Startup Alaturka
startup_alaturka_4_pdf
startup_alaturka_4_pdf
- No tags were found...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong><br />
Yeni Girişimin Bizcesi<br />
Mehmet Şen<br />
2kere2beseder.com bloglarından derlemeler<br />
Bir Arkansas Günlüğü
Önsöz<br />
Dünya üzerinde büyük bir girişimcilik fırtınası esiyor. Girişimcilik yarışmaları, kamplar,<br />
hızlandırma programları, seminerler, eğitimler derken kendimizi bir anda girişimcilik<br />
fırtınasının içinde bulduk. İnternet ve mobil teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte yeni dünya<br />
düzenindeki yeni pastadan pay almak isteyen gelişmekte olan ülkeler bu işe girince biz<br />
de onlarla birlikte kolları çoktan sıvadık.<br />
Amerika’daki 2008 krizinden bu yana libarel Ekonomideki etmenler tartışıla dursun, artık<br />
herkes Ekonomideki tıkanıklığı gidermek için yeni iş sahaları açma konusunda hem fikir.<br />
Bunu da ancak yeni nesil girişimciler yetiştirerek giderebileceklerini düşündüklerinden<br />
girişimcilik Üniversite’ler başta olmak üzere Devlet’lerin etkin kurumlarında kendine hızlıca<br />
yer bulmuştur. Silikon Vadisi’ndeki çılgın Teknolojik gelişmeler bu süreci tetiklemiş ve<br />
tıkanıklığın çözümüne rol model olmuştur. Bir nevi digital devrimcilik diyebileceğimiz bu<br />
süreçte acımasız kapitalist düzene karşı ilk defa bu kadar açıktan meydan okunmuş, rayından<br />
çıkan Ekonomiyi yerine oturtmak için ilk defa küresel düzeyde girişimcilik bu kadar<br />
popüler olmuştur.<br />
Her şeyden önce girişimcilik bir akıma dönüşmüş durumdadır. Bir akım oluştuğunda<br />
taklitlerini başka ülkelerde de mantar gibi yayıldıklarını görmek bunun ispatıdır. Evet bu<br />
bir akımdır ve unutmamalı ki daha önceki akımlar gibi girişimcilik akımı da geçicidir.<br />
Zamanı geldiğinde büyük taşlar yerine oturunca, küçük taşlar da sadece arayı dolduracaktır.<br />
Fırtınalar yerini sessizliğe bıraktıktan sonra eski heyecan yerini daha profesyonel<br />
ve kurumsal yapılara bırakacaktır. 90’lı yıllarda Kişisel Gelişim akımı da böyle olmuştu.<br />
Amerika’dan ilk önce Avrupa’ya sonra Türkiye gibi başka ülkelere yayılmıştı. Kişisel Gelişim<br />
akımı yerini sertifikalı uzmanlara bırakmış durumda. Sundukları çözüm de halktan ziyade<br />
daha çok kurumsal danışmanlık alanlarında devam etmektedir.<br />
Girişimcilik akımı da böyle olacak, şu anda gelişmekte olan ülkelerin Yeni Girişim’lere<br />
(<strong>Startup</strong>) verdikleri desteklerin artmasıyla birlikte ihtiyaç duyulan standardı yakalayacak ve<br />
bunun dışındaki girişimciler dışarıda kalacaktır. Gençlerin Yeni Girişim’leri büyük oyuncu<br />
olmak yerine büyük oyuncular tarafından satın alınmak olacak. Çılgın girişimcilik akımını<br />
standartizasyona kavuşturmayı başaran ülkeler Ekonomilerinde yeni girişimciler yetiştirerek<br />
yeni istihdam kapıları oluşturabilecek, Ekonomileri rahat nefes alacak ve dışa bağımlılık<br />
azalacak. Milyar dolarlık şirketler oluşturarak arkadaki girişimcilere yeni rol modelleriyle<br />
motivasyon verecek, dünyayla daha iyi rekabet edebilecektir.<br />
Şu andaki dünya üzerindeki akıma aldanarak girişimciliğin yeni bir yenilikmiş gibi sunulması<br />
bir pazarlama aldatmacasıdır zira girişimcilik insanlığın tarihinden beri varolan bir<br />
husustur ancak belki de hiç bu kadar suyu çıkmamıştır. İnsanların aşırı ilgisi girişimciliğin<br />
kendisini bile yeni bir Ekonomi’ye dönüştürmüştür.<br />
Bu kitapla birlikte siz de dünyada esen startup girişimcilik fırtınasının içeriğine vakıf olacak<br />
ve özellikle Silikon Vadisi gibi dünyanın Teknoloji merkezinin kullandığı modelleri hakkında<br />
bilgi sahibi olacaksınız. Bu kitapta siz her şeyden önce Yeni Girişimin Bizcesi’ni görecek<br />
ve neden <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.
Bir Arkansas Günlüğü<br />
Beş yıldan fazladır Arkansas eyaletindeki yaşamım boyunca dünya gündeminin her türlü<br />
yönünü takip etmeye çalışıyorum. 2012 Ocak ayında düşüncelerimi insanlarla paylaşmaya<br />
karar verdim. Uzun yıllar kafamda biriken şeyleri paylaşmak istiyordum.<br />
2kere2beseder.com sitesini kurarak blog yazmaya başladım. Girişimcilik, liderlik, sinema,<br />
ilişkiler, ve biraz da politika hakkında yazılar yazdım. İki sene sonra yüz altmışın üzerinde<br />
blog yazısına ulaşmıştım. Aradan geçen iki sene içinde en çok okunan yazım hiç<br />
beklemediğim şekilde <strong>Startup</strong> Nedir yazısı olmuştu. Nedeni ise çok basitti. Google’da <strong>Startup</strong><br />
Nedir yazdığınızda ilk olarak benim yazım çıkıyordu. Gerçekten de insanlar startup<br />
konusunu merak ediyor, araştırıyor ve blog sayfamdan bana ulaşıyordu.<br />
Bu nedenle daha çok kişiye ulaşması için farklı blog yazılarımı da içine katarak startup<br />
(yeni girişim) meselesini etraflıca ele alıp kitaplaştırmaya karar verdim. Özellikle Türk<br />
Kültürü’nü de işin içine katarak kendi çizgimizde startup fenomenini incelemeye başladım.<br />
Bu kitap bloglarımın derlemesi olsa da pek çok konuyu yeni işliyorum. Yani buradaki<br />
bütün konuları blog sayfamda bulamayabilirsiniz. Dolayısıyla blog yazılarımı okuduğunuz<br />
halde burada farklı konular da okuyacaksınız. Yine de bloglarımı takip edenlerin daha çok<br />
istifade edeceğini düşünüyorum.<br />
Evet çevremizdeki inanılmaz Teknolojik gelişmeler karşısında sarsılan insanımıza bu işin<br />
içeriği hakkında bilgi vermeyi ve bunu yaparken de Türk Kültürü ekseninde meseleleri ele<br />
almayı kendime misyon edindim. Bundan dolayı bu kitaba <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dedim. Yani<br />
Yeni Girişimin Bizcesi...<br />
Bu kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmı motivasyon ağırlıklı olup startup kültürü<br />
hakkında ön bilgi vermektedir. Aynı zamanda ABD kaynaklı başarı hikayelerindeki temel<br />
modelleri tartışmaya açar. Silikon Vadisi’ni ve Hollywood dünyasını kopyalamak yerine<br />
hangi metafizik temeller üzerinde çalıştıklarını göstermeye çalışır. Birinci kısımdan sonra<br />
girişimciliğin temel metafizik dinamiklerini öğrenerek, korkunuzu yenecek ve derin sulara<br />
açılmak isteyeceksiniz.<br />
İkinci kısımda ise startup teknik olarak ele alınıyor. Her konunun sonu özetlendiği için<br />
öğrendiklerinizi pekiştireceksiniz. ABD kaynaklı startup metodlarını daha yakından<br />
görme fırsatını yakalayacaksınız. İkinci kısım size startupların (yeni girişim) nelere dikkat<br />
etmesi gerektiği hakkında detaylı bilgi sunacaktır.<br />
Kitabta anlatılan bütün modeller <strong>Alaturka</strong> mantığı üzerinden işlendiği için kendinizi bir<br />
anda kitapla tartışıyor bulacaksınız. Ülkeler yerini artık güçlü şehirlere bıraktığını görecek,<br />
yeniliğin (inovasyonun) hangi şartlar altında fışkırdığına tanıklık edeceksiniz. Bu kitabı<br />
okuduktan sonra siz de artık bir startup kurmak isteyecek ve artık Türkiye’nin de kendine<br />
özgü startup kültürünü oluşturması gerektiğine ikna olacaksınız. <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> ile<br />
kendinizin de dev Ekonomiler oluşturabilme ihtimalini görerek heyecanlanacaksınız.Eğer<br />
kitap hakkında düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz bana 2kere2beseder.com adresinden<br />
ulaşabilirsiniz.
I. Kısım<br />
Mantığı çok abartmayın...<br />
Bundan yirmi yıl sonra, yaptıklarından çok yapmadıklarından daha<br />
fazla pişmanlık duyacaksın. Bu yüzden, halatlarını söküp at, güvende<br />
olduğun limandan ayrıl, yelkenlerini rüzgarla doldur, araştır, hayal et,<br />
keşfet.<br />
- Mark Twain -
Giriş<br />
2012 Ocak ayında Avustralya’da çıkan bir haberde bir hemşirenin ölüm döşeğindeki insanların<br />
en büyük pişmanlıklarını kitaplaştırdığını anlatıyordu. Sayısız hastayla görüşen Avustralya’lı<br />
hemşire ölümün en son demlerini yaşayanların itiraflarını kaleme almıştı. En büyük<br />
beş pişmanlıklarının birinci maddesi şöyleydi.<br />
Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim<br />
olsaydı.<br />
Hemşirenin kısa zaman içinde ahirete göç edecek hastalardan elde ettiği bu feryat bize<br />
önemli bir gerçeği haykırıyordu. Onları pişmanlığa iten en büyük neden zamanında insiyatif<br />
almak yerine başkalarının hayatını yaşamış olmalarıydı. Ellerine geçen fırsatları değerlendirme<br />
cesaretini kendilerinde bulamamışlardı. Siz hayal kurup peşinden koşmazsanız<br />
mutlaka başkalarının hayallerini yaşamak zorunda kalırsınız klişesini zihnimize tekrar<br />
kazıyordu.<br />
Kitap yazmak, kendi işini kurmak, okul açmak, başarılı bir Tenis Raket’i olmak, ünlü bir<br />
Piyanist olmak, yurt dışında en iyi okula kabul almak, en iyi labaratuarlarda icatlar yapmak,<br />
yeni bir dil öğrenmek, oyuncu olmak, Ressam olmak, iyi bir hatip olmak, Siyaset’e atılıp<br />
ülkeyi yönetmeye aday olmak, Yönetmen olmak, sinema oyuncusu olmak, tutkulu bir Televizyon<br />
sunucusu olmak, insanların dertlerini çözen başarılı bir Psikolog olmak, dünyayı<br />
dolaşmak, şarkıcı olmak, stand-up şovlarla insanları güldürmek, yurt dışında yaşamaya<br />
karar vermek, sivil toplum kuruluşlarına katılıp yetimleri, fakirleri gözetmek...<br />
Liste böylece uzayıp gider çünkü insanlar hayal etmeyi sever. Yukarıdaki söz konusu güzel<br />
hayallerin en az birine herkes hemen hemen sahiptir ancak pek azı peşinden gidebilme<br />
cesaretini gösterir. İçindeki çılgın ses bağırdığı halde türlü türlü bahanelerle o kutsal ses<br />
bastırılır. Böylece kendi yüreğinin sesini duyamayanlar başka yüreklerin esiri olurlar.<br />
Peşinden gidilmeyen, kovalanmayan hayallerin intikamı acı olur. Ölüm döşeğinde bile<br />
olsa size kendisini itiraf ettirir. Özellikle başkalarının sizin hayallerini gerçekleştirdiğini<br />
gördüğünüzde içiniz daha da burkulur.<br />
Hayallerini tutkularıyla birleştirebilen ve ne pahasına olursa olsun peşinden gidenler ise cesaretlerinden<br />
ve gayretlerinden dolayı mükafatlandırılırlar. Hayat gerçekten de cesur olanın<br />
tarafındadır. Ölüm önce savaştan kaçanların üzerine oklarını isabet ettirir. Sizden istenen<br />
ise sadece cesur mangal gibi bir yürektir.<br />
Bir şeyi gerçekten de istediğinizde onu gerçekleştirmek için hayat size fırsatlar verir. Hayatta<br />
en çok istediğiniz şey ile sınanırsınız. Sabrınız, azminiz, cesaretiniz her şeyiniz sonuna<br />
kadar sınanır. Hayallerinizde samimi olup olmadığınız test edilir.<br />
İçinizdeki çılgın sese kulak vererek hedeflerinizi sırasıyla gerçekleştirebilmeniz elbette<br />
mümkün yalnız bu sesi sizin nasıl yorumladığınız her şeyden çok daha mühimdir.
<strong>Startup</strong> Çılgınlığı<br />
Hayaller dedik çünkü şu anda cep telefonları, televizyonlar, uydular, bilgisayarlar hepsi bir<br />
hayalle başladı. Hayatımızı derinden şekillendiren tekno şirketlerinin hepsi basit bir hayalle<br />
yola koyuldular. Tekno şirketlerinin başlangıç aşamasına startup (yeni girişim) dedikleri<br />
için de dünyanın en büyük ilgi odağı oldular. Bu kitapta hepimizin yakından tanıdığı Silikon<br />
Vadisi’ndeki başarılı Teknoloji firmalarının hayallerini başlangıç aşamasında hangi<br />
modeller üzerinde kurduklarını göreceksiniz.<br />
<strong>Startup</strong> ya da Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim başlangıç aşamasındaki<br />
Teknoloji şirketlerine deniyor. Bu kitapta startup firmalarının hangi yöntemleri izlediklerini<br />
göreceksiniz. Serendiplik Modeli (Serendipity), <strong>Startup</strong> (Yeni Girişim), Yalın Girişim (The<br />
Lean <strong>Startup</strong>), Teknoloji Yaşam Döngüsü (Technology Adoptation Lifecycle), Büyütme<br />
Korsanlığı (Growth Hacking) gibi son dönemin popüler kavramlarını öğreneceksiniz.<br />
Bütün bu kavramları açıklarken Türk kültürünü esas alarak Türkiye’nin bu kavramların<br />
neresinde olduğu ile ilgili daha iyi analiz yapabilme kabiliyetine de kavuşacaksınız. Silikon<br />
Vadisi’nden çıkan başarılı modelleri öğrenirken Türk Kültürü’ne uyup uymadığını da<br />
tartışacağız. <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dememizin amacı da körü körüne Amerika Birleşik Devletleri’nden<br />
aldığımız kavramların peşinden gitme alışkanlığımızı değiştirmektir.<br />
Başka ülkenin kendi kültür dinamikleriyle oluşturmuş olduğu elbisenin herkese uymadığına<br />
şahit olacaksınız. Bununla birlikte başarılı tekno şirketlerin başlangıç aşamasında kullandıkları<br />
modelleri öğrenip hakklarını da teslim edeceğiz.<br />
Evet şu an startup dünyanın en büyük çılgınlıklarından sayılıyor. 1970’lerden itibaren<br />
Amerikalı genç girişimciler kendi hayallerinin peşinden koşarken dünyanın en büyük<br />
Teknoloji merkezini de oluşturduklarının farkında değillerdi. Şu an için geldikleri noktayı<br />
aşağıdaki tablodan rahatlıkla görebilirsiniz.<br />
Tablodan da görüldüğü gibi Amerika’nın<br />
büyük Teknoloji şirketlerinin yıllık<br />
geliri başka ülkelere tekabül ediyor. Yani<br />
Amerika Birleşik Devletleri kendi içinde<br />
sayılı büyük şirketleriyle başka ülkelerin<br />
yıllık gelirine denk gelir elde ediyor.<br />
Bankacılığıyla, çikolatalarıyla, saatleriyle<br />
ünlü İsviçre bile ancak bir Apple ediyor.<br />
İşte bütün bu işletmeler startup sürecinden<br />
geçip kozadan kelebeğe doğru<br />
kanatlandılar. Bundan dolayı bu kitapta<br />
startuplarla ilgili bütün önemli kavramların<br />
izahını da kendimize borç bildik.<br />
Şirket Yıllık Gelir Ülke<br />
(milyar $)<br />
Apple 427 İsviçre<br />
Microsoft 206 Tayland<br />
IBM 186 Portekiz<br />
Samsung 156 İsrail<br />
Google 154 Mısır<br />
Oracle 120 Cezayir<br />
Intel 117 Peru<br />
Qualcomm 85 Kazakistan<br />
Amazon 81 Bangladeş<br />
Ebay 48 Küba<br />
Şirket vs. Ülke
Ve Şimdi<br />
Gerçekten de startup çılgınlığına kayıtsız kalmak artık mümkün değil. Dünyada bu kadar<br />
gelişmeler olurken Türkiye gibi başarıya aç bir ülkenin kayıtsız kalması kesinlikle mümkün<br />
değil.<br />
Amazon siparişleri eve drone’larla (insansız hava aracı) getirmek için son testlerini yapıyor.<br />
Facebook dünyada İnternet erişimini yaygınlaştırmak için satellites drone’larını (İnsansız<br />
Hava aracı Uydusu) duyurdu. Facebook ile rekabet eden Google başka bir drone firmasını<br />
satın aldı. Onlarda gözünü İnternet dronelarına dikmiş durumda. Amaçları ise dünya nüfusunun<br />
üçte ikisini İnternet’e eriştirmek. Biz Türk’ler “İstikbal Göklerdir” sözünü sanırım<br />
yeni anlıyoruz. Göklere hakim olmak için ille de askeri uçakları göndermek gerekmiyormuş.<br />
Facebook, Google Internet Drone<br />
Amazon Sipariş Drone<br />
Dünyanın mobil çılgınlığı ise zaten malumunuz. Cep telefonsuz bir hayat artık mümkün<br />
değil. Google ile Samsung arasındaki amansız rekabeti film izler gibi izliyoruz. Google<br />
başkalarıyla rekabet etmeden yerinde duramıyor.<br />
Bir yandan da 3D yani üç boyutlu yazıcılarla üretim endüstrisi değişmeye başladı. Artık<br />
Boeing Hava şirketinin malzemesinin yüzde kırkı bu fabrikacıklardan üretiliyor. Hem araba<br />
hem uçak olarak kullanılabilen araçlar bile startup şirketleri tarafından üretilmeye başlandı.<br />
İnsan böbreğinin çalışmayan hali bile olsa 3D yazıcılarla üretilmeye başlanması da geleceğe<br />
dair önemli ip uçları barındırıyor. Artık yeni iş alanları, yeni şirketler ve yeni bakış açıları<br />
var.<br />
Google artık evinizin içine bile girdi. Nest firmasını $3.2 Milyar’a satın alarak kendi uygulamanızdan<br />
evinizin termostatını kontrol edebilirsiniz. Twitter, Facebook, LinkedIn, Pinterest,<br />
Instagram, Snapchat, Whatsapp gibi sosyal medya çılgınlıklarını ise anlatmaya gerek<br />
bile yok. Onlarsız hayat artık mümkün değil. E-Posta’mızı kontrol eder gibi artık onları da<br />
kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz.<br />
Snapchat Facebook’un $3 Milyar’lık teklifini reddecek kadar özgüvene sahip gençlerin<br />
varlığını da gösteriyor. Bu gençler büyük teklifi reddede dursun Facebook kısa süre sonra<br />
Whatsapp’ı $19 Milyar’a satın alarak bütün herkesi şaşkına çevirmiş durumda. Daha önce<br />
de popüler fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram Facebook tarafından $1 Milyar’a satın<br />
alınmıştı. Böylece Facebook Whatsapp’tan sonra çıtayı iyice yükseltmiş oldu.
Artık Özgeçmiş hazırlamak yerine LinkedIn yeterli oluyor. İş dünyasının büyük çoğunluğu<br />
LinkedIn’e bağlı. Twitter insanlara sosyal protesto özgürlüğünü vererek dünya toplumlarını<br />
şekillendirmeye devam ediyor. Ünlülerin fotoğraflarını anında Instagram’da takip ederek<br />
aslında onların egolarını da takip ediyoruz.<br />
Ebay ve Amazon geleneksel ticaretteki toptancı kavramını öldüreli zaten çok oluyor. Artık<br />
her şey alıcıyla satıcı arasında gerçekleşiyor. Ticaretin dikeyi, yatayı, kulübü derken İnternet’te<br />
satın alınmayan şey kalmadı dersek abartmış olmayız.<br />
Arabanızı kullanırken radyodaki sevdiğiniz bir şarkıyı detaylı tanımak için Shazam uygulamasını<br />
açıp kim olduğuna bakabilirsiniz. Shazam müziğin sesini algılayarak şarkıcının kimliğini,<br />
şarkının kendisini bir kaç saniye içinde gösteriyor. Yani gerçek zamanlı uygulamalar<br />
ile merakınızı anında giderebilmeniz artık mümkün.<br />
Uber uygulaması ile San Francisco’da taksi yerine daha iyi fiyatlarla araba kiralayabilirsiniz.<br />
Artık taksi için uzun uzun beklemeye gerek yok çünkü araç paylaşım uygulamsı Uber size<br />
kısa zamanda araç getiriyor. Uber’ın klon uygulamaları başka ülkelerde çoktan görücüye<br />
çıkmış durumda. Airbnb ile de otel yerine kiralık bir daire kiralamanız mümkün. Onun da<br />
klonları piyasayı doldurmuş durumda. Ara katmandaki büyük oyuncular yerini startupların<br />
paylaşım modellerine bırakmış durumda.<br />
Akıllı telefonlardan bankacılık, oyun, haberleşme, sosyal medya hayatın doğal bir parçası<br />
haline geldi. Kimse size akıllı telefonunuz var mı diye sormuyor, neden yok diye soruyor.<br />
Eğitim sistemi değişiyor, uzaktan öğrenmeyle insanlar master yapıyor, okul okuyor, ders<br />
çalışıyor. Akraba ziyaretimizde selamla başlamak yerine wireless (kablosuz ağ) şifresi soranlar<br />
artık normal karşılanıyor. Daha karpuz kesecektik deseniz bile misafirin mazereti evde<br />
yetiştirmesi gereken e-postalar oluyor.<br />
Evet menfi ve müspet olarak hayatımız çılgın hayalcilerin azminden dolayı değişiyor, şekilleniyor,<br />
parlıyor, sönüyor, hızlanıyor. Artık beynimizin en ücra nöronları onların aletlerinden<br />
fışkıran içerikle doluyor. Gözlüğümüze (Google Glass), kol saatimize (Samsung Watch)<br />
kıyafetimize ve hatta genetiğimize kadar göz dikmişler.<br />
Artık bir tercih yapmak zorundayız. Ya koyunların kervanına katılacağız ya da çoban olacağız.<br />
Eğer başarabilirsek ana çiftliğin sahibi de olacağız. Çok daha ileri gitmek istiyorsak<br />
kendi modellerimizi oluşturacak ve kendi kurallarımızı koyacağız. Ancak her şeyden önce<br />
bu kadar gelişme karşısında enaniyeti bir tarafa bırakıp, hali hazırdaki sistemleri, modelleri,<br />
yöntemleri öğrenecek ve bunun için de herkesten daha çok sabırlı olacağız.<br />
Milyar dolarlar havalarda uçuşurken bütün bu gelişmelere tabii ki sessiz kalamayız. Bütün<br />
bu gelişmeler gerçekten de başımızı döndürüyor. İlişkiler, düşünceler değişiyor, insanlar<br />
kendisini ifade hürriyetine kavuşuyor. İlişkiler sosyal medyada yara alıyor, kimi paylaştığı<br />
tweetten dolayı işten atılıyor, kimi yurt dışına bile sürülüyor. Kısacası her şey değişiyor ve<br />
bizim de kendimizi acilen konumlandırmamız gerekiyor.
Serendiplik Modeli (Şans Havuzu)<br />
Hayaller, hedefler, şirketler, startuplar dedik ve bunların<br />
çoğunun Silikon Vadisin’den çıktığını söyledik.<br />
Peki bu kadar büyük başarının hiç bir modeli yok<br />
mu? Şimdi biz de onlar gibi yatırımcıları, mucitleri,<br />
yazılımcıları, girişimcileri bir araya getirirsek ve onlar<br />
için binalar yaparsak aynı başarıyı yakalayabilir<br />
miyiz? Tabii ki hayır, hem de koskocaman çivili bir<br />
HAYIR. Silikon Vadisi’ini inşaat sektörüne denk<br />
görenlere ilk olarak yandaki kitabı okumalarını<br />
tavsiye ediyoruz.<br />
Get Lucky (Şanslı ol veya Şansı Yakala) şu ana kadar<br />
okuduğum en iyi kitaplardan diyebilirim. Şansın<br />
aslında planlanan bir yolculukta, mucizelerin yakalanabileceğini<br />
iddia ediyor ve örneklerle anlatıyor.<br />
Adından da anlaşılacağı gibi “Planned Serendipity” yani planlanmış serendiplik (tesadüf,<br />
şans) demektir ve sizin farkındalık gücünüzle oluşturmuş olduğunuz tesadüfler zinciridir.<br />
Başarı, ilişkiler, buluşlar planlanan bir olgudan ziyade, nedenini bilmeden ve sorgulamadan<br />
ancak cesaret ve kararlılık göstererek farkındalığınızla oluşturulmuş tesadüfler havuzunda<br />
deneme yanılma yöntemleriyle elde edilen olay sonuçlarıdır diyor kitap.<br />
Çok mu karışık oldu? O zaman en basit anlamıyla şöyle diyelim: Şans sizin risk alarak kendi<br />
iradenizle oluşturabileceğiniz bir tesadüfler zinciri olabilir. Tesadüf dediğiniz şey zaten<br />
zaten rastlantısal başı bozuk olaylar kümesi değildir. Tesadüf İlahi sevkiyatın beşeri adıdır.<br />
Bir partide tanıştığınız birisiyle ilişkiye başlamanız, bir trafik kazasında hayat arkadaşınızı<br />
bulmanız, arkadaşınızı ziyaretinizde duyduğunuz bir işe başvurup kabul almanız gibi olaylar<br />
rastlantı gibi gözükse de sebepler dairesinde sizin cüzi iradenizin de bir sonucudur<br />
çünkü partiye gitmeyi siz kendiniz tercih ettiniz, arkadaşınızı ziyarete kendiniz karar verdiniz<br />
ve hayırsız gibi gözüken bir trafik kazasında da arabayı siz kendiniz kullanmayı tercih<br />
ettiniz. Halk dilinde istemeyi vermeseydi vermeyi istemezdi diye tanımlanan cüzi irade kendi<br />
isteğinizin bir sonucudur.<br />
Eski dilde tevafuk şimdi de kısmet dedikleri kaderin cüzi irade boyutunda insanın yapabilecekleri<br />
sanıldığından da fazla. Bunun ilk şartı şansın ayağınıza kadar gelmesini beklemeyi<br />
terketmektir. Sonra da kitapta değişik örneklerle anlatıldığı gibi şansın sadece hazırlıklı<br />
olarak beklemek değil aynı zamanda belirsizlik havuzuna kendinizi bilinçli olarak atabilme<br />
cesaretini gösterebilmenizdir. Yani şans insanların bildiğinin aksine sizin kendinizin planlayabileceği<br />
bir durum olabilir.<br />
Planlanmış serendiplik bir bakıma başarının metafizik boyutudur. Başarılı insanların<br />
hikayelerine baktığınızda hiç beklemedikleri anda ivme kazandıklarını görürsünüz. Bir<br />
telefon, bir insan, bir konferans, bir kitap, bir alet, bir film veya bir çocuk uzun süredir<br />
çalıştıkları bir konunun çözümü için ilham verebilir ve sonra da aniden hayatları değişir.
Tasavvufçular insan aleminin beş kısımdan kalp, ruh, sır, hafi ve ahfâ’dan oluştuğunu söylerler.<br />
İnsanın kendi metafizik boyutu kendisine kılavuzluk yapacak istidadlardan oluşur.<br />
Onların dilini anlamak için ise hikmet dili gerekir. Bir şeyin arkasındaki gerçek nedenini<br />
görebilme kabiliyeti, olayların anlamını kavrayabilme becerisi, isabetli karar verebilme<br />
özelliği gibi insan ruhunun işin içinde olduğu metafizik zekaya hikmet dili denir.<br />
Siz hikmet dilinin içinde ilham, içgüdü ve sezgiyi de insan ruhuyla birlikte ele alabilirsiniz<br />
Ruhun mekanizmasını tartışacak değiliz ancak şunu söyleyelim ki ruhun merkezi olan<br />
kalp değişik fonksiyonlarla donatılmıştır. İnsan sadece beyniyle düşünmez, ruhunu da işin<br />
içine katarak karar verir ve ilham, üçgüdü, sezgi gibi ruhsal fonksiyonlarından istifade<br />
eder. Unutmayın ki eğer çok ter döktüyseniz ve üzerinize düşen görevleri yerine fazlasıyla<br />
getirdiyseniz ruhsal paradigmalar devreye girer. Hızır ancak bir hikmet gereği kapınızı<br />
çalar. Çevrenizde meydana gelen olaylar, objeler insanlar kullanılarak size yol gösterilmeye<br />
çalışılır.<br />
Hayatın işaret dilinden anlayabilmeniz için de hikmet dilinden anlayabilmeniz gerekir. Bazen<br />
rüyalarınız bile size yol gösterebilir. Bu meziyetler kişinin inancına, ruhsal hayatına ve<br />
çevresine göre oldukça değişkenlik arzeden mevzulardır.<br />
Bizi ilgilendiren kısmı ise girişimcilerin dışarıyı aşırı kopyalaması, gereksiz şekilde aşağılık<br />
kompleksine girmesi ve kendisine değer vermemesine karşın onları itikad bozukluğundan<br />
sakındırmaktır. Bunun için ise girişimcinin ilk önce işaret dilinden anlaması gerekir.<br />
Serendiplik işte bu tarz metafiziğin hayata geçtiği ekosistemlerdir. Mesela Silikon Vadisi ve<br />
Hollywood gibi ekosistemler iki büyük metafizik ortamdır. Bu ortamlarda işaret diline vakıf<br />
başarılı hikayeler bulabilirsiniz. Biz sadece şunu söyleyelim ki bu tarz metafizik ortamlarda<br />
ruhlar çarpışır, kıskanır, rekabet eder, etkileşime girer, üzülür, sevinir, özenir ve heyecanlanır.<br />
Bundan dolayı kendi modelimize <strong>Startup</strong><br />
<strong>Alaturka</strong> diyoruz. Bir Türk startup girişimcinin<br />
ruhunu neler heyecana geçirebilir.<br />
Gereksiz kıskançlık yerine paylaşımı nasıl<br />
öğrenebilir? Çok fazla eleştiri hastalığını<br />
nasıl tedavi edebilir? Hayal gücünü zenginleştirmek<br />
için hangi sanatları öğrenmelidir?<br />
-Serendiplik modeli metafizik gerilim modelidir-<br />
Gündemdeki saçma sapan siyasi kısır<br />
tartışmalardan nasıl korunabilir? Nelerden<br />
hoşlanır veya hoşlanmaz? Rekabet ederken<br />
rakibini takdir etmeyi nasıl öğrenebilir?<br />
Kendi ruhsal hayatına nasıl manevi zenginlik<br />
katabilir? Egosunu nasıl yönetebilir? Yani kısaca<br />
kendisini tanıma yolları nelerdir ve nasıl<br />
olmalıdır?
<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong>’yı keşfettiğimiz zaman kendi girişimcilik modelimizi de keşfetmiş olacağız.<br />
Bu kitapla biz sadece başlangıç yapıyoruz. Yine de işe serendiplik modelini anlamakla<br />
başlayabiliriz. Bizim de kendimize yönelik şans havuzları oluşturabilmemiz gerekiyor. Kendi<br />
insanımızın ruhunu tetikleyecek şeyleri zamanla anlayıp sistemleştirebilmemiz gerekiyor.<br />
Evet ilk önce serendiplik modelini hayata geçirmemiz gerekir çünkü ruh rahat ve risksiz<br />
ortamda harekete geçemez. Ruhun harekete geçmesi ve fonksiyonlarını icra etmesi için<br />
riskli, çoğulcu, etkileşimli, zengin ve heyecanlı ortamlar gerekir. Ruhun gerilmesi gerekir.<br />
Ruh korkacak, acı çekecek, endişe edecek, kızacak, sevinecek, esneyecek, şişecek, coşacak<br />
ve hırslanacak ki insan kendi bütün melekelerini de birlikte çalıştırabilsin. İşte planlı serendiplik<br />
insanı çoğulculuk ortamlarına sokarak ruhun bu ihtiyacını karşılayor ve kişiyi sonu<br />
belirsiz fakat anlamlı bir yolculuğa çıkartıyor.<br />
Metafiziğin çalışması için sizin kendinizi bilinçli olarak şans havuzuna bırakıp Kainatın<br />
Sahibine güvenmeniz gerekiyor. Mucizeler limanda oluşmaz, denizin tam ortasında fırtınalı<br />
zamanlarda oluşur. Totemler yapıp şirke düşmek yerine ruhunuzu Sahibine teslim ederek<br />
Onun kararına rıza gösterebilirsiniz.<br />
Neden mi? Çünki biz gerçekten de çok belirsiz bir dünyada yaşıyoruz. Karşımıza neyin<br />
çıkacağından habersiz zavallı aciz insanlarız. Hiçbirimiz bir saniye sonrasını bilmiyoruz.<br />
Konferanslarda, seminerlerde başarılı insanlar size gelecekten bahsetse de inanın onlar da<br />
sonrasından habersiz yaşıyorlar. Bakmayın öyle konuştuklarına, onlar da aynen sizin gibi<br />
geleceği planlamaktan aciz insanlar.<br />
Ancak onları sizden ayıran en önemli yönleri kendilerini zamanında riskli şans havuzuna<br />
bırakabilme cesaretini gösterebilmeleridir. Siz acabalarla vakit geçirirken onlar planlarını<br />
programlarını yapıp kervan yolda düzülür deyip okyanusun içine balıklama atladılar.<br />
İşte Get Lucky kitabında milyar dolarlık şirketlerin planlı şans havuzunu nasıl oluşturdukları<br />
anlatılıyor. Dünyayı değiştiren insanların en belirsiz ortamlardan nasıl fışkırdığına şahit<br />
oluyorsunuz.<br />
Kimler mi? Facebook, Twitter, Google, Pinterest,<br />
Microsoft, Apple, Amazon, 3M, Pixar ve<br />
daha nice bilindik firmalar farklı niyetlerle yola<br />
çıktılar ve farklı sonuçlar yakaladılar.<br />
Her şeyin mükemmel olmasını beklemediler.<br />
Yolda farklı imkanlarla karşılaştılar ve esneklikleri<br />
sayesinde kendi hayallerinin ötesinde<br />
mükafatlandırıldılar. Onlar risk almayı seven ve<br />
dünyanın dengesini aşırı derecede bozanlardan<br />
oluşuyor. Dünyanın en zengin insanları oldular<br />
ve herkesin iştahını kabarttılar. Dolayısıyla<br />
dünyanın en büyük ilgi odağı oldular.<br />
Risk alanlar her zaman zengin olamadılar fakat<br />
zengin olanlar hep risk alan insanlardan oluştu.
Silikon Vadisi’nin kendisi bile planlı tesadüfler<br />
sonucu oluşmuş bir başarı hikayesidir. İşte insanların<br />
asıl yanıldığı nokta burasıdır. Silikon<br />
Vadisi bir inşaat hikayesi değildir. Farkındalıkla<br />
tecrübenin biriktirildiği ve sonrasında neyin<br />
geleceğini kendilerinin bile tahmin edemediği<br />
delice bir metafizik ortamdır. İnsanlar Silikon<br />
Vadisi’ndeki Ekosistemi tanımlarken toplama<br />
kampı gibi yatırımcıların, iş adamların,<br />
yazılımcıların ve girişimcilerin bir araya getirilip<br />
inovasyona dayalı ürün geliştirildiği yer<br />
olarak tanımlıyorlar.<br />
Ekosistemin tarifi kesinlikle bu değildir.<br />
Ekosistem dar bir alanda inovasyon gibi en<br />
önemli ruhsal fonksiyonu icra edebilmek için<br />
oluşturulmuş bilinçli belirsizlik ortamıdır.<br />
Belirsizlik olacak ki endişe, korku, sevinç,<br />
mutluluk, rekabet, hırs, kıskançlık, imrenme,<br />
övülme, narsistlik gibi müspet ve menfi<br />
duygular tetiklensin sonra da yenilikçi ürünler<br />
fışkırsın.<br />
- Silikon Vadisi -<br />
Bu harita farklı şirketlerin eklenmesiyle halen<br />
genişliyor.<br />
Serendiplik modeli sadece Silikon Vadisi’ndeki şirketler için geçerli değildir. Mesela dünyaca<br />
ünlü Hollywood’taki oyuncuların yaşadığı hikayeler de tipik bir serendiplik modelidir.<br />
Oyuncu adayının Los Angeles’ta bir ajans bulması en büyük belirsizliktir. Zamanını oyunculuk<br />
seçmelerine (audition) harcayarak ajans bulmaya çalışır. Bulduğu ajansın kendisine<br />
ne zaman hangi filmde rol bulacağı ayrı bir belirsizliktir. Oyuncunun film setinde durumu<br />
bile performansına göre her an değişebilir.<br />
Bir filmde oynasa bile başka filmlere çağrılma olasılığı tamamen şartlara bağlıdır. Jennifer<br />
Lawrence gibi bir oyuncu kısa zamanda Oscar da alabilir, Leonardo Di Caprio gibi yılların<br />
oyuncu Oscar’sız eve de dönebilir. Bir film oyuncusunun ortamı o kadar belirsizdir ki<br />
kendisini büyük bir azimle ve iradeyle tamamen bir şans havuzuna bırakmıştır. Bu havuzda<br />
insanlarla etkileşimde bulunur, çalışır, çabalar ve elinden gelen bütün gayreti gösterir.<br />
Bundan dolayı en ilginç hikayeleri Hollywood dünyasından duyarsınız. Onların hikayeleri<br />
dünyanın en ilginç ve dinlemeye en değer hikayelerdir.<br />
Bununla birlikte yıllarca Los Angeles lokantalarında çalışıp oyunculuk seçmelerini (audition)<br />
kovalayan insanlar da mevcut. Onlar da gerekli insan ağını yakalayamadıkları için<br />
ve yanlış stratejilerden dolayı geride kaldılar. Yani planlı serendiplik için kendinizi şans<br />
havuzuna bırakmanız da yetmiyor. Onun gerektirdiği hareket, esneklik, strateji, kararlılık,<br />
çoğulculuk gibi şartlarını da yerine getirmeniz gerekir. Bazen de hayat size uygun olmadığınız<br />
bir alanı zorlamanın yersiz olduğunu söylemeye çalışır. Zira Vermezse Mabud<br />
neylesin Sultan Mahmud sırrınca her şey Mevla’nın takdirine kalıyor ama bir kapı kapanıyor<br />
farklı binlerce kapı açılıyor.
Yani ister Silikon Vadisi ister Hollywood, Amerika Birleşik Devletleri kendi metafizik ortamlarını<br />
oluşturmayı başarmıştır. Başka ülkelerin aynısını kendi ülkelerinde uygulamaları<br />
kesinlikle mümkün değildir.<br />
Bunun farkında olan Hindistan ise kendi Bollywood’unu oluşturmuş ve ürettikleri filmlerini<br />
tamamen kendi kültürel kodlarıyla hayata geçirmiştir. İsmini kopyalasa da Bollywood’da<br />
çekilen filmler tamamen Hint Kültürü eksenlidir. Hint film sektörü yine eskiden olduğu<br />
gibi ritme dayalı danslı filmler çekmeye devam etmektedir.<br />
Bu kadar serendiplik modeli tartışmasından sonra şimdi de bir kaç örnek verebiliriz.<br />
Amazon<br />
Eğer siz Amazon’u halen kitap, dvd gibi parakende ürünler satışı yapan bir şirket olarak<br />
görüyorsanız bakış açınızı şimdiden değiştirmelisiniz. Amazon şirketi artık bir Teknoloji<br />
şirketidir ve bunu da Bulut Teknoloji tabanlı (Cloud based Computing) sistemlerine<br />
borçludurlar.<br />
Amazon’un CEO’su Jeff Bezos her çalışanından kendi sisteminin başka platformlarla<br />
konuşabileceği bir arayüz ister. İnsanlar doğal olarak web servisleri yazmaya başlarlar. Son<br />
derece belirsiz olan bu süreç Bulut Teknolojisine kadar uzanır. Jeff Bezos çalışanlarına<br />
tanıdığı zaman esnekliği şirketi hayallerinin ötesine taşır.<br />
Bugün dünyanın konuştuğu Bulut Teknlojisine sahip şirketlerden biri Amazon’dur. Piyasada<br />
Instagram’ın resimlerini Amazon’un Bulut Teknolojisinde depolayarak başladığı bilinmektedir.<br />
Bugün Amazon Cloud sistemleri girişimciler için vazgeçilmez bir imkandır.<br />
Ayrıca Amazon aynı zamanda bir medya şirketidir. Amazon Prime ve Instan Watch ile<br />
Netflix’e kafa tutabilecek film izleme imkanınız vardır. Hem de Sinema’da vizyondan yeni<br />
kalkan en son filmleri bile izleyebilirsiniz. İşin ilginç tarafı da kendi rakibi Netflix’in film<br />
sunucuları da Amazon tarafından karşılanmaktadır.<br />
Amazon şimdi de dronelar (havasız sipariş aracı) üzerinde çalışıyor. Yakın gelecekte siparişlerinizi<br />
artık evinize dronelar getirecek ve lojistik alanında yeni bir çığır açılmış olacak.<br />
Fedex gibi geleneksel lojistik yöntemlerin bu durumdan etkileneceği aşikar.<br />
Ayrıca Amazon proje takımlarını startup kültüründe<br />
çalıştırıyor. Bunun sebebi vurguladığımız aynı sebep<br />
yani serendiplik.<br />
<strong>Startup</strong>lar da son derece belirsiz ortamlar olduğu için<br />
serendiplik modeline en yatkın modeldir hatta ta<br />
kendisidir. Girişimcinin göz bebeği gibi kurduğu startupta<br />
serendipliğin gerektirdiği doğru metodlar uygulanırsa<br />
başarılı olmamak için bir sebep yoktur.
3M<br />
Başka ilginç bir örnek ise her gün çalışma masamızda<br />
kullandığımız postitlerin hikayesidir. 1960’ların sonlarına<br />
doğru 3M şirketindeki bilim adamlarından Dr.<br />
Spencer Silver dünyanın en iyi yapışkanını üretmek<br />
için laboratuvarda gecesini gündüzüne katıyordu.<br />
Ancak en iyi yapışkan yerine hafifçe yapıştırılıp<br />
çıkartılabilen bir yapışkan keşfedince hayal kırıklığına<br />
uğramıştı. Dr. Spencer Silver kendisine göre başarısız<br />
olduğunu düşünse de meslektaşı Art Fry bunun not<br />
kağıdı için kullanılabileceğini ileri sürer.<br />
Zira Art Fray eskiden klisenin ilahi korosunda kitap sayfalarını işaretleme ihtiyacı duyuyordu<br />
çünkü araya koyduğu her kağıt düşüyordu. Kısa zaman sonra ürünü farklı tüketicilere de<br />
denettikten sonra aldıkları 90% lık iyi geri bildirimle birlikte ortaya milyon dolarlık farklı<br />
bir sektör çıkmıştı.<br />
Google<br />
Sergey Brin ve Larry Page 1996’da doktora tezinde geliştirdikleri arama algoritmasını üç yüz<br />
bin dolara satmak için büyük şirketlerin kapısını çalıyorlardı. Bir sonuç çıkmayınca Sequoia<br />
Capital’den aldıkları yatırımla garajda kendi yollarını çizdiler. Ne var ki tam olarak nasıl bir<br />
şey çıkacağını kendileri de bilmiyordu. İlk önce PageRank sonra da Matematikte 10 üzeri<br />
100 anlamına gelen Googol ismiyle ilk çıkışlarını yapsalar da sonra Google ismini keşfettiler.<br />
Şirketin ne isminde, ne yapısında, ne büyüklüğünde ne de geleceğinde hiç bir fikirleri<br />
yoktu sadece inandıkları bir arama motoru algoritmasıyla yola çıkmışlar ve karşılarına<br />
çıkan sürprizleri değerlendiriyorlardı. İki yıl boyunca hiç kâr edemediler. Google Adsense<br />
gibi şirketin %15 gelirini sağlayan reklam modellerini de yolda keşfetmişlerdi. Şimdi ise<br />
Google artık sadece bir arama motoru değil, bütün alanlara nüfus etmeye çalışan, herkesle<br />
rekabet etmekten çekinmeyen önemli bir Teknoloji şirketidir. Google aynı zamanda işe<br />
yaramayan projelerini bir çırpıda çöpe atabilecek kadar esnek bir şirkettir. Google’ın batan<br />
projeleri serendiplik modelinde esnekliğin nasıl olması gerektiği konusunda büyük dersler<br />
içerir.<br />
2005’te Facebook ve Twitter gibi şirketler henüz parlamamıştı. Mobilite çılgınlığı tam anlamıyla<br />
başlamamıştı. Google İnternet’in ağabeyi olmuş herkes onlardan bahsediyordu.<br />
2005’te San Francisco’da Web Summit konferansına katılan Sergey Brin ve Larry Page’e<br />
başarılarını neye borçlu oldukları sorulunca Brin şöyle diyordu. “Başarımıza katkı sağlayan<br />
birinci faktör şans idi. Biz sadece yüreğimizi takip ettik ve araştırma alanında bulduğumuz<br />
çok faydalı bir şeyi hayata geçirdik”<br />
Tabii bu cevaptan program moderatörü ve katılımcılar memnun olmamıştı. Onlar daha<br />
şatafatlı bir cevap bekliyordu. Halbuki Brin doğru söylüyordu çünkü onun kastettiği serendiplik<br />
havuzuydu. Güçlü bir algoritma ile yola çıkmışlar, yüreklerini ortaya koymuşlar ve<br />
sürprizleri yolda keşfetmişlerdi.
Pixar<br />
Steve Jobs denilince herkesin aklına Apple gelir<br />
benim ise Pixar gelir çünkü Pixar’ın hikayesinden<br />
daha çok hoşlanırım. Jobs kendi Apple şirketinden<br />
atılınca kendine yeni bir misyon biçmiçti. Pixar<br />
Animation Studios şirketini kurarak yeni bir çığır<br />
açıyordu. Pixar meşhur Animasyon fimleriyle<br />
tanınmıştı; Toy Story, Cars, The Incredibles, Finding<br />
Nemo, Monsters University gibi Animasyonlar<br />
o zamanın CGI teknolojisiyle görücüye çıktığında<br />
çok beğenilmişti. Bu hikayelerin yapım aşaması<br />
ise tamamen serendiplik ortamıyla ilgiliydi. Pixar’ın<br />
ofis ortamı şirket kültüründe serendiplik için<br />
önemli bir örnektir. Dolayısıyla Animasyonların<br />
kendisine odaklanmaktan ziyade biz girişimcilerin<br />
Toy Story<br />
üretim ortamını anlamamız daha anlamlıdır.<br />
Pixar ilk kurulduğunda üç ayrı binada yazılımcılar, grafikçiler ve yöneticiler olmak üzere<br />
dağılmışlardı. Bu durum Steve Jobs’ın hoşuna gitmemişti. Jobs’a göre iyi bir ürün çıkartmak<br />
için farklı departmanlarda çalışan insanların birbirleriyle etkileşimi gerekiyordu. Tek bir<br />
animasyon filmi üzerinde hep birlikte çalışıyorlardı ama birbirleriyle etkileşime girmek için<br />
ofis ortamları bunu sağlamıyordu. Jobs sonra ilginç bir çözüm buldu. İnsanların günlük<br />
en çok ihtiyaç duyduğu kahve makinesinden tutun, toplantı salonları ve yemek masalarına<br />
kadar hemen her şeyi üç odanın tam ortasına yerleştirtti.<br />
Çalışanlar yemek kuyruğunda, kahve molasında, su içerken, yemek yerken birbirleriyle<br />
karşılaşıyor ve spontane sohbet etmeye başlamışlardı. Toplantı odaları da burada olduğu<br />
için etkileşim daha da arttıyordu. Dolayısıyla bu sosyal ortam kısa zaman içinde şirkette ihtiyaç<br />
duyulan sinerjiyi yaratarak beklenen verimi vermeye başladı. Farklı departmanlardan<br />
insanlar da olsalar, bir CGI yazılımcısı ile grafikçi daha rahat iletişim kuruyor, yöneticiler<br />
tam olarak animasyon filminden ne istediklerini daha rahat aktarıyordu. Sonuç muhteşemdi,<br />
çalışmalar, etkileşimler meyvesini vermiş ve ortaya Toy Story animasyon filmi çıkmıştı.<br />
Jobs şirket kültüründe serendiplik modelini uygulamış ve tekrar başarılı olmuştu. Animasyon<br />
gibi maximum yaratıcılığın gerektirdiği bir alanda fikirler, düşünceler çarpışmalıydı<br />
ki ortaya iyi ürünler çıksın. Zira serendiplik spontane yaratılıcığın sistemleştirilmiş versiyonuydu.<br />
Steve Jobs’a göre şans her zaman hazırlanmış zihinlerin yanındaydı ve bunun için<br />
ruhların ve fikirlerin birbireriyle çarpışması ve etkileşime girmesi gerekiyordu. Özellikle<br />
tekil bir projede hep birlikte çalışanlar için merkezi sosyal ortam çok iyi bir çözümdü.<br />
Yeri gelmişken değinelim. 1968’de üretilen kübik ofisler günümüze kadar format değiştirip<br />
geldiyse de halen sosyallik namına bir çözüm sunmuyor. Steve Jobs’ın ofis ortamı ise kendi<br />
ihtiyaçlarına uygun üretilmiş bir çözümdü. Bütün ülkelerin halen kübik ofisleri tercih<br />
etmesi ise tam bir Amerikanlaşma hikayesidir. Türkiye’nin kendi kültürüne özgün ofis ortamları<br />
geliştirebilmesi için ise yenilikçi girişimcilere ihtiyaç var. Bakalım bizi kendi içimize<br />
kapatan bu lanet olası kübiklerden kim kurtarack.
Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions)<br />
Piyasada serendiplik modelinin farklı isimleri mevcut. Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar<br />
(Unintentional Inventions or Discoveries) veya Kazara Buluşlar (Accidental Inventions).<br />
Yukarıdaki iki tanım da aslında serendiplik modelinin aynısıdır. Yola farklı bir niyetle<br />
çıkıp, yolda beklediğinden çok daha iyi ve farklı buluşlara deniyor. Hayatımızdaki pek çok<br />
ürün ve servis aslında kazara gerçekleşen buluşlardır. Hepsinin ortak noktası ise daha önce<br />
söylediğimiz gibi mükemmelliyetçilikten uzak durup kervanı yolda düzeltmeleridir. Kazara<br />
Buluşlar’da neler yok ki. Aşağıdaki listede kazara yapılan buluşları göreceksiniz.<br />
Mısır Gevreği (Corn Flakes) Mikrodalga Fırın (Microwave)<br />
Anestezi<br />
X-Ray Cihazı<br />
Viagra<br />
Teflon<br />
Penisilin<br />
Post-it<br />
DVD<br />
Internet<br />
Facebook<br />
Amazon Bulut<br />
Dondurma Külahı<br />
Coca-Cola<br />
Kibrit<br />
E-Posta<br />
Google<br />
Mürekkep Püskürtücü Yazıcı (Ink-Jet Printer)<br />
Sertleştirilmiş Plastik<br />
Dondurma Külahı<br />
Şampanya<br />
Cips<br />
Kâlp pili<br />
Japon Yapıştırıcısı<br />
Havai Fişek<br />
Kuduz Aşısı<br />
SMS<br />
Konyak<br />
Paslanmaz Çelik<br />
Bing Bang Teorisi<br />
Rosetta Stone (Yabancı Dil Öğrenme Newton Yerçeki Kanunu<br />
Seti)<br />
Naylon<br />
Vazelin<br />
Fosfor<br />
Buzlu Dondurma<br />
Kahve<br />
Oyun Hamuru<br />
Yapay Tatlandırıcı<br />
Brendi<br />
Kauçuk Lastik<br />
Ağız Gargarası<br />
Sakız<br />
Kellik İlacı<br />
Sprey Çamaşır Suyu<br />
Cırt-cırt Bant<br />
-Kazara Buluşlar-<br />
Bu liste aslında daha fazla uzuyor. Şans havuzunda insanların hayatını değiştirecek servisler<br />
ve ürünler hayatın artık önemli bir gerçeği. Büyük bir cesaretle serendiplik modelini uygulayanların<br />
yolu açık olsun.
Serendiplik Modelini Oluşturmak Yeterli mi?<br />
Peki Türkiye’de girişimciliğin henüz yeni trend olmaya başladığı bu zaman diliminde serendiplik<br />
modelini oluşturmak yeterli olur mu? Onu anladığımızda her şey yoluna girecek mi?<br />
Elbette girmeyecek, hiç bir zaman büyük Ekosistemler tekil modellerin üzerinde kurulu<br />
değildir. Serendiplik gibi şans havuzlarının oluşturulması zaruridir ancak bazı şeyler de<br />
bireyin kendisiyle ilgilidir. Daha doğrusu neredeyse her şey bireyin kendisinde bitmektedir.<br />
Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İsviçre, Almanya gibi zengin gelişmiş toplumlara baktığımızda<br />
bireysel olarak Türkiye gibi toplumlardan ciddi sosyolojik farklılıklar içerirler.<br />
En büyük toplumsal fark güven ve saygı gibi görgü anlayışlarıdır. Yerlere çöp atmamak,<br />
bankamatik sırasında gizliliğe saygı duyarak mesafe koymak, alış veriş yaparken mutlaka<br />
teşekkürle cevap vermek, trafik kurallarına uymak, kuyruklarda sırasını beklemek, sınavlarda<br />
kopya çekmemek, tebessüm etmek, ders hocasının niyetini suistimal etmemek, vergisini<br />
zamanında ödemek, yalan söylememek, öfke kontrolü gibi meziyetlerle gelişmiş toplumlar<br />
gelişmekte olan toplumlardan daha öndedir.<br />
Beş yıllık İsviçre ve yedi yıllık Amerika hayatımdan sonra artık bu farka yüzde yüz eminim.<br />
Gelişmiş toplumlar sistemlerini güven ve sıkı takip üzerinden yürütürler. Örneğin<br />
Amerika’da her yıl TurboTax veya TaxAct sitesinden insanlar vergilerinin bir bölümünü<br />
geri alırlar. Site size ilk önce mali ve sosyal durumlarınızla ilgili sorular sorar ondan sonra<br />
da doldurduğunuz diğer formlardan yola çıkarak size ne kadar para verebileceğini hesaplar.<br />
Soruları nasıl yanıtladığınız tamamen sizin insifiyatinizdedir. Sistem size son derece güvenir.<br />
İsterseniz sistemi yalan cevaplarla kandırıp daha fazla para geri alabilirsiniz ancak bu suistimalin<br />
de bir çözümünü bulmuşlar. Sizin formlarınızı bir yıl boyunca takip ederek yanlış<br />
formları cezalandırıyorlar. Bir keresinde TaxAct’te doldurduğum yanlış bir form yüzünden<br />
daha sonra beş yüz dolar ceza ödemiştim. Şimdi doldururken daha dikkatli dolduruyorum.<br />
Gelişmiş toplumlarda vergi gibi meseleler şakaya gelmeyen en ciddi konulardır. Kanunlar<br />
gelişmiş ülkelerde sizi dürüstlüğe zorlasa da genel olarak bu tarz toplumların bizden daha<br />
dürsüt olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Bir keresinde yaz tatilinde bir akrabamla birlikte Harput’a çıkıyoruz. Akrabam elindeki pet<br />
su şişesini bitirdikten sonra arabanın penceresinden dışarı fırlattı. Ben ses çıkarmadım ama<br />
bozulduğumu farkedince bana “Burası Amerika değil Mehmet!” diyerek anında savunmaya<br />
geçti. “İyi ya burası senin ülken” desem de nafile. Henüz bireysel sorumluluğun toplumu çok<br />
yakından ilgilendirdiğini kavradığımız söylenemez.<br />
İsveç’ten bir yatırımcıyla yapılan röportajda İsveç’in nasıl olur da bu kadar az nüfusla dünya<br />
çapında bu kadar büyük projeler çıkartabildiğini sorarlar. Yatırımcı şöyle cevap verir:<br />
“Bizim kaliteli Üniversite’lerimiz var, zengin iş adamlarımız var, Devletimiz girişimciliğin
öneminin farkında ama bizi diğerlerinden asıl ayıran bunlar değil. Bizim en önemli<br />
özelliğimiz bizim dürsüt olmamız ve birbirimize güvenmemiz. Biz bir sözleşme imzalayacağımız<br />
zaman birbirimize kazık atacağımızı düşünmeyiz, birbirimize son derece güveniriz.<br />
Biri söz verdiğinde sözünü mutlaka tutar.”<br />
Yukarıdaki ifadeler Türkiye için en azından şu anlık ne kadar uzak kavramlar değil mi? Bu<br />
ifadeler Türkiye için kullanılsa kimsenin inanmayacağı son derece aşikar. Aslında biz kendimizi<br />
de biliyoruz ama bir türlü yüzleşemiyoruz. Türk toplumu ne yazık ki etik yönünden<br />
çok parlak değil. İş yapacağımız zaman birbirimize güvenmiyoruz. Güven toplumu kesinlikle<br />
değiliz.<br />
Halbuki kendimizle yüzleşsek her şey değişecek. Aynaya biraz baksak ve kendimizi düzeltme<br />
yollarını arasak bütün her şey tersine dönecek, talihimiz açılacak. Bir toplum kendini<br />
değiştirmeden Allah o toplumu değiştirmezmiş.<br />
Bireysel değişime kapalı olduğumuz yetmezmiş gibi bir de bunun üstünü kapatmak için<br />
farklı yollar deniyoruz. Örneğin yaptığımız en büyük hatalardan birisi ülke sorunlarını<br />
sistemsel boyutta tartışmaktır. Yıllarca memlekette eğitim sistemini defalarca değiştirdik.<br />
Hiç bir şey değişmedi, eğitim sistemimiz halen felç ve dünyanın en gerilerindeyiz. İyi de<br />
mesela Yabancı Dil eğitimi halen neden yeterli değil? Parlamenter sistem mi olsun yoksa<br />
yarı Başkanlık sistemi mi olsun, yoksa tam Başkanlık sistemine mi geçelim diye kendimizi<br />
yedik bitirdik. Politikayı onlar mı yönetsin yoksa bunlar mı yönetsin ve daha neler neler.<br />
Ülkenin gündemine bakın bir ceviz kabuğunu doldurmayacak tartışmalar yaşanıyor. Televizyonların<br />
büyük bir kısmı siyasi ve futbol tartışmalarının yapıldığı açık oturumları işliyorlar.<br />
Yorumculuk ve polemik kavgası Türkiye’nin en güzide mesleği olmuş.<br />
İşte girişimcilikte de aynı hata yapılıyor. Melek yatırımcı, Risk Sermayeleri (Venture Capitalists),<br />
Üniversite ayağı ve girişimcileri bir araya getirdik mi bu iş tamamdır modundayız.<br />
Türkiye’nin girişimcilik sistemini yine sistemsel düzeyde tartışıyoruz. Sanki milyon dolarları<br />
ortaya döktüğümüzde her şey düzelecekmiş gibi. Ayrıca girişimcilikle ilgili sistemsel<br />
bazda konuşmadığımız şey kalmadı. Artık o kadar çok bir araya geliyoruz ki yüzümüz eskimeye<br />
başladı. Bence artık networking yapmaya da ihtiyaç kalmadı çünkü herkes birbirini<br />
tanıyor zaten.<br />
Binaenaleyh, girişimciliğin mana boyutunu ıskalıyoruz. Girişimcilikte mana köklerimizi<br />
konuşanı duydunuz mu? Ecdadımızı bize hep asker diye tanıttılar, peki Atalarımız ne tür<br />
girişimciliklerde bulundular? Havada uçmayı hayal eden ve dünya tarihinde kanatlarla uçan<br />
ilk biz değil miydik? Noldu da hayallerimizden vazgeçtik? Matematiğin, tıpın ve kimyanın<br />
temel formüllerini bulan Endülüs Emevi Devleti’ni neden neden kimse konuşmuyor? Bütün<br />
buluşları kusura bakmasınlar ama Amerikalı’lara borçlu değil.<br />
Eskiler anlayış, seziş ve kavrayış becerisine basiret derler. Basireti bağlanmış sözü de buradan<br />
gelir. Yani seçerlik, sorunların hakikatını bilebilme feraseti demek oluyor. Bundan<br />
dolayı girişimcilik mevzusunda da körü körüne gitmemek için basiretimizin açılması adına<br />
ilk önce doğru soruları sormamız gerekiyor çünkü doğru sorular doğru cevaplar getirir.
Asıl Sorulması Gereken Sorular<br />
Yanlış sorular yanlış önermeleri beraberinde getirir.<br />
YouTube’da İtalyan girişimcilerin birbirlerine sordukları<br />
soruları izlemiştim, bizimle birebir örtüşüyordu.<br />
Biz niye Silikon Vadisi üretemiyoruz diye tartışıyorlardı.<br />
Demek ki dünyanın her yerinde aynı şekilde bir<br />
Amerikan aşağılık duygusu var.<br />
Onların başarıları karşısında insanlar büyük bir<br />
şaşkınlık yaşıyor. Şaşkınlık ta yerini taklitçiliğe ve<br />
kendinden uzaklaşmaya götürüyor. Yani bir bakıma<br />
zincirleme kaza gibi. Bu yanlış soruların başlıcaları<br />
şöyle:<br />
Biz de bir Silikon Vadisi kurabilir miyiz, niye az<br />
yatırımcımız var, girişimciler neden güzel projeler<br />
çıkartamıyorlar, yabancı sermayeyi nasıl çekeriz,<br />
melek yatırımcı sayısını nasıl arttırız, girişimcilerimizin<br />
yaptığı en büyük on hata hangileridir?<br />
Bu tarz sistemsel sorular bizim sorunlarımızı çözmemiz için yeterince yol göstermiyor.<br />
Derinlerdeki sorunlarımıza ışık tutmuyor. Artık sormamız gereken soruları bireye indirgememiz<br />
gerekiyor. Bireyden sisteme bir yöntem takınmak lazım. Peki bunlar neler mi? O<br />
zaman gelin buradan yakın:<br />
Kendi insanımızı neler motive eder, doğruluk dürüstlük gibi erdemler girişimcilerimizde<br />
gerçekten var mı, yatırımcının risk almak istememisinin sebebi girişimciye duyduğu güvensizlik<br />
olabilir mi, Türkiye’de takım oluşturmak neden bu kadar zor, herkesin kendi işini<br />
kurmak istemesinde bir tuhaflık yok mu, girişimciler kendi aralarında bilgi paylaşımında<br />
neden bu kadar zorlanıyor, rekabet ederken neden her yol mübah görülüyor?<br />
Girişimciler gerçekten sevdikleri için mi bu yola atıldılar yoksa Silikon Vadisi’nin rüzgarına<br />
kapıldıkları için mi, gerektiğinde başkasını nefsine neden tercih edemiyor, bencilliğin uçsuz<br />
bucaksız girdabında neden hep bana hep bana diyor, kendisine neden güvenmiyor, egosunu<br />
neden yönetemiyor, kafasını bir fikre taktığında ondan neden vazgeçemiyor, kendi fikrine<br />
neden aşık oluyor?<br />
Türk girişimcisi projelerin masada değil sahada olması gerekiğini bildiği halde buna cesaret<br />
edememesi ilginç değil mi, yoksa bu korku rızık endişesi mi, rızkın Mevla’dan geldiğini<br />
bildiği halde yatırımcıyı neden rızık kapısı olarak görüyor, kendi kültürü dünyanın en<br />
mütevazi kültürüyken en küçük bir başarıda bu kadar çabuk nasıl şişebiliyor, rakibine kazık<br />
atmayı neden mübah görüyor, onun başarısını takdir etmesini neden beceremiyor, yurt<br />
dışındaki girişimcilik ortamlarına gittiği halde neden eski alışkanlıklarını bırakamıyor?
Türk girişimcisinin en çok zorlandığı ailevi ilişkileri girişimciyi duygusal boyutta ne kadar<br />
etkiliyor, yeni bir Türk girişimcisinin akrabalarıyla arasında olması gereken ilişki hakkında<br />
neden kimse bir laf etmiyor?<br />
Türk girişimcisi neden diğer girişimcileri aşırı derecede kıskanıyor, başkalarının başarısını<br />
neden takdir etmekte zorlanıyor, ekmeğin son kırıntısına kadar iktisat etmek Anadolu insanının<br />
özelliğiyken Türk girişimcisi neden har vurup harman savuruyor, peki bu acelecilik<br />
nereden geliyor, bir hedefe neden kilitlenemiyor, sebat edemiyor, kendi Ataları sabır taşına<br />
dönüştüğü halde kendisi neden sabretmesini beceremiyor?<br />
İşin başlangıcında küçük ulaşılabilir hedefler koyması gerektiğini bildiği halde neden<br />
kendisine dünyayı fethetme misyonu biçiyor, küçük düşünmenin önemini görmezden<br />
gelip büyük düşünme tuzağına neden düşüyor, kendisini neden başkasına kanıtlama ihtiyacı<br />
hissediyor, yoksa bütün girişimciliği para, şöhret ve şan için mi yapıyor, başka başarı<br />
hikayelerinden neden aşırı derece etkilenip hemen ümitsizliğe kapılıyor ve Türk girişimcisi<br />
neden her şeyi bu kadar olumsuz düşünüyor?<br />
Kendi kültürüne ait Ebru, Seramik, Kaligrafi gibi el sanatlarının hayal gücünü genişleteceğinin<br />
neden farkında değil, müzik aleti öğrenmeyi neden angaryadan sayıyor, hayal gücünü<br />
zenginleştirmek için başka hangi yöntemlere ihtiyacı var, sosyal yardımlaşma aktivitelerine<br />
neden zaman ayırmıyor, yetime fakire sembolik te olsa neden yardım etmiyor, Türk girişimcisinin<br />
sosyal sorumluluk hissi hangi düzeyde, yoksa başarılı girişimci olup medyanın<br />
kendisi hakkında konuşmasını mı hayal ediyor, takım arkadaşlarına göstermesi gereken<br />
esnekliği neden esirgiyor, onların hayatlarına neden zenginlik katmıyor, gaza neden çabuk<br />
geliyor ve motivasyonunu neden çabuk kaybediyor?<br />
Kısaca Türk girişimcisinin ruhu tam olarak ne hissediyor ve hayattan tam olarak beklentisi<br />
nedir? Onu gerilime geçirecek şeyler nelerdir? Neyle mutlu olur, neler kendisini üzer? Kendi<br />
kültürel kodlarından nasıl istifade edebilir? Sezgi, basiret, feraset, ilham ve sır gibi önemli<br />
değerlerin girişimcilik yolculuğunda neleri değiştirebileceğinin farkında mı, girişimcilik<br />
yolculuğunda kader arkadaşını tanımada kalp gözü yeterli derecede açık mı, hayatının en<br />
önemli yolculuğunda olayların arkasındaki hikmet perdesini aralayabiliyor mu?<br />
Cevaplanması gerçekten de zor sorular. Bunların cevabını henüz tam olarak bilmiyoruz<br />
ama en azından doğru soruları sorduğumuzu düşünüyoruz. Henüz girişimciliği ülkemizde<br />
konumlandırabilmiş sayılmayız. Bundan dolayı gelecekte rol modelleriyle girişimciliğin<br />
mana ufkunu bize gösterebilecek kahramanlara ihtiyacımız var.<br />
Biz yine de yukarıdaki sorulardan yola çıkarak girişimcinin en çok sıkıntı çektiği ego ve<br />
sabır konusunu ele alıp elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağız.<br />
Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş<br />
demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.<br />
Kur’an-Kerim 2:269
Girişimcilikte Ego Faktörü<br />
İnsana geçici süreliğine emanet olarak verilen ego<br />
(enaniyet, ene, benlik) yanlış kullanıldığında girişimciye<br />
ciddi zarar verebiliyor. Doğru anlaşıldığında ise<br />
girişimciye hız kazandıran en önemli şeffaf araçlardan<br />
birisi haline geliveriyor.<br />
Ego pek çok bilim dalı, din ve felsefe tarafından halen<br />
tartışılan ve incelenen bir konudur. Ortak kanı ise egonun<br />
varlığı ve kullanımına göre getirdiği sonuçlardır.<br />
Yani egonun kendisinden ziyade sonuçları daha çok ilgi<br />
görüyor.<br />
Ego aşırı sahiplenince sahibini dış dünyaya kapattığı,<br />
doğru kullanıldığında ise dışarıya açtığı bilindiğinden<br />
egonun kullanım tarzı büyük önem arzetmektedir.<br />
Egonun yanlış kullanımı girişimcide büyük sorunlara<br />
yol açmaktadır. Ego onlara yol gösterebilecekken tam<br />
tersine bir yıkım makinesine dönüşebilmektedir.<br />
Gerçekten de girişimcinin en çok zorlandığı kısım kendi egosunu yönetmesidir. Ego gerçekten<br />
de başarı için doğru yönetilmesi ve konumlandırılması gereken en etkili araçlardan<br />
birisidir. Onun için mahiyetinin ve konumlandırılmasının da doğru yapılması gerekir.<br />
Ego Nedir?<br />
Peki egonun mahiyeti tam olarak nedir? Daha doğrusu onu fiziksel olarak tanımlayabilir<br />
miyiz? Başarılı olmadan önce ve sonra ego neden farklılık gösteriyor? Onu doğru yönetmek<br />
elimizde mi?<br />
Evet bize göre ego insanın içinde Elif gibi dümdüz bir çizgidir. Yani ego eliftir. Ego, enaniyet<br />
kendisine karşılaştırma imkanı vermek için emanet edilen bir araçtan ibarettir. Onun<br />
kullanılma iradesi insanın kendisine aittir. Eğer insan ne kadar küçük ve aciz bir varlık<br />
olduğunu, kainatın ise ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu anlarsa kendisini ona göre de<br />
konumlandırabilir. Milyar dolarlık şirketler de kursa küçüklüğünü kendisine ait olmayan<br />
büyüklük ile kıyaslayabildiğinden kendisine hakim olabilecek donanıma kavuşur.<br />
İnsan gerçekten de Kainatta çok küçük bir yer işgal eder. Aynı zamanda aciz yaratılan insan<br />
ufak bir hastalıkta, ayrılıkta, ölümde ruhen ciddi anlamda sarsılmaktadır. Beş dakika<br />
lavobada ihtiyacını karşılayamadığında çatlayabilecek donanıma sahiptir. Trilyonlarca<br />
hücresinin içinde gerçekleşen harikulade kimyasal ve biyolojik reaksiyonlarından bihaber<br />
bilinçsizce yaşamaktadır. Eliyle ne yeri yarabilir, ne de göğe uzanabilir. Zıpladığında çıkabileceği<br />
yükseklik hemen hemen bellidir, ihtiyaçları sınırsızdır. En önemlisi de üçte biri uyku<br />
olan ortalama altmış yıllık geçici ömrünü hiç ölmeyecek gibi gafilce yaşamaktadır.
Yani kendi ölümü bile olsa unutma hastalığı onun en büyük zaafıdır. Bu kadar küçük ve<br />
aciz olduğu halde etrafındaki muhteşem tabiat, okyanuslar, dağlar, gezegenler, yıldızlar ve<br />
galaksiler bir o kadar kendisinden büyüktür. Hacim olarak kainatın içinde zerrenin zerresi<br />
hükmündedir.<br />
Bundan dolayı bu kadar büyüklüğü kendi küçüklüğüyle kıyas yapabilmesi için kendisine<br />
ego emaneten verilmiştir. Ta ki kendi küçüklüğüne bakarak karşılaştırma yapsın, bir dürbün<br />
gibi etrafı izlesin, kainatın gizemlerini çözsün, bütün bu muhteşemliği gerçek Sahibi’ne<br />
atfetsin. Koskoca kainatın büyüklüğünü kavrasın ve kendi küçüklüğünü ve acziyetini ikrar<br />
edip enaniyet belasından kurtulsun.<br />
İşte küçüklüğünün ve acizliğinin farkına varabilmesi için ego insana emaneten verilmiştir.<br />
Evet ego aynen bir Elif gibi insanın içinde ip ince bir çizgidir. Bu çizgiyi kalınlaştırmak,<br />
şişirmek veya saç teli kadar inceltmek kendi insiyatifindedir. Acziyetini, sonsuz ihtiyaçlarını<br />
görüp kabullendiğinde Elif incelecek, elinde bir dürbün haline gelecek ve kainatı daha rahat<br />
seyredebilecektir. Bu dürbün ile farklı alemleri yakınlaştıracak, benliğinden sıyrılarak onları<br />
seyre doyamacaktır. Büyüklük taslayıp acziyetini inkar ettiğinde ise ince çizgi zamanla<br />
kalınlaşacak, vücudunu kaplayacak, derken benliğini esir alacak insanoğlu bedenen ve<br />
ruhen kendi egosuna yenik düşecektir.<br />
O kadar şişecek ki kendi ayak ucunu bile göremeyecek hale gelecektir. Elif çok fazla şişip<br />
kendisini kaplamasına neden olduğu için uzak mesafeleri görme kabiliyetini yitirecektir.<br />
Hayatı kendi gördüğü gibi kabullenecek ve empati gibi yeteneklerden yoksun kalacaktır.<br />
Halbuki ego insana kendi cüzi iradesini, ilmini ve sınırlı kudretini kendi dışındaki dünyada<br />
kıyas edebilmesi için verilmiştir. Kıyas yapabilsin ki haddini bilsin ve yapabileceklerinin<br />
sınırını anlasın. Başarılı olduğunda da küçüklüğünü hatırlayıp kendine hakim olabilsin.<br />
Gelelim girişimcilik konumuza. Girişimcilik haddi<br />
zatında bir ruhsal yolculuktur ve ego girişimci<br />
için en büyük imtihandır. Onu şişirdikçe uzağı<br />
göremeyerek dışarıya kapalı hale gelecek, kendi<br />
fikrine aşık olacak, kritiğe kapalı olacak, fikrinin<br />
eşsiz olduğunu iddia edecektir.<br />
Hatta biraz daha ileri giderek fikrinin tamamen<br />
özgün olduğu ve şimdiye kadar başkası tarafından<br />
kesinlikle düşünelemediğini iddia edecektir.<br />
Ne hikmetse şahsen fikrinin dünyanın en iyi<br />
ve özgün olduğunu iddia eden çok sayıda Türk<br />
girişimcisiyle tanıştım. Fikirlerinin çalınmaması<br />
için de paylaşmama reflekslerine de artık<br />
çok alıştım. Yine de fikirlerini saklamaları da,<br />
açıklayıp başımızı şişirmeleri de ayrı bir dert.<br />
Egolu insanlar başkalarını bunaltırlar
Böylelerini dışarıda çok görürsünüz. Bu tarz girişimcilerin en kötü yönü de yolunacak bir<br />
yatırımcı aramalarıdır. Zavallı yatırımcı hem parasını ona kaptıracak hem de girişimcinin<br />
egosunun yol açtığı yıkımı birlikte yaşayacaktır. Bu durum yatırımcı için de geçerlidir.<br />
Bu tarz egolu girişimcilerde böyle bir mükemmel fikir için hemen bir yatırımcı gereklidir.<br />
Kendisi her zaman mükemmeldir, eleştirilmesine gerek yoktur, onun için yatırımcıyı baştan<br />
haketmiştir. Yatırımcıyı bulduğunda çevresine bunu başarı hikayesi olarak gösterecek ve<br />
havasından geçilmeyecektir. Proje başarısız olduğunda yaşadıkları en büyük yıkım fikrin<br />
tutmaması değil, sürekli takdir beklediği çevresi tarafından tedip edilme duygusudur.<br />
Sosyal medyanın da narsistliği tetiklediği bir devirde süper egolu girişimcilerin işi gerçekten<br />
de zordur. Şişirilmiş egonun girişimcide yol açtığı tahribat bununla da sınırlı değil tabi ki.<br />
Ego kalınlaştırılıp kocaman bir Ben’e dönüştürüldüğü için, yani bütün iyilikleri, harikuladelikleri<br />
sadece ama sadece kendisinde görebildiği için bencil muamelesi de görecektir. Sadece<br />
kendisi başarılı olmalı, sadece kendisine ödüller verilmeli, TV’ler kendisinden bahsetmeli,<br />
onun başarısı herkesin kulağında olmalı. Sosyal medya onu takdir etmelidir.<br />
Benliğini doyururken aslında egosunu doyuran biri olduğunu farkına varamayarak zincirleme<br />
kazaya uğrayacak ve başkasının başarısını çekememe, aşırı eleştiri, sabırsızlık gibi<br />
değişik hastalıklara yakalanacaktır. En kötü hastalığı da ne olacak biliyor musunuz, aşırı<br />
derecede hızlı gaza gelecektir. Facebook’un hikayesini duyduğunda hemen onun gibi olmak<br />
isteyecek, Silikon Vadisinin baş döndürücü milyon dolar hikayelerinin büyüsüne kendisini<br />
fazlasıyla kaptıracaktır.<br />
Halbuki kendisini sıfırlayıp Elif gibi düm düz bir çizgi olsaydı kendisine gizemlerin kapıları<br />
sonsuza kadar açılacaktı. Elif çizgisi bir yandan kendisine anahtar olup dışarıdaki dünyanın<br />
tılsımlarını açacak diğer taraftan da bir dürbün olup her türlü gizemi oturduğu yerden<br />
temaşa edebilme imkanı verecektir. Her girişimciden önemli şeyler öğrenecek kendi eksikliklerini<br />
kapatabilecektir. Fikrini gerekli insanlara anlatıp şekillendirebilecek, son sözü<br />
kendisinin değil dışarıdaki müşterinin, kullanıcının söylediğini herkesten evvel kavrayacaktır.<br />
Böyle bir girişimci çok esnek olacak, kulağı ve gözü dışarıda olacak, dışarıya açıldığı için<br />
manevra kabiliyetine ulaşacak ve ihtiyaç duyduğunda refleks kasını kullanıp yol kıvrımlarından<br />
uçurumlara düşmekten kendisini koruyabilecektir. Gerektiğinde bebek gibi<br />
büyüttüğü fikrini baştan sona değiştirebilecek, teyit edilene kadar aktif sabırla bekleyecektir.<br />
En önemlisi de başarıya ulaştığında bile CEO’luk makamını hizmet makamı olarak görecek,<br />
kendisini tekrar sıfırlayabilecektir. Para, makam onu hiç bir zaman şımartamayacak ve<br />
emanetinin hakkını yerine getirmiş olacaktır.<br />
Mütevazi girişimci esnek girişimcidir. Ürüne körü körüne aşık olmak yerine üzerindeki<br />
hataları kabul eder. Kulağı daima müşteridedir, onun sözü kendisinin ürünü olur. Müşteriyi<br />
memnun etmek için onun nazını çeker nabzını yoklar. Şirketin geleceğini kendi egosuna<br />
teslim etmez. Gerektiğinde özür dilemesini bilir. En önemli değeri takım arkadaşlarıdır<br />
onlara caka yapmaz Onlara verilmesi gereken değeri sonuna kadar verir.
Egonun en belalı kısmı ise narsistlik kişilik bozukluklarına kadar varmasıdır. Kendi<br />
görüntüsüne aşık olarak tanımlanan narsistler egonun tavanını temsil ederler. Narsisizm<br />
özseverlik olarak ta tanımlanır. Kişinin kendisine tapması diyenler de vardır. Egonun aşırı<br />
derece depolanması ve nesnelere yönlendirilmesidir. Eskiden ayna narsistlerin en büyük<br />
nesnesiyken şimdi de mobil cihazlardır. Gerekli ilgiyi görmek için sürekli selfie çekerler.<br />
Plan ve hedeflerine ulaşmadıklarında ve yeterli ilgiyi görmediklerinde erirler, çökerler. Empatiden<br />
yoksun çağımızın en belalı kişilik bozukluklarından biridir narsisizm.<br />
Psikolog’lara göre selfie’nin aşırı derecede kullanımı tipik bir narsistlik<br />
hastalığıdır<br />
Aşırı kıskançlık, kendini<br />
aşırı beğenme ve<br />
haklı görme, övgüyle<br />
beslenme, eleştirilere<br />
karşı aşırı duyarlılık,<br />
küstahlık, başkasını<br />
çekememezlik, umursamazlık<br />
ve başarı için her<br />
yolu mübah görme gibi<br />
son derece tehlikeli özelliklere<br />
sahip narsistlik<br />
günümüzün en büyük<br />
hastalığıdır.<br />
Bundan dolayı pek çok Psikolog ve Psikyatrist günümüzü “Narsistlik Çağı” olarak nitelendirir.<br />
Sosyal medya ve mobilitenin patlamasıyla narsistlik daha da yaygınlaşmıştır.<br />
Ego şu sıralar narsistlikle birlikte altın çağını yaşamaktadır. İnsanın kendisini istediği<br />
kadar ifade edebileceği alet adevat icat edildiği için narsistlik te büyük ölçüde birlikte<br />
tetiklenmiştir. Ne yazık ki başarılı narsistler takım arkadaşları için en büyük imtihandır.<br />
Narsistler ezmekten hoşlanan tiplerdir. İnsanları her zaman küçük gören zihin yapıları<br />
olduğu için tahammülü zor insanlardır.<br />
Ne ilginçtir ki girişimcilik seminerlerinde bu tarz kişilik sorunları es geçilmektedir. Daha<br />
önce de belirttiğimiz gibi girişimcilik sistemsel olarak işlendiği için daha sonra kaçınılmaz<br />
karakter çatışmaları yaşanmaktadır. Özellikle narsist bir girişimciyse o zaman partnerine,<br />
yatırımcısına Allah sabır versin diyoruz. Belki de narsistlerle olan imtihan dünyanın en<br />
büyük imtihanlarından biridir diyebiliriz.<br />
İşte ego böyle bir şey, insanı narsist yapıp zıvanadan da çıkarır, melek yapıp göklere<br />
de çıkartabilir. İnsanın tamamen kendi kullanımına göre arştan ferşe kadar değişkenlik<br />
arzeder. Ego belki de girişimcinin önündeki en büyük engeldir. Bu engeli aştığında<br />
girişimciliğin belki en zor kısmını da aşmış demektir. Egodan sıyrılan benlik ilerideki<br />
muhtemel hataların önüne geçerek zamanı gelir şirketteki herkesi bile kurtarabilir. Egosuna<br />
hakim insanlar toplantıyı, kollektif şuuru ve istişareyi kendilerinden önde tutarlar.<br />
Topluca alınan kararlara mutlaka riayet ederler. Bütün herkesi bağlayan kararların kişisel<br />
egolara kurban gitmeyecek kadar önemli olduğunun farkındadırlar.
Önemli projelere başkoymuş ve Türkiye başta olmak üzere dünyayı değiştirmeyi kendine<br />
gaye edinmiş değerli Türk girişimcisi, ilk önce yatırımcıdan, Silikon Vadisinden, fikirden<br />
başlamak yerine kendinden başlayabilirsin. Narsistlik gibi insanlara son derece zarar verecek<br />
hastalıklar yerine mütevaziliğinle herkese örnek olabilirsin.<br />
Egonu elif gibi incelterek müşterini, takım arkadaşlarını ve yatırımcını daha yakından<br />
tanıyabilirsin. Empatini geliştirebilir, insanların hayatına renk katabilirsin. Benlik duygularından<br />
sıyrılıp elindeki ip ince dürbünle evrenin gizemli noktalarını izleyebilir, Kainatın<br />
tılsımlı bilmecelerini çözebilirsin. Unutma ki Elif gibi dimdik ol dememişler boşu boşuna,<br />
bu işin ortası yok zira.<br />
14 Ekim 2012’de Felix Baumgartner 39 bin metreden (stratosfer)<br />
dünyaya atlayarak rekor kırmıştı. Bir kapsül içinde yükseldikten<br />
sonra kendisini boşluğa bırakmış ve bütün dünyanın ilgisini çekmişti.<br />
Felix aslında en çok mütevaziliğiyle tanınır.<br />
Bazen ne kadar küçük olduğunuzu anlamak için gerçekten çok yükseğe<br />
çıkmanız gerek.<br />
Zenith Felix Baumgartner
Sabrın Gücü<br />
Girişimcilerin yaptığı en büyük hatalardan<br />
biri de bir projede yeterince sebat edemeyişleridir.<br />
Silikon Vadisi’ndeki başarı<br />
hikayeleriyle gaza gelip kısa zamanda köşe<br />
olmanın hayalleriyle yaşayanlar hep hüsrana<br />
uğramıştır. Sabır her girişimcinin<br />
ihtiyaç duyduğu en büyük değerdir. Aşılmaz<br />
görülen yollar sabırla aşılmış, bitmek<br />
bilmeyen çileler sabırla bitmiş ve başarı<br />
sabırla yakalanmıştır. Zamanın sessiz<br />
çıldırtıcılığına karşı hep sabır yardımcı<br />
olmuştur. Sabrın değeri büyük çilelerden<br />
sonra anlaşılmış ve çilekeş ruhlar sabrın<br />
yakıcı atmosferinden sonra saflaşmıştır.<br />
Arapça’da kabz ve bast denen insanın iki türlü ruh hali vardır. Bunlar sabrın iki mihenk<br />
noktasını oluşturur. Kabz ruhunuzun türlü türlü nedenlerden dolayı daralması ve sıkışması<br />
olurken, bast hali de son derece ferahlık, genişlik, sevinç ve sürur halini ifade eder. Kabz ve<br />
bast insanların en büyük iki imtihanıdır.<br />
Ancak (her iki halde de) sabır gösterip iyi ameller işleyenler müstesnadır. İşte onlara bir mağfiret<br />
ve büyük bir mükafat vardır. (Kuran-ı Kerim,11:11)<br />
Ayeti Kerime’deki iki halde sabır göstermekten bahsediyor. Bast halinde sabır size ilginç gelebilir<br />
ancak insanların sadece kabz halinde sabretmelerini beklemek yanlıştır. Bast halinde<br />
de şükür tavsiye edilerek sabır göstermeniz beklenir. Hatta bast halindeki sabrın kabz halinden<br />
çok daha çetin bir imtihan olduğu söylenir. İnsan başarıya ulaştığında takınması gerekli<br />
tavır mütevazilik, şükür ve alçakgönüllülük olduğundan bast sabrın en zor yanını oluşturur.<br />
Sabrın kabz ve bast halleri günümüz dünyasında pek az bilinen ve uygulanan bir değerdir.<br />
Daha çok dış kaynaklı başarı hikayeleri Türk girişimcilerin itikat anlayışlarını bozduğu için<br />
onlar da bir an önce başarılı olup aynen Amerikalı girişimciler gibi popüler olma arzusuyla<br />
yanıp tutuşmaktadır. Bu durum onların sabır gücünü dağıtmakta ve başarısızlığa yol<br />
açmaktadır. Ayrıca Türkiye’de yeterince rol modeli olmadığı için başarıyı bile taklit etmek<br />
normal karşılanır olmuştur. Bu tarz itikadi sorunları aşmamız için sabrın önemini girişimcilere<br />
her fırsatta anlatmamız gerekir.<br />
Tekrar edelim, kabz hali kavram olarak ruhen tutukluluk, içe kapanma ve içinizin daralması<br />
demektir. Bu durum genellikle sosyal hayatınızda sürekli ters giden bir şeyler olduğunda<br />
meydana gelir. Ne yaparsanız yapın bir şeyler sürekli ters gider. Sıkıntılar üst üste birikir,<br />
çileler yerini göz yaşlarına emanet eder, ruh sürekli kaygı ve endişeyle yanıp tutuşur öyle ki<br />
insana bu sıkıntılı durumun hiç bitmeyeceğini sanır.
Sıkıntılar ve zorluklar o kadar birikir ki bir gün gelir kabz hali üzerinizden kaldırılır ve<br />
sonunda beklediğiniz patlama meydana gelir. Birden her şey yoluna girmeye başlar. Hem<br />
istediğiniz hedeflere teker teker ulaşırsınız hem de beklediğinizin üzerinde ödüllendirilirsiniz.<br />
Pek çok başarılı olmuş sanatçı, showmen, futbolcu, siyasetçi ve iş adamlarının hayatlarını<br />
incelediğinizde kabz halini derinden derine yaşadığını görürsünüz. Kabz halinin ne<br />
kadar sürdüğü ise tamamen kişiye, olayların önemine göre değişkenlik arzeder. Biz şimdilik<br />
girişimcilerin ilk olarak en çok zorlandığı kabz halini örneklerle ele alalım.<br />
Beyazıt Öztürk<br />
Beyazıt Öztürk radyo programcılığı ile başlayan hayat serüveninde bize yaşadığı türlü türlü<br />
sıkıntıları anlatırken aslında bir nevi kabz halini tasvir ediyordu. Halbuki “r” harfini çıkaramadığı<br />
için ilk radyo programlarını sunma hakkı verilmemişti kendisine. Ancak sebat<br />
ederek radyo programlarını değişik kanallarda sunmaya başladı ve İstanbul’a geldiğinde<br />
bir taraftan radyo programlarına devam etti diğer taraftan da Kanal 6’da tv programlarına<br />
başladı. Bu uzun ve yorucu günlerinde biz onu tam olarak tanımıyorduk ancak daha sonra<br />
yılların en başarılı “Beyaz Show” programı gize gösterdi ki o da kabz halini yaşamış. Kabz<br />
halindeki birikiminin büyük payı vardı başarısında. Beyaz bütün sıkıntılara sabretmiş, kabz<br />
halinin dolmasını beklemiş ve sonunda büyük bir patlamayla başarıyı yakalamıştır.<br />
Hakan Şükür<br />
Kabz halini yaşayan tipik örneklerden biri de Hakan Şükür idi. 1996 yılının sezonu<br />
başladığında bir türlü gol atamıyordu ve Fatih Terim onu sürekli ilk 11 de oynattığı için de<br />
hem Hakan Şükür hem de Fatih Terim çok eleştiriliyordu. Hakan Şükür gerçekten çok zor<br />
günler geçiriyordu. Ben bir Galatasaraylı taraftar olarak o zaman çok sıkılmıştım ve olanlara<br />
bir türlü anlam veremiyordum. Ancak Hakan Şükür’ün kabz hali sona erince goller birbiri<br />
adına gelmeye başladı. Galatasaray’ın 8-1 mağlup ettiği Altay maçında Hakan Şükür ligdeki<br />
100. golünü atarak “Kral” lakabıyla anılmaya başlandı. Kral Milli Takım’a yaptığı katkılarıyla<br />
daha sonra da kendinden hep söz ettirecekti. Hakan Şükür’ün yaşamış olduğu bu patlama<br />
anının öncesindeki yaşadığı kabz hali ve göstermiş olduğu sabrın mükafatına hepimiz şahit<br />
olmuştuk.<br />
Joanne K Rowling<br />
Beni derinden etkileyen hikayelerden birisi de Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling’in<br />
hayatıdır. Bundan dolayı onun sabırla dolu hayat hikayesine biraz daha detaylı değinmek<br />
istiyorum.<br />
Şu an J.K. Rowling olarak bilinen yazar küçüklüğünde fantastik hikayeler yazarak kız<br />
kardeşine kendi ağzıyla okurmuş. Hikaye merakı hiç bitmemiş ve daha sonra esinleneceği<br />
romanlar okumaya devam etmiş. 1990’da Manchester’dan London’a gittiği bir seyehatta<br />
Harry Potter karakteri ve bu karakterin çevresindeki karakterlerleri ilham yoluyla aldığını<br />
anlatan Rowling bu sıralarda en çok sevdiği annesini kaybetmiş.<br />
Kendisinin anlattığına göre annesinin ölümü kendisini o kadar derinden etkilemiş ki Harry<br />
karakterinin detayları konusunda annesinin ölümünden gelen kaybı ona ilham olmuş.
1992’de Portekiz’e İngilizce öğretmeni olarak gitmiş ve orada Portekiz bir televizyon habercisiyle<br />
evlilik yapmış. Kısa zaman içinde Jessica isminde kızları olmasına rağmen 1993’te<br />
eşinden ayrılmış ve kızıyla birlikte İskoçya’daki kız kardeşinin yanına taşınmış. Bu sıralar o<br />
kadar bunalımdaymış ki intihara bile teşebbüs etmiş.<br />
Bir taraftan klinik depresyon tedavisi gören J.K. Rowling 3. kitabındaki ruh kabzedici<br />
yaratık (“Dementors”) fikrini bu depresyonda edinmiş. Bir taraftan işsiz olan yazar Harry<br />
Potter kitabını yazmayı hiç ihmal etmemiş ve çoğu zaman oluşturduğu karakterleri bunalımlı<br />
yıllarındaki ruh halinden yola çıkarak yazmış. Yazılarını yanında taşıdığı eski daktilo<br />
makinesiyle dışarıda cafelerde yazmış.<br />
Harry Potter’ın ilk romanını Edinburgh’taki meşhur The Elephant House cafesinde yazmış.<br />
Bir yandan tek başına kızına bakmak zorunda kalmış diğer taraftan da bütün enerjisini romanına<br />
ayırmış. Sonunda 1995’te “Harry Potter and the Philosopher’s Stone” ismindeki ilk<br />
Harry Potter’ın romanını bitirmiş ve tam 12 yayın evine sunmuş ama hepsinden red cevabı<br />
almış. 1 sene sonra £1500 karşılığında London’daki Bloomsbury yayın evinin editörü Barry<br />
Cunningham yeşil ışık yakmış ve kitap ilk defa basılmış. Kitabın kabul edilme nedeni ise<br />
daha ilginçmiş. Bloomsbury’nin başkanı ilk bölümünü sekiz yaşındaki kızı Alice Newton’a<br />
okutmuş ve kızının beğendiğini gören başkan kitabın basılmasını kabul etmiş. Bloomsbury<br />
yayın evi yine de J.K.Rowling’e günlük bir iş bulması gerektiğini, çocuk kitaplarının çok tutmadığı<br />
için çok ümitvar olmamasını öğütlemiş. Zaten Bloomsbury yayın evi kitabın sadece<br />
1000 kopyasını basarak 500’ünü kütüphanelere göndermiş.<br />
Beş ay sonra kitap Nestlé firması tarafından farkedilmiş ve Nestlé Smarties Book Prize ismiyle<br />
ilk ödülünü almış. Daha sonra İngiltere’de yılın en başarılı kitabı ödülüne layık<br />
görülünce Amerika’daki Scholastic yayın evi de kitaba talip olarak “Harry Potter and the<br />
Sorcerer’s Stone” adıyla Amerika’da basılmış. Kitabın Amerika’da basımı ile birlikte o kadar<br />
çok geniş çocuk kitlesine ulaşılmış ve beğenilmiş ki J.K Rowling elde ettiği sonuca kendisi<br />
bile inanmakta zorlanmış.<br />
Kitap Hollywood’un ilgisi çekince yeni bir “teenager” (ergen) endüstrisinin doğumuna da<br />
beraberinde getirmiş. Gerçekten de ABD’deki ergen Ekonomisi Harry Potter ile tam kıvamını<br />
bulmuş ve ondan sonra birbiri ardına ergen roman ve filmleri gün yüzüne çıkmış<br />
(Twilight, Hannah Montana, Justin Bieber, Hunger Games, Divergent gibi).<br />
Bir kitap bu kadar başarılı olur da Hollywood rahat durur mu hiç. Warner Bros. Pictures<br />
kolları sıvayarak Harry Potter’ın ilk filmini 16 Kasım 2001’de “Harry Potter and the Sorcerer’s<br />
Stone” adıyla hayranlarının karşısına çıkardı. İlk haftada sadece Amerika’da $90 milyon<br />
ulaşıldığında Amerika gençlik kültürünün format değiştirdiğinin sinyallerini de vermişti.<br />
Harry Potter serisi hiç durmadı bundan sonra peş peşe filmleri yapılmaya devam edildi.<br />
Rowling artık kitap yazarken filminin de çekileceğini hesaba katarak yazmaya başlamış.<br />
Benim gibi yetişkinler filmi izlemese bile Harry Potter karakterini oynayan Daniel Radcliffe<br />
hafızalarımızdaki gözlüklü haliyle iyice yer etmişti. Harry Potter’ın küçük oyuncuları<br />
gözümüzün önünde büyüdü. Onları şimdi görünce ne kadar çabuk büyüdü demeden kendimizi<br />
alamıyoruz.
Rowling daha sonra Harry Potter kitap serilerine devam ederek tarihteki gelmiş geçmiş en<br />
çok satan kitap rekoruna da ulaşmıştı. J.K. Rowling’in şu anda yaklaşık 1 milyar dolar serveti<br />
mevcut ve İngiltere’de en zengin kadınlar listesinde yer alıyor. Kitapları şimdiye kadar<br />
piyasada $15 milyar değer yarattı. 2011 yılına gelindiğinde 450 milyon kopyayla ve 67 dilde<br />
tercüme edilmesiyle tarihte bir rekor kırmıştı.<br />
J.K. Rowling her türlü bunalımı yaşasa da ve hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalsa da<br />
yazmaktan hiç geri durmamış.tı Kitabı pek çok yayın evi tarafından reddedildiğinde bile<br />
mücadelesine devam ederek hakkettiği yeri falasıyla kazandı. Ben yazarın kabz halindeki<br />
göstermiş olduğu sabrın onu çok ileriye taşıdığını düşünüyorum.<br />
Pek çok başarılı insanın acıklı hikayesinin arkasında hep kabz halini göreceksiniz. Gerçekten<br />
de bir yerde çok büyük başarı varsa, orada büyük bir dram da vardır. Yukarıdaki gibi<br />
yüzlerce örnek gösterilebilir. Sonunda hepsi sabrederek bir patlama yapmış kimisi ulusal<br />
çapta kimisi de bütün dünyada yankı uyandırmış.<br />
Sabır göstermenin ruhsal bir zorluğu vardır. Çok büyük bir hedefe odaklanmışsanız eğer<br />
muhtemelen kabz halini yaşayacaksınızdır. En büyük sabır imtihanını kabz halinde vereceksiniz<br />
ve istedikleriniz konusunda test edileceksiniz. Ancak sonunda yaşadığınız ruhsal<br />
zorluklar, acılar birikecek ve bir gün meyvesini verecek, kabz hali sona erecek ve siz müthiş<br />
bir patlama yaparak istediğiniz genişliğe ulaşabileceksiniz. Onlar ulaştılar, siz de ulaşabilirsiniz.<br />
Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın<br />
bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme...<br />
İŞTE ORASI KADERİNİN DEĞİŞECEĞİ ‘NOKTADIR’<br />
Mevlana Celaleddin Rumi
İnsanları Yanıltan Başarı Hikayeleri<br />
Peki şöyle bir soru akla gelebilir. Bütün başarı hikayeleri kabz denilen ruh halinden mi geçiyor.<br />
Hayır, kabz hali genel bir durumdur ve piyasadaki bazı başarı hikayeleri kabz halinden<br />
daha çok kısmet ve nasip yörüngeli olabilir. Kısmet faktörünü anlamayan pek çok girişimci<br />
çok feci şekilde yanılabilmektedir.<br />
Kısmet faktörüyle başarılı olmuş insanlar bir limana hiç bir zorlukla gelmeden direkt olarak<br />
gemiye binen insanlara benziyorlar. Kabz haline maruz kalanlar da limana gelebilmek için<br />
ormanları, dağları, bayırları aşmak zorunda kalanlar oluyor.<br />
Kısmet aslında kismet olarak İngilizce’de de aynı anlamı olan bir kelime. Yalnız onlar bizim<br />
kadar kullanmıyor bu kelimeyi. Kismet sözcüğünü Amerikalı’lardan ilk defa Brad<br />
Pitt’in oynadığı The Curious Case of Benjamin Button filminde duymuştum. Orada Kader<br />
konusunu işlerken direkt olarak ne anlama geldiğini söylüyordu. Onun dışında yedi yıllık<br />
Amerikan serüvenimde hiç kimseden duymadım. Bizim kendi kültürümüzde ise Kader<br />
Kısmet sözcükleri halkın en çok kullandığı kavramlardan.<br />
Yine de başka tanımlamalarla da olsa insanlar her kültürde kısmet ve nasibin farkına<br />
varıyorlar. Yalnız son zamanlarda girişimcilik ekosisteminde kısmeti farkına varmadan<br />
ilginç bir şekilde tanımlayanlar da var. “Doğru zamanda doğru yerde” diyerek girişimcilik<br />
seminerlerinde kendilerinin bir türlü şanslı olduğunu ifade eden girişimciler görürsünüz.<br />
Halbuki kısmeti tanımladıklarının farkında değiller.<br />
Aslında bakarsanız bütün her şey kısmet eksenlidir. Bizim burada kastettiğimiz kabz haline<br />
maruz kalmadan limandan ayrılan doğuştan yetenekli kısmetli girişimcilerdir. Siz bunlara<br />
ballı kaymaklı girişimciler de diyebilirsiniz. Bizim kültürümüzde Yürü Ya Kulum şeklinde<br />
de tabir edilirler.<br />
En tipik örneği Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’tür. Kabz halini yaşamadan ürünleri<br />
hızlıca tutmuş, geliştirici, yatırımcı dertleri çok olmamış ilginç bir kısmet hikayesidir.<br />
Zuckerberg’ün girişimcilik özelliklerine baktığınızda gerçekten de başlangıçta aldığı her<br />
kararda isabetlilik görürsünüz. Sanki bir yerlerden daha önce öğrenmiş de ona göre karar<br />
veriyor. Gerekli liyakati daha önceden ısmarlama olarak öğrenmiş gibi. Facebook’un<br />
hikayesi bundan dolayı pek çok girişimcinin yanılmasına sebep olmuştur. İçinde kısmet<br />
faktörünü hesap edemeyen girişimciler aynen onun gibi bir sosyal network yaparak köşeyi<br />
dönebileceklerini sandılar. Dolayısıyla pek çok hayalperest ve şöhretperest girişimcinin<br />
yanılıp batmasına sebep oldu. Aslında iyi de oldu, piyasadaki sahte kurnaz girişimcilerin<br />
elenmesine vesile oldu.<br />
Başka bir örnek te Steve Jobs’ın hikayesidir. Kendisi fakirlik gibi sorunlar yaşasa da San<br />
Francisco’da iyi arkadaş çevresi olan birisiydi. Üvey annesinin yanında klasik Amerikan<br />
evinde yaşıyordu. Külüstür de olsa arabası vardı. Amerikalı’ların fakirlik edebiyatı bizim<br />
Anadolu’daki peynir ekmekle karınlarını doyuran insanların önüne geçmeyeceği için onun<br />
hikayesi sizi sakın yanıltmasın.
Steve Jobs’a devam etmeden önce şunu vurgulayalım. Kısmetli girişimcilerin hikayelerine<br />
baktığınızda ruh ikizlerine rahatlıkla ulaştıklarını görürsünüz. Kader ruh ikizlerini<br />
bir şekilde buluşturuyor. Bu durum nasipli girişimcilerde daha da belirgin. Takım<br />
oluşturabilme gibi her girişimcinin zorlandığı şeyleri onlar tereyağından kıl çeker gibi<br />
hallediyorlar. Başkaları gibi günlerce aramaktansa bir yerde kazara tanışıyorlar. Bazen en<br />
samimi okul arkadaşı bazen de en eski iş arkadaşları olabiliyor. Bir telefon, bir görüşme<br />
derken hemen birlikte yola koyuluyorlar.<br />
Bill Gates en başta Paul Allen ile yolculuğuna çıkmış, Steve Jobs Steve Wozniak ile<br />
tanışmış, Mark Zuckerberg her ne kadar etik dışı davranıp bazı takım arkadaşlarını satsa<br />
da kendisini tamamlayan Dustin Moskovitz ile yola koyulmuştur. YouTube’ın kurucusu<br />
Chad Hurley yakın arkadaşı Steve Chen’le video paylaşım furyasını patlatmış. Instagram’ın<br />
kurucusu Kevin Systrom ise Mike Krieger ile milyar dolarlık başarı hikayesine adım atmıştır.<br />
Bu gençler bizim gibi deli dana gibi takım arkadaşı arama zahmetine girmemiştir.<br />
Dolayısıyla Jobs’ın kaderi de Steve Wozniak ile değişmiştir. Steve Jobs Steve Wozniak ile<br />
evin garajında işe başladıktan kısa süre sonra takımını genişletebilmiştir. Günümüzde ise<br />
takım kurmak her şeyden zor. Günümüzde garaj hikayeleri artık yerini bulut teknolojilerine<br />
bıraktığı halde takım kurmak halen daha zor. Dolayısıyla Steve Jobs gibi Silikon Vadisi<br />
mucitlerinin takım oluşturabilmesi pek çok insanın farkına varamadığı önemli bir kısmet<br />
örneğidir.<br />
Genç Applı şirketinin kısa zaman sonra da ürünleri tutunca, bir sene içinde yatırım bulup<br />
yollarına hızla devam etmişlerdir. Popülist şekilde Apple hikayesini size dramatik olarak<br />
lanse etseler de Apple Silikon Vadisi’nde hızlıca ekip kurabilme sonrasında da yatırım<br />
bulup yoluna gidebilme imkanına kısa zamanda sahip bir şirketti. Steve Jobs işten atılıp<br />
Pixar’ı kurduğunda bile hayallerini gerçekleştirmek için milyon dolarları vardı. Her zengin<br />
hayalini gerçekleştirseydi zaten Jobs bu kadar popüler olmazdı. Onlara ballı kısmetli derken<br />
hafife aldığımız için söylemiyoruz, bilakis başkalarının hata yaparak öğrendiği şeylerin<br />
onlarda doğuştan olduğunu ve hayatta liyakatlerine uygun yönlendirildiklerini söylemeye<br />
çalışıyoruz.<br />
Jobs’ın Pixar hikayesine daha önce değindiğimiz için burada sadece şunu söyleyelim; Pixar<br />
bence Jobs’ın en iyi hikayesidir. Orada da takım oluşturabilme, doğru insanları doğru zamanda<br />
bulabilme kısmetleri görürsünüz. Bazı insanlar doğuştan liyakat sahibi olur bazıları<br />
da hatalarla öğrenir ama sonuç hiç bir zaman değişmez. Kaderin size yol vermesi gerekir.<br />
Steve Jobs ünlü mezuniyet konuşmasında değindiği noktaları birleştirmekle (connecting<br />
the dots) aslında Kaderin onu nasıl sevk ettiğini itiraf ediyordu. Gerçekten de Steve Jobs’ın<br />
bütün hikayesine baktığınızda sanki o da girişimciliğin en ince sırlarını doğuştan öğrenmiş<br />
gibi. Siz bu kısmetli hikayelerin içine Bill Gates’i de katabilirsiniz. O da doğru zamanda<br />
doğru yerde olanlardan ve daha niceleri.<br />
Kısmetli hikayeler içinde sadece Silikon Vadisi hikayeleri yok elbet. Hollywood ve Müzik<br />
endüstrisinde de durum farklı değil. İstisna olarak görülen kısmetli başarı hikayeleri hayatın<br />
her alanında mevcut. Bunları farkına varmakta yarar var.
Müzik endüstrisinde de en tipik örnek Taylor Swift’tir. O da kısmetli başarı hikayesine<br />
sahip. 14 yaşında ergen çağında şarkı bestelemeye başlayan sanatçı Sony Music’in dikkatini<br />
çekiyor ve işe alınıyor. 16 yaşında yani 2006’da kendi bestelediği “Our Song” County Music<br />
kategorisinde bir ilke imza atarak ilk büyük çıkışını yakalıyor. Kendi besteleyip kendi söylediği<br />
için 2008 Grammy ödülüne layık görülüyor. Sonradan kendisinin besteleyip söylediği<br />
şarkılarla çıkışını sürdürmeye devam ediyor. 2013’de 200 albüm arasından 274 hafta boyunca<br />
son 57 yılın en en çok beğenilen ilk 12 şarkı arasına girmeyi başarıyor. Taylor Swift şu<br />
anda dünyanın en yetenekli genç şarkıcılarından biri olarak gösteriliyor. Taylor’ın hikayesi<br />
o kadar ilginç ki besteleme kabiliyeti, tanıştığı önemli insanlar, sesi, güzelliği sanki eksiksiz<br />
her şey yerli yerinde ve zamanında verilmiş gibi. Taylor Swift gibi ünlü şarkıcı olma hayalleri<br />
kuran o kadar çok genç Amerikalı var ki tariflere sığmaz. Keşke birileri onlara biraz<br />
da kısmetle ilgili gerçekleri söyleseydi.<br />
Yine Müzik endüstrisinden en tipik örneklerinden biri Justin Bieber’ın hikayesidir. Justin<br />
Bieber için herşey YouTube da kendi koyduğu şarkısıyla başladı. 2008’de 1981 doğumlu<br />
genç menejer ve yetenek avcısı olarak bilinen Scooter Braun (Talent Manager) tarafından<br />
YouTube’da keşfedilen Justin Atlanta’ya davet edildi ve aralarında imzalanan sıkı sözleşmeden<br />
sonra 2009 yılında One Time şarkısıyla ilk önce Kanada’da en çok dinlenen ilk 10<br />
şarkı arasına girmeyi başardı sonra da kısa zaman içinde Amerika’da popüler oldu.<br />
Justin Bieber şimdi artık dünyaca tanınan ergen müzik ekonomisinin en popülist yıldızı.<br />
Yeri gelmişken söyleyelim menejer Scooter Braun aynı zamanda Gangnam Style’ı meşhur<br />
eden kişidir. Dolayısıyla kısmetli insanların önemli insanlarla nasıl tanıştığı gerçekten de<br />
incelenmeye değerdir. Kim derdi ki YouTube’ta dünyanın en yetenekli menejeri tarafından<br />
keşfedilecek, sonra da dünyanın en ünlü genç şarkıcısı olacak. Bazı insanlar işte doğuştan<br />
liyakat sahibi oldukları için İlahi Kudretle turnikeye önceden giriyorlar. Onların kendilerini<br />
yükselten insanlarla tanışması da İlahi sevkin bir sonucudur. Biz menejer, yatırımcı arayıp<br />
ikna etmek için kendimizi yırtarken onlara bu insanlar kendileri ulaşıyor.<br />
Tabii kısmetli insanların imtihanları daha ağır. Kabz dönemini tam anlamıyla geçirmedikleri<br />
için işin şükür boyutunu bilemiyorlar. Yani onlar direkt olarak bast (genişlik) ruh<br />
halini yaşamaya başlıyorlar. Para, şöhret, ün, yatırımcı, menejer, şirket derken bir anda ivme<br />
yakalayıp dünyanın en büyük ilgi odağı haline geliyorlar.<br />
Bundan dolayı bu tarz kısmetli insanların hikayelerini yanlış yorumlayan genç idealistler<br />
onlar gibi bir an önce başarılı olmak için çırpınıyorlar. Bazıları ümitlerini kaybedip geriye<br />
dönüyor, kimisi de kabz dönemini geçirdiklerinin farkında olmayıp çabuk pes ediyor. Her<br />
ne olursa olsun, insanların başarı ile mutluluğu ilişkilendirmeleri belki de yapılan en büyük<br />
hatalardan. Dolayısıyla insanlara her iki halde de başarılı insanları örnek verirken çok dikkatli<br />
olmakta fayda var.<br />
Amerika’nın şaşaalı başarı hikayeleri kimilerini baştan çıkartabiliyor. Genellikle itikad anlayışı<br />
zayıf olan insanlar bunlardan çok etkileniyorlar. Özellikle ergen yaştakilerin ruhları<br />
fantaziyle, şan, şöhretle fazlasıyla yıkanıyor. Biz yetişkinler bile çok etkilenebiliyoruz.
Bütün Mesele Doğru İnsanı ve Doğru İş Modelini Bulmaktır<br />
Serendiplik konusunu işlerken yeterli mi diye sorduk. Bireye indergeyerek ego, sabır ve<br />
kısmet mevzularını ele aldık. İlahi tesadüflere yer açmadan mucizelerin oluşmadığını beyan<br />
ettik. Dolayısıyla serendiplikle ilgili özetle şunu diyebiliriz ki serendiplikten beklenen asıl<br />
nihai amaç doğru insanı ve doğru iş modelini bulmaktır. Yani bütün mesele budur. İster kabz<br />
halinden sonra isterse kısmetli girişimci sınıfında olun farketmez amaç doğru insanlara ve<br />
modellere ulaşabilmektir.<br />
Her ne kadar da şans gibi gözükse de deneme yanılma yöntemleri, fikirlerin çarpışması,<br />
hareketlilik, etkileşim derken belirsizlik havuzunda doğru insanlarla doğru ürünü ortaya<br />
çıkarmak ve onu doğru model üzerinde inşa etmek en büyük hedeftir. Bundan dolayı<br />
yetenekli ve yaratıcı insanların bol olduğu riskli ortamlar doğru iş modelini bulmak için<br />
önemli ortamlardır. Çoğulculuk bundan dolayı hayati öneme sahiptir. Bu sebeple çok farklı<br />
insan kümelerinin birbirleriyle etkileşiminden çıkacak sinerjiyle insana yol gösteren pek<br />
çok fırsat yakalanabilir.<br />
Bazen mutfakta bile bunu yaşarsınız. Ne yemek yapacağınızı bilmemenize rağmen dolaptaki<br />
malzemelere bakıp bir tahminde bulunursunuz. Öyle olur ki sebzeleri karıştırıp yola<br />
koyulursunuz ve hangi yemeği yaptığınızı bile bilmezsiniz. Bundan dolayı ne kadar çok<br />
farklı malzeme çeşitliliği olursa şansınızı o oranda arttırırsınız. Yemeğin içine ruhunuzu da<br />
kattınız mı onun lezzetine kendiniz bile şaşırırsınız. Amerikalı çiftçi arkadaşım bahçesinden<br />
topladığı değişik mantarları katarak bize çorba yapmıştı. Mantar çorbası dese de kullandığı<br />
değişik yöntemler yemeği oldukça farklı kılmıştı. Bekar evlerinde patatesin her türlü<br />
yemeğini yapmak adettendir. Aslında o sırada hangi malzeme varsa patatesle karıştırılır<br />
ve yemeğin ismi bile bilinmez. Bundan dolayı Allah patatesi bekarlar için yaratmış esprisi<br />
meşhur olmuştur. Ayrıca istediğiniz kadar evde yemek malzemesi olsun, ancak doğru insanın<br />
pişirmesiyle yemek hayat bulur. Yemek onun ruhundan üflenen tuzla lezzetleşir.<br />
Serendiplik hayatımızın her alanında var aslında. Festivallerde, partilerde, kokteylerde,<br />
sinemada beklemediğimiz insanlarla tanışırız sonra hayatımız birden bire değişiverir.<br />
Tanıştığınız insanlar eşiniz olur, sevgiliniz olur, arkadaşınız olur, işiniz olur. Doğru iş modellerini,<br />
doğu insanları bu tarz şans havuzlarında rastgele bulursunuz. Tesadüf ve rastlantı<br />
desek te aslında bunlar da hayatınızdaki planın bir parçasıdır. Bazen kimileri size lütuf<br />
olur kimileri de en büyük imtihanınız olur. Elif Şakak’ın deyimiyle kimileri gelince, kimileri<br />
gidince size huzur verir.<br />
Buradaki asıl önemli nokta doğru insanı bulmadan önce sizin doğru insan olmanızdır. Liyakat<br />
sahibi olmaya bakın ki Kader sizi doğru insanlarla eşleştirsin. Sonra da kendinizi şans<br />
havuzlarına bırakabilirsiniz. İnsan genelde kendi frekansındaki insanlarla tanışır. Sonrası<br />
ise Allah Kerim, eğer yeterince sebat ediyorsanız mükafatını alırsınız. Kısmetli girişimcilerin<br />
bile çok çalışmaktan başka çareleri yok. İnsana çalıştığından başkası yok. Başarılı insanlar<br />
da çok çalıştılar ve en önemlisi hayallerinden hiç vazgeçmediler. Onları başkalarından<br />
farklı kılan sebat anlayışlarını yakından tanımak isterseniz birinci kısmın sonunda anlattığımız<br />
inatçı başarı hikayelerini okuyabilirsiniz.
Onlar Hiç Vazgeçmediler<br />
Beyazıt Öztürk peltek dilinden dolayı radyo programından çıkartılmıştı. Beyaz şu anda 10<br />
seneden fazladır Beyaz Şov TV programını sunuyor ve sayısız standup’ları var. Peltek dili<br />
onu hayallerinden vazgeçirememişti.<br />
Michael Jordan okulun Basketbol takımına alınmadığında odasına gidip hüngür hüngür<br />
ağlamıştı. Ancak hayalleri üzüntüsünden daha büyüktü, hiç vazgeçmemişti, bir sonraki seneye<br />
kadar daha sıkı çalışıp okulun takımına girmeyi başarmıştı. Sonradan aldığı burslarla<br />
birlikte kademe kademe kendini geliştirmesi kendisine Basketbol’da ben de varım dedirtmişti.<br />
Michael Jordan hayallerinden hiç vazgeçmemişti ve dünyanın en ünlü ve başarılı<br />
basketbolcusu olmuştu.<br />
Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling boşanıp depresyona girmiş ve kitabı 12<br />
yayınevi tarafından reddedilmişti. Ne yayınevleri ne de çok ilaçlarla atlatmaya çalıştığı ağır<br />
depresyonu kendisini romanlarını yazmaktan alıkoymuştu. Onun ilacı vazgeçememekti.<br />
Joanne Rowling’te şu an dünyada romanı en çok satılanlardan biri olarak dünya rekorunu<br />
kırdı ve aynı zamanda Amerika’da başta olmak üzere bütün dünyada Ergenlik Ekonomisini<br />
başlatan kişi oldu.<br />
Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Harland David Sanders kızarmış tavuk formülünü kabul<br />
ettirene kadar 3000‘nin üzerinde geri çevrilmişti. Bu kadar red cevabından sonra halen<br />
ilk satışını yapamamıştı. 50 yaşında yaşadığı derin hayal kırıklıkları onu yine de durduramamıştı.<br />
Şimdi onun kızarmış tavuklarını hepimiz severek yiyoruz.<br />
Finlandıyalı oyun şirketi Rovio Entertainment 51. oyunlarını bitirdiklerinde asla pes etmemişlerdi,<br />
52. oyunlarında Angry Birds mobil oyununu geliştirerek dünya çapında en<br />
çok satılan oyunun mucidi olarak tarihe geçtiler. Oyun o kadar çok tutuldu ki, Hollywood<br />
animasyon filmini yapmak için kolları çoktan sıvadı.<br />
Bill Clinton Üniversite’nin ilk yıllarında Öğrencilik Temsilciliği için yarıştığı ilk seçimini<br />
kaybetmişti çünkü okul arkadaşları onun çok “politik” olduğuna karar vermişti. İlk önce<br />
Arkansas Valisi, sonra da Amerikan Başkan’ı seçilene kadar benimsediği politik duruşundan<br />
hiç ödün vermemişti.<br />
Mimar Sinan profesyonel kariyerine başladığında 50 yaşındaydı. Yaşım geçti dememiş, hayalinin<br />
ve arzularının peşinden koşmaya devam ediyordu. Şu an halen Selimiye Camisinin<br />
sırlarını çözmeye çalışıyoruz. Geride müthiş mimari eserler bırakacak ve yüzyıllar boyunca<br />
kendisinden söz ettirecek bir üne kavuşmuştu.<br />
Zurich Polytechnic Üniversitesi’sinin başvurusunu reddettiği kişi Albert Einstein idi. Onlara<br />
göre bu kişi bu Üniversite’ye layık değildi. Gerçekten de o zamanlar Matematik’i zayıf<br />
olan Einstein bildiği yoldan hiç geri dönmedi. Bir yandan Matematik’teki açığını kapatırken,<br />
diğer taraftan da Fizik’in yeni kurallarını keşfediyordu.
Henry Ford’a daha hızlı at arabaları istediğini söyleyen insanlar onu dev otomotiv sektörünün<br />
mucidi olmaya ittiklerini hesaplayamamışlardı. Banka’ya kredi için başvurduğunda<br />
kredisini reddeden banka memuru ona araba gibi bir şeyin ancak geçici bir moda<br />
olabileceğini söylemişti. Henry Ford odadan ayrılırken ona “bir gün bu yollarda at arabası<br />
kalmayacak, tüm ulaşım otomobille sağlanacak” derken sadece banka memuruna değil<br />
bütün dünyaya kendi vizyonundan zerre kadar vazgeçmeyeceğini haykırıyordu.<br />
Thomas Edison 1868 de bir atölye kurdu ancak yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini<br />
satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston’dan New York ‘a gitmek zorunda<br />
kaldı. Kışları Florida’da geçiren Edison Henry Ford ile orada tanışmıştı. İki önemli büyük<br />
endüstrinin mucitlerini kader buluşturmuştu ve iyi arkadaş olmuşlardı. Edison evlerimizi<br />
ve iş yerlerimizi aydınlatacak ampul ün buluşundan önce tam 1000 (bin) kere başarısız<br />
olmuştu. Ancak o da en yakın dostu Henry Ford gibi hayallerinden hiç vazgeçmemişti.<br />
Brad Pitt genç lise delikanlısıyken Dallas dizisinde oynadığını biliyor muydunuz? You-<br />
Tube‘tan izleyebilirsiniz. Peki kariyerine Hollywood sokaklarında tavuk kostümlerini<br />
giyerek başladığını duydunuz mu? Evet Brad Pitt egoyu bir tarafa bırakmış Hollywood’un<br />
en dibinden yukarıya doğru adım adım tırmanıyordu.<br />
Çocuk yaşta Wushu Uzak Doğu sporunu öğrenen Jet Li, fakir bir ailenin çocuğuydu. Aynı<br />
zamanda iki yaşında babasını kaybetmişti. Evde et bile yiyemeyecek kadar fakir olan Li<br />
ailesi binbir zorluklar çekmesine rağmen Jet Li Wushu hayalinden hiç vazgeçmemişti.<br />
Kendisini dövüş sanatlarına o kadar kaptırmıştı ki sayısız madalyalarla yirmili yaşlara<br />
giriyordu. Daha önce on bir yaşında bir şampiyonada başarılı olan Jet Li Amerika’ya seyahet<br />
ödülü kazanmıştı. Yalnız bir sorun vardı İngilizce bilmiyordu. Günlük dört saat sıkı<br />
İngilizce çalışarak bu sorununu kısa zamanda giderdi. Yirmili yaşlarda oyunculuğa soyunan<br />
Li Çin’de ilk filmi Shaolin Tapınağı ile Sinema dünyasına adım attı. O sıralar eşinden<br />
boşandığı için zor günler geçiriyordu. Yine de hiç bir şey kendisini hayalinden vazgeçiremedi.<br />
Sonunda Hollywood’a adım atmayı başarıp dünyanın en büyük film yıldızlarından<br />
biri oldu.<br />
Evet bana çok başarılı birisini gösterin, ben size orada derin bir dram göstereyim. Hepsinin<br />
acıklı, zorlu hikayeleri var ama onları diğerlerinden farklı kılan sabır, inat ve sebat duygusuydu.<br />
Eksiklikleri varsa onu giderme yollarını araştırdılar. Fakirlik, boşanma, reddedilmeyi<br />
onlar kadar bilebilir miyiz bilmiyorum ama bu insanlar hayatlarının en zor demlerinde<br />
bile hiç bir zaman durmadılar, çileyi çıra yapıp yaktılar, yükseldiler, sürekli çalışıp<br />
daha iyisine talip oldular.<br />
Onlar fikir saplantısında değildiler, sadece ne istediklerini iyi bildikleri için delice tutkularının<br />
peşinden koştular. Yeteneklerinin farkındaydılar, başkalarının kendilerini övmeleri<br />
veya yermeleri önemli değildi. Onlar kendilerini iyi biliyordu zaten. Heves ile tutkuyu birbirinden<br />
ayırabilmişlerdi. Yaş, reddedilme korkusu, hayal kırıklığı, ego, depresyon, peltek<br />
dil hiç bir engel hayallerinden daha önemli değildi. Onlar hiç vazgeçmediler, lütfen sen de<br />
vazgeçme!
II. Kısım<br />
<strong>Startup</strong> dedikleri...<br />
Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden çok daha iyidir.<br />
- Peter Marshall -
<strong>Startup</strong> Nedir?<br />
Dünyada inanılmaz bir girişimcilik<br />
rüzgarı esiyor. Kuluçka merkezleri,<br />
konferanslar, yarışmalar,<br />
hızlandırma programları, seminerler,<br />
yatırımcılar, yarışmalar derken<br />
Türkiye de bu kervana katılmış<br />
bulunuyor. Bu kadar hızlı<br />
gelişmelere kayıtsız kalmamız elbette<br />
mümkün değil. Ne var ki işin<br />
henüz kavram boyutundayız.<br />
<strong>Startup</strong> kelimesinin Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak geçse de<br />
bunun henüz tam bir resmiyeti yok. Computer çağının başlangıcında da durum böyleydi.<br />
Yeni çağın başladığını farkeden Türk Dil Kurumu Computer yerine Bilgisayar sözcüğünü<br />
kullanarak önemli bir ilke imza atmıştı. Şimdi de yeni bir girişimcilik çağı başlıyor ve<br />
“startup” gibi kavramları yerli yerine acilen oturtmamız gerekiyor. Şu an hali hazırda Yeni<br />
Tekno Girişim veya Yeni Girişim tanımlamalarından daha iyisi bulunmuyor. Bu belirsizliken<br />
dolayı biz bu kitapta bütün dünyanın en çok kullandığı startup kelimesini tercih edeceğiz.<br />
Zaman zaman Yeni Girişim’de diyeceğiz.<br />
Şu anda girişimcilik ekosisteminde startup kelimesi en popüler sözcüklerden. Yeni bir<br />
girişime başlamış şirketler için kullanılıyor. Başlangıç aşamasındaki bu girişimler daha çok<br />
tekno-şirketler oluyor. Yine de startup hızlı büyüme odaklı bütün şirket tipleri için geçerli<br />
bir kavram. Teknoloji ağırlıklı şirketler daha hızlı büyümeye elverişli olduğu için ilk olarak<br />
insanın aklına bu tarz şirketler geliyor. Bunun haricindeki şirket yapıları normal girişim<br />
sayılıyor. Dolayısıyla startup dendiğinde hızlı büyüme odaklı, biraz popülist, kullanıcı ve<br />
müşteri odaklı, kısa zamanda küçük kitleden büyük kitleye ulaşmayı hedefleyen başlangıç<br />
aşamasındaki şirket türleri kastediliyor. Yani startup şirket türü yapısal nitelikle kendisini<br />
normal bir girişimden farklılaştıran özelleştirilmiş bir kavramdır diyebiliriz.<br />
Piyasada startup denildiğinde genelde bıyığı yeni terlemiş terü taze genç dinamik bir<br />
tekno şirket akla geliyor. Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Airbnb, Whatsapp, Uber<br />
piyasada en çok bilinen popülist örneklerden. Yine de durum öyle gözüktüğü gibi iç açıcı<br />
değil. <strong>Startup</strong> şirketlerin binlercesi değişik sebeplerden dolayı batıyor.<br />
Piyasada bu durum startup girişimcileri için bir çelişki sayılıyor. Büyük ihtimalle batabilecek<br />
bir şirket türüne gönül vermek platonik aşk olarak tanımlanıyor. <strong>Startup</strong> şirketin kendini<br />
piyasaya kabul ettirmesi, milyar dolarlık dev kurumsal bir şirkete dönüşmesi de mümkün.<br />
Bundan dolayı startup girişimcileri hayallerinden vazgeçemiyorlar ve oldukça belirsiz<br />
bir maceraya atılıyorlar. Maceralarında startup dinamiklerini bilmeyen toy girişimciler<br />
başarısız olduklarında geriye acıklı hikayeleri kalıyor. Bundan dolayı startup hikayelerinin<br />
acıklı yönleri mutlu sonlardan çok daha fazla oluyor.
<strong>Startup</strong> normal şirket tipinden yapısal olarak son derece farklı dinamikler arzediyor. <strong>Startup</strong><br />
büyük pazarı hedefleyen ve “pivot” denilen bir döngü eşiği üzerinde, iş planı yerine iş<br />
modelini benimseyen ve iki üç genç amatör girişimci tarafından başlatılan sonu belirsiz bir<br />
tekno şirket türüdür. Heyecanlı genç ekip pivot döngüsündeki ilk müşterileriyle veya servis<br />
kullanıcılarıyla etkileşime geçerek iş modelini ispatlamaya çalışır.<br />
Pivot döngüsündeki amaç prototipini hayata geçirerek modelin çalışırlığını ispatlamaya<br />
çalışmaktır. Bu dönemde genellikle ürünü veya servisi müşteri veya kullanıcı şekillendirir.<br />
Kullanıcıdan ürüne doğru akışı metriklerle iyi kontrol eden girişimciler pivot döngüsünden<br />
çıkarak startup iş modelini, fikrini ispatlamış ve artık geniş kitleye açılabilme hakkına sahip<br />
olmuş demektir.<br />
Pivot döngüsündeki yaklaşım biçimine Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) denir. Yalın Girişimi<br />
daha sonra etraflıca ele alacağız. Yalın Girişim’de amaç pazardan ürüne doğru pivot<br />
döngüsünü kırıp dışarı çıkabilmektir.<br />
Bundan sonra startup elinden geldiğince hitap ettiği büyük pazarda müşteri kitlesini katlayarak<br />
hızlı bir büyüme hızını yakalamaya çalışacaktır. İki üç kişilik şirkete kısa zamanda<br />
personel alımı yapılacak, takımlar oluşturulacak ve kurumsallığın gerektirdiği muhasebe,<br />
insan kaynakları, hukuki prosedürler gibi departmanlar oluşturulacaktır. Bütün bu süreç bir<br />
sene gibi kısa bir zamanda gerçekleşebilir. Yine de tam anlamıyla kurumsallaşmak zaman<br />
alacaktır.<br />
<strong>Startup</strong>’larda normal girişimlerin aksine iş planı yoktur. Müşteriyle veya kullanıcıyla direkt<br />
olarak etkileşime geçilecek minimum ürün geliştirilir (MVP-Minimum Viable Product).<br />
Onlardan geri dönecek bildirime göre ürün geliştirilmeye devam edilir. Dolayısıyla startup<br />
son derece belirsiz koşullardan oluşur. Şirkette görev olarak herkes her şeyi yapar. Geleneksel<br />
iş yöntemlerinin aksine kuralları olmayan gerilla yöntemlerini benimseyen ve bunun<br />
için bazen etik kurallarının dışına çıkmayı göze alabilen gözü kara şirket türüdür.<br />
Yalnız şu var ki startup aynen aşk<br />
gibi geçicidir. Bundan dolayı kısa<br />
zamanda bir yatırımcı bulup evlilik<br />
yapmayı hedefler. İhtiyaç duyduğu<br />
yatırımı şirketinde kullanarak<br />
büyüme hızına göre daha fazla<br />
yatırım alma peşinde olur. Ancak bu<br />
yatırım sürecini sadece araç olarak<br />
görür. Yatırımı başarı veya amaç<br />
olarak gören pek çok startup şirketinin<br />
öldüğü tespit edilmiştir.
Başarılı startup girişimcilerin hikayeleri başka girişimcilerin iştihasını kabartmaktadır.<br />
Acaba ben de bir startup şirket kurup zengin, popüler olabilir miyim rüyalarına kapılan<br />
girişimci bulmak artık sıradandır. Tutkularının peşinden gitmek yerine mutlaka bir startup<br />
kurup zenginlik rüyaları beslemek sosyal bir etkilenme hastalığı olarak tanımlanıyor.<br />
Kendine yabancılaşmanın başka türü olan bu tür durumlar toplumda mutsuz insanlar da<br />
yaratıyor. Dolayısıyla startuplar artık gerçekten de çağımızın en popülist alanlarından. Ashton<br />
Kutcher ve Lady Gaga gibi Amerika’lı ünlülerin bile startup şirketlerine büyük yatırımlar<br />
yaptığını düşünecek olursanız, startuplar yıldızlardan bile daha popüler diyebiliriz.<br />
Bundan dolayı başarılı startupların kendilerini kontrol edememeleri de aslında doğal<br />
sayılıyor. Ne var ki girişimciden asıl beklenen tabii ki farklı. Başkalarına mütevaziliğiyle,<br />
doğallığıyla ve güçlü karakteriyle örnek olabilecek girişimcilere su gibi ihtiyaç var. Bütün<br />
bunları daha önce ele aldığımız için şu an es geçiyoruz.<br />
Silikon Vadisi’nden fışkıran bu dev şirketlerin başlangıç aşamasında elbette ortak noktaları<br />
mevcut. Rahatlıkla yatırımcı bulabilme, takım için gerekli yetenekleri bulabilme gibi<br />
ekosistemin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar. Ne var ki bütün bu süreçler yıllar<br />
süren bir birikimle oluşmuştu. Bundan dolayı başka ülkelerin acaba biz de bir Silikon Vadisi<br />
oluşturabilir miyiz argümanı son derece yanlıştır. Silikon Vadisi karşılaştırması yapmak<br />
yerine onun niteliklerini ve modellerini öğrenmek bizim için en azından şu anda daha<br />
akıllıcadır.<br />
Bundan dolayı bu kitapta bir taraftan bu modelleri öğrenirken diğer taraftan da bize uymayan<br />
yönlerini de tartışmaya açacağız. Bu kitapta Türk kültürünün son derece farklılık<br />
arzettiğini görecek ve neden <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.<br />
Özet<br />
• <strong>Startup</strong>’ın Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak kullanılsa da<br />
Türk Dil Kurumu tarafından henüz literatüre konulmamıştır<br />
• <strong>Startup</strong> büyük pazarları hedefleyen küçük bir ekiple kısa zamanda büyüme potansiyeli<br />
gösterebilen şirket türüdür<br />
• <strong>Startup</strong> pivot döngüsünü aşmayı amaçlar, aştıktan sonra da büyüme hızını yakalar<br />
• <strong>Startup</strong> geçicidir, sonsuza kadar startup olmaz, bir an önce kurumsallaşması gerekir,<br />
yoksa ölür<br />
• <strong>Startup</strong> girişimcilerinin başarılı hikayelerden etkilenmesi doğaldır ama asıl gaye ve olması<br />
gereken onların başkalarına rol olabilme hüviyetini taşımalarıdır.<br />
• Silikon Vadisi karşılaştırması çok yanıltıcıdır. Bunun yerine en azından kavramsal olarak<br />
<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong>’yı öneriyoruz.
Girişimcilik <strong>Startup</strong> Demek Değildir<br />
“Girişim” kelimesi “startup” yerine kesinlikle geçmez. Bir bakkal, manav, lokanta da girişimdir<br />
ama hitap ettiği dar kitle ve ulaşabileceği büyüklük belli olduğundan startup<br />
değildirler.<br />
<strong>Startup</strong> piyasadaki küçük bir sorunu çözerek kullanıcı veya müşteriyi kendine bağımlı hale<br />
getirir. Müşterinin ihtiyacını karşılamayan bir startup pivot döngüsü içinde kalarak ölebilir.<br />
En azından ya aspirinle müşterinin acısı azaltılmalı ya da vitaminle kullanıcı tecrübesini<br />
zenginleştirme yolları aranmalıdır.<br />
Bundan dolayı startup’ların küçük net bir sorunu çözmeleri tavsiye edilir. Çanakkale On<br />
Sekiz Mart Üniversitesi Doç Dr. Ali Şahin Örnek’in dediği gibi müşteri kuş gibi hassas bir<br />
varlıktır. Aşağıda gördüğü küçük bir su birikintisine konar. Sevmedi mi uçar gider. Onu<br />
ürkütmemek, tek çeşit yemle bile olsa doyurmak ve mutlu ayrılmasını sağlamak gerekir.<br />
Öyle ki oradan her uçtuğunda aşağıda kendisine yönelik bir şeylerin olduğunu bilsin ve<br />
tekrar konsun.<br />
Müşterinin veya kullanıcının ihtiyacını düzgün karşılayan startup zamanla kendi kültürünü<br />
oluşturarak dev bir ekonomiye dönüşür. İlk önce kardan adam yapmakla başlamak yerine<br />
kar topunu yuvarlayarak işe başlar. <strong>Startup</strong> her zaman küçük başlar ve tekil basit bir soruna<br />
odaklanır. Her ne kadar büyük pazarı hedeflese de ilk süreçte kısıtlı bir kitlenin sorununu<br />
çözmekle işe başlar.<br />
Pek çok startup başlangıç aşamasında büyük pazarlara hitap etmeye çalıştığı için batmıştır.<br />
<strong>Startup</strong> kar topu gibi aşağıya yuvarlandıkça kendiliğinden büyüyen pazar dinamiğine sahiptir.<br />
Ortada hiç bir şey yokken direkt olarak büyük pazarlara ürün geliştirmek çocuksu bir<br />
girişimci örneğidir. Bundan dolayı Google Plus büyük pazarın en küçük çocuğudur.<br />
Bununla birlikte startup ille de tekno şirket demek te değildir. Eğer lokal küçük işletmeler<br />
“Franchising” modelini benimseyip kısa zamanda ülke çapında zincirler oluşturabilirlerse<br />
onlar da başlangıç aşamasında startup sayılırlar. Yani dar kitleyle başlayıp büyük pazarlara<br />
talip, hızlı büyüme potansiyeline sahip başlangıç aşamasındaki şirketler de startup sayılırlar.
Franchising demişken, biz Türklerin<br />
artık “başka şubemiz yoktur“ mantığından<br />
çıkıp, Franchising modeline<br />
geçiş yapmamız gerekiyor. Yurt<br />
dışına gelen Türk’ler bile değişmemekte<br />
halen direniyor. Bir lokanta<br />
açıyor, yirmi yıl aynı yerde kalıyor.<br />
Amerika gibi Franchising Fast Food<br />
modellerinin vatanında Türk’ler halen<br />
aynı kalıyorsa bu durum modern<br />
ekonomiyi, markalaşmayı ve onun<br />
gerektirdiği kavramları tam benimsemeyişlerinin<br />
göstergesidir.<br />
Ayrıca bilinenin aksine startup büyük firmaların da kullanabileceği kültür türüdür. Her ne<br />
kadar startup için başlangıç aşamasındaki büyüme odaklı tekno şirket türü desek te meşhur<br />
Amazon gibi dev firmalar kendi proje takımlarını startup kültüründe çalıştırmaktadır. Yani<br />
startup yeri geldiğinde bir kültürel durum olabilir. <strong>Startup</strong>ta takım üyeleri daha samimi ve<br />
insiyatif odaklı oldukları için startup kültürü başka büyük firmaların tercih ettiği önemli<br />
bir şirket kültürüdür.<br />
Türkiye’nin artık startup’lara ihtiyacı var, girişimlere değil. Türk insanının da artık startup<br />
mentalitesine kavuşması gerekiyor. Bundan dolayı Türk girişimcisi yetiştirirken startup’ın<br />
yukarıda bahsedilen kavramları esas alınmalıdır.<br />
İster yeni tekno şirket kurun ya da bir fast food zinciri, startup mantığı her ikisinde de<br />
geçerlidir.<br />
Özet<br />
• Her girişim startup demek değildir<br />
• <strong>Startup</strong> sayılması için büyük pazara talip olmalı ve hızlı büyüyebilmelidir<br />
• <strong>Startup</strong> her şeye rağmen başlangıç aşamasında dar bir kullanıcı kitlesinin sorununu<br />
çözmelidir.<br />
• <strong>Startup</strong> daha çok tekno şirketler için geçerli model olsa da hızlı büyüyen bir lokanta zinciri<br />
de startup sayılır<br />
• <strong>Startup</strong> aynı zamanda dev şirketlerin tercih ettiği bir şirket kültürüdür.<br />
• Normal girişimciden ziyade Türk startup girişimcilerine ihtiyacımız var
Türk <strong>Startup</strong>’ların Sorunları<br />
Peki Türkiye’de startup kültürü<br />
oluşturabilmek gerçekten mümkün mü? Milyar<br />
dolarlık startupları bir gün biz de görebilecek<br />
miyiz? Bütün dünyaya örnek olabilecek<br />
startuplarımız dünya medyası tarafından<br />
konuşulacak mı? Biz de parmağımızla bir<br />
Türk startupını gururla işaret edebilecek miyiz?<br />
Aslında bu soruların cevabını kitabın birinci kısmında vermiştik. Biz yine de şu an için<br />
Türk startupların sorunlarını çevresel ve bireysel olarak iki ana listede sıralamak mümkündür.<br />
Türk Girişim Ekosistemindeki Sorunlar<br />
• <strong>Startup</strong>’ların gelişmiş şehirlere özgün olması, Türk <strong>Startup</strong>’larının (Yeni Tekno Girişimler)<br />
daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir’e hapsolunmaları<br />
• <strong>Startup</strong> (Yeni Tekno Girişim) kültürünün Üniversite ve İş dünyasında henüz tam<br />
karşılığının olmaması<br />
• KOSGEB vb. TeknoPark şirketlerinin <strong>Startup</strong> şirket modeline uyumsuzluğu<br />
• TeknoPark’taki imkanlardan daha çok belli seviyeye gelmiş şirketlerin istifade etmesi<br />
• Melek Yatırımcı sayısının azlığı<br />
• VC’lerin (Risk Sermaye Şirketleri) azlığı<br />
• Ülkedeki Siyasi belirsizlikler ve aşırı gündem yoğunluğu<br />
• Ülkenin Finansal yapısının zayıflığı, düşük Ekonomik göstergeler<br />
• Yerli başarı girişimci modellerin azlığı<br />
• Amerika’daki Geek kültürünün yanlış algılanması<br />
• Girişimcilik ve Liderlik eğitimlerinin birlikte ele alınmaması, Liderlik eğitimlerinin girişimcilikte<br />
neredeyse hiç işlenmemesi<br />
• Girişimcilik programlarının Psikoloji (Davranış Bilimleri) ile ele alınmaması<br />
• İnsan Kaynakları Sorunu, Uygulama Geliştirici (Developer) bulabilmenin zorluğu,<br />
Uygulama Geliştiricileri şirkette tutamama, çalışan sadakatsizliği<br />
• Yetersiz sayıdaki Hızlandırıcı (Accelerator) programları, varolan hızlandırıcı programlarına<br />
ise sınırlı sayıdaki Üniversite’lerin destek vermesi<br />
• Dışarıdaki <strong>Startup</strong> Kültürünün aşırı referans alınması, filtreden geçirilmeden Türk<br />
Kültürü’nde uygulanmaya konulması<br />
• Türk <strong>Startup</strong> şirketlerinde Yenilikçilik (İnnovasyon) sorunu, Silikon Vadisi’ndeki başarı<br />
hikayelerini aşırı taklit, hayal gücüne inanmama, roman okumama, sanatla uğraşmama<br />
• Devlet’te <strong>Startup</strong> şirketinin karşılığı olmaması. (Amerika’da C-Corp türünde <strong>Startup</strong><br />
şirket türleri gibi)<br />
• <strong>Startup</strong>’ın (Yeni Tekno Girişim) ne olduğunu henüz bilmeyen yüzlerce Türk Devlet<br />
Adamının mevcudiyeti.
Girişimcilerdeki Sorunlar<br />
• Girişimcilerdeki İngilizce sorunu<br />
• Girişimcilerdeki ego faktörü, ben her şeyi ben bilirim havaları, fikir paylaşım eksikliği,<br />
aşırı özgüven ya da fazla özgüvensizlik, başka girişimcileri küçümseme hastalığı<br />
• Fikrin çalınma korkusu, fikre aşık olma, takım kurmak yerine bireysel tercihler<br />
• Takım üyelerinin birbirine güven sorunu<br />
• Rekabetteki etiklik, dürüstlük eksikliği<br />
• Takım üyeleri arasındaki dünya görüş farklılıkları<br />
• İlk yatırımda bunu yedi düvele duyurma hevesi, erkenden ilgi odağı olma hastalığı,<br />
şöhret tutkusu<br />
• Etkisiz zaman yönetimi<br />
• Tutku yerine hevesçi yaklaşım<br />
• Yatırımcının desteğiyle girişimin tutacağına olan inanç<br />
• Rızık meselesindeki itikat bozukluğu<br />
• Pazarlamayı çok öne almak, organik büyümeye inanmamak<br />
• Yalın Girişim metodlarını gereksiz görme, pazardan kullanıcı/müşteri geri bildirimine<br />
göre tasarlamama, hayalperestlik dürtüsü<br />
• Silikon Vadisi’ndeki girişimlerinden aşırı etkilenme<br />
• Geleceğe aşırı odaklanarak şimdiyi kaçırma ve girişiminde anlam oluşturamama (vizyon-misyon<br />
dengesizliği)<br />
• Yatırımcıları gerektiğinden fazla yerme veya büyütme<br />
• Yanlış pazar hedefleri, Türk pazarına aşırı odaklanma, küresel hedefler oluşturamama,<br />
küresel entegrasyon sorunu<br />
Yukarıdaki çevresel ve bireysel sorunları etraflıca tartışmak münkün. Bu sorunlarımızı gidermek<br />
elbette zaman alacaktır. Şimdilik temel modelleri öğrenmek yeterli olacaktır.
Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>)<br />
Dünyada startup fırtınası devam ederken yeni modeller de kendini göstermeye başladı.<br />
Bunlardan en önemlileri Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) olarak karşımıza çıkıyor. Bu<br />
kavramın bütün dünyada bu kadar çok etki yapacağını kimse öngörememişti. Yalın Girişim<br />
(The Lean <strong>Startup</strong>) dünyada o kadar büyük yankı getirdi ki artık büyük bir akıma<br />
dönüşmüş durumda.<br />
Bizzat Eric Ries tarafından geliştirilen Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) özetle en az sermaye<br />
ile son derece belirsiz koşullarda ürünün veya hizmetin son kullanıcıya ulaştırılması<br />
olarak tanımlayabiliriz. Yani yeni özellikler eklemek yerine en az maliyetle üretilen<br />
ürün üzerinden müşterinin geri dönüşümüne göre ürünün şekillenmesi, test edilmesi ve<br />
ölçeklendirilmesidir.<br />
Yalın Girişim müşterinin ihtiyacını karşılamak için (MVP = Minimum Viable Product) en<br />
yalın ve sade ürünle bir an önce kullanıcılarından geri dönüşüm alma esasına dayanır. En<br />
ilginç tarafı ise çözüm yerine probleme odaklanmak gerekliliğidir. Genelde girişimcinin<br />
en büyük hatası problemi bildiğini varsayarak çözüme çok erken odaklanmasıdır. Halbuki<br />
kullanıcının talepleri doğrultusunda problemi anlamaya çalışsa kafasındaki problemden<br />
çok farklı bir problemle karşılaşacaktır. Yalın Girişim geleneksel modellerin aksine insan<br />
odaklıdır ve kullanıcıdan ürüne doğru onun sorunlarını anlamaya çalışır.<br />
Yalın Girişim‘de iş planı yerine iş modeli esastır. İş planı üzerinde zaman kaybetmek yerine<br />
doğru iş modelini bulmak için “early adapters” dedikleri “erken benimseyenler” ile küçük<br />
ama sisteme hızlı adapte olabilen kitleyi hedefler. Asıl amaç ürünün geliştirilmesinden<br />
ziyade kullanıcı taleplerine göre sistemin ve platformun oluşturulmasıdır.<br />
Kullanıcı deneyimlerini esas alan Yalın Girişim Kur-Ölç-Öğren (Build, Measure, Learn)<br />
döngüsü üzerinde çalışır. İlk önce fikir geliştirilerek ürüne dönüştürülür, sonra ürün kullanıcıya<br />
sunularak verisel metrikler elde edilir. En sonunda da kullanıcı deneyiminden elde<br />
eilden veriler değerlendirilerek döngünün kırılıp kırılmadığı tespit edilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu döngüye kısaca “pivot” denir. Pivot döngüsündeki verimlilik<br />
ile eş zamanlı olarak ürün ve kullanıcı geliştirmedeki hızlılık oranına “çeviklik”<br />
(Agility) denir. Yani mümkün olduğunda erken hata yapmak ve buna hızlıca cevap vermek<br />
oldukça iyi bir şeydir. Bu hataları ölçümleyip, ders çıkartmak ve bunun doğrusunu yaparak<br />
kullanıcı talebini hızlıca karşılamak gereklidir.<br />
Kur (Build)-Ölç (Measure)-Learn (Öğren)<br />
Pivot döngüsünü aşmak demek zaten doğru modeli bulmak ve gözle görülür kullanıcı<br />
artışıyla birlikte sistemin rayına oturması demektir. Yatırımcılar artık genelde bu döngüyü<br />
kırıp takımıyla birlikte işini büyütmeye başlayan girişimcilere yatırım yaparlar.<br />
Dolayısıyla Yalın Girişim bir startup ekibinin olmazsa olmazlarındandır. Sadece ürüne aşırı<br />
derecede odaklanarak geliştirilen hizmetler piyasaya çıktığında tuzla buz olabilme riski<br />
taşırlar. Müşteriyle ilk temasın bir an önce olması, geri dönüşüme göre ürünün verya servisin<br />
en erkenden şekillendirilmesi gerekir.<br />
Özet<br />
• Yalın girişimde pivot döngüsüne odaklanılır ve müşteriyle ilk temas için MVP denilen<br />
en sade ürün veya hizmet geliştirilir<br />
• Pivot döngüsünde erken benimseyen (early adapters) kullanıcılar ile döngü kırılmaya<br />
çalışılır<br />
• Kur-Ölç-Öğren (Build-Measure-Learn) ile pivot döngüsünde kullanıcı deneyimi<br />
ölçeklenir<br />
• <strong>Startup</strong> girişimcisi ürüne aşırı odaklanmak yerine bir an önce müşteriyle temas etmenin<br />
yollarını aramalıdır
Yalın Girişimde Küçük ve Sade Düşünmenin Önemi<br />
<strong>Startup</strong> girişimcilerinin yalın girişimi uygularken yaptıkları en büyük hatalardan biri<br />
büyük düşünme hastalığıdır. Projesini çok büyük kitleye endeksleyerek dünyaları fethetme<br />
hastalığına kapılırlar. Özellikle kendilerini piyasanın büyük oyuncularıyla karşılaştırarak<br />
ümitsizliğe kapılırlar.<br />
Fark yaratmak adına ürünlerine yüzlerce özellik eklerler. Girişim modelinin adı Yalın Girişim<br />
ama olur size Karışık Girişim. Gerçekten de yurt dışında kaldığım süre zarfında kendim<br />
dahil Türk arkadaşlarımı Amerikalı arkadaşlarımla karşılaştırdığımda düşünce sistematiğimizin<br />
ne kadar farklı olduğunu bizzat gördüm. Siz ister kültür farkı deyin, isterseniz<br />
eğitim sistemi deyin şöyle bir gerçek var: Türk’ler bir problemin çözümünü çok karışık<br />
düşünüyor.<br />
Master yıllarımda sunum için biz slaytları doldurup her şeyi açıklamaya çalışırken aynı<br />
sınıftaki Amerikalı arkadaşlarım bir kaç slaytla sunumu özetleyebiliyordu. <strong>Startup</strong> girişimcileri<br />
için de durum farklı değil. Bir probleme odaklanma biçimini yakalamak için küçük<br />
düşünmek gerekir. Problemin kendisine odaklanılmayan girişimlerin çoğu batmıştır. Küçük<br />
düşünmek beraberinde odaklanmaya imkan verir ve başarının ilk anahtarını elinize teslim<br />
eder. Küçük düşünmek probleme sade ve yalın çözümler bulabilme imkanı da verir. Küçük<br />
düşünmek bir projenin, ürünün, sanatın ilk önemli adımıdır.<br />
Google bir arama algoritmasıyla başlamıştı, Facebook okul arkadaşlarını bağlantıya<br />
dönüştürme derdindeydi, Instagram fotoğrafları filtrelemeyle yola koyulmuştu, Twitter<br />
durum güncellemesiyle gündeme gelmişti. Amazon kitap satışıyla başlamıştı. Microsoft<br />
MSDOS gibi sadece komutlarla çalışan en basit işletim sistemleriyle piyasaya çıkmıştı. Şimdi<br />
hepsi milyar dolarlık devler oluverdiler. Bir probleme aşırı derecede odaklanarak kullanıcılarını<br />
ve müşterilerini memnun ettiler.<br />
Ayrıca Yalın Girişimin sadece startup girişimlerine mahsus olduğu ön kabülü son derece<br />
talihsiz bir değerlendirmedir. Yalın Girişim startuplar için elbette elzemdir ancak büyük<br />
İşletmelerin de Yalın Girişimi uygulamaları gerekir. Bunun en bilindik örneği Apple firmasıdır.<br />
Tek dokunuşla gelen en önemli tasarım harikası akıllı mobil cihazları dünyanın kucağına<br />
itmiştir. iPhone, iPad gibi inovasyonlar Nokia gibi devlerin batmasına sebep olmuştur<br />
öyle ki Microsoft Nokia’yı $7.2 milyar dolara satın almıştır. Halbuki Nokia bir zamanlar<br />
ne kadar büyüktü. Piyasanın büyük çoğunluğunu elinde bulunduruyordu. Nokia’nın batış<br />
hikayesi inovasyon eksikliğini göstermek adına okul derslerinde işlenmesi gereken ibretlik<br />
bir hikayedir. Nokia gibi daha nice büyük şirket inovasyon eksikliğinden batmıştır.<br />
Dolayısıyla Yalın Girişim yeniliğin (inovasyon) en ilk şartıdır. Ortaya sade, sindirilebilir bir<br />
ürün çıkacak ki insanlar hazmetsin, sonra tekrar kullanmayı göze alsın. Yapılan yüzlerce<br />
araştırma göstermiştir ki kullanıcılar tekil şeylere odaklanmaktan daha çok hoşlanıyorlar.<br />
Kendilerini adım adım yönlendiren basit uygulamaları seviyorlar. Özellikle milyonlarca<br />
mobil uygulamanın olduğu şu devirde sadelik en büyük rekabet avantajıdır. Fark yaratmak<br />
için deli dana gibi yeni özellikler eklemek gerekmez.
Yeri gelmişken önemli bir konuya da değinmek istiyorum. Örnek verirken sürekli Facebook,<br />
Instagram, Twitter vs. örnekler verdiğimiz halde startup girişimcilerine bu tarz projeleri<br />
tavsiye etmiyoruz. Bu tarz genel uygulamalar yerine girişimlerini dikeye kaydırmalarını<br />
tavsiye ediyoruz.<br />
Mesela Medikal alanda sayısız ihtiyaçlar tespit etmek mümkün. Sağlık sektörünün ihtiyacını<br />
giderecek yeni nesil projelerin ben büyük gelecek vaat ettiğini düşünüyorum. Aynı şekilde<br />
eğitim, telekomunikasyon ve tekstil alanlarında ciddi boşluklar var. Buralara odaklanıp<br />
başkalarının göremediği ama sizin farkına varabileceğiniz imkanlar mevcut. Ayrıca mobilite<br />
sadece cep telefonu demek değildir. Mobilite sizin birlikte taşıdığınız her şey demektir. Yani<br />
gözlüğünüz, kıyafetiniz, çantanız, kol saatiniz, gömleğiniz, kolyeniz, kitabınız, hatta tamamen<br />
size ait olan saçınız, deriniz kısacası her taşınabilirlik mobilitedir.<br />
Büyük firmalar insanların genetiğine kadar göz dikseler de piyasada herkese yer var. Microsoft<br />
İnternet’in önemini göremeyince Google yerini doldurdu, Google sosyal medyayı<br />
hafife alınca Facebook çıktı, Facebook şeffaflığı önemsemeyince Twitter çıktı, Nokia yeniliği<br />
kaçırınca Apple ve Samsung onları darmadağın etti, Google video alanında kendi ürününü<br />
tutturamayınca YouTube firmasını satın aldı, Facebook iletişimi kendinden ibaret sanınca<br />
Whatsapp’i satın almak zorunda kaldı, Netflix sadece ben varım kibrine bürününce Hulu,<br />
Amazon piyasayı doldurdu, i-Tunes 99 centle tekil şarkı satmayı yeterli görünce Spotify,<br />
Pandora, Shazam çıktı ve Apple firmasını köşeye sıkıştırdı, geleneksel oteller binalarını yeterli<br />
görünce Airbnb herkesin evini otele çevirerek onları zor durumda bıraktı, şehir taksileri<br />
insanları çok bekletince yerini Uber gibi uygulamalara bıraktı. Amazon e-kitap (e-book)<br />
digital yayıncılığı ön plana çıkartarak geleneksel yayıncılığa büyük darbe vurdu.<br />
Bu devirde büyük küçük farketmez, bütün işletmeler yenilik (inovason) eksikliğinden dolayı<br />
piyasan da silinebilir, aynı şekilde yenilikle büyük oyuncuları yerinden de edebilir. Artık<br />
piyasada herkese yer var yeter ki Yalın Girişim’de problemleri daraltarak küçük düşünsün<br />
sonra da sade çözümlerle fark yaratmayı bilsin.<br />
Özet<br />
• Yalın Girişim’de küçük ve sade düşünmek sizi diğerlerinden farklı kılar<br />
• Özellik ekleme yerine ana probleme odaklanmak ve sade çözümler üretmek gerekir.<br />
• Türk girişimcileri halen çok karışık düşünüyor ama bunu aşmak elbette mümkün<br />
• Yalın Girişimi sadece startuplar için değil büyük firmaların da tercih etmesi gerekir<br />
• Nice büyük firmalar yeniliği sadelikte görmediği için batmıştır<br />
• Artık bir Facebook yapmak yerine farklı sektörlerin dikeylerine odaklanmak lazım.<br />
• Mobilite kendi üzerinizde taşıdığınız her şeydir.<br />
• Piyasada herkese yer var, size de yer var yeter ki ürününüzü sadelikle tasarlayın
Yalın Girişim Türkiye’ye Uyar mı?<br />
Hiç unutmuyorum, 2005 yılında Google YouTube sitesini $1.6 milyara satın aldığında Türk<br />
forumlarında Türkiye’den bir YouTube çıkar mı tartışması başlamıştı. Daha sonra Facebook,<br />
Twitter, Groupon, Instagram gibi Bilişim’de çığır açan firmalar da eklenince aynı tartışma<br />
farklı boylamlarda devam etmişti.<br />
Gerçekten de Silikon Vadi’sindeki firmalar dünyada önemli girişimcilik fırtınasının başlamasında<br />
öncü rol oynadılar. Ne zaman Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fırtına çıksa<br />
acaba bizden de çıkar mı tartışmasını yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu kadar girişimcilik<br />
fırtınasından sonra aynı vadiden Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) modeli de çıkınca<br />
dayanamadık ve olduğu gibi sahiplendik.<br />
Evet bu sefer işin kaynağını bulmuş gibiydik, madem startup’lardan milyar dolarlık şirketler<br />
fışkırıyordu o zaman bu başarının arkasında elbette iyi bir model olmalıydı. Eric Ries’ın<br />
önemli tecrübeleriyle sistemleştirdiği The Lean <strong>Startup</strong> (Yalın Girişim) modeli başarılı startupların<br />
nasıl çıktığı ile ilgili önemli yöntemler ihtiva ediyordu.<br />
Hemen Yalın Girişim ile ilgili her şeyi öğrenmeye başladık, seminerlerini verdik, kitabını<br />
okuduk, kurucularını Türkiye’ye davet ettik, bundan böyle bu modeli uygularsak artık<br />
bizden de çok başarılı startuplar çıkacaktı. Gerçekten böyle miydi? Silikon Vadisi’nde<br />
çıkan bir model bütün ülkelere uyar mıydı? Yoksa yine oyuna mı geliyorduk? Amerika’nın<br />
pazarlama tuzağına bir kez daha mı düşüyorduk?<br />
Kanımca sorgusuz sualsizce Yalın Girişim’i alıp kabul etmek ileride muhtemel sıkıntılara<br />
yol açacaktır. Bu sefer de başka bir ülkede dikilen bir kıyafet bize uymayacaktır. Uymuş gibi<br />
gözükecek ama üzerimizde oldukça sırıtacaktır.<br />
Tekrar edecek olursak Yalın Girişim kısaca en basit<br />
prototip ürünü geliştirdikten sonra müşteriden ürüne<br />
doğru bir geliştirme evresinden oluşur. Pivot denen<br />
bu evrede doğru iş modelini bulabilmeyi öngörür.<br />
Pivot dönemini geçtiğinizde de size startup fikrinizde<br />
başarıyı vaadeder.<br />
Yalın Girişim gerçekten de o kadar faydalıdır ki girişimcinin<br />
ileride yapacağı muhtemel hatalardan<br />
alıkoyar. Girişimcinin ürüne aşık olma gibi hatalarını<br />
yüzüne vurarak onu müşteriye odaklar. Pazardan<br />
ürüne doğru onun daha sağlıklı yöntemler izlemesini<br />
sağlar. Pivot döngüsünü nasıl aşacağını gösterir. Eric<br />
Ries’ın Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) kitabından<br />
her girişimci istifade edebilir. Buraya kadar sorun yok.<br />
Yalın Girişim’in Kurucusu Eric Ries
Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor. Yalın Girişim’deki en büyük sorun pivot döneminde<br />
hitap edilen kitleyi erken benimseyenler (early adapters) olarak tanımlamasında<br />
yatıyor. Yalın Girişim’de küçük bir kitle de olsa ürünü veya hizmeti hemen benimseyecek<br />
bir kitleden bahsediliyor. Bu kitlenin geri dönüşümüne göre ürünü şekillendirmek<br />
amaçlanıyor. İyi güzel de asıl can alıcı soru şu: Erken Benimseyenler (Early Adopters) tam<br />
olarak kimler oluyor?<br />
Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirtelim. Silikon Vadisinin bizi heyecanlandıran<br />
startup şirketlerinin Amerika Birleşik Devlet’lerinin gelişmiş şehirlerinden fışkırmaları tesadüf<br />
değildir. İyice baktığınızda erken benimseyenlere de burada ulaştıklarını görürsünüz.<br />
Daha doğrusu insanların yeniliğe açık olduğu, yeni şeyleri denemekten zevk alan, liberal ve<br />
açık görüşlü insanların yaşadığı ortamlar erken benimseyen kullanıcı tiplerini yakalamak<br />
için önemli etkenler.<br />
Dolayısıyla iyi startup şirketleri güçlü şehirlerden çıkıyor. Yalın Girişim gibi metodlar da<br />
bu tarz şehirlerde daha fazla uygulanabilir oluyor. Aşağıda dünyada <strong>Startup</strong> kültürünün en<br />
yaygın olduğu şehirleri göreceksiniz. 2014’e ait bir rapor henüz yok ancak Beijing (Çin),<br />
İstanbul(Türkiye), Barcelona(İspanya), Amsterdam(Hollanda), Stockholm(İsveç), Denver(ABD),<br />
Austin(ABD) gibi şehirler bu listeye girmeye aday şehirler olarak anılıyor.<br />
Silikon Vadisi<br />
ABD<br />
Tel Aviv<br />
Israil<br />
Los Angeles<br />
ABD<br />
Seattle<br />
ABD<br />
New York City<br />
ABD<br />
Boston<br />
ABD<br />
London<br />
İngiltere<br />
Toronto<br />
Kanada<br />
Vancouver<br />
Kanada<br />
Chicago<br />
ABD<br />
Paris<br />
Fransa<br />
Sydney<br />
Avustralya<br />
Sao Paolo<br />
Brezilya<br />
Moskova<br />
Rusya<br />
Berlin<br />
Almanya<br />
Waterloo<br />
Kanada<br />
Singapore<br />
Singapur<br />
Melbourne<br />
Avustralya<br />
Bangalore<br />
Hindistan<br />
Santiago<br />
Şile<br />
<strong>Startup</strong> Genome 2012 Infografik Raporu<br />
Türkiye’de Yalın Girişimi konuşabilmek için<br />
ilk önce başta İstanbul olmak üzere startup<br />
kültürünün yerleşmesi gerekiyor. <strong>Startup</strong><br />
kültürü olmadan Yalın Girişim metodlarından<br />
bahsetmenin çok hükmü kalmıyor.<br />
Türkiye’deki yetersiz sayıdaki yatırımcılar,<br />
amatör girişimciler, Üniversite’lerin yetersiz<br />
girişimcilik vizyonu, ülkenin yetersiz Finansal<br />
Sistemi ve Siyasi sorunlar yüzünden<br />
İstanbul’da <strong>Startup</strong> kültürünün yerleşmesi<br />
zaman alacağa benziyor.<br />
Ancak şöyle bir gerçek var ki insanlar ülke<br />
yerine artık güçlü şehirler seçmeye başladı.<br />
Gelişmiş şehirler cazibe merkezi olunca<br />
bütün ülkeyi etkileyen öneme sahip. <strong>Startup</strong><br />
kültürü için de İstanbul güçlü şehir<br />
adaylarından.<br />
Ancak startup kültürünün yerleştiğini söylemek için henüz çok erken. Henüz dünyaca<br />
ünlü startup şirketlerimizin olmayışı da bunun kanıtıdır. Ne zaman İsveç’in Skype, Spotify<br />
veya SoundCloud gibi dünyaca kendini herkese kabul ettiren şirketleri çıkar işte o zaman<br />
örneklerden yola çıkarak yorum yapabiliriz.
Evet artık başarılı Türk startup şirketlerinin çıkması gerekiyor. Eğer Türkiye İsveç gibi bunu<br />
başarabilirse tahminlerin ötesinde farklı dev yeni ekonomiler oluşturulabilir ve İstanbul<br />
saygınlığını sadece Turizm’den değil aynı zamanda Teknolojisiyle de pekiştirebilir.<br />
İstediğiniz kadar startup organizasyonları yapın, seminerler düzenleyin, konferanslara<br />
katılın eninde sonunda yurt dışından değerlendirirken elde sonuç var mı diye bakarlar.<br />
Bundan dolayı acilen Türk gençlerine rol model olabilecek girişimcilere ve startup şirketlerine<br />
ihtiyaç var.<br />
İstanbul <strong>Startup</strong> Kültürü sayesinde yenilikçi dev Ekonomiler oluşturmak mümkün<br />
İstanbul’u Finans merkezi yapma vizyonu yarıda kaldı. Güzelim şehiri ikiden bölerek kanal<br />
yapma rüyaları da politik söylemlerden öteye gitmedi. İstanbul için çok şey düşünüldü ama<br />
beton projelerinden öteye hiç gidilemedi. İstanbul için ihtiyaç duyulan ise katma değerli,<br />
yenilikçi tekno-şirketlerle dünyayı değiştirmek olmalıydı. Henüz geç te değil. Şehir dediğin<br />
sadece turist çekmez, öğrenci de çeker, iş adamı da çeker, işçi de çeker, sporcu da çeker.<br />
Turist bir ay kalıp gider ama öğrenci en az bir sene, işçi iki sene işveren de daha fazla kalabilir.<br />
<strong>Startup</strong> kültürü dünyanın her tarafından kalifiye insan çekebilir. Ne var ki Türkiye’nin<br />
en güçlü şehri İstanbul buna tam hazır değil. Ayrıca ülkenin ve gelişmiş şehirlerinin<br />
oluşturmuş olduğu kültürler birbirinden farklılık arzettiği için startup kültürleri de ülkeden<br />
ülkeye büyük farklılıklar arzediyor. <strong>Startup</strong> Weekend organizatörüyle konuştuğumda bana<br />
Çin’deki girişimcileri heyecanlandırmakta zorlandığını söylemişti. İki günlük haftasonu<br />
etkinliği olan <strong>Startup</strong> Weekend’ler dünyanın her yerinde düzenleniyor ama yakaladıkları<br />
heyecan, sinerji ve ürünler de oldukça farklılık arzediyor. Bu elbette son derece normal bir<br />
durum.<br />
Amerika’daki <strong>Startup</strong> Weekend ile Çin’deki veya Türkiye’dekiler arasında uçurumlar olması<br />
elbette doğal. Pazarlar farklı, insanlar, kültürler farklı olduğu için ürün veya servislerin<br />
lokalde takılıp kalma riskleri büyük oluyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin güçlü şehir<br />
adayları Bilişim Teknolojilerini çok yaygın kullansa da Erken Benimseyenler sınıfına<br />
giremeyebiliyor. Erken Benimseyenler sorununu daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz.<br />
Şimdilik sadece biraz değinelim.
Yalın Girişim’in bahsettiği erken benimseyen kullanıcı tiplerini her yerde kolayca bulmak<br />
mümkün değil. Yani bunun cevabını Yalın Girişim metodolojisi bize tam olarak veremiyor,<br />
veremez de çünkü dediğimiz gibi her ülkenin kültürüne göre bu çok değişkenlik arzediyor.<br />
Mesela Türkiye’de gerçekten de erken benimseyen kitle bulabilir misiniz? Türk’lerin Twitter’a<br />
2 sene, Facebook’a 3 sene, WhatsApp’a 2 sene ve Instagram’a da 1 yıl sonra katıldığını<br />
düşünecek olursanız İnternet alanında Türk’lerin “erken benimseyenler” olduğunu<br />
söyleyebilmeniz gerçekten mümkün mü?<br />
Silikon Vadisi’nde yeni Amerikalı arkadaşlar edindikten sonra erken benimseyenlerin kimler<br />
olduğu hakkında daha iyi kanaate sahip olmuştum. Gerçekten de Silikon Vadisi’ndeki<br />
erken benimseyenler hangi yeni site veya mobil uygulama çıkarsa hemen deniyorlar, yeni<br />
şeyleri denemekten oldukça zevk alıyorlar, içini dışını didik didik ediyorlar. Bunun Türkiye’de<br />
böyle olmadığını çok iyi biliyoruz.<br />
Böyle bir kitlenin Türkiye’de hazır kıta beklediğini ve bundan dolayı Yalın Girişim’in Türkiye’ye<br />
uyduğunu söylemek şimdilik çok iddialı olur. Bunun bence tek bir istisnası olabilir o<br />
da Yalın Girişim modelini mobil projelerde uygulamak. Türkiye’nin mobil çılgınlığını anlatmaya<br />
gerek yok. Ben Türk Bilişimi’nin mobil teknolojilerden yükseleceğini öngörüyorum.<br />
Mobil uygulamalar Türkiye’de Yalın Girişim’den büyük projeler çıkarmak adına istisna bir<br />
alan olarak duruyor.<br />
İsveç’ten nasıl Skype, Spotify ve SoundCloud gibi müzik uygulamaları çıkıp kendisini bütün<br />
dünyaya kabul ettirdiyse bunun bir gün Türkiye için de geçerli olacağını öngörüyorum.<br />
Türkiye’nin bağrından da önemli <strong>Startup</strong> şirketleri çıkıp dünyaya kendisini kabul ettirecektir.<br />
Türkiye’deki erken benimseyenleri yeterince tartıştık ancak büyük tabloyu henüz görmedik.<br />
Elbette erken benimseyenler tek kullanıcı tipi değil. Ürüne veya servise uyum sürecinde<br />
farklı kullanıcı tipleri de mevcut. İsterseniz gelin şimdi etraflıca Teknoloji Adaptasyon Yaşam<br />
Döngüsü’ne (Technology Adoptation Lifecycle) göz atalım. Bu döngü bize kullanıcıların<br />
uyum sürecindeki özellikleri ve kategorileri hakkında detaylı bilgi verecektir.<br />
Özet<br />
• Türkiye’de Yalın Girişim metodolojisi ile büyük projeler mobil teknolojilerden çıkabilir<br />
yine de erken benimseyen kullanıcı tipinin Türkiye’de yeterli olduğunu söylemek şu an<br />
için çok iddialı olur.<br />
• Türkiye’nin yoğunlaştırılmış İstanbul <strong>Startup</strong> vizyonuna ihtiyacı var. İstanbul geleceğin<br />
Teknoloji şehirlerinden olmaya aday şehirdir.<br />
• Türkiye’den henüz dünya çapında <strong>Startup</strong> şirketi çıkmadı. Rol modeli olabilecek girişimcilere<br />
ve startuplara su gibi ihtiyaç var.
Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü<br />
- Yenilikçiler (Innovators) : Bu kullanıcılar pazarın sadece 2%’sini oluştururlar. Sırf Teknoloji<br />
olduğu için yeni şeyleri denemek isterler. Yeni bir platforum, ürün veya servis<br />
çıktığında denemeden yaşayamazlar. Bir sonraki erken benimseyenler için önemli referanslar<br />
oluştururlar. Yenilikçiler Teknoloji Heveslileri (Technology Enthusiasts) olarak ta<br />
adlandırılırlar.<br />
- Erken Benimseyenler (Early Adopters) : En can alıcı kullanıcı tipleridir ve pazarın<br />
15%’ini oluştururlar. Vizyonerler olarak ta adlandırılırlar. Bu kullanıcılar yeni çıkan ürünleri<br />
denemekten haz alan, bunun için zaman harcamayı göze alan, farklı duyguları tatmak<br />
için ürünü denemekten çekinmeyenlerdir. Ürünü sevdiklerinde reklamını yapmayı kendilerine<br />
borç bilirler. Ancak tatmin etmesi yine de zor kullanıcılardır.<br />
Ürün veya servise ilk ivmeyi verdikleri için hayati öneme sahiptirler. Her şeye rağmen<br />
ürünün daha iyi olması için sırf gönüllü olarak ürün veya servisi test etmekten çekinmeyen<br />
kullanıcılardır. <strong>Startup</strong> girişimcilerin bulmakta en çok zorlandığı kullanıcı tipleridir. Pek<br />
çok startup firması başlangıç aşamasında bu erken benimseyenleri bulamadığı için batmıştır.<br />
Erken benimseyenlerin ana akım pazara (mainstream market) akması için The Chasm<br />
denilen boşluğu atlaması gerekir. Chasm (boşluk, kanyon) boşluğunu geçmek demek startup’ın<br />
en büyük uyum sorununu aşması ve ihtiyaç duyduğu ilk ana akım pazar kullanıcılarına<br />
ulaşması demektir. Chasm kullanıcıların adaptasyon sürecindeki en kritik eşik olarak<br />
bilinir. İşte erken benimseyenlerin startuplarda en çok zorladığı kısım tam olarak burasıdır.<br />
Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü<br />
Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) kavramı ilk defa 1991 yılında Geoffrey Moore tarafından<br />
kitap haline getirilmiştir. 12 den fazla baskı ve 300 000’den fazla satış yapan kitap<br />
dünyada çok büyük ilgi görmüştür. Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) artık Vizyoner<br />
(Erken Benimseyenler) ve Pragmatist (Erken Çoğunlukçular) kullanıcıların arasındaki<br />
geçiş olarak tanımlanır. Burayı atlatan girişimler ana akım pazara girmiş sayılırlar.
Erken Çoğunlukcular (Early Majority): Pragmatistler olarak ta adlandırılan bu kullanıcılar<br />
pazarın 34%’ünü oluştururlar. Girişimin ilk ana akım pazarla tanıştığı yerdir. Bu<br />
kullanıcılar vizyonlerlerin aksine menfaat endekslidirler. Ürünü almak için yeterli paraları<br />
vardır. Nitelikten önce niceliğe önem verirler. Vizyonerler ürünün duygusal boyutunda<br />
yaşarken Pragmatistler için her şey sayıdır ve bunun için imkanları varsa pazarlık yapmaktan<br />
çekinmezler.<br />
Huysuz müşteri gibi gözükseler de verisel olarak girişimi pazarda şekillendiren önemli<br />
kullanıcı grubudurlar. Gerekirse sevmedikleri ürünleri veya servisleri için dava açarlar.<br />
Teknolojiye çok hızlıca uyum sağlayan ve girişimi profesyonelliğe zorlayan ilk gerçek pazar<br />
kullanıcılarıdırlar. Bu kullanıcıları memnun eden girişimler gerçekten de pazarda kendine<br />
yer bulurlar ve yine aynı kullanıcılar tarafından mükafatlandırılırlar.<br />
Geciken Çoğunlukçular (Late Majority): Muhafazakâr kullanıcı olarak bilinen geciken<br />
çoğunluk adından anlaşıldığı üzere teknolojiye çok sonra adapte olan ve hatırı sayılı süre<br />
için servisi veya ürünü kullananlardır. Pazarın 34%’ünü oluşturan bu kullanıcılar üründeki<br />
değişiklikleri çok sevmezler. Ürün veya servis artık işleyiş olarak rayına oturmuştur. Muhafazakârlar<br />
iyice şekillenmiş olan ürünü veya servisi kullanmaktan zevk alırlar. Ürünün<br />
vermiş olduğu hizmetten doyum alan Geciken Çoğunlukçular üründe olacak büyük değişikliklere<br />
ciddi tepkiler verirler. Muhafazakârlar kullanıcı alışkanlıklarının değiştirilmesinden<br />
hiç hoşnut olmazlar. Türk kullanıcılarının en çok yer aldığı grup türüdür. Erken Çoğunlukçulardan<br />
(Pragmatistler) etkilenerek ürünü kullanmaya başlarlar. Sonra da ürünü veya<br />
servisi sahiplenerek uzun süre kullanırlar.<br />
Tembeller (Laggards): Pazarın 15%’ini oluşturan Tembeller Teknolojiye en son adapte olan<br />
gruptur. Şüpheciler olarak ta anılan bu kullanıcılar ürünün fiyatına, özelliklerine, kendisine<br />
son derece hassastırlar. En ufak bir değişiklikte Teknolojiyi kullanmaktan vazgeçebilirler.<br />
Bu kullanıcıları memnun etmek oldukça zordur, yine de herkesten etkilendikleri için ürünü<br />
kullanmaya devam edebilirler.<br />
Özet<br />
• Teknolojiye uyum sürecinde Yenilikçiler, Erken Benimseyenler, Erken Çoğunlukçular,<br />
Geciken Çoğunlukçular ve Tembeller olmak üzere 5 ana kullanıcı grubu vardır<br />
• Erken Benimseyenler grubu en önemlisidir. Ürünü sırf sevdiği için ilk ivmeyi kazandıran<br />
gruptur<br />
• Erken Benimseyenler’de The Chasm denilen Boşluk vardır. Bütün mesele Erken Benimseyenlerde<br />
bu boşluğu atlatarak ana akım pazara geçiş yapmasıdır<br />
• Ana akım pazar Erken Çoğunlukçular, Geciken Çoğunlukçular ve Tembellerden oluşur<br />
• Türk kullanıcıların çoğu Geciken Çoğunlukçu grubunda yer alırlar. Teknolojiye sonradan<br />
adapte olarak onu hayatının önemli bir parçası haline getirirler.
Dünyadan Örnekler<br />
Yalın Girişim modeliyle başarılı olan yeni girişimlerin İnternet altyapısının ve eğitim<br />
sisteminin güçlü olduğu ülkelerden çıkması tesadüf değil. Sadece 9 milyonluk nüfusa sahip<br />
İsveç’ten Spotify, Soundcloud, Skype, Linux, MySQL, Ericsson, Ikea, Volvo gibi ünlü marka<br />
ve şirketlerin çıkması bunun ispatıdır.<br />
Gerçekten de İsveç’i iyi araştırdığınızda göreceksiniz ki çevresindeki aynı nüfusa sahip<br />
Norveç, Danimarka gibi diğer İskandinav ülkelerinden çok daha fazla yenilikçi girişimcilik<br />
yönleri var. İsveç’in kendisini diğer ülkelerden farklılaştırmasının en büyük nedeni İnternet<br />
ve Eğitim sistemlerinin güçlü alt yapıları yanında mutlaka uluslararası kitleye odaklanma<br />
tercihleri de yatmaktadır. Bunun yanı sıra toplumun son derece dürüst olması, insanların<br />
birbirine güvenmesi, verilen sözlerin zamanında yerine getirilmesi gibi etik değerlere riayet<br />
etmeleri başarılı olmalarında başka önemli etkenler.<br />
Bunun başka bir örneği de 8 milyonluk nüfusa sahip İsrail. Çevresindeki Arap ülkeleriyle<br />
kavgalı olan İsrail de küresel hedeflere odaklanmaktan başka çare göremiyor. Amerika’daki<br />
lobi gücüyle birlikte bu zorunluluk pazar tercihini iyice pekiştiriyor.<br />
İşin en ilginç tarafı da milyar dolarlık şirketler çıkartan Amerika’lıların aslında herkesin<br />
bildiğinin aksine yerel hedefler koyması. Evet yanlış duymadınız, Amerikalı’lar aslında<br />
Uluslararası hedef koyma ihtiyacı duymuyorlar. Dev Ekonomileri, 300 milyonluk İnternet<br />
toplumuna sahip olmaları ve İngilizce’nin zaten Anglo Sakson ırkı tarafından dünyaya<br />
kabul ettirilmesi gibi nedenlerden dolayı Uluslararası pazara açılmak zaten kendiliğinden<br />
oluyor. Sizi temin ederim Amerika’lı girişimcilerin çoğu İsveç veya İsrail’in aksine işin<br />
başında sadece yerel pazarı hedefliyorlar.<br />
Yani anlayacağınız bütün ülkelerin şartları farklı ama ortak yönleri eğitimli toplumu,<br />
gelişmiş yargısı, güven toplumu, güçlü İnternet alt yapıları ve dolaylı veya dolaysız olarak<br />
Uluslararası pazara açılmaları gibi nedenlerdir. İsveç bilinçli, İsrail ise zorunlu bir seçim<br />
yapıyor, Amerika’nın seçim yapmasına bile ihtiyaç kalmıyor.<br />
Peki biz Türk’ler ne yapıyoruz?
Bir kere Türkiye’de İnternet altyapısı istenen düzeyde değil. Diğer taraftan küresel projelerin<br />
ihtiyaç duyduğu iyi İngilizce dil bilgimiz yok.<br />
Başarılı İnternet sitelerimizin isimleri için bile halen zor Türkçe isimler seçiyoruz. İstediğiniz<br />
kadar yemeksepeti veya çiçeksepeti deyin, iyi paralar kazanın bu zor Türkçe isimlerle<br />
vizyonunuzu en fazla bölgesel olarak gerçekleştirebilirsiniz. Türkçe zor isimlerinin<br />
yabancıların aklında kalması mümkün değil.<br />
Beri taraftan küresel bir hedef koymak çoğu kimsenin aklına bile gelmiyor. Ayrıca Türkiye’de<br />
Türkçe’den tutun, kültürüne kadar çok değişik unsurlar mevcut. Lokal ihtiyaçları iyice<br />
anlayıp ona göre çözümler üretmek gerekiyor.<br />
Dolayısıyla Türk <strong>Startup</strong> şirketleri MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesini hedefliyor<br />
ancak bu elbette yeterli değil. MENA bölgesini hedef seçmemiz tamamen bir zorunluluktan<br />
ibaret. Yerli Türk dizilerinin Orta Doğu’da tutması bile ortak kültürel gibi nedenlerden<br />
dolayıdır. Yani rastlantısal ve zorunlu bir tercihten kaynaklanıyor.<br />
MENA bölgesindeki ülkeler sırasıyla şunlardan oluşuyor; İsrail, Mısır, Türkiye, Ürdün,<br />
Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Sudi Arabistan, Katar, Umman,<br />
B.A.E, Kuveyt, Bahreyn ve Libya.<br />
MENA bölgesi politik sorunlarla boğuşsa da son zamanlarda Türk dizileri, filmleri ve mobil<br />
oyunları yok satıyor. Genç nüfusun MENA bölgesinde artması da bizim böyle bir modele<br />
iten en önemli nedenlerden biridir. Türkiye Stateji Araştırmalar Enstitüsü‘ne göre bölgenin<br />
nüfusu 2015 yılında 420.2 milyon, 2050 yılında ise 636.2 milyon olarak öngörülmektedir.<br />
25-64 yaş çalışabilir nüfusun ise 116.7 milyondan 2050 yılında 326.5 milyona çıkacağı tahmin<br />
edilmektedir.<br />
Bundan dolayı MENA modeli Türkiye’nin son zamanlarda yeni keşfetmiş olduğu önemli<br />
bölgesel bir modeldir. Artık yatırımcılar ve iş adamları MENA bölgesi denildiğinde kayıtsız<br />
kalmıyorlar. Özel sektör kendi dinamikleriyle bu bölgeyi keşfetmeye çalışıyor. Yine de<br />
küresel pazarları da keşfetmek hepimizin dileği. Zor olsa da imkansız değil.<br />
Özet<br />
• Her ülkenin kendisine göre girişim ekosistemi mevcuttur<br />
• Kendi ekosistemimizi ihtiyaçlarımıza göre kendimiz oluşturmalıyız<br />
• Türkiye zorunlu ya da rastlantısal pazar tercihi yapıyor<br />
• Şu an zorunlu olarak MENA bölgesel modelini tercih ediyoruz<br />
• Küresel pazarı keşfeden henüz bir Türk startup şirketi yok
Steve Jobs’ın Ardından<br />
Dennis Ritche - C Programlama Dilinin Mucidi<br />
Steve Jobs‘ın öldüğü aynı ay<br />
bilgisayar dünyasının önemli<br />
bir ismi Dennis Ritchie de<br />
vefat etmişti. Dennis Ritchie<br />
günümüzde kullandığımız<br />
işletim sistemlerinin temelini<br />
oluşturan “C” programlama<br />
dilinin mucididir. Bilgisayar<br />
dünyasının atalarından kabul<br />
edilir.<br />
Steve Jobs’un ölümünün medyatik oluşu ve Dennis Ritchie’nin de hiç anılmayışı beraberinde<br />
ciddi bir tartışma başlattı.<br />
Önemli bloglarda Dennis Ritchie’nin göz ardı edildiği, o olmasaydı Steve Jobs’ın da olamayacağı<br />
ve kendisine haksızlık yapıldığı ifade edildi. Dennis Ritchie’nin yaptığı icatlar<br />
anlatılarak Steve Jobs’tan daha üstün olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Tartışmalar o kadar<br />
büyüdü ki, sosyal medyada Steve Jobs ve Dennis Ritchie karşılaştırmalı resimler paylaşıldı.<br />
Özellikle bilgisayar dünyasındaki programcılar ve bilişimciler Dennis Ritchie’nin daha çok<br />
anılması gerektiğini iddia ederek medyayı ikiyüzlükle suçladı.<br />
Bana göre kendi sahasında iki dev insanı karşılaştırmak ikisine de haksızlık etmek anlamına<br />
gelir. Sanırım buradaki kafa karışıklığını mucit¥ilikçi kavramlarını açıklayarak<br />
giderebiliriz.<br />
Mucit (inventor, creator) bir şeyi sıfırdan keşfeden, başka insanların hiç düşünmediği bir<br />
alet, ürün, algoritma veya formülü icat edene denirken, yenilikçi (innovator, developer) var<br />
olan bir aleti, fikri, ürünü değiştirerek son kullanıcıya ulaştıran demektir.<br />
Mucit ve yenilikçi‘nin görev tanımları son derece nettir. Mucit işin mutfağında çalışırken,<br />
yenilikçi sahada top koşturan girişimcidir. Mucit yeni bir şey icat etmek için ter dökerken<br />
yenilikçi var olan üzerinden eski köye yeni adet getirmek peşindedir. İkisi de aslında birbirini<br />
tamamlamaktadır. Steve Jobs ile Dennis Ritchie’nin karşılaştırmasında işte bu hata<br />
yapılmaktadır. Steve Jobs ve Bill Gates gibi yenilikçiler olmasaydı biz son kullanıcılar Dennis<br />
Ritchie’nin icatlarından istifade edemeyebilirdik. Dennis Ritchie gibi mucitler olmasaydı<br />
yenilikçilerin üzerinde inovasyon yapabileceği bir ürün olmazdı.<br />
Yenilikçi halkın düzeyine inen kişi olduğu için şöhret, şan ve şeref bu insanlara atfedilir.<br />
Halkın önünde olduğu için medya tarafından yenilikçiler ön plana çıkartılır. Bu konumda<br />
mucit doğal olarak genelde fakir veya orta düzeyde bir servete sahip olurken yenilikçi çok<br />
zengin olabilir ve bu gücünü medyaya ve insanlara kabul ettirebilir.
Yenilikçi özellikle inovasyon yaptığı ürünü halkın düzeyine indirmek zorundadır. Bu<br />
konuda ciddi sıkıntılar, kayıplar ve riskler yaşayabilir. Mucit ise labaratuarında veya<br />
ofisinde bir iş üzerinde zaman harcadığı için halktan kopuktur, riski daha azdır ve zaten<br />
onun öyle bir derdi de yoktur, daha doğrusu olmak ta zorunda da değildir.<br />
Bu iki gurup ta son derece saygın insanlardan oluşur. Mucit yeni bir şey oluşturmak için<br />
araştırma yapıp ter dökerken, yenilikçi son kullanıcının yani halkın dilinden anlamak zorundadır.<br />
Ben mucit¥ilikçi karşılaştırmasını James Bond filmlerine benzetiyorum. Filmin başında<br />
James Bond bir labaratuara girer ve yanında bir mucitin yardımıyla kullanacağı silahları,<br />
ajan aletlerini ve özellikle sofistike bir şekilde donatılmış arabasını tanımaya çalışır.<br />
Şu düğme ne işe yarar gibi bir klasik mizah sahneyi eklemeyi ihmal etmeyen Bond filmlerinde<br />
biz izleyiciler olarak ileriki sahnelerde bu silahları ve arabayı baştan tanımış oluruz.<br />
Burada biz James Bond’u düşmanlarla mücadele eden bir kahraman gibi görürken ona<br />
mücadelesi için hayati önemdeki alet adevatı sağlayan muciti es geçeriz. Halbuki burada<br />
işin gizli kahramanlarından biri de mucittir.<br />
Hayat işte ne yazık ki hep böyledir. Bir lokantada biz yemeğe ve iş yerinin sahibine odaklanırken<br />
mutfaktaki ahçıyı hiç akıl etmeyiz. Bence en iyisi bu gizli kahramanları yenilikçilerle<br />
karşılaştırmayı bırakıp, bu iki gurubu aynen James Bond filmlerindeki gibi bir arada<br />
çalışmalarını sağlayabilecek ortamları hazırlamak olacaktır. Her ne kadar ikisi birlikte<br />
çalışsa da biz yine de işin doğası gereği yenilikçiyi hep tek kahraman olarak göreceğiz.<br />
Hem mucit hem de yenilikçiye sonsuz saygı duyan birisi olarak bu sefer sadece Dennis<br />
Ritchie ve onun gibi gizli kahramanları saygıyla anıyor ve bize yaptıkları katkılarının<br />
mükafatını diğer alemde almalarını diliyorum. Dennis Ritchie gibi kahramanları model<br />
almak yerine sırf para ve şöhret uğruna yenilikçi olmak isteyenlerin kulakları çınlasın.<br />
Özet<br />
• Mucit Kâşif olurken Yenilikçi Girişimcidir<br />
• Mucit ve Girişimcinin birlikte çalışabileceği ortamlar çoğu zaman çok iyi sonuçlar verir<br />
• Girişimci popülist olduğu için ön planda gözükür ama bu Kâşif ’in önemini azaltmaz<br />
• Bu sefer Steve Jobs yerine Bilgisayar alanında sayısız icatlar yapan Dennis Ritchie’yi<br />
anıyoruz
Girişimciler için James Bond Modeli<br />
James Bond filmlerini hepimiz biliriz.<br />
Hollywood otuz yıldır farklı oyuncularla<br />
durmadan benzer senaryoları<br />
kullanıyor. Aslında James Bond’un<br />
en sevdiğim yönü bizim gibi girişimci<br />
gençlere dersler içermesidir. İlk öncelikle<br />
James Bond devletin istihbarat<br />
birimine bağlı bir ajandır.<br />
Böyle olunca ithiyaç duyduğu alet, adevat ne varsa kendisine temin edilir. Çok sıkı<br />
bir eğitimden de geçirildikten sonra görevini ifa etmeden hemen önce çılgın bir bilim<br />
adamının labaratuarını ziyaret eder. Klasik senaryoda kendisine oradaki en son nesil silahlarını,<br />
aletlerini, arabasını tanıtan bilim adamı eşlik eder. Çoğu zaman bu ikili arasındaki<br />
bu diyalog mizah içerir ve seyirciyi eğlendirir.<br />
Genelde James Bond’a gerekli aleti temin eden çok zeki gözlüklü bir mühendistir. Daha<br />
önceden bahsettiğimiz mucit-girişimci modelini oynayan bu iki zevat aslında birbirini<br />
tamamlayan karakterlerdir. Yine de seyircinin gözünde doğal olarak her zaman James Bond<br />
kahramandır.<br />
Filmin ileriki sahnelerinde James Bond’un ne tür silahları kullanacağını bildiğimiz halde<br />
nasıl kullanacığını merak ederiz. Derken James Bond sahaya çıkar, risk alır, meceraya atılır<br />
ve kötü adamların peşinden ne pahasına olursa olsun kovalamaca başlar.
Filmde bizi asıl heyecanlandıran James Bond’un sahada nasıl mücadele ettiğidir. Her türlü<br />
tehlikeyi korkusuzca aştığından onun kahramanlığına kilitlenir ve filmden zevk alırız.<br />
James Bond macerasında kendisine verilen sofistike silahları da kullanarak filmin başıyla<br />
sonu arasında bir bütünlük kurulur.<br />
007 özel ajan James Bond aslında bir girişimcidir. Kimlerle mücadele edeceğini bilir ama<br />
ne gibi tehlikelere maruz kalacağını sahada öğrenir. Her türlü arabası, silahı, bilgisayarı<br />
olmasına rağmen asıl güvendiği şey kendi yüreğidir. Kimi zaman yüksek binalarda<br />
düşmanını kovalar, kimi zaman elindeki silah istediği gibi çalışmaz, kendisi bir çaresini<br />
bulur, kimi zaman da çalıştığı takım arkadaşlarını bile kaybedebilir.<br />
Yine de yılmaz, görevine devam eder. Gerektiğinde dövüşür ve kaslarını çalıştırmayı da<br />
ihmal etmez. Yani kendisine verilen bütün aletleri bir araç olarak kullanır ama onlara tamamen<br />
güvenmez. Gerçekten güvendiği şey korkusuz yüreğidir. Hemen sahaya çıkan bir aptal<br />
hiç değildir. Sahaya çıkmadan önce gerekli yetenekleri kazanarak çıkar. Kendisini yetiştirmeden<br />
sahaya çıktığında nasıl avlanacağını çok iyi bilir. Kafasında tek bir şey vardır o da<br />
görevi. Yaralandığı da olur, bir kadınla imtihan edildiği de olur, dayak yediği de olur ama<br />
hiç birine takılmayarak bir şekilde mücadelesine devam eder.<br />
James Bond günümüz girişimcileri için çok tipik bir modeldir. Risk sermaye şirketleri,<br />
melek yatırımcılar, startup weekendler, boot campler, devlet yardımları, Üniversite imkanları<br />
derken girişimciler asıl zaman geçirmeleri gereken sahayı ihmal ettiklerinden dolayı<br />
James Bond modelini hatırlamakta fayda var. Genç girişimcilerin başarının sahada kazanılması<br />
gereken bir mücadele olduğunu unutmamalıdır.<br />
Aslında girişimcilik zaten hep sahada<br />
kazanılan bir serüvendi. Hiç<br />
bir zaman sadece masa başında<br />
çalışılarak kazanılamadı. Masada<br />
veya labaratuarda üretilen<br />
ürünler, aletler hedefine ulaşmak<br />
için bir araç olmaktan öteye hiç<br />
geçmedi. Bundan dolayı girişimci<br />
için müşteri geri bildirimi her<br />
şeyden daha önemliydi.<br />
Girişime başlarken bile bu en önemli kriterdi. Bundan dolayı müşteri veya kullanıcı geri<br />
bildirimi ve ihtiyaçlarıyla başlamayan her türlü girişim müşteriyle ilk temasta tuz buz oldu.<br />
Evet sahada yüreğine güvenen girişimciler her zaman aynen James Bond gibi daha başarılı<br />
oluyordu ve bu kural hiç değişmedi. Günümüzde sadece teknolojinin iletişim imkanlarının<br />
gelişmesiyle format değiştirdi o kadar. Bebek gibi büyüttüğü girişimini müşteriyle bir an<br />
önce test etmeyen, kullanıcının geri dönüşümüne göre tasarlanmayan her girişim tarihe<br />
karıştı.
Bundan dolayı sahada sıcak temasla yüreğini ortaya koyan girişimciler dünyayı değiştiren<br />
insanlar oldular. Diğerleri yenilikçilikten kaçıp masa başına razı oldular, sadece dışarıdan<br />
kopyala yapıştırla işin biteceğini sandılar. Sırf bu insanlardan dolayı girişimciliğin gerçekten<br />
ne olduğu ile ilgili modeller birden bire türeyiverdi. Siz deyin Yalın Girişim ben diyeyim<br />
James Bond modeli.<br />
Özet<br />
• Girişimcilik James Bond gibi sahada kazanılması gereken bir serüvendir<br />
• Aynen James Bond gibi girişimci de teknik donanıma ihtiyaç duyar ve bunun için mutlaka<br />
bir teknik ekibe sahip olmalıdır<br />
• Girişimci gerekli hazırlığını yaptıktan sonra sahada yüreğini ortaya koyarak mutlaka<br />
risk almalıdır<br />
• Girişimcilerin asıl zaman geçirmesi gereken yer sahanın kendisidir<br />
• Gemiler limanda beklemek için yoktur, denize açılmak içindir
Büyütme Korsanı (Growth Hacker)<br />
Silikon Vadisi’nin başını<br />
çektiği büyük İnternet<br />
ve mobil çağ çılgınlığı<br />
bütün hızıyla devam<br />
ederken karşımıza<br />
yeni kavramlar da beraberinde<br />
çıkıyor. İlk<br />
önce Lean <strong>Startup</strong> (Yalın<br />
Girişim) metodojileri<br />
çıkmıştı. Yalın Girişim’i<br />
daha önce elimizden<br />
geldiği kadar açıklamaya<br />
çalıştık.<br />
Uygulama Geliştirici Büyütme Korsanı Pazarlamacı<br />
Şimdi de Growth Hacker kavramı yükselen trend olmaya başladı. Bütün girişimcilik<br />
makalelerinde, bloglarda ve haberlerde Growth Hacking veya Growth Hacker kavramlarını<br />
görmeye başladık. Aslında bu kavramlar son derece yeni olduğu için Türkçe karşılığını kendimiz<br />
vermek zorunda kalıyoruz. Growth Hacking için Büyütme Korsanlığı, Growth Hacker<br />
için ise Büyütme Korsanı diyoruz.<br />
Peki bu kavram nasıl oldu da bir anda bu kadar popüler oldu. Büyütme Korsanlığı (Growth<br />
Hacking) 2010 yılında Sean Ellis tarafından ortaya atıldı. Facebook, Twitter, LinkedIn, Airbnb,<br />
Instagram gibi son derece başarılı İnternet ve Mobil şirketlerini inceleyen Ellis bu şirketlerin<br />
Büyütme Korsanları (Growth Hacker) tarafından ivme kazandığını iddia etti. İki yıl<br />
boyunca bu kavram çok önemsenmedi ta ki ünlü blogçu Andrew Chew 2012’de bu kavramı<br />
kendi blogunda iyice deşinceye kadar.<br />
Andrew Chen Silikon Vadisindeki başarılı sosyal medya şirketlerini Büyütme Korsanlığı<br />
yönünden tekrar ele alınca bu kavram dünyada birden bire yayılmaya başladı. Şu anda dünya<br />
çapında konuşulan kavram olan Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) o kadar tutuldu<br />
ki Singapore’da ders kitaplarına çoktan girmiş bile.<br />
Peki Growth Hacker Nedir?<br />
İnsanları bu kadar heyecanlandıran yeni popüler kavram “Growth Hacker” tam olarak<br />
nedir?<br />
Ürün veya servis ilk fırından çıktıktan sonra gerekli kullanıcı kitlesini yakalaması için<br />
genelde klasik metodlar kullanılır. Landing Sayfaları, E-Posta pazarlama, Facebook ve Twitter<br />
gibi sosyal medya araçlarıyla kitlesel pazarlama için en çok bilindik yöntemlerdir. Ne<br />
var ki bu yöntemler genelde teknik olmayan insanlar tarafından kullanılıyor ve çoğu zaman<br />
pek çok startup (yeni girişim) hüsranla sonuçlanıyor. İstedikleri kullanıcı kitlesini yakalayamadıkları<br />
gibi yatırımcının parasını da yakan yüzlerce startup hikayesi ile sonlanıyor.
İşte Büyütme Korsanları bu kısımda devreye giriyor. Büyütme Korsanları kitlesel pazarlama<br />
ve sürdürülebilirlik sorununa merhem olan yeni nesil pazarlama korsanları olarak karşımıza<br />
çıkıyor. Klasik pazarlamacıların askine hem teknik hem de pazarlama yeteneklerine sahip<br />
insanlar olarak tanımlanıyor. Yani grafikten de görüldüğü gibi teknik bilgi ile pazarlama<br />
arasında duran acayip yaratıklardır.<br />
Yaptıkları şey ise kimsenin göremediği bilgi (data) ve metriklere ulaşarak, bunları yorumlayıp<br />
ürün üzerinde esnek değişiklikler yapabilen, gerekli büyük kullanıcı kitlesini yakalayarak<br />
bu kitleyi aynı platformda tutmayı başarabilen insanlara Büyütme Korsanı yani<br />
“Growth Hacker” denir.<br />
Kısacası eldeki verileri doğru ölçümleme yöntemleriyle deneysel olarak küçük kullanıcı<br />
grubu üzerinde teyit ettikten sonra bunu geniş kullanıcı kitlesine de pazarlayabilen insanlardır<br />
da diyebiliriz.<br />
Growth Hacking için verilen en tipik örnekler hepimizin aşina olduğu büyük İnternet ve<br />
Mobil firmalarıdır. Airbnb, Twitter ve Facebook bilindik en başarılı örneklerden. Google+<br />
ise Büyütme Korsanlığı’nın başarısız örneklerinden kabul ediliyor. Şimdi bunların üzerinden<br />
sırasıyla geçelim.<br />
Airbnb<br />
Growth Hacking için en çok verilen tipik örnek<br />
Airbnb örneğidir. Airbnb bildiğiniz gibi otel<br />
yerine daire kiralayabileceğiniz paylaşım sitesidir.<br />
Airbnb Craiglist entegrasyonu ile kiralık<br />
evlerini kullanıcılar ve ev sahipleriyle hızlıca<br />
buluşturabilmiştir.<br />
Aslında Craiglist’in bununla ilgili herhangi bir API’si (Arayüz Kodu) yoktur ancak Airbnb<br />
kimsenin ruhu bile duymadan Craiglist’in linklerini kullanarak kendi siteleri üzerinden<br />
nasıl içerik gönderebileceklerini kendi uğraşları sonunda keşfetmiştir.<br />
Bu tuhaf Craiglist entegrasyonu ile Airbnb kısa zamanda en başta New York’ta geniş kitle<br />
tarafından duyulmuş sonra da başka şehirlere sıçrayarak daha geniş kitleye yayılabilmiştir.<br />
Airbnb örneği teknik yöntemler ile pazarlama taktiklerinin buluşabildiği çok klasik bir<br />
“Growth Hacking” örneğidir çünkü sadece pazarlama tecrübesine sahip bir insanın üstesinden<br />
gelemeyeceği teknik bir arayüz keşfedilmiş ve bunun sonuncuda da Airbnb geniş<br />
kitleye ulaşmıştır. Başka bir deyişle şeytan detaylarda gizlidir deyiminin ne kadar doğru<br />
olduğunu gösteren önemli örnektir. Andrew Chen’e göre Airbnb geleneksel pazarlama yöntemlerinden<br />
API pazarlama yöntemlerine geçişin ilk bilindik örneğidir.
Twitter<br />
Growth Hacking için verilen başka tipik örnek ise herkesin<br />
bildiği malum kuş sitesi Twitter’dır. Herkes Twitter’ın<br />
geleneksel medya reklamlarıyla (radyo,tv) geniş kitleye<br />
ulaştığını ve bugünkü durumu onlara borçlu olduğunu<br />
düşünür. Ben de öyle düşünüyordum, hatta Twitter’ı arabamda<br />
radyoda ilk nasıl duyduğumu hatırlıyorum. Twitter’ın<br />
geleneksel medyada çılgınca reklamı yapılıyordu.<br />
Ancak işin aslı son derece farklılık arzediyordu. Twitter<br />
gerçekten de medya vasıtasıyla geniş kullanıcı kitlesine<br />
ulaşmıştı. Daha doğrusu üye sayısı patlamıştı.<br />
Sorun şu ki bu kitle belli bir süre sonra meraktan girdiği bu platformu artık kullanmıyordu.<br />
Twitter milyon üyelerin olduğu sosyal medya mezarlığına dönüşüyordu. Twitter’ın önünde<br />
iki seçenek vardı. Ya medya reklam pazarlamasına devam edecekti ya da kullanıcıların<br />
gerçek talepleriyle yüzleşecekti.<br />
Sonunda kullanıcıların ilk girişindeki bilgilerini incelediler. Twitter’a ilk girdikleri anda<br />
kullanıcıların yeterli sayıda takipçisi olmadığı için sıkılarak platformu terkettiğini anladılar.<br />
Yaptıkları ölçüme göre ilk Twitter’a giren kişinin en az 5-10 arasında takipçisi olmalıydı.<br />
Hemen değişikliğe gidip ilk kullanıcılar için varsayılan 5-10 takipçi özelliğini eklediler. Bu<br />
formülü küçük bir kitle üzerinde denedikten sonra geniş kitleye açtılar. Bundan böyle insanlar<br />
Twitter’a girdiklerinde okuyabilecekleri ve oyalanabilecekleri yeterli sayıda tweet ile<br />
karşılaştılar.<br />
Twitter’ın Growth Hacking modelinde biz çok önemli bir şeyi öğreniyoruz. Siz istediğiniz<br />
kadar geniş kitleye ulaşın, bu kitlenin orada sürdürülebilir bir ekosistemde tutulabilmesi de<br />
ayrı bir mesele. Yani Twitter örneğinden Growth Hacking’in sadece büyüme stratejisi olmadığını<br />
anlıyoruz. Kullanıcı büyümesini sağlamak kadar onların orada zaman geçirbilmesini<br />
sağlamak ta Growth Hacker’ların görevi olduğunu anlıyoruz.<br />
Facebook<br />
Başka klasik bir örnek te hepimizin sinema<br />
filminden bildiğimiz Facebook’un hikayesidir.<br />
Genelde Facebook Üniversite’lerin teker teker<br />
entegre edilmesiyle bilinir. Ancak şu var ki Facebook’taki<br />
kullanıcıların itici gücü fotoğraflar<br />
olmuştur. Facebook ilk çıktığında fotoğrafsız bir<br />
platformdu. Fotoğraf ekleme özelliğini ekleyince<br />
Facebook kurucularının da beklemediği şekilde<br />
ilgi artmış, başka sınıf, departman ve okuldaki<br />
insanlar görsel olarak merak edilmiş ve sonunda<br />
her yerde mantar gibi yayılmıştır.
Yani Facebook’un yayılmasında fotoğraf özelliği çok önemli verisel bir etken olmuştur.<br />
Sadece fotoğraf değil, başka veriler de analiz edilerek kullanıcıların bütün giriş çıkışları incelenmiştir.<br />
Bunun için Facebook’un gerçek hikayesi aslında tamamen ölçümleme üzerine<br />
kuruludur diyebiliriz.<br />
Facebook’un kurucularından Dustin Moskovitz‘in söylediğine göre Silikon Vadisinde’ki<br />
eve taşındıklarında bir milyon kullanıcıları varmış. Bu kullanıcıların hangi sayfada ne kadar<br />
süre harcadıklarını tespit ederek onların ilgi alanlarını keşfetmişler. Sayfa başı ziyaret<br />
kalma süresi gibi veriler hangi sayfanın daha önemli olduğu hakkında gerçek veri sunmuş.<br />
Dolayısıyla Facebook’un ilk geliştiricileri de bu sayfalara daha çok önem vermiş. Özellikle<br />
profil sayfası bu önemli sayfaların başında gelmiş. Dustin’e göre filmdeki gibi partiler yerine<br />
zamanlarının çoğunu kod geliştirerek ve verilerini analiz ederek geçirmişler. Senede ise<br />
sadece bir partiye katılıp eğlenmişler.<br />
Google+<br />
Google Plus ise Growth Hacking yaklaşımını benimsemeyip<br />
çuvallayan örneklerden. Growth Hacking’in<br />
nasıl olmaması gerektiği hakkında bize kayda<br />
değer ip uçları sunan dev şirket. Zaten Google Plus<br />
(Google+) ‘ın şu andaki içler acısı hali bunu açıkça<br />
gösteriyor. Hollywood filmlerinde milyonların<br />
olduğu hayalet kasabaları andırıyor. Şu an Growth<br />
Hacking metodolijisine en çok ihtiyaç duyan şirket<br />
Google’dır diyebiliriz. Acilen iyi bir Büyütme Korsanı’nı<br />
işe alıp sorunlarına çözüm bulmaları gerekiyor.<br />
Deli dana gibi özellik ekleyeceklerine biraz da kullanıcıları dinleseler ve bizim Google+’ı<br />
neden kullanmak istediğimize bir kulak verseler daha makbule geçecek. Google kadar<br />
kullanıcı verisi elinde olan başka bir şirket yok. Bundan dolayı bunu başarmamaları için bir<br />
neden de yok.<br />
Şahsen Google+’ın arayüzünü, hızını ve teknik özelliklerini oldukça beğeniyorum. Diğer<br />
sitelerden bu yönleriyle üstünlükleri var ama kullanıcıyı orada tutmak ayrı bir mesele.<br />
Google+’da Çevreler (Circles) mantığını Bağlantı (Connection) mantığı üzerinden yapmaları<br />
bana göre yaptıkları en büyük hata. Çevreler’i tutku çemberi olarak tanınmlayıp<br />
insanları ortak ilgi alanlarında bir araya getirselerdi şahsen ben Google+’ı kullanırdım.<br />
Yine de Google Plus’ta tam olarak kullanıcıların talepleri neler bunu bilmiyoruz. Kendileri<br />
ellerindeki verileri kullanarak buna çözüm bulmak zorundalar. Google+’ı ancak iyi bir<br />
Büyütme Korsanı (Growth Hacker) kurtarabilir.
Growth Hacking Başarının Tarifi Değildir!<br />
Growth Hacking konusunda en çok yanlış bilinen konu ise firmanın başarısını tamamen<br />
Growth Hacking’e bağlamak varsayımıdır. Yani Growth Hacking yaptıkları için şimdiki<br />
duruma geldiler önermesi son derece eksik bir değerlendirmedir. Biz burada bir yaklaşım<br />
biçiminin tarifini yapıyoruz başarının değil.<br />
Bir firmanın başarı kriterleri çok boyutludur ve pek çok faktöre birden bağlıdır. Başarıyı<br />
tamamen Growth Hacking’e indirgemek çok insafsız bir değerlendirme olacaktır. Ancak<br />
kanımca başarısız olma sebepleri arasında Growth Hacking’i en başa koymamızda bir mahsur<br />
yoktur.<br />
Evet bütün bu örneklerden sonra Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) için şu tanımlamayı<br />
yapabiliriz.<br />
Growth Hacking verisel metriklere dayanarak südürülebilir pazarlama<br />
motoru oluşturabilmektir.<br />
Özet<br />
• Teknik yöntemlerle verisel kaynaklara dayanarak kullanıcı alışkanlık formülünü ortaya<br />
çıkartan<br />
• Bu veriyi ilk önce küçük bir kullanıcı kitlesiyle bütünleştiren<br />
• Daha sonra da geniş kitleye yayarak platformun sürdürülebilirliğini sağlayan pazarlama<br />
motoruna Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) denir. Bu yeteneğe sahip kişiye de<br />
Büyütme Korsanı denir.<br />
Büyütme Korsanı’nın Vasıfları<br />
• Obsessif ve sabırlı; Körü körüne ürüne odaklanmak yerine uzun vadede ürünü kitleye<br />
odaklamaya çalışan azimli, sebatlı, sessiz, çalışkan mahluk<br />
• Öğrenmeye açık, yaratıcı, esnek; Ürünü hiç bir zaman yeterli görmeyen, yeni yöntemlerini<br />
teknik becerileriyle birleştirebilen<br />
• İçgüdüsel, sezgisel, ruhsal; pazarlama stratejileri için kalbinin sesini dinleyen, sistem<br />
sürdürebilirliğini ruhsal nöronlarıyla koklayabilen ve içgüdülerine verilerden sonra<br />
güvenen<br />
• Gerçekçi, gerillacı; Hedef odaklı ve hedefine ulaşmak için etik yöntemlerin dışına çıkmayı<br />
göze alabilecek kadar gözü kara cesur savaşçı