilir.Nakşibendilikteki “letâif-i hamse”, Hal<strong>ve</strong>tiyye’deki “etvâr-ı seb’a” bumânevi gelişmenin safhalarına ait tabirlerdir. 20Hucvîri, eserinin tasavvufî hakikatler <strong>ve</strong> muameleler bölümünde onperdeden <strong>ve</strong> bunların açılmasıyla ilgili ibâdet <strong>ve</strong> ahlâk konularındanbahseder. 21Yunus kemal yolculuğunda yetmiş yedi perdeden söz eder. Dost’abu perdeleri aşarak ulaşılır:Yetmiş yedi perde var, dostunu arzulamaYedisinden geçmedin yakîn arzu kılarsınBu perdelerin otuzu gözde, otuzu gönüldedir, onu ise sırdır:Otuzu gözde durur, otuzu gönüldedirOnun dahi bilmedin görmek arzu kılarsın 22Kilidin açılması <strong>ve</strong>ya perdenin kalkması şu hadisi de hatırlatır:“Allah’ın hicabı (perdesi) nurdur. Eğer onu açsaydı yüzününazamet <strong>ve</strong> nuru basarının (gözünün) ulaştığı en son noktadakiyaratığını bile yakardı”. 23 Yunus şöyle der:Dost yüzünden nikabı her kim giderdi iseHicab kalmadı ona ayruk ne hayr u ne şer20Bk. Osman Türer, “Letâif-i Hamse”, DİA, c. 27; Necdet Tosun, BahaeddinNakşbend, s. 307, İstanbul 2002.21Bk. Keşfü’l-Mahcub (<strong>Hak</strong>ikat Bilgisi), çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayını.22Bk. M. Tatçı, Yunus Emre Divanı (İnceleme), I, 323.23Müslim, İman, 293.2627


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ4. SEYAHAT-GURBETŞeyhi Yunus’a kırk yıl seyahat etmesini emretmiş, o da tam kırksene gezip dolaştıktan sonra şeyhin dergâhına dönmüş. Ana Bacı’yı,yani şeyhinin zevcesini bularak döndüğünü, acaba şeyh efendininkendisine nasıl davranacağı ihtimalini sormuş, o da demiş ki: “Artıkşeyh efendi yaşlandı, gözleri görmüyor, yarın sabah namazında kapınınönüne uzanıp yat. Bastonuna dokununca şeyh kim olduğunu sorar.Ben de Yunus derim. Eğer bizim Yunus mu, diye sorarsa bil ki çilendolmuştur.Ertesi sabah denileni aynen yerine getiren Yunus şeyhin “bizimYunus mu?” sözünü işitince sevinçle doğrulup Tapduk’un elineayağına kapanmış <strong>ve</strong> artık şiirlerini söylemeye başlamış. 24Tasavvuf eğitiminde seyahatin önemli bir yeri vardır. Onlara<strong>ve</strong>rilen isimlerden biri de “seyyâhûn”dur. İlmi <strong>ve</strong> içtimai bakımdanfaydaları yanında seyahatin eğitici rolü daha önemlidir. İçinde yaşadığıtanıdık çevreden dost <strong>ve</strong> akrabadan uzaklaşıp, gurbetin yalnızlığına<strong>ve</strong> zorluklarına nefsi alıştırmak olgunlaşmanın bir parçasıdır. Ayrıcadünyanın fânîliği, ebedi yurdun âhiret olduğu daha iyi kavranır. Uzun<strong>ve</strong> yorucu yolculluklar nefisteki olumsuz yönleri ortaya çıkarır <strong>ve</strong>onların düzeltilme imkânı doğar. Şöhretten hoşlanan kişi gurbette buzevkinden mahrum olur. Dervişin kendini daha iyi tanıması, eksiklerinigörüp onları düzeltme yoluna gitmesi, ayrıca yeni hizmet imkânlarıbulması gibi sebeplerle tasavvufta seyahat iyi bir yoldur. Bu türseyahatlerin de bir takım âdabı <strong>ve</strong> erkânı var idi. 25Yunus’un şu beytinde “seyr ü sefer” hem maddi hem de mâneviseyahati çağrıştırır:Tâlib meseli ırmak, mürşid meseli deryâSeyr ü seferi hoş gör ummân bulasın bir gün24F. Köprülü, age., s. 269; Banarlı, age., I, 327.25Bk. Sühre<strong>ve</strong>rdi, Avârifü’l-Maarif, çev. H. K. Yılmaz-İ. Gündüz, s. 156 vd.,İstanbul 1989; M. Kara, Tasavvuf <strong>ve</strong> Tarikatlar Tarihi, s. 215 vd., İstanbul1985.O, seyahatle varılmak istenen amaçlardan birini gerçekleştirmişgörünür:Bu dünyaya gelen kişi âhir yere gitse gerekMisafirdir vatanına bir gün sefer etse gerekMaddi-manevi seyahatleri sonucu şu hakikati yakaladığıdüşünülebilir:Varlık çün sefer kıldı, andan dost bize geldiViran gönül nur doldu, cihanım yağma olsun.5. VELÎ KİMDİR?Yunus Tapduk’un kapısında senelerce hizmet etmiş olmasınarağmen kendisine bâtın âleminden bir şey açılmamıştı. O da başınıalıp gitti. Yollara düştü. Üzgün, endişeli dolaşıyordu. Bir gün birmağarada yedi ere rastladı. Onlarla arkadaş oldu. Her akşam biri duaeder, o dua bereketiyle bir sofra gelirdi. Bir gün dediler ki: “Sıra sende,şimdiye kadar bizden geçindin”. Yunus ürkek bir halde dua etti. “YaRab, benim yüzümü kara çıkarma. Onlar nasıl dua etmişse ben desana öyle yalvarmak istiyorum. Onların dualarında andığı zâtın yüzüsuyu hürmetine elimi açıyorum, beni utandırma” dedi. O akşam dahamükellef bir sofra geldi. Arkadaşları şaşırdı. “Sen nasıl dua ettin de bukadar güzel yemekler geldi?” Yunus “Önce siz söyleyin” dedi. onlar“Biz Tapduk’un kapısında otuz yıldır hizmet eden saf erin hürmetinediye dua ederiz” dediler. Bunu duyan Yunus hemen geri döndü.Kaldığı yerden hizmetine devam etti. 26Bu menkıbe bize tasavvuftaki “<strong>ve</strong>lî” kavramını hatırlattı. Velîkelimesi dost, yar, sevgili, eren, ermiş, allah dostu gibi mânâlara gelir.Kur’an’da “Dikkat edin, Allah’ın <strong>ve</strong>li kulları vardır, onlar için korku<strong>ve</strong> hüzün yoktur” buyrulur. (Yunus, 10/62). Veli kimdir? Velinin <strong>ve</strong>liolduğunu bilmesi caiz midir, değil midir diye tartışılmıştır. 2726Bk. M. Tatçı, age., s. 9, (Hüdâyî, Vâkıât-ı Üftâde’den naklen.)27Bk. Kuşeyrî, Risâle, çev. Süleyman Uludağ, s. 348, İstanbul 2003.2829


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİBu konudaki sonucu şöyle sıralamak mümkündür: a) Herkesinbildiği <strong>ve</strong>liler vardır. b) Başkaları bildiği halde kendi kendinin <strong>ve</strong>liolduğunu bilmeyen kimseler vardır. c) Kendisi bildiği halde başkalarıtarafından bilinmeyen <strong>ve</strong>liler olabilir. d) Sâdece Allah’ın bildiği,başka hiç kimsenin bilmediği Allah dostları vardır. MenkıbemizdekiYunus’un durumu ikinci gruptaki <strong>ve</strong>lilere benziyor.Kudsî hadis kalıbındaki “Gök kubbemin altından benden başkakimsenin bilmediği <strong>ve</strong>lilerim vardır” sözü her ne kadar hadiskitaplarında bulunmuyorsa da, o târife uyan insanların her devirdevar olduğu bir gerçektir. Şu kudsi hadis ise mevsuktur: “<strong>Hak</strong> Teâlâbuyuruyor: Kim benim bir <strong>ve</strong>lime eziyet ederse, ben ona savaşaçarım”. 28Bu <strong>ve</strong>lilerden bazıları tekin de olmayabilir. Hadiste şöyle denir:“Üstleri başları toz toprak içinde, elbiseleri eski <strong>ve</strong> kendilerineönem <strong>ve</strong>rilmez nice insan vardır ki, Allah’ım şu işi şöyle yap, diyeyemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz. 29 Yunusşeyhi Tapduk’un <strong>ve</strong>lâyet sırlarına sahip olduğunun, o sırların zamanıgelince <strong>ve</strong>rileceğinin farkındadır:İşdür bunca avazlar dediğim ma’nî sözlerTapduk Yunus’u gözler, bu <strong>ve</strong>lâyet içindeZaman içinde Yunus hakiki evliyâyı, gerçek erenleri daha yakındantanımış gibidir:Bilür misüz ey yârenler gerçek erenler kandadurKanda baksam anda hazır kanda istesem andadur.Bu menkıbenin başka bir <strong>ve</strong>rsiyonu şöyledir:Yûnus dergâha su taşımakta, sakalık yapmaktadır. İşinyoğunluğundan sırtı yağır olmuş, yani yaralar meydana gelmiş; o da birbaksın diye arkadaşına göstermiştir. Şikâyet makdasıyla yapılmamışolsa bile, Taptuk bu hareketi uygun bulmaz <strong>ve</strong> der ki: “Sakka yağırınısana mı gösterdi? Yağırına melhemi senden mi istedi? Çün böyledir,varsın yanımızda durmasın!” Bunun üzerine Yûnus üzgün bir şekildesahralarda gezerken iki dervişe rastlar…”Olayın sonu yukarıdaki gibi son bulur. 306. MOLLA KASIMYunus’un destânî-menkıbevî yönü ölümünden sonra da devam edergörünür. Bir halk inanışına göre Yunus üç bin manzume söylemiş. Bumanzumeler bir deftere yazılmıştır. Fakat Yunus ölünce tek nüsha olanbir defter Molla Kasım denilen dar kafalı birinin eline düşer.Molla Kasım bir akarsu kenarına oturur, Yunus’un şiirleriniokumaya koyulur. Kafasına uymayan şiirleri yırtıp yırtıp yakar.Şiirlerin bin tanesi yandıktan sonra usanan Molla, geriye kalanlardanbin tanesini de birer birer suya atmaya başlar. Fakat bir an gelir MollaKasım atmak üzere aldığı elindeki son şiirde kendi adını görünceşaşırıp kalır:Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söylemeSeni sîgaya çeker bir Molla Kasım gelir.Molla çok üzülür, bu durumu önceden bilen Yûnus’un <strong>ve</strong>lâyet <strong>ve</strong>kerametini anlar, imhâ ettiği şiir sayfaları için pişmanlık duyar. Neyazık ki geride sadece bin şiir kalmıştır.Bununla birlikte Türk insanı buna eseflenmez. Çünkü imhâ edilenşiirler ziyan olmuş değildir. Yakılan bin şiiri gökte melekler, suya28Buhari, Rikak, 38.29Tirmizi, Menakıb, 54, Müslim, Birr, 40.30Bk. İbrâhim Hâs, Yunus Emre’nin bir Şiirinin Şerhi Çıktım Erik Dalına, hazırlayan:Mustafa Tatçı, s. 25, Ankara, 20043031


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİatılan bin tanesini de denizde balıklar, Molla Kasım’ın elinde kalan bintanesini de insanlar okumaya devam etmektedirler. 31“Ben dervişim diyene, bir ün idesim gelir” mısraı ile başlayanşiirin en eski Yunus Divanı yazmalarında bulunmadığı 32 , bunun MollaKasım adlı birine ait olduğu ihtimâlinden bahsedilir. Asıl konumuzmenkıbelerden hareketle bir şeyler söylemektir. Menkıbe mantığı <strong>ve</strong>halkın mâşerî şuuru bu şiiri de Yûnus’a mal etmiştir.Dinin algılanış <strong>ve</strong> yorumlanışında farklı tutumlar olmuştur. Basitçeifâde edersek medrese zihniyeti daha kuralcı, şekilci, sert <strong>ve</strong> mutaassıpsayılır. Tekke <strong>ve</strong> tasavvuf zihniyeti ise anlayışlı <strong>ve</strong> hoşgörülü bilinir.Tarih boyunca bu iki zihniyetin çeşitli seviyelerde çatışmasına şahitoluruz. Şâyan-ı şükrân olan şu ki, tekke ile medrese arasında çok ciddiilişkiler <strong>ve</strong> bağlar vardır. Tekke mensuplarının büyük çoğunluğu sağlambir medrese eğitiminden geçmişlerdir. Katı medrese mensuplarından,Molla Kasım örneğinde olduğu gibi sertliği bırakanlar da az değildir.Aslında İslam dini düşünce farklılıklarını hoş karşılar. Amelde,inançta <strong>ve</strong> düşüncede farklı bakış açıları, çeşitli görüşler <strong>ve</strong> mezheblerdinimiz için müthiş bir zenginliktir.Yaradılışları gereği kimi insanlar akılcı yapıya sahiptir, kimileri deduygusaldır <strong>ve</strong> rûhî manevi faaliyetlere yatkındır. İslâm’da bu iki tipeuygun anlayış <strong>ve</strong> yorumlar vardır. Yeter ki karşı görüşe ağır itham <strong>ve</strong>hayat hakkı tanımama noktasına varılmasın.Kabaca söylersek zâhirci, nakilci <strong>ve</strong> akılcı bakış açısıyla dinialgılamanın adına “şerîat” denir. Onun iç yüzünü, derinliğini, derûnîmânevîtarafını öne çıkaran tarafı ise “hakîkat” olarak isimlendirlir.Aslında şeriat <strong>ve</strong> hakikat bedenle ruh gibidir. Yalnız şekil <strong>ve</strong>yalnız öz yetmez. Şekil <strong>ve</strong> öz beraber olmalıdır. Şeriat bir kaptır.<strong>Hak</strong>ikat ise onun içindeki şeydir, meselâ süttür. Boş kap makbuldeğildir. Süte de bir kap içinde olmadan ulaşmayız.Bir başka benzetme şöyledir: “Şeriat, sanki vücûdu kaplayan deri.31M. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I, 336.32Tatçı, Yunus Emre Divanı (İnceleme), I, 11.Onu sıyır, altından cılk et çıkar <strong>ve</strong> kısa zamanda da vücudda taafüneden yaralar peyda olarak sağlık gider, hattâ hayat biter”. 33Yani şeriatle tarikat, dinin şekil yönüyle özü beraberdir, ikisindenbiri ihmal edilirse yanlış yapılmış olur.Menkıbemizin son bölümü ise Yunus Emre <strong>ve</strong> tasavvufzihniyetinin en hoş yönlerinden birini vurgular: Bütün eşyanın <strong>Hak</strong>k’ızikir <strong>ve</strong> tesbih etmesi dolayısıyla, eşyanın kutsal, değerli <strong>ve</strong> makbulolması. “Yedi kat gökler, yer yüzü <strong>ve</strong> oralarda bulunanlar Allah’ıtesbih eder, övgüyle anar; yaratıklardan O’nu tesbih etmeyenhiçbir şey yoktur”. (İsra, 17/44).Tıpkı Yunus’un dediği gibi:Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seniSeherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlâm seni.Su dibinde mâhî ile sahralardan âhu ileAbdal olup yâ hu ile çağırayım Mevlâm seni7. KİTAP BİLGİSİ – KEŞİF BİLGİSİBu menkıbeye göre Yûnus âlim bir müftüdür. Taptuk ise âmâ <strong>ve</strong>ümmî bir şeyhtir. Taptuk’un müridlerinden birisi bir konuda müftüdenfetvâ ister. Mürid <strong>ve</strong>rilen fetvâyı bir de şeyhinden tahkik etmeyidüşünür. O da fetvânın yanlış olduğunu <strong>ve</strong> düzeltilmesi gerektiğinisöyler. Durumu öğrenen müftü Yûnus, Taptuk’a: “Siz ümmî birisiniz,<strong>ve</strong>rdiğim fetvânın yanlış olduğunu nereden bileceksiniz ki?” der.Taptuk: “Bu mesele falan kitabın falan yerinde yazılıdır; doğrusuşöyledir, oraya bakınız!” der. Durumu tahkik eden müftü Yûnus,Taptuk’un haklı olduğunu görünce özür diler <strong>ve</strong> ona mürid olur. Şubeyit bu olayı özetler:Bir küt ile güleştim kaldırdı vurdu yereElsiz ayağım aldı basa yazdı özümü33Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi, Rahmet Kapısı (Hatıralar ), s.229, Hülbe yayını, İstanbul 19853233


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİBurada “küt”ten murad gözü görmeyen <strong>ve</strong> ümmî olan Taptuk’tur.Fetvâ konusundaki tartışma güreşe benzetilmiş <strong>ve</strong> müftü Yûnusyenilmiştir. 34Menkıbemize göre ümmî Taptuk’un keşif bilgisi, müftü Yûnus’unkitâbî bilgisini aşmıştır. Tasavvuf düşüncesinde “keşf” gü<strong>ve</strong>nilir birbilgi kaynağıdır. Sûfîlere göre maddî âlemden gelen tesirler, kir <strong>ve</strong>paslar kalbin gayb âlemini görmesine engel olan bir perde oluşturur.Riyâzet, mücâhede <strong>ve</strong> tasfiye ile bu perde kaldırılabilir. O zamangayba âit bilgiler görülür hâle gelir. 35 Kalb aynası mâsivâ pasındanarındırılınca oraya Levh-i Mahfuzdaki bir takım bilgilerin yansımasısöz konusudur.Mücâhede müşâhedeye ulaştırır. Böylece kalbe hikmet pınarlarıdökülmeye başlar. Kitâbî ilimler bunu sağlayamaz. Hikmet kapısınınkalbe açılmasının yolu şudur: Mücâhede, murâkabe, zâhirî <strong>ve</strong> bâtınîamelleri yerine getirme, temiz düşünce, kalb huzûruyla Allah’ı zikir,maddiyat ile gönül alâkasını kesip bütün varlığıyla <strong>Hak</strong> Taâlâ’yayönelmek. İşte keşfin kaynağı olan ilhamın anahtarı budur. 36Tasavvuf inanışına göre, iç tecrübeye <strong>ve</strong> manevî müşâhedeyedayanan vâsıtasız bilgiler, yâni mârifet <strong>ve</strong> irfan, kitâbî ilimdendaha değerlidir. Amel, ibâdet <strong>ve</strong> mücâhede kuldan; dînî hakîkatleriöğretmek, keşfi açmak Allah’tan’dır. 37Sonunda Yûnus şöyle deyecektir:Âlimler bunu bilmez değme akıl ona ermezHidâyettir Yûnus’a keşfoldu hâcemizdenBu menkıbenin devâmı şöyledir:34Bk. İbrahim Hâs – M. Tatçı, age, s. 2435Bk. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 287, İstanbul, 1991.36Bk. Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. I, s. 100, Kahire, 1967.37Bk. Süleyman Uludağ, İslâm Düşüncesinin Yapısı, s. 130, İstanbul, 1985.8. BOŞALMAK VE DOLMAKTaptuk’a intisab etmek isteyen müftü Yûnus’a Taptuk önce yüz<strong>ve</strong>rmek istemez: “Sen ilim sâhibisin <strong>ve</strong> varlıklısın, biz ise ümmî,sıradan bir kimseyiz” der. Israrlı olan Yûnus, önce malını mülkünüdağıtır, degâha gelir. Taptuk ilm-i zâhirini de terk etmesini söyler.Bunun için de ona “Bilmem” lafzını vird olarak <strong>ve</strong>rir. Yûnus birsüre kendisine her ne sorulursa “Bilmem” diye cevap <strong>ve</strong>rir. Böyleceliyâkatini isabt ederek müridliğe kabul edilir. 38Tasavvufta boşalmadan dolmak yoktur. Cüneyd-i Bağdâdî’nintasavvuf târifi meşhurdur: “Tasavvuf <strong>Hak</strong>k’ın seni senlikten öldürmesi,kendisi ile diriltmesidir.” 39 “Senlikten ölmek”, o âna kadar önem<strong>ve</strong>rdiğin her şeyden vaz geçmek demektir. Bu mal olur, evlât olur, ilimolur, mevkî olur. Onları terk etmeyi, yani gönülden çıkarmayı bilmekgerekir. Onlar çıksın ki, yerine <strong>Hak</strong> sevgisi <strong>ve</strong> mârifeti dolsun.“Sen çıkarsan aradan, kalır seni yaradan” denmiş. Olgunlaşmayolunda en büyük tuzak “senlik” <strong>ve</strong>ya “benlik”tir. Öyle der Yûnus.Sen seni bilmeyince ere nazar kılmayıncaSenliği bu ara yerden gidermezsen oldu tuzak.Târifin ikinci basamağı yani, <strong>Hak</strong>k’ın “kendisiyle diriltmesi” iseikinci bir kişiliği kazanmak anlamına gelir. Bu kişilik bir yenidendiriliştir; ilâhî desteğe mazhar olmuş kâmil bir kişiliktir.Tasavvuf tarihimizde bunun örnekleri çoktur. Bursa’da müderrislik<strong>ve</strong> kadılık yapan Aziz Mahmud Hüdâyî, Üftâde’ye intisab edince;malını mülkünü dağıttı, resmî görevlerini bıraktı, bir ara şeyhininemriyle sokaklarda ciğer sattı. Bütün bunlar, o zamana kadar elde ettiğimaddî-mânevî mevkîlerden, ulaştığı şöhretten dolayı kapılabileceğiolumsuzluklardan kendisini kurtarmak için gerekliydi. Böylece benlik,38İbrahim Hâs – M. Tatçı, aynı yer.39Kuşeyrî, Risâle, çev. S. Uludağ, s. 368, Drgâh yayını, İstanbul, 2003.3435


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİkibir, gurur gibi zararlı huylardan kurtuldu, ruhunu kuv<strong>ve</strong>tlendirdi. Buyolda kural açıktır: Boşalmadan dolmak yoktur. 40 Yûnus şöyle der:Aklım yavu vardı benim dağıldı fikrim kamûsuBoşaldım üş doldum <strong>ve</strong>lî ne ile doldum bilmezemBuradaki boşalmak <strong>ve</strong> dolmak tasavvuftaki “fenâ <strong>ve</strong> beka”nazariyesinin Yûnus dilindeki yalın <strong>ve</strong> basit ifâdesidir. Kötü huylardanboşalmış iyi huylarla bezenmiştir; bilgisizlikten boşalmış bilgi iledolmuştur, nihâyet kendi beşerî varlığından boşalmış <strong>Hak</strong> varlığıyladolmuş, yâni O›nunla bâkî olmuştur. 419. TAPDUK’UN TAPUSUNDABu yazıdaki hareket noktamız menkıbelerdi. Menkıbe mantığınıanlatmaya çalıştık. Orada zaman, mekân, sayı, kronoloji gibi şeylerlekayıtlı olmak yoktur. Onun için Sarı Saltuk’un, Yunus’un, TapdukEmre’nin birden fazla, hattâ 8-10 yerde kabri, türbesi, makamı olabilir.Bunun bir zararı da yoktur. Aksine çok faydalıdır. Bilim adamlarıtârihî belgeler ışığında en doğru tesbîti yapmak için çalışmaya devametmelidir. Ama bu arada halk inançlarını küçümseyip, onlarla alayetmenin bir faydası yoktur.Her devirde <strong>ve</strong> millette masallar, mitolojiler, menkıbeler vardır.Bizim menkıbelerimizi başkalarınınkiyle kıyaslarsak en azından ahlâkîbakımdan çok yapıcı olduklarını görürüz. Bizim menkıbelerimizdedin, fazilet, kahramanlık, doğruluk, idealistlik vardır. O bakımdanbunların nesilden nesile aktarılması o değerlerin de tanıtılmasına yolaçar. Böylece geçmişle gelecek arasında sağlam bir bağ kurulmuş olur.Toprağı bu nevi insanlar <strong>ve</strong> onların hikâyeleri kutsallaştırır. Bundandolayı, onların târihî <strong>ve</strong> mânevî fonksiyonlarını anlayarak, herkes kendiseviyesine göre onlara değer <strong>ve</strong>rmelidir. Mehmet Kaplan’ın da dediğigibi: “Batı medeniyeti eski Türk <strong>ve</strong>lîlerinin kerâmetlerinden çok dahaakıl almaz, saçma hikâyelerden ibâret olan Yunan mitolojisine dayanır.XX. yüzyılın akılcı <strong>ve</strong> maddeci görüşüyle, Türkiye›yi asırlardanberi kutsallık duygusuyla yaşatan <strong>ve</strong> koruyan <strong>ve</strong>lîleri inkâr <strong>ve</strong> ihmaledersek, pek büyük bir şeyi kaybetmiş oluruz.” 42Türkiye’nin çeşitli yerelerinde <strong>ve</strong> Balkanlar’da 43 bu tür mekânlarınçevresinde güzel faaliyetler yapılıyor. Meselâ Manisa’nın Kula ilçesiEmre Köyü civarında bir Tapduk Emre türbesi yer alır. Kimdir buTapduk Emre? Ne yazık ki onun hakkındaki bilgilerimiz Yunus Emrekadar bile yoktur. Kendisini Sinan Ata adlı Orta Asyalı bir Yesevîşeyhinin yetiştirdiği sanılıyor. 44 Tapduk Emre adına Anadolu’nunmuhtelif yerlerinde makam <strong>ve</strong> türbeler bulunmaktadır. Kula’lı bazıbilim adamları o çevrenin topoğrafik yapısını, yer isimlerini YunusDivanı ile karşılaştırınca bir çok benzerlikten söz ederek Tapduk’unburada yattığını ileri sürerler.Kula’daki türbe arazide tek başına bir yapı. Her yıl Eylül başlarındaburada törenler yapılmaktadır. Ben birkaç sene ara ile ikisine katıldım.Her geçen yıl iştirak artıyor. Tamâmen mahalli imkânlarla, çevrebelediyelerin <strong>ve</strong> bazı sivil toplum kuruluşlarının organizasyonuylahazırlanan bir faaliyet. Bütün gün meydanda kazanlar kaynıyor. Duyupgelen herkese doyuncaya kadar yemek ikram ediliyor. Çeşitli yerlerdengelen insanlar görüşüp konuşuyor, halleşiyorlar. Tapduk <strong>ve</strong> YunusEmre’yi ziyaret edip fatihalar gönderiyorlar. Resmi erkânın da katıldığıkültürel faaliyetler oluyor. Böylece devlet-millet kaynaşmasının güzelbir örneği yaşanıyor. Yunus Emreler, Tapduk Emreler irşad <strong>ve</strong> himmetellerini günümüzde de se<strong>ve</strong>nlerine uzatmaya devam ediyor.40Bk. Mehmet Demirci, Gönül Dünyâmızı Aydınlatanlar, s. 92, Mavi yayıncılık,İstanbul, 2005.41Mehmet Demirci, Yûnus Emre’de İlâhî Aşk <strong>ve</strong> İnsan <strong>Sevgisi</strong>, s.74. İstanbul,1997.42Mehmet Kaplan, Türk Milletinin Kültürel Değerleri, 41, Ankara 1987.43bk. M. Akif Ak “Bosna’nın Arafatı Ayvaz Dede”, Mostar Dergisi, sayı:6,İstanbul, 200544Köprülü, age., s. 266.3637


BİRİNCİ BÖLÜMYÛNUS EMRE’DE İLÂHÎ AŞKA- TASAVVUF VE İLÂHÎ AŞK1- Tasavvuf <strong>Hak</strong>kındaYûnus Emre’nin bir eren-şâir olduğunu, devrinin tasavvufdüşüncesini şiirlerinde kudretle aksettirdiğini belirttik. Onun tasavvufîhayâtı <strong>ve</strong> bu yoldaki eğitimi (seyr ü sülûkü) tamâmen menkıbebulutlarıyla kaplıdır. <strong>Halk</strong>ımız, asırlardır bu konudaki rivâyetleri zevkle<strong>ve</strong> hayranlıkla anlatıp dinlemektedir. Buna göre Yûnus başlangıçtahiçbir şeyin farkında olmayan saf gönüllü bir kimsedir. Fakat, katıksızteslîmiyeti, ferâgati, bu yolda yıllar süren samîmî <strong>ve</strong> ihlâslı hizmetlerisonucu büyük mertebelere ulaşmış, kemâle ermiş, kilidi çözülmüş <strong>ve</strong><strong>Hak</strong> âşığı Yûnus Emre olmuştur.Onun mensup olduğu zümre tam olarak bilinmiyor <strong>ve</strong> tasavvufîeğitimi menkıbe karakterli rivâyetlere dayanıyorsa da, şurası açıktırki,Yûnus Emre her şeyden ev<strong>ve</strong>l tasavvuf düşüncesinin adamıdır.Onun prensiplerini yaşamış <strong>ve</strong> çok iyi anlatmıştır. Dîvân’ındaki şiirleri,büyük çoğunlukla tasavvuf ağırlıklıdır. O bakımdan kısaca tasavvufkonusuna temas etme gereği duyduk:İnsanla yaşıt olan düşüncelerden biri de mistik düşüncedir. Hemenbütün din <strong>ve</strong> felsefelerde mistik bir yön vardır. Böyle geniş bir sâhayıiçine alması dolayısıyle, mistisizmin birbirinden farklı, çok çeşitli îzah<strong>ve</strong> yorumları bulunmaktadır.39


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAraştırıcılar, biri “dînî”, öteki “felsefî” olmak üzere iki nevimistisizmden bahsederler. Çeşitli mistisizm nevîlerini içine alacakşekilde yapılacak târiflerden biri şudur: “Mistisizm insanın rûhî <strong>ve</strong>ahlâkî bakımdan yükselmesini hedef alan bir hayat felsefesidir <strong>ve</strong>belirli pratik hareket <strong>ve</strong> ibâdetler vâsıtasıyle gerçekleşir. Bu hareketlerzaman zaman Yüce <strong>Hak</strong>îkat’te yok olma şuuruna <strong>ve</strong> onu “aklen değilzevkan” bilmeye ulaştırır. Bunların netîcesi, rûhî saâdettir. Gündelikdille onun gerçeklerini anlatmak zordur. Çünkü bunlar mâhiyetitibâriyle derûnî <strong>ve</strong> şahsîdirler.” 45Her din gibi İslâm dîninde de bir mistisizm vardır. İslâm dîninehas mistisizmin adına “Tasavvuf” denir. Dinlerin <strong>ve</strong> felsefî sistemlerinortak özelliklerinden bir tânesi de mistisizm olmakla berâber, bütünmistik cereyanlar aynı şey demek değildir. Mistisizm her dînin temeldüşüncesi doğrultusunda gelişme göstermiş, dolayısıyle mistik akımlararasında farklar meydâna gelmiştir. Meselâ Batı mistisizmi ile İslâmtasavvufu arasındaki farklardan bâzıları şöyledir:Mistisizmde pasiflik <strong>ve</strong> metodsuzluk hâkimdir. Yâni kişinin istîdât<strong>ve</strong> yaradılışının bu işe el<strong>ve</strong>rişli olması kâfîdir. Ayrıca çalışma <strong>ve</strong> gayreteihtiyaç yoktur. Düzenli bir rehber-öğrenci ilişkisi söz konusu olmadığıgibi, teknik kaideler <strong>ve</strong> yardımcı unsurlar da bulunmamaktadır.Tasavvufta ise istîdât ilk şart olmakla berâber, öğretici bir rehbereteslîmiyet, iç <strong>ve</strong> dış temrinler, âdap <strong>ve</strong> erkâna riâyet gibi hususlarvardır. 46Tasavvuf, İslâmiyet’in kaynaklarından hareketle, dînî prensiplerinkonu ile ilgili yönlerini inceleyen, derinleştiren; bunları hayat kaidesihâline getirip başkalarına da aktarma yollarını gösteren bir faâliyettir.Bir başka ifâde ile tasavvuf, Kur’an <strong>ve</strong> Hadislerde yer alıp da insanınmistik yönüne <strong>ve</strong> gönül terbiyesine işâret eden, maddenin <strong>ve</strong> dünyânıngeçiciliğini işleyen, kalbî davranışları esas alan kaidelerin değişikyorumlarından ibâret bir ahlâk <strong>ve</strong> tefekkür sistemidir. Tasavvuf her45Ebu’l-Vefâ et-Teftâzânî, “İslâm Tasavvufuna Giriş”, çev. Mehmet Demirci,DEÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, III, 220, İzmir 1986.46Bk.Mustafa Tahralı, “Fransız Müslüman Abdülvâhid Yahyâ’nın (René Guénon)Eserinde Tasavvuf Mistisizm Farkı”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ekim 1981şeyden ev<strong>ve</strong>l bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu içintasavvufun konusu insandır. Gayesi ise, onun kalbî yönünü eğiterekolgunlaştırmaktır. 47Gerçekte tasavvufun ne olduğu ancak “hâl edinerek” yâni bizzatyaşanarak anlaşılabilir. Bununla berâber, bu yolun mensuplarıtarafından bâzı târifleri de yapılmıştır. Bunlardan biri şöyledir:“Tasavvuf, <strong>Hak</strong>k’ın seni senden öldürmesi, kendisi ile diriltmesidir.”Yâni kişinin zaaflarından, benliğinden <strong>ve</strong> beşeriyetinden sıyrılarak,üstün bir yaşayışa, âdetâ ilâhî bir hüviyete yükselmesi, kendisindenfânî <strong>Hak</strong>’la bâkî olmasıdır. 48Tasavvuf ilâhî ahlâkla ahlâklanmak demektir. Tasavvuf bencilliktenkurtulup diğergâm olmaktır, kendinden çok başkalarını düşünmektir.Bir başka ifâdeyle:Tasavvuf yâr olup bâr olmamaktırGül-i gülzar olup hâr olmamaktır. 49Yâni herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesiningülü olmak, fakat diken olmamaktır.Ne var ki bu, çok defa yanlış anlaşıldığı gibi, pasif bir hayat tarzıdemek değildir. Üstün bir ahlâka sâhip olmak, hep <strong>ve</strong>rici olmak,cömert olmak demektir. Cömertlik her ne kadar bir gönül zenginliğiise de, maddî tezâhürü için varlıklı olmağa da ihtiyaç duyulmaktadır.Onun için iyi bir iş sâhibi olmak, mal mülk kazanmış olmak da gerekir.Tasavvuf ehli deyince umûmiyetle bir köşeye çekilmiş, münzevî,hayattan kopuk, toplumla alâkasını kesmiş tipler hatırlarız. Böylesianlayış, tasavvufun îcâbı değildir. “El işte gönül <strong>Hak</strong>’ta olmak” esastır.İşin bu noktasında bir dengeyi iyi kurmak gerekir. Tasavvufun47Mustafa Kara, Tasavvuf <strong>ve</strong> Tarikatler Târihi, 18, İstanbul 198548Çeşitli Tasavvuf târifleri için bk. Kuşeyrî, Risâle, 216 vd. Kahire 1386/1966, terc.Süleyman Uludağ, 391 vd. İstanbul 197849Dede Ömer Rûşenî’nin manzûmesinin tamâmı için bk. M.Z. Pakalın, OsmanlıTârih Deyimleri <strong>ve</strong> Terimleri Sözlüğü, III, 41741


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİmaddeden ziyâde mânâya önem <strong>ve</strong>rdiği görülür. Ama bu, hiçbir zamandünyâyı <strong>ve</strong> maddeyi ihmâl anlamına gelmez. Mevlânâ CelâleddinRûmî’nin Mesnevî’sinde bu dengenin şöyle güzel bir misâli vardır:“Geminin yüzmesi için su lâzımdır, fakat su geminin içinedolacak olursa onu batırır.” der. Bu misalde gemi insandır, insanındünyâdaki hayâtıdır. Deniz, yâni su ise her türlü maddî vâsıtalardır.Gemiden beklenen şey, onun yüzmesidir. Bunun için de mutlaka sulâzımdır. Ama o suya da bir sınır gereklidir. Su geminin içine girerse,yâni dünyâ sevgisi, mal hırsı insanın kalbini doldurur, onun için mâbudhaline gelirse onun mânen batmasına, yâni helâkine yol açar. 50Bilhassa Yûnus Emre devrindeki tasavvuf erbâbının yaşayış <strong>ve</strong>faaliyetleri göz önünde bulundurulursa, onların söz konusu dengeyiçok iyi kurmuş oldukları görülür. O devir dervişleri, kendi mânevîeğitimleri yanında, sosyal <strong>ve</strong> askerî hayâtın bütün safhalarındayer almışlardır. Sırasında savaşlarda ön saflarda çarpışmışlar, bağbahçe <strong>ve</strong> tarım işleriyle uğraşmışlar, çeşitli zenaat dallarında faâliyetgöstermişler, bitip tükenmez seyâhatlerde bulunmuşlardır. Bütünbu işler sırasında kendi ruh eğitimlerini de devâm ettirmişlerdir.Târihimizde “Alp-erenler”, “Kolonizatör Türk Dervişleri” <strong>ve</strong> “Ahîler”gibi isimlerle anılan bu zümreler, tasavvuf terbiyesi ile yetişen sonderece aktif kimseler topluluğudur.Hz. Peygamber döneminde bütün İslâm ilimleri müşterekti. Fıkıh,Kelâm, Tasavvuf diye bir ayırım söz konusu değildi. Her konudayegâne rehber <strong>ve</strong> örnek şahıs Peygamber idi. Hz. Peygamber’inarkadaş <strong>ve</strong> yakınları arasında bâzıları “zâhidlik” ile dikkati çekiyordu.Yâni dünyevî işlerden ziyâde, ibâdet <strong>ve</strong> tâate zühd <strong>ve</strong> takvâya önem<strong>ve</strong>riyorlardı. İşte bu zâhidlik anlayışı, ileride doğacak tasavvufunnü<strong>ve</strong>sini teşkil eder.Emevîler <strong>ve</strong> Abbâsîler devrinde İslâm toprakları sür’atle genişledi.Bir çok yabancı kültür <strong>ve</strong> medeniyetlerle karşılaşıldı, zenginlik <strong>ve</strong>refah arttı. Bütün bunların tabiî bir sonucu olarak Hz.Peygamberzamânındaki sâde <strong>ve</strong> mütevâzı yaşayıştan uzaklaşıldı. Bir takım siyâsî50Bk. Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, I, 79, İstanbul 1960.kavgalar <strong>ve</strong> sosyal huzursuzluklar da buna eklenince, zâhidliğe olaneğilim daha da arttı. Sâdelikten uzaklaşma, lüks <strong>ve</strong> konfor düşkünlüğü<strong>ve</strong> aşırı dünyâ bağlılığı gibi olumsuz gelişmelere tepki gösteren birzümre vardı. Bunlara önceleri “âbidler” “zâhidler” denirken II/VIII.yüzyıl ortalarından îtibâren “sûfîler” denmeye başlandı.Hz. Peygamber’den sonra öteki İslâmî ilimlerle meşgul olanlarınortaya koyduğu binlerce görüş, ictihad <strong>ve</strong> fetvâlar vardır. Bunlar İslâmkültürünün birer parçasıdır. Aynı şekilde mutasavvıflarca temsil edilendüşünce sistemi de bu kültürün önemli bir parçasını teşkil eder.İslâm düşünce târihinde kelâmcı <strong>ve</strong> felsefeciler, dîni âdetâ birrasyonalizm olarak ele almış <strong>ve</strong> savunmuşlardır. Fakihler ise onubir kaideler bütünü şeklinde sunmak istemişlerdir. Bu iki zümreninözelliği “aklı” ön plânda tutmak <strong>ve</strong> onun rehberliğinde ilerlemektir.Bu ortamda mutasavvıflar ise, îmâna aklın ötesinde bir dayanakbuldular. Onlar aklı bir kenara itmemekle berâber, kendi sâhaları içinkalb bilgisine daha çok önem <strong>ve</strong>rmişlerdir. Çoğu da dîni, aşk <strong>ve</strong> insansevgisi noktasından ele almışlardır. Netîce îtibâriyle tasavvufun İslâmfikir hayatında hoşgörü <strong>ve</strong> yumuşaklığın sembolü olduğu, ibâdetlerikuru bir otomatizmden kurtararak, onlara ruh <strong>ve</strong>rip canlandırdığıgörülür.Tasavvuf hareketi, ortaya çıkışından îtibâren İslâm âleminin hertarafında dal budak salmış, mensuplarının çokluğu dikkati çekmiştir.Her câmiin <strong>ve</strong> medresenin yanında bir de tekke <strong>ve</strong>yâ dergâh yeralmıştır.Mes’elenin millî târihimiz yönünden ayrı bir önemi vardır:Orta Asya Türkleri’nin, müslümanlığı en ücrâ bölgelere kadar <strong>ve</strong>se<strong>ve</strong>rek benimsemesinde mutasavvıfların rolü büyüktür. Anadolu’nuntürkleşmesi <strong>ve</strong> islâmlaşmasında, kısacası üzerinde yaşadığımıztoprakların vatanımız olması hâdisesinde çeşitli tasavvuf zümrelerinin,yukarıda sözü edilen Alp-Erenlerin, derviş gazîlerin hizmetleri târihinşehâdetiyle sâbittir. 51 Türk milletinin îmân aksiyon, san’at <strong>ve</strong> fikir51Bk.Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri”, Vakıflar Dergisi, II;Köprülü age, 13.4243


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİhayâtında tasavvufî duyuş, düşünüş <strong>ve</strong> yaşayışın tesîri dâimâ büyükolmuştur. Konumuz olan Yûnus Emre bu duyuş <strong>ve</strong> düşünüşün baştagelen temsilcilerinden biridir.Yûnus Emre’yi <strong>ve</strong> şiirlerini iyi anlayabilmek için, onun yetiştiğiortamın fikir <strong>ve</strong> inanç yapısının iyi tanınması gerekir. Şurası birgerçektir ki, İslâm fikir <strong>ve</strong> inanç sistemi içinde önemli yeri olantasavvuf hareketinin anlaşılış <strong>ve</strong> yaşanış biçimi her zaman <strong>ve</strong> her yerdeaynı ölçüler içinde seyretmemiştir. Bu durum başka milletler için deböyledir, bizim milletimizin târihinde de böyle olmuştur. Bâzen hemgönül fütuhâtı hem de dış dünyâya âit fetihler berâberce yürümüş,bâzan da dışarısı ihmal edilerek iç zenginliğiyle iktifâ edilmiştir. YûnusEmre’nin yetiştiği devir <strong>ve</strong> coğrafyada tasavvuf anlayışı <strong>ve</strong> dervişlerintavrı son derece aktiftir. Köprülü’ nün söyleyişiyle: Anadolu dervişleriile tekkelerde sâkin <strong>ve</strong> donuk bir inzivâ hayatı geçiren Arap <strong>ve</strong> Acemmutasavvıfları arasında şüphesiz pek bâriz büyük bir fark vardır. 52Meselâ tasavvuf erbâbının barındıkları yerler olan zâviyelerin <strong>ve</strong>onların mensuplarının, bulundukları çevreyi, boş <strong>ve</strong> tenhâ topraklarıihyâ <strong>ve</strong> îmâr ettikleri görülür. Bunlar bilhassa emniyet <strong>ve</strong> âsâyişyönünden tehlike arz eden <strong>ve</strong> korkulan yerlerde, uç bölgelerinde mekântutup, gelen giden herkese hizmet <strong>ve</strong>rmişlerdir. Sâdece gönül yaralarınaşifâ sunmakla kalmamış, aynı zamanda bir “ilk yardım merkezi” olarakda vazîfe görmüşlerdir. Özellikle karlı <strong>ve</strong> tipili havalarda dervişlerinetrâfa dağılarak, yolunu kaybeden <strong>ve</strong>yâ donma tehlikesi geçirenkimseleri bulup tekkeye getirdikleri <strong>ve</strong> gerekli müdâhalenin yapıldığıbilinmektedir. 53Türklerin İslâmiyet’i kabûlünde tasavvuf erbâbının <strong>ve</strong> gezgincidervişlerin rolü büyüktür. Bunlar, yeni dîni katı şerîat kalıpları içindedeğil, geniş <strong>ve</strong> yumuşak bir ruh <strong>ve</strong> mânâ ile öğretmişlerdir. Anadolu’daaynı durum devam etmiş <strong>ve</strong> Türkler Orta Asya’dan getirdikleri <strong>ve</strong> İslâmcilâsı altında <strong>ve</strong> onunla pekiştirerek devam ettirdikleri hoşgörü, sevgi52Fuat Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyet”, D.Edebiyat Fakültesi Mecmuası, II/5,402, İstanbul 1922.53Bk.Mustafa Kara, Bursa’da Tarikatler <strong>ve</strong> Tekkeler I, 44-45,İstanbul 1990; Krş.Ö.L.Barkan, ag, makale.<strong>ve</strong> saygıya dayalı inançları, misâfirper<strong>ve</strong>rlikleri, yardımse<strong>ve</strong>rlikleri<strong>ve</strong> en önemlisi taassuptan uzak dervişâne yaşayışları ile dikkatiçekmişlerdir. Yûnus Emre’deki hoşgörünün ip uçlarından biri olan budurum, yerli h˝ristiyanların hayranlık <strong>ve</strong> takdirlerini kazandığındanihtidâ hâdislerindeki tesîri îtibâriyle gözden ırak tutulamaz.Temelde Sünnî-Hanefî akîdeye bağlı, fakat kendine mahsusözellikleriyle ayrı bir görünüm oluşturan “Türk Tasavvufu”nunana çizgileri arasında şâmânî yaşayışın, Yesevîlik’in <strong>ve</strong> HorasanMelâmîliği’nin tezâhürleri görünür. Bu sonuncusu gösteriş, riyâ, kibir<strong>ve</strong> dünyevî ihtiraslardan uzak kalarak, bütünüyle Allah’a teslîmiyetesâsına dayanır. 54 Anadolu’da gelişen Türk Tasavvufu’nun unsurlarıarasında İbn Arabî (638-1240) çizgisini de hatırlamak gerekir.Gerçekten, öteki İslâm ülkelerinde pek de rahat edemeyen İbn Arabî,Anadolu’da büyük rağbete mazhar olmuş, başta vahdet-i vücûd olmaküzere onun düşünceleri, bilhassa Sadreddin Konevî (673-1274) <strong>ve</strong>tâkipçileri tarafından yayılmıştır. Böylece Anadolu, Horasan tasavvufekolü ile İbn Arabî düşüncesinin izdivâcına sahne olmuştur denebilir.Bu arada müsâmaha, insânî duygular <strong>ve</strong> estetik değerleri ön planaçıkaran Kübrevî, Sühre<strong>ve</strong>rdî <strong>ve</strong> Mevlevî unsurların da unutulmamasıgerekir. İşte Yûnus Emre, maddeten huzursuz olmakla beraber, fikren<strong>ve</strong> mânen oldukça bereketli böyle bir ortamla birlikte yetişmiş <strong>ve</strong> buortamı daha kıvamlı hâle sokanlar arasında yer almıştır.2- İlâhî AşkTasavvufta olgun insan olma yollarından biri de “aşk” yoludur<strong>ve</strong> bu en kestirme yol sayılır. Buradaki aşk, Allah’a olan büyüksevgi demektir. Allah hem korkulan hem de sevilen bir varlıktır.Mutasavvıflar Allah sevgisi üzerinde çok durmuşlardır. Gerçi AllahKahhâr’ dır, Cebbâr’dır, fakat O aynı zamanda Rahmân’dır, Rahîm’dir.Üstelik bir kudsî hadîse göre “Rahmeti gazabından üstündür.” 55İslâm dîninin ana kaynağı olan Kur›an›da «sevgi» sözüne sıkça54Krş. E.R.Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik-Bektâşîlik, 85-103, İstanbul 1990.55Buhârî, tevhid, 15; Müslim, tevbe, 144445


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİrastlanır. Allah›ın iyilik edenleri (Bakara 2/195), tövbe edenleri <strong>ve</strong>temizlenenleri (Bakara 2/222), müttakîleri (Al-i İmran 3/76), sabırlıolanları (aynı sûre 3/146) sevdiği belirtilir. Mâide sûresinin 54. âyetinde“Allah onları se<strong>ve</strong>r, onlar da Allah’ı se<strong>ve</strong>rler.” şeklinde bir ifâde yeralır. Yâni sevmek <strong>ve</strong> sevilmek Allâh’ın vasfıdır. “Se<strong>ve</strong>lim sevilelim”sözünün menşei bu âyet olsa gerektir. Bakara sûresi 165. âyette de“Mü’minlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir sevgisi vardır.” denir.Âyetteki bu “şiddetli sevgi” Allah aşkı olarak değerlendirilir. Hadislerdede “Allâh’ı <strong>ve</strong> Hz. Peygamber’i her şeyden çok sevmek lâzım geldiği,bir kimseyi se<strong>ve</strong>nin de ancak Allah için sevmesi gerektiği, “îmânıntadı”nın ancak böyle duyulabileceği” 56 belirtilir. Başka bir kudsîhadiste “Çeşitli faydalı hareketlerle kendisine yaklaşmaya devameden kulu sonunda Allâh’ın se<strong>ve</strong>ceği, onu sevince gören gözü, işitenkulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olacağı” ifâde edilir. 57Bu mes’eleyi derinliğine inceleyenlere göre sevginin sebebi“güzellik”tir. Yâni insanda “güzel” olan şeylere karşı bir eğilim vardır.Gerçek güzellik ise Allâh’a âittir. “Allah güzeldir güzelliği se<strong>ve</strong>r.”58Tasavvuf anlayışına göre, Allah kendi güzelliğini temâşâ içinmahlûkatı yaratmıştır. Demek ki hilkatin sebebi Tanrı’nın “zâtî aşkı”dır.Tasavvufî düşüncenin temellerinden birini teşkil eden “Kenz-i Mahfî”hadîsi de bu fikir etrâfında dönüp dolaşır. Tasavvuf literatüründe kudsîhadis olarak kabul edilen bu ifâdeye göre Hz. Peygamber’in diliyleAllah şöyle buyurur: “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmeyi sevdim,beni bilsinler <strong>ve</strong> tanısınlar diye yaratıkları meydâna getirdim.” 59Burada da âlemin yaratılma sebebi olarak “sevgi” yi görüyoruz. Buhâliyle “aşk” cihanşümûl bir prensip olarak karşımıza çıkmaktadır.O, Tanrı’ dan zuhûr etmiş <strong>ve</strong> bütün kâinatın icâdına sebep olmuştur.Varlıklar içinde aşkın yabancısı olabilecek bir zerre bile yoktur. Fakather varlığın aşkı, kendi istîdât <strong>ve</strong> seviyesine göredir. <strong>Hak</strong>îkî aşk iseinsan rûhunun, Allah’a karşı bir özlemidir.56Bk. Buhârî, îmân, 8,9; Müslim, îmân, 66, 69.57Bk. Buhârî, Rikak, 38.58Müslim, îmân, 147.59Bk. Keşfü’l-Hafâ, II, 191Âlemi <strong>ve</strong> âlemde var olan her şeyi ilâhî sevginin eseri, tecellîsi <strong>ve</strong>zuhûru olarak gören tasavvuf mensupları, bu sebeple kâinatta mevcudher şeyi gönülden sevmekte, bu sevgi ile Allah’a ulaşacaklarınainanmaktadırlar. Mutasavvıflar, ilk zamanlarda az olmakla berâber,son zamanlarda muhabbet <strong>ve</strong> sevgi yerine daha çok “aşk” tâbirinikullanmayı tercih etmişlerdir.Tasavvufta biri hakîkî, öteki mecâzî olmak üzere iki nevi sevgi <strong>ve</strong>aşktan bahsedilir. <strong>Hak</strong>îkî sevgide <strong>ve</strong> aşkta konu Allah’tır, mecâzî aşktaise konu insandır. Bir insanın karşı cinsten bir insana duyduğu sevgiyemecâzî <strong>ve</strong>ya beşerî aşk denir. <strong>Hak</strong>îkî aşka büyük önem <strong>ve</strong>ren tasavvuferbâbı, beşerî aşka da ilgisiz kalmamışlar, çoğu zaman beşerî aşkı ilâhîaşka geçmek için bir köprü olarak görmüşlerdir. 60İnsan yaradılışında mevcut en güçlü duygulardan biri olan sevgi<strong>ve</strong> aşkın yöneltileceği en büyük hedef, bu duyguyu mayamıza koyanAllah olmalıdır. Yukarıda bir kısmı <strong>ve</strong>rilen dînî delillerin de desteğiyle,İslâm tasavvuf târihinde ilâhî aşk duygusu bir meş’ale hâline gelmiştir.Bu meş’aleyi tutuşturan <strong>ve</strong> elden ele taşıyanlar arasında Râbiatü’l-Adeviye (ö.185/804), İbn Fârız (ö.632 /1240), Mevlânâ (ö. 672/1273)<strong>ve</strong> Yûnus Emre ilk hatırımıza gelenlerdir.Mevlânâ Celâleddin’in ifâdesiyle: “Aşk öyle bir alevdir ki, birtutuştu mu, Mâşuk’tan başka her şeyi yakar.” Konu ilâhî aşk olunca,Mâşuk yâni sevilen, Allah demektir. Onun için sevgi <strong>ve</strong> aşka dayanankulluk en ileri kulluk seviyesidir. Yalnızca Allah’ı se<strong>ve</strong>n, davranış <strong>ve</strong>hareketlerinde tek ölçü olarak Allah sevgisini alan kimse, hayâtındagösteriş, riyâ, şahsî menfaatler <strong>ve</strong> küçük hesaplara yer <strong>ve</strong>rmeyeceğinden,dînin istediği hâlis kulluk çizgisini tutturmuş olacaktır.B- YÛNUS’UN ŞİİRLERİNDE İLÂHÎ AŞKYûnus Emre on üçüncü yüzyıl Anadolu’sunda, çeşitli sosyal <strong>ve</strong>siyâsî çalkantılara rağmen, tasavvuf düşüncesinin zir<strong>ve</strong>ye ulaştığı birortam içinde yetişmiştir. Çağdaşı Mevlânâ, aynı düşünceyi nisbetenokumuş yazmış çevrelere eserleriyle telkîn ederken, Yûnus Emre basit60Bk.Süleyman Uludağ, “Tasavvufî Ulûhiyet Telâkkisi”, Hareket Dergisi, Mart1981, s.74647


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ<strong>ve</strong> sâde söyleyişiyle geniş halk kütlelerine duyurmuştur. İşte, yukarıdabâzılarının isimlerini <strong>ve</strong>rdiğimiz <strong>Hak</strong> âşıkları <strong>ve</strong> benzerleri vâsıtasıyla,on üçüncü asra kadar olgunlaşarak gelen “ilâhî aşk” motifinin en önemlitemsilcilerinden biri de Yûnus Emre olmuştur. Kendisinde zühdîtasavvufa âit şiirler varsa da, onun aşkı terennüm eden mısrâları dahaetkilidir. Kanâatimizce böyle bir tasnif <strong>ve</strong> ayırım her zaman kesinliktaşımaz. Gerçi bir tasavvuf yolcusu zâhidlikte kalıp, âşıklık seviyesineçıkamıyabilir. Fakat, hem âbid <strong>ve</strong> zâhid, hem de ileri derecede <strong>Hak</strong>âşıkı olmak ideal çizgidir. Yûnus Dîvânı’ndaki şiirlere bir göz attığımızzaman, onun bu sonuncu zümre içinde yer aldığını görürüz.İlâhî aşk duygusunun sûfî şâirler tarafından terennüm edilmiş,başka dillerde çok güzel örnekleri vardır. İşte Yûnus Emre, bu kafileninTürkçe söyleyenleri arasında başta gelenlerdendir. Bu bölümde YûnusEmre’nin “İlâhî Aşk” temalı şiirlerine âit bir tasnif denemesi yapacağız.Ayrıca, bu şiirlere bâzı açıklama <strong>ve</strong> yorumlar getireceğiz.*Bilindiği gibi Yûnus Emre’nin şiirleri konusunda henüz bir ittifaksağlanmış değildir. Ona âit olduğu kesin olarak bilinenler yanında,başkaları tarafından söylenip de “Yûnus” mahlâsı taşıyan bir çok şiirlerde vardır. Bunu da tabiî karşılamak lâzımdır. Çünkü Yûnus Emre,yaşadığı devirden îtibâren öyle çok sevilmiş <strong>ve</strong> tesir sâhibi olmuşturki, onun düşünce sistemini <strong>ve</strong> üslûbunu benimseyen san’atkâr ruhlubâzı kimseler, söyledikleri şiirlerde kendi isim <strong>ve</strong>ya mahlâslarınıkullanmaktansa, onları Yûnus Emre’ye mâl etmeyi tercih etmişlerdir.Bu durum kendilerinin tevâzu <strong>ve</strong> mahviyet duyguları kadar, Yûnussevgilerini de gösterir. Böylece bir “Yûnus Emre Mektebi” 61 teşekkületmiştir. Yûnus Emre Dîvânlarındaki şiirlerin tamâmı kendisineâit değilse bile, onun ismiyle anılan “mektep” mensuplarınındır,dolayısıyle feyzini ondan almışlardır.*Konumuzla ilgili şiirleri derlerken mevcut üç Dîvândan faydalandık:1- Fâruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Dîvânı, Tercüman 1001Temel eser, No.1, istanbul (1972 (?) (T).2- Abdülbâki Gölpınarlı, Yûnus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf, İstanbul, 1961(G).3- Burhan Toprak, Yûnus Emre Dîvânı, 4. baskı, İstanbul 1960(BT).Şiirlere âit <strong>ve</strong>rdiğimiz sayfa numaraları bu baskılara âit olup,birincisini (T), ikincisini (G), üçüncüsünü (BT) rumuzuyla gösterdik * .Bu çalışma, bir metin neşri <strong>ve</strong>yâ dil ağırlıklı bir araştırma değildir.Onun için şiirlerin imlâsında, yazıldığı devir ölçülerini değil de, pratikfaydayı düşünerek, imkân nisbetinde günümüz söyleyiş <strong>ve</strong> telaffuzunutercih ettik. Meselâ eski metinlerde <strong>ve</strong> Dîvânlardaki “ışk” kelimesini,günümüzdeki yaygın şekliyle “aşk” olarak yazmayı uygun gördük.Tâhiru’l-Mevlevî’nin fikir <strong>ve</strong> zevkine katılıyoruz: “Mâlumdur ki aşklâfzı, sarmâşık demek olan ışk kelimesinden alınmıştır. Sarmaşıksarıldığı yeri nasıl istîlâ ederse, aşk da girdiği kalbi, hattâ insanvücûdunu ihâta etmesi dolayısıyle aşk tesmiye edilmiştir. Bu kelimeyi“ışk” okumak benim zevkime uygun düşmüyor. Bana öyle geliyor ki,onu “aşk” okumalı; mânâsı kalbi dolduran o kelimenin lafzıyle de ağızdolmalı! “ 62Şimdi Yûnus Emre›nin ilâhî aşkla ilgili şiirlerinin tasnif <strong>ve</strong>yorumuna geçebiliriz:1. Aşk Ezelîdir, Hilkatin Sebebidir <strong>ve</strong> Cihanşümuldür.Yûnus Emre’ye göre aşk makamı yüce bir makamdır. HattâAllah’tan zuhur ettiği için âdetâ O’nunla aynîleşmiştir, dolayısıylekadîm <strong>ve</strong> ezelîdir. Vahdet-i vücûd inanışına göre, nasıl ki her zerreAllah’ın isim <strong>ve</strong> sıfatlarının birer sûretle “tecellîsi” ise, her varlık aynızamanda bu ezelî aşkı kendi diliyle terennüm etmektedir:*61Bk.Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi,I, 335, İstanbul 1972.*Mustafa Tatçı’nın hazırladığı değerli bir çalışma olan, Kültür Bakanlığı <strong>ve</strong>Akçağ yayınları arasında çıkan Yunus Emre Divanı daha sonra neşredilmiştir.62Tâhiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I, 63, İstanbul 1963.4849


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşk makamı âlîdir, aşk kadîm ezelîdirAşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir(T, 53)Dahî yer gök yoğ iken var idi aşk bünyâdıAşk kadîmdir ezelî aşk getirdi ne varın(T, 121)Aşk nedir, acabâ mâhiyeti nasıldır? Aşkın îzâhı zordur. Meselâharâretin rengi yoktur, ancak odun, kömür gibi bir cisimde görününcerenklenir. İşte aşk da bunun gibi aslında renksizdir. Ancak bir âşıktarenk kazanır. Bu bakımdan en iyisi onu kelime <strong>ve</strong> sözden tenzihetmektir. Nitekim bir başka <strong>Hak</strong> âşıkı olan Hz. Mevlânâ’ya “âşıklıknedir?” diye sorulunca: “Benim gibi ol da bil” cevâbını <strong>ve</strong>rmiştir.Yûnus da aşkın herhangi bir misalle <strong>ve</strong>yâ bilgi ile îzah edilemiyeceğinibelirtir. O ancak bizzat yaşanarak anlaşılabilir:Aşkı hiçbir nesneye mesel bağlasam olmazDünyâda âhirette ne dutısar aşk yerin(T, 121)Tevrat, Zebur, İncil <strong>ve</strong> Kur’ân’ı sâdece okuyup öğrenmekleyetinmek aşkı anlamaya kâfî gelmez. Aşk bilgi konusu değildir. İlimyoluyla onu anlamaya kalkarsan karşına bir uzun hece çıkar, meseleyihalledemezsin. O ancak hâl edinilerek tadılır:Dört kitâbın mânâsın okudum tahsîl ettimAşka gelicek gördüm bir uzun hece imiş(T, 85)Allâh’ın isim <strong>ve</strong>ya sıfatlarından biri olarak telakkî ettiğinden <strong>ve</strong>ezelî saydığından Yûnus’un, aşkı “yaratılmış” olarak görmemesi tabiîbir sonuç olacaktır:Aşk anadan doğmadı kimseye kul olmadıHükmüne kıldı eser cümle biliş ü yâdı(T, 162)Yûnus’un <strong>Hak</strong> sevgisi de ezelîdir, eskilere dayanmaktadır:Dahî cihâna gelmeden canım seni se<strong>ve</strong>r idiMinnet değil Yûnus, sana nice tapu kılar isem(BT, 90)Bu durumu iyi bilmekle berâber, açığa çıkarmak istemezdi:Ezelîden var idi canımda bu aşk oduEşkere etmez idim bilirdim ki Dost kodu(T, 162)Allâh’ın “aşk-ı zâtî”sinin, hilkatin sebebi olduğunu söylemiştik.Yûnus da öyle düşünür <strong>ve</strong> O’nun aşkının bütün âlemi doldurduğunuifâde eder:Dost aşkından âlem doldu her bir âşık ondan olduAşksız biten çiçek soldu aşk iledir dostluk hoşu(T, 148)Aşk cihanşümûldür.Yerin göğün direğidir, ondan daha değerli birşey yoktur:Aşkı se<strong>ve</strong> âşık gerek ne olusar aşktan yeğrekAşktır yere göğe direk kalanı hep söz öküşü(T, 148)Her varlık aşk denizindedir. Fakat hepsinin, aşkı algılayış biçimiaynı değildir. Her biri istîdâdı, kapasitesi <strong>ve</strong>ya nasîbi ölçüsünde<strong>ve</strong> seviyesinde aşkın tezâhürlerini aksettirir. Alelâde kimsedenPeygamber’e kadar bu yüce duygunun dışında kalan kimse yoktur.Ne var ki herkes aşktan aynı şeyi anlamaz. Akıllı kişiye düşen enyükseğine, ilâhî aşka tâlib olmaktır:5051


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşksız âdem dünyâda belli bilin ki yokturHer biri bir nesneye sevgisi var âşıktırÇalab’ın dünyâsında yüz bin türlü sevgi varKabul et kendüzine gör hangisi lâyıktırBiri Rahmân-ı Rahîm biri şeytân-ı racîmOnun yazuğı müzdi sevgisine taallukturDünyâda Peygamber’in başına geldi bu aşkTercümânı Cebrâil ma’şûkası Hâlık’tır(T, 60)Böyle ulvî bir aşka yolu düşmeyenin, ondan anlamayan <strong>ve</strong> onuinkâr edenin, Yûnus’un gözünde hayvandan farkı yoktur; öylesine öğütde kâr etmez:Aşksızlara <strong>ve</strong>rme öğüt, öğüdünden alır değilAşksız kişi hayvan olur hayvan öğüt bilir değil(T, 98)<strong>Hak</strong> âşıkı olmayanlar çeşitli hîle <strong>ve</strong> tuzaklardan yakasını kurtaramaz:Her kim âşık olmadıysa kurtulmadı mekr elindenKamusundan aşk ayırır dünyâ ahret belâsını(T, 144)Aşka sıkıca sarılan, mayası aşkla yoğrulan, temeli ilâhî aşklakazılan kişi sağlam binâ misâli, dünyâ yıkılsa bile yerinden sarsılmaz:Yer gök oynar ırılmaz yeller eser deprenmezÂkıbet şol canın kim aşkın ola bünyâdı(T, 162)<strong>Hak</strong> âşıkları sapa sağlamdırlar, <strong>ve</strong>rimlilik, ümit <strong>ve</strong> yapıcılıkbakımından, şahsiyet <strong>ve</strong> karakter yönünden güçlüdürler. Bir takımnâhoş hâdiseler <strong>ve</strong> hayâtın zigzagları onları sarsmaz. Korkunç fırtınalaronlardan bir toz zerresi bile koparamaz. Mânen öylesine güçlüdürler.Çünkü dayandıkları yer sağlamdır:Tozunu yel almaya bir zerre ırılmayaÂşık canı ölmeye mâşûku sen olasınYûnus sen âşık isen aşka muvâfık isenKorkma ulâşık isen ne olursan olasın(BT, 177)Gündelik hayatta böyle kimseleri arayıp bulmak, onlarla münâsebettebulunmak, onlarla sohbet etmek gerekir:Bir kişiye söyle sözü kim ma’nîden haberi varOl kişiye <strong>ve</strong>r gönlünü canında aşk eseri var(T, 53)İlâhî aşk duygusuna nâil olmak da bir liyâkat işidir. Ona tahammülgösterip, se<strong>ve</strong> se<strong>ve</strong> katlanmak gerekir. Aşk ateşinin bir kıvılcımı bileyakıp yıkar. Yûnus bundan son derece memnundur:Senin aşkın odu meğer sıçramaya kimesneyeBir zerre değdi Yûnus’a cihan içinde fâş oldu(T, 147)2. Aşk Sarhoşluğu <strong>ve</strong> CoşkunluğuAşk, sevginin aşırı şeklidir. Sevgi insanı tamâmen kuşatır, sevilendenbaşka her şeye karşı kör eder <strong>ve</strong> bu durum âdetâ damarlardakikana kadar, maddî mânevî bütün varlığa yayılırsa adına “aşk”denir. İlâhî aşkta se<strong>ve</strong>n kul, sevilen Allah’tır. Bu yüksek ölçüdekiduygu, sevilenden başka her şeye karşı kişiyi ilgisiz kılacağından, birkendinden geçmişlik, kayıtsızlık <strong>ve</strong> coşkunluk görüntüsü <strong>ve</strong>recektir.Buna aşk sarhoşluğu <strong>ve</strong> coşkunluğu denir.Tasavvuf terminolojisi bu türlü sarhoşluğu sekr, zevk, şirb gibitâbirlerle ifâde eder. Fenâ, cem’, gaybet, sekr gibi kavramlar birbirini5253


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİtamamlayan, hattâ birbirinin aynı kabul edilebilecek halleri ifâde edenşeylerdir. 63 Sekr (sarhoşluk), <strong>Hak</strong> Taâlâ’nın sevgisinin galebesiniifâde için kullanılan bir tâbirdir. 64 Bir başka ifâdeyle <strong>Hak</strong>k’ı bulmanınmeydana getirdiği galebe hâli, kulun kendisine haz <strong>ve</strong>ren şeyle elem<strong>ve</strong>ren şey arasını ayırd etmekten uzak kalmasıdır. 65İbn Arabî›ye göre ilâhî sevginin başlangıcı işitmeyledir. Buradasöz konusu olan Allâh’ın “Kün!” (Ol!) sözünü işitmektir. O hitâbanâil olmak bir mazhariyettir, varlık sebebidir. Yok iken vücûd buluşbu emirle başlamıştır. “Kün” emri Yâsîn sûresi 82. âyette geçer: “Birşeyi dilediği zaman O’nun buyruğu sâdece, o şeye”Ol” demektir,hemen olur.” Yine İbn Arabî der ki: Sevgi tecellî ölçüsündedir,tecellî ise mârifet ölçüsündedir. 66 Tecellî ile ulvî sarhoşluk arasındakibağla ilgili olarak bir Kur’an âyeti örnek gösterilir: “Rabbi dağatecellî edince onu param parça etti <strong>ve</strong> Mûsâ da kendinden geçipyere düştü.” (A’raf 7/143). Bu yüksek voltajlı hâdise karşısında, dağile insan arasında, ikincinin lehine olan fark üzerinde durulur. Dağparçalanarak yerle bir olurken, Hz.Mûsâ sâdece kendinden geçip yeredüşüyor. 67Tasavvuf erbâbı iki nevî sarhoşluktan söz eder: Biri, sevgilininihsan <strong>ve</strong> nîmetine nâil olmaktan, öteki ise sevgilinin güzelliğini temâşâetmekten ileri gelir. Temâşâ sırasında kulun içinde bulunduğu zevk<strong>ve</strong> kendinden geçmişlik hâline misal olarak Hz.Yûsuf’u seyredenMısırlı kadınlar misâli sıkça <strong>ve</strong>rilir. Mey<strong>ve</strong> yemekte iken yanlarınagelen Hz. Yusuf’u görünce, onun güzelliği karşısında âdetâ sarhoşhâle geldiklerinden, farkına varmayarak bıçaklarıyla mey<strong>ve</strong> yerineparmaklarını kestikleri: “Bu insan değil, çok güzel bir melektir”(Yûsuf sûresi 12/31) dedikleri hikâye edilir. Bu olayı yeri geldikçezikreden Gazâlî (ö. 505/1111) ilâ<strong>ve</strong> ederek sorar: Hayır, Yûsuf melek63Bk.Kelâbâzî, et-Taarruf li Mezheb-i Ehli’t-Tasavvuf, 151; Terc.S.Uludağ(Doğuş Devrinde Tasavvuf), 187, İstanbul, 197964Hucvîrî, Keşfü’l-Mahcûb, çev.S.Uludağ (<strong>Hak</strong>îkat Bilgisi), 295, İstanbul 1982.65Kelâbâzî, age, 138; terc. 17466İbn Arabî, İlâhî Aşk, Çev. Mahmut Kanık, 61, 144, İstanbul 1988.67Kuşeyrî, Risâle, 65; terc., 164.değildi, bir insandı. Bir insanın güzelliği karşısında böyle bir durumadüşmek mümkün olduğuna göre, her türlü güzelliğin kaynağı olanAllah’ın müşâhedesi <strong>ve</strong> sevgisi ile kendinden geçmek neden imkândahilinde olmasın? 68Tasavvuf târihinde Bâyezid Bistâmî (261/874) nin yolu sekr(mânevî sarhoşluk) yolu olarak değerlendirilir. Buradaki “sekr” sevgisarhoşluğudur, irâdî bir durum olmayıp çalışarak kazanılmaz. Bu yol dahaçok fenâ, cem’, mahv, cezbe, gaybet <strong>ve</strong> sekr gibi tasavvuf terimleriyleifâde edilen tavrı esas almıştır. Burada duygu <strong>ve</strong> düşünceleri, fazlakayıt altına girmeksizin, tam bir fikir serbestliği içinde ortaya koyan birtasavvufî cereyan söz konusudur. Belirgin özelliği coşan, taşan, <strong>ve</strong>cdegelen, kendinden geçen bir hareket oluşudur. Attar, Mevlânâ, YûnusEmre bu mânâdaki tasavvuf anlayışının temsilcileridir. 69*Bu ön bilgilerden sonra şimdi de Yûnus Emre’nin bu vâdîdekişiirlerini görelim:Yûnus Allah aşkının kıymetini bilenlerdendir, buna kendisi tâliptir.Bu hâlin sonucu kendini bilmeyecek kadar benliğinden geçmektir,kendinden kaybolmaktır:İlâhî, bir aşk <strong>ve</strong>r bana kandalığım bilmeyeyimYavu kılayım ben beni isteyüben bulmayayımAsıl amacı geçici bir âleme karşılık “ebedî dirilik” tir <strong>ve</strong> <strong>Hak</strong>berâberliğidir:Al gider benden benliği doldur içime senliğiBu dünyada öldür beni varıp anda ölmeyeyimŞöyle hayran eyle beni bilmeyeyim dünden günüDâim isteyeyim seni ayrık nakşa kalmayayım68Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, çev. A.Faruk Meyan, 764, İstanbul 1969.69S.Uludağ, Keşfü’l-Mahcûb Tercümesi, 291, 5 nolu dipnot.5455


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYüce Tanrı’nın bir tecellîsine şâhid olmuş, O’ndan bir kokuduymuş <strong>ve</strong> bu, başını döndürmeye yetmiştir. Bununla kanmamış dahafazlasını istemektedir. Ama acaba O nerelerdedir? Aşkıyla içine ateşlerdüşmüş yanıp yakılmaktadır:Senin kokun duydu cânım terkini urdu cihânınHergiz belirmez mekânın seni kande isteyeyimAşkın bir od urdu câna üş yürürüm yana yanaCiğerim gark oldu kana nice zârî kılmayayımO, yanıp yakılmaya çoktan râzıdır, yeter ki Dost bahçesinden uzakkalmasın:Ko ben yanayım tüteyim bülbül olayım öteyimDost bahçesinde biteyim açılıben solmayayımYûnus’ta “melâmet” neş<strong>ve</strong>siyle yüklü <strong>ve</strong> kınamalara aldırmayanmısrâlar çoksa da, burada derdini anlatıp dillere düşmektense için içinyanmayı yeğ tutar:Hâlim getirsem dile kim bana söğe kim güleBâri yanayım derd ile ben dillere gelmeyeyimAşkı inkâr edici olmaktansa Mansur gibi öldürülmeye çoktanrâzıdır:Mansûr’um çek dâra beni ayan göster anda seniKurban kılayım bu canı aşka münkir olmayayımBütün bu olup bitenlere rağmen dermânı yine aşkta arar, bir anbile aşktan uzak kalmak istemez:Aşktır bu derdin dermânı aşk yolunda <strong>ve</strong>rem cânıYûnus Emre eydir bunu bir dem aşksız olmayayım(T, 124; BT, 67)Yûnus bâzan tam bir ilâhî aşk sarhoşudur, nerede olduğunu bilmezhaldedir. Öylesine kendini kaybetmiştir ki, arasa da bulamamaktadır:Aşkın şarâbın içeli kandalığım bilmezemŞöyle yavu kıldım beni isteyüben bulamazamNe var ki, bu aşk sarhoşluğu onu âdetâ okyanuslar gibi büyütmüş,mücevher kaynağı olacak kadar iç dünyâsını zenginleştirmiştir. Bütünbunlar ilâhî güzellik karşısındaki hayranlığından hâsıl olmuştur. Busebeple kendisine gelemeyecek kadar mesttir:Deryâ vü ummân olmuşum gevherlere kân olmuşumHüsnünde hayrân olmuşum kendüzüme gelemezemBu hâlinden ev<strong>ve</strong>lki durumunu, Allah’tan uzak, O’nu tanımamış<strong>ve</strong> kulluk görevlerini bile lâyıkıyle yapamamış bir devre olarak telâkkîeder:Zâtına yol bulamadım senden nişan alamadımÇünkü seni bilemedim kulluğunu kılamazamİlâhî aşkı tattıktan sonra ise, O›nun yoluna ayak basmış <strong>ve</strong> kendifânî varlığından sıyrılmıştır. Çünkü aşk, Mâşuk›tan başka her şeyi (âşıkdâhil) yakan, yok eden bir güçtür. Burada Mâşuk Allah’tır. Tasavvuftaaşk bunun için çok değerlidir. Bulduğu kıymetli bir şeyi kaybetmektenkorkan bir çocuk heyecânıyle Yûnus Tanrı’sına: Aman beni bırakmabir an bile sensiz olamam! demektedir:Yoluna basaldan kadem varlığımı kıldım ademGözden ırılma sen bir dem ki sensiz ben olımazamYûnus Allah aşkıyla dolup taştıktan sonra da O’ndan bir nişanalamadığını ifâde eder. Fakat bu defâki hal, denizdeki balıkların suyunne olduğunu bilemeyişleri türünden bir habersizliktir. O’nun aşkıylaöylesine mesttir ki, cenneti bile istememektedir:*5657


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAdın dolalı ellere senden nişan alımazamAşkın ile mest olalı cennetlere kalımazamYûnus <strong>Hak</strong> aşkının kendi varlığını yok ettiğini, böylece her şeydenümit <strong>ve</strong> alâkasını kestiğini, O’nun aşkından asla ayrılmak istemediğinibelirtir:Benim urup bünyâdımı Yûnus yazaldan adımıKestim kamûdan murâdımı aşkından ayrılmazam(BT, 102)Tasavvufta aşkın değerli oluşu, kişinin her şeyden alâkasınıkeserek bütün varlığıyla Allah’a yönelmeyi sağlaması dolayısıyladır.“Rabbinin adını an, her şeyi bırakıp yalnız O’na yönel” (Müzzemmil73/8) âyeti İslâm tasavvufunun Kur’an’daki önemli dayanaklarındanbiri olarak kabul edilir. İlâhî aşk bütün varlığı ile Tanrı’ya yönelmeyien iyi biçimde sağlayan vâsıtaların başında gelir. Yûnus’un yukarıdakibeytinde de bu düşünceyi görüyoruz.*Maddî sarhoşluk, nasıl aklı gölgelerse, aşk sarhoşluğu da belliölçüde insanı, tabiî kabûl edilen nizâmın dışına taşan tavır <strong>ve</strong>davranışlara sürükleyebilir. Aklına göre hüküm <strong>ve</strong>ren insan için bunlaryadırganacak <strong>ve</strong> tenkit konusu olacaktır. “Akıl” <strong>ve</strong> “aşk” yolu zâhirehli <strong>ve</strong> filozoflar ile mutasavvıflar arasındaki tartışmalı konulardanbiridir. Akıl, değerli olmakla berâber, tasavvuf anlayışında, <strong>Hak</strong>k’aulaşma konusunda aşk daha üstündür. Aşıkın bâzı tavır <strong>ve</strong> davranışlarıakıl ölçülerine sığmayabilir. O zaman tenkitler başlayacaktır. YûnusEmre de bu türlü tenkitlere <strong>ve</strong> ayıplamalara hedef teşkil etmiş olmalıki; o aşkın irâdî olmadığını, bundan kurtuluş yolu bulunmadığına göre,bozuk haberler çıkarmanın yersiz olduğunu, her şeyin Mâşuk (Allah)tarafından takdir edildiğini söyler:Ey beni ayıplayan gel beni aşktan kurtarElinden gelmez ise söyleme fâsid haberHiç kimesne kendinden halden hâle gelmediCümlemizin hâlini Maşûk eder mukarrerYûnus, kendisini ayıplayanlara, elinde bir şey olmadığnı, diyeceklerivarsa Tanrı’ya söylemelerini tavsiye eder:Âşıkların bu hâli Mâşuk katında biterSözün var O’na söyle benim elimde ne varAşk öyle bir güçlü iksirdir ki, bir yudumcuk içeni bile mest eder,tanıdık tanımadık herkesi unutturur, sarhoşluğunun dahî farkınavaramayacak kadar kişiyi kendinden geçirir:Her kim aşk kadehinden içti ise bir cür’aOna ne yad ne biliş ne esrük ü ne humârBu sebeple âşıkın hâlinden herkes anlayamaz. Mevlânâ’nın “Ben olda bil” dediği gibi, onu lâyıkıyle ancak yaşayan bilir. Bu özelliğindendolayı da âşıkların sırlarını gelişi güzel ortaya sermemek gerekir, onunbir mahremiyeti olmalıdır. Bu mahremiyet hem yanlış anlamalarıönleyici rol oynayacaktır, hem de âşıkların tedirgin edilmelerine mâniolacaktır:Âşıkların hâlini âşık olanlar bilirAşk bir gizli haznedir gizli gerektir esrârNe var ki aşk kural tanımaz. Cemâl-i ilâhî’nin örtüsüz bir şekildetemâşâsı âşıkı alt üst eder, perde yırtılır. İyilik kötülük gibi değerlerâdetâ hükümsüz hâle gelir, ortada sâdece Mâşûk kalır:Dost yüzünden nikabı her kim giderdi iseHicab kalmadı ona ayruk ne hayru ne şer5859


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİŞu Peygamber sözünde nur perdesine işâret edilir: «Allah’ınhicâbı (perdesi) nurdur. Eğer onu açsaydı yüzünün azamet <strong>ve</strong>nûru basarının (gözünün) ulaştığı en son noktadaki yaratığını bileyakardı.” 70Yûnus’un ifâdesiyle “Dost yüzündeki nikab” <strong>ve</strong>yâ aradaki perdeler,hâdisenin dünyâ <strong>ve</strong> madde plânında ele alınmasına imkân tanıyacakşartları oluşturur. Bu ise kanun, kural, şerîat yâni bir takım ölçüler <strong>ve</strong>kayıtlarla bağımlı olmak demektir. Dünyâ <strong>ve</strong> beşer plânında kalındığımüddetçe bu kayıtların bulunması zarûrîdir. Kayıtların üstüne çıkıldığıanlar âşıkla Mâşûk arasında kalan durumlardır. Yûnus, perdenin ötesineâit şeyler de söyleyebilirim, fakat bu takdirde zâhir nizâmı korumaklagörevli olan şerîat edebini zorlamış olmaktan korkarım, diyor:Şerîat edebinden korkarım söylemeğeYoğısa ede idim dahî ayruksı haberYûnus ilâ<strong>ve</strong> ediyor: Dînin zâhirî hükümleri konusundaki butitizliğime <strong>ve</strong> edebe riâyet etme gayretime rağmen, istemiyerekağzımdan o sır âlemine dâir sözler dökülebilir <strong>ve</strong>yâ halk beni yanlışanlayıp Hallac’ta olduğu gibi îdâmıma hükmedebilir. Ben bunu Dostkılıcıyla gerçekleşmiş bir ölüm kabul ettiğim için se<strong>ve</strong> se<strong>ve</strong> karşılarım.Zîrâ Dost’un göğünde gurûb eden, yine O’nun (Mâşûk’un) burcundadoğar; gidebileceği başka yer yoktur:kuralları; hem de iç yüzü, bâtını, <strong>ve</strong>cd <strong>ve</strong> zevk yönü bulunmaktadır.Bunlardan zâhirî kısmına kısaca “şerîat” denir. Bu mânâsıyla şerîatbir bakıma akla hitab etmektedir; belli sınırları, kaideleri vardır.. Aklîölçüler içinde kalındığı müddetçe bir problem çıkmaz. Fakat rûhî yön<strong>ve</strong> duygular söz konusu olduğu zaman durum değişir. Bu sonunculardaha ziyâde dînin bâtınî cephesi <strong>ve</strong> zevk tarafıyla ilgilenir.İnsanda aklî yön ne kadar ölçülü <strong>ve</strong> kuralcı ise, rûhî <strong>ve</strong> mânevîyön o kadar serâzât <strong>ve</strong> sınırsız ufuklara doğru kanat açmaya müsâittir.Ne var ki, bu iki yön arasında imkân nisbetinde bir denge kurmayaçalışmak gerekir. Yûnus Emre çok kere bu dengeye dikkat edergörünüyor. “Şerîat edebinden korkarım söylemeğe” ifâdesi işte budikkatin beyânıdır.Aslında <strong>Hak</strong> âşıklarının iç dünyâları yanardağlar misâli coşupkaynar. Fakat bunu hepsi dile getirmek istemezler, belki de büyükbir gayretle dillerine hâkim olurlar. Ebû Bekr eş-Şiblî (334/945) yegöre ise: “Muhabbet ehli konuşmazsa helâk olur, ölür; irfan sâhibi dekonuşunca helâk olur, ölür.” 71 Her ne olursa olsun yaşadığı mânevîzevk <strong>ve</strong> sekre mağlûb olarak diline hâkim olmayanlar <strong>ve</strong> “şerîatedebi”ni zorlayanlar çıkmıştır. Hüseyin b. Mansur el-Hallac (309/922)bunların sembolü hâline gelmiştir. Başta Yûnus Emre olmak üzerehemen bütün mutasavvıflar Mansûr’u “<strong>Hak</strong> şehîdi” sayarlar. Yûnus,ilâhî aşk kadehini Mansur gibi içebilen herkesin enelhak sahrâsındabaş <strong>ve</strong> ayaktan geçeceğini söyler:Dost kılıcından Yûnus ölür ise gam değilDost göğünden uyakan Mâşuk burcundan doğar(T, 52)Giriş kısmında Yûnus Emre’nin şer’î ölçülere sâdık kalmaya önem<strong>ve</strong>rdiğini belirtmiştik. Yukarıdaki beyitlerde bunun açık örneğinigörüyoruz. Din insan içindir. İnsanın hem aklı hem de rûhu <strong>ve</strong> duygularıvardır. Dînin de hem dış çerçe<strong>ve</strong>si, zâhiri yâni bir takım hüküm <strong>ve</strong>Câm-ı aşkı her ki nûş eyler bugün Mansur-vârBu enelhak yazısında ol ser ü pâdan geçer(G, 344)Bununla birlikte tasavvuf düşüncesine göre, konuşmaktan <strong>ve</strong>sırrı fâş etmektense, içinde kaynayan ummâna rağmen temkîni eldenbırakmamak daha makbuldür.70Müslim, İman 293.71Şa’rânî, et-Tabakatü’l-Kübrâ, I, 105; terc.I, 356.6061


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİTasavvufta, mânevî sarhoşluk hâlindeyken ağızdan çıkan <strong>ve</strong>ifâde îtibâriyle şerîate ters düşen sözlere “şath, şatahat” denir. Osırada şuurları yerinde olmadığından dolayı, bu sözleri söyleyenistikamet sâhibi kimseler dînî bakımdan hoşgörü ile karşılanır.Nitekim bir görüşe göre, Hallâc-ı Mansur, içinde yaşadığı bölgenin<strong>ve</strong> devrin sosyal <strong>ve</strong> siyâsî şartları sonucu, politik sebeplerle <strong>ve</strong> birazda zorlamayla ölüme mahkûm edilmiştir. “Enelhak” sözü ise bunabahâne olarak gösterilmiştir. 72Aşkı <strong>ve</strong> aşk sarhoşluğunu tanıyan <strong>ve</strong> doğabilecek nâzik durumlarkarşısında temkinli olmak gereğine inanan Yûnus, yavaş yavaş budüşüncelerin de üstüne çıkarak coşkunluk özlemiyle dolup taşmaktadır.Ne zaman <strong>Hak</strong>k’ı ansa içi kıpırdar, O’ndan başka hiçbir şeyletesellî bulmaz, tam bir teslîmiyetle O’na yönelir. İlâhî aşk denizinedalıp candan geçmeyenin var sayılmayacağını düşünür. İlâhî cemâlimüşâhede heyecânıyla dolup taşar:0Her kaçan anarsam seni karârım kalmaz Allâh’ımSenden gayrı gözüm yaşın kimseler silmez Allâh’ımSensin ismi bâkî olan Sensin dillerde okunanSenin aşkına dokunan kendini bilmez Allâh’ımOkunur dilde destânın açılır bâğ u bostânınSen baktığın gülistânın gülleri solmaz Allâh’ımAşkın bahrına dalmayan cânını fedâ kılmayanSenin cemâlin görmeyen meydâna gelmez Allâh’ımZâr olur âşıkın işi durmaz akar gözü yaşıSenden ayrı düşen kişi dîdârını görmez Allâh›ımAşık Yûnus seni ister lutf eyle cemâlin gösterCemâlin gören âşıklar ebedî ölmez Allâh’ım(BT, 155)72Bk.Yaşar Nuri Öztürk, Hallâc-ı Mansur <strong>ve</strong> Eseri (Kitabü’t-Tavâsin),, 26 vd.İstanbul 1976Ne var ki cemâlin müşâhedesiyle iş bitmemektedir. Allah nasılnâmütenâhî bir varlıksa, O’na doğru olan yolculuğun da sonu yoktur.Bir başka ifâdeyle aşk iksîri, içtikçe susatan bir mâhiyet arz eder.Yûnus’tan çok ev<strong>ve</strong>l yaşamış başka iki <strong>Hak</strong> âşıkının ifâdelerinde debu husûsiyeti açıkça görüyoruz: Yâhyâ b.Muaz (258/871) ın BâyezidBistâmî (261/874) ye şöyle yazdığı nakledilir: Burada biri var, aşkkadehinden öyle içti ki, artık bir daha susamaz. Bâyezid şöyle cevap<strong>ve</strong>rdi: Hâlindeki zayıflığa şaşarım, burada biri var, dünyâdaki bütündenizleri içtiği halde, ağzını açmış daha yok mu? diyor. 73 <strong>Hak</strong>k’adoğru olan yolculuğun nihâyetsiz mâcerâsı <strong>ve</strong> bu derin sarhoşluk,yolcularına büyük bir kendinden geçmişlik <strong>ve</strong> serâzadlık <strong>ve</strong>recektir.Yûnus›ta bunu görüyoruz; bu yolda yana yana gittiğini, aşkın kendisinikana boyadığını, bâzan yel olup estiğini, bâzan sel olup taştığınıcoşkulu bir üslûpla dile getirir:Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kanaNe âkılem ne dîvâne gel gör beni aşk neylediGâh eserim yeller gibi gâh tozarım yollar gibiGâh akarım seller gibi gel gör beni aşk neylediAkar sulayın çağlarım derdli ciğerim dağlarımŞeyhim anuben ağlarım gel gör beni aşk neylediYa elim al kaldır beni ya vaslına erdir beniÇok ağlattın güldür beni gel gör beni aşk neylediMecnûn oluben yürürüm ol yârı düşte görürümUyanıp melûl olurum gel gör beni aşk neylediMiskin Yûnus bîçâreyim başdan ayağa yâreyimDost ilinden âvâreyim gel gör beni aşk neyledi(T, 159; G, 435)Artık Yûnus’un gözü aşktan <strong>ve</strong> Mâşûk’tan başka bir şeygörmemektedir. Bu duyguyla yanıp tutuşmaktadır. Bundan şikâyetçisanılmasın; balık için su ne ise, ilâhî aşk onun için öyledir. Buuğurda aklı bâzan gelir bâzan gider. Fakat her zaman olduğu gibi o73Kuşeyrî, Risâle, 65, terc. 165.6263


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİmemnundur. Kendisine bu durumu sağlayan “Erenler” yoluna toprakolmayı se<strong>ve</strong> se<strong>ve</strong> kabullenmiştir:Benim gönlüm gözüm aşktan doludurDilim söyler yâri yüzüm suludurÖdağacı gibi yanar vücûdumTütünüm göklere seher yelidirSenin aşkın deniz ben bir balıcakBalık sudan çıksa hemen ölüdürSeni se<strong>ve</strong>nlerin ola mı aklıBir dem usluyısa her dem delidirYûnus sen toprak ol eren yolundaErenler menzili arştan uludur(G, 377)*Yûnus, aşk sarhoşluğu <strong>ve</strong> coşkunluğundan o kadar memnundurki, bunu her <strong>ve</strong>sîleyle ifâde etmekten büyük zevk alır. Coşkunluğunuanlatırken bu sırada sanki başkalarını da bu yaşayışa özendirme <strong>ve</strong>dâ<strong>ve</strong>t etme havâsındadır: Öyle ya, ilâhî aşkla kendisine yönelinen Şah(Tanrı) aslâ azledilmez bir varlıktır, orası kimsenin elden alamayacağıbir dayanaktır:Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma’zûl olmaz olaBir eşik yastanmak gerek kimse elden almaz olaİlâhî aşk şerbeti, içenlerin hiç kanmayacağı tılsımlı bir iksirdir. Odenizde var olan mücevherlerin kıymetini sarraflar ölçemez. O bahçedeaçan «güller» de aslâ solmaz türdendir:Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara geçmek gerekÇevik bahrî olmak gerek bir denize dalmak gerekBir şerbetten içmek gerek içenler ayılmaz olaBir gevher çıkarmak gerek hiç sarraflar bilmez olaBir bahçeye girmek gerek hoş teferrüc kılmak gerekBir gülü yaylamak gerek hergiz ol gül solmaz olaİşte bütün bu güzelliklere ermek için âşık olup, o ateşle yanmakgerekir. Aşk ateşine yanan fânî varlığını yok edeceğinden, onu başkabir ateşin yakması da söz konusu olamaz:Kişi âşık olmak gerek Maşûka’yı bulmak gerekAşk oduna yanmak gerek ayruk oda yanmaz olaDâ<strong>ve</strong>tkâr bir şekilde bu yüksek halleri anlatmak istemesinerağmen Yûnus, buna ehil olanların, kendisine benzeyenlerin az sayıdaolduğunun farkındadır. Onun için, çok da ısrar etmemek gerekir diyedüşünür:Yûnus imdi var tek otur yüzünü hazrete götürÖzün gibi bir er getir hiç cihâna gelmez ola(G, 370)Bu sâhanın muhâtapları az ise de, Yûnus gene söylemekten kendinialamaz. Ona göre mesele gayet basittir. Der ki:İster isen bu dünyâda ebedî sarhoş olasınAşk kadehin dolu getir yıl on iki ay sarhoş yürü(G, 438)Kendisi aşk sarhoşluğundan o kadar memnundur ki, ayık kalmayıhiç istememektedir. Hattâ ayıkların, yâni akıl <strong>ve</strong> muhâkeme sınırlarıiçinde kalıp onun dışına çıkamayanların sözlerini dinlemek bileistemez:Ayık olup oturma ayık sözün götürmeSe<strong>ve</strong>rim aşk esrüğün ben ayık olımazam(BT, 103)6465


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİÇünkü o ilâhî aşk ateşiyle beşeriyetini <strong>ve</strong> benliğini yok etmiş,sonunda da her şeyin kaynağı olan Maşûku içinde bulmuş böylecevâsıtasız olarak üstün bilgilere “mârifet”e ulaşmıştır:Dinlemeden anladık anlamadan eyledikGerçek erin bu yolda yokluktur sermâyesi(BT, 170)Bu aşk sarhoşluğu maddî sarhoşluk gibi zannedilmemelidir. Ondauyuşukluk, <strong>ve</strong>rimsizlik <strong>ve</strong> bitkinlik yoktur. Aksine büyük bir dinamizmvardır. Tanrı’nın zâtı gibi, ona olan yolculuğun da nihâyeti olmadığınısöylemiştik. Aşk kanadları ise bu yolculuğu en sür’atli biçimdesağlayan imkân idi. O bakımdan âşık her an yeni bir “tecellî”, yenibir “fetih”, yeni bir ufukla karşı karşıyadır. Her dem âdetâ yenidendoğmakta olduğundan, dâimâ tâze bir varlıktır. Monotonluktan esertaşımaz. Ondan hiç usanılmaz. Büyük <strong>Hak</strong> âşıklarının bu tâzelikleri,eserlerinde de devam eder. Yûnus <strong>ve</strong> benzerleri kendilerine hayat<strong>ve</strong>ren aşk iksîri sâyesinde sâdece sağlıklarında değil, eserleriyle asırlarsonrasında bile hep yeni doğmuşçasına dâimâ tâzedirler, onlardan aslâusanılmaz:Biz sevdik âşık olduk sevildik mâşuk oldukHer dem yeni doğarız bizden kim usanası(G, 444)<strong>Hak</strong> âşıkının tâzeliği sâdece bu dünyâya mahsus değildir. Ötekidünyâda herkesin korktuğu cehennem, âşıkı yakmayacaktır. Biranlayışa göre en büyük cehennem azâbı Tanrı’dan uzak olmaktır. GerçiTanrı’nın varlığı her şeyi ihâta etmiştir. O, insana şah damarından dahayakındır, ama herkes bunun farkında değildir. O’ndan gafil olmakda bir azaptır. Âşık O’nun cemâlinin hayrânıdır. Âhirette en büyükmutluluk o Cemâl’in müşâhedesi olacaktır. Buna lâyık olanlar daen başta âşıklardır. Böyle bir nâiliyet <strong>ve</strong> yakınlık sırrına, cehennemalevlerinin ulaşamayacağı tabiîdir. Sonra, âşıkın hasretle çektiği “âh”seslerinin yakıcılığı yanında cehennem ateşinin sözü bile olmaz; aşkateşini denizler bile söndüremez:66Âşıkları Tamu›su yandırmayaUçmağına bunlar baş indirmeyeYedi Tamu bir âh’a katlanmayaYedi deniz bir aşk odun söndürmeye(BT, 121)3. Âşık Harap Vaziyettedir, Kınayana da AldırmazDînin dış çerçe<strong>ve</strong>si bir kurallar topluluğudur. Kurallar, aklı <strong>ve</strong>muhâkemesi yerinde olan insanlar için söz konusudur. Nitekim “Aklıolmayanın dîni yoktur.” diye bilinir. <strong>Hak</strong> âşıkı bir kimse «akıl ötesi”bir âlemde gezindiğinden bir bakıma aklın kontrolünden, dolayısıylebağlayıcılığından çıkmış sayılır. Bir çok maddî şeyler gibi aklındanda geçtiği için ne yaptığını bilmez haldedir. Netîce itibâriyle dîninzâhirî kayıtlarının bağlayıcılığının dışına çıkmış demektir. Bu tıpkı delisayılan kimsenin dînî mükellefiyetlerden sorumlu olmamasına benzer.Öyle söyler Yûnus:Dîn ü millet sorarsan âşıklara din ne hâcetÂşık kişi harâb olur harap bilmez din diyânetBu beyitte geçen “millet”, din ile eş anlamlı bir kelimedir. “Harab”,dünyâya boş <strong>ve</strong>rmiş, varını yoğunu içkiye yatıran meyhâne düşkünüanlamınadır. Burada ise, ilâhî aşk şarabı uğrunda her şeyinden geçen<strong>Hak</strong> âşıkı demektir.Yûnus iyi bir müslüman, tasavvuf da <strong>Hak</strong>k’a vuslat yolu, dolayısıylabir din yoludur. Aşkın tasavvufta üstün bir yeri olduğunu söyledik.Aklın kontrolünden çıkıp harâbat ehli hâline gelen âşıkın, dinî kayıtlarındışına çıkması nasıl önlenecektir? Tasavvufta bir kural vardır: “Nebîmâsum <strong>ve</strong>lî mahfuzdur.” denir. Peygamberler günah işlemekten uzaktır.Velîler ise Allah’ın koruması altındadır (mahfûz). Bir çok fedâkârlıksonucu kendisine yaklaşan (<strong>ve</strong>lî) <strong>ve</strong> bütün varlığı ile kendisini se<strong>ve</strong>n(âşık) bir kulunu Allah’ın, yanlış hareketlerden korumasını tabiîkarşılamak gerekir. Velîler peygamberler gibi günâhsız (ma’sûm)değillerse de, Allâh’ın onları koruduğu kabul edilir.67


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİBir sonraki beyitte durum daha iyi anlaşılmaktadır: Âşıklarbütün varlıklarıyla gönülleri <strong>ve</strong> gözleriyle Mâşuk (Allah) tarafınayönelmişlerdir. Geriye başka ne kalmıştır ki zühd <strong>ve</strong> tâat yoluyla onlarıterk etmek için ayrı bir gayrete girsinler:Aşıkların gönlü gözü Mâşuk dapa gitmiş olurAyruk sûrette ne kalır kim kılısar zühd ü tâatTasavvufta “zühd” kısaca “terk” demektir. Daha değerli olan içinaz değerliyi terk; mânâ için maddeyi, âhiret için dünyâyı, Allah içinmâsivâyı terk. Bu terk, onlarla hiç meşgul olmamak şeklinde değil,onlara ancak lâyık olduğu kadar değer <strong>ve</strong>rmek, onları taparcasına sevipkalbe kadar sokmamak tarzında olacaktır. Nitekim Giriş kısmındada belirttiğimiz gibi Hz. Mevlânâ sorar <strong>ve</strong> îzah eder: “Dünyâ nedir?Allah’tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticâret yapmak<strong>ve</strong> kadın dünyâ değildir.” der <strong>ve</strong> şu misâli <strong>ve</strong>rir: “Suyun gemi içindeolması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye, gemininyürümesine yardımcıdır.”Tasavvuf anlayışına göre âhiret menfaati de <strong>Hak</strong>k’a vuslata mânîdir.Terk edilecek şeyler arasında cennet ümîdi <strong>ve</strong> cehennem korkusu davardır. Bunlar için yapılacak dindarlık basit bir menfaat alış <strong>ve</strong>rişisayılır. Yûnus’un ilâhî aşk anlayışında cennet için ibâdet <strong>ve</strong> cehennemkorkusuyla dindarlığın yeri yoktur. İşi gücü Dost (Allah) olan, O’nundışında her şeyden âzâd (hür, bağımsız, ilişiğini kesmiş) olmalıdr:Tâat kılan Uçmağ için din tutan Tamu içinOl ikiden fâriğ olur neye benzer bu işâretHer kim Dost’u se<strong>ve</strong>r ise Dost’tan yana gitmek gerekİşi gücü Dost olıcak cümle işten olur âzâdUğrunda, dünyâsı <strong>ve</strong> âhiretiyle her şeyin terk edildiği o Yüce Varlıknasıl bir varlıktır acaba? Âşık ile Mâşuk arasına kimse giremediği içinbunu dille anlatmağa imkân yoktur. Yûnus mes’elenin bu noktasındabir hadîse işâret eder: “Benim Allah’la öyle bir vaktim var ki,onda bana ne bir mukarreb melek ne de mürsel bir peygamberyetişemez.” 74O’nun gibi Mâşuk’un haberini kim getirirCebrâil ü mürsel sığmaz şöyle olundu işâretÂşık dünyâdan <strong>ve</strong> âhiretten geçtiğine <strong>ve</strong> her şeyi terk ettiğinegöre, beşerî <strong>ve</strong> nefsânî dünyevî <strong>ve</strong>yâ uhrevî mes’ûliyet gerektirecekdavranışların dışında olacaktır. Dolayısıyle âhirette soru, hesap,Münker <strong>ve</strong> Nekir’le işi olmaması lâzım gelir:Soru hisap olmayısar dünyâ âhiret kovanaMünker ü Nekir ne sorar terk olıcak cümle muradHer şeyin başı olan <strong>Hak</strong>k’a vuslatı hedef seçtiğinden âşık; korku,ümit, ilim, amel <strong>ve</strong> âhiret ahvâlinden olan terâzi, sırat gibi hususlarıaşmış demektir. Yûnus bunları tamâmen mânâsız, değersiz <strong>ve</strong> gereksizgörüyor demek değildir. İlâhî aşk seviyesine çıkabilen seçkin kul,dînî inanç <strong>ve</strong> düşüncesi îtibariyle bu <strong>ve</strong> benzeri noktalara demiratıp kalmaz demek ister. Öyle ya, dînin dünyevî <strong>ve</strong> uhrevî bütünteklif <strong>ve</strong> unsurlarının esas amacı, kulu Allâh’a yaklaştırmak, O’nakavuşturmak değil midir? Bu gaye gerçekleşmediği takdirde emeklerboşa gitmeyecek midir? Vâsıta ile gayeyi karıştırmamak gerekir. Âşık,en kestirme yoldan gayeye ulaşmış kimsedir.Çeşitli arzular <strong>ve</strong> isteklerle dolu olarak, kısacası «nefs» <strong>ve</strong> «dünyâ»<strong>ve</strong>yâ her türlü “mâsivâ” kayıtlarıyla hareket ettikleri için insanlarkıyâmet gününde korku <strong>ve</strong> endîşe içinde olacaklardır. Yaptıklarınınhesâbını <strong>ve</strong>rmek kaygusuna düşeceklerdir. Âşıklar “mâsivâ” ile alâkayıtamâmen kestiklerinden dolayı böyle bir endîşe taşımazlar. Bu mânâdabir kıyâmetten onların haberi bile olmaz:74Bk. Keşfü’l-Hafâ, II, 244.6869


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİOl kıyâmet bazarında her bir kula baş kayısıYûnus sen âşıklar ile hiç görmeyesin kıyâmet(T, 51; G, 372; BT, 109)*Böyle bir din anlayışına herkesin tahammül etmesi beklenemez.Yûnus da bunun farkındadır. Fakat kınayanlara aldırmaz. Onlarakendi yolunu anlatmaya devam eder. Bu yolun incelikleri kitapbilgisiyle elde edilemez. Bu yol hâl, zevk yâni bizzat tatma yoludur:Ey kitaplardan okuyup öğrendiği nazarî bilgilerin ışığında benikınayan kimse, benim içinde bulunduğum hâli <strong>ve</strong> sırrı anlamakistersen gel bir de aşk kitabını oku! demekten kendini alamaz:Ey çok kitaplar okuyan sen ki tutarsın bana dakSırrı ayân ister isen gel aşktan oku bir sebakSen sâdece ilmin zâhirini, dış yüzünü okudun. Oysa kuru ilim birşey kazandırmaz. Asıl olan öğrenilen şeyleri uygulamaktır, ameldir. Buamel <strong>ve</strong> mücâhedeler sonucu gönül gözünü açarsan âşıkla Mâşûk’unhalini anlayabilirsin:Sen okudun ilmin yüzün ilme amel gerek güzînAç gönülden bâtın gözün âşık Mâşûk hâline bakO zaman her şeye tevhid gözüyle bakacak hâle gelirsin, “Lâ fâileillallah” düstûrunca âşıkın fiilindeki gerçek fâilin Mâşûk (Allah)olduğunu anlarsın. Gerçekten de âşık-Mâşuk farklılığı bile yoktur,ikilikten kurtulan bunu daha iyi anlar:Bakgıl âşık ne iştedir Mâşûk da o cünbüştedirİkisi bir sağıştadır iki sanıp bakma ırakTasavvvuf düşüncesinde “Allah’tan başka gerçek fâil yoktur”anlayışı için “Attığın zaman sen atmadın.” (Enfal 8/17) âyeti dînîbir delil olarak gösterilir. Ayrıca nâfilelerle kendi yakınlığına erişenkulun Allah “işiten kulağı, gören gözü, tutan eli” olur (Bk.Buhârî,Rikak, 38) şeklindeki kudsî hadis önemli bir dayanaktır. Âşık Mâşukayniyeti konusu ise Vahdet-i vücûd mes’elesindeki “ayniyet-gayriyet”kavramlarının tanınmasıyla anlaşılabilir. 75Tasavvuftaki “bâtın”, “hakîkat” <strong>ve</strong>yâ “cem” mertebesine göreHâlik’la mahlûk, Mâşuk›la âşık arasında bir ayniyet vardır. Çünkühalkın bâtını <strong>ve</strong> hakîkati <strong>Hak</strong>›tır. Ne var ki bu ayniyet maddî değilıstılâhî <strong>ve</strong> mânevîdir. Bu ancak zevk <strong>ve</strong> müşâhede ile anlaşılabilir.İşte Yûnus bu <strong>ve</strong> benzeri mısrâlarda zevk <strong>ve</strong> müşâhede plânındaseslendiğinde bu türlü fikirleri ileri sürmektedir. Nitekim “zâhir”,“şerîat” <strong>ve</strong> “fark” mertebesine göre Mâşuk-âşık başkalığı karşımızaçıkar, yani âşık ayrıdır, Mâşuk ayrıdır. Ne var ki, inanan insanın, zıtgibi görünen bu her iki anlayışa berâberce sâhip olması, yâni hemcem›i hem farkı olması gerekir. Fâtiha sûresindeki “Yalnız sanakulluk ederiz” bölümü fark, “Yalnız senden yardım dileriz” bölümüise cem’ mertebesini ifâde eder. 76Anlatılmaya çalışılan bu hâlin yaşanması, tamâmen tasavvufîmâhiyette bir müşâhede <strong>ve</strong> zevk keyfiyeti içinde söz konusudur. “Fark”mertebesinde kalıp daha yukarısına çıkamayan için idrâki zordur.Akıl ötesi mâhiyet taşıyan bu hâli, akıl bilgisiyle kavramak güçtür.Tamâmen akıl <strong>ve</strong> muhâkemeye dayanan Fıkıh ilmi sınırları içindekalındığı takdirde, o hâlin kabul edilmesi imkânsızdır. Hattâ fakihlikbu sâhaya ulaşılmasına bir tuzak, bir engel bile olabilir. Yûnus da bugerçeğe işâret eder:İkilikten geçemedin hâli halden seçemedinDosttan yana uçamadın fakılık oldu sana fak75Bk.Mustafa Tahralı, “Fusûsu’l-Hıkem’de Tazadlı İfâdeler <strong>ve</strong> Vahdet-i Vücud”,A.Avni Konuk, Fusûsu’l-Hıkem Tercüme <strong>ve</strong> Şerhi II girişi, s. 12 vd. İstanbul1989.76Cem’ <strong>ve</strong> Fark için bk. Kuşeyrî, Risâle, 59; terc. 154; İsmail Fennî, Vahdet-iVücud <strong>ve</strong> Muhyiddin Arabi, 33, İstanbul 1928.7071


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşk yolu, tam terki gerektirir. Mânevî mevkilerin alâmeti olancübbeden <strong>ve</strong> hırkadan, maddî mevkilerin sembolü olan tac <strong>ve</strong> tahttanvaz geçip onları <strong>ve</strong>rmeye râzı olmadan gerçek âşık olunmaz. Hattâ,târihte Abdürrezzak isimli bir şeyh beşerî sevgi uğrunda bile müridlerini<strong>ve</strong> o güne kadarki mânevî mevkiini terk etmekten çekinmemiştir: 77Cübbe vü hırka taht u tâc <strong>ve</strong>rse gerektir aşka bacDört yüz mürid elli hac terkeyledi Abdürrezzâk(T, 87-88)*<strong>Hak</strong> âşıkları bir takım kınamalara da mâruz kalırlar. Onlarınbütün dikkat <strong>ve</strong> ilgileri öteler âlemine dönük olduğundan, içindebulunduğumuz şartların gereklerini belki bir süre ihmal eder görünürler.Sıradan insan onların hallerini anlayamadığından, kendilerine bâzanacır, bâzan alay edip güler <strong>ve</strong>ya hallerini tasvib etmediğinden selâmbile <strong>ve</strong>rmek istemez. Ne var ki <strong>Hak</strong> dostluğuna eren kimse başkadostluklara pek önem <strong>ve</strong>rmez.Ben Dost ile dost olmuşum kimseler dost olmaz banaMünkirler bakar gülüşür selâm dahî <strong>ve</strong>rmez banaEsâsen o büyük Dost’un yakınlığına nâil olmuş âşık için şu geçicidünyâ <strong>ve</strong> onun sâkinlerinin hükmü bir mânâ ifâde etmeyecektir:Ben Dost ile dost olayım canımı fedâ kılayımÖlmezden öndün öleyim dünyâ bâki kalmaz banaYûnus da öyle yapmış, <strong>Hak</strong>’tan gayri her şeyi terk edip bütünvarlığı ile O’na yönelmiştir. Fakat bu, oldukça yüksek gerilimli birmes’eledir, ilâhî Cemâl’i temâşâ edince beşerî tâkatin buna tahammüledemediğini görür:77Bk. Gölpınarlı, age, 150Terk eyledim kamu işi <strong>Hak</strong> yoluna kodum başıDost yüzünü görüceğiz sabr u karar olmaz banaAlışılagelmiş beşerî hallerden farklı olan, belki de zihnî dengelerialt üst eden bu yakıcı âşıklık hâlini insanlara anlatmak ne mümkün!O, zâten sağı solu ayırd edemeyecek halde bir kendinden geçmişlikiçindedir. Bu dünyâda iken halkın gündelik değer hükümlerinikollaması zorlaşmıştır:Kimseler bilmez hâlimi aşk odu yaktı canımıSeçmezem soldan sağımı nâmus u âr olmaz banaEy beni ayıplayanlar, biraz insaflı olun! Ben çâresiz bir âşıkım.Aklım iş görmez hâle geldiği için <strong>Hak</strong> delisi sayılırım. Deliyi sorumlututmayan <strong>ve</strong> ayıplamayan sizler beni niçin anlayışla karşılamazsınız:Ben bir âşık-ı bî-çâreyim baştan ayağa yâreyimBen bir deli dîvâneyim aklım da yâr olmaz banaDeli dîvâneyim demişsem de sakın beni “cinnet getirmiş”anlamındaki deli zannetmeyin. Değil mi ki ben Mevlâ’nın değersizde olsa bir “kul”uyum; O kadar değerliyim ki kimse benim kıymetimitakdir edemez:Sanırlar beni deliyim Dost bahçesi bülbülüyümMevlâ’nın kemter kuluyum kimse bahâ saymaz banaDünyevî <strong>ve</strong> beşerî plânda bâzı hallerde aksadığıma bakarak beni işeyaramaz biri zannetmeyin. Değersizliğim <strong>Hak</strong> katındaki mahviyetiminifâdesidir. Yoksa ben ilâhî hakîkatleri söyleyen bir bülbülüm. <strong>Hak</strong>yakınlığına ermişim, O’nun bahçesinde bitmiş bir nebâtım. Gül alıpsatmaktayım, Bahçıvanın yakınıyım, o bana pek müdâhale etmez,bağırıp çağırmaz:Bülbül oluben öterim Dost bahçesinde biterimGül alırım gül satarım bâğubân olmaz bana7273


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşk ateşiyle maddî varlığını yakıp, öylece <strong>Hak</strong>k’a gitmekte olankimse için vuslat <strong>ve</strong> müşâhedeye mânî olan perdeler artık bir engelteşkil etmekten çıkmış demektir:Ey bîçâre Yûnus senin aşk oduna yandı canınYana yana Dost’a giderin perde hicâb olmaz bana(BT. 150)Tasavvuf düşüncesi içinde “Melâmet” önemli bir yer tutar.“Kınayanın kınamasına aldırmama” esâsına dayanan bu anlayış,alçakgönüllülük, mahviyetkârlık gibi güzel ahlâk unsurlarını daberâberinde bulundurur. Yûnus’un yukarıda gördüğümüz son şiirindemelâmet neş<strong>ve</strong>si hâkimdir. Onu melâmete yönelten ilâhî aşk olmuştur.Bu anlayışa dayanak teşkil eden dînî ifâdenin ilâhî muhabbetleilgili âyetlerden başta geleni içinde yer alması, muhabbetle melâmetarasındaki ilgiyi göstermeye kâfîdir sanırız. Âyetin tamâmı şöyledir:“Ey îmân edenler, sizden kim dîninden dönerse Allah onun yerineöyle bir topluluk getirir ki Allah onları se<strong>ve</strong>r, onlar da Allah’ı se<strong>ve</strong>rler;mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı zorludurlar; Allahyolunda savaşırlar, kınayıp ayıplayanların ayıplamasından endîşeetmezler. İşte bu Allâh’ın dilediğine <strong>ve</strong>rdiği bir lutfudur, Allah herşeyi kuşatan <strong>ve</strong> bilendir.” (Mâide, 5/54)Bir çok şâir sûfîler gibi Yûnus’ta da melâmet neş<strong>ve</strong>si galiptir. Amaonda görülen melâmet, özellikle ilâhî aşk sonucu ortaya çıkan birkeyfiyettir. Ona göre kendini aşkın meydan savaşı içinde bulan kimseninmelâmet tavrını takınması <strong>ve</strong> adının kötüye çıkması kaçınılmazdır:Aşk cengine düşenin melâmetliktir işiOnun için bednâmdır miskin Yûnus’un adı(T, 162)4. Âşık Uryandır, Dünyâsı <strong>ve</strong> Maddesi Yıkıktır<strong>Hak</strong> âşıkı hakîkat şerbetini içince kendinden geçeceği için bir süreüstüne başına bile çeki düzen <strong>ve</strong>rmeyecektir. Veya görünüş îtibâriyle74muntazam olsa bile, dışa âit çeşitli kayıtlanmalar onun nazarındabir değer taşımaz hâle gelecektir. Ne var ki bu sırrı anlamak zordur.Bu sırrı anlayan, ciğeri ateşlerde yanarcasına kavrulur, gözününyaşı da dinmez. Tam sükûnet, tam kavuşmakla olacaktır. Bu daölümle gerçekleşir. Âşık dünyâda bulunduğu müddetçe, iki tarafla dailgilenmek durumunda olduğundan bu gerilimli hâli yaşayacaktır:<strong>Hak</strong>îkat şerbetini içen âşıklarBaşı açık teni uryan gerektirAşık Yûnus bu sırrı anlayanınCiğeri büryân gözü giryân gerektir(BT, 149)Yaşadığı müddetçe can kaygusuna düşen kimse gerçek âşık değildir.Maşûk’a kavuşmak, canını terketmeyi göze almakla mümkündür:Âşık ki cana kaldı âşık olmazCanın terk etmeyen Mâşûk’u bulmazAşk pazarında satışa konu olacak şey candır. Aslında dikkatlebakılacak olursa can için <strong>Hak</strong>’tan gayri bir alıcı da yoktur. Canınmüşterisi Allah’tır (Bk.Bakara 2/207; Tevbe 9/111):Aşk bazarıdır bu canlar satılırSatarım cânımı hiç kimse almazAşk cenginin meydanında maddî varlığın, can <strong>ve</strong> başın hesâbısorulmaz, onların hemen hiçbir değeri yoktur:Beyim ârif isen var sen yolunaBunda başlar yiter kanlar sorulmaz(G, 384)5. Âşıkın Gözü Yaşlıdır, O’nu Görmek Diler<strong>Hak</strong> âşıkları bu dünyâ hayâtında da vuslat <strong>ve</strong> müşâhede anlarıyaşarsa da, onlar için nihâî vuslat maddî varlıklarının son bulması ile75


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİmümkün olur. Onun için değil midir ki Mevlânâ Celâleddin’in ölümgünü “Şeb-i arûs” yâni “düğün gecesi” olarak anılır. O halde nihâîvuslat demine kadar geçen günler âh <strong>ve</strong> feryadla göz yaşlarıyla geçecekdemektir. Yûnus da öyle diyor: Âşık olanlar Mâşuk’un hasretiyle âhedip inlerler, göz yaşları neredeyse pınar olur:Hocam âşık olanların işi âh ile zâr olurHasretinden ol Mâşuk’un gözü yaşı pınar olurOnlar <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini temâşâ etmek dileğiyle devamlı ağlarlar.Fakat aşktan nasipsiz olanlar bunu kabul etmek istemezler:Dünü gün kılar zârı yânî görmek diler O’nuİşitmezler bu haberi aşksızlar bîhaber olurEğer sen de <strong>Hak</strong>k’ın cemâline âşık isen, acele etmelisin, ihmalkârdavranmamalısın. Aşk âlemine girmenin ilk şartı kendi fânî varlığındanuzaklaşmaya çalışmaktır. O bakımdan âşıklık iddiasında isen benliğiniterket <strong>ve</strong> O’nun aşkını iste. Kendi fânî varlığın ölüp yok olacak diye dekorkma. Zirâ aşk meydanı söz konusu oldu mu orada kan pahası olarak,yâni senin yok olmana karşılık olarak elde edeceğin şey <strong>Hak</strong>k’ındîdârıdır, O’nun cemâline kavuşmaktır:Âşık isen dîdârına koma bugünü yarınaGirenler aşk bâzârına kendüzünden bîzar olurTerk eyle sen benliğini O’nun aşkında kıl talebBu aşk içinde olanın kan bahâsı dîdâr olurFakat bu işler zordur, bütün bunları yerine getirebilen gerçek âşıknerede var ki? Bilen varsa onu isteyelim, peşine gidelim. ÇâresizYûnus’a gelince, o kendi canını Dost yoluna bağışlamıştır:76Kanı gerçek âşık kanı gelin isteyelim anıBîçâre Yûnus’un canı Dost yoluna îsâr olur(T. 77)*<strong>Hak</strong> âşıkının feryad <strong>ve</strong> göz yaşlarının bir sebebi de, henüz budünyâda iken yaşadığı kısa “vuslat” <strong>ve</strong> “temâşâ” anlarıdır. Bu halkendisine öyle târifsiz bir mutluluk <strong>ve</strong> zevk <strong>ve</strong>rir ki, tekrar onuyaşamak ister. Fakat can tende bulunduğu müddetçe, insanın bir ayağımaddî dünyâda olacağı için, dünyevî <strong>ve</strong> beşerî bir atmosferle haşırneşir olmak durumundadır. Âşıkın hayâli <strong>ve</strong> gönlü, zaman zamantemâşâ ettiği Sevgili’de, bedeni <strong>ve</strong> maddî hisleri bu dünyâdadır. Budurum büyük bir gerilim yaratır. Feryad <strong>ve</strong> figanların bir sebebi debudur.Yûnus da öyle söyler; <strong>Hak</strong>k’ı temâşâ eden gözün başka birşeye bakmak istemediğini, O’nu hisseden rûhun bedende kalmayıarzulamadığını belirtir:Şol göz ki seni gördü ol neye nazar etsinŞol can ki seni duydu tende ne karar etsinDevamlı hasret ateşiyle yanan âşıkın derdinin yegâne dermânı<strong>Hak</strong>k’a kavuşmaktır. Doktorların onu tedâvî etmesine imkân yoktur:Aşkına düşen âşık derdine yanar dün ü günVaslından ona derman, hekim ne tımar etsinMaamâfih bu aşk ıztırâbından kurtuluş yoktur. O’nun mülkünündışında gidecek, kaçacak bir yer yoktur ki.. Aşk şarâbından tadanınsükûnet bulabilmesi için ilâç olarak <strong>ve</strong>recek başka hiçbir şey mevcuddeğildir:Gerçek Şâh’a kul olan gönlünü sana <strong>ve</strong>renSeni kendinde bulan kancaru sefer etsinBu çeşniyi tadana kim ne <strong>ve</strong>rseler kanaDerdine düşen cana hekim ne tımar etsin(BT, 173)77


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYûnus’ta aşk ateşinin feryadları bâzan ayyuka çıkacak kadarcoşkuludur:Aşkın odu ciğerimi yaka geldi yaka giderGarip başım bu sevdâyı çeke geldi çeke giderKâr etti firak canıma âşık oldum ol Sultan’aAşk zencirin Dost boynuma taka geldi taka giderSâdıklar durur sözüne gayrı görünmez gözüneBu gözler Dost yüzüne baka geldi baka gider(BT, 108)Galibâ bu aşk ıztırâbı hepten de kötü değildir. Aşıkın bir takımhazîneler bulması da söz konusudur:Bu sırrı duyan kanı ger âşık ise canıAçıldı gevher kânı alana haber etsinAşk ıztırap kaynağı olduğu kadar, gönülden gamı uzaklaştırantılsımdır. Vuslat uğrunda Yûnus bin can fedâ etmeye râzıdır.Çün aşkın ola emelim sürüle gönülden gamımVaslına eren bir dem bin canı nisâr etsin(BT, 174)6. Aşk Derdinin Dermânı Yine Aşktır, Aşktan Şikâyet Olmaz<strong>Hak</strong> âşıkının feryad <strong>ve</strong> figanlarına, yanıp yakılmalarına bakarak,durumdan şikâyetçi olduğu sanılmasın. Aksine onun dermânı yinederdi içindedir. “Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb / Kılmaderman kim helâkim zehri dermânındadır.” diyen Fuzûlî <strong>ve</strong> bütün <strong>Hak</strong>âşıkları gibi Yûnus da dermânı yine aşk içinde bulacağını bilmektedir.O kadar ki bir an bile aşksızlığa tahammülü yoktur:Aşkdurur derdin dermânı aşk yoluna kodum canıYûnus Emre eydür bunu bir dem aşksız olmayayım(T, 124)78Dert gibi görünen <strong>Hak</strong> aşkı Yûnus’a göre dermandan daha tatlı biriksirdir:Senin aşkın beni benden alıptırNe şîrin dert bu dermandan içeri(BT, 182)Yûnus’un aşkla münâsebeti, balıkla deniz misâlinde olduğu gibidir,aşksız yaşamasına imkân yoktur:Senin aşkın deniz ben bir balıcakBalık sudan çıksa hemen ölüdür(G, 377)İnsanın başına bunca işler açtığına göre, acabâ aşktan bıkıp usanmaolabilir mi? Yûnus için asla böyle bir şey söz konusu değildir:Benim garip gönlüm aşktan usanmazVarır aşka düşer hiç bana dönmezDöner gönlüm bana öğüt <strong>ve</strong>rir çokÂşık olan gönül aşktan usanmaz(G,384)Aşktan dolayı ne şikâyet ne bıkkınlık vardır. Aşk derdinin dermanıyine kendi içindedir. Hem bu öyle bir derman ki bütün kâinâtıkucaklayan bir görüş <strong>ve</strong> ihâta kazandırmıştır. <strong>Hak</strong>’ta fânî olanâşık şeffaf bir ruh misâli bütün kâinatta seyran eder hâle gelmiştir.Benliğinden fânî <strong>Hak</strong>’la bâkîdir, dolayısıyle <strong>Hak</strong>k’ın birer sûretletecellîsi olan her bir zerrede gezip dolaşması imkân dâhiline girmiştir.O öyle bir aşk balığı olmuştur ki denizler kendisine hayrandır. Onunnazarında deniz bir damla gibidir, fakat bir zerrede bir okyanusunvarlığını görür:Benem ol aşk bahrîsi denizler hayran banaDeryâ benim katremdir zerreler ummân bana79


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİÂşık, varlığını <strong>Hak</strong>›ta fânî kılıp O›nun varlığıyla bâkî olduktansonra mânen öyle büyümüştür ki, Kaf dağı onun bir zerresi olmuş, ay<strong>ve</strong> güneş onun emrinde bir kul mesâbesine girmiştir. Bütün bunlaraKur’ân-ı Kerim’in yol göstermesiyle ulaşmaya dikkat etmiştir:Kaf dağı zerrem değil ay u güneş bana kul<strong>Hak</strong>’tır aslım şek değil mürşiddir Kur’an banaO, ezel mülkünden gelip yine Dost’a gittiğinin farkındadır. Buarada kendisini söyletip duran ise aşktır. Aşktan şikâyeti şöyle dursunaşk kanadı üzerinde gezip dolaştığının farkındadır:Çün Dost›a gider yolum mülk-i ezeldir ilimAşktan söyler bu dilim aşk oldu seyran bana(T, 49)*<strong>Hak</strong> âşıkını şaşkına çeviren, hayran bırakan <strong>ve</strong> yakan hususlardanbiri de nâil olduğu târifsiz tecellî girdaplarıdır. Fakat o, bunlardan damemnundur. Çünkü bu sâyede mâsivâ ile alâkası kesilecek, nereyebakarsa <strong>Hak</strong>k’ı görecektir:Şöyle hayrân eyle beni aşkın oduna yanayımHer kancerû bakar isem gördüğüm seni sanayımYûnus güzellik timsâli olan hûrilerin bile kendisinin ilgisiniçekemeyeceğini ifâde eder. Zirâ mutlak güzellik olan <strong>Hak</strong> cemâliâşıkın gönlünü yağmalamaya yetip artar; âşıkın Mâşuk’tan usandığınerede görülmüştür:Yüzbin hûri gelir ise aldamaya bu cânımıAşkın gönlümü yağmaladı senden nice usanayımİlim <strong>ve</strong> felsefe akılcı disiplinlerdir. Aşk ise «akıl ötesi» birkeyfiyettir. Bu bakımdan âlimler <strong>ve</strong> filozoflar aşk konusunda hüküm<strong>ve</strong>rirlerken yetersiz kalırlar. Bu gerçeği bir defa daha vurgulayanYûnus, tasavvuf târihindeki meşhur aşk şehîdi Hüseyin b.Mansurel-Hallac (ö. 309/921) gibi bir <strong>Hak</strong> âşıkı olarak kendisinin deîdam edilmesini, hikâyesinin dillerde tekrarlanıp durmasını arzu edergörünmektedir:İlm ü hikmet okuyanlar aşktan fakirdürür bunlarMansur oldum asın beni hep dillerde söyleneyimHani, Mansûr’un menkıbelerinde anlatılır: Zindana atıldığı zamanse<strong>ve</strong>nleri gelip ricâ etmiş: Gel şu “ene’l-hak” sözünden vaz geç, özürdile! demişler. Mansur cevap <strong>ve</strong>rmiş: O sözü kim söyledi ise özrü de odilesin! Yûnus da aynı çığırdan gidicidir. Yukarıdaki sözleri kendisininsöylemediğini, kendi fânî varlığının yok olmasıyla kendisindenkonuşanın “Dost” olduğunu ifâde eder. Fakat bunu anlamak istemeyenmünâfık ruhlu kimselere hakîkati anlatmak da imkânsızdır:Yûnus demedi bu sözü câna doldu Dost özüKördür münâfığın gözü ya ben nicesi göstereyim(BT, 137)Çektiği ıztıraplara ettiği feryadlara rağmen Yûnus›un aşk <strong>ve</strong>ahvâlinden aslâ şikâyetçi olmadığı bir gerçektir. Aksine, ona göre buyola koyulmayan, gerçek insan olmaktan uzaktır. Şâyân-ı şükran olanşudur ki, kendisi takdîr-i ilâhî sonucu aşka giriftar olabilmiştir:<strong>Hak</strong>’tan meğer takdîr idi âşık oldu gönlüm sanaHiç kimseler bencileyin aşka giriftâr olmadıAşktan şikâyetim yoktur kendi tâliimdendürürKendi yolun aramayan âdem değil er olmadıNasıl şikâyet etsin ki Yûnus’a göre aşk “ulu bir hil’at”, pek değerlibir makamdır. Yüce Tanrı onu bâzılarına nasîp eder, bir çokları iseondan mahrumdur;8081


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşk bir ulu hil’atdürür bir niçeye <strong>ve</strong>rir ÇalabBir niçeler kaldı mahrum aşktan haberdâr olmadıAşk yüce bir varlığın hüsn-i nazarıdır ki, o sâyede âşık kemâleerer, vuslata nâil olur. Aşktan nasipsiz olan gönüller ise vîrâne gibidir,mâmur hâle gelmemiş beldeler durumundadır:Aşk bir uludan nazardır âşık canlar erenlerdirAşka düşmeyen gönüller vîrândurur şâr olmadıŞikâyetten uzak olmakla berâber, aşk yolculuğunun cil<strong>ve</strong>lerini,iniş <strong>ve</strong> çıkışlarını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak îcap eder. Bu işiyürütebilmek için âşıkların dikkatli <strong>ve</strong> gayretli olması gerekir:Aşkta kahırlar çok olur âşıklara gayret gerekYûnus âşık oldun ise âşıklara âr olmadı(T- 154-155)E<strong>ve</strong>t aşk bir derttir, fakat dermânı kendi içindedir. Aşk bir zehirdir,fakat se<strong>ve</strong> se<strong>ve</strong> içilmelidir, ona ancak öyle kanılır. Bütün bunlarınfarkında olan Yûnus, bir aşk coşkunluğu ânında bir takım rumuzluifâdelerle duygularını dile getirmek ister. O, aşk meydanında namazkılmaktadır, müezzin <strong>ve</strong> imam kendisidir. Bu esrârengiz ibâdetincemâat ile îfâsı için kendisine uyacak fedâkâr kimseler aramaktadır:Bugün sohbet bizim oldu, bize bizim diyen gelsinBu aşk zehrin se<strong>ve</strong> se<strong>ve</strong> içiben ü kanan gelsinBugün meydân-ı aşk içre çağırıp bir ün eyledimMüezzinlik bizim oldu imâm olduk uyan gelsinAşk meydanında ce<strong>ve</strong>lân etmenin şartları vardır. Meselâ kanaatkârolmak lâzımdır. Ayrıca melâmet neş<strong>ve</strong>sine sâhip olmak, kınayanlaraaldırmamak îcap eder:Kanâat hırkasın giydim selâmet başını çektimMelâmet gömleğin biçtim ârif olup giyen gelsinBu aşk okyanusunda çok kıymetli mücevherler vardır fakat onlarıçıkarmak mümkün olmuyor. Bu mücevherleri elde etmenin bir yoluvardır: Canından geçmek. Bu uğurda canını hiçe sayabilecek yâni“ölmeden ev<strong>ve</strong>l ölmek” sırrına erebilecek gelsin:Bu ummanda delim gevher eğerçi var ele girmezBahâsı candır alınmaz bugün câna kıyan gelsinAşk yolunun şartlarından biri de gönül kirlerini yıkamaktır. Yalnızdışını temizlemekle kalb temizliği gerçekleşemez. Gönül kirleriilâhî rahmet suyuyla temizlenir. Esâsen gönül bir kaptır ki iki şeyaynı zamanda içinde bulunamaz. Orası mâsivâ kirlerinden tamâmentemizlenmeli ki <strong>Hak</strong> aşkı ile dolabilsin:Sûret nakşın yumak ile gönül mülkü temiz olmazAkıp rahmet suyu çağlar gönül çirkin yuyan gelsinYûnus Emre ilâhî cemâli temâşâ etmiş <strong>ve</strong> O’nun sevgisiyle mestolmuştur. Elinde ise aşk-ı ilâhî kitâbı vardır, fakat zâhir âlimlerio kitaptan anlamamaktadır. Ondaki mânâyı duyup anlayabileniçağırmaktadır:Yûnus Emre O’nu görmüş eline bir dîvân almışÂlimler okuyamamış bu mânâdan duyan gelsin(BT, 96)*Dermânı içinde olan aşk derdinin <strong>ve</strong> bu uğurdaki feryat <strong>ve</strong> figanlarınsonunda vuslat hâli vardır. Nihâî vuslat, ruh bedenden ayrıldıktan sonragerçekleşir denmişse de “ölmeden ev<strong>ve</strong>l ölme” sırrına erenlerin de,daha bu dünyâda iken vuslat hâlini yaşaması mümkündür. Yûnus bubahtiyarlar zümresinden olmalı ki, şu coşkulu mısrâlar ile durumunuanlatmaktadır:8283


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİCanlar cânını buldum bu cânım yağmâ olsunAssı ziyândan geçtim dükkânım yağmâ olsun(BT, 168)Yûnus yaşadığı büyük aşkından öylesine memnundur ki, onuherkese tavsiye eder. İlâhî aşkta Mâşuk’u buluncaya kadar yanmakmukadderse de, artık başka bir ateşle, cehennemle vs. ile yanmak sözkonusu değildir:Kişi âşık olmak gerekMâşuk’unu bulmak gerekAşk oduna yanmak gerekAyruk oda yanmaz ol(BT, 148)E<strong>ve</strong>t, âşıklık hâlinin binbir cil<strong>ve</strong>si vardır. Sırrını saklamak istersinfakat sabredemezsin, ilâhî cemâli temâşâ edince irâden elden giderşaşırıp kalırsın:Nite ki bu gönlüm evi aşk elinden taşa gelirNice yüksek yürür isem aşk başımdan aşa gelirNice aydıram râzım söylemeyim kimesneyeGider bu sabr u karârım Dost önüne düşe gelirHey nice sabreyleyiser Dost yüzünü gören kişiOl hakîkat gördüm diyen kendüzünden şaşa gelirNasıl şaşırmayasın ki Mâşuk olan Rabb’in her biri başka renk <strong>ve</strong>biçimde nâmütenâhî tecellisi vardır, hep başka başka görünür. Bâzanöyle bir iş<strong>ve</strong>si, O’nun öyle hayranlık <strong>ve</strong>rici bir tecellîsi olur ki, yüzbin gönül gücünde bir gönle sâhip bile olsan, kendini kaybeder coşuptaşarsın:Mâşûka’nın tecellîsi türlü türlü renkler alırBir şî<strong>ve</strong>de yüz bin gönlüm alıban cûşa gelirO Dost öyle cil<strong>ve</strong>lidir ki, O’nunla ben güneşle bulut gibiyim, der.Güneş bâzan pırıl pırıldır, bâzan da bulutların arkasına gizlenir:Ol Dost ile benim işim bulutla güneşleyinBir dem hicâbı sürülür bir dem nikab başa gelirBütün bunlara rağmen Yûnus aşkından dolayı son derece memnun<strong>ve</strong> mutludur. Ona göre aşktan başka se<strong>ve</strong>cek bir şey olmamalıdır. Zîrâbaşa gelen şeylerin en iyisi en değerlisi aşktır:Aceb yine miskin Yûnus aşktan artık sevdi meğerZîrâ ki bu aşktan yeğrek hiç yoktur başa gelir(G, 375)7. Aşk, Ehil Olmayana Anlatılmaz, O Dibi Olmayan Bir DenizdirYûnus Emre zaman zaman herkesi âşıklığa dâ<strong>ve</strong>t ederse de, bukonuda belli bir hassâsiyet <strong>ve</strong> dikkati, hattâ kıskançlığı da vardır.Herkesin yanında gelişi güzel aşk ahvâlinden söz etmeği doğru bulmaz.“Hikmeti nâ-ehle söylemek hikmete zulümdür.” 78 misâli, ona göreaşktan nasîbi olmayan kimselere aşktan bahsedilirse yazık olur. Sırrınıancak âşık olana söylemek gerekir:Hayfdurur aşksızlara aşktan haber söylemekKim gerçek âşık ise râzımı ona derimÂşıklık <strong>ve</strong> aşk hakkındaki haber <strong>ve</strong> sözler değerli bir emânet sayılır,onun üzerine titremek, dikkatli davranmak îcap eder. O bakımdanolur olmaz yerde gelişi güzel aşk sırlarından söz etmemeye dikkatgöstermelidir:78Bu sözün tamâmı şöyledir: “Hikmeti ehlinden menetmek ehline zulümdür,hikmeti nâ-ehle söylemek hikmete zulümdür.” Burada “hikmet” kelimesiylekasdedilen şey, felsefenin sâhasına giren hikmet değil, tasavvufî yollarla eldeedilen Rabbânî <strong>ve</strong> ledünnî hikmettir. Bk. M.Ali Aynî, Tasavvuf Târihi, 177-178,İstanbul 1341.8485


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİEmânettir sakıngıl aşk haberini zinhârOturup değme yerde söyleme aşk esrârınSarraflar arasında bir kaide vardır; kıymetli bir mücevher onundeğerinden anlamayana gösterilmez. Aşkın sırları da böyledir, sonderece kıymetlidir, ehil olmayanlara söylenmemelidir:Sarrafların katında kaide şöyledürürKadir bilmez kişiye göstermedi gevherin(T, 121)Ehil olmayana aşktan söz etmemenin bir sebebi aşkın değerli oluşuise, öteki sebebi o insanı korumak kaygusudur. Fıtratı, kapasitesi <strong>ve</strong>zihniyeti îtibâriyle aşk konusuna yabancı olan kimse, iyi niyetle de olsaona yaklaşmaya kalktığı vakit hazmedemeyip şu <strong>ve</strong>yâ bu şekilde zarargörebilir. Yûnus, yüzmesini bilmeyen bu denize girmesin, diyor. Zîrâaşk denizinin dibi yoktur, acemi kimse batarsa şaşmayın:Yüzgeçlik öğrenmeyen kul ko girmesin bu denizeAşk deryâsı dipsizdürür aceplemen battığınıBir de şu var: Nasıl ki sarraflığı öğrenmemiş olan kimse kıymetlibir mücevheri boncuktan ayırdedemez <strong>ve</strong> farkına varmadan onu yokpahasına satarsa, ehil olmayan kimse de aşkın kıymetini takdir edemez:Sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanırVarır <strong>ve</strong>rir yok nesneye bilmez neye sattığını(T, 156)Meselâ âşıkın şu sözlerini çok kimse yadırgayacaktır:Bir sâkîden içtim şarap arştan yüce meyhânesiOl sâkînin mestleriyiz canlar O’nun peymânesiKonunun yabancısı <strong>ve</strong> nâ-ehil olan kimselerin buradaki sâkîninTanrı, şarâbın ilâhî aşk, bu şarabı taşıyan kadehlerin de ruhlar <strong>ve</strong>yâkâmil insanlar olduğunu bilmelerine imkân yoktur. Bunu bilmeyincede Yûnus’u alelâde meyhâneciden, üzüm suyundan ibâret olanşaraptan <strong>ve</strong> pis kokulu meyhânelerden bahsediyor zannederek onuayıplayacaklardır.Oysa durum hiç de zannedildiği gibi değildir. Öyle der Yûnus: Aşkateşine yananların varlıkları tamâmen nur olur. Aşk ateşi bildiğimizateşe benzemez, onun alevlerinin dili görünmez:Aşk oduna yananların küllî vücûdu nûr olurOl od bu oda benzemez hiç belirmez zebânesiAşk sarhoşlarının sözleri “enelhak” olur, bunların en âciz dîvâneleribile Hallâc-ı Mansur gibidir:Andaki mest olanların olur “enelhak” sözleriHallâc-ı Mansur gibidir en kemîne dîvânesiİlâhî aşk <strong>ve</strong> <strong>Hak</strong> âşıkları meselesi bir takım incelikler <strong>ve</strong> rumuzlarihtivâ eder. Hele cezbe hâlinde söylenen sözler daha bir kapalılıktaşır. Onun için Yûnus bu türlü sözlerin, anlamayanlara, bu konularıncâhillerine <strong>ve</strong> ehil olmayanlara söylenmesine taraftar değildir:Yûnus bu cezbe sözlerin câhillere söylemegilBilmez misin câhillerin nice geçer zemânesi(BT, 81)8. “Bizim Sevdiğimiz <strong>Hak</strong>’tır, <strong>Halk</strong>a Göz Kaş Gelir”Beşerî <strong>ve</strong> ilâhî aşkı terennüm eden sözlerde ifâde <strong>ve</strong> mazmunbenzerlikleri vardır. Bu sözlerin sâhibi, hayat görüşü <strong>ve</strong> yaşayışıiyi tanınmazsa, neden bahsettiği iyi anlaşılamaz. Bir de o sözlerideğerlendirenler konuya yabancı <strong>ve</strong> ehil olmayan kimseler ise, ilâhîaşkla ilgili ifâdeleri tamâmen beşerî <strong>ve</strong> nefsânî duyguların terennümü8687


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİolarak mânâlandırma hatâsına düşeceklerdir. Yûnus bunlardanşikâyetçidir; Dost aşkıyla ciğeri yaralıdır, yüreği yanmaktadır, fakat omemnundur:Ey Dost senin aşkın odu ciğerim pâre-baş kılarAşktan yanar yüreğim yandığım bana hoş gelirAşk ateşine yanmıştır, gülüşü bile ağlamaya dönmüştür. Belkibâzan <strong>Hak</strong>k’a sızlanıp nazlanmıştır. İnkârcılar, halden anlamayanlarbunu bir kavga zannetmişlerdir:Aşkın oduna yandığım ağlamak oldu güldüğümDost sana zârı kıldığım münkirlere savaş gelirİçinde olup bitenleri söylese bile yavaşça söyler, o kadar dasöylemese ciğeri yaralanacaktır, deşarj olması lâzımdır. Fakat neyazık ki, dünyâ anlayışsız düzenbaz kimselerle doludur. Yûnus’un, içdünyâsını ifâde etmek istediği sözleri dolayısıyle o tür insanların herbirinden bir tenkit <strong>ve</strong> ayıplama taşı gelir:Söyler isem sözüm yavaş söylemezsem ciğerim başCihan doludur kallâş her birinden bir taş gelirBu kabilden olmak üzere pek çok taşlar atılırsa da Dost hatırınaonlara katlanmak îcap eder. Fakat bâzan da halden anlar görünenlerçıkar ki, işte onların sözleri gönüle batar, gönlü fazlasıyle incitir:Gör nice taşlar atılır Dost için başlar tutulurGelir gönüle batılır hâlimize haldaş gelirYûnus, hâlinden anlayan kimseler aramaktadır, çünki haldenanlayan aşkı inkâr edemez. Ve nihâyet açıkça söyler: Biz Allahsevgisini terennüm ediyoruz, fakat halk anlamadığı için, kaşı gözü olanbir insandan bahsettiğimizi zannediyor:Bizim hâlimizden bilen kimdir aşka münkir olanBizim sevdiğimiz <strong>Hak</strong>’tır bu halka göz ü kaş gelir(G, 382)9. Aşk ilimden Üstündürİlim geniş çapta naklin <strong>ve</strong> aklın <strong>ve</strong>rileri üzerine istinâd eder.İlmin en önemli vâsıtası akıldır. Tasavvufta kitâbî <strong>ve</strong> aklî bilgi ileaşk karşılaştırıldığı zaman dâimâ aşk tercih edilegelmiştir. Bununsebebi baştan beri tekrarladığımız gibi, aşkın en kestirme vuslat yoluolmasıdır. Akıl <strong>ve</strong> aklın mahsûlü olan “ilim” ise mâhiyeti gereği,ihtiyatlıdır, temkinli <strong>ve</strong> şüphecidir. Bu hâliyle bâzan ayak bağı olabilir.Bilhassa akıl ötesi bir keyfiyet olan aşk <strong>ve</strong> ahvâli konusunda akıltamâmen yetersiz kalır. “Aşk imiş her ne var âlemde / ilm bir kıylü kal imiş ancak” diyen Fuzûlî bu mes’eleyi kısa <strong>ve</strong> öz olarak ifâdeedenlerden biridir.Gündelik hayâtımızda <strong>ve</strong> ilmî faaliyetlerde aklın değerini <strong>ve</strong>hizmetini inkâr etmeğe imkân yoktur. Mutasavvıflar bütünüyle aklakarşı olmaktan çok, aklı yegâne bilgi vâsıtası olarak kabul etmedüşüncesine karşıdırlar. Akıl <strong>ve</strong> aklın mahsûlü olan ilim ancak kendihudutları içinde kaldığı zaman, sâhasına giren konularda fevkalâdefaydalıdır. Bu sınırları aştığı zaman iş göremez. Böyle bir şey ilmîzihniyete ters düşer, bilimsel düşünceyle bağdaşmaz. İlim zihniyetinesâhip kimseye düşen şey, ilmin sınırları dışına çıkınca susmakolmalıdır.Yûnus Emre de böyle düşünenlerdendir. <strong>Hak</strong>k’a kavuşmak için, enönemli görme aracı olan gözün bile perde olabileceğini, Dost’u apaçıkgördükten sonra kendi varlığından geçmek gerektiğini belirttiktensonra şöyle der:İlim hod göz hicâbıdır dünyâ âhiret hesâbıdırKitap hod aşk kitâbıdır bu okunan varak nedir(BT, 117)8889


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİE<strong>ve</strong>t, ona göre kuru ilim Allâh’a kavuşma <strong>ve</strong> O’nu temâşâkonusunda bir perdedir. İlim gurûru, “Ben âlimim, ben bilirim”şeklindeki anlayış da bir kibir <strong>ve</strong> benlik gösterisidir. Böyle bir kimseninvuslata ermesi imkânsızdır. Bu konuda din ilmi de engel teşkil edebilir.Gerçekten din ilimleri insanı Allâh’a yaklaştırma yollarını öğretmedurumunda olmakla berâber, bir takım dünyâ <strong>ve</strong> âhiret hesaplarınagirerek, vâsıtanın gaye yerini alması tehlikesi baş gösterebilir.Kuru ilim gibi, ilim aracı olan “kitap” da bir perde olabilir. İnsanbilgi <strong>ve</strong> kitabın sâdece hamalı olur, onlar vâsıtasıyle mânevî olgunluğaulaşamazsa, elbette kendisi için kitaplar da bir perde sayılacaktır. Obakımdan Yûnus’a göre asıl kitap aşk kitabıdır. İnsana gerçek mânâdafayda sağlayacak olan odur. Aşk kitabıyla mukayese edilirse başkakitaplar değersiz kalır. Ev<strong>ve</strong>lce geçen iki beyti tekrar hatırlarsakYûnus’a göre ilim <strong>ve</strong> felsefe okuyanlar aşk bilgisinden yoksundurlar:İlm ü hikmet okuyanlar aşktan fakirdürür bunlarMansur oldum asın beni hep dillerde söyleneyim(BT, 137)Yine ona göre çok kitap okuyup da bilgisiyle mağrur olan <strong>ve</strong>Yûnus’taki ilâhî aşkı anlamayan bilginler, onu ayıplama yolunagiderler. Böyleleri Yûnus’u o hâle getiren sırrı açık seçik anlamakisterlerse aşk kitabından bir ders olsun okuyabilseler kâfîdir:Ey çok kitaplar okuyan sen kim tutarsın bana dakSırrı ayân ister isen gel aşktan oku bir sebak(T, 87)10. Aşksız Îman Taş Misâli KurudurSâdece kitâbî bilgilere dayanan bir îmân anlayışı <strong>ve</strong>cd <strong>ve</strong> heyecandanmahrum, son derece “kuru” bir mâhiyet arzeder. Böyle bir dindarlık daşuur <strong>ve</strong> mânevî zevkten yoksun, âdetâ robotlaşmış <strong>ve</strong> mekanik birgörüntüye sâhip olur. Îman <strong>ve</strong> dîne ruh <strong>ve</strong> revnak <strong>ve</strong>recek olan sevgidir,aşktır. Hz. Peygamber “Allah <strong>ve</strong> Resûlünü her şeyden çok sevmekgerektiğini” böyle olduğu takdirde «îmânın tadının bulunabileceğini” 79beyan eder. Buradan hareketle bâzı bilginler Hz.Peygamber’in Allahsevgisini îmânın şartlarından saydığını belirtmişlerdir. 80Yûnus da böyle düşünenlerdendir. Bütün âlem sevgi eseri olduğuiçin herkeste ilâhî muhabbetten bir iz vardır. Fakat bu kâfî değildir,Allah’ı aşk derecesinde, şuurlu <strong>ve</strong> candan sevmeyenin îmânı taş gibisert <strong>ve</strong> kurudur:Cümle âlemin gönlünde vardır O’nun muhabbetiO’nu candan sevmeyenin bil ki îmânı taş oldu(T, 147)Allah aşkı gönülleri yakarak yumuşatır, muma döndürür, rikkat,incelik <strong>ve</strong> hassâsiyet kazandırır. Bundan nasipsiz olan gönüller isekararmıştır, kaya gibi kaskatı, sert <strong>ve</strong> kış gibi soğuktur:Aşkı var gönül yanar yumşanır muma dönerTaş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer(G, 376)Kur’an’da da bir kaç yerde “Kalbleri katılaşmış olanlara yazıklarolsun” denir. (Bk. Zümer,39/22; Hacc 22/53)Yûnus Emre, dînin tamam olması yâni kâmil mânâdaki dindarlıklamuhabbeti eş değerde görür. “Din tamam olıcak doğar muhabbet”mısrâının yer aldığı şiirin bütününü alıp kısa açıklamalar <strong>ve</strong>rmektefayda görüyoruz:Aşk imamdır bize gönül cemaatDost yüzü kıbledir dâimdir salâtNamaz İslâm dîninin başta gelen ibâdetidir. Namazda esas olanmaddî-mânevî bütün varlığını Allah’a yöneltmek, kendini O’nun79Bk.Müslim, İman 69; Buharî, İman,9.80Bk. Ebû Talib el-Mekkî, Kutü’l-Kulûb, II, 110, Mısır 1961.9091


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİhuzûrunda hisseden bir tavır içinde olmaktır. Tasavvuf erbâbı, “salât-ıdâime” yâni devamlı namazdan bahseder. Bunun mânâsı, devamlıolarak namazdaymışcasına kişinin kendini her an <strong>Hak</strong>k’ın huzûrundahissetmesi, duygularına, tavır <strong>ve</strong> davranışlarına ona göre çeki düzen<strong>ve</strong>rmesi demektir.Yukarıdaki beyitte Yûnus: Biz âşıkız diyor, aşk imamımızdır.Gönlümüz o imama uymuş cemâattir. Namaz kılarken Allah’ın evidiye isimlendirilen Kâbe’ye dönülür. Biz âşık olarak doğrudan Allah’ınzâtına yönelmiş durumdayız. <strong>Hak</strong>k’a âşık olduğumuzdan dâimâ O’nayönelik <strong>ve</strong> O’nunla birlikteyiz. Bu sebeple salât-ı dâimede sayılırız.Dost yüzünü göricek şirk yağmalandıOnunçün kapıda kaldı şerîat“Şirk” Allah’a ortak koşmaktır <strong>ve</strong> dinde en büyük suçtur. Âşık,binbir feryad <strong>ve</strong> acılardan sonra <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini müşâhede edince,onun nazarında <strong>Hak</strong>’tan gayri her şey tamâmen yok olacağından şirkkoşmaya değecek en ufak bir nesne kalmayacaktır. Böylece açık <strong>ve</strong>gizli her türlü şirk ihtimâli yağmâya <strong>ve</strong>rilmiş olacaktır. Bu ise gerçektevhiddir.Beyitteki “şerîat”le kasdedilen, dînin dış yüzü <strong>ve</strong> onu meydânagetiren kurallar <strong>ve</strong> hükümler topluluğudur. Dînin <strong>ve</strong> şerîatin amacı,ferdi Allah’a yaklaştırmak, O’na teslim olmasını sağlamak <strong>ve</strong> başkaşeylere gereğinden fazla değer <strong>ve</strong>rmekten (şirk) alıkoymaktır. Buamaca aşk yoluyla kestirme bir şekilde ulaşıp <strong>Hak</strong>k’ın harîmine dâhilolunca, kural <strong>ve</strong> hükümler (şerîat) kapıda kalacak demektir. Çünküşerîat hükümlerinin görevi de, insanı o kapıya kadar götürüp içerigirecek hâle gelmesini sağlamaktan ibârettir.Can secdeye vardı Dost mihrâbındaYüz yere uruben eder münâcâtYûnus burada sembolik bir “aşk namazı”ndan söz ediyor. Bunamazda mihrab, Dost’un huzûru, secde eden de ruhtur.Derildi beşimiz bir vakte geldiBeş bölük oluban kim kıla tâatAşk namazının sınırlı <strong>ve</strong> muayyen vakitleri yoktur. Dâimî namaz(salât-i dâime) bir tek <strong>ve</strong> sürekli namaz hâlidir. Onun için, bizim beşvaktimiz toparlandı <strong>ve</strong> bir vakit hâline geldi. Bu mânâdaki namazın beşvakte bölünmesi zâten mümkün değildir.Münâcât gibi vakt olmaz oradaNe güzîndir bize Dost ile hal<strong>ve</strong>tDâimî salâtta olan kimse hep Tanrı’nın huzûrundadır. Bu iseO’nunla berâber olmak, O’nunla yalnız kalmak demektir. Her âşıkınhayâli olan bu mertebe ne güzeldir!Kimse dînine biz hilâf demezizDin tamâm olıcak doğar muhabbetTasavvuftaki aşk yolunu anlatan <strong>ve</strong> kendi tercihinin bu yololduğunu söyleyen Yûnus, başka din anlayışlarına karşı değildir. Buanlayışlar meselâ zühd yolu, riyâzat <strong>ve</strong> mücâdele yolu, çok ibâdet<strong>ve</strong> tâat yolu gibi anlayış <strong>ve</strong> yollardır. Yûnus biz, diyor, kimsenin dinanlayışına karşı çıkmıyoruz; onların yanlış olduğunu söylemiyoruz.Bildiğimiz bir şey varsa o da şu ki, hangi yolla olursa olsun din tamâmolunca, din kemâle erince muhabbet doğar. Dînin nihâî amacı Allâh’ıkula tanıtmaktır (mârifet). İnsan tanıdığı şeyi se<strong>ve</strong>r. Mârifet arttıkçamuhabbet artar.Yârenler der bize şartı bırakmanŞart ol kişiyedir eder hiyânet9293


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİDostlarımız bize dış şartları, zâhirî hükümleri bırakmayın, diyorlar.Yukarıda söylediğimiz gibi, biz onları küçük görüyor <strong>ve</strong> bırakıyordeğiliz. Fakat şu var ki, sıkı sıkıya şartlarla kayıtlanmak <strong>Hak</strong> yolunahiyânet etme ihtimâli olan kişiler içindir. Âşık için böyle bir ihtimalvârid değildir.“Belâ” kavlin dedik ev<strong>ve</strong>lki demdeHenüz bir demdir ol vakt ü bu sâatBizim teslîmiyetimiz <strong>ve</strong> <strong>Hak</strong> aşkımız Elest Bezmi’ne dayanır.Ezelde Tanrı “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu vakit“E<strong>ve</strong>t” (belâ) demiştik (Bk.A’râf 7/172). O sözü <strong>ve</strong>rdiğimiz demleiçinde bulunduğumuz şu an aynı andır. Yâni biz sözümüzde duruyor <strong>ve</strong>o sözün icâbına uygun davranış içinde bulunmaya dikkat gösteriyoruz,sözümüze hiyânet etmiş değiliz.Erenler nefesidir devletimizOnunla fitneden olduk selâmetŞu da bir gerçektir ki, fitneden kurtulup selâmete ermemizi, ezelde<strong>ve</strong>rdiğimiz sözü hatırlayıp ona göre davranmamızı “erenler nefesi”ne<strong>ve</strong> himmetine borçluyuz. Girdiğimiz tasavvuf sistemi içinde erenlerinhimmetiyle böyle bir aşk yolunu bulduğumuz için mutluyuz, bu bizimiçin bir devlettir.Doğruluk bekleyen Dost kapısındaGümansız ol bulur ilâhî devletKim Tanrı’nın huzûrunda <strong>ve</strong> kapısında durur, ihlâs <strong>ve</strong> samîmiyetlebeklemesini bilirse, bu ilâhî devlet <strong>ve</strong> himmete şüphesiz kavuşur.Yûnus öyle esirdir ol kapıdaDiler ki olmaya ebedî âzâd(G, 372; BT, 85)Yûnus o kapının esîridir, oraya sımsıkı bağlanmıştır. Çünki o kapınınsâhibine âşıktır. Bu esâret <strong>ve</strong> bağlılığın sonsuza kadar sürmesini, hiçâzâd olmamayı temennî <strong>ve</strong> niyâz eder.11. Aşk Fânî Kılar, İkilikten Kurtarır, Tevhîdi Gerçekleştirirİslâm tasavvufunda esas amaç Allah›a kavuşmaktır. Bunun içinde maldan, evlâttan, dünyâdan, nihâyet kendi varlığından vazgeçmekgerekir. Bunu sağlayacak en kestirme yolun aşk olduğunu artıkbiliyoruz. Aşkın, hakîkî Mâşuk olan Allah’tan başka her şeyi yaktığını,insan gözünde değersiz kıldığını, neticede sâdece Tanrı’nın kaldığınıyukarıda gördük. Bu kolay bir iş değildir, yanıp yakılmak îcap eder. Buyolun yolcusu olan Yûnus’u, <strong>Hak</strong> aşkı benliğinden fânî kılmıştır, asılamaç ise O’na kavuşmaktır. Aşağıdaki beyitte bunu görüyoruz:Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seniBen yanarım dün ü günü bana seni gerek seniBu düşünceleri söz olarak ifâde etmek kolaydır. Fakat asıl olanonları hayâta mal etmektir. İnsan dünyâda yaşadığı müddetçe, maddîşartlar <strong>ve</strong> maddî çevre içindedir. Çeşitli ihtiyaçları vardır. Arzû <strong>ve</strong>ihtiraslarla doludur. Bunlara kısaca “nefs” denir. Nefs, insanın hayvânîtarafıdır. Mânevî olgunluğa erişmek için, nefsi kontrol altında tutmak,onun isteklerine boyun eğmemek gerekir. “Varlığa sevinmemek <strong>ve</strong>yokluğa yerinmemek” nefis terbiyesinin başta gelen belirtilerindendir.Aynı zamanda İslâm ahlâkının zir<strong>ve</strong> noktalarından biri olan bu yüksekkarakterin formülü bir Kur’an âyetine dayanır: “Bu da elinizdençıkana üzülmemeniz <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rdiğimize fazla sevinmemeniz içindir.”(Hadid 57/23). Aşağıdaki beyitte ilâhî aşkın, fânîliği benimseyen kişiyiböyle bir olgunluğa ulaştıracağı belirtilir:Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirimAşkın ile avunurum bana seni gerek seni9495


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşkın doğurduğu fânîlik tasavvufta “Ölmeden ev<strong>ve</strong>l ölmek” diyeformüllendirilmiştir. Bu ölüş “mâsivâ” denen, <strong>Hak</strong>’tan gayri şeylerlegönül ilgisini kesiş demektir. Bu öyle bir ölüştür ki sonucu, daha budünyâda iken <strong>Hak</strong>’la diriliş’tir (Bekabillâh) <strong>ve</strong> ebediyeti buluştur.<strong>Hak</strong>’la dirilen O’nun çeşitli tecellîlerini daha yakından idrâk imkânıelde edecektir:Aşkın âşıklar öldürür aşk denizine daldırırTecellî ile doldurur bana seni gerek seniİlâhî aşk şarabından içen kimse, Leylâ’sını aramak için dağlaradüşen Mecnun misâli herşeyden ilgisini kesip Tanrı’ya yönelecek, hepO’nu düşünecektir:Aşkın şarâbından içem Mecnûn olup dağa düşemSensin dün ü gün endîşem bana seni gerek seniNetîcede Yûnus, vücûdundaki bütün zerrelerin Allâh’ı anar <strong>ve</strong>çağırır hâle gelecek kadar O’nda fânî olduğunu, bu ateşin her geçengün arttığını, dünyâ <strong>ve</strong> âhirette yegâne arzûsunun Allah’a vuslatolduğunu belirtir:Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralarToprağım anda çağıra bana seni gerek seniYûnus’dürür benim adım gün geçtikçe artar odumİki cihanda maksûdum bana seni gerek seni(T, 153; G, 443; BT. 124)Yûnus’ta ilâhî aşkın fânîliği gerektirdiğini, dolayısıyle çokluktan<strong>ve</strong> ikilikten kurtarıp tevhîde götürdüğünü beyan eden bir hayli beyit <strong>ve</strong>şiirler vardır:Cânını aşk yoluna <strong>ve</strong>rmeyen âşık mıdırCehd eyleyip ol Dost’a ermeyen âşık mıdır?diye sorduktan sonra bu sevgi <strong>ve</strong> aşkı gönle tam olarak yerleştirmek,bunun için de gereksiz dünyevî arzu <strong>ve</strong> isteklerden (tûl-i emel)vazgeçmek gerektiğini söyler:Dost sevgisin gönülde can ile berkitmeyenTûl-i emel defterin dürmeyen âşık mıdır?Allah’dan başka gerçek dost <strong>ve</strong> tanışık edinmek aşkla bağdaşmaz.Aşk ateşinde pervâne gibi yanmak gerekir. Kendi benliğinden geçerek<strong>Hak</strong> yoluna yönelmeyen âşık değildir:Aşka tanışık sığmaz değme can göğe ağmazPervâneleyin oda yanmayan âşık mıdır?Nefs dirliğinden geçip aşk kadehinden içipDost yoluna irkiben durmayan âşık mıdır?Yûnus, âşıkın sırasında riyâzet, mücâhede, sohbet <strong>ve</strong> hal<strong>ve</strong>tgibi tasavvufî eğitim usullerine de baş vurarak yanmayı <strong>ve</strong> fânîliğigerçekleştirebileceğini söyler. Yahut da aşk yolunun pratiğe yöneliktasavvufî eğitim yollarından farklı kabul edildiğini göz önündebulundurursak aşağıdaki beyti şöyle anlayabiliriz: Devamlı riyâzettebulunmak, hal<strong>ve</strong>thânelerde diz çöküp tefekkür <strong>ve</strong> tezekkürle uğraşmak,tasavvufî sohbetlere katılmak <strong>ve</strong> fakat aşk ateşiyle yanma sırrınaerememek <strong>Hak</strong> âşıklığının elde edilemediğini gösterir:Dün ü gün riyâzet çekip hal<strong>ve</strong>tlerde diz çöküpSohbetlede baş çatıp yanmayan âşık mıdır?(T. 56-57)Aşağıdaki beyitlerde âşıkın fânî varlığından soyunması gerektiğivurgulanır:Helâl kıldı Mâşuk’a âşık kendi kanınıMâşuk nakşından okur aşk eri Kur’ân’ını9697


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİDirlik budur âşıka Mâşuk yolunda öleSorarlar ise edem âşıkın burhânınıGüzaf görmen siz aşkı kime uğradı iseSultanı iltür baştan yitirir hânümânınıZemâne <strong>ve</strong>fâları cefâ gelir Yûnus’aBir doğru yâr bulucak fedâ kılar canını(T, 155; G, 445)Aşk deryâsını boylayınca köşk saray gibi dünyevî <strong>ve</strong> maddîşeylerden geçmek gerekir:Yûnus Emrem bunu söyler aşkın deryâsını boylarŞol yüce köşkler saraylar vîrân olur kalır bir gün(BT, 62)Candan geçmeyince <strong>Hak</strong>k’a ulaşılamayacağını açıkça söyler:Yûnus <strong>ve</strong>r canını <strong>Hak</strong> yolunaCan <strong>ve</strong>rmeyince cânan bulunmaz(BT, 66)“Şöhret âfettir” demişler. Âşıklıkla şöhret düşkünlüğü, o güne kadaredindiği mevkiine <strong>ve</strong> adına halel gelme endîşesi bağdaşmaz. Adına <strong>ve</strong>şöhretine leke geleceğinden korkan aşk dâvâsından vazgeçsin. Ayrıcasebatlı <strong>ve</strong> kararlı olmak gerekir. Tereddüt göstermek <strong>ve</strong>ya daldan dalakonan kuş misâli, bu yolda değişik kapılar çalmak uygun düşmez:Aceb değil deli olsa aşk oduna yanan kişiAşka yakın yürümesin iyi adın sanan kişiKim sakınır iyi adın bıraksın elden aşk odunTezcek yoldurur kanadın daldan dala konan kişiAşk vuslatı sağlar. <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini temâşâ eden âşık, başkayüzlere bakmaz; başka şeylere gereğinden fazla değer <strong>ve</strong>rmez. Budurum aşk sâyesinde gerçekleşen kâmil mânâda dindarlıktır, tevhiddir:Yürek yanar yaşım akar şu gözlerim yola bakarGayri yüze nice bakar <strong>Hak</strong> cemâlin gören kişi(BT, 87)Kılavuzu aşk olanın dedi kodu ile işi olmaz, bir takım farklılıklarlüzûmundan fazla onu meşgul etmez. Ezelden tanıştığı için bu dünyâdakimseyi yabancı kabul etmez. Her şeyden el çekmiş olduğundanikilikten kurtulmuş <strong>ve</strong> birliğe, gerçek tevhîde ulaşmıştır:Cânem ben ondan ezelî eşip geldimAşkı kılavuz tutup ol yola düşüp geldimDeğilim kal ü kıylde ya yetmiş iki dildeYad yok bana bu ilde anda bilişip geldimGeçtim hodbîn elinden el çektim dükelindenOl ikilik belinden birliğe bitip geldim(BT, 91)Bu bölümde, bir çok benzerleri içinden aşağıdaki beyitleri dehatırlatalım:Âşık ki câna kaldı âşık olmazCânın terk etmeyen Mâşuk’u bulmaz(G, 384)*Aşkın şarâbın içeli kandalığım bilmezemŞöyle yavu kıldım beni isteyüben bulumazamYoluna basaldan kadem varlığımı kıldım ademGözden ırılma sen bir dem ki sensiz ben olımazam(BT, 102)9899


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ<strong>Hak</strong>k’ın vuslat kapılarında, içeri girmeye mâni olan yüz binlerceasker vardır. Bunlar her türlü aşırı istek <strong>ve</strong> arzular, ihtiraslar <strong>ve</strong>düşkünlüklerdir. Bir başka ifâdeyle nefsin askerleridir. Bu askerlerinkolayca üstesinden gelecek olan güç aşktır:Ol sultanın hal<strong>ve</strong>tinin yedi hücresi vardırYedisinden içeri varıp giresim gelirHer kapıda bir kişi yüz bin çerisi vardırAşk kılıcın kuşanıp cümle kırasım gelirMiskin Yûnus’un nefsi dört tabîat içindeAşkla can sırrına pinhan varasım gelir(BT, 134)Aşk oku taşı bile delecek kadar güçlüdür. İnsanı varlığından, dünyâ <strong>ve</strong>âhiret menfaatlerinden geçirip <strong>Hak</strong>k’a yöneltmesi yadırganmamalıdır:Ey Dost senin aşkın oku key katı taştan geçerAşkına düşen kişi canla baştan geçerİşi dün ü gün zâr olan kişi aşkınla yâr olurDerd-i seri sen olsan dükeli işten geçerMiskin Yûnus ol Dost’u hakîkat se<strong>ve</strong>n kişiUzlet ihtiyâr eder yâd ü bilişten geçer(BT, 165)Aşk denizine dalan ölür, fakat bu yeni bir dirilişe gebe olan ölüştür.Aşk gelince bütün eksikler biter. Âşık için dünyâ mevkileri bir şeyifâde etmez:Aşk denizi gene taşmış kan akarÂşık-i bîçâre dalsın nolısarBu denize düşen ölür dedilerÖlür ise ko ölsün nolısarAşk gelicek cümle eksikler biterBitmez ise ko ki kalsın nolısarDünyâ mansıplarıyle izzetinYûnus kodu alan alsın nolısar(BT, 144)Bu kadar değerli olan aşk Yûnus’u coşturup taşırırsa çokgörülmemelidir:Ey âşıklar ey âşıklar aşk mezheb ü dindir banaGördü gözüm Dost yüzünü kamu yas düğündür banaDost aşkına ulaşaldan dünyâ ahret bir olduYûnus sana tuttu yüzün unuttu cümle kendüzünEzel ebed sorar isen dünle bugündür banaCümle sana söyler sözün söz söyleten sensin ana(BT, 160)12. Aşk Bilineni Unutturur, Boşaltıp Yeniden Doldururİnsanların büyük çoğunluğu muhâfazakâr bir yapıya sâhiptir.Burada muhâfazakârlıkla kasdımız duraganlık, değişme <strong>ve</strong> gelişmeyekapalılık, yeni <strong>ve</strong> farklı görüş <strong>ve</strong> düşünceleri zor kabullenme gibiözelliklerdir. Bunda bir nevî zihin tembelliği, yeniliklere gözünükapama durumu da vardır. Derûnî <strong>ve</strong> rûhî bir şok sayılabilecek olan“aşk”, bu olumsuz vasıflarla bağdaşmaz. Aşk ile kişinin iç dünyâsınınyıkılıp yeniden yapılması söz konusudur. Böylece müsbet derûnî güçlertamâmen faal hâle gelir. O bakımdan <strong>Hak</strong> âşıkları son derece aktif,<strong>ve</strong>rimli, toplumlara ışık tutucu <strong>ve</strong> rehberlik edici cesur kimselerdir.Bildiklerinden, inandıklarından <strong>ve</strong> alışageldiği şartlardanvazgeçebilmek gerçekten bir cesâret işidir. Buradaki “vazgeçmek”,daha iyisine kavuşmak içindir. Boşalmak, yeniden dolmak içindir. Buiç transformasyon tebcîle değer. Yûnus, aşkın bu öldüren <strong>ve</strong> olduransırrını yakalamış <strong>ve</strong> yaşamış kimsedir. Farklı bir yol tuttuğunu, aşkınetkisiyle bildiklerini unuttuğunu söyler:Ayruksı nesne tutmuşam bildiklerim unutmuşamCânımı aşka atmışam anda ne buldum bilmezem100101


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAklını kaybetmiş, fikrini tamâmen dağıtmıştır. Bu sırada boşalmış <strong>ve</strong>yeniden dolmuştur. Ne ile dolduğunu ise bilmez, çünkü aşk sarhoşluğudevam etmektedir. Bir süre sonra bilmesi mümkün olacaktır:Aklım yavu vardı benim dağıldı fikrim kamûsuBoşaldım üş doldum <strong>ve</strong>lî ne ile doldum bilmezemBuradaki boşalmak <strong>ve</strong> dolmak tasavvuftaki “fenâ <strong>ve</strong> beka”nazariyesinin Yûnus dilindeki yalın <strong>ve</strong> basit ifâdesidir. Kötü huylardanboşalmış iyi huylarla bezenmiştir; bilgisizlikten boşalmış bilgi iledolmuştur, nihâyet kendi beşerî varlığından boşalmış <strong>Hak</strong> varlığıyladolmuş, yâni O’nunla bâkî olmuştur.Tasavvufî aşk şiirlerinde âşık Mâşuk <strong>ve</strong> aşk ayniyetine sıkçarastlanır. Yûnus’ta da bunu görüyoruz, aşksız olamayacağını, fakat aşkkendisini fânî kılacağı için onunla da olamayacağını netîcede aşka kulolduğunu söyler:Ben aşksızın olumazam aşk olıcak ben olmazamAşktır canımın hâsılı aşka kul oldum bilmezem(BT, 118)13. Aşk Ebedîleştirir, Âşık Ölmezİnsan oğlu sonsuzluktan hoşlanır. Yukarıda gördük, fânîliği seçişebedîliğe sıçramak içindir. Ölmeden ev<strong>ve</strong>l ölme sırrına erenler, dahabu dünyâda iken ölümsüzlüğe adım atmış kimselerdir. <strong>Hak</strong>k›ı se<strong>ve</strong>nler,<strong>Hak</strong>›la bâkî olmuşlardır, dolayısıyle ölümsüzlüğ yakalamışlardır. Öyleder Yûnus:Âşık öldü deyû salâ <strong>ve</strong>rirlerÖlen hayvân olur âşıklar ölmez(BT, 167)<strong>Hak</strong>k’ın cemâli öyle güçlü bir hayat iksîridir ki, onu görenlerebediyyen ölmezler:Aşık Yûnus seni ister lutfeyle cemâlin gösterCemâlin gören âşıklar ebedî ölmez Allah’ım(BT, 155)Çeşitli ilgi odaklarından her birini terk ediş bir nevî ölümdür.Ebediyeti yakalayacak olduktan sonra bu türlü ölümlerin ne zorluğuolur ki:Ne gam bunda bana bin kez ölürsemAnda ölüm olmaz ölmezem ayruk<strong>Hak</strong>k’a âşık olan O’na benzemeye çalışmış, O’nun ahlâkıylaahlâklanarak O’nun rengine boyanmıştır. “Rengi Allah’ınkinden dahagüzel olan kim vardır?” (Bakara 2/138). Bu ilâhî renk hiç solmaz.O rengi taşıyan âşık Yûnus da ölümsüzleşmiştir. Aynı tâzelikle bizebugün de sesleniyor:Göyündüm aşk ile tâ kül oluncaBoyandım rengine solmazam ayrukVarlığım yokluğa değişmişem benBugün cana başa kalmazam ayruk(BT, 77)Âşık bir bakıma zamânı aşmış, zamânın üstüne çıkmış kimsedir.Ezel ebed onun için bir şey ifâde etmez. Bu ebedî dirilik <strong>ve</strong> tâzeliktendolayı artık gönlünün pas tutması da uzak ihtimaldir:Dost aşkına ulaşaldan dünyâ ahret bir olduEzel-ebed sorar isen dün ile bugündür banaAyruk bize yas olmaya hiç gönlümüz pas olmayaZîrâ <strong>Hak</strong>’tan gelen âvaz sorulmaz bir ündür bana(T, 48)102103


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİEbediyet sınırına adımını atmış olan Yûnus, buraya gelinceye kadarterketmek durumunda kaldığı şeyler için hiç de üzüntülü görünmez.Aksine sevinç <strong>ve</strong> mutluluk içinde onların hepsini yağmâya <strong>ve</strong>rmiştir.Çünkü “Canlar Cânı” olan Tanrı’sını bulmuş, O’na kavuşmuştur:Canlar canını buldum bu canım yağmâ olsunAssı ziyândan geçtim dükkânım yağma olsunBen benliğimden geçtim gözüm hicâbın açtımDost vaslına eriştim gümânım yağma olsunİkilikten usandım birlik hânına kandımDerd-i şarâbın içtim dermânım yağma olsunVarlık çün sefer kıldı Dost andan bize geldiVîran gönül nûr oldu cihânım yağmâ olsunYûnus ne hoş demişsin bâl ü şeker yemişsinBallar balını buldum kovanım yağmâ olsun(BT, 168)14. Aşk Güçlüdür, Menfîyi Müsbete ÇevirirAşka medhiyeler düzmek kolaydır <strong>ve</strong> zevklidir. Bu boşuna değilyerinde bir harekettir. Bilhassa ilâhî aşk gerçekten son derece etkilibir güçtür. İnsanın mânevî eğitiminde bir vâsıtadır. Aşkın gücü ile,insan yaradılışında mevcut menfî unsurlar müsbete döner. Kötü huylargüzelleşir, böylece insan olgunlaşıp kemâle ermiş olur.Allah aşkı Yûnus’ta da büyük istihâleye yol açmış, karayı aktan,eğriyi doğrudan seçecek temyiz kudretine onu ulaştırmıştır. O bakımdanaşkı “ devlet tâcı” gibi değerli bulur:Devlet tâcı başa kondu aşk kadehi bana sunduCanım içti aşktan kandı karayı aktan seçer oldumAşk hamları pişirir, olgunlaştırır, iyiyi kötüden ayırd etme yeteneği<strong>ve</strong>rir:Esritti aşka düşürdü ben ham idim aşk pişirdiAklımı başa düşürdü hayrı şerden seçer oldumAşk insanı korkulardan kurtarır, nefsi etkisiz hâle getirerek ötelerâlemine uçmayı sağlar:Hayra döndü benim işim endîşeden âzâd başımNefsimin başını kestim kanadlandım uçar oldum(T, 112)Yûnus’a göre Hz.İbrâhîm’i Nemrud’un gazabından koruyan aşktır.(Bk. Enbiya 21/52-69) Hz.İbrâhîm’in Allah’a olan büyük sevgisi, ateşibahçe hâline getirmiştir:İbrâhîm’e Nemrud odun aşktır gülistan eyleyenAşktan nazar ericeğiz gülzâr oldu nâr olmadı(T, 155)Yûnus bu aşktan fazlasıyle memnundur. Çünkü o gönlünü coşturanduyguları, dilinin inci gibi kıymetli sözler söylemesini <strong>ve</strong> çok sevdiğidervişliğini içinde kaynayan Tanrı aşkına borçludur:Canda yanar çerâğı gönüldedir durağıGönül dağı cân dağı aşk ile cûş eylediEsrik oldu canımız dür döker lisânımızO Çalab’ın aşkı beni derviş eyledi(G, 441)San’atkârımız aşkın değerini anlatmaya doyamaz. Aşk dağlarıparçalar, sultânı kul hâline getirir, gamı kederi yok eder. Denizlerikaynatacak, kayaları söyletecek kadar güçlüdür:İşidin ey yârenler kıymetli nesnedir aşkDeğmelere bitinmez hürmetli nesnedir aşkHem cefâdır hem safâ Hamza’yı attı Kaf’aAşk iledir Mustafâ devletli nesnedir aşk104105


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİDağa düşer kül eyler gönüllere yol eylerSultanları kul eyler hikmetli nesnedir aşkKime kim aşk vurdu ok gussa ile kaygu yokFeryâd ile âhı çok firkatli nesnedir aşkDenizleri kaynatır mevce gelir oynatırKayaları söyletir kuv<strong>ve</strong>tli nesnedir aşkÂkılleri şaşırır deryâlara düşürürNice ciğer pişirir key odlu nesnedir aşkMiskin Yûnus neylesin derdin kime söylesinVarsın Dost’u toylasın lezzetli nesnedir aşk(T, 89)15. Aşk Menfaatsiz <strong>ve</strong> Şuurlu Bir Kulluğa YöneltirSon derece güçlü olan ilâhî aşk, ferdin dînî hayâtında derin tesirlerbırakır. Menfaatsiz <strong>ve</strong> şuurlu bir kulluğu gerçekleştiren en önemli âmilAllah sevgisidir. Bu sevgi, dünyevî <strong>ve</strong>yâ uhrevî herhangi bir faydapeşinde olmaksızın, kulluk edilmeye <strong>ve</strong> sevilmeye lâyık olan yegânevarlık olduğunu düşünerek Allah’a yönelmeyi sağlar. Yûnus Emre’deböyle bir kulluk anlayışı vardır, Allah’a şöyle seslenir:Ben bugün canımı senin yolunda fedâ ediyorum, biliyorum ki senkarşılığını <strong>ve</strong>rmek isteyeceksin. Karşılık olarak bana Cenneti <strong>ve</strong>rme,ben Cennet istemiyorum, Cenneti ne yapayım? Gönlüm onu istemez.Benim bu ağlayıp inlemem bağ bahçe için değildir:Bugün canım yolda koyam yarın ıvazın <strong>ve</strong>resinArz eyleme Uçmağını hiç arzum yok uçmak içinBenim Uçmak neme gerek hergiz gönlüm ona bakmazİşte benim zârılığım değildürür bir bağ içinYâ Rabbi, senin Cennetim dediğin <strong>ve</strong> mü’minleri teşvik ettiğinyer nedir ki? Orası bir evle bir kaç hûriden ibârettir, benim onlarıkucaklamak için bir he<strong>ve</strong>sim yoktur. Sen Cennet kadınları olanhûrilerden helâl olarak bize bu dünyâda da <strong>ve</strong>rdin. Ben ondan bilevaz geçmiş haldeyim. Benim bütün arzum seni görmektir, sanakavuşmaktır:Uçmak Uçmak dediğin mü’minleri yeltediğinBir ev ile bir kaç hûri he<strong>ve</strong>sim yok koçmak içinBunda dahî <strong>ve</strong>rdin bize ol hûrîden çift helâlOndan dahî geçti arzum arzum seni görmek içinBilindiği üzere Kur’an’da Cennet tasvirleri, altından ırmaklarakan köşkler, bağlık bahçelik yerler, her türlü isteğin ânında yerinegetirildiği ideal bir ortam şeklindedir. Dünyâda iken, dînin gereklerinesamimî olarak uyanlara Cennet vâdedilir. Bunlar elbette doğrudur.Şu var ki, din her seviyeden insana hitâb eden çok geniş bir yapıyasahiptir. Dînin gayelerinden biri de, dünyevî hayatta insanca bir düzensağlamaktır. Bunun için emirler <strong>ve</strong> yasaklar koymuştur. Bu emir<strong>ve</strong> yasaklara müeyyide olarak Cennet <strong>ve</strong> Cehennem gösterilmiştir.Seviyesine göre, kimi Cehennemden korktuğu için, kimi Cennetekavuşmak ümîdiyle bu kurallara uyacaktır. Hangi sebeple olursa olsun,geniş kütlelerin iştirâkıyle insânî bir düzen sağlanırsa bu bir başarıdır,küçümsenemez. Yûnus da bunu küçümsüyor değildir. Fakat onunkulluk anlayışı başkadır. O, daha büyük bir idealin peşindedir. O, korku<strong>ve</strong>yâ ümitle değil, doğrudan Allah’ın zâtı için <strong>ve</strong> Allah sevgisiylehareket etmektedir.Bu düşüncelerden hareketle Yûnus: Tanrım sen Cenneti sofulara<strong>ve</strong>r, bana sen gereksin. Bir “ala çardak” için ben seni nasıl terkederim?der. Ben sana hasretim, aramıza hiçbir şey girmesin, <strong>ve</strong>lev ki seninvâdettiğin Cennet de olsa istemem. Bana cemâlini göster, sen zâlimdeğilsin, ne olur bana bu konuda yardım et! diye yalvarıp yakarır:106107


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİSofulara <strong>ve</strong>r sen onu bana seni gerek seniBen nice terk edem seni şol bir ala çardak içinYûnus hasretdürür sana hazretini göster onaİşin zulüm değildürür dâd eylegil varmak için(BT, 130)Yûnus Emre’nin dillerde çokça dolaşan meşhur beytinde de aynıdüşünceler tekrarlanır:Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle bir kaç hûriİsteyene <strong>ve</strong>r sen onu bana seni gerek seni(BT, 124)Dünyevî <strong>ve</strong>yâ uhrevî herhangi bir menfaati hesâba katmaksızın,Yüce Tanrı’nın ibâdete lâyık yegâne varlık olduğunu düşünerek,bir karşılık beklemeden O’na yönelmek en hâlis kulluk şeklidir.Öteki anlayışları da değersiz görmeksizin buna yönelmek pek alâmümkündür. Böyle bir kulluk anlayışı tasavvufun ana hedeflerindenbiridir. İşte ılâhî aşk insanı bu kulluğa götürmeğe yarar. Bu anlayışındînî dayanakları vardır: Yûnus sûresi 26. âyetin bir yorumuna göre,Cennette <strong>Hak</strong>k’ın dîdârını <strong>ve</strong> cemâlini temâşâ etmek Allah’ın mü’minkullarına bir ihsânı olacaktır. 81 Bir kudsî hadîse göre iyi kullar içinhazırlanan “Hiç bir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği <strong>ve</strong>insan aklının ulaşamıyacağı” 82 nîmet de <strong>Hak</strong> cemâlini müşâhedeolsa gerektir.Menfaatsiz kulluk anlayışının öncülerinden biri de Râbiatü’l-Adeviye (185/804)dir. Cenneti kasdederek: “Ev sâhibi evden dahadeğerlidir” der. Ayrıca “Cehennem korkusu <strong>ve</strong>yâ cennet ümîdiyle81Bk. İ.<strong>Hak</strong>kı Bursevî, Rûhu’l-Beyan, II, 26, İstanbul, 1306; Hamdi Yazır, <strong>Hak</strong>Dîni Kur’an Dili, IV, 2704; Müslim, îman, 297; İbn Arabi, Nurlar Hazînesi, çev.Mehmet Demirci, 80, İstanbul 1990.82Buhari, tefsîru sûre: 30; Müslim, îman, 312; İbn Arabî, Nurlar Hazinesi, 84.kulluk etseydim, ücretle iş gören sıradan bir işçi gibi olurdum.” 83derken, Allah’ın cemâline kavuşmak isteğinin asıl gayesi olduğunubelirtir.Başında aklı olan ücretle amel etmezHûrilere aldanmaz göz ile kaştan geçer(G,379)diyen Yûnus’un söyledikleri de bundan başka bir şey değildir.Yûnus’un asıl korkusu, vâsıtanın gaye haline gelmesi, gönül çekiciolan Cennetin <strong>Hak</strong>’la kendisi arasına girme tehlikesidir. O takdirdeCennet bir tuzak hâline gelir. Gerçek âşıklar ise Cennetten daha ilerigidip Cemâl’e kavuşmayı dilerler:Âşık mı derim ben ona Tanrı’nın Uçmağın se<strong>ve</strong>Uçmak hod bir tuzaktır mü’minler canın tutmağa<strong>Hak</strong>k’ın gerçek âşıkları istemezler CennetleriCennetten dahî ileri gider makamın tutmağa(G, 432; BT, 176)16. Aşk Kuru Ağacı Yeşertir, Dinamizm Kaynağıdırİnsan oğlu yaradılış îtibâriyle kabiliyetli <strong>ve</strong> güçlü bir canlıdır. Fakatâtıl halde duran bu güç <strong>ve</strong> kabiliyetleri harekete geçirmeyi bilmeklâzımdır. Kendi hâline bırakıldığı takdirde sönüp gidebilir. İşte aşk,durgun haldeki bu potansiyel imkânları faal duruma getiren vâsıtalarınbaşında gelir. Yûnus bunu çok iyi farkedenlerdendir. Benzersizteşbihler <strong>ve</strong> yalın ifâdelerle mes’eleyi ortaya koyar. Ona göre yoluaşka düşmeyen, kuru bir ağaca benzer; kuru ağaç ise kesilip ateşteyakılmaktan başka bir işe yaramaz:83Kutü’l-Kulûb, II, 113; Attar, Tezkiretü’l-Evliya, çev. S.Uludağ, 110-126, İstanbul,1985.108109


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİKur ağacı niderler kesip oda yakarlarHer kim âşık olmadı benzer kuru ağaca(G, 428)Kendisi, kuru ağaç misâli kenarda köşede kalmış sıradan birinsan iken, başka bir aşk erinin himmeti <strong>ve</strong> nazarı ile genç <strong>ve</strong> tâze birdelikanlı gibi <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> aktif bir hâle gelmiştir:Bir kuru ağaç idim yol üzre düşmüş idimEr bana nazar kıldı tâze civan oldum benBu beytin yer aldığı şiirin öteki kısımları da ilâhî aşkın hâsıl ettiğiaynı dinamizmin güçlü tasvirleriyle doludur: <strong>Hak</strong> âşıkı olan kimsenindünyâsı genişlemiştir, o ırmakları bırakıp denizlere kavuşmuştur. Birzerresi denizleri kaynatan aşk, kişiyi kimbilir ne yapar! Âşık olangündelik basit üzüntülerden kurtulur. Aşk, insanı bülbüller gibi söylerhâle getirir, nihâyet içini <strong>ve</strong> dışını nurla doldurur:Ey dost seni se<strong>ve</strong>lden aklım gitti kaldım benIrmakları terk edip denizlere daldım benBir zerre aşkın odu kaynatır denizleriDüştüm aşkın odına tutuşuban yandım benOl canda ki aşk ola onda gussa olmayaBu aşk bana gelelden gussam gitti güldüm benBülbül âşık olmuş kızıl gülün yüzüneGördüm erenler yüzün hezâr destan oldum benBu aşkı bana <strong>ve</strong>rdin ben niderem kendüzümİçim dışım nur doldu Dost›a âşık oldum ben(T, 118-119)İçin dışın nur dolması bir doğuşun, yeniden dirilişin ifâdesidir.Böyle kimse <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> faal olacaktır. Başka bir yerde Yûnus <strong>Hak</strong>aşkıyla içi dışı nurla dolan kimsenin dilinin de çözüleceğini ifâde eder:<strong>Hak</strong>k’a âşık olan kişiAkar gözünün yaşıPürnûr olur içi dışıSöyler Allah deyû deyû(BT, 196)İlâhî aşkla yeni bir hayat <strong>ve</strong> yeni bir dinamizm kazanan kişi, öylebir ruh terâ<strong>ve</strong>ti içindedir ki, her an yeni doğmuşcasına çevresine tâzelikaydınlık <strong>ve</strong> ümit ışıkları saçmaya devam eder. Bu kimseyi herkes se<strong>ve</strong>r,ondan bıkılıp usanılmaz:Biz sevdik âşık olduk sevildik Mâşuk oldukHer dem yeni doğarız bizden kim usanası(G, 444; BT, 170)17. Aşk Güzel Ahlâkı Gerçekleştirir<strong>Hak</strong> âşıkının iç dünyâsında neler olup bittiğini tam olarakanlamamıza imkân yoktur. Yanardağın merkezine yaklaşmak mümkünmüdür? Ama bildiğimiz bir şey var: Taş gönülleri yumuşatıp, kuruağaçları yeşerten aşk iksîri, ahlâkî olgunluğu sağlayan en tesirli güçtür.Tasavvufta, insan yaradılışında mevcut kibir, gurur, hırs gibi bir takımsivrilikleri törpüleyebilmek için riyâzet <strong>ve</strong> mücâhede denen usullertatbik edilir. Bunlar kişinin durumuna göre bazan çok sert boyutlaraulaşabilir. Bu yolla eğitim <strong>ve</strong> olgunlaşma uzun zamanı gerektirir.Aşk, ahlâkî olgunlaşmayı daha çabuk gerçekleştirir. İnsanı mumgibi eritip âdetâ yeni bir kalıba sokan aşk, bu sırada onun fıtratındabulunan zararlı unsurları da tasfiye etmiş olur:110111


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİAşk dâvâsı kılan kişi hiç anmaya hırs u hevâAşk evine girenlere ayruk ne meyl ü ne <strong>ve</strong>fâ<strong>Hak</strong>k’a âşıklık iddiâsında bulunan kimsenin aşırı ihtirasları, nefsânîistek <strong>ve</strong> arzuları bırakmış olması lâzımdır. Çünkü aşk evine girenlerin<strong>Hak</strong>’tan gayri şeylere yönelmek, onlara fazlaca bağlılık göstermek gibihususları bir kenara bırakmış olması gerekir.Aşkın mâhiyetinden bahsederken onun “Mâşuktan başka her şeyiyaktığı” belirtilmişti. Yakılacak şeylerin başında, nefsin zaafları, beşerîarzû <strong>ve</strong> ihtiraslar gelir. Aşk ateşiyle yok olan bu kötü hasletler bir dahadirilmemek üzere ölmüş sayılırlar. Bunların ölümü demek güzel ahlâkıdiriltmek demektir. O halde ilâhî aşkın sonucu olan ahlâk, daha köklü<strong>ve</strong> daha olgun bir güzel ahlâk sayılmalıdır. Yûnus şöyle devam eder:Gerçek âşık olan kişi anmayısar dünyâ ahretÂşık değildir ol kişi yürüye izzeti kovaGerçek âşıkın dünyâ <strong>ve</strong> âhiret ilgi <strong>ve</strong> menfaatlerinden geçmesi îcapettiğini ev<strong>ve</strong>lce görmüştük. Dünyâ ilgilerini terketmenin tabiî bir sonucuolarak büyüklenme, kendini beğenme duygusundan uzaklaşılmışolur. Bu ise alçak gönüllü olmak (tevâzu) gibi bir ahlâkî davranışınifâdesidir. “Yürüyüp izzeti kovmayan” yâni, büyüklenme <strong>ve</strong> kendinibeğenme tavrından uzaklaşmayan kimse Yûnus’a göre âşık değildir:İzzet ü erkân kamusu bunlardır dünyâ sevgisiAşktan haber eyitmesin kim dünyâ izzetin se<strong>ve</strong>gibi mânâlara gelir. Allah’ın, dînin, insanın izzeti vardır <strong>ve</strong> bunlardeğerli şeylerdir. Yûnus’un bu mısrâlarında söz konusu olan ise “dünyâizzeti”dir. Bu da maddî, dünyevî <strong>ve</strong> nefsânî varlıklar <strong>ve</strong> değerlerleöğünmek gibi bir mânâyı hatırlatır.Nitekim Yûnus, bu türlü izzetten geçemeyen kimsenin âşıklıkiddiasında bulunması bir iftiradan ibârettir, diyor. Çünkü aşkla dünyâizzetinin bir e<strong>ve</strong> girmesi asla mümkün değildir. Gönül evinde hemAllah sevgisi, hem de dünyevî <strong>ve</strong> nefsânî alâkalar bir arada bulunamaz:Her kim izzetten geçmedi âşıklık bühtandır onaHergiz girdiği yokdurur aşk ile izzet bir e<strong>ve</strong>“Hükümdarlar bir beldeye girdikleri vakit orayı yıkarlar <strong>ve</strong>halkın ulularını zelîl hâle getirirler” (Neml 27/34) meâlindeki âyetintasavvufi yorumu yapılırken şu görüşlere yer <strong>ve</strong>rilir: Mârifet <strong>ve</strong> aşksultânı bir kalbe girince orayı alt üst eder <strong>ve</strong> orada söz sâhibi olan nefs-iemmâre, kibir, gurur, benlik kabîlinden ne kadar güç varsa hepsinietkisiz hâle getirir, <strong>Hak</strong>’tan gayri her şeyi kalbten çıkarıp atar. 84Aşağıdaki beyitlerde Yûnus da aynı duygu <strong>ve</strong> düşünceleri tekrartekrar vurgular gibidir:Dünyâ vü izzet aşk ile bunlar sazkâr olmadıVallah nükte benim değil aşk hâzırdır görmez revâHer kimde ki aşk var ise ayruk nesne sığmaz ondaDost döşeğine geçemez at u katır yahut de<strong>ve</strong>(T, 45)İzzet <strong>ve</strong> erkân yâni büyüklenme <strong>ve</strong> debdebe, bunların hepsi dünyâsevgisinin bir sonucudur. Dünya izzetini se<strong>ve</strong>nin aşktan <strong>ve</strong> âşıkolmaktan bahsetmeye hakkı yoktur.“İzzet” aslında müsbet bir haslettir. Şeref, yücelik, değer yüksekliğiİyiyi <strong>ve</strong> doğruyu anlatabilmek için nasihat <strong>ve</strong> öğütlerde bulunmakahlâk eğitimin usullerinden biridir. Aşkın oldurucu <strong>ve</strong> erdirici sihirligücü bahis konusu olunca, öğüt <strong>ve</strong> nasihatin sözü bile edilmez:84Bk.Bursevî, Rûhu’l-Beyan, II, 896.112113


Ben sevdiğim Mâşukayı sen dahî bir görse idinVermeyedin bu öğüdü fedâ kılaydın bu canıÇünkü âşık kişi nasîhat <strong>ve</strong> öğütten anlamaz, ona öğüdün bir faydasıolmaz. Esâsen onun öğüde ihtiyâcı yoktur. O her şeyden vaz geçtiğiiçin kibir <strong>ve</strong> kini çoktan unutmuştur. Böyle kötü huyların onda izi bilekalmamıştır:Âşık kişi bilmez öğüt zîra assı kılmaz öğütUnutur ol kibr ü kîni terk eyler gider dükkânı(T, 160)Kibir <strong>ve</strong> kin, tedâvîsi en zor mânevî hastalıklardandır. Bilhassamarazî bir büyüklenme duygusu olan kibrin ilk bakışta anlaşılmayançok değişik mâhiyette tezâhürleri vardır. Tasavvufî ahlâk eğitiminde,görünen <strong>ve</strong> görünmeyen “kibir” duygusunun yok edilerek, yerine“tevâzu”un konabilmesi, oldukça çetin <strong>ve</strong> zorlayıcı uygulamalarlaancak mümkün olur. Meselâ şöhret sâhibi bir kimse, bu eğitimdebaşarılı olmak <strong>ve</strong> kibrini kırmak için, sırasında basit temizlik işlerindegörevlendirilebilir. Tasavvuf târihinde bu tür örneklere rastlanır. İşteaşk, her şey gibi bütün kötü huyları yok edeceğinden, ahlâk eğitimindeönemli bir vâsıta olarak karşımıza çıkmaktadır.E<strong>ve</strong>t, aşk kişiyi olgunlaştırır <strong>ve</strong> ahlâkî kemâle ulaştırır. “Aşkı vargönlü yanar yumuşar muma döner.” Böyle bir gönül sâhibinin “içi dışıpürnûr” olacağı için, onda dînin <strong>ve</strong> cemiyetin hoş görmediği hiçbirkötü huy barınamayacaktır.Âşık, süflî arzularının kökünü kazıdığı gibi, nefsin boynunu vurupetkisiz hâle getirir; gönül evini yuyup yıkayarak ter temiz hâle sokar:Aşkın odu düştü câna eritti yürek yağınıKesti he<strong>ve</strong>sâtın kökün oda yandırdı bağınıKazdı kahır kazmasıyla canda cefâ ocağınıÇaldı nefsin boynuna himmet eri bıçağınıHimmet suyu ile yudu gönlün evin ap arıcaHizmet kapısından ona sundu şükür ayağını(BT, 82)18. İlâhî Aşktan ınsan <strong>Sevgisi</strong>neAllah aşkının en mutlu sonuçlarından birisi de, kişiyi bütünyaratıklara sevgi gözü ile bakma seviyesine getirmesidir. Mâdemki her şey <strong>Hak</strong>k’ın tecellîsidir, <strong>Hak</strong>k’ı se<strong>ve</strong>n O’nun tecellîlerini dese<strong>ve</strong>cektir. İlâhî tecellîlere en çok mazhar olan, bir başka ifâdeyle YüceYaratıcı’nın en mükemmel eseri insandır. O halde Yaratıcı’yı se<strong>ve</strong>nO’nun eseri <strong>ve</strong> yer yüzündeki halîfesi olan insanı da se<strong>ve</strong>cektir.Çalışmamızın ikinci bölümünde bu bahsi daha geniş işleyeceğimiziçin, burada Yûnus›un sâdece ilâhî aşkla bağlantılı olarak insansevgisine temas ettiği bir kaç beyti üzerinde durmak istiyoruz:İnsanın en değerli unsuru gönlüdür. Yûnus <strong>Hak</strong> âşıklarının aslagönül yıkmadıklarını belirtir:Âşık olan miskin olur <strong>Hak</strong> yoluna teslim olur.Her ne dersen boyun tutar çâre yok gönül yıkmağa(G, 432; BT, 176)Yûnus’un “Aşkın odu düştü câna eritti yürek yağını” mısrâıylabaşlayan bir şiirinde, ilâhî aşkla nefsinin kemâle erdiğini, gönül evinintertemiz arındığını ifâde ettikten sonra, bütün kâinâtı kucaklayan birinsan sevgisi, diğergâmlık <strong>ve</strong> şefkat duygusunu dile getirir. Bu sevgi<strong>ve</strong> şefkatledir ki, sâdece dost <strong>ve</strong> yakın saydıklarına değil, bilerekbilmeyerek kendisine karşı duranlara bile hayır duâda bulunur. Taşatana güller saçılmasını, kandilini söndürmek isteyenin kandiliniTanrı’nın aydınlatmasını temenni eder:Her kim bize yanı yanar <strong>Hak</strong> dileğin <strong>ve</strong>rsin onaVurmaklığa kasdedenin düşem öpem ayağınıKim bize taş atar ise güller nisâr olsun onaÇerâğıma kasdedenin <strong>Hak</strong> yandırsın çerâğını(BT, 82)115


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİİKİNCİ BÖLÜMYUNUS EMRE’DE İNSAN SEVGİSİ1. İnsanın Değeriİnsan denen varlık, gerek maddî gerekse mânevî yönü îtibâriyleyaratıkların en mükemmelidir. İslâm inanç <strong>ve</strong> düşüncesine göre,insan en güzel biçimde (ahsen-i takvîm üzere) yaratılmış <strong>ve</strong> Allahona kendi rûhundan bir nefha <strong>ve</strong>rmiştir. Meleklere, insana secdeetmeleri emredilmiştir. Hiçbir varlığın yüklenmeye cesâret edemediği«emânet”i insan yüklenmiş <strong>ve</strong> o, Allah tarafından yer yüzünde “halîfe”kılınmaya lâyık bulunmuştur. Allah’ın isim <strong>ve</strong> sıfatlarının tecellîsidiğer varlıklarda münferid <strong>ve</strong> dağınık biçimde bulunduğu halde,insanda topluca <strong>ve</strong> tam olarak bulunur. Aslında öteki bütün yaratıklarinsanın hizmetindedir. Mahlûkatın var oluşundaki esas sebep insanınvar olmasıdır (insan hilkatin illet-i gaiyesidir). İnsan kâinat ağacınınmey<strong>ve</strong>sidir.İnsan türü bu kadar değerli olmakla berâber, fert fert her birininderecesi aynı değildir. O aynı zamanda zayıftır, hırslı <strong>ve</strong> huysuzdur,azgınlaşmaya müsâittir. Aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîne)yuvarlanabilir. Ne var ki herkes alabildiğine yükselme <strong>ve</strong> “olgun insan”olma imkânına sâhiptir. Yeter ki, mayasındaki cevherin kıymetinibilerek onu geliştirmek gayreti içinde olabilsin.116117


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİHoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin senMerdüm-i dide-i ekvân olan âdemsin senderken Şeyh Galip işte bunu hatırlatır: Ey insan oğlu, kendini iyitanı, alıcı gözle bak, göreceksin ki sen âlemin özüsün. Sen kâinâtıngöz bebeği olan insansın. Bunun kıymetini bil <strong>ve</strong> onun şânına uygunbir hayat sür.Yaradılışımızdaki en güçlü hislerden biri sevgidir. Sevgininyöneltileceği ikinci önemli obje de insan olacaktır. Hayvanlar da sevgidilinden anlar. Fakat sevginin bu dünyâda asıl muhâtabının insanolması akla daha yakındır. Başta söylemiştik, bütün kâinat sevginineseridir.Sevgiye bîgâne olabileck bir zerre bile yoktur. Mâdemki her şey<strong>Hak</strong>k’ın eseridir, O’ndan bir iz taşımaktadır, bütün kâinâta sevgigözüyle bakmak îcap eder. Bunların hepsi doğrudur, güzel tesbitlerdir.Fakat varlıklar içinde insanın müstesnâ bir yeri olması dolayısıylesevgiden en büyük payı onun alması tabiîdir. Zîrâ sevgi, en çok tesîriinsan üzerinde icrâ eder.İnsan “gönül” sâhibidir. Gönül bütün yüceliklerin kendindetoplandığı yerdir. Gönül nazargâh-ı ilâhî’dir. Nihâyet gönül, sevginincoşup taştığı yer olduğu gibi, aynı zamanda girip yerleşeceği, kararkılacağı mahaldir. O bakımdan sevginin dilinden en iyi anlayaninsandır.İslâm Dîninde özellikle tasavvuf düşüncesi, insanı alabildiğineyüceltmiş, hattâ «insân-ı kâmil” motifiyle onu kâinâtın ekseni kabuletmiştir. Dindeki ahlâkî öğütlerin büyük bir bölümü anne baba,komşuluk, akrabâlık münâsebetleri, zayıfları gözetme gibi insanilişkileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Dolayısıyle insan sevgisi noktasındaodaklaşmış sayılır. “İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.”ifâdesi bir Peygamber sözü olarak zikredilir. 85 Bilhassa tasavvuf erbâbıbu öğütleri bir hayat kaidesi hâline getirip tatbik etmişlerdir. Bu85Bk. Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 101.yüce duygunun muhâtabı sâdece insanlar olmamıştır. Nicholson’ındiliyle söylersek: “Müslüman evliyâ menkıbeleri, hor görülen köpekdâhil hayvanlara, kuşlara hattâ böceklere karşı gösterilen merhamethikâyeleri ile doludur.” 86Meselâ muhabbet <strong>ve</strong> Allah’tan ümit kesmeme (recâ) gibi konularişlenirken; toplumun hor <strong>ve</strong> hakir gördüğü, yaşayış <strong>ve</strong> davranış itibariylegerçekten düşük seviyede olan, fakat “zavallı” diyebileceğimiz basitinsanlara bile sevgi, şefkat <strong>ve</strong> hoşgörüyle yaklaşmak gerektiğinitelkin eden menkıbelere, mûteber tasavvuf kaynaklarında bile bolcarastlanır. 87Aslında bütün varlıklara karşı gösterilen bu sevginin asıl kaynağıAllâh’ın sevgisidir. Bâyezid Bistâmî öyle der: “Allah bir insanı sevdiğizaman, bunun belirtisi olarak ona üç sıfat ihsan eder: Deniz gibicömertlik, güneş gibi sıcaklık, toprak gibi tevâzu.” Her şeyi kucaklayanbu yüksek hasletler en belirgin şekilde insan sevgisi olarak kendinigösterecektir. İşte İslâm sûfilerince temsil <strong>ve</strong> tatbik edilen bu anlayışıntârihimiz <strong>ve</strong> kültürümüz içerisindeki en büyük temsilcilerinden biriside Yûnus Emre’dir. Yûnus’un büyüklüğü, eşsiz bir şâir oluşununyanında, taşıdığı insancıl hüviyetinden gelir.Batı’da kökü çok eskilere dayanan <strong>ve</strong> insanın değeri noktasındaodaklanan Hümanizm cereyanı, değişik devir <strong>ve</strong> bölgelerde farklıyorumlara sâhip olmuş, ama hep teoride kalmıştır. Yûnus’ta <strong>ve</strong>benzerlerinde ise insan sevgisi sâdece sözde değil bizzat hayâtıniçindedir. Özellikle Yûnus Emre, çeşitli hümanizm teorilerini geliştiren<strong>ve</strong> bugünkü medeniyetin öncüleri olan milletlerin birbirini din, mezhep,ırk ayrılığı yüzünden boğazladıkları bir devirde, bütün insanların eşitolduklarını, hakîkî olgunluğun “yetmiş iki millete aynı gözle bakmak”sûretiyle gerçekleşeceğini terennüm etmiş kimsedir. 8886Nicholson, İslâm Sûfileri, çev. Komisyon, 93, Ankara, 1978.87Bk.Kuşeyri, Risâle, 109 (Recâ bahsi); terc. 232-23388Bk. Mümtaz Turhan, “Yûnus Emre’den Kalan”, Türk Yurdu Dergisi YûnusEmre Özel Sayısı, Ocak 1966.118119


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ2. Dost’un Dostunu SevmekYûnus Emre’nin mensup olduğu sevgi ağırlıklı tasavvufdüşüncesinde Allah sevgisinin tabîî bir sonucu olarak insan sevgisidoğacaktır. Allah’ı gerçekten se<strong>ve</strong>nler, Allah’ın en mükemmel eseri <strong>ve</strong>halîfesi olan “insan”ı da se<strong>ve</strong>cektir. Öyle diyor Yûnus:<strong>Hak</strong>k’ı gerçek se<strong>ve</strong>nlere cümle âlem kardaş gelir(T, 74)Allâh’ı se<strong>ve</strong>n O’nun sevdiklerini de se<strong>ve</strong>r. Sevginin ilk menşeininAllah olduğunu, O’nun insanları sevdiğini biliyoruz. Yûnus’ta da insansevgisinin kaynağı Allah sevgisidir. Ona göre gerçek Mâşuk olan Allahneyi se<strong>ve</strong>rse, bizim de onu sevmemiz gerekiyor. Dost’un dostunaendîşe <strong>ve</strong> tereddütle yaklaşılmaz:Mâşûka neyi se<strong>ve</strong>rse lâzımdır sevmek onuDost’umuzun dostuna yad endîşe ne lâyıkSen gerçek âşık isen Dost’un dostuna dost olGer böyle olmaz isen dostum demegil bayıkŞu <strong>ve</strong>yâ bu sebeple karşımızdakinin değerini anlamakta güçlükçekebilir <strong>ve</strong>ya az görebiliriz. Yûnus hatırlatır: İnsan oğlunun aslıyüce yerdedir, herkes <strong>Hak</strong>›tan gelmektedir. Bunu hatırlayarak menfîduyguları düzeltmek gerekir:Kime az bakar isen aslı yüce yerdedirAz görme çok gör onu böyle gelmiştir tarîkÂşıklar arasında başta olabilmenin <strong>ve</strong> gerçek âşık olabilmeninşartlarından birini Yûnus, hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün insanlarakucak açmak “yetmiş iki millete kurban olmak” şeklinde îzah eder:Yetmiş iki millete kurban ol âşık isenTâ âşıklar safında imam olasın sâdıkSonra bu fikrini biraz daha açar <strong>ve</strong> şuna dikkati çeker: Seçkin olsun,avamdan biri olsun Allah’a itâatkâr <strong>ve</strong> âsî olsun bütün insanlar Allah’ınkuludur. Bu durumda hangi birine O’nun evinden dışarı çıkmasınısöyleyebilirsin:Hâs u âm mutî âsî Dost kuludur cümlesiKime ayıdabilirsin gel evinden taşra çık(G, 389)Yûnus’un bu düşüncelerinde yadırganacak bir taraf yoktur. Birhadîse göre “İnsanların tamâmı Allâh›ın ayâli, yâni Allâh’ın ailefertleri gibidir.” 89 Allâh’ın bir kulu <strong>ve</strong> insan olarak her ferd değerlidir.İyi <strong>ve</strong>ya kötü olması, itaatli <strong>ve</strong>ya isyankâr olması Allah’la kendiarasındaki bir mes’eledir. Sırasında onun kötü yönleri ile mücâdeleetmek de bir görevdir, fakat bu mücâdele esnâsında dahî onun birinsan, dolayısıyla saygı değer bir varlık olduğunu hatırdan çıkarmamakgerekir. Kişiye duyulan saygı <strong>ve</strong> sevginin asıl sebebi ondaki insanlıkmeziyeti <strong>ve</strong> taşıdığı ilâhî cevherdir. İşte Yûnus düşüncesi bu hususlarıgözetip ön plâna çıkararak bütün insanlara büyük sevgi <strong>ve</strong> şefkatlekucağını açmasını bilmiştir.Bu sevginin sonuçlarından biri de alçak gönüllü (mütevâzı) olmaktır.Doğru yol üzere gitmek, <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini görmek gibi güzelliklerinhemen ardından, alçak gönüllü olmayı sayan <strong>ve</strong> bunu “er” yâni olguninsan vasfı kabul eden Yûnus kimseye tepeden bakmamak gerektiğinisöyler:Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki <strong>Hak</strong>k’ı göreEr oldur ki alçak dura yüceden bakar göz değil(T, 102; G, 394)89Keşfü’l-Hafâ, I, 457120121


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ3. Derviş Diğergâm OlurDerviş demek tasavvuf yolunu benimseyip onun gereklerini yerinegetirmeye başlayan kimse demektir. Yûnus Emre kendisi için şiirlerindeçok defa “miskin”, “âşık” sıfatı kullanırken, bazan da “Derviş Yûnus”diye söyler. Gerçek dervişliğin nasıl olması gerektiğini uzun uzunanlatır. Dervişlik yolunun îcaplarından biri de ahlâk güzelliğidir.Tasavvuf ahlâkında kendinden çok başkalarını düşünmek mühim biresastır. Yûnus’ta bu başkalarını düşünme <strong>ve</strong> diğergâmlık engin birduygu olarak âdetâ bütün insanlığı kucaklar mâhiyettedir. Bu düşünceonun mısrâlarında öylesine güçlü <strong>ve</strong> etkilidir ki, onun kuru bir öğüt<strong>ve</strong> lâf olarak kalmış olması düşünülemez. Yûnus bunları bizzatyaşamış, faydasını <strong>ve</strong> sonuçlarını görmüş, ondan sonra da başkalarınatavsiye etmiştir. Bu tavsiyelerini her zaman olduğu gibi sâde, basit,yapmacıksız fakat o nisbette <strong>ve</strong>ciz <strong>ve</strong> etkili mısrâlarla ortaya koymasınıbilmiştir.Ona göre dervişlik iddiâsında bulunan kimse, her türlü sahte <strong>ve</strong>yapmacık tavırdan uzaklaşıp gümüş gibi saf <strong>ve</strong> tertemiz bir ruh <strong>ve</strong>düşünce hayâtına sâhip olmalıdır:Her kime kim dervişlik bağışlanaKalpı gide pâk ola gümüşleneDerviş, insanlara karşı öylesine <strong>ve</strong>rici <strong>ve</strong> iyilikse<strong>ve</strong>r olmalıdır ki,onun nefesi bile misk <strong>ve</strong> anber kokuyormuşcasına etrâfına faydalıolmalı. Onun budağından uzayacak dalların mahsûlüyle memleketler<strong>ve</strong> şehirler mey<strong>ve</strong>yle dolup taşmalı, bunlardan herkes faydalanmalıdır:Nefesinden misk ü anber tüteBudağından il ü şâr yemişleneBu olgun insanı bir ağaca benzetirsek, onun yalnız mey<strong>ve</strong>si değil,yaprağı bile dertli kimseler için derman olmalıdır. Bir ulu ağaç gibiçevresini öylesine gölgelendirmeli ki, sıcak yaz günlerinde o gölgelikte,insanlar toplanıp dinlenmeli, bir çok hayırlı hizmetler görmeliler:Yaprağı dertli için derman olaGölgesinde çok hayırlar işleneÂşıkın gözü yaşlıdır. Bu göz yaşları sâdece aslından uzak kaldığı <strong>ve</strong><strong>Hak</strong>k›a kavuşmak hasretiyle kavrulduğu için değildir. Aynı zamandainsanlara karşı sevgi, şefkat <strong>ve</strong> merhamet duygularıyla dolup taştığıiçindir. Bu iki sâikledir ki göz yaşları bir göl teşkil edecek kadar bololmalıdır. Bu türlü duyguları, aynı zamanda sürekli olmalı <strong>ve</strong> ayağınıbastığı yerden sazlar bitmeli, kamış hâline gelecek o sazlardan insanlaristifâde etmelidir:Aşıkın gözü yaşı hem göl olaAyağından saz bitip kamışlana(T, 137)*Gerçek dervişlik için elsiz <strong>ve</strong> dilsiz olmak <strong>ve</strong> kimseye gönül koyucuolmamak gerekir. Bu vasıfları taşımayan kimse dervişlik iddiasındabulunmamalıdır.Döğene elsiz gerek söğene dilsiz gerekDerviş gönülsüz gerek sen derviş olamazsın(BT, 114)Yûnus’un bu mısrâlarını da onun engin insan sevgisi ile îzah etmekistiyoruz. Karşısındakinden zarar <strong>ve</strong> hakaret görse de olgun insanın,kimseye kırıcı davranmaması <strong>ve</strong> gönül koymaması isteniyor. Atasözünde ifâde edildiği gibi “İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğeiyilik ise er kişinin kârıdır.” Yûnus sevgi dolu gönlüyle “er kişi” yâniolgun kişi olmayı tavsiye ediyor.122123


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYûnus’un bu sözleri tek başına ele alınınca, onların Hz. Îsâ’yaatfedilen “Bir yanağına tokat vurulduğu takdirde, karşı koymak yerinehemen öteki yanağını çevir.” sözünde ifâdesini bulan pasif bir hayatanlayışını sergilediği kanâati uyanır. Bizce bu kanâat yanlıştır. Bumısrâlar tasavvuf düşüncesinin bütünü içinde ele alındığı zaman,burada pasifliğin teşvîki gibi bir husus görülmez. Söz konusu olan, hermes’elede olduğu gibi burada da, “fâil-i hakîkî”nin Allah olduğunudüşünerek, döğme <strong>ve</strong> söğmeye âlet olan kişiye kızmak <strong>ve</strong> ona gönülkoymak yerine, hâdiseyi olgunlukla karşılamak gerektiğidir. O kişiyegönül koyduğumuz takdirde, fiili ondan bilmiş, dolayısıyle gerçek fâilolan <strong>Hak</strong>’tan gafil olmuş oluruz.Bir de şu var: Elsiz <strong>ve</strong> dilsiz olmak, dayak yerken <strong>ve</strong>yâ hakareteuğrarken karşılık <strong>ve</strong>rmemek, kendini savunmamak <strong>ve</strong> kör bir te<strong>ve</strong>kkülleeli kolu bağlı oturmak demek değildir. Elbette insanca <strong>ve</strong> medenîcemukabele gerekir. Tasavvuf <strong>ve</strong> Yûnus düşüncesinin bu mısrâlarlademek istediği şudur: Kendini savunur <strong>ve</strong> kötülüğe mukabele ederkenelsiz <strong>ve</strong> dilsizmişçesine, gaddarca olmaksızın davranmalısın. Karşındakiinsanın kötü hâline sen de iştirak etmemelisin. Hele ki uğradığın zararıondan bilmek gafletine düşerek gönül koymaya kalkmamalısın.Bu beyti, dînin sabır <strong>ve</strong> affediciliği teşvik eden esasları ile deaçıklayabilirz. “Döğene” karşı şu <strong>ve</strong>yâ bu şekilde mukabele etmek birhaksa da, sabredip “elsiz”mişcesine karşılık <strong>ve</strong>rmemek bir fazîlettir.Zâten tasavvuf <strong>ve</strong> dervişlik, ortalama dindarlığın üstüne çıkarak“fazîlet”leri artırma gayretinden ibârettir. Kur’an’da “Eğer cezâ<strong>ve</strong>rmek isterseniz, size yapılanın aynıyla mukabele edin. Fakatsabrederseniz, andolsun ki bu sabredenler için daha iyidir.” (Nahl16/126) buyrulur. Ayrıca “...öfkelerini yenerler insanların kusurlarınıaffederler...” diye tavsif edilen kimselere cennet vâdedildiği (Bk.Âl-i ımran 3/134), dolayısıyle bu hoşgörülü <strong>ve</strong> insancıl tavrın Kur’anahlâkında teşvik edildiği görülür. Ayrıca Hz.Peygamber’in olgun <strong>ve</strong>fazîletli müslümanı târif ederken kullandığı ifâdeler de aynı gerçeğiaçıklar. Bu kimseler: “Elinden <strong>ve</strong> dilinden müslümanların selâmetteolduğu» 90 kişilerdir. Aşağıdaki âyetler bütün bu hususları hulâsaetmektedir:“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde önle.O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki candanbir dost olur. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur;buna ancak (hayırdan) büyük nasîbi olan kimseler kavuşturulur.”(Fussılet 41/34-35).*Yûnus Emre’deki insan sevgisi <strong>ve</strong> diğergâmlık hiç kimseye enküçük bir zarar <strong>ve</strong>rmemeyi hedefler:Kimse bağına girmegil kimse gülünü dermegilVar kendi Mâşukun ile bahçede ol alış yürüBaşkalarına zarar <strong>ve</strong>rmeme sâdece maddî ölçüler içindekalmıyor. Olgun kişi davranış <strong>ve</strong> sözlerine öylesine dikkat etmeli ki,karşısındaki insan onun hakkında kötü düşünme mevkiinde kalmamalı,muhâtabının gönlünü kollamalı şu <strong>ve</strong>yâ bu şekilde bir şiş gibi onuincitip yaralamamalı. Ayrıca meclislerde, toplantılarda kaba <strong>ve</strong> çiğdavranışlardan kaçınmalı, nâzik <strong>ve</strong> zarif olmalı. İşte aşağıdaki mısrâlarbu son derece insancıl <strong>ve</strong> ince tavırları öğütlemektedir:Gönüllerde iğ olmagıl mahfillerde çiğ olmagılÇiğ nesnenin ne tadı var gel aşk oduna piş yürü(G, 438)Yûnus Emre’nin diğergâmlığının temelinde İslâm ahlâkının esaslarıvardır. Meşhur bir hadîse göre: “Kendisi için sevip istediği bir şeyibaşkaları için de istemedikçe hiç kimse gerçek mü’min olamaz.” 91Şâirimize göre bu prensip sâdece Hz. Peygamber’in sözü olmaktan90Bk.Buhârî îman, 4,5; Tecriî-i Sarîh terc.I, 29.91Bk.Buhârî, îman, 7; Tecrîd-i Sarîh terc.I, 30; Müslim, îman, 71.124125


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİibâret değildir, belki de dört semâvi kitap Tevrat, Zebur, İncil <strong>ve</strong>Kur’ân’ın, dolayısıyle hak dinlerin özünü teşkil etmektedir:Sen sana ne sanırsan ayruğa da onu sanDört kitabın mânâsı budur eğer var ise(T, 131)4. “Benim İşim Sevi İçin”Yedi yüz yıldan beri ruhları <strong>ve</strong> gönülleri yıkamaya devam edenYûnus Emre’nin destânî bir hayâtı vardır. Yaptıkları <strong>ve</strong> sözleri ilenice kimselere örnek olmuştur. Fakat kendi samîmî ifâdesine göre,öyle büyük bir iddiâsı <strong>ve</strong>yâ dâvâsı yoktur. O sâdece <strong>ve</strong> sâdece insanlararasında sevgiyi hâkim kılmak için gelmiştir. Çok sevdiği Tanrı’sıgönüllerde karar kıldığı için, gönül yapmağa gelmiştir. «Gönülyapmak» bir mânâda gönülleri hoş tutmak, memnun etmek ise, birmânâsı da şu olabilir: Gönülleri îmar etmek, onları <strong>Hak</strong> sevgisinibarındıracak bir olgunluğa eriştirmenin yollarını göstermektir. İnsanayönelik en önemli yardım <strong>ve</strong> sevgi tezâhürü bu olsa gerektir. Öylediyor Yûnus:Ben gelmedim dâvâ için benim işim sevi içinDost’un evi gönüllerdir gönüller yapmağa geldim(T, 107; G, 400; BT, 169)İşi sevi olanın kimseyi boş görmemesi gerekir. Aslında boş <strong>ve</strong>değersiz kimse yoktur. Gördük ki insan türü bizâtihî en değerli varlıktır.Her insan Tanrı emânetini taşımaktadır. Buna rağmen ferdî plândainsanların bir takım eksik <strong>ve</strong> kusurları elbette vardır. Fakat olgun kişiyedüşen, eksik <strong>ve</strong> kusur görmek olmamalıdır. Yûnus’u dinliyoruz:Tehî görme kimseyi hiç kimesne boş değilEksikliğe nazar erenlere hoş değil(G, 394)Yûnus Emre’de insan sevgisinin boyutları öylesine geniştir ki,cümle yaradılmışa, “yetmiş iki millete”, yâni bütün insanlara aynıgözle bakmak gerektiğini söyler. Böyle düşünmeyen kimsenin <strong>ve</strong>lî deolsa, din bilgini de olsa gerçekte hatâ <strong>ve</strong> isyan içinde olduğunu belirtir:Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan<strong>Halk</strong>a müderris olsa hakîkatte âsîdir(T. 55; BT, 98)Yûnus’un bu beytinden, insanlar arasında bir takım küçük hesaplarla,şu iyidir bu kötüdür, gibi basit ayırımlar yapmamak gerektiğinianlıyoruz. Herkesin inanç <strong>ve</strong> düşüncesi kendisini ilzâm eder. İnsanolarak her fert saygıdeğer bir hüviyete sâhiptir.Bu insancıl düşünce iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan, inançlıyıinançsızdan ayrı tutmamamızı gerektirmez. İyi, doğru <strong>ve</strong> güzeldavranışlar her zaman tasvip <strong>ve</strong> teşvik edilecek; kötü, yanlış <strong>ve</strong> çirkininhatâlı olduğu belirtilecektir. Fakat bütün bunlar yapılırken, insanıninsanlığına dâima saygılı kalınacaktır. Kötülük <strong>ve</strong> inançsızlığa âletolan kimse, tamâmen gözden çıkarılıp defterden silinirse onu tekrarkazanmak nasıl mümkün olur? İnsanları reddetmek, kırmak <strong>ve</strong> koğmakbir yoldur. Ama asıl olan bu değildir, yıkmak değil yapmak asıldır.Kapıları açık tutmak, yol göstermek <strong>ve</strong> onları kazanmak asıl güzelsonuçtur. Bu sonuca da ancak Yûnus’ların metodu ile, insan sevgisiile ulaşılabilir.Yûnus Emre’den 500 sene önce yaşamış fakat aynı anlayışa sâhipbir başka İslâm sûfîsi olan İbrâhim b. Edhem’in davranışında bumetodun ânî tesirine ait bir örnek dikkati çeker: İnsan sevgisi ile doluolan İbrahim b. Edhem (ö. 161/777) yolda giderken bir sarhoşa rastlar.Adam yere yıkılmış, üstü başı perîşan, ağzı yüzü bulaşık <strong>ve</strong> kir pasiçindedir, sarhoşluktan bu hâle gelmiştir. Onun, insan haysiyetiylebağdaşmayacak bir şekilde, böyle bir görüntü içinde kalmasına gönlürâzı olmadığı için, gidip su getirir, sarhoşun elini yüzünü güzelce yıkar,üstüne başına çeki düzen <strong>ve</strong>rir <strong>ve</strong> uzaklaşır. Durumu görenler, ayıldığı126127


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİzaman adama olup bitenleri anlatırlar. Meşhur bir kimse olan İbrâhimb. Edhem’in sarhoş ağzı yıkamak gibi bu ince davranışı karşısında çoketkilenen o alkolik insan, tevbe eder <strong>ve</strong> bir daha içki içmemeye kesinkarar <strong>ve</strong>rir. Bir müddet sonra İbrâhim rüyâsında Tanrı’nın şöyle birhitâbıyla karşılaşır: “Ey İbrâhim, sen bizim için bir ağız yıkadın, biz desenin için onun gönlünü yıkadık, yani ona tevbe nasîp ettik!” 925. “Bir kez Gönül Yıktın İse Bu Kıldığın Namaz Değil”Yûnus Emre’deki insan sevgisinin en <strong>ve</strong>ciz <strong>ve</strong> açık tezâhürlerindenbirini de onun gönül yıkmamak <strong>ve</strong> alçak gönüllü olmak tavsiyesindebulunduğu mısrâlarında görüyoruz. ınsan varlığında gönlün yeribüyüktür, hattâ insanı insan yapan onun kalbi yânî gönlüdür. Yeryüzünde Kâbe’nin Müslümanlarca değeri ne ise, insan varlığındagönlün yeri odur. Şu farkla ki, Câmî (898/1492)nin deyişiyle “KâbeÂzer oğlu İbrâhim peygamberin yaptığı bir binâdır, oysa gönül YüceTanrı’nın nazargâhıdır.” O bakımdan Kâbe’den daha değerlidir.Yûnus Emre aynı şeyleri Câmî’den ev<strong>ve</strong>l söylemişti:Gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ eyit bana ey aklı erenGönül yeğdürür zîrâ kim gönüldedir Dost durağı(T, 149)Tasavvufî düşünce şu ifâdeyi kudsî hadis olarak kabul eder. Hz.Peygamber’in diliyle Allah şöyle buyurur: “Ben göğe <strong>ve</strong> yere sığmam,fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” 93 Çünkü îmânın mahallikalbdir. Netice olarak «gönül» insanın bütününe eş değerdedir.Yûnus gönül yapmaya büyük değer <strong>ve</strong>rir. Gönül yıkan kimseninise, namaz <strong>ve</strong> hac ibâdetinin sanki boşa gideceğini söylemek ister:92Bk. Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ terc. 165.93Bk. Keşfü’l-Hafâ, II, 273.Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değilYetmiş iki millet dahî elin yüzün yumaz değil(T, 102; BT, 202; G, 394)Namaz <strong>ve</strong> Hac İslâm dîninin iki mühim ibâdetidir. Gönül kırmamakise ahlâkî bir davranıştır. Bunlardan hangisi daha değerlidir, tartışmasıbizi bir yere götüremez. Şu kadarını biliyoruz ki; dînin îmân, ibâdet <strong>ve</strong>ahlâk diye isimlendirilen üç temel unsuru birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.Kur’an’da ibâdetlerin ahlâkî sonuçlarına sıkça yer <strong>ve</strong>rilir. Bu üçüarasındaki münâsebeti şöyle bir örnekle anlatmak oldukça yaygındır:Dîni, bir ağaca benzetirsek îmân bunun gövdesi, ibâdet dalları <strong>ve</strong>yaprakları, ahlâk ise mey<strong>ve</strong>sidir. Mey<strong>ve</strong>siz ağacın fazla değeri yoktur.Kişiyi ahlâkî olgunluğa eriştirememiş bir dindarlık da fonksiyonunuyerine getirememiş demektir. Gerçekten namaz <strong>ve</strong> hac ibâdetinititizlikle îfâ ettiği halde, insanlara karşı kırıcı, kaba <strong>ve</strong> hoyrat davranan,gönül yıkan kimsenin davranışı, şekil dindarlığından ileri gidemez.Yûnus’un ifâdesiyle söylersek bu “bir kuru emek”ten ibârettir.Allâh’ın ancak mü’min kulun kalbine sığdığı hadiste belirtiliyor;îman <strong>ve</strong> sevgi gibi iki değerli hasletin mahallinin de kalb olduğuhusûsunu göz önünde bulunduran Yûnus Emre, haklı olarak gönülyıkan kimsenin hem dünyâda hem de âhirette bedbaht olacağını söyler:Gönül Çalab’ın tahtı gönüle Çalab baktıİki cihan bedbahtı her kim gönül yıkar iseAk sakallı pir koca bilimez hâli niceEmek <strong>ve</strong>rmesin hacca bir kez gönül yıkar ise(T, 131; G, 430; BT, 188)6. “Bir Hastaya Vardın İse”Yûnus Emre’deki insan sevgisinin teoriden ibâret olmadığınısöylemiştik. Kimse kendisinde insan sevgisi olmadığını söylemez.Önemli olan bu sevginin davranış hâline gelmesi, fiilî olarak ortayaçıkmasıdır. Meselâ hasta ziyâretinde bulunmak, muhtaçlara yardım128129


etmek bunun tezâhürlerinden biridir. Bu insânî davranış şâirimizinmısrâlarında şöyle ifâde bulur:Söz konusu hadislerden biri şöyledir: “Çıplak bir mü›mini giydirenkimseyi Allah cennet giyecekleri ile mükâfatlandıracaktır.” 95Bir hastaya vardın ise bir içim su <strong>ve</strong>rdin iseYarın anda karşı gele <strong>Hak</strong> şarâbın içmiş gibiBu mısrâlar meşhur bir Kudsî Hadîs’in son derece başarılı olarakşiir tarzında dilimize aktarılmış şeklidir. Hadîs’in konuyla ilgili bölümüşöyledir:“Allah kıyâmet gününde şöyle buyuracak:- Ey Âdem oğlu, ben hastalandım da sen beni ziyâret etmedin.Kul:- Yâ Rabbi sen âlemlerin Rabbisin, ben sana nasıl hasta ziyâretiyapabilirim? Allah:- Sen bilmez misin ki, benim filân kulum hastalanmıştı da senonu ziyâret etmemiştin. Eğer sen onu ziyâret etseydin muhakkakbeni onun yanında bulacaktın! Ve tekrar Allah:- Ey Âdem oğlu, ben senden su istedim de sen bana su <strong>ve</strong>rmedin!buyurur. Kul:- Yâ Rabbi, sen âlemlerin Rabbisin! Ben sana nasıl su<strong>ve</strong>rebilirim? der Allah:- Filân kulum senden su istemişti de sen ona su <strong>ve</strong>rmemiştin.Bilmez misin ki, eğer ona su <strong>ve</strong>rmiş olsaydın bunu benim yanımdabulacaktın!” 94Tâkip eden beyit de yardımse<strong>ve</strong>rlikle ilgili hadislerin manzum şeklisayılır:Bir miskini gördün ise bir eskice <strong>ve</strong>rdin iseYarın anda karşı gele <strong>Hak</strong> libâsın giymiş gibi(T, 155)7. “Yiğit İken Ölenler”Yûnus Emre’de <strong>ve</strong> onun düşüncelerine hayat <strong>ve</strong>ren sistemdeinsanın değeri tartışılmaz bir üstünlüğe sâhiptir. Böyle olunca insanhayâtı da o nisbette kıymetli olacak demektir. Ölümler, hele genç yaşta<strong>ve</strong> vakitsiz görünen ölümler her yerde insan kalbini titreten, derinkederlere sürükleyen olaylardır. Yûnus da bir insandır, hem de duygulubir insan. Bu tür ölümlerin onu da etkilememesi düşünülemez.Yûnus Emre’deki insan sevgisi öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, sankiyaşadığı devir Anadolu’sundaki bütün muztarip insanların duygularınatercüman olmaktadır. Açlık, sefâlet, ihmal, iç karışıklıklar <strong>ve</strong> sâirsebeplerle hayatını kaybedenler, bilhassa genç yaşlarında tâzecikfidanlar gibi ölenler için yanıp yakılır. Onları daha başak <strong>ve</strong>rmeden,<strong>ve</strong>rimli hâle gelmeden biçilmiş tâze ekinlere benzetir:Bu dünyâda bir nesneye yanar içim göynür gözümYiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi(T, 155)Ölüm her zaman acıdır, fakat genç yaştaki ölümler bilhassayakınlarını perîşan eder. Yûnus iki mısrâ içinde, her zamanki kudretli<strong>ve</strong> sâde üslûbuyla bu gerçeği dile getirmiştir. Hatıra şu soru gelebilir:Yûnus Emre’nin inanç sistemine göre her şey <strong>Hak</strong>k’ın irâdesi <strong>ve</strong>tecellîsi iledir, gerçek fâil Allah’tır. Her hâdiseyi sabır <strong>ve</strong> rızâ ilekarşılamak gerekir. Yiğit iken ölenlere yanıp yakılmak bu anlayışa tersdüşmez mi?Bu çetrefil durumu, Yûnus’un öteki inançları kadar güçlü olan insansevgisi ile îzah edebiliriz. Yûnus’un <strong>Hak</strong> aşkıyle yüklü olan gönlü94Bk. Müslim, birr, 43; İbn Arabî, Nurlar Hazînesi , 164-166.95Tirmizî, Kıyâme, 18, 41.131


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİöylesine hassas, yumuşak, yufka <strong>ve</strong> ince hâle gelmiştir ki, herkesekarşı şefkat <strong>ve</strong> merhametle dolup taşmaktadır. Kendi kendine içten içeyanmak demek olan “göynümek” <strong>ve</strong> iç yanmasında rızâsızlık, şikâyet<strong>ve</strong> isyan yoktur. Bu son derece asil bir duygudur. Şefkat <strong>ve</strong> sevginintezâhürüdür. İnsanın beşerî tarafının bir gereğidir. Hz. Peygamberde, oğlu İbrâhîm’in küçük yaşta ölümü üzerine hafifçe ağlamıştır.O bakımdan Yûnus Emre’nin bu sözleri, onun kader inancı <strong>ve</strong> ilâhîirâdeye teslîmiyet prensibiyle çelişki teşkil etmez. Bu mısrâlar ondakiengin insan sevgisinin <strong>ve</strong>ciz bir ifâdesi olarak dikkati çeker.8. “Beri Gel Barışalım”Ve Yûnus Emre’nin bütün insanlığı kucaklayan cihanşümûl dâ<strong>ve</strong>ti!O herkesi barışa, dostluğa, tanışıp anlaşmaya çağırıyor. Fert <strong>ve</strong>yâtoplum olarak aramızda bir takım anlaşmazlık <strong>ve</strong>ya kavgalar çıkmışolabilir. Artık bunları bir yana bırakıp barışalım. Birbirini tanımayanyabancılar hâlindeysek tanışıp bilişelim. Hiçbirimiz burada kalıcıdeğiliz. Şu fânî dünyâda dostça kardeşçe yaşamak daha akıllıca sayılır:Beri gel barışalım yâd isen bilişelimAtımız eyerlendi eşdik elhamdülillâh(T, 129; G, 425)Yûnus’un bu çağrısı sâdece yakın çevresine değildir, bütüninsanlığadır. Çünkü onun “Yetmişiki millete aynı gözle bakmak”düşüncesini ev<strong>ve</strong>lce görmüştük.ÜÇÜNCÜ BÖLÜMDÜNDEN BUGÜNE YÛNUSBu çalışmamızda sâdece iki ana konu üzerinde durduk: YûnusEmrenin şiirlerinde ilâhî aşk <strong>ve</strong> insan sevgisi. Nihâî mânâda birdeğerlendirme yapmak için şiirlerin tamâmının ele alınması gerekeceğimuhakkaktır. Bununla birlikte sâdece bu iki ana konu etrâfında da birşeyler söylemek mümkündür. İşte bu bölümde, gerek millî çerçe<strong>ve</strong>de,gerekse bütün insanlık <strong>ve</strong> toplum yararı istikametinde Yûnus Emre›denalınmış <strong>ve</strong> alınabilecek mesaj üzerinde durmak istiyoruz.1. Millî Çerçe<strong>ve</strong>de Yûnus EmreYûnus Emre Anadolu insanının mayasını yoğuranların başındagelir. Onun büyüklüğü, eşsiz bir san’atkâr olması yanında taşıdığıinsânî hüviyeti <strong>ve</strong> insan sevgisinden ileri gelir. O, bu hüviyetiyleXIII. <strong>ve</strong> XIV. yüzyıl Anadolu’sunda çeşitli sosyal çalkantılar <strong>ve</strong>huzursuzluk ortamı içinde bocalayan insanımıza ümit <strong>ve</strong> moral kaynağıolmuştur. Son derece olumsuz dış şartlara rağmen insanların birbirineyaklaşmasını, birbirini sevmesini sağlamış, yardımlaşma duygularınınkökleşip yeşermesinde etkili olmuştur.O, şiirindeki samîmiyet <strong>ve</strong> sihirli kudretle insanın hissetme,duygulanma <strong>ve</strong> düşünme melekelerini topyekün harekete geçirmesini132133


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİbilmiştir. Bu sâyede cemiyetimizi büyük <strong>ve</strong> ince bir mahâretle insancadavranışlar <strong>ve</strong> insan sevgisi istikametinde yoğuranlardan biri, hattâbaşta gelenidir. O, insanı kendindeki yücelik <strong>ve</strong> cevherden haberdaretmiş, o yüceliğe uygun şekilde yaşamağa teşvik etmiştir. Hiçbirfark gözetmeden insanların hemcinslerini sevmelerini, onlara karşıhoşgörülü davranmalarını telkin etmiştir. Bu telkinler Anadolu’yubaştan başa sarmış <strong>ve</strong> ulvî bir atmosfer meydana getirmiştir.Anadolu halkının Yûnus Emre sevgisini <strong>ve</strong> Yûnus’ un bu insanlarüzerindeki büyük tesîrini gösteren hususlardan biri şudur: Doğusundanbatısına kadar bugün memleketimizde Yûnus Emre’ye âit kabul edilendokuz on tâne türbe vardır. Şüphesiz bunlardan sâdece birinde Yûnusyatmaktadır. Ötekiler ise onun için düzülmüş birer makam sayılır.Bu makamların her biri çevresinde teşekkül eden menkıbe hâlesinebakarsanız Yûnus’u gerçekten oralarda yaşamış <strong>ve</strong> ölmüş sanırsınız.Bundan şunu anlıyoruz: Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Türk halkıYûnus Emre’yi o kadar sevip benimsemiş, ondan öylesine etkilenmiştirki, Yûnus’u kendi çevresine <strong>ve</strong> kendi toprağına mal etmek istemiştir.Yûnus sevgisi <strong>ve</strong> tesîrinin tezâhürlerinden biri de onun şiir vâdisindekitâkipçileridir. Yûnus’un inanış <strong>ve</strong> düşüncelerini benimseyerek, onungibi sâde, samîmî <strong>ve</strong> akıcı bir üslûpla şiirler söyleyip yazan nicekimseler vardır ki, kendi adını kullanmaktansa şiirlerini Yûnus’a maletmekten zevk almışlardır. Edebiyat târihçilerini <strong>ve</strong> metin tesbîtindebulunanları hayli yoran <strong>ve</strong> uğraştıran bu durum sebebiyledir ki, bugünherkesin ittifak edeceği bir “Yûnus Emre Dîvânı” ortaya koymakmümkün olmamaktadır.İlmî bakımdan bir noksanlık gibi görünen bu vaziyetin ifâde ettiğigüzellik şudur: Yûnus Emre’yi çok se<strong>ve</strong>n âdetâ onda fânî olmakisteyen bir nice sanatkâr, tevâzu <strong>ve</strong> mahviyet duygularıyle kendiisimlerini kullanmaya gerek duymamışlardır. İsmini duyurmak içinçırpınan, bunu sağlamak amacıyle çeşitli yollara baş vuran günümüzinsanıyla mukayese edince, durumu anlamakta güçlük çekiyorsak da,bu böyledir. Edebiyat târihçilerimiz, isimli <strong>ve</strong>ya isimsiz onun yolundaşiirler yazıp söyleyenleri ifâde etmek üzere “Yûnus Tarzı” <strong>ve</strong>yâ “YûnusMektebi” gibi tâbirler kullanmak lüzûmunu hissetmişlerdir.*Rahmetli Mümtaz Turhan Amerikalı bir meslekdaşının şuintibâlarını nakleder: “Dünyânın her tarafında haysiyetine düşkün<strong>ve</strong>karlı insanlara rastlamak mümkündür. Fakat hiçbir yerde bu vasfınTürkiye’deki kadar yaygın <strong>ve</strong> bâriz olduğunu görmedim. İşin bencegarip tarafı aşağı tabakalarda daha kuv<strong>ve</strong>tli bir şekilde belirmesidir.İşte bunun sebebini bir türlü îzah edemedim.” 96Gerçekten bütün yozlaşmalara <strong>ve</strong> geri kalmışlığına rağmenAnadolu insanında, başka ülkelerde benzerine zor rastlanan bir ağırbaşlılık, misâfirper<strong>ve</strong>rlik <strong>ve</strong> ikram duygusu vardır. Anadolu köylüsüne,yedirdiği yemek, ikram ettiği bir mikdar mey<strong>ve</strong> <strong>ve</strong>yâ yaptığı biryardım için ücret kabul ettiremezsiniz. Bunlar güzel hasletlerdir. İştebize başka milletleri imrendiren bu <strong>ve</strong> benzeri değerli vasıflar bukıymetler <strong>ve</strong> gelenekler, asırlar boyunca Yûnus Emre <strong>ve</strong> emsâli büyükşahsiyetlerin bitip tükenmez çabaları netîcesinde kazanılmıştır. Böyleyüksek vasıfları, bu ecdat yâdigârlarını bir mîrasyedi zihniyetiylegelişigüzel harcayamayız. Aksine, onları iyi tanımak, korumak <strong>ve</strong>geliştirmek zorundayız.İnsan sevgisi <strong>ve</strong> olgunluk gibi ifâdeler söz olarak güzeldir. Bunlarındavranış hâline gelmesi ise insanın iyi yetişmesine, mânen beslenmesine<strong>ve</strong> doğuştan getirdiği istîdâtlarını geliştirmesine bağlıdır. Bu noktadaYûnus’ların büyük yardımı olacaktır. Dün olduğu gibi, bugün de onunfikirlerine muhtâcız. Millî kültürün özünü teşkil eden halk kültürününtemel taşlarından birinin Yûnus olduğu muhakkaktır.Türk kültür <strong>ve</strong> medeniyetinde Mevlânâ, Hacı Bektaş, Hacı Bayram<strong>ve</strong> Yûnus Emre gibi bütün insanlığı sevgi ile kucaklayan <strong>ve</strong> birleştirenruh adamlarının, <strong>ve</strong>lîlerin büyük rolü vardır. Her Türk şehrinde hattâkasaba <strong>ve</strong> köyünde bir <strong>ve</strong>ya bir kaç <strong>ve</strong>lî yatar. Bâzan da Yûnus Emre<strong>ve</strong> Sarı Saltuk misâlinde olduğu gibi, aynı şahsın birden fazla yerdemakam <strong>ve</strong>ya türbesi bulunur. Bu mânevî kuv<strong>ve</strong>t temsilcilerine halkbüyük saygı duyar. Onlara âit pek çok efsâne <strong>ve</strong> kerâmet anlatılır. Bumenkıbeler kahramanlık, doğruluk, insan sevgisi <strong>ve</strong> benzeri fazîletlerin96M.Turhan, ag.makale.134135


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİnesilden nesile aktarılmasında bir araç vazifesi görür. Toprağı bu neviinsanlar <strong>ve</strong> onların hikâyeleri kutsallaştırır. Bundan dolayı, onlarıntârihî <strong>ve</strong> mânevî fonksiyonlarını anlayarak, herkes kendi seviyesinegöre onlara değer <strong>ve</strong>rmelidir. Mehmet Kaplan’ın da dediği gibi:«Batı medeniyeti eski Türk <strong>ve</strong>lîlerinin kerâmetlerinden çok daha akılalmaz, saçma hikâyelerden ibâret olan Yunan mitolojisine dayanır.XX. yüzyılın akılcı <strong>ve</strong> maddeci görüşüyle, Türkiye’yi asırlardanberi kutsallık duygusuyla yaşatan <strong>ve</strong> koruyan <strong>ve</strong>lîleri inkâr <strong>ve</strong> ihmaledersek, pek büyük bir şeyi kaybetmiş oluruz.” 97 İşte, bütün insanlığıkucaklayan sevgi anlayışıyle Yûnus Emre de, ihmal etmememizgereken <strong>ve</strong>lî-san’atkârların başında gelmektedir.2. İnsanlığın Hizmetindeki YûnusYûnus’un dayandığı kültür zemîni İslâm-Türk kültürüdür. Bukültürü oluşturan köklere göre “İnsanlar bir tarağın dişleri gibidirler.” 98Bütün insanların eşitliğini belirten bu ifâde literatürde Hz.Peygamber’insözü olarak geçer. Şîrazlı Sâ’dî (692/291) de “Bütün insanları birbirininorganları” olarak kabul eder.Yûnus düşüncesinin öncülerinden olanAhmed Yesevî (562/1166): “Kâfir de olsa kimseyi incitme sen, katıyürekli gönül incitenden Hüdâ bîzârdır.” 99 der.Yûnus Emre’nin en başarılı <strong>ve</strong> etkili yönlerinden birinin, ondaki“insan sevgisi” olduğunu gördük. Yûnus, bu sevgiyi tasavvufunyumuşak <strong>ve</strong> toleranslı atmosferi içinde daha da geliştirmiş <strong>ve</strong>rahat ifâde etmiştir. Bu sevgi de Allah aşkı gibi sağlam bir temeledayanmaktadır. Yûnus düşüncesi her şeyden önce insana kendideğerini hatırlatmaktadır. insan, yegâne kudret <strong>ve</strong> kuv<strong>ve</strong>t sâhibiolan Allah’ın sevdiği bir varlıktır, dolayısıyle fevkalâde değerlidir.Zaaflarından <strong>ve</strong> geçici he<strong>ve</strong>slerin etkisinden kurtulup, her türlügüzelliğin <strong>ve</strong> kemâlin kaynağı olan Allâh’a kavuşarak, ebediyet97Mehmet Kaplan, Türk Milletinin Kültürel Değerleri, 41, Ankara 1987.98Deylemî, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hıtab, IV, 300, Beyrut 1406/1986.99Bk. Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmetten Seçmeler, Haz.Kemal Eraslan. 63,Ankara 1983.<strong>ve</strong> sonsuzluk menziline adım atabilir. Bu, aşkın dinamizmidir. Budinamizle insanın hâmil olduğu bütün müsbet güçler son noktasınakadar faal hâle gelebilir. Ferdî planda, rûhen alabildiğine kanatlanmayaaçık olan bu hâlin, sosyal alandaki tezâhürleri ise hoşgörüdür, sevgidir,merhamettir. “Yaradan’dan ötürü yaradılmışı hoş gören” bir anlayışlabütün insanlığı şefkatle kucaklayıştır.Toplumun temel taşı ferttir. Topluma <strong>ve</strong> insanlığa yapılabilecekhizmetin en başında ferdi olgunlaştırmak gelir. İnsan yaradılışındamevcut bir takım sivrilikler, kinler, kibirler, gururlar, çekememezlikler,bencillikler gibi tümen tümen olumsuzluk nü<strong>ve</strong>leri vardır. Bunlarıgidermek <strong>ve</strong>ya olumlu hâle sokmak için baştan beri bir takım ahlâkteorileri geliştirilmişse de, teoriyi pratiğe aktarmak pek mümkünolmamaktadır. Fakat Yûnus düşüncesinde mes’eleye temelden elatıldığı için başarılı sonuç alınabilmiştir. İlâhî sevgi ateşinin alevlerialtında bütün olumsuzuklar âdetâ yanmakta; kinler, nefretler, küçükhesaplar bir tarafa bırakılmaktadır. Ölüp yeniden dirilmişçesine budefa, aynı sevginin bereketli yağmurlarıyle filizlenen yeni bir “kişilik”ortaya çıkmaktadır. Bu olgun kişilik, sâdece insanlara değil, hayvanlara<strong>ve</strong> eşyâya bile sevgi <strong>ve</strong> şefkatle yaklaşan, yumuşak <strong>ve</strong> geniş ufuklu birmâhiyet arzeder.Yûnus düşüncesine insanlığın bugün de büyük ihtiyâcı vardır.Çağımız insanı, genellikle kendini yalnız et, kemik <strong>ve</strong> kandan ibâretbir yaratık olarak görmek <strong>ve</strong> sâdece etine kemiğine, yâni maddî <strong>ve</strong>nefsânî ihtiyaçlarına hizmet etmek yanlışlığı içindedir. Bu yüzden,bizzat taşımakta olduğu gerçeklerden <strong>ve</strong> üstü örtülü güzelliklerdenhabersizdir. Sonuç olarak da kendine yabancı, hattâ düşman kesilenbu insan, gerçek sevgiyi unutmuş, ihtiraslarının <strong>ve</strong> egoizminin esîriolduğundan, hem kendine hem çevresine zarar <strong>ve</strong>rir hâle gelmiştir.Bencillik, kin, nefret, intikam <strong>ve</strong> iftirâ gibi menfî kuv<strong>ve</strong>tleri müsbeteçevirecek kestirme yolların başında Yûnusların düşüncesi gelir.*Bugün Anadolu’nun büyük şehirlerinden en küçük yerleşimbirimlerine kadar, bir iki Yûnus Emre ilâhîsi bilmeyen <strong>ve</strong>ya bir kaç136137


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİmısrâ hatırlamayan âilemiz yok gibidir. Tâ yedi asır ötesinden uzayıpdaha nice yüzyılların üstüne ışık tutacak olan Yûnus Emre’nin renkli,<strong>ve</strong>cdli <strong>ve</strong> heyecanlı mısrâları, insan oğlunu en bedbaht zamanlarındabile tesellî eden, hattâ ona mutluluk <strong>ve</strong>ren tılsımlı bir güce sâhiptir.Bunun tipik bir örneğini <strong>ve</strong> bu inanışın insan şahsiyetini ne derecesağlam <strong>ve</strong> dayanıklı yaptığını şu hâdisede görüyoruz:Sene 1947. Alâeddin Yayıntaş isminde Köprülü’lü inanmış birTürk, Yugoslav ordusunda, Avusturya-İtalya sınırındaki bir alaydaaskerliğini yapmaktadır. Memleket henüz komünizm rejimiyle idâreedilmekte olduğu için hürriyet <strong>ve</strong> huzurdan mahrumdur. Bu katırejimde, her rütbedeki birlik komutanının yanında, aynı rütbede birde politik komiser vazîfe görür. Biri erlerin tâlimiyle uğraşır, ötekide artan zamanlarda askere Komünizm eğitimi <strong>ve</strong>rir. Günlerdenbir gün, bu politik komiser genç Alâeddin’i çağırır. Bundan sonraMüslüman Hıristiyan ayırımı olmaksızın bütün askerlerin yemeklerininaynı kazanda pişeceğini <strong>ve</strong> Müslümanların da Hıristiyanlar gibidomuz eti yiyeceklerini bildirir. Zâten çeşitli mahrûmiyetler içindeyaşanmaktadır. O güne kadar titizlikle riâyet ettiği dînî bir prensibinzedelenme tehlikesi bu genci çok üzer. Askerî birlikte, tek Türk olarakkendisi, yirmi altı tane de Boşnak Müslüman vardır. Ertesi gün Salkodiye çağrılan Sâlih ismindeki Boşnak’la genç Alâeddin hâric, diğeryirmi beş Müslüman, <strong>ve</strong>rilen domuz etini yerler.Salko, birliğin marangozhânesinde görevlidir. Bu hâdisenin üstündenhaftalar aylar geçer, yarı aç yarı tok, buldukları ile idâre olmaya çalışaniki gençten Alaeddin’in, bir gün Salko’nun çalıştığı atölyeye gitmesiîcâb eder. Pencerenin altına geldiği zaman marangoz Salko’nunsözleri Yûnus Emre’ye âit olan “Seni ben se<strong>ve</strong>rim candan içerû”ilâhisini yanık <strong>ve</strong> tesirli bir sesle okuduğunu duyarak, büyülenmişgibi olduğu yerde kalır, bir taşın üstüne oturarak sonuna kadar dinler.İşin garibi Salko Türkçe de bilmez. Ama gönül bilgisi yanında dilbilgisi bir şey midir? Bu, kulaktan kapılmış ilâhîyi gerçekten Salko’nun dili değil gönlü söylemektedir. O bitirince bu defa Alâeddin başkabir ilâhiye başlayarak içeri girer, aynı inanışa sâhip kişiler olarakkucaklaşıp ağlamaya başlarlar. “Ben ham sofu değilim, dervişim.Dînime özümden bağlıyım. Müslümanlığım onlarınki gibi küçüksıkıştırmalarla sakatlanmaz!” diyen Salko’ya genç arkadaşının dacevâbı aynıdır.O da, üç yüz küsur sene ev<strong>ve</strong>l Konya’dan Köprülü’ye göçüpyerleşmiş bir derviş sülâlesinden olduğunu söyler. Yâni ikisi deinandıklarına tam inanmışlardır, elbette prensiplerini ucuza pahalıyasatmazlar. Kimseden korkuları yoktur. Çünkü kimseden bir talepleri,menfaat <strong>ve</strong> ümit beklemeleri söz konusu değildir. 100Gerçekten Yûnus düşüncesinde, bir tek kapıya kulluk esasolduğundan, onun dışındaki bütün kulluklardan <strong>ve</strong> her türlübağımlılıktan kurtulup tam bir hürriyete, dolayısıyle de şahsiyetbütünlüğüne <strong>ve</strong> sağlam karaktere kavuşmak gibi mutlu bir sonuçkarşımıza çıkmaktadır. Bu hâliyle Yûnusların düşünce <strong>ve</strong> inancı millîolduğu kadar evrenseldir.3. Yûnus Emre Hümanist mi ıdi?Yûnus Emre’nin bütün insanlığı kucaklayan insan sevgisinin birbenzerine başka ülkelerde rastlamak zordur. Meselâ Avrupa’da YûnusEmre’nin yaşadığı devirlerden îtibâren altı yüz yıl boyunca, zamanzaman şiddetlenen bir arzû ile Hümanizm adı altında bu idealin peşindekoşanlar olmuşsa da, hiçbir yerde ona bu nisbette erişen çıkmamıştır.Üni<strong>ve</strong>rsitelerde, seminer <strong>ve</strong> konferanslarda, dergi <strong>ve</strong> kitaplarda bumes’ele konuşulup tartışılmış, bu konuda çok şey yazılıp söylenmiştir.Ne var ki yazılıp söylenenleri hayâta aktarmak pek mümkün olmamıştır.“Batı düşünmüş, Anadolu Türk’ü gerçekleştirmiştir. Batılı tahayyületmiş, özlemiş, Anadolu insanı yaşamıştır. “ 101İnsana <strong>ve</strong> insan sevgisine büyük değer <strong>ve</strong>ren Yûnus Emre›yibazıları en büyük «Hümanist»lerden sayarken, kimileri de bundanfevkalâde rahatsız olurlar. Nedir işin gerçeği?Dilimizdeki söyleyişiyle “ümanizm” (Humanisme) kısaca,100Bk. Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi, Abide Şahsiyetler, 52-56, İstanbul 1976.101M.Turhan, ag. makale.138139


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİinsancılık demek olup, insanlık sevgisini, insanın yüceliğini en büyükgaye sayan felsefî akım diye târif edilebilir. Hümanizmin Avrupa’daRönesansla ortaya çıktığı kabul edilir.“İnsana dönüşü, insanı değer ölçüsü olarak alışı, insanlığainanışı ifâde eden Hümanizma akımının Ortaçağın sonlarındanbaşlayarak Avrupa’da ortaya çıktığı pek yaygın bir kanâattir. Bu,Doğu tefekküründen <strong>ve</strong> İslâm düşüncesindeki gelişmelerden habersizolmanın ürünüdür. Çünkü Avrupa’da Hümanizma başlarken Doğu’da,İslâm dünyâsında dört başı mâmur bir Hümanizma, çok daha öncekiyüzyıllardan kalkıp gelerek kemâl mertebesine ulaşmış bulunuyordu.” 102Bir Batılı araştırıcı böyle diyor <strong>ve</strong> ilâ<strong>ve</strong> ediyor: Kökleri tâ eskiYunan’a kadar giden bir târih <strong>ve</strong> insan felsefesi, XIII. yüzyıldaAnadolu’da Mevlânâ <strong>ve</strong> Yûnus’la senteze ulaşır. Moğol istîlâsı<strong>ve</strong> çeşitli sıkıntılar içinde ezilmiş <strong>ve</strong> horlanmış Anadolu insanınınbekleyişine bu iki büyük şahsiyet cevap <strong>ve</strong>rir, ümit <strong>ve</strong> özlemlerinişavklandırır. Bu sentezin fikrî temeli tasavvufta yatmaktadır. Tasavvufbir yerde insana gü<strong>ve</strong>nme, insana inanma <strong>ve</strong> insanı yüceltmedir.Tasavvuf bir fantezi değil, «pratik» değeri olan bir sistemdir. Tasavvufgerçek bir hümanizmanın, yâni insanı kurtarmayla yetinmeyip, dahaâdil <strong>ve</strong> daha güzel bir dünyâ kurmaya yönelecek bir çabanın bütün fikrîtemellerini kendinde taşımaktadır.Şüphesiz bunlar doğru tesbitlerdir. Hümanizm “insancılık” demeksebunun en âlâsı İslâm tasavvuf düşüncesi içinde bulunmaktadır. İkincibölümün hemen başında “İnsanın Değeri” başlığı altında bu hususubelirtmeye çalıştık.Gelelim Yûnus hümanist midir, sorusuna: “Allah’ın en mükemmeleseri saydığı için insanı se<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> yücelten, bu dünyada insanı en azizvarlık bilen, onun olduğu yerde kalmayıp daha da yükselmesini <strong>ve</strong>Allah›la biliş tutmasını isteyen, insana hoşgörüyle yaklaşan, insanlarlamünâsebetinde menfaatsiz, öfkesiz, ihtirassız <strong>ve</strong> sevgi dolu olan,kendini gönüller yapmakla görevli sayan, <strong>Hak</strong>’tan inen şerbetin <strong>ve</strong>rdiği102Irène Mélikoff, “Batı Humanizması Karşısında Mevlânâ’nın Hümanizması”,(Mevlâna, Bildiriler) içinde, s. 64-65, Konya 1983.ferahlıkla herkese barış çağrısında bulunan” anlamında olmak şartıylabu sorunun cevabı “e<strong>ve</strong>t” olacaktır. 103Ne var ki burada bir kavram kargaşasına dikkati çekmek gerekir.“Yûnus hümanisttir” <strong>ve</strong>yâ “Hayır hümanist değildir” diyen her ikizümrenin de haklı <strong>ve</strong> haksız olduğu taraflar vardır. Bunu daha iyianlatabilmek için, Batı’da hümanizmin geçirdiği safhalara <strong>ve</strong> bu aradavuku bulan mânâ kaymalarına göz atmak îcap ediyor.Hümanizmin ilk mânâsı Rönesans’la birlikte, eski Yunan <strong>ve</strong>Lâtin kaynaklarına dönüşü ifâde eder. Orta çağ boyunca doğmatizm,Hıristiyan taassubu, kilise baskısı, engizisyon, kölelik düzeni gibiolumsuz şartlar altında asırlarca bunalan Avrupalılar, tesellîyi <strong>ve</strong>insana yönelmenin yolunu adı geçen kaynaklara dönüşte buldular.Avrupalılar için bu hareketin birbirine bağlı iki sebebi vardır:1. Bu kaynaklar gerçekten insânî değerler bakımından zengin <strong>ve</strong>gelişmiş bir felsefe, fikir <strong>ve</strong> sanat muhtevâsına sâhipti.2. Onları tanıtarak kendi cemiyetlerindeki çarpıklığı düzeltmekistiyorlardı. Esâsen bu iki kaynak <strong>ve</strong> bir de Hıristiyanlık Avrupa kültür<strong>ve</strong> medeniyetinin temelleri kabul edilir.Zaman içinde kelimenin asıl mânâsı olan “insancılık” ön plânaçıkmıştır. Fakat ilk anlam daimâ saklı kalmış, insânî değer deyince,yalnız <strong>ve</strong> öncelikle eski Yunan <strong>ve</strong> Lâtin’e dayanan Avrupa’nın insânîdeğeri akla gelir olmuştur. Bu durum hümanizmin ilk açmazıdır.Hümanizm Avrupa’da hürriyet, eşitlik, kardeşlik parolasınınyaygınlaşması <strong>ve</strong> insan haklarının öneminin herkes tarafındanbenimsenmesinde müsbet rol oynamıştır. Fakat bundan sonra aynıolumlu çizginin devam ettiği söylenemez.Kendi ülkesinde insancılığı tatbik eden Batılının, diğer ülkelerdetaklitçiliği <strong>ve</strong> uyduluğu özendirdiği görülür. Böylece, içeride uyanış içinvâsıta olan Hümanizm, dışarıda uyutma aracı olarak kullanılır. İçeridemillî birlik <strong>ve</strong> kültürlerini kuran Batılılar, başka ülkelerde bilerek103Krş. Sevgi-Ayvaz Gökdemir, Yûnus Emre Güldeste, Hayat <strong>ve</strong> Şahsiyeti bölümü,Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1990.140141


<strong>ve</strong>ya bilmeyerek, Hümanizmi beynelmilelciliğin, köksüzlüğün aracıdurumuna sokarlar. Çünkü üzerinde birleşilmeye çağrılan Hümanizm<strong>ve</strong> insânî değerler eski Yunan <strong>ve</strong> Latin’e dayanan Avrupa’nın insânîdeğerleridir. Böylece Hümanizm mücerred «insancılık” yerine, Batı’nıninsânî değerlerine dayanan insancılık hâline gelir. Avrupa, iktisâdî <strong>ve</strong>kültürel yayılmacılığını sağlamak için bu tür Hümanizme hız <strong>ve</strong>rir.Üstelik bu işin genişçe fikriyâtının yapılmasına rağmen, pratikte başkaülke insanlarına karşı humanistçe davrandığını söylemek zordur.Sömürgecilik, insanlık târihinin yüz karasıdır.Hümanizmle ilgili son tezâhürlerden biri de, aşırı derecede insanı esasalan tutumdur. Hümanizm deyince insânî “değerler” hatıra gelmelidir.Oysa bâzan “değersizlikler”in de ön plâna çıktığı söylenebilir. Bir başkatezâhür ise, insanın madde plânında kalması, ulvîlikten uzaklaşması,“beşer üstü” varlıklara sırt çevirmesi, rûhunu bırakıp sâdece bedenine<strong>ve</strong> maddesine sarılması, kısacası kendini putlaştırmasıdır. Bu türHümanizmde beşer iyice merkeze alınmış “ beşer üstü” olanla ilgikesilmiş <strong>ve</strong>ya tamâmen red <strong>ve</strong> inkâr yoluna gidilmiştir. Burada, insanıntemizlikleri gibi pisliklerinin de kutsal sayılması tehlikesi vardır. Tanrıtanımazlık <strong>ve</strong> buna bağlı Egzistansiyalizm (Ateist Egzistansiyalizm)ile aşırı <strong>ve</strong> hayvânî ferdiyetçilik gibi olumsuz akımların, bu anlayıştanbeslendiği söylenebilir.Netîce itibariyle, eski Yunan <strong>ve</strong> Latin’e dönüş olarak başlayıp,“insancılık” şekline gelerek târihî vazîfesini yapan Hümanizm dahasonra, yer yer insânîliğinden uzaklaşmıştır. Bir yandan Avrupa dışındamillî kültürleri gölgeleme aracı olurken, kendi içinde de erozyonauğramıştır. 104 Kaba hatlarıyle çizmeye çalıştığımız bu tablonun elbetteher zaman <strong>ve</strong> her yerde istisnâları olacaktır. Fakat şurası muhakkakki, Hümanizmin herkesin ittifak edeceği bir tek anlaşılış biçimi yoktur.Tâbir câizse o, son derece kaypak bir terimdir.*104Krş. Muharrem Ergin, Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri, ss. 179- 193, İstanbul1975Sonuncu görüntüsüyle Hümanizmin İslâm tasavvufuyla, dolayısıyleYûnus düşüncesiyle çelişeceği açıktır. Bu düşüncede esas olan insanınegosunu, hayvânî tarafını, bedene bağlı içgüdülerini, kısaca “nefs”iniazmanlaştırmak <strong>ve</strong> ilâhlaştırmak değil, aksine onu ıslah etmek,ona hâkim olmak, insanı onun her türlü esâretinden kurtararaktam bir hürriyet <strong>ve</strong> bağımsızlığa kavuşturmaktır. İnsan ancak butakdirde sonsuzluğa kanat açar <strong>ve</strong> “vuslat”ı, Allah’a kavuşmayıgerçekleştirebilir.Yûnus düşüncesinde merkez nokta, her şeyi kuşatan Allah’tır.İnsan da merkezleşebilir; fakat bu, benliğinden “nefs”in- den soyunupAllah’ta fânî olmak <strong>ve</strong> O’nunla yeniden dirilmekle (beka) gerçekleşir.Başta belirtiğimiz gibi, Yûnus’ta bunun yolu Allah aşkından geçer.Allah’ı se<strong>ve</strong>n, O’ndan eserdir diye her varlığı, her insanı se<strong>ve</strong>cektir. Busevgi sâdece teoride <strong>ve</strong>yâ lâfta kalmayacak, davranış <strong>ve</strong> fiil şeklinde,ahlâk kuralı olarak çevreye yansıyacaktır. İşte Yûnus’un hümanizmi bumânada bir insancılıktır. Onun “Se<strong>ve</strong>lim sevilelim” dâ<strong>ve</strong>ti ile “Beri gelbarışalım, yâd isen bilişelim» çağrısı boş sözler değildir.Hümanizmin, yabancı kültür değerlerinin istîlâsına <strong>ve</strong> hâkimiyetinearaç olarak kullanılma tehlikesi söz konusu ise, bu çabayı boşaçıkaracak <strong>ve</strong> tehlikeyi bertaraf edecek çâre,Yû- nus’ları tanımak <strong>ve</strong>tanıtmaktır. İlgili bölümde ayrıntılı olarak gösterildiği gibi, Yûnus’un telkin ettiği insanlık anlayışı <strong>ve</strong> insan sevgisi, belki de başka hiçbirHümanizm görüşünde örneğine rastlanmayacak derecede üstün <strong>ve</strong>doyurucudur. Bu sâdece bizim iddiamız değil, Yûnus’u, Mevlânâ’yı <strong>ve</strong>benzerlerini tanıma şansına sâhip olan Batılı ilim <strong>ve</strong> fikir adamlarınında teslîm ettiği bir gerçektir.Şüphesiz her kültür çevresinde bir takım güzellikler <strong>ve</strong> insânîdeğerler vardır. Milletler onlarla beslenirler. Bize düşen kendi kültürdeğerlerimizi tanımak <strong>ve</strong> yeni nesillere sağlıklı bir şekilde sunmaktır.Bu değerler arasında Yûnus Emre, hiçbir zaman vazgeçemeyeceğimizşahsiyetlerin başında gelir.Millî olmadan evrensel olunmaz. Yûnus Emre, millî kültürümüzüntemel taşlarından biridir. Onun telkîn ettiği insan sevgisi teorik143


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİolmayıp, pratikte karşılığı olan bir tekliftir. Sevgi, yakın çevredenbaşlar, sudaki halkalar misâli gittikçe genişler. ınce yakınlarımızı, konukomşumuzu, şehrimizin insanlarını, nihâyet bütün milletimizi sevmeksöz konusudur. Yûnus tarzı eğitimin tezgâhından geçmiş insan sağlamkarakterli,komplekssiz <strong>ve</strong> kendinden emin bir kişiliğe sâhip olacağıiçin, başka milletten kimselerle de rahat <strong>ve</strong> sıcak ilişkiler kuracaktır.Böylece, şahsiyetini yitirmeden herkesi kucaklayan bir sevgi çemberihâlinde, kollarını bütün insanlığa açmasını bilecektirSONUÇAnadolu Selçukluları’nın sonu ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşyıllarında yaşayan Yûnus Emre, bu geçiş döneminde Türk Milleti’nininanış <strong>ve</strong> mâneviyat hayâtını mayalayan şahsiyetlerden biridir. O,Ahmed Yesevî ile başlayan, halk diliyle tasavvuf edebiyâtının en üstünşâiridir.Türkler’in İslâmiyet’i benimsemesinde mühim rolü olan tasavvufdüşünce <strong>ve</strong> inanışının, Yûnus devrinde Anadolu’da yaygın <strong>ve</strong> etkiliolduğu görülür. Bu inanışta, İslâm dîninin içinde erimiş halde eski Türkhayâtından bir takım izler de yer alır. Dinamizm, yapıcılık <strong>ve</strong> hoşgörü,o devir tasavvufunun başlıca özellikleri sayılır.Tasavvuf düşüncesi içinde ilâhî aşk önemli bir yer işgal eder.Kökleri Kur’an <strong>ve</strong> hadislere dayanan bu görüş, mutasavvıflar elindeişlenerek son derece <strong>ve</strong>rimli bir hâle sokulmuştur. Aşk, tasavvufunamacı olan Allah’a kavuşmayı en kısa yoldan sağlayan bir vâsıtadır.Yûnus Emre de ilâhî aşk duygusunu en başarılı şekilde terennüm edensûfî şâirlerden biridir.Yûnus’a göre aşk ezelîdir, yaradılışın sebebebidir <strong>ve</strong> bütün cihânıkaplamış vaziyettedir, ondan daha değerli bir şey yoktur. <strong>Hak</strong> âşıklarısağlam karakterli, <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> mânen çok güçlüdürler. Çünkü sağlambir yere dayanmış durumdadırlar. O halde buna tâlib olmalıdır. Nevar ki âşıklık da bir istîdat işidir, aşk sarhoşluğu kuralları zorlayabilir,o bakımdan âşıkların hâlini en iyi âşık olanlar bilir. Aşk duygusununhâsıl ettiği iç dinamizm hiçbir şeyle ölçülemez. Aşk insandaki144145


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİsonsuzluk özlemine en iyi şekilde cevap <strong>ve</strong>rir, nâmütenâhiye doğrukanatlanışı sağlar.<strong>Hak</strong> âşıkı, ebediyen yenidir, “hergiz solmayan” bir gül gibidir.Aşk kanatları üzerinde, sonsuz olan Tanrı varlığına doğru yol almaktaolan âşık, her an yeni bir tecellî, yeni bir fetih, yeni bir ufukla karşıkarşıyadır. Her dem âdetâ yeniden doğmakta olduğundan, dâimâtâzedir. Monotonluktan eser taşımaz, ondan hiç usanılmaz. Yûnus›taolduğu gibi, bu tâzelik onların eserlerinde bile devam eder.Yüksek bir ruh hâli yaşayan <strong>ve</strong> iç dünyâsı dolup taşan âşıkınhâlinden herkes anlayamacağı için tenkid edenler çıkarsa da, Yûnus butürlü kınayışlara aldırmaz. O bir <strong>Hak</strong> delisidir <strong>ve</strong> önemli olan da <strong>Hak</strong>katındaki de-ğeridir. Bütün arzûsu <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini temâşâ etmektir.Bu ateş onu yakıp kavuruyorsa da, o bundan şikâyetçi değil memnundur.Dermânın da ötesinde “şîrin bir dert” tir bu. İlim <strong>ve</strong> akıl yoluyla buhâli idrâk etmek imkânsızdır. Esâsen aşk, ehil olmayana anlatılamaz.Yüzmesini bilmeyen denize girmemelidir. Yûnus gerçek bir <strong>Hak</strong>âşıkıdır. O, Allah sevgisini terennüm etmiş fakat bunu anlamayan halkyığınları onun “göz ü kaş” tan bahsettiğini sanmışlardır.Bir çok mutasavvıflar gibi, Yûnus da Allâh’a vuslat vâsıtası olarakaşkın ilimden üstün olduğunu kabul eder. Ayrıca, ona göre aşksız îmantaş misâli kurudur. Allah aşkı gönülleri mum gibi yumuşatır.Aşkın hâsıl ettiği en mutlu sonuçlardan biri de, insanı ikiliktenkurtarıp gerçek tevhîde ulaştırmasıdır. Aşk, hâkîkî Mâşuk olanAllah’tan gayri her şeyi değersiz kılacağı için, netîcede sâdece Allahkalacaktır. Dînin istediği de bu değil midir? Âşık için ölüm de yoktur,çünkü <strong>Hak</strong>k’ın cemâlini gören, ebediyyen ölmez. Âşık, bir bakımazamânı aşmış, zamânın üstüne çıkmıştır, “Canlar cânını” bulmuştur.Üstün ahlâk da aşkla gerçekleşir. Çünkü aşk gönül kirlerini deyıkayıp temizler. Kılavuzu aşk olan, dedi kodu ile uğraşmaz, eksiknoksan aramaz, hiç kimseyi yabancı görmez. Aşk denizine dalan ölür,fakat bu yeni bir dirilişe yol açar. Aşk gelince cümle eksikler biter.Aşık kişi noksanlıklardan boşalır, olgunlukla dolar.Aşk, en önemli mânevî eğitim aracıdır. Aşkın gücü ile insanınyaradılışında mevcut menfî unsurlar müsbete döner. Yûnus “Ben hamidim aşk pişirdi”, “Karayı aktan seçer oldum” der <strong>ve</strong> aşk dâvâsı kılankişinin hırs, hevâ, kibir, gurur gibi kötü hasletlerden uzak kalacağınıbelirtir.Âşık, menfaatsiz <strong>ve</strong> yüksek seviyedeki kulluk anlayışını benimseyenkimsedir. Dünyevî <strong>ve</strong>yâ uhrevî herhangi bir çıkar gütmeksizin Allâh’ayönelmek aşkla mümkün olur.“Her kim âşık olmadı benzer kuru ağaca” diyen <strong>ve</strong> “Bir zerre aşkınodu kaynatır denizleri” sözleriyle de, ilâhî aşk duygusunun insandakiâtıl <strong>ve</strong> potansiyel vaziyette bekleyen güçleri faal hâle getirerek müsbetyönde geliştiren tılsımlı bir vâsıta olduğunu dile getirmek ister.Yûnus’un en başarılı <strong>ve</strong> etkili yönlerinden biri de, onun insan sevgisine<strong>ve</strong>rdiği önemdir. İslâm dîninde, özellikle tasavvuf düşüncesinde insanalabildiğine yüceltilmiş, hattâ “insân-ı kâmil” motifiyle o, kâinâtınekseni kabul edilmiştir. Yûnus’ta insan sevgisinin temeli, yine Allahsevgisine dayanır. Ona göre: “<strong>Hak</strong>k’ı gerçek se<strong>ve</strong>nlere cümle âlemkardaş gelir.” Çünkü insanın “aslı yüce yerdedir.” Âşık kişinin yetmişiki millete kurban olması gerekir. Herhangi bir ayırım yapmaksızın,herkese iyilik <strong>ve</strong> yardım elini uzatmalı, kötülüğe iyilikle mukabeleetmelidir. Kimseye zarar <strong>ve</strong>rmemeli, kalb kırmamalı, hattâ «gönüllerdeiğ” bile olmamalıdır.“Benim işim sevi için” diyen Yûnus, kimseyi küçük görmemekgerektiğini, “Cümle yaradılmışa bir gözle” bakmak lâzım geldiğinibelirtir. Ona göre gönül Kâbe’ den daha değerli olduğundan, gönülyıkanın ibâdetleri de fazla kıymet taşımaz.İnsan sevgisi sâdece lâftan <strong>ve</strong> nazariyattan ibâret değildir, meselâyardımse<strong>ve</strong>rlik şeklinde kendini göstermelidir.“Yiğit iken ölenlere” içinin yandığını belirten Yûnus “Beri gelbarışalım yâd isen bilişelim” çağrısıyle 700 yıldan beri herkesidostluğa, barışa, tanışıp anlaşmaya dâ<strong>ve</strong>t edip durmaktadır.Onun sevgi dolu bu sıcak söz <strong>ve</strong> davranışları, yaşadığı çağdanîtibâren Anadolu’da <strong>ve</strong> çeşitli Türk bölgelerinde tesîrini göstermiş,özellikle milletimizin mânevî hamurunda bir maya vazîfesi görmüştür.146147


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİÇağın şartlarına uygun şekilde Yûnus’un bugün de yorumlanıpistifâdeye sunulması gerekir.Yûnus düşüncesine yalnız Türk milletinin değil, bütün insanlığınihtiyâcı vardır. Kendini sâdece etten kemikten ibâret zannedip, bencillik<strong>ve</strong> ihtiras gibi kötü duyguların esîri olan insan oğlunu, sâhip olduğuiç güzelliklerden <strong>ve</strong> mânevi zenginliklerden haberdar edecek yol,Yûnus’ların yoludur.Batı’da birbirinden farklı anlaşılış biçimleri <strong>ve</strong> safhaları olan“Hümanizm” ile Yûnus’un insan sevgisinin birleşen <strong>ve</strong> ayrılan noktalarıvardır. Yûnus’ta her şeyden önce “beşerüstü” ön plândadır. Kavramkargaşasına meydan <strong>ve</strong>rmemek için Hümanizm akımının târihî seyrini<strong>ve</strong> günümüzdeki tezâhürlerini iyi bilmek gerekir.Yûnus Emre’nin telkin ettiği insan sevgisi, yakın çevredenbaşlamak üzere, sudaki halkalar misâli genişleyerek, bütün insanlığıkucaklayacak mâhiyettedir.EK: 1EKLERYÛNUS AHLÂKINDAN ÇİZGİLER 105(*)Tasavvufun ana gayelerinden biri, insanları ahlâkî kemâleeriştirmektir.Yûnus’un şiirlerinden bir bölümü de tasavvufî ahlâkı îzahetmeyi <strong>ve</strong> yaymayı hedef alır. Onun üzerinde durduğu tasavufî ahlâk,herkesi Kur’an <strong>ve</strong> Hadîs’e uymaya, şer’î esaslara en ufak teferruâtınakadar riâyete dâ<strong>ve</strong>t eder. Çünkü tasavvufun asıl temeli şerîattir.Bu yazımızda, bir makale hudutları içerisinde, Yûnus’un ahlâklailgili şiirlerinden bir kaç örnek üzerinde durup, müteâkiben ondakiahlâk anlayışının aktif <strong>ve</strong> dinamik bir mâhiyet taşıdığına işâret etmekistiyoruz.YÛNUS’TA AHLÂKBir mutasavvıf şâir olarak Yûnus’un üzerinde durduğu ahlâkanlayışı, esâsında İslâm ahlâkından başka bir şey değildir. Şu farklaki, tasavvufun bir özelliği olarak, ahlâkî esasları nazarîlikten çıkarıpbizzat yaşanır hale getirmek, hayat kaidesi şekline sokmak, kısaca“hâl edinmek” peşindedir. Aslında bu mes’elenin özü de Resûlullah105 (*)Diyânet Dergisi cilt: 27, sayı: 1’de çıktı (1991).148149


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİ(as) ın hayâtından alınmıştır. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”(Hûd 11/112) âyetinin gereklerine son noktasına kadar uyma, bunuhâl edinmenin çetinliği karşısında “Hûd sûresi beni ihtiyarlattı” 106buyuran o Resûldür. Aynı dehşeti duymuşçasına Yûnus Emre şöyleseslenir : 107Menzili ırak bu yolun bu yola kim varasıMüşkili çok bu yolun bunu kim başarasıBu yola yarağ gerek çok eksik gerek gerekKey demir yürek gerek bu sarp yola varasıİnce sırat köprüsü sıfat imiş bu yoldaDosta giden kişinin doğruluktur çâresiKimde kim doğruluk var <strong>Hak</strong> Çalab onu se<strong>ve</strong>rİki cihâna yarar ol erin sermâyesi“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” meâlindeki âyet-i kerîmenindevâmında “... berâberindeki tevbe edenlerle birlikte..” buyurulur.Yûnus da bu âyeti yorumlarcasına müteâkip beyitte şöyle der :Doğruluk mancınığı istiğfar taşı ileDoğru vardı atıldı yıkıldı nefs kal’asıFakat kâmil insan olmak son derece zordur, bu yolda bir takımtuzaklar vardır. İnsanın kendi kendini aldatması işten bile değildir.Bilhassa riyâ <strong>ve</strong> gösteriş merâkı yolumuzu kesebilir :Îman aldangaçları bilin çoktur bu yoldaNefsine uyanların gitmez yüzün karası106Tirmizî, Tefsir, 57; Hadîsin bu âyetle ilgili olduğuna dair bkz. Fahreddin Râzî,et-Tefsîru’l-Kebîr, XVIII. 71, Mısır 1357/1938; Hamdi Yazır, <strong>Hak</strong> Dini Kur’anDili, IV, 2830.107Fâruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Dîvânı, 151, (Kültür Bakanlığı yayını),Ankara 1986. (Bundan sonra Dîvan diye kısaltılacak.)Yüzbin riyâ çerisi bilin vardır bu yoldaNefs öldürmüş er gerek ol çeriyi kırasıHemen hatırlatmalıyız ki “nefsi öldürmek” mecâzî bir ifâde olup,insanlardaki ham <strong>ve</strong> hayvânî taraf demek olan nefsin eğitilmesi <strong>ve</strong>dâima kontrol altında tutulması demektir. Nefsin güçlerinden biriolan “gazab”la ilgili olarak Hz. Peygamber “Kuv<strong>ve</strong>tli olan pehlivan,herkesi yenen kimse değildir. Asıl güçlü olan pehlivan, öfke ânındanefsine hâkim olabilen (onu yenebilen) kimsedir.” 108 buyurur.Nefsini mağlûb edip, aradaki engelleri aşabilen kimse nihâyet <strong>Hak</strong>k’akavuşacaktır. Yûnus şöyle bitirir :Yûnus imdi salâdır gel gidelim yokluğaGözlerin lâyık ise dost dîdârın göresiBu yoldaki tuzaklara takılmamak için, gönülde <strong>Hak</strong> sevgisi <strong>ve</strong>ilgisinden başka birşey olmaması gerekir.Elbiseye kan bulaşıncayıkamadan temizlenmediği gibi, Yûnus’a göre gönlü mâsivâ kirlerindenarındırmayınca namazın kabul görmesi bile şüphelidir :Bir dona kan bulaşıcak yumayınca mismil olmazGönül pisi yunmayınca namaz revâ olmayısar 109Başka bir şiirinde Yûnus, doğru sözlülükle kalb temizliği <strong>ve</strong>gönül nurlanması arasında sıkı bir münâsebet görür. Esâsen İslâm birbütündür, insanın zâhirî amelleri ile iç dünyâsı arasında sıkı bir ilişkivardır. Yapılan her iyi <strong>ve</strong>yâ kötü hareket kalbte kendine uygun bir izbırakır. Yûnus’u dinleyelim : 110Gönüllerin pasını ger sileyim der isenŞol sözü söylegil kim sözün hulâsasıdır108Buhârî, Edeb,76; Müslim, Birr, 107; Tecrîd-i Sarîh terc. X11, 148.109Dîvan, 52.110Dîvan, 55.150151


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİOna göre Kur’an hükümleri yalnız bilinmek <strong>ve</strong>yâ okunmak içindeğildir, hayâta geçirilmelidir. Doğru sözlü olmayan, yarın huzûr-iilâhîde utanacaktır :Kuli’l-hak dedi Çalab sözü doğru deseneBugün yalan söyleyen yarın utanasıdırBütün bunlara riâyet edip, elinden geldiğince ahlâklı <strong>ve</strong> fazîletliolmaya çalışan kimseyi de, yukarıda söz konusu edilen bir başka tuzakbekler olabilir. Bu yüzden kişi, farkına varmadığı bir üstünlük, kendinibeğenmişlik <strong>ve</strong> başkalarını hor görme duygusuna kapılabilir.E<strong>ve</strong>t Kur’an sâdece okumak için değil, uygulamak içindir.Buradan hareketle Kur’an ahlâkı içinde gönül kırmamanın mühim yertuttuğunu söyleyebiliriz : “Öfkelerini yenip, insanların kusurlarınıaffeden”lerin (Al-i İmrân 3/134) övüldüğü, “İnsanlarla güzel güzelkonuşun” (Bakara 2/83) tavsıyesinin yapıldığı, “İnsanları alayaalmanın” kötülendiği (Hucurat 49/11), Kur’ânda açıkça görülür. Builâhî mesajların bir gayesi de gönülleri hoş tutmaya yöneliktir. Gönülşâiri Yûnus ise şöyle seslenirOkudum yedi Mushaf’ı hâ tâat gösterir safîÇünki amel eylemedin gerekse var yüz yıl okuBin kez hacca vardım ise bin kez gazâ kıldın iseBir kez gönül kırdın ise gerekse var yollar doku 111Ahlâklı <strong>ve</strong> kâmil insan olma yolunda herkes gibi Yûnus da çokzahmet çekmişe benzer. Kendi mâcerâsını anlatırken, asıl amacı içledışın, bâtınla zâhirin uyum içinde olması gereğini insanların dikkatinesunmaktır : 112Ey bana derviş diyen nem ola derviş benimYa bu adıma lâyık hani elimde iş benim111Dîvan,149.112Burhan Toprak, Yûnus Emre Dîvânı. 100 İstanbul 1960.Derviş derler adıma bakarlar suratımaBilmezler ki dirliğim küllî sitâyiş benimSûretim güler halka ya hani kulluk <strong>Hak</strong>k’aBu dirliğime bak a hep işim yanlış benimKendi izimi bilirim sâlûslanuben yürürümBuğz u kibr ü adâ<strong>ve</strong>t gönlümü almış benimSuçumu örter hırkam dirliğim cümlesi hamBir gün yırtılısar perdem zehî düşvar iş benimBütün bu hayıflanmalar, yanıp yakılmalardan sonra, aczini îtiraf ileo büyük kapıya sığınma edebini gösterir :Derviş diye dolundum ulu suçta bulundumYûnus umduğum <strong>Hak</strong>’tan rahmet imiş benimYûnus Emre’nin nazarî ahlâktan ziyâde amelî ahlâka önem <strong>ve</strong>rdiğinibelirtmiştik. O insanı gerçeklerle yüz yüze getirmek ister ki, asılimtihan budur :Ben dervişim diyenler haramı yemeyenlerHarâmın yenmediği ele girince imiş 113Maddî <strong>ve</strong> manevî bakımdan kimseye yük olmamak, gönülbulandırmamak <strong>ve</strong> meclislerde çiğ tavırlardan kaçınmak Yûnus’larınahlâkında büyük ehemniyet taşır :Kimse bağına girmegil kimse gülünü dermegilVar kendi ma’şûkun ile bahçede ol alış yürüGönüllerde iğ olmagıl mahfillerde çiğ olmagılÇiğ nesnenin ne tadı var gel aşk odına piş yürü 114113Dîvan, 85114Dîvan, 159152153


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS AHLÂKINDA HAREKET VE CANLILIKYûnus’un kitleye teklif ettiği ahlâk anlayışı pasif <strong>ve</strong> körü körüne biritâatın îcap ettirdiği şuursuz bir anlayış manzarası taşımaz. Aksine sonderece aktif <strong>ve</strong> dinamiktir:Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isenBin yıl orda durursa kendi dolası değil 115Bu dinamizmin tabiî neticesi olarak, Yûnus ahlâkı bütün tabiatıkucaklayan bir diğergâmlık <strong>ve</strong> cömertlik şeklinde dallanıp budaklanır,çiçeklenir :Her kim kime dervişlik bağışlanaKalpı gide pâk ola gümüşleneNefesinden misk ü amber tüteBudağından il ü şâr yemişleneYaprağı derdli için dermân olaGölgesinde çok hayırlar işleneÂşıkın gözü yaşı hem göl olaAyağından saz bitip kamışlana 116Meşhur bir kudsî hadis vardır : Yüce Allah hasta ziyâretindebulunmak, muhtaç durumda olanlara yiyecek <strong>ve</strong> su <strong>ve</strong>rmek gibi insânî<strong>ve</strong> ahlâkî davranışları teşvik eder. Çarpıcı bir üslûp içinde, yapılanziyâretin, <strong>ve</strong>rilen su <strong>ve</strong> yiyeceğin doğrudan doğruya Allâh’a ulaşacağıbeyan buyrulur 117 . Yûnus Emre bu ilâhi müjdeyi <strong>ve</strong> yardımse<strong>ve</strong>rliğinişu basit <strong>ve</strong> samîmî mısrâlarla dile getirir:Bir hastaya vardın ise bir içim su <strong>ve</strong>rdin iseYarın anda karşı gele <strong>Hak</strong> şarâbım içmiş gibi115Abdülbâki Gölpınarlı, Yûnus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf, 393, İstanbul 1991.116Dîvan, 137.117Bkz. Müslim, Birr, 43; İbn Arabî, Nurlar Hazînesi (101 Kudsî Hadîs), İzYayıncılık, çev. Mehmet Demirci, 164, İstanbul1990.Yine aynı hadîs-i şerife göre : “Çıplak bir mü’mini giydiren kimseyiAllah, cennet giyecekleri ile mükâfatlandıracaktır.” 118 Yûnus da aynışeyi kendi uslûbuyla söyler :Bir miskini gördün ise bir eskice <strong>ve</strong>rdin iseYarın anda sana gele <strong>Hak</strong> libâsını biçmiş gibi 119Yûnus’tan öğreneceğimiz çok şey var. Yûnus gibi düşünmek,duymak <strong>ve</strong> yaşamak, Türk milletinin bekası <strong>ve</strong> devâmı için son derecelüzumludur. Onun düşüncesini, dilini <strong>ve</strong> san’atını tanımak yeni nesilleriçin bir borçtur. Tanıdıkça anlayacağız ki o her zaman yenidir :Biz sevdik âşık olduk sevildik mâşuk olduHer dem yeni doğarız bizden kim usanası 120O <strong>ve</strong> temsil ettiği anlayış hiç solmayan taze bir güldür :Bir bahçeye girmek gerek hoş teferrüc kılmak gerekBir tâze gül kokmak gerek ol gül hergiz solmaz ola 121Yeryüzünün efendisi olan insan yaradılış hikmeti istika-metindeçok şeyler başarabilir. Yeter ki kendisinde mevcut potansiyeli hareketegeçirebilsin. Bu dünyâ hayâtını yaşarken bitki <strong>ve</strong> hayvan seviyesindekalmak da, insan seviyesine yükselmek de mümkündür. İnsancayaşamak için gayret ister, aşk ister. Yûnus’un dediği gibi:Kur’ağacı niderler kesip oda yakarlarHer kim âşık olmadı benzer kuru ağaca 122Yûnus’un burada söz konusu ettiği “aşk”ı gayet geniş plânda elealabiliriz. Bu aşk, varlığının şuûruna varmak, yaratıcısı ile irtibâtınısağlam tutmak, bu dünyâdaki yerinin <strong>ve</strong> yaradılış gayesinin idrâki118Bkz. Tirmizî, Kıyâme, 18. 41; Ebû Dâvud, Zekât, 41.119Dîvan, 155.120Gölpınarlı, age, 444.121Dîvan, 138.122Gölpınarlı, age, 428.154155


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİiçinde üzerine düşeni yapmak şeklinde tezâhür edecektir. Bu duygulariçinde gönlü, göğsünde bir kor parçası gibi yanan insan, basit bir “kuruağaç” gibi ateşe atılmak zilletinden kurtulacak, <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> feyizliolacaktır.Bütün bu işler kolay değildir. İnsanın önünde maddî manevî, sıradağlar gibi nice engeller çıkacaktır. Fakat Yûnus hep ümit doludur.İçimizdeki aşk <strong>ve</strong> şevk pınarını harekete geçirmişsek aşamıyacağımızengel yoktur. Yûnus’un <strong>ve</strong>rdiği şu basit fakat çarpıcı örnek dikkatçekicidir:Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşarYûnus Emrem yolsuzlara yol gösterdi vü hoş eder 123İnsanda mevcut potansiyelin harekete geçmesi, çok farklı sebep<strong>ve</strong> usullerle olabilir. Vâsıtalar <strong>ve</strong> rehberlikler herkese eşit derecedetesir etmeyebilir. Mühim olan, kendisine uygun tarz <strong>ve</strong> kaynağıyakalayabilmektir. Bu pedagojik gerçeği Yûnus şöyle dile getirir :Ağız ağızdan kutludur ola ki sözünüz tutaBen yüzbin yıl söyler isem sözüm kulağına girmez 124Yûnus bir ummandır, ondan bir kaç hikmet damlası sunmayaçalışırken, yine ona kulak <strong>ve</strong>relim <strong>ve</strong> sözü fazla uzatmayalım :Onsuz sözün gör nedir çok söz hayvan yüklüdürÂrife bir söz yeter tende gevher var ise 125123Dîvan, 71.124Dîvan, 80.125Dîvan, 138.EK: 2YÛNUS’UN DİLİYLE ŞEKİLCİLİKTEN ÖZE DÖNÜŞ 126(*)İnsanoğlunun çok karmaşık bir yapısı vardır. O, hem iyiliğe hem dekötülüğe el<strong>ve</strong>rişli bir vasfa sâhiptir. Din, insanı iyiye <strong>ve</strong> güzele çağıranilâhi nizamdır. İslâm dîni içerisinde, hicretin ikinci asrından îtibârenortaya çıkan “tasavvuf” hareketi insanın yaratılışında mevcud olan buiyi-kötü mücadelesinden muzaffer çıkabilmek için bir takım usullergeliştirmiştir. Tasavvufun amacı, aynen dinde olduğu gibi “tevhid” dir.Bir başka söyleyişle insanın “kul”, Yüce Allâh’ın “Rab” olduğunugönüllere perçinlemek, O’nun hâkimiyet <strong>ve</strong> kudretinin her yerde cârîbulunduğunu idrâk ettirerek insan yaşayışını bu anlayışa göre tanzimetmektir.Fakat bu kolay bir iş değildir. İnsanın benliği, kibri, gurûru,kısacası “nefs”i vardır. Nefs eğitilmediği takdirde, gerçek tevhîdeaykırı olarak, bir takım gizli ilâhlar edinmesi işten bile değildir. Mevki<strong>ve</strong> makam hırsı, zenginlik ihtirâsı, övülmek <strong>ve</strong> beğenilmek duygusubu “ilâh”lardan bâzıları sayılır. Bunların peşine şuursuzca takılarakonların esîri olan insan, zamanla gerçek ma’bûd olan Allah’la kendiarasında bir takım aşılması zor perdeler koymuş demektir. Kur’ân-ıKerim bu husûsa şöyle dikkati çeker: “Hevâ <strong>ve</strong> he<strong>ve</strong>sini tanrı edinenigördün mü?” (Furkan 25 / 43)126 (*)Diyânet Aylık Dergi, sayı: 8’de çıktı; Ağustos 1991.156157


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİİşte tasavvuf hareketi, özü îtibariyle, bilhassa böyle gizli içtehlikelere dikkati çekerek onlara kapılmamanın yollarını öğretipuygulatmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, tasavvufmensupları içinde, her sâhada olduğu gibi, özü <strong>ve</strong> esas amacı unutarakşekilciliğe saplanıp kalanlar eksik değildir. Konu tasavvuf oluncadurum daha da vahim demektir; özü bir yana bırakıp şekille yetinmek,hem büyük bir çelişkiye düşmek hem de kendini aldatmak olur.Yûnus Emre’de bu iç çelişkiye dikkati çeken bir çok ifâdeyerastlarız. Bilindiği gibi Yûnus Emre, tasavvufun zuhûrundan beş asırsonra hicrî VII/ milâdî XIII.yüzyılda yaşamış büyük bir sûfi şâirimizdir.Aradan yediyüzyıl geçmiş olmasına rağmen, söyledikleri tâzelik <strong>ve</strong>güzelliğini korumaktadır. Şekil dervişlerine Yûnus şöyle seslenir:Ey bana iyi diyen adımı sûfi koyanAceb sûfi mi olur hırka ile tâc giyenBaşıma tâc urundum halka sûfi göründümDışıma hırka giyindim içim bir kuru kovan 127Târihimizde olgun <strong>ve</strong> iyi bir dindar olmak amacıyla tasavvufyoluna girene “sûfi” <strong>ve</strong>yâ “derviş” denirdi. Her zümrede olduğu gibi,tasavvuf mensupları da kılık kıyâfetleri ile ayrılırdı. Tasavvufun kesinşartı olmamakla berâber, özel “hırka” <strong>ve</strong> başa giyilen, “tâc” denenbaşlıkla bu zümre mensupları, halk arasında tefrik edilirdi. Hattâ butürlü kılık kıyâfet, <strong>Halk</strong>ın saygı <strong>ve</strong> sevgisine yol açardı. Ama bunlarnihâyet bir şekil <strong>ve</strong> vâsıtadan ibârettir, esas olan iç olgunluğudur, içibir “kuru kovan” gibi <strong>ve</strong>rimsiz <strong>ve</strong> boş olduktan sonra, dış görünüşünfaydası olmaz. Yûnus’un dediği gibi:Dervişlik dedikleri hırka ile tâc değilGönlün derviş eyleyen hırkaya muhtâc değil127Yûnus Emre’ye âit şiirler Abdülbâki Gölpınarlı’nın Yûnus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf(İstanbul 1961) isimli esrinin muhtelif sayfalarından alınmıştır.Hırkanın ne suçu var sen yoluna varmazsanVargıl yoluna yürü er yolu kalmaç değil.Yûnus’a göre dış görünüş <strong>ve</strong> halkın aşırı rağbeti, insan için bir tuzakolabilir:Görenler elim öper tâc ü hırkama bakarŞöyle sanırlar beni zerrece günah etmezGörenler sûfi sanır selâm <strong>ve</strong>rir utanırAnca iş koparaydım el eriben güç yetmez.Tasavvufta olgunlaşma <strong>ve</strong> <strong>Hak</strong>k’ı her an hatırında tutma yollarındanbiri de Allâh’ın isimlerini anmak (zikir) <strong>ve</strong> O’nun şânının yüceliğiniifâde eden kelimeleri tekrarlamak (tesbih)tir. Ne var ki bu işinşuurlu biçimde yapılması, gönlün <strong>ve</strong> bütün iç duyguların bu faaliyetekatılması esastır. Aksi halde kişi kendini <strong>ve</strong> çevresini aldatmaktan ötebir iş yapmamış olur. Yûnus öyle diyor:Bu dilim zikir söyler gönlüm fesat fikreylerGit böyle mi zikreyler <strong>Hak</strong>k’ı aşk ile se<strong>ve</strong>nSûfiyim halk içinde tesbih elimden gitmezDilim ma’rifet söyler gönlüm hiç kabûl etmez.İnsanın içi ile dışı arasındaki bu uyumsuzluğun dînî terimleifâdesine “münafıklık” denir. Yûnus ise, böyle bir durumu dindeğiştirmekle eşdeğerde görür:Dışım derviş içim boş dilim tatlı sözüm hoşİllâ benim ettiğimi dînin değşiren etmezFakat zararın neresinden dönülse kârdır. Taklitçilik <strong>ve</strong> özentiyle158159


öyle bir şekil dervişliği <strong>ve</strong>yâ muhtevâsız dindarlık tavrı içinde bulunaninsanın sığınacağı yer, yine Allâh’ın nihayetsiz af <strong>ve</strong> keremidir.Yeterki mes’elenin şuûruna vararak yürek yanığıyla <strong>ve</strong> aczini îtiraf ederekO’na sığınmasını bilelim. Müjdeyi yine zengin gönüllü Yûnus’tandinleyelim:Yûnus eksikliğini Allâh’ına arz eyleO’nun keremi çoktur sen ettiğin O etmez.Bütün bu <strong>ve</strong> benzeri hikmetli şiirlerdeki hitap sâdece sûfi <strong>ve</strong>dervişlerle ilgili değildir. Bu seslenişin bilerek <strong>ve</strong>yâ bilmeyerek, dinadına şekil <strong>ve</strong> merâsimlere takılıp kalan, gösterişe aldanan, bu yüzdende dînin hayat dolu özüyle bir türlü temas kuramayan müslümanlarayönelik olduğu âşikârdır. Yûnus’un bu şiirlerinin şu meşhur hâdis-işerîfin yorumu olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz: “Şüphesiz Allahsizin şekillerinize <strong>ve</strong> mallarınıza değil, kalblerinize <strong>ve</strong> amellerinizebakar.” 128EK: 3MÛSİKÎ SAN’ATI VE YÛNUS İLÂHÎLERİ 129(*)İnsan denen varlık karmaşık bir yapıya sâhiptir. O, mânevî yönüîtibâriyle akıl sâhibi olduğu gibi; aynı zamanda ruh, kalb <strong>ve</strong> gönüldediğimiz başka güçlere de mâliktir. Aklın sâhası <strong>ve</strong> tatmin vâsıtasıilimdir, bilgidir. Rûhun <strong>ve</strong> gönlün sâhası <strong>ve</strong> tatmin yolu sevgidir,aşktır, güzelliktir. Bunların en iyi ifâde aracı ise san’attırİnsanı öteki varlıklardan ayıran yegâne özellik düşünme vasfıdeğildir. Estetik <strong>ve</strong> din hissi gibi duygular da sâdece insana mahsusolan vasıflardır. Güzel olan şeylere karşı içimizde tabiî bir eğilimvardır.Mûsikî, güzel sanat dalları arasında mühim yer tutar. Allâh’ı engüzel varlık bilen, kâinatı O’nun güzelliğinin tecellîsi olarak kabuleden bir inanışın, mûsikîyi ihmal etmesi düşünülemezdi. Çünkü mûsikîde bir tür güzelliğin ifâde vâsıtasıdır. Ses en tabiî ifâde aracıdır.Mûsikî ise sesler arasındaki uyum <strong>ve</strong> âhenkle meydâna gelir, nağmegüzelliği olarak hissedilir. Hz. Dâvud güzel sesiyle meşhurdur. BizimPeygamberimiz de “Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz, güzelleştiriniz.” 130buyurmuştur.Müzik türleri içinde din mûsikîsi önemli yer tutar. Dînî mûsikî128Müslim, Birr, 33,34; İbn Mâce, Zühd, bab 9; Ahmed b. Hanbel, II, 285,539129 (*)Türk Kültür <strong>ve</strong> San’at Derneği’nin, 16.4.1991’de İzmir / Karşıyaka’dadüzenlediği “İlâhîleriyle Yûnus Emre” toplantısında yapılan konuşma metni.130Buhârî, Tevhid, 52.161


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİiçinde de tasavvuf <strong>ve</strong>ya tekke mûsikîsi başta gelir. Büyük bestekâr <strong>ve</strong>mûsikîşinaslarımızın çoğu tekkelerde yetişmişlerdir.Bir ihtişamlı dünyâya ses <strong>ve</strong> tel kudretiyle hâkim olan tasavvufmûsikîsi, sadeliği <strong>ve</strong> samîmiyeti ile, kültür seviyesi çok değişik <strong>ve</strong>farklı olan insanlara aynı anda <strong>ve</strong> aynı heyecanla hitap etmiş, onları tesirsâhasına alabilmiştir. İyi icrâ edilen bir yanık ilâhi, korodan dinlenenbir Tekbir <strong>ve</strong>ya Salât-ı Ümmiyye, bir Mevlevî âyini en katı kalbleridahi yumuşatır, târifsiz yüceliklere çıkartır. Duyguları bizim mûsikîmizkadar derinlikle anlatabilen başka bir mûsikî düşünemiyoruz. Ustaelinde bir ney’in <strong>ve</strong>rdiğini, çok defa 200 kişilik bir orkestra <strong>ve</strong>remez. 131Şüphesiz mûsikî bir gaye değil vâsıtadır. Dînî-tasavvufî düşüncesistemi içinde gaye Allah’tır, O’na yol bulabilmektir. San’atkârın <strong>ve</strong>dinleyenin işi, sâdece estetik zevki tatmin etmek değildir. Birliğin<strong>ve</strong> nûrun perdesini aralayarak hakîkatin bilinmesine yol bulmaktır.Allâh’ın “Cemâl” isminin eseri olarak var olan her güzellik, san’atkârınfaâliyeti sonucu hissedilir hâle gelmektedir. Mûsikî bunu seslerdünyâsında icrâ eder.Tasavvuf mûsikîsi, tekkedeki rûhu yükseltmeye yarayan bir önçalışma idi. Üst kattaki hakîkatleri insanlara sunmak için kullanılan birmerdi<strong>ve</strong>n durumundaydı. Bir başka ifadeyle mûsikî, manevî kirlerdenarınma <strong>ve</strong> kötü huyları yok etme vâsıtasıydı. Bu cenge de zikir <strong>ve</strong>yamukabele denirdi.Meselâ Mevlevî semâında “mukabele esnasında ölen ölür, kalankalır. Amma ortada ne kan vardır ne kılınç. Kılıcın, kalkanın, topun,tüfeğin yapacağı iş, güzel sese güzel söze bırakılmıştır... Mûsikîninkumanda ettiği Sultan Veled Devri sona erip herkes olduğu yereoturunca, mutrip hey’eti sûr üflenip hayâtın son bulduğu bir dünyâdaimişçesine derin derin susar <strong>ve</strong> işte o zaman da san’at ile <strong>ve</strong>cdinmüşterek sesi yükselmeye başlar. Buna san’at denir. Denir ammane olduğunu Allah’tan başka bilen yoktur. Belki de o, na’t ismiyleAllâh’a, Allah katına açılan kapıdır. Dinlersiniz ölürsünüz, dinlersinizdirilirsiniz, Dinlersiniz yok-var olursunuz.” 132Acaba böyle bir âlemin, bu tür bir anlayışın herkese hitab etmemeside söz konusu mudur? Olabilir, ama ne gam:Derviş Yûnus söyler sözü yaş olmuştur iki gözüBilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selâm olsun*“İlâhileriyle Yûnus Emre”.. E<strong>ve</strong>t nedir ilâhî? İlâhî, daha çoktasavvuf edebiyâtına âit bir terimdir. İlâhî, Allah’a ulaşmak yolundainançla heyecan duyanların, derin bir Allah sevgisi ile, umûmiyetle birağızdan söyledikleri bestelenmiş şiirlerdir. İlâhileri önce bir şâir söyler,sonra bir çok inanmış kimseler terennüm eder.İlâhîler, din <strong>ve</strong> tasavvuf mûsikîsinin en yaygın mahsulleridir. Gereksözleri, gerek bestesi, gerekse topluca söylenişleri bakımından, sankiyüce Allâh’a seslerini duyurmak isteyenlerin, uzun hazırlıklarla ortayakoydukları koro halindeki bir mûsikîdir. 133İşte bu ilâhî güfteleri arasında Yûnus Emre’nin şiirleri baştagelir. Yûnus ilâhîlerini besteleyenlerin bir kısmı belli ise de, bâzılarıbelirsizdir. Onları sanki bütün Türk milleti bestelemiştir. Bir kaç hânelibir köyümüzden en büyük şehirlerimize kadar, bir Yânus ilâhîsinimırıldanmayan evimiz yok gibidir. Yûnus’umuzun o sâde, o içten <strong>ve</strong>samîmî sözleri dillerimizden düşmez: “Dağlar ile taşlar ile” Mevlâ’yıçağırırız. “Seni ben se<strong>ve</strong>rim candan içerû” diye O’na sesleniriz.“Arayı arayı bulsam izini” sözleriyle Hz. Peygamber’e olan sevgimizidile getiririz. “Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu” mısrâlarıyle,sanki bütün tabiatın Allah’ı zikrettiğini tahayyül ederiz. Bir gülgördüğümüz zaman “Cennet bağının gülleri” gözümüzün önündecanlanır da, Yûnus’la birlikte âdetâ güllerde Allâh’ın tecellîsini koklarhâle geliriz.Tılsımlı sözleriyle gönüllere güç <strong>ve</strong>ren bu Yûnus kimdir? Bundan700 sene ev<strong>ve</strong>l yaşamış <strong>Hak</strong> âşığı bir derviş kişi.. O, bir “olgunlaşma131Mustafa Kara, Tekkeler <strong>ve</strong> Zâviyeler, 250, İstanbul 1980.132Sâmiha Ay<strong>ve</strong>rdi, Boğaziçinde Târih, 177-178, İstanbul 1966.133Nihad Sâmi Banarlı, Târih <strong>ve</strong> Tasavvuf Sohbetleri, 179, İstanbul 1966.162163


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİyolu” demek olan “tasavvuf” rûhunu, kalıplardan çıkarıp davranış hâlinegetiren <strong>ve</strong> hayâtın içine karıştıran insandır. Her dem yeniden doğan,bu yüzden kendisinden usanılmayan, kelimelerden bir Süleymâniyekurmuş büyük dil mîmârıdır.Bu toplantıda zamânımız sınırlı olduğu için Yûnus’u uzunuzun anlatmak mümkün değil. O sebeple, biraz sonra korodandinleyeceğimiz Yûnus ilâhîlerinden birinin iki beyitini bir parçaaçıklamakla yetineceğim:İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektirSen kendini bilmezsin ya nice okumaktırOkumaktan mânâ kişi <strong>Hak</strong>k’ı bilmektirÇün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir 134“İlim” Allâh’ın sıfatlarından biridir, O “Alîm”dir, yâni, her şeyibilir. Kendi bilgisinden bir nebze de insana <strong>ve</strong>rmiştir. İnsanın üstünlüksebeplerinden biri de budur. Kur’an’da buy-rulduğuna göre “AllahÂdem’e bütün isimleri öğretti.” Yani nü<strong>ve</strong> hâlinde her türlü bilgininistîdat <strong>ve</strong> imkânını, insan oğlunun atası olarak ona <strong>ve</strong>rdi. Bu bilgisi<strong>ve</strong> üstünlüğü dolayısıyladır ki, melekler Hz. Âdem’e secde etmekleemrolundu. (Bakara 2/31-34).İnsana düşen, potansiyel olarak kendisinde mevcut bilgi istîdat <strong>ve</strong>imkânını sonuna kadar işleterek kâinatın sırlarını çözmek, böylecede üstün yaratılmanın şükran borcunu ödemektir. Ama bu aradaşımarmamak <strong>ve</strong> meleklerin dediği gibi: “Ya Rabbi sen yücesin (senitenzih ederiz), senin bize öğrettiğinden başka bizim bir ilmimiz yoktur.”diyebilmektir.Bu tavır bilgiyi sınırlamak değildir. Belki de, kişinin kendini, kendi“enâniyet”ini sınırlamasıdır. Bunu başarıp da kendini aşabilen ilimadamı, bilimsel faaliyetlerinde daha bağımsız <strong>ve</strong> hasbî olacaktır. Budurum başka bir mutlu sonuca götürecektir. Bu sonuç “Kendini bilen134Fâruk Kadri Timurtaş, Yûnus Emre Dîvânı,51, Ankara 1986.Rabbini bilir.” ifâdesinin şümûlüne girme imkânıdır. Yûnus’un ilkmısrâda denek istediği kısaca işte budur.Kendini bilmek nasıl mümkün olur? İnsan en güzel biçimde (ahsen-itakvîm üzere) yaratılmıştır <strong>ve</strong> son derece değerlidir. Fakat o, aynızamanda zayıftır, aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîne) yuvarlanabilir.Ne var ki, herkes olabildiğince yücelme <strong>ve</strong> “olgun insan” hâline gelmeimkânına sâhiptir. Yeter ki mayasındaki cevherin kıymetini bilerek,onu geliştirmek gayreti içinde olabilsin.“Okumanın mânâsı kişi <strong>Hak</strong>k’ı bilmektir.” Peki bu nasıl mümkünolacak? “Kendini bilen Rabbini bilir.” denmişti. Kendini bilmenin biranlamı da, maddesi <strong>ve</strong> mânâsı ile kendini tanımak, nereden geldiğini,nereye gittiğini bilmektir. Bu seviyeye çıkan insan, gerçek değerlereulaşacağı için kendinden “geçme”yi başaracaktır. Kendisinden <strong>ve</strong>mâsivâdan geçebilen Allâh’a kavuşacaktır. “Mâsivâ” <strong>Hak</strong>’tan gayriherşey demektir. Buna ilim <strong>ve</strong> bilgi de dahildir. Bunlardan geçmekdemek, aslâ bunları tamâmen terk <strong>ve</strong> ihmal mânâsına gelmez. Aksine,zihnî <strong>ve</strong> ilmî melekeleriyle bu sâhalarda en ileri seviyede faâliyettebulunmak, fakat bunların hepsinin geçici bir vâsıtadan ibâret olduğununidrâki içinde, gönlünü <strong>Hak</strong> sevgisiyle doldurmak gerekir. 135Bir başka gönül adamı Hacı Bayram Velî mes’eleyi “bilmek,bulmak, olmak” formülüyle ortaya koyar <strong>ve</strong> bu amaca ulaşmanınyolunu gösterir:Bilmek istersen seni can içinde ara canıGeç canından bul anı sen seni bil seniBayram özünü bildi bileni anda bulduBulan ol kendi oldu sen seni bil seni 136135Bk. Mehmet Demirci, “Bilgi Yılı <strong>ve</strong> Kendini Bilmek”, Kubbealtı AkademiMecmûası, Ekim 1990.136Bk. Fuad Bayramoğlu, Hacı Bayram Velî I, 68, Ankara 1983.*164165


YÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYÛNUS’TA HAK <strong>ve</strong> HALK SEVGİSİYûnus Emre ilim, Allah <strong>ve</strong> ahlâk anlayışıyla, bütün yaşayışı <strong>ve</strong>prensipleriyle, kendi devrinde <strong>ve</strong> târihimiz boyunca rûhî <strong>ve</strong> mânevîhayâtımızı mayalayıp gelmiştir. Milletçe onun menkıbelerini ibretledinlemiş, ilâhilerinin söz <strong>ve</strong> nağmeleriyle ruhlarımızı yıkamışızdır.Yûnus gibi düşünmek, duymak <strong>ve</strong> yaşamak Türk milletinin varlığı <strong>ve</strong>devâmı için gerekli şarttır. Onun dili <strong>ve</strong> san’atı ise Türkçenin hayatdamarlarından biridir. O bize her zaman <strong>ve</strong>rmeye hazırdır. Yeter ki bizel uzatıp istemesini bilelim.EK: 4YÛNUS EMRE’DE HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ 137(*)Peygamberler, insanlara doğru yolu gösteren rehber kişilerdir.Kur’an’da İslâm peygamberi Hz. Muhammed hakkında şöyle buyrulur:“Şüphesiz sizin için Allah resûlü en güzel örnektir.”(Ahzab 33/21).İlâhî kuralların nasıl anlaşılıp uygulanacağını insanlığa peygamberleröğretmiştir. Peygamberimizin tatbîkatı olmasaydı, Kur’an-ı Kerîm’inhükümlerinin hayâta geçirilmesi imkânsız olurdu. Resûlüllah, 23senelik peygamberlik görevi süresince, Allah’ın istediği bir hayattarzını bizzat yaşayıp göstererk insanlara öğretmiştir.Hz. Muhammed bir peygamber olması hasebiyle ilâhî desteğe mâlikbulunduğu gibi, bir insan olarak da mükemmel bir kişilik <strong>ve</strong> karakteresahiptir. İslâm dînine girmenin ilk adımını teşkil eden “tevhid” <strong>ve</strong>“şehâdet” kelimeleri, Allâh’a îmandan hemen sonra Hz. Muhammed’inpeygamberliğine inanmayı ifâde eder.Bize Allâh’ı tanıtan, insanca <strong>ve</strong> müslümanca yaşamayı öğretenHz. Muhammed’dir. Ona göstereceğimiz sevgi <strong>ve</strong> bağlılık, dindarlığın<strong>ve</strong> Allah sevgisinin ölçüsüdür. Kur’an’da: “Ey Muhammed şöyle de:Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (Âl-i Imran3/31) buyrulur.137 (*)TRT Ankara radyosunda yapılan konuşma metni.166167


Dinde sevginin yeri büyüktür. Sevgiye dayanan dindarlık dahadeğerlidir. Dînî inanışa göre, en çok sevilmesi gereken Allah <strong>ve</strong>resûlüdür. Hz. Peygamber buyurur: “Hiçbiriniz beni, anne babasından<strong>ve</strong> çocuklarından daha çok sevmedikçe gerçek mü’min olamaz.”Peygamber sevgisini en iyi dile getirenler, <strong>Hak</strong> âşığı sanatkârlardır.Onların duygu dolu zengin gönüllerinden süzülen tılsımlı kelimelerlebu ulvî konu, daha bir güzel ifâde edilmektedir. Bu yazımızda, inanmışsanatkârlar kafilesinin başında yer alan Yunus Emre’den örneklersunacağız:Çalab nurdan yaratmış canını Muhammed’inÂleme rahmet saçmış adını Muhammed’inmısrâlarıyla başlayan şiirde Yûnus: “Allâh’ın yarattığı ilk şey benimnûrumdur.” hadîsine işâret eder. İkinci mısrâda ise: “Seni ancakâlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) âyetini hatırlatır.Devâmında ise şöyle der:Yılda yetmiş bin hacı her biri niyyet ederVarır ziyâret eder nûrunu Muhammed’inYûnus dedem aşklıdır, eksiklidir, miskindirHer kim yemez mahrumdur hânını Muhammed’inKudsî hadis olarak kabul edilen “Sen olmasaydın felekleriyaratmazdım.” şeklindeki ifâde Yûnus’un dilinde şu kalıba bürünür:<strong>Hak</strong> yarattı yeri göğü ol Ahmed’in dostluğuna“Levlâk” ona delil oldu onsuz yer gök var olmadıŞu mısrâlar da aynı şeyi söyler:<strong>Hak</strong> yarattı Âdem’i aşkına Muhammed’inAy ü günü yarattı şevkına Muhammed’inŞemâil kitaplarından öğrendiğimize göre, Peygamberimizin vücudyapısı mükemmeldir <strong>ve</strong> onun güzel bir kokusu vardır. Güzellik âşıkıYûnus şöyle der:Ol huyu hoş hem bûyu hoş hem gülü hem reyhânı hoşAllah ona dostum dedi adın Muhammed eylediYûnus Allah sevgisinin yolunun Hz. Muhammed’den geçtiğini iyibilmektedir. O aynı zamanda tam bir Peygamber âşığıdır <strong>ve</strong> ona âitmaddî çevreye bile büyük değer <strong>ve</strong>rir:Mekke’nin ortası kara hem nazar ettim dört yâreÂşık oldum Peygamber’e gel varalım Muhammed’eMuhammed yatar nûr ile çevresi dolu hûr ileVaran doyusar nûr ile gel varalım Muhammed’eBu Yûnus eydür ma’bûdum fenâ dünyadan el yudumİki cihanda murâdım gel varalım Muhammed’e*Arapçada “övülmüş, beğenilmiş” anlamına gelen “Muhammed”adı, Peygamberimizden önce pek yaygın değildi. Bu isim onunla şöhretbulmuş <strong>ve</strong> ona alem olmuştur. Bu güzel ismin Yûnus’un gönlündemüstesnâ bir yeri vardır:Canım kurban olsun senin yolunaAdı güzel kendi güzel MuhammedŞefâat eylesin kemter kulunaAdı güzel kendi güzel MuhammedMü’min olanların çoktur cefâsıÂhirette olur zevk u safâsıOnsekiz bin âlemin Mustafâ’sıAdı güzel kendi güzel MuhammedSen hak peygambersin şeksiz gümansızSana uymayanlar gider îimansızÂşık Yûnus neyler dünyâyı sensizAdı güzel kendi güzel Muhammed168169


Asıl olan Hz. Muhammed’in maddî vücudu değil, onun geriyebıraktığı ilkelerdir, onun sünnetidir. Ne var ki, Yûnus gibi hassas birgönül <strong>ve</strong> san’atkâr bir ruh taşıyan kimseler, sevilen varlığa âit maddîunsurlara da büyük değer <strong>ve</strong>rirler. Fakat Hz. Muhammed ile Yûınusarasında yedi asırlık bir zaman farkı vardır. Ondan maddî bir iz kalmışolabilir mi? Ama ne gam! Se<strong>ve</strong>n gönül zaman <strong>ve</strong> mesâfe farkınaaldırmaz. Rüyâda görmeye de râzıdır. Hattâ hac ibâdetini bile, Hz.Peygamber’in yaşadığı topraklara yüz sürmek için ister gibidir. Şöyleder:Arayı arayı bulsam iziniİzinin tozuna sürsem yüzümü<strong>Hak</strong> nasib eylese görsem yüzünüYa Muhammed canım arzular seniBir mübârek sefer olsa da gitsemKâbe yollarında kumlara batsamHûb cemâlin bir kez düşte seyretsemYa Muhammed canım arzular seniArafat dağıdır bizim dağımızAnda kabul olur bizim duâmızMedîne’de yatar peygamberimizYa Muhammed canım arzular seniYûnus medheyledi seni dillerdeDillerde dillerde hem gönüllerdeAğlayı ağlayı gurbet ellerdeYa Muhammed canım arzular seniGönüller tutuşturan bu Peygamber hasreti karşısında ürpermemekmümkün müdür? Bu engin duygular içinde, o yüce Resûle salât <strong>ve</strong>selâm eder, şefâatinin Yûnus’a <strong>ve</strong> hepimize olmasını dilerim.BİBLİYOGRAFYAAclûnî- İsmâil b. Muhammed: Keşfü’l-Hafâ, I-II, Kahire tsz.Ahmed Yesevî: Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan,Kültür <strong>ve</strong> Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1983.Ak, M. Akif: “Bosna’nın Arafatı Ayvaz Dede”, Mostar dergisi,sayı: 6, İstanbul, 2005.Attar, Ferîdüddin: Tezkiretü’l-Evliyâ, Haz. Süleyman Uludağ,İlim <strong>ve</strong> Kültür Yayınları (Bursa), İstanbul 1985.Aynî, Mehmed Ali: Tasavvuf Târihi, Kütübhâne-i Sûdî, İstanbul1341.Ay<strong>ve</strong>rdi, Sâmiha: Âbide Şahsiyetler, Kültür Bakanlığı KültürEserleri, İstanbul 1976.Ay<strong>ve</strong>rdi, Sâmiha: Boğaziçinde Târih, I-III, Damla Yayıneviİstanbul 1975-76Ay<strong>ve</strong>rdi, Sâmiha: Rahmet Kapısı (Hatıralar), İstanbul, 1985.Banarlı, Nihad Sami: Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, I-II, M.E.B.Devlet Kitapları, İstanbul 1971.Banarlı, Nihad Sâmi: Târih <strong>ve</strong> Tasavvuf Sohbetleri, KubbealtıNeşriyatı, İstanbul 1984.Bayramoğlu, Fuad: Hacı Bayram Velî I, Ankara 1983.Buhârî, Muhammed b. İsmâil: el-Camiu’s-Sahih, I-VIII, İstanbul1315.Barkan, Ömer Lütfi: “İstîlâ Devrinin Kolonizatör TürkDervişleri <strong>ve</strong> Zâviyeler”, Vakıflar Dergisi II, Ankara 1942.170171


Bursevî, İsmâil <strong>Hak</strong>kı: Rûhu’l-Beyan, I-IV, Matba-i Osmaniye,İstanbul 1306.Demirci, Mehmet: Türkistan Notları, İstanbul, 1996.Demirci, Mehmet: “Bilgi Yılı <strong>ve</strong> Kendini Bilmek”, KubbealtıAkademi Mecmûası, Ekim 1990.Demirci, Mehmet: Gönül Dünyamızı Aydınlatanlar, İstanbul,2005.Deylemî, Şire<strong>ve</strong>yh b. Şehredâr: el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitab,I-V, Beyrut 1406/1986.Ergin, Muharrem: Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri, İstanbul,1975.Fığlalı, Ethem Ruhi: Türkiye’de Alevîlik-Bektâşîlik, SelçukYayınları Ankara, İstanbul 1990.Gazâlî, Muhammed b.Muhammed: İhyâu Ulûmiddin, C. I-IV,Kahire, 1967.Gazâlî, Muhammed b.Muhammed: Kimyâ-yı Saâdet, çev. A.FarukMeyan, Bedir Yayınevi, İstanbul 1969.Gölpınarlı; Abdülbaki: Yunus Emre <strong>ve</strong> Tasavvuf, İstanbul, 1961Gölpınarlı; Abdülbaki (hazırlayan): Vilâyetnâme, İstanbul,1958.Gölpınarlı; Abdülbaki: Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler <strong>ve</strong>Terimler, İstanbul, 1977.Hucvîrî, Ali b.Osman Cüllâbî: Keşfü’l-Mahcûb (<strong>Hak</strong>ikat Bilgisi),Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982.İbn Arabî, Muhyiddin Muhammed: İlâhî Aşk, çev. MahmutKanık, İnsan Yayınları, İstanbul 1988.İbn Arabî, Muhyiddin Muhammed: Mişkâtü’l-Envâr (NurlarHazînesi), çev. Mehmet Demirci, İz Yayıncılık, İstanbul 1990 <strong>ve</strong>1994İbrahim Has: Yunus Emre’inin Bir Şiirinin Şerhi Çıktım ErikDalına, haz. Mustafa Tatçı, Ankarai 2004.Kaplan, Mehmet: Türk Milletinin Kültürel Değerleri, M.E.B.Devlet Kitapları, Ankara 1987.Kara, Mustafa: Tekkeler <strong>ve</strong> Zâviyeler, Dergâh Yayınları, İstanbul1980.Kara, Mustafa: Tasavvuf <strong>ve</strong> Tarîkatler Târihi, Dergâh Yayınları,İstanbul 1985.Kara, Mustafa: Bursa’da Tarîkatlar <strong>ve</strong> Tekkeler, UludağYayınları Bursa 1990Kelâbâzî Muhammed b. İshak: et-Taarruf li Mezheb-i Ehli’t-Tasavvuf, Kahire 1389/1969 (Doğuş Devrinde Tasavvuf), Haz.Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1979.Köprülü, Fuad: “Anadolu’da İslâmiyet”, Dâru’l-Fünûn EdebiyatFak.Mecmuası, II/5, İstanbul 1922.Köprülü, Fuad: Türk Edebiyâtında İlk Mutasavvıflar, Diyânetİşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1984.Kuşeyrî, Abdülkerim b. Hevâzin: er-Risâletü’l-Kuşeyriyye fiİlmi’t-Tasavvuf, Kahire 1386/1966 (Kuşeyrî Risâlesi), Haz. SüleymanUludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978.Mekkî, Ebû Tâlib Muhammed b.Ali: Kutü’l-Kulûb fi Muâmeleti’l-Mahbûb, I-II, Mısır 1381/1961Mélikoff, Irène: “Batı Humanizması Karşısında Mevlânâ’nınHumanizması”, (Mevlânâ Bildiriler, Haz. Feyzi Halıcı) içinde,Konya 1983.Mevlânâ, Muhammed Celâleddin: Mesnevî, I-VI, çev. Veledİzbudak, Maârif Vekâleti, İstanbul 1957.Müslim, Müslim b.Haccâc: el-Câmiu’s-Sahih, I-V, Kahire1374/1955.Nicholson, A.Reynold: The Mystics of Islam (İslâm Sûfîleri) çev.Komisyon, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1978.Öztürk, Yaşar Nuri: Hallâc-ı Mansur <strong>ve</strong> Eseri (Kitabü’t-Tevâsin),İstanbul, 1976.Ocak, Ahmet Yaşar: Kalenderiler, Ankara, 1992.Ocak, Ahmet Yaşar: Türk halk İnançları <strong>ve</strong> Edebiyatında EvliyaMenkıbeleri, Ankara, 1983.Pakalın, Mehmet Zeki: Osmanlı Târih Deyimleri <strong>ve</strong> TerimleriSözlüğü, I-III, M.E.B. Devlet Kitapları, İstanbul 1971.172173


Sührerevrdî, Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer: Avarifü’l-Maârif(Tasavvufun Esasları), çev. H.K. Yılmaz-İ. Gündüz, İstanbul, 1989.Suyûtî, Celâleddin Abdurrahman: el-Câmiu’s-Sağîr, I-II, Kahire1402/1982.Şa’rânî, Abdül<strong>ve</strong>hhâb: et-Tabakatü’l-Kübrâ I-II, Mısır1373/1954, Terc.(Veliler Ansiklopedisi), I-IV, Çev. AbdülkadirAkçiçek, Erkam Yayınları, İstanbul 1987.Tahiru’l-Mevlevî: Şerh-i Mesnevî, I-XIV, Selâm Yayınları(Konya), İstanbul 1963-1975Tahralı, Mustafa: “Fransız Müslüman Abdülvâhid Yahyâ’nın(René Guénon) Eserinde Tasavvuf Mistisizm Farkı” KubbealtıAkademi Mecmûası, Ekim 1981Tahralı, Mustafa: “Fusûsu’l-Hıkem’de Tezadlı ıfâdeler <strong>ve</strong>Vahdet-i Vücud” (A.Avni Konuk, Fusûsu’l-Hıkem Tercüme <strong>ve</strong> ŞerhiII) Giriş kısmında, Marmara Ü.İlâhiyat F.Vakfı Yayınları, İstanbul1989.Tatçı, Mustafa: Yunus Emre Divanı I (İnceleme), II (Tenkitlimetin), Kültür bakanlığı yayını, Ankara 1990; aynı yazar, YunusEmre Divanı, Akçağ yayını, Ankara 1991.Teftâzânî, Ebu’l-Wefâ: “İslâm Tasavvufuna Giriş” çev. MehmetDemirci, Dokuz E.Ü.İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III, İzmir 1986Timurtaş, Faruk Kadri: Yûnus Emre Dîvânı, Tercüman 1001Temel Eser, İstanbul 1972 (?), aynı eser, Kültür Bakanlığı yayınıAnkara 1986.Tirmizî, Muhammed b.İsâ:Sünen, I-V, Kahire 1937-1965.Tosun, Necdet:Bahaeddin Nakşbend, İstanbul, 2002.Toprak, Burhan:Yûnus Emre Dîvânı (4. basılış), İnkılâp Kitabevi,İstanbul 1960.Turhan, Mümtaz:“Yûnus Emre’den Kalan” Türk Yurdu DergisiYûnus Emre Özel sayısı, Ocak 1966.Türer, Osman:“Letâif-i Hamse”, DİA (Diyanet İslâmAnsiklopedisi), C. 27, Ankara, 2003.Uludağ, Süleyman:“Tasavvufta Ulûhiyet Telâkkisi” HareketDergisi, Mart 1981.Uludağ, Süleyman:Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1991.Uludağ, Süleyman:İslâm Düşüncesinin Yapısı, İstanbul, 1985.Yahya Kemal:Tarih Musahabeleri, İstanbul, 1975.Yazır, Muhammed Hamdi:<strong>Hak</strong> Dîni Kur’an Dili I-IX, İstanbul1971.174175


YÛNUS’TA HAK<strong>ve</strong>HALK SEVGİSİHazırlayanProf. Dr. Mehmet DEMİRCİEskişehir Valiliği B:17 Odunpazarı/ EskişehirTelefon: (222) 221 90 00/3335 - Fax: (222) 234 53 86www.eskisehir2013.org.tr/ bilgi@eskisehir2013.org.tr

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!