19.04.2013 Views

Erzurum'da Âşık Kahvehanesi Geleneği - İstanbul Erzurumlular ...

Erzurum'da Âşık Kahvehanesi Geleneği - İstanbul Erzurumlular ...

Erzurum'da Âşık Kahvehanesi Geleneği - İstanbul Erzurumlular ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ERZURUM'DA ÂŞIK KAHVEHANESİ GELENEĞİ<br />

Yard. Doç. Dr. Dilaver DÜZGÜN *<br />

Giriş: Türk edebiyatı araştırmalarının büyük âlimi Fuat Köprülü'nün<br />

ifadesiyle Oğuz cemiyeti arasında hususi bir zümre teşkil eden ozanlar,<br />

ellerinde kopuzlar ile ilden ile, obadan obaya gezerler, düğünlerde, ziyafetlerde<br />

bulunurlar, kopuzlarıyla eski Oğuz destanları, Dede Korkut hikâyeleri söylerler,<br />

yeni hadiseler hakkında yeni yeni şiirler tanzim ederlerdi. Çevik dilli, yüksek<br />

sesli, halk an'anelerini ve halk hikmetlerini taşıyan ozan, daha eski zamanlarda<br />

Oğuzlar arasında adeta yarı kutsi bir içtimai unsurdu. Zaman içinde sosyal<br />

gelişmelere paralel olarak ozanlar eski kutsiliklerini kaybetmekle beraber<br />

hususi bir zümre şeklinde varlıklarını korudular ve XV. yüzyıldan sonra<br />

Anadolu ve Azeri sahasında âşık adıyla anıldılar 1 .<br />

<strong>Âşık</strong>lar, içinde bulundukları toplumun duygu ve düşüncelerini dile<br />

getirdikleri, böylece insanların problemlerine tercüman oldukları için halk<br />

arasında büyük rağbet görmüşlerdir. Aşk, kahramanlık ve sosyal sorunlar başta<br />

olmak üzere her konuda topluma ince bir dikkatle yaklaşan, sonra bu<br />

dikkatlerini şiir veya hikâye halinde ortaya koyan âşıklar bunları çeşitli<br />

vesilelerle topluma arz etme imkânı yakalamaya çalışmışlardır. Bu fırsatın<br />

doğduğu en uygun yerler de kahvehaneler olmuştur. Kahvehaneler, yakın<br />

zamanlara kadar insanların serbest vakitlerini değerlendirdikleri bir mekân<br />

olmaktan başka, müdavimlerini kültürel açıdan besleyen, duygu yönünü tatmin<br />

eden, sözlü kültür geleneğinin geniş kitlelere ve gelecek nesillere aktarılmasını<br />

sağlayan bir müessese konumundaydı. Bu kültür müesseselerinin ilk akla gelen<br />

eğitimcileri de âşıklardı.<br />

I. GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ERZURUM'DA ÂŞIK KAHVEHANELERİ<br />

Türk saz şiirinin tarihi merkezlerinden biri olan Erzurum, yüzyıllar<br />

boyunca yetiştirdiği âşıkları ve bunların çevresinde oluşan âşıklık geleneği ile<br />

dikkatimizi çeker. Kadı Darîr, Nefî, İbrahim Hakkı gibi söz ustalarını, ilim ve<br />

irfan erbabını yetiştiren Erzurum, geniş halk kitlelerinin temsilcisi olan âşıkları<br />

ortaya koymakta geç kalmamış; Emrah, Erbabî, Sümmanî gibi her biri kendi<br />

dönemine damgasını vuran ustaları da kültür tarihimize mal etmiştir.<br />

* Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi<br />

1 M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları -I-, <strong>İstanbul</strong>, 1989, s. 139-140


Dilaver Düzgün<br />

<strong>Âşık</strong>lar bir yandan köy oturma odalarında, düğünlerde, çeşitli dost<br />

meclislerinde sanatlarını icra ederken, öbür yandan şehir merkezindeki belli<br />

başlı kahveleri mekân tutmuşlar, buralarda kendilerini ilgi ile izleyen<br />

insanlarla beraber olmuşlardır.<br />

<strong>Erzurum'da</strong> âşık kahvesi geleneğinin geçmişiyle ilgili olarak kaynaklara<br />

dayalı köklü bilgilere sahip değiliz. Ancak, bazı halk rivayetleri ve edebi eserler<br />

bu konuda birtakım ipuçları verebilecek niteliktedir. Kerem ile Aslı hikâyesinin<br />

çeşitli yazılı ve sözlü varyantlarına göre Kerem Erzurum'a geldiğinde<br />

hastalanır. Sofusuyla birlikte dört ay boyunca bir kişinin evinde misafir olur.<br />

Sonra bir kahvede saz çalıp şiir söylemeye, hikâye anlatmaya başlar, kahvenin<br />

işleri çok iyi olur. Kahveci, Kerem'e ortaklık teklif eder. Kerem, kabul etmek<br />

istemez. Israrlar karşısında kahveyi birlikte işletirler. Birkaç ay bu ortaklık<br />

devam eder. Aslı'nın <strong>Erzurum'da</strong>n ayrılmasıyla Kerem de Erzurum'u terk eder.<br />

Aşkale'ye vardığında yine bir kahveye gider ve saz çalıp şiir söyler 2 .<br />

Ercişli Emrah ile Selvi Han hikâyesinde ise Emrah, Selvi'yi aramak üzere<br />

babasıyla birlikte Erzurum'a gelir. Kaşıkçılar Çarşısı'nda bir kahvede büyük bir<br />

kalabalığa hitab ederek saz şiiri örnekleri verir. Selvi'nin Erzurum'a gelmediği<br />

anlaşılınca buradan ayrılarak Halep'e giderler 3 .<br />

Teşekkül tarihi itibariyle Kerem ile Aslı'dan daha eski olan <strong>Âşık</strong><br />

Garip-hikâyesinin Destan-ı Hikâyet-i Maksud adlı yazma rivayetine göre <strong>Âşık</strong><br />

Garip gurbete giderken Erzurum'a uğrar. Bir kahvede saz çalıp şiirler<br />

söylemeye başlar. Bir süre bu işle uğraşır, yeterli para kazanamadığı için<br />

Halep'e gitmek üzere buradan ayrılır. Ayrılmadan önce kahvecinin isteği<br />

üzerine Erzurum için bir şiir söyler 4 .<br />

Kerem ve Garip adlı âşıkların gerçekten yaşamış birer kişi oldukları<br />

henüz kesinlik kazanmamışsa da, Kerem ile Aslı ve Ercişli Emrah ile Selvi Han<br />

hikâyelerinin XVII. yüzyılın ilk yarısında, <strong>Âşık</strong> Garip hikâyesinin de XVI. yüzyıl<br />

ortalarında teşekkül ettiği dikkate alınırsa <strong>Erzurum'da</strong> âşık kahvesi geleneğini<br />

beş yüz yıl kadar geriye götürme imkânına sahip bulunuyoruz. Bu tarihi süreç<br />

içinde kendini gündemde tutan âşık kahvesi geleneği, XIX. yüzyılda yeni bir<br />

boyut kazanmıştır. Caferiye Mahallesindeki evini bir dergâh haline getirerek<br />

Erzurum'un kültür ve sanat atmosferini yönlendiren şair ve musikişinas<br />

Erbabî, aynı zamanda âşık kahvelerinin aranan ismi haline gelmiştir. 5 Onun,<br />

Çardak Kahve'de Sümmanî ile yaptığı rivayet olunan karşılaşma çok ünlüdür.<br />

2 Şükrü Murat Elçin, Kerem ile Aslı Hikâyesi, Ankara, 1949; Bülent Karabacak, Kerem ile Aslı<br />

Hikâyesi, Erzurum, 1970, AÜFEF Lisans Tezi.<br />

3 Muhan Bali, Ercişli Emrah ile Selvi Han Hikâyesi- Varyantların Tesbiti ve Halk<br />

Hikâyeciliği Bakımından Önemi, Ankara, 1973, s. 156-158.<br />

4 Fikret Türkmen, <strong>Âşık</strong> Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma, Ankara, 1974, s.<br />

152-153.<br />

5 Ziyaeddin Fahri [Fındıkoğlu], Erzurum Şâirleri, <strong>İstanbul</strong>, 1927, s. 81.


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Son yüzyıl içinde Sümmanî'den sonra Bardızlı Nihanî, Bayburtlu Hicranî,<br />

Sümmanî'nin oğlu Şevki Çavuş, Gez Mahalleli Hafız Mikdat gibi âşık ve<br />

hikâyecilerin, daha sonraları İshak Kemali ve Behçet Mahir'in <strong>Erzurum'da</strong> âşık<br />

kahvesi geleneğini sürdüren önemli isimlerden birkaçı olduğunu belirtmek<br />

gerekir. Bu ünlü kişilerin çalıp söyledikleri tarihi mekânlardan tesbit<br />

edebildiklerimiz şunlar: Gürcükapı'da Çiftekapılı kahve, Hacılar Hanı, Hasır<br />

Garajı'nın yanındaki kahve, Mahallebaşı'nda Acem Mirza'nın kahvesi,<br />

Köprübaşı'ında Çardak Kahve, Erzincankapı'da Ali Bey'in kahvesi 6 .<br />

Hem kendisinin âşıklığa başlaması ile ilgili hatıraları nakleden, hem de<br />

<strong>Erzurum'da</strong> âşık kahvesi geleneğinin son yarım asırlık ayrıntılarına açıklık<br />

kazandıran <strong>Âşık</strong> Mevlüt İhsanî, şu bilgileri veriyor:<br />

"On dokuz/yirmi yaşlarında (1947-48 yılları) babamla birlikte Erzurum'a<br />

geldik. Çiçek Palas Oteli'nde kaldık. Sabah olunca marangoz Aziz Usta'nın yanma<br />

gittik ve bir saz yapmasını istedik. Bana "sen âşık mısın?" diye sordu. "Evet"<br />

dedim. Tahtacılar Caddesi'nde Maviköşe kahvesine gittik. Bu kahveyi Aziz<br />

Usta'nın kardeşi Mehmet Efendi işletiyordu. Burada on beş gün süreyle çaldım,<br />

söyledim. İşlerim çok iyi gitti. Çok para kazandım. Erzurum'un meşhur kişileri<br />

kahveye gelirlerdi. Bunlardan Bakıcıların Şeyh İbrahim Efendi, Hoca Battal<br />

Efendi ve Müştak Hoca'yı hatırlıyorum. Kendileriyle yakinen görüştük.<br />

Bu kahveden ayrıldım. Köye döndüm. Güz aylarında tekrar Erzurum'a<br />

geldim. Bu kez Habip Baba Türbesi'nin yanındaki Maran Gazinosu'nda çalmaya<br />

başladım. Burada çok âşıkları tanıdım. Ruhanî de o sıralarda geldi.<br />

Aradan epeyce bir zaman geçti. Mahallebaşı'nda Pasinler Oteli'nin<br />

kahvesinde, Hanifi Bey'in yanında bir süre çaldım. Pasinler Oteli'nden<br />

ayrıldıktan sonra yine Mahallebaşı'nda Otçuların Ahmet Çavuş'un iki katlı<br />

kahvesinde bir süre çalıp söyledik. Mehmet Gülhanî o yıllarda talebe idi. Gülhanî<br />

ile karşılaştığımız gece benden Sefil Baykuş türküsünü istediler, söyledim. Bu<br />

arada kahvede bir karışıklık oldu. Meğerse dinleyiciler arasında bulunan<br />

Hasankaleli Deli Mehmet şok olmuş. Değneğini kaparak kahvedeki müşterileri<br />

dışarıya çıkarmış.<br />

Yine birkaç sene geçtikten sonra Erzincankapı'da Bingöl Kahvesi'nde<br />

çalıp söyledik. O zaman kahvenin sahibi Zekeriya henüz talebe idi. Yıl olarak<br />

hatırlamıyorum. Ama şu kadarını söyleyeyim, Nuri Çırağî on beş yaşında idi<br />

(Nuri Çırağî, 1949 doğumlu). Bu kahveye üç beş sene devam ettik. Davut Sularî,<br />

Yaşar Reyhanî, Mustafa Ruhanî ile beraber çalıp söyledik. Sonra Gölbaşı'nda<br />

Müştak'ın kahvesinde programlar yaptık.<br />

Bir de hayatımın çok dağdağalı kahvesi, Kompostu'nun kahvesinden<br />

bahsetmeliyim. Gölbaşı'ndaki bu kahvede üç ay süreyle çalıp söyledim ve<br />

kendimi Erzurum'a burada kabul ettirdim. Kompostu'nun kendisini<br />

6 Dündar Özkıran, <strong>Erzurum'da</strong> Kış Geceleri Yapılan Eğlenceler, Erzurum 1979, AÜFEF Lisans<br />

Tezi, s. 32


Dilaver Düzgün<br />

tanıyamadım. Kahveyi Sırrı ile Fikri işletirlerdi. Çok kalabalık olurdu. Tortum,<br />

Oltu, Narman, İspir ve Erzurum'un yakın köylerinden müşteriler gelirdi.<br />

Bunu takip eden dönemde İshak Kemalî, Oltulu İbrahim yani Ümmanî,<br />

Hasır Garajı'nda handa çalarlardı. Ben de o kahvede çaldım. Behçet Emi de<br />

buraya gelirdi. İshak Kemali ile yakından görüşürdük.<br />

Pelit Meydanı'nda Karadeniz Oteli'nin karşısındaki kahvede çok çaldık. O<br />

zamanlar Ali Rahmanî, Gülhanî, Reyhanî, Ruhanî oraya gelirlerdi. Daha sonra<br />

Gölbaşı'nda Kemal'in kahvesine geçtik. Bu kahveyi Nuri ile Reyhanî<br />

tutmuşlardı" 7.<br />

Mevlüt İhsanî'nin bahsettiği bu kahveyi <strong>Âşık</strong> Reyhanî ile <strong>Âşık</strong> Nuri Çırağî<br />

1976 yılında işletmeye başlarlar. Bu beraberlik üç yıl kadar devam eder. Nuri<br />

Çırağî 1979-80 yıllarında Sanayi Mahallesi'ndeki kendi kahvesini bu amaçla<br />

kullanır. 1982 yılı başlarında rahmetli <strong>Âşık</strong> Ali Rahmani, Kongre Caddesi'ndeki<br />

Kıbrıs Palas'ı, âşıklar kahvesi haline getirir. Ayrıca Yoncalık mahallesinde 1970<br />

yılından yakın zamanlara kadar sürekli olmasa da çeşitli aralıklarla, özellikle<br />

kış günlerinde ve ramazan aylarında âşıkların program yaptıkları Temelli<br />

<strong>Kahvehanesi</strong>'ni de burada anmak gerekir. 1983 yılı Kasım ayında ise Nuri<br />

Çırağî, Gez Çarşısı'ndaki kahveyi açar. Bundan sonrasını daha yakından takip<br />

etme imkânı buluyoruz. Nuri Çırağî'nin büyük fedakârlıklarla yürüttüğü bu<br />

kahve XX. yüz yılın son çeyreğinde gerek usta âşıkların sanatlarını icra etmesi<br />

ve genç âşıkların yetişmesi, böylece geleneğin canlı tutulması, gerekse<br />

<strong>Erzurum'da</strong>ki âşıklık geleneğinin Türkiye'ye ve dünyaya tanıtılması<br />

bakımından önemli bir hizmeti yerine getirmiştir. Bu kahvede <strong>Erzurum'da</strong>n ve<br />

Erzurum dışından çok sayıda âşık saz çalıp şiir söylemiş, karşılaşma yapmıştır.<br />

1990 yılında Nuri Çırağî'nin kahveyi kapatmasından sonra âşıklar, oldukça<br />

dağınık bir görünüm sergilediler ve Erzincankapı'da, Pelit Meydanı'nda,<br />

Kongre Caddesi'nde değişik kahvelerde program yaptılar. Bir yıl sonra Nuri<br />

Çırağî, Kongre Caddesi'ndeki Kıbrıs Palas Oteli'nin altında bulunan ve bir süre<br />

Ali Rahmani tarafından işletilen kahveyi açınca âşıklar tekrar bir araya gelme<br />

imkânını buldular. Çırağî, 1993 yılı başında <strong>Erzurum'da</strong>n ayrılırken kahveyi<br />

<strong>Âşık</strong> Cengiz Yaranî'ye devretti. 23 Ocak 1993 tarihinde işyerini devralan Cengiz<br />

Yaranî, üç yılı aşkın bir süre işlettiği kahveyi 30 Nisan 1996 tarihinde kapatmak<br />

zorunda kaldı. Bu tarihten beri âşıklar Kongre caddesinin ara<br />

sokaklarının birinde bulunan bir kahvede program yapmaya devam ediyorlar.<br />

Bu kahvenin ihtiyaca cevap verip veremeyeceğini zaman gösterecek. Bu arada<br />

<strong>Âşık</strong> Erol Ergani de Yenişehir semtinde bir başka âşık kahvesi açtı. "Halk<br />

Ozanları Kültür Çay Evi" adıyla 1994 Haziran'ında açılan bu kahvede sadece<br />

cumartesi ve pazar günleri program yapılması düşünülüyordu. Ancak bu,<br />

düzenli bir biçimde devam etmedi. Periyodik olmamak kaydıyla zaman zaman<br />

programlarını sürdürüyor.<br />

7 <strong>Âşık</strong> Mevlüt İhsanî, (D. Düzgün Tarafından Yapılan Özel Görüşme), Erzurum, 27 Ağustos 1991.


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Son yirmi yıl içinde âşık kahvesi işletmeciliği bakımından büyük<br />

hizmetleri bulunan âşıklarımızdan Ali Rahmani'yi rahmetle, Nuri Çırağî, Yaşar<br />

Reyhanî ve Cengiz Yaranî'yi, ayrıca geleneğin devamına katkıda bulunan<br />

Kiyasettin Temelli'yi minnetle anıyor, şu anda Yenişehir semtinde âşıklar<br />

kahvesini işletmekte olan Erol Ergani'ye bu güzel hizmet yolunda başarılar<br />

diliyoruz.<br />

II. ÂŞIK FASILLARI<br />

<strong>Erzurum'da</strong> âşık kahvesi geleneğinin tarihi seyrini böylece özetledikten<br />

sonra, mevcut âşık kahvelerinin işleyişini ve programların genel karakterini<br />

inceleyelim.<br />

<strong>Âşık</strong>lar kahvesi hem geleneğin icra edildiği, hem de yeni âşıkların<br />

yetiştirildiği bir ocaktır. İnsanların bir araya geldikleri her müessesede olduğu<br />

gibi burada da uyulması gereken belli başlı kurallar vardır. Tarih içinde âşık<br />

kahvesinin geçirdiği merhaleler, ayrı ve geniş bir bilimsel araştırmanın<br />

konusudur. Bu nedenle günümüzde varlığını sürdüren âşıklar kahvesinin<br />

işleyişi hakkında bilgi vermekle yetineceğiz.<br />

Gündüz saatlerinde diğer kahveler gibi işleyişini sürdüren kahvede âşık<br />

programı akşam saatlerinde başlar ve dört-beş saat kadar devam eder. Bu süre,<br />

dinleyicilerin ilgisi nisbetinde daha kısa veya uzun olabilir. Programlar, bazı<br />

özel günlerin dışında her gün devam eder. Ramazan ayı boyunca ise teravih<br />

namazından sonra başlar ve sahura kadar sürer.<br />

a. Münferit Manzum Söyleyişler<br />

Kahvede dinleyiciler hazır olunca âşıklardan biri sazını alarak kendisi için<br />

ayrılan kürsüye yahut masalardan birinin üzerine konulan sandalyeye oturur<br />

ve programına başlar. Saz eşliğinde söylenen şiirlerin belli bir sırası vardır.<br />

<strong>Âşık</strong> Mevlüt İhsanî bu sırayı şöyle belirliyor:<br />

"Önce bir divan söylenir. Arkasından bey usulü, güzelleme, yanık Kerem<br />

eklenir. Araya bir destan konulur. Bundan sonra âşık, istediğini söyler. En<br />

sonunda Köroğlu söylenir" 8.<br />

<strong>Geleneği</strong>n giderek zayıfladığını gördüğümüz son yıllardaki izlenimlerimize<br />

göre yukarıdaki sıraya bütünüyle uyulmasa da aşığın programa<br />

divanla başlaması vazgeçilmez bir kuraldır. Saz şiiri geleneğinde "divan" veya<br />

"divani" adlarıyla bilinen ve önceleri aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün<br />

kalıbıyla yazılan bu şiir türü giderek aruzdan uzaklaşmış ve bu kalıba tekabül<br />

eden hece vezni ile ortaya konulması yaygınlık kazanmıştır. Hece sayısı on<br />

beştir. Bazen on dört veya on altılı örneklerine de rastlamak mümkündür.<br />

<strong>Erzurum'da</strong>ki âşıklar kahvesinde en çok okunan divanlar, Sümmanî ve Şenlik'e<br />

8 Adı Geçen Görüşme.


Dilaver Düzgün<br />

ait olanlarıdır. Genellikle üç-dört hane olarak söylenmektedir. Bu tür şiirlerde<br />

Allah, peygamber sevgisi, dünyanın faniliği, iyilik ve doğruluğun önemi anlatılır.<br />

Kendine has bir makamı vardır. Çıldırlı <strong>Âşık</strong> Şenlik'e ait olup Erzurum kahvelerinde<br />

eri çok okunan bir divan örneği:<br />

Ey felek senin elinden abad olan görmedim<br />

Düşüp çengine bir daha geri gelen görmedim<br />

Nice yüz bin Süleymanlar hükmetti kaftan kafa<br />

Tahtında berkarar olup bina salan görmedim.<br />

Arş-ı kalemde gökler gark oldu nura<br />

Haktan İncil, Zebur, Tevrat erer onun sırrına<br />

Kur'an'dan hisse alanlar daha iner derine<br />

Dad-ı hak olan kullarda nâhak yalan görmedim.<br />

Sefil Şenlik derde düşmüş aşk için hazardadır<br />

Ol Hûda'mın bir nişanı en ibtida nurdadır<br />

Canım kurban bu vatana edep erkân burdadır<br />

Diyar-ı gurbet ellerde kadir bilen görmedim.<br />

Divandan sonra sevgilinin methedildiği güzelleme örneklerine yer<br />

verilir. <strong>Âşık</strong> Hüseyin Sümannioğlu'ndan bir güzelleme örneği:<br />

Hoyrat ok atmasın gül yüzlü yare<br />

Duvağa dokunur, tülü zedeler<br />

Yanılıp esmesin deyin rüzgâra<br />

Yanağa dokunur, alı zedeler.<br />

Cananımın emsali var sanmayın<br />

Uçan kuşa pay bile yok sanmayın<br />

Su isterse her gözeden sunmayın<br />

Damağa dokunur, dili zedeler.<br />

Yare deyin odasından çıkmasın<br />

Hain gözler kör olsun da bakmasın<br />

Gerdanına yakut, zümrüt takmasın<br />

Bukağa dokunur halı zedeler.<br />

Kıskanırım güneş dahi görmesin<br />

Sırma örüklerin yadlar örmesin<br />

Istemezem, kemer bile sarmasın<br />

Saç sağa dokunur, beli zedeler.<br />

Sümmanoğlu'n yari goncadan nazik<br />

Hasret rüzgârıyla sinesi ezik<br />

Ne altın bilezik, ne hatem yüzük<br />

Parmağa dokunur, eli zedeler.<br />

Güzellemenin ardından bir destan okunması da yaygınlık kazanmıştır.<br />

Bu destanlar içinde en çok rağbet görenleri farklı âşıklara ait peygamberler


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

destanı ile çeşitli yaş destanlarıdır. Fuat Çerkezoğlu'dan dinlediğimiz bir yaş<br />

destanı örneği:<br />

İnsanoğlu yeryüzüne gelince<br />

Bahçeye dikilmiş fidana benzer<br />

Ayağını bir yaşına basınca<br />

Bülbül feryad eden gülşene benzer.<br />

İkisinde el ayağı dolaşır<br />

Üç yaşında toprağınan güleşir<br />

Dört yaşında boyu bosu uzaşır<br />

Beş yaşında kaşı kemana benzer.<br />

Altısında beyan eder işini<br />

Yedisinde değiştirir dişini<br />

Sekizinde cehde koyar başını<br />

Dokuzunda taze bostana benzer.<br />

On yaşında çiçek gibi açılır<br />

On birinde kokulan saçılır<br />

On ikide boyu bosu seçilir<br />

On üçünde tezgin ceylana benzer.<br />

On dördünde giyim giyme çağıdır<br />

On beşinde göğsü cennet bağıdır<br />

On altıda gören akim dağıdır<br />

On yedide hükm-i sultana benzer.<br />

On sekizde beyan eder halini<br />

On dokuzda sevda büker belini<br />

İyirmide eve koyar gelini<br />

Zincirler eylemez arslana benzer.<br />

Yirmi beşte bıyıkları burulur<br />

Otuzunda sular gibi durulur<br />

Kırk yaşında yavaş yavaş yorulur<br />

Yükü ağırlanmış kervana benzer.<br />

Kırk beşinde hayat orta çağlanır<br />

Ellisinde eyvah der de ağlanır<br />

Altmışında evlada bel bağlanır<br />

Baykuş yuva yapmış virana benzer.<br />

Yetmişinde sızı girer dizine<br />

Sekseninde kimse bakmaz yüzüne<br />

Doksanında duman çöker gözüne<br />

Dağ başına çökmüş dumana benzer.<br />

Bir de yüz yaşına ayak basınca<br />

Bu faniden ümidini kesince<br />

Geri dönüp izlerine bakınca<br />

Sanki hiç gelmemiş yalana benzer.


Dilaver Düzgün<br />

Bundan sonra dinleyicilerin istekleri yerine getirilir. Dinleyici istekleri<br />

ya bir kâğıda yazılarak aşığa ulaştırılır yahut "filan türküyü istiyorum"<br />

biçiminde yüksek sesle ifade edilir. Bazen de müşteri, kahvede çay dağıtan<br />

garsona isteğini bildirir, o da aşığın kulağına sessizce söyler. İsteklerin yerine<br />

getirilmesi sırasında uyulması gereken önemli kurallardan biri de aşığa bahşiş<br />

verilmesidir. Bahşiş olarak verilen para, sazın uç kısmında bulunan ipliğin<br />

arasına sıkıştırılır. Program sonuna kadar para orada asılı durur. Başka<br />

bahşişler verilirken yine oraya eklenir. Çok sık olmamakla birlikte paranın,<br />

aşığın eline verildiği veya cebine konulduğu durumlar da söz konusudur. Bu<br />

bahşişler aşığın sevilerek izlendiği manasına gelir ve bu âşık açısından bir<br />

teşvik unsuru halini alır. Aşığın motivasyonu açısından son derece yararlıdır.<br />

Bu motivasyonu sağlamak üzere bazen de aşığa hitaben "çok yaşa", "sağol",<br />

"varol" gibi sözler söylenir. Son on yıl içinde Erzurum kahvelerinde en çok<br />

istenen saz şiiri örneklerine göz attığımızda toplumsal eleştiri türündeki<br />

eserlerin öncelikli olarak yer aldığını görüyoruz. Bunlar arasından seçtiğimiz<br />

şu iki toplumsal yergi şiirini buraya aktarmak istiyoruz:<br />

<strong>Âşık</strong> Mustafa Ruhanî'den:<br />

Rayından çıktı tren<br />

Diren vatandaş diren<br />

Kim bu treni süren<br />

Evlen fren patladı<br />

Yok mu makinisti gören?<br />

Hop hop hoppala<br />

Hoppala yavrum hoppala<br />

Uçuruma gidersen<br />

Kefenliği arkala.<br />

Bugün hava çok sıcak<br />

Çalışmak ne olacak<br />

Olalım kucak kucak<br />

Ağaç gölgesi serin<br />

Oynayalım salıncak<br />

İp ip ippala<br />

İppala yavrum ippala<br />

İp kırılır düşersen<br />

Altın üstün ufala.<br />

Öteden gel öteden<br />

Beynimizi kıt eden<br />

Gençliği berbat eden<br />

Daha bize ne olur<br />

Çalıyor TRT'den


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Pop pop poppala<br />

Poppala yavrum poppala<br />

Müzik ruhun gıdası<br />

Bakma paraya, pula.<br />

Böyle söylemiş doktor<br />

İşler şok oğlu şoktur<br />

Avanak baba çoktur<br />

Eğer çocuk istersen<br />

Anaya lüzum yoktur<br />

Tüp tüp tüppala<br />

Tüppala yavrum tüppala<br />

Tüpten asalet olmaz<br />

Hayat erer zevale.<br />

Bizim Memiş çok kura<br />

İşi gücü dubara<br />

Utanmaz yüzü kara<br />

Siz getirin o yesin<br />

Alışmıştır oskora<br />

Lop lop loppala<br />

Loppala yavrum loppala<br />

Hediyelik gelmezse<br />

Hizmetliyi tepele.<br />

Göğe merdiven daya<br />

Yalan olsun sermaye<br />

Be hey kafadan yaya<br />

Sen de bu akıl ile<br />

Olursun bir baltaya<br />

Sap sap sappala<br />

Sappala yavrum sappala<br />

Ecdadın unutursan<br />

Başan patlar bin bela.<br />

Ruhanî sen hep boşa<br />

Yoruldun koşa koşa<br />

İşin düştü kalleşe<br />

Günde on şişe yetmez<br />

Emimgilin sernoşa<br />

Küp küp küppala<br />

Küppala yavrum küppala<br />

İçer sarhoş olursan<br />

Anan, baban sopala.


<strong>Âşık</strong> Yaşar Reyhanî'den:<br />

Dilaver Düzgün<br />

Almanya'ya geleli başka hal oldu<br />

Ben burada şaşırirem galirem<br />

Son doğan çocuklar hep sarı oldi<br />

Onun da sebebi muzdur bilirem.<br />

İlk gün geldiğimde Banof'da galdım<br />

Sonra Kastavus'ta bir avrat buldum<br />

Yirmi beş yıl orda boşa gocaldım<br />

Şimdi çarem bitti namaz gılirem.<br />

Canım çoh sıhılir ahşam olunca<br />

Çamaşır yıhirem fırsat bulunca<br />

Sosyal Amt'tan ucuz para almca<br />

Bir hafta içinde hacı olirem.<br />

Gayet çoh şımardı ah çocuhlar ah<br />

Terbiye düzeni bozuldu eyvah<br />

Çocuhlarnan hızlı gonuşmak yasah<br />

Çünki Kindergelt'ten para alirem.<br />

Derdim çoh ya galamni demirem<br />

Dillerim dönmüyor, söyliyemirem<br />

Ben Türk'em ya domuz eti yemirem<br />

Fırsat bulir, sucuhlari yalırem.<br />

Geçen hasta olduğumi bildiler<br />

Sağ olsun dohtorlar eve geldiler<br />

Böbreğimin ikisini aldiler<br />

Ciğerim yoh, omuzumdan solirem.<br />

Ben bu yerde yorulmadım, durmadım<br />

Bütün emeğimi boşa vermedim<br />

Kırk beş gündür avradımi görmedim<br />

Ara sıra durahlarda bulirem.<br />

Arada garışıh rüya görirem<br />

Denizin üstüne duvar örirem<br />

Nerde pavyon görsem orda durirem<br />

Sağa sola bahir, hemen dalirem.<br />

Bütün emeklerim getti havaya<br />

Ellerimi açtım ulu Mevla'ya<br />

İsa bizi çağırıyor havaya<br />

Onun için uçanlarda ölirem.<br />

Reyhanî düşündüm yıllar boyunca<br />

Bu dert anlaşılmaz, bilinmeyince<br />

Alman raus, ben yabancı diyince<br />

İki pasaportli yurttaş olirem.


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Dinleyici istekleri arasında aşk, gurbet ve nasihat şiirlerinin çokluğu da<br />

dikkat çekiyor. Özellikle İhsanı, Reyhanî ve Ruhanî'nin şiirlerinin okunduğuna<br />

sıkça rastlanmaktadır. Ruhanî'nin haksızlıktan şikayet eden, toplumun aksak<br />

yönlerini eleştiren bir nasihat örneği:<br />

Hayat felce uğrar fenalık çıkar<br />

Hakkı unutanlar tövbekâr olun<br />

Haklıyı hor görmek dünyayı yıkar<br />

Haksızı tutanlar tövbekâr olun.<br />

Kılıç kılavlanır, balta zotlanır<br />

Zalim kudurdukça mazlum dertlenir<br />

Beyniz kanser olur, ağzız kurtlanır<br />

Kuran'a çatanlar tövbekâr olun.<br />

İstersen cahile söyle bin defa<br />

Nasihat anlamaz içi boş kafa<br />

Çalışmakla ulaşılır hedefe<br />

Gölgede yatanlar tövbekâr olun.<br />

Halden anlayanın yeri cennettir<br />

Halden anlamayan insan namerttir<br />

Devletin çarkını bozan rüşvettir<br />

Anafor yutanlar tövbekâr olun.<br />

İnsan odur sahip ola suçuna<br />

Kamil odur her günahtan kaçına<br />

Meşhur sözdür pişmiş aşın içine<br />

Soğuk su katanlar tövbekâr olun.<br />

İnsanları yıkan hırstır, tamahtır<br />

Zalimin bağrı taş, kalbi siyahtır<br />

Gıybet var ya işret kadar günahtır<br />

Gaflete batanlar tövbekâr olun.<br />

Gece yarısına karanlık derler<br />

Okuyanlar bilir, çalışan terler<br />

Ya satarlar, ya başını keserler<br />

Vakitsiz ötenler tövbekâr olun.<br />

<strong>Âşık</strong> Ruhanî'yim sözün doğrusu<br />

Laf değil insanın iştir aynası<br />

Lafınan yürümez peynir gemisi<br />

Palavra atanlar tövbekâr olun<br />

Dinleyicilerden bir kısmı, âşık tarafından kendileri için bir şiir<br />

söylenmesini istemektedirler. Böyle durumlarda çoğu kez âşık, dinleyiciyi<br />

önceden tanımaktadır. Onun kişiliğini, birtakım özelliklerini, o günlerde<br />

yaşadığı sıkıntıları bilir ve onun hoşuna gidecek, haline tercüman olacak şiirler<br />

söyler. Bu tür şiirlerin ortaya konulması için her zaman dinleyiciden talep<br />

gelmesi beklenmez.


Dilaver Düzgün<br />

Programını sürdüren âşık, kendisine yakın hissettiği birini dinleyiciler<br />

arasında görünce kendiliğinden bir şiir söyler. Bu şiirler çoğu kez methedici<br />

nitelikte olur. Adına şiir söylenen kişi de hemen bahşiş verme ihtiyacını<br />

hisseder. Bir halk edebiyatı araştırmacısı olarak âşık programlarında sıkça<br />

bulunduğumuz için bu tür şiirlere sıkça muhatap olmuş bulunuyoruz. Burada<br />

<strong>Âşık</strong> Rahim Sağlam'ın kahvedeki dinleyiciler arasında gördüğü Osman adlı yaşlı<br />

bir kişi için söylediği bir şiiri örnek olarak sunmak istiyoruz. Şiirde adı geçen<br />

Osman Amca, yoksul, kendisine bakabilecek bir yakını olmayan, bu nedenle<br />

Trabzon'daki huzur evinde kalan, âşıklık geleneğine ilgi duyduğu için<br />

Erzurum'a geldiğinde mutlaka âşıklar kahvesine uğrayan, böylece âşıklarla<br />

yakından tanışma imkânı bulan ihtiyar bir insandır. Çeşitli aralıklarla<br />

kahvedeki dinleyicilerden Osman Amca'ya yardım amacıyla para toplandığına<br />

tanık olmuş bulunuyoruz. Rahim Sağlam, 22 Ekim 1992 tarihinde program<br />

yaparken bu kişi için hazırlıksız olarak şu şiiri söylemiştir:<br />

Mekânı yok, yuvası yok<br />

Bir gariban Osman Emi<br />

Felek ile davası yok<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Her yanını aldı sızı<br />

Artık görmez oldu gözü<br />

Ne oğlu var ne de kızı<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Yüreğine dertler dolmuş<br />

Sararmış gül benzi solmuş<br />

Bakımevi mekân olmuş<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Bir yudum su vereni yok.<br />

Yarasını saram yok<br />

Başucunda duranı yok<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Kader vurmuş ona yara<br />

Ciğerleri pare pare<br />

Bugün gelmiş Erzurum'a<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Dağlar gibi duman başı<br />

Seksenini buldu yaşı<br />

Sofrasında yoktur aşı<br />

Bir gariban Osman Emi.<br />

Rahim Sağlam eder havar<br />

Gezip durdu diyar diyar<br />

Baston elde bir ihtiyar<br />

Bir gariban Osman Emi.


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

O gün, adına şiir söylenen Osman Amca'nın bundan memnun kaldığını,<br />

şiiri dinlerken çok duygulandığını, hatta göz yaşlarını tutamadığını<br />

gözlemledik. Sadece kendisi değil, kahvede bulunan diğer dinleyiciler<br />

hüzünlendiler.<br />

Program arasında saz eşliğinde olmaksızın şiir söylendiği de vaki- dir.<br />

Özellikle beş altı haneden daha uzun olan şiirlerin saz eşliğinde okunması fazla<br />

zaman alacağından bu tür eserler şiir gibi okunur. Saz, bir çeşit fon müziği<br />

olarak devreye girer. Fuat Çerkezoğlu'nun bayrak konulu şiiri, bunun bariz bir<br />

örneğidir:<br />

Kimi varlık sever, kimisi güzel<br />

Ben de âşık oldum sana bayrağım<br />

Kutsallık kazandın çok şeyden evvel<br />

Gölgen düştüğü gün kana bayrağım.<br />

Hürriyet doğuşun, istiklal yaşın<br />

Rengin veren şehitler kan kardaşın<br />

Bir sefer de olsa eğilmez başın<br />

Yakışmışsın asumana bayrağım.<br />

Vatan sana âşık, gül vatanına<br />

Dalgalanmak yakışmaz mı şanına<br />

Bir rumuz yazılı ak gerdanına<br />

Gizli değil okuyana bayrağım.<br />

Gül yüzlüm gül, gül açılsın gül yüzün<br />

Yüzünü görende kalır mı hüzün<br />

Ak hilal kaşındır, yıldızsa gözün<br />

Nazar eyle dört bir yana bayrağım.<br />

Yok olsun aşkınla coşmayan yürek<br />

Kırılsın yüksekte tutmayan bilek<br />

Arzumuz, semada olmalısın tek<br />

Sen yetersin bu cihana bayrağım.<br />

Şahit olmuş gökyüzünde yıldızlar<br />

Uğrunda savaşmış gelinler, kızlar<br />

Sana yad el değse vücudum sızlar<br />

Ne kadar yakınsın cana bayrağım.<br />

Leyla mısın Mecnun'un var çöllerde<br />

Destan destan söylenirsin dillerde<br />

Hasretin çeken çok gurbet ellerde<br />

Anıyorlar yana yana bayrağım.<br />

Gölgende kabristan kazan Mehmetçik,<br />

Taşa vatan, bayrak yazan Mehmetçik<br />

Hayranım ben; ölem sözen Mehmetçik<br />

Sen layıksın bu vatana bayrağım.


Dilaver Düzgün<br />

Ben Çerkezoğlu'yum severim seni<br />

Ölünce istemem bezden kefeni<br />

Sevdiğim sen gerdanına sar beni<br />

Sensiz gitmem kabristana bayrağım.<br />

b. Hikâye Anlatma <strong>Geleneği</strong><br />

<strong>Âşık</strong>lar sadece saz eşliğinde manzum eserlerini sunmakla yetinmezler.<br />

Şiirlerin arasında dinleyicilerle sohbet ederler. İyiliği, doğruluğu tavsiye eden<br />

nasihatlerde bulunurlar, fıkra anlatırlar, başlarından geçmiş herhangi bir olayı<br />

dinleyicilere naklederler. Böylece âşıkla dinleyiciler arasında sağlam bir<br />

diyalog kurulmuş olur. <strong>Âşık</strong>lar bazen de bir halk hikâyesi örneği verirler.<br />

Erzurum kahvelerinde geleneğin eski şeklinde olduğu gibi bir hikâyenin<br />

günlerce anlatılması olayına son dönemlerde rastlayamıyoruz. Bunda, aynı<br />

dinleyicilerin her gün kahveye gelmemelerinin etkili olduğunu tahmin<br />

ediyoruz. Hikâyelerin çoğunlukla bir günde bitirildiğini, bazen de devamının<br />

ikinci, hatta üçüncü güne sarktığını görüyoruz. <strong>Erzurum'da</strong> hikâyeli<br />

programlara en çok yer veren <strong>Âşık</strong>, Mevlüt İhsanî'dir. O, bazen Kerem ile Aslı,<br />

Ercişli Emrah ile Selvi Han, <strong>Âşık</strong> Garip gibi kendi tasnifi olmayan hikâyeleri<br />

anlatır, bazen de kendisinin tasnif ettiği Sinan Bey, Filiz Hanım ile Seyfet Çavuş,<br />

Böyle Bağlar gibi hikâyeleri gündeme getirir. Bu geleneği sürdüren diğer iki<br />

âşık da Nuri Çırağî ve İhsan Yavuzer'dir. Bu âşıklardan ikisinin de Mevlüt<br />

İhsanî'nin çırakları olduğunu belirtirsek geleneğe bağlılığın tesadüfi olmadığı<br />

anlaşılır. Bunlardan Nuri Çırağî, klasik halk hikâyelerinden parçalar aktarırken,<br />

İhsan Yavuzer, daha çok son dönemlerde birtakım olayların arkasından<br />

oluşturulmuş güncel hikâyelere yer vermektedir. Diğer âşıklar ise çoğunlukla<br />

kendi başlarından geçmiş bir olayı ve ona bağlı olarak söylenen şiirleri<br />

dinleyicilerine aktarırlar.<br />

<strong>Âşık</strong>ların klasik halk hikâyelerinden parçalar sunmalarına bir örnek<br />

vermek istiyoruz. 24 Haziran 1992 tarihinde programını sürdürmekte olan<br />

<strong>Âşık</strong> Mevlüt İhsanî, dinleyiciler arasında bulunan <strong>Âşık</strong> Mustafa Ruhanî'nin<br />

"menekşe aynası" şiirini istemesi üzerine Mevlüt İhsanî, şiiri ve onunla ilgili<br />

hikâyenin bir kısmını şöyle takdim etmiştir:<br />

"Emrah çıktı Erciş dağlarının üstüne. Dağın başına çıkmca baktı ki Erciş'in<br />

üstünde bir duman var. Dedi ki ben şimdi dumana söylerim; eğer duman kalkar,<br />

anlarım ki Selvi burdadır. Yok, duman kalkmazsa, Erciş'in üstünde duman kalırsa<br />

anlarım ki Selvi gitmiş. Ey, bu âşık hayali ya, ister olsun, isterse olmasın. Ha, alır<br />

bakalım Emrah dağların dumanma ne der. Ondan sonra bağa inecek, bağda ne<br />

diyecek.


Şu karşıki karlı dağlar<br />

Pare pare duman şimdi.<br />

Sevişmesi bir hoş amma<br />

Ayrılması yaman şimdi.<br />

Erisin dağların karı<br />

Bülbül çeker ah u zan<br />

Kadir Mevlam gönder yari<br />

Gönül ister heman şimdi.<br />

Arar da yari bulurum<br />

Yolunda kurban olurum<br />

Bir gün görmesem ölürüm<br />

Gör neyledi zaman şimdi.<br />

Şimdi benim yarim çıkar<br />

Çıkar da yollara bakar<br />

Emrah'ı odlara yakar<br />

Boyu Selvi revan şimdi.<br />

<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Baktı ki duman kalkmadı. Dedi ki Selvi burda yok. Bir de geldi Erciş Selvi<br />

bağına ki ne gelsin, Selvi kaçırılmış. Nasıl kaçırılmış? Selvi'nin gergef işlediği,<br />

eliyle işlediği bir vala, bir gergef gül ağacına dolanmış da kalmış. Anladı ki<br />

götürürken Selvi'yi sürütmüşler, başından dolanmış. O zaman bakalım ki Emrah<br />

burada ne dedi:<br />

Endamı menemşe aynası nergiz<br />

O susam hayallim hani görünmez<br />

Nazik elli sim bilekli nazenim<br />

O keklik misallim hani görünmez.<br />

Huma kuşu gibi kanat kakışlım<br />

Yüsküfün eğdirmiş Leyla bakışlım<br />

Koynun içi misk ü anber kokuşlum<br />

Gergefi yıldızlım hani görünmez.<br />

Siyah zülfün çoktur, örmesi benden<br />

Koynu cennet bağı, dermesi benden<br />

Şah geldi apardı Selvi'yi benden<br />

Emrah can alıcın hani görünmez.<br />

Emrah saraya girdi ki ne girsin; camlar, efendim ne kadar ki deştiler, şu,<br />

bu varsa ezilmiş, kırılmış. O zaman bakalım ne dedi:<br />

Girdim ki bağına bülbüller susmuş<br />

Selvi göçmüş, viran kalmış otağı<br />

Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş<br />

Sakiler meclisten kesmiş ayağı.


Dilaver Düzgün<br />

Ayrıldım Selvi'den, hastayım hasta<br />

Başım yastıktadır, kulağım seste<br />

Dudular kan ağlar, bülbüller yasta<br />

Nazlı canan terk edeli bu bağı.<br />

Emrah yar hastası, hasreti canda<br />

Gönül melul mahzun dideler kanda<br />

Şah geldi apardı, sevdası bende<br />

Mecnun gibi dolanayım bu dağı.<br />

Gidin o yara diyin<br />

Ağ günüm gara diyin<br />

O yar beni sorarsa<br />

Gelsin mezara diyin.<br />

<strong>Âşık</strong> der yarım galdı<br />

Gözü yaşlı yarim galdı<br />

Ben feleğe neyledim<br />

Muradım yarım galdı."<br />

c. <strong>Âşık</strong> Karşılaşmaları<br />

Bazen programını sürdürmekte olan âşık bir başka aşığı yanma çağırır. Bu<br />

çağırma, şiir biçiminde olur. 12.02.1996 tarihinde Erol Ergani'nin kahvesinde<br />

gerçekleştirilen âşık sohbetinde programını sürdüren <strong>Âşık</strong> Rahim Sağlam, şu<br />

dizelerle diğer âşıkları karşılaşmaya davet ediyordu:<br />

Bir Gülhanî, bir Yavuzer<br />

Gelin âşıklar, âşıklar<br />

Gâhi dertli, gâhi gamlı<br />

Çalın âşıklar, âşıklar.<br />

Duyuyorum zarınızı<br />

Ben bilirim varınızı<br />

Yavaş yavaş yerinizi<br />

Alın âşıklar, âşıklar.<br />

Rahim Sağlam, sazı doğru<br />

Bahar ile yazı doğru<br />

Özü ile sözü doğru<br />

Olun âşıklar, âşıklar.<br />

İlk âşığın buna benzer bir şiir ile diğer aşığı veya âşıkları karşılaşmaya<br />

davet etmesinden sonra onlar da sazlarını alarak kürsüye çıkarlar. Hemen<br />

karşılaşmaya başlanmaz. Yeni gelen âşık önce bir-iki türkü söyler. Buna "boğaz<br />

ısıtma" denir. Âşığın boğazı ısındıktan sonra karşılaşmaya başlanır. Aynı anda<br />

karşılaşma yapan âşıkların sayısı üç, dört olabilir. Hatta âşıklardan biri veya<br />

ikisi ayakta, kahvenin ortasında dolaşarak, diğerleri de kürsüde oturarak<br />

söyleyebilirler. <strong>Âşık</strong>lar kahvesinde gerçekleştirilen birkaç karşılaşma örneği:


RUHANİ-ÇIRAĞİ<br />

<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

Ruhanî: Ariften cehalet, cahilden ilim<br />

Kâmilden cehalet kokar mı, kokmaz<br />

Ateşin sırrını öğrendin mi sen?<br />

Yanmayınca duman çıkar mı, çıkmaz.<br />

Çırağî: Hak olan yerde olmaz Cehennem<br />

Allah kullarım yakar mı, yakmaz<br />

Cahil kem göz ile bakar her yana<br />

Kâmil kemlik ile bakar mı, bakmaz.<br />

Ruhanî: Açların halini ne bilir toklar<br />

Kâmiller sırrını kalbinde saklar<br />

Kendi iffetini bilen koçaklar<br />

Elin namusuna bakar mı, bakmaz.<br />

Çırağî: Hafif otu alır gider rûzigâr<br />

Bunu doğrularım, veririm haber<br />

Atalardan bir söz vardır yadigâr<br />

Ağır taş yerinden kalkar mı, kalkmaz.<br />

Ruhanî: Hürriyetin sembolüdür bozkurtlar<br />

Yiğitler harmanı bu bizim yurtlar<br />

Bir atasözüdür merdoğlu mertler<br />

Gücü yettiğini yıkar mı, yıkmaz.<br />

Çırağî: Hamurunda kötü maya olursa<br />

Niyetinde kötü gaye olursa<br />

Aslı naylon, rengi boya olursa<br />

Şu sevdiğin güller kokar mı, kokmaz.<br />

Ruhanî: Ruhanî'yim sabrı cemil olanın<br />

Okuyup ilm ile amil olanın<br />

Kendisini bilip kâmil olanın<br />

Ağzından fena söz çıkar mı, çıkmaz.<br />

Çırağî: Çırağî, kötüler düşer illete<br />

Rayet etmez mala, mülke, zillete<br />

Kâmiller faydalı vatan, millete<br />

Bir aksi çiviyi çakar mı, çakmaz.<br />

ÇIRAĞİ-RUHANİ<br />

Çırağî: Bu sevdanın yollarında yıllarca<br />

Yorulmaz, usanmaz, yılmaz âşıklar<br />

Allah'ın emridir, bu iş böyledir<br />

Onunçün ağlamış, gülmez âşıklar.<br />

Ruhanî: Elin yanan yüreğine su serper<br />

Niye göz yaşını silmez âşıklar<br />

Kelam nerden gelir, nereye gider<br />

Bazı gafil olur, bilmez âşıklar.


Çırağî: Gönlünde bin ateş yakar da gider<br />

Hayat kapısından bakar da gider<br />

Dünyaya bir eser bırakır gider<br />

Ebedi yaşarlar, ölmez âşıklar.<br />

Dilaver Düzgün<br />

Ruhanî: <strong>Âşık</strong>ların zati bağrı yanıktır<br />

Hayatında birçok şeye tanıktır<br />

Yüz yaşasa âşık yine âşıktır<br />

Ne mebus, ne paşa olmaz âşıklar.<br />

Çırağî: Aşk ile ah ile gönül döymüşler<br />

Sonradan görürsün bunlar neymişler<br />

Sevgiyi hoşlanır, çünkü sevmişler<br />

<strong>Âşık</strong>ta kötülük olmaz âşıklar.<br />

Ruhanî: Her âşık Mecnun'dur, sevdiği Leyla<br />

Gezdiğim çöllerdir, durağım yayla<br />

Bilmem Yaradan'm emri mi böyle<br />

Niye arzusunu bulmaz âşıklar?<br />

Çırağî: Hak deyip de hakikate gelmişse<br />

Hakikati bu meydanda bulmuşsa<br />

Üstadından gerçek öğüt almışsa<br />

Elin eserini çalmaz âşıklar.<br />

Ruhanî: Gerçek âşık olan dostun gülüdür<br />

Sevdanın sümbülü, hoş bülbülüdür<br />

Öz âşıklar muhabbetin gülüdür<br />

Sun'i çiçek değil, solmaz âşıklar.<br />

Çırağî: Yarının içinde yarın ararlar<br />

Der Nuri Çırağı yerin ararlar<br />

Muhabbeti gayet derin ararlar<br />

Suyun yüzününe dalmaz âşıklar.<br />

Ruhanî: <strong>Âşık</strong> Ruhanî'yim, umut yarma<br />

Elbet aşkı olan yanar yârına<br />

Yunus bile beyit demiş yârına<br />

Elbet maşukasız olmaz âşıklar. (2 Kasım 1989)<br />

RUHANÎ-ÇIRAĞÎ-İHSANÎ<br />

Ruhanî: Bir sabah erkenden çıktım dışarı<br />

Zaman dalgalanır rûzigâr ağlar<br />

Böylelikle doldu ömür defteri<br />

Hem kâr figan eder, hem zarar ağlar.<br />

Çırağî Tabiatın' kanunu da değişti<br />

Gelmiyor dağlara bir bahar ağlar<br />

Oturmuş köşede bükülmüş kalmış<br />

Şöyle nazar ettim ihtiyar ağlar.


<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

İhsanî Gezdim seyreyledim bütün her yanı<br />

Bağban feryad eder, bağda bar ağlar<br />

Her şeyin kendine vardır zamanı<br />

İnsan figan eder, itibar ağlar.<br />

Ruhanî: Süleyman'ım kuş dilinden anlarım<br />

Anlarım da ben kendimi dinlerim<br />

Çoktan beri hasta düştüm inlerim<br />

Yâr el çekse yaram sızlar, yâr ağlar.<br />

Çırağî: Amana da deli gönül amana<br />

Dağlar gibi başım girdi dumana<br />

İnsanlara acımamış zamane<br />

Garipler öldü mü bir mezar ağlar.<br />

İhsanî: Gayet çok güzeldir bahar çağları<br />

Coş eyledir bütün gelen sağları<br />

Görmez misin ilkbaharda dağları<br />

Duman feryad eder, dağda kar ağlar.<br />

Ruhanî: Ruhanî evvela kendini yoklar<br />

Kendini yoklar da âlemi haklar<br />

Arzusuna hasret kalan âşıklar<br />

Bir ömür boyunca zari zar ağlar.<br />

Çırağî: Gerçek tabib olsa yaramı eyler<br />

Çırağî derdini herkese söyler<br />

Lisan-ı hal ile Hakk'ı zikreyler<br />

Şimşek nara vurur, bulutlar ağlar.<br />

İhsanî: Mevlüt İhsanî'yim çektiğim aman<br />

Mevla öldüğümde nasib et iman<br />

Azizim, kardeşim öldüğüm zaman<br />

Bir yavru, bir bacı, bir de yâr ağlar.<br />

ÇIRAĞÎ-İHSANÎ-RUHANÎ<br />

Çırağî: Bu aşkın dikenli yolundan geri<br />

Döndü kalbim ısınmıyor sevdiğim<br />

Bir zaman oturduk dağın başında<br />

Dondu kalbim ısırtmıyor sevdiğim.<br />

İhsanî: Küçük yaştan seni sevdim bakmadın<br />

Döndü kalbim ısınmıyor sevdiğim<br />

Ben bir ateş idim sen de rûzigar<br />

Söndü kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

Ruhanî: Bir sevgi mendili yad eller bana<br />

Sundu kalbim ısınmıyor sevdiğim<br />

Terk etti ceylanı, döndü aslana<br />

Bindi kalbim ısınmıyor sevdiğim.


Dilaver Düzgün<br />

Çırağî: Senin aşkın etmiş beni serseri<br />

Yıllarca dolandı ileri geri<br />

Sandım ki karşımda sihirli peri<br />

Sandı kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

İhsanî: <strong>Âşık</strong> oldum elin menekşesine<br />

Bakın bu gönlümün bir neşesine<br />

O ıssız dağların bir köşesine<br />

Sindi kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

Ruhanî: Feryad ile geçer âşığın günü<br />

Göklere dayanır feryadı, ünü<br />

Gönlüm senden geçti, bir başkasını<br />

Andı kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

Çırağî: Nuri Çırağî'nin bak bir yüzüne<br />

Gidiyorsun ama kimin izine<br />

Anladım aldandım iki gözüne<br />

Kandı kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

İhsanî: Mevlüt İhsanî'nin bakın yasma<br />

Kimse de gelmiyor daha sesine<br />

Senden başkasının arabasına<br />

Bindi kalbim ısınmıyor sevdiğim.<br />

Ruhanî: Ruhanî kül oldun sen yana yana<br />

İş böyle giderse sonumuz fena<br />

Gönül senden geçti bir başkasına<br />

Döndü kalbim ısınmıyor sevdiğim. (8 Kasım 1991)<br />

d. Kapanış<br />

Ferdî söyleyişler, hikâye anlatma ve karşılaşma bölümlerinden sonra âşık<br />

fasıllarının son kısmında bir koçaklama söylenmesi yaygın hale gelmiştir.<br />

Programın sonuna doğru genellikle karşılaşma için kürsüye çıkmış bulunan<br />

birden fazla âşık bulunur ve koçaklamalar da bu âşıklar tarafından koro<br />

halinde söylenir. Köroğlu'na veya bir başka aşığa ait koçaklama ile program<br />

bitirilir. Özellikle Köroğlu'nun "mert dayanır, namert kaçar" dizesiyle başlayan<br />

şiiri çok söylenir. Erzurum âşık kahvelerinde en çok söylenen koçaklama<br />

türündeki şiirlerden biri de Bardızlı Nihanî'nin<br />

Atın aslanlarım Allah aşkına<br />

Şehit olanımız cennet köşküne<br />

biçimindeki nakarat dizeleriyle sunulmuş olan şiiridir.<br />

Kapanış bölümünde bazen koçaklama yerine yine koro eşliğinde<br />

güzelleme veya destan söylenmesi de mümkündür. Mevlüt İhsanî'nin şu şiiri<br />

kapanış kısmında sıkça karşılaşılan örneklerdendir:


Bir koyunla iki kuzu<br />

Meler dağın yamacında<br />

Ak çobanın esmer kızı<br />

Güler dağın yamacında.<br />

Severim yıllardan beri<br />

Ondan aldım bu eseri<br />

Ak gerdandan akan teri<br />

Siler dağın yamacında.<br />

Ya huridir, ya da melek<br />

Yıllar boyu ettim dilek<br />

On aşığa bir tek çilek<br />

Böler dağın yamacında.<br />

Aşk ile kurmuş dünyayı<br />

Yıldıza bağlamış ayı<br />

Ferhat ah ile kayayı<br />

Deler dağın yamacında.<br />

Mevlüt İhsan'ın halini<br />

Kayaya vermiş dalını<br />

Dertli çoban kavalını<br />

Çalar dağın yamacında.<br />

<strong>Erzurum'da</strong> <strong>Âşık</strong> <strong>Kahvehanesi</strong> <strong>Geleneği</strong><br />

[Folkloristik: Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, (Haz. M. Özarslan-Ö. Çobanoğlu), Ankara,<br />

Feryal Matbaacılık, 1998, s. 205-224]

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!