Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Mart ayı dert ayı derler<br />
bizim içinse sinema ayı<br />
n Mart ayı sinema gündemi o kadar dolu ki<br />
yapımcıların aklı daha yeni başlarına geliyor.<br />
Bir çok film son anda ertelendi. Mesela<br />
ödüllü Can, İsmail Güneş’in Ateşin Düştüğü<br />
Yer ve tabii Mar hep ertelenen filmler. Bu<br />
filmler ertelendi ama ne oyuncuları elimizden<br />
kaçabildi ne de yönetmenleri. Önümüzdeki<br />
ay bütün bu filmlerin röportajlarını yine<br />
<strong>Cinedergi</strong>’de bulabileceksiniz. Biz şimdi Mart<br />
ayında kimlerin röportajlarını okuyacağımıza<br />
gelelim. Sen Kimsin ile izleyiciler kahkahaya<br />
boğuluyor. Merve Genç bizim için<br />
filmin oyuncuları Tolga Çevik, Köksal Engür,<br />
Zeynep Özder ve Pelin Körmükçü’ye teybini<br />
uzattı. Ardından El Yazısı filmi için Cansu<br />
Dere ve Baran Akbulut ile konuştuk. Ahmet<br />
Ümit’in romanından uyarlanan Bir Sis Böler<br />
Geceyi filmini ise Cem Davran’dan dinledik.<br />
Önemli bir film. Aleviler’in yaşadıklarını daha<br />
iyi anlamamız için bu tür filmlerin çekilmesi<br />
çok gerekli. Patlak Sokaklar filminde ise Selin<br />
Demiratar ve Kubilay Tunçer, Banu ile keyifli<br />
bir sohbet yaptılar. Bu sayımızın en önemli<br />
bölümü ise yazarımız Burak Yarkent’in Oscar<br />
töreninde gördüklerini ve yediklerini anlattığı<br />
yazısı. Ödüller belli oldu ama kim nerede<br />
oturdu, törende hangi yemekler verildi. Bu<br />
yazıyı okuduktan sonra canınız tatlı çekecek<br />
benden söylemesi. Özel dosyalarımız<br />
ise internet sitelerinde bulabileceğiniz türde<br />
konuların dışında ilginç yazılar oldu. Zeynep<br />
Uslu’nun dosyası gerçekten hayata kafa<br />
yoran bir insanın hazırlamak isteyeceği<br />
bir yazı. Çok önemli bir sorunun cevabını<br />
arıyor Zeynep, “Mağarada yaşarken bugüne<br />
göre daha mı mutluyduk?” Banu ise özel<br />
ilgi alanı olan çocuk dünyasına dalıyor.<br />
Çocuk romanlarının sinemaya uyarlanmış<br />
olanlarını toplamış yazısında Banu. Portre<br />
sayfalarımızda ise Uma Thurman ile Leonardo<br />
Di Caprio yer alıyor. Ali Ulvi Filmin Özü<br />
köşesini genişletiyor bizi de çok mutlu ediyor.<br />
Bu sayımızda tam dokuz filmi bir bakışta<br />
tanıyacaksınız Ali’nin kendine has yazı<br />
stiliyle. Kerem Akça ise DVD’de yine döktürdü.<br />
Bu ay hangi filmler çıkıyor, hangilerinin<br />
kamera arkası sizi mest edecek? Hepsi<br />
DVD köşesinde. Alper Turgut ve Murat Tolga<br />
Şen ise kritik sayfalarımızda önemli filmleri<br />
farklı bakış açılarıyla değerlendirdiler.<br />
Gelelim Episode köşesine... Zeynep Bonçe<br />
yabancı dizileri o kadar iyi takip ediyor ki<br />
ben de onun yazılarından bakıp bu dizileri<br />
seyrediyorum. Teşekkür ediyoruz ona.<br />
<strong>Cinedergi</strong>’nin içindekileri yazmak için başka<br />
bir dergi mi çıkarsam diye düşünüyorum<br />
bazen. İyi okumalar...<br />
Yayın Sahibi<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Serdar Akbıyık<br />
Yazı İşleri Müdürleri<br />
Banu Bozdemir<br />
Fırat Sayıcı<br />
YAZARLAR<br />
Ali Ulvi Uyanık Murat Tolga Şen<br />
Kerem Akça Zeynep Uslu<br />
Alper Turgut Merve Genç<br />
Burak Yarkent<br />
Nil Özer<br />
Zeynep Bonçe
n Bir tarafta tüm sene merakla<br />
beklediğim, Oscar etkinlikleri, diğer<br />
tarafta da yakından takip ettiğim<br />
NBA’in sene boyunca düzenlediği<br />
en eğlenceli ve en büyük organizasyon,<br />
All-Star. Benim gibi bir kişinin<br />
bulunabileceği en zor durumlardan,<br />
en zor haftalardan biriydi.<br />
Uzak olması, Türk oyuncularımızın<br />
katlım sağlayamamaları, ve benim<br />
sinema sevgimin biraz daha fazla<br />
ağır basması nedeniyle All-Star<br />
etkinliğini, en azından bu sene için,<br />
bir kenara atıp, benim de bir parçası<br />
olduğum, Amerika’da 9 yıldır yayın<br />
yapan ilk ve tek Türk İnternet Gazetesi<br />
Alaturkaonline’ın çalışmaları sonucunda<br />
dünya’nın dört bir yanından<br />
sayısız gazetecinin takip ettiği Oscar<br />
etkinliklerine katıldık. Akademi bu<br />
sene biz gazetecilere büyük sürpriz<br />
yaptı ve tarihinde ilk defa, belki de<br />
bizi karşılarcasına, o meşhur kırmızı<br />
halısını büyük bir özenle, tarihi Çin<br />
Tiyatrosu’nun önünden başlayıp,<br />
Highland Caddesi’ne kadar kapattığı<br />
Hollywood Caddesi’nin üzerine Cuma<br />
gününden serdi. Bizim için de güzel<br />
ve müthiş bir sürpriz oldu bu.. Hava<br />
sıcaklığının 20-25 derece civarında<br />
olması ve yağmur beklenmemesi<br />
sebebiyle şemsiyenin kurulmadığı<br />
cadde pırıl pırıl, ışıl ışıldı. Sürprizlerle<br />
dolu günün bir başka sürprizi, yakın<br />
zamanda iflasını açıklayan Kodak’ın<br />
isminin etkinliklerden yavaş yavaş silinmeye<br />
başlanması oldu. Yetkililerin,<br />
“Kodak Tiyatrosu” isminden çok “Hollywood<br />
& Highland Center” ismini kullanmaya<br />
özen göstermeleri gözlerden<br />
kaçmayan bir ayrıntıydı.<br />
Değişikliklerin yanında, geçen senelerden<br />
aşina olduklarımız da vardi tabii<br />
ki etrafta ve bunların başında, bu sene<br />
9. defa Oscar Ödül Törenleri Gecesini<br />
sunacak Billy Christal geliyordu.
Billy Christal’ı etrafta görme şansımız olmadı<br />
ama karşılaştığımız ve ayak üstü sohbet etme<br />
fırsatı bulduğumuz yapımcılar, bu sene Billy<br />
Christal espirileri ile çok güleceğimiz sinyalini<br />
verdiler. Küçük bir bilgi; Billy Christal 9<br />
sunum ile, tarihte Oscar etkinliklerini en fazla<br />
sunan Bob Hope’un (19) arkasından 2. sırada<br />
geliyor. Her yer özenle hazırlanmış, düğün<br />
saatini bekleyen gelin gibiydi ama benim en<br />
çok ilgimi çeken bölüm, film yıldızlarının, ödül<br />
toreni öncesi ve sonrasında zaman geçirdikleri<br />
Green Room (Yeşil Oda) ile Oscar’ların resmi<br />
aşçısı Wolfgang Puck’ın seçkin davetliler için<br />
hazırladığı müthiş menüydü.<br />
Wolfgang Puck tarafından hazırlanan<br />
muhteşem menü:<br />
Tepside Sunulan Ordörvler<br />
Düz Oscar Ekmeği üzerine, Havyar<br />
ve Creme Fraiche eşliğinde<br />
Tütsülenmiş Somon Balığı<br />
Susamlı Yosun İçine Sarılmış Balık<br />
Yumurtası ve Acılı Tuna Tartar<br />
Dünyanın en Pahalı eti Kobe Eti ve<br />
Özel Cheddar Peyniri ile yapılmış<br />
Mini Cheseburger<br />
Domuz, Soya Sosu, ve Zencefil ile<br />
yapılmış Hamur Köftesi<br />
Remoulade Eşliğinde Yengeç Köftesi<br />
Domates, Fesleğen ve Parmesan<br />
Peyniri ile yoğrulmuş Pirinç Köftesi<br />
Wasabi Sosu Eşliğinde Kızarmış<br />
Karides<br />
Tatlı Biber soslu ve Sebzeli Dolma<br />
Pizza Çesitleri
Soğuk Aperatifler<br />
Istakozlu, Domatesli ve Turşulu<br />
Tako<br />
Kaşarlı, Domatesli ve Fesleğenli Şiş<br />
Patatesli Mersşn Balığı<br />
Aioli Hardalı Eşliğinde Çedar Peynirli<br />
El Yapımı Pretzel<br />
Grissini Eşliğinde Domuz Salamı<br />
Küçük Tabaklar<br />
Üzerine Yer Mantarı Rendelenmiş<br />
Sebze Izgara ve Tavuk Göveç<br />
Elma, Kırmızı Soğan ve Mavi Peynirli<br />
Roka Salatası<br />
Cevizli, Keçi Peynirli ve Pancarlı<br />
Tortelloni<br />
Altın’a Sarılmış Havyarlı ve Crème<br />
Fraiche’li Fırında Patates<br />
Romesco ve Polenta Eşliğinde<br />
Kısık Ateşte Pişmiş Pirzola<br />
Domatesli Yengeç ve İstakoz Louie<br />
Özel Olarak Hazırlanmış Çedar Peynirli Makarna<br />
Pilav Eşliğinde Hindistan Cevizli Köri Soslu<br />
Shanghai İstakozu<br />
Koriander ve Naneli Kuzu Yahnisi<br />
Şam Fıstıklı, Özel Sirkeli Pancar Salatası<br />
Deniz Mahsülleri ve Suşi Büfesi<br />
Soya Sosu, Wasabi, Zencefil Eşliğinde Her<br />
Tür Suşi<br />
Çeşitli Soslar Eşliğinde Karides, Istakoz,<br />
Yengeç ve İstiridye Çeşitleri<br />
Passed Dessert<br />
Bademli, Portakallı Kek<br />
Şekerlemeli ve Portakal Soslu Puding<br />
3 Boyut Çikolata<br />
Elma Şekeri<br />
Karamelize Edilmiş Mısır Patlağı Eşliğinde<br />
Muzlu Pasta<br />
Karamellli Gelato Dondurma<br />
Tatlı Büfesi<br />
Ahududu ve Gül Suyu Soslu Ekler<br />
Çilekli ve Kremalı Pasta<br />
Acıbademli Kurabiye<br />
Fındık Ezmeli Çikolatalı Dondurma<br />
Kremalı ve Kahverengi Şekerli Pasta
Çikolatalı Puding<br />
Dalında Taze Çilek<br />
Çikolata Büfesi<br />
Çikolata Çeşmesi ve Dalında Taze Çilek<br />
Çikolatalı Tost<br />
3 Kat Çikolatalı Kek<br />
Sıcak Çıkolata Kaplı Kek Sufle<br />
Çikolatalı Tart<br />
Beyaz Çikolatalı, Hindistan Cevizli, Rom Soslu<br />
Pasta<br />
Sütlü Çikolatalı ve Karamelli Pasta<br />
Çıkolata Soslu Kek<br />
Çikolatalı Kurabiye<br />
3 Farklı Çikolata ile Yapılmış Çikolatalı Kek<br />
Çikolatalı ve Kahveli Kek<br />
Çikolatalı Şekerleme<br />
24 Karat Oscar Heykeli Şeklinde Çıkolata<br />
Konfor’un ön planda olduğu, ve 1950 dekorunun<br />
kullanıldığı Yeşil Oda’da fotoğraf çekme<br />
şansımız olmadı, ama en lüks otelin, kral<br />
dairesini aratmayacak niteliklere sahip olduğu<br />
en azından bizim bulunduğumuz uzaklıktan<br />
anlaşılıyordu. Bu odanın tasarımını yapan<br />
Waldo Fernandez, odanın fikir babasının<br />
yönetmen George Cukor olduğunu söyledi ve<br />
Cukor’un evinin içinde buna benzer atmosferde<br />
bir odanın olduğunu, özellikle Cuma<br />
ve Cumartesi akşamlari film endütrisinden<br />
arkadaşlarını bu odada ağırladığı bilgisini<br />
verdi.<br />
Bir diğer ilgi çekici bölüm ise, Oscar<br />
Heykelleri’nin tanıtım kısmıydı...<br />
Altın kaplama Britannium malzemesi<br />
kullanılarak yapılan bu küçük heykelcik, siyah<br />
bir plaka üzerine yerleştirilmiş, ve bu sene<br />
Chicago’da yapılmış. Sonrasında ise United<br />
Havayolları’nın 531 sefer sayılı ucağı ile<br />
birinci sınıf mevkiide Los Angeles’a getirilmiş.<br />
Sırf bu heykelleri getirdiği için, uçağın ismi o<br />
günlük “Oscar 1” olarak değiştirilmiş.<br />
Biz dışarıda gözlemlerimizi gerçekleştirip,<br />
ve bilgi alış verişini devam ettirirken, içeride<br />
olan hazırlık ve provalara iznimiz olmadığı<br />
için katılamadık ama dışarıdaki hummalı,<br />
ve hiçbirşeyi şansa bırakmamasına süren<br />
çalışma 3 tam gün boyunca devam etti. Bu<br />
titiz çalışma belki de, son 30 yılda ilk defa,<br />
Şubat ayının başında gösterilen Grammy<br />
Ödulleri Töreni izleyici sayısının, bu sene<br />
tahmin edilen Oscar Ödül Töreni izleyici<br />
sayısını geçmesinin sebebiydi. 39.3 milyon<br />
izleyici ortalamasını 1.4 milyon fazla izleyici<br />
ile geçmesi planlanan 2012 Oscar Ödüllerini,<br />
Grammy Ödülleri Törenleri 39.9 milyon izleyici<br />
sayısı ile geride bırakmıştı.
Yönetmen: Mike McCoy, Scott Waugh<br />
Senaryo: Kurt Johnstad<br />
Oyuncular: Alex Veadov, Roselyn<br />
Sanchez, Nestor Serrano<br />
Konu: Kaçırılan bir CIA ajanını kurtarmak<br />
için görevlendirilen “Navy<br />
Seals” ekibinin hikayesi aksiyon<br />
dolu sahnelerle beyazperdeye gelecek.<br />
Ünlü oyunculara sahip olmasa<br />
da, fragmanından anlaşıldığı<br />
kadarıyla aksiyon seyircisini oldukça<br />
tatmin edeceğe benzer olan<br />
bu film Şubat sonunda A.B.D.’inde<br />
vizyona girdi.
Yönetmen: DTimo Vuorensola<br />
Senaryo: Johanna Sinisalo,<br />
Jarmo Puskala<br />
Oyuncular: Udo Kier, Julia Dietze,<br />
Götz Otto, Tilo Prückner,<br />
Konu: Naziler İkinci Dünya<br />
Savaşı sırasında Ay’a gizli bir üs<br />
kurmuştur. Amaçları 2018’de geri<br />
dönüp dünyayı ele geçirmektir.<br />
İlginç konusuyla dikkat çeken,<br />
Almanya – Finlandiya ortak<br />
yapımı Iron Sky‘ın çekimleri uzun<br />
zamandır sürüyordu. Başarılı<br />
efektleriyle de dikkat çeken Iron<br />
Sky‘ı ilginç kılan bir başka ayrıntı<br />
ise filmin türünün komediye<br />
yakın durması.<br />
Yönetmen: Steven R. Monroe<br />
Senaryo: Meir Zarchi, Stuart<br />
Morse<br />
Oyuncular: Sarah Butler, Chad<br />
Lindberg, Daniel Franzese<br />
Konu: Jennifer Hills, inzivaya<br />
çekilerek roman yazmaya ağırlık<br />
veren genç bir kadındır. Fakat<br />
yerleştiği küçük evde Jennifer’ın<br />
yalnız hali çevre yaşayan<br />
adamların ilgisini çeker. Bir<br />
gece genç kadını korkutmak için<br />
yaşadığı yeri basarlar ama işler<br />
beklenmedik biçimde çığrından<br />
çıkar. Jennifer’a önce işkence<br />
eder ardından da tüm gece<br />
boyunca tecavüz ederler. Fakat<br />
Jennifer öldürülmeden ellerinden<br />
kurtulmayı başarıp, kendini<br />
yakınlardaki nehre bırakır. Adamlar<br />
öldüğüne kanaat getirip cesedi<br />
aramaktan da vazgeçerler.
Yönetmen: CMatt Piedmont<br />
Senaryo: Andrew Steele<br />
Oyuncular: Will Ferrell, Gael García Bernal,<br />
Diego Luna<br />
Konu: Armando Alvarez, ömrü boyunca<br />
Mexico’daki babasının çiftliğinde çalışmıştır.<br />
Çiftliğin giderleri gelirlerinden fazla olmaya<br />
başlarken, Armando’nun kardeşi Raul, aileyle<br />
yeni nişanlısını tanıştırır. Raul babasının tüm<br />
borçlarını ödemek için belalı iş adamı Onza<br />
ile bir anlaşmaya girmiştir. Ancak bu durumdan<br />
kurtulmak isteyen Armando, hem sevdiği<br />
kadını, hem de çiftliği Onza’dan geri almalıdır.<br />
Yönetmen: Xavier Gens<br />
Senaryo: Karl Mueller,<br />
Eron Sheean<br />
Oyuncular: Milo Ventimiglia,<br />
Peter Stormare,<br />
Lauren German, Michael<br />
Biehn, Rosanna Arquette
Konu: ”The Fallout” olarak da bilinen<br />
film, New York’ta nasıl olduğu bilinmeyen<br />
çok büyük ve gizemli bir patlama<br />
ile başlamaktadır. Bu yapımda kıyamet<br />
sonrası hayatta kalmayı başaran 8<br />
kişilik bir grubun mahsur kaldıkları<br />
sığınakta kurtarılmayı beklerken birbirlerine<br />
düştükleri gerilim yüklü dakikaları<br />
konu almaktadır.<br />
Yönetmen: Lorene Scafaria<br />
Senaryo: Lorene Scafaria<br />
Oyuncular: Keira Knightley, Steve Carell,<br />
Melanie Lynskey, Rob Corddry<br />
Konu: Dünyaya büyük bir meteorun<br />
çarpacağını ve her şeyin yok olacağını<br />
hesaplayan bilim adamları Penny<br />
ve Dodge’ın yakınlaşmasını hesaba<br />
katmadılar anlaşılan. İşte karşınızda<br />
bir “Dünyanın sonu yaklaşıyor!” filmi<br />
daha. Ancak bu kez işin içinde biraz komedi,<br />
biraz aşk var. Her ne kadar Keira<br />
Knightley ve Steve Carell’in kimyalarının<br />
tutmayacağını düşünsek de, türün sevenlerini<br />
memnun edeceğe benzer bir film.
Yönetmen: Agustí Villaronga<br />
Senaryo: Agustí Villaronga<br />
Oyuncular: Sergi López,<br />
Francesc Colomer, Marina<br />
Comas<br />
Konu: Andreu İspanya İç<br />
savaşı sonrasında Katalan<br />
bölgesindeki küçük bir<br />
kasabada hayatta kalmaya<br />
çalışan bir çocuktur.<br />
Ormanda bir baba-oğul<br />
cesediyle bulan Andreu,<br />
bunu görevlilere ihbar<br />
edince bir anda babasının<br />
cinayetle suçlanmasına<br />
neden olur. Babasının<br />
suçsuzluğunu kanıtlamak<br />
için gerçek katilini<br />
aramasına Andreu yardım<br />
eder. Şiddeti çıkartan<br />
Konu: Dracula, insanların dünyasından uzakta bir otel<br />
işletiyordur. Bir gün, bir çocuk kontun ergenlik çağındaki<br />
kızına aşık olunca aşırı korumacı davranır. Seslendirme<br />
kadrosunda bir hayli ünlü oyuncunun yer aldığı film büyük<br />
küçük herkese hitap eden bir animasyon olacağa benzer.
“Senden Bana Kalan - The Descendants” /<br />
Yönetmen: Alexander Payne<br />
n ”Bürosunda işlere gömülmüş, hali vakti yerinde bir avukat:<br />
Kalabalık bir akraba topluluğuna sahip, bakir / büyük bir<br />
arazi üzerinde söz sahibi, evli ve iki kız çocuğu babası ve de<br />
Hawaii’de ikamet ediyor. Bu mükemmel görünen hayata sahip<br />
olgun adamın, trajik bir olayın tetiklemesiyle, gerçekte, en<br />
yakınındakileri bile aslında hiç tanımadığını ve ne denli büyük<br />
bir duygusal boşlukta olduğunu, geç de olsa anlayıp algılaması<br />
üzerine kurulu öykü kusursuz bir uyarlama senaryodan çekilmiş.<br />
Yönetmen Payne ile George Clooney’nin hassas dokunuşlarıyla<br />
da, sevdiklerimizle bir arada olmanın fakat esas ‘bir arada<br />
kalmanın’ değeri ve ‘Para Tanrısı’na tapınmanın beyhudeliği<br />
üzerine kolay kolay unutulmayacak bir yapıt çıkmış.
“Karanlıklar Ülkesi:<br />
Uyanış - Underworld:<br />
Awakening / Yönetmenler:<br />
Måns Mårlind, Björn Stein<br />
n Öncelikle, sunduğu dijital<br />
teknoloji (3D ve IMAX) ve<br />
desisaniyeleri bile planlanmış<br />
sahneleriyle bir mühendislik<br />
harikası! Neden seyretmeyi tercih<br />
ediyorsak, işte o nedenlerin<br />
hakkını veriyor: 88 dakika en<br />
sıkı aksiyon, ayrıntıları en net<br />
biçimde yakalayan kameralarla<br />
(RED) dehşeti yakalayan fantastik<br />
korku ve dileyen seyirci<br />
için sınıf egemenliği üzerine<br />
yeterince kışkırtıcı fikir. Doğru;<br />
Vampir ve Lycan klanları, bu<br />
kez kolay kolay rahat bir yaşam<br />
sahası bulamayacaklar, çünkü<br />
gezegendeki en vahşi tür<br />
olan insanlar onları avlamaya<br />
başladı! Bakmayın o kan göllerine:<br />
Dramatik bir hikâye de<br />
bu! Kate Beckinsale ise önceki<br />
filmlerden daha ‘buz’ ve sert!
“Savaş Atı - War Horse” /<br />
Yönetmen: Steven Spielberg<br />
n Birinci Dünya Savaşı<br />
arifesinde İngiltere<br />
Dartmoor’da, yoksul çiftçi<br />
ailesinin tek oğlu ile genç atı<br />
arasında oluşan dostluk, sadakat<br />
ve fedakârlığın, ikisinin<br />
zorunlu olarak ayrılmasıyla<br />
birlikte tüm bir savaşa yayılan<br />
öyküsü. Muhteşem biçime<br />
sahip... Ve esasen tüm ilhamını<br />
otuzlu kırklı yılların, siyah<br />
beyaz ya da Technicolor’lu<br />
Hollywood yapımlarından alan<br />
ve bir ailenin sinemaya gitmesi<br />
için gerekli olan tüm parıltılara<br />
sahip film. Aynı zamanda,<br />
Spielberg’ün “Batı Cephesinde<br />
Yeni Bir Şey Yok”u: Her iki<br />
cepheden baktığı savaşın<br />
anlamsızlığı / vahşeti ve masumiyet<br />
üzerine bir küçük<br />
başyapıt. Ses tasarımına özellikle<br />
dikkat!
“Utanç - Shame” / Yönetmen: Steve McQueen<br />
n New York dünyanın bir numaralı kenti, kapitalizmin<br />
merkezi... Brandon da, insanın erkek türünün -her anlamda-<br />
seçkin örneği. Çekici erkekler sürüsünde yer almanın<br />
püf noktalarında temas ve duyguları unutmuş; sürekli<br />
seks yaptığı halde ruhsal doyuma ulaşamadığından ‘seks<br />
açlığı’ çekmekte...’Hala insan’ kız kardeş çıkagelip kalbi<br />
olduğunu anımsatmaya çalışır. Ancak, ‘yeniden insan olmak’<br />
kolay değildir... Brandon ahlaksızdır, çevresindekiler<br />
ahlaksızdır; çünkü düzen ahlaksızdır! Modern yaşamın<br />
sanal soğukluğunda her şeyi metalaştırıp tüketen insanın,<br />
sonunda kendini tüketmesi meselesinde, yönetmen<br />
McQueen ile oyuncu Michael Fassbender, bir önceki<br />
çalışmaları “Açlık”taki (Hunger) başarılarının tesadüfî<br />
olmadığını kanıtlıyorlar.
“Kevin Hakkında Konuşmalıyız - We Need to Talk<br />
About Kevin” / Yönetmen: Lynne Ramsay<br />
n Anne ve oğlu arasındaki ilişkiyi ‘çok<br />
yönlü’ didikleyerek aktaran ve kurguyu<br />
filmin psikolojik tonunu belirlemede<br />
etkili şekilde kullanan bu dram<br />
gerilim, karakteri / kişiliği belirleyen<br />
etmenler üzerine önemli / değerli bir<br />
deneme. Bilinmezlerle yüklü canlı türü<br />
olan insanın kaotik ruhsal yapısını,<br />
Kevin örneğinde, anne karnından<br />
başlayarak ergenliğe kadar ‘anlamaya<br />
çalışan’ seyirciyi kendi deneyimleriyle<br />
yüzleştirirken, karakterleri<br />
yargılamasına da pek fırsat vermiyor.<br />
Bir yönüyle de, ‘ebeveyn olmaya<br />
karar vermenin ve ebeveyn olmanın<br />
dehşeti’ üzerine bir film. Ve Tilda<br />
Swinton, anne rolünde bu dehşeti<br />
ziyadesiyle geçiriyor bizlere!
“Köstebek - Tinker Tailor Soldier Spy” / Yönetmen: Tomas Alfredson<br />
n Soğuk Savaş’ın casuslar arası karmaşık ilişkiler ağında, soğuk görünümlü İngiliz<br />
adamların derinlikli bir incelemesi ...’ Güvenmek’ denilen o ana damarın her an<br />
tıkanabileceği korkusu ve yalnız kalmanın ve de duyguları bastırmanın dayanılmaz<br />
acısı içinde casusluk yapmanın ne olduğuna / olmadığına ilişkin sıkı bir öykü! Hayatın<br />
gerçekliğine sımsıkı temas ettiğinden belleğe yerleşiyor; yılın en başarılı birkaç filminden<br />
biri tanımını da hak ediyor. Hiç kuşkusuz tüm oyuncular, özellikle de Gary Oldman,<br />
iliklerine kadar casusluğu özümsemiş. Türkiye’ye ait özel not ise, 1970’lerdeki İstanbul’a<br />
ait sahnelerde kent dokusunun yansıtılmasındaki başarıya dair...
“Düşmanı Korurken -<br />
Safe House” / Yönetmen:<br />
Daniel Espinosa<br />
n CIA’nin Güney Afrika, Cape<br />
Town’daki ‘güvenli evi’nin<br />
sorumlusu genç ve toy ajanın,<br />
kendini bir anda, eski ve deneyimli<br />
bir ‘kaçak ajan’la birlikte<br />
çok ama çok tehlikeli bir oyunun<br />
ortasında bulması, entrika<br />
anlamında yenilikler içermiyor.<br />
Bir ihanet söz konusu; o<br />
kadar! Ancak aynı şeyi aksiyon<br />
yapısı için söyleyemeyiz.<br />
İnsanlar, silahlar, arabalar öyle<br />
bir şiddet altında, öyle sert<br />
şekilde buluşuyor ki, adrenalin<br />
seviyeniz hızla yükselmeye<br />
başlıyor. Ana hedef de bu zaten:<br />
İki saatte yakın, seyircinin<br />
dikkatini perdeye kilitlemek!<br />
Denzel Washington ne denli<br />
etkileyiciyse, Ryan Reynolds da<br />
o kadar çekici. Yani, doğru bir<br />
ikili seçilmiş!
“Marilyn ile Bir Hafta - My Week with Marilyn” / Yönetmen: Simon Curtis<br />
n ”The Prince and the Showgirl”ün 1956 yazında İngiltere’deki çekimleri sırasında<br />
Sir Laurence Olivier ile Marilyn Monroe arasında zaman zaman sertleşen fırtınalı<br />
‘iş ilişkisi’nin ortasında kalan genç asistanın yaşadıkları çerçevesinde, yaldızlı<br />
kapağın altında saklanan efsanevi ‘özel kadın’ın gerçek hikâyesi. Şöhretin ve<br />
güzelliğin ağırlığı yüreğine fazla geldiğinde ‘insan kalabilmek için’ mücadele verirken<br />
‘karmaşıklaşabilen’ ancak ‘durulabilen’ de Marilyn’i bu denli canlı kılabilen Michelle<br />
Williams için söylenebilecek çok şey olsa da, başarısının sırrı, karakterin hüzünleriyle<br />
kendi hüzünlerini iç içe geçirebilmiş olmasında sanıyorum.
“Muppets - The Muppets” / Yönetmen: James Bobin<br />
n Dünyanın en ünlü kuklalarıyla eğlenirken kendimizi bir kez daha iyi hissettik? Neden?<br />
Çünkü onların yaydığı enerji ile aykırı ve ayrıksı olanın tüm çılgınlığı, bastırdığımız<br />
duygularımızı harekete geçiriyor. Bu sinema filminde de, dağılmış kumpanyalarını yeniden<br />
bir araya getirip, bir defa daha, ‘normal’ olan her şeye nanik yaparak ‘acayip olanın güzelliği’<br />
içinde ve canlı oyuncularla birlikte, müzikle, dansla, komediyle coşturuyorlar. Tüm zamanların<br />
en nüktedan iki ‘eleştirmeni’, Muppet Show’daki locanın müdavimi iki ihtiyar adam başta, kendileriyle<br />
dalga geçmekten de geri durmuyorlar.
n “Aslında korku imparatorluğuna dönüşen<br />
modern ABD’yi J. Edgar Hoover kurdu dersek,<br />
abartmış olmayız. Sekiz ABD başkanı eskiten,<br />
üç savaş gören, kendisine sürekli suni ve gerçek<br />
düşmanlar yaratan, telekulak olayını gücü<br />
ele geçirmek için kullanan, suç bilimini yaratan,<br />
herkesin parmak izini depolayan, erkin kontrolü<br />
için belaltı dosyalar hazırlatan, şantaj, tehdit<br />
ve hileye sık sık başvuran, gerekirse cinayete<br />
azmettirmekten çekinmeyen, belaya bayılan ve<br />
hep kaostan beslenen Edgar, perde arkasından<br />
dev bir ülkeyi yönetiyordu. O kah derin devlet<br />
idi kah devletin ta kendisiydi. Etkisi muazzamdı,<br />
insan haklarına, özgürlüklere ve demokrasiye<br />
ters düşen hemen her ülke, bugün dahi onun<br />
yol göstericiliğinden, iş bitiriciliğinden besleniyor.<br />
Hatta ABD’de 11 Eylül’ün hemen ardından yine<br />
onun anlayışına çark etti. Günümüzde dünyanın<br />
en büyük parmak izi arşivine sahip, 10 milyar<br />
doları aşkın bütçesi, 500’den fazla ofisi, binlerce<br />
özel eğitimli çalışanı olan Edgar’ın kurduğu Federal<br />
Soruşturma Bürosu (FBI), sınır ötesi operasyon<br />
yapmaya muktedir, bazen CIA’ya bile<br />
rahmet okutan büyük ve çetrefilli bir güç, özetle...<br />
Kovboyluktan yönetmenliğe geçen, Oscar ödüllü<br />
Clint Eastwood’un yönettiği “J. Edgar” filminde,<br />
devlet terörünü yaratan, saplantılı, acımasız ve<br />
psikolojisi bozuk bu tarihi tip, kısmen resmediliyor.<br />
Eşcinselliği, kadın kıyafetleri giymesi ve dominant<br />
bir annenin oyuncağı olması daha çok öne<br />
çıkartılarak... Çünkü Edgar’ı anlatmaya bir film<br />
yetmez, bir insanın ömrüne sığdırabileceğinden<br />
fazlasını yaşamış ve yaşatmış bir karakter, ya<br />
film serisi olur ya da TV dizisi... Bu film Edgar’ın<br />
özeti, yakın tarihe meraklı olan her sinemasever,<br />
mutlaka izlemeli... Ancak yine de Eastwood filmlerinin<br />
en zayıf halkalarından biri olduğunun altını<br />
çizelim. J. Edgar’ın oyunculuk yükünü Leonardo<br />
DiCaprio, Naomi Watts, Armie Hammer, Josh<br />
Lucas, Judi Dench ve Josh Hamilton sırtlıyor.<br />
Performanslar gayet başarılı, yaşlandırma ise resmen<br />
facia... Makyaj olduğu o kadar belli ki, yine tarihi bir<br />
karakter olan Margaret Thatcher’ın anlatıldığı “Demir<br />
Leydi” filminin en iyi kadın oyuncu ve makyaj dalında<br />
Oscar alması, özensizliği anlatmaya yeter umarım.<br />
Komünizm ve anarşizm karşıtı, ırkçı, sinsi ve kışkırtıcı<br />
bir adamın, öyküsünü izlemek isterdim, lakin J. Edgar<br />
filminin, güçsüzlüğünü ve korkularını gösterişle kapatan,<br />
aslında yalnız bir insandı ve sorunları vardı gibi onu<br />
savunmaya yönelik alt metini sevmedim. Suçluya suçlu<br />
gibi yanıt verirsen devlet terörünü inşa edersin, kanun<br />
tanımazsan, adaleti oyuncağın haline dönüştürürsen,<br />
yarattığın sistem, huzuru ve barışı getirmez, sadece<br />
yeni suçlar ve suçluları yaratırsın, çünkü şiddet şiddeti<br />
doğurur, dökülen kan ise intikamı... Hollywood işte bize<br />
bunu vermiyor, aslında adam haklıydı, ülkeyi komünistlerden<br />
temizledi, halk düşmanı gangsterleri öldürttü,<br />
kurunun yanında yaş da yandı, olacak o kadar, diyor.<br />
Benim itirazım, sinemayla pazarlanan, bu iktidar diline...<br />
Ötesinde “Dans edemediğim devrim, devrim değildir”<br />
diyen anarşizm efsanesi Emma Goldman’ı, en büyük<br />
suçlu olan ve yasal bir zeminde insanları sömüren bankalara<br />
savaş açan gangsterlere şöyle bir değinmek, hızlı<br />
hızlı geçmek ve karikatürize etmek, filmin görsel gücünü<br />
azaltıyor, keza akılda kalıcılığını da... Ezeli düşmanları<br />
JFK ve Martin Luther King bölümleri biraz daha yaratıcı<br />
ve anlaşılır olabilirmiş. Belgesel olarak çekilseymiş<br />
keşke, lakin tarafgirliği nedeniyle o formattan da hayli<br />
uzak düşermiş. Son olarak Edgar’ı daha insancıl gösterebilmek<br />
uğruna dönemin meşhur senatörü McCarty<br />
bir cümleyle geçiştirilebilir mi?
n Tolga Çevik bence bazı bakımlardan şanssız<br />
ama bir o kadar doğal komedi gücü olan bir isim.<br />
Şanssızlığı Yılmaz Erdoğan’ın arkadaşı Cem<br />
Yılmaz’ın akrabası olması. Herkes onların yolundan<br />
gittiğini söylüyor. Eğer bu hafta vizyona giren<br />
Sen Kimsin özelinde konuşursak bence hiç de öyle<br />
değil. Kesinlikle kendi özel bir rengi var komedi<br />
yelpazesinde Tolga Çevik’in. Komedi filmine gülmek<br />
için gideriz. Filmin bizi nasıl güldürdüğü önemlidir.<br />
Yeşilçam’ın kendine has bir komedi anlayışı vardı.<br />
Çoğunlukla traji komik filmlerdi bunlar. Münir Özkul,<br />
Adile Naşit, Zeki Alasya, Metin Akpınar bizi<br />
güldürürdü ama filmin bir yerinde de ağlatırdı.<br />
Toplumsal bir dokundurma, eleştiri veya melodram<br />
filmin içinde yer alırdı. Yıllar içinde absürd komedi<br />
geldi. Yeşilçam’a alışmış otoriteler bu türden hiç<br />
hoşlanmadı. Çünkü absürd komedinin en büyük<br />
amacı izleyiciyi sadece güldürmekti. Sen Kimsin<br />
daha çok absürd komedi sınırları içinde yer alan bir<br />
film. Sen Kimsin’i böyle bir açıklamayla ifade etmek<br />
yetersiz tabii. Herşeyden önce filmin senaryosunu<br />
da yazan Tolga Çevik’in iyi bir çalışma yaptığını<br />
söyleyebilirim. Dünya sinemasının en komik dedektifi<br />
Pembe Panter’i yaratan Peter Sellers belli ki<br />
Çevik’e kaynak olmuş. Sellers’ın mimiklerinden espri<br />
anlayışına mükemmel bir gözlem sonucu Çevik,<br />
Türk komedisine uyarlamış ustayı. Bunu yaparken<br />
ise orta oyunundan, gölge oyununa kadar bizim<br />
kaynaklarımızdan da yararlanmış. Filmde Çevik’in<br />
canlandırdığı Tekin karakteri baba yadigarı İsmail<br />
abisiyle dedektiflik yapar. Tabii inanılmaz sakardır<br />
ve başı beladan kurtulmaz. Bir gün sarışın güzel bir<br />
kadın kapıyı çarparak ofise girer ve macera başlar.<br />
Pelin Körmükçü tam bir femme fatale filmde. Fiziği,<br />
yaşı herşeyiyle role uymuş tam bir cast başarısı.<br />
Tekin’in gönlünü çalan güzel kız Pelin’i ise Zeynep<br />
Özder oynuyor. Gerçekten güzel bir kadın ve filmde<br />
yapması gereken etkiyi veriyor. Oyunculuğuna<br />
gelince ne yazık ki başarılı değil. Oyuncu olarak<br />
daha bir fırın ekmek yemesi lazım. Ama fiziğiyle gereken<br />
etkiyi yapıyor. Tekin’in İsmail abisini canlandıran<br />
Köksal Engür ise mükemmel. Çevik ile o kadar iyi<br />
uyum sağlıyorlar ki... Karagöz ile Hacivat bu kadar<br />
iyi yorumlanır. Hatta Türk sinemasındaki en başarılı<br />
yorumu diyebilirim Karagöz ile Hacivat’ın. Tolga<br />
Çevik Hacivat’ı Köksal Engür ise Karagöz’ü günümüze<br />
taşımışlar. Bir ara Tolga Çevik Peter Sellers’dan<br />
Hacivat’a geçiyor oradan tekrar Pembe Panter oluyor<br />
bizim de başımızı döndürüyordu. Bir komediden daha<br />
ne bekleriz. Evet gözlerimizi yaşartan bir Münir Özkul<br />
yok filmde. Ama bu yapı içinde de öyle bir role ihtiyaç<br />
yok. BKM de komedi filmleri zincirine bir yenisini<br />
ekliyor böylece. Bir önceki film Berlin Kaplanı’ndan<br />
daha komik bir film Sen Kimsin. Gülmek isteyenler için<br />
biçilmiş kaftan.
n Can’ı Antalya Film Festivali’nde izledim, aslında<br />
Antalya’nın ya da diğer festival filmi mantığını<br />
kırmaya müsait bir anlatım içeriyordu, Selen Uçer’in<br />
performansı bana göre çok başarılıydı ama bazı<br />
şeyler düşündüğünüz gibi olmaz. (Jüri Özel Ödülleri<br />
geldi tabii Antalya ve Sundance’ten… )<br />
Can bir kadın ve çocuk arasında kurulabilecek sıra<br />
dışı ilişkilerden birine el atıyor, aslında konu bildik…<br />
İnsan kendi canından kanından olmayan bir çocuğu<br />
ne kadar sever, sahiplenir? Ayşe ve Cemal’in bu<br />
konuda başarısız olmalarının arasına büyükşehrin<br />
küçük insanları yutan çarkları da ekleniyor. Yani<br />
mesele çocuk sahibi olmanın dertlerinden, başka<br />
dertlere öyle bir uzanıyor ki arada bazı kopukluklar<br />
yaşıyoruz o yüzden.<br />
Cemal’in evi neden terk ettiği ve o yaşam kavgası<br />
arasında nasıl bir aşama kaydettiğini inandırıcı<br />
bulamadım kendi adıma… Yani senaryonun o kısmı<br />
Cemal’siz de devam edebilirdi. Yani kadının ezikliği<br />
ve yalnızlığı yanında erkeğin kendi çapında yükselen<br />
grafiği gözümüzde kadının çilesini arttırmak<br />
yerine sanki biraz daha gereksiz hale getiriyor.<br />
Can’da tekrarlayan ve bizi mutlu sona ulaştırmak için<br />
yapılan birbiri benzeri planlar bir süre sonra sıkıcı<br />
hale gelebiliyor. Kadının siniri ve çocuğun naifliğinin<br />
çatışması çok iyi verilmiş ve kadın çıkış yolu aramak<br />
için en yakınındakinden medet umma hali…<br />
Filmde çocuk oyuncu olduğu ve mağdurluk seviyesi<br />
yüksek tutulduğu için kalpler yumuşacık bir halde<br />
izleniyor film. Film bir yandan yan hikayelere ihtiyaç<br />
duyuyor ama bir yandan da kurduğu yan hikayeleri<br />
ana hikayenin dışında tutmaya hevesli görünüyor. Ya<br />
da biz iki baskın duygu karşısında öyle hissediyor da<br />
olabiliriz. Başta da dediğim gibi Selen Uçer’in bıkkın,<br />
yılgın ve yaşadığı hayatın dışına kaçmak isten Ayşe<br />
karakterine çok yakıştığını söylüyorum. Tabii Can’ı<br />
oynayan Yusuf Berkan Demirbağ’ı da yabana atmamak<br />
lazım. Serdar Orçin uzun zamandır sinemada<br />
yoktu, görmek her şekilde iyi geldi ve Erkan Avcı’nın<br />
varlığı da filmin artılarından. Sonuçta Can yürekleri<br />
burkacak ama sonrasında birazcık ana öyküsünü<br />
sorgulatacak bir film… Bence izlemek de ve ‘annelik’<br />
duygusunun nerelere uzandığını sorgulamak da<br />
fayda var…
n Hani neredeyse elimizde büyüdü kerata!<br />
Daniel Raddcliffe’den bahsediyorum. İlk Harry<br />
Potter’daki ağlak, ezik İngiliz veledini oynadığı<br />
tarihten bu yana 11 sene geçmiş, o da bu zaman<br />
içinde büyümüş, ağabeyliği de atlamış,<br />
hemen baba olmuş! (filmdeki karakterden<br />
bahsediyorum.)<br />
Siyahlı Kadın (The Woman in Black) Gotik bir<br />
korku filmi, hani şu eski usül dediklerinden…<br />
Baştan belirtmekte fayda var; eğer bol kapı<br />
gıcırdamalı, pencere çarpmalı, örümcek ağlı,<br />
tozlu mobilyalı metruk malikânelerde geçen<br />
korku, gizem filmlerini seviyorsanız bu filme<br />
de bayılırsınız. Filmimizin konusu türe yenilik<br />
getirmese de, gerekliliklerini sağlayacak bir set<br />
ortamını oluşturacak cinsten… Karısını kaybetmenin<br />
üzüntüsünü henüz atamamış olan ve<br />
ondan geriye kalan tek hatıraya, oğluna sarılan<br />
genç avukat Arthur Kipps bir malikânenin satışı<br />
için İngiltere kırsalına gidiyor ama ünü bölgeye<br />
çoktan yayılmış bu lanetli evi bırakın satmak<br />
şöyle dursun, başına ne belalar açacağından<br />
dahi habersiz…<br />
Şimdi elimizdeki malzemeyi sayıyorum: Lanetli<br />
malikane + yaşananlardan habersiz bir yabancı<br />
+ yabancıları sevmeyen yerli halk + çocuk<br />
hayaletleri… Tür meraklıları kimbilir kaç böyle<br />
film izlemiştir ama hepsi eninde sonunda Peter<br />
Medak’ın 80’lerin en iyi korku filmlerinden biri<br />
olan The Changeling’ine dayanıyor. Sanırım<br />
Ringu’nun yönetmeni “The Changeling’i izlemesem<br />
Ringu’yu çekmezdim” gibisinden laflar<br />
etmişti zamanında… George C. Scott’un<br />
başrolünde oynadığı bu kült filmden Siyahlı<br />
Kadın’ da da epey nemalanmış.<br />
Korku filmlerinde artık özgünlük aramıyoruz. O<br />
yüzden kim neyi, nerden almışı, çalmışı bırakıp<br />
filme dalabilirsek karşımızda her anında etkileyici,<br />
meraklı bir izleme sağlayan çok önemli olmasa<br />
da hiç de fena durmayan bir seyirlik var. Daniel Radcliffe<br />
rolünün hakkını vermek için epey uğraşıyor. Henüz kafamdaki<br />
büyücü çocuk imajı silinmese de bu çabasını<br />
alkışlamamak imkansız…<br />
Filmin çekildiği malikâne ve çevresi ise uzun yıllardır bir<br />
korku filminde gördüğüm en etkileyici mekan çalışması<br />
ve yönetmen James Watkins seyirciyi görsel ve duygusal<br />
olarak etkilemesini çok iyi biliyor. Kimselerin dikkatini<br />
çekmeyen vasat ama bir o kadar da etkileyici filmi Eden<br />
Lake’den bu yana takibimde olan yönetmen, büyük bütçenin<br />
de hakkından gelebileceğini ispatlıyor.<br />
Filmin zayıf noktası ise günümüz korku filmlerinin acilen<br />
paçasını kurtarması gerekli olan CGI efektler… İnanın bir<br />
hayaleti CGI’la kotarmak onu bir çizgi film kahramanına<br />
çevirmekten başka bir işe yaramıyor! Filmin tüm atmosferine<br />
kan doğrayan ve ucuz gösteren bir teknik bu…<br />
Uzun lafın kısası; Siyahlı Kadın, korku filmi severlerin<br />
hoşuna gidebilecek türden bir film… Keyifle okunan bir<br />
roman tadında akıp gidiyor tüm hikaye… Daha ziyade bir<br />
atmosfer filmi ama korkutmayı da başarıyor.
Tolga Çevik’in<br />
başrolünde oynadığı Sen<br />
Kimsin tam bir kahkaha<br />
fırtınası. Biz de bu komik<br />
filmin kahramanlarına<br />
teybimizi uzattık. Bakın<br />
haşarı dedektif bizlere<br />
neler söyledi?<br />
MERVE GENÇ<br />
n Bizim de saf, bir o kadar da sakar bir<br />
dedektifimiz oldu. Hikayesi Tolga Çevik’e ait<br />
“Sen kimsin” beyazperde’de…Aylar önce<br />
filmin setine konuk olduğumuzda Çevik ile<br />
heyecanını paylaşmıştık ve bize “galiba<br />
içimde öyle bir adam var, çok gülüyorum<br />
ona ben” demişti….Çevik şimdi o çok<br />
güldüğü içindeki Tekin’i bizlerle tanıştırıyor.<br />
Filmde sadece Tekin’le değil en az onun<br />
kadar eğlenceli olan İsmail ağabey, Suzan,<br />
Pelin ve Adnan ile de tanışıyor, çok<br />
gülüyoruz. Kendine ait dünyasında hayalleri<br />
ile yaşayan aranan bir dedektif olmak<br />
isteyen Tekin ile hayat yoldaşı İsmal<br />
ağabey hikayesi izleyenlere bol kahkaha<br />
vaat ediyor. Hem de tamamen tuhaflıklar,<br />
olur mu canım diyeceğimiz olaylar ve<br />
komik diyaloglarla… Aşırıya kaçmadan ve<br />
küfüre ihtiyaç duymadan… Ozan Açıktan’ın<br />
yönettiği filmde Tolga Çevik’e Köksal<br />
Engür, Pelin Körmükçü, Toprak Sergen ve<br />
Zeynep Özder eşlik ediyor… Biz de ekiple<br />
filmin galası öncesi bir araya geldik bize<br />
filmin neden bu kadar eğlenceli olduğunu<br />
kanıtlayan bir röportaja imza attık. Çünkü<br />
ekip gerçekten kendi arasında eğleniyor<br />
ve Çevik’in dediği gibi “biz bir araya gelip<br />
çay kahve içtik, o sırada olanları da filme<br />
aldık”… Buyurun sohbetimize….
ZEYNEP ÖZDER:<br />
Zeynep Hanım siz filmle ilgili neler söylemek<br />
istersiniz? Bol aksiyon sahneleriyle dolu bir<br />
rolünüz var.<br />
Yeni aksiyon yıldızı benim…(gülüyor) Ben çok<br />
mutluyum. Komedi yapmayı çok istiyordum.<br />
Benim de karakterim aslında komik değil<br />
ama bu projenin içinde olduğum ve bu ekiple<br />
çalıştığım için çok mutluyum. Her anımız<br />
çok keyifli geçti. Burada gördüğünüz hiçbir<br />
şey. Benim karakterim de aslında sert bir<br />
kız. Güçlü bir karakter. Kaçırılan kız. Kızımız<br />
dedektifin bulduğu ve sonrasında keşke<br />
kurtarılmasaydım dediği bir maceranın içinde<br />
buluyor kendini.<br />
TOLGA ÇEVİK:<br />
Tolga Bey hikayenin sahibi sizsiniz. Nereden<br />
çıktı “Sen Kimsin”?<br />
Biz yazdık bir kere bundan emin olabilirsin…<br />
Sonradan spekülasyon çıkmasın diyorsunuz…<br />
(gülüşmeler)<br />
Yani bizim aklımızda sinema filmi yapma<br />
fikrimiz vardı. Nasıl bir hikaye, nasıl bir film<br />
olsun ona karar veremiyorduk. Nihayetinde<br />
Tekin karakteri ortaya çıktı. Tekin benim daha<br />
önce programda da oynamaktan çok zevk<br />
aldığım bir karakterdi. Dedik ki bunun filmi<br />
olsun, hem de çok daha dişi bir konu çıkarır<br />
hikaye olarak. Dolayısıyla aslında çıkışı böyle<br />
oldu “Sen Kimsin” filminin.<br />
Filmin seti de aynı oranda eğlenceli herhalde.<br />
Zaten biz bir araya geldik, Çay, kahve içtik.<br />
Olanları da filme aldık. Olay o yani.<br />
Bol aksiyon sahneleri var filmde. Özellikle<br />
Tekin’in başına sakarlığından ötürü gelmeyen<br />
kalmıyor.<br />
Şimdi şöyle bir şey var aslında komedi<br />
filmi ve aksiyon diyince “eyvah şimdi neler<br />
yaptılar” deniyor. Aslında filmde bir insanın<br />
başına gelemeyecek hiçbir şey yok. Ama<br />
“vay anasını burada bunu nasıl böyle yaptılar”<br />
dedirtecek şeyler var. Aynı şey Zeynep için de<br />
geçerli. O aksiyon sahnelerinin yüzde sekseninde<br />
Zeynep de vardı. Çok enteresan ve<br />
zor bir iş yaptı hakikaten. İlk defa bu denli bir<br />
kaosun içine girdi. Zor bir işti ama ekip o kadar<br />
koordine olmuş bir şekilde çalıştı ki. Her zaman<br />
ilk önce oyuncunun güvenliği düşünüldü.
Dolayısıyla o aksiyon sahneleri<br />
şu anda filmde gördüğünüz gibi<br />
eğlenceli birer sahne halini aldı.<br />
Filmin çekimleri nerede gerçekleşti?<br />
Onu Köksal abiye sormak lazım.<br />
Köksal abiye büyüklerden kalma<br />
arsalarda çektik, kira ödememek<br />
için. Şaka bir yana film İstanbul’da<br />
çekildi. Yabancı olmadığımız mekanlarda,<br />
her gün geçtiğimiz yolun bir<br />
alt sokağında, ötekinin berikisinde<br />
çektik...<br />
Film biterken benim içimde ikincisi<br />
gelecekmiş gibi bir his uyandı, gelecek<br />
mi?<br />
Allah Allah …Allah söyletiyor..<br />
Açık bir sonla bitti ama film buna<br />
müsait.<br />
Açık söyleyeyim ikincisinin de<br />
üçüncüsünün de hikayeleri var kafamda<br />
aslında ama amaç şu; herkes<br />
seyretsin ve herkes bizim kadar<br />
sevsin. Biz dünden razıyız devamını<br />
çekmeye. Bilmiyorum yanlış mı<br />
düşünüyorum ama…<br />
PELİN KÖRMÜKÇÜ:<br />
Pelin hanım Suzan karakterini<br />
canlandırıyorsunuz filmde? Suzan<br />
filmin köTü karakteri, siz senaryoyu<br />
okuduktan sonra nasıl şekillendirdiniz<br />
Suzan’ı?<br />
Bir kere öncelikle şunu söylemek istiyorum<br />
ki böyle güzel bir projede yer<br />
almaktan son derece mutluyum. Çok<br />
güzel geçen bir set zamanımız vardı.<br />
Güzel bir işe katkıda bulunmaktan<br />
da ayrıca onurluyum. Suzan hırslı ve<br />
dominant bir kadın. Biraz sevimsiz<br />
gelebilir izleyiciye. Açıkçası bana da<br />
sevimsiz geldi ama bu güzel. Benim<br />
Pelin Körmükçü olarak bugüne<br />
kadar canlandırdığım karakterlerin<br />
içinde değişik bir yeri var. Bana göre<br />
filmde en komik olmayan karakter<br />
diyebilirim. Biraz kaba tabirle gıcık<br />
denebilir, Bana öyle geldi ama çok<br />
severek oynadım çok isteyerek yer<br />
aldım rolümde…Umarım izleyiciler
de beğenirler şansımız açık olsun.<br />
KÖKSAL ENGÜR:<br />
Köksal bey filmde İsmail ağabey<br />
karakterini canlandırıyorsunuz. Ben<br />
keşke herkesin öyle eğlenceli bir İsmail<br />
ağabey olsa diye izledim filmi açıkçası.<br />
Öyle mi ne güzel…Benim olsun istemezdim<br />
(gülüyor)<br />
Bence çok eğlenceli bir karakter. Siz<br />
neler söylemek istersiniz İsmail abi<br />
karakteriyle ilgili?<br />
İsmail ağabey; filmde Tekin’in<br />
babasının arkadaşı. İkisi de trafikte<br />
çalışıyorlar. Tekin’in babası ölmüş.<br />
İsmail ağabey de trafikten emekli<br />
olmuş. Tekin de ona emanet edilmiş<br />
gibi bir durum ve beraber dedektiflik<br />
işine başlıyorlar. Tekin ne kadar bu işi<br />
yapamayacaksa İsmail ağabey ondan<br />
daha çok yapamayacak durumda.<br />
Dolayısıyla filmin komedisi oradan<br />
doğuyor.<br />
Peki senaryoyu okuduğunuzda sizde<br />
bıraktığı duygu ne oldu?<br />
Komik…Yani en azından kendim için<br />
söyleyeyim genellemek yanlış olur.<br />
Biz oyuncular senaryoyu okuduğumu<br />
zaman en azından kafamızda canlanmaz.<br />
Rolüme, diğer rollere bakarım,<br />
metinin edebi yönünü okur bakarım.<br />
Dün hep beraber ekip olarak izledik<br />
filmi hiç benim canlandıramayacağım<br />
bir şekilde acayip çok güzel bir film<br />
olmuş. Müthiş bir film olmuş…<br />
Filme gelsinler çünkü desem devamını<br />
siz getirseniz…<br />
Pelin Körmükçü: Çünkü çok<br />
eğlencekler ve eğlenecekler<br />
Köksal Engür: Çünkü Türkiye’nin gülmeye<br />
ihtiyacı var.<br />
Tolga Çevik: Bence gelsinler, biz<br />
çok eğlendik. Bize güveniyorlarsa<br />
bugüne kadar güvendilerse en ufak bir<br />
şüpheleri olmasın çok eğlenecekler
n Charlie’nin meleği<br />
Lucy Liu uzun süredir<br />
beyazperdeden uzakta.<br />
Çin asıllı Amerikalı<br />
yıldızı son yılarda Kung<br />
Fu Panda ve Tinker Bell<br />
gibi animasyon filmlerde<br />
seslendirme sanatçısı<br />
olarak dinlesek de beyazperdede<br />
en son bundan<br />
dört yıl önce The Year of<br />
Getting to Know Us filmi<br />
ile izlemiştik. Lucy Liu bu<br />
geçen yıllar içinde daha<br />
çok televizyon dizilerinde<br />
yer almayı tercih etti. Ve<br />
yeni projesi de yine televizyon<br />
için. Lucy Liu Amerikan<br />
CBS televizyonu için<br />
çekilecek modern Sherlock<br />
Holmes uyarlaması<br />
Elementary’de Dr.<br />
Watson’ı canlandıracak.<br />
Yeni dizinin tek sürprizi<br />
Dr. Watson’ın kadın<br />
olarak yorumlanması<br />
da değil Johnny Lee<br />
Miller’ın canlandıracağı<br />
Sherlock Holmes da<br />
New York’da bağımlılık<br />
tedavisi için bir rehabilitasyon<br />
kliniğine yatacak.<br />
Daha önce cerrah olan<br />
ancak bir hastasının<br />
ölümü üzerine lisansını<br />
kaybeden Watson’ı<br />
canlandıran Lucy Liu da<br />
bağımlılığından kurtulması<br />
için Sherlock Holmes’a<br />
destek olacak.
n 007 James Bond” serisinin 25’inci<br />
filmi olan “Skyfall”in çekimleri için<br />
İstanbul, Adana ve Muğla’da tüm<br />
hazırlıklar son aşamasına geldi. 90<br />
dakikalık filmin ilk 18 dakikasının<br />
Türkiye’de İstanbul, Adana ve Muğla’da<br />
çekileceği öğrenildi. Aksiyon sahnelerinin<br />
içerdiği ilk 18 dakikanın İstanbul’da<br />
Kapalıçarşı’nın çatısında başlayacağı,<br />
çekimlerde Ayasofya’nın da kullanılacağı<br />
öğrenildi. Film ekibinin İstanbul’daki çekimleri<br />
tamamladıktan sonra mart ayının ikinci haftası<br />
Adana’ya geleceği ve 14-18 Mart tarihleri arasında<br />
deneme çekimi yapacağı belirtildi. Daha sonra ise<br />
Adana’da garın yanı başında bulunan Kasım Gülek<br />
Köprüsü’nde ve tren vagonlarında başlayacak gerçek çekimlerin<br />
1912 yılında hizmete açılan Varda Köprüsü’nde devam<br />
edeceği öğrenildi. Buradan Muğla’nın Fethiye ilçesine gidilerek,<br />
filmin Türkiye çekimlerine son verileceği kaydedildi.<br />
n Ata Demirer, Ferdi Tayfur ile bir yılan hikayesine dönen ‘Berlin<br />
Kaplanı’ senaryosunu ‘Lambalı Saz’dan çaldığı iddialarına<br />
detaylı yanıt verdi: “Ben Almancı karakterini ilk kez 2007 ’de,<br />
Okan Bayülgen’in yapımcısı olduğu ‘Hacıyatmaz ’ programında<br />
kullandım! Yani Almancı fikrim Tayfur’un anlattığı programdan<br />
(2009) daha eski. Gurbetçi aksanı 2007-2008 yılında başladığım<br />
‘Tek Kişilik Dev Kadro 2’ gösterimde hatta Rıdvan Dilmen’in NTV’de<br />
yayınlanan ‘Not Defteri’ programında da yaptım! Esin kaynağım<br />
‘Fox tv’deki bir gurbetçi boks maçı ve 2007 yılında korumalığımı yapan<br />
Ayhan Özçelik kardeşimizin bizzat konuşması, aksanı ve kendisidir.<br />
Ayhan’ın dövüş videoları internette var, bakın! Senaryomda,<br />
“Emekli boksör” yok! Halen aktif, şişman, zavallı, aynı zamanda<br />
barlarda kapı tutan, köpek gezdirme işiyle de uğraşan bir 3. kuşak<br />
Almancı var ve şikeyle mücadele ediyor.. Kızım yok! Oğlum yok!<br />
Komşum yok! Lambalı bir saz yok! Dünyaya Türk’ün dehasını, icat<br />
ettiği sazla göstermek isteyen kimse yok! Ki bence Ferdi Tayfur’un<br />
film hikayesi de budur adı ile müsemma “Lambalı Saz”!”
n Lady Gaga sinemaya da el atmaya<br />
hazırlanıyor. Müziğin süperstarını beyazperdede<br />
kendisine yakışır bir rolde, uzaylı<br />
olarak izleyeceğiz. Promosyon gezisi için Rio<br />
de Janeiro’da bulunduğu sırada Brezilyalı<br />
bir sinema sitesine açıklamalarda bulunan<br />
Men in Black’in yıldız oyuncusu Will Smith<br />
“Filmde bir dizi yıldız, misafir oyuncu olarak<br />
yer alacak ama isimlerini açıklayamam. Sürprizlerden<br />
biri Lady Gaga” diye konuştu.<br />
Men in Black’in üçüncü bölümü, 3D olarak<br />
gösterime girecek, Ajan J (Will Smith) Ajan<br />
K’nın (Tommy Lee Jones) öldürülmesine<br />
engel olmak için zamanda yolculuğa çıkarak<br />
50’li yıllara gidecek. Orada genç Ajan K<br />
(Josh Brolin) ile MIB (Men in Black) timi<br />
oluşturacak. Alice Eve, Emma Thompson’un<br />
da yer alacağı filmde Bill Hader da Andy<br />
Warhol’u canlandıracak.
n ‘Fetih 1453’te, Ulubatlı Hasan karakteriyle ses getiren İbrahim<br />
Çelikkol, yapım şirketleriyle görüşmek için Los Angeles’a gidecek.<br />
Davet, gişe rekortmeni filmlerin müzik yapımcısı Benjamin<br />
Wallfisch’ten geldi. ‘Fetih 1453’ün müziklerine de imza atan Wallfisch,<br />
Çelikkol’u, oyunculuğunu beğenen yapımcılarla görüştürecek.<br />
n Yönetmen ve oyuncu Uğur Yücel, geçmiş yıllarda kar<br />
kalınlığı istediği gibi olmadığı için ertelediği yeni film projesi<br />
“Buz Dağı”nın startını verdi. Yücel, bir süre önce mekân<br />
incelemesi yapmak için Kars’a gitmiş, bölgede yeteri kadar<br />
kar olmadığı için çekimleri ertelemeye karar vermişti.<br />
Ünlü yönetmen, bu yılki kar yağışıyla birlikte kolları yeniden<br />
sıvadı. Üstelik Kars’ta bu kez beklediğinden daha çok<br />
kar buldu. Film ekibi, hava sıcaklığının eksi 42’ye kadar<br />
düştüğü şehirde çekim yapmaya başladı. Film ekibi, çekim<br />
yaparken dondurucu soğukla da mücadele ediyor.<br />
Demiryollarında çalışan bir memurun öyküsünü anlatan<br />
“Buz Dağı” filminde ünlü oyuncular Şebnem Bozoklu ve<br />
Timuçin Esen de rol alıyor.
n Hollywood<br />
sinemasının efsanevi<br />
yıldızı Marilyn<br />
Monroe, bu yıl<br />
65. kez düzenlenecek<br />
Cannes<br />
Film Festivali’nin<br />
poster ikonu<br />
olacak. Cannes<br />
film festivali organizasyon<br />
komitesi,<br />
Monroe’nun,<br />
ölümünden<br />
yıllar geçmesine<br />
rağmen hala<br />
dünya sinemasının<br />
ünlü bir yıldızı<br />
olmaya devam<br />
ettiğini belirterek,<br />
bu yılki festivalin<br />
tanıtım posterinin<br />
Monroe’ya<br />
ayrılacağını duyurdu.<br />
1962’de<br />
hayatını kaybeden<br />
Monroe’nun bu yıl<br />
50. ölüm yıldönümü<br />
olduğunu hatırlatan<br />
komite, bu vesileyle<br />
de ünlü<br />
yıldızın bir kez daha<br />
anılacağını bildirdi..
n ‘Saadet Işıl Aksoy geçen yıl çekilen “Twice Born”<br />
filminde oynamak için seçilmiş ve Penelope Cruz<br />
karşısında rol almıştı. Film, Cannes film festivaline<br />
katılacak. Saadet de kırmızı halıda boy gösterecek.<br />
Filmde Bosnalı ‘Aska’ karakterini canlandıran başarılı<br />
oyuncu, katılacağı festivallerde Türkiye’yi en iyi<br />
şekilde temsil etmek için çok donanımlı bir kampa<br />
girdi. Bir yandan oyunculuğunu geliştirmek için<br />
yeni kurslar arayan Aksoy, bir yandan da yabancı<br />
dilini geliştirmek için çabalıyor.<br />
n YAmerikan sinemasının<br />
“en kötülerinin” ödüllendirildiği<br />
“Ahududu Ödülleri” (Razzie<br />
Award) adayları açıklandı. ABD’li<br />
aktör Adam Sandler 11 dalda<br />
aday gösterilerek rekor kırdı.<br />
Amerikan sinemasının “en kötülerinin”<br />
belirlendiği “Ahududu<br />
Ödülleri” (Razzie Award) adayları<br />
açıklandı. “Jack and Jill” adlı<br />
filminde hem kadın hem de erkeği<br />
canlandıran ABD’li aktör Adam<br />
Sandler, oyuncu, yapımcı ve<br />
senaryo yazarı olarak oyunculuğu<br />
ya da filmleriyle 11 dalda aday<br />
gösterilerek, Eddie Murphy’nin bu<br />
alandaki rekorunu elinden aldı.
El Yazısı filmi<br />
23 Mart’ta<br />
vizyona<br />
giriyor.<br />
Filmin başrol<br />
oyuncuları<br />
Cansu Dere ve<br />
Baran<br />
Akbulut<br />
izleyiciye bizim<br />
aracılığımızla<br />
seslendi...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Türk sinemasında bazı isimler<br />
var ki bence olmaları gereken yerde<br />
değiller. Bu tabii ki önce onların<br />
suçu. Bu isimlerden biri Cansu Dere.<br />
Romantik, yumuşak ve açık sözlü<br />
bir insan Cansu Dere. Bizim vahşi<br />
basınımızın yarattığı Cansu Dere<br />
üzerindeki sis bulutunu yarabilirseniz<br />
onu anlayabiliyorsunuz. El Yazısı filmi<br />
Cansu Dere’nin son filmi. Filmdeki rol<br />
arkadaşı Baran Akbulut ve Cansu Dere<br />
ile güzel bir sohbet yaptık. Cansu Dere<br />
gibi genç yıldızlarımızın sinemaya<br />
daha sıkı bir şekilde konsantre olması<br />
lazım. Yönetmenlerin ise bu isimleri<br />
kendi sanatsal bakış açılarıyla izlemesi<br />
ve tanıması gerekiyor. Ellerindeki<br />
değerlerin filme gişe getirecek isim
FOTOĞRAF: ÇAĞATAY GÜZEL
olmalarının dışında kabiliyetlerinin de farkına<br />
varmalılar. El Yazısı’nı bu umutla bekliyorum. İşte<br />
Cansu Dere ve Baran Akbulut ile o röportaj...<br />
Proje geldiğinde, sizi etkileyen kısmı neydi?<br />
Cansu Dere: Ali’yle (Catansever) birebir tanışıklığım<br />
olmadığı için beni ilk etkileyen senaryo oldu.<br />
Tanıştıktan sonraki ilk buluşmamızda birbirimizi<br />
anlamamız, enerjimizin tutması sonucunda onun ilk<br />
filminde oynamak istedim.<br />
Baran Akbulut: Kasabada fotoğraf çalışmaları<br />
yapmışlardı ben de senaryoyla beraber fotoğrafları<br />
görmüştüm. Filmin nasıl bir havada olacağını<br />
anladım ve ben de heyecanlandım çünkü bir Türk<br />
kasabası ve senaryoyla beraber bir fantastikliği<br />
vardı.<br />
Aslında senaryoya baktığınızda çok da çizgi dışı<br />
değil. Türk kasabasına gelen yabancı bir öğretmen,<br />
o farklı kültürlerin ilişkisinden doğan hem espri hem<br />
drama… Burada rollerinizde sizi etkileyen ne oldu?<br />
Cansu Dere: Senaryonun genel etkilemesi dışında<br />
Zeynep karakterinin o kararsızlığını sevdim. Eski<br />
ilişkisini başkaları yüzünden bitirmek zorunda<br />
kalmış ve şehirden kasabaya gelmiş biri. Sadece<br />
geçmişiyle karşılaşmama kısmını gerçekleştiren<br />
ama o geçmişi kafasından atamamış biri.<br />
Sonrasında öğretmen Celal ile evlenme kararı<br />
alıyor. Kasaba da bunu onaylıyor zaten kasaba<br />
onları birbirine yakıştırıyor. Bir şekilde bir karar<br />
verme süreci, mutlu ya da mutsuz son değil, sadece<br />
kendi başına karar verme aşamasını sevdim.<br />
Baran Akbulut: Celal’in öğretmenliğiyle ilgili filmde<br />
bir şey görmüyoruz. Fakat adam annesiyle yaşıyor<br />
ve kasabada bu kadar kapalı bir ortamda bir aşk da<br />
yok. Zeynep ile birbirine yakıştırılan bir çift, mantık<br />
birlikteliği gibi. Benim karakterimin geçmişinde ne<br />
olduğu, ne tür bir ortamda yaşadığı bilinmemekle<br />
birlikte, çok sakin çok mantıklı bir karakter. Yaşadığı<br />
şeyler ne olursa olsun bütün bunlardan dolayı<br />
her zaman çok anlayışlı bir yapısı var. Bundan<br />
da Zeynep’in neden aşık olduğu adamı unutup<br />
da onunla birlikte olduğunu böylece anlıyoruz. O<br />
kasabanın o rahat haline çok uygun bir insan.<br />
Küçük bir film, bir gişe filminin dışında bağımsız bir<br />
yapım, yönetmenin de ilk filmi. Sizi daha popüler<br />
filmlerde görmeye alışmıştık. Bu seçim farklılığı<br />
nerden kaynaklanıyor?<br />
Cansu Dere: Aslında farklı değil. O zaman onları<br />
yapmak istemiştim, şimdi bunu yapmak istedim.<br />
Yoksa popüler iş olma ya da olmama durumu değil.<br />
Acı Aşk’ta da, bunda da senaryosunu okuyunca,<br />
içinde olmak istedim. Ben yola çıkarken böyle ya da<br />
şöyle diye ayırt etmiyorum, dışarıdan öyle gözüküyor<br />
aslında filmler. Hikaye hoşuma gitti, filmde olmak<br />
istedim. Gerisini de çok önemsemedim.<br />
Bu sizin ilk uzun metraj filminiz, ilk filmin bir özelliği<br />
olması lazım.<br />
Baran Akbulut: 2008’de mezun oldum. İlk işim<br />
Aşk-ı Memnu’ydu. İkinci işim bu olmuş oldu. Ali’yle<br />
çalışmak burada önemli. Çünkü ben böyle bir<br />
yönetmen olacağını hiç düşünmüyordum. Olumsuzluk<br />
varsa bile anlamıyorsun, yönetmen bir aksilik<br />
karşısında negatif enerji yansıtır ama Ali öyle değildi.<br />
Onun kadar sakin bir yönetmenle daha çalışabilecek<br />
miyim bilmiyorum. Oyuncular ve ekiple inanılmaz iyi<br />
anlaşıyordu, ne yapacağını biliyordu. Bu kadar rahat,<br />
stressiz bir sette işe başladığım için mutluyum.<br />
Filmin karakterlerine baktığımız zaman, Türk<br />
sinemasında pek de görmediğimiz derecede kadın<br />
karakterlerin de ortak olduğu bir film. Bu noktada filmi<br />
nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanırım üç öykü var.<br />
Üç öyküde de kadın karakterlerin ağırlıklı olduğunu<br />
düşünüyorum<br />
Cansu Dere: Evet üç öykü var. Bu aslında genelde<br />
eksik olan şeyi Ali’nin yapabildiğini gösteriyor bana.<br />
Çünkü kadın karakterlere daha fazla zaman ayırmak<br />
zordur, sinemamızda erkek egemen. O yüzden Ali<br />
bunu çok rahatlıkla yapıyor.<br />
Ali Vatansever: Senaryoyu da ben yazdığım için,<br />
yazım sürecinde kadın karakterlerin daha irrasyonel<br />
olabileceğini fark ettim. Erkekler çok rasyonel çünkü.<br />
Bir karakteri erkeğe yedirmek çok zor ama kadın<br />
karakterler her türlü çıkışı yapmaya hazırlar. Erkekler<br />
genelde içinde tutmayan anında dışarı vuran tipler<br />
o yüzden senaryoda erkek üzerinden inandırıcılığı<br />
olmayan bir şeyi anlatmak çok kolay. Tüm sürprizi,<br />
gereksiz çıkışları kadın üzerinden yapabiliyorsunuz.<br />
Çok daha derine dalabiliyorsunuz.<br />
Bu açıdan baktığınızda 80’lerde Türk sinemasında<br />
feminizmin ayak sesleri duyulan starlar, hikayeler<br />
ortadaydı. Kadın derdi olan filmlerde ve kadın oyunculuklarda<br />
geriye bir adım atıldığını düşünüyor musunuz?<br />
Cansu Dere: Ben hayatın hiçbir yerinde kadın erkek<br />
diye ayırt etmekten hoşlanmadığım için, iyi hikaye, iyi<br />
karakterler diye bakıyorum.
Bu kadın erkek ayrımı değil, bazı hikayeler Türk<br />
sinemasında 80’lerde işlendi. Şimdi biraz daha<br />
o hikayelerden kopuk, melodrama dönük filmler<br />
yapılıyor.<br />
Cansu Dere: Gerileme mi bilmiyorum ama evet<br />
Müjde Ar gibi oyuncuların önemli filmlerine<br />
baktığımızda günümüzde öyle yer edecek bir film<br />
olmadı tabi ki.<br />
Baran Akbulut: Konu olarak kadınsal mevzuları<br />
ele alma iddiasıyla yola çıkan filmler olsa da<br />
melodramlaşma olduğu için bir işe yaramıyor, bir<br />
yere dokunmuyor. Son zamanlarda 80’lerdekinden<br />
çok daha fazla konuya, çok daha fazla detayla<br />
girilmiştir ama melodramlaşma olduğu için<br />
bir esprisi olmuyor<br />
Diziyle başladınız, hemen arkasından sinema.<br />
Siz yolun başındaki oyuncular için, dizi<br />
çalışma şartlarının oyunculuk yeteneğini biraz<br />
sakatladığını düşünmüyor musunuz ?<br />
Baran Akbulut: Onu şu an göremiyorum. Bir 10<br />
yıl sonra ne kadar bozulduğumu görebilirim belki.<br />
Benim kendime göre önlemlerim var. Ara vererek,<br />
aklımı başını toplayarak yeni bir iş yapmak gibi.<br />
İkinci dizime de yeni başladım, ne olacak bilemiyorum.<br />
Cansu Dere: İnsanın tamamen kendiyle alakalı<br />
bir şey. Öyle bir ortam varsa, sen de oradan en<br />
faydalı şeyleri bulursan problem olmaz.<br />
Dizi oyunculuğu çok yorucu, sezon sezon üstüne<br />
gidiyor. Bir yerden sonra çalışmayı bırakıp, tekrar<br />
dönmek gibi bir planınız oluyor mu?<br />
Cansu Dere: Evet şu an onu yapıyorum zaten.<br />
Ezel bitti, arkasından Behzat Ç., arkasından El<br />
Yazısı’nı çektik. Ondan sonra çalışmıyorum.<br />
Ezel’deki karakterim o kadar renkliydi ki bir<br />
sıkıntım olmadı<br />
Sinema ve dizi arasında kişisel bir tercihiniz<br />
oluyor mu?<br />
Cansu Dere: Tabi ki gönlünüz sinemadan yana<br />
oluyor. Keşke daha fazla olsa ama sonuçta iş<br />
senaryoda bitiyor. Ben istemeyerek hiçbir şey<br />
yapmadım. Senaryo seni çekiyorsa dizi ya da<br />
sinema diye ayrım yapmıyorsun.<br />
Baran Akbulut: Dizinin ağır basan yanı bir karakterle<br />
uzun süre bulunduğun için bir özdeşleşme<br />
hali var. Sinema filmi bir ayda çekiliyor. O anlam-
da dizinin bize bir avantajı olabilir.<br />
Star sisteminin sinema için doğru bir yapılanma<br />
olduğunu düşünüyor musunuz?<br />
Cansu Dere: Bence değil. Oradan ilerleyenler de<br />
çok iyi sonuçlara belki bir kere varmışlardır. Önemli<br />
olan hikaye, senaryo, yönetmendir. Televizyonda da<br />
yaptılar aynı şeyi. Belirli isimlere yüklenildi ve gerisi<br />
önemsenilmedi. Önemli olanın yönetmen ve doğru<br />
bir kast olduğunu düşünüyorum.<br />
Baran Akbulut: Sinemada beni seyirci olarak<br />
rahatsız eden, heyecanımı kıran bir şey söyleyeyim.<br />
Yardımcı oyunculara baktığım zaman her filmde<br />
aynı isimler karşımıza çıkıyor.<br />
Sinema yönetmen sanatıdır, senaryo yönetmen için<br />
önemlidir ama oyuncu da kendini ifade etmelidir.<br />
Bu noktada baktığımız zaman bizim filmlerimizin<br />
çoğu da taşra filmidir, köydedir, kasabadadır. Şehri<br />
konu alan filmimiz azdır. Bu konunun tatminsizliğini<br />
yaşıyor musunuz?<br />
Baran Akbulut: Ben çok yaşıyorum. Şehirde akla<br />
hayale gelmeyecek hayatların olduğunu biliyorum.<br />
Cansu Dere: Ben de yaşıyorum.<br />
Sosyal medya herkes için çok önemli. Sosyal medya<br />
hesaplarınız var mı?<br />
Cansu dere: Yok.<br />
Baran Akbulut: Benim facebook adresim var ama<br />
çok kısıtlı kullanıyorum. Bir şey paylaşmıyorum.<br />
Filmle ilgili sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />
Baran Akbulut: Bu kış herkesin yazı çok özlediğini<br />
gördüm. Bu filmi baharı karşılamak için izlemenizi<br />
tavsiye ediyorum. Baharı karşılamak için çok tatlı bir<br />
film.<br />
Cansu Dere: Film çevremizdeki insanların bizim<br />
hayatımızda ne kadar etkisi olduğunu gösteriyor hikayede.<br />
Bazen çaresiz bırakıyor karakterleri filmde<br />
bu durum. İnsanların hayatımıza karışma durumu.<br />
Filmden çıkınca insanların o huylarından vazgeçip<br />
kendi kendine karar vermelerini, sevdiklerine<br />
söyleyemedikleri şeyleri söylesinler isterdim. Herkes<br />
hayatında mektup yazmıştır ama vermediği insanlar<br />
olmuştur. Bu filmden sonra belki o mektupları<br />
vermeyi düşünürler, tekrar yazmayı düşünürler.<br />
Sosyal medya çok önemli tabii ama kim en son ne<br />
zaman mektup yazdı acaba.<br />
Baran Akbulut: En son da şey yazalım “Ben<br />
buradayım sevgili seyirci sen neredesin?”
İnsanı dünyanın en büyük gücü<br />
haline getiren meziyetler, onu<br />
parçası olduğu doğanın hakimi<br />
ilan ederken hangi yollardan<br />
geçtiğini merak etmemek<br />
elde değil. Mağara adamından<br />
metropol insanına evrilen bu güçlü<br />
yaratık dünyanın saklı bölgelerinde<br />
keşfedilen yeni insan<br />
topluluklarına imrenerek bakıyor.<br />
İşte o zaman aslı soru geliyor,<br />
“mağarada daha mı mutluyduk”?<br />
ZEYNEP USLU<br />
n Dünyanın ve insanoğlunun geleceği üstüne<br />
yapılan felaket filmlerini yazmıştık. İnsanın<br />
yıkıcılığına bakıp, gelecek için daha güzel bir dünya<br />
hayal etmek elbette zor. Yine de kafamıza bir soru<br />
takılıyor. “Hep böyle miydik?” İnsanı dünyanın en büyük<br />
gücü haline getiren meziyetler, onu parçası olduğu doğanın<br />
hakimi ilan ederken hangi yollardan geçtiğini merak etmemek<br />
elde değil. Mağara adamından metropol insanına evrilen bu<br />
güçlü yaratık dünyanın saklı bölgelerinde keşfedilen yeni insan<br />
topluluklarına imrenerek bakıyor. İşte o zaman aslı soru<br />
geliyor, “mağarada daha mı mutluyduk”? İlkel insan, felsefi<br />
yanıyla da mizahi yanıyla da sinemanın keyifli konularından<br />
birisi. Hayal gücümüzü bugünün alışkanlıkları ve bakış açısının<br />
dışına taşıyan çalışmalardan, günlük alışkanlıklarımızı çağlar<br />
öncesine uyarlayan mizahi yorumlara kadar pek çok film yapıldı.<br />
Geçmişe duyulan merak ve bilinmez olanın gizemi bir araya<br />
gelince, insanlığın acemilik dönemine dair sonsuz malzeme ortaya<br />
çıkıyor. Bakış açısı ne olursa olsun insanlığın ortak tarihine<br />
yapılan bu geziler oldukça eğlenceli. İşte bazıları…<br />
Ateşin Peşinde (La Guerre Du Feu) / 1981<br />
Jean Jacques Annaud’nun, bilim adamı titizliğinde çalışarak<br />
çektiği film insanın evriminde en önemli unsurlardan biri olan<br />
ateşin peşinde bir yolculuk hikayesi. Sahip oldukları ateşi<br />
kaybeden neandartel bir kabilenin üç üyesi ateşi bulmak için<br />
yola çıkar. Farklı gelişim süreçlerinde bulunan kabilelerle
karşılaşan ve hayatta kalmaya çalışan üç<br />
kafadar sadece ateşi yakmayı değil aşktan<br />
eğlenceye kadar pek çok insani değeri de<br />
keşfedecektir. Ateşin Peşinde ile Annaud’un<br />
sinema dilindeki ustalığının bir kanıtı daha<br />
çıkıyor karşımıza.<br />
MÖ 10 000 (10 000 BC) / 2008<br />
Film dağda ölü annesine sarılmış bir halde<br />
bulunan küçük bir kızın kabileye gelmesiyle<br />
başlar. Büyücü ona baktığında hem felaket hem<br />
kabilenin kurtuluşunu görür. Üzerinden yıllar<br />
geçer ve felaket kehaneti gerçekleşir. Köy piramitlerin<br />
yapımı için işçi toplayan askerlerce<br />
basılır. Ve büyücü tarafından kutsanmış kız<br />
kaçırılır. Kurtuluş kehanetini ise ona aşık olan<br />
ve köyde korkağın oğlu diye anılan bir genç<br />
gerçekleştirecektir. “MÖ 10 000”, hikayesiyle<br />
çok başarılı olmasa da rejisi ve görüntüleriyle<br />
izlenmeye değer bir tarih öncesi filmi.<br />
Mağara Ayısı Klanı (The Clan Of Cavebear) /<br />
1986<br />
Jean M. Auel’in aynı isimli romanından uyarlanan<br />
“Mağara Ayısı Klanı”, diğer filmlere nazaran<br />
farklı bir bakış açısı sunuyor. Yine neandartel<br />
bir topluluğun yaşamı üstüne kurulu<br />
olan film, kadının kabiledeki yeri ve gelenekler<br />
üstünde durmasıyla ayrılıyor. Kabilenin şifacısı<br />
tarafından bulunan homo sapiens “Ayla” kabileye<br />
kabul edilir ve orada yetişir. Ayla, farklı<br />
olmanın zorluklarını yaşarken, gelenek ve<br />
tabuları da sarsacak değişiklikler yaratır.
Son Neandartel İnsan<br />
(Ao, Le Dernier Neandertal) / 2010<br />
“Ateşin Peşinde” ile pek<br />
çok benzer noktası bulunan<br />
“Son Neandartel<br />
İnsan”, kabilesi ve yeni<br />
doğan bebeği homo sapiensler<br />
tarafından yok<br />
edilen neandertal Ao’nun<br />
hayatta kalma hikayesini<br />
izliyoruz. Yalnız kalan<br />
Ao, yıllar önce ayrıldığı<br />
kardeşini bulmak için yola<br />
çıkar. Esir düştüğü bir kabilede<br />
kendi çocuğu olarak benimsediği bir bebek<br />
ve onun homo sapiens annesiyle arayışını<br />
sürdürürken türünün son örneği olduğunu fark<br />
edecek ve yeni ailesiyle birlikte varlığını sürdürmeye<br />
çalışacaktır.<br />
A.r.o.g / 2009<br />
G.O.R.A filminin<br />
devamı olarak çekilen<br />
A.R.O.G’da Cem<br />
Yılmaz’ın canlandırdığı<br />
Arif, zaman makinesiyle<br />
yontma taş devrine<br />
dönüyor. İlkel toplumun<br />
Türk usulü komedisi<br />
olan A.R.O.G<br />
bütçesi ve efektleriyle<br />
sinemamızın önemli<br />
dönüm noktalarından<br />
birinde yer alıyor. Evine dönmek için çabalayan<br />
Arif, birbirine düşman iki kabilenin arasında<br />
gidip gelirken kabilelerin hızla çağ atlaması için<br />
çalışmalara başlar. Yönetmenliğini Ali Taner<br />
Balacı ve Cem Yılmaz’ın yaptığı filmin kadrosunda<br />
Cem Yılmaz, Ozan<br />
Güven, Özkan Uğur, Nil<br />
Karaibrahimgil, Özge Özberk<br />
yer alıyor.<br />
RRRrrr! / 2004<br />
Taş devrinde şampuanı<br />
bulmuş olan temiz saçlılar<br />
ile onlardan şampuanı çalmaya<br />
çalışan kirli saçlılar<br />
arasındaki savaş sürerken,<br />
insanoğlunun ilk cinayeti<br />
işlenir. Özgün olmasa da ilkel çağ esprilerinin<br />
gerilim filmi mizahıyla birleştiği bir absürt komedi<br />
filmi “RRRrrr!”.<br />
Fi Tarihi ( Year One) / 2009<br />
Jack Black ve Michael<br />
Cera’nın iki<br />
beceriksiz kabile üyesini<br />
canlandırdıkları<br />
bu absürt komedi hikayesi<br />
sıçramalı bir<br />
zaman düzeni üzerine<br />
kurulmuş skeçler<br />
şeklinde ilerletiyor.<br />
İlkel kabilelerinde tutunamayan<br />
Zed ve Oh<br />
kabilelerini terk edip<br />
dünyanın yaşadıkları<br />
ormanın sonunda bitmediğini keşfediyorlar.<br />
Köylerini terk ettiklerinde ilk şahit oldukları<br />
şey Kabil’in Habil’i öldürmesiyken, ertesi gün<br />
İbrahim’in İsmail’i kurban edişini engelliyorlar.<br />
Mel Brooks ve Monty Python çağrışımlı film<br />
komedisini hikayeden daha çok iyi yazılmış<br />
diyaloglar ve Jack Black-Michael Cera ikilisin<br />
oyun performansı üzerinden kuruyor.<br />
Taş Devri ( The Flintstones) / 1994<br />
80’ler ve 90’larda çocuk olanlar için nostaljik<br />
değeri yüksek bir film Taş Devri. Aslında<br />
modern bir Amerikan ailesini, iş ve arkadaşlık<br />
ilişkilerini anlatır film. Onu Taş Devri yapan,<br />
her şeyin taştan ya da hayvan ve taşların kombine<br />
edilmesiyle hazırlanmış ilginç eşyalardan<br />
oluşmasıdır. Çizgi filmin (ve muhteşem dublaj<br />
adaptasyonunun) tadı damağımızda kalmıştır<br />
elbet, yine de Brian Levant’ın elinden çıkan<br />
film izlenmeyi hak ediyor.
Ahmet Ümit’in bir romanı daha filme uyarlandı. Cem<br />
Davran’ın başrolünü oynadığı Bir Sis Böler Geceyi filmi<br />
Alevi, solcu bir karakterin hikayesini anlatıyor...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Türk sinemasında bizim toplumumuzun dinamiklerini<br />
işleyen filmler yapıldıkça mutlu oluyoruz.<br />
Ahmet Ümit gibi bir ustanın romanından<br />
uyarlanırsa bu filmler, tartışmak daha da<br />
zevkli oluyor. Bir Sis Böler Geceyi başrolünde<br />
oynayan Cem Davran’ın çok önem verdiği bir<br />
film. Davran sanatçı duyarlılığıyla çok önemli<br />
konulara değiniyor bu röportajda. Keşke her<br />
röportajımız bu kadar dolu olsa. İşte Davran ve<br />
yalnız yurdumun trajik hikayesi...<br />
Sinema, tiyatro, dizi çekiyorsunuz. Peki, bu<br />
filmde sizi etkileyen şey neydi?<br />
Bu benim daha önceden okuduğum bir roman<br />
değildi. Oyuncunun rolü kabul etmesinde genellikle<br />
şöyle bir ilişkisi oluyor: O anki ruh haliniz,<br />
yaşam, sanat, meslek algınız. Benim kabul<br />
etmemin sebebi tam on ikiden vurdu beni, senkronum<br />
tam tuttu. Bana proje geldiğinde bir ay<br />
öncesinde de zaten Melekler ve Kumarbazlar’ı<br />
çekmiştim. Bu filmi çektikten sonra sabun<br />
köpüğü komedilere geri döneceğimi düşünürken<br />
tam o zamana denk geldi. Legoların oturmadığı<br />
bir yer vardı tam orada yerine oturdu ve bu da<br />
benim ilgimi çekti. Daha sonra yönetmeniyle<br />
tanıştım ve Ahmet Ümit’in romanını aldım okudum.<br />
Daha sonra senaryosu bana geldi onu da<br />
okudum. Sonra tekrar romana döndüm, bir gelgit<br />
oldu. O sırada da yönetmen Ersan Arsever’le<br />
tanışma fırsatım oldu. Her kabul ettiğim proje<br />
içime çok sinse bile acaba doğru mudur dediğim<br />
şeyler olur. Bunda hiç olmadı ama zaten bana<br />
böyle bir projenin geleceğini biliyordum. Daha<br />
önceki birkaç röportajımda da söylemiştim.<br />
Melekler ve Kumarbazlar’ı takip eden, Yusuf ve<br />
Kenan’la başlayan sürecimi tamamlayacak bir,<br />
iki proje daha yapacağımı biliyordum. Bir proje<br />
daha yapmam gerekiyor diyordum. Onu da bu<br />
sene yaparım dediğim arkadaşlarım da vardır hatta.<br />
Dediğim gibi sonuç çok ciddi bir senkron oldu.<br />
Ersan Arsever’in bildiğimiz kadarıyla daha önce bir filmi<br />
ya da yapımcılığı yok. Ama sizin gönlünüzü çelmiş.<br />
Büyük bir şevkle işine sarılmış.<br />
Tabii ki onun gönlünü çelmediği yok zaten. Onu bir<br />
tanısanız bir usta. 68-69 yaşında ilk uzun metrajlı<br />
filmini çekiyor. Kısa metrajlı filmleri de var. 1970’li<br />
yıllarda Türkiye’den gitmesi gerekiyor, vatandaşlıktan<br />
çıkarılıyor. 40 yıl kadar İsviçre’de yaşıyor. Daha sonra<br />
televizyonculuk, gazetecilik yapıyor. Buradan gitmeden<br />
önce de büyük ustaların asistanlığını yapıyor. Ama<br />
sonuç olarak ona ilk filmini çekmek böyle bir yaşta nasip<br />
oluyor. Filminin yapımcılığını da kendisi yapıyor. Bu<br />
film çok açıdan ciddi maliyetli bir film. Böylesine ciddi<br />
maliyetli bir roman uyarlaması maddi sıkıntı yaşatır<br />
yapımcısına, setine, oyuncusuna. Ama Ersan Hocam<br />
böyle bir sıkıntı yaşatmadı. Dağ başında özel karavanlar,<br />
güzel mutfaklar, açılıp kapanan özel restoranlar<br />
geldi. Bu onun ne kadar Batılı olduğunu ve sinemaya<br />
ne kadar önem verdiğini gösterir. Bütün bunlar bir araya<br />
gelince hayatımda çok özel bir yere konumlandı bu film.<br />
İyi ki kabul etmişim.<br />
Rolünüzden kısaca bahseder misiniz?<br />
Süha karakteri. Bir Ses Böler Geceyi aslında iki insanın<br />
hikayesinden, yaşanmışlıklarından, trajedilerinden,<br />
üzüntülerinden yola çıkarak; inançları özelde Alevi<br />
inancını, genelde inanmayı, özelde sol ideolojiyi ama<br />
genelde ideolojileri anlatan; özünde tüm hüznüyle,<br />
yanlışlıklarıyla insanı anlatan gerçekten bir insan hikayesi.<br />
Süha da bu hikâyenin merkez karakteri. Hepimizin<br />
bildiği 80 öncesi omurgası çok sağlam solculardan.<br />
Yine çok iyi bildiğimiz bir trajedi yaşatıyor ona. O<br />
trajedi sonlandığında, o da epeyce yaş aldığında bir de<br />
dönüyor ki hayat eskisi gibi değil. Sadece hayat olsa,<br />
dostları da, sarıldığı ideoloji de öyle değil. Bunu sorgularken<br />
aynı sorunu başka bir çocuğun da yaşadığına<br />
tanık oluyor. Benzer bir hikaye, ondan sonrada el ele<br />
verip beraber yürüyorlar.
Siz romandan uyarlanan filmlerin başarıya ulaştığına<br />
inanıyor musunuz?<br />
Bu dünyada sıkça konuşulan bir şeydir. Çok sevilen<br />
bir roman filme alındığında derler ki bu olmamış, roman<br />
daha farklıydı gibi. Ama şöyle bir teknik gerçek<br />
var ki, roman her okuyan için ayrı bir filmdir. Bu da<br />
Ersan Arsever’in bu romandan aldığı filmdir, böyle<br />
düşünmek lazım. Ama roman çok farklı bir şeydir. O<br />
bir edebiyat ürünü, sinema farklı bir şey. Sanırım Ahmet<br />
Ümit de böyle düşünüyor ki romanlarını sunuyor.<br />
Bambaşka şeyler ama bizim küçük teaserlerimiz var<br />
internette ve onlara gelen yorumlar da tam beklediğim<br />
gibi yorumlar geldi. Çünkü bu daha sade cümleye ve<br />
vurguya dayalı bir şey. Yönetmen de bunun olmazsa<br />
olmazlarına çok sadık kaldı. Çok fazla izleyici firesi<br />
olacağını sanmıyorum. Ama sonuçta bu da romandır<br />
olabilir de olmaya bilir de. Bu bir yönetmen rüyasıdır.<br />
Yönetmen bunu okumuş şimdi de bize okuduğu<br />
romanı okutuyor.<br />
Son dönemlerde Aleviliği anlatan çok filmler görüyoruz.<br />
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?<br />
Bu konuda söylemek istediğim çok şey var ama<br />
böyle durumlarda bazen susmak en iyisi. Benim dün<br />
oyunum vardı mesela Alevli Günler. Orada benim bir<br />
lafım var: “Ne olur beni de hikayemi de unutmayın.<br />
Kalabalık olanların diğerlerine ne kadar acımasız<br />
ne kadar tahammülsüz olduğunun göstergesi.” Bu<br />
benim bir repliğim. Şaman inancına sahip bir adamın<br />
öyküsü. İkincisi oradan çıktım ben Beyoğlu’nda doğup<br />
büyüdüm. Karşı komşumuz Giannetti ailesi vardı.<br />
İstanbul’un en eski ailelerinden biri. Dedeleri de Kanzuk<br />
Eczanesi. Kızlarından biri Daniela Giannetti hep<br />
yurtdışındaydı. Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Yıllar<br />
sonra oyunumu izledi görüştük beraber dolaştık yedik<br />
içtik bir iki laftan sonra sordum “Niye döndün”, “Bu soruyu<br />
anlamlı bulmuyorum. Burası benim yuvam” dedi.<br />
Babası İtalyan annesi Alman ama o buralı. Söylemek<br />
istediğim şu, biz azınlıklarımızı etnik anlamda da,<br />
dinsel anlamda da hep ittik yıllardır. İşin enteresanı<br />
öteki olmayanların o hakları savunmasıdır. Dolayısıyla<br />
biz azınlıklara çok acı çektirmişiz. Daniela’nın anlattığı<br />
hikayeler vardı. Bu acı çeken azınlıkların bir numarası<br />
Türkiye’de Aleviler. Türkiye’de de Aleviler çok uzun<br />
yıllar inançlarını saklamak zorunda kalmışlar. Şimdi<br />
artık dünya değişiyor. İstediği kadar kapalı dünyalarda<br />
yaşasınlar ama artık dünyayla birlikte onlar da<br />
değişiyor. Ama artık birçok şeyi kaybettikten sonra,<br />
İstanbul’da 300-500 Rum kaldıktan sonra, Aleviler
asimile olduktan, saklandıktan sonra. Açılıma çok geç kaldık.<br />
Acının neresinden dönersen kardır. Ama burada Aleviler’i ayrı<br />
bir parantezle almak lazım. Türkiye Cumhuriyet’i Aleviler olmasa<br />
nasıl oldurdu çok merak ediyorum, herkese soruyorum.<br />
Bunların hepsi Şaman inancından geliyor aslında. Günlük<br />
hayatta kullandığımız birçok şey de onlardan geliyor. Benim<br />
alsında söylediğim bir şey var Tim Burton’ın Big Fish filminde<br />
bir diyalog vardır “Her şey hakkında konuşurum ama din<br />
hariç” der filmin kahramanı, niye din hariç diye sorduklarında<br />
ise “Ortalık yerde din hakkında konuşursan kimi inciteceğini<br />
bilemezsin” diye cevaplar. Yani elimizdeki en kıymetli şeyleri<br />
konuşa konuşa ya da konuşmayarak mundar ediyoruz.<br />
Siz hem komediyi hem de dramayı başarıyla yapan nadir<br />
oyunculardansınız. Bu da ayrı bir kabiliyet gerektiriyor. Bunu<br />
nasıl algılamamız lazım?<br />
Aktörlerin ve yönetmenlerin kendi hakkında konuşmaları<br />
bana çok trajik gelir aslında. Öte yandan iki cümle de kurmak<br />
gerekiyor. Ben iddia ediyorum bunu başarabilecek<br />
2-3 kişiden biriyim Türkiye’de. Tam anlamıyla başarabilmiş<br />
değilim ama bunu yapanlardan biri Şener Abi (Şen) mesela.<br />
O komedilerden çıkıp bütün dramaları yaptı. Ama ben Şener<br />
Abi kadar uzun bekleyebileceğimi sanmıyorum. Daha erken<br />
davranıyorum o yüzden. Tiyatroda da oynuyorum Doğum<br />
Günü Partisi oyununda. Dünyanın en zor oyunlarından biri,<br />
aynı zamandan Alevli Günler’de de oynuyorum absürd ama<br />
büyük trajedileri içinde barındıran bir oyun. Komedi olarak<br />
sinema filmlerim de var ama ilk filmim bir komedi filmi değil.<br />
Ben bu yelpazeyi seviyorum. Neden dendiğinde çünkü dışarı<br />
çıktığımda herkes benden yine Kahpe Bizans gibi bir film<br />
Ruhsar gibi bir dizi bekliyor yine. Ama öbür taraftan gelip<br />
başka birisi “Cem Bey bu trajik rol size çok yakışmış” diyor.<br />
Bunu diyen birkaç kişi varken diğer türlü düşünen yüzlerce insan<br />
var. Ben onları da çok belirleyici saymadan kendi duygumun<br />
peşinden gidiyorum. Bir gün çok dramatik bir karakterle<br />
cebelleşirken bir gün çok komik bir role çalışıyorum. Ama bu<br />
beni ifade ediyor. Oyunculuk algım böyle. Hayatım da tamamen<br />
böyle. Dolayısıyla trajikomik beni anlatan bir kelime.<br />
Antalya’da aldığınız ödülden biraz bahsedelim.<br />
Yusuf ile Kenan, Demiryolu ve Sürü 1970 yıllarının vandalizmiyle<br />
biçilmiş, haksızlığa uğramış filmler. O zamanlar benim<br />
gençlik yıllarım. Yıllar sonra temsili bir onurlandırma yapıldı.<br />
O zaman da teşekkür ettim ama tekrar teşekkür etmemde bir<br />
sakınca yok. Gerçekten çok hoş çok asil ince bir düşünce.<br />
Hatta bununla ilgili Kültür Bakanı bana bir mektup yazdı<br />
onurlandırmaya çok memnun olduğunu anlatan ziyadesiyle<br />
ben de kendisine bir cevap yazdım, bu mektubuyla beni<br />
ne kadar heyecanlandırdığını söyleyen. Ben de peygamber<br />
sabrı vardır yani sanki dört ömür yaşayacakmışım gibi
ekleyebilirim. Gerekiyorsa o proje için<br />
yaşlanmam hayatı durdururum. Projeler<br />
konusunda çok sabırlıyımdır hiç aceleye<br />
getirmem, beklerim.<br />
Türk sinemasında gişe sanat filmi diye bir<br />
ayrım var. Siz bunlara dikkat ediyor musunuz<br />
yoksa sanat algınızın git dediği yere<br />
gidiyor musunuz?<br />
Oscar’da İran filmi mesela bir ödül aldı.<br />
Yani buradan da bir ders çıkarmamız gerekiyor.<br />
İran sineması diye bir şey var. Bizde<br />
de bu işi yapan benim durumumda olanlar<br />
var. Bizim anlık büyülere kapılmadan biraz<br />
duygumuzun peşine gitmemiz lazım. Ben<br />
filmime ne kadar izleyici çekti diye bakmam.<br />
Yapımcılar ticari algısı önde olanlar<br />
bakabilir ama ben bakmam. Şöyle bir şey<br />
oluyor insanlar önce afişte beni görürse<br />
geliyor eğer severse o da katmerli bir şey<br />
oluyor. Ama şuna da inanıyorum bazı filmler<br />
fısıltısıyla yürür gider. Bazıları da vardır<br />
300-500 kopyayla girer, bazı popcorn<br />
filmler vardır. Ben hiçbirini eleştirmem.<br />
Ama özellikle Bir Ses Böler Geceyi’yi ben<br />
tahminlerin üstünde bir seyirci izleyecek<br />
diye düşünüyorum. Bence de öyle olmalı.<br />
Filminiz ile ilgili benim sormadığım ama<br />
söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />
Teknik bir şey söyleyeyim. Oyuncularla<br />
yapımcılar aynı durumda olmuyor. Film<br />
bittiğinde senin filmle işin bitiyor başka<br />
bir hayata başlıyorsun, başka projeleri<br />
düşünmeye başlıyorsun aylar sonra eski<br />
dosyalara tekrar dönüyorsun. Ben filmden<br />
önce çok fazla filme çalıştım duygusuna<br />
da çalıştım. Teaserleri izleyen bir<br />
arkadaşım aradı “Oğlum sen ne biçim<br />
bir adamsın, orada değişik bir farklı<br />
bakıyorsun” dedi. Öyle oluyor, kendini bir<br />
kaptırıyorsun o oluyorsun. Son kare çekildikten<br />
sonra ben Süha’dan çok uzaklaştım<br />
işin doğrusu. İşin güzel tarafı şu, artık<br />
Süha diye bir şey var. Süha sessizliğiyle<br />
cevap veren bir insan. Gençliğinde<br />
öyle değil aslında. Benim için de Süha<br />
geçmişlerde tanıdığım çok tatlı bir dost<br />
mesela. Eski bir arkadaşımla karşılaşmış<br />
gibi oldum.
n Orta sezon dizileri başladı. Aralarında<br />
ağzımızı açık bırakanlar da var, hayal kırıklığı<br />
yaratanlar da. Dikkat çekenleri gözden<br />
geçirelim.<br />
Oren Peli ufak bütçeli bir film ile, bilgisayar<br />
programcılığından film yönetmenliğine<br />
geçtiğinde böyle bir fenomene imza atacağını<br />
düşünmemişti. Blair Witch’in izinden giden<br />
Paranormal Activity, kısa sürede farklı bir<br />
yapım olduğunu kanıtladı. Bağımsız bir filmden,<br />
üç filmlik kült bir seriye dönüştü.<br />
İşte bu Oren Peli, sonunda televizyona da el<br />
attı. “The River” sekiz bölümlük ilk sezonuna<br />
başladı. Amazonlarda belgesel çekerken<br />
kaybolan ünlü programcı Dr. Emmet Cole’u<br />
bulmaya çalışan bir ekibin başlarından geçen<br />
mistik olayları izlediğimiz dizi, “camcorder”<br />
filmleri sevenler için bulunmaz bir nimet.<br />
The River, Cole’un kayboluşunu araştıran<br />
bir belgeselci, iki kameraman, Cole’un<br />
karısı ve oğlu, Cole’un senelerce birlikte<br />
çalıştığı Amazon yerlisi kaptan ve kızı, Cole<br />
ile birlikte kaybolan kameramanın kızı ve<br />
şüpheli görünen bir korumanın başlarından<br />
geçenleri anlatıyor. Amazonların her<br />
köşesinde ayrı bir korku hikayesinin içine<br />
düşen kahramanlarımızın maceralarını,<br />
onların hikaye gereği gemiye yerleştirdikleri<br />
kameraların ve belgesel kameramanlarının<br />
çekimlerinden izliyoruz.<br />
Dizinin diğer başrollerinden biri de Dr. Emmet<br />
Cole’un belgeselinin bir parçası olan<br />
tekne “Magus”. Tekne zaten bir belgeselcinin<br />
olduğundan her köşesinde ayrı bir kamera<br />
var. İlk bölümde kendi teknelerini kaybeden<br />
ekibimiz, mecburen Magus ile yollarına devam<br />
ediyorlar.
Touch<br />
Diğer bir başlangıç ise Kieffer Sutherland’ın<br />
beklenen dizisi “Touch”. Hiç konuşmayan<br />
otistik oğluna karısı 11 Eylül’de ölünce tek<br />
başına bakmaya çalışan bir baba olan Martin<br />
Bohm’u oynayan Sutherland’i, şefkatli ve<br />
acılı baba rolünde görmek ve her an o meşhur<br />
Jack Bauer bağrışlarından birini beklemek<br />
“24” sevenler için zor olsa da bir şekilde<br />
adapte oluyorsunuz yeni karaktere. Evrendeki<br />
her şey belli bir kalıbın parçasıdır ve her şey<br />
birbiriyle bağlantılıdır anlayışıyla yola çıkan<br />
dizi, o kalıbı görebilen otistik çocuk Jake’i<br />
anlatıyor. Konuşmadığı için kendi yöntemiyle<br />
iletişim kurmaya çalışan Jake’i sonunda anlamaya<br />
başlayan babası her bölümde birilerinin<br />
hayatını kurtaracak gibi görünüyor.<br />
Hangisi gerçek?<br />
Yeni başlayan başka bir dizi de “Awake” . Bir<br />
kaza sonucu iki ayrı hayat yaşamaya başlayan<br />
bir dedektifi anlatan dizi, psikolojik gerilim<br />
dozu yüksek bir polisiye. Dedektif Michael<br />
Britten bir gerçeklikte karısını kaybetmişken,<br />
diğerinde oğlunu kaybeder. İki hayatında<br />
ayrı iki psikolog vardır. İkisi de diğer<br />
hayatının rüya olduğunu ona kanıtlamaya<br />
çalışmaktadır. Bir yandan da iki ayrı dava<br />
üzerinde çalışmakta olan dedektif, sonunda<br />
iki davanın ortak detayları olduğunu fark eder.<br />
Bu detayların yardımıyla kimsenin anlamadığı<br />
bir şekilde olayları çözmeye başlayan<br />
kahramanımızın iki hayatını da izlemek ve<br />
hangisinin gerçek olduğuna kafa yormak<br />
şimdilik fazlasıyla zevkli.<br />
Şanssız bir başlangıç<br />
Aynı şeyi Luck için söylemek ise ne yazık<br />
ki zor. İlk bölümü Michael Mann tarafından<br />
yönetilen Dustin Hoffman’lı, Nick Nolte’lu<br />
dizi, ne yazık ki kadrosunun altında eziliyor.<br />
At yarışlarının karmaşık dünyasında geçen<br />
dizi, müthiş kadrosuna rağmen beklentileri<br />
karşılayamadı. Boardwalk Empire’ın<br />
koltuğuna oturacağı sanılan dizi Boardwalk’un<br />
yanına bile yaklaşamadı. Ortalamanın üstünde<br />
olsa bile beklentilerin altında kaldığından pek<br />
bir gelecek vaat etmiyor. Maalesef şanssız bir<br />
başlangıç yaptı Luck.
BatesMotelPro ekibinin video<br />
serisinden uyarlanan sinema<br />
filmi Patlak Sokaklar: Gerzomat<br />
filminin oyuncuları Selin<br />
Demiratar ve Kubilay Tunçer<br />
ile konuştuk. Sanal dünyayı,<br />
komediyi ve sinemanın hayatın<br />
içine yayılan ve de insana sihirli<br />
gelen yanlarını konuştuk.<br />
BANU BOZDEMİR<br />
n Geleceğin dünyasının sanal alem üzerine<br />
kurulacağı söyleniyor, gazeteler artık internette<br />
olacak, kitaplar oradan okunacak deniyor. Tabii<br />
herkese bu kadar kapsamlı ulaşan yoldan<br />
ulaşan bir araçtan da faydalanmak şart oluyor.<br />
İnternetin bu denli yayılan gücü karşısında ne<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Selin Demiratar: Olumlu olduğu kadar olumsuz<br />
yönleri de var tabii… Hayatı kolaylaştırdığı inkar<br />
edilemez. Son yıllarda her şeyimiz internet oldu<br />
ve artık bu alanda büyük bir kitle var. İnsanlar<br />
söylemek istediklerini ve yapmak istedikleri şeyi
internet ortamında özgürce yapabiliyor, düşünce<br />
özgürlüğünün yeni adresi gibi adeta internet üzerindeki<br />
mecralar... Normal şartlarda bir araya gelinerek<br />
kendinizle ilgili ya da ilgilendiğiniz konular<br />
ya da düşüncelerinizle ilgili bir konuyu aktarmak,<br />
yaymak ne kadar zordu şimdi ise elimizin altındaki<br />
bir tuşa bakıyor. Yapılanları büyük bir kitleyle<br />
paylaşabiliyoruz, ben böyle düşünüyorum. Nitekim<br />
insanların kendilerini ifade etmek ve yetenekleri<br />
sergilemek için en uygun alan… Ve hemen reaksiyon<br />
alabiliyorsunuz.<br />
Kubilay Tunçer: Dijital teknolojinin yayılan gücü<br />
demek lazım. İleride gazeteler falan çıkmayabilir<br />
ama kitap uzun bir müddet çıkacaktır. İnsanların<br />
birbirine çabuk ulaşması bazı şeyleri kolaylaştırıyor<br />
evet ama bazı şeyleri de zorlaştırıyor. Bilgi ve görüntü<br />
kirliliği yaratıyor ama biz artık dijital bir çağın içindeyiz<br />
demek lazım.<br />
Siz de derdinizi anlatmak ya da ünlü olmak için internetin<br />
bu yönünü kullanmak ister miydiniz?<br />
S.D: Aslına bakarsanız zaman zaman bunu<br />
yapıyorum. Bazen bir konuda tepkimi dile getirmek,<br />
bazen mutluluğumu paylaşmak, bazen sadece bir<br />
düşüncemi söylemek ya da bazen insanlar bu durum<br />
karşısında ne düşünüyor diye bilmek adına bunu<br />
yapıyorum. Anında gelen tepkileri almaktan dolayı<br />
çok mutlu oluyorum ve sadece çevremdekilerle<br />
yaptığım sohbetlerin dışında yüzlerce insanın duygu<br />
ve düşüncesine ortak olabiliyorum. Bunu da hem güzel<br />
hem değerli buluyorum.<br />
K.B: Ünlü olmakla ilgili bir derdim yok ama derdimi<br />
anlatmak için twitter’ı, facebook’u kullanıyorum ben<br />
de. Bazen de kullandın dijital teknolojilerin içinde ünlü<br />
olursun. Blogger diye bir şey var artık, beş yıl önce<br />
yoktu. Kullanılan dijital mecranın da kendisine göre<br />
bir popülerliği var. Ben kendi işlerimde başından beri<br />
bunu kullanıyorum. İnsanlar beni twitter’dan eklediği<br />
zaman çok da hoşuma gidiyor.<br />
İnternetten nasıl faydalanıyorsunuz? Günde kaç saatiniz<br />
internet başında geçiyor?<br />
S.D: Ben son bir yıldır aktif olarak interneti<br />
kullanıyorum daha öncesinde çok vakit ayırdığım bir<br />
alan değildi ama şu anda çoğu zaman gazeteleri internetten<br />
takip ediyorum, twitter kullanmaya başladım<br />
mesela. Birçok şeyi ilk oradan öğreniyorum çok hızlı<br />
bir şekilde haber alacağınız en önemli araç artık internet<br />
ve sosyal medya…<br />
K.B: Ben araştırmacı ve yazar olduğum için okuma<br />
ve araştırmalarımın önemli bir bölümünü internetten<br />
yapıyorum. Eskisi gibi kütüphanelere gitmek<br />
yerine dijital teknolojiden faydalanıyorum. 3-4<br />
saat kullanıyorum. Ama internet hep açıktır, bir şey<br />
aradığım hemen bakarım.<br />
Patlak Sokaklar size bir proje olarak gelmeden önce<br />
izlemiş miydiniz? Haberiniz var mıydı?<br />
S.D: BatesMotelPro ekibinin yaptığı birçok videoyu<br />
izlemiştim… 3 yıl önce ilk Sütü Seven Kamyoncuları<br />
izledim ve diğer videolarıyla devam etti. Patlak sokaklar<br />
internet versiyonunu proje bana teklif edildikten<br />
sonra izledim ve çok eğlendim… Benim için en<br />
önemlisi farklılardı… O kadar aynılıklar içinde farklı<br />
bir şeyi keşfedip, daha sonra da kendimi farklı olanın
içinde bulmak beni çok mutlu etti… Bu bir<br />
oyuncunun arayıp da çok sık bulamadığı bir<br />
şey sanırım. ANS Prodüksiyon’un bu projeyi<br />
beyaz perdeye taşıma fikrini de son derece<br />
doğru buldum… Ve “O Kadın” projesinden sonra<br />
yine farklı olan “Patlak Sokaklar – Gerzomat”<br />
sinema filminde başka bir oyunculuk deneyimi<br />
yaşıyorum.<br />
K.B: Evet haberim vardı. Tanımadan önce de<br />
arkadaşları internetteki komikliklerine gülüyordum.<br />
Proje sürpriz olmadı ama oynamak sürpriz<br />
oldu. Ben oynamayacaktım son dakikada denk<br />
geldi. İyi ki de olmuş severek oynadım.<br />
Biz de komedi denenen ve genelde seyircinin<br />
ilgisini çekebilen bir tür. Filmin absürd komedi<br />
yönünü biraz açabilir misiniz?<br />
S.D: Şu yoğun çalışma temposunda gülmek<br />
insanlara iyi geliyor… O yüzdende komedi<br />
ilgi çeken bir tür… Ama sadece güldürmek<br />
için de ya da gişeyi olumlu etkiliyor diye de<br />
sürekli komedi filmi yapılsın gibi bir düşünce<br />
içinde değilim. Bu filmin absürd komedi olması<br />
dolayısıyla komedi türündeki filmlerden çok<br />
farklı tarafları var. Amerikan polisiye filmlerini<br />
ti’ye alan bir film. Dolayısıyla filmdeki<br />
hiçbir oyuncu kendi sesleriyle konuşmuyor.<br />
Dublajlarımızı yıllardır izlediğimiz Amerikan filmlerinde<br />
seslerine aşina olduğumuz ustalar yaptı.<br />
Bende çok merakla bekliyorum. Sesim nasıl<br />
oldu acaba. Bu bile yeterince absürd ki filmin<br />
içindeki absürdlükleri ancak izlediğinizde gülerek<br />
vereceğiniz ya da şaşırarak keşfedeceğiniz<br />
taraflarıyla sevecek sinemaseverler diye<br />
düşünüyorum. Sürprizlerle dolu bir film. Çok<br />
fazla detaya girerek sürprizleri söylemek istemiyorum.<br />
K.B: O konuda biraz hocalığım tutuyor benim.<br />
Absürd dediğimiz şey dramatik bir akımdır. Bu<br />
aslında asbsürd komedi değildir buna başka bir<br />
ad koymak lazım. Fantastik komedi denilebilir<br />
belki ya da doğrudan komedi. Absürd biçimle<br />
ilgili değil içerikle ilgilidir. Gerçekçi komedi<br />
anlayışının dışında. Yer değiştirmelerin olduğu<br />
bir komedi. Doğal atmosferde bulunmaması gereken<br />
kişilerin oluşturduğu komedi tarzı.<br />
Bazı roller oyuncuyu çağırır. Filmdeki rolünüzün<br />
bu anlamda size ne kadar uygun olduğunu<br />
düşünüyorsunuz?
S.D: Aslında oynadığınız her karakter sizden bir<br />
parça taşır… Benim oynadığım karakter Jennifer<br />
ise absürd olan filmin içinde absürd bir<br />
karakter tabii filmdeki diğer karakterler gibi. Senaryoyu<br />
okuduğumda da Jennifer kurnazlığı ile<br />
dikkatimi çekmişti ilk. Ve bu noktada hayatta çok<br />
kurnaz biri olduğumu söyleyemem. Beni en çok<br />
bu detayıyla Jennifer çekti. Çünkü kurnazlık doktoru<br />
ya da bir avukatı oynamak gibi somut bir şey<br />
değil. Kurnazlık bir kişilik özelliğidir ve daha soyut<br />
bir durumu ortaya koymayı gerektirir. Bunu eğer<br />
beyaz perdeye doğru aktarırsam işte o zaman beni<br />
çağıran Jennifer karakterinin bir önemli detayını<br />
izleyiciye yansıtmış olurum. Tabii sadece kurnazlığı<br />
değil sürprizi olan pek çok özelliği de yansıttığımı<br />
düşünüyorum Jennifer la ilgili. İzleyicinin ne<br />
düşüneceğini ise şimdiden merakla bekliyorum.<br />
K.B: Çok uygun, adam çok aksi, sinsi, içten<br />
pazarlıklı, paranoid ve beceriksiz bir adam. Bundan<br />
daha uygun benim mizacıma uygun bir rol olmazdı.<br />
(Gülüşmeler) ANS’ye ve yönetmene teşekkür<br />
ediyorum gerçek yüzümü gösterebileceğim bir role<br />
layık gördükleri için.<br />
Sizin ilk komedi filminiz sanırım. Oyuncuların dram<br />
ya da komediye yatkınlık diye bir tarzı var mıdır<br />
yoksa bu durum tamamen tesadüf müdür sizce?<br />
S.D: Bence kesinlikle var. Bunu sadece bizde değil<br />
dünyadaki örneklerinde de böyle olduğunu görüyoruz.<br />
Bir oyuncu evet her tarzı oynayabilir ama bir<br />
tarza daha yatkındır ve daha etkilidir… Ben içinde<br />
yer aldığım projeler çeşitlendikçe ve renklendikçe<br />
kendimin en yatkın olduğu tarafı ancak o zaman<br />
anlayabileceğim diye düşünüyorum. Dramla ilgili<br />
projelerde fazlasıyla yer aldım. Farklı tarzlarda<br />
işlerle olmaktan çok hoşlanan bir oyuncuyum ki, nitekim<br />
“O kadın” sinema filmi de tıpkı “Patlak Sokaklar<br />
– Gerzomat” gibi bambaşka bir türdü.<br />
Bir komedi filminde polisi oynamak nasıl bir deneyim,<br />
sanırım Adanalı dizisinde de polistiniz… Polis<br />
olmanın farklı yanları nasıl yansıyor sizce? Buradaki<br />
karakterinizden biraz bahsedebilir misiniz?<br />
S.D: Adanalı’da oynadığım karakter ne istediğini<br />
bilen güçlü tuttuğunu koparan bir kadındı bu<br />
yüzden farklılık içeriyor… Jennifer daha güçsüz<br />
ama bir yandan da güçlü ve başarılı olmak isteyen<br />
renkli ve sürprizli bir karakter. Başarısızlıkları için<br />
bir şey yapmayı denememiş ama başarısızlık bir<br />
yandan da ezmiş onu…
Filmdeki isimler neden yabancı, o da komedinin bir parçası<br />
mı?<br />
S.D: Amerikan polisiye filmlerini ti’ye alan bir film… Karakterler<br />
ne kadar Amerikalı gibiyse de bütün olaylar Türk…<br />
İşin en absürd noktalarından biri de bu zaten.<br />
Kubilay bey sihirbazlık yapıyorsunuz ama sinemanın<br />
kitleleri bir araya getire sihrini nasıl buluyorsunuz, o sihre<br />
başka türlü ulaşmak mümkün mü?<br />
K.B: Sinema dediğiniz şey zaten sahne sihirbazları<br />
tarafından icat edilmiştir. Sinema eşittir hayal dünyası.<br />
Bütün sanatlara o anlamda yanılsama vardır. İllüzyon bu<br />
sanatların kökeninde vardır.<br />
Senarist yönünüz de var, bu filmin senaryo sürecinde yer<br />
almayı düşünmediniz mi?<br />
K.B: Düşünmedim. İkincisinde BatesMotelPro ekibi isterse<br />
yer almak isterim. BU konuda açgözlüyümdür her filmi ben<br />
yazmak isterim. İyi filmler için de kötü filmler için de keşke<br />
ben yazsaydım derim.<br />
Muppets’lar yıllar sonra sinemada… Susam Sokağı<br />
yazarlarından biri olarak Susam Sokağı’nın sinemaya<br />
çekilmesini ister misiniz?<br />
K.B: Susam Sokağı karakterleri zaten Muppets’ların<br />
akrabaları. Aynı prodüksiyon ve yaratıcı ekip yapmıştır<br />
onları. Muppets’lar tutarsa belki yaparlar Amerikalı<br />
yapımcıları. Bana kalırsa fazla kurcalamamak lazım, o<br />
zamanların bir saflığı vardı. Dijital zamanların çok öncesinden<br />
bahsediyoruz. Onu orada bırakmak belki daha doğru<br />
olur. Casablanca’yı yeniden çekersen olmaz mesela, biraz<br />
da öyle gibi.<br />
Kubilay bey de siz de bu filmde polissiniz ve isminiz de<br />
Agresif Peter. İsminizle özdeşleşen rolünüzden bahsedebilir<br />
misiniz biraz?<br />
K.B: Billy Billy ile John Lemmon büyük dedektifler. En<br />
azılı katil Black Kack’i yakalamışlar, o yüzden sıkılıyorlar,<br />
büyük iş başarmışlar. Ben de onların amiriyim. Onlar beni<br />
iplemiyor ama ben farkında değilim aslında. Sonra Black<br />
Jack hapisten kaçınca yer yerinden oynuyor ve onları<br />
yakalamak için elimizden geleni yapıyoruz. Ben bir yandan<br />
bunlara gaz verirken bir yandan da salaksınız diye<br />
fırçalıyorum. Agresifim çünkü.<br />
Türk seyircisinin sinemaya ilgisini nasıl buluyorsunuz,<br />
dramın da komedinin de dozu kaçmışını sevmiyor, aptal<br />
yerine konmak istemiyor. Yıllardır halk bunu istiyor diyen<br />
zihniyetlere karşı nasıl bir komedi ortaya çıkardınız?<br />
K.B: Aslında Patlak Sokaklar internette 5 bölüm yayınlanan<br />
bir viral diziydi. Yani milyonlarca kez izlenmiş, özellikle internet<br />
medyasını takip eden ya da sosyal medya ile bağları<br />
güçlü olan milyonlarca kişinin bildiği sahiplendiği bir projey-
di. Ancak internet ve teknolojiyle ilgili her ne kadar yüksek<br />
bir kullanıcı olsa da bu projenin Patlak Sokaklar Gerzomat<br />
adıyla beyazperdeye taşınıyor olması ve başka bir<br />
kitlenin daha dikkatini çekmesi çok önemli bir şey. ANS<br />
Prodüksiyon’un da bu anlamda BatesMotelPro ekibine<br />
destek vermesi önemli diye düşünüyorum. Sosyal medyaya<br />
baktığımızda binlerce yetenekli genç insan, binlerce<br />
güzel proje var. Ama sadece bir alanda sınırlı kalıyorlar.<br />
Her ne kadar sonu uçsuz bucaksız olsa da desteklenmesi<br />
gereken bir noktada. Türk Sineması adına bu filmin<br />
farklı bir keşif ve deneyimleme olduğunu düşünüyor ve<br />
yapımcılar tarafından yetenekli insanların desteklenmesini<br />
önemsiyorum. Türk sinemasının son dönemlerde<br />
izleyici tarafından gördüğü ilginin iyi olduğunu ama daha<br />
da artması gerektiğini düşünüyorum. Seyirci tarafından<br />
desteklendikçe daha iyiye gidecek bir sinemamızın<br />
olacağını düşünüyorum. Her geçen yılda izleyici sayısının<br />
artığını görüyoruz çok iyi yapımlar çıkıyor ,bende bir izleyici<br />
olarak iyi vakit geçirmek istiyorum ister dram olsun ister<br />
komedi. Salonda geçirdiğim 2 saat bambaşka bir dünyaya<br />
girmek istiyorum, izlediğim komedi veya dram olması fark<br />
etmez önemli olan şey beni yabancılaştırmaması, samimi<br />
olması.<br />
K.B: İyi buluyorum, ortalama 24 milyon bilet satılıyor. Yerli<br />
filmlerin izlenme oranları artıyor. Bunu rakamlar böyle<br />
gösteriyor. Sinemayla ilgili hareketli bir hayat var, festivaller<br />
var. Ben gidişatı iyi buluyorum. Bizim filmi de bu<br />
anlamda zekice kurgulanmış iyi bir iş olarak görüyorum.<br />
Bir Zamanlar Anadoluda’dan sonra Patlak Sokaklar nasıl<br />
geldi?<br />
K.B: Çok iyi geldi. (Gülüşme) Benim sihirbazlığım ve<br />
yazarlığımdan dolayı oyunculuğumdan pek bahsedilmez.<br />
Aşağı yıkarı on tane filmde oynadım, hepsinde de<br />
iyi yönetmenlerle çalıştım, iyi projelerde yer aldım. Mutlu<br />
olacağım işlerde yer almayı seviyorum, sette iyi vakit<br />
geçirmek, çalışırken keyif almak çok önemli. Agresif insanlarla<br />
çalışmamayı tercih ediyorum. Patlak Sokaklar Gerzomat<br />
projesinde Selin Demiratar, Doğa Rutkay mesela<br />
ya da Nuri Bilge Ceylan dünyanın en komik ve eğlenceli<br />
adamlarından biridir. Bestmotelpro ekibi de çok keyifliydi.<br />
Mesela Bülent Serttaş’ı bu projede tanıdım çok memnun<br />
oldum. Tatlı ve komik biri. Zaten eğlenmeyeceğim işe de<br />
girmem.<br />
Bu filmin seyirciye vaat ettikleri?<br />
K.B: Eğlenecekler<br />
Son olarak neler dersiniz?<br />
K.B: Allah son etmesin. Ne diyeyim… ☺
BANU BOZDEMİR<br />
n Bu ay vizyona giren Mirror, Mirror / Pamuk<br />
Prensesin Maceraları: Ayna Ayna Söyle<br />
Bana’dan ilham alarak çocuk romanlarının<br />
sinemaya uyarlanmış hallerine baktık… Ama<br />
Mirror, Mirror biraz farklı… Bu bildiğiniz<br />
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalından<br />
biraz farklı, biraz çılgın, biraz masalın<br />
söylenmemiş tarafını anlatan bir uyarlama. En<br />
son Ölümsüzler ile seyrettiğimiz yönetmen<br />
Tarsem Singh’ın son işi olan yapım, kötü niyetli<br />
bir cadının güzeller güzeli Pamuk Prensesi<br />
sürgüne gönderip, krallığın başına geçmesi<br />
bol mizahi bir dille aktarılıyor. Pamuk Prenses,<br />
ormanda tanıştığı Yedi Cücelerin yardımıyla<br />
tacını geri almayı başarabilecek mi? Peki Kötü<br />
Kraliçe Prens Andrew’u kendisine aşık edip,<br />
evlenmeyi başarabilecek mi? İşte biz de bu<br />
filmlerin peşine düştük!<br />
Savaş Atı<br />
İngiltere kırsalı ve Avrupa’da geçen film,<br />
I. Dünya Savaşı<br />
sırasında Jeremy<br />
Irvine’ın<br />
canlandırdığı<br />
Albert’ın ve onun çok<br />
sevdiği atı Joey’in<br />
öyküsünü anlatıyor.<br />
Evcilleştirip eğittiği<br />
atının satılıp, savaşta<br />
sipere gönderilmesi<br />
iki dostu ayırsa<br />
da, yaşadıkları<br />
olaylar pek çok<br />
hayatı değiştirecek<br />
epik bir maceraya<br />
dönüşecektir. Arka planda savaşın olduğu bu<br />
dostluk öyküsü, aslında serüven dolu uzun bir<br />
yol filmi...<br />
Senaryosunu, Michael Morpurgo’nun tiyatroya<br />
da uyarlanan aynı isimli 1982 tarihli<br />
çocuk romanından Richard Curtis ve Lee<br />
Hall’un uyarladığı filmin başrollerinde Jeremy<br />
Irvine, Emily Watson, Toby Kebbell, Benedict<br />
Cumberbatch, David Thewlis, Tom Hiddleston,<br />
Eddie Marsan, David Kross, Peter Mullan gibi<br />
isimler rol alıyor. Yönetmen koltuğunda ise<br />
Steven Spielberg usta oturuyor...<br />
Harry Potter serisi<br />
Harry Potter serisi, İngiliz kadın yazar J.K.<br />
Rowling tarafından yedi kitap olarak yazılan
fantastik romanlar ve onlardan uyarlanan filmler<br />
serisidir. Dünya çapında elde ettiği başarı<br />
ve yakaladığı satış rakamlarıyla çığır açmayı<br />
başarmış ve edebiyat tarihine geçmiştir. Harry<br />
Potter serisinin yedinci kitabı piyasaya çıktığı<br />
ilk gün ABD’de 8,5 milyonun üzerinde bir satış<br />
rakamı yakalayarak erişilmesi güç bir rekora<br />
imza atmıştır. Harry Potter serisinin ilk kitabı,<br />
Harry Potter ve Felsefe Taşı, 1997 yılında piyasaya<br />
çıkmıştır. Yedi kitaplık serinin günümüz<br />
itibariyle tümü tamamlanıp satışa<br />
sunulmuştur (J.K.Rowling 24/06/2010<br />
tarihli basın açıklamasında serinin<br />
devamı niteliğinde bir kitap yazmayı<br />
düşündüğünü, kitaba önceki hikâyenin<br />
10 yıl sonrasından başlamak istediğini<br />
belirtti). Ünlü serinin kitapları, “Dünyanın<br />
En Hızlı Satan Kitabı” ve “Dünyanın En<br />
Çok Satılan Çocuk Romanı” unvanlarını<br />
şimdiden üstlerine almışlardır. Kitap<br />
serisi, sadece çocuklarlar için yazılmasına<br />
rağmen, her yaştan okurun ilgisini<br />
çekmiştir. Hepsi de filme uyarlanmıştır.<br />
Saftirik Greg’in Maceraları<br />
“Saftirik Greg” serisini bilmeyeniniz yoktur.<br />
Jeff Kinney’in 2007 yılında yarattığı bu<br />
kahramanın maceraları seri halinde devam<br />
ediyor. Serinin başkahramanı Greg’in,<br />
annesinin zoruyla tutmaya başladığı<br />
günlükleri kitapların akışını oluşturuyor.<br />
Karşımızda “yaramaz”mış gibi aksettirilen,<br />
ama aslında yaptıkları aile fertleri<br />
tarafından fazlasıyla engellenen, şanssız<br />
bir Greg var. Saftirik yakıştırmasının<br />
altında kesinlikle bu şanssızlık ve kendini<br />
ifade edememe hali yatıyor. İlk kitapta<br />
Greg’in ailesi ve arkadaş çevresiyle<br />
tanışmıştık.<br />
Altıncı sınıfa<br />
başlayan Greg<br />
çocuklukla<br />
ergenlik arası<br />
çizgide gidip<br />
geliyor ve bu<br />
belirsiz durumdan<br />
memnun<br />
olmadığını her<br />
koşulda dile<br />
getiriyordu.<br />
Örneğin, en<br />
yakın arkadaşı
anlayamıyor, abisi Rodrick’le ise hiç anlaşamıyordu. Anne ve<br />
babasının mükemmel bir birey olması için verdikleri öğütler<br />
ise bir kulağında girip öbür kulağından çıkıyordu. İkinci kitap<br />
daha çok Greg ile abisi Rodrick arasında yaşanan atışmaları<br />
ve annelerinin onları “uyumlu” hale getirme çabalarını<br />
kapsıyor. Bu atışmalar eşliğinde geçen kitapta şimdilik “mutlu<br />
son” diyoruz, ama seri önümüzde uzadıkça, Greg’in de<br />
büyüme dertleri ve buna eklenen sorunları devam edecek gibi!<br />
Alis Harikalar Diyarında<br />
Walt Disney Pictures ve yenilikçi<br />
yönetmen Tim Burton’dan epik bir<br />
3D fantastik macera, tüm zamanların<br />
en çok sevilen masallarından<br />
birinin büyülü ve düşsel değişimi:<br />
Alis Harikalar Diyarında... Johnny<br />
Depp Çılgın Şapkacı ve Mia Wasikowska<br />
küçük bir kız olarak ilk<br />
kez karşılaştığı garip dünyaya geri<br />
dönen, çocukluk arkadaşları Beyaz<br />
Tavşan, Tweedledee ve Tweedledum,<br />
Fare, Tırtıl, Cheshire Kedisi ve<br />
elbette Çılgın Şapkacı’yla yeniden<br />
bir araya gelen 19 yaşındaki Alis<br />
rolünde... Alis gerçek kaderini bulmak<br />
için fantastik bir yolculuğa çıkar ve Kupa Kraliçesi’nin<br />
korku krallığına son verir...<br />
Narnia Günlükleri<br />
Narnia Günlükleri”, yaşlı bir profesörün<br />
evinde saklambaç oynarken<br />
tesadüfen keşfettikleri bir gardrop<br />
sayesinde yepyeni dünyalara açılan<br />
dört çocuğun macerasını konu<br />
alıyor. C.S. Lewis’in başyapıtından<br />
uyarlanan filmde, dolabın öbür<br />
tarafındaki kapıyı açan Pevensie<br />
kardeşler, o andan itibaren Nazi<br />
bombalarının düştüğü İkinci Dünya<br />
Savaşı İngiltere’sinin kâbus gibi<br />
ortamından çıkıp Narnia adıyla bilinen<br />
paralel evrene geçiş yaparlar.<br />
Konuşan hayvanları ve mitolojik<br />
yaratıklarıyla peri masallarındakine benzer büyüleyici bir<br />
dünyaya giriş yapmışlardır. Narnia serisinin ilk filmi “Aslan,<br />
Cadı ve Dolap”taki (“The Lion, the Witch and the Wardrobe”)<br />
inanılmaz olayların üzerinden bir yıl geçtikten sonra Narnia’ya<br />
dönen kahramanlarımız, bu efsanevi ülkeye geri döndüklerinde,<br />
Narnia zaman ölçütüyle 1.300 yıldan fazla süre geçmiş<br />
olduğunu fark ederler.
Ejderhanı Nasıl Eğitirsin<br />
Cressida Cowell’ın kitabına dayanan<br />
ve iri yapılı Vikingler ile vahşi<br />
ejderhaların efsanevi dünyasında<br />
geçen aksiyon komedi “Ejderhanı<br />
Nasıl Eğitirsin”de, ejderha öldürmenin<br />
kahramanlıkla bir tutulduğu<br />
kabile geleneğine pek uygun olmayan<br />
genç Vikingli Hıçkıdık’ın<br />
hikâyesi anlatılıyor. Onun ve Vikingli<br />
arkadaşlarının dünyaya farklı<br />
bir açıdan bakmalarını sağlayan bir<br />
ejderhayla karşılaştığında, Hıçkıdık’ın dünyası alt üst oluyor.<br />
Charlie’nin Çikolata Fabrikası<br />
İlginç bir karakter olan çikolata<br />
üreticisi Willy Wonka,<br />
çikolata imparatorluğu için veliaht<br />
arayışındadır. Eğitmek ve<br />
sonrasında yerini bırakmak üzere<br />
bir yarışmayla 5 tane çocuk seçer.<br />
Aralarında, Wonka’nın fabrikasının<br />
civarında oturan Charlie adlı yoksul<br />
bir çocuk da vardır.<br />
Bu 5 şanslı çocuk, 15 yıldır hiç<br />
kimsenin görmediği çikolata<br />
fabrikasını gezerler. Gördükleri<br />
Charlie’yi büyüleyecek ve onu<br />
Wonka’nın fantastik dünyasına<br />
çekecektir.Fantastik sinemanın kralı Tim Burton’ın yönettiği<br />
filmin başrolünde, yönetmenin gözdesi, Johnny Depp var.<br />
Talihsiz Serüvenler Dizisi<br />
Baudelaire Yetimleri’nin felaket dolu öyküsünü anlatan hikayeler<br />
dizisine hoşgeldiniz! 14 yaşındaki güzel Violette’in<br />
bilimsel konulara ve icatlara olağanüstü bir ilgisi vardır. Soluk<br />
almadan okuyan kitap kurdu Klaus ise 12 yaşında bir oğlan<br />
çocuğudur. Küçük bebek Sunny ise her bulduğu yere dişlerini<br />
geçirmeyi bir borç bilir. Üçlünün hayatı, anne ve babalarının,<br />
evlerinde çıkan bir yangın sonucu ölmesiyle değişir. Yetimler,<br />
kendileri uzak akrabaları Kont Olaf’ın yanında bulurlar.<br />
Kont’un aklında tek bir şey vardır: Baudelaire mirasına sahip<br />
olmak! Bunun için Violette’i kendisiyle evlenmeye zorlar ve<br />
yetimlere etmediği kötülük kalmaz. Ülkemizde de çok sevilen<br />
bir kitap dizisi olan Talihsiz Serüvenler Dizisi, Lemony Snicket<br />
takma adını kullanan esrarengiz yazarıyla (asıl adı Daniel<br />
Handler), gerçekten de çocuk edebiyatına ilginç bir soluk;<br />
acımasız, limoni bir tarz getirdi. Beyazperdedeki serüveninde<br />
Kont Olaf’ı Jim Carrey oynuyor.
Arthur ve Minimoylar<br />
Dünyaca ünlü Fransız film yönetmeni Luc Besson,<br />
serüvenlerini filme de aktardığı yepyeni<br />
bir kahramanla, on yaşındaki melek yüzlü, fırça<br />
saçlı, çilli suratlı Arthur’la tanıştırdı bizi. Dört<br />
kitaptan oluşan bu<br />
dizinini ilk kitabında,<br />
anneannesinin<br />
yanında kalan<br />
Arthur’un sıkıntısı<br />
büyük. Çünkü evleriyle<br />
bahçelerini ele<br />
geçirmek isteyenler<br />
var. Dedesiyse dört<br />
yıldır kayıp. Küçük<br />
kahramanımız, ne<br />
yapacağını kara kara<br />
düşünürken, dedesinin<br />
evin değişik<br />
yerlerine bıraktığı<br />
ipuçlarını izleyerek Minimoylar Ülkesi’ne geçiyor.<br />
Prenses Selenya’yla ve minimoylarla tanışıyor.<br />
Üç gün içinde gizli hazineyi bulmak, sineklere<br />
binmiş savaşçılarla ve kötü kalpli bir büyücüyle<br />
mücadele etmek zorunda kalıyor. Üstelik de bir<br />
minimoy kadar ufacıkken. Arthur ve Minimoylar,<br />
sizi olağanüstü bir serüvene, fantastik bir<br />
ülkeye, gizemli minicik yaratıkların masalsı<br />
yaşantılarına götürüyor.<br />
Çizmeli Kedi<br />
O Avrupa halk masallarının en cingöz, en iş<br />
bitirici ve en insansı kedisi. Asalet ve güç sembolü<br />
olan sarı çizmeleri içerisinde Çizmeli Kedi<br />
aslında zenginlik ve ün peşinde koşan oldukça<br />
zeki bir canlı. Sinema perdesindeki yolculuğu<br />
ise meşhur Altın Yumurtlayan Kazı çalma<br />
macerası çevresinde şekilleniyor.<br />
Zeka küpü Humpy Dumpty ve sokakların<br />
kraliçesi Kitty Softpaws’u bu kendi hırsızlık<br />
planına dahil eden dokuz canlı Çizmeli Kedi,<br />
arkadaşlarıyla cesaret isteyen ama bir o kadar<br />
da komedi dolu bir maceraya atılıyor... Shrek<br />
üçlemesinin her filminde farklı karakterlere<br />
sesiyle hayat veren ve senaryoda da parmağı<br />
olan Chris Miller’ın Şrek 3 ‘ten sonraki ikinci<br />
uzun metrajlı yönetmenlik çalışması olan<br />
Çizmeli Kedi’nin orijinal seslendirme kadrosunda<br />
Kedi’ye Antonio Banderas, Humpy<br />
Dumpty’ye perde gördüğümüz anda gülmeye<br />
başladığımız Zach Galifianikis ve Yumuşak<br />
Pati Kitty’ye Salma Hayek sesleriyle hayat<br />
veriyor.
n Bu ayki köşeyi de, son zamanlarda<br />
katıldığı festivallerde<br />
önemli başarılar elde eden “Baydara”<br />
adlı kısa filmin sahibi Can<br />
Eren’e ayırdık. Bakalım kısa filmin<br />
başarılı temsilcilerinden Can Eren<br />
sorularımızı nasıl yanıtladı?<br />
Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />
misin?<br />
1986 Ankara doğumluyum. 2005<br />
yılında Konya ve Mevlana ile ilgili<br />
kısa bir belgesel denemem oldu.<br />
Ardından 2006’da İstanbul Bilgi<br />
Üniversitesi’nde Sinema Televizyon<br />
ve Görsel İletişim Tasarımı<br />
bölümlerinde çift ana dal eğitimime<br />
başladım. Aynı yıl fotoğrafçılıkla<br />
ilgilenmeye başladım. Üniversite<br />
projeleri dahilinde birçok<br />
denemem oldu; kısa film, belgesel,<br />
animasyon gibi. Şu an yine<br />
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde<br />
Sinema Televizyon yüksek lisansı<br />
yapmaktayım.<br />
Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />
Bana göre kısa film sinemanın<br />
en marjinal türü. Sinemasal<br />
gerçekçiliği oluşturma ve izleyiciye<br />
aktarma konusunda kısa metraj,<br />
orta ve uzun metraja göre daha<br />
zor bir tür. Ve bu noktada kısa<br />
filmin başarısı, anlatı ve anlatım<br />
yönünden en rafine olana<br />
ulaşması ile doğru orantılı.<br />
Kısa filmi bir araç olarak mı<br />
görüyorsun? Yoksa söz gelişi<br />
bir 10 yıl sonra da, kısa filmler<br />
çekeceğim diyor musun?<br />
Kısa film ile uğraşmaya üniversite<br />
eğitimim ile birlikte başladım.<br />
Gerçek bir kısa filmci olduğumu<br />
düşünmüyorum. Her metrajın<br />
karakterleri ve hikayeleri farklıdır.<br />
Benim karakterlerim ve hikayelerim<br />
kısa metraj için çok<br />
detaylı ve bu sebepten kısa metraj<br />
beni seçim yapmam konusunda<br />
sıkıştırıyor. Hikayelerim ve karakterlerim<br />
durum analizlerinden<br />
öteye geçemiyor. Bu benim için bir<br />
sıkıntı değil, aksine, üstesinden<br />
gelmenin teorik ve pratik anlamda<br />
beni geliştirdiğini düşündüğüm bir<br />
durum. Ben kısa filmin ruhuna uymaya<br />
çalışmak yerine hikayelerimden<br />
kısa metrajlık parçalar almayı<br />
tercih ediyorum. Karakterlerim ve<br />
hikayelerim olgunlaştığı zaman<br />
metraj aralığını değiştireceğim<br />
muhakkak.<br />
BAYDARA “Edra’nın kaderi” adlı<br />
filmin birçok festivale katıldı,<br />
ödüller aldı. Neler hissettiriyor bu
filme ne gibi katkıları olabilir?<br />
Teknoloji her şeyde olduğu<br />
gibi kısa filmde de üreticinin<br />
filmin ruhunu algılayabilmesini<br />
güçleştiriyor. Hem soyut hem<br />
somut anlamda film nedir?<br />
Neyin temsilidir? Gibi soruları<br />
ve cevaplarını içselleştirme<br />
sürecini uzatıyor. Büyük bir<br />
üretim kirliliği de söz konusu<br />
tabii ki. Ama öte yandan üretimi<br />
hızlandırıyor ve bu doğru şeyin<br />
peşinde olan insanlar için bulunmaz<br />
bir nimet.<br />
Örnek aldığın, sinemasını<br />
sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler<br />
kimler? Hangi oyuncularla<br />
çalışmak isterdin?<br />
Tüm filmografilerini göz önünde<br />
bulundurduğumuzda Terry Gilliam,<br />
Jean Pierre Jeunet ve<br />
Coen Kardeşler’i seviyorum.<br />
Son dönemlerde Türk festivalleri<br />
bu durumun farkında,<br />
seçkilerinden bunu açıkça<br />
görebiliyoruz. Tabii ki de bu<br />
durum yenilikçi işlerin nitelik<br />
ve niceliği ile doğru orantılı<br />
fakat diğer ülke sinemalarına<br />
kıyasla bu değişim süreci<br />
olması gerekenden daha ağır<br />
ilerliyor.<br />
Son olarak gelecek<br />
planlarından bahsedelim…<br />
Gelecek planlarım arasında<br />
sinema büyük bir yer<br />
kaplıyor. Bir miktar karakterim<br />
ve hikayem var. Zamanı<br />
gelince onlarla uğraşmaya<br />
başlayacağım.<br />
Portfolyo: http://caneren.viewbook.com<br />
durum? Geleceğe dair ne gibi hayaller<br />
kurduruyor?<br />
Baydara’nın başarısı beni<br />
umutlandırıyor. Türk sinemasının<br />
sıkıştığı minimal anlatı ve anlatım<br />
üslubu hikayeleri de etkiliyor. Türk<br />
sinemasında anlatısal olarak taşra<br />
bunalımı, aile-çevre ikilemi gibi meselelerden<br />
farklı olarak şehre ve modernizme<br />
dair; anlatımsal olarak minimalist<br />
yapıyı bozabilecek, gerçeküstücü ya da<br />
farklı akımlardan beslenebilen bir film<br />
yapmanın imkansızlığı yaşanmakta.<br />
Bu yüzden Baydara gibi yenilikçi<br />
işlerin ödül alması, camia tarafından<br />
değerlendirilmesi heyecan verici bir<br />
durum.<br />
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />
Yerli yönetmenler ve oyuncular<br />
konusunda “keşke” dediğim pek<br />
isim yok.<br />
Türkiye’deki film festivalleri<br />
ve kısa filmcilere yaklaşımları<br />
konusunda neler söylemek<br />
istersin?<br />
Yerli festivallerin yenilikçi<br />
yönetmenleri ve filmleri<br />
yeterince desteklediğini<br />
düşünmüyorum. Yenilikçi işler<br />
yabancı festivallerce yeterince<br />
ötekileştiriliyor. Yenilikçi Türk<br />
filmlerini Türk sinemasının<br />
temsili olarak kabul etmiyorlar.<br />
Üstüne, yerli festivallerin de<br />
yabancı festivaller gibi muhafazakar<br />
oluşu üzücü bir durum.
Küçük yaşta kendini beğenmeyen Uma<br />
Thurman’ın geldiği nokta isminin anlamı<br />
gibi güzellik tanrıçalarını kıskandırıyor. Bu<br />
ay Bel Ami filminde Robert Pattinson ile<br />
imkansız bir aşk yaşayacak güzel yıldız...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Bazı insanlar vardır kendi kaderlerini kendileri yaratırlar.<br />
Hollywood’ta ise bu örneklerin en bilineni Uma Thurman. Daha<br />
küçüklüğünden itibaren insanlarla savaşmak zorunda kaldı Uma.<br />
Hatta annesinin burnunu estetik ameliyatı yaptırması için ısrar etmesi<br />
bile onun anılarında acı bir anı olarak kaldı. Annesinin bu isteği<br />
yüzünden fiziğine hiç güvenmedi. Okulda diğer kızlar onun uzun boylu<br />
olması ve büyük ayaklarıyla hep dalga geçtiler. Üstelik uzun boyu<br />
ona bir avantaj da getirmedi o günlerde. Ne derslerinde başarılıydı<br />
ne de sporda üstün bir özelliği vardı. Ama mezuniyet töreninde<br />
sahneye çıktığında seyirciler çirkin ördeğin bir güzellik tanrıçasına<br />
dönüşmesini izlediler. Kabiliyetinin farkına varan Uma yatılı okulu<br />
bıraktı ve New York’a taşındı. Artık aklı fikri oyuncu olmaktaydı.<br />
Bulaşıkçılık yaparak deneme çekimlerine katılarak kariyer savaşına<br />
başladı. 16 yaşında şans yüzüne güldü ve Elite ajansının modeli<br />
oldu. 1988 yılındaysa ilk sinema deneyimini yaşadı. Tam dört filmde<br />
birden yer aldı. Bunların içinden Dangerous Liaisons onun hayatını<br />
değiştirdi. Yapımcıların dikkatini çekti, bir de rol arkadaşı John Malkovich<br />
onun çok yetenekli ve zeki olduğunu söyleyince art arda teklifler<br />
aldı. Fakat bundan sonra oynadığı filmler gişede başarısız oldu.<br />
Üstelik onun kötü oyuncu olduğu eleştirmenler tarafından yazılıp<br />
çizilmeye başladı. Herşey kötü gitmeye başladığında Tarantino’nun<br />
çekeceği Pulp Fiction’ın deneme çekimlerine katıldı. Tarantino çekimleri<br />
hiç beğenmedi. Tam Uma’nın üzerini çizmişken bir yemeğe<br />
çıktılar. Uma yönetmenin ağzından girip burnundan çıktı ve yemek<br />
sonunda Mia karakteri Uma’nındı. Film bir kült oldu, Uma’ysa<br />
Tarantino’nun vazgeçemediği oyuncu. Daha sonra Kill Bill serisi<br />
geldi. Bütün bu başarılı filmlere rağmen hiç bir zaman gişede<br />
garantiyi sağlayacak bir oyuncu olarak görülmedi. Aşk hayatında<br />
ise film setinde tanıştığı Gary Oldman ile evlendi. İki yıllık evlilik<br />
boşanmayla sona erdi. Daha sonra ise Ethan Hawke ile evlendi<br />
ve iki çocuğu oldu. 1.83 metre boyundaki oyuncu şu anda Hyde<br />
Park, New York’ta yaşıyor. İsmi “Uma”, Hindistan mitolojisinde<br />
ışık ve güzellik tanrıçası anlamına geliyor. Bu ay ise en karizmatik<br />
vampir Robert Pattinson ile başrolü paylaştığı Bel Ami<br />
filmiyle sinemalara konuk olacak. Bakalım güzellik tanrıçasıyla<br />
vampirin aşkı nasıl olacak?
BANU BOZDEMİR<br />
n 11 Kasım 1074’de Amerika’da dünyaya geldi. İsmini<br />
Leonardo da Vinci esinlen mesinden aldı. Bir süt markası<br />
için kamera karşısında geçtiğinde Caprio 5 yaşındaydı.<br />
Caprio’nun oyunculuk kariyeri 1989 yılında Parenthood<br />
isimli TV filmiyle başladı. Film çekimleri sırasında en yakın<br />
arkadaşlarından biri olacak Tobey Maguire ile tanıştı. İlk<br />
önemli rolü 1991’deki Critters 3 filmindeki Josh karakteri<br />
olan Caprio, 1993’te ünlü oyuncu Robert De Niro ile<br />
aynı filmde oynama şansını yakaladı. This Boy’s Life’taki<br />
performansıyla New York Film Critics ve the National Society<br />
of Film Critics tarafından oldukça başarılı bulunan<br />
Caprio, yine aynı yıl What’s Eating Gilbert Grape? filmindeki<br />
oyunculuğuyla henüz 19 yaşındayken en iyi yardımcı<br />
erkek oyuncu oskarına aday gösterildi. Genç kızların<br />
sevgilisi, Hollywood’un yeni jönü, en büyük patlamasını<br />
James Cameron’ın Titanic filmiyle yaşadı.<br />
2000 senesinde Danny Boyle’ın daha önce Ewan Mc-<br />
Gregor için düşündüğü rolü The Beach’te Caprio kaptı.<br />
Bir yıl aradan sonra en iyi arkadaşlarından biri olan Tobey<br />
Maguire’la başrolleri paylaşacakları Don’s Plum için kamera<br />
karşısına geçti. 2002 Caprio için oldukça şanslı bir yıl<br />
oldu Zira oyuncu hem Martin Scorsese’nin Gangs of NewYork<br />
filminde Daniel Day-Lewis’le birlikte çalışma fırsatı<br />
buldu hem de ünlü Brezilyalı model Gisele Bündchen’le<br />
aşk yaşamaya başladı. 2002’de Steven Spielbrg’in Sıkysa<br />
Yakala filminde ve hemen arkasından yine bir Scorsese<br />
filmi olan The Aviator da rol aldı. Köstebek’te çeteye<br />
sızma görevi verilen bir çaylağı, Kanlı Elmas’ta bir elmasın<br />
peşinde helak olan paralı askeri, Yalanlar Üstüne’de kimliği<br />
ifşa olan bir ajanı canlandırdı. Hayallerin Peşinde’de<br />
sorgulanan evlilik kurumunun erkek tarafına, Zindan<br />
Adası’nda bir adada bir katilin peşindeki iki polisten<br />
birine, Başlangıç’ta bir rüya hırsızına hayat verdi. Bu sene<br />
Titanic’in 3D versiyonunda ve aynı zamanda yine bir ajanı<br />
canlandıracağı J. Edgar’da rol alacak. Biz de oyunculuk<br />
basamaklarını başarıyla ve kararlı adımlarla tırmanan bu<br />
adamı zevkle izleyeceğiz yine!
T.C Kültür Bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşların<br />
destekleri ile Dünya Kitle İletişimi ve Araştırma Vakfı tarafından bu yıl<br />
23’üncüsü düzenlenecek olan Ankara Uluslararası Film Festivali,<br />
15 – 22 Mart tarihleri arasında sinemaseverler ile buluşacak.<br />
n Ana Tema - Tektipleşme<br />
Tüm farklılıkların törpülendiği ve zihinlerin tektip<br />
yaşam tarzına alıştırıldığı bir dünyada yaşadığımız<br />
gerçeğinden yola çıkarak, bu yıl Festivalin ana<br />
teması ‘Tektipleşme’ olarak belirlendi.<br />
Festival, dünyayı istila eden tektip yaşam tarzına,<br />
bireylerin birbirinin hemen aynı hedeflere kilitlemesine<br />
ve bundan doğan büyük trajedilere vurgu<br />
yapmayı hedefliyor. Ayrıca festival, seyircisini<br />
küreselleşen kültürün dayattığı tektip yaşam<br />
tarzı ve bunun ardındaki nedenler üzerine de<br />
düşünmeye çağırıyor.<br />
Ulusal Uzun Film Yarışması<br />
Prof. Dr. Oğuz Onaran, Prof. Dr. Seçil Büker ve<br />
Prof. Dr. S. Ruken Öztürk’ten oluşan ön seçici<br />
kurul, 23. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal<br />
Uzun Film Yarışması’na başvuran 23 film<br />
arasından, 9 filmin bu kategoride yarışmasına<br />
karar verdi.<br />
Canavarlar Sofrası-Ramin Matin, Mar-Caner Erzincan,<br />
Yangın Var-Murat Saraçoğlu,İz-M. Tayfur<br />
Aydın, Nar-Ümit Ünal, Aşk ve Devrim-F. Serkan<br />
Acar, Entelköy Efeköy’e Karşı-Yüksel Aksu, Güzel<br />
Günler Göreceğiz-Hasan Tolga Pulat<br />
Hicaz-Erdal Rahmi Hanay<br />
Jüriler<br />
Ulusal Uzun Film kategorisinde<br />
yarışan filmler,<br />
yönetmen Çiğdem Vitrinel,<br />
görüntü yönetmeni Doğan<br />
Sarıgüzel, senarist-yazar<br />
Osman Şahin, sinema<br />
eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan<br />
ve akademisyen<br />
Sami Şekeroğlu tarafından<br />
değerlendirmeye alınacak.<br />
Ali Ulvi Uyanık, Ceyda Aşar,Yeşim Burul Sezen’den<br />
oluşan SİYAD jürisi, Ulusal Uzun kategorisinde<br />
yarışan 9 film arasından, SİYAD jüri özel ödülünün<br />
sahibini belirleyecek.<br />
Ulusal Kısa Film Yarışması<br />
23. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında<br />
düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması için Bilge<br />
Taş, Kıvanç Yalçıner ve Ezgi Yalınalp’ten oluşan ön<br />
seçici kurul, ‘Kurmaca’, ‘Deneysel’ ve ‘Canlandırma’<br />
bölümlerinde gösterilmek üzere toplam 29 filmin<br />
yarışmaya katılmasına karar verdi. Üç kategoride<br />
düzenlenen ve En İyi Kurmaca, En İyi Canlandırma<br />
ve En İyi Deneysel Film dalında toplam üç ödülün<br />
yer aldığı Ulusal Kısa Film Yarışması’nda her bir<br />
kategoride En İyi Film Ödülü alanlara 2.500,00 TL’lik<br />
bir de para ödülü verilecek.<br />
Ulusal Belgesel Film Yarışması<br />
Festival kapsamında düzenlenen ‘Ulusal Belgesel<br />
Film Yarışması’ için, öğretim görevlisi Bülent Özkam,<br />
öğretim görevlisi Kurtuluş Özgen ve yarışma koordinatörü<br />
Emrah Kalan’dan oluşan ön seçici kurul,<br />
yaptığı değerlendirme sonucunda Öğrenci filmleri ve<br />
Profesyonel filmler kategorisinde aşağıdaki filmlerin<br />
yarışmasına karar verdi. Her iki dalda başarılı olan<br />
filmlere 2.500,00 TL’lik para ödülü verilecek.<br />
Dünyanın Her Köşesinden<br />
Festivalin en renkli bölümlerinden biri olan ‘Dünyanın<br />
Her Köşesinden’, dünyadaki en önemli film festivallerinde<br />
gösterilmiş, ödül almış, eleştirmenler ve seyirciler<br />
tarafından en çok beğenilen filmlerden oluşan,<br />
Uzakdoğu’dan Amerika’ya, Afrika’dan Avrupa’ya<br />
uzanan bir yolculuk. Dünyanın her köşesinden öyküleri<br />
Ankaralı seyircilere taşıyacak olan programda<br />
bol ödüllü filmlerin yanı sıra keşfedilmeyi bekleyen<br />
filmler de olacak.<br />
• Bir Sabah Erkenden / De bon matin / Early One
Morning, Jean-Marc Moutout,<br />
2011, Fransa, Belçika<br />
• Biz Değilsek Kim? / Wer<br />
wenn nicht wir / If Not Us,<br />
Who?, Andres Veiel 2011,<br />
Almanya<br />
• Hahamın Kedisi / Le chat<br />
du rabbin / The Rabbi’s Cat,<br />
Antoine Delesvaux, Joann Sfar,<br />
2011, Fransa, Avusturya<br />
• Hanımefendi ve Kum Adam / Der<br />
Sandmann / The Sandman, Peter<br />
Luisi, 2011, İsviçre<br />
• Kayıp Gençlik / Wasted Youth, Argyris<br />
Papadimitropoulos & Jan Vogel,<br />
2011, Yunanistan<br />
• Los pasos dobles / The Double Steps,<br />
Isaki Lacuesta, 2011, İspanya<br />
• Öğrenci / El estudiante / The Student,<br />
Santiago Mitre, 2011, Arjantin<br />
• Özgür Adamlar / Les hommes libres /<br />
Free Men, Ismaël Ferroukhi, 2011, Fransa<br />
• Ruh Eşim / Café de flore, Jean-Marc Vallée,<br />
2011, Kanada, Fransa<br />
• Üç Buçuk / Seh o nim / Three and a Half,<br />
Naghi Nemati, 2011, İran<br />
• Yarın / Morgen, Marian Crişan, 2010, Romanya,<br />
Fransa, Macaristan<br />
Usta İşi<br />
Ustalar programı, çağdaş sinemaya yön veren,<br />
dünyanın en tanınmış yönetmenlerinin en son<br />
filmlerini içeriyor.<br />
• Budala Almayer / La folie Almayer, Chantal Akerman,<br />
Belçika, Fransa, 2011<br />
• Torino Atı / A Torinói ló / The Turin Horse, Béla<br />
Tarr, Ágnes Hranitzky, 2011, Macaristan, Fransa,<br />
Almanya, İsviçre, ABD<br />
Toplu Gösterim: Robert Altman<br />
Festival programının en önemli bölümlerinden<br />
biri olan, yedinci sanat ustalarını başyapıtlarıyla<br />
andığımız ‘Toplu Gösterim’ bölümünün bu seneki<br />
konuğu Amerikan sinemasının yalnız ve inatçı<br />
silahşörü Robert Altman. Robert Altman, ilk filmlerinden<br />
itibaren Amerikan kültürüyle organik bağlarını<br />
ve bu kültürle ilişkili referanslarını açık biçimde,<br />
ama ters bir yönden ortaya koyan ve zeka ve alay<br />
yüklü filmleriyle çağdaş sinemanın en büyükleri<br />
arasına girdi. 70’li yıllarda ABD değerlerini eleştirel<br />
bir bakışla tartışan ‘Yeni Hollywood’ akımının<br />
en tanınmış temsilcilerinden biri oldu. 50 yılı<br />
aşan sinema kariyerine, 40’a yakın uzun filmin<br />
yanında, çektiği kısa ve belgesel filmlerle birlikte<br />
90 film sığdıran yönetmenin, bizlere ayrı ve yeni<br />
bir dünyanın gizli kapılarını açan en güzel filmleri<br />
Ankara’ya konuk olacak. Brewster McCloud, Robert<br />
Altman, McCabe ve Bayan Miller / McCabe & Mrs.<br />
Miller, Robert Altman, Hayal ve Görüntü / Images,<br />
Robert Altman, Bizim Gibi Hırsızlar / Thieves Like
Anlat Şehrazat<br />
Ankara Film Festivali, 6 filmlik bir seçkiyle Mısır<br />
sokaklarının nabzını tutacak. 2011’in gündeminden<br />
hiç düşmeyen konulardan biri şüphesiz Mısır’da<br />
30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek’in 18 günde devrilmesini<br />
sağlayan halk direnişiydi. Müslüman, Hristiyan,<br />
işsiz, işçi, kadın, erkek yüzlerce protestocunun<br />
“ekmek, değişim ve sosyal adalet” mottosuyla<br />
sokağa döküldüğü Mısır’da, 25 Ocak 2011 Mısır<br />
Devrimi’nin başladığı gün olarak tarihe damgasını<br />
vurdu. Protestoların gerçekleştiği ve ‘Devrimin<br />
kalbi’ olarak nitelendirilen Tahrir Meydanı tüm<br />
dünyada özgürlüğün evrensel bir simgesi haline<br />
geldi.<br />
• 18 Gün / 18 Days, Sherif Arafa, Kamla Abou<br />
Zikri, Marwan Hamed, Sherif El Bendari, Khaled<br />
Marei, Ahmad Abdalla, Yousry Nasrallah, Ahmed<br />
Alaa, Mariam Abou Ouf, Mohamed Ali, 2011, Mısır<br />
• Esma / Asma’a, Amr Salama, 2011, Mısır<br />
• Kahire 678 / Cairo 678, Mohamed Diab, 2010,<br />
Mısır<br />
• Kahire’den Kaçış / Cairo Exit, Hesham Issawi,<br />
2010, Mısır<br />
• Mikrofon / Microphone, Ahmad Abdalla, 2010,<br />
Mısır<br />
• Tahrir 2011: İyi, Kötü ve Politikacı / Tahrir 2011:<br />
The Good, the Bad and the Politician, Ayten Amin,<br />
Tamer Ezzat, Amr Salama, 2011, Mısır<br />
Michelangelo Antonıonı’nin Doğumunun 100. Yılı<br />
Yaptığı filmler 40 yıldan beri her ülkeden sinema<br />
seyircisinin gündeminden düşmeyen, İtalyan<br />
sinemasının yetiştirdiği büyük ustalardan biri olan<br />
Michelangelo Antonioni, doğumunun 100. yılında,<br />
kariyerinin başlarında çektiği az bilinen kısa, belgesel<br />
ve uzun filmlerinden oluşan bir seçkiyle<br />
anılacak.<br />
Görenler Görmeyenlere Anlatsın<br />
Görme ve işitme engelli vatandaşlar için “sesli<br />
betimleme” yöntemiyle hazırlanan filmler, festival<br />
kapsamında engelli vatandaşlar ile buluşacak.<br />
Türkiye Panoraması<br />
Geçtiğimiz yıla ait uzun, kısa ve belgesel filmlerden<br />
oluşan program, Türkiye sinemasının son dönem<br />
örneklerini bir arada görmek isteyenler için iyi bir<br />
fırsat yaratacak.<br />
Kısa Sınır Tanımaz<br />
Tüm dünyada, önemli festivallerden ödülle dönmüş<br />
2011 yapımı kısa filmler, Festival’in vize sorulmayan<br />
bölümünde yer alacak.<br />
Çocuklar İçin<br />
Festival’in çocuk sinemaseverler için hazırladığı<br />
canlandırma ağırlıklı bir program da çocukların
eğenisine sunulacak.<br />
Geceyarısı Sineması<br />
16 Mart 2010 Cuma 23:59<br />
Korkunç, tuhaf ve rahatsız edici… Korku/<br />
gerilim sinemasının en tekinsiz örnekleri<br />
geceyarısına doğru loş duvarımıza yansıyacak<br />
ve bizi koltuklarımızda zıplatacak.<br />
• Återfödelsen / The Unliving, Hugo Lilja, 2010,<br />
İsveç<br />
• Livide, Alexandre Bustillo, Julien Maury, 2011,<br />
Fransa<br />
En Kısa Gece - 17 Mart 2010 Cumartesi 23:59<br />
Beyaz Gece - 20 Mart 2010 Salı 23:59<br />
Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek<br />
gösterimle, festivalin sabaha kadar film izleme<br />
geleneği bu yıl da devam edecek.<br />
Festilab<br />
Ankara Uluslararası Film Festivali’nin bir Video/<br />
Film Üretim Laboratuarı girişimi olan Festilab,<br />
Ankara’da yıl boyunca ses ve görüntü üretimi<br />
konusunda yurtiçinden ve yurtdışından gelecek<br />
konukların katılımıyla düzenlenecek bir dizi<br />
laboratuar-atölye çalışmasıdır. Üretilen işleri<br />
periyodik olarak yayınlanacak bir Videozine<br />
yoluyla bağımsız dolaşımının sağlanacağı, bir<br />
dahaki festivalde gösteriminin yapılacağı bir<br />
dağıtım-gösterim ağı projesidir. Herkes için<br />
yapılan bir Video/Film üretiminden yana olan<br />
Festilab seyirciyi Video/Film karşısındaki edilgen<br />
konumundan kurtararak, Video/Filmin<br />
ortak yaratıcısı, ortak sorumlusu olma olanağı<br />
verecek.<br />
Konuklar<br />
23. Ankara Film Festıvali bu yıl, yönetmen Peter<br />
Luisi (Hanımefendi ve Kum Adam), yönetmen Argyris<br />
Papadimitropoulos (Kayıp Gençlik), yönetmen<br />
Naghi Nemati, (Üç Buçuk), yönetmen ve Egyptian<br />
Film Center yönetim kurulu üyesi Magdy Ahmed Aly’ i<br />
ağırlayacak olmaktan mutluluk duymaktadır.<br />
Özel Ödüller<br />
Açılış Töreni’nde Dünya Kitle İletişimi Araştırma<br />
Vakfı’nın üç özel ödülü sahiplerine verilecek ve<br />
ardından bir film gösterimi yapılacak.<br />
Kitle İletişim Ödülü<br />
Kitle iletişimi alanında yaptığı nitelikli yayın ve<br />
çalışmalarla farkındalık yaratan, önemli bir eksiği<br />
dolduran bir kişi, kurum, yayın ve programa verilen<br />
bu ödülün bu yıl ki sahibi yayınını aralıksız 50 yıldır<br />
tüm zor koşullara rağmen sürdüren ve klasik müzik<br />
konusunda etkili bir yayın olan Orkestra Dergisi.<br />
Aziz Nesin Emek Ödülü<br />
Yaptığı çalışmalarla Türk Sinemasına uzun yıllar<br />
hizmet vermiş, sinema alanında önemli görevler<br />
üstlenmiş bir sinema emekçisine verilen bu ödül<br />
bu yıl yazdığı kitaplarla, arşiv çalışmalarıyla Türk<br />
Sineması’na büyük katkılarda bulunmuş olan sinema<br />
tarihçisi ve eleştirmeni Burçak Evren’e verilecektir.<br />
Sanat Çınarı Ödülü<br />
Ankara’ya yaşayan, Ankara’da üreten ve ürettikleriyle<br />
sanat alanında tartışmasız bir yer edinen farklı<br />
sanat dallarından bir sanatçıya, akademisyene, sanat<br />
insanına verilen bu ödül de bu yıl yaptığı çalışmalarla<br />
plastik sanatlara katkısı tartışılmaz sanatçı ve akademisyen<br />
Hamiye Çolakoğlu’na verilecektir.
n Aslan Max, “Max Maceraları – Kralın<br />
Doğuşu” filmiyle 9 Mart’tan itibaren beyazperdeyi<br />
fethetmeye hazırlanıyor. Üstelik<br />
bu dev macera için Türkiye’nin en önemli<br />
sesleri de Aslan Max’ın yanında yer alıyor.<br />
Engin Altan Düzyatan, Yekta Kopan, Özge<br />
Özpirinçci ve minik yıldız Alpay Şayhan<br />
sesleriyle kahramanlara can verirken,<br />
Türk pop müziğinin kraliçesi Sezen Aksu,<br />
filmde de kraliçeyi seslendiriyor. Aslan<br />
Max zorluklara karşı birlikte mücadele<br />
etme becerisinin, dostluk ve arkadaşlığın<br />
öneminin altını çiziyor.<br />
n Serdar Akar’ın hazırlıkları süren yeni<br />
projesi “Çanakkale İçinde” filminde,<br />
dünyaca ünlü film yıldızı Mel Gibson<br />
rol alacak. Filmin çekimlerinin Haziran<br />
ayında başlaması planlanıyor. Çanakkale<br />
Savaşının konu edildiği bu iddialı projede<br />
Gibson, “İngiliz komutan rolünde<br />
karşımıza çıkacak. Filmin diğer oyuncuları<br />
arasında ise sinemamızın ünlü isimleri yer<br />
alıyor. Behzat Ç. karakteriyle tanıdığımız<br />
ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu’nun<br />
Yüzbaşı Hilmi’yi canlandırdığı filmde,<br />
Yetkin Dikinciler Seyit Onbaşıya hayat<br />
verecek. Hollywood yıldızlarını da<br />
bünyesinde barındıracak ve bütçesinin<br />
hayli yüksek olacağı tahmin ediliyor.<br />
n Bugüne kadar birçok televizyon dizisine yönetmenlik<br />
yapmış Ersoy Güler, Nisan ayında ilk sinema filmi ile<br />
sinemaseverlerle buluşuyor. Ersoy Güler’in yapımcılığını<br />
da üstlendiği “Sağ Salim” neredeyse tamamı sadece<br />
bir günde ve yolda geçen bir komedi-macera filmi.<br />
Başrollerini Burçin Bildik, Fulya Zenginer ve Alper<br />
Saldıran’ın paylaştığı filmde diğer başlıca rollerde Hüseyin<br />
Avni Danyal, Kenan Ece, Murat Akkoyunlu, Kamil<br />
Güler, Kevork Türker, Orçun Kaptan, Tevfik İnceoğlu ve<br />
Yakup Yavru yer almakta. Hayatını biricik kamyonetiyle<br />
köyden kasabaya mal götürerek kazanan Salim’in,<br />
kendisi gibi kimsesiz birinin cenazesini Mersin’den<br />
Sivas’a ücretsiz götürmeyi kabul etmesiyle başlayan yol<br />
macerasının anlatıldığı Sağ Salim, pek çok film festivaline<br />
de aday. Animasyon kategorisinde katılacak olan<br />
filmler ayrı bir değerlendirmeye tabii tutulacaktır. Son<br />
katılım tarihi 4 Mayıs 2012’dir.
n Ferzan Özpetek 9. Filmi Magnifica Presenza<br />
vizyona hazır. Özpetek, Türkçe ismi ‘’Şahane<br />
Misafir’’ olarak belirlenen son filmi ‘’Magnifica<br />
Presenza’’da daha önce hiç denemediği bir şey<br />
yaptığını söyledi. Yeni filminin diğerlerine göre<br />
daha farklı olduğunu vurgulayan yönetmen,<br />
“Daha değişik bir film. Hayatın içinde olan her<br />
şey var. İnsanın güldüğü veya ağladığı durumların<br />
yanı sıra burada üçüncü bir durum var, o da<br />
korku. Bu film hayatı anlattığı için, hayatın<br />
içinde de sadece gülmek ya da sadece ağlamak<br />
olmadığı için, ikisinin karıştığı bir şey olması<br />
daha güzel oluyor. İzleyici bunlarla karşılaşacak”<br />
dedi. ‘’Şahane Misafir’’in temasının büyük merak<br />
konusu olduğunu ifade eden Özpetek, “Ana tema<br />
olarak çok değişik bu film. Şimdiye kadar hiç<br />
yapmadığım bir şey var bu filmde. İtalyanlar da<br />
konuyu merak ediyor ancak biz, bir şekilde saklı<br />
tutuyoruz. Bakalım nasıl reaksiyon gösterecek”<br />
diye konuştu.<br />
n Türk sinemasının parlayan yıldızlarından<br />
Buğra Gülsoy hedef büyüttü... Yazar Ayhan<br />
Bozkurt’un geçen yıl okurla buluşan “Barikattaki<br />
Çocuk” isimli romanı, sinema filmi oluyor. Çorum<br />
olaylarının bir çocuğun gözünden anlatıldığı<br />
romanı sinemaya aktaracak olansa sürpriz bir<br />
isim. “Kuzey Güney”, “Fatmagül’ün Suçu Ne” gibi<br />
ilgiyle izlenen televizyon dizilerinden tanıdığımız<br />
başarılı oyuncu Buğra Gülsoy, Bozkurt’un<br />
romanının film haklarını satın aldı. Oyuncu bu kez<br />
yönetmen koltuğunda oturacak. Buğra Gülsoy’un<br />
şu sıralar kendi yazıp yönettiği tiyatro oyunu<br />
“Pragma”, Garaj İstanbul’da sahneleniyor.<br />
n Lal Gece Berlin’de Kristal Ayı aldı bildiğiniz<br />
gibi. Kadın sorunun tüm dünyanın sorunu<br />
olduğuna vurgu yapan Reis Çelik, “Burada<br />
böyle bir ödül olmak güzel bir duygu. En büyük<br />
sevincim dünyada ve ülkemizdeki sorunları,<br />
kültürümüzü, zenginliğimizi acılarımızı ve<br />
mutluluklarımızı paylaşabilmek. Dünyayla ne<br />
kadar paylaşırsak o kadar ortak paydalarda<br />
buluşuruz. Onun için bu filmde anlattığım hikaye<br />
sadece bizim ülkemizin sorunları değil.<br />
Öyle bakılmasının önüne geçmek için bu filmi<br />
yaptım. Bize sadece öyle bakmasınlar istedim.<br />
Bunun kendilerine de ayna olması için bu filmi<br />
yaptım. Bütün dünyanın kadınları ve erkekleri<br />
yüzleşme yaşasınlar istedim. Ülkemdeki bütün<br />
kadınlara ve kadınlara daha saygılı olan<br />
erkeklere bu ödülü paylaşıyorum ve diğerlerinin<br />
de bununla yüzleşmesini istiyorum“ dedi.