07.06.2020 Views

SADAP E-DERGİ SAYI 1 HAZİRAN 2020

Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu Dergisinin İlk Sayısıdır

Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu Dergisinin İlk Sayısıdır

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

SADAP

SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU E-DERGİSİ

Sayı-1 Haziran 2020

www.sadap.org

DES12N MGZ | 1


Unutulma Hakkına

Genel Bir Bakış

Av.Cengiz SERTTAŞ

Sayfa 6

İÇİNDEKİLER

Kadına Şiddet

Av. Selin Deniz

BOZKURT

Sayfa 12

Kağıtsız Ofis

Stj.Av. Mustafa

Zafer KÜÇÜKKURT

Sayfa 23

Koronavirüs ve Stajyer

Avukatlar

Stj. Av. Rıdvan DURGUN

Stj.Av. Sema Nur ÖZAY

Sayfa 20

Tasarım : Mustafa Zafer KÜÇÜKKURT

2 | SADAP E-DERGİ


Avukatların Dernek

ve Vakıf Kurması

Av. Mustafa TOPAL

Sayfa 26

Özgürlük ve İfade

Özgürlüğü

Av. Arb. Gürkan COŞKUN

Sayfa 29

Blockchain ile E-Ticaretin Avukatlık Mesleğine

Etkileri ve KVKK’nın Yeni Teknolojiler

Bağlamında Yeniden Ele Alınması

Av. Cihan KADIHÜSEYİNOĞLU

Sayfa 37

Yürütme Kurulu, Danışma Kurulu ve Genç Kurul

Yürütme Kurulu

Av. Cengiz Serttaş

Av. Ali Selek

Av. Bilge Özdemir

Av. Hülya Aksoy

Av. Mustafa Batı

Av. Hatice Ustaer

Av. Mustafa Z. Küçükkurt

Av. Ali Okçu

Av. Güray Tangüder

Av. Selin Deniz Bozkurt

Av. Fesih Can

Av. Nilgün Altıntaş

Danışma Kurulu

Av. Sinem Hacıeminoğlu

Av. Ali Selek

Av. Müjdat Tuna

Av. Tarkan Büyükoktar

Av. Hatice Ustaer

Av. Gürkan Coşkun

Av. Sabri Hafif

Av. Güray Tangüder

Av. Hakan Ayaz

Av. Serap Demir

Av. Mühübe İlgün

Av. Kadına Nilgün Şiddet Altıntaş

Av.

Av.Selin

Bilge Özdemir

Deniz

Bozkurt

Av. Hakan Çelikkeser

Av. Süreyya Işın

Av. Nuran Tangüner

10

Genç Kurul

Av. Benan Yaman

Av. Şerife Y. Köse

Av. Faruk Tok

Av. Mustafa Özsoylu

Av. Büşra Kaya

Av. Hicran Demirci

Av. Burak İnan

Av. Kenan Çöte

Av. Enes Can

Av. Rıfat Cemre Koç

Av. Ece Büşra Yazıcı

Av. Fatih Terkenli

DES12N MGZ | 3


EDİTÖRDEN

“Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu”

olarak “Söz uçar, yazı kalır.”

düsturundan hareketle dijital dergimizin

ilk sayısıyla karşınızdayız.

İlk sayımızı yayımlıyor olmanın heyecanını

yaşadığımız dergimizi tanıtmadan

önce bu dergiyle taçlandırdığımız

SADAP’ın kuruluş amacına ve

neden böyle bir dergiye ihtiyacımız

olduğuna değineceğiz.

SADAP Nedir?

Avukatların ve stajyer avukatların

mesleki ve ekonomik sorunlarına

çözüm üretmek, avukatlar arasında

yardımlaşma bilincinin güçlenmesini

sağlamak, iyi insan ve iyi toplum

inşasına hizmet etmek, yeni işbirliği

modelleri ve projelerle çağdaş ve

sürdürülebilir yardımlaşma ve dayanışma

ağları oluşturmak, avukatlık

meslek ilkeleri korunarak günümüz

teknolojik olanaklarıyla mesleğin gelişmesine

ve geleceğe taşınmasına

katkı sağlamak amacı ile kurulmuştur.

Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu

(SADAP) gönüllü meslektaşlarımızın

gayretleriyle kurulmuş

bir birliktelik olup herhangi bir

kurum, kuruluş ya da siyasi parti ile

bağı yoktur. Türkiye Barolar Birliği’nin

alternatifi ya da rakibi olmadığı gibi

yanında olmak gibi bir misyonu da

yoktur. Türkiye genelindeki hiçbir

baronun sesi ya da nefesi değildir.

Böyle bir görevi ya da amacı yoktur.

Herhangi bir siyasi düşüncenin, dini

inancın ya da etnik grubun uzantısı

da değildir.

Kuruluş amacımızda da belirttiğimiz gibi SADAP, avukatların ve

stajyer avukatların esenliğini dert etmiş hukukun üstünlüğüne

inan, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı gönüllü bir

oluşumdur.

E-DERGİ hakkında…

Bu dergi, Türkiye genelinde bine yakın avukatın ve avukat stajyerinin

tamamen dijital ortamda demokratik usulleri kullanarak seçtiği

yürütme kurulumuz tarafından hazırlanmıştır. SADAP e-DERGİ

kuruluş ilkelerine uygun olarak bilgiyi paylaşmak, sorunlarımızı

dile getirmek ve bu sorunlara çözüm aramak amacıyla kurulmuştur.

Öncelikle, akademik bir dergi olmadığımızı ancak gelecek

sayılar için böyle bir hedefimiz olduğunu belirtmek isteriz. Dergimiz

düşüncelerini sizlerle paylaşmak isteyen meslektaşlarımızın

yazılarından oluşmaktadır. Ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz dergimiz

sadece dijital ortamda yayımlanmaktadır. Editörlerimiz de

kuruluşumuzdaki gibi gönüllü avukatlardan oluşmaktadır. Dergimize

gönderilen yazılar, bu gönüllü avukatlarımızın kontrolünden

geçmektedir. Olağanüstü emek harcayarak gönüllü editörlüğü

üstlenen tüm meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.

Tek buluşma noktamız dergi mi olacak?

Heyecanla belirtelim ki, hayır. Hazırlıkları tamamlanmak üzere olan

sadap.org uzantılı internet sitemiz bu ayın sonunda yayına çıkacak.

İnternet sitemizin bu birlikteliğe gönül vermiş tüm avukatların ve

stajyer avukatların ortak buluşma noktası olmasını amaçlıyoruz.

İnternet sitemizde tüm üye meslektaşlarımızın yararlanabileceği

bilgi bankası, özgeçmiş havuzu, tartışma ve bilgi alışverişinin

yapıldığı platformlar ve güncel gelişmeler olması planlanmaktadır.

Desteğini ve ilgisini esirgemeyen, dergimize yazılarını gönderen

tüm yazarlarımıza teşekkür ederiz. Bütünüyle gönüllü çalışmayla

oluşturduğumuz bu dergimizin ilk sayısındaki eksikleri gelecek sayılarda

sizlerin de desteği ile gidereceğimizi umuyoruz.

Saygı ve sevgilerimizle

SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU YÜRÜTME

KURULU

4 | DES12 NMGZ

SADAP E-DERGİ | 4


DES12N MGZ | 5

SADAP E-DERGİ | 5


UNUTULMA HAKKI

“Genel Bir Bakış”

Av. Cengiz SERTTAŞ

1- GİRİŞ

Unutulma hakkı, yakın geçmişten

itibaren duymaya

başladığımız, yakın gelecekte

de oldukça sık duyacağımız

bir kavramdır. Her

ne kadar mevzuatımıza

yeni sayılacak bir zamanda

girmiş olsa da hızla kendisine

ait yerini dolduracak

ve kişisel hak ve hürriyetlerin

önem arz ettiği, özellikle

özel hayatın gizliliği

ile ilgili, üzerinde çokça

fikirlerin tartışıldığı bir dönemde

münhasır bir yer edineceğini

de belirtmek isteriz.

Bu kısa makalemizde unutulma

hakkının hukuki, tarihi

ve içtihadi gelişiminden

ziyade, bu hakkın mevcut

kapsam ve çerçevesi ile

mevzuatımızdaki kanuni

dayanağının altının çizilmesi

amaç edinilmiştir.

2-GENEL OLARAK

Belirtmek gerekir ki, kişisel

bilgilerinizin isteğinizin

dışında herhangi bir yerde

bulunması, hele hele bu

bilgilerin içerik olarak eskimiş,

hatta saklanmasının

kanuni dayanaktan yoksun

kalmış olması, bu bil-

6 | SADAP E-DERGİ


gilerin, mevcut ve gelecekteki

hayatınızı olumsuz

etkileme ihtimali elbette

ki sizi rahatsız edecektir.

Düşünün ki, işlemiş olduğunuz

bir suç, belirli bir süre

geçtikten sonra adli sicilinizden

silinebiliyor. Ancak

işlemiş olduğunuz bu suçun

işlendiği tarihlerde bir internet

sitesinde ya da sitelerinde

haberiniz yer alıyor. Adli

sicil kaydınız silindiği halde

dijital ortamdaki bu haberler

sürekli sizi takip ediyor.

Belki iş başvurularınızda insan

kaynakları departmanı

tarafından görülerek, belki

evlenmek üzere iken eşiniz

tarafından görülerek, belki

iyi bir iş bağlantısı yapacak

iken karşı firma yetkilileri tarafından

görülerek bir anda

artık sizi takip etmemesi

gereken ve şahsi haklarınıza

zarar veren bu dijital

ortamlar size zarar veriyor.

Elbette ki sinir bozucu ve

kişilik haklarınıza zarar verici

bu duruma, insan haklarına

saygılı bir toplum hedefleyen

modern dünyanın sessiz

kalması düşünülemezdi. İşte

bu yüzden son yıllarda, özellikle

2012 yılının başından

itibaren hukuk dünyamıza

UNUTULMA HAKKI diye bir

kavram kazandırılmıştır.

Unutulma hakkı, kişinin

geçmişini kontrol edebilme

hakkıyla ilgilidir. Kişiye,

geçmişte bir şekilde kendisi

ile ilgili olan bir bilginin,

kişisel haklarının korunması

amacıyla sınırsız bir

şekilde toplum hafızasında

kalmasını önlemek amacıyla

verilmiş bir haktır.

Unutulma

hakkı,

SADAP E-DERGİ | 7


başkalarının bilmesini istemediğimiz kişisel

verilerimizin bulundukları ortamdan silinmesini

veya yayılmamasını isteme hakkıdır.

Şahsımıza ait bu verinin eğer topluma kazandıracağı

üstün bir yarar yoksa yani bir KAMU

YARARI yoksa bu verinin bulunduğu ortamdan

silinmesinin ve toplum hafızasından yok

edilmesinin bir kişilik hakkı olduğu çok açıktır.

3-UNUTULMA HAKKININ KANUNİ ALTYA-

PISI

Aslında bu husus, Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi’nde ve Türk Anayasası’nda

hüküm altına alınmıştır. Ancak bugüne

kadar çok da fazla bilinmediğini, ya da

belki de daha doğru bir anlatımla bilinen

hususların hukuki altyapısının toplumca

çok fazla bilinmediğini görmekteyiz.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde unutulma

hakkının altyapısının, özel hayata

saygı olarak kabul edildiğini görmekteyiz.

8 | SADAP E-DERGİ


Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin,

“Özel ve Aile Hayatına Saygı” başlığı altındaki

8.maddesi aşağıdaki şekildedir;

AİHS Madde 8: Özel ve aile hayatına saygı

hakkı

1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve

yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu

makamının müdahalesi, ancak müdahalenin

yasayla öngörülmüş ve demokratik bir

toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği,

ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması,

suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın

veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin

korunması için gerekli bir tedbir

olması durumunda söz konusu olabilir.

Görüldüğü gibi, AİHS, özel hayatın gizliliğine,

ancak ve ancak ulusal güvenlik, toplumun

üstün yararı gibi ilkeler söz konusu ise müdahale

edilebileceğini belirtmiştir.

Anayasa’mızın, “Özel Hayatın Gizliliği”

başlığını taşıyan 20. Maddesinde ise; “Herkes

özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini

isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın

ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.

Herkes kendisi ile ilgili verilerin korunmasını

isteme hakkına sahiptir. Bu Hak kendisi ile ilgili

kişisel veriler hakkında bilgilendirilme bu

verilere erişme bunların düzeltilmesini veya

silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda

kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi

de kapsar. Kişisel verilerin korunmasına ilişki

usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” Hükmü

yer almaktadır.

Yukarıdaki Anayasa maddesinden de anlaşıldığı

üzere, AİHS’nin 8.maddesi ile uyumlu

olarak özel hayatın gizliliği korunmuş, ayrıca

son yıllarda hukuk hayatımıza giren ve çok

da önem arzeden Kişisel Verilerin Korunması

Kanunu’nun da Anayasal dayanağı

olan, “herkesin kendisi ile ilgili kişisel verilere

ulaşabilme, bu verileri talep etme, kişisel verilerin

amaçlar doğrultusunda kullanılmasını

kontrol ve amacın dışında kullanılan ve/veya

artık amaca herhangi bir hizmet etmeyen

kişisel bigilerin kişisel veri kayıt ortamlarından silinmesini talep etme hakkı”

açıkça belirtilmiştir.

Türk Medeni Kanunu 24’üncü maddesinde de şu hüküm yer almaktadır:

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden saldırıda

bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin

rızası daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanun verdiği yetkisinin

kullanılması sebeplerinden biri ile haklılık kılınmadıkça kişilik haklarına

yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” Şeklinde hüküm yer almaktadır.

AİHS, Anayasa ve kanunlarımıza girmiş özel hayatın gizliliği ve kişisel veri kavramı,

Türk Medeni Kanunu’muzda da düzenlenmiş ve kişilik haklarımıza saldırılar

olduğu takdirde bunun önlenmesi ve cezalandırılmasının önü açılmıştır.

Daha özel bir kanun olan 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun

(KVKK) 1.ve 2. Maddesinde bu hususun kapsamı da şu şekildedir :“Bu Kanun

hükümleri, kişisel verileri işlenen gerçek kişiler ile bu verileri tamamen veya

kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak

kaydıyla otomatik olmayan yollarla işleyen gerçek ve tüzel kişiler hakkında

uygulanır.”

Görüldüğü gibi, KVKK, kişisel veriyi gerçek kişilere ait veri olarak

tanımlamış, veriyi kaydeden kişilerin ise gerçek ve tüzel kişi olabileceğini

belirtmiştir. Bu kanun ile artık kişisel olarak işlenen verilerimizin bir ortamda

bulunmasının kontrolü şahsi olarak bizim elimizde iken, bu verileri

elinde tutan kişilerin de belirli bir amaç dışında tutmuyorsa ve bu

amaç eğer hukuki bir dayanaktan yoksun ise, bu kişisel verinin kayıt

ortamından silinmesinin de zorunlu olduğu bir zemine oturmuştur.

Buna göre bir kişisel veriyi herhangi bir hukuki sebep olmadan

elinde tutan kişi, bu veriyi ya re’sen yani kendisi, ya da kişisel

verisi işlenen kişinin talebi ile silmek zorundadır. Kanuni

dayanağın sona ermesi de artık hukuki sebebin sona erdiğini ve hukuki dayanağın

kalmadığını, dolayısıyla verinin silinmesi gerektiğini göstermektedir.

Görüldüğü gibi, KVKK öncesi sadece dijital ortamlardan silinmeyi ifade eden

Unutulma hakkı, KVKK ile artık kayıt ortamlarının niteliği önemli arzetmeden

hukuki dayanak ortadan kalktıktan sonra, belirli bir süre içinde hem şekli ayırt

etmeksizin her türlü kayıt ortamlarından, hem de bu kayıt ortamlarının uzantılarının

ve kopyalarının da olduğu tüm ortamlardan yok edilmesini kapsamaktadır.

Yakın geçmişteki Avrupa örnekleri daha çok, unutulma hakkının genellikle dijital

ortamdan, hatta neredeyse tamamen internet ortamındaki güncelliği ve

kamu yararı bitmiş, kanuni takibi yapılmış ve sonuçlanmış ya da artık haber

niteliği kalmamış, ancak kişisel olarak hak ve itibar kaybına yol açan kişisel

verilerin internet ortamından kaldırılması talepleri ile ilgilidir. Unutulma hakkı

ilk olarak, 2012 yılının başlarında Avrupa Komisyonu’nun Adalet ve Vatandaşlıktan

Sorumlu Üyesi Viviane Reding’in açıklamalarıyla gündeme gelmiştir.

SADAP E-DERGİ | 9


Bu husustaki ilk dava da emsal teşkil edecek

bir dava olup, içeriği kolaylıkla internet

sayfalarından bulunabilecek 2014 yılında

Google’a karşı açılmış davadır. (Bknz. Google

Spain SL, Google Inc - Agencia Española de

Daececón de Datos, Mario Costeja González

Davası-2014)

Türkiye’de de yukarıda belirtilen AİHS, Anayasa’mız,

Türk Medeni Kanunu’muz ve KVKK

ile kişisel verilerin artık UNUTULMA HAKKI

kapsamında kayıtlı oldukları ortamlardan,

hukuki dayanağı ve üstün kamu yararı yoksa

silinmesini hüküm altına almıştır.

Türk yargısında ise içtihadi olarak unutulma

hakkına ilk olarak, Yargıtay Hukuk Genel

Kurulu’nun 17.6.2015 tarihli kararında

rastlamaktayız. Unutulma hakkı bu kararda,

Avrupa Adalet Divanı kararına atıfta bulunularak

tanımlanmış ve “üstün bir kamu yararı

olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan ve

geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir

süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini

istemediği kişisel verilerin silinmesini ve

yayılmasının önlemesini isteme hakkı” denilerek

çerçevesi çizilmiştir.

Unutulma hakkı kapsamında şahsi verileri

kaydeden gerçek ve tüzel kişilerin de bu

verileri KOPYALARI VE UZANTILARI DAHİL

TAMAMEN SİLME VE YOK ETME sorumluluğu

altına girdiği, bu sorumluluğa uymayanların

ise çok ciddi cezai yaptırımlarla karşı karşıya

geleceği kanun kapsamına alınmıştır.

Avrupa örnekleri doğrultusunda Türkiye’de

de birtakım başvurular yapılmaya başlanmış

ve sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Anayasa

Mahkemesi’ne yapılan başvurularda emsal

kararlar çıkmaya başlamış ve bu hususta

kanuni dayanakların dışında içtihat oluşturacak

kabuller de hukuk dünyamıza girmiştir.

Yine çok detaya girmeden aşağıda da sıraladığımız birtakım kabuller, hem

Yargıtay Kararlarında hem de Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda,

içtihadi olarak ortaya çıkmıştır.

-Suç işlediğine dair haberlerin yer aldığı internet sitesindeki haberler,

kişinin ilgili ceza davasından beraat alması nedeniyle kaldırılmasını

gerektirir.

Detayına girmeyerek belirtelim ki, unutulma

hakkı bu dava ile hukuk dünyamıza girmiş ve

günümüze kadar yapılan binlerce dava ile

hak kayıpları yaşayan kişilerin kişisel verileri

internet ortamından ve dijital ortamlardan

silinmiştir.

-Geçmişte yer almış bir habere aradan oldukça fazla zaman geçmiş

olmasına rağmen ve güncelliğini de yitirmesine rağmen günümüzde

ulaşılması ve kişinin günümüz şartlarında bu eylemi (suç unsuru/ya da

eleştirel bir beyanı vs. ) gerçekleştirmiş gibi gösterilmesi basın ve ifade

hürriyeti kapsamında değerlendirilemez ve bu haberin kaldırılması

gerekir.

-Kişisel bir suç eyleminin kişinin kendisini topluma anlatma gayesi

içinde olan bir kişi olmadığından (siyasetçi, sanatçı gibi), suç kayıtları

da devletçe zaten kayıt altında tutulduğundan üzerinden zaman geçmiş

haberin kaldırılması gerekir.

-İstatistik ve bilimsel bir amaca hizmet etmeyen kişisel verilerin silinmesi

gerekir.

-İfade ve basın hürriyeti ile kişilik hakları karşılaştırıldığında kişilik

hakları daha üstün bastığı takdirde unutulma hakkının kabulü gerekir.

-Haberin içeriğinin doğru olmaması da kişilik haklarına zarar verici nitelikte

olup, dijital ortamdan kaldırılması gerekir.

Haberin üzerinden “uzunca bir süre geçmesi” tanımı muğlak olup, bugüne

kadar uzunca bir süre kavramının içeriğindeki “uzun süre”nin tanımı yapılmamıştır.

Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin (Karar No: 2018/13080 ) verdiği bir kararda, haberin

üzerinden 9 yıl geçtiğini ve diğer kriterler de birlikte değerlendirdiğinde

kişilik hakları açısından unutulma hakkının kullanılabileceği kararını verdiğini

görmekteyiz.

Oldukça sübjektif görünen “uzunca bir süre” kavramının, olayın niteliğine

göre değişeceğini söyleyebiliriz.

Dijital ortamdaki ve internet ortamındaki haberler için bu “süre” kavramı

muğlaklık ifade etmesine rağmen, KVKK kapsamında düzenlenen kişisel veri

envanterinde belirtilen saklama süresinin sonundaki imha süresi içerisinde

kişisel verilerin imha edilmesi zorunluluğu, farklı kayıt ortamlarında kişisel

verileri tutan (kaydeden) kişiler ve firmalar açısından bir kesinlik ifade etmektedir.

10 | SADAP E-DERGİ


4-SONUÇ OLARAK;

Unutulma hakkı, özel hayatın gizliliği kapsamında

değerlendirilen bir hak olup, kişinin

kendi rızası olmadan, bilimsel bir amaçla

dahi olsa kendisine ait bilgilerin açıklanmasının,

yayılmasının ve başkaları tarafından

ulaşılmasının önlenmesi amacıyla, eğer

üstün bir kamu yararı yoksa, kişinin mahrem

bilgilerinin korunmasının insani ve hukuki

hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, bu

bilgilerin bulunduğu ortamlardan, bu ortamların

her türlü uzantılarından ve her türlü

kopyalarından silinmesi ve yok edilmesidir.

Unutulma hakkı, Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi’nin 8.maddesinde, Anayasa’mızın

8.maddesinde, Türk Medeni Kanunu’muzun

24.maddesinde ve 6698 Sayılı Kişisel Verilerin

Korunması Kanunu’nun kapsamını belirten

1. Ve 2. Maddesinde ve cezai hükümler

içeren 17.maddesinde güvence altına alınmış

ve hukuki dayanağa kavuşturulmuştur.

Dolayısıyla herkes, rızası olmadan, tutulmasının

kanuni bir dayanağı olmayan

ya da kalmayan, toplumun üstün

yararına da hizmet etmeyen herhangi

bir kişisel verisinin bulunduğu kaydın,

bulunduğu ortamdan kaldırılmasını ve

yok edilmesini isteme hakkına sahiptir.

KVKK Kapsamında ise, yine aynı şekilde,

kişisel verileri işleyen kişiler, kanunen tutulmasına

gerek kalmamış ise (örneğin iş

kanunlarına göre saklanma süresi sona

ermiş ise), kanuni dayanağı yok ise, kanunen

zorunlu olmayan bir kişisel veriyi herhangi

bir kayıt ortamında tutuyor ise, bu

veriyi kişisel veri envanterinde belirtilen

imha süresi içinde veya ilgili kişinin talep ettiği

imha şartları uyuyor ise ilgilinin talebi üzerine, her türlü kayıt ortamından

(dijital ve kağıt ortamı ve diğer her türlü ortamlardan, mesela flash

diskler, taşınabilir hafızalar, serverlar vb.) silmek ve yok etmek zorundadır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

1-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

2-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

3-Türk Medeni Kanunu

4-6698 Sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu

5-İstanbul Barosu Eylül-Ekim 2019 cilt 93 Sayı 2019/5 “Kişisel Verilerin Korunması

Kanunu Kapsamında Unutulma Hakkı -Canberk Yıldırım”

6-Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 2017/5325 Karar Nolu Kararı

7-Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2015 tarihli ve E.2014/4-56,

K.2015/1679 sayılı kararı

8-Anayasa Mahkemesi’ne 3/3/2016 - 2013/5653 N.B.B. tarafından yapılan bireysel

başvurusu

9-Av.Baran Doğan “Unutulma Hakkı Nedir? Türkiye’de Unutulma Hakkı”

10-Unutulma hakkının tanımı, kapsamı ve tarihçesi, Eren Sözüer, Unutulma

Hakkı: İnsan Hakları Hukuku Perspektifinden Bir İnceleme, İstanbul, 2017: On

İki Levha Yayıncılık)

11-https://www.konsepthukuk.com/kisisel-verilerin-korunmasi/unutulma-hakki-ve-kvkk

Bu verileri dijital haber ve URL ortamında

bulunduran kişiler de, ilgilinin talebi halinde,

herhangi bir kanuni dayanağı olmayan

ve kalmayan, toplum yararına da hizmet

etmeyen, ifade ve basın özgürlüğü kapsamında

değerlendirildiğinde ise, kişi hak

ve hürriyetleri ve özel hayatın gizliliği “daha

ağır basan” her türlü haberi bulunduğu

dijital ortamdan kaldırmak zorundadır.

SADAP E-DERGİ | 11


KADINA ŞİDDET

Gerçekleştiren tarafından bilinçli olarak kişi-kişilere

kurum veya hayvanlara üstünlük kurmak ya da menfaat

sağlamak amacıyla fiziki, sözlü, psikolojik olarak

uygulanan ve karşıdakinin haklarına saldırı olarak kabul

edilerek, saldırının yöneltildiği haklarını ihlal eden

hareketlerin tümüne şiddet diyebiliriz.

Av. Selin Deniz BOZKURT

Genel Olarak Şiddetin

Tanımı

onu ve özellikle aile içi şiddeti

tanımlamak, kapsamını

Gerçekleştiren tarafından ve sınırlarını belirlemek,

bilinçli olarak kişi-kişilere

hukukçulardan çok sosyologların,

kurum veya hayvanla-

ra üstünlük kurmak ya da psikologların, sosyal

psikologların, aile hekimlerinin,

menfaat sağlamak amacıyla

adli tıp uzmanlarının

fiziki, sözlü, psikolojik ve belki de antropologların

olarak uygulanan ve karşıdakinin

alanına girmektedir. Do-

haklarına saldırı layısıyla hukuki anlamda

olarak kabul edilerek, saldırının

yöneltildiği haklarını

şiddeti belirlerken, bu alanların

uzmanlarının yaptığı

ihlal eden hareketlerin tanımlamalar ve belirlemeler

tümüne şiddet diyebiliriz.

dikkate alınmalıdır.

İlk planda dikkate alınması

Şiddet farklı alanların ilgi ve

araştırma konularına giren

bir kavramdır. Böyle olunca

gereken kişiler ise aile hekimleri

ve adli tıp uzmanlarıdır

(TBB Dergisi 2007).

12 | SADAP E-DERGİ


Tarihte Şiddet

Eski çağlardan beri yapılan

fiziki saldırılar uygarlıkların

birbirleri üstünde egemenlik

kurma çabaları

güç gösterileri şiddetin

temelinin eskiye dayalı olduğunu

göstermektedir.

Eski Roma’da erkekler eşlerini

dövebilir, boşayabilirken

yine erkekler zina, toplum

içinde sarhoşluk veya halka

açık oyunlara gitmek

gibi nedenlere bağlı olarak

kadınları öldürme hakkına

sahipti. 1700’lü yıllarda

İngiltere’de yasalar doğru

yoldan ayrılan kadının kocasına,

karısını fiziksel olarak

cezalandırma hakkı vermekteydi.

Bu uygulama ABD’de

ise 19. Yüzyılda uygulanmıştır.

(Dr. Subaşı-Dr. Akın).

Kadının aşağılanması,

güçler arasındaki eşitsizlik,

kadının mal olarak görülmesi,

cinsiyetçi rollerin dayatılması,

erkeğin saldırgan davranışlarına

onay verilmesi,

kadının ikinci sınıf insan sayılması

erkeğe bağımlılığın

sürmesine neden olmuştur.

Güç eşitsizliği ve aile meselelerine

karışılmaması

gerektiği anlayışı nedeniyle

kadına şiddet günümüze

kadar artan oranlarda devam

ederek süregelmiştir.

Tarihte güç ve şiddet uygulanması

saygınlık olarak

görülmüş ve de takdir edilmiştir.

Bu durumun etkileri

ise günümüze kadar devam

etmiştir. Eski çağlarda askerlerin

kılıç gibi silahlar ile

muharebelere girmesi gelişen

toplumlarda silahların

değişmesi, şiddet ve saldırganlık

güdüsünün artması

ve bu güdünün nesiller boyu

aktarılması Dünya’mızın

şu anki şekline evrimleşmesine

neden olmuştur.

Biz ise bu

SADAP E-DERGİ | 13


yazımızda kadına yönelik şiddeti

hukuksal çerçevede ele alacağız.

Dünya’da Kadına Yönelik Şiddet

Kadını korkutmak, aşağılamak, tehdit etmek,

izole etmek, baskı oluşturmak, kadınlara

acı ve ıstırap verilmesi, kadının zorla

bir şeyi yapmasını istemek; keyfi olarak

fiziksel, sözlü veya psikolojik uygulanan

şeklinde tanımlayabiliriz. Yalnızca cinsiyetinden

dolayı uğramış olduğu acı ve ızdırabın

da kadına yönelik şiddet kavramı içerisinde

büyük bir yer tuttuğunu belirtebiliriz.

Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde,

sokakta, okulda, gözaltında, savaşlarda

rastlanmaktadır. Ancak, kadınlar en korunduğu

yer diye düşünülen aile içinde, kendi

evinde sevgi ve saygı beklediği yakın

çevresi, evdeki insanlar tarafından daha

yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadırlar.

Gelişmiş ülkelerden yoksul ülkelere kadar

tüm ülkelerde kadınların; şiddetin,

14 | SADAP E-DERGİ


cinsiyetçi uygulama ve geleneklerin her

türlüsüne maruz kaldığı görülmektedir.

Şiddetin kadına yönelik olması Dünya Devletlerinin

temel sorunlarından biri olmakla

birlikte 2010 Yılında Birleşmiş Milletlerin

kadına şiddete yönelik olarak hazırlamış olduğu

Rapor’a göre her 3 kadından biri hayatlarında

en az 1 defa cinsel ilişkiye zorlama,

dayak veya kötü muamele türlerinden

en az biriyle şiddete maruz bırakılmaktadır.

Yine Birleşmiş Milletlerin çalışmalarına göre,

kadınların yüzde 35’i ömründe en az 1 kez

şiddete maruz kalırken, 15-49 yaş aralığındaki

her 5 kadından biri yakınları tarafından

fiziksel ve cinsel şiddet görmektedir. Ayrıca

200 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet

gibi uygulamalarla sakat bırakılmaktadır.

Bu kabul edilemez tablo karşısında “kadına

yönelik şiddet” nasıl tartışılıyor? Genellikle

üç ayrımdan söz edilebilir; cinsiyet

temelli şiddet, işyerinde şiddet,

savaş ve çatışma bölgelerinde şiddet.

Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’na göre;

Kıtadaki her 3 kadından biri 15 yaş ve sonrasında

şiddet görüyor, vasıflı mesleklerde ya

da yönetici pozisyonlardaki kadınların yüzde

75’i, hizmet sektöründekilerin yüzde 66’sı

cinsel tacize uğradıklarını söylüyor, AB sınırları

içindeki insan kaçakçılığı mağdurlarının

yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Cinsel şiddet

gören kadınların oranı ise tamamen

gerçeği göstermiyor çünkü tecavüzün şiddet olarak tanımlaması, rıza dışı

cinsel ilişki olarak adlandırılması Avrupa Ülkelerinde henüz kullanıma alınan

bir tanımlama olmakla birlikte son gelinen durum da kadınların son birkaç

yılda yürütmüş olduğu kampanyaların kazanımıdır. Özellikle İsveç, tecavüzü

“ Rıza Dışı Cinsel İlişki” olarak tanımlayarak Rıza Yasasını gündeme getirmiştir.

Fransa’da 2019 yılında yılın ilk 6 aylık döneminde 5 kadının öldürülmesine tepki

duyan kadınlar kitlesel eylemler düzenlemişlerdi. Fransa ise cinsiyet eşitliğinden

sorumlu bir Bakanlığa sahip ülkedir. Bakanlığın verilerine göre her yıl 222 bin

evlilik içi fiziksel ve cinsel şiddet vakasının rapor edildiği ülkede her 3 günde bir

kadının öldürülmesi kadın örgütleri tarafından “kadın kırımı” olarak tanımlanmaktadır.

Ayrıca 2017 Yılında Almanya’da 123, İngiltere’de 139 kadın öldürülürken

katillerin üçte ikisi, öldürülen kadınların yakınlarından oluşmaktaydı.

SADAP E-DERGİ | 15


Doğu ve Güney Avrupa’ya doğru ilerlendiğinde

kadınların yaşadığı şiddetin ekonomik ve

demokratik gelişme düzeyiyle ilişkisi daha

da belirginleşmektedir. Avrupa Güvenlik ve

İşbirliği Teşkilatının 2019 Yılı Mart ayı içerisinde

yayımladığı rapora göre; Arnavutluk, Bosna

Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya,

Sırbistan, Moldova ve Ukrayna’da yaşayan

kadınların yüzde 70’i hayatında bir tür şiddet

yaşamış, yüzde 45’i cinsel tacize, yüzde 23’ü

tanıdığı yüzde 18’i tanımadığı erkeklerin cinsel

şiddetine maruz kalmış bulunmaktadır.

ABD’de 25 yıl önce yürürlüğe giren ve 2019

Yılında kapsamı genişletilerek revize edilen

Kadına Yönelik Şiddet Kanunu’nun 1993-

2010 arasında şiddet oranında yüzde 63

düşüş yarattığı ifade edilmiş olsa da bu verilere

karşı ciddi itirazlar da bulunmaktadır. 1995

ile 2010 arasında yapılan bir araştırmaya göre

vakaların yüzde 61’i yazılı raporlara bir şekilde

yansımamakta veya eksik rapor edilmektedir.

Latin Amerika’nın 23 Ülkesi’nde gerçekleşen

kadın cinayetlerinin yarısı Brezilya’da kayıt altına

alınmıştır. Irkçılığın, kadın düşmanlığının

güçlendiği Ülke’nin 2018 yılı şiddet vakası

bin 206 olmakla birlikte 2018 ve 2019 yıllarında

yargıya yansıyan 1 milyon 200 bin ev

içi şiddet davası bulurken 200 milyon nüfuslu

Ülkede sadece 74 sığınma evi bulmaktadır.

Son yıllarda iç savaşın devam ettiği Ülke olan

Yemen, 2006 yılından bu yana Cinsiyet Uçurumu

Raporunda son sıralarda yer almaktadır.

Ülke’de kadın sünneti devam eden bir uygulamadır.

Ayrıca Rapor’da kadınların erkeklerin

izni olmadan tıbbi müdahale alamadığı

sorununun da devam ettiği belirtilmektedir.

Nijerya’da ise kadınlar köleleştirilmeye

devam edilmektedir.

Ayrıca Dünya Ekonomik Forumu 2020 yılı

Cinsiyet Eşitliği Raporunu 2019 yılı, yıl sonunda

yayınladı. Rapor’da yer alan verilere göre;

153 Ülkenin cinsiyet eşitliğine göre sıralamaya

tabi tutulduğu listenin ilk sıralarında

İzlanda, Norveç, Finlandiya ve İsveç

yer almaktayken sıralamada Türkiye 130.

sırada bulunuyor. Cinsiyet eşitliği listesi

hazırlanırken, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları,

sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterler değerlendiriliyor.

Rapora göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için en az 100

yıl, erkeklerle eşit ücrete sahip olması için ise 257 yıl geçmesi gerekiyor.

Kadına Şiddetin Ülkemizdeki Toplum Yapısına Göre Değerlendirilmesi

Gelişen ülkelerden biri olan Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği

önemli ve çözülmesi oldukça güç sorunlardan birisidir. Türkiye

olarak kadına şiddet vakaları, kadın hakları yönünde yapılan

düzenlemelere rağmen önemli düzeyde artış göstermektedir.

Peki, şiddet uygulamanın sebepleri nelerdir, bu bir hastalık mıdır?

Bir şekilde üstünlük sağlamak veya menfaat doğrultusunda

yapılan bir hareket midir? Bütün sorulara çeşitli

araştırmalar neticesinde ne yazık ki “evet” diyebilecek konumdayız.

Dünya Sağlık Örgütü bu tanımı üzücü bir şekilde hastalık olarak görmüştür.

Ülkemizde kadına yönelik şiddetin yaygınlığını belirleme amacı taşıyan

çok sayıda araştırma olmasına rağmen, toplanan verilerin güvenilir

olmasına yönelik kimi sorunlar nedeniyle aile içi şiddete ilişkin istatistiklere

dikkatle yaklaşılması gerekmektedir (Okan İbiloğlu, 2012).

Ülkemizde kadınların bir kısmı özel ve aile içi olduğunu düşündüğü bu

bilgileri paylaşma konusunda isteksiz olabilmektedir (Kocacik ve Dogan,

2006). Ayrıca Kadınların birçoğu karşılaştıkları şiddetin haklı gerekçesi olduğunu

düşünmekte, bunu bir insan hakları ihlali olarak görmemektedir.

Belki de belirleme açısından aile içine yani çekirdeğe inmemiz gerekmekte.

Tüm sorunların çocukta başlayan aile içi durumlarda temellerinin atıldığı

yapılan birçok araştırmada ortaya çıkmaktadır. Zamanla aile içinde yaşanan,

görülen durumlar zihne yerleşmekte artık zamanı geldiğinde birer yetişkin

olununca etkisi devam eden şiddet görüntüleri artık kişi veya kişilerin ellerinde

beyninde uygulanabilir bir kaçış noktası olarak görünmektedir. Bu süreçte

şiddetin uygulanması, uygulayan için haz ve keyif verebildiği için gerçekleştiren

kişi, bütün sorunları bu şekilde kolayca aşabileceğine inanmakta ve

bu durumda şiddet görenin ölümüne neden olmaya kadar gidebilmektedir.

Şiddetin analiz edilerek sınıflandırılmasının yapılması için önemli olan kıstaslardan

eğitim, gelir düzeyi gibi aile içi şiddetle tutarlı ilişki gösteren değişkenleri

yorumlarken temkinli olmak gerekmektedir. Bu değişkenler tek başlarına

aile içi şiddete sebep olmamakta veya kadını şiddetten korumamaktayken,

kontrol kaybını kolaylaştırarak veya zorlaştırarak var olan eğilimlerin ortaya

çıkmasında etkili olmaktadırlar (Yıldırım Güneri, 1996). Ayrıca eğitim şiddete

karşı koruyucu bir faktör olsa da lise üstü eğitime sahip kadınlar arasında

her beş kadından birinin şiddet görmesi azımsanamayacak bir orandır.

Bu olaylar Türkiye de kıskançlık, erkek egemenliği ve ataerkil bir toplum olmamız,

erkeğin baskın rol üzerinde durması daha da yüksek oranlara ulaşmakta,

kadının kendi seviyesinde olmadığına inanması bu oranları artırmakta

ve çeşitli yayın kuruluşlarında, haber bültenlerinde bunları görme

16 | SADAP E-DERGİ


olasılığımız yükselmektedir. Fiziksel şiddetin

tokat atma, itme gibi saldırgan davranışlar ile

sınırlı olduğu yönündeki genel kanının aksine,

Ülkemizde kadının yaşadığı şiddet çok daha

dehşet verici biçimlerde gerçekleşmektedir.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün

Türkiye genelinde yaptığı çalışmada

evli kadın nüfusu içinde %13’ü

yumruklandığını, %10’u tekmelendiğini ya

da yerde sürüklendiğini, %6’sı boğazının

sıkıldığını ya da yakıldığını ve %3’ü ise

bıçak gibi aletlerle tehdit edildiğini ya da

bu aletlerle şiddet gördüğünü rapor etmiştir.

Yıkıcı olan ise bu durumun tekrarlanıyor

biçimde devam ediyor olmasıdır.

Etkili bir çözüm mekanizması olarak

görülmekte olan Sosyal destek, aile içi şiddete

karşı koruyucu bir unsur olsa da,

sosyal çevrenin şiddete karşı tutumu belirleyici

rol oynamaktadır. (Fabiano, Perkins,

Berkowitz, Linkenbach ve Stark, 2003)

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Türkiye’nin

Eylem Planı ve Hukuksal Çerçevede

Dünya Devletlerinde Yapılan Çalışmalar

Kadına yönelik şiddet uzun yıllar göz ardı edilmekle

birlikte çoğunlukla belgelenmediği

acı bir gerçektir. Geçmiş olduğumuz yirmi

yılda şiddet, kadınların kasıtlı olarak yaralanmasına

neden olduğundan dikkati çekti ve

bugünlerde kadına yönelik şiddet tüm dünyada

açık bir insan hakları ihlali ve bir kamu

sağlığı sorunu olarak ele alınmaya başlandı.

Günümüzdeki yaklaşıma ve tanımlamalara

göre kadına yönelik şiddet, cinsiyet ayrımcılığına

dayalı bir insan hakları ihlalidir ve

ayrıca bir sağlık sorunudur. Türkiye kadına

yönelik her türlü şiddetin önlenmesi hususunda

uzun süredir çalışmalar yaparak yol

almaktadır. Ancak belirtmekte fayda var

ki sürecin hızlanmasında ve günümüzdeki

durumu almamızda akademisyenlerin,

aktivistlerin ve bürokrat kadınların emeği

büyüktür. Süreç aslında, Devlet mekanizmasına

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın

Bertaraf Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW) ile

1979 yılında katılmaya başlamıştır ve özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal

cinsiyet eşitliğini odağına alan sözleşme olarak karşımıza çıkmaktadır.

1980 yılında Kopenhag’da toplanan 2. Dünya Kadın Konferansı sonuç

bildirgesinde aile içi şiddet konusuna yer verilmiştir. BM Ekonomik

ve Sosyal Konsey’inin 1984 tarihli aile içi şiddete ilişkin kararında

“sorunun niteliği ve nedenleri hakkında bilgilerin genellikle

gizlendiği, bu bilgilere ulaşılamadığı, bu nedenle de mağdura yardım edilebilmesi,

şiddetin tekrarının önlenmesi için bu bilgilerin açığa çıkarılması,

kamuoyunda farkındalık, duyarlılık yaratılması zorunludur” denilmiştir.

1985 Yılında toplanan 3. Dünya Konferansı sonunda yayınlanan “Kadının

İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejiler” belgesinin Barış

bölümünde kadınlara yönelik şiddet konusuna değinilmiş ve önlenmesi

için öncelikle hukuki tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir.

Birleşmiş Milletler 20 Aralık 1993 tarihli Genel Kurul gündemine alınan

“Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’yi daha önceden acil

eylem planı olarak gündeme aldığından ve bu eylem planına yönelik Devletlerce

çok sayıda imza toplanmasından kaynaklı olarak oylamaya başvurulmaksızın

kabul edilmiştir. Bildirgede; şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması

ve şiddete uğrayanın korunması konusunda Devletlere düşen

sorumluluklar ve görevler detaylı bir şekilde düzenlenmiştir. Devletlerin

kendi iç hukuklarında yer alan ceza, iş ve medeni kanunları öncelikli olmak

üzere ilgili diğer kanunlarında düzenleme yapılması öngörülmüştür. Ayrıca

şiddete uğrayanların rehabilite edilebilmesi için devletlerin bütçe ayırması

gerektiği de vurgulanmıştır. Ancak bu Bildirgenin hukuki bağlayıcılığı

olmasa da yeni yapılacak düzenlemelerde öncü olduğunu söyleyebiliriz.

Avusturya’da 1997 yılında, Almanya’da 2002 yılında şiddetle mücadele

yasaları “Gewaltschutzgesetz” çıkarılmıştır. Türkiye’de 4320 sayılı “Ailenin

Korunmasına Dair Kanun” 14 Ocak 1998’de kabul edilmiş, üç gün

sonra Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Aile içi şiddetin

önlenmesi amacıyla 4320 sayılı Yasanın çıkarılması süreci olumlu etkilemiş

ancak yeterli olmamıştır. Şöyle ki uygulamada yaşanan aksaklıklar

dikkate alınmış ve yürürlüğe girmesinden sonra 2007 yılında 5636 sayılı

Kanun’la diğer aile bireylerini kapsayan ve uygulamada yaşanan aksaklıkların

ve sorunların giderilmesine yönelik değişiklikler yapılmıştır.

Avrupa Birliği uyum sürecinde 2003 yılında İş Kanunu’na bu kapsamda

bir ekleme yapılarak iş yerinde cinsel tacize uğrayan işçinin

haklı nedenle derhal fesih hakkı düzenlemesi yoluna gidilmiştir.

Avrupa Konseyi’nde ve Avrupa Birliği’nde 2000’li yıllara kadar “kadının

şiddetten korunmasına” dair özel bir düzenleme yapılamamış

olsa da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve Avrupa Konseyi

tavsiye kararlarına dayanılarak BM Kadınlara Karşı Şiddetin

Önlenmesine İlişkin Bildirge doğrultusunda uygulamalara yer verilmiştir.

SADAP E-DERGİ | 17


Cinsel sömürü amacıyla ticaretin önlenmesi

için R2000 11 Sayılı Karar ve İzahat Belgesi,

Avrupa Konseyi BM Enformasyon Merkezi

Birleşmiş Milletler Bin Yıl Bildirgesi, Avrupa

Konseyi- Kadınların Şiddete Karşı Korunması

tavsiyelerinin yer aldığı REC (2002) 5

ve İzahat Belgesi hemen sonrasında Kadın

ve kız çocuk ticareti ile Namus Adına Kadınlara

Karşı İşlenen Suçların Ortadan Kaldırılmasına

Yönelik çalışma BM Genel Kurulu’nun

57. oturumunda karara bağlanarak

eylem basamakları da 2003’te belirlenmiştir.

Cins ayrımcılığına dayalı kadınlara yönelik

şiddetin yasaklandığı Bölgesel düzeydeki

ilk Sözleşme Kadınlara Karşı Şiddeti

Önleme, Cezalandırma ve Ortadan Kaldırmaya

İlişkin İnter Amerikan Sözleşmesi’dir

ve bu sözleşmede şiddet fiziksel,

ruhsal ve cinsel şiddet biçiminde tanımlanmış

ve üç ayrı kategoride ele alınmıştır.

2009 Yılı Haziran ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ilk kez bir devletin

aile içi şiddet konusunda gerekli tedbirleri almamak ve kadın mağduru

koruyamamaktan dolayı tazminat ödemesine karar verdi. Bu Devlet

Türkiye’ydi. Oy birliği ile verilen bu Karar 47 Ülke için emsal teşkil

eden bir Karar olmuştur. 18 Mahkeme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin

yaşama hakkını güvenceye alan 2. madde, işkence ve insanlık dışı ve

fena muamele yasağını düzenleyen 3. Madde ve her türlü ayrımcılığı yasaklayan

14. Madde olarak üç ayrı maddesinin ihlal edildiğine hükmetti.

Ayrıca kadına yönelik her türlü şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, ortadan

kaldırılması, kovuşturulması ve giderilmesini amaç edinen Kadına Yönelik Şiddet

ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Yeni Avrupa Konseyi Sözleşmesi

(İstanbul, 2012)’ de bu süreçte ortaya konan önemli hukuksal kaynaklardan

biri olmuştur. Bu sözleşme toplumsal cinsiyetin tanımını yapan ilk uluslararası

anlaşma niteliğindedir. Kadın ve erkeğe belirli roller yüklenmesinin belirli davranış

biçimleri öngörmesinin kabul edilebilir olduğuna dikkat çekmektedir.

Sözleşme, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirme, taciz, kürtaja zorlama

ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesini ve cezalandırılmasını

öngörmektedir. Bu da devletlere, ilk kez, bu ciddi suçları hukuk

sistemlerine dahil etme zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. (Coe).

Avrupa Konseyi, kadın-erkek eşitliği Bakanlar

toplantısında (2006) ise toplumsal cinsiyet

göstergelerinin sağlıklı bir şekilde elde

edilmesine yönelik çalışmalar belirlenmiştir.

Burada “kadına yönelik şiddet” yeni bir

konum daha kazanarak şiddetin varlığı,

yaygınlığı ve türlerinin bu göstergeleri izleyerek

ortaya konması beklenmekteydi.

Avrupa Konseyi’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi

ve şiddetle mücadeleye ilişkin bu sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali

oluşturan şiddet sorununun önemsenerek kapsamlı bir şekilde ele alan

uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete müsamaha gösterilmemesini hedeflemektedir

ve Avrupa dahil Avrupa sınırları dışında da güvenli yaşanabilmesini

sağlama yolunda önemli bir adımdır. Ayrıca, toplumun her ferdini,

özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet

ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaç edinmiştir.

Zira yukarıda da değinmiş olduğumu gibi kadına yönelik şiddetin temeli

toplumda kadın erkek arasındaki cinsiyet eşitsizliğine dayanmaktadır.

18 | SADAP E-DERGİ


Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti bir insan

hakları ihlali ve bir ayrımcılık turu olarak kabul

etmekte, bu tür şiddete yeterince tepki göstermedikleri

takdirde, devletlerin sorumlu

konumda olduğu anlamına gelmektedir. Devletlerin

tüm kurumlarını kadına yönelik şiddeti

önleme açısından göreve çağırmakta ve

Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde

çalışması gerektiğini belirtmektedir. Böylece

Devlet Kurumları, Sivil Toplum Kuruluşları ile

birlikte protokoller hazırlayabilecektir. (Coe).

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen

Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi

ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa

Konseyi Sözleşmesinin şiddetin önlenmesi

için Devletlerden şiddeti önlemeye yönelik,

şiddetten korumaya yönelik ve şiddet sonrası

yargılamaya yönelik belirli talepleri mevcuttur.

Türkiye’de ise 2012 yılında yasalaşan Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin

Önlenmesine dair Kanun (6284), medeni hallerine bakılmaksızın kadına

yönelik şiddetin önlenmesinde önemli bir rol almıştır. Bu Kanun özü itibariyle

4320 sayılı Kanunda düzenlenmiş olan koruma tedbirlerini içermekle birlikte

gerek şiddet mağdurlarının kapsamı açısından, gerek şiddetin önlenmesi, koruma

kararı verilmesi ve kurumlar arası işbirliği kurulması açısından ayrıca mağdura

geçici maddi yardım desteği bakımından esaslı düzenlemeler içermektedir.

Kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak için ilgili kurum

ve kuruluşların işbirliği içerisinde ve özverili olarak uzun soluklu bir mücadelesi

gerekmektedir. Yalnızca hukuksal çerçevede önlemlerin uygulanması

ile şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi mümkün olmayacaktır. Kurumlar

arası koordinasyon ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin hizmet içi eğitim

ile şiddetle mücadelede pozitif yönde ilerlemeler kaydedilmesini sağlayacaktır.

Özellikle ev içi şiddetin önlenememesi durumunda bu olaylardan

etkilenen çocuklar dışarıdaki sosyal hayatlarına bu şiddeti taşıyabilecek bu

etkileşim ise başka çevrelere sıçrayarak devam edebilecektir. Bu durumdan

da anlaşılacağı üzere kadına yönelik şiddet yalnızca kadın sorunu değildir

ve ayrıca üzerinde ciddi bir şekilde çalışılması gereken toplumsal meseledir.

Bu sözleşme, yaşı, ırkı, dini, sosyal kökeni, göçmenlik

statüsü ya da cinsel eğilimi ne olursa

olsun, her turlu çevreden gelen kadınları ve

kız çocuklarını kapsamaktadır. Sözleşme,

bazı kadın ya da kız çocuğu gruplarının şiddet

görme ihtimallerinin çoğu zaman daha

fazla olduğunu kabul etmekte ve bu kesimin

özel ihtiyaçlarının göz önüne alınmasının

sağlanması gerektiğini belirtmektedir. (Coe)

Sözleşme taraf Devletlere; ev içi şiddet, taciz

amaçlı takip, tecavüz dahil cinsel şiddet, cinsel

taciz, zorla evlendirme, kadınların sünnet

edilmesi, kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama

davranışlarına yönelik cezai veya başka bir

hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu hale

getirmiştir. Burada üzerinde durulan husus

ise kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin

özel hayatta saklı kalacak konular olmadığıdır.

Ayrıca bu sözleşme hükümlerine

uyulup uyulmadığının denetlenmesi amacıyla

bir denetim mekanizması kurulmuştur;

kadınlara yönelik şiddetle ve ev içi şiddetle

mücadele konusunda uzmanlar grubu (GRE-

VIO) ve bağımsız uzmanlardan oluşan organ

ve taraflar komitesi. Bu organların tespit

ve tavsiyeleri, Taraf devletlerin sözleşmeye

uygun hareket etmelerinin temin edilmesi

ve sözleşmenin uzun dönemli etkililiğinin

güvence altına alınmasını sağlayacaktır.

Kadına yönelik şiddeti azaltabilmek şiddetin olumsuz etkilerinden bahsetmek

ve farkındalık yaratmak için sivil toplum kuruluşlarına, Kanunlar çerçevesinde

bilgilendirme toplantıları yapmak ve eğitimler düzenlemek için Barolara, Kent

konseylerine; şiddet görerek mağdur konumuna gelen kadına destek olmak

için sosyal hizmetlere ve Bakanlık birimlerine; şiddete uğrayan kadınları korunması

onların koruma altına alınması için sığınma evleri açılması hususunda

yerel yönetimlere; şiddetin etkilerini ve topluma zararını anlatmak için medyaya

kadar herkese çeşitli görevler düşmektedir. Tüm bu davranışlar bir koordinasyon

içerisinde sergilenmeli ve kurum içi eğitimler verilerek Devletin desteği

ile hareket edilerek şiddeti önlemeye yönelik her türlü önlem alınmalıdır.

Bu yazıyı hazırlamamda emeği geçen erkek kardeşim Evren Bozkurt’a

teşekkür etmek isterim.

YARARLANILAN LİNKLER

1. http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf

2. http://www.turkhukuksitesi.com/makale_595.htm

3. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2007-73-369

4. https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/5.5.4320.pdf

5. https://rm.coe.int/1680462545

6. http://blog.umut.org.tr/nazin-moroglu-siddetle-hukuk-yoluyla-mucadele.html

7. http://portal.ubap.org.tr/App_Themes/Dergi/2012-99-1169.pdf

8. https://www.icisleri.gov.tr/81-ile-kadina-yonelik-siddetle-mucadele-genelgesi

9. https://rm.coe.int/istanbul-sozlesmesi-brosuru-tr/16809e40c9

10. http://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Kadin_Cinayetleri_Rapor.

pdf

11. https://ailevecalisma.gov.tr/ksgm/siddete-maruz-kalindiginda/

SADAP E-DERGİ | 19


Stj. Av. Rıdvan DURGUN

Stj. Av. Sema Nur ÖZAY

KORONAVİRÜS

VE STAJYER

AVUKATLAR

Coronavirus nedeniyle bütün

dünyada, hayatın birçok

alanı sekteye uğradı. Birçok

meslek faaliyeti durma

noktasına gelirken, eğitim

faaliyetlerine çevrimiçi yöntemler

kullanılarak devam

edilmeye çalışıldı. İşte stajyer

avukatlık bu iki hususun

tam ortasında yer alıyor. Bir

yanda hukuk fakültesinden

mezun olup Baro’ya kaydını

yaptırmış, dolayısıyla mesleğe

atılmış bir avukat adayı;

diğer yanda hukuk fakültesinden

mezun olmuş, ancak

diğer fakültelerde olduğu

gibi eğitim hayatı sürecinde

değil, eğitim hayatı bittikten

sonra, staj eğitimini almakta

olan bir avukat adayı. Yani

artık öğrenci olmayan, ancak

tam anlamıyla bir meslek

sahibi de olmayan stajyer

avukatlar, Coronavirus’den

hem eğitim boyutunda,

hem meslek boyutunda

olumsuz etkilendi. Bu olumsuz

etkileri birkaç başlık altında

özetlemek gerekirse;

A)İşlemekte Olan Staj

Süresi

Adalet Bakanlığı tarafından,

adliye stajı devam etmekte

olan stajyer avukatların

virüs devam ettiği müddetçe

izinli sayılması kararı

alındı. Stajının ikinci altıncı

ayında olan stajyer avukatlar

için ise barolar tarafından

verilen eğitimlere ara verildi.

Ancak tüm bu duraksama

20 | SADAP E-DERGİ


ma yönünde bir karar alınsa-

mi nasıl yazacağım, sunu-

ydı, bu defa stajyer avukatlar

mumu nasıl yapacağım?

çok ciddi bir çıkmaza girece-

İkinci altıncı ayına geçen

klerdi. Bütün staj dönemi

stajyer avukatlar için, maz-

boyunca maddi ve geleceğe

bata teslim işlemimi nasıl

dair kaygılar taşıyan staj-

gerçekleştireceğim? Üç aylık

yer avukatlar, bu karar ile

raporu baroya nasıl ulaştıra-

birlikte ciddi bir ekonomik

cağım? Bu ve bunun gibi

çöküntü yaşarlardı. Bu ne-

pek çok soru stajyer avukat-

denle bu kararın alınmamış

lar için ne yazık ki cevapsız

olması her ne kadar yerin-

kaldı. Barolar bütün bu hu-

deyse de yukarıda bahset-

suslarla ilgili kapsamlı bir

tiğimiz sonuçlar da kaçınıl-

açıklama yapmak yerine, yö-

maz gözükmektedir. Çözüm

neltilen sorulara belirsiz ce-

önerimiz stajyer avukatlara

vaplar vermeyi seçti. Stajyer

baro pullarından, baroların

avukatlarda da bu cevapsız

yardım sandıklarından fi-

sorular nedeniyle hak kaybı-

nanse edilmek üzere, en

na uğrama korkusu oluştu.

azından bu dönem geçene

Baroların gerekli aydınlat-

kadar, maddi yardım yapıl-

mayı yapmamasının yanın-

ması ve daha sonrasında

da, adliyelerdeki komisyon

ise, her zaman dile getirdiği-

ile barolar çelişkili açıkla-

miz, stajyer avukatlara da

malarda bulundu. Stajının

hakim-savcı stajyerleri gibi

ilk altı ayını tamamlayan

stajyer maaşı bağlanmasıdır.

stajyer avukatlar için, ba-

Ancak bunu Adalet Bakan-

rolar tarafından, adliyeden

lığı bütçesinden beklersek

mazbatalarını alıp baroya

dönemi boyunca, hak kaybı

yaşanmaması açısından staj

sürelerinin işlemeye devam

edeceği kararlaştırıldı. Peki

bu karar stajyer avukatlar

için ne kadar faydalı? Coronavirus

kapsamında alınan

önlemler süresince stajyer

avukatlar ne adliyelerde ne

de barolarda herhangi bir

eğitime tabi tutulmayacak,

ancak staj süresi işlemeye

devam ettiğinden stajında

bir yılı tamamlayanlar

avukat olmaya hak kazanacak.

Dolayısıyla tecrübe edinememiş

avukatlar ortaya

çıkacak ve bu avukatlar CMK

görevlendirmelerinde, adli

yardım görevlendirmelerinde

veya özel vekalet ile yürüttüğü

işlerinde görev yapacaklar.

Bunun sonucunda da

ne yazık ki, son yıllarda çok

kısa bir staj eğitimine tabi

tutulan hâkim-savcıların

gündeme getirdiği fahiş

hatalar gibi, avukatlardan

da böyle hatalar duymamız

kaçınılmaz olacaktır. Kaldı ki

covid-19’dan dolayı izinli sayılmamış

olsak bile ne denli

iyi bir staj geçiriyoruz sorgulanması

gerekli bir konu

olmakla beraber bu yazının

konusu olmadığından çok

fazla değinmek istemiyoruz.

Adalet bakanlığı ve barolar

tarafından aksi bir karar alınsaydı,

yani Coronavirus kapsamında

alınan önlemler

kapsamında, stajyer avukatların

staj süresinde duraksa-

daha çok uzun yıllar bekleyeceğimizden

şüphe yok.

Baroların bu konuda yıllardır

neden adım atmadıklarını

da şiddetle sorgulamakta

ve üzülmekteyiz. Bu konuda

birçok eleştiri ve çözüm

önerisini yine yazının uzamaması

için başka yazılara

saklamayı tercih etmekteyiz.

B)Baroların Gerekli Aydınlatmayı

Yapmaması

Stajyer avukatların faaliyetlerine

ara verilmesi ancak

bu süreçte staj sürelerinin

işlemeye devam etmesi

yönündeki kararın alınmasının

ardından stajyer

avukatların kafasında pek

çok soru işareti oluştu. Baro

dersleri ne olacak? Staj tezi-

teslim etme ve ilgili vergiyi,

vergi dairelerinden yatırma

işlemlerinin 15 Haziran’a

kadar ertelendiği bilgisi verildi.

Ancak adliyelerdeki komisyonlar

stajyer avukatları

tek tek telefonla arayarak

mazbatalarını derhal teslim

almaları ve ardından gerekli

vergiyi vergi dairelerinden

yatırmaları hususunda

stajyer avukatları uyardı.

Oysaki barolar vergiyi yatırsak

dahi devam eden

işlemlerin, Coronavirüs nedeniyle

insan sağlığını tehlikeye

atacağından yapılmayacağını

belirtmişti.

SADAP E-DERGİ | 21


7-8 Ay boyunca stajyer

mamlayabilmesi için bir tez

vermeyi kesen avukatların

de, azalan iş temposunda

avukat olan bizler ver-

hazırlaması gerekmektedir.

sayısı da oldukça fazla. Biz

stajyer çalıştırmayı kesmiş

ginizi yatırmak dışın-

Ancak stajyer avukatlar bu

stajyerlerin yanında staj

bulunmakta. Hiçbir mesleki

da hiç aranmadığımızı

dönemde kaynaklara ulaş-

yaptığımız avukatların ne

güvenceye sahip olmayan

önemle belirtmek isteriz.

mada doğal olarak büyük

kadar kazandığını, gider-

stajyer avukatlarında bu ko-

bir sıkıntı çekmektedir.

lerini, kısacası mal varlığı

nuda ne yazık ki eli kolu bağlı.

Bu yüzden akıllarda birçok

Çünkü hukuk kitaplarına

gibi konularda ister istemez

soru işareti belirmiş ve YKS

ulaşılabilecek kütüphaneler

bilgimiz vardır. Çünkü staj

Aldığı düşük ücretle hayatını

tarihi bir anda belirlenen

bu dönemde faaliyetine ara

süresince sadece kanuni

idame ettirmeye çalışan sta-

tarihten geriye çekilerek,

vermiş bulunmakta. Bütün

stajımızı değil, yanında staj

jyer avukatlar bu kaynak da

önemli olanın geleceğimiz

bu kaynakları satın alma

yaptığımız avukatların ec-

tamamen kesilince resmen

olan gençler değil ekonomi-

gücü de olmayan stajyer

zane işlerini, çocuklarına

“açlığa terk edildi” demek

miz olduğunu hissettiğimiz

avukatlar bu nedenle, in-

alınacak mamalarını, mar-

yanlış olamayacaktır. Çünkü

örnekteki gibi, biz stajyer

ternetten ulaşabildiği sınırlı

ket alışverişlerini, araçla bir

ailesi hayatta olmayan, ha-

avukatların da en kısa süre-

bir alanda araştırma yapa-

yerlere bırakma alma, özel

yatta olsa bile maddi duru-

de vergileri yatırmamız için

rak tez yazmaya çalışıyor.

günlerde hediyelerini alma,

mu iyi olmayan birçok kişi

aranmamızın tamamen eko-

restoran rezerve işlemleri

stajyer maaşıyla geçinmeyi

nomik sebeplerle olduğunu

D)Son ve En Büyük Pro-

gibi birçok işlemini yapmak-

umut etmekteyken sadece

düşünmekten

kendimizi

blem : Ücret Problemi

tayız. Bu yüzden avukatların

umut etmekle kaldılar. So-

alamıyoruz. Bu süreci hem

Ücret konusu normal za-

evden

çalışabileceğimiz

nuçta da barolara, bankala-

maddi sebeplerle hem de

manda bile stajyer avukat-

halde ilk haftadan bize ver-

ra kredi vasıtasıyla borçla-

manevi sebeplerle ailesiyle

ların en büyük problemken,

dikleri 700-800 TL bandın-

narak, bu süreci atlatmayı

memleketlerinde

geçiren

pandemi ile birlikte bu pro-

daki aylıklarımızı kesmeleri,

beklemekteyiz. Öğrenci ol-

birçok stajyer avukat, aşırı

blem oldukça kötü bir hal

bizleri “1 aylık bile kenarda

madığı için burs, kredi gibi

derecede stresle altında

aldı. Hukuk bürolarında sta-

köşede bize verecek maaş

imkanlardan faydalanama-

bulunmaktadır. Bu çelişkili

jyerlik adı altında çok yoğun

birikimi yok mu, yoksa en

yan, ancak henüz avukat

ifadeler karşısında stajyer

bir iş temposuyla ve her alan-

zayıf halka olarak bizleri

da olmadığı için bu yolla

avukatlar, nasıl bir yol izle-

da çalıştırılan stajyer avukat-

gördükleri için mi bunu yap-

para kazanamayan stajyer

yecekleri konusundaki an-

lar, emeğinin karşılığında

tılar?” gibi aciz sorularla baş

avukatlardan, özellikle ailesi

latıldığı gibi birçok kez be-

komik ücretler ile karşı

başa bırakmıştır. Bu sözleri

ile birlikte yaşamayanlar, bu

lirsizlikle karşı karşıya kaldı.

karşıya kalıyor. Öyle ki ba-

söylerken en başta stajyer-

süreçte ev kirası, fatura, gıda

Birbiri ile koordine olama-

zıları hiçbir ücret alamıyor.

lerini mağdur etmeyeceğini

gibi asgari ihtiyaçlarını bile

yan barolar ve adliyelerdeki

Pandemi sonrası duruşma-

çünkü stajyerlerin başkaca

karşılayamaz hale geldiler.

adalet komisyonları arasın-

ların ertelenmesi ve süre-

gelirlerinin olmadığını ve

daki anlaşmazlığın cezasını,

lerin durması sonucunda

mesleğe girmek için borç

Hayatın birçok alanını dur-

büyük bir kafa karışıklığı ve

avukatların işleri de sekteye

harç içinde stajını yapanları

ma noktasına getiren ve

hak kaybına uğrama korku-

uğradı. Birçok avukat ma-

gördüğünden bahisle, ayrı-

bütün dünyada kendisi-

su ile stajyer avukatlar çekti

ddi sıkıntılar ile yüzleşmek

ca kendisi de bu yollardan

ni hissettiren Coronavirus

ve hala da çekmektedirler.

zorunda kaldı. Hal böyle

geçerken çektiği zorlukları

salgını, Türkiye’de stajyer

olunca çalışanlarına zaten

hatırlayarak mağdur etme-

avukatları, işte saydığımız

C)Staj Tezinin Hazırlanması

oldukça düşük ücret veren

yen saygı değer meslek-

bu problemler ve daha ni-

Hangi alanda olursa olsun,

avukatların birçoğu, özelli-

taşlarımızı kapsam dışında

celeriyle karşı karşıya bıraktı.

bir tez yazmak için pek çok

kle stajyerlerine ücret ver-

tuttuğumuzu da belirmek is-

farklı kaynaktan yararlan-

meyi tamamen kesti. Ne

teriz. İşlerine eski temposun-

mak gerekir. Bu nedenle

yazık ki gerçekten maddi

da olmasa bile, imkanlar el

genellikle tezlerin kaynakça

sıkıntıya giren avukatların

verdiği ölçüde devam eden

kısmı epey uzun olur. Staj-

yanında, pandemiyi bahane

ve ödemelerini de alabilen

yer avukatların da stajını ta-

ederek stajyerlerine ücret

avukatların birçoğu yine

22 | SADAP E-DERGİ


KAĞITSIZ OFİS

Stj. Av. Mustafa Zafer

KÜÇÜKKURT*

*Stj.Av., İstanbul Barosu, FSMVÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Özel Hukuk Tezli

Yüksek Lisans Burslu Öğrencisi, mzaferkucukkurt@gmail.com

Doküman yoğunluğu yüksek olan ofislerde

dokümanların yönetimi, muhafazası, aktarımı

ile dokümanlar üzerinde ortak çalışma

ve yedekleme işlemleri oldukça zordur.

Yazıcı sarf malzemelerinin maliyeti dikkate

alındığında kağıt kullanımının yoğun olduğu

ofisler önemli bir maliyet yükünün altına girmektedir.

Ayrıca kağıt kullanımının yoğun

olduğu bu ofisler aşırı kağıt tüketimleriyle

doğaya da olumsuz etkide bulunmaktadır.

Yukarıda saydığımız bu olumsuz etkilerin

ortadan kaldırılması için kağıtsız ofis çözüm

olarak sunulmakta olup, bu bağlamda

kağıtsız ofis ile ofislerin çalışma alanlarına

göre kağıt kullanımının azaltılması veya tamamen

ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.

Bu çalışmada teorik açıklamalardan ziyade,

avukatların işine yaracak biçimde pratik

bir bakış açısıyla, kağıtsız ofisler hakkında

özet bir bilgi verildikten sonra avukatlara

özel kağıtsız ofisin nasıl oluşturulacağı

hakkında bazı açıklamalarda bulunulacaktır.

SADAP E-DERGİ | 23


Bloomberg Businessweek dergisinde 30 Haziran

1975 tarihinde yayınlanan The Office

of The Future (Geleceğin Ofisi) adlı makalede

ofislerde kağıtsız ofis anlayışının yaygınlaşacağı

belirtilmesi ile kağıtsız ofis kavramı

ortaya atılmıştır 1 . Bu makalenin temel fikri

işletmelerin kağıtlarda bulundurdukları verilerin

ve bu verilerin işlemesinin bilgisayarlar

üzerinden yapılacağı olup, bunun yanında

makalede kağıtsız ofis fikrinin ofis maliyetlerini

kontrol altına alınacağı fikri de benimsenmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde içinde

Paperless Office (Kağıtsız Ofis) ifadesi geçen

sekiz marka tescili yapılmıştır 2 . Ancak bunlardan

sadece bir tanesinin tescili aktif haldedir 3 .

Ek olarak ofislerimizde dosyalar içerisinde yer alan evrakların nerede olduğunu

bulmak da zaman almaktadır. Oysa kağıtsız ofis çözümlerinde ofislerimizde

hem kağıt kullanım oranını son derece düşürmüş olacağız, hem dosyalarımızı

rahat bir şekilde yedekleyebileceğiz, hem de istediğimiz zaman istediğimiz

yerden dosyalarımıza erişebileceğiz. Bunun yanında kağıtsız ofislerde

dosyalarımız her daim güncel kalacaktır. Bu açıklamalardan sonra kağıtsız

ofislerin nasıl çalıştığı ve yapısı hususunda bilgi vermemiz gerekmektedir.

Kağıtsız ofislerin çalışma mantığı temelde üç aşamadan oluşmaktadır : Birinci

aşamada kağıtsız ofiste yer alacak evrak ofise ulaşır. İkinci aşamada evrak

tarayıcı veya telefonlarda kullanılan bir tarayıcı uygulaması ile ofisteki bilgisayara

kaydedilir. Üçüncü aşamada ofisteki bilgisayarda yer alan evrak ofiste

kullanılan kağıtsız ofis uygulamasındaki ilgili müvekkil veya dava klasörüne

kaydedilir. Kaydettiğimiz verilere internetin bulunduğu her yerden erişebilmekteyiz.

Burada anlattığımız üç aşama pratikte 1-2 dakika sürmektedir.

Ofislerimizde dava dosyalarımızı tasnif edebilmek

için birçok kağıt yığını, dosyalar, raflar,

dolaplar kullanmaktayız. Bu durum hem dosyalarımıza

istediğimiz zaman ulaşamamamıza

neden olmakta, hem de dosyalarımıza bir

zarar gelmesi halinde nasıl hareket edebileceğimizi

belirsiz hale getirmektedir. Ayrıca

ofislerimizde kağıtlara yazdırdığımız veriler

üzerinde güncelleme de yapamamaktayız.

1 “Bloomberg Newsweek”, The Office of the Future,

30 Haziran 1975, s.48-70 (Arşivlenmiş), https://cdn.pendata.com/wp-content/uploads/

2016/07/j3h0k9a4f7mqk1 (E.T. 12.05.2020).

2 United States Patent and Trademark Office,

http://tmsearch.uspto.gov/ (E.T. 12.05.2020).

3 The Paperless Office, http://tmsearch.uspto.

gov/bin/showfield?f=doc&state=4805:jv6da8.4.4

(E.T. 12.05.2020)

24 | SADAP E-DERGİ

Kağıtsız ofisi düşük bütçeli olarak kurmak istediğimizde herhangi bir bulut

uygulamasından 4 (Yandex Disk, Google Drive, Mega, Dropbox vd.)

birini tercih ettikten sonra ilgili bulut uygulamasındaki hesabımıza ofisimizde

yer alan dava dosyalarına ait klasörler oluşturmalıyız. Sonrasında

tarayıcı veya telefonlarımızda yer alan tarayıcı uygulamalarından 5 birini

kullanarak dosyalarımızın evraklarını bulut hesabımıza aktarabiliriz. Bu sayede

internet erişimimizin olduğu her yerden dosyalarımıza ulaşabiliriz.

Hatta kendimize bilgi bankası dahi oluşturabiliriz. Bulut uygulamalarının

bazıları online doküman hazırlamayı ve düzenlemeyi desteklediğinden

dosyalarımızı online olarak düzenleme imkanına da kavuşacağız. Hatta ofisimizde

çalışan diğer kişiler için erişip erişemeyeceği klasörleri, bu klasörlerden

dosyaları silme yasağı gibi çeşitli sınırlandırmalar da getirebiliriz.

4 Burada yer alan uygulamaların tamamının ücretsiz paketleri bulunmaktadır. Yandex

Disk 10 GB, Google Drive 15 GB, Mega 15+35 GB, Dropbox 2 GB depolama alanını

ücretsiz olarak sunmaktadır.

5 TinyScanner, CamScanner, Adobe Scan, Office Lens, Genius Scan ve diğer uygulamalar

bu kapsamda örnek gösterilebilir.


Kağıtsız ofisimizi orta bütçeli olarak kurmak

istediğimizde Avukatlar için hazırlanmış

CRM uygulamalarını kullanmamız mümkündür.

Bu başlıkta doğrudan doküman yönetim

sistemlerine yer vermeyeceğiz. Çünkü

günümüzde CRM uygulamaları içerisinde

doküman yönetim sistemlerini de içermektedir.

CRM uygulamalarının bazıları internet

hizmeti olarak sunulduğu için, ödeme yapıldıktan

sonra doğrudan kullanıma başlanması

mümkündür. Ancak bu gibi uygulamaları

tercih etmediğimizde verilerimizin istediğimiz

şekilde teslim alabilmemiz noktasında

problemler yaşamamız olağandır. Oysa herhangi

bir açık kaynak kodlu CRM yazılımını 1

çalışacağımız hosting firmasına kurdurduğumuzda

içimiz bu konuda rahat olacaktır.

Çünkü bu uygulamalarda veriler de kodlar

da sizde kalacağı için sisteminizi her yerde

barındırmanız mümkündür. CRM uygulamaları

ile sadece ofisteki doküman akışını yönetmekle

kalmıyor, ofiste kullanıcılara görev

atayabilme, kasa hesabı tutma, kullanıcıların

göreceği yerleri sınırlandırma gibi ekstra

verimlilik özelliklerine de sahip olmaktayız.

Kağıtsız ofislerde yüksek bütçe esasen kullanacağımız

alanlara göre yer belirlenmektedir.

Yüksek bütçeli kağıtsız ofis ile

düşük ve orta bütçeli kağıtsız ofis arasında

yapılacak işler ve verimlilik noktasında ciddi

farklar bulunmamaktadır. Yüksek bütçeli

kağıtsız ofisleri verilerini birden fazla yedekte

tutmak isteyen avukatlara ve büyük

ofislere sahip avukatlara önermekteyiz.

Örneğin hem CRM yazılımı kullanıp, hem

de evraklarını herhangi bir bulut uygulamasında

yedekleme durumu yüksek bütçeli

kağıtsız ofis çözümüne örnek gösterilebilir.

şeklinde yapsak da kağıtsız ofis çözümleri her yönden geleneksel ofislere

göre daha maliyetsiz olmaktadır. Ayrıca iş yoğunluğu fazla olmayan veya

bir iki avukat ile çalışan ofislerde düşük bütçeli kağıtsız ofis yeterli iken; iş

yoğunluğu fazla olan veya birçok avukatla birlikte çalışılan ofislerde orta

veya yüksek bütçeli kağıtsız ofis çözümlerinin kullanılması gerekmektedir.

Bu açıklamalardan sonra ilk olarak kağıtsız ofis sisteminin tek veya bir

ortağıyla çalışan bir avukat tarafından nasıl kullanılacağına dair örnek

bir yol haritasını deneyimlemeliyiz. Diğer ihtimaller için yukarıdaki

bilgileri değerlendirerek çeşitli yol haritası deneyimleyebilirsiniz.

Kağıtsız ofise geçecek avukatlar birinci aşamada kendilerine en uygun bulut

uygulamasını tespit etmesi gerekmektedir 2 . Bunun için tercihen içerisinde online

doküman düzenleme ve ajanda sisteminin bulunduğu bir bulut uygulamasını

seçmelidir. Sonrasında ilgili müvekkillerinin ve dava listelerini (icra ve

diğer işler için de uygulanabilir) çıkartmalıdır. Ardından bu listeye uygun bir

şekilde bulut uygulamasında klasörler oluşturulmalıdır. Örneğin müvekkillerden

Ali Akın’a ait klasör oluşturulmalı ve daha sonrasında klasörün içinde ilgili

davalara (veya icra takibi ve diğer işler için) ait klasörler oluşturulmalıdır. Sonrasında

bu klasörlere müvekkilin dosyalarına ait evraklar nizami bir şekilde

yerleştirilmelidir. Bu işlem tamamlandıktan sonra Ali Akın’a ait dosyalara internet

bağlantısı olan herhangi bir cihazdan erişim sağlanabilecektir. Ajanda

modülü ile de online ajanda oluşturarak müvekkile ait ajanda tutulabilecektir.

2 Seçilen bulut uygulamasındaki kotanın aşılmaması halinde bu sistemden ücretsiz

olarak yararlanılacaktır.

Kağıtsız ofis sistemi ofisin bütçesi ve imkanlarına

göre düşük bütçeli, orta bütçeli ve

yüksek bütçeli olmak üzere üç farklı bütçede

kullanabilmekteyiz. Buradaki bütçe

sınıflandırmasını düşük-orta-yüksek

1 SuiteCRM uygulaması ücretsiz ve açık kaynak

kodlu olduğu için özelleştirme imkanımız bulunduğundan

ilk önerimizdir. Ücretli olmasına rağmen

SuiteCRM uygulamasına göre kolay kullanım

imkanı sunan ve açık kaynak kodlu olduğu için

özelleştirme imkanımızın bulunduğu bir alternatif

olarak PerfexCRM uygulamasını da önermekteyiz.

SADAP E-DERGİ | 25


Av. Mustafa TOPAL

AVUKATLARIN

DERNEK VE

VAKIF KURMASI

Dernekler ve vakıflar özel

hukuk tüzel kişiliğine haiz

sivil toplum örgütleridir.

Makalede dernek ve vakıf

kurmak isteyen gerçek / tüzel

kişilerin, özellikle de avukatların

kuruluş işlemlerinde ve

sonrasındaki faaliyetleri ile

ilgili genel mahiyetteki bilgilere

yer verilmiştir.

A) AVUKATLARIN DERNEK KURMASI

Türk Medeni Kanunu’nun 56. Maddesine göre “Dernekler,

gerçek veya tüzel “en az yedi kişinin” “kazanç paylaşma

dışında” belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek

üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle

oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır. (1)

Türk Medeni Kanunu’nun 72. Maddesine göre “Derneğin

zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim

kuruludur. Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar

da oluşturabilirler.” Bu organların toplanma şekli, asgari üye sayısı

ve toplantı usulü ve görevleri kanunda ayrıca açıklanmıştır.

Dernekler Yönetmeliğinin 5. Maddesine göre de “Dernekler,

kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine

vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.” Mülki idare amirliği

(Valilik bünyesinde Sivil Toplumla İlişkiler İl Müdürlükleri)

tarafından dernek kuruluş bildirimi, gün ve saat

belirtilmek suretiyle dernekler birimine havale edilir.

Aynı zamanda başvuru sahibine kuruluş bildirimi ve eklerinin

alındığına dair Alındı Belgesi (EK- 1) verildikten sonra dernek,

26 | SADAP E-DERGİ


1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun

Avukatlıkla birleşmeyen işler madde

başlıklı 11. maddesi ile Avukatlıkla

birleşebilen işler madde başlıklı 12.

Maddesi sözünü etmiş olduğumuz

hususla ilgili olarak düzenlenmiştir.

Madde 11 – Aylık, ücret, gündelik veya

kesenek gibi ödemeler karşılığında

görülen hiçbir hizmet ve görev, sigorta

prodüktörlüğü, tacirlik ve esnaflık veya

meslekin onuru ile bağdaşması mümkün

olmıyan her türlü iş avukatlıkla birleşemez.

5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun 13.

Maddesine göre “Dernek yönetim ve

denetim kurullarının kamu görevlisi

olmayan başkan ve üyelerine ücret

verilebilir.” Görüleceği üzere mevzuattaki

belli kısıtlamalar dışında kalanların

ücret alabilmesi mümkündür.

1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun

12. Maddesine göre “Aşağıda, sayılan

işler 11 inci madde hükmü dışındadır:

kütüğe kaydedilir. Kuruluş bildiriminin içeriği

ve gerekli belgeler Dernekler Yönetmeliğinin

5. Maddesinde belirtilmiştir. Bunlardan

en önemlisi kurucular tarafından her

sayfası imzalanan 2 adet dernek tüzüğüdür.

Bu belge ve form örneklerine www.siviltoplum.gov.tr/dernek-nasil-kurulur

linkinden

kolaylıkla ulaşılabilmektedir. Tıpkı UYAP gibi

derneklerin de kullandığı DERBİS adında bir

yazılımı mevcuttur. Dernekler kurulduktan

sonra birçok işlemi bu sistem üzerinden

yapabilmekte ve Mülki Amirliğe gitmelerine

gerek kalmamaktadır. Derneklerin kuruluş

işlemleri ile ilgili bu kısa bilgilerden sonra

avukatların dernek kurması ve dernek yönetimlerinde

görev alması ile ilgili bilgilere

de yer vermemiz gerektiğini düşünüyoruz.

1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. ve 2.

Maddelerinde, avukatlığın kamu hizmeti

olduğu ve serbest bir meslek olduğu belirtilirken,

avukatlığın amacının ise ‘‘hukuki

münasebetlerin düzenlenmesini, her

türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların,

adalet ve hakkaniyete uygun olarak

çözümlenmesini, hukuk kurallarının

tam olarak uygulanmasını her derecede

yargı organları, hakemler, resmi

ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde

sağlamaktır. Avukat bu amaçla

hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet

hizmetine ve kişilerin yararlanmasına

tahsis eder.” olarak ifade edilmektedir.

Dernekler ile ilgili mevzuatta; Türk Silahlı

Kuvvetleri ile kolluk kuvvetleri mensuplarıyla

kamu kurum ve kuruluşlarının

memur statüsündeki görevlileri hakkında

özel kanunlarla getirilen kısıtlamalar

vardır. Avukatların dernek kurucusu

ve üyesi olmasında böyle bir kısıtlama

kesinlikle olmasa da görevleri ile ilgili

ücret, aylık, gündelik almasının yasak olduğunu

hatırlatmakta yarar vardır.

c) Özel hukuk tüzelkişilerinin hukuk

müşavirliği ve sürekli avukatlığı ile bir

avukat yazıhanesinde ücret karşılığında

avukatlık,

g) Hayri, ilmi ve siyasi kuruluşların yönetim

kurulu başkanlığı, üyeliği ve denetçiliği.

Kanunda açıkça zikredildiği üzere

dernek ve vakıflarda ücret karşılığı

sürekli avukatlık, müşavirlik yapılması

mümkün iken, ücret karşılığı olmaksızın

bunların yönetim organlarında

veya üyeliklerinde de bulunmak

herhangi bir engel teşkil etmemektedir.

İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler

Genel Müdürlüğü güncel verilerine göre

“Mesleki ve Dayanışma Derneklerinin

sayısının tüm derneklere oranı %37.341

- %31,17, Hak ve Savunuculuk Derneklerinin

oranı %1,48 - % 1,24 olarak belirtilmiştir

(https://www.siviltoplum.gov.tr/

derneklerin-faaliyet-alanlarina-gore-dagilimi).

Bu oranlar dikkate alındığında

Adalet ile ilgili STK oluşumlarının sayısının

oldukça az olduğu dikkati çekmektedir.

SADAP E-DERGİ| 27


B) AVUKATLARIN VAKIF KURMASI

i. Vakıf Kuruluşu Nasıl Yapılır

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 101.

Maddesine göre “Vakıflar, gerçek veya tüzel

kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli

bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel

kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Bir mal

varlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da

gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya

ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.

Türk Medeni Kanunu 109. Maddesine göre

“Vakfın bir yönetim organının bulunması

zorunludur. Vakfeden, vakıf senedinde gerekli

gördüğü başka organları da gösterebilir.”

Vakıflar Kanunu’nun 6. Maddesinde ise “Yeni

vakıfların yönetim organı vakıf senedine

göre oluşturulur ve bu vakıfların yönetim

organlarında görev alanların çoğunluğunun,

Türkiye’de yerleşik bulunması gerekir.” denilmektedir.

5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun 5. Maddesine

göre “Yeni vakıflar; Türk Medenî Kanunu

hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterirler.

Yeni vakıfların kuruluşunda amaçlarına

göre özgülenecek asgarî mal varlığı her yıl

Meclisçe belirlenir. Yeni vakıflar, “vakıf senetlerinde”

yazılı amaçlarını gerçekleştirmek

üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak

şartıyla şube ve temsilcilik açabilirler.” Burada

kanunda bahsi geçen “Yeni Vakıf ve Meclis”

tanımına değinmek isteriz.

Yeni Vakıf : Mülga 743 sayılı Türk Kanunu

Medenisi ile 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu

hükümlerine göre kurulan vakıfları, Meclis

:Vakıflar Meclisini, ifade etmektedir 1 .

1Vakıflar Meclisinin Oluşumunu merak edenler

için “15/7/2018 ve 30479 Sayılı Resmi Gazete ile

yayımlanan “4 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin

698. Sayılı Maddesine göre (1) Meclis, Genel

Müdürlüğün en üst seviyedeki karar organıdır.

(2) Meclis; Genel Müdür, üç Genel Müdür yardımcısı

ve I. Hukuk Müşaviri olmak üzere beş, vakıf

konusunda bilgi ve deneyim sahibi yükseköğrenim

mezunları arasından Cumhurbaşkanınca

atanacak beş, yeni vakıflarca seçilecek üç, mülhak

ve cemaat vakıflarınca seçilecek birer üye olmak

üzere toplam on beş üyeden oluşur. Ayrıca yeni

vakıflar üç, mülhak ve cemaat vakıfları ise birer

yedek üye seçer.”

Türk Medeni Kanunu’nun 101. Maddesine göre; “Vakıf kurma iradesi, resmî senetle

veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır.Vakıflar Yönetmeliğinin 5. Maddesi

göre ise; “Gerçek veya tüzel kişilerin vakıf kurma iradesi noterde düzenleme

şeklinde hazırlanan resmi senetle açıklanır. Noter, resmi senedin bir örneğini

yedi gün içinde Genel Müdürlüğe gönderir.” denilmektedir. Resmi senedin

muhtevasının, vakfın tescilinin nasıl olacağını ve tüzel kişiliğin ne şekilde kazanılacağı

Türk Medeni Kanunu’nun 106. maddesine bildirilmiştir. Buna göre

“Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın

örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir.”

Vakfın tescili hususundaki başvurmalar vakfedenin ikametgahı asliye mahkemesine

yapılır. Mahkeme, evrak üzerinde ve gerekirse vakfedeni ve diğer ilgilileri

de dinlemek suretiyle inceleme yaparak vakfın tesciline karar verir. Vakfın

tesciline dair kararın kesinleşmesinden sonra vakıf, mahkeme nezdinde özel

surette tutulan sicil defterine kayıt olunur. Merkezi sicile kaydedilen vakıf, Resmi

Gazete ile ilan edilir.

Vakıf kuruluşu için asgari kurucu sayısı bulunmamaktadır. Tek başına bir

gerçek veya tüzel kişi vakıf kurabilir. Vakıfların kurulması için gereken, başta

Vakıf Senedi örneği olmak üzere, tüm bilgilere Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait

www.vgm.gov.tr/vakif-islemleri/vakif-nasil-kurulur-/vakif-nasil-kurulur adlı

linkten ulaşılabilmektedir.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2018 yılı istatistiki verilerine göre: belli bir

kurumda çalışanlar veya meslek sahiplerinin kurduğu yeni vakıfların sayısı

581 ve bu vakıfların diğer yeni vakıflara olan oranı ise %3,7 olarak görülmektedir.

Bu ve benzeri tüm bilgilere www.vgm.gov.tr alan adlı internet sitesinden

ulaşılabilmektedir.

Tıpkı derneklerde olduğu gibi vakıflarla ilgili de belli kısıtlamalar bulunmaktadır.

Vakıf organlarında görev alan kamu görevlilerine hiçbir ad altında ücret

ödenmeyeceği, sadece vakıf işleri adına yaptıkları seyahatler için yolluk ve

vakıf için yaptıkları belgeye dayanan zorunlu masrafların ödenebileceği

mevzuatta bildirilmiştir. Ayrıca ulaşım, konaklama ve yemek parasını içeren

yolluğun hesabında, basiretli bir idareci gibi davranılarak, vakfın zarara

uğratılmaması ve kamu görevlilerine bu hususun ek gelir teşkil etmemesinin

sağlanması da gerekmektedir. Avukatların da Avukatlık Kanununda ve vakıflarla

ilgili mevzuatta belirtilen kısıtlamalar haricinde ücret almaksızın vakıf

kurucusu olması, yönetim ve diğer organlarında görev almaları mümkündür.

Dernekler ve vakıflar ile ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde genel mahiyette

bilgiler vermeyi amaçladığımız makalenin yeni oluşumumuz ve dernek ve

vakıf çatısı altında büyümesini hedeflediğimiz Serbest Avukatlar Dayanışma

Grubuna faydalı olmasını dilerim.

28 | SADAP E-DERGİ


ÖZGÜRLÜK VE İFADE

ÖZGÜRLÜĞÜ

Av. Arb. Gürkan COŞKUN

Soyut bir kavram olmasına karşın yaşamımızda somut yansımalarıyla

her zaman yer alacak olan özgürlüğü, üç aşamalı

olarak ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan, doğal

yaşam alanı dikkate alındığında, davranışlarda özgürlük

açısından, diğer canlılardan daha yukarıda değildir. Hatta

kurallara uyma zorunluluğu nedeniyle daha alt seviyede

olduğu bile söylenebilir. Davranışlarımızı kültür, toplumsal

ilişkiler, eğitim, inanç ve gelenekler gibi etkenlerle kısıtlarız.

Düşünce özgürlüğü ise bizi diğer canlılardan ayırır. Doğal

olarak (açığa vurmadığı sürece) bir kimsenin düşünmesi

önlenemez. Düşüncenin sınırını, kişinin kendi görgüsü, bilgisi,

deneyimleri ve hayal gücü oluşturur. Düşünce özgürlüğü

kavramı otorite ile akıl arasındaki savaştan kaynaklanır.

İfade özgürlüğü, tanım itibariyle, insanların herhangi bir korku,

sindirme veya tehdide maruz kalmadan; söz, yazı, müzik,

sanat, edebiyat, tavır ve davranışlarla, duygu ve düşüncelerini

dile getirebilmektir. Teorik olarak ve aynı zamanda hukuken,

her bireyin eşit şekilde ifade özgürlüğüne sahip olduğu varsayılabilse

de; bilgisi, birikimi, analitik düşünme ve çıkarsama yeteneği

gelişmemiş birinin, farkındalıklarını artırmış kişiye oranla

eşit olduğunu söyleyebilmek pek mümkün olmayacaktır.

Birey, geliştirebildiği, kullanabildiği ve yararlanabildiği yöntem

oranında düşünce ve duygularını ifade edebilir ve özgürleşebilir.

Genellikle de kendi özgürlüğünü kuramayan kişi, başkasının

özgürlüğünü kısıtlamada daha saldırgan bir tavır sergiler.

İfade özgürlüğü, tanım itibariyle, insanların herhangi bir korku,

sindirme veya tehdide maruz kalmadan; söz, yazı, müzik,

sanat, edebiyat, tavır ve davranışlarla, duygu ve düşüncelerini

dile getirebilmektir. Teorik olarak ve aynı zamanda hukuken,

her bireyin eşit şekilde ifade özgürlüğüne sahip olduğu varsayılabilse

de; bilgisi, birikimi, analitik düşünme ve çıkarsama

yeteneği gelişmemiş birinin, farkındalıklarını artırmış kişiye

oranla eşit olduğunu söyleyebilmek pek mümkün olmayacaktır.

SADAP E-DERGİ | 29


Birey, geliştirebildiği, kullanabildiği ve yararlanabildiği

yöntem oranında düşünce ve

duygularını ifade edebilir ve özgürleşebilir.

Genellikle de kendi özgürlüğünü kuramayan

kişi, başkasının özgürlüğünü kısıtlamada

daha saldırgan bir tavır sergiler.

Düşüncenin gelişmesi ve özgürleşmesi, bilgi

edinme ve bilginin doğru yöntemlerle değerlendirilmesi,

eleştirel bakış açısıyla doğruluğunun

sınanabilmesiyle olur. Kişi, içinde

yaşadığı toplumun kültürel yapısı, dini, tabuları

nedeniyle oluşmuş dogmatik yansımalarından

kendini arındırabildiği ölçüde

bireyleşir. “Bireyleşme” kişinin kendi aklına,

bilgisine ve yeteneklerine güvenmesini gerektirir.

Böylelikle başkalarına itaat etme gereği

duymaz. Birey, kendi düşüncesini ne kadar

özgürleştirebiliyorsa, genellikle başkalarının

davranışlarına da o oranda özgürlük tanıyabilir.

Otoriter bir yapıda ise kişinin özgürleşmesi,

otoritenin iznine ve onayına tabi

olacağından ortak çıkarlar yerine kişisel

menfaatler ön plana çıkar. Bu durumu ise

“bireyselleşme” kavramıyla ifade edebiliriz.

Aydınlanma dönemiyle birlikte, Aristoteles’e

dayanan fizik anlayışı yerini Newton

fiziğine bırakınca, her olguya “nasıl” sorusu

yöneltilerek cevap aranması, bilimin alanını

genişlettikçe inançların alanı daraltmaya

başlamıştır. Aydınlanma dönemi ile birlikte otoriteden yasaya, itaatten kurala

uymaya ve sorgusuz kabulden akıl ve bilimsel veriler ışığında sorgulamaya

geçişle aklın özgürleşmesinin önü açılmıştır. Yine de bireyin özgür düşünebilmesi

ve düşüncelerinin özgürce ifade edebilmesi, içinde yaşanılan toplumsal

koşullardan (tabular, hurafeler ve otoriteye verilen önem) bağımsız olmayıp,

bu koşulları aşabilmek ise bireyin iradesi ve mücadelesine göre mümkün

olabilmektedir. Bireyin bir otoriteye boyun eğmeksizin kendi yetenekleri ve

çalışmasıyla var olabilmesi için ise yasal güvencelerle korunması zorunludur.

Hukuksal Yönüyle İfade Özgürlüğü:

ABD’ye göre Avrupa’da ifade özgürlüğü, görece daha fazla sınırlandırılmıştır.

Bunun asıl nedeninin, İkinci Dünya Savaşı’nın arenası olması

ve özellikle Yahudiler, Çingeneler ve engellilere yönelik soykırım deneyimini

yaşamaları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesi, ifade özgürlüğüne ilişkindir:

“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları

tarafından müdahale edilmeksizin ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın,

görüş sahibi olma, bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma özgürlüğünü

içerir. Bu Madde devletlerin yayıncılığı, televizyon veya sinema

işletmelerini izin alma koşuluna bağlamasını engellemez.

Bu özgürlüklerin kullanımı, beraberinde ödev ve sorumlukları getirdiği için,

ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu emniyeti menfaatlerine, düzensizliğin

veya suç işlenmesinin önlenmesi, sağlık veya ahlakın korunması,

başkalarının şöhret veya haklarının korunması, gizli olarak elde edilen bilgilerin

açıklanmasının önlenmesi veya yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının

sürdürülmesi için yasa tarafından öngörülen ve demokratik bir toplumda gerekli

olan formalitelere, koşullara, kısıtlamalara veya cezalara tabi tutulabilir.”

30 | SADAP E-DERGİ


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin

(AİHM) ifade özgürlüğü ile ilgili içtihatları,

bu görece kısa düzenlemenin, yorum yoluyla

farklı ifade biçimlerine ve araçlarına

uygulanmasını sağlamıştır. Yine AİHS’in

hakların kötüye kullanılmasını yasaklayan

17. Maddesinin de AİHM kararlarında

sıklıkla yer aldığını belirtmek gerekir.

İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve

örgütlenme özgürlüğü ile yakından ilişkili

bir haktır. Toplanma ve örgütlenme, ifade

özgürlüğünün kolektif biçimde kullanılmasının

yöntemleridir. İfade özgürlüğü tüm

insanlara ilişkindir. Gerçek kişi, tüzel kişi,

vatandaş, yabancı gibi ayrımlar yalnızca

hakkın sınırlandırılması bakımından önem

taşıyabilir. (T.C Anayasası, m.26) Anayasa

Mahkemesi‘nce, “yüksek güvenlikli bir cezaevinde

kapatılmış bulunan hükümlüler”,

“tutuklular”, “askerler”, “devlet memurları”

da dâhil olmak üzere herkesin ifade özgürlüğünün

birer öznesi olduğu kabul edilmiştir.

AİHM kararları, ifade özgürlüğünün kapsamına

siyasi, sanatsal, ticari vb. her türlü

ifadeyi alır. Başkaları açısından “değersiz” ya

da “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması

ve yayılması özgürlüğünü de kapsar.

Ancak günümüzde özellikle Avrupa Hukuku

açısından faşizm, ırkçılık, ayrımcılık, savaş

propagandası veya nefret içerikli ifadelerin

ifade özgürlüğü kapsamı dışında tutulduğu

kabul edilebilir. Bunlardan nefret

söylemi, kategorik olarak ifade özgürlüğü

kapsamı dışında tutulmamış olsa da, ifade

özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda

kolaylıkla gerekçe haline getirilerek kapsam

dışına itilmektedir. Nefret söylemi söz

konusu olduğunda, mevcut iki hak arasında

bir çatışma ortaya çıkmaktadır. Söz konusu

çatışma ifade özgürlüğü ile kişinin

ayrımcılığa maruz kalmaması arasındadır.

Siyasi ifade özgürlüğü AİHM kararlarında

en çok rastlanılan konudur. Hükümetlere

ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin

sınırı daha geniştir. Eleştirinin sınırı açısından

siyasetçilerden sonra kamu görevlileri,

daha sonra yargı çalışanları ve en sona

da siviller gelmektedir. Siyasetçilerin özel yaşamına dair eleştiriler veya

haberler söz konusu olduğunda, normalde kişinin özel yaşamı kapsamında

görülebilecek bazı durumlar, siyasetçiler söz konusu olduğunda kamu

yararı bulunan konular olarak ele alınmaktadır. Siyasal tartışmalar, siyasal

politikaları ve siyasileri eleştirebilmek, tüm demokratik sistemlerin temel

ilkesidir. AİHM’e göre hükümetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca

denetlenmemelidirler. Hükümetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel

medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir. Hükümetler hem en

ağır eleştirilere hoşgörü göstermeli, hem de öngördükleri sınırlayıcı önlemlerin,

ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki doğurmasını engellemelidirler.

Yine kamusal organların denetimi bir yurttaşlık görevidir ve yurttaşların

bu görevi yerine getirirken ağır ve sert bir üslup kullanması mümkündür.

Anayasa Mahkemesi siyasi ifadelerle ilgili olarak AİHM’in yaklaşımını izlemektedir.

AYM’ye göre, sağlıklı bir demokrasi bir hükümetin yalnızca yasama organı

veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil

toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer

alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir. (AYM Bekir Coşkun kararı,

2014/12151) Sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle

siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir.

Kamuya mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin

ve gazetecilerin gördükleri işlev nedeniyle şöhretleri söz konusu olduğunda

toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak bu

kişilerin daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerekmektedir. (AYM, Nilgün

Halloran kararı, 2012/1184) Anayasa Mahkemesi siyasetçilere yönelik ifadeler

bakımından ifade özgürlüğünün daha geniş koruma sağladığını kabul etmekle

birlikte siyasetçilere yönelik her türlü ifadenin bu korumadan yararlanamayacağını

kabul etmektedir. Siyasetçilerin de Anayasa’nın 26. maddesinin

ikinci fıkrasında belirtilen “şöhret ve haklarının” korunması ifade özgürlüğüne

ağır basabilecektir ve 26. maddenin ikinci fıkrası bütün bireylerin itibarlarının

korunmasına yönelik bir düzenlemedir. Bu noktada şahsi sıfatları dışında hareket

eden siyasetçiler bakımından, söz konusu korumanın gerekleri ile siyasi

meseleleri açık biçimde tartışmanın yararı tartılmalıdır. (AYM Bekir Coşkun

kararı, Tansel Çölaşan kararı 2014/6128, Ergün Poyraz(2) kararı 2014/12151).

Sanatsal ifade ile ilgili en açık düzenleme Türkiye’nin de taraf olduğu Ekonomik,

Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 15. maddesinde yer almıştır.

Maddenin üçüncü fıkrasına göre “Bu sözleşmeye taraf devletler... yaratıcı faaliyetler

için zorunlu olan özgürlüğe saygı göstermeyi taahhüt ederler.” AİHM

kararlarında sanatsal ifadelere siyasi ifadelerle kıyaslandığında daha az ayrıcalıklı

bir konum verildiği dile getirilmektedir. Ancak sanatsal ifadeler söz konusu

olduğunda AİHM örneğin şiddete çağrı olarak nitelendirilebilecek bazı

ifadeler karşısında ifade özgürlüğüne daha fazla ağırlık verebilmektedir. Örneğin

Karataş/Türkiye davasında bir şiir kitabı saldırgan bir üslup içermesine

ve şiddete çağrı olarak algılanabilecek ifadeler içermesine karşın, halk üzerinde

olumsuz etkisinin sınırlı olacağı değerlendirilerek ifade özgürlüğünün

ihlal edilmediği yönünde karar verilmiştir. Bu yaklaşım siyasi ifade ve sanatsal

ifade kategorilerinin iç içe geçtiği durumlarda ortaya çıkabilmektedir.

SADAP E-DERGİ | 31


Özellikle müstehcen ifadeler konusu, ifade

özgürlüğü ile ilgili olarak tartışmalı kararlara

yol açabilmektedir. Değer yargıları bir toplumdan

diğerine farklılaşabildiği için müstehcenlik

ve sanat arasındaki sınırın çizilmesi

her zaman kolay olmamaktadır. AİHM bir kararında

hayvanlarla cinsel ilişkiyi gösteren resimlerin

halka açık bir biçimde sergilenmesinin

ardından, ressamın ceza kovuşturmasına

tabi tutulması ve resimlere el konulmasını

değerlendirmiştir. Mahkeme bu olayda başvurulan

önlemin ahlâkın korunması için gerekli

olduğunu kabul etmiş ve Sözleşme’nin

10. maddesinde yer alan “ödev ve sorumluluk”

ifadesine gönderme yapmıştır. Ancak

AİHM son yıllarda içtihatlarında bu durumun

tam tersi yönünde yorumlanabilecek kararlar

vermeye başlamıştır. Örneğin, Mahkeme bir

politikacının cinsel ilişki sırasında resmedildiği

bir resimle ilgili alınan tedbir kararını ifade

özgürlüğüne aykırı bulmuştur. Yine AİHM

erotik içeriği nedeniyle bir kitap hakkında toplatma

kararı verilmesi ve romanın yayıncısına

para cezasına hükmedilmesi ile ilgili bir

başvuruda, yine ahlâkın korunması karşısında

sanat özgürlüğüne ağırlık vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’ne göre de sanatsal ifadeler

Anayasa’nın 26. ve 27. maddelerinin

koruması altındadır ve bu anayasal güvenceler

her tür kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve fikrin

açıklanmasına, yayılmasına ve değiş-tokuşuna

katılma fırsatı yaratmaktadır. Kamu otoriteleri

veya toplumun bir kesimi için hoş

olmayan düşüncelere; şiddeti teşvik etmediği,

terör eylemlerini haklı göstermediği ve

nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği

sürece sınırlama getirilemeyeceği kabul

edilmiştir. (AYM Fatih Taş kararı, 2013/1461)

AİHM, akademisyenlerin çalıştıkları kurum

veya sistem ile ilgili görüşlerini özgürce

dile getirebilmesinin ve herhangi bir

sınırlama olmaksızın bilgi ve gerçekleri

yayma özgürlüğünü akademik özgürlük

kavramı ile karşılar. Örneğin, AİHM akademik

nitelikli bir kitapta Türkiye’nin toprak

bütünlüğüne aykırı olarak değerlendirilebilecek

bazı ifadelerin şiddete teşvik niteliğinde

olmadığını belirtmiş ve ciddi bir

akademik çalışma niteliğini haiz olduğu için ifade özgürlüğü kapsamında

değerlendirmiştir. Akademik araştırmalar söz konusu olduğunda, kamu

makamları kural olarak elindeki belgeleri sunma yükümlülüğü altındadır ve

bu yükümlülüğün ortadan kalkması için AİHS’e uygun bir sınırlamanın ortaya

konulması gerekmektedir. Bu durum özellikle tarihsel gerçeklerin ortaya

çıkarılması amacıyla gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar için geçerlidir.

AİHS’in 10. maddesi ticari ifadelere yönelik de bir koruma getirmektedir.

Ancak ticari ifadeler, siyasi ifadeler ve sanatsal ifadelere göre daha az koruma

görebilmektedir. Ticari ifadelerin toplumu yakından ilgilendirdiği ve

kamu yararı bulunduğu durumlarda herhangi bir gerekçeye dayanmaksızın

yayılması olanağının ortadan kaldırılması “sansür” olarak kabul edilmiştir.

AİHS’in 10. maddesinde yer alan meşru amaçlardan birisi de “ahlâkın

korunması”dır. Mahkeme bu tür ifadelerde taraf devletlere geniş takdir

yetkisi tanıma eğilimindedir. Bu durumun nedeni olarak, bu tür konularda

Avrupa’da ortaklaşa bir standardın yokluğu gösterilmektedir.

AİHM, dini değerlere yapılan saldırılar konusunda gösterdiği mevcut

yaklaşımı, laik kesimin benimsediği değerlere yönelik ağır eleştirilerde göstermediği

gerekçesiyle eleştiri ile karşılaşmıştır. AİHM önünde görülen bir

davada, bazı dini figürlere yönelik müstehcenlik de içeren bir filmin gösteriminin

engellenmesi ve filme el konulması, Mahkeme tarafından dindar

nüfusun dini inançlarının, hakaret edici bir biçimde saldırıya maruz kalmamasının

güvence altına alınması, devletin takdir alanında kaldığı gerekçesiyle

ifade özgürlüğüne aykırı bulunmamıştır. Söz konusu karar büyük

eleştiri ile karşılaşmıştır ve “titizlikten uzak ve çoğulcu bir demokraside sanatsal

ifadenin mantıksal temellerinden bihaber” olarak nitelendirilmiştir.

Müstehcen ifadeler yönünden “pornografi”, “erotizm” ve “müstehcenlik”

kavramlarının ayrıştırılması gerekir. “Porno” kavramı Türk Dil Kurumu tarafından,

“amacı cinsel dürtülere yönelik olan, ahlâkî değerlere aykırı düşen

yayın, resim vs.” olarak tanımlanırken, “müstehcen” kavramı “açık saçık, edebe

aykırı, yakışıksız” olarak tanımlanmaktadır. Görüldüğü üzere pornografi

cinsel dürtüleri harekete geçirmeye yöneliktir ve bu anlamda müstehcenlikten

farklılaşmaktadır. Bu iki kavramın benzer şeyleri nitelemediği görülmektedir.

Bu kavramlarla bağlantılı bir diğer kavram ise “erotizm” kavramıdır ve

“erotik” kelimesi “cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığı

duygu ve coşkularla ilgili olan” biçiminde tanımlanmaktadır. Erotizmde

cinsellik konu edilebilirken, pornografide cinsellik bir konudan öte

bir nesnedir ve amaç cinselliği konu etmek yerine cinsel dürtüleri harekete

geçirmektir. Bir çalışmada yaratıcının amacı, eserin pornografik olup olmadığının

tespitinde belirleyici rol oynar. Bu nedenle pornografi ile erotizm

veya müstehcenlik kavramları arasında bir ayrıma gidilmelidir. Günümüzde

pornografik olmamasına rağmen “müstehcen” içerikte kabul edilebilecek

ifadeler “ahlâkın korunması” veya “başkalarının şöhreti veya haklarının

korunması” amaçlarıyla sınırlamaya tabi tutulabilmektedir. AİHM bu

tür ifadelerde taraf devletlere geniş takdir yetkisi tanıma eğilimindedir.

32 | SADAP E-DERGİ


Anayasa Mahkemesi, müstehcenlik kavramının

karmaşıklığını ve muğlaklığını kabul

etmiştir. Müstehcen ifadeler söz konusu

olduğunda ve bu tür ifadeler bir sanat eseri

ile dile getirildiğinde, yargı organlarının

yapacakları değerlendirmelerde “sanat

alanının veya eserinin özelliklerine, müstehcen

olduğu değerlendirilen kısımların ifade

edildiği bağlama, yazarın kimliğine, yazılma

zamanına, amacına, hitap ettiği kişilerin

kimliklerine ve onların estetik anlayışlarına,

eserin muhtemel etkilerine ve eserdeki

diğer ifadelerin tamamına bir bütün olarak

bakılarak yapılması gerektiği“ belirtilmiştir.

Irk ayrımcılığı ve nefret söylemi ile ilgili olarak

Türkiye’nin de taraf olduğu Her Türlü Irk

Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin

Uluslararası Sözleşme’nin 4. maddesinde,

taraf devletlerin “(…) bir ırkın veya belli bir

renge veya etnik kökene mensup bir grubun

üstünlüğü fikirlerine ya da teorilerine

dayanan ya da her ne şekilde olursa olsun

ırkçı nefreti ve ayrımcılığı haklı çıkarmaya ya

da yüceltmeye çalışan tüm propaganda ve

tüm örgütleri kınayacakları ve bu tür ayrımcılık

faaliyetleri ile ayrımcılığı teşviki ortadan

kaldırmaya yönelik acil ve olumlu önlemler

almayı (…)” üstlenecekleri belirtilmiştir.

Bu önlemlerden bazıları madde metninde

sıralanmıştır. Bu önlemler arasında ırkçı üstünlüğe

ya da nefrete dayalı tüm fikirlerin

yayılmasının ve ırk ayrımcılığını teşvikin, yasayla

cezalandırılması ve suç olarak ilan edilmesi,

ırk ayrımcılığını destekleyen ya da bu

tür ayrımcılığa teşvik eden tüm örgütlerin

ve ayrıca örgütlü ve diğer tüm propaganda

faaliyetlerinin yasa dışı ilan edilmesi ve

yasaklanması, bu tür örgütlere ya da faaliyetlere

katılımın yasayla cezalandırılması ve

suç olarak düzenlenmesi, yerel veya ulusal

kamu kurum ve yetkililerinin ırk ayrımcılığını

desteklemesine ya da ırk ayrımcılığını teşvik

etmesine izin verilmemesi yer almaktadır.

Anayasa’nın 13. ve 14. maddelerinde yer

alan hakların sınırlanması rejimi ve kötüye

kullanılması yasağı ile birlikte ilgili maddeler

değerlendirildiğinde, nefret içerikli ifadelerin,

bu ifadeleri örgütlü bir şekilde dile getirmenin,

bu ifadeleri toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde dile getirmenin yasalarla

yasaklanması durumunda, bunun Anayasa’ya aykırı olmayacağı söylenebilir.

Bu tür bir yasaklama, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde

bu tür ifadelerin kullanılması hakkın kötüye kullanılması olarak

değerlendirilerek Anayasa’nın 14. maddesine uygun kabul edilebilecektir.

Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru usulü ile beraber nefret söylemi kavramına

kararlarında yer vermeye başlamıştır. Mahkeme konuya dair bir

dizi uluslararası belgeden hareketle, “kişilere veya gruplara yönelik nefretin

belirli bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması, dinsel nedenlerle nefretin

ve inananlar ile inanmayanlar arasındaki ayrıma dayalı nefretin kışkırtılması

ve saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik” şeklinde ifadesini bulan

hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin kışkırtılmasını nefret söylemi

olarak kabul etmiştir. Mahkeme’ye göre nefret söylemi muhakkak belirli

bir kişiye veya gruba yönlendirilmelidir. “Bir gruba veya bir grubun üyelerine

yönelik ifade, nefreti teşvik ediyorsa ve bu teşvikin sözde geçerli nedeni

o gruba isnat edilen özelliklerse, bir grubun üyeleri sırf bu gruba üye

oldukları için aşağılanıyor, genel çoğunluktan farklı görülüyor, toplumsal

olumsuzlukların faili sayılıyorsa ya da bu grupların veya üyelerinin aşağılanmaları

ve haklarından mahrum edilmeleri, maruz kaldıkları dışlanma, baskı

veya şiddet meşru gösteriliyor ise söz konusu düşünce açıklamasının nefret

söylemi içerdiği kabul edilebilir.” (AYM Fetullah Gülen kararı, 2014/12225).

Mahkeme, nefret söylemi niteliğinde ifadeler söz konusu olduğunda, hakaret

içeren ifadeler açısından söz konusu olan tazminat yolunun tüketilmesi

zorunluğunu aramamaktadır. Olayın kendine özgü koşulları da dikkate alınmak

koşuluyla, bireysel başvuru öncesinde hukuk yoluna gidilmeksizin sadece

ceza muhakemesi yolunun tamamlanmış olmasını yeterli görebilmektedir.

AİHS’in ifade özgürlüğüne sağladığı koruma yalnızca içerik açısından

değildir. Bilgi ve düşüncelerin dile getirildiği, iletildiği ve bunlara

ulaşıldığı farklı biçim ve araçları da kapsamaktadır. İfadenin resim,

kitap, film, broşür gibi herhangi bir araçla ve herhangi bir

içerikte dile getirilmesi mümkündür. İfade özgürlüğü aynı zamanda sessiz

kalma hakkı biçiminde ifade özgürlüğünün negatif yönünü de içermektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına bakıldığında, yazılı belge ve kitap yayımlama,

radyo ve televizyon yayıncılığı, barışçıl gösterilerde konuşma yapma veya

basın açıklamasında bulunma, bir konuya dikkat çekmek için veya bir durumu

protesto etmek için açlık grevi yapma, dilekçe yazma ve cezaevinde yemek almama,

güncel bir konuda kamuoyunun dikkatini çekmek üzere reklam ve siyasi

propaganda amaçlı veya ölen insanları anmak için kullanılan bir slogan, işçinin

çalıştığı iş yerindeki hukuka aykırılıklar veya işverenin yaptığı haksızlıklar

nedeniyle idareye şikâyet dilekçesi yazması veya konuyu kamuoyuna duyurması,

şiir yazma ve yayımlama gibi farklı biçimlerde kullanılan ifadelerin ifade

özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Yine Anayasa Mahkemesi’ne

göre “Anayasa’nın 26. maddesi, her türlü kültürel, siyasal ve sosyal

bilgi ve fikirlerin paylaşıldığı ortamlara dâhil olan bireylerin bilgi ve fikir alışverişinde

bulunurlarken istedikleri dili tercih etme özgürlüğünü kapsamaktadır.

SADAP E-DERGİ | 33


Basına yönelik olarak, yayın öncesinde getirilen

sınırlamaların, bilginin serbestçe akışı ve

halk arasında anlamlı bir tartışma yaşanmasına

yönelik en ciddi tehdit olması nedeniyle

hem orantılılık, hem de hukuken öngörülme

ve meşru amaç ölçütleri çerçevesinde çok sıkı

bir denetime tabi tutulması gerekmektedir.

Ayrıca haberler “çabuk eskiyen mal” olarak nitelendirilmektedir

ve bu nedenle basına yönelik

sürekli nitelikteki müdahalelerin daha

da sıkı bir denetime tabi tutulması beklenmektedir.

Anayasa Mahkemesi, basın özgürlüğünü,

“herkes için geçerli ve yaşamsal öneme

sahip bir özgürlük” olarak görmektedir.

Mahkeme’ye göre “Çoğunluğa muhalif olanlar

da dâhil olmak üzere düşüncelerin her

türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye

paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek

ve gerçekleştirme konusunda ikna

etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.

Bu itibarla düşünceyi açıklama

ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin

işleyişi için yaşamsal önemdedir.”

Basın özgürlüğü, AİHS’de ifade özgürlüğüne

ilişkin 10. maddenin altında koruma altına

alınmış, bizde ise Anayasa’nın 28. ila 32.

Maddeleri arasında özel olarak düzenlenmiştir.

Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim

araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim

araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur.

(AYM Abdullah Öcalan kararı, 2013/409) .

Basın özgürlüğü kavramı, basının, meslek etiği çerçevesinde davranması gerekliliğini

dışlamamakla birlikte, basının haber dilinin kendisi tarafından belirlenmesi

özgürlüğünü de içerir ve bu anlamda basına bir özerk alan bırakır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi de, yargı mercilerinin basının yerine geçip, belli

bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemesinin

mümkün olmadığını ifade etmiştir. (AYM Medya Gündem Dijital Yay. Tic. A.Ş.

kararı, 2013/2623).

Bununla birlikte basının sorumluluk bilinciyle de hareket etmesi beklenmektedir

ve bu konuda AİHS 10. Maddesinde sözü edilen “ödev ve sorumluluklar”

ibaresine dikkat çekilir. Özellikle basın yayın organlarının nefret söylemi ve

şiddete tahrikin yayılmasında bir araç olarak kullanılma tehlikesi dolayısıyla,

siyasi tartışmalarda ve gerilimlerde özel bir “ödev ve sorumluluk” altında

oldukları kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “Düşünceyi

açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan

basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak

ve sınırsız değildir.” Basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın

ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya

izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerekse de, bu özgürlük aynı

zamanda ilgililerin, meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi

verecek şekilde, iyi niyetli olarak ve sorumluluk bilinci ile hareket etmelerini

de zorunlu kılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’ne göre eleştiri ile hakaret

arasında bir ayrıma gidilmelidir. Örneğin bir kamu görevlisinin yüzüne karşı,

kamuoyunu ilgilendiren konularda bir fikir alışverişi niteliği taşımaksızın, kamuya

açık bir alanda ve çok sayıda kişinin önünde “aptal” ve “hödük” gibi ifadeler

kullanılması durumunda bu hakaretin kabul edilebilir eleştiri sınırını aştığına

karar verilebilmektedir. Değerlendirmede kullanılan kamu yararı ölçütü

her somut olayla ilgili olarak kendi içinde değerlendirilmektedir.

34 | SADAP E-DERGİ


Bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma

günümüzde internet gibi yeni teknolojilerin

gelişimi ile daha da yaygınlaşmıştır. AİHS’in

10. maddesinin ilk fıkrası AİHM tarafından

geniş yorumlandığı için, internet de 10. madde

koruması kapsamındadır. Mahkeme’ye

göre internet siteleri, erişilebilirlikleri ve çok

sayıda veriyi saklamak ve yaymak konusundaki

yeterlilikleri sebebiyle, kamuoyunun

güncel haberlere erişimine ve daha genel

olarak haberlerin iletilmesinin kolaylaşmasına

büyük oranda hizmet etmektedir.

bir editöryal kontrol olmaksızın, anında haber ve fikirlerin yayılması imkanı

sağladığını, tamamen dağıtılmış bir sistem olarak hakim bir konum olmaksızın

temel bilgi kaynağı şeklinde faaliyet gösterdiğini ve etkileşimli bir kitle iletişim

aracı olarak kullanıcıların karşılıklı haber ve fikir alışverişi yapmalarına imkan

tanıdığını belirtmiştir. Mahkeme belirtilen sebeplerle internetin faaliyet

alanının çerçevesini tam olarak çizilemeyeceğini kabul etmektedir. Mahkeme

bunun ardından internet haberciliğinin, basının temel işlevi olan “gözetleyici”

görevini yerine getirdiği sürece basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceğini

belirtmiştir. Örneğin geleneksel gazetecilik faaliyetine benzer şekilde

yayın yapan internet sitelerinin basın özgürlüğünün sağladığı güvenceden

yararlanabileceği kabul edilmiştir. Bu noktada Anayasa Mahkemesi tarafından

“basının temel işlevini yerine getirme” şeklinde bir ölçüt uygulanmaktadır.

Anayasa Mahkemesi internetin modern demokrasilerde

başta ifade özgürlüğü olmak

üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması

bakımından önemli bir araçsal değere

sahip bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme’ye

göre internet ortamında düşüncelerin

açıklanması ve yayılması, basılı yayınlara

oranla daha kolay, ucuz, hızlı ve yaygındır.

“Ulaşılabilirliği, haber ve fikirlerin saklanma

süresi ve kapasitesi ile hacimce büyük haber

ve fikirleri iletme imkânı gözetildiğinde

internet, halkın haber almasının ve bilgilerin

iletilmesinin gelişiminde önemli bir role

sahiptir. İnternet, herhangi bir sınırlama

gözetmeksizin herkesin haber ve fikirlere

ulaşması ile fikirlerini yayması noktasında

çok önemli bir imkan sağlamaktadır.” Mahkeme

internetin Anayasa’nın 26. maddesinde

düzenlenen ifade özgürlüğünün

güvencesi altında olduğunu kabul etmiştir.

Mahkeme, “başta ifade ve basın özgürlüğü

olmak üzere internet özgürlüğü ile bağlantılı

diğer hak ve özgürlüklerin demokratik

bir toplumdaki yaşamsal önemi nazara alındığında,

internet konusunda kamu gücünü

kullanan makamların ve mahkemelerin çok

hassas davranmaları gerektiği”ni söylemektedir.

(AYM Ali Kıdık kararı, 2014/5552).

Anayasa Mahkemesi, internetin önemini

kabul etmekle birlikte internet üzerinden

iletilen her türlü haber ve düşüncenin Anayasa’nın

28. ila 32. maddelerinde güvence

altına alınan basın özgürlüğü kapsamında

kabul edilemeyeceği kanaatindedir. Mahkeme

öncelikle internetin geleneksel medya ve

basın kuruluşlarından farklı olarak herhangi

SADAP E-DERGİ | 35


Sonuç:

Demokrasilerin oluşup geliştiği toplumların

kültür ortamı, çoğulcu bir içeriktedir. Çoğulcu

kültür ortamının mevcudiyeti, aykırı olmanın

ve aykırı fikirleri savunmanın adeta

dokunulmaz ve kutsal bir değer olarak kabul

edilmesiyle mümkündür. Bu, bir tek kişinin

herkesten farklı ve hatta taban tabana zıt

bir görüşte olması durumunda bile, o kişinin

fikrini korkmadan, tehdit edilmeden,

gözdağı verilerek sindirilmeye çalışılmadan

savunabilmesi anlamına gelir. Ancak, bu tür

toplumlarda sivil toplum gelişir; onun içinden

bireylerin rızasına dayanan ortaklıklar

ve şirketlerden kulüp ve derneklere, hatta

siyasal partilere kadar uzanan bir yelpazede

genişler. Aynı çoğulcu kültür ortamı farklı

fikirlerin ve yeniliklerin ortaya çıkmasına,

bunların bir eleştiri ve tartışma sürecinden

sonra kabul görerek hayata geçmesine yol

açar. Değişen dünya koşullarına uyum sağlama

çabalarını böyle bir çoğulcu ortamda sürdüren

toplumlar, yenilenmeyi ve yaratıcılığı

daha başarılı ve hızlı bir biçimde sürdürebilirler.

Böyle bir ortam, bir yandan yeni fikirlerin,

yeni teknolojilerin, yeni mal ve hizmetlerin

üretilmesine, diğer yandan da iktisadi refahın

genişleyerek tabana yayılmasıyla iktisadi

kalkınmaya olanak sağlar.

Aynı çoğulcu kültür ortamı, bir diğer yandan

da, en aykırı fikir ve önermelere açık bir bilimsel

araştırma zemininin oluşmasına ve

yaşamasına katkıda bulunur. Çoğulcu toplumun

kültürel ortamı, en düşünülemeyen

hayal ürünlerinin düşünülmesine, en yerleşik

düşüncelerin sorgulanmasına, alabildiğine

mantık, yöntem, gözlem, veri ve diğer açılardan

incelenip eleştirilmesine olanak sağlar.

Bu sınırlanmamış düşünce ve ifade ortamında,

bilimsel buluşlar ortaya çıkar, tartışılır,

eleştirilir, sınanır ve nihayet reddedilir veya

bu zorlu süreçlerden sonra kabul görürler.

Bilimsel araştırma yapacak bireylerin yetiştirilmesinde,

onlara hayal güçlerini çalıştırarak

başkalarının hayal edemediklerini hayal

etmeyi, daha önce bilinmeyeni bulmayı, olgulara

daha önce bakılmamış bir açıdan bakmayı,

başkalarının çözemediği problemleri

çözmeyi öğretmeye ve bu tür girişimlerde bulunmaya özendirmeye gayret

edilir. Bu da doğal olarak toplumda yerleşik olan ve genel kabul gören düşüncelerin

sorgulanmadan kabul edilmesiyle tamamen zıt bir düşünce pratiğidir.

İnsan hakları ve ifade özgürlüğü konusunda uluslararası hukukta hızlı gelişmeler

yaşandığı ve ne yazık ki AİHM’e en çok başvuran ülkelerden olmamız

nedeniyle Prof. Dr. Uğur ALACAKAPTAN’ın 2000 yılındaki sözleriyle noktalayalım:

“Ceza Hukuku; liberalleşerek, temel hak ve özgürlükleri baskı altında

tutmanın [aracı] değil, bunlara; kamusal ya da özel odaklardan ve güçlerden

gelebilecek saldırı ve müdahalelere karşı eşit biçimde ve ayrım gözetmeyen

etkin bir koruma sağlayacak bir araç haline dönüşmelidir. Ceza Hukuku’nun,

böyle bir araç kimliğine kavuşabilmesi ya da dönüşebilmesi için, öncelikle;

düşünce farklılıklarını bastıran ve demokratik çoğulculuk ile bağdaşmayan

her çeşit siyasal nitelikteki suçlardan arındırılması, gerçek anlamda anti sosyal

karakter taşımayan eylemlerin suç olmaktan çıkarılması ve demokratik-toplumsal-hukuk

devleti hedefini gerçekleştirmenin, toplumsal bağdaşıklık

sürecinin harekete geçirilmesinin aracı olması gerekecektir. Geleneksel ceza

hukuku anlayışına göre; failin ceza görmesinin nedeni, norma aykırı davranmış

olmasıdır. Böyle olunca da, normu koyan siyasal erkin menfaati; korunan

hukuksal menfaat olmaktadır. Menfaat siyasal erkin olunca, bu erk; suç tanımı

yapmak, yaptırımı göstermek, seçeceği cezayı çektirmek ve ondan önce de

yargılamakta, sübjektif hak sahibi olmaktadır. Bu yaklaşım, insan hakları temeline

dayanan çağdaş ceza hukuku ile bağdaşmaz. Ceza hukuku “cezalandırma”

hukuku olmaktan çıkarılmalıdır. Bireyin haklarını koruyan ve bireylere güvence

sağlayan hukuk olmalıdır.”

Kaynaklar:

1)Bilim ve Özgür Düşünce. Prof. Dr. Şafak Ural.05.02.2014 günlü makalesi

2)Bilim Akademisi İnsan hakları Etik Kurulu makalesi. (Bilimakademisi.org) Nisan

2016

3)İfade Özgürlüğü . Dr. Ulaş Karan. Nisan 2018

36 | SADAP E-DERGİ


BLOCKCHAIN İLE E-TİCARETİN AVUKATLIK MESLEĞİNE

ETKİLERİ VE KVKK’NIN YENİ TEKNOLOJİLER

BAĞLAMINDA YENİDEN ELE ALINMASI

Av. Cihan KADIHÜSEYİNOĞLU

1-BLOCKCHAIN TEKNOLOJİSİ NEDİR?

a-Bilgi-Veri İşleme Sürecinin Kısa Tarihi Gelişimi

Tarihsel süreç içerisinde bilgiye ve veriye erişim, erişilen bilginin

ve verinin depolanması ve aktarılması büyük önem arz etmiştir.

İnsanoğlunun biyolojik ve sosyolojik evrimsel ilerleyişi

içerisinde, bilgiyi ve veriyi aktarmak insanoğlu için bir ihtiyaç ve

zorunluluk olmuştur. Bilgi ve veri; kimi zaman mağara duvarlarına

işlenmiş, kimi zaman ağaç kabuklarına, derilere yazılmıştır.

Kağıdın bulunması, bilgi ve verinin kaydedilmesi ve aktarılması

açısından devrimsel bir gelişme olmuştur. Ancak kağıt

bulunmuş olsa bile üretimi, ulaşımı hala maliyetli ve zaman

isteyen bir üründür. Her ne kadar Batı Medeniyeti, her şeyi

kendisine mal etmeye çalışsa da medeniyeti, teknolojiyi kendisinden

başlatsa da, kağıt nasıl ki Doğu Medeniyetinin insanoğluna

bir katkısı ise, aynı şekilde kağıdın yani devrimsel

veri işleme aygıtının daha işlevsel olarak kullanımını sağlayan

matbaanın icadı da “Doğu işi bir büyücülüktür”. Matbaanın icadı,

verinin işlenmesi, ulaşılması ve depolanması sürecinde insanoğluna

büyük kolaylık sağlayan ikinci devrimsel bir gelişmedir.

Tüm bunlardan daha ilerici bir gelişme ise, endüstri devrimi sonrası

fotoğraf makinası, radyo, telefonun, elektriğin bulunması ve tüm

bu ayrı ayrı keşfedilen teknolojilerin muazzam bir şekilde kombine

edilerek bilgisayarın ve kısa süre sonra internetin icadı olmuştur.

İnternet 1960’lardan bu yana var olan bir teknolojidir. 60’ların

başında ABD Savunma Bakanlığı tarafından desteklenen ağ çalışmalarından

birisi, İnternet Protokolü’nü (IP) kullanan ilk ağ olan

ARPANET’tir. ARPANET üzerinden ilk mesaj, Los Angeles’taki Kaliforniya

Üniversitesindeki (UCLA), Profesör Leonard Kleinrock’un

laboratuvarından, Stanford Araştırma Enstitüsü’de (ISR) bulunan

bir bilgisayara gönderilmiştir. Yazımızın konusunu internetin tarihini

oluşturmadığı için konumuzla alakadar olan açıklamalar ile

iktifa ve örneklemeyle yetinerek bu konuyu burada bitireceğiz.

SADAP E-DERGİ | 37


b-Bilgi ve Veri’nin Önemi ve Bigdatanın

Ortaya Çıkması Sonucu Beliren Riskler

Yeni ulaşım ve iletişim teknolojilerinin geliştirilmesi

ile son 50 yılda küreselleşme hiç olmadığı

kadar hızlanmıştır. 50 yıl kadar önce

devletlerin ve şirketlerin; gizli ve tekelinde

tuttukları, askeri ve operasyonel amaçla kullandıkları

pek çok teknoloji, sivil yaşama

girmiş ve pek çok insanın hayatına entegre

olmuştur.

Bu bağlamda özellikle 1990’lardan sonra verinin

işlenmesi, depolanması ve bu sürecin

yönetilmesi daha önemli bir hale gelmeye

başlamıştır. Veri operasyonel, ticari ve askeri

kaygılar güden devlet ve şirketler açısından

geçmişten bu güne önem arz etmektedir.

Verinin toplanması, işlenmesi ve depolanması

tarihsel süreç içerisinde ayrı bir güçlük

ve zorluk taşımıştır, ancak yeni gelişen internet

teknolojisi 1990’larda bu teknolojinin insanlar

arasında yaygınlaşması ve internetin

küreselleştirilmesi, 2000’li yıllarda küresel

çaplı sosyal ağların ortaya çıkması ile veriye

ulaşım kolaylaşmıştır.

Nitekim Facebook, Twitter gibi sosyal ağların

ücretsiz olmasının arkasında yatan en büyük

etken tarihten beri ulaşılması ve elde edilmesi

güç olan veriyi ve bilgiyi ücretsiz ve kolayca

toplamak ve işlemektir. İnternetin kitlesel

olarak kullanılmaya başlanması sonucunda

ortaya çıkan Bigdata’nın (Büyükveri) işlenmesi

Artificial Intelligence’ın (Yapay Zeka)

geliştirilmesi için de önemlidir. Nitekim

yapay zeka çalışmaları ancak ücretsiz sosyal

ağlar neticesinde toplanan Bigdata’nın

(Büyükveri) işlenmesi sonucu anlamlı olarak

ilerleyebilmiştir. Bu durum veri toplanması,

depolanması ve işlenmesi sürecinin neden

bu kadar önemli olduğunun başka bir göstergesidir.

Özellikle şirketler, küreselleştirilmiş internet

ağı, ücretsiz sosyal ağlar ve e-ticaret ile;

insanların/kullanıcıların kişisel verileri, verdikleri

hizmet karşılığı olarak ve şirketlerin

tekel konumunda bulunmasından dolayı,

rıza alınmaksızın toplanmaya başlanmıştır.

İnsanların özel sohbetlerinde birbirlerine

gönderdikleri mesajlar ve içeriklerin yanında,

kimlik bilgileri, adresleri, aile geçmişleri, eğitim bilgileri gibi pek çok kişisel

veri onların onayları alınmadan, nasıl kullanılacağını bilselerdi razı olmayacakları

şekilde uzun süre kullanılmıştır.

Veri ve bilgi devlet veri tabanlarında, bankalarda, özel şirketlerde, facebook

gibi özel sosyal ağlarda, merkezi veri tabanlarında muhafaza edilmektedir ve

sistem yöneticileri tarafından veriye ulaşım, verinin kullanılması ve değiştirilmesi

kontrol altında tutulmakta, bahse konu bu verilerin yedekleri de bulunmaktadır.

Verinin merkezi olarak kısıtlı sayıda yöneticinin erişiminde tutulması,

kötüye kullanımları ortaya çıkarmakta, özgür iradeyi ortadan kaldırmaktadır.

Bu durumun ortaya çıkaracağı riskler teknolojik gelişim süreci içerisinde daha

bu kadar kitlesel veriye ulaşılamadığı bir dönem olan 1990’lı yıllarda teorik

olarak dile getirilmiştir. Bu bağlamda verinin nasıl depolanması gerektiğine

dair ilk tartışmalarda verinin merkezi olmayan bir veri tabanında, verinin sahibinin

kendisinin ve sadece kendisinin onay verdiği kişilerin erişimine açık bir

şekilde tutulması gerektiği tartışılmıştır.

c-Blockchain Teknolojisi ve Getirdiği Yenilikler

Blockchain teknolojisi ilk olarak Dr. W.Scott Stometta ve Dr. Stuart Haber’in

1991 yılında ortak bir çalışma ile hazırlayıp yayınladığı ‘Bir Dijital Doküman

Nasıl Zaman Damgasına Alınır?-How to Time Stamp a Digital Document’

başlıklı makalesiyle ortaya konulmuştur. Bahse konu makalede merkezi olmayan

bir veri depolama sisteminden bahsedilmiştir. Makalede açıkça isim

olarak Blockchain ibaresi geçmese bile makalenin içeriği itibarıyla blockchain

teknolojisinin temeli olarak kabul edilmektedir. Yine blockchain için bir yapı

taşı olarak kabul edilen ikinci gelişme, 1994 yılında bilgisayar bilimci, kriptoloji

uzmanı ve bir HUKUKÇU olan Nick Szabo’nun yayınlamış olduğu Akıllı Kontratlar-Smart

Contracts başlıklı makaledir.

Blockchain teknolojisi internetin reorganizasyonu anlamı taşıyan ve tüm internet

altyapısının yeniden güncellemesi ihtiyacı doğuran, devrimsel teknolojik

bir yeniliktir. Blockchain teknolojisinin doktrinsel altyapısı ve teorisi 1990’lı

yıllarda oluşturulmuştur. 30 Ekim 2008 yılında Satoshi NAKAMOTO rumuzlu

anonim bir kişi veya grup tarafından, Bitcoin: Peer to Peer Electronic Cash

System- Bitcoin: Uçtan Uca Elektronik Nakit Sistemi isimli makale yayınlanmıştır.

Blockchain ismi Satoshi Nakomoto isimli kişi veya grubun 2008 yılında

www.bitcoin.org web sitesinde yayınladıkları makalenin içerisinde ifade bulan

‘chain of blocks’-zincirli bloklar ibaresine atfen ortaya çıkmıştır. Temelde

blockchain teorisi ve teknolojisi iki ifade öbeğinin üzerine kuruludur. Peer to

peer-uçtan uca ve dağıtık-merkezi olmayan veri depolama sistemi.

Blockchain teknolojisi herhangi bir aracı kurum, kişi veya organizasyona ihtiyaç

duyulmadan, taraflar arasında veri akışının doğrudan sağlanmasına

olanak vermektedir. Blockchain temelli ağ üzerinden transfer edilen veriler

merkezi olmayan bir veri tabanında kriptolanarak muhafaza edilir. Sistem

gücünü sisteme dahil olan kullanıcılarının teknolojik cihaz ve altyapılarından

alır. Dağınık olarak muhafaza edilen veriler herhangi bir yönetici tarafından

kontrol edilmez, değiştirilmez veya işlenemez. Sistem içerisinde kriptolanarak

dağıtılan veriye verinin sahibi olan kişiler uygun sistem anahtarları ile ancak

kendileri veya izin verdikleri kişiler ulaşabilir.

38 | SADAP E-DERGİ


Tüm bu açıklamalarımız doğrultusunda verinin

erişilmesi, kaydedilmesi, depolanması ve

işlenmesi sürecinin temelden değişeceği bir

hakikattir. Blockchain teknolojisi verinin merkezileştirilmiş

ve hatta küreselleştirilmiş veri

tabanlarında tutulmasına karşı sivil bir inisiyatifin

protestosu anlamını da taşımaktadır.

2-E-TİCARET

ve mağazada gezmektedirler. Gelen her müşteri ile ilgilenilmesi ve memnun

edilmesi ayrıca sosyal bir mesele ve ciddi bir efor gerektirmektedir. Halbuki

elektronik mağazada ürünler, özellikleri ve fiyatı yazmakta, mağazanın

kuralları ve şartları belirtilmekte, müşteri zamandan, mekandan ve kişiden

bağımsız olarak ürününü sipariş edebilmektedir. Tacir bakımından e-ticaret,

pek çok maliyeti ortadan kaldırmaktadır. Nitekim bu teknolojik dönüşümün

bir göstergesi olarak, hali hazırda klasik ticaretleri devam eden, pek çok tacir,

Instagram sayfaları, Facebook sayfaları açmakta ve ürünlerinin pazarlama

ve satışlarını sosyal iletişim araçları üzerinden gerçekleştirmektedirler.

Ticaret, Göbeklitepe’de ortaya çıkan bulgularında

bize gösterdiği üzere bilindiği

kadarıyla 14.000 yıl önceye dayanmaktadır.

14.000 yıl boyunca insanlığın gelişim sürecine

paralel olarak ticaret çeşitli değişimler

geçirmiştir. Ancak 20. Yüzyılın sonu ve 21.

Yüzyılın ilk çeyreğindeki radikal değişim,

ticaret için adeta bir metamorfoz hadisesidir.

Klasik ticaret hızlıca e-ticarete evrilmektedir.

E-ticarette verilerin kullanımı

depolanması ve işlenmesiyle bağlantılıdır.

Dünya e-ticaretin getirdiği pek çok yenilik

ve kolaylık dolayısıyla ve yine süreç

içerisinde yaşanan ve insanlar üzerinde

şok etkisi yaratan hadiseler sonucu (Covid-19

pandemisi gibi), ticaretin öznesini

oluşturan tacir ve müşteri olarak e-ticareti

daha hızlı benimsemektedirler.

Klasik ticaret sırasında, müşterinin kişisel verilerini, (kimlik bilgileri, adres

bilgileri, hesap bilgileri vesair) tacirler ile bu kadar fazla paylaşması söz konusu

değildi ve fakat e-ticaretin yaygınlaşması ve giderek klasikleşmiş ticaretin

yerini almaya başlaması sonucu tacirin kişisel verileri toplaması, depolaması

ve işlemesi meselesi gündeme gelmiştir. E-ticaret dönüşüm ve

değişim sürecinde, kişisel verilerin, merkezi olarak ve tacirin kontrolünde

olacak şekilde toplanmasına, depolanmasına ve işlenmesine müsaade etmeyecek

e-ticaret platformlarının oluşturulması gerektiği ortadadır. Bunu

sağlayacak altyapı blockchain teknolojisinin var olması sebebiyle mevcuttur.

Gerçekleştirilmesi ise talep, baskı ve istemekle mümkün olacaktır.

Bu bağlamda dönüşümün bu kadar hızla olduğu sosyolojik ortamda,

dönüşümün hızına ayak uyduramayan klasik hukuksal doktrinsel

yaklaşımlar, yeni oluşan ve oluşacak problemlere çözümler üretmekten

aciz kalmaktadır. Hukukun bu teknolojik ve sosyolojik dönüşüme

adapte olması ve bu dönüşüme aynı hızda ayak uydurabilmesi bakımından

süreci gözlemleyen üçüncü olarak avukatların inisiyatif alarak

değişim ve dönüşümünde öncü ve belirleyici olması gerekmektedir.

Amazon, Hepsiburada, Gittigidiyor, Trendyol

tamamı ismini çok duyduğumuz

e-ticaret platformlarıdır. Bahse konu platformlar

internetin küreselleşmesi ve mesafeleri

ortadan kaldırması sonucu ticareti

hızlandırmış ve klasik ticaretin mekân,

kişi, zaman bağımlılığı unsurlarını ortadan

kaldırarak yeni bir değişimi getirmiştir.

İnsanlar temelde ticaretlerini gerçekleştirmek

için, bir ofis ya da dükkan ve ürünlerini

depolayacakları depo (MEKAN), bu

ürünlerin muhafazası için altyapı ihtiyacı

(soğutucu, elektrik, güvenlik sistemleri vesaire)

ve satış aşamasına geçmek için yahut

geçene kadar öncesindeki mutfak işlerinde

çokça ZAMAN harcamaktadırlar. Herhangi

bir ürünün perakende satışının gerçekleştirildiği

herhangi bir mağazada, insanlar

mağazaya gelmekte, ürünleri denemekte

SADAP E-DERGİ | 39


3-BLOCKCHAIN VE E-TİCARETİN AVUKATLIK MESLEĞİNE

GETİRDİĞİ YENİLİKLER

a-Avukatlık Mesleğine Çeşitli Yönleriyle Kısaca Bir Bakış

Hukuk ve hak arayışı süreci; tarih boyunca, muktedirin kudretini

kullanarak adalet terazisini şaşırtmasını engellemek süreci

olmuştur. Modern devletlerin; günümüz liberal devlet ve

hukuk doktrini anlayışının, temelini oluşturan Toplum Sözleşmesi

Teorisi ve yine insanlığın geçirdiği tarihi tecrübe süreci

de bunu doğrulamaktadır. Nitekim Anayasalar, kanunlar, örf

kuralları, ahlak kuralları, dini kurallar; yozlaştırılmalarından

önce, temel amaç olarak muktedirin gücünün dizginlenmesi,

güçlü ve zayıf arasındaki acımasız mücadelenin insani bir seviyeye

getirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Avukat; bu süreçte

toplum içerisinde gücü elinde bulunduran erk sahiplerini,

kanunların ve tüm devlet sisteminin amacına uygun işlerliğini

gözlemleyen bağımsız bir otoritedir. Nitekim avukatlık

mesleğinin bu bağımsız gözlemci, üçüncü olma özelliği dolayısıyla

pek çok batılı demokraside, devlet içerisinde bir erk

olan yargıçlar bağımsız avukatlar arasından seçilmektedir.

Advocatus; üstün, ayrıcalıklı, güzel konuşan (Roma kökenli),

Counselor/Lawyer; Danışılan kişi/Hukuk insanı (Amerika

kökenli), Avvocato; yardım etmesi için çağrılan kişi (İtalya

kökenli), Avukat; vekil (Türk kökenli). Bu kullanım ve anlamlandırmalar

özellikle seçilmiş, yazılmıştır. Avukatların bulundukları

toplum itibarıyla ne anlama geldikleri, meslek olarak,

bizatihi mesleği ifade eden kelimeye yükledikleri anlamla

eşdeğerdir. Bu bakımdan ülkemizde avukatlık mesleği ne

yazık ki; “asılın iradesini gerçekleştirmek noktasında hareket

eden-etmek zorunda olan vekilden”’ öteye gitmemektedir.

Türkiye’de mesleğin içerisinde bulunduğu girdap sadece

bir sistem hatası değildir. Türkiye’deki pek çok problemin

kaynağı olduğu gibi, mesleğin içerisinde bulunduğu

sıkıntıların temel sebebi bir zihniyet problemidir.

İdeolojik körlük, ne yazık ki hiçbir konuya işlevsellik, sürdürülebilirlik,

geleceğe yönelik olma ve bilimsel yönden

yaklaşılmasına müsaade etmemektedir. Geçmişin kısır

tartışmalarına mahkûm olursak, gelecek olan değişim

ve dönüşüm dalgasının şokuna karşı hazırlıklı olamayız.

Yapay zekâ, blockchain, e-ticaret tüm alanlarda yeniden

yapılanma sürecini hızlandırmaktadır. Hele ki Covid-19 pandemisinin

ortaya çıkarmış olduğu şok, bu dönüşüm sürecini

daha da hızlandırmıştır. Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Çalışma Örgütü ve pek çok ulus üstü örgütün gelecek projeksiyonlarında,

toplumların sosyolojik olarak adaptasyonlarını

gerçekleştirebileceklerinden daha hızlı ve acımasız

bir dönüşüm ve değişim dalgasının gelmekte

olduğu sıklıkla ifade edilmektedir.

Robotik, otomasyon ve karanlık fabrikalar hele ki Covid-19

pandemisinin insan bedeninin kırılganlığını daha da ortaya

koymasıyla pek çok fizik gücü gerektiren işin ortadan

kalkmasına sebebiyet vereceği ILO’nun (Uluslararası Çalışma

Örgütünün) projeksiyonlarında defaten ifade edilmiştir.

Bununla beraber, yapay zekâ ve yapay zekâ ile entegre robotlar,

nesnelerin internetinin daha işlevsel hale gelmesi sonucu,

cerrahi operasyon gerektiren pek çok tıp alanı ve hukuki meselelere

dair pek çok konu bizlerin alanından çıkarak makinaların

alanına girecektir. Sadece alt gelir grubu olan insanlar değil,

toplumun orta ve üst gelir grubunu oluşturan mavi ve beyaz

yakalı insanlarda bu süreçten kaçınılmaz olarak etkilenecektir.

Dünya, pek çok dönüşüm ve değişim süreci geçirmiş

fakat, şu an yaşadığımız dönüşüm dalgası içerisinde,

bilimdeki geometrik gelişim ve ne yazık ki

sosyolojik değişimlerin çok uzun sürmesi sebebiyle, toplumsal

adaptasyon aynı hızda gerçekleşememektedir.

40 | SADAP E-DERGİ


veya tüzel kişinin elinde bulunan bireylere

ait kitlesel veriler, klasik basılı

veri depolama sisteminden, hızla elektronikleşmeyle

beraber basılı alandan

elektronik alana taşınmıştır. Bu durum

zaten baştan itibaren bizatihi veri toplayıcısı

konumunda bulunan hizmet

sağlayıcılarının kötüye kullanım risklerini,

aynı zamanda siber saldırı riski

ile, verilerin hizmet sağlayıcısının

dışında kötü niyetli 3.kişilerin eline

geçmesi riskini de ortaya çıkarmıştır.

Tüm bu risklerle beraber avukatlar, her

çağda teknolojinin etiğini oluşturmuş ve

tartışmışlar, teknolojik gelişmelerin sosyolojiyi

dönüştürmesi sürecinin yönetilebilir

olmasını sağlamışlardır. Nitekim Bu

bağlamda avukatlar blockchain teknolojisi

ve e-ticaretin etik ve hukuk açısından çerçevesinin

çizilmesi noktasında aksiyon almalıdırlar.

Aksi takdirde 21.yüzyıl teknokrasinin

yüzyılı olacak etik ve hukuki çerçeve ikinci

plana itilecektir. Bunun için blockchain bazlı

dönüşümde, avukatların yazılımcılarla

beraber hareket ederek ve yine çağı yakalamak

adına, gelişen teknolojiyi anlamak için,

teknolojik okuryazarlığı artırarak öncelikle

kendi kişisel verilerinin güvence altına

alınmasını sağlayabilecek, avukatlık mesleğine

dair pek çok meselenin ve yine müvekkil-avukat

gizliliğini garanti altına alabilecek

dağınık veri tabanlı sistemlerin, hayata

geçirilmesini sağlayacak adımlar atılmalıdır.

4-KVKK’NIN AMACI VE YENİDEN

DEĞERLENDİRMESİ

24/3/2016 tarihinde meclis genel kurulunda

kabul edilen ve 7/4/2016 tarihinde

Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe

giren 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması

Kanununun Amacı; kanunun 1 maddesinde

de ifade bulduğu üzere verinin

depolanması, toplanması ve işlenmesi

sürecinin kişilerin özel hayatını ihlal etmeyecek

şekilde yönetilmesini sağlayarak

kişi hak ve özgürlüklerinin ihlalini

önlemektir.

Özel hastanelerin toplamış olduğu sağlık

verileri, özel okulların toplamış olduğu

eğitim verileri, tacirlerin satış sırasında

toplamış olduğu pek çok veri ve yine

tüm kayıt ve verilerimizi tutan devletin

uhdesindeki verileri ile beraber kişiler

için hizmet sağlayıcısı olan gerçek kişi

Baştan beri anlattığımız üzere verilerimiz

hizmet sağlayıcıları tarafından merkezileştirilmiş

veri tabanlarında saldırılara

açık halde depolanmaktadır. Merkezileşmiş

veri tabanları; kişisel verilerin

korunmasının önündeki en büyük engellerden

biri olmakla beraber eskimiş bir

teknolojidir. Merkezi veri tabanları, veri

depolayan hizmet sağlayıcıları bakımından,

hizmetin geliştirilmesi amacıyla kullanılmakta

olduğu gibi, aynı zamanda

Bigdata haline gelen verilerin satılması

suretiyle gelir kapısı olarak da kullanılmaktadır.

Hele ki merkezileştirilmiş veri

depolama sisteminde verinin toplanması,

depolanması ve işlenmesi sürecinde

sınırlı sayıda yetkili bulunması, bireyi

bu kadar büyük veriyi elinde bulunduran

hizmet sağlayıcısına (bilgiyi ve veriyi

elinde bulunduran yeni nesil muktedire)

karşı korumasız ve olduğundan daha

da zayıf bir pozisyona düşürmektedir.

6698 sayılı KVKK 1.maddede bahsedilen

amacı gerçekleştirebilmekten uzak yetersiz

ve geçmiş zamanın teknolojisine

göre çıkarılmış, zamanın gerisinde kalmış

bir kanundur. Kanun yukarıda ifade

edilen hiçbir riski ortadan kaldırmayı güvence

ve garanti altına alamamaktadır.

6698 sayılı Kanun verilerin işlenmesi

başlıklı 4,5,6.maddeleri kişisel verilerin

işlenmesine dair yukarıda açıkladığımız

ve izah ettiğimiz riskleri ortadan kaldıracak

hiçbir yeterli izah ve açıklama ortaya

koymamakta, muğlak ifadelerle veri işleyicilerine

çok geniş bir alan tanınmaktadır.

SADAP E-DERGİ | 41


Yine kanun, öncesi dönemde sağladığı hizmet

sonucu veri elde edenlerin haddizatında

elinde bulunan verileri nasıl işleyeceklerine

dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.

Facebook gibi ulus üstü tüzel kişilerin

bireysel verileri işlemesi ve elde etmesine

dair herhangi bir düzenleme bulunamamakta,

bireysel verilerin ulus üstü tüzel kişilerce

rahatça toplanması ve ulus üstü tüzel kişilerin

kendi istediği gibi bu veriler üzerinde tasarruf

etmesini engelleyememektedir.

Kişisel verilerin silinmesi, yok edilmesi veya

anonim hale getirilmesine dair 7.madde

de yine çok muğlaktır. Hangi verilerin, nasıl

silineceği yok edileceği veya anonim hale

getirileceği açık değildir. Yine muğlak kanun

maddesi bireysel verinin toplanması, depolanması

ve işlenmesi noktasında veri toplayan

sorumlulara çok geniş, sınırları belirsiz ve

flu bir genişlik bırakmaktadır.

Ayrıca kanun kapsamında oluşturulan kurulların,

bireysel veriyi kanuna aykırı olarak işleyen

kişilere veya kuruluşlara ceza vermenin

ötesinde, bireysel verileri kendi arzusu hilafına

ve kişiye zarar verecek surette toplayan,

depolayan veya işleyen olursa bu veri internet

gibi devasa sanal uzaydan nasıl silinecek

ve kişi hak ve özellikle özgürlüğü nasıl

güvence altına alınacaktır. Bu hususta hiçbir

düzenleme bulunmamaktadır.

Zaten yetersiz olan kanun Çeşitli Hükümler

Başlıklı 7.bölüm 28.madde ile getirilen istisnalar,

kişisel verilerin güvence altına alınmasını

imkansıza yakın zor bir hale getirmiştir.

Kişisel verilerin ulus üstü veya ulusal yeni

muktedirlerin eline kolayca geçmesine müsaade

etmek güçsüz bireyin yeni muktedir

karşısında daha da dezavantajlı bir konuma

düşürülmesi anlamına gelmektedir.

Kişinin bireysel alanı, özel hayatının gizliliği,

kişinin özgür olabilmesi bakımından önemlidir.

Bu bakımdan, kişisel verilerin bireyin

kendi erişimi ve denetiminde olmasını sağlayacak

dağıtık veri tabanları çok büyük önem

arz etmektedir. Başta da ifade ettiğimiz üzere;

kanunlar muktedirin protesto edilmesi,

sınırlandırılması, daha doğru ifade ile zayıf

olan bireyin hak ve özgürlüklerinin, muktedire karşı, güvence altına alınması

amacına hizmet etmekte-etmelidir. Bu bağlamda bireylerin kişisel verilerinin

muktedire karşı güvence altına alınamaması durumunda, birey hak ve özgürlüklerinin

muktedire karşı korunduğundan bahsetmek pek mümkün olmayacaktır.

Bu noktada haddi zatında ister 1990’lı yıllarda teorik ve teknolojik doktrinsel

altyapısının oluşturulduğu, isterse 2008 yılından sonra ilk uygulamaları

ile blockchain teknolojisi, yeni muktedire karşı bireyin, birey hak ve özgürlüklerinin

güvence altına alınması için geliştirilmiş protesto ve tepki mahiyeti

taşıyan devrimsel bir gelişmedir. Bireysel verinin herhangi bir veri yöneticisinin

kontörlüne ihtiyaç duyulmadan, sisteme üye olan bireylerin imece usulü

dayanışması ve elektronik cihazlarının konum bilgileri, CPU’larını, RAM’larını

paylaşmaları sonucu dağınık bir ağda, parçalanmış ve kriptolanmış bir halde

ve sadece veri sahibinin uygun anahtarı ile kendi ve kendisinin izin verdiği

kişilerin erişimine açık bir şekilde depolanması kişisel verilerin toplanması

meselesini ortadan kaldıracak, verinin depolanmasını ve işlenmesi meselesini

ise birey lehine muhafaza altına alacaktır.

Yeni nesil teknolojilerin sağlamış olduğu imkan ve olanaklar da dikkate alınarak

teknolojik değişim ve dönüşümün zeminini oluşturacak şekilde bireysel

verilerin merkezileştirilmiş veri tabanlarında pek çok riske açık şekilde tutulması

yerine dağınık bir veri tabanı ve buna uygun ağda birey kendi verisinin

kendi kontrolünde olduğu bir sistemin geliştirilmesi için çağa uygun yeni bir

kanun yapılması gerekliliği açık ve ortadadır.

5-KAYNAKÇA

1-Blockchain ve Kripto Para Hukuku, Prof.Dr.iur.Fatih BİLGİLİ&Arş.Gör.M.Fatih

CENGİL

2- wikipedia.org/internetin tarihi

3-www.bitcoin.org., Bitcoin: Peer to Peer Electronic Cash System- Bitcoin: Uçtan

Uca Elektronik Nakit Sistemi, Satoshi NAKAMOTO

4-‘Bir Dijital Doküman Nasıl Zaman Damgasına Alınır?-How to Time Stamp a

Digital Document’, Dr. W.Scott Stometta&Dr. Stuart Haber

5-Akıllı Kontratlar-Smart Contracts, Nick Szabo

6-Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Av. Vedat Ahsen COŞAR

7-www.ilo.org

8-www.wto.org

42 | SADAP E-DERGİ


SADAP

SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU E-DERGİSİ

Sayı-1 Haziran 2020

www.sadap.org

DES12N MGZ | 43

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!