04.09.2015 Views

Startup Alaturka

startup_alaturka_4_pdf

startup_alaturka_4_pdf

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong><br />

Yeni Girişimin Bizcesi<br />

Mehmet Şen<br />

2kere2beseder.com bloglarından derlemeler<br />

Bir Arkansas Günlüğü


Önsöz<br />

Dünya üzerinde büyük bir girişimcilik fırtınası esiyor. Girişimcilik yarışmaları, kamplar,<br />

hızlandırma programları, seminerler, eğitimler derken kendimizi bir anda girişimcilik<br />

fırtınasının içinde bulduk. İnternet ve mobil teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte yeni dünya<br />

düzenindeki yeni pastadan pay almak isteyen gelişmekte olan ülkeler bu işe girince biz<br />

de onlarla birlikte kolları çoktan sıvadık.<br />

Amerika’daki 2008 krizinden bu yana libarel Ekonomideki etmenler tartışıla dursun, artık<br />

herkes Ekonomideki tıkanıklığı gidermek için yeni iş sahaları açma konusunda hem fikir.<br />

Bunu da ancak yeni nesil girişimciler yetiştirerek giderebileceklerini düşündüklerinden<br />

girişimcilik Üniversite’ler başta olmak üzere Devlet’lerin etkin kurumlarında kendine hızlıca<br />

yer bulmuştur. Silikon Vadisi’ndeki çılgın Teknolojik gelişmeler bu süreci tetiklemiş ve<br />

tıkanıklığın çözümüne rol model olmuştur. Bir nevi digital devrimcilik diyebileceğimiz bu<br />

süreçte acımasız kapitalist düzene karşı ilk defa bu kadar açıktan meydan okunmuş, rayından<br />

çıkan Ekonomiyi yerine oturtmak için ilk defa küresel düzeyde girişimcilik bu kadar<br />

popüler olmuştur.<br />

Her şeyden önce girişimcilik bir akıma dönüşmüş durumdadır. Bir akım oluştuğunda<br />

taklitlerini başka ülkelerde de mantar gibi yayıldıklarını görmek bunun ispatıdır. Evet bu<br />

bir akımdır ve unutmamalı ki daha önceki akımlar gibi girişimcilik akımı da geçicidir.<br />

Zamanı geldiğinde büyük taşlar yerine oturunca, küçük taşlar da sadece arayı dolduracaktır.<br />

Fırtınalar yerini sessizliğe bıraktıktan sonra eski heyecan yerini daha profesyonel<br />

ve kurumsal yapılara bırakacaktır. 90’lı yıllarda Kişisel Gelişim akımı da böyle olmuştu.<br />

Amerika’dan ilk önce Avrupa’ya sonra Türkiye gibi başka ülkelere yayılmıştı. Kişisel Gelişim<br />

akımı yerini sertifikalı uzmanlara bırakmış durumda. Sundukları çözüm de halktan ziyade<br />

daha çok kurumsal danışmanlık alanlarında devam etmektedir.<br />

Girişimcilik akımı da böyle olacak, şu anda gelişmekte olan ülkelerin Yeni Girişim’lere<br />

(<strong>Startup</strong>) verdikleri desteklerin artmasıyla birlikte ihtiyaç duyulan standardı yakalayacak ve<br />

bunun dışındaki girişimciler dışarıda kalacaktır. Gençlerin Yeni Girişim’leri büyük oyuncu<br />

olmak yerine büyük oyuncular tarafından satın alınmak olacak. Çılgın girişimcilik akımını<br />

standartizasyona kavuşturmayı başaran ülkeler Ekonomilerinde yeni girişimciler yetiştirerek<br />

yeni istihdam kapıları oluşturabilecek, Ekonomileri rahat nefes alacak ve dışa bağımlılık<br />

azalacak. Milyar dolarlık şirketler oluşturarak arkadaki girişimcilere yeni rol modelleriyle<br />

motivasyon verecek, dünyayla daha iyi rekabet edebilecektir.<br />

Şu andaki dünya üzerindeki akıma aldanarak girişimciliğin yeni bir yenilikmiş gibi sunulması<br />

bir pazarlama aldatmacasıdır zira girişimcilik insanlığın tarihinden beri varolan bir<br />

husustur ancak belki de hiç bu kadar suyu çıkmamıştır. İnsanların aşırı ilgisi girişimciliğin<br />

kendisini bile yeni bir Ekonomi’ye dönüştürmüştür.<br />

Bu kitapla birlikte siz de dünyada esen startup girişimcilik fırtınasının içeriğine vakıf olacak<br />

ve özellikle Silikon Vadisi gibi dünyanın Teknoloji merkezinin kullandığı modelleri hakkında<br />

bilgi sahibi olacaksınız. Bu kitapta siz her şeyden önce Yeni Girişimin Bizcesi’ni görecek<br />

ve neden <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.


Bir Arkansas Günlüğü<br />

Beş yıldan fazladır Arkansas eyaletindeki yaşamım boyunca dünya gündeminin her türlü<br />

yönünü takip etmeye çalışıyorum. 2012 Ocak ayında düşüncelerimi insanlarla paylaşmaya<br />

karar verdim. Uzun yıllar kafamda biriken şeyleri paylaşmak istiyordum.<br />

2kere2beseder.com sitesini kurarak blog yazmaya başladım. Girişimcilik, liderlik, sinema,<br />

ilişkiler, ve biraz da politika hakkında yazılar yazdım. İki sene sonra yüz altmışın üzerinde<br />

blog yazısına ulaşmıştım. Aradan geçen iki sene içinde en çok okunan yazım hiç<br />

beklemediğim şekilde <strong>Startup</strong> Nedir yazısı olmuştu. Nedeni ise çok basitti. Google’da <strong>Startup</strong><br />

Nedir yazdığınızda ilk olarak benim yazım çıkıyordu. Gerçekten de insanlar startup<br />

konusunu merak ediyor, araştırıyor ve blog sayfamdan bana ulaşıyordu.<br />

Bu nedenle daha çok kişiye ulaşması için farklı blog yazılarımı da içine katarak startup<br />

(yeni girişim) meselesini etraflıca ele alıp kitaplaştırmaya karar verdim. Özellikle Türk<br />

Kültürü’nü de işin içine katarak kendi çizgimizde startup fenomenini incelemeye başladım.<br />

Bu kitap bloglarımın derlemesi olsa da pek çok konuyu yeni işliyorum. Yani buradaki<br />

bütün konuları blog sayfamda bulamayabilirsiniz. Dolayısıyla blog yazılarımı okuduğunuz<br />

halde burada farklı konular da okuyacaksınız. Yine de bloglarımı takip edenlerin daha çok<br />

istifade edeceğini düşünüyorum.<br />

Evet çevremizdeki inanılmaz Teknolojik gelişmeler karşısında sarsılan insanımıza bu işin<br />

içeriği hakkında bilgi vermeyi ve bunu yaparken de Türk Kültürü ekseninde meseleleri ele<br />

almayı kendime misyon edindim. Bundan dolayı bu kitaba <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dedim. Yani<br />

Yeni Girişimin Bizcesi...<br />

Bu kitap iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmı motivasyon ağırlıklı olup startup kültürü<br />

hakkında ön bilgi vermektedir. Aynı zamanda ABD kaynaklı başarı hikayelerindeki temel<br />

modelleri tartışmaya açar. Silikon Vadisi’ni ve Hollywood dünyasını kopyalamak yerine<br />

hangi metafizik temeller üzerinde çalıştıklarını göstermeye çalışır. Birinci kısımdan sonra<br />

girişimciliğin temel metafizik dinamiklerini öğrenerek, korkunuzu yenecek ve derin sulara<br />

açılmak isteyeceksiniz.<br />

İkinci kısımda ise startup teknik olarak ele alınıyor. Her konunun sonu özetlendiği için<br />

öğrendiklerinizi pekiştireceksiniz. ABD kaynaklı startup metodlarını daha yakından<br />

görme fırsatını yakalayacaksınız. İkinci kısım size startupların (yeni girişim) nelere dikkat<br />

etmesi gerektiği hakkında detaylı bilgi sunacaktır.<br />

Kitabta anlatılan bütün modeller <strong>Alaturka</strong> mantığı üzerinden işlendiği için kendinizi bir<br />

anda kitapla tartışıyor bulacaksınız. Ülkeler yerini artık güçlü şehirlere bıraktığını görecek,<br />

yeniliğin (inovasyonun) hangi şartlar altında fışkırdığına tanıklık edeceksiniz. Bu kitabı<br />

okuduktan sonra siz de artık bir startup kurmak isteyecek ve artık Türkiye’nin de kendine<br />

özgü startup kültürünü oluşturması gerektiğine ikna olacaksınız. <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> ile<br />

kendinizin de dev Ekonomiler oluşturabilme ihtimalini görerek heyecanlanacaksınız.Eğer<br />

kitap hakkında düşüncelerinizi paylaşmak isterseniz bana 2kere2beseder.com adresinden<br />

ulaşabilirsiniz.


I. Kısım<br />

Mantığı çok abartmayın...<br />

Bundan yirmi yıl sonra, yaptıklarından çok yapmadıklarından daha<br />

fazla pişmanlık duyacaksın. Bu yüzden, halatlarını söküp at, güvende<br />

olduğun limandan ayrıl, yelkenlerini rüzgarla doldur, araştır, hayal et,<br />

keşfet.<br />

- Mark Twain -


Giriş<br />

2012 Ocak ayında Avustralya’da çıkan bir haberde bir hemşirenin ölüm döşeğindeki insanların<br />

en büyük pişmanlıklarını kitaplaştırdığını anlatıyordu. Sayısız hastayla görüşen Avustralya’lı<br />

hemşire ölümün en son demlerini yaşayanların itiraflarını kaleme almıştı. En büyük<br />

beş pişmanlıklarının birinci maddesi şöyleydi.<br />

Keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine düşlerimi gerçekleştirme cesaretim<br />

olsaydı.<br />

Hemşirenin kısa zaman içinde ahirete göç edecek hastalardan elde ettiği bu feryat bize<br />

önemli bir gerçeği haykırıyordu. Onları pişmanlığa iten en büyük neden zamanında insiyatif<br />

almak yerine başkalarının hayatını yaşamış olmalarıydı. Ellerine geçen fırsatları değerlendirme<br />

cesaretini kendilerinde bulamamışlardı. Siz hayal kurup peşinden koşmazsanız<br />

mutlaka başkalarının hayallerini yaşamak zorunda kalırsınız klişesini zihnimize tekrar<br />

kazıyordu.<br />

Kitap yazmak, kendi işini kurmak, okul açmak, başarılı bir Tenis Raket’i olmak, ünlü bir<br />

Piyanist olmak, yurt dışında en iyi okula kabul almak, en iyi labaratuarlarda icatlar yapmak,<br />

yeni bir dil öğrenmek, oyuncu olmak, Ressam olmak, iyi bir hatip olmak, Siyaset’e atılıp<br />

ülkeyi yönetmeye aday olmak, Yönetmen olmak, sinema oyuncusu olmak, tutkulu bir Televizyon<br />

sunucusu olmak, insanların dertlerini çözen başarılı bir Psikolog olmak, dünyayı<br />

dolaşmak, şarkıcı olmak, stand-up şovlarla insanları güldürmek, yurt dışında yaşamaya<br />

karar vermek, sivil toplum kuruluşlarına katılıp yetimleri, fakirleri gözetmek...<br />

Liste böylece uzayıp gider çünkü insanlar hayal etmeyi sever. Yukarıdaki söz konusu güzel<br />

hayallerin en az birine herkes hemen hemen sahiptir ancak pek azı peşinden gidebilme<br />

cesaretini gösterir. İçindeki çılgın ses bağırdığı halde türlü türlü bahanelerle o kutsal ses<br />

bastırılır. Böylece kendi yüreğinin sesini duyamayanlar başka yüreklerin esiri olurlar.<br />

Peşinden gidilmeyen, kovalanmayan hayallerin intikamı acı olur. Ölüm döşeğinde bile<br />

olsa size kendisini itiraf ettirir. Özellikle başkalarının sizin hayallerini gerçekleştirdiğini<br />

gördüğünüzde içiniz daha da burkulur.<br />

Hayallerini tutkularıyla birleştirebilen ve ne pahasına olursa olsun peşinden gidenler ise cesaretlerinden<br />

ve gayretlerinden dolayı mükafatlandırılırlar. Hayat gerçekten de cesur olanın<br />

tarafındadır. Ölüm önce savaştan kaçanların üzerine oklarını isabet ettirir. Sizden istenen<br />

ise sadece cesur mangal gibi bir yürektir.<br />

Bir şeyi gerçekten de istediğinizde onu gerçekleştirmek için hayat size fırsatlar verir. Hayatta<br />

en çok istediğiniz şey ile sınanırsınız. Sabrınız, azminiz, cesaretiniz her şeyiniz sonuna<br />

kadar sınanır. Hayallerinizde samimi olup olmadığınız test edilir.<br />

İçinizdeki çılgın sese kulak vererek hedeflerinizi sırasıyla gerçekleştirebilmeniz elbette<br />

mümkün yalnız bu sesi sizin nasıl yorumladığınız her şeyden çok daha mühimdir.


<strong>Startup</strong> Çılgınlığı<br />

Hayaller dedik çünkü şu anda cep telefonları, televizyonlar, uydular, bilgisayarlar hepsi bir<br />

hayalle başladı. Hayatımızı derinden şekillendiren tekno şirketlerinin hepsi basit bir hayalle<br />

yola koyuldular. Tekno şirketlerinin başlangıç aşamasına startup (yeni girişim) dedikleri<br />

için de dünyanın en büyük ilgi odağı oldular. Bu kitapta hepimizin yakından tanıdığı Silikon<br />

Vadisi’ndeki başarılı Teknoloji firmalarının hayallerini başlangıç aşamasında hangi<br />

modeller üzerinde kurduklarını göreceksiniz.<br />

<strong>Startup</strong> ya da Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim başlangıç aşamasındaki<br />

Teknoloji şirketlerine deniyor. Bu kitapta startup firmalarının hangi yöntemleri izlediklerini<br />

göreceksiniz. Serendiplik Modeli (Serendipity), <strong>Startup</strong> (Yeni Girişim), Yalın Girişim (The<br />

Lean <strong>Startup</strong>), Teknoloji Yaşam Döngüsü (Technology Adoptation Lifecycle), Büyütme<br />

Korsanlığı (Growth Hacking) gibi son dönemin popüler kavramlarını öğreneceksiniz.<br />

Bütün bu kavramları açıklarken Türk kültürünü esas alarak Türkiye’nin bu kavramların<br />

neresinde olduğu ile ilgili daha iyi analiz yapabilme kabiliyetine de kavuşacaksınız. Silikon<br />

Vadisi’nden çıkan başarılı modelleri öğrenirken Türk Kültürü’ne uyup uymadığını da<br />

tartışacağız. <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dememizin amacı da körü körüne Amerika Birleşik Devletleri’nden<br />

aldığımız kavramların peşinden gitme alışkanlığımızı değiştirmektir.<br />

Başka ülkenin kendi kültür dinamikleriyle oluşturmuş olduğu elbisenin herkese uymadığına<br />

şahit olacaksınız. Bununla birlikte başarılı tekno şirketlerin başlangıç aşamasında kullandıkları<br />

modelleri öğrenip hakklarını da teslim edeceğiz.<br />

Evet şu an startup dünyanın en büyük çılgınlıklarından sayılıyor. 1970’lerden itibaren<br />

Amerikalı genç girişimciler kendi hayallerinin peşinden koşarken dünyanın en büyük<br />

Teknoloji merkezini de oluşturduklarının farkında değillerdi. Şu an için geldikleri noktayı<br />

aşağıdaki tablodan rahatlıkla görebilirsiniz.<br />

Tablodan da görüldüğü gibi Amerika’nın<br />

büyük Teknoloji şirketlerinin yıllık<br />

geliri başka ülkelere tekabül ediyor. Yani<br />

Amerika Birleşik Devletleri kendi içinde<br />

sayılı büyük şirketleriyle başka ülkelerin<br />

yıllık gelirine denk gelir elde ediyor.<br />

Bankacılığıyla, çikolatalarıyla, saatleriyle<br />

ünlü İsviçre bile ancak bir Apple ediyor.<br />

İşte bütün bu işletmeler startup sürecinden<br />

geçip kozadan kelebeğe doğru<br />

kanatlandılar. Bundan dolayı bu kitapta<br />

startuplarla ilgili bütün önemli kavramların<br />

izahını da kendimize borç bildik.<br />

Şirket Yıllık Gelir Ülke<br />

(milyar $)<br />

Apple 427 İsviçre<br />

Microsoft 206 Tayland<br />

IBM 186 Portekiz<br />

Samsung 156 İsrail<br />

Google 154 Mısır<br />

Oracle 120 Cezayir<br />

Intel 117 Peru<br />

Qualcomm 85 Kazakistan<br />

Amazon 81 Bangladeş<br />

Ebay 48 Küba<br />

Şirket vs. Ülke


Ve Şimdi<br />

Gerçekten de startup çılgınlığına kayıtsız kalmak artık mümkün değil. Dünyada bu kadar<br />

gelişmeler olurken Türkiye gibi başarıya aç bir ülkenin kayıtsız kalması kesinlikle mümkün<br />

değil.<br />

Amazon siparişleri eve drone’larla (insansız hava aracı) getirmek için son testlerini yapıyor.<br />

Facebook dünyada İnternet erişimini yaygınlaştırmak için satellites drone’larını (İnsansız<br />

Hava aracı Uydusu) duyurdu. Facebook ile rekabet eden Google başka bir drone firmasını<br />

satın aldı. Onlarda gözünü İnternet dronelarına dikmiş durumda. Amaçları ise dünya nüfusunun<br />

üçte ikisini İnternet’e eriştirmek. Biz Türk’ler “İstikbal Göklerdir” sözünü sanırım<br />

yeni anlıyoruz. Göklere hakim olmak için ille de askeri uçakları göndermek gerekmiyormuş.<br />

Facebook, Google Internet Drone<br />

Amazon Sipariş Drone<br />

Dünyanın mobil çılgınlığı ise zaten malumunuz. Cep telefonsuz bir hayat artık mümkün<br />

değil. Google ile Samsung arasındaki amansız rekabeti film izler gibi izliyoruz. Google<br />

başkalarıyla rekabet etmeden yerinde duramıyor.<br />

Bir yandan da 3D yani üç boyutlu yazıcılarla üretim endüstrisi değişmeye başladı. Artık<br />

Boeing Hava şirketinin malzemesinin yüzde kırkı bu fabrikacıklardan üretiliyor. Hem araba<br />

hem uçak olarak kullanılabilen araçlar bile startup şirketleri tarafından üretilmeye başlandı.<br />

İnsan böbreğinin çalışmayan hali bile olsa 3D yazıcılarla üretilmeye başlanması da geleceğe<br />

dair önemli ip uçları barındırıyor. Artık yeni iş alanları, yeni şirketler ve yeni bakış açıları<br />

var.<br />

Google artık evinizin içine bile girdi. Nest firmasını $3.2 Milyar’a satın alarak kendi uygulamanızdan<br />

evinizin termostatını kontrol edebilirsiniz. Twitter, Facebook, LinkedIn, Pinterest,<br />

Instagram, Snapchat, Whatsapp gibi sosyal medya çılgınlıklarını ise anlatmaya gerek<br />

bile yok. Onlarsız hayat artık mümkün değil. E-Posta’mızı kontrol eder gibi artık onları da<br />

kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz.<br />

Snapchat Facebook’un $3 Milyar’lık teklifini reddecek kadar özgüvene sahip gençlerin<br />

varlığını da gösteriyor. Bu gençler büyük teklifi reddede dursun Facebook kısa süre sonra<br />

Whatsapp’ı $19 Milyar’a satın alarak bütün herkesi şaşkına çevirmiş durumda. Daha önce<br />

de popüler fotoğraf paylaşım uygulaması Instagram Facebook tarafından $1 Milyar’a satın<br />

alınmıştı. Böylece Facebook Whatsapp’tan sonra çıtayı iyice yükseltmiş oldu.


Artık Özgeçmiş hazırlamak yerine LinkedIn yeterli oluyor. İş dünyasının büyük çoğunluğu<br />

LinkedIn’e bağlı. Twitter insanlara sosyal protesto özgürlüğünü vererek dünya toplumlarını<br />

şekillendirmeye devam ediyor. Ünlülerin fotoğraflarını anında Instagram’da takip ederek<br />

aslında onların egolarını da takip ediyoruz.<br />

Ebay ve Amazon geleneksel ticaretteki toptancı kavramını öldüreli zaten çok oluyor. Artık<br />

her şey alıcıyla satıcı arasında gerçekleşiyor. Ticaretin dikeyi, yatayı, kulübü derken İnternet’te<br />

satın alınmayan şey kalmadı dersek abartmış olmayız.<br />

Arabanızı kullanırken radyodaki sevdiğiniz bir şarkıyı detaylı tanımak için Shazam uygulamasını<br />

açıp kim olduğuna bakabilirsiniz. Shazam müziğin sesini algılayarak şarkıcının kimliğini,<br />

şarkının kendisini bir kaç saniye içinde gösteriyor. Yani gerçek zamanlı uygulamalar<br />

ile merakınızı anında giderebilmeniz artık mümkün.<br />

Uber uygulaması ile San Francisco’da taksi yerine daha iyi fiyatlarla araba kiralayabilirsiniz.<br />

Artık taksi için uzun uzun beklemeye gerek yok çünkü araç paylaşım uygulamsı Uber size<br />

kısa zamanda araç getiriyor. Uber’ın klon uygulamaları başka ülkelerde çoktan görücüye<br />

çıkmış durumda. Airbnb ile de otel yerine kiralık bir daire kiralamanız mümkün. Onun da<br />

klonları piyasayı doldurmuş durumda. Ara katmandaki büyük oyuncular yerini startupların<br />

paylaşım modellerine bırakmış durumda.<br />

Akıllı telefonlardan bankacılık, oyun, haberleşme, sosyal medya hayatın doğal bir parçası<br />

haline geldi. Kimse size akıllı telefonunuz var mı diye sormuyor, neden yok diye soruyor.<br />

Eğitim sistemi değişiyor, uzaktan öğrenmeyle insanlar master yapıyor, okul okuyor, ders<br />

çalışıyor. Akraba ziyaretimizde selamla başlamak yerine wireless (kablosuz ağ) şifresi soranlar<br />

artık normal karşılanıyor. Daha karpuz kesecektik deseniz bile misafirin mazereti evde<br />

yetiştirmesi gereken e-postalar oluyor.<br />

Evet menfi ve müspet olarak hayatımız çılgın hayalcilerin azminden dolayı değişiyor, şekilleniyor,<br />

parlıyor, sönüyor, hızlanıyor. Artık beynimizin en ücra nöronları onların aletlerinden<br />

fışkıran içerikle doluyor. Gözlüğümüze (Google Glass), kol saatimize (Samsung Watch)<br />

kıyafetimize ve hatta genetiğimize kadar göz dikmişler.<br />

Artık bir tercih yapmak zorundayız. Ya koyunların kervanına katılacağız ya da çoban olacağız.<br />

Eğer başarabilirsek ana çiftliğin sahibi de olacağız. Çok daha ileri gitmek istiyorsak<br />

kendi modellerimizi oluşturacak ve kendi kurallarımızı koyacağız. Ancak her şeyden önce<br />

bu kadar gelişme karşısında enaniyeti bir tarafa bırakıp, hali hazırdaki sistemleri, modelleri,<br />

yöntemleri öğrenecek ve bunun için de herkesten daha çok sabırlı olacağız.<br />

Milyar dolarlar havalarda uçuşurken bütün bu gelişmelere tabii ki sessiz kalamayız. Bütün<br />

bu gelişmeler gerçekten de başımızı döndürüyor. İlişkiler, düşünceler değişiyor, insanlar<br />

kendisini ifade hürriyetine kavuşuyor. İlişkiler sosyal medyada yara alıyor, kimi paylaştığı<br />

tweetten dolayı işten atılıyor, kimi yurt dışına bile sürülüyor. Kısacası her şey değişiyor ve<br />

bizim de kendimizi acilen konumlandırmamız gerekiyor.


Serendiplik Modeli (Şans Havuzu)<br />

Hayaller, hedefler, şirketler, startuplar dedik ve bunların<br />

çoğunun Silikon Vadisin’den çıktığını söyledik.<br />

Peki bu kadar büyük başarının hiç bir modeli yok<br />

mu? Şimdi biz de onlar gibi yatırımcıları, mucitleri,<br />

yazılımcıları, girişimcileri bir araya getirirsek ve onlar<br />

için binalar yaparsak aynı başarıyı yakalayabilir<br />

miyiz? Tabii ki hayır, hem de koskocaman çivili bir<br />

HAYIR. Silikon Vadisi’ini inşaat sektörüne denk<br />

görenlere ilk olarak yandaki kitabı okumalarını<br />

tavsiye ediyoruz.<br />

Get Lucky (Şanslı ol veya Şansı Yakala) şu ana kadar<br />

okuduğum en iyi kitaplardan diyebilirim. Şansın<br />

aslında planlanan bir yolculukta, mucizelerin yakalanabileceğini<br />

iddia ediyor ve örneklerle anlatıyor.<br />

Adından da anlaşılacağı gibi “Planned Serendipity” yani planlanmış serendiplik (tesadüf,<br />

şans) demektir ve sizin farkındalık gücünüzle oluşturmuş olduğunuz tesadüfler zinciridir.<br />

Başarı, ilişkiler, buluşlar planlanan bir olgudan ziyade, nedenini bilmeden ve sorgulamadan<br />

ancak cesaret ve kararlılık göstererek farkındalığınızla oluşturulmuş tesadüfler havuzunda<br />

deneme yanılma yöntemleriyle elde edilen olay sonuçlarıdır diyor kitap.<br />

Çok mu karışık oldu? O zaman en basit anlamıyla şöyle diyelim: Şans sizin risk alarak kendi<br />

iradenizle oluşturabileceğiniz bir tesadüfler zinciri olabilir. Tesadüf dediğiniz şey zaten<br />

zaten rastlantısal başı bozuk olaylar kümesi değildir. Tesadüf İlahi sevkiyatın beşeri adıdır.<br />

Bir partide tanıştığınız birisiyle ilişkiye başlamanız, bir trafik kazasında hayat arkadaşınızı<br />

bulmanız, arkadaşınızı ziyaretinizde duyduğunuz bir işe başvurup kabul almanız gibi olaylar<br />

rastlantı gibi gözükse de sebepler dairesinde sizin cüzi iradenizin de bir sonucudur<br />

çünkü partiye gitmeyi siz kendiniz tercih ettiniz, arkadaşınızı ziyarete kendiniz karar verdiniz<br />

ve hayırsız gibi gözüken bir trafik kazasında da arabayı siz kendiniz kullanmayı tercih<br />

ettiniz. Halk dilinde istemeyi vermeseydi vermeyi istemezdi diye tanımlanan cüzi irade kendi<br />

isteğinizin bir sonucudur.<br />

Eski dilde tevafuk şimdi de kısmet dedikleri kaderin cüzi irade boyutunda insanın yapabilecekleri<br />

sanıldığından da fazla. Bunun ilk şartı şansın ayağınıza kadar gelmesini beklemeyi<br />

terketmektir. Sonra da kitapta değişik örneklerle anlatıldığı gibi şansın sadece hazırlıklı<br />

olarak beklemek değil aynı zamanda belirsizlik havuzuna kendinizi bilinçli olarak atabilme<br />

cesaretini gösterebilmenizdir. Yani şans insanların bildiğinin aksine sizin kendinizin planlayabileceği<br />

bir durum olabilir.<br />

Planlanmış serendiplik bir bakıma başarının metafizik boyutudur. Başarılı insanların<br />

hikayelerine baktığınızda hiç beklemedikleri anda ivme kazandıklarını görürsünüz. Bir<br />

telefon, bir insan, bir konferans, bir kitap, bir alet, bir film veya bir çocuk uzun süredir<br />

çalıştıkları bir konunun çözümü için ilham verebilir ve sonra da aniden hayatları değişir.


Tasavvufçular insan aleminin beş kısımdan kalp, ruh, sır, hafi ve ahfâ’dan oluştuğunu söylerler.<br />

İnsanın kendi metafizik boyutu kendisine kılavuzluk yapacak istidadlardan oluşur.<br />

Onların dilini anlamak için ise hikmet dili gerekir. Bir şeyin arkasındaki gerçek nedenini<br />

görebilme kabiliyeti, olayların anlamını kavrayabilme becerisi, isabetli karar verebilme<br />

özelliği gibi insan ruhunun işin içinde olduğu metafizik zekaya hikmet dili denir.<br />

Siz hikmet dilinin içinde ilham, içgüdü ve sezgiyi de insan ruhuyla birlikte ele alabilirsiniz<br />

Ruhun mekanizmasını tartışacak değiliz ancak şunu söyleyelim ki ruhun merkezi olan<br />

kalp değişik fonksiyonlarla donatılmıştır. İnsan sadece beyniyle düşünmez, ruhunu da işin<br />

içine katarak karar verir ve ilham, üçgüdü, sezgi gibi ruhsal fonksiyonlarından istifade<br />

eder. Unutmayın ki eğer çok ter döktüyseniz ve üzerinize düşen görevleri yerine fazlasıyla<br />

getirdiyseniz ruhsal paradigmalar devreye girer. Hızır ancak bir hikmet gereği kapınızı<br />

çalar. Çevrenizde meydana gelen olaylar, objeler insanlar kullanılarak size yol gösterilmeye<br />

çalışılır.<br />

Hayatın işaret dilinden anlayabilmeniz için de hikmet dilinden anlayabilmeniz gerekir. Bazen<br />

rüyalarınız bile size yol gösterebilir. Bu meziyetler kişinin inancına, ruhsal hayatına ve<br />

çevresine göre oldukça değişkenlik arzeden mevzulardır.<br />

Bizi ilgilendiren kısmı ise girişimcilerin dışarıyı aşırı kopyalaması, gereksiz şekilde aşağılık<br />

kompleksine girmesi ve kendisine değer vermemesine karşın onları itikad bozukluğundan<br />

sakındırmaktır. Bunun için ise girişimcinin ilk önce işaret dilinden anlaması gerekir.<br />

Serendiplik işte bu tarz metafiziğin hayata geçtiği ekosistemlerdir. Mesela Silikon Vadisi ve<br />

Hollywood gibi ekosistemler iki büyük metafizik ortamdır. Bu ortamlarda işaret diline vakıf<br />

başarılı hikayeler bulabilirsiniz. Biz sadece şunu söyleyelim ki bu tarz metafizik ortamlarda<br />

ruhlar çarpışır, kıskanır, rekabet eder, etkileşime girer, üzülür, sevinir, özenir ve heyecanlanır.<br />

Bundan dolayı kendi modelimize <strong>Startup</strong><br />

<strong>Alaturka</strong> diyoruz. Bir Türk startup girişimcinin<br />

ruhunu neler heyecana geçirebilir.<br />

Gereksiz kıskançlık yerine paylaşımı nasıl<br />

öğrenebilir? Çok fazla eleştiri hastalığını<br />

nasıl tedavi edebilir? Hayal gücünü zenginleştirmek<br />

için hangi sanatları öğrenmelidir?<br />

-Serendiplik modeli metafizik gerilim modelidir-<br />

Gündemdeki saçma sapan siyasi kısır<br />

tartışmalardan nasıl korunabilir? Nelerden<br />

hoşlanır veya hoşlanmaz? Rekabet ederken<br />

rakibini takdir etmeyi nasıl öğrenebilir?<br />

Kendi ruhsal hayatına nasıl manevi zenginlik<br />

katabilir? Egosunu nasıl yönetebilir? Yani kısaca<br />

kendisini tanıma yolları nelerdir ve nasıl<br />

olmalıdır?


<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong>’yı keşfettiğimiz zaman kendi girişimcilik modelimizi de keşfetmiş olacağız.<br />

Bu kitapla biz sadece başlangıç yapıyoruz. Yine de işe serendiplik modelini anlamakla<br />

başlayabiliriz. Bizim de kendimize yönelik şans havuzları oluşturabilmemiz gerekiyor. Kendi<br />

insanımızın ruhunu tetikleyecek şeyleri zamanla anlayıp sistemleştirebilmemiz gerekiyor.<br />

Evet ilk önce serendiplik modelini hayata geçirmemiz gerekir çünkü ruh rahat ve risksiz<br />

ortamda harekete geçemez. Ruhun harekete geçmesi ve fonksiyonlarını icra etmesi için<br />

riskli, çoğulcu, etkileşimli, zengin ve heyecanlı ortamlar gerekir. Ruhun gerilmesi gerekir.<br />

Ruh korkacak, acı çekecek, endişe edecek, kızacak, sevinecek, esneyecek, şişecek, coşacak<br />

ve hırslanacak ki insan kendi bütün melekelerini de birlikte çalıştırabilsin. İşte planlı serendiplik<br />

insanı çoğulculuk ortamlarına sokarak ruhun bu ihtiyacını karşılayor ve kişiyi sonu<br />

belirsiz fakat anlamlı bir yolculuğa çıkartıyor.<br />

Metafiziğin çalışması için sizin kendinizi bilinçli olarak şans havuzuna bırakıp Kainatın<br />

Sahibine güvenmeniz gerekiyor. Mucizeler limanda oluşmaz, denizin tam ortasında fırtınalı<br />

zamanlarda oluşur. Totemler yapıp şirke düşmek yerine ruhunuzu Sahibine teslim ederek<br />

Onun kararına rıza gösterebilirsiniz.<br />

Neden mi? Çünki biz gerçekten de çok belirsiz bir dünyada yaşıyoruz. Karşımıza neyin<br />

çıkacağından habersiz zavallı aciz insanlarız. Hiçbirimiz bir saniye sonrasını bilmiyoruz.<br />

Konferanslarda, seminerlerde başarılı insanlar size gelecekten bahsetse de inanın onlar da<br />

sonrasından habersiz yaşıyorlar. Bakmayın öyle konuştuklarına, onlar da aynen sizin gibi<br />

geleceği planlamaktan aciz insanlar.<br />

Ancak onları sizden ayıran en önemli yönleri kendilerini zamanında riskli şans havuzuna<br />

bırakabilme cesaretini gösterebilmeleridir. Siz acabalarla vakit geçirirken onlar planlarını<br />

programlarını yapıp kervan yolda düzülür deyip okyanusun içine balıklama atladılar.<br />

İşte Get Lucky kitabında milyar dolarlık şirketlerin planlı şans havuzunu nasıl oluşturdukları<br />

anlatılıyor. Dünyayı değiştiren insanların en belirsiz ortamlardan nasıl fışkırdığına şahit<br />

oluyorsunuz.<br />

Kimler mi? Facebook, Twitter, Google, Pinterest,<br />

Microsoft, Apple, Amazon, 3M, Pixar ve<br />

daha nice bilindik firmalar farklı niyetlerle yola<br />

çıktılar ve farklı sonuçlar yakaladılar.<br />

Her şeyin mükemmel olmasını beklemediler.<br />

Yolda farklı imkanlarla karşılaştılar ve esneklikleri<br />

sayesinde kendi hayallerinin ötesinde<br />

mükafatlandırıldılar. Onlar risk almayı seven ve<br />

dünyanın dengesini aşırı derecede bozanlardan<br />

oluşuyor. Dünyanın en zengin insanları oldular<br />

ve herkesin iştahını kabarttılar. Dolayısıyla<br />

dünyanın en büyük ilgi odağı oldular.<br />

Risk alanlar her zaman zengin olamadılar fakat<br />

zengin olanlar hep risk alan insanlardan oluştu.


Silikon Vadisi’nin kendisi bile planlı tesadüfler<br />

sonucu oluşmuş bir başarı hikayesidir. İşte insanların<br />

asıl yanıldığı nokta burasıdır. Silikon<br />

Vadisi bir inşaat hikayesi değildir. Farkındalıkla<br />

tecrübenin biriktirildiği ve sonrasında neyin<br />

geleceğini kendilerinin bile tahmin edemediği<br />

delice bir metafizik ortamdır. İnsanlar Silikon<br />

Vadisi’ndeki Ekosistemi tanımlarken toplama<br />

kampı gibi yatırımcıların, iş adamların,<br />

yazılımcıların ve girişimcilerin bir araya getirilip<br />

inovasyona dayalı ürün geliştirildiği yer<br />

olarak tanımlıyorlar.<br />

Ekosistemin tarifi kesinlikle bu değildir.<br />

Ekosistem dar bir alanda inovasyon gibi en<br />

önemli ruhsal fonksiyonu icra edebilmek için<br />

oluşturulmuş bilinçli belirsizlik ortamıdır.<br />

Belirsizlik olacak ki endişe, korku, sevinç,<br />

mutluluk, rekabet, hırs, kıskançlık, imrenme,<br />

övülme, narsistlik gibi müspet ve menfi<br />

duygular tetiklensin sonra da yenilikçi ürünler<br />

fışkırsın.<br />

- Silikon Vadisi -<br />

Bu harita farklı şirketlerin eklenmesiyle halen<br />

genişliyor.<br />

Serendiplik modeli sadece Silikon Vadisi’ndeki şirketler için geçerli değildir. Mesela dünyaca<br />

ünlü Hollywood’taki oyuncuların yaşadığı hikayeler de tipik bir serendiplik modelidir.<br />

Oyuncu adayının Los Angeles’ta bir ajans bulması en büyük belirsizliktir. Zamanını oyunculuk<br />

seçmelerine (audition) harcayarak ajans bulmaya çalışır. Bulduğu ajansın kendisine<br />

ne zaman hangi filmde rol bulacağı ayrı bir belirsizliktir. Oyuncunun film setinde durumu<br />

bile performansına göre her an değişebilir.<br />

Bir filmde oynasa bile başka filmlere çağrılma olasılığı tamamen şartlara bağlıdır. Jennifer<br />

Lawrence gibi bir oyuncu kısa zamanda Oscar da alabilir, Leonardo Di Caprio gibi yılların<br />

oyuncu Oscar’sız eve de dönebilir. Bir film oyuncusunun ortamı o kadar belirsizdir ki<br />

kendisini büyük bir azimle ve iradeyle tamamen bir şans havuzuna bırakmıştır. Bu havuzda<br />

insanlarla etkileşimde bulunur, çalışır, çabalar ve elinden gelen bütün gayreti gösterir.<br />

Bundan dolayı en ilginç hikayeleri Hollywood dünyasından duyarsınız. Onların hikayeleri<br />

dünyanın en ilginç ve dinlemeye en değer hikayelerdir.<br />

Bununla birlikte yıllarca Los Angeles lokantalarında çalışıp oyunculuk seçmelerini (audition)<br />

kovalayan insanlar da mevcut. Onlar da gerekli insan ağını yakalayamadıkları için<br />

ve yanlış stratejilerden dolayı geride kaldılar. Yani planlı serendiplik için kendinizi şans<br />

havuzuna bırakmanız da yetmiyor. Onun gerektirdiği hareket, esneklik, strateji, kararlılık,<br />

çoğulculuk gibi şartlarını da yerine getirmeniz gerekir. Bazen de hayat size uygun olmadığınız<br />

bir alanı zorlamanın yersiz olduğunu söylemeye çalışır. Zira Vermezse Mabud<br />

neylesin Sultan Mahmud sırrınca her şey Mevla’nın takdirine kalıyor ama bir kapı kapanıyor<br />

farklı binlerce kapı açılıyor.


Yani ister Silikon Vadisi ister Hollywood, Amerika Birleşik Devletleri kendi metafizik ortamlarını<br />

oluşturmayı başarmıştır. Başka ülkelerin aynısını kendi ülkelerinde uygulamaları<br />

kesinlikle mümkün değildir.<br />

Bunun farkında olan Hindistan ise kendi Bollywood’unu oluşturmuş ve ürettikleri filmlerini<br />

tamamen kendi kültürel kodlarıyla hayata geçirmiştir. İsmini kopyalasa da Bollywood’da<br />

çekilen filmler tamamen Hint Kültürü eksenlidir. Hint film sektörü yine eskiden olduğu<br />

gibi ritme dayalı danslı filmler çekmeye devam etmektedir.<br />

Bu kadar serendiplik modeli tartışmasından sonra şimdi de bir kaç örnek verebiliriz.<br />

Amazon<br />

Eğer siz Amazon’u halen kitap, dvd gibi parakende ürünler satışı yapan bir şirket olarak<br />

görüyorsanız bakış açınızı şimdiden değiştirmelisiniz. Amazon şirketi artık bir Teknoloji<br />

şirketidir ve bunu da Bulut Teknoloji tabanlı (Cloud based Computing) sistemlerine<br />

borçludurlar.<br />

Amazon’un CEO’su Jeff Bezos her çalışanından kendi sisteminin başka platformlarla<br />

konuşabileceği bir arayüz ister. İnsanlar doğal olarak web servisleri yazmaya başlarlar. Son<br />

derece belirsiz olan bu süreç Bulut Teknolojisine kadar uzanır. Jeff Bezos çalışanlarına<br />

tanıdığı zaman esnekliği şirketi hayallerinin ötesine taşır.<br />

Bugün dünyanın konuştuğu Bulut Teknlojisine sahip şirketlerden biri Amazon’dur. Piyasada<br />

Instagram’ın resimlerini Amazon’un Bulut Teknolojisinde depolayarak başladığı bilinmektedir.<br />

Bugün Amazon Cloud sistemleri girişimciler için vazgeçilmez bir imkandır.<br />

Ayrıca Amazon aynı zamanda bir medya şirketidir. Amazon Prime ve Instan Watch ile<br />

Netflix’e kafa tutabilecek film izleme imkanınız vardır. Hem de Sinema’da vizyondan yeni<br />

kalkan en son filmleri bile izleyebilirsiniz. İşin ilginç tarafı da kendi rakibi Netflix’in film<br />

sunucuları da Amazon tarafından karşılanmaktadır.<br />

Amazon şimdi de dronelar (havasız sipariş aracı) üzerinde çalışıyor. Yakın gelecekte siparişlerinizi<br />

artık evinize dronelar getirecek ve lojistik alanında yeni bir çığır açılmış olacak.<br />

Fedex gibi geleneksel lojistik yöntemlerin bu durumdan etkileneceği aşikar.<br />

Ayrıca Amazon proje takımlarını startup kültüründe<br />

çalıştırıyor. Bunun sebebi vurguladığımız aynı sebep<br />

yani serendiplik.<br />

<strong>Startup</strong>lar da son derece belirsiz ortamlar olduğu için<br />

serendiplik modeline en yatkın modeldir hatta ta<br />

kendisidir. Girişimcinin göz bebeği gibi kurduğu startupta<br />

serendipliğin gerektirdiği doğru metodlar uygulanırsa<br />

başarılı olmamak için bir sebep yoktur.


3M<br />

Başka ilginç bir örnek ise her gün çalışma masamızda<br />

kullandığımız postitlerin hikayesidir. 1960’ların sonlarına<br />

doğru 3M şirketindeki bilim adamlarından Dr.<br />

Spencer Silver dünyanın en iyi yapışkanını üretmek<br />

için laboratuvarda gecesini gündüzüne katıyordu.<br />

Ancak en iyi yapışkan yerine hafifçe yapıştırılıp<br />

çıkartılabilen bir yapışkan keşfedince hayal kırıklığına<br />

uğramıştı. Dr. Spencer Silver kendisine göre başarısız<br />

olduğunu düşünse de meslektaşı Art Fry bunun not<br />

kağıdı için kullanılabileceğini ileri sürer.<br />

Zira Art Fray eskiden klisenin ilahi korosunda kitap sayfalarını işaretleme ihtiyacı duyuyordu<br />

çünkü araya koyduğu her kağıt düşüyordu. Kısa zaman sonra ürünü farklı tüketicilere de<br />

denettikten sonra aldıkları 90% lık iyi geri bildirimle birlikte ortaya milyon dolarlık farklı<br />

bir sektör çıkmıştı.<br />

Google<br />

Sergey Brin ve Larry Page 1996’da doktora tezinde geliştirdikleri arama algoritmasını üç yüz<br />

bin dolara satmak için büyük şirketlerin kapısını çalıyorlardı. Bir sonuç çıkmayınca Sequoia<br />

Capital’den aldıkları yatırımla garajda kendi yollarını çizdiler. Ne var ki tam olarak nasıl bir<br />

şey çıkacağını kendileri de bilmiyordu. İlk önce PageRank sonra da Matematikte 10 üzeri<br />

100 anlamına gelen Googol ismiyle ilk çıkışlarını yapsalar da sonra Google ismini keşfettiler.<br />

Şirketin ne isminde, ne yapısında, ne büyüklüğünde ne de geleceğinde hiç bir fikirleri<br />

yoktu sadece inandıkları bir arama motoru algoritmasıyla yola çıkmışlar ve karşılarına<br />

çıkan sürprizleri değerlendiriyorlardı. İki yıl boyunca hiç kâr edemediler. Google Adsense<br />

gibi şirketin %15 gelirini sağlayan reklam modellerini de yolda keşfetmişlerdi. Şimdi ise<br />

Google artık sadece bir arama motoru değil, bütün alanlara nüfus etmeye çalışan, herkesle<br />

rekabet etmekten çekinmeyen önemli bir Teknoloji şirketidir. Google aynı zamanda işe<br />

yaramayan projelerini bir çırpıda çöpe atabilecek kadar esnek bir şirkettir. Google’ın batan<br />

projeleri serendiplik modelinde esnekliğin nasıl olması gerektiği konusunda büyük dersler<br />

içerir.<br />

2005’te Facebook ve Twitter gibi şirketler henüz parlamamıştı. Mobilite çılgınlığı tam anlamıyla<br />

başlamamıştı. Google İnternet’in ağabeyi olmuş herkes onlardan bahsediyordu.<br />

2005’te San Francisco’da Web Summit konferansına katılan Sergey Brin ve Larry Page’e<br />

başarılarını neye borçlu oldukları sorulunca Brin şöyle diyordu. “Başarımıza katkı sağlayan<br />

birinci faktör şans idi. Biz sadece yüreğimizi takip ettik ve araştırma alanında bulduğumuz<br />

çok faydalı bir şeyi hayata geçirdik”<br />

Tabii bu cevaptan program moderatörü ve katılımcılar memnun olmamıştı. Onlar daha<br />

şatafatlı bir cevap bekliyordu. Halbuki Brin doğru söylüyordu çünkü onun kastettiği serendiplik<br />

havuzuydu. Güçlü bir algoritma ile yola çıkmışlar, yüreklerini ortaya koymuşlar ve<br />

sürprizleri yolda keşfetmişlerdi.


Pixar<br />

Steve Jobs denilince herkesin aklına Apple gelir<br />

benim ise Pixar gelir çünkü Pixar’ın hikayesinden<br />

daha çok hoşlanırım. Jobs kendi Apple şirketinden<br />

atılınca kendine yeni bir misyon biçmiçti. Pixar<br />

Animation Studios şirketini kurarak yeni bir çığır<br />

açıyordu. Pixar meşhur Animasyon fimleriyle<br />

tanınmıştı; Toy Story, Cars, The Incredibles, Finding<br />

Nemo, Monsters University gibi Animasyonlar<br />

o zamanın CGI teknolojisiyle görücüye çıktığında<br />

çok beğenilmişti. Bu hikayelerin yapım aşaması<br />

ise tamamen serendiplik ortamıyla ilgiliydi. Pixar’ın<br />

ofis ortamı şirket kültüründe serendiplik için<br />

önemli bir örnektir. Dolayısıyla Animasyonların<br />

kendisine odaklanmaktan ziyade biz girişimcilerin<br />

Toy Story<br />

üretim ortamını anlamamız daha anlamlıdır.<br />

Pixar ilk kurulduğunda üç ayrı binada yazılımcılar, grafikçiler ve yöneticiler olmak üzere<br />

dağılmışlardı. Bu durum Steve Jobs’ın hoşuna gitmemişti. Jobs’a göre iyi bir ürün çıkartmak<br />

için farklı departmanlarda çalışan insanların birbirleriyle etkileşimi gerekiyordu. Tek bir<br />

animasyon filmi üzerinde hep birlikte çalışıyorlardı ama birbirleriyle etkileşime girmek için<br />

ofis ortamları bunu sağlamıyordu. Jobs sonra ilginç bir çözüm buldu. İnsanların günlük<br />

en çok ihtiyaç duyduğu kahve makinesinden tutun, toplantı salonları ve yemek masalarına<br />

kadar hemen her şeyi üç odanın tam ortasına yerleştirtti.<br />

Çalışanlar yemek kuyruğunda, kahve molasında, su içerken, yemek yerken birbirleriyle<br />

karşılaşıyor ve spontane sohbet etmeye başlamışlardı. Toplantı odaları da burada olduğu<br />

için etkileşim daha da arttıyordu. Dolayısıyla bu sosyal ortam kısa zaman içinde şirkette ihtiyaç<br />

duyulan sinerjiyi yaratarak beklenen verimi vermeye başladı. Farklı departmanlardan<br />

insanlar da olsalar, bir CGI yazılımcısı ile grafikçi daha rahat iletişim kuruyor, yöneticiler<br />

tam olarak animasyon filminden ne istediklerini daha rahat aktarıyordu. Sonuç muhteşemdi,<br />

çalışmalar, etkileşimler meyvesini vermiş ve ortaya Toy Story animasyon filmi çıkmıştı.<br />

Jobs şirket kültüründe serendiplik modelini uygulamış ve tekrar başarılı olmuştu. Animasyon<br />

gibi maximum yaratıcılığın gerektirdiği bir alanda fikirler, düşünceler çarpışmalıydı<br />

ki ortaya iyi ürünler çıksın. Zira serendiplik spontane yaratılıcığın sistemleştirilmiş versiyonuydu.<br />

Steve Jobs’a göre şans her zaman hazırlanmış zihinlerin yanındaydı ve bunun için<br />

ruhların ve fikirlerin birbireriyle çarpışması ve etkileşime girmesi gerekiyordu. Özellikle<br />

tekil bir projede hep birlikte çalışanlar için merkezi sosyal ortam çok iyi bir çözümdü.<br />

Yeri gelmişken değinelim. 1968’de üretilen kübik ofisler günümüze kadar format değiştirip<br />

geldiyse de halen sosyallik namına bir çözüm sunmuyor. Steve Jobs’ın ofis ortamı ise kendi<br />

ihtiyaçlarına uygun üretilmiş bir çözümdü. Bütün ülkelerin halen kübik ofisleri tercih<br />

etmesi ise tam bir Amerikanlaşma hikayesidir. Türkiye’nin kendi kültürüne özgün ofis ortamları<br />

geliştirebilmesi için ise yenilikçi girişimcilere ihtiyaç var. Bakalım bizi kendi içimize<br />

kapatan bu lanet olası kübiklerden kim kurtarack.


Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar (Unintentional Inventions)<br />

Piyasada serendiplik modelinin farklı isimleri mevcut. Niyet Edilmeden Gerçekleşen Buluşlar<br />

(Unintentional Inventions or Discoveries) veya Kazara Buluşlar (Accidental Inventions).<br />

Yukarıdaki iki tanım da aslında serendiplik modelinin aynısıdır. Yola farklı bir niyetle<br />

çıkıp, yolda beklediğinden çok daha iyi ve farklı buluşlara deniyor. Hayatımızdaki pek çok<br />

ürün ve servis aslında kazara gerçekleşen buluşlardır. Hepsinin ortak noktası ise daha önce<br />

söylediğimiz gibi mükemmelliyetçilikten uzak durup kervanı yolda düzeltmeleridir. Kazara<br />

Buluşlar’da neler yok ki. Aşağıdaki listede kazara yapılan buluşları göreceksiniz.<br />

Mısır Gevreği (Corn Flakes) Mikrodalga Fırın (Microwave)<br />

Anestezi<br />

X-Ray Cihazı<br />

Viagra<br />

Teflon<br />

Penisilin<br />

Post-it<br />

DVD<br />

Internet<br />

Facebook<br />

Amazon Bulut<br />

Dondurma Külahı<br />

Coca-Cola<br />

Kibrit<br />

E-Posta<br />

Google<br />

Mürekkep Püskürtücü Yazıcı (Ink-Jet Printer)<br />

Sertleştirilmiş Plastik<br />

Dondurma Külahı<br />

Şampanya<br />

Cips<br />

Kâlp pili<br />

Japon Yapıştırıcısı<br />

Havai Fişek<br />

Kuduz Aşısı<br />

SMS<br />

Konyak<br />

Paslanmaz Çelik<br />

Bing Bang Teorisi<br />

Rosetta Stone (Yabancı Dil Öğrenme Newton Yerçeki Kanunu<br />

Seti)<br />

Naylon<br />

Vazelin<br />

Fosfor<br />

Buzlu Dondurma<br />

Kahve<br />

Oyun Hamuru<br />

Yapay Tatlandırıcı<br />

Brendi<br />

Kauçuk Lastik<br />

Ağız Gargarası<br />

Sakız<br />

Kellik İlacı<br />

Sprey Çamaşır Suyu<br />

Cırt-cırt Bant<br />

-Kazara Buluşlar-<br />

Bu liste aslında daha fazla uzuyor. Şans havuzunda insanların hayatını değiştirecek servisler<br />

ve ürünler hayatın artık önemli bir gerçeği. Büyük bir cesaretle serendiplik modelini uygulayanların<br />

yolu açık olsun.


Serendiplik Modelini Oluşturmak Yeterli mi?<br />

Peki Türkiye’de girişimciliğin henüz yeni trend olmaya başladığı bu zaman diliminde serendiplik<br />

modelini oluşturmak yeterli olur mu? Onu anladığımızda her şey yoluna girecek mi?<br />

Elbette girmeyecek, hiç bir zaman büyük Ekosistemler tekil modellerin üzerinde kurulu<br />

değildir. Serendiplik gibi şans havuzlarının oluşturulması zaruridir ancak bazı şeyler de<br />

bireyin kendisiyle ilgilidir. Daha doğrusu neredeyse her şey bireyin kendisinde bitmektedir.<br />

Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İsviçre, Almanya gibi zengin gelişmiş toplumlara baktığımızda<br />

bireysel olarak Türkiye gibi toplumlardan ciddi sosyolojik farklılıklar içerirler.<br />

En büyük toplumsal fark güven ve saygı gibi görgü anlayışlarıdır. Yerlere çöp atmamak,<br />

bankamatik sırasında gizliliğe saygı duyarak mesafe koymak, alış veriş yaparken mutlaka<br />

teşekkürle cevap vermek, trafik kurallarına uymak, kuyruklarda sırasını beklemek, sınavlarda<br />

kopya çekmemek, tebessüm etmek, ders hocasının niyetini suistimal etmemek, vergisini<br />

zamanında ödemek, yalan söylememek, öfke kontrolü gibi meziyetlerle gelişmiş toplumlar<br />

gelişmekte olan toplumlardan daha öndedir.<br />

Beş yıllık İsviçre ve yedi yıllık Amerika hayatımdan sonra artık bu farka yüzde yüz eminim.<br />

Gelişmiş toplumlar sistemlerini güven ve sıkı takip üzerinden yürütürler. Örneğin<br />

Amerika’da her yıl TurboTax veya TaxAct sitesinden insanlar vergilerinin bir bölümünü<br />

geri alırlar. Site size ilk önce mali ve sosyal durumlarınızla ilgili sorular sorar ondan sonra<br />

da doldurduğunuz diğer formlardan yola çıkarak size ne kadar para verebileceğini hesaplar.<br />

Soruları nasıl yanıtladığınız tamamen sizin insifiyatinizdedir. Sistem size son derece güvenir.<br />

İsterseniz sistemi yalan cevaplarla kandırıp daha fazla para geri alabilirsiniz ancak bu suistimalin<br />

de bir çözümünü bulmuşlar. Sizin formlarınızı bir yıl boyunca takip ederek yanlış<br />

formları cezalandırıyorlar. Bir keresinde TaxAct’te doldurduğum yanlış bir form yüzünden<br />

daha sonra beş yüz dolar ceza ödemiştim. Şimdi doldururken daha dikkatli dolduruyorum.<br />

Gelişmiş toplumlarda vergi gibi meseleler şakaya gelmeyen en ciddi konulardır. Kanunlar<br />

gelişmiş ülkelerde sizi dürüstlüğe zorlasa da genel olarak bu tarz toplumların bizden daha<br />

dürsüt olduğunu söylemek mümkündür.<br />

Bir keresinde yaz tatilinde bir akrabamla birlikte Harput’a çıkıyoruz. Akrabam elindeki pet<br />

su şişesini bitirdikten sonra arabanın penceresinden dışarı fırlattı. Ben ses çıkarmadım ama<br />

bozulduğumu farkedince bana “Burası Amerika değil Mehmet!” diyerek anında savunmaya<br />

geçti. “İyi ya burası senin ülken” desem de nafile. Henüz bireysel sorumluluğun toplumu çok<br />

yakından ilgilendirdiğini kavradığımız söylenemez.<br />

İsveç’ten bir yatırımcıyla yapılan röportajda İsveç’in nasıl olur da bu kadar az nüfusla dünya<br />

çapında bu kadar büyük projeler çıkartabildiğini sorarlar. Yatırımcı şöyle cevap verir:<br />

“Bizim kaliteli Üniversite’lerimiz var, zengin iş adamlarımız var, Devletimiz girişimciliğin


öneminin farkında ama bizi diğerlerinden asıl ayıran bunlar değil. Bizim en önemli<br />

özelliğimiz bizim dürsüt olmamız ve birbirimize güvenmemiz. Biz bir sözleşme imzalayacağımız<br />

zaman birbirimize kazık atacağımızı düşünmeyiz, birbirimize son derece güveniriz.<br />

Biri söz verdiğinde sözünü mutlaka tutar.”<br />

Yukarıdaki ifadeler Türkiye için en azından şu anlık ne kadar uzak kavramlar değil mi? Bu<br />

ifadeler Türkiye için kullanılsa kimsenin inanmayacağı son derece aşikar. Aslında biz kendimizi<br />

de biliyoruz ama bir türlü yüzleşemiyoruz. Türk toplumu ne yazık ki etik yönünden<br />

çok parlak değil. İş yapacağımız zaman birbirimize güvenmiyoruz. Güven toplumu kesinlikle<br />

değiliz.<br />

Halbuki kendimizle yüzleşsek her şey değişecek. Aynaya biraz baksak ve kendimizi düzeltme<br />

yollarını arasak bütün her şey tersine dönecek, talihimiz açılacak. Bir toplum kendini<br />

değiştirmeden Allah o toplumu değiştirmezmiş.<br />

Bireysel değişime kapalı olduğumuz yetmezmiş gibi bir de bunun üstünü kapatmak için<br />

farklı yollar deniyoruz. Örneğin yaptığımız en büyük hatalardan birisi ülke sorunlarını<br />

sistemsel boyutta tartışmaktır. Yıllarca memlekette eğitim sistemini defalarca değiştirdik.<br />

Hiç bir şey değişmedi, eğitim sistemimiz halen felç ve dünyanın en gerilerindeyiz. İyi de<br />

mesela Yabancı Dil eğitimi halen neden yeterli değil? Parlamenter sistem mi olsun yoksa<br />

yarı Başkanlık sistemi mi olsun, yoksa tam Başkanlık sistemine mi geçelim diye kendimizi<br />

yedik bitirdik. Politikayı onlar mı yönetsin yoksa bunlar mı yönetsin ve daha neler neler.<br />

Ülkenin gündemine bakın bir ceviz kabuğunu doldurmayacak tartışmalar yaşanıyor. Televizyonların<br />

büyük bir kısmı siyasi ve futbol tartışmalarının yapıldığı açık oturumları işliyorlar.<br />

Yorumculuk ve polemik kavgası Türkiye’nin en güzide mesleği olmuş.<br />

İşte girişimcilikte de aynı hata yapılıyor. Melek yatırımcı, Risk Sermayeleri (Venture Capitalists),<br />

Üniversite ayağı ve girişimcileri bir araya getirdik mi bu iş tamamdır modundayız.<br />

Türkiye’nin girişimcilik sistemini yine sistemsel düzeyde tartışıyoruz. Sanki milyon dolarları<br />

ortaya döktüğümüzde her şey düzelecekmiş gibi. Ayrıca girişimcilikle ilgili sistemsel<br />

bazda konuşmadığımız şey kalmadı. Artık o kadar çok bir araya geliyoruz ki yüzümüz eskimeye<br />

başladı. Bence artık networking yapmaya da ihtiyaç kalmadı çünkü herkes birbirini<br />

tanıyor zaten.<br />

Binaenaleyh, girişimciliğin mana boyutunu ıskalıyoruz. Girişimcilikte mana köklerimizi<br />

konuşanı duydunuz mu? Ecdadımızı bize hep asker diye tanıttılar, peki Atalarımız ne tür<br />

girişimciliklerde bulundular? Havada uçmayı hayal eden ve dünya tarihinde kanatlarla uçan<br />

ilk biz değil miydik? Noldu da hayallerimizden vazgeçtik? Matematiğin, tıpın ve kimyanın<br />

temel formüllerini bulan Endülüs Emevi Devleti’ni neden neden kimse konuşmuyor? Bütün<br />

buluşları kusura bakmasınlar ama Amerikalı’lara borçlu değil.<br />

Eskiler anlayış, seziş ve kavrayış becerisine basiret derler. Basireti bağlanmış sözü de buradan<br />

gelir. Yani seçerlik, sorunların hakikatını bilebilme feraseti demek oluyor. Bundan<br />

dolayı girişimcilik mevzusunda da körü körüne gitmemek için basiretimizin açılması adına<br />

ilk önce doğru soruları sormamız gerekiyor çünkü doğru sorular doğru cevaplar getirir.


Asıl Sorulması Gereken Sorular<br />

Yanlış sorular yanlış önermeleri beraberinde getirir.<br />

YouTube’da İtalyan girişimcilerin birbirlerine sordukları<br />

soruları izlemiştim, bizimle birebir örtüşüyordu.<br />

Biz niye Silikon Vadisi üretemiyoruz diye tartışıyorlardı.<br />

Demek ki dünyanın her yerinde aynı şekilde bir<br />

Amerikan aşağılık duygusu var.<br />

Onların başarıları karşısında insanlar büyük bir<br />

şaşkınlık yaşıyor. Şaşkınlık ta yerini taklitçiliğe ve<br />

kendinden uzaklaşmaya götürüyor. Yani bir bakıma<br />

zincirleme kaza gibi. Bu yanlış soruların başlıcaları<br />

şöyle:<br />

Biz de bir Silikon Vadisi kurabilir miyiz, niye az<br />

yatırımcımız var, girişimciler neden güzel projeler<br />

çıkartamıyorlar, yabancı sermayeyi nasıl çekeriz,<br />

melek yatırımcı sayısını nasıl arttırız, girişimcilerimizin<br />

yaptığı en büyük on hata hangileridir?<br />

Bu tarz sistemsel sorular bizim sorunlarımızı çözmemiz için yeterince yol göstermiyor.<br />

Derinlerdeki sorunlarımıza ışık tutmuyor. Artık sormamız gereken soruları bireye indirgememiz<br />

gerekiyor. Bireyden sisteme bir yöntem takınmak lazım. Peki bunlar neler mi? O<br />

zaman gelin buradan yakın:<br />

Kendi insanımızı neler motive eder, doğruluk dürüstlük gibi erdemler girişimcilerimizde<br />

gerçekten var mı, yatırımcının risk almak istememisinin sebebi girişimciye duyduğu güvensizlik<br />

olabilir mi, Türkiye’de takım oluşturmak neden bu kadar zor, herkesin kendi işini<br />

kurmak istemesinde bir tuhaflık yok mu, girişimciler kendi aralarında bilgi paylaşımında<br />

neden bu kadar zorlanıyor, rekabet ederken neden her yol mübah görülüyor?<br />

Girişimciler gerçekten sevdikleri için mi bu yola atıldılar yoksa Silikon Vadisi’nin rüzgarına<br />

kapıldıkları için mi, gerektiğinde başkasını nefsine neden tercih edemiyor, bencilliğin uçsuz<br />

bucaksız girdabında neden hep bana hep bana diyor, kendisine neden güvenmiyor, egosunu<br />

neden yönetemiyor, kafasını bir fikre taktığında ondan neden vazgeçemiyor, kendi fikrine<br />

neden aşık oluyor?<br />

Türk girişimcisi projelerin masada değil sahada olması gerekiğini bildiği halde buna cesaret<br />

edememesi ilginç değil mi, yoksa bu korku rızık endişesi mi, rızkın Mevla’dan geldiğini<br />

bildiği halde yatırımcıyı neden rızık kapısı olarak görüyor, kendi kültürü dünyanın en<br />

mütevazi kültürüyken en küçük bir başarıda bu kadar çabuk nasıl şişebiliyor, rakibine kazık<br />

atmayı neden mübah görüyor, onun başarısını takdir etmesini neden beceremiyor, yurt<br />

dışındaki girişimcilik ortamlarına gittiği halde neden eski alışkanlıklarını bırakamıyor?


Türk girişimcisinin en çok zorlandığı ailevi ilişkileri girişimciyi duygusal boyutta ne kadar<br />

etkiliyor, yeni bir Türk girişimcisinin akrabalarıyla arasında olması gereken ilişki hakkında<br />

neden kimse bir laf etmiyor?<br />

Türk girişimcisi neden diğer girişimcileri aşırı derecede kıskanıyor, başkalarının başarısını<br />

neden takdir etmekte zorlanıyor, ekmeğin son kırıntısına kadar iktisat etmek Anadolu insanının<br />

özelliğiyken Türk girişimcisi neden har vurup harman savuruyor, peki bu acelecilik<br />

nereden geliyor, bir hedefe neden kilitlenemiyor, sebat edemiyor, kendi Ataları sabır taşına<br />

dönüştüğü halde kendisi neden sabretmesini beceremiyor?<br />

İşin başlangıcında küçük ulaşılabilir hedefler koyması gerektiğini bildiği halde neden<br />

kendisine dünyayı fethetme misyonu biçiyor, küçük düşünmenin önemini görmezden<br />

gelip büyük düşünme tuzağına neden düşüyor, kendisini neden başkasına kanıtlama ihtiyacı<br />

hissediyor, yoksa bütün girişimciliği para, şöhret ve şan için mi yapıyor, başka başarı<br />

hikayelerinden neden aşırı derece etkilenip hemen ümitsizliğe kapılıyor ve Türk girişimcisi<br />

neden her şeyi bu kadar olumsuz düşünüyor?<br />

Kendi kültürüne ait Ebru, Seramik, Kaligrafi gibi el sanatlarının hayal gücünü genişleteceğinin<br />

neden farkında değil, müzik aleti öğrenmeyi neden angaryadan sayıyor, hayal gücünü<br />

zenginleştirmek için başka hangi yöntemlere ihtiyacı var, sosyal yardımlaşma aktivitelerine<br />

neden zaman ayırmıyor, yetime fakire sembolik te olsa neden yardım etmiyor, Türk girişimcisinin<br />

sosyal sorumluluk hissi hangi düzeyde, yoksa başarılı girişimci olup medyanın<br />

kendisi hakkında konuşmasını mı hayal ediyor, takım arkadaşlarına göstermesi gereken<br />

esnekliği neden esirgiyor, onların hayatlarına neden zenginlik katmıyor, gaza neden çabuk<br />

geliyor ve motivasyonunu neden çabuk kaybediyor?<br />

Kısaca Türk girişimcisinin ruhu tam olarak ne hissediyor ve hayattan tam olarak beklentisi<br />

nedir? Onu gerilime geçirecek şeyler nelerdir? Neyle mutlu olur, neler kendisini üzer? Kendi<br />

kültürel kodlarından nasıl istifade edebilir? Sezgi, basiret, feraset, ilham ve sır gibi önemli<br />

değerlerin girişimcilik yolculuğunda neleri değiştirebileceğinin farkında mı, girişimcilik<br />

yolculuğunda kader arkadaşını tanımada kalp gözü yeterli derecede açık mı, hayatının en<br />

önemli yolculuğunda olayların arkasındaki hikmet perdesini aralayabiliyor mu?<br />

Cevaplanması gerçekten de zor sorular. Bunların cevabını henüz tam olarak bilmiyoruz<br />

ama en azından doğru soruları sorduğumuzu düşünüyoruz. Henüz girişimciliği ülkemizde<br />

konumlandırabilmiş sayılmayız. Bundan dolayı gelecekte rol modelleriyle girişimciliğin<br />

mana ufkunu bize gösterebilecek kahramanlara ihtiyacımız var.<br />

Biz yine de yukarıdaki sorulardan yola çıkarak girişimcinin en çok sıkıntı çektiği ego ve<br />

sabır konusunu ele alıp elimizden geldiğince aydınlatmaya çalışacağız.<br />

Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş<br />

demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.<br />

Kur’an-Kerim 2:269


Girişimcilikte Ego Faktörü<br />

İnsana geçici süreliğine emanet olarak verilen ego<br />

(enaniyet, ene, benlik) yanlış kullanıldığında girişimciye<br />

ciddi zarar verebiliyor. Doğru anlaşıldığında ise<br />

girişimciye hız kazandıran en önemli şeffaf araçlardan<br />

birisi haline geliveriyor.<br />

Ego pek çok bilim dalı, din ve felsefe tarafından halen<br />

tartışılan ve incelenen bir konudur. Ortak kanı ise egonun<br />

varlığı ve kullanımına göre getirdiği sonuçlardır.<br />

Yani egonun kendisinden ziyade sonuçları daha çok ilgi<br />

görüyor.<br />

Ego aşırı sahiplenince sahibini dış dünyaya kapattığı,<br />

doğru kullanıldığında ise dışarıya açtığı bilindiğinden<br />

egonun kullanım tarzı büyük önem arzetmektedir.<br />

Egonun yanlış kullanımı girişimcide büyük sorunlara<br />

yol açmaktadır. Ego onlara yol gösterebilecekken tam<br />

tersine bir yıkım makinesine dönüşebilmektedir.<br />

Gerçekten de girişimcinin en çok zorlandığı kısım kendi egosunu yönetmesidir. Ego gerçekten<br />

de başarı için doğru yönetilmesi ve konumlandırılması gereken en etkili araçlardan<br />

birisidir. Onun için mahiyetinin ve konumlandırılmasının da doğru yapılması gerekir.<br />

Ego Nedir?<br />

Peki egonun mahiyeti tam olarak nedir? Daha doğrusu onu fiziksel olarak tanımlayabilir<br />

miyiz? Başarılı olmadan önce ve sonra ego neden farklılık gösteriyor? Onu doğru yönetmek<br />

elimizde mi?<br />

Evet bize göre ego insanın içinde Elif gibi dümdüz bir çizgidir. Yani ego eliftir. Ego, enaniyet<br />

kendisine karşılaştırma imkanı vermek için emanet edilen bir araçtan ibarettir. Onun<br />

kullanılma iradesi insanın kendisine aittir. Eğer insan ne kadar küçük ve aciz bir varlık<br />

olduğunu, kainatın ise ne kadar büyük ve ihtişamlı olduğunu anlarsa kendisini ona göre de<br />

konumlandırabilir. Milyar dolarlık şirketler de kursa küçüklüğünü kendisine ait olmayan<br />

büyüklük ile kıyaslayabildiğinden kendisine hakim olabilecek donanıma kavuşur.<br />

İnsan gerçekten de Kainatta çok küçük bir yer işgal eder. Aynı zamanda aciz yaratılan insan<br />

ufak bir hastalıkta, ayrılıkta, ölümde ruhen ciddi anlamda sarsılmaktadır. Beş dakika<br />

lavobada ihtiyacını karşılayamadığında çatlayabilecek donanıma sahiptir. Trilyonlarca<br />

hücresinin içinde gerçekleşen harikulade kimyasal ve biyolojik reaksiyonlarından bihaber<br />

bilinçsizce yaşamaktadır. Eliyle ne yeri yarabilir, ne de göğe uzanabilir. Zıpladığında çıkabileceği<br />

yükseklik hemen hemen bellidir, ihtiyaçları sınırsızdır. En önemlisi de üçte biri uyku<br />

olan ortalama altmış yıllık geçici ömrünü hiç ölmeyecek gibi gafilce yaşamaktadır.


Yani kendi ölümü bile olsa unutma hastalığı onun en büyük zaafıdır. Bu kadar küçük ve<br />

aciz olduğu halde etrafındaki muhteşem tabiat, okyanuslar, dağlar, gezegenler, yıldızlar ve<br />

galaksiler bir o kadar kendisinden büyüktür. Hacim olarak kainatın içinde zerrenin zerresi<br />

hükmündedir.<br />

Bundan dolayı bu kadar büyüklüğü kendi küçüklüğüyle kıyas yapabilmesi için kendisine<br />

ego emaneten verilmiştir. Ta ki kendi küçüklüğüne bakarak karşılaştırma yapsın, bir dürbün<br />

gibi etrafı izlesin, kainatın gizemlerini çözsün, bütün bu muhteşemliği gerçek Sahibi’ne<br />

atfetsin. Koskoca kainatın büyüklüğünü kavrasın ve kendi küçüklüğünü ve acziyetini ikrar<br />

edip enaniyet belasından kurtulsun.<br />

İşte küçüklüğünün ve acizliğinin farkına varabilmesi için ego insana emaneten verilmiştir.<br />

Evet ego aynen bir Elif gibi insanın içinde ip ince bir çizgidir. Bu çizgiyi kalınlaştırmak,<br />

şişirmek veya saç teli kadar inceltmek kendi insiyatifindedir. Acziyetini, sonsuz ihtiyaçlarını<br />

görüp kabullendiğinde Elif incelecek, elinde bir dürbün haline gelecek ve kainatı daha rahat<br />

seyredebilecektir. Bu dürbün ile farklı alemleri yakınlaştıracak, benliğinden sıyrılarak onları<br />

seyre doyamacaktır. Büyüklük taslayıp acziyetini inkar ettiğinde ise ince çizgi zamanla<br />

kalınlaşacak, vücudunu kaplayacak, derken benliğini esir alacak insanoğlu bedenen ve<br />

ruhen kendi egosuna yenik düşecektir.<br />

O kadar şişecek ki kendi ayak ucunu bile göremeyecek hale gelecektir. Elif çok fazla şişip<br />

kendisini kaplamasına neden olduğu için uzak mesafeleri görme kabiliyetini yitirecektir.<br />

Hayatı kendi gördüğü gibi kabullenecek ve empati gibi yeteneklerden yoksun kalacaktır.<br />

Halbuki ego insana kendi cüzi iradesini, ilmini ve sınırlı kudretini kendi dışındaki dünyada<br />

kıyas edebilmesi için verilmiştir. Kıyas yapabilsin ki haddini bilsin ve yapabileceklerinin<br />

sınırını anlasın. Başarılı olduğunda da küçüklüğünü hatırlayıp kendine hakim olabilsin.<br />

Gelelim girişimcilik konumuza. Girişimcilik haddi<br />

zatında bir ruhsal yolculuktur ve ego girişimci<br />

için en büyük imtihandır. Onu şişirdikçe uzağı<br />

göremeyerek dışarıya kapalı hale gelecek, kendi<br />

fikrine aşık olacak, kritiğe kapalı olacak, fikrinin<br />

eşsiz olduğunu iddia edecektir.<br />

Hatta biraz daha ileri giderek fikrinin tamamen<br />

özgün olduğu ve şimdiye kadar başkası tarafından<br />

kesinlikle düşünelemediğini iddia edecektir.<br />

Ne hikmetse şahsen fikrinin dünyanın en iyi<br />

ve özgün olduğunu iddia eden çok sayıda Türk<br />

girişimcisiyle tanıştım. Fikirlerinin çalınmaması<br />

için de paylaşmama reflekslerine de artık<br />

çok alıştım. Yine de fikirlerini saklamaları da,<br />

açıklayıp başımızı şişirmeleri de ayrı bir dert.<br />

Egolu insanlar başkalarını bunaltırlar


Böylelerini dışarıda çok görürsünüz. Bu tarz girişimcilerin en kötü yönü de yolunacak bir<br />

yatırımcı aramalarıdır. Zavallı yatırımcı hem parasını ona kaptıracak hem de girişimcinin<br />

egosunun yol açtığı yıkımı birlikte yaşayacaktır. Bu durum yatırımcı için de geçerlidir.<br />

Bu tarz egolu girişimcilerde böyle bir mükemmel fikir için hemen bir yatırımcı gereklidir.<br />

Kendisi her zaman mükemmeldir, eleştirilmesine gerek yoktur, onun için yatırımcıyı baştan<br />

haketmiştir. Yatırımcıyı bulduğunda çevresine bunu başarı hikayesi olarak gösterecek ve<br />

havasından geçilmeyecektir. Proje başarısız olduğunda yaşadıkları en büyük yıkım fikrin<br />

tutmaması değil, sürekli takdir beklediği çevresi tarafından tedip edilme duygusudur.<br />

Sosyal medyanın da narsistliği tetiklediği bir devirde süper egolu girişimcilerin işi gerçekten<br />

de zordur. Şişirilmiş egonun girişimcide yol açtığı tahribat bununla da sınırlı değil tabi ki.<br />

Ego kalınlaştırılıp kocaman bir Ben’e dönüştürüldüğü için, yani bütün iyilikleri, harikuladelikleri<br />

sadece ama sadece kendisinde görebildiği için bencil muamelesi de görecektir. Sadece<br />

kendisi başarılı olmalı, sadece kendisine ödüller verilmeli, TV’ler kendisinden bahsetmeli,<br />

onun başarısı herkesin kulağında olmalı. Sosyal medya onu takdir etmelidir.<br />

Benliğini doyururken aslında egosunu doyuran biri olduğunu farkına varamayarak zincirleme<br />

kazaya uğrayacak ve başkasının başarısını çekememe, aşırı eleştiri, sabırsızlık gibi<br />

değişik hastalıklara yakalanacaktır. En kötü hastalığı da ne olacak biliyor musunuz, aşırı<br />

derecede hızlı gaza gelecektir. Facebook’un hikayesini duyduğunda hemen onun gibi olmak<br />

isteyecek, Silikon Vadisinin baş döndürücü milyon dolar hikayelerinin büyüsüne kendisini<br />

fazlasıyla kaptıracaktır.<br />

Halbuki kendisini sıfırlayıp Elif gibi düm düz bir çizgi olsaydı kendisine gizemlerin kapıları<br />

sonsuza kadar açılacaktı. Elif çizgisi bir yandan kendisine anahtar olup dışarıdaki dünyanın<br />

tılsımlarını açacak diğer taraftan da bir dürbün olup her türlü gizemi oturduğu yerden<br />

temaşa edebilme imkanı verecektir. Her girişimciden önemli şeyler öğrenecek kendi eksikliklerini<br />

kapatabilecektir. Fikrini gerekli insanlara anlatıp şekillendirebilecek, son sözü<br />

kendisinin değil dışarıdaki müşterinin, kullanıcının söylediğini herkesten evvel kavrayacaktır.<br />

Böyle bir girişimci çok esnek olacak, kulağı ve gözü dışarıda olacak, dışarıya açıldığı için<br />

manevra kabiliyetine ulaşacak ve ihtiyaç duyduğunda refleks kasını kullanıp yol kıvrımlarından<br />

uçurumlara düşmekten kendisini koruyabilecektir. Gerektiğinde bebek gibi<br />

büyüttüğü fikrini baştan sona değiştirebilecek, teyit edilene kadar aktif sabırla bekleyecektir.<br />

En önemlisi de başarıya ulaştığında bile CEO’luk makamını hizmet makamı olarak görecek,<br />

kendisini tekrar sıfırlayabilecektir. Para, makam onu hiç bir zaman şımartamayacak ve<br />

emanetinin hakkını yerine getirmiş olacaktır.<br />

Mütevazi girişimci esnek girişimcidir. Ürüne körü körüne aşık olmak yerine üzerindeki<br />

hataları kabul eder. Kulağı daima müşteridedir, onun sözü kendisinin ürünü olur. Müşteriyi<br />

memnun etmek için onun nazını çeker nabzını yoklar. Şirketin geleceğini kendi egosuna<br />

teslim etmez. Gerektiğinde özür dilemesini bilir. En önemli değeri takım arkadaşlarıdır<br />

onlara caka yapmaz Onlara verilmesi gereken değeri sonuna kadar verir.


Egonun en belalı kısmı ise narsistlik kişilik bozukluklarına kadar varmasıdır. Kendi<br />

görüntüsüne aşık olarak tanımlanan narsistler egonun tavanını temsil ederler. Narsisizm<br />

özseverlik olarak ta tanımlanır. Kişinin kendisine tapması diyenler de vardır. Egonun aşırı<br />

derece depolanması ve nesnelere yönlendirilmesidir. Eskiden ayna narsistlerin en büyük<br />

nesnesiyken şimdi de mobil cihazlardır. Gerekli ilgiyi görmek için sürekli selfie çekerler.<br />

Plan ve hedeflerine ulaşmadıklarında ve yeterli ilgiyi görmediklerinde erirler, çökerler. Empatiden<br />

yoksun çağımızın en belalı kişilik bozukluklarından biridir narsisizm.<br />

Psikolog’lara göre selfie’nin aşırı derecede kullanımı tipik bir narsistlik<br />

hastalığıdır<br />

Aşırı kıskançlık, kendini<br />

aşırı beğenme ve<br />

haklı görme, övgüyle<br />

beslenme, eleştirilere<br />

karşı aşırı duyarlılık,<br />

küstahlık, başkasını<br />

çekememezlik, umursamazlık<br />

ve başarı için her<br />

yolu mübah görme gibi<br />

son derece tehlikeli özelliklere<br />

sahip narsistlik<br />

günümüzün en büyük<br />

hastalığıdır.<br />

Bundan dolayı pek çok Psikolog ve Psikyatrist günümüzü “Narsistlik Çağı” olarak nitelendirir.<br />

Sosyal medya ve mobilitenin patlamasıyla narsistlik daha da yaygınlaşmıştır.<br />

Ego şu sıralar narsistlikle birlikte altın çağını yaşamaktadır. İnsanın kendisini istediği<br />

kadar ifade edebileceği alet adevat icat edildiği için narsistlik te büyük ölçüde birlikte<br />

tetiklenmiştir. Ne yazık ki başarılı narsistler takım arkadaşları için en büyük imtihandır.<br />

Narsistler ezmekten hoşlanan tiplerdir. İnsanları her zaman küçük gören zihin yapıları<br />

olduğu için tahammülü zor insanlardır.<br />

Ne ilginçtir ki girişimcilik seminerlerinde bu tarz kişilik sorunları es geçilmektedir. Daha<br />

önce de belirttiğimiz gibi girişimcilik sistemsel olarak işlendiği için daha sonra kaçınılmaz<br />

karakter çatışmaları yaşanmaktadır. Özellikle narsist bir girişimciyse o zaman partnerine,<br />

yatırımcısına Allah sabır versin diyoruz. Belki de narsistlerle olan imtihan dünyanın en<br />

büyük imtihanlarından biridir diyebiliriz.<br />

İşte ego böyle bir şey, insanı narsist yapıp zıvanadan da çıkarır, melek yapıp göklere<br />

de çıkartabilir. İnsanın tamamen kendi kullanımına göre arştan ferşe kadar değişkenlik<br />

arzeder. Ego belki de girişimcinin önündeki en büyük engeldir. Bu engeli aştığında<br />

girişimciliğin belki en zor kısmını da aşmış demektir. Egodan sıyrılan benlik ilerideki<br />

muhtemel hataların önüne geçerek zamanı gelir şirketteki herkesi bile kurtarabilir. Egosuna<br />

hakim insanlar toplantıyı, kollektif şuuru ve istişareyi kendilerinden önde tutarlar.<br />

Topluca alınan kararlara mutlaka riayet ederler. Bütün herkesi bağlayan kararların kişisel<br />

egolara kurban gitmeyecek kadar önemli olduğunun farkındadırlar.


Önemli projelere başkoymuş ve Türkiye başta olmak üzere dünyayı değiştirmeyi kendine<br />

gaye edinmiş değerli Türk girişimcisi, ilk önce yatırımcıdan, Silikon Vadisinden, fikirden<br />

başlamak yerine kendinden başlayabilirsin. Narsistlik gibi insanlara son derece zarar verecek<br />

hastalıklar yerine mütevaziliğinle herkese örnek olabilirsin.<br />

Egonu elif gibi incelterek müşterini, takım arkadaşlarını ve yatırımcını daha yakından<br />

tanıyabilirsin. Empatini geliştirebilir, insanların hayatına renk katabilirsin. Benlik duygularından<br />

sıyrılıp elindeki ip ince dürbünle evrenin gizemli noktalarını izleyebilir, Kainatın<br />

tılsımlı bilmecelerini çözebilirsin. Unutma ki Elif gibi dimdik ol dememişler boşu boşuna,<br />

bu işin ortası yok zira.<br />

14 Ekim 2012’de Felix Baumgartner 39 bin metreden (stratosfer)<br />

dünyaya atlayarak rekor kırmıştı. Bir kapsül içinde yükseldikten<br />

sonra kendisini boşluğa bırakmış ve bütün dünyanın ilgisini çekmişti.<br />

Felix aslında en çok mütevaziliğiyle tanınır.<br />

Bazen ne kadar küçük olduğunuzu anlamak için gerçekten çok yükseğe<br />

çıkmanız gerek.<br />

Zenith Felix Baumgartner


Sabrın Gücü<br />

Girişimcilerin yaptığı en büyük hatalardan<br />

biri de bir projede yeterince sebat edemeyişleridir.<br />

Silikon Vadisi’ndeki başarı<br />

hikayeleriyle gaza gelip kısa zamanda köşe<br />

olmanın hayalleriyle yaşayanlar hep hüsrana<br />

uğramıştır. Sabır her girişimcinin<br />

ihtiyaç duyduğu en büyük değerdir. Aşılmaz<br />

görülen yollar sabırla aşılmış, bitmek<br />

bilmeyen çileler sabırla bitmiş ve başarı<br />

sabırla yakalanmıştır. Zamanın sessiz<br />

çıldırtıcılığına karşı hep sabır yardımcı<br />

olmuştur. Sabrın değeri büyük çilelerden<br />

sonra anlaşılmış ve çilekeş ruhlar sabrın<br />

yakıcı atmosferinden sonra saflaşmıştır.<br />

Arapça’da kabz ve bast denen insanın iki türlü ruh hali vardır. Bunlar sabrın iki mihenk<br />

noktasını oluşturur. Kabz ruhunuzun türlü türlü nedenlerden dolayı daralması ve sıkışması<br />

olurken, bast hali de son derece ferahlık, genişlik, sevinç ve sürur halini ifade eder. Kabz ve<br />

bast insanların en büyük iki imtihanıdır.<br />

Ancak (her iki halde de) sabır gösterip iyi ameller işleyenler müstesnadır. İşte onlara bir mağfiret<br />

ve büyük bir mükafat vardır. (Kuran-ı Kerim,11:11)<br />

Ayeti Kerime’deki iki halde sabır göstermekten bahsediyor. Bast halinde sabır size ilginç gelebilir<br />

ancak insanların sadece kabz halinde sabretmelerini beklemek yanlıştır. Bast halinde<br />

de şükür tavsiye edilerek sabır göstermeniz beklenir. Hatta bast halindeki sabrın kabz halinden<br />

çok daha çetin bir imtihan olduğu söylenir. İnsan başarıya ulaştığında takınması gerekli<br />

tavır mütevazilik, şükür ve alçakgönüllülük olduğundan bast sabrın en zor yanını oluşturur.<br />

Sabrın kabz ve bast halleri günümüz dünyasında pek az bilinen ve uygulanan bir değerdir.<br />

Daha çok dış kaynaklı başarı hikayeleri Türk girişimcilerin itikat anlayışlarını bozduğu için<br />

onlar da bir an önce başarılı olup aynen Amerikalı girişimciler gibi popüler olma arzusuyla<br />

yanıp tutuşmaktadır. Bu durum onların sabır gücünü dağıtmakta ve başarısızlığa yol<br />

açmaktadır. Ayrıca Türkiye’de yeterince rol modeli olmadığı için başarıyı bile taklit etmek<br />

normal karşılanır olmuştur. Bu tarz itikadi sorunları aşmamız için sabrın önemini girişimcilere<br />

her fırsatta anlatmamız gerekir.<br />

Tekrar edelim, kabz hali kavram olarak ruhen tutukluluk, içe kapanma ve içinizin daralması<br />

demektir. Bu durum genellikle sosyal hayatınızda sürekli ters giden bir şeyler olduğunda<br />

meydana gelir. Ne yaparsanız yapın bir şeyler sürekli ters gider. Sıkıntılar üst üste birikir,<br />

çileler yerini göz yaşlarına emanet eder, ruh sürekli kaygı ve endişeyle yanıp tutuşur öyle ki<br />

insana bu sıkıntılı durumun hiç bitmeyeceğini sanır.


Sıkıntılar ve zorluklar o kadar birikir ki bir gün gelir kabz hali üzerinizden kaldırılır ve<br />

sonunda beklediğiniz patlama meydana gelir. Birden her şey yoluna girmeye başlar. Hem<br />

istediğiniz hedeflere teker teker ulaşırsınız hem de beklediğinizin üzerinde ödüllendirilirsiniz.<br />

Pek çok başarılı olmuş sanatçı, showmen, futbolcu, siyasetçi ve iş adamlarının hayatlarını<br />

incelediğinizde kabz halini derinden derine yaşadığını görürsünüz. Kabz halinin ne<br />

kadar sürdüğü ise tamamen kişiye, olayların önemine göre değişkenlik arzeder. Biz şimdilik<br />

girişimcilerin ilk olarak en çok zorlandığı kabz halini örneklerle ele alalım.<br />

Beyazıt Öztürk<br />

Beyazıt Öztürk radyo programcılığı ile başlayan hayat serüveninde bize yaşadığı türlü türlü<br />

sıkıntıları anlatırken aslında bir nevi kabz halini tasvir ediyordu. Halbuki “r” harfini çıkaramadığı<br />

için ilk radyo programlarını sunma hakkı verilmemişti kendisine. Ancak sebat<br />

ederek radyo programlarını değişik kanallarda sunmaya başladı ve İstanbul’a geldiğinde<br />

bir taraftan radyo programlarına devam etti diğer taraftan da Kanal 6’da tv programlarına<br />

başladı. Bu uzun ve yorucu günlerinde biz onu tam olarak tanımıyorduk ancak daha sonra<br />

yılların en başarılı “Beyaz Show” programı gize gösterdi ki o da kabz halini yaşamış. Kabz<br />

halindeki birikiminin büyük payı vardı başarısında. Beyaz bütün sıkıntılara sabretmiş, kabz<br />

halinin dolmasını beklemiş ve sonunda büyük bir patlamayla başarıyı yakalamıştır.<br />

Hakan Şükür<br />

Kabz halini yaşayan tipik örneklerden biri de Hakan Şükür idi. 1996 yılının sezonu<br />

başladığında bir türlü gol atamıyordu ve Fatih Terim onu sürekli ilk 11 de oynattığı için de<br />

hem Hakan Şükür hem de Fatih Terim çok eleştiriliyordu. Hakan Şükür gerçekten çok zor<br />

günler geçiriyordu. Ben bir Galatasaraylı taraftar olarak o zaman çok sıkılmıştım ve olanlara<br />

bir türlü anlam veremiyordum. Ancak Hakan Şükür’ün kabz hali sona erince goller birbiri<br />

adına gelmeye başladı. Galatasaray’ın 8-1 mağlup ettiği Altay maçında Hakan Şükür ligdeki<br />

100. golünü atarak “Kral” lakabıyla anılmaya başlandı. Kral Milli Takım’a yaptığı katkılarıyla<br />

daha sonra da kendinden hep söz ettirecekti. Hakan Şükür’ün yaşamış olduğu bu patlama<br />

anının öncesindeki yaşadığı kabz hali ve göstermiş olduğu sabrın mükafatına hepimiz şahit<br />

olmuştuk.<br />

Joanne K Rowling<br />

Beni derinden etkileyen hikayelerden birisi de Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling’in<br />

hayatıdır. Bundan dolayı onun sabırla dolu hayat hikayesine biraz daha detaylı değinmek<br />

istiyorum.<br />

Şu an J.K. Rowling olarak bilinen yazar küçüklüğünde fantastik hikayeler yazarak kız<br />

kardeşine kendi ağzıyla okurmuş. Hikaye merakı hiç bitmemiş ve daha sonra esinleneceği<br />

romanlar okumaya devam etmiş. 1990’da Manchester’dan London’a gittiği bir seyehatta<br />

Harry Potter karakteri ve bu karakterin çevresindeki karakterlerleri ilham yoluyla aldığını<br />

anlatan Rowling bu sıralarda en çok sevdiği annesini kaybetmiş.<br />

Kendisinin anlattığına göre annesinin ölümü kendisini o kadar derinden etkilemiş ki Harry<br />

karakterinin detayları konusunda annesinin ölümünden gelen kaybı ona ilham olmuş.


1992’de Portekiz’e İngilizce öğretmeni olarak gitmiş ve orada Portekiz bir televizyon habercisiyle<br />

evlilik yapmış. Kısa zaman içinde Jessica isminde kızları olmasına rağmen 1993’te<br />

eşinden ayrılmış ve kızıyla birlikte İskoçya’daki kız kardeşinin yanına taşınmış. Bu sıralar o<br />

kadar bunalımdaymış ki intihara bile teşebbüs etmiş.<br />

Bir taraftan klinik depresyon tedavisi gören J.K. Rowling 3. kitabındaki ruh kabzedici<br />

yaratık (“Dementors”) fikrini bu depresyonda edinmiş. Bir taraftan işsiz olan yazar Harry<br />

Potter kitabını yazmayı hiç ihmal etmemiş ve çoğu zaman oluşturduğu karakterleri bunalımlı<br />

yıllarındaki ruh halinden yola çıkarak yazmış. Yazılarını yanında taşıdığı eski daktilo<br />

makinesiyle dışarıda cafelerde yazmış.<br />

Harry Potter’ın ilk romanını Edinburgh’taki meşhur The Elephant House cafesinde yazmış.<br />

Bir yandan tek başına kızına bakmak zorunda kalmış diğer taraftan da bütün enerjisini romanına<br />

ayırmış. Sonunda 1995’te “Harry Potter and the Philosopher’s Stone” ismindeki ilk<br />

Harry Potter’ın romanını bitirmiş ve tam 12 yayın evine sunmuş ama hepsinden red cevabı<br />

almış. 1 sene sonra £1500 karşılığında London’daki Bloomsbury yayın evinin editörü Barry<br />

Cunningham yeşil ışık yakmış ve kitap ilk defa basılmış. Kitabın kabul edilme nedeni ise<br />

daha ilginçmiş. Bloomsbury’nin başkanı ilk bölümünü sekiz yaşındaki kızı Alice Newton’a<br />

okutmuş ve kızının beğendiğini gören başkan kitabın basılmasını kabul etmiş. Bloomsbury<br />

yayın evi yine de J.K.Rowling’e günlük bir iş bulması gerektiğini, çocuk kitaplarının çok tutmadığı<br />

için çok ümitvar olmamasını öğütlemiş. Zaten Bloomsbury yayın evi kitabın sadece<br />

1000 kopyasını basarak 500’ünü kütüphanelere göndermiş.<br />

Beş ay sonra kitap Nestlé firması tarafından farkedilmiş ve Nestlé Smarties Book Prize ismiyle<br />

ilk ödülünü almış. Daha sonra İngiltere’de yılın en başarılı kitabı ödülüne layık<br />

görülünce Amerika’daki Scholastic yayın evi de kitaba talip olarak “Harry Potter and the<br />

Sorcerer’s Stone” adıyla Amerika’da basılmış. Kitabın Amerika’da basımı ile birlikte o kadar<br />

çok geniş çocuk kitlesine ulaşılmış ve beğenilmiş ki J.K Rowling elde ettiği sonuca kendisi<br />

bile inanmakta zorlanmış.<br />

Kitap Hollywood’un ilgisi çekince yeni bir “teenager” (ergen) endüstrisinin doğumuna da<br />

beraberinde getirmiş. Gerçekten de ABD’deki ergen Ekonomisi Harry Potter ile tam kıvamını<br />

bulmuş ve ondan sonra birbiri ardına ergen roman ve filmleri gün yüzüne çıkmış<br />

(Twilight, Hannah Montana, Justin Bieber, Hunger Games, Divergent gibi).<br />

Bir kitap bu kadar başarılı olur da Hollywood rahat durur mu hiç. Warner Bros. Pictures<br />

kolları sıvayarak Harry Potter’ın ilk filmini 16 Kasım 2001’de “Harry Potter and the Sorcerer’s<br />

Stone” adıyla hayranlarının karşısına çıkardı. İlk haftada sadece Amerika’da $90 milyon<br />

ulaşıldığında Amerika gençlik kültürünün format değiştirdiğinin sinyallerini de vermişti.<br />

Harry Potter serisi hiç durmadı bundan sonra peş peşe filmleri yapılmaya devam edildi.<br />

Rowling artık kitap yazarken filminin de çekileceğini hesaba katarak yazmaya başlamış.<br />

Benim gibi yetişkinler filmi izlemese bile Harry Potter karakterini oynayan Daniel Radcliffe<br />

hafızalarımızdaki gözlüklü haliyle iyice yer etmişti. Harry Potter’ın küçük oyuncuları<br />

gözümüzün önünde büyüdü. Onları şimdi görünce ne kadar çabuk büyüdü demeden kendimizi<br />

alamıyoruz.


Rowling daha sonra Harry Potter kitap serilerine devam ederek tarihteki gelmiş geçmiş en<br />

çok satan kitap rekoruna da ulaşmıştı. J.K. Rowling’in şu anda yaklaşık 1 milyar dolar serveti<br />

mevcut ve İngiltere’de en zengin kadınlar listesinde yer alıyor. Kitapları şimdiye kadar<br />

piyasada $15 milyar değer yarattı. 2011 yılına gelindiğinde 450 milyon kopyayla ve 67 dilde<br />

tercüme edilmesiyle tarihte bir rekor kırmıştı.<br />

J.K. Rowling her türlü bunalımı yaşasa da ve hayatın zorluklarıyla karşı karşıya kalsa da<br />

yazmaktan hiç geri durmamış.tı Kitabı pek çok yayın evi tarafından reddedildiğinde bile<br />

mücadelesine devam ederek hakkettiği yeri falasıyla kazandı. Ben yazarın kabz halindeki<br />

göstermiş olduğu sabrın onu çok ileriye taşıdığını düşünüyorum.<br />

Pek çok başarılı insanın acıklı hikayesinin arkasında hep kabz halini göreceksiniz. Gerçekten<br />

de bir yerde çok büyük başarı varsa, orada büyük bir dram da vardır. Yukarıdaki gibi<br />

yüzlerce örnek gösterilebilir. Sonunda hepsi sabrederek bir patlama yapmış kimisi ulusal<br />

çapta kimisi de bütün dünyada yankı uyandırmış.<br />

Sabır göstermenin ruhsal bir zorluğu vardır. Çok büyük bir hedefe odaklanmışsanız eğer<br />

muhtemelen kabz halini yaşayacaksınızdır. En büyük sabır imtihanını kabz halinde vereceksiniz<br />

ve istedikleriniz konusunda test edileceksiniz. Ancak sonunda yaşadığınız ruhsal<br />

zorluklar, acılar birikecek ve bir gün meyvesini verecek, kabz hali sona erecek ve siz müthiş<br />

bir patlama yaparak istediğiniz genişliğe ulaşabileceksiniz. Onlar ulaştılar, siz de ulaşabilirsiniz.<br />

Her şey üstüne gelip seni dayanamayacağın<br />

bir noktaya getirdiğinde, sakın vazgeçme...<br />

İŞTE ORASI KADERİNİN DEĞİŞECEĞİ ‘NOKTADIR’<br />

Mevlana Celaleddin Rumi


İnsanları Yanıltan Başarı Hikayeleri<br />

Peki şöyle bir soru akla gelebilir. Bütün başarı hikayeleri kabz denilen ruh halinden mi geçiyor.<br />

Hayır, kabz hali genel bir durumdur ve piyasadaki bazı başarı hikayeleri kabz halinden<br />

daha çok kısmet ve nasip yörüngeli olabilir. Kısmet faktörünü anlamayan pek çok girişimci<br />

çok feci şekilde yanılabilmektedir.<br />

Kısmet faktörüyle başarılı olmuş insanlar bir limana hiç bir zorlukla gelmeden direkt olarak<br />

gemiye binen insanlara benziyorlar. Kabz haline maruz kalanlar da limana gelebilmek için<br />

ormanları, dağları, bayırları aşmak zorunda kalanlar oluyor.<br />

Kısmet aslında kismet olarak İngilizce’de de aynı anlamı olan bir kelime. Yalnız onlar bizim<br />

kadar kullanmıyor bu kelimeyi. Kismet sözcüğünü Amerikalı’lardan ilk defa Brad<br />

Pitt’in oynadığı The Curious Case of Benjamin Button filminde duymuştum. Orada Kader<br />

konusunu işlerken direkt olarak ne anlama geldiğini söylüyordu. Onun dışında yedi yıllık<br />

Amerikan serüvenimde hiç kimseden duymadım. Bizim kendi kültürümüzde ise Kader<br />

Kısmet sözcükleri halkın en çok kullandığı kavramlardan.<br />

Yine de başka tanımlamalarla da olsa insanlar her kültürde kısmet ve nasibin farkına<br />

varıyorlar. Yalnız son zamanlarda girişimcilik ekosisteminde kısmeti farkına varmadan<br />

ilginç bir şekilde tanımlayanlar da var. “Doğru zamanda doğru yerde” diyerek girişimcilik<br />

seminerlerinde kendilerinin bir türlü şanslı olduğunu ifade eden girişimciler görürsünüz.<br />

Halbuki kısmeti tanımladıklarının farkında değiller.<br />

Aslında bakarsanız bütün her şey kısmet eksenlidir. Bizim burada kastettiğimiz kabz haline<br />

maruz kalmadan limandan ayrılan doğuştan yetenekli kısmetli girişimcilerdir. Siz bunlara<br />

ballı kaymaklı girişimciler de diyebilirsiniz. Bizim kültürümüzde Yürü Ya Kulum şeklinde<br />

de tabir edilirler.<br />

En tipik örneği Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’tür. Kabz halini yaşamadan ürünleri<br />

hızlıca tutmuş, geliştirici, yatırımcı dertleri çok olmamış ilginç bir kısmet hikayesidir.<br />

Zuckerberg’ün girişimcilik özelliklerine baktığınızda gerçekten de başlangıçta aldığı her<br />

kararda isabetlilik görürsünüz. Sanki bir yerlerden daha önce öğrenmiş de ona göre karar<br />

veriyor. Gerekli liyakati daha önceden ısmarlama olarak öğrenmiş gibi. Facebook’un<br />

hikayesi bundan dolayı pek çok girişimcinin yanılmasına sebep olmuştur. İçinde kısmet<br />

faktörünü hesap edemeyen girişimciler aynen onun gibi bir sosyal network yaparak köşeyi<br />

dönebileceklerini sandılar. Dolayısıyla pek çok hayalperest ve şöhretperest girişimcinin<br />

yanılıp batmasına sebep oldu. Aslında iyi de oldu, piyasadaki sahte kurnaz girişimcilerin<br />

elenmesine vesile oldu.<br />

Başka bir örnek te Steve Jobs’ın hikayesidir. Kendisi fakirlik gibi sorunlar yaşasa da San<br />

Francisco’da iyi arkadaş çevresi olan birisiydi. Üvey annesinin yanında klasik Amerikan<br />

evinde yaşıyordu. Külüstür de olsa arabası vardı. Amerikalı’ların fakirlik edebiyatı bizim<br />

Anadolu’daki peynir ekmekle karınlarını doyuran insanların önüne geçmeyeceği için onun<br />

hikayesi sizi sakın yanıltmasın.


Steve Jobs’a devam etmeden önce şunu vurgulayalım. Kısmetli girişimcilerin hikayelerine<br />

baktığınızda ruh ikizlerine rahatlıkla ulaştıklarını görürsünüz. Kader ruh ikizlerini<br />

bir şekilde buluşturuyor. Bu durum nasipli girişimcilerde daha da belirgin. Takım<br />

oluşturabilme gibi her girişimcinin zorlandığı şeyleri onlar tereyağından kıl çeker gibi<br />

hallediyorlar. Başkaları gibi günlerce aramaktansa bir yerde kazara tanışıyorlar. Bazen en<br />

samimi okul arkadaşı bazen de en eski iş arkadaşları olabiliyor. Bir telefon, bir görüşme<br />

derken hemen birlikte yola koyuluyorlar.<br />

Bill Gates en başta Paul Allen ile yolculuğuna çıkmış, Steve Jobs Steve Wozniak ile<br />

tanışmış, Mark Zuckerberg her ne kadar etik dışı davranıp bazı takım arkadaşlarını satsa<br />

da kendisini tamamlayan Dustin Moskovitz ile yola koyulmuştur. YouTube’ın kurucusu<br />

Chad Hurley yakın arkadaşı Steve Chen’le video paylaşım furyasını patlatmış. Instagram’ın<br />

kurucusu Kevin Systrom ise Mike Krieger ile milyar dolarlık başarı hikayesine adım atmıştır.<br />

Bu gençler bizim gibi deli dana gibi takım arkadaşı arama zahmetine girmemiştir.<br />

Dolayısıyla Jobs’ın kaderi de Steve Wozniak ile değişmiştir. Steve Jobs Steve Wozniak ile<br />

evin garajında işe başladıktan kısa süre sonra takımını genişletebilmiştir. Günümüzde ise<br />

takım kurmak her şeyden zor. Günümüzde garaj hikayeleri artık yerini bulut teknolojilerine<br />

bıraktığı halde takım kurmak halen daha zor. Dolayısıyla Steve Jobs gibi Silikon Vadisi<br />

mucitlerinin takım oluşturabilmesi pek çok insanın farkına varamadığı önemli bir kısmet<br />

örneğidir.<br />

Genç Applı şirketinin kısa zaman sonra da ürünleri tutunca, bir sene içinde yatırım bulup<br />

yollarına hızla devam etmişlerdir. Popülist şekilde Apple hikayesini size dramatik olarak<br />

lanse etseler de Apple Silikon Vadisi’nde hızlıca ekip kurabilme sonrasında da yatırım<br />

bulup yoluna gidebilme imkanına kısa zamanda sahip bir şirketti. Steve Jobs işten atılıp<br />

Pixar’ı kurduğunda bile hayallerini gerçekleştirmek için milyon dolarları vardı. Her zengin<br />

hayalini gerçekleştirseydi zaten Jobs bu kadar popüler olmazdı. Onlara ballı kısmetli derken<br />

hafife aldığımız için söylemiyoruz, bilakis başkalarının hata yaparak öğrendiği şeylerin<br />

onlarda doğuştan olduğunu ve hayatta liyakatlerine uygun yönlendirildiklerini söylemeye<br />

çalışıyoruz.<br />

Jobs’ın Pixar hikayesine daha önce değindiğimiz için burada sadece şunu söyleyelim; Pixar<br />

bence Jobs’ın en iyi hikayesidir. Orada da takım oluşturabilme, doğru insanları doğru zamanda<br />

bulabilme kısmetleri görürsünüz. Bazı insanlar doğuştan liyakat sahibi olur bazıları<br />

da hatalarla öğrenir ama sonuç hiç bir zaman değişmez. Kaderin size yol vermesi gerekir.<br />

Steve Jobs ünlü mezuniyet konuşmasında değindiği noktaları birleştirmekle (connecting<br />

the dots) aslında Kaderin onu nasıl sevk ettiğini itiraf ediyordu. Gerçekten de Steve Jobs’ın<br />

bütün hikayesine baktığınızda sanki o da girişimciliğin en ince sırlarını doğuştan öğrenmiş<br />

gibi. Siz bu kısmetli hikayelerin içine Bill Gates’i de katabilirsiniz. O da doğru zamanda<br />

doğru yerde olanlardan ve daha niceleri.<br />

Kısmetli hikayeler içinde sadece Silikon Vadisi hikayeleri yok elbet. Hollywood ve Müzik<br />

endüstrisinde de durum farklı değil. İstisna olarak görülen kısmetli başarı hikayeleri hayatın<br />

her alanında mevcut. Bunları farkına varmakta yarar var.


Müzik endüstrisinde de en tipik örnek Taylor Swift’tir. O da kısmetli başarı hikayesine<br />

sahip. 14 yaşında ergen çağında şarkı bestelemeye başlayan sanatçı Sony Music’in dikkatini<br />

çekiyor ve işe alınıyor. 16 yaşında yani 2006’da kendi bestelediği “Our Song” County Music<br />

kategorisinde bir ilke imza atarak ilk büyük çıkışını yakalıyor. Kendi besteleyip kendi söylediği<br />

için 2008 Grammy ödülüne layık görülüyor. Sonradan kendisinin besteleyip söylediği<br />

şarkılarla çıkışını sürdürmeye devam ediyor. 2013’de 200 albüm arasından 274 hafta boyunca<br />

son 57 yılın en en çok beğenilen ilk 12 şarkı arasına girmeyi başarıyor. Taylor Swift şu<br />

anda dünyanın en yetenekli genç şarkıcılarından biri olarak gösteriliyor. Taylor’ın hikayesi<br />

o kadar ilginç ki besteleme kabiliyeti, tanıştığı önemli insanlar, sesi, güzelliği sanki eksiksiz<br />

her şey yerli yerinde ve zamanında verilmiş gibi. Taylor Swift gibi ünlü şarkıcı olma hayalleri<br />

kuran o kadar çok genç Amerikalı var ki tariflere sığmaz. Keşke birileri onlara biraz<br />

da kısmetle ilgili gerçekleri söyleseydi.<br />

Yine Müzik endüstrisinden en tipik örneklerinden biri Justin Bieber’ın hikayesidir. Justin<br />

Bieber için herşey YouTube da kendi koyduğu şarkısıyla başladı. 2008’de 1981 doğumlu<br />

genç menejer ve yetenek avcısı olarak bilinen Scooter Braun (Talent Manager) tarafından<br />

YouTube’da keşfedilen Justin Atlanta’ya davet edildi ve aralarında imzalanan sıkı sözleşmeden<br />

sonra 2009 yılında One Time şarkısıyla ilk önce Kanada’da en çok dinlenen ilk 10<br />

şarkı arasına girmeyi başardı sonra da kısa zaman içinde Amerika’da popüler oldu.<br />

Justin Bieber şimdi artık dünyaca tanınan ergen müzik ekonomisinin en popülist yıldızı.<br />

Yeri gelmişken söyleyelim menejer Scooter Braun aynı zamanda Gangnam Style’ı meşhur<br />

eden kişidir. Dolayısıyla kısmetli insanların önemli insanlarla nasıl tanıştığı gerçekten de<br />

incelenmeye değerdir. Kim derdi ki YouTube’ta dünyanın en yetenekli menejeri tarafından<br />

keşfedilecek, sonra da dünyanın en ünlü genç şarkıcısı olacak. Bazı insanlar işte doğuştan<br />

liyakat sahibi oldukları için İlahi Kudretle turnikeye önceden giriyorlar. Onların kendilerini<br />

yükselten insanlarla tanışması da İlahi sevkin bir sonucudur. Biz menejer, yatırımcı arayıp<br />

ikna etmek için kendimizi yırtarken onlara bu insanlar kendileri ulaşıyor.<br />

Tabii kısmetli insanların imtihanları daha ağır. Kabz dönemini tam anlamıyla geçirmedikleri<br />

için işin şükür boyutunu bilemiyorlar. Yani onlar direkt olarak bast (genişlik) ruh<br />

halini yaşamaya başlıyorlar. Para, şöhret, ün, yatırımcı, menejer, şirket derken bir anda ivme<br />

yakalayıp dünyanın en büyük ilgi odağı haline geliyorlar.<br />

Bundan dolayı bu tarz kısmetli insanların hikayelerini yanlış yorumlayan genç idealistler<br />

onlar gibi bir an önce başarılı olmak için çırpınıyorlar. Bazıları ümitlerini kaybedip geriye<br />

dönüyor, kimisi de kabz dönemini geçirdiklerinin farkında olmayıp çabuk pes ediyor. Her<br />

ne olursa olsun, insanların başarı ile mutluluğu ilişkilendirmeleri belki de yapılan en büyük<br />

hatalardan. Dolayısıyla insanlara her iki halde de başarılı insanları örnek verirken çok dikkatli<br />

olmakta fayda var.<br />

Amerika’nın şaşaalı başarı hikayeleri kimilerini baştan çıkartabiliyor. Genellikle itikad anlayışı<br />

zayıf olan insanlar bunlardan çok etkileniyorlar. Özellikle ergen yaştakilerin ruhları<br />

fantaziyle, şan, şöhretle fazlasıyla yıkanıyor. Biz yetişkinler bile çok etkilenebiliyoruz.


Bütün Mesele Doğru İnsanı ve Doğru İş Modelini Bulmaktır<br />

Serendiplik konusunu işlerken yeterli mi diye sorduk. Bireye indergeyerek ego, sabır ve<br />

kısmet mevzularını ele aldık. İlahi tesadüflere yer açmadan mucizelerin oluşmadığını beyan<br />

ettik. Dolayısıyla serendiplikle ilgili özetle şunu diyebiliriz ki serendiplikten beklenen asıl<br />

nihai amaç doğru insanı ve doğru iş modelini bulmaktır. Yani bütün mesele budur. İster kabz<br />

halinden sonra isterse kısmetli girişimci sınıfında olun farketmez amaç doğru insanlara ve<br />

modellere ulaşabilmektir.<br />

Her ne kadar da şans gibi gözükse de deneme yanılma yöntemleri, fikirlerin çarpışması,<br />

hareketlilik, etkileşim derken belirsizlik havuzunda doğru insanlarla doğru ürünü ortaya<br />

çıkarmak ve onu doğru model üzerinde inşa etmek en büyük hedeftir. Bundan dolayı<br />

yetenekli ve yaratıcı insanların bol olduğu riskli ortamlar doğru iş modelini bulmak için<br />

önemli ortamlardır. Çoğulculuk bundan dolayı hayati öneme sahiptir. Bu sebeple çok farklı<br />

insan kümelerinin birbirleriyle etkileşiminden çıkacak sinerjiyle insana yol gösteren pek<br />

çok fırsat yakalanabilir.<br />

Bazen mutfakta bile bunu yaşarsınız. Ne yemek yapacağınızı bilmemenize rağmen dolaptaki<br />

malzemelere bakıp bir tahminde bulunursunuz. Öyle olur ki sebzeleri karıştırıp yola<br />

koyulursunuz ve hangi yemeği yaptığınızı bile bilmezsiniz. Bundan dolayı ne kadar çok<br />

farklı malzeme çeşitliliği olursa şansınızı o oranda arttırırsınız. Yemeğin içine ruhunuzu da<br />

kattınız mı onun lezzetine kendiniz bile şaşırırsınız. Amerikalı çiftçi arkadaşım bahçesinden<br />

topladığı değişik mantarları katarak bize çorba yapmıştı. Mantar çorbası dese de kullandığı<br />

değişik yöntemler yemeği oldukça farklı kılmıştı. Bekar evlerinde patatesin her türlü<br />

yemeğini yapmak adettendir. Aslında o sırada hangi malzeme varsa patatesle karıştırılır<br />

ve yemeğin ismi bile bilinmez. Bundan dolayı Allah patatesi bekarlar için yaratmış esprisi<br />

meşhur olmuştur. Ayrıca istediğiniz kadar evde yemek malzemesi olsun, ancak doğru insanın<br />

pişirmesiyle yemek hayat bulur. Yemek onun ruhundan üflenen tuzla lezzetleşir.<br />

Serendiplik hayatımızın her alanında var aslında. Festivallerde, partilerde, kokteylerde,<br />

sinemada beklemediğimiz insanlarla tanışırız sonra hayatımız birden bire değişiverir.<br />

Tanıştığınız insanlar eşiniz olur, sevgiliniz olur, arkadaşınız olur, işiniz olur. Doğru iş modellerini,<br />

doğu insanları bu tarz şans havuzlarında rastgele bulursunuz. Tesadüf ve rastlantı<br />

desek te aslında bunlar da hayatınızdaki planın bir parçasıdır. Bazen kimileri size lütuf<br />

olur kimileri de en büyük imtihanınız olur. Elif Şakak’ın deyimiyle kimileri gelince, kimileri<br />

gidince size huzur verir.<br />

Buradaki asıl önemli nokta doğru insanı bulmadan önce sizin doğru insan olmanızdır. Liyakat<br />

sahibi olmaya bakın ki Kader sizi doğru insanlarla eşleştirsin. Sonra da kendinizi şans<br />

havuzlarına bırakabilirsiniz. İnsan genelde kendi frekansındaki insanlarla tanışır. Sonrası<br />

ise Allah Kerim, eğer yeterince sebat ediyorsanız mükafatını alırsınız. Kısmetli girişimcilerin<br />

bile çok çalışmaktan başka çareleri yok. İnsana çalıştığından başkası yok. Başarılı insanlar<br />

da çok çalıştılar ve en önemlisi hayallerinden hiç vazgeçmediler. Onları başkalarından<br />

farklı kılan sebat anlayışlarını yakından tanımak isterseniz birinci kısmın sonunda anlattığımız<br />

inatçı başarı hikayelerini okuyabilirsiniz.


Onlar Hiç Vazgeçmediler<br />

Beyazıt Öztürk peltek dilinden dolayı radyo programından çıkartılmıştı. Beyaz şu anda 10<br />

seneden fazladır Beyaz Şov TV programını sunuyor ve sayısız standup’ları var. Peltek dili<br />

onu hayallerinden vazgeçirememişti.<br />

Michael Jordan okulun Basketbol takımına alınmadığında odasına gidip hüngür hüngür<br />

ağlamıştı. Ancak hayalleri üzüntüsünden daha büyüktü, hiç vazgeçmemişti, bir sonraki seneye<br />

kadar daha sıkı çalışıp okulun takımına girmeyi başarmıştı. Sonradan aldığı burslarla<br />

birlikte kademe kademe kendini geliştirmesi kendisine Basketbol’da ben de varım dedirtmişti.<br />

Michael Jordan hayallerinden hiç vazgeçmemişti ve dünyanın en ünlü ve başarılı<br />

basketbolcusu olmuştu.<br />

Harry Potter kitabının yazarı Joanne Rowling boşanıp depresyona girmiş ve kitabı 12<br />

yayınevi tarafından reddedilmişti. Ne yayınevleri ne de çok ilaçlarla atlatmaya çalıştığı ağır<br />

depresyonu kendisini romanlarını yazmaktan alıkoymuştu. Onun ilacı vazgeçememekti.<br />

Joanne Rowling’te şu an dünyada romanı en çok satılanlardan biri olarak dünya rekorunu<br />

kırdı ve aynı zamanda Amerika’da başta olmak üzere bütün dünyada Ergenlik Ekonomisini<br />

başlatan kişi oldu.<br />

Kentucky Fried Chicken’ın kurucusu Harland David Sanders kızarmış tavuk formülünü kabul<br />

ettirene kadar 3000‘nin üzerinde geri çevrilmişti. Bu kadar red cevabından sonra halen<br />

ilk satışını yapamamıştı. 50 yaşında yaşadığı derin hayal kırıklıkları onu yine de durduramamıştı.<br />

Şimdi onun kızarmış tavuklarını hepimiz severek yiyoruz.<br />

Finlandıyalı oyun şirketi Rovio Entertainment 51. oyunlarını bitirdiklerinde asla pes etmemişlerdi,<br />

52. oyunlarında Angry Birds mobil oyununu geliştirerek dünya çapında en<br />

çok satılan oyunun mucidi olarak tarihe geçtiler. Oyun o kadar çok tutuldu ki, Hollywood<br />

animasyon filmini yapmak için kolları çoktan sıvadı.<br />

Bill Clinton Üniversite’nin ilk yıllarında Öğrencilik Temsilciliği için yarıştığı ilk seçimini<br />

kaybetmişti çünkü okul arkadaşları onun çok “politik” olduğuna karar vermişti. İlk önce<br />

Arkansas Valisi, sonra da Amerikan Başkan’ı seçilene kadar benimsediği politik duruşundan<br />

hiç ödün vermemişti.<br />

Mimar Sinan profesyonel kariyerine başladığında 50 yaşındaydı. Yaşım geçti dememiş, hayalinin<br />

ve arzularının peşinden koşmaya devam ediyordu. Şu an halen Selimiye Camisinin<br />

sırlarını çözmeye çalışıyoruz. Geride müthiş mimari eserler bırakacak ve yüzyıllar boyunca<br />

kendisinden söz ettirecek bir üne kavuşmuştu.<br />

Zurich Polytechnic Üniversitesi’sinin başvurusunu reddettiği kişi Albert Einstein idi. Onlara<br />

göre bu kişi bu Üniversite’ye layık değildi. Gerçekten de o zamanlar Matematik’i zayıf<br />

olan Einstein bildiği yoldan hiç geri dönmedi. Bir yandan Matematik’teki açığını kapatırken,<br />

diğer taraftan da Fizik’in yeni kurallarını keşfediyordu.


Henry Ford’a daha hızlı at arabaları istediğini söyleyen insanlar onu dev otomotiv sektörünün<br />

mucidi olmaya ittiklerini hesaplayamamışlardı. Banka’ya kredi için başvurduğunda<br />

kredisini reddeden banka memuru ona araba gibi bir şeyin ancak geçici bir moda<br />

olabileceğini söylemişti. Henry Ford odadan ayrılırken ona “bir gün bu yollarda at arabası<br />

kalmayacak, tüm ulaşım otomobille sağlanacak” derken sadece banka memuruna değil<br />

bütün dünyaya kendi vizyonundan zerre kadar vazgeçmeyeceğini haykırıyordu.<br />

Thomas Edison 1868 de bir atölye kurdu ancak yaptığı elektrikli kayıt aygıtının patentini<br />

satamayınca bir yıl sonra parasız ve borçlu olarak Boston’dan New York ‘a gitmek zorunda<br />

kaldı. Kışları Florida’da geçiren Edison Henry Ford ile orada tanışmıştı. İki önemli büyük<br />

endüstrinin mucitlerini kader buluşturmuştu ve iyi arkadaş olmuşlardı. Edison evlerimizi<br />

ve iş yerlerimizi aydınlatacak ampul ün buluşundan önce tam 1000 (bin) kere başarısız<br />

olmuştu. Ancak o da en yakın dostu Henry Ford gibi hayallerinden hiç vazgeçmemişti.<br />

Brad Pitt genç lise delikanlısıyken Dallas dizisinde oynadığını biliyor muydunuz? You-<br />

Tube‘tan izleyebilirsiniz. Peki kariyerine Hollywood sokaklarında tavuk kostümlerini<br />

giyerek başladığını duydunuz mu? Evet Brad Pitt egoyu bir tarafa bırakmış Hollywood’un<br />

en dibinden yukarıya doğru adım adım tırmanıyordu.<br />

Çocuk yaşta Wushu Uzak Doğu sporunu öğrenen Jet Li, fakir bir ailenin çocuğuydu. Aynı<br />

zamanda iki yaşında babasını kaybetmişti. Evde et bile yiyemeyecek kadar fakir olan Li<br />

ailesi binbir zorluklar çekmesine rağmen Jet Li Wushu hayalinden hiç vazgeçmemişti.<br />

Kendisini dövüş sanatlarına o kadar kaptırmıştı ki sayısız madalyalarla yirmili yaşlara<br />

giriyordu. Daha önce on bir yaşında bir şampiyonada başarılı olan Jet Li Amerika’ya seyahet<br />

ödülü kazanmıştı. Yalnız bir sorun vardı İngilizce bilmiyordu. Günlük dört saat sıkı<br />

İngilizce çalışarak bu sorununu kısa zamanda giderdi. Yirmili yaşlarda oyunculuğa soyunan<br />

Li Çin’de ilk filmi Shaolin Tapınağı ile Sinema dünyasına adım attı. O sıralar eşinden<br />

boşandığı için zor günler geçiriyordu. Yine de hiç bir şey kendisini hayalinden vazgeçiremedi.<br />

Sonunda Hollywood’a adım atmayı başarıp dünyanın en büyük film yıldızlarından<br />

biri oldu.<br />

Evet bana çok başarılı birisini gösterin, ben size orada derin bir dram göstereyim. Hepsinin<br />

acıklı, zorlu hikayeleri var ama onları diğerlerinden farklı kılan sabır, inat ve sebat duygusuydu.<br />

Eksiklikleri varsa onu giderme yollarını araştırdılar. Fakirlik, boşanma, reddedilmeyi<br />

onlar kadar bilebilir miyiz bilmiyorum ama bu insanlar hayatlarının en zor demlerinde<br />

bile hiç bir zaman durmadılar, çileyi çıra yapıp yaktılar, yükseldiler, sürekli çalışıp<br />

daha iyisine talip oldular.<br />

Onlar fikir saplantısında değildiler, sadece ne istediklerini iyi bildikleri için delice tutkularının<br />

peşinden koştular. Yeteneklerinin farkındaydılar, başkalarının kendilerini övmeleri<br />

veya yermeleri önemli değildi. Onlar kendilerini iyi biliyordu zaten. Heves ile tutkuyu birbirinden<br />

ayırabilmişlerdi. Yaş, reddedilme korkusu, hayal kırıklığı, ego, depresyon, peltek<br />

dil hiç bir engel hayallerinden daha önemli değildi. Onlar hiç vazgeçmediler, lütfen sen de<br />

vazgeçme!


II. Kısım<br />

<strong>Startup</strong> dedikleri...<br />

Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden çok daha iyidir.<br />

- Peter Marshall -


<strong>Startup</strong> Nedir?<br />

Dünyada inanılmaz bir girişimcilik<br />

rüzgarı esiyor. Kuluçka merkezleri,<br />

konferanslar, yarışmalar,<br />

hızlandırma programları, seminerler,<br />

yatırımcılar, yarışmalar derken<br />

Türkiye de bu kervana katılmış<br />

bulunuyor. Bu kadar hızlı<br />

gelişmelere kayıtsız kalmamız elbette<br />

mümkün değil. Ne var ki işin<br />

henüz kavram boyutundayız.<br />

<strong>Startup</strong> kelimesinin Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak geçse de<br />

bunun henüz tam bir resmiyeti yok. Computer çağının başlangıcında da durum böyleydi.<br />

Yeni çağın başladığını farkeden Türk Dil Kurumu Computer yerine Bilgisayar sözcüğünü<br />

kullanarak önemli bir ilke imza atmıştı. Şimdi de yeni bir girişimcilik çağı başlıyor ve<br />

“startup” gibi kavramları yerli yerine acilen oturtmamız gerekiyor. Şu an hali hazırda Yeni<br />

Tekno Girişim veya Yeni Girişim tanımlamalarından daha iyisi bulunmuyor. Bu belirsizliken<br />

dolayı biz bu kitapta bütün dünyanın en çok kullandığı startup kelimesini tercih edeceğiz.<br />

Zaman zaman Yeni Girişim’de diyeceğiz.<br />

Şu anda girişimcilik ekosisteminde startup kelimesi en popüler sözcüklerden. Yeni bir<br />

girişime başlamış şirketler için kullanılıyor. Başlangıç aşamasındaki bu girişimler daha çok<br />

tekno-şirketler oluyor. Yine de startup hızlı büyüme odaklı bütün şirket tipleri için geçerli<br />

bir kavram. Teknoloji ağırlıklı şirketler daha hızlı büyümeye elverişli olduğu için ilk olarak<br />

insanın aklına bu tarz şirketler geliyor. Bunun haricindeki şirket yapıları normal girişim<br />

sayılıyor. Dolayısıyla startup dendiğinde hızlı büyüme odaklı, biraz popülist, kullanıcı ve<br />

müşteri odaklı, kısa zamanda küçük kitleden büyük kitleye ulaşmayı hedefleyen başlangıç<br />

aşamasındaki şirket türleri kastediliyor. Yani startup şirket türü yapısal nitelikle kendisini<br />

normal bir girişimden farklılaştıran özelleştirilmiş bir kavramdır diyebiliriz.<br />

Piyasada startup denildiğinde genelde bıyığı yeni terlemiş terü taze genç dinamik bir<br />

tekno şirket akla geliyor. Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Airbnb, Whatsapp, Uber<br />

piyasada en çok bilinen popülist örneklerden. Yine de durum öyle gözüktüğü gibi iç açıcı<br />

değil. <strong>Startup</strong> şirketlerin binlercesi değişik sebeplerden dolayı batıyor.<br />

Piyasada bu durum startup girişimcileri için bir çelişki sayılıyor. Büyük ihtimalle batabilecek<br />

bir şirket türüne gönül vermek platonik aşk olarak tanımlanıyor. <strong>Startup</strong> şirketin kendini<br />

piyasaya kabul ettirmesi, milyar dolarlık dev kurumsal bir şirkete dönüşmesi de mümkün.<br />

Bundan dolayı startup girişimcileri hayallerinden vazgeçemiyorlar ve oldukça belirsiz<br />

bir maceraya atılıyorlar. Maceralarında startup dinamiklerini bilmeyen toy girişimciler<br />

başarısız olduklarında geriye acıklı hikayeleri kalıyor. Bundan dolayı startup hikayelerinin<br />

acıklı yönleri mutlu sonlardan çok daha fazla oluyor.


<strong>Startup</strong> normal şirket tipinden yapısal olarak son derece farklı dinamikler arzediyor. <strong>Startup</strong><br />

büyük pazarı hedefleyen ve “pivot” denilen bir döngü eşiği üzerinde, iş planı yerine iş<br />

modelini benimseyen ve iki üç genç amatör girişimci tarafından başlatılan sonu belirsiz bir<br />

tekno şirket türüdür. Heyecanlı genç ekip pivot döngüsündeki ilk müşterileriyle veya servis<br />

kullanıcılarıyla etkileşime geçerek iş modelini ispatlamaya çalışır.<br />

Pivot döngüsündeki amaç prototipini hayata geçirerek modelin çalışırlığını ispatlamaya<br />

çalışmaktır. Bu dönemde genellikle ürünü veya servisi müşteri veya kullanıcı şekillendirir.<br />

Kullanıcıdan ürüne doğru akışı metriklerle iyi kontrol eden girişimciler pivot döngüsünden<br />

çıkarak startup iş modelini, fikrini ispatlamış ve artık geniş kitleye açılabilme hakkına sahip<br />

olmuş demektir.<br />

Pivot döngüsündeki yaklaşım biçimine Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) denir. Yalın Girişimi<br />

daha sonra etraflıca ele alacağız. Yalın Girişim’de amaç pazardan ürüne doğru pivot<br />

döngüsünü kırıp dışarı çıkabilmektir.<br />

Bundan sonra startup elinden geldiğince hitap ettiği büyük pazarda müşteri kitlesini katlayarak<br />

hızlı bir büyüme hızını yakalamaya çalışacaktır. İki üç kişilik şirkete kısa zamanda<br />

personel alımı yapılacak, takımlar oluşturulacak ve kurumsallığın gerektirdiği muhasebe,<br />

insan kaynakları, hukuki prosedürler gibi departmanlar oluşturulacaktır. Bütün bu süreç bir<br />

sene gibi kısa bir zamanda gerçekleşebilir. Yine de tam anlamıyla kurumsallaşmak zaman<br />

alacaktır.<br />

<strong>Startup</strong>’larda normal girişimlerin aksine iş planı yoktur. Müşteriyle veya kullanıcıyla direkt<br />

olarak etkileşime geçilecek minimum ürün geliştirilir (MVP-Minimum Viable Product).<br />

Onlardan geri dönecek bildirime göre ürün geliştirilmeye devam edilir. Dolayısıyla startup<br />

son derece belirsiz koşullardan oluşur. Şirkette görev olarak herkes her şeyi yapar. Geleneksel<br />

iş yöntemlerinin aksine kuralları olmayan gerilla yöntemlerini benimseyen ve bunun<br />

için bazen etik kurallarının dışına çıkmayı göze alabilen gözü kara şirket türüdür.<br />

Yalnız şu var ki startup aynen aşk<br />

gibi geçicidir. Bundan dolayı kısa<br />

zamanda bir yatırımcı bulup evlilik<br />

yapmayı hedefler. İhtiyaç duyduğu<br />

yatırımı şirketinde kullanarak<br />

büyüme hızına göre daha fazla<br />

yatırım alma peşinde olur. Ancak bu<br />

yatırım sürecini sadece araç olarak<br />

görür. Yatırımı başarı veya amaç<br />

olarak gören pek çok startup şirketinin<br />

öldüğü tespit edilmiştir.


Başarılı startup girişimcilerin hikayeleri başka girişimcilerin iştihasını kabartmaktadır.<br />

Acaba ben de bir startup şirket kurup zengin, popüler olabilir miyim rüyalarına kapılan<br />

girişimci bulmak artık sıradandır. Tutkularının peşinden gitmek yerine mutlaka bir startup<br />

kurup zenginlik rüyaları beslemek sosyal bir etkilenme hastalığı olarak tanımlanıyor.<br />

Kendine yabancılaşmanın başka türü olan bu tür durumlar toplumda mutsuz insanlar da<br />

yaratıyor. Dolayısıyla startuplar artık gerçekten de çağımızın en popülist alanlarından. Ashton<br />

Kutcher ve Lady Gaga gibi Amerika’lı ünlülerin bile startup şirketlerine büyük yatırımlar<br />

yaptığını düşünecek olursanız, startuplar yıldızlardan bile daha popüler diyebiliriz.<br />

Bundan dolayı başarılı startupların kendilerini kontrol edememeleri de aslında doğal<br />

sayılıyor. Ne var ki girişimciden asıl beklenen tabii ki farklı. Başkalarına mütevaziliğiyle,<br />

doğallığıyla ve güçlü karakteriyle örnek olabilecek girişimcilere su gibi ihtiyaç var. Bütün<br />

bunları daha önce ele aldığımız için şu an es geçiyoruz.<br />

Silikon Vadisi’nden fışkıran bu dev şirketlerin başlangıç aşamasında elbette ortak noktaları<br />

mevcut. Rahatlıkla yatırımcı bulabilme, takım için gerekli yetenekleri bulabilme gibi<br />

ekosistemin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar. Ne var ki bütün bu süreçler yıllar<br />

süren bir birikimle oluşmuştu. Bundan dolayı başka ülkelerin acaba biz de bir Silikon Vadisi<br />

oluşturabilir miyiz argümanı son derece yanlıştır. Silikon Vadisi karşılaştırması yapmak<br />

yerine onun niteliklerini ve modellerini öğrenmek bizim için en azından şu anda daha<br />

akıllıcadır.<br />

Bundan dolayı bu kitapta bir taraftan bu modelleri öğrenirken diğer taraftan da bize uymayan<br />

yönlerini de tartışmaya açacağız. Bu kitapta Türk kültürünün son derece farklılık<br />

arzettiğini görecek ve neden <strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong> dediğimizi daha iyi anlayacaksınız.<br />

Özet<br />

• <strong>Startup</strong>’ın Türkçe karşılığı Yeni Tekno Girişim veya Yeni Girişim olarak kullanılsa da<br />

Türk Dil Kurumu tarafından henüz literatüre konulmamıştır<br />

• <strong>Startup</strong> büyük pazarları hedefleyen küçük bir ekiple kısa zamanda büyüme potansiyeli<br />

gösterebilen şirket türüdür<br />

• <strong>Startup</strong> pivot döngüsünü aşmayı amaçlar, aştıktan sonra da büyüme hızını yakalar<br />

• <strong>Startup</strong> geçicidir, sonsuza kadar startup olmaz, bir an önce kurumsallaşması gerekir,<br />

yoksa ölür<br />

• <strong>Startup</strong> girişimcilerinin başarılı hikayelerden etkilenmesi doğaldır ama asıl gaye ve olması<br />

gereken onların başkalarına rol olabilme hüviyetini taşımalarıdır.<br />

• Silikon Vadisi karşılaştırması çok yanıltıcıdır. Bunun yerine en azından kavramsal olarak<br />

<strong>Startup</strong> <strong>Alaturka</strong>’yı öneriyoruz.


Girişimcilik <strong>Startup</strong> Demek Değildir<br />

“Girişim” kelimesi “startup” yerine kesinlikle geçmez. Bir bakkal, manav, lokanta da girişimdir<br />

ama hitap ettiği dar kitle ve ulaşabileceği büyüklük belli olduğundan startup<br />

değildirler.<br />

<strong>Startup</strong> piyasadaki küçük bir sorunu çözerek kullanıcı veya müşteriyi kendine bağımlı hale<br />

getirir. Müşterinin ihtiyacını karşılamayan bir startup pivot döngüsü içinde kalarak ölebilir.<br />

En azından ya aspirinle müşterinin acısı azaltılmalı ya da vitaminle kullanıcı tecrübesini<br />

zenginleştirme yolları aranmalıdır.<br />

Bundan dolayı startup’ların küçük net bir sorunu çözmeleri tavsiye edilir. Çanakkale On<br />

Sekiz Mart Üniversitesi Doç Dr. Ali Şahin Örnek’in dediği gibi müşteri kuş gibi hassas bir<br />

varlıktır. Aşağıda gördüğü küçük bir su birikintisine konar. Sevmedi mi uçar gider. Onu<br />

ürkütmemek, tek çeşit yemle bile olsa doyurmak ve mutlu ayrılmasını sağlamak gerekir.<br />

Öyle ki oradan her uçtuğunda aşağıda kendisine yönelik bir şeylerin olduğunu bilsin ve<br />

tekrar konsun.<br />

Müşterinin veya kullanıcının ihtiyacını düzgün karşılayan startup zamanla kendi kültürünü<br />

oluşturarak dev bir ekonomiye dönüşür. İlk önce kardan adam yapmakla başlamak yerine<br />

kar topunu yuvarlayarak işe başlar. <strong>Startup</strong> her zaman küçük başlar ve tekil basit bir soruna<br />

odaklanır. Her ne kadar büyük pazarı hedeflese de ilk süreçte kısıtlı bir kitlenin sorununu<br />

çözmekle işe başlar.<br />

Pek çok startup başlangıç aşamasında büyük pazarlara hitap etmeye çalıştığı için batmıştır.<br />

<strong>Startup</strong> kar topu gibi aşağıya yuvarlandıkça kendiliğinden büyüyen pazar dinamiğine sahiptir.<br />

Ortada hiç bir şey yokken direkt olarak büyük pazarlara ürün geliştirmek çocuksu bir<br />

girişimci örneğidir. Bundan dolayı Google Plus büyük pazarın en küçük çocuğudur.<br />

Bununla birlikte startup ille de tekno şirket demek te değildir. Eğer lokal küçük işletmeler<br />

“Franchising” modelini benimseyip kısa zamanda ülke çapında zincirler oluşturabilirlerse<br />

onlar da başlangıç aşamasında startup sayılırlar. Yani dar kitleyle başlayıp büyük pazarlara<br />

talip, hızlı büyüme potansiyeline sahip başlangıç aşamasındaki şirketler de startup sayılırlar.


Franchising demişken, biz Türklerin<br />

artık “başka şubemiz yoktur“ mantığından<br />

çıkıp, Franchising modeline<br />

geçiş yapmamız gerekiyor. Yurt<br />

dışına gelen Türk’ler bile değişmemekte<br />

halen direniyor. Bir lokanta<br />

açıyor, yirmi yıl aynı yerde kalıyor.<br />

Amerika gibi Franchising Fast Food<br />

modellerinin vatanında Türk’ler halen<br />

aynı kalıyorsa bu durum modern<br />

ekonomiyi, markalaşmayı ve onun<br />

gerektirdiği kavramları tam benimsemeyişlerinin<br />

göstergesidir.<br />

Ayrıca bilinenin aksine startup büyük firmaların da kullanabileceği kültür türüdür. Her ne<br />

kadar startup için başlangıç aşamasındaki büyüme odaklı tekno şirket türü desek te meşhur<br />

Amazon gibi dev firmalar kendi proje takımlarını startup kültüründe çalıştırmaktadır. Yani<br />

startup yeri geldiğinde bir kültürel durum olabilir. <strong>Startup</strong>ta takım üyeleri daha samimi ve<br />

insiyatif odaklı oldukları için startup kültürü başka büyük firmaların tercih ettiği önemli<br />

bir şirket kültürüdür.<br />

Türkiye’nin artık startup’lara ihtiyacı var, girişimlere değil. Türk insanının da artık startup<br />

mentalitesine kavuşması gerekiyor. Bundan dolayı Türk girişimcisi yetiştirirken startup’ın<br />

yukarıda bahsedilen kavramları esas alınmalıdır.<br />

İster yeni tekno şirket kurun ya da bir fast food zinciri, startup mantığı her ikisinde de<br />

geçerlidir.<br />

Özet<br />

• Her girişim startup demek değildir<br />

• <strong>Startup</strong> sayılması için büyük pazara talip olmalı ve hızlı büyüyebilmelidir<br />

• <strong>Startup</strong> her şeye rağmen başlangıç aşamasında dar bir kullanıcı kitlesinin sorununu<br />

çözmelidir.<br />

• <strong>Startup</strong> daha çok tekno şirketler için geçerli model olsa da hızlı büyüyen bir lokanta zinciri<br />

de startup sayılır<br />

• <strong>Startup</strong> aynı zamanda dev şirketlerin tercih ettiği bir şirket kültürüdür.<br />

• Normal girişimciden ziyade Türk startup girişimcilerine ihtiyacımız var


Türk <strong>Startup</strong>’ların Sorunları<br />

Peki Türkiye’de startup kültürü<br />

oluşturabilmek gerçekten mümkün mü? Milyar<br />

dolarlık startupları bir gün biz de görebilecek<br />

miyiz? Bütün dünyaya örnek olabilecek<br />

startuplarımız dünya medyası tarafından<br />

konuşulacak mı? Biz de parmağımızla bir<br />

Türk startupını gururla işaret edebilecek miyiz?<br />

Aslında bu soruların cevabını kitabın birinci kısmında vermiştik. Biz yine de şu an için<br />

Türk startupların sorunlarını çevresel ve bireysel olarak iki ana listede sıralamak mümkündür.<br />

Türk Girişim Ekosistemindeki Sorunlar<br />

• <strong>Startup</strong>’ların gelişmiş şehirlere özgün olması, Türk <strong>Startup</strong>’larının (Yeni Tekno Girişimler)<br />

daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir’e hapsolunmaları<br />

• <strong>Startup</strong> (Yeni Tekno Girişim) kültürünün Üniversite ve İş dünyasında henüz tam<br />

karşılığının olmaması<br />

• KOSGEB vb. TeknoPark şirketlerinin <strong>Startup</strong> şirket modeline uyumsuzluğu<br />

• TeknoPark’taki imkanlardan daha çok belli seviyeye gelmiş şirketlerin istifade etmesi<br />

• Melek Yatırımcı sayısının azlığı<br />

• VC’lerin (Risk Sermaye Şirketleri) azlığı<br />

• Ülkedeki Siyasi belirsizlikler ve aşırı gündem yoğunluğu<br />

• Ülkenin Finansal yapısının zayıflığı, düşük Ekonomik göstergeler<br />

• Yerli başarı girişimci modellerin azlığı<br />

• Amerika’daki Geek kültürünün yanlış algılanması<br />

• Girişimcilik ve Liderlik eğitimlerinin birlikte ele alınmaması, Liderlik eğitimlerinin girişimcilikte<br />

neredeyse hiç işlenmemesi<br />

• Girişimcilik programlarının Psikoloji (Davranış Bilimleri) ile ele alınmaması<br />

• İnsan Kaynakları Sorunu, Uygulama Geliştirici (Developer) bulabilmenin zorluğu,<br />

Uygulama Geliştiricileri şirkette tutamama, çalışan sadakatsizliği<br />

• Yetersiz sayıdaki Hızlandırıcı (Accelerator) programları, varolan hızlandırıcı programlarına<br />

ise sınırlı sayıdaki Üniversite’lerin destek vermesi<br />

• Dışarıdaki <strong>Startup</strong> Kültürünün aşırı referans alınması, filtreden geçirilmeden Türk<br />

Kültürü’nde uygulanmaya konulması<br />

• Türk <strong>Startup</strong> şirketlerinde Yenilikçilik (İnnovasyon) sorunu, Silikon Vadisi’ndeki başarı<br />

hikayelerini aşırı taklit, hayal gücüne inanmama, roman okumama, sanatla uğraşmama<br />

• Devlet’te <strong>Startup</strong> şirketinin karşılığı olmaması. (Amerika’da C-Corp türünde <strong>Startup</strong><br />

şirket türleri gibi)<br />

• <strong>Startup</strong>’ın (Yeni Tekno Girişim) ne olduğunu henüz bilmeyen yüzlerce Türk Devlet<br />

Adamının mevcudiyeti.


Girişimcilerdeki Sorunlar<br />

• Girişimcilerdeki İngilizce sorunu<br />

• Girişimcilerdeki ego faktörü, ben her şeyi ben bilirim havaları, fikir paylaşım eksikliği,<br />

aşırı özgüven ya da fazla özgüvensizlik, başka girişimcileri küçümseme hastalığı<br />

• Fikrin çalınma korkusu, fikre aşık olma, takım kurmak yerine bireysel tercihler<br />

• Takım üyelerinin birbirine güven sorunu<br />

• Rekabetteki etiklik, dürüstlük eksikliği<br />

• Takım üyeleri arasındaki dünya görüş farklılıkları<br />

• İlk yatırımda bunu yedi düvele duyurma hevesi, erkenden ilgi odağı olma hastalığı,<br />

şöhret tutkusu<br />

• Etkisiz zaman yönetimi<br />

• Tutku yerine hevesçi yaklaşım<br />

• Yatırımcının desteğiyle girişimin tutacağına olan inanç<br />

• Rızık meselesindeki itikat bozukluğu<br />

• Pazarlamayı çok öne almak, organik büyümeye inanmamak<br />

• Yalın Girişim metodlarını gereksiz görme, pazardan kullanıcı/müşteri geri bildirimine<br />

göre tasarlamama, hayalperestlik dürtüsü<br />

• Silikon Vadisi’ndeki girişimlerinden aşırı etkilenme<br />

• Geleceğe aşırı odaklanarak şimdiyi kaçırma ve girişiminde anlam oluşturamama (vizyon-misyon<br />

dengesizliği)<br />

• Yatırımcıları gerektiğinden fazla yerme veya büyütme<br />

• Yanlış pazar hedefleri, Türk pazarına aşırı odaklanma, küresel hedefler oluşturamama,<br />

küresel entegrasyon sorunu<br />

Yukarıdaki çevresel ve bireysel sorunları etraflıca tartışmak münkün. Bu sorunlarımızı gidermek<br />

elbette zaman alacaktır. Şimdilik temel modelleri öğrenmek yeterli olacaktır.


Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>)<br />

Dünyada startup fırtınası devam ederken yeni modeller de kendini göstermeye başladı.<br />

Bunlardan en önemlileri Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) olarak karşımıza çıkıyor. Bu<br />

kavramın bütün dünyada bu kadar çok etki yapacağını kimse öngörememişti. Yalın Girişim<br />

(The Lean <strong>Startup</strong>) dünyada o kadar büyük yankı getirdi ki artık büyük bir akıma<br />

dönüşmüş durumda.<br />

Bizzat Eric Ries tarafından geliştirilen Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) özetle en az sermaye<br />

ile son derece belirsiz koşullarda ürünün veya hizmetin son kullanıcıya ulaştırılması<br />

olarak tanımlayabiliriz. Yani yeni özellikler eklemek yerine en az maliyetle üretilen<br />

ürün üzerinden müşterinin geri dönüşümüne göre ürünün şekillenmesi, test edilmesi ve<br />

ölçeklendirilmesidir.<br />

Yalın Girişim müşterinin ihtiyacını karşılamak için (MVP = Minimum Viable Product) en<br />

yalın ve sade ürünle bir an önce kullanıcılarından geri dönüşüm alma esasına dayanır. En<br />

ilginç tarafı ise çözüm yerine probleme odaklanmak gerekliliğidir. Genelde girişimcinin<br />

en büyük hatası problemi bildiğini varsayarak çözüme çok erken odaklanmasıdır. Halbuki<br />

kullanıcının talepleri doğrultusunda problemi anlamaya çalışsa kafasındaki problemden<br />

çok farklı bir problemle karşılaşacaktır. Yalın Girişim geleneksel modellerin aksine insan<br />

odaklıdır ve kullanıcıdan ürüne doğru onun sorunlarını anlamaya çalışır.<br />

Yalın Girişim‘de iş planı yerine iş modeli esastır. İş planı üzerinde zaman kaybetmek yerine<br />

doğru iş modelini bulmak için “early adapters” dedikleri “erken benimseyenler” ile küçük<br />

ama sisteme hızlı adapte olabilen kitleyi hedefler. Asıl amaç ürünün geliştirilmesinden<br />

ziyade kullanıcı taleplerine göre sistemin ve platformun oluşturulmasıdır.<br />

Kullanıcı deneyimlerini esas alan Yalın Girişim Kur-Ölç-Öğren (Build, Measure, Learn)<br />

döngüsü üzerinde çalışır. İlk önce fikir geliştirilerek ürüne dönüştürülür, sonra ürün kullanıcıya<br />

sunularak verisel metrikler elde edilir. En sonunda da kullanıcı deneyiminden elde<br />

eilden veriler değerlendirilerek döngünün kırılıp kırılmadığı tespit edilir.


Daha önce de belirttiğimiz gibi bu döngüye kısaca “pivot” denir. Pivot döngüsündeki verimlilik<br />

ile eş zamanlı olarak ürün ve kullanıcı geliştirmedeki hızlılık oranına “çeviklik”<br />

(Agility) denir. Yani mümkün olduğunda erken hata yapmak ve buna hızlıca cevap vermek<br />

oldukça iyi bir şeydir. Bu hataları ölçümleyip, ders çıkartmak ve bunun doğrusunu yaparak<br />

kullanıcı talebini hızlıca karşılamak gereklidir.<br />

Kur (Build)-Ölç (Measure)-Learn (Öğren)<br />

Pivot döngüsünü aşmak demek zaten doğru modeli bulmak ve gözle görülür kullanıcı<br />

artışıyla birlikte sistemin rayına oturması demektir. Yatırımcılar artık genelde bu döngüyü<br />

kırıp takımıyla birlikte işini büyütmeye başlayan girişimcilere yatırım yaparlar.<br />

Dolayısıyla Yalın Girişim bir startup ekibinin olmazsa olmazlarındandır. Sadece ürüne aşırı<br />

derecede odaklanarak geliştirilen hizmetler piyasaya çıktığında tuzla buz olabilme riski<br />

taşırlar. Müşteriyle ilk temasın bir an önce olması, geri dönüşüme göre ürünün verya servisin<br />

en erkenden şekillendirilmesi gerekir.<br />

Özet<br />

• Yalın girişimde pivot döngüsüne odaklanılır ve müşteriyle ilk temas için MVP denilen<br />

en sade ürün veya hizmet geliştirilir<br />

• Pivot döngüsünde erken benimseyen (early adapters) kullanıcılar ile döngü kırılmaya<br />

çalışılır<br />

• Kur-Ölç-Öğren (Build-Measure-Learn) ile pivot döngüsünde kullanıcı deneyimi<br />

ölçeklenir<br />

• <strong>Startup</strong> girişimcisi ürüne aşırı odaklanmak yerine bir an önce müşteriyle temas etmenin<br />

yollarını aramalıdır


Yalın Girişimde Küçük ve Sade Düşünmenin Önemi<br />

<strong>Startup</strong> girişimcilerinin yalın girişimi uygularken yaptıkları en büyük hatalardan biri<br />

büyük düşünme hastalığıdır. Projesini çok büyük kitleye endeksleyerek dünyaları fethetme<br />

hastalığına kapılırlar. Özellikle kendilerini piyasanın büyük oyuncularıyla karşılaştırarak<br />

ümitsizliğe kapılırlar.<br />

Fark yaratmak adına ürünlerine yüzlerce özellik eklerler. Girişim modelinin adı Yalın Girişim<br />

ama olur size Karışık Girişim. Gerçekten de yurt dışında kaldığım süre zarfında kendim<br />

dahil Türk arkadaşlarımı Amerikalı arkadaşlarımla karşılaştırdığımda düşünce sistematiğimizin<br />

ne kadar farklı olduğunu bizzat gördüm. Siz ister kültür farkı deyin, isterseniz<br />

eğitim sistemi deyin şöyle bir gerçek var: Türk’ler bir problemin çözümünü çok karışık<br />

düşünüyor.<br />

Master yıllarımda sunum için biz slaytları doldurup her şeyi açıklamaya çalışırken aynı<br />

sınıftaki Amerikalı arkadaşlarım bir kaç slaytla sunumu özetleyebiliyordu. <strong>Startup</strong> girişimcileri<br />

için de durum farklı değil. Bir probleme odaklanma biçimini yakalamak için küçük<br />

düşünmek gerekir. Problemin kendisine odaklanılmayan girişimlerin çoğu batmıştır. Küçük<br />

düşünmek beraberinde odaklanmaya imkan verir ve başarının ilk anahtarını elinize teslim<br />

eder. Küçük düşünmek probleme sade ve yalın çözümler bulabilme imkanı da verir. Küçük<br />

düşünmek bir projenin, ürünün, sanatın ilk önemli adımıdır.<br />

Google bir arama algoritmasıyla başlamıştı, Facebook okul arkadaşlarını bağlantıya<br />

dönüştürme derdindeydi, Instagram fotoğrafları filtrelemeyle yola koyulmuştu, Twitter<br />

durum güncellemesiyle gündeme gelmişti. Amazon kitap satışıyla başlamıştı. Microsoft<br />

MSDOS gibi sadece komutlarla çalışan en basit işletim sistemleriyle piyasaya çıkmıştı. Şimdi<br />

hepsi milyar dolarlık devler oluverdiler. Bir probleme aşırı derecede odaklanarak kullanıcılarını<br />

ve müşterilerini memnun ettiler.<br />

Ayrıca Yalın Girişimin sadece startup girişimlerine mahsus olduğu ön kabülü son derece<br />

talihsiz bir değerlendirmedir. Yalın Girişim startuplar için elbette elzemdir ancak büyük<br />

İşletmelerin de Yalın Girişimi uygulamaları gerekir. Bunun en bilindik örneği Apple firmasıdır.<br />

Tek dokunuşla gelen en önemli tasarım harikası akıllı mobil cihazları dünyanın kucağına<br />

itmiştir. iPhone, iPad gibi inovasyonlar Nokia gibi devlerin batmasına sebep olmuştur<br />

öyle ki Microsoft Nokia’yı $7.2 milyar dolara satın almıştır. Halbuki Nokia bir zamanlar<br />

ne kadar büyüktü. Piyasanın büyük çoğunluğunu elinde bulunduruyordu. Nokia’nın batış<br />

hikayesi inovasyon eksikliğini göstermek adına okul derslerinde işlenmesi gereken ibretlik<br />

bir hikayedir. Nokia gibi daha nice büyük şirket inovasyon eksikliğinden batmıştır.<br />

Dolayısıyla Yalın Girişim yeniliğin (inovasyon) en ilk şartıdır. Ortaya sade, sindirilebilir bir<br />

ürün çıkacak ki insanlar hazmetsin, sonra tekrar kullanmayı göze alsın. Yapılan yüzlerce<br />

araştırma göstermiştir ki kullanıcılar tekil şeylere odaklanmaktan daha çok hoşlanıyorlar.<br />

Kendilerini adım adım yönlendiren basit uygulamaları seviyorlar. Özellikle milyonlarca<br />

mobil uygulamanın olduğu şu devirde sadelik en büyük rekabet avantajıdır. Fark yaratmak<br />

için deli dana gibi yeni özellikler eklemek gerekmez.


Yeri gelmişken önemli bir konuya da değinmek istiyorum. Örnek verirken sürekli Facebook,<br />

Instagram, Twitter vs. örnekler verdiğimiz halde startup girişimcilerine bu tarz projeleri<br />

tavsiye etmiyoruz. Bu tarz genel uygulamalar yerine girişimlerini dikeye kaydırmalarını<br />

tavsiye ediyoruz.<br />

Mesela Medikal alanda sayısız ihtiyaçlar tespit etmek mümkün. Sağlık sektörünün ihtiyacını<br />

giderecek yeni nesil projelerin ben büyük gelecek vaat ettiğini düşünüyorum. Aynı şekilde<br />

eğitim, telekomunikasyon ve tekstil alanlarında ciddi boşluklar var. Buralara odaklanıp<br />

başkalarının göremediği ama sizin farkına varabileceğiniz imkanlar mevcut. Ayrıca mobilite<br />

sadece cep telefonu demek değildir. Mobilite sizin birlikte taşıdığınız her şey demektir. Yani<br />

gözlüğünüz, kıyafetiniz, çantanız, kol saatiniz, gömleğiniz, kolyeniz, kitabınız, hatta tamamen<br />

size ait olan saçınız, deriniz kısacası her taşınabilirlik mobilitedir.<br />

Büyük firmalar insanların genetiğine kadar göz dikseler de piyasada herkese yer var. Microsoft<br />

İnternet’in önemini göremeyince Google yerini doldurdu, Google sosyal medyayı<br />

hafife alınca Facebook çıktı, Facebook şeffaflığı önemsemeyince Twitter çıktı, Nokia yeniliği<br />

kaçırınca Apple ve Samsung onları darmadağın etti, Google video alanında kendi ürününü<br />

tutturamayınca YouTube firmasını satın aldı, Facebook iletişimi kendinden ibaret sanınca<br />

Whatsapp’i satın almak zorunda kaldı, Netflix sadece ben varım kibrine bürününce Hulu,<br />

Amazon piyasayı doldurdu, i-Tunes 99 centle tekil şarkı satmayı yeterli görünce Spotify,<br />

Pandora, Shazam çıktı ve Apple firmasını köşeye sıkıştırdı, geleneksel oteller binalarını yeterli<br />

görünce Airbnb herkesin evini otele çevirerek onları zor durumda bıraktı, şehir taksileri<br />

insanları çok bekletince yerini Uber gibi uygulamalara bıraktı. Amazon e-kitap (e-book)<br />

digital yayıncılığı ön plana çıkartarak geleneksel yayıncılığa büyük darbe vurdu.<br />

Bu devirde büyük küçük farketmez, bütün işletmeler yenilik (inovason) eksikliğinden dolayı<br />

piyasan da silinebilir, aynı şekilde yenilikle büyük oyuncuları yerinden de edebilir. Artık<br />

piyasada herkese yer var yeter ki Yalın Girişim’de problemleri daraltarak küçük düşünsün<br />

sonra da sade çözümlerle fark yaratmayı bilsin.<br />

Özet<br />

• Yalın Girişim’de küçük ve sade düşünmek sizi diğerlerinden farklı kılar<br />

• Özellik ekleme yerine ana probleme odaklanmak ve sade çözümler üretmek gerekir.<br />

• Türk girişimcileri halen çok karışık düşünüyor ama bunu aşmak elbette mümkün<br />

• Yalın Girişimi sadece startuplar için değil büyük firmaların da tercih etmesi gerekir<br />

• Nice büyük firmalar yeniliği sadelikte görmediği için batmıştır<br />

• Artık bir Facebook yapmak yerine farklı sektörlerin dikeylerine odaklanmak lazım.<br />

• Mobilite kendi üzerinizde taşıdığınız her şeydir.<br />

• Piyasada herkese yer var, size de yer var yeter ki ürününüzü sadelikle tasarlayın


Yalın Girişim Türkiye’ye Uyar mı?<br />

Hiç unutmuyorum, 2005 yılında Google YouTube sitesini $1.6 milyara satın aldığında Türk<br />

forumlarında Türkiye’den bir YouTube çıkar mı tartışması başlamıştı. Daha sonra Facebook,<br />

Twitter, Groupon, Instagram gibi Bilişim’de çığır açan firmalar da eklenince aynı tartışma<br />

farklı boylamlarda devam etmişti.<br />

Gerçekten de Silikon Vadi’sindeki firmalar dünyada önemli girişimcilik fırtınasının başlamasında<br />

öncü rol oynadılar. Ne zaman Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fırtına çıksa<br />

acaba bizden de çıkar mı tartışmasını yapmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu kadar girişimcilik<br />

fırtınasından sonra aynı vadiden Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) modeli de çıkınca<br />

dayanamadık ve olduğu gibi sahiplendik.<br />

Evet bu sefer işin kaynağını bulmuş gibiydik, madem startup’lardan milyar dolarlık şirketler<br />

fışkırıyordu o zaman bu başarının arkasında elbette iyi bir model olmalıydı. Eric Ries’ın<br />

önemli tecrübeleriyle sistemleştirdiği The Lean <strong>Startup</strong> (Yalın Girişim) modeli başarılı startupların<br />

nasıl çıktığı ile ilgili önemli yöntemler ihtiva ediyordu.<br />

Hemen Yalın Girişim ile ilgili her şeyi öğrenmeye başladık, seminerlerini verdik, kitabını<br />

okuduk, kurucularını Türkiye’ye davet ettik, bundan böyle bu modeli uygularsak artık<br />

bizden de çok başarılı startuplar çıkacaktı. Gerçekten böyle miydi? Silikon Vadisi’nde<br />

çıkan bir model bütün ülkelere uyar mıydı? Yoksa yine oyuna mı geliyorduk? Amerika’nın<br />

pazarlama tuzağına bir kez daha mı düşüyorduk?<br />

Kanımca sorgusuz sualsizce Yalın Girişim’i alıp kabul etmek ileride muhtemel sıkıntılara<br />

yol açacaktır. Bu sefer de başka bir ülkede dikilen bir kıyafet bize uymayacaktır. Uymuş gibi<br />

gözükecek ama üzerimizde oldukça sırıtacaktır.<br />

Tekrar edecek olursak Yalın Girişim kısaca en basit<br />

prototip ürünü geliştirdikten sonra müşteriden ürüne<br />

doğru bir geliştirme evresinden oluşur. Pivot denen<br />

bu evrede doğru iş modelini bulabilmeyi öngörür.<br />

Pivot dönemini geçtiğinizde de size startup fikrinizde<br />

başarıyı vaadeder.<br />

Yalın Girişim gerçekten de o kadar faydalıdır ki girişimcinin<br />

ileride yapacağı muhtemel hatalardan<br />

alıkoyar. Girişimcinin ürüne aşık olma gibi hatalarını<br />

yüzüne vurarak onu müşteriye odaklar. Pazardan<br />

ürüne doğru onun daha sağlıklı yöntemler izlemesini<br />

sağlar. Pivot döngüsünü nasıl aşacağını gösterir. Eric<br />

Ries’ın Yalın Girişim (The Lean <strong>Startup</strong>) kitabından<br />

her girişimci istifade edebilir. Buraya kadar sorun yok.<br />

Yalın Girişim’in Kurucusu Eric Ries


Ancak asıl sorun bundan sonra başlıyor. Yalın Girişim’deki en büyük sorun pivot döneminde<br />

hitap edilen kitleyi erken benimseyenler (early adapters) olarak tanımlamasında<br />

yatıyor. Yalın Girişim’de küçük bir kitle de olsa ürünü veya hizmeti hemen benimseyecek<br />

bir kitleden bahsediliyor. Bu kitlenin geri dönüşümüne göre ürünü şekillendirmek<br />

amaçlanıyor. İyi güzel de asıl can alıcı soru şu: Erken Benimseyenler (Early Adopters) tam<br />

olarak kimler oluyor?<br />

Bu soruyu cevaplamadan önce şunu belirtelim. Silikon Vadisinin bizi heyecanlandıran<br />

startup şirketlerinin Amerika Birleşik Devlet’lerinin gelişmiş şehirlerinden fışkırmaları tesadüf<br />

değildir. İyice baktığınızda erken benimseyenlere de burada ulaştıklarını görürsünüz.<br />

Daha doğrusu insanların yeniliğe açık olduğu, yeni şeyleri denemekten zevk alan, liberal ve<br />

açık görüşlü insanların yaşadığı ortamlar erken benimseyen kullanıcı tiplerini yakalamak<br />

için önemli etkenler.<br />

Dolayısıyla iyi startup şirketleri güçlü şehirlerden çıkıyor. Yalın Girişim gibi metodlar da<br />

bu tarz şehirlerde daha fazla uygulanabilir oluyor. Aşağıda dünyada <strong>Startup</strong> kültürünün en<br />

yaygın olduğu şehirleri göreceksiniz. 2014’e ait bir rapor henüz yok ancak Beijing (Çin),<br />

İstanbul(Türkiye), Barcelona(İspanya), Amsterdam(Hollanda), Stockholm(İsveç), Denver(ABD),<br />

Austin(ABD) gibi şehirler bu listeye girmeye aday şehirler olarak anılıyor.<br />

Silikon Vadisi<br />

ABD<br />

Tel Aviv<br />

Israil<br />

Los Angeles<br />

ABD<br />

Seattle<br />

ABD<br />

New York City<br />

ABD<br />

Boston<br />

ABD<br />

London<br />

İngiltere<br />

Toronto<br />

Kanada<br />

Vancouver<br />

Kanada<br />

Chicago<br />

ABD<br />

Paris<br />

Fransa<br />

Sydney<br />

Avustralya<br />

Sao Paolo<br />

Brezilya<br />

Moskova<br />

Rusya<br />

Berlin<br />

Almanya<br />

Waterloo<br />

Kanada<br />

Singapore<br />

Singapur<br />

Melbourne<br />

Avustralya<br />

Bangalore<br />

Hindistan<br />

Santiago<br />

Şile<br />

<strong>Startup</strong> Genome 2012 Infografik Raporu<br />

Türkiye’de Yalın Girişimi konuşabilmek için<br />

ilk önce başta İstanbul olmak üzere startup<br />

kültürünün yerleşmesi gerekiyor. <strong>Startup</strong><br />

kültürü olmadan Yalın Girişim metodlarından<br />

bahsetmenin çok hükmü kalmıyor.<br />

Türkiye’deki yetersiz sayıdaki yatırımcılar,<br />

amatör girişimciler, Üniversite’lerin yetersiz<br />

girişimcilik vizyonu, ülkenin yetersiz Finansal<br />

Sistemi ve Siyasi sorunlar yüzünden<br />

İstanbul’da <strong>Startup</strong> kültürünün yerleşmesi<br />

zaman alacağa benziyor.<br />

Ancak şöyle bir gerçek var ki insanlar ülke<br />

yerine artık güçlü şehirler seçmeye başladı.<br />

Gelişmiş şehirler cazibe merkezi olunca<br />

bütün ülkeyi etkileyen öneme sahip. <strong>Startup</strong><br />

kültürü için de İstanbul güçlü şehir<br />

adaylarından.<br />

Ancak startup kültürünün yerleştiğini söylemek için henüz çok erken. Henüz dünyaca<br />

ünlü startup şirketlerimizin olmayışı da bunun kanıtıdır. Ne zaman İsveç’in Skype, Spotify<br />

veya SoundCloud gibi dünyaca kendini herkese kabul ettiren şirketleri çıkar işte o zaman<br />

örneklerden yola çıkarak yorum yapabiliriz.


Evet artık başarılı Türk startup şirketlerinin çıkması gerekiyor. Eğer Türkiye İsveç gibi bunu<br />

başarabilirse tahminlerin ötesinde farklı dev yeni ekonomiler oluşturulabilir ve İstanbul<br />

saygınlığını sadece Turizm’den değil aynı zamanda Teknolojisiyle de pekiştirebilir.<br />

İstediğiniz kadar startup organizasyonları yapın, seminerler düzenleyin, konferanslara<br />

katılın eninde sonunda yurt dışından değerlendirirken elde sonuç var mı diye bakarlar.<br />

Bundan dolayı acilen Türk gençlerine rol model olabilecek girişimcilere ve startup şirketlerine<br />

ihtiyaç var.<br />

İstanbul <strong>Startup</strong> Kültürü sayesinde yenilikçi dev Ekonomiler oluşturmak mümkün<br />

İstanbul’u Finans merkezi yapma vizyonu yarıda kaldı. Güzelim şehiri ikiden bölerek kanal<br />

yapma rüyaları da politik söylemlerden öteye gitmedi. İstanbul için çok şey düşünüldü ama<br />

beton projelerinden öteye hiç gidilemedi. İstanbul için ihtiyaç duyulan ise katma değerli,<br />

yenilikçi tekno-şirketlerle dünyayı değiştirmek olmalıydı. Henüz geç te değil. Şehir dediğin<br />

sadece turist çekmez, öğrenci de çeker, iş adamı da çeker, işçi de çeker, sporcu da çeker.<br />

Turist bir ay kalıp gider ama öğrenci en az bir sene, işçi iki sene işveren de daha fazla kalabilir.<br />

<strong>Startup</strong> kültürü dünyanın her tarafından kalifiye insan çekebilir. Ne var ki Türkiye’nin<br />

en güçlü şehri İstanbul buna tam hazır değil. Ayrıca ülkenin ve gelişmiş şehirlerinin<br />

oluşturmuş olduğu kültürler birbirinden farklılık arzettiği için startup kültürleri de ülkeden<br />

ülkeye büyük farklılıklar arzediyor. <strong>Startup</strong> Weekend organizatörüyle konuştuğumda bana<br />

Çin’deki girişimcileri heyecanlandırmakta zorlandığını söylemişti. İki günlük haftasonu<br />

etkinliği olan <strong>Startup</strong> Weekend’ler dünyanın her yerinde düzenleniyor ama yakaladıkları<br />

heyecan, sinerji ve ürünler de oldukça farklılık arzediyor. Bu elbette son derece normal bir<br />

durum.<br />

Amerika’daki <strong>Startup</strong> Weekend ile Çin’deki veya Türkiye’dekiler arasında uçurumlar olması<br />

elbette doğal. Pazarlar farklı, insanlar, kültürler farklı olduğu için ürün veya servislerin<br />

lokalde takılıp kalma riskleri büyük oluyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin güçlü şehir<br />

adayları Bilişim Teknolojilerini çok yaygın kullansa da Erken Benimseyenler sınıfına<br />

giremeyebiliyor. Erken Benimseyenler sorununu daha sonra detaylı olarak inceleyeceğiz.<br />

Şimdilik sadece biraz değinelim.


Yalın Girişim’in bahsettiği erken benimseyen kullanıcı tiplerini her yerde kolayca bulmak<br />

mümkün değil. Yani bunun cevabını Yalın Girişim metodolojisi bize tam olarak veremiyor,<br />

veremez de çünkü dediğimiz gibi her ülkenin kültürüne göre bu çok değişkenlik arzediyor.<br />

Mesela Türkiye’de gerçekten de erken benimseyen kitle bulabilir misiniz? Türk’lerin Twitter’a<br />

2 sene, Facebook’a 3 sene, WhatsApp’a 2 sene ve Instagram’a da 1 yıl sonra katıldığını<br />

düşünecek olursanız İnternet alanında Türk’lerin “erken benimseyenler” olduğunu<br />

söyleyebilmeniz gerçekten mümkün mü?<br />

Silikon Vadisi’nde yeni Amerikalı arkadaşlar edindikten sonra erken benimseyenlerin kimler<br />

olduğu hakkında daha iyi kanaate sahip olmuştum. Gerçekten de Silikon Vadisi’ndeki<br />

erken benimseyenler hangi yeni site veya mobil uygulama çıkarsa hemen deniyorlar, yeni<br />

şeyleri denemekten oldukça zevk alıyorlar, içini dışını didik didik ediyorlar. Bunun Türkiye’de<br />

böyle olmadığını çok iyi biliyoruz.<br />

Böyle bir kitlenin Türkiye’de hazır kıta beklediğini ve bundan dolayı Yalın Girişim’in Türkiye’ye<br />

uyduğunu söylemek şimdilik çok iddialı olur. Bunun bence tek bir istisnası olabilir o<br />

da Yalın Girişim modelini mobil projelerde uygulamak. Türkiye’nin mobil çılgınlığını anlatmaya<br />

gerek yok. Ben Türk Bilişimi’nin mobil teknolojilerden yükseleceğini öngörüyorum.<br />

Mobil uygulamalar Türkiye’de Yalın Girişim’den büyük projeler çıkarmak adına istisna bir<br />

alan olarak duruyor.<br />

İsveç’ten nasıl Skype, Spotify ve SoundCloud gibi müzik uygulamaları çıkıp kendisini bütün<br />

dünyaya kabul ettirdiyse bunun bir gün Türkiye için de geçerli olacağını öngörüyorum.<br />

Türkiye’nin bağrından da önemli <strong>Startup</strong> şirketleri çıkıp dünyaya kendisini kabul ettirecektir.<br />

Türkiye’deki erken benimseyenleri yeterince tartıştık ancak büyük tabloyu henüz görmedik.<br />

Elbette erken benimseyenler tek kullanıcı tipi değil. Ürüne veya servise uyum sürecinde<br />

farklı kullanıcı tipleri de mevcut. İsterseniz gelin şimdi etraflıca Teknoloji Adaptasyon Yaşam<br />

Döngüsü’ne (Technology Adoptation Lifecycle) göz atalım. Bu döngü bize kullanıcıların<br />

uyum sürecindeki özellikleri ve kategorileri hakkında detaylı bilgi verecektir.<br />

Özet<br />

• Türkiye’de Yalın Girişim metodolojisi ile büyük projeler mobil teknolojilerden çıkabilir<br />

yine de erken benimseyen kullanıcı tipinin Türkiye’de yeterli olduğunu söylemek şu an<br />

için çok iddialı olur.<br />

• Türkiye’nin yoğunlaştırılmış İstanbul <strong>Startup</strong> vizyonuna ihtiyacı var. İstanbul geleceğin<br />

Teknoloji şehirlerinden olmaya aday şehirdir.<br />

• Türkiye’den henüz dünya çapında <strong>Startup</strong> şirketi çıkmadı. Rol modeli olabilecek girişimcilere<br />

ve startuplara su gibi ihtiyaç var.


Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü<br />

- Yenilikçiler (Innovators) : Bu kullanıcılar pazarın sadece 2%’sini oluştururlar. Sırf Teknoloji<br />

olduğu için yeni şeyleri denemek isterler. Yeni bir platforum, ürün veya servis<br />

çıktığında denemeden yaşayamazlar. Bir sonraki erken benimseyenler için önemli referanslar<br />

oluştururlar. Yenilikçiler Teknoloji Heveslileri (Technology Enthusiasts) olarak ta<br />

adlandırılırlar.<br />

- Erken Benimseyenler (Early Adopters) : En can alıcı kullanıcı tipleridir ve pazarın<br />

15%’ini oluştururlar. Vizyonerler olarak ta adlandırılırlar. Bu kullanıcılar yeni çıkan ürünleri<br />

denemekten haz alan, bunun için zaman harcamayı göze alan, farklı duyguları tatmak<br />

için ürünü denemekten çekinmeyenlerdir. Ürünü sevdiklerinde reklamını yapmayı kendilerine<br />

borç bilirler. Ancak tatmin etmesi yine de zor kullanıcılardır.<br />

Ürün veya servise ilk ivmeyi verdikleri için hayati öneme sahiptirler. Her şeye rağmen<br />

ürünün daha iyi olması için sırf gönüllü olarak ürün veya servisi test etmekten çekinmeyen<br />

kullanıcılardır. <strong>Startup</strong> girişimcilerin bulmakta en çok zorlandığı kullanıcı tipleridir. Pek<br />

çok startup firması başlangıç aşamasında bu erken benimseyenleri bulamadığı için batmıştır.<br />

Erken benimseyenlerin ana akım pazara (mainstream market) akması için The Chasm<br />

denilen boşluğu atlaması gerekir. Chasm (boşluk, kanyon) boşluğunu geçmek demek startup’ın<br />

en büyük uyum sorununu aşması ve ihtiyaç duyduğu ilk ana akım pazar kullanıcılarına<br />

ulaşması demektir. Chasm kullanıcıların adaptasyon sürecindeki en kritik eşik olarak<br />

bilinir. İşte erken benimseyenlerin startuplarda en çok zorladığı kısım tam olarak burasıdır.<br />

Teknoloji Adaptasyon Yaşam Döngüsü<br />

Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) kavramı ilk defa 1991 yılında Geoffrey Moore tarafından<br />

kitap haline getirilmiştir. 12 den fazla baskı ve 300 000’den fazla satış yapan kitap<br />

dünyada çok büyük ilgi görmüştür. Crossing the Chasm (Boşluğu Geçmek) artık Vizyoner<br />

(Erken Benimseyenler) ve Pragmatist (Erken Çoğunlukçular) kullanıcıların arasındaki<br />

geçiş olarak tanımlanır. Burayı atlatan girişimler ana akım pazara girmiş sayılırlar.


Erken Çoğunlukcular (Early Majority): Pragmatistler olarak ta adlandırılan bu kullanıcılar<br />

pazarın 34%’ünü oluştururlar. Girişimin ilk ana akım pazarla tanıştığı yerdir. Bu<br />

kullanıcılar vizyonlerlerin aksine menfaat endekslidirler. Ürünü almak için yeterli paraları<br />

vardır. Nitelikten önce niceliğe önem verirler. Vizyonerler ürünün duygusal boyutunda<br />

yaşarken Pragmatistler için her şey sayıdır ve bunun için imkanları varsa pazarlık yapmaktan<br />

çekinmezler.<br />

Huysuz müşteri gibi gözükseler de verisel olarak girişimi pazarda şekillendiren önemli<br />

kullanıcı grubudurlar. Gerekirse sevmedikleri ürünleri veya servisleri için dava açarlar.<br />

Teknolojiye çok hızlıca uyum sağlayan ve girişimi profesyonelliğe zorlayan ilk gerçek pazar<br />

kullanıcılarıdırlar. Bu kullanıcıları memnun eden girişimler gerçekten de pazarda kendine<br />

yer bulurlar ve yine aynı kullanıcılar tarafından mükafatlandırılırlar.<br />

Geciken Çoğunlukçular (Late Majority): Muhafazakâr kullanıcı olarak bilinen geciken<br />

çoğunluk adından anlaşıldığı üzere teknolojiye çok sonra adapte olan ve hatırı sayılı süre<br />

için servisi veya ürünü kullananlardır. Pazarın 34%’ünü oluşturan bu kullanıcılar üründeki<br />

değişiklikleri çok sevmezler. Ürün veya servis artık işleyiş olarak rayına oturmuştur. Muhafazakârlar<br />

iyice şekillenmiş olan ürünü veya servisi kullanmaktan zevk alırlar. Ürünün<br />

vermiş olduğu hizmetten doyum alan Geciken Çoğunlukçular üründe olacak büyük değişikliklere<br />

ciddi tepkiler verirler. Muhafazakârlar kullanıcı alışkanlıklarının değiştirilmesinden<br />

hiç hoşnut olmazlar. Türk kullanıcılarının en çok yer aldığı grup türüdür. Erken Çoğunlukçulardan<br />

(Pragmatistler) etkilenerek ürünü kullanmaya başlarlar. Sonra da ürünü veya<br />

servisi sahiplenerek uzun süre kullanırlar.<br />

Tembeller (Laggards): Pazarın 15%’ini oluşturan Tembeller Teknolojiye en son adapte olan<br />

gruptur. Şüpheciler olarak ta anılan bu kullanıcılar ürünün fiyatına, özelliklerine, kendisine<br />

son derece hassastırlar. En ufak bir değişiklikte Teknolojiyi kullanmaktan vazgeçebilirler.<br />

Bu kullanıcıları memnun etmek oldukça zordur, yine de herkesten etkilendikleri için ürünü<br />

kullanmaya devam edebilirler.<br />

Özet<br />

• Teknolojiye uyum sürecinde Yenilikçiler, Erken Benimseyenler, Erken Çoğunlukçular,<br />

Geciken Çoğunlukçular ve Tembeller olmak üzere 5 ana kullanıcı grubu vardır<br />

• Erken Benimseyenler grubu en önemlisidir. Ürünü sırf sevdiği için ilk ivmeyi kazandıran<br />

gruptur<br />

• Erken Benimseyenler’de The Chasm denilen Boşluk vardır. Bütün mesele Erken Benimseyenlerde<br />

bu boşluğu atlatarak ana akım pazara geçiş yapmasıdır<br />

• Ana akım pazar Erken Çoğunlukçular, Geciken Çoğunlukçular ve Tembellerden oluşur<br />

• Türk kullanıcıların çoğu Geciken Çoğunlukçu grubunda yer alırlar. Teknolojiye sonradan<br />

adapte olarak onu hayatının önemli bir parçası haline getirirler.


Dünyadan Örnekler<br />

Yalın Girişim modeliyle başarılı olan yeni girişimlerin İnternet altyapısının ve eğitim<br />

sisteminin güçlü olduğu ülkelerden çıkması tesadüf değil. Sadece 9 milyonluk nüfusa sahip<br />

İsveç’ten Spotify, Soundcloud, Skype, Linux, MySQL, Ericsson, Ikea, Volvo gibi ünlü marka<br />

ve şirketlerin çıkması bunun ispatıdır.<br />

Gerçekten de İsveç’i iyi araştırdığınızda göreceksiniz ki çevresindeki aynı nüfusa sahip<br />

Norveç, Danimarka gibi diğer İskandinav ülkelerinden çok daha fazla yenilikçi girişimcilik<br />

yönleri var. İsveç’in kendisini diğer ülkelerden farklılaştırmasının en büyük nedeni İnternet<br />

ve Eğitim sistemlerinin güçlü alt yapıları yanında mutlaka uluslararası kitleye odaklanma<br />

tercihleri de yatmaktadır. Bunun yanı sıra toplumun son derece dürüst olması, insanların<br />

birbirine güvenmesi, verilen sözlerin zamanında yerine getirilmesi gibi etik değerlere riayet<br />

etmeleri başarılı olmalarında başka önemli etkenler.<br />

Bunun başka bir örneği de 8 milyonluk nüfusa sahip İsrail. Çevresindeki Arap ülkeleriyle<br />

kavgalı olan İsrail de küresel hedeflere odaklanmaktan başka çare göremiyor. Amerika’daki<br />

lobi gücüyle birlikte bu zorunluluk pazar tercihini iyice pekiştiriyor.<br />

İşin en ilginç tarafı da milyar dolarlık şirketler çıkartan Amerika’lıların aslında herkesin<br />

bildiğinin aksine yerel hedefler koyması. Evet yanlış duymadınız, Amerikalı’lar aslında<br />

Uluslararası hedef koyma ihtiyacı duymuyorlar. Dev Ekonomileri, 300 milyonluk İnternet<br />

toplumuna sahip olmaları ve İngilizce’nin zaten Anglo Sakson ırkı tarafından dünyaya<br />

kabul ettirilmesi gibi nedenlerden dolayı Uluslararası pazara açılmak zaten kendiliğinden<br />

oluyor. Sizi temin ederim Amerika’lı girişimcilerin çoğu İsveç veya İsrail’in aksine işin<br />

başında sadece yerel pazarı hedefliyorlar.<br />

Yani anlayacağınız bütün ülkelerin şartları farklı ama ortak yönleri eğitimli toplumu,<br />

gelişmiş yargısı, güven toplumu, güçlü İnternet alt yapıları ve dolaylı veya dolaysız olarak<br />

Uluslararası pazara açılmaları gibi nedenlerdir. İsveç bilinçli, İsrail ise zorunlu bir seçim<br />

yapıyor, Amerika’nın seçim yapmasına bile ihtiyaç kalmıyor.<br />

Peki biz Türk’ler ne yapıyoruz?


Bir kere Türkiye’de İnternet altyapısı istenen düzeyde değil. Diğer taraftan küresel projelerin<br />

ihtiyaç duyduğu iyi İngilizce dil bilgimiz yok.<br />

Başarılı İnternet sitelerimizin isimleri için bile halen zor Türkçe isimler seçiyoruz. İstediğiniz<br />

kadar yemeksepeti veya çiçeksepeti deyin, iyi paralar kazanın bu zor Türkçe isimlerle<br />

vizyonunuzu en fazla bölgesel olarak gerçekleştirebilirsiniz. Türkçe zor isimlerinin<br />

yabancıların aklında kalması mümkün değil.<br />

Beri taraftan küresel bir hedef koymak çoğu kimsenin aklına bile gelmiyor. Ayrıca Türkiye’de<br />

Türkçe’den tutun, kültürüne kadar çok değişik unsurlar mevcut. Lokal ihtiyaçları iyice<br />

anlayıp ona göre çözümler üretmek gerekiyor.<br />

Dolayısıyla Türk <strong>Startup</strong> şirketleri MENA (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bölgesini hedefliyor<br />

ancak bu elbette yeterli değil. MENA bölgesini hedef seçmemiz tamamen bir zorunluluktan<br />

ibaret. Yerli Türk dizilerinin Orta Doğu’da tutması bile ortak kültürel gibi nedenlerden<br />

dolayıdır. Yani rastlantısal ve zorunlu bir tercihten kaynaklanıyor.<br />

MENA bölgesindeki ülkeler sırasıyla şunlardan oluşuyor; İsrail, Mısır, Türkiye, Ürdün,<br />

Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Sudi Arabistan, Katar, Umman,<br />

B.A.E, Kuveyt, Bahreyn ve Libya.<br />

MENA bölgesi politik sorunlarla boğuşsa da son zamanlarda Türk dizileri, filmleri ve mobil<br />

oyunları yok satıyor. Genç nüfusun MENA bölgesinde artması da bizim böyle bir modele<br />

iten en önemli nedenlerden biridir. Türkiye Stateji Araştırmalar Enstitüsü‘ne göre bölgenin<br />

nüfusu 2015 yılında 420.2 milyon, 2050 yılında ise 636.2 milyon olarak öngörülmektedir.<br />

25-64 yaş çalışabilir nüfusun ise 116.7 milyondan 2050 yılında 326.5 milyona çıkacağı tahmin<br />

edilmektedir.<br />

Bundan dolayı MENA modeli Türkiye’nin son zamanlarda yeni keşfetmiş olduğu önemli<br />

bölgesel bir modeldir. Artık yatırımcılar ve iş adamları MENA bölgesi denildiğinde kayıtsız<br />

kalmıyorlar. Özel sektör kendi dinamikleriyle bu bölgeyi keşfetmeye çalışıyor. Yine de<br />

küresel pazarları da keşfetmek hepimizin dileği. Zor olsa da imkansız değil.<br />

Özet<br />

• Her ülkenin kendisine göre girişim ekosistemi mevcuttur<br />

• Kendi ekosistemimizi ihtiyaçlarımıza göre kendimiz oluşturmalıyız<br />

• Türkiye zorunlu ya da rastlantısal pazar tercihi yapıyor<br />

• Şu an zorunlu olarak MENA bölgesel modelini tercih ediyoruz<br />

• Küresel pazarı keşfeden henüz bir Türk startup şirketi yok


Steve Jobs’ın Ardından<br />

Dennis Ritche - C Programlama Dilinin Mucidi<br />

Steve Jobs‘ın öldüğü aynı ay<br />

bilgisayar dünyasının önemli<br />

bir ismi Dennis Ritchie de<br />

vefat etmişti. Dennis Ritchie<br />

günümüzde kullandığımız<br />

işletim sistemlerinin temelini<br />

oluşturan “C” programlama<br />

dilinin mucididir. Bilgisayar<br />

dünyasının atalarından kabul<br />

edilir.<br />

Steve Jobs’un ölümünün medyatik oluşu ve Dennis Ritchie’nin de hiç anılmayışı beraberinde<br />

ciddi bir tartışma başlattı.<br />

Önemli bloglarda Dennis Ritchie’nin göz ardı edildiği, o olmasaydı Steve Jobs’ın da olamayacağı<br />

ve kendisine haksızlık yapıldığı ifade edildi. Dennis Ritchie’nin yaptığı icatlar<br />

anlatılarak Steve Jobs’tan daha üstün olduğu ispatlanmaya çalışıldı. Tartışmalar o kadar<br />

büyüdü ki, sosyal medyada Steve Jobs ve Dennis Ritchie karşılaştırmalı resimler paylaşıldı.<br />

Özellikle bilgisayar dünyasındaki programcılar ve bilişimciler Dennis Ritchie’nin daha çok<br />

anılması gerektiğini iddia ederek medyayı ikiyüzlükle suçladı.<br />

Bana göre kendi sahasında iki dev insanı karşılaştırmak ikisine de haksızlık etmek anlamına<br />

gelir. Sanırım buradaki kafa karışıklığını mucit&yenilikçi kavramlarını açıklayarak<br />

giderebiliriz.<br />

Mucit (inventor, creator) bir şeyi sıfırdan keşfeden, başka insanların hiç düşünmediği bir<br />

alet, ürün, algoritma veya formülü icat edene denirken, yenilikçi (innovator, developer) var<br />

olan bir aleti, fikri, ürünü değiştirerek son kullanıcıya ulaştıran demektir.<br />

Mucit ve yenilikçi‘nin görev tanımları son derece nettir. Mucit işin mutfağında çalışırken,<br />

yenilikçi sahada top koşturan girişimcidir. Mucit yeni bir şey icat etmek için ter dökerken<br />

yenilikçi var olan üzerinden eski köye yeni adet getirmek peşindedir. İkisi de aslında birbirini<br />

tamamlamaktadır. Steve Jobs ile Dennis Ritchie’nin karşılaştırmasında işte bu hata<br />

yapılmaktadır. Steve Jobs ve Bill Gates gibi yenilikçiler olmasaydı biz son kullanıcılar Dennis<br />

Ritchie’nin icatlarından istifade edemeyebilirdik. Dennis Ritchie gibi mucitler olmasaydı<br />

yenilikçilerin üzerinde inovasyon yapabileceği bir ürün olmazdı.<br />

Yenilikçi halkın düzeyine inen kişi olduğu için şöhret, şan ve şeref bu insanlara atfedilir.<br />

Halkın önünde olduğu için medya tarafından yenilikçiler ön plana çıkartılır. Bu konumda<br />

mucit doğal olarak genelde fakir veya orta düzeyde bir servete sahip olurken yenilikçi çok<br />

zengin olabilir ve bu gücünü medyaya ve insanlara kabul ettirebilir.


Yenilikçi özellikle inovasyon yaptığı ürünü halkın düzeyine indirmek zorundadır. Bu<br />

konuda ciddi sıkıntılar, kayıplar ve riskler yaşayabilir. Mucit ise labaratuarında veya<br />

ofisinde bir iş üzerinde zaman harcadığı için halktan kopuktur, riski daha azdır ve zaten<br />

onun öyle bir derdi de yoktur, daha doğrusu olmak ta zorunda da değildir.<br />

Bu iki gurup ta son derece saygın insanlardan oluşur. Mucit yeni bir şey oluşturmak için<br />

araştırma yapıp ter dökerken, yenilikçi son kullanıcının yani halkın dilinden anlamak zorundadır.<br />

Ben mucit&yenilikçi karşılaştırmasını James Bond filmlerine benzetiyorum. Filmin başında<br />

James Bond bir labaratuara girer ve yanında bir mucitin yardımıyla kullanacağı silahları,<br />

ajan aletlerini ve özellikle sofistike bir şekilde donatılmış arabasını tanımaya çalışır.<br />

Şu düğme ne işe yarar gibi bir klasik mizah sahneyi eklemeyi ihmal etmeyen Bond filmlerinde<br />

biz izleyiciler olarak ileriki sahnelerde bu silahları ve arabayı baştan tanımış oluruz.<br />

Burada biz James Bond’u düşmanlarla mücadele eden bir kahraman gibi görürken ona<br />

mücadelesi için hayati önemdeki alet adevatı sağlayan muciti es geçeriz. Halbuki burada<br />

işin gizli kahramanlarından biri de mucittir.<br />

Hayat işte ne yazık ki hep böyledir. Bir lokantada biz yemeğe ve iş yerinin sahibine odaklanırken<br />

mutfaktaki ahçıyı hiç akıl etmeyiz. Bence en iyisi bu gizli kahramanları yenilikçilerle<br />

karşılaştırmayı bırakıp, bu iki gurubu aynen James Bond filmlerindeki gibi bir arada<br />

çalışmalarını sağlayabilecek ortamları hazırlamak olacaktır. Her ne kadar ikisi birlikte<br />

çalışsa da biz yine de işin doğası gereği yenilikçiyi hep tek kahraman olarak göreceğiz.<br />

Hem mucit hem de yenilikçiye sonsuz saygı duyan birisi olarak bu sefer sadece Dennis<br />

Ritchie ve onun gibi gizli kahramanları saygıyla anıyor ve bize yaptıkları katkılarının<br />

mükafatını diğer alemde almalarını diliyorum. Dennis Ritchie gibi kahramanları model<br />

almak yerine sırf para ve şöhret uğruna yenilikçi olmak isteyenlerin kulakları çınlasın.<br />

Özet<br />

• Mucit Kâşif olurken Yenilikçi Girişimcidir<br />

• Mucit ve Girişimcinin birlikte çalışabileceği ortamlar çoğu zaman çok iyi sonuçlar verir<br />

• Girişimci popülist olduğu için ön planda gözükür ama bu Kâşif ’in önemini azaltmaz<br />

• Bu sefer Steve Jobs yerine Bilgisayar alanında sayısız icatlar yapan Dennis Ritchie’yi<br />

anıyoruz


Girişimciler için James Bond Modeli<br />

James Bond filmlerini hepimiz biliriz.<br />

Hollywood otuz yıldır farklı oyuncularla<br />

durmadan benzer senaryoları<br />

kullanıyor. Aslında James Bond’un<br />

en sevdiğim yönü bizim gibi girişimci<br />

gençlere dersler içermesidir. İlk öncelikle<br />

James Bond devletin istihbarat<br />

birimine bağlı bir ajandır.<br />

Böyle olunca ithiyaç duyduğu alet, adevat ne varsa kendisine temin edilir. Çok sıkı<br />

bir eğitimden de geçirildikten sonra görevini ifa etmeden hemen önce çılgın bir bilim<br />

adamının labaratuarını ziyaret eder. Klasik senaryoda kendisine oradaki en son nesil silahlarını,<br />

aletlerini, arabasını tanıtan bilim adamı eşlik eder. Çoğu zaman bu ikili arasındaki<br />

bu diyalog mizah içerir ve seyirciyi eğlendirir.<br />

Genelde James Bond’a gerekli aleti temin eden çok zeki gözlüklü bir mühendistir. Daha<br />

önceden bahsettiğimiz mucit-girişimci modelini oynayan bu iki zevat aslında birbirini<br />

tamamlayan karakterlerdir. Yine de seyircinin gözünde doğal olarak her zaman James Bond<br />

kahramandır.<br />

Filmin ileriki sahnelerinde James Bond’un ne tür silahları kullanacağını bildiğimiz halde<br />

nasıl kullanacığını merak ederiz. Derken James Bond sahaya çıkar, risk alır, meceraya atılır<br />

ve kötü adamların peşinden ne pahasına olursa olsun kovalamaca başlar.


Filmde bizi asıl heyecanlandıran James Bond’un sahada nasıl mücadele ettiğidir. Her türlü<br />

tehlikeyi korkusuzca aştığından onun kahramanlığına kilitlenir ve filmden zevk alırız.<br />

James Bond macerasında kendisine verilen sofistike silahları da kullanarak filmin başıyla<br />

sonu arasında bir bütünlük kurulur.<br />

007 özel ajan James Bond aslında bir girişimcidir. Kimlerle mücadele edeceğini bilir ama<br />

ne gibi tehlikelere maruz kalacağını sahada öğrenir. Her türlü arabası, silahı, bilgisayarı<br />

olmasına rağmen asıl güvendiği şey kendi yüreğidir. Kimi zaman yüksek binalarda<br />

düşmanını kovalar, kimi zaman elindeki silah istediği gibi çalışmaz, kendisi bir çaresini<br />

bulur, kimi zaman da çalıştığı takım arkadaşlarını bile kaybedebilir.<br />

Yine de yılmaz, görevine devam eder. Gerektiğinde dövüşür ve kaslarını çalıştırmayı da<br />

ihmal etmez. Yani kendisine verilen bütün aletleri bir araç olarak kullanır ama onlara tamamen<br />

güvenmez. Gerçekten güvendiği şey korkusuz yüreğidir. Hemen sahaya çıkan bir aptal<br />

hiç değildir. Sahaya çıkmadan önce gerekli yetenekleri kazanarak çıkar. Kendisini yetiştirmeden<br />

sahaya çıktığında nasıl avlanacağını çok iyi bilir. Kafasında tek bir şey vardır o da<br />

görevi. Yaralandığı da olur, bir kadınla imtihan edildiği de olur, dayak yediği de olur ama<br />

hiç birine takılmayarak bir şekilde mücadelesine devam eder.<br />

James Bond günümüz girişimcileri için çok tipik bir modeldir. Risk sermaye şirketleri,<br />

melek yatırımcılar, startup weekendler, boot campler, devlet yardımları, Üniversite imkanları<br />

derken girişimciler asıl zaman geçirmeleri gereken sahayı ihmal ettiklerinden dolayı<br />

James Bond modelini hatırlamakta fayda var. Genç girişimcilerin başarının sahada kazanılması<br />

gereken bir mücadele olduğunu unutmamalıdır.<br />

Aslında girişimcilik zaten hep sahada<br />

kazanılan bir serüvendi. Hiç<br />

bir zaman sadece masa başında<br />

çalışılarak kazanılamadı. Masada<br />

veya labaratuarda üretilen<br />

ürünler, aletler hedefine ulaşmak<br />

için bir araç olmaktan öteye hiç<br />

geçmedi. Bundan dolayı girişimci<br />

için müşteri geri bildirimi her<br />

şeyden daha önemliydi.<br />

Girişime başlarken bile bu en önemli kriterdi. Bundan dolayı müşteri veya kullanıcı geri<br />

bildirimi ve ihtiyaçlarıyla başlamayan her türlü girişim müşteriyle ilk temasta tuz buz oldu.<br />

Evet sahada yüreğine güvenen girişimciler her zaman aynen James Bond gibi daha başarılı<br />

oluyordu ve bu kural hiç değişmedi. Günümüzde sadece teknolojinin iletişim imkanlarının<br />

gelişmesiyle format değiştirdi o kadar. Bebek gibi büyüttüğü girişimini müşteriyle bir an<br />

önce test etmeyen, kullanıcının geri dönüşümüne göre tasarlanmayan her girişim tarihe<br />

karıştı.


Bundan dolayı sahada sıcak temasla yüreğini ortaya koyan girişimciler dünyayı değiştiren<br />

insanlar oldular. Diğerleri yenilikçilikten kaçıp masa başına razı oldular, sadece dışarıdan<br />

kopyala yapıştırla işin biteceğini sandılar. Sırf bu insanlardan dolayı girişimciliğin gerçekten<br />

ne olduğu ile ilgili modeller birden bire türeyiverdi. Siz deyin Yalın Girişim ben diyeyim<br />

James Bond modeli.<br />

Özet<br />

• Girişimcilik James Bond gibi sahada kazanılması gereken bir serüvendir<br />

• Aynen James Bond gibi girişimci de teknik donanıma ihtiyaç duyar ve bunun için mutlaka<br />

bir teknik ekibe sahip olmalıdır<br />

• Girişimci gerekli hazırlığını yaptıktan sonra sahada yüreğini ortaya koyarak mutlaka<br />

risk almalıdır<br />

• Girişimcilerin asıl zaman geçirmesi gereken yer sahanın kendisidir<br />

• Gemiler limanda beklemek için yoktur, denize açılmak içindir


Büyütme Korsanı (Growth Hacker)<br />

Silikon Vadisi’nin başını<br />

çektiği büyük İnternet<br />

ve mobil çağ çılgınlığı<br />

bütün hızıyla devam<br />

ederken karşımıza<br />

yeni kavramlar da beraberinde<br />

çıkıyor. İlk<br />

önce Lean <strong>Startup</strong> (Yalın<br />

Girişim) metodojileri<br />

çıkmıştı. Yalın Girişim’i<br />

daha önce elimizden<br />

geldiği kadar açıklamaya<br />

çalıştık.<br />

Uygulama Geliştirici Büyütme Korsanı Pazarlamacı<br />

Şimdi de Growth Hacker kavramı yükselen trend olmaya başladı. Bütün girişimcilik<br />

makalelerinde, bloglarda ve haberlerde Growth Hacking veya Growth Hacker kavramlarını<br />

görmeye başladık. Aslında bu kavramlar son derece yeni olduğu için Türkçe karşılığını kendimiz<br />

vermek zorunda kalıyoruz. Growth Hacking için Büyütme Korsanlığı, Growth Hacker<br />

için ise Büyütme Korsanı diyoruz.<br />

Peki bu kavram nasıl oldu da bir anda bu kadar popüler oldu. Büyütme Korsanlığı (Growth<br />

Hacking) 2010 yılında Sean Ellis tarafından ortaya atıldı. Facebook, Twitter, LinkedIn, Airbnb,<br />

Instagram gibi son derece başarılı İnternet ve Mobil şirketlerini inceleyen Ellis bu şirketlerin<br />

Büyütme Korsanları (Growth Hacker) tarafından ivme kazandığını iddia etti. İki yıl<br />

boyunca bu kavram çok önemsenmedi ta ki ünlü blogçu Andrew Chew 2012’de bu kavramı<br />

kendi blogunda iyice deşinceye kadar.<br />

Andrew Chen Silikon Vadisindeki başarılı sosyal medya şirketlerini Büyütme Korsanlığı<br />

yönünden tekrar ele alınca bu kavram dünyada birden bire yayılmaya başladı. Şu anda dünya<br />

çapında konuşulan kavram olan Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) o kadar tutuldu<br />

ki Singapore’da ders kitaplarına çoktan girmiş bile.<br />

Peki Growth Hacker Nedir?<br />

İnsanları bu kadar heyecanlandıran yeni popüler kavram “Growth Hacker” tam olarak<br />

nedir?<br />

Ürün veya servis ilk fırından çıktıktan sonra gerekli kullanıcı kitlesini yakalaması için<br />

genelde klasik metodlar kullanılır. Landing Sayfaları, E-Posta pazarlama, Facebook ve Twitter<br />

gibi sosyal medya araçlarıyla kitlesel pazarlama için en çok bilindik yöntemlerdir. Ne<br />

var ki bu yöntemler genelde teknik olmayan insanlar tarafından kullanılıyor ve çoğu zaman<br />

pek çok startup (yeni girişim) hüsranla sonuçlanıyor. İstedikleri kullanıcı kitlesini yakalayamadıkları<br />

gibi yatırımcının parasını da yakan yüzlerce startup hikayesi ile sonlanıyor.


İşte Büyütme Korsanları bu kısımda devreye giriyor. Büyütme Korsanları kitlesel pazarlama<br />

ve sürdürülebilirlik sorununa merhem olan yeni nesil pazarlama korsanları olarak karşımıza<br />

çıkıyor. Klasik pazarlamacıların askine hem teknik hem de pazarlama yeteneklerine sahip<br />

insanlar olarak tanımlanıyor. Yani grafikten de görüldüğü gibi teknik bilgi ile pazarlama<br />

arasında duran acayip yaratıklardır.<br />

Yaptıkları şey ise kimsenin göremediği bilgi (data) ve metriklere ulaşarak, bunları yorumlayıp<br />

ürün üzerinde esnek değişiklikler yapabilen, gerekli büyük kullanıcı kitlesini yakalayarak<br />

bu kitleyi aynı platformda tutmayı başarabilen insanlara Büyütme Korsanı yani<br />

“Growth Hacker” denir.<br />

Kısacası eldeki verileri doğru ölçümleme yöntemleriyle deneysel olarak küçük kullanıcı<br />

grubu üzerinde teyit ettikten sonra bunu geniş kullanıcı kitlesine de pazarlayabilen insanlardır<br />

da diyebiliriz.<br />

Growth Hacking için verilen en tipik örnekler hepimizin aşina olduğu büyük İnternet ve<br />

Mobil firmalarıdır. Airbnb, Twitter ve Facebook bilindik en başarılı örneklerden. Google+<br />

ise Büyütme Korsanlığı’nın başarısız örneklerinden kabul ediliyor. Şimdi bunların üzerinden<br />

sırasıyla geçelim.<br />

Airbnb<br />

Growth Hacking için en çok verilen tipik örnek<br />

Airbnb örneğidir. Airbnb bildiğiniz gibi otel<br />

yerine daire kiralayabileceğiniz paylaşım sitesidir.<br />

Airbnb Craiglist entegrasyonu ile kiralık<br />

evlerini kullanıcılar ve ev sahipleriyle hızlıca<br />

buluşturabilmiştir.<br />

Aslında Craiglist’in bununla ilgili herhangi bir API’si (Arayüz Kodu) yoktur ancak Airbnb<br />

kimsenin ruhu bile duymadan Craiglist’in linklerini kullanarak kendi siteleri üzerinden<br />

nasıl içerik gönderebileceklerini kendi uğraşları sonunda keşfetmiştir.<br />

Bu tuhaf Craiglist entegrasyonu ile Airbnb kısa zamanda en başta New York’ta geniş kitle<br />

tarafından duyulmuş sonra da başka şehirlere sıçrayarak daha geniş kitleye yayılabilmiştir.<br />

Airbnb örneği teknik yöntemler ile pazarlama taktiklerinin buluşabildiği çok klasik bir<br />

“Growth Hacking” örneğidir çünkü sadece pazarlama tecrübesine sahip bir insanın üstesinden<br />

gelemeyeceği teknik bir arayüz keşfedilmiş ve bunun sonuncuda da Airbnb geniş<br />

kitleye ulaşmıştır. Başka bir deyişle şeytan detaylarda gizlidir deyiminin ne kadar doğru<br />

olduğunu gösteren önemli örnektir. Andrew Chen’e göre Airbnb geleneksel pazarlama yöntemlerinden<br />

API pazarlama yöntemlerine geçişin ilk bilindik örneğidir.


Twitter<br />

Growth Hacking için verilen başka tipik örnek ise herkesin<br />

bildiği malum kuş sitesi Twitter’dır. Herkes Twitter’ın<br />

geleneksel medya reklamlarıyla (radyo,tv) geniş kitleye<br />

ulaştığını ve bugünkü durumu onlara borçlu olduğunu<br />

düşünür. Ben de öyle düşünüyordum, hatta Twitter’ı arabamda<br />

radyoda ilk nasıl duyduğumu hatırlıyorum. Twitter’ın<br />

geleneksel medyada çılgınca reklamı yapılıyordu.<br />

Ancak işin aslı son derece farklılık arzediyordu. Twitter<br />

gerçekten de medya vasıtasıyla geniş kullanıcı kitlesine<br />

ulaşmıştı. Daha doğrusu üye sayısı patlamıştı.<br />

Sorun şu ki bu kitle belli bir süre sonra meraktan girdiği bu platformu artık kullanmıyordu.<br />

Twitter milyon üyelerin olduğu sosyal medya mezarlığına dönüşüyordu. Twitter’ın önünde<br />

iki seçenek vardı. Ya medya reklam pazarlamasına devam edecekti ya da kullanıcıların<br />

gerçek talepleriyle yüzleşecekti.<br />

Sonunda kullanıcıların ilk girişindeki bilgilerini incelediler. Twitter’a ilk girdikleri anda<br />

kullanıcıların yeterli sayıda takipçisi olmadığı için sıkılarak platformu terkettiğini anladılar.<br />

Yaptıkları ölçüme göre ilk Twitter’a giren kişinin en az 5-10 arasında takipçisi olmalıydı.<br />

Hemen değişikliğe gidip ilk kullanıcılar için varsayılan 5-10 takipçi özelliğini eklediler. Bu<br />

formülü küçük bir kitle üzerinde denedikten sonra geniş kitleye açtılar. Bundan böyle insanlar<br />

Twitter’a girdiklerinde okuyabilecekleri ve oyalanabilecekleri yeterli sayıda tweet ile<br />

karşılaştılar.<br />

Twitter’ın Growth Hacking modelinde biz çok önemli bir şeyi öğreniyoruz. Siz istediğiniz<br />

kadar geniş kitleye ulaşın, bu kitlenin orada sürdürülebilir bir ekosistemde tutulabilmesi de<br />

ayrı bir mesele. Yani Twitter örneğinden Growth Hacking’in sadece büyüme stratejisi olmadığını<br />

anlıyoruz. Kullanıcı büyümesini sağlamak kadar onların orada zaman geçirbilmesini<br />

sağlamak ta Growth Hacker’ların görevi olduğunu anlıyoruz.<br />

Facebook<br />

Başka klasik bir örnek te hepimizin sinema<br />

filminden bildiğimiz Facebook’un hikayesidir.<br />

Genelde Facebook Üniversite’lerin teker teker<br />

entegre edilmesiyle bilinir. Ancak şu var ki Facebook’taki<br />

kullanıcıların itici gücü fotoğraflar<br />

olmuştur. Facebook ilk çıktığında fotoğrafsız bir<br />

platformdu. Fotoğraf ekleme özelliğini ekleyince<br />

Facebook kurucularının da beklemediği şekilde<br />

ilgi artmış, başka sınıf, departman ve okuldaki<br />

insanlar görsel olarak merak edilmiş ve sonunda<br />

her yerde mantar gibi yayılmıştır.


Yani Facebook’un yayılmasında fotoğraf özelliği çok önemli verisel bir etken olmuştur.<br />

Sadece fotoğraf değil, başka veriler de analiz edilerek kullanıcıların bütün giriş çıkışları incelenmiştir.<br />

Bunun için Facebook’un gerçek hikayesi aslında tamamen ölçümleme üzerine<br />

kuruludur diyebiliriz.<br />

Facebook’un kurucularından Dustin Moskovitz‘in söylediğine göre Silikon Vadisinde’ki<br />

eve taşındıklarında bir milyon kullanıcıları varmış. Bu kullanıcıların hangi sayfada ne kadar<br />

süre harcadıklarını tespit ederek onların ilgi alanlarını keşfetmişler. Sayfa başı ziyaret<br />

kalma süresi gibi veriler hangi sayfanın daha önemli olduğu hakkında gerçek veri sunmuş.<br />

Dolayısıyla Facebook’un ilk geliştiricileri de bu sayfalara daha çok önem vermiş. Özellikle<br />

profil sayfası bu önemli sayfaların başında gelmiş. Dustin’e göre filmdeki gibi partiler yerine<br />

zamanlarının çoğunu kod geliştirerek ve verilerini analiz ederek geçirmişler. Senede ise<br />

sadece bir partiye katılıp eğlenmişler.<br />

Google+<br />

Google Plus ise Growth Hacking yaklaşımını benimsemeyip<br />

çuvallayan örneklerden. Growth Hacking’in<br />

nasıl olmaması gerektiği hakkında bize kayda<br />

değer ip uçları sunan dev şirket. Zaten Google Plus<br />

(Google+) ‘ın şu andaki içler acısı hali bunu açıkça<br />

gösteriyor. Hollywood filmlerinde milyonların<br />

olduğu hayalet kasabaları andırıyor. Şu an Growth<br />

Hacking metodolijisine en çok ihtiyaç duyan şirket<br />

Google’dır diyebiliriz. Acilen iyi bir Büyütme Korsanı’nı<br />

işe alıp sorunlarına çözüm bulmaları gerekiyor.<br />

Deli dana gibi özellik ekleyeceklerine biraz da kullanıcıları dinleseler ve bizim Google+’ı<br />

neden kullanmak istediğimize bir kulak verseler daha makbule geçecek. Google kadar<br />

kullanıcı verisi elinde olan başka bir şirket yok. Bundan dolayı bunu başarmamaları için bir<br />

neden de yok.<br />

Şahsen Google+’ın arayüzünü, hızını ve teknik özelliklerini oldukça beğeniyorum. Diğer<br />

sitelerden bu yönleriyle üstünlükleri var ama kullanıcıyı orada tutmak ayrı bir mesele.<br />

Google+’da Çevreler (Circles) mantığını Bağlantı (Connection) mantığı üzerinden yapmaları<br />

bana göre yaptıkları en büyük hata. Çevreler’i tutku çemberi olarak tanınmlayıp<br />

insanları ortak ilgi alanlarında bir araya getirselerdi şahsen ben Google+’ı kullanırdım.<br />

Yine de Google Plus’ta tam olarak kullanıcıların talepleri neler bunu bilmiyoruz. Kendileri<br />

ellerindeki verileri kullanarak buna çözüm bulmak zorundalar. Google+’ı ancak iyi bir<br />

Büyütme Korsanı (Growth Hacker) kurtarabilir.


Growth Hacking Başarının Tarifi Değildir!<br />

Growth Hacking konusunda en çok yanlış bilinen konu ise firmanın başarısını tamamen<br />

Growth Hacking’e bağlamak varsayımıdır. Yani Growth Hacking yaptıkları için şimdiki<br />

duruma geldiler önermesi son derece eksik bir değerlendirmedir. Biz burada bir yaklaşım<br />

biçiminin tarifini yapıyoruz başarının değil.<br />

Bir firmanın başarı kriterleri çok boyutludur ve pek çok faktöre birden bağlıdır. Başarıyı<br />

tamamen Growth Hacking’e indirgemek çok insafsız bir değerlendirme olacaktır. Ancak<br />

kanımca başarısız olma sebepleri arasında Growth Hacking’i en başa koymamızda bir mahsur<br />

yoktur.<br />

Evet bütün bu örneklerden sonra Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) için şu tanımlamayı<br />

yapabiliriz.<br />

Growth Hacking verisel metriklere dayanarak südürülebilir pazarlama<br />

motoru oluşturabilmektir.<br />

Özet<br />

• Teknik yöntemlerle verisel kaynaklara dayanarak kullanıcı alışkanlık formülünü ortaya<br />

çıkartan<br />

• Bu veriyi ilk önce küçük bir kullanıcı kitlesiyle bütünleştiren<br />

• Daha sonra da geniş kitleye yayarak platformun sürdürülebilirliğini sağlayan pazarlama<br />

motoruna Büyütme Korsanlığı (Growth Hacking) denir. Bu yeteneğe sahip kişiye de<br />

Büyütme Korsanı denir.<br />

Büyütme Korsanı’nın Vasıfları<br />

• Obsessif ve sabırlı; Körü körüne ürüne odaklanmak yerine uzun vadede ürünü kitleye<br />

odaklamaya çalışan azimli, sebatlı, sessiz, çalışkan mahluk<br />

• Öğrenmeye açık, yaratıcı, esnek; Ürünü hiç bir zaman yeterli görmeyen, yeni yöntemlerini<br />

teknik becerileriyle birleştirebilen<br />

• İçgüdüsel, sezgisel, ruhsal; pazarlama stratejileri için kalbinin sesini dinleyen, sistem<br />

sürdürebilirliğini ruhsal nöronlarıyla koklayabilen ve içgüdülerine verilerden sonra<br />

güvenen<br />

• Gerçekçi, gerillacı; Hedef odaklı ve hedefine ulaşmak için etik yöntemlerin dışına çıkmayı<br />

göze alabilecek kadar gözü kara cesur savaşçı

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!