SADAP E-DERGİ SAYI 1 HAZİRAN 2020
Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu Dergisinin İlk Sayısıdır
Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu Dergisinin İlk Sayısıdır
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
SADAP
SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU E-DERGİSİ
Sayı-1 Haziran 2020
www.sadap.org
DES12N MGZ | 1
Unutulma Hakkına
Genel Bir Bakış
Av.Cengiz SERTTAŞ
Sayfa 6
İÇİNDEKİLER
Kadına Şiddet
Av. Selin Deniz
BOZKURT
Sayfa 12
Kağıtsız Ofis
Stj.Av. Mustafa
Zafer KÜÇÜKKURT
Sayfa 23
Koronavirüs ve Stajyer
Avukatlar
Stj. Av. Rıdvan DURGUN
Stj.Av. Sema Nur ÖZAY
Sayfa 20
Tasarım : Mustafa Zafer KÜÇÜKKURT
2 | SADAP E-DERGİ
Avukatların Dernek
ve Vakıf Kurması
Av. Mustafa TOPAL
Sayfa 26
Özgürlük ve İfade
Özgürlüğü
Av. Arb. Gürkan COŞKUN
Sayfa 29
Blockchain ile E-Ticaretin Avukatlık Mesleğine
Etkileri ve KVKK’nın Yeni Teknolojiler
Bağlamında Yeniden Ele Alınması
Av. Cihan KADIHÜSEYİNOĞLU
Sayfa 37
Yürütme Kurulu, Danışma Kurulu ve Genç Kurul
Yürütme Kurulu
Av. Cengiz Serttaş
Av. Ali Selek
Av. Bilge Özdemir
Av. Hülya Aksoy
Av. Mustafa Batı
Av. Hatice Ustaer
Av. Mustafa Z. Küçükkurt
Av. Ali Okçu
Av. Güray Tangüder
Av. Selin Deniz Bozkurt
Av. Fesih Can
Av. Nilgün Altıntaş
Danışma Kurulu
Av. Sinem Hacıeminoğlu
Av. Ali Selek
Av. Müjdat Tuna
Av. Tarkan Büyükoktar
Av. Hatice Ustaer
Av. Gürkan Coşkun
Av. Sabri Hafif
Av. Güray Tangüder
Av. Hakan Ayaz
Av. Serap Demir
Av. Mühübe İlgün
Av. Kadına Nilgün Şiddet Altıntaş
Av.
Av.Selin
Bilge Özdemir
Deniz
Bozkurt
Av. Hakan Çelikkeser
Av. Süreyya Işın
Av. Nuran Tangüner
10
Genç Kurul
Av. Benan Yaman
Av. Şerife Y. Köse
Av. Faruk Tok
Av. Mustafa Özsoylu
Av. Büşra Kaya
Av. Hicran Demirci
Av. Burak İnan
Av. Kenan Çöte
Av. Enes Can
Av. Rıfat Cemre Koç
Av. Ece Büşra Yazıcı
Av. Fatih Terkenli
DES12N MGZ | 3
EDİTÖRDEN
“Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu”
olarak “Söz uçar, yazı kalır.”
düsturundan hareketle dijital dergimizin
ilk sayısıyla karşınızdayız.
İlk sayımızı yayımlıyor olmanın heyecanını
yaşadığımız dergimizi tanıtmadan
önce bu dergiyle taçlandırdığımız
SADAP’ın kuruluş amacına ve
neden böyle bir dergiye ihtiyacımız
olduğuna değineceğiz.
SADAP Nedir?
Avukatların ve stajyer avukatların
mesleki ve ekonomik sorunlarına
çözüm üretmek, avukatlar arasında
yardımlaşma bilincinin güçlenmesini
sağlamak, iyi insan ve iyi toplum
inşasına hizmet etmek, yeni işbirliği
modelleri ve projelerle çağdaş ve
sürdürülebilir yardımlaşma ve dayanışma
ağları oluşturmak, avukatlık
meslek ilkeleri korunarak günümüz
teknolojik olanaklarıyla mesleğin gelişmesine
ve geleceğe taşınmasına
katkı sağlamak amacı ile kurulmuştur.
Serbest Avukatlar Dayanışma Platformu
(SADAP) gönüllü meslektaşlarımızın
gayretleriyle kurulmuş
bir birliktelik olup herhangi bir
kurum, kuruluş ya da siyasi parti ile
bağı yoktur. Türkiye Barolar Birliği’nin
alternatifi ya da rakibi olmadığı gibi
yanında olmak gibi bir misyonu da
yoktur. Türkiye genelindeki hiçbir
baronun sesi ya da nefesi değildir.
Böyle bir görevi ya da amacı yoktur.
Herhangi bir siyasi düşüncenin, dini
inancın ya da etnik grubun uzantısı
da değildir.
Kuruluş amacımızda da belirttiğimiz gibi SADAP, avukatların ve
stajyer avukatların esenliğini dert etmiş hukukun üstünlüğüne
inan, demokratik, insan hak ve özgürlüklerine saygılı gönüllü bir
oluşumdur.
E-DERGİ hakkında…
Bu dergi, Türkiye genelinde bine yakın avukatın ve avukat stajyerinin
tamamen dijital ortamda demokratik usulleri kullanarak seçtiği
yürütme kurulumuz tarafından hazırlanmıştır. SADAP e-DERGİ
kuruluş ilkelerine uygun olarak bilgiyi paylaşmak, sorunlarımızı
dile getirmek ve bu sorunlara çözüm aramak amacıyla kurulmuştur.
Öncelikle, akademik bir dergi olmadığımızı ancak gelecek
sayılar için böyle bir hedefimiz olduğunu belirtmek isteriz. Dergimiz
düşüncelerini sizlerle paylaşmak isteyen meslektaşlarımızın
yazılarından oluşmaktadır. Ücretsiz olarak ulaşabileceğiniz dergimiz
sadece dijital ortamda yayımlanmaktadır. Editörlerimiz de
kuruluşumuzdaki gibi gönüllü avukatlardan oluşmaktadır. Dergimize
gönderilen yazılar, bu gönüllü avukatlarımızın kontrolünden
geçmektedir. Olağanüstü emek harcayarak gönüllü editörlüğü
üstlenen tüm meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.
Tek buluşma noktamız dergi mi olacak?
Heyecanla belirtelim ki, hayır. Hazırlıkları tamamlanmak üzere olan
sadap.org uzantılı internet sitemiz bu ayın sonunda yayına çıkacak.
İnternet sitemizin bu birlikteliğe gönül vermiş tüm avukatların ve
stajyer avukatların ortak buluşma noktası olmasını amaçlıyoruz.
İnternet sitemizde tüm üye meslektaşlarımızın yararlanabileceği
bilgi bankası, özgeçmiş havuzu, tartışma ve bilgi alışverişinin
yapıldığı platformlar ve güncel gelişmeler olması planlanmaktadır.
Desteğini ve ilgisini esirgemeyen, dergimize yazılarını gönderen
tüm yazarlarımıza teşekkür ederiz. Bütünüyle gönüllü çalışmayla
oluşturduğumuz bu dergimizin ilk sayısındaki eksikleri gelecek sayılarda
sizlerin de desteği ile gidereceğimizi umuyoruz.
Saygı ve sevgilerimizle
SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU YÜRÜTME
KURULU
4 | DES12 NMGZ
SADAP E-DERGİ | 4
DES12N MGZ | 5
SADAP E-DERGİ | 5
UNUTULMA HAKKI
“Genel Bir Bakış”
Av. Cengiz SERTTAŞ
1- GİRİŞ
Unutulma hakkı, yakın geçmişten
itibaren duymaya
başladığımız, yakın gelecekte
de oldukça sık duyacağımız
bir kavramdır. Her
ne kadar mevzuatımıza
yeni sayılacak bir zamanda
girmiş olsa da hızla kendisine
ait yerini dolduracak
ve kişisel hak ve hürriyetlerin
önem arz ettiği, özellikle
özel hayatın gizliliği
ile ilgili, üzerinde çokça
fikirlerin tartışıldığı bir dönemde
münhasır bir yer edineceğini
de belirtmek isteriz.
Bu kısa makalemizde unutulma
hakkının hukuki, tarihi
ve içtihadi gelişiminden
ziyade, bu hakkın mevcut
kapsam ve çerçevesi ile
mevzuatımızdaki kanuni
dayanağının altının çizilmesi
amaç edinilmiştir.
2-GENEL OLARAK
Belirtmek gerekir ki, kişisel
bilgilerinizin isteğinizin
dışında herhangi bir yerde
bulunması, hele hele bu
bilgilerin içerik olarak eskimiş,
hatta saklanmasının
kanuni dayanaktan yoksun
kalmış olması, bu bil-
6 | SADAP E-DERGİ
gilerin, mevcut ve gelecekteki
hayatınızı olumsuz
etkileme ihtimali elbette
ki sizi rahatsız edecektir.
Düşünün ki, işlemiş olduğunuz
bir suç, belirli bir süre
geçtikten sonra adli sicilinizden
silinebiliyor. Ancak
işlemiş olduğunuz bu suçun
işlendiği tarihlerde bir internet
sitesinde ya da sitelerinde
haberiniz yer alıyor. Adli
sicil kaydınız silindiği halde
dijital ortamdaki bu haberler
sürekli sizi takip ediyor.
Belki iş başvurularınızda insan
kaynakları departmanı
tarafından görülerek, belki
evlenmek üzere iken eşiniz
tarafından görülerek, belki
iyi bir iş bağlantısı yapacak
iken karşı firma yetkilileri tarafından
görülerek bir anda
artık sizi takip etmemesi
gereken ve şahsi haklarınıza
zarar veren bu dijital
ortamlar size zarar veriyor.
Elbette ki sinir bozucu ve
kişilik haklarınıza zarar verici
bu duruma, insan haklarına
saygılı bir toplum hedefleyen
modern dünyanın sessiz
kalması düşünülemezdi. İşte
bu yüzden son yıllarda, özellikle
2012 yılının başından
itibaren hukuk dünyamıza
UNUTULMA HAKKI diye bir
kavram kazandırılmıştır.
Unutulma hakkı, kişinin
geçmişini kontrol edebilme
hakkıyla ilgilidir. Kişiye,
geçmişte bir şekilde kendisi
ile ilgili olan bir bilginin,
kişisel haklarının korunması
amacıyla sınırsız bir
şekilde toplum hafızasında
kalmasını önlemek amacıyla
verilmiş bir haktır.
Unutulma
hakkı,
SADAP E-DERGİ | 7
başkalarının bilmesini istemediğimiz kişisel
verilerimizin bulundukları ortamdan silinmesini
veya yayılmamasını isteme hakkıdır.
Şahsımıza ait bu verinin eğer topluma kazandıracağı
üstün bir yarar yoksa yani bir KAMU
YARARI yoksa bu verinin bulunduğu ortamdan
silinmesinin ve toplum hafızasından yok
edilmesinin bir kişilik hakkı olduğu çok açıktır.
3-UNUTULMA HAKKININ KANUNİ ALTYA-
PISI
Aslında bu husus, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nde ve Türk Anayasası’nda
hüküm altına alınmıştır. Ancak bugüne
kadar çok da fazla bilinmediğini, ya da
belki de daha doğru bir anlatımla bilinen
hususların hukuki altyapısının toplumca
çok fazla bilinmediğini görmekteyiz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde unutulma
hakkının altyapısının, özel hayata
saygı olarak kabul edildiğini görmekteyiz.
8 | SADAP E-DERGİ
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin,
“Özel ve Aile Hayatına Saygı” başlığı altındaki
8.maddesi aşağıdaki şekildedir;
AİHS Madde 8: Özel ve aile hayatına saygı
hakkı
1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve
yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin
yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği,
ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması,
suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın
veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması için gerekli bir tedbir
olması durumunda söz konusu olabilir.
Görüldüğü gibi, AİHS, özel hayatın gizliliğine,
ancak ve ancak ulusal güvenlik, toplumun
üstün yararı gibi ilkeler söz konusu ise müdahale
edilebileceğini belirtmiştir.
Anayasa’mızın, “Özel Hayatın Gizliliği”
başlığını taşıyan 20. Maddesinde ise; “Herkes
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini
isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın
ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Herkes kendisi ile ilgili verilerin korunmasını
isteme hakkına sahiptir. Bu Hak kendisi ile ilgili
kişisel veriler hakkında bilgilendirilme bu
verilere erişme bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda
kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi
de kapsar. Kişisel verilerin korunmasına ilişki
usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” Hükmü
yer almaktadır.
Yukarıdaki Anayasa maddesinden de anlaşıldığı
üzere, AİHS’nin 8.maddesi ile uyumlu
olarak özel hayatın gizliliği korunmuş, ayrıca
son yıllarda hukuk hayatımıza giren ve çok
da önem arzeden Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu’nun da Anayasal dayanağı
olan, “herkesin kendisi ile ilgili kişisel verilere
ulaşabilme, bu verileri talep etme, kişisel verilerin
amaçlar doğrultusunda kullanılmasını
kontrol ve amacın dışında kullanılan ve/veya
artık amaca herhangi bir hizmet etmeyen
kişisel bigilerin kişisel veri kayıt ortamlarından silinmesini talep etme hakkı”
açıkça belirtilmiştir.
Türk Medeni Kanunu 24’üncü maddesinde de şu hüküm yer almaktadır:
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden saldırıda
bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin
rızası daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanun verdiği yetkisinin
kullanılması sebeplerinden biri ile haklılık kılınmadıkça kişilik haklarına
yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” Şeklinde hüküm yer almaktadır.
AİHS, Anayasa ve kanunlarımıza girmiş özel hayatın gizliliği ve kişisel veri kavramı,
Türk Medeni Kanunu’muzda da düzenlenmiş ve kişilik haklarımıza saldırılar
olduğu takdirde bunun önlenmesi ve cezalandırılmasının önü açılmıştır.
Daha özel bir kanun olan 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun
(KVKK) 1.ve 2. Maddesinde bu hususun kapsamı da şu şekildedir :“Bu Kanun
hükümleri, kişisel verileri işlenen gerçek kişiler ile bu verileri tamamen veya
kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak
kaydıyla otomatik olmayan yollarla işleyen gerçek ve tüzel kişiler hakkında
uygulanır.”
Görüldüğü gibi, KVKK, kişisel veriyi gerçek kişilere ait veri olarak
tanımlamış, veriyi kaydeden kişilerin ise gerçek ve tüzel kişi olabileceğini
belirtmiştir. Bu kanun ile artık kişisel olarak işlenen verilerimizin bir ortamda
bulunmasının kontrolü şahsi olarak bizim elimizde iken, bu verileri
elinde tutan kişilerin de belirli bir amaç dışında tutmuyorsa ve bu
amaç eğer hukuki bir dayanaktan yoksun ise, bu kişisel verinin kayıt
ortamından silinmesinin de zorunlu olduğu bir zemine oturmuştur.
Buna göre bir kişisel veriyi herhangi bir hukuki sebep olmadan
elinde tutan kişi, bu veriyi ya re’sen yani kendisi, ya da kişisel
verisi işlenen kişinin talebi ile silmek zorundadır. Kanuni
dayanağın sona ermesi de artık hukuki sebebin sona erdiğini ve hukuki dayanağın
kalmadığını, dolayısıyla verinin silinmesi gerektiğini göstermektedir.
Görüldüğü gibi, KVKK öncesi sadece dijital ortamlardan silinmeyi ifade eden
Unutulma hakkı, KVKK ile artık kayıt ortamlarının niteliği önemli arzetmeden
hukuki dayanak ortadan kalktıktan sonra, belirli bir süre içinde hem şekli ayırt
etmeksizin her türlü kayıt ortamlarından, hem de bu kayıt ortamlarının uzantılarının
ve kopyalarının da olduğu tüm ortamlardan yok edilmesini kapsamaktadır.
Yakın geçmişteki Avrupa örnekleri daha çok, unutulma hakkının genellikle dijital
ortamdan, hatta neredeyse tamamen internet ortamındaki güncelliği ve
kamu yararı bitmiş, kanuni takibi yapılmış ve sonuçlanmış ya da artık haber
niteliği kalmamış, ancak kişisel olarak hak ve itibar kaybına yol açan kişisel
verilerin internet ortamından kaldırılması talepleri ile ilgilidir. Unutulma hakkı
ilk olarak, 2012 yılının başlarında Avrupa Komisyonu’nun Adalet ve Vatandaşlıktan
Sorumlu Üyesi Viviane Reding’in açıklamalarıyla gündeme gelmiştir.
SADAP E-DERGİ | 9
Bu husustaki ilk dava da emsal teşkil edecek
bir dava olup, içeriği kolaylıkla internet
sayfalarından bulunabilecek 2014 yılında
Google’a karşı açılmış davadır. (Bknz. Google
Spain SL, Google Inc - Agencia Española de
Daececón de Datos, Mario Costeja González
Davası-2014)
Türkiye’de de yukarıda belirtilen AİHS, Anayasa’mız,
Türk Medeni Kanunu’muz ve KVKK
ile kişisel verilerin artık UNUTULMA HAKKI
kapsamında kayıtlı oldukları ortamlardan,
hukuki dayanağı ve üstün kamu yararı yoksa
silinmesini hüküm altına almıştır.
Türk yargısında ise içtihadi olarak unutulma
hakkına ilk olarak, Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu’nun 17.6.2015 tarihli kararında
rastlamaktayız. Unutulma hakkı bu kararda,
Avrupa Adalet Divanı kararına atıfta bulunularak
tanımlanmış ve “üstün bir kamu yararı
olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan ve
geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir
süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini
istemediği kişisel verilerin silinmesini ve
yayılmasının önlemesini isteme hakkı” denilerek
çerçevesi çizilmiştir.
Unutulma hakkı kapsamında şahsi verileri
kaydeden gerçek ve tüzel kişilerin de bu
verileri KOPYALARI VE UZANTILARI DAHİL
TAMAMEN SİLME VE YOK ETME sorumluluğu
altına girdiği, bu sorumluluğa uymayanların
ise çok ciddi cezai yaptırımlarla karşı karşıya
geleceği kanun kapsamına alınmıştır.
Avrupa örnekleri doğrultusunda Türkiye’de
de birtakım başvurular yapılmaya başlanmış
ve sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Anayasa
Mahkemesi’ne yapılan başvurularda emsal
kararlar çıkmaya başlamış ve bu hususta
kanuni dayanakların dışında içtihat oluşturacak
kabuller de hukuk dünyamıza girmiştir.
Yine çok detaya girmeden aşağıda da sıraladığımız birtakım kabuller, hem
Yargıtay Kararlarında hem de Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda,
içtihadi olarak ortaya çıkmıştır.
-Suç işlediğine dair haberlerin yer aldığı internet sitesindeki haberler,
kişinin ilgili ceza davasından beraat alması nedeniyle kaldırılmasını
gerektirir.
Detayına girmeyerek belirtelim ki, unutulma
hakkı bu dava ile hukuk dünyamıza girmiş ve
günümüze kadar yapılan binlerce dava ile
hak kayıpları yaşayan kişilerin kişisel verileri
internet ortamından ve dijital ortamlardan
silinmiştir.
-Geçmişte yer almış bir habere aradan oldukça fazla zaman geçmiş
olmasına rağmen ve güncelliğini de yitirmesine rağmen günümüzde
ulaşılması ve kişinin günümüz şartlarında bu eylemi (suç unsuru/ya da
eleştirel bir beyanı vs. ) gerçekleştirmiş gibi gösterilmesi basın ve ifade
hürriyeti kapsamında değerlendirilemez ve bu haberin kaldırılması
gerekir.
-Kişisel bir suç eyleminin kişinin kendisini topluma anlatma gayesi
içinde olan bir kişi olmadığından (siyasetçi, sanatçı gibi), suç kayıtları
da devletçe zaten kayıt altında tutulduğundan üzerinden zaman geçmiş
haberin kaldırılması gerekir.
-İstatistik ve bilimsel bir amaca hizmet etmeyen kişisel verilerin silinmesi
gerekir.
-İfade ve basın hürriyeti ile kişilik hakları karşılaştırıldığında kişilik
hakları daha üstün bastığı takdirde unutulma hakkının kabulü gerekir.
-Haberin içeriğinin doğru olmaması da kişilik haklarına zarar verici nitelikte
olup, dijital ortamdan kaldırılması gerekir.
Haberin üzerinden “uzunca bir süre geçmesi” tanımı muğlak olup, bugüne
kadar uzunca bir süre kavramının içeriğindeki “uzun süre”nin tanımı yapılmamıştır.
Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin (Karar No: 2018/13080 ) verdiği bir kararda, haberin
üzerinden 9 yıl geçtiğini ve diğer kriterler de birlikte değerlendirdiğinde
kişilik hakları açısından unutulma hakkının kullanılabileceği kararını verdiğini
görmekteyiz.
Oldukça sübjektif görünen “uzunca bir süre” kavramının, olayın niteliğine
göre değişeceğini söyleyebiliriz.
Dijital ortamdaki ve internet ortamındaki haberler için bu “süre” kavramı
muğlaklık ifade etmesine rağmen, KVKK kapsamında düzenlenen kişisel veri
envanterinde belirtilen saklama süresinin sonundaki imha süresi içerisinde
kişisel verilerin imha edilmesi zorunluluğu, farklı kayıt ortamlarında kişisel
verileri tutan (kaydeden) kişiler ve firmalar açısından bir kesinlik ifade etmektedir.
10 | SADAP E-DERGİ
4-SONUÇ OLARAK;
Unutulma hakkı, özel hayatın gizliliği kapsamında
değerlendirilen bir hak olup, kişinin
kendi rızası olmadan, bilimsel bir amaçla
dahi olsa kendisine ait bilgilerin açıklanmasının,
yayılmasının ve başkaları tarafından
ulaşılmasının önlenmesi amacıyla, eğer
üstün bir kamu yararı yoksa, kişinin mahrem
bilgilerinin korunmasının insani ve hukuki
hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, bu
bilgilerin bulunduğu ortamlardan, bu ortamların
her türlü uzantılarından ve her türlü
kopyalarından silinmesi ve yok edilmesidir.
Unutulma hakkı, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 8.maddesinde, Anayasa’mızın
8.maddesinde, Türk Medeni Kanunu’muzun
24.maddesinde ve 6698 Sayılı Kişisel Verilerin
Korunması Kanunu’nun kapsamını belirten
1. Ve 2. Maddesinde ve cezai hükümler
içeren 17.maddesinde güvence altına alınmış
ve hukuki dayanağa kavuşturulmuştur.
Dolayısıyla herkes, rızası olmadan, tutulmasının
kanuni bir dayanağı olmayan
ya da kalmayan, toplumun üstün
yararına da hizmet etmeyen herhangi
bir kişisel verisinin bulunduğu kaydın,
bulunduğu ortamdan kaldırılmasını ve
yok edilmesini isteme hakkına sahiptir.
KVKK Kapsamında ise, yine aynı şekilde,
kişisel verileri işleyen kişiler, kanunen tutulmasına
gerek kalmamış ise (örneğin iş
kanunlarına göre saklanma süresi sona
ermiş ise), kanuni dayanağı yok ise, kanunen
zorunlu olmayan bir kişisel veriyi herhangi
bir kayıt ortamında tutuyor ise, bu
veriyi kişisel veri envanterinde belirtilen
imha süresi içinde veya ilgili kişinin talep ettiği
imha şartları uyuyor ise ilgilinin talebi üzerine, her türlü kayıt ortamından
(dijital ve kağıt ortamı ve diğer her türlü ortamlardan, mesela flash
diskler, taşınabilir hafızalar, serverlar vb.) silmek ve yok etmek zorundadır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
2-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
3-Türk Medeni Kanunu
4-6698 Sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu
5-İstanbul Barosu Eylül-Ekim 2019 cilt 93 Sayı 2019/5 “Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu Kapsamında Unutulma Hakkı -Canberk Yıldırım”
6-Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 2017/5325 Karar Nolu Kararı
7-Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2015 tarihli ve E.2014/4-56,
K.2015/1679 sayılı kararı
8-Anayasa Mahkemesi’ne 3/3/2016 - 2013/5653 N.B.B. tarafından yapılan bireysel
başvurusu
9-Av.Baran Doğan “Unutulma Hakkı Nedir? Türkiye’de Unutulma Hakkı”
10-Unutulma hakkının tanımı, kapsamı ve tarihçesi, Eren Sözüer, Unutulma
Hakkı: İnsan Hakları Hukuku Perspektifinden Bir İnceleme, İstanbul, 2017: On
İki Levha Yayıncılık)
11-https://www.konsepthukuk.com/kisisel-verilerin-korunmasi/unutulma-hakki-ve-kvkk
Bu verileri dijital haber ve URL ortamında
bulunduran kişiler de, ilgilinin talebi halinde,
herhangi bir kanuni dayanağı olmayan
ve kalmayan, toplum yararına da hizmet
etmeyen, ifade ve basın özgürlüğü kapsamında
değerlendirildiğinde ise, kişi hak
ve hürriyetleri ve özel hayatın gizliliği “daha
ağır basan” her türlü haberi bulunduğu
dijital ortamdan kaldırmak zorundadır.
SADAP E-DERGİ | 11
KADINA ŞİDDET
Gerçekleştiren tarafından bilinçli olarak kişi-kişilere
kurum veya hayvanlara üstünlük kurmak ya da menfaat
sağlamak amacıyla fiziki, sözlü, psikolojik olarak
uygulanan ve karşıdakinin haklarına saldırı olarak kabul
edilerek, saldırının yöneltildiği haklarını ihlal eden
hareketlerin tümüne şiddet diyebiliriz.
Av. Selin Deniz BOZKURT
Genel Olarak Şiddetin
Tanımı
onu ve özellikle aile içi şiddeti
tanımlamak, kapsamını
Gerçekleştiren tarafından ve sınırlarını belirlemek,
bilinçli olarak kişi-kişilere
hukukçulardan çok sosyologların,
kurum veya hayvanla-
ra üstünlük kurmak ya da psikologların, sosyal
psikologların, aile hekimlerinin,
menfaat sağlamak amacıyla
adli tıp uzmanlarının
fiziki, sözlü, psikolojik ve belki de antropologların
olarak uygulanan ve karşıdakinin
alanına girmektedir. Do-
haklarına saldırı layısıyla hukuki anlamda
olarak kabul edilerek, saldırının
yöneltildiği haklarını
şiddeti belirlerken, bu alanların
uzmanlarının yaptığı
ihlal eden hareketlerin tanımlamalar ve belirlemeler
tümüne şiddet diyebiliriz.
dikkate alınmalıdır.
İlk planda dikkate alınması
Şiddet farklı alanların ilgi ve
araştırma konularına giren
bir kavramdır. Böyle olunca
gereken kişiler ise aile hekimleri
ve adli tıp uzmanlarıdır
(TBB Dergisi 2007).
12 | SADAP E-DERGİ
Tarihte Şiddet
Eski çağlardan beri yapılan
fiziki saldırılar uygarlıkların
birbirleri üstünde egemenlik
kurma çabaları
güç gösterileri şiddetin
temelinin eskiye dayalı olduğunu
göstermektedir.
Eski Roma’da erkekler eşlerini
dövebilir, boşayabilirken
yine erkekler zina, toplum
içinde sarhoşluk veya halka
açık oyunlara gitmek
gibi nedenlere bağlı olarak
kadınları öldürme hakkına
sahipti. 1700’lü yıllarda
İngiltere’de yasalar doğru
yoldan ayrılan kadının kocasına,
karısını fiziksel olarak
cezalandırma hakkı vermekteydi.
Bu uygulama ABD’de
ise 19. Yüzyılda uygulanmıştır.
(Dr. Subaşı-Dr. Akın).
Kadının aşağılanması,
güçler arasındaki eşitsizlik,
kadının mal olarak görülmesi,
cinsiyetçi rollerin dayatılması,
erkeğin saldırgan davranışlarına
onay verilmesi,
kadının ikinci sınıf insan sayılması
erkeğe bağımlılığın
sürmesine neden olmuştur.
Güç eşitsizliği ve aile meselelerine
karışılmaması
gerektiği anlayışı nedeniyle
kadına şiddet günümüze
kadar artan oranlarda devam
ederek süregelmiştir.
Tarihte güç ve şiddet uygulanması
saygınlık olarak
görülmüş ve de takdir edilmiştir.
Bu durumun etkileri
ise günümüze kadar devam
etmiştir. Eski çağlarda askerlerin
kılıç gibi silahlar ile
muharebelere girmesi gelişen
toplumlarda silahların
değişmesi, şiddet ve saldırganlık
güdüsünün artması
ve bu güdünün nesiller boyu
aktarılması Dünya’mızın
şu anki şekline evrimleşmesine
neden olmuştur.
Biz ise bu
SADAP E-DERGİ | 13
yazımızda kadına yönelik şiddeti
hukuksal çerçevede ele alacağız.
Dünya’da Kadına Yönelik Şiddet
Kadını korkutmak, aşağılamak, tehdit etmek,
izole etmek, baskı oluşturmak, kadınlara
acı ve ıstırap verilmesi, kadının zorla
bir şeyi yapmasını istemek; keyfi olarak
fiziksel, sözlü veya psikolojik uygulanan
şeklinde tanımlayabiliriz. Yalnızca cinsiyetinden
dolayı uğramış olduğu acı ve ızdırabın
da kadına yönelik şiddet kavramı içerisinde
büyük bir yer tuttuğunu belirtebiliriz.
Kadına yönelik şiddet olaylarına işyerinde,
sokakta, okulda, gözaltında, savaşlarda
rastlanmaktadır. Ancak, kadınlar en korunduğu
yer diye düşünülen aile içinde, kendi
evinde sevgi ve saygı beklediği yakın
çevresi, evdeki insanlar tarafından daha
yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadırlar.
Gelişmiş ülkelerden yoksul ülkelere kadar
tüm ülkelerde kadınların; şiddetin,
14 | SADAP E-DERGİ
cinsiyetçi uygulama ve geleneklerin her
türlüsüne maruz kaldığı görülmektedir.
Şiddetin kadına yönelik olması Dünya Devletlerinin
temel sorunlarından biri olmakla
birlikte 2010 Yılında Birleşmiş Milletlerin
kadına şiddete yönelik olarak hazırlamış olduğu
Rapor’a göre her 3 kadından biri hayatlarında
en az 1 defa cinsel ilişkiye zorlama,
dayak veya kötü muamele türlerinden
en az biriyle şiddete maruz bırakılmaktadır.
Yine Birleşmiş Milletlerin çalışmalarına göre,
kadınların yüzde 35’i ömründe en az 1 kez
şiddete maruz kalırken, 15-49 yaş aralığındaki
her 5 kadından biri yakınları tarafından
fiziksel ve cinsel şiddet görmektedir. Ayrıca
200 milyon kadın ve kız çocuğu sünnet
gibi uygulamalarla sakat bırakılmaktadır.
Bu kabul edilemez tablo karşısında “kadına
yönelik şiddet” nasıl tartışılıyor? Genellikle
üç ayrımdan söz edilebilir; cinsiyet
temelli şiddet, işyerinde şiddet,
savaş ve çatışma bölgelerinde şiddet.
Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’na göre;
Kıtadaki her 3 kadından biri 15 yaş ve sonrasında
şiddet görüyor, vasıflı mesleklerde ya
da yönetici pozisyonlardaki kadınların yüzde
75’i, hizmet sektöründekilerin yüzde 66’sı
cinsel tacize uğradıklarını söylüyor, AB sınırları
içindeki insan kaçakçılığı mağdurlarının
yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. Cinsel şiddet
gören kadınların oranı ise tamamen
gerçeği göstermiyor çünkü tecavüzün şiddet olarak tanımlaması, rıza dışı
cinsel ilişki olarak adlandırılması Avrupa Ülkelerinde henüz kullanıma alınan
bir tanımlama olmakla birlikte son gelinen durum da kadınların son birkaç
yılda yürütmüş olduğu kampanyaların kazanımıdır. Özellikle İsveç, tecavüzü
“ Rıza Dışı Cinsel İlişki” olarak tanımlayarak Rıza Yasasını gündeme getirmiştir.
Fransa’da 2019 yılında yılın ilk 6 aylık döneminde 5 kadının öldürülmesine tepki
duyan kadınlar kitlesel eylemler düzenlemişlerdi. Fransa ise cinsiyet eşitliğinden
sorumlu bir Bakanlığa sahip ülkedir. Bakanlığın verilerine göre her yıl 222 bin
evlilik içi fiziksel ve cinsel şiddet vakasının rapor edildiği ülkede her 3 günde bir
kadının öldürülmesi kadın örgütleri tarafından “kadın kırımı” olarak tanımlanmaktadır.
Ayrıca 2017 Yılında Almanya’da 123, İngiltere’de 139 kadın öldürülürken
katillerin üçte ikisi, öldürülen kadınların yakınlarından oluşmaktaydı.
SADAP E-DERGİ | 15
Doğu ve Güney Avrupa’ya doğru ilerlendiğinde
kadınların yaşadığı şiddetin ekonomik ve
demokratik gelişme düzeyiyle ilişkisi daha
da belirginleşmektedir. Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatının 2019 Yılı Mart ayı içerisinde
yayımladığı rapora göre; Arnavutluk, Bosna
Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya,
Sırbistan, Moldova ve Ukrayna’da yaşayan
kadınların yüzde 70’i hayatında bir tür şiddet
yaşamış, yüzde 45’i cinsel tacize, yüzde 23’ü
tanıdığı yüzde 18’i tanımadığı erkeklerin cinsel
şiddetine maruz kalmış bulunmaktadır.
ABD’de 25 yıl önce yürürlüğe giren ve 2019
Yılında kapsamı genişletilerek revize edilen
Kadına Yönelik Şiddet Kanunu’nun 1993-
2010 arasında şiddet oranında yüzde 63
düşüş yarattığı ifade edilmiş olsa da bu verilere
karşı ciddi itirazlar da bulunmaktadır. 1995
ile 2010 arasında yapılan bir araştırmaya göre
vakaların yüzde 61’i yazılı raporlara bir şekilde
yansımamakta veya eksik rapor edilmektedir.
Latin Amerika’nın 23 Ülkesi’nde gerçekleşen
kadın cinayetlerinin yarısı Brezilya’da kayıt altına
alınmıştır. Irkçılığın, kadın düşmanlığının
güçlendiği Ülke’nin 2018 yılı şiddet vakası
bin 206 olmakla birlikte 2018 ve 2019 yıllarında
yargıya yansıyan 1 milyon 200 bin ev
içi şiddet davası bulurken 200 milyon nüfuslu
Ülkede sadece 74 sığınma evi bulmaktadır.
Son yıllarda iç savaşın devam ettiği Ülke olan
Yemen, 2006 yılından bu yana Cinsiyet Uçurumu
Raporunda son sıralarda yer almaktadır.
Ülke’de kadın sünneti devam eden bir uygulamadır.
Ayrıca Rapor’da kadınların erkeklerin
izni olmadan tıbbi müdahale alamadığı
sorununun da devam ettiği belirtilmektedir.
Nijerya’da ise kadınlar köleleştirilmeye
devam edilmektedir.
Ayrıca Dünya Ekonomik Forumu 2020 yılı
Cinsiyet Eşitliği Raporunu 2019 yılı, yıl sonunda
yayınladı. Rapor’da yer alan verilere göre;
153 Ülkenin cinsiyet eşitliğine göre sıralamaya
tabi tutulduğu listenin ilk sıralarında
İzlanda, Norveç, Finlandiya ve İsveç
yer almaktayken sıralamada Türkiye 130.
sırada bulunuyor. Cinsiyet eşitliği listesi
hazırlanırken, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları,
sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterler değerlendiriliyor.
Rapora göre kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için en az 100
yıl, erkeklerle eşit ücrete sahip olması için ise 257 yıl geçmesi gerekiyor.
Kadına Şiddetin Ülkemizdeki Toplum Yapısına Göre Değerlendirilmesi
Gelişen ülkelerden biri olan Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği
önemli ve çözülmesi oldukça güç sorunlardan birisidir. Türkiye
olarak kadına şiddet vakaları, kadın hakları yönünde yapılan
düzenlemelere rağmen önemli düzeyde artış göstermektedir.
Peki, şiddet uygulamanın sebepleri nelerdir, bu bir hastalık mıdır?
Bir şekilde üstünlük sağlamak veya menfaat doğrultusunda
yapılan bir hareket midir? Bütün sorulara çeşitli
araştırmalar neticesinde ne yazık ki “evet” diyebilecek konumdayız.
Dünya Sağlık Örgütü bu tanımı üzücü bir şekilde hastalık olarak görmüştür.
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin yaygınlığını belirleme amacı taşıyan
çok sayıda araştırma olmasına rağmen, toplanan verilerin güvenilir
olmasına yönelik kimi sorunlar nedeniyle aile içi şiddete ilişkin istatistiklere
dikkatle yaklaşılması gerekmektedir (Okan İbiloğlu, 2012).
Ülkemizde kadınların bir kısmı özel ve aile içi olduğunu düşündüğü bu
bilgileri paylaşma konusunda isteksiz olabilmektedir (Kocacik ve Dogan,
2006). Ayrıca Kadınların birçoğu karşılaştıkları şiddetin haklı gerekçesi olduğunu
düşünmekte, bunu bir insan hakları ihlali olarak görmemektedir.
Belki de belirleme açısından aile içine yani çekirdeğe inmemiz gerekmekte.
Tüm sorunların çocukta başlayan aile içi durumlarda temellerinin atıldığı
yapılan birçok araştırmada ortaya çıkmaktadır. Zamanla aile içinde yaşanan,
görülen durumlar zihne yerleşmekte artık zamanı geldiğinde birer yetişkin
olununca etkisi devam eden şiddet görüntüleri artık kişi veya kişilerin ellerinde
beyninde uygulanabilir bir kaçış noktası olarak görünmektedir. Bu süreçte
şiddetin uygulanması, uygulayan için haz ve keyif verebildiği için gerçekleştiren
kişi, bütün sorunları bu şekilde kolayca aşabileceğine inanmakta ve
bu durumda şiddet görenin ölümüne neden olmaya kadar gidebilmektedir.
Şiddetin analiz edilerek sınıflandırılmasının yapılması için önemli olan kıstaslardan
eğitim, gelir düzeyi gibi aile içi şiddetle tutarlı ilişki gösteren değişkenleri
yorumlarken temkinli olmak gerekmektedir. Bu değişkenler tek başlarına
aile içi şiddete sebep olmamakta veya kadını şiddetten korumamaktayken,
kontrol kaybını kolaylaştırarak veya zorlaştırarak var olan eğilimlerin ortaya
çıkmasında etkili olmaktadırlar (Yıldırım Güneri, 1996). Ayrıca eğitim şiddete
karşı koruyucu bir faktör olsa da lise üstü eğitime sahip kadınlar arasında
her beş kadından birinin şiddet görmesi azımsanamayacak bir orandır.
Bu olaylar Türkiye de kıskançlık, erkek egemenliği ve ataerkil bir toplum olmamız,
erkeğin baskın rol üzerinde durması daha da yüksek oranlara ulaşmakta,
kadının kendi seviyesinde olmadığına inanması bu oranları artırmakta
ve çeşitli yayın kuruluşlarında, haber bültenlerinde bunları görme
16 | SADAP E-DERGİ
olasılığımız yükselmektedir. Fiziksel şiddetin
tokat atma, itme gibi saldırgan davranışlar ile
sınırlı olduğu yönündeki genel kanının aksine,
Ülkemizde kadının yaşadığı şiddet çok daha
dehşet verici biçimlerde gerçekleşmektedir.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün
Türkiye genelinde yaptığı çalışmada
evli kadın nüfusu içinde %13’ü
yumruklandığını, %10’u tekmelendiğini ya
da yerde sürüklendiğini, %6’sı boğazının
sıkıldığını ya da yakıldığını ve %3’ü ise
bıçak gibi aletlerle tehdit edildiğini ya da
bu aletlerle şiddet gördüğünü rapor etmiştir.
Yıkıcı olan ise bu durumun tekrarlanıyor
biçimde devam ediyor olmasıdır.
Etkili bir çözüm mekanizması olarak
görülmekte olan Sosyal destek, aile içi şiddete
karşı koruyucu bir unsur olsa da,
sosyal çevrenin şiddete karşı tutumu belirleyici
rol oynamaktadır. (Fabiano, Perkins,
Berkowitz, Linkenbach ve Stark, 2003)
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Türkiye’nin
Eylem Planı ve Hukuksal Çerçevede
Dünya Devletlerinde Yapılan Çalışmalar
Kadına yönelik şiddet uzun yıllar göz ardı edilmekle
birlikte çoğunlukla belgelenmediği
acı bir gerçektir. Geçmiş olduğumuz yirmi
yılda şiddet, kadınların kasıtlı olarak yaralanmasına
neden olduğundan dikkati çekti ve
bugünlerde kadına yönelik şiddet tüm dünyada
açık bir insan hakları ihlali ve bir kamu
sağlığı sorunu olarak ele alınmaya başlandı.
Günümüzdeki yaklaşıma ve tanımlamalara
göre kadına yönelik şiddet, cinsiyet ayrımcılığına
dayalı bir insan hakları ihlalidir ve
ayrıca bir sağlık sorunudur. Türkiye kadına
yönelik her türlü şiddetin önlenmesi hususunda
uzun süredir çalışmalar yaparak yol
almaktadır. Ancak belirtmekte fayda var
ki sürecin hızlanmasında ve günümüzdeki
durumu almamızda akademisyenlerin,
aktivistlerin ve bürokrat kadınların emeği
büyüktür. Süreç aslında, Devlet mekanizmasına
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Bertaraf Edilmesi Sözleşmesi (CEDAW) ile
1979 yılında katılmaya başlamıştır ve özellikle kadınların insan haklarını ve toplumsal
cinsiyet eşitliğini odağına alan sözleşme olarak karşımıza çıkmaktadır.
1980 yılında Kopenhag’da toplanan 2. Dünya Kadın Konferansı sonuç
bildirgesinde aile içi şiddet konusuna yer verilmiştir. BM Ekonomik
ve Sosyal Konsey’inin 1984 tarihli aile içi şiddete ilişkin kararında
“sorunun niteliği ve nedenleri hakkında bilgilerin genellikle
gizlendiği, bu bilgilere ulaşılamadığı, bu nedenle de mağdura yardım edilebilmesi,
şiddetin tekrarının önlenmesi için bu bilgilerin açığa çıkarılması,
kamuoyunda farkındalık, duyarlılık yaratılması zorunludur” denilmiştir.
1985 Yılında toplanan 3. Dünya Konferansı sonunda yayınlanan “Kadının
İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejiler” belgesinin Barış
bölümünde kadınlara yönelik şiddet konusuna değinilmiş ve önlenmesi
için öncelikle hukuki tedbirlerin alınması gerektiği belirtilmiştir.
Birleşmiş Milletler 20 Aralık 1993 tarihli Genel Kurul gündemine alınan
“Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’yi daha önceden acil
eylem planı olarak gündeme aldığından ve bu eylem planına yönelik Devletlerce
çok sayıda imza toplanmasından kaynaklı olarak oylamaya başvurulmaksızın
kabul edilmiştir. Bildirgede; şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması
ve şiddete uğrayanın korunması konusunda Devletlere düşen
sorumluluklar ve görevler detaylı bir şekilde düzenlenmiştir. Devletlerin
kendi iç hukuklarında yer alan ceza, iş ve medeni kanunları öncelikli olmak
üzere ilgili diğer kanunlarında düzenleme yapılması öngörülmüştür. Ayrıca
şiddete uğrayanların rehabilite edilebilmesi için devletlerin bütçe ayırması
gerektiği de vurgulanmıştır. Ancak bu Bildirgenin hukuki bağlayıcılığı
olmasa da yeni yapılacak düzenlemelerde öncü olduğunu söyleyebiliriz.
Avusturya’da 1997 yılında, Almanya’da 2002 yılında şiddetle mücadele
yasaları “Gewaltschutzgesetz” çıkarılmıştır. Türkiye’de 4320 sayılı “Ailenin
Korunmasına Dair Kanun” 14 Ocak 1998’de kabul edilmiş, üç gün
sonra Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Aile içi şiddetin
önlenmesi amacıyla 4320 sayılı Yasanın çıkarılması süreci olumlu etkilemiş
ancak yeterli olmamıştır. Şöyle ki uygulamada yaşanan aksaklıklar
dikkate alınmış ve yürürlüğe girmesinden sonra 2007 yılında 5636 sayılı
Kanun’la diğer aile bireylerini kapsayan ve uygulamada yaşanan aksaklıkların
ve sorunların giderilmesine yönelik değişiklikler yapılmıştır.
Avrupa Birliği uyum sürecinde 2003 yılında İş Kanunu’na bu kapsamda
bir ekleme yapılarak iş yerinde cinsel tacize uğrayan işçinin
haklı nedenle derhal fesih hakkı düzenlemesi yoluna gidilmiştir.
Avrupa Konseyi’nde ve Avrupa Birliği’nde 2000’li yıllara kadar “kadının
şiddetten korunmasına” dair özel bir düzenleme yapılamamış
olsa da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve Avrupa Konseyi
tavsiye kararlarına dayanılarak BM Kadınlara Karşı Şiddetin
Önlenmesine İlişkin Bildirge doğrultusunda uygulamalara yer verilmiştir.
SADAP E-DERGİ | 17
Cinsel sömürü amacıyla ticaretin önlenmesi
için R2000 11 Sayılı Karar ve İzahat Belgesi,
Avrupa Konseyi BM Enformasyon Merkezi
Birleşmiş Milletler Bin Yıl Bildirgesi, Avrupa
Konseyi- Kadınların Şiddete Karşı Korunması
tavsiyelerinin yer aldığı REC (2002) 5
ve İzahat Belgesi hemen sonrasında Kadın
ve kız çocuk ticareti ile Namus Adına Kadınlara
Karşı İşlenen Suçların Ortadan Kaldırılmasına
Yönelik çalışma BM Genel Kurulu’nun
57. oturumunda karara bağlanarak
eylem basamakları da 2003’te belirlenmiştir.
Cins ayrımcılığına dayalı kadınlara yönelik
şiddetin yasaklandığı Bölgesel düzeydeki
ilk Sözleşme Kadınlara Karşı Şiddeti
Önleme, Cezalandırma ve Ortadan Kaldırmaya
İlişkin İnter Amerikan Sözleşmesi’dir
ve bu sözleşmede şiddet fiziksel,
ruhsal ve cinsel şiddet biçiminde tanımlanmış
ve üç ayrı kategoride ele alınmıştır.
2009 Yılı Haziran ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ilk kez bir devletin
aile içi şiddet konusunda gerekli tedbirleri almamak ve kadın mağduru
koruyamamaktan dolayı tazminat ödemesine karar verdi. Bu Devlet
Türkiye’ydi. Oy birliği ile verilen bu Karar 47 Ülke için emsal teşkil
eden bir Karar olmuştur. 18 Mahkeme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
yaşama hakkını güvenceye alan 2. madde, işkence ve insanlık dışı ve
fena muamele yasağını düzenleyen 3. Madde ve her türlü ayrımcılığı yasaklayan
14. Madde olarak üç ayrı maddesinin ihlal edildiğine hükmetti.
Ayrıca kadına yönelik her türlü şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, ortadan
kaldırılması, kovuşturulması ve giderilmesini amaç edinen Kadına Yönelik Şiddet
ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Yeni Avrupa Konseyi Sözleşmesi
(İstanbul, 2012)’ de bu süreçte ortaya konan önemli hukuksal kaynaklardan
biri olmuştur. Bu sözleşme toplumsal cinsiyetin tanımını yapan ilk uluslararası
anlaşma niteliğindedir. Kadın ve erkeğe belirli roller yüklenmesinin belirli davranış
biçimleri öngörmesinin kabul edilebilir olduğuna dikkat çekmektedir.
Sözleşme, kadınların sünnet edilmesi, zorla evlendirme, taciz, kürtaja zorlama
ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguların bir suç olarak düzenlenmesini ve cezalandırılmasını
öngörmektedir. Bu da devletlere, ilk kez, bu ciddi suçları hukuk
sistemlerine dahil etme zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. (Coe).
Avrupa Konseyi, kadın-erkek eşitliği Bakanlar
toplantısında (2006) ise toplumsal cinsiyet
göstergelerinin sağlıklı bir şekilde elde
edilmesine yönelik çalışmalar belirlenmiştir.
Burada “kadına yönelik şiddet” yeni bir
konum daha kazanarak şiddetin varlığı,
yaygınlığı ve türlerinin bu göstergeleri izleyerek
ortaya konması beklenmekteydi.
Avrupa Konseyi’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi
ve şiddetle mücadeleye ilişkin bu sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali
oluşturan şiddet sorununun önemsenerek kapsamlı bir şekilde ele alan
uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete müsamaha gösterilmemesini hedeflemektedir
ve Avrupa dahil Avrupa sınırları dışında da güvenli yaşanabilmesini
sağlama yolunda önemli bir adımdır. Ayrıca, toplumun her ferdini,
özellikle de erkekleri ve erkek çocuklarını, tutumlarını değiştirmeye davet
ederek, bireylerin vicdanlarını ve düşüncelerini değiştirmeyi amaç edinmiştir.
Zira yukarıda da değinmiş olduğumu gibi kadına yönelik şiddetin temeli
toplumda kadın erkek arasındaki cinsiyet eşitsizliğine dayanmaktadır.
18 | SADAP E-DERGİ
Sözleşme, kadınlara yönelik şiddeti bir insan
hakları ihlali ve bir ayrımcılık turu olarak kabul
etmekte, bu tür şiddete yeterince tepki göstermedikleri
takdirde, devletlerin sorumlu
konumda olduğu anlamına gelmektedir. Devletlerin
tüm kurumlarını kadına yönelik şiddeti
önleme açısından göreve çağırmakta ve
Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde
çalışması gerektiğini belirtmektedir. Böylece
Devlet Kurumları, Sivil Toplum Kuruluşları ile
birlikte protokoller hazırlayabilecektir. (Coe).
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen
Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi
ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa
Konseyi Sözleşmesinin şiddetin önlenmesi
için Devletlerden şiddeti önlemeye yönelik,
şiddetten korumaya yönelik ve şiddet sonrası
yargılamaya yönelik belirli talepleri mevcuttur.
Türkiye’de ise 2012 yılında yasalaşan Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin
Önlenmesine dair Kanun (6284), medeni hallerine bakılmaksızın kadına
yönelik şiddetin önlenmesinde önemli bir rol almıştır. Bu Kanun özü itibariyle
4320 sayılı Kanunda düzenlenmiş olan koruma tedbirlerini içermekle birlikte
gerek şiddet mağdurlarının kapsamı açısından, gerek şiddetin önlenmesi, koruma
kararı verilmesi ve kurumlar arası işbirliği kurulması açısından ayrıca mağdura
geçici maddi yardım desteği bakımından esaslı düzenlemeler içermektedir.
Kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak için ilgili kurum
ve kuruluşların işbirliği içerisinde ve özverili olarak uzun soluklu bir mücadelesi
gerekmektedir. Yalnızca hukuksal çerçevede önlemlerin uygulanması
ile şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi mümkün olmayacaktır. Kurumlar
arası koordinasyon ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin hizmet içi eğitim
ile şiddetle mücadelede pozitif yönde ilerlemeler kaydedilmesini sağlayacaktır.
Özellikle ev içi şiddetin önlenememesi durumunda bu olaylardan
etkilenen çocuklar dışarıdaki sosyal hayatlarına bu şiddeti taşıyabilecek bu
etkileşim ise başka çevrelere sıçrayarak devam edebilecektir. Bu durumdan
da anlaşılacağı üzere kadına yönelik şiddet yalnızca kadın sorunu değildir
ve ayrıca üzerinde ciddi bir şekilde çalışılması gereken toplumsal meseledir.
Bu sözleşme, yaşı, ırkı, dini, sosyal kökeni, göçmenlik
statüsü ya da cinsel eğilimi ne olursa
olsun, her turlu çevreden gelen kadınları ve
kız çocuklarını kapsamaktadır. Sözleşme,
bazı kadın ya da kız çocuğu gruplarının şiddet
görme ihtimallerinin çoğu zaman daha
fazla olduğunu kabul etmekte ve bu kesimin
özel ihtiyaçlarının göz önüne alınmasının
sağlanması gerektiğini belirtmektedir. (Coe)
Sözleşme taraf Devletlere; ev içi şiddet, taciz
amaçlı takip, tecavüz dahil cinsel şiddet, cinsel
taciz, zorla evlendirme, kadınların sünnet
edilmesi, kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama
davranışlarına yönelik cezai veya başka bir
hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu hale
getirmiştir. Burada üzerinde durulan husus
ise kadınlara yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin
özel hayatta saklı kalacak konular olmadığıdır.
Ayrıca bu sözleşme hükümlerine
uyulup uyulmadığının denetlenmesi amacıyla
bir denetim mekanizması kurulmuştur;
kadınlara yönelik şiddetle ve ev içi şiddetle
mücadele konusunda uzmanlar grubu (GRE-
VIO) ve bağımsız uzmanlardan oluşan organ
ve taraflar komitesi. Bu organların tespit
ve tavsiyeleri, Taraf devletlerin sözleşmeye
uygun hareket etmelerinin temin edilmesi
ve sözleşmenin uzun dönemli etkililiğinin
güvence altına alınmasını sağlayacaktır.
Kadına yönelik şiddeti azaltabilmek şiddetin olumsuz etkilerinden bahsetmek
ve farkındalık yaratmak için sivil toplum kuruluşlarına, Kanunlar çerçevesinde
bilgilendirme toplantıları yapmak ve eğitimler düzenlemek için Barolara, Kent
konseylerine; şiddet görerek mağdur konumuna gelen kadına destek olmak
için sosyal hizmetlere ve Bakanlık birimlerine; şiddete uğrayan kadınları korunması
onların koruma altına alınması için sığınma evleri açılması hususunda
yerel yönetimlere; şiddetin etkilerini ve topluma zararını anlatmak için medyaya
kadar herkese çeşitli görevler düşmektedir. Tüm bu davranışlar bir koordinasyon
içerisinde sergilenmeli ve kurum içi eğitimler verilerek Devletin desteği
ile hareket edilerek şiddeti önlemeye yönelik her türlü önlem alınmalıdır.
Bu yazıyı hazırlamamda emeği geçen erkek kardeşim Evren Bozkurt’a
teşekkür etmek isterim.
YARARLANILAN LİNKLER
1. http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf
2. http://www.turkhukuksitesi.com/makale_595.htm
3. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2007-73-369
4. https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/5.5.4320.pdf
5. https://rm.coe.int/1680462545
6. http://blog.umut.org.tr/nazin-moroglu-siddetle-hukuk-yoluyla-mucadele.html
7. http://portal.ubap.org.tr/App_Themes/Dergi/2012-99-1169.pdf
8. https://www.icisleri.gov.tr/81-ile-kadina-yonelik-siddetle-mucadele-genelgesi
9. https://rm.coe.int/istanbul-sozlesmesi-brosuru-tr/16809e40c9
10. http://www.pa.edu.tr/Upload/editor/files/Kadin_Cinayetleri_Rapor.
11. https://ailevecalisma.gov.tr/ksgm/siddete-maruz-kalindiginda/
SADAP E-DERGİ | 19
Stj. Av. Rıdvan DURGUN
Stj. Av. Sema Nur ÖZAY
KORONAVİRÜS
VE STAJYER
AVUKATLAR
Coronavirus nedeniyle bütün
dünyada, hayatın birçok
alanı sekteye uğradı. Birçok
meslek faaliyeti durma
noktasına gelirken, eğitim
faaliyetlerine çevrimiçi yöntemler
kullanılarak devam
edilmeye çalışıldı. İşte stajyer
avukatlık bu iki hususun
tam ortasında yer alıyor. Bir
yanda hukuk fakültesinden
mezun olup Baro’ya kaydını
yaptırmış, dolayısıyla mesleğe
atılmış bir avukat adayı;
diğer yanda hukuk fakültesinden
mezun olmuş, ancak
diğer fakültelerde olduğu
gibi eğitim hayatı sürecinde
değil, eğitim hayatı bittikten
sonra, staj eğitimini almakta
olan bir avukat adayı. Yani
artık öğrenci olmayan, ancak
tam anlamıyla bir meslek
sahibi de olmayan stajyer
avukatlar, Coronavirus’den
hem eğitim boyutunda,
hem meslek boyutunda
olumsuz etkilendi. Bu olumsuz
etkileri birkaç başlık altında
özetlemek gerekirse;
A)İşlemekte Olan Staj
Süresi
Adalet Bakanlığı tarafından,
adliye stajı devam etmekte
olan stajyer avukatların
virüs devam ettiği müddetçe
izinli sayılması kararı
alındı. Stajının ikinci altıncı
ayında olan stajyer avukatlar
için ise barolar tarafından
verilen eğitimlere ara verildi.
Ancak tüm bu duraksama
20 | SADAP E-DERGİ
ma yönünde bir karar alınsa-
mi nasıl yazacağım, sunu-
ydı, bu defa stajyer avukatlar
mumu nasıl yapacağım?
çok ciddi bir çıkmaza girece-
İkinci altıncı ayına geçen
klerdi. Bütün staj dönemi
stajyer avukatlar için, maz-
boyunca maddi ve geleceğe
bata teslim işlemimi nasıl
dair kaygılar taşıyan staj-
gerçekleştireceğim? Üç aylık
yer avukatlar, bu karar ile
raporu baroya nasıl ulaştıra-
birlikte ciddi bir ekonomik
cağım? Bu ve bunun gibi
çöküntü yaşarlardı. Bu ne-
pek çok soru stajyer avukat-
denle bu kararın alınmamış
lar için ne yazık ki cevapsız
olması her ne kadar yerin-
kaldı. Barolar bütün bu hu-
deyse de yukarıda bahset-
suslarla ilgili kapsamlı bir
tiğimiz sonuçlar da kaçınıl-
açıklama yapmak yerine, yö-
maz gözükmektedir. Çözüm
neltilen sorulara belirsiz ce-
önerimiz stajyer avukatlara
vaplar vermeyi seçti. Stajyer
baro pullarından, baroların
avukatlarda da bu cevapsız
yardım sandıklarından fi-
sorular nedeniyle hak kaybı-
nanse edilmek üzere, en
na uğrama korkusu oluştu.
azından bu dönem geçene
Baroların gerekli aydınlat-
kadar, maddi yardım yapıl-
mayı yapmamasının yanın-
ması ve daha sonrasında
da, adliyelerdeki komisyon
ise, her zaman dile getirdiği-
ile barolar çelişkili açıkla-
miz, stajyer avukatlara da
malarda bulundu. Stajının
hakim-savcı stajyerleri gibi
ilk altı ayını tamamlayan
stajyer maaşı bağlanmasıdır.
stajyer avukatlar için, ba-
Ancak bunu Adalet Bakan-
rolar tarafından, adliyeden
lığı bütçesinden beklersek
mazbatalarını alıp baroya
dönemi boyunca, hak kaybı
yaşanmaması açısından staj
sürelerinin işlemeye devam
edeceği kararlaştırıldı. Peki
bu karar stajyer avukatlar
için ne kadar faydalı? Coronavirus
kapsamında alınan
önlemler süresince stajyer
avukatlar ne adliyelerde ne
de barolarda herhangi bir
eğitime tabi tutulmayacak,
ancak staj süresi işlemeye
devam ettiğinden stajında
bir yılı tamamlayanlar
avukat olmaya hak kazanacak.
Dolayısıyla tecrübe edinememiş
avukatlar ortaya
çıkacak ve bu avukatlar CMK
görevlendirmelerinde, adli
yardım görevlendirmelerinde
veya özel vekalet ile yürüttüğü
işlerinde görev yapacaklar.
Bunun sonucunda da
ne yazık ki, son yıllarda çok
kısa bir staj eğitimine tabi
tutulan hâkim-savcıların
gündeme getirdiği fahiş
hatalar gibi, avukatlardan
da böyle hatalar duymamız
kaçınılmaz olacaktır. Kaldı ki
covid-19’dan dolayı izinli sayılmamış
olsak bile ne denli
iyi bir staj geçiriyoruz sorgulanması
gerekli bir konu
olmakla beraber bu yazının
konusu olmadığından çok
fazla değinmek istemiyoruz.
Adalet bakanlığı ve barolar
tarafından aksi bir karar alınsaydı,
yani Coronavirus kapsamında
alınan önlemler
kapsamında, stajyer avukatların
staj süresinde duraksa-
daha çok uzun yıllar bekleyeceğimizden
şüphe yok.
Baroların bu konuda yıllardır
neden adım atmadıklarını
da şiddetle sorgulamakta
ve üzülmekteyiz. Bu konuda
birçok eleştiri ve çözüm
önerisini yine yazının uzamaması
için başka yazılara
saklamayı tercih etmekteyiz.
B)Baroların Gerekli Aydınlatmayı
Yapmaması
Stajyer avukatların faaliyetlerine
ara verilmesi ancak
bu süreçte staj sürelerinin
işlemeye devam etmesi
yönündeki kararın alınmasının
ardından stajyer
avukatların kafasında pek
çok soru işareti oluştu. Baro
dersleri ne olacak? Staj tezi-
teslim etme ve ilgili vergiyi,
vergi dairelerinden yatırma
işlemlerinin 15 Haziran’a
kadar ertelendiği bilgisi verildi.
Ancak adliyelerdeki komisyonlar
stajyer avukatları
tek tek telefonla arayarak
mazbatalarını derhal teslim
almaları ve ardından gerekli
vergiyi vergi dairelerinden
yatırmaları hususunda
stajyer avukatları uyardı.
Oysaki barolar vergiyi yatırsak
dahi devam eden
işlemlerin, Coronavirüs nedeniyle
insan sağlığını tehlikeye
atacağından yapılmayacağını
belirtmişti.
SADAP E-DERGİ | 21
7-8 Ay boyunca stajyer
mamlayabilmesi için bir tez
vermeyi kesen avukatların
de, azalan iş temposunda
avukat olan bizler ver-
hazırlaması gerekmektedir.
sayısı da oldukça fazla. Biz
stajyer çalıştırmayı kesmiş
ginizi yatırmak dışın-
Ancak stajyer avukatlar bu
stajyerlerin yanında staj
bulunmakta. Hiçbir mesleki
da hiç aranmadığımızı
dönemde kaynaklara ulaş-
yaptığımız avukatların ne
güvenceye sahip olmayan
önemle belirtmek isteriz.
mada doğal olarak büyük
kadar kazandığını, gider-
stajyer avukatlarında bu ko-
bir sıkıntı çekmektedir.
lerini, kısacası mal varlığı
nuda ne yazık ki eli kolu bağlı.
Bu yüzden akıllarda birçok
Çünkü hukuk kitaplarına
gibi konularda ister istemez
soru işareti belirmiş ve YKS
ulaşılabilecek kütüphaneler
bilgimiz vardır. Çünkü staj
Aldığı düşük ücretle hayatını
tarihi bir anda belirlenen
bu dönemde faaliyetine ara
süresince sadece kanuni
idame ettirmeye çalışan sta-
tarihten geriye çekilerek,
vermiş bulunmakta. Bütün
stajımızı değil, yanında staj
jyer avukatlar bu kaynak da
önemli olanın geleceğimiz
bu kaynakları satın alma
yaptığımız avukatların ec-
tamamen kesilince resmen
olan gençler değil ekonomi-
gücü de olmayan stajyer
zane işlerini, çocuklarına
“açlığa terk edildi” demek
miz olduğunu hissettiğimiz
avukatlar bu nedenle, in-
alınacak mamalarını, mar-
yanlış olamayacaktır. Çünkü
örnekteki gibi, biz stajyer
ternetten ulaşabildiği sınırlı
ket alışverişlerini, araçla bir
ailesi hayatta olmayan, ha-
avukatların da en kısa süre-
bir alanda araştırma yapa-
yerlere bırakma alma, özel
yatta olsa bile maddi duru-
de vergileri yatırmamız için
rak tez yazmaya çalışıyor.
günlerde hediyelerini alma,
mu iyi olmayan birçok kişi
aranmamızın tamamen eko-
restoran rezerve işlemleri
stajyer maaşıyla geçinmeyi
nomik sebeplerle olduğunu
D)Son ve En Büyük Pro-
gibi birçok işlemini yapmak-
umut etmekteyken sadece
düşünmekten
kendimizi
blem : Ücret Problemi
tayız. Bu yüzden avukatların
umut etmekle kaldılar. So-
alamıyoruz. Bu süreci hem
Ücret konusu normal za-
evden
çalışabileceğimiz
nuçta da barolara, bankala-
maddi sebeplerle hem de
manda bile stajyer avukat-
halde ilk haftadan bize ver-
ra kredi vasıtasıyla borçla-
manevi sebeplerle ailesiyle
ların en büyük problemken,
dikleri 700-800 TL bandın-
narak, bu süreci atlatmayı
memleketlerinde
geçiren
pandemi ile birlikte bu pro-
daki aylıklarımızı kesmeleri,
beklemekteyiz. Öğrenci ol-
birçok stajyer avukat, aşırı
blem oldukça kötü bir hal
bizleri “1 aylık bile kenarda
madığı için burs, kredi gibi
derecede stresle altında
aldı. Hukuk bürolarında sta-
köşede bize verecek maaş
imkanlardan faydalanama-
bulunmaktadır. Bu çelişkili
jyerlik adı altında çok yoğun
birikimi yok mu, yoksa en
yan, ancak henüz avukat
ifadeler karşısında stajyer
bir iş temposuyla ve her alan-
zayıf halka olarak bizleri
da olmadığı için bu yolla
avukatlar, nasıl bir yol izle-
da çalıştırılan stajyer avukat-
gördükleri için mi bunu yap-
para kazanamayan stajyer
yecekleri konusundaki an-
lar, emeğinin karşılığında
tılar?” gibi aciz sorularla baş
avukatlardan, özellikle ailesi
latıldığı gibi birçok kez be-
komik ücretler ile karşı
başa bırakmıştır. Bu sözleri
ile birlikte yaşamayanlar, bu
lirsizlikle karşı karşıya kaldı.
karşıya kalıyor. Öyle ki ba-
söylerken en başta stajyer-
süreçte ev kirası, fatura, gıda
Birbiri ile koordine olama-
zıları hiçbir ücret alamıyor.
lerini mağdur etmeyeceğini
gibi asgari ihtiyaçlarını bile
yan barolar ve adliyelerdeki
Pandemi sonrası duruşma-
çünkü stajyerlerin başkaca
karşılayamaz hale geldiler.
adalet komisyonları arasın-
ların ertelenmesi ve süre-
gelirlerinin olmadığını ve
daki anlaşmazlığın cezasını,
lerin durması sonucunda
mesleğe girmek için borç
Hayatın birçok alanını dur-
büyük bir kafa karışıklığı ve
avukatların işleri de sekteye
harç içinde stajını yapanları
ma noktasına getiren ve
hak kaybına uğrama korku-
uğradı. Birçok avukat ma-
gördüğünden bahisle, ayrı-
bütün dünyada kendisi-
su ile stajyer avukatlar çekti
ddi sıkıntılar ile yüzleşmek
ca kendisi de bu yollardan
ni hissettiren Coronavirus
ve hala da çekmektedirler.
zorunda kaldı. Hal böyle
geçerken çektiği zorlukları
salgını, Türkiye’de stajyer
olunca çalışanlarına zaten
hatırlayarak mağdur etme-
avukatları, işte saydığımız
C)Staj Tezinin Hazırlanması
oldukça düşük ücret veren
yen saygı değer meslek-
bu problemler ve daha ni-
Hangi alanda olursa olsun,
avukatların birçoğu, özelli-
taşlarımızı kapsam dışında
celeriyle karşı karşıya bıraktı.
bir tez yazmak için pek çok
kle stajyerlerine ücret ver-
tuttuğumuzu da belirmek is-
farklı kaynaktan yararlan-
meyi tamamen kesti. Ne
teriz. İşlerine eski temposun-
mak gerekir. Bu nedenle
yazık ki gerçekten maddi
da olmasa bile, imkanlar el
genellikle tezlerin kaynakça
sıkıntıya giren avukatların
verdiği ölçüde devam eden
kısmı epey uzun olur. Staj-
yanında, pandemiyi bahane
ve ödemelerini de alabilen
yer avukatların da stajını ta-
ederek stajyerlerine ücret
avukatların birçoğu yine
22 | SADAP E-DERGİ
KAĞITSIZ OFİS
Stj. Av. Mustafa Zafer
KÜÇÜKKURT*
*Stj.Av., İstanbul Barosu, FSMVÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Özel Hukuk Tezli
Yüksek Lisans Burslu Öğrencisi, mzaferkucukkurt@gmail.com
Doküman yoğunluğu yüksek olan ofislerde
dokümanların yönetimi, muhafazası, aktarımı
ile dokümanlar üzerinde ortak çalışma
ve yedekleme işlemleri oldukça zordur.
Yazıcı sarf malzemelerinin maliyeti dikkate
alındığında kağıt kullanımının yoğun olduğu
ofisler önemli bir maliyet yükünün altına girmektedir.
Ayrıca kağıt kullanımının yoğun
olduğu bu ofisler aşırı kağıt tüketimleriyle
doğaya da olumsuz etkide bulunmaktadır.
Yukarıda saydığımız bu olumsuz etkilerin
ortadan kaldırılması için kağıtsız ofis çözüm
olarak sunulmakta olup, bu bağlamda
kağıtsız ofis ile ofislerin çalışma alanlarına
göre kağıt kullanımının azaltılması veya tamamen
ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.
Bu çalışmada teorik açıklamalardan ziyade,
avukatların işine yaracak biçimde pratik
bir bakış açısıyla, kağıtsız ofisler hakkında
özet bir bilgi verildikten sonra avukatlara
özel kağıtsız ofisin nasıl oluşturulacağı
hakkında bazı açıklamalarda bulunulacaktır.
SADAP E-DERGİ | 23
Bloomberg Businessweek dergisinde 30 Haziran
1975 tarihinde yayınlanan The Office
of The Future (Geleceğin Ofisi) adlı makalede
ofislerde kağıtsız ofis anlayışının yaygınlaşacağı
belirtilmesi ile kağıtsız ofis kavramı
ortaya atılmıştır 1 . Bu makalenin temel fikri
işletmelerin kağıtlarda bulundurdukları verilerin
ve bu verilerin işlemesinin bilgisayarlar
üzerinden yapılacağı olup, bunun yanında
makalede kağıtsız ofis fikrinin ofis maliyetlerini
kontrol altına alınacağı fikri de benimsenmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde içinde
Paperless Office (Kağıtsız Ofis) ifadesi geçen
sekiz marka tescili yapılmıştır 2 . Ancak bunlardan
sadece bir tanesinin tescili aktif haldedir 3 .
Ek olarak ofislerimizde dosyalar içerisinde yer alan evrakların nerede olduğunu
bulmak da zaman almaktadır. Oysa kağıtsız ofis çözümlerinde ofislerimizde
hem kağıt kullanım oranını son derece düşürmüş olacağız, hem dosyalarımızı
rahat bir şekilde yedekleyebileceğiz, hem de istediğimiz zaman istediğimiz
yerden dosyalarımıza erişebileceğiz. Bunun yanında kağıtsız ofislerde
dosyalarımız her daim güncel kalacaktır. Bu açıklamalardan sonra kağıtsız
ofislerin nasıl çalıştığı ve yapısı hususunda bilgi vermemiz gerekmektedir.
Kağıtsız ofislerin çalışma mantığı temelde üç aşamadan oluşmaktadır : Birinci
aşamada kağıtsız ofiste yer alacak evrak ofise ulaşır. İkinci aşamada evrak
tarayıcı veya telefonlarda kullanılan bir tarayıcı uygulaması ile ofisteki bilgisayara
kaydedilir. Üçüncü aşamada ofisteki bilgisayarda yer alan evrak ofiste
kullanılan kağıtsız ofis uygulamasındaki ilgili müvekkil veya dava klasörüne
kaydedilir. Kaydettiğimiz verilere internetin bulunduğu her yerden erişebilmekteyiz.
Burada anlattığımız üç aşama pratikte 1-2 dakika sürmektedir.
Ofislerimizde dava dosyalarımızı tasnif edebilmek
için birçok kağıt yığını, dosyalar, raflar,
dolaplar kullanmaktayız. Bu durum hem dosyalarımıza
istediğimiz zaman ulaşamamamıza
neden olmakta, hem de dosyalarımıza bir
zarar gelmesi halinde nasıl hareket edebileceğimizi
belirsiz hale getirmektedir. Ayrıca
ofislerimizde kağıtlara yazdırdığımız veriler
üzerinde güncelleme de yapamamaktayız.
1 “Bloomberg Newsweek”, The Office of the Future,
30 Haziran 1975, s.48-70 (Arşivlenmiş), https://cdn.pendata.com/wp-content/uploads/
2016/07/j3h0k9a4f7mqk1 (E.T. 12.05.2020).
2 United States Patent and Trademark Office,
http://tmsearch.uspto.gov/ (E.T. 12.05.2020).
3 The Paperless Office, http://tmsearch.uspto.
gov/bin/showfield?f=doc&state=4805:jv6da8.4.4
(E.T. 12.05.2020)
24 | SADAP E-DERGİ
Kağıtsız ofisi düşük bütçeli olarak kurmak istediğimizde herhangi bir bulut
uygulamasından 4 (Yandex Disk, Google Drive, Mega, Dropbox vd.)
birini tercih ettikten sonra ilgili bulut uygulamasındaki hesabımıza ofisimizde
yer alan dava dosyalarına ait klasörler oluşturmalıyız. Sonrasında
tarayıcı veya telefonlarımızda yer alan tarayıcı uygulamalarından 5 birini
kullanarak dosyalarımızın evraklarını bulut hesabımıza aktarabiliriz. Bu sayede
internet erişimimizin olduğu her yerden dosyalarımıza ulaşabiliriz.
Hatta kendimize bilgi bankası dahi oluşturabiliriz. Bulut uygulamalarının
bazıları online doküman hazırlamayı ve düzenlemeyi desteklediğinden
dosyalarımızı online olarak düzenleme imkanına da kavuşacağız. Hatta ofisimizde
çalışan diğer kişiler için erişip erişemeyeceği klasörleri, bu klasörlerden
dosyaları silme yasağı gibi çeşitli sınırlandırmalar da getirebiliriz.
4 Burada yer alan uygulamaların tamamının ücretsiz paketleri bulunmaktadır. Yandex
Disk 10 GB, Google Drive 15 GB, Mega 15+35 GB, Dropbox 2 GB depolama alanını
ücretsiz olarak sunmaktadır.
5 TinyScanner, CamScanner, Adobe Scan, Office Lens, Genius Scan ve diğer uygulamalar
bu kapsamda örnek gösterilebilir.
Kağıtsız ofisimizi orta bütçeli olarak kurmak
istediğimizde Avukatlar için hazırlanmış
CRM uygulamalarını kullanmamız mümkündür.
Bu başlıkta doğrudan doküman yönetim
sistemlerine yer vermeyeceğiz. Çünkü
günümüzde CRM uygulamaları içerisinde
doküman yönetim sistemlerini de içermektedir.
CRM uygulamalarının bazıları internet
hizmeti olarak sunulduğu için, ödeme yapıldıktan
sonra doğrudan kullanıma başlanması
mümkündür. Ancak bu gibi uygulamaları
tercih etmediğimizde verilerimizin istediğimiz
şekilde teslim alabilmemiz noktasında
problemler yaşamamız olağandır. Oysa herhangi
bir açık kaynak kodlu CRM yazılımını 1
çalışacağımız hosting firmasına kurdurduğumuzda
içimiz bu konuda rahat olacaktır.
Çünkü bu uygulamalarda veriler de kodlar
da sizde kalacağı için sisteminizi her yerde
barındırmanız mümkündür. CRM uygulamaları
ile sadece ofisteki doküman akışını yönetmekle
kalmıyor, ofiste kullanıcılara görev
atayabilme, kasa hesabı tutma, kullanıcıların
göreceği yerleri sınırlandırma gibi ekstra
verimlilik özelliklerine de sahip olmaktayız.
Kağıtsız ofislerde yüksek bütçe esasen kullanacağımız
alanlara göre yer belirlenmektedir.
Yüksek bütçeli kağıtsız ofis ile
düşük ve orta bütçeli kağıtsız ofis arasında
yapılacak işler ve verimlilik noktasında ciddi
farklar bulunmamaktadır. Yüksek bütçeli
kağıtsız ofisleri verilerini birden fazla yedekte
tutmak isteyen avukatlara ve büyük
ofislere sahip avukatlara önermekteyiz.
Örneğin hem CRM yazılımı kullanıp, hem
de evraklarını herhangi bir bulut uygulamasında
yedekleme durumu yüksek bütçeli
kağıtsız ofis çözümüne örnek gösterilebilir.
şeklinde yapsak da kağıtsız ofis çözümleri her yönden geleneksel ofislere
göre daha maliyetsiz olmaktadır. Ayrıca iş yoğunluğu fazla olmayan veya
bir iki avukat ile çalışan ofislerde düşük bütçeli kağıtsız ofis yeterli iken; iş
yoğunluğu fazla olan veya birçok avukatla birlikte çalışılan ofislerde orta
veya yüksek bütçeli kağıtsız ofis çözümlerinin kullanılması gerekmektedir.
Bu açıklamalardan sonra ilk olarak kağıtsız ofis sisteminin tek veya bir
ortağıyla çalışan bir avukat tarafından nasıl kullanılacağına dair örnek
bir yol haritasını deneyimlemeliyiz. Diğer ihtimaller için yukarıdaki
bilgileri değerlendirerek çeşitli yol haritası deneyimleyebilirsiniz.
Kağıtsız ofise geçecek avukatlar birinci aşamada kendilerine en uygun bulut
uygulamasını tespit etmesi gerekmektedir 2 . Bunun için tercihen içerisinde online
doküman düzenleme ve ajanda sisteminin bulunduğu bir bulut uygulamasını
seçmelidir. Sonrasında ilgili müvekkillerinin ve dava listelerini (icra ve
diğer işler için de uygulanabilir) çıkartmalıdır. Ardından bu listeye uygun bir
şekilde bulut uygulamasında klasörler oluşturulmalıdır. Örneğin müvekkillerden
Ali Akın’a ait klasör oluşturulmalı ve daha sonrasında klasörün içinde ilgili
davalara (veya icra takibi ve diğer işler için) ait klasörler oluşturulmalıdır. Sonrasında
bu klasörlere müvekkilin dosyalarına ait evraklar nizami bir şekilde
yerleştirilmelidir. Bu işlem tamamlandıktan sonra Ali Akın’a ait dosyalara internet
bağlantısı olan herhangi bir cihazdan erişim sağlanabilecektir. Ajanda
modülü ile de online ajanda oluşturarak müvekkile ait ajanda tutulabilecektir.
2 Seçilen bulut uygulamasındaki kotanın aşılmaması halinde bu sistemden ücretsiz
olarak yararlanılacaktır.
Kağıtsız ofis sistemi ofisin bütçesi ve imkanlarına
göre düşük bütçeli, orta bütçeli ve
yüksek bütçeli olmak üzere üç farklı bütçede
kullanabilmekteyiz. Buradaki bütçe
sınıflandırmasını düşük-orta-yüksek
1 SuiteCRM uygulaması ücretsiz ve açık kaynak
kodlu olduğu için özelleştirme imkanımız bulunduğundan
ilk önerimizdir. Ücretli olmasına rağmen
SuiteCRM uygulamasına göre kolay kullanım
imkanı sunan ve açık kaynak kodlu olduğu için
özelleştirme imkanımızın bulunduğu bir alternatif
olarak PerfexCRM uygulamasını da önermekteyiz.
SADAP E-DERGİ | 25
Av. Mustafa TOPAL
AVUKATLARIN
DERNEK VE
VAKIF KURMASI
Dernekler ve vakıflar özel
hukuk tüzel kişiliğine haiz
sivil toplum örgütleridir.
Makalede dernek ve vakıf
kurmak isteyen gerçek / tüzel
kişilerin, özellikle de avukatların
kuruluş işlemlerinde ve
sonrasındaki faaliyetleri ile
ilgili genel mahiyetteki bilgilere
yer verilmiştir.
A) AVUKATLARIN DERNEK KURMASI
Türk Medeni Kanunu’nun 56. Maddesine göre “Dernekler,
gerçek veya tüzel “en az yedi kişinin” “kazanç paylaşma
dışında” belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek
üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle
oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır. (1)
Türk Medeni Kanunu’nun 72. Maddesine göre “Derneğin
zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim
kuruludur. Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar
da oluşturabilirler.” Bu organların toplanma şekli, asgari üye sayısı
ve toplantı usulü ve görevleri kanunda ayrıca açıklanmıştır.
Dernekler Yönetmeliğinin 5. Maddesine göre de “Dernekler,
kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine
vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.” Mülki idare amirliği
(Valilik bünyesinde Sivil Toplumla İlişkiler İl Müdürlükleri)
tarafından dernek kuruluş bildirimi, gün ve saat
belirtilmek suretiyle dernekler birimine havale edilir.
Aynı zamanda başvuru sahibine kuruluş bildirimi ve eklerinin
alındığına dair Alındı Belgesi (EK- 1) verildikten sonra dernek,
26 | SADAP E-DERGİ
1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun
Avukatlıkla birleşmeyen işler madde
başlıklı 11. maddesi ile Avukatlıkla
birleşebilen işler madde başlıklı 12.
Maddesi sözünü etmiş olduğumuz
hususla ilgili olarak düzenlenmiştir.
Madde 11 – Aylık, ücret, gündelik veya
kesenek gibi ödemeler karşılığında
görülen hiçbir hizmet ve görev, sigorta
prodüktörlüğü, tacirlik ve esnaflık veya
meslekin onuru ile bağdaşması mümkün
olmıyan her türlü iş avukatlıkla birleşemez.
5253 Sayılı Dernekler Kanunu’nun 13.
Maddesine göre “Dernek yönetim ve
denetim kurullarının kamu görevlisi
olmayan başkan ve üyelerine ücret
verilebilir.” Görüleceği üzere mevzuattaki
belli kısıtlamalar dışında kalanların
ücret alabilmesi mümkündür.
1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun
12. Maddesine göre “Aşağıda, sayılan
işler 11 inci madde hükmü dışındadır:
kütüğe kaydedilir. Kuruluş bildiriminin içeriği
ve gerekli belgeler Dernekler Yönetmeliğinin
5. Maddesinde belirtilmiştir. Bunlardan
en önemlisi kurucular tarafından her
sayfası imzalanan 2 adet dernek tüzüğüdür.
Bu belge ve form örneklerine www.siviltoplum.gov.tr/dernek-nasil-kurulur
linkinden
kolaylıkla ulaşılabilmektedir. Tıpkı UYAP gibi
derneklerin de kullandığı DERBİS adında bir
yazılımı mevcuttur. Dernekler kurulduktan
sonra birçok işlemi bu sistem üzerinden
yapabilmekte ve Mülki Amirliğe gitmelerine
gerek kalmamaktadır. Derneklerin kuruluş
işlemleri ile ilgili bu kısa bilgilerden sonra
avukatların dernek kurması ve dernek yönetimlerinde
görev alması ile ilgili bilgilere
de yer vermemiz gerektiğini düşünüyoruz.
1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. ve 2.
Maddelerinde, avukatlığın kamu hizmeti
olduğu ve serbest bir meslek olduğu belirtilirken,
avukatlığın amacının ise ‘‘hukuki
münasebetlerin düzenlenmesini, her
türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların,
adalet ve hakkaniyete uygun olarak
çözümlenmesini, hukuk kurallarının
tam olarak uygulanmasını her derecede
yargı organları, hakemler, resmi
ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde
sağlamaktır. Avukat bu amaçla
hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet
hizmetine ve kişilerin yararlanmasına
tahsis eder.” olarak ifade edilmektedir.
Dernekler ile ilgili mevzuatta; Türk Silahlı
Kuvvetleri ile kolluk kuvvetleri mensuplarıyla
kamu kurum ve kuruluşlarının
memur statüsündeki görevlileri hakkında
özel kanunlarla getirilen kısıtlamalar
vardır. Avukatların dernek kurucusu
ve üyesi olmasında böyle bir kısıtlama
kesinlikle olmasa da görevleri ile ilgili
ücret, aylık, gündelik almasının yasak olduğunu
hatırlatmakta yarar vardır.
c) Özel hukuk tüzelkişilerinin hukuk
müşavirliği ve sürekli avukatlığı ile bir
avukat yazıhanesinde ücret karşılığında
avukatlık,
g) Hayri, ilmi ve siyasi kuruluşların yönetim
kurulu başkanlığı, üyeliği ve denetçiliği.
Kanunda açıkça zikredildiği üzere
dernek ve vakıflarda ücret karşılığı
sürekli avukatlık, müşavirlik yapılması
mümkün iken, ücret karşılığı olmaksızın
bunların yönetim organlarında
veya üyeliklerinde de bulunmak
herhangi bir engel teşkil etmemektedir.
İçişleri Bakanlığı Sivil Toplumla İlişkiler
Genel Müdürlüğü güncel verilerine göre
“Mesleki ve Dayanışma Derneklerinin
sayısının tüm derneklere oranı %37.341
- %31,17, Hak ve Savunuculuk Derneklerinin
oranı %1,48 - % 1,24 olarak belirtilmiştir
(https://www.siviltoplum.gov.tr/
derneklerin-faaliyet-alanlarina-gore-dagilimi).
Bu oranlar dikkate alındığında
Adalet ile ilgili STK oluşumlarının sayısının
oldukça az olduğu dikkati çekmektedir.
SADAP E-DERGİ| 27
B) AVUKATLARIN VAKIF KURMASI
i. Vakıf Kuruluşu Nasıl Yapılır
4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 101.
Maddesine göre “Vakıflar, gerçek veya tüzel
kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli
bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel
kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Bir mal
varlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da
gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya
ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.
Türk Medeni Kanunu 109. Maddesine göre
“Vakfın bir yönetim organının bulunması
zorunludur. Vakfeden, vakıf senedinde gerekli
gördüğü başka organları da gösterebilir.”
Vakıflar Kanunu’nun 6. Maddesinde ise “Yeni
vakıfların yönetim organı vakıf senedine
göre oluşturulur ve bu vakıfların yönetim
organlarında görev alanların çoğunluğunun,
Türkiye’de yerleşik bulunması gerekir.” denilmektedir.
5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun 5. Maddesine
göre “Yeni vakıflar; Türk Medenî Kanunu
hükümlerine göre kurulur ve faaliyet gösterirler.
Yeni vakıfların kuruluşunda amaçlarına
göre özgülenecek asgarî mal varlığı her yıl
Meclisçe belirlenir. Yeni vakıflar, “vakıf senetlerinde”
yazılı amaçlarını gerçekleştirmek
üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak
şartıyla şube ve temsilcilik açabilirler.” Burada
kanunda bahsi geçen “Yeni Vakıf ve Meclis”
tanımına değinmek isteriz.
Yeni Vakıf : Mülga 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisi ile 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu
hükümlerine göre kurulan vakıfları, Meclis
:Vakıflar Meclisini, ifade etmektedir 1 .
1Vakıflar Meclisinin Oluşumunu merak edenler
için “15/7/2018 ve 30479 Sayılı Resmi Gazete ile
yayımlanan “4 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin
698. Sayılı Maddesine göre (1) Meclis, Genel
Müdürlüğün en üst seviyedeki karar organıdır.
(2) Meclis; Genel Müdür, üç Genel Müdür yardımcısı
ve I. Hukuk Müşaviri olmak üzere beş, vakıf
konusunda bilgi ve deneyim sahibi yükseköğrenim
mezunları arasından Cumhurbaşkanınca
atanacak beş, yeni vakıflarca seçilecek üç, mülhak
ve cemaat vakıflarınca seçilecek birer üye olmak
üzere toplam on beş üyeden oluşur. Ayrıca yeni
vakıflar üç, mülhak ve cemaat vakıfları ise birer
yedek üye seçer.”
Türk Medeni Kanunu’nun 101. Maddesine göre; “Vakıf kurma iradesi, resmî senetle
veya ölüme bağlı tasarrufla açıklanır.Vakıflar Yönetmeliğinin 5. Maddesi
göre ise; “Gerçek veya tüzel kişilerin vakıf kurma iradesi noterde düzenleme
şeklinde hazırlanan resmi senetle açıklanır. Noter, resmi senedin bir örneğini
yedi gün içinde Genel Müdürlüğe gönderir.” denilmektedir. Resmi senedin
muhtevasının, vakfın tescilinin nasıl olacağını ve tüzel kişiliğin ne şekilde kazanılacağı
Türk Medeni Kanunu’nun 106. maddesine bildirilmiştir. Buna göre
“Vakıf senedinde vakfın adı, amacı, bu amaca özgülenen mal ve haklar, vakfın
örgütlenme ve yönetim şekli ile yerleşim yeri gösterilir.”
Vakfın tescili hususundaki başvurmalar vakfedenin ikametgahı asliye mahkemesine
yapılır. Mahkeme, evrak üzerinde ve gerekirse vakfedeni ve diğer ilgilileri
de dinlemek suretiyle inceleme yaparak vakfın tesciline karar verir. Vakfın
tesciline dair kararın kesinleşmesinden sonra vakıf, mahkeme nezdinde özel
surette tutulan sicil defterine kayıt olunur. Merkezi sicile kaydedilen vakıf, Resmi
Gazete ile ilan edilir.
Vakıf kuruluşu için asgari kurucu sayısı bulunmamaktadır. Tek başına bir
gerçek veya tüzel kişi vakıf kurabilir. Vakıfların kurulması için gereken, başta
Vakıf Senedi örneği olmak üzere, tüm bilgilere Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait
www.vgm.gov.tr/vakif-islemleri/vakif-nasil-kurulur-/vakif-nasil-kurulur adlı
linkten ulaşılabilmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2018 yılı istatistiki verilerine göre: belli bir
kurumda çalışanlar veya meslek sahiplerinin kurduğu yeni vakıfların sayısı
581 ve bu vakıfların diğer yeni vakıflara olan oranı ise %3,7 olarak görülmektedir.
Bu ve benzeri tüm bilgilere www.vgm.gov.tr alan adlı internet sitesinden
ulaşılabilmektedir.
Tıpkı derneklerde olduğu gibi vakıflarla ilgili de belli kısıtlamalar bulunmaktadır.
Vakıf organlarında görev alan kamu görevlilerine hiçbir ad altında ücret
ödenmeyeceği, sadece vakıf işleri adına yaptıkları seyahatler için yolluk ve
vakıf için yaptıkları belgeye dayanan zorunlu masrafların ödenebileceği
mevzuatta bildirilmiştir. Ayrıca ulaşım, konaklama ve yemek parasını içeren
yolluğun hesabında, basiretli bir idareci gibi davranılarak, vakfın zarara
uğratılmaması ve kamu görevlilerine bu hususun ek gelir teşkil etmemesinin
sağlanması da gerekmektedir. Avukatların da Avukatlık Kanununda ve vakıflarla
ilgili mevzuatta belirtilen kısıtlamalar haricinde ücret almaksızın vakıf
kurucusu olması, yönetim ve diğer organlarında görev almaları mümkündür.
Dernekler ve vakıflar ile ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde genel mahiyette
bilgiler vermeyi amaçladığımız makalenin yeni oluşumumuz ve dernek ve
vakıf çatısı altında büyümesini hedeflediğimiz Serbest Avukatlar Dayanışma
Grubuna faydalı olmasını dilerim.
28 | SADAP E-DERGİ
ÖZGÜRLÜK VE İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜ
Av. Arb. Gürkan COŞKUN
Soyut bir kavram olmasına karşın yaşamımızda somut yansımalarıyla
her zaman yer alacak olan özgürlüğü, üç aşamalı
olarak ele almak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan, doğal
yaşam alanı dikkate alındığında, davranışlarda özgürlük
açısından, diğer canlılardan daha yukarıda değildir. Hatta
kurallara uyma zorunluluğu nedeniyle daha alt seviyede
olduğu bile söylenebilir. Davranışlarımızı kültür, toplumsal
ilişkiler, eğitim, inanç ve gelenekler gibi etkenlerle kısıtlarız.
Düşünce özgürlüğü ise bizi diğer canlılardan ayırır. Doğal
olarak (açığa vurmadığı sürece) bir kimsenin düşünmesi
önlenemez. Düşüncenin sınırını, kişinin kendi görgüsü, bilgisi,
deneyimleri ve hayal gücü oluşturur. Düşünce özgürlüğü
kavramı otorite ile akıl arasındaki savaştan kaynaklanır.
İfade özgürlüğü, tanım itibariyle, insanların herhangi bir korku,
sindirme veya tehdide maruz kalmadan; söz, yazı, müzik,
sanat, edebiyat, tavır ve davranışlarla, duygu ve düşüncelerini
dile getirebilmektir. Teorik olarak ve aynı zamanda hukuken,
her bireyin eşit şekilde ifade özgürlüğüne sahip olduğu varsayılabilse
de; bilgisi, birikimi, analitik düşünme ve çıkarsama yeteneği
gelişmemiş birinin, farkındalıklarını artırmış kişiye oranla
eşit olduğunu söyleyebilmek pek mümkün olmayacaktır.
Birey, geliştirebildiği, kullanabildiği ve yararlanabildiği yöntem
oranında düşünce ve duygularını ifade edebilir ve özgürleşebilir.
Genellikle de kendi özgürlüğünü kuramayan kişi, başkasının
özgürlüğünü kısıtlamada daha saldırgan bir tavır sergiler.
İfade özgürlüğü, tanım itibariyle, insanların herhangi bir korku,
sindirme veya tehdide maruz kalmadan; söz, yazı, müzik,
sanat, edebiyat, tavır ve davranışlarla, duygu ve düşüncelerini
dile getirebilmektir. Teorik olarak ve aynı zamanda hukuken,
her bireyin eşit şekilde ifade özgürlüğüne sahip olduğu varsayılabilse
de; bilgisi, birikimi, analitik düşünme ve çıkarsama
yeteneği gelişmemiş birinin, farkındalıklarını artırmış kişiye
oranla eşit olduğunu söyleyebilmek pek mümkün olmayacaktır.
SADAP E-DERGİ | 29
Birey, geliştirebildiği, kullanabildiği ve yararlanabildiği
yöntem oranında düşünce ve
duygularını ifade edebilir ve özgürleşebilir.
Genellikle de kendi özgürlüğünü kuramayan
kişi, başkasının özgürlüğünü kısıtlamada
daha saldırgan bir tavır sergiler.
Düşüncenin gelişmesi ve özgürleşmesi, bilgi
edinme ve bilginin doğru yöntemlerle değerlendirilmesi,
eleştirel bakış açısıyla doğruluğunun
sınanabilmesiyle olur. Kişi, içinde
yaşadığı toplumun kültürel yapısı, dini, tabuları
nedeniyle oluşmuş dogmatik yansımalarından
kendini arındırabildiği ölçüde
bireyleşir. “Bireyleşme” kişinin kendi aklına,
bilgisine ve yeteneklerine güvenmesini gerektirir.
Böylelikle başkalarına itaat etme gereği
duymaz. Birey, kendi düşüncesini ne kadar
özgürleştirebiliyorsa, genellikle başkalarının
davranışlarına da o oranda özgürlük tanıyabilir.
Otoriter bir yapıda ise kişinin özgürleşmesi,
otoritenin iznine ve onayına tabi
olacağından ortak çıkarlar yerine kişisel
menfaatler ön plana çıkar. Bu durumu ise
“bireyselleşme” kavramıyla ifade edebiliriz.
Aydınlanma dönemiyle birlikte, Aristoteles’e
dayanan fizik anlayışı yerini Newton
fiziğine bırakınca, her olguya “nasıl” sorusu
yöneltilerek cevap aranması, bilimin alanını
genişlettikçe inançların alanı daraltmaya
başlamıştır. Aydınlanma dönemi ile birlikte otoriteden yasaya, itaatten kurala
uymaya ve sorgusuz kabulden akıl ve bilimsel veriler ışığında sorgulamaya
geçişle aklın özgürleşmesinin önü açılmıştır. Yine de bireyin özgür düşünebilmesi
ve düşüncelerinin özgürce ifade edebilmesi, içinde yaşanılan toplumsal
koşullardan (tabular, hurafeler ve otoriteye verilen önem) bağımsız olmayıp,
bu koşulları aşabilmek ise bireyin iradesi ve mücadelesine göre mümkün
olabilmektedir. Bireyin bir otoriteye boyun eğmeksizin kendi yetenekleri ve
çalışmasıyla var olabilmesi için ise yasal güvencelerle korunması zorunludur.
Hukuksal Yönüyle İfade Özgürlüğü:
ABD’ye göre Avrupa’da ifade özgürlüğü, görece daha fazla sınırlandırılmıştır.
Bunun asıl nedeninin, İkinci Dünya Savaşı’nın arenası olması
ve özellikle Yahudiler, Çingeneler ve engellilere yönelik soykırım deneyimini
yaşamaları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesi, ifade özgürlüğüne ilişkindir:
“Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları
tarafından müdahale edilmeksizin ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın,
görüş sahibi olma, bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma özgürlüğünü
içerir. Bu Madde devletlerin yayıncılığı, televizyon veya sinema
işletmelerini izin alma koşuluna bağlamasını engellemez.
Bu özgürlüklerin kullanımı, beraberinde ödev ve sorumlukları getirdiği için,
ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu emniyeti menfaatlerine, düzensizliğin
veya suç işlenmesinin önlenmesi, sağlık veya ahlakın korunması,
başkalarının şöhret veya haklarının korunması, gizli olarak elde edilen bilgilerin
açıklanmasının önlenmesi veya yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının
sürdürülmesi için yasa tarafından öngörülen ve demokratik bir toplumda gerekli
olan formalitelere, koşullara, kısıtlamalara veya cezalara tabi tutulabilir.”
30 | SADAP E-DERGİ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin
(AİHM) ifade özgürlüğü ile ilgili içtihatları,
bu görece kısa düzenlemenin, yorum yoluyla
farklı ifade biçimlerine ve araçlarına
uygulanmasını sağlamıştır. Yine AİHS’in
hakların kötüye kullanılmasını yasaklayan
17. Maddesinin de AİHM kararlarında
sıklıkla yer aldığını belirtmek gerekir.
İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve
örgütlenme özgürlüğü ile yakından ilişkili
bir haktır. Toplanma ve örgütlenme, ifade
özgürlüğünün kolektif biçimde kullanılmasının
yöntemleridir. İfade özgürlüğü tüm
insanlara ilişkindir. Gerçek kişi, tüzel kişi,
vatandaş, yabancı gibi ayrımlar yalnızca
hakkın sınırlandırılması bakımından önem
taşıyabilir. (T.C Anayasası, m.26) Anayasa
Mahkemesi‘nce, “yüksek güvenlikli bir cezaevinde
kapatılmış bulunan hükümlüler”,
“tutuklular”, “askerler”, “devlet memurları”
da dâhil olmak üzere herkesin ifade özgürlüğünün
birer öznesi olduğu kabul edilmiştir.
AİHM kararları, ifade özgürlüğünün kapsamına
siyasi, sanatsal, ticari vb. her türlü
ifadeyi alır. Başkaları açısından “değersiz” ya
da “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması
ve yayılması özgürlüğünü de kapsar.
Ancak günümüzde özellikle Avrupa Hukuku
açısından faşizm, ırkçılık, ayrımcılık, savaş
propagandası veya nefret içerikli ifadelerin
ifade özgürlüğü kapsamı dışında tutulduğu
kabul edilebilir. Bunlardan nefret
söylemi, kategorik olarak ifade özgürlüğü
kapsamı dışında tutulmamış olsa da, ifade
özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda
kolaylıkla gerekçe haline getirilerek kapsam
dışına itilmektedir. Nefret söylemi söz
konusu olduğunda, mevcut iki hak arasında
bir çatışma ortaya çıkmaktadır. Söz konusu
çatışma ifade özgürlüğü ile kişinin
ayrımcılığa maruz kalmaması arasındadır.
Siyasi ifade özgürlüğü AİHM kararlarında
en çok rastlanılan konudur. Hükümetlere
ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin
sınırı daha geniştir. Eleştirinin sınırı açısından
siyasetçilerden sonra kamu görevlileri,
daha sonra yargı çalışanları ve en sona
da siviller gelmektedir. Siyasetçilerin özel yaşamına dair eleştiriler veya
haberler söz konusu olduğunda, normalde kişinin özel yaşamı kapsamında
görülebilecek bazı durumlar, siyasetçiler söz konusu olduğunda kamu
yararı bulunan konular olarak ele alınmaktadır. Siyasal tartışmalar, siyasal
politikaları ve siyasileri eleştirebilmek, tüm demokratik sistemlerin temel
ilkesidir. AİHM’e göre hükümetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca
denetlenmemelidirler. Hükümetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel
medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir. Hükümetler hem en
ağır eleştirilere hoşgörü göstermeli, hem de öngördükleri sınırlayıcı önlemlerin,
ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki doğurmasını engellemelidirler.
Yine kamusal organların denetimi bir yurttaşlık görevidir ve yurttaşların
bu görevi yerine getirirken ağır ve sert bir üslup kullanması mümkündür.
Anayasa Mahkemesi siyasi ifadelerle ilgili olarak AİHM’in yaklaşımını izlemektedir.
AYM’ye göre, sağlıklı bir demokrasi bir hükümetin yalnızca yasama organı
veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil
toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer
alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir. (AYM Bekir Coşkun kararı,
2014/12151) Sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle
siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir.
Kamuya mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin
ve gazetecilerin gördükleri işlev nedeniyle şöhretleri söz konusu olduğunda
toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak bu
kişilerin daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerekmektedir. (AYM, Nilgün
Halloran kararı, 2012/1184) Anayasa Mahkemesi siyasetçilere yönelik ifadeler
bakımından ifade özgürlüğünün daha geniş koruma sağladığını kabul etmekle
birlikte siyasetçilere yönelik her türlü ifadenin bu korumadan yararlanamayacağını
kabul etmektedir. Siyasetçilerin de Anayasa’nın 26. maddesinin
ikinci fıkrasında belirtilen “şöhret ve haklarının” korunması ifade özgürlüğüne
ağır basabilecektir ve 26. maddenin ikinci fıkrası bütün bireylerin itibarlarının
korunmasına yönelik bir düzenlemedir. Bu noktada şahsi sıfatları dışında hareket
eden siyasetçiler bakımından, söz konusu korumanın gerekleri ile siyasi
meseleleri açık biçimde tartışmanın yararı tartılmalıdır. (AYM Bekir Coşkun
kararı, Tansel Çölaşan kararı 2014/6128, Ergün Poyraz(2) kararı 2014/12151).
Sanatsal ifade ile ilgili en açık düzenleme Türkiye’nin de taraf olduğu Ekonomik,
Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 15. maddesinde yer almıştır.
Maddenin üçüncü fıkrasına göre “Bu sözleşmeye taraf devletler... yaratıcı faaliyetler
için zorunlu olan özgürlüğe saygı göstermeyi taahhüt ederler.” AİHM
kararlarında sanatsal ifadelere siyasi ifadelerle kıyaslandığında daha az ayrıcalıklı
bir konum verildiği dile getirilmektedir. Ancak sanatsal ifadeler söz konusu
olduğunda AİHM örneğin şiddete çağrı olarak nitelendirilebilecek bazı
ifadeler karşısında ifade özgürlüğüne daha fazla ağırlık verebilmektedir. Örneğin
Karataş/Türkiye davasında bir şiir kitabı saldırgan bir üslup içermesine
ve şiddete çağrı olarak algılanabilecek ifadeler içermesine karşın, halk üzerinde
olumsuz etkisinin sınırlı olacağı değerlendirilerek ifade özgürlüğünün
ihlal edilmediği yönünde karar verilmiştir. Bu yaklaşım siyasi ifade ve sanatsal
ifade kategorilerinin iç içe geçtiği durumlarda ortaya çıkabilmektedir.
SADAP E-DERGİ | 31
Özellikle müstehcen ifadeler konusu, ifade
özgürlüğü ile ilgili olarak tartışmalı kararlara
yol açabilmektedir. Değer yargıları bir toplumdan
diğerine farklılaşabildiği için müstehcenlik
ve sanat arasındaki sınırın çizilmesi
her zaman kolay olmamaktadır. AİHM bir kararında
hayvanlarla cinsel ilişkiyi gösteren resimlerin
halka açık bir biçimde sergilenmesinin
ardından, ressamın ceza kovuşturmasına
tabi tutulması ve resimlere el konulmasını
değerlendirmiştir. Mahkeme bu olayda başvurulan
önlemin ahlâkın korunması için gerekli
olduğunu kabul etmiş ve Sözleşme’nin
10. maddesinde yer alan “ödev ve sorumluluk”
ifadesine gönderme yapmıştır. Ancak
AİHM son yıllarda içtihatlarında bu durumun
tam tersi yönünde yorumlanabilecek kararlar
vermeye başlamıştır. Örneğin, Mahkeme bir
politikacının cinsel ilişki sırasında resmedildiği
bir resimle ilgili alınan tedbir kararını ifade
özgürlüğüne aykırı bulmuştur. Yine AİHM
erotik içeriği nedeniyle bir kitap hakkında toplatma
kararı verilmesi ve romanın yayıncısına
para cezasına hükmedilmesi ile ilgili bir
başvuruda, yine ahlâkın korunması karşısında
sanat özgürlüğüne ağırlık vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne göre de sanatsal ifadeler
Anayasa’nın 26. ve 27. maddelerinin
koruması altındadır ve bu anayasal güvenceler
her tür kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve fikrin
açıklanmasına, yayılmasına ve değiş-tokuşuna
katılma fırsatı yaratmaktadır. Kamu otoriteleri
veya toplumun bir kesimi için hoş
olmayan düşüncelere; şiddeti teşvik etmediği,
terör eylemlerini haklı göstermediği ve
nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği
sürece sınırlama getirilemeyeceği kabul
edilmiştir. (AYM Fatih Taş kararı, 2013/1461)
AİHM, akademisyenlerin çalıştıkları kurum
veya sistem ile ilgili görüşlerini özgürce
dile getirebilmesinin ve herhangi bir
sınırlama olmaksızın bilgi ve gerçekleri
yayma özgürlüğünü akademik özgürlük
kavramı ile karşılar. Örneğin, AİHM akademik
nitelikli bir kitapta Türkiye’nin toprak
bütünlüğüne aykırı olarak değerlendirilebilecek
bazı ifadelerin şiddete teşvik niteliğinde
olmadığını belirtmiş ve ciddi bir
akademik çalışma niteliğini haiz olduğu için ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirmiştir. Akademik araştırmalar söz konusu olduğunda, kamu
makamları kural olarak elindeki belgeleri sunma yükümlülüğü altındadır ve
bu yükümlülüğün ortadan kalkması için AİHS’e uygun bir sınırlamanın ortaya
konulması gerekmektedir. Bu durum özellikle tarihsel gerçeklerin ortaya
çıkarılması amacıyla gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar için geçerlidir.
AİHS’in 10. maddesi ticari ifadelere yönelik de bir koruma getirmektedir.
Ancak ticari ifadeler, siyasi ifadeler ve sanatsal ifadelere göre daha az koruma
görebilmektedir. Ticari ifadelerin toplumu yakından ilgilendirdiği ve
kamu yararı bulunduğu durumlarda herhangi bir gerekçeye dayanmaksızın
yayılması olanağının ortadan kaldırılması “sansür” olarak kabul edilmiştir.
AİHS’in 10. maddesinde yer alan meşru amaçlardan birisi de “ahlâkın
korunması”dır. Mahkeme bu tür ifadelerde taraf devletlere geniş takdir
yetkisi tanıma eğilimindedir. Bu durumun nedeni olarak, bu tür konularda
Avrupa’da ortaklaşa bir standardın yokluğu gösterilmektedir.
AİHM, dini değerlere yapılan saldırılar konusunda gösterdiği mevcut
yaklaşımı, laik kesimin benimsediği değerlere yönelik ağır eleştirilerde göstermediği
gerekçesiyle eleştiri ile karşılaşmıştır. AİHM önünde görülen bir
davada, bazı dini figürlere yönelik müstehcenlik de içeren bir filmin gösteriminin
engellenmesi ve filme el konulması, Mahkeme tarafından dindar
nüfusun dini inançlarının, hakaret edici bir biçimde saldırıya maruz kalmamasının
güvence altına alınması, devletin takdir alanında kaldığı gerekçesiyle
ifade özgürlüğüne aykırı bulunmamıştır. Söz konusu karar büyük
eleştiri ile karşılaşmıştır ve “titizlikten uzak ve çoğulcu bir demokraside sanatsal
ifadenin mantıksal temellerinden bihaber” olarak nitelendirilmiştir.
Müstehcen ifadeler yönünden “pornografi”, “erotizm” ve “müstehcenlik”
kavramlarının ayrıştırılması gerekir. “Porno” kavramı Türk Dil Kurumu tarafından,
“amacı cinsel dürtülere yönelik olan, ahlâkî değerlere aykırı düşen
yayın, resim vs.” olarak tanımlanırken, “müstehcen” kavramı “açık saçık, edebe
aykırı, yakışıksız” olarak tanımlanmaktadır. Görüldüğü üzere pornografi
cinsel dürtüleri harekete geçirmeye yöneliktir ve bu anlamda müstehcenlikten
farklılaşmaktadır. Bu iki kavramın benzer şeyleri nitelemediği görülmektedir.
Bu kavramlarla bağlantılı bir diğer kavram ise “erotizm” kavramıdır ve
“erotik” kelimesi “cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığı
duygu ve coşkularla ilgili olan” biçiminde tanımlanmaktadır. Erotizmde
cinsellik konu edilebilirken, pornografide cinsellik bir konudan öte
bir nesnedir ve amaç cinselliği konu etmek yerine cinsel dürtüleri harekete
geçirmektir. Bir çalışmada yaratıcının amacı, eserin pornografik olup olmadığının
tespitinde belirleyici rol oynar. Bu nedenle pornografi ile erotizm
veya müstehcenlik kavramları arasında bir ayrıma gidilmelidir. Günümüzde
pornografik olmamasına rağmen “müstehcen” içerikte kabul edilebilecek
ifadeler “ahlâkın korunması” veya “başkalarının şöhreti veya haklarının
korunması” amaçlarıyla sınırlamaya tabi tutulabilmektedir. AİHM bu
tür ifadelerde taraf devletlere geniş takdir yetkisi tanıma eğilimindedir.
32 | SADAP E-DERGİ
Anayasa Mahkemesi, müstehcenlik kavramının
karmaşıklığını ve muğlaklığını kabul
etmiştir. Müstehcen ifadeler söz konusu
olduğunda ve bu tür ifadeler bir sanat eseri
ile dile getirildiğinde, yargı organlarının
yapacakları değerlendirmelerde “sanat
alanının veya eserinin özelliklerine, müstehcen
olduğu değerlendirilen kısımların ifade
edildiği bağlama, yazarın kimliğine, yazılma
zamanına, amacına, hitap ettiği kişilerin
kimliklerine ve onların estetik anlayışlarına,
eserin muhtemel etkilerine ve eserdeki
diğer ifadelerin tamamına bir bütün olarak
bakılarak yapılması gerektiği“ belirtilmiştir.
Irk ayrımcılığı ve nefret söylemi ile ilgili olarak
Türkiye’nin de taraf olduğu Her Türlü Irk
Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme’nin 4. maddesinde,
taraf devletlerin “(…) bir ırkın veya belli bir
renge veya etnik kökene mensup bir grubun
üstünlüğü fikirlerine ya da teorilerine
dayanan ya da her ne şekilde olursa olsun
ırkçı nefreti ve ayrımcılığı haklı çıkarmaya ya
da yüceltmeye çalışan tüm propaganda ve
tüm örgütleri kınayacakları ve bu tür ayrımcılık
faaliyetleri ile ayrımcılığı teşviki ortadan
kaldırmaya yönelik acil ve olumlu önlemler
almayı (…)” üstlenecekleri belirtilmiştir.
Bu önlemlerden bazıları madde metninde
sıralanmıştır. Bu önlemler arasında ırkçı üstünlüğe
ya da nefrete dayalı tüm fikirlerin
yayılmasının ve ırk ayrımcılığını teşvikin, yasayla
cezalandırılması ve suç olarak ilan edilmesi,
ırk ayrımcılığını destekleyen ya da bu
tür ayrımcılığa teşvik eden tüm örgütlerin
ve ayrıca örgütlü ve diğer tüm propaganda
faaliyetlerinin yasa dışı ilan edilmesi ve
yasaklanması, bu tür örgütlere ya da faaliyetlere
katılımın yasayla cezalandırılması ve
suç olarak düzenlenmesi, yerel veya ulusal
kamu kurum ve yetkililerinin ırk ayrımcılığını
desteklemesine ya da ırk ayrımcılığını teşvik
etmesine izin verilmemesi yer almaktadır.
Anayasa’nın 13. ve 14. maddelerinde yer
alan hakların sınırlanması rejimi ve kötüye
kullanılması yasağı ile birlikte ilgili maddeler
değerlendirildiğinde, nefret içerikli ifadelerin,
bu ifadeleri örgütlü bir şekilde dile getirmenin,
bu ifadeleri toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde dile getirmenin yasalarla
yasaklanması durumunda, bunun Anayasa’ya aykırı olmayacağı söylenebilir.
Bu tür bir yasaklama, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde
bu tür ifadelerin kullanılması hakkın kötüye kullanılması olarak
değerlendirilerek Anayasa’nın 14. maddesine uygun kabul edilebilecektir.
Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru usulü ile beraber nefret söylemi kavramına
kararlarında yer vermeye başlamıştır. Mahkeme konuya dair bir
dizi uluslararası belgeden hareketle, “kişilere veya gruplara yönelik nefretin
belirli bir ırka ait olmaları nedeniyle kışkırtılması, dinsel nedenlerle nefretin
ve inananlar ile inanmayanlar arasındaki ayrıma dayalı nefretin kışkırtılması
ve saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik” şeklinde ifadesini bulan
hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret türlerinin kışkırtılmasını nefret söylemi
olarak kabul etmiştir. Mahkeme’ye göre nefret söylemi muhakkak belirli
bir kişiye veya gruba yönlendirilmelidir. “Bir gruba veya bir grubun üyelerine
yönelik ifade, nefreti teşvik ediyorsa ve bu teşvikin sözde geçerli nedeni
o gruba isnat edilen özelliklerse, bir grubun üyeleri sırf bu gruba üye
oldukları için aşağılanıyor, genel çoğunluktan farklı görülüyor, toplumsal
olumsuzlukların faili sayılıyorsa ya da bu grupların veya üyelerinin aşağılanmaları
ve haklarından mahrum edilmeleri, maruz kaldıkları dışlanma, baskı
veya şiddet meşru gösteriliyor ise söz konusu düşünce açıklamasının nefret
söylemi içerdiği kabul edilebilir.” (AYM Fetullah Gülen kararı, 2014/12225).
Mahkeme, nefret söylemi niteliğinde ifadeler söz konusu olduğunda, hakaret
içeren ifadeler açısından söz konusu olan tazminat yolunun tüketilmesi
zorunluğunu aramamaktadır. Olayın kendine özgü koşulları da dikkate alınmak
koşuluyla, bireysel başvuru öncesinde hukuk yoluna gidilmeksizin sadece
ceza muhakemesi yolunun tamamlanmış olmasını yeterli görebilmektedir.
AİHS’in ifade özgürlüğüne sağladığı koruma yalnızca içerik açısından
değildir. Bilgi ve düşüncelerin dile getirildiği, iletildiği ve bunlara
ulaşıldığı farklı biçim ve araçları da kapsamaktadır. İfadenin resim,
kitap, film, broşür gibi herhangi bir araçla ve herhangi bir
içerikte dile getirilmesi mümkündür. İfade özgürlüğü aynı zamanda sessiz
kalma hakkı biçiminde ifade özgürlüğünün negatif yönünü de içermektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına bakıldığında, yazılı belge ve kitap yayımlama,
radyo ve televizyon yayıncılığı, barışçıl gösterilerde konuşma yapma veya
basın açıklamasında bulunma, bir konuya dikkat çekmek için veya bir durumu
protesto etmek için açlık grevi yapma, dilekçe yazma ve cezaevinde yemek almama,
güncel bir konuda kamuoyunun dikkatini çekmek üzere reklam ve siyasi
propaganda amaçlı veya ölen insanları anmak için kullanılan bir slogan, işçinin
çalıştığı iş yerindeki hukuka aykırılıklar veya işverenin yaptığı haksızlıklar
nedeniyle idareye şikâyet dilekçesi yazması veya konuyu kamuoyuna duyurması,
şiir yazma ve yayımlama gibi farklı biçimlerde kullanılan ifadelerin ifade
özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Yine Anayasa Mahkemesi’ne
göre “Anayasa’nın 26. maddesi, her türlü kültürel, siyasal ve sosyal
bilgi ve fikirlerin paylaşıldığı ortamlara dâhil olan bireylerin bilgi ve fikir alışverişinde
bulunurlarken istedikleri dili tercih etme özgürlüğünü kapsamaktadır.
SADAP E-DERGİ | 33
Basına yönelik olarak, yayın öncesinde getirilen
sınırlamaların, bilginin serbestçe akışı ve
halk arasında anlamlı bir tartışma yaşanmasına
yönelik en ciddi tehdit olması nedeniyle
hem orantılılık, hem de hukuken öngörülme
ve meşru amaç ölçütleri çerçevesinde çok sıkı
bir denetime tabi tutulması gerekmektedir.
Ayrıca haberler “çabuk eskiyen mal” olarak nitelendirilmektedir
ve bu nedenle basına yönelik
sürekli nitelikteki müdahalelerin daha
da sıkı bir denetime tabi tutulması beklenmektedir.
Anayasa Mahkemesi, basın özgürlüğünü,
“herkes için geçerli ve yaşamsal öneme
sahip bir özgürlük” olarak görmektedir.
Mahkeme’ye göre “Çoğunluğa muhalif olanlar
da dâhil olmak üzere düşüncelerin her
türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye
paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek
ve gerçekleştirme konusunda ikna
etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.
Bu itibarla düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin
işleyişi için yaşamsal önemdedir.”
Basın özgürlüğü, AİHS’de ifade özgürlüğüne
ilişkin 10. maddenin altında koruma altına
alınmış, bizde ise Anayasa’nın 28. ila 32.
Maddeleri arasında özel olarak düzenlenmiştir.
Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim
araçlarından biridir; ancak diğer kitle iletişim
araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur.
(AYM Abdullah Öcalan kararı, 2013/409) .
Basın özgürlüğü kavramı, basının, meslek etiği çerçevesinde davranması gerekliliğini
dışlamamakla birlikte, basının haber dilinin kendisi tarafından belirlenmesi
özgürlüğünü de içerir ve bu anlamda basına bir özerk alan bırakır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de, yargı mercilerinin basının yerine geçip, belli
bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemesinin
mümkün olmadığını ifade etmiştir. (AYM Medya Gündem Dijital Yay. Tic. A.Ş.
kararı, 2013/2623).
Bununla birlikte basının sorumluluk bilinciyle de hareket etmesi beklenmektedir
ve bu konuda AİHS 10. Maddesinde sözü edilen “ödev ve sorumluluklar”
ibaresine dikkat çekilir. Özellikle basın yayın organlarının nefret söylemi ve
şiddete tahrikin yayılmasında bir araç olarak kullanılma tehlikesi dolayısıyla,
siyasi tartışmalarda ve gerilimlerde özel bir “ödev ve sorumluluk” altında
oldukları kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne göre de “Düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan
basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak
ve sınırsız değildir.” Basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın
ilişkisinin doğal sonucu olarak, bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya
izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerekse de, bu özgürlük aynı
zamanda ilgililerin, meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi
verecek şekilde, iyi niyetli olarak ve sorumluluk bilinci ile hareket etmelerini
de zorunlu kılmaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi’ne göre eleştiri ile hakaret
arasında bir ayrıma gidilmelidir. Örneğin bir kamu görevlisinin yüzüne karşı,
kamuoyunu ilgilendiren konularda bir fikir alışverişi niteliği taşımaksızın, kamuya
açık bir alanda ve çok sayıda kişinin önünde “aptal” ve “hödük” gibi ifadeler
kullanılması durumunda bu hakaretin kabul edilebilir eleştiri sınırını aştığına
karar verilebilmektedir. Değerlendirmede kullanılan kamu yararı ölçütü
her somut olayla ilgili olarak kendi içinde değerlendirilmektedir.
34 | SADAP E-DERGİ
Bilgi ve düşünceleri edinme ve yayma
günümüzde internet gibi yeni teknolojilerin
gelişimi ile daha da yaygınlaşmıştır. AİHS’in
10. maddesinin ilk fıkrası AİHM tarafından
geniş yorumlandığı için, internet de 10. madde
koruması kapsamındadır. Mahkeme’ye
göre internet siteleri, erişilebilirlikleri ve çok
sayıda veriyi saklamak ve yaymak konusundaki
yeterlilikleri sebebiyle, kamuoyunun
güncel haberlere erişimine ve daha genel
olarak haberlerin iletilmesinin kolaylaşmasına
büyük oranda hizmet etmektedir.
bir editöryal kontrol olmaksızın, anında haber ve fikirlerin yayılması imkanı
sağladığını, tamamen dağıtılmış bir sistem olarak hakim bir konum olmaksızın
temel bilgi kaynağı şeklinde faaliyet gösterdiğini ve etkileşimli bir kitle iletişim
aracı olarak kullanıcıların karşılıklı haber ve fikir alışverişi yapmalarına imkan
tanıdığını belirtmiştir. Mahkeme belirtilen sebeplerle internetin faaliyet
alanının çerçevesini tam olarak çizilemeyeceğini kabul etmektedir. Mahkeme
bunun ardından internet haberciliğinin, basının temel işlevi olan “gözetleyici”
görevini yerine getirdiği sürece basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceğini
belirtmiştir. Örneğin geleneksel gazetecilik faaliyetine benzer şekilde
yayın yapan internet sitelerinin basın özgürlüğünün sağladığı güvenceden
yararlanabileceği kabul edilmiştir. Bu noktada Anayasa Mahkemesi tarafından
“basının temel işlevini yerine getirme” şeklinde bir ölçüt uygulanmaktadır.
Anayasa Mahkemesi internetin modern demokrasilerde
başta ifade özgürlüğü olmak
üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması
bakımından önemli bir araçsal değere
sahip bulunduğunu belirtmiştir. Mahkeme’ye
göre internet ortamında düşüncelerin
açıklanması ve yayılması, basılı yayınlara
oranla daha kolay, ucuz, hızlı ve yaygındır.
“Ulaşılabilirliği, haber ve fikirlerin saklanma
süresi ve kapasitesi ile hacimce büyük haber
ve fikirleri iletme imkânı gözetildiğinde
internet, halkın haber almasının ve bilgilerin
iletilmesinin gelişiminde önemli bir role
sahiptir. İnternet, herhangi bir sınırlama
gözetmeksizin herkesin haber ve fikirlere
ulaşması ile fikirlerini yayması noktasında
çok önemli bir imkan sağlamaktadır.” Mahkeme
internetin Anayasa’nın 26. maddesinde
düzenlenen ifade özgürlüğünün
güvencesi altında olduğunu kabul etmiştir.
Mahkeme, “başta ifade ve basın özgürlüğü
olmak üzere internet özgürlüğü ile bağlantılı
diğer hak ve özgürlüklerin demokratik
bir toplumdaki yaşamsal önemi nazara alındığında,
internet konusunda kamu gücünü
kullanan makamların ve mahkemelerin çok
hassas davranmaları gerektiği”ni söylemektedir.
(AYM Ali Kıdık kararı, 2014/5552).
Anayasa Mahkemesi, internetin önemini
kabul etmekle birlikte internet üzerinden
iletilen her türlü haber ve düşüncenin Anayasa’nın
28. ila 32. maddelerinde güvence
altına alınan basın özgürlüğü kapsamında
kabul edilemeyeceği kanaatindedir. Mahkeme
öncelikle internetin geleneksel medya ve
basın kuruluşlarından farklı olarak herhangi
SADAP E-DERGİ | 35
Sonuç:
Demokrasilerin oluşup geliştiği toplumların
kültür ortamı, çoğulcu bir içeriktedir. Çoğulcu
kültür ortamının mevcudiyeti, aykırı olmanın
ve aykırı fikirleri savunmanın adeta
dokunulmaz ve kutsal bir değer olarak kabul
edilmesiyle mümkündür. Bu, bir tek kişinin
herkesten farklı ve hatta taban tabana zıt
bir görüşte olması durumunda bile, o kişinin
fikrini korkmadan, tehdit edilmeden,
gözdağı verilerek sindirilmeye çalışılmadan
savunabilmesi anlamına gelir. Ancak, bu tür
toplumlarda sivil toplum gelişir; onun içinden
bireylerin rızasına dayanan ortaklıklar
ve şirketlerden kulüp ve derneklere, hatta
siyasal partilere kadar uzanan bir yelpazede
genişler. Aynı çoğulcu kültür ortamı farklı
fikirlerin ve yeniliklerin ortaya çıkmasına,
bunların bir eleştiri ve tartışma sürecinden
sonra kabul görerek hayata geçmesine yol
açar. Değişen dünya koşullarına uyum sağlama
çabalarını böyle bir çoğulcu ortamda sürdüren
toplumlar, yenilenmeyi ve yaratıcılığı
daha başarılı ve hızlı bir biçimde sürdürebilirler.
Böyle bir ortam, bir yandan yeni fikirlerin,
yeni teknolojilerin, yeni mal ve hizmetlerin
üretilmesine, diğer yandan da iktisadi refahın
genişleyerek tabana yayılmasıyla iktisadi
kalkınmaya olanak sağlar.
Aynı çoğulcu kültür ortamı, bir diğer yandan
da, en aykırı fikir ve önermelere açık bir bilimsel
araştırma zemininin oluşmasına ve
yaşamasına katkıda bulunur. Çoğulcu toplumun
kültürel ortamı, en düşünülemeyen
hayal ürünlerinin düşünülmesine, en yerleşik
düşüncelerin sorgulanmasına, alabildiğine
mantık, yöntem, gözlem, veri ve diğer açılardan
incelenip eleştirilmesine olanak sağlar.
Bu sınırlanmamış düşünce ve ifade ortamında,
bilimsel buluşlar ortaya çıkar, tartışılır,
eleştirilir, sınanır ve nihayet reddedilir veya
bu zorlu süreçlerden sonra kabul görürler.
Bilimsel araştırma yapacak bireylerin yetiştirilmesinde,
onlara hayal güçlerini çalıştırarak
başkalarının hayal edemediklerini hayal
etmeyi, daha önce bilinmeyeni bulmayı, olgulara
daha önce bakılmamış bir açıdan bakmayı,
başkalarının çözemediği problemleri
çözmeyi öğretmeye ve bu tür girişimlerde bulunmaya özendirmeye gayret
edilir. Bu da doğal olarak toplumda yerleşik olan ve genel kabul gören düşüncelerin
sorgulanmadan kabul edilmesiyle tamamen zıt bir düşünce pratiğidir.
İnsan hakları ve ifade özgürlüğü konusunda uluslararası hukukta hızlı gelişmeler
yaşandığı ve ne yazık ki AİHM’e en çok başvuran ülkelerden olmamız
nedeniyle Prof. Dr. Uğur ALACAKAPTAN’ın 2000 yılındaki sözleriyle noktalayalım:
“Ceza Hukuku; liberalleşerek, temel hak ve özgürlükleri baskı altında
tutmanın [aracı] değil, bunlara; kamusal ya da özel odaklardan ve güçlerden
gelebilecek saldırı ve müdahalelere karşı eşit biçimde ve ayrım gözetmeyen
etkin bir koruma sağlayacak bir araç haline dönüşmelidir. Ceza Hukuku’nun,
böyle bir araç kimliğine kavuşabilmesi ya da dönüşebilmesi için, öncelikle;
düşünce farklılıklarını bastıran ve demokratik çoğulculuk ile bağdaşmayan
her çeşit siyasal nitelikteki suçlardan arındırılması, gerçek anlamda anti sosyal
karakter taşımayan eylemlerin suç olmaktan çıkarılması ve demokratik-toplumsal-hukuk
devleti hedefini gerçekleştirmenin, toplumsal bağdaşıklık
sürecinin harekete geçirilmesinin aracı olması gerekecektir. Geleneksel ceza
hukuku anlayışına göre; failin ceza görmesinin nedeni, norma aykırı davranmış
olmasıdır. Böyle olunca da, normu koyan siyasal erkin menfaati; korunan
hukuksal menfaat olmaktadır. Menfaat siyasal erkin olunca, bu erk; suç tanımı
yapmak, yaptırımı göstermek, seçeceği cezayı çektirmek ve ondan önce de
yargılamakta, sübjektif hak sahibi olmaktadır. Bu yaklaşım, insan hakları temeline
dayanan çağdaş ceza hukuku ile bağdaşmaz. Ceza hukuku “cezalandırma”
hukuku olmaktan çıkarılmalıdır. Bireyin haklarını koruyan ve bireylere güvence
sağlayan hukuk olmalıdır.”
Kaynaklar:
1)Bilim ve Özgür Düşünce. Prof. Dr. Şafak Ural.05.02.2014 günlü makalesi
2)Bilim Akademisi İnsan hakları Etik Kurulu makalesi. (Bilimakademisi.org) Nisan
2016
3)İfade Özgürlüğü . Dr. Ulaş Karan. Nisan 2018
36 | SADAP E-DERGİ
BLOCKCHAIN İLE E-TİCARETİN AVUKATLIK MESLEĞİNE
ETKİLERİ VE KVKK’NIN YENİ TEKNOLOJİLER
BAĞLAMINDA YENİDEN ELE ALINMASI
Av. Cihan KADIHÜSEYİNOĞLU
1-BLOCKCHAIN TEKNOLOJİSİ NEDİR?
a-Bilgi-Veri İşleme Sürecinin Kısa Tarihi Gelişimi
Tarihsel süreç içerisinde bilgiye ve veriye erişim, erişilen bilginin
ve verinin depolanması ve aktarılması büyük önem arz etmiştir.
İnsanoğlunun biyolojik ve sosyolojik evrimsel ilerleyişi
içerisinde, bilgiyi ve veriyi aktarmak insanoğlu için bir ihtiyaç ve
zorunluluk olmuştur. Bilgi ve veri; kimi zaman mağara duvarlarına
işlenmiş, kimi zaman ağaç kabuklarına, derilere yazılmıştır.
Kağıdın bulunması, bilgi ve verinin kaydedilmesi ve aktarılması
açısından devrimsel bir gelişme olmuştur. Ancak kağıt
bulunmuş olsa bile üretimi, ulaşımı hala maliyetli ve zaman
isteyen bir üründür. Her ne kadar Batı Medeniyeti, her şeyi
kendisine mal etmeye çalışsa da medeniyeti, teknolojiyi kendisinden
başlatsa da, kağıt nasıl ki Doğu Medeniyetinin insanoğluna
bir katkısı ise, aynı şekilde kağıdın yani devrimsel
veri işleme aygıtının daha işlevsel olarak kullanımını sağlayan
matbaanın icadı da “Doğu işi bir büyücülüktür”. Matbaanın icadı,
verinin işlenmesi, ulaşılması ve depolanması sürecinde insanoğluna
büyük kolaylık sağlayan ikinci devrimsel bir gelişmedir.
Tüm bunlardan daha ilerici bir gelişme ise, endüstri devrimi sonrası
fotoğraf makinası, radyo, telefonun, elektriğin bulunması ve tüm
bu ayrı ayrı keşfedilen teknolojilerin muazzam bir şekilde kombine
edilerek bilgisayarın ve kısa süre sonra internetin icadı olmuştur.
İnternet 1960’lardan bu yana var olan bir teknolojidir. 60’ların
başında ABD Savunma Bakanlığı tarafından desteklenen ağ çalışmalarından
birisi, İnternet Protokolü’nü (IP) kullanan ilk ağ olan
ARPANET’tir. ARPANET üzerinden ilk mesaj, Los Angeles’taki Kaliforniya
Üniversitesindeki (UCLA), Profesör Leonard Kleinrock’un
laboratuvarından, Stanford Araştırma Enstitüsü’de (ISR) bulunan
bir bilgisayara gönderilmiştir. Yazımızın konusunu internetin tarihini
oluşturmadığı için konumuzla alakadar olan açıklamalar ile
iktifa ve örneklemeyle yetinerek bu konuyu burada bitireceğiz.
SADAP E-DERGİ | 37
b-Bilgi ve Veri’nin Önemi ve Bigdatanın
Ortaya Çıkması Sonucu Beliren Riskler
Yeni ulaşım ve iletişim teknolojilerinin geliştirilmesi
ile son 50 yılda küreselleşme hiç olmadığı
kadar hızlanmıştır. 50 yıl kadar önce
devletlerin ve şirketlerin; gizli ve tekelinde
tuttukları, askeri ve operasyonel amaçla kullandıkları
pek çok teknoloji, sivil yaşama
girmiş ve pek çok insanın hayatına entegre
olmuştur.
Bu bağlamda özellikle 1990’lardan sonra verinin
işlenmesi, depolanması ve bu sürecin
yönetilmesi daha önemli bir hale gelmeye
başlamıştır. Veri operasyonel, ticari ve askeri
kaygılar güden devlet ve şirketler açısından
geçmişten bu güne önem arz etmektedir.
Verinin toplanması, işlenmesi ve depolanması
tarihsel süreç içerisinde ayrı bir güçlük
ve zorluk taşımıştır, ancak yeni gelişen internet
teknolojisi 1990’larda bu teknolojinin insanlar
arasında yaygınlaşması ve internetin
küreselleştirilmesi, 2000’li yıllarda küresel
çaplı sosyal ağların ortaya çıkması ile veriye
ulaşım kolaylaşmıştır.
Nitekim Facebook, Twitter gibi sosyal ağların
ücretsiz olmasının arkasında yatan en büyük
etken tarihten beri ulaşılması ve elde edilmesi
güç olan veriyi ve bilgiyi ücretsiz ve kolayca
toplamak ve işlemektir. İnternetin kitlesel
olarak kullanılmaya başlanması sonucunda
ortaya çıkan Bigdata’nın (Büyükveri) işlenmesi
Artificial Intelligence’ın (Yapay Zeka)
geliştirilmesi için de önemlidir. Nitekim
yapay zeka çalışmaları ancak ücretsiz sosyal
ağlar neticesinde toplanan Bigdata’nın
(Büyükveri) işlenmesi sonucu anlamlı olarak
ilerleyebilmiştir. Bu durum veri toplanması,
depolanması ve işlenmesi sürecinin neden
bu kadar önemli olduğunun başka bir göstergesidir.
Özellikle şirketler, küreselleştirilmiş internet
ağı, ücretsiz sosyal ağlar ve e-ticaret ile;
insanların/kullanıcıların kişisel verileri, verdikleri
hizmet karşılığı olarak ve şirketlerin
tekel konumunda bulunmasından dolayı,
rıza alınmaksızın toplanmaya başlanmıştır.
İnsanların özel sohbetlerinde birbirlerine
gönderdikleri mesajlar ve içeriklerin yanında,
kimlik bilgileri, adresleri, aile geçmişleri, eğitim bilgileri gibi pek çok kişisel
veri onların onayları alınmadan, nasıl kullanılacağını bilselerdi razı olmayacakları
şekilde uzun süre kullanılmıştır.
Veri ve bilgi devlet veri tabanlarında, bankalarda, özel şirketlerde, facebook
gibi özel sosyal ağlarda, merkezi veri tabanlarında muhafaza edilmektedir ve
sistem yöneticileri tarafından veriye ulaşım, verinin kullanılması ve değiştirilmesi
kontrol altında tutulmakta, bahse konu bu verilerin yedekleri de bulunmaktadır.
Verinin merkezi olarak kısıtlı sayıda yöneticinin erişiminde tutulması,
kötüye kullanımları ortaya çıkarmakta, özgür iradeyi ortadan kaldırmaktadır.
Bu durumun ortaya çıkaracağı riskler teknolojik gelişim süreci içerisinde daha
bu kadar kitlesel veriye ulaşılamadığı bir dönem olan 1990’lı yıllarda teorik
olarak dile getirilmiştir. Bu bağlamda verinin nasıl depolanması gerektiğine
dair ilk tartışmalarda verinin merkezi olmayan bir veri tabanında, verinin sahibinin
kendisinin ve sadece kendisinin onay verdiği kişilerin erişimine açık bir
şekilde tutulması gerektiği tartışılmıştır.
c-Blockchain Teknolojisi ve Getirdiği Yenilikler
Blockchain teknolojisi ilk olarak Dr. W.Scott Stometta ve Dr. Stuart Haber’in
1991 yılında ortak bir çalışma ile hazırlayıp yayınladığı ‘Bir Dijital Doküman
Nasıl Zaman Damgasına Alınır?-How to Time Stamp a Digital Document’
başlıklı makalesiyle ortaya konulmuştur. Bahse konu makalede merkezi olmayan
bir veri depolama sisteminden bahsedilmiştir. Makalede açıkça isim
olarak Blockchain ibaresi geçmese bile makalenin içeriği itibarıyla blockchain
teknolojisinin temeli olarak kabul edilmektedir. Yine blockchain için bir yapı
taşı olarak kabul edilen ikinci gelişme, 1994 yılında bilgisayar bilimci, kriptoloji
uzmanı ve bir HUKUKÇU olan Nick Szabo’nun yayınlamış olduğu Akıllı Kontratlar-Smart
Contracts başlıklı makaledir.
Blockchain teknolojisi internetin reorganizasyonu anlamı taşıyan ve tüm internet
altyapısının yeniden güncellemesi ihtiyacı doğuran, devrimsel teknolojik
bir yeniliktir. Blockchain teknolojisinin doktrinsel altyapısı ve teorisi 1990’lı
yıllarda oluşturulmuştur. 30 Ekim 2008 yılında Satoshi NAKAMOTO rumuzlu
anonim bir kişi veya grup tarafından, Bitcoin: Peer to Peer Electronic Cash
System- Bitcoin: Uçtan Uca Elektronik Nakit Sistemi isimli makale yayınlanmıştır.
Blockchain ismi Satoshi Nakomoto isimli kişi veya grubun 2008 yılında
www.bitcoin.org web sitesinde yayınladıkları makalenin içerisinde ifade bulan
‘chain of blocks’-zincirli bloklar ibaresine atfen ortaya çıkmıştır. Temelde
blockchain teorisi ve teknolojisi iki ifade öbeğinin üzerine kuruludur. Peer to
peer-uçtan uca ve dağıtık-merkezi olmayan veri depolama sistemi.
Blockchain teknolojisi herhangi bir aracı kurum, kişi veya organizasyona ihtiyaç
duyulmadan, taraflar arasında veri akışının doğrudan sağlanmasına
olanak vermektedir. Blockchain temelli ağ üzerinden transfer edilen veriler
merkezi olmayan bir veri tabanında kriptolanarak muhafaza edilir. Sistem
gücünü sisteme dahil olan kullanıcılarının teknolojik cihaz ve altyapılarından
alır. Dağınık olarak muhafaza edilen veriler herhangi bir yönetici tarafından
kontrol edilmez, değiştirilmez veya işlenemez. Sistem içerisinde kriptolanarak
dağıtılan veriye verinin sahibi olan kişiler uygun sistem anahtarları ile ancak
kendileri veya izin verdikleri kişiler ulaşabilir.
38 | SADAP E-DERGİ
Tüm bu açıklamalarımız doğrultusunda verinin
erişilmesi, kaydedilmesi, depolanması ve
işlenmesi sürecinin temelden değişeceği bir
hakikattir. Blockchain teknolojisi verinin merkezileştirilmiş
ve hatta küreselleştirilmiş veri
tabanlarında tutulmasına karşı sivil bir inisiyatifin
protestosu anlamını da taşımaktadır.
2-E-TİCARET
ve mağazada gezmektedirler. Gelen her müşteri ile ilgilenilmesi ve memnun
edilmesi ayrıca sosyal bir mesele ve ciddi bir efor gerektirmektedir. Halbuki
elektronik mağazada ürünler, özellikleri ve fiyatı yazmakta, mağazanın
kuralları ve şartları belirtilmekte, müşteri zamandan, mekandan ve kişiden
bağımsız olarak ürününü sipariş edebilmektedir. Tacir bakımından e-ticaret,
pek çok maliyeti ortadan kaldırmaktadır. Nitekim bu teknolojik dönüşümün
bir göstergesi olarak, hali hazırda klasik ticaretleri devam eden, pek çok tacir,
Instagram sayfaları, Facebook sayfaları açmakta ve ürünlerinin pazarlama
ve satışlarını sosyal iletişim araçları üzerinden gerçekleştirmektedirler.
Ticaret, Göbeklitepe’de ortaya çıkan bulgularında
bize gösterdiği üzere bilindiği
kadarıyla 14.000 yıl önceye dayanmaktadır.
14.000 yıl boyunca insanlığın gelişim sürecine
paralel olarak ticaret çeşitli değişimler
geçirmiştir. Ancak 20. Yüzyılın sonu ve 21.
Yüzyılın ilk çeyreğindeki radikal değişim,
ticaret için adeta bir metamorfoz hadisesidir.
Klasik ticaret hızlıca e-ticarete evrilmektedir.
E-ticarette verilerin kullanımı
depolanması ve işlenmesiyle bağlantılıdır.
Dünya e-ticaretin getirdiği pek çok yenilik
ve kolaylık dolayısıyla ve yine süreç
içerisinde yaşanan ve insanlar üzerinde
şok etkisi yaratan hadiseler sonucu (Covid-19
pandemisi gibi), ticaretin öznesini
oluşturan tacir ve müşteri olarak e-ticareti
daha hızlı benimsemektedirler.
Klasik ticaret sırasında, müşterinin kişisel verilerini, (kimlik bilgileri, adres
bilgileri, hesap bilgileri vesair) tacirler ile bu kadar fazla paylaşması söz konusu
değildi ve fakat e-ticaretin yaygınlaşması ve giderek klasikleşmiş ticaretin
yerini almaya başlaması sonucu tacirin kişisel verileri toplaması, depolaması
ve işlemesi meselesi gündeme gelmiştir. E-ticaret dönüşüm ve
değişim sürecinde, kişisel verilerin, merkezi olarak ve tacirin kontrolünde
olacak şekilde toplanmasına, depolanmasına ve işlenmesine müsaade etmeyecek
e-ticaret platformlarının oluşturulması gerektiği ortadadır. Bunu
sağlayacak altyapı blockchain teknolojisinin var olması sebebiyle mevcuttur.
Gerçekleştirilmesi ise talep, baskı ve istemekle mümkün olacaktır.
Bu bağlamda dönüşümün bu kadar hızla olduğu sosyolojik ortamda,
dönüşümün hızına ayak uyduramayan klasik hukuksal doktrinsel
yaklaşımlar, yeni oluşan ve oluşacak problemlere çözümler üretmekten
aciz kalmaktadır. Hukukun bu teknolojik ve sosyolojik dönüşüme
adapte olması ve bu dönüşüme aynı hızda ayak uydurabilmesi bakımından
süreci gözlemleyen üçüncü olarak avukatların inisiyatif alarak
değişim ve dönüşümünde öncü ve belirleyici olması gerekmektedir.
Amazon, Hepsiburada, Gittigidiyor, Trendyol
tamamı ismini çok duyduğumuz
e-ticaret platformlarıdır. Bahse konu platformlar
internetin küreselleşmesi ve mesafeleri
ortadan kaldırması sonucu ticareti
hızlandırmış ve klasik ticaretin mekân,
kişi, zaman bağımlılığı unsurlarını ortadan
kaldırarak yeni bir değişimi getirmiştir.
İnsanlar temelde ticaretlerini gerçekleştirmek
için, bir ofis ya da dükkan ve ürünlerini
depolayacakları depo (MEKAN), bu
ürünlerin muhafazası için altyapı ihtiyacı
(soğutucu, elektrik, güvenlik sistemleri vesaire)
ve satış aşamasına geçmek için yahut
geçene kadar öncesindeki mutfak işlerinde
çokça ZAMAN harcamaktadırlar. Herhangi
bir ürünün perakende satışının gerçekleştirildiği
herhangi bir mağazada, insanlar
mağazaya gelmekte, ürünleri denemekte
SADAP E-DERGİ | 39
3-BLOCKCHAIN VE E-TİCARETİN AVUKATLIK MESLEĞİNE
GETİRDİĞİ YENİLİKLER
a-Avukatlık Mesleğine Çeşitli Yönleriyle Kısaca Bir Bakış
Hukuk ve hak arayışı süreci; tarih boyunca, muktedirin kudretini
kullanarak adalet terazisini şaşırtmasını engellemek süreci
olmuştur. Modern devletlerin; günümüz liberal devlet ve
hukuk doktrini anlayışının, temelini oluşturan Toplum Sözleşmesi
Teorisi ve yine insanlığın geçirdiği tarihi tecrübe süreci
de bunu doğrulamaktadır. Nitekim Anayasalar, kanunlar, örf
kuralları, ahlak kuralları, dini kurallar; yozlaştırılmalarından
önce, temel amaç olarak muktedirin gücünün dizginlenmesi,
güçlü ve zayıf arasındaki acımasız mücadelenin insani bir seviyeye
getirilmesi amacıyla ortaya çıkmıştır. Avukat; bu süreçte
toplum içerisinde gücü elinde bulunduran erk sahiplerini,
kanunların ve tüm devlet sisteminin amacına uygun işlerliğini
gözlemleyen bağımsız bir otoritedir. Nitekim avukatlık
mesleğinin bu bağımsız gözlemci, üçüncü olma özelliği dolayısıyla
pek çok batılı demokraside, devlet içerisinde bir erk
olan yargıçlar bağımsız avukatlar arasından seçilmektedir.
Advocatus; üstün, ayrıcalıklı, güzel konuşan (Roma kökenli),
Counselor/Lawyer; Danışılan kişi/Hukuk insanı (Amerika
kökenli), Avvocato; yardım etmesi için çağrılan kişi (İtalya
kökenli), Avukat; vekil (Türk kökenli). Bu kullanım ve anlamlandırmalar
özellikle seçilmiş, yazılmıştır. Avukatların bulundukları
toplum itibarıyla ne anlama geldikleri, meslek olarak,
bizatihi mesleği ifade eden kelimeye yükledikleri anlamla
eşdeğerdir. Bu bakımdan ülkemizde avukatlık mesleği ne
yazık ki; “asılın iradesini gerçekleştirmek noktasında hareket
eden-etmek zorunda olan vekilden”’ öteye gitmemektedir.
Türkiye’de mesleğin içerisinde bulunduğu girdap sadece
bir sistem hatası değildir. Türkiye’deki pek çok problemin
kaynağı olduğu gibi, mesleğin içerisinde bulunduğu
sıkıntıların temel sebebi bir zihniyet problemidir.
İdeolojik körlük, ne yazık ki hiçbir konuya işlevsellik, sürdürülebilirlik,
geleceğe yönelik olma ve bilimsel yönden
yaklaşılmasına müsaade etmemektedir. Geçmişin kısır
tartışmalarına mahkûm olursak, gelecek olan değişim
ve dönüşüm dalgasının şokuna karşı hazırlıklı olamayız.
Yapay zekâ, blockchain, e-ticaret tüm alanlarda yeniden
yapılanma sürecini hızlandırmaktadır. Hele ki Covid-19 pandemisinin
ortaya çıkarmış olduğu şok, bu dönüşüm sürecini
daha da hızlandırmıştır. Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası
Çalışma Örgütü ve pek çok ulus üstü örgütün gelecek projeksiyonlarında,
toplumların sosyolojik olarak adaptasyonlarını
gerçekleştirebileceklerinden daha hızlı ve acımasız
bir dönüşüm ve değişim dalgasının gelmekte
olduğu sıklıkla ifade edilmektedir.
Robotik, otomasyon ve karanlık fabrikalar hele ki Covid-19
pandemisinin insan bedeninin kırılganlığını daha da ortaya
koymasıyla pek çok fizik gücü gerektiren işin ortadan
kalkmasına sebebiyet vereceği ILO’nun (Uluslararası Çalışma
Örgütünün) projeksiyonlarında defaten ifade edilmiştir.
Bununla beraber, yapay zekâ ve yapay zekâ ile entegre robotlar,
nesnelerin internetinin daha işlevsel hale gelmesi sonucu,
cerrahi operasyon gerektiren pek çok tıp alanı ve hukuki meselelere
dair pek çok konu bizlerin alanından çıkarak makinaların
alanına girecektir. Sadece alt gelir grubu olan insanlar değil,
toplumun orta ve üst gelir grubunu oluşturan mavi ve beyaz
yakalı insanlarda bu süreçten kaçınılmaz olarak etkilenecektir.
Dünya, pek çok dönüşüm ve değişim süreci geçirmiş
fakat, şu an yaşadığımız dönüşüm dalgası içerisinde,
bilimdeki geometrik gelişim ve ne yazık ki
sosyolojik değişimlerin çok uzun sürmesi sebebiyle, toplumsal
adaptasyon aynı hızda gerçekleşememektedir.
40 | SADAP E-DERGİ
veya tüzel kişinin elinde bulunan bireylere
ait kitlesel veriler, klasik basılı
veri depolama sisteminden, hızla elektronikleşmeyle
beraber basılı alandan
elektronik alana taşınmıştır. Bu durum
zaten baştan itibaren bizatihi veri toplayıcısı
konumunda bulunan hizmet
sağlayıcılarının kötüye kullanım risklerini,
aynı zamanda siber saldırı riski
ile, verilerin hizmet sağlayıcısının
dışında kötü niyetli 3.kişilerin eline
geçmesi riskini de ortaya çıkarmıştır.
Tüm bu risklerle beraber avukatlar, her
çağda teknolojinin etiğini oluşturmuş ve
tartışmışlar, teknolojik gelişmelerin sosyolojiyi
dönüştürmesi sürecinin yönetilebilir
olmasını sağlamışlardır. Nitekim Bu
bağlamda avukatlar blockchain teknolojisi
ve e-ticaretin etik ve hukuk açısından çerçevesinin
çizilmesi noktasında aksiyon almalıdırlar.
Aksi takdirde 21.yüzyıl teknokrasinin
yüzyılı olacak etik ve hukuki çerçeve ikinci
plana itilecektir. Bunun için blockchain bazlı
dönüşümde, avukatların yazılımcılarla
beraber hareket ederek ve yine çağı yakalamak
adına, gelişen teknolojiyi anlamak için,
teknolojik okuryazarlığı artırarak öncelikle
kendi kişisel verilerinin güvence altına
alınmasını sağlayabilecek, avukatlık mesleğine
dair pek çok meselenin ve yine müvekkil-avukat
gizliliğini garanti altına alabilecek
dağınık veri tabanlı sistemlerin, hayata
geçirilmesini sağlayacak adımlar atılmalıdır.
4-KVKK’NIN AMACI VE YENİDEN
DEĞERLENDİRMESİ
24/3/2016 tarihinde meclis genel kurulunda
kabul edilen ve 7/4/2016 tarihinde
Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
giren 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması
Kanununun Amacı; kanunun 1 maddesinde
de ifade bulduğu üzere verinin
depolanması, toplanması ve işlenmesi
sürecinin kişilerin özel hayatını ihlal etmeyecek
şekilde yönetilmesini sağlayarak
kişi hak ve özgürlüklerinin ihlalini
önlemektir.
Özel hastanelerin toplamış olduğu sağlık
verileri, özel okulların toplamış olduğu
eğitim verileri, tacirlerin satış sırasında
toplamış olduğu pek çok veri ve yine
tüm kayıt ve verilerimizi tutan devletin
uhdesindeki verileri ile beraber kişiler
için hizmet sağlayıcısı olan gerçek kişi
Baştan beri anlattığımız üzere verilerimiz
hizmet sağlayıcıları tarafından merkezileştirilmiş
veri tabanlarında saldırılara
açık halde depolanmaktadır. Merkezileşmiş
veri tabanları; kişisel verilerin
korunmasının önündeki en büyük engellerden
biri olmakla beraber eskimiş bir
teknolojidir. Merkezi veri tabanları, veri
depolayan hizmet sağlayıcıları bakımından,
hizmetin geliştirilmesi amacıyla kullanılmakta
olduğu gibi, aynı zamanda
Bigdata haline gelen verilerin satılması
suretiyle gelir kapısı olarak da kullanılmaktadır.
Hele ki merkezileştirilmiş veri
depolama sisteminde verinin toplanması,
depolanması ve işlenmesi sürecinde
sınırlı sayıda yetkili bulunması, bireyi
bu kadar büyük veriyi elinde bulunduran
hizmet sağlayıcısına (bilgiyi ve veriyi
elinde bulunduran yeni nesil muktedire)
karşı korumasız ve olduğundan daha
da zayıf bir pozisyona düşürmektedir.
6698 sayılı KVKK 1.maddede bahsedilen
amacı gerçekleştirebilmekten uzak yetersiz
ve geçmiş zamanın teknolojisine
göre çıkarılmış, zamanın gerisinde kalmış
bir kanundur. Kanun yukarıda ifade
edilen hiçbir riski ortadan kaldırmayı güvence
ve garanti altına alamamaktadır.
6698 sayılı Kanun verilerin işlenmesi
başlıklı 4,5,6.maddeleri kişisel verilerin
işlenmesine dair yukarıda açıkladığımız
ve izah ettiğimiz riskleri ortadan kaldıracak
hiçbir yeterli izah ve açıklama ortaya
koymamakta, muğlak ifadelerle veri işleyicilerine
çok geniş bir alan tanınmaktadır.
SADAP E-DERGİ | 41
Yine kanun, öncesi dönemde sağladığı hizmet
sonucu veri elde edenlerin haddizatında
elinde bulunan verileri nasıl işleyeceklerine
dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Facebook gibi ulus üstü tüzel kişilerin
bireysel verileri işlemesi ve elde etmesine
dair herhangi bir düzenleme bulunamamakta,
bireysel verilerin ulus üstü tüzel kişilerce
rahatça toplanması ve ulus üstü tüzel kişilerin
kendi istediği gibi bu veriler üzerinde tasarruf
etmesini engelleyememektedir.
Kişisel verilerin silinmesi, yok edilmesi veya
anonim hale getirilmesine dair 7.madde
de yine çok muğlaktır. Hangi verilerin, nasıl
silineceği yok edileceği veya anonim hale
getirileceği açık değildir. Yine muğlak kanun
maddesi bireysel verinin toplanması, depolanması
ve işlenmesi noktasında veri toplayan
sorumlulara çok geniş, sınırları belirsiz ve
flu bir genişlik bırakmaktadır.
Ayrıca kanun kapsamında oluşturulan kurulların,
bireysel veriyi kanuna aykırı olarak işleyen
kişilere veya kuruluşlara ceza vermenin
ötesinde, bireysel verileri kendi arzusu hilafına
ve kişiye zarar verecek surette toplayan,
depolayan veya işleyen olursa bu veri internet
gibi devasa sanal uzaydan nasıl silinecek
ve kişi hak ve özellikle özgürlüğü nasıl
güvence altına alınacaktır. Bu hususta hiçbir
düzenleme bulunmamaktadır.
Zaten yetersiz olan kanun Çeşitli Hükümler
Başlıklı 7.bölüm 28.madde ile getirilen istisnalar,
kişisel verilerin güvence altına alınmasını
imkansıza yakın zor bir hale getirmiştir.
Kişisel verilerin ulus üstü veya ulusal yeni
muktedirlerin eline kolayca geçmesine müsaade
etmek güçsüz bireyin yeni muktedir
karşısında daha da dezavantajlı bir konuma
düşürülmesi anlamına gelmektedir.
Kişinin bireysel alanı, özel hayatının gizliliği,
kişinin özgür olabilmesi bakımından önemlidir.
Bu bakımdan, kişisel verilerin bireyin
kendi erişimi ve denetiminde olmasını sağlayacak
dağıtık veri tabanları çok büyük önem
arz etmektedir. Başta da ifade ettiğimiz üzere;
kanunlar muktedirin protesto edilmesi,
sınırlandırılması, daha doğru ifade ile zayıf
olan bireyin hak ve özgürlüklerinin, muktedire karşı, güvence altına alınması
amacına hizmet etmekte-etmelidir. Bu bağlamda bireylerin kişisel verilerinin
muktedire karşı güvence altına alınamaması durumunda, birey hak ve özgürlüklerinin
muktedire karşı korunduğundan bahsetmek pek mümkün olmayacaktır.
Bu noktada haddi zatında ister 1990’lı yıllarda teorik ve teknolojik doktrinsel
altyapısının oluşturulduğu, isterse 2008 yılından sonra ilk uygulamaları
ile blockchain teknolojisi, yeni muktedire karşı bireyin, birey hak ve özgürlüklerinin
güvence altına alınması için geliştirilmiş protesto ve tepki mahiyeti
taşıyan devrimsel bir gelişmedir. Bireysel verinin herhangi bir veri yöneticisinin
kontörlüne ihtiyaç duyulmadan, sisteme üye olan bireylerin imece usulü
dayanışması ve elektronik cihazlarının konum bilgileri, CPU’larını, RAM’larını
paylaşmaları sonucu dağınık bir ağda, parçalanmış ve kriptolanmış bir halde
ve sadece veri sahibinin uygun anahtarı ile kendi ve kendisinin izin verdiği
kişilerin erişimine açık bir şekilde depolanması kişisel verilerin toplanması
meselesini ortadan kaldıracak, verinin depolanmasını ve işlenmesi meselesini
ise birey lehine muhafaza altına alacaktır.
Yeni nesil teknolojilerin sağlamış olduğu imkan ve olanaklar da dikkate alınarak
teknolojik değişim ve dönüşümün zeminini oluşturacak şekilde bireysel
verilerin merkezileştirilmiş veri tabanlarında pek çok riske açık şekilde tutulması
yerine dağınık bir veri tabanı ve buna uygun ağda birey kendi verisinin
kendi kontrolünde olduğu bir sistemin geliştirilmesi için çağa uygun yeni bir
kanun yapılması gerekliliği açık ve ortadadır.
5-KAYNAKÇA
1-Blockchain ve Kripto Para Hukuku, Prof.Dr.iur.Fatih BİLGİLİ&Arş.Gör.M.Fatih
CENGİL
2- wikipedia.org/internetin tarihi
3-www.bitcoin.org., Bitcoin: Peer to Peer Electronic Cash System- Bitcoin: Uçtan
Uca Elektronik Nakit Sistemi, Satoshi NAKAMOTO
4-‘Bir Dijital Doküman Nasıl Zaman Damgasına Alınır?-How to Time Stamp a
Digital Document’, Dr. W.Scott Stometta&Dr. Stuart Haber
5-Akıllı Kontratlar-Smart Contracts, Nick Szabo
6-Avukatlık Mesleğinin ve Baroların Tarihsel Gelişimi, Av. Vedat Ahsen COŞAR
7-www.ilo.org
8-www.wto.org
42 | SADAP E-DERGİ
SADAP
SERBEST AVUKATLAR DAYANIŞMA PLATFORMU E-DERGİSİ
Sayı-1 Haziran 2020
www.sadap.org
DES12N MGZ | 43