25.04.2017 Views

Yüzüklerin Efendisi- Yüzük Kardeşliği

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

iri kayalarla kaplı geniş ve derin bir dere yatağı uzanıyordu. Kanal daraldı, Nehir hızlandı. Artık önlerinde<br />

neyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, kolay kolay ne durabilecek ne de dönebilecek kadar hızlı gidiyorlardı.<br />

Üzerlerinde bir şerit soluk mavi gökyüzü, etraflarında gölgeli Nehir, önlerinde siyah, güneşi kapatan ve<br />

kesintisiz uzanan Emyn Muil tepeleri vardı.<br />

Frodo ileri doğru bakınca iki kocaman kayanın yaklaşmakta olduğunu gördü: Taştan iki büyük kuleye veya<br />

sütuna benziyorlardı. Akarsuyun her iki yanında dik ve meşum yükselmekteydiler. Aralarından geçen dar<br />

bir yarık belirdi ve Nehir kayıkları oraya doğru sürükledi.<br />

"îşte Argonath; Kralların Sütunları!" diye bağırdı Aragorn. "Birazdan onları geçeceğiz. Kayıkları bir hizada<br />

ve mümkün olduğu kadar aralıklı tutun! Akıntının ortasında kalın!"<br />

Frodo hızla yaklaştıkça, büyük sütunlar onu karşılarcasına kuleler gibi yüksekli. Dev gibi gelmişlerdi ona;<br />

sessiz fakat tehditkâr iri kur-<br />

470<br />

YÜZÜK KARDEŞLİĞİ<br />

suni siluetler. Sonra sütunların gerçekten de elle biçimlendirilmiş olduğunu gördü: Eskinin hüneri ve gücü<br />

bunlar üzerinde çalışmıştı ve üzerlerine yontulmuş olan o fevkalade suretleri unutulmuş yılların<br />

güneşlerine, yağmurlarına rağmen bugüne kadar getirmişti sütunlar. Derin sulara oturtulmuş kocaman<br />

kaidelerin üzerinde taştan iki ulu kral duruyor, bulanık gözlerle, yank alınla hâlâ Kuzey'e doğru kaşlarını<br />

çatıyorlardı. Her ikisinin de sol eli, ayaları dışarı bakacak şekilde, uyanda bulunurcasına havadaydı; sağ<br />

ellerinde birer balta, başlarında ufalanmaya başlamış birer miğfer ve taç vardı. Hâlâ büyük bir güç ve<br />

heybet taşıyordu çok önceleri yok olmuş krallığın bu sessiz bekçileri. Frodo'nun üzerine korku sindi, kayık<br />

yaklaştıkça bakmaya cesaret edemeyerek gözlerini kapatıp iyice büzüştü. Kayıklar Nümenor'un<br />

nöbetçilerinin ebedi gölgeleri altından zayıf ve gelip geçici minik birer yaprak gibi hızla geçerken, Boromir<br />

bile başını eğdi. Kapılar'ın karanlık dar boğazına böylece girdiler.<br />

Her iki yanda dehşetengiz sarp kayalık duvarlar tahmin edilemeyecek yüksekliklere doğru dimdik<br />

yükselmekteydi. Karanlık gökyüzü çok uzaktaydı. Siyah sular gürlüyor, yankılanıyor, üzerlerinde rüzgâr<br />

çığlıklar atıyordu. Dizleri üzerine büzüşmüş olan Frodo önünde Sam1 in mırıldanıp homurdandığım duydu:<br />

"Ne yer yahu! Ne korkunç bir yer! Ah şu kayıktan bir çıksam, bir daha nehir şöyle dursun, su birikintilerine<br />

bile sokmam ayaklarımı!"<br />

"Korkmayın!" dedi garip bir ses arkasından. Frodo dönünce Yol-gezer'i gördü, ama gördüğü yine de<br />

Yolgezer değildi; çünkü yıpranmış Kolcu yoktu artık orada. Kayığın kıçında mağrur ve dik Arathorn oğlu<br />

Aragorn oturmuş, kayığı hünerli kürek darbeleriyle idare etmekteydi; geriye düşmüş kukuletasının altından<br />

çıkan kara saçları rüzgârda dalgalanıyordu, gözlerinde bir ışık vardı: Sürgünden kendi ülkesine dönen bir<br />

kral.<br />

"Korkmayın!" dedi. "Nicedir arzu ediyordum atalarım îsildur ile Anarion'un suretlerine bakabilmeyi.<br />

Elendil'in varisi, îsildur'un oğlu Valandil'in Hanedanından Arathorn'un oğlu Elftaşı Elessar'ın, onların<br />

gölgeleri altında hiçbir şeyden korkması gerekmez!"<br />

Sonra gözlerinin feri söndü ve kendi kendine konuştu: "Gandalf da burada olabilseydi keşke! Gönlüm nasıl<br />

da Minas Arnor'u ve kendi şehrimin surlarım özlüyor! Lâkin nereye gideceğim?"<br />

Dar boğaz uzun ve karanlıktı; rüzgârın, hızla akan suyun ve yankılanan kayaların sesiyle doluydu. Biraz<br />

batıya doğru kıvrıldığından ilk<br />

471<br />

ULU NEHiR<br />

başlarda ilerisi karanlık duruyordu; fakat kısa bir süre sonra Frodo önünde gitgide büyüyen yüksek bir ışık<br />

aralığı gördü. Hızla yaklaştı aralık ve kayıklar bir anda buradan dışan, engin berrak bir ışığa uğradılar.<br />

Öğleni çoktan devirmiş olan güneş, rüzgârlı bir gökyüzünde parlıyordu. Gücü nihayet tükenen sular uzun<br />

oval biçimli bir göl halinde yayılmıştı: Soluk Nen Hithoel'di bu; çevresini kapatan, yamaçtan ağaçlık fakat<br />

başları kel, dik kurşuni dağlar gün ışığında soğuk soğuk yanıp sönmekteydi. En güney ucunda üç sivri<br />

tepe yükseliyordu. Ortadaki sanki diğerlerinden biraz daha önde ve ayrıydı: Nehir'in soluk titrek kollarla iki<br />

yanından aktığı bir ada. Rüzgârda, çok ötelerden duyulan gök gürültüsü sesi gibi uzak ama derin,<br />

gümbürtülü bir ses vardı.<br />

"Tol Brandir'e bakın!" dedi Aragorn güneydeki yüksek zirveyi göstererek. "Sol tarafta Amon Lhaw, sağ<br />

tarafta Amon Hen, Duyma ve Görme Tepeleri duruyor. Büyük krallar zamanında bunların üzerinde tahtlar<br />

varmış ve buralara gözcüler konurmuş. Fakat Tol Brandir'e hiçbir insanın veya hayvanın ayak basmamış

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!