You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
■ Bir yafl›m›z› doldurduk. Daha dündü sanki, F›rat<br />
ve Banu ile bir bas›n gösterimi sonras› oturup<br />
konuflmam›z... Bu kadar film seyrediyoruz, röportaj<br />
yap›yoruz ama bunlar› tam anlam›yla<br />
de¤erlendirecek bir mecra yok. Sinema dergileri<br />
desen, okuyucu say›s› ve maddi nedenlerden<br />
dolay›, daha o zaman salland›klar› belli oluyordu.<br />
Gazetelerde ç›kan yaz›lar›m›zda ise belirli bir dili<br />
tutturmak zorunday›z. ‹stedi¤imiz gibi incelemeler,<br />
yorumlar yapman›n, bazen kendi s›n›rlar›m›z›<br />
aflman›n, korkusuzca yazman›n çaresini ar›yorduk.<br />
F›rat, internette yay›nlanacak bir sinema dergisi<br />
yapabilir miyiz diye sordu. Cevap basit ve<br />
kesindi. Evet, yapabiliriz. fiimdi <strong>Cinedergi</strong>'nin birinci<br />
y›l›n› doldurdu¤umuz bu say›da içim çok<br />
rahat olarak söyleyebiliyorum, "Evet yapabilirdik<br />
ve yapt›k. Hem de en iyisini yapt›k." Rakiplerimizi<br />
asla afla¤›lamadan veya küçük görmeden söylüyorum.<br />
Biz bu mecran›n en dolu ve enerjik dergisini<br />
yapt›k. Ayda iki-üç bin t›klamayla bafllayan bu<br />
macera flu an elli binlere dayand›. Üstelik sadece<br />
Türkiye içinden de¤il. Almanya'dan, Arjantin'den,<br />
Finlandiya'dan, ABD'den, Güney Afrika'ya kadar<br />
dünyan›n dörtbir yan›ndan okuyucular›m›z var. Bir<br />
de hemen yan› bafl›m›zdaki dostlar›m›z. Üç kiflilik<br />
çekirdek bir kadro ile ç›kt›¤›m›z için bazen sarkan<br />
yay›n tarihimiz yüzünden hemen maillerimize<br />
uyar› mesajlar› yazan dostlar›m›z, okuyucular›m›z<br />
var. Tabii bu dostlar›m›za ulaflt›rmam›z için bize<br />
röportaj veren sanatç›lar, yönetmenler, oyuncular<br />
k›sacas› ayn› teknenin içinde bulunan bizler var›z.<br />
<strong>Cinedergi</strong>'nin do¤umgününü kutluyoruz. Ama ne<br />
gündem ne de sürekli vizyona giren filmler<br />
do¤umgünü dinlemiyor. Bu ay neler oldu neler?<br />
Bir kere Film Festivalleri cofltu. <strong>Cinedergi</strong>'nin<br />
sponsor oldu¤u Eskiflehir Film Festivali, ‹nönü<br />
Üniversitesi K›sa Film Festivali ve Garanti Mini<br />
Bank Çocuk Filmleri Festivali bu ay içinde sinema<br />
severlerle buluflacak. Alper Turgut'un kaleminden<br />
‹stanbul Film Festivali de¤erlendirmesi ve 1<br />
May›s'ta bafllayacak olan ‹flçi Filmleri Festivali<br />
di¤er festival haberlerimiz. ‹stanbul Film<br />
Festivali'nce En ‹yi Film seçilen Köprüdekiler<br />
filminin yönetmeni Asl› Özge röportaj yapmak için<br />
<strong>Cinedergi</strong>'yi seçen önemli isimlerden. Nisan'›n<br />
son haftas›nda vizyona giren Deli Deli Olma<br />
filminin baflrol oyuncusu Tar›k Akan ile yönetmeni<br />
Murat Saraço¤lu Banu ve F›rat'›n özenli sorular›n›<br />
cevapland›rd›lar. Zaman›n Ruhu, Mesela Dedik,<br />
Sindrella ve Ali Ulvi'nin 18+, Benim Oyuncular›m<br />
köfleleri her ay oldu¤u gibi ilginç konularla sizleri<br />
bekliyor. Kerem Akça'n›n Frans›z Korku Sinemas›<br />
üzerine yapt›¤› inceleme, Banu Bozdemir'in<br />
eflcinsel filmler üzerine haz›rlad›¤› dosya ve son<br />
dönem Türk Sinemas›'nda ilk filmini çeken yönetmenlerin<br />
baflar›s›n› tan›mlayan, araflt›ran benim<br />
yazd›¤›m bir inceleme yaz›s› sizin ilginize sunuldu<br />
bu say›da. Hep birlikte nice y›llara...<br />
Genel Yayın<br />
Yönetmeni<br />
Serdar Akbıyık<br />
Yazı İşleri Müdürleri<br />
Banu Bozdemir<br />
Fırat Sayıcı<br />
Katkıda Bulunanlar<br />
Ali Ulvi Uyanık<br />
Kerem Akça<br />
Mekki Arvas<br />
Remzi Bener<br />
Arzu Çevikalp
Yönetmen : Levent Semerci<br />
Senaryo : Levent Semerci<br />
Oyuncular: Engin Hepileri, İlker<br />
Kızmaz, Banu Çiçek, Mete<br />
Horozoğ lu, Barış Bağ cı<br />
Konu: Nefes, bir yüzbaşının komuta ettiğ i 40 kişilik<br />
bir timin hikâyesi. Film, 2365 metre yükseklikteki<br />
Karabal tepesinde bulunan bir röle istasyonunu<br />
korumakla görevlendirilen 40 askerin görevlerini<br />
yerine getirirken yaşadıkları acıları, sevinçleri ve<br />
yaşam mücadelelerini anlatıyor.
Yönetmen : Pete Docter, Bob Peterson<br />
Senaryo : Bob Peterson<br />
Seslendirenler: Christopher Plummer,<br />
John Ratzenberger, Edward Asner,<br />
Delroy Lindo<br />
Konu: Hayatı boyunca yaşamak istediğ<br />
i macera hayalini gerçekleştirmek<br />
için evine binlerce balon bağ layıp<br />
Güney Amerika’nın vahşi doğ asına<br />
doğ ru yolculuğ a çıkan 78 yaşındaki<br />
baloncu Carl Fredricksen’ın hikayesinin<br />
anlatıldığ ı yeni bir komedi. Ancak Carl,<br />
yolculuğ a başladıktan sonra en büyük<br />
kabusunu da yanında götürmekte<br />
olduğ unu fark eder: fazlasıyla iyimser,<br />
doğ a kaşifi 8 yaşındaki Russel’ı.<br />
Yönetmen : Gerald McMorrow<br />
Senaryo: Gerald McMorrow<br />
Oyuncular: Eva Gren, Bernard<br />
Hill, Ryan Phillippe, Sam<br />
Riley<br />
Konu: Günümüz Londra'sı ve<br />
gelecekteki Meanwhile isimli<br />
hayali metropolde geçen<br />
öyküde, Londra'da oğ lunu<br />
arayan Körfez Savaşı gazisi<br />
Esser, sokaklarda intikam<br />
peşinde dolanan maskeli<br />
dedektif Preest, ölüm üzerine<br />
eserler üreten sanat öğ rencisi<br />
Emilia ve çaresizce gerçek<br />
aşkı arayan otuzlu yaşlardaki<br />
Milo'nun hayatları, bir kurşun<br />
sonucu yaşanan patlamayla<br />
tamamen değ işiyor.
Yönetmen : Kathryn<br />
Bigelow<br />
Senaryo: Mark Boal<br />
Oyuncular: Evangeline<br />
Lilly, Ralph Finnes,<br />
David Morse, Guy<br />
Pearce<br />
Yönetmen : Lars Von Trier<br />
Senaryo: Lars Von Trier , Anders<br />
Thomas Jensen<br />
Oyuncular: Willem Dafoe ,<br />
Charlotte Gainsbourg<br />
Konu: Çocuklarını kaybettikten<br />
sonra bir orman kulübesinde<br />
olayı unutmaya çalışan bir çiftin<br />
yaşadıklarının anlatıldığ ı filmde<br />
Trier bir kez daha korkunun<br />
sularına yelken açıyor.
Konu: Herkesin potansiyel düşman ve her objenin<br />
de ölümcül bomba olduğ u Irak'ta, elit askerler<br />
dünyanın en zor görevlerinden birinde yer alır.<br />
Sıcak savaşın ortasında bombaları imha etmekle<br />
yükümlüdürler. Takım lideri William James, hem<br />
bu yaygın bombalardan hem de psikolojik ve duygusal<br />
etkilenmelerle uğ raşmaktadır. James'in iki<br />
askeri kendini cürretkarca savaşın ortasına atar.<br />
James ise ölümü aldırmadığ ı için askerlerine<br />
yardıma gider. Yeni vahşi liderini korumaya çabalayan<br />
adamlar, şehri kaosa sürekler.<br />
Yönetmen : Wes Anderson<br />
Senaryo: Wes Anderson , Roald Dahl<br />
Seslendirenler: George Clooney, Cate<br />
Blanchett, Bill Murray, Jason<br />
Schwartzman, Anjelica Huston<br />
Konu: Mr. Fox ailesini beslemek için her<br />
akşam üç zengin çiftçiden tavuk, ördek ve<br />
hindi çalmaktadır. Sinirli çiftçiler tilkiden<br />
artık bıkmışlardır ve onu öldürmek için<br />
ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar.<br />
Sonunda yakalanan tilki, çiftçilerden daha<br />
zeki davranarak yakalandığ ı yerden aç<br />
kalmamak için çıkmaya çalışır.
Yönetmen : Darnell<br />
Martin<br />
Senaryo: Darnell Martin<br />
Oyuncular: Adrien<br />
Brody, Jeffrey Wright,<br />
Beyoncé Knowles<br />
Konu: Seks, şiddet,<br />
ırkçılık ve rock 'n roll'la<br />
dolu 1950<br />
Chicago'sunda; Muddy<br />
Waters, Leonard Chess,<br />
Little Walter, Howlin'<br />
Wolf, Etta James ve<br />
Chuck Berry gibi<br />
Amerika'nın müzik<br />
efsanelerinin hayatları<br />
Cadillac Records ile<br />
beyazperdede.<br />
Yönetmen : Mike Leigh<br />
Senaryo: Mike Leigh<br />
Oyuncular: Sally Hawkins, Elliot<br />
Cowan, Alexis Zegerman<br />
Konu: Poppy hayata klasik bir<br />
İngiliz vatandaşından farklı<br />
bakan, sevimli bir öğ retmen. O<br />
gerçek bir optimist. Olayları iyi<br />
yönünden değ erlendiriyor.<br />
Kendisine negatif yaklaşanlara<br />
bile iyi yüzünü göstermekten çekinmiyor.<br />
Fakat böyle olması onu<br />
yüzeysel veya sıkıcı yapmıyor. O<br />
aslında farkında olmadan dünyayı<br />
güzelleştiriyor...
■ 1995 Mart ayında yaşanan Gazi Olayları,<br />
birçok insanın yüreğinde acı, kafasında ise<br />
derin izler bıraktı. O zamanlar belgesel ve kısa<br />
film yönetmeni olan Aydın Bulut, bu olayın<br />
etkilerini daha derinden gözlemleyerek bir<br />
senaryo yazdı hemen. Başka Semtin<br />
Çocukları… Evet o varoşlarda yaşayan, şehrin<br />
etrafını düzensiz bir şekilde çevreleyen evlerden<br />
taşan yürekleri anlatmak istemişti… Ama<br />
olmadı, maddi yetersizlikler yüzünden<br />
sanırım… Ama Bulut, ilk göz ağrısı<br />
senaryosundan bir an olsun vazgeçmemiş<br />
anlaşılan… Aradan yıllar geçmesine rağmen o<br />
fikir hep aklının bir köşesinde asılı kalmış.<br />
Senaryo değişti mi değişmedi mi tam olarak<br />
bilmiyorum ama Bulut’un olaylara bakış açısı<br />
biraz değişmiş gibi duruyor… Ya da olayların<br />
üzerinden geçen yıllar birtakım şeyleri daha<br />
farklı oturtmuş Bulut’un kafasında…<br />
Olaylar toplumsal başlıyor, toplumsal olarak<br />
yuvarlanıyor ama tamamen kişisel sebeplerle<br />
sonlanıyor… Yani nereden bir çıkış yaratmaya<br />
çalışırsak çalışalım, sonuçta her şey kişisel<br />
çıkarlara, eksikliklere ve komplekslere<br />
dayanıyor gibi bir bakış açısı var. Ya da<br />
oralarda eskiden dayanışma vardı, ortak bir tavır<br />
vardı, ondan eser kalmadı demeye mi getiriyor lafı<br />
Bulut… Şehrin içinde kaybolma fobisini çatı katlarına<br />
taşıyan (yoğun olarak Eşkıya’da kullanılmıştı ilk) film,<br />
aslında bu bölgelerde yaşayan insanların iki yönünü<br />
gösteriyor… Bir taraf siyasi olmaya çalışırken, diğer<br />
bir taraf kendi mevzusunun peşine düşüyor… Filmin<br />
sonunda ikiye bölünen yol, bu ayrımı gayet derin<br />
çizgilerle işaret ediyor… Siyasete bulaşmadan var<br />
olma çabası ancak mafyavari bir çizgiye uzanıyor ki,<br />
onun sonu bu insanlar için de tatmin edici bir sonuç<br />
ortaya çıkaramıyor… Arkadaşlığın anlamı, delikanlılık,<br />
racon kesme, doğuda askerlik yapmanın travmatik<br />
etkisi, kadın olmanın handikapları gibi birçok<br />
konuya dalmaya çalışan Başka Semtin Çocukları, bir<br />
yol ayrımıyla bitiriyor filmi… Gitmek, Bir Türk kızıyla,<br />
Kürt erkeğin aşkını anlatıyordu, alevi bir gençle,<br />
sünni bir kızın aşkına odaklanıyor Başka Semtin<br />
Çocukları da… Yani sinemada politik aşklar gündeme<br />
geliyor, herkes bir yanından yaklaşmaya<br />
çalışıyor bu sorunlara… Bir yanıyla ayrımcılık yapmanın<br />
anlamsız olduğunu, hayatın o ayrımı biz<br />
istemeden de yaptığını anlatmaya çalışıyor… Ama<br />
bunu anlatırken kullandığı dil, anlattığı meseleyi tam<br />
olarak da sahiplenemiyor… Yok etme uğruna en<br />
yakınındaki öldürmeyi seçen, hayallerini kaybetmiş<br />
insan tiplemeleri daha derinlikli ve gerçekçi olmalıydı…<br />
Film dile getirmeye çalıştığı sertliğin içine daha<br />
fazla girmeliydi, arkasında daha sağlam durmalıydı<br />
diye düşünüyorum… Ama birçok filme kıyasla<br />
fazlasıyla cesur olduğunu da eklemeliyim…
Mutluluk ve hüznü, kahkaha ile gözyaşını<br />
aynı anda sunan palyaçolar, kimilerine göre<br />
neşe kaynağı, kimilerine göre ise nötr<br />
duygularla yaklaşılan, şov dünyasının prototip<br />
simgeleri… Aslen palyaço olduklarını<br />
vurgulayan Dominique Abel ve Fiona<br />
Gordon (Filmde bir de üçüncü yönetmen,<br />
Bruno Romy var), daha çok sessiz sinema<br />
döneminde tercih edilen stilize bir yöntem<br />
kullanarak seyirciyle adeta dans ediyor.<br />
Yaratıcıların filmografisindeki filmlere baktığınızda,<br />
aynı tarzda ama birbirlerinden<br />
farklı dertleri olan yapıtları görmek olası.<br />
Charlie Chaplin, Buster Keaton ve Fransız<br />
komedyen Jacques Tati’nin sinema dilini<br />
benimseyen oyuncu/senarist/yönetmenler<br />
hikayenin anlatım aracı olarak diyalogdan<br />
ziyade hareketi ve alt metin kullanımını tercih<br />
ediyorlar. Doygun ve canlı renklerin<br />
yardımıyla da, filme dinamizm kazandıran<br />
ekip, gel-gitli senaryosuyla hayatın tanımını<br />
yapıyorlar: “Kah hüzün, kah mutluluk…”<br />
Fiona ve Dom, huzur dolu ve renkli bir<br />
taşra kasabasında öğretmenlik yapmaktadır.<br />
Aynı evde yaşayan çift, iş hayatlarının<br />
dışında tüm vakitlerini latin dansı yaparak<br />
ve çeşitli yarışmalardan kazandıkları ödülleri<br />
eve dizerek geçirirler. Bir gece yine<br />
böyle bir yarışmadan eve dönerken, intihar etmek için<br />
kendini yolun ortasına atan birine çarpmamak için<br />
direksiyonu kırıp duvara toslamalarıyla hayatları altüst<br />
olur. Çünkü Fiona tek bacağını, Dom ise hafızasını<br />
kaybedecektir.<br />
Durum komedisine, yanlış anlaşılmalara ve bol bol<br />
sakarlıklara dayalı filmin en komik sahneleri çocuklarla<br />
birlikte çekilen sahneler. İçlerinde, çocuklar için her<br />
daim neşe kaynağı olmuş renkli palyaçolar yaşatan<br />
Dom ve Fiona, engellerin bile hayatı aksatmayacağı<br />
mesajını veriyor(Bazı sahnelerde bazen abartıya<br />
kaçarak). Filme para yatıran ve ekibi destekleyen<br />
isim, 60’lardan beri Fransa’da artık bir marka haline<br />
gelen Marin Karmitz. Böyle önemli bir yapımcıyı,<br />
standartların dışında bir filmi çekmeye ikna etmek bile<br />
zor olsa gerek. Sadece bu bile takdire şayan bir<br />
durum. Hemen belirtelim. Ekibin önceki filmleri de<br />
tarz olarak Rumba’ya benziyor. Ancak şurası kesin ki,<br />
üç sanatçının yine ortak yazıp çektikleri 2005 yapımı<br />
“Iceberg” (Meraklısı amazon.com’dan temin edebilir),<br />
son filmleri “Rumba”dan çok daha iyi…
■ Cemal Şan'ın bu hafta vizyona giren filmi<br />
Dilber'in Sekiz Günü'ne giderken bir önceki filmi<br />
Zeynep'in Sekiz Günü yüzünden negatif duygularla<br />
doluydum. Çünkü Zeynep'in Sekiz Günü<br />
bana yeni hiç bir şey vermemiş, tam tersi 1980<br />
sonrası zorlama ve soğuk entelektüel filmlerin<br />
bütün dezavantajlarını sırtlamış bir yapım olarak<br />
hissettirmişti kendini. İşte bu duygularla gittiğim<br />
sinema salonunda film başladığı ilk andan<br />
itibaren hem şaşırdım hem de sevindim. Bir<br />
kere Nesrin Cavadzade ile tanıştım. İsyankar ve<br />
doğrucu olduğu kadar hassas bir tarzı var.<br />
Bütün bu duyguları başarıyla üstünde taşımak<br />
her oyuncunun başarabileceği bir şey değil.<br />
Cavadzade'nin canlandırdığı karakter Türk<br />
Sineması'nın son dönemdeki en güçlü kadın<br />
karakterlerinden biri. Töreye, erkek egemen<br />
topluma isyan eden bunun bedelini de ödemeye<br />
hazır olan bir kadın. Türk kadının gücünü,<br />
verdiği savaşı canlandırdığı karakterle başarıyla<br />
üstünde taşıyan bir performansın sahibi<br />
Cavadzade. Başroldeki partneri Fırat Tanış ise<br />
son dönemlerde seyrettiğim en iyi iki erkek<br />
oyuncu performanslarından birini sergiliyor.<br />
Müthiş bir oyunculuk ve yetenek. Fiziki engeline<br />
rağmen ruhunun güzellikleriyle ilk önce Dilber'in<br />
inadını kırıyor sonra da kalbini kazanıyor. Filmde<br />
erkek ve kadın adına çok güzel tiplemeler var.<br />
Hem iyiyi hem kötüyü Cemal Şan bize gösterebiliyor.<br />
Durum böyle olunca yönetmeni anlamakta<br />
zorlandım. Sonuçta bir filmdeki oyunculuklar<br />
bütünüyle iyiyse bunda yönetmenin<br />
büyük emeği vardır. Bir yönetmenlik başarısıdır.<br />
Peki Zeynep'in Sekiz Günü'ndeki performansı<br />
niçin farklıydı Cemal Şan'ın? Üçlemenin son<br />
filmi Ali'nin Sekiz Günü'nü seyrettikten sonra<br />
Şan'ın kırsal hikayeleri daha rahat ve etkin<br />
anlattığını düşünmeye başladım. Şehir<br />
hikayelerinde ise bir problem var. Ve bu üçlemenin<br />
en iyi filmi Dilber'in Sekiz Günü olmasını<br />
biraz daha anlamlı kılıyor. Tabii demin bahsettiğimiz<br />
oyunculuklar da çok önemli. Dönersen Islık Çal ve<br />
Işıklar Sönmesin hala hafızalarımızda. Kısacası yönetmenin<br />
zikzaklar çizen bir çizginin en üstüne çıktığını düşünüyorum<br />
Dilber'in Sekiz Günü ile. Filmin açılış sahnesinde Nesrin<br />
Cavadzade'nin sevdiği erkeğin ailesine baş kaldırışı filmin<br />
töreye karşı attığı bir taştır. Bu anlamda öykünün alt satırları<br />
da anlaşılıp benimsenmeyi hak eden gerçeklerle dolu. Bir<br />
kadın hikayesinden çıkıp töreler yüzünden hadım edilmiş<br />
erkekliği anlatan cesur bir film Dilber'in Sekiz Günü. Sosyal<br />
eleştiri dışında bir yıldırım aşkından daha çok insan<br />
sevgisinin yarattığı sevdayı da anlatırken övgüleri hak ediyor<br />
Cemal Şan ve bütün oyuncular. Bu tür başarılı daha nice<br />
filmler beklediğimizi Cemal Şan'a hatırlatıyorum.
THE HOURS<br />
Onu nasıl anlatmalı ki? Kuzey<br />
Carolina’dan New York’a çıkagelen<br />
bir eğitimli oyuncu… Tiyatro, televizyon<br />
ve nihayet sinema! Çok<br />
yaman bir sinema kariyeri: En büyük<br />
yönetmenlerle, her tür rol. O<br />
melankolik, o dişi, o seksi, o anne,<br />
o zorlu, sert, cesur, ayrıksı, hüzün<br />
yüklü, mazlum, talihsiz… O kadın! Meydan okuyan<br />
bir sanatçı!<br />
Karakterini öyle bir giyiniyor ki, sizi ele geçirip,<br />
sarıp sarmalıyor, perdede gözünüz diğerlerinden<br />
çok onu takılıyor. Kuşkusuz, onunla çalışmak da<br />
zor; karşısında oynayanları ezip geçme tehlikesi<br />
var.<br />
İkisi yardımcı olmak üzere, dört kez kadın oyuncu<br />
dalında Oscar’a aday oldu. “Saatler- The Hours”,<br />
yardımcı dalda aday olduklarından. Şu sıralar “The<br />
Reader – Okuyucu” ile yüreğimizi kanatan Stephen<br />
Daldry’nin filmi, Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway”<br />
adlı eserinin birbirine bağladığı üç farklı dönemdeki<br />
üç kadını anlatırken, yaşam – ölüm ilişkisine dair<br />
‘şaşırtıcı derinlikler’e iniyordu…<br />
Julianne Moore ise, 1951 yılında, Los Angeles’da,<br />
ikinci çocuğuna gebe bir annenin ruhsal açmazlarını,<br />
nüansları yakalayarak canlandırıyordu.<br />
Diğer ikisini Nicole Kidman (Virginia Woolf) ve<br />
Meryl Streep’in (Clarissa Vaughan) oynadığı “The<br />
Hours” kadınları içindeki en zor roldü kuşkusuz.<br />
Bu filmde, ona bir kez daha âşık oldum… “Benim<br />
oyuncum”a, bakışlarıyla yüreğime dokunan<br />
Julianne Moore’a.
■ Son dönem Türk sinemasının bereketli<br />
yönetmenlerinden Yılmaz Erdoğan’ın gizli<br />
tuttuğu son projesini <strong>Cinedergi</strong> öğrendi.<br />
Bir süredir BKM Mutfak adlı projesini birlikte<br />
yürüttüğü gençlerle çektiği film, 2010<br />
yılında vizyona çıkacak. Postprodüksiyon<br />
aşamasının halen devam ettiği projenin<br />
ismi ise “Neşeli Günler”. İsmi yabancı<br />
gelmedi. Ne dersiniz?
■ Sharon Stone, Nicolas Cage, P. Diddy<br />
gibi şov dünyasının birçok ismi ekonomik<br />
kriz yüzünden gayrimenkullerini satışa<br />
çıkarttı... Sharon Stone, 7.5 milyon dolara<br />
satın aldığı 5 yatak odalı, havuzlu, tenis<br />
kortlu malikanesini satışa çıkarttı.<br />
Malikanesine alıcı bulamayan<br />
Stone, çareyi<br />
evini kiraya vermekte<br />
buldu. Satın aldığı<br />
şatolarla bir dönem<br />
emlakçıların en iyi<br />
müşterisi haline gelen<br />
Nicolas Cage de<br />
içine düştüğü<br />
ekonomik sıkıntıdan<br />
çıkabilmek için mülklerini<br />
satışa çıkarttı. Cage<br />
Bavyera'da 1,6 milyon sterline<br />
satın aldığı şatoyu 1.5 milyon<br />
sterline sattı.
■ Çevreci aktör Leonardo DiCaprio, yeni<br />
filmi 'Shutter Island'ın gala biletlerini açık<br />
artırmayla satışa sundu. Biletlerden elde<br />
edilecek geliri küresel ısınmaya karşı<br />
yürüttüğü vakfa bağışlayacak olan<br />
DiCaprio, "Biletlere en fazla para veren<br />
isim, benimle birlikte galada kırmızı halıda<br />
yürüyecek" dedi. Biletler ebay.com/globalgreen<br />
adlı adreste satışa çıktı.<br />
■ Forbes, Hollywood'un alt›n<br />
de¤erindeki komedyenlerini aç›klad›.<br />
Hollywood patronlar› aç›s›ndan en<br />
karl› olan komedyenin Adam Sandler<br />
oldu¤u aç›kland›. Adam Sandler'›n<br />
oynad›¤› filmler, di¤er komedyenlerin<br />
filmlerine göre giflede daha baflar›l›<br />
bulunmufl. ‹kinci s›rada ise Will<br />
Ferrell geliyor. Ben Stiller üçüncü,<br />
Jim Carrey ise dördüncü s›rada yer<br />
al›yor. Listede bir tane bile kad›n<br />
olmamas› ise dikkat çekiyor.
■ Gelen yo¤un talep üzerine, 01 May›s’ta TCDD<br />
Eskiflehir ve halk›n deste¤iyle tekrar vizyona girecek<br />
olan Devrim Arabalar› filmi, filmin kahramanlar›n›n<br />
dayan›flmas›n› an›msatan bir dayan›flmaya,<br />
profesyonel ve iddial› bir ortakl›¤a önayak oldu:<br />
Akademi 35 Buçuk. Filmin setinde tan›flan,<br />
çal›flmalar s›ras›nda, sanat anlay›fllar›, profesyonel<br />
durufllar› ve yaflam ilkelerindeki ortak noktalarla<br />
dostluklar›n› ilerleten Vahide Gördüm, Altan<br />
Gördüm ve Tolga Örnek, flimdi de inand›klar›<br />
do¤rularla sanata hizmet vermek için bir Oyunculuk<br />
Okulu aç›yorlar. Akademi 35 Buçuk, 25 Nisan<br />
2009’da e¤itime bafll›yor. Ayr›nt›l› bilgi için:<br />
www.35bucuk.biz
■ T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle İnönü Üniversitesi<br />
tarafından üçüncü kez gerçekleştirilecek olan kısa film festivali, 28<br />
Nisan – 1 Mayıs 2009 tarihleri arasında<br />
düzenleniyor. 4 gün sürecek festivalde yarışmalı<br />
bölümün yanı sıra, dünya sinemasından<br />
kısa film örnekleri, atölye çalışmaları ve<br />
yönetmenlerle söyleşiler de yer alacak. Son<br />
1 yıl içinde yapılmış, 15 dakikadan uzun<br />
olmayan kısa filmler ve 30 dakikadan<br />
uzun olmayan belgesellerin başvurduğu<br />
festivalin jürisinde şu isimler var: Festival<br />
Jürisi Uluslararası İstanbul Kısa Film<br />
Festivali yönetmeni Hilmi Etikan, müzisyen Gökhan Kırdar, yönetmen<br />
Sırrı Süreyya Önder, oyuncu Ruhi Sarı ve sanat yönetmeni<br />
Natali Yeres…
■ Garanti Bankası ve Türkiye Sinema ve<br />
Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) işbirliğiyle<br />
gerçekleştirilen, bu yıl altıncı yaşına basan “Mini<br />
Bank Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali’nde<br />
Berlin, Norveç ve Toronto gibi film festivallerinde<br />
gösterilen ve ödül kazanan 30'a yakın film, çocuklar<br />
ve aileleri tarafından ücretsiz olarak izlenebilecek.<br />
Şanlıurfa’da 24 – 27 Nisan tarihleri arasında<br />
Urfa Emek Sineması’nda başlayan festival,<br />
"Mardin Sinema Derneği”nin katkılarıyla 29 Nisan<br />
– 2 Mayıs tarihleri arasında Sinemardin Sinema<br />
Salonu’nda devam edecek. “Mini Bank<br />
Uluslararası Çocuk Filmleri Festivali” sayesinde,<br />
2004 yılından bu yana yaklaşık 40.000 çocuk,<br />
dünyanın seçkin çocuk filmlerini izleme fırsatını
BANU BOZDEMİR<br />
■ 11 yıldır Anadolu’nun ortasında devam eden,<br />
benim de son altı yılında bu yolculuğa tanıklık<br />
ettiğim bir festival Uluslar arası Eskişehir Film<br />
Festivali. Bu seneki takvim durağı 1 – 11 Mayıs.<br />
Her sene bir iki günde olsa Eskişehir’e gideceğimi<br />
bilmek, festival ekibiyle karşılaşmak benim<br />
için de özel bir ritüel haline geldi artık… Bu sene<br />
<strong>Cinedergi</strong> olarak festivalin basın sponsorları<br />
arasında yer almak bizim için ayrıca çok sevindirici…<br />
Bu sene program yine çok yoğun ve güzel…<br />
Festival bu sene açılışı Courtney Hunt’ın Donmuş<br />
Irmak filmiyle yapıyor… Bu yılın onur konukları<br />
ise Ekrem Bora ve Nebahat Çehre…<br />
Dünya Sinemasının Genç Yıldızları<br />
Festivalin bu bölümünde bu yıl , Jens Jonsson’ın<br />
“Pingpong Kralı”, Aida Begic’in ilk uzun metrajlı<br />
filmi olan “Kar”, Steve McQueen’in “Açlık”, Kelly<br />
Reichardt’ın “Wendy and Lucie” ve Belçikalı<br />
yönetmen Christophe van Rompaey’in<br />
“Moskova; Belçika” filmi bu bölümde yer alıyor.<br />
Sinema Tarihinin Unutulmazları<br />
Bu bölümde sinema tarihinin üç büyük Ustası<br />
Bunuel, Bergman ve Tavernier’in filmleri var.<br />
Bunuel’in “Gündüz Güzeli”, Burjuvazinin Gizemli<br />
Çekiciliği”, Bergman’ın “Persona, ”Çığlıklar ve<br />
Fısıltılar”, Tavernier’in “Kırda Bir Pazar”, “Naklen<br />
Ölüm” gibi unutulmaz filmleri gösteriliyor.<br />
Dünya Festivallerinden<br />
Coppola’nın “Kıyamet” filminin yeni kurgusu,<br />
Shane Meadows’un “Somers Town” filmi,<br />
Francois Ozon’un son filmi “Ricky”, Julie<br />
Delphy’in hem başrolünde oynayıp hem de<br />
yönettiği “Kontes” bu bölümün öne çıkan filmleri.<br />
Anısına<br />
Festivalde “Anısına” başlığı altında yer alan isim
ise, Türk sineması ve kültürünün<br />
yurtdışındaki en önemli<br />
tanıtıcılarından Keriman Ulusoy<br />
Caron olacak. Bu yıl Mart ayında<br />
kaybettiğimiz Ulusoy bir kısa<br />
filmi ile anılacak.<br />
Türk Sineması 2008 – 2009<br />
Bahadır Karataş’ın yaptığı<br />
“Usta” filmi, Nuri Bilge Ceylan’ın<br />
“Üç Maymun”, Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın<br />
Kutusu”, Derviş Zaim’in “Nokta”, Erden Kıral’ın<br />
“Vicdan”, Reha Erdem’in “Hayat Var”ı Cemal<br />
Şan’ın “Dilber’in Sekiz günü” ve “Ali’nin Sekiz<br />
Günü” adlı filmleri bu bölümde yer alacak. Bu<br />
bölümde ayrıca; Atalay Taşdiken’in “Mommo”,<br />
Raşit Çelikezer’in “Gökten Üç Elma Düştü”,<br />
Abdullah Oğuz’un “Sıcak”, Özcan Alper’in<br />
“Sonbahar”, Ben Hopkins’in “Pazar-Bir Ticaret<br />
Masalı”, Hüseyin Karabey’in “Gitmek” ve Mehmet<br />
Güreli’nin “Gölge” filmleri de yer alıyor.<br />
Geceyarısı Sineması<br />
Bu bölümde yönetmenliğini Jaume Balagueró,<br />
Paco Plaza’nın yaptığı “Rec-Ölüm Çığlığı”,<br />
Thomas Alfredson’un “Let The Right On In” filmleri<br />
gösterilecek.<br />
Hayatımız belgesel<br />
James Marsh’ın yaptığı “Teldeki Adam, Nedim<br />
Gürses’in “Omuz Omuza” belgeseli, Bahriye<br />
Kabadayı’nın “DevrimciGençlik Köprüsü”, Nati<br />
Baratz’ın “Unmistaken Child” ve Marie<br />
Nyreröd’un “Bergman Adası” da bu bölümde yer<br />
alan belgesel filmler arasında.<br />
Canlandırma Filmler<br />
Ari Folman’ın “Beşir’le Vals”, Hayao Miyazaki,<br />
Kathleen Kennedy’in yönetmen koltuğuna oturduğu<br />
“Küçük Deniz Kızı Ponyo”, Bill Plympton’un<br />
‘Ahmaklar ve Melekler’ ve Tatia Rosenthal’in<br />
“9.99 Dolar” da bu bölümün filmleri…<br />
Canlandırma Kısa Filmler<br />
Festivalin bu bölümünde, Petra Dolleman’ın<br />
seçtiği kısa filmler yer alıyor. Børge Ring’in “Anna<br />
and Bella”, Christa Moesker’in “Sientje”, Maarten<br />
Koopman’ın “Arles’te Yatak Odası” ve “Johannes<br />
Vermeer’in İncili Kızı” , Michael Dudok de Wit’in<br />
“Baba ve Kızı”, Paul Driessen’ın “Yumurtayı<br />
Öldürmek”, Gerrit van Dijk & Monique Renault’ın<br />
“Pas A Deux”ve Petra Dolleman’ın “Museum”.<br />
Kısa filmler<br />
Türkiye’den ve dünyadan kısa filmlerin gösterileceği<br />
bu bölümde, Özay Fecht’in “The Touch”,<br />
Serhat Koca’nın “Hoşgeldin Bebek”, Fatih<br />
Sezgin, Güven Çelik’in “Hangi Savaş”, Victric<br />
Thng’in “Twogether”, Ric Aw Yong Liang’ın<br />
“Silent Girls”, Caner Erzincan, Mevlüt Çiftçi’nin<br />
“Buzlar Kırılınca”, Sara Siadat Nejad’ın “My<br />
Tree”, Muhd Eysham Ali’nin “My Home My<br />
Heaven”, Junfeng Boo’nun “Keluar Barıs”,<br />
Anthony Chen’in “Haze”, Ali Canlar’ın<br />
“Sinope’nin Yolculuğu”, Armağan Pekkaya /<br />
Umut kol’un “İşkenceye Tolerans”, Engin<br />
Kılıçatan’ın “Zor”, Simge Gökbayrak’ın “Id”,<br />
Mustafa Ercan Zırh’ın “Kasapoğlu”, Can<br />
Evrenol’un “Büyükannem”, Fırat Mançuhan’ın<br />
“Sapak” ve Can Evrenol’un “Kurban Bayramı”<br />
filmleri gösterilecek.
ALPER TURGUT<br />
■ 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali, kimimizi keyiflendirdi,<br />
kimimizi ise memnun edemedi. Ama şu bir<br />
gerçek, festival adeta rüzgâr gibi geçti. İşte, sinema<br />
büyüsüyle haşır neşir olduğumuz güzel günleri yine geride<br />
bıraktık. Dileriz ki; İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti konumunu<br />
devralacağı 2010'daki 29. Uluslararası İstanbul<br />
Film Festivali, çıtayı daha da yükseltir ve sinemaya gönül<br />
veren bizleri tam manasıyla mutlu eder.<br />
“Devrim Arabaları” ve “Güz Sancısı” neden yarışma dışı<br />
bırakıldı minvalindeki tartışmalar, festival öncesi yaşanan<br />
bilet kuyrukları, bitmek tükenmek bilmeyen hangilerinde<br />
karar kılalım tartışmaları, davetiye bulma telaşındakiler,<br />
İstiklal Caddesi'nin pek meşhur hengâmesinden uzak<br />
duran Nişantaşı Citylife ve Kadıköy Reks'in üvey evlat<br />
muamelesi gördüğünü öne sürenler, filmlerin karışması,<br />
altyazı sorunu gibi ufak tefek aksaklıklar, festival<br />
kitapçığını doyurucu bulmayan, afişi de beğenmeyen sinema<br />
tutkunları, Atlas Sineması’nın koltuklarına sığamayanlar,<br />
Beyoğlu ve Yeni Rüya Sineması’nda altyazı okuma<br />
çabasından helak olanlar, hafta sonları tıklım tıklım dolu<br />
olan sinemalar, hafta içi genç ve yaşlılara kalan koltuklar
SEYİRCİ SAYISINDA YÜZDE 5 AZALMA<br />
Festival süresince -iki hafta boyunca- yedi sinemada<br />
(455 seans) tam 200 film gösterildi.<br />
Festivali, biletli ve davetiyeli toplam 162 bin kişi<br />
takip etti. İstanbul Film Festivali, geçen yıl yine<br />
hemen hemen aynı film sayısıyla sinema salonlarına<br />
(altı sinema–473 seans) 170 bin kişiyi çekmişti.<br />
Yüzde 5'lik seyirci kaybının nedenini bilet<br />
fiyatlarının pahalılığında (3,5 TL makul bir rakam)<br />
yani ekonomik krizde arayamayacağımıza göre,<br />
ne yazık ki geriye tek bir sonuç kalıyor. O da festival<br />
filmleri arasında kötü yapımların<br />
iyilere baskın çıkması... Görünen köy<br />
kılavuz istemez, güzel filmleri gösteren<br />
salonlar tepeleme doluyken, diğerleri<br />
sadece rekor peşindeki (ben şu kadar<br />
film izledimciler) sinefiller ve kitapçıktan<br />
kafasına göre film seçen tecrübesizleri<br />
ağırlıyordu.<br />
(garibim orta kuşak ne yapsın işe gitmek zorundalar)<br />
ve dahası...<br />
GEÇER NOT ALANLAR<br />
Biraz detaya inelim. Örneğin “baskıcı bir<br />
siyasal rejim altında yaşamın gayet özgün<br />
bir manzarasını çizdiği; şaşırtıcı ve<br />
çarpıcı, eğlenceli ve dokunaklı olduğu”<br />
gerekçesiyle Altın Lale'yi kazanan “Tony<br />
Manero” bir kısım sinema yazarı tarafından<br />
beğenilirken seyircinin çoğunluğu adı<br />
geçen filmden resmen nefret etti. “Belalı<br />
Düğün”, buzdan ada İzlanda’dan içimizi<br />
ısıtan bir film idi ve biz çok sevdik.<br />
Güzelim vampir filmi “Gir Kanıma” izleyicilerin<br />
neredeyse tamamını fethetti. Sonra<br />
Oscar’lı “Milk”, “Yuva”, “Takipçi”, “Ateş<br />
ve Citroen (burada bir hata var, filmin orijinal<br />
adı araba markası citroen değil<br />
limona denk gelen citronen olmalı), “Zift”,<br />
“Bir Noel Masalı”, “Ölümsüz Anlar”,<br />
palyaço güzellemesi “Rumba”, “Rövanş”,<br />
adı bile sakat “Piçler” ve festivalin kapanış filmi<br />
“Gidişler” hemen herkesten geçer not aldı.<br />
“Kırmızı Adamların Toprağı” (Avrupa Konseyi<br />
Sinema Ödülü FACE’i kaptı), “Kuduz Köpek<br />
Johnny”,” Hoş Geldiniz”, “Yaz Saati”, “Başsız<br />
Kadın”, “Stella”, “Öteki” ve “Tokyo Sonatı” iyi<br />
kotarılmış yapımlar arasındaydı.<br />
“Sislerin İçinden”, “Evlilik Sınavı”, “Gün Işığı<br />
Temizleme Şirketi”, “Bu Filmde Ben De Varım”,<br />
“İt İti Isırır”, “Somers Town”, İtalya'nın yakın tarihini<br />
bilmeyenler için zorlayıcı bir yapım olan “Il<br />
Divo”, klasik kovboy filmlerine selam çakan<br />
“Kanun Benim” ise bazılarınca takdir gördü,<br />
bazıları ise burun kıvırdı.
KOŞAR ADIM SİNEMADAN KAÇANLAR<br />
Kâh büyük umutlar beslediğimiz Altın Ayı sahibi<br />
“Acı Süt” filminde olduğu üzere iç sıkıntısından<br />
daraldık, kâh “uyuşturucu alan 15 yaşındaki genç<br />
bir kızı öpmeyin” gibi bir anlam çıkarttığımız “Kan<br />
Çıkacak” filminden koşar adım çıkan seyircilere<br />
hak verdik.<br />
IRA'yı yeren, İşgalci İngiltere'yi öven “50 Ölü<br />
Adam”, siyasi bir film nasıl yapılamazın Oscar'a<br />
aday örneği “Bir Terör Filmi; Der Baader Meinhof”,<br />
“Babil” gibi daha vurucu bir yapım varken aynı<br />
kurguda film çekmeye ne gerek vardı dediğimiz<br />
“Mamut”, festivalin “Sinemada İnsan Hakları”<br />
yarışmasında Jüri Özel Ödülü’nü kazansa da<br />
gerçek ve acıtıcı bir konuyu iyi kotaramayan<br />
“Fıraaq”... Sonra yine beklentileri karşılayamayanlardan<br />
“İki Bacaklı At”, “Ricky”, “Tapınma”,<br />
“Hoşça Kal Solo”, “Üç Bilge Adam”, “Güzel Ülke”.<br />
“Sebastiane”nin hayli cüretkâr eşcinsel erotik sahnelerini<br />
protesto edip tüyenler ile “Öfke”nin hazmı<br />
zor görüntüleri yüzünden salonu terk edenleri de<br />
unutmayalım. “Aptallar Tarafından Sevilmek Zor<br />
İş”in gelen tepkiler üzerine gösteriminin iptal<br />
edildiğini, “Düşman Hattı”nın ise altyazı sorunu<br />
yüzünden rafa kaldırıldığını notlarımız arasına düşelim.<br />
YERLİLERDE SÜRPRİZ SONUÇ<br />
Festivalde bu yıl Ulusal Yarışma, Yarışma Dışı, Yeni<br />
Türk Sineması ve Belgeseller kategorilerinde 40’ı<br />
aşkın yerli işi kurmaca ve belgesel film yer aldı.<br />
İstanbul Film Festivali’nin tarihinde ilk kez büyük<br />
ödül “Altın Lale”, Uluslararası Yarışma’nın yanı sıra<br />
Ulusal Yarışma’yı kazanana da verildi. Aslı Özge’nin<br />
çektiği “Köprüdekiler” ve Mahmut Fazıl Coşkun’un<br />
yönettiği “Uzak İhtimal”e giden ödüller, güçlü<br />
rakipler karşısında alınan sürpriz sonuçlar gibiydi.<br />
Ulusal Yarışma’nın “Jüri Özel Ödülü”nü ise Pelin<br />
Esmer’in “11’e 10 Kala” adlı filmi kazandı.<br />
Festivalde bu yıl yine bir ilke imza atarak En İyi
Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi<br />
Müzik ödüllerini de programına aldı. “En İyi Kadın<br />
Oyuncu” ödülünü Derya Alabora, “En İyi Erkek<br />
Oyuncu” ödülünü ise Nadir Sarıbacak kucakladı.<br />
Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği FIPRESCI<br />
Ödülleri, Uluslararası Yarışma’da Semih<br />
Kaplanoğlu’nun “Süt”üne, Ulusal Yarışma’daysa<br />
Reha Erdem’in “Hayat Var”ına gitti.<br />
“Türk Klasikleri Yeniden” bölümünde Lütfi<br />
Akad’ın restore edilen 1949 tarihli “Vurun<br />
Kahpeye” adlı filminin 60 yıl sonra beyazperdeye<br />
yansıması hoş bir ayrıntıydı.<br />
Bunun dışında gösterime giren “Viva Zapata”,<br />
“Kızılırmak Karakoyun”, “Andrey Rublev” gibi<br />
klasiklere ise lafımız yok. “Yes Men Dünyayı<br />
Kurtarıyor”, “Türk Gibi Başla Alman Gibi Bitir” ve<br />
“5 No'lu Cezaevi” adlı belgeseller ise etkileyicilik<br />
bakımından turnayı gözünden vurdular.<br />
FESTİVALİN AĞIR ABİLERİ...<br />
Usta payeli yönetmenler Peter Greenaway, Jerzy<br />
Skolimowski (Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nü aldı),<br />
François Ozon, Goran Paskaljevic (jüri başkanı),<br />
Altın Palmiyeli yönetmen Cristian Mungiu (jüri<br />
üyesi, Altın Palmiye sahibi), Heddy Honigmann,<br />
Jean-Stéphane Sauvaire, Siddiq Barmak, Photos<br />
Lambrinos ve Bill Plympton festivalin ağır<br />
ağabeyleriydi. Uluslararası Altın Lale'de filmleri<br />
yarışan Andrey Khrzhanovsky, Ian Fitzgibbon,<br />
Ventura Pons, Javor Gardev, Dominique Abel,<br />
Fiona Gordon ile ilk filmlerini çeken Cameron<br />
Labine, Nandita Das, Thomas Sieben, Jukka<br />
Pekka Valkeapää da festivale renk kattılar.<br />
Festival organizasyonunun oyuncu kadrosunda<br />
ise Julian Baumgartner, Jean Mach (aynı zamanda<br />
yönetmen), Thure Lindhardt, Francesco<br />
Cordio ve tabii ki kendisine festivalin “Sinema<br />
Onur Ödülü” verilen kurt aktör John Malkovich<br />
vardı.
■ 07 - 14 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 12.<br />
Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde<br />
FIPRESCI Ödülü için yarışacak filmler belli oldu. 9 ülkeden 12<br />
filmin katılacağı yarışmalı bölümde Türkiye’yi Yeşim<br />
Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu adlı filmi temsil edecek.<br />
12. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin Her<br />
Biri Ayrı Renk bölümünde yer alan 12 film, Uluslararası Film<br />
Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü için yarışacak. Ödül<br />
alan film 14 Mayıs Perşembe günü festivalin kapanış<br />
töreninde açıklanacak ve törenin ardından ücretsiz gösterilecek.<br />
■ 2008 - 2009 sezonunda Bursa,<br />
İstanbul, Eskişehir, Sakarya, Kocaeli ve<br />
Yalova illerini kapsayan 1.Kristal Şeftali<br />
(Gezici) Çevre Filmleri Festivali' nin ilk<br />
durağı 1.Bursa Çevre Filmleri<br />
Festivali'nin programı belli oldu. 9.Mayıs<br />
- <strong>13</strong>.Haziran tarihleri arasında, Lebon<br />
Kültür Merkezi'n de gerçekleştirilecek<br />
festival kapsamında 1.Kristal Şeftali /<br />
Ulusal Animasyon Çevre Filmleri<br />
Yarışması düzenlenecek.
■ "Biz Başka Dünya İsteriz" temasıyla dünyadan<br />
50 filmle beyazperdede emek boy gösterecek.<br />
Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek olan Uluslararası<br />
İşçi Filmleri Festivali, 1-7 Mayıs 2009 tarihleri<br />
arasında İstanbul, Ankara ve İzmir'de eş zamanlı<br />
olarak izleyicilerle buluşacak. Gösterimlerin ücretsiz<br />
olduğu, yarışmasız bir festival olan İşçi Filmleri<br />
Festivali, 8 Mayıs tarihinden itibaren de Adana'dan<br />
Ardahan'a; Bursa'dan Eskişehir'e kent kent süren<br />
ve tüm yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak.<br />
Festivalin amacı Türkiye ve dünyadan emekçilerin<br />
yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle<br />
buluşturmak ve ülkemizde işçi filmi üretimini<br />
özendirmektir. Bu yıl Festival, Halkevleri, Sine-Sen<br />
(DİSK), Dev Sağlık-İş (DİSK), Birleşik Metal-İş<br />
(DİSK), Hava-İş (TÜRK-İŞ), Petrol-İş (TÜRK-İŞ), Ses<br />
(KESK), Sendika.Org ve Türk Tabipleri Birliği (TTB)<br />
tarafından düzenlenmektedir. Kazım Koyuncu<br />
Kültür Merkezi de geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl<br />
da Festivalin destekçisi kurumların arasındadır
BANU BOZDEMİR<br />
Türk sinemasının jönü kim dense 1970’li yıllarda o<br />
akla gelirdi herhalde… Sonra yakışıklı Ferit hallerini<br />
bir daha açmamak üzere kapattı ve görüntüsüyle<br />
pek de uyuşmayan siyasi rollere geçti…<br />
Seyircisi onun Ferit hallerini hiç unutamasa da bu<br />
yakışıklı, uzun boylu adamın değişimine saygı<br />
duydu ve filmlerini bağrına bastı… Bugüne kadar<br />
yaklaşık 120 filmde rol alan Tarık Akan bu haftaki<br />
konuğumuz… Deli Deli Olma filminin Mişka’sı, 80<br />
yaşındaki yalnız adamı… Akan’la Türk sineması<br />
genelinde ama siyasete de hafifçe bulanmış bir<br />
söyleşi yaptık… Huzurlarınızda…<br />
Oyunculuğunuzu çeşitli aşamalara ayırmak<br />
mümkün… 1970 – 75 arası jön dönemi, sonra<br />
daha siyasi bir sürece giriyorsunuz… Sonrasında<br />
uzun bir ara ve tekrar filmlerle buluşma…<br />
1970 yılında sinemaya başladım. 1974’te de çizgi<br />
değiştirmeye başladım. Aradan da geçen dört yıl<br />
içinde de kırka yakın film çektim. Oyunculuğun<br />
nasıl bir şey olduğunu öğrendim denemez ama<br />
öğrenmeye çok hevesli ve azimli bir kişiliğim<br />
vardı. Ve son sürat oyunculuğumu geliştirmek için<br />
arkadaşlarım ve dostlarım sayesinde her türlü<br />
ilişkiyi kurdum. Çok önemli ustalarla birlikte<br />
oldum gece gündüz. Bir daha 70’li yılların başında<br />
yapmış olduğum 40 tane film tarzında film<br />
yapmama kararı aldım. Bu da ister istemez beni<br />
ekonomik olarak çok zorladı. Hem de seyircinin<br />
alışık olduğu, bildiği Tarık Akan tipi gitti yerine<br />
bambaşka bir şey geldi. Bunu kabul ettirmek de<br />
çok zor oldu. Bu arada harcanmış filmlerim var<br />
arada. Bir tanesi Canım Kardeşim’dir. 1974’ün<br />
sonlarında Ertem Abi (Eğilmez)’yle çektiğim.<br />
Kardeşi kan kanseridir ver onu kurtarmak için<br />
televizyon çalarlar. O arada çocuk ölür. Mesela<br />
hiç iş yapmayan filmlerimden birisidir. Bende çok<br />
severim. Sonra Ertem Abi bana çok kızdı. Sen<br />
istedin diye bu tarz filmler çekiyorum ama seyirci<br />
seni böyle sevmiyor dedi. Ben yine de ısrarcı<br />
davrandım. Bu sefer sanıyorum 75’in sonlarıydı,<br />
Şerif Gören’le Nehir diye bir film çektim. Oda<br />
Deniz Gezmiş’in arkadaşı Sinan Cemgil’in hayatını<br />
anlatan; Hasankeyf’te başlayan bir sal macerası.<br />
Jandarmadan kaçan bir devrimciyi oynuyorum.<br />
O da iş yapmadı, yattı. Çok sevdiğim bir<br />
filmdi. Ben ondan sonra Arzu Film’den koptum.<br />
Kopuş o kopuş. Ondan sonra Türkiye’nin en<br />
karışık dönemleri . Örgütleme, düzenleme aynı<br />
zamanda oyunculuk geliştirmek için dostlarımla<br />
sabahlara kadar sohbet etme, bol bol kitap<br />
okuma dönemleri. O sırada Yavuz Özkan’la<br />
Maden filmine başladım. Maden işçilerinin sorunlarını<br />
anlatan, sarı sendikaya patron tarafından<br />
bakan, gerçek bir sendika olmayan bir ortamda<br />
sendikaya girmiş işçiyi oynadım. Filmin politik bir<br />
altyapısı vardı ve tüm ülke tarafından büyük bir<br />
özveriyle karşılandı. Filminde ortaklarından birisiydim.<br />
O filmden sonra seyirciyi inandırdım. Evet<br />
orada bir işçiydim ben. Yakışıklı, uzun boylu, fıstık<br />
suratlı adam gitmiş, yerine inandırıcı, meselesi<br />
olan bir adam gelmişti. Ondan sonra da arkamı<br />
dönüp bakmadım. Sonra arkasından Sürü filmi<br />
geldi. Güneydoğu filmi. Sonra arkasından her<br />
yaptığım filmi Güneydoğu’ya taşımaya başladım.<br />
Güneydoğu’da yaptığım birçok filmim vardır<br />
benim. Yoruldum artık. Meslek yorgunluğu<br />
başladı. Biraz da paran varsa hayır demeye<br />
başlıyorsun. Bu da keyifli bence. Arada bir film<br />
çekmek hoş. İşte en son filmimi dört yıl önce<br />
çekmiştim.
Son filminiz Vizonte Tuuba’da doğuya sürgüne<br />
gönderilen bir öğretmensiniz. Türk sinemasının<br />
doğuyla olan hesaplaşmasının devam ettiğini<br />
söyleyebilir miyiz? Türk sineması doğuya karşı<br />
yeterince ilgili mi?<br />
Artık yok, olmasına da gerek yok. Benden önce<br />
Yılmaz abi (Güney) her şeyini koydu ortaya.<br />
Yılmaz abiden sonra da ben koydum. Bizim<br />
bütün derdimiz Türkiye’nin bütün uçlarıyla<br />
beraber bir bütün olduğudur. Bir yerde bir çöküntü,<br />
bir yalnız bırakılmışlık varsa bir sinemacının<br />
söylemesi gereken bir mesaj olmalıdır. Ben her<br />
zaman en kötü bir aşk filmimi bile Güneydoğuya<br />
taşıdım. Doğu ta Osmanlı’dan beri yalnız<br />
bırakılmış, itilmiş kakılmış bir bölgedir. Bunu<br />
resim olarak da alın görün. Yaşadıkları yer budur,<br />
kıyafetleri budur, bunları yerler ve böyle yaşarlar.<br />
Bunlar T.C. vatandaşıdır diye koyarız ortaya.<br />
Ondan sonrası iktidarlara ve devlete kalır. Ama<br />
hiçbir şey yapılmadığı için her şey karmakarışık.<br />
Ben bir sinema oyuncusu olarak mesaj vermeyi<br />
bir görev olarak bilirim.<br />
Siz genelde sinema – sanat konuşacakken,<br />
gazetecileri öğrencileri ya da yanınızda bulunanları,<br />
size politik sorular sormaya sevk eden bir<br />
yapıya sahipsiniz…<br />
Çünkü bu ülkede bir sinema oyuncusu iseniz,<br />
sinema oyunculuğu üst noktada hakim bir<br />
durumda ise o zaman yaptığın veya yapacağın<br />
her yapıtı ülkenin insanlarının refahı için yapmak<br />
zorundasın. Bu asli görevdir. Komedi bile yapılıyorsa<br />
bu mutlaka onu seyreden insanlara bilgi<br />
birikime dayalı bir şeyler vermek zorundayız. Biz<br />
dünya toplumuna tam anlamıyla katılmış bir<br />
toplum değil isek o zaman bize çok fazla görev<br />
düşüyor demektir. Bir taraf olarak konuşuyorum.<br />
Benden taraf olmayanlar beni sevmiyor olabilir.<br />
Hiç umurumda değil. Benim tarafım çok açık ve<br />
nettir. Atatürkçü bir temele oturan, sol tandanslı<br />
bir oyuncuyum. Bundan da çekinmem.<br />
Siz hiç dizilerde oynamayı tercih eden bir oyuncu<br />
olmadınız…<br />
Denedim aslında, ama dizinin sinema mantığıyla<br />
uzaktan yakından alakası yok. Yani artık fiziki<br />
olarak altından kalkamıyorsunuz. Sabah saat sekizde<br />
sete gidiyorsunuz gece 12.00’ye kadar<br />
devam ediyor. 18 saat çalışıyorsun. Kamera<br />
arkası genç neyse ki… Yoksa çok fazla can<br />
kaybı olabilir. Çağa yakışmayan bir mantıkla<br />
çekim yapılıyor. Halbuki dört günde değil de<br />
on günde bir bölüm istiyor olsalar, 60 dakika<br />
değil de dünya standartlarında bir<br />
uzunluk isteseler her şey hallolacak. Biz<br />
sinemada 90 dakikayı aşağı yukarı bir<br />
buçuk ayda çekiyoruz. Onun için hayır<br />
diyorum. Yoksa sinemadaki özlemimi<br />
orada giderme, uyuzumu kaşıma<br />
imkanım olabilirdi. (gülüşme)<br />
Kara Toprak diye bir film çekmeye<br />
başlamıştınız. Onunla ilgili<br />
son durum nedir acaba?<br />
Proje kaldı. Filmin jeneriğini<br />
ve finalini çektim. Ama orta<br />
kısmı için para bulunamadı.<br />
Sistemler çöktü.<br />
Oyuncularım büyüdü.<br />
İlerde çekilirse her şey<br />
yeni baştan çekilecek.<br />
Fazıl Say’a ayıp<br />
ettik. Onun müzikleri<br />
üstüne kurulmuş<br />
bir projeydi.<br />
Tam 12<br />
Eylül filmi<br />
denemez.<br />
Tüm
dünyadaki askeri darbeleri anlatan, genel olarak darbe<br />
kavramını anlatan bir filmdi. Dünyada artık askeri darbe<br />
dönemleri bitmiştir. Başka sistemler var. Ordu bir maşa<br />
gibi kullanılmıyor, kullanılmayacak da bence… Bütün<br />
dünyayı kapsayan bir konusu olduğuna inanıyordum<br />
benim Kara Toprak’ımın…<br />
Şerif Sezer’le yıllar sonra aynı filmde buluştunuz. Deli<br />
Deli Olma’nın sizi çeken yanı nedir?<br />
Duyguyu çok güzel ifade etmek edebiyatta, şiirde ve<br />
senaryoda olur. Tiyatro teksinde de bu kadar yoğun<br />
yakalamak zordur. Edebiyatta yazdığın zaman<br />
yakalayabilirsin ama lafa dayalı bir anlatım vardır. Onu<br />
resimlemek çok zordur. Ama senaryo dediğin zaman<br />
hem resmi, hem mizanseni hem de diyalogu vardır.<br />
Her şey, vardır. O yüzden senaryodaki duygu diğer<br />
yazım sanatlarındaki duyguya benzemez. Senaryoyu<br />
okur okumaz o duyguyu yakaladım ve iki seksen<br />
hemen evet dedim.<br />
Yaşlı ve yalnız bir adamı oynuyorsunuz. Pabuç diye bir<br />
karakter var, onunla atışma yaşıyorsunuz?<br />
Filmin başrolünde piyano var. Piyanonun yanında 12<br />
yaşında Alma diye bir kız var. Başrol onların. Pabuç<br />
benim her şeyimi vermeyi düşündüğüm bir kadın.<br />
Yaşlar geçmiş ikimizden de ama aslolan Oradaki Alma.<br />
Benim adım Mişka. Rus’um. Pabuç da Anadolu’da çok<br />
kullanılır. Kızınca pabuç atana derler. Kars’ın güzel bir<br />
köyünde, orayı daha da güzelleştiren bu oyuncu<br />
kadrosuyla her şeyi güzel bir biçimde ortaya koyduğumuzu<br />
sanıyorum. Umut ediyorum ki seyirciler de benim<br />
kadar sever.<br />
Arada aşk ve nefret ilişkisi var sanki…<br />
Şimdi bana bütün senaryoyu anlattıracaksın…<br />
(gülüşme) Aşksız film olur mu hiç… Bizim filmimizde<br />
de var.<br />
Hikayeye baktığımızda herhangi bir yer ve zamanda da<br />
geçebilirmiş gibi. 93 Harbi sonrası olmasının filme olan<br />
katkısı nedir?<br />
Çok şey katıyor. Çünkü orada bir kültür var. Anadolu<br />
insanına karışmış olan çok önemli kültürler var.<br />
Ermenistan’dan, Azerilerden, Araplardan, İran’dan,<br />
Rusya’dan bir kültür girmiştir bu ülkeye… Taa antik<br />
çağlardan bu yana… Ülkemiz ne kadar bilincinde, ne<br />
kadar sahip olabiliyorlar… Getirdiklerinde adam gibi<br />
sahip çıkılsaydı, bugün dünya çapında bambaşka bir<br />
yerimiz olurdu. Ama hep farklılaştırılmaya çalışıldık. Bu<br />
böyle de gidiyor. Onun için bu kültür, oradan girmiş.
Bir Malakan grubu. Bir milyona yakın bir göç.<br />
Dağıla dağıla geliyorlar. En büyük bölümü Kars<br />
tarafına geliyor. Ve de çok şey bırakmışlar.<br />
Değirmeni, kaşar peynirini, patatesi, sevgiyi,<br />
güzel kızları, ev yapma tekniğini onlar getiriyor.<br />
Getirdikleri kalmış ve bitmiş. Azerbaycan’a gidin.<br />
Hala çok büyük Malakan köyleri olduğu söylenir<br />
orada. Örnek köylermiş onlar. Filmde de bir tek<br />
ben kalmışım Malakan olarak orada…<br />
Ama Türk köyleri teknolojiden, gelişmeden bi<br />
haber…<br />
Köylüler hala sefalet içinde. Özellikle doğu köyleri…<br />
Bir de devletin orada yatırım politikasının<br />
çok ciddi olması gerekir. Doğu ve Güneydoğu<br />
doğal bitki olarak hayvani gıda yetiştirecek en<br />
önemli bölgelerden biri. Ama şimdi orada hayvan<br />
yok. Var gibi görünüyor ama yok. Bundan 30 yıl<br />
önce oralara film çekmeye gidince dağları hayvan<br />
olarak görürdüm. Rengarenk milyonlarca<br />
hayvan vardı. Artık et büyük şehirlere yurt dışından<br />
geliyor. Bu da Özal’la beraber başlamıştır<br />
bence…<br />
Oğlunuzla ilk defa bir filmde rol aldınız. Onu kendinize<br />
benzetiyor musunuz ve oyuncu olmasını<br />
destekler misiniz?<br />
Bugünlerde Amerika’ya ona bir mesaj çekeyim<br />
diyorum. Oğlum bak, bütün gazeteciler bana hep<br />
bu soruyu soruyor. Eğer oyunculuk yapacaksan,<br />
mastırını yaparken arada bir oyunculuk atölyesi<br />
ya da okuluna yazıl diye sorayım mı diye mesaj<br />
atayım diyorum. (Gülüşme) Beni ilgilendirmez.<br />
Oyunculuğu seviyor sonuçta. Ama karar ona ait.<br />
Oğlunuz gençliğinizi canlandırırken eski günlere<br />
özlem duydunuz mu?<br />
Ben de öyle şeyler olmaz. Ama kameranın<br />
önünde çocuğunu görmek bir baba olarak çok<br />
enteresan, çok güzel bir duygu…<br />
Oğlunuz da dahil olmak üzere gençleri politik<br />
anlamda nasıl buluyorsunuz?<br />
Kötü ama ben bunlara gençlerin sorunu olarak<br />
da bakmıyorum. Bunun altında yine 1980 askeri<br />
darbesi yatar. Bu darbenin yapmış olduğu bilinçlendirme<br />
ve kanuni birtakım engellerden<br />
dolayı üniversitelerdeki bütün oluşumun değişimi,<br />
ilköğretimde çocukların kitaptan uzaklaştırılması,<br />
okumayan araştırmayan bir toplum haline<br />
getirilmesi hep o dönemim ürünüdür. Bu toplumda<br />
okuyan, araştıran mutlaka yırtar ve öne<br />
geçer. Yoksa bunun zekayla çok ilgisi yoktur.<br />
Bütün dünyayı bütün dünyadan öğreneceksin.<br />
Kendi ülkene kapanıp, dünyayı öğrenmeye çalışmak<br />
da yanlıştır.<br />
Son dönem Türk sinemasını nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />
Film çekimleri bayağı ağırlık kazandı…<br />
Ben çok fazla umutlu görmüyorum. Hele bu<br />
ekonomik krizde en büyük yarayı sinema sektörü<br />
alacaktır. Çünkü pahalı bir sanat. Sinemaya dahi<br />
gidecek seyircinin parası olmazsa, krizde en<br />
büyük tokadı sinema yer. Açılmış olsa bile<br />
dünyada festivallerde çok önemli bir yere<br />
gelebileceğimizi düşünmüyorum. Nuri Bilge<br />
Ceylan’ı ayrı koymak lazım. O tek başına her<br />
şeyi yapmıştır. Ama o Türk sineması demek<br />
değildir. Yılmaz Güney de öyle. O yüzden çok<br />
parlak görmüyorum Türk sinemasını…
SERDAR AKBIYIK<br />
■ İstanbul Film Festival’i<br />
ödülleri açıklanınca ilk filmini<br />
çeken yönetmenlerin aldığı<br />
ödüller dikkat çekti. Bu<br />
yönetmenlerle konuştuğumuzda<br />
başarılarında iki<br />
öğenin ortaya çıktığını görüyoruz.<br />
Birincisi Nuri Bilge<br />
Ceylan ve Semih<br />
Kaplanoğlu'nun başı çektiği<br />
gerçekçi sinemanın etkisi.<br />
İkincisi ise High Definition<br />
film çekmenin kolaylığı. Üstelik<br />
dijital çekim doğası gereği<br />
gerçekçi bir sinema dilini de<br />
tetikliyor. Son dönem filmleri<br />
izlediğimizde örneklerin<br />
çoğalmasıyla beraber bir<br />
sınıflandırmaya gidilebilir diye<br />
düşünüyorum. Bütün bu filmlerin<br />
Fransız Yeni<br />
Dalgası'ndan etkilendikleri bir<br />
gerçek. Ama tabii her filmin<br />
ve yönetmeninin sinema<br />
dilinde edindiği konuda ve<br />
senaryosunu işleyişinde farklılıklar<br />
var. Mesela Aslı Özge<br />
ve Pelin Esmer ile yaptığım<br />
sohbetlerde ortak bir dil<br />
otaya çıkmadığını söylediler.<br />
Ama her ikisinin de btün<br />
farklılıklarına rağmen ortak<br />
bir gerçeklik duygusuna<br />
sahip oldukları da gözden<br />
kaçmıyor. Hani öyküden<br />
daha çok filmlerdeki karakterlerin<br />
öne çıkmasından<br />
doğan bir gerçeklik duygusu<br />
bu. Sinema adına değerleri<br />
ortada olan bu üretimlerin<br />
gişe problemi yaşayacakları<br />
da bir gerçek. Üstelik bu<br />
problemi demin bahsettiğimiz<br />
gerçeklik duygusunun<br />
baskın olması yüzünden<br />
yaşayacaklar. Bu onların tercihi.<br />
Her ikiside sanatlarını<br />
gişe endişesi yaşamadan<br />
icra etmek isteyen yönetmenler.<br />
Daha önceki söyleşilerimden<br />
Semih Kaplanoğlu,<br />
Yeşim Ustaoğlu, Nuri bilge<br />
Ceylan'ın da aynı tercihlere<br />
inandıklarını biliyorum. Şimdi<br />
bütün bu isimleri topladığımız<br />
zaman ortaya bir dalga çıkıyor.<br />
Biz bunu High<br />
Definition'ın etkisini de göz<br />
önüne alarak Yüksek Dalga<br />
diye adlandırıyoruz. Özellikle<br />
İstanbul Film Festivali ödülleri<br />
belli olduktan sonra bu<br />
hissimiz güçlendi. Bizde<br />
yönetmenlerimizle bu konular<br />
üzerine küçük sohbetler yaptık.<br />
En iyi film seçilen<br />
Köprüdekiler filminin yönetmeni<br />
Aslı Özge, En İyi<br />
Yönetmen, En İyi Senaryo ve<br />
En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini<br />
alan Uzak İhtimal’in yönetmeni<br />
Mahmut Fazıl Coşkun,<br />
En İyi Kadın Oyuncu ödülünü<br />
alan Derya Alabora ve Jüri<br />
Özel Ödülü'nü alan Pelin<br />
Esmer sıcağı sıcağına telefonda<br />
sorularımızı cevapladılar.
■ İlk filmini çeken yönetmenlerin<br />
başarısının nedenini düşündüğümde<br />
Türk Sineması’ndaki çıkışın yarattığı<br />
atmosferi önemli görüyorum. Tabii<br />
jürinin yapısı da çok önemli, Kutluğ<br />
Ataman gibi yenilikçi bir ismin jüride yer<br />
alması bence seçimleri çok etkilemiştir.<br />
İlk filmiyle ödül alan birçok yönetmenin<br />
olması bence Nuri Bilge Ceylan sinemasının<br />
etkilediği isimlerin çok olmasıyla<br />
bağlantılı. High Definition film çekmekte<br />
bu sayısal<br />
çoğunluğu tetikledi.<br />
Filmimin en büyük<br />
özelliği içerden bir<br />
bakış açısına sahip<br />
olması. Belgeselle<br />
bağlantılı bir kurmaca<br />
film olabildiği kadar<br />
gerçekçi bir bakış<br />
açısına sahip oluyor<br />
tabii.<br />
■ İstanbul Film Festivali’nden ödül almak her sinemacı gibi<br />
benim içinde gurur verici bir şey. Pandora’nın Kutusu benim<br />
çok sevdiğim bir çalışma oldu. O yüzden yarışma bölümüne<br />
seçilmemiş olması biraz beni üzdü. Ama her festivalde farklı<br />
bir jüri yapısı vardır. Bir jüriden ödül alan diğerinden alamaz,<br />
bunu da anlayışla karşılamak lazım.<br />
Sinemanın genci yaşlısı olmaz diye<br />
düşünüyorum. Önemli olan üreticilerin<br />
ürettikleri işe verdikleri emektir. Bu<br />
bağlamda bir sınıflama yapmamak<br />
gerektiğine inanıyorum. Tabii genç<br />
insanların heyecanlarını paylaşmıyor<br />
değilim. Onların ödül törenindeki heyecanları<br />
bile farklı oluyor. Ama sinemada<br />
bir değerlendirme yapıyorsak genç<br />
yaşlı gibi ayrımlar yapmamalıyız.
■ ‹lk filmimde ödül almak gurur verici. Aç›kças›<br />
benim filmimin d›fl›nda sayg› duydu¤um ve<br />
tecrübeli yönetmenler vard›. Onlar›n aras›nda<br />
ödül alaca¤›m› düflünmüyordum. Bu anlamda<br />
sürpriz oldu. Ama projeye haz›rlan›rken de tarz›<br />
üzerinde çok büyük çal›flma yapt›k. Minimalist<br />
bir film çektik. Bu anlamda da içimde hep ödül<br />
alabilece¤imizi hissettim. Yani karmafl›k duygular<br />
içindeydim. Ama dedi¤im gibi ilk filmimle<br />
ödül almak gurur verici. Benim gibi ilk filmiyle<br />
ödül alan birçok isim oldu. Bu Türk<br />
Sinemas›’ndaki ç›k›fl›n bir kan›t›. Bizim filmlerimizde<br />
Nuri Bilge Ceylan,<br />
Semih Kaplano¤lu gibi<br />
bizim öncemiz<br />
say›labilecek<br />
sinemac›lar›m›z›n etkisi<br />
var. Onlar›n açt›¤›<br />
yoldan gidiyoruz. Bu<br />
kadar ilk filmiyle ödül<br />
alan yönetmen varken<br />
tek bir sinema dilinden<br />
konuflmak imkans›z.<br />
Herkes kendi tarz›nda<br />
film yap›yor. Bu anlamda<br />
biz yeni isimlerin bir<br />
dönem yaratabilmesi<br />
için say›m›z›n artmas›<br />
gerekiyor. Frans›z Yeni<br />
Dalgas› ayn› dönemde<br />
çekilen 90 veya daha<br />
fazla filmle kendini gösterdi.<br />
Ama biz toplasak<br />
toplasak 10, 15 film<br />
yapabiliyoruz. Yeni<br />
filmlerin ortak bir dilinden<br />
bahsedemesek de<br />
oyunculuklar hepsinde<br />
çok iyi. Oyunculuklar<br />
anlam›nda bir devrim<br />
yaflan›yor diyebiliriz. Bir<br />
de senaryolar eskiye<br />
göre daha gerçekçi. Bu<br />
anlamda filmler daha<br />
fazla yaflam›n içinden<br />
ç›k›yor.<br />
■ Onat Kutlar adına ödülü almak<br />
benim için ayrıca bir anlam taşıyordu.<br />
Ödül benim için şu anlamda sürpriz<br />
olmadı. Her yönetmenin bir beklentisi<br />
vardır. Ben de filmim<br />
için böyle bir beklentideydim<br />
tabii.<br />
Birçok yönetmenin<br />
ilk filmiyle ödül<br />
alması üreticilerin bir<br />
derdi olduğunu ve<br />
artık yollara<br />
düştüğümüzü<br />
kanıtlıyor.
BANU BOZDEMİR<br />
İskoçya’nın Sean Connery’den sonra yetiştirdiği<br />
yegane oyuncu desek sürç-i lisan etmiş olmayız.<br />
Sesini oyunculuğuna katık edip, renkten renge,<br />
şekilden şekle girdiğine beyazperdenin büyülü<br />
ortamında pek çok kez tanıklık ettik… Onu böyle<br />
sevip, böyle bağrımıza bastık… Ewan Gordon<br />
Mcgregor 31 Mart 1971 doğumlu ve ilgilileri için<br />
koç burcu. Oyunculuğu çocukken televizyon<br />
karşısında ya da evin ücra bir köşesinde<br />
deneyenlerden değil. Hayali bir rockstar olmakmış…<br />
Hard müzikler eşliğinde kendini ifade<br />
etmeyi amaçlarken birden oyunculuğu çok<br />
sevdiğini keşfediyor ve oyunculuk yapmazsa<br />
yaşayamayacağını… Tabii ailesi de bu konuda en<br />
büyük destekçisi. Oyüzden London’s Guildhall<br />
School of Music and Drama okurken Dennis<br />
Potter filminde ilk rolünü kaptı. 1994’te Mezarını<br />
Derin Kaz dedi ama asıl fanatizmi bir Danny Boyle<br />
filmi olan Trainspotting’le yarattı. Çünkü kendisi<br />
uyuşturucu müptelası bir baş belasıydı ama filmin<br />
ana ekseni kapitalizmi eleştiriyordu. Onun da<br />
hayal kırıklıkları oldu tabii. The Beach filmine<br />
başlayacakken rol Leonardo Dicaprio’ya gitti. O<br />
da olayın müsebbibi olan Danny Boyle ve John<br />
Hodge’la bir daha hiç konuşmadı. Ama hayat<br />
inişli çıkışlıydı ve her inişin bir de çıkışı olmalıydı.<br />
1997’nin Eylül ayında ünlü İngiliz dergi Empire’ın<br />
yaptığı “Tüm Zamanların En İyi 100 Film Starı”<br />
anketinde 36. oldu.<br />
!999’da Star Wars’un Obi-Wan Kenobi’si oldu ve<br />
serisinin hala bir parçası… 2001’de sesiyle de<br />
katkıda bulunduğu Moulin Rouge filminde rol aldı.<br />
Tam bir romantikti o filmde.<br />
Ama oyunculuk sınır tanımayan bir şeyse her<br />
filmde rol almalı gerekirse asker bile olmalıydı.<br />
Ridley Scott filmi Black Hawk Down da bir asker<br />
oldu, Down With Love ile 60’ların romantik<br />
ortamına uzandı.<br />
Tabii bu arada Trainspotting’den bir yıl önce Eve<br />
Mavrakis ile evlendiğini, çocukları olduğunu, bir<br />
dönem Jude Law ile ev arkadaşlığı ettiğini,<br />
2004’te en yakın arkadaşı Charley Boorman’la<br />
birlikte motosiklete atlayıp dünyayı dolaştığını, bu<br />
gezi sırasında Mongolya’da dört yaşında bir kız<br />
çocuğu evlat edindiğini de söylemeden geçmeyelim…<br />
Ülkemizde vizyona giremeyen Big Fish de bir hayalperestti,<br />
The Island da bir klon, Velvet<br />
Goldmine da bir eşcinsel, Cassandra’nın<br />
Rüyası’nda suça saplanan bir adam, Şantaj da ise<br />
bir kadının peşinden hayal edemeyeceği bir<br />
dünyaya sürüklenen bir adamdı. Bu ay Ron<br />
Howard tarafından beyazperdeye uyarlanan<br />
Melekler&Şeytanlar adlı filmde Carlo Ventresca<br />
olarak karşımızda olacak… Dan Brown’un çok<br />
okunan kitabından uyarlandığı için filmi yaratacağı<br />
etki de bir hayli fazla olacak…
Bu sırada tören başlar. Sahneye Hugh Jackman<br />
gelir. Herkes alkışlamaktadır. Önce vasat sesiyle<br />
birkaç müzikal parçayı okur. Bazı seyirciler kulaklarını<br />
tıkar.<br />
Hugh Jackman: Herkese merhaba! 2009<br />
Oscar’larına hoş geldiniz. Hemen bir espriyle<br />
başlayayım. Whoopi Goldberg’in hayaleti buralarda<br />
dolaşıyor, haberiniz olsun! (Kimse gülmez) Ne<br />
Oscar töreninde muhabirlik yapan Whoopi<br />
Goldberg, yakaladığı ünlüleri sorularıyla köşeye<br />
sıkıştırmaya devam ediyor…<br />
Whoopi Goldberg: Birkaç soru soracağım<br />
vaktin var mı?<br />
Sean Penn: Hayır hiç vaktim yok. ABD,<br />
Irak’a girmeden bişiler yapmam lazım.<br />
Politik filmler çekmek, vatandaşlıktan çıkmam<br />
falan lazım.<br />
Whoopi Goldberg: İyi de, ezeli düşmanın<br />
Bush çoktan gitti Beyaz Saray’dan. Obama<br />
geldi. Hatta sırf bu yüzden sana bu akşam<br />
en iyi oyuncu Oscar’ı vereceklermiş diye<br />
söylentiler var.<br />
Sean Penn: Yanılıyorsun. O söylentiler<br />
doğru ama Bush’tan dolayı değildir. Olsa<br />
olsa artık Amerika’da her üç erkekten biri<br />
gay olduğundandır. Malum son filmim<br />
Süt’de bir eşcinseli canlandırıyorum. Bu<br />
arada 5 papelin var mı? Sanırım cüzdanımı<br />
düşürdüm yada çalındı.<br />
Whoopi Goldberg: Olsa dükkan senin.<br />
Malum, kriz var. Hadi başarılar sana. ( Sean<br />
Penn’in yanından ayrılır, birkaç sıra arkada<br />
Mickey Rourke’u görür) Hey, Mickey! Selam.<br />
Mickey Rourke: Selam Goldi.<br />
Whoopi Goldberg: Oscar’ı Sean Penn’e<br />
vereceklermiş gibi duydum.<br />
Mickey Rourke: (Whoopi’nin kulağına eğilerek<br />
fısıldar) Biliyor musun Goldi, eğer böyle<br />
bişi olursa Sean’i cehenneme yollayacağım.<br />
Whoopi Goldberg: Ooo! Burası kızışacağa<br />
benzer sayın seyirciler.
o, komik bulmadınız galiba.<br />
Whoopi Goldberg: (Salonun ortasında bağırır)<br />
Hey, ben buradayım ve hala ölmedim seni<br />
aşağılık herif.<br />
Hugh Jackman: Vay vay vay. Bakın burada kimler<br />
varmış. Selam Whoopi. Seni göremedim.<br />
Neden o siyah kadifeyi giydin. Daha iyi<br />
görünebilmek için mi?<br />
Bu sırada içeri FBI görevlileri girer. Hugh<br />
Jackman’ı tutuklamaya ve susturmaya kalkışırlar.<br />
Ortalık birbirine girmiştir. Koşanlar, bağıranlar,<br />
ağlayanlar…<br />
Whoopi Goldberg: Evet sayın seyirciler.<br />
İnanılmaz bir olay oldu. Hugh Jackman’i tutuklamak<br />
için içeri onlarca FBI ajanı girdi. Sanırız<br />
sebebi benim zenci olmam ve Obama’nın<br />
başkan olması. Bilmiyorum hem kafam<br />
hem de ortalık karıştı. Hayır Mickey<br />
yapma. Ahhh! Sayın seyiriciler, Mickey<br />
Rourke, koltukların üstüne çıkıp bir<br />
güreşçi edasıyla Sean Penn’in üstüne<br />
atladı. Salonda bulunan George<br />
Michael, Elton John ve Robin kılığında<br />
maskeli bir adam Sean’i kurtarmaya<br />
çalışıyorlar. Leonardo Di Caprio,<br />
Yahudi olmamak için vazgeçtiği<br />
sevgilisini yalnız bırakıp, Penelope<br />
Cruz’un arkasına geçti ve dünyanın<br />
kralı benim diye çığlıklar atıyor.<br />
Kıyafetine bastığı için Leo’yu tokasıyla<br />
öldürmeye kalkan Penelope’yi ise<br />
Javier Bardem zaptetmeye çalışıyor.<br />
Aman tanrım. Orada neler oluyor?<br />
Jennifer Aniston, Brad’in kolundan<br />
Angelina Jolie’yi kaptığı gibi, saçlarını<br />
yolmaya başladı. Şu an ikisi saç saça<br />
birbirilerine girdiler. Brad Pitt ve en<br />
yakın arkadaşı George Clooney,<br />
Angelina üstüne çevredekilerle bahse<br />
girdiler. FBI ajanları bir yandan da<br />
Slumdog Millionaire’in Hint’li ekibini,<br />
özellikle de çocukları kovalıyorlar.<br />
Çünkü aldığım bilgiye göre gece<br />
boyunca süren cepçilik olaylarının<br />
müsebbibi onlar çıktı. Bu kadarına da<br />
pes diyorum. Adrien Broody, birdenbire<br />
sahneye çıktı ve bu sene de birilerini<br />
öpmem lazım deyip Hugh<br />
Jackman’in dudaklarına yapıştı. Evet<br />
sayın seyirciler, bu rezaleti daha fazla<br />
ekranlarınıza taşıyamayacağız. 2010<br />
Oscar töreninde görüşmek üzere! Ha,<br />
bu arada… Buradan yetkililere<br />
sesleniyorum. Töreni seneye bana<br />
sundurun aşağılık herifler!!!
Obama’nın ABD başkanı olmasıyla piyangoyu<br />
kazandığına inanan insanlara kötü bir<br />
haberimiz var. O piyango bileti sahte...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
■ Zamanın Ruhu çok güncel ve<br />
yepyeni bir filmle yoluna devam<br />
ediyor. Daha önce yayınladığımız<br />
Endgame: Blueprint for Global<br />
Enslavement filminin yönetmeni<br />
gazeteci Alex Jones'un Obama<br />
Hilesi-The Obama Deception<br />
filmiyle karşımızda.<br />
Yeni Dünya Düzeni'nin bizi şaşırtan<br />
dinamizmi bu tür filmlerle yakalanabiliyor.<br />
Düşünsenize herşey<br />
felakete giderken, bütün dünya<br />
ABD'nin kölesi veya arka bahçesi<br />
olmuşken, birden bire ABD'de<br />
seçimler oluyor ve siyahi başkan<br />
bütün ezilmişlerin temsilcisi olarak<br />
bu karanlık düzenin sahibi olan<br />
ülkenin başına oturuyor. Sanki bir<br />
rüya veya dünyadaki her insana<br />
çıkan bir piyango gibi.<br />
Jones'un Obama Hilesi filmi ne<br />
yazık ki elimizdeki piyango biletlerinin<br />
sahte olduğunu bize<br />
müjdeliyor. Hem de öyle bir<br />
müjdeliyor ki buna itiraz etmek ve<br />
inanmamak çok zor.<br />
Mesela Obama Türkiye'ye<br />
geldiğinde yaptığı her hareketi ve<br />
söylediği her sözü açıklamaya<br />
çalışan televizyon programları<br />
seyrettik. "Serçe parmağını şöyle<br />
kaldırdı, sol eliyle yazdı, çok<br />
samimiydi gibi saçma sapan<br />
yorumları dinledi bütün millet. Hiç<br />
kimse de sormadı bu adamın siyasi<br />
kadrosu kimlerden oluşuyor?<br />
Kökenleri ne? Seçilmeden önce ne<br />
dedi sonra ne yaptı.<br />
Jones'un filminde tamamıyla bunlar<br />
anlatılıyor. Kötü haber demokratların<br />
adayı ve şimdiki ABD başkanı<br />
Obama'nın bütün kadrosu Wall<br />
Street kökenli. Yani bankacılardan<br />
oluşmuş. Üstelik hepsi de<br />
Bilderberg üyesidir. Bizim köşemizi<br />
takip edenler Bilderberg'i bilirler<br />
ama bu karanlık hikayeyi hiç duymayanlar<br />
için kısaca özetleyelim.<br />
Bilderberg'in hedefi, Yeni Dünya<br />
Düzeni'ni ve ABD-İngiltere ya da<br />
Siyonist/Evangelist hâkimiyetini ve<br />
emperyalizmini tüm dünyaya yaymaktır.<br />
Her yıl yapılan çok gizli<br />
ortamdaki toplantıları; hem CIA,<br />
hem de toplantının yapıldığı ülkenin<br />
istihbarat örgütü kontrol eder. Para<br />
ve finans güçlerinin ulusal politikaları<br />
alt ederek ülkeleri<br />
köleleştirmet ve globalizmi yaymak<br />
peşinde olan bir örgüttür. Ne<br />
sağcıdır ne solcu, ne inancı vardır<br />
ne dini. Tek birşeye tapar o da<br />
para. Bu paranın hangi ülkeye ait<br />
olduğu da önemli değildir.
Bu döneme göre bazen ve çoğunlukla<br />
Dolar olur bazense Euro. Yen, Liret, Lira<br />
hepsi onlarındır. Peki böyle bir kadro ile<br />
Obama nasıl dünyaya önerdiği mucizeleri<br />
gerçekleştirecek?<br />
İşte o noktada filmin çok acı önermeleri<br />
ve saptamaları var. Obama Bush ve<br />
öncesi ABD yönetimlerinin dünya halkları<br />
tarafından tanındığını ve inandırıcılığının<br />
kalmadığını bu yüzden de yeni bir düzenlemeyle<br />
umutsuz yığınlara umut aşılamak,<br />
bu toplumların gazını almak için<br />
Obamanın dünya siyaset sahnesine çıktığını<br />
iddia ediyor. Bunun kanıtı olarak<br />
Obama'nın lekeli siyasi kadrosunu tanıtmak<br />
dışında ilk icraatlarını da bizlere<br />
sunuyor. Mesela Guantanamo'nun<br />
kapanması. Evet Guantanamo'nun<br />
kapanması için gerekli kanunu çıkarıyor<br />
obama ama bu kanunun eklerinde yine<br />
tutsakların istenildiği gibi başka ülkelerde<br />
gizli cezaevlerinde tutulmasını devam<br />
ettirecek satırlar aynen kalıyor. İşkence<br />
deseniz, bu konuyla ilgili hiç bir engelleyici<br />
unsur konulmuyor bu kanunlara.<br />
Kısacası Obama bir Guantanamo'yu kapatıyor,<br />
bintanesini açıyor.<br />
Irak'tan çekileceğiz diyor. Seçimi<br />
kazandıktan hemen sonra bu<br />
topyekün çekilme 16 bin askerin<br />
bölgede kalmasıyla sınırlanıyor,<br />
hemen sonra sayı 23 bine çıkıyor.<br />
Sonra da yetmezmiş gibi<br />
Afganistan'a 30 000 yeni ABD<br />
askerini göndereceklerini açıklıyor.<br />
Obama Türkiye'den ayrıldıktan<br />
sonraki televizyon programlarını<br />
tekrar hatırlatırım size. Bu noktada<br />
filmin içeriğinde biz Türkler'in<br />
yakından düşünmesi gereken şey<br />
acaba Irak'ta kalacak 23 bin<br />
ABD'linin Irak'ın hangi bölgesinde<br />
kalacağıdır.<br />
Geçiyoruz ekonomik kirize. Film<br />
Obama'nın başkan seçilmesinin<br />
bir sebebi olarak ABD'nin kendi<br />
halkı üzerinde de oynanan büyük bir<br />
oyunu işaret ediyor. Finans odaklarının<br />
Kenedy suikasti ile ABD'yi, iç ve dış politikasını<br />
tekrar şekillendirdiğini iddia ediyor.<br />
Su şekillenmenin izinden gidip önemli<br />
siyasi, felsefeci ve finans isimleriyle<br />
röportajlar yapıyor. Dünyada oynanan<br />
oyunun aynısının Amerikan halkı üzerine<br />
de oynandığını söylüyor. Samimi biraz da<br />
kabadayı tavrıyla Obama'nın güya umut<br />
vaad eden yüzünün halkı kandırmakta<br />
kullaıldığını belirtiyor. Aslında olmayan bir<br />
ekonomik kirizin finans patronları tarafından<br />
çıkarıldığını, bu bankaların halkın<br />
elindeki malların değeri tabana vurduğunda<br />
bu malları almak için gereken parayı<br />
ortaya çıkaracaklarını daha sonra<br />
ekonomiyi rahatlatıp ucuza kapattıkları<br />
malları halka geri satacaklarını iddia ediyor.<br />
Bütün bu düzenlemeler için de<br />
Obama ve Wall Street kökenli siyasi<br />
kadronun ABD'nin başına geçirildiğini<br />
anlatıyor. Obama'nın aslında Bush ve<br />
Clinton gibi geçici bir yüz olduğunu,<br />
bütün bunlardan sonra yaşananlar<br />
yüzünden güvenirliğini kaybedeceğini,<br />
böylece siyasi arenaya başka bir kahramanın<br />
aynı odaklar tarafından<br />
atanacağını da ekliyor bu korkunç ve
izce gerçek olması<br />
muhtemel olan bu<br />
öykü. Filmin finalinde<br />
şöyle bir önerme var.<br />
Bütün bu çirkin oyunları<br />
ancak siz ortaya<br />
çıkarabilirsiniz. Evet<br />
siz televizyonu seyreden,<br />
sabah kalkıp işe<br />
giden, çocuklarını<br />
düşünen, normal<br />
halk. Bunun en büyük<br />
şartı size önerilenlere<br />
şüpheyle yaklaşmanız.<br />
Size umut<br />
olarak sunulanlara,<br />
dertlerinizin çözümü<br />
olacağı söylenenlere<br />
şüpheyle yaklaşın ve<br />
araştırın deniyor.<br />
Hatta bu seyrettiğiniz<br />
filme de şüpheyle<br />
yaklaşın.<br />
Söylediğimiz isimleri<br />
araştırın diyor filmin<br />
son önermesi.<br />
Son Söz<br />
Herşeyi bir yana<br />
bırakın. Bütün dünya<br />
karanlığa kayarken ve<br />
durup dururken yani<br />
bir isyan, tepki halk<br />
olayı olmadan<br />
ABD'de ne değişti de<br />
Obama bütün sistemi<br />
yenerek lider oldu? Bütün milletleri, toplumları<br />
şekilden şekile sokan ABD'deki gölge güçler<br />
nasıl oldu da sustular ve bu değişim yaşandı?<br />
Neden? Bu filmden öncede bu sorular bizim<br />
için gerçekti ve kafamızın içinde dolaşıp dururdu.<br />
Ama ne yazık ki hiç bir televizyon programında<br />
bunların konuşulduğunu görmedik ve<br />
duymadık. Bu filmle ilgili birşey daha<br />
söylemeliyim. Bütün dünyada çekilen filmlerin<br />
ve bilgilerin, biyografilerin bulunduğu imdb sitesine<br />
girdiğinizde ne yazık ki bu filmi bulamıyorsunuz.<br />
Alex Jones'un sayfasını buluyorsunuz<br />
ama The Obama Deception diye bir filmi<br />
bulamıyorsunuz. Ne garip değil mi? Filmin<br />
önerisine uyarak tabii ki filmde verilen bilgileri<br />
de araştırmalıyız. Mesela Alex Jones'un diğer<br />
belgesellerinde ve bu filmde de fazlaca<br />
Amerikancı bir tavrı olduğunu düşünüyorum.<br />
Mesela silahlanma ve küresel ısınma hakkında<br />
söyledikleri var ki benim kişisel inançlarıma hiç<br />
uymuyor. Ama Jones'un sivri tarafları söylediklerinin<br />
hepsini kulak arkası yapmamıza sebep<br />
olamaz.
BANU BOZDEMİR<br />
■ Bu ay vizyona giren Sean Pean’in<br />
baflrolünde ateflli bir eflcinsel savunuculu¤una<br />
soyundu¤u Milk filminden yola<br />
ç›karak eflcinsel temal› filmlere göz<br />
atal›m istedik… Bu tarz filmler ister<br />
gerçek hayattan uyarlans›n ister kurmaca<br />
olsun, toplumsal bask›n›n hedefinde<br />
olan, onun zorlu¤unu ve bask›s›n›<br />
yaflayan kifli ve kiflileri konu al›yor çoklukla.<br />
Beyazperdenin bu konuda engin<br />
bir deniz oldu¤unu o yüzden her filme<br />
‘pembe ›fl›k’ yakamad›¤›m›z› bafltan<br />
söyleyelim…<br />
Asl›nda vizyonu üç y›l öncesine<br />
dayan›yor ama bugüne kadar yap›lm›fl<br />
eflcinsel temal› filmleri bir anda duman<br />
etti ve zirveye yerleflti. ‹ki kovboyun<br />
aflk›na dayanan Brokeback Mountain,<br />
ödülleri kucaklad›, elefltirilerin de<br />
hedefinde kald›. Ama genel olarak<br />
be¤enildi… Eflcinsel temal› filmlerin ilklerinden<br />
olan The Children’s Hour<br />
/Tehlikeli F›s›lt› ise sinema tarihinin iki<br />
güzel kad›n›n› bir araya getirmifl. Audrey<br />
Hepburn ve Shirley Maclaine baflrolde<br />
ve aralar›nda o y›llar›n izin verdi¤i<br />
kadar›yla (1961) bir iliflki var. ‹kisi de<br />
ö¤retmen ve aralar›ndaki iliflki dedikoduya<br />
haz›r bir malzeme. ‘Kad›nlar<br />
aras›nda’ mevzusuna girmiflken, At›f<br />
Y›lmaz’›n Düfl Gezginleri filmini de<br />
anmadan geçmeyelim. Lale<br />
Mansur ve Meral O¤uz’un baflrolü<br />
paylaflt›¤› film, iki kad›n›n iliflkisinden<br />
dem vururken toplumsal<br />
farkl›l›klar› da gözden kaç›rm›yor<br />
ve ortama iliflkiyi buland›rmas›<br />
için bir erkek de kat›yor. 1994’te<br />
Toronto Gay Ve Lezbiyen Film<br />
Festivali’ne kat›larak bir ilke dahi imza<br />
atm›flt›. Aflk Yaz›m / My Summer of<br />
Love ise kendilerini keflfetme yolunda<br />
iki genç k›z›n yak›nlaflmalar› hatta<br />
tutkulu bir aflka dönüflen yaz maceralar›<br />
fleklinde alg›lanabilir. Ama<br />
k›zlar›n yaflamlar›n›n farkl›l›¤› da<br />
bu iliflkiye çanak tutan etkenlerden…<br />
Erkekler A¤lamaz / Boys<br />
Don’t Cry’da Hilary Swank,<br />
gitti¤i kasaban›n gizemli<br />
erke¤i olarak rol keser<br />
ama ancak trajik<br />
ölümüyle a盤a ç›kar<br />
kad›n oldu¤u…<br />
Halit Refi¤’in 1965<br />
yap›m› Haremde Dört<br />
kad›n filmi de Türk<br />
sinemas›n›n ilk<br />
lezbiyen karelerini<br />
içerir. Çocu¤u<br />
olmayan bir<br />
Osmanl›<br />
paflas›n›n<br />
hayat›na<br />
odaklanan
filmde, paflan›n kar›lar›ndan Mihrengiz ve fievkidil aras›nda<br />
yaflananlar filmi farkl› boyutlara tafl›yor. At›f Y›lmaz imzal› ‹ki<br />
Gemi Yanyana da (1963) kad›nlar aras›nda durumlara odakland›¤›<br />
için o dönemde yasaklanm›flt›.<br />
Peter Jackson Heavenly Creatures / Cennet Yarat›klar› filminde<br />
gerçek bir olaydan yola ç›k›yor ve sonu cinayete<br />
kadar varan filmde Kate Winslet’e rol veriyor. Pauline ve<br />
Juliet’in birbirlerine ölümüne olan ba¤l›l›klar› ele al›n›yor ve<br />
filmin seyri k›zlar›n kimseyi alg›lamayan ve sadece birbirlerine<br />
yönelen varl›klar›yla psikolojik ve fantastik bir gerilime<br />
do¤ru uzan›yor.<br />
Kay›p ve Ç›lg›n / Lost and Delirious bir roman uyarlamas› ve<br />
Lea Pool imzas› tafl›yor. Film klasik lise filmlerinin eksenini<br />
üç k›z aras›nda yaflanan ayr›ks› iliflkiyle fark katmaya<br />
çal›fl›yor. ‹ki k›z aras›nda yaflanan ve di¤erinin daha çok<br />
izleyici oldu¤u iliflki ekseninde aflk duygusu bir hayli<br />
ön plana tafl›n›yor.<br />
Sevgiyi Ararken / Saving Face bir ana k›z aras›nda<br />
sevgi ve nefret iliflkisine odaklan›yor. K›z bir dansç›<br />
k›zla yak›nlafl›rken, annesi de k›z›n›n hayat›n› tekrardan<br />
kontrol alt›na almaya çal›fl›yor. Amerika’da geçen<br />
bir Uzakdo¤u filmi diyebiliriz.<br />
Wachowski Kardefllerin yönetti¤i mafyatik bir ortamda<br />
geçen ve iki kad›n›n yak›nlaflmas›yla devam eden<br />
bir film Bound… Yönetmen kardefllerin hatr›na izlenir<br />
diyelim sadece…<br />
Cani, güzel Charlize Threon’un alt› erke¤i öldürdü¤ü<br />
Alien Wournos’u canland›rd›¤› bir film. Selby ile<br />
tan›flan Alien onu kaybetmemek için her fleyi yapmaya<br />
kararl›d›r, adamlar› öldürmeye bile…<br />
Aimee ve Jaguar hem tarihi fonda geçiyor, hem de<br />
biri Alman biri Yahudi iki kad›n›n iki kere yasakl› iliflkisine<br />
odaklan›yor… Marleen Gorris’in fliirsel filmi<br />
Antonia’n›n Yazg›s›, dört kuflaktan kad›n›n hayat›n›<br />
anlat›rken, birisini farkl› bir deneyimin içine sokmay›<br />
ihmal etmiyor. Her fleyin do¤al bir fonda<br />
ilerledi¤i filmde iki kad›n›n aflk› da gayet do¤al<br />
duruyor.<br />
Yavuz Özkan’›n ‹ki Kad›n’›, Kutlu¤<br />
Ataman’›n ‹ki Genç K›z’›, Fatih Ak›n’›n<br />
Yaflam›n K›y›s›nda’s›, Stephen Daldry’nin<br />
Saatler’i, ‹ngmar Bergman’›n Persona’s›,<br />
Jean Claude Brisseau’nun Mahrem<br />
fieyler’i, Pedro Almodovar’›n Annem<br />
Hakk›nda Her fiey’i, Anne Wheler’in<br />
yönetti¤i Beter Then Chocolate, Jamie<br />
Babbit imzal› But I’m ACheerleader,
Charles Herman imzal› Kissing Jessica Stein de<br />
bu yaz›n›n sat›rlar› aras›nda yer bulacak filmler…<br />
Erkekler aras›nda yaflananlara bakarsak Benim<br />
Güzel Çamafl›rhanem, bir çamafl›rhane<br />
ortam›nda do¤an bir aflk› konu ediniyor. Stephen<br />
Frears iki erkek aras›nda bir aflk› anlat›rken ayn›<br />
zamanda Thatcher döneminde artan ›rkç›l›¤a ve<br />
fliddete de göz at›yor.<br />
Mambo ‹taliano hem ‹talyan hem de gay<br />
olman›n flanss›zl›¤›na inanan Angelo’nun<br />
bafl›ndan geçenler… Oliver Stone imzal›<br />
Alexander da büyük hükümdar›n izinden<br />
giderken, onun eflcinsel tercihlerini de es<br />
geçmiyor. Birçok alanda de¤erlendirilebilecek<br />
Philadelphia, eflcinsel bir avukat›n yaflad›¤›<br />
zorluklar üzerine etkili bir yap›m olarak ilk akla<br />
gelenlerden… Ferzan Özpetek’i çekti¤i filmlerdeki<br />
eflcinsel temalar üzerine topluca ve<br />
k›saca bu kategoride anmak mümkün… Özellikle<br />
de Hamam’la… Ayn› fley Pedro<br />
Almodovar filmlerindeki vurgular içinde geçerli…<br />
Mahsun K›rm›z›gül’ün son filmi Günefli<br />
Gördüm’deki Beyo¤lu eksenli travesti hikayesini<br />
de es geçmeyelim…<br />
Orhan O¤uz’un Beyo¤lu’nun arka sokaklar›nda<br />
farkl› iliflkilere odakland›¤› Dönersen Isl›k Çal,<br />
At›f Y›lmaz’›n Gece, Melek ve Bizim Çocuklar<br />
ve Kutlu¤ Ataman’›n Lola+Bilidikid filmi tutunamayanlar<br />
tarz›nda bir eflcinsellik hali sunuyor<br />
daha çok…<br />
Pasolini’nin hayat›na mal olan Salo ya da<br />
Sodom’un 120 Günü, her türlü sapk›nl›¤›n içinde<br />
eflcinselli¤e de yer aç›yor… Farinelli, küçükken<br />
had›m edilen bir erke¤in abisiyle giriflti¤i garip bir<br />
oyuna odaklan›yor. Ama bildi¤imiz anlamda cin-
sellik yaflanmasa<br />
da Farinelli’nin hali<br />
bu filmler aras›nda<br />
yer almal› gibi<br />
geliyor bana…<br />
Visconti’nin<br />
Venedik’te Ölüm’ü<br />
de tek bafl›na yolculu¤a<br />
ç›kan bir<br />
hayli ilgileniyor…<br />
Frank Oz imzal› Vücut Dili / ‹n&Out biraz<br />
zorlay›nca herkesin bedeninde bir eflcinsele<br />
ulaflabilece¤i yönünde e¤lenceli bir yan›<br />
oldu¤unu söyleyebiliriz. K›r›k / Bent, Nazi<br />
Almanyas›’nda iki eflcinsel erke¤in koflullar<br />
yüzünden platonikli¤in ötesine geçemeyen iliflkilerini<br />
anlat›yor. Buradaki simge gömlekler<br />
üzerinden dönüyor… Summerstown / Yaz<br />
adam›n genç bir erke¤e<br />
duydu¤u tutkunun<br />
bak›fl›, adam›n gençli¤e<br />
bak›fl›yla özdeflleflmifl bir<br />
yorum içeriyor ayn›<br />
zamanda. Cennetten<br />
Çok Uzakta / Far From<br />
Heaven kocas›n› bir gün<br />
baflka bir erkekle<br />
yakalayan bir kad›n›n<br />
aray›fllar›na, Carrington<br />
da eflcinsel bir yazarla,<br />
bir ressam›n dostluk ve<br />
aflk iliflkisinde geliflen<br />
iliflkilerine e¤iliyor. William Freidkin imzal›<br />
Cruising ise, 80’li y›llarad çekilen ama bize on y›l<br />
gecikmeyle ulaflan bir film… Crusing gaylar›n<br />
tak›ld›¤› bir mekan. Orada ifllenen cinayetin<br />
peflindeki bir polisle beraber eflcinsellerin<br />
hayat›na dal›yoruz…<br />
Katil Afl›klar / Les Amants Criminels François<br />
Ozon imzas› tafl›yor ve ormanda bir Hansel<br />
Gratel edas›yla ilerliyor ve eflcinsel dokundurmalar<br />
bir hayli kanl› bir flekilde hissediliyor.<br />
Ç›lg›nlar Gemisi / Boat Trip konuya bir hayli<br />
komik yaklaflmay› hedefleyen filmlerden. ‹ki<br />
kafadar k›zlarla dolu bir tekneye bindikleri<br />
zannederler ama gemidekilerin hepsi gaydir.<br />
Zevk almaya çal›flmaktan baflka flanslar› yoktur.<br />
Vahfli Zerafet / Savage Grace uyarland›¤›<br />
roman›n hakk›n› fazlas›yla veriyor bir ailenin tarihine<br />
e¤ilirken, onlar›n cinsel tercihleriyle de bir<br />
F›rt›nas› iki erke¤in aras›nda geçse de kad›nlar ve<br />
di¤er erkekler de bu f›rt›naya fazlas›yla efllik ediyor.<br />
Yönetmen Marco Kreuzpaintner’in de hislerinin<br />
tercümesiymifl.<br />
Tual bedenler, Bar›nak / Shelter, XXY,<br />
Transamerica, Latter Days, Cachorro, The<br />
Birdcage de bu yaz›n›n s›n›rlar›na dahil olan filmler…<br />
Sonuçta bu filmler dram ya da komedi yan›yla<br />
eflcinsellerin yaflamlar›na ›fl›k tutmaya çal›flan<br />
filmler… Cinsel tercihler bir insan›n yaflam›n›<br />
belirleyici olabilir ya da olamaz, bu koflullara ve<br />
toplumsal bak›fl aç›s›na göre de¤iflir… Bu ay<br />
vizyona giren Milk, bir eflcinselin yaflam haklar›n›<br />
savunmak için nas›l bir mücadele verdi¤ini ama<br />
bu mücadelenin bir yerde önünün nas›l<br />
kesildi¤ini anlat›yor… Ama neyse ki dertlere derman<br />
sinema var…
SERDAR AKBIYIK<br />
■ İstanbul Film Festivali<br />
sonuçları daha önceki hiç bir<br />
yıl Türk Sineması üzerinde bu<br />
kadar etkili olmamıştı. Bunun<br />
sebebi önceki yıllarda toplam<br />
20 filmle festivalde yer bulan<br />
Türk Sineması'nın bu yıl rekor<br />
kırarak 40 filmle kendini<br />
göstermesi olabilir. Fakat<br />
daha çok En İyi Film<br />
Ödülü'nü alan Köprüdekiler'in<br />
yenilikçi tavrı ve diğer ödüllerin<br />
çoğunlukla ilk filmlerini<br />
çeken yönetmenlere gitmesi<br />
bu etkiyi yarattı. En İyi Film<br />
ödülünü alan yönetmen Aslı<br />
Özge ile bu etki ve farklı filmi<br />
Köprüdekiler üzerine konuştuk.<br />
Köprüdekiler projesi nasıl<br />
başladı?<br />
Bogaz Köprüsü trafiginde<br />
uzun süre beklerken saticilarin<br />
fotografini cekiyordum.<br />
Birgün aklima onlardan<br />
birisiyle buradan kalkip evlerine<br />
gitsem nasil olur dedim.<br />
Sonra burada hergün polisin,<br />
saticilarin ve şoförlerin birbirlerin<br />
habersiz yolunun<br />
kesistigini farkettim ve birbirine<br />
teget gecen paralel<br />
hayatlar üzerine bir film yapmak<br />
istedim. 2006’dan<br />
itibaren bu projeyi hayata<br />
geçirmek için çalıştım. Bana<br />
ilginç gelen karakterleri uzun<br />
süre takip ettikten sonra<br />
senaryoyu yazdım.<br />
Köprüdekiler ile İstanbul Film<br />
Festivali En İyi Film Ödülü'nü<br />
aldınız? Böyle bir beklentiniz<br />
var mıydı?<br />
Genel olarak o günkü<br />
seyircinin tepkisinden, festi-<br />
vallerden ve diğer basın mensubu<br />
arkadaşlardan aldığımız<br />
tepkilerin sonucunda filmin<br />
beğenildiğini o gün anladik.<br />
Jürinin de farklı bir sinema<br />
anlayışına acik davranabilecegini<br />
düsünmüstük. Bir şekilde<br />
değerlendirileceğini tahmin<br />
ediyordum ama nasıl bir<br />
ödül alacağını bilmiyordum.<br />
Değerlendirilmek bir yere<br />
kadar ama Köprüdekiler en iyi<br />
film ödülü aldı. Aslında bizim<br />
konuşmamızın da ana konusu<br />
buradan çıkıyor. Ben bu yüzden<br />
size sürpriz oldu mu<br />
sorusunu kullanıyorum.<br />
Benim için büyük bir sürpriz<br />
olmadı. Film daha proje<br />
asamasindayken İsviçre’deki<br />
bir festivalde sunuma davet<br />
edilmisti. Ön arastirmalardan<br />
montajladigim 10 dakikalik bir<br />
parca göstermiştim. O sırada<br />
Almanya’daki iki televizyona<br />
aynı anda filmin ön satısi<br />
yapildi. Ilginc bir sekilde<br />
Finlandiya televizyonu da<br />
hemen orada satın aldı. Daha<br />
film cekilmemisti bile,<br />
Almanya’da dagitimci buldu.<br />
Medienboard fonu<br />
Almanya’dan yapim destegi<br />
verdi. Ardından kaba montaj<br />
projelerin sunuldugu<br />
Uluslarasi Amsterdam Film<br />
Festivali’ne davet edildik.<br />
Secilen 7 projeden biriydi.<br />
Orada da Hollanda’lı bir ortak<br />
yapımcı bulundu. Rotterdam<br />
Film Fonu postprodüksiyon
desteği verdi. Yani ilgi çeken bir proje<br />
olduğunu biliyorduk. Kapalı kapılar<br />
ardında yapılmadı bu proje. Yavaş<br />
yavaş sağlamlaştı, çünkü üstüne çok<br />
konuşuldu. Yapıldığı her asamada<br />
birçok kişiye gösterildi, montajı çok<br />
uzun sürdü. Tam ritmini bulana kadar,<br />
kaba montaj haliyle bile birçok festivale<br />
davet edildigi halde biz kabul etmedik,<br />
montaja devam ettik. Dolayısıyla ilgi<br />
çekeceğini, ilgi çektiğini bu anlamda<br />
biliyordum.<br />
Burada Kutluğ Ataman gibi yenilikçi<br />
isimlerin olmasının da etki ettiğini<br />
konuşmuştuk. Bu konuda düşünceniz<br />
hala aynımı?<br />
Tabiî ki. Ödüller o sıradaki jürinin yaklaşımıyla<br />
baglantili.<br />
Türkiye de belirli bir ayrım var popüler<br />
filmle yönetmen filmleri arasında.<br />
İstanbul Film Festivali'nin bu ödül tercihi<br />
popüler filmle yönetmen filmi arasındaki<br />
farklılığı biraz flulaştırmaya yeter mi?<br />
Sanmiyorum, benim filmim de ticari
amacla yapilmis bir film degil.<br />
Ancak belki gercek karakterlerin<br />
kendilerini oynamasi ve belki de<br />
hepimizin hergün onlarin yanindan<br />
farketmeden geciyor<br />
olmamiz seyircinin ilgisini cekebilir.<br />
Ama isterseniz ilk filminizi<br />
çekin ister beşinci filminizi<br />
çekin, herkesin bir yolu var…<br />
Dolayısıyla ben ticari sinema<br />
yapmıyorum, yapamam da.<br />
Aslında üretici açısından<br />
söyledikleriniz çok doğru fakat<br />
Türkiye’de tüketim açısından bu<br />
anlamda bir rahatsızlık var.<br />
Tüketilmiyor. Filmi yapan insanların<br />
yaşaması için gereken<br />
maddi ekonomik düzeni sağlayacak<br />
bir tüketim yok ortada.<br />
Ilk hedefleri para kazanmak<br />
olmayan yönetmenler seyirci<br />
gitmiyor diye seyircinin<br />
gideceği türden filmler<br />
yapmaya başlamayacağına<br />
gore, bir şekilde<br />
o zaman karşı tarafı<br />
daha farklı işlere yönlendirmek<br />
gerekir, baska<br />
türlü destekler bulmak gerekir.<br />
Türkiye’de ciddi bir televizyon<br />
ve dizi tüketimi var, star<br />
dediğimiz kişiler dizlerde<br />
oynayan oyuncular. Asil televizyonlara<br />
büyük bir sorumluluk<br />
düsüyor bence. Cogunlukla
dizilere veya reality programlarina yer<br />
verdikleri sürece ve sebep olarak ta<br />
seyirci bunu istiyor dedikleri sürece bir<br />
ilerleme kaydedilemez. Yurtdisinda<br />
yönetmen filmi dediginiz filmlerin hepsi<br />
televizyonlar tarafindan finans ediliyor<br />
hem de yönetmene, anlatmak istedigine<br />
veya nasil anlatmak<br />
istedigine müdahale<br />
edilmeden. Kültür fonlarinin<br />
en büyük finans<br />
kayanaklarindan biri televizyonlar.<br />
Böylece bir<br />
anlamda sorumluklarini<br />
yerine getiriyorlar.<br />
Almanya’da bir yapılanma<br />
var. Türk sinemacıları<br />
orada neredeyse komün<br />
oluşturmuş durumda. Bu<br />
yapılanmayı nasıl buluyorsunuz?<br />
Ben o yapılanmaya ait<br />
değilim. Ne orada doğdum<br />
ne de büyüdüm. Bu yüzden<br />
Türkiye’de olup bitenler<br />
beni daha cok<br />
ilgilendiriyor. Anlatmak<br />
istediğim şeyler burayla<br />
çok daha bağlantılı ya da<br />
özellikle hiç bağlantılı<br />
değil, dünyanın her yerinde<br />
olabilir hikayeler. Ayrica<br />
kimlige ve kisinin cinsiyetine<br />
bagli yapilanmalar<br />
beni ilgilendirmiyor. Yani<br />
kadin oldugum icin kadinlarla<br />
ilgili bir film yapmiyorum.<br />
Beni heyecanlandiran<br />
baska seyler var, “ana<br />
konu basliklari” degil.<br />
Highdefination’ın yeni<br />
filmlerde çok etkisi olduğuna<br />
inanıyorum. Bu konuda<br />
ne diyeceksiniz? 35 mm’-<br />
den de uzaklaşılmasının<br />
dezavantajları var mıdır?<br />
Böyle bir şey görüyor<br />
musunuz?<br />
Bence video veya highdefinition<br />
gençlere film cekme<br />
olanagi sağlıyor. Ama tabii<br />
bu teknigi de iyi kullanmak<br />
gerekiyor, yoksa filmler<br />
öğrenci filmi havasından<br />
kurtulamıyor. Bu teknigi iyi<br />
kontrol edebildiğiniz<br />
zaman ve gerçekten bunu<br />
farklı bir şekilde kullanabildikten<br />
sonra neden<br />
olmasın.<br />
Yeni projeniz var mı?<br />
Var, calisma ismi “SOLUK-<br />
SUZ”. İstanbul’da burjuva<br />
bir aile fertlerinin birbirlerinden<br />
bağımsızlaşma<br />
cabalarini anlatıyor. Bu<br />
projeyle 2005’te Selanik<br />
Film Festivali’nde Balkan<br />
Fonu’ndan senaryo<br />
geliştirme destegi<br />
almıştım, ondan beri 4<br />
yildir üzerinde calisiyorum.<br />
Bu projeniz daha şahsi bir<br />
proje gibi geldi bana?<br />
Kendi başımdan gecen<br />
önemli bir olaydan yola<br />
çıkarak yazmaya başladım,<br />
ama benim kişisel hikâyem<br />
böyleydi, onun için böyle<br />
olsun diye karakterleri<br />
hapsetmedim. Dolayısıyla<br />
4 yıllık bir senaryo yazma<br />
sürecinin sonunda benim<br />
hikayemle hiç ilişki<br />
olmayan birşey çıktı<br />
ortaya. Sadece anlatmak<br />
istedigim şey hiç degişmedi.<br />
Köprüdekilerin vizyonu 16<br />
Ekim’de. Peki vizyona gireceği<br />
ödülden sonra mı belli<br />
oldu yoksa ödülden önce<br />
belli miydi? Sonbaharda<br />
vizyona girmeyi dusunuyorduk,<br />
ama gün ödülden<br />
sonra belli oldu. Film<br />
Hollanda ve Almanya’da<br />
gösterime girecek.
“Hayalet Yazar –Ghost Writer”(2007)<br />
Yönetmen: Alan Cumming<br />
Oyuncular: Alan Cumming,<br />
David Boreanaz, Anne<br />
Heche, Henry Thomas<br />
1.85:1 Geniş Ekran /<br />
İngilizce DD 5.1 – Türkçe<br />
DD 5.1 / 89 dakika<br />
Sony Music Home<br />
Entertainment<br />
Görünenin ardındaki görünmeyenleri<br />
de açığa çıkaran ‘aydın<br />
işi korku sineması’ örneği(aynı<br />
zamanda kara mizah) … Bu<br />
türde, öykü doğrudur, gerçektir.<br />
Ancak öyle bir işlenir, öyle<br />
gerçeküstü uçlar zorlanır ki,<br />
gerçeğin tüm dengesizliği,<br />
çapraşıklığı, tuhaflığı beliriverir.<br />
“Hayalet Yazar”, üç bölüme<br />
ayrılabilir. Her bölümden birer<br />
cümle kuralım:<br />
1) Los Angeles’da, aile<br />
mirası eski evde yaşayan, yalnız,<br />
asabi, dağınık, parasız, yeteneksiz<br />
opera bestecisi ve fakat müzik<br />
– edebiyat bilgisi üst seviyede<br />
John Vandermark, sık sık evini<br />
açtığı genç sanatçılardan artık<br />
ünlü olmuş bir piyaniste, yazar<br />
olduğunu iddia eden yeni bir<br />
asalağın ona nasıl yapışıp faturaları<br />
kabarttığından şikâyet<br />
eder…<br />
2)Sebastian St.Germain adlı<br />
son derece çapkın genç adam,<br />
şiddetli bir kavga sonucu John<br />
tarafından etkisiz hale getirilir…<br />
3)New York’taki en ünlü<br />
yayımcılardan biri, John’un yolladığı<br />
romanın onu servete kavuşturacağını<br />
söyleyerek davet<br />
eder…<br />
Sorular: John romanı kimden<br />
çalmıştır? Sebastian’a ne olmuştur?<br />
John biseksüel midir? John<br />
yanına aldığı genç adamlardan ne<br />
istemektedir?<br />
Çok yönlü İngiliz oyuncu Alan<br />
Cumming, Royal Shakespeare<br />
Company gibi önemli topluluklarda<br />
sahneye çıkmasının yanı sıra,<br />
sinemada da örneğin “X Men”<br />
karakterlerinden Nightcrawler
olarak karşımıza çıktı. Üretkenlikte sınır tanımayan<br />
sanatçı, iki kısa metrajdan sonra iki de<br />
uzun metraj yönetti… Bir adı da “Suffering Man’s<br />
Charity” olan “Ghost Writer”, küçük bir film<br />
olmasına karşın, bizlere bazen sanat eserlerinde<br />
gerçekdışı gibi gözüken kötülüğün nasıl gerçek<br />
olabildiğini, doğasını yakalayarak başarıyla işliyor.<br />
Cumming’in oynadığı, her daim sinirlilik hali<br />
içindeki John, Sebastian’la girdiği savaşta, ünlü<br />
bir yazarı esaret altına alıp işkence yapan Annie<br />
Wilkes karakterinin “Misery”deki değişkenliklerine<br />
bürünse de, daha entelektüel, daha ‘kara’ , daha<br />
karmaşık bir ruh yapısı var. Sebastian’ın çok<br />
belirgin, çözümlenmesi kolay kişiliğinin kaba<br />
güce sahip olması, zayıf ve korkak John’un<br />
zekâsını alt edemiyor tabii. Epey gergin geçen<br />
ikinci bölümde, her an her şey olanak içinde.<br />
Tiyatro eserleriyle flört eden ama sinemanın<br />
esnekliği içinde iyice dâhil olduğunuz, kısıtlı<br />
mekânda geçen yüksek düzeyli bir bölüm.<br />
İlk ve son bölümler de, izleyeni farklı gerçekler<br />
üzerine düşünmeye zorlayacak şekilde, zekice<br />
tasarlanıp çekilmiş. Kuşkusuz, Cumming, küçük<br />
rollerde bile önemli adlarla çalışmış: Anne Heche,<br />
Oscar adaylığı bulunan Karen Black, “Prenses<br />
Leia” Carrie Fisher… Özellikle, 68 yaşındaki<br />
Black’ın, azgın bir yaşlı kadını oynadığı tek<br />
sahnedeki cesareti inanılır gibi değil.<br />
Birbiriyle bağlantılı iki vampir dizisindeki<br />
“Angel” karakteriyle ünlenen David Boreanaz ise,<br />
prestijli Sebastian rolünde, bir oyuncunun nasıl<br />
uçsuz bucaksız bir alanda hareket edebileceğinin<br />
dersini veriyor. Boreanaz’ın mükemmel oyunu<br />
Cumming’in performansından yansıyarak<br />
çarpıcılığını arttırıyor.<br />
Rob Zombie’nin “House of 1000<br />
Corpses”inde sanat yönetmeni olarak yer almış<br />
yapım tasarımcısı Michael Krantz’ın tasarladığı,<br />
hikâyenin ve karakterlerin seyirci üzerindeki etkisinde<br />
birincil yardımcı rol oynayan eski – büyük<br />
evi de anmadan geçmek olmaz: Yaratıcılığın<br />
–bazen- bütçelerle bir ilgisi<br />
olmadığının kanıtı!<br />
Bu, ekstraları olmayan bir<br />
DVD. İnanın, sinema zevkinizi<br />
tatmin için salt film yeterli.
SERDAR AKBIYIK<br />
■ Amy Smart soyadı gibi<br />
gerçekten akıllı bir oyuncu...<br />
"Sarışınsan insanlar seni pek<br />
ciddiye almıyor. Ayrıca esmerler<br />
daha gizemli görünüyorlar" diyor<br />
arada bir saçlarını siyaha boyatsa<br />
da hayatı ve kariyer çizgisiyle<br />
farklı bir sarışın modeli çiziyor.<br />
1976 Kaliforniya doğumlu Amy<br />
Smart, 10 yıl boyunca bale, 16<br />
yaşında da oyunculuk dersleri<br />
aldıktan sonra kariyerine Milano<br />
ve New York'ta moda mankenliği<br />
yaparak başladı. 1994'te<br />
MTV'deki "Rock The Vote" programıyla<br />
ilk kez televizyona çıktı.<br />
İlk olarak yönetmen Martin<br />
Kunert'in "Campfire Tales" filminde<br />
rol aldı. Daha sonra<br />
aralarında "Starship Troopers"ın<br />
da bulunduğu gençlere hitap<br />
eden filmlerde küçük roller aldı.<br />
2002 yılında Stuff dergisinin<br />
"Dünyanın En Seksi 100<br />
Kadını" listesine 27'inci<br />
sıradan girdi. 2004 yılında<br />
"Butterfly Effect"te<br />
yeteneğini ilk kez gerçek<br />
anlamda sergileme<br />
olanağını elde etti. Yine<br />
2004 yılında hayranları<br />
onu "Starsky & Hutch"<br />
filminde Ben Stiller ve<br />
Clive Owen'ın yanında izleme<br />
fırsatı buldular.<br />
En bilindik filmleri arasında 2001<br />
yapımı "Rat Race" ve 2000<br />
yapımı "Road Trip" isimli<br />
komediler, 2004 yapımı<br />
"Butterfly Effect" ve 2005<br />
yapımı romantik komedi "Just<br />
Friends" sayılabilir. 2006 yılında<br />
modern zamanların aksiyon<br />
ikonu olarak kabul edilebilecek<br />
"Crank" filminde, 2008 yılında<br />
"Mirrors" filminde rol aldı,<br />
2009'da ise Crank'in ikinci<br />
bölümünde izlendi.<br />
Amy Smart, her ne kadar dış<br />
görünüm olarak tipik<br />
Kaliforniyalı bir sahil kızı<br />
izlenimi verse de<br />
hayatı ve<br />
oyunculuğa<br />
bakışıyla bu tiplemenin dışına<br />
çıkıyor ve kendisinin de dikkat<br />
çektiği sarışınlar hakkındaki<br />
önyargıları yıkmaya çalışıyor.<br />
Oyunculuk kariyerinin yanı sıra<br />
denizlerin temizliği için çaba<br />
gösteren "Heal the Bay" isimli<br />
çevreci kuruluşun sözcülüğünü<br />
yedi yıl boyunca sürdüren Amy<br />
Smart insan ve hayvan hakları<br />
konusundaki mücadeleleri için<br />
de sayısız ödüller almış ismiyle<br />
müsemma akıllı bir oyuncu.
FIRAT SAYICI<br />
2 yıl gibi kısa bir süreye, ses<br />
getiren 3 proje sığdıran yönetmen<br />
Murat Saraçoğlu’yla son<br />
projesi “Deli Deli Olma”yı ve<br />
sinema hayatını konuştuk.<br />
Birçoklarının kendisini<br />
memur yönetmen olarak<br />
gördüğünü düşünen Saraçoğlu,<br />
bizce, hem hızla hem de emin<br />
adımlarla basamakları tırmanan<br />
bir yaratıcı yönetmen.<br />
“Deli Deli Olma” projesi sana<br />
nasıl geldi, kadroyu nasıl oluşturdun?<br />
Genel olarak ön hazırlıktan<br />
bahseder misin?<br />
Projenin sahibi benim çok eski<br />
bir arkadaşım. Daha Çiçek<br />
Taksi döneminde o yazıyordu,<br />
ben asistanlık yapıyordum.<br />
“120” henüz vizyona<br />
girmemişti. Daha önce de birileriyle<br />
paylaşmış, senaryonun<br />
çekilmesini istemiş ama<br />
olmamış. Sonra bana verdi,<br />
eğer beğenirsen, çekmek<br />
istersen sende kalsın dedi.<br />
Bende aldım ve çok da<br />
beğendim. Ama o sıralarda<br />
“O… Çocukları”yla uğraşıyordum.<br />
Dolayısıyla bu proje<br />
benim gündemimde kaldı.<br />
Aydın Film’le bir tanışıklık oldu<br />
ve ben de paylaştım bu projeyi.<br />
Açıkçası çekmeyebilirlerdi de<br />
bu filmi, çok daha ticari bir iş<br />
yapabilirlerdi. Senaryoyu<br />
okudular ve sonrasında bakanlığa<br />
doğru bir yolculuk başladı.<br />
Bakanlıktan da onay gelince,<br />
çekim süreci başladı. Önce<br />
Kars’a gittim. Oranın insanlarını<br />
“Ben de dahil olmak üzere, sinemada görsel<br />
ve düşünsel olarak Avrupa’nın 40 yıl önce<br />
çözdüğü sorunları Türk yönetmenlerinin<br />
birçoğunun, tekrardan yaratıp çözümlemek<br />
gibi bir çabası olduğu söyleniyor.”<br />
tanıdım. Hem de daha çok aydınlanmış<br />
oldum, hem de bir yandan<br />
araştırmaya da devam ettim. Sonra<br />
da ofis işleri başladı, cast çekimleri...<br />
Ben Tarık ağabeyi filmde<br />
Mişka’ya çok uygun gördüm. Ama<br />
ilk Şerif ablaya ulaştık ve tek aday<br />
da Şerif ablaydı. Sonra Şerif ablayla<br />
anlaştık ve daha sonrasında Tarık<br />
Akan’ı düşündük acaba olur mu<br />
diye. Sonra Bodrum’a gönderdik<br />
senaryoyu ve beni aradı Tarık<br />
ağabey. Her şeyi sordu haliyle ve<br />
anlattım. Sonra benim önceki filmlerimi<br />
izledi. Sonra da tamam<br />
dedi…<br />
Filmin başrollerinden biri de Kars.<br />
Şehrin filme kattığı şeyler neler?<br />
Hikaye Kars’tan başka bir yerde<br />
geçemezdi zaten. Çünkü Kars’lı biri<br />
tarafından, Kars için yazılmış bir<br />
hikaye. Sinema için çok güzel<br />
fotoğraf veriyor. Dolayısıyla Kars’a<br />
böyle bir rağbet olması normal.<br />
Doğuda film çekmek gerçekten çok<br />
zor ama Kars’ın lojistiği de sağlam;<br />
insanların kültürel iletişimi de yüksek.<br />
Orada büyük bir kültürel<br />
hareketlilik var. Dolayısıyla bir film<br />
ekibi Kars’ta büyük zorluklarla<br />
karşılaşmıyor bu anlamda.
Biraz da Tarık Akan<br />
ve Şerif Sezer’in yaklaşık<br />
30 yıl sonra bir<br />
araya gelmesiyle ilgili<br />
konuşalım. Yılmaz<br />
Güney’den sonra onları<br />
buluşturan ilk yönetmensin…<br />
Bundan bahsetmek hem<br />
güzel, hem de bir yandan<br />
da riskli aslında. Çünkü biz<br />
filmin merkezine bunu koymadık.<br />
Benim inandığım ve<br />
filme çekilmesini istediğim bir<br />
hikaye vardı. Buna inanan oyuncular<br />
bir araya geldi. Tarık Akan’la<br />
Şerif Sezer’in yıllar sonra bir arada<br />
olmasını, biz ikisiyle anlaştıktan sonra<br />
algıladık. Ki çok takip etmişizdir Yılmaz<br />
Güney’in filmlerini üniversite yıllarında.<br />
Ama bu filmin kendi mecrasına dönük bir<br />
lansman yürüdü zaten. Dolayısıyla sinemasever<br />
olarak ikisiyle de çalışmak benim için çok<br />
önemli, özellikle kariyerim açısından. Dönüp baktığımda<br />
çok önemseyeceğim bir film olduğunu<br />
düşünüyorum. Ama şunu da söyleyeyim sete çıkana<br />
kadar çok farkındaydım, ama sette çekim süreci<br />
boyunca onlar Tarık Akan ve Şerif Sezer olarak değil de,<br />
iki tane çok profesyonel oyuncu olarak sette bulundular.<br />
Her sabah erkenden kalkıp geliyorduk, onlar da geliyorlardı;<br />
bizden çok daha heyecanlılardı.<br />
MALAKANLAR<br />
Malakanizm, Ortodoks<br />
Kilisesi´nden ayrılmış bir tarikattır.<br />
28 Mart 1805 yılında başlayan bu<br />
ayrılış, 22 Mart 1809 yılına kadar sürdü.<br />
Saratof ve Dambuğ bölgelerinde yaşayan<br />
Malakanlar o dönemlerde Ruslar´la bir anlaşmazlığa<br />
düşerler. Ruslar´ın inancına göre, haftada<br />
sadece iki gün süt içme geleneği vardı.<br />
Malakanlar ise; bu inanca itiraz ederek haftanın<br />
her gününde süt içilebileceğini savunuyorlardı.<br />
Zaten Rusça’da Moloko kelimesi süt, Molokan<br />
ise süt içen anlamına gelir. 1682 yılında<br />
Ortodoks Kilisesi’nden bu sebeple ayrılan bu<br />
insanlar önce Kafkasya’nın kuzeyine daha sonra<br />
da Osmanlı ve İran sınırları boyunca Tiflis, Erivan<br />
ve Bakü eyaletlerine yerleştirildiler. 1876-1877<br />
Osmanlı-Rus Savaşları’nın ardından, Ruslar<br />
tarafından Kars’a yerleştirilen bu insanlar uzun<br />
yıllar burada kaldıktan sonra başta ABD ve<br />
Avustralya olmak üzere diğer ülkelere yerleşmişlerdir.<br />
Türkiye´de sayıları az da olsa Kars<br />
ve İstanbul´da yaşamaktadırlar.
Tarık Akan ve Şerif Sezer dışındaki oyuncular<br />
nasıl belirlendi?<br />
Çok farklı oyuncular düşündük, görüştük. Levent<br />
(Tülek) beni çok anlamaya çalıştı, hikayeyi de çok<br />
sevdi. Levent’in de kariyerinde farklı bir iş<br />
olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Zuhal’i<br />
(Topal) zaten televizyon dizilerinden tanıyoruz. O<br />
da sağ olsun filmde oynamayı kabul etti, keyifli<br />
bir şekilde çalıştık. Köylülere gelelim… Öyle bir<br />
maya oldu ki, yani siz Kars’a turistik bir gezi yapsanız<br />
anlayamazsınız belki ama orada yaşayınca<br />
çok daha içeriden görüyorsunuz her<br />
şeyi. Ben toplamda iki aydan fazla<br />
kaldım. Köylülerle birlikte Halk Eğitim<br />
Merkezi’nden de arkadaşlar vardı.<br />
Köylülerin çok doğal olduğunu<br />
gördüm. Kendileri de gönüllü oldular<br />
çünkü zorla oynatmak mümkün<br />
değil. Bir parça asistanlar çalıştırdı<br />
bir parça biz konuştuk, ama onlar<br />
kendi doğallıkları içinde oynadılar.<br />
Küçük kız için birkaç kişiyle<br />
görüşmüştük, daha sonra bir<br />
ajanstan da geldiler. İlk görüşmede<br />
tesadüfen gelmiş Cemile. Birden<br />
odaya bir ışık saçtı. Kafamdaki en<br />
büyük soru işaretlerinden biriydi.<br />
Çünkü Alma karakteri hem çok iyi<br />
piyano çalacak, hem bütün filmin<br />
içinde bir ritim olacaktı. Cemile daha<br />
ilk sohbete başladığımızda benim<br />
için tamamdı. Gerçekten çok büyük<br />
bir keşif. Üstelik piyano dersleri alıyor<br />
ve 12-<strong>13</strong> yaşında karaktere de<br />
birebir uyuyor. Tavşan rolündeki<br />
çocuk ise bizim “O…<br />
Çocukları”ndaki çocuktu zaten. Hem<br />
sempatik, hem de bir parça<br />
kalbimize dokunsun diye öyle bir<br />
çocuk istedik.<br />
Biliyorsun son zamanlarda Türk<br />
seyircisi sinemada küfüre karşı tepkili.<br />
Ama filmdeki küfürlü sahnelerin<br />
çoğu Tavşan karakterine, yani bir<br />
çocuğa ait. Çekincelerin olmadı mı<br />
bu konuda?<br />
Şüphesiz üzerine çok düşündük. Bir önceki<br />
filmimde de küfürler vardı. Küfür var bu hayatta;<br />
sorun bunu sahici kılmakta. Bir yönetmen olarak<br />
filmlerimde kimsenin küfür etmeyeceği<br />
düşüncesinde değilim. Hikâye neyi gerektiriyorsa,<br />
meseleyi sahici kılmak için bu gerekli olabilir.<br />
“O… Çocukları”nda bu meseleyi şöyle<br />
çözmüştük; atmayalım, çalışalım, eğer doğal<br />
geliyorsa kalsın, gelmiyorsa atalım. Böyle hallettik<br />
bu sorunu. Ama bu filmde bir de çocuklar söz<br />
konusu olunca bayağı bir kafa yorduk. Biz de
zaten bunun üzerine yola çıktık. Zaten bir iki tane<br />
Tavşan’ın küfrü vardır, bir tane de Şerif Hanım’ın<br />
bir diyaloğunda var. Bir iki tanesini kullanmadık<br />
ama geri kalan her şeyi olduğu gibi kullandık.<br />
Tarık Akan’ın ve Şerif Sezer’in çocuklarının,<br />
filmde kendi çocukluklarını oynaması fikri nereden<br />
geldi?<br />
Biz Şerif Hanım’la karakterler üzerinde<br />
konuşurken gençlerinizi bulacağız dedik. Benim<br />
o zaman Deniz’den haberim yoktu. Şerif Hanım<br />
‘benim kızım daha önce benim geçliğimi oynadı’<br />
deyince fikir buradan çıktı. Dolayısıyla başka birini<br />
aramadık. Deniz’le de anlaştık. Sonradan Tarık<br />
Ağabey’in de olur mu diye düşündük. Ama bu<br />
fikir de benden çıkmadı.<br />
Filmin temel mesajlarından biri de ötekileştirme.<br />
Bu her yerde olan bir şey. Ama köy halkından<br />
bazı insanlar da, diğerlerinin tersine Mişka’ya<br />
acıyorlar, yardım etmeye çalışıyorlar. Bunun<br />
hakkında neler söylersin?<br />
Senaryonun başarısı aslında bu. Çünkü benim<br />
ailem de göçle Türkiye’ye yerleşmişler. O kadar<br />
karışık bir coğrafya ki. Ben üç film çektim, ikisi<br />
göçle ilgili. Ben içerden bakmaya çalışıyorum.<br />
Malakanlar buraları vatan bellemiş<br />
insanlar. Bizden hiçbir farkları yok.<br />
Filmin çok yüzeyinde değil ama alt<br />
metninde bunun küçük küçük<br />
anlatılması benim hoşuma gitti<br />
aslında. Ben bir de şuna inanıyorum;<br />
Anadolu’nun her yerinde illa<br />
Malakan olması gerekmiyor, farklı<br />
insanlar birbirleriyle yaşamayı<br />
başarabilmiş şimdiye kadar.<br />
Dışardan bakıldığı zaman proje<br />
adamı gibi görünüyorsun. Ama üç<br />
film çektin üçü de başarılı oldu her<br />
anlamda. Bu çektiğin üç filmde de<br />
çok popüler insanlarla da çalıştın;<br />
dizi oyuncularıyla da çalıştın, çok<br />
büyük aktörlerle de çalıştın. Bunu<br />
neye borçlusun?<br />
Sinemanın hareketlenmesiyle birlikte<br />
birçok proje meydana geldi.<br />
Ben de piyasada olduğum için,<br />
dizi çektiğim için ve birçok insanı<br />
tanıdığım için “120” bana daha<br />
kolay gelmiş olabilir. “O….<br />
Çocukları” da aynı şekilde. Bana<br />
çok teklif geldi. Bunların haricinde<br />
daha ticari, daha çok para kazanabileceğim<br />
teklifler geliyor. Ama<br />
ben onları kabul etmedim ve üç<br />
yıldır da dizi çekmiyorum.<br />
Dolayısıyla para da kazanmıyorum.<br />
Ama benim üç tane filmim<br />
var ve ben bunların tesadüf<br />
olmadığını düşünüyorum. Ben bu<br />
üç filmi çekmekten mutluyum.
Sonuçta bunlar iyi olur, kötü olur; onlar ayrı bir<br />
tartışma konusu ama öylede düşünülmüyor. Ve<br />
eğer benim kalbime hitap eden biri daha olursa<br />
dördüncü de olabilir. Neden olmasın?<br />
Yönetmen olarak festival derdin var mı?<br />
Var tabi ki. Bu filmi İstanbul Film Festivali’ne<br />
yetiştirmek için çok uğraştık. Hatta Azize<br />
Hanım’la gittik görüştük. Onlar gelip montajda<br />
filmi izleyeceklerdi ama filmin takvimi denk<br />
gelmedi. İlk olarak Altın Koza’yla başlamak istiyorum.<br />
Tabi ki asıl derdim filmin içinin değerlendirilmesi.<br />
Gişe bir yere kadar beni ilgilendiriyor<br />
ama filmin emek harcanmış iyi film olarak değerlendirilmesi<br />
beni daha çok ilgilendiriyor açıkçası.<br />
Bu da festivallerden geçiyor. Eğer kabul görürse<br />
filmin festivallerde mesaisi yoğun olacak.<br />
Şu an genel olarak üretilen işlere bakacak olursak,<br />
gişe filmleri ve festival filmlerini görüyoruz.<br />
Sense bu akımın tam ortasındasın. Genel bir<br />
değerlendirme yapacak olursan?<br />
Bu Türkiye için çok önemli bir mesele. Özünde<br />
şöyle düşünüyorum: Sinemanın sanat olduğuna<br />
inananlardanım. Sanat çaba istiyor. Bir de sanat,<br />
üzerine kafa patlattığın bir şeydir. Bende böyle<br />
yapmaya çalışıyorum. Bence Türk sineması daha<br />
hikayeci bir sinema olmalı. Anlaşılmıyor,<br />
seyredilmiyor diye bir takım filmleri sınıflara ayırmak<br />
bence çok yanlış. Ben de dahil olmak üzere,<br />
sinemada görsel ve düşünsel olarak Avrupa’nın<br />
40 yıl önce çözdüğü sorunları Türk yönetmenlerinin<br />
birçoğunun, tekrardan yaratıp çözümlemek<br />
gibi bir çabası olduğu söyleniyor. Ben daha<br />
hikayeci bir bakışla aynı sorunlarla uğraşılması<br />
gerektiğini düşünüyorum ama bu nasıl olur bilinmez.<br />
Bunu hepimiz zaten çözmeye çalışıyoruz.<br />
Çünkü bu coğrafya bu anlamda çok zengin. Yani
sorunsalı bu coğrafyadan koparıp sadece bardağın<br />
içinde görmeye gerek yok ki. Zaten bir<br />
sürü temel meselemiz var bizim çözemediğimiz.<br />
Kısacası bence biraz daha hikayeci olmamız<br />
gerekiyor.<br />
Yeni projeler nelerdir?<br />
Benim “Su Karanlığı” diye bir projem var. Nevzat<br />
Çelik’in bir şiirinde geçer. Su, kış, karanlık diye<br />
bir takıntım vardı. Öyle küçük bir hikayem var, iki<br />
üç kişi arsında geçen. Küçük, sade bir hikaye.<br />
Ama o, her şeyini benim üsteleneceğim bir film.<br />
Yapabilir miyim bilmiyorum. Onun dışında<br />
okuduğum bir şeyler var. Gerçekten inandığım<br />
hikayelerin peşinde koştum hep. Çok isteyerek<br />
çektim filmleri ve çok mutluyum. Ve her çektiğim<br />
filmle yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum.
■ 1918'de<br />
İstanbul'un işgali<br />
sırasında donanmadan<br />
terhis edilen<br />
bahriye çavuşu<br />
Yandım Ali'nin macerasını konu alan "Son<br />
Osmanlı-Yandım Ali" filminin devamının<br />
çekimleri için çalışmalara başlandı. Filmin<br />
başrolünde yine Kenan İmirzalıoğlu var.<br />
Suat Yalaz’ın eserinden sinemaya<br />
uyarlanan Yandım Ali için Yalaz, James<br />
Bond’un Türk versiyonu demiş… Yandım<br />
Ali bu devam filminde üç güzel kadın<br />
arasında kalıyor…<br />
■ Avrupa Filmleri Gezici Festivali’nin Kars’ta üç yıldır<br />
yaptığı Altın Kaz Film festivali, değişen yerel yönetime<br />
kurban gitti. Gerçi Kars AKP’li başkan Naif<br />
Alibeyoğlu’ndan AKP’li Nevzat Bozkuş’a geçti ama yeni<br />
başkan şehri borçla devraldıklarını söyleyerek festivali<br />
iptal etti… Böylece altın yumurtlayan kaz da kesilmiş<br />
oldu… Bu durumda belediyelerin desteğiyle yapılan<br />
diğer festivallerde henüz faklı bir hareketlilik göze çarpmıyor.<br />
Bursa İpekyolu Film Festivali, Antalya Altın<br />
Portakal Film Festivali (değişiklikler olacağı yönünde<br />
söylentiler var) ve Adana Altın Koza şimdilik devam ediyor<br />
gibi gözüküyor…
■ Evet, dünya gözüyle de gördük ya kendisini<br />
daha ne isteriz dedi birçok kişi…<br />
Ben de diyorum… Beyaz saçların ve<br />
sakalların çevrelediği yüzü herkesin yaşlandığını<br />
düşünmesine sebep oldu. Benim<br />
de… Söyleşiden aklımda kalan birkaç şey<br />
söylemek istiyorum. Çok iyi bir film izleyicisi<br />
olmadığını söyledi. O yüzden ancak<br />
birkaç tane Türk filmi görmüş… Film izlemekten<br />
kafası dönmüş bizler bunu<br />
yadırgamadık tabi. Bir de kimseye bir şey<br />
öğretmek istemediğini söyledi. Bunu<br />
empoze etmek olarak vurguladı… Onu<br />
görmekten memnunduk, sanırım o da<br />
öyle…<br />
■ İznik’te 1974-1990<br />
yılları arasında yaşanan<br />
gerçek bir olayı anlatan<br />
Beyaz Güvercin adlı<br />
filmde yine Kenan<br />
İmirzalıoğlu var. Rum<br />
kızıyla aşk yaşayan,<br />
doğuştan sünnetli Hacı<br />
adlı karakteri canlandıracak.<br />
Filmin<br />
çekimleri Temmuz ayında<br />
başlayacak. Hacı'nın<br />
bir Rum kızıyla yaşadığı<br />
imkansız aşkı konu alan<br />
filmin hikayesi, senarist<br />
Baykut Badem'in memleketi<br />
İznik'te 1974'te<br />
yaşanmış gerçek bir<br />
olaydan uyarlanmış.<br />
Yönetmen koltuğunda<br />
yine Mustafa Şevki<br />
Doğan var.<br />
■ Yönetmenliğini Merih<br />
Aktaş’ın yaptığı, İlhan<br />
Mansız ve Zeynep<br />
Beşerler’in başrollerini<br />
paylaştığı Varoş Prens’in<br />
çekimlerine Mayıs sonunda<br />
başlanıyor. Mansız'ın<br />
canlandıracağı rol için<br />
ünlü rap yıldızı Fifty Cent<br />
ve Cem Yılmaz'ın ünlü reklam kahramanı Peluş’tan esinlenilmiş...Mansız<br />
şarkıları seslendirmek için çalışmalara<br />
başlamış ve rap müziğin ruhundaki asiliği çok sevdiğini de<br />
belirtmiş.<br />
■ Bazı sahneleri Türkiye'de çekilecek 'Broken Hill'<br />
filminde Monica Belluci ve Kylie Minouge oynayacak.<br />
Merih Aktaş ve Furkan Eren'in yazdığı öyküde;<br />
Belluci Türk kızı 'Zeynep' rolünde, Minouge ise<br />
annesi… Çekimleri 2010 yılının bahar ayında<br />
başlayacak olan Broken Hill' filmi için Avustralyalı<br />
Ausfilm ile Türkiye'den Kenz Film güçlerini birleştirdi.<br />
'Broken Hill'in çekimleri Cihangir'de ve<br />
Çanakkale Anzak Mezarlığı'nda sadece iki plan<br />
olarak çekilecek.
■ Robert Angier gibi,<br />
oyuncu rakiplerinin<br />
önüne geçmek için her<br />
defasında farklı rollere<br />
bürünmek için yanıp<br />
tutuşan Hugh<br />
Jackman, Wolverine<br />
kadar da, rolleri kapmakta<br />
usta, yeri<br />
geldiğinde yırtıcı.<br />
Hollywood’da bu konuda<br />
onun eline su dökecek<br />
biri daha yok. Kimi<br />
zaman dengeli, kimi<br />
zamansa günü gününe<br />
uymayan, sık sık en<br />
seksi erkek listelerine<br />
giren Jackman, aynı<br />
zamanda iyi bir aile<br />
babası… Bu yılki<br />
Oscar’da gösterdiği<br />
şan ve dans başarısını<br />
da göz önünde bulunduracak<br />
olursak, dört<br />
dörtlük bir aktör<br />
olduğunu bir kez daha<br />
iddia edebiliriz.
İlk İzlenim: Tehlikeli, yırtıcı, agresif…<br />
Konuştukça: Adam gibi yaklaşırsanız en azından iki<br />
çift muhabbet edersiniz…<br />
Artıları: Güçlü, hızlı, en önemlisi yenilmez…<br />
Handikapları: Çoğu zaman asabi… Sinirlenirse, hızla<br />
yanından uzaklaşın, yoksa çizilebilirsiniz!<br />
Yaşam Felsefesi: Ne olursa olsun geçmişindeki<br />
gizem perdesini aralayacak.<br />
Hayattaki Düsturu: “Kan için geliyorum,<br />
kanun için değil!”<br />
Tanıyınca: Geçmişindeki gizemi çözmek için her<br />
şeyini verebilir. Böyle bir arkadaşınız varsa, sırtınız<br />
yere gelmez. Sizi korumak için gerektiğinde<br />
pençelerini kullanacaktır ama olsun…<br />
İlk İzlenim: Tutucu, içine kapalı, sır dolu…<br />
Konuştukça: Yeniliklere açık, sır vermeye gönülsüz…<br />
Artıları: Mesleği için her türlü yeni tekniğe açık..<br />
Handikapları: Rakibi, kendisini bir adım önde beklerken,<br />
hırsı yüzünden gözleri kararıyor.<br />
Yaşam Felsefesi: İnsanları şaşırtmaktan ve aldatmaktan<br />
daha keyifli ne olabilir ki?<br />
Hayattaki Düsturu: “Tutkunun ne olduğunu bilirseniz,<br />
fikrimi neden değiştirmeyeceğimi daha iyi anlarsınız!”<br />
Tanıyınca: Özünde temiz ve iyi kalpli…Ancak, her<br />
yolun amacına ulaşmak için mübah olduğunu düşünen,<br />
takıntılı, hırslı biri. Sırlar ve sihirbazlık numaraları<br />
için, sevdiklerini ve hayatını bile tehlikeye atmaktan<br />
çekinmiyor.
2003’te “Yüksek Tansiyon”un çekilmesiyle birlikte sanat filmleriyle tanıdığımız<br />
Fransız sineması, yeni bir korku ekolünü doğurdu. “İşkence Odası” ise bu eğilimin<br />
kullandığı film modelinin üzerine yeni bir tuğla ekliyor<br />
BANU BOZDEMİR<br />
■ Frans›z sinemas›n›n ‘sanat filmi’<br />
üreten bir zihniyetle sinema külliyat›nda<br />
yer ald›¤›n› cümle alem bilir. Varl›¤›<br />
boyunca Frans›z fiiirsel Gerçekçili¤i,<br />
Frans›z Yeni Dalgas›, Sürrealizm, Frans›z<br />
Yeni Yeni Dalgas› gibi bu kavram›<br />
destekleyen ak›mlar da do¤mufltur ülkeden.<br />
Bunlar›n devam›nda ise çeflitli filmler,<br />
e¤ilimler ve yönetmenler üremifltir.<br />
Bir bak›ma sinema tarihinin milad› olma<br />
görevini Fransa üstlenir.<br />
“Eyes Without a Face”in ifllevsel rolü<br />
Ancak ülkenin korku sinemas›nda alt›<br />
y›lda boy gösteren at›l›m, bir flekilde<br />
geriye dönüp ‘böyle bir yükselifl nas›l<br />
olabilir?’ diye sorgulamam›za sebep<br />
oluyor. Zira ülke sinemas›n›n<br />
gelene¤inde kara film olsa da ve hatta<br />
George Melies’nin katk›lar›yla say›s›z<br />
fantastik yap›t üretilse de ‘korku’ denince<br />
akl›m›za gelen ‘önemli yap›tlar’›n<br />
say›s› bir elin parmaklar›n› geçmiyor.<br />
Örne¤in kara film üretimiyle dikkat çeken<br />
Henri-Georges Clouzot’nun “fieytan<br />
Ruhlu ‹nsanlar”› (“Les Diaboliques”,<br />
1955) gotik alt türünün bir örne¤i olarak<br />
türe ucundan dahil edilebilir. Ancak<br />
tarihteki en önemli Frans›z korku<br />
filmi kuflkusuz “Les Yeux Sans<br />
Visage”d›r (“Eyes Without a<br />
Face”, 1960). Georges Franju’nun<br />
ilk filmi, baz› kaynaklara göre<br />
Frans›z Yeni Dalgas›’n›n<br />
milatlar›ndan biridir. Buradan<br />
yola ç›k›nca da ülke sinemas›n›n<br />
kayna¤›nda ‘bir korku filmi’nin ifllevsel<br />
bir rolü oldu¤unu görebiliyoruz.<br />
Film, asl›nda Frankenstein alt<br />
türünü Frans›z toplumunun<br />
içine sokuyor. Yüzünü bir<br />
kazada kaybeden ve<br />
sadece gözleri kalan bir<br />
kad›n›n<br />
korkutuculu¤undan<br />
bir bak›ma ‘bilimsel<br />
deney’ (“Kedi Kad›n”,<br />
“Sinek” gibi filmlerde<br />
gördü¤ümüz) alt<br />
türüne akraba bir film<br />
üretiyor. Zira orada
yola ç›ksa da temelde ‘mükemmel insan’› ya da ‘yarat›’y›<br />
öldürdü¤ü insanlar›n parçalar›ndan üreten deli bir bilim adam›n›n<br />
öyküsüne uzan›yor. Bu yönüyle de asl›nda “Ölüm Kad›na Yak›fl›r”<br />
(“Death Becomes Her”) gibi ‘gençlik afl›s›’ filmlerinin en önemli<br />
esin kaynaklar›ndan biri olmas›n›n yan›nda, parçalardan insan<br />
üreterek kafay› üflüten bir k›z›n hikayesine uzanan “May”i ve<br />
modern Frankenstein filmi “Re-Animator”› da derinden etkilemifltir.<br />
Yani etki skalas› saymakla bitmez filmin. Ancak “Les<br />
Yeux Sans Visage”, ilginç bir flekilde tür ad›na bir milat<br />
olmad›. Zira hem Georges Franju’nun bundan sonraki<br />
kariyeri, önemsiz filmler üzerine kuruldu, hem de<br />
ülkede korku türü e¤ilimi bafllamad›. Bunun da<br />
ana sebebi korkunun Fransa’da ciddiye al›nmamas›<br />
ve çöp muamelesi görmesiydi. Zaten o<br />
filmden günümüze de¤in de, Jean Rollin’in<br />
zombi, vampir gibi alt türlerde çekti¤i B filmleriyle<br />
ayakta durmaya çabalad› Frans›z<br />
korku filmleri.<br />
Bir modern klasi¤in ard›ndan...<br />
Ancak 2003 y›l› tür ad›na önemli bir sene<br />
oldu. Zira Alexandre Aja’n›n<br />
senaryosunu George Lavasseur ile<br />
beraber yazd›¤› filmi “Yüksek Tansiyon”<br />
(Haute Tension) üretildi.
Film, Fransa’da çok burun k›v›ran› olmas›na<br />
karfl›n uluslararas› alanda büyük bir baflar›<br />
yakalad›. Zamanla modern bir klasi¤e dönüfltü<br />
ve k›sa zamanda ‘Frans›z Korku Sinemas›n›n<br />
Yeni Dalgas›’ e¤ilimini bafllatt›. Asl›nda o zamanlarda<br />
yurt d›fl›ndaki dergilerde ‘Yeni Frans›z<br />
Uçlu¤u’ (New French Extremity) ad› alt›nda<br />
Gaspar Noé, Catherine Breillat, Bruno Dumont,<br />
Philippe Grandrieux gibi yönetmenlerin ve “Düz<br />
Beni” (“Baise-Moi”) gibi filmlerin dahil oldu¤u<br />
seks ile fliddeti uçlarda kullanan filmleri içeren bir<br />
e¤ilimin oldu¤u düflünülüyordu. Ancak 2003 y›l›<br />
bunlar›n içinde farkl› bir alan açt›.<br />
“Yüksek Tansiyon”, bafll› bafl›na yeni bir korku<br />
gelene¤i bafllatt›. Kayna¤›na ise 70’ler ‹talyan<br />
korku sinemas›ndaki tür k›rmas› örnekleri ve<br />
onlar›n stilize görsel yap›lar›n›, 60’lar›n istismar<br />
filmlerini, 70’lerin Amerikan slasher filmlerini<br />
al›rken, arka plan›na da elbette ‘Frans›z sanat<br />
sinemas›’ gelene¤inin alt metinlerini yerlefltiriyordu.<br />
Zira film, özünde lezbiyen bir aflk hikayesiydi.<br />
Ancak bu öykü, slasher, istismar filmi ve<br />
splatter film kal›plar›yla anlat›l›yordu. Zaten bütün<br />
özgünlü¤ü de buradan geliyordu. Hem psikolojik<br />
ve felsefik olarak zengin, hem de korkutucu ve<br />
mide buland›r›c›...<br />
Filmin oturttu¤u esas film modeline geçti¤imizde<br />
ise iki ana özelli¤e rastl›yoruz. Öncelikle “Teksas<br />
Katliam›”nda (“The Texas Chain Saw Massacre”,<br />
1974) sinemada ilk kez bu kadar etkili bir dille<br />
yaklafl›ld›¤›na tan›k oldu¤umuz<br />
‘ülkenin k›rsal bölgesinde saklanan<br />
fliddet e¤ilimi’ne odaklan›l›yor.<br />
Ard›ndan bu gerçekli¤e el kameras›<br />
ile yaklaflan bir görsel yap›ya baflvuruluyor.<br />
Tabii bütün slasherlarda<br />
oldu¤u gibi elinde herhangi bir aletle<br />
‘kad›n kurban’›n› kovalayan bir katilin<br />
yan› s›ra, zaman zaman yükselen<br />
tempo, zaman zaman ise atmosferin<br />
öne ç›k›fl› gibi yönetmenlik numaralar›<br />
hakim.<br />
Elbette filmin son 20 dakikas›ndaki<br />
sürpriz dönüflü, rahatl›kla bundan<br />
sonras›nda Frans›z korku<br />
sinemas›ndaki ‘türler aras›nda<br />
flafl›rt›c› gezinti’ mant›¤›n› bafllatan<br />
hareket oldu¤unu da iddia edebiliriz. Laf›n özü<br />
“Yüksek Tansiyon”, Fransa’n›n da¤l›k bölgelerinde<br />
geçen, kofluflturmacaya gerçekçi bir<br />
yaklafl›m sunan, fazla müzik kullanmayan bir<br />
‘slasher klasi¤i’ oldu zamanla. Tabii ki bu yolunda<br />
Frans›z entelektüel akl›n›n katk›s›n›n da es<br />
geçmemek laz›m.<br />
Dario Argento ve Lucio Fulci’nin sinema<br />
anlay›fllar›n› akla getiren bu ‘türler aras› gezinti’<br />
mant›¤›n›n, asl›nda Eli Roth’un 2002 tarihli ilk<br />
filmi “Dehfletin Gözleri” (Cabin Fever), 2005’de<br />
yank› uyand›ran yap›t› “Otel” (“Hostel”) ve James
Wan imzal› 2004 yap›m› “Testere” (Saw) ile afla¤›<br />
yukar› ayn› tarihlere gelmesi bir hayli flafl›rt›c›yd›.<br />
Çünkü slasher alt türünde Wes Craven’›n 1996’da<br />
“Ç›¤l›k” (“Scream”) ile bafllatt›¤› ve komedi ile<br />
korkuyu iç içe geçiren teen-slasher e¤ilimi, bir anda<br />
yerini 70’lerin gerçekçi slasherlar›na b›rak›yordu.<br />
Tabii bu e¤ilimi esas olarak ‘istismar filmlerinin geri<br />
dönüflü’ olarak da anabiliriz. Ancak daha stilize ve<br />
postmodernize edilmifl halleriyle elbette...<br />
Üç senede toplu üretim bafllad›!<br />
Tabii buna paralel olarak Fransa’da Alexandre<br />
Aja’n›n filminin etkisi 2006’dan itibaren hissedilmeye<br />
baflland›. Onun getirdi¤i formül, asl›nda geleneksel<br />
hayalet filmleri (“Kutsal Bakire”) veya psikolojik-gerilimler<br />
(“Maléfique”) üretilen Frans›z korku<br />
sinemas›nda belli bir de¤iflime yol açt›. “Sheitan”<br />
(2006), “Onlar” (“Ils”, 2006), “‹çerde” (A L’Interieur”,<br />
2007) ve “S›n›r(da)” (Frontier(es)), o gelene¤i devam<br />
ettiren ilk filmlerdi.<br />
“Sheitan”, yine Fransa’n›n k›rsal bölgesinde fleytana<br />
tap›nan psikopat bir adam›n, yöreye gelen gençlere<br />
dehflet saçmas›n› anlat›yordu. El kameras›yla ile çekilen<br />
yap›t, ‘k›rsal bölgeden gelen fliddet’ mant›¤›n›<br />
benimsese de asl›nda ‘serbest bir deneme’ olarak<br />
öne ç›k›p, bunlar›n içinde en çok ‘kült’ potansiyeli<br />
tafl›yan filmi getiriyordu karfl›m›za. Zira Kim<br />
Chapiron’un filmi, Vincent Cassell’in “Sap›k”›n katili<br />
Normal Bates’e göndermede bulundu¤u kafadan<br />
kontak karakterinin üzerine gidiyordu. Hem istismar<br />
dozu yüksekti, hem delilik oran› üst düzeydeydi,<br />
hem de sondaki dönüflü ilginçti.
yetisinin, ikinci k›s›mda bir anda istismar<br />
filmine geçifl yapmas›, “Yüksek Tansiyon”un<br />
gelene¤inin biraz da ‹talyan korku<br />
sinemas›ndaki ‘türü belirsiz filmler’e transfer<br />
olmas›n› sa¤l›yordu. Zira film, hem atmosferi üst<br />
düzeyde bir korku, hem de sap›na kadar bir<br />
istismar filmi sunuyordu. El kameras›n›n gerçeklik<br />
olgusundan da büyük katk› al›yordu elbette.<br />
“S›n›r(da)” da asl›nda bir politik-gerilim gibi<br />
bafllasa da, bir mezbaaya girilmesiyle birlikte<br />
yamyam Nazi ailesinin ‘yemek planlar›’na odaklanan<br />
bir istismar filmine dönüflüyordu. Yine kan<br />
oran› bir hayli yüksekti. Bu iki film, Frans›z korku<br />
sinemas›n›n gelene¤i aç›s›ndan belirleyici oldular<br />
asl›nda. Zira e¤ilimin ana kavramlar›n› belirlediler:<br />
el kameras›, türler aras›nda geçifller, gerçeklik ve<br />
gore dozu.<br />
“Onlar”<br />
ise film<br />
modelinin<br />
temelindeki ‘k›rsal<br />
bölgede fliddet var!’<br />
mant›¤›na al›p, bunu katilin belli<br />
olmad›¤›, atmosferi üst düzeyde seyreden<br />
bir filmin içine yerlefltiriyordu. El kameras›<br />
ile ormanl›k bölgede tedirginlik yarat›rken, orada<br />
bulunan gerçek bir çocuk çetesinin korkutuculu¤una<br />
odaklan›yordu esasen. Kan oran› ise bu<br />
ismini sayd›¤›m›z filmlere göre bir hayli düflüktü.<br />
Ancak atmosferiyle akla ilginç bir flekilde<br />
“Halloween”i getiriyordu.<br />
“‹çerde” ve “S›n›r(da)” ise bu dörtlünün en cesur<br />
filmleriydi. Birincisi, kapal› alanda hayalet filmi,<br />
gotik, psikolojik-gerilim aras›nda gidip<br />
gelirken, iki kad›n› karfl›<br />
karfl›ya getiren bir ‘tür<br />
egzersizi’ sunuyordu<br />
esasen. Tabii ilk 30<br />
dakikadaki<br />
atmosfer<br />
yaratma<br />
“‹flkence Odas›”, flimdilik “Yüksek Tansiyon”un<br />
yolundaki en yenilikçi film<br />
2008 tarihli “‹flkence Odas›” (Martyrs) ise yine<br />
gelene¤in özündeki ‘iki kad›n›n çekiflme, aflk ve<br />
fliddet dolu iliflkisi’ni merkezine yerlefltirirken, ilk<br />
45 dakikas›nda safkan fliddet, ikinci 45<br />
dakikas›nda ise psikolojiyi, zihni, atmosferi ve<br />
tedirgin edici ö¤eleri iç içe geçiren bir yap›t<br />
sunuyor. Filmi asl›nda ‘iflkenceden kaç›fl’, ‘evdeki<br />
fliddet’, ‘iflkence seans›’ olmak üzere üç<br />
bölüme ay›rmak mümkün.<br />
Zira yönetmen Pascal Laugier de bu üç bölüme<br />
göre özel görsel estetikler dokuyarak Dario<br />
Argento’nun özenini getiriyor ak›llara. Filmin<br />
asl›nda bir suç çetesinin üzerinden lezbiyen okumalara<br />
aç›k bir<br />
aflk
hikayesi oldu¤unu söylersek herhalde ne kadar<br />
uçlarda dolaflt›¤›n› anlayabilirsiniz. TV’de<br />
karfl›n›za üç bölümünün herhangi birinde ç›ksa<br />
nas›l bir film oldu¤unu çözme flans›n›z da yok.<br />
fiimdilik “Yüksek Tansiyon”un film modelinin<br />
üzerine bir fleyler katabilen en önemli yap›m.<br />
Frans›z korku sinemas› gelene¤inin en ilginç<br />
taraf› ise flu ana kadar bu ‘postmodern istismar<br />
filmleri’ni çekenlerin tamam›n›n Hollywood’a<br />
transfer olmalar›. Alexandre Aja’n›n “Tepenin<br />
Gözleri” ve “Aynalar”dan sonra “Piranha 3-<br />
D”nin haz›rl›klar›na bafllad›¤›n›, “S›n›r(da)”n›n<br />
yönetmeni Xavier Gens’›n “Hitman”i çekti¤ini,<br />
“Onlar”›n yönetmenleri David Moreau ile Xavier<br />
Palud’nun “Göz”e imza att›klar›n›, son olarak<br />
ise “‹flkence Odas›”n›n yönetmeni Pascal<br />
Laugier’nin “Hellraiser”›n çal›flmalar›na<br />
bafllad›¤›n› görebiliyoruz. Elbette bu yap›tlar›n<br />
tamam› görsel anlamda sorunsuz olsalar da<br />
onlar›n özgün ifllerinden uzak çal›flmalar sunuyorlar.<br />
Ancak yapt›klar›yla sinemay› etkilemeyi<br />
baflard›lar flimdiden. Fransa’da biraz zor olsa<br />
da cesur sinemac›lar ekolü üremeye devam<br />
edecektir. 70’lerin ‹talyan korku sinemas›<br />
ekolünün yerini flimdilerde ‘2000’lerin Frans›z<br />
korku sinemas›’ alm›fl durumda. Dünya<br />
bas›n›nda ‘Yeni Dalga’ olarak an›lmalar› da<br />
gayet do¤al. Çünkü slasher çekerken, istismar<br />
filmini göz ard› etmeyen; stilize sahnelere imza<br />
atarken, lezbiyen ve psikolojik alt metinleri es<br />
geçmeyen; alt türler aras›nda gezinirken ise<br />
‘flafl›rt›c› yolculuk’lar sunmay› becerebilen herhangi<br />
bir ‘tür gelene¤i’ yok flu ana kadar...
■ İtalyan yönetmen Gabriele Salvatores’e en iyi<br />
yabancı film Oscar’ını kazandıran başarılı politikkomedi<br />
“Akdeniz”, öyküsü, oyunculukları ve<br />
mesajları kadar, müzikleriyle de sinema tarihine<br />
geçmiş bir yapıt. Giancarlo Bigazzi ve Marco<br />
Falagiani’nin ortak notaları bu film için buluştuğunda,<br />
Akdeniz’in ılık rüzgarları ve deniz<br />
kokusu, filmi izlerken adeta ruhunuzu okşuyor.<br />
İtalyan, Yunan ve Türk karakterlerle genel bir<br />
Akdeniz prototipi çıkaran filmin en büyük mesajı<br />
ise şu: “Aynı Irk, aynı dil<br />
(Latin köken)... Aslında hepimiz kardeşiz...”
Cinselli¤in Mitolojisi &<br />
Pornografik Filmin Tarihi<br />
Veysel Atayman<br />
"Pornografik film, çoktan eğlence sanayinin<br />
önemli bir dalı haline geldi. Bu türün tarihi, sinema<br />
tarihi ile örtüşüyor. Başlangıçtan günümüze<br />
pornografik filmin bir tür olma ve öteki popüler<br />
türler ile arasındaki sınırı belirleme ya da silme<br />
yolculuğunu izleyen bu derleme, ister istemez<br />
"cinselliğin", seksin sinemadaki öyküsünü,<br />
dolayısıyla "mitolojisini" de ele alıyor.<br />
Pornografik film, cinsellik tema'sı ile kurduğu<br />
ilişkinin "durumuna" göre kendi içinde<br />
sınıflandırılabiliyor; kimi dönemlerde ...<br />
Es Yayınları / 310 Syf.<br />
Litterature Et Cinema<br />
Ahmet Gögercin<br />
■ Ahmet Gögercin “Edebiyat ve Sinema: Marguerite<br />
Duras’ın Romanarında Sinema Tekniği” adlı çalışmasında,<br />
sinema ve edebiyat gibi dünyanın en eski<br />
ve en yeni iki sanatını bir araya getirerek görüntülerin<br />
peşine düşüyor ve edebiyat dünyasındaki etkilerini<br />
araştırıyor. Çalışmanın asıl amacı fotoğrafın ve<br />
özellikle sinemanın icadından sonra yazın dünyasında<br />
görülen değişimleri ortaya koymak. Kitapta, ünlü<br />
Fransız romancı ve sinemacı Duras’ın romanları<br />
temel alınarak sinemaya özgü tekniklerin yazarlar<br />
tarafından benimsenmesi sonucu yazınsal yapıtlarda<br />
meydana gelen değişimler inceleniyor.<br />
Çizgi Kitabevi Yayınları / 255 Syf.