07.05.2016 Views

Cinedergi 47

Binder47

Binder47

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Mart ayı dert ayı derler<br />

bizim içinse sinema ayı<br />

n Mart ayı sinema gündemi o kadar dolu ki<br />

yapımcıların aklı daha yeni başlarına geliyor.<br />

Bir çok film son anda ertelendi. Mesela<br />

ödüllü Can, İsmail Güneş’in Ateşin Düştüğü<br />

Yer ve tabii Mar hep ertelenen filmler. Bu<br />

filmler ertelendi ama ne oyuncuları elimizden<br />

kaçabildi ne de yönetmenleri. Önümüzdeki<br />

ay bütün bu filmlerin röportajlarını yine<br />

<strong>Cinedergi</strong>’de bulabileceksiniz. Biz şimdi Mart<br />

ayında kimlerin röportajlarını okuyacağımıza<br />

gelelim. Sen Kimsin ile izleyiciler kahkahaya<br />

boğuluyor. Merve Genç bizim için<br />

filmin oyuncuları Tolga Çevik, Köksal Engür,<br />

Zeynep Özder ve Pelin Körmükçü’ye teybini<br />

uzattı. Ardından El Yazısı filmi için Cansu<br />

Dere ve Baran Akbulut ile konuştuk. Ahmet<br />

Ümit’in romanından uyarlanan Bir Sis Böler<br />

Geceyi filmini ise Cem Davran’dan dinledik.<br />

Önemli bir film. Aleviler’in yaşadıklarını daha<br />

iyi anlamamız için bu tür filmlerin çekilmesi<br />

çok gerekli. Patlak Sokaklar filminde ise Selin<br />

Demiratar ve Kubilay Tunçer, Banu ile keyifli<br />

bir sohbet yaptılar. Bu sayımızın en önemli<br />

bölümü ise yazarımız Burak Yarkent’in Oscar<br />

töreninde gördüklerini ve yediklerini anlattığı<br />

yazısı. Ödüller belli oldu ama kim nerede<br />

oturdu, törende hangi yemekler verildi. Bu<br />

yazıyı okuduktan sonra canınız tatlı çekecek<br />

benden söylemesi. Özel dosyalarımız<br />

ise internet sitelerinde bulabileceğiniz türde<br />

konuların dışında ilginç yazılar oldu. Zeynep<br />

Uslu’nun dosyası gerçekten hayata kafa<br />

yoran bir insanın hazırlamak isteyeceği<br />

bir yazı. Çok önemli bir sorunun cevabını<br />

arıyor Zeynep, “Mağarada yaşarken bugüne<br />

göre daha mı mutluyduk?” Banu ise özel<br />

ilgi alanı olan çocuk dünyasına dalıyor.<br />

Çocuk romanlarının sinemaya uyarlanmış<br />

olanlarını toplamış yazısında Banu. Portre<br />

sayfalarımızda ise Uma Thurman ile Leonardo<br />

Di Caprio yer alıyor. Ali Ulvi Filmin Özü<br />

köşesini genişletiyor bizi de çok mutlu ediyor.<br />

Bu sayımızda tam dokuz filmi bir bakışta<br />

tanıyacaksınız Ali’nin kendine has yazı<br />

stiliyle. Kerem Akça ise DVD’de yine döktürdü.<br />

Bu ay hangi filmler çıkıyor, hangilerinin<br />

kamera arkası sizi mest edecek? Hepsi<br />

DVD köşesinde. Alper Turgut ve Murat Tolga<br />

Şen ise kritik sayfalarımızda önemli filmleri<br />

farklı bakış açılarıyla değerlendirdiler.<br />

Gelelim Episode köşesine... Zeynep Bonçe<br />

yabancı dizileri o kadar iyi takip ediyor ki<br />

ben de onun yazılarından bakıp bu dizileri<br />

seyrediyorum. Teşekkür ediyoruz ona.<br />

<strong>Cinedergi</strong>’nin içindekileri yazmak için başka<br />

bir dergi mi çıkarsam diye düşünüyorum<br />

bazen. İyi okumalar...<br />

Yayın Sahibi<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Serdar Akbıyık<br />

Yazı İşleri Müdürleri<br />

Banu Bozdemir<br />

Fırat Sayıcı<br />

YAZARLAR<br />

Ali Ulvi Uyanık Murat Tolga Şen<br />

Kerem Akça Zeynep Uslu<br />

Alper Turgut Merve Genç<br />

Burak Yarkent<br />

Nil Özer<br />

Zeynep Bonçe


n Bir tarafta tüm sene merakla<br />

beklediğim, Oscar etkinlikleri, diğer<br />

tarafta da yakından takip ettiğim<br />

NBA’in sene boyunca düzenlediği<br />

en eğlenceli ve en büyük organizasyon,<br />

All-Star. Benim gibi bir kişinin<br />

bulunabileceği en zor durumlardan,<br />

en zor haftalardan biriydi.<br />

Uzak olması, Türk oyuncularımızın<br />

katlım sağlayamamaları, ve benim<br />

sinema sevgimin biraz daha fazla<br />

ağır basması nedeniyle All-Star<br />

etkinliğini, en azından bu sene için,<br />

bir kenara atıp, benim de bir parçası<br />

olduğum, Amerika’da 9 yıldır yayın<br />

yapan ilk ve tek Türk İnternet Gazetesi<br />

Alaturkaonline’ın çalışmaları sonucunda<br />

dünya’nın dört bir yanından<br />

sayısız gazetecinin takip ettiği Oscar<br />

etkinliklerine katıldık. Akademi bu<br />

sene biz gazetecilere büyük sürpriz<br />

yaptı ve tarihinde ilk defa, belki de<br />

bizi karşılarcasına, o meşhur kırmızı<br />

halısını büyük bir özenle, tarihi Çin<br />

Tiyatrosu’nun önünden başlayıp,<br />

Highland Caddesi’ne kadar kapattığı<br />

Hollywood Caddesi’nin üzerine Cuma<br />

gününden serdi. Bizim için de güzel<br />

ve müthiş bir sürpriz oldu bu.. Hava<br />

sıcaklığının 20-25 derece civarında<br />

olması ve yağmur beklenmemesi<br />

sebebiyle şemsiyenin kurulmadığı<br />

cadde pırıl pırıl, ışıl ışıldı. Sürprizlerle<br />

dolu günün bir başka sürprizi, yakın<br />

zamanda iflasını açıklayan Kodak’ın<br />

isminin etkinliklerden yavaş yavaş silinmeye<br />

başlanması oldu. Yetkililerin,<br />

“Kodak Tiyatrosu” isminden çok “Hollywood<br />

& Highland Center” ismini kullanmaya<br />

özen göstermeleri gözlerden<br />

kaçmayan bir ayrıntıydı.<br />

Değişikliklerin yanında, geçen senelerden<br />

aşina olduklarımız da vardi tabii<br />

ki etrafta ve bunların başında, bu sene<br />

9. defa Oscar Ödül Törenleri Gecesini<br />

sunacak Billy Christal geliyordu.


Billy Christal’ı etrafta görme şansımız olmadı<br />

ama karşılaştığımız ve ayak üstü sohbet etme<br />

fırsatı bulduğumuz yapımcılar, bu sene Billy<br />

Christal espirileri ile çok güleceğimiz sinyalini<br />

verdiler. Küçük bir bilgi; Billy Christal 9<br />

sunum ile, tarihte Oscar etkinliklerini en fazla<br />

sunan Bob Hope’un (19) arkasından 2. sırada<br />

geliyor. Her yer özenle hazırlanmış, düğün<br />

saatini bekleyen gelin gibiydi ama benim en<br />

çok ilgimi çeken bölüm, film yıldızlarının, ödül<br />

toreni öncesi ve sonrasında zaman geçirdikleri<br />

Green Room (Yeşil Oda) ile Oscar’ların resmi<br />

aşçısı Wolfgang Puck’ın seçkin davetliler için<br />

hazırladığı müthiş menüydü.<br />

Wolfgang Puck tarafından hazırlanan<br />

muhteşem menü:<br />

Tepside Sunulan Ordörvler<br />

Düz Oscar Ekmeği üzerine, Havyar<br />

ve Creme Fraiche eşliğinde<br />

Tütsülenmiş Somon Balığı<br />

Susamlı Yosun İçine Sarılmış Balık<br />

Yumurtası ve Acılı Tuna Tartar<br />

Dünyanın en Pahalı eti Kobe Eti ve<br />

Özel Cheddar Peyniri ile yapılmış<br />

Mini Cheseburger<br />

Domuz, Soya Sosu, ve Zencefil ile<br />

yapılmış Hamur Köftesi<br />

Remoulade Eşliğinde Yengeç Köftesi<br />

Domates, Fesleğen ve Parmesan<br />

Peyniri ile yoğrulmuş Pirinç Köftesi<br />

Wasabi Sosu Eşliğinde Kızarmış<br />

Karides<br />

Tatlı Biber soslu ve Sebzeli Dolma<br />

Pizza Çesitleri


Soğuk Aperatifler<br />

Istakozlu, Domatesli ve Turşulu<br />

Tako<br />

Kaşarlı, Domatesli ve Fesleğenli Şiş<br />

Patatesli Mersşn Balığı<br />

Aioli Hardalı Eşliğinde Çedar Peynirli<br />

El Yapımı Pretzel<br />

Grissini Eşliğinde Domuz Salamı<br />

Küçük Tabaklar<br />

Üzerine Yer Mantarı Rendelenmiş<br />

Sebze Izgara ve Tavuk Göveç<br />

Elma, Kırmızı Soğan ve Mavi Peynirli<br />

Roka Salatası<br />

Cevizli, Keçi Peynirli ve Pancarlı<br />

Tortelloni<br />

Altın’a Sarılmış Havyarlı ve Crème<br />

Fraiche’li Fırında Patates<br />

Romesco ve Polenta Eşliğinde<br />

Kısık Ateşte Pişmiş Pirzola<br />

Domatesli Yengeç ve İstakoz Louie<br />

Özel Olarak Hazırlanmış Çedar Peynirli Makarna<br />

Pilav Eşliğinde Hindistan Cevizli Köri Soslu<br />

Shanghai İstakozu<br />

Koriander ve Naneli Kuzu Yahnisi<br />

Şam Fıstıklı, Özel Sirkeli Pancar Salatası<br />

Deniz Mahsülleri ve Suşi Büfesi<br />

Soya Sosu, Wasabi, Zencefil Eşliğinde Her<br />

Tür Suşi<br />

Çeşitli Soslar Eşliğinde Karides, Istakoz,<br />

Yengeç ve İstiridye Çeşitleri<br />

Passed Dessert<br />

Bademli, Portakallı Kek<br />

Şekerlemeli ve Portakal Soslu Puding<br />

3 Boyut Çikolata<br />

Elma Şekeri<br />

Karamelize Edilmiş Mısır Patlağı Eşliğinde<br />

Muzlu Pasta<br />

Karamellli Gelato Dondurma<br />

Tatlı Büfesi<br />

Ahududu ve Gül Suyu Soslu Ekler<br />

Çilekli ve Kremalı Pasta<br />

Acıbademli Kurabiye<br />

Fındık Ezmeli Çikolatalı Dondurma<br />

Kremalı ve Kahverengi Şekerli Pasta


Çikolatalı Puding<br />

Dalında Taze Çilek<br />

Çikolata Büfesi<br />

Çikolata Çeşmesi ve Dalında Taze Çilek<br />

Çikolatalı Tost<br />

3 Kat Çikolatalı Kek<br />

Sıcak Çıkolata Kaplı Kek Sufle<br />

Çikolatalı Tart<br />

Beyaz Çikolatalı, Hindistan Cevizli, Rom Soslu<br />

Pasta<br />

Sütlü Çikolatalı ve Karamelli Pasta<br />

Çıkolata Soslu Kek<br />

Çikolatalı Kurabiye<br />

3 Farklı Çikolata ile Yapılmış Çikolatalı Kek<br />

Çikolatalı ve Kahveli Kek<br />

Çikolatalı Şekerleme<br />

24 Karat Oscar Heykeli Şeklinde Çıkolata<br />

Konfor’un ön planda olduğu, ve 1950 dekorunun<br />

kullanıldığı Yeşil Oda’da fotoğraf çekme<br />

şansımız olmadı, ama en lüks otelin, kral<br />

dairesini aratmayacak niteliklere sahip olduğu<br />

en azından bizim bulunduğumuz uzaklıktan<br />

anlaşılıyordu. Bu odanın tasarımını yapan<br />

Waldo Fernandez, odanın fikir babasının<br />

yönetmen George Cukor olduğunu söyledi ve<br />

Cukor’un evinin içinde buna benzer atmosferde<br />

bir odanın olduğunu, özellikle Cuma<br />

ve Cumartesi akşamlari film endütrisinden<br />

arkadaşlarını bu odada ağırladığı bilgisini<br />

verdi.<br />

Bir diğer ilgi çekici bölüm ise, Oscar<br />

Heykelleri’nin tanıtım kısmıydı...<br />

Altın kaplama Britannium malzemesi<br />

kullanılarak yapılan bu küçük heykelcik, siyah<br />

bir plaka üzerine yerleştirilmiş, ve bu sene<br />

Chicago’da yapılmış. Sonrasında ise United<br />

Havayolları’nın 531 sefer sayılı ucağı ile<br />

birinci sınıf mevkiide Los Angeles’a getirilmiş.<br />

Sırf bu heykelleri getirdiği için, uçağın ismi o<br />

günlük “Oscar 1” olarak değiştirilmiş.<br />

Biz dışarıda gözlemlerimizi gerçekleştirip,<br />

ve bilgi alış verişini devam ettirirken, içeride<br />

olan hazırlık ve provalara iznimiz olmadığı<br />

için katılamadık ama dışarıdaki hummalı,<br />

ve hiçbirşeyi şansa bırakmamasına süren<br />

çalışma 3 tam gün boyunca devam etti. Bu<br />

titiz çalışma belki de, son 30 yılda ilk defa,<br />

Şubat ayının başında gösterilen Grammy<br />

Ödulleri Töreni izleyici sayısının, bu sene<br />

tahmin edilen Oscar Ödül Töreni izleyici<br />

sayısını geçmesinin sebebiydi. 39.3 milyon<br />

izleyici ortalamasını 1.4 milyon fazla izleyici<br />

ile geçmesi planlanan 2012 Oscar Ödüllerini,<br />

Grammy Ödülleri Törenleri 39.9 milyon izleyici<br />

sayısı ile geride bırakmıştı.


Yönetmen: Mike McCoy, Scott Waugh<br />

Senaryo: Kurt Johnstad<br />

Oyuncular: Alex Veadov, Roselyn<br />

Sanchez, Nestor Serrano<br />

Konu: Kaçırılan bir CIA ajanını kurtarmak<br />

için görevlendirilen “Navy<br />

Seals” ekibinin hikayesi aksiyon<br />

dolu sahnelerle beyazperdeye gelecek.<br />

Ünlü oyunculara sahip olmasa<br />

da, fragmanından anlaşıldığı<br />

kadarıyla aksiyon seyircisini oldukça<br />

tatmin edeceğe benzer olan<br />

bu film Şubat sonunda A.B.D.’inde<br />

vizyona girdi.


Yönetmen: DTimo Vuorensola<br />

Senaryo: Johanna Sinisalo,<br />

Jarmo Puskala<br />

Oyuncular: Udo Kier, Julia Dietze,<br />

Götz Otto, Tilo Prückner,<br />

Konu: Naziler İkinci Dünya<br />

Savaşı sırasında Ay’a gizli bir üs<br />

kurmuştur. Amaçları 2018’de geri<br />

dönüp dünyayı ele geçirmektir.<br />

İlginç konusuyla dikkat çeken,<br />

Almanya – Finlandiya ortak<br />

yapımı Iron Sky‘ın çekimleri uzun<br />

zamandır sürüyordu. Başarılı<br />

efektleriyle de dikkat çeken Iron<br />

Sky‘ı ilginç kılan bir başka ayrıntı<br />

ise filmin türünün komediye<br />

yakın durması.<br />

Yönetmen: Steven R. Monroe<br />

Senaryo: Meir Zarchi, Stuart<br />

Morse<br />

Oyuncular: Sarah Butler, Chad<br />

Lindberg, Daniel Franzese<br />

Konu: Jennifer Hills, inzivaya<br />

çekilerek roman yazmaya ağırlık<br />

veren genç bir kadındır. Fakat<br />

yerleştiği küçük evde Jennifer’ın<br />

yalnız hali çevre yaşayan<br />

adamların ilgisini çeker. Bir<br />

gece genç kadını korkutmak için<br />

yaşadığı yeri basarlar ama işler<br />

beklenmedik biçimde çığrından<br />

çıkar. Jennifer’a önce işkence<br />

eder ardından da tüm gece<br />

boyunca tecavüz ederler. Fakat<br />

Jennifer öldürülmeden ellerinden<br />

kurtulmayı başarıp, kendini<br />

yakınlardaki nehre bırakır. Adamlar<br />

öldüğüne kanaat getirip cesedi<br />

aramaktan da vazgeçerler.


Yönetmen: CMatt Piedmont<br />

Senaryo: Andrew Steele<br />

Oyuncular: Will Ferrell, Gael García Bernal,<br />

Diego Luna<br />

Konu: Armando Alvarez, ömrü boyunca<br />

Mexico’daki babasının çiftliğinde çalışmıştır.<br />

Çiftliğin giderleri gelirlerinden fazla olmaya<br />

başlarken, Armando’nun kardeşi Raul, aileyle<br />

yeni nişanlısını tanıştırır. Raul babasının tüm<br />

borçlarını ödemek için belalı iş adamı Onza<br />

ile bir anlaşmaya girmiştir. Ancak bu durumdan<br />

kurtulmak isteyen Armando, hem sevdiği<br />

kadını, hem de çiftliği Onza’dan geri almalıdır.<br />

Yönetmen: Xavier Gens<br />

Senaryo: Karl Mueller,<br />

Eron Sheean<br />

Oyuncular: Milo Ventimiglia,<br />

Peter Stormare,<br />

Lauren German, Michael<br />

Biehn, Rosanna Arquette


Konu: ”The Fallout” olarak da bilinen<br />

film, New York’ta nasıl olduğu bilinmeyen<br />

çok büyük ve gizemli bir patlama<br />

ile başlamaktadır. Bu yapımda kıyamet<br />

sonrası hayatta kalmayı başaran 8<br />

kişilik bir grubun mahsur kaldıkları<br />

sığınakta kurtarılmayı beklerken birbirlerine<br />

düştükleri gerilim yüklü dakikaları<br />

konu almaktadır.<br />

Yönetmen: Lorene Scafaria<br />

Senaryo: Lorene Scafaria<br />

Oyuncular: Keira Knightley, Steve Carell,<br />

Melanie Lynskey, Rob Corddry<br />

Konu: Dünyaya büyük bir meteorun<br />

çarpacağını ve her şeyin yok olacağını<br />

hesaplayan bilim adamları Penny<br />

ve Dodge’ın yakınlaşmasını hesaba<br />

katmadılar anlaşılan. İşte karşınızda<br />

bir “Dünyanın sonu yaklaşıyor!” filmi<br />

daha. Ancak bu kez işin içinde biraz komedi,<br />

biraz aşk var. Her ne kadar Keira<br />

Knightley ve Steve Carell’in kimyalarının<br />

tutmayacağını düşünsek de, türün sevenlerini<br />

memnun edeceğe benzer bir film.


Yönetmen: Agustí Villaronga<br />

Senaryo: Agustí Villaronga<br />

Oyuncular: Sergi López,<br />

Francesc Colomer, Marina<br />

Comas<br />

Konu: Andreu İspanya İç<br />

savaşı sonrasında Katalan<br />

bölgesindeki küçük bir<br />

kasabada hayatta kalmaya<br />

çalışan bir çocuktur.<br />

Ormanda bir baba-oğul<br />

cesediyle bulan Andreu,<br />

bunu görevlilere ihbar<br />

edince bir anda babasının<br />

cinayetle suçlanmasına<br />

neden olur. Babasının<br />

suçsuzluğunu kanıtlamak<br />

için gerçek katilini<br />

aramasına Andreu yardım<br />

eder. Şiddeti çıkartan<br />

Konu: Dracula, insanların dünyasından uzakta bir otel<br />

işletiyordur. Bir gün, bir çocuk kontun ergenlik çağındaki<br />

kızına aşık olunca aşırı korumacı davranır. Seslendirme<br />

kadrosunda bir hayli ünlü oyuncunun yer aldığı film büyük<br />

küçük herkese hitap eden bir animasyon olacağa benzer.


“Senden Bana Kalan - The Descendants” /<br />

Yönetmen: Alexander Payne<br />

n ”Bürosunda işlere gömülmüş, hali vakti yerinde bir avukat:<br />

Kalabalık bir akraba topluluğuna sahip, bakir / büyük bir<br />

arazi üzerinde söz sahibi, evli ve iki kız çocuğu babası ve de<br />

Hawaii’de ikamet ediyor. Bu mükemmel görünen hayata sahip<br />

olgun adamın, trajik bir olayın tetiklemesiyle, gerçekte, en<br />

yakınındakileri bile aslında hiç tanımadığını ve ne denli büyük<br />

bir duygusal boşlukta olduğunu, geç de olsa anlayıp algılaması<br />

üzerine kurulu öykü kusursuz bir uyarlama senaryodan çekilmiş.<br />

Yönetmen Payne ile George Clooney’nin hassas dokunuşlarıyla<br />

da, sevdiklerimizle bir arada olmanın fakat esas ‘bir arada<br />

kalmanın’ değeri ve ‘Para Tanrısı’na tapınmanın beyhudeliği<br />

üzerine kolay kolay unutulmayacak bir yapıt çıkmış.


“Karanlıklar Ülkesi:<br />

Uyanış - Underworld:<br />

Awakening / Yönetmenler:<br />

Måns Mårlind, Björn Stein<br />

n Öncelikle, sunduğu dijital<br />

teknoloji (3D ve IMAX) ve<br />

desisaniyeleri bile planlanmış<br />

sahneleriyle bir mühendislik<br />

harikası! Neden seyretmeyi tercih<br />

ediyorsak, işte o nedenlerin<br />

hakkını veriyor: 88 dakika en<br />

sıkı aksiyon, ayrıntıları en net<br />

biçimde yakalayan kameralarla<br />

(RED) dehşeti yakalayan fantastik<br />

korku ve dileyen seyirci<br />

için sınıf egemenliği üzerine<br />

yeterince kışkırtıcı fikir. Doğru;<br />

Vampir ve Lycan klanları, bu<br />

kez kolay kolay rahat bir yaşam<br />

sahası bulamayacaklar, çünkü<br />

gezegendeki en vahşi tür<br />

olan insanlar onları avlamaya<br />

başladı! Bakmayın o kan göllerine:<br />

Dramatik bir hikâye de<br />

bu! Kate Beckinsale ise önceki<br />

filmlerden daha ‘buz’ ve sert!


“Savaş Atı - War Horse” /<br />

Yönetmen: Steven Spielberg<br />

n Birinci Dünya Savaşı<br />

arifesinde İngiltere<br />

Dartmoor’da, yoksul çiftçi<br />

ailesinin tek oğlu ile genç atı<br />

arasında oluşan dostluk, sadakat<br />

ve fedakârlığın, ikisinin<br />

zorunlu olarak ayrılmasıyla<br />

birlikte tüm bir savaşa yayılan<br />

öyküsü. Muhteşem biçime<br />

sahip... Ve esasen tüm ilhamını<br />

otuzlu kırklı yılların, siyah<br />

beyaz ya da Technicolor’lu<br />

Hollywood yapımlarından alan<br />

ve bir ailenin sinemaya gitmesi<br />

için gerekli olan tüm parıltılara<br />

sahip film. Aynı zamanda,<br />

Spielberg’ün “Batı Cephesinde<br />

Yeni Bir Şey Yok”u: Her iki<br />

cepheden baktığı savaşın<br />

anlamsızlığı / vahşeti ve masumiyet<br />

üzerine bir küçük<br />

başyapıt. Ses tasarımına özellikle<br />

dikkat!


“Utanç - Shame” / Yönetmen: Steve McQueen<br />

n New York dünyanın bir numaralı kenti, kapitalizmin<br />

merkezi... Brandon da, insanın erkek türünün -her anlamda-<br />

seçkin örneği. Çekici erkekler sürüsünde yer almanın<br />

püf noktalarında temas ve duyguları unutmuş; sürekli<br />

seks yaptığı halde ruhsal doyuma ulaşamadığından ‘seks<br />

açlığı’ çekmekte...’Hala insan’ kız kardeş çıkagelip kalbi<br />

olduğunu anımsatmaya çalışır. Ancak, ‘yeniden insan olmak’<br />

kolay değildir... Brandon ahlaksızdır, çevresindekiler<br />

ahlaksızdır; çünkü düzen ahlaksızdır! Modern yaşamın<br />

sanal soğukluğunda her şeyi metalaştırıp tüketen insanın,<br />

sonunda kendini tüketmesi meselesinde, yönetmen<br />

McQueen ile oyuncu Michael Fassbender, bir önceki<br />

çalışmaları “Açlık”taki (Hunger) başarılarının tesadüfî<br />

olmadığını kanıtlıyorlar.


“Kevin Hakkında Konuşmalıyız - We Need to Talk<br />

About Kevin” / Yönetmen: Lynne Ramsay<br />

n Anne ve oğlu arasındaki ilişkiyi ‘çok<br />

yönlü’ didikleyerek aktaran ve kurguyu<br />

filmin psikolojik tonunu belirlemede<br />

etkili şekilde kullanan bu dram<br />

gerilim, karakteri / kişiliği belirleyen<br />

etmenler üzerine önemli / değerli bir<br />

deneme. Bilinmezlerle yüklü canlı türü<br />

olan insanın kaotik ruhsal yapısını,<br />

Kevin örneğinde, anne karnından<br />

başlayarak ergenliğe kadar ‘anlamaya<br />

çalışan’ seyirciyi kendi deneyimleriyle<br />

yüzleştirirken, karakterleri<br />

yargılamasına da pek fırsat vermiyor.<br />

Bir yönüyle de, ‘ebeveyn olmaya<br />

karar vermenin ve ebeveyn olmanın<br />

dehşeti’ üzerine bir film. Ve Tilda<br />

Swinton, anne rolünde bu dehşeti<br />

ziyadesiyle geçiriyor bizlere!


“Köstebek - Tinker Tailor Soldier Spy” / Yönetmen: Tomas Alfredson<br />

n Soğuk Savaş’ın casuslar arası karmaşık ilişkiler ağında, soğuk görünümlü İngiliz<br />

adamların derinlikli bir incelemesi ...’ Güvenmek’ denilen o ana damarın her an<br />

tıkanabileceği korkusu ve yalnız kalmanın ve de duyguları bastırmanın dayanılmaz<br />

acısı içinde casusluk yapmanın ne olduğuna / olmadığına ilişkin sıkı bir öykü! Hayatın<br />

gerçekliğine sımsıkı temas ettiğinden belleğe yerleşiyor; yılın en başarılı birkaç filminden<br />

biri tanımını da hak ediyor. Hiç kuşkusuz tüm oyuncular, özellikle de Gary Oldman,<br />

iliklerine kadar casusluğu özümsemiş. Türkiye’ye ait özel not ise, 1970’lerdeki İstanbul’a<br />

ait sahnelerde kent dokusunun yansıtılmasındaki başarıya dair...


“Düşmanı Korurken -<br />

Safe House” / Yönetmen:<br />

Daniel Espinosa<br />

n CIA’nin Güney Afrika, Cape<br />

Town’daki ‘güvenli evi’nin<br />

sorumlusu genç ve toy ajanın,<br />

kendini bir anda, eski ve deneyimli<br />

bir ‘kaçak ajan’la birlikte<br />

çok ama çok tehlikeli bir oyunun<br />

ortasında bulması, entrika<br />

anlamında yenilikler içermiyor.<br />

Bir ihanet söz konusu; o<br />

kadar! Ancak aynı şeyi aksiyon<br />

yapısı için söyleyemeyiz.<br />

İnsanlar, silahlar, arabalar öyle<br />

bir şiddet altında, öyle sert<br />

şekilde buluşuyor ki, adrenalin<br />

seviyeniz hızla yükselmeye<br />

başlıyor. Ana hedef de bu zaten:<br />

İki saatte yakın, seyircinin<br />

dikkatini perdeye kilitlemek!<br />

Denzel Washington ne denli<br />

etkileyiciyse, Ryan Reynolds da<br />

o kadar çekici. Yani, doğru bir<br />

ikili seçilmiş!


“Marilyn ile Bir Hafta - My Week with Marilyn” / Yönetmen: Simon Curtis<br />

n ”The Prince and the Showgirl”ün 1956 yazında İngiltere’deki çekimleri sırasında<br />

Sir Laurence Olivier ile Marilyn Monroe arasında zaman zaman sertleşen fırtınalı<br />

‘iş ilişkisi’nin ortasında kalan genç asistanın yaşadıkları çerçevesinde, yaldızlı<br />

kapağın altında saklanan efsanevi ‘özel kadın’ın gerçek hikâyesi. Şöhretin ve<br />

güzelliğin ağırlığı yüreğine fazla geldiğinde ‘insan kalabilmek için’ mücadele verirken<br />

‘karmaşıklaşabilen’ ancak ‘durulabilen’ de Marilyn’i bu denli canlı kılabilen Michelle<br />

Williams için söylenebilecek çok şey olsa da, başarısının sırrı, karakterin hüzünleriyle<br />

kendi hüzünlerini iç içe geçirebilmiş olmasında sanıyorum.


“Muppets - The Muppets” / Yönetmen: James Bobin<br />

n Dünyanın en ünlü kuklalarıyla eğlenirken kendimizi bir kez daha iyi hissettik? Neden?<br />

Çünkü onların yaydığı enerji ile aykırı ve ayrıksı olanın tüm çılgınlığı, bastırdığımız<br />

duygularımızı harekete geçiriyor. Bu sinema filminde de, dağılmış kumpanyalarını yeniden<br />

bir araya getirip, bir defa daha, ‘normal’ olan her şeye nanik yaparak ‘acayip olanın güzelliği’<br />

içinde ve canlı oyuncularla birlikte, müzikle, dansla, komediyle coşturuyorlar. Tüm zamanların<br />

en nüktedan iki ‘eleştirmeni’, Muppet Show’daki locanın müdavimi iki ihtiyar adam başta, kendileriyle<br />

dalga geçmekten de geri durmuyorlar.


n “Aslında korku imparatorluğuna dönüşen<br />

modern ABD’yi J. Edgar Hoover kurdu dersek,<br />

abartmış olmayız. Sekiz ABD başkanı eskiten,<br />

üç savaş gören, kendisine sürekli suni ve gerçek<br />

düşmanlar yaratan, telekulak olayını gücü<br />

ele geçirmek için kullanan, suç bilimini yaratan,<br />

herkesin parmak izini depolayan, erkin kontrolü<br />

için belaltı dosyalar hazırlatan, şantaj, tehdit<br />

ve hileye sık sık başvuran, gerekirse cinayete<br />

azmettirmekten çekinmeyen, belaya bayılan ve<br />

hep kaostan beslenen Edgar, perde arkasından<br />

dev bir ülkeyi yönetiyordu. O kah derin devlet<br />

idi kah devletin ta kendisiydi. Etkisi muazzamdı,<br />

insan haklarına, özgürlüklere ve demokrasiye<br />

ters düşen hemen her ülke, bugün dahi onun<br />

yol göstericiliğinden, iş bitiriciliğinden besleniyor.<br />

Hatta ABD’de 11 Eylül’ün hemen ardından yine<br />

onun anlayışına çark etti. Günümüzde dünyanın<br />

en büyük parmak izi arşivine sahip, 10 milyar<br />

doları aşkın bütçesi, 500’den fazla ofisi, binlerce<br />

özel eğitimli çalışanı olan Edgar’ın kurduğu Federal<br />

Soruşturma Bürosu (FBI), sınır ötesi operasyon<br />

yapmaya muktedir, bazen CIA’ya bile<br />

rahmet okutan büyük ve çetrefilli bir güç, özetle...<br />

Kovboyluktan yönetmenliğe geçen, Oscar ödüllü<br />

Clint Eastwood’un yönettiği “J. Edgar” filminde,<br />

devlet terörünü yaratan, saplantılı, acımasız ve<br />

psikolojisi bozuk bu tarihi tip, kısmen resmediliyor.<br />

Eşcinselliği, kadın kıyafetleri giymesi ve dominant<br />

bir annenin oyuncağı olması daha çok öne<br />

çıkartılarak... Çünkü Edgar’ı anlatmaya bir film<br />

yetmez, bir insanın ömrüne sığdırabileceğinden<br />

fazlasını yaşamış ve yaşatmış bir karakter, ya<br />

film serisi olur ya da TV dizisi... Bu film Edgar’ın<br />

özeti, yakın tarihe meraklı olan her sinemasever,<br />

mutlaka izlemeli... Ancak yine de Eastwood filmlerinin<br />

en zayıf halkalarından biri olduğunun altını<br />

çizelim. J. Edgar’ın oyunculuk yükünü Leonardo<br />

DiCaprio, Naomi Watts, Armie Hammer, Josh<br />

Lucas, Judi Dench ve Josh Hamilton sırtlıyor.<br />

Performanslar gayet başarılı, yaşlandırma ise resmen<br />

facia... Makyaj olduğu o kadar belli ki, yine tarihi bir<br />

karakter olan Margaret Thatcher’ın anlatıldığı “Demir<br />

Leydi” filminin en iyi kadın oyuncu ve makyaj dalında<br />

Oscar alması, özensizliği anlatmaya yeter umarım.<br />

Komünizm ve anarşizm karşıtı, ırkçı, sinsi ve kışkırtıcı<br />

bir adamın, öyküsünü izlemek isterdim, lakin J. Edgar<br />

filminin, güçsüzlüğünü ve korkularını gösterişle kapatan,<br />

aslında yalnız bir insandı ve sorunları vardı gibi onu<br />

savunmaya yönelik alt metini sevmedim. Suçluya suçlu<br />

gibi yanıt verirsen devlet terörünü inşa edersin, kanun<br />

tanımazsan, adaleti oyuncağın haline dönüştürürsen,<br />

yarattığın sistem, huzuru ve barışı getirmez, sadece<br />

yeni suçlar ve suçluları yaratırsın, çünkü şiddet şiddeti<br />

doğurur, dökülen kan ise intikamı... Hollywood işte bize<br />

bunu vermiyor, aslında adam haklıydı, ülkeyi komünistlerden<br />

temizledi, halk düşmanı gangsterleri öldürttü,<br />

kurunun yanında yaş da yandı, olacak o kadar, diyor.<br />

Benim itirazım, sinemayla pazarlanan, bu iktidar diline...<br />

Ötesinde “Dans edemediğim devrim, devrim değildir”<br />

diyen anarşizm efsanesi Emma Goldman’ı, en büyük<br />

suçlu olan ve yasal bir zeminde insanları sömüren bankalara<br />

savaş açan gangsterlere şöyle bir değinmek, hızlı<br />

hızlı geçmek ve karikatürize etmek, filmin görsel gücünü<br />

azaltıyor, keza akılda kalıcılığını da... Ezeli düşmanları<br />

JFK ve Martin Luther King bölümleri biraz daha yaratıcı<br />

ve anlaşılır olabilirmiş. Belgesel olarak çekilseymiş<br />

keşke, lakin tarafgirliği nedeniyle o formattan da hayli<br />

uzak düşermiş. Son olarak Edgar’ı daha insancıl gösterebilmek<br />

uğruna dönemin meşhur senatörü McCarty<br />

bir cümleyle geçiştirilebilir mi?


n Tolga Çevik bence bazı bakımlardan şanssız<br />

ama bir o kadar doğal komedi gücü olan bir isim.<br />

Şanssızlığı Yılmaz Erdoğan’ın arkadaşı Cem<br />

Yılmaz’ın akrabası olması. Herkes onların yolundan<br />

gittiğini söylüyor. Eğer bu hafta vizyona giren<br />

Sen Kimsin özelinde konuşursak bence hiç de öyle<br />

değil. Kesinlikle kendi özel bir rengi var komedi<br />

yelpazesinde Tolga Çevik’in. Komedi filmine gülmek<br />

için gideriz. Filmin bizi nasıl güldürdüğü önemlidir.<br />

Yeşilçam’ın kendine has bir komedi anlayışı vardı.<br />

Çoğunlukla traji komik filmlerdi bunlar. Münir Özkul,<br />

Adile Naşit, Zeki Alasya, Metin Akpınar bizi<br />

güldürürdü ama filmin bir yerinde de ağlatırdı.<br />

Toplumsal bir dokundurma, eleştiri veya melodram<br />

filmin içinde yer alırdı. Yıllar içinde absürd komedi<br />

geldi. Yeşilçam’a alışmış otoriteler bu türden hiç<br />

hoşlanmadı. Çünkü absürd komedinin en büyük<br />

amacı izleyiciyi sadece güldürmekti. Sen Kimsin<br />

daha çok absürd komedi sınırları içinde yer alan bir<br />

film. Sen Kimsin’i böyle bir açıklamayla ifade etmek<br />

yetersiz tabii. Herşeyden önce filmin senaryosunu<br />

da yazan Tolga Çevik’in iyi bir çalışma yaptığını<br />

söyleyebilirim. Dünya sinemasının en komik dedektifi<br />

Pembe Panter’i yaratan Peter Sellers belli ki<br />

Çevik’e kaynak olmuş. Sellers’ın mimiklerinden espri<br />

anlayışına mükemmel bir gözlem sonucu Çevik,<br />

Türk komedisine uyarlamış ustayı. Bunu yaparken<br />

ise orta oyunundan, gölge oyununa kadar bizim<br />

kaynaklarımızdan da yararlanmış. Filmde Çevik’in<br />

canlandırdığı Tekin karakteri baba yadigarı İsmail<br />

abisiyle dedektiflik yapar. Tabii inanılmaz sakardır<br />

ve başı beladan kurtulmaz. Bir gün sarışın güzel bir<br />

kadın kapıyı çarparak ofise girer ve macera başlar.<br />

Pelin Körmükçü tam bir femme fatale filmde. Fiziği,<br />

yaşı herşeyiyle role uymuş tam bir cast başarısı.<br />

Tekin’in gönlünü çalan güzel kız Pelin’i ise Zeynep<br />

Özder oynuyor. Gerçekten güzel bir kadın ve filmde<br />

yapması gereken etkiyi veriyor. Oyunculuğuna<br />

gelince ne yazık ki başarılı değil. Oyuncu olarak<br />

daha bir fırın ekmek yemesi lazım. Ama fiziğiyle gereken<br />

etkiyi yapıyor. Tekin’in İsmail abisini canlandıran<br />

Köksal Engür ise mükemmel. Çevik ile o kadar iyi<br />

uyum sağlıyorlar ki... Karagöz ile Hacivat bu kadar<br />

iyi yorumlanır. Hatta Türk sinemasındaki en başarılı<br />

yorumu diyebilirim Karagöz ile Hacivat’ın. Tolga<br />

Çevik Hacivat’ı Köksal Engür ise Karagöz’ü günümüze<br />

taşımışlar. Bir ara Tolga Çevik Peter Sellers’dan<br />

Hacivat’a geçiyor oradan tekrar Pembe Panter oluyor<br />

bizim de başımızı döndürüyordu. Bir komediden daha<br />

ne bekleriz. Evet gözlerimizi yaşartan bir Münir Özkul<br />

yok filmde. Ama bu yapı içinde de öyle bir role ihtiyaç<br />

yok. BKM de komedi filmleri zincirine bir yenisini<br />

ekliyor böylece. Bir önceki film Berlin Kaplanı’ndan<br />

daha komik bir film Sen Kimsin. Gülmek isteyenler için<br />

biçilmiş kaftan.


n Can’ı Antalya Film Festivali’nde izledim, aslında<br />

Antalya’nın ya da diğer festival filmi mantığını<br />

kırmaya müsait bir anlatım içeriyordu, Selen Uçer’in<br />

performansı bana göre çok başarılıydı ama bazı<br />

şeyler düşündüğünüz gibi olmaz. (Jüri Özel Ödülleri<br />

geldi tabii Antalya ve Sundance’ten… )<br />

Can bir kadın ve çocuk arasında kurulabilecek sıra<br />

dışı ilişkilerden birine el atıyor, aslında konu bildik…<br />

İnsan kendi canından kanından olmayan bir çocuğu<br />

ne kadar sever, sahiplenir? Ayşe ve Cemal’in bu<br />

konuda başarısız olmalarının arasına büyükşehrin<br />

küçük insanları yutan çarkları da ekleniyor. Yani<br />

mesele çocuk sahibi olmanın dertlerinden, başka<br />

dertlere öyle bir uzanıyor ki arada bazı kopukluklar<br />

yaşıyoruz o yüzden.<br />

Cemal’in evi neden terk ettiği ve o yaşam kavgası<br />

arasında nasıl bir aşama kaydettiğini inandırıcı<br />

bulamadım kendi adıma… Yani senaryonun o kısmı<br />

Cemal’siz de devam edebilirdi. Yani kadının ezikliği<br />

ve yalnızlığı yanında erkeğin kendi çapında yükselen<br />

grafiği gözümüzde kadının çilesini arttırmak<br />

yerine sanki biraz daha gereksiz hale getiriyor.<br />

Can’da tekrarlayan ve bizi mutlu sona ulaştırmak için<br />

yapılan birbiri benzeri planlar bir süre sonra sıkıcı<br />

hale gelebiliyor. Kadının siniri ve çocuğun naifliğinin<br />

çatışması çok iyi verilmiş ve kadın çıkış yolu aramak<br />

için en yakınındakinden medet umma hali…<br />

Filmde çocuk oyuncu olduğu ve mağdurluk seviyesi<br />

yüksek tutulduğu için kalpler yumuşacık bir halde<br />

izleniyor film. Film bir yandan yan hikayelere ihtiyaç<br />

duyuyor ama bir yandan da kurduğu yan hikayeleri<br />

ana hikayenin dışında tutmaya hevesli görünüyor. Ya<br />

da biz iki baskın duygu karşısında öyle hissediyor da<br />

olabiliriz. Başta da dediğim gibi Selen Uçer’in bıkkın,<br />

yılgın ve yaşadığı hayatın dışına kaçmak isten Ayşe<br />

karakterine çok yakıştığını söylüyorum. Tabii Can’ı<br />

oynayan Yusuf Berkan Demirbağ’ı da yabana atmamak<br />

lazım. Serdar Orçin uzun zamandır sinemada<br />

yoktu, görmek her şekilde iyi geldi ve Erkan Avcı’nın<br />

varlığı da filmin artılarından. Sonuçta Can yürekleri<br />

burkacak ama sonrasında birazcık ana öyküsünü<br />

sorgulatacak bir film… Bence izlemek de ve ‘annelik’<br />

duygusunun nerelere uzandığını sorgulamak da<br />

fayda var…


n Hani neredeyse elimizde büyüdü kerata!<br />

Daniel Raddcliffe’den bahsediyorum. İlk Harry<br />

Potter’daki ağlak, ezik İngiliz veledini oynadığı<br />

tarihten bu yana 11 sene geçmiş, o da bu zaman<br />

içinde büyümüş, ağabeyliği de atlamış,<br />

hemen baba olmuş! (filmdeki karakterden<br />

bahsediyorum.)<br />

Siyahlı Kadın (The Woman in Black) Gotik bir<br />

korku filmi, hani şu eski usül dediklerinden…<br />

Baştan belirtmekte fayda var; eğer bol kapı<br />

gıcırdamalı, pencere çarpmalı, örümcek ağlı,<br />

tozlu mobilyalı metruk malikânelerde geçen<br />

korku, gizem filmlerini seviyorsanız bu filme<br />

de bayılırsınız. Filmimizin konusu türe yenilik<br />

getirmese de, gerekliliklerini sağlayacak bir set<br />

ortamını oluşturacak cinsten… Karısını kaybetmenin<br />

üzüntüsünü henüz atamamış olan ve<br />

ondan geriye kalan tek hatıraya, oğluna sarılan<br />

genç avukat Arthur Kipps bir malikânenin satışı<br />

için İngiltere kırsalına gidiyor ama ünü bölgeye<br />

çoktan yayılmış bu lanetli evi bırakın satmak<br />

şöyle dursun, başına ne belalar açacağından<br />

dahi habersiz…<br />

Şimdi elimizdeki malzemeyi sayıyorum: Lanetli<br />

malikane + yaşananlardan habersiz bir yabancı<br />

+ yabancıları sevmeyen yerli halk + çocuk<br />

hayaletleri… Tür meraklıları kimbilir kaç böyle<br />

film izlemiştir ama hepsi eninde sonunda Peter<br />

Medak’ın 80’lerin en iyi korku filmlerinden biri<br />

olan The Changeling’ine dayanıyor. Sanırım<br />

Ringu’nun yönetmeni “The Changeling’i izlemesem<br />

Ringu’yu çekmezdim” gibisinden laflar<br />

etmişti zamanında… George C. Scott’un<br />

başrolünde oynadığı bu kült filmden Siyahlı<br />

Kadın’ da da epey nemalanmış.<br />

Korku filmlerinde artık özgünlük aramıyoruz. O<br />

yüzden kim neyi, nerden almışı, çalmışı bırakıp<br />

filme dalabilirsek karşımızda her anında etkileyici,<br />

meraklı bir izleme sağlayan çok önemli olmasa<br />

da hiç de fena durmayan bir seyirlik var. Daniel Radcliffe<br />

rolünün hakkını vermek için epey uğraşıyor. Henüz kafamdaki<br />

büyücü çocuk imajı silinmese de bu çabasını<br />

alkışlamamak imkansız…<br />

Filmin çekildiği malikâne ve çevresi ise uzun yıllardır bir<br />

korku filminde gördüğüm en etkileyici mekan çalışması<br />

ve yönetmen James Watkins seyirciyi görsel ve duygusal<br />

olarak etkilemesini çok iyi biliyor. Kimselerin dikkatini<br />

çekmeyen vasat ama bir o kadar da etkileyici filmi Eden<br />

Lake’den bu yana takibimde olan yönetmen, büyük bütçenin<br />

de hakkından gelebileceğini ispatlıyor.<br />

Filmin zayıf noktası ise günümüz korku filmlerinin acilen<br />

paçasını kurtarması gerekli olan CGI efektler… İnanın bir<br />

hayaleti CGI’la kotarmak onu bir çizgi film kahramanına<br />

çevirmekten başka bir işe yaramıyor! Filmin tüm atmosferine<br />

kan doğrayan ve ucuz gösteren bir teknik bu…<br />

Uzun lafın kısası; Siyahlı Kadın, korku filmi severlerin<br />

hoşuna gidebilecek türden bir film… Keyifle okunan bir<br />

roman tadında akıp gidiyor tüm hikaye… Daha ziyade bir<br />

atmosfer filmi ama korkutmayı da başarıyor.


Tolga Çevik’in<br />

başrolünde oynadığı Sen<br />

Kimsin tam bir kahkaha<br />

fırtınası. Biz de bu komik<br />

filmin kahramanlarına<br />

teybimizi uzattık. Bakın<br />

haşarı dedektif bizlere<br />

neler söyledi?<br />

MERVE GENÇ<br />

n Bizim de saf, bir o kadar da sakar bir<br />

dedektifimiz oldu. Hikayesi Tolga Çevik’e ait<br />

“Sen kimsin” beyazperde’de…Aylar önce<br />

filmin setine konuk olduğumuzda Çevik ile<br />

heyecanını paylaşmıştık ve bize “galiba<br />

içimde öyle bir adam var, çok gülüyorum<br />

ona ben” demişti….Çevik şimdi o çok<br />

güldüğü içindeki Tekin’i bizlerle tanıştırıyor.<br />

Filmde sadece Tekin’le değil en az onun<br />

kadar eğlenceli olan İsmail ağabey, Suzan,<br />

Pelin ve Adnan ile de tanışıyor, çok<br />

gülüyoruz. Kendine ait dünyasında hayalleri<br />

ile yaşayan aranan bir dedektif olmak<br />

isteyen Tekin ile hayat yoldaşı İsmal<br />

ağabey hikayesi izleyenlere bol kahkaha<br />

vaat ediyor. Hem de tamamen tuhaflıklar,<br />

olur mu canım diyeceğimiz olaylar ve<br />

komik diyaloglarla… Aşırıya kaçmadan ve<br />

küfüre ihtiyaç duymadan… Ozan Açıktan’ın<br />

yönettiği filmde Tolga Çevik’e Köksal<br />

Engür, Pelin Körmükçü, Toprak Sergen ve<br />

Zeynep Özder eşlik ediyor… Biz de ekiple<br />

filmin galası öncesi bir araya geldik bize<br />

filmin neden bu kadar eğlenceli olduğunu<br />

kanıtlayan bir röportaja imza attık. Çünkü<br />

ekip gerçekten kendi arasında eğleniyor<br />

ve Çevik’in dediği gibi “biz bir araya gelip<br />

çay kahve içtik, o sırada olanları da filme<br />

aldık”… Buyurun sohbetimize….


ZEYNEP ÖZDER:<br />

Zeynep Hanım siz filmle ilgili neler söylemek<br />

istersiniz? Bol aksiyon sahneleriyle dolu bir<br />

rolünüz var.<br />

Yeni aksiyon yıldızı benim…(gülüyor) Ben çok<br />

mutluyum. Komedi yapmayı çok istiyordum.<br />

Benim de karakterim aslında komik değil<br />

ama bu projenin içinde olduğum ve bu ekiple<br />

çalıştığım için çok mutluyum. Her anımız<br />

çok keyifli geçti. Burada gördüğünüz hiçbir<br />

şey. Benim karakterim de aslında sert bir<br />

kız. Güçlü bir karakter. Kaçırılan kız. Kızımız<br />

dedektifin bulduğu ve sonrasında keşke<br />

kurtarılmasaydım dediği bir maceranın içinde<br />

buluyor kendini.<br />

TOLGA ÇEVİK:<br />

Tolga Bey hikayenin sahibi sizsiniz. Nereden<br />

çıktı “Sen Kimsin”?<br />

Biz yazdık bir kere bundan emin olabilirsin…<br />

Sonradan spekülasyon çıkmasın diyorsunuz…<br />

(gülüşmeler)<br />

Yani bizim aklımızda sinema filmi yapma<br />

fikrimiz vardı. Nasıl bir hikaye, nasıl bir film<br />

olsun ona karar veremiyorduk. Nihayetinde<br />

Tekin karakteri ortaya çıktı. Tekin benim daha<br />

önce programda da oynamaktan çok zevk<br />

aldığım bir karakterdi. Dedik ki bunun filmi<br />

olsun, hem de çok daha dişi bir konu çıkarır<br />

hikaye olarak. Dolayısıyla aslında çıkışı böyle<br />

oldu “Sen Kimsin” filminin.<br />

Filmin seti de aynı oranda eğlenceli herhalde.<br />

Zaten biz bir araya geldik, Çay, kahve içtik.<br />

Olanları da filme aldık. Olay o yani.<br />

Bol aksiyon sahneleri var filmde. Özellikle<br />

Tekin’in başına sakarlığından ötürü gelmeyen<br />

kalmıyor.<br />

Şimdi şöyle bir şey var aslında komedi<br />

filmi ve aksiyon diyince “eyvah şimdi neler<br />

yaptılar” deniyor. Aslında filmde bir insanın<br />

başına gelemeyecek hiçbir şey yok. Ama<br />

“vay anasını burada bunu nasıl böyle yaptılar”<br />

dedirtecek şeyler var. Aynı şey Zeynep için de<br />

geçerli. O aksiyon sahnelerinin yüzde sekseninde<br />

Zeynep de vardı. Çok enteresan ve<br />

zor bir iş yaptı hakikaten. İlk defa bu denli bir<br />

kaosun içine girdi. Zor bir işti ama ekip o kadar<br />

koordine olmuş bir şekilde çalıştı ki. Her zaman<br />

ilk önce oyuncunun güvenliği düşünüldü.


Dolayısıyla o aksiyon sahneleri<br />

şu anda filmde gördüğünüz gibi<br />

eğlenceli birer sahne halini aldı.<br />

Filmin çekimleri nerede gerçekleşti?<br />

Onu Köksal abiye sormak lazım.<br />

Köksal abiye büyüklerden kalma<br />

arsalarda çektik, kira ödememek<br />

için. Şaka bir yana film İstanbul’da<br />

çekildi. Yabancı olmadığımız mekanlarda,<br />

her gün geçtiğimiz yolun bir<br />

alt sokağında, ötekinin berikisinde<br />

çektik...<br />

Film biterken benim içimde ikincisi<br />

gelecekmiş gibi bir his uyandı, gelecek<br />

mi?<br />

Allah Allah …Allah söyletiyor..<br />

Açık bir sonla bitti ama film buna<br />

müsait.<br />

Açık söyleyeyim ikincisinin de<br />

üçüncüsünün de hikayeleri var kafamda<br />

aslında ama amaç şu; herkes<br />

seyretsin ve herkes bizim kadar<br />

sevsin. Biz dünden razıyız devamını<br />

çekmeye. Bilmiyorum yanlış mı<br />

düşünüyorum ama…<br />

PELİN KÖRMÜKÇÜ:<br />

Pelin hanım Suzan karakterini<br />

canlandırıyorsunuz filmde? Suzan<br />

filmin köTü karakteri, siz senaryoyu<br />

okuduktan sonra nasıl şekillendirdiniz<br />

Suzan’ı?<br />

Bir kere öncelikle şunu söylemek istiyorum<br />

ki böyle güzel bir projede yer<br />

almaktan son derece mutluyum. Çok<br />

güzel geçen bir set zamanımız vardı.<br />

Güzel bir işe katkıda bulunmaktan<br />

da ayrıca onurluyum. Suzan hırslı ve<br />

dominant bir kadın. Biraz sevimsiz<br />

gelebilir izleyiciye. Açıkçası bana da<br />

sevimsiz geldi ama bu güzel. Benim<br />

Pelin Körmükçü olarak bugüne<br />

kadar canlandırdığım karakterlerin<br />

içinde değişik bir yeri var. Bana göre<br />

filmde en komik olmayan karakter<br />

diyebilirim. Biraz kaba tabirle gıcık<br />

denebilir, Bana öyle geldi ama çok<br />

severek oynadım çok isteyerek yer<br />

aldım rolümde…Umarım izleyiciler


de beğenirler şansımız açık olsun.<br />

KÖKSAL ENGÜR:<br />

Köksal bey filmde İsmail ağabey<br />

karakterini canlandırıyorsunuz. Ben<br />

keşke herkesin öyle eğlenceli bir İsmail<br />

ağabey olsa diye izledim filmi açıkçası.<br />

Öyle mi ne güzel…Benim olsun istemezdim<br />

(gülüyor)<br />

Bence çok eğlenceli bir karakter. Siz<br />

neler söylemek istersiniz İsmail abi<br />

karakteriyle ilgili?<br />

İsmail ağabey; filmde Tekin’in<br />

babasının arkadaşı. İkisi de trafikte<br />

çalışıyorlar. Tekin’in babası ölmüş.<br />

İsmail ağabey de trafikten emekli<br />

olmuş. Tekin de ona emanet edilmiş<br />

gibi bir durum ve beraber dedektiflik<br />

işine başlıyorlar. Tekin ne kadar bu işi<br />

yapamayacaksa İsmail ağabey ondan<br />

daha çok yapamayacak durumda.<br />

Dolayısıyla filmin komedisi oradan<br />

doğuyor.<br />

Peki senaryoyu okuduğunuzda sizde<br />

bıraktığı duygu ne oldu?<br />

Komik…Yani en azından kendim için<br />

söyleyeyim genellemek yanlış olur.<br />

Biz oyuncular senaryoyu okuduğumu<br />

zaman en azından kafamızda canlanmaz.<br />

Rolüme, diğer rollere bakarım,<br />

metinin edebi yönünü okur bakarım.<br />

Dün hep beraber ekip olarak izledik<br />

filmi hiç benim canlandıramayacağım<br />

bir şekilde acayip çok güzel bir film<br />

olmuş. Müthiş bir film olmuş…<br />

Filme gelsinler çünkü desem devamını<br />

siz getirseniz…<br />

Pelin Körmükçü: Çünkü çok<br />

eğlencekler ve eğlenecekler<br />

Köksal Engür: Çünkü Türkiye’nin gülmeye<br />

ihtiyacı var.<br />

Tolga Çevik: Bence gelsinler, biz<br />

çok eğlendik. Bize güveniyorlarsa<br />

bugüne kadar güvendilerse en ufak bir<br />

şüpheleri olmasın çok eğlenecekler


n Charlie’nin meleği<br />

Lucy Liu uzun süredir<br />

beyazperdeden uzakta.<br />

Çin asıllı Amerikalı<br />

yıldızı son yılarda Kung<br />

Fu Panda ve Tinker Bell<br />

gibi animasyon filmlerde<br />

seslendirme sanatçısı<br />

olarak dinlesek de beyazperdede<br />

en son bundan<br />

dört yıl önce The Year of<br />

Getting to Know Us filmi<br />

ile izlemiştik. Lucy Liu bu<br />

geçen yıllar içinde daha<br />

çok televizyon dizilerinde<br />

yer almayı tercih etti. Ve<br />

yeni projesi de yine televizyon<br />

için. Lucy Liu Amerikan<br />

CBS televizyonu için<br />

çekilecek modern Sherlock<br />

Holmes uyarlaması<br />

Elementary’de Dr.<br />

Watson’ı canlandıracak.<br />

Yeni dizinin tek sürprizi<br />

Dr. Watson’ın kadın<br />

olarak yorumlanması<br />

da değil Johnny Lee<br />

Miller’ın canlandıracağı<br />

Sherlock Holmes da<br />

New York’da bağımlılık<br />

tedavisi için bir rehabilitasyon<br />

kliniğine yatacak.<br />

Daha önce cerrah olan<br />

ancak bir hastasının<br />

ölümü üzerine lisansını<br />

kaybeden Watson’ı<br />

canlandıran Lucy Liu da<br />

bağımlılığından kurtulması<br />

için Sherlock Holmes’a<br />

destek olacak.


n 007 James Bond” serisinin 25’inci<br />

filmi olan “Skyfall”in çekimleri için<br />

İstanbul, Adana ve Muğla’da tüm<br />

hazırlıklar son aşamasına geldi. 90<br />

dakikalık filmin ilk 18 dakikasının<br />

Türkiye’de İstanbul, Adana ve Muğla’da<br />

çekileceği öğrenildi. Aksiyon sahnelerinin<br />

içerdiği ilk 18 dakikanın İstanbul’da<br />

Kapalıçarşı’nın çatısında başlayacağı,<br />

çekimlerde Ayasofya’nın da kullanılacağı<br />

öğrenildi. Film ekibinin İstanbul’daki çekimleri<br />

tamamladıktan sonra mart ayının ikinci haftası<br />

Adana’ya geleceği ve 14-18 Mart tarihleri arasında<br />

deneme çekimi yapacağı belirtildi. Daha sonra ise<br />

Adana’da garın yanı başında bulunan Kasım Gülek<br />

Köprüsü’nde ve tren vagonlarında başlayacak gerçek çekimlerin<br />

1912 yılında hizmete açılan Varda Köprüsü’nde devam<br />

edeceği öğrenildi. Buradan Muğla’nın Fethiye ilçesine gidilerek,<br />

filmin Türkiye çekimlerine son verileceği kaydedildi.<br />

n Ata Demirer, Ferdi Tayfur ile bir yılan hikayesine dönen ‘Berlin<br />

Kaplanı’ senaryosunu ‘Lambalı Saz’dan çaldığı iddialarına<br />

detaylı yanıt verdi: “Ben Almancı karakterini ilk kez 2007 ’de,<br />

Okan Bayülgen’in yapımcısı olduğu ‘Hacıyatmaz ’ programında<br />

kullandım! Yani Almancı fikrim Tayfur’un anlattığı programdan<br />

(2009) daha eski. Gurbetçi aksanı 2007-2008 yılında başladığım<br />

‘Tek Kişilik Dev Kadro 2’ gösterimde hatta Rıdvan Dilmen’in NTV’de<br />

yayınlanan ‘Not Defteri’ programında da yaptım! Esin kaynağım<br />

‘Fox tv’deki bir gurbetçi boks maçı ve 2007 yılında korumalığımı yapan<br />

Ayhan Özçelik kardeşimizin bizzat konuşması, aksanı ve kendisidir.<br />

Ayhan’ın dövüş videoları internette var, bakın! Senaryomda,<br />

“Emekli boksör” yok! Halen aktif, şişman, zavallı, aynı zamanda<br />

barlarda kapı tutan, köpek gezdirme işiyle de uğraşan bir 3. kuşak<br />

Almancı var ve şikeyle mücadele ediyor.. Kızım yok! Oğlum yok!<br />

Komşum yok! Lambalı bir saz yok! Dünyaya Türk’ün dehasını, icat<br />

ettiği sazla göstermek isteyen kimse yok! Ki bence Ferdi Tayfur’un<br />

film hikayesi de budur adı ile müsemma “Lambalı Saz”!”


n Lady Gaga sinemaya da el atmaya<br />

hazırlanıyor. Müziğin süperstarını beyazperdede<br />

kendisine yakışır bir rolde, uzaylı<br />

olarak izleyeceğiz. Promosyon gezisi için Rio<br />

de Janeiro’da bulunduğu sırada Brezilyalı<br />

bir sinema sitesine açıklamalarda bulunan<br />

Men in Black’in yıldız oyuncusu Will Smith<br />

“Filmde bir dizi yıldız, misafir oyuncu olarak<br />

yer alacak ama isimlerini açıklayamam. Sürprizlerden<br />

biri Lady Gaga” diye konuştu.<br />

Men in Black’in üçüncü bölümü, 3D olarak<br />

gösterime girecek, Ajan J (Will Smith) Ajan<br />

K’nın (Tommy Lee Jones) öldürülmesine<br />

engel olmak için zamanda yolculuğa çıkarak<br />

50’li yıllara gidecek. Orada genç Ajan K<br />

(Josh Brolin) ile MIB (Men in Black) timi<br />

oluşturacak. Alice Eve, Emma Thompson’un<br />

da yer alacağı filmde Bill Hader da Andy<br />

Warhol’u canlandıracak.


n ‘Fetih 1453’te, Ulubatlı Hasan karakteriyle ses getiren İbrahim<br />

Çelikkol, yapım şirketleriyle görüşmek için Los Angeles’a gidecek.<br />

Davet, gişe rekortmeni filmlerin müzik yapımcısı Benjamin<br />

Wallfisch’ten geldi. ‘Fetih 1453’ün müziklerine de imza atan Wallfisch,<br />

Çelikkol’u, oyunculuğunu beğenen yapımcılarla görüştürecek.<br />

n Yönetmen ve oyuncu Uğur Yücel, geçmiş yıllarda kar<br />

kalınlığı istediği gibi olmadığı için ertelediği yeni film projesi<br />

“Buz Dağı”nın startını verdi. Yücel, bir süre önce mekân<br />

incelemesi yapmak için Kars’a gitmiş, bölgede yeteri kadar<br />

kar olmadığı için çekimleri ertelemeye karar vermişti.<br />

Ünlü yönetmen, bu yılki kar yağışıyla birlikte kolları yeniden<br />

sıvadı. Üstelik Kars’ta bu kez beklediğinden daha çok<br />

kar buldu. Film ekibi, hava sıcaklığının eksi 42’ye kadar<br />

düştüğü şehirde çekim yapmaya başladı. Film ekibi, çekim<br />

yaparken dondurucu soğukla da mücadele ediyor.<br />

Demiryollarında çalışan bir memurun öyküsünü anlatan<br />

“Buz Dağı” filminde ünlü oyuncular Şebnem Bozoklu ve<br />

Timuçin Esen de rol alıyor.


n Hollywood<br />

sinemasının efsanevi<br />

yıldızı Marilyn<br />

Monroe, bu yıl<br />

65. kez düzenlenecek<br />

Cannes<br />

Film Festivali’nin<br />

poster ikonu<br />

olacak. Cannes<br />

film festivali organizasyon<br />

komitesi,<br />

Monroe’nun,<br />

ölümünden<br />

yıllar geçmesine<br />

rağmen hala<br />

dünya sinemasının<br />

ünlü bir yıldızı<br />

olmaya devam<br />

ettiğini belirterek,<br />

bu yılki festivalin<br />

tanıtım posterinin<br />

Monroe’ya<br />

ayrılacağını duyurdu.<br />

1962’de<br />

hayatını kaybeden<br />

Monroe’nun bu yıl<br />

50. ölüm yıldönümü<br />

olduğunu hatırlatan<br />

komite, bu vesileyle<br />

de ünlü<br />

yıldızın bir kez daha<br />

anılacağını bildirdi..


n ‘Saadet Işıl Aksoy geçen yıl çekilen “Twice Born”<br />

filminde oynamak için seçilmiş ve Penelope Cruz<br />

karşısında rol almıştı. Film, Cannes film festivaline<br />

katılacak. Saadet de kırmızı halıda boy gösterecek.<br />

Filmde Bosnalı ‘Aska’ karakterini canlandıran başarılı<br />

oyuncu, katılacağı festivallerde Türkiye’yi en iyi<br />

şekilde temsil etmek için çok donanımlı bir kampa<br />

girdi. Bir yandan oyunculuğunu geliştirmek için<br />

yeni kurslar arayan Aksoy, bir yandan da yabancı<br />

dilini geliştirmek için çabalıyor.<br />

n YAmerikan sinemasının<br />

“en kötülerinin” ödüllendirildiği<br />

“Ahududu Ödülleri” (Razzie<br />

Award) adayları açıklandı. ABD’li<br />

aktör Adam Sandler 11 dalda<br />

aday gösterilerek rekor kırdı.<br />

Amerikan sinemasının “en kötülerinin”<br />

belirlendiği “Ahududu<br />

Ödülleri” (Razzie Award) adayları<br />

açıklandı. “Jack and Jill” adlı<br />

filminde hem kadın hem de erkeği<br />

canlandıran ABD’li aktör Adam<br />

Sandler, oyuncu, yapımcı ve<br />

senaryo yazarı olarak oyunculuğu<br />

ya da filmleriyle 11 dalda aday<br />

gösterilerek, Eddie Murphy’nin bu<br />

alandaki rekorunu elinden aldı.


El Yazısı filmi<br />

23 Mart’ta<br />

vizyona<br />

giriyor.<br />

Filmin başrol<br />

oyuncuları<br />

Cansu Dere ve<br />

Baran<br />

Akbulut<br />

izleyiciye bizim<br />

aracılığımızla<br />

seslendi...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk sinemasında bazı isimler<br />

var ki bence olmaları gereken yerde<br />

değiller. Bu tabii ki önce onların<br />

suçu. Bu isimlerden biri Cansu Dere.<br />

Romantik, yumuşak ve açık sözlü<br />

bir insan Cansu Dere. Bizim vahşi<br />

basınımızın yarattığı Cansu Dere<br />

üzerindeki sis bulutunu yarabilirseniz<br />

onu anlayabiliyorsunuz. El Yazısı filmi<br />

Cansu Dere’nin son filmi. Filmdeki rol<br />

arkadaşı Baran Akbulut ve Cansu Dere<br />

ile güzel bir sohbet yaptık. Cansu Dere<br />

gibi genç yıldızlarımızın sinemaya<br />

daha sıkı bir şekilde konsantre olması<br />

lazım. Yönetmenlerin ise bu isimleri<br />

kendi sanatsal bakış açılarıyla izlemesi<br />

ve tanıması gerekiyor. Ellerindeki<br />

değerlerin filme gişe getirecek isim


FOTOĞRAF: ÇAĞATAY GÜZEL


olmalarının dışında kabiliyetlerinin de farkına<br />

varmalılar. El Yazısı’nı bu umutla bekliyorum. İşte<br />

Cansu Dere ve Baran Akbulut ile o röportaj...<br />

Proje geldiğinde, sizi etkileyen kısmı neydi?<br />

Cansu Dere: Ali’yle (Catansever) birebir tanışıklığım<br />

olmadığı için beni ilk etkileyen senaryo oldu.<br />

Tanıştıktan sonraki ilk buluşmamızda birbirimizi<br />

anlamamız, enerjimizin tutması sonucunda onun ilk<br />

filminde oynamak istedim.<br />

Baran Akbulut: Kasabada fotoğraf çalışmaları<br />

yapmışlardı ben de senaryoyla beraber fotoğrafları<br />

görmüştüm. Filmin nasıl bir havada olacağını<br />

anladım ve ben de heyecanlandım çünkü bir Türk<br />

kasabası ve senaryoyla beraber bir fantastikliği<br />

vardı.<br />

Aslında senaryoya baktığınızda çok da çizgi dışı<br />

değil. Türk kasabasına gelen yabancı bir öğretmen,<br />

o farklı kültürlerin ilişkisinden doğan hem espri hem<br />

drama… Burada rollerinizde sizi etkileyen ne oldu?<br />

Cansu Dere: Senaryonun genel etkilemesi dışında<br />

Zeynep karakterinin o kararsızlığını sevdim. Eski<br />

ilişkisini başkaları yüzünden bitirmek zorunda<br />

kalmış ve şehirden kasabaya gelmiş biri. Sadece<br />

geçmişiyle karşılaşmama kısmını gerçekleştiren<br />

ama o geçmişi kafasından atamamış biri.<br />

Sonrasında öğretmen Celal ile evlenme kararı<br />

alıyor. Kasaba da bunu onaylıyor zaten kasaba<br />

onları birbirine yakıştırıyor. Bir şekilde bir karar<br />

verme süreci, mutlu ya da mutsuz son değil, sadece<br />

kendi başına karar verme aşamasını sevdim.<br />

Baran Akbulut: Celal’in öğretmenliğiyle ilgili filmde<br />

bir şey görmüyoruz. Fakat adam annesiyle yaşıyor<br />

ve kasabada bu kadar kapalı bir ortamda bir aşk da<br />

yok. Zeynep ile birbirine yakıştırılan bir çift, mantık<br />

birlikteliği gibi. Benim karakterimin geçmişinde ne<br />

olduğu, ne tür bir ortamda yaşadığı bilinmemekle<br />

birlikte, çok sakin çok mantıklı bir karakter. Yaşadığı<br />

şeyler ne olursa olsun bütün bunlardan dolayı<br />

her zaman çok anlayışlı bir yapısı var. Bundan<br />

da Zeynep’in neden aşık olduğu adamı unutup<br />

da onunla birlikte olduğunu böylece anlıyoruz. O<br />

kasabanın o rahat haline çok uygun bir insan.<br />

Küçük bir film, bir gişe filminin dışında bağımsız bir<br />

yapım, yönetmenin de ilk filmi. Sizi daha popüler<br />

filmlerde görmeye alışmıştık. Bu seçim farklılığı<br />

nerden kaynaklanıyor?<br />

Cansu Dere: Aslında farklı değil. O zaman onları<br />

yapmak istemiştim, şimdi bunu yapmak istedim.<br />

Yoksa popüler iş olma ya da olmama durumu değil.<br />

Acı Aşk’ta da, bunda da senaryosunu okuyunca,<br />

içinde olmak istedim. Ben yola çıkarken böyle ya da<br />

şöyle diye ayırt etmiyorum, dışarıdan öyle gözüküyor<br />

aslında filmler. Hikaye hoşuma gitti, filmde olmak<br />

istedim. Gerisini de çok önemsemedim.<br />

Bu sizin ilk uzun metraj filminiz, ilk filmin bir özelliği<br />

olması lazım.<br />

Baran Akbulut: 2008’de mezun oldum. İlk işim<br />

Aşk-ı Memnu’ydu. İkinci işim bu olmuş oldu. Ali’yle<br />

çalışmak burada önemli. Çünkü ben böyle bir<br />

yönetmen olacağını hiç düşünmüyordum. Olumsuzluk<br />

varsa bile anlamıyorsun, yönetmen bir aksilik<br />

karşısında negatif enerji yansıtır ama Ali öyle değildi.<br />

Onun kadar sakin bir yönetmenle daha çalışabilecek<br />

miyim bilmiyorum. Oyuncular ve ekiple inanılmaz iyi<br />

anlaşıyordu, ne yapacağını biliyordu. Bu kadar rahat,<br />

stressiz bir sette işe başladığım için mutluyum.<br />

Filmin karakterlerine baktığımız zaman, Türk<br />

sinemasında pek de görmediğimiz derecede kadın<br />

karakterlerin de ortak olduğu bir film. Bu noktada filmi<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanırım üç öykü var.<br />

Üç öyküde de kadın karakterlerin ağırlıklı olduğunu<br />

düşünüyorum<br />

Cansu Dere: Evet üç öykü var. Bu aslında genelde<br />

eksik olan şeyi Ali’nin yapabildiğini gösteriyor bana.<br />

Çünkü kadın karakterlere daha fazla zaman ayırmak<br />

zordur, sinemamızda erkek egemen. O yüzden Ali<br />

bunu çok rahatlıkla yapıyor.<br />

Ali Vatansever: Senaryoyu da ben yazdığım için,<br />

yazım sürecinde kadın karakterlerin daha irrasyonel<br />

olabileceğini fark ettim. Erkekler çok rasyonel çünkü.<br />

Bir karakteri erkeğe yedirmek çok zor ama kadın<br />

karakterler her türlü çıkışı yapmaya hazırlar. Erkekler<br />

genelde içinde tutmayan anında dışarı vuran tipler<br />

o yüzden senaryoda erkek üzerinden inandırıcılığı<br />

olmayan bir şeyi anlatmak çok kolay. Tüm sürprizi,<br />

gereksiz çıkışları kadın üzerinden yapabiliyorsunuz.<br />

Çok daha derine dalabiliyorsunuz.<br />

Bu açıdan baktığınızda 80’lerde Türk sinemasında<br />

feminizmin ayak sesleri duyulan starlar, hikayeler<br />

ortadaydı. Kadın derdi olan filmlerde ve kadın oyunculuklarda<br />

geriye bir adım atıldığını düşünüyor musunuz?<br />

Cansu Dere: Ben hayatın hiçbir yerinde kadın erkek<br />

diye ayırt etmekten hoşlanmadığım için, iyi hikaye, iyi<br />

karakterler diye bakıyorum.


Bu kadın erkek ayrımı değil, bazı hikayeler Türk<br />

sinemasında 80’lerde işlendi. Şimdi biraz daha<br />

o hikayelerden kopuk, melodrama dönük filmler<br />

yapılıyor.<br />

Cansu Dere: Gerileme mi bilmiyorum ama evet<br />

Müjde Ar gibi oyuncuların önemli filmlerine<br />

baktığımızda günümüzde öyle yer edecek bir film<br />

olmadı tabi ki.<br />

Baran Akbulut: Konu olarak kadınsal mevzuları<br />

ele alma iddiasıyla yola çıkan filmler olsa da<br />

melodramlaşma olduğu için bir işe yaramıyor, bir<br />

yere dokunmuyor. Son zamanlarda 80’lerdekinden<br />

çok daha fazla konuya, çok daha fazla detayla<br />

girilmiştir ama melodramlaşma olduğu için<br />

bir esprisi olmuyor<br />

Diziyle başladınız, hemen arkasından sinema.<br />

Siz yolun başındaki oyuncular için, dizi<br />

çalışma şartlarının oyunculuk yeteneğini biraz<br />

sakatladığını düşünmüyor musunuz ?<br />

Baran Akbulut: Onu şu an göremiyorum. Bir 10<br />

yıl sonra ne kadar bozulduğumu görebilirim belki.<br />

Benim kendime göre önlemlerim var. Ara vererek,<br />

aklımı başını toplayarak yeni bir iş yapmak gibi.<br />

İkinci dizime de yeni başladım, ne olacak bilemiyorum.<br />

Cansu Dere: İnsanın tamamen kendiyle alakalı<br />

bir şey. Öyle bir ortam varsa, sen de oradan en<br />

faydalı şeyleri bulursan problem olmaz.<br />

Dizi oyunculuğu çok yorucu, sezon sezon üstüne<br />

gidiyor. Bir yerden sonra çalışmayı bırakıp, tekrar<br />

dönmek gibi bir planınız oluyor mu?<br />

Cansu Dere: Evet şu an onu yapıyorum zaten.<br />

Ezel bitti, arkasından Behzat Ç., arkasından El<br />

Yazısı’nı çektik. Ondan sonra çalışmıyorum.<br />

Ezel’deki karakterim o kadar renkliydi ki bir<br />

sıkıntım olmadı<br />

Sinema ve dizi arasında kişisel bir tercihiniz<br />

oluyor mu?<br />

Cansu Dere: Tabi ki gönlünüz sinemadan yana<br />

oluyor. Keşke daha fazla olsa ama sonuçta iş<br />

senaryoda bitiyor. Ben istemeyerek hiçbir şey<br />

yapmadım. Senaryo seni çekiyorsa dizi ya da<br />

sinema diye ayrım yapmıyorsun.<br />

Baran Akbulut: Dizinin ağır basan yanı bir karakterle<br />

uzun süre bulunduğun için bir özdeşleşme<br />

hali var. Sinema filmi bir ayda çekiliyor. O anlam-


da dizinin bize bir avantajı olabilir.<br />

Star sisteminin sinema için doğru bir yapılanma<br />

olduğunu düşünüyor musunuz?<br />

Cansu Dere: Bence değil. Oradan ilerleyenler de<br />

çok iyi sonuçlara belki bir kere varmışlardır. Önemli<br />

olan hikaye, senaryo, yönetmendir. Televizyonda da<br />

yaptılar aynı şeyi. Belirli isimlere yüklenildi ve gerisi<br />

önemsenilmedi. Önemli olanın yönetmen ve doğru<br />

bir kast olduğunu düşünüyorum.<br />

Baran Akbulut: Sinemada beni seyirci olarak<br />

rahatsız eden, heyecanımı kıran bir şey söyleyeyim.<br />

Yardımcı oyunculara baktığım zaman her filmde<br />

aynı isimler karşımıza çıkıyor.<br />

Sinema yönetmen sanatıdır, senaryo yönetmen için<br />

önemlidir ama oyuncu da kendini ifade etmelidir.<br />

Bu noktada baktığımız zaman bizim filmlerimizin<br />

çoğu da taşra filmidir, köydedir, kasabadadır. Şehri<br />

konu alan filmimiz azdır. Bu konunun tatminsizliğini<br />

yaşıyor musunuz?<br />

Baran Akbulut: Ben çok yaşıyorum. Şehirde akla<br />

hayale gelmeyecek hayatların olduğunu biliyorum.<br />

Cansu Dere: Ben de yaşıyorum.<br />

Sosyal medya herkes için çok önemli. Sosyal medya<br />

hesaplarınız var mı?<br />

Cansu dere: Yok.<br />

Baran Akbulut: Benim facebook adresim var ama<br />

çok kısıtlı kullanıyorum. Bir şey paylaşmıyorum.<br />

Filmle ilgili sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />

Baran Akbulut: Bu kış herkesin yazı çok özlediğini<br />

gördüm. Bu filmi baharı karşılamak için izlemenizi<br />

tavsiye ediyorum. Baharı karşılamak için çok tatlı bir<br />

film.<br />

Cansu Dere: Film çevremizdeki insanların bizim<br />

hayatımızda ne kadar etkisi olduğunu gösteriyor hikayede.<br />

Bazen çaresiz bırakıyor karakterleri filmde<br />

bu durum. İnsanların hayatımıza karışma durumu.<br />

Filmden çıkınca insanların o huylarından vazgeçip<br />

kendi kendine karar vermelerini, sevdiklerine<br />

söyleyemedikleri şeyleri söylesinler isterdim. Herkes<br />

hayatında mektup yazmıştır ama vermediği insanlar<br />

olmuştur. Bu filmden sonra belki o mektupları<br />

vermeyi düşünürler, tekrar yazmayı düşünürler.<br />

Sosyal medya çok önemli tabii ama kim en son ne<br />

zaman mektup yazdı acaba.<br />

Baran Akbulut: En son da şey yazalım “Ben<br />

buradayım sevgili seyirci sen neredesin?”


İnsanı dünyanın en büyük gücü<br />

haline getiren meziyetler, onu<br />

parçası olduğu doğanın hakimi<br />

ilan ederken hangi yollardan<br />

geçtiğini merak etmemek<br />

elde değil. Mağara adamından<br />

metropol insanına evrilen bu güçlü<br />

yaratık dünyanın saklı bölgelerinde<br />

keşfedilen yeni insan<br />

topluluklarına imrenerek bakıyor.<br />

İşte o zaman aslı soru geliyor,<br />

“mağarada daha mı mutluyduk”?<br />

ZEYNEP USLU<br />

n Dünyanın ve insanoğlunun geleceği üstüne<br />

yapılan felaket filmlerini yazmıştık. İnsanın<br />

yıkıcılığına bakıp, gelecek için daha güzel bir dünya<br />

hayal etmek elbette zor. Yine de kafamıza bir soru<br />

takılıyor. “Hep böyle miydik?” İnsanı dünyanın en büyük<br />

gücü haline getiren meziyetler, onu parçası olduğu doğanın<br />

hakimi ilan ederken hangi yollardan geçtiğini merak etmemek<br />

elde değil. Mağara adamından metropol insanına evrilen bu<br />

güçlü yaratık dünyanın saklı bölgelerinde keşfedilen yeni insan<br />

topluluklarına imrenerek bakıyor. İşte o zaman aslı soru<br />

geliyor, “mağarada daha mı mutluyduk”? İlkel insan, felsefi<br />

yanıyla da mizahi yanıyla da sinemanın keyifli konularından<br />

birisi. Hayal gücümüzü bugünün alışkanlıkları ve bakış açısının<br />

dışına taşıyan çalışmalardan, günlük alışkanlıklarımızı çağlar<br />

öncesine uyarlayan mizahi yorumlara kadar pek çok film yapıldı.<br />

Geçmişe duyulan merak ve bilinmez olanın gizemi bir araya<br />

gelince, insanlığın acemilik dönemine dair sonsuz malzeme ortaya<br />

çıkıyor. Bakış açısı ne olursa olsun insanlığın ortak tarihine<br />

yapılan bu geziler oldukça eğlenceli. İşte bazıları…<br />

Ateşin Peşinde (La Guerre Du Feu) / 1981<br />

Jean Jacques Annaud’nun, bilim adamı titizliğinde çalışarak<br />

çektiği film insanın evriminde en önemli unsurlardan biri olan<br />

ateşin peşinde bir yolculuk hikayesi. Sahip oldukları ateşi<br />

kaybeden neandartel bir kabilenin üç üyesi ateşi bulmak için<br />

yola çıkar. Farklı gelişim süreçlerinde bulunan kabilelerle


karşılaşan ve hayatta kalmaya çalışan üç<br />

kafadar sadece ateşi yakmayı değil aşktan<br />

eğlenceye kadar pek çok insani değeri de<br />

keşfedecektir. Ateşin Peşinde ile Annaud’un<br />

sinema dilindeki ustalığının bir kanıtı daha<br />

çıkıyor karşımıza.<br />

MÖ 10 000 (10 000 BC) / 2008<br />

Film dağda ölü annesine sarılmış bir halde<br />

bulunan küçük bir kızın kabileye gelmesiyle<br />

başlar. Büyücü ona baktığında hem felaket hem<br />

kabilenin kurtuluşunu görür. Üzerinden yıllar<br />

geçer ve felaket kehaneti gerçekleşir. Köy piramitlerin<br />

yapımı için işçi toplayan askerlerce<br />

basılır. Ve büyücü tarafından kutsanmış kız<br />

kaçırılır. Kurtuluş kehanetini ise ona aşık olan<br />

ve köyde korkağın oğlu diye anılan bir genç<br />

gerçekleştirecektir. “MÖ 10 000”, hikayesiyle<br />

çok başarılı olmasa da rejisi ve görüntüleriyle<br />

izlenmeye değer bir tarih öncesi filmi.<br />

Mağara Ayısı Klanı (The Clan Of Cavebear) /<br />

1986<br />

Jean M. Auel’in aynı isimli romanından uyarlanan<br />

“Mağara Ayısı Klanı”, diğer filmlere nazaran<br />

farklı bir bakış açısı sunuyor. Yine neandartel<br />

bir topluluğun yaşamı üstüne kurulu<br />

olan film, kadının kabiledeki yeri ve gelenekler<br />

üstünde durmasıyla ayrılıyor. Kabilenin şifacısı<br />

tarafından bulunan homo sapiens “Ayla” kabileye<br />

kabul edilir ve orada yetişir. Ayla, farklı<br />

olmanın zorluklarını yaşarken, gelenek ve<br />

tabuları da sarsacak değişiklikler yaratır.


Son Neandartel İnsan<br />

(Ao, Le Dernier Neandertal) / 2010<br />

“Ateşin Peşinde” ile pek<br />

çok benzer noktası bulunan<br />

“Son Neandartel<br />

İnsan”, kabilesi ve yeni<br />

doğan bebeği homo sapiensler<br />

tarafından yok<br />

edilen neandertal Ao’nun<br />

hayatta kalma hikayesini<br />

izliyoruz. Yalnız kalan<br />

Ao, yıllar önce ayrıldığı<br />

kardeşini bulmak için yola<br />

çıkar. Esir düştüğü bir kabilede<br />

kendi çocuğu olarak benimsediği bir bebek<br />

ve onun homo sapiens annesiyle arayışını<br />

sürdürürken türünün son örneği olduğunu fark<br />

edecek ve yeni ailesiyle birlikte varlığını sürdürmeye<br />

çalışacaktır.<br />

A.r.o.g / 2009<br />

G.O.R.A filminin<br />

devamı olarak çekilen<br />

A.R.O.G’da Cem<br />

Yılmaz’ın canlandırdığı<br />

Arif, zaman makinesiyle<br />

yontma taş devrine<br />

dönüyor. İlkel toplumun<br />

Türk usulü komedisi<br />

olan A.R.O.G<br />

bütçesi ve efektleriyle<br />

sinemamızın önemli<br />

dönüm noktalarından<br />

birinde yer alıyor. Evine dönmek için çabalayan<br />

Arif, birbirine düşman iki kabilenin arasında<br />

gidip gelirken kabilelerin hızla çağ atlaması için<br />

çalışmalara başlar. Yönetmenliğini Ali Taner<br />

Balacı ve Cem Yılmaz’ın yaptığı filmin kadrosunda<br />

Cem Yılmaz, Ozan<br />

Güven, Özkan Uğur, Nil<br />

Karaibrahimgil, Özge Özberk<br />

yer alıyor.<br />

RRRrrr! / 2004<br />

Taş devrinde şampuanı<br />

bulmuş olan temiz saçlılar<br />

ile onlardan şampuanı çalmaya<br />

çalışan kirli saçlılar<br />

arasındaki savaş sürerken,<br />

insanoğlunun ilk cinayeti<br />

işlenir. Özgün olmasa da ilkel çağ esprilerinin<br />

gerilim filmi mizahıyla birleştiği bir absürt komedi<br />

filmi “RRRrrr!”.<br />

Fi Tarihi ( Year One) / 2009<br />

Jack Black ve Michael<br />

Cera’nın iki<br />

beceriksiz kabile üyesini<br />

canlandırdıkları<br />

bu absürt komedi hikayesi<br />

sıçramalı bir<br />

zaman düzeni üzerine<br />

kurulmuş skeçler<br />

şeklinde ilerletiyor.<br />

İlkel kabilelerinde tutunamayan<br />

Zed ve Oh<br />

kabilelerini terk edip<br />

dünyanın yaşadıkları<br />

ormanın sonunda bitmediğini keşfediyorlar.<br />

Köylerini terk ettiklerinde ilk şahit oldukları<br />

şey Kabil’in Habil’i öldürmesiyken, ertesi gün<br />

İbrahim’in İsmail’i kurban edişini engelliyorlar.<br />

Mel Brooks ve Monty Python çağrışımlı film<br />

komedisini hikayeden daha çok iyi yazılmış<br />

diyaloglar ve Jack Black-Michael Cera ikilisin<br />

oyun performansı üzerinden kuruyor.<br />

Taş Devri ( The Flintstones) / 1994<br />

80’ler ve 90’larda çocuk olanlar için nostaljik<br />

değeri yüksek bir film Taş Devri. Aslında<br />

modern bir Amerikan ailesini, iş ve arkadaşlık<br />

ilişkilerini anlatır film. Onu Taş Devri yapan,<br />

her şeyin taştan ya da hayvan ve taşların kombine<br />

edilmesiyle hazırlanmış ilginç eşyalardan<br />

oluşmasıdır. Çizgi filmin (ve muhteşem dublaj<br />

adaptasyonunun) tadı damağımızda kalmıştır<br />

elbet, yine de Brian Levant’ın elinden çıkan<br />

film izlenmeyi hak ediyor.


Ahmet Ümit’in bir romanı daha filme uyarlandı. Cem<br />

Davran’ın başrolünü oynadığı Bir Sis Böler Geceyi filmi<br />

Alevi, solcu bir karakterin hikayesini anlatıyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Türk sinemasında bizim toplumumuzun dinamiklerini<br />

işleyen filmler yapıldıkça mutlu oluyoruz.<br />

Ahmet Ümit gibi bir ustanın romanından<br />

uyarlanırsa bu filmler, tartışmak daha da<br />

zevkli oluyor. Bir Sis Böler Geceyi başrolünde<br />

oynayan Cem Davran’ın çok önem verdiği bir<br />

film. Davran sanatçı duyarlılığıyla çok önemli<br />

konulara değiniyor bu röportajda. Keşke her<br />

röportajımız bu kadar dolu olsa. İşte Davran ve<br />

yalnız yurdumun trajik hikayesi...<br />

Sinema, tiyatro, dizi çekiyorsunuz. Peki, bu<br />

filmde sizi etkileyen şey neydi?<br />

Bu benim daha önceden okuduğum bir roman<br />

değildi. Oyuncunun rolü kabul etmesinde genellikle<br />

şöyle bir ilişkisi oluyor: O anki ruh haliniz,<br />

yaşam, sanat, meslek algınız. Benim kabul<br />

etmemin sebebi tam on ikiden vurdu beni, senkronum<br />

tam tuttu. Bana proje geldiğinde bir ay<br />

öncesinde de zaten Melekler ve Kumarbazlar’ı<br />

çekmiştim. Bu filmi çektikten sonra sabun<br />

köpüğü komedilere geri döneceğimi düşünürken<br />

tam o zamana denk geldi. Legoların oturmadığı<br />

bir yer vardı tam orada yerine oturdu ve bu da<br />

benim ilgimi çekti. Daha sonra yönetmeniyle<br />

tanıştım ve Ahmet Ümit’in romanını aldım okudum.<br />

Daha sonra senaryosu bana geldi onu da<br />

okudum. Sonra tekrar romana döndüm, bir gelgit<br />

oldu. O sırada da yönetmen Ersan Arsever’le<br />

tanışma fırsatım oldu. Her kabul ettiğim proje<br />

içime çok sinse bile acaba doğru mudur dediğim<br />

şeyler olur. Bunda hiç olmadı ama zaten bana<br />

böyle bir projenin geleceğini biliyordum. Daha<br />

önceki birkaç röportajımda da söylemiştim.<br />

Melekler ve Kumarbazlar’ı takip eden, Yusuf ve<br />

Kenan’la başlayan sürecimi tamamlayacak bir,<br />

iki proje daha yapacağımı biliyordum. Bir proje<br />

daha yapmam gerekiyor diyordum. Onu da bu<br />

sene yaparım dediğim arkadaşlarım da vardır hatta.<br />

Dediğim gibi sonuç çok ciddi bir senkron oldu.<br />

Ersan Arsever’in bildiğimiz kadarıyla daha önce bir filmi<br />

ya da yapımcılığı yok. Ama sizin gönlünüzü çelmiş.<br />

Büyük bir şevkle işine sarılmış.<br />

Tabii ki onun gönlünü çelmediği yok zaten. Onu bir<br />

tanısanız bir usta. 68-69 yaşında ilk uzun metrajlı<br />

filmini çekiyor. Kısa metrajlı filmleri de var. 1970’li<br />

yıllarda Türkiye’den gitmesi gerekiyor, vatandaşlıktan<br />

çıkarılıyor. 40 yıl kadar İsviçre’de yaşıyor. Daha sonra<br />

televizyonculuk, gazetecilik yapıyor. Buradan gitmeden<br />

önce de büyük ustaların asistanlığını yapıyor. Ama<br />

sonuç olarak ona ilk filmini çekmek böyle bir yaşta nasip<br />

oluyor. Filminin yapımcılığını da kendisi yapıyor. Bu<br />

film çok açıdan ciddi maliyetli bir film. Böylesine ciddi<br />

maliyetli bir roman uyarlaması maddi sıkıntı yaşatır<br />

yapımcısına, setine, oyuncusuna. Ama Ersan Hocam<br />

böyle bir sıkıntı yaşatmadı. Dağ başında özel karavanlar,<br />

güzel mutfaklar, açılıp kapanan özel restoranlar<br />

geldi. Bu onun ne kadar Batılı olduğunu ve sinemaya<br />

ne kadar önem verdiğini gösterir. Bütün bunlar bir araya<br />

gelince hayatımda çok özel bir yere konumlandı bu film.<br />

İyi ki kabul etmişim.<br />

Rolünüzden kısaca bahseder misiniz?<br />

Süha karakteri. Bir Ses Böler Geceyi aslında iki insanın<br />

hikayesinden, yaşanmışlıklarından, trajedilerinden,<br />

üzüntülerinden yola çıkarak; inançları özelde Alevi<br />

inancını, genelde inanmayı, özelde sol ideolojiyi ama<br />

genelde ideolojileri anlatan; özünde tüm hüznüyle,<br />

yanlışlıklarıyla insanı anlatan gerçekten bir insan hikayesi.<br />

Süha da bu hikâyenin merkez karakteri. Hepimizin<br />

bildiği 80 öncesi omurgası çok sağlam solculardan.<br />

Yine çok iyi bildiğimiz bir trajedi yaşatıyor ona. O<br />

trajedi sonlandığında, o da epeyce yaş aldığında bir de<br />

dönüyor ki hayat eskisi gibi değil. Sadece hayat olsa,<br />

dostları da, sarıldığı ideoloji de öyle değil. Bunu sorgularken<br />

aynı sorunu başka bir çocuğun da yaşadığına<br />

tanık oluyor. Benzer bir hikaye, ondan sonrada el ele<br />

verip beraber yürüyorlar.


Siz romandan uyarlanan filmlerin başarıya ulaştığına<br />

inanıyor musunuz?<br />

Bu dünyada sıkça konuşulan bir şeydir. Çok sevilen<br />

bir roman filme alındığında derler ki bu olmamış, roman<br />

daha farklıydı gibi. Ama şöyle bir teknik gerçek<br />

var ki, roman her okuyan için ayrı bir filmdir. Bu da<br />

Ersan Arsever’in bu romandan aldığı filmdir, böyle<br />

düşünmek lazım. Ama roman çok farklı bir şeydir. O<br />

bir edebiyat ürünü, sinema farklı bir şey. Sanırım Ahmet<br />

Ümit de böyle düşünüyor ki romanlarını sunuyor.<br />

Bambaşka şeyler ama bizim küçük teaserlerimiz var<br />

internette ve onlara gelen yorumlar da tam beklediğim<br />

gibi yorumlar geldi. Çünkü bu daha sade cümleye ve<br />

vurguya dayalı bir şey. Yönetmen de bunun olmazsa<br />

olmazlarına çok sadık kaldı. Çok fazla izleyici firesi<br />

olacağını sanmıyorum. Ama sonuçta bu da romandır<br />

olabilir de olmaya bilir de. Bu bir yönetmen rüyasıdır.<br />

Yönetmen bunu okumuş şimdi de bize okuduğu<br />

romanı okutuyor.<br />

Son dönemlerde Aleviliği anlatan çok filmler görüyoruz.<br />

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?<br />

Bu konuda söylemek istediğim çok şey var ama<br />

böyle durumlarda bazen susmak en iyisi. Benim dün<br />

oyunum vardı mesela Alevli Günler. Orada benim bir<br />

lafım var: “Ne olur beni de hikayemi de unutmayın.<br />

Kalabalık olanların diğerlerine ne kadar acımasız<br />

ne kadar tahammülsüz olduğunun göstergesi.” Bu<br />

benim bir repliğim. Şaman inancına sahip bir adamın<br />

öyküsü. İkincisi oradan çıktım ben Beyoğlu’nda doğup<br />

büyüdüm. Karşı komşumuz Giannetti ailesi vardı.<br />

İstanbul’un en eski ailelerinden biri. Dedeleri de Kanzuk<br />

Eczanesi. Kızlarından biri Daniela Giannetti hep<br />

yurtdışındaydı. Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Yıllar<br />

sonra oyunumu izledi görüştük beraber dolaştık yedik<br />

içtik bir iki laftan sonra sordum “Niye döndün”, “Bu soruyu<br />

anlamlı bulmuyorum. Burası benim yuvam” dedi.<br />

Babası İtalyan annesi Alman ama o buralı. Söylemek<br />

istediğim şu, biz azınlıklarımızı etnik anlamda da,<br />

dinsel anlamda da hep ittik yıllardır. İşin enteresanı<br />

öteki olmayanların o hakları savunmasıdır. Dolayısıyla<br />

biz azınlıklara çok acı çektirmişiz. Daniela’nın anlattığı<br />

hikayeler vardı. Bu acı çeken azınlıkların bir numarası<br />

Türkiye’de Aleviler. Türkiye’de de Aleviler çok uzun<br />

yıllar inançlarını saklamak zorunda kalmışlar. Şimdi<br />

artık dünya değişiyor. İstediği kadar kapalı dünyalarda<br />

yaşasınlar ama artık dünyayla birlikte onlar da<br />

değişiyor. Ama artık birçok şeyi kaybettikten sonra,<br />

İstanbul’da 300-500 Rum kaldıktan sonra, Aleviler


asimile olduktan, saklandıktan sonra. Açılıma çok geç kaldık.<br />

Acının neresinden dönersen kardır. Ama burada Aleviler’i ayrı<br />

bir parantezle almak lazım. Türkiye Cumhuriyet’i Aleviler olmasa<br />

nasıl oldurdu çok merak ediyorum, herkese soruyorum.<br />

Bunların hepsi Şaman inancından geliyor aslında. Günlük<br />

hayatta kullandığımız birçok şey de onlardan geliyor. Benim<br />

alsında söylediğim bir şey var Tim Burton’ın Big Fish filminde<br />

bir diyalog vardır “Her şey hakkında konuşurum ama din<br />

hariç” der filmin kahramanı, niye din hariç diye sorduklarında<br />

ise “Ortalık yerde din hakkında konuşursan kimi inciteceğini<br />

bilemezsin” diye cevaplar. Yani elimizdeki en kıymetli şeyleri<br />

konuşa konuşa ya da konuşmayarak mundar ediyoruz.<br />

Siz hem komediyi hem de dramayı başarıyla yapan nadir<br />

oyunculardansınız. Bu da ayrı bir kabiliyet gerektiriyor. Bunu<br />

nasıl algılamamız lazım?<br />

Aktörlerin ve yönetmenlerin kendi hakkında konuşmaları<br />

bana çok trajik gelir aslında. Öte yandan iki cümle de kurmak<br />

gerekiyor. Ben iddia ediyorum bunu başarabilecek<br />

2-3 kişiden biriyim Türkiye’de. Tam anlamıyla başarabilmiş<br />

değilim ama bunu yapanlardan biri Şener Abi (Şen) mesela.<br />

O komedilerden çıkıp bütün dramaları yaptı. Ama ben Şener<br />

Abi kadar uzun bekleyebileceğimi sanmıyorum. Daha erken<br />

davranıyorum o yüzden. Tiyatroda da oynuyorum Doğum<br />

Günü Partisi oyununda. Dünyanın en zor oyunlarından biri,<br />

aynı zamandan Alevli Günler’de de oynuyorum absürd ama<br />

büyük trajedileri içinde barındıran bir oyun. Komedi olarak<br />

sinema filmlerim de var ama ilk filmim bir komedi filmi değil.<br />

Ben bu yelpazeyi seviyorum. Neden dendiğinde çünkü dışarı<br />

çıktığımda herkes benden yine Kahpe Bizans gibi bir film<br />

Ruhsar gibi bir dizi bekliyor yine. Ama öbür taraftan gelip<br />

başka birisi “Cem Bey bu trajik rol size çok yakışmış” diyor.<br />

Bunu diyen birkaç kişi varken diğer türlü düşünen yüzlerce insan<br />

var. Ben onları da çok belirleyici saymadan kendi duygumun<br />

peşinden gidiyorum. Bir gün çok dramatik bir karakterle<br />

cebelleşirken bir gün çok komik bir role çalışıyorum. Ama bu<br />

beni ifade ediyor. Oyunculuk algım böyle. Hayatım da tamamen<br />

böyle. Dolayısıyla trajikomik beni anlatan bir kelime.<br />

Antalya’da aldığınız ödülden biraz bahsedelim.<br />

Yusuf ile Kenan, Demiryolu ve Sürü 1970 yıllarının vandalizmiyle<br />

biçilmiş, haksızlığa uğramış filmler. O zamanlar benim<br />

gençlik yıllarım. Yıllar sonra temsili bir onurlandırma yapıldı.<br />

O zaman da teşekkür ettim ama tekrar teşekkür etmemde bir<br />

sakınca yok. Gerçekten çok hoş çok asil ince bir düşünce.<br />

Hatta bununla ilgili Kültür Bakanı bana bir mektup yazdı<br />

onurlandırmaya çok memnun olduğunu anlatan ziyadesiyle<br />

ben de kendisine bir cevap yazdım, bu mektubuyla beni<br />

ne kadar heyecanlandırdığını söyleyen. Ben de peygamber<br />

sabrı vardır yani sanki dört ömür yaşayacakmışım gibi


ekleyebilirim. Gerekiyorsa o proje için<br />

yaşlanmam hayatı durdururum. Projeler<br />

konusunda çok sabırlıyımdır hiç aceleye<br />

getirmem, beklerim.<br />

Türk sinemasında gişe sanat filmi diye bir<br />

ayrım var. Siz bunlara dikkat ediyor musunuz<br />

yoksa sanat algınızın git dediği yere<br />

gidiyor musunuz?<br />

Oscar’da İran filmi mesela bir ödül aldı.<br />

Yani buradan da bir ders çıkarmamız gerekiyor.<br />

İran sineması diye bir şey var. Bizde<br />

de bu işi yapan benim durumumda olanlar<br />

var. Bizim anlık büyülere kapılmadan biraz<br />

duygumuzun peşine gitmemiz lazım. Ben<br />

filmime ne kadar izleyici çekti diye bakmam.<br />

Yapımcılar ticari algısı önde olanlar<br />

bakabilir ama ben bakmam. Şöyle bir şey<br />

oluyor insanlar önce afişte beni görürse<br />

geliyor eğer severse o da katmerli bir şey<br />

oluyor. Ama şuna da inanıyorum bazı filmler<br />

fısıltısıyla yürür gider. Bazıları da vardır<br />

300-500 kopyayla girer, bazı popcorn<br />

filmler vardır. Ben hiçbirini eleştirmem.<br />

Ama özellikle Bir Ses Böler Geceyi’yi ben<br />

tahminlerin üstünde bir seyirci izleyecek<br />

diye düşünüyorum. Bence de öyle olmalı.<br />

Filminiz ile ilgili benim sormadığım ama<br />

söylemek istediğiniz bir şey var mı?<br />

Teknik bir şey söyleyeyim. Oyuncularla<br />

yapımcılar aynı durumda olmuyor. Film<br />

bittiğinde senin filmle işin bitiyor başka<br />

bir hayata başlıyorsun, başka projeleri<br />

düşünmeye başlıyorsun aylar sonra eski<br />

dosyalara tekrar dönüyorsun. Ben filmden<br />

önce çok fazla filme çalıştım duygusuna<br />

da çalıştım. Teaserleri izleyen bir<br />

arkadaşım aradı “Oğlum sen ne biçim<br />

bir adamsın, orada değişik bir farklı<br />

bakıyorsun” dedi. Öyle oluyor, kendini bir<br />

kaptırıyorsun o oluyorsun. Son kare çekildikten<br />

sonra ben Süha’dan çok uzaklaştım<br />

işin doğrusu. İşin güzel tarafı şu, artık<br />

Süha diye bir şey var. Süha sessizliğiyle<br />

cevap veren bir insan. Gençliğinde<br />

öyle değil aslında. Benim için de Süha<br />

geçmişlerde tanıdığım çok tatlı bir dost<br />

mesela. Eski bir arkadaşımla karşılaşmış<br />

gibi oldum.


n Orta sezon dizileri başladı. Aralarında<br />

ağzımızı açık bırakanlar da var, hayal kırıklığı<br />

yaratanlar da. Dikkat çekenleri gözden<br />

geçirelim.<br />

Oren Peli ufak bütçeli bir film ile, bilgisayar<br />

programcılığından film yönetmenliğine<br />

geçtiğinde böyle bir fenomene imza atacağını<br />

düşünmemişti. Blair Witch’in izinden giden<br />

Paranormal Activity, kısa sürede farklı bir<br />

yapım olduğunu kanıtladı. Bağımsız bir filmden,<br />

üç filmlik kült bir seriye dönüştü.<br />

İşte bu Oren Peli, sonunda televizyona da el<br />

attı. “The River” sekiz bölümlük ilk sezonuna<br />

başladı. Amazonlarda belgesel çekerken<br />

kaybolan ünlü programcı Dr. Emmet Cole’u<br />

bulmaya çalışan bir ekibin başlarından geçen<br />

mistik olayları izlediğimiz dizi, “camcorder”<br />

filmleri sevenler için bulunmaz bir nimet.<br />

The River, Cole’un kayboluşunu araştıran<br />

bir belgeselci, iki kameraman, Cole’un<br />

karısı ve oğlu, Cole’un senelerce birlikte<br />

çalıştığı Amazon yerlisi kaptan ve kızı, Cole<br />

ile birlikte kaybolan kameramanın kızı ve<br />

şüpheli görünen bir korumanın başlarından<br />

geçenleri anlatıyor. Amazonların her<br />

köşesinde ayrı bir korku hikayesinin içine<br />

düşen kahramanlarımızın maceralarını,<br />

onların hikaye gereği gemiye yerleştirdikleri<br />

kameraların ve belgesel kameramanlarının<br />

çekimlerinden izliyoruz.<br />

Dizinin diğer başrollerinden biri de Dr. Emmet<br />

Cole’un belgeselinin bir parçası olan<br />

tekne “Magus”. Tekne zaten bir belgeselcinin<br />

olduğundan her köşesinde ayrı bir kamera<br />

var. İlk bölümde kendi teknelerini kaybeden<br />

ekibimiz, mecburen Magus ile yollarına devam<br />

ediyorlar.


Touch<br />

Diğer bir başlangıç ise Kieffer Sutherland’ın<br />

beklenen dizisi “Touch”. Hiç konuşmayan<br />

otistik oğluna karısı 11 Eylül’de ölünce tek<br />

başına bakmaya çalışan bir baba olan Martin<br />

Bohm’u oynayan Sutherland’i, şefkatli ve<br />

acılı baba rolünde görmek ve her an o meşhur<br />

Jack Bauer bağrışlarından birini beklemek<br />

“24” sevenler için zor olsa da bir şekilde<br />

adapte oluyorsunuz yeni karaktere. Evrendeki<br />

her şey belli bir kalıbın parçasıdır ve her şey<br />

birbiriyle bağlantılıdır anlayışıyla yola çıkan<br />

dizi, o kalıbı görebilen otistik çocuk Jake’i<br />

anlatıyor. Konuşmadığı için kendi yöntemiyle<br />

iletişim kurmaya çalışan Jake’i sonunda anlamaya<br />

başlayan babası her bölümde birilerinin<br />

hayatını kurtaracak gibi görünüyor.<br />

Hangisi gerçek?<br />

Yeni başlayan başka bir dizi de “Awake” . Bir<br />

kaza sonucu iki ayrı hayat yaşamaya başlayan<br />

bir dedektifi anlatan dizi, psikolojik gerilim<br />

dozu yüksek bir polisiye. Dedektif Michael<br />

Britten bir gerçeklikte karısını kaybetmişken,<br />

diğerinde oğlunu kaybeder. İki hayatında<br />

ayrı iki psikolog vardır. İkisi de diğer<br />

hayatının rüya olduğunu ona kanıtlamaya<br />

çalışmaktadır. Bir yandan da iki ayrı dava<br />

üzerinde çalışmakta olan dedektif, sonunda<br />

iki davanın ortak detayları olduğunu fark eder.<br />

Bu detayların yardımıyla kimsenin anlamadığı<br />

bir şekilde olayları çözmeye başlayan<br />

kahramanımızın iki hayatını da izlemek ve<br />

hangisinin gerçek olduğuna kafa yormak<br />

şimdilik fazlasıyla zevkli.<br />

Şanssız bir başlangıç<br />

Aynı şeyi Luck için söylemek ise ne yazık<br />

ki zor. İlk bölümü Michael Mann tarafından<br />

yönetilen Dustin Hoffman’lı, Nick Nolte’lu<br />

dizi, ne yazık ki kadrosunun altında eziliyor.<br />

At yarışlarının karmaşık dünyasında geçen<br />

dizi, müthiş kadrosuna rağmen beklentileri<br />

karşılayamadı. Boardwalk Empire’ın<br />

koltuğuna oturacağı sanılan dizi Boardwalk’un<br />

yanına bile yaklaşamadı. Ortalamanın üstünde<br />

olsa bile beklentilerin altında kaldığından pek<br />

bir gelecek vaat etmiyor. Maalesef şanssız bir<br />

başlangıç yaptı Luck.


BatesMotelPro ekibinin video<br />

serisinden uyarlanan sinema<br />

filmi Patlak Sokaklar: Gerzomat<br />

filminin oyuncuları Selin<br />

Demiratar ve Kubilay Tunçer<br />

ile konuştuk. Sanal dünyayı,<br />

komediyi ve sinemanın hayatın<br />

içine yayılan ve de insana sihirli<br />

gelen yanlarını konuştuk.<br />

BANU BOZDEMİR<br />

n Geleceğin dünyasının sanal alem üzerine<br />

kurulacağı söyleniyor, gazeteler artık internette<br />

olacak, kitaplar oradan okunacak deniyor. Tabii<br />

herkese bu kadar kapsamlı ulaşan yoldan<br />

ulaşan bir araçtan da faydalanmak şart oluyor.<br />

İnternetin bu denli yayılan gücü karşısında ne<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Selin Demiratar: Olumlu olduğu kadar olumsuz<br />

yönleri de var tabii… Hayatı kolaylaştırdığı inkar<br />

edilemez. Son yıllarda her şeyimiz internet oldu<br />

ve artık bu alanda büyük bir kitle var. İnsanlar<br />

söylemek istediklerini ve yapmak istedikleri şeyi


internet ortamında özgürce yapabiliyor, düşünce<br />

özgürlüğünün yeni adresi gibi adeta internet üzerindeki<br />

mecralar... Normal şartlarda bir araya gelinerek<br />

kendinizle ilgili ya da ilgilendiğiniz konular<br />

ya da düşüncelerinizle ilgili bir konuyu aktarmak,<br />

yaymak ne kadar zordu şimdi ise elimizin altındaki<br />

bir tuşa bakıyor. Yapılanları büyük bir kitleyle<br />

paylaşabiliyoruz, ben böyle düşünüyorum. Nitekim<br />

insanların kendilerini ifade etmek ve yetenekleri<br />

sergilemek için en uygun alan… Ve hemen reaksiyon<br />

alabiliyorsunuz.<br />

Kubilay Tunçer: Dijital teknolojinin yayılan gücü<br />

demek lazım. İleride gazeteler falan çıkmayabilir<br />

ama kitap uzun bir müddet çıkacaktır. İnsanların<br />

birbirine çabuk ulaşması bazı şeyleri kolaylaştırıyor<br />

evet ama bazı şeyleri de zorlaştırıyor. Bilgi ve görüntü<br />

kirliliği yaratıyor ama biz artık dijital bir çağın içindeyiz<br />

demek lazım.<br />

Siz de derdinizi anlatmak ya da ünlü olmak için internetin<br />

bu yönünü kullanmak ister miydiniz?<br />

S.D: Aslına bakarsanız zaman zaman bunu<br />

yapıyorum. Bazen bir konuda tepkimi dile getirmek,<br />

bazen mutluluğumu paylaşmak, bazen sadece bir<br />

düşüncemi söylemek ya da bazen insanlar bu durum<br />

karşısında ne düşünüyor diye bilmek adına bunu<br />

yapıyorum. Anında gelen tepkileri almaktan dolayı<br />

çok mutlu oluyorum ve sadece çevremdekilerle<br />

yaptığım sohbetlerin dışında yüzlerce insanın duygu<br />

ve düşüncesine ortak olabiliyorum. Bunu da hem güzel<br />

hem değerli buluyorum.<br />

K.B: Ünlü olmakla ilgili bir derdim yok ama derdimi<br />

anlatmak için twitter’ı, facebook’u kullanıyorum ben<br />

de. Bazen de kullandın dijital teknolojilerin içinde ünlü<br />

olursun. Blogger diye bir şey var artık, beş yıl önce<br />

yoktu. Kullanılan dijital mecranın da kendisine göre<br />

bir popülerliği var. Ben kendi işlerimde başından beri<br />

bunu kullanıyorum. İnsanlar beni twitter’dan eklediği<br />

zaman çok da hoşuma gidiyor.<br />

İnternetten nasıl faydalanıyorsunuz? Günde kaç saatiniz<br />

internet başında geçiyor?<br />

S.D: Ben son bir yıldır aktif olarak interneti<br />

kullanıyorum daha öncesinde çok vakit ayırdığım bir<br />

alan değildi ama şu anda çoğu zaman gazeteleri internetten<br />

takip ediyorum, twitter kullanmaya başladım<br />

mesela. Birçok şeyi ilk oradan öğreniyorum çok hızlı<br />

bir şekilde haber alacağınız en önemli araç artık internet<br />

ve sosyal medya…<br />

K.B: Ben araştırmacı ve yazar olduğum için okuma<br />

ve araştırmalarımın önemli bir bölümünü internetten<br />

yapıyorum. Eskisi gibi kütüphanelere gitmek<br />

yerine dijital teknolojiden faydalanıyorum. 3-4<br />

saat kullanıyorum. Ama internet hep açıktır, bir şey<br />

aradığım hemen bakarım.<br />

Patlak Sokaklar size bir proje olarak gelmeden önce<br />

izlemiş miydiniz? Haberiniz var mıydı?<br />

S.D: BatesMotelPro ekibinin yaptığı birçok videoyu<br />

izlemiştim… 3 yıl önce ilk Sütü Seven Kamyoncuları<br />

izledim ve diğer videolarıyla devam etti. Patlak sokaklar<br />

internet versiyonunu proje bana teklif edildikten<br />

sonra izledim ve çok eğlendim… Benim için en<br />

önemlisi farklılardı… O kadar aynılıklar içinde farklı<br />

bir şeyi keşfedip, daha sonra da kendimi farklı olanın


içinde bulmak beni çok mutlu etti… Bu bir<br />

oyuncunun arayıp da çok sık bulamadığı bir<br />

şey sanırım. ANS Prodüksiyon’un bu projeyi<br />

beyaz perdeye taşıma fikrini de son derece<br />

doğru buldum… Ve “O Kadın” projesinden sonra<br />

yine farklı olan “Patlak Sokaklar – Gerzomat”<br />

sinema filminde başka bir oyunculuk deneyimi<br />

yaşıyorum.<br />

K.B: Evet haberim vardı. Tanımadan önce de<br />

arkadaşları internetteki komikliklerine gülüyordum.<br />

Proje sürpriz olmadı ama oynamak sürpriz<br />

oldu. Ben oynamayacaktım son dakikada denk<br />

geldi. İyi ki de olmuş severek oynadım.<br />

Biz de komedi denenen ve genelde seyircinin<br />

ilgisini çekebilen bir tür. Filmin absürd komedi<br />

yönünü biraz açabilir misiniz?<br />

S.D: Şu yoğun çalışma temposunda gülmek<br />

insanlara iyi geliyor… O yüzdende komedi<br />

ilgi çeken bir tür… Ama sadece güldürmek<br />

için de ya da gişeyi olumlu etkiliyor diye de<br />

sürekli komedi filmi yapılsın gibi bir düşünce<br />

içinde değilim. Bu filmin absürd komedi olması<br />

dolayısıyla komedi türündeki filmlerden çok<br />

farklı tarafları var. Amerikan polisiye filmlerini<br />

ti’ye alan bir film. Dolayısıyla filmdeki<br />

hiçbir oyuncu kendi sesleriyle konuşmuyor.<br />

Dublajlarımızı yıllardır izlediğimiz Amerikan filmlerinde<br />

seslerine aşina olduğumuz ustalar yaptı.<br />

Bende çok merakla bekliyorum. Sesim nasıl<br />

oldu acaba. Bu bile yeterince absürd ki filmin<br />

içindeki absürdlükleri ancak izlediğinizde gülerek<br />

vereceğiniz ya da şaşırarak keşfedeceğiniz<br />

taraflarıyla sevecek sinemaseverler diye<br />

düşünüyorum. Sürprizlerle dolu bir film. Çok<br />

fazla detaya girerek sürprizleri söylemek istemiyorum.<br />

K.B: O konuda biraz hocalığım tutuyor benim.<br />

Absürd dediğimiz şey dramatik bir akımdır. Bu<br />

aslında asbsürd komedi değildir buna başka bir<br />

ad koymak lazım. Fantastik komedi denilebilir<br />

belki ya da doğrudan komedi. Absürd biçimle<br />

ilgili değil içerikle ilgilidir. Gerçekçi komedi<br />

anlayışının dışında. Yer değiştirmelerin olduğu<br />

bir komedi. Doğal atmosferde bulunmaması gereken<br />

kişilerin oluşturduğu komedi tarzı.<br />

Bazı roller oyuncuyu çağırır. Filmdeki rolünüzün<br />

bu anlamda size ne kadar uygun olduğunu<br />

düşünüyorsunuz?


S.D: Aslında oynadığınız her karakter sizden bir<br />

parça taşır… Benim oynadığım karakter Jennifer<br />

ise absürd olan filmin içinde absürd bir<br />

karakter tabii filmdeki diğer karakterler gibi. Senaryoyu<br />

okuduğumda da Jennifer kurnazlığı ile<br />

dikkatimi çekmişti ilk. Ve bu noktada hayatta çok<br />

kurnaz biri olduğumu söyleyemem. Beni en çok<br />

bu detayıyla Jennifer çekti. Çünkü kurnazlık doktoru<br />

ya da bir avukatı oynamak gibi somut bir şey<br />

değil. Kurnazlık bir kişilik özelliğidir ve daha soyut<br />

bir durumu ortaya koymayı gerektirir. Bunu eğer<br />

beyaz perdeye doğru aktarırsam işte o zaman beni<br />

çağıran Jennifer karakterinin bir önemli detayını<br />

izleyiciye yansıtmış olurum. Tabii sadece kurnazlığı<br />

değil sürprizi olan pek çok özelliği de yansıttığımı<br />

düşünüyorum Jennifer la ilgili. İzleyicinin ne<br />

düşüneceğini ise şimdiden merakla bekliyorum.<br />

K.B: Çok uygun, adam çok aksi, sinsi, içten<br />

pazarlıklı, paranoid ve beceriksiz bir adam. Bundan<br />

daha uygun benim mizacıma uygun bir rol olmazdı.<br />

(Gülüşmeler) ANS’ye ve yönetmene teşekkür<br />

ediyorum gerçek yüzümü gösterebileceğim bir role<br />

layık gördükleri için.<br />

Sizin ilk komedi filminiz sanırım. Oyuncuların dram<br />

ya da komediye yatkınlık diye bir tarzı var mıdır<br />

yoksa bu durum tamamen tesadüf müdür sizce?<br />

S.D: Bence kesinlikle var. Bunu sadece bizde değil<br />

dünyadaki örneklerinde de böyle olduğunu görüyoruz.<br />

Bir oyuncu evet her tarzı oynayabilir ama bir<br />

tarza daha yatkındır ve daha etkilidir… Ben içinde<br />

yer aldığım projeler çeşitlendikçe ve renklendikçe<br />

kendimin en yatkın olduğu tarafı ancak o zaman<br />

anlayabileceğim diye düşünüyorum. Dramla ilgili<br />

projelerde fazlasıyla yer aldım. Farklı tarzlarda<br />

işlerle olmaktan çok hoşlanan bir oyuncuyum ki, nitekim<br />

“O kadın” sinema filmi de tıpkı “Patlak Sokaklar<br />

– Gerzomat” gibi bambaşka bir türdü.<br />

Bir komedi filminde polisi oynamak nasıl bir deneyim,<br />

sanırım Adanalı dizisinde de polistiniz… Polis<br />

olmanın farklı yanları nasıl yansıyor sizce? Buradaki<br />

karakterinizden biraz bahsedebilir misiniz?<br />

S.D: Adanalı’da oynadığım karakter ne istediğini<br />

bilen güçlü tuttuğunu koparan bir kadındı bu<br />

yüzden farklılık içeriyor… Jennifer daha güçsüz<br />

ama bir yandan da güçlü ve başarılı olmak isteyen<br />

renkli ve sürprizli bir karakter. Başarısızlıkları için<br />

bir şey yapmayı denememiş ama başarısızlık bir<br />

yandan da ezmiş onu…


Filmdeki isimler neden yabancı, o da komedinin bir parçası<br />

mı?<br />

S.D: Amerikan polisiye filmlerini ti’ye alan bir film… Karakterler<br />

ne kadar Amerikalı gibiyse de bütün olaylar Türk…<br />

İşin en absürd noktalarından biri de bu zaten.<br />

Kubilay bey sihirbazlık yapıyorsunuz ama sinemanın<br />

kitleleri bir araya getire sihrini nasıl buluyorsunuz, o sihre<br />

başka türlü ulaşmak mümkün mü?<br />

K.B: Sinema dediğiniz şey zaten sahne sihirbazları<br />

tarafından icat edilmiştir. Sinema eşittir hayal dünyası.<br />

Bütün sanatlara o anlamda yanılsama vardır. İllüzyon bu<br />

sanatların kökeninde vardır.<br />

Senarist yönünüz de var, bu filmin senaryo sürecinde yer<br />

almayı düşünmediniz mi?<br />

K.B: Düşünmedim. İkincisinde BatesMotelPro ekibi isterse<br />

yer almak isterim. BU konuda açgözlüyümdür her filmi ben<br />

yazmak isterim. İyi filmler için de kötü filmler için de keşke<br />

ben yazsaydım derim.<br />

Muppets’lar yıllar sonra sinemada… Susam Sokağı<br />

yazarlarından biri olarak Susam Sokağı’nın sinemaya<br />

çekilmesini ister misiniz?<br />

K.B: Susam Sokağı karakterleri zaten Muppets’ların<br />

akrabaları. Aynı prodüksiyon ve yaratıcı ekip yapmıştır<br />

onları. Muppets’lar tutarsa belki yaparlar Amerikalı<br />

yapımcıları. Bana kalırsa fazla kurcalamamak lazım, o<br />

zamanların bir saflığı vardı. Dijital zamanların çok öncesinden<br />

bahsediyoruz. Onu orada bırakmak belki daha doğru<br />

olur. Casablanca’yı yeniden çekersen olmaz mesela, biraz<br />

da öyle gibi.<br />

Kubilay bey de siz de bu filmde polissiniz ve isminiz de<br />

Agresif Peter. İsminizle özdeşleşen rolünüzden bahsedebilir<br />

misiniz biraz?<br />

K.B: Billy Billy ile John Lemmon büyük dedektifler. En<br />

azılı katil Black Kack’i yakalamışlar, o yüzden sıkılıyorlar,<br />

büyük iş başarmışlar. Ben de onların amiriyim. Onlar beni<br />

iplemiyor ama ben farkında değilim aslında. Sonra Black<br />

Jack hapisten kaçınca yer yerinden oynuyor ve onları<br />

yakalamak için elimizden geleni yapıyoruz. Ben bir yandan<br />

bunlara gaz verirken bir yandan da salaksınız diye<br />

fırçalıyorum. Agresifim çünkü.<br />

Türk seyircisinin sinemaya ilgisini nasıl buluyorsunuz,<br />

dramın da komedinin de dozu kaçmışını sevmiyor, aptal<br />

yerine konmak istemiyor. Yıllardır halk bunu istiyor diyen<br />

zihniyetlere karşı nasıl bir komedi ortaya çıkardınız?<br />

K.B: Aslında Patlak Sokaklar internette 5 bölüm yayınlanan<br />

bir viral diziydi. Yani milyonlarca kez izlenmiş, özellikle internet<br />

medyasını takip eden ya da sosyal medya ile bağları<br />

güçlü olan milyonlarca kişinin bildiği sahiplendiği bir projey-


di. Ancak internet ve teknolojiyle ilgili her ne kadar yüksek<br />

bir kullanıcı olsa da bu projenin Patlak Sokaklar Gerzomat<br />

adıyla beyazperdeye taşınıyor olması ve başka bir<br />

kitlenin daha dikkatini çekmesi çok önemli bir şey. ANS<br />

Prodüksiyon’un da bu anlamda BatesMotelPro ekibine<br />

destek vermesi önemli diye düşünüyorum. Sosyal medyaya<br />

baktığımızda binlerce yetenekli genç insan, binlerce<br />

güzel proje var. Ama sadece bir alanda sınırlı kalıyorlar.<br />

Her ne kadar sonu uçsuz bucaksız olsa da desteklenmesi<br />

gereken bir noktada. Türk Sineması adına bu filmin<br />

farklı bir keşif ve deneyimleme olduğunu düşünüyor ve<br />

yapımcılar tarafından yetenekli insanların desteklenmesini<br />

önemsiyorum. Türk sinemasının son dönemlerde<br />

izleyici tarafından gördüğü ilginin iyi olduğunu ama daha<br />

da artması gerektiğini düşünüyorum. Seyirci tarafından<br />

desteklendikçe daha iyiye gidecek bir sinemamızın<br />

olacağını düşünüyorum. Her geçen yılda izleyici sayısının<br />

artığını görüyoruz çok iyi yapımlar çıkıyor ,bende bir izleyici<br />

olarak iyi vakit geçirmek istiyorum ister dram olsun ister<br />

komedi. Salonda geçirdiğim 2 saat bambaşka bir dünyaya<br />

girmek istiyorum, izlediğim komedi veya dram olması fark<br />

etmez önemli olan şey beni yabancılaştırmaması, samimi<br />

olması.<br />

K.B: İyi buluyorum, ortalama 24 milyon bilet satılıyor. Yerli<br />

filmlerin izlenme oranları artıyor. Bunu rakamlar böyle<br />

gösteriyor. Sinemayla ilgili hareketli bir hayat var, festivaller<br />

var. Ben gidişatı iyi buluyorum. Bizim filmi de bu<br />

anlamda zekice kurgulanmış iyi bir iş olarak görüyorum.<br />

Bir Zamanlar Anadoluda’dan sonra Patlak Sokaklar nasıl<br />

geldi?<br />

K.B: Çok iyi geldi. (Gülüşme) Benim sihirbazlığım ve<br />

yazarlığımdan dolayı oyunculuğumdan pek bahsedilmez.<br />

Aşağı yıkarı on tane filmde oynadım, hepsinde de<br />

iyi yönetmenlerle çalıştım, iyi projelerde yer aldım. Mutlu<br />

olacağım işlerde yer almayı seviyorum, sette iyi vakit<br />

geçirmek, çalışırken keyif almak çok önemli. Agresif insanlarla<br />

çalışmamayı tercih ediyorum. Patlak Sokaklar Gerzomat<br />

projesinde Selin Demiratar, Doğa Rutkay mesela<br />

ya da Nuri Bilge Ceylan dünyanın en komik ve eğlenceli<br />

adamlarından biridir. Bestmotelpro ekibi de çok keyifliydi.<br />

Mesela Bülent Serttaş’ı bu projede tanıdım çok memnun<br />

oldum. Tatlı ve komik biri. Zaten eğlenmeyeceğim işe de<br />

girmem.<br />

Bu filmin seyirciye vaat ettikleri?<br />

K.B: Eğlenecekler<br />

Son olarak neler dersiniz?<br />

K.B: Allah son etmesin. Ne diyeyim… ☺


BANU BOZDEMİR<br />

n Bu ay vizyona giren Mirror, Mirror / Pamuk<br />

Prensesin Maceraları: Ayna Ayna Söyle<br />

Bana’dan ilham alarak çocuk romanlarının<br />

sinemaya uyarlanmış hallerine baktık… Ama<br />

Mirror, Mirror biraz farklı… Bu bildiğiniz<br />

Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalından<br />

biraz farklı, biraz çılgın, biraz masalın<br />

söylenmemiş tarafını anlatan bir uyarlama. En<br />

son Ölümsüzler ile seyrettiğimiz yönetmen<br />

Tarsem Singh’ın son işi olan yapım, kötü niyetli<br />

bir cadının güzeller güzeli Pamuk Prensesi<br />

sürgüne gönderip, krallığın başına geçmesi<br />

bol mizahi bir dille aktarılıyor. Pamuk Prenses,<br />

ormanda tanıştığı Yedi Cücelerin yardımıyla<br />

tacını geri almayı başarabilecek mi? Peki Kötü<br />

Kraliçe Prens Andrew’u kendisine aşık edip,<br />

evlenmeyi başarabilecek mi? İşte biz de bu<br />

filmlerin peşine düştük!<br />

Savaş Atı<br />

İngiltere kırsalı ve Avrupa’da geçen film,<br />

I. Dünya Savaşı<br />

sırasında Jeremy<br />

Irvine’ın<br />

canlandırdığı<br />

Albert’ın ve onun çok<br />

sevdiği atı Joey’in<br />

öyküsünü anlatıyor.<br />

Evcilleştirip eğittiği<br />

atının satılıp, savaşta<br />

sipere gönderilmesi<br />

iki dostu ayırsa<br />

da, yaşadıkları<br />

olaylar pek çok<br />

hayatı değiştirecek<br />

epik bir maceraya<br />

dönüşecektir. Arka planda savaşın olduğu bu<br />

dostluk öyküsü, aslında serüven dolu uzun bir<br />

yol filmi...<br />

Senaryosunu, Michael Morpurgo’nun tiyatroya<br />

da uyarlanan aynı isimli 1982 tarihli<br />

çocuk romanından Richard Curtis ve Lee<br />

Hall’un uyarladığı filmin başrollerinde Jeremy<br />

Irvine, Emily Watson, Toby Kebbell, Benedict<br />

Cumberbatch, David Thewlis, Tom Hiddleston,<br />

Eddie Marsan, David Kross, Peter Mullan gibi<br />

isimler rol alıyor. Yönetmen koltuğunda ise<br />

Steven Spielberg usta oturuyor...<br />

Harry Potter serisi<br />

Harry Potter serisi, İngiliz kadın yazar J.K.<br />

Rowling tarafından yedi kitap olarak yazılan


fantastik romanlar ve onlardan uyarlanan filmler<br />

serisidir. Dünya çapında elde ettiği başarı<br />

ve yakaladığı satış rakamlarıyla çığır açmayı<br />

başarmış ve edebiyat tarihine geçmiştir. Harry<br />

Potter serisinin yedinci kitabı piyasaya çıktığı<br />

ilk gün ABD’de 8,5 milyonun üzerinde bir satış<br />

rakamı yakalayarak erişilmesi güç bir rekora<br />

imza atmıştır. Harry Potter serisinin ilk kitabı,<br />

Harry Potter ve Felsefe Taşı, 1997 yılında piyasaya<br />

çıkmıştır. Yedi kitaplık serinin günümüz<br />

itibariyle tümü tamamlanıp satışa<br />

sunulmuştur (J.K.Rowling 24/06/2010<br />

tarihli basın açıklamasında serinin<br />

devamı niteliğinde bir kitap yazmayı<br />

düşündüğünü, kitaba önceki hikâyenin<br />

10 yıl sonrasından başlamak istediğini<br />

belirtti). Ünlü serinin kitapları, “Dünyanın<br />

En Hızlı Satan Kitabı” ve “Dünyanın En<br />

Çok Satılan Çocuk Romanı” unvanlarını<br />

şimdiden üstlerine almışlardır. Kitap<br />

serisi, sadece çocuklarlar için yazılmasına<br />

rağmen, her yaştan okurun ilgisini<br />

çekmiştir. Hepsi de filme uyarlanmıştır.<br />

Saftirik Greg’in Maceraları<br />

“Saftirik Greg” serisini bilmeyeniniz yoktur.<br />

Jeff Kinney’in 2007 yılında yarattığı bu<br />

kahramanın maceraları seri halinde devam<br />

ediyor. Serinin başkahramanı Greg’in,<br />

annesinin zoruyla tutmaya başladığı<br />

günlükleri kitapların akışını oluşturuyor.<br />

Karşımızda “yaramaz”mış gibi aksettirilen,<br />

ama aslında yaptıkları aile fertleri<br />

tarafından fazlasıyla engellenen, şanssız<br />

bir Greg var. Saftirik yakıştırmasının<br />

altında kesinlikle bu şanssızlık ve kendini<br />

ifade edememe hali yatıyor. İlk kitapta<br />

Greg’in ailesi ve arkadaş çevresiyle<br />

tanışmıştık.<br />

Altıncı sınıfa<br />

başlayan Greg<br />

çocuklukla<br />

ergenlik arası<br />

çizgide gidip<br />

geliyor ve bu<br />

belirsiz durumdan<br />

memnun<br />

olmadığını her<br />

koşulda dile<br />

getiriyordu.<br />

Örneğin, en<br />

yakın arkadaşı


anlayamıyor, abisi Rodrick’le ise hiç anlaşamıyordu. Anne ve<br />

babasının mükemmel bir birey olması için verdikleri öğütler<br />

ise bir kulağında girip öbür kulağından çıkıyordu. İkinci kitap<br />

daha çok Greg ile abisi Rodrick arasında yaşanan atışmaları<br />

ve annelerinin onları “uyumlu” hale getirme çabalarını<br />

kapsıyor. Bu atışmalar eşliğinde geçen kitapta şimdilik “mutlu<br />

son” diyoruz, ama seri önümüzde uzadıkça, Greg’in de<br />

büyüme dertleri ve buna eklenen sorunları devam edecek gibi!<br />

Alis Harikalar Diyarında<br />

Walt Disney Pictures ve yenilikçi<br />

yönetmen Tim Burton’dan epik bir<br />

3D fantastik macera, tüm zamanların<br />

en çok sevilen masallarından<br />

birinin büyülü ve düşsel değişimi:<br />

Alis Harikalar Diyarında... Johnny<br />

Depp Çılgın Şapkacı ve Mia Wasikowska<br />

küçük bir kız olarak ilk<br />

kez karşılaştığı garip dünyaya geri<br />

dönen, çocukluk arkadaşları Beyaz<br />

Tavşan, Tweedledee ve Tweedledum,<br />

Fare, Tırtıl, Cheshire Kedisi ve<br />

elbette Çılgın Şapkacı’yla yeniden<br />

bir araya gelen 19 yaşındaki Alis<br />

rolünde... Alis gerçek kaderini bulmak<br />

için fantastik bir yolculuğa çıkar ve Kupa Kraliçesi’nin<br />

korku krallığına son verir...<br />

Narnia Günlükleri<br />

Narnia Günlükleri”, yaşlı bir profesörün<br />

evinde saklambaç oynarken<br />

tesadüfen keşfettikleri bir gardrop<br />

sayesinde yepyeni dünyalara açılan<br />

dört çocuğun macerasını konu<br />

alıyor. C.S. Lewis’in başyapıtından<br />

uyarlanan filmde, dolabın öbür<br />

tarafındaki kapıyı açan Pevensie<br />

kardeşler, o andan itibaren Nazi<br />

bombalarının düştüğü İkinci Dünya<br />

Savaşı İngiltere’sinin kâbus gibi<br />

ortamından çıkıp Narnia adıyla bilinen<br />

paralel evrene geçiş yaparlar.<br />

Konuşan hayvanları ve mitolojik<br />

yaratıklarıyla peri masallarındakine benzer büyüleyici bir<br />

dünyaya giriş yapmışlardır. Narnia serisinin ilk filmi “Aslan,<br />

Cadı ve Dolap”taki (“The Lion, the Witch and the Wardrobe”)<br />

inanılmaz olayların üzerinden bir yıl geçtikten sonra Narnia’ya<br />

dönen kahramanlarımız, bu efsanevi ülkeye geri döndüklerinde,<br />

Narnia zaman ölçütüyle 1.300 yıldan fazla süre geçmiş<br />

olduğunu fark ederler.


Ejderhanı Nasıl Eğitirsin<br />

Cressida Cowell’ın kitabına dayanan<br />

ve iri yapılı Vikingler ile vahşi<br />

ejderhaların efsanevi dünyasında<br />

geçen aksiyon komedi “Ejderhanı<br />

Nasıl Eğitirsin”de, ejderha öldürmenin<br />

kahramanlıkla bir tutulduğu<br />

kabile geleneğine pek uygun olmayan<br />

genç Vikingli Hıçkıdık’ın<br />

hikâyesi anlatılıyor. Onun ve Vikingli<br />

arkadaşlarının dünyaya farklı<br />

bir açıdan bakmalarını sağlayan bir<br />

ejderhayla karşılaştığında, Hıçkıdık’ın dünyası alt üst oluyor.<br />

Charlie’nin Çikolata Fabrikası<br />

İlginç bir karakter olan çikolata<br />

üreticisi Willy Wonka,<br />

çikolata imparatorluğu için veliaht<br />

arayışındadır. Eğitmek ve<br />

sonrasında yerini bırakmak üzere<br />

bir yarışmayla 5 tane çocuk seçer.<br />

Aralarında, Wonka’nın fabrikasının<br />

civarında oturan Charlie adlı yoksul<br />

bir çocuk da vardır.<br />

Bu 5 şanslı çocuk, 15 yıldır hiç<br />

kimsenin görmediği çikolata<br />

fabrikasını gezerler. Gördükleri<br />

Charlie’yi büyüleyecek ve onu<br />

Wonka’nın fantastik dünyasına<br />

çekecektir.Fantastik sinemanın kralı Tim Burton’ın yönettiği<br />

filmin başrolünde, yönetmenin gözdesi, Johnny Depp var.<br />

Talihsiz Serüvenler Dizisi<br />

Baudelaire Yetimleri’nin felaket dolu öyküsünü anlatan hikayeler<br />

dizisine hoşgeldiniz! 14 yaşındaki güzel Violette’in<br />

bilimsel konulara ve icatlara olağanüstü bir ilgisi vardır. Soluk<br />

almadan okuyan kitap kurdu Klaus ise 12 yaşında bir oğlan<br />

çocuğudur. Küçük bebek Sunny ise her bulduğu yere dişlerini<br />

geçirmeyi bir borç bilir. Üçlünün hayatı, anne ve babalarının,<br />

evlerinde çıkan bir yangın sonucu ölmesiyle değişir. Yetimler,<br />

kendileri uzak akrabaları Kont Olaf’ın yanında bulurlar.<br />

Kont’un aklında tek bir şey vardır: Baudelaire mirasına sahip<br />

olmak! Bunun için Violette’i kendisiyle evlenmeye zorlar ve<br />

yetimlere etmediği kötülük kalmaz. Ülkemizde de çok sevilen<br />

bir kitap dizisi olan Talihsiz Serüvenler Dizisi, Lemony Snicket<br />

takma adını kullanan esrarengiz yazarıyla (asıl adı Daniel<br />

Handler), gerçekten de çocuk edebiyatına ilginç bir soluk;<br />

acımasız, limoni bir tarz getirdi. Beyazperdedeki serüveninde<br />

Kont Olaf’ı Jim Carrey oynuyor.


Arthur ve Minimoylar<br />

Dünyaca ünlü Fransız film yönetmeni Luc Besson,<br />

serüvenlerini filme de aktardığı yepyeni<br />

bir kahramanla, on yaşındaki melek yüzlü, fırça<br />

saçlı, çilli suratlı Arthur’la tanıştırdı bizi. Dört<br />

kitaptan oluşan bu<br />

dizinini ilk kitabında,<br />

anneannesinin<br />

yanında kalan<br />

Arthur’un sıkıntısı<br />

büyük. Çünkü evleriyle<br />

bahçelerini ele<br />

geçirmek isteyenler<br />

var. Dedesiyse dört<br />

yıldır kayıp. Küçük<br />

kahramanımız, ne<br />

yapacağını kara kara<br />

düşünürken, dedesinin<br />

evin değişik<br />

yerlerine bıraktığı<br />

ipuçlarını izleyerek Minimoylar Ülkesi’ne geçiyor.<br />

Prenses Selenya’yla ve minimoylarla tanışıyor.<br />

Üç gün içinde gizli hazineyi bulmak, sineklere<br />

binmiş savaşçılarla ve kötü kalpli bir büyücüyle<br />

mücadele etmek zorunda kalıyor. Üstelik de bir<br />

minimoy kadar ufacıkken. Arthur ve Minimoylar,<br />

sizi olağanüstü bir serüvene, fantastik bir<br />

ülkeye, gizemli minicik yaratıkların masalsı<br />

yaşantılarına götürüyor.<br />

Çizmeli Kedi<br />

O Avrupa halk masallarının en cingöz, en iş<br />

bitirici ve en insansı kedisi. Asalet ve güç sembolü<br />

olan sarı çizmeleri içerisinde Çizmeli Kedi<br />

aslında zenginlik ve ün peşinde koşan oldukça<br />

zeki bir canlı. Sinema perdesindeki yolculuğu<br />

ise meşhur Altın Yumurtlayan Kazı çalma<br />

macerası çevresinde şekilleniyor.<br />

Zeka küpü Humpy Dumpty ve sokakların<br />

kraliçesi Kitty Softpaws’u bu kendi hırsızlık<br />

planına dahil eden dokuz canlı Çizmeli Kedi,<br />

arkadaşlarıyla cesaret isteyen ama bir o kadar<br />

da komedi dolu bir maceraya atılıyor... Shrek<br />

üçlemesinin her filminde farklı karakterlere<br />

sesiyle hayat veren ve senaryoda da parmağı<br />

olan Chris Miller’ın Şrek 3 ‘ten sonraki ikinci<br />

uzun metrajlı yönetmenlik çalışması olan<br />

Çizmeli Kedi’nin orijinal seslendirme kadrosunda<br />

Kedi’ye Antonio Banderas, Humpy<br />

Dumpty’ye perde gördüğümüz anda gülmeye<br />

başladığımız Zach Galifianikis ve Yumuşak<br />

Pati Kitty’ye Salma Hayek sesleriyle hayat<br />

veriyor.


n Bu ayki köşeyi de, son zamanlarda<br />

katıldığı festivallerde<br />

önemli başarılar elde eden “Baydara”<br />

adlı kısa filmin sahibi Can<br />

Eren’e ayırdık. Bakalım kısa filmin<br />

başarılı temsilcilerinden Can Eren<br />

sorularımızı nasıl yanıtladı?<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1986 Ankara doğumluyum. 2005<br />

yılında Konya ve Mevlana ile ilgili<br />

kısa bir belgesel denemem oldu.<br />

Ardından 2006’da İstanbul Bilgi<br />

Üniversitesi’nde Sinema Televizyon<br />

ve Görsel İletişim Tasarımı<br />

bölümlerinde çift ana dal eğitimime<br />

başladım. Aynı yıl fotoğrafçılıkla<br />

ilgilenmeye başladım. Üniversite<br />

projeleri dahilinde birçok<br />

denemem oldu; kısa film, belgesel,<br />

animasyon gibi. Şu an yine<br />

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde<br />

Sinema Televizyon yüksek lisansı<br />

yapmaktayım.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Bana göre kısa film sinemanın<br />

en marjinal türü. Sinemasal<br />

gerçekçiliği oluşturma ve izleyiciye<br />

aktarma konusunda kısa metraj,<br />

orta ve uzun metraja göre daha<br />

zor bir tür. Ve bu noktada kısa<br />

filmin başarısı, anlatı ve anlatım<br />

yönünden en rafine olana<br />

ulaşması ile doğru orantılı.<br />

Kısa filmi bir araç olarak mı<br />

görüyorsun? Yoksa söz gelişi<br />

bir 10 yıl sonra da, kısa filmler<br />

çekeceğim diyor musun?<br />

Kısa film ile uğraşmaya üniversite<br />

eğitimim ile birlikte başladım.<br />

Gerçek bir kısa filmci olduğumu<br />

düşünmüyorum. Her metrajın<br />

karakterleri ve hikayeleri farklıdır.<br />

Benim karakterlerim ve hikayelerim<br />

kısa metraj için çok<br />

detaylı ve bu sebepten kısa metraj<br />

beni seçim yapmam konusunda<br />

sıkıştırıyor. Hikayelerim ve karakterlerim<br />

durum analizlerinden<br />

öteye geçemiyor. Bu benim için bir<br />

sıkıntı değil, aksine, üstesinden<br />

gelmenin teorik ve pratik anlamda<br />

beni geliştirdiğini düşündüğüm bir<br />

durum. Ben kısa filmin ruhuna uymaya<br />

çalışmak yerine hikayelerimden<br />

kısa metrajlık parçalar almayı<br />

tercih ediyorum. Karakterlerim ve<br />

hikayelerim olgunlaştığı zaman<br />

metraj aralığını değiştireceğim<br />

muhakkak.<br />

BAYDARA “Edra’nın kaderi” adlı<br />

filmin birçok festivale katıldı,<br />

ödüller aldı. Neler hissettiriyor bu


filme ne gibi katkıları olabilir?<br />

Teknoloji her şeyde olduğu<br />

gibi kısa filmde de üreticinin<br />

filmin ruhunu algılayabilmesini<br />

güçleştiriyor. Hem soyut hem<br />

somut anlamda film nedir?<br />

Neyin temsilidir? Gibi soruları<br />

ve cevaplarını içselleştirme<br />

sürecini uzatıyor. Büyük bir<br />

üretim kirliliği de söz konusu<br />

tabii ki. Ama öte yandan üretimi<br />

hızlandırıyor ve bu doğru şeyin<br />

peşinde olan insanlar için bulunmaz<br />

bir nimet.<br />

Örnek aldığın, sinemasını<br />

sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler<br />

kimler? Hangi oyuncularla<br />

çalışmak isterdin?<br />

Tüm filmografilerini göz önünde<br />

bulundurduğumuzda Terry Gilliam,<br />

Jean Pierre Jeunet ve<br />

Coen Kardeşler’i seviyorum.<br />

Son dönemlerde Türk festivalleri<br />

bu durumun farkında,<br />

seçkilerinden bunu açıkça<br />

görebiliyoruz. Tabii ki de bu<br />

durum yenilikçi işlerin nitelik<br />

ve niceliği ile doğru orantılı<br />

fakat diğer ülke sinemalarına<br />

kıyasla bu değişim süreci<br />

olması gerekenden daha ağır<br />

ilerliyor.<br />

Son olarak gelecek<br />

planlarından bahsedelim…<br />

Gelecek planlarım arasında<br />

sinema büyük bir yer<br />

kaplıyor. Bir miktar karakterim<br />

ve hikayem var. Zamanı<br />

gelince onlarla uğraşmaya<br />

başlayacağım.<br />

Portfolyo: http://caneren.viewbook.com<br />

durum? Geleceğe dair ne gibi hayaller<br />

kurduruyor?<br />

Baydara’nın başarısı beni<br />

umutlandırıyor. Türk sinemasının<br />

sıkıştığı minimal anlatı ve anlatım<br />

üslubu hikayeleri de etkiliyor. Türk<br />

sinemasında anlatısal olarak taşra<br />

bunalımı, aile-çevre ikilemi gibi meselelerden<br />

farklı olarak şehre ve modernizme<br />

dair; anlatımsal olarak minimalist<br />

yapıyı bozabilecek, gerçeküstücü ya da<br />

farklı akımlardan beslenebilen bir film<br />

yapmanın imkansızlığı yaşanmakta.<br />

Bu yüzden Baydara gibi yenilikçi<br />

işlerin ödül alması, camia tarafından<br />

değerlendirilmesi heyecan verici bir<br />

durum.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa<br />

Yerli yönetmenler ve oyuncular<br />

konusunda “keşke” dediğim pek<br />

isim yok.<br />

Türkiye’deki film festivalleri<br />

ve kısa filmcilere yaklaşımları<br />

konusunda neler söylemek<br />

istersin?<br />

Yerli festivallerin yenilikçi<br />

yönetmenleri ve filmleri<br />

yeterince desteklediğini<br />

düşünmüyorum. Yenilikçi işler<br />

yabancı festivallerce yeterince<br />

ötekileştiriliyor. Yenilikçi Türk<br />

filmlerini Türk sinemasının<br />

temsili olarak kabul etmiyorlar.<br />

Üstüne, yerli festivallerin de<br />

yabancı festivaller gibi muhafazakar<br />

oluşu üzücü bir durum.


Küçük yaşta kendini beğenmeyen Uma<br />

Thurman’ın geldiği nokta isminin anlamı<br />

gibi güzellik tanrıçalarını kıskandırıyor. Bu<br />

ay Bel Ami filminde Robert Pattinson ile<br />

imkansız bir aşk yaşayacak güzel yıldız...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Bazı insanlar vardır kendi kaderlerini kendileri yaratırlar.<br />

Hollywood’ta ise bu örneklerin en bilineni Uma Thurman. Daha<br />

küçüklüğünden itibaren insanlarla savaşmak zorunda kaldı Uma.<br />

Hatta annesinin burnunu estetik ameliyatı yaptırması için ısrar etmesi<br />

bile onun anılarında acı bir anı olarak kaldı. Annesinin bu isteği<br />

yüzünden fiziğine hiç güvenmedi. Okulda diğer kızlar onun uzun boylu<br />

olması ve büyük ayaklarıyla hep dalga geçtiler. Üstelik uzun boyu<br />

ona bir avantaj da getirmedi o günlerde. Ne derslerinde başarılıydı<br />

ne de sporda üstün bir özelliği vardı. Ama mezuniyet töreninde<br />

sahneye çıktığında seyirciler çirkin ördeğin bir güzellik tanrıçasına<br />

dönüşmesini izlediler. Kabiliyetinin farkına varan Uma yatılı okulu<br />

bıraktı ve New York’a taşındı. Artık aklı fikri oyuncu olmaktaydı.<br />

Bulaşıkçılık yaparak deneme çekimlerine katılarak kariyer savaşına<br />

başladı. 16 yaşında şans yüzüne güldü ve Elite ajansının modeli<br />

oldu. 1988 yılındaysa ilk sinema deneyimini yaşadı. Tam dört filmde<br />

birden yer aldı. Bunların içinden Dangerous Liaisons onun hayatını<br />

değiştirdi. Yapımcıların dikkatini çekti, bir de rol arkadaşı John Malkovich<br />

onun çok yetenekli ve zeki olduğunu söyleyince art arda teklifler<br />

aldı. Fakat bundan sonra oynadığı filmler gişede başarısız oldu.<br />

Üstelik onun kötü oyuncu olduğu eleştirmenler tarafından yazılıp<br />

çizilmeye başladı. Herşey kötü gitmeye başladığında Tarantino’nun<br />

çekeceği Pulp Fiction’ın deneme çekimlerine katıldı. Tarantino çekimleri<br />

hiç beğenmedi. Tam Uma’nın üzerini çizmişken bir yemeğe<br />

çıktılar. Uma yönetmenin ağzından girip burnundan çıktı ve yemek<br />

sonunda Mia karakteri Uma’nındı. Film bir kült oldu, Uma’ysa<br />

Tarantino’nun vazgeçemediği oyuncu. Daha sonra Kill Bill serisi<br />

geldi. Bütün bu başarılı filmlere rağmen hiç bir zaman gişede<br />

garantiyi sağlayacak bir oyuncu olarak görülmedi. Aşk hayatında<br />

ise film setinde tanıştığı Gary Oldman ile evlendi. İki yıllık evlilik<br />

boşanmayla sona erdi. Daha sonra ise Ethan Hawke ile evlendi<br />

ve iki çocuğu oldu. 1.83 metre boyundaki oyuncu şu anda Hyde<br />

Park, New York’ta yaşıyor. İsmi “Uma”, Hindistan mitolojisinde<br />

ışık ve güzellik tanrıçası anlamına geliyor. Bu ay ise en karizmatik<br />

vampir Robert Pattinson ile başrolü paylaştığı Bel Ami<br />

filmiyle sinemalara konuk olacak. Bakalım güzellik tanrıçasıyla<br />

vampirin aşkı nasıl olacak?


BANU BOZDEMİR<br />

n 11 Kasım 1074’de Amerika’da dünyaya geldi. İsmini<br />

Leonardo da Vinci esinlen mesinden aldı. Bir süt markası<br />

için kamera karşısında geçtiğinde Caprio 5 yaşındaydı.<br />

Caprio’nun oyunculuk kariyeri 1989 yılında Parenthood<br />

isimli TV filmiyle başladı. Film çekimleri sırasında en yakın<br />

arkadaşlarından biri olacak Tobey Maguire ile tanıştı. İlk<br />

önemli rolü 1991’deki Critters 3 filmindeki Josh karakteri<br />

olan Caprio, 1993’te ünlü oyuncu Robert De Niro ile<br />

aynı filmde oynama şansını yakaladı. This Boy’s Life’taki<br />

performansıyla New York Film Critics ve the National Society<br />

of Film Critics tarafından oldukça başarılı bulunan<br />

Caprio, yine aynı yıl What’s Eating Gilbert Grape? filmindeki<br />

oyunculuğuyla henüz 19 yaşındayken en iyi yardımcı<br />

erkek oyuncu oskarına aday gösterildi. Genç kızların<br />

sevgilisi, Hollywood’un yeni jönü, en büyük patlamasını<br />

James Cameron’ın Titanic filmiyle yaşadı.<br />

2000 senesinde Danny Boyle’ın daha önce Ewan Mc-<br />

Gregor için düşündüğü rolü The Beach’te Caprio kaptı.<br />

Bir yıl aradan sonra en iyi arkadaşlarından biri olan Tobey<br />

Maguire’la başrolleri paylaşacakları Don’s Plum için kamera<br />

karşısına geçti. 2002 Caprio için oldukça şanslı bir yıl<br />

oldu Zira oyuncu hem Martin Scorsese’nin Gangs of NewYork<br />

filminde Daniel Day-Lewis’le birlikte çalışma fırsatı<br />

buldu hem de ünlü Brezilyalı model Gisele Bündchen’le<br />

aşk yaşamaya başladı. 2002’de Steven Spielbrg’in Sıkysa<br />

Yakala filminde ve hemen arkasından yine bir Scorsese<br />

filmi olan The Aviator da rol aldı. Köstebek’te çeteye<br />

sızma görevi verilen bir çaylağı, Kanlı Elmas’ta bir elmasın<br />

peşinde helak olan paralı askeri, Yalanlar Üstüne’de kimliği<br />

ifşa olan bir ajanı canlandırdı. Hayallerin Peşinde’de<br />

sorgulanan evlilik kurumunun erkek tarafına, Zindan<br />

Adası’nda bir adada bir katilin peşindeki iki polisten<br />

birine, Başlangıç’ta bir rüya hırsızına hayat verdi. Bu sene<br />

Titanic’in 3D versiyonunda ve aynı zamanda yine bir ajanı<br />

canlandıracağı J. Edgar’da rol alacak. Biz de oyunculuk<br />

basamaklarını başarıyla ve kararlı adımlarla tırmanan bu<br />

adamı zevkle izleyeceğiz yine!


T.C Kültür Bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşların<br />

destekleri ile Dünya Kitle İletişimi ve Araştırma Vakfı tarafından bu yıl<br />

23’üncüsü düzenlenecek olan Ankara Uluslararası Film Festivali,<br />

15 – 22 Mart tarihleri arasında sinemaseverler ile buluşacak.<br />

n Ana Tema - Tektipleşme<br />

Tüm farklılıkların törpülendiği ve zihinlerin tektip<br />

yaşam tarzına alıştırıldığı bir dünyada yaşadığımız<br />

gerçeğinden yola çıkarak, bu yıl Festivalin ana<br />

teması ‘Tektipleşme’ olarak belirlendi.<br />

Festival, dünyayı istila eden tektip yaşam tarzına,<br />

bireylerin birbirinin hemen aynı hedeflere kilitlemesine<br />

ve bundan doğan büyük trajedilere vurgu<br />

yapmayı hedefliyor. Ayrıca festival, seyircisini<br />

küreselleşen kültürün dayattığı tektip yaşam<br />

tarzı ve bunun ardındaki nedenler üzerine de<br />

düşünmeye çağırıyor.<br />

Ulusal Uzun Film Yarışması<br />

Prof. Dr. Oğuz Onaran, Prof. Dr. Seçil Büker ve<br />

Prof. Dr. S. Ruken Öztürk’ten oluşan ön seçici<br />

kurul, 23. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal<br />

Uzun Film Yarışması’na başvuran 23 film<br />

arasından, 9 filmin bu kategoride yarışmasına<br />

karar verdi.<br />

Canavarlar Sofrası-Ramin Matin, Mar-Caner Erzincan,<br />

Yangın Var-Murat Saraçoğlu,İz-M. Tayfur<br />

Aydın, Nar-Ümit Ünal, Aşk ve Devrim-F. Serkan<br />

Acar, Entelköy Efeköy’e Karşı-Yüksel Aksu, Güzel<br />

Günler Göreceğiz-Hasan Tolga Pulat<br />

Hicaz-Erdal Rahmi Hanay<br />

Jüriler<br />

Ulusal Uzun Film kategorisinde<br />

yarışan filmler,<br />

yönetmen Çiğdem Vitrinel,<br />

görüntü yönetmeni Doğan<br />

Sarıgüzel, senarist-yazar<br />

Osman Şahin, sinema<br />

eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan<br />

ve akademisyen<br />

Sami Şekeroğlu tarafından<br />

değerlendirmeye alınacak.<br />

Ali Ulvi Uyanık, Ceyda Aşar,Yeşim Burul Sezen’den<br />

oluşan SİYAD jürisi, Ulusal Uzun kategorisinde<br />

yarışan 9 film arasından, SİYAD jüri özel ödülünün<br />

sahibini belirleyecek.<br />

Ulusal Kısa Film Yarışması<br />

23. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında<br />

düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması için Bilge<br />

Taş, Kıvanç Yalçıner ve Ezgi Yalınalp’ten oluşan ön<br />

seçici kurul, ‘Kurmaca’, ‘Deneysel’ ve ‘Canlandırma’<br />

bölümlerinde gösterilmek üzere toplam 29 filmin<br />

yarışmaya katılmasına karar verdi. Üç kategoride<br />

düzenlenen ve En İyi Kurmaca, En İyi Canlandırma<br />

ve En İyi Deneysel Film dalında toplam üç ödülün<br />

yer aldığı Ulusal Kısa Film Yarışması’nda her bir<br />

kategoride En İyi Film Ödülü alanlara 2.500,00 TL’lik<br />

bir de para ödülü verilecek.<br />

Ulusal Belgesel Film Yarışması<br />

Festival kapsamında düzenlenen ‘Ulusal Belgesel<br />

Film Yarışması’ için, öğretim görevlisi Bülent Özkam,<br />

öğretim görevlisi Kurtuluş Özgen ve yarışma koordinatörü<br />

Emrah Kalan’dan oluşan ön seçici kurul,<br />

yaptığı değerlendirme sonucunda Öğrenci filmleri ve<br />

Profesyonel filmler kategorisinde aşağıdaki filmlerin<br />

yarışmasına karar verdi. Her iki dalda başarılı olan<br />

filmlere 2.500,00 TL’lik para ödülü verilecek.<br />

Dünyanın Her Köşesinden<br />

Festivalin en renkli bölümlerinden biri olan ‘Dünyanın<br />

Her Köşesinden’, dünyadaki en önemli film festivallerinde<br />

gösterilmiş, ödül almış, eleştirmenler ve seyirciler<br />

tarafından en çok beğenilen filmlerden oluşan,<br />

Uzakdoğu’dan Amerika’ya, Afrika’dan Avrupa’ya<br />

uzanan bir yolculuk. Dünyanın her köşesinden öyküleri<br />

Ankaralı seyircilere taşıyacak olan programda<br />

bol ödüllü filmlerin yanı sıra keşfedilmeyi bekleyen<br />

filmler de olacak.<br />

• Bir Sabah Erkenden / De bon matin / Early One


Morning, Jean-Marc Moutout,<br />

2011, Fransa, Belçika<br />

• Biz Değilsek Kim? / Wer<br />

wenn nicht wir / If Not Us,<br />

Who?, Andres Veiel 2011,<br />

Almanya<br />

• Hahamın Kedisi / Le chat<br />

du rabbin / The Rabbi’s Cat,<br />

Antoine Delesvaux, Joann Sfar,<br />

2011, Fransa, Avusturya<br />

• Hanımefendi ve Kum Adam / Der<br />

Sandmann / The Sandman, Peter<br />

Luisi, 2011, İsviçre<br />

• Kayıp Gençlik / Wasted Youth, Argyris<br />

Papadimitropoulos & Jan Vogel,<br />

2011, Yunanistan<br />

• Los pasos dobles / The Double Steps,<br />

Isaki Lacuesta, 2011, İspanya<br />

• Öğrenci / El estudiante / The Student,<br />

Santiago Mitre, 2011, Arjantin<br />

• Özgür Adamlar / Les hommes libres /<br />

Free Men, Ismaël Ferroukhi, 2011, Fransa<br />

• Ruh Eşim / Café de flore, Jean-Marc Vallée,<br />

2011, Kanada, Fransa<br />

• Üç Buçuk / Seh o nim / Three and a Half,<br />

Naghi Nemati, 2011, İran<br />

• Yarın / Morgen, Marian Crişan, 2010, Romanya,<br />

Fransa, Macaristan<br />

Usta İşi<br />

Ustalar programı, çağdaş sinemaya yön veren,<br />

dünyanın en tanınmış yönetmenlerinin en son<br />

filmlerini içeriyor.<br />

• Budala Almayer / La folie Almayer, Chantal Akerman,<br />

Belçika, Fransa, 2011<br />

• Torino Atı / A Torinói ló / The Turin Horse, Béla<br />

Tarr, Ágnes Hranitzky, 2011, Macaristan, Fransa,<br />

Almanya, İsviçre, ABD<br />

Toplu Gösterim: Robert Altman<br />

Festival programının en önemli bölümlerinden<br />

biri olan, yedinci sanat ustalarını başyapıtlarıyla<br />

andığımız ‘Toplu Gösterim’ bölümünün bu seneki<br />

konuğu Amerikan sinemasının yalnız ve inatçı<br />

silahşörü Robert Altman. Robert Altman, ilk filmlerinden<br />

itibaren Amerikan kültürüyle organik bağlarını<br />

ve bu kültürle ilişkili referanslarını açık biçimde,<br />

ama ters bir yönden ortaya koyan ve zeka ve alay<br />

yüklü filmleriyle çağdaş sinemanın en büyükleri<br />

arasına girdi. 70’li yıllarda ABD değerlerini eleştirel<br />

bir bakışla tartışan ‘Yeni Hollywood’ akımının<br />

en tanınmış temsilcilerinden biri oldu. 50 yılı<br />

aşan sinema kariyerine, 40’a yakın uzun filmin<br />

yanında, çektiği kısa ve belgesel filmlerle birlikte<br />

90 film sığdıran yönetmenin, bizlere ayrı ve yeni<br />

bir dünyanın gizli kapılarını açan en güzel filmleri<br />

Ankara’ya konuk olacak. Brewster McCloud, Robert<br />

Altman, McCabe ve Bayan Miller / McCabe & Mrs.<br />

Miller, Robert Altman, Hayal ve Görüntü / Images,<br />

Robert Altman, Bizim Gibi Hırsızlar / Thieves Like


Anlat Şehrazat<br />

Ankara Film Festivali, 6 filmlik bir seçkiyle Mısır<br />

sokaklarının nabzını tutacak. 2011’in gündeminden<br />

hiç düşmeyen konulardan biri şüphesiz Mısır’da<br />

30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek’in 18 günde devrilmesini<br />

sağlayan halk direnişiydi. Müslüman, Hristiyan,<br />

işsiz, işçi, kadın, erkek yüzlerce protestocunun<br />

“ekmek, değişim ve sosyal adalet” mottosuyla<br />

sokağa döküldüğü Mısır’da, 25 Ocak 2011 Mısır<br />

Devrimi’nin başladığı gün olarak tarihe damgasını<br />

vurdu. Protestoların gerçekleştiği ve ‘Devrimin<br />

kalbi’ olarak nitelendirilen Tahrir Meydanı tüm<br />

dünyada özgürlüğün evrensel bir simgesi haline<br />

geldi.<br />

• 18 Gün / 18 Days, Sherif Arafa, Kamla Abou<br />

Zikri, Marwan Hamed, Sherif El Bendari, Khaled<br />

Marei, Ahmad Abdalla, Yousry Nasrallah, Ahmed<br />

Alaa, Mariam Abou Ouf, Mohamed Ali, 2011, Mısır<br />

• Esma / Asma’a, Amr Salama, 2011, Mısır<br />

• Kahire 678 / Cairo 678, Mohamed Diab, 2010,<br />

Mısır<br />

• Kahire’den Kaçış / Cairo Exit, Hesham Issawi,<br />

2010, Mısır<br />

• Mikrofon / Microphone, Ahmad Abdalla, 2010,<br />

Mısır<br />

• Tahrir 2011: İyi, Kötü ve Politikacı / Tahrir 2011:<br />

The Good, the Bad and the Politician, Ayten Amin,<br />

Tamer Ezzat, Amr Salama, 2011, Mısır<br />

Michelangelo Antonıonı’nin Doğumunun 100. Yılı<br />

Yaptığı filmler 40 yıldan beri her ülkeden sinema<br />

seyircisinin gündeminden düşmeyen, İtalyan<br />

sinemasının yetiştirdiği büyük ustalardan biri olan<br />

Michelangelo Antonioni, doğumunun 100. yılında,<br />

kariyerinin başlarında çektiği az bilinen kısa, belgesel<br />

ve uzun filmlerinden oluşan bir seçkiyle<br />

anılacak.<br />

Görenler Görmeyenlere Anlatsın<br />

Görme ve işitme engelli vatandaşlar için “sesli<br />

betimleme” yöntemiyle hazırlanan filmler, festival<br />

kapsamında engelli vatandaşlar ile buluşacak.<br />

Türkiye Panoraması<br />

Geçtiğimiz yıla ait uzun, kısa ve belgesel filmlerden<br />

oluşan program, Türkiye sinemasının son dönem<br />

örneklerini bir arada görmek isteyenler için iyi bir<br />

fırsat yaratacak.<br />

Kısa Sınır Tanımaz<br />

Tüm dünyada, önemli festivallerden ödülle dönmüş<br />

2011 yapımı kısa filmler, Festival’in vize sorulmayan<br />

bölümünde yer alacak.<br />

Çocuklar İçin<br />

Festival’in çocuk sinemaseverler için hazırladığı<br />

canlandırma ağırlıklı bir program da çocukların


eğenisine sunulacak.<br />

Geceyarısı Sineması<br />

16 Mart 2010 Cuma 23:59<br />

Korkunç, tuhaf ve rahatsız edici… Korku/<br />

gerilim sinemasının en tekinsiz örnekleri<br />

geceyarısına doğru loş duvarımıza yansıyacak<br />

ve bizi koltuklarımızda zıplatacak.<br />

• Återfödelsen / The Unliving, Hugo Lilja, 2010,<br />

İsveç<br />

• Livide, Alexandre Bustillo, Julien Maury, 2011,<br />

Fransa<br />

En Kısa Gece - 17 Mart 2010 Cumartesi 23:59<br />

Beyaz Gece - 20 Mart 2010 Salı 23:59<br />

Sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek<br />

gösterimle, festivalin sabaha kadar film izleme<br />

geleneği bu yıl da devam edecek.<br />

Festilab<br />

Ankara Uluslararası Film Festivali’nin bir Video/<br />

Film Üretim Laboratuarı girişimi olan Festilab,<br />

Ankara’da yıl boyunca ses ve görüntü üretimi<br />

konusunda yurtiçinden ve yurtdışından gelecek<br />

konukların katılımıyla düzenlenecek bir dizi<br />

laboratuar-atölye çalışmasıdır. Üretilen işleri<br />

periyodik olarak yayınlanacak bir Videozine<br />

yoluyla bağımsız dolaşımının sağlanacağı, bir<br />

dahaki festivalde gösteriminin yapılacağı bir<br />

dağıtım-gösterim ağı projesidir. Herkes için<br />

yapılan bir Video/Film üretiminden yana olan<br />

Festilab seyirciyi Video/Film karşısındaki edilgen<br />

konumundan kurtararak, Video/Filmin<br />

ortak yaratıcısı, ortak sorumlusu olma olanağı<br />

verecek.<br />

Konuklar<br />

23. Ankara Film Festıvali bu yıl, yönetmen Peter<br />

Luisi (Hanımefendi ve Kum Adam), yönetmen Argyris<br />

Papadimitropoulos (Kayıp Gençlik), yönetmen<br />

Naghi Nemati, (Üç Buçuk), yönetmen ve Egyptian<br />

Film Center yönetim kurulu üyesi Magdy Ahmed Aly’ i<br />

ağırlayacak olmaktan mutluluk duymaktadır.<br />

Özel Ödüller<br />

Açılış Töreni’nde Dünya Kitle İletişimi Araştırma<br />

Vakfı’nın üç özel ödülü sahiplerine verilecek ve<br />

ardından bir film gösterimi yapılacak.<br />

Kitle İletişim Ödülü<br />

Kitle iletişimi alanında yaptığı nitelikli yayın ve<br />

çalışmalarla farkındalık yaratan, önemli bir eksiği<br />

dolduran bir kişi, kurum, yayın ve programa verilen<br />

bu ödülün bu yıl ki sahibi yayınını aralıksız 50 yıldır<br />

tüm zor koşullara rağmen sürdüren ve klasik müzik<br />

konusunda etkili bir yayın olan Orkestra Dergisi.<br />

Aziz Nesin Emek Ödülü<br />

Yaptığı çalışmalarla Türk Sinemasına uzun yıllar<br />

hizmet vermiş, sinema alanında önemli görevler<br />

üstlenmiş bir sinema emekçisine verilen bu ödül<br />

bu yıl yazdığı kitaplarla, arşiv çalışmalarıyla Türk<br />

Sineması’na büyük katkılarda bulunmuş olan sinema<br />

tarihçisi ve eleştirmeni Burçak Evren’e verilecektir.<br />

Sanat Çınarı Ödülü<br />

Ankara’ya yaşayan, Ankara’da üreten ve ürettikleriyle<br />

sanat alanında tartışmasız bir yer edinen farklı<br />

sanat dallarından bir sanatçıya, akademisyene, sanat<br />

insanına verilen bu ödül de bu yıl yaptığı çalışmalarla<br />

plastik sanatlara katkısı tartışılmaz sanatçı ve akademisyen<br />

Hamiye Çolakoğlu’na verilecektir.


n Aslan Max, “Max Maceraları – Kralın<br />

Doğuşu” filmiyle 9 Mart’tan itibaren beyazperdeyi<br />

fethetmeye hazırlanıyor. Üstelik<br />

bu dev macera için Türkiye’nin en önemli<br />

sesleri de Aslan Max’ın yanında yer alıyor.<br />

Engin Altan Düzyatan, Yekta Kopan, Özge<br />

Özpirinçci ve minik yıldız Alpay Şayhan<br />

sesleriyle kahramanlara can verirken,<br />

Türk pop müziğinin kraliçesi Sezen Aksu,<br />

filmde de kraliçeyi seslendiriyor. Aslan<br />

Max zorluklara karşı birlikte mücadele<br />

etme becerisinin, dostluk ve arkadaşlığın<br />

öneminin altını çiziyor.<br />

n Serdar Akar’ın hazırlıkları süren yeni<br />

projesi “Çanakkale İçinde” filminde,<br />

dünyaca ünlü film yıldızı Mel Gibson<br />

rol alacak. Filmin çekimlerinin Haziran<br />

ayında başlaması planlanıyor. Çanakkale<br />

Savaşının konu edildiği bu iddialı projede<br />

Gibson, “İngiliz komutan rolünde<br />

karşımıza çıkacak. Filmin diğer oyuncuları<br />

arasında ise sinemamızın ünlü isimleri yer<br />

alıyor. Behzat Ç. karakteriyle tanıdığımız<br />

ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu’nun<br />

Yüzbaşı Hilmi’yi canlandırdığı filmde,<br />

Yetkin Dikinciler Seyit Onbaşıya hayat<br />

verecek. Hollywood yıldızlarını da<br />

bünyesinde barındıracak ve bütçesinin<br />

hayli yüksek olacağı tahmin ediliyor.<br />

n Bugüne kadar birçok televizyon dizisine yönetmenlik<br />

yapmış Ersoy Güler, Nisan ayında ilk sinema filmi ile<br />

sinemaseverlerle buluşuyor. Ersoy Güler’in yapımcılığını<br />

da üstlendiği “Sağ Salim” neredeyse tamamı sadece<br />

bir günde ve yolda geçen bir komedi-macera filmi.<br />

Başrollerini Burçin Bildik, Fulya Zenginer ve Alper<br />

Saldıran’ın paylaştığı filmde diğer başlıca rollerde Hüseyin<br />

Avni Danyal, Kenan Ece, Murat Akkoyunlu, Kamil<br />

Güler, Kevork Türker, Orçun Kaptan, Tevfik İnceoğlu ve<br />

Yakup Yavru yer almakta. Hayatını biricik kamyonetiyle<br />

köyden kasabaya mal götürerek kazanan Salim’in,<br />

kendisi gibi kimsesiz birinin cenazesini Mersin’den<br />

Sivas’a ücretsiz götürmeyi kabul etmesiyle başlayan yol<br />

macerasının anlatıldığı Sağ Salim, pek çok film festivaline<br />

de aday. Animasyon kategorisinde katılacak olan<br />

filmler ayrı bir değerlendirmeye tabii tutulacaktır. Son<br />

katılım tarihi 4 Mayıs 2012’dir.


n Ferzan Özpetek 9. Filmi Magnifica Presenza<br />

vizyona hazır. Özpetek, Türkçe ismi ‘’Şahane<br />

Misafir’’ olarak belirlenen son filmi ‘’Magnifica<br />

Presenza’’da daha önce hiç denemediği bir şey<br />

yaptığını söyledi. Yeni filminin diğerlerine göre<br />

daha farklı olduğunu vurgulayan yönetmen,<br />

“Daha değişik bir film. Hayatın içinde olan her<br />

şey var. İnsanın güldüğü veya ağladığı durumların<br />

yanı sıra burada üçüncü bir durum var, o da<br />

korku. Bu film hayatı anlattığı için, hayatın<br />

içinde de sadece gülmek ya da sadece ağlamak<br />

olmadığı için, ikisinin karıştığı bir şey olması<br />

daha güzel oluyor. İzleyici bunlarla karşılaşacak”<br />

dedi. ‘’Şahane Misafir’’in temasının büyük merak<br />

konusu olduğunu ifade eden Özpetek, “Ana tema<br />

olarak çok değişik bu film. Şimdiye kadar hiç<br />

yapmadığım bir şey var bu filmde. İtalyanlar da<br />

konuyu merak ediyor ancak biz, bir şekilde saklı<br />

tutuyoruz. Bakalım nasıl reaksiyon gösterecek”<br />

diye konuştu.<br />

n Türk sinemasının parlayan yıldızlarından<br />

Buğra Gülsoy hedef büyüttü... Yazar Ayhan<br />

Bozkurt’un geçen yıl okurla buluşan “Barikattaki<br />

Çocuk” isimli romanı, sinema filmi oluyor. Çorum<br />

olaylarının bir çocuğun gözünden anlatıldığı<br />

romanı sinemaya aktaracak olansa sürpriz bir<br />

isim. “Kuzey Güney”, “Fatmagül’ün Suçu Ne” gibi<br />

ilgiyle izlenen televizyon dizilerinden tanıdığımız<br />

başarılı oyuncu Buğra Gülsoy, Bozkurt’un<br />

romanının film haklarını satın aldı. Oyuncu bu kez<br />

yönetmen koltuğunda oturacak. Buğra Gülsoy’un<br />

şu sıralar kendi yazıp yönettiği tiyatro oyunu<br />

“Pragma”, Garaj İstanbul’da sahneleniyor.<br />

n Lal Gece Berlin’de Kristal Ayı aldı bildiğiniz<br />

gibi. Kadın sorunun tüm dünyanın sorunu<br />

olduğuna vurgu yapan Reis Çelik, “Burada<br />

böyle bir ödül olmak güzel bir duygu. En büyük<br />

sevincim dünyada ve ülkemizdeki sorunları,<br />

kültürümüzü, zenginliğimizi acılarımızı ve<br />

mutluluklarımızı paylaşabilmek. Dünyayla ne<br />

kadar paylaşırsak o kadar ortak paydalarda<br />

buluşuruz. Onun için bu filmde anlattığım hikaye<br />

sadece bizim ülkemizin sorunları değil.<br />

Öyle bakılmasının önüne geçmek için bu filmi<br />

yaptım. Bize sadece öyle bakmasınlar istedim.<br />

Bunun kendilerine de ayna olması için bu filmi<br />

yaptım. Bütün dünyanın kadınları ve erkekleri<br />

yüzleşme yaşasınlar istedim. Ülkemdeki bütün<br />

kadınlara ve kadınlara daha saygılı olan<br />

erkeklere bu ödülü paylaşıyorum ve diğerlerinin<br />

de bununla yüzleşmesini istiyorum“ dedi.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!