14.05.2016 Views

Cinedergi 13

Binder13

Binder13

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

■ Bir yafl›m›z› doldurduk. Daha dündü sanki, F›rat<br />

ve Banu ile bir bas›n gösterimi sonras› oturup<br />

konuflmam›z... Bu kadar film seyrediyoruz, röportaj<br />

yap›yoruz ama bunlar› tam anlam›yla<br />

de¤erlendirecek bir mecra yok. Sinema dergileri<br />

desen, okuyucu say›s› ve maddi nedenlerden<br />

dolay›, daha o zaman salland›klar› belli oluyordu.<br />

Gazetelerde ç›kan yaz›lar›m›zda ise belirli bir dili<br />

tutturmak zorunday›z. ‹stedi¤imiz gibi incelemeler,<br />

yorumlar yapman›n, bazen kendi s›n›rlar›m›z›<br />

aflman›n, korkusuzca yazman›n çaresini ar›yorduk.<br />

F›rat, internette yay›nlanacak bir sinema dergisi<br />

yapabilir miyiz diye sordu. Cevap basit ve<br />

kesindi. Evet, yapabiliriz. fiimdi <strong>Cinedergi</strong>'nin birinci<br />

y›l›n› doldurdu¤umuz bu say›da içim çok<br />

rahat olarak söyleyebiliyorum, "Evet yapabilirdik<br />

ve yapt›k. Hem de en iyisini yapt›k." Rakiplerimizi<br />

asla afla¤›lamadan veya küçük görmeden söylüyorum.<br />

Biz bu mecran›n en dolu ve enerjik dergisini<br />

yapt›k. Ayda iki-üç bin t›klamayla bafllayan bu<br />

macera flu an elli binlere dayand›. Üstelik sadece<br />

Türkiye içinden de¤il. Almanya'dan, Arjantin'den,<br />

Finlandiya'dan, ABD'den, Güney Afrika'ya kadar<br />

dünyan›n dörtbir yan›ndan okuyucular›m›z var. Bir<br />

de hemen yan› bafl›m›zdaki dostlar›m›z. Üç kiflilik<br />

çekirdek bir kadro ile ç›kt›¤›m›z için bazen sarkan<br />

yay›n tarihimiz yüzünden hemen maillerimize<br />

uyar› mesajlar› yazan dostlar›m›z, okuyucular›m›z<br />

var. Tabii bu dostlar›m›za ulaflt›rmam›z için bize<br />

röportaj veren sanatç›lar, yönetmenler, oyuncular<br />

k›sacas› ayn› teknenin içinde bulunan bizler var›z.<br />

<strong>Cinedergi</strong>'nin do¤umgününü kutluyoruz. Ama ne<br />

gündem ne de sürekli vizyona giren filmler<br />

do¤umgünü dinlemiyor. Bu ay neler oldu neler?<br />

Bir kere Film Festivalleri cofltu. <strong>Cinedergi</strong>'nin<br />

sponsor oldu¤u Eskiflehir Film Festivali, ‹nönü<br />

Üniversitesi K›sa Film Festivali ve Garanti Mini<br />

Bank Çocuk Filmleri Festivali bu ay içinde sinema<br />

severlerle buluflacak. Alper Turgut'un kaleminden<br />

‹stanbul Film Festivali de¤erlendirmesi ve 1<br />

May›s'ta bafllayacak olan ‹flçi Filmleri Festivali<br />

di¤er festival haberlerimiz. ‹stanbul Film<br />

Festivali'nce En ‹yi Film seçilen Köprüdekiler<br />

filminin yönetmeni Asl› Özge röportaj yapmak için<br />

<strong>Cinedergi</strong>'yi seçen önemli isimlerden. Nisan'›n<br />

son haftas›nda vizyona giren Deli Deli Olma<br />

filminin baflrol oyuncusu Tar›k Akan ile yönetmeni<br />

Murat Saraço¤lu Banu ve F›rat'›n özenli sorular›n›<br />

cevapland›rd›lar. Zaman›n Ruhu, Mesela Dedik,<br />

Sindrella ve Ali Ulvi'nin 18+, Benim Oyuncular›m<br />

köfleleri her ay oldu¤u gibi ilginç konularla sizleri<br />

bekliyor. Kerem Akça'n›n Frans›z Korku Sinemas›<br />

üzerine yapt›¤› inceleme, Banu Bozdemir'in<br />

eflcinsel filmler üzerine haz›rlad›¤› dosya ve son<br />

dönem Türk Sinemas›'nda ilk filmini çeken yönetmenlerin<br />

baflar›s›n› tan›mlayan, araflt›ran benim<br />

yazd›¤›m bir inceleme yaz›s› sizin ilginize sunuldu<br />

bu say›da. Hep birlikte nice y›llara...<br />

Genel Yayın<br />

Yönetmeni<br />

Serdar Akbıyık<br />

Yazı İşleri Müdürleri<br />

Banu Bozdemir<br />

Fırat Sayıcı<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

Ali Ulvi Uyanık<br />

Kerem Akça<br />

Mekki Arvas<br />

Remzi Bener<br />

Arzu Çevikalp


Yönetmen : Levent Semerci<br />

Senaryo : Levent Semerci<br />

Oyuncular: Engin Hepileri, İlker<br />

Kızmaz, Banu Çiçek, Mete<br />

Horozoğ lu, Barış Bağ cı<br />

Konu: Nefes, bir yüzbaşının komuta ettiğ i 40 kişilik<br />

bir timin hikâyesi. Film, 2365 metre yükseklikteki<br />

Karabal tepesinde bulunan bir röle istasyonunu<br />

korumakla görevlendirilen 40 askerin görevlerini<br />

yerine getirirken yaşadıkları acıları, sevinçleri ve<br />

yaşam mücadelelerini anlatıyor.


Yönetmen : Pete Docter, Bob Peterson<br />

Senaryo : Bob Peterson<br />

Seslendirenler: Christopher Plummer,<br />

John Ratzenberger, Edward Asner,<br />

Delroy Lindo<br />

Konu: Hayatı boyunca yaşamak istediğ<br />

i macera hayalini gerçekleştirmek<br />

için evine binlerce balon bağ layıp<br />

Güney Amerika’nın vahşi doğ asına<br />

doğ ru yolculuğ a çıkan 78 yaşındaki<br />

baloncu Carl Fredricksen’ın hikayesinin<br />

anlatıldığ ı yeni bir komedi. Ancak Carl,<br />

yolculuğ a başladıktan sonra en büyük<br />

kabusunu da yanında götürmekte<br />

olduğ unu fark eder: fazlasıyla iyimser,<br />

doğ a kaşifi 8 yaşındaki Russel’ı.<br />

Yönetmen : Gerald McMorrow<br />

Senaryo: Gerald McMorrow<br />

Oyuncular: Eva Gren, Bernard<br />

Hill, Ryan Phillippe, Sam<br />

Riley<br />

Konu: Günümüz Londra'sı ve<br />

gelecekteki Meanwhile isimli<br />

hayali metropolde geçen<br />

öyküde, Londra'da oğ lunu<br />

arayan Körfez Savaşı gazisi<br />

Esser, sokaklarda intikam<br />

peşinde dolanan maskeli<br />

dedektif Preest, ölüm üzerine<br />

eserler üreten sanat öğ rencisi<br />

Emilia ve çaresizce gerçek<br />

aşkı arayan otuzlu yaşlardaki<br />

Milo'nun hayatları, bir kurşun<br />

sonucu yaşanan patlamayla<br />

tamamen değ işiyor.


Yönetmen : Kathryn<br />

Bigelow<br />

Senaryo: Mark Boal<br />

Oyuncular: Evangeline<br />

Lilly, Ralph Finnes,<br />

David Morse, Guy<br />

Pearce<br />

Yönetmen : Lars Von Trier<br />

Senaryo: Lars Von Trier , Anders<br />

Thomas Jensen<br />

Oyuncular: Willem Dafoe ,<br />

Charlotte Gainsbourg<br />

Konu: Çocuklarını kaybettikten<br />

sonra bir orman kulübesinde<br />

olayı unutmaya çalışan bir çiftin<br />

yaşadıklarının anlatıldığ ı filmde<br />

Trier bir kez daha korkunun<br />

sularına yelken açıyor.


Konu: Herkesin potansiyel düşman ve her objenin<br />

de ölümcül bomba olduğ u Irak'ta, elit askerler<br />

dünyanın en zor görevlerinden birinde yer alır.<br />

Sıcak savaşın ortasında bombaları imha etmekle<br />

yükümlüdürler. Takım lideri William James, hem<br />

bu yaygın bombalardan hem de psikolojik ve duygusal<br />

etkilenmelerle uğ raşmaktadır. James'in iki<br />

askeri kendini cürretkarca savaşın ortasına atar.<br />

James ise ölümü aldırmadığ ı için askerlerine<br />

yardıma gider. Yeni vahşi liderini korumaya çabalayan<br />

adamlar, şehri kaosa sürekler.<br />

Yönetmen : Wes Anderson<br />

Senaryo: Wes Anderson , Roald Dahl<br />

Seslendirenler: George Clooney, Cate<br />

Blanchett, Bill Murray, Jason<br />

Schwartzman, Anjelica Huston<br />

Konu: Mr. Fox ailesini beslemek için her<br />

akşam üç zengin çiftçiden tavuk, ördek ve<br />

hindi çalmaktadır. Sinirli çiftçiler tilkiden<br />

artık bıkmışlardır ve onu öldürmek için<br />

ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar.<br />

Sonunda yakalanan tilki, çiftçilerden daha<br />

zeki davranarak yakalandığ ı yerden aç<br />

kalmamak için çıkmaya çalışır.


Yönetmen : Darnell<br />

Martin<br />

Senaryo: Darnell Martin<br />

Oyuncular: Adrien<br />

Brody, Jeffrey Wright,<br />

Beyoncé Knowles<br />

Konu: Seks, şiddet,<br />

ırkçılık ve rock 'n roll'la<br />

dolu 1950<br />

Chicago'sunda; Muddy<br />

Waters, Leonard Chess,<br />

Little Walter, Howlin'<br />

Wolf, Etta James ve<br />

Chuck Berry gibi<br />

Amerika'nın müzik<br />

efsanelerinin hayatları<br />

Cadillac Records ile<br />

beyazperdede.<br />

Yönetmen : Mike Leigh<br />

Senaryo: Mike Leigh<br />

Oyuncular: Sally Hawkins, Elliot<br />

Cowan, Alexis Zegerman<br />

Konu: Poppy hayata klasik bir<br />

İngiliz vatandaşından farklı<br />

bakan, sevimli bir öğ retmen. O<br />

gerçek bir optimist. Olayları iyi<br />

yönünden değ erlendiriyor.<br />

Kendisine negatif yaklaşanlara<br />

bile iyi yüzünü göstermekten çekinmiyor.<br />

Fakat böyle olması onu<br />

yüzeysel veya sıkıcı yapmıyor. O<br />

aslında farkında olmadan dünyayı<br />

güzelleştiriyor...


■ 1995 Mart ayında yaşanan Gazi Olayları,<br />

birçok insanın yüreğinde acı, kafasında ise<br />

derin izler bıraktı. O zamanlar belgesel ve kısa<br />

film yönetmeni olan Aydın Bulut, bu olayın<br />

etkilerini daha derinden gözlemleyerek bir<br />

senaryo yazdı hemen. Başka Semtin<br />

Çocukları… Evet o varoşlarda yaşayan, şehrin<br />

etrafını düzensiz bir şekilde çevreleyen evlerden<br />

taşan yürekleri anlatmak istemişti… Ama<br />

olmadı, maddi yetersizlikler yüzünden<br />

sanırım… Ama Bulut, ilk göz ağrısı<br />

senaryosundan bir an olsun vazgeçmemiş<br />

anlaşılan… Aradan yıllar geçmesine rağmen o<br />

fikir hep aklının bir köşesinde asılı kalmış.<br />

Senaryo değişti mi değişmedi mi tam olarak<br />

bilmiyorum ama Bulut’un olaylara bakış açısı<br />

biraz değişmiş gibi duruyor… Ya da olayların<br />

üzerinden geçen yıllar birtakım şeyleri daha<br />

farklı oturtmuş Bulut’un kafasında…<br />

Olaylar toplumsal başlıyor, toplumsal olarak<br />

yuvarlanıyor ama tamamen kişisel sebeplerle<br />

sonlanıyor… Yani nereden bir çıkış yaratmaya<br />

çalışırsak çalışalım, sonuçta her şey kişisel<br />

çıkarlara, eksikliklere ve komplekslere<br />

dayanıyor gibi bir bakış açısı var. Ya da<br />

oralarda eskiden dayanışma vardı, ortak bir tavır<br />

vardı, ondan eser kalmadı demeye mi getiriyor lafı<br />

Bulut… Şehrin içinde kaybolma fobisini çatı katlarına<br />

taşıyan (yoğun olarak Eşkıya’da kullanılmıştı ilk) film,<br />

aslında bu bölgelerde yaşayan insanların iki yönünü<br />

gösteriyor… Bir taraf siyasi olmaya çalışırken, diğer<br />

bir taraf kendi mevzusunun peşine düşüyor… Filmin<br />

sonunda ikiye bölünen yol, bu ayrımı gayet derin<br />

çizgilerle işaret ediyor… Siyasete bulaşmadan var<br />

olma çabası ancak mafyavari bir çizgiye uzanıyor ki,<br />

onun sonu bu insanlar için de tatmin edici bir sonuç<br />

ortaya çıkaramıyor… Arkadaşlığın anlamı, delikanlılık,<br />

racon kesme, doğuda askerlik yapmanın travmatik<br />

etkisi, kadın olmanın handikapları gibi birçok<br />

konuya dalmaya çalışan Başka Semtin Çocukları, bir<br />

yol ayrımıyla bitiriyor filmi… Gitmek, Bir Türk kızıyla,<br />

Kürt erkeğin aşkını anlatıyordu, alevi bir gençle,<br />

sünni bir kızın aşkına odaklanıyor Başka Semtin<br />

Çocukları da… Yani sinemada politik aşklar gündeme<br />

geliyor, herkes bir yanından yaklaşmaya<br />

çalışıyor bu sorunlara… Bir yanıyla ayrımcılık yapmanın<br />

anlamsız olduğunu, hayatın o ayrımı biz<br />

istemeden de yaptığını anlatmaya çalışıyor… Ama<br />

bunu anlatırken kullandığı dil, anlattığı meseleyi tam<br />

olarak da sahiplenemiyor… Yok etme uğruna en<br />

yakınındaki öldürmeyi seçen, hayallerini kaybetmiş<br />

insan tiplemeleri daha derinlikli ve gerçekçi olmalıydı…<br />

Film dile getirmeye çalıştığı sertliğin içine daha<br />

fazla girmeliydi, arkasında daha sağlam durmalıydı<br />

diye düşünüyorum… Ama birçok filme kıyasla<br />

fazlasıyla cesur olduğunu da eklemeliyim…


Mutluluk ve hüznü, kahkaha ile gözyaşını<br />

aynı anda sunan palyaçolar, kimilerine göre<br />

neşe kaynağı, kimilerine göre ise nötr<br />

duygularla yaklaşılan, şov dünyasının prototip<br />

simgeleri… Aslen palyaço olduklarını<br />

vurgulayan Dominique Abel ve Fiona<br />

Gordon (Filmde bir de üçüncü yönetmen,<br />

Bruno Romy var), daha çok sessiz sinema<br />

döneminde tercih edilen stilize bir yöntem<br />

kullanarak seyirciyle adeta dans ediyor.<br />

Yaratıcıların filmografisindeki filmlere baktığınızda,<br />

aynı tarzda ama birbirlerinden<br />

farklı dertleri olan yapıtları görmek olası.<br />

Charlie Chaplin, Buster Keaton ve Fransız<br />

komedyen Jacques Tati’nin sinema dilini<br />

benimseyen oyuncu/senarist/yönetmenler<br />

hikayenin anlatım aracı olarak diyalogdan<br />

ziyade hareketi ve alt metin kullanımını tercih<br />

ediyorlar. Doygun ve canlı renklerin<br />

yardımıyla da, filme dinamizm kazandıran<br />

ekip, gel-gitli senaryosuyla hayatın tanımını<br />

yapıyorlar: “Kah hüzün, kah mutluluk…”<br />

Fiona ve Dom, huzur dolu ve renkli bir<br />

taşra kasabasında öğretmenlik yapmaktadır.<br />

Aynı evde yaşayan çift, iş hayatlarının<br />

dışında tüm vakitlerini latin dansı yaparak<br />

ve çeşitli yarışmalardan kazandıkları ödülleri<br />

eve dizerek geçirirler. Bir gece yine<br />

böyle bir yarışmadan eve dönerken, intihar etmek için<br />

kendini yolun ortasına atan birine çarpmamak için<br />

direksiyonu kırıp duvara toslamalarıyla hayatları altüst<br />

olur. Çünkü Fiona tek bacağını, Dom ise hafızasını<br />

kaybedecektir.<br />

Durum komedisine, yanlış anlaşılmalara ve bol bol<br />

sakarlıklara dayalı filmin en komik sahneleri çocuklarla<br />

birlikte çekilen sahneler. İçlerinde, çocuklar için her<br />

daim neşe kaynağı olmuş renkli palyaçolar yaşatan<br />

Dom ve Fiona, engellerin bile hayatı aksatmayacağı<br />

mesajını veriyor(Bazı sahnelerde bazen abartıya<br />

kaçarak). Filme para yatıran ve ekibi destekleyen<br />

isim, 60’lardan beri Fransa’da artık bir marka haline<br />

gelen Marin Karmitz. Böyle önemli bir yapımcıyı,<br />

standartların dışında bir filmi çekmeye ikna etmek bile<br />

zor olsa gerek. Sadece bu bile takdire şayan bir<br />

durum. Hemen belirtelim. Ekibin önceki filmleri de<br />

tarz olarak Rumba’ya benziyor. Ancak şurası kesin ki,<br />

üç sanatçının yine ortak yazıp çektikleri 2005 yapımı<br />

“Iceberg” (Meraklısı amazon.com’dan temin edebilir),<br />

son filmleri “Rumba”dan çok daha iyi…


■ Cemal Şan'ın bu hafta vizyona giren filmi<br />

Dilber'in Sekiz Günü'ne giderken bir önceki filmi<br />

Zeynep'in Sekiz Günü yüzünden negatif duygularla<br />

doluydum. Çünkü Zeynep'in Sekiz Günü<br />

bana yeni hiç bir şey vermemiş, tam tersi 1980<br />

sonrası zorlama ve soğuk entelektüel filmlerin<br />

bütün dezavantajlarını sırtlamış bir yapım olarak<br />

hissettirmişti kendini. İşte bu duygularla gittiğim<br />

sinema salonunda film başladığı ilk andan<br />

itibaren hem şaşırdım hem de sevindim. Bir<br />

kere Nesrin Cavadzade ile tanıştım. İsyankar ve<br />

doğrucu olduğu kadar hassas bir tarzı var.<br />

Bütün bu duyguları başarıyla üstünde taşımak<br />

her oyuncunun başarabileceği bir şey değil.<br />

Cavadzade'nin canlandırdığı karakter Türk<br />

Sineması'nın son dönemdeki en güçlü kadın<br />

karakterlerinden biri. Töreye, erkek egemen<br />

topluma isyan eden bunun bedelini de ödemeye<br />

hazır olan bir kadın. Türk kadının gücünü,<br />

verdiği savaşı canlandırdığı karakterle başarıyla<br />

üstünde taşıyan bir performansın sahibi<br />

Cavadzade. Başroldeki partneri Fırat Tanış ise<br />

son dönemlerde seyrettiğim en iyi iki erkek<br />

oyuncu performanslarından birini sergiliyor.<br />

Müthiş bir oyunculuk ve yetenek. Fiziki engeline<br />

rağmen ruhunun güzellikleriyle ilk önce Dilber'in<br />

inadını kırıyor sonra da kalbini kazanıyor. Filmde<br />

erkek ve kadın adına çok güzel tiplemeler var.<br />

Hem iyiyi hem kötüyü Cemal Şan bize gösterebiliyor.<br />

Durum böyle olunca yönetmeni anlamakta<br />

zorlandım. Sonuçta bir filmdeki oyunculuklar<br />

bütünüyle iyiyse bunda yönetmenin<br />

büyük emeği vardır. Bir yönetmenlik başarısıdır.<br />

Peki Zeynep'in Sekiz Günü'ndeki performansı<br />

niçin farklıydı Cemal Şan'ın? Üçlemenin son<br />

filmi Ali'nin Sekiz Günü'nü seyrettikten sonra<br />

Şan'ın kırsal hikayeleri daha rahat ve etkin<br />

anlattığını düşünmeye başladım. Şehir<br />

hikayelerinde ise bir problem var. Ve bu üçlemenin<br />

en iyi filmi Dilber'in Sekiz Günü olmasını<br />

biraz daha anlamlı kılıyor. Tabii demin bahsettiğimiz<br />

oyunculuklar da çok önemli. Dönersen Islık Çal ve<br />

Işıklar Sönmesin hala hafızalarımızda. Kısacası yönetmenin<br />

zikzaklar çizen bir çizginin en üstüne çıktığını düşünüyorum<br />

Dilber'in Sekiz Günü ile. Filmin açılış sahnesinde Nesrin<br />

Cavadzade'nin sevdiği erkeğin ailesine baş kaldırışı filmin<br />

töreye karşı attığı bir taştır. Bu anlamda öykünün alt satırları<br />

da anlaşılıp benimsenmeyi hak eden gerçeklerle dolu. Bir<br />

kadın hikayesinden çıkıp töreler yüzünden hadım edilmiş<br />

erkekliği anlatan cesur bir film Dilber'in Sekiz Günü. Sosyal<br />

eleştiri dışında bir yıldırım aşkından daha çok insan<br />

sevgisinin yarattığı sevdayı da anlatırken övgüleri hak ediyor<br />

Cemal Şan ve bütün oyuncular. Bu tür başarılı daha nice<br />

filmler beklediğimizi Cemal Şan'a hatırlatıyorum.


THE HOURS<br />

Onu nasıl anlatmalı ki? Kuzey<br />

Carolina’dan New York’a çıkagelen<br />

bir eğitimli oyuncu… Tiyatro, televizyon<br />

ve nihayet sinema! Çok<br />

yaman bir sinema kariyeri: En büyük<br />

yönetmenlerle, her tür rol. O<br />

melankolik, o dişi, o seksi, o anne,<br />

o zorlu, sert, cesur, ayrıksı, hüzün<br />

yüklü, mazlum, talihsiz… O kadın! Meydan okuyan<br />

bir sanatçı!<br />

Karakterini öyle bir giyiniyor ki, sizi ele geçirip,<br />

sarıp sarmalıyor, perdede gözünüz diğerlerinden<br />

çok onu takılıyor. Kuşkusuz, onunla çalışmak da<br />

zor; karşısında oynayanları ezip geçme tehlikesi<br />

var.<br />

İkisi yardımcı olmak üzere, dört kez kadın oyuncu<br />

dalında Oscar’a aday oldu. “Saatler- The Hours”,<br />

yardımcı dalda aday olduklarından. Şu sıralar “The<br />

Reader – Okuyucu” ile yüreğimizi kanatan Stephen<br />

Daldry’nin filmi, Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway”<br />

adlı eserinin birbirine bağladığı üç farklı dönemdeki<br />

üç kadını anlatırken, yaşam – ölüm ilişkisine dair<br />

‘şaşırtıcı derinlikler’e iniyordu…<br />

Julianne Moore ise, 1951 yılında, Los Angeles’da,<br />

ikinci çocuğuna gebe bir annenin ruhsal açmazlarını,<br />

nüansları yakalayarak canlandırıyordu.<br />

Diğer ikisini Nicole Kidman (Virginia Woolf) ve<br />

Meryl Streep’in (Clarissa Vaughan) oynadığı “The<br />

Hours” kadınları içindeki en zor roldü kuşkusuz.<br />

Bu filmde, ona bir kez daha âşık oldum… “Benim<br />

oyuncum”a, bakışlarıyla yüreğime dokunan<br />

Julianne Moore’a.


■ Son dönem Türk sinemasının bereketli<br />

yönetmenlerinden Yılmaz Erdoğan’ın gizli<br />

tuttuğu son projesini <strong>Cinedergi</strong> öğrendi.<br />

Bir süredir BKM Mutfak adlı projesini birlikte<br />

yürüttüğü gençlerle çektiği film, 2010<br />

yılında vizyona çıkacak. Postprodüksiyon<br />

aşamasının halen devam ettiği projenin<br />

ismi ise “Neşeli Günler”. İsmi yabancı<br />

gelmedi. Ne dersiniz?


■ Sharon Stone, Nicolas Cage, P. Diddy<br />

gibi şov dünyasının birçok ismi ekonomik<br />

kriz yüzünden gayrimenkullerini satışa<br />

çıkarttı... Sharon Stone, 7.5 milyon dolara<br />

satın aldığı 5 yatak odalı, havuzlu, tenis<br />

kortlu malikanesini satışa çıkarttı.<br />

Malikanesine alıcı bulamayan<br />

Stone, çareyi<br />

evini kiraya vermekte<br />

buldu. Satın aldığı<br />

şatolarla bir dönem<br />

emlakçıların en iyi<br />

müşterisi haline gelen<br />

Nicolas Cage de<br />

içine düştüğü<br />

ekonomik sıkıntıdan<br />

çıkabilmek için mülklerini<br />

satışa çıkarttı. Cage<br />

Bavyera'da 1,6 milyon sterline<br />

satın aldığı şatoyu 1.5 milyon<br />

sterline sattı.


■ Çevreci aktör Leonardo DiCaprio, yeni<br />

filmi 'Shutter Island'ın gala biletlerini açık<br />

artırmayla satışa sundu. Biletlerden elde<br />

edilecek geliri küresel ısınmaya karşı<br />

yürüttüğü vakfa bağışlayacak olan<br />

DiCaprio, "Biletlere en fazla para veren<br />

isim, benimle birlikte galada kırmızı halıda<br />

yürüyecek" dedi. Biletler ebay.com/globalgreen<br />

adlı adreste satışa çıktı.<br />

■ Forbes, Hollywood'un alt›n<br />

de¤erindeki komedyenlerini aç›klad›.<br />

Hollywood patronlar› aç›s›ndan en<br />

karl› olan komedyenin Adam Sandler<br />

oldu¤u aç›kland›. Adam Sandler'›n<br />

oynad›¤› filmler, di¤er komedyenlerin<br />

filmlerine göre giflede daha baflar›l›<br />

bulunmufl. ‹kinci s›rada ise Will<br />

Ferrell geliyor. Ben Stiller üçüncü,<br />

Jim Carrey ise dördüncü s›rada yer<br />

al›yor. Listede bir tane bile kad›n<br />

olmamas› ise dikkat çekiyor.


■ Gelen yo¤un talep üzerine, 01 May›s’ta TCDD<br />

Eskiflehir ve halk›n deste¤iyle tekrar vizyona girecek<br />

olan Devrim Arabalar› filmi, filmin kahramanlar›n›n<br />

dayan›flmas›n› an›msatan bir dayan›flmaya,<br />

profesyonel ve iddial› bir ortakl›¤a önayak oldu:<br />

Akademi 35 Buçuk. Filmin setinde tan›flan,<br />

çal›flmalar s›ras›nda, sanat anlay›fllar›, profesyonel<br />

durufllar› ve yaflam ilkelerindeki ortak noktalarla<br />

dostluklar›n› ilerleten Vahide Gördüm, Altan<br />

Gördüm ve Tolga Örnek, flimdi de inand›klar›<br />

do¤rularla sanata hizmet vermek için bir Oyunculuk<br />

Okulu aç›yorlar. Akademi 35 Buçuk, 25 Nisan<br />

2009’da e¤itime bafll›yor. Ayr›nt›l› bilgi için:<br />

www.35bucuk.biz


■ T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle İnönü Üniversitesi<br />

tarafından üçüncü kez gerçekleştirilecek olan kısa film festivali, 28<br />

Nisan – 1 Mayıs 2009 tarihleri arasında<br />

düzenleniyor. 4 gün sürecek festivalde yarışmalı<br />

bölümün yanı sıra, dünya sinemasından<br />

kısa film örnekleri, atölye çalışmaları ve<br />

yönetmenlerle söyleşiler de yer alacak. Son<br />

1 yıl içinde yapılmış, 15 dakikadan uzun<br />

olmayan kısa filmler ve 30 dakikadan<br />

uzun olmayan belgesellerin başvurduğu<br />

festivalin jürisinde şu isimler var: Festival<br />

Jürisi Uluslararası İstanbul Kısa Film<br />

Festivali yönetmeni Hilmi Etikan, müzisyen Gökhan Kırdar, yönetmen<br />

Sırrı Süreyya Önder, oyuncu Ruhi Sarı ve sanat yönetmeni<br />

Natali Yeres…


■ Garanti Bankası ve Türkiye Sinema ve<br />

Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) işbirliğiyle<br />

gerçekleştirilen, bu yıl altıncı yaşına basan “Mini<br />

Bank Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali’nde<br />

Berlin, Norveç ve Toronto gibi film festivallerinde<br />

gösterilen ve ödül kazanan 30'a yakın film, çocuklar<br />

ve aileleri tarafından ücretsiz olarak izlenebilecek.<br />

Şanlıurfa’da 24 – 27 Nisan tarihleri arasında<br />

Urfa Emek Sineması’nda başlayan festival,<br />

"Mardin Sinema Derneği”nin katkılarıyla 29 Nisan<br />

– 2 Mayıs tarihleri arasında Sinemardin Sinema<br />

Salonu’nda devam edecek. “Mini Bank<br />

Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali” sayesinde,<br />

2004 yılından bu yana yaklaşık 40.000 çocuk,<br />

dünyanın seçkin çocuk filmlerini izleme fırsatını


BANU BOZDEMİR<br />

■ 11 yıldır Anadolu’nun ortasında devam eden,<br />

benim de son altı yılında bu yolculuğa tanıklık<br />

ettiğim bir festival Uluslar arası Eskişehir Film<br />

Festivali. Bu seneki takvim durağı 1 – 11 Mayıs.<br />

Her sene bir iki günde olsa Eskişehir’e gideceğimi<br />

bilmek, festival ekibiyle karşılaşmak benim<br />

için de özel bir ritüel haline geldi artık… Bu sene<br />

<strong>Cinedergi</strong> olarak festivalin basın sponsorları<br />

arasında yer almak bizim için ayrıca çok sevindirici…<br />

Bu sene program yine çok yoğun ve güzel…<br />

Festival bu sene açılışı Courtney Hunt’ın Donmuş<br />

Irmak filmiyle yapıyor… Bu yılın onur konukları<br />

ise Ekrem Bora ve Nebahat Çehre…<br />

Dünya Sinemasının Genç Yıldızları<br />

Festivalin bu bölümünde bu yıl , Jens Jonsson’ın<br />

“Pingpong Kralı”, Aida Begic’in ilk uzun metrajlı<br />

filmi olan “Kar”, Steve McQueen’in “Açlık”, Kelly<br />

Reichardt’ın “Wendy and Lucie” ve Belçikalı<br />

yönetmen Christophe van Rompaey’in<br />

“Moskova; Belçika” filmi bu bölümde yer alıyor.<br />

Sinema Tarihinin Unutulmazları<br />

Bu bölümde sinema tarihinin üç büyük Ustası<br />

Bunuel, Bergman ve Tavernier’in filmleri var.<br />

Bunuel’in “Gündüz Güzeli”, Burjuvazinin Gizemli<br />

Çekiciliği”, Bergman’ın “Persona, ”Çığlıklar ve<br />

Fısıltılar”, Tavernier’in “Kırda Bir Pazar”, “Naklen<br />

Ölüm” gibi unutulmaz filmleri gösteriliyor.<br />

Dünya Festivallerinden<br />

Coppola’nın “Kıyamet” filminin yeni kurgusu,<br />

Shane Meadows’un “Somers Town” filmi,<br />

Francois Ozon’un son filmi “Ricky”, Julie<br />

Delphy’in hem başrolünde oynayıp hem de<br />

yönettiği “Kontes” bu bölümün öne çıkan filmleri.<br />

Anısına<br />

Festivalde “Anısına” başlığı altında yer alan isim


ise, Türk sineması ve kültürünün<br />

yurtdışındaki en önemli<br />

tanıtıcılarından Keriman Ulusoy<br />

Caron olacak. Bu yıl Mart ayında<br />

kaybettiğimiz Ulusoy bir kısa<br />

filmi ile anılacak.<br />

Türk Sineması 2008 – 2009<br />

Bahadır Karataş’ın yaptığı<br />

“Usta” filmi, Nuri Bilge Ceylan’ın<br />

“Üç Maymun”, Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın<br />

Kutusu”, Derviş Zaim’in “Nokta”, Erden Kıral’ın<br />

“Vicdan”, Reha Erdem’in “Hayat Var”ı Cemal<br />

Şan’ın “Dilber’in Sekiz günü” ve “Ali’nin Sekiz<br />

Günü” adlı filmleri bu bölümde yer alacak. Bu<br />

bölümde ayrıca; Atalay Taşdiken’in “Mommo”,<br />

Raşit Çelikezer’in “Gökten Üç Elma Düştü”,<br />

Abdullah Oğuz’un “Sıcak”, Özcan Alper’in<br />

“Sonbahar”, Ben Hopkins’in “Pazar-Bir Ticaret<br />

Masalı”, Hüseyin Karabey’in “Gitmek” ve Mehmet<br />

Güreli’nin “Gölge” filmleri de yer alıyor.<br />

Geceyarısı Sineması<br />

Bu bölümde yönetmenliğini Jaume Balagueró,<br />

Paco Plaza’nın yaptığı “Rec-Ölüm Çığlığı”,<br />

Thomas Alfredson’un “Let The Right On In” filmleri<br />

gösterilecek.<br />

Hayatımız belgesel<br />

James Marsh’ın yaptığı “Teldeki Adam, Nedim<br />

Gürses’in “Omuz Omuza” belgeseli, Bahriye<br />

Kabadayı’nın “DevrimciGençlik Köprüsü”, Nati<br />

Baratz’ın “Unmistaken Child” ve Marie<br />

Nyreröd’un “Bergman Adası” da bu bölümde yer<br />

alan belgesel filmler arasında.<br />

Canlandırma Filmler<br />

Ari Folman’ın “Beşir’le Vals”, Hayao Miyazaki,<br />

Kathleen Kennedy’in yönetmen koltuğuna oturduğu<br />

“Küçük Deniz Kızı Ponyo”, Bill Plympton’un<br />

‘Ahmaklar ve Melekler’ ve Tatia Rosenthal’in<br />

“9.99 Dolar” da bu bölümün filmleri…<br />

Canlandırma Kısa Filmler<br />

Festivalin bu bölümünde, Petra Dolleman’ın<br />

seçtiği kısa filmler yer alıyor. Børge Ring’in “Anna<br />

and Bella”, Christa Moesker’in “Sientje”, Maarten<br />

Koopman’ın “Arles’te Yatak Odası” ve “Johannes<br />

Vermeer’in İncili Kızı” , Michael Dudok de Wit’in<br />

“Baba ve Kızı”, Paul Driessen’ın “Yumurtayı<br />

Öldürmek”, Gerrit van Dijk & Monique Renault’ın<br />

“Pas A Deux”ve Petra Dolleman’ın “Museum”.<br />

Kısa filmler<br />

Türkiye’den ve dünyadan kısa filmlerin gösterileceği<br />

bu bölümde, Özay Fecht’in “The Touch”,<br />

Serhat Koca’nın “Hoşgeldin Bebek”, Fatih<br />

Sezgin, Güven Çelik’in “Hangi Savaş”, Victric<br />

Thng’in “Twogether”, Ric Aw Yong Liang’ın<br />

“Silent Girls”, Caner Erzincan, Mevlüt Çiftçi’nin<br />

“Buzlar Kırılınca”, Sara Siadat Nejad’ın “My<br />

Tree”, Muhd Eysham Ali’nin “My Home My<br />

Heaven”, Junfeng Boo’nun “Keluar Barıs”,<br />

Anthony Chen’in “Haze”, Ali Canlar’ın<br />

“Sinope’nin Yolculuğu”, Armağan Pekkaya /<br />

Umut kol’un “İşkenceye Tolerans”, Engin<br />

Kılıçatan’ın “Zor”, Simge Gökbayrak’ın “Id”,<br />

Mustafa Ercan Zırh’ın “Kasapoğlu”, Can<br />

Evrenol’un “Büyükannem”, Fırat Mançuhan’ın<br />

“Sapak” ve Can Evrenol’un “Kurban Bayramı”<br />

filmleri gösterilecek.


ALPER TURGUT<br />

■ 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali, kimimizi keyiflendirdi,<br />

kimimizi ise memnun edemedi. Ama şu bir<br />

gerçek, festival adeta rüzgâr gibi geçti. İşte, sinema<br />

büyüsüyle haşır neşir olduğumuz güzel günleri yine geride<br />

bıraktık. Dileriz ki; İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti konumunu<br />

devralacağı 2010'daki 29. Uluslararası İstanbul<br />

Film Festivali, çıtayı daha da yükseltir ve sinemaya gönül<br />

veren bizleri tam manasıyla mutlu eder.<br />

“Devrim Arabaları” ve “Güz Sancısı” neden yarışma dışı<br />

bırakıldı minvalindeki tartışmalar, festival öncesi yaşanan<br />

bilet kuyrukları, bitmek tükenmek bilmeyen hangilerinde<br />

karar kılalım tartışmaları, davetiye bulma telaşındakiler,<br />

İstiklal Caddesi'nin pek meşhur hengâmesinden uzak<br />

duran Nişantaşı Citylife ve Kadıköy Reks'in üvey evlat<br />

muamelesi gördüğünü öne sürenler, filmlerin karışması,<br />

altyazı sorunu gibi ufak tefek aksaklıklar, festival<br />

kitapçığını doyurucu bulmayan, afişi de beğenmeyen sinema<br />

tutkunları, Atlas Sineması’nın koltuklarına sığamayanlar,<br />

Beyoğlu ve Yeni Rüya Sineması’nda altyazı okuma<br />

çabasından helak olanlar, hafta sonları tıklım tıklım dolu<br />

olan sinemalar, hafta içi genç ve yaşlılara kalan koltuklar


SEYİRCİ SAYISINDA YÜZDE 5 AZALMA<br />

Festival süresince -iki hafta boyunca- yedi sinemada<br />

(455 seans) tam 200 film gösterildi.<br />

Festivali, biletli ve davetiyeli toplam 162 bin kişi<br />

takip etti. İstanbul Film Festivali, geçen yıl yine<br />

hemen hemen aynı film sayısıyla sinema salonlarına<br />

(altı sinema–473 seans) 170 bin kişiyi çekmişti.<br />

Yüzde 5'lik seyirci kaybının nedenini bilet<br />

fiyatlarının pahalılığında (3,5 TL makul bir rakam)<br />

yani ekonomik krizde arayamayacağımıza göre,<br />

ne yazık ki geriye tek bir sonuç kalıyor. O da festival<br />

filmleri arasında kötü yapımların<br />

iyilere baskın çıkması... Görünen köy<br />

kılavuz istemez, güzel filmleri gösteren<br />

salonlar tepeleme doluyken, diğerleri<br />

sadece rekor peşindeki (ben şu kadar<br />

film izledimciler) sinefiller ve kitapçıktan<br />

kafasına göre film seçen tecrübesizleri<br />

ağırlıyordu.<br />

(garibim orta kuşak ne yapsın işe gitmek zorundalar)<br />

ve dahası...<br />

GEÇER NOT ALANLAR<br />

Biraz detaya inelim. Örneğin “baskıcı bir<br />

siyasal rejim altında yaşamın gayet özgün<br />

bir manzarasını çizdiği; şaşırtıcı ve<br />

çarpıcı, eğlenceli ve dokunaklı olduğu”<br />

gerekçesiyle Altın Lale'yi kazanan “Tony<br />

Manero” bir kısım sinema yazarı tarafından<br />

beğenilirken seyircinin çoğunluğu adı<br />

geçen filmden resmen nefret etti. “Belalı<br />

Düğün”, buzdan ada İzlanda’dan içimizi<br />

ısıtan bir film idi ve biz çok sevdik.<br />

Güzelim vampir filmi “Gir Kanıma” izleyicilerin<br />

neredeyse tamamını fethetti. Sonra<br />

Oscar’lı “Milk”, “Yuva”, “Takipçi”, “Ateş<br />

ve Citroen (burada bir hata var, filmin orijinal<br />

adı araba markası citroen değil<br />

limona denk gelen citronen olmalı), “Zift”,<br />

“Bir Noel Masalı”, “Ölümsüz Anlar”,<br />

palyaço güzellemesi “Rumba”, “Rövanş”,<br />

adı bile sakat “Piçler” ve festivalin kapanış filmi<br />

“Gidişler” hemen herkesten geçer not aldı.<br />

“Kırmızı Adamların Toprağı” (Avrupa Konseyi<br />

Sinema Ödülü FACE’i kaptı), “Kuduz Köpek<br />

Johnny”,” Hoş Geldiniz”, “Yaz Saati”, “Başsız<br />

Kadın”, “Stella”, “Öteki” ve “Tokyo Sonatı” iyi<br />

kotarılmış yapımlar arasındaydı.<br />

“Sislerin İçinden”, “Evlilik Sınavı”, “Gün Işığı<br />

Temizleme Şirketi”, “Bu Filmde Ben De Varım”,<br />

“İt İti Isırır”, “Somers Town”, İtalya'nın yakın tarihini<br />

bilmeyenler için zorlayıcı bir yapım olan “Il<br />

Divo”, klasik kovboy filmlerine selam çakan<br />

“Kanun Benim” ise bazılarınca takdir gördü,<br />

bazıları ise burun kıvırdı.


KOŞAR ADIM SİNEMADAN KAÇANLAR<br />

Kâh büyük umutlar beslediğimiz Altın Ayı sahibi<br />

“Acı Süt” filminde olduğu üzere iç sıkıntısından<br />

daraldık, kâh “uyuşturucu alan 15 yaşındaki genç<br />

bir kızı öpmeyin” gibi bir anlam çıkarttığımız “Kan<br />

Çıkacak” filminden koşar adım çıkan seyircilere<br />

hak verdik.<br />

IRA'yı yeren, İşgalci İngiltere'yi öven “50 Ölü<br />

Adam”, siyasi bir film nasıl yapılamazın Oscar'a<br />

aday örneği “Bir Terör Filmi; Der Baader Meinhof”,<br />

“Babil” gibi daha vurucu bir yapım varken aynı<br />

kurguda film çekmeye ne gerek vardı dediğimiz<br />

“Mamut”, festivalin “Sinemada İnsan Hakları”<br />

yarışmasında Jüri Özel Ödülü’nü kazansa da<br />

gerçek ve acıtıcı bir konuyu iyi kotaramayan<br />

“Fıraaq”... Sonra yine beklentileri karşılayamayanlardan<br />

“İki Bacaklı At”, “Ricky”, “Tapınma”,<br />

“Hoşça Kal Solo”, “Üç Bilge Adam”, “Güzel Ülke”.<br />

“Sebastiane”nin hayli cüretkâr eşcinsel erotik sahnelerini<br />

protesto edip tüyenler ile “Öfke”nin hazmı<br />

zor görüntüleri yüzünden salonu terk edenleri de<br />

unutmayalım. “Aptallar Tarafından Sevilmek Zor<br />

İş”in gelen tepkiler üzerine gösteriminin iptal<br />

edildiğini, “Düşman Hattı”nın ise altyazı sorunu<br />

yüzünden rafa kaldırıldığını notlarımız arasına düşelim.<br />

YERLİLERDE SÜRPRİZ SONUÇ<br />

Festivalde bu yıl Ulusal Yarışma, Yarışma Dışı, Yeni<br />

Türk Sineması ve Belgeseller kategorilerinde 40’ı<br />

aşkın yerli işi kurmaca ve belgesel film yer aldı.<br />

İstanbul Film Festivali’nin tarihinde ilk kez büyük<br />

ödül “Altın Lale”, Uluslararası Yarışma’nın yanı sıra<br />

Ulusal Yarışma’yı kazanana da verildi. Aslı Özge’nin<br />

çektiği “Köprüdekiler” ve Mahmut Fazıl Coşkun’un<br />

yönettiği “Uzak İhtimal”e giden ödüller, güçlü<br />

rakipler karşısında alınan sürpriz sonuçlar gibiydi.<br />

Ulusal Yarışma’nın “Jüri Özel Ödülü”nü ise Pelin<br />

Esmer’in “11’e 10 Kala” adlı filmi kazandı.<br />

Festivalde bu yıl yine bir ilke imza atarak En İyi


Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi<br />

Müzik ödüllerini de programına aldı. “En İyi Kadın<br />

Oyuncu” ödülünü Derya Alabora, “En İyi Erkek<br />

Oyuncu” ödülünü ise Nadir Sarıbacak kucakladı.<br />

Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği FIPRESCI<br />

Ödülleri, Uluslararası Yarışma’da Semih<br />

Kaplanoğlu’nun “Süt”üne, Ulusal Yarışma’daysa<br />

Reha Erdem’in “Hayat Var”ına gitti.<br />

“Türk Klasikleri Yeniden” bölümünde Lütfi<br />

Akad’ın restore edilen 1949 tarihli “Vurun<br />

Kahpeye” adlı filminin 60 yıl sonra beyazperdeye<br />

yansıması hoş bir ayrıntıydı.<br />

Bunun dışında gösterime giren “Viva Zapata”,<br />

“Kızılırmak Karakoyun”, “Andrey Rublev” gibi<br />

klasiklere ise lafımız yok. “Yes Men Dünyayı<br />

Kurtarıyor”, “Türk Gibi Başla Alman Gibi Bitir” ve<br />

“5 No'lu Cezaevi” adlı belgeseller ise etkileyicilik<br />

bakımından turnayı gözünden vurdular.<br />

FESTİVALİN AĞIR ABİLERİ...<br />

Usta payeli yönetmenler Peter Greenaway, Jerzy<br />

Skolimowski (Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nü aldı),<br />

François Ozon, Goran Paskaljevic (jüri başkanı),<br />

Altın Palmiyeli yönetmen Cristian Mungiu (jüri<br />

üyesi, Altın Palmiye sahibi), Heddy Honigmann,<br />

Jean-Stéphane Sauvaire, Siddiq Barmak, Photos<br />

Lambrinos ve Bill Plympton festivalin ağır<br />

ağabeyleriydi. Uluslararası Altın Lale'de filmleri<br />

yarışan Andrey Khrzhanovsky, Ian Fitzgibbon,<br />

Ventura Pons, Javor Gardev, Dominique Abel,<br />

Fiona Gordon ile ilk filmlerini çeken Cameron<br />

Labine, Nandita Das, Thomas Sieben, Jukka<br />

Pekka Valkeapää da festivale renk kattılar.<br />

Festival organizasyonunun oyuncu kadrosunda<br />

ise Julian Baumgartner, Jean Mach (aynı zamanda<br />

yönetmen), Thure Lindhardt, Francesco<br />

Cordio ve tabii ki kendisine festivalin “Sinema<br />

Onur Ödülü” verilen kurt aktör John Malkovich<br />

vardı.


■ 07 - 14 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 12.<br />

Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde<br />

FIPRESCI Ödülü için yarışacak filmler belli oldu. 9 ülkeden 12<br />

filmin katılacağı yarışmalı bölümde Türkiye’yi Yeşim<br />

Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu adlı filmi temsil edecek.<br />

12. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin Her<br />

Biri Ayrı Renk bölümünde yer alan 12 film, Uluslararası Film<br />

Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü için yarışacak. Ödül<br />

alan film 14 Mayıs Perşembe günü festivalin kapanış<br />

töreninde açıklanacak ve törenin ardından ücretsiz gösterilecek.<br />

■ 2008 - 2009 sezonunda Bursa,<br />

İstanbul, Eskişehir, Sakarya, Kocaeli ve<br />

Yalova illerini kapsayan 1.Kristal Şeftali<br />

(Gezici) Çevre Filmleri Festivali' nin ilk<br />

durağı 1.Bursa Çevre Filmleri<br />

Festivali'nin programı belli oldu. 9.Mayıs<br />

- <strong>13</strong>.Haziran tarihleri arasında, Lebon<br />

Kültür Merkezi'n de gerçekleştirilecek<br />

festival kapsamında 1.Kristal Şeftali /<br />

Ulusal Animasyon Çevre Filmleri<br />

Yarışması düzenlenecek.


■ "Biz Başka Dünya İsteriz" temasıyla dünyadan<br />

50 filmle beyazperdede emek boy gösterecek.<br />

Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan Uluslararası<br />

İşçi Filmleri Festivali, 1-7 Mayıs 2009 tarihleri<br />

arasında İstanbul, Ankara ve İzmir'de eş zamanlı<br />

olarak izleyicilerle buluşacak. Gösterimlerin ücretsiz<br />

olduğu, yarışmasız bir festival olan İşçi Filmleri<br />

Festivali, 8 Mayıs tarihinden itibaren de Adana'dan<br />

Ardahan'a; Bursa'dan Eskişehir'e kent kent süren<br />

ve tüm yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak.<br />

Festivalin amacı Türkiye ve dünyadan emekçilerin<br />

yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle<br />

buluşturmak ve ülkemizde işçi filmi üretimini<br />

özendirmektir. Bu yıl Festival, Halkevleri, Sine-Sen<br />

(DİSK), Dev Sağlık-İş (DİSK), Birleşik Metal-İş<br />

(DİSK), Hava-İş (TÜRK-İŞ), Petrol-İş (TÜRK-İŞ), Ses<br />

(KESK), Sendika.Org ve Türk Tabipleri Birliği (TTB)<br />

tarafından düzenlenmektedir. Kazım Koyuncu<br />

Kültür Merkezi de geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl<br />

da Festivalin destekçisi kurumların arasındadır


BANU BOZDEMİR<br />

Türk sinemasının jönü kim dense 1970’li yıllarda o<br />

akla gelirdi herhalde… Sonra yakışıklı Ferit hallerini<br />

bir daha açmamak üzere kapattı ve görüntüsüyle<br />

pek de uyuşmayan siyasi rollere geçti…<br />

Seyircisi onun Ferit hallerini hiç unutamasa da bu<br />

yakışıklı, uzun boylu adamın değişimine saygı<br />

duydu ve filmlerini bağrına bastı… Bugüne kadar<br />

yaklaşık 120 filmde rol alan Tarık Akan bu haftaki<br />

konuğumuz… Deli Deli Olma filminin Mişka’sı, 80<br />

yaşındaki yalnız adamı… Akan’la Türk sineması<br />

genelinde ama siyasete de hafifçe bulanmış bir<br />

söyleşi yaptık… Huzurlarınızda…<br />

Oyunculuğunuzu çeşitli aşamalara ayırmak<br />

mümkün… 1970 – 75 arası jön dönemi, sonra<br />

daha siyasi bir sürece giriyorsunuz… Sonrasında<br />

uzun bir ara ve tekrar filmlerle buluşma…<br />

1970 yılında sinemaya başladım. 1974’te de çizgi<br />

değiştirmeye başladım. Aradan da geçen dört yıl<br />

içinde de kırka yakın film çektim. Oyunculuğun<br />

nasıl bir şey olduğunu öğrendim denemez ama<br />

öğrenmeye çok hevesli ve azimli bir kişiliğim<br />

vardı. Ve son sürat oyunculuğumu geliştirmek için<br />

arkadaşlarım ve dostlarım sayesinde her türlü<br />

ilişkiyi kurdum. Çok önemli ustalarla birlikte<br />

oldum gece gündüz. Bir daha 70’li yılların başında<br />

yapmış olduğum 40 tane film tarzında film<br />

yapmama kararı aldım. Bu da ister istemez beni<br />

ekonomik olarak çok zorladı. Hem de seyircinin<br />

alışık olduğu, bildiği Tarık Akan tipi gitti yerine<br />

bambaşka bir şey geldi. Bunu kabul ettirmek de<br />

çok zor oldu. Bu arada harcanmış filmlerim var<br />

arada. Bir tanesi Canım Kardeşim’dir. 1974’ün<br />

sonlarında Ertem Abi (Eğilmez)’yle çektiğim.<br />

Kardeşi kan kanseridir ver onu kurtarmak için<br />

televizyon çalarlar. O arada çocuk ölür. Mesela<br />

hiç iş yapmayan filmlerimden birisidir. Bende çok<br />

severim. Sonra Ertem Abi bana çok kızdı. Sen<br />

istedin diye bu tarz filmler çekiyorum ama seyirci<br />

seni böyle sevmiyor dedi. Ben yine de ısrarcı<br />

davrandım. Bu sefer sanıyorum 75’in sonlarıydı,<br />

Şerif Gören’le Nehir diye bir film çektim. Oda<br />

Deniz Gezmiş’in arkadaşı Sinan Cemgil’in hayatını<br />

anlatan; Hasankeyf’te başlayan bir sal macerası.<br />

Jandarmadan kaçan bir devrimciyi oynuyorum.<br />

O da iş yapmadı, yattı. Çok sevdiğim bir<br />

filmdi. Ben ondan sonra Arzu Film’den koptum.<br />

Kopuş o kopuş. Ondan sonra Türkiye’nin en<br />

karışık dönemleri . Örgütleme, düzenleme aynı<br />

zamanda oyunculuk geliştirmek için dostlarımla<br />

sabahlara kadar sohbet etme, bol bol kitap<br />

okuma dönemleri. O sırada Yavuz Özkan’la<br />

Maden filmine başladım. Maden işçilerinin sorunlarını<br />

anlatan, sarı sendikaya patron tarafından<br />

bakan, gerçek bir sendika olmayan bir ortamda<br />

sendikaya girmiş işçiyi oynadım. Filmin politik bir<br />

altyapısı vardı ve tüm ülke tarafından büyük bir<br />

özveriyle karşılandı. Filminde ortaklarından birisiydim.<br />

O filmden sonra seyirciyi inandırdım. Evet<br />

orada bir işçiydim ben. Yakışıklı, uzun boylu, fıstık<br />

suratlı adam gitmiş, yerine inandırıcı, meselesi<br />

olan bir adam gelmişti. Ondan sonra da arkamı<br />

dönüp bakmadım. Sonra arkasından Sürü filmi<br />

geldi. Güneydoğu filmi. Sonra arkasından her<br />

yaptığım filmi Güneydoğu’ya taşımaya başladım.<br />

Güneydoğu’da yaptığım birçok filmim vardır<br />

benim. Yoruldum artık. Meslek yorgunluğu<br />

başladı. Biraz da paran varsa hayır demeye<br />

başlıyorsun. Bu da keyifli bence. Arada bir film<br />

çekmek hoş. İşte en son filmimi dört yıl önce<br />

çekmiştim.


Son filminiz Vizonte Tuuba’da doğuya sürgüne<br />

gönderilen bir öğretmensiniz. Türk sinemasının<br />

doğuyla olan hesaplaşmasının devam ettiğini<br />

söyleyebilir miyiz? Türk sineması doğuya karşı<br />

yeterince ilgili mi?<br />

Artık yok, olmasına da gerek yok. Benden önce<br />

Yılmaz abi (Güney) her şeyini koydu ortaya.<br />

Yılmaz abiden sonra da ben koydum. Bizim<br />

bütün derdimiz Türkiye’nin bütün uçlarıyla<br />

beraber bir bütün olduğudur. Bir yerde bir çöküntü,<br />

bir yalnız bırakılmışlık varsa bir sinemacının<br />

söylemesi gereken bir mesaj olmalıdır. Ben her<br />

zaman en kötü bir aşk filmimi bile Güneydoğuya<br />

taşıdım. Doğu ta Osmanlı’dan beri yalnız<br />

bırakılmış, itilmiş kakılmış bir bölgedir. Bunu<br />

resim olarak da alın görün. Yaşadıkları yer budur,<br />

kıyafetleri budur, bunları yerler ve böyle yaşarlar.<br />

Bunlar T.C. vatandaşıdır diye koyarız ortaya.<br />

Ondan sonrası iktidarlara ve devlete kalır. Ama<br />

hiçbir şey yapılmadığı için her şey karmakarışık.<br />

Ben bir sinema oyuncusu olarak mesaj vermeyi<br />

bir görev olarak bilirim.<br />

Siz genelde sinema – sanat konuşacakken,<br />

gazetecileri öğrencileri ya da yanınızda bulunanları,<br />

size politik sorular sormaya sevk eden bir<br />

yapıya sahipsiniz…<br />

Çünkü bu ülkede bir sinema oyuncusu iseniz,<br />

sinema oyunculuğu üst noktada hakim bir<br />

durumda ise o zaman yaptığın veya yapacağın<br />

her yapıtı ülkenin insanlarının refahı için yapmak<br />

zorundasın. Bu asli görevdir. Komedi bile yapılıyorsa<br />

bu mutlaka onu seyreden insanlara bilgi<br />

birikime dayalı bir şeyler vermek zorundayız. Biz<br />

dünya toplumuna tam anlamıyla katılmış bir<br />

toplum değil isek o zaman bize çok fazla görev<br />

düşüyor demektir. Bir taraf olarak konuşuyorum.<br />

Benden taraf olmayanlar beni sevmiyor olabilir.<br />

Hiç umurumda değil. Benim tarafım çok açık ve<br />

nettir. Atatürkçü bir temele oturan, sol tandanslı<br />

bir oyuncuyum. Bundan da çekinmem.<br />

Siz hiç dizilerde oynamayı tercih eden bir oyuncu<br />

olmadınız…<br />

Denedim aslında, ama dizinin sinema mantığıyla<br />

uzaktan yakından alakası yok. Yani artık fiziki<br />

olarak altından kalkamıyorsunuz. Sabah saat sekizde<br />

sete gidiyorsunuz gece 12.00’ye kadar<br />

devam ediyor. 18 saat çalışıyorsun. Kamera<br />

arkası genç neyse ki… Yoksa çok fazla can<br />

kaybı olabilir. Çağa yakışmayan bir mantıkla<br />

çekim yapılıyor. Halbuki dört günde değil de<br />

on günde bir bölüm istiyor olsalar, 60 dakika<br />

değil de dünya standartlarında bir<br />

uzunluk isteseler her şey hallolacak. Biz<br />

sinemada 90 dakikayı aşağı yukarı bir<br />

buçuk ayda çekiyoruz. Onun için hayır<br />

diyorum. Yoksa sinemadaki özlemimi<br />

orada giderme, uyuzumu kaşıma<br />

imkanım olabilirdi. (gülüşme)<br />

Kara Toprak diye bir film çekmeye<br />

başlamıştınız. Onunla ilgili<br />

son durum nedir acaba?<br />

Proje kaldı. Filmin jeneriğini<br />

ve finalini çektim. Ama orta<br />

kısmı için para bulunamadı.<br />

Sistemler çöktü.<br />

Oyuncularım büyüdü.<br />

İlerde çekilirse her şey<br />

yeni baştan çekilecek.<br />

Fazıl Say’a ayıp<br />

ettik. Onun müzikleri<br />

üstüne kurulmuş<br />

bir projeydi.<br />

Tam 12<br />

Eylül filmi<br />

denemez.<br />

Tüm


dünyadaki askeri darbeleri anlatan, genel olarak darbe<br />

kavramını anlatan bir filmdi. Dünyada artık askeri darbe<br />

dönemleri bitmiştir. Başka sistemler var. Ordu bir maşa<br />

gibi kullanılmıyor, kullanılmayacak da bence… Bütün<br />

dünyayı kapsayan bir konusu olduğuna inanıyordum<br />

benim Kara Toprak’ımın…<br />

Şerif Sezer’le yıllar sonra aynı filmde buluştunuz. Deli<br />

Deli Olma’nın sizi çeken yanı nedir?<br />

Duyguyu çok güzel ifade etmek edebiyatta, şiirde ve<br />

senaryoda olur. Tiyatro teksinde de bu kadar yoğun<br />

yakalamak zordur. Edebiyatta yazdığın zaman<br />

yakalayabilirsin ama lafa dayalı bir anlatım vardır. Onu<br />

resimlemek çok zordur. Ama senaryo dediğin zaman<br />

hem resmi, hem mizanseni hem de diyalogu vardır.<br />

Her şey, vardır. O yüzden senaryodaki duygu diğer<br />

yazım sanatlarındaki duyguya benzemez. Senaryoyu<br />

okur okumaz o duyguyu yakaladım ve iki seksen<br />

hemen evet dedim.<br />

Yaşlı ve yalnız bir adamı oynuyorsunuz. Pabuç diye bir<br />

karakter var, onunla atışma yaşıyorsunuz?<br />

Filmin başrolünde piyano var. Piyanonun yanında 12<br />

yaşında Alma diye bir kız var. Başrol onların. Pabuç<br />

benim her şeyimi vermeyi düşündüğüm bir kadın.<br />

Yaşlar geçmiş ikimizden de ama aslolan Oradaki Alma.<br />

Benim adım Mişka. Rus’um. Pabuç da Anadolu’da çok<br />

kullanılır. Kızınca pabuç atana derler. Kars’ın güzel bir<br />

köyünde, orayı daha da güzelleştiren bu oyuncu<br />

kadrosuyla her şeyi güzel bir biçimde ortaya koyduğumuzu<br />

sanıyorum. Umut ediyorum ki seyirciler de benim<br />

kadar sever.<br />

Arada aşk ve nefret ilişkisi var sanki…<br />

Şimdi bana bütün senaryoyu anlattıracaksın…<br />

(gülüşme) Aşksız film olur mu hiç… Bizim filmimizde<br />

de var.<br />

Hikayeye baktığımızda herhangi bir yer ve zamanda da<br />

geçebilirmiş gibi. 93 Harbi sonrası olmasının filme olan<br />

katkısı nedir?<br />

Çok şey katıyor. Çünkü orada bir kültür var. Anadolu<br />

insanına karışmış olan çok önemli kültürler var.<br />

Ermenistan’dan, Azerilerden, Araplardan, İran’dan,<br />

Rusya’dan bir kültür girmiştir bu ülkeye… Taa antik<br />

çağlardan bu yana… Ülkemiz ne kadar bilincinde, ne<br />

kadar sahip olabiliyorlar… Getirdiklerinde adam gibi<br />

sahip çıkılsaydı, bugün dünya çapında bambaşka bir<br />

yerimiz olurdu. Ama hep farklılaştırılmaya çalışıldık. Bu<br />

böyle de gidiyor. Onun için bu kültür, oradan girmiş.


Bir Malakan grubu. Bir milyona yakın bir göç.<br />

Dağıla dağıla geliyorlar. En büyük bölümü Kars<br />

tarafına geliyor. Ve de çok şey bırakmışlar.<br />

Değirmeni, kaşar peynirini, patatesi, sevgiyi,<br />

güzel kızları, ev yapma tekniğini onlar getiriyor.<br />

Getirdikleri kalmış ve bitmiş. Azerbaycan’a gidin.<br />

Hala çok büyük Malakan köyleri olduğu söylenir<br />

orada. Örnek köylermiş onlar. Filmde de bir tek<br />

ben kalmışım Malakan olarak orada…<br />

Ama Türk köyleri teknolojiden, gelişmeden bi<br />

haber…<br />

Köylüler hala sefalet içinde. Özellikle doğu köyleri…<br />

Bir de devletin orada yatırım politikasının<br />

çok ciddi olması gerekir. Doğu ve Güneydoğu<br />

doğal bitki olarak hayvani gıda yetiştirecek en<br />

önemli bölgelerden biri. Ama şimdi orada hayvan<br />

yok. Var gibi görünüyor ama yok. Bundan 30 yıl<br />

önce oralara film çekmeye gidince dağları hayvan<br />

olarak görürdüm. Rengarenk milyonlarca<br />

hayvan vardı. Artık et büyük şehirlere yurt dışından<br />

geliyor. Bu da Özal’la beraber başlamıştır<br />

bence…<br />

Oğlunuzla ilk defa bir filmde rol aldınız. Onu kendinize<br />

benzetiyor musunuz ve oyuncu olmasını<br />

destekler misiniz?<br />

Bugünlerde Amerika’ya ona bir mesaj çekeyim<br />

diyorum. Oğlum bak, bütün gazeteciler bana hep<br />

bu soruyu soruyor. Eğer oyunculuk yapacaksan,<br />

mastırını yaparken arada bir oyunculuk atölyesi<br />

ya da okuluna yazıl diye sorayım mı diye mesaj<br />

atayım diyorum. (Gülüşme) Beni ilgilendirmez.<br />

Oyunculuğu seviyor sonuçta. Ama karar ona ait.<br />

Oğlunuz gençliğinizi canlandırırken eski günlere<br />

özlem duydunuz mu?<br />

Ben de öyle şeyler olmaz. Ama kameranın<br />

önünde çocuğunu görmek bir baba olarak çok<br />

enteresan, çok güzel bir duygu…<br />

Oğlunuz da dahil olmak üzere gençleri politik<br />

anlamda nasıl buluyorsunuz?<br />

Kötü ama ben bunlara gençlerin sorunu olarak<br />

da bakmıyorum. Bunun altında yine 1980 askeri<br />

darbesi yatar. Bu darbenin yapmış olduğu bilinçlendirme<br />

ve kanuni birtakım engellerden<br />

dolayı üniversitelerdeki bütün oluşumun değişimi,<br />

ilköğretimde çocukların kitaptan uzaklaştırılması,<br />

okumayan araştırmayan bir toplum haline<br />

getirilmesi hep o dönemim ürünüdür. Bu toplumda<br />

okuyan, araştıran mutlaka yırtar ve öne<br />

geçer. Yoksa bunun zekayla çok ilgisi yoktur.<br />

Bütün dünyayı bütün dünyadan öğreneceksin.<br />

Kendi ülkene kapanıp, dünyayı öğrenmeye çalışmak<br />

da yanlıştır.<br />

Son dönem Türk sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Film çekimleri bayağı ağırlık kazandı…<br />

Ben çok fazla umutlu görmüyorum. Hele bu<br />

ekonomik krizde en büyük yarayı sinema sektörü<br />

alacaktır. Çünkü pahalı bir sanat. Sinemaya dahi<br />

gidecek seyircinin parası olmazsa, krizde en<br />

büyük tokadı sinema yer. Açılmış olsa bile<br />

dünyada festivallerde çok önemli bir yere<br />

gelebileceğimizi düşünmüyorum. Nuri Bilge<br />

Ceylan’ı ayrı koymak lazım. O tek başına her<br />

şeyi yapmıştır. Ama o Türk sineması demek<br />

değildir. Yılmaz Güney de öyle. O yüzden çok<br />

parlak görmüyorum Türk sinemasını…


SERDAR AKBIYIK<br />

■ İstanbul Film Festival’i<br />

ödülleri açıklanınca ilk filmini<br />

çeken yönetmenlerin aldığı<br />

ödüller dikkat çekti. Bu<br />

yönetmenlerle konuştuğumuzda<br />

başarılarında iki<br />

öğenin ortaya çıktığını görüyoruz.<br />

Birincisi Nuri Bilge<br />

Ceylan ve Semih<br />

Kaplanoğlu'nun başı çektiği<br />

gerçekçi sinemanın etkisi.<br />

İkincisi ise High Definition<br />

film çekmenin kolaylığı. Üstelik<br />

dijital çekim doğası gereği<br />

gerçekçi bir sinema dilini de<br />

tetikliyor. Son dönem filmleri<br />

izlediğimizde örneklerin<br />

çoğalmasıyla beraber bir<br />

sınıflandırmaya gidilebilir diye<br />

düşünüyorum. Bütün bu filmlerin<br />

Fransız Yeni<br />

Dalgası'ndan etkilendikleri bir<br />

gerçek. Ama tabii her filmin<br />

ve yönetmeninin sinema<br />

dilinde edindiği konuda ve<br />

senaryosunu işleyişinde farklılıklar<br />

var. Mesela Aslı Özge<br />

ve Pelin Esmer ile yaptığım<br />

sohbetlerde ortak bir dil<br />

otaya çıkmadığını söylediler.<br />

Ama her ikisinin de btün<br />

farklılıklarına rağmen ortak<br />

bir gerçeklik duygusuna<br />

sahip oldukları da gözden<br />

kaçmıyor. Hani öyküden<br />

daha çok filmlerdeki karakterlerin<br />

öne çıkmasından<br />

doğan bir gerçeklik duygusu<br />

bu. Sinema adına değerleri<br />

ortada olan bu üretimlerin<br />

gişe problemi yaşayacakları<br />

da bir gerçek. Üstelik bu<br />

problemi demin bahsettiğimiz<br />

gerçeklik duygusunun<br />

baskın olması yüzünden<br />

yaşayacaklar. Bu onların tercihi.<br />

Her ikiside sanatlarını<br />

gişe endişesi yaşamadan<br />

icra etmek isteyen yönetmenler.<br />

Daha önceki söyleşilerimden<br />

Semih Kaplanoğlu,<br />

Yeşim Ustaoğlu, Nuri bilge<br />

Ceylan'ın da aynı tercihlere<br />

inandıklarını biliyorum. Şimdi<br />

bütün bu isimleri topladığımız<br />

zaman ortaya bir dalga çıkıyor.<br />

Biz bunu High<br />

Definition'ın etkisini de göz<br />

önüne alarak Yüksek Dalga<br />

diye adlandırıyoruz. Özellikle<br />

İstanbul Film Festivali ödülleri<br />

belli olduktan sonra bu<br />

hissimiz güçlendi. Bizde<br />

yönetmenlerimizle bu konular<br />

üzerine küçük sohbetler yaptık.<br />

En iyi film seçilen<br />

Köprüdekiler filminin yönetmeni<br />

Aslı Özge, En İyi<br />

Yönetmen, En İyi Senaryo ve<br />

En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini<br />

alan Uzak İhtimal’in yönetmeni<br />

Mahmut Fazıl Coşkun,<br />

En İyi Kadın Oyuncu ödülünü<br />

alan Derya Alabora ve Jüri<br />

Özel Ödülü'nü alan Pelin<br />

Esmer sıcağı sıcağına telefonda<br />

sorularımızı cevapladılar.


■ İlk filmini çeken yönetmenlerin<br />

başarısının nedenini düşündüğümde<br />

Türk Sineması’ndaki çıkışın yarattığı<br />

atmosferi önemli görüyorum. Tabii<br />

jürinin yapısı da çok önemli, Kutluğ<br />

Ataman gibi yenilikçi bir ismin jüride yer<br />

alması bence seçimleri çok etkilemiştir.<br />

İlk filmiyle ödül alan birçok yönetmenin<br />

olması bence Nuri Bilge Ceylan sinemasının<br />

etkilediği isimlerin çok olmasıyla<br />

bağlantılı. High Definition film çekmekte<br />

bu sayısal<br />

çoğunluğu tetikledi.<br />

Filmimin en büyük<br />

özelliği içerden bir<br />

bakış açısına sahip<br />

olması. Belgeselle<br />

bağlantılı bir kurmaca<br />

film olabildiği kadar<br />

gerçekçi bir bakış<br />

açısına sahip oluyor<br />

tabii.<br />

■ İstanbul Film Festivali’nden ödül almak her sinemacı gibi<br />

benim içinde gurur verici bir şey. Pandora’nın Kutusu benim<br />

çok sevdiğim bir çalışma oldu. O yüzden yarışma bölümüne<br />

seçilmemiş olması biraz beni üzdü. Ama her festivalde farklı<br />

bir jüri yapısı vardır. Bir jüriden ödül alan diğerinden alamaz,<br />

bunu da anlayışla karşılamak lazım.<br />

Sinemanın genci yaşlısı olmaz diye<br />

düşünüyorum. Önemli olan üreticilerin<br />

ürettikleri işe verdikleri emektir. Bu<br />

bağlamda bir sınıflama yapmamak<br />

gerektiğine inanıyorum. Tabii genç<br />

insanların heyecanlarını paylaşmıyor<br />

değilim. Onların ödül törenindeki heyecanları<br />

bile farklı oluyor. Ama sinemada<br />

bir değerlendirme yapıyorsak genç<br />

yaşlı gibi ayrımlar yapmamalıyız.


■ ‹lk filmimde ödül almak gurur verici. Aç›kças›<br />

benim filmimin d›fl›nda sayg› duydu¤um ve<br />

tecrübeli yönetmenler vard›. Onlar›n aras›nda<br />

ödül alaca¤›m› düflünmüyordum. Bu anlamda<br />

sürpriz oldu. Ama projeye haz›rlan›rken de tarz›<br />

üzerinde çok büyük çal›flma yapt›k. Minimalist<br />

bir film çektik. Bu anlamda da içimde hep ödül<br />

alabilece¤imizi hissettim. Yani karmafl›k duygular<br />

içindeydim. Ama dedi¤im gibi ilk filmimle<br />

ödül almak gurur verici. Benim gibi ilk filmiyle<br />

ödül alan birçok isim oldu. Bu Türk<br />

Sinemas›’ndaki ç›k›fl›n bir kan›t›. Bizim filmlerimizde<br />

Nuri Bilge Ceylan,<br />

Semih Kaplano¤lu gibi<br />

bizim öncemiz<br />

say›labilecek<br />

sinemac›lar›m›z›n etkisi<br />

var. Onlar›n açt›¤›<br />

yoldan gidiyoruz. Bu<br />

kadar ilk filmiyle ödül<br />

alan yönetmen varken<br />

tek bir sinema dilinden<br />

konuflmak imkans›z.<br />

Herkes kendi tarz›nda<br />

film yap›yor. Bu anlamda<br />

biz yeni isimlerin bir<br />

dönem yaratabilmesi<br />

için say›m›z›n artmas›<br />

gerekiyor. Frans›z Yeni<br />

Dalgas› ayn› dönemde<br />

çekilen 90 veya daha<br />

fazla filmle kendini gösterdi.<br />

Ama biz toplasak<br />

toplasak 10, 15 film<br />

yapabiliyoruz. Yeni<br />

filmlerin ortak bir dilinden<br />

bahsedemesek de<br />

oyunculuklar hepsinde<br />

çok iyi. Oyunculuklar<br />

anlam›nda bir devrim<br />

yaflan›yor diyebiliriz. Bir<br />

de senaryolar eskiye<br />

göre daha gerçekçi. Bu<br />

anlamda filmler daha<br />

fazla yaflam›n içinden<br />

ç›k›yor.<br />

■ Onat Kutlar adına ödülü almak<br />

benim için ayrıca bir anlam taşıyordu.<br />

Ödül benim için şu anlamda sürpriz<br />

olmadı. Her yönetmenin bir beklentisi<br />

vardır. Ben de filmim<br />

için böyle bir beklentideydim<br />

tabii.<br />

Birçok yönetmenin<br />

ilk filmiyle ödül<br />

alması üreticilerin bir<br />

derdi olduğunu ve<br />

artık yollara<br />

düştüğümüzü<br />

kanıtlıyor.


BANU BOZDEMİR<br />

İskoçya’nın Sean Connery’den sonra yetiştirdiği<br />

yegane oyuncu desek sürç-i lisan etmiş olmayız.<br />

Sesini oyunculuğuna katık edip, renkten renge,<br />

şekilden şekle girdiğine beyazperdenin büyülü<br />

ortamında pek çok kez tanıklık ettik… Onu böyle<br />

sevip, böyle bağrımıza bastık… Ewan Gordon<br />

Mcgregor 31 Mart 1971 doğumlu ve ilgilileri için<br />

koç burcu. Oyunculuğu çocukken televizyon<br />

karşısında ya da evin ücra bir köşesinde<br />

deneyenlerden değil. Hayali bir rockstar olmakmış…<br />

Hard müzikler eşliğinde kendini ifade<br />

etmeyi amaçlarken birden oyunculuğu çok<br />

sevdiğini keşfediyor ve oyunculuk yapmazsa<br />

yaşayamayacağını… Tabii ailesi de bu konuda en<br />

büyük destekçisi. Oyüzden London’s Guildhall<br />

School of Music and Drama okurken Dennis<br />

Potter filminde ilk rolünü kaptı. 1994’te Mezarını<br />

Derin Kaz dedi ama asıl fanatizmi bir Danny Boyle<br />

filmi olan Trainspotting’le yarattı. Çünkü kendisi<br />

uyuşturucu müptelası bir baş belasıydı ama filmin<br />

ana ekseni kapitalizmi eleştiriyordu. Onun da<br />

hayal kırıklıkları oldu tabii. The Beach filmine<br />

başlayacakken rol Leonardo Dicaprio’ya gitti. O<br />

da olayın müsebbibi olan Danny Boyle ve John<br />

Hodge’la bir daha hiç konuşmadı. Ama hayat<br />

inişli çıkışlıydı ve her inişin bir de çıkışı olmalıydı.<br />

1997’nin Eylül ayında ünlü İngiliz dergi Empire’ın<br />

yaptığı “Tüm Zamanların En İyi 100 Film Starı”<br />

anketinde 36. oldu.<br />

!999’da Star Wars’un Obi-Wan Kenobi’si oldu ve<br />

serisinin hala bir parçası… 2001’de sesiyle de<br />

katkıda bulunduğu Moulin Rouge filminde rol aldı.<br />

Tam bir romantikti o filmde.<br />

Ama oyunculuk sınır tanımayan bir şeyse her<br />

filmde rol almalı gerekirse asker bile olmalıydı.<br />

Ridley Scott filmi Black Hawk Down da bir asker<br />

oldu, Down With Love ile 60’ların romantik<br />

ortamına uzandı.<br />

Tabii bu arada Trainspotting’den bir yıl önce Eve<br />

Mavrakis ile evlendiğini, çocukları olduğunu, bir<br />

dönem Jude Law ile ev arkadaşlığı ettiğini,<br />

2004’te en yakın arkadaşı Charley Boorman’la<br />

birlikte motosiklete atlayıp dünyayı dolaştığını, bu<br />

gezi sırasında Mongolya’da dört yaşında bir kız<br />

çocuğu evlat edindiğini de söylemeden geçmeyelim…<br />

Ülkemizde vizyona giremeyen Big Fish de bir hayalperestti,<br />

The Island da bir klon, Velvet<br />

Goldmine da bir eşcinsel, Cassandra’nın<br />

Rüyası’nda suça saplanan bir adam, Şantaj da ise<br />

bir kadının peşinden hayal edemeyeceği bir<br />

dünyaya sürüklenen bir adamdı. Bu ay Ron<br />

Howard tarafından beyazperdeye uyarlanan<br />

Melekler&Şeytanlar adlı filmde Carlo Ventresca<br />

olarak karşımızda olacak… Dan Brown’un çok<br />

okunan kitabından uyarlandığı için filmi yaratacağı<br />

etki de bir hayli fazla olacak…


Bu sırada tören başlar. Sahneye Hugh Jackman<br />

gelir. Herkes alkışlamaktadır. Önce vasat sesiyle<br />

birkaç müzikal parçayı okur. Bazı seyirciler kulaklarını<br />

tıkar.<br />

Hugh Jackman: Herkese merhaba! 2009<br />

Oscar’larına hoş geldiniz. Hemen bir espriyle<br />

başlayayım. Whoopi Goldberg’in hayaleti buralarda<br />

dolaşıyor, haberiniz olsun! (Kimse gülmez) Ne<br />

Oscar töreninde muhabirlik yapan Whoopi<br />

Goldberg, yakaladığı ünlüleri sorularıyla köşeye<br />

sıkıştırmaya devam ediyor…<br />

Whoopi Goldberg: Birkaç soru soracağım<br />

vaktin var mı?<br />

Sean Penn: Hayır hiç vaktim yok. ABD,<br />

Irak’a girmeden bişiler yapmam lazım.<br />

Politik filmler çekmek, vatandaşlıktan çıkmam<br />

falan lazım.<br />

Whoopi Goldberg: İyi de, ezeli düşmanın<br />

Bush çoktan gitti Beyaz Saray’dan. Obama<br />

geldi. Hatta sırf bu yüzden sana bu akşam<br />

en iyi oyuncu Oscar’ı vereceklermiş diye<br />

söylentiler var.<br />

Sean Penn: Yanılıyorsun. O söylentiler<br />

doğru ama Bush’tan dolayı değildir. Olsa<br />

olsa artık Amerika’da her üç erkekten biri<br />

gay olduğundandır. Malum son filmim<br />

Süt’de bir eşcinseli canlandırıyorum. Bu<br />

arada 5 papelin var mı? Sanırım cüzdanımı<br />

düşürdüm yada çalındı.<br />

Whoopi Goldberg: Olsa dükkan senin.<br />

Malum, kriz var. Hadi başarılar sana. ( Sean<br />

Penn’in yanından ayrılır, birkaç sıra arkada<br />

Mickey Rourke’u görür) Hey, Mickey! Selam.<br />

Mickey Rourke: Selam Goldi.<br />

Whoopi Goldberg: Oscar’ı Sean Penn’e<br />

vereceklermiş gibi duydum.<br />

Mickey Rourke: (Whoopi’nin kulağına eğilerek<br />

fısıldar) Biliyor musun Goldi, eğer böyle<br />

bişi olursa Sean’i cehenneme yollayacağım.<br />

Whoopi Goldberg: Ooo! Burası kızışacağa<br />

benzer sayın seyirciler.


o, komik bulmadınız galiba.<br />

Whoopi Goldberg: (Salonun ortasında bağırır)<br />

Hey, ben buradayım ve hala ölmedim seni<br />

aşağılık herif.<br />

Hugh Jackman: Vay vay vay. Bakın burada kimler<br />

varmış. Selam Whoopi. Seni göremedim.<br />

Neden o siyah kadifeyi giydin. Daha iyi<br />

görünebilmek için mi?<br />

Bu sırada içeri FBI görevlileri girer. Hugh<br />

Jackman’ı tutuklamaya ve susturmaya kalkışırlar.<br />

Ortalık birbirine girmiştir. Koşanlar, bağıranlar,<br />

ağlayanlar…<br />

Whoopi Goldberg: Evet sayın seyirciler.<br />

İnanılmaz bir olay oldu. Hugh Jackman’i tutuklamak<br />

için içeri onlarca FBI ajanı girdi. Sanırız<br />

sebebi benim zenci olmam ve Obama’nın<br />

başkan olması. Bilmiyorum hem kafam<br />

hem de ortalık karıştı. Hayır Mickey<br />

yapma. Ahhh! Sayın seyiriciler, Mickey<br />

Rourke, koltukların üstüne çıkıp bir<br />

güreşçi edasıyla Sean Penn’in üstüne<br />

atladı. Salonda bulunan George<br />

Michael, Elton John ve Robin kılığında<br />

maskeli bir adam Sean’i kurtarmaya<br />

çalışıyorlar. Leonardo Di Caprio,<br />

Yahudi olmamak için vazgeçtiği<br />

sevgilisini yalnız bırakıp, Penelope<br />

Cruz’un arkasına geçti ve dünyanın<br />

kralı benim diye çığlıklar atıyor.<br />

Kıyafetine bastığı için Leo’yu tokasıyla<br />

öldürmeye kalkan Penelope’yi ise<br />

Javier Bardem zaptetmeye çalışıyor.<br />

Aman tanrım. Orada neler oluyor?<br />

Jennifer Aniston, Brad’in kolundan<br />

Angelina Jolie’yi kaptığı gibi, saçlarını<br />

yolmaya başladı. Şu an ikisi saç saça<br />

birbirilerine girdiler. Brad Pitt ve en<br />

yakın arkadaşı George Clooney,<br />

Angelina üstüne çevredekilerle bahse<br />

girdiler. FBI ajanları bir yandan da<br />

Slumdog Millionaire’in Hint’li ekibini,<br />

özellikle de çocukları kovalıyorlar.<br />

Çünkü aldığım bilgiye göre gece<br />

boyunca süren cepçilik olaylarının<br />

müsebbibi onlar çıktı. Bu kadarına da<br />

pes diyorum. Adrien Broody, birdenbire<br />

sahneye çıktı ve bu sene de birilerini<br />

öpmem lazım deyip Hugh<br />

Jackman’in dudaklarına yapıştı. Evet<br />

sayın seyirciler, bu rezaleti daha fazla<br />

ekranlarınıza taşıyamayacağız. 2010<br />

Oscar töreninde görüşmek üzere! Ha,<br />

bu arada… Buradan yetkililere<br />

sesleniyorum. Töreni seneye bana<br />

sundurun aşağılık herifler!!!


Obama’nın ABD başkanı olmasıyla piyangoyu<br />

kazandığına inanan insanlara kötü bir<br />

haberimiz var. O piyango bileti sahte...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

■ Zamanın Ruhu çok güncel ve<br />

yepyeni bir filmle yoluna devam<br />

ediyor. Daha önce yayınladığımız<br />

Endgame: Blueprint for Global<br />

Enslavement filminin yönetmeni<br />

gazeteci Alex Jones'un Obama<br />

Hilesi-The Obama Deception<br />

filmiyle karşımızda.<br />

Yeni Dünya Düzeni'nin bizi şaşırtan<br />

dinamizmi bu tür filmlerle yakalanabiliyor.<br />

Düşünsenize herşey<br />

felakete giderken, bütün dünya<br />

ABD'nin kölesi veya arka bahçesi<br />

olmuşken, birden bire ABD'de<br />

seçimler oluyor ve siyahi başkan<br />

bütün ezilmişlerin temsilcisi olarak<br />

bu karanlık düzenin sahibi olan<br />

ülkenin başına oturuyor. Sanki bir<br />

rüya veya dünyadaki her insana<br />

çıkan bir piyango gibi.<br />

Jones'un Obama Hilesi filmi ne<br />

yazık ki elimizdeki piyango biletlerinin<br />

sahte olduğunu bize<br />

müjdeliyor. Hem de öyle bir<br />

müjdeliyor ki buna itiraz etmek ve<br />

inanmamak çok zor.<br />

Mesela Obama Türkiye'ye<br />

geldiğinde yaptığı her hareketi ve<br />

söylediği her sözü açıklamaya<br />

çalışan televizyon programları<br />

seyrettik. "Serçe parmağını şöyle<br />

kaldırdı, sol eliyle yazdı, çok<br />

samimiydi gibi saçma sapan<br />

yorumları dinledi bütün millet. Hiç<br />

kimse de sormadı bu adamın siyasi<br />

kadrosu kimlerden oluşuyor?<br />

Kökenleri ne? Seçilmeden önce ne<br />

dedi sonra ne yaptı.<br />

Jones'un filminde tamamıyla bunlar<br />

anlatılıyor. Kötü haber demokratların<br />

adayı ve şimdiki ABD başkanı<br />

Obama'nın bütün kadrosu Wall<br />

Street kökenli. Yani bankacılardan<br />

oluşmuş. Üstelik hepsi de<br />

Bilderberg üyesidir. Bizim köşemizi<br />

takip edenler Bilderberg'i bilirler<br />

ama bu karanlık hikayeyi hiç duymayanlar<br />

için kısaca özetleyelim.<br />

Bilderberg'in hedefi, Yeni Dünya<br />

Düzeni'ni ve ABD-İngiltere ya da<br />

Siyonist/Evangelist hâkimiyetini ve<br />

emperyalizmini tüm dünyaya yaymaktır.<br />

Her yıl yapılan çok gizli<br />

ortamdaki toplantıları; hem CIA,<br />

hem de toplantının yapıldığı ülkenin<br />

istihbarat örgütü kontrol eder. Para<br />

ve finans güçlerinin ulusal politikaları<br />

alt ederek ülkeleri<br />

köleleştirmet ve globalizmi yaymak<br />

peşinde olan bir örgüttür. Ne<br />

sağcıdır ne solcu, ne inancı vardır<br />

ne dini. Tek birşeye tapar o da<br />

para. Bu paranın hangi ülkeye ait<br />

olduğu da önemli değildir.


Bu döneme göre bazen ve çoğunlukla<br />

Dolar olur bazense Euro. Yen, Liret, Lira<br />

hepsi onlarındır. Peki böyle bir kadro ile<br />

Obama nasıl dünyaya önerdiği mucizeleri<br />

gerçekleştirecek?<br />

İşte o noktada filmin çok acı önermeleri<br />

ve saptamaları var. Obama Bush ve<br />

öncesi ABD yönetimlerinin dünya halkları<br />

tarafından tanındığını ve inandırıcılığının<br />

kalmadığını bu yüzden de yeni bir düzenlemeyle<br />

umutsuz yığınlara umut aşılamak,<br />

bu toplumların gazını almak için<br />

Obamanın dünya siyaset sahnesine çıktığını<br />

iddia ediyor. Bunun kanıtı olarak<br />

Obama'nın lekeli siyasi kadrosunu tanıtmak<br />

dışında ilk icraatlarını da bizlere<br />

sunuyor. Mesela Guantanamo'nun<br />

kapanması. Evet Guantanamo'nun<br />

kapanması için gerekli kanunu çıkarıyor<br />

obama ama bu kanunun eklerinde yine<br />

tutsakların istenildiği gibi başka ülkelerde<br />

gizli cezaevlerinde tutulmasını devam<br />

ettirecek satırlar aynen kalıyor. İşkence<br />

deseniz, bu konuyla ilgili hiç bir engelleyici<br />

unsur konulmuyor bu kanunlara.<br />

Kısacası Obama bir Guantanamo'yu kapatıyor,<br />

bintanesini açıyor.<br />

Irak'tan çekileceğiz diyor. Seçimi<br />

kazandıktan hemen sonra bu<br />

topyekün çekilme 16 bin askerin<br />

bölgede kalmasıyla sınırlanıyor,<br />

hemen sonra sayı 23 bine çıkıyor.<br />

Sonra da yetmezmiş gibi<br />

Afganistan'a 30 000 yeni ABD<br />

askerini göndereceklerini açıklıyor.<br />

Obama Türkiye'den ayrıldıktan<br />

sonraki televizyon programlarını<br />

tekrar hatırlatırım size. Bu noktada<br />

filmin içeriğinde biz Türkler'in<br />

yakından düşünmesi gereken şey<br />

acaba Irak'ta kalacak 23 bin<br />

ABD'linin Irak'ın hangi bölgesinde<br />

kalacağıdır.<br />

Geçiyoruz ekonomik kirize. Film<br />

Obama'nın başkan seçilmesinin<br />

bir sebebi olarak ABD'nin kendi<br />

halkı üzerinde de oynanan büyük bir<br />

oyunu işaret ediyor. Finans odaklarının<br />

Kenedy suikasti ile ABD'yi, iç ve dış politikasını<br />

tekrar şekillendirdiğini iddia ediyor.<br />

Su şekillenmenin izinden gidip önemli<br />

siyasi, felsefeci ve finans isimleriyle<br />

röportajlar yapıyor. Dünyada oynanan<br />

oyunun aynısının Amerikan halkı üzerine<br />

de oynandığını söylüyor. Samimi biraz da<br />

kabadayı tavrıyla Obama'nın güya umut<br />

vaad eden yüzünün halkı kandırmakta<br />

kullaıldığını belirtiyor. Aslında olmayan bir<br />

ekonomik kirizin finans patronları tarafından<br />

çıkarıldığını, bu bankaların halkın<br />

elindeki malların değeri tabana vurduğunda<br />

bu malları almak için gereken parayı<br />

ortaya çıkaracaklarını daha sonra<br />

ekonomiyi rahatlatıp ucuza kapattıkları<br />

malları halka geri satacaklarını iddia ediyor.<br />

Bütün bu düzenlemeler için de<br />

Obama ve Wall Street kökenli siyasi<br />

kadronun ABD'nin başına geçirildiğini<br />

anlatıyor. Obama'nın aslında Bush ve<br />

Clinton gibi geçici bir yüz olduğunu,<br />

bütün bunlardan sonra yaşananlar<br />

yüzünden güvenirliğini kaybedeceğini,<br />

böylece siyasi arenaya başka bir kahramanın<br />

aynı odaklar tarafından<br />

atanacağını da ekliyor bu korkunç ve


izce gerçek olması<br />

muhtemel olan bu<br />

öykü. Filmin finalinde<br />

şöyle bir önerme var.<br />

Bütün bu çirkin oyunları<br />

ancak siz ortaya<br />

çıkarabilirsiniz. Evet<br />

siz televizyonu seyreden,<br />

sabah kalkıp işe<br />

giden, çocuklarını<br />

düşünen, normal<br />

halk. Bunun en büyük<br />

şartı size önerilenlere<br />

şüpheyle yaklaşmanız.<br />

Size umut<br />

olarak sunulanlara,<br />

dertlerinizin çözümü<br />

olacağı söylenenlere<br />

şüpheyle yaklaşın ve<br />

araştırın deniyor.<br />

Hatta bu seyrettiğiniz<br />

filme de şüpheyle<br />

yaklaşın.<br />

Söylediğimiz isimleri<br />

araştırın diyor filmin<br />

son önermesi.<br />

Son Söz<br />

Herşeyi bir yana<br />

bırakın. Bütün dünya<br />

karanlığa kayarken ve<br />

durup dururken yani<br />

bir isyan, tepki halk<br />

olayı olmadan<br />

ABD'de ne değişti de<br />

Obama bütün sistemi<br />

yenerek lider oldu? Bütün milletleri, toplumları<br />

şekilden şekile sokan ABD'deki gölge güçler<br />

nasıl oldu da sustular ve bu değişim yaşandı?<br />

Neden? Bu filmden öncede bu sorular bizim<br />

için gerçekti ve kafamızın içinde dolaşıp dururdu.<br />

Ama ne yazık ki hiç bir televizyon programında<br />

bunların konuşulduğunu görmedik ve<br />

duymadık. Bu filmle ilgili birşey daha<br />

söylemeliyim. Bütün dünyada çekilen filmlerin<br />

ve bilgilerin, biyografilerin bulunduğu imdb sitesine<br />

girdiğinizde ne yazık ki bu filmi bulamıyorsunuz.<br />

Alex Jones'un sayfasını buluyorsunuz<br />

ama The Obama Deception diye bir filmi<br />

bulamıyorsunuz. Ne garip değil mi? Filmin<br />

önerisine uyarak tabii ki filmde verilen bilgileri<br />

de araştırmalıyız. Mesela Alex Jones'un diğer<br />

belgesellerinde ve bu filmde de fazlaca<br />

Amerikancı bir tavrı olduğunu düşünüyorum.<br />

Mesela silahlanma ve küresel ısınma hakkında<br />

söyledikleri var ki benim kişisel inançlarıma hiç<br />

uymuyor. Ama Jones'un sivri tarafları söylediklerinin<br />

hepsini kulak arkası yapmamıza sebep<br />

olamaz.


BANU BOZDEMİR<br />

■ Bu ay vizyona giren Sean Pean’in<br />

baflrolünde ateflli bir eflcinsel savunuculu¤una<br />

soyundu¤u Milk filminden yola<br />

ç›karak eflcinsel temal› filmlere göz<br />

atal›m istedik… Bu tarz filmler ister<br />

gerçek hayattan uyarlans›n ister kurmaca<br />

olsun, toplumsal bask›n›n hedefinde<br />

olan, onun zorlu¤unu ve bask›s›n›<br />

yaflayan kifli ve kiflileri konu al›yor çoklukla.<br />

Beyazperdenin bu konuda engin<br />

bir deniz oldu¤unu o yüzden her filme<br />

‘pembe ›fl›k’ yakamad›¤›m›z› bafltan<br />

söyleyelim…<br />

Asl›nda vizyonu üç y›l öncesine<br />

dayan›yor ama bugüne kadar yap›lm›fl<br />

eflcinsel temal› filmleri bir anda duman<br />

etti ve zirveye yerleflti. ‹ki kovboyun<br />

aflk›na dayanan Brokeback Mountain,<br />

ödülleri kucaklad›, elefltirilerin de<br />

hedefinde kald›. Ama genel olarak<br />

be¤enildi… Eflcinsel temal› filmlerin ilklerinden<br />

olan The Children’s Hour<br />

/Tehlikeli F›s›lt› ise sinema tarihinin iki<br />

güzel kad›n›n› bir araya getirmifl. Audrey<br />

Hepburn ve Shirley Maclaine baflrolde<br />

ve aralar›nda o y›llar›n izin verdi¤i<br />

kadar›yla (1961) bir iliflki var. ‹kisi de<br />

ö¤retmen ve aralar›ndaki iliflki dedikoduya<br />

haz›r bir malzeme. ‘Kad›nlar<br />

aras›nda’ mevzusuna girmiflken, At›f<br />

Y›lmaz’›n Düfl Gezginleri filmini de<br />

anmadan geçmeyelim. Lale<br />

Mansur ve Meral O¤uz’un baflrolü<br />

paylaflt›¤› film, iki kad›n›n iliflkisinden<br />

dem vururken toplumsal<br />

farkl›l›klar› da gözden kaç›rm›yor<br />

ve ortama iliflkiyi buland›rmas›<br />

için bir erkek de kat›yor. 1994’te<br />

Toronto Gay Ve Lezbiyen Film<br />

Festivali’ne kat›larak bir ilke dahi imza<br />

atm›flt›. Aflk Yaz›m / My Summer of<br />

Love ise kendilerini keflfetme yolunda<br />

iki genç k›z›n yak›nlaflmalar› hatta<br />

tutkulu bir aflka dönüflen yaz maceralar›<br />

fleklinde alg›lanabilir. Ama<br />

k›zlar›n yaflamlar›n›n farkl›l›¤› da<br />

bu iliflkiye çanak tutan etkenlerden…<br />

Erkekler A¤lamaz / Boys<br />

Don’t Cry’da Hilary Swank,<br />

gitti¤i kasaban›n gizemli<br />

erke¤i olarak rol keser<br />

ama ancak trajik<br />

ölümüyle a盤a ç›kar<br />

kad›n oldu¤u…<br />

Halit Refi¤’in 1965<br />

yap›m› Haremde Dört<br />

kad›n filmi de Türk<br />

sinemas›n›n ilk<br />

lezbiyen karelerini<br />

içerir. Çocu¤u<br />

olmayan bir<br />

Osmanl›<br />

paflas›n›n<br />

hayat›na<br />

odaklanan


filmde, paflan›n kar›lar›ndan Mihrengiz ve fievkidil aras›nda<br />

yaflananlar filmi farkl› boyutlara tafl›yor. At›f Y›lmaz imzal› ‹ki<br />

Gemi Yanyana da (1963) kad›nlar aras›nda durumlara odakland›¤›<br />

için o dönemde yasaklanm›flt›.<br />

Peter Jackson Heavenly Creatures / Cennet Yarat›klar› filminde<br />

gerçek bir olaydan yola ç›k›yor ve sonu cinayete<br />

kadar varan filmde Kate Winslet’e rol veriyor. Pauline ve<br />

Juliet’in birbirlerine ölümüne olan ba¤l›l›klar› ele al›n›yor ve<br />

filmin seyri k›zlar›n kimseyi alg›lamayan ve sadece birbirlerine<br />

yönelen varl›klar›yla psikolojik ve fantastik bir gerilime<br />

do¤ru uzan›yor.<br />

Kay›p ve Ç›lg›n / Lost and Delirious bir roman uyarlamas› ve<br />

Lea Pool imzas› tafl›yor. Film klasik lise filmlerinin eksenini<br />

üç k›z aras›nda yaflanan ayr›ks› iliflkiyle fark katmaya<br />

çal›fl›yor. ‹ki k›z aras›nda yaflanan ve di¤erinin daha çok<br />

izleyici oldu¤u iliflki ekseninde aflk duygusu bir hayli<br />

ön plana tafl›n›yor.<br />

Sevgiyi Ararken / Saving Face bir ana k›z aras›nda<br />

sevgi ve nefret iliflkisine odaklan›yor. K›z bir dansç›<br />

k›zla yak›nlafl›rken, annesi de k›z›n›n hayat›n› tekrardan<br />

kontrol alt›na almaya çal›fl›yor. Amerika’da geçen<br />

bir Uzakdo¤u filmi diyebiliriz.<br />

Wachowski Kardefllerin yönetti¤i mafyatik bir ortamda<br />

geçen ve iki kad›n›n yak›nlaflmas›yla devam eden<br />

bir film Bound… Yönetmen kardefllerin hatr›na izlenir<br />

diyelim sadece…<br />

Cani, güzel Charlize Threon’un alt› erke¤i öldürdü¤ü<br />

Alien Wournos’u canland›rd›¤› bir film. Selby ile<br />

tan›flan Alien onu kaybetmemek için her fleyi yapmaya<br />

kararl›d›r, adamlar› öldürmeye bile…<br />

Aimee ve Jaguar hem tarihi fonda geçiyor, hem de<br />

biri Alman biri Yahudi iki kad›n›n iki kere yasakl› iliflkisine<br />

odaklan›yor… Marleen Gorris’in fliirsel filmi<br />

Antonia’n›n Yazg›s›, dört kuflaktan kad›n›n hayat›n›<br />

anlat›rken, birisini farkl› bir deneyimin içine sokmay›<br />

ihmal etmiyor. Her fleyin do¤al bir fonda<br />

ilerledi¤i filmde iki kad›n›n aflk› da gayet do¤al<br />

duruyor.<br />

Yavuz Özkan’›n ‹ki Kad›n’›, Kutlu¤<br />

Ataman’›n ‹ki Genç K›z’›, Fatih Ak›n’›n<br />

Yaflam›n K›y›s›nda’s›, Stephen Daldry’nin<br />

Saatler’i, ‹ngmar Bergman’›n Persona’s›,<br />

Jean Claude Brisseau’nun Mahrem<br />

fieyler’i, Pedro Almodovar’›n Annem<br />

Hakk›nda Her fiey’i, Anne Wheler’in<br />

yönetti¤i Beter Then Chocolate, Jamie<br />

Babbit imzal› But I’m ACheerleader,


Charles Herman imzal› Kissing Jessica Stein de<br />

bu yaz›n›n sat›rlar› aras›nda yer bulacak filmler…<br />

Erkekler aras›nda yaflananlara bakarsak Benim<br />

Güzel Çamafl›rhanem, bir çamafl›rhane<br />

ortam›nda do¤an bir aflk› konu ediniyor. Stephen<br />

Frears iki erkek aras›nda bir aflk› anlat›rken ayn›<br />

zamanda Thatcher döneminde artan ›rkç›l›¤a ve<br />

fliddete de göz at›yor.<br />

Mambo ‹taliano hem ‹talyan hem de gay<br />

olman›n flanss›zl›¤›na inanan Angelo’nun<br />

bafl›ndan geçenler… Oliver Stone imzal›<br />

Alexander da büyük hükümdar›n izinden<br />

giderken, onun eflcinsel tercihlerini de es<br />

geçmiyor. Birçok alanda de¤erlendirilebilecek<br />

Philadelphia, eflcinsel bir avukat›n yaflad›¤›<br />

zorluklar üzerine etkili bir yap›m olarak ilk akla<br />

gelenlerden… Ferzan Özpetek’i çekti¤i filmlerdeki<br />

eflcinsel temalar üzerine topluca ve<br />

k›saca bu kategoride anmak mümkün… Özellikle<br />

de Hamam’la… Ayn› fley Pedro<br />

Almodovar filmlerindeki vurgular içinde geçerli…<br />

Mahsun K›rm›z›gül’ün son filmi Günefli<br />

Gördüm’deki Beyo¤lu eksenli travesti hikayesini<br />

de es geçmeyelim…<br />

Orhan O¤uz’un Beyo¤lu’nun arka sokaklar›nda<br />

farkl› iliflkilere odakland›¤› Dönersen Isl›k Çal,<br />

At›f Y›lmaz’›n Gece, Melek ve Bizim Çocuklar<br />

ve Kutlu¤ Ataman’›n Lola+Bilidikid filmi tutunamayanlar<br />

tarz›nda bir eflcinsellik hali sunuyor<br />

daha çok…<br />

Pasolini’nin hayat›na mal olan Salo ya da<br />

Sodom’un 120 Günü, her türlü sapk›nl›¤›n içinde<br />

eflcinselli¤e de yer aç›yor… Farinelli, küçükken<br />

had›m edilen bir erke¤in abisiyle giriflti¤i garip bir<br />

oyuna odaklan›yor. Ama bildi¤imiz anlamda cin-


sellik yaflanmasa<br />

da Farinelli’nin hali<br />

bu filmler aras›nda<br />

yer almal› gibi<br />

geliyor bana…<br />

Visconti’nin<br />

Venedik’te Ölüm’ü<br />

de tek bafl›na yolculu¤a<br />

ç›kan bir<br />

hayli ilgileniyor…<br />

Frank Oz imzal› Vücut Dili / ‹n&Out biraz<br />

zorlay›nca herkesin bedeninde bir eflcinsele<br />

ulaflabilece¤i yönünde e¤lenceli bir yan›<br />

oldu¤unu söyleyebiliriz. K›r›k / Bent, Nazi<br />

Almanyas›’nda iki eflcinsel erke¤in koflullar<br />

yüzünden platonikli¤in ötesine geçemeyen iliflkilerini<br />

anlat›yor. Buradaki simge gömlekler<br />

üzerinden dönüyor… Summerstown / Yaz<br />

adam›n genç bir erke¤e<br />

duydu¤u tutkunun<br />

bak›fl›, adam›n gençli¤e<br />

bak›fl›yla özdeflleflmifl bir<br />

yorum içeriyor ayn›<br />

zamanda. Cennetten<br />

Çok Uzakta / Far From<br />

Heaven kocas›n› bir gün<br />

baflka bir erkekle<br />

yakalayan bir kad›n›n<br />

aray›fllar›na, Carrington<br />

da eflcinsel bir yazarla,<br />

bir ressam›n dostluk ve<br />

aflk iliflkisinde geliflen<br />

iliflkilerine e¤iliyor. William Freidkin imzal›<br />

Cruising ise, 80’li y›llarad çekilen ama bize on y›l<br />

gecikmeyle ulaflan bir film… Crusing gaylar›n<br />

tak›ld›¤› bir mekan. Orada ifllenen cinayetin<br />

peflindeki bir polisle beraber eflcinsellerin<br />

hayat›na dal›yoruz…<br />

Katil Afl›klar / Les Amants Criminels François<br />

Ozon imzas› tafl›yor ve ormanda bir Hansel<br />

Gratel edas›yla ilerliyor ve eflcinsel dokundurmalar<br />

bir hayli kanl› bir flekilde hissediliyor.<br />

Ç›lg›nlar Gemisi / Boat Trip konuya bir hayli<br />

komik yaklaflmay› hedefleyen filmlerden. ‹ki<br />

kafadar k›zlarla dolu bir tekneye bindikleri<br />

zannederler ama gemidekilerin hepsi gaydir.<br />

Zevk almaya çal›flmaktan baflka flanslar› yoktur.<br />

Vahfli Zerafet / Savage Grace uyarland›¤›<br />

roman›n hakk›n› fazlas›yla veriyor bir ailenin tarihine<br />

e¤ilirken, onlar›n cinsel tercihleriyle de bir<br />

F›rt›nas› iki erke¤in aras›nda geçse de kad›nlar ve<br />

di¤er erkekler de bu f›rt›naya fazlas›yla efllik ediyor.<br />

Yönetmen Marco Kreuzpaintner’in de hislerinin<br />

tercümesiymifl.<br />

Tual bedenler, Bar›nak / Shelter, XXY,<br />

Transamerica, Latter Days, Cachorro, The<br />

Birdcage de bu yaz›n›n s›n›rlar›na dahil olan filmler…<br />

Sonuçta bu filmler dram ya da komedi yan›yla<br />

eflcinsellerin yaflamlar›na ›fl›k tutmaya çal›flan<br />

filmler… Cinsel tercihler bir insan›n yaflam›n›<br />

belirleyici olabilir ya da olamaz, bu koflullara ve<br />

toplumsal bak›fl aç›s›na göre de¤iflir… Bu ay<br />

vizyona giren Milk, bir eflcinselin yaflam haklar›n›<br />

savunmak için nas›l bir mücadele verdi¤ini ama<br />

bu mücadelenin bir yerde önünün nas›l<br />

kesildi¤ini anlat›yor… Ama neyse ki dertlere derman<br />

sinema var…


SERDAR AKBIYIK<br />

■ İstanbul Film Festivali<br />

sonuçları daha önceki hiç bir<br />

yıl Türk Sineması üzerinde bu<br />

kadar etkili olmamıştı. Bunun<br />

sebebi önceki yıllarda toplam<br />

20 filmle festivalde yer bulan<br />

Türk Sineması'nın bu yıl rekor<br />

kırarak 40 filmle kendini<br />

göstermesi olabilir. Fakat<br />

daha çok En İyi Film<br />

Ödülü'nü alan Köprüdekiler'in<br />

yenilikçi tavrı ve diğer ödüllerin<br />

çoğunlukla ilk filmlerini<br />

çeken yönetmenlere gitmesi<br />

bu etkiyi yarattı. En İyi Film<br />

ödülünü alan yönetmen Aslı<br />

Özge ile bu etki ve farklı filmi<br />

Köprüdekiler üzerine konuştuk.<br />

Köprüdekiler projesi nasıl<br />

başladı?<br />

Bogaz Köprüsü trafiginde<br />

uzun süre beklerken saticilarin<br />

fotografini cekiyordum.<br />

Birgün aklima onlardan<br />

birisiyle buradan kalkip evlerine<br />

gitsem nasil olur dedim.<br />

Sonra burada hergün polisin,<br />

saticilarin ve şoförlerin birbirlerin<br />

habersiz yolunun<br />

kesistigini farkettim ve birbirine<br />

teget gecen paralel<br />

hayatlar üzerine bir film yapmak<br />

istedim. 2006’dan<br />

itibaren bu projeyi hayata<br />

geçirmek için çalıştım. Bana<br />

ilginç gelen karakterleri uzun<br />

süre takip ettikten sonra<br />

senaryoyu yazdım.<br />

Köprüdekiler ile İstanbul Film<br />

Festivali En İyi Film Ödülü'nü<br />

aldınız? Böyle bir beklentiniz<br />

var mıydı?<br />

Genel olarak o günkü<br />

seyircinin tepkisinden, festi-<br />

vallerden ve diğer basın mensubu<br />

arkadaşlardan aldığımız<br />

tepkilerin sonucunda filmin<br />

beğenildiğini o gün anladik.<br />

Jürinin de farklı bir sinema<br />

anlayışına acik davranabilecegini<br />

düsünmüstük. Bir şekilde<br />

değerlendirileceğini tahmin<br />

ediyordum ama nasıl bir<br />

ödül alacağını bilmiyordum.<br />

Değerlendirilmek bir yere<br />

kadar ama Köprüdekiler en iyi<br />

film ödülü aldı. Aslında bizim<br />

konuşmamızın da ana konusu<br />

buradan çıkıyor. Ben bu yüzden<br />

size sürpriz oldu mu<br />

sorusunu kullanıyorum.<br />

Benim için büyük bir sürpriz<br />

olmadı. Film daha proje<br />

asamasindayken İsviçre’deki<br />

bir festivalde sunuma davet<br />

edilmisti. Ön arastirmalardan<br />

montajladigim 10 dakikalik bir<br />

parca göstermiştim. O sırada<br />

Almanya’daki iki televizyona<br />

aynı anda filmin ön satısi<br />

yapildi. Ilginc bir sekilde<br />

Finlandiya televizyonu da<br />

hemen orada satın aldı. Daha<br />

film cekilmemisti bile,<br />

Almanya’da dagitimci buldu.<br />

Medienboard fonu<br />

Almanya’dan yapim destegi<br />

verdi. Ardından kaba montaj<br />

projelerin sunuldugu<br />

Uluslarasi Amsterdam Film<br />

Festivali’ne davet edildik.<br />

Secilen 7 projeden biriydi.<br />

Orada da Hollanda’lı bir ortak<br />

yapımcı bulundu. Rotterdam<br />

Film Fonu postprodüksiyon


desteği verdi. Yani ilgi çeken bir proje<br />

olduğunu biliyorduk. Kapalı kapılar<br />

ardında yapılmadı bu proje. Yavaş<br />

yavaş sağlamlaştı, çünkü üstüne çok<br />

konuşuldu. Yapıldığı her asamada<br />

birçok kişiye gösterildi, montajı çok<br />

uzun sürdü. Tam ritmini bulana kadar,<br />

kaba montaj haliyle bile birçok festivale<br />

davet edildigi halde biz kabul etmedik,<br />

montaja devam ettik. Dolayısıyla ilgi<br />

çekeceğini, ilgi çektiğini bu anlamda<br />

biliyordum.<br />

Burada Kutluğ Ataman gibi yenilikçi<br />

isimlerin olmasının da etki ettiğini<br />

konuşmuştuk. Bu konuda düşünceniz<br />

hala aynımı?<br />

Tabiî ki. Ödüller o sıradaki jürinin yaklaşımıyla<br />

baglantili.<br />

Türkiye de belirli bir ayrım var popüler<br />

filmle yönetmen filmleri arasında.<br />

İstanbul Film Festivali'nin bu ödül tercihi<br />

popüler filmle yönetmen filmi arasındaki<br />

farklılığı biraz flulaştırmaya yeter mi?<br />

Sanmiyorum, benim filmim de ticari


amacla yapilmis bir film degil.<br />

Ancak belki gercek karakterlerin<br />

kendilerini oynamasi ve belki de<br />

hepimizin hergün onlarin yanindan<br />

farketmeden geciyor<br />

olmamiz seyircinin ilgisini cekebilir.<br />

Ama isterseniz ilk filminizi<br />

çekin ister beşinci filminizi<br />

çekin, herkesin bir yolu var…<br />

Dolayısıyla ben ticari sinema<br />

yapmıyorum, yapamam da.<br />

Aslında üretici açısından<br />

söyledikleriniz çok doğru fakat<br />

Türkiye’de tüketim açısından bu<br />

anlamda bir rahatsızlık var.<br />

Tüketilmiyor. Filmi yapan insanların<br />

yaşaması için gereken<br />

maddi ekonomik düzeni sağlayacak<br />

bir tüketim yok ortada.<br />

Ilk hedefleri para kazanmak<br />

olmayan yönetmenler seyirci<br />

gitmiyor diye seyircinin<br />

gideceği türden filmler<br />

yapmaya başlamayacağına<br />

gore, bir şekilde<br />

o zaman karşı tarafı<br />

daha farklı işlere yönlendirmek<br />

gerekir, baska<br />

türlü destekler bulmak gerekir.<br />

Türkiye’de ciddi bir televizyon<br />

ve dizi tüketimi var, star<br />

dediğimiz kişiler dizlerde<br />

oynayan oyuncular. Asil televizyonlara<br />

büyük bir sorumluluk<br />

düsüyor bence. Cogunlukla


dizilere veya reality programlarina yer<br />

verdikleri sürece ve sebep olarak ta<br />

seyirci bunu istiyor dedikleri sürece bir<br />

ilerleme kaydedilemez. Yurtdisinda<br />

yönetmen filmi dediginiz filmlerin hepsi<br />

televizyonlar tarafindan finans ediliyor<br />

hem de yönetmene, anlatmak istedigine<br />

veya nasil anlatmak<br />

istedigine müdahale<br />

edilmeden. Kültür fonlarinin<br />

en büyük finans<br />

kayanaklarindan biri televizyonlar.<br />

Böylece bir<br />

anlamda sorumluklarini<br />

yerine getiriyorlar.<br />

Almanya’da bir yapılanma<br />

var. Türk sinemacıları<br />

orada neredeyse komün<br />

oluşturmuş durumda. Bu<br />

yapılanmayı nasıl buluyorsunuz?<br />

Ben o yapılanmaya ait<br />

değilim. Ne orada doğdum<br />

ne de büyüdüm. Bu yüzden<br />

Türkiye’de olup bitenler<br />

beni daha cok<br />

ilgilendiriyor. Anlatmak<br />

istediğim şeyler burayla<br />

çok daha bağlantılı ya da<br />

özellikle hiç bağlantılı<br />

değil, dünyanın her yerinde<br />

olabilir hikayeler. Ayrica<br />

kimlige ve kisinin cinsiyetine<br />

bagli yapilanmalar<br />

beni ilgilendirmiyor. Yani<br />

kadin oldugum icin kadinlarla<br />

ilgili bir film yapmiyorum.<br />

Beni heyecanlandiran<br />

baska seyler var, “ana<br />

konu basliklari” degil.<br />

Highdefination’ın yeni<br />

filmlerde çok etkisi olduğuna<br />

inanıyorum. Bu konuda<br />

ne diyeceksiniz? 35 mm’-<br />

den de uzaklaşılmasının<br />

dezavantajları var mıdır?<br />

Böyle bir şey görüyor<br />

musunuz?<br />

Bence video veya highdefinition<br />

gençlere film cekme<br />

olanagi sağlıyor. Ama tabii<br />

bu teknigi de iyi kullanmak<br />

gerekiyor, yoksa filmler<br />

öğrenci filmi havasından<br />

kurtulamıyor. Bu teknigi iyi<br />

kontrol edebildiğiniz<br />

zaman ve gerçekten bunu<br />

farklı bir şekilde kullanabildikten<br />

sonra neden<br />

olmasın.<br />

Yeni projeniz var mı?<br />

Var, calisma ismi “SOLUK-<br />

SUZ”. İstanbul’da burjuva<br />

bir aile fertlerinin birbirlerinden<br />

bağımsızlaşma<br />

cabalarini anlatıyor. Bu<br />

projeyle 2005’te Selanik<br />

Film Festivali’nde Balkan<br />

Fonu’ndan senaryo<br />

geliştirme destegi<br />

almıştım, ondan beri 4<br />

yildir üzerinde calisiyorum.<br />

Bu projeniz daha şahsi bir<br />

proje gibi geldi bana?<br />

Kendi başımdan gecen<br />

önemli bir olaydan yola<br />

çıkarak yazmaya başladım,<br />

ama benim kişisel hikâyem<br />

böyleydi, onun için böyle<br />

olsun diye karakterleri<br />

hapsetmedim. Dolayısıyla<br />

4 yıllık bir senaryo yazma<br />

sürecinin sonunda benim<br />

hikayemle hiç ilişki<br />

olmayan birşey çıktı<br />

ortaya. Sadece anlatmak<br />

istedigim şey hiç degişmedi.<br />

Köprüdekilerin vizyonu 16<br />

Ekim’de. Peki vizyona gireceği<br />

ödülden sonra mı belli<br />

oldu yoksa ödülden önce<br />

belli miydi? Sonbaharda<br />

vizyona girmeyi dusunuyorduk,<br />

ama gün ödülden<br />

sonra belli oldu. Film<br />

Hollanda ve Almanya’da<br />

gösterime girecek.


“Hayalet Yazar –Ghost Writer”(2007)<br />

Yönetmen: Alan Cumming<br />

Oyuncular: Alan Cumming,<br />

David Boreanaz, Anne<br />

Heche, Henry Thomas<br />

1.85:1 Geniş Ekran /<br />

İngilizce DD 5.1 – Türkçe<br />

DD 5.1 / 89 dakika<br />

Sony Music Home<br />

Entertainment<br />

Görünenin ardındaki görünmeyenleri<br />

de açığa çıkaran ‘aydın<br />

işi korku sineması’ örneği(aynı<br />

zamanda kara mizah) … Bu<br />

türde, öykü doğrudur, gerçektir.<br />

Ancak öyle bir işlenir, öyle<br />

gerçeküstü uçlar zorlanır ki,<br />

gerçeğin tüm dengesizliği,<br />

çapraşıklığı, tuhaflığı beliriverir.<br />

“Hayalet Yazar”, üç bölüme<br />

ayrılabilir. Her bölümden birer<br />

cümle kuralım:<br />

1) Los Angeles’da, aile<br />

mirası eski evde yaşayan, yalnız,<br />

asabi, dağınık, parasız, yeteneksiz<br />

opera bestecisi ve fakat müzik<br />

– edebiyat bilgisi üst seviyede<br />

John Vandermark, sık sık evini<br />

açtığı genç sanatçılardan artık<br />

ünlü olmuş bir piyaniste, yazar<br />

olduğunu iddia eden yeni bir<br />

asalağın ona nasıl yapışıp faturaları<br />

kabarttığından şikâyet<br />

eder…<br />

2)Sebastian St.Germain adlı<br />

son derece çapkın genç adam,<br />

şiddetli bir kavga sonucu John<br />

tarafından etkisiz hale getirilir…<br />

3)New York’taki en ünlü<br />

yayımcılardan biri, John’un yolladığı<br />

romanın onu servete kavuşturacağını<br />

söyleyerek davet<br />

eder…<br />

Sorular: John romanı kimden<br />

çalmıştır? Sebastian’a ne olmuştur?<br />

John biseksüel midir? John<br />

yanına aldığı genç adamlardan ne<br />

istemektedir?<br />

Çok yönlü İngiliz oyuncu Alan<br />

Cumming, Royal Shakespeare<br />

Company gibi önemli topluluklarda<br />

sahneye çıkmasının yanı sıra,<br />

sinemada da örneğin “X Men”<br />

karakterlerinden Nightcrawler


olarak karşımıza çıktı. Üretkenlikte sınır tanımayan<br />

sanatçı, iki kısa metrajdan sonra iki de<br />

uzun metraj yönetti… Bir adı da “Suffering Man’s<br />

Charity” olan “Ghost Writer”, küçük bir film<br />

olmasına karşın, bizlere bazen sanat eserlerinde<br />

gerçekdışı gibi gözüken kötülüğün nasıl gerçek<br />

olabildiğini, doğasını yakalayarak başarıyla işliyor.<br />

Cumming’in oynadığı, her daim sinirlilik hali<br />

içindeki John, Sebastian’la girdiği savaşta, ünlü<br />

bir yazarı esaret altına alıp işkence yapan Annie<br />

Wilkes karakterinin “Misery”deki değişkenliklerine<br />

bürünse de, daha entelektüel, daha ‘kara’ , daha<br />

karmaşık bir ruh yapısı var. Sebastian’ın çok<br />

belirgin, çözümlenmesi kolay kişiliğinin kaba<br />

güce sahip olması, zayıf ve korkak John’un<br />

zekâsını alt edemiyor tabii. Epey gergin geçen<br />

ikinci bölümde, her an her şey olanak içinde.<br />

Tiyatro eserleriyle flört eden ama sinemanın<br />

esnekliği içinde iyice dâhil olduğunuz, kısıtlı<br />

mekânda geçen yüksek düzeyli bir bölüm.<br />

İlk ve son bölümler de, izleyeni farklı gerçekler<br />

üzerine düşünmeye zorlayacak şekilde, zekice<br />

tasarlanıp çekilmiş. Kuşkusuz, Cumming, küçük<br />

rollerde bile önemli adlarla çalışmış: Anne Heche,<br />

Oscar adaylığı bulunan Karen Black, “Prenses<br />

Leia” Carrie Fisher… Özellikle, 68 yaşındaki<br />

Black’ın, azgın bir yaşlı kadını oynadığı tek<br />

sahnedeki cesareti inanılır gibi değil.<br />

Birbiriyle bağlantılı iki vampir dizisindeki<br />

“Angel” karakteriyle ünlenen David Boreanaz ise,<br />

prestijli Sebastian rolünde, bir oyuncunun nasıl<br />

uçsuz bucaksız bir alanda hareket edebileceğinin<br />

dersini veriyor. Boreanaz’ın mükemmel oyunu<br />

Cumming’in performansından yansıyarak<br />

çarpıcılığını arttırıyor.<br />

Rob Zombie’nin “House of 1000<br />

Corpses”inde sanat yönetmeni olarak yer almış<br />

yapım tasarımcısı Michael Krantz’ın tasarladığı,<br />

hikâyenin ve karakterlerin seyirci üzerindeki etkisinde<br />

birincil yardımcı rol oynayan eski – büyük<br />

evi de anmadan geçmek olmaz: Yaratıcılığın<br />

–bazen- bütçelerle bir ilgisi<br />

olmadığının kanıtı!<br />

Bu, ekstraları olmayan bir<br />

DVD. İnanın, sinema zevkinizi<br />

tatmin için salt film yeterli.


SERDAR AKBIYIK<br />

■ Amy Smart soyadı gibi<br />

gerçekten akıllı bir oyuncu...<br />

"Sarışınsan insanlar seni pek<br />

ciddiye almıyor. Ayrıca esmerler<br />

daha gizemli görünüyorlar" diyor<br />

arada bir saçlarını siyaha boyatsa<br />

da hayatı ve kariyer çizgisiyle<br />

farklı bir sarışın modeli çiziyor.<br />

1976 Kaliforniya doğumlu Amy<br />

Smart, 10 yıl boyunca bale, 16<br />

yaşında da oyunculuk dersleri<br />

aldıktan sonra kariyerine Milano<br />

ve New York'ta moda mankenliği<br />

yaparak başladı. 1994'te<br />

MTV'deki "Rock The Vote" programıyla<br />

ilk kez televizyona çıktı.<br />

İlk olarak yönetmen Martin<br />

Kunert'in "Campfire Tales" filminde<br />

rol aldı. Daha sonra<br />

aralarında "Starship Troopers"ın<br />

da bulunduğu gençlere hitap<br />

eden filmlerde küçük roller aldı.<br />

2002 yılında Stuff dergisinin<br />

"Dünyanın En Seksi 100<br />

Kadını" listesine 27'inci<br />

sıradan girdi. 2004 yılında<br />

"Butterfly Effect"te<br />

yeteneğini ilk kez gerçek<br />

anlamda sergileme<br />

olanağını elde etti. Yine<br />

2004 yılında hayranları<br />

onu "Starsky & Hutch"<br />

filminde Ben Stiller ve<br />

Clive Owen'ın yanında izleme<br />

fırsatı buldular.<br />

En bilindik filmleri arasında 2001<br />

yapımı "Rat Race" ve 2000<br />

yapımı "Road Trip" isimli<br />

komediler, 2004 yapımı<br />

"Butterfly Effect" ve 2005<br />

yapımı romantik komedi "Just<br />

Friends" sayılabilir. 2006 yılında<br />

modern zamanların aksiyon<br />

ikonu olarak kabul edilebilecek<br />

"Crank" filminde, 2008 yılında<br />

"Mirrors" filminde rol aldı,<br />

2009'da ise Crank'in ikinci<br />

bölümünde izlendi.<br />

Amy Smart, her ne kadar dış<br />

görünüm olarak tipik<br />

Kaliforniyalı bir sahil kızı<br />

izlenimi verse de<br />

hayatı ve<br />

oyunculuğa<br />

bakışıyla bu tiplemenin dışına<br />

çıkıyor ve kendisinin de dikkat<br />

çektiği sarışınlar hakkındaki<br />

önyargıları yıkmaya çalışıyor.<br />

Oyunculuk kariyerinin yanı sıra<br />

denizlerin temizliği için çaba<br />

gösteren "Heal the Bay" isimli<br />

çevreci kuruluşun sözcülüğünü<br />

yedi yıl boyunca sürdüren Amy<br />

Smart insan ve hayvan hakları<br />

konusundaki mücadeleleri için<br />

de sayısız ödüller almış ismiyle<br />

müsemma akıllı bir oyuncu.


FIRAT SAYICI<br />

2 yıl gibi kısa bir süreye, ses<br />

getiren 3 proje sığdıran yönetmen<br />

Murat Saraçoğlu’yla son<br />

projesi “Deli Deli Olma”yı ve<br />

sinema hayatını konuştuk.<br />

Birçoklarının kendisini<br />

memur yönetmen olarak<br />

gördüğünü düşünen Saraçoğlu,<br />

bizce, hem hızla hem de emin<br />

adımlarla basamakları tırmanan<br />

bir yaratıcı yönetmen.<br />

“Deli Deli Olma” projesi sana<br />

nasıl geldi, kadroyu nasıl oluşturdun?<br />

Genel olarak ön hazırlıktan<br />

bahseder misin?<br />

Projenin sahibi benim çok eski<br />

bir arkadaşım. Daha Çiçek<br />

Taksi döneminde o yazıyordu,<br />

ben asistanlık yapıyordum.<br />

“120” henüz vizyona<br />

girmemişti. Daha önce de birileriyle<br />

paylaşmış, senaryonun<br />

çekilmesini istemiş ama<br />

olmamış. Sonra bana verdi,<br />

eğer beğenirsen, çekmek<br />

istersen sende kalsın dedi.<br />

Bende aldım ve çok da<br />

beğendim. Ama o sıralarda<br />

“O… Çocukları”yla uğraşıyordum.<br />

Dolayısıyla bu proje<br />

benim gündemimde kaldı.<br />

Aydın Film’le bir tanışıklık oldu<br />

ve ben de paylaştım bu projeyi.<br />

Açıkçası çekmeyebilirlerdi de<br />

bu filmi, çok daha ticari bir iş<br />

yapabilirlerdi. Senaryoyu<br />

okudular ve sonrasında bakanlığa<br />

doğru bir yolculuk başladı.<br />

Bakanlıktan da onay gelince,<br />

çekim süreci başladı. Önce<br />

Kars’a gittim. Oranın insanlarını<br />

“Ben de dahil olmak üzere, sinemada görsel<br />

ve düşünsel olarak Avrupa’nın 40 yıl önce<br />

çözdüğü sorunları Türk yönetmenlerinin<br />

birçoğunun, tekrardan yaratıp çözümlemek<br />

gibi bir çabası olduğu söyleniyor.”<br />

tanıdım. Hem de daha çok aydınlanmış<br />

oldum, hem de bir yandan<br />

araştırmaya da devam ettim. Sonra<br />

da ofis işleri başladı, cast çekimleri...<br />

Ben Tarık ağabeyi filmde<br />

Mişka’ya çok uygun gördüm. Ama<br />

ilk Şerif ablaya ulaştık ve tek aday<br />

da Şerif ablaydı. Sonra Şerif ablayla<br />

anlaştık ve daha sonrasında Tarık<br />

Akan’ı düşündük acaba olur mu<br />

diye. Sonra Bodrum’a gönderdik<br />

senaryoyu ve beni aradı Tarık<br />

ağabey. Her şeyi sordu haliyle ve<br />

anlattım. Sonra benim önceki filmlerimi<br />

izledi. Sonra da tamam<br />

dedi…<br />

Filmin başrollerinden biri de Kars.<br />

Şehrin filme kattığı şeyler neler?<br />

Hikaye Kars’tan başka bir yerde<br />

geçemezdi zaten. Çünkü Kars’lı biri<br />

tarafından, Kars için yazılmış bir<br />

hikaye. Sinema için çok güzel<br />

fotoğraf veriyor. Dolayısıyla Kars’a<br />

böyle bir rağbet olması normal.<br />

Doğuda film çekmek gerçekten çok<br />

zor ama Kars’ın lojistiği de sağlam;<br />

insanların kültürel iletişimi de yüksek.<br />

Orada büyük bir kültürel<br />

hareketlilik var. Dolayısıyla bir film<br />

ekibi Kars’ta büyük zorluklarla<br />

karşılaşmıyor bu anlamda.


Biraz da Tarık Akan<br />

ve Şerif Sezer’in yaklaşık<br />

30 yıl sonra bir<br />

araya gelmesiyle ilgili<br />

konuşalım. Yılmaz<br />

Güney’den sonra onları<br />

buluşturan ilk yönetmensin…<br />

Bundan bahsetmek hem<br />

güzel, hem de bir yandan<br />

da riskli aslında. Çünkü biz<br />

filmin merkezine bunu koymadık.<br />

Benim inandığım ve<br />

filme çekilmesini istediğim bir<br />

hikaye vardı. Buna inanan oyuncular<br />

bir araya geldi. Tarık Akan’la<br />

Şerif Sezer’in yıllar sonra bir arada<br />

olmasını, biz ikisiyle anlaştıktan sonra<br />

algıladık. Ki çok takip etmişizdir Yılmaz<br />

Güney’in filmlerini üniversite yıllarında.<br />

Ama bu filmin kendi mecrasına dönük bir<br />

lansman yürüdü zaten. Dolayısıyla sinemasever<br />

olarak ikisiyle de çalışmak benim için çok<br />

önemli, özellikle kariyerim açısından. Dönüp baktığımda<br />

çok önemseyeceğim bir film olduğunu<br />

düşünüyorum. Ama şunu da söyleyeyim sete çıkana<br />

kadar çok farkındaydım, ama sette çekim süreci<br />

boyunca onlar Tarık Akan ve Şerif Sezer olarak değil de,<br />

iki tane çok profesyonel oyuncu olarak sette bulundular.<br />

Her sabah erkenden kalkıp geliyorduk, onlar da geliyorlardı;<br />

bizden çok daha heyecanlılardı.<br />

MALAKANLAR<br />

Malakanizm, Ortodoks<br />

Kilisesi´nden ayrılmış bir tarikattır.<br />

28 Mart 1805 yılında başlayan bu<br />

ayrılış, 22 Mart 1809 yılına kadar sürdü.<br />

Saratof ve Dambuğ bölgelerinde yaşayan<br />

Malakanlar o dönemlerde Ruslar´la bir anlaşmazlığa<br />

düşerler. Ruslar´ın inancına göre, haftada<br />

sadece iki gün süt içme geleneği vardı.<br />

Malakanlar ise; bu inanca itiraz ederek haftanın<br />

her gününde süt içilebileceğini savunuyorlardı.<br />

Zaten Rusça’da Moloko kelimesi süt, Molokan<br />

ise süt içen anlamına gelir. 1682 yılında<br />

Ortodoks Kilisesi’nden bu sebeple ayrılan bu<br />

insanlar önce Kafkasya’nın kuzeyine daha sonra<br />

da Osmanlı ve İran sınırları boyunca Tiflis, Erivan<br />

ve Bakü eyaletlerine yerleştirildiler. 1876-1877<br />

Osmanlı-Rus Savaşları’nın ardından, Ruslar<br />

tarafından Kars’a yerleştirilen bu insanlar uzun<br />

yıllar burada kaldıktan sonra başta ABD ve<br />

Avustralya olmak üzere diğer ülkelere yerleşmişlerdir.<br />

Türkiye´de sayıları az da olsa Kars<br />

ve İstanbul´da yaşamaktadırlar.


Tarık Akan ve Şerif Sezer dışındaki oyuncular<br />

nasıl belirlendi?<br />

Çok farklı oyuncular düşündük, görüştük. Levent<br />

(Tülek) beni çok anlamaya çalıştı, hikayeyi de çok<br />

sevdi. Levent’in de kariyerinde farklı bir iş<br />

olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Zuhal’i<br />

(Topal) zaten televizyon dizilerinden tanıyoruz. O<br />

da sağ olsun filmde oynamayı kabul etti, keyifli<br />

bir şekilde çalıştık. Köylülere gelelim… Öyle bir<br />

maya oldu ki, yani siz Kars’a turistik bir gezi yapsanız<br />

anlayamazsınız belki ama orada yaşayınca<br />

çok daha içeriden görüyorsunuz her<br />

şeyi. Ben toplamda iki aydan fazla<br />

kaldım. Köylülerle birlikte Halk Eğitim<br />

Merkezi’nden de arkadaşlar vardı.<br />

Köylülerin çok doğal olduğunu<br />

gördüm. Kendileri de gönüllü oldular<br />

çünkü zorla oynatmak mümkün<br />

değil. Bir parça asistanlar çalıştırdı<br />

bir parça biz konuştuk, ama onlar<br />

kendi doğallıkları içinde oynadılar.<br />

Küçük kız için birkaç kişiyle<br />

görüşmüştük, daha sonra bir<br />

ajanstan da geldiler. İlk görüşmede<br />

tesadüfen gelmiş Cemile. Birden<br />

odaya bir ışık saçtı. Kafamdaki en<br />

büyük soru işaretlerinden biriydi.<br />

Çünkü Alma karakteri hem çok iyi<br />

piyano çalacak, hem bütün filmin<br />

içinde bir ritim olacaktı. Cemile daha<br />

ilk sohbete başladığımızda benim<br />

için tamamdı. Gerçekten çok büyük<br />

bir keşif. Üstelik piyano dersleri alıyor<br />

ve 12-<strong>13</strong> yaşında karaktere de<br />

birebir uyuyor. Tavşan rolündeki<br />

çocuk ise bizim “O…<br />

Çocukları”ndaki çocuktu zaten. Hem<br />

sempatik, hem de bir parça<br />

kalbimize dokunsun diye öyle bir<br />

çocuk istedik.<br />

Biliyorsun son zamanlarda Türk<br />

seyircisi sinemada küfüre karşı tepkili.<br />

Ama filmdeki küfürlü sahnelerin<br />

çoğu Tavşan karakterine, yani bir<br />

çocuğa ait. Çekincelerin olmadı mı<br />

bu konuda?<br />

Şüphesiz üzerine çok düşündük. Bir önceki<br />

filmimde de küfürler vardı. Küfür var bu hayatta;<br />

sorun bunu sahici kılmakta. Bir yönetmen olarak<br />

filmlerimde kimsenin küfür etmeyeceği<br />

düşüncesinde değilim. Hikâye neyi gerektiriyorsa,<br />

meseleyi sahici kılmak için bu gerekli olabilir.<br />

“O… Çocukları”nda bu meseleyi şöyle<br />

çözmüştük; atmayalım, çalışalım, eğer doğal<br />

geliyorsa kalsın, gelmiyorsa atalım. Böyle hallettik<br />

bu sorunu. Ama bu filmde bir de çocuklar söz<br />

konusu olunca bayağı bir kafa yorduk. Biz de


zaten bunun üzerine yola çıktık. Zaten bir iki tane<br />

Tavşan’ın küfrü vardır, bir tane de Şerif Hanım’ın<br />

bir diyaloğunda var. Bir iki tanesini kullanmadık<br />

ama geri kalan her şeyi olduğu gibi kullandık.<br />

Tarık Akan’ın ve Şerif Sezer’in çocuklarının,<br />

filmde kendi çocukluklarını oynaması fikri nereden<br />

geldi?<br />

Biz Şerif Hanım’la karakterler üzerinde<br />

konuşurken gençlerinizi bulacağız dedik. Benim<br />

o zaman Deniz’den haberim yoktu. Şerif Hanım<br />

‘benim kızım daha önce benim geçliğimi oynadı’<br />

deyince fikir buradan çıktı. Dolayısıyla başka birini<br />

aramadık. Deniz’le de anlaştık. Sonradan Tarık<br />

Ağabey’in de olur mu diye düşündük. Ama bu<br />

fikir de benden çıkmadı.<br />

Filmin temel mesajlarından biri de ötekileştirme.<br />

Bu her yerde olan bir şey. Ama köy halkından<br />

bazı insanlar da, diğerlerinin tersine Mişka’ya<br />

acıyorlar, yardım etmeye çalışıyorlar. Bunun<br />

hakkında neler söylersin?<br />

Senaryonun başarısı aslında bu. Çünkü benim<br />

ailem de göçle Türkiye’ye yerleşmişler. O kadar<br />

karışık bir coğrafya ki. Ben üç film çektim, ikisi<br />

göçle ilgili. Ben içerden bakmaya çalışıyorum.<br />

Malakanlar buraları vatan bellemiş<br />

insanlar. Bizden hiçbir farkları yok.<br />

Filmin çok yüzeyinde değil ama alt<br />

metninde bunun küçük küçük<br />

anlatılması benim hoşuma gitti<br />

aslında. Ben bir de şuna inanıyorum;<br />

Anadolu’nun her yerinde illa<br />

Malakan olması gerekmiyor, farklı<br />

insanlar birbirleriyle yaşamayı<br />

başarabilmiş şimdiye kadar.<br />

Dışardan bakıldığı zaman proje<br />

adamı gibi görünüyorsun. Ama üç<br />

film çektin üçü de başarılı oldu her<br />

anlamda. Bu çektiğin üç filmde de<br />

çok popüler insanlarla da çalıştın;<br />

dizi oyuncularıyla da çalıştın, çok<br />

büyük aktörlerle de çalıştın. Bunu<br />

neye borçlusun?<br />

Sinemanın hareketlenmesiyle birlikte<br />

birçok proje meydana geldi.<br />

Ben de piyasada olduğum için,<br />

dizi çektiğim için ve birçok insanı<br />

tanıdığım için “120” bana daha<br />

kolay gelmiş olabilir. “O….<br />

Çocukları” da aynı şekilde. Bana<br />

çok teklif geldi. Bunların haricinde<br />

daha ticari, daha çok para kazanabileceğim<br />

teklifler geliyor. Ama<br />

ben onları kabul etmedim ve üç<br />

yıldır da dizi çekmiyorum.<br />

Dolayısıyla para da kazanmıyorum.<br />

Ama benim üç tane filmim<br />

var ve ben bunların tesadüf<br />

olmadığını düşünüyorum. Ben bu<br />

üç filmi çekmekten mutluyum.


Sonuçta bunlar iyi olur, kötü olur; onlar ayrı bir<br />

tartışma konusu ama öylede düşünülmüyor. Ve<br />

eğer benim kalbime hitap eden biri daha olursa<br />

dördüncü de olabilir. Neden olmasın?<br />

Yönetmen olarak festival derdin var mı?<br />

Var tabi ki. Bu filmi İstanbul Film Festivali’ne<br />

yetiştirmek için çok uğraştık. Hatta Azize<br />

Hanım’la gittik görüştük. Onlar gelip montajda<br />

filmi izleyeceklerdi ama filmin takvimi denk<br />

gelmedi. İlk olarak Altın Koza’yla başlamak istiyorum.<br />

Tabi ki asıl derdim filmin içinin değerlendirilmesi.<br />

Gişe bir yere kadar beni ilgilendiriyor<br />

ama filmin emek harcanmış iyi film olarak değerlendirilmesi<br />

beni daha çok ilgilendiriyor açıkçası.<br />

Bu da festivallerden geçiyor. Eğer kabul görürse<br />

filmin festivallerde mesaisi yoğun olacak.<br />

Şu an genel olarak üretilen işlere bakacak olursak,<br />

gişe filmleri ve festival filmlerini görüyoruz.<br />

Sense bu akımın tam ortasındasın. Genel bir<br />

değerlendirme yapacak olursan?<br />

Bu Türkiye için çok önemli bir mesele. Özünde<br />

şöyle düşünüyorum: Sinemanın sanat olduğuna<br />

inananlardanım. Sanat çaba istiyor. Bir de sanat,<br />

üzerine kafa patlattığın bir şeydir. Bende böyle<br />

yapmaya çalışıyorum. Bence Türk sineması daha<br />

hikayeci bir sinema olmalı. Anlaşılmıyor,<br />

seyredilmiyor diye bir takım filmleri sınıflara ayırmak<br />

bence çok yanlış. Ben de dahil olmak üzere,<br />

sinemada görsel ve düşünsel olarak Avrupa’nın<br />

40 yıl önce çözdüğü sorunları Türk yönetmenlerinin<br />

birçoğunun, tekrardan yaratıp çözümlemek<br />

gibi bir çabası olduğu söyleniyor. Ben daha<br />

hikayeci bir bakışla aynı sorunlarla uğraşılması<br />

gerektiğini düşünüyorum ama bu nasıl olur bilinmez.<br />

Bunu hepimiz zaten çözmeye çalışıyoruz.<br />

Çünkü bu coğrafya bu anlamda çok zengin. Yani


sorunsalı bu coğrafyadan koparıp sadece bardağın<br />

içinde görmeye gerek yok ki. Zaten bir<br />

sürü temel meselemiz var bizim çözemediğimiz.<br />

Kısacası bence biraz daha hikayeci olmamız<br />

gerekiyor.<br />

Yeni projeler nelerdir?<br />

Benim “Su Karanlığı” diye bir projem var. Nevzat<br />

Çelik’in bir şiirinde geçer. Su, kış, karanlık diye<br />

bir takıntım vardı. Öyle küçük bir hikayem var, iki<br />

üç kişi arsında geçen. Küçük, sade bir hikaye.<br />

Ama o, her şeyini benim üsteleneceğim bir film.<br />

Yapabilir miyim bilmiyorum. Onun dışında<br />

okuduğum bir şeyler var. Gerçekten inandığım<br />

hikayelerin peşinde koştum hep. Çok isteyerek<br />

çektim filmleri ve çok mutluyum. Ve her çektiğim<br />

filmle yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum.


■ 1918'de<br />

İstanbul'un işgali<br />

sırasında donanmadan<br />

terhis edilen<br />

bahriye çavuşu<br />

Yandım Ali'nin macerasını konu alan "Son<br />

Osmanlı-Yandım Ali" filminin devamının<br />

çekimleri için çalışmalara başlandı. Filmin<br />

başrolünde yine Kenan İmirzalıoğlu var.<br />

Suat Yalaz’ın eserinden sinemaya<br />

uyarlanan Yandım Ali için Yalaz, James<br />

Bond’un Türk versiyonu demiş… Yandım<br />

Ali bu devam filminde üç güzel kadın<br />

arasında kalıyor…<br />

■ Avrupa Filmleri Gezici Festivali’nin Kars’ta üç yıldır<br />

yaptığı Altın Kaz Film festivali, değişen yerel yönetime<br />

kurban gitti. Gerçi Kars AKP’li başkan Naif<br />

Alibeyoğlu’ndan AKP’li Nevzat Bozkuş’a geçti ama yeni<br />

başkan şehri borçla devraldıklarını söyleyerek festivali<br />

iptal etti… Böylece altın yumurtlayan kaz da kesilmiş<br />

oldu… Bu durumda belediyelerin desteğiyle yapılan<br />

diğer festivallerde henüz faklı bir hareketlilik göze çarpmıyor.<br />

Bursa İpekyolu Film Festivali, Antalya Altın<br />

Portakal Film Festivali (değişiklikler olacağı yönünde<br />

söylentiler var) ve Adana Altın Koza şimdilik devam ediyor<br />

gibi gözüküyor…


■ Evet, dünya gözüyle de gördük ya kendisini<br />

daha ne isteriz dedi birçok kişi…<br />

Ben de diyorum… Beyaz saçların ve<br />

sakalların çevrelediği yüzü herkesin yaşlandığını<br />

düşünmesine sebep oldu. Benim<br />

de… Söyleşiden aklımda kalan birkaç şey<br />

söylemek istiyorum. Çok iyi bir film izleyicisi<br />

olmadığını söyledi. O yüzden ancak<br />

birkaç tane Türk filmi görmüş… Film izlemekten<br />

kafası dönmüş bizler bunu<br />

yadırgamadık tabi. Bir de kimseye bir şey<br />

öğretmek istemediğini söyledi. Bunu<br />

empoze etmek olarak vurguladı… Onu<br />

görmekten memnunduk, sanırım o da<br />

öyle…<br />

■ İznik’te 1974-1990<br />

yılları arasında yaşanan<br />

gerçek bir olayı anlatan<br />

Beyaz Güvercin adlı<br />

filmde yine Kenan<br />

İmirzalıoğlu var. Rum<br />

kızıyla aşk yaşayan,<br />

doğuştan sünnetli Hacı<br />

adlı karakteri canlandıracak.<br />

Filmin<br />

çekimleri Temmuz ayında<br />

başlayacak. Hacı'nın<br />

bir Rum kızıyla yaşadığı<br />

imkansız aşkı konu alan<br />

filmin hikayesi, senarist<br />

Baykut Badem'in memleketi<br />

İznik'te 1974'te<br />

yaşanmış gerçek bir<br />

olaydan uyarlanmış.<br />

Yönetmen koltuğunda<br />

yine Mustafa Şevki<br />

Doğan var.<br />

■ Yönetmenliğini Merih<br />

Aktaş’ın yaptığı, İlhan<br />

Mansız ve Zeynep<br />

Beşerler’in başrollerini<br />

paylaştığı Varoş Prens’in<br />

çekimlerine Mayıs sonunda<br />

başlanıyor. Mansız'ın<br />

canlandıracağı rol için<br />

ünlü rap yıldızı Fifty Cent<br />

ve Cem Yılmaz'ın ünlü reklam kahramanı Peluş’tan esinlenilmiş...Mansız<br />

şarkıları seslendirmek için çalışmalara<br />

başlamış ve rap müziğin ruhundaki asiliği çok sevdiğini de<br />

belirtmiş.<br />

■ Bazı sahneleri Türkiye'de çekilecek 'Broken Hill'<br />

filminde Monica Belluci ve Kylie Minouge oynayacak.<br />

Merih Aktaş ve Furkan Eren'in yazdığı öyküde;<br />

Belluci Türk kızı 'Zeynep' rolünde, Minouge ise<br />

annesi… Çekimleri 2010 yılının bahar ayında<br />

başlayacak olan Broken Hill' filmi için Avustralyalı<br />

Ausfilm ile Türkiye'den Kenz Film güçlerini birleştirdi.<br />

'Broken Hill'in çekimleri Cihangir'de ve<br />

Çanakkale Anzak Mezarlığı'nda sadece iki plan<br />

olarak çekilecek.


■ Robert Angier gibi,<br />

oyuncu rakiplerinin<br />

önüne geçmek için her<br />

defasında farklı rollere<br />

bürünmek için yanıp<br />

tutuşan Hugh<br />

Jackman, Wolverine<br />

kadar da, rolleri kapmakta<br />

usta, yeri<br />

geldiğinde yırtıcı.<br />

Hollywood’da bu konuda<br />

onun eline su dökecek<br />

biri daha yok. Kimi<br />

zaman dengeli, kimi<br />

zamansa günü gününe<br />

uymayan, sık sık en<br />

seksi erkek listelerine<br />

giren Jackman, aynı<br />

zamanda iyi bir aile<br />

babası… Bu yılki<br />

Oscar’da gösterdiği<br />

şan ve dans başarısını<br />

da göz önünde bulunduracak<br />

olursak, dört<br />

dörtlük bir aktör<br />

olduğunu bir kez daha<br />

iddia edebiliriz.


İlk İzlenim: Tehlikeli, yırtıcı, agresif…<br />

Konuştukça: Adam gibi yaklaşırsanız en azından iki<br />

çift muhabbet edersiniz…<br />

Artıları: Güçlü, hızlı, en önemlisi yenilmez…<br />

Handikapları: Çoğu zaman asabi… Sinirlenirse, hızla<br />

yanından uzaklaşın, yoksa çizilebilirsiniz!<br />

Yaşam Felsefesi: Ne olursa olsun geçmişindeki<br />

gizem perdesini aralayacak.<br />

Hayattaki Düsturu: “Kan için geliyorum,<br />

kanun için değil!”<br />

Tanıyınca: Geçmişindeki gizemi çözmek için her<br />

şeyini verebilir. Böyle bir arkadaşınız varsa, sırtınız<br />

yere gelmez. Sizi korumak için gerektiğinde<br />

pençelerini kullanacaktır ama olsun…<br />

İlk İzlenim: Tutucu, içine kapalı, sır dolu…<br />

Konuştukça: Yeniliklere açık, sır vermeye gönülsüz…<br />

Artıları: Mesleği için her türlü yeni tekniğe açık..<br />

Handikapları: Rakibi, kendisini bir adım önde beklerken,<br />

hırsı yüzünden gözleri kararıyor.<br />

Yaşam Felsefesi: İnsanları şaşırtmaktan ve aldatmaktan<br />

daha keyifli ne olabilir ki?<br />

Hayattaki Düsturu: “Tutkunun ne olduğunu bilirseniz,<br />

fikrimi neden değiştirmeyeceğimi daha iyi anlarsınız!”<br />

Tanıyınca: Özünde temiz ve iyi kalpli…Ancak, her<br />

yolun amacına ulaşmak için mübah olduğunu düşünen,<br />

takıntılı, hırslı biri. Sırlar ve sihirbazlık numaraları<br />

için, sevdiklerini ve hayatını bile tehlikeye atmaktan<br />

çekinmiyor.


2003’te “Yüksek Tansiyon”un çekilmesiyle birlikte sanat filmleriyle tanıdığımız<br />

Fransız sineması, yeni bir korku ekolünü doğurdu. “İşkence Odası” ise bu eğilimin<br />

kullandığı film modelinin üzerine yeni bir tuğla ekliyor<br />

BANU BOZDEMİR<br />

■ Frans›z sinemas›n›n ‘sanat filmi’<br />

üreten bir zihniyetle sinema külliyat›nda<br />

yer ald›¤›n› cümle alem bilir. Varl›¤›<br />

boyunca Frans›z fiiirsel Gerçekçili¤i,<br />

Frans›z Yeni Dalgas›, Sürrealizm, Frans›z<br />

Yeni Yeni Dalgas› gibi bu kavram›<br />

destekleyen ak›mlar da do¤mufltur ülkeden.<br />

Bunlar›n devam›nda ise çeflitli filmler,<br />

e¤ilimler ve yönetmenler üremifltir.<br />

Bir bak›ma sinema tarihinin milad› olma<br />

görevini Fransa üstlenir.<br />

“Eyes Without a Face”in ifllevsel rolü<br />

Ancak ülkenin korku sinemas›nda alt›<br />

y›lda boy gösteren at›l›m, bir flekilde<br />

geriye dönüp ‘böyle bir yükselifl nas›l<br />

olabilir?’ diye sorgulamam›za sebep<br />

oluyor. Zira ülke sinemas›n›n<br />

gelene¤inde kara film olsa da ve hatta<br />

George Melies’nin katk›lar›yla say›s›z<br />

fantastik yap›t üretilse de ‘korku’ denince<br />

akl›m›za gelen ‘önemli yap›tlar’›n<br />

say›s› bir elin parmaklar›n› geçmiyor.<br />

Örne¤in kara film üretimiyle dikkat çeken<br />

Henri-Georges Clouzot’nun “fieytan<br />

Ruhlu ‹nsanlar”› (“Les Diaboliques”,<br />

1955) gotik alt türünün bir örne¤i olarak<br />

türe ucundan dahil edilebilir. Ancak<br />

tarihteki en önemli Frans›z korku<br />

filmi kuflkusuz “Les Yeux Sans<br />

Visage”d›r (“Eyes Without a<br />

Face”, 1960). Georges Franju’nun<br />

ilk filmi, baz› kaynaklara göre<br />

Frans›z Yeni Dalgas›’n›n<br />

milatlar›ndan biridir. Buradan<br />

yola ç›k›nca da ülke sinemas›n›n<br />

kayna¤›nda ‘bir korku filmi’nin ifllevsel<br />

bir rolü oldu¤unu görebiliyoruz.<br />

Film, asl›nda Frankenstein alt<br />

türünü Frans›z toplumunun<br />

içine sokuyor. Yüzünü bir<br />

kazada kaybeden ve<br />

sadece gözleri kalan bir<br />

kad›n›n<br />

korkutuculu¤undan<br />

bir bak›ma ‘bilimsel<br />

deney’ (“Kedi Kad›n”,<br />

“Sinek” gibi filmlerde<br />

gördü¤ümüz) alt<br />

türüne akraba bir film<br />

üretiyor. Zira orada


yola ç›ksa da temelde ‘mükemmel insan’› ya da ‘yarat›’y›<br />

öldürdü¤ü insanlar›n parçalar›ndan üreten deli bir bilim adam›n›n<br />

öyküsüne uzan›yor. Bu yönüyle de asl›nda “Ölüm Kad›na Yak›fl›r”<br />

(“Death Becomes Her”) gibi ‘gençlik afl›s›’ filmlerinin en önemli<br />

esin kaynaklar›ndan biri olmas›n›n yan›nda, parçalardan insan<br />

üreterek kafay› üflüten bir k›z›n hikayesine uzanan “May”i ve<br />

modern Frankenstein filmi “Re-Animator”› da derinden etkilemifltir.<br />

Yani etki skalas› saymakla bitmez filmin. Ancak “Les<br />

Yeux Sans Visage”, ilginç bir flekilde tür ad›na bir milat<br />

olmad›. Zira hem Georges Franju’nun bundan sonraki<br />

kariyeri, önemsiz filmler üzerine kuruldu, hem de<br />

ülkede korku türü e¤ilimi bafllamad›. Bunun da<br />

ana sebebi korkunun Fransa’da ciddiye al›nmamas›<br />

ve çöp muamelesi görmesiydi. Zaten o<br />

filmden günümüze de¤in de, Jean Rollin’in<br />

zombi, vampir gibi alt türlerde çekti¤i B filmleriyle<br />

ayakta durmaya çabalad› Frans›z<br />

korku filmleri.<br />

Bir modern klasi¤in ard›ndan...<br />

Ancak 2003 y›l› tür ad›na önemli bir sene<br />

oldu. Zira Alexandre Aja’n›n<br />

senaryosunu George Lavasseur ile<br />

beraber yazd›¤› filmi “Yüksek Tansiyon”<br />

(Haute Tension) üretildi.


Film, Fransa’da çok burun k›v›ran› olmas›na<br />

karfl›n uluslararas› alanda büyük bir baflar›<br />

yakalad›. Zamanla modern bir klasi¤e dönüfltü<br />

ve k›sa zamanda ‘Frans›z Korku Sinemas›n›n<br />

Yeni Dalgas›’ e¤ilimini bafllatt›. Asl›nda o zamanlarda<br />

yurt d›fl›ndaki dergilerde ‘Yeni Frans›z<br />

Uçlu¤u’ (New French Extremity) ad› alt›nda<br />

Gaspar Noé, Catherine Breillat, Bruno Dumont,<br />

Philippe Grandrieux gibi yönetmenlerin ve “Düz<br />

Beni” (“Baise-Moi”) gibi filmlerin dahil oldu¤u<br />

seks ile fliddeti uçlarda kullanan filmleri içeren bir<br />

e¤ilimin oldu¤u düflünülüyordu. Ancak 2003 y›l›<br />

bunlar›n içinde farkl› bir alan açt›.<br />

“Yüksek Tansiyon”, bafll› bafl›na yeni bir korku<br />

gelene¤i bafllatt›. Kayna¤›na ise 70’ler ‹talyan<br />

korku sinemas›ndaki tür k›rmas› örnekleri ve<br />

onlar›n stilize görsel yap›lar›n›, 60’lar›n istismar<br />

filmlerini, 70’lerin Amerikan slasher filmlerini<br />

al›rken, arka plan›na da elbette ‘Frans›z sanat<br />

sinemas›’ gelene¤inin alt metinlerini yerlefltiriyordu.<br />

Zira film, özünde lezbiyen bir aflk hikayesiydi.<br />

Ancak bu öykü, slasher, istismar filmi ve<br />

splatter film kal›plar›yla anlat›l›yordu. Zaten bütün<br />

özgünlü¤ü de buradan geliyordu. Hem psikolojik<br />

ve felsefik olarak zengin, hem de korkutucu ve<br />

mide buland›r›c›...<br />

Filmin oturttu¤u esas film modeline geçti¤imizde<br />

ise iki ana özelli¤e rastl›yoruz. Öncelikle “Teksas<br />

Katliam›”nda (“The Texas Chain Saw Massacre”,<br />

1974) sinemada ilk kez bu kadar etkili bir dille<br />

yaklafl›ld›¤›na tan›k oldu¤umuz<br />

‘ülkenin k›rsal bölgesinde saklanan<br />

fliddet e¤ilimi’ne odaklan›l›yor.<br />

Ard›ndan bu gerçekli¤e el kameras›<br />

ile yaklaflan bir görsel yap›ya baflvuruluyor.<br />

Tabii bütün slasherlarda<br />

oldu¤u gibi elinde herhangi bir aletle<br />

‘kad›n kurban’›n› kovalayan bir katilin<br />

yan› s›ra, zaman zaman yükselen<br />

tempo, zaman zaman ise atmosferin<br />

öne ç›k›fl› gibi yönetmenlik numaralar›<br />

hakim.<br />

Elbette filmin son 20 dakikas›ndaki<br />

sürpriz dönüflü, rahatl›kla bundan<br />

sonras›nda Frans›z korku<br />

sinemas›ndaki ‘türler aras›nda<br />

flafl›rt›c› gezinti’ mant›¤›n› bafllatan<br />

hareket oldu¤unu da iddia edebiliriz. Laf›n özü<br />

“Yüksek Tansiyon”, Fransa’n›n da¤l›k bölgelerinde<br />

geçen, kofluflturmacaya gerçekçi bir<br />

yaklafl›m sunan, fazla müzik kullanmayan bir<br />

‘slasher klasi¤i’ oldu zamanla. Tabii ki bu yolunda<br />

Frans›z entelektüel akl›n›n katk›s›n›n da es<br />

geçmemek laz›m.<br />

Dario Argento ve Lucio Fulci’nin sinema<br />

anlay›fllar›n› akla getiren bu ‘türler aras› gezinti’<br />

mant›¤›n›n, asl›nda Eli Roth’un 2002 tarihli ilk<br />

filmi “Dehfletin Gözleri” (Cabin Fever), 2005’de<br />

yank› uyand›ran yap›t› “Otel” (“Hostel”) ve James


Wan imzal› 2004 yap›m› “Testere” (Saw) ile afla¤›<br />

yukar› ayn› tarihlere gelmesi bir hayli flafl›rt›c›yd›.<br />

Çünkü slasher alt türünde Wes Craven’›n 1996’da<br />

“Ç›¤l›k” (“Scream”) ile bafllatt›¤› ve komedi ile<br />

korkuyu iç içe geçiren teen-slasher e¤ilimi, bir anda<br />

yerini 70’lerin gerçekçi slasherlar›na b›rak›yordu.<br />

Tabii bu e¤ilimi esas olarak ‘istismar filmlerinin geri<br />

dönüflü’ olarak da anabiliriz. Ancak daha stilize ve<br />

postmodernize edilmifl halleriyle elbette...<br />

Üç senede toplu üretim bafllad›!<br />

Tabii buna paralel olarak Fransa’da Alexandre<br />

Aja’n›n filminin etkisi 2006’dan itibaren hissedilmeye<br />

baflland›. Onun getirdi¤i formül, asl›nda geleneksel<br />

hayalet filmleri (“Kutsal Bakire”) veya psikolojik-gerilimler<br />

(“Maléfique”) üretilen Frans›z korku<br />

sinemas›nda belli bir de¤iflime yol açt›. “Sheitan”<br />

(2006), “Onlar” (“Ils”, 2006), “‹çerde” (A L’Interieur”,<br />

2007) ve “S›n›r(da)” (Frontier(es)), o gelene¤i devam<br />

ettiren ilk filmlerdi.<br />

“Sheitan”, yine Fransa’n›n k›rsal bölgesinde fleytana<br />

tap›nan psikopat bir adam›n, yöreye gelen gençlere<br />

dehflet saçmas›n› anlat›yordu. El kameras›yla ile çekilen<br />

yap›t, ‘k›rsal bölgeden gelen fliddet’ mant›¤›n›<br />

benimsese de asl›nda ‘serbest bir deneme’ olarak<br />

öne ç›k›p, bunlar›n içinde en çok ‘kült’ potansiyeli<br />

tafl›yan filmi getiriyordu karfl›m›za. Zira Kim<br />

Chapiron’un filmi, Vincent Cassell’in “Sap›k”›n katili<br />

Normal Bates’e göndermede bulundu¤u kafadan<br />

kontak karakterinin üzerine gidiyordu. Hem istismar<br />

dozu yüksekti, hem delilik oran› üst düzeydeydi,<br />

hem de sondaki dönüflü ilginçti.


yetisinin, ikinci k›s›mda bir anda istismar<br />

filmine geçifl yapmas›, “Yüksek Tansiyon”un<br />

gelene¤inin biraz da ‹talyan korku<br />

sinemas›ndaki ‘türü belirsiz filmler’e transfer<br />

olmas›n› sa¤l›yordu. Zira film, hem atmosferi üst<br />

düzeyde bir korku, hem de sap›na kadar bir<br />

istismar filmi sunuyordu. El kameras›n›n gerçeklik<br />

olgusundan da büyük katk› al›yordu elbette.<br />

“S›n›r(da)” da asl›nda bir politik-gerilim gibi<br />

bafllasa da, bir mezbaaya girilmesiyle birlikte<br />

yamyam Nazi ailesinin ‘yemek planlar›’na odaklanan<br />

bir istismar filmine dönüflüyordu. Yine kan<br />

oran› bir hayli yüksekti. Bu iki film, Frans›z korku<br />

sinemas›n›n gelene¤i aç›s›ndan belirleyici oldular<br />

asl›nda. Zira e¤ilimin ana kavramlar›n› belirlediler:<br />

el kameras›, türler aras›nda geçifller, gerçeklik ve<br />

gore dozu.<br />

“Onlar”<br />

ise film<br />

modelinin<br />

temelindeki ‘k›rsal<br />

bölgede fliddet var!’<br />

mant›¤›na al›p, bunu katilin belli<br />

olmad›¤›, atmosferi üst düzeyde seyreden<br />

bir filmin içine yerlefltiriyordu. El kameras›<br />

ile ormanl›k bölgede tedirginlik yarat›rken, orada<br />

bulunan gerçek bir çocuk çetesinin korkutuculu¤una<br />

odaklan›yordu esasen. Kan oran› ise bu<br />

ismini sayd›¤›m›z filmlere göre bir hayli düflüktü.<br />

Ancak atmosferiyle akla ilginç bir flekilde<br />

“Halloween”i getiriyordu.<br />

“‹çerde” ve “S›n›r(da)” ise bu dörtlünün en cesur<br />

filmleriydi. Birincisi, kapal› alanda hayalet filmi,<br />

gotik, psikolojik-gerilim aras›nda gidip<br />

gelirken, iki kad›n› karfl›<br />

karfl›ya getiren bir ‘tür<br />

egzersizi’ sunuyordu<br />

esasen. Tabii ilk 30<br />

dakikadaki<br />

atmosfer<br />

yaratma<br />

“‹flkence Odas›”, flimdilik “Yüksek Tansiyon”un<br />

yolundaki en yenilikçi film<br />

2008 tarihli “‹flkence Odas›” (Martyrs) ise yine<br />

gelene¤in özündeki ‘iki kad›n›n çekiflme, aflk ve<br />

fliddet dolu iliflkisi’ni merkezine yerlefltirirken, ilk<br />

45 dakikas›nda safkan fliddet, ikinci 45<br />

dakikas›nda ise psikolojiyi, zihni, atmosferi ve<br />

tedirgin edici ö¤eleri iç içe geçiren bir yap›t<br />

sunuyor. Filmi asl›nda ‘iflkenceden kaç›fl’, ‘evdeki<br />

fliddet’, ‘iflkence seans›’ olmak üzere üç<br />

bölüme ay›rmak mümkün.<br />

Zira yönetmen Pascal Laugier de bu üç bölüme<br />

göre özel görsel estetikler dokuyarak Dario<br />

Argento’nun özenini getiriyor ak›llara. Filmin<br />

asl›nda bir suç çetesinin üzerinden lezbiyen okumalara<br />

aç›k bir<br />

aflk


hikayesi oldu¤unu söylersek herhalde ne kadar<br />

uçlarda dolaflt›¤›n› anlayabilirsiniz. TV’de<br />

karfl›n›za üç bölümünün herhangi birinde ç›ksa<br />

nas›l bir film oldu¤unu çözme flans›n›z da yok.<br />

fiimdilik “Yüksek Tansiyon”un film modelinin<br />

üzerine bir fleyler katabilen en önemli yap›m.<br />

Frans›z korku sinemas› gelene¤inin en ilginç<br />

taraf› ise flu ana kadar bu ‘postmodern istismar<br />

filmleri’ni çekenlerin tamam›n›n Hollywood’a<br />

transfer olmalar›. Alexandre Aja’n›n “Tepenin<br />

Gözleri” ve “Aynalar”dan sonra “Piranha 3-<br />

D”nin haz›rl›klar›na bafllad›¤›n›, “S›n›r(da)”n›n<br />

yönetmeni Xavier Gens’›n “Hitman”i çekti¤ini,<br />

“Onlar”›n yönetmenleri David Moreau ile Xavier<br />

Palud’nun “Göz”e imza att›klar›n›, son olarak<br />

ise “‹flkence Odas›”n›n yönetmeni Pascal<br />

Laugier’nin “Hellraiser”›n çal›flmalar›na<br />

bafllad›¤›n› görebiliyoruz. Elbette bu yap›tlar›n<br />

tamam› görsel anlamda sorunsuz olsalar da<br />

onlar›n özgün ifllerinden uzak çal›flmalar sunuyorlar.<br />

Ancak yapt›klar›yla sinemay› etkilemeyi<br />

baflard›lar flimdiden. Fransa’da biraz zor olsa<br />

da cesur sinemac›lar ekolü üremeye devam<br />

edecektir. 70’lerin ‹talyan korku sinemas›<br />

ekolünün yerini flimdilerde ‘2000’lerin Frans›z<br />

korku sinemas›’ alm›fl durumda. Dünya<br />

bas›n›nda ‘Yeni Dalga’ olarak an›lmalar› da<br />

gayet do¤al. Çünkü slasher çekerken, istismar<br />

filmini göz ard› etmeyen; stilize sahnelere imza<br />

atarken, lezbiyen ve psikolojik alt metinleri es<br />

geçmeyen; alt türler aras›nda gezinirken ise<br />

‘flafl›rt›c› yolculuk’lar sunmay› becerebilen herhangi<br />

bir ‘tür gelene¤i’ yok flu ana kadar...


■ İtalyan yönetmen Gabriele Salvatores’e en iyi<br />

yabancı film Oscar’ını kazandıran başarılı politikkomedi<br />

“Akdeniz”, öyküsü, oyunculukları ve<br />

mesajları kadar, müzikleriyle de sinema tarihine<br />

geçmiş bir yapıt. Giancarlo Bigazzi ve Marco<br />

Falagiani’nin ortak notaları bu film için buluştuğunda,<br />

Akdeniz’in ılık rüzgarları ve deniz<br />

kokusu, filmi izlerken adeta ruhunuzu okşuyor.<br />

İtalyan, Yunan ve Türk karakterlerle genel bir<br />

Akdeniz prototipi çıkaran filmin en büyük mesajı<br />

ise şu: “Aynı Irk, aynı dil<br />

(Latin köken)... Aslında hepimiz kardeşiz...”


Cinselli¤in Mitolojisi &<br />

Pornografik Filmin Tarihi<br />

Veysel Atayman<br />

"Pornografik film, çoktan eğlence sanayinin<br />

önemli bir dalı haline geldi. Bu türün tarihi, sinema<br />

tarihi ile örtüşüyor. Başlangıçtan günümüze<br />

pornografik filmin bir tür olma ve öteki popüler<br />

türler ile arasındaki sınırı belirleme ya da silme<br />

yolculuğunu izleyen bu derleme, ister istemez<br />

"cinselliğin", seksin sinemadaki öyküsünü,<br />

dolayısıyla "mitolojisini" de ele alıyor.<br />

Pornografik film, cinsellik tema'sı ile kurduğu<br />

ilişkinin "durumuna" göre kendi içinde<br />

sınıflandırılabiliyor; kimi dönemlerde ...<br />

Es Yayınları / 310 Syf.<br />

Litterature Et Cinema<br />

Ahmet Gögercin<br />

■ Ahmet Gögercin “Edebiyat ve Sinema: Marguerite<br />

Duras’ın Romanarında Sinema Tekniği” adlı çalışmasında,<br />

sinema ve edebiyat gibi dünyanın en eski<br />

ve en yeni iki sanatını bir araya getirerek görüntülerin<br />

peşine düşüyor ve edebiyat dünyasındaki etkilerini<br />

araştırıyor. Çalışmanın asıl amacı fotoğrafın ve<br />

özellikle sinemanın icadından sonra yazın dünyasında<br />

görülen değişimleri ortaya koymak. Kitapta, ünlü<br />

Fransız romancı ve sinemacı Duras’ın romanları<br />

temel alınarak sinemaya özgü tekniklerin yazarlar<br />

tarafından benimsenmesi sonucu yazınsal yapıtlarda<br />

meydana gelen değişimler inceleniyor.<br />

Çizgi Kitabevi Yayınları / 255 Syf.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!