Toraks Bülteni - Aralık 2011
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Balık Tutmak<br />
<strong>Toraks</strong> <strong>Bülteni</strong><br />
<strong>Toraks</strong> <strong>Bülteni</strong><br />
Gezi<br />
Dr. Seren Arpaz<br />
TTD Üyesi<br />
serenarpaz@gmail.com<br />
Yüzerek Balık Tutmak<br />
Dr. Salih Topçu<br />
TTD Üyesi<br />
drsaliht@yahoo.com<br />
Solunum Ayder’de<br />
Buluştu<br />
Yazı daha yeni geride bıraktığımız şu<br />
günlerde bile ne çok özledim yüzerek<br />
balık avlamayı. Balık tutmanın her<br />
türlüsü güzel ama yüzerek avlanmak<br />
bir başka güzel.<br />
Akşamdan başlar tatlı heyecan; olta,<br />
uygun naylon torbalar, yemler için<br />
sıkı kapanan küçük kutucuklar, deniz<br />
gözlüğünü hazırlarım. Sabah iyi bir<br />
kahvaltıdan sonra 08:30 sularında<br />
yüzerek kıyıdan 100-150 m. açılırım.<br />
Yanımda oltam, kutu içinde yemler,<br />
tuttuğum balıkları koymak için yeteri<br />
kadar naylon torba ve deniz gözlüğüm<br />
olur. Yosunların bitip kumun<br />
başladığı bir yer vardır hep gittiğim,<br />
orası iyi balık yapar. Oraya geldiğimde<br />
(derinlik yaklaşık 10 metre) yem<br />
kutusundan üç yem çıkarırım çünkü<br />
bu tarz avlanırken üç iğneli olta kullanırım,<br />
yemleri iğnelere geçiririm<br />
sonra da misinayı denizin dibine kadar<br />
yollarım, gözlüğü takıp izlemeğe<br />
başlarım. Daha yemler aşağı iner inmez<br />
balıklar saldırırlar; önce küçükler,<br />
büyükler temkinlidir, küçüklerin<br />
kopartıp etrafa saçtıkları yemleri<br />
kapmayı tercih ederler. Ama yemin<br />
tadını aldıklarında riski göze almaya<br />
başlarlar.Yem hoşlarına gittiyse<br />
balıkların yemin başında kafa kafaya<br />
giriştiklerini bile görebilirsiniz.<br />
Her balığın yemi alma şekli farklıdır.<br />
Hanos yeme bodoslama saldırıyor bu<br />
nedenle de iğne derinlere kadar girebiliyor.<br />
Kopes yemi ucundan tutuyor<br />
bir köpeğin başını salladığı gibi başını<br />
sallayarak yemi iğneye yakalanmadan<br />
koparıyor. İsparozlar kolay yakalanıyorlar<br />
ve iğneden kurtulamıyorlar.<br />
Mırmırlar çok hareketli ve mücadeleci,<br />
tuttuğunuzda zaptetmesi zor.<br />
Deniz dibindeki bu sürükleyici filmi<br />
yukarıdan izlemek öylesine keyif verici<br />
ki! Tam bu sırada biri oltanıza<br />
yakalanıyor ve çekmeye başlıyorsunuz,<br />
çekiyorsunuz çekiyorsunuz, balık<br />
su yüzeyine geliyor. Sol elinizle<br />
balığı tutuyorsunuz sağ elinizle de<br />
balığın ağzından iğneyi çıkarıyorsunuz,<br />
balığı sol elinizle tutmaya devam<br />
ederken sağ elinizle mayonuzun<br />
içinden bir naylon torba alıp balığı<br />
bu torbaya koyuyorsunuz ve torbanın<br />
ağzını bağlıyorsunuz. Boşalan iğneye<br />
yeni bir yem takıyorsunuz, bütün<br />
bunları yaparken ayaklarınızın yere<br />
değmediğini ve yüzmek zorunda olduğunuzu<br />
hatırlatmak isterim. Oltayı<br />
yeniden dibe gönderiyorsunuz ve devam<br />
ediyorsunuz. Bu şekilde yüzerek<br />
balık tutma rekorum 5 saat. Şnorkel<br />
kullanmıyorum. Şnorkelle çok rahat<br />
oluyor, şnorkel kullanmadığınız zaman<br />
akciğerler çok daha iyi çalışıyor.<br />
Ortalama 15-20 balık tutabiliyorum<br />
bir çıkışta.<br />
Eve dönerken ayrı bir güzellik var.<br />
Komşularım yolumu bekliyorlar bugün<br />
ne var diye. Hemen balıklar boy<br />
sırasına göre tepsiye dizilip görücüye<br />
çıkıyorlar. Tuttuğum balıkları “Göz<br />
Hakkı!” deyip komşularımla birlikte<br />
yiyoruz, zeytinyağlılar ve salatalar<br />
onlardan, ee tabii gördüğünüz gibi en<br />
zor işi ben yapıyorum.<br />
Yaza daha çok mu var?<br />
29 Haziran - 3 Temmuz <strong>2011</strong> tarihlerinde,<br />
Sayın Prof. Dr. Mecit Suerdem<br />
ve Prof. Dr. Muzaffer Metintaş’ın başkanlıklarında,<br />
Rize Ayder’de “Doğu<br />
Karadeniz, Solunum Buluşması” yapıldı.<br />
Toplantı yerine seçilen “buluşma”<br />
sözcüğü içeriği en iyi şekilde yansıtmaktaydı.<br />
Türkiye’nin akciğer sağlığı<br />
ile ilgilenen iki meslek örgütünü<br />
bir araya getirmişti. Buluşma sözcüğü<br />
dahil yer ve tarihte argo deyimle “cuk<br />
oturmuştu”.<br />
1994 yılında “Kaçkar Dağları Milli Parkı”<br />
olarak, korunacak doğal güzellikler<br />
altına alınan Ayder yaylasına yolculuğumuz,<br />
Trabzon havaalanından başladı.<br />
Otobüsümüz otoban kalitesinde<br />
Doğu Karadeniz sahil yolunu kullandı.<br />
Yol tamamen denizi doldurarak oluşturulmuş.<br />
Denizin ve dağların izin vermediği<br />
yerlerde 2-2.5 kilometrelik onlarca<br />
tünel açılmıştı. Öğrenciliğimdeki<br />
Karadeniz yolunun zorluğu ile birlikte<br />
güzelliği de kaybolmuş.<br />
İlk molayı Sürmene’de verdik. Çocukluğumdan<br />
tadını özlediğim, yuvarlak<br />
“peynirli pide” siparişini, ben ve<br />
Trabzon Havaalanından Ayder’e giderken<br />
Sürmene’de Karadeniz pideleri ile<br />
tanışabilirsiniz.<br />
Pazar’lı meslektaşım Dr. Oktay Koşar<br />
verdi. (Bence “peynirli pidenin” tadına<br />
bakmazsanız, Doğu Karadeniz geziniz<br />
eksik olacaktır.) Diğer arkadaşlarımız<br />
çoğu meşhurluğunu duydukları<br />
(!) “kapalı pidede” karar kıldılar.<br />
Yemekten sonra, ilk Karadeniz çaylarını<br />
içtikten sonra tekrar yola koyulduk.<br />
Yolumuzun 300. kilometresinde<br />
Ardeşen’de, sahil yolundan ayrıldık.<br />
Ülkemizdeki pek çok ırmaktan debisi<br />
daha fazla olan Fırtına “deresi”ni<br />
solumuza alarak, güneye, Kaçkarlara<br />
yöneldik. Çamlıhemşin’e gelene dek,<br />
dere “boynunu süsleyen kolyeler”<br />
gibi, onlarca tarihi kemerli köprü gördük.<br />
Otobüsteki herkes, ganimetten<br />
bir parça almak istercesine, elinde fotoğraf<br />
makinesi bir sağdan, bir soldan<br />
“an” yakalamak isterken helak oldu.<br />
Daha onuncu kilometrede, bu vahşi<br />
güzellik hepimiz çarptı ve büyüledi.<br />
“An yakalamaktan” vazgeçip, gözlerimizle<br />
kayıt yapmaya devam ettik.<br />
Gördüklerimize tanıklık etmesi ya da<br />
güzelliği paylaşma duygusu nedeni<br />
ile parmaklarımız hep yanımızdakini<br />
dürttü. “Bak, bak…”.<br />
İlk görsel şoku atlattıktan sonra, otobüste<br />
bir rehber olduğunu anımsadık.<br />
Rehberimiz bize gördüklerimiz ve göremediklerimiz<br />
hakkında bilgiler vermeye<br />
başladı. O anlattıkça, anladık ki;<br />
biz o ana dek bakmışız. Kısa sürede<br />
görmeyi öğrendik. Bu kez de yanımızdakine<br />
“ayının ağaca tırmanmaması<br />
saçla kaplanmış ağacı”, ağaca yerleştirilmiş<br />
“kara kovanları”, tepelere eşya<br />
taşımak için kullanılan “var-gelleri”,<br />
oradaki evle iletişim kurmak için<br />
ucunda zil olan hatları göstermeye<br />
başladık. Vadinin karşısında otobüsümüze<br />
el sallayan ayı, acaba ilk kim<br />
görecekti?<br />
Çamlıhemşin’den sonra Fırtına deresini<br />
sağımıza aldık. 16 kilometre sonra<br />
Ayder yaylasına ulaştık. Bir grubumuz,<br />
akış gürültüsünden birbirimizi<br />
duyamayacağımız, dere kıyısındaki<br />
Haşimoğlu otelde konaklayacaktık.<br />
Giriş kattaki terastan, vadiyi ve dereyi<br />
izlemekten, yol yorgunluğumuzu ve<br />
bavullarımızı odaya çıkarmayı unuttuk.<br />
Terastaki manzarada ikram edilen<br />
çaylarında bu unutkanlıkta büyük<br />
payı vardı. Tadına doyulmuyordu.<br />
Diğer arkadaşlarımızın da yayla mimarisine<br />
özgü, ahşap 10-15 kişilik<br />
otellerde kaldığını öğrendik. Odaları<br />
birbirinden ayıran ahşap duvarlar,<br />
nefeslerimizi işitmemize ve odadaki<br />
yalnızlığımızı unutmamıza yarıyordu.<br />
Bu sayede tüm katılımcılar, turistik<br />
amaçla gelen diğer gruplarla birlikte<br />
erken yatıp, erken kalkıyorlardı.<br />
Ayder yaylası, doğal güzellik, yürüyüş,<br />
tırmanma dışında kaplıcaları ile de<br />
Dört bir yanınızdaki sisler, güzellikleri<br />
arayarak bulmanız için sizi tahrik eder.<br />
110 <strong>Aralık</strong> <strong>2011</strong> <strong>Aralık</strong> <strong>2011</strong> 111