07.04.2014 Views

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

imam mâturîdî'nin - Yeni Ümit

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

savaşmayı seçmişlerdi. Bu ise çok açık bir şekilde<br />

Kur’ân’ın fesâhat ve belâgatini göstermesinin yanında<br />

Arapların onun meydan okumasına karşı duramadıklarını<br />

ortaya koyar. Kur’ân’ın nazmına muaraza etmekten<br />

âciz kalınca onur ve itibarlarını kurtarmak için<br />

savaşı tercih ettiler.<br />

Kur’ân, fesâhat ve belâgatin zirvesini temsil eden<br />

mucize bir kitaptır. En çetin düşmanları dahi onu<br />

dinlemekten kendilerini alamamış, onun fesahat<br />

ve belâgati karşısında secdeye kapanmışlardır. İbn<br />

İshâk’tan gelen bir rivayete göre Mekke’nin ileri gelenlerinden<br />

Ebû Cehil, Ebû Süfyân ve el-Ahnes b.<br />

Şurayk, Hz. Peygamber’i geceleyin namaz kılarken<br />

gizlice dinlemek üzere birbirlerinden habersiz olarak<br />

evlerinden çıkarlar. Hiçbiri diğerinin yerini bilmeden<br />

tan yeri ağarıncaya kadar Hz. Peygamber’in evinin<br />

etrafında Kur’ân’ı hayranlıkla dinlerler. Sabah olup<br />

evlerine dönerlerken yolda birbirleri ile karşılaşır, durumu<br />

anlarlar ve birbirlerini ayıplarlar. Böyle bir şeyi<br />

tekrarlamamaları ve insanların bu durumu duydukları<br />

takdirde içlerine şüphe gireceği konusunda birbirlerini<br />

uyarırlar. Bu durum birkaç gece tekrar eder ve en<br />

sonunda bir daha Kur’ân dinlemeye gelmemek üzere<br />

sözleşirler. (İbn İshâk, Sîret, s. 169) İşte önde gelen<br />

müşriklerin birbirlerini uyarmaları ve bir daha gelmemek<br />

üzere birbirlerine söz vermeleri elbette Kur’ân’ın<br />

diğer insanlar üzerinde tesir edeceği endişelerinden<br />

kaynaklanmaktaydı.<br />

Efendimiz’in (sas) Belâgati<br />

Belâgatiyle bir cazibe merkezi olan Kur’ân’a tercüman<br />

olmak vazifesiyle görevlendirilen Peygamber<br />

Efendimiz’in fesahat ve belâgati Kur’ân’dan sonra zirvedir.<br />

Zîrâ O (sallallahü aleyhi ve sellem), hem yetiştiği<br />

çevre hem de Allah’ın lütfu sayesinde üstün bir<br />

dil melekesine sahipti. Lehçeler içinde en fasih kabul<br />

edilen Kureyş lehçesini en güzel şekilde konuşuyordu.<br />

Hayat-ı seniyyesine baktığımızda O’nun (sallallahü<br />

aleyhi ve sellem) en fasih Arap kabileleri içinde hayat<br />

sürdüğünü görürüz. Kureyş’in bir kolu olan Benî<br />

Hâşim içinde doğmuş, fesâhati ile meşhûr Benî Sa’d<br />

içinde süt emmiş, kabileler içinde en fasih kabul edilen<br />

Kureyş içinde büyümüş, Benî Esed’den evlenmiş ve<br />

Benî ‘Amr’a (Evs ve Hazrec) hicret etmiştir. Bu yüzden<br />

“Ben Arapların en fasihiyim, zira ben Kureyş’tenim ve<br />

Benî Sa’d b. Bekr’de büyüdüm.” (Suyûti, el-Muzhir, I,<br />

210) buyurmuşlardır.<br />

Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü<br />

bütün Araplara hitaben söylemiştir. Buna rağmen O’na<br />

(sallallahü aleyhi ve sellem) kimse karşı çıkamamış ve<br />

O’nun tenkit edilecek bir tek sözünü bulamamışlardır.<br />

Eğer içlerinde daha fasih biri olsaydı onu alıp karşısına<br />

dikilecek ve muaraza edeceklerdi. Fakat onlar Allah<br />

Rasûlü’nde (sas) mükemmel bir fesahatten başka bir<br />

şey bulamamışlardı. Allah (celle celâluhu) O’na (sas)<br />

öyle bir dil ve vicdan enginliği bahşetmiş ki gönlünün<br />

ilhamlarını muhatabına rahatça aktarabilmekte<br />

ve arzu ettiği mânâyı kolaylıkla ifade edebilmekteydi.<br />

Arapçanın bütün lehçelerini yeri geldiğinde çok güzel<br />

bir şekilde kullanıyordu. O’nun (sas) ağzından hoşa<br />

gitmeyen bir anlam, dilinden kusurlu bir kelime çıkmamıştır.<br />

O (sas), fasih kabul edilen insanların dahi<br />

düştükleri ibare zayıflığı, anlam kapalılığı, söyleyiş<br />

güçlüğü gibi kusurlardan uzaktır. Eğer O’ndan (sas)<br />

fesahat adına bir kusur sâdır olsaydı, muhalifleri mal<br />

bulmuş mağribî gibi ona sarılacak, allayıp pullayıp<br />

meclislerinde bahis mevzuu yapacak, her tarafa yayacak<br />

ve risaletine gölge düşürmek için onu kullanacaklardı.<br />

Çünkü muhatabı olan toplum dile ehemmiyet<br />

veren bir toplumdu ve ancak kendilerinden daha fasih<br />

olan birine kulak verirlerdi. Özellikle bu durum<br />

İslâm’ın zuhur ettiği ilk dönemlerde daha bir önem<br />

arz etmekteydi. Zira muhalifleri, Allah Rasûlü’nü (sallallahü<br />

aleyhi ve sellem) gözden düşürmek, getirdiği<br />

hakikatlere karşı insanların ilgisini kesmek için en ufak<br />

bahaneleri dahi değerlendirmekten geri durmamış<br />

hatta iftira ederek O’nu (sas) şairlik ve delilikle suçlamışlardır.<br />

Tarih bizlere, Allah Rasûlü’nün (sas) fesahatine<br />

gölge düşürecek en küçük bir itirazın dahi vâki<br />

olmadığını nakletmektedir. Bilakis O (sas), “Ben peygamberim,<br />

bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in<br />

oğluyum! Ben Araplar içinde beyanı en fasih olanım!<br />

Ben Kureyş’in çocuğuyum ve Benî Sa’d b. Bekr içinde<br />

büyüdüm. Bana lahn (hatalı konuşma) nereden/nasıl<br />

bulaşacak!” (Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, VI, 35) diyerek<br />

kendisinin her türlü hatalı konuşmadan, fesahat ve<br />

beyan ayıplarından uzak olduğunu ifade etmiştir.<br />

Dile Hâkimiyeti<br />

Evet, O (sallallahü aleyhi ve sellem), en üstün bir<br />

dile sahipti. Muhatapları O’nun (sas) etkili beyanı<br />

karşısında hayranlıklarını gizleyemiyor ve bunu her<br />

fırsatta dile getiriyorlardı. O’nun (sas) farklı kabilelerden<br />

gelen insanlar karşısında dilin bütün zenginlikleriyle<br />

konuşmasını hayranlıkla dinleyen ashaptan<br />

biri bir gün O’na (sas) “Ey Allah’ın Resûlü, ne kadar<br />

da fasih konuşuyorsun! Meramını senden daha güzel<br />

ifade eden birini görmedik” dediğinde Allah Rasulü<br />

44

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!