14.11.2023 Views

2016 Yaratılış Kalemi

Kur'an Çerçevesinde Yaratılış'ın İncelenmesi

Kur'an Çerçevesinde Yaratılış'ın İncelenmesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Kur’an’da bir konuyu araştırmaya kalktığımızda kitabın farklı yerlerinde konunun farklı

biçimlerde serpiştirilmiş benzer anlatılarıyla karşılaşıyoruz. Aynı konu farklı yerlerde ilavelerle…

Bazen başka konularla birleştirilerek… Bazen eksiltilerek kısa ve öz cümlelerle anlatılırken…

Bazen de farklı cümlelerle oluşturulup yeniden ortaya konuyor. Ancak, dikkatle baktığımızda

görüyoruz ki, verilen sınırları çizip hepsini birleştirdiğimiz zaman müthiş gerçeklere ulaşıyoruz.

Bu aynen bir robotu oluşturmaya benziyor. Fabrikanın bir atölyesinden kollarını, bir yerden

bacaklarını, bir yerden gözünü kulağını ve diğer organlarını alıp birleştirdiğinizde meşhur çizgi

filmdeki robot Voltran’ı oluşturmak gibi.

Bir başka açıdan bu çözüm yöntemini şablon kareler ve cümlelerden oluşan ve “mantık oyunu”

diye bildiğimiz bulmacaya benzetebilirsiniz. Size verilmiş belli başlı ifadelerinin çizdiği sınırları

ve çıkarımları kullanarak çözüme ulaşıyorsunuz.

Peki, bu herkesin yapabileceği bir iş mi? Hem hayır hem de evet! Hayır… Çünkü Kur’an’ı

okurken bütünde geçen konuyla ilgili tüm ayetleri bir araya getirerek matematik zekâyı kullanmak

gerekiyor. Ama evet… Çünkü vakitli olarak Kur’an okuyan herkes, hemen tüm ayetleri kolayca

hatırlayabilir ve sözün doğruluğunu belirleyebilir. Hata ihtimali var mıdır? Evet vardır; ama

ulaştığınız net bilgiler size ihtiyacınız olan ufku çoktan kazandırmış olacaktır.

Elinizdeki Kur’an… İşte o da aynen mantık bulmacası gibi çözümlenebilir bir kitaptır. Farklı

yerlerde farklı üsluplarla anlatılan benzer konuları bir araya getirdiğinizde büyük resmi açık seçik

2


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

görüyorsunuz. Bu durum Kur’an’ın tutarlılık ilkesi

gereği böyledir. Tutarsız bir kitapta bu çözüm

yöntemini asla kullanamazsınız.

Ayrıca kitapta olaylar sadece kronolojik sırayla

anlatılsaydı hem bu beyin jimnastiğini yaptırmayıp

bizi ezbere düşürecek hem de aynı hayranlığı bizde

uyandırmayacaktı! Tabi ki bir de “hak eden doğruya

yönelir” prensibi gereği böyle bir çevresel mantık

dizilimi mantıklı görünüyor.

İşte şu anda okumakta olduğunuz e-kitaptaki

yaratılış konusu tam da bu yöntemle çalışılıp kaleme

alınmıştır. Kur’an’ın dizilimini bilmemek belki

insanları imani sıkıntıya düşürmez ve önemli olan öğüdü yakalamaktır ama… Hurafelerden daha

çok arınmak ve bilmekte derinleşmek isteyenler için kitabı didik didik edip büyük resmi görmek

gerekiyor. İşte aslında herhangi bir konuya dair Kur’an okurken bunu göz önüne alarak okumanız

(veya çalışmanız) emin olun ki tahmin edemeyeceğiniz kadar fayda sağlayacaktır.

Şimdi bu mantık örneğini ortaya serecek, yaratılışa dair daha ilk örnek ayetle ne demek

istediğimi anlayacaksınız. Dikkatli okuyalım…

Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra meleklere “Âdem için

secde edin” dedik. Onlar da İblis’in hariç secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

7 -Araf Suresi 11.ayet

Burada açıkça görüldüğü gibi bazen tek bir ayet birçok şeyi aynı anda anlatır ve birçok sorunun

cevabını daha sorular sorulmadan verir. Tabi eğer dikkatle okunursa!

Bu ayette yaratılışa dair çok önemli bir sıralama veriliyor. Dikkat edin! “Sizi yarattık” dedikten

sonra “suret verdiğini” yani bedenlendirdiğini söylüyor. Yani bu ayete göre biz şu anda içine

hapsolduğumuz bedene sahip olmadan önce zaten yaratılmışız. Kur’an’daki yaratılış kronolojisi

için bu o kadar önemli bir bilgi ki diğer yaratılış evrelerinin nasıl sıraya konulacağına dair bir

mihenk oluşturuyor. Aynen mantık bulmacasında ipucu olarak verilmiş cümlelerdeki gibi burada

da diğer ayetler (ve cümleler) okunurken bu sıralamanın dışına çıkamayız. Sınırlar çiziliyor. Ve

sonra “meleklere secde emri verilmesi”… Dikkat edin bu sahne suretlendirmeden de sonra.

Şimdi bir diğer ayete de bakalım…

O’nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu

denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Andolsun onlara “Gerçekten

siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz” dersen, inkâr edenler mutlaka “Bu, açıkça

bir büyüden başkası değildir” derler.

11-Hud Suresi 7.ayet

Ayetteki “gün” kelimesi evre, aşama, devir anlamına geliyor. Zaten ortada henüz gök ve yer

yokken zaman da yok demektir… Dolayısıyla buradan bildiğimiz anlamda dünyanın kendi

3


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

etrafında dönmesinden oluşan bir Dünya Günü anlaşılabilir mi? Hayır. Demek ki buradaki “gün”

kelimesi belirli aşamalara, devirlere işaret ediyor. Uzunluğu ya da kısalığının ne olduğunu ileride

konuşacağız.

Arşın (tahtın) su üstünde olmasına gelince Allah’ın bize göstereceği hükmedişin, kudretinin

suyla ilişkisi olduğunu anlıyoruz ki; bununla ilgili delilleri de yaratılışla ilgili diğer ayetleri

okuduğumuzda fark edeceksiniz. Orada anlayacaksınız ki Allah yeniden yaratılışı da ilk yaratılış

gibi bir ölçü çerçevesinde evreler halinde yapacaktır.

Bilirsiniz; genel algıda Allah ile melekler arasında bilinen bir konuşma sahnesi vardır. Bahis,

Âdem’in yeryüzüne halife kılınacağına dair meleklere haber verilmesi ve bu yönde meleklerin

Âdem için secde etmeleri gerektiğidir. Bu esnada melekler bunun nedenini sorgularlar ve gelişen

durumların ardından kabul edip hepsi secde ederler. İblis ise secde etmez ve diretir. Bunun

ardından ona kıyamete kadar mühlet verilir.

Bu aslında, bilinmesi gerekenlerin az bir kısmı. Yanlış değiller elbette. Ama Kur’an’a göre

oldukça eksik ve sadece masalsı bir algı var halk arasında. Genel geçer anlamda bilinenin aksine

Allah’la melekler arasında, Âdem konulu bir değil en az iki (benim mantık bulmacası örnekli

çıkarımıma göre üç) farklı diyalog vardır ve bu diyalogların içeriğinde de tahmin edeceğimizden

çok daha fazla süreler gelip geçmiştir.

Mecaz olsun veya görüldüğü gibi olsun, her anlatımın da evreli yaratılışın beyanını içermesi

söz konusudur. Üç farklı ayetin beyanlarının mantıki çözümünü gösteren aşağıdaki şemayı

inceleyin lütfen. Ardından beraberce en başa; ilk meleki diyaloğa dönüp yaratılış serüveninde

baştan sona kadar bir zaman yolculuğuna çıkacağız. Daha başlamadık.

4


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

İşte bu diyalogların ilki henüz kâinatın yaratılmasından bile öncedir. Henüz ortada adı İblis olan

ne bir cin vardır ne de bedenli bir beşer! İşte bu evre yukarıdaki şemada bahsettiğim birinci

evredir. Bu evrede Allah tekilliğini müteakip meleklerine (ya da melekelerine) tasavvurunu,

planını açıklar.

Hani Rabbin meleklere “Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer

yaratacağım. Ona biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için

secde edin.” demiştik.

15-Hicr Suresi 28 ve 29.ayetler

Bu söz ile bir sonraki ayette geçen “meleklerin tümünün topluca secde etmeleri” arasında bizim

saydığımız zamana göre en az 13,5 milyar yıl vardır. Ayete dikkat edelim… O beşere henüz biçim

verilmemiştir ve ruhtan üflenmemiştir. Bu ayetleri kronolojiye soktuğumuzda kozmik bir

gelecekten, o kozmik gelecek zamanda olacak şeylerden haber verildiğini fark ediyoruz.

“Balçıktan beşer yarattım” denmiyor “yaratacağım” deniyor. “Ona biçim verdim” denmiyor “ona

biçim verdiğimde” deniyor. “Ona ruhumdan üfledim” denmiyor “ona ruhumdan üflediğimde”

denerek o zaman geldiğinde “secde etmelerine” dair önceden bir talimat veriliyor. Daha toprak

bile yaratılmamış ki topraktan yaratılan bir beşer olsun! Bu durumda meleklerin kimi neden

yaratacağına dair itiraz edecek ya da sorgulayacak bir durumları da henüz yok demektir. Yeryüzü

halen bir tasavvurdur, toprak da tasavvurdur. Beşer henüz kan dökmemiş, bozgunculuk da

5


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

çıkarmamıştır. Çünkü beşerin henüz kendisi de yoktur, yeryüzüne halifeliğine de henüz tanık

olunmuş değildir. Tabiri caizse “ilk konseyde” yer alan birtakım melekler vardır. Söz onlara

söylenmekte ve daha sonra gelecekler için bu haber meleki hafızaya girmektedir. Melekler sonra

da yaratılmaya devam edilmiş ve artırılmıştır. Bunu da ayetlerde göreceksiniz.

Herkesin aşina olduğu, meleklerin secde edişi ve İblis’in itirazı sahnesi bu ilk konseye

(zamansal ya da zaman ölçüsü kabiliyle esasen mekânsal olarak) ait değildir. Zamanı bir mekân

uzunluğu gibi düşünürsek bu konsey şu an bile yapılıyor olsaydı bize mecazen yedi gök ötede ya

da takriben en az 13,7 milyar ışık yılı mesafede bir yerlerde olurdu. Bu da kâinatın başlangıcıyla

şu anın birleşmesi ve büyük resimde zamanın ortadan kalkması demek olurdu. Neyse konumuz bu

değil… Kur’an’a göre yaratılışın kronolojik mantığının peşindeyiz. Bu ilk konseyin gerçekleştiği

kronolojik tarih, neticede kâinatın yaratılmasından bile önce gibi duruyor. Buna ilk delil 7:11’dir.

Yani bu e-kitabın başında ilk konuştuğumuz ayet…

Biz sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra meleklere “Âdem için secde edin”

dedik.

İkinci delilse 35:1’dir.

7 -Araf Suresi 11.ayet

Hamd gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan

Allah’ındır. O, yaratmada dilediğini artırır.

35-Fatır Suresi 1.ayet

Üçüncü delil ise az sonra okuyacağınız 18:50 ve 51 ile beraber cinlerin yaratılışına dair bilgi

veren diğer ayetlerdir.

Meleklerin topluca secde edeceği ama “İblis hariç” denmesinin ardından onun “cinlerden”

olduğu özellikle belirtiliyor. Neden? Çünkü İblis’in ilk konseyden ve ilk plandan haberi olmadığı

ve kendine de kâinatın yaratılışına da şahit kılınmamış bir varlık olduğu ortaya çıksın diye. İlk

konseyin meleklerinin ise bu “beşer” planından zaten haberi vardı. Sonra yaratılan melekler de

dâhil olunca hepsi bu zikre hâkim olmalarına istinaden nispeten kolayca secde ettiler. Ve elbette

insana ruh üflenmeden önce bunu yapmaları beklenemezdi.

Allah beşer dediği varlığı topraktan yaratarak dirilttiğine ve cinleri de daha önce ateşten

yarattığına göre cinlerin, dolayısıyla İblis’in de Âdem gibi pasif (ölü) olarak ilk yaratılışta var

olduğunu çıkarımlayamıyoruz. Ama var olmuş olsa bile Âdem’den ciddi bir eksikliği vardı:

Kendisine şahit değildi. Bu da nereden çıktı demeyin. Bunu anlamak için önce “ikinci konseye”

gidelim, sonra tekrar kronolojinin başına döneceğiz.

Hani meleklere “Âdem için secde edin” demiştik. İblis’in dışında secde etmişlerdi. O

cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda beni bırakıp,

onu ve soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. Zalimler

için ne kadar da kötü bir değiştirmedir.

18-Kehf Suresi 50.ayet

6


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Buraya neden ikinci konsey dedik? Hatırlayın ilk konseyi: Orada sadece plandan bir haberdar

ediliş vardı. Orada henüz topraktan kimse yaratılmadığı ve ruhtan henüz üflenmediği için secde

ediş henüz yoktu. Ama burada bakın melekler secde ediyor, İblis de itiraz ediyor. Dolayısıyla bu

“konsey” o konsey değil. Aradaki kozmik zaman farkı çok büyük. Bu arada koskoca bir kâinat var

edildi ve insan dönemine kadar gelindi. İki konsey arasında en az 13,7 milyar sene var dememin

nedeni bu.

Göklerin ve yerin yaratılışında da kendi nefislerinin yaratılışlarında da ben onları

şahit tutmadım. Ben saptırıcıları yardımcı güç de edinmedim.

18-Kehf Suresi 51.ayet

Yukarıda da söylediğim gibi İblis’e verilen bir söz ya da kendine şahit edilmişlik yok. Melekler

gibi de değil. Çünkü kâinatın yaratılışına elçi kılınan melekler varken, İblis buna da şahit değil.

Peki, biz şahit miydik? Madem Allah bizi yarattı, sonra suret verdi… O halde bu sırada biz

neydik, neredeydik, ne haldeydik? Kâinatın yaratılışına belki biz de şahit olmadık ama meşhur

isyankâr soruya geliyoruz…

“Bu dünyaya gelmeyi ben mi istedim? Bu dünyada denenmeyi ben mi kabul ettim?

Bana mı soruldu?”

Açıkçası bu sorunun cevabı da hem hayır hem de evet…

Hayır, çünkü ne kâinat henüz yaratılmıştı ne de bize beden verilmişti. Dolayısıyla dünyayla

ilgili bir bilgisi olmayanın oraya gidip gitmeyeceğine dair de görüşü olamaz. Ammaa… Cevap

aslında evet. Çünkü öyle bir söz verdik ki verdiğimiz cevap, değil dünya, konu kırk bir bin başka

gezegene gitmek bile olsa kabul etmiş olduk. Çünkü kabul ettiğimiz şey her şeyi kapsayan bir

kabuldü.

Aldığımız ve verdiğimiz sözü unutacak bile olsak elçilerle (ve zikirle) hatırlatılacaktı. Kur’an

çıkarımıma göre mazeretlerimizi sıfırlayan kabulümüzü daha ölüler iken verdik. Ölü olmak yok

olmak demek değildi. Eğer Allah’ın tasavvurunda varsak zaten varız demekti. Sorumlu olmak ise

diriltilmeyi ve denenmeyi gerektiriyordu. Biz Rabbimizi kabul ederek hepsini kabul ettik.

7


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Daha henüz bedenimizle bile var olmadan önce Kur’an’ın anlatımına göre verdiğimiz bir söz

var. İşte bugünkü ve yarınki her şeyimiz de şahitliğimiz de o sözümüzle derinden ilintili.

Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine

karşı şahitler kılmıştı. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti de onlar “Evet,

şahit olduk.” demişlerdi. Bu; kıyamet günü “Bizim bundan haberimiz yoktu”

diyememeniz içindir.

7-Araf Suresi 172.ayet

Ya da “Bizden önceki atalarımız şirk (ortak) koşmuştu. Biz de onlardan sonra gelme

bir nesiliz. İşleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin?”

diyememeniz içindir.

İşte biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. Umulur ki dönersiniz.

7-Araf Suresi 173.ayet

7-Araf Suresi 174.ayet

İşte bu ayetler Âdemoğlunun kendine şahit oluşunun ve verdiği sözün kapsayıcılığının delilidir.

Bu ayrıcalık İblis’e verilmeyen bir ayrıcalıktır. Çünkü onun varlığının şekli ve nedeni Âdem’den

çok farklıdır.

8


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Şimdi burada iki itiraz gelebilir.

Birincisi… Bu söz verişin ilk yaratılışta değil de her insanın doğumundan önce olabileceği

şeklinde… İkincisi ise “Unuttuk işte! Hatırlamıyorum! Ben bu sahneyi hatırlamıyorum arkadaş!”

denilmesidir.

Önce birinci itiraza cevap vereyim… Evet, belki de zamansal sıralama olarak her bireyin söz

verişi “taa” kâinatın yaratılmasından önce değil de o insanın kendi doğumundan önce kabul

edilebilir. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmez ve yine başlangıçta yani ilk yaratılışta sözün verilmiş

olduğunu doğrular. Çünkü sen bir birey olarak yirminci ya da yirmi birinci yüzyılda doğmuş bile

olsan, ilk (ölülük) varlık dönemin ilk yaratılışla başlamıştır. Sen doğmadan önce geçen uzun

zamanların senin için gerçekte zamansal bir değeri yoktur. Sözgelimi sen 1980 doğumluysan…

Ha yaratılıştan önceki sıfırdan önceki tarih, ha 1980’de doğduğundan önceki toplam tarih aynı

şeydir. Eğer bedensel olarak bu mekânda değilsen, bu mekânın zamanında da değilsin demektir.

Ha sıfırdan önce söz vermişsin, ha 1979 yılında henüz bedenin doğmadan önce. Fark var mı?

Bu durum; ölümle kıyamet saati arasında geçen zaman için de geçerlidir. Eğer öldüysen; az

sonra sûra üfürüldüğünü, saatin koptuğunu ve kıyamet sürecinin senle birlikte yürüdüğünü

görürsün. O güne kadar ölü olarak varsın ama bedenen ölü olduğun için dünyevi anlamda

zamanın yok, mekânın yok, gözün yok, kulağın yok… Kesin biçimde anlamak için bir dirilişe

daha ihtiyacın var. Ama kıyametle dünya yaşamı arasında iki denizin birbirine karışmaması gibi

bir engel (berzah) söz konusu. Ve bu gidişin düzeltme şansı verilmek üzere geriye dönüşü de yok.

Açıkçası durum buysa ayağımızı denk atmamız lazım.

“Unuttum işte, nasıl sorumlu olurum” diyen ikinci itiraza gelince… Unuttuğun şey dilinden

çıkmış kelimelerin olmasından ziyade, o günkü halinden çıkmış daha da gerçek kelimelerindir.

Dünyasal anlamda elbette verdiğin sözü unuttun. Âdem de unutmuştu. Bir şeyler olduğundan

emindi ama (daha sonra bahsedeceğim) “fücuru” yüklendikten sonra bir söz verip

vermediğinden o da emin olamıyordu. Yani kesin bir kararlılığı yoktu. Sen de unuttun.

Ve andolsun, öncesinde Âdem’e ahit verdik. Fakat o unuttu, onu kararlı da

bulmadık.

20-TaHa Suresi 115.ayet

Ama işin püf noktası zaten bu. Unutman gerekiyordu zaten. İşte unuttuğun için düzen böyle

işliyor: İşte bu yüzden hatırlatıcı (yani zikir) geliyor. İşte bu yüzden elçiler, nebiler ve kitaplarla

uyarılıyorsun. İşte bu yüzden “kitabı aklet ve kalbine indir” deniyor. İşte bu yolla, bu yöntemle

deneniyorsun.

Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderildi. Öyle ki elçilerden sonra

insanların Allah’a karşı savunacak bir mazeretleri kalmasın. Allah üstün ve güçlü

olandır. Hüküm ve hikmet sahibidir.

4-Nisa Suresi 165.ayet

Demek ki ne “haberimiz yoktu” demek bir mazeret olacak ne de “bizden önce gelen nesillere

aldandık” demek! Demek ki sözümüzü vermişiz. Hatırlamıyorsan, işte hatırlatıcı orada tozlanmış

şekilde duvarda asılı duruyor. Beğensen de beğenmesen de istesen de istemesen de O’na

9


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

döneceksin. İddianı hatırlarsan ona göre davranırsın. Belki de iddianı bilmeden denenmek en

doğru denenme biçimdir. Eğer başka bir çözümün varsa, durma aş göklerin bucaklarını!

Henüz göklerin ve yerin yaratılmasından önceki ilk yaratılışta sadece âdemoğullarından değil,

aynı zamanda gönderilecek elçilerden de ayrı bir söz alınıyor. Aynı biçimde bu da ister ilk

yaratılış anında densin ister x peygamberin zuhurunda densin fark etmiyor. Onlara da elçiler

geliyor ve hakkı bildiriyorlar. Onlar da diğer insanların sınanmasına vesile olan bu ağır yükü

omuzlarına almayı kabul ediyorlar.

Hani Allah nebilerden kesin bir söz almıştı: Andolsun size Kitap ve hikmetten verip

sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman

edecek ve ona yardımda bulunacaksınız. Demişti ki: Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır

yükümü aldınız mı? Onlar: İkrar ettik, demişlerdi de öyleyse şahit olun, ben de

sizinle birlikte şahit olanlardanım, demişti.

3-İmran Ailesi Suresi 81.ayet

Yoktan var edilişe dair bu ilk dönemde henüz kâinat yok. Bildiğimiz üç boyutsal madde ve

bedenler de yok. Kâinat olmadığı için mekâna özgü bir zaman da yok. Ama söz var. Sözler var.

İster farklı bedenlere sahip ister meleke anlamında olsun fark etmez, melekler var. İster tasavvur

halinde diyelim ister bilmediğimiz farklı bir varlık halinde, yaratılmış, ölüler hükmünde ama

gerçeğe nazır olan bizler varız. Deneneceğiz. “Ol” emrinin gereğini yerine getireceğiz.

Ama sürecin devamı için bir platform gerekiyor.

O’nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu

denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Andolsun onlara “Gerçekten

siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz” dersen, inkâr edenler mutlaka “Bu, açıkça

bir büyüden başkası değildir” derler.

11-Hud Suresi 7.ayet

İnsanlar Allah’ın kendilerine verdiği değeri bilmese de Âdemoğlu o kadar değerli ki onu

sınamak, bir anlamda inşa etmek için koskoca bir kâinat yaratılıyor.

Bu ilk aşama henüz sadece söz verdiğimiz aşamaydı. Daha meleklere “secde edin” bile

denmedi. Henüz İblis bile ortada yok. Kâinat yok, toprak yok, su yok, rahimler yok. Ama evre

evre hepsi yaratılacaklar.

10


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Sözlerin verildiği ilk evre kapsayıcıydı. Yani sözü verenlerin ancak sınanması ve böylece

kabulü söz konusuydu.

Şöyle açıklamaya çalışayım…

Bugün herhangi bir insanla konuşup ondan bir söz aldığınızı düşünün. Süreç o andan sonra

işlemeye başlar. Sözün kendisi değil, icraata geçecek olan içeriğidir sözü söz yapan ve geçerli

kılan. İcraatı ve sınanması söz konusu olmayan söz, kuru bir laftan başka bir şey değildir. Söz

hayata geçmeyecekse, sınanma ihtiyacı yoksa zaten gerekli de değildir.

Şimdi örneğe kulak verin…

Arkadaşınızın gerçekten sizin dostunuz olup olmadığının ortaya çıkması için verdiği sözü

doğrulayacak olaylar zinciri yaşaması gerekir. Ancak bu olaylardan sonra arkadaşınız da siz de

verilen sözün samimi olup olmadığına şahit olmuş olursunuz. Eğer arkadaşınızın sözünde

durmadığı ortaya çıkarsa dostluk ilişkinizi sona erdirirsiniz.

Peki, arkadaşınızın size ve sizin ona vereceğiniz söz ne olmalıdır? İleride neler

yaşayabileceğinden emin olmayan bir insandan her yapacağınız iş için ayrı ayrı söz mü alırsınız,

yoksa kapsayıcı bir söz vermesini mi beklersiniz?

11


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Sözgelimi şöyle sözlerin verileceğini düşünün…

“Sana para vereceğini söyleyen birisiyle karşılaşırsan beni terk etmemeye söz ver.”

“Eğer birisi benimle kavgaya tutuşursa ona değil bana yardım edeceğine söz ver.”

“Eğer canın sıkılırsa benimle dertleşeceğine söz ver.”

“Benim hakkımda başkalarıyla dedikodu yapmayacağına söz ver.”

“Bana ihanet etmeyeceğine söz ver.” …

Bu listeyi uzatabilirsiniz…

Hayatta karşılaşacağı her şey için arkadaş adayınızdan söz almaya kalkarsanız hem bu, listesi

çok uzun bir anlaşma olur hem de ona özgür irade vermemiş, onu arkadaş değil sadece kendinize

köle etmiş olursunuz.

Ama ona…

“Beni senin arkadaşın olarak kabul ediyor musun?”

…derseniz, ileride bildiği ya da bilmediği neyle karşılaşacak olursa olsun eğer samimiyse bu

arkadaşlık sözünün gereğini zaten hatırlayıp, bilecektir. Tereddütte kalırsa az bir düşünüp hemen

doğruya dönecektir. Kasıtlı olmayan hatalar da yapsa eğer siz güven sahibiyseniz onu

affedebileceğinizi ve tek affedilmeyecek olan şeyin “ihanet” olduğunu da bilecektir.

İşte ilk evrede Allah’a verilen söz de teknik olarak böyledir. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”

sorusuna “Evet Rabbimizsin” demek tüm koşulları kabul etmek demektir. Kabul için koşulların ne

olduğunu bilmenize gerek yoktur. Dünyada başımıza neler geleceğinin o andan sonra önemi

yoktur. Her şartta Rabbinin Allah olduğunu bilen kişi ona göre davranması gerektiğini aslında hiç

unutmayacaktır.

Dünyayı gözünde büyütüp de buradaki karmaşayı çok büyük mesele gören biziz. Sonsuz bir

hayatta geçici bir durakta başımıza gelenler sebebiyle ah’lanan vah’lanan bizler sabrın değerini

anlamakta zorlanıyoruz. Hastalıktan kurtulmak isteyen kişinin anlık bir iğne olması ne ise, ebedi

hayattaki dünya iskelesi o kadar bile olmasa gerek.

Üstelik verdiği (ya da unuttuğu) sözün gereğini yerine getirmek istemeyen kişinin şu geçici

olduğu kesin dünyada halen sözünden vazgeçme şansı da vardır. Sözden caymanın karşılığı da

Allah’ın dostluğunu kaybetmektir. Bunun ne büyük bir kayıp olduğunu anlayamıyorsak şu geçici

varoluşlarımız sebebiyle aldıklarımızın ve o imkânlarla yapıp ettiklerimizin fazlasını değil, bire

bir karşılığını vermeye de hazır olmalıyız. Eğer isteyebiliyorsak ölümü isteyelim bakalım... Ama

ne kadar hata sahibi ve yanılgıda oldukları gerçeği ve kitapta anlatılıp durulanın gerçek olma

“ihtimali” sebebiyle bunu anomali sahibi olmayan hiçbir insan istemeyecektir. Hiçbirimiz şu

geçici dünya ve bir zan uğruna ebediyetimizi çöpe atacak kadar aptal olamayız, olmamalıyız.

Verilen söz “Rabbimsin” sözüdür ve alt basamaktaki her alt söz için kapsayıcıdır. “Dünyaya

gelmeyi ben mi istedim?” sorusu “Rabbim Sen’sin” sözünün yanında çok anlamsız ve gereksiz

kalır.

12


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Sözü hatırlamıyorum! Söyledimse de unuttum! Şimdi bu yüzden hesaba mı çekileceğim? Sana

söyleyeyim… Sen unutmadın! Onu sana bana unutturan kendi şeytanımızdan başkası değildi.

Zaten arınmamız gereken şey de işte oydu. Yıllarca saçma sapan hurafeler yüzünden gerçeği

düşünmekten o kadar uzak kaldın ki, dindar olsan da olmasan da sana söylenen doğruları o

tutarsız fısıltılara değiştin.

Sen neyi hatırlamadığını söylüyorsun? Dimağındaki manzarada baş taraftaki koltuğa oturmuş

şekilde bir Allah ve toplantı masasında olduğunu mu hatırlayacaksın? Yoksa bir bahçede çardakta

mı söz verdiğini? Ya da bulutların üzerindeki bir mecliste kütle yoğunluğunu kaybetmiş biçimde

rüzgârlarla mı dile geldiğini hatırlamaya çalışıyorsun? Ortada yer yokken, gök yokken… Bir

Allah ve sen varken... Bu dünyadaki basit manzaralarla mı hayalini kuruyorsun verdiğin sözün

ortam tasvirini? Tabi ki unutmuş olduğun şey sana hatırlatılacak ve dostluğun imtihan edilecek.

Sana bu yüzden irade verildi.

Her insan doğuştan bilgisiz doğar elbette. İyi ve kötü tüm özellikler üzerinde olarak üstelik.

Daha babasının adını bilemeyen bir çocuk, Allah’a “Rabbimsin” dediğini nasıl hatırlasın! Elbette

dünyevi anlamda unuttuk. Âdem de unuttu. Ben de!

Bize, hepimize “kalu bela”yı anlatıp durdular.

Mezarda gelip soracaklarmış “Ne zamandan beri Müslümansın” diye!

“Kalu beladan beri” diyecekmişiz!

Allah bu hurafeleri zihnimize sokanları bildiği gibi yapsın! Hem kabir sorgusu diye hem de

kabir azabı diye bir şeyler uydurdukları yetmiyormuş gibi Allah’ın ayetlerini de anlayamamamız

için ellerinden ne geldiyse yapmışlar.

Kalu bela’dan beri Müslüman’mışız! Yani “Dediler ki öyle” den beri Müslüman’mışız!

“Dediler ki evet!” Ne muhteşem bir tespit! Allah’ın kitabına inananlara bakın! “Dediler ki

evet”ten beri Müslümanlarmış! Kim dedi? Ne dedi? Niye dedi? Bu soruları da soramazsınız.

Çünkü Türkçe bile demiyor ki kalu belá’dan beri diyor. Öööyle bir zaman işte. Prenses kurbağayı

öpmeden önce! Ama sakın düşünme!

Elbette ki hatırlatıcı kitaba göre konuşuyoruz. Biz Allah’a gereken sözü verdik ve (fıtratı

“yaratılışı” bir kenarda tutarsak) kabul ki (dünyevi anlamda) unuttuk. Sonra belli bir ömür sürdük.

Bize Allah’ın ayetleri yani Allah’ın delilleri dışında din adına her şey öğretildi. Bir tek Allah’ın

ayetleri (delilleri) öğretilmedi. Anlayabiliyor muyuz? Allah’ın delilleri bize öğretilmedi. Din

dedikleri şeyi, şöyle bir kenarda sarıkla, takkeyle, cübbeyle, boncuktan tespihlerle ve

bilmediğimiz Arapça dille okunan dualardan ibaret zannediyorlardı.

“İyi insan olacaksın” sadece bir onama sözüydü.

İstediğin kadar iyi ol…

“İki rekât namazı kaçırırsan ateşte kızdırılmış taşların üzerinde kılacaksın o

namazı! Öte tarafta dizlerinin derisi kızgın taşlara yapışıp koparken kılmaya devam

edeceksin!”

13


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

İnsanların zihnine pompalanan Allah algısına bakın! Çocukken bize anlatılan Allah algısına bir

bakın hele! Çok tanrılıların Zeus’u bile şimşekle şipşak hallediyordu işini! İnsanları salâtın

değerinden soğutmaları yetmezmiş gibi bunların algısında iki rekât için çılgına dönüp kullarına

işkence edecek tam bir sadist Tanrı var! Allah affetsin!

Allah’a iman ettiklerini söyleyenler, Allah’ın uyarılarını Arapça, sözde âlimlerin palavralarını

Türkçe dinlediler. Ne kadar namaz kılarsa o kadar Müslüman, ne kadar para kazanırsa o kadar

bey, ne kadar kapanırsa o kadar hanım, ne kadar geğirirse o kadar elhamdülillah’çı oldular.

Yeryüzü Allah’ın delili iken… Bizi yeryüzünü gezmekten men ettiler. Camiden eve evden

camiye dediler. İşten eve evden işe dediler. Gökyüzü Allah’ın delili iken… Onu gözetleyecek

cihazları, onu anlatan kitapları elimize bile aldırmadılar. Rabbimiz Allah’tır dediğini unutan

adamlar altınlarını kaybedince cinci hocalara koştular. Kızları okutmak zinhar haramdır,

üniversite okuyan kızlar şöyledir böyledir diyenler kendi hanımlarına hastanelerde fellik fellik

“bayan” doktor aradılar. Çalışmak ibadettir dediler, çalışmadan para kazanmayı bilenlere bizi köle

ettiler. Sol eliyle yemeyi haram sayanlar, sağ elleriyle yemek yerken sol elleriyle yemedikleri

haram bırakmadılar. Haram olmayana haram demenin haram olduğunu bilmeyenler Allah’ın

temiz rızıklarına haram dediler. Helali de ticari meta haline getirdiler.

Bize unuttuğumuzu hatırlatmak için yani Rabbimizin kim olduğunu hatırlatmak için bir zikir

yani bir hatırlatıcı geldi. Ama onu kendi dilimizde okumamız bile “istersen” diye öğretildi.

Evet… İşte bu yüzden Kur’an var. İşte bu yüzden yıldızlar var. İşte bu yüzden yeryüzü var. İşte

bu yüzden kâinat yaratıldı. Bizi denemek için. Verdiğimiz sözün gereği.

İlk yaratışta Allah “Seni yaratayım mı?” diye sormadı ama yeryüzüne göndermeden önce

gerekli soruyu sordu? “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Biz de “öylesin” dedik ve

kendimize şahit olduk. Esasen halen bu soruya muhatabız. Aslında dünya hayatımızda bu soruya

cevap vermekte olduğumuz da söylenebilir. Yaratılışın evre evre olmasının nedeni de belki de bu.

Sonucunu göze alabiliyorsanız istediğiniz an sözünüzden cayabilirsiniz! Ama ben asla tavsiye

etmem.

İşte bir âdemoğlu olarak verdiği sözü unutan biz, belli bir yaştan sonra o zikri okuduk. O kitabı

okuyunca (öte tarafta) verdiğimiz söz (bu tarafta) bize hatırlatıldı. Bu hatırlatış Kur’an’ca bir

hatırlatış ve bu hatırlayış tutarlılık çerçevesinde bir hatırlayıştır.

14


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Öndeki zamansızlığa rağmen yaratılıştaki bu geçişken ana kronolojiyi kitabın başındaki şemada

olan üç ayeti (2:28, 7:11, 11:7) hatırlatarak devam edelim…

İlk aşamada (bildiğimiz canlılığa kıyasla) ölü hükmünde bir yaratılışla “Rabbimsin” sözünü

verdik. Nebilerden misak alındı. Meleklere de beşere dair plan haber verildi.

İkinci aşamada sıra ilk diriltilişe geldi. Bu ikinci evre kendi içinde birçok evreye ayrılıyor.

Kabaca ve geçişken olmak koşuluyla şöyle…

Kâinatın ilk yaratılışı…

Meleklerin artırılması…

Cinlerin yaratılışı…

Göklerin ve yerin altı günde yaratılışı…

Evlerin genişlemeye başlaması…

Tüm canlıların sudan yaratılışı…

Beşerin topraktan yaratılışı…

15


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Topraktan yaratılış aşamaları…

Beşere suret verilmesi…

Nutfeden doğuma bedenlenme evreleri…

Allah’ın ruhundan üflemesi…

Meleklerle ikinci diyalog…

Meleklerin secdesi…

İblis’in isyanı…

İnsanın iradi yapısının belirlenmesi…

Âdem’e ahit verilmesi…

Adem’in “Cennet” denilen yerde denenmesi…

Oradan çıkarılışı…

Ve yeryüzündeki bildiğimiz yaşamın başlaması.

Bilim öyle bir şey ki; bir adım öteye gittiğinde eski bilinenlerin güncellenmesini ve hatta bazen

değiştirilmesini bile gerektiriyor. Bu yüzden “bugün için” geçerli kabul ettiğimiz bilimsel

tespitlere göre başlayalım…

13,7 milyar yıl önceki tekilliği müteakip tek bir noktadan patlayarak evrenin genişlemeye

başlaması özünde anlatılan büyük patlama (big-bang) teorisi şimdiki haliyle şu ayetle uyuşuyor…

“Gökler ve yer bitişikken biz onları ayırdık”

21-Enbiya Suresi 30.ayet

En baştaki çok sıcak ve yoğun ortamda atom altı parçacıkların oluşmaya başlaması ve özellikle

bu ortamda oluşabilecek ilk atomun ancak tek elektronlu (ve tek protonlu) hidrojen olabilmesini…

“Allah’ın arşı su üzerinde idi”

…ayetini ve aşağıdaki…

“Her canlı şeyi sudan yarattık”

…şeklinde gelen ayetleri de oldukça manidar kıldığını söyleyebiliriz.

11-Hud Suresi 7.ayet

21-Enbiya Suresi 30.ayet ve 24-Nur Suresi 45.ayet

Tüm canlıların (debelenenlerin) sudan yaratılması elbette yeryüzündeki zaman çizgisinde daha

da bir anlam bulacak.

16


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yine bugünkü bilimsel tespitlere göre dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğunu kabul edersek ilk

patlamadan dünya yeryüzünün oluşmasına kadar 9,2 milyar yıl gibi bir süre geçmiş görünüyor.

Meleklere (melek kavramına) ne anlam verilip verilmediği bu kitabın konusu değil... Ancak

verilen anlamlar ne olursa olsun, ayetlere göre bu dönemde de meleklerin artırılmaya devam

ettiğini çıkarımlayabiliriz. Evren genişledikçe meleklerin de artması ayrı bir manidarlıkta…

Allah bizi denemek için gökleri ve yeri altı günde yarattığını söylüyor. Tekrar hatırlayalım; gün

kelimesinin evre, dönem, aşama anlamında kullanıldığı bir gerçek olarak ortaya çıkıyor. Bunu da

kafamıza göre söylemiyoruz. Bu çıkarımı destekleyen ayetleri Kur’an’da bulabilirsiniz.

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra sizin saymakta olduğunuz bin yıl

süreli bir günde yine O’na yükselir.

Şu ayetten…

32-Secde Suresi 5.ayet

“…senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduğunuz bin yıl gibidir.”

ve…

“Melekler ve Ruh, O’na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.”

22-Hac Suresi 47.ayet

70-Mearic Suresi 4.ayet

…gibi ayetlerden de anlaşılacağı üzere “gün” kelimesi bizim zaman algımıza göre farklı

miktarda süre içeren ve kendi aralarında da farklı miktarlarda süreler içeren “dönemler” olarak

karşımıza çıkıyor. Yani her “gün” farklı sürede olabilmekte.

Konunun zamanın göreceliği ile ilgisini ve büyük mesafelerin bugün de ışık yılı gibi zaman

birimi ile ifade ediliyor olmasıyla 1400 yıl önce ortaya çıkan bir metnin bu uyumunu da göz ardı

etmediğinizi düşünüyorum.

Konuyu dağıtmadan devam edelim…

Dolayısıyla göklerin ve yerin yaratıldığı altı günün de sürelerinin birbirine eşit olmaması

mümkündür. İşte yukarıda bahsettiğim, dünya oluşmadan önceki 9,2 milyar yıl “bir gün”

olabilirken dünya oluştuktan sonra geçen 4,5 milyar yıl da “bir gün” olabilir. Bunlar da kendi

içlerinde günlere (aşamalara) bölünüp devir manasında kullanılabilir. Yine, evre evre yaratılış,

halden hale geçiriliş, göklerin ve denizlerin tabaka tabaka oluşu gibi ifadeler veren ayetler de gün

kavramının evre anlamında kullanıldığını destekler niteliktedir.

17


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Şimdi gelelim göklerin ve yerin yaratılış aşamalarına…

Bu konuda Kur’an’ın ifadeleri ile ilgili yanlış anlamalar ve…

“Önce gökler mi yaratıldı yoksa yeryüzü mü?”

“Gök ve yer altı günde mi sekiz günde mi, dört günde mi iki günde mi yaratıldı?”

…gibi farklı ayetlerin birbiri ile tutarsız olduğuna dair iddialar da var.

Bir kısmı kitaba yaklaşımdaki sui zandan (kötü niyetten) kaynaklanabilir ama bir kısmının ise

gerçekten öğrenmek ve daha iyi kavramak için bu soruları sorduğuna eminim.

Önce yeryüzü mü gökyüzü mü yaratıldı?

İkisi de değil. Çünkü genel manada yer de gök de aslında “gök” anlamında birleşiyor. Hadi onu

bir kenara bırakalım, zaten yaratılış girift yani geçişken halde devam ediyor. Yani gökler

genişlerken bir yandan yer de oluşuyor ve bunların hepsi altı aşamanın içinde.

Kitaba göre konuşursak…

İlk önce gök ve yer birleşikti, biz onları ayırdık, deniyor. Demek ki zaten ayrılış anından

itibaren yerin de göğün de paralel biçimde oluşmaya başlaması söz konusu. O andan sonra olan

18


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

bitenler mekân oluşmaya başladığı için yer için de gök için de aynı zaman diliminde

gerçekleşiyor. Ama tabi ki her ikisinin de kendi içinde aşamaları söz konusu.

Şimdi (çelişki olduğu iddia edilen) şu ayetlere çok dikkat edelim…

De ki: Gerçekten siz mi yeri iki günde (evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na

birtakım eşler kılıyorsunuz? O âlemlerin rabbidir.

41-Fussilet Suresi 9.ayet

Gördüğünüz gibi burada yeryüzünün iki evrede yaratıldığı belirtiliyor. İşte burada toplama

işlemine başlıyorlar... Ama elmayla armudu topladıklarının farkında değiller! Allah burada açıkça

yeryüzünün hazır hale gelmesinin iki evrede olduğunu söylüyor. Yani bahsedilen gün sayısı

yeryüzünün tamamen hazır hale gelmesinin evre sayısı. Bildiğimiz altı günle bu iki günün ilgisi

yok. Bunu bir sonraki ayette anlıyoruz.

Orada onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti. Onda bereketler yarattı. Ve isteyip

arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde (evrede) takdir etti.

41-Fussilet Suresi 10.ayet

Dikkat ederseniz göreceksiniz ki yeryüzünün yukarıda bahsedilen iki gününün ne olduğu

burada açıklanmış. Birinci gün dağlar örneğiyle yeryüzü şekilleri misal verilirken, ikinci gün

rızıklardan bahsediliyor. Yani ilk devir organik olmayan (inorganik) ikinci devirse organik

dönem.

Peki, dört gün ne? İşte o da o bildiğimiz altı günün (devrin) dördüncü günü. Şimdi toplama

işlemine başlayabilirsiniz. Başlangıçtan itibaren dördüncü günde yeryüzü, âdemin topraktan

“yaratılma aşamalarının başlamasına” hazır hale gelmiş durumda. Bu esnada dünyanın göğü yok

değil. O da var ve oluşmaya bu dört gün içinde o da devam ediyor ve hatta belli bir seviyeye

gelmiş durumda. Ayet sırasıyla devam ediyoruz…

Sonra duman halindeki göğe yöneldi. Böylece ona dedi ki “İsteyerek ya da

istemeyerek gelin. İkisi de isteyerek geldik” dediler.

41-Fussilet Suresi 11.ayet

Bakın gaz halinde bir gökyüzü genişlemeye devam ediyor. Planlandığı biçimde yer ve gök

paralel biçimde emre hazır. Hala dördüncü gündeyiz. Şimdi devam edelim.

Böylece onları iki günde (devirde) yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini

vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip donattık ve bir koruma altına

aldık. İşte bu, üstün ve güçlü olanın, bilenin takdiridir.

41-Fussilet Suresi 12.ayet

Dört elmayla iki elmayı toplarsak altı elma eder. Ama iki armutla altı elmayı toplarsak sekiz

elma etmez. Demek ki ayetlerde matematiksel olarak da bir tutarsızlık yok.

19


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Kitapta yeryüzü tabiri “genel algımız itibarıyla” dünya arzı için kullanılıyor. Ancak gök, yakın

gök, dünyanın göğü, üzerinizdeki gök ve gökler gibi kelimelerin özellikle kullanılmasından o

göklerin muhtevasında bulunan yerlere de arz/yeryüzü demekte bir sakınca olmadığını anlıyorum.

Allah bize kendi üzerine bastığımız yeryüzünü gezip dolaşıp incelememizi söylerken aya, güneşe,

yıldızlara bakmayın demiyor. Hatta onlara ait birtakım özellikleri bize işaret ederek kâinatın

geçici dünyadan ibaret olmadığını, tüm bunların boşuna var edilmediğini hatırlatıyor. Ayetler

okundukça ve bilimsel tespitler ilerledikçe bilgide de daha derine gidebileceğimiz açık.

İşi ehline bırakıp, bildiğimiz kadarını söylemekle ve net bilgiler üzerinden tasavvur etmekle

yetinelim... Ayetlerin söyledikleriyle devam edelim.

Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip/yönetip (istiva

edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.

2-Bakara Suresi 29.ayet

Yukarıda belirttiğim gibi, gök ve yer paralel biçimde gelişmeye devam ediyor ve dördüncü

evrenin sonunda yeryüzü yaşama hazır hale geliyor.

Ardından iki evrede de (yedi) gök katmanları tamamlanıyor. Böylece altı devirde göklerin ve

yerin yaratılması tamamlanmış oluyor. Ancak bu altı devir içinde olup bitenlere dair ayetlerde

özetle nelerden, hangi inşalardan bahsediliyor? Bir bakalım…

20


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Göklerle ilgili olarak…

Genişletilmesi…

Göğün yedi katman olarak ve göklerin yedi gök olarak yaratılması (üstünüzde yedi yol yarattık

(23:17) ayetinin de bununla irtibatlı olabileceğini yeniden diriliş evresinde çıkarımlayabiliriz)…

Gökte burçlar (yıldız kümeleri ve galaksiler) kılınması…

Gökyüzünün korunmuş bir tavan kılınması (ki buna dair gerek mecaz gerekse reel birçok kanıt

vardır. En ciddi kanıt atmosferin dünyayı birçok zararlı ışından ve gök taşlarından koruyor olması

ve gezegenin manyetik alanla çevrelenmesi başta geliyor)…

Güneş ve ayın bir hesap ile belli bir karar noktasına doğru akıyor oluşu (ki güneş yakın bir

geçmişe kadar sabit zannediliyordu)…

Gecenin ve gündüzün oluşması (ki güneş ve ayla birlikte zikredilmesi manidardır)…

Yeryüzüyle ilgili olarak…

Yerin döşenip yayılması…

Dağlar, ırmaklar ve hareket sahalarının var edilmesi…

Dağların çakılmış kazıklar olarak yerleştirilmesi…

Çatlaklarla dolu yer ifadesi (fay hatlarının oluşması)…

Gökten su indirilip yer altı kaynakları dâhil olmak üzere toprağın canlandırılması…

Denizlerin oluşturulması…

Aşılayıcı olarak rüzgârlar gönderilmesi (ki rüzgârların aşılayıcılığı sadece bitki tozlarını

taşımasından ibaret değil esasen bulutların aşılanarak yağmurları tetiklemesi de söz konusudur)…

Ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirilmesi…

Hayvanların yaratılması…

Bizim beslemediğimiz ama bize direkt ya da dolaylı olarak faydası bulunan birçok canlının

besinlerinin (besin zinciri) onlar için de hazır edilmesi…

Göklerin ve yerin altı günde (evrede) yaratılmış olmasıyla, en başta bahsettiğim tüm yaratılışın

ikinci aşaması henüz bitmiş olmuyor. Biraz geçişken olmakla birlikte sadece kitapta gördüğümüz

kronolojiyi vermeye çalıştım.

Hatırlayalım…

Kendisinden “Rabbimsin” sözü alınan ve kendi kendisine şahit kılınan insana beden verilmeden

önce hem o bedenin verileceği yapıtaşlarını içeren hem de deneneceği şartları oluşturan platform

21


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

böylece hazırlanmış oluyor. İster Âdem devrinde doğmuş olsun ister bugün isterse yarın, kâinatın

varlığına bağıntılı olan zaman var edilmeden önce yaratılmış olan her insan, bu mekân ve zaman

sürecine bir aşamada dâhil olmuş oldu ve oluyor.

Her insan bir âdem gibi…

Bu süreçleri bir şekilde her insan yaşıyor. Varlığı Allah’ın kabzasında olan ve bugün yeryüzüne

doğan bebek milyarlarca yıl önceymiş gibi bir algıyla değil… Az önce Allah’a “Rabbimsin” diye

söz vermiş ve kendisinin farkında olmadığı 13,7 milyar yıllık platform o bebek için hazırlanmış

ve son dokuz ayda ana karnında beden olarak suretlendirilmiştir.

Buradaki zaman çizgisine henüz dâhil olmuş olsa da maddi varlığı üç boyutlu yeryüzü kaynaklı

olmakla birlikte esas varlığı âdemle aynı yaşta ve fücuruyla, takvasıyla, unuttuklarıyla ve

hatırlaması gereken fıtratıyla âdemle aynı donanımdadır.

22


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yaratılış bölümlemesinde hala ikinci aşamadayız ve şimdi sırada beşerin topraktan yaratılması

ve Âdem’in yeryüzüne halife kılınması süreci var. İşte üzerinde en çok ihtilafın kol gezdiği alan

burası… Tartışmaların yoğunlaştığı sorular da genelde şunlar…

Âdem ilk insan mıydı?

Âdem’in anası babası var mıydı?

Âdem’in çocukları birbirleriyle mi evlendiler de çoğaldılar?

Evrim var mı yok mu?

Maymundan mı geldik?

İblis kimdi?

Şeytan kimdir?

Cinler kimlerdir?

Melekler Âdemoğlunun kan dökeceğini nereden biliyorlar?

23


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Âdem’in yerleştirildiği cennet o cennet mi?

Ve sair bazı sorularla bütünleşik olarak devam edelim…

Su: Suyun sıra dışı özelliklerinden biri, yakıcı ve yanıcı elementlerin bir arada bulunmalarıdır.

“Biz canlı her şeyi sudan yarattık” diyen Allah’ın inorganik bu yapıdan organik canlıları

yaratması onun ayetidir. Başlangıçta kudretinin (tahtının, arşının) suyun üzerinde olması,

işleteceği sistemin her aşamasında bu suyu kullanacağı anlamına gelmesi kuvvetle muhtemel

görünüyor. Bugün bilimsel çevreler uzay araştırmalarında ya da arzda başka hayatlar ararken

baktıkları noktada canlılık belirtisi olarak önce suyu gözlemlemeye çalışıyorlar. Bu bile tek başına

ayetleri doğrular nitelikte… Ki bilimsel tespitlerden uzak herhangi bir insan bile bilinen hayatın

(bulunduğumuz şartlar söz konusu olduğu müddetçe) suda olduğunda hemfikirdir. Tüm bunlarla

birlikte Kur’an’da su’yun adeta bilgi’nin de metaforu olarak kullanıldığını sezinliyorum, bu da

ayrı bir konu.

İşte insan neslinin yaratılışına Kur’an ayetleri ışığında baktığımızda da insanın kabaca üç

aşamada suyun içinde olduğunu görüyoruz. Tüm canlılar sudan yaratıldığına göre birinci aşamada

insanın özü de o suyun içindeydi. Ardından geçirilen toprak aşamalarında da su o toprağa yer yer

eşlik etti. Beşerin atılan bir damla suyun içinde olması ikinci su aşaması olurken… Ana

rahmindeki su kesesinde güvenli bir biçimde şekillendirilmesi de üçüncü su aşaması olarak

karşımıza çıkıyor.

İnsanın diriltiliş aşamasındaki topraktan yaratılış kısmında da suyla geçişken olarak kendi

içinde aşamaları var. Bunların kimisi diğerlerinin bir kısmını kapsıyor. Bunun sıralaması bilimin

konusu olduğu için aşağıdaki kendi tespitimce kabaca bir diziliştir. Bazısını kısmen öne ya da

arkaya alabilirsiniz. Çok fazla bir şey değişmez.

Toprak

…Sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan yarattı. Sonra sizi bir

bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için

size belli bir ömür verilmektedir. Sizden kiminizin hayatına daha önce son verilir.

Adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için.

40-Mümin Suresi 67.ayet

Bu ayet insanın yeryüzünde “toprakla” başlayan yaratılış sürecinin genel kronolojisini vermiş

oldu. Şimdi devam edelim…

Sizi topraktan yaratmış olması O’nun ayetlerindendir. Sonra siz yayılan beşer

oldunuz.

Yukarıdaki ayette toprak diye çevrilen kelime turab’dır. Bildiğimiz toprak…

30-Rum Suresi 20.ayet

O ki, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayandır.

32-Secde Suresi 7.ayet

24


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Tín aşaması: Yukarıdaki ayette çamur diye çevrilen kelime tín kelimesidir. Nemli toprak

anlamına geldiği kabul edilmekte…

Andolsun Biz insanı çamurun özünden yarattık.

23-Müminun Suresi 12.ayet

Tín özü aşaması: Bu ayette çamur olarak çevrilen kelime yine tín olmakla birlikte, o tín’den

süzülen bir özden bahis olduğu için yeni bir aşama olarak karşımıza çıkıyor.

…insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

15-Hicr Suresi 26.ayet

1.Salsal aşaması: Bu ayette kuru bir çamur olarak çevrilen kelime salsal’dır. Suyun ve toprağın

bileşmiş ancak kurumuş hali olarak genelde tarif ediliyor. Şekillenmiş balçık ifadesi ise benim

gördüğüm kadarıyla dönüştürülmüş bir halinden bahsediyor. Şekilden çok niteliği organikleşmiş

bir anlama daha yakın gibi duruyor. İnsanın aklına ateşi bulan insan çağından sonra toprak

devrimini, toprağı ekip biçip işlemeyi öğrendiği çağı getirmiyor da değil.

İnsanı ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan yarattı.

55-Rahman Suresi 14.ayet

2.Salsalin aşaması: Bu ayette de salsal kelimesi kullanılıyor. Ancak ayetin devamında bir

öncekine göre farklı bir kelime var. Fahhar! Ateşte pişirilip şekil verilmiş bir testiyi gözümüzün

önüne getirelim. İşte fahhar denilen şey o. Organik içeriği de olan şekillendirilmiş kuru bir çamur.

Ona biçim verdiğimde…

Suretlendirme…

15-Hicr Suresi 29.ayet

Biçim aşaması mantık çözümlememize dair çıkarımlarımıza göre şöyle devam ediyor…

Sonra onun soyunu kıymetsiz bir suyun özünden kılmıştır.

Basit su aşaması: Bu ayetteki aşama, eril su aşaması olarak karşımıza çıkıyor.

…Biz insanı karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz…

32-Secde Suresi 8.ayet

76-İnsan Suresi 2.ayet

Karmaşık su aşaması: Secde suresindeki ayette atılan suya basit veya değersiz denmesinin insan

bakışına bir atıf olduğunu düşünüyorum. Çünkü İnsan Suresine baktığımızda o suyun niteliğinin

karmaşıklığı söz konusu.

İnsan bir baksın! Ne’den yaratıldı? Dökülüp atılan bir sudan yaratıldı. (Erkeğin) bel

kemiği ile (dişinin) leğen kemiği arasından çıkar.

86-Tarık Suresi 5,6 ve 7.ayetler

25


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

İlişki aşaması: Bazı meallerde “bel kemiği ve kaburgalar” tabiri kullanılmasına rağmen başta

M. Esed mealinde olduğu gibi “erkek beli ve kadın leğen kemiği” tercümeleri daha kabil

görünüyor. Çünkü sadece eril değil, dişil su da insanın rahimde yaratılışına kesin biçimde etki

etmektedir ve her iki su da (hatta dişil su da) dökülüp atılandır.

Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerinin içine

yerleştirdik.

23-Müminun Suresi 13.ayet

Nutfe aşaması: Bu ayette su damlası olarak geçen kelime nutfe’dir. Karar yerinin de ana

rahmine işaret etmekte olduğu aşikâr. Yeri gelmişken “karar yeri” tabirinin başka ayetlerde

yeryüzü için sıfat olarak kullanıldığını da hatırlayalım. Nasıl ki karar yeri olan ana rahminin insan

için “geçici” bir mekân olması söz konusuysa, yeryüzünün de aynı biçimde insan için “geçici” bir

mekân olması her iki ortamın da kalıcı olmadığına net bir işarettir. Türkçede “karar yeri” tabiri

açıklanarak tercüme edilmeden kullanıldığında sanki kalıcı olunan yer gibi anlaşılabiliyor. Bu

ayet böylece bu yanlış anlamanın da önüne geçmiş oluyor.

Böylece o su damlasını bir alak olarak yarattık…

23-Müminun Suresi 14.ayet

Alak aşaması: “Asılıp tutunan” olarak çevrilen kelimedir. Genel kanıda rahim duvarına tutunan

embriyo olarak çıkarımlanıyor. Ben de bu kanıya bugünkü bilimsel tespitler çerçevesinde

katılıyorum.

…böylece o alak’ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık…

23-Müminun Suresi 14.ayet

Mudga Aşaması: Bir çiğnem et parçası olarak çevrilen kelime olan mudga’nın ilk cenin hali

olduğu fikrine katılıyorum.

…böylece o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık…

Kemiklenme aşaması…

…böylece o kemikleri etle kapladık…

Etlenme aşaması…

…sonra onu başka yaratılışla şekillendirdik.

Rahimdeki suretlendirme aşaması…

23-Müminun Suresi 15.ayet

23-Müminun Suresi 15.ayet

23-Müminun Suresi 15.ayet

Böylece şekillenme aşamaları tamamlanmış oldu. Şimdi sıra geldi bazı aykırı ve ihtilaflı

sorulara…

26


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yeryüzünde önce inorganik gelişimi sonra organik hayatı yarattığını, ilk hayatın suda

başladığını, insanı evre evre topraktan yarattığını ve yine aşama aşama şekillendirdiğini söyleyen

Allah’ın yaratışının belirli aşamalarla olduğu apaçıkken Âdem’in (bizim algımızla) şipşak

yaratıldığını iddia etmek gülünç olur.

Evrim var mı yok mu?

Adeta hizipleşilmiş ve üzerinde fırtınalar koparılan bir soru bu. Allah, yaratışıma şuradan

başladım, şurada şunları yaptım demişken, yeryüzünü gezip dolaşın da yaratışa nasıl başlandığını

görün diye bizi uyarırken bilimsel çalışmaların verilerini bu yaratışın dışında tutmak aklı

kullanmamak olur. Bu evreler halinde yaratılıştan Darwin’in teorisine ne kadar pay çıkar; bunu o

konuyu akademik platformda inceleyenler daha iyi değerlendirecektir. Ancak ortada öyle ya da

böyle bir evrim olduğu net ve kesin.

Şu ana kadar bu kitaba aldıklarım dışında birçok ayet de bunu destekler nitelikte... İnsanın

yeryüzünde bir bitki gibi bitirilmesini, yeryüzündeki canlıların ayak sayılarıyla evre evre

çeşitlenmesini ve insanın eklemlerinin gelişmesine atfedilebilecek ve dilediği zaman Allah’ın bizi

benzerlerimizle değiştirebileceğini ifade eden ayetler de bir yönden buna işaretler içermektedir.

Bu evrim durumu maymundan geldiğimiz iddiasını ispat etmez belki ama maymun da ağaç da

karınca da insan da hayatına sudan başladı. Orada birleştiğimiz kesin.

27


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Âdem ilk insan mıydı?

Sonra söyleyeceğimi önceden söyleyeyim. Âdem’in ilk “beşer” olduğuna dair bir çıkarım

Kur’an’da yok. Ancak “beşer ve insan” ayrımı noktasında Âdem’den önceki beşerlerin insan

olarak sıfatlanmasının da hataya açık olabileceğini düşünüyorum. Beşer kelimesinin (deri

anlamını da içermesi desteğiyle) insana giydirilen vücut, insanınsa o vücuttaki bütünsel varlık

olarak açıklanması daha doğru gibi geliyor bana. Meleklerin secdesi bölümüne gelince o gerçek

varlık konusunda çok daha belirgin deliller göstermeyi umuyorum.

Ancak çok eskilerden gelen bir evrim süreci olduğu kesin. Neticede insanın insan olarak

adlandırılabilmesi için çok uzun bir süreç geçmiş olduğunu hem bilimsel tespitler hem de ayetler

bize söylüyor. Hem de İnsan suresinin ilk ayetinde…

Gerçek şu ki; insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun

zamanlardan bir süre gelip geçti.

Âdem’in anası babası var mıydı?

76-İnsan Suresi 1.ayet

Âdem’in babasının olup olmadığına dair Kur’an’a dayalı net bir ifade kullanmak istemiyorum.

Ancak bir annesi olduğuna kaniyim. Buna sebep de Al-i İmran suresinin şu ayetleridir…

Şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan

yarattı. Sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.

3-İmran Ailesi Suresi 59 ve 60.ayetler

Eğer İsa’nın durumu Âdem’in durumu gibiyse, Âdem’in durumu da İsa’nın durumu gibidir. Bir

babası olmayabilir ama bir annesi demek ki vardır. Kanımca Âdem ana rahmine düşen ilk beşer

değil ilk insandır. İlahi hilafet sorumluluğu olan ilk beşerdir. Çünkü ezelde söz vermiştir.

Âdem’in çocukları birbirleriyle mi evlendiler de çoğaldılar?

Hiç sanmıyorum ve ihtimal de vermiyorum. Âdem’in oğullarının anlatıldığı kıssada bir tarım

toplumu olduğunun işaretleri vardır. Âdem’e kalemle ve beyan öğretiliyor. Bu işaretler yazının

varlığını simgeler. Âdem’in seçildiğini söyleyen ayetler vardır. Âdem seçilmişse birilerinin

arasından seçilmiştir.

Şüphesiz Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemleri

(toplumları) üzerinde seçti.

Sonra Rabbi onu seçti. Tövbesini kabul etti ve doğru yola iletti.

3-İmran Ailesi Suresi 33.ayet

20-TaHa Suresi 122.ayet

Eğer Âdem ölümsüzlüğün peşine düşerek ağaçtan yediyse etrafında kendi cinsinden ölenler

vardır ki ölümü bilip de bu kıyaslamayı yapabilsin!

28


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Şeytan, kendilerinden örtünüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara

vesvese verdi. Ve dedi ki: Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca sizin iki

melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.

7-Araf Suresi 20.ayet

Meleklerin secdesi bölümünde görüleceği üzere yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve kan

dökmekte olan bir beşer türü zaten vardır ki melekler buna şahittir.

Ve Rabbin meleklere dedi ki “Yeryüzünde halife kılacağım” Dediler ki “Orada

bozgunculuk yapan ve kan dökenleri mi kılacaksın? Ve biz seni övgüyle yüceltip,

takdis ediyoruz.” Dedi ki “Muhakkak Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.”

2-Bakara Suresi 30.ayet

Ayrıca dillerimizin ve renklerimizin ayrı ayrı olması Kur’an’da ciddi bir delil olarak bulunur.

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun

ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.

30-Rum Suresi 22.ayet

Kur’an’a göre Âdem ilk beşer değildir. Ama Allah’ın ruhundan üflediği, ilahi manada

sorumluluk sahibi, net ve özgür irade sahibi ve de takva sahibi ilk insandır. Üzerinden nice

zamanlar geçtikten sonra insan olarak anılmaya değer ilk insandır. Başka toplumlar için başka

âdemler var mıdır bilmiyorum ama bildiğimiz Âdem annesinden, diğerleri de onun tohumundan

yeşermiştir. Âdem’in çocukları diğer kızlarla evlenerek çoğalmışlardır. İnsanların çoğalmasıyla,

daha iptidai olan beşer nesillerinin sanıyorum ki zamanla nesilleri tükenmiştir. Lütfen unutmayın

ki bu sözlerim hüküm değil ayetlerin sınırlarından çıkmadan yapılan çıkarımlarımdır. Okumakta

olduğunuz e-kitabımın… Sadece çalışmamın bir paylaşımı olduğunu ve hatalarım varsa,

bilgilerimiz arttıkça daha doğrusuna yol almak üzere bir ufuk açılımı olduğunu hatırlatmak

isterim.

Şimdi kronolojide biraz geriye adım atıp nefsi vahide, cinlerin yaratılışı ve ne olup

olmadıklarıyla devam edelim…

29


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Buraya kadar özetle şunları söyledik… Allah bizi yarattı, bizden ve nebilerden söz aldı,

meleksel bilince de ilerideki planına dair haber verdi. Ardından gökler ve yer tekil olarak

bitişikken (big bang ya da henüz bilmediğimiz bir yöntemle) ayrıldı. İlk anlarda aklın alamayacağı

hızda ve şiddette kuvvetli bir sıcaklık ve hız vardı. Oluşabilecek ilk atom ancak hidrojendi.

Hükmünü su üzerinden yürütecek olan Yaratan’ın planı işledi. Deneneceğimiz platform olan

yeryüzü ve gökler altı evrede yaratıldı. Yeryüzü şekilleri, bitkiler ve hayvanlar yaratıldı.

Her canlı için suyla başlayan yaratılış evresi (geçişken olarak) nihayet beşerin topraktan

yaratılış aşamasına da elverişli hale geldi. Beşer toprak formundan beş ya da altı evrede yaratıldı.

Adının insan olarak anılabilmesi için çok uzun zamanlar içinde birçok gelişim evresinden geçti.

Rahimde de çeşitli evrelerden geçerek biçimlendi. Ve işte ona ruh üflendiğinde artık sadece bir

beşer cinsi olarak değil, aynı zamanda insan olarak da anılmaya başlayacaktı. İlki, ileride

benzerleri içinden seçilecek olan Âdem’di. Bedeniyle, fücuruyla ve takvasıyla yeryüzüne geçici

bir karar yeri olarak zürriyetiyle birlikte mirasçı kılınacaktı.

Burada bir es verelim… Âdem’in macerasına devam etmeden önce (ki aslında daha başlamadı

bile) atlamamamız gereken bazı ayetlerin bize söylediği başka şeyler de var. Bunlardan biri “nefsi

vahide” (4:1, 6:98, 7:189, 31:28, 39:6) denilen şey… Rivayet kültürü, bu nefsi vahide’yi yani “tek

bir nefis”i bize öyle anlattı ki adeta bu şey, elçi olarak seçilen Âdem’miş de onun karısı da

Âdem’in eğe kemiğinden yaratılmış gibi. Farklı şeyler de anlatıldı durdu ama algı neticede böyle

30


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

oldu tabi… Oysa “nefis” zaten dişil bir kelime idi. Yani bahsedilen şey nefsin kendisiydi.

Çoğalacak olan ilk nefisti. Âdem, Havva ya da bilinen herhangi birisi değil, tüm insanların

çoğaldığı ilk nefis. Zaten çoğalacak olan şey erkil değil dişildir. Rivayet tutarlı olsaydı bile ayete

göre, karısı Âdem’den değil, Âdem karısından yaratılmış olmalıydı! Ama Âdem de eşi de ilk

beşer değil, insan olarak anılacak olan ilk insanlardı. Beşer neslinin belli bir aşamasında büyük bir

gelişime ön ayak olacak bir neslin başıydılar.

Şimdi nefsi vahide (tek dişi nefis) ile ilgili ayetlere gelelim…

نفس واحدة Nefsi Vahideh

Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı (sorumluluk ve bağlılık sahibi) olun. O sizi tek

bir dişi nefisten yarattı. Ve ondan (dişi nefisten) zevcini de yarattı ve ikisinden

birçok erkek ve kadın türetip-yaydı…

4-Nisa Suresi 1.ayet

Ayetlerde ilk dişi nefsin kim olduğu ve nasıl türediği bilim insanlarının konusu. Ama görünen o

ki bugünkü insan neslinin atası (ata annesi) o idi. Topraktan yaratılma sürecinden sonra (bence)

bir dişi nefis kıvamına geldiği ilk beşer formu olabilir. Ya da organik bir kolun ilk hücresi…

Neticede ilk nefisti. Sonra kendi cinsinden eşi de var edildi. Özellikle “kendi cinsinden” diyorum,

çünkü başka ayetlerde bu ifadeyi kendi cinsinden olarak anlıyoruz.

Allah size kendinizden eşler yarattı ve size eşlerinizden çocuklar ve torunlar…

16-Nahl Suresi 72.ayet

Onunla birlikte iskân etmeniz için size kendinizden eşler yaratması ve aranızda bir

sevgi bağı kurması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda düşünebilen bir toplum

için gerçekten ayetler vardır.

30-Rum Suresi 21.ayet

Sonra çocuk sahibi olmayı da öğrendiler. Karınlar içinde çeşitli boylar farklı uluslar ve renkler

türedi.

Sizi tek bir dişi nefisten yarattı. Sonra ondan eşini de kıldı. Ve sizin için nimetinden

(enam) sekiz çift (ezvac) indirdi. Annelerinizin karınları içinde bir yaratıştan bir

yaratışa üç karanlık içinde sizi yaratır. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk

onundur. Ondan başka ilah yoktur. Buna rağmen nasıl dönüyorsunuz?

39-Zümer Suresi 6.ayet

Zümer 6’daki “enam” Fatiha’daki gibi nimet anlamında mıdır yoksa çiftlik hayvanları demek

midir, bu tartışılır. Ama benim görüşümce beşerin yaratılışı aşamasında bu hayvanlardan

bahsedilmesi (eğer atladığım bir şey yoksa) konuya tam oturmuyor. En doğrusunu Allah bilir,

ancak şu anki görüşüme göre çeşitli annelerin karınları içerisinde sekiz farklı insan neslinin

yetişmiş olduğuna dair bir işaret olması uzak bir ihtimal değil.

31


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun

ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır.

Devam edelim…

30-Rum Suresi 22.ayet

O ki, sizi tek bir dişi nefisten (nefsi vahideh’den) yarattı. Birlikte iskân etmeleri için

ondan eşini de kıldı. Ne zaman ki (günü geldiğinde) onu kuşattı, hafif bir yük

yüklendi ve onunla bir zaman dolaştı. Ne zaman ki ağırlaştı, Rableri olan Allah’tan

bir deva aradılar. Eğer bize salih verirsen, şükredenlerden oluruz.

7-Araf Suresi 189.ayet

Kur’an’da geçmeyen ama geleneksel dini algıda çeşitli nedenlerle öne sürülen Âdem’in

çocuklarının ikiz oldukları için çaprazlama evlendikleri gibi ensestvari şeylerin olduğunu

zannetmiyorum. Zaten Âdem’in döneminin öyle sandığımız kadar yüz binlerce sene öncesi

olduğunu da düşünmüyorum. Görünen o ki tarım vardı, insanlar iyi ya da kötü bir toplum

halindeydi, seçilmiş bir Âdem vardı, çok muhtemelen yazı dahi bulunmuştu.

Ne zaman ki ikisine o salihi verdi, onlara verilen şeyin içinde O’na ortaklar kıldılar.

Hâlbuki Allah onların şirk koştuklarının üstündedir.

7-Araf Suresi 190.ayet

Araf suresinden alıntıladığım bu ayetlerde… O iki kişinin (evlat sözü geçmiyor) salihi edinince

Allah’a ortak koşmaya başladıkları söyleniyor. Ama ortak koştukları şeyin daha önce anlatıldığı

gibi çocuklarının değil, kendi nefislerinin fücurundan ilham aldıkları şeyi takvaya tercih etmeleri

şeklinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü ayetlerin devamında tapılan başka şeylerin

özelliklerinden bahsediliyor ve nihayet 195’inci ayete gelinince…

“Onların yürüyecek ayakları mı var? Ya da tutacak elleri mi var? Veya görecek

gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var?”

…denilerek tanımlanıyor.

7-Araf Suresi 195.ayet

Mecaz olarak bakılabilir belki, ancak eğer çocuklarını ortak koşsalardı bu tanımlamanın

çocuklarının özelliklerinden hiç de farklı olmadığını görürüz… Çocuğun eli de gözü de ayağı da

olur. Ama burada bahsedilen özellikler beşer bir çocuktan çok cin diye bildiğimiz ya da şeytan

olarak adlandırdığımız kavramlara ya da onların metaforik kişiliğine daha yakın görünüyor.

Nitekim insanlar da şeytana uymuşlarsa onun soyuna dâhil olmuş demektirler. O durumda da daha

sonra devam edecek Araf suresi ayetleri de (okursanız göreceksiniz ki) oturuyor.

Cann ve Cinler

Gelelim Cann ya da Cinler olarak (ya da can’la çok yakın ilişkili olarak) tanımlanan varlıkların

yaratılışına… Cin masalları anlatmayacağım. O manada ürkülecek bir şey yok çünkü.

Korkacaksak kendimizden korkmalıyız aslında.

32


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Neyse… Cin kelimesi Kur’an’da yer yer yabancı anlamında da kullanılıyor. Ama şimdi

bahsedeceğimiz cinler, o bize anlatılan ve korkutulduğumuz cinler olacak. Bunu görmek için

şimdi beşeri, Âdem’e doğru geldiği noktada bırakıp, tarihte tekrar geriye gidelim. Çünkü ayetler

bize, onların daha önce yaratılmış olduklarını söylüyor.

Semum

Andolsun insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Ve cann’ı da

daha önce nüfuz eden kavurucu bir ateşten (semum ateşinden) yaratmıştık.

15-Hicr Suresi 26 ve 27.ayetler

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki “cann” her ne ise, beşer topraktan yaratılmadan daha önce var

edilmiş durumda. Görebildiğim kadarıyla “nas” nasıl ki insanları genel manada tanımlayan bir

kelime ise “cann” da cinlerin geneli için kullanılan bir kelime olabilir. Ancak burada kronolojiye

destek veren bir kelime var. O da “nar-i es semum” olarak geçen semum ateşi. Meallerde

genellikle “hücrelere nüfuz eden kavurucu ateş” olarak çevriliyor. Belli başlı kayda değer kadim

sözlükler de bu anlamı destekliyor. Araplarda çölde esen ve insanın derisini perişan eden fırtınalı

sıcak rüzgârlara da bu isim veriliyormuş. Ancak benim aklıma hem büyük patlama hem de daha

özellikli olarak ateşin bulunduğu beş yüz bin yıllık tarihsel kesit gelmiyor değil. Konu iki yönden

de belki üçüncü bir yönden de düşünülebilir ve araştırılabilir.

Dâbbe

Bunun yanında hatırlarsanız kitabın ilk bölümlerinde bahsettiğim birkaç ayet vardı. Hani, Allah

cinleri kendilerine şahit kılmamıştı. Yerin ve göğün yaratılışına da şahit kılmamıştı. Ama insanı

yeri ve göğü yaratmadan önce ölü hükmünde yaratmış ve söz almış, onu denemek için yeri ve

gökleri yaratacağını söylemişti. Onları, yani cinleri yardımcı güç de edinmemişti ki bu ifade

meleki bir bilinçlerinin olmadığına da işaret ediyor. Ve bir de şu vardı. Allah canlı olan hayat

sahibi her şeyi sudan yarattığını (21:30) söylemişti. Üstelik Nur suresinde (24:45) şu da var ki

yeryüzündeki hareket ederek yaşam süren (her dâbbe) her şey sudan yaratılmıştır.

Şimdi düşünelim… Kendisine şahit kılınmayacak olduğu için başlangıçta yaratılmayan ve

kâinatın yaratılışına şahit kılınmayacak olduğu biçimde ve beşer topraktan yaratılmadan önce

yaratılan bir varlık var. Sudan yaratılan canlılar olsalardı, toprak yaratılıp ardından o toprağın

üzerine su indirildikten sonra yaratılmaları beklenirdi. Zaten hiçbir ayette su ile ilişkilendirilmeleri

söz konusu da değil. Ateşten, kavurucu ateşten veya dumansız ateşten yaratılan cinler (Allah’ın

her canlıyı sudan yarattım, ayetinin muhalefetinde olamayacaklarına göre) acaba gerçekten

canlılar mıdır? Yani dabbe midir? Yoksa!… Yoksa bir beden ya da nefis üzerinde nitelik

kazanacak, aceleci yaratılışlı birilerinin zaaflarını sarınca anlam ve yaşam kazanacak kötü

kavramlar mıdır?

Dabbeyi rivayetlerde ve korku filmlerinde arayanlar dönüp nasıl saçmaladıklarına bakmalılar.

Dabbe şeytan ya da cin değil, yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ve biziz. Debelenenler acayip

yaratıklar veya (görünmez yaratıklar anlamında) cinler değil biziz. Çünkü hayat sahibi olanlar

biziz. Şimdi bakalım bu kötü kavramlar nasıl hayat bulabilirmiş?

Şems suresindeyiz…

33


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Andolsun nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene!

91-Şems Suresi 7.ayet

Demek ki topraktan yaratılan bedenimiz kadar, nefis dediğimiz (kendimiz dediğimiz) o muallâk

şey de düşündüğümüz kadar basit bir yapıda değilmiş. Bir biçimi var.

Sonra ona fücurunu (kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene!

91-Şems Suresi 8.ayet

Demek ki o nefis dediğimizin içinde fücur denilen bir şey var ve ondan sakınmamız gerekiyor.

Fücur sözlüklere göre “tevbe edilmemiş günah işi, yalancılık, aldatıcılık, bozgunculuk, sınırsız

kötülük” gibi anlamlara geliyor. Bu manada yukarıdaki çeviri doğru görünüyor. Ama daha doğru

olansa işte o fücur’dan sakınmak gerektiği. Peki, nereden biliyorsun? Sıradaki ayetten…

Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91-Şems Suresi 9.ayet

Bilmem, ayetin bizi getirdiği sonucu görebildik mi? O fücuru arındırırsak ya da ondan arınırsak

tüm kurtuluş oradaymış meğer. Hani havada “Casper” gibi şeytan arayanlar var ya! Hani cinleri

içinde arayıp da bulamayanlar var ya! Kanlı canlı şeytanlar arayan biz insanlar önce kendi

suretimize gözümüzü çevirip bakmamız lazım.

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu

biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.

50-Kaf Suresi 16.ayet

Bakalım çevremize ve kendimize… Acaba takvalı olup Allah’ın ruhundan üflediği insan

soyunu mu yoksa fücuruna uyup şeytanının vesveseci soyunu mu temsil ediyoruz diye! Dünyada

yaşayan milyarlarca insana başınızı çevirip bakın. Âdem’i mi görüyorsunuz çoğunda, yoksa İblis’i

mi? Yeryüzüne şöyle bir bakın, Allah, takvasına uyanların dünyasını böyle mi yapardı? Cevabı,

kendimizi fücurumuzdan arındırmazsak ne olur’da…

Ve onu (fücurunu) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.

91-Şems Suresi 10.ayet

Görülüyor ki insanın bedeni kadar kişiliği de en güzel ve matematiksel bir biçimde

yapılandırılmış. Gerçek benimizin bedenimiz değil de kişiliğimiz olduğunu gördüğümüz gün ona

günlük bakım yapmaya ancak başlayabiliriz. İnsan hem önce kendisini hem de sonra halife

kılındığı yeryüzünü ıslah etmekten asla vazgeçmemelidir. Bu, denenme sebebimizdir.

Doğrusu Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra aşağıların aşağısına çevirdik.

Ancak iman edip salih (ıslah edici iyi) işler yapanlar başka. Onlar için kesintisiz bir

ödül vardır. Öyleyse bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?

95-Tin Suresi 4,5,6 ve 7.ayetler

Şimdi bakalım Âdem’e boyun eğmeyi reddeden İblis’i Allah nereden kovuyor? Bildiğimiz bir

yerden mi yoksa?

34


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yoktan var edildik. Daha bedenimiz bile yokken kendimize şahit edildik. Rabbimizin kim

olduğuna dair söz verdik. Ama söz, tek başına yetmiyordu. Denenmemiz için gökler ve yer altı

evrede yaratıldı. Beşer cinsi bedenlenme aşamasına geçmeden önce cinler ateşten yaratılmıştı.

Tüm canlılar ise sudan. Beşer ırkının özü, su ve topraktan yaratılma aşamalarını geçti. Sonra dişi

bir nefisten gelen bir beşer türü olarak yeryüzünde çoğaldılar. Henüz ona insan denmiyordu.

Çeşitli evrelerden geçti. Kur’an’a göre nihayet her şeyi yaratan Rabbimiz, beşer türünü insana

çevirecek ve onu yeryüzüne halife kılacak olan şeyi yapacaktı. Artık zamanı gelmişti. O beşerin

içinden seçtiği birine ruhundan üfleyecekti. Âdem’e…

Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona ruhundan üfledi. Sizin için kulak, gözler

ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?

32-Secde Suresi 9.ayet

Allah’ın Âdem’e ruhundan üflemesini, insana verilen tüm iyi vasıflar ve Rabbine olan takvası

olarak görüyorum. Detaylara değiniriz. Gelelim Allah ile melekler arasında geçen ikinci

diyaloğa… Aşağıdaki sahnenin ahşaptan bir toplantı masasında gerçekleşmediğini, simgesel ve

bilinçsel kavramlar üzerinden bize aktarıldığını konuyu dağıtmamak için ayrıca anlatmama gerek

yok sanırım. O yüzden kavramların ne olduğuna takılmadan, anlatmak istediğimi anlatmaya

çalışacağım. Buyurun…

35


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ve Rabbin meleklere dedi ki “Yeryüzünde halife kılacağım” Dediler ki “Orada

bozgunculuk yapan ve kan dökenleri mi kılacaksın? Ve biz seni övgüyle yüceltip,

takdis ediyoruz.” Dedi ki “Muhakkak Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.”

2-Bakara Suresi 30.ayet

Dikkat edersek göreceğiz ki, bu diyaloğun başlarında beşerin adı geçmediği halde melekler

kimin kastedildiğini biliyorlar. Kimin ruhuna üflenmekte olduğunu ve halife kılınacağını

biliyorlar. Çünkü ilk aşamada, daha kâinat yaratılmadan evvelki diyalogda (makalenin başlarında)

bu zaten meleki bilince kaydedilmişti. İşte bu yüzden, beşerin halife kılınacağı zamanın geldiğini

öğrenen melekler, yeryüzünde onun durumunu ve kendi durumlarını bildiklerinden, beşerin buna

hazır olduğuna emin olamıyorlar. Melekleri yıllarca bize insanları kıskanan varlıklar gibi

gösterdiler. Oysa ayetlerde “Biz varken neden o?” diye çevrilecek bir ifade yok aslında. Demem o

ki, meleklerde beşere karşı bir kıskançlık yok. Biz varken onu neden halife yapıyorsun

demiyorlar. Neden şimdi sorusunun cevabını, bilmedikleri sebebi öğrenmek istiyorlar. Allah da

bu yüzden, onların bilmediklerini kendisinin bildiğini söylüyor.

Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti…

İsim öğretme…

2-Bakara Suresi 31.ayet

Elbette ki bu da bir süreç… Bu ayetin devamına geçmeden önce, bakalım Âdem’e “bütün

isimler” denilerek neler öğretilmiş…

Ona beyanı öğretti.

55-Rahman Suresi 4.ayet

Demek ki (gözüyle, kulağıyla, duyu organlarıyla ve iç duyguya yönelik olarak- kalbiyle)

maddeyi ve madde ötesini beyan etmek, tanımlamak, insana öğretilmiş/verilmiş özel şeyler…

Ki o seni yarattı. Sonra bir düzen içinde biçim verdi. Ve seni bir itidal (adil ve

sağlıklı düşünce) üzere kıldı.

82-İnfitar Suresi 7.ayet

Demek ki madde ve ötesi hakkında, adilane ve sağlıklı bir biçimde, mantık güderek hareket

edebilme yeteneği de insana verilenlerden…

Oku! Rabbin en büyük ikram sahibidir. Ki O, kalemle öğretendir.

96-Alak Suresi 3 ve 4.ayetler

Demek ki yazmak ve yazarak beyan etmek de insana öğretilenlerden. Kalem yazıya işaret

ettiğine göre büyük ihtimalle Âdem dönemi yazının başlangıcına tekabül ediyordu. Kesin bir

yargı vermiyorum ama olması ihtimalini oldukça yüksek görüyorum.

İnsana bilmediğini öğretti.

96-Alak Suresi 5.ayet

36


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Tüm bu ayetlerin ardından Âdem’e isimlerin öğretilmesinin geniş ufkunu size bırakıp

kaldığımız yerden devam edelim. Âdem’in isimleri, beyanı öğrenme sürecinden sonra bakalım

neler oldu…

Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları melekler üzerine sundu. Böylece dedi

ki: Eğer doğruysanız, bana bunları isimleriyle haber verin.

2-Bakara Suresi 31.ayet

Halife kılınacak beşerin hazır olup olmadığı hakkında bilgisel tereddütte olan melekler, elbette

ki sadece kendi işlerine memurdular ve sadece kendi işlerinin bilgisine sahiptiler.

Dediler ki: Sen yücesin. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Her şeye

hâkim olan ve her şeyin en doğrusunu bilen Sensin.

2-Bakara Suresi 32.ayet

Meleklerin, beşerin durumu hakkındaki sorgulamaları, Allah’a güven eksikliklerinden değil,

beşerin hali hazır durumuyla onun halife kılınması arasındaki bağlantıyı kuramadıklarındandı.

Beşerin, onların gördüklerinden daha donanımlı olduğunun farkında değillerdi.

Dedi ki: Ey Âdem! Bunları isimleriyle onlara bildir. Böylece, onları isimleriyle

bildirince, dedi ki: Size demedim mi ki! Göklerin ve yerin bilinmeyenlerini

muhakkak ben bilirim. Gizlide tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.

2-Bakara Suresi 33.ayet

Burada yine meleki bilincin nasıl bir donanımda olduğu gösterilerek, meleklere, tabiata ve

kâinatın elemanlarına tapma âdetinde ya da eğiliminde olanlara da bir uyarı gitmiş oluyor.

Melekler kendi (içlerinde gizli) yapıları hakkında dahi bir bilgi beyanında bulunamazken sadece

(açık biçimde) yaptıkları işlerin bilgisine sahiptiler. Ama insan kendi iç yapıtaşını da çevresindeki

tabiat ayetlerini de (bilmesi gerektiği seviyede) görüp tanıyıp beyan edebilecek ve aklını

kullanarak üzerinde düşünüp, çalışma ve ilerlemeler geliştirebilecek bir donanımdaydı.

Neticede meleki bilince, zannettiklerinin aksine Âdem’in halife kılınmaya hazır olduğu böylece

gösterilmiş oldu. Ruhun üflenmesi öyle hafife alınacak bir şey değildi.

Ve andolsun, Biz Âdemoğlunu ikramlandırdık (yücelttik)… ve yarattıklarımızdın

birçoğuna tercih ettik (üstün kıldık).

17-İsra Suresi 70.ayet

İlk aşamadaki (ilk yaratılış evresindeki) haber, Allah’ın ruhundan Âdem’e üflemesiyle ikinci

aşamanın sonuna doğru gerçekleşmiş oldu. Artık sıra meleklerin secdesine, yani Âdem’in bu

durumuna boyun eğmelerine ve bundan sonraki işlerini yaparken bunu göz önüne alarak

yapmalarına gelmişti.

O artık sadece bir beşer değil, Allah’ın şereflendirmede tüm yaratmış olduklarının üstüne çıkma

potansiyeli olan bir varlıktı. Artık o insandı. Ve böylece, bir anlamda (mecazen) konsey üçüncü

defa toplandı…

37


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Âdem için secde edin dedik.

2-Bakara Suresi 34.ayet

7-Araf Suresi 11.ayet

15-Hicr Suresi 29.ayet

17-İsra Suresi 61.ayet

18-Kehf Suresi 50.ayet

20-TaHa suresi 116.ayet

38-Sad Suresi 72.ayet

Melekler secde etti. İblis etmedi. İnsana özgür irade verilmişti. İblis’e bile istemediğini

yaptırmayan Allah, insana da istemediği şeyi yaptırmaz. O yüzden Allah, isteyene rahmetinden

verir. İsteyeni hidayete ulaştırır. Allah dilemedikçe, elbette kul dileyemez. Ancak Allah, insanın

üzerine ne hak olmuşsa onu diler. Çünkü her şeyi yaratan ve yaratacak olan O’dur. Hidayeti de

sapmayı da doğrulmayı da.

Meleklere her şartta “Âdem için secde edin” denilmedi “Ruhumdan ona üflediğimde secde

edin” denildi. Bu manada secde edilecek olan, esasen Âdem’in bedeni değil, içine üflediği ruhun

gereğiyle Allah’tı. İnsan için yere göğe ve arasındakilere boyun eğdirildi.

Âdem’e secde edilmedi.

Âdem için secde edildi.

Âdem’e secde edilmiş olsaydı şu aşağıdaki ayete uymaz ve kitap tutarsız hale gelirdi.

Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler. O’nu

tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

7-Araf Suresi 206.ayet

Hakkında secde edilmesi istenen konu Âdem, boyun eğilmek suretiyle secde edilecek olan

Allah’tı. Âdem için, Âdem’in seyri için secde edilecekti. Elbette bu secde, namazdaki secde

değildi. Emri kabul etmeleri ve Âdem için uygun hale getirilmiş şartların gereğinin yapılmasıydı.

Hepsi Allah’ın emriyle Âdem için çalışacaktı.

38


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

“Âdem için secde edin” emrinin gereğini meleklerin tümü kabul etti. Yeryüzü, gökyüzü ve

arasında olanların tümü de insan için isteyerek ya da istemeyerek serbestîsi verilen boyun eğme

çağrısına isteyerek boyun eğdiler. Ama birisi hariç! O kabul etmedi ve dayattı. İblis!

İblis kelimesinin kökü, kederden, tasadan, aşırı ümitsizliğe düşme durumundan gelmiş gibi

görünüyor. Kelimenin kökü Kur’an’da da bu anlamda geçiyor.

Enam 44’te ansızın onları yakaladığımız zaman ümidini kesmişlerden (mublis) olurlar,

şeklinde… Müminun 77’de üzerlerine azap inenlerin artık ümitsiz (mublis) duruma düştükleri

şeklinde… Rum12’de kıyamet saati geldiğinde suçlular ümidi keserler (yublis), şeklinde…

Rum 49’da yağmurdan ümidini kesmiş olanlar için aynı kelime (mublis) kullanılıyor. Zühruf

75’te de yine, cehennemde olanların artık ümitsiz (mublis) oldukları şeklinde… kullanılıyor.

Yine Araplarda, bağlı develerin bağırmaktan bitkin düşmüş ve ümitsiz biçimde artık susmuş

hallerini tanımlamak için de aynı kelime (m-b-l-s formuyla) kullanılıyor.

Bu kök kelime, İblis’in adı ve seyri ile de örtüşüyor.

Bu duraklamadan sonra ayetlerle konuya devam edelim…

39


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ve meleklere, Âdem için secde edin, dediğimizde İblis hariç secde ettiler. O kaçındı

ve kibirlendi. Böylece kâfirlerden oldu.

Bu durumun ardından gelecek soru belliydi elbette… Neden?

Dedi ki: Ey İblis! Neden secde edenlerle birlikte olmadın?

İblis’in cevaplara dair ayetler…

Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın.

… Ben, çamurdan yarattığın kişi için secde eder miyim?

2-Bakara Suresi 34.ayet

15-Hicr Suresi 32.ayet

7-Araf Suresi 12.ayet

17-İsra Suresi 61.ayet

Burada özellikle Hicr suresinin 33’üncü ayeti farklı bir tonda geliyor. İblis yaratılışının

maksadının bu olmadığını söylüyor adeta… Bunun için var olmadım, diyor.

…Ben, şekillenmiş (organik) bir balçıktan yarattığın beşer için secde etmek üzere

var olmadım.

15-Hicr Suresi 33.ayet

Allah’la kimse bir tartışmaya girebilir mi? Elbette hayır. Bu diyalogların verilişi adeta bize

neyin ne için yaratıldığını beyan etmek üzere bir dizilim olarak görünüyor… Bakalım, İblis’in bu

karşı duruşuna mukabelen Allah ona neyi öneriyor…

Ondan Çık!

… Öyleyse çık oradan/ondan (fe uhruc min-há) kesinlikle kovuldun.

38-Sad Suresi 77.ayet

15-Hicr Suresi 34.ayet

Bu ayette İblis’in çıkması istenilen yer ya da şey nedir acaba? Eğer cennetten/bahçeden

bahsediliyorsa şu aşamada henüz Âdem cennete/bahçeye yerleştirilmiş değil. Ya yeryüzünden

bahsediliyor ya da Âdem’in şahsında nefisten! İkisi de dişil… Ne dersiniz? Bir de Araf Suresine

bakalım, yeryüzü mü yoksa nefis mi, anlamaya çalışalım…

… Öyleyse (ihbit) in oradan/ondan. Madem öyle, sana oranın/onun (fi) içinde

büyüklük taslamak olmaz. O halde (uhruc) çık. Şüphesiz küçülenlerdensin.

7-Araf Suresi 13.ayet

İçinden çıkacaksa içine girdiği bir yer ya da bir şey olmalı. Eğer yeryüzünden bahsediliyor

olsaydı, inecek daha aşağı bir yer yok. İnebilse de yine yeryüzünde bir yere inmeli! Sanıyorum ki

bu şey nefisten başkası değil… Madem topraktan yaratılanı beğenmiyorsun, üflenilen ruh ile yan

40


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

yana, senin ne işin var onun içinde! Çık oradan! Kovuldun! Hani fücurun ile kabuk gibi

kapandığın o nefisten çık!

Budur diye hüküm koymuyorum. Olabilirliğini düşünüyorum. Elbette Allah en doğrusunu bilir.

Birazdan İblis bir kez daha kovulacak ve kovulma biçimi bu kez farklı bir biçimde açıklanacak.

Ayetlerin gösterdiği sırayla devam ettiğimi hatırlatayım…

Dedi ki: Madem öyle çık ondan, muhakkak kovuldun. Ve muhakkak ki din gününe

kadar lanetim senin üzerinedir.

15-Hicr Suresi 34 ve 35.ayetler

38-Sad Suresi 77 ve 78.ayetler

Din gününe kadar… Demek ki din günü, şeytan tamamen ortadan kaldırılacak. Arada beşer için

aşamalar vardı hatırlarsanız: Denenme aşaması, ölüm aşaması, diriltilme aşaması, döndürülme

aşaması olarak… Din günü, döndürülme aşamasında hesabın kesildiği gün olacak ve o güne kadar

İblis kovulmuş olarak kalacak. Bakalım bu teklife karşı İblis ne cevap veriyor…

Rabbim! Öyleyse onların diriltilecekleri güne kadar bana süre tanı.

Mühlet

7 Araf Suresi 14.ayet

15-Hicr Suresi 36.ayet

38-Sad Suresi 79.ayet

Şu, benim üzerime yücelttiğin kişiyi görüyor musun? Eğer kıyamet gününe kadar

bana zaman tanırsan, onun soyunu pek azı hariç peşime takacağım.

17-İsra Suresi 62.ayet

Allah bu teklifi geri çevirmiyor. Zaten süre tanınacağı ezelden planlanmış ve insanın denenme

vesilesi olduğu ve iyilik zıddıyla kaim olacağı için kötülük yaratılmıştı. Cevap gecikmiyor…

O halde süre tanınanlardansın…

Peki mühlet ne zamana kadar? Tabi ki diriliş gününe kadar.

Zamanı malum olan güne kadar. (ilá yevmil vaktil ma’lûm)

Mühleti alan İblis şimdi de planını açıklayacak…

7-Araf Suresi 15.ayet

15-Hicr Suresi 37.ayet

38-Sad Suresi 80.ayet

15-Hicr Suresi 38.ayet

38-Sad Suresi 81.ayet

41


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Dedi ki: Madem öyle, beni azdırdığın şeyin karşılığı olarak, onları saptırmak için

mutlaka senin dosdoğru yoluna (sırat-ı müstakim’ine) oturacağım. Sonra muhakkak

onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu

şükredici bulmayacaksın.

7-Araf Suresi 16 ve 17.ayetler

…Rabbim! Beni kışkırttığın şeye karşılık andolsun, yeryüzünde süsleyip onlara

çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp saptıracağım.

15-Hicr Suresi 39.ayet

…Mutlaka senin kullarından nasibimi alacağım. Onları her yolla şaşırtıp

saptıracağım. En olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara davarlarının

kulaklarını dahi kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattığını değiştirmelerini

emredeceğim…

… Ancak onlardan muhlis kulların hariç.

4-Nisa Suresi 118 ve 119.ayetler

15-Hicr Suresi 40.ayet

38-Sad Suresi 83.ayet

İblis’in de doğruyu kendi ölçüsünde bildiğine atfen, Allah gerçeğin böyle olduğunu, hak

planının da zaten bu olduğunu şöylece belirtiyor.

Dedi ki: İşte bu haktır ve Ben hakkı söylerim.

Ve ardından geri dönüşü olmayan, o en önemli söz var oluyor…

38-Sad Suresi 84.ayet

Andolsun senden ve içlerinde sana tabi olacaklardan tümüyle cehennemi

dolduracağım.

38-Sad Suresi 85.ayet

…Git, onlardan kim sana uyarsa şüphesiz sizin cezanız (karşılığınız) cehennemdir.

Eksiksiz/fazlasız, tam karşılık.

17-İsra Suresi 63.ayet

Biliyorsunuz, başka ayetlerde iyiliğin karşılığının kat be kat olduğu, kötülüğünse bire bir

olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda Allah hiç kimseye hak ettiğinden fazla bir ceza

vermeyecektir. Döndürülüş aşamasındaki cennet ve cehennemde, ne tür ebediliklerin söz konusu

olduğuna dair farklı düşünceler olabilir. Ancak ben şu kadarını şimdilik söylemek isterim… Bir

yerde ebedi olarak nimetlenmekle, bir yerden ebedi olarak çıkarılmamak aynı şeyler değillerdir.

En doğrusunu yine Allah bilir. Bizimse en iyi bildiğimiz Allah’ın kimseye haksızlık

etmeyeceğidir. Bu bile başlı başına bir huzur kaynağıdır.

Kaldığımız yerden, şeytana verilen mühletin gereğinden devam edelim…

42


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ve böylece Allah, bu yönde İblis’e gerekli serbestîyi tanıyor, onu da bir anlamda

görevlendiriyor, yolunu ve kimler üzerinde ne şekilde etkili olacağını gösteriyor…

Git, onlardan kim sana uyarsa şüphesiz sizin cezanız cehennemdir… Onlardan güç

yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat. Atlıların ve yayalarınla onların üstüne

yaygarayı kopart. Mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol. Ve onlara çeşitli vaatlerde

bulun…

17-İsra Suresi 63 ve 64.ayetler

Demek ki şeytan, bize mallarda ve evlatlarda ortak oluyor. Etrafınızda ateşten beden görüyor

musunuz? Hayır! O halde kendi ben’imize dönelim. Bedenden ibaret olmadığımızı ve şeytan

dediğimiz kavramın kendi içimizdeki gerçeği örtücü vasfını görelim. Eğer bir insanın yoldan

çıkmışlığı, kibiri, inkârı ve her türlü kötülüğü kendisini kuşatmış bir haldeyse… Artık o insan

maalesef Âdem’in değil… Tövbe etmedikçe İblis’in soyu olmuştur.

Bedensel nesebi bir ırk aramaya gerek yok. Çünkü her canlı şey sudan yaratılmışken, şeytan

dediğimiz kavram sudan da topraktan da yaratılmadı. Hayalet kılığında cinler ve şeytanlar

arayanlar, hayal görmedikçe ve kendilerine dönmedikçe onları bulamayacaklardır. Bulamadıkları

için ya şeyhini uçuracaklar ya âlimlerini yüceltmeye devam edecekler ya da iyi kulları bile

Allah’a ortak koşacaklardır. Aklını kullanmayanların üstüne pislik yağmaya devam edecektir.

Ama şeytanın bu sanal soyunun ve vaatlerinin Allah’ı tevhitle benimsemiş kulları üzerinde hiçbir

etkisi olmayacaktır.

Benim kullarım! Senin onların üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Vekil olarak

Rabbin yeter.

17-İsra Suresi 65.ayet

İlk kovulma tehdidi ertelenen İblis’i, Allah bu kez kıyamet gününde ne biçimde kovmuş

olacağını açıklıyor…

…Çık oradan/ondan (uhruc min-há). Kabahatli bulunmuş (mezumen-kınanmış) ve

sürekli uzaklaştırılmış (medhuren-tard edilmiş) olarak… Andolsun, onlardan kim

seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.

7-Araf Suresi 18.ayet

Bu ayette, kusurlu bulunan İblis’in ondan/oradan tard edildiği bildirilerek çıkması isteniyor.

“Kabahatli bulunmuş olarak” gibi kelime seçimleri bize durumu daha etraflıca anlatıyor. Ayetlerin

bulunma yeri ise bu kovuluşun ahretteki son kovuluş olacağını gösteriyor. Araf suresindeki ayet

dizilişini incelerseniz bunu göreceksiniz. İlk kovuluşu madem kabul etmedin, o halde böyle bir

halde kovulacaksın denilmiş oluyor.

Eğer dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu

söz gerçekleşecektir: Andolsun, cehennemi tamamen cinlerden ve insanlardan

dolduracağım.

32-Secde Suresi 13.ayet

43


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ve sıra geldi tekrar Âdem’e…

Durum bu ise, eşiyle birlikte “cennete” nasıl yerleşeceğine… “Yeryüzüne halife” kılınan

Âdem’in, yeryüzünden vazgeçilip “ahretteki cennette” yerleştirilmesine karar verilmemişse

muhakkak bir yeryüzünde başka bir cennete ineceklerdir. Üstelik Âdem’in, İblis’e karşı

uyarılması da gerekmez mi?

44


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Şeytana diriliş gününe kadar mühlet verildikten sonra dikkatlerimizi yeniden Âdem’e

çeviriyoruz. Bakalım Âdem’in durumu şimdi ne olacak!

Ve dedik ki: Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. İkiniz de ondan, neresinden

dilerseniz, bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

2-Bakara Suresi 35.ayet

Neden ağaç? Neyi temsil ediyor? Bir ağaca yaklaşmak bu kadar kötü bir şey mi? Yoksa sadece

ciddi bir uyarıyı somutlaştıran bir denenme sebebi mi?

Bunu anlayabilmek için bir başka surenin alakasız gibi görünen bir bölümüne gidiyoruz. Semud

kavmini denemek için verilen dişi devenin boğazlanması hadisesine… Ne alaka diyeceksiniz

belki ama… Sabredin… Tüm ikazlara rağmen Allah’ın devesini boğazlayan halkın zalimlerden

oluşunu anlatan (17:59) ifadeler biter bitmez şu ayet geliyor ardından…

Hani sana, Rabbin insanları kuşatmıştır, dediğimizde! Sana gösterdiğimiz

rüyayı/görümü ve Kur’an’da lanetlenen ağacı insanları sınamaktan başka bir

nedenle yapmadık. Biz onları uyarıyoruz da bu onlarda büyük bir azgınlıktan başka

bir şeyi artırmıyor.

17-İsra Suresi 60.ayet

45


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Bu ayetin konuyla ilgisini sadece içeriğinden değil, hemen sonra gelen ayetlerden de

çıkarabiliriz. Çünkü bu ayetin hemen ardından Âdem ve melekler kıssası başlıyor. Ağacın hemen

tüm kültürlerde soyla, zürriyetle ilişkilendirilmiş bir sembol olduğunu ilkokul çağındaki çocuklar

bile bilirler. Bu manada asıl yaklaşılmaması gereken şey (zaten daha önce okuduğumuz gibi,

lanetlenen ifadesi şeytan için kullanılmıştı ki) İblis’in (veya şeytanın) soyudur… Organik

olmayan ama onun özelliklerine bürünüldüğünde insanı onun sıfatına sokan, onun soyunu devam

ettiren organizma haline getiren şecereye (ağaca) yaklaşılmamasıdır. Kısaca ve teknik manada

kötülüğe yaklaşmamaktır. Bu kötülüğü ortaya çıkaracak sebep bir ağaç da olabilir, bir deve de

şehveti (azmışlığı) körükleyen bir başka neden de!

İşte izdüşümlerinde farklı öğüt ve çıkarımlar olsa da esas nedene istinaden, Semud kavmi için

dişi deve ne ise Âdem için de ağaç o olmalı. Denenme sebebi... Çünkü Âdem ağaç uyarısının

öncesinde aynen Semud gibi uyarılmıştı…

Ve andolsun, öncesinde Âdem’e ahit verdik. Fakat o unuttu, onu kararlı da

bulmadık.

20-TaHa Suresi 115.ayet

İlk aşamadaki “Rabbimizsin” sözü kapsayıcıdır. Acaba burada o sözden mi yoksa özel olarak

hangi sözden (ahidden) bahsediyor olabilir? Devamına bakalım…

Hani Biz meleklere, Âdem için secde edin, demiştik. İblis’in dışında secde etmişlerdi.

O ise ayak diremişti.

20-TaHa Suresi 116.ayet

Bunun üzerine dedik ki: Ey Âdem! Bu gerçekten sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi

cennetten sürüp çıkarmasın. Sonra mutsuz olursun! Şüphesiz senin acıkmaman ve

çıplak kalmaman oradadır. Ve gerçekten sen burada susamayacak ve yanmayacaksın

da!

20-TaHa Suresi 117.ayet

Unutmak “Rabbimizsin” sözünü kapsıyor olsa da bu çerçevenin içinde başka alt sözler de var.

Demek ki burada Âdem’e verilen en eski ahit, aynen bize verilmiş Kur’an gibi bir ahit. Şeytana

karşı uyaran, cennet kelimesi ile hem yeryüzünü hem de ahirdeki cenneti kaybetmemeyi öngören

bir uyarı. Rab’dan bir uyarı! Geniş çerçevesi ile Rabbin yanına başkasını koymamayı ikaz eden ve

vaat içeren bir uyarı.

Tüm bunlardan sonra önceki bölümlerde gördüklerimizi de göz önüne aldığımızda şunları

çıkarılmayabiliyoruz:

Âdem’e en başta tüm insanlar gibi, Rabbinin kim olduğuna dair kendisi şahit kılındı.

Sonra Âdem beşer bedeniyle bedenlendi.

Sonra ruhtan üflendi.

Âdem’e bilgi verildi.

46


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Âdem şeytana karşı uyarıldı.

Sonra bir yeryüzünde bir yere yerleştirildi.

Soyuyla birlikte o yeryüzüne halife kılındı.

Âdem yeryüzüne bir din üzere yerleştirildi.

Âdem yaratılış gayesine en uygun maddi ve manevi formda yeryüzüne yerleştirildi.

Âdem yeryüzüne, yeryüzünde bir yere yerleştirildi. Çünkü tüm ayetler bize Âdem’in toprak

aşamasının ardından yeryüzüne halife kılınacağını söylüyor… O aklımızdaki Ahiret cennetine

değil. Üstelik Âdem’in deneneceği söyleniyor. O halde denenmeden o cennete girilemez. Cennet

denenme yeri değil, ödüllendirilme yeridir. Aksi durumda Allah en baştan beridir söylediği

planından vazgeçmiş olur ki, bu durum Allah’ın sözünden dönmesi demektir ve bu büyük bir

yanlış algı olur. Peki, o halde Âdem’in yerleştirildiği yer için niçin cennet ifadesi kullanılıyor?

Birinci neden cennetin, saklı bahçe gibi anlamlara gelmesidir. Bahsedilen yer dünya üzerinde,

doğal imarı mükemmele yakın bir bahçedir. Orada acıkmamak, çıplak kalmamak, susamamak,

yanmamak, gibi ifadeler bu bahçenin dışında bunların geçerli olmadığı yerlerin var oluşunu

gösterir. Acıkmaya karşı, çıplak kalmaya karşı, susamaya karşı ve sıcaktan yanmaya karşı her

türlü olanağın o bahçede olduğuna işarettir. Ve elbette cennet kelimesi ile ahir cennetin de

benzeşimli (müteşabih) bir tezahürünün yeryüzünde kurulabilme imkânının olduğudur.

Cennet kelimesinin kullanılmasının anlayabildiğim ikinci nedenine gelince… Bu sebep baştan

beridir anlattığım yaratılış hikâyesinin geldiğimiz aşaması ile ilgili… Şöyle ki… Bir an için şu

anda yaşadığımız yeryüzünde (bilinçli) bir kötülüğün henüz meydana gelmediğini ve herkesin ve

her şeyin (kan da dökse, kargaşa da çıkarsa) yaratılış gayesine uygun olarak hayatına devam

ettiğini düşünün.

Düzensizlik olsa bile bir düzen söz konusu demektir. Aynen besin zinciri nedeniyle aslanın

antilobu yemesi gibi. Aslan bundan sorumlu değil, antilop da isyanda değildir. Fıtrat böyledir ve

ne olursa olsun iyi bir karara doğru akar. Yani bilinçli ve sorumluluk yükletici bir kötülük

olmadığına göre henüz günahın işlendiği bir yerde yaşıyor değilizdir.

Kısacası günah anlamında bir kötülüğün henüz meydana gelmediği ortam cennetin minyatür bir

tezahürü demektir. İşte Âdem’in yerleştiği yeryüzü parçası da henüz bilinçli bir kötülüğün

işlenmediği, fıtratın doğal seyrinde devam ettiği bir yerdi. Bu nedenle oraya cennet denmesinin

aksine bir durum olmadığı gibi bize de manidar bir işarettir.

Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları

durumdan çıkardı…

2-Bakara Suresi 36.ayet

O (yeryüzündeki) cennetteki Âdem ve eşi, ne zaman ki şeytanlarının kışkırtmasıyla, sorumlu

iradeli bir bilinçle ilk ciddi günahı işlediler, o anda kendileri bulundukları durumdan çıktıkları

gibi, cennetleri de cennet olmaktan dönüşüp çıkmış oldu.

47


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: Sana sonsuzluk ağacını ve yok

olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?

20-TaHa Suresi 120.ayet

Şayet Âdem, geleneksel anlayışın bize anlattığı gibi ilk beşer olsaydı, ölümü ya da öleceğini

nereden bilecekti de ebedi yaşam uğruna fitneye düşecekti! Etrafında daha önce ölen bir beşer var

olmalıydı ki, o da öleceğinden haberdar olsun! Mülk edinmeye, yönetmeye neden heveslensin ki?

Zaten ilk beşer ve zaten donanımıyla etrafındaki her şey onun olurdu! Mülk malsa kimden

kaçıracaktı, mülk hükümse, eşinden başka kimi yönetecekti! Sincaplarla incir ağaçlarını mı?

Şeytan, kendilerinden örtünüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara

vesvese verdi. Ve dedi ki: Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca sizin iki

melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.

7-Araf Suresi 20.ayet

Nedir Âdem’in ve hatta eşinin de kendilerinden örtünüp gizlenen çirkin yerleri? Bu konuda da

rivayetler bizi olmadık cinsel temalara koşturdu yıllarca. Sanki tüm günahlar cinsellikten

ibaretmiş gibi! Oysa bir insanın çirkin tarafı sadece cinsel şehveti değildir. Hatta cinsellik, ölçüsü

mukabilinde kötü bir şey de değildir. Peki, bana göre nedir Âdem’in ve hatta eşinin de

kendilerinden örtünüp gizlenen çirkin yerleri?

Tekrar nefs-i vahide’yi hatırlayalım… Hani dişilik takısıyla gelen o ilk nefsi. Hani hepimizin

ondan geldiği nefis! Hani (çıkarımımızca) İblis’e “o halde ondan çık” denen nefis!… Evet! Âdem

de eşi de nefsi vahide’den beri gelen takva elbisesi ile kuşanmış durumdaydı. O nefsin içinde

kötülük de (şeytan da) vardı ama Âdem’den önce sadece bir potansiyel olarak nesillerin içinde

akıp gelmiş, sorumluluğundan arınık biçimde sadece fıtraten daha önceki beşerin kan dökmesine

de sebep olmuştu. Ancak potansiyel olan ve karara doğru koşan bu kötülük İblis’in isyanı ile

birlikte aktive oldu, insanın bilinçli kötülüğüne dönüştü.

İblis insanların dirilecekleri güne kadar mühlet aldı ve o andan itibaren onları saptırmak üzere o

nefsin içinde bu kez aktif olarak kalmaya başladı. Bugün aynen bizim nefsimiz gibi. Artık ona

uyanlar onun soyundan olacak, onun adıyla dahi anılabilecekti. Bu yüzden şeytan cinlerden de

oldu, insanlardan da.

De ki: İnsanların rabbine sığınırım. İnsanların sahibine. İnsanların ilahına. Sinsice

vesvese verenin şerrinden. O ki insanların göğsüne vesvese verir. Cinlerden de olur

insanlardan da.

114-Nas Suresi

Artık ona uyanlar cinlenmiş oldu, onu sahiplenenler şeytanın canlı hali oldular. Bu kavramsal

teşbihler tabi ki çağlar boyunca bize gelene kadar hayaletlere ya da mecnunlara dönüştüler! Artık

cin deyince ayakları ters hayaletler, şeytan deyince elinde mızraklı kızıl maskeler aklımıza gelir

oldu. Ama biz günahkâr insanlar çok masumduk öyle mi? E tabi, korkunç masallar dinleyen ve

korkudan yorganını başına çeken çocuklar, büyüyene kadar masum olurlar! Büyüyünce ise zalim!

Tevhidin ne olduğunu hatırlayanlar müstesna…

48


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Bu arada bir parantez açayım… Bu sözlerimden sonra şimdi bana da kalkıp, cini de şeytanı da

inkâr etti diyenler ya da demese de içinden geçirenler çıkacaktır. Tam aksine! İnkâr etmek bir

yana, onlara cini de şeytanı da ayan beyan gösteriyorum. Hem kendi içlerinde hem de

çevrelerinde ne şeytanlar dolaştığını ispat ederek! Biz de İsa Peygamber gibi Allah’ın izni ile

insanlardan cinlerini kovabiliriz, onlara Rablerinin Allah olduğunu hatırlatarak! Anadan doğma

körlerin gözünü Kur’an’a ve daha doğrusu gerçeklere açarak! Deri hastalığına yakalanmış,

kendini bedenden ibaret görenlere, nefislerine kul olmaları gerekmediğini ve bu dünyanın geçici

olduğunu hatırlatarak!

Hadi kendileri uyarılmamış olsun… Etraflarında mı şeytan arıyorlar hala? Onu da bulabilirler.

“Allah’tan isteyenin duası kabul olmadı da Fakı Ahmet’ten isteyenin kabul oldu” diyen arızalara

baksınlar… “Allah’a direkt bağlanan kofrayı yakar” diyen medya dinbazlarına baksınlar…

Onlar hep yemin ederler. Biz en doğru mezhebiz, derler. Şu haram bu helal diye kendileri de

uydururlar. Allah’ın ayetlerine başka sözleri de ortak koşarlar. Allah’a ve kitabına uyun demez,

siz bize uyun, hocamıza uyun, şeyhimize uyun derler.

Ve “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin etti. Böylece onları

aldatarak düşürdü…

7-Araf Suresi 21 ve 22.ayetler

Demek ki şeytan içimizde de olur, çevremizde de. İçimizde olan nefsimizin fücuru, dışımızda

olansa nefislerin fücuruyla örtünmüş olanlardır. İçimizde olan, bizim göremediğimiz yerde

görünürdür. Dışımızda olanlarsa bizim görmediğimiz yerlerden bizi kuşatıp, hükmetme

peşindedir.

Şimdi kaldığımız yerden devam edelim…

…Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda, çirkin tarafları

kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar…

7-Araf Suresi 22.ayet

Bilmiyorum, ayetin belki biyolojik bir teması da olabilir ama bu durum öğüt veren bir mesajı

olmasını engellemez. İşte Âdem’in ve eşinin gördüğü çirkin tarafları kötülüğe meyilli taraflarıydı.

Uyarıldıkları şey olan fücurları, şeytanlarıydı. Onu örtmek için de mazeretlerini etraflarındaki

güzelliklerden bulmaya çalışmaları, bugün de bizim hata işlediğimizde yapıştığımız çevresel, dış

faktörlerden çok da farklı değildi.

Böylece ikisi ondan yediler. Hemen ardından çirkin yerleri kendilerine açılıverdi.

Üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Âdem Rabbine karşı

gelmiş oldu da şaşırıp kaldı.

20-TaHa Suresi 121.ayet

Zaten kötülüğünün farkına varan kişi şaşırıp kalır. Kötülüğü yapıyorken hissettiği azgın

heyecanını kaybettiği anda vicdanını ve kendini bilmeye başlar. Bir çare bulabilmek için yol arar.

Eğer hak etmişse Allah onu düzeltir, hak etmemişse şaşkınlık haliyle devam eder.

49


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

…O zaman Rableri kendilerine seslendi: Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim?

Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?

7-Araf Suresi 22.ayet

Elbette söylemişti. Âdem’i uyardıktan sonra bahçeye/cennete yerleştirmişti. Ama Âdem onu

arkasına atmış, fücuruna/kötü tarafına uymuştu. Allah’ın ona söylediklerini anlayabilmesi için bu

yanlışı yapması gerekiyordu.

Böylece Âdem, Rabbinden olan kelimeleri öğrenmiş (telakki etmiş) oldu…

2-Bakara Suresi 37.ayet

Allah’ın kendisine olan uyarılarını daha yeni anlayan Âdem ve eşi, bu kaygının verdiği

pişmanlıkla özür dilediler, tövbe ettiler.

Dediler ki: Rabbimiz! Biz kendimize kötülük ettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve

esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.

Bu tövbenin ardından, dikkat edelim ki Allah Âdem’i seçiyor.

Sonra Rabbi onu seçti. Tövbesini kabul etti ve doğru yola iletti.

7-Araf Suresi 23.ayet

20-TaHa Suresi 122.ayet

Pekişmesi için tekrar söyleyelim… Seçim varsa Âdem yalnız değildir. Sadece nefis öğeleri

değil (ki onlar seçime mazhar değildir) başka insanlar da vardır. Eğer yukarıdaki ayet bu konuda

yetersiz görülürse şu ayeti de ekleyelim.

Şüphesiz Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemleri

(toplumları) üzerinde seçti.

3-İmran Ailesi Suresi 33.ayet

Böylece Âdem, artık Rabbinin ona ne demek istediğini yeni anlamış ve doğru yola dönmüş

oldu…

Böylece Âdem, Rabbinden olan kelimeleri öğrenmiş (telakki etmiş) oldu. Bunun

üzerine onun tövbesini kabul etti. Mutlaka ki O, tövbeleri kabul eden ve merhamet

edendir.

Ve ardından hepsi oradan ya da o durumlarından çıkartılıyorlar.

Dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin…

Dedik ki: Oradan hepiniz inin…

2-Bakara Suresi 37.ayet

20-TaHa Suresi 123.ayet

2-Bakara Suresi 38.ayet

50


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Çıkartıldıkları, cennet gibi bir hayattan indirildikleri yer, elbette geniş yeryüzüdür artık.

Dedi ki: Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin

için bir yerleşim ve meta vardır…

7-Araf Suresi 24.ayet

İlk aşama ölü hükmünde yaratılıştı. Uzun süredir anlatmaya gayret ettiğim ve çokça geniş

içeriği olan ikinci aşama (genel anlamda) diriltiliş aşamasıydı. Böylece insan, bu kitabın ilk

bölümündeki ayetlerin bize gösterdiği aşamalardan üçüncü aşamaya, yani denenme aşamasına

gelmiş oluyor. Bundan böyle olacaklar da çeşitli ayetlerle bildirilmiştir.

… Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir. Kim benim hidayetime uyarsa artık

o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.

Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.

Denenme aşamasından itibaren artık bildiğimiz, yaşadığımız evredeyiz.

Önce Âdem’in çocukları, sonra biz…

Fazla kalmadı!

20-TaHa Suresi 123.ayet

7-Araf Suresi 25.ayet

51


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Nihayet denenme süreci başlamıştı. Zaten ilk denenen de Âdem ve eşi olmuştu. Ardından

çocukları geldi. Başlangıçta (insan olarak sıfatlanan) insanlar tek bir topluluktu. Âdem’le başlayan

süreçten itibaren aralarındaki ihtilaflar giderilmek ve aynı zamanda bu vesileyle denenmek üzere

nebiler ve beraberinde kitaplar gönderildi. Sonra bu kez, aralarındaki azgınlıklar sebebiyle

anlaşmazlığa düşenler yine kitap verilenler oldular. Bu denenme süreci hak edenlere Allah’ın hak

ettiğini vermesi suretiyle devam etti. Kimisi doğruyu buldu, kimisi uyduğu şeytanıyla birlikte

kaybedenler ülkesinde kalmaya meyletti. Eğer Allah’ın verdiği söz olmasaydı, çoktan yeryüzünde

insan nesli kalmazdı.

Elçiler, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderildi. Öyle ki elçilerden sonra

insanların, Allah’a karşı savunacak bir mazeretleri kalmasın. Allah üstün ve güçlü

olandır. Hikmet ve hüküm sahibidir.

4-Nisa Suresi 165.ayet

Allah her topluma da her bireye de adı konulmuş bir ecel verdi. İnsana doğruya dönmesine

yetecek kadar bir ömür vaat etti. Kimisinin erken yaşta neden öldüğü, elbette Allah’ın, kimi,

gerçekte ne olarak ne ibretle ne için yarattığıyla, sınırlarıyla ve Sünnetullah’ı ile ilişkilidir. Bu tek

başına kaleme alınacak ayrı bir konu olduğu için şimdilik bu kadarla geçmek istiyorum.

52


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ey insanlar! Hiç şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Öyleyse dünya hayatı sizi

aldatmasın. Ve aldatıcılar da sizi Allah ile aldatmasın.

35-Fatır Suresi 5.ayet

Allah denenme maksadıyla yarattığı her insanı şeytana karşı uyardı. O şeytan da en çok

dosdoğru yolun üzerinde oturuyordu.

Gerçek şu ki; şeytan sizin düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman edinin. O kendi

grubunu ancak çılgınca yanan ateş halkından olmaya çağırır.

Âdem’e söylenilenlerle bize söylenilenler arasında manasal olarak hiçbir fark yoktu.

Sana söylenen şeyler, senden önceki elçilere söylenenden başkası değildir…

35-Fatır Suresi 6.ayet

41-Fussilet Suresi 43.ayet

Toplumlara sürekli elçiler gönderildi, insanlar sürekli uyarıldı. Ama tüm bunlara rağmen öyle

nesiller türediler ki Allah’la olan bağlantılarını kaybettiler. Şehvetlerine ve azgınlıklarına kapılıp

uydular. Yine de bir azınlık hep vardı. Aklını kullanan, iyiler hep oldu. Onları doğruya ulaştırılan

Allah’tı. Onlar da denendiler. Yoksullukla da hastalıkla da ve birçok acı tecrübelerle de.

Kendilerinden önce gelenlerin bir benzeri başlarına gelmeye hep devam etti. Ama onlar sabırla ve

takvayla mücadeleye devam ettiler. Çünkü insan bir zorluk (acı, sıkıntı, keder dolu bir sınav

üzere) ile (90:4) yaratılmıştı.

İnsanlar hep Rablerine yakınlaşmak üzere bir yaratılışta idiler. Ama kimisi bunu arkasına attı,

kimisi ise onun üzerine şeytanın dinini, şeytanın sözlerini katıp üzerine basarak yeryüzünde

yükselmeye kalktı. Çoğunluk da hem nefsine hem de onlara uyup aldandı.

İşte Âdem’in bir oğlu da Allah’a kendisinin daha yakın olduğu iddiasını insanlara ve kardeşine

kabul ettirmeye kalktı. Dini adına, Allah adına kardeşini öldürdü. Oysa Allah, iddia edenleri değil

kendisine gerçekten yakın olanları çok daha iyi bilirdi. Onlar alan değil, hep veren tarafta olurlar

ve karşılığını Allah’tan beklerlerdi. Onlar kardeşlerini öldürmek için el uzatmazlardı. Bilirlerdi ki,

kim bir nefsi bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olurdu.

Kim de maddi manevi bir insanı diriltirse bütün insanları diriltmiş gibi olurdu. İşte Âdem’in bir

oğlunun bu kötü davranışı, sonradan pişman olmuş olsa da, dinde bölünmenin ve bölenlerin kim

olduğunun en belirgin örneği olarak bugüne kadar ayet olarak gelecekti.

Kim dünyada bugüne kadar ölümsüz kalmıştı ki, dünyaya bu kadar meyledişin akıl kârı bir

karşılığı olsun! Hangi akıl sahibi, bir gün ayrılacağını bile bile o ülkede geçerli malı ve parayı

başka bir ülkeye taşımak için tüm ömrünü harcar? Hangi akıl sahibi, ölümsüz gibi bu dünyayı

biriktirir? İnsan!

Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz

mü kalacaklar?

21-Enbiya Suresi 34.ayet

53


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deniyoruz ve siz Bize

döndürüleceksiniz.

21-Enbiya Suresi 35.ayet

Bir yere dönülecekse daha önce orada olmak gerekir. Döndürülüş aşaması, daha

suretlendirilmemişken başlangıçta orada olduğumuzun bir diğer delilidir. Kendisi yeryüzünde

doğdu diye tüm hayata yeryüzünde başladığını zannetmek büyük bir bedbahtlıktır. Sadece

bedence ölünecek bir yerdeyiz ve gerçek ben’imizle ol’maya devam ediyoruz. Hem korunuyoruz

hem de her sözümüzle ve her yaptığımızla bir kitaba kaydediliyoruz. Ve o kitabı bir gün elimize

aldığımızda yüzümüzün ne kadar kızaracağını ve kimin karşısında kızaracağını hatırlayarak,

Allah’tan daha burada iken af dileyip, onları iyiliğe çevirmesini istemeliyiz.

Üzerinde gözetleyici-koruyucu bulunmayan hiçbir nefis yoktur.

86-Tarık Suresi 4.ayet

İşte şu anda yaşadığımız, yaratılışın üçüncü süreci olan denenme sürecidir. O zaman çizgisinin

şu anda tam üzerindeyiz. Yarın ise dördüncü aşama gelecek. Ölüm! Sonra beşincisi, yeniden

diriliş… Ve sonuncusu, döndürülüş.

Bu yaratılış çizgisine mutlaka ölüm, yeniden diriliş ve döndürülüş de dâhildir. Ancak bu kitabın

esas konusu diriliş değil, şu anımıza kadarki yaratılış süreci idi. Buna rağmen ilk bölümlerde

belirttiğim gibi, ölüm ve yeniden dirilişten itibaren sürece dâhil bazı ayetler, yaratılışın ilk

evrelerine dair çok önemli ipuçları verdiği için, onlardan da kısaca bahsetmem gerekir…

Ölüm ve Kıyamet

O ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de “İşte bu senin yan çizip kaçmakta

olduğun şeydir” denildiğinde.

50-Kaf Suresi 19.ayet

İşte yukarıdaki tek bir ayet. Başı sonu belli. Neden böyle bitti dersiniz? “denildiğinde” ne

oluyor? Orada cevabı yok. Çünkü cevabı müteakip ayette…

Sur’a üfürülmüştür. İşte bu tehdidin gerçekleştiği gündür.

50-Kaf Suresi 20.ayet

Dikkat ettiğinize eminim. Ölüm bir süreç işi. O ölüm anının zamanı son nefes kadar kısa belki

de. Ama ölenin algısında ölüm gerçeğinin hak olduğunu belki de kendi algısıyla uzun ve net bir

kabul ediş var. Peki, son nefes bittiği andan sonra ne oluyor?

Belki bu mekânın zamanından gayri kısa bir uyuma gibi… Engel geçilip hemen ardından sur’a

üfürülmüş olunuyor. Arada ne bir kabir azabı var ne de bir sorgu. Sadece gerçeğe uyanış var.

Tehdidin gerçekleştiği gün, öldüğümüz günmüş meğer.

Demek ki kıyamet bize sabah kadar yakın, hatta belki bir nefes kadar yakın. Saatin kopmuş

olduğu güne uyanmak işte o kadar yakın. İster 2016’da kopsun ister 22216’da hiçbir şey fark

etmiyor. Öleceğiz ve az sonra anlamış olarak dirileceğiz. Bizse halen uykudayız.

54


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yeniden Diriliş Nasıl Olacak?

O, ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır. Ölümünden sonra da yeri diriltir.

İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratmış olması O’nun

delillerindendir. Sonra siz yayılmakta olan bir beşer türü oldunuz.

30-Rum Suresi 19 ve 20.ayetler

Verilen örnek bize şunu gösteriyor… Yeryüzü nasıl ki evreden evreye ve milyarlarca senede

yaratıldı ve sonunda bir beşer türü olarak bizler var olduk… Aynı biçimde benzer evreler

neticesinde işleyecek benzer uzunlukta bir süreçten sonra yeniden diriltilmiş olabiliriz. Şüphesiz

yeryüzünü ölümünden sonra dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir (41:39). Bu aradaki uzun zaman

dilimi bir ölü için zamansızlıkta ve yok hükmündedir. Öleceğiz ve az sonra sur’a üfürülmüş

olarak dirileceğiz.

Sonra gerçekten, kıyamet günü diriltileceksiniz.

Hesap Günü

23-Müminun Suresi 16.ayet

Hesaba çekilişle ilgili öyle ayetler var ki, tüm anlattığımız yaratılış hikâyesiyle bire bir tutarlı

ifadeler içeriyorlar. Bunların önemli bir kısmı Kaf suresinde geçiyor.

Biliyorsunuz ki Kur’an’a göre hesaba tek başımıza çekileceğiz. Kendi yapıp ettiklerimizin

karşılığını bulacağız. Peki o halde, Kaf suresinde bahsedilen şu durum nedir? Kitap tutarlı olmak

zorundadır.

Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir tanık ile gelmiştir.

50-Kaf Suresi 21.ayet

Bu ayette geçenleri genellikle bizi sürüp götüren iki melek olarak algılıyoruz. Gerçekten öyle

mi acaba? Devam edelim bakalım…

Andolsun sen bundan gafildin. İşte biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık.

Artık bugün görüşün keskindir.

50-Kaf Suresi 22.ayet

Nefse deniyor ki, üzerindeki örtüyü kaldırdık ve sen daha önce seni örten bu şeyden

habersizdin. Nasıl bir örtü bu? Ve nefis ondan nasıl habersiz oluyor? Devam edelim…

Onun yakını (karinu-hu) dedi ki: Şu benimle beraber hazır olan.

Yakını? Kimdir bu? Nefis onunla birlikte hazırmış. Melek mi? Yoksa!...

50-Kaf Suresi 23.ayet

Atın cehennemin içine! Bütün inatçı kâfirleri! Hayra engel olan, haddi aşan

şüpheciyi!

50-Kaf Suresi 24 ve 25.ayetler

55


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Neler oluyor? Yoksa bazı meallerdeki gibi seslenilen melekler, biri sürücü, biri şahit olanlar

mı? Peki, o arada konuşan “yakını” kimdi?

Ki o, Allah’la beraber başka ilah kıldı. O halde atın onu, şiddetli azabın içine!

Kim bu ortak koşan kişi? Nefis mi yakını mı? Cevap, bir itirazla geliyor…

50-Kaf Suresi 26.ayet

Onun yakını (karinu-hu) dedi ki: Rabbimiz! Onu ben azdırmadım. Çünkü o, uzak bir

sapıklık (delalet) içindeydi.

50-Kaf Suresi 27.ayet

Neler oluyor sizce? Eğer atılan sadece oraya hesaba getirilense, yakın dostuna ne oluyor da

hemen itiraz ediyor? Devam edelim. Düğüm çözülecek.

Benim huzurumda çekişip durmayın. Ben size daha önce kesin bir uyarı gönderdim.

Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve ben kullara zulmedici değilim.

50-Kaf Suresi 28 ve 29.ayetler

Sözü hatırladınız umarım. Hani “Ben cehennemi cinlerden ve insanlardan sana (İblis’e)

uyanlarla dolduracağım” şeklindeydi. İşte onun günü gelmiş durumda.

O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.

50-Kaf Suresi 30.ayet

Tek başına hesaba çekilecek bir nefis. Onun yakını (karinası) denilen, onu ben saptırmadım

diyen kişinin, nefsin fücurunu temsil eden şeytan olduğu bence açık. Bir taşıyıcı beden ve içindeki

takvadan habersiz, fücuru olarak karinası olmuş cinlerden bir şeytan! Diyor ki, onu ben

saptırmadım. Elbette ki cismi değil kavramsal.

Kaf suresindeki yakını (karini) olanın nefsin kendi fücuru (kötülüğü-şeytanı) olduğuna dair

çıkarımımdan ikna olmamış olabilirsiniz. O halde bir de şunu dinleyin… Kur’an’da işitme ve

görme duyuları takvayı bulmak için verilmiş olarak simgelenir. Deri ise genelde beşerin bedeni

yönü ile… Ve Fussilet suresinde bunların nefis aleyhine şahitlik edeceklerine dair de ayetler

vardır. Hemen bitiminde cehenneme atıf getirilip cehenneme atılış nedeni şöyle açıklanır…

Biz onlar için yakınlar (karineler-kurenae) hazırladık (kabuk gibi üzerlerine

kaplattık). Onlar da önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler.

Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip geçmiş toplumlar için geçerli

olan söz onların üzerine hak oldu. Muhakkak onlar hüsrana düşmüş oldular.

41-Fussilet Suresi 25.ayet

Elinizdeki bu e-kitabı başından beri okumuşsanız burada neler olduğunu, neyi anlattığımı daha

iyi anlamışsınızdır. Karine denilen yakınlar her kimse demek ki insanların üzerine örtülmüş,

karıştırılmış, musallat edilmiş… Onlar da süslü göstermişler her şeyi. Aynen Allah’a isyan eden

İblis’in dediğini yapmışlar. Ve Allah’ın cinlerden ve insanlardan ona uyanlar hakkında verdiği

“cehennemi onlarla dolduracağım” sözünün muhatapları olmuşlar. Yukarıdaki karinesiyle hesaba

56


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

çekilen nefis sanıyorum şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Her ayet yaratılış serüvenini onaylıyor.

Kitapta hiçbir çarpıklık yok ve alakasızlık da yok.

Döndürülüş

Döndürülüş aşamasında araf, cennet ve cehennem söz konusu elbette. Gökyüzünü aşmak

isteyenlere bir engelin söz konusu olması, ateşin onları izlemesi… Ve de buna bağlı olarak

göklerle ilgili verilen bazı ayetler…

Allah, yeryüzünü sizin için bir karar yeri, gökyüzünü bir bina kıldı…

40-Mümin Suresi 64.ayet

Hatırlarsanız karar yeri’nin “geçici bir mekân” olduğu anlamına geldiği üzerinde daha önce

delille konuşmuştuk. Bu ayette gökyüzü için böyle bir şey denmiyor. Aksine “sizin için bina

kıldık” deniyor. Arada ciddi bir fark ve bence ciddi bir manidarlık var. Burada bina’nın kelime

anlamını hepimiz biliyoruz zaten. İçinde yaşanacak yer. O halde, burada yeryüzü sizin geçici

mekânınız, kalıcı mekânınız ise gökyüzü denmiş olmuyor mu?

Andolsun, gökte burçlar kıldık ve onu gözleyen için süsledik. Ve onu kovulan her

şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa onu da parlak bir ateş izler.

15-Hicr Suresi 16, 17 ve 18.ayetler

İşte bu kalıcı mekânda birtakım burçlardan, (daha önce de belirttiğim gibi) kanımca yıldız

kümeleri ve galaksilerden ve hatta belki öte evrenlerden bahsediliyor. Ve orasının kovulan her

şeytandan korunduğu belirtiliyor. Her şeytansa buna cin de dâhil ins de… Demek ki şeytanlar da

şeytanlarına uyup kaybedenler de oraya, o binaya ya da o binada herhangi bir yere

ulaşamayacaklar. Ay’a gidebilirler, belki Jüpiter’e de… Ama asla o parlak ateşle korunan duvarı

aşamayacaklar. Kimler? Kaybedenler! Ne zaman? Her zaman ve buna Ahiret de dâhil. Bir de

onun hakkındaki güzellikleri kulaklarıyla duyup, bilip, buna rağmen oraya gidememek ne büyük

bir azap olsa gerek, değil mi?

Ey cin ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşmaya güç

yetirebilirseniz hemen aşın! Ancak üstün bir güç ile (sultan- bi sultanin) olmadan

aşamazsınız. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? İkinizin de

üzerine ateşten yalın bir alev ve kızıl bir duman salıverilir de kurtulup

başaramazsınız.

55-Rahman Suresi 33, 34 ve 35.ayetler

Bu ayette “cin ve ins toplulukları” olarak adı geçen kelime çok ilginçtir, birçok ayette

kullanılan halk ya da ümmet kelimesi değil. Ya ne? “Muaşera” diye bir kelime. Tanıdık geldi mi?

Hani adab-ı muaşeret kuralları vardı, hani görgü kuralları vardı ya! Hatırladınız mı? İşte tam da o

kelime. Muaşera, yani bir aradalık! Bir arada olma durumu. Ayetteki ifade ne oldu şimdi?

“Ey cin ve ins bir aradaları!”

Böyle iddia edip bırakmayacağım elbette. Bu kelime Kur’an boyunca birisi bu ayet olmak üzere

sadece üç yerde (6:128, 6:130 ve yukarıdaki 55:33’te) kullanılıyor ve her birinde de cinler

57


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

geçiyor. Herhangi bir toplumdan, ümmetten, halktan bahsedilirken bu kelimenin kullanıldığı tek

bir ayet bile yok. Madem öyle, bakalım diğer iki ayette ne deniyor…

Onların tümünü toplayacağı gün “Ey cin muaşerası! İnsanlardan çoğunu edindiniz.

İnsanlardan onların dostları derler ki: Rabbimiz! Kimimiz kimimizden yararlandı ve

bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık…

6-Enam Suresi 128.ayet

Ey cin ve ins muaşerası! İçinizden size ayetlerimi okuyan ve size bu karşı karşıya

geldiğiniz gününüzle sizi uyaran elçiler gelmedi mi? Onlar: “Kendimize karşı şahit

olduk (kalu-şehidna) derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir

olduklarına dair kendi nefislerine karşı tanıklık ettiler.

6-Enam Suresi 130.ayet

Hesaptan sonraki döndürülüş aşamasında, tekrar göklere dönelim… Kısaca demek ki gökler bir

bina ve o binaya kötülerin giriş izni yok. İster bir arada olsunlar ister ayrı ayrı! Ama

giremeyecekler. Ne şimdi ne de ahirette.

Yaratılışın önemli aşamalarını bir bir anlatan Araf suresi, ilginçtir ki döndürülüş aşamalarıyla

bunu birleştirerek bize ahireti de anlatıyor aynı zamanda.

Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler için göğün

kapıları açılmaz. Ve halat iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Biz

suçluları böyle cezalandırırız.

7-Araf Suresi 40.ayet

Yukarıdaki şihablardan bahseden ayetlerle birleştirdiğinizde ve bugünkü bilimin size

anlattıklarıyla yoğurduğunuzda eminim ki sizin de benim gibi zihninizde bir harita oluşuyordur.

Allah kimseye zulmetmeyecek. Kötülüğün sadece bire bir karşılığını verip onları işleyenleri bir

daha çıkartılmayacakları bir yerde bırakırken, göğün kapılarını kat be kat karşılıklarla iyilere

açacaktır.

Kötüler için cehennemden yataklar, üstlerine örtüler var…

7-Araf Suresi 41.ayet

…iman edenlerse cennetin ashabıdırlar ve orada sonsuz olarak kalacaklardır.

7-Araf Suresi 42.ayet

Azabın ve ecrin nasıl olduğu Allah’ın takdirindedir. Biz O’ndan gelenlerin hepsine razıyız.

“Bizi gerçeklere ulaştıran Allah’a şükürler olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi

doğruya eremeyecektik.”

7-Araf Suresi 43.ayet

…diyebileceğimiz güne hep birlikte ulaşmamız temennisiyle biraz da şu cennet meselesini

açalım ve öyle bitirelim…

58


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Cennet, Cehennem, Araf gibi mekân bildiren kelimeler tekil ve/veya çoğul olarak Kur’an’da

defalarca geçiyor… Ve bu halleriyle aslında Kur’an o mekânların ne olduğunu, nasıl olduğunu,

nerede olduğunu ya da olacağını açıklıyor. Buna rağmen zanna ve rivayetlere çokça yüz verip

ama ayetlerin ne dediğine aldırış etmeden konuşan çok… “Acaba Kur’an bize bu konuda ne

söylüyor?” diye konuşan ya da yazan pek yok…

Kur’an’a göre cennet daima gökle ilişkili durumdadır.

Göğe yönelip yedi gök düzenleyen Allah…

2-Bakara Suresi 29.ayet

Çoğunlukla çoğul biçiminde “es-semavat” olarak geçtiği halde bu ayette olduğu gibi nadiren

gökten tekil olarak bahis geçer. Bu ayetten anlaşılan… Allah’ın tek bir göğe yönelip ondan yedi

taneye çıkarmasıdır. Buradaki yedi sayısı çokluk benzeşimi olarak anlaşılabilir… Ancak

açıklayan başka ayetlerde bunun katlar halinde olduğunu da okuduğumuzda net sayı olarak da

yedi tanedir şeklinde çıkarım yapmamızda bir engel görünmüyor. Yine de ister yedi olsun ister

çokluk anlamında… Her zaman tekil geçen (el-ard) yeryüzünün üzerindeki bizim bildiğimiz

gökyüzünün ilk tabaka olduğunu ve bunun da (es-sema olarak) kitapta tekil olarak geçtiğini

anlayabiliyoruz. Şimdilik bu bilgiyi cebimize koyalım…

Lazım olacak…

59


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yüzünü göğe çevirdiğini görüyoruz…

2-Bakara Suresi 144.ayet

Her ne kadar bu ifade bulunduğu halden ve mekândan kurtulup özgürleşmek için yardım

dilemeye atfediliyor olsa da yardımın göğe bakıp isteniyor olması manidardır… Bizim de derin

duygularla yardım ararken göğe bakmamız bir rastlantı olmasa gerek…

Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet…

3-İmran Ailesi Suresi 133.ayet

Bu ayet “Cennet ne kadar büyüklüktedir?” sorusunun cevabını veriyor. Yine de cennetin

büyüklüğünün göklerle ilişkilendirmesi boşa olmasa gerek…

Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır…

3-İmran Ailesi Suresi 180.ayet

Burada mirastan kastın… Zaten o varlıkları vermiş olanın onların gerçek sahibi olduğu

anlaşılıyor. Yoksa şu anda yeryüzünün ve göklerin başkasının elinde olduğu… Ve sonra… Bizim

konuşma dilinde anladığımız anlamda… O’na miras kalacağı değil… Burada konu bağlamında

dikkat çekmek istediğim nokta ise onlarla ilgili Allah’ın gelecek planları olduğudur… Ve O’nun

planına göre… Bir sona ya da devama sahip olacağı… Bir gerçek olarak ortaya çıkıyor… Bu da

cepte…

Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler… Rabbim sen bunları boşuna

yaratmadın derler…

3-İmran Ailesi Suresi 191.ayet

Bu kadar büyük ve çeşitli yıldızlar, gezegenler ve gök cisimleri arasında bir toz zerresi kadar

bile büyüklüğü olamayan Samanyolu galaksisinde… Küçük bir güneş sisteminde… Onun içinde

Dünya denilen ufacık bir gezegende… Küçük bir kara parçasında… Küçük bir konutun bir

odasının… Bir köşesinde… Nefes alıyoruz. Bu kadar çok şey bu kadarcık bir hayat için mi? Bu

kadarcık bir mekân işgal edebilmek için mi? Elbette hayır! Bu kadar basit olsa, bu kadar

teşkilatın… Ve daha da önemlisi… Bilimsel seviyemizin… Neden var olabildiğini ve halen

yapıtaşını açıklayamadığı bu aklımızın… Gereği var mı?

Şu anda sizinle beraber yaptığımız da ayette söylenen değil midir? Bu kadar büyük bir evren…

Ve belki de on dört milyar ışık yılının ötesinde… Bugünkü zaman algımız dolayısıyla

göremediğimiz, bilemediğimiz öteler… Boşuna var edilmiş olamaz. Varlığımıza ve yok

olmamıza sebep olabilecek kadar kusursuz bir denge içindeki evrende… İki santimlik bir göktaşı

çekiminin var olup olmamasına bağlı… Debelenen bunca hayatlar… Boşuna var edilmiş olamaz.

Bu kadar tesadüf, tesadüfün tanımını bile yerle bir eder.

Havariler “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?”

demişlerdi…

5-Maide Suresi 112.ayet

60


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Yine manidar bir örnek… Havarilerin istediği bir sihirbazlık değil aslında… Eğer İsa’dan bir

sihir istiyor olsalardı göğü işin içine katmaları şart mıydı? Sanıldığı gibi Allah’ı mekânla ve

maddeyle de özdeşleştirmiyorlar… O’nun her şeyi kuşattığı bilinciyle hareket edip, nimetini

gökten bekliyorlar. Rabbi değil, Rabbin nimetini gökte biliyorlar.

Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram ve bir

belge olsun…

5-Maide Suresi 114.ayet

“Öncemiz ve sonramız” için… Öncemiz ve sonramız için bir sevinç ve bir (ayet) delil olsun

istiyorlar… Bilimsel birikimimizle bu söylemi birleştirebilir miyiz? Bence birleştirebiliriz…

Özellikle de (ahir) sonramız için bir delil olarak sunulması yine çok manidardır. Ahirde

nimetlenilecek yer göklerdir. Bu anlamda da istikbal (gelecek) göklerdedir.

Onlara bir delil/ayet getirmek için yerde bir delik açmaya veya göğe bir merdiven

dayamaya gücün yetiyorsa (yap)…

6-Enam Suresi 35.ayet

Burada elçiye ve onun şahsında elbette bize de bir sesleniş var… Ne kadar uğraşırsak uğraşalım

ne kadar gerçeği ortaya koyarsak koyalım… Gösterdiğimiz yazılı apaçık ayetlere… Anlaşılır akıl

yürütmelere ve bilimsel ve görünür bilgilere rağmen… İnsanların büyük bir kısmı kitaba, ya

bilmeden inandığını söylüyor ya da onunla hiç ilgilenmiyor. O güne kadarki kirli ve ön kabullü

bilgileri üzerinde akıllarıyla düşünmekten ve yanılmış olmaktan korkuyorlar.

Ayetin bu yönünü hatırladıktan sonra konumuzla ilgili ifadesine geçtiğimizde açıkça görüyoruz

ki… Büyük deliller yerde bir delik açıp altını göstermekten… Ve daha da önemlisi göğe doğru bir

merdiven kurabilmekten geçiyor… Bunun da ne kadar manidar bir söz dizisi olduğunu anlamak

gerek… Geleceğin kötü tarafı yerin altında, iyi tarafı ise göklerde… Adeta cehennem yerin

altında, cennet ise göklerde der gibi… Konu bağlamındaki kanıt göklerde…

İbrahim’e -kesin biçimde bilebilmesi için- göklerin ve yerin melekûtunu

gösteriyorduk…

6-Enam Suresi 75.ayet

Bu ayetin devamında İbrahim nebi Rabbini bulma yolunda yıldızı, ayı ve güneşi teker teker

deneyip aklediyor… Ve sonunda Rabbinin onlardan biri ya da onların maddesel yönü ile

açıklanabilecek olmadığını… Onların da manen üstünde ve onları var eden olduğunu anlayıp

halkına anlatmaya başlıyor. Dikkat çekmek istediğim nokta ise kesin bir bilinçle anlayabilmek

için göklerin ve yerin kanıtlar içerdiğidir.

O, karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size yıldızları var

edendir…

6-Enam Suresi 97.ayet

Bu ayetin öncesinde ve sonrasında hem kozmik hem de biyolojik anlatımlar vardır. Konu

yıldızların, sadece biz düz bir zeminde iken yol pusulası olmaları değil… Yeryüzü ve gökler ile

ilişkili olarak hem doğru ile yanlışı ayırt eden yolun açıklanması hem de gelecekte gidilecek bir

61


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

yolun manidar biçimde açıklanması olabilir. Gelecek zaman, yıldızların ötesi ile ilişkilidir. Bu

ayetin hemen ardından gelen ayete bakın…

Sizin için bir karar (kalış) ve konuluş yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için

ayetleri açıkladık…

6-Enam Suresi 98.ayet

Bir karar yeri… Yani kalınan yer… Konuluş yeri… Yaşanılacak yer… Önce yıldızlarla

bulunan yol... Ve akabinde bu ayet… Bir önceki ayetteki açıklamanın sadece manen bir yol

olmadığının delili gibi durmuyor mu?

Onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat iğnenin deliğinden geçinceye kadar

cennete girmezler…

7-Araf Suresi 40.ayet

İşte tekrar geldik, belki de en can alıcı ayete… Açıkça cennetin yolunun gökten geçtiği

açıklanıyor. Şimdi cebimizden o tekil göğü “es-sema”yı çıkaralım… Burada da aynısı var.

Göklerin kapısı değil, göğün kapıları açılıyor… Diğer göklere geçiş bildiğimiz göğün

geçilmesiyle mümkün.

Bu konunun üzerine birçok bilimsel kozmik araştırmayı konu ederek birçok farklı çıkarım

yapabilirsiniz. Zamanın izafiyetinden, solucan deliklerine, paralel evren teorilerinden, kara

deliklere, diğer galaksilere olan mesafelerden, beşinci altıncı boyutlara kadar neyi düşünürseniz

düşünün… Ne çıkarımlarsanız çıkarın… Ne şekilde olursa olsun hepsi kozmik bir seyahat

içerecektir. Evrende ya da görünür evrenin ötesine bir seyahat… Ve inanıyorum ki bugün

açıklanabilir olmasa da… Bu seyahat açıklanabilir bilimsel tespitler içerecek ve Allah’ın evrensel

sünnetinin dışında olmayacaktır.

İşin ilginç taraflarından birisi de bunu başaran insanların o kapılardan geçebilecek olması… Bu

yeterliliğe ulaşamayanların o kapılardan geçebilip bu seyahati gerçekleştirmelerinin mümkün

olmayacağıdır.

Göğün kapıları açılarak girilebilecek bir cennet ve bu ayetin hemen ardından gelen ayetler…

Cehennem ve cennet halinin ve fiziki şartlarının da açıklanmaya devam edilmesi… Aynı anda iki

kesime ayrılan insanların da bu gerçeği Araf denilen geçiş güzergâhında fark edişleri… Uzun…

Üzerinde çok uzun düşünülebilecek ve fazla bir zan’a düşmeden bugünkü bilimsel tespitlerle bile

uyum halinde olduğu anlaşılabilecek ayetler… İsteyen okur, dileyen düşünür.

Tüm bunlarla birlikte bu geçiş evresinin nasıl olacağı ve o aşamaya kadar neler olacağı ile ilgili

ifadeler var kitapta…

Bu noktada konuya “saat” dâhil oluyor. Yıkılış saati… Kıyamete götüren süreç… O da

çeşitlenebilir.

Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır…

7-Araf Suresi 41.ayet

62


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

40’ıncı ayette gök kapıları kapatılan kişilerin 41’inci ayette üzerlerine örtüler çekilerek

girecekleri cehennemden bahsedilmesi… İlginç değil mi? Cehennem yakınlarda bir yerlerde olsa

gerek…

Kendisine ayetleri verdiğimiz kişi yere saplandı…

7-Araf Suresi 176.ayet

Burada tabi ki bir benzetim var… Eriştiği bilgiye rağmen, o bilgiyi kullanarak dünyaya

meyleden kişi… Ancak yine de bu teşbihin yere saplanmak şeklinde verilmesi “cehennemin

tanımı” açısından manidar olabilir.

Saat… Onun zamanını O’ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı…

7-Araf Suresi 187.ayet

Saat diye bahsi geçen şey “büyük vaka, ağır olay” ve benzeri ifadelerle geçiyor. Ansızın

gerçekleşeceği ve tümüyle haberdar olunamayacağı bildiriliyor. Dikkat çekici nokta ise bu olayın

yer ve göğün çerçevesinde olacağıdır. Tam olarak (tamamen) bir yok oluşa dair çıkarım epeyce

zor.

Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin

olanlar…

10-Yunus Suresi 7.ayet

Dünya hayatına razı oluşun kötülerle ilişkilendirilmesi Allah’ın isteyene istediğini verişi ile

birleştirilirse acaba nihayette de yıkılmış ve bozulmuş bir dünyanın cehenneme dönüşebileceğine

bir çıkarım olabilir mi?

Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada kahırlı nefes alıp vermeler vardır…

Onlar, Rabbinin dilediği şey hariç, gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz

kalacaklardır…

11-Hud Suresi 106 ve 107.ayetler

Burada dikkat kesileceğimiz ifade “gökler ve yer sürüp gittikçe” ifadesidir… Demek oluyor ki

cehennem her nerede ise (ki bu ayetten önce kabirlerden kalkılmış olan hesap gününden

bahsedilmektedir) gökler ve yerin varoluşu çerçevesindedir. Ebedi oluşu onlara, mekâna

bağlıdır…

Ancak buradan onların bir gün biteceği anlamını çıkarımlayamayız… Göklerin ve yerin sürüp

gidişinin sonlanacağını ve böylece cehennemin de bir gün sona ereceğini söyleyemeyiz… Çünkü

bu bir kanıt pekiştirme ifadesi de olabilir… Yani ebedi olarak orada kalmak, var olabildikleri

yerin de ebedi olduğunu pekiştiriyor olabilir… Arapça “Sürüp gittikçe ebediyen orada kalacaklar”

ifadesi Türkçede “sürüp gideceğine göre onlar da orada hep kalacaklar” ifadesinin karşılığı gibi

duruyor. Ancak yine de zamanın izafiliği üzerinde konu farklı düşünülebilir.

Kalacakları yer ise, başka bir yer tanımlanmadığına göre, gök kapılarından geçemeyenlerin

kalacağı yerdir. Buradan (o gün dönüşeceği haliyle) mevcut dünyanın ya da onun altının

olabilirliği ihtimali yüksek görünüyor…

63


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Rabbin cehennemdekilere olası bir dilemesi ise ebediyeti bozmayacağına göre… Yüksek

adaleti dâhilinde kişilerin hak ettiği bir dileyiş olacaktır… Cehennemin varoluşunun sona ereceği

anlamını taşımaz. Ancak Allah kaybedenlere hak edişinin bire bir karşılığını verecektir…

Cehennemlikler için, daha fazlasını değil.

Mutlu olanlar da artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilediği şey hariç, gökler ve

yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır.

11-Hud Suresi 108.ayet

Hemen akabindeki bu ayet de cennet için aynı şeyleri söylüyor… Gökler ve yer sürüp gittiği

sürece kalınacak yer… Demek ki cennet de bu yaratılış sınırlarında bir yerde… Rabbin

cennettekilere olası bir dilemesi ise ebediyeti bozmayacağına göre merhameti dâhilinde daha

olumlu bir dileyiş olacaktır… Cennetin varoluşunun sona ereceği anlamını taşımaz. Cennetlikler

için hak ediş, yaptıkları iyi işlerin kat be kat fazlasıdır.

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir

ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir.

O halde güzel işlerin ve başarının meyvesi de çok muhtemelen göklerde olacaktır.

14-İbrahim Suresi 24.ayet

Yerin başka bir yere, göklerin de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün… Allah’ın

huzuruna çıkacaklardır.

14-İbrahim Suresi 48.ayet

Kimi meallerde “değiştirilmesi” diye geçişi hatalıdır… Burada yerin ve göğün başka yer ve

göklere dönüştürülmesi, onların yok olup başkalarının getirilerek değiştirilmesi değil, zaten var

olanların bir değişim, dönüşüm geçirmesidir. Dolayısıyla cennet ve cehennemin bu sahada olacağı

anlamı çıkıyor.

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, oradan yukarı yükselseler de… İkna

olmazlar…

15-Hicr Suresi 14.ayet

Yine gökyüzünden açılacak bir kapıdan ve o kapıdan geçişin gerçeği görüş ile

ilişkilendirilmesi, varılacak müjdeli yer hakkında aynı intibayı bize veriyor…

Andolsun, gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için düzenledik. Ve onu her

kovulan şeytandan koruduk.

15-Hicr Suresi 16.ayet

Bu ayet de gökyüzünün tekil geçtiği ayetlerden biri… Burçlar yıldız kümeleriyse ve gözle

görülebiliyorsa bu kümeler Samanyolu galaksisinin içinde olmalı. Bu anlamda “yakın göğün

yıldızlarla donatılması” ayeti (37:6) ile örtüşüyor. Eğer cennet göklerde ise… Onun da Samanyolu

galaksisinin dışında olma ihtimalinin daha olabilir olduğu çıkarımlanabilir… Ama elbette bilimsel

seviyemizin geldiği nokta bu çıkarımımızı zamanla güncellenerek iz düşürebilir de.

64


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

Ayrıca arafı aşmadan önce toplanan insanların cehennemi açıkça görecek biçimde diz üstü

çökmüş vaziyette çevresinde olacakları… Oradan iman edenlerin kurtulacaklarını ve diğerlerinin

içine bırakılacaklarını anlatan ayetler de bu görüşü destekler niteliktedir.

Tüm okuduklarınız hüküm değil, sadece ufuk paylaşımıdır. Gök kapılarından en büyük

mutlulukla geçmeniz temennisiyle…

Selam ile…

65


KALEMZADE2016E-KİTAP | YARATILIŞ KALEMİ

YARATILIŞ KALEMİ

KALEMZADE2016E-KİTAP

kalemzadecengizyardim@gmail.com

2016|DarıcaKOCAELİ

Kitabın tüm hakları yazara aittir

Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın, kendi namına kullanılamaz

Ticari değildir

Para ve sair yollarla satılamaz

All rights reserved to the author

On behalf, any content of the book can not be used without permission

Not commercial

No permission for sale

kalemzade.net

66

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!