Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Odama dolan soğuk ile açıyorum gözlerimi. Hemen karşımda duran artık iyice kirlenmiş ve<br />
üzerindeki boyalara yer yer veda etmiş pencere duvara çarpıyor hızla. Çat. Sonra geri<br />
dönüyor yerine. Dışarıda korkunç bir ayaz var. Şimdi, kışa iyice yaklaşmamıza rağmen hala<br />
İstanbul’dan kopamayan kuşlar saklanacak yer arıyorlardır mutlaka. Evimin bahçesinde<br />
belki en sevdiğim köşe, koca çınar ağacının altındaki eski bank, şimdi sarının her tonundan<br />
yapraklarla süslenmiştir. O yapraklar nasıl bilinçsizce savruluyorlardır ayaz eşliğinde. Tüm<br />
bunları tahmin etmek güç değil. Zaten ben de bunları görmek için değil hemen az ileride<br />
duran denizin çıldırışını izlemek için kalkmak istiyorum yatağımdan. Kalkamıyor,<br />
sendeliyorum; başımda korkunç bir ağrı var. Sadece birkaç adım uzağımdaki pervaza zor<br />
yaslıyorum kendimi. Şiddetli ayaz suratıma çarpıyor hiç utanmadan. Deniz tam karşımda.<br />
Ayaza mı bu kadar sinirlenmiş yoksa ikisi bir olup bu sersem halimle dalga mı geçiyorlar<br />
anlamıyorum o an. Ne kadar zaman geçiyor onu da bilmiyorum. Pencere birkaç kere daha<br />
çarpıyor duvara. Gökten bir kuş sürüsü geçiyor, kulağımda yaprakların hışırtıları… Hemen<br />
sonra çok uzaklardan, ağaçların arasından dün akşama dair anıları dolduruyor şiddetli ayaz<br />
odaya. Tüm bu baş ağrılarının sebebi belli oluyor. Tekrar unutmaya fırsat vermeden tümünü<br />
kağıda dökmek gerek diyorum içimden.<br />
Ahşap masada öylece oturmuş bir şeyler çiziyordum ki kapı çaldı. Kim uğrar akşamın bu<br />
vakti benim evime? Hoş akşamın bir vakti olmasa da pek kimse uğramaz buralara. Ben de<br />
sese aldırmadım zaten. İşime geri döndüm. Biraz sonra kapıya inen yumruklar dindi ama<br />
rahat bir nefes almaya kalmadan hemen karşımdaki camda bir suret bir yandan cama vurup<br />
bir yandan içeriyi gözlüyor. Ben de hışımla kalkıp açtım kapıyı. Bir de ne göreyim karşımda<br />
çok eskilerden bir dost. Bir güzel kucaklaştık ve içeri buyur ettim onu. Nasıl heyecanlı ve<br />
gencecik duruyor görseniz şaşarsınız. Pek de konuşkan üstelik. Daha kapıdan girip de ikili<br />
kanepeye oturana kadar tüm yol başından geçenlerden bahsediyor. Henüz okuyormuş. Bana<br />
okulunu anlatıyor. Bir öğretmeni varmış ben de adını duymuştum daha evvel, hatırlar gibi<br />
oluyorum. Ona çok özel şeyler anlatıyormuş dilinden düşüremiyor bir türlü. Öğretmenin<br />
izinden gidip büyük bir şair olacağına inandığı hakkında bir şeyler de söylüyor.<br />
Destekliyorum dediklerini elimden geldiğince ama zaten o pek konuşmama izin vermiyor.<br />
İçecek bir şeyler ikram ediyorum, biraz daha lisesinden konuşuyoruz derken kapı çalıyor<br />
bu tuhaf akşamda beklenmedik bir şekilde ikinci kez. Genç dostum siz yorulmayın diyerek<br />
koşturuyor kapıya. Az sonra yanından bir başka tanıdık suretle beliriyor. Selamlaşıp<br />
aramıza katılıyor o da. Bir dergide baş editör diye işe almışlar onu. Bir edebiyat dergisi<br />
değilmiş esasında ama üzerinde çalışacağından onu güzel bir edebiyat dergisine<br />
dönüştüreceğinden bahsediyor. Ben çok katılmıyorum yine sohbete bir iki kafa sallayışla<br />
geçiştiriyorum söylenenleri. Genç dostumsa hoş bir muhabbet kurmuş aralarında<br />
yakalayabildiğim kadarıyla şiir yazmanın onu nasıl rahatlattığından bahsediyor. Bu<br />
rahatlatma ona pekâlâ yetermiş toplumu da rahatlatmak ile görevli değilmiş ki. Konu konuyu<br />
aşıyor bir dergiden bir liseden konuşurlarken yıllardır kimsenin çalmadığı kapım aynı gece<br />
üçüncü defa çalıyor. Belki tüm varlığı boyunca bu kadar tıklatılmadı bu kapı. Hayret. Bu<br />
40