23.12.2014 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO 177<br />

il3N SİNA METAFİZİĞİ<br />

Doç. Dr. Hayrani ALTINTAŞ<br />

ANKARA<br />

1985


ANKARA ÜNIVERSITESI ILÂIIİYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO 177<br />

İBN SİNA METAFİZİĞİ<br />

Doç. Dr. Hayrani ALT1NTAŞ<br />

ANKARA<br />

1985


İBN SİNA METAFIZİĞİ<br />

GIRI Ş :<br />

İSLAM DÜŞÜNCES İNDE METAFİZİK<br />

I. BÖLÜM: İBN S İNA'NIN HAYATI VE ESERLERI 7<br />

A- Hayat ı 9<br />

B- Eserleri 13<br />

II. BÖLÜM: İBN S İNA'DA METAFİZ İK DÜŞÜNCE 21<br />

A- İbn Sina'da Metafizik Dü şünce Sistemi 23<br />

B- İbn Sina'da Metafizik İlmi 25<br />

1- Varlık İlmi Olarak Metafizik ve Varl ık 29<br />

2- Metafiziğin Bölümleri 37<br />

3- Metafizik Niçin Tabiattan Önce ve Sonrad ır 39<br />

4- Metafizi ğin Konusu Nedir 39<br />

C- İbn Sina'n ın Bat ıya Tesiri 42<br />

D- İbn Sina'ya Yap ılan Tenkitler 45<br />

III. BÖLÜM: METAF İZ İK KAVRAMLAR 49<br />

A- Vacib ve Mümkün 51<br />

1- Vacibu'l-Vücud 51<br />

2- Mümkün Varl ık 58<br />

3- Vacib Varhk' ın Nitelikleri 60<br />

a) Basittir 62<br />

b) Cismi yoktur 64<br />

e) Cinsi ve türü yoktur 64<br />

d) Düşüneen, Dü şüne, Dü şünülendir (Akıl, :Akil,<br />

Ma'kul) 65<br />

e) Bilgisi Tamd ır 66<br />

f) Sevgi, Seven ve Sevilendir (A şk, Aşık, Ma'şuk) 72<br />

g) Saf İyiliktir 74<br />

III


h) Zengindir 75<br />

4— Allah' ın Varlığının Delilleri 76<br />

B— DOĞUŞ TEORİSİ (Sudür) 79<br />

1—İnayet ve Feyz 82<br />

2— Göklerin Hareketi 94<br />

3—Doğu ş Terminolojisi 100<br />

C— MADDE ve ŞEKIL 104<br />

D— İLL İYET NAZARİYES İ (NEDENSELLİK) 111<br />

1—Maddi Sebeb (el- İllet el-Unsuriyye) 113<br />

2— Şekli Sebeb (el- İllet el-Suveriyye) 113<br />

3—Fail Sebeb (el- İllet el-Failiyye) 114<br />

4— Gaye Sebebi (el- İllet el-Gâiyye) 115<br />

E— ALLAH ve ÂLEM 117<br />

F— NEFS TEOR İSİ 123<br />

1— Nefs Bir Cevherdir 125<br />

2— Nefs ile Beden Münasebeti 128<br />

a) Nefs Bedenle Birlikte Varolur 128<br />

b) Nefs Bedenin Olgunlu ğudur 129<br />

3— Nefs Çe şitleri veya Değerleri 130<br />

a) Nebati Nefs 131<br />

b) Hayvani Nefs 132<br />

e) İnsani Nefs 134<br />

d) Ölümden Sonra Nefs (Meâd) 138<br />

SONUÇ 143<br />

KAYNAKLAR 145<br />

INDEKS 152<br />

IV


Kısaltmalar:<br />

AHDLMA : Archives d'Histoire Doctrinale et Litteraire du Moyen<br />

Age.<br />

AIEO<br />

Büyük<br />

: Annales de l'Institut d'Etude Orientales.<br />

: Büyük Türk Filozof ve Tib stad ı İbn Sina.<br />

Distinction : La Distinction de l'Essence et de l'Existance d'apres<br />

Ibn Sina.<br />

İ .A. : İslâm Ansiklopedisi.<br />

IBLA<br />

: Institut des Belles Lettres Arabes.<br />

İ.F. DER. : ilâhiyat Fakültesi Dergisi.<br />

Livre<br />

MIDEO<br />

Pensee<br />

: Livres des Directives et Remarques<br />

: Melange de l'Institut Dominicaine d'Etude Orientale<br />

: La Pensee Religieuse d'Avicenne.<br />

Philosophie d'Averroes: Etude sur la Philosophie d'Averroes.<br />

V


GIRIŞ<br />

İSLAM DÜ ŞÜNCES İNDE METAFİZ İK<br />

İnsan, tabiat ı gereği, daima gerçe ğin arayıcısı olarak görünmü ştür<br />

ve görünecektir. Çünkü onun yarat ıhşında, belki de yarat ılış gayesiııde,<br />

bu merak, bu aray ış veya bir başka deyişle, en güzele, en iyi olana susamışlik<br />

bulunmaktad ır. Onun dü şünce hayat ında, daima, duyularla<br />

algılanan duyularla alg ılanamaz olanı, görünen görünmeyeni, gizli olanı,<br />

gerçek de ideal olan ı istemiş, gerektirmi ştir. Böylece insan, bu kavramlardan<br />

en kolay olanda kendini asla yeterli görmemi ş; her yeni buluş,<br />

bili ş ve görüşten sonra bunun da gerisinde daha yeni bir şeyler,<br />

hâlâ gizli kalan hususlar bulundu ğunu dü şünmüştür. Bu şekildedir ki,<br />

insanlık, felsefe dedi ğimiz ve gerçek olan ın, ideal olanın, en güzel olanın,<br />

gizli olanın aray ışı demek olan bilimi ortaya ç ıkarmıştır. Eski çağlardan<br />

beri devam eden bu aray ış ve düşünüş, hâlâ devam etmekte ve<br />

devam edecektir; yani insanl ık felsefe yapmaktan asla geri kalmayayacakt<br />

ır.<br />

Eskiden felsefe bütün bilimleri içine al ıyordu; diğer bilimleri ondan<br />

ayırmak veya ayr ı düşünmek mümkün de ğildi. Onun için eski ça ğ filozoflarımn<br />

bir çoğu sadece felsefe ile de ğil, onun yanında matematik,<br />

mantık, tabiat, "fizik, musiki, t ıb vs. gibi bilimlerde de söz sahibi idiler.<br />

Daha sonra ilimler felsefeden ayr ılarak kendi alanlar ını ve bu alanda geçerli<br />

olan prensip ve kanunlar ı belirlediler. Böylece felsefeye art ık ihtiyaç<br />

kalmadığı inanc ına yöneldiler. Ancak içinde bulundu ğumuz atom ça ğı<br />

da bize göstermektedir ki, hemen bütün ilimler, bu derece ilerlemi ş olmalarına<br />

karşılık, gerilerinde hâlâ bir bilinmez, hâlâ gizli kalan bir yan<br />

hıraknuşlardır ve bizzat kendileri bu aray ışın içerisindedirler. Aya kadar<br />

ulaşan insanoğlu, onun ötesindeki geze ğenlerin gizliliğini ortaya ç ıkarma<br />

istek ve haz ırlığı içerisindedir. En son teknolojik geli şmeler, bunlar ın<br />

ötesinde yeni şeyler bulundu ğu inancında daima en iyisini, en güzelini,<br />

daha doğrusu gizli ve ideal olanı arayış içinde bulunmaktad ır. Her yeni


gelişme, bu aray ışı kamçılamakta, insanlığı yeni bir aray ışın içine çekmektedir.<br />

İnsanda bu arayış olmasaydı uygarlıkların gelişmesi mümkün<br />

olmazdı . İşte bu arayış, felsefenin as ıl konusu, onun bir ba şka yönden<br />

ortaya ç ıkarılmas ı demek değil midir Esasen di ğer bilimler maddi<br />

sebepleri ortaya ç ıkard ıkları halde maneviyata ait olanlar ı ke şfetmemişlerdir.<br />

Bu, özel bir aland ır, felsefedir veya metafiziktir. Dünün filozofunu<br />

ilgilendiren bu konu, bugünün bilgini de ilgilendirmektedir. Bu<br />

nedenledir ki, modern fizik ilmi maddenin ötesine gitmektedir. Atmosferde<br />

bir siyah noktada kaybolan galeksileri merak etmekte, bu siyah<br />

noktanın ötesinde neler bulundu ğunu düşünmektedir. Bu eter, bu evren,<br />

bu siyah nokta ve buradan ç ıkan galaksilerin bulundukları yer,<br />

onu daima me şgul etmektedir. Acaba bu siyah nokta bir zaman tüneli<br />

midir Böylece dü şünerek felsefe yapmakta, metafizik yapmaktad ır.<br />

Maddi olandan çıkıp manevi bir alana yönelmektedir. Ça ğımız fizik bilginlerinin<br />

pek ço ğu da ilâhi bir kayna ğa dayand ırmadan baz ı olayları<br />

açıklamanın zor oldu ğunu itiraf etmektedirler. Böylece filozof ve bilgin<br />

bir konuda birle şmektedirler: Metafizik ( İlâhiyat).<br />

Bu kısa girişten sonra İslâm Düşüncesindel metafizik anlay ışa<br />

bir göz atmak faydal ı olacakt ır. Üzerinde ya şadığımız dünyayı ve<br />

kâinatı fizik-metafizik veya ilmi-felsefi olarak s ınıflandırabilir, de ğerlendirebiliriz.<br />

Bunlardan birincisi, duyularla alg ılanabilenin, görünenin,<br />

gerçe ğin adı, ikincisi hissi olmayanm, gizli olanın, idealin ad ıdır. İşte<br />

bizim konumuz bu ikincisi, hissi olmaya= ilmi yani metafiziktir. Bu<br />

kelime ile ontoloji aras ındaki ilgi açıktır; her ikisinin tan ımı aynı konuları<br />

kaplar ve şöyle denir: Ontoloji veya varl ık bilimi veyahut genel<br />

metafizik2 Ilim olarak ortaya ç ıkışındaıı beri metafiziğin hem taraftarları<br />

hem de kar şı olanları olmuştur. Sözgelimi Viyana ekolü kar şı çıkmış<br />

ve Hobhes onu "bo ş ve karanl ık" bir ara ştırma olarak de ğerlendirmiştir.<br />

Metafizik kelimesi, Aristo'nun fizikten sonra yazd ığı kitab ın adıdır.<br />

Bat ıda ancak İbn Rii şd'ün yaz ılarından sonra kullan ılmıştır ki,<br />

orada bir ilmi ifade eder. Müslümanlar bu yunanca terimi ö ğrenmişler,<br />

hatta arapçala şt ırmışlardır. Tam ifade edememi ş olsalar bile onu kendi<br />

1 1.31ken bu düşüncenin hâkim karakteri " şekilsiz, hareketsiz, de ğişmez, mutlak bir sükun<br />

içerisindeki ezdi an (an- ı daim) fikridir, bu bütün şekiller ve de ğişmelerin üstünde ay ın kalan ve<br />

kendinden şekiller ve değişmelerin do ğduğu ezdi âlemdir" der. (islâm Dü şüncesi, İstanbul 1946,<br />

s. 7.) Ancak, biz, bu karakterin islâm dü şüncesinin bütününe maledilemiyeee ğini yalnız felsefi<br />

düşünceye hasredilebilece ği kanaatindeyiz.<br />

2 Bkz. Laland (Andre), Vocabulaire Technique et Critique de la philosohie, 7. bas., Paris<br />

1956.<br />

2


dillerine çevirmi şlerdir: Mâ dün et-Tabia (fizik ötesinde), Mâ fevk et-<br />

Tabia (fizik üstünde), Mâ ba'd et-Tabia (fizikten sonra) ve Mâ kabl et-<br />

Tabia (fizik öncesi) olarak; fakat bu deyimler bugün kullamlmamaktad ır.<br />

el-Felsefe el-Ula, Ilahiyat ve el- İlm el- İlahi terimleri daha çok kullan ılmıştır.<br />

Tıpkı latin ve yunan metafizikleri gibi, kendine özgü promlemleri<br />

ve bunlar ı çözme şekilleri olan bir İslam Metafiziği vard ır. Bu metafizik<br />

zatla vücud ve vacib'le mümküdün ayr ılığında ısrar eder. On ak ıl<br />

teorisini geni şce inceler ve buna semavi alemi ve cihan şumul sistemini<br />

dayanak yapar. Teorik incelemelere ula şmak için Kur'an verilerinden<br />

hareket eder. O, Eflatun'a, Aristo'ya, stoahlara ve yenieflatunculu ğa<br />

ait elemanlar ı bünyesinde bulundurur 3; fakat onlar ı özel bir doktrin<br />

biçiminde kendine ait k ılar. Başkalarından aldığı şeyler onun özelli ğini<br />

ortadan kald ırmaz. İslam metafiziki, do ğmatik ve manevi bir metafiziktir:<br />

temelde inanç, tepede ak ıl hâkimdir. Onun Allah' ı akılların akhdır.<br />

On ak ıl ise s ırf manevi varhklard ır. Hatta denilebilir ki o, idealisttir.<br />

Dü şüncenin co şkunluğu, yükselmesi ve özlemi manas ında idealisttir.<br />

İ lk Varl ık İslam metafizi ğine göre, dü şüncelerin dü şüncesi, fikirlerin<br />

fikridir. Di ğer varl ıklar bu düşüncenin yay ılmas ı ve bu fikrin<br />

görünüşleridir.<br />

İslam düşünce sisteminde, Mutezile, 1VIaturidi, E ş'ari ve dördüncü<br />

olarak da filozoflarm metafizi ğinden söz edilebilir. Bu arada /engin<br />

M ev ük ır ı konular ı delilleriyle sergileyerek bunlar ın yazarlar ın da<br />

belirten önemli bir İslam Metafizi ği eseridir.<br />

İslam metafiziki Aristo'nun metafizi ğine oranla daha metodik ve<br />

daha sistematiktir. O, parçalar ın içtenlikle kendisine ba ğlandığı bir<br />

B İ R meydana getirir İlmin prensiplerini ihmal etmeksizin, özellikle,<br />

ilahi şeylerin bilgisine kendini verir. Hatta Gazzali bile kelâm ın konusunu<br />

belirtmek için, sanki metafizi ğin konusunu belirtiyorınuş gibi, "o, varlık<br />

olmas ı yönünden varlıktır" der 4 .<br />

İslam felsefe okulu, basit olmayan varl ığın problemini aç ıklamak<br />

için, doğu ş (sudtir) teorisini, benimser. Saf ak ıl ve mutlak dü şünce olan<br />

müslüman filozoflarm Allah' ı, zaman zaman âlemle ili şkisi olmayan<br />

3 Gibb, aristocu ve eflatuncu fikirlerle Islâm düsüncesinin akillestigi düsüncesindedir<br />

(bk. La Structure de la Pensee Religieuse de l'Islam, fran, çev. F. Arin, Paris 1950, s. 38).<br />

4 Madkour (I.), La Metaphiysique en Terre d'Islam, Melange (7), içinde, Kahire 1962-63,<br />

s. 24. Bunun içindir ki müslüman filozoflar yunan hikmetini muhafaza edenler olarak nitelendirilmektedir<br />

(bk. Thillet (P.), Sagesse Greque et Philosophie Musulmane, Les Mardis, içinde, Kahire<br />

1958, s. 58-72.<br />

3


ir Allah olarak de ğerlendirilmektedir. Bununla birlikte O, büyük<br />

Yarat ıcı ve bütün varlıkların kayna ğıdır. Müslüman filozoflar duyularla<br />

alg ılanan alemi, bir seri yay ılma ile akılla kavranan âleme ba ğlar<br />

ve Allah'ı bütün kainatla birle ştirirler. Allah'tan ilk ak ıl yayılır; ve bu<br />

ilk akıldan ikinci ve devamla onuncu akıl olan Faal Ak ıl'a kadar<br />

akıllar meydana ç ıkar. İlk dokuz akl ın göğe ait alemi i şgal etmesine<br />

karşılık Faal al Ak ı l ayalt ı alemi yönetir. Bu akıldan elemanlar ve madde<br />

sudur eder. Böylece görülür ki, do ğuş teorisi (sudür nazariyesi) akledilir<br />

(makulât) ve maddi varl ıklarla (m.ahsusat) ilgilenir. Bu teori hem<br />

kutsal ve hem de kutsald ışını aynı zamanda kaplar. BIR ile birle<br />

şik (mürekkep) aras ında bir ilişki kura'.<br />

Islam metafizi ği, Islam inançları içerisinde do ğmuştur. Çe şitli uygarhklarla<br />

kar şılaşan ve dü şünce alanında geni şleyen Islam toplumunda<br />

önce kelam tart ışmaları ba şladı. Bu tart ışmaların konusunu Allah' ın<br />

cevheri veya özü ve nitelikleri meydana getiriyordu. Allah' ın s ıfatları<br />

konusu öyle yayg ın hale geldi ki, bu konuda dü şüncelerini sergileyen<br />

her gurup, Allah'a, kendilerine göre, bir "suret (biçim)" verdiler. O'nun<br />

ellerinin olduğunu, vücuda sahip bulunduğunu ve taht (kürsi) üzerinde<br />

oturduğunu söylediler. Hatta mü şebbihe, ha şa, insanla ştırd ı .<br />

Bunlardan bir bölümü Allah'a "selbi (olumsuzlukla ilgili) ve "subuti"<br />

(asli) nitelikler verdiler. Bunu sünni müslümanlar, özellikle e ş'ariler savundular.<br />

Mutezile subuti s ıfatları Allah' ın birliği yönünden tevil etti.<br />

Bu konuyla ilgilenenlerin bir amac ı da Allah' ın kainatla olan ili ş-<br />

kisi idi. Bunu aç ıklamak için uğraşt ılar. Dokuzuncu yüzy ılda mutezili<br />

el-Allaf bu ili şkiyi atomik bir doktirinle aç ıklamaya çal ıştı. Allaf ve<br />

E ş'arrnin kabul ettikleri atomizm doktirinin amac ı, Aristo'nun ileri<br />

sürdüğü madde-hareket doktirinini ortadan kald ırmaktı. Onlara göre,<br />

Allah durmadan atomlar ı yaratmaktad ır. Bu doktirinin kabülünde<br />

Islam inanışın aklileştirmek ve vahyi ak ılla uzla ştırma gayreti vard ır.<br />

Böylece B İR ve çokluk konusunda çe şitli sorunlar ortaya ç ıktı .<br />

Varlık-yokluk, iyi-kötü, cevher (öz)-ayaz, nefs, vücud, sebeplilik teorisi<br />

vd. bu tartışmaların ve düşüncelerin konusunu meydana getirdi.<br />

İşte bu şekildeki düşüncelerle 9. yüzy ılda Islam felsefesi doğdu.<br />

B İR sorununu çözmek için, filozoflar Aristo'nun hareketsiz "ilk hareket<br />

ettirici"si üzerine e ğildiler. Onlar için Allah, kendinde zorunlu bir varlıktır<br />

ve her şeyin kayna ğıdır. Varlığında ve özünde Bir'dir. Bunun içindir<br />

ki O'nun varlığı ve özü birbirinden ayr ılamazlar. Bir ve basit olarak<br />

özünün dışında bir niteliği yoktur. O, ak ıl, akil ve ma'kul'dur; a şk,<br />

a şık ve ma' şuk'tur.<br />

4


Çokluk (kesret) meselesinde filozoflar yenieflatuncu do ğuş teorisini<br />

ileri sürdüler; ayn ı teori Allahla âle ın ilişkisi için de geçerli say ıldı<br />

ve aç ıklamalar bu yönde yap ıldı .<br />

Metafizik konulanyla, filozoflarla beraber baz ı mutasavv ıflar da<br />

ilgilendiler. Bunlardan, aynı etkiler alt ında kalmış olan işrak sisteminin<br />

kurucusu Sühreverdi (ö. 1191) ye göre, Allah Nurul-Envâr'd ır ve bütün<br />

varl ıklann kaynağıdır. I şık yayılması gibi, varl ıklar O'ndan yay ıhr<br />

ve bütün kozmolojik ve antropolojik geli şmeler gerçekle şirs.<br />

İbn Sab'in'e göre, Allah a şkın bir varlikt ır ve âlemi yöneten ak ıllar<br />

O'ndan yayılır. Faal ak ıl ayaltı âlemini yönetir.<br />

Aristo'ya göre, varl ığı varlık olarak, e şya= cevherini, ilk ve son<br />

nedenlerini inceleyen bir ilim olan metafizikle, özellikle müslüman filozoflar<br />

ilgilendiler. Söz gelimi,<br />

Kindi, Fi Felsefetil-Ulâ'da, bunun en güzel ilim oldu ğunu söyler;<br />

çünkü İlk Gerçek ve İlk Sebeb'in ilmi en yüksek ilimdir. En büyük sebebin<br />

ilmi sonucun ilminden üstündür.<br />

Fârâbi (ö. 950) Aristo metafizi ğini inceledi; üzerine yorumlar yapt<br />

ı, onun açık ve anlaşılır olmadığını da söyledi İkinci muallim ünva ıum<br />

aldı. Fi Ağrâdi'l-Hakim'de bu konuda aç ıklamalar verdi. Ona göre, bu<br />

ilim özel ilimleri a şan kal bir ilimdir.<br />

İbn Sina (ö. 1037) biraz ilerde daha aç ık olarak göreceğimiz gibi,<br />

Aristo metafizi ğiyle uğraştı. E ş- Şifâ', en-Necat, İşârât bu konuyla<br />

eserlerdir. Onun metafizi ği her şeyden önce aristocudur; fakat İslâm<br />

inancına getirilmiştir. Metafiziğinin konusu, varl ık olarak varl ık, En<br />

Üstün Varlık'tır. Metafizi ği ilâhiyatçı metafizik ve metafizikçi ilâhiyattır.<br />

İbn Rüşd (ö. 1192), metafizi ği, Aristo'nun anladığı gibi, anlar ve<br />

onu öylece yorumlar. Onun metafizi ği, a) cinslerinde ve türlerinde duyularla<br />

algılanan varlıkların bilgisini, b) ilimlerin ilkelerini, c) ayr ılmış<br />

maddelerin ve bunlar ın prensiplerinin bilgisini kapsar.<br />

Kelamcılar ve Mutezile de metafizi ğin tesirinde kald ılar. Allaf<br />

(ö. 870), Nazzam (ö. 865), E ş'ari (ö. 93 /5) bu konuda önemli eserler verdiler.<br />

Kelamedann en önemli amaçlar ından biri, alemi yaratan Allah' ın<br />

varlığını ısbatlamak yolunda maddenin yarat ılmış olduğunu göstermek<br />

idi. Çünkü onlar şöyle diyorlard ı; Olağan (mümkün) ve sonradan mey-<br />

5 Çubukçu (i. Agâh), İslânt Dü şüncesi Hakkında Araştırmalar, <strong>Ankara</strong> 1972, ss. 125 vd..


dana gelmi ş olan bir şey kendisini yaratan bir "muhdis"e muhtaçt ır;<br />

yarat ılnuş her şey bir yaratana muhtaçt ır. İbn Sina buna âlemle Allah<br />

aras ındaki ilişkinin, meydana getirmek olmay ıp imkânla ilgili oldu ğunu<br />

söyliyerek cevap verir.<br />

Gazzali, Makas ıdu'l-Felâsife'sinde varl ık etrafında dönen metafizik<br />

bir bilgi sergisi yapar. Varlığı, cevher, araz olarak inceler; sebep,<br />

sonuç, sonsuz, vacib, mümkün konular ı aras ındadır. Tehafüt'de filozoflara<br />

hücumla kendini bir çe şit filozof ve metafizikçi olarak takdim eder.<br />

Bir metafizikci olarak da David Hume'dan önce sebeplilik kanununun<br />

olumsuzluğunu gösterir.<br />

Fahreddin Raz' (ö. 1209) metafizikle ilgili önemli bir eser sahibidir:<br />

el-Mebâhis el-Me şrikiyye, varl ık üzerine yaz ılan bu eserde "vacib<br />

ve mümkün" incelenir.<br />

Taftazani (ö. 3132) ve İci (ö. 1335) Razryi izleyerek onu taklid ettiler.<br />

Filozoflar taraf ından çeşitli şekillerde adlandırılan metafizik, İbn<br />

Haldun tarafından Ma vera et-Tabia ve Ma ba'd et-Tabia olarak kullamldı6;<br />

ancak İbn Haldun felsefenin faydas ız olduğunu ileri sürdü.<br />

6 Mukaddime, çev. Z.K. Ugan, İstanbul 1970, C. 2, s. 605; C. 3, 0. 106.<br />

6


B İ R İ NC İ BÖLÜM<br />

!BN S İNA'NIN<br />

HAYATI VE ESERLERI


A— İBN S İNA'NIN HAYATI:<br />

İbn Sina'n ın hayat ı hakkında bildiklerimiz, onun sad ık öğrencilerinden<br />

Ebu Ubeyd el-Cüzcani taraf ından bize aktar ılmış bilgilerdir.<br />

Bu ki şi tarafından kaleme al ınmış özgeçmişte, İbn Sina hayat ını<br />

kendisi anlat ır. Özellikle bu hayat hikayesinden yararlanmak suretiyle,<br />

onun hayat ını anlatmaya çal ışaca ğız. Kaynak kitap sahipleri el-K ıl-U,<br />

İbn Ebi Useybia, Beyhaki, İbn Hallikan, İbn el- İbri hep bu hayat hihikayesini<br />

verirlerl.<br />

Ebu Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Hasan ibn Ali İbn Sina hicri<br />

370 sefer ay ında (Ağustos 980) Horasan' ın büyük kenti Belh yak ınında<br />

bir köy olan Hermisan' ın yakınındaki Afşana'da do ğdu2. Babas ı Belh<br />

şehrindendir. Nuh b. Mansur'un saltanat ı sıras ında Buhara'ya gelmi ş -<br />

tir. Idari i şlerle uğra şmış ve Buhara'ya ba ğlı Hermisan köyünün yöneticisi<br />

olmu ştur 3. Bu köyün yak ın ında Afşana diye bir köy vard ır. İbn<br />

Sina'nın annesi ve babas ı burada evlenmi şler, burada oturmu şlar ve<br />

İbn Sina burada do ğmuştur. Daha sonra Buhara'ya ta şınmışlardır. İbn<br />

Sina orada Kur'an- ı Kerim'i ve edebiyat ı ö ğrenmi ştir. Kendi aç ıklamalarına<br />

göre, on ya şında Kur'an- ı Kerim'i ezberlemi ş ve çok büyük zevk<br />

alacak şekilde edebiyat ı incelemi ştir. Babas ı ismaili olup bu öğreti<br />

konusundaki sorulara en iyi cevap verenlerdendi. İbn Sina, babas ı, ağabeyi<br />

ve diğer kimselerin ismaili anlayışa göre anlat ılan nefis ve ak ılla<br />

ilgili konuşmalarını dinler. Babas ı onu, hind aritmeti ğini öğrenmesi için,<br />

bir attarın yanına verir4. Daha sonra İbn Sina Buhara'ya gelen ve fel-<br />

1 İbn Sina'nın hayat ı için bkz. İbn Ebi Useybia, Uyünu'l-Enbö fi Tabakâti'l-Etibbâ,<br />

C. 2, Beyrut 1957, ss. 3-29; İbn Hallikan, Vefayâtu'l-Ayân, çev. Rodoslu Mehmet, Istanbul<br />

1280 H., s. 192 vd.; Kıfti, ihbâru'l-Ulemâ bi Ahbâri'l-Hükemâ, M ısır tarihsiz, Beyhaki, Tetimme<br />

Sivan el-Hikme, Lahor 1351 H.; bn el- İbri, Tarihu Muhtasar ı'd-Düved, Beyrut 1980, ss. 325—<br />

330; Bk. Görüş, Unesco, yay. Ekim 1980, s. 12 vd.<br />

2 De Vaux (Carra), Avicenne, Paris 1900, s. 131 vd., ve di ğer kaynaklar.<br />

3 İbn Hallikan, Vefayât, s. 192.<br />

4 Useybia, s. 3; Munk (S.), bn Sina, Disctionnaire des Sciences Philosophiques, içinde<br />

mak., Paris 1885, C. 1, s. 752.<br />

9


sefi konularda söz sahibi olan Ebu Abdullah el-Natilrnin ö ğrencisi olur.<br />

Daha önce İsmail el-Zahid'in hukuk derslerine devam eden İbn Sina<br />

bu konuları çok iyi ö ğrenir. el-Natilrnin yan ında " İ zagocy a"y ı okumaya<br />

ba şlayan İbn Sina, bu kitab ın konularıyla ilgili hususlarda hocas<br />

ım şaşırtan aç ıklamalarda bulunur. El-Natill, ona hayran kal ır ve<br />

babas ına İbn Sina'yı ilimle uğra ştırmas ını sadık verir. El-Natilrnin yanında<br />

mantık ilıninin genel konular ını öğrenen İbn Sina, hocas ının bu<br />

ilmin incelikleri konusunda hiç bir şey bilmediğini söylers. Daha sonra<br />

mantık kitaplar ını kendisi okuyan İbn Sina bunun ustas ı olur. Öklid'in<br />

kitaplar ını da okuyan Şeyhu'r-Reis, bir kaç şekli inceledikten sonra<br />

kitab ın geri kalan problemlerini kendisi çözer. Bundan sonra Batlamyus'un<br />

el-Mecesti adl ı kitab ını incelemeye geçen İbn Sina'ya<br />

hocası bir kaç figür gösterdikten sonra, kitab ı kendisinin okumas ını<br />

İbn Sina'ya söyler; İbn Sina konular ı en güzel şekilde çözer ve inceliklerini<br />

bulur6.<br />

el-Natilrnin Karkanc'a hareketinden sonra fizik ve matematik<br />

kitaplar ını yorumlar ıyla birlikte inceleyen İbn Sina için ilimlerin kap ıs ı<br />

açılmışt ır.<br />

Tıp ilmini öğrenmek isteyen İbn Sina, bu konuyla ilgili kitaplar ı<br />

zevkle okur. T ıb onun için zor bir ilim de ğildir. Çok k ısa zamanda bu<br />

daldaki diğer kimseleri geçer; öyle ki en iyi doktorlar bile bu ilmi ondan<br />

ö ğrenmeye başlarlar7. Çe şitli hastaları tedavi eden İbn Sina, pratikde<br />

yap ılmayan tedaviler konusunda en geni ş görü ş açılarına sahip olmuştur.<br />

Tıbla birlikte İslam Hukuku ve onun etrafındaki problemleri de incelemeye<br />

devam eden İbn Sina, bu sıralarda on altı yaşındadır.<br />

Bir buçuk yıl müddetle kendini mant ık ve felsefeye veren İbn<br />

Sina, bu zaman zarf ında geceleri hiç uyumam ıştır. Gündüzleri ise sadece<br />

incelemelerle u ğra şan tim Sina, ö ğrendiklerini fişlemiş ve bir sunflama<br />

yapmıştır. Mant ıkla ilgili bir konuda zor duruma dü ştüğü ve bir çare<br />

bulamadığı zaman camiye gitmi ş ve Allah'a dua ederek kendisine bu<br />

problemin çözümünü ilham etmesini istemi ştir. Akşamları evde lambas<br />

ının altında okumaya devam eden İbn Sina, kendisini uyku bast ırdığı<br />

zaman bir şeyler içmek suretiyle, çal ışmalarına devam etmiştir.<br />

Uyuduğu zamanlarda bile, problemleri dü şünde gören İbn Sina, bu<br />

problemlerin çözümünün de dü şünde gerçekle ştiğini söyler.<br />

5 Useybia, s. 4.<br />

6 Çubukçu, Islüm Dü şünürleri, <strong>Ankara</strong> 1977, s. 28 vd..<br />

7 Bunun için İbn Sina, bat ıda "Prince des Medecins" olarak tan ınır. Bkz. Encyclopedie<br />

Internationale, FOCUS, C. 1, Paris 1957, s. 304.<br />

1 0


İnsan gücü oran ında, bütün ilimlerin üstad ı oluncaya kadar okuyan,<br />

ö ğrenen İbn Sina, sonralar ı haklı olarak " Şeyhu'r-Reis" olarak<br />

çağrılmıştır.<br />

Mantık, fizik ve matematikde üstad olan İbn Sina, metafiziğe yönelmi<br />

ştir. Arapça tercümelerinden Aristo'nun Metafizik adl ı kitabını<br />

kırk kere okumu ş, ancak hiç bir şey anlamam ışt ır. Kitab ı anlamamn<br />

mümkün olmadığına karar verip ondan ümidini kesmi ştir. Bir gün ö ğleden<br />

sonra, kitapc ılar çar şısında gezerken bir sat ıcı kendisine bir kitap<br />

satmak ister ve onu İbn Sina'ya uzat ır. Metafizikle ilgili bir şeyin bu<br />

kitapta bulunmad ığına inanan İbn Sina, onu satın almak istemez. Fakat<br />

satım paraya çok ihtiyac ı olduğunu ve ucuza b ırakacağını söyler.<br />

Kitab ı böylece sat ın alan İbn Sina, onun Fürübrnin "Fi ,A grad Kitabu<br />

mâ ba'd et-Tabia" (Aristo'nun) Metafizik Kitab ının Konusu Hakkında<br />

olduğunu görür. Acele eve gidip okuyarak inceler; daha önce<br />

kırk kere okudu ğu halde anl ıyamadığı Metafizi ği bu eserle anlar ve<br />

Allah'a şükür için bol bol sadaka verir.<br />

O sıralarda Buhara'n ın sultan olan Nuh b. Mansur bir hastal ığa<br />

tutulmuştur. İbn Sina saraya ça ğırtıhr ve sultan tedavi etmesi istenir.<br />

Sultan iyile ştiren İbn Sina, onun hizmetine girerek saray kütübhanesindeki<br />

kitaplar ı inceler. Felsefe ile ilgili kitaplar ı teker teker okuyarak<br />

bilgisini artırır. Onsekiz ya şında bütün ilimleri âdeta ezberleyerek bitirir<br />

8 .<br />

Ebu'l-Hüseyin el-Arftdi ad ında bir kom şusu ondan bütün ilimleri<br />

özetleyen bir kitap yazmas ını istemiş, o da "el-Hikmetill-Arüdiyye"<br />

adli bir eser yazm ıştır. Yirmibir ya şında yazdığı bu eserde, matematik<br />

dışında bütün ilimleri sergiledi ğini söyler9. Yine Ebu Bekir el-Berki<br />

adli bir kom şusu için, "el-Hâs ıl vel-Mahsül" adlı eseri kaleme alm ıştır.<br />

Aynı kişi ahlâk konusunda bir kitap istemi ş, İbn Sina bu kere, onun için,<br />

"el-Birr ve"1-ism" adlı bir kitap daha yazm ıştır. İbn Sina bu kitab ın<br />

yalnız onda olduğunu söylerlo.<br />

Karkanc'a gitmek üzere Buhara'y ı terkeden İbn Sina, orada felsefeyi<br />

seven Ebu'l-Hüseyin el-Sahli'yle beraber çal ışır. Nesa, Baverd,<br />

Tus, Şikkan, Semnikan ve Câcerm'e seyahatlar yapan İbn Sina, daha<br />

sonra Sultan Kabus'un yan ına Curcan'a gider. Kabus'un hapsedilmesinden<br />

sonra Duhistan'a gider, sonra tekrar Curcan'a döner. Orada sad ık<br />

8 nın Hallikan, Vefaykt, s. 193, ve di ğer kaynaklar.<br />

9 Useybia, C. 2, s. 18<br />

10 A.g.e., s. 18.<br />

11


öğrencisi Ebu Ubeyd el-Cüzcani kendisine ba ğland ı. Bunun üzerine<br />

İbn Sina şu ~alan yazar:<br />

"Büyük bir kimse olduğum zaman, art ık hiç bir ülke bana uygun<br />

gelmiyor,<br />

Değerim yükseldiği zaman, art ık alıc ı bulamıyorum" 11 .<br />

Buraya kadar anlatt ıklarımız İbn Sina'n ın kendi kaleminden ç ıkmıştır.<br />

Diğer bölümünü öğrencisi el-Cüzcani tamamlam ıştır. Buna göre,<br />

Curcan'da Ebu Muhammed el- Şirazi ad ında felsefeyi seven biri İbn<br />

Sina için, kendi evinin yan ında, bir ev sat ın alır ve filozofumuz orada<br />

oturur. İbn Sina burada el- Şirazi için "el-Mebde' ve'l-Meâd" ve "el-<br />

Ersâdu'l-Külliye" adl ı kitaplar ı yazd ı. el-Kanûn'un ba şlangıcı ve diğer<br />

eserlerden bir bölümü burada kaleme al ınd ı .<br />

İbn Sina oradan, Mecd ed-Devle'nin han ımı ve oğluna hizmette<br />

bulunmak üzere Rey'e geldi. Mecd ed-Devle melankoliye tutulmu ştu,<br />

onu tedavi etti. Şems ed-Devle'nin yanına gidinceye kadar orada kald ı .<br />

Zorunlu nedenlerle Kazvin ve Hamedan'a giden İbn Sina, Kadbanaveyh'in<br />

hizmetine girdi. Bu s ırada Şems ed-Devle bir kar ın ağrısına<br />

yakalandı, hemen İbn Sina'yı ça ğırdılar. O da sultan tedavi edip iyile<br />

ştirdi. Kendisine vezirlik teklif edilince İbn Sina bunu kabul etti.<br />

Bir müddet sonra ordu İbn Sina'ya isyan etti. Evine hücum ederek onu<br />

hapsaneye götürdüler, evinde ne varsa ya ğma edip öldürülmesini istediler.<br />

Sultan bunu redderek İbn Sina'y ı sürmekle yetindi. Bu sırada<br />

İbn Sina kaçarak k ırk gün Ebu Said ibn Danda'un evinde gizlendi.<br />

Sultan yeniden hastalanm ıştı. ibn Sina'yı çağırd ılar. Sultan ondan özür<br />

diledi ve onu tekrar vezir olarak atad ı . İşte hayat ının bu döneminde<br />

ünlü e ş - Şifâ'sm ı yazmaya ba şladı. Sultan ölünce İbn Sina, Alâ ed-Devle'ye<br />

mektup yazarak hizmetine girmek istedi ğini bildirdi. Bunu haber<br />

alan yeni sultan Tâc el-Mülk onu bir kaleye hapsettirdi. İbn Sina orada<br />

yazdığı bir şiirde şöyle diyordu: „}5:, 1ylS c:;.;.111!<br />

"Gördüğün gibi hapse giri şim gerçek,<br />

Fakat ondan ç ıkaca ğım çok şüpheli" 12.<br />

Dört ay kaldığı hapiste, llayy b. Yakzan, Hidayât ve Kulunç adli<br />

eserlerini yazd ı. Daha sonra hapisten kurtulan İbn Sina İsfehan'a gitti.<br />

Alâ ed-Devle kendisine çok iltifat etti. Orada e ş - Şifâ' yı tamamlad ı .<br />

11 Useybia, Uyiin, C. 3, s. 16.<br />

12 Useybia, Uyün, C. 3, s. 9; Bir ba şka kıtası için bk. Bilmen (Ö. Nasuhi), Büyük Tefsir<br />

Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1960, s. 232 vd.<br />

12


Sonra en-Necat' ı yazdı. Sultanla birlikte Hemedan'a gitti; orada farsca<br />

"Danişnarne-i Alâi" adl ı kitab ını yazdı. "Lisanu'l-Arab" 13 adındaki<br />

eseri müsvedde olarak kald ı .<br />

Öğrencisi Ciizeani, İbn Sina'nın her konuda konuda kuvvetli olduğunu<br />

söyler 14. Baz ı tutkular ı vardı. Kulunç hastal ığına tutuldu. Kendisine<br />

günde sekiz kere i ğne yap ıyorduls. A şırı şekilde kendini tedavi<br />

etti; fakat gene de zay ıf dü ştü. Hastal ık onu iyice sar ınca tedaviyi b ı-<br />

rakt ı ve şöyle dedi: "Z4-L...t.I .)k.9 j'S1<br />

(Bedenimi evirip çeviren tedbirli ki şi, artık kendine bir şeyler yapmaktan<br />

acizdir, şimdi ilaç da bir i şe yaramaz)" 16 .<br />

Böylece bir kaç gün kalan İbn Sina, 58 ya şında hicri 428, ramazan ın<br />

cuma günü (1037 Haziran-Temmuz) Hemedan'da öldü.<br />

Onun hayat ı incelenirken görülür ki, bir ilim adam ı için kısa denilebilecek<br />

hayat ında, İbn Sina, hapiste, at üstünde, vezirlik yaparken,<br />

gece ve gündüz, her zaman okumu ş, yaz ımı§ ve tartışmalarda bulunmuştur".<br />

İbn Sina'nın tiirklii ğü 18 konusundaki tart ışmalara girmeden şunu<br />

söylemek istiyoruz ki, müslümanlar eski kültürlerle hristiyanlardan<br />

daha çok ilgilenmi şler ve Firibi, Biruni gibi büyük ilimler yeti ştirmi<br />

şlerdir 19 .<br />

B— İBN S İNA'NIN ESERLERI:<br />

İbn Sina'nın eserleri hakk ında çe şitli kaynaklar, birbirinden farkl ı<br />

sayılar vermektedir. Ancak, bu konuda yap ılan iki çalışmanın en do ğru<br />

bilgileri verdiği bir gerçektir. Bunlardan birincisi Yahya Mehdavrnin<br />

13 Useybia bunun on cilt olduğunu yazar, bk. C. 3, s. 7; K ıfti, $. 223.<br />

14 Useybia, Uyfm, C. 3, s. 12; K ıfti, s. 225; Remzi Neccar, Felsefetü'l-Arabiyye, Abere't<br />

Tarih, Beyrut 1979, s. 162 vd..<br />

15 Useybia, Uyûn, C. 3, s. 13; K ıfti, s. 225.<br />

16 A.g.e., s. 226.<br />

17 Bk. Goichon (A.M.), L'unite de la Pense'e Avicennienne, Archives Intellectuels, Historiqueet<br />

Scientifique 31 (1952), s. 290 vd.; Çubukçu, Makaleler, <strong>Ankara</strong> 1967, s. 124.<br />

18 Bu konuda Ş. Günaltay' ın "Büyük Türk Filozof ve T ıb tYstadı İbn Sina" içindeki<br />

(İstanbul 1937), İbn Sina, Milliyeti, Hayati, Kültürü" adlı makalesine, S. tnver'in Ibn Sina<br />

adl ı eserine, A. Say ılı'nın Was İbn Sina an Iranian or a Turk ( İSİS, 31-1939, s. 8-24) adl ı makalelerine<br />

ve Bursal ı M. Tahir'in "Türklerin Uliim ve Fünuna Hizmetleri, ( İstanbul 1327, s. 36),<br />

adlı kitab ına başvurulabilir.<br />

19 Barthold (W), Ishim Medeniyeti Tarihi, çev. F. Köprülü, <strong>Ankara</strong> 1963, s. 51 vd..<br />

13


"Fihrist" (Tahran 1954) adl ı eseri, di ğeri Mikdat Yalç ın'ın İbn Sina'nın<br />

Türkiye'deki eserlerini esas alarak haz ırladığı "Müellefâtu İbn Sina el-<br />

Mahtutât fi Türkiye" (Kahire 1973) adli eserdir.<br />

Biz bu iki ara ştırmayı esas olarak ele al ıp İbn Sina'mn eserlerini<br />

onlara göre s ıralayaca ğız. Bununla birlikte, bu konuda daha önce yapılmış<br />

olup belirttiğimiz ara şt ırmalara ışık tuttu ğu bir gerçek olan bibliyoğrafya<br />

ve kaynaklar ı da belirtmeden geçemiyece ğiz.<br />

İbn Hallikan, K ıfti, Useybia20 ve diğer kaynaklar, İbn Sina'n ın<br />

eserlerini belirtiyorlar; fakat tam olarak de ğil. Ancak bu kaynaklar<br />

onun olan eserleri kuvvetlendiriyorlar. O. Ergin, İbn Sina'nın eserlerinin<br />

241 olduğunu21, Gardet ve Anawati 276 22, S. Nefisi 456, Brokelman ıı,<br />

O. Ergin'in bibliyoğrafyasm ı esas alarak 241 oldu ğunu bildirir.<br />

Katip Çelebi, İbn Sina'nın irili ufakh 57 eserini kaydeder23 . Şifâ"-<br />

nın sadece mant ık bölümü hakkında bilgi veren24 Katip Çelebi'nin I şârât25,<br />

Necât26 ve Kanun fi't-T ıb konusundaki aç ıklama ve yorumları<br />

yeterli bilgi ta şır. Zeyl'inde bunlara ek olarak üç eser daha vard ır.<br />

De Vaux, Avicenne adli eserinde onun kitaplar ım sıralarken hangi<br />

kütüphanelerde bulundu ğunu da kaydeder 27 .<br />

Şimdi onun olduğu kesinlikle belli olan eserlerini alfabetik s ırayla<br />

belirtelim:<br />

1—el-Alâtu'r-Rasadiye.<br />

2—Ibtâlu Ahkâmi'n-Nuctım.<br />

3—Isbâtu'n-Nubuvve.<br />

4— Ecvibetu' ş- Şeyhu'r-Reis Ebi Ali İbn Sina ila Ebi Said ibn<br />

Ebi'l-Hayr.<br />

5—el-Ecvibetu an Mesâil Ebi Reyhan el-Biruni.<br />

6—el-Ecvibetu<br />

7—el-Ecvibetu ani'l-Mesâili'l-A şere. (Iki ayr ı risale).<br />

20 Bkz. a.g.e.<br />

21 Bkz. ilgili mak. Büyük Türk. içinde.<br />

22 Müellefâtu ibn Sina, Kahire 1950, s. 14; La Pensee Religieuse d'Avicenne, Paris 1951,<br />

s. 21.<br />

23 Neetıt iki kere kaydedihni ştir: en-Neek (C. 2, s. 1929) ve Kitabu'n-Neeât (C. 2, s. 1446).<br />

24 Keşfu'z-Zunun, C. 2, s. 1055.<br />

25 Ke şfu'z-Zunun, C. 1, s. 94.<br />

26 Keşfu'z-Zunun, C. 2, s. 1929.<br />

27 a.g.e., s. 145 vd..<br />

14


8—el-Ecvibetu ani'l-Mesaili'l-A şeriniyye.<br />

9— el-Ecvibetu ani'l-Mesâil.<br />

10—el-Ecvibetu<br />

11—el-Ecvibetu ani'l-Mesail.<br />

12— İhtilafu'n-Nas fi Emri'n-Nefs ve Emri'l-Akl.<br />

13— el-Ahlak.<br />

14- el-Edviyetu'l-Kalbiyye.<br />

15—Urcuzetu fi't-T ıb.<br />

16— Urcuzetu fi't-T ıb (fi Hıfzu's-S ılıha).<br />

17—Urcuzetu fi't-T ıb (fi Usülu'l-Erbaa).<br />

18— Urcuzetu fi't-Te şrih.<br />

19—Urcuzetu fi Vasaya Ubukrat (Hipokrit).<br />

20— Urcuzetu fi Mücerrebat.<br />

21— Urcuzetu fi Vasaya.<br />

22— Urcuzetu fi İlmi'l-Mant ık.<br />

23— el-Erzak.<br />

24— Esbabu'l-Asari'l-Ulviyye.<br />

25— Esbâbu Hudusil-Hurüf.<br />

26— Esbabu'r-Rad ve'l-Berk.<br />

27— el- İşarat ve't-Tenbihat (Mant ık, Tabiat, ve Ilahiyat olmak üzere<br />

üç bölümden meydana gelen bu eser İbn Sina'nın en önemli eserlerindendir.<br />

Eser A.M. Goichon taraf ından frans ızcaya çevrilmi ştir: Livre<br />

des Directives et Remarques, Paris 1951. J. Forget kendisinin yay ınladığı<br />

bir baskının 119-137 sahifelerini 1894 de Revue Neoscolastique'de<br />

fransızca çeviri halinde vermi ştir.<br />

28— el-i şaretu ila ilmil-Mant ık.<br />

29— E ş'ar ve Kasâid.<br />

30— el-Adhaviyye<br />

31— el-Ağdiyye ve'l-Edviyye.<br />

32—Aksamul-Uliimil-Akliyye.<br />

33— Emru' Mesturi's-Sunna.<br />

34— İntifau amma Nusibe ileyhi min Muaradatil-Kur'an.<br />

35— Kitabu'l- İnsaf: Kitab ın ilk bölümü G. Vajda tarafından "Les<br />

Notes d'Avicenne sur la Theologie de Aristote" ad ı altında frans ızcaya<br />

çevrilmiştir; Revue Thon ıiste, 1951.<br />

15


36— Infisahu's-Suveri'l-Mevcudeti. (M. fi.)<br />

37— Envâu'l-Kazaya. (fi Zabt..)<br />

38— izahu Berâhin Müstenbata.<br />

39— el-Bah (T ıbbi mesele). (R. fi..)<br />

40— el-Birru ve'l- İsm. (K.)<br />

41— el-Behcetu fil-Mant ık.<br />

42— Beyânu Zevâti'l-Cihet.<br />

43— Tahsilu's-Saade Ta'rifu bi'l-Huceci'l-A şere. (M. fi..)<br />

44— Tedbiru Silani'l-Meni.<br />

45— Tedbiru'l-Müsâfirin. (R. f.i.)<br />

46— Tedbiru Menzili'l-Asker.<br />

47— Ta'biru'r-Ruya.<br />

48— Taakkubul-Mevzin-Cedeli. (M. fi..)<br />

49— Talikât28 .<br />

50—Tefsiru ba'z ı Suveri'l-Kur'an ( İhlas, Felak, Nas, Alâ surelerinin<br />

ve bir âyetin tefsirleri).<br />

51—el-Cumanetul-ilahiyye fi't-Tevhid (Kasidetu'n-Nuniye).<br />

52—el-Cumelu minel-Edilletil-Muhakk ıkati Bekai'n-Nefsi'n-Natıka.<br />

53—Cevheru'l-Ecrâmi's-Semaviyye. (R. fi..)<br />

54— Risâle fi'l-Hass ı ale'l- İştiğal bi'z-Zikr.<br />

55— Risâle fi'l-Hads.<br />

56— Risâle fi Haddi'l-Cism.<br />

57— Risâle fil-Hud ı'ıd (A.M. Goichon frnas ızcaya çevirdi: Livres<br />

des Definitions, Kahire 1963).<br />

58— el-Hadis. (fi.)<br />

59—el-Huzn ve Esbâbuha. (R. f..)<br />

60— Risâle fi Hıfzı's-Sıhha.<br />

61—Hakâiku ilmi't-Tevhid.<br />

62— el-Hikmetu'l-Arudiyye. (K.)<br />

63— el-Hikmetu'l-Me şriklyye. (K.)<br />

28 Asıl adı Kitabu'l-Levi:ihik olan bu eser, ö ğrencisi Behmenyar tarafmdan Talikk ad ı<br />

altında toplanm ıştır (bk. Mahmud el-Hudeyri, Deux Opuscules D'Avicenne Traduits en Latin,<br />

MIDEO, içinde, 1955 (2), s. 343 vd..).<br />

16


64—el-Hukumetu fi Huceerl-Müsebbitine li'l-Mead ı Mebdeen Zamaniyyen.<br />

65— Hayy b. Yakzan (Frans ızca çevirisi Henry Corbin taraf ından<br />

yapıldı : Le Recit de Hayy ibn Yakzan, Tahran 1952, 1954; A.M. Goichon<br />

ikinci bir frans ızca çevirisini yapt ı; Le Recit de Hayy ibn Yakzan, Paris<br />

DDB 1959).<br />

66— Hasbu'l-Beden. (M. fi..)<br />

67— Hataun men Kale enne'l-Kemiyyete Cevherun. (R. fi..)<br />

68— Hataun men Kale enne'l-Kemiyyete Cevherun ve men Kale<br />

enne Şey'en huve Cevherun ve Arazun mean. (R. fi..)<br />

69— Hutbe.<br />

70— el-Hutbetu't-Tevhidiyye.<br />

71—Hutbe fi'l-Hamr.<br />

72—Danişname-i Alâi (Bu eser mant ık, ilm-i berin, ilm-i zirin,<br />

tabii, hendese (Öklid geometrisi), hey'et (astronomi), aritmetik ve musiki<br />

kitaplarını kapsar).<br />

73—Düstur Tıbbi.<br />

74—Dua (fi..).<br />

75— Deful-Madari'l-Külliyyeti ani'l-Ebdani'l- İnsaniyyeti bi Tedariki<br />

Envaı Hatai't-Tedbir. (K. fi..)<br />

76—er-Reddu ala Kitabi Ebi'l-Ferec ibni't-Tayyib. (R. fi..)<br />

77—er-Reddu ala Makâletü' ş - şeyh Ebi'l-Ferec ibn Ebi Said el-<br />

Yemâni.<br />

78— Risâle ila Ulemâi Ba ğdad Yes'eluhum el- İnsafe beynehu ve<br />

beyne Raciilun Hemedani yedde ı'l-Hikmete.<br />

79— er-Rekea.<br />

80— ez-Zaviye. (R. fi..)<br />

81— es-Sekencebine. (R. fi..)<br />

82— es-Siyase. (R. fi..)<br />

83— Siyasetu'l-Beden ve Fadâilu' ş-şarab ve Menâfiuhu ve Madaruhu<br />

(K.)<br />

84— e ş- şifâ' (ibn Sina'n ın bu eseri Mant ık. Tabiat, Matematik ve<br />

İlâhiyat kitaplar ını ihtiva eder ve onun felsefi sisteminin meyvesidir.<br />

Bu eserin İlâhiyat k ısmımn birinci cildi (Be ş Makale) G.0 Anawati<br />

tarafından frans ızcaya çevrilmi ştir: La Metaphysique du Shifâ', Paris<br />

1979.<br />

17


Kitabu'n-Nefs bölümü "Psychologie d'Ibn Sina" ad ı altında lin<br />

Bakos tarafından frans ızcaya çevrilmi ştir. Prag 1955.<br />

şiffnın latince çevirisi 1508 de Venedik'te "De Anima et Philophie<br />

Prima" adı ile yap ılmıştır.<br />

Psikolojisinin yeni bir latince çevirisi S. Van Riet taraf ından yap ılmıştır:<br />

"Avicenna Latinus, Liber De Anima, IV—V Louvain-Leyden,<br />

1968.<br />

1907 de Max Horten almancaya çevirdi. Şifâ'nın kimi bölümleri<br />

"La Metafisica De Avicena (1949)" içinde Miguel Cruz Hernandez tarafından<br />

ispanyolcaya çevrildi. Baz ı bölümlerini de Goichon frans ızcaya<br />

çevirdi.<br />

Nefs bölümü de ingilizceye F. Rahman taraf ından çevrilmiştir:<br />

Avicenna's De Anima, Oxford 1952.<br />

85— Risâle fi's-Salat.<br />

86— es-Sanatu ila İmam Ebi Abdullah el-Berki. (R. fi..)<br />

87— et-Tibu (R. fi..)<br />

88—et-Tayr. (R.)<br />

89— el-Arus. (R.)<br />

90— Risâle fi'l-I şk (A. Ate ş tarafından Istanbul'da 1953 y ılında<br />

türkçeye, F. Mehren taraf ından, "Traites Mystiques d'Avicenne" ad ıyla<br />

Leyden'de frans ızcaya çevrilmi ştir).<br />

91— İlletu K ıyami'l-Arz ı fi Hayyıziha (R. fi..)<br />

92— el-Ahd.<br />

93— Uyfınu'l-Hikme (Mant ık, Tabiat ve ilâhiyat olmak üzere üç<br />

bölüm).<br />

94— el-Fark beyne'l-FIararetel-Gariziyyete ve'l-Karibete. (R. fi.)<br />

95— el-Fasd. (R. fi.)<br />

96— Faslun Tıbbiyyetun Müstefadetun min Meclisi'n-Nazar li' ş -<br />

Şeyh Ebi Ali Sina.<br />

97— Feyzul-Ilâhi.<br />

98— Kanun fi't-T ıb (12. yüzyılda Gerard Crerome taraf ından latinceye<br />

çevrildi. Daha sonra Milano 1473, Padov 1476, Venedik 1482, 1591,<br />

1708 baskıları yap ıldı. P. De Koning baz ı bölümlerini "Trois Traites<br />

d'Anatomie Arabe" ad ı altında, (Leyden 1896) frans ızcaya çevirdi.<br />

Bazı bölümlerinin çevirisi ayr ı ayrı gene latince olarak Venedik 1453,<br />

1520-22, 1562, 1582, 1564, 1608, Lyon, 1498,. 1523, Paris 1532, 1555,<br />

Bonn 1560 da yap ıldı .<br />

18


99— Kasidetu'l-Ayniyye.<br />

100— Kazâ' yel-Kader. (fi.)<br />

101— el-Kulunç.<br />

102— Kelanıu' ş - Şeyh fil-Mevâ ız.<br />

103— Kelimatu' ş-Şeyhi'r-Reis.<br />

104— Lisanu'l-Arab.<br />

105— el-Mübâhasât. (K.)<br />

106— el-Mebde' vel'-Meâd. (K.)<br />

107— el-Mecâlisu's-Seb'a beyne' ş - Şeyh ve' 1-Amiri.<br />

108— Muhtasaru'l-Evsat fi'l-Mant ık.<br />

109— Mes'eletani.<br />

110— Mesâiln Huneyn<br />

111—Mefütihu'l.:Hazâin fil-Mant ık<br />

112— Mekâdiru' ş- Şarab mine'l-Edviyeti'l-Müfredeti.<br />

113— el-Melâiketu, (R. fi..)<br />

114— el-Mantıku'l-Müciz.<br />

115— el-Mücizu'l-Sağir fi'l-Mantık.<br />

116— el-Mucizetu fi Usüli'l-Mant ık. (R.)<br />

117— el-Nabz. (M. fi.)<br />

118— en-Necât (Mant ık, Tabiat, Riyaziyat ve İlâhiyat olmak<br />

üzere dört bölümden meydana gelen bu eser, Şifâ'nın bir özeti olarak<br />

kabul edilir. Riyaziyat bölümünde aritmetik, geometri, astronomi ve<br />

musiki bilimleri bulunmaktad ır. Kitab ın Ilahiyat bölümü Nemetallah<br />

Careme taraf ından latinceye çevrilmi ştir: Metaphysices Compendium,<br />

Roma 1926. Mant ık bölümünü P. Vattier frans ızcaya çevirmi ştir: La<br />

Logique du fils de Sina, Communement appele Avicenne, Paris 1658.<br />

119— Nasâihu'l-Hukemai li'l- İskender.<br />

120— en-Nefs ala Seneti'l- İhtisar. (K. fi..)<br />

121— en-Nefs ala ve'l-Burhan. (R. fi..)<br />

122— en-Nefsu'n-Nat ıka. (R. fil'-Kelam ala...)<br />

123— en-Nefs. (fi..)<br />

124—Makale fi'n-Nefs (Almanca çevirisi S. Landauer taraf ından<br />

yap ıldı, 1876. Latince çeviri ise 1546 da Venedik'te Andreas Alpagus<br />

tarafından verildi. İngilizce çevirisi de E.A. Van Dyck taraf ından "A<br />

Compendium on the Soul" ad ı altında, (Verona) 1906 da yap ıldı .<br />

19


125— en-Nuketu fi'l-Mant ık.<br />

126— en-Nirencat. (R.)<br />

127—en-Neruziyyetu fi Maani'l-Hurufi'l-Hecaiyyeti. (r.)<br />

128— el-Virdu'l-Az âm.<br />

129— el-Vüs'atu. (R. fi..)<br />

130— el-Hidaya. (K.)<br />

131— el-Hindiba. (R. fi..)<br />

Mehdavi bu eserlere ek olarak İbn Sina'ya ait olduğu şüpheli olan<br />

111 eser daha kaydeder 29. M. Yalç ın bir incelemesinde İbn Sina'ya ait<br />

olduğu kabul edilen ve Türkiye'de bulunan eserlerin say ısını 127, ona<br />

ait olduğu şüpheli olan ve gene Türkiye'de bulunan eser say ısını da 102<br />

olarak belirtir 30 .<br />

Anawati 276 eser ad ı verirn.<br />

29 bk. Fihrist, Tahran 1333/1954, ss. 259-304.<br />

30 bk. Müellefâtu İbn Sina el-Mahtutâtu fi Türkiya, M ısır 1973.<br />

31 bk. Etude de Philosophie Musulmane, Paris 1974, ss. 237-262.<br />

20


İK İ NC İ BÖLÜM<br />

İBN SİNA'DA METAFİZİK


A- İBN SİNA'NIN METAFİZ İK DÜ Ş ÜNCE SISTEMI:<br />

Konuya bu sistemin genel karakterini göstererek girmek gerekir.<br />

İbn Sina felsefesi, esas itibariyle bilimlerin genel bir sistemi şeklinde<br />

ortaya ç ıkmıştır. Bu aç ıdan düşünülürse onun doktrininin dışa dönük<br />

ve içedönük aç ıklamaları aras ındaki fark daha iyi anla şılır. Onun e ş-<br />

Şifâ's ını, Hikmetul-Me şrikiyyesinil ve i şârât' ını bu açıdan değerlendirmek<br />

gerekir. Nitekim eserleri sistematik organizasyona do ğru yükselen<br />

bir gelişme göstererek yukarda belirtti ğimiz iki eğilim arasındaki<br />

uzlaşmayı ortaya koyar.<br />

İbn Sina Sina felsefesinde, Kur'an- ı Kerim yerlerinde yenieflatunculuğun<br />

rahatça hareket edebilece ği doğal bir metafizik alan ı bulunmaktad<br />

ır. Bu yüzdendir ki, o, Kur'an- ı Kerim'in Allah' ı ile felsefecilerin<br />

veya dü şünürlerin tanr ı= birleştirmeyi gaye edinmi ştir. Bu, onu di ğer<br />

yenieflatunculardan ay ıran bir özelliktir 2.<br />

Onun felsefesini Aristo ve Eflatun kavramlarmdan ay ıran önemli<br />

bir nokta da, İlk Varlık'm dü şünmeyen Dü şünce de ğil, aksine kendisini<br />

düşünen salt Dü şünce, sadece hâkim bir iyilik ve Güzellik de ğil,<br />

fakat ayn ı zamanda İlk A ş k ve sadece gaye sebebi (gal illet) de ğil,<br />

Tümel Ne den (Külli Sebep) oldu ğudur.<br />

İbn Sina, bir taraftan, islâmi dü şüncelerin, diğer taraftan, yunan<br />

kültürünün verdi ği fikirlerle sistemini geli ştirirken zaman zaman tasavvufa<br />

yönelmi ştir. Onun "A şkın Mahiyeti Hakkında" risalesi böyledir<br />

3. Sadece bu risâlede de ğil, diğer eserlerinde de bu özellik görülür 4.<br />

Sistemi zaman zaman eklektizm karakteri gösterir.<br />

Bütün yenieflatuncu filozoflarda oldu ğu gibi, İbn Sina sisteminde<br />

de Zorunlu Varlik ve olabilir varl ık (Vacip ve mümkün) felsefesinin temelini<br />

meydana getirir. Metafizik sisteminin en önemli noktas ı budur.<br />

Saliba, İbn Sina'nın sadece kelâmc ılara yaranmak için bu kavramlar ı<br />

1 İbn Sina'nın kendisinin de açıkladığı gibi, bu eserle diğer metafizik eserler aras ında İbn<br />

Sina'yı Aristo ve diğer me şailerle kar şı karşıya getirecek önemli bir dü şünce ayrılığı yoktur. İbn<br />

Sina gerçekten, filozoflar ı ikiye ayırır: Doğulular, batılılar. Doğulular Bağdadlı meşşai filozoflar,<br />

batılılar Afrodisli İskender, Temistus ve di ğerleri. Kitabu'l- İnsaf bunlar aras ındaki çeki şmeleri,<br />

belirtir. (bkz. yazma nüsha Ayasofya, 2403; ayr ıca bkz. Bedevi (A.), Histoire de la Philosophier<br />

en Islam, Paris 1972, C. 2, s. 609.<br />

2 Bkz. Mesnard (P.), Le Millenaire d'Avicenne, A İED, içinde, 1953 (XI), s. 52; ayrıca bk.<br />

Gardet (L.), La Pensee, ss. 31-43.<br />

3 Bkz. A. Ate ş yay. Istanbul 1953.<br />

4 Aç ıklamalı bilgi için bk. Muhammed At ıf Iraki, Servetu'l-Ak1 fi Felsefeti'l-Arabiyye,<br />

M ısır 1976, s. 173 vd..<br />

23


düşündüğünü söylüyorsa da buna kat ılmak mümkün değildir. İbn Sina<br />

kavramlara ait şekilleri, dış dünyanın verileriyle devaml ı kar şıla ştırarak<br />

düşüncesini güçlendirmi ş ve ona esneklik kazand ırmıştır 5 .<br />

Mantık'da Aristo'ya sad ık6 İbn Sina, metafizikte de ona ba ğlı kalmak<br />

ister ve aç ıklamalarını bu düşünce etrafında toplar. Bu aristoculu ğu,<br />

yenieflatuncu çerçeve içinde ortaya koyar. Aristo'nun şu ilkesi, İbn<br />

Sina'da aynen vard ır: "Güç halindeki hiç bir varl ık, eylem halinde olan<br />

diğer bir varl ığın etkisi olmadan eylem haline geçemez". (en-Necat,<br />

Tabiat, 2. mak. 2. fasl.).<br />

İbn Sina gerçek sistemini Hikmetu'l-Me şrikıyye'de aç ıkladığını<br />

söylemektedir. Onun sisteminde, yukarda belirtti ğimiz gibi, felsefi<br />

bilgilerle islâmi bilgiler ayn ı zamanda birle şir, uyuşmaya çal ışırlar.<br />

Dünyan ın öncesiz (kadim) oldu ğu düşüncesini ona veren veya onun bu<br />

dü şüncedeki hareket noktas ı, Kur'an olmay ıp, Aristo ve Eflatun'a ait<br />

kozmogoni metafizi ğin ortaya koyduğu sonuçlardır. Bu aç ıdan onun<br />

sisteminde egzistansiyel bir determinizm görmek mümkündürs. Bu<br />

görünümünden dolay ıd ır ki İbn Sina'n ın sistemi, ortaça ğ felsefesinin<br />

bütün karakterini ta şır9 .<br />

İbn Sina'n ın diğer bir orijinalli ği, bilgi teorisinde bulunur. Külli<br />

bütün kavramlar "zat" ad ı verilen zihni bir gerçe ğe kar şıl ık olarak görünürler.<br />

Bu "zat" kendisini niteleyen özel hususiyetlerle bütün di ğer<br />

e şyadan ayr ılır. Her genel dü şünce K ülli'dir, t ıpkı mantığın bilgilerle<br />

ilgilendiği gibi, oda üzün ay ırımlılığı varl ıkların bölünmesini gerektirirlo.<br />

İbn Sina'nın felsefi görü şlerinde, çoğu zaman Aristo'nun dü şüncelerinin<br />

etkisi aç ıkca görülmesine rağmen, bir kaç nokta hariç —ki bunlarda<br />

tenkitlere hedef olmu ştur— İslâmiyetle ilgili görüşlerinde, o, kimi<br />

kere ak ılc ı, kimi kere de mistik bir havaya bürünür. Halbuki ondan sonra<br />

gelen İbn Rüşd'de islâmiyetle ilgili dü şünceler daha belirgin olarak<br />

bulunurn. Sözgelimi Ahiret hayat ı konusunda, belki bir gün akli aç ıklama<br />

bulunmas ı ümidiyle onlara dokunmamay ı öğütler.<br />

Islâm felsefi dü şüncesini ve tasavvufu iranhla ştırma gayreti içinde<br />

olan H. Corbin, İbn Sina'nın eski Iran dinlerinin konularını kapsayan bir<br />

5 Mesnard, a.g.e., s. 50.<br />

6 Madkur (İbrahim), Organon d'Aristote dans le Monde Araba, Paris 1969, s. 100 vd..<br />

Bk. Bre'hier (E.), La Philosophie du Moyen Age, Paris 1937, s. 212.<br />

8 Gardet, Pense'e, ss. 38, 47.<br />

9 Sunar (Cavit), islâm Felsefesi Dersleri, <strong>Ankara</strong> 1967, s. 84.<br />

10 La Grande Encylopedie Larousse, Paris 1972, C. 3, s. 1348.<br />

24


felsefe meydana getirmek istedi ğini, ancak bunu kendinden sonra gelen<br />

Sühreverdi'nin ba şardığını söyliyerek 12 onun ismaili dü şüncelerle ili ş -<br />

kisini ortaya koymaya çalışır ve daha sonraki görü şlere kap ı açar. Chahine<br />

de İbn Sina düşüncelerinde şii unsurlar bulunduğu kanaat ındadır 13 .<br />

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Aristo felsefesi ve do ğu görüşü ile doldurulmuş<br />

eflatuncu idealizmin kar ışımı karakterini veren İslâm felsefesininm<br />

aynı görünümünü, İbn Sina'da ta şımaktadır.<br />

Ancak, İbn Sina her şeyden önce bir müslümand ır. Onun aldığı<br />

dini eğitim, felsefi eğitiminden öncedir. Hatta felsefi bir meseleyi çözemediği<br />

zamanlar camiye giderek Allah' ın kendisini bu konuda ayd ınlatmas<br />

ı için dua etti ği kaynaklarda kaydedilmektedir. Gene onun dü şüncelerinin<br />

esas ında din ile felsefe aras ında bir uzla şma veya uyum vard ır.<br />

Gerçi onun dü şüncelerinde dini gerçekler için akla yatan bir aç ıklama<br />

bulamadığında kendini tasavvufa vermekten ahkoyamad ığı bilinen bir<br />

konudur 15. Metafizikte, onun sisteminin me şşailikten i şrakiliğe geçti ği<br />

konusu gerçeklik kazamr 16 .<br />

Bununla birlikte, İbn Sina'nın sisteminde müphemlik oldu ğunu<br />

ve baz ı konularda onun tam olmad ığını söyleyen M. Horten'e zaman<br />

zaman kat ılmamak mümkün değildirn. İbn Sina'mn dü şünen Allah' ı<br />

hemen hemen fiziki bir zorunluluk gere ği, hür olmaks ız ın hareket etmektedir;<br />

halbuki Kur'an' ın Allah'ı sınırs ız bir irade ile hareket eder.<br />

İşte bu ve benzeri noktalar bizi böyle bir dü şünceye yöneltmektedir.<br />

B— İBN S İNA'DA METAF İZİK<br />

Daha önce de belirtti ğimiz gibi, İbn Sina'nın metafizi ğini incelerken<br />

onun en önemli eserlerine ba şvurarak bu konuyu ayd ınlatmaya çalışacağız.<br />

Çok iyi bilinir ki, bu konuda onun en önemli eseri e ş - Şiffdır.<br />

11 Mehren, ..tude sur la Philosophie d'Averreos, Museon 1888, içinde, s. 616; Kr ş . Tehafüt<br />

et-Tehdfüt, Kahire, tarihsiz, s. 139.<br />

12 Bkz. Histoire de la la Philosophie Islamique, Paris 1964, s. 360 ve En Islam Iranien,<br />

C. 2, Paris 1971; ayr ıca bkz. Anawati (G.C.), La Me'taphysique du Shifir, Paris 1978, s. 47; Etude<br />

de Philosophie Musulmane, Paris 1974, s. 98.<br />

13 Krş . Ontologie et The'ologie chez Avicenne, Paris 1962, s. 79. .<br />

14 Masse (Henri), Islam, Paris tarihsiz, s. 167.<br />

15 Mehren, Etude sur la Philosophie d'Averroes, s. 139; Madkur, La Metaphysique du Shifa,<br />

MİDEO, içinde, Kahire 1959, s. 1; Gardet, Pene, s. 29.<br />

16 Bkz. Sunar, iskım'da Felsefe ve Fareıbi, C. 2, <strong>Ankara</strong> 1972, s. 7; Varl ık Hakk ında Ana<br />

Düşünceler, <strong>Ankara</strong> 1977, s. 173.<br />

17 Bkz. Felsefe, mad. İ.A..<br />

25


Daha sonra s ırasıyla Kitabu'l-i şarât ve't-Tenbihât ve en-Necat gelir.<br />

Şifâ' da ise bizi daha çok ilgilendiren ilâhiyat bölümüdür. Mant ık, tabiat<br />

daha sonra ve ikinci planda gelirler. Mant ık konuları veya "M a ' kul â t" 18<br />

bizi ilgilendirirse de bu konuda önemli bir kaynak meydana getirmezler.<br />

İbn Sina metafizi ği, tıpkı Farübi gibi, ço ğunlukla Aristo metafiziğine<br />

dayanır Ancak İbn Sina'n ın metafizi ği Aristo metafizi ğinden daha<br />

metodik, bu konudaki deyim ve terimleri daha aç ık ve amac ı daha belirgindir.<br />

Üstelik İbn Sina Aristo'nun dü şüncelerinden etkilenmi ş olmas ına<br />

rağmen sadece onun görü şleriyle yetinmez, bir çok di ğer dü şüncelerle<br />

birlikte onun dü şüncelerine ters dü şen konulara da yer verir. Temelde<br />

daima islâmi bir baza dayanmak ister ve pek çok islâmi konular ı inceler.<br />

Her bilimin kendine has bir konusu vard ır. İlahi ilmin konusu da<br />

varl ık olmas ı itibariyle varlıktır. Böyle bir inceleme pek tabii ve hatta<br />

zorunlu olarak sebepleri, sebeplerin sebeplerini, prensiplerin prensiplerini,<br />

ayr ı cevherleri içine al ır. Bu sebepledir ki, bu konu konular ın en<br />

soylusudur; bu konuyu içine alan ilim de ilimlerin en soylusudur. İbn<br />

Sina'nın belirtiği gibi, bütün ilimler ona dayan ır, gerçeklik ve güçlerini<br />

ondan al ırlar 19 .<br />

İşte bu ilme İ LK FELSEFE adı verilir; çünkü bu ilim, varhkta<br />

ve evrensellikte ilk olan ın ilmidir. O, hikmet20 olarak da adland ırıln.<br />

Çünkü o, bilginin en güzel konusunun en güzel ilmidir. O, en soylu<br />

ilimdir, çünkü söz konusu olan Yarat ı cı ve ondan sonra gelen sebeplerdir.<br />

" İ 1 ühi" ilim olarak da adland ırılan bu ilim, ontolojik olarak<br />

Allah' ın bilinmesinin ilmi oldu ğundan bu ad ı alır.<br />

Nihayet bu ilim, metafizik (M ü b a'd et - T ab i a) olarak da adlandırıhr.<br />

Fakat İbn Sina bu ilme özellikle "Il ülliy at" adını verir. Bunda<br />

bir anlam geni şliği sezilir. Böylece İbn Sina kelama ait baz ı konuları<br />

da içine alan bu geni şlikle kar şı olduğu bir konuyu belirtmek ister. Bu<br />

durumda, "t e v h id" ilmi felsefecilerle kelamc ılar aras ında ortak, fakat<br />

18 Bkz. Madkur, Le Traite des eategories du Shifa, MİDEO, içinde 5 (1958), Mısır 1958, s.<br />

253. Onun merafizik dü şüncelerini belirlerken 56 kütüphanede 1500 e varan yazma eserden bu<br />

düşünceleri ç ıkarmak hayli zaman alan ve çok uzun bir çal ışma olduğundan, biz bu konular ın<br />

işlendiği ana kaynaklar ı esas almay ı uygun bulduk.<br />

19 Bkz. es-Siftı', ilâhiyat, C. 1, ss. 4, 6, 17, 18 vd.<br />

20 İbn Sina için, hikmet, nazar sanat ıdır; onunla insan nefsi şereflenir, olgunla şır ve en<br />

sonunda âhiret mutluluğuna ulaşır (Aksamu'l-Ulil ıni'l-Akliyye, Mısır 1238 H, s. 227); o, hikmeti<br />

aynı zamanda "insan nefisinin, takan oran ında, e şyarım teorik gerçeklerini dü şünme ve kabul<br />

etmesidir" şeklinde de tanımlar ve onu bölümlere ay ını (bkz. Uy ılnu'l-Hikme, Bedevi yay. Kahire<br />

1954, s. 16; ayr ıca bkz. Thillet, Sagesse Greque, as. 69-70).<br />

26


değişik aç ılardan görülüp incelenen bir konu haline gelmektedir. Bu yönden<br />

onun metafiziği, ilâhiyatc ı bir metafizik ve metafizik bir ilâhiyatt<br />

ır21 .<br />

İbn Sina'n ın metafizi ği, ilk felsefe olarak adland ırmas ı Aristo'dan<br />

mülhemdir, Onun, soylu bilim, gerçek varl ığın ilmi olması da aynı kaynak<br />

sebebiyledir 22 . İbn Sina, başlı ba şına bir Allah ve m.adde kabul<br />

eden Aristo'nun bu ikili ğini kaldırarak, Fârâbi gibi, yenieflatuncu sudûr<br />

teorisinden hareketle Allah ile madde aras ına akıllar zincirini koyar.<br />

İbn Sina'nın metafizik konusunda Aristo'nun dü şüncelerinin etkilerinde<br />

kaldığı gerçektir. Esasen bunu, Fârâbi'llin şerhinin arac ılığıyla<br />

gerçekle ştiğini söyliyerek kendisi bildirmektedir 23 .<br />

Fârâbi ilâhiyatc ı ve yenieflatuncu bir filozoftur. Bununla birlikte<br />

onda aristocu elemanlar, yenieflatuncu etkilere oranla daha çok önemlidir.<br />

O, öncelikle insan ın Allah ile olan ili şkisi meselesi ile me şgul olur.<br />

Halbuki İbn Sina'nın ki şiliği daha ba şkadır. Çünkü o, hekim ve tabiat<br />

bilginidir. Bu yüzden Aristocu elemanlar onda a ğır basar. Eflatun ile<br />

Arista aras ındaki ayrıhğa Fârâbl. ile İbn Sina aras ında raslan ır24. İbn<br />

Sina'nın metafizi ği yenieflatuncu bir görünüm arzeder. Baz ı konularda<br />

Aristo ve Eflatun'u kaynak olarak gösterdi ğini, onları takibetti ğini aç ıkhyorsa<br />

da 25 onlarda olmayan dü şünceleri de sergiler. Acaba bunlar ı<br />

yenieflatunculuktan m ı almıştır Sözgelimi nefsin sahip oldu ğu bir yetenekle<br />

peygamberli ğe kadar yükselebilece ği konusu bunlardan biridir26<br />

.<br />

Bununla birlikte, onun metafizi ği Aristo ve Eflatun metafizi ğinden<br />

din ile felsefenin birle ştirilmesi veya uzla şt ırılmas ı şekliyle ayr ıhr27.<br />

Onun metafizi ği özellikle Allah ve sem.avi cisimlerin bilgisinin tümüdür;<br />

21 Madkur, La Ildetaphysique en Terre D'Islam, s. 27;<br />

22 Krş. Aristo, Metafizik, T, 2, 1004 a, s. 182; Birand (Kamuran), Ilkçağ Felsefesi, 2. bas.,<br />

<strong>Ankara</strong> 1964, s. 68; Weber (Alfred), Felsefe Tarihi, çev. V. Eralp, İstanbul 1949, s. 69; Sunar,<br />

Islam'da Felsefe ve Fârâbî, s. 8; Felsefe Dersleri, s. 97.<br />

23 Bkz. ilahiyat, Kahire 1960, C. 1, ss. 3-4 ve 54; Gardet, Pense'e, s. 19; Goichon,<br />

L'Unite de la Pense-e Avicennienne, Archives Intellectuels, içinde, 1952, s. 292, La Personalite.<br />

IBLA içinde, (1952), ss. 59, 268; Massignon, La Philosophie Orientale d'Ibn Sina,<br />

d'Avicenne,<br />

Miscellaea, içinde, Kahire 1954, s. 1.<br />

24 Von Aster (Ernest), Felsefe Tarihi Dersleri, çev. M. Gökberk, İstanbul 1943. s. 245.<br />

25 Kr ş . İbn Sina, es-Sifd, el-Medhal, Kahire 1952, s. 11.<br />

26 Gilson (Etienne), Le Thomisme, Paris 1947, s. 130 vd.; Izmirli İsmail Hakkı, Ibn Sina<br />

Felsefesi, Büyük.. içinde, s. 13.<br />

27 Bkz. Bahnam (G.P.) , Yentibi'u'l-Ma'rifet inde Ibn Sina, RAAD 33/1958, s. 227.<br />

27


sebeplilik doktrini ve do ğuş teorisi, bu iki konu etraf ında şekillenir.<br />

Her şeyin tepesinde, salt varl ık, gerçek ve iyilik olan "V acibu'l-Vücud"<br />

vard ır. O'ndan sudûr eden bir fikir dünyas ıdır. Bu dünya güç<br />

ve bağunlılıkları olmayan saf ak ıllar serisidir. Bu saf ak ıllar, İlk Var-<br />

,<br />

lık'a do ğru yönelmi ş olup onu taklit etmeye u ğra şmaktad ırlar. Onlar ın<br />

alt ında nefisler dünyas ı bulunur. Maddi şekillerin en üstün şeklini temsil<br />

eden bu gök varl ıkları, feleklerin cisimlerini ve onlar arac ılığıyla yer<br />

unsurlar ın]. yönetirler.<br />

Kendisinden bu varl ıklar ın yayıld ığı Allah' ı , İbn Sina, bu ad ıyla<br />

de ğil, felsefi ismiyle adland ırır: B İ R, İ LK, VA C İ BU'L- VÜ C U D,<br />

İ LK İLLET, İ LK HAKIKAT vd. 28<br />

İbn Sina'ya göre, teorik ilim üç bölümü kapsar: Tabiat, Matematik,<br />

Metafizik. Tabiat ın konusu hareket ve durma halinde bulunan varl ıklardır;<br />

bunlara kendi özlerinden gelen arazlar da eklenebilir. Matemati ğin<br />

konusu özü itibariyle duyularla alg ılanan fakat maddesi olmayan bir<br />

niceliktir29. Halbuki metafizik, özü ve tan ımına göre, maddeden ayr ı<br />

şeyleri inceler. Bu ilimde varl ığın ilk sebepleri ve prensiplerin prensibi<br />

(Allah) de incelenir. İbn Sina'nın bu tarifi hemen hemen ayn ı şekilde<br />

Aristo da vard ır 30 Metafizik veya İlk Felsefe salt hikmet" tir . Ama<br />

onun konusu nedir Acaba bu konu Allah midir Bu ilmin konusu Allah<br />

değildir Çünkü her dinin konusu, o filmde var kabul edilen bir şeydir;<br />

halbuki Allah' ın varlığı metafizik içinde bir konu gibi kabul edilemez;<br />

fakat onun içinde aranabilirm. Bu ara ştırma iki yönden incelenebilir:<br />

Birincisi O'nun varlığı aç ıs ından, ikincisi O'nun s ıfatlar ı aç ısından.<br />

Gerçek olan şu ki, Allah' ın bir cismi yoktur, maddeden ve akledilir şekillerden<br />

aridir. Tabiatm konusu hareket ve durgunlu ğa tabi cisim, matemati<br />

ğin konusu da soyut ölçülerdir; t ıpkı Aristo'da oldu ğu üzere 32<br />

ğin konusu da, varl ık olmas ı itibariyle varl ık ve zaruri olarak metafizi<br />

onunla beraber olanlard ır. Öyle ise varlığın türleri, arazlar ı, teklik ve<br />

çokluğu, güç ve eylemi, eüz'i ve külliliği, zarureti ve mümkünlüğü gibi<br />

şeyler metafizi ğin konusunu olu ştururlar 33 .<br />

Metafizik, konu olarak varl ığı incelemesi, kesin anlamda varl ıktan<br />

söz etmesi, varl ık olması itibariyle varl ıktan bahsetmesi sebebiyle ilabiyat't<br />

ır. Fakat o, hangi ölçüde varl ık olduklarını belirlemek için, bütün<br />

28 De Vuax, Avicenne, s. 241.<br />

29 Şifa', Ilâhiyat, C. 1, s. 4; Anawati, La Mataphysique, s. 289/13.<br />

30 La Mataphysique, A, 2, 982 a, s. 12.<br />

31 Şifa', Ilahiyat, C. 1, s. 6.<br />

32 La Mataphysique, T, 1, s. 171.<br />

33 Şifa', Ilahiyat, C. 1, s. 5; Uyan, s. 47; aynea bk. Chahine, a.g.e., s. 38.<br />

28


varlıklar' inceler. Varl ık olmas ı itibariyle varlık, her şeyde ortak varl ık<br />

olarak kavran ıldığına göre, bütün varl ıklar bir ve aynı filmin konusu<br />

olur.<br />

İbn Sina için, felsefenin gayesi, insan ın yapmaya gücü oldu ğu ölçüde<br />

bütün e şyamn gerçe ğini anlamaktir. Aristo'da benzer bir tari<br />

finde felsefeyi gerçe ğin bilgisi olarak tammlar 34. Bir ba şka tarifde<br />

ise felsefe (hikmet) e şyamn tasavvuru ve tan ınmasıyla insani nefsin<br />

olgunluğuna eri şmesi, insanın elindeki güçler oran ında pratik gerçeklerin<br />

do ğrulanmasıdır35. Metafizik, "Mi ba'd et-T ab a" veya "el-<br />

Ilm el-ilahi" tabiattan tamamen ayr ı olan ın ilmidir. Hayat ı her şeyi<br />

kaplayan varl ığın ne oldu ğunu bize gösteren ilimdir 36. Metafizi ğin varlık<br />

olmas ı itibariyle varl ık ilmi olduğu dü şüncesinden hareket eden İbn<br />

Sina, varl ık kavramımn derin bir analizini yapar ve konuya öyle girer.<br />

Bunun içinde normal bir insan ın varlık konusundaki dü şüncelerini de<br />

alarak bunlar ı tenkid eder ve bu kavram ın özüne inmeye çali şır37 .<br />

1— Varlık ilmi Olarak Metafizik ve Varl ık:<br />

İbn Sina için Varlık, varlık ad ından başka bir şeyle aç ıklanamaz;<br />

çünkü o, her aç ıklaman ın ilk prensibidir. O halde aç ıklanamaz, belki<br />

onun şekli nefiste meydana gelir 38. Varlıkla "bir (vahid)" aras ındaki<br />

ilişkileri belirliyerek varl ığı açıklamak isteyen İbn Sina, bunu da yeterli<br />

görmeyerek bu kere "varl ık" la mahiyet aras ındaki ayrılığı ortaya koyarak<br />

varl ığı aç ıklamak ister 39 .<br />

Ona göre varl ık, mahiyeti olan şeyler için bir arazd ır, yani bu<br />

şeyler varl ıklarını sonradan kazanm ışlardır. Varlığın tammında onu<br />

meydana getiren nitelikler daima d ışarda tutulur. Fakat öz, varl ıktan<br />

ayrı ise bu takdirde özün varl ığı nas ıl aç ıklanır Öz, salt yokluk de ğildir;<br />

kar şıt ı olan varolu şa kar şı koyma anlamında fakat d ıştaki imkinında<br />

varlığı alıncaya kadar onun yokulu ğu vardır40. Onun için özün varlığı<br />

ve yokluğu konusunda kesin çizgilerle aç ıklama yap ılamaz.<br />

34 La Mâtaphysique, x, 1, 993 b, s. 108.<br />

35 Bkz. Uyan, s. 16; Gardet, Pensâe, s. 30; Atay, (Hüseyin), İslam Felsefesinin Doğuşuna<br />

Dair, İ.F. der., C. XIV, <strong>Ankara</strong> 1967, s. 185 vd..<br />

36 Şifâ', ilahiyat, C. 2, s. 287.<br />

37 Bkz. İşârât, Ma ba'd et-Tabia, Kahire 1948, s. 17; Goichon, Livre, s. 351; Bedevi (Abdurrahman),<br />

Histoire de la Philosophie en Islam, Paris 1972, s. 616.<br />

38 Necat, Ilahiyat, s. 200; Chahine, Ontologie, s. 41.<br />

39 Krş. Bedevi, Histoire, s. 616.<br />

40 Bkz. Necat, Ilahiyat, s. 213; Goichon, Distinction, s. 141.<br />

29


İbn Sina'da kendisiyle ilk anda kavranan, her şeyde ortak olan<br />

varlıkt ır41. Esasen o, varl ık ad ından ba şka bir adla yorumlanamaz,<br />

çünkü her yorumun ilk ilkesidir, biz onu aç ıklayamay ız; fakat kavram ı<br />

zihinde arac ısız olarak vard ır. O, cevher ve arazlara bölünebilir 42.<br />

Akıl hissi verilerle yükselerek bir soyuttan bir ba şka soyuta ç ıkabildiği<br />

kadar ç ıks ın, yine de varl ığın kar şısında bulunur; i şte bunun için o,<br />

her türlü yorumun ilk kaidesidir.<br />

İbn Sina'ya göre, herhangi bir şeye bir kalite vermek, onun, yani<br />

süjenin ifade etti ği mana ile bu kalitenin ayn ı olması demek de ğildir,<br />

mesela insan iki ayakhd ır dernekle insan kavram ının iki ayakl ı kavramıyla<br />

ayn ı oldu ğu demek de ğildir. Aksine insan iki ayakhd ır ve iki s ıfatı<br />

da ta şır demektir. Üçgen bir kavramd ır, bu kavrama şekil vasfı veririlirse<br />

yani şeklin üçgenin yüklemi olmas ı halinde üçgenin tabiat ı ile şeklin<br />

tabiat ı aynı olmaz 43. Zata benzemeyen her s ıfat, ya zat ı meydana getiren<br />

kurucu bir s ıfatt ır veya zat ın zorunlu sonucu olan bir özelliktir,<br />

veyahutta bir arazd ır44. Birincisi tarife yarayan s ıfatt ır, onsuz e şyanın<br />

bilinmesi imkans ızd ır; yani bu e şyamn kavram ını meydana getiren özelliktir.<br />

Bu, üçgene göre, şekildir; insana göre de bedendir. İkincisi ondan<br />

bir parça olmaks ızın zata refakat eden özelliktir 45, Üçgenin iç aç ılan<br />

toplamı 180° dir, gibi. Üçüncüsü, araz olarak, gençlik, ihtiyarl ık gibi<br />

özelliktir.<br />

Zatla zorunlu s ıfat aras ında, bütünle parçalar ı arasındaki fark vardır.<br />

Bir şey birçok kurucu ve zorunlu s ıfatlara sahip olabilir. O oldu ğu<br />

şeydir; fakat bir tek s ıfat de ğildir; ama bu s ıfatlar ın toplamıdır. Böylece<br />

insan, canhl ığı itibariyle, sadece hayvan oldu ğu için insan de ğil, fakat<br />

konuşan hayvan oldu ğu için insand ır46 . İnsan kavram ı insanın zatını<br />

meydana getiren bütün nitelikleri kapsar. O halde insan ın tarifi cins<br />

ve farklar vas ıtas ıyla belirlenebilen nitelikleri göstermelidir.<br />

Ancak mürekkep şeyler tan ımlanabilir, basit olanlar de ğil; çünkü<br />

basitlerin tam olmayan bir tarifleri vard ır. Allah mutlak olarak basit<br />

olduğundan tarifi yap ılamaz. Sadece O'nu di ğerlerinden ay ıran tasviri<br />

yap ılır. E ğer "V a cib u'l- V ücu d"un tarifi yoksa O'nun hiç bir cinsi,<br />

41 Aym eser, s. 3; .Şifâ', IUhiyat, C. 2, s. 291; Necat, ilâhiyat, s. 199 vd..<br />

42 Aym eser, s. 200; ayr ıca, bkz. Gilson, Avicenne et le Point de Wpart de Duns Scot, ADMA,<br />

içinde, 1926/8, s. 110 vd.<br />

43 Işârdt, s. 5.<br />

44 Aynı eser, s. 7-9; Bedevi, a.g.e., s. 616.<br />

45 ıstirât, Tabiat, s. 7.<br />

46 Necat, Mantık, s. 10.<br />

30


fash ve birle şiği olmadığı içindir47. Allah hiç bir tarife girmez., çünkü<br />

tarifler zat ı meydana getiren özelliklerle yap ılır, yoksa varl ığı verenlerle<br />

değildir. Allah varlığın meydana gelmesine sebep oland ır; öyle ise tarife<br />

girmez. Bu aç ıdan zat ın (özün) şartları varoluşun şartlanyla ayn ı değildir.<br />

İbn Sina'ya göre, tarif ancak sentezle kazan ılabilir. E ğer felsefeciler<br />

bir şeyin tarifini ar ıyorlarsa, o şeyin özünden ayr ı aç ık bir düşünce sahibi<br />

olmak istiyorlard ır48 . Mevcut olmayan ın gerçek bir tarifi yoktur. Ayr ım<br />

ve tasvir özü temsil için yeterli de ğillerdir. Dikkat edilirse İbn Sina<br />

nominal tarifi kabul etmektedir. Böylece tan ım bize e şyan'''. zat ın]<br />

(özünü) tam temsil eden bir dü şünce vermektedir.<br />

Mümkün kavramlara kar şılık olan e şyanın varlığı sadece mümkündür49.<br />

Bunun için, İbn Sina'ya göre, tarifi, tammlanamn varl ığını asla<br />

ihtiva etmez. Onun için üçgen tarif edilebilir, ayn ı zamanda varlığından<br />

şüphe edilebilir 50. Bunun için varl ık, zat ın kendisini meydana getiren<br />

elamanlardan biri de ğildir; sadece zorunlu bir niteli ğidir. Yani zorunlu<br />

bir araz ıdır. Gilson, İbn Sina'n ın bu şekildeki dü şüncesini hatalı bulınaktadır51<br />

.<br />

Ancak biz, İbn Sina'n ın bu şekildeki dü şüncelerinden hareketle<br />

onun "zat ve vücud" aras ındaki ayr ılığı belirleyen dü şüncelerine ve sistemine<br />

girmek istiyoruz.<br />

Dilbilgisi kurallarma göre, "Zat" zu'nun di şisidir ve sahip olan demektir.<br />

Filozoflarda bu kelime "o" mânâs ını alır, yani ki şi, zaman zaman<br />

bu kelime "nefs" ve "ayn" ile anlamda ş olarak kullan ılmışt ır:<br />

bi'z-zat, bi nefsihi, bi aynihi gibi. Felsefe lisan ın en çok kullan ılan "bi<br />

zatihi" dir. Bu kelime ço ğunlukla, V a cibu'l-Vüeud'un varl ığından<br />

söz edilirken kullanılmıştır. Sözgelimi İbn Sina şöyle der: "V a cib<br />

bi zatihi" ve "mümkün bi z atihi" 52. Viicud ise "ve ce de" kökünden<br />

gelmektedir; bulmak, zengin olmak man'alanna gelmektedir 53 . İbn Sina<br />

felsefesinde ki şi (zat) kelimesini ifade eden on anlamda ş kelime vard ır:<br />

Bunlar, zat, ş ey'iyye, mahiyet, hakikat, suret, ayn, hüviyet,<br />

enniye, t ab' ve t abiat'd ır54. Ona göre, bir şeyin "zat"1, niteliklerin-<br />

47 Şifâ', ilâhiyat, C. 2, s. •348.<br />

48 Necat, İ s. 124.<br />

49 Saliha, Etude, s. 82.<br />

50 Işareti, s. 140.<br />

51 L'»re et l'Essence, Paris 1972, s. 69.<br />

52 Necat, ilâhiyat, s. 273; Şifâ', Ilahiyat, ss. 355, 373, 376, vd..<br />

53 Bkz. Atay, Fârtibi ve İbn Sina'da Yaratma, <strong>Ankara</strong> 1974, s. 81.<br />

54 Goichon, Distinction, s. 48.<br />

31


den birinin sebebi olabilir, fakat bu, şeyin varlığı zatı yüzünden ortaya<br />

çıkmış değildir; çünkü her sebep varolmadan önce varl ıkta sonucundan<br />

önce gelir. Zat sadece basit bir varolma imkan ını ihtiva eder. Varl ıkta<br />

olma halinin sebebini zat ın dışında aramak gerekir.<br />

Bir şeyin varlığı, özünde bu şeyin prensibine sahip de ğildir. Bu şeyin<br />

prensibi özünün. dışındadır. Aristo'daki öz ve varl ığın mant ıki ayrılığı,<br />

İbn Sina'da ontolojik karakter al ır. Öz ve varl ık ayr ımı İbn Sina'dan<br />

önce Farabi'de de vard ır. Zat (öz) varl ık değildir ve onun anlay ışı içinde<br />

kabul edilemez. İbn Sina bunu şöyle aç ıklar: E ğer insan ın zat ı varlığını<br />

kapsasayd ı zat ının kavram ı varlığının da kavramı olacaktı. E ğer insanın<br />

varlığı, onun bedeni ve hayvan ı tabiat ıyla benze şiyor veya uyu şuyorsa<br />

bu, insan ın kendi tabiat ını bilmesi ve ondan şüphe etmemesi sebebiyledir.<br />

Biz ancak do ğru ve tam bir idrak elde edinceye kadar e ş -<br />

yadan şüphe ederiz.<br />

Böylece varlığın geıçekle ştirici bir niteliği olmadığı ortaya ç ıkmaktadır,<br />

o, sadece katk ın bir arazd ır. Bu aç ıklamalar ın hepsi ontolojik düzen<br />

içinde olu şan de ğerlendirmelerdir; çünkü varl ığı özü olmayan ve özünün<br />

kendisini meydana getiren bir eleman ı olmayan her şey, varlığı özünden<br />

ayrı olmayan bir varl ığa dayanmaktad ır55 .<br />

Varlığın sebepleri, özün sebeplerinin ayn ısı değildir. Insan kavram<br />

ı= dış dünyada ve dü şüncede varolmas ı olayı, insanın özünden<br />

(zat ından) tamamen müstakil bir haldir; çünkü e ğer varolu ş, veya vücud<br />

özü meydana getiren bir özellik olsayd ı insan ak ılda varolamazd ı .<br />

Üstelik özün d ış varlığından şüphe etmemiz, varlığın özün kurucu bir<br />

sıfat ı olmadığını ortaya koymaktad ır.<br />

Z at ve v ü c u d'un ayr ılığı konusunda görü şlerini k ısaca belirttiğimiz<br />

İbn Sina, varlığın nefsin sezgisiyle kavran ılabilece ğine inanır.<br />

D ışardan bir duyum olmaks ız ın ve dü şünmeksizin nefs ne oldu ğunu<br />

bilebilir ve varlığının şuuruna varabilir. Bunun için "uçan adam"<br />

misalini verir56: "Ba şından itibaren özünün görünü ş ve ak ıl yönünden<br />

tam ve sa ğlam yarat ıldığını dü şünsen; bedenin organ ve şekil yönünden<br />

tam olsun; parçalar ı görünmemi ş ve organlar ı hiç bir yere dokunmam ış<br />

fakat ayr ı ayrı olsun ve havada, bo şlukta bir anda as ılı dursun Sen<br />

onu varlığından ba şka her şeyden habersiz bulursun" 57. Böylece İbn<br />

55 İşetrât, Ilâhiyat, s. 32 vd.. ayrıca bk. Keklik (Nihat), Sadreddin Konevrnin Felsefesinde<br />

Allah-Kâinat ve Insan, İstanbul 1967, s. 117.<br />

56 Kitabu'n-Nefs (De Anima), F. Rahman yay. Oxford 1959, ss. 16, 255.<br />

57 işdriit, Tabiat, s. 306<br />

32


Sina, dikkatli bir insan ın kendi varlığın ın farkında olaca ğını, hatta<br />

uyuyanın uykusunda, sarho şun sarho şluluğunda, zihninde kendi varl ı-<br />

ğının fark ında olmasa bile, kendinden (varl ığından) uzakla şmayaca ğını<br />

bildirmek ister.<br />

Şifa'da okudu ğumuz "uçan adam" misali, i şarat'da yeniden ele<br />

alınarak varl ık onunla aç ıklanmaktad ır. Bu uçan adam misâlinde kavranan,<br />

varolan bir cevherdir. Öyle ise İbn Sina'da ilk prensip olan şey,<br />

hissi deney de ğil, fakat sezgiyle gerçekle şen bir kavray ıştır. Uçan adamdan<br />

şu sonuç ç ıkart ılabilir: İnsan organs ız olarak bulunabilir, bununla<br />

birlikte, varlığın ın. şuurundad ır. Organlardan soyutlanm ış olarak devam<br />

eden ve varl ığın ı sürdüren bir cevher vard ır58. Uçan adam'da varolu ş<br />

düşiincesi59, zihnin kendi öz nesnesi kar şısındaki bir sezgisi şeklinde<br />

ortaya ç ıkmaktad ır.<br />

Seyhu'r-Reis'in dü şüncelerinde varl ık, ba şka bir şeyin arac ılığına<br />

ihtiyaç olmaks ı z ın bizzat kendisiyle nefiste şekillenmektedir. Her şeyin<br />

kendisiyle o oldu ğu bir tabiat ı vard ır ve varl ık yoklu ğa oranla daha iyi<br />

bilinir; çünkü yokluk varl ıkla bilinmektedir İbn Sina'nın bu düşüncesi<br />

yan ında F. Razi, var ile yok aras ında bir vas ıta kabul etmez 60 ,<br />

İbn Sina'da olmakla var olmak aras ında bir ayırım görmez, yokluk da<br />

pozitif bir aç ıklaman ın objesi olamaz. Aynı zamanda yokluk varlığa<br />

geçemez; e ğer geçseydi onunla ona benzeyen aras ında bir ayr ıl ık olurdu,<br />

onun yerinde bir ba şkas ı bulunurdu. E ğer bu bir ba şkas ı ona benziyorsa<br />

da o de ğildir; çünkü o, var olan ve kaybolan de ğildir, yokluk halinde<br />

o kendisi de ğildi. Var olmayan yeniden var olsayd ı o, daha önce kendileriyle<br />

beraber oldu ğu özellilçlerle bu yeni olan ı meydana getirmi ş olacakt<br />

ı ; bu özellikler aras ında onun zaman ı da vard ır. Onun zaman ının<br />

varlığa döndüğü söylenemez; çünkü var olmayan geri dönmeyecektir.<br />

Zira geri dönen (mu'ad) ikinci bir zamanda bulunan demektir 61. E ğer<br />

varlık ge ı çek ise bu onun devaml ı olduğunu ifade eder ve o, kendiyle<br />

var (kayyüm) ise bu da kendini tan ıyor biliyor demektir.<br />

İbn Sina'ya göre, duyularla alg ılanan nesnelere anlamlar ı olan bir<br />

ad verilir; söz gelimi insan ad ı, bu ad Zeyd'e veya Amr'a bir mana ile<br />

uygulanabilir. Bu mana da, bunlardan biri e ğer duyularla algılanıyorsa<br />

58 Aguiler (E. Galindo), L'Homme Volant d'Avicenne et le Cogito de Deseartes, IBLA, içinde, -<br />

1958, s. 83; Saliha, 1 arihu Felsefe, 1973, s. 222.<br />

59 Bkz. Ülken, Felsefe Dersleri, <strong>Ankara</strong> 1972, s. 114.<br />

60 Muhassal, çev. H. Atay, <strong>Ankara</strong> 1978, s. 65<br />

61 Şifit', il'ahiyat, Tahran bas. s. 291 vd.<br />

33


ya o'dur (yani o anlamd ır) veya de ğildir. E ğer duyular ımızla alg ılanmıyorsa,<br />

bu duyularla alg ılanabilir (mahsus) de ğildir; bu hal şaşırtıcıdır.<br />

E ğer duyularla alg ılanabilir ise bu takdirde şüphesiz bir durumu (vaz' ı),<br />

bir yeri ve belirli bir ölçüsü vard ır. E ğer böyle de ğilse, kavranmaya ve<br />

düşünmeye elveri şli olmayan şey, nas ıl belirli bir nesne olabilir Çünkü<br />

duyularla algılanan ve dü şünülen her nesne, bu hallerden biriyle özelle<br />

şir; e ğer böyle ise "duyularla alg ılanan (mahsus)", bu halde olmayan<br />

bir şeye uygun gelmez. Çünkü bu halde bir çok farkl ı varl ıklara bu ad<br />

söylenemez: demek ki bir gerçe ği (cevheri) olmas ı veya ki şilerin çokluğunun<br />

bir farkı olmayan cevheri olmas ı itibariyle insan hissedilir<br />

fakat akledilirdir. Bu bütün külliler için de ayn ıdır62 .<br />

Varlıklar çe şitli zatlara sahiptirler, biri insan, biri at, bir di ğeri<br />

ta ştır veya ağaçtır. Bunlardan hiç biri kendiliklerinden var de ğildir.<br />

Öyle ise onlar ın zatlar ı, varlıkları içinde de ğildir; varl ıkları dışardan<br />

verilmektedir63. Halbuki gerçek varl ık, başlangıcı olmaks ızın varlığını<br />

hiç kimseden almaz; onun varl ığı kendindendir; fakat zat ının bir parças<br />

ı da de ğildir. Öyle ise zat ı aynı zamanda varlığıdır. Bu tür bir varl ık,<br />

varlığı zat ı olan "V acib (Zorunlu)" varl ıktır. Halbuki varl ıklarını ondan<br />

almakla kendilerine d ışardan bir varl ık alan olabilirlerin (mümkünlerin)<br />

çokluğu, benzetme yoluyla varl ıklar olarak adland ırılır; fakat bu,<br />

asla onun sahip oldu ğu varlık değildir. Mümkünün varlığının kendinden<br />

olmamas ı, öz ve varl ık aras ında ayrılık bulunduğunu varsayd ırır. Fârabi<br />

ve İbn Sina'nın dü şünce sistemleri bu dü şünceden kaynaklanmaktadır.<br />

Biraz de ğişik bir şekilde, İbn Sina'dan sonra M. b. Meymun'da<br />

ortaya ç ıkacak olan bu ayr ılık, İbn Sina felsefesinin ana problemidir.<br />

Böylece İbn Sina düşüncesinde, yarat ılmış varlıklarda "z at ve<br />

vü c u d" ayr ılığı ortaya ç ıkmaktadır. Goichon böyle bir dü şünceden<br />

ötürü Yar at ı c ı'mn varlığı ile yarat ıkların varlığının benze şmesinin ortaya<br />

ç ıktığını ileri sürer 64. Gerçekten İbn Sina'ya göre, varl ık diğerleri<br />

gibi bir nitelik de ğildir. Bu konuda onun görü şleri şöyledir: bir şeyin<br />

mahiyetinin onun niteliklerinden bir niteliğin sebebi olmas ı ve bir hassanın<br />

özel farkl ılığı gibi bu niteliğe ait bir niteli ğin de bir ba şka niteliğin<br />

sebebi olmas ı mümkündür65 . Şaşırma gülmenin sebebi oldu ğu gibi, bir<br />

araz da ba şka bir al-anlı sebebi olabilir. Bununla birlikte, varl ık olan bir<br />

nitelik, varlık olmayan bir mahiyet sebebiyle veya bir ba şka nitelik<br />

62 /Orta, Mâ ba'd et-Tabla, s. 18 vd.<br />

63 Bk. Goichon, L'Unite, s. 295.<br />

64 Kr ş. a.g.e., s. 295.<br />

65 /Orta, ma ba'd et-Tabia, s. 55.<br />

34


sebebiyle varlık kurallar ına uygun olarak sadece e şyaya ait olamaz;<br />

çünkü sebep varl ıkta öncedir, fakat hiç bir şey varhktan önce var<br />

değildir66.<br />

Burada varl ıkla diğer nitelikler aras ındaki fark şudur: diğer nitelikler<br />

mahiyet sebebiyle vard ır ve mahiyet de varl ık sebebiyle vard ır. Böylece<br />

İbn Sina varl ık niteliğini ayırmaktad ır; bu niteli ğin ortaya ç ıkışı mailiyenen<br />

ötürüdür. Ondan etkinin gelebilmesi için, mahiyetin varolmas ı<br />

gerekir; fakat mahiyet, varl ık niteliği eşyada var olmadan yoktur. Bu<br />

yüzden, varl ık niteliği, mahiyetin di ğer nitelikleri sebebiyle var de ğildir;<br />

çünkü bu takdirde mahiyet ve varl ık (vücud) niteli ği, varolmadan<br />

önce varolurlar ki, bu imkâns ızd ır67 .<br />

Bu konuda, İbn Sina metafizi ğine hâkim olan iki ayrı kutup görülür:<br />

a) Varolu şcu bir teklikcilik ve b) vacib-mümkün aras ındaki ayrılık.<br />

İbn Sina'ya göre varl ık, zorunlu (vacib) ve olabilir (mümkün) den daha<br />

geneldir. Varl ık yönünden varl ık incelenirse onu "vacib" ve "mümkün"<br />

diye arrmanuz gerekmez. Ona göre mantiki bir şekilde bir varolma<br />

hali (hâlu'l-vücud) vard ır. Böylece varolu ş mantiki bir çerçevede ele<br />

alınmaktad ır. Mümkün varlikta, öz (zat) varl ıktan ayr ıdır; çünkü o,<br />

varlığı başkas ından almaktad ır. Fakat "mümkün"ün öz varl ığı, el-<br />

E vvel'in kendisi hakk ında sahip oldu ğu düşüncede bulunan baza sahiptir<br />

ve o, varl ığını yoktan (ex nihilo) de ğil, fakat zorunlu bir şekilde<br />

gelişen doğuştan (sudiırdan) al ır68 .<br />

İbn Sina'n ın, Aristo'nun Teoloji'sinden ald ığı bu varoluş tekciliği,<br />

bir'den çoklu ğa geçi şte yenieflatuncu aç ıklamaların izlerini ta şır. İbn<br />

Sina daima vacible mümkünü birbirinden ay ırmak iste ğini ta şır. İşte<br />

onun bütün metafizik analizinin kayna ğında bu ikili aç ıklamalar bulunur.<br />

İbn Sina'ya göre, her şeyin bir gerçe ği (hakikati) vard ır. Bu da<br />

onun "mahiyy e ti"dir. Aynı şekilde, her şeyin kendine özgü gerçe ği<br />

onun varlığından ayr ıdır. E ğer bir şeyin gerçe ği, soyutlanm ış olarak veya<br />

nefiste veyahutta bu ikisini kapsam ına alan mutlak bir durumda vard ır<br />

denilirse burada "elde edilmi ş ve anla şılmış bir anlam" vard ır. Fakat<br />

eğer bu şeyin gerçe ği şunun gerçe ğidir denilirse bu, bir "gereksiz tekrar"<br />

olur. E ğer bu şeyin gerçe ği bir şeydir, denilirse, bu gene bilinmeyeni<br />

açıklamayan bir do ğrulama olur Bunun gerçe ği varolan bir gerçektir,<br />

66 Aynı eser, s. 56.<br />

67 Aynı eser, s. 56.<br />

68 Rkz. Gardet, En l'Honneur du Millenaire d'Avicenne, Revue Thomiste, içinde, Paris<br />

1951, s. 336.<br />

35


demek de az yarar Sa ğlar. Fakat e ğer "A nin gerçe ği bir şeydir, ve B nin<br />

gerçe ği başka bir şeydir" denilirse, bu ifade do ğrudur; çünkü insan nefsinde<br />

onun ilk şeyden farklı, özel bir ba şka şey olduğunu anlar. Bu,<br />

t ıpkı "A n ın gerçe ği bir gerçektir ve B nin gerçe ği de bir ba şka gerçektir"<br />

gibidir. Bu dolay ıs ıyla söyleyi ş (idmar) ve birle ştirme (iktiran)<br />

dışında hiç bir sonuç bulunamaz 69 .<br />

Böylece varl ık kavram ı, İbn Sina sisteminin temelini olu şturur.<br />

İbn Sina için varl ık sözü, ba şka bir sözün içine giremiyecek kadar geni ş<br />

mânâ ta şır70 . Varlığın birliği konusunda yapt ığı aç ıklamalarla, o, " ak ılüst<br />

ü birlik" ile s ay ı s al birlik"i birbirine kar ıştırmaz esasen o<br />

metafizikle matemati ği ay ırır. ancak, "bir"in çok ba şka bir anlamda<br />

metafizi ğin konusu olduğunu kabul eder. Ilimler s ıruflamas ında da matemati<br />

ği, metafizikle tabiat ın aras ına kor; çünkü matematik mutlak<br />

olarak maddeden ayr ı olmayan fakat soyut olan varl ıklarla ilgilenir71 .<br />

Düşüncesinde, varl ığı, ya dış dünyada (âyan'da) veya zihinde<br />

(fil-enfüs) yahut da mutlak varl ık olarak üçe ay ıran İbn Sina, bu konuda<br />

insan "ben"ini ba şlangıç noktas ı olarak ele al ır.<br />

• Descartes "b en"e dü şünce arac ılığıyla, Kierkegard günah endişesiyle72,<br />

Heidegger ölüm korkusuyla 73 ulaşırken İbn Sina vas ıtas ız<br />

olarak ula şmaktad ır74. Atay, İ. Mehdevi'nin İbn Sina'mn varl ık hakkındaki,<br />

özellikle "eniyye" (ruh) konusundaki görü şleri ile J.P. Sartre'<br />

ın görü şleri aras ında benzerlik buldu ğunu kaydetmektedir. Bat ı düşünce<br />

dünyas ına bir hayli etki yapm ış olan " Şeyhu'r-Reis"in dü şüncelerinin<br />

dolaylı da olsa ça ğım ız filozoflar ına tesir etmi ş olması tabii karşılanmalıdır;<br />

en az ından bir benzerlik olmas ı normaldir75 .<br />

İbn Sina'n ın varlık konusundaki düşüncelerini, Atay en ince ayr ınt<br />

ılarına kadar, terminolojisiyle birlikte aç ıklamışt ır76. Bu sebeple biz<br />

bu konuyu tekrarlamak istemiyoruz, okuyucuyu ad ı geçen makaleye<br />

göndermekle yetiniyoruz.<br />

69 Şifd', İlâhiyat, C. 1, s. 32.<br />

70 Mubahasdt, Aristo ındel-Arab, içinde, s. 160; ayr ıca bk. Atay, İbn Sina'nt ıt Varl ıktl ığt,<br />

basıllyor, s. 2 vd.<br />

71 Goichon, Distinction, s. 10.<br />

72 Kr ş. Akarsu (Bedia), Çağdaş Felsefe, İstanbul 1979, s. 115.<br />

73 Kr ş. aynı eser, ss. 127, 128 vd.<br />

74 Atay, İbn Sina'da Varldtetlık, s. 27.<br />

75 Kr ş. Atay, aynı mak. s. 25; J.P. Sartre, L'tre et le isleant, Paris 1943, s. 16 vd,<br />

76 Atay, adı geçen. mak<br />

36


2— Metafiziğin Bölümleri:<br />

İbn Sina metafiziği bölümlere ay ırmaktad ır. Bu ay ırım77 pek tabii<br />

olarak ilgilenilen konular itibariyle olmaktad ır. Zorunlu olarak bölünen<br />

bu filmin parçalarından birisi, en üstün sebepleri ( es 13 âbu'l-kus v a)<br />

inceler78; bu sebepler, varl ığı açısından nedenli (mal al) her varl ığın<br />

sebebidir. İkincisi, yalnız " ınü t ek em nı ; m" ve "müt e h ar ri k " olmas ı<br />

itibariyle de ğil, nedenli (malul) olmas ı itibariyle, nedenli her varl ığın<br />

kendisinden yay ıldığı İlk Sebeb'i inceleyen bölümdür. Hareket ve nicelik<br />

yönünden inceleme yap ılsaydı bu fizik ve matemati ğin konusuna girer,<br />

metafiziğin alan ından ç ıkard ı; bunun için sadece illetli olmas ı ve ilk<br />

sebepten bu şekilde yay ılmış olmaları itibariyle bu bölümde incelenirler.<br />

Di ğer bir bölüm de, varolan ın (mevcud) arazlarmdan söz eden bölümdür;<br />

yani varl ığın tekliği, çokluğu, hareket, güç, öncelik ve sonral ık gibi<br />

hallerini inceleyen bölümdür, Bir di ğer bölüm ise, cüzi ilimlerin prensiplerini<br />

(mebadiu'l-ulümi'l-eüziyye) ele almaktad ır. Bu prensipler,<br />

ya konu ve bölümlerinin kavran ılmas ı gibi mefhumidirler veya konu<br />

vardır gibi hiikrnidirler79 .<br />

Metafizi ğin yerinin neresi oldu ğu konusunda bir soruya İbn Sina,<br />

bu yerin tabiat ve matematikten sonra oldu ğunu söyler. O, fizikten sonrad<br />

ır; çünkü metafizikte kabul edilmi ş pek çok problem tabiatta incelenip<br />

açıklığa kavu şturulmu ştur. Bunlar olu ş (kevn), bozulu ş (fesad),<br />

deği şme, yer, zaman, her hareketin bir hareket ettiriciye ba ğlılığı ve bütün<br />

hareket edenler "Muhariku'l-Evvel"e ç ıkarlar, gibi sorunlard<br />

ır.<br />

Metafizik matematikten sonra ö ğrenilmelidir; çünkü metafizi ğin<br />

en yüksek amac ı (el-garaz el-aksa), Yarat ı c ı Hakim'in (ma'rifett ı<br />

tedbiri'l-Bari), meleklerin ve sunflarnun, tabakalar ının, feleklerin<br />

düzenlerindeki tertibin bilgisidir. Ona ancak astronomi, astronomiye<br />

de ancak aritmetik ve geometri ile eri şilebilir 80 .<br />

77 Metafiziğin be ş bölümü vard ır: 1- Genel manalar ın bilgisinin nazar ı, hüviyye, vandet,<br />

kesret, vifak, hilaf, tezad, kuvve, flil ,illet ve malul gibi. 2- Mebdelerin as ıllan konusunda nazar,<br />

tabiat ve matematik gibi. " 3- İlk Gerçek'in isbat ı ve bilgisi ve di ğer hususlar hakkında nazar.<br />

4- İlk ruhani cevherlerin isbat ı konusunda nazar. 5- Semavi ve arzi cisimlerin cevherlerini bilme<br />

konusunda nazar (dü şünme). Onun ikinci derecedeki konular ı vahyin ini şi, meâ ıl ve diğerleridir<br />

(Bkz. s. 237-238).<br />

78 Krş. Aristo, La M&aphysique, A, 2, 983 a, s. 19; Şifd, Ilahiyat, C. 1, s. 8.<br />

79 Aym eser, ss. 14-15.<br />

80 Şifir, Ilâhiyat, C. 1, s. 19.<br />

37


Matematik ve fizi ğin yanında, musiki, matemati ğin küçük bölümleri,<br />

ahlak, politika ve di ğer baz ı bilgiler, metafizik için zorunlu de ğilseler<br />

de, yararl ı ilimlerdir 81 .<br />

İbn Sina için, e ğer prensiple ı , ilmi, amac ına uygun ola ı ak, bir do ğ-<br />

ruluğa götürüyorsa prensip olarak kabul edilebilirler. Metafizikteki prensipler<br />

de onun amac ına uygun olarak dü şünceyi varlığa ula şt ırırlar. Bu<br />

aç ıdan fizik ve matematik metafizi ğe yard ımcı ilimlerdir ve prensipleriyle<br />

ona hizmet ederler 82 .<br />

'bn Sina'ya göre, metafizikte "Mebdeü'l-Evvel"in isbat ı yapılır.<br />

Burada takip edilen metod, endüksiyon yolu olmay ıp bir ba şka yoldur.<br />

Endüksiyon yolunda hissi nesnelerden hareket edilirken, bu yolda<br />

zaruri olarak varolanlar ın prensibini zaruri ola ıak kendinde bulunduran<br />

ve bu prensibe de ğişen ve ço ğalan olmayı imkans ız kılan Allah'ı<br />

ısbatlayan külli öncifiler kullan ılır. Bu öncüllerle Allah' ın her şeyin prensibi<br />

(mebde') oldu ğu ve her şeyin bir düzene göre zorunlu olarak O'ndan<br />

geldiği akli olarak gösterilir 83 .<br />

Bu tür dü şüncelerden hareket eden İbn Sina için, metafizik, nedenli<br />

varl ık olmas ı itibariyle "malul mevcud"un sebeplerini, varl ığın arazcüz'i<br />

ilimlerin prensiplerini inceleyen bir ilimdir. Bu disiplin içinde<br />

incelenen varl ığın istenilen şey olması sebebiyle "matlub" bir ilimdir<br />

ve "ilk felsefe (F els efetü'l- Ula) olarak adland ırılır84. Daha önce de<br />

belirtildiği gibi, bu ilim aynı zamanda "hikm e t"tir; bu hikmet en soylu,<br />

en üstün bilginin konusunun en üstün ilmidir. İlimlerin en üstünüdür;<br />

yani yakın bilinenlerin en üstünü olan Allah' ın ve O'ndan sonra gelen<br />

sebeplerin ilmidir. O ayn ı zaman da küllinin bilgisidir 85. Allah' ın bilgisi<br />

olduğu için " İlmu'l-ilahi" diye de adlandirıhr86. Bir ba şka ifade ile<br />

maddeden ayr ı olan varhklarm ilmidir. E ğer bu ilimde maddeden önce<br />

olan varl ıklar da inceleniyorsa bu, onlar ın varolu ş yönünden maddeye<br />

ihtiyaçlar ı olmadıkları içindir 87 .<br />

İbn Sina'ya göre, metafizi ğin dialektik ,sofizm ve diğer baz ı filmlerle<br />

ortak yönleri bulunabilir 88 .<br />

81 Aynı eser. s. 19.<br />

82 Aynı eser, s. 20.<br />

83 Şifâ', Ilahiyat, C. 1, s. 21.<br />

84 Aynı eser, s. 15.<br />

85 Ayın eser, s. 16; Eerâmu'l-Ulviyye, Tis'u Resâil, içinde, M ısır 1907, s. 41.<br />

86 Necat, Ilâhiyat, s. 198; Şifd', Ilâhiyat, C. 1, s. 8; İbn Haldun bunlar ı reddederek "nakl"e<br />

uyulması gerektiğini söyler (Krş . Mukaddime, çev. Z.K. Ugan, 2. bas. İstanbul 1970, s. 605).<br />

87 Şifâ', Ilâhiyat, C. 1, s. 15.<br />

88 Aym eser, s. 16.<br />

38


3—Metafizik Niçin Tabiattan Önce Ve Sonrad ır<br />

Metafiziğe "Mâ ba'd et-Tabia" (Z.,1211 denilmesinin sebeplerini<br />

İbn Sina şöyler aç ıklar: Tabiat, hareket ve sükunun ba şlang ıcı<br />

veya prensibi olan güç de ğildir; fakat maddeden meydana gelmi ş e şyanın<br />

tümü, bu e şyadaki kuvvet, güç ve arazlard ır89. Tabiat sahip oldu ğu<br />

özellik ve arazlar ıyla hissi cisimdir. Mâ ba'd et-Tabia'n ın manas ı<br />

bize göredir. Varl ığı gördü ğümüz, onu dü şündüğümüz ve hallerini bildiğimiz<br />

andan itibaren bu tabii varl ığı90 mü şahede ediyoruz. Metafizi ğin<br />

konusunu meydana getiren varl ıklar, mü şahede etti ğimiz bu tabii varlıkların<br />

ötesinde oldu ğu için, o, "tabiattan sonra"d ır.<br />

Ona "Ma kabl et-Tabia" denilmesine gelince, genel olarak bu ilimde<br />

incelenen varl ıklar, öz itibariyle, tabiattan önce olduklar ı için bu ad<br />

verilmektedir 91 .<br />

Bu filmin faydalar ını belirtirken, fayda nedir ve türleri nelerdir gibi<br />

konularda aç ıklama yapan İbn Sina, bu yararm, cüz'i ilimlerin prensipleriyle<br />

ilgili gerçeklik oldu ğunu ifade eder. Prensip olmasalar bile, özel<br />

ilimlerde ortak olan e şyanın mahiyetini ortaya ç ıkarmak da bu ilmin<br />

faydaları aras ındadır. Öyle ise metafiziğin faydas ı, şefin yard ımcısına,<br />

hizmet edilenin hizmet edene yapt ığı yarard ır; çünkü bu filmin di ğer<br />

ilimlerle ili şkisi, kendindeki varl ıkların diğer ilimlerdeki varl ıklarla orant<br />

ısı şeklindedir ve bu e şyanın varoluş prensibidir92 .<br />

4—Metafiziğin Konusu Nedir<br />

İbn Sina düşüncesinde "na z art hikmet"in bir bölümü olan metafiziğin93<br />

konusu doğrudan doğruya Allah de ğildir. Ancak O, metafizikte<br />

aranmaktad ır94. E ğer bu dü şünce kabül edilmeyecek olursa ya<br />

Allah'ın varlığının, bu ilimin içinde oldu ğu ve bir ba şkas ında da arandığı<br />

kabul edilecek veya bu ilimde oldu ğu ve diğer bir başkasında aranmadığı<br />

kabul edilecektir 95 .<br />

Her iki varsay ım da yanlıştır; çünkü birincide O, yani Allah' ın varlığı,<br />

bir ba şka ilimde aramlamaz; zira di ğer ilimler ya ahlakt ır, ya poli-<br />

89 Kr ş . Risale fi'l-Hudüd, Tis'u Resâil, içinde, Mısır 1908, s. 86.<br />

90 E şyanm ontolojik düzeni, bn Sina ifadesiyle, şöyledir: 1— Kategoriler, 2— Muhey --<br />

yelât ve mevhumat, 3— Mahsusât. Bizden yükseli ş aksinedir; yani 3, 2, 1 dir.<br />

91 ilâhiyat, C. 1, ss. 21-22.<br />

92 Ayni eser, s. 18.<br />

93 İbn Sina için, metafizi ğin konulan çe şitlilik gösterir (Bkz.<br />

94 Şifir, Ilahiyat, C. 1, s. 6.<br />

95 Aynı eser, s. 7.<br />

39


tika, ya fizik96 veya matematik veyahutta mant ıktır. Bu bölmenin<br />

dışında felsefi ilimlerde bir ba şka ilim yoktur. Böyle olunca Allah' ın<br />

varlığı bunlardan birinde aranamaz ve onlara yerle ştirilemez. Esasen<br />

bu mümkün de de ğildir; yani ilimlerde aranan şey, Allah' ın varlığının<br />

delili olamaz. Bir ilimin özüne veya varl ığına göre onun konusunu meydana<br />

getiren şey, bu ilimde aranamaz; ve bütün varolanlar ın prensibi<br />

olan, böyle özel bir ilimde incelenemez. Ikincisinde, hiç bir filmde aranamayacak<br />

olan ın bir başka ilimde aranmamış olması da mümkün değildir.<br />

Bu ya kendili ğinden (bizatihi) aç ık olacak veya onu delillerle göstermekten<br />

(bi'n-nazar) ümid kesilecektir (me'yusan),. Şimdi O, kendiliğinden<br />

ortada de ğildir ve O'nu delillendirmekten de ümidsiz de ğiliz.<br />

Gerçekten delille gösterilebilir, kald ı ki kendini göstermekten ümid<br />

kestiğimiz bir şeyin varlığın ı nas ıl kabul edebiliriz 97 Geriye O'nun ancak<br />

bu ilimde (Ilahiyat) aranabilece ği kalır.<br />

Daha önce de görüldü ğü gibi, İbn Sina "el-Felsefetül-Ulr ad ını<br />

verdiği metafizi ğinin hangi bölümü içinde oldu ğunu ara şt ırmakla i şe<br />

başlar. Buradan hareketle felsefi ilimleri teorik ve ilmi olarak ikiye ay ı-<br />

rır. Bu aç ıdan metafizik "hikmet" ad ını alır. Metafizik nosyonlar söz<br />

konusu olunca onlardan "ma â ni'l- hik miyy e" olarak bahseder 98 .<br />

İbn Sina'ya göre, varl ıklar iki çe şittir: 1- Onlar ın varl ıklar' istek<br />

ve eylemimize ba ğlı değildir; bu teorik ilini (hikmetü'n-nazariyye)'in<br />

konusudur. 2- Onlar ın varlıklar' bizim isteğimize bağlıdır ve pratik ilmin<br />

konusudur. Teorik felsefe fiilde bulunmayan bir gerçe ğin, pratik<br />

felsefe ise fil de olan bir gerçe ğin bilgisidir99 .<br />

1VIetafizik, bilinen en soylular ın en soylu ilmidir. O, en gerçek ve en<br />

açık olandır. Her şeyin ilk sebeplerinin ilmidir (J5i J1 yh „11)100 .<br />

O halde İbn Sina'ya göre, metafizi ğin üç ana karakteri vard ır: En soylu,<br />

en gerçek ve en aç ık. İlimlerin en üstünü (efdali) metafiziktir; çünkü o,<br />

doğru ve gerçektir, söz götür ınez bir ilimdir. Diğer ilimlerde, daha üstün<br />

ilinderden al ınmış önermelere ba şvurma zorunlulu ğu olduğu halde<br />

metafizikte bu gelenek geçerli de ğildir, ihtiyaç yoktur; üstelik di ğer ilimlerin<br />

konular ı metafizikle uğraşanlar taraf ından onlara aktar ılmaktad ır.<br />

96 Allah' ın varlığı fizikte aranamazsa bile, mademki O, "el-Muharriku'l-Evvel" dir, o<br />

halde hareket aç ısından varl ığı söylenebilir. Çünkü fiziğin konusu harekete maruz kalan cisimdir.<br />

97 Şifa', ilâhiyat, C. 1, ss. 6-7 vd.; ayr ıca bkz. Saliba, Tarihu Felsefeti'l-Arabiyye, Beyrut<br />

1973, s. 217 vdd.<br />

98 Şifa', ilfihiyat, C. 1, s. 3.<br />

99 Aynı eser, s. 4; ayr ıca bkz. Abduh el-Hulu, İbn Sina, Beyrut 1974, s. 13.<br />

100 Aynı eser, s. 5.<br />

40


Onun konusu da üstündür; çünkü onun içinde Allah ve s ıfatlar ı tan ınmakta,<br />

O'na yak ın melekler, peygamberler ve kitaplar incelenmektedir.<br />

Bilinmektedir ki, en üstün ilmin üstünlüğü, onun konusunun en üstün<br />

olmas ından, delillerinin do ğru ve gerçekli ğinden ve onun sonucundan,<br />

amacmdan ve meyvelerinden kaynaklan ırlol.<br />

Metafiziğin konusu, her şeyde ortak ve varl ık olması itibariyle<br />

varlıktır<br />

9>.) 11 9m). Çünkü onun konusu mahiyete<br />

sahip bütün varolanlar ı kucaklayan genel bir konudur. Bu filmin ara ş -<br />

tırma alan ı , şarts ız varolmas ı itibariyle varl ıkla beraber bulunan şeylerdirlo.<br />

Bunlar varl ık için, öz, nicelik ve nitelik gibi baz ı şeylerdir; ancak<br />

bunlar mahiyete zihinde gelen şeylerdir; halbuki varl ık, mahiyeti<br />

ile herhangi bir şeye ba ğlı de ğildir; onun zihinde bir şekli yokturlo.<br />

Böylece İbn Sina metafizi ğin konusuna ba şlarken e şya ve varl ıktan<br />

hareket etmektedir; bunlar ilk kavramlard ır. Varlık (vücud) sözüne<br />

lâyık olan varlığın zat ı olduğunu ve daha sonra onun arazlarm ın olacağını<br />

kaydeden bn Sina, bu dü şüncesiyle ortaça ğ filozoflarm ın pek çoğuna<br />

özellikle Duns Scot'a tesir etmi ştir 104 .<br />

İbn Sina metafizi ğin konusunu belirlemek için, bu ilime ba ğlı olan<br />

bir konuyu incelemekle i şe ba şlar. Henüz Allah' ın var olup olmad ığını<br />

bilinmiyor. Gerçekte bu bilgi, ne do ğuştan ve ne de kendili ğinden aç ık<br />

bir bilgidir, ne de kazan ılmas ından ümid kesilecek bilgidir ı os. Konu,<br />

tanımak için Allah' ın varlığını göstermektir. Böyle olunca İbn Rü şd'ün<br />

dediklerinin aksine fizikçi bu konuda bir delil ileri süremez. Öyle ise<br />

metafizikci bunu ısbatlayacakt ır. Ancak burada bir tezat ortaya<br />

ç ıkmaktad ır, yani, bir konu kendini özel bir alana yerle ştirmekle yükümlü<br />

olsa bile, bir ilim için konu olarak verilemez, o halde Allah' ı<br />

metafiziğin konusu olarak ay ırmak çeli şkilidir. Varlık dü şüncesi konusunda<br />

da ayn ıdır. Varl ığın bir tür olmay ıp deneyüstü (transandantal)<br />

olduğu açıkca bilinmektedir. O halde ona, bu türde s ıralanan her şeyde<br />

bulunabilecek bir öz (zat) verilemez. Bu husus ne varl ık için, ne de semavi<br />

türler için geçerli de ğildir. Öyle ise varolan şeylerden her biri bu<br />

türler ad ı altında s ıralan ır. Her ne kadar türünün bir zat ı yoksa da her<br />

şeyin bir zat ı vard ırms.<br />

101 Aynı eser, s. 6.<br />

102 Aynı eser, s. 13; ayr ıca bkz. Avicenna e Avicertnismo, Encielopedia Filozofica, içinde,<br />

Firenze 1967.<br />

103 Bkz , s. 13 vd.<br />

104 Bkz. Gilson, Avicenne et le Point, s. 110.<br />

105 Şifir', Ilahiyat, C. 1, s. 6 vd.<br />

106 Bkz. Gilson, Avicenne et le Point, s. 96.<br />

41


Allah' ın varl ığının araşt ırılması iki aç ıdan gerçekle ştirilebilir:<br />

O'nun varlığı yönünden ve niteli ği yönünden. E ğer O'nun varl ığının<br />

ara şt ırılmas ı, bu filimde yap ılıyorsa O'nun bu ilimin konusu olmas ı<br />

imkâns ızd ır; çünkü metafizik bu konunun varl ığını belirtecek muayyen<br />

bir ilim değildir. Bununla birlikte, İbn Sina'ya göre, O'nun varl ığının<br />

ara şt ırmas ı ancak bu filimde gerçekle ş tirilebilir. Bu ilim, maddeden ayr ı<br />

özleri (rnufür ak â t) inceler. Allah' ın cismi yoktur ve bir varl ığın kuvveti<br />

de de ğildir; fakat O, maddeden ayr ı kendisinde hareket kar ışımı<br />

bulunmayan bir varl ıktır. Öyle ise O'ndan söz eden incelemenin bu ilime<br />

ait olmas ı gerekir. 0 halde metafizik Allah' ın varlığını ısbatlar ve O'nun<br />

niteliklerini inceler ı ° 7 .<br />

Metafizi ğin konusu, en yüksek sebepler (el-esbâb el-kusva) de olamaz;<br />

hatta onlar mutlak sebep olmalar ı itibariyle bu konu içine girmezler<br />

108. Böylece İhn Sina "sebep olmalar ı itibariyle" diyerek bunu<br />

özelle ş tirmektedir; çünkü külli ve cüz'i, güç ve fiil, varolmalar ı itibariyle<br />

varolan şeylerdeki temel arazlard ır. E ğer sebeplerin durumu, sebep olmalar<br />

ı itibariyle de ğil de, varolmalar ı itibariyle incelenecek olursa bu<br />

takdirde inceleme mutlak varolu şa yönelecektir ve bu durumda konu,<br />

sebepler de ğil, varolu ş olacakt ır. Çünkü bu ilim, külli ve cüz'i, güç ve<br />

fiil, imkan ve vücubiyet gibi sebeplere, sebep olmalar ı itibariyle, özgü<br />

olmayan, araz olan kavramlar ı incelerm. Buna ra ğmen en yüksek sebepleri<br />

inceleyen bundan ba şka bir ilim de yokturno.<br />

C— İBN S İNA'NIN BATIYA TES İR İ :<br />

Yunan düşüncesi üzerinde çal ışan ve onun bat ı düşüncesine geçmesini<br />

sa ğlayanlarm müslümanlar olduğu bir gerçektir. Müslüman ilim<br />

adamlar ı bütün ortaça ğ ve dolay ısıyla yakınça ğ Avrupa's ına geniş tesir<br />

etmişlerdir. Bu konuda İ .A. Çubukçu'nun aç ıklamalar ı yeterli niteliktedirm.<br />

Bat ı düşüncesine büyük ölçüde tesir etmi ş, hatta bir ak ım meydana<br />

getirmi ş olanlardan biri de şüphesiz iblı Sina'dır. O, batıda Aristo'-<br />

nun bir devam ı ve onu en iyi yorumlayan olarak de ğerlendirilir. Bu yüzden<br />

onun bat ı dünyas ındaki tesiri hissedilir şekilde derin olmu şturi 12 .<br />

107 şifir, ilahiyat, s. 7.<br />

108 Ayn ı yer.<br />

109 Ayn ı eser, s. 8.<br />

110 Kr ş. Anawati, Introduction Historique â une Nouvelle Traduction de la Me.taphysig ıte<br />

d'Avicenne, MIDEO içinde 1977, s. 174.<br />

111 Bkz. lehim Dü şünürleri, ss. 142-152.<br />

112 Bkz. Gilson, La Philosophie du Moyen Age, Paris 1976, s. 266.<br />

42


Esasen Gilson gibi, Anawati de bu tesiri bütün detaylanyla ortaya koymu<br />

ştur 1- 13 . İbn Sina'nın tesir ettiklerinden biri, Paris eve ği Guillaume<br />

d'Auvergne (1180-1249) dir. Bu ki şi Aristo'yu ancak İbn Sina aracılığıyla<br />

tan ıyabilmiştirn 4. Musa b. Meymun'a üstadhk yapan İbn Sina,<br />

böylece Guillaume d'Auvergne'e de üstadl ık yapmıştır. Ancak kozmolojideki<br />

baz ı noktalarda tim Sina'dan ayr ılır. İbn Sinacı Augustinciliğin<br />

en ba şta gelenlerinden Roger Bacon, İbn Sina'yı en iyi tamyanlardan<br />

biridix ıı s Bacon, dünyan ın yarat ılışı konusunda, yarat ılışın bir arac ı<br />

ile olu şu ve cehennem azab ının devaml ılığım inkâr etmi ş olmas ı konularında<br />

İbn Sina'yı tenkid eder 116 . İbn Sina'yı üstad gibi kabul eden St.<br />

Thomas, ve Gilber de La Porre onun tesir etmi ş olduğu filozoflard ır.<br />

Aristo bilgi meselesinde yaln ız akılla ilgilenmez, fakat onun imanla<br />

ilişkisiyle de me şgul olur. E ğer bu konu İbn Rü şd açısından dü şünülürse<br />

imanla akıl arasında uyu şma asla mümkün de ğildir. Halbuki İbn Sina<br />

için, mevcut hatalar ı kaldırdıktan sonra bu uyu şma mümkün olur.<br />

İşte bu doktirini yorumlama ve uygun hale getirme konusundaki<br />

İbn Sina düşünceleri, St. Augustin'e büyük ölçüde tesir etmi ştir.<br />

Bu yüzden St. Augustin'i ve onun yolundan gidenleri incelerken İbn<br />

Sina'yı bilmek gerekir- 117 . İbn Sina'inn dü şünce yap ısı veya doktrini<br />

St. Augustin dü şüncesine oldukça yak ındır. Bu yakınlık, özellikle İbn<br />

Sina'nın Vacib ve mümkün ile Augistin'in "meydana getirilmi ş ve yokolabilir"i<br />

aras ında görülür. Varl ıklarm olu şları her ikisinde de hemen<br />

hemen aynı açıklama ile belirtilirns.<br />

Bu bilgiler ışığında, şöyle bir soru akla gelebilir. Acaba bir latin<br />

İbn Sinacılığı var midir Gilson bunun olmayaca ğını, çünkü bir hristiyan<br />

için, İbn Rüşdcü olmanın İbn Sinacı olmadan daha kolay oldu ğunu ileri<br />

sürer. Ona göre İbn Rüşd her türlü dini tesirden uzakt ır; halbuki İbn<br />

Sina öyle de ğildir119 . İbn Sina peygamberin söylediklerinin kar şıtı bir<br />

husus öğretmek istemez. İbn Rüşd"ün aristocu oldu ğu kadar İbn Sina<br />

dini bilgilere sad ık kalır ve tek bir Allah' ın bulunduğunu göstermek<br />

113 Bkz. Introduction 6 la Metaphysique d'avicenne, MIDEO 1977, içinde, s. 222, Introduction<br />

et la Theologie Musulmane, Paris 1970, s. 264, La Metaphysique du Shifa, s. 56.<br />

114 Aynı eserler; Saliba, Etude sur la Metaphysique d'Avicenne, s. 27; Gilson, La Philosophie,<br />

s. 418.<br />

115 Anawati, Introduction h la Metaphysique d'Avicenne, s. 236; Saliba, Etude, s. 27.<br />

116 Anawati, a.g.e., s. 236.<br />

117 Bk. Gilson, Pourquoi St. Thomas a Critiqud St. Augustin, AHLM, içinde, 1867, s. 8.<br />

118 Bk. Quadri (G.), La Philosophie Arabe, Paris 1960, s. 98.<br />

119 Gilson, Y a-t-il un Avicennisme Latin, Avicenne En Occident Au Moyen Age, AHDL-<br />

MA içinde, 1970, s. 116.<br />

43


ister 120. Ancak bu niyetine ra ğmen, ço ğu zaman Aristo ve eflatunculuğun<br />

etkisinde kalarak aç ıklamalar yapar. Bu tesirden kendini bir türlü<br />

kurtaramaz. Bu sebepledir ki, pek çok konuda onun dü şiincelerinde<br />

Aristo'nun izleri aç ıkça görülür. Her ne kadar Gilson İbn Sina'nın tesirini<br />

az ve anla şılmaz bulmakta ise de 121, Goichon, tıpkı Ülken gibi 122<br />

ı düşüncesine olan tesirini kabul edip aç ıklar 123 .<br />

onun bat<br />

Müslüman filozoflar ortaça ğ avrupas ına öyle tesir etmi şlerdir ki,<br />

bu tesir zaman zaman ç ığır açmıştır. Tıpkı İbn Rü şd'ün açtığı çağır<br />

(Averroisme) gibi, belki de ondan önce olmas ı sebebiyle daha kuvvetli<br />

olan İbn Sina etkisinin (Avicennisme) meydana getirdi ği akım bunlardan<br />

birisidir. Bu tesiri bir çok yönleriyle bat ının eserlerinde görmek<br />

kolaydır 124. Nitekim Duns Scot ancak İbn Sina sayesinde temel görü ş-<br />

lerini geli ştirmi ş ve derinle ştirebilmiştir 125. Onun aç ıklamalar ını İbn<br />

Sina metinleri olmaks ızın anlamak zordur. Onun için Duns Scot okunurken<br />

İbn Sina kitaplar ına gerek vard ır 126. Skolastik latin dünyas ı<br />

üzerinde derin tesirler b ırakan İbn Sina 127 kendisinin eserlerini latinceye<br />

çeviren Dominicus Gundissalinus üzerinde de derin izler b ırakm ışt<br />

ır.<br />

Nihayet Descartes' ın "c o git o" sunda, Leibniz'in "in ay et t e orisi"<br />

nde onun tesirlerini sezmek, en az ından benzerlik görmek mümkündüı<br />

.<br />

İslam felsefesine damgas ını vuran yegane filozof İbn Sina'd ır. Bunun<br />

içindir ki, E. Benan " İslam felsefesinin en tam ve en aç ık ifadesini<br />

ancak İbn Sina'da görülebilir" d er 128 .<br />

120 Aynı eser, s. 118.<br />

121 ICrş . Pourquoi St. Thomas, s. 7.<br />

122 Flidibi ve İbn Sina'nl ıt Garp Ortaçağ Düşüncesi Üzerinde Tesirine Dair Yeni Baz: Münakaşalar,<br />

İ .F. Der., say ı 1—IV, <strong>Ankara</strong> 1957-1959, s. 27; ayr ıca bk. İslâm Felsefe Ve hikaduttn<br />

Garba Tesiri, İ.F. Der. 1962, s. 11.<br />

123 Influence d'Avicenne En Occident, IBLA içinde, 1951, sayı 56, s. 373 vd; ayr ıca bk.<br />

Nogales (Salvador G.), İbni Sina Nas ıl Avicenne oldu Görü ş, içinde 1980.,<br />

124 Bkz. Gardet, La Pens‘'e, s. 17.<br />

125 Gilson, Avicenne Et Le Point, s. 141.<br />

126 Aynı eser, s. 148.<br />

127 Gilson, Les Sources Greco-Latin De l'Augustinistne Avicennisant, AHFLMA içinde,<br />

1929, s. 39.<br />

128 Averreos et Averroisme, Oeuvres Complete, içinde, Paris 1949, s. 88.<br />

44


D— İBN S İNA'YA YAP İLAN TENKİTLER:<br />

Bat ı düşünce sistemine bu denli tesir eden İbn Sina, Aristo veya<br />

yunan felsefesini getirmek suretiyle İslam akide ve dü şüncesine kar şı<br />

çıktığı ve onu bozduğu ileri sürülerek pek çok müslüman alim taraf ından<br />

tenkit edilmi ş hatta küfürle suçlanm ıştır. Fakat onu özellikle suçlayan,<br />

bunun için özel kitap yazan me şhur Gazzali'dir. Bu kar şı çıkış<br />

sadece ona de ğil, aynı zamanda filozoflara kar şıdır. Ancak Makas ı-<br />

du'l-Felasife'de ençok ad ı geçen-özellikle ruhlar ın haşri konusunda-<br />

İbn Sina'dır. Gazzali'nin filozoflarm dü şüncelerini daha çok Tehafüt'iinde<br />

çürütmeye çalıştığı bir gerçektir 129. Gazzali filozoflar ın matematik<br />

ve mant ık ilimlerini kullanarak ve bu ilimlerin görünü şteki kesinliklerinden<br />

yararlanarak geni ş halk kitlelerinin akl ını çeldiklerini ve meydana<br />

gelmi ş olan karışıklığın müslüman filozoflar aras ında en büyükleri<br />

olan Farabi ve İbn Sina gibi filozoflarm yorumlar ıyla daha da artt ığını<br />

söyler 130. Gazzali Farabi ve İbn Sina'ya kar şı ç ıkarak gerçekte Aristo'ya<br />

karşı çıkar. Aslında, İbn Sina da Aristo'yu her konuda aynen kabul<br />

etmez; hatta baz ı şeyleri —sözgelimi renkler konusunda— manas ız bulur 131 .<br />

Yenieflatuncu prensip "Bir'den ancak bir ç ıkar (ex uno unum fit)",<br />

İbn Sina için geçerli bile olsa Gazzali için geçerli de ğildir. Bu husus filozoflarca<br />

do ğrulanmış; fakat ısbatlanamamışt ır.<br />

Gazzali mütekellimler ile filozoflar aras ında üç noktada sürtü şme<br />

ve tart ışma olduğunu söyler. Bunlar iman ın aslına bağlı olan dünyanın<br />

öncesiz olu şu, Allah'ın küllileri bilip cüzileri bilmedi ği ve cesedlerin ha şri<br />

meselesidir. Gazzali'yi göre, felsefecilerin bu konudaki aç ıklamaları anlaşılmaz<br />

ve yetersiz hatta yanl ıştır.<br />

İbn Sina'da, maddedeki yetenekleri y ıldızlar meydana getirir ve<br />

bu yıldızların hareketleri vard ır. Maddedeki bu yetenekler, sebeplerine<br />

zorunlu olarak ba ğlanmış sonuçlard ır. Gazzali İbn Sina'nın metafizindeki<br />

bu tür determinizm anlay ışına kar şı çıkar; İbn Sina'nın Allah'ımn<br />

132 sadece adda yarat ıcı olduğunu belirtir. "E ğer O, zorunluluk ise<br />

yarat ıcı değildir; zorunlu olan ın isteği ve özgürlüğü yoktur" diyerek<br />

129 Bunlardan birinin yazar ı olan Hocazade'nin, eserini "tefelsüf ehline kar şı olarak hak<br />

ve yakin ehlini yüceltmek üzere" kaleme ald ığı bilinmektedir (Bk. Arslan (Ahmet), Kema/paşazade'nin<br />

Tehrifüt el-Felasife Haşiyesi, ARAŞTIRMA 1972 içinde, s. 35). Esasen Gazzali de Tabiifüt'ünü<br />

bu amaçla kaleme alm ıştır; yani Filr'abi ve !bn Sina'n ın görüşlerinin tutars ızlığmı göstermek<br />

istemi ştir. ayrıca bk. Çubukçu, İslâm Düşünürleri, s. 39<br />

130 Mehren, .'tude sur la Philosophie, s. 623; Tehafüt, s. 2.<br />

131 Saliha, 'tude, s. 20.<br />

132 Bütün filozoflarm Allah anlay ışı buna dahildir.<br />

45


İbn Sina'yı tenkid eder 133. Gazzali İbn Sina'yı diğer eserleriyle birlikte<br />

el-Munkız Mine'd-Dalal' ında da üç noktada suçlarken, İbn Teymiye<br />

de diğer filozoflarla birlikte İbn Sina'y ı peygamberlik meselesinde ve<br />

özellikle peygamberin sözleri konusunda tenkid eder 134 .<br />

İbn Sina daha sonralar ı çok şiddetli tenkitlere ve suçlamalara maruz<br />

kalmıştır; bunlardan biri olan Ebu Ömer Takiyyeddin Şehrezuri tarafından<br />

âlim de ğil, fakat şeytan olarak nitelendirilmektedir 135 .<br />

İbn Sina'ya yap ılan tenkitler özellikle iki guruptan gelir:<br />

1—Delillerden çok dini ve deruni deneylere dü şkün mutasavvıfvıflardan,<br />

2— Felsefeye güvenmeyen ve hor gören baz ı kelamcılardan. Birincilere<br />

göre, İbn Sina akla çok önem verir ve onun ak ılcılığı insanı Allah'a<br />

götürecek yerde, Allah'la insan aras ına perde çeker. Hakim Senal<br />

(ö. 1150) be şeri bir sistemin içinde emekleyen zavall ı İbn Sina için<br />

Allah'tan merhamet diler. Cami (ö. 1442) 'bn Sina'y ı şiddetle tenkit<br />

eder; onun İşârât' ının kişiyi küfre, âlem anlay ışının da mutsuzlu ğa<br />

götürdüğünü söyler. Gene Cami'ye göre, İbn Sina'n ın e ş-Sifâ' s ı hastalık,<br />

en-Necat' ı da kölelik kaynağıd ır.<br />

İbn Arabi ile bir parça s ığınak bulmu ş olsa bile, özellikle Gazzali'-<br />

den sonra felsefenin yerinmi ş olduğu bilinen bir gerçektir. Yukarda söylediklerimize<br />

İbn Haldun (ö. 1405), Makrizi (ö. 141), Suyuti (ö. 1505) 136,<br />

Taşköprülüzade (ö. 1554) 137 , İbn Salah (1245), İbn Seb'in (ö. 1269)-<br />

in yemeleri eklenebilir. Hatta meslekta şı İbn Rüşd, onu tenkit edenler<br />

arasındadır.<br />

Kendisini yerenlere ve suçlayanlara hayatta iken cevaplar veren 138<br />

İbn Sina' ınn, öğrencileri ve kendinden sonra eserlerinden yararlanmak<br />

suretiyle ekolünü devam ettirenleri olmu ştur. İbn Bacce (ö. 1138), İbn-<br />

Tufeyl (ö. 1185), İbn Tundas (ö. 1233) gibi onun ekolünden filozoflar<br />

yanında Milel ve'n-Nihal'inde İbn Sina'ya uzun bir yer veren Şehristani<br />

(ö. 1153) ve Mebâhisu'l-Me şrikiyye'sinde ondan çok yararlanan Fah-<br />

133 Bkz. Quadri, La Philosophie, s. 127; Sunar, islam Felsefesi Dersleri, s. 105.<br />

134 Bkz. Takyeddin Ahmed İbn Teymiye, Matiricu'l-Vusal ila Marifet enne Usale'd-Din<br />

ve Furaahu kad Beyyeneha er-Resul, Kahire 1318 H., fran. çev. H. Laoust, Kahire 1939, ss. 56<br />

vd.; Çubukçu-Ça ğatay, islam Mezhepleri Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1976, s. 223 vd.<br />

135 Bkz. Fetava İbn Salah.<br />

136 Tabakettu'l-Müfessirin.<br />

137 Mifiahu's-Saade.<br />

138 Bu konu için bkz. ünver (Süheyl), İbn Sina, İstanbul 1955, s. 95.<br />

46


eddin Razi (ö. 1210) gibi bilginler vard ır. İci (ö. 1355). Cürcani (ö. 1413),<br />

Taftazani (ö. 1389) gibi kelâmc ılar tarafından da s ık sık nakledilmiştir139<br />

.<br />

Nasıruddin Tusi (ö. 1273) i şârât ve't-Tenbihât' ı, Kutbuddin Şirazi<br />

(ö. 1311) Kanun fi't-T ıb' ı şerhetmi şlerdir.<br />

Şii âleminde Sühreverdi, Muhammed Bak ır Damad ve Molla Sadra<br />

şirazi gibi İbn Sina'ya s ıkı sıkıya bağlı olanların bulunduğunu söylemek<br />

de yerinde olur.<br />

139 Bk. Taftazani, Makets ıdn't-Talibin; Anawati, Introduction in la Ma.taphysique, s. 200.<br />

47


III. BÖLÜM<br />

METAF İZİK KAVRAMLAR


A— VAC İB VE MÜMKÜN:<br />

1— Zorunlu Varhk (Vaeihu'l-Vüeud):<br />

İbn Sina düşünce sisteminde her varl ık, özüne oranla ya "vacib"<br />

dir veya değildir. Bu de ğerlendirmede varl ık, diğer bir varl ık göz önünde<br />

tutulmadan ele al ınmıştır. E ğer bir varl ık için, varolma özelli ği zorunlu<br />

bir nitelik ise, o varl ık gerçek bir varl ıkt ır; yani o, kendi özüyle vacibdir.<br />

Varolmak için d ışardan herhangi bir şeye ihtiyac ı yoktur, varlığı kendisiyle<br />

kaimdirl. E ğer varl ık mevcut, fakat varl ığı zorunlu (vacib) de ğilse,<br />

bu takdirde mümkün varl ıkt ır. Herhangi bir şeyin varolabilmesi için<br />

bir sebep yoksa imkans ız (mümteni')dir 2 .<br />

İbn Sina'nın bu tür düşünceleri, varolu şta "imkan" kavranumn<br />

bulunduğunu ortaya koymaktad ır. Ona göre, "In üro.kün" varl ık, varolabilen<br />

ve varolamayan olarak ikiye ayr ıhr 3. Ancak, ba şka biriyle<br />

varlığı zorunlu (vacib bi gayril ıi) ve gene başka biriyle imkans ız<br />

(mümteni' bi gayrihi) olmak fikri imkân dü şüncesini ortadan kald ırmaktadır.<br />

E ğer bir varlığın varolabilmesi için, bir sebep gereklili ği varsa<br />

o şey, bu sebeple zorunlu ( vacib bi gayrihi) olur. Varolmas ı veya varolmamas<br />

ı hiç bir şart veya sebebe ba ğlı değilse, bu varl ık için "imkan"<br />

söz konusudur. Bu durumda o, özü itibariyle, zorunlu (vacib) olmad ığı ,<br />

gibi, imkansız da de ğildir4. 'bn Sina Necat'da bu noktay ı şöyle açıklar:<br />

"Mümkün kendinde hiç bir şekilde zorunluluğun olmadığı, yani ne varoluşunda<br />

ve ne de yokoluşunda zorunluluğun bulundu ğu şeydir" 5 .<br />

Böylece her varl ık, özüyle "zorunlu (vacib)" veya özüne göre "olabilir<br />

(mümkün)" olarak iki kategori içinde bulunmaktad ır6 .<br />

Varoluşa bir sebeple geçen bütün varl ıklar (ma'lulat), daima kendilerinin<br />

meydana gelmesini gerçekle ştiren bu sebeple ilişkilidirler; herhangi<br />

bir yönden ona bağhhkları vard ır. Alemde, varl ıklar' bir sebeple<br />

gerçekle şen varl ıkların meydana getirdi ği silsile, "Vacibu'l-Vücud"da<br />

son bulur. Yani bu varl ıklar, başlangıçlarım O'ndan ahrlar 7 Çünkü O,<br />

varolu şunda sebebi olmayan, fakat varolan di ğer bütün varliklar ın sebebi<br />

olan Varl ık't ır.<br />

s. 103<br />

1 Işarat, Ma ba'd et-Tabia, s. 36.<br />

2 ışeirea, ayın yer.<br />

3 Bk. Goichon, Distinction, s. 160<br />

4 işârat, Ma ba'd et-Tabia, s. 37; ayr ıca bk, Anawati, .6ude de la Philosophie Musulmano<br />

5 Necat, s. 224.<br />

6 ışdrilt, Ma ba'd et-Tabia, s. 37.<br />

7 Ayın eser, s. 51; Kr ş. Aristo, La Mataphysique, 8, 1050 b; Kelamc ılar Allah'a sebep ad ını<br />

vermek yerine Fail ad ım vermeyi yeğliyorlardı.<br />

51


Varlığın özellikleri konusunda verdi ğimiz bu çok k ısa aç ıklamadan<br />

sonra, Zorunlu Varl ık veya Vacibu'l-Vücud'u aç ıklamaya çal ışalım.<br />

Vacibu'l-Vücud, kendi varlığıyla diğer varl ıklardan ayr ılan varl ıkt ır.<br />

'bn Sina sisteminde, O'nun varl ığı, bu tür bir tan ımla belirlenmektedir;<br />

çünkü O, Vacibu'l-Vücud'dur; yani varl ığı zorunlu olanchr 8. O'ndan<br />

ba şka Vacibu'l-Vücud yoktur. E ğer bir varlığın ortaya ç ıkmas ı, Vacibu'l-Vücud<br />

olma niteli ğiyle gerçekle şmiyor da bir ba şka şeyle gerçekle<br />

şiyorsa, bu takdirde o, varl ığı vacib olan de ğil, fakat m alül varl ıkt<br />

ır. E ğer bir varl ığın varolu şunda, Vacibu'l-Vücud'dan onu takibeder<br />

şekilde söz ediliyorsa, sözü edilen malül varl ığın varlığı, kendinden ba şta<br />

bir mahiyetin sonucu olmaktad ır; bu ise gerçekle şmesi imkansız, tezatl ı<br />

bir durumdur. E ğer bir varl ığın ortaya ç ıkmas ı durumu, bir arazsa bu<br />

takdirde sözü edilen hal d ış bir sebebe ba ğlanmaktadır. İbn Sina için<br />

varlığın kendisiyle belirlendi ği bu şey, varolu şun bir arazi gibi, varl ığa<br />

dışardan geliyorsa, varl ık bir sebeple gerçekle şmektedir ve bu şey<br />

"mümkün" varlıktır9 .<br />

Görülüyor ki İbn Sina mümkün varlığın durumunu aç ıklıyarak,<br />

Vacip Varl ığın birliğini ortaya koymaya çal ışmaktadır. Bundan da anlaşıldığı<br />

gibi, iki varlık aras ında bir fark vard ır. Bu, mahiyet-varl ık<br />

ayırımıdır. İbn Sina bu ay ırımla vacib-mümkün ay ırımma yükselir.<br />

Bunu ortaya koymak için, varl ıklar mahiyet ve özlerine, "inniy e t"<br />

lerine göre ele al ınmakta, bu ay ırımın gerçekle şebilece ği bir temel meydana<br />

getirilmektedir. Ancak e ğer varlıkta, mahiyet ve varhk birbirinden<br />

ayr ılmaz niteliklerse bu varl ığın mahiyeti varl ığının aynısıdır; art ık<br />

onun mahiyetinden söz edilmez, "öz" ünden söz edilir. Bu varl ık, Vacibu'l-Vücud'dur.<br />

Böylece, Vacibu'l-Vücud, özünün tan ımı itibariyle<br />

"Bir"dir, bir çok ki şiyi kapsayan bir nevi de ğildir ,:.31<br />

L1P 4; 1 :> >.-1<br />

Bu dü şüncesiyle İbn Sina, Vacibu'l-Vücub konusunda ayn ı değerlendirmeyi<br />

yapan Fahreddin Razi'ye kaynak olmaktad ırl<br />

Vacibu'l-Vücud, özüyle özünü ve özünün prensibi oldu ğu her şeyi<br />

kapsar. O, varl ık kazanm ış, doğuş ve dağılışa maruz bütün varl ıklarm<br />

önce türlerinde ve türlerinin arac ılığıyla da ki şiliklerinde onlar ın prensibidir.<br />

Salt "hüviyyeti" özüne aittir 12 .<br />

8 Necat, s. 227; ayr ıca bis. Goichon, Distinction, s. 353.<br />

9 İşCirCit, Ma Ba'd et-Tabia, s. 58.<br />

10 Aynı eser, s. 64; Aristo dü şüncesinde de insanın birliğinden ayrılmadığı gibi, Bir de varlıktan<br />

ayrılmaz ve Bir varl ığın dışında hiç bir şey değildir (La Me'taphysique, T, 2, s. 180).<br />

11 Goichon, Distinction, s. 123.<br />

12 Necat, s. 244.<br />

52


Varolu ş alan ında bulunan varl ıklar ikiye ayrılır: a) zat ında vacip<br />

varlığı olmayanlar; bunlar ın varolmalar ı imkans ız de ğildir, aksi takdirde<br />

varolu ş alamnda olmazlar, b) zat ında mecburi olarak varolma<br />

itibar edilenler 13. Öyle ise Vacip Varl ık' ın özünde bir sebebi yoktur.<br />

Varlığı mümkün olamnsa sebebi vard ır.<br />

İbn Sina metafizi ğinde vacib'in be ş niteliği vardır: 1— Sebebi yoktur,<br />

2— Her yönden vaciptir, 3— E şiti yoktur, 4— Basittir, 5— Gerçekli ğinde<br />

ortağı yoktur. Bunlara paralel olarak, ba ğlılığı, arazi, şekli, maddesi,<br />

türü, cinsi, tan ımı, faili ve sonu da yoktur. Vacib, varh ğındaki gerçe ği,<br />

hiç bir şekilde, bir ba şkasıyla payla şmaz; bu aç ıdan izafi, de ğişen ve<br />

çok gibi nitelikler onun varlığında bıdumnaz 14 .<br />

A şağıdaki açıklamalardan da anla şılaca ğı gibi, İbn Sina meseleyi<br />

hep varlık planında inceler. Bu aç ıdan Vacib'in sebebi yoktur; e ğer<br />

olsaydı O'nun varl ığı bu sebeple meydana gelmi ş olacakt ı. Halbuki üzün -<br />

de bir ba şka şeyle varolan ın varlığı, mecburi olamaz ve kendisiyle varolamaz.<br />

E ğer Vacibu'l-Vücud'un bir sebebi olsayd ı, varlığı kendisiyle<br />

vacip olmazd ı. Öyle ise "Vacibu'l-Vücud"un sebebi yoktur 15 .<br />

Farabi ve diğer me şşai filozoflarda oldu ğu gibi, İbn Sina dü şüncesinde<br />

de, Vacib'in —özü yönünden— ba şkası için , vacib olmas ı mümkün<br />

de ğildir. Bir şeyin hem özü yönünden " Va cib u '1- Vüc u d", hem de<br />

başkası yönünden vacib olmas ı mümkün de ğildir. E ğer bir şeyin varh ğı<br />

varsayılmazsa, bu takdirde, "Vacibu'l-Vücud"lu ğu kalmaz ve özü<br />

yönünden vacibli ği olmaz. Ba şkasıyla vacibu'l-vücud olan her şeyin,<br />

özü yönünden de vücud bulmas ı mümkündür Çünkü varlığı başkasıyla<br />

"vacib" olan her şeyin varlığının vacib olu şu, bir şeye oranla ve ek<br />

olarak bağlıdır. Öz yönünden varlığı imkans ız olan her şey, ne kendisiyle<br />

ne başkasıyla varolur 16 .<br />

13 Şifa', Ilühiyat, C. 1, s. 37.<br />

14 Aynı eser, s. 37 vd.; F. Raz"' Vacibu'l-Vücud'un özelli ğinin on olduğunu ve bunların<br />

özüyle ilgili olduğunu kaydeder (Kr ş . Muhassal, Atay yay. s. 63 vdd.).<br />

15 şifeı', Ilâhiyat, C. 1, s. 38, C. 2, s. 402; Goichon, Distinction, s. 158; ayr ıca bk. Mustafa<br />

Galib, İbn Sina, Beyrut 1979, s. 42 vd; Gazzali, İbn Sina ve diğer filozoflar ın Allah'tan "Vacibu'l-Vücud"<br />

olarak bahsetmelerini ele ştirir, ve iki vacibu'l-vücud bulundu ğunu varsay ımmın<br />

hatal ı olduğunu çünkü Vacibu'l-Vücud sözüyle sadece sebepler zincirinin kesilmesi için varl ı-<br />

ğının bir sebebi olmayan, sebepsiz olu şunda bir sebebi olmayan şeyin katsedildi ğini söyler. "Sebebi<br />

olmayan bir şeyin malül olması ya bir sebepledir veya de ğildir" şeklindeki bir dü şünceyi de<br />

hatalı bulur. Çünkü ona göre, "sebebi yoktur" sözü s ırf selbtir, selbin bir sebebi olmaz (Kr ş .<br />

Küyel (M. Türker), Üç Tehdfüt Bak ım ından Felsefe ve Din, <strong>Ankara</strong> 1956, s. 118), İbn Sina On<br />

Sorunun Karşzl ıklarına Beyruni İçin mi Yazm ışt ır BEYRUN İ'YE ARMA ĞAN içinde, <strong>Ankara</strong><br />

1974, s. 95; Gazzali, Tehtifiit, s. 116.<br />

16 Necat, ilühiyat, s. 255 vd.<br />

53


Varlığı başkasıyla zaruri (vacib bi gayrihi) olan her şeyin varlığı ,<br />

özü yönünden "mümkün" dür; bunun aksi de olabilir. Özü itibariyle<br />

varlık kazanan her şey, ya zorunlu olarak vard ır veya bu zorunluluğun<br />

dışındad ır. Varlığı zorunlu değilse sonradan varl ık kazanabilir;<br />

bu halde "mümkün" varlık olur. Mümkün olan her şeyin vaıhğı, ya<br />

özü yönünden gerçekle şir veya bir sebepten ötürü gerçekle şir. Öz yönünden<br />

olursa, özünün varl ığı zorunludur 17. E ğer bir sebepten dolay ı var<br />

ise varlığı sebebin varlığıyla zorunlu (vacib) olur ve ancak onunla gerçekle<br />

şebilir. Öyle ise öz yönünden mümkün olan her şey, ba şkasının<br />

varlığı arac ılığıyla vacip olurls.<br />

Görülüyor ki; İbn Sina sisteminde varl ıkların kaderine hakim olan<br />

zorunluluk'tur. Aristo dü şüncesinden kaynaklanan bu görü ş, kelamc ılar<br />

tarafından haklı olarak tenkit edilir<br />

İbn Sina Vacib Varl ık Allah' ın niteliklerini felsefi aç ıdan ortaya<br />

koyar ve de ğerlendirmelerde bulunur. Bu görü şlerinde zaman zaman<br />

kelamc ılarla birle şir. Kelamc ıların görü şlerinde her türlü noksan niteliklerden<br />

uzak olan Allah, İbn Sina sisteminde de mecburi olarak mükemmeldir.<br />

Şimdi onun bu konudaki görü şlerine bakal ım.<br />

Şifa ve Necat' da yazd ıklarına göre, özüyle vacib olan bir varl ığın<br />

-varlığı, bir ba şkas ıyla vacip olamaz. Esasen bir şey hem özüyle ve hem<br />

de bir ba şkasıyla vacip varl ık olma imkanına sahip bulunamaz. E ğer<br />

gerçekten, varl ığı mecbur' olarak bir ba şkasından gelse, bu bir ba şkası<br />

olmaks ız ın onun varolabilmesi mümkün de ğildir. Mademki bu şeyin<br />

varolmas ı, ba şkası olmaks ız ın mümkün değildir, o halde varlığının özüyle<br />

vacip olmas ı imkansızd ır. Özüyle vacip olsa varl ığı gerçekle şir ve var<br />

oluşunda bir başkasının fiili söz konusu olmaz. Bundan anla şılmaktadır<br />

ki, varoluşunda bir ba şkas ından etkilenen şeyin, özüyle vacib bir varl ığı<br />

yokturo.<br />

Varlığı vacib olan bir varl ığın eşiti bir ba şka varlık bulunduğu fikri<br />

kabul edilemez 20 . İki Vacib Varl ık'ın bulunduğu kabul edilse onlardan<br />

birinin özü, diğeri göz önüne ahnmaks ızın değerlendirilirse, bu vacib varlık<br />

ya kendisiyle vacibdir veya de ğildir. Eğer kendisiyle vacib ise, ya<br />

ikincisiyle değerlendirilmesinden dolay ı bir mecburiyeti olmas ı gerekir, o<br />

17 Bkz. Goichon, Distinction, s. 158 vd; Gilson, L'Etre et L'Essence, Paris 1972, s. 71.<br />

18 Necat, İlâhiyat, s. 226.<br />

19 Şifit', İlâhiyat, C. 1, s. 38; Goichon, Distinction, s. 159-175.<br />

20 Aynı eser, s. 39<br />

54


zaman hem özüyle ve hem de bir ba şkas ıyla vacib olarak varolacak<br />

tır, bu olamaz; veya varl ığının ba şkas ından gelen bir mecburiyeti<br />

yoktur21 .<br />

İbn Sina dü şüncesinde, birbirine e şit iki vacib varl ığın varlığı kabul<br />

edilmedi ği gibi, varl ıkta e şit iki varl ık kabul edilse bile bunlardan<br />

birinin vacib di ğerinin gayri vacib olmas ı mümkün de ğildir. Birbirlerinin<br />

deste ğiyle varolsalar bile vaciblikleri kabul edilemez; özüyle<br />

değil B ile varl ığı vacib olan A, ve özüyle de ğil A ile varlığı vacib olan<br />

B, kendileriyle de ğil, başkas ıyla vacib varhklard ır. Gerçekte vacib varlık<br />

bunlardan uzak, kendisiyle kâim, tek ve olgun bir varhkt ır22 .<br />

"V a ci b" kendisiyle varolan ve kendi özünün sebebi olan varl ıktır.<br />

"M üm k iin" varl ık, ba şkasıyla vacibdir ve bu niteliği ta şıması itibariyle<br />

olu ş ve da ğılışa uğrar23. Vacibu'l-Vücud olan Allah, bu niteli ği taşımadığı<br />

için en olgun varl ıktır.<br />

İbn Sina'ya göre, her varl ık kişiliğindeki derece ve konumuna<br />

göre aldığı halde, Vacib Varl ık varlığını, olgunluğunu, büyüklüğünü<br />

ve azametini kendinden al ır ve hiç bir şey ona kar ışmaz. Vacib<br />

Varlık'ın dışındaki varlıklar, iki durumda bulunurlar: Ya güç halindedirler<br />

veya kendilerine ruh ve hareket veren kayna ğa oranla fil halindedirler;<br />

veyahut olu ş seviyesinde, fiil hali onlara ba şkası tarafından<br />

verilir. Fiil hali hiç bir ili şki ve görünüş alt ında onlara ait de ğildir; ancak<br />

onlarda fil hali varm ış gibi değerlendirilirler. Varl ıklar' mümkün<br />

olduğu için fiil halinde bir varl ığa sahip olamazlar. Bu halde onlarda v ar<br />

olduğu kabul edilen ve onlara d ışardan kat ılan şey imkand ır; bu, güç<br />

halinde olman ın değişik bir görünümüdür. Fakat bu imkan bir ba şkasının<br />

zorunlulu ğuna ba ğlıdır. Bir şeyin kendi özü bak ımından mümkün<br />

fakat bir ba şkas ının olu şu yönünden de vacib olmas ı çeli şkili değildir.<br />

Halbuki İ LK (el-Evvel) özüyle vacib oldu ğundan, söylenilenler O'nun<br />

için geçerli de ğildir24 .<br />

Eflatunculuk üzerine bina edilen bu görü şler, İbn Sina'mn bu ekole<br />

bağlılığını açıkca göstermektedir 25. Onun felsefesinde "V a cibu'l- V ü-<br />

s. 118.<br />

21 Aynı eser, s. 39; GazzaWnin ele ştirisi için bkz. Tehâfüt, s. 116 vd; Küyel, Üç Tehdfüt,<br />

22 Necat, s. 226; Risaletü'l-Ar şiyye, Haydarabad 1355 H., s. 307, hiirat, Ma ba'd et-Tabia,<br />

s. 29; Ayr ıca bkz. Mehren, La Philosophie d'Avicenne, MUSEON 1882, içinde, s. 506.<br />

23 Necat, s. 227; Chain, Ontologie, s. 76; Aristo'da da varl ık, zorunlu ve olabilir olarak ikiye<br />

ayrılır (Krş . La Me.taphysique, E, 4, s. 343).<br />

1947, s. 46.<br />

24 Necat, s. 226-227; Şerh Kitab izolocya, Aristo inde'l-Arab, içinde, Bedevi yay. Kahire<br />

55


cu d", dü şüncenin yükselebildi ği en son noktad ır. O, bir başka şekilde<br />

daha fazla tan ımlan ıp belirtilemez; fakat ba şka kelimelerle ifade edilebilir.<br />

Şeyhu'r-Reis'e göre, Vacib Varl ık' ın kendinden varolu şu, özü ve<br />

zarureti vard ır; yani bunlar özüne d ışardan gelen ekler de ğildir.<br />

Tıpkı kendinden sonraki Fahreddin Razi'deki gibi 26, özü bakımından<br />

gerekli olan her yönden vacibdir 27 .<br />

İbn Sina bununla, varlığın, Vacib Varl ık' ın özüniin manas ına girdiğini<br />

belirtmektedir. Buradaki varl ık, yalnız zihinde bulunan varl ığa<br />

benzer bir varl ık olmayıp yalın manas ında bütün varl ıkların İ L K<br />

P RE NS İ P'i (Mebdeü'l-Evvel) olan varhkt ır; çünkü bu varl ığın parçaları<br />

yoktur ve O'nun özüdür. "O'nun özü, O'nun inniyesidir" sözü de<br />

bunu ifade eder.<br />

İbn Sina dü şüncesinde Allah' ın varl ığı duyulardan uzakt ır. Bu<br />

konuda onun görü şleri şöyledir: Vacib Varl ık bir vücud olamaz ve bir<br />

vücuda ba ğlı bulunamaz. Varl ığı hissedilir bir cisme ba ğlı olan (veya<br />

onunla ilgili olan) her şey, bu cisimle vacib olup zat ıyla vacib değildir28 .<br />

Her hissi varl ık, nitelikte say ısal bölünme ile ve şekilde de manevi bölünme<br />

ile çokluk (mütekesser) tur. Üstelik hissi her varl ıktan, cinsiyeti<br />

itibariyle, kendi türünden veya bir ba şka türden, ba şka bir varlık bulunur.<br />

Öyle ise duyularla ilgili bir varl ık ve ondan meydana gelmi ş bir<br />

bütün nedenli (ma161) dir 29.<br />

İbn. Sina metafizi ğinde Vacibu'l-Vücud birle şik olmadığı gibi, parçalanamaz<br />

da. E ğer Vacib Varlık' ın özü iki şeyin birle şimi veya toplanm<br />

ış birçok şeyden meydana gelmi ş olsa O, bu şeylerle vacib olur. Bu<br />

şeylerden biri veya her biri ayr ı ayrı Vacib Varlık'tan önce varolurlar<br />

ve Vacib Varl ık'ı meydana getirirler 30. Böylece İbn Sina'ya göre, bunlardan<br />

hiç biri Vacib Varl ık olamaz. Vacib Varl ık'm birleşik olmas ı halinde<br />

kendini meydana getiren fakat kendi varl ığının dışında bir mahiyeti<br />

olur ki bu O'nun gerekliliğinin z ıtt ıdır. Halbuki Allah, "Vacibu'l-<br />

25 Vajda (G.), Notes d'Avicenne sur la Thklogie d'Aristote, Revue Thomiste, içinde, 1951,<br />

s. 364.<br />

26 M ııhassal, ss. 61, 65.<br />

27 Uyunu'l-Hikme, Bedevi yay., s. 55: ayr ıca bk. Gardet, Quelques Aspects de la Pensk<br />

Avicennienne, dans ses Rapports avec l'Ortho-doxie Musulmane, Revue Thomiste, içinde 47<br />

(1939), s. 537 vd.<br />

28 Bedensel aran kendinde "olabilir", ba şkasıyla zorunludur.<br />

29 işiirdt, Ma ba'd et-Tabia, ss. 68-69.<br />

30 İs ı-Irat, Ma ba'd et-Tabia, s. 65.<br />

56


Vücud" olmas ı itibariyle kemâlin en yüksek noktas ındadır ve kendini<br />

meydana getiren parçalar ı yoktur. Bu sebeple de O, ne dü şüncede ve<br />

ne de nitelikte bölünürn.<br />

İbn Sina sisteminde, "V acibu'l-Vücu d" nitel bir mânâ<br />

fakat kesin ifadesinde "B İ R"dir. O'ndan dü şünce, dü şünen ve dü şünülen<br />

olarak söz edilirken kastedilen, varl ığının maddeden ve maddeye<br />

bağlı özelliklerden tec ıid edilmiş olduğudur. Çünkü O, Kadir olup her<br />

şeye varl ık verendir 32. "Vacib Varlık özünde tektir ve hiç bir yönden<br />

çokluğu kabul etmez 33", demek O'nda bulunan "lev â z ı m" ın sebeplenmiş<br />

olduklar ını ve asla O'nun özünü veya parçalar ını meydana getirmeyeceklerini<br />

belirtmektir. Bu dü şünce Aristo'nun görü şüyle benzerlik<br />

arzeder 34 . İbn Sina'ya göre, " I L K"in " inn y ye" sinden ba şka mahiyeti<br />

yoktur ( J .3 )11 " İ n niy ye" ve varl ık, mahiyet<br />

için arizidir ve bütün mümkün varl ıkların mahiyetleri d ışardan gelmektedir.<br />

" İ LK" in mahiyeti, cinsi ve türü yoktur; çünkü mahiyeti olmayan<br />

ın cinsi, farkı, tarifi ve sebebi yoktur 36 .<br />

İbn Sina alemde mümkün varl ıklarda bulunan niteliklerin vacib<br />

varhkta bulunmad ıklarını göstermek suretiyle O'nun tekli ğini ve birliğini<br />

isbatlamaktad ır. O'nun tekli ği ve birli ği her yöndendir; çünkü<br />

O, her yönden (man cemii'l-cihat) varl ığı vacib oland ır. Bu sebepledir ki,<br />

Vacib Varhk'ta öz veya zat, varl ıktır ve O'nun mahiyeti yoktur. Mümkün<br />

varl ık Vacib Varhk'a muhalefet eder. Mümkün yani varolmas ı veya<br />

olmamas ı imkân dahilinde bulunan varlığını, ba şkas ından aldığı için,<br />

özü ile gerçek varl ığı ayr ıd ır.<br />

İbn Sina düşüncesinde, mümkün varl ık, gerçekliğini Allah' ın hür<br />

iradesiyle yoktan (ex nihilo) de ğil, fakat "Vacibul-Vüeud" dan ç ıkan<br />

bir zaruret sonucunda kazanmaktad ır. Onun meydana gelmesinde egemen<br />

unsur, bu mecburiyetti ı . Bu hususu biraz aç ıklamak gerekir: Mümkün<br />

olma hali, öncelikle va ılığa de ğil, varlığı meydana getiren temel<br />

ögeye, mahiyete ve cevhere aittir Çünkü Vacib Varhk'tan ba şka, varolan<br />

her varl ıkta, onun durumunu aç ıklayan üç eleman buluruz: a) Varl ık<br />

olmas ı itibariyle varlığı, b) Mahiyyetinin ve s ınırl ı özünün varl ığı olmas ı<br />

itibariyle varl ığı, e) Bu nitelikle olağan (muhdes) olmas ı. Varlığı bu tür<br />

31 Aynı eser, s. 65; Goichon, Distinction, s. 169.<br />

32 Necat, ilâhiyat, ss. 250-251.<br />

33 Şifa', Ilâhiyat, C. 2, s. 402 vd.<br />

34 Krş. La Metaphysique, Z, 17, 1040.<br />

35 Şiftt', Iltıhiyat, C. 2, s. 344.<br />

36 Aynı eser, ss. 347-348; bk. Necat, Ilâhiyat, s. 230.<br />

57


ifadelerle aç ıklanan varl ık, sonradan olan bir varl ıkt ır, fakat vacib bir<br />

varlık değildir 37. Bu sebepledir ki, İbn Sina dü şüncesinde, Allah' ın özü<br />

ve varlığı aynı şeydir.<br />

2— Mümkün Varl ık<br />

İbn Sina'nın en olgun varl ık olarak tan ıtt ık"' "V a cibu'l-Vü cud"u<br />

daha iyi anlayabilmek, O'nun "kem âl" sahibi oldu ğunu daha iyi aç ıklayabilmek<br />

için, mümkün varl ığın mahiyetini yak ından bilmek gerekir.<br />

Böylece "v acib — mümkün" ay ırımı bütün ayrıntılarıyla ortaya ç ı-<br />

kacak, Allah' ın varlığı ve nitelikleri daha iyi anla şılacakt ır.<br />

İbn Sina'nın metafizik dü şüncelerinde, varl ığı zorunlu olan İ L K'in<br />

dışındaki di ğer varlıklar, mümkün varl ıklard ır. Mahiyeti ile varh ğı bir<br />

araya gelerek, "fiilen d ış dünyada varolan" diye tan ımlanan varlığın<br />

varlığı ve mahiyeti birbirinden ayr ıd ır; var veya yok olarak dü şünülınesi<br />

imkân dahilindedi ı . Bu tür varl ıklarm hem mahiyetleri hem de<br />

varlıklar' vard ır. Bu ikisinin birle şmesi ile meydana gelen varl ıklara<br />

"mümkün" varl ık denir. Öyle ise mahiyeti olan her şeyin bir sebebi<br />

vard ır38. Yani "inniyy e"si olmay ıp mahiyeti olan her şey mal ül<br />

dür 39. Sebebi olan bir varl ığın da imkandan başka bir şeyi yoktur, varolabilmek<br />

için kendisine varl ık veren muhtaçt ır40. Bundan anla şılmaktad<br />

ır ki, varl ığı ba şkas ıyla vacib olan her şey, mü mkün'dür ve onun<br />

fiil halinde olmas ı düşünülemez 41 .<br />

İbn Sina Vacib ve mümkünü z ıt niteliklerine ba şvurarak aç ıklamak<br />

eğilimindedir. Buna göre, "vacib" varl ığın zaruri olmas ına kar şılık,<br />

"mümkün" varl ık ne varl ığında ve ne yoklu ğunda kendinde bir<br />

zarureti yoktur 42. Varhk gerçekten varolan varl ık için denir ve ne zaman<br />

"varl ık vardır" denilirse onun varolma niteli ği vardır demektir.<br />

İmkâm payla şan bir varl ık, asla kendisiyle varolamaz; çünkü mümkün<br />

olmas ı itibariyle, varl ığı yokluğundan iyi olmu ş olamaz43 . İbn Sina her<br />

37 Şerhu Kitab izolocya, s. 61.<br />

38 Şifâ', İlâhiyat, C. 2, s. 347; Kr ş. Razi, Muhassal, s. 54.<br />

39 Şifd', İlâhiyat, C. 2, s. 346; Razi'de mümkünün alt ı özelli ği vardır (bk. Muhassal, s. 67).<br />

40 İlâhiyat, C. 2, s. 263; ısistrat, Ma ba'd et-Tabia, s. 448.<br />

41 Necat, İlâhiyat, s. 226; Renan da İbn Sina' ınn bu ayırım ı kela ınalara ho ş görünmek<br />

için yaptığı ve taviz verdi ği düşüncesindedir (Averreos, s. 101).<br />

42 Necat, İlâhiyat, s. 225, Mant ık, s. 21; ayr ıca bk. Goichon, Distinction, s. 152. İbn Sina'ya<br />

göre, vacib kelimesi ile zaruri kelimesinin ifadesi aras ında bir ay ırım vardır. Zarurinin vacibe<br />

oranla daha geni ş bir anlam ı vard ır. Vacib varolu ş zorunluluğunu gösterirken, zaruri varolmak<br />

veya olmamak zorunlulu ğunu gösterir.<br />

43 işttrât, Ma ba'd et-Tabia, ss. 40, 141.<br />

58


varlığın özüne göre, kendinde varolu şa sahip olmas ı veya olmamas ı<br />

gerekti ğini kabul eder. Varl ığın kendisi için vacib olduğu varhk, gerçek<br />

varlıkt ır ve "k a yyum" olarak nitelendirilir. Öyle ise her varhk, özüne<br />

oranla, ya v acib veya mümkündür 44. Görülüyor ki mümkün varl ık baz ı<br />

şartlara ba ğl ı olarak gerçekle şmektedir. Bu dü şüncelerden hareketle<br />

diyebiliriz ki, mümkün, özü varl ığından ayr ı olan, Vacib ise özü varhğının<br />

aynı olandır. Böylece mümkün ve vacib zihnimizin kavramlar ı<br />

değil, fakat gerçek kavranalard ır45 .<br />

İbn Sina metafizik kavramlar konusunda, bunu kendisine ayd ınlatan<br />

nrâbi gibi dü şünür. Buna göre, Vacib Varl ık, bulunmas ı zaruri<br />

olandır, varolmamas ı düşünülemez. Mümkün varl ık ise varl ığı ve yokluğu<br />

düşünüldüğünde çelişkiye düşülmeyen varl ıkt ır. Vacib Varl ık'm<br />

varlığının zaruri olmas ına kar şıhk, mümkün varlığın varlığı varlığında<br />

ve yoklu ğunda her hangi bir yönden de ğildi' 971 J<br />

46 ( 4. 4.° LiV Li (.5 ) ,5:01<br />

İbn Sina mümkünün bir sebebe ihtiyac ı olduğu ve bu sebebin de zaruri<br />

olduğu kanaatindedir 47. Yukarda belirtildi ği gibi, özü itibariyle varlığı<br />

mümkün olanın, varlığında ve yokluğunda, bir sebebe ihtiyac ı vardır.<br />

Çünkü e ğer o şey varsa varl ığı bir ba şkası arac ılığıyla gerçekle şmiştir.<br />

E ğer onun meydana gelmesine sebep olan bir sebep yoksa, yokluk varlığından<br />

ayrı olarak ortaya ç ıkar. Bu iki halden biri ya bir arac ıyla veya<br />

arac ısız olarak o varhkta tezahür eder. Bir ba şkas ı arac ılığıyla ise sebep<br />

olan, o bir ba şkasıdn; e ğer bir ba şkası arac ıhğlyla değilse, önce varolmayıp<br />

sonra varolan, kendinden ba şka bir şeyle özelle ştirilmiştir. Yani bir<br />

ba şkas ıyla varlık kazanmışt ır48 .<br />

Bu ifadeleriyl e İbn Sina, her iki halde de mümkünün bir sebebe<br />

ihtiyacını göstermek istemektedir. Burada söz konusu olan varl ığın sebebidir;<br />

böylece bir sebebin varl ığı veya yokluğu problemi ortaya ç ıkmaktadır49.<br />

Bu şekilde bir mesele söz konusu olunca, Vacib Varl ık'm<br />

44 Aynı eser, s. 140 vd.<br />

45 Saliba, .6ude, s. 96; Goichon, Distinction, s. 164. İbn Sina'ya göre, mün ıkünler iki türlüdür:<br />

Bir bölümü zorunludur; yani onlar olmamaya muktedir de ğildirler; basit cevherler, ayni<br />

akıllar, nefsler ve semavi varl ıklar gibi. Diğerleri basit mümkünlerdir: ataly ı aleminin varlıkları.<br />

Esasen İbn Sina düşüncesinde varl ık üç türlüdür: a) mümkün varl ıklar, b) özü itibariyle mümkün<br />

ve kendisi d ışında bir sebebe nisbetle zaruri varl ıklar, c) vacib varl ık (Bkz. Çubukçu, islam<br />

Düşünürleri, s. 32).<br />

46 Necat, ilahiyat, ss. 224-225.<br />

47 hârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 117.<br />

48 Şifa', Ilahiyat; C. 1, s. 38, Uyunu'l-Hikme, Bedevi yay., s. 55.<br />

49 Şifa', Ilahiyat, C. 1, s. 39.<br />

59


sebebi olmamalı ve her mümkünün de bir sebebi bulunmal ıdır. İmkân<br />

mahiyetin varh ğım veya yokluğunu gerektirmedi ğinden, mümkünün<br />

varlığı, özü dışında bir ba şka sebepten gelmekte ve varolabilmek<br />

onu var eden bir sebebin varl ığına mecburi olarak ihtiyac ı bulunmaktadır.<br />

Yokluğu da aynı şarta bağlıd ır. Her iki halde de mümkün imkân<br />

alanının dışına ç ıkamaz; çünkü öz itibariyle mümkündür ve mümkün<br />

olarak daima "mümkün" durumda vard ır50 .<br />

Bu açıklamanın ışığı alt ında, her mümkün varlığın varlığı, özüne<br />

veya bir sebebe göre ortaya ç ıkmaktadır. Bunun için kendinde mümkün<br />

olup varlığı ve sebebi e ş zamanl ı olan her varl ık, başkas ı ile zartuidir 51 .<br />

E ğer İbn Sina "bir şey olabilirdir" diyorsa, bu şey, bir kere vard ır,<br />

demektir; ikinci kere varolamaz. O ancak devam eder ve yok olur; çünkü<br />

varolu ş geçici bir mâ ıaâ ta şır. Mümkünün varlığı ve yokluğu varsayımından<br />

geçici iki veri bulundu ğu anla şılır, ancak bunu mant ıksal kurulu<br />

şuna göre de ğerlendirmek gerekir.<br />

Daha önce mümkünün vacib de olabilece ğini belirtmiştik. Acaba<br />

bu hangi şartlar alt ında ve hangi ili şkiler içe ıisinde gerçekle şmektedir<br />

İbn Sina'n ın ifadelerine göre, varl ığı "mümkün" olan, sebebiyle ve ona<br />

kıyasla vacib hale gelir. E ğer vacib de ğilse, sebebin varolu şu s ıras ında<br />

ve ona oranla ayn ı şekilde "mümkün" olur. Öyle ise İbn Sina'ya göre,<br />

mümkün, sebebine oranla vacib ise vard ır. Onun için "mümkün,<br />

vacib, ve imkans ı z" kavramlar ı son derece basittirler; adeta tan ımlanamaz<br />

durumdad ırlar. Onlar ı tanımlamak istedi ğimiz her defa bir<br />

diğerinden yararlanmak zorunda kahr ız ve böylece k ısır döngüye düşeriz<br />

52.<br />

Gerçekte "mümkün", "imkans ız" a kar şıdır; ancak filozoflar ve<br />

İbn Sina onu "vacib"e kar şı kullanmaktalar.<br />

3— Vacib Varl ık'ın Nitelikleri:<br />

Vacib ve mümkünü ana hatlar ıyla böylece belirledikten sonra,<br />

şimdi de İbn Sina düşüncesinde, Vacib Varl ık' ın nitelikleri nelerdir ve<br />

felsefi aç ıdan nasıl değerlendiriliyor görme ğe çal ışalım Bilindiği gibi,<br />

Islam düşüncesinde, ilk kez müslüman filozoflar Allah'tan Vacibu'l-<br />

Vücud, Bir, İlk Prensip olarak söz etmi şlerdir.<br />

50 Aynı eser, s. 47; M. Latin, Tarihu Felsefe, Tunus tarihsiz, s. 59 vd.<br />

51 Necat, s. 232, RisaletU'l-Ar şiyye, Haydarabad 1355 H., s. 2.<br />

52 Şifâ', İlâhiyat, C. 1, s. 35.<br />

60


Allah'ın ilk niteliğini meydana getiren ve ancak onunla O'dur dediğimiz<br />

varh ğından ba şka, Allah' ın kendilerinden yoksun olduğunu kabul<br />

edemeyece ğimiz nitelikleri, olumsuz (selbi) veya özünde hiç bir çokluk<br />

meydana getirmeyen ili şki nitelikleridir53. Bu aç ıdan, eğer Vacib<br />

Varlık bir cevherdir, denirse bu, olumlu önerme ile olumsuz önermeden<br />

başka bir şey de ğildir; bununla Allah' ın cevher olduğunu söylerken,<br />

araz olmad ığı da ifade edilir, yani Vacib Varl ık bir mevzuda<br />

Vacib Varl ık bir'dir, denilince, O'nun çokluk olmad ığı gibi, say ıyla<br />

veya kavramla bölünebilir olmad ığı da bildirilmek istenir; çünkü O'nun<br />

birliği, varlığıyla dolayısıyla özüyle ayn ı şeydir. E ğer söylenilen çeli şkili<br />

gibi gözükmekte ise bu, sadece kulland ığmuz dilin eksikliğindendir. Dil<br />

her düşünceyi ifadeye yeterli olmad ığından, ilahi tabiat ı tarif konusunda<br />

hataya dü şmekteyiz. Öyle ise Vacib Varl ık'a verece ğimiz nitelikler,<br />

olumsuz (selbi) niteliklerdir. Vacib Varl ık'ın özünün dışında tarifi yoktur.<br />

Vacib Varl ık özüyle akıl, akıl, ma'kul'dur, dedi ğimiz zaman O'nun<br />

her türlü maddeden ve maddeye ba ğlı her şeyden ara oldu ğunu bildirmek<br />

istiyoruz. O, İ lk Pr e n sip'dir dediğimiz zaman O'nun âlemle ve külliyle<br />

ilişkisi olduğunu göstermek isteriz. O'nun saf iyilik oldu ğunu ifade<br />

ettiğimiz zaman güçten ve noksanhktan etkilendi ğini inkâr etmek isteriz<br />

54. Vacib Varlık olgundur, demek O'nun kusurlu oldu ğunu inkâr<br />

etmek demektir. O'nun her şeye gücünün yetti ğini söylemek, O'nun<br />

özünden bütün güçsüzlükleri ç ıkarıp atmak demektir 55. Sonuç olarak,<br />

olumlu nitelikleri ortaya koymak, özüne göre olumsuz nitelikleri formülleştirmektir.<br />

islâm düşünce sisteminde teorisyenler, Allah' ın özüne en yak ın<br />

nitelik olarak O'nun, kudretini, bilgisini, hayat sahibi oldu ğunu, işittiğim,<br />

gördüğünü, konuştuğunu, varetti ğini ve iradesini görürler. Fakat<br />

İbn Sina, bunların hiç birinden etkilenmeyerek, O'nu sadece "kendi<br />

özüyle gerekli" olarak kabul eder. İbn Sina her ne kadar Allah' ın<br />

irade niteli ğine önem vermekteyse de metafizik konularda yeterli de ğildir.<br />

Diğer taraftan, Allah'a inanç konusunda, mutezile akl ın yeterli olduğunu<br />

kabul ederken 56, E ş'ari bunun ak ılla kavranabileceği gibi âyet-<br />

53 Aynı eser, C. 2, s. 368; ayr ıca bk. Mehren, La Philosophie d'Avicenne, s. 198; Quadri,<br />

La Philosophie Arabe, s. 97,<br />

54 Şifa', Ilâhiyat, C. 2, s. 368; Ecvibe an A şere Mesâil, İbn Sina Risaleleri, içinde, tYlken<br />

yay. İstanbul 1953, s. 76. Allah' ın nitelikleri konusunda tim Sina'nııı düşünceleri hemen hemen<br />

Fürâbrnin dü şünceleriyle ayn ıdır (bk. Küyel (M. Türker), Aristotales ve Fiirâbrnin, Varlık ve<br />

Düşünce üğretileri, <strong>Ankara</strong> 1959, ss. 83-85).<br />

55 Bu tür ifadelerde mutezilenin etkisi kendini göstermektedir.<br />

6 Çubukçu, Allah' ın Varlığın ın Delilleri, <strong>Ankara</strong> 1978, 3. bas.. s. 10.<br />

61


lerle de sabit oldu ğunu bu yüzden inanmak gerekti ğini bildirir57. Maturidiler<br />

Allah' ın niteliklerini Kur'an'da belirtildi ği veçhile kabul ederler,<br />

fakat bu niteliklerin ne Allah'a e ş, ne de O'nun özünden ayr ı olmayaca<br />

ğına inamrlar 58. Fakat İbn Sina'nın Allah'', kendi kendisiyle<br />

gerekli filozoflar ın Allah' ıdır. Yaptığı bir çok süre ve âyet yorumlara<br />

rağmen İbn Sina, dinin tezinden çok felsefenin, bir ba şka ifade ile, Aristo'nun<br />

ve Eflatun'un etkisinde kahr 59. Onun anlayışında Allah elbette<br />

her türlü imkândan en üstün derecede uzakt ır60. imkan maddenin tabiatında<br />

olduğuna göre, O, her türlü madde ve maddeye ba ğlı şeyin<br />

dışındadır61 . Öyle ise O'nda güç halinde hiç bir şey yoktur62 .<br />

a) Basittir :<br />

Her türlü güç ve maddeden uzak olan Allah elbette basittir 63 .<br />

Çünkü O'nun özü çe şitli parçalardan meydana gelmi ş birleşik varlık<br />

değildir. Zira bir parçan ın özü, ne di ğer bir parçan ın özü, ne de parçalardan<br />

meydana gelen bütünün özüdür. Fakat her parça, özü itibariyle<br />

bütünden öncedir. Parçalar ın bütünden ayr ı düşünülemedikleri gibi,<br />

varlıklar' da birbirine ba ğlıdır. Varlık sebebi, bütünün varolu şundan<br />

önce parçalar ın varhğım zaruri k ılar. Böylece birle şik varlığın kendisiyle<br />

vacib olmayaca ğı ortaya ç ıkar64. Öyle ise Vacib Varl ık birle şik<br />

değil basittir. Bu "basit" niteli ğini İbn Sina Aristo'dan alm ış kendinden<br />

sonra Duns Scot kullanm ışt ır65 .<br />

Gerçe ğin sadece kendisine ait oldu ğu ve bütün varl ıklarm kendisinden<br />

yay ılıp çıktığı Vacib Varlık, tektir. O'nun iki olmas ı imkansız<br />

olduğu gibi, benzerinin clmas ı da saçmad ır. Sadece kendine ait ki şiliğinde<br />

O tamd ır. O'nun kendisini daha olgun ve daha iyi yapacak bir<br />

ba şka elemana ihtiyac ı yoktur. Bütün varl ıklarm üstünde olmas ı itibariyle<br />

özünün cinsi, türü ve şekli, bu sebeple de tarifi yoktur 66. O'nun<br />

57 Aym eser, s. 10.<br />

58 Aym eser, s. 10.<br />

59 Bkz. Chahine, Ontologie, s. 83.<br />

60 Şifa', İlâhiyat, C. s. 343 vd.<br />

61 Iştirea, Ma ba'd et-Tabia, s. 29, Şifâ', İlâhiyat, C. 2, s. 402.<br />

62 Aynı eser, s. 403.<br />

63 Plotin'de de Bir basittir (Bk. Les Enne'ades, Paris 1857, C. 3, s. 64); ayr ıca bk. Remzi<br />

Neccar, Felsefetü'l-Arabiyye, Beyrut 1979, s. 135.<br />

64 Necat, İlâhiyat, ss. 370-371 vd.<br />

65 Krş. La Me'taphysique, A, 7, s. 678; İbn Sina'nın Allah' ı bu şekilde nitelendirmesini de<br />

eleştiren Gazzalt, "Evvelin hakikat ı ve Mahiyeti vard ır, bu hakikat ın vücudu mahiyete muzaftır"<br />

der (bk. Küyel, trç Tehâfüt, s. 146).<br />

66 Uyunu'l-Hikme, <strong>Ankara</strong> 1953, s. 51; Şifti', Ilahiyat, C. 1, s. 43.<br />

62


enzeri ve z ıddı olmadığı gibi, özü de kendinden ba şka bir şeye bağlı<br />

değildir67. Vacib Varl ık olmas ı ve özü itibariyle her yönden gereklidir68<br />

. Onun basit olmas ı vücudunun olmadığının dellidir. Vücud, tarifi<br />

itibariyle parçalara bölünebilir, halbuki Vacib Varl ık bölünemez; e ğer<br />

bölünebilseydi, bir terkib olsayd ı, Vacib Varl ık olmazd ı .<br />

Gazzali, İbn Sina'nın "Allah'da terkip muhaldir" sözünün delilsiz<br />

olduğunu söylerken, İbn Rüşd doğru olarak kabul eder 69 .<br />

O halde bn Sina'ya göre, Vacib Varl ık ne maddede, ne bir vücudun<br />

maddesi, ne şekli, ne cismi bir şekil, ne akledilir bir şeklin akledilir<br />

bir maddesi, ne de akledilir bir maddenin akledilir bir şeklidir70. Vacib<br />

Varlık'ın varlığı, O'nun bir olu şunun zaruri bir sonucudur. Zaruri olarak<br />

varolu şunun birliği, O'nun kesin olan "Vücub"undan ileri gelir Çünki<br />

kendisiyle zaruri olan bir tek varl ık vardır71 ve ancak O, varl ıklarm<br />

İlk sebebi ve İlk Prensibi olabilir.<br />

Allah hakkında İbn Sina'nın bu dü şünceleri, onun metafizi ğinin<br />

monist bir karakter ta şıdığını göstermektedir.<br />

Vacib Varlık'ın birliğini İbn Sina şöyle açıklar: Biri di ğerinden<br />

ayrı iki vacip varlığın varlığı kabul edilse A nın B ile vacib, B nin de<br />

A ile vacib olduğu veya birbirleriyle vacib olduklar ı kabul edilemez;<br />

çünkü onlardan her biri di ğeriyle vacib oldu ğu için ikisi de mümkün<br />

olacakt ır. Öyle ise ancak bir tek Vacib Varl ık'm varlığı kabul edilebilir72.<br />

Böylece İbn Sina vacib'de mutlak bir B İ R görür. Bu Bir, yenieflatuncularm<br />

Bir'i gibi, maddenin üstünde saf eylem, kendisine ola ğan<br />

herhangi bir şeyin karışmadığı, kendinde ancak kendisi için prensip ve<br />

gaye olan bir Bir'dir. O'nda arizi bir nitelik yoktur, basitli ği mutlakt ır73 .<br />

"Vacibul-Vücud'un basitli ği konusundaki bu tür ifadeleriyle İbn<br />

Sina, O'nun mahiyetinde hiç bir birle şimin bulunmadığını göstermek ister.<br />

Çünkü ona göre, varl ık bir şeyin mahiyeti olmadığı gibi, mahiyetin<br />

bir parças ı da de ğildir; varlık ancak varlığından ba şka mahiyeti olan<br />

şeylere gelir.<br />

67 Goichon, Distinction, s. 173<br />

68 Necat, İlâhiyat, s. 228.<br />

69 Bk. Küyel, üç Telülfüt, s. 119.<br />

70 Necat, ilâhiyat, ss. 228 vd.<br />

71 Bk. Goichon, Distinction, s. 176.<br />

72 Necat, Ilâhiyat, s. 370 vd., Uyunu'l-Hikme, s. 55; ayr ıca bk. Saliba, Tarihu Felsefe<br />

el-Arabiyye, Beyrut 1973, s. 224.<br />

73 Krş. Plotin, Les Enn&tdes, C. 3, s. 64; tiken, İbn Sina'nın Din Felsefesi, İ.F. Der.<br />

1952, s. 83.<br />

63


) Cismi yoktur :<br />

İbn Sina'ya göre, Vacib Varl ık, cisim olmadığı gibi, cisme ait bir<br />

şey de değildir; fakat O, maddeden ayr ı, yaşayan bir varlıktır74. Biz<br />

zorunlu olarak biliyoruz ki, insan gerçe ğinde, insani ki şilerin ortak bir<br />

yanı vardır. Bu ortak yan, insan ın belirli şekli, belirli ölçüsü veya belirli<br />

özelliğidir veya bunlardan hiç birisi de ğildir. Birinci durumda, kişiler<br />

aras ında öze ait çe şitli niteliklerin ortak olmamas ı gerekir; çünkü özel<br />

her şey, kendisini ba şkas ından ay ır ır. İkinci durumda ise, insan mefhumunda<br />

bu ortak ölçü yoktur, o sadece kendisidir; onun için şekil, ölçü<br />

ve özellik mevcut de ğildir; fakat o, ak ılla bilinen bir şeydir. İbn Sina<br />

"duyularla algılanamayan şey, akılla da alg ılanamaz" iddias ının Vacib<br />

Varlık'ın duyularla algılanamayan bir prensibinin bulundu ğunu doğruladığını<br />

söyler75. Çünkü her mücerret varl ık, kendisiyle varolduğu<br />

öze ait bir gerçe ğe göre hakikattir ve hissi bir tarifi kabul etmez.<br />

Bir şey mahiyetine ve gerçe ğine itibarla sebepli olabildi ği gibi, varlığında<br />

da sebepli olabilir. İbn Sina bu konuda üçgenin durumunu misal<br />

olarak verir ve der ki: "Üçgenin gerçe ği, yüzey ve onu şekillendiren çizgiye<br />

bağlıdır. Yüzey ve çizgi üçgenin hakikatini tasmalar' itibariyle<br />

üçgeni meydana getirirler; böylece bu ikisi maddi ve şekli sebeplerdir.<br />

Fakat o varl ığı itibariyle yüzey ve çizgiye de ğil, bir ba şka sebebe ba ğlıdır.<br />

Ancak bu sebeb, onun üçgenli'ğini meydana getiren ve tarifinden<br />

çıkan bir sebep de ğil, fakat o, müessir sebep (fail ille t) veya gaye<br />

sebebi yani müessir sebebin müessirken sebebi olan sebeptir 76. İbn Sina<br />

buradan hareketle İ LK SEBE P'e kadar var ır.<br />

e) Cinsi ve türü yoktur :<br />

İbn Sina metafizi ğinde, Vacib Varl ık ne bir cevher 77 cinsine ve<br />

ne de varl ık cinsine ait de ğildir. Ona göre, İlk (el-Evvel) ile cevher arasında<br />

bir ilişki kurmak hatal ıdır78. Cins gibi varhklara veya ki şilere verilen<br />

kategorik bir durum, hiç bir şekilde Vacib Varhk'a verilemez. Çünkü<br />

O, bu hükmün beraberinde bulundu ğu bir mahiyete sahip de ğildir.<br />

74 işârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 19, Şifâ', Ilahiyat, C. 2, s. 402; ayr ıca bk. Chahine, Ontologie,<br />

s. 90.<br />

75 istirat, Ma ba'd et-Tabia, s. 22.<br />

76 Aym eser, s. 22.<br />

77 Aristo, cevheri, "kelimenin ilk ve esas anlam ında, ne bir süjeden oldu ğu ve ne de bir<br />

süjede olduğu kesinlikle söylenemiyen" olarak tan ımlar (Kr ş. La Ille.taphysique, A, 8, s. 273).<br />

78 İstirât, Ma ba'd et-Tabia, s. 72.<br />

79 Aynı eser, s. 74; bk. Goichon, Distinction, s. 177; Gazzall bu fikri Makas ıd'da aynen<br />

kullanmaktad ır.<br />

64


Bunun için, M ahiy et Vacib Varl ık'ın dışındaki bütün varhklarda bubulunur79<br />

. İbn Sina sisteminde, Vacib Varl ık'ın mahiyetle ortak hiç bir<br />

yanı yoktur. Çünkü mahiyet varolma imkâmm varsayd ırır. Varlığa<br />

gelince, o, mahiyet de ğildir; ne de mahiyetin parças ıdır80 .<br />

Öyle ise, Vacib Varhk hiç bir şeyle, cinse ve türe ait bir mânâ paylaşmaz;<br />

y ani O'nun fasla, araza ait bir mânâ ile ayr ılmaya, özelle şmeye<br />

ihtiyacı yoktur. Aksine o, özüyle ayr ılmaktadır. Bu açıdan, O'nun özünün<br />

tan ımı (h a d d i) yoktur 81. Onun için cins ve fasl da bulunmaz 82.<br />

Her yönden tamd ır.<br />

d) Düşünce, düşünen, dü şünülendir (akıl, âkil, ma'kul:)<br />

Allah' ın kendini bildiğinden ve ak ıl, âkil, ma'kul olduğundan<br />

söz eden İbn Sina, bu tür ifadeleriyle, O'nun her türlü tamm ı aştığını<br />

söyleyerek, ilimle ilgili konularda her türlü tarifden uzak oldu ğunu söyleyen<br />

Eflatun teorisinin kar şısında bulunur. Aristo için en üstün istenilen,<br />

en üstün makule e şdir83 . İbn Sina için de ma'kul, tecrid edilmi ş<br />

mahiyeti bir şeyle elde edilen, âkil herhangi bir şeye ait tecrid edilmi ş<br />

bir niteliğe sahip oland ır. Aristo en yüksek akl ın kendisini düşündüğünü<br />

söyler, çünkü o, en güzel oland ır, düşüncesi dü şüncelerin düşüncesidir<br />

84. İbn Sina'da tekrar ele al ınan bu görüşe göre, Allah ak ıl, âkil<br />

ve ma'kuldur. Onun varlığı her türlü madde ve arazdan soyutlanm ış<br />

olarak vard ır85 .<br />

İbn Sina dü şüncesinde soyut bir mahiyete sahip olan ak ıl, B İ R'in<br />

de mutlak ak ıl olduğunu gösterir 86. B İ R, kendinde akıl ve İ L K<br />

SEBEP olmas ı sebebiyle, kendilerine varl ık vermek suretiyle sebebi<br />

olduğu bütün şeyleri bilir; yani Vacib Varl ık özünü ve her şeyi bilir87 .<br />

O'nun gerçe ği devamlı olup değişmez, akledilir bir gerçektir; özü ve<br />

varlığı da aynı şekildedir. Kendisiyle varolan ve akledilir olan İ L K<br />

BIR, her türlü maddeden ve zat ına kat ılmış olma özelliğini veren her<br />

80 Işarât, Ma ba'd et-Tabia, s. 70.<br />

81 Necat, Iliihiyat, s. 229, Şifa', iliıhiyat, C. 2, s. 402 vd. Gazzali bunu ele ştirerek zay ıftır<br />

der (bk. Küyel, Üç Tehâfüt, s. 132).<br />

s. 228 vdd.<br />

82 hetreit, Ma ba'd et-Tabia, ss. 71-77; bk. Goichon, Distinction, s. 128; Necat, iliihiyat,<br />

83 Bkz. La Metaphysique, A, 7, 1072 a, b.<br />

84 Aym eser, A, 9, 1074 b, s. 701.<br />

85 Necat, İlâhiyat, sa. 243-244.<br />

86 Aynı eser, s. 244.<br />

87 Şerhu Aristo inde'l-arab içinde, s. 31, Mubahasdt, aynı eser içinde, es.<br />

122, 239.<br />

65


şeyden uzakt ır88. O, saf akıldır, çünkü O, saf fiil olmas ı itibariyle bütün<br />

yönlerden maddeden tecrid edilmi ştir 89. Aynı zamanda özü için dü şiinülebilen<br />

(malual) dir. Zira saf ak ıl olmaya engel olan maddedir. Öyle<br />

ise O, her türlü madde ve madde ile ilgili her ili şkiden uzakt ır. Mademki<br />

O, özü itibariyle dü şünce ve kendisiyle dü şünülmüşdür, o halde hem düşünce<br />

hem dü şünen hem de dü şünülendir yani ak ıl, â kil ve m a'kul<br />

dur90. Ancak bunlar O'nun özünde hiç bir çokluk meydana getirmezler.<br />

Bu durumda, Vacib Varl ık, hem akıl, hem akleden ve hem de kendisinin<br />

akledili şinin nesnesi olmaktad ır. Aklın kendisinden ba şkas ını düşünmesi<br />

mecburi de ğildir; fakat O'nun mücerred özü ak ıl'dır. Öyle ise Vacib<br />

Varlik'm dü şünen ve dü şüncenin nesnesi olmas ı, O'nun özünde bir ikilik<br />

meydana getirmez 91 .<br />

Vacib Varlık zatıyla bilendir, zat ı, eşyaya bulunduklar ı düzen içinde<br />

varl ık verir. Bütün e şyaya varl ık veren özü, kendi taraf ından bilinir<br />

Öyle ise bütün şeyler O'na kendi özüyle tan ınır demektir. Ancak bu e şya<br />

O'nun kendileri hakk ındaki bilgisinin sebebi olacak şekilde gerçekle ş-<br />

mez, fakat aksine O'nun bilgisi, varolan e şyamn sebebidir. T ıpkı mimarın<br />

evin şekli konusundaki bilgisi gibi, mimar ın bilgisinde bulunan<br />

evin şekli, dış gerçekte, mimar ın bilgisinin sebebi olan evin şeklinin bilgisidir92.<br />

e) Bilgisi tamd ır :<br />

Düşünülebilirler (m a'k ul â t) umumi bir şekilde, onları sonsuz<br />

olarak dü şünen ilahi müdrikede bulunurlar; çünkü dü şünce, dü şünen<br />

ve düşünülen, Allah'ta tek ve ayn ı şey dir. O, mutlak akıldır, özü maddeden<br />

ayr ıdır. Bir şeyin düşünülemez olmas ının sebebi maddede veya<br />

maddeyle ilgili şeylerde olmakt ır; çünkü şekle ait varl ık duyularla alg ı-<br />

lanan varlıkt ır. Vacib Varlık kesin olarak dü şünülebilir'dir. Öyle ise<br />

maddeden ve madde ile ilgili her şeyden uzak bir varil& sahip her şey<br />

düşünebilir (ma'k isıl) dir93 .<br />

88 Işiirta, Ma ba'd et-Tabia, s. 78.<br />

89 şifir, Bâhiyat, C. 2, s. 356, Necat, s. 243; Kr ş. Aristo, La Maaphysique, s. A, 7, s. 672<br />

90 Necat, s. 243; Şehristanl, el-Milel ve'n-Nihal, M ısır 1910, G. s. De Vaux, Avicenne,<br />

Paris 1900, s. 259.<br />

91 Necat, s. 243; Mehren, La Philosophie d'Avicenne, s. 198.<br />

92 'Orta, Ma ba'd et-Tabia, s. 78; Bedevi, Histoire, s. 639; Goichon, Distinction, s. 357.<br />

93 Şifa', ilâhiyat, C. 2, s. 348, Necat, s. 343; Plotin düşüncesinde de Tanrı akıl ve ma'kuldur<br />

(Kr ş. Les Ennjades, C. 2, 239, 246 vd, C. 3, s. 67.<br />

66


Aristo dü şüncesinde oldu ğu gibi, İbn Sina dü şüncesinde de Allah<br />

Vacib Varlık olarak salt dü şüncedir; ancak Aristo'nun aksine Allah dünyadan<br />

tamamen habersiz de ğildir. Kendini bilir, sonra genel bir şekilde<br />

dünyayı bilir; yani öz olarak dü şünülebilen her şeyi bilir.<br />

İlahi varolu şlara sahip varl ıklar dışında düşünülebilenlerin hepsi<br />

Faal Ak ı l'da bulunurlar. Faal Ak ıl fiil halinde düşünen bir cevherdir.<br />

Düşünülebilen şekilleri kapsayan bu ak ıl, fiil halinde vard ır ve nefsimiz<br />

onunla birle şebildi ği takdirde dü şünülebilenleri (nı a'ku lat) ondan<br />

ahr94.<br />

İbn Sina Vacib Varlık'ın kendi özünü ve her şeyde varolan iyilik<br />

düzenini bildiğini kabul eder95. O'nun bildiği bu düzen, O'ndan yay ıhr,<br />

olur ve varolur. Ku şkusuz raslant ı ve düzensizliğin düşünülemeyece ği<br />

ilahi bir yarat ılış vard ır. Bu yarat ılışta bir gaye vard ır, fakat bu gaye<br />

İ L K'in gayesi de ğildir96. (li3l y ys J.4 9m J _,Y1 J:A;)<br />

Bu düzen ve gaye su eleı r t e orisi'nde, etkili anlamlar ında gözükür.<br />

Gayesi bizim gayemizden çok üstün, saf iyilik (hayr) ve en olgun<br />

Varlık olan İ LK, özünü özüyle bilir Ayn ı zamanda kendinden<br />

sudur eden her şeyi bilir; çünkü O, varolan her şeyin sebebidir97. O'nun<br />

bilgisi her şeyi kaplar. Özünü özüyle tan ıması sebebiyle, kendinde<br />

"düşünülen (ma'kül)"dir. E şya varlığını, bilgisi aktif ve özden olan<br />

bu B İ R'den al ır. Allah Vacib Varl ık olarak, külli akıl diye adland ırılan<br />

ilk malul'u de bilir. Bu malül s ıras ında kendinden sonra gelenin sehebidir.<br />

Allah, ilk birinci malülden sonra gelen bütün şeyleri, bilinen<br />

aşama s ıras ı içinde olmaları sebebiyle tan ır, bilir. Kendine muhtaç bütün<br />

mümkünlerin bilgisi de bu marifete dahildir.<br />

Allah için bir şeyi düşünmek, bu şeyi yaratmak demektir; ve O'nun<br />

düşündüğü her şey mevcuttur98. Vacibu'l-Vücud'un dü şüncesinin nesnesi<br />

varolan bir şeydir. Aynı zamanda bir ba ğlılığı ve gerçeği vard ır.<br />

İlahi iradede varolan akledilir şekiller, insan dü şüncesi gibi, ona d ışardan<br />

gelmezler; aksine ilahi ak ılda do ğarlar ve Vacib Varl ık'ın onlar ı<br />

düşünmesiyle gerçekle şirler99 .<br />

Burada hemen şu konuya aç ıklık getirmek yerinde olur. Mademki<br />

Vacib Varhk saf ak ıldır, e şyayı mutlak olarak ve külli bir şekilde düşünmektedir,<br />

bundan, sonuç olarak, cûz'i şeyleri de dü şündüğü hususu<br />

94 Iştirett, Ma ba'd et-Tabia, s. 129.<br />

95 Necat, İlLihiyat, s. 249.<br />

96 Aynı eser, ss. 240, 243.<br />

97 IşCirât, Ma ba'd et-Tabia, s. 201; ayr ıca bk. Neccar, Felsefetü'l Arabiyye, s. 136.<br />

98 Işarta, Ma ba'd et-Tabia, s. 201.<br />

99 Aynı eser, s. 201.<br />

67


çıkart ılabilir mi İlk anda bu tür bir soruya olumsuz cevap verilir. Gerçekten<br />

de İbn Sina'ya göre, e ğer Allah sonsuz ve de ğişmez ise cüz'i şeyleri<br />

dü şünemez. Allah' ın caz'i şeyleri dü şündüğünü söylemek O'nun<br />

tabiat ında de ğişikliği kabul etmektir; dolay ısıyla da özünde bir eksiklik<br />

kabul edilmi ş olur. O'nun olgun olmas ı için, hareketsiz olmas ı laz ımdır,<br />

hareketsiz olmas ı için de dünyay ı bilmemesi gerekir. Ancak bu tür<br />

bir akıl yürüten İbn Sina'n ın bu düşüncesinin yanında, Kur'an- ı Kerim<br />

Allah' ın her şeyin bilgisine sahip oldu ğunu bildirmektedir.<br />

Filozoflar Vacib Varhk'm yaln ız kendi özünü bildi ğini ve kendisini<br />

bilmekten ötürü ortaya ç ıkan bilgisinin özünün aynı olduğunu söyliyerek<br />

O'nun yaln ız kendisini bildiğini söylemek isterler. Bu tür dü şünce<br />

Allah'ta bir çokluk meydana getirmemek içindir. Onlara göre, e ğer<br />

Allah kendini ve kendinden ba şka bir şeyi de bilirse O'nda farkl ı iki<br />

bilgi olur. Onun için yaln ız kendini bilmesi ve özünde meydana ç ıkacak<br />

çoklu ğun yokedilmesi gerekir. Diğer taraftan, islâmiyet için, dünyay ı<br />

bilmeyen Allah inanc ı kabul edilemez. Kesin bir şekilde bilgisi (ilmi)<br />

olmadan Kâdir Allah inanc ı nas ıl kabul edilebilir Allah' ın sadece<br />

küllileri bildiğini, fakat fazla bir şey bilmedi ğini kabul etmek, İslam<br />

inanc ının aksine bir şey söylemektir. Ama e ğer Vacib Varl ık olarak<br />

Allah' ın her şeyi bildiği söylenirse Allah birle şik ve eksikli olacakt ır.<br />

Öyle ise bu iki görü şü uzlaştıran bir uyum hali bulmak gerekir. İşte<br />

burada felsefe ile dini uzla ştırma gayereti ortaya ç ıkar ve İbn Sina bunun<br />

için çaba gösterir. Sonuçta, İbn Sina sistemi veya dü şüncesi bu uzla<br />

şmayı şöyle formülle ştirir: Zorunlu Varl ık (Vacibu'l-Vücud) k üllileri<br />

bildiği gibi, c ü zleri külli bir şekilde bilirloo. Felsefi dü şüncelerini islamla<br />

uzla ştırma ve İslam inanc ına aykırı bir şey söylememe gayretinde<br />

olan müslüman bir filozofta ba şka nas ıl bir dü şünce olabilirdi<br />

Gazzali Tehafüt'ünde, İbn Sina'n ın zayıf olan bu dü şüncesini terketti<br />

ğini ve Allah' ın dünyay ı bilmediğini kabul ettiğini söylerml.<br />

İbn Sina sisteminde, cüz'i şeyler, sebepleriyle mecbur' k ılındıklarından<br />

külliler gibi bilinirler Onlar bir prensibe ba ğlıdırlar ve onunla özelle<br />

şirlerl 02. Gardet, bu tür bir aç ıklama ile, İbn. Sina'nın ilahi bilgi teorisi<br />

100 ŞifıV, ilöhiyat, C. 2, s. 359; ülken bu sözün Förührye ait olup İbn Sina'nm bunu söylemediğini<br />

ve Allah'ın cüzileri bilece ğini kabul etti ğini, fakat kendisine göre, bir tevil yapt ığını<br />

ifade eder (Bk. İ6n Sina'nın Din Felsefesi, s. 87; Kr ş . Necat, s. 249).<br />

101 Telnifüt, s.<br />

102 İseirât, Ma ba'd et-Tabia, s. 203; bk. Goichon, Distinction, s. 270.<br />

68


ile Kur'an erilerini uzla şt ırma gayretinde ba şarısızlığa uğradığı kanaat<br />

ındadırm Goichon da ayn ı dü şünceyi payla şırim.<br />

Yukardaki dü şünceden hareket eden İbn Sina'ya göre, cüz'i güne ş<br />

tutulmas ımn (küsiif) meydana geli şi, kimi kere cüz'i sebeplerin teker<br />

teker bir araya gelmeleri sayesinde bilinirim. Bu, onun zamana ait idrakiııden<br />

ayrı bir şeydir ki, ak ıl bundan onun şimdi veya sonra olaca ğını<br />

bilir. İbn Sina'ya göre, güne ş tutulmas ının ne zaman olaca ğını bilmek<br />

idraki ile onun meydana geli şi amndaki idraki ayr ı şeylerdir. Bir kimse<br />

güneş tutulmas ın ın ne zaman, nerede olaca ğını bilir; ancak onun hakkındaki<br />

ilk idrak onun önce veya sonra olu şundan 106 önce belli, sabit<br />

bir şeydirm.<br />

Bu aç ıklamalardan sonra, tekrar cüz'i şeylerin külli bilgisine gelelim.<br />

Bu şunu ifade eder: Sebeplerin bilgisi sonucun bilgisini de kapsar;<br />

prensibi bilen tüm.evar ımla sonucu da bilir. Bunun için, Vacib Varl ık<br />

her şeyin sebebi ve prensibi olan özünü, buna ba ğlı olarak da mecburi<br />

olarak özünden ta şan hei- şeyi bilir. Böylece Allah cüz'ileri küllilere i ş-<br />

tiraki sebebiyle bilirim; yani cüz'ileri küllilerin bir parças ı olmalar ı<br />

itibariyle bilir. Diğer yönden, ilahi akıl, insanm aksine, e şyayı bir defada<br />

bilir; bu bilgi geçici bir bilgi olmay ıp zaman ve süre d ışında, akılüstü,<br />

aşkın bir bilgidirm.<br />

İbn Sina'nın bu düşüncelerini reddeden Gazzali, bunun şeriatı<br />

kökünden sökmek oldu ğunu söyler. Sözgelimi güne ş tutulmas ını görenin<br />

durumunda oldu ğu gibi, "zaman içinde geçen safhalanyla bilmez, sadece<br />

genel olarak tutulmay ı bilir, aynı şekilde ki şi olan insan ı değil, fakat<br />

külli insanı bilir" şeklindeki dü şüncelerin hatalı olduğunu söyliyerek,<br />

buna dayalı olarak da Allah' ın hangi kulunun günahkar, hangi kulunun<br />

nebi olduğunu bilemiyeceği ortaya ç ıkar, derim.<br />

"Allah cüz'ileri bilirse de ğişme gerekir, oysa ki Allah'da de ğişme<br />

muhaldir" iddias ına Gazzali, Razi gibi' 1 1 , değişikliğin bilgide de ğil, o<br />

nesnede olduğunu, nesneleri bilmenin veya de ği şikliği bilmenin, de ğiş-<br />

103 Krş. Quelques Aspects, s. 574.<br />

104 Kr ş . Livre, s. 454/1.<br />

105 Ve akıl, sebepleri ve idrakini küllileri bildiği gibi bilir.<br />

106 İbn Sina bu misali Şifa' ve Necat'ta da verir.<br />

107 ışiirat, Ma ba'd et-Tabia, s. 203.<br />

108 Saliba, 'tude, s. 121. ayrıca bk, Atay, Fardbi ve İbn Sina'da Yaratma, <strong>Ankara</strong> 1974,<br />

s. 52.<br />

109 Şifâ', Ilahiyat, C. 2, s. 424 vd.; İşârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 205.<br />

110 Küyel Üç Tehitfilt, s. 202; Kr ş. Gazzali, Tehlifüt, ss. 152, 164.<br />

111 Bkz. Muhassal, e., Mebahis, s. 169.<br />

69


meyi gerektirrnedi ğini söyler. Çe şitli şeyleri bilmenin bilgide farkhhk<br />

gerektirece ği iddias ına Gazzali, o zaman Allah' ın küllileri de bilemen ıesi<br />

gerekirdi; çünkü külliler de birbirinden ayr ımlıdır, diyerek cevapverir<br />

112 .<br />

Aristo'ya göre, Allah âlemin merkezi olup, bilmeden görmeden<br />

bir a şk esas ına, yani iyi ve güzel cazibesiyle yönetir. İbn Sina, bunu<br />

Farabi gibi, Allah âlemin türlerini, külli kanunlar ın, kiillileri bilir, yoksa<br />

ayr ı ayrı, zaman olarak bilmez şekline çevirmi ştir.<br />

M. Horten, Aristo'nun yukardaki dü şüncesini felsefe d ışı bir ilainlik<br />

görü şü (deisme) olarak kabul eder ve müslüman filozoflar ın bunu<br />

d eğiştirdikleri ni s öyler 113 .<br />

Allah' ın e şya hakkındaki idraki, özüyle özünde olmaktad ır. Bu,<br />

e şya için, kavram ak ve kavranm ış olmak konusunda, en güzel şeklidir.<br />

Çünkü ilahi cevher hem alim hem de ma'lumdur. Allah' ın bu idrakini<br />

akli cevherlerin O'nu kavray ışı izler. Bu idrak, O'nun taraf ından verilmiş<br />

bir "idrak" sayesinde gerçekle şir 114 .<br />

Vacib Varlık Allah' ın bilgisi, kendisine hal, geçmi ş ve gelecek girecek<br />

şekilde zamana ait bir bilgi de ğildir. Aksine cüz'i şeyler hakk ındaki<br />

bilgisi zaman ve sürenin üstünde kutsal bir görünü şe sahiptirl 15. Her<br />

şeye ra ğmen, O'nun her şeyi bilmesi gerekir; çünkü O'nunla birlikte<br />

bulunan her şey, bir arac ıyla veya arac ısız (ibda' ile) kaderiyle O'nun<br />

ilk yargısına ula şır. Kader ona mecburi olarak gelir; çünkü mecburi<br />

olmayan varolam.azl 16. İbn Sina'n ın bu düşüncesi onun sistemindeki<br />

determinizmi aç ıkea ortaya koymaktad ır.<br />

İbn Sina dü şüncesinde, Allah hem bilgin (alim) hem de hayat sahibi<br />

(Hayy) dirm. Böylece onun sistemi Allah'da ilim ve hayat ı birle ş-<br />

tirmiştir. O, bilen ve ya şayand ır. Bu yönden Allah'a nisbet edilebilecek<br />

tek bilgi, külli bir bilgidir. O, Allah olarak de ğişikliği kabul etmez; cüzileri<br />

cû'z'i ve de ği şen olarak bilmez, fakat onlar ı külli olarak bilir. Allah'<br />

ın özünde, bilgisi ile bilgisinin nesnesi aras ında bir ayr ılık söz konusu<br />

değildir. O, kendini bilmesi, B İ R olmas ı ve cisimden soyutlanm ış<br />

112 Küyel, üç Tehâfiit, ss. 202-203; Çubukçu, Gazali ve Kelam Felsefesi, nAkra 1970,<br />

14, Gazzali ve Şiiphecilik, <strong>Ankara</strong> 1964,s. 66.<br />

113 Bk. Felsefe, mad. İ.A.<br />

114 Krş. Goichon Distinction, s. 311; i şrak, mad. İ.A.<br />

115 Işârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 205.<br />

116 Aynı eser, s. 205; Şifa', Ilâhiyat, C. 2, ss. 439-440, Necat, s. 302.<br />

117 Ayn ı eser, s. 250.<br />

70


ulunmas ı itibariyle "At İ M" ve saf gerçektir. O'nun gerçekli ği her<br />

zaman " hea z ır" ve "nâ z ır" d ır, aç ıkt ır, gizli degildir 118. Bütün var-<br />

Ula= O'ndan ç ıktığını söylemek, O'nda bir çoklu ğun bulunduğu anlam<br />

ına gelmedi ği gibi, O, akıl, ma'kul demek de O'nda çoklu ğun bulunduğu<br />

mânâsma gelmez. O, de ği şmez bir şekilde bütün varhklar ı bilir;<br />

çünkü her şeyin prensibi ve gerçe ği O'dur 119. O, "H a yy"d ır, fiillerinde<br />

bir k asd, meyil ve benzeri bir şeye muhtaç de ğildir; işitir ve görür 120,<br />

hiç bir şeye muhtaç de ğil, her şey O'na muhtaçt ır. Özü itibariyle İ L K'tir<br />

ve Özünde birle şik değildir. O, ayn ı zamanda S ON dur; çünkü bütün<br />

varlıklar O'na döner. O'ndan ba şka her şey, O'nun fiilidir, O, zamana<br />

bağlı değildir121 .<br />

Meşşai sistemin en önde gelen şahsiyeti İbn Sina'da Allah, öncesiz<br />

olup "S ânic"dir, "K âdir"dir; O'nun için fazla bir nitelik yoktur, farkl ı<br />

nitelikler ta şımas ı da mümkün de ğildir. E ğer Allah' ın özii bu niteliklerin<br />

bir sonucu olsayd ı, bu parçalar ın bütünü içinde olurdu; özü varlığın<br />

ı sürdürse de nitelikleri aran olsayd ı, bu niteliklerinin ve özünün ba ş-<br />

ka bir sebebi olur, " V a e ib", al ıcı (mahal) durumuna dü şerdi; halbuki<br />

dışardan bir şey alan vacip olamaz 122 .<br />

İbn Sina sisteminde, Allah' ın bilgisiyle iradesinin birli ği vard ır,<br />

Vacibu'l-Vücud olarak iradesi bilgisinden farkl ı bir yap ıya sahip de ğildir<br />

ve O'nun bilgisi denilince iradesinden ayr ı bir şey anla şılmaz 123 .<br />

Mademki filozofunuızun sisteminde Allah' ın dünya ile daimi bir ili şkisi<br />

vardır, o halde O'nun bilgisi, iradesi ve e şya aras ında bir münasebet<br />

bulunmaktad ır. Ancak bilgi e şya= varl ığını ifade etmez. E ğer böyle<br />

olsaydı "m adum"un bilgisine sahip olunamazd ı. Bir şey bir kere bilinmiş<br />

ve bir kere de bilinmemi ş olursa bu bilenin zihninde bir de ğişiklik<br />

olduğunu gösterir. Halbuki Vacib Varl ık'ın bilgisinde de ği şiklik olmas ı<br />

imkans ızdır 124. Deği şiklik kabul edilse O, e şyayı bu gün var, yar ın yok<br />

olarak bilir ki bu saçrnad ır. Onun için Allah cüz'ileri külli ve de ği şmez<br />

bir şekilde bilir.<br />

Yukarda Gazzali taraf ından tenkid edilen İbn Sina'nın bu dü şün<br />

cesi, Razi tarafından da kabul görmez. Razi, Allah' ın her sonradan olan<br />

nesneden önce olduğunu, sonra onunla beraber bulundu ğunu ve ondan<br />

118 Aynı eser, s. 250.<br />

119 Risaletü'l-Ar şiyye, s. 8, Şifâ', ılâhiyat, C. 2, s. 357.<br />

120 Risaletü'l-Ar şiyye, s. 11.<br />

121 Risaletü'l-Ar şiyye, s. 13.<br />

122 Bk. Bedevi, Histoire, s. 634.<br />

123 Necat, ilahiyat, s. 250, Şifa', ilahiyat, C. 2, s. 367.<br />

124 işârat, Ma ba'd et-Tabia, s. 205.<br />

71


sonra da "B ak i" kald ığım ifade ederek "izafetlerdeki de ğişikliğin zatt .a<br />

bir de ğişiklik gerektirmedi ğini, Allah'ın bilineni bilmesi, bilgisi ile bu<br />

bilinen aras ında bir izafettir, bilinen de ğişince yaln ız o izafet değişir"<br />

der 125 .<br />

İbn Sina bu ilahi bilginin kesin ve sonsuz oldu ğunu bildirir. Öyle<br />

İ LK olan Allah' ın e şyay ı varolu şuna göre bilmesi varsay ılamaz; çünkü<br />

Allah' ın e şyay ı varolu şuna göre bilmesi onlar ı önceden bilmediği sonucuna<br />

götürür, e ğer onlar ı bilmezken varolu şlanyla bilseydi bilgisinde<br />

değişiklik olacakt ı ki bu, imkans ızd ır. Allah' ın bilgisi varhklardan elde<br />

edilmiş olmayıp özündendir. O, İ LK olarak en olgun ve en âlimdir ve<br />

bu itibarla da gerçek bilgiye sahiptir. O, tam, güçlü ve hiç bir eksikli ği<br />

olmayand ır. İnsanlar ın bilgisi değiştiği halde O'nun ilahi bilgisi değiş -<br />

mez. Bilgi. O'nda sadece iradedir ve her şeyde bulunan iyilik düzeni<br />

O'nun özünden kaynaklamaktachr 126 •<br />

Her şeye ra ğmen, İbn Sina, Allah' ın ilminden hiç bir şeyin kaçmayaca<br />

ğını bildirir• "0, e şyay ı külli olarak bilir; bununla birlikte O'ndan<br />

şahsi şeyler, hatta zerreler sakh kalamaz, bilgisinin d ışında olamaz";<br />

bu ifadesi bir ay-ede birle şir: 1.c. 1<br />

127(11 LjY 11 ; Yı; 2115<br />

f) Sevgi, Seven, ve Sevilendir (A şk, A şık ve Ma' şuk):<br />

İbn Sina metafiziğinde, "Alim, Kâdir ve Hayy" olan Vacib Varl ık<br />

Allah, ayn ı zamanda "a şk, a şık ve ma' şak" tur; hem sever hem sevilir;<br />

0, saf parlaklığa ve güzelliğe sahiptir. Hiç bir güzellik O'nun güzelli ğini<br />

geçemez. O, aynı zamanda saf ak ıl ve her türlü noksanl ıklardan soyutlanmış<br />

saf iyiliktir. Ak ıl, gerçek ve iyilik, yarat ıkta en yüksek olgunlu ğu<br />

ve en üstün güzelli ği ortaya ç ıkarır Varlığın güzelliği, olmasa gerektiği<br />

gibi olmaktır Öyle ise salt varl ığa ve salt zorunlulu ğa sahip 128 Vacib<br />

Varlık' ın güzelli ği hakkında insani sözlerle ne denilebilir 129 <br />

Gerçek güzellik, istenilen ve sevilen olma, tabiat ı iyilik olan Allah'a<br />

aittir. Varl ıkta olgunluk ve iyilik ne kadar büyük ve kuvvetli<br />

olursa iyilik nesnesi o derece istenir ve sevilir. Allah en yüksek olgunluk<br />

125 Muhassal, s. 169; ayr ıca bk. Hammude Garabi, İbn Sina beyne'd-Din ve'l- Felsefe,<br />

Mısır tarihsiz, s. 101 vd.<br />

126 Talikiit, s. 100 vd.<br />

127 Necat, ilâhiyat, s. 247; iliıhiyat, C, 2, s. 359; Kur'an- ı Kerim, Sebe, 3.<br />

128 Onun sisteminde Allah, "f ail-i muhtar" (istedi ğini yapmakta serbest) de ğil,<br />

"f ail-i m u c i b (gerekeni yapan)" dir. Kr ş. Aristo, 114 taphysique. A, 7,1072 b, s. 680.<br />

129 Sifir, Ilahiyat, C. 2, ss. 363-370.


ve en üstün güzellik sahibi olmas ı, özünü dü şünmesi ve sevmesi sebebiyle<br />

aynı zamanda en yüksek derecede sevilendir. O'ndan ta şıp yayılan varlıklar<br />

da, derecelerine göre, bir ölçüde olgunluk ve güzellik vard ır. Öyle<br />

ise varl ıklar da ilahi sevginin nesnesidirler. Her şey Allah'a yönelir ve<br />

O'na doğru hareket eder; çünkü O, gayelerin gayesi, a şk ve şevkin nesnesidir<br />

130. Bu a şk, bilgisiyle tek ve ayn ı olan vacib varl ığın isteği ve<br />

hayat ının gerekli bir sonucudur. Allah' ın bilgisi kendisini düşünmek<br />

değilse nedir 131 .<br />

Özü itibariyle seven, sevilmi ş, iyi ve ho ş olan Allah güzelliği ve<br />

ihtişamıyla her şeyin üstündedir 132. O, saf iyilik olup mevcut sevginin<br />

nesnesidir 133. Aristo için, " İ lk Muharrik", varl ığı zaruri bir varl ıkt<br />

ır; varlığı zaruri olmas ı itibariyle İ yilik'tir 134. 1bn Sina metafizi ğinde<br />

de benzer bir görü şle, Allah, Vacib Varlık olarak daima en olgun ve en<br />

güzeldir; dü şünen dü şünülen, seven ve sevilendir. O, her türlü noksan<br />

lıklardan uzak bir olgunlu ğa ve güzelliğe sahiptir; kendisi saf Iyilik ve<br />

olgunluk olduğu için O'ndan ta şıp yayılan her şey de iyilik ve olgunhıktur<br />

135. Yarat ılmış her varl ık, doğuştan, salt iyinin a şkıyla bezenmiştir.<br />

Mu tl ak, kendi a şıklarında yani varl ıklarda ortaya ç ıkar. Bu ortaya<br />

çıkış farkl ı derecelerde gerçekle şir. Bunun için dünyan ın yarat ılışının<br />

veya varolan her varl ığın ta şıp yay ılmas ının prensibi a şk't ır. İşte bu<br />

prensiple her şey zaruret kanununa göre Allah'tan ç ıkar ve gene O'na<br />

döner 136 .<br />

İbn Sina'mn "Vacib, Bir, Saf Ak ıl ve A ş k" olarak nitelediği<br />

Allah, St. Thomas felsefesinde de vard ır. O da İbn Sina' ınn Allah' ı bu<br />

şekilde nitelendirmesini ho ş kar şılamışt ır 137 .<br />

İbn Sina sisteminde, Allah İ lk Prensip olarak her türlü ili şki<br />

yönünden salt vacib varl ıkt ır; bu yönden de eksiksiz (mükemmel)dir.<br />

ilahi olgunluk O'nun gereklili ğini bir sonucudur. Bilim, irâde ve di ğer<br />

nitelikler, tabiat ı olduğu andan itibaren özünde bulunurlar. O, sadece<br />

her yönden eksiksiz de ğil, aynı zamanda en yüksek olgunlu ğun da üs-<br />

130 Necat, İlgthiyat, s, 246; Aristo dü şüncesinde de her şey Tanrı'ya ula şmak ister (bk.<br />

Birand (K.), İlkçağ. Felsefesi, <strong>Ankara</strong> 1964, s. 76.<br />

131 Siftı', ilâhiyat, C. 2, ss. 368-369.<br />

132 Necat, s. 254; hartıt, Ma ba'd et-Tabia, s. 221; Şifa', İlâhiyat, s. 369.<br />

133 O'nun güzellik ve de ğeri vard ır (Sifâ', IMhiyat, C. 2, s. 368).<br />

134 Krş. La Me'taphysique, A, 7, 1072, b. s. 680.<br />

135 Necat, Ililhiyat, s. 254.<br />

136 Mehren, Vues The'osohiques d'Avicenne, MUSEON içinde, 1981, s. 602.<br />

137 Gilson, Pourquoi St. Tho ınas, s. 36.<br />

73


tündedir. Nitelikleri varl ığını meydana getiren özellikler de ğildir; e ğer<br />

böyle olursa, o kadar Allah kabul etmeye zorlan ırız. İbn Sina bu nitelikleri<br />

ilâhi zata nisbetle arazlar olarak kabul eder 138; bunların sonsuzluğu<br />

Allah' ın birliğine hiç bir zarar vermez. Böylece ilâhi zat çokluk ve<br />

değişiklikten kurtulur.<br />

g) Saf İyiliktir :<br />

Allah' ın özünü dü şünmesinden akledilir şekiller ortaya ç ıkar. Bu<br />

oluş O'nun özüyle zorunludur. "Hayr" veya " İ yi" Allah'ın özünden,<br />

akledilir şeklinin sonucu ve tabiat ı gereği, belli akli düzene göre dünya<br />

üzerine ta şar. Vacib Varl ık olmas ı itibariyle Allah'ın düzen hakkında<br />

bilgisi vardır ve bundan ötürü iyinin şekilleri dünyaya yay ıhr139. Çün<br />

kü Allah yarat ıklar ını sever; O, saf akla sahiptir, önce özünü sonra yaratıkları<br />

sever.<br />

İbn Sina metafizi ğinde, İ lk Prensip olan Allah, zorunlulu ğu ve<br />

olgunluğu sebebiyle saf iyiliktir (hayr m ah z). Acaba iyilik nedir Bu<br />

soruya İbn Sina'n ın cevab ı, iyiliğin özce istenilen şey oldu ğudur. İyi<br />

aynı zamanda kendi olgunluğu gere ğince varl ığını tamamlamak isteyen<br />

her varl ığın isteğidir. özü olmayan ve eksikli ğe ba ğl ı olan kötiilüğe<br />

kar şılık, iyilik varlığa ba ğlıdır. Varolu ş bir iyilik ve varoluş olgunlu ğu<br />

varlığın iyiliğidir140. Her varl ık kendisiyle iyi oldu ğu özel bir olgunluğa<br />

sahiptir; bu iyilik ona Allah'tan gelir. Bu âlemdeki e şya özü itibariyle<br />

mümkün, bir ba şka yönle de vacibdir. Öyle ise mümkün, özüyle iyilik<br />

olmadığı için onda buldu ğumuz iyilik bu yönüne aittir Bu durumda,<br />

zarurete ba ğlı olan iyilik, e şyanın cevherinin ash de ğildir; aksine ona<br />

ayrı bir prensipden gelmektedir. Mümkün varl ık, eksik ve kötüdür;<br />

çünkü o, özüyle yoklu ğa ortakt ır.<br />

Biraz önce belirtti ğimiz gibi, me şşailiğin en seçkin temsilcisi olan<br />

'bn Sina'ya göre, Allah saf iyilik'tir 141 ; bu iyilik olma hali, özünden<br />

kaynaklanmaktad ır 142 . İyi genel olarak, her şeyi isteyendir, kendisi<br />

de her şeyin istediği varlıkt ır veya varolma alan ında varlığm olgunluğudur<br />

143. Yokluk (a dem), yokluk olmas ı itibariyle, istenilen bir şey<br />

değildir; varlık, saf iyilik veya saf olgunluktur 144. Iyilik (hayr), her<br />

74<br />

138 Bk. Şifa', Ilahiyat, C. 2, s. 355 vdd.<br />

139 Necat, Ilahiyat, s. 229.<br />

140 Aynı eser, s. 229.<br />

141 Krs. Aristo, La Mataphysique, A, 10, 1075 a, s. 706.<br />

142 Sehristani, el-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1910, s. 1103<br />

143 Necat, Ilahiyat, s. 229.<br />

144 Şifa', ilahiyat, C. 2, s. 355 vd.; ayr ıca bk. Saliba, Tarihu Felsefe, s. 226.


şeyin, özünde istedi ği ve varlığını onunla tamamladığı şeydir. Bu durumda<br />

varlık, iyilik; varlığın olgunluğu, olgunluğun varlığıdır. Allah<br />

her varlığa varlığını verendir; onun için kötülük ve eksiklikten özgür,<br />

saf iyiliktir 145. O, yarat ılıştan önce, hikm et'i her şeyi kaplayan, birbirine<br />

zıt elemanlar ı bir araya getirip insana farkl ı özellikleri veren kaderlerimizin<br />

hakimidir 146 .<br />

Şifa- ve onun özeti olarak bilinen Necat'da Allah' ın nitelikleri ko•<br />

nusunda verilen bilgilere göre, "Va cibu'l-Vücud" olarak adland ırılan<br />

Allah, saf gerçek (el-Hak el-Ma hz)dir. O'nun zat ından ba şka daha<br />

gerçek bir şey yoktur; O'ndan ba şka hiç bir varl ık, O'nun varl ığına<br />

ve O'ndan üstün bir varl ığa sahip de ğildir. İ LK B İ R olarak vacibliği<br />

yalnız kendisine mahsus bir gerekliliktir, halbuki di ğer varl ıklar gerçekliklerini<br />

O'ndan al ırlar. Her şey yokolma konusudur, yaln ız O'nun zatı<br />

bunun dışındadır147. Gerçe ği "tam anlamıyla varlığa sahip olduğuna<br />

inan ılan şeydir" diye tammlayan İbn Sina, bu konuda Aristo ile birle<br />

şir 148 .<br />

h) Zengindir :<br />

Saf iyilik ve saf gerçek olan Allah, İbn Sina'nın felsefi sisteminde,<br />

aynı zamanda gerçek mülk sahibi (Melik)dir, O, salt anlamda hiç bir<br />

şeye muhtaç olmay ıp her şeyin özüdür; çünkü her şey O'ndan gelmekte<br />

ve O'nun emrinde bulunmaktad ır149. Gerçek zengin ve Hakim olan<br />

Allah, ihtiyaçlar ı insanlara ba ğışlar, ihsan eder. O'nun niceli ği, niteliği<br />

yoktur, zaman ve süre O'nun için söz konusu de ğildir; bir kapsam ı ve<br />

kapsayan' dü şünülemez.<br />

Vacibu'l-Vücud diye nitelendirilen Allah, öyle zengindir ki, herhangi<br />

bir gaye ve istek söz konusu olmaks ız ın, faydalarm kendinden<br />

ta şmasma izin verir ( )15o.<br />

O, mevki itibariyle a şa ğıda olan herhangi bir şeyi gaye edinmez.<br />

Vacibu'l-Vüeud olarak en yüksek (el-AM) olan Allah, kendisi için gaye<br />

rolü oynayabileeek a şağı bir şeyin ara ştırmas ında da değildirisl. O,<br />

hareket ve iradenin üstündedir; çünkü hareketli olan olgunluk arar 152.<br />

145 Şifa', Il6hiyat, C. s, s. 356; Uyunu'l-Hikme, s. 58; Necat, s. 229.<br />

146 Risaletü'l-Kader, Traitâ Mystique d'Abu Ali al-Hasain b. Abdullah b. Sina ou Avicenne,<br />

Mehren yay. Leyden 1899, s. 2.<br />

147 Şifa', ilâhiyat, C. 2, s. 355 vd.; Necat, ilâhiyat, s. 229; Şehristalıi, Milel, s. 1106.<br />

148 Kr ş. La 3litaphysique, C, 1, 933, s. 110.<br />

149 işârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 151.<br />

150 Aynı eser, s. 153; Kr ş. Çubukçu, Araştırmalar, s. 127.<br />

151 ışiireit, Ma ba'd et-Tabia, s. 154; Necat, ilaldyat, s. 273.<br />

152 Işartıt, Ma ba'd et-Tabia, s. 156.<br />

75


İbn Sina bu şekilde bir ifade ile Yarat ıcı'mn tabiat ı gereği iradesiz<br />

hareket etti ğini ima ederek hür yarat ıc ılığını safdışı etmekte ve Aristo<br />

tesirinden gelen bir dü şünce sergilemektedir 153 .<br />

Allah' ı zengin olarak nitelendirdi ğine göre, İbn Sina için zenginli ğin<br />

şartlar ı nelerdir Ona göre zengin, d ışardan gelecek üç şeye bağlılığı<br />

bulunmayand ır: 1— Özünde, 2— Özünü gerçekle ştiren konularda, 3— Ol-<br />

.:<br />

gunluğuna ilişkin konularda. Çünkü özünü tamamlamak veya mevcut<br />

halini gerçekle ştirmek için, şekil, güzellik v.s. gibi konularda d ışardan<br />

bir şeye muhtaç olan her şey, kazanmak ihtiyac ında ve fakirdir.<br />

Böylece, İ lk Prensip olarak nitelendirilen Allah' ın fiilinde gayenin<br />

olmadığı düşüncesi daha iyi anla şılmaktadır Sünni inanışa uyan<br />

bu görü ş , İbn Sina'da s ık sık raslanan bir yorum de ğildir 154 .<br />

Filozofumuzun sisteminde, Allah zenginli ğine paralel olarak cömerttir<br />

155. Çünkü her şeye varlık veren O'dur. O'nun bu cömertli ği<br />

kar şılıks ız bir eylemdir; varl ık verdiği şeylerden bir şey istemez.<br />

4— Allah'm Varlığının Delilleri:<br />

İbn Sina dü şüncesi, Allah' ın V a cib u'l-Vücu d olu şu konusunda<br />

kelamc ılarm görü şüne çok yak ındır. İbn Sina'ya göre Allah sebeplerin<br />

sebebi ve İlk Etken (el-Fail el-Evvel) dir 156. Kelâmc ılar için de<br />

bundan farklı bir şey de ğildir. İbn Sina için sebeplerin sebebi olan Allah<br />

aynı zamanda sonlar ın da sonudur.<br />

İbn Sina'n ın Allah'ın varlığı konusunda yararland ığı bir delil gaye<br />

sebebi (g âi ili et)dir. Tabiatta bir sonluluk görüyoruz, her şeyin bir<br />

sonu var; hareket eden her şey bir sona, bir gayeye do ğru gidiyor 157 .<br />

E ğer gayeye ait sebep varsa zorunlu olarak sonludur; çünkü gaye sebebi<br />

her şeyin kendisince varoldu ğu sebebdir 158. Sonsuza kadar bir gayenin<br />

başka bir gaye için varoldu ğu hipotezinin imkâns ızlığım ileri süren İbn<br />

Sina, varl ıkların, olgunluklar ımn prensibi olan bir son sebepte durmak<br />

gerektiğini söyler; böylece son gaye Allah'a ula şır.<br />

Eşyanın şekli sebebi de sonludur; çünkü fül halindeki bir şeyde<br />

varolan küçük parçalar yaln ız sonlu olabilirler. Bu tek ve ayn ı şeyin<br />

153 Krş. Ayni eser, s. 156.<br />

154 Krş. Aynı eser, s. 148; Goichon, Livre, s. 361/1.<br />

155 Şifd, İlâhiyat, C. 2, s. 327.<br />

156 Şifit', Iliihiyat, C. 2, s. 342.<br />

157 Aynı eser, s. 285.<br />

158 Aynı eser, ss. 340-341.<br />

76


en güzel şekli sadece "bir" olabilir. Bu şekildeki düşüncelerle İbn Sina,<br />

iyi ve olgunun tabiat ı üzerine ak ılyürüterek bir İlk Prensip'in varl ığında<br />

karar k ılar 159 .<br />

İbn Sina Allah' ın varlığı konusunda, ilk hareket ettiriciden de<br />

yararlamr 160. Onun sistemi içinde s ık sık tekrar edilen bir hususa göre,<br />

hareket eden her şeyin hareketinin sebebi olan bir hareket ettirici vardır.<br />

Böylece sonsuza kadar gidilemeyece ğinden bir İlk Hareket Ettiricinin<br />

kabulü zorunludur.<br />

Yokluk (a d em) varil& ancak bir sebeple geçebilir ve varl ığa geçen<br />

her şey için varolu ş imkanı varlığından önce gelir. Mademki hareket<br />

varlıkta yeniden ortaya ç ıkan bir şeydir, o halde onun zorunlu olarak,<br />

kendini yokluktan varl ığa geçiren bir sebebi olmal ıdır. Hareket kendisiyle<br />

vacib de ğildir, aksine d ışardan bir şeyle zorunludur; onun özü sadece<br />

mümkündür. İşte bu ilk prensip, ilk hareket ettirici. Vacib Varl ık olan<br />

Allah'tır 161 .<br />

İbn Sina sisteminde . Allah' ın varlığı peşin olarak kabul edilmiştir.<br />

Vacibu'l-Vücud, İ lk Sebep veya İlk Prensip olarak adlandırdığı<br />

Allah, vacib ve mümkün ısbatlam alarmda önceden vard ır.<br />

Buna göre, mümkün vacibe kar şıdir. Mümkün olabilir veya olmayabilir<br />

oland ır. Vacip varolamaz olamayand ır; onun varolmam.as ı düşünülemez,<br />

dü şünülmesi halinde çeli şkiye düşülür; halbuki olabilir veya<br />

mümkün varolmas ı veya varolmamas ı düşünüldüğü zaman çeli şkiye<br />

düşülmeyendir; onun varolnıas ında veya olmamas ında bir zorunluluk<br />

yoktur; çünkü o, olabili ı'dir. Vacib'in varlığında zorunluluk vard ır162.<br />

Mümkün varlık, kendinden zorunlu olmad ığı için "mümkün"dür ve<br />

yokluktan varliğa geçebilmek için bir sebebe muhtaçt ır. Bu ilk sebep<br />

Vacib Varl ık'tır. Vacib Varl ık olarak Allah' ın sebebi yoktur; halbuki<br />

belirtildiği gibi, mümkün, varlığını başkasından aldığmdan dolayı bir<br />

sebebe ba ğlıd ır. Fakat mümkün varl ığın sebepleri, gene mümkün sebep-.<br />

ler olamaz. Öyle ise varl ığını ba şkas ından almayan vacib bir varl ıkta<br />

durmak gerekir. Bu Allah't ır163 .<br />

159 Aynı eser, s. 341.<br />

160 Aynı eser, ss. 373, 390.<br />

161 Aynı eser, s. 340.<br />

162 Necat, Ilühiyat, ss. 244-245.<br />

163 Aynı eser, s. 245; Ilâhiyat, C. 1, s. 37 vd. İbn Sina "mümkün-vacib" konusunda<br />

olduğu gibi, Allah'ın varlığı konusunda da Farabrden yararlanm ıştır (Bkz. Çubukçu, Allah' ın<br />

Varl ığının Delilleri, s. 31 vd.)<br />

77


Bu, İbn Sina'nın sisteminin özelliğidir; çünkü ona göre Allah' ın<br />

tarifi ve sebebi olmad ığı için delili de yoktur, fakat O, âlemin tümünün<br />

delilidir.<br />

Bu türlü bir usulle İbn Sina, Allah' ın varlığının ıspatlanmas ı konusunda<br />

kendinden sonra gelen monist mutasavv ıflarm öncüsü ve<br />

habercisi olur. Bu tekçi felsefe onda Mant ıku'l-Me şrikıyye ile ba şlayan<br />

doğu felsefesinin bir görünümüdür 164 . İbn Sina'n ın Allah' ın varlığının<br />

ıspatlanmas ı hususundaki dü şünceleri, kendinden sonra, hristiyan dünyasında<br />

St. Thomas'a kaynakl ık etmi ştir 165 .<br />

Allah'ın varlığı konusunda, İbn Sina'nın ileri sürdü ğü delillerden<br />

birisi de illiyet (kozalite) delilidir. Bu delil, vacib ile mümkün ayrımı<br />

hususundaki delilden çok farkl ı değildir. Esasen bunun böyle olması<br />

da çok normaldir. Çünkü Vacib Varl ık Allah, sebeplerin sebebi<br />

konusunda en son sebeptir.<br />

Hiç bir "mümkün" varlık, kendisinin sebebi olamaz. Böyle bir<br />

varlığın, hem kendisinin varlığının sebebi ve hem de özü ile mümkün<br />

olduğu kabul edilse, bu takdirde, sebep sonuçtan önce oldu ğu için, kendi<br />

öz varlığının fail sebebi olmas ı gerekecektir. Bu durumda, mümkün varlık<br />

kendisinden önce varolacak ki, bu çeli şiktir 166. Öyle ise bütün mümkünlerin<br />

sebebi Allah't ır.<br />

Bu görüşe göre, bir şeyin yok iken varolmas ı için bir sebebe ihtiyaç<br />

vard ır. Herhangi bir şey varoldu ğu ve varl ığı için bir sebeb olmad ığı<br />

zaman, o şey kendi kendine yeterli olarak varolur. Bu hal, ancak Vacib<br />

Varlık olan Allah için söz konusudur. Bu bak ımdan mümkün varl ıkların<br />

kendilerinin sebebi olmalar ı söz konusu olamayaca ğından onların<br />

sebebi Allah't ır.<br />

O halde, mademki her olabilir (mümkün) malüldür, sebebin sebebi<br />

konusundaki zincirleme sonsuza kadar gidemez; sebepler bir daire de<br />

meydana getiremezler. Öyle ise sebebi olmayan bir sebebde durmak<br />

gerekir. Bu sebeb, daha önce de belirtildi ği gibi, sadece Allah't ır167 .<br />

Allah'ın varlığının delilini, varolma düşüncesinin çözümlenmesiyle<br />

kazanaca ğı gerçeklik konusunda İbn Sina, sezgici bir yol tutar. Çünkü<br />

İşârat'da bu konuya ba şlarken "iyice dü şün (teemmel)" terimini kul-<br />

164 Massignon (L.), Recueil de Textes Ineelits, Paris 1929, s. 187.<br />

165 Bkz. Gilson, Le Thomisme, s. 115.<br />

166 Necat, İlâhiyat, s. 236.<br />

167 Bkz. aynı eser, s. 264 vd.; işârat, Ma ba'd et-Tabia, s. 50.<br />

78


lanır: İlk'in varl ığı n ı, birli ğini ve maddeden soyutlanm ış<br />

oldu ğunu belirlemek için, aç ıklamam ı z ın dü şüncenizi varl<br />

ıktan ba şka bir ş eye yöneltmeye nas ıl ihtiyac ı olmad ığı n ı<br />

bir dü ş ün C.)14.211 I<br />

1 68(4,3i • 5 JJ„;`j J•t;<br />

"Teemmül” kelimesi rasyonalist olmaktan çok sezgicidir. İbn Sina<br />

Allah' ın mevcudiyetini, varl ığının dışında bir ba şka şeyle ısbatlamaya<br />

yönelmemektedir. Her ne kadar yaratt ıkları Allah' ın varlığı için bir<br />

delil meydana getirseler de İbn Sina bunlara ba şvurmaz. Yalnız varhktan<br />

hareket, ona göre, en sa ğlam ve en şerefli oland ır169<br />

E ğer varl ığın durumu göz önüne al ınırsa, varlık, varl ık olmas ı<br />

itibariyle, Allah' ı ısbatlar ve bundan sonra O, kendisi, varl ıkta kendinden<br />

sonra gelenlere tan ıklık eder 170 . İki. Sina burada Kur'an- ı Kerim'-<br />

den bir ayeti model olarak gösterir: "Gerçe ği anlamalar ına kadar varhğımız<br />

ın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde<br />

gösterece ğiz" 171 . İbn Sina bu kaidenin halk için olduğunu söyliyerek<br />

ayetin devam ını getirir: "Rabbinin her şeye tan ık olması yetmez mi"<br />

"Bu da sıddıklar için kaidedir" diyerek bunun Allah taraf ından O'nunla<br />

yönlendirilmiş bir tanıklık olduğunu fakat O'nun üstüne olmad ığını<br />

söyler 172.<br />

İbn Sina' ınn daha önce hep duyulur nesnelere ba şvurusu yanında,<br />

bu sezgisel dü şünce nereden kaynaklanmaktad ır Acaba mistik karakter<br />

ta şıyan " İiikmetül-Me şrıklyye"sinden mi Bu konuyu bir başka<br />

ara ştırmaya b ırakıyoruz.<br />

B— DO ĞUŞ TEORISI (SUDÜR):<br />

İbn Sina'nın doğuş teorisine onun metafizik anlay ışım düşünerek<br />

girmek gerekir. Bu teori, ilerde de görülece ği gibi, Allah'ı Vacibu'l-Vücud<br />

olarak anlay ışının bir sonucudur. Temelini de illiyet kanunu<br />

meydana getirir. Her şeyin kuvveden fiile ç ıkmas ına imkan veren budur.<br />

İlahi olan kendinden, mümkün olanda ba şkasından dolar vacibdir.<br />

Öyle ise yukarda belirtti ğimiz şekilde Allah Vacibul-Vücud olarak ilk<br />

plana gelmektedir. Onun için bu teoriye buradan ba şlamak gerekir.<br />

168 Aynı eser, s. 79.<br />

169 Aynı eser, s. 79; ayr ıca bkz. Goichon, Livre, s. 371/1.<br />

170 /Orta, Ma ba'd et-Tabia, s. 79.<br />

171 Fussilet (41), 53; Goichon aynı âyetin Fârâbi taraf ından da kullanıldığını kaydeden<br />

(Krş . Distinction, S. 336).<br />

172 İ şcireit, Ma ba'd et-Tabia, s. 79.<br />

79


İslam dinine göre, Allah kainat ı yoktan yaratmıştır. Bu durumda<br />

yarat ılış yoktan varl ığa geçi ştir. Bütün İslam alimleri buradan hareket<br />

etmi şlerdir. Kelamolar Allah' ın varhğını bu açıdan ısbatlanaaya çal ışmışlardır.<br />

Allah hür bir iradeye sahiptir. Istedi ği zaman istedi ği şeyi<br />

vareder. Fiillerinde asla hiç bir zorunluluk yoktur. Güzel adlara ( e s-<br />

m â u'l-husn a) sahip, her şeyin hükmü ve kaderi elinde, Kâdir bir<br />

Allah'tır. Yara -LIN yönünde de hiç bir 3.ükümlülük ve gereklili ğe bağlı<br />

değildir, çünkü O. "I-Ial ık" ve "Bâ drdir. O, her şeyden haberdard ır,<br />

O'nun bilgisi içinde olmaks ız ın bir yaprak bile yere dü şmez. O, görünmeyenin<br />

(gayb) sahibidir.<br />

İşte İslam diııinin bu tür ö ğretisi kar şısında, ortaya Aristo ve Eflatun<br />

etkisinde kalm ış felsefe ç ıkıyordu. Çünkü felsefe ve felsefeciler en büyük<br />

üstad 173 olarak Aristo'yu kabul ediyorlard ı; ço ğunlukla onun düşüncelerini<br />

kabul ediyorlard ı, böylece islami ö ğretiyle çat ışıyorlard ı. Çünkü<br />

Aristo'nun temsil etti ği yunan felsefesi kainat ın ezeli oldu ğunu söyler.<br />

Müslüman filozoflar bu iki ö ğretiden birini seçmek zorunda idiler. Ya<br />

İslam öğretisinin belirtti ği şekilde kainat ın yoktan varedildi ğini kabul<br />

edecekler veya Aristo ö ğretisi doğrultusunda onun ezeli oldu ğunu söyleyeceklerdi.<br />

Ama müslüman dü şünürler bunlardan hiç birisini kabul<br />

etmeyip ikisini uzla ştırmayı denediler. Özellikle İbn Sina bu konuda<br />

büyük çaba gösterdi ve felsefe ile din aras ında arac ı veya uzla şt ırıcı bir<br />

teori kabul etti. Bununla birlikte, o, Islam inanc ına en çok sayg ılı olandır<br />

174. Ancak bu teori pek çok kimse taraf ından reddedildi. Özellikle<br />

Gazzali bu teoriyi anla şılmaz olarak niteledi.<br />

İbn Sina hakkında dü şüntilenleri daha önce kaydettik tekrarlam ı-<br />

yoruz.<br />

Biraz sonra söyleyeceklerimize ışık tutacak mahiyette olup yarat<br />

ıc ı ile yarat ık aras ındaki ili şkiyi belirten İbn Sina dü şüncesini görelim.<br />

Ona göre, filozof olmayanlar yarat ığın yalnız varlığı almak için<br />

Yarat ıcı'ya ihtiyacı olduğunu düşünürler. Bunlar edilgenin (meful)<br />

etkene (fail) ba ğlılığı konusunda, edilgeni edilgen (olay, sonuç) ve etkeni<br />

de yapan ki şi anlamında dü şünürler. Bu çe şit bir açıklama ile edilgen,<br />

kendisine varhk verilmi ş olup bir sanatkar ın eseridir ve yap ılmış<br />

olduğunu ifade eder; etken de varl ık verdi, meydana getirdi (s an a a)<br />

ve yapt ı anlamındadır. Bu şu demeğe gelir: varl ık bir şeye, o şey olmadan<br />

önce bir ba şka şeyden gelmiştir.<br />

173 Muallim-i evvel<br />

174 Bkz. Gardet, l'Islam, Paris 1970, s. 227.<br />

80


İbn Sina'ya göre, baz ı kere, bir varl ığın varlik bulduktan sonra<br />

faile ihtiyac ı olmadığı ve failin yok olabilece ği ileri sürülür. Buna göre,<br />

göre, yap ılmış nesne kal ır. Kimileri eğer Yarat ıcı (Bari) n ın yokluğu<br />

kabul edilseydi onun yoklu ğu âlemin varlığını yoketmeyecekti, derler.<br />

Gerçekte âlemin varolmak için Yarat ıcı'ya ihtiyac ı vard ı ; yani onu<br />

varh ğa geçirdi ( II ), böylece fail oldum.<br />

Hatta denilir ki, e ğer âlemin, Yarat ıcı'ya, varolmas ı yönünden<br />

ihtiyac ı olsa idi, her varl ık kendisini vareden bir ba şka şeye (mucid)<br />

muhtaç olacak ve böylece sonsuza kadar gidecekti. Bunun çeli şm.eli<br />

bir durum meydana getirece ği açıkt ır.<br />

İbn Sina bu konuda neye inanmak gerekti ğini söyliyerek, yapt ı, meydana<br />

getirdi, varl ık verdi ve zorunlu k ıldı<br />


Kur'an'a sad ık kalan İbn Sina'nın bütün yarat ıkların sebebi Allah anlayışı.<br />

Her ne olursa olsun, yaratılış konusunda; İbn Sina'nın teorisinde<br />

yenieflatunculuk egemendir.<br />

İbn Sina bir yönden âlemin ezeli oldu ğunu söylerken 179, diğer yönden<br />

onun mümkün olduğunu kabul eder. Onun , anlayışına göre, âlem<br />

Allah'la birlikte daima vard ı. Bir yönden Allah' ın âlemden önce olmayacağı,<br />

diğer yönden de O'nun âlemden önce oldu ğu kanaatındadır. Böylece<br />

ilk bakışta İbn Sina'nın düşüncelerinde bir çeli şki ortaya ç ıkmaktadır.<br />

E ğer âlem Allah'la birlikte varsa öncesiz, Allah ona oranla bir<br />

önceliğe sahipse mümkün veya yarat ılmış (muhdes)t ır. Ancak İbn<br />

Sina, bu çeli şkiyi şöylece ortadan kald ırmak ister: ona göre, Allah, Memden<br />

zaman itibariyle de ğil, fakat, t ıpkı sebebin sonucundan önce olduğu<br />

gibi, öz (z at) ve s ıra önceliği itibariyle öncedir. Kitabu'l- İnsaf'da<br />

şöyle der: "Fiilin do ğuşu Hakku'l-Evvel'den itibaren, salt ba şlangıca<br />

oranla zamans ız bir öncelik görünümündedir. Yaln ız eskiler sebeblilik<br />

ilişkilerini aç ıklamak istedikleri ve öncelikten sözetmek zorunda kaldıkları<br />

zaman, konu şma şekilleri, yanlış olarak, İ L K'in fiilinin geçici<br />

ve önceliğinin de geçici öncelik oldu ğu izlenimini vermektedir. Bu, yanlıştır,<br />

hatandır" 180. Öyle ise O'nun önceli ği devaml ı bir önceliktir.<br />

Allah'da bir de ğişiklik veya bir yenilik olmas ını, O'nun gerekliliği<br />

yönünden, mümkün görmeyen İbn Sina, âlemin yarat ılmış (muhdes)<br />

olmasını da uygun görmez. Alemin yarat ılmış olduğunu savunanlara,<br />

Allah'ın onu yarattığı andan daha önceki bir zamanda, onu niçin ya ı atmadığım<br />

sorar. İbn Sina, Allah' ın belirli bir zamanda alemi yaratma<br />

konusunda güçsüz olduğu varsayılabilir mi veya O'nun en olgun olma<br />

halini bir ba şka anda kazandığını ve böylece alemi yaratt ığı kabul edilebilir<br />

mi, diye sorar. Öncesiz olan ın tabiatında hiç bir değişiklik meydana<br />

getirmeden, ondan yarat ılmış (muhd e s) bir şey çıkarmak mümkün<br />

değildir. Alemin varlığı, varolan varlığından önce mümkün idi,<br />

işte bu imkan öncesizdir; çünkü zamanda ba şlangıçsızdır. Her yarat ılmış,<br />

mümkün olarak ele alındığı zaman, varolma imkan ı varolu ştan<br />

önce gelir. Bu konudaki gerçek şudur: varl ık bir nitelik olmas ı ve kendisiyle<br />

varlığım sürdürememesiyle, öncesiz bir şekilde, maddeye ba ğlı<br />

bulunmaktad,r 181 .<br />

1. İNAYET VE FEYZ<br />

Âlemin külli düzeni, varl ığını ilahi ilimden alır. Bu düzen, kendine<br />

uygun düşen gerekli zaman dahil, bir tertip içinde, bütün ayr ınt ılar ıyla<br />

179 Çubukçu, İslam Düşünürleri, s. 32, islam Düşüncesi Hakk ında Araştırmalar, s. 54.<br />

180 Şerhu Kitab izolocya, s. 47; Vajda, Notes d'Avicenne, s. 365.<br />

181 Şifâ', iltıhiyat, C. 2, s. 171; Necat, Whiyat, s. 219.<br />

82


ve akledilir bir şekilde O'ndan ta şar 182 j a â J r11::;11<br />

(4;1.4..; Bu, İbn Sina dü şüncesindeki "in ay e t"tir. Ona göre, yüksek<br />

sebepler (ak ıllar) insan veya dünyaya yönelik bir gaye,yle çah şmazlar,<br />

bu husus Allah için olduğu kadar ayrı akıllar için de geçerlidir. Fakat<br />

dünya sistemi içinde, hayvanlar ve bitkilerde görünen ola ğanüstü düzene<br />

dikkat etmek gerekir; bu düzen bir raslant ı sonucu gerçekle şemez, fakat<br />

belli bir düzenlemeyi (tedbir ma) i şâret eder 183. Daha sonra bu düzenin<br />

nasıl gerçekle ştiğini ara ştıran İbn Sina, "in â y e t"in bir tarifini<br />

verir: "B İ R olan Allah, özüyle (bi zatihi) iyilik sistemi içinde âkmin<br />

varoluşunu bilir; şöyle ki, O, özüyle, bu âlemde gerçekle şen olgunluğun<br />

(kemâlin) ve iyiliğin (hayr ın) sebebidir ve iyili ğin bu şekilde gerçekle ş-<br />

mesinden memnundur. Allah iyilik düzenini, imkân ın en güzel yönü<br />

altında düşünür ve O'nun dü şüncesinden, en güzel dü şünüş şekline uygun<br />

olarak, bir düzen ve iyilik yay ıhr. Bu yayıhş, düzende sonuçlanacak<br />

en güzel şekilde olur ( Li 4.,1p lr


Ancak "in ây et "in bu şekilde anla şılmış olmas ı, varlıkların yaratıhşında<br />

oldu ğu kadar, ülernin düzeninde de mecburiyeti kapsamakta<br />

olup hür isteği ortadan kald ırmaktad ır. Böylece, bu anlay ışta, Allah' ın<br />

çizdiği bir plan, niyet ve iste ğiyle takdir etti ği bir oluş yoktur. Onun<br />

için, bu fiil, âdeta, en güzel mümkünün dü şüncesi ve ilühi bir zaruretti<br />

186. Varlıkların yarat ılışı ve düzeni konusunda Allah âdeta kendisini<br />

gene kendisinin dü şünce şekline bağlamaktad ır.<br />

Görü şlerini bu tür prensiplere dayand ıran İbn Sina, do ğuş teorisinde<br />

"Bir'den yaln ız bir ç ıkar" prensibinden hareket eder 187. Allah, Vacib<br />

Varlık olarak, kesinlikle Bir'dir; çünkü özünün, kendisi d ışında, bir<br />

ba şka şeyle hiç bir ortak yan ı yoktur. Yukar ıda belirtti ğimiz prensip<br />

gereği, kesinlikle Bir olan Allah yaln ız bir, tek ve basit bir varl ık yaratabilir.<br />

Fakat âlernde varolan çoklu ğu nas ıl açıklamak gerekir Mademki<br />

tek ve basit bir sebep, sadece bir sonuç meydana getirebilir, birlığe<br />

çokluk sokmadan ve dolay ısıyla Allah' ın tabiat ında bir de ğişiklik yapmadan<br />

O'ndan yay ılan e şyayı nas ıl açıklayaca ğız Bu konuda İbn Sina,<br />

matematiki dü şünce şeklinde bir çokluk ortaya kor. Bunu gerçekle ştirmek<br />

için ilk sebeplenmişi (malül evvel) dü şünür. Kendisi de bir olan<br />

ilk malül, "Bir'den bir ç ıkar" ilkesince B İ R olan Allah'tan do ğmaktadır.<br />

Böylece iki "bir" ortaya ç ıkar; biri sebepsiz, di ğeri sebepli bir.<br />

Bu durumda, bir tür ili şki çokluğu elde edilir. Bu ili şkinin tabiatım, bilgi,<br />

Vacib ve mümkün kavramlar ı belirlemektedir. İlk malül kendini ve<br />

İlk Varlığı bilir; bu, bir ikilik meydana getirir. Vstelik ilk malül kendisiyle<br />

mümkün, Allah'la Vacib olarak kendini bilir. Böylece bir üçlülük<br />

ortaya ç ıkar 188. Bu da çoklu ğun meydana ç ıkmas ına yeterlidir.<br />

Çokluğa bir ba şlang ıç verme konusunda ilk malülün rolü görülüyorsa<br />

da, semavi varlıkların ve nefislerin nas ıl meydana geldikleri hususunda<br />

ilk malillün bilgisinin çe şitli yönleri aç ıkça görülmemektedir. Gazzali<br />

bunu anla şılmaz olarak kabul eder.<br />

Böylece daha a şağıda da belirtece ğimiz gibi, İ LK PRENS İ P olan<br />

Allah'tan bu birinci malül olan ak ılla birlikte dokuz ak ıl ve felekleri türer.<br />

Allah'tan önce ilk ak ıl veya külli ,ak ıl çıkar, bu ç ıkış, Allah'tan do ğrudan<br />

doğruya arac ı sız olan tek ç ıkışt ır. İlk aklın ç ıkışı, Nur olan ilâhî " evh<br />

er"den gelen ışıldama çe şididir. İlk akıl veya "el-Mübde el-evvel"<br />

186 Bkz. 1,1ken, İbn Sina'n ın Din Felsefesi, İ.F. Der. 1955, s. 84; Bedevi, Histoire, s. 658;<br />

Plotin düşüncesinde, Tanrı'mn düşünmesi ve bu yüzden dünyay ı yaratmas ı gerektiği için dünya<br />

yarat ılmadı; çünkü o, zorunlu idi (Kr ş . Les EnnOUdes, C. 3, s. 65 vd).<br />

187 Krş. Plotin, a.g.e., s. 65 vd.<br />

188 İşeireıt, Ma ba'd et-Tabia, s. 190; bk. Corbin (Henry), Avicenne et le Recit Visionnaire,<br />

Tahran 1954, s. 66; Mehren, L;'tude sur la Philosohie d'Averreos, s. 8 vd.<br />

84


Allah'tan yay ılan güce ortakl ık eder, fakat varl ığını başkasından alm ış<br />

olmas ı sebebiyle Allah'tan ayr ıldığı bir husus vard ır ki, bu da imkan<br />

içinde olmad ır. O halde onda bir birle şim vard ır 189 . İşte bu birle şim 'Memdeki<br />

çokluğun kayna ğıdır.<br />

İbn Sina'nın doğuş teorisinde ikinci prensip olarak şu konu göze<br />

çarpar: Ayr ılmış cevherlerde dü şünmek yaratmak demektir. Ilahi iradede<br />

düşünce e şyadan önce gelir. Çünkü ayr ı cevherler bir şeyi dü şündüğü<br />

andan itibaren, bu şey, dü şünülmüş olduktan sonra varolur 190 .<br />

Üçüncü bir diğer prensip, onun sisteminin merkezini veya eksenini meydana<br />

getirin: "kendi özüyle Vacib olmayan, kendisiyle mümkün ve kendinden<br />

ba şka biriyle Vacibdir". Varl ığı Vacib olan bir tek varl ık olduğuna<br />

göre, ondan ba şka bütün varl ıklar, mümkün varlığa sahiptirler<br />

191 .<br />

İbn Sina sisteminde, Mem, ilk sebep ve sebePlerin sebebi olan Allah'tan<br />

yay ıln 192 . Ancak bu olu şta Allah için bir gaye söz konusu de ğildir.<br />

Çünkü en yüksek bir varl ık aşa ğıda olan ı kendine gaye edinmez;<br />

O, özü itibariyle F ail'clir 193.. Alemin yarat ılışı ve öncesizliği, tez ve antitez<br />

olarak, do ğuşun varsayımı olabilecek bir sentez meydana getirirler.<br />

Yukarda, alemde varolan çoklu ğun nas ıl açıklanabilece ğini konusunda<br />

İbn Sina'nın ilk maltilu ortaya koydu ğunu söylemi ştik194. Bu akıl veya<br />

ilk malül, Bir'den yaln ız bir çıkar" 195 kaidesi gere ğince, Allah'tan yay ılan<br />

tek varlıktır. İşte Allah'tan ç ıkan bu varl ık maddi bir şekil de ğil, akli<br />

şekildir 196 .<br />

Fahreddin Razi, İbn Sina ve di ğer filozoflarm do ğu ş teorilerine<br />

kar şı çıkar ve bu "Bir'den bir ç ıkar" dü şüncesinin batıl olduğunu söyler<br />

197 .<br />

İbn Sina sisteminde kaydedilen bu kaide gere ğince, kesinlikle bir<br />

olan Allah'tan, İbn Sina terimiyle Va ci b u'l- Vücu d'dan, bu ilk ve<br />

189 Bkz. Gardet, Pens6e, s. 50.<br />

190 Bk. Sunar, İslam Felsefesi Dersleri, ss. 97-98; Hammuda, İbn Sina beyne'd-Din ve'l-<br />

Felsefe, s. 130.<br />

191 Necat, İlöhiyat, s. 225; Şifır, ilöhiyat, C. 2, ss. 37-38.<br />

192 Aynı eser, C. 2, ss. 402-403, 415; Necat, iliihiyat, s. 274.<br />

193 islirett, Ma ba'd et-Tabia, s. 147.<br />

194 İbn Sina'dan sonra gelen Thomas d'Aquin de ayn ı yoldan gider (bk. Gilson, Le Thomisme,<br />

s. 215). Daha sonra İbn Rü şd bu ilkeyi atarak Allah' ın e şyayı bütün çoklu ğuyla do ğrudan<br />

yarattığını söyler (Bk. Horten, Felsefe, mad. İ.A.).<br />

195 İsetrât, Ma ba'd et-Tabia, s. 119.<br />

196 Şifa', İlöhiyat, C. 2, s. 405; bk. Sehristani, Milel, C. 2, s. 1089.<br />

197 Bkz. Mebtihis, s. 198 vd.<br />

85


tek ak ıl yayılır 198 . Bu aklın Varlığı Allah' ın kendi özünü dü şünmesiyle<br />

gerçekle şir199. Alemdeki çokluğu aç ıklamak ancak bununla ayd ınlığa<br />

kavuşur. Art ık varlıklar, bir derecelenme içinde, Allah'tan ta şarak<br />

( 4.14.L ) yava ş yava ş ortaya ç ıkarlar. Ancak hepsi birden<br />

değil; çünkü O, mutlak birdir ve O'ndan ancak bir yani ilk ak ıl çıkabilir200.<br />

Diğer varl ıklar, bu ilk akıl ve ondan sonrakilerden ileri gelirler.<br />

Gilson'un da belirtti ği gibim, İbn Sina dü şüncesinde, bir yönden<br />

e şyayı Allah yarat ırken, diğer yönden de O'ndan yay ılanlar kendinden<br />

sonra varolanlar ın yarat ılışında rol oynamaktalar. Bunun içindir ki,<br />

Allah taraf ından yarat ılnu ş ilk ayr ı cevher kendinden sonraki feleğin<br />

cevherini ve nefsini yarat ır.<br />

İlk akıl özüyle mümkün ve Allah'a oranla Vacibdir. Bu ak ıl, yaratılmış<br />

ve birle şik olarak, kendini fiil halinde dü şündüğü an, ondan bir<br />

nefs ve en uzak (aksa) fele ğin şekli çıkar. Kendini güç halinde dü şündüğü<br />

zaman, bu fele ğin cismi meydana gelir; sebebi olan Allah' ı düşündüğü<br />

zaman da ondan ikinci bir "ayr ı ak ıl" çıkar202 . İlk ald ın kendini<br />

dü şünmesinden —ki bu iki yönlüdür— yani ilk akıl özünü Vacib Varl ık<br />

Allah'la "zorunlu" olarak ve kendinde de "mümkün" olarak dü şünmesinden,<br />

ikili bir görünü ş ortaya ç ıkar 203. Onun, özünü İ lk S e b ep<br />

Allah'la Vacib olarak dü şünmesinden fele ğin nefsi ve özünü kendinde<br />

kendisiyle mümkün olarak dü şünmesinden de fele ğin cismi çıkar204.<br />

İşte bu iki farkl ı bilgi, zaruretin bu iki yönüyle çoklu ğun kayna ğıdır205.<br />

Öyle ise bu ilk ak ıl, düşündüğü şeyle vard ır; çünkü onun varl ığı<br />

dü şündüğü bu şeye bağlıdır; yani onun cevherine ba ğlıdır ve bu ak ıl<br />

kendinden sonra gelecek bir ba şka şeyin prensibidir. Bu dü şüncede, öncelik<br />

veya sonral ık yoktur, yani ak ıl daha sonra dü şünece ği sebebi için<br />

önce kendini düşünmez O kendi sebebini dü şürken kendisini de varl ık<br />

olarak dü şünür. Onun Allah' ı düşünmesi kendi öz hareketi de ğildir,<br />

fakat onda sebepsiz ve zorunlu olarak beliren Allah't ır; yani Allah akla<br />

tecelli etti ği zaman ak ıl onu düşünür ve kendisi de dü şünülür.<br />

198 Şii' BâIliyat, C. 2, s. 404; Kr ş. Plotin, Les Enne'ades, C. 1, s. 149.<br />

199 Kr ş. Aristo, La .111jtaphysique, AA, 9, s. 701.<br />

200 Krş. Plotin, a.g.e., C. 3 s. 65 vd.<br />

201 Kr ş, Le Thomisme, s. 177.<br />

202 ıstirât, Ma ba'd et-Tabia, s. 192; Şifif, İldhiyat, C. 2, ss. 277-278,<br />

203 Bkz. Vajda, Notes, s. 370.<br />

204 Şifir, İldhiyat, C. s, 2. 402 vdd.<br />

205 Isârât, Ma ba'd et-Tabia, ss. 119, 121, 191; Necat, Hâhiyat, ss. 276-277; ayrıca bkz.<br />

Corbin, La Philosophie Islamique des Origines a la Mort d'Averreos, Histoire de la Philosophie,<br />

içinde, C. 1, Paris 1969, s. 1048; Histoire de la Philosophie Islamique, s. 239.<br />

86


Öyle ise ilk aldın varlığı iki cephelidir: kendisiyle mümkün bir varlığı,<br />

Vacibul-Vüeu d'la mecburi olan bir di ğer varlığı . İlk aklın bu<br />

iki yönlü varlığı, âlemdeki çokluğun sebebidir.<br />

Belirttiğimiz bu üçlü düşünme olay ından üç çe şit varhk ortaya<br />

çıkar: 1— İkinci akıl, 2— Göğün şekli olan nefsi, 3— S ınırlı göğün<br />

varlığı, ki bu da maddesidir Ikinci ak ıldan, ayn ı şekilde düşünmeden<br />

üçüncü akıl, göğün nefsi ve maddesi ortaya ç ıkar. Bu hal, böylece ay<br />

feleğine kadar devam eder, yani "faal akl"a kadar 206 .<br />

•<br />

ALLAH<br />

VAC İBU' L VelCUD<br />

Ilk<br />

Ak ı l<br />

• Feleğin Nefsi<br />

2. Ak ı l<br />

•<br />

Ilk sema<br />

•<br />

3. Ak ıl<br />

Sabit y ıld ızlar küresi<br />

4. Akıl<br />

Zühal küresi<br />

5. Ak ıl<br />

0<br />

• •<br />

Mü şteri küresi<br />

6. Ak ı l<br />

ıc) Merih küresi<br />

7. Ak ıl<br />

•<br />

•<br />

Güne ş küresi<br />

8. Ak ıl<br />

Zühre küresi<br />

9. Ak ıl<br />

•<br />

•<br />

Utarit küresi<br />

Faal<br />

Ak ı l<br />

Kevn<br />

ve<br />

Fesat<br />

Al ım ı<br />

•<br />

.,.., `<br />

,\\‘ ,,<br />

ı Mirit\\• \‘‘ insan<br />

N‘fister, \ \\ hayvan<br />

// / / ı I l I\ \ \\<br />

■ \ •<br />

\ bitki<br />

ı 1 • ,,„<br />

. ■ \ \ \ \, \ N<br />

cans ı z ..ııı rliklar<br />

I ■ , s . • \ ••<br />

Madde<br />

ı- ve<br />

$ekil<br />

Ay küresi<br />

206 şifıl',1 ilhiyat, C. 2, ss. 404-405; Necat, Ililhiyat, s. 275 vd. Feleklerin say ısı konusunda<br />

bkz. Aristo, La 1We'taphysique, A, 8,1073 b.<br />

87


Ancak, ak ılların diğer bir ak ıldan çıkmaları, "faal ak ıl" da son<br />

bulur; yani "su d ûr" ad ı geçen akıldadurur. Çünkü sonsuza kadar devam<br />

edemez. Acaba Vacib Varl ık Allah'tan ta şan "feyz" neden bu<br />

onuncu ak ılda duruyor Do ğu şun (sudûrun) burada birdenbire durmas<br />

ının mânâs ım anlanıadan ve bunun sebeplerini bilmeden bu bilgi<br />

yeterli bulunursa, ibn Sina'n ın sisteminde bizi şa şırtan bir kesiklikle<br />

kar şıla şnız ve di ğer ak ıllara benzeyen onuncu akl ın neden bir ba şka<br />

akıl ç ıkarmadığını anhyamay ız. Acaba bu ak ıl diğer akıllardan farkl ı<br />

bir akıl mıdır O da, di ğerleri gibi, Vacib Varlik' ı düşünmüyor mu<br />

Kendini Vacib Varl ık'la zorunlu, fakat kendisiyle mümkün olarak kavramıyor<br />

mu E ğer dü şünüyorsa gene üçlü bir varl ık grubu ortaya<br />

ç ıkmayacak m ı207 <br />

İbn Sina'n ın sisteminde, prensip olarak, her ak ılda bulunan çokluktan,<br />

varl ıkların çokluğu meydana gelmektedir. Gerçekten de her ak ıl,<br />

kendileriyle çoklu ğa sahip oldu ğu farkl ı üç yöne malik bulunmaktad ır.<br />

Kişiliği göz önüne al ındığı takdirde, ak ıl, bir yönden, kendisiyle kendinde<br />

mümkün, bir ba şka yönden de, kendinden ba şka bir şeyle, yani<br />

Vacib Varl ık Allah'la vacibdir. E ğer Allah' ı düşünürse onun bu dü şüncesinden<br />

bir ak ıl ve eğer kendi özünü dü şünürse iki şey ortaya ç ıkar:<br />

özünün Vacib yönünden gö ğün nefsi ve gene özünün mümkün yönünden<br />

gö ğün cismi çıkar. Bu dü şünce ilişkisi, "faal akl"a kadar olan bütün<br />

akıllarda aynı şekilde vard ır ve aynı sonucu vermektedir. Bunun<br />

için, akıl ve nefis farkl ı oldukları halde benzer yönleri de vard ır. Çokluk,<br />

aklın kendinde bulunan çokluktan kaynaklanmaktad ır; aksi halde<br />

"bir'den sadece bir ç ıkar208. Her akılda bulunan ilki düşünmeden varlıkta<br />

bir çokluk bulundu ğu sonucu ç ıkarılırsa da, her akl ın, sonsuza<br />

kadar devam edecek bir çoklu ğa sahip olduğunu kabul etmek gerekli<br />

değildir. Öyle ise her akl ın sahip oldu ğu niteliklerin kendinde bulunmadığı,<br />

dolayısıyla kendinden, ba şka bir akhn ç ıkmayaca ğı bir akla<br />

ulaşılmalıdır209. Birinci akıldan çıkan çokluk, sadece cins itibariyle bir<br />

çokluktu ı 210; çünkü ilk akıl, kendinden ç ıkan ak ıllar say ısına e şit bir<br />

çok yöne sahip bulunmaktad ır. Oluş ve da ğılış (kevn ve fesa d) dünyas<br />

ına ait nefisle ı doğrudan doğruya ondan yay ılmamakta, fakat ondan<br />

daha a şağıda bulunan, yarat ılışta ad ıgeçen dünyan ın elemanlar ını<br />

yöneten bir ak ıldan ç ıkmaktad ır. Faal akl' ın Allah'tan aldığı akıldan<br />

-yani O'nu akletmesinden- insana ait ak ıl ve onun dü şünmesinden mad-<br />

207 Bkz. Gardet, Pens Ğ.e, s. 52; Saliha, tude, s. 132.<br />

208 Bk. Şehristani, Mile!, C. 2. s. 1120.<br />

209 Saliba, .tude, s. 132.<br />

210 Şifa", Ilahiyat, ss. 402-403; Necat, /15hiyat, s. 278.<br />

88


de ile maddeye bağlı e şya olu şmaktad ır211 . Bu son ak ıl gö ğe ait hareketlerin<br />

yard ımıyla, ayalt ı dünyas ının şekillerinin içinde bulundu ğu, yani<br />

içinde ya şadığımız alemi meydana getirirm.<br />

Bundan ba şka, son ak ıl, al ıc ı nitelikteki maddenin şekillerini fil<br />

halinde kendinde bulundurm. Bu aç ıklamalardan anla şılmaktad ır ki,<br />

bu akıl diğer akıllardan farkl ı bir tabiata sahiptir ve do ğuş, âlemiıı artık<br />

bir başka akla ihtiyac ı kalmadığı anda son bulur. Bu anda, son akıl<br />

olan "faal ak ı l" bölünüp ço ğalabilen akli cevherleri kapsarm. Buraya<br />

kadar söylediklerimiz, do ğuşun sonsuza kadar devam edemeyece ği<br />

konusunda İbn Sina'nın ileri sürdü ğü delillerdir. Her ak ılda bulunan<br />

çokluk, ondan yay ılan varlıkların çokluklarm ın sebebidir. Bu çokluk,<br />

mecburi olarak her ak ılda bulunmadığından, doğu ş elemanlarının bozulup<br />

dağılmalarım yöneten bir ak ıl ve onun dünyas ının ontolojik derecelenmesinde<br />

son bulur 214. Do ğu ş (su diir)un son bulabilmesi için, bu<br />

son akhn ne birinci prensibi (Meb deü'l-Evvel) ve ne de kendinden<br />

önceki ak ıllar ı bilmesi gerekir. Böyle bir varsay ım kabul edilemeyece<br />

ğinden İbn Sina, ak ılların tür yönünden ayn ı olmad ıklarını söyler215 .<br />

Ayrı akıllar, gö ğe ait cisimler ve onlar ın hareket ettiricileri, ve ak ılların<br />

sayıları çok216, cinsleri ve tabiatlar ı ayr ı ayrıdırm. Fakat, mademki düşünme<br />

, dolayısıyla da yaratma fiili bütün ak ıllara ait bir özelliktir:<br />

Nas ıl oluyorda son ak ıl olan "faal ak ıl", kendinden sonra bir ba şka<br />

aklı meydana getirmiyor Ibn. Sina sisteminde, bu soruya inand ırıcı<br />

bir cevap bulmak kolay de ğildir. O bunu âlemin sonlu oldu ğuna ba ğ-<br />

lamak ister ve bu yolda aç ıklamalar yapar; bu konuda yukarda belirttiğimiz<br />

delilleri ileri sürer. Ancak k ısır döngü içine düşmekten kendini<br />

kurtaramaz. Halbuki bu son ak ıl, taşan bir ak ıldır218 .<br />

İbn Sina bunlar ı açıklamak ve ortaya att ığı bu sistemi savunmak,<br />

bu suı etle onun gerçekli ğini göstermek için, bir çok aç ıklamalar yapar.<br />

Bu aç ıdan onun dü şünceleri de ğerlendirilirse e ğer "faal ak ıl"219 akle-<br />

211 Bkz. Vajda, Un Champion de l'Avicennisme, Revue Thomist, içinde, 1948 (37); The'ologie<br />

et Philosophie, Paris 1948, s. 505 vd.<br />

212 Şifa', Iliihiyat, C. 2, s. 410.<br />

213 Aynı eser, s. 410.<br />

214 Aynı eser, s. 400 vd.; Necat, Iliihiyat, s. 278.<br />

215 Ayni eser, s. 276; Şifd.', Ilâhiyat, C. 2, s. 407.<br />

216 Krş. Aristo, La Maaphysique, A, 8, 1073 b.<br />

217 f şârat, Ma ba'd et-Tabia, ss. 185-186.<br />

218 Şifıi', Ilâhiyat, C. 2, s. 401.<br />

219 De Boer, Göklerin rıefislerinin Allah'a yak ın meleklerle bir tutuldu ğu ve Faal Akl ı n<br />

da Cebrailin ad ı olduğu kanısındadır (bk. Ak ıl, mad. LA.)<br />

89


dilir bir şey düşünürse kendisini dü şünmeden onun varl ığını gerekli<br />

kılmaktadır; onun için onda akledilirler bulunmaktad ır. Nefsimizde<br />

bulunan ma'kul şekiller ve maddede bulunan hissi şekiller "faal ak ıl"<br />

ad ı verilen bu ayr ı cevherden yay ılıp çıkarlar. Allah' ın göriintüsünden<br />

(tecelli) uzanan bir görüntü ile nefisler, insani ak ıllar, dört unsur ve<br />

dünyaya ait her türlü şekiller ortaya ç ıkar. Ak ıllarının doğuşunun son<br />

halkas ı olan bu akıl, gerçek do ğuşu ma'kul âlemden insan akl ına aktaracak<br />

olan ak ıldır ve gerçe ğin ayd ınlanmasında, insan aklı ile ilişki<br />

noktas ı olan, onu güç halinden fiil haline geçirecek olan ak ıldır220. Fakat<br />

"fa al ak ıl" kendinde varolan ma'kulleri dü şünmezse ondan hiç bir<br />

şeklin ç ıkmayaca ğı açıkt ır221 ., Burada İbn Sina sisteminin eflatuncu<br />

realizmden kaçmak isteyen dinamik bir yönünü görmekteyiz. Bu, ak ılla=<br />

tabiatlarında bulunan durgun karakteri, dü şünceden ç ıkarıp atan<br />

dinamik bir yünün görüntüsüdür.<br />

Cisimler maddeleri itibariyle benzer; fakat şekilleri itibariyle farklıd<br />

ırlar222 .<br />

Bu "faal ak ıl" âdeta bir külli da ğıt ıcı rolünü oynamaktad ır.<br />

Çünkü ana haz ırlayıcı sema.vi ak ıldır. Sözgelimi insan dü şüncesinde ayni<br />

şey oluşur. Önce bir fikir dü şünmeyen bir nefis, bu fikir hakk ında ancak<br />

güç halinde akla sahiptir, onu dü şürmeye ba şladığı andan itibaren fiil<br />

halinde bilgili olur. Nefsin, bu şekilde, güç halinden fil haline geçmesi<br />

için bu fikre fil halinde sahip olan ve onu nefse veren bir sebebin bulunmas<br />

ı gerekir. Bu sebep, ancak akli şekillere sahip ve bize onlar ı verebilecek<br />

"semavi ak ıl" olabilir. Bu aklın bizim aklımızla ilişkisi, güne şin<br />

gözümüzle olan ili şkisi gibidir. T ıpkı aklın kendiliğinden ma'kul oldu ğu<br />

gibi, güne ş de kendiliğinden görünür ve güne ş, karanlıkta olmalar ı itibariyle,<br />

güç halinde görülebilir olan e şyayı ışığı ile bize fiil halinde görünür<br />

kılar; "faal ak ırda, kendisi taraf ından ayd ınlatılmadan önce,<br />

güç halinde ma'kul halde olan dü şünceleri bize fiil halinde ma'kuller<br />

kılar223 .<br />

Elemanlar dünyas ının maddesi, son ak ıl "faal ak ıl" dar sonra<br />

meydana gelmektedir. Bu akl ın üstünde, bulunan diğer cisimlerin ona<br />

yard ım etmeleri mümkündür, bunun için bir engel bulunmamaktad ır;<br />

fakat "faal ak ıl"da olmayan şekillerin ortaya ç ıkmalarm ı sağlamak<br />

için, bu yard ım da yeterli de ğildir224 .<br />

220 Necat, ilâhiyat, s. 273; iştirtit, Ma ba'd et-Tabia, s. 192.<br />

221 Necat, İTiihiyat, s. 280.<br />

222 Ay ın eser, s. 281; Necat, İMhiyat,<br />

223 Bkz. Gilson, Pourqoui, s. 41.<br />

224 iştirtit, Ma ba'd et-Tabia, s. 192.<br />

90


Semavi cisimlerin varlık vermeksizin madde üzerine tesir edebilecekleri<br />

bilinmektedir 225. Ancak cisimler ba şka cisimlerin maddelerinin<br />

sebebi olamazlar; sonra ayn ı cinsten ve türden pek çok varl ığın kendi<br />

bireyselliğini belirleyecek bir sebebe ihtiyac ı vardn 226. Maddedeki k ıymetlerine<br />

ve haz ırlanışlarına göre çe şitlenen şekiller de "faal ak ırdan<br />

ta şıp yayılarlar 227 (141i,,ı, tj 9j.LJ1 J:5 Lii)<br />

Sözgelimi su, ya su şeklini veya s ıcaklık derecesine göre hava şeklini<br />

alır. Bu çe şitlenmede semavi cisimlerden ba şka, rol oynayan bir prensip<br />

yoktur. Semavi cisimlerin merkez ve çevrelerine yak ınlikla ilgili olarak<br />

gelişen bu çe şitlilikle, nebati, hayvani ve konu şan (nat ık) nefis de<br />

faal ak ıldan doğarlar228 j ,!.1.;.te J)<br />

..11 IStat J<br />

Q<br />

Akli cevherlerin varl ık düzeni, konu şan nefisde<br />

(en-N efs en-N at ık a) durur. Konu şan nefsin beden organlar ıyla ve<br />

onu faal akla yakla ştıran yüksek ak ışlarla (ifâ z ât) olgunluk kazanmaya<br />

ihtiyacı vard ır229. Böylece daha ilerde de görülece ği gibi, nat ık nefis<br />

ancak bedenle birle şmesi halinde olgunluk kazanmaktad ır.<br />

E ğer varlıklar birbirinden, özellik olarak, şekilleriyle ve say ısal<br />

olarak maddeleriyle ayr ılmıyorlarsa ne ile ayr ıllyorlar Çünkü şekil ve<br />

madde, olu ş ve da ğda§ (k e vn ve fesa d) alemine ancak faal ak ıl adı<br />

verilen ayrı cevherden yay ılmaktadır; öyle ki, şekil, semavi feleklerin,<br />

tabiatlan gere ği, birbirinden ayr ılmalarından meydana gelmektedir.<br />

Çünkü onlar ın nitelikleri birbirine benzer olmad ığı gibi, farklı hareketleri<br />

ve nefisleri vard ır230. Öyle ise her ak ıl kendinden a şa ğıda olandan farklı,<br />

üstün dü şünülebilirleri bulundurur demektir. Böylece Allanda bulunan<br />

dü şünülebilir (ma'kul) veya daha uygun bil• deyimle, akl ıma<br />

benzeri olan dü şünülebilir, ontolojik düzenin tepesinde ve bu hiyerar şi<br />

içerisinde, bütün di ğer düşünülebilirlerden üstün durumda bulunmaktadır.<br />

Onun içindir ki, 'bn Sina felsefesinde, şekilleı, düşünülebilir bir<br />

şekilde ayrı cevherlerde ve varolma modeline göre önceden bulunmaktad<br />

ır. Mademki Allah bütün va ılıklann İlk Sebebi ve İlk Prensibi'dir,<br />

öyle ise ilahi düşünülebilir diğer bütün dü şünülebilirlerin sebebidir.<br />

225 Necat, ilöhiyat, s. 281.<br />

226 Bkz. Goichon, Distinction, s. 460.<br />

227 Necat, Ilahiyat, s. 281; Şifir, ilöhiyat, C. 2, s. 410 vdd; ayr ıca bkz. işartit, Ma ba'd<br />

et-Tabia, s. 201.<br />

228 İsetrat, Ma ba'd et-Tabia, s. 192.<br />

229 Kış. Plotin, a.g.e., s. C. 2, s. 243.<br />

230 Göğün canlı olduğu sorununda, Gazzali, mümkün olsa bile, filozoflarm bunu bilmeyeceklerini<br />

eğer böyle olsayd ı bunu peygamberlerin bildirmesi gerekti ğini, bu yüzden filozoflarm<br />

düşüncelerinin karadan öteye geçemeyece ğini ifade eder (bkz. Küyel, Üç Tehafitt, s. 324 vd.;<br />

Tehâfüt, s. 174).<br />

91


Allah âlem hakk ında sadece genel bir bilgiye sahip olmay ıp aynı zamanda<br />

cüzi olaylar ı sonuçlar ı itibariyle ve kendisini bilmesi itibariyle<br />

bilir231. Bu durumda, tamamen dü şünülebilir olan ilahi zat ın bilgisi.<br />

genel bilgiyi de kapsar; dolay ısıyla cûzi olaylar ın bilgisi de onun içinde<br />

bulunmaktad ır. Çünkü herhangi bir şekilde cüzi olaylar ın bilgisine<br />

sahip obanamıyorsa genel bir bilgiye sahip olunamaz. Bu aç ıdan, İbn<br />

Sina düşüncesine göre, t ıpkı gayenin sebebde veya sonucun prensipte<br />

varoldu ğu gibi, ilahi bilgide de ma'kul olanlar vard ır. Bu sebepledir ki.<br />

İbn. Sina doğuş teorisinde veya varl ıkların yayılışında yarat ıcı olan<br />

yarat ıkların232 varlığını kabul eder, bu do ğuş ve yarat ış mecburi bir<br />

oluştur233. Do ğuşun bütün dönemlerinde mutlak zaruret hâkimdir, çünkü<br />

her şey zaruriden ileri gelmektedir. Bu zaruri (vacib) B İ R'dir.<br />

Nasıl ki nicelikler (zamanla de ğil fakat tabiatlanyla yani mutlak mânâda)<br />

BI R'e dönmek zorundad ırlar234, t ıpkı onun gibi bu B İ R de zaruri<br />

olmas ı sebebiyle (zamanla de ğil fakat tabiat ı ile, yani mutlak manada)<br />

nicelikler haline gelmek zorundad ır.<br />

Böylece ilk ayr ı ak ıl, ikinci bir aklı ve birinci gö ğün nefsini ve cismini<br />

üretir<br />

J9-,k1;)<br />

Lş.r `b-9--11 Pl>yl - •r; LP1"11 11:15 J 41 .9 1


sa bu, Vacib Varl ık olan Allah'ın tabiat ında bulunmalıdır. E ğer Allah<br />

düşünce, dü şünen ve dü şünülen olmas ı itibariyle sonsuza kadar bir doğuş<br />

kapsamıyorsa bu konuda söylenecek olan nedir Mademki Allah'da<br />

güç halinde, potansiyel olarak hiç bir şey yoksa ve kapsad ığından ba şka<br />

bir şey de ç ıkaramıyorsa durum nas ıl aç ıklanacakt ır Vacib Varl ık Allah'a<br />

oranla ilk akl ın mümkünlüğü varlığından önce değildir238. Diğer<br />

yönden bir ve ayn ı sebeb, ancak bir ve ayn ı sonucu meydana getirebilir.<br />

Bu aç ıdan, bir tek ve ayn ı Allah ancak bir tek ve ayn ı dünyayı yaratabilir.<br />

Akılların sayıları konusunda İbn Sindnın açıklamaları, onlar ın<br />

sayılarının herkesce kabul edilmi ş olduğu ve sonlu olduklar ı yönünde-<br />

dir239 .<br />

Doğuş teorisi yaln ız ayr ı cevherlerin zorunlu bir sonucu olmay ıp<br />

o, aynı zamanda bir dü şünüş ve akıl şeklidir240. Bu aç ıdan yakla şıhrsa<br />

daha uzağa giderek do ğu şun iste ğe bağlı bir fiil olduğu söylenebilir mi<br />

Gerçektende İbn Sina, küllinin kendisinden ta şıp yayılmas ından Vacib<br />

Varlık olan Allah' ın memnun olduğunu söyler241<br />

(k:P ,.}.Q "O'nun özünde küllinin kendinden ta şıp yay ılmas ına<br />

engel olan hiç bir şey yoktur" 242. O'nun özü, olgunlu ğımun ve büyükliiğiinün<br />

kendisinden iyinin ta şmas ıyla meydana geldi ğini bilir. O, ayn ı<br />

zamanda, bunun kendisine ho ş gelen gereklerinden (levaz ım) biri olduğunu<br />

da bilir. Her öz kendinden ta şıp yayılan her şeyi bilir ve kendinden<br />

ta şan şeyde kendini görür. Öyle ise Allah kendinden ta şan bu alemde<br />

kendini göriir243.<br />

İbn Sina bu tür bir anlay ışla aristocu dü şünceler ve yenieflatuncu<br />

kavramlar aras ında dalgalanmaktad ır.<br />

İbn Sina'ya göre, Allah' ın düzeni yaratma konusunda fiilinin bir<br />

gayesi yoktur, fakat O, özüyle F â il 'dir. O'ndan önce ve O'nunla bir<br />

şey yoktur, F iil'i için de bir gaye yoktur. O, her şeyin varlığının amacıdır244.<br />

Böylece İbn Sina kelamc ıların Allah' ın alemi yaratmas ı konusundaki<br />

"yararl ı olma" düşüncesini kabul etmez. Ona göre, kendinden bir<br />

başka şey olmas ıyla güzelliğe sahip olan bir şey, bu şeyin olmamas ıyla<br />

daha uygun ve daha lay ıktır (evli ve elyak).<br />

238 Necat, iliihiyat, s. 278.<br />

239 /Orta, Ma ba'd et-Tabia, s. 185-186; aynca bk. Saliba tude, s. 107<br />

240 Bkz. Necat, II6hiyat, s. 274.<br />

241 Aynı eser, s. 274 vd. Ayn ı düşünce Plotin'de vardr (Kr ş. a.g.e., C. 1, s. 149).<br />

242 Necat, Wahiyat, s. 274.<br />

243 Aynı eser, s. 274; Bk. Goichon, Distinction, s. 218.<br />

244 Bk. işdrat, Ma ba'd et-Tabia, ss. 151-152.<br />

93


İlk akıl ikinci akl ın prensibi olup her türlü madde ve madde ile ilgili<br />

konulardan uzakt ır. Bunun için de onun maddi bir sonucu ve gayesi<br />

yoktur. Öyle ise ilk ak ıl, hiç bir madede bulunmayan bir şekildir245 .<br />

Eğer o, maddi bir şekil olsayd ı ancak maddesiyle varolabilirdi; bu duıumda<br />

da asla kabul edilmeyecek bir şekilde madde " şeklin" yarat ıc ısı<br />

olurdu246. Bu sebeple ilk ald ın maddeye dayal ı bir du ıumu olmad ığı<br />

görülmektedir. Bu tür bir özellik sud ılrun devam ını sa ğlamaktad ır.<br />

2— Göklerin Hareketi:<br />

Her aklın bir nefsi ve bir de cismi yani gö ğü vard ır. Bu sonuncusu<br />

bir hareket içindedir. Acaba bunun hareketini sa ğlayan nedir Mademki<br />

felekler hareket ediyorlar, onlar ı harekete geçiren nedir E ğer ak ıllar,<br />

kendilerine kar şılık olan semavi varl ıkların —çünkü bu varl ıklar onlardan<br />

ç ıkıyor— hareketlerinin uzak sebepleri olsalar, yak ın sebep olmalar<br />

ı söz konusu olmaz. Onun için ak ıl kendisini dü şündüğü anda, feleğin<br />

varl ığından fazla ve arac ı olarak hizmet edecek nefsi meydana getirmek<br />

zorundad ır. Nefs, mümkün bir varl ık olarak akl ın kendisini<br />

dü şünmesinden ortaya ç ıkmış düşünülebilir (ma'kul) nesne olur 247 .<br />

Bununla birlikte, meydana geldi ği ilk halde olgunluğunu bulamaz. O<br />

halde denilebilir ki, nefs, cevherinin meydana ç ıkmas ı ve bu oluşu izleyen<br />

olgunluk halinde tamamen dü şünülebilir (m a ' k ul) de ğildir. Bundan<br />

dolay ı kendinde henüz gerçekle şmemiş olan olgunluk prensibine<br />

onu istek ve a şk ula şt ırır. İşte bu olgunluğa eri şmek için, nefs, cismi<br />

(feleği) harekete geçirir; çünkü cisim nefse ba ğlıdır. Bu sebeple, yani<br />

bu hareketi aç ıklamak için, varlıklar hiyerar şisinde onun varlığı gereklidir248<br />

.<br />

Bu düşünceden, her fele ğin doğrudan hareket ettiricisinin bir üst<br />

akıl taraf ından meydana getirilmi ş nefs olduğu anlaşılmaktadır<br />

249. ( i...a; 1.,L! :>1) İbn Sina bu konuyu<br />

ısbatlamak için feleklerin hareketlerinin tabii veya zorla yap ılmış hareketler<br />

olmad ıklarını, fakat ula şılmak istenen bir gaye oldu ğunu söyliyerek<br />

konuya girer. Ancak, sadece semavi cismin nefsi veya şekli hiç<br />

bir sebepliliği gerçekle ştiremez. Semavi cisimlerden biri di ğerinin sebebi<br />

değildir. Cisimler şekilleriyle (bi suverihi) hareket ederler; varolan şekil-<br />

245 Şifcl', Ilahiyat, C. 2, s. 405.<br />

246 Necat, Ilâhiyat, s. 275.<br />

247 hardi, Ma ba'd et-Taiab, s. 182.<br />

248 Bkz. Gardet, Pensa'e, s. 55.<br />

249 şifiV, ıltıhiyat, C. 2, s. 381; Necat, Ilahiyat, s. 257; Kr ş, Tast, Şerhu hcireit, s. 399;<br />

ayrıca bk. Işârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 160. vd.<br />

94


ler de cisimleriyle hareket ederler. Bu hareketlerin meydana geli şleri<br />

konusunda, İbn Sina'nın düşüncesi şudur: hareketler, cisimleri olgunlu ğa<br />

götüren şeylerden kendisinde hareketin bulundu ğu bir ba şka şey aralığıyla<br />

çıkarlar250. Diğer yönden İbn Sina, semân ın bu hareketinin itaat<br />

sonucu gerçekleştiği kanaatindedir. Bu sebeple de, "semâ Allah'a itaat<br />

eden bir hayvand ır ( Zul )"der 251 . Semanın Allah'a<br />

itaat ı dolayısıyla bu hareket, istekli bir harekettir.<br />

Yukarda semân ın hareketinin tabii olmad ığını söylemi ştik. İbn<br />

Sina'nın delillerine göre, tabii hareket do ğru çizgi meydana getiren bir<br />

harekettir ve tabii olmayan bir andan tabii olan bir ana geçi ştir. Hiç<br />

bir cisim kendi tabiat ıyla hareket etmez; çünkü cisimlerde tabii olan,<br />

cisimden ayrılamaz. Halbuki hareket, cismin tabiat ından ayrılabilir olduğundan<br />

bir tabiat ın sonucu olamaz252 .<br />

Feleklerin hareketlerinin şeklini belirtmeden önce onun kaynağının<br />

nereden geldi ğini açıklamak yararl ı olacakt ır. Bu kaynak, semavi<br />

nefse yönelen ve devaml ı tahrikler veren akli ayr ı bir prensiptir<br />

( ul! ‘3,1...11.1 `141t; ). Bu tahrikler nefsin e ğilimleri yönündedir253 .<br />

Bir çok noktada oldu ğu gibi, İbn Sina bu konuda da Aristo'ya<br />

başvurur ve dü şüncelerini ısbatlamak için onun tan ıklığım sergiler254.<br />

Feleklerin hareketlerinin şekline gelince, İbn Sina bu konuda Plotin<br />

gibi düşünür; onlar ın hareketleri dairevi ve sonsuzdur 255. Feleklerin<br />

dairevi hareketlerinde, kendilerinden a şağıda olanları hedef alan bir<br />

gaye yoktur; fakat yüksek bir şey için hareket ederler 256. Bunun içindir<br />

ki, bu hareketler tabii hareket de ğildir; eğer böyle olsaydı tabii olmayan<br />

bir halden tabii bir hale geçi şten ibâret olurdu ve sonuçta da takibedilen<br />

gayeye ula şınca durdu.<br />

Diğer taraftan, felekle ıin hareketleri zorunluluk sonucu gerçekle şen<br />

bir hareket de ğildir; ayni şekilde bir tabii halden tabii olmayan bir hale<br />

geçiş değildir. Zorunlu hareket tabii hareketin ayn ısıdır; ikisi de do ğru<br />

250 Aynı eser, s. 189. nr ıibi'deki aynı dü şünce için bkz. Küyel, (M. Türker), Aristoteles<br />

ve Farabrnin Varltk ve Düşünce Öğretileri, <strong>Ankara</strong> 1959, s. 97.<br />

251 Necat, ilgthiyat, s. 257.<br />

252 Aynı eser, Tabiat, s. 109.<br />

253 Işârat, Ma ba'd et-Tabia, s. 183; Felek olu ş ve dağıhşa uğramayan semavf basit bir<br />

cisimdir ve merkezin üstünde hareket eder (Risale s. 89).<br />

254 Iştirat, Ma ba'd et-Tabia, s. 184.<br />

255 Kr ş . Les Enne'ades, C. 1, s. 158.<br />

266 hat*, Ma ba'd et-Tabia, s. 175; Plotin dü şüncesiyle aynile şen bu fikir için bk. a.g.e.,<br />

C. 1, s. 150, 158.<br />

95


ir yön takibederler ancak yönleri z ıttır. Mademki feleklerin hareketleri<br />

tabii ve zorunlu de ğillerdir; öyle ise bunlar ın hareketleri bir istek sonunda<br />

meydana ç ıkan harekettir. Bu istek, olgunlu ğa (kem âle) ula şmak<br />

arzusudur.<br />

Yukarda belirtti ğimiz gibi, fele ğin bir yakın hareket ettiricisi<br />

( el- muh arrik el- g arib) vard ır ve bu, nefstir 257. Aynı şekilde onun bir<br />

bir de uzak hareket ettiricisi vard ır, o da akıldır258 . E ğer fele ğin yakın<br />

hareket ettiricisinin ak ıl olduğu kabul edilirse onun tabiat ında değişiklik<br />

kabul edilmiş olaca ğından İbn Sina için bu dü şünce geçerli de ğildir.<br />

Çünkü ona göre, ak ıl alanında olan, de ği şmez; ma'kul olan da de ği şikliğe<br />

uğramaz 259 . Aksine nefs, kendinde, kavram ve istekleri yeniler; o, hayâlle<br />

bezen ıniştir, yani özel olan ı ve de ği şikliği algılar, O. bir şekildir,<br />

semanın cisminin olgunluğudur. Halbuki ak ıl, değişikliğe uğramaz;<br />

çünkü maddeden tecrid edilmi ştir. Nefsin maddeyle ili şkisi vardır— bu<br />

yüzden de ğişir ve de ğiştirir; o, nefsimizin bizde oldu ğu gibi, feleğin cisminde<br />

de bulunur. Bu yüzden İbn Sina'ya göre, ak ılların sayısı hareketlerin<br />

say ısına e şittir260 .<br />

Niçin nefsin fele ği hareket ettirdi ği ve her fele ğin bir akıl etrafında<br />

döndüğü varsay ımının ne yarar ı olduğu sorulabilir. İbn Sina buna<br />

şöyle cevap verir: nefs fele ği hareket ettiriyorsa bu, "iyili ği aradığı"<br />

içindir. O halde, nefsin, fele ği hareket ettirmesi ahlâki bir sebebe dayanmaktad<br />

ır. Bu sebeple, her felek için, hareketi belirleyen ve nefsin ona<br />

doğru yöneldiği gaye olan bir ak ıl vardır. Sonuç ve gaye iyiliktir, en<br />

çok istenilen şeydir. Bu durumda, nefs iyili ğe ula şmak için vücudunu<br />

ona doğru hareket ettirmekten ba şka bir şey yapamaz 261 . Ancak bu<br />

iyiliğe ula şmak asla mümkün de ğildir; onun için, "iyi ( h a yr)" hareketin<br />

s ınu ıdır. Ona ula şmak ve benzemek için nefs hareket eder ama<br />

asla ula şamaz. Ak ılsa feleği nefsin arac ılığıyla hareket ettirir.<br />

İbn Sina sisteminde, fele ğin hareketi, akla bir olgunluk sa ğlamak<br />

için değildir; çünkü akıl ontolojik hiyerar şi içinde kendisinden üstte<br />

olandan ba şka bir şey alamaz 262. Gaye veya sonuç olgunlu ğunu (kemâ-<br />

257 Şehristanı, Milel, C. 2, s. 1120.<br />

258 ıştirdt, Ma ba'd et-Tabia, s. 160.<br />

259 Şifır, ilâhiyat, C. 2, ss. 282-283; Necat, ilahiyat, ss. 259, 262.<br />

260 Aynı eser, s. 273.<br />

261 Bkz. Iştirat, Ma ba'd et-Tabia, ss. 452-456; Necat, s. 170; Risale s. 91; ilmi<br />

Sina bu açıklamalarıyla sanki, "t y i her şeyin kendisine do ğru uzandığı şeydir" diyen Plotin'<br />

yorumlamaktad ır (Krş. Les Enne.ades, C. 2, s. 21).<br />

262 Necat, Ilahiyat, ss. 263, 267.<br />

96


lini) sebebi olan şeyin fiilinden alır ve onu art ırmak için sebebin üstüne<br />

dönemez; çünkü sonucun olgunlu ğu daima sebebin olgunlu ğundan a şağıdadır.<br />

Bu aç ıdan, İbn Sina metafizi ğinde, nefs, fele ğe verdiği hareketle 263<br />

ıldan yayılan olgunluğu almaya haz ırlar. Fele ği hareket ettirmek onu ak<br />

suretiyle nefsin aradığı olgunluk kendisindedir. Bu olgunluk, her varl ığın<br />

isteyip arad ığı olgunluktur. Varlıklar Allah'a benzemeyi ister; bu da<br />

O'nu düşünmektir; ancak onu istemeden o dü şünülemez. Öyle ise fele ğin<br />

hareketinin prensibi, öncesiz kemâlinde, kendini dü şündükten sonra<br />

Gerçek Hakim'e benzeme iste ğidir264 .<br />

Tıpkı Eflatun metafizi ğinde olduğu gibi, İbn Sina metafizi ğinde<br />

de, ilahi yarat ılışta, gerekli olan bir tür a şk vard ır. Bu, kendi prensibine<br />

ulaşmak isteyen varlığın aşkıdır. Nefisteki bu ontolojik a şk değerlendirmesiyle<br />

İbn Sina, tasavvuf' bir plana yönelmektedir. Onun siteminde,<br />

semavi her cevher sonsuz bir kuvvet taraf ından hareket ettirilir. Bu<br />

cevherlerin hareketlerinin son hareket ettiricisi onlar ın dışında bulunur.<br />

Her fele ğin aklı, özüyle Vacibu'l-Vücud olan Allah' ı düşünür; Allah' ın<br />

gücünden ve sonsuz nurundan kendi kuvvetini sonsuz k ılan bir şey akıl<br />

üzerine akar durur 265. Durum böyle olunca, fele ğin nefsi sadece "ayr ı<br />

akr ına (aklu'l-mufar ık) değil, fakat Allah'tan akl ına yayılan şeye<br />

de benzemeyi ister. Her ak ıl, Allah'tan kendisine gelen ve öze ait olan<br />

bir imkâna ve gene d ışardan gelen bir zarurete sahiptir. Ak ıl dışardan<br />

sahip olduğu zarurette iyiliktir (hay ırdır) ve Allah'tan kendisine<br />

dökülen iyilikle zaruridir 266.<br />

İbn Sina' ınn Necat'da yapt ığı açıklamalara göre, bir yandan Allah'a,<br />

diğer yönden de O'ndan ışık alan akla benzemek için yönlendirilen feleklerin<br />

hareketleri, aym özelli ği taşımazlar. Birbirinden h ız ve yön itibariyle<br />

farkhdırlar267. Her fele ğin yöneldiği prensip de hepsi için ayn ı de ğildir.<br />

Çünkü her felek kendi akl ına sahiptir. İbn Sina sisteminde, ak ıllarm<br />

bulundu ğu semavi alemde, her fele ğin ve aklın Allah'a uzaklığı da değişmektedir268.<br />

Ancak, feleklerin hareketleri baz ı noktalarda farkl ı iseler<br />

de baz ı noktalarda birle şirler. Gerçek şu ki, İbn Sina dü şüncesine<br />

göre, bütün feleklerin bir tek sebebi vard ır ve felekler onunla hareket-<br />

263 Bk. httrilt, Ma ba'd et-Tabia, s. 449.<br />

264 Necat, Ilnhiyat, s. 263; Şifir, İlâhiyat, s. 397 vd; Krş. Plotin, a.g.e., C. 1, s. 164<br />

265 Necat, Ilâhiyat, ss. 263-264.<br />

266 Aynı eser, s. 264.<br />

267 Aynı eser, s. 267.<br />

268 Aynı eser, aynı yer.<br />

97


lerinde ortak özelliklere sahiptirler: Düzen, sonsuzluk ve dairevi olma<br />

gibi. Bu ilk sebep, ilk muharriktir. Çünkü hareketler sonsuza kadar gidemezler,<br />

hareket etmeyen bir İ lk Mu h arrik'te durmak gerekir 269 .<br />

Yukarda belirtti ğimiz düzen, İ lk Pr en sip 'te ııı yayılan " İ yi<br />

(hayr)"den kaynaklanmaktad ır. İbn Sina düzeni onunla aç ıklamaktadır.<br />

En büyük İyi'ye benzeme iste ği, mecburi olarak varl ıklarm olgunluğunu<br />

korur. Esasen İbn Sina'ya göre iyi, feleklerin hareketlerini<br />

gerçekle ştiren nefislerin iste ğiyle ortaya ç ıkar. İyi'ye olan sevgi, büyük<br />

ve çok olduğu oranda feleklerin hareketi şiddetli olur. Bunun için, İlk<br />

Pr en sip'e en yakın olan ilk fele ğin hareketi, en büyük h ıza sahip harekettir<br />

270 . İbn Sina, bu konuda, kendinden önceki filozoflar ın şu görüşüne<br />

kar şıdır: "Bu hareketlerde nefislerin faydas ı, sadece mutlak<br />

iyi'ye benzemektir, kendilerinin özel h ız ve yönleriyle dünyam ız içinde<br />

bir iyilik bulundururlar" 271 . İbn Sina, buna, "göğe ait hiç bir hareketin<br />

dünyamızla ilgili herhangi bir gayesi yoktur" diyerek itiraz eder. Çünkü,<br />

eğer dünyam ız ın nesneleri göklerdeki hareketlerin gayesi olsayd ı, gaye<br />

vasıtadan üstün oldu ğu için, adı geçen e şya göklerden üstün olurdu.<br />

Bu durumu tezadl ı bulan İbn Sina, feleklerin hareketlerinde dünyaya<br />

ait bir gaye kabul etmez.<br />

Buraya kadar söylediklerimizden, İbn Sina'nın metafizik düzeninde<br />

(yani âlemde) bir derecelenme ve s ıralanmamn oldu ğu açıkça görülür.<br />

Bu derecelenmede, varl ıklar en a şa ğı seviyede olan soyluluktan<br />

başlıyarak en üstün olana do ğru hareket ederler. En sondaki varl ık,<br />

Vacib varlık Allah'la kayna şır. Ontolojik derecelenmede varl ık, içinde<br />

bulunduğu hiyerar şiye göre kemâl kazan ır. Hiç bir sebep, kendisinden<br />

sonuç olarak ç ıkan bir gayeye sahip olamaz; i şte bunun için gö ğe ait<br />

hareketlerin dünyam ızla ilgili gayeleri yoktur. Söz gelimi şekil, semavi<br />

feleklerden ç ıkmaz; fakat o, özü her şeyden asil ve üstün bir prensipten<br />

kaynaklamr. Bu yüce prensipten her türün dü şünceye ait maddi şekli<br />

akıp gelir. Felelderin hareketleri, maddeye ancak ahc ı olabilecek bir<br />

özellik verir. Bu konuda İbn Sina'nın kullandığı benzetmeyi aynen verelim:<br />

doktor sanat ıyla sağlığın şeklini meydana getirmez; o, ancak,<br />

bedeni sağlığı kabul etmeye elveri şli bir durum için haz ırlar272. İbn Sina<br />

için, sağlığın şeklini meydana getiren doktor de ğil, fakat "v âhibu's-<br />

269 Necat, ilâhiyat, s. 266 vd.<br />

270 Aynı eser, aynı yer.<br />

271 Bk. Plotin, a.g.e., s. 165.<br />

272 Bk. Necat, Iltihiyat, s. 268.<br />

98


s uv er" adı verilen üstün prensiptir. Bu aç ıdan de ğerlendirilince, doktor<br />

yaln ızca hastan ın yarar ına çal ışmaz, maddeyi şekli almaya haz ırlayarak<br />

kâinat düzeni içinde i şlem yapar 273 .<br />

"B İ R" den ta şıp yayılan, akılları, nefsleri ve bu nefslerle iyiye<br />

benzeme iste ği içinde hareket ettirilen gökleri olan, maddi dünyas ın ı<br />

"faal ak ıl"la gerçekle ştiren bu âlemin varl ık yönünden niteli ği nedir<br />

Allah'a oranla nas ıl de ğerlendirilmektedir<br />

İbn Sina, şifâ'da274 âlemin varolmadan önce mümkün oldu ğunu<br />

söyler. Ona göre, "hâdis" in varolu şunun imkân ı, varolu şundan önce<br />

vuku bulmu ştur. Böylece İbn Sina maddede kendiliğinden bulunan<br />

"im k â n"la onun öncesizli ğini göstermek ister. Maddeden ayr ılmayan<br />

imkânın öncesizli ği kabul edilirse maddenin de ezelili ğini kabul etmek<br />

mecburi olur. İbn Sina'n ın bu ve diğer baz ı görüşlerini tenkid eden Gazzali,<br />

imkân ın zihnimizin basit bir görü şü olduğunu ve özellikle olabilecek<br />

hiç bir gerçek varl ığı gerektirmedi ğini söyler 275. Üstelik "Vacib"<br />

ve "ezeli" kelimeleri aras ındaki fark tart ışılabilir bir konudur. Öncesiz<br />

nas ıl kendisiyle mümkün olacakt ır E ğer bir mecburiyet de ğilse devamlı<br />

imkân nedir<br />

İbn Sina için, sonsuz olanlarda "imkan" mecburiyettir. Sonsuz<br />

imkânın düşünülebilece ğini söyleyen Eflatun, bu konuda da İbn. Sina'ya<br />

kaynak olur. Felsefi aç ıdan de ğerlendirildiği takdirde, diğer filozoflar<br />

gibi, İbn Sina için de, âlemin yarat ılışı gerçekte ilahi cevherde olabilir<br />

ve güç halinde varolan her şeyin sadece bir de ğişikliğidir. İşte bu mânâda<br />

âlem ezeli olmaktad ır276. Fakat insan dü şüncesi için, Allah'ta salt<br />

mânâda birbirine z ıt iki dü şünceyi (sözgelimi varl ık ve yokluk) birle ş -<br />

tirmek imkans ız olduğuna göre bunlar nas ıl açıklanabilir Bu soru cevaps<br />

ız kal ır.<br />

Mademki âlem "mümkün"dür, öyle ise İbn Sina dü şüncesi gere ği,<br />

"hâdis (sonradan olan)"tir. Bu konuda İbn Sina, kelâmc ıların etkisindedir.<br />

Her ne kadar "bir "va cib" varsaymak alemde varolan imkân ın<br />

mecburiyetidir, aksine âlemin "hadis" olmas ından dolay ı değildir"<br />

diyorsa da bu tesirden kendini kurtaramam ıştır277. Tıpk ı İbn Sina'n ın<br />

273 Aynı eser, s. 271.<br />

274 Şiftr, /13hiyat, C. 1, ss. 181-184.<br />

275 Tehafüt, s. 49 vdd.<br />

276 Bk. Mehren, 6ude sur la Philosophie d' Averroes, s. 613 vd.; Neeear, Felsefetü'l-Arabiyye,<br />

s. 140; Galib, İbn Sina, s. 45.<br />

277 Kr ş. Necat, Il3hiyat, s. 213.<br />

99


"mümkünün bir sebebi olmalıdır, sebebi olmas ı onun "hadis" oldu ğunun<br />

işaretidir" dü şüncesinin kelâmc ılarm da düşüncesi oldu ğu gibi.<br />

İbn Sina da kelânıcılar gibi, alemin varolu şunun mümkün oldu ğunu kabul<br />

eder; arada sadece kullan ılan kelimeler fark ı vardır. klem mümkün<br />

bir varl ıktır, varolu şun kendisine İlk Sebep taraf ından verildiği olağan<br />

bir varl ık; ancak o, "V a cib u'l-Vücu d" olan Allahla zaruridir.<br />

Esasen bu dü şüncesinden ötürü, İbn Rüşd onu kelâmcılarm fikrini kabul<br />

etmekle suçlar 278 .<br />

Bir yönden alemi öncesiz (kadim) kabul edip di ğer yönden onun<br />

mümkün olduğunu söylemekle İbn Sina, GazzaWnin tenkidlerine hedef<br />

olmuştur. GazzaWnin tenkidlerini eserinde çok güzel inceleyen Küyel'in<br />

söylediklerini burada tekrarda yarar görmüyor ve okuyucuyu oraya<br />

göndermekle yetiniyoruz 279. Yarat ılış düzenindeki zorunluluk, imkan<br />

gibi dü şüncelerle yunan kozmogonisinin tesirinde olan İbn Sina280 zaman<br />

zaman bundan kurtulmak ve islami dü şüncelerle âlemin varoluşunu<br />

aç ıklamak isterse de birincisi daima kuvvetlidir.<br />

Hem âlemin niteli ğini iyice anlamak, hem de yarat ılışı aydınlığa<br />

kavuşturmak için, İbn Sina'nın bu konuda kulland ığı terminolojiyi bilmek<br />

gerekir. Onun bu konuda kulland ığı kelimeler, dü şüncelerini daha<br />

iyi ortaya koyacakt ır. Böylece varl ığın Allah'tan "sudar" yoluyla m ı,<br />

yoksa yarat ılma ile mi ortaya ç ıktığını daha iyi anlayaca ğız.<br />

3 — Doğuş Terminolojisi:<br />

İbn Sina metafizi ğinde, va ılıklarm İlk Varlık (el-Vucüd el-Evvel)'-<br />

tan yayılıp taşmaları bir "feyz" veya bir "inbias"t ır. E ğer yarat ılış<br />

Allah'ta aktif bir şekilde ele al ınırsa mecburiyet formülüne göre böyledir.<br />

E ğer yarat ılış pasif bir biçimde ele al ınırsa, yani varhkta gerçekleşmesi<br />

ve mecburiyet teriminde ele al ınırsa tercihli olarak "ibda" ve<br />

"halk" kelimeleri ile ifade edilir İbn Sina'ya göre, "ibda" iki kavram ın<br />

adıdır. Birincisi bir şeyin, herhangi bir şey ve arac ı olmaksızın gerçekle<br />

ştirilmesidir. İkincisi arac ı olmaks ızın varlığını sebepden alan şeydir281.<br />

Bu aç ıdan, zamana s ığmayan sonsuz bir şekilde ele alınırsa yarat<br />

ılnuş varlığın mutlak ba şlang ıcım en iyi ifade eden ibda' olabilir.<br />

278 Bk. Saliba, 6ude, s. 106; Renan, âlemin ezelili ği konusunda Aristo ve İbn Sindmn<br />

görüşlerini bir hata olarak kabul eder (bk. Averroes, s. 183).<br />

279 Bk. tYç Tehâfüt Bak ımından Felsefe ve Din Münasebeti, s. 210.<br />

280 Bk. Brehier, La Philosophie du Moyen Age, s. 213; Gökberk, (Macit), Felsefenin Evrimi,<br />

İstanbul 1979, s. 29; Gardet, La Pensee, s. 191.<br />

281 Kitabu'l-Hudöd, s. 101; Kr ş. Seyyid Şerif Cürcâni, İstanbul 1300, s. 3.<br />

100


Burada hiçbir şey yarat ılmış varlıktan önce de ğildir; hiçbir şeyin bu<br />

varil& önceli ği yoktur; hatta yoklu ğun bile. Bu varl ık İlk Varlık'tan<br />

ne almışsa kendinde o vard ır.<br />

I j›.),.- J,V1i ibâresinde<br />

aynı manadad ır282. Varlıkların İlk Varlık'tan ileri geldikleri<br />

kabul edildi ği zaman bu prosessüs "inbi as" ad ını alır; İlk<br />

Vaılık'm varlıklara olan ilişkisi de ğerlendiriliı se bu geli şme ibda'<br />

adını ahr283. Bu değerlendirmenin ışığında, ibda' varl ığın arac ısız<br />

olarak fışkırmasım ifade etmektedir 284.<br />

Zaman zaman "sudür" ve "halk" kelimelerini de kullanan İbn<br />

Sina, bu terimlere ayn ı manay ı verir285 . İbn Sina "halk" kelimesinin<br />

mümkün iki manas ım ayırır. Bunlardan biri, en geni ş bir anlamda,<br />

Kur'an- ı Kerim'in kullandığı "halk" ifadesidir. Halk önce, ne olursa<br />

olsun, varlık kazandırmayı ifade eder; di ğeri, daha özel mânâda ne<br />

olursa olsun, madde ve şekilden fiile ula şan bir varlığa varl ık kazand ırmayı<br />

ifade eder 286 .<br />

Burada dikkatimizi çeken özel bir durum, İbn Sina'mn yarat ılışm<br />

—ki bu sonsuz manevi varl ıklar' da kapsar— salt ba şlang ıcma koydu ğu<br />

işarettir. Yoklu ğun olağan varil& hiçbir önceli ği yoktur. Varl ıkların<br />

oluşları ib d â' veya halk ile tan ımlanabilir. Fakat varl ıklarm çe şitliliklerine<br />

veya onlar ın sebepsiz İlk sebeble 287 olan ilişkilerinin çeşitliliğinde<br />

göre, İbn Sina dört terimden faydalan ır:<br />

Birinci olarak, madde, alet ve zaman arac ılığı olmaksızın öncesiz<br />

(ezeli) bir yarat ılış söz konusu olduğu zaman kullan ılan ibUnın özel<br />

anlamı (S.).5 .12.1; a 31,4. .<br />

288 . Halbuki zamana , ait bir yoklu ğun (ademin)<br />

kendisinin önüne geçti ği şey, maddenin kendisine gerekmedi ği bir şey<br />

olamaz; böylece yoklu ğun kendisinden önce oldu ğu şey, zaman ve madde<br />

ile de önüne geçilen olur. Öyle ise ibda' ve sun' birbirinin kar şıtıdır;<br />

çünkü sun' yaratmak de ğil şekillendirmektir. Ancak Allah'tan bahsedilince<br />

yaratma anlam ı verir. Bu aç ıklamalara göre, ibdâ', derecelen-<br />

282 i şârât, mâ ba'd et-Tabia, s. 192; ayr ıca bk. M. Fahri, Tarihul-Felsefeti'l-Islâmiye,<br />

Beyrut 1979, s. 201.<br />

649.<br />

283 Şerh Kitâb Izolocya, s. 60-63 vd.; Gardet, La Pens6e, s. 62; En L'Honneur, s. 345.<br />

284 Şerh K. izolocya, s. 62.<br />

285 Vajda, Gloses sur La Th‘ologie, Revue Thomiste 1951, s. 384; Bedevi, Histoire, s.<br />

286 Tisu' Resâil, s. 102.<br />

287 Kr ş. Aristo, Mhaphysique, E, 4, s. 343.<br />

288 /Orta, Mâ ba'd et-Tabia', 4. na. s. 115-116; ayr ıca bk. Abdulkerim et-Tarakt, Mu'ce-<br />

101


mede, Tekvin ve İhdas'tan üstündür 289. Tekvin maddi bir varolma<br />

ister, ihdas da zamana ait bir varolma, ibda', İlk Sebeb'e bu ikisinden<br />

daha yakın olmas ı sebebiyle, mertebede onlardan daha yüksektir.<br />

O halde ib d â' öncelikle dü şünülebilir (ma'kul) salt nesnelerin olu ş-<br />

lar ına, akıllara, nefislere, kendilerine kar şılık olan ak ıllardan do ğrudan<br />

ç ıkmış feleklerin vücudlar ına ve nihayet zamana ve harekete uygun<br />

dü şer290 .<br />

Halk e t m e'nin özel manas ı maddeden olu şan varlıklara uygun<br />

düşer, bunun için madde ve şekil ister, bu, ayalt ı dünyas ının bozulabilir<br />

maddesi oldu ğu gibi, göklerin bozulmaz maddesi de olur. Öte yandan,<br />

ayaltı dünyas ı bütününde ba şlangıcı olduğu kabul edilmi ş olduğundan<br />

sonu da olacakt ır. Ayalt ı aleminin içinde bulundurduğu varlıklar, olu ş -<br />

turulmu ş ve da ğılabilir olarak, son ak ıl olan Faal Akl' ın yaptığı fiille<br />

varolu şa geçerler. Bu mânâda, şekil ve eylemin bille şimindeki ilişki yönünde<br />

"halk etme" ile aç ıklanabilecek, yokolabilir varl ık-ların meydana<br />

gelişleri, İbn Sina terminolojisinde daha özel ve daha aç ık olarak t ekv<br />

i n'le t amml anmaktad ır291 .<br />

E ğer mümkün varl ıkların olu şumu, onların özündeki zorunsuz olma<br />

hali ve u ğrad ıkları değişikliklerin olağanlığı üzerinde konu şuluyorsa<br />

İbn Sina'ca kullan ılan kelime ih da s'd ır. Bu kelime bir ba şlangıç olduğuna<br />

i şaret eder 292. Ancak İbn Sina' ınn Risâle fi Hudadi'l-E şya adli<br />

eserinde belirtti ği gibi293, bu ba şlangıç ya geçici veya sonsuz olabilir 294,<br />

Mümkün bir varl ık, sonsuz bile olsa, Vacibul-Vücud olmadığı için<br />

sonsuzluğa kadar "sonradan meydana getirilmi ş (muhdes)"tir. İhdas<br />

fiili, ba şlangıç ve sonu olan varl ıklar için kullan ılmıştır; yani t e kvin'e<br />

maruz kalmış varlıklar için. Bu bilgilerin ışığı alt ında İbn Sina'nın yarat<br />

ılış konusundaki teriminolojisini şöyle şekillendirebiliriz:<br />

İ hdas: Ola ğan vaı lıklarm oluşumunu ifade eder.<br />

İ b da': Edebi varhklarm aram ız meydana getirili şleri.<br />

Halk: Arac ın veya arac ısız maddi varl ıkların meydana getirili şleri.<br />

Tekvin: Da ğılabilir varlıkların bil arac ıyla meydana getirili şleri<br />

(daha özel anlamda).<br />

mu'l-Felsefe, Tunus 1977.<br />

289 hal-at, ayn ı yer.<br />

290 Bk. Goichon, Distinction, s. 252; Gardet, La Pensee, s. 63.<br />

291 Goichon, Distinction, s. 252, 253.<br />

292 Bk. Lisânu'l-Arab, C. s, 2. 131; Cürcâni, Ta'rifât, s. 6.<br />

293 Bk. s. 102.<br />

294 Bk. Goichon, Distinction, s. 255.<br />

102


Görülüyor ki, İbn Sina'nın metafizik sisteminde "mümkün" "vieib"e,<br />

güç Mutlak Varl ık'a ba ğlıdır. Bu ba ğlılık ilişkisiyle bütün yaratılış<br />

teorisinin gayesi ortaya ç ıkmaktadır. Onun sisteminde iki e ğilim<br />

karşılaşmakta ve uzla şmayı denemektedir. Bir yönden İbn Sina İslam<br />

dininin inanç sistemiyle kendine yol vermeye çal ışmaktad ır. Akılüstü,<br />

aşkın bir Allah'a imam var. Bu Allah ayn ı zamanda Yarat ıcı'dır; öyle<br />

bir Yarat ıc ı ki, yeri, gö ğü ve onlar ın kaplad ığı her şeyi yoktan yarat ır295 .<br />

Diğer yönden entellektüel e ğitiminde ve felsefi dü şüncelerinde, yunan<br />

felsefesinden gelen, tam bir bütünlü ğe sahip, her varolu şun tek prensibi<br />

olan fakat mutlak anlamda yarat ıcı niteliği olmaks ızın tek prensip olan<br />

bir Varlık'a dayan ır. İbn Sina zihin için yeterli bir şekilde "Vacibu'l-<br />

Vücud"un varlığını gösteren ak ılyürütmeyi takib eder; fakat Goichon<br />

onun baz ı noktalarda anla şılmas ı zor ifadeler kulland ığını hatta hatalar<br />

bile yaptığını kaydeder 296 .<br />

Kendisinden varl ığın yayıhp ta şmas ı (feyezân) için at ılan İlk Varlık<br />

deyimi, özel bir kullam ş olarak, Aristo'ya atfedilen İsolocya'yı hat ırlatmaktad<br />

ır. Çünkü orada "her şey ondandır ve her şey yaln ız ondan<br />

fışkırır" denilmektedir 297. Buraya kadar k ısaca söylediklerimiz, yarat<br />

ılış konusunda İbn Sina' ınn Kur'an ve felsefeyi birle ştirme denemesi<br />

gibidir. Gerçekten de Allah' ın akılüstü a şkınlığı, doğu ş teorisiyle, varlıkların<br />

ta şmas ıyla z ıddı söylenmiş oluyor. Buna iyilikle geliştirilmiş<br />

yaratma mecburiyeti tezi, daha a şağıdakilerin yarat ılışında mümkünberi<br />

haz ırlayan baz ı üstün varl ıkların oynad ıkları arac ı rolü, sadece<br />

başlangıç olarak de ğil, fakat devaml ı bir yaratma mecburiyeti eklenebilir.<br />

Bunlar İbn Sina'nın bütün eserlerinde görülür. Onun için İbn Sina'n<br />

ın gözünde, yarat ılış, bir haraket noktas ından mümkün varl ıklar<br />

zincirine varan bir mecburiyetle ortaya ç ıkmaktadır. klemin yarat ıhşı<br />

böylece determinist yay ılıc ı bir nomizme do ğru gider. Bunun için, belirttiğimiz<br />

bu hususa ba ğlı olarak, İbn Sina'n ın h alk' ının Kur'an- ı Kerim'in<br />

h al k'ıyla ortak yönü sadece ad ı olarak gözükmektedir.<br />

İlk Sebep, Vacib Varl ık't ır. Fakat O, ba şkalarına oranla veya özünün<br />

tabiat' olarak vacib de ğildir, her yönüyle vacibdir (min ce ıncri<br />

cihetihi). Yarat ılmış varhklara oranla Yarat ıcı olma durumu veya özüne<br />

göre Yarat ıcı olma şekli İbn Sina için mecburidir. Bu, mümkün varl ığın<br />

temeldeki ba ğl ı/1114mm önünde gelen her şeyden sonuç olarak ç ıkan<br />

295 Bu tür yarat ılıştan sözeden âyetler şunlard ır: A'raf (7), 52; Yunus (10), 3; Hud (11),<br />

9; Furkan (35), 60; Secde (32), 3; Fussilet (41), 8-11; Kaf (50), 37; Hadid (57), 4; İbrahim (14),<br />

22; Nahl (16), 3: Ankebut (29), 43; Rum (30), 7; Zümer (39), 7; Ahkaf (46), 3; Fat ır (35), 17.<br />

296 Bkz. Distinction, s. 201.<br />

297 Krş. Metaphysique A, 2, s. 645.<br />

103


ir durumdur. Bunun geçerlili ği ne şekilde olursa olsun, İbn Sina için,<br />

kaidenin şu olduğu anla şılmaktadır: Her şeyin prensibi Vacib bir zatt ır.<br />

Fakat Vacib Va ıhk kendisinden itibaren varolan her şeyi mecburi k ılmaktad<br />

ır.<br />

Şeyhu'r-Reis'e göre yarat ılış, Vacib Varhk' ın mutlak lütfunun sonuçlar<br />

ında biri olarak kar şımıza ç ıkmaktadır. E ğer yarat ılış bir "laz<br />

ım"sa lütufla zaruri olarak beraber olur. Sonuç özden ak ıp ta şan<br />

bir karakterdir; çünkü lütuf yaln ız varlıkla gerçekle şmektedir. E ğer İlk<br />

Prensip varl ıksa aynı zamanda lütuftur. "Laz ım" yani lütuftan dökülen<br />

karakter, bununla özden ta şm.aktad ır. İlk Prensib'in gereklileri (levâz ım)<br />

aras ında bulunan yarat ılış O'nun "hüviyyet"tinden ta şar (el- faiza an<br />

hüviyetihi). Hüviyyet ise varolan mücerred zatt ır.<br />

Baz ı kere İbn Sina Vacib Varlık' ı "m e nb a '" olarak da adland ırır.<br />

Bu konuda kullan ılan diğer bir kelime de "t e c ellrdir. Kur'an'da Leyl<br />

suresinin ikinci âyetinde "ve'n-nehâri izâ tecellâ" olarak ve el-A'râf<br />

suresinin 143. âyetinde "felemma tecella rabbehu" şeklinde geçmektedir.<br />

Felsefede bamba şka bir mânâdad ır. Tecelli Vacib Varhk'm ışıldamas<br />

ıdır. Bu 'Odama varolan ve onu görmek için de ğişen yarat ıklar<br />

üzerine de ğil fakat onu bilmeden alan ve bu ışıldama ile varolan bütün<br />

yarat ıklar için vard ır. Mutlak iyilik zat ı itibariyle tecellisinin verilmi ş<br />

olmas ını istemekte ve e şyan ın vaılığı onun tecellisi ile varolmaktad ır298 .<br />

Böylece tecelli ile feyz'in ayn ı mânâya geldi ğini görüyoruz.<br />

Varl ığın kayna ğına uygulanan İbn Sina terminolojisi, Sunar'm da<br />

belirtti ği gibi299, monist bir e ğilime sâhiptir. Yarat ılış konusunda İbn<br />

Sina'n ın sarfetti ği büyük çaba, Bir ve Tek olan Va ılık'a çokluk sokmaksız<br />

ın böyle bir yarat ıh şı açıklamakt ır. O bunu felsefede böyle görüyor<br />

ve böyle vermek istiyor. Fakat bu istek, birlikle çokluk aras ında bir<br />

uyuşma yapmak için yeterli olam ıyor. Bir tür pantezim olarak görünen<br />

doğuş teorisi, İslâmi bilgilerle me şşailik aras ında dalgalanmaktâ ve bir<br />

fantazi olmaktan öteye geçememektedir.<br />

C— MADDE VE ŞEKIL:<br />

Alemin Allah'tan nas ıl taşıp yayıldığını ve olu ştuğunu gördükten<br />

sonra, en son ak ıl, faal akl ın dünyamıza nas ıl şekil verdiğini, oluş ve<br />

dağılış (kevn ve fesad) dünyas ının temelini meydana getiren madde ve<br />

şeklin olu şlarım, ne olduklar ını ve aralar ındaki münasebetlerin neler<br />

298 Bkz. Risâle ft ,çev. A. Ate ş, Istanbul 1953, s. 25 vd.<br />

299 Bk. Islam'da Felsefe ve Faratii, s. 9.<br />

104


olduğunu görmek, İbn Sina kosmogonisini daha .iyi anlamam ıza yard ım<br />

edecektir. Çünkü İbn Sina düşüncesine göre, üzerinde ya şadığımız dünya<br />

faal akıl tarafmdan yönetilmekte ve bütün olu şlar ancak onunla gerçekle<br />

şmektedir. Şimdi İbn Sina'n ın madde ve şekil konusundaki görü ş-<br />

lerini incelemeye çalışalım.<br />

İbn Sina düşüncesinde cismi her cevher madde ve şekilden meydana<br />

gelir ve bu ikisinden herbiri, di ğeri olmaks ızın fil halinde varolamaz.<br />

Çünkü varl ık, onların birle şmelerinden meydana gelen bir üründür.<br />

Madde yalnız bir haz ırlık, kendine verilecek olan ı almaya haz ır bir yetenek<br />

ve bir güc halinde bulunmad ır; halbuki şekil bir gerçekle şme ve<br />

bir fili halinde bulunmadır300. O halde İbn Sina'nın bu tür ifadesinden<br />

maddenin şekilsiz varolmadığı anla şılmaktad ır. Mecburi olarak ikisi<br />

birden mevcuttur. Şekilden a ıi, bağımsız cismi bir madde dü şünmek,<br />

bizi gerçek varolu ş dünyasının dışına ç ıkarır301 . Bununla birlikte madde<br />

ve şeklin birbirlerine ilgileri, izafi bir ba ğ değildir; bu, şu demektir:<br />

Biz bunlardan birini, ancak di ğerine başvurmakla anlayabiliriz. İbn<br />

Sina, "birçok cismi şekilleri kavrad ığımıza göre, bunlardan bir bölümünün<br />

maddesi oldu ğunu belirtmek bizim için zordur" 302 diyerek bütün şekillerin<br />

daima maddi olmalar ının düşünülmeeyece ğini belirtmek istemektedir.<br />

Esasen ona göre madde ile ili şkisi olmayan birçok "ayr ı şekiller"<br />

vard ır303. Maddi şekil varolu ş sırasında cisrrıl maddeden öncedir ve<br />

ancak şekilleri verici (vahibu's-suver) ona varolu şu verince cismi madde<br />

varhğa geçer 304.<br />

Yukarda belirtti ğimiz noktada, İbn Sina, Aristo'dan ayr ılmaktadır.<br />

Çünkü Aristo, sonsuz âlemdeki de ğişikliği aç ıklamak için madde ve şekilden<br />

sözederken 305, İbn Sina ayn ı elemanlardan yarat ıhşı (hilkat)-Kuran-<br />

ı Kerim verilerine göre— aç ıklamak için yararlan ır. Varolu ş hali herşeyden<br />

önce maddenin kendine uygun dü şen şekille birleşmesi durumudur;<br />

yokolu ş ise bunların ayrılığından ibârettir.<br />

Filozofumuzun dü şüncelerinde şekiller Faal Ak ıPda sonsuz olarak<br />

vard ır. Faal Ak ıl şekilleri verdiği zaman bir "oluş (kevn)" ve bun-<br />

300 Sifâ, Ilfıhiyat, C. 1, s. 74.<br />

301 A.g.e., s. 77.<br />

302 A.g.e., s. 80.<br />

303 A.g.e., ss. 37-88.<br />

304 A.g.e., s. 89.<br />

305 Kr Ş. La Maaphysique, Z, 3,1029 a; Z, 10, 1034 b; madde ve şekil ayırımı Aristo'da<br />

mantık Cınermesi iken (kr ş. Maaphysique, H, 1042 a, 454) Ibn Sina'da biu ikisinin ay ırımı<br />

metafizik bir olayd ır (bk. Gürkan (Kaz ım), Ebu Ali Ibn Sina, Istanbul 1954, s. 11.).<br />

105


ları aldığı zaman bir "da ğılış (fesad)" vard ır306. Böylece Aristo dü şüncesinde<br />

mevcut madde karanh ğından ç ıkıp sonsuza kadar devam eden<br />

elemanlar ve bunlarla birlikte bir madde buluyoruz. Yani "Faal Ak ıl"<br />

İlahi Hikmet'in gereklerine göre, elemanlara istenilen şekil vermekmektedir.<br />

Bu tür bir yarat ılış düşüncesiyle İbn Sina, felsefe ile iman ı<br />

birleştirm .ek çabas ı içindedir. Esasen bu konu hemen hemen bütün ortaça<br />

ğ filozoflar ında bulunan bir husustur. Ancak İbn Sina, böyle bir<br />

eğilimine, yani yarat ılışı bile Kur'an verilerine göre aç ıklamas ına rağmen,<br />

pek çok kim sece doyurucu bulunmam ışt ır. Bu yüzden de tenkidlere<br />

hedef olmu ştur. Çünkü onlarca, İbn Sina'n ın açıkladığı bu tür öncesiz<br />

bir yarat ılış, Yarat ıcı'nın faaliyetlerine hiç yer vermeyen mutlak hayali<br />

bir yarat ılış olma tehlikesini ortaya ç ıkarabilecek niteliktedir. Bundan<br />

ba şka maddi şeklin bu şekilde ortaya konusu, ferdiyet prensibi meselesini<br />

ortaya ç ıkarmaktad ır. Bu mesele ise oldukça skolastiktir. Acaba<br />

varl ıklarm ferdiyetlerinin temeli madde midir, şekil midir Bu konuda<br />

İbn Sina, kendisinden sonra Duns Scot'un yapt ığı gibi daha çok şekle<br />

yönelir; Saint Thomas ise maddeden yanad ır307 .<br />

imkanın bir güç oldu ğunu kabul eden İbn Sina, bu dü şünceden hareketle<br />

maddenin de güç oldu ğunu söylemektedir Çünkü ona göre, imkan,<br />

onu kendinde ta şıyan bir süjede, kendinde pozitif olma karakterini<br />

gizleyen madde de bulunabilir 308 . Her ne kadar madde varolu ş sıras ında,<br />

cevher, şekil ve varl ıktan sonra dördüncü s ırada bulunmakta ve bu yüzden<br />

gerçek süje de ğilse de bir imkan ta şımaktadır309. Ancak şu bir gerçek<br />

ki, varlık kendisinin sebepleri olan madde ve şekilden meydana gelmektedir.<br />

Çünkü Şifâ'nın verdi ği bilgilere göre, şekil maddenin gerekli bir<br />

ilene ği (araz)di ı 310. Sebebin sonuçtan önce olduğunu kabul eden İbn<br />

Sina, sebep olarak maddenin de varl ıktan önce gelmesi gerekti ğini ifade<br />

eder. Ona göre, şekil de varolu şta, bir önceliğe sahiptir. Onun bu önceliği<br />

maddeye oranla dü şünülmelidir. Gerçekten ikisinden herbiri, diğeri<br />

için varolan iki şeyin bulunmas ı mümkün değildir; çünkü bu iki<br />

şeyden herbiri, varolu şta, di ğerine oranla bir önceli ğe sahip olmak<br />

zorundad ır. Yani ba ğımlılık tek tarafl ıdır. Onun için madde ve şekil<br />

ba ğımlılıkta ve ayn ı zamanda olu şta e şit derecede de ğildirler; fakat şeklin<br />

oluş ve da ğılışta belli bir önceliği vard ır311 . Şeklin bu önceli ği, sebep ve<br />

306 Sifâ, Ilahiyat, C. 2, s. 410-414.<br />

307 Madkour, La Maaphysique du Shifa, s. 292.<br />

308 Saliba, Etude, s. 67.<br />

309 Necat, s. 208.<br />

310 Bk. C. I, s. 12; İbn Sina, Hayy b. Yakzan'da maddeyi garb s ınırı , şekli de doğu sınır ı<br />

olarak sembolize eder (bk. M ısır 1952, s. 19).<br />

311 Bkz. Şifa, Ilahiyat, C. I, s. 80-82; isarât, mâ ba'd et-Tabi'a, s. 81-84.<br />

106


zat önceli ğidir. Şifâ ve İşârât' ın bildirdiklerine göre madde d ışardan bir<br />

sebeple (faal ak ıl) vard ır. Bu aç ıdan de ğerlendirildiği zaman sebep yok<br />

olursa m a'lû1 da yok olur. İbn Sina sebebin sebeblenmi şe tesirini, anahtarlı<br />

elin haraketine benzetir. yokolursa sebep yokolmaz 312. Bunun<br />

için şeklin maddeye oranla bir önceli ği vard ır 313 .<br />

Yukarda maddenin varl ıktan önce gelmesi gerekti ğini söylemiştik;<br />

ancak bu ifade maddenin, vücudun varolu ş sebebi olduğu mânâs ında<br />

anla şılmamalıd ır. Madde varl ığın (vücudun) varolu ş sebebi olmayıp,<br />

sadece varolu şu kabul eden yerdir. Buna İbn Sina'nın ileri sürdüğü delil,<br />

madde ile varl ığın ki şiliğini meydana getiren şekille maddenin varolu<br />

şudur. O halde ontolojik derecelenm.ede madde, sadece şekilden<br />

aynı zamanda varl ıktan da a şağıdadn. Madde ancak şekille vardır ve<br />

şekilden ayrılamaz 314 .<br />

İbn Sina maddenin şekilden ayr ı olamayaca ğını ve kendinde fiil<br />

halinde varolamayaca ğını belirtmektedirms. Çünkü maddeyi güncelle ş-<br />

tiren şekildir. Bu dü şünce ile İbn Sina yenieflatuncu fikirlere yakla ş-<br />

maktad ır.<br />

Acaba madde ile şeklin aras ındaki ilişkinin tabiat ı nas ıldır Varlık<br />

aç ısından madde izafi bir şey olmay ıp şeklin basit bir ba ğlantısıd ır316 .<br />

Maddenin şekille bağlant ısı, İbn Sina dü şüncesinde, ili şki kategorisine<br />

girmez; çünkü maddesiz bir şekil dü şünebilece ğimiz gibi, şekilsiz bii<br />

madde de dü şünülebiliriz.<br />

Cismâni maddenin ancak şekille varoldu ğunu belirten İbn Sina, ayn ı<br />

şekilde maddi şeklin de ayrı olarak varolamayaca ğını, bu yüzden de<br />

aralar ında bir ili şki bağının ( al ak a tu'l -mu z af) olmad ığı kanaatindedin.<br />

Ona göre, madde ve şekil, önemli bir ilişki bağı olmaks ız ın, birbirinden<br />

ba ğımsız olarak vard ırlar; onlar ı karakterize eden tek şey<br />

birarada bulunmaland ır 317. Ancak onlar ın aras ında kar şılıkl ı ilişkilerin<br />

bulunduğu inkâr edilemez 318. Onlar ın bu ili şkileri, sebeple (illet) mahal<br />

ilişkisi gibidir. Biri illet di ğeri illetlenmi ştir319. Yani şekil, ilişkiyle<br />

maddeye ait de ğildir.<br />

312 A.g.e., s. 89.<br />

313 Aynı eser, s. 92. i şarat varolu ş düşüncesinde cismin yüzeyden yiizeyin çizgiden ve<br />

çizginin noktadan önce oldu ğunu bildirir (s. 109).<br />

314 Necat, ss. 204-206; R. fi'l-Hudad, s. 58; /Oral, Tabiat s. 59.<br />

315 Aynı eser, s. 203; Şifa, ilahiyat, C. I, as. 87-88.<br />

316 Şifa, Ilahiyat, C. I, s. 80 vd.<br />

317 Aynı eser, s. 81.<br />

318 Aynı eser, s. 82.<br />

319 Ayni eser, s. 63, 87; ayr ıca bk. Atay, bn Sina'run Varlıkçilığı (basillyor), s. 87.<br />

107


İbn Sina düşüncesinde madde şeklin sebebi olamaz; çünkü o, sadece<br />

şekli kabul etme gücüne sahiptir 320 ve alıcı olmanın üstüne ç ıkamaz. O,<br />

kendini şu veya bu şekilde almaya haz ırlayan bir yetene ğe sâhiptir.<br />

Madde varolma olay ında kendine yeterli de ğildir; ancak şekille varolur 321 .<br />

Burada şunu hemen belirtelim ki, maddeleri olabilecekleri şekle haz ırlayan<br />

semavi feleklerin çe şitli hareketleridir. Bu şekli onlara veren de<br />

faal ak ıl'dır. İbn Sina felsefesinin şekil aç ı s ından karakteristik yönü<br />

bu "haz ır olma hali"dir. Madde konusunda, biraz ileride aç ıklanaca ğı<br />

gibi, onun bu şekli almaya tamamen uygun olduğu an, bir şekli almaya<br />

haz ırlandığı görü şü vardır. 0 halde şeklin meydana geli şinin aç ıklanmasında,<br />

İbn Sina felsefesinde üç eleman rol oynamaktad ır: madde,<br />

maddeyi haz ırlayıcı ve bu madde haz ır olunca ona şekli veren ak ıl (yani<br />

faal akıl) 322 .<br />

Yukarda söylediklerimizi biraz açal ım. Biz suyun maddesinden bir<br />

heykel yapamay ız; fakat o heykeli ancak tunçtan veya benzeri bir madden<br />

yapar ız. İşte maddeye verilmi ş bulunan bu "al ı c ı l ı k" niteliği,<br />

onun şeklin sebebi olmas ına sebep olur; çünkü alan şey aldığı şeyin<br />

sebebi olamaz 323. "Güç halinde olan asla fiil halinde olan ın sebebi olamaz<br />

324" prensibinden hareket eden dü şünce tarz ında madde şeklin sebebi<br />

olamaz. Üstelik, e ğer madde şeklin sebebi olsayd ı, cevheriyle daha<br />

önce oluşunu şekle borçlu olacakt ı; ancak daha önce belirtti ğimiz gibi,<br />

madde yarat ılış düzeninde, kendinden önce gelen şekilden önce de ğildir.<br />

Bundan sonuç olarak şu çıkartılabilir: Madde şeklin sebebi olamaz 325.<br />

İbn Sina maddenin, "d ışardan bir tabiatla fiil haline gelmedikçe,<br />

kendisiyle fiil halinde olduğu bir "hakikati" ve güç halinde oldu ğu<br />

bir ba şka "h a ki k at ı" yoktur" diyerek maddenin kendinde (fi nefsihi)<br />

ve ağırlığının özü itibariyle güç oldu ğunu ve ona dışardan gelen tabiat ın<br />

şekil oldu ğunu söyler 326 .<br />

Fakat e ğer madde şeklin sebebi de ğilse onun sonucu olacak midir<br />

Aynı şekilde şekil maddenin sebebi olarak kabul edilebilir mi İbn Sina<br />

bu konuda, maddeden ayr ılmayan şekil ile bir ba şka şekle yerini verebil-<br />

320 Kr ş. Plotin, Les Enn4ades, s. 195.<br />

321 A.g.e., C. II, ss. 404-405; C. I, s. 83; i şarlit, Tabiat, s. 81.<br />

322 Bkz. Gilson, Pourquoi..., s. 39 vd.<br />

323 Şifâ, Ilahiyat, C. I, s. 85; Necat, s. 207. Bunun içinde ki, İbn Sina bir eserinde, maddeyi<br />

"kemali kabul eden mevzu" olarak tanunlamaktachr s. 84).<br />

324 Şifâ, Ilâhiyat, C. I, s. 84.<br />

325 A.g.e., s. 67, 68, 83; Uynnu'l-Hikme, s. 48 vd.<br />

326 Şifâ, Ilahiyat, C. I, s. 68; ! şark, Tabiat, s. 64.<br />

108


mek için maddeden ayr ılan şekil arasına bir ayr ılık kor327 . İbn Sina'ya<br />

göre, varsay ım ayrılmayan şekil hakkında geçerlidir, yani şekil maddenin<br />

sebebi olabilir. Halbuki maddeden ayrılan şekil, yani maddeyi bir<br />

ba şka şekle yer vermek için b ırakan şekil asla kendi özüyle maddenin<br />

sebebi olamaz. Çünkü bu halde, e ğer şekil maddenin sebebi olsayd ı bu<br />

madde şeklin kayboluşundan sonra kaybolacakt ı ve yeni verilen şekli<br />

ta şıyacak olan bir ikinci madde ile yer de ğiştirecekti. Fakat bu imkansızdır.<br />

Maddenin sebebi şekil olmayıp, belki şekille beraber bir ba şka<br />

şeydir 328 .<br />

İşte bunun için, İbn Rüşd, İbn Sina'nm ayr ı bir fail kabul etti ğini<br />

söylüyordu 329. Gerçekte, İbn Sina düşüncesinde maddenin varl ığı ona<br />

şekil veren sebebin varl ığından ileri gelmektedir 3313. E ğer var olan şekil<br />

kaybolursa maddenin varl ığı, "şekillerin ba ğışlay ıcısı"nın şanlı ad ını<br />

taşıyan ve kaybolan şekle yeni bir şekil ikâme eden ilk sebebin varl ı-<br />

ğıyla sağlanmaktadır. "Varhkta şekil maddeden önce gelir" formülünii<br />

bu şekilde anlamal ıdır. Madde şekli meydana getirmemektedir; çünkü<br />

o, şeklin sebebi de ğildir331 .<br />

İbni Sina'nın bu şekildeki dü şüncesi, arazlar ın devaml ı olarak yarat<br />

ıldığını, onların ancak etki eden (müessir) sebebin her zaman mevcut<br />

aksiyorıu ile varlıklarını sürdürdüklerini kabul eden kelâmc ılarm düşüncesinden<br />

uzak de ğildir. Bununla birlikte kelâmc ılarda arazlarm kendilerinden<br />

süreleri olmad ığı halde, İbn Sina düşüncesinde, şekiller, ancak<br />

maddedeki yeni uygunluk, maddeyi Allah taraf ından verilmi ş yeni<br />

şekli almaya haz ırladığı sırada kaybolurlar. Çünkü kelâme ılar için olsun,<br />

İbn Sina için olsun, gerçekte Allah müessir sebep olarak kahr 332.<br />

Şekillerdeki farkl ılık, feleklerin kendi aralar ındaki hız ve aral ıkla<br />

birbirlerinden farkl ı olmalar ından ileri gelmektedir. Halbuki maddedeki<br />

benzerlik feleklerin dairevi hareketlerinde uyu şmalar ından ileri<br />

gelmektedir. Buna göre, felekler aras ındaki durumların ayrımından şekil<br />

ve onların benze ıliğinden madde ileri gelmektedir. Gerçekte şekiller,<br />

felekî hareketler yard ım ıyla, şekilleri meydana getiren son akl ın dün-<br />

327 A.g.e., s. 84 vd.<br />

328 A.g.e., s. 89.<br />

329 Saliba, tude, s. 70.<br />

330 Krş. De Boer, Madde, mad. İ.A.<br />

331 İş'ark, Tabiat, s. 70.<br />

332 Bkz. Necat, s. 281; Sif ıl, ilahiyat, C. 2, s. 410 vd.<br />

333 Aristo ise, gerçe ğin ne maddeye, ne de şekle ait olmadığını, ancak ikisinin ona katk ıları<br />

olduğunu ve gerçe ğin yalnız onlar ın birle şiminde olduğunu söyler (bk Hamelin (P), Le Syste-me<br />

d'Aristote, Paris 1920, s. 403).<br />

109


yamaz üzerindeki eyleminden ileri gelmektedir. Böylece madde varolduğu<br />

andan itibaren şekli almak için genel bir uygunlu ğa veya elveri ş -<br />

liliğe sahiptir. Fakat bu genel elveri şlilik, maddenin nas ıl olup da bir<br />

başka şekli değil de, kendinde bulunan şekli benimsediğini aç ıklamak<br />

için yeterli de ğildir. «Üstelik maddenin, kendinde semavi varl ıklarm tesirinden<br />

meydana gelen özel bir elveri şliliği kazanmaya hususi bir şekilde<br />

haz ırlanmış olmas ı gerekir 333 .<br />

Böylece, şekil kevn ve fe s a d aleminde olup, dünyam ıza yöneten,<br />

semavi düzenin en son akl ı, faal ak ıl olan ayr ı bir cevherin madde üzerine<br />

etkisinden ileri gelmektedir.<br />

Bu aç ıklamalardan kolayca anla şılmaktad ır ki, şeklin esasa ait<br />

özelliği "ilahi olmak"t ır (gerçekle dolu ve olgunlu ğun kayna ğı) 334. Basit<br />

bir misal vermek için denilebilir ki, suyu 'satt ığı= zaman onun maddesinde<br />

ate şinkine benzer s ıcaklığın şeklini alacak bir elveri şlilik (yetenek)<br />

meydana getiriyoruz. Is ıtmaya sonuna kadar devam etti ğimiz<br />

takdirde ate şin şeklini soğuk şeklin yerine koyuyoruz. Ate şin şeklinin<br />

suda meydana gelmesi için, bu suyun maddesinin daha önceden bir şekli<br />

almaya haz ırlanmış olmas ı gerekir 335 .<br />

İbn Sina sisteminde, şekilsiz bir madde durumsuz olur 336. E ğer<br />

madde al ıc ı bir cevherse, kendinde birle şme olmaks ı z ın veya şekil bulunmaks<br />

ızın kendisi bir ölçü veya bir boyut olamaz 337. Bundan anlaşılmaktad<br />

ır ki, İbn Sina'ya göre, madde zat ında de ğil, fakat varolmasmşekle<br />

ihtiyac ı vardır. Ne zaman madde fiil halinde varsa, i şte o zaman<br />

şekille beraberdir. Bu dü şünceler alt ında maddenin şekilden tecrid<br />

imkans ız olduğu ortaya ç ıkmaktad ır. Onun için ilk madde varolu<br />

şta şekilden önce gelmez; çünkü o şekli alıcıdır ve böyle olmas ı itibariyle<br />

de mümkündür 338 .<br />

Sonuç olarak diyebiliriz ki, İbn Sina, varl ıklar", v arlığa en çok lay ık<br />

olanlardan ba şlayarak incelemektedir. Onun dü şüncesinde maddenin<br />

bir çe şit yetersizli ği vardır ve bir ba şka yerden şekil aracılığıyla olgunluk<br />

(kemal) almaktad ır. Kendili ğinden varl ığını sürdüren cevherler aras<br />

ında şeklin, kendine de ğer sa ğlayan bir yeri varken madde güç halin-<br />

334 Böylece fizikte, en mühim yeri i şgal eden, madde, metafizikte ise şekil olmaktad ır.<br />

Bunlar metafizikte cismi te şkil eden unsurlard ır. Madde edilgen (munfail), şekil etken (fail) unsurdur<br />

(bk. De Boer, Madde).<br />

335 Bk. Necat, ss. 101, 282.<br />

336 /Orta, Tabiat, ss. 54, 97; Necat, s. 203.<br />

337 A.g.e., s. 205.<br />

338 Kr ş . Şifd, Ilahiyat, C. I, ss. 72, 77; hafta, Tabiat, s. 24.<br />

110


deki cevherliliği kabul edenler aras ında say ılmaktad ır. Yetersizlik halinde<br />

bulunan madde varl ığa eri şememekten endi şelidir. Madde, adeta,<br />

varolmak için şekle doğru eğilimlidir; onda mutlak yokluk bulunmamakta<br />

birlikte "göreli yokluk (izafi adem)" vard ır.<br />

İbn Sina'ya göre şekiller faal akl ın yay ılmalarıdır; bize sezgiyle<br />

inmekteler veya bizimle faal akl ın birle şmesine yard ım etmekteler.<br />

Bu bilgilerden anla şıldığı gibi, madde kavram ı konusunda İbn Sina<br />

yenieflatuncu fikirlerin tesirindedir.<br />

D— İLLİYET NAZAR İYES İ (NEDENSELL İK)<br />

İbn Sina Ilahiyat konusunda büyük titizlik gösterir; daha önce de<br />

belirttiğimiz gibi bu konu en güzel ve en mükemmel olan ın ilmidir.<br />

Ilahiyat konular ı içinde de sebepler konusuna büyük yer verir. Onu<br />

bir düzen ve aç ıkl ıkla sergiler. Bu konuda Aristo'ya oldukça ba ğlıdır;<br />

fakat Aristo'dan farkl ı ' yeni şeyler söylediği de gerçektir. Muallim-i<br />

Evvel'de bulunanlar hemen hemen aynen onda da bulunur. Fakat belki<br />

daha güzel şekilde analiz edilmi ş ve geliştirilmiş olarak sergilenir. Bu<br />

konunun i şleniş şekli, İbn Sina'n ın sisteminin amac ına en uygun şekilde<br />

gelişir.<br />

İslam Felsefesinde Sebep ve İ 11 e t kelimeleri birbirinin anlamdaşı<br />

(müteradif) olarak kullan ılmıştır; ancak İbn Sina bunlardan çoğunlukla<br />

ikincisinden faydalan ır. Onun düşüncesinde olu şan ve varolanın<br />

sebebi ilk ve son sebep olan Allah't ır. Sebep ve sonucun (gaye) hemzaman<br />

oldu ğunu kabul eden İbn Sina için olgun bir sebep hiçbir zaman<br />

sonuçcuz veya gayesiz olamaz. Bunun içindir ki zaman bak ımından<br />

değil fakat olgunluk (kemâl) bak ımından ve sıra yönünden Allah âlemden<br />

önce gelir. Allah alemi dü şünür, ayn ı anda Mem var olur. Onun Allah'<br />

ın düşüncesi ile hemzaman bulunan olu şu, hiçbir engelle kar şılaş -<br />

maz; ne belirli bir süre kabul eder, ne kesilmeye u ğrar. Ancak daha önce<br />

de belirtti ğimiz gibi kelamc ılar için, Allah alemi yaratma konusunda<br />

hür iradeye sâhiptir.<br />

Her şeyden önce, İbn Sina, sebebi nas ıl anlıyor veya tan ımlıyor<br />

bilinmesi gerekir. İbn Sina felsefi tarifleri s ıralad ığı Risâle<br />

adl ı eserinde sebebi (illet) şöyle helirtir:" Sebep bir varl ığın fiil halindeki<br />

varlığını kendisinden aldığı, bir ba şka varlığın vücudunun zat ıdır, ve<br />

ve sebep varl ığını, fiil halindeki bu varl ıktan almaz. ,JS" :11.11<br />

339 . j".411, .5_"" },;,11; U. j.aJI., l b 1m<br />

339 s. 100.<br />

111


Sebepli (malül) ise bu tan ımdan da anla şılacağı gibi, "fiil halindeki<br />

varlığı bir başkas ından gelen zatt ır. 340 .<br />

Bu tarifden anla şılmaktad ır ki İbn Sina ontolojisinde malûl varlığın<br />

vücudu sebebe (illet) ba ğlıdır341 . Diğer yönden İbn Sina'ya göre, a)<br />

sebep (illet) ve sebepli (malül) hemzamand ır, "illetin" kaybolu şuyla<br />

"malül" da kayboluı, b) sebep sebepliden daha yüksek ve önemli bir<br />

yer i şgal eder, e) ilk sebep ve her şey için varlığı zorunlu olan Allah mutlak<br />

olarak basittir, d) Allah'tan ba şka her varl ıkta bir mahiyet ve bir<br />

vaılık (vücud) ayr ılığı vardır, e) bir şeyin mahiyetinin ilk sebebi madde<br />

ve şekil (suret), aynı şeyin varlığının ilk sebebi fail sebep ve gayedir, f)<br />

son gaye, fail sebebi belirler ve böylece o, fail sebebin de fail sebebidir 342 .<br />

Öyle ise fiil halinde olan sebep, sebebin varl ığından ortaya ç ıkmaz 343<br />

ığa sebepliden daha önce lay ıktır. Sebeplinin varl ığı se- ve sebep varl<br />

bebin varlığına bağlıdır, sebep yoksa sebepli de yoktur 344. Malül, sebebin<br />

sebebi olamaz, aksine varl ıkta sebep öncedir ve malüle varl ık verir 345 .<br />

İbn Sina bu konuda Aristo'nun etkisindedir 346 .<br />

Gene Aristo'nun etkisinde kala ı ak sebeplerin çe şitleri konusunda,<br />

Necat ve Şiffda verdi ği bilgilere göre, dört çe şit sebep (illet) vard ır:<br />

Maddi, şekli, fail ve gayesel (gai) 347 . İbn Sina bu şekilde adland ırdığı sebepleri<br />

Uyünu'l-Hikme'de bir ba şka biçimde sergiler: Ma fihi (onda):<br />

maddi; ma bihi (onunla): şekli; ma minhu (ondan): fail; ma lehu (onun<br />

için): gati348 .<br />

Bu tür bir ay ırımın yan ında, sebepleri, bizzat şeyin sebebi, araz,<br />

yakın sebep, uzak sebep, şeyin varlığının sebebi ve şeyin varlığının devamının<br />

sebebi olarak da s ınıfland ıran 349 İbn Sina, bu tür bir ay ırımıyla<br />

da Aristo'nun tesirindedir 350 .<br />

340 Aym eser, s. 100.<br />

341 Bk. Iştıreit, Mâ ba'd et-Tabia, s. 110.<br />

342 Bk. De Boer, Sebep, İ.A.<br />

343 Hudild, s. 100.<br />

344 Necat, s. 222.<br />

345 Işeıreıt, Tabiat, s. 89 vd; Necat, s. 222.<br />

346 Kr ş. Metaphysique, A, 2, 10136, 1014, a.<br />

347 Necat, s. 83, 236, 252; Sifri, Dâhiyat, s. 257; kr ş. Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev. V.<br />

Eralp, İstanbul 1949, s. 62.<br />

348 Bedevi yay., s. 52.<br />

349 Bk. Şehristani, Milel, C. 2, s. 1900; ayr ıca bk. Atay, Farabi ve İbn Sina'ya göre Yaratma,<br />

<strong>Ankara</strong> 1974, s. 94.<br />

350 Kr ş. Aristo. s. 57 Maaphysique, A, 2, 1014 a.<br />

112


E ş - Şifa'da verdi ği açıklamalara göre, maddi sebep, e şyanın güç<br />

halindeki kurucu k ısımda; şekli sebep güç halindeki parça; fail sebep,<br />

e şyanın varlığını meydana getiren; gal sebep de, kendisi sebebiyle varl ık<br />

kazanılan fakat kendinden ayr ı olan gayedir 351 . Bu sebepler ancak dört<br />

tane olabilirler; çünkü sebep ya malül varl ığın yap ıs ında vard ır veya<br />

yoktur. E ğer bu sebep varl ığın yap ısında varsa, o güç halindeki varl ığı<br />

gerçekle ştirendir ki maddedir; veya o, varl ığı fiil halinde gerçekle ştirendir,<br />

yani şekildir. Eğer bundan ayr ı olarak sebep varl ığın yap ısında değil<br />

de dışardan bir sebepse. ya bu sebep sebebiyle de ğişiklik meydana gelmektedir;<br />

bu takdirde o gayeye ait sebeptir. Veya sebep oldu ğu varlığın<br />

özünde bulunmaks ızın gene onun varlığında rol oynar, bu takdirde de<br />

fail sebeptir. İbn Sina sebeplerin say ısını be şe çıkarmanın mümkün<br />

olabilece ğini ancak mevzu' ile suret ayn ı şeyi verece ğinden bunun bir şeyi<br />

iki defa tekrar etmek oldu ğunu söyler352. Şifâ'da mevzu' yerine "kâbil"<br />

terimini kullanan353 İbn Sina daha sonra bu konudaki aç ıklamalar ı verir.<br />

Bu aç ıklamalara göre:<br />

1—Maddi Sebep (el-illet el-unsuriyye):<br />

Bu herhangi bir şeyi alabilme yetene ğidir; t ıpkı yazıyı almaya yetenekli<br />

tahta, karyola olmaya yetenekli a ğaç veya ço ğalmaya elveri şli<br />

sayılar gibi 354. Tek bir cümle ile ifade edilmek istenirse, madde, oldu ğu<br />

gibi yani madde olmas ı itibariyle, basit bir terkib olup şekli ona dışardan<br />

gelir; çünkü o, madde (unsur) olmas ı itibâriyle sadece kabul eden<br />

niteliğini ta Şır355 . İbn Sina dü şüncesinde madde güç halindedir 356; fiil<br />

haline geçmek için, kendisine ait şekle oranla basit oldu ğu zaman yer<br />

(mevzu') olarak adland ırılır. İbn Sina, maddenin birle şik olması halinde<br />

unsur olarak adland ınlaea ğını söyleyerek ona kategorik bir çehre vermeye<br />

çalışır357 .<br />

2— Şekli Sebep (el-illet el-suveriyye):<br />

İbn Sina'nın anlayışında bu sebep (el-illet el-suveriyye), bir şeyin<br />

heyetinin bir bölümüdür; şey onunla olu şur ve onunla fül halinde bu-<br />

351 Uyilnu'l-Hikme, Bedevi yay., s. 52.<br />

352 Krş , İlâhiyat s. 57.<br />

353 Krş. Ilâhiyat, s. 257.<br />

354 Şifâ, ilâhiyat, C. 2, s. 278-279.<br />

355 Aynı eser, s. 281.<br />

356 Aristo'dan aktar ılan bu görü ş için bk. Bolay (S.H.), Aristo Metafizi ği ile Gazzali Metafiziğinin<br />

Karstla şttrilmast, <strong>Ankara</strong> 1976, s. 42.<br />

357 Aynı eser, s. 280.<br />

113


lunur. Şifâ'da verdi ği bilgilere göre, şekil diye iş görebilen her şeye denir<br />

358 . Yani şekil kelimesi ayrı cevherlere uygulan ır. Ayrıca, şekil denilince<br />

kastedilen, maddeyi belirten ve onu tamamlayan şeydir. Bu şekil<br />

hareketin ve farkl ı arazlarm kayna ğıdır359 . İbn Sina şekli farklı özellikler,<br />

cins, tür hakk ında da kullan ılabilece ğini söylemektedir. Onun bu<br />

tür bilgileri Aristo'dan kaynaklanmaktad ır.<br />

Mânâ yönünden, fiilen yap ılabilen her şeye şekil ad ı verilebileceğini<br />

söyleyen İbn Sina'ya göre, ayr ı cevhere de bu mânâda şekil adı verilebilir.<br />

Çünkü o, bir maddenin fiilen varolmas ı halinin şeklidir. Ancak bu durumda<br />

akli cevherler ile araza şekil (suret) denemez 360 . Şekli sebep bir maddeyi<br />

olgunla ştıran şeydir. Bu aç ıdan de ğerlendirildi ği takdirde bütüne<br />

parçalar ın şekli denilenilmektedir.<br />

İbn Sina'nın bu konudaki açıklamalar ına göre, sanat, yap ılan bir<br />

şeyin içindeki şeklidir. Bina, zat ında hareketin bir tür şeklidir. Sa ğlığın<br />

seliımetin şekli olduğu gibi, ilacın tarifi de şifaland ırman ın şeklidir361 .<br />

İbn Sina'n ın " şekil, farkl ı özellikler, cins, tür hakk ında da kullan ılır"<br />

sözünü bu değerlendirmeler ışığında anlamal ıdır.<br />

3— Fail Sebep (el-illet el-failiy .ye):<br />

Bu sebep, ba şka bir varlığın kendisinin sağlayamad ığı vücudu ona<br />

veren sebeptir. O varl ığın ortaya ç ıkmas ı bu kaynakla (fail sebeple)<br />

gerçekle şir. İbn Sina dü şüncesinde Fail sebebin daima fiil halinde olması<br />

gerekmez; aksine onunla herhangi bir şey fiil halinde varolur 362.<br />

Fail oluşu itibariyle sebepliyi (malül ve mefulu) ortaya ç ıkarabilir.<br />

E şyanın sadece varl ık kazanabilmek için fail sebebe muhtaç oldu ğu<br />

ve bu varlığı kazand ıktan sonra ondan ayr ılabilece ğinin düşünülebilece<br />

ğini ifade eden İbn Sina, bu durumda fail sebebin rolünün varl ığı orortaya<br />

ç ıkarmak oldu ğunu söyler. Böylece failin, sebepli (n ıalill) nesneden<br />

önce oldu ğu anla şılmaktad ır. Hiçbir şey onun bu nesneye beraber<br />

olmas ını gerektirmez. Bu tür bir görü ş İbn Sina için tutarl ı olamaz.<br />

Çünkü varolu ş ya kendiliğinden gerçekle şir; bu halde d ışardan bir sebebe<br />

muhtaç de ğildir; veya varolu ş varlığı alan nesnenin cevherinden ayr ı -<br />

d ır; bu halde de ancak onu meydana getiren sebep sayesinde varolup,<br />

hayatta kalabilir 363 .<br />

358 Aynı eser, s. 282.<br />

359 A.g.e., s. 258 vd-282; ayr ıca bk. Atay, Farabi ve İbn Sina'da..., s. 96.<br />

360 Şifâ, ilâhiyat, C. 2, s. 282.<br />

361 A.g.e., s. 282.<br />

362 Aynı eser, s. 259.<br />

363 Aynı eser, s. 261-262.<br />

114


Bütün bu aç ıklamalardan anla şılmaktad ır ki, İbn Sina (finaliteye)<br />

yer vermekteyse de fiziki alanda sebeplilik (causalite) ilkelerine ba ğ-<br />

lıdır.<br />

İbn Sina'n ın kozalite anlay ışında fail sebep (fail illet) sonucundan<br />

ayr ıdır; zaman içinde ondan önce gelir. Bunun gibi, etken ve edilgen<br />

(fail ve meful) zaman içinde sonuçtan önce gelirler. Fail sonuçtan daha<br />

üstün ve daha asildir; çünkü fail ona varl ığı verendir ve veren alana<br />

göre daha asildir. Birisi ebedi olarak al ıcı (müstefid) di ğeri (ffnl) veren<br />

(müfid)dir. Ayr ıca İbn Sina failin bazan şeklin bazan da maddenin sebebi<br />

olduğunu söyler.<br />

4— Gaye-Sebeb (el-illet el-gaiyye):<br />

İbn Sina, metafizi ğinde, gayeyi şöyle tanımlar: "Gaye kendisi<br />

vücud olmay ıp, fakat vücudun onun için oldu ğu şeydir" 364. Bu tarif<br />

sonucu, gaye sebebinin di ğer sebeplerden hem önce hem sonra oldu ğu<br />

anla şılmaktad ır. Aslında onun gerçekle şmesi bir şeyin varlık kazanmas<br />

ından sonra olur; ancak o, gerçekle şme eyleminin ba şlamas ından önce<br />

de vard ır; çünkii olu ş bu gaye için ba şlamışt ır. O halde gaye olu şun bitişiyle<br />

ortaya ç ıktığından olu şun veya hareketin devam etti ği sürece gerçekk<br />

şmez 365. Sözgelimi insan bir yeri özler, bulundu ğu yerden ç ıkar ve<br />

oraya yönelir. Haraketi özledi ği yere var ınca sona erer. Onu isteklendiren,<br />

özleten, adalelerini harekete geçiren kuvvetin ula ştığı yer, özledi ği<br />

yer yani gayesidir. Veya bir insan arkada şını hat ırlar, özlem duyar,<br />

onunla kar şılaşabileceği bir yere hareket eder ve haraketi o yerde son<br />

bulur. Ancak burada özleme gücü ile hareket gücünün gayesi ayni değildir;<br />

fakat özleyen bu gayeyi takibetmektedir ve bunun sonunda arkada<br />

şı ile buluşmaktad ır. Bunlardan anla şılmaktad ır ki organlardaki<br />

hareket ettirici kuvvet olan gaye, ilk güçtür 366. Yukar ıdaki aç ıklamalardan<br />

anla şılaca ğı gibi, İbn Sina dü şüncesinde, gaye bir sebeptir, olu şan<br />

bir şeye sebep olan failin sebebidir, bu da şeklin ortaya ç ıkmas ın ın sebebidir,<br />

bu son sebep de birle şik olan ın ortaya ç ıkmasın ın sebebidir.<br />

Tıpkı şifa için çalışan doktorun durumunda oldu ğu gibi: Doktor şifa<br />

için çalışır; Şifa= şekli nefiste t ıbbi bir sanatta. İşte bu sanat doktorun<br />

iradesini çal ışmaya sevkeder ve sonunda şifa meydana ç ıkar367 .<br />

İbn Sina gayenin fail dışında da oluşahilece ğini ifade etmektedir.<br />

Kazanılan bir zaferin ba şkalarında meydana getirdi ği sevinç ve bir ba ş-<br />

364 Şifâ, ilahiyat, C. 2, s. 283; Necat, s. 213 vd.<br />

365 Şifâ, Ilahiyat, C. 2, s. 283; Necat, s. 213 vd.<br />

366 Şifâ, ilahiyat, C. 2, s. 281; Necat, s. 213.<br />

367 Aynı yer; Ayr ıca bkz. Kitâb en-Nefs.<br />

115


kas ına zevk vermek için yap ılan bir hareketin meydana getirdi ği sonuç<br />

bu türdendir. Bilinen gayelerden biri ba şkalarının yaptığı gibi yapmakt<br />

ır; bu halde şiddetli bir arzunun nesnesi olmas ı itibariyle taklit misali<br />

bir gaye ve taklit kendisi de bir gayedir 368 .<br />

Şifa ve Necat' ın verdi ği bilgilerden anla şılmaktad ır ki, İbn Sina<br />

kozalitesinde gaye sebebi di ğer sebepleri de belirler; bu sebep hem mant<br />

ıki hem de ontolojik olarak onlardan önce gelir, o, sebeplerin sebebidir369<br />

. Esasen İbn Sina, aç ıklamalar ıyla diğer sebepleri gaye sebebine<br />

yöneltmektedir 370. Bu tür bir yorumlama ile sebepleri maddi şekle yönelten<br />

Aristo'dan ayr ılır. Aristo'ya göre fail sadece bir şekle göre hareket<br />

eder ve haraket ettirici yaln ız gaye edindiği bir şekle göre harekete geçer<br />

371 . İbn Sina'n ın Aristo'dan daha fazla finaliteye dayanmas ı tabiidir;<br />

çünkü onun bütün dünyas ı gayelerin gayesi İlk Yarat ıcı'ya teslim olur.<br />

Finaliteden bahsetmek rastlant ıları inkâr etmek demek de ğildir; çünkü<br />

İbn Sina için raslant ı, belirsiz saklanm ış bir gayedir 372.<br />

İbn Sina sisteminde, bu görü şün bir sonucu, yarat ılmış alemde,<br />

bütünüyle, gayesiz yarat ılmış, bo şuna bir şey yoktur; aksine onda herşey<br />

bir düzen içinde haraket eder ve ebedi bir hikmete göre gerçekle ş -<br />

tirilmişlerdir 373. Bu ifade Alü İmran suresinin 191. âyetiyle aynile şiı .<br />

İbn Sina, düşüncelerindeki finalite gere ği, her harakette özlem duyulan<br />

bir nesne oldu ğunu kabul eder; ona göre i şte bu nesne haraketin<br />

gayesidir. E ğer hareket o nesne için yap ılıyorsa, sözü edilen gaye<br />

hareketin biti şinden sonra ortaya ç ıkacakt ır. Bunun için İbn Sina,<br />

"hareket, şevk ve hayâlin birle ştiği bir son, iradi bir gayedir" der; ona<br />

göre bu, gaye de ğilse abestir 374 .<br />

" Şeyhu'r-Reis"in dü şüncesinde, e ğer hayal özlem ba şlang ıcı ise<br />

bo şuna bir u ğraşı olur. Teneffüs etme gibi, tabiatla birlikte bir hayal<br />

ise bu fiile, tabii veya zaruri kas ıt denir. Bu hayal yarat ılıştan veya nefsani<br />

bir yeti ise buna âdet veya al ışkanlık denir; çünkü yaratma fillerin<br />

kullanılmas ıyla ortaya ç ıkar. Bu dü şüncelerden hareket eden İbn Sina<br />

yaratma'nın da bir adet olduğunu ifade eder 378 .<br />

368 Şifiı, Ilahiyat, C. 2, s. 283.<br />

369 Aynı eser, s. 292.<br />

370 Kr ş. Aynı eser, s. 2094 vd.<br />

371 Kr ş . Maphysique, A. s. 30.<br />

372 Krş . Şifa, ilahiyat, C. 2, s. 284 vd.<br />

373 Aynı eser, s. 289 vd.<br />

374 Şifii, Ilahiyat, C. 2, s. 286.<br />

375 Aynı eser, s. 287.<br />

116


Şifâ'daki bilgiler gözönüne al ınırsa, gerçek sebepler sonuelanyla<br />

birlikte bulunurlar, halbuki sonuçlar ından önce gelen sebepler arizi<br />

sebeplerdir. Sebepler sonludurlar, yani onlar, ba şkas ının kendine asla<br />

sebep olmad ığı, bizzat kendisiyle sebeplerin sebebi olanda son bulurlar376<br />

.<br />

Böylece ilk sebep dü şüncesine vararak Allah' ı sebeplerin sebebi<br />

kabul eden İbn Sina, en olgun sebebin, varl ık veren ve bu varl ığı koruyand<br />

ır diyerek i b d â'y ı buradan aç ıklamaya yönelir. Çünkü onun düşüncesinde,<br />

ibda' mutlak yokluktan (leys) sonra varolu ştur (eys) 377 .<br />

İbdâ'ya bir ba şka anlam daha veren İbn sina, bunun en aç ık bir mânâ<br />

olduğunu söyler. Buna göre Ibda' öngörülen maddesiz yoktan (ex nihilo)<br />

var etmedir; en yüksek şekli ise arac ısız olmas ı ve İ lk Sebep den<br />

doğrudan sudurudur 378 .<br />

Böylece İbn Sina, felsefi terminolojisine bir aç ıklık kazand ırmaktad<br />

ır. Bu dört sebep, do ğrudan kar ışmasalar bile genel mânâda ilimlerin<br />

prensibleridir. Dördü fizi ğin temellerini, maddi ve şekli, birlikte matematik<br />

ilimlerin temelini meydana getirirler. Fail sebeple gaye sebebi<br />

de metafizi ğin dayanaklar ını meydana getirirler 379 .<br />

E— ALLAH VE :ALEM:<br />

İbn Sina'n ın bu konudaki fikirlerini anlamak için, do ğuş (sudur)<br />

teorisini göz önüne getirmek yerinde olur. Bu teoriye göre, Allah her<br />

varlığın kayna ğıd ır. Bütün varl ıklar varl ıklar ını O'ndan alır. Varlığın<br />

kayna ğı olduğu için, bütün varl ıklar ın ilk sebebidir. K ısaca, alemde<br />

varolan her şey O'ndan ta şıp yayılır (feyezân eder). Öyle ise, Allah' ın<br />

kendisinden ta şıp yay ılan bu varl ıklaıla, veya alemde ili şkisi nas ıld ır<br />

376 Böylece Allah "Müsebbibu'l-Esbab" olmaktad ır.<br />

377 Şifa, Ilahiyat, C. 2, s. 265; bunu İbn Sina'nın "muhdes" anlayışı ile daha çok belirleyebiliriz.<br />

Ona göre, muhdes ad ı "leys"den sonra "eys" olan her şeye verilirse, zaman itibariyle<br />

sonralığı yoksa da her malül mutlak olmamakla beraber muhdes olur. Muhdesin şartı, kendisinden<br />

önce bir zaman ın bulunmasıdır. Bu muhdese gelince, sözü edilen zaman ibtal olur; dolay ı-<br />

sıyla muhdesin sonral ığı ve önceliği beraber olamaz. Her malül da muhdes olmaz. Ancak malülun<br />

mevcudiyetinden önce bir zaman varsa, bu, bir hareket de ği şikliğidir. Muhdes, mana itibariyle,<br />

mutlak bir "leys"den sonra varolur; veya mutlak olmayan "leys"den sonra varolur. E ğer vücudu<br />

mutlak bir leysten sonra ise onun suduru bir sebepden ötiirüdür ve bu sudur ibda'd ır. Bu<br />

en iyisidir; çünkü adem mutlakl ıktan kurtardnu ş, ona varl ık zorla kabul ettirilmi ştir. Mutlak<br />

bir yokluktan bir varl ık ortaya ç ıkamaz; bu varl ık maddi olmasa bile vard ır (Şifa, Ilahiyat, C.<br />

2, s. 266 vd.<br />

378 Şifa', Ilahiyat, C. 2, s. 287.<br />

379 Aym eser, s. 327 vd..<br />

117


Mademki varlıklar, Vacib Varhk'tan, bir zaruret sonucu ta şıp yayılıyorlar,<br />

acaba bu zaruretin tabiattaki rolü nedir Acaba âlem<br />

önüne geçilmez bir zaruretle mi yönetiliyor Yoksa, İbn Sina sisteminden<br />

ç ıkartıkbilinecek bir sonuca göre, alemde hâkim olan tabiat<br />

kanunları lüzumu mudur Eğer bir zaruret sözkonusu ise Allah,<br />

Aristo'da olduğu gibi, art ık alemi kendi haline mi b ırakmıştır Alemde<br />

gerçekle şen olaylarda O'nun rolü nedir Bu tür sorulara cevap vermek<br />

için her şeyden önce Allah' ın ve âlemin niteliklerinden hareket etmek<br />

gerekir. Daha önce belirtti ğimiz gibi, İbn Sina'nın felsefi sisteminde,<br />

Allah, Vacib Varlık (Vacibu'l-Vüeud) ve âlem mümkün'dür. Öyleyse<br />

bu ilişki "V â e i b"le "mümkün" aras ında olacakt ır. Bununla birlikte<br />

âlemin mümkün olu şu öncesiz (kadim) olu şuna ba ğlıdır. Çünkü ak ılların<br />

Bir'den do ğu şu bir anda olmam ıştır. Gene İbn Sina'ya göre Vacib Varhk<br />

akılların varolu şundan önce zamanda yaln ız olarak var de ğildir. Bunun<br />

içindir ki, İbn Sina, Vacib Varlığın âleme göre önceli ğini, öz (zat) yöden<br />

bir öncelik olarak de ğerlendirir. Tıpkı sebebin sonuca önceli ği gibi,<br />

Allah âlemden öncedir. Bu bilgilerin ışığı altında İbn Sina sisteminde<br />

öncesiz (ezdi) olanla vâcib olan ayr ılmakta, ancak "mümkün" ve "ezeli"<br />

deyimleri birle şmektedir. Fakat âlemin mümkün ve özüyle (zat ıyla)<br />

olağan olmas ı, İbn Sina'nın olağan ı e şyanın temeli yapt ığı anlamına<br />

gelmez. Ancak şu bir gerçek ki, buraya kadar inceledi ğimiz İbn Sina<br />

düşünce sistemi bizi böyle bir hipotezin varl ığına ura ştırabilecek nitelik<br />

ta şımaktadır.<br />

Mümkün'ün çe şitli manaları olduğu hatırlanmah ve burada ortak<br />

bir manada kullan ıldığı gözden kaç ırılmamalıdır; yani manas ında . zorunluluğu<br />

da kapsad ığı unutulmamal ı dır. Gerçekten de İbn Sina düşiincesinde<br />

âlem, hem mümkün hem vacibdir; O, mümkündür, çünkü<br />

kendiliğinden var de ğildir; Vacibdir, çünkü öncesizdir (kadimdir) ve<br />

Allah tarafından zaruri olarak vard ır. Kelâme ılar Allah'Ia âlem arasındaki<br />

ilişkiyi, sadece yaratma ve varolu ş açısından ele ald ıkları halde 380,<br />

İbn Sina ilişki sözünü bu şekilde ele almaz. O, varolu ş ilişkisi olduğu<br />

kadar, ayn ı zamanda zaruret ili şkisidir.<br />

İbn Sina dü şüncesi yak ından incelenirse, bu sistem içinde, e şyanın<br />

temeline raslant ıyı yerle ştiren bir olağanlığın yerine, tabiat düzeninde<br />

güveni Vacib Varhk'a veren bir determinizmin bulundu ğu görülür.<br />

Şita'daki görü şler bunun aç ık misalleridir. Bu görü şlerde İbn Sina, gerçek<br />

bir mecburiyetin varl ığından açıkca sözetmektedir. Ona göre,<br />

118<br />

380 Bk. Razi, Muhassal, s. 116.<br />

381 Şifa, Tabiat, (Tahran bas.), s. 31.


"e ğer fenonaenler raslant ı sonucu meydana geliyorsa niçin incir ve zeytin<br />

veren bir ağaç görmüyoruz " 381 . Türler ayr ı ayrı vardırlar; fakat ayn ı gayeye<br />

yönelmi şlerdir. Alemde sadece bir determinizm de ğil, aynı zamanda<br />

finalizm (gayecilik) de vard ır. Bu finalizm, ak ılla= ve di ğer varl ıkların<br />

Biı'den düzenli bir şekilde ta şıp yayılmalarından açıkca anla şılmaktad<br />

ır382. Her şeyin tabiat ında bir gaye vard ır. İbn Sina tabiatta gayenin<br />

eksik oldu ğunu gördü ğümüz her zaman bu eksikliği sanatla tamamladığı=<br />

kanaat ındadır. Bu, t ıpkı doktorun, tabiat ın gayesine yönel<br />

mesine engel olan hastal ığın sebebini ortadan kald ırarak sa ğlığın şeklini<br />

vermesi gibidir. Bu engel ortadan kalkt ıı ve tabiat ın amac ına yönelmesine<br />

engel olan bir araz kalmad ığı zaman, beden kendisinin iyili ği<br />

olan sağlığına yeniden kavu şur.<br />

Diğer taraftan, sebepler teorisi içinde gayenin ayn ı zamanda bir<br />

sebep olduğunu biliyoruz. Bu yönden gaye, prensip ve iyi oldu ğundan<br />

diğer sebeplerden önce gelir 382<br />

Bununla beraber gayenin tarifinden onun sonral ığı ortaya ç ıkar.<br />

Bu halde gayenin önceli ği zaman düzeninde de ğildir. İbn Sina, bunun<br />

için, "v a cib" varl ığı zaman d ışında b ırak ır. Çünkü sebep ancak gaye<br />

ile güc halinden fiil haline geçer; zira her şeyde ilk fail ve ilk hareket et tirici<br />

(muharrikul-evvel) gayedir. 384 J ;11,1 s J<br />

Gaye, cisimlerin birle şik olan şekillerin varolu şlarında bulunan olşun<br />

sebebidir 385 Aristo'da oldu ğu gibi 386 , İbn Sina'da da mecburiyeti ortaya<br />

ç ıkaran şekil veya gayedir. Mecburiyetin ayüstü âlemin üstündeki cisimlerde<br />

oldu ğunu söyleyen Aristo'nun aksine, İbn Sina, "mutlak zaruretin"<br />

yalnız "Vacibul-Vücu d"da bulundu ğunu, onun dışındakilerin bir şarta<br />

bağlı yani göreli (izafi) zaruret ta şıdıklarım söyler. Mutlak zaruret<br />

dairevi bir olu şum bulundu ğu yerde vard ır. Meselâ niçin bulut<br />

vardır Çünkü buharla şma vard ır. Niçin buharla şma vard ır Çünkü<br />

toprak ıslak iken güne ş onu ısıtnuşt ır. Niçin toprak ıslakt ı Çünkü yağmur<br />

ya ğdı. Niçin ya ğmur yağlı Çünkü bulut vard ı . Böylece dairevi<br />

bir olu şumun varlığı görülmektedir. Burada mutlak zaruret vardır387.<br />

Ancak en güzel şekilde bir dairevi olu şa sahip olmayız. Bu ancak<br />

fail sebep ve sebeplerinin "bir" oldu ğu yerde en güzeldir. Öyle ise tabiatta<br />

gördü ğümüz dairevi olu ş, yukarda olduğu gibi, tür itibariyle ba şlangıç<br />

382 Mehren, La Philosophie, s. 107.<br />

383 Necat, ilâhiyat, s. 212.<br />

384 Ayın eser, s. 212.<br />

385 Aynı eser, s. 213.<br />

386 La Me'taphysique, A. 2, 10.<br />

387 Necat, s. 85.<br />

119


ve biti şindeki terim ayn ı olan bir oluştur. Suyun sebebi olan bulutlar,<br />

kesinlikle ondan ç ıkan şeylerle ayn ı değildir; sadece ayn ı türdendir.<br />

Gerçek mutlak zaruret A biçiminde ifade edilmi ş tahlili zarurettir.<br />

Tabiatta hiçbir şey, bize, zaruretin bu şekilde bir tahlili şekli<br />

alt ında gözükmez Aksine e şyay ı kendilerine Allah taraf ından verilmiş<br />

olan şekil arac ılığıyla zaruri olanlara kat ılmış olarak görüyoruz;<br />

bu şekil onların tip ve türleridir. Ancak e şyanın bu şekilde zaruriye<br />

kat ılmas ıyla ortaya ç ıkan bu özel benzerlik bile gerçek zarureti sa ğ-<br />

lamaktan uzakt ır. Çünkü türler, kendi öz zatlanyla varl ığa sahip olmamışlard<br />

ır. Öyle ise Vacib Varl ık olmasayd ı zaruret olmayacakt ı .<br />

Fakat hemen belirtmek yerinde olur ki, Vacib Varl ık v ar olamaz<br />

olamaz, çünkü O'nun sonsuz ve zaruri varl ığı tabiat düzeninin en iyi<br />

garantisidir. Bu ifadelerden anla şılmaktad ır ki, bn Sina sisteminde,<br />

tabiat kanunlar ın ın olağanlığı yoktur. Söz gelimi, faal ak ıl maddeyi şekillendirir<br />

ve varolu şuna uygun zorunlu şeklini verir, çünkü madde,<br />

kendisi şeklin sebebi de ğildir 388 .<br />

Eserlerinden özetlenen bu aç ıklamalarla, İbn Sina belirli bir determinizm<br />

ortaya koymu ştur. Onun dü şüncelerinin, bu özelli ğiyle, ne derece<br />

Aristo tesirinde kald ığı aç ıkca görülmektedir. Varl ıkların doğuşunun<br />

sadece Allah' ın bilgisiyle değil, fakat Allah' ın bilgisinden farklı olmayan,<br />

hatta ayn ı olan iradesiyle gerçekle ştiği ortaya ç ıkmaktadır. İlk akıl,<br />

Vacib Varlığın kendi zaten dü şünmesinin zaruri bir sonucu olarak<br />

ortaya ç ıkmaktad ır. Öyle ise sonuç, mümkün ve ola ğan olamaz; sebebine<br />

oranla o, daima vacibdir 389 . İbn Sina sisteminde görülen ola ğanlık, aslında<br />

mutlak determinizm.den ba şka bir şey de ğildir. İbn Sina için âlemin<br />

mümkün olmas ı, tabiatta ola ğanlığın sürmesi demektir. Mem özüne<br />

oranla mümkün, sebebine oranla daima vacibdir. İbn Sina gerekli hallerde<br />

kelâmc ılarm görü şünü kabul etmektedir. Buna göre varl ıkta<br />

"imkan" sözkonusu olunca, Kur'an' ın İlk Sebeb'e verdi ği gücü kabul etmek<br />

mümkün olur. Aksine varl ık ve âlemin, özleriyle zorunlu olduklar ı<br />

kabul edilince, bir ba şka gerçek içinde onlar ın varlıklarının sebebini aramak<br />

kolay olmaktad ır. İbn Sina dü şüncesinde âlemin imkan ı, hiçbir<br />

şekilde e şyada olağanlığı kapsamaz.<br />

Daha önce görüldü ğü gibi, İbn Sina metafizi ğinde Allah, mümkün<br />

olan her olgunluğun sahibidir; ayn ı zamanda zaruri olarak akla sahip<br />

bulunmaktad ır. Akıl, aynı zamanda, zatlanyla mümkün olan ve dü şünülebilen<br />

(ma'kul) varl ıklarda da bulunur. Üstelik Vacib Varl ık saf<br />

388 Şifti, IMhiyat, C. I, s. 83.<br />

389 Necat, s. 276.<br />

120


düşüncedir. O halde Vacib Varl ık'ın bilgisi de vardır. Bu görü şlerin<br />

sonucunda ortaya ç ıkan şudur: Vacib varl ık, sadece mutlak birlik, İlk<br />

Sebep de ğil; fakat aynı zamanda her türlü bilginin prensibidir.<br />

İbn Sina her akl ın yarat ıcı bir gücü olduğu kanaat ındad ır. Böylece,<br />

âlem, adeta, sebepler çoklu ğunun bir sonucu olarak ortaya ç ıkmaktadır390.<br />

Gerçekte, İbn Sina'n ın bu konuda yapt ığı aç ıklamalar, B İR'in<br />

bağrında çokluğun ve basit olanda birle şiğin nasıl meydana geldiğini<br />

açıklamak içindir 391 . İlk Akıl, kendinde mevcut yarat ıc ı güce, sadece<br />

gene kendinde varolan şekli ve ilahi şey gere ğince sahip bulunmaktad ır.<br />

Söz gelimi onun dü şünce fiili Allah' ın düşüncesinin bir sonucudur. Kendisi<br />

de ilk akıl olarak İlk Sebep'in bir sonucudur; o, kendi özüne nisbetle<br />

"mümkün", Vacib Varl ık'a nisbetle vâcib dir. İlk Akl' ın imkanı<br />

varlığından önce de ğildir; kendi mecburiy-etine ba ğlıd ır. Çünkü sonuç,<br />

sadece kendine nisbetle mümkün veya ola ğandır. Üstelik ilk ak ıl Vacib<br />

Varlık'ı düşünmekle bir ba şka akıl yarat ır ve yaln ız, imkan özünde<br />

bulunan düşünme fiiliyle nefsi ç ıkarır. O halde akıllar, özlerinde bulunan<br />

Vacib Varl ık'ın varlığıyla ve onun nurunun faaliyeti (etkisiyle) alt ında<br />

yarat ıc ı olabilmektedirler. E ğer İbn Sina sisteminde, âlemin varolu şu<br />

için, olağanlığın varlığı kabul edilirse, onlar ın sadece üç yönlü bir dü şünme<br />

eylemi ile üç tür yarat ık meydana getirmeleri konusunda aralar ında<br />

bulunan uygunluk nas ıl aç ıldanacakt ır Olaganlık mevcut olsaydı her a-<br />

kıl farklı varlıklar meydana getirmez miydi Halbuki bir zaruretin<br />

sonucu hepsi ayn ı şekilde düşünmekte 392 ve ayn ı varlıklara kaynakl ık<br />

etmektedirler. Öyle ise ak ıllar, yarat ıc ılıkta iste ğe ba ğlı olmayıp, bir tür<br />

suurlılıkla hareket etmektedirler.<br />

Allah' ın zat ında ilahi bir ak ıl vard ır. E ğer O, her türlü olgunlu ğa<br />

sahipse, zaruri olarak akla da sahip olmal ıdır. Bu yönden o saf düşüncedir;<br />

ve bilgisi vard ır. Saf ak ıl, saf dü şünce olmas ı ve bilgiye sahip<br />

bulunmasından ötürü, O, her şeyin İlk Prensibidir 393. Allah' ın bilgisi konusunda<br />

O'nun dü şünce, düşünen ve dü şünülen (ak ıl, âkil ve ma'kill)<br />

olduğunu hat ırlamaltylz. Ancak bu, O'nun basit olmad ığını kesinlikle<br />

göstermez. Vacib Varl ık en güzel şekilde zat ın] bilir ve zat ın bilmek<br />

suretiyle tabiat ın fenomenlerini de bilir. Ancak Allah' ın Mem hakk ındaki<br />

bu bilgisi, O'nun zat ında, bir sezgi sonucu meydana gelmi ş değildir; e ğer<br />

390 Bkz. Goichon, Distinction, ss. 283-284.<br />

391 Krş. Aynı eser, s. 231.<br />

392 Faal ak ıl hariç. Gardet, Ihn Sina'da, Islamiyetteki meleklerle ilâhiyattaki ak ıllar,<br />

nefisler ve felekleri birle ştirme temayülü oldu ğunu kaydeder (bk. La Connaissance Supreme de<br />

Dieu (Ma'rifetullah) Selon Avicenne, IBLA (1951) içinde, s. 56.<br />

393 Necat, ss. 249-250.<br />

121


oiiyle olsayd ı ilahî akıl arizi olacak ve Allah Vacib Varl ık olmayacakt ı394.<br />

Onun içindir ki Vacib Varlık, e şyayı zat ın ın dışında görmez; aksine<br />

e şyayı, kendisinde dü şüncenin nesneden önce geldi ği, zat ında görür.<br />

Vacib Varl ık'm e şyayı bir sezgi sonucu bilmedi ği konusundan,<br />

yani Allah' ın alem hakkından sahip olduğu bilginin sebebinin e şya olmadığından<br />

hareket edilirse, şu dü şünce şekli ortaya ç ıkar: Bir şey hakk<br />

ında bilgi sahibi olmak için Vacib Varl ık' ııı zat ının dışında ba şka bir<br />

şeye bakma ğa ihtiyacı olmadığı aç ıkt ır; çünkü O, kendisini varolan herşeyin<br />

prensibi olarak bilir 395 . İbn Sina "Vacib Varl ık, en güzel varlıkların<br />

prensibi ve varolan ve kaybolan şeylerin öz prensibidir" der.<br />

.‘L° 121 Lt:..° i'° 14<br />

Bu dü şüncelerden ( 396).<br />

anla şılmaktadır ki, Vacib Varl ık, önce türleri, sonra da türler aras ında<br />

kişileri bilmektedir.<br />

Bu bilgilerden Vacib Varl ık' ın _cüzi şeyleri kendilerinde de ğil, fakat<br />

zat ında bildi ği sonucunu ç ıkartabiliriz. bn Sina, bu tür bir dü şünce<br />

ile ilahi zatta olabilecek her türlü noksanh ğı ortadan kald ırmayı gaye<br />

edinmiştir. Ancak ortaya şöyle bir durum ç ıkmaktad ır: Allah cüzileri<br />

bilmeden ve adeta ki şileri bilmeden nas ıl olgun (kamil) olacakt ır Bu<br />

nas ıl halledileeektir Allah cüzileri zat ınx bilmek suretiyle tan ımaktad<br />

ır; çünkü cinsin geni şliği, içinde ki şileri kapsad ığı gibi, ayn ı şekilde,<br />

ki şi, cinsini manas ında kapsamaktad ır. Yani tür, bir manada. ki şide<br />

bulunmaktad ır397. Ve Allah, türü tan ımak suretiyle ki şiyi de bilmektedir.<br />

Bununla birlikte Vacib Varl ık, maddeleri, arazlar ı olmas ı, zamanda<br />

ve belli bir yerde bulunmalar ı sebebiyle cüz'i şeyleri bilemez. İbn Sina<br />

benzer bilginin "ilim" de ğil, sezgi olaca ğını söyler. 4; j U.. ,510 Le.<br />

Ancak İbn Sina Vacib Varl ık'a noksanl ık getirecek şeyleri O'ndan<br />

uzakla şt ırırken baz ı şeyleri de O'nun bilgisinden ç ıkarmaktad ır. Bunun<br />

için Allah' ın Mem hakkındaki bilgisi külli bir bilgidir. İşte bunun için<br />

İbn Sina tenkid edildi, hatta küfürle suçland ı 399 .<br />

Bu konuda, İbn Sina, güne ş tutulmas ım (küsfıf) belirtir. Belirli bir<br />

güne ş tutulmas ı hakkında, bilgi sahibi olmak için, bu olay ı meydana<br />

394 A.g.e., ss. 246-247; Şifâ, hâhiyat, . s. 357.<br />

395 Necat, s. 246.<br />

396 Ayni eser, s. 246.<br />

397 Ayn ı yer.<br />

398 Necat, ss. 246-247 vd.<br />

399 Tah4füt, s.<br />

;.51,<br />

122


getiren prensibleri genel olarak bilmek yeterlidir. Madem ki Vacib<br />

Varl ık sebepleri ve onlar ın uygunluklar ım biliyor, sonuçlar ını da bilir400.<br />

1-e» 1-ı-..11: 16-.<br />

İbn Sina, bir yönden, Allah' ın alem konusunda külli bilgiye sahip<br />

olduğunu söylerken, diğer yönden "yerde ve gökte hiç bir zerrenin Allah'tan<br />

gizli kalm ıyacağını" söyleyerek, daha önce belirtti ğimiz gibi<br />

âyetle birle ş ir "Ls'<br />

Liy ı J 1c L ; IZ.. j"; 5V) L/2;j'.<br />

Böylece o pek çok konularda oldu ğu gibi bu konuda da, Aristocu,<br />

yenieflatuncu ve islami dü şünceler aras ında dalgalan ır durur; ba şlanğıçta<br />

aldığı islami e ğitimin dışında birşey söylememek isterken, daha sonra<br />

edindiği felsefi e ğitimin etkisi alt ında aristocu dü şünceler sergilemekten<br />

de kendini ahkoyamaz.<br />

F— NEFS TEORISI:*<br />

İbn Sina'n ın bu konudaki dü şiinceleri, hem fiziğe hem de metafiziğe<br />

bağlıdır. Çünkü o, Kanun fi't-T ıb gibi eserlerinde tecrübi bir nefs<br />

psikolojisi, Necat, i şarat, Şifa ve nefsle ilgili di ğer risalelerinde rasyonalist<br />

bir nefs psikolojsii, Hayy b. Yakzan, Makamatul-Arifin ve Risaletü'l-Tayr<br />

adl ı eserlerinde de mistik bir psikoloji yapar.. Yani onun<br />

nefs teorisi fizikle metafizik aras ında adeta bir köprü görevini görür,.<br />

Bu açıdan de ğerlendirildiği takdirde de onun teorisi emprik ve sistematik<br />

bir karakter ta şıT4c12.<br />

İbn Sina, nefs konusundaki dü şüncelerinde Aristo'ya tamamen sadık<br />

kalmaz, aksine Plotin'in dü şüncelerine yakla şır; zaman zaman,<br />

özellikle nefsin cevherlili ği konusunda orijinal görü şler sergiler403 .<br />

400 Necat, ss. 247-248; Şifâ, Ilâhiyat, C. 2, s. 320.<br />

401 Necat, s. 247; Şifâ, Ilâhiyat, C. 2, s. 359; Kur'an- ı Kerim, Yunus (10), 61.<br />

* İbn Sina, nefsle ruhu birbirinden ay ırır. Ona göre, ruh, bedeni ve nefsi kuvvetlerin ilk<br />

bineği olup ruhani ve laitf bir cisimdir (Bkz. Kitabu'n-Nefs, Avicenna's De Anima, F. Rahman<br />

yay ını, s. 263). Ancak, Aristo'nun etkisinde kalarak yap ılmış bu ayırım yamnda, İbn Sina, zaman<br />

zaman, nefs kuvvetlerini ruba verip yapt ığı ayırımı ortadan kald ırır. Buna göre, İbn Sina'nın<br />

değerlendirmelerinde ruh, hazan görme idrakinin yeri (bkz. s. 144, 276 vs.), bazan psiko-fizik<br />

kuvvetlerin ilk bineği (bkz. s. 263), bazan da dü şünen ruhtur (bkz. s. 268). Bu sebepledir ki, biz<br />

bu konuya ba şlık olarak, onun en çok kulland ığı kelimeyi ve kitab ına verdi ği adı esas, almay ı<br />

uygun bulduk. Bununla birlikte, Kur'an- ı Kerim'de de zaman zaman nefs ve ruh kelimelerinin<br />

kullanıldığına dikkat çekmek isteriz.<br />

402 Bu konuda bkz. Goichon, Distinction, s. 131; Chahine, Ontologie, s. 96 vd; Anawati,<br />

Histoire de la Philosophie Musulmane, s. 105 vd; Inken, İbn Sina Ruhiyatt, Büyük Türk Feylesofu,<br />

içinde, s. 16; Sunar, islâm Felsefesi Dersleri, ss. 91-94.<br />

403 Bkz. Saliba, Min Eflatun ila İbn Sina, Şam 1937, s. 106; -Men, İbn Sina Risaleleii,<br />

İstanbul 1953, s. 10; Calverley (E.E.), Nefs, mad. İ.A.<br />

123


İbn Sina sisteminde nefs sözü, kendisi için nefs denilen şeyin cevherine<br />

delâlet eder 404. Risale fi'l-Hudild'da insan, hayvan ve bitkinin<br />

ortak olduğu bir mânâyı ifade etti ğini, bu yüzden bir çok anlamlar ı olduğunu<br />

söyler405 .<br />

Tabiatta, insanlar ın, hayvanların ve bitkilerin büyüdüklerini, geliştiklerini,<br />

ürediklerini görüyoruz. Bu sayd ıklar ımızda ortaya ç ıkan hallerin<br />

bir istek içinde gerçekle ştiklerini bilmekteyiz. Bütün bu haller, fiil<br />

ve olaylar ın sebebi olan bir prensiple gerçekle şmektedir. Nefs i şte bu<br />

prensiptir 406. İbn Sina düşüncesinde, canl ıların gerçekle ştirdikleri fiillerin,<br />

operasyonlar ın varlığı nefsin varlığına birer i şârettir. Bu yüzden İbn<br />

Sina, nefsi bir kuvvet olarak görür.<br />

Cesedi canland ıran bir prensip olan nefs, İbn Sina'n ın bir kasidesinde<br />

yazdığına göre407, yüksek bir âlemden bedene dü şmüştür408<br />

(e- j C .)T j. 1 2.4 Ancak burada söz konasu<br />

düşü şe uğrayan insani nefstir. Bu nefs için bedenle birle şme âcleta kafese<br />

girmek gibi bir şeydir. Nefs bedenle olan e ğilimlerinden dolay ı en yüksek<br />

noktas ına yükselememektedir ve gereken ilerlemeyi gerçekle ştirememektedir409.<br />

Ona yükselme f ırsat ını veren, geldi ği en üstün âleme yükselmesini<br />

sağlayan ölümdür. Ölümle bedenden ve onu bu âlemde tutan<br />

eğilimlerden kurtulmaktad ır410 .<br />

İbn Sina düşüncesinde, t ıpkı Aristo411 ve Eflatun için oldu ğu gibi,<br />

nefs bedenin hareket ettirici kuvvetidir. Ayn ı şekilde, gökler de istekli<br />

bir hareketle belli bir gayeye yönelik olarak hareket etmektedir; bu da<br />

onların nefsi sayesinde gerçekle şmektedir. Öyle ise, biraz önce belirtti ğiğimiz<br />

gibi, nefs, insan hayvan, bitki ve meleklerde ortak bir add ır412.<br />

404 Talikât, s. 75.<br />

405 Aynı eser, s. 81.<br />

406 Kitabu'n-Nefs (Avicenna's De Anima, F. Rahman yay.), s. 4; 'şiirin, Tabiat, s. 316 vd.<br />

407 Kaside fi'n-Nefs, Journal Asitaque, içinde 1899, C. XIV, s. 157; S. nnver K ıfti'nin M.<br />

b. Abdüsselam taraf ından şerhedildi ğini söylediği (Taribu'l-Hükemü, Laibzig 1903, s. 290) bu<br />

kaside ile Ebussuud Efendi'nin Kaside-i Nuniyye-i Ruhiye'si aras ında benzerlik bulundu ğunu<br />

söylemektedir (bk. İbn Sina, İstanbul 1955, s. 116).<br />

408 O, sana yüksek bir yerden dü ştü, kül rengi, iffet ve anla şılmazl ık dolu bir güversin".<br />

(Krş. Plotin, a.g.e., C. 2, s. 436).<br />

409 Bk. Raci İnayet, İbn Sina, Beyrut 1976, s. 39.<br />

410 İbn Sina'n ın ruh hakk ında yazd ığı kasideyi ve fikirlerini, İsmaili yarat ılış kavram ı yönünden<br />

yorumlayarak, onu âdeta bu tür fikirlerin bir temsilcisi gibi gösterme e ğilimlerinin eksik<br />

olmadığım belirtmemiz gerekmektedir (Kr ş. Habib Peki, Les Wes Religieuses et Philosophiq ııes<br />

de l'Ismailisme Fatimide, Tunus 1978, s. 24).<br />

411 De l'A-me, Fransızca çev. J. Tricot, Paris 1947, II, 1, 412 b.<br />

412 Risale s. 81.<br />

124


İbn Sina nefsi, bir mânâda, tabii cismin olgunlu ğu413 olarak de ğerlendirirken<br />

diğer bir mânâda da, bedeni istekle harekete geçiren cevher<br />

olarak nitelendirir 414.<br />

Böylece ortaya nefsin varl ığı ve cevherliliği konusu çıkmaktad ır.<br />

Bu konuda İbn Sina, t ıpkı Aristo gibi415, nefsin ne oldu ğunu ara ştırmakla<br />

i şe ba şlar. Nefs şahsi bir şey midir, cevher midir, nitelik midir, nitelik<br />

midir <br />

1— Nefs Bir Cevherdir:<br />

Şüphesiz İbn Sina için, nefs manevi bir cevherdir 416. Onun varhğı<br />

konusunda ise, tabii, psikolojik, zamani (devam etme-istimrar), delilleri<br />

ile "b en" ve "u ç an adam" delillerini ileri sürer. E ğer bedenin dü şünülebilirlerde<br />

(makulât) görünmesi mümkün de ğilse ve görünmüyorsa İbn<br />

Sina'ya göre, bu, onun akli bir cevher olmay ışındadır. Böyle bir hal,<br />

insan nefsinin cismin d ışında, bölünmeyen bir cevher oldu ğunu göstermektedir<br />

417 .<br />

Maddeden ayrı bu cevherin, dü şünülebilen fenomenleri alg ılama<br />

özelliği vard ır418, ve şeklin düzenindedir Çünkü o, kendisinde bulundu ğu<br />

beden için, hareketin prensibidir, kurand ır. Bir ba şka tarifle, nefs, düzenledi<br />

ği, geliştirdiği, besleyip hareket ettirdi ği bederıinin olgunluğudur419.<br />

Zaman zaman Aristo'dan farkl ı dii şüncekr sergileyen İbn Sina,<br />

bu noktada onunla ayn ı fikirdedir420 .<br />

Yukarda İbn Sina taraf ından yap ılan tarifte nefs, yapt ığı, i şle tanımlanmakta<br />

olup, bulundu ğu veya oldu ğu halde tammlanmamaktad ır.<br />

Nefsin bedenin olgunlu ğu olduğunu söylemek, onun hayvandan bir hayvan,<br />

insandan bir insan yapan bir kural oldu ğunu söylemektir. Fakat<br />

413 Aristo için Kr ş. Chevalier (J.), Histoire de la Pens4, Paris 1955, s. 352.<br />

414 Risale fi'l-Huddd, s. 81; ayrıca bk. De Dillon (Emile), Trois Traite's d'Avicenne, Le<br />

MUSEON içinde, s. 303.<br />

415 Kr ş . De fran. çev. J. Tricot, Paris 1947, I, 1, s. 402 a, b.<br />

416 İsartit, Ma ba'd et-Tabia, ss. 310-313; Ancak Gazaali, bu noktada İbn Sina'yı ele ştiir<br />

(Bkz. Küyel, İTç Tehâfüt, s. 102 vd).<br />

417 han:it, Ma ba'd et-Tabia, ss. 387; Mesâil an Ahvüli'r-Ruh, İbn Sina Risaleleri, içinde,<br />

Istanbul 1953, s. 68.<br />

418 Necat, Ilâhiyat, ss. 158, 174.<br />

419 Uyunu'l-Hikme, tlken yay. s. 13 vd; Risale fi'l-Huddd, s. 81; ŞifiC, Tabiat, Kitabu'n-<br />

Nefs (Avicenna's), s. 5-9; Al ıviiiu'n-Nefs, Kahire 1952, s. 55; Risale fi Emri'l-Mead, Mısır 1949,<br />

s. 90; ayrıca bk. Arnaldez (Roger), Un Pre'cedent Avicennen du Cogito Cartesien, Annales Islamologiques,<br />

içinde, Kahire 1972, C. XI, s. 347.<br />

420 Krş . De l'Âme, Il, 1, 412 K<br />

12 5


u kural kendinde nedir E ğer cevhe ı se ne çe şit bir cevherdir Nefsin<br />

varlığı ve cevherliliği konusunda ara şt ırılacak konular bunlard ır. Ona<br />

sadece nefs demek yeterli de ğildir. Onun manevi bir cevher oldu ğunu<br />

isbatlama hususunda, İbn Sina şunları söylemektedir: Farkl ı iki şey daima<br />

farklı iki tarife tekâbül eder, öyleyse ayr ıca dü şünülen ayrıdır. Varsay ım<br />

bu şekilde konulduğu takdirde, nefsin tabiat ı meselesi, onun bedenden<br />

ayrı olarak tan ımp, tamnmadığı ve bedenin varolup olmad ığını bilmeden<br />

önce onun varoldu ğunu isbatlamaya ba ğlamaktad ır. E ğer durum<br />

varsay ım doğrultusunda ise, o takdirde nefs, bedenden gerçekten ayr ı-<br />

dır ve manevi bir cevherdir 421 . İbn Sina'n ın bu konuda tuttu ğu yol,<br />

önce insan ın manevi cevherini isbatlamak ve sonuç olarakta onun bu<br />

manevi tarafının bedenden ayr ı olduğunu göstermektir4 22 Çünkü onun<br />

cisme ait veya cisimde olmas ı mümkün de ğildir; akli bir şekil olmas ı<br />

itibariyle onun için bir yer yoktur 423 .<br />

İbn Sina'nın nefsin varh ğı ve cevherlili ği konusunda kulland ığı<br />

LL<br />

u ç an adam" misali ise şöyledir: "Aram ızdan birinin Allah taraf ından,<br />

do ğuşundan itibâren, olgun ya şta yarat ılmış olduğunu varsayahm.<br />

Onun yüzü d ış dünyadan hiç bir şey görmeyecek şekilde perdeli olsun.<br />

Toprak üzerinde yer de ğiştirmesin, fakat havada, daha do ğrusu bo şlukta<br />

bulunsun. Bu havan ın kendisine yapaca ğı bas ıncı duymamas ı için, organlar<br />

ı hiç bir yere dokunmas ın ve ona hiç bir duy ıı vermemesi için ayr ılmış<br />

olsun. Böyle bir insan gerçekten varoldu ğunu anlayacakt ır; bununla<br />

birlikte, ne d ış organlarının, ne de iç organlar ın ın, ne beyninin, ne de<br />

kendinde bulunan hayati unsurlar ın varoldu ğunu söyliyemeyecektir.<br />

Bu konuda hiç bir şey söyleyemez. Bununla beraber, geni şliği, uzunluğu<br />

ve derinli ği olmayan bir varl ık olarak 424 varoldu ğunu anlayabilecektir.<br />

Hatta bu anda onun için bir el veya herhangi bir organ hayal etmenin<br />

mümkün olduğunu varsaysak, o, bunun kendi organlar ından biri olduğunu<br />

idrak edemeyecektir. Öyle ise, varl ığı ısbatlanan, ayn ı anda<br />

varl ığı ısbatlanmayandan farkl ıdır. Bundan dolay ı, insan ın kendisi<br />

421 Necat, ilahiyat, s. 184; Nefsin birli ği ve cevherliliği konusu, Descartes ve daha önce,<br />

Aristo ve Eflatun taraf ından incelenmi ştir (Ayrınt ıl ı bilgi için bkz. Macid Fahri, Tarihte Felsefe<br />

s. 212.<br />

422 Bk. Aguilar, a.g.e., s. 284 vd.<br />

423 Risale fi Emri'l-Mecld, s. 101; Necat, Tabiat, s. 177.<br />

424 Descartes'a göre de, nefs, ne geni şliği ve boyutlara ve ne de maddenin di ğer özelliklerine<br />

sahip olmayan bir tabiata maliktir (Le Foyer) (H. Dreyfus), Trait'i de Philosophie Ge.ntlrale,<br />

Paris 1965, s. 278). ibn Sina dü şünceleriyle Descartes dü şüncelerinin aynili ği açıktır. (lbn<br />

Sina'dan hayli sonra, onun dü şünceleriyle, insani nefsin varl ığını, cevherlili ğini ve ölümsüzlüğünü<br />

göstermek isteyen Descartes, 18., 19., ve 20. yüzyılın dinsiz materyalizminin babas ı<br />

olarak de ğerlendirilir. Bkz. Tresmontant (Claud), Les ProbUmes de l'Atheisme, Paris 1972, s. 71.<br />

126


olarak varlığını ısbatlad ığı bu şey, bu insanın organlarının olup olmadığını<br />

bilmeksizin gene onun taraf ından tanınabilir425. Bu insan, nefsnin<br />

bedeninden farkl ı olduğunu ortaya koyma halindedir. Daha aç ık<br />

bir ifade ile, onun nefsini alg ılamas ı ve varoldu ğunu bilmesi için bir<br />

bedene ihtiyac ı yoktur426<br />

Böylece İbn Sina, insan ın veya ınsani nefsin, kendini vüeud gibi<br />

bir alet arac ılığıyla de ğil, fakat kendisiyle, do ğrudan do ğruya tan ıdığını<br />

belirtmektedir. Bunun için ileri sürdü ğü delil şudur: e ğer nefs kendini<br />

bir alet arac ılığıyla tan ısaydı, bu aleti tan ımayacak, fakat sadece onunla<br />

tan ıyacakt ı. Öyle ise o, kendini bilir ve bildiğini bilir427. Bu dü şünceden<br />

hareketle İbn Sina, varlığın sezgisel idrakiyle insan ruhunun varl ığını<br />

ıshatlamaktad ır. İşarat'ta da bu konuya temas eden İbn Sina, "uç an<br />

adam" misalini tekrar ederek, dikkatli bin insan ın kendi varh ğımn<br />

farkında olaca ğını, hatta uyuyan ın uykusunda, sarho şun sarho şluğunda,<br />

zihninde kendi varl ığının fark ında de ğilse bile, kendinden uzakla şmadığını<br />

söyler428 .<br />

Nefsin cevherlili ği konusu, İbn Sina'dan sonra, Descartes'da, onunkinden<br />

daha sistematik olarak aynen ortaya ç ıkar. Descartes, İbn Sina'-<br />

nın eserlerini do ğrudan okumamış olsa bile, ondan tevarüs eden dü şünceleri,<br />

kendi kültürünü haz ırlayanlar arac ılığıyla aldığı bir gerçektir.<br />

Bu konuda Descartes' ın ifadeleri şöyledir: "Sonra ne oldu ğumu inceden<br />

inceye gözden geçirdim, ve hiçbir bedenim olmad ığını, ne bulunduğum<br />

bir dünya, Re de bir yer bulunmad ığını farz edebildi ğim halde; bundan<br />

ötürü, kendimin var olmad ığımı farz edemeyece ğim" ..... diyerek nefsin<br />

veya ruhun bedenden ayr ı bir cevher olu şunu şöyle bitirir: " Öyle<br />

ki bu ben, yani, kendisi ile ne isem o oldu ğum ruh, bedenden tamamiyle<br />

farklıdır, hatta bilinmesi onu bilmekten daha kolayd ır, ve beden var<br />

olmadığı halde bile, ne ise, o olmaktan geri kalmaz" 429 .<br />

425 Necat, Tabiat, s. 178 vd.<br />

426 Şifa', Tabiat, Kitabu'n-Nefs (Avicenna's De Anima), ss. 16, 255; Bu dü şüncenin kaynakları<br />

konusunda bk. Gilson, Introduction â l'.&ude de St. Augustin, Paris 1930, s. 57 vd).<br />

427 Necat, Tabiat, s. 179 vdd; bk. Gilson, Les Sources, s. 46; Bunun ontolojik delil olarak<br />

kullanılması konusunda bk. Da ğ (Mehmet), Ontolojik Delil ve Çıkmaz/ar ı, I.F. Der. XXIII,<br />

1978, s. 291.<br />

671.<br />

428 İşarat , Tabiat, ss. 305-306; Tusi, Şerhu Işareti, s. 121; ayr ıca bk. Bedevi, Histoire, s.<br />

429 Metod Üzerine Konu şma, çev. M. Karasan, <strong>Ankara</strong> 1962, ss. 41-42; Kr ş. Dicours de la<br />

Methode, IV. bl. OEUVRES de DESCARTES içinde, Le Club Français du Livre yay. Paris<br />

1964, C. 1, s. 430.<br />

127


Bu konudaki kar şıla ştırmayı bir ba şka incelemeye b ırakarak İbn<br />

Sina'mn "uçan adam" ından ç ıkart ılınabilecek sonucu gözden geçirelim.<br />

"uçan adam" da, varolu ş düşüncesi430, zihnin kendi öz objesi<br />

kar şısındaki bir sezgisi olarak görünmektedir; ancak bu sezgi hangi mânâdadır<br />

Varlığın zihin yoluyla gerçekle şen doğrudan idraki midir<br />

Bu, İbn Sina için, imkâns ız de ğildir; çünkü nefs bedenin şeklidir, bedene<br />

girmiş ayrı bir şekil. Bu yüzden onun tarafmdan idraki mümkündür<br />

ve bu varlığın kavran ışının aracısıdır431. "Uçan adam" dü şüncesi,<br />

İbn Sina'nın zihnindeki gerçek bir şüpheden değil, fakat bir cevherin<br />

varlığından kaynaklanmaktad ır432 . İnsan organs ız olarak bulunabilir,<br />

bununla birlikte varl ığını anlar. Organlardan, duyudan soyutlanm ış<br />

olarak devam eden ve varl ığmı sürdüren bu cevher nefstir.<br />

2— Nefs ile Beden Münasebeti:<br />

a— Nefs bedenle birlikte varolur :<br />

Cevherler kategorisine giren nefs 433, bedenden önce midir, sonra<br />

mıdır, ona oranla durumu nedir Bu tür sorulara İbn Sina'nın verdiği<br />

cevaplar öz olarak şöyledir; Nefs, bedenin iyili ği için, özellikle yarat ılmıştır;<br />

kendisiyle birle şeceği beden yarat ılmadan önce var de ğildir ve<br />

şahsi varlığı yoktur. Çünkü böyle bir halde onun ki şiselle şme ilkesi eksik<br />

olur. Nefs, sultanl ığı ve âleti olacak olan bedeni maddenin var olmaya<br />

başladığı andan itibaren nefis ad ıyla varolmaya ba şlar. Yani onun varlığı<br />

bedenledir ve varl ığı (hudusu) cisimle ilgili de ğildir; fakat o bir cevherdir,<br />

cevherse cisim olmayan bir şekildir 1.k1<br />

(434) bb j iJ.Aıi Lae 0.k.J1<br />

Nefs yarat ılışımn başlangıcından itibaren, kendisini bedeniyle me ş-<br />

gul olmaya, yönetmeye ve her türlü ihtiyaçlar ını kar şılamaya yönelten<br />

ve bir çe şit eğilim olan tabii bir sevgi duymaya ba şlar. İşte bu sevgiyle<br />

bedene kat ılır435 ve ona has bir nefis haline gelir436. Biz, tabiatlar ını<br />

tamamen bilemedi ğimiz bu ilişki ve sevginin ancak sonuçlar ını görebiliriz437<br />

.<br />

430 Bkz. Ülken, Genel Felsefe Dersleri, s. 60.<br />

431 Bk. Goichon, La Philosophie de 1Stre, IBLA içinde 1952, s. 52 vd.<br />

432 Ayrıntılı bilgi için bk. Aguiler, a.g.e., s. 289 vdd.<br />

433 Şifâ, Ilahiyat, C. 2. s. 286.<br />

434 Necat, s. 192; ayr ıca bk. Ahvâlu'n-Nefs, s. 96; Calverley, Nefs, mad. İ.A.<br />

435 Bu katma eylemi, faal ak ıl tarafından gerçekle ştirilmektedir (Necat, s. 193 vd.).<br />

436 Risale fi Medd, ss. 90, 95.<br />

437 Necat, s. 184.<br />

128


İbn Sina'ya göre, bedenle birle şmesinden önce varl ığmdan söz edilmeyen<br />

nefs438, beden olmad ığı gibi, bedenin mizac ında da de ğildir.<br />

Idrak ettirici, hareket e tti ıici, koruyucu gibi, mizaca ait kuvvetler nefisten<br />

başka şeylerdir. Nefs vücudu ve vücudun parçalar ını kullanan bir<br />

cevherdir 439. Beden de nefs için şekli ve olgunlu ğa ait bir sebep de ğildir").<br />

Bedende elemanla ıın ahenkli bir birle şmesi sonucu bir denge<br />

meydana ç ıkar. Elemanlar aras ındaki uyum ve oran ın olgunluğu ölçüsünde,<br />

nefs varl ıklar aras ında derece yönünden yükselir. Nefs, insanda<br />

az çok farkl ı güçlerle kendini gösteren ve bedende meydana gelen gerekli<br />

yetilere göre ortaya ç ıkan cevheri bir şekildir. Bunun için İbn Sina nefsi<br />

güne şle (kimi kere ate ş, kimi kere de ışık ve alevle) kar şıla ştmr441 . Nefsin<br />

bedendeki üç ayrı görünümü ise semavi cevherlerin etkisiyle olmaktadır.<br />

Nebati, hayvani ve insani nitelikleri alan nefiste bir yükseli ş söz<br />

konusudur. Bu yükseli ş en yüksek olgunluğu kazanmak için nefsin daha<br />

çok yumu şamas ıyla gerçekle şmektedir. Nefs yumu şayıp yo ğunlu ğunu<br />

kaybederek ho şluk kazanmakta ve böylece yükselmektedir 442 .<br />

Bedenin geçiciliğini ve nefsin sürekliliğini kabul eden İbn Sina şöyle<br />

der, "Ey ak ıl bu gün kendini dü şün, nefsin bütün ömrünce var; hatta<br />

sen geçen olaylar ı hatırlars ın, öyle ise sen sabitsin (müstemir); bunda<br />

şüphe yok; fakat bedenin parçalar ı sabit de ğil, daima değişmekte. E ğer<br />

insandan k ısa bir zaman için g ıda çekilir, azalt ıhrsa bedenin parçalar ı<br />

eksilir. Nefsini düşün, onda bir eksilme olmaz"443 .<br />

b— Nefs Bedenin Olgunlu ğudur :<br />

İbn Sina, bir mânâda, nefsi, güç halindeki hayat ı, tabii cisim halinde<br />

olgunla ştıran şey olarak de ğerlendirirken444, ikinci bir mânâda ise,<br />

nefsi, soyut bir cevher, fiil veya güç halindeki akli bir prensibe göre kendiliğinden<br />

(bi'l-ihtisar) ald ığı bir cesedin veya bedenin olgunlu ğu olarak<br />

niteler. Her iki halde de, o, olgunluktur. T ıpkı Aristo gibi, nefsi bir olgunluk<br />

olarak de ğerlendiren İbn Sina için, bu mücerred cevher, güç<br />

438 Aym eser, s. 300.<br />

439 iştireıt, Tabiat, s. 312 vd.; Ahviilü'n-Nefs, s. 95.<br />

440 Necat, s. 186.<br />

441 Aym eser, s. 192.<br />

442 Aynı eser, s. 158; Şifa', Tabiat, Tahran bas. s. 258.<br />

443 Risale fi Ma'rifeti'n-Nefs en-Nat ıka ve Ahvâluha, Ahvâlu'n-Nefs, içinde, Kahire 1952,<br />

s. 187.<br />

444 Aristo felsefesinde "entelechie" bkz. Bolay (S.H.), Aristo Metafizi ği ile Gazali Metafiziğinin<br />

Karşılaşttrilması, s. 85 vd.<br />

129


halinde olan (bi'l-kuvve) insani nefsin kendine has fark ıdır veyahutta<br />

külli nefsin özelli ğidir. 0 halde nefs bir vücudun olgunlu ğu veya olgunluğunun<br />

en kusursuz noktaya ula şmas ıdır445 .<br />

Daha önce de belirtildi ği gibi, İbn Sina için cevher s ımfına girip<br />

bedenin şekli olan446 ve insanda nefs diye adland ır ılan bir tek öz vard ır.<br />

Bu tek öz, insan ın ortaya koyduğu eylemleri gerçekle ştiren bir çok kuv<br />

vetlere sahip bulunmaktad ır447. Bu kuvvetler birbirine yard ımcı oldukları<br />

gibi, biri diğerinin fiilini takib eder. Ancak söz gelimi öfke için,<br />

duymak gerekir; bizde duymak için bir yeti ve öfke için ayr ı bir yeti<br />

olduğu düşünülürse, bu yetilerden ikincisinin birincisini de kapsad ığını<br />

kabul etmek zorunda kahr ız; yani aynı güç, hem öfkede, hem de duyguda<br />

bulunacakt ır. Bu imkâns ızd ır; çünkü bir gücün eylemi her şeye veririlebilir,<br />

fakat asla bir ba şka güce verilemez 448. Bu tür bir dü şündcden<br />

hareket eden İbn Sina, bir gücün sadece kendi eylemini tamamlayabilece<br />

ğini ve bütün güçlerin gerisinde, onlar ın prensibi olan bir tek şeyin<br />

bulundu ğunu ve onun, bedenin aksine devaml ı olduğunu kabul etmek<br />

gerekti ğini ifade eder449. Ona göre, i şte bu soyut öz, duygu ve öfke yetisine<br />

sahiptir. Mademki her gücün gerisinde bu tek öz veya cevher vard ır;<br />

öyle ise bu cevher nedir İnsan ın bedeni onu meydana getirdiğine göre,<br />

acaba o bütün fiillerin prensibi olabilir mi Bunun olamayaca ğı aç ıkt<br />

ır; bu durumda, insanda öfkeyi duyan ve idrak eden bir kuvvet, bir<br />

güç vard ır; bu nefistir, fakat beden de ği1450 .<br />

3— Nefs Çe şitleri veya De ğerleri:<br />

İbn Sina doktrininin en belirgin karakteri, de ğerlendiriliş şekli<br />

ne olursa olsun, nefis dü şüncesini şekil düşüncesinden ay ırmas ıdır.<br />

İbn Sina sisteminde, ya şayan bir varl ıkta nefislerin çoklu ğu imkâns ızdır451<br />

. Onun görü şlerinde nefs, kendinden pek çok yetinin yay ıldığı tek<br />

prensiptir ve bu yetiler bedende de ğil, fakat ancak nefiste birle şebilirler.<br />

Öyle ise nebati nitelikle hayvan! niteli ği birbirinden ayr ı olarak göz<br />

445 Necat, Tabiat, s. 189 vdd.; Şifa', Tabiat, 6. kitap, 1. mak. 1. BI.; Kr ş. Vajda (George),<br />

Notes d'Avicenne sur la Te'ologie d'Aristote, Revue Thomiste, içnde, 1951, s.<br />

Şerhu Kitap İzolocya, s. 37; ayrıca Kr ş. Aristo, De Anima, fran. çev. J. Ticot, Paris 1947, ss.<br />

67-69.<br />

446 Necat, s. 189; Kr ş. Aristo, De Mine, s. 67; Saliba, Min Eflatun ila İbn Sina, s. 108.<br />

447 Necat, s. 189.<br />

448 Aynı eser, s. 190.<br />

449 Aynı eser, s. 190.<br />

450 Aynı eser, s. 191; Risâle fi's-Saade, Haydarabad 1353 H., s. 12 .<br />

451 Nectit, s. 183.<br />

130


önüne getirmelidir; esasen onlar nebati ve hayvani de ayr ı ayr ı bulu ş -<br />

maktad ırlar; ancak bulunduklar ı nefiste birle şmiş haldedirler. Aralar ındaki<br />

ilişkiyi anlamak için önce basit nitelikleri, s ıcakla so ğuğu, kurdukla<br />

ya şlığı çarp ıştıran ana çeli şkiyi göz önünde bulundurmak gerekir.<br />

Çelişkiler uzun zaman devam etti ği taktirde varl ığı meydana getirecek<br />

öğeler hayat sahibi olamazlar. Bu ba şlangıçtaki çeli şkililik azaldıkça<br />

unsurlar aras ında uyum ve ahenk artar ve kar ışımları semavi vücutlarm<br />

yap ılarına yaklaşır; bu andan itibaren cisim bu vücutlar ı yöneten ayr ı<br />

cevherlerden canland ırıcı bir nitelik al ır ki, bu nebati nefisrit. E ğer<br />

mizaç daha çok safla şırsa unsur hayvan bir nefis al ır; daha da safla ş-<br />

ması halinde şekilleri da ğıtan ayrı cevherle (faal ak ılla) birle şmeye yeyetenekli<br />

insani nefis ahr452. Bu bilgilerden anla şıldığı gibi, nefsin çe şitlenmesi<br />

veya derecelenmesi, unsurlar aras ındaki uyum ve ahenge bağlı<br />

olarak ortaya ç ıkmaktad ır; bu konuda önemli rolü faal ak ıl ve diğer semavî<br />

varl ıklar oynar.<br />

Böylece İbn Sina sisteminde nefsin üçe ayr ıldığını görüyoruz:<br />

A) Nebati nefis, B) Hayvani nefs, C) İnsani nefs.<br />

tt) Nebari Nefs :<br />

Bu nefs, doğan, büyüyen ve beslenen tabii bir bedende bulunur 452 ;<br />

kendine has hareketlerle bedeni korur ve onun devam ını sağlar. Bu<br />

nefsin besin maddesini özümleme yetene ği vardır454. Bu hareket ve<br />

yeteneklere ra ğmen bu nefs, seçimsiz ve bilgisiz fonksiyon göriirass ;<br />

şına için gerekli yeteneklere sahiptir; bunlar şu ancak nebati olgunla<br />

kuvvetlerdir: beslenme kuvveti (el-kuvve el-tegazziye), büyüme kuvveti<br />

(el-kuvve el-tenmiye) ve üreme kuvveti (el-kuvve el-tevellüde) 456 ,<br />

İbn Sina'mn bir ba şka ifadesiyle "el-kuvve el-gaziye", "el-kuve<br />

el-tenmiye" ve "el-kuvve el-müvellide"dir 457 .<br />

452 Risâle fi ma'rifeti'n-Nefs, s. 158; Ayrıca bk. Goichon, Livres des Direvtives et Remargues,<br />

s. 29. Bu tez İbn Sina'dan sonra büyük Albert ve Dominicus Gundissalinus'da devam edecektir<br />

(Bk. Goilson, Les. Sources, s. 47).<br />

453 Necat, e. 158; Şifa', Tabiat, Kitabu'n-Nefs (Avicenna's De Anirna), F. Rahman yay.,<br />

Oxford 1959, s. 39; Ahvâlu'n-Nefs, s. 57 vd.; ayr ıca bk. Günaltay ( Şemsetti ııı), Felsefe-i<br />

İstanbul, 1341 H., s. 307.<br />

454 işeirdt, Tabiat, s. 443.<br />

455 Necat, Tabiat, s. 100.<br />

456 "'Orta, Tabiat, ss. 443-444; ayr ıca bk. A şk ın Mahiyeti Hakk ında Risale, çev. A. Ate ş,<br />

İstanbul 1953, s. 5, arapça metin, 3. bl. s. 10.<br />

457 Necat, Tabiat, s. 158; bkz. Munk (S.), Dm Sina, Dictionnaire des Science Philosophiques,<br />

içinde, Paris 1885, C. 1, s. 254.<br />

131


İbn Sina nebati nefsin bu güçlerinde, fonksiyon yönünden bir tür<br />

a şk bulur; nefs bu duygu içinde hareket eder. Bu aç ıdan nebati nefse<br />

ait üç tür a şk vard ır: Biri besin al ıc ı güce ait olup besinin al ınmas ı s ıras<br />

ındaki " ş e vk" gücünün prensibidir. İkincisi, yeti ştiren güce ait olup,<br />

besin al ınacak yer etraf ında kendine uygunu elde etmek için varolan<br />

şevk gücünün prensibidir. Üçüncüsü de do ğurucu güce ait olup kendine<br />

benzeyenin haz ırlanmas ı için varolan şevkin prensibidir458 .<br />

Öyle ise nebati nefse ait hareketler, vücudun korunmas ı ve devamı<br />

için olan hareketler ve besin maddesinin seçimi ile ta ın.amlanan eylemlerdir459<br />

; çünkü İbn Sina'ya göre, nebati nefs organik cismin üreme,<br />

geli şme ve beslenme yönünden ilk olgunluğudur (<br />

460 ( cS A xı 41 9 :;. _1)1<br />

b) Hay-yani Nefs :<br />

Hayvani nefse gelince, o, İbn Sina tarafından organik cismin, idrak<br />

ve eylem. yönünden, ilk olgunluğu olarak de ğerlendirilir<br />

(461) ( JL5-<br />

Böylece bu nefs, istekli hareket etmekte ve cüzi nesneleri kavramaktad<br />

ır. Bu nefsin hareket ettirici (muharrik) ve kavray ıcı (müdrike)<br />

güçleri vard ır462. Hareket ettirici güç sayesinde bedene aksiyon<br />

kazand ır ır; itici ve çal ıştırıcı diğer iki güç yard ımıyla da onu yönetir 463 .<br />

Hareket ettirici yetinin iki yard ımcısı daha bulunmaktad ır: a) zevk elde<br />

etmek amac ıyla yönelinen şeylere doğru hareket ettiren "el-kuvve el- şeheviyye"<br />

464, b) yarars ız olan şeyleri geri çevirme yetisi olan "el-kuvve<br />

el-gadabiyye" 465 .<br />

ss. 80-81.<br />

458 Risale fi s. 10, türkçe çev., s. 5.<br />

459 işetriit, Tabiat, s. 444; Çubukçu, İslâm Düşünürleri, s. 31; Kr ş. Aristo, FDe l'A ıne,<br />

460 Necat, Tabiat, s. 158; Şifâ', Tabiat, Kitabu'n-Nefs (Avicenna's De De Anima), F.<br />

Rahman yay., s. 39. E ğer tür şekliyle özünde olgunluk bulmu şsa ona ilk olgunluk, niteliğinde<br />

olgunluk bulmuşsa ona ikinci olgunluk denir. Sözgelimi, demirin k ıl ıç şekli ilk olgunluğu, kıl ı=<br />

kesmesi ise ikinci olgunlu ğudur (Günaltay, Felsefe-i ütü, s. 311).<br />

461 Necat, s. 158; Şifir, Tabiat, K. en-Nefs (Avicenna's), ss. 39-40.<br />

462 Kr ş . el-Kuva el-insaniyye ve Idrakuha, Mısır 1328 H., s. 216; Goichon bu eserin İbn<br />

Sina'ya değil, Fârâbii'ye ait oldu ğunu söz ileri sürer (Bkz. Livre, s. 318).<br />

463 K. en-Nefs, s. 41; Kr ş. Aristo, De ss. 80. 86; Keklik (Nihat), Felsefe, Istanbul<br />

1978, s. 239.<br />

464 Kr ş . Işürlit, Tabiat, s. 446.<br />

465 Necat, Tabiat, s. 158; Şifâ, Tabiat, K. Nefs (Avicenna's), s. 39-40.<br />

132


Ancak biz, daha çok, bu nefsin kavrama (idrak) gücü üzerinde durmak<br />

istiyoruz. Gerçek şu ki, hayvani nefs varl ığını sürdürmek için,<br />

dışarı= etkilerini kendisine aktaran duyumlara ihtiyaç duymaktad ır.<br />

Bunun içindir ki, onun bu duyumlar ı alabilecek bir güce sahip olmas ı<br />

gerekmektedir. İbn Sina işte bu nefiste görevlerinin say ıs ı sekize varan<br />

güçler arac ılığıyla yürüten bir yetiyi (hayvani idrak) belirler; bu, d ış<br />

duyum diyebilece ğimiz "el-his ez-zâhir" ve insan ın içinde bulunan "elhavâs<br />

el-bât ımyye"dir466 . İbn Sina için be şduyu ve diğer üç duyumun<br />

meydana getirdi ği güçler içinde en önemlisi dokunma duyusudur; çünkü<br />

ondan yoksun hiçbir canl ı yoktur. Bu duyu olmazsa hayvani nefis de<br />

olmaz467. Hayvani nefsin içe ait yetile ıine (el-havas el-bât ımyye) gelince;<br />

onlar da birinciler kadar önemlidir 468 . Bunlardan bir bölümü duyularna<br />

şekillerini, bir bölümü de duyular ın anlamlann ı kavrar469 . İç yetilerle<br />

biz, hissedilir gerçeklerin imajiar ını ve gene bu gerçeklerin kavramlann ı<br />

idrak ederiz. Duyular ım ız ın verilerini ö ğrenerek e şyanın yoklu. ğunda<br />

da onlar ı zihnimizde saklar ız. Imajlann idrakr ile bunlar ın kavran ılmas<br />

ı aras ındaki ayırım şudur: İmajlar önce duyularla kavran ır sonra<br />

hayvani nefsin iç yetileriyle idrak edilir; halbuki manalar yaln ız nefisle<br />

kavran ır.<br />

Umumi m.ânâda idrak, insan ve hayvanda ortak bir hu.sustur. İbn<br />

Sina'ya göre insani idrak, ki şinin hayvani taraf ını meydana getiren bir<br />

güçtür. Ona göre, do ğru bir hat çizerek dü şen su damlas ı ve hızla dönerek<br />

bir yay çizen noktan ın görünümleri' hep duygusal olarak yani<br />

gözle görülecek gerçekle şir, am.a hayal veya hat ırlama ile de ğil470 . Gözde<br />

sadece kar şıda bulunan ın resmi şekillenir; bu ya daire ya nokta veya<br />

çizgidir. O halde, önce, kendisinde kar şıda bulunan ın şekillendi ği bir<br />

kuvvet vard ır. Insanda, görü şten önce, bak ışın kendisine hissi sezgiye<br />

benzer bir şeyler ula şt ırdığı bir yeti vard ır ve duyularm verilen onda<br />

toplanır ve bu verileri kavrar. Ayn ı şekilde, hissi şekiller kaybolduktan<br />

sonra onlar ı kendisinde saklayan bir kuvvet daha vard ır. Ortak duygu<br />

(müşterek his) ve haya1471 adı verilen bu iki yeti ile bir zevkin şu zevkten<br />

ayr ı olduğuna karar verilebilir 472. "Müşterek his"den ortaya ç ıkan<br />

eylem farkl ı duyularla algılanan maddenin, yoklu ğundaki maddi şekil-<br />

466 Necat, ss. 158-160; şifâ, Tabiat, K. Nefs (Avicenna's), s. 41.<br />

467 Aynı eser, s. 160; Şifâ, Tabiat, K. Nefs, s. 42 vd.<br />

468 Uyfınu'l-Hikme, Bedevi yay., s. 38; şifâ, Tabiat, K. Nefs (Avieenna's) s. 43.<br />

469 Necat, s. 162; Şifâ, Tabiat, K. Nefs, ss. 43-44.<br />

470 Kr ş . Şifa, Tabiat, K. en-Nefs, s. 58; Aristo, De s. III. 3.<br />

471 Tis' Risâil, s. 64; Necat, s. 163.<br />

472 İşarat, Tabiat, s. 347.<br />

133


leri yerinde tutar. Duyu idrak için mutlaka zorunludur. idrak, süje için,<br />

organ& olu şma sayesinde, şekil olu şmas ıdır. İbn Sina için bir şey iki<br />

defa yani bir kere organla, bir kere de beyinle idrak edilmez; hatta bir<br />

zevki onun hayaliyle kar ışt ıramay ız. Konu şan (nat ık) olsun veya olmas<br />

ın hayvanlar cüzi duyulabilirlerin cüzi manalar ım kavrarlar473 .<br />

Bu manada duygu d ışı ve duyu orgarılanyla nakledilmemi şlerdir; t ıpkı<br />

koyunun kurtta duygu d ışı bir dü şünce kavrad ığı gibi, koç da koyunda<br />

duygu dışı bir kavram ı, özel bir şekilde kavrar. imajlarda bu rolü oynayan<br />

dü şünceye ait bir yeti bulunmaktad ır474. Insanda ve hayvanda<br />

bu düşünceleri saklayan yeti "h ıfz"d ır. Bu yetilerden her birinin özel<br />

maddi bir organ ı ve ona ait özel bir ad ı vard ır. Ortak duygunun (mü ş -<br />

terek his) yeri (organ ı) ruh olup duyarl ılık sinirinin kayna ğı üzerinde<br />

yay ılm ıştn; özellikle beynin (d ımağın) ön k ısm ındad ır475 . Müşterek his<br />

farklı duyularm verileri aras ında bir birlik Sa ğlar; altmc ı his değildir,<br />

fakat karar veren yetilerin birincisidir; ad ı da Aristo'dan gelmektedir476<br />

. İbn Sina'nın "mu s avv e r e" ve "hayal" olarak iki şekilde adlandırdığı<br />

ikinci yetinin organ ı ruh olup ön boşlukta (bat ıml-mukaddem)<br />

bulunur 477 .<br />

Organ ı beynin tamam ı olan üçüncü bir yeti "v e hm"dir. Bu, bir<br />

dördüncü yeti taraf ından yard ım görür; duyulardan elde edilmi ş şekiller<br />

aras ında en yak ın olanlar ın' parçalamak ve birle ştirmekle gö ıevlidir.<br />

Bu yeti, ayn ı zamanda şekillerle düşünceleri birle ştiren yetidir; bunun<br />

idrak kuvveti yok fakat seçim kuvveti vard ır. Bu yeti, kendisini ak ıl<br />

kullandığı zaman "el-kuvvet u'l-müfekkire" ve vehm taraf ından<br />

kullanıldığında da "nı üt e hayyil e" olarak adland ır ıhr478 . " H af ı z a"<br />

veya " z kir e" adl ı diğer bir yeti ise ruhun yay ıldığı bo şlukta bulunur479 .<br />

c— İnsani, Nefs :<br />

Bu nefs, dü şünceye ait eylemleri aklet ınesi ve genel i şleri idraki<br />

yönünden bedenin ilk olgunlu ğudur480 . İbn Sina dü şüncesinde insani<br />

nefs, daha önce belirtildi ği gibi, cisim olmadığı gibi cisimle varl ığını<br />

sürdüren bir varl ık da de ğildir. Bir ba şka ifade ile insani nefs maddeye<br />

473 Krş. Necat, ss. 162 vd.<br />

474 İsiirât, Tabiat, s. 351.<br />

475 Aynı eser, s. 353.<br />

476 De Vilma, III, 1, 2.<br />

477 Bk. ist"trrit, Tabiat, s. 355.<br />

478 Bkz. ayn ı eser, ss. 356-357; Kr ş. Aristo, De l'Âme, III, 3.<br />

479 İşârât, Tabiat, s. 358; Necat, s. 163; ayrıca bk. Qadri, La Philosophie Arabe, s. 117.<br />

480 Necat, Tabiat, e. 158; şifâ. Tabiat. K. en -Nefs (Avicenna's de Anima), s. 40.<br />

134


girmiş eismi bir kuvvet olmad ığı gibi, duyularla gösterilebilir bir cisim<br />

de değildir. Ancak özünde maddeden soyutlanm ış, fakat hareketlerinde<br />

maddeyle yakınla şmış bir cev-herdir.<br />

Bu nefs ayn ı zamanda "nat ık" nefs olarak da adland ırıhr. İbn<br />

Sina onun iki kuvveti oldu ğunu söyler: a) bilici kuvvet (el-kuvvetu'lâlime),<br />

b) yap ıc ı kuvvet (el-kuvvetu'l-amile) 481 . İbn Sina bu ikisine<br />

ortak ad olarak "ak ıl" der. Esas ak ıl "el-kuvvetu'l-alime"dir ve<br />

İbn Sina sisteminde "el-aklu'l-heyulâni, el-akl bi'l-fiil, el-aklu'l-müstefâd"<br />

veya "el-akl bi'l-meleke" adlar ıyla çe şitlenir.<br />

Her ya ştan insanda varolan nat ık nefs 482 için en belirgin özellik,<br />

akli yetene ğidir483 . O, ne cisim ve ne de cisimde bir kuvvet oldu ğundan<br />

aletle de ğil, özüyle akleder (;ur,y jj,„ :; Bedene oranla<br />

bu nefsin yönetmek ve akletmek gibi iki eylemi bulundu ğunu söyleyen<br />

İbn Sina, bu ikisinin birararaya gelmedikleri hususunda ısrar eder 485 .<br />

Natık nefsin, bedeni, yönetmek için kulland ığı kuvvete "ameli<br />

ak ıl" ad ı verilir486. Bu ak ıl, seçilmiş amaçlara ula şmak için yap ılmış<br />

insani eylemler aras ında gerekli öncülleri, ilk prensipleri, örf ve adetlerle<br />

tecrübenin meyvesi yayg ın düşünceleri bular. Bu konuda ona teorik<br />

akıl yard ımcı olur487. Nefsin yetileri aras ında cevherini fiil halinde ak ıl<br />

haline getiren bir yeti daha vard ır. İşte bu iki yetiden birincisini dü şünülebilirlere<br />

(makalat) do ğru çeviren bir kuvvet daha bulunmaktad ır.<br />

Baz ılarınca "aklu'l-heyulani" olarak adland ırılan bu kuvvet İbn<br />

Sina düşüncesinde, Kur'an verilerine dayanan dini-felsefi bir çehre kazanarak<br />

"mi ş kat (oyuk, baca)" olarak görünür 488 . İbn Sina onu felsefl<br />

bir manada yorumlar 489 ; "mi ş kat" mecazi mânâda maddi akl ı temsil<br />

etmektedir; bu akl ın "raiist e fa d" ak ılla, mi ş kat ve ışığın aralar ında<br />

sahip olduğu ilişki gibi bağlantısı vardn 490 .<br />

Bu yetiyi, kendisinde ilk bilgilerin meydana geli şinde nefste ortaya<br />

ç ıkan bir ba şka yeti izler. Bununla nefs ikinci bilgileri kazanmaya haz ır-<br />

481 Aynı eser, s. 45.<br />

482 Ristile fi's-Saade, Mısır 1354, s. 5.<br />

483 Şerh Kitab isolocya, s. 39.<br />

484 Al ıvâlu'n-Nefs, s. 90.<br />

485 Ayni eser, s. 94.<br />

486 Bk. el-Kuva el-insaniyye ve idrakuha, s. 216.<br />

487 işârât, Tabiat, s. 361.<br />

488 Aynı eser, s. 369.<br />

489 Bkz. Şifa, Tabiat, K. en-Nefs (Avicenna's), s. 49; Goichon, Distinction, s. 322.<br />

490 Bkz. Kur'an- ı Kerim, Nur (24), 35; kr ş. Nur mad. İA. Gazzali'nin Mi şkatu'l-Envar'da<br />

!bn Sina'dan esinlendi ği bir gerçektir.<br />

135


lan ır. Bu, fil halindeki akla çok yakla şm ış ve ileri derecede geli şmiş maddi<br />

ak ıldır. E ğer bu, dü şünceye oranla, zay ıfsa, zeytin a ğac ı olan fikirler,<br />

eğer kuvvetli ise, ya ğ olan aklı sezgiyle (hads ile) gerçekle şir. 0 zaman<br />

bu yeti "bi'l-m elek e ak ıl" olarak adland ırılır ki, o da camd ır491 .<br />

İbn Sina düşüncesinde, bu yeti soylu ve olgundur ve onun ya ğı daima<br />

yanmaktad ır492 .<br />

İbn Sina'ya göre ayetteki yer ve gök her şeyi gösterir. Miskat"<br />

heyulâni ve insani akla i şaret eder. Çünkü "miskat" iyi ayd ınlanmak<br />

için duvara daha yak ındır; duvara yak ın olan, daha çok yans ır ve daha<br />

çok ışık verir. Fiil halindeki akl ın ışığa benzediği gibi, aklı alan da aynen<br />

ışığı alan cisme benzer, yani ışığı geçirene; ışığı en iyi geçiren havad ır<br />

ve en iyi atmosfer de mi şkat't ır. Öyle ise baca, ışıkla bacan ın sahip<br />

olduğu ilişkilere sahip olan maddi akl ı ima eder; çünkü ışık (nur), ışık<br />

geçerici için bir olgunluk (kemâl)tur ve onu güç halinden fül haline geçirir.<br />

Kazan ılmış (müstefâd) ak ıl, maddi akl ın kar şısında, onunla, lamba<br />

ile bacan ın sahip olduğu ilişkiler içindedir493 .<br />

İbn Sina bu nefse daha sonra fil halinde bir yeti ve olgunlu ğun<br />

geldiğini söyler. Ona ulaşan bu olgunluk (kemâl), ona fil halinde verilen<br />

düşüncelerden494 ve zihinde onlar ı temsil eden bir sezgiden ibarettir 495<br />

Şeyhu'r-Reis'e göre, d ışardan , faal ak ıldan ki, bu "nurun alâ nur"dur.<br />

gelen düşünülebilirin nuru, dü şünme yetisi olan nurun üzerindedir.<br />

Düşünme yetisi güc halinden fiil haline geçince bir kemâl sahibi olur.<br />

Kazan ılmış düşünceyi istediği zaman ortaya ç ıkarma fiili, bu yetiye aittir.<br />

İbn Sina bunu lamba olarak niteler, yani faal ak ıl tarafından yak ılmaktad<br />

ır496. Bu kemâl veya olgunluk, "müstefâd ak ıl", bu yetide<br />

fiil halinde akıl olarak adland ırılır497. Çünkü İbn Sina düşüncesinde,<br />

düşünülebilirler (makulât) faal ak ıldan kazan ılmaktadır498, ve maddi<br />

akıldan kazanılmış (müstefâd) ak ıl derecesine geçti ği zaman insan nef-<br />

491 Krş. isbatu'n-Nubuvve, Tis' Restiit içinde, s. 125.<br />

492 Bk. iştirat, Tabiat, s. 371; isbatu'n-Nubüvve, s. 125.<br />

493 İsbatu'n-Nubüvve, ss. 125-126; ayr ıca bk. Goichon, Distinction, s. 328.<br />

494 Bkz. Mehren, Vues Theosophiques, s. 600.<br />

495 Bk. Necat, ss. 166-167.<br />

496 Çünkü insanla kişilik kazanmasından ötürü büyük bir temizli ğe kavu şan nefis akli<br />

prensiplerle birle şerek faal akıldan ilham alır (Necat, s. 167). Bu birleşme organlann herhangi<br />

bir arac ılığı olmaksızın kendisiyle gerçekle şir (Wired, s. 359) krş. Plotin, Les Ennt;ades, C. 2, s.<br />

477.<br />

497 Risale fi'l-Hudud, s. 80.<br />

498 Faal Akıl yardım etmezse nefs dü şünme gücünü kullanamamaktadir (Necat, s. 192;<br />

iştinit. Ma ba'd et-Tabia, ss. 387, 396.)<br />

136


sinde ortaya ç ıkar499. Çünkü güç halinden fiil haline geçen, bir ba şkas ı<br />

tarafından i şletilmektedir. Makulât ı kazanan insani ak ılların Faal Ak ılla<br />

ilişkileri, sezgiyle renkleri kavrad ıklar ı zaman hayvanlar ın güne şe<br />

bakışlarının ilişkisi gibidir. Öyle ise İbn Sina dü şüncesinde meleke halindeki<br />

akl ı fiil haline, "heyulâni akl ı" da meleke haline ç ıkaran Faal<br />

Akıl yani "nur"dur 500 .<br />

İbn Sina dü şüncesinde, güç halindeki bir zekadan fil halinde bir<br />

zeka yapan Faal Ak ıl, kendisi de bir tür zeka olup ancak kendisiyle<br />

görülebilen güne ş gibidir. Yani güne ş güç halinde görülebilir olan şeyleri<br />

ışıklar ıyla fiil halinde görülebilir olan yaparsol.<br />

İbn Sina'nın i şarat'da verdi ği bilgilere göre, i şte böyle bir anda,<br />

yani konu şan nefsin faal ak ılla birle şme yetisini kazand ığı zaman organların<br />

kayb ı ona bir zarar vermez; çünkü o, kendini kendisiyle tan ır,<br />

bir aletle de ği1502. Üstelik duyu organlar ının zay ıflamas ına kar şılık<br />

akıl yetisi sa ğlam kal ır, geli şir, büyürso. İbn Sina, bu dü şüncenin sahibi<br />

olarak, Aristo ve di ğer filozoflar ın aklın bir şeyi düşündüğü an nesne<br />

haline geldiği fikrini reddeder 504. O, nefsin kendisiyle idrak505 fiilini<br />

gerçekle ştirdiği inancındadır. Bunu ispatlamak için önce şu soruları<br />

sorar: "Daha önce ve sonra oldu ğu gibi, şu anda kendini ne ile kavr ıyorsun<br />

Sendeki kavrayan şey nedir Bu idrak eden şeyi, sezgi ile idrak<br />

eden be ş duyu organ ından biri olarak m ı görüyorsun, yoksa akl ın olarak<br />

mı veya duygu organlar ından başka veya onlara benzer bir şey olarak<br />

mı idrak ediyorsun E ğer bu akl ınsa ve duyulardan ba şka bir meleke<br />

ise acaba do ğrudan m ı yoksa dolayl ı olarak m ı kavrıyorsun" İbn Sina,<br />

bu sorulara, insan ın bir yetenek ve arac ıya gerek kalmaks ız ın kendini<br />

idrak etti ğini söylerek cevap verir 506 . İnsanın kendisi hakk ındaki bil-<br />

499 Bk. Goichon, L'âvolution Philosophique d'Avicenne, Livre içinde, s. 36<br />

500 Bk. hardi, Tabiat, s. 377. Bu iki ak ıl ile nefs bir yönden ak ıl âlemiyle diğer yönden de<br />

duyum alemiyle ili şki halindedir (R. Fi's-Saade, s. 18). İbn Sina düşüncesinde, e şyamn güç halinden<br />

fiil haline geçmesinde faal akl ın rolü oldukça önemlidir (Necat, s. 192). İbn Sina, Faal<br />

Akl'ın bir zeka oldu ğunu söylerken "Faal Ak ırsız hiçbir şey dü şünmez" diyen Aristo'nun (De<br />

L'Âme, III, 5, 430 a, 25) etkisindedir. Böylece Faal Ak ıl, güç halinde bir zeka olan her şeyin nedenidir.<br />

Bu şey, ancak onunla fiil haline geçer (Necat, s. 192-193; Goichon, Distinction, s. 309).<br />

501 Necat, s. 193.<br />

502 İşanit, Ma ba'd et-Tabia, s. 195; krş. 3. namat, ss. 310-312; Risâle s. 105.<br />

503 Bkz. Istirât, Ma ba'd et-Tabia, s. 195 vd.; Necat, s. 185 vd.; Şifâ, ilâhiyat, C. 2, s. 423<br />

vd.; Mehren, La Philosophie d'Avicenne, s. 510.<br />

504 Işiirat, Ma ba'd et-Tabia, s. 196; aynca bk. Chahine, Ontologie, s. 103.<br />

505 Idrak çe şitleri konusunda bkz. Necat, s. 171; iştinit, Tabiat, namat, s. 338; Şifa, Tabiat,<br />

K. en-Nefs (Avicenna's), s. 58 vd.<br />

506 Aynı eser, s. 308.<br />

137


gisinin objesi, kendi öz benli ğidir. Bunun nefsle ilgisi kişilik ilişkisidir.<br />

Onun içindir ki Ibn Sina'da nefs, hareketlerin ve idraklerin prensibidir 507 .<br />

Nefsin kendisi hakkındaki bu doğrudan bilgisi, Ibn Sina, felsefi sisteteminin<br />

özelliğidir; çünkü nefs cevheri bir şeklidir ve ayr ı (müfârık)<br />

akli şekiller dünyas ına aittir. Bu konuda Gardet'nin dü şüncesini benimsiyor,<br />

Goichon'un vücudun şekli oldu ğuna dair fikrini ise kabuledilebilir<br />

görmüyoruz 508 .<br />

d — Ölümden Sonra Nefs (Meâd):<br />

Söylenegeldiği gibi, nefs sonsuzluk için yarat ılm ışt ır. Kendisinde<br />

iyi, gerçek ve güzelin kar ıştığı, ba ğımsız ve manevi bir mikrokozm da<br />

gelişmek amac ındadır. Dünyadaki hayat ımızda, gelecek durum hakk ında<br />

sadece bir önsezimiz var; bu önsezi huylar ın (yarat ıhşlarm) çe şitliliğine<br />

göre az veya çok şiddetli bir istek meydana getirir. Bu istek bizim haz ırlık<br />

de ıecemize bağlıdır. Bu haz ırlık sadece nefsin en yüksek yeteneklerinin<br />

geli şip olgunla şmasıyla tamamlan ır. Duyular bu konuda ilk baz ı<br />

sağlayan yeteneklerdir. Bu dünyada, yaln ız bedenden ayr ılışı sıras ında<br />

sonsuzluğa eri şmek arzusuna kanacak olan nefs için, o iste ği meydana<br />

çıkarma hususunda hangi haz ırlık derecesinin gerekli oldu ğunu tesbit<br />

etmek son derece zordur 509 .<br />

Nefs, bu dünyada gerçe ği bulmak için sezgisel ve aç ık nosyonlar<br />

şeklinde manevi şekilleri idrak etmeli ve onlar ın hakikatinden emin<br />

olmalıdır. Ayn ı şekilde Meme ait hareketler olmalar ı sebebiyle dünya<br />

olaylarının kevni sebeblerini de anlam ış olmalıdır. Kâinat nizam ı ezeli<br />

ve tek bir varl ıktan en a şa ğıya kadar bu anlay ış içinde de ğerlendirilmelidir.<br />

Nefs, ilahi feyz tabiat ının ve özünün idrakinde olarak, bu birli ğin<br />

ne şekilde bölünmekte oldu ğunu, gerçekle şen de ğişikliğe bağlı olarak nas<br />

ıl çokluk haline geldi ğini anlamalıdır. Aynı şekilde, bu dünyadaki çokluk<br />

ve değişikliğin ezeli Bir 'e ba ğlı olduğu şuurunda olmalıdır. Bu,<br />

nefsin âhiret mutlulu ğuna erişebilmek için bu dünyada tamamlanmas ı<br />

gereken haz ırlıktır. Bu haz ırlık, nefiste sonsuz bir istek nıeydana getirmelidir.<br />

Esasen nefsin ilk kayna ğında ve yarat ılışındaki aktif bir kabi-<br />

507 Pines (S.), La Conception de la Conscience de Soi Chez Avicenne, AHDLMA, içinde,<br />

1954, C. 29, s. 29<br />

508 Kr ş. Gardet, Quelques Aspects de la Pensk Avicennienne, s. 696; Goichon, Livre des<br />

Directives et Renzarques, s. 308/1.<br />

509 Bkz. Ahvalu'n-Nefs, s. 98, 123 vd.<br />

138


liyet, bu haz ırlığı gerçekle ştirecek karakterdedir. Böylece haz ırlanmış<br />

bir nefs, bedenden ayr ıldığı andan itibâren ebedi mutlulu ğun zevkin°<br />

ula şır510 .<br />

Nefsin âhiret hayat ı hakkında bu şekilde de ğerlendirmelerde bulunan<br />

İbn Sina, onun, bedenin ölümünden sonra ölmedi ğini ve yok olmadığını<br />

söyler. Nefs sonucun sebebe ba ğlılığı gibi bir bağhlıkla bedene<br />

bağlı de ğildir511 . Bunun için o, asla yok olmaz 512 .<br />

J:ü<br />

İbn Sina sisteminde, dü şünme ve ara ştırma ile varlıklarm gerçeğini<br />

anlayan insan cevherinin ölümsüz olmas ı gerekir; çünkü dü şünülebilen<br />

(makul) maddi olanda de ğil, aksine akli olan bir cevherde yerle şebilir513<br />

. İbn Sina, nefsin ölümden sonraki halleri konusundaki bilgilere<br />

baz ı soruları ortaya koyarak girer. Ona göre her şeyden önce şunları bilmek<br />

gerekir: 1— Nereden geliyoruz 2— Niçin geldik 3— Dönü şümüz<br />

nereyedir 4— Durumumuz ne olacak Bu tür sorulara Mecmuâtu'r-<br />

Resâil'de 514 ilginç cevaplar veren ve aç ıklamalar yapan İbn Sina, Meâd'<br />

ın (âhiret) de ğerlendirmesini özellikle yapar 515. Meâd kelimesi,<br />

Kur'an- ı Kerim'de 28. (Kasas) suresinin 85. âyetinde bir defa kullan ılmaktad<br />

ır: "Kur'a ıl'a uymay ı sana farz k ılan Allah, seni dönece ğim yere<br />

döndü ıecektir". İbn Sina 89. surenin (Feth) 27 ve 28. âyetlerine dayanarak<br />

Meâd' ı doğrular. Bu konuda varolu şun nas ıl gerçekle ştiğini, en<br />

asil cevherden ba şlayıp maddeye nas ıl geldiğini, en küçükten en soylu<br />

olana, "n at ık" nefs i ve kazan ılmış (müstefad) akla kadar ç ıktığını<br />

anlatarak şunlar ı ekler: "Mademki akli şekiller için belli bir yel (mevzu)<br />

olan "nât ık" (konu şan) nefis, kendisiyle varoldu ğu bir cisimde (bedende)<br />

şekillenmiş değildir, fakat bu bedenle bir Mete sahiptir, o hale bedeni<br />

kendisi için bir âlet olmaktan ç ıkaran ve cisimle olan ili şkisini kaybettiren<br />

ölümün gerçekle ştirdiği değişiklik nefsin cevherine bir zarar vermez;<br />

aksine vücudun mebdei (varlığın prensibi) olan sonsuz cevherler sayesinde<br />

bâki kahr" 516 .<br />

510 Bkz. işiirtit, Ma ba'd et-Tabia, s. 195 vd.; Necat, s. 185 vd.; Şifâ, ilahiyat, C. 2, s. 423<br />

vd.; Mehren, La Philosophie d'Avicenne, s. 510.<br />

511 Necat, s. 185. İbn Sina'n ın bu düşüncesinden etkilenen Musa K Mey ınun da aynı fikirdedir<br />

(bkz. Deltiletü'l-Hairin, Atay, yay, Ank. 1974, s. 96-97).<br />

512 Aynı eser, s. 189.<br />

513 İşûrât, Ma ba'd et-Tabia, s. 401.<br />

514 Meemuatu'r-Resail, Kahire 1328 H., ss. 250-255.<br />

515 Bkz. İşârât, Ma ba'd et-Tabia, s. 195; Necat, ss. 299-303; Alu ıtilu'n-Nefs, ss. 114-116;<br />

Şifa, Ilahiyat, C. 2, s. 423 vd.<br />

516 &reit, Ma ba'd et-Tabia, s. 95; ayr ıca bk. Tabiat, s. 305 vd.<br />

139


Nefs bedenden ayr ıld ıktan sonra, beden canl ı bir varl ık olma niteliğini<br />

yitirir ve ceset haline gelir; bedende nefsin yerini cans ızlık alır.<br />

Bir ba şka ifade ile, beden, nefsin kendisini terketmesinden sonra tür<br />

deği ştirir; canl ı varlıklara ait bir tür olmaktan ç ıkar. Bu halde beden,<br />

nefs ile sahip oldu ğu maddi özellikleri ta şır durumda de ğil, fakat beden<br />

olarak tabiat ındaki elemanlar ı ta şımaktadır. Öyle ise nefs ba şka bir şekil<br />

taraf ından meydana getirilmi ş bir süjenin alan de ğildir517 .<br />

İbn Sina düşüncesinde, bedende birlikte bulundu ğu sırada eğilimleri<br />

ile kirlenmeyen nefisler kolayca gö ğe yükselir518. Dü şünülebilir (makul)<br />

süslere sahip olmak isteyen nefis, üstün cevherlerle kar şılaşmaktan zevk<br />

alır; çünkü ne şe, güzellik ve gerçek ihti şam onlara aittir. Böylece ak ıl<br />

âlemine dönen nefis, orada külli vücudun nak şım alır. Art ık ba şka bir<br />

nakşa ihtiyac ı yoktur. Bu dünyada bulunan hiçbir şeyle me şgul olmaz519<br />

ve bu dünyada sahip oldu<br />

ğu güçten daha üstün bir güce sahip olur.<br />

Nefislerin bedenden ayr ıld ıktan sonra dünyada yapamad ıklar ı temizliği<br />

akıl âleminde yap ıp yapamayacaklar ı konusunda, İbn Sina tereddüt<br />

eder. Necat'ta, fazla aç ıklama vermeksizin, bunun olabilece ğini söylerken520,<br />

İşâıât'ta şüphe içindedir 521, belki de bu, olabilir der. E ğer<br />

nefisler dünyada iken semavi haller ve nefislerle ili şki içinde bulunabilmişler<br />

ve çe şitli vasıtalarla bir şeyler alabilmi şlerse bu temizlik gerçekle<br />

şebilir.<br />

Böylece İbn Sina'n ın, yenieflatuncu bir aç ıklama verirken, bunu<br />

İslâm dininin ceza ve mükâfat konusundaki aç ıklamalar ının objektif<br />

bir gerçe ği olarak kabul etti ğini görmekteyiz. Burada ayr ıca insani<br />

nefislerin semavi nefislerle do ğrudan ili şkilerinin bulundu ğu görülmektedir.<br />

Semavi nefisler, adeta insani nefislerin temizlenmelerini üslenmi<br />

şlerdir.<br />

ler.<br />

İbn Sina "Meâd' ın şekli konusunda üç guruhun bulundu ğunu söy-<br />

a) Meâd' ın sadece beden için oldu ğunu savunanlar.<br />

b) Meâd' ın sadece nefs için oldu ğunu savunanlar.<br />

c) Meâd' ın nefis ve beden için oldu ğunu savunanlar522. Bu durumda<br />

İbn Sina a ve b şıklarmın bat ıl olduğunu, bunlara ek olarak tenasüh<br />

517 Necat, s. 185; ayr ıca bk. Gilson, Les Sourccs, s. 50.<br />

518 Kr ş. Plotin, Les Enne'ades, C. 2, s. 486.<br />

519 Şerh Kitab izoloçya, s. 47.<br />

520 Aynı eser, s. 182.<br />

521 Aynı eser, s. 196.<br />

522 Risttle Edhaviyyetu fi Emri'l-Mettd, Mısır 1939, s. 36.<br />

140


yoluyla nefs için olmas ının da batıl olduğunu, öyle ise MeLid' ın beden ve<br />

nefs için olduğunu kabul eder 523 Çünkü onun için peygamberlerin diliyle<br />

gelen din ve şeriatlar herkese hitabeder 4; : LI)<br />

524 (;;15- j4.4-1 J 11I<br />

Bunun yan ında, kimi istiare ve te şbihlerin halk için olduğunu belirtir;<br />

filozoflar ı d ışarda b ırakan bir ifade ile " şeriatlarm, halk ın anladığı bir<br />

dille geldiklerini, halkın anlamadıklarım da te şbih ve istiarelerle zihin<br />

lere soktuklarm ı" söyler ( Lc. Jj+.4-1 j lj 415- ,m11;.;<br />

525N1 (:)15;Ji 14;1 j1 iJy agv )11.1,21.<br />

Böylece İbn Sina, ahiretin beden ve nefis için olaca ğı kanaat ındadır.<br />

O, bu konuda Fahreddin Razi'nin aksine dü şürür ve madumun (yok<br />

olanın) tekrar varolmayaca ğını ileri sürer; çünkü madum, hakk ında varlığın<br />

söylendiği ilk şeydir 526. Çünkü, e ğer yok yeniden varolursa onunla<br />

ona benzeyen aras ında fark olmal ıdır . Bununla birlikte, bir benzerlik<br />

varsa ve e ğer benzeri, madum oldu ğuna göre, o de ğilse ve yokluk halinde<br />

bu diğerinden ba şka bir şey idiyse, o halde madum belirtildiği şekilde<br />

varolacakt ır. Ayrıca e ğer madum geri gelirse dönü şünde, önceden onlarla<br />

olduğu gibi, bütün özellikleriyle geri gelmelidir. Onun bu özellikleri<br />

aras ında zaman ı da vard ır. E ğer zaman ı varlığa geri dönerse madum<br />

geri dönmüş olmayacak, çünkü bu "geri gelen" ikinci zamanda varolandur.<br />

E ğer madumun kendisiyle birlikte yok olanlarla geri gelmesi mümkün<br />

olsayd ı, bu halde zaman ya şimdi varolmayan varolu şun gerçe ğine<br />

sahip bir şey ya da varolan ın bir arazla uyu şmas ı olacakt ır. Bu anda bir<br />

zaman ve bu zamana benzer bir di ğer zaman olmayacakt ır. öyleyse<br />

dönüş olamayacakt ır527 .<br />

Gazzali bu iddialar ı reddederek bedenlerin ha şrini savunur 528 . İbn<br />

el-Cevzi de ayn ı düşüncede İbn Sina ve onunla aynı görüşteki diğer filozofları<br />

ele ştirir 529 .<br />

523 Necat, 11c2hiyat, Mısır 1357, s. 291.<br />

524 " Şeriat durumuna gelince, burada bir tek kanunun oldu ğu bilinmelidir: şeriat ve Allah<br />

katından gelen dinler peygamber lisan ıyla gelirler ve herkese hitap ederler" (Risale Adhaviyye<br />

fi<br />

s. 44). Ancak, İbn Sina, halka nazaran üstün seviyede olan filozoflarm bundan<br />

müstağni oldukları kanısındadır.<br />

525 "Bundan anla şılan, seriatlarm, halkın anlayaca ğı şekilde, herkes için geldi ği, anlaşaması<br />

zor olan yerlerin de te şbih ve istiarelerle anla şılır kılınarak onlar ın zihin seviyelerine yaklaştırılmış<br />

olduğudur. E ğer şeriatlar böyle olmasayd ı bir fayda temin etmezlerdi" (Aym eser,<br />

5;50); ayr ıca bk. Macid Fahri, Tarihu Felsefe el-Islamiyye, Beyrut 1979, s. 192.<br />

526 S,ifır, ilihiyat, C. 1, s. 36.<br />

527 Aynı eser, s. 36.<br />

528 Bkz. Küyel, Üç Tehlifüt, ss. 109-110; Bedevi, 'bn Sina'mn baz ı eserlerinde sözgelimi<br />

141


Ancak bütün ifadelerine ra ğmen, ibn Sina Meâd' ın beden ve nefisle<br />

beraber olaca ğına inanır. İşte bu konuda en-Necat'ta bulunan cümleleri:<br />

" Şer'an tekrar dirilme vard ır. Bunun isbat ı şeriat yoluyla ve Peygamberin<br />

bu konuda getirdi ği haberleri tasdikle olur. Baas zaman ında<br />

ruh bedenle birlikte olacakt ır. Şeriatın peygamber vas ıtas ıyla bildirdiği<br />

mutluluk veya mutsuzluk bedene göredir. Bu husus ak ıl ve bürhanla<br />

anla şılır. Peygamber bunu tasdik etmi ştir. Nefisler için gerçekle şecek<br />

olan mutluluk veya mutsuzluk k ıyas yoluyla anla şılabilir. Ruh nas ıl<br />

mutlu veya mutsuz olur dü şünemeyiz. Ancak Ilâhiyatç ı hakimler ruhun<br />

mutlulu ğunun bedeninkinden daha fazla oldu ğu söylerler; hatta onlar<br />

bedenin mutlulu ğuna önem vermi şler. Bedenin mutlululu ğunu kabul<br />

ederlerse de onun mutlulu ğu ruhun mutluluğu kadar üstün de ğildir<br />

derler. Ruhun mutlulu ğu Hakku'l-Evvele ula şmakt ır" 530 ,<br />

isbâtu'n-Nubiivve'de, cismani ha şri kabul etti ğini, bazılarında da inkar etti ğini söyler (bk.<br />

Histoire de La Philosophie. s. 660.<br />

529 Ebi'l-Ferec Abdurrahman İbn el-Cevzi el-Kure şi el-Ba ğdadi, Telbis Iblis, Şam tarihsiz,<br />

s. 47 vd.<br />

530 Necat, ilölliyat, M ısır 1351, s. 291.<br />

142


SONUÇ<br />

Bizzat kendi metinlerinden parçalar vererek analiz etmeye çal ış -<br />

tığımız İbn Sina metafizi ği, anla şıldığı gibi, aristocu, yenieflatuncu ve<br />

islami düşüncelerin bir sentezi mahiyetindedir. Aristo metafizi ğinde bubulunan<br />

konular ı aynen inceleyen İbn Sina, problemlere islami görü ş<br />

açısından bakar; ancak yenieflatuncu dü şüncelerin de kar ışmas ıyla ortaya<br />

yeni bir görü ş çıkar. Bu çerçeve içerisinde, üç tür fikir uzla şmayı<br />

denerler. Baz ı konularda bir uyu şma sezilirse de bir çok konuda kendi<br />

öz niteliklerini muhafaza ederler. Kendinden öncekilere oranla daha aç ık,<br />

daha kuvvetli ve daha metodik olan İbn Sina sistemi, bu yüzden pek<br />

çok kimse yanında kabul görmez.<br />

Felsefi açıdan değerlendirildiği takdirde, onun sisteminin, özellikle<br />

öz ve varl ık (zat ve vücut) ay ır ımında, büyük ba şarı kazandığı bir gerçektir.<br />

Onun bat ı dünyas ında açt ığı çığır ve yapt ığı etki bunun aç ık bir<br />

misâlidir. Bat ı düşüncesi onun sayesinde Aristo dü şüncesini anlayabilmiş<br />

ve ilerleme kaydedebilmi ştir.<br />

Öz ve varl ık ayırımından hareketle, vacib mümkün ay ırımına yükselen<br />

İbn Sina'nın bu konudaki fikirleri, tatmin edici olup daha sonrakilere<br />

temel te şkil edecek niteliktedir. Varlık konusundaki düşünceleri<br />

onun kadar sistematik olmasa bile Descartes dü şüncesine kaynak olabilecek<br />

mahiyettedir.<br />

Allah' ın nitelikleri konusunda verdi ği bilgiler, yukarda belirtti ğimiz<br />

üçlü karakteri aynen ta şır. Bir yönden iyiliği bütün âleme yay ılan ve<br />

varlığın kayna ğı olan Eflatun İyi'si, diğer yönden varl ık olarak kendinde<br />

ve düşüncelerinde Aristo'dan gelen bir mecburiyet ta şıyan Allah ve<br />

nihayet bir çok İslami nitelikleriyle Islam' ın Allah' ı .<br />

Allah' ın nitelikleri, âlemin varolu şu ve nefsin ölümden sonraki halleri<br />

konusunda verilen bilgiler, İbn Sina' ınn felsefi sisteminin mistik bir<br />

karakter ta şıdığı izlenimini vermektedir. Onun do ğu ş teorisi, bir çe şit<br />

anjeolojiyi kar şımıza ç ıkarır; çünkü bu teori kozmolojiyi ortaya koyduğu<br />

gibi, antropolojiyi de meydana getirir.<br />

143


İbn Sina âleminde ontolojik ola ğan olmay ıp aksine zaruret vardır.<br />

Onda Aristo'nun üç şekli bulunur: mümkün, vacib ve imkans ız.<br />

Bu bak ımdan onun yarat ılış düşüncesi bu zaruret halinin ortaya koyduğu<br />

bir üründür. Ezelilik dü şüncesinde istemli bir etkililik söz konusu<br />

değildir; belki söz konusu olan ilahi bir mecburiyettir. Bu yönden, yaratılış,<br />

kendi kendini dü şünmesi itibariyle ilahi dü şüncenin fiilinden ibârettir.<br />

Bu aç ıdan, varolu ş düzeninde de fikri yöneli ş mecburi olarak determinist<br />

ve sudurcu bir tektanr ıc ılığa doğru gider. Bilindiği gibi, bu mecburiyet<br />

veya determinizm, Plotin'den ve Aristo'ya atfedilen Teoloji'-<br />

den kaynaklanmaktad ır.<br />

Varlıkları, vaıliğa en çok lay ık olandan ba şlayarak inceleyen İbn<br />

Sina sisteminde, özellikle doğu ş teorisinde, bir fantazi görülür.<br />

Bütün metafizik sisteminde bir yönden ald ığı islami kültür do ğrultusunda<br />

aç ıklamalar vermek isterken, di ğer yönden sonradan ald ığı ve<br />

birincisini bastıran felsefi kültür, bilhassa k ırk kere okudu ğu halde anlayamadığı,<br />

ancak Farabrnin şerhiyle nüfuz edebildi ği Aristo metafizi ği<br />

ağır basar.<br />

Onun dü şüncesinde gerçek sebepler sonuçlar ıyla beraber bulunmakta<br />

olup sonludurlar. Çünkü onlar Allah'ta son bulurlar. Alemde bir gaye<br />

hüküm sürmektedir. Gayelerin gayesi Yarat ıc ı'ya yönelen bir gaye.<br />

Onun için İbn Sina sisteminde, finaliteden söz etmek raslant ıları inkâr<br />

etmek de ğildir: çünkü raslant ı belirsiz saklanm ış bir gayedir. Yarat ılmış<br />

alemde bütünüyle, bo şuna, gayesiz yarat ılmış hiç bir şey yoktur;<br />

aksine her şey, İbn Sina'n ın Iyilik Düzeni ad ını verdiği bir tertip içindedir.<br />

Kendili ğinden varlığını sürdüren cevherler aras ında şeklin özel bir<br />

yeri vard ır; halbuki madde, güç halindeki cevherlili ği kabul edenler<br />

aras ında sayilmaktad ır. Çünkü madde, yetersizlik hali içindedir.<br />

İbn Sina'nın nefs hakk ında verdi ği bilgiler, Aristo'nun görü şlerine<br />

uygundur. Ancak nefsin veya ruhun varl ığı ve cevherlili ği hususunda<br />

gösterdi ği deliller, verdi ği bilgiler ortaça ğ düşüncesini a şarak, yeniça ğa<br />

ışık tutar mahiyettedir. Varhk İbn Sina için en önemli konu oldu ğundan,<br />

varlığı ilk belirleyen nefs üzerinde hayli durmu ştur.<br />

İnsan için kısa denilebilecek ömründe durmadan, y ılmadan çah ş-<br />

mış, pek çok eser meydana getirmi ştir.<br />

144


KAYNAKLAR<br />

Abdullah el-Hulu: İbn Sina, Beyrut 1974.<br />

Anawati (G.C.): Müellefatu İbn Sina, Kahire 1950.<br />

Anawati (G.C.): La Mgtaphysique du Shifa, Paris 1978.<br />

Anawati (G.C.): "Introduction Historique â une Nouvelle Traduction<br />

de la Metaphysique d'Avicenne", MIDEO 1977 içinde.<br />

Anawati (G.C.): "Un Manuscrit de la Hikma Mashr ıqiyya d'Ibn Sina",<br />

MIDEO 1954, Kahire.<br />

Anawati (G.C.): .tude de Philosophie Musulmane, Paris 1974.<br />

Akarsu (Bedia): Çağdaş Felsefe, İstanbul 1979.<br />

Aristo: La Mgtaphysique, fran. çev. J. Tricot, Paris 1953.<br />

Aristo: De l'Jime, fran. çev J. Tricot, Paris 1947.<br />

Arnaldez (Roger): "Un Prgcedent Avicennien du Cogito Cartesien",<br />

Annales Islamologiques, içinde, Kahire 1972.<br />

Arslan (Ahmet): "Kemal Paşazade'nin Haşiya ala Tehafüt el-Falasifesi",<br />

ARAŞTIRMA içinde, <strong>Ankara</strong> 1972.<br />

Atay (Hüseyin): "İslam Felsefesinin Doğuşuna Dair", İ.F. Der. XIV,<br />

<strong>Ankara</strong> 1967.<br />

Atay (Hüseyin): Feırdbi ve İbn Sina'da Yaratma, <strong>Ankara</strong> 1974.<br />

Atay (Hüseyin): " İbn Sina'da Varolu şçuluk", İbn Sina'nın 1000. Doğum<br />

-Y ılına Armağan, içinde, bas ılıyor.<br />

Bahnam (G.P.): "Yenabiu'l-Marife iade İbn Sina", RAAD 33 /1958<br />

içinde.<br />

Barthold (W.): İslam Medeniyeti Tarihi, çev. F. Köprülü, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

Bedevi (A.): Histoire de la Philosophie en Islam, Paris 1972.<br />

Bilmen (Ö. Nasuhi): Büyük Tefsir Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1960.<br />

Birand (Kamuran): İlkçağ Felsefesi, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

145


Bolay (S. Hayri): Aristo Metafizi ği ile Gazzali Metafizi ğinin Karşılaş -<br />

tırılmas ı , <strong>Ankara</strong> 1976.<br />

Brehier (Emile): La Philosophie du Moyen Age, Paris 1937.<br />

Brockelman (C.): Geschichte Der Arabichen Litteratur, Leyden 1938.<br />

Bursalı (M. Tahir): Türklerin Ultun ve Fünuna Hizmetleri, İstanbul<br />

1327 H.<br />

Calverley (E.E.): "Nefis", İ .A.<br />

Chahine (Osman): Ontologie et Th6logie chez Avicenne, Paris 1962.<br />

Chevalier (Jacque): Historie de la Pens&, Paris 1955.<br />

Corbin (Henri): Histoire de la Philosophie İslamique, Paris 1964.<br />

Corbin (Henri): En Islam İranien, Paris 1971.<br />

Corbin (Henri): Avicenne et le Mcit Visionaire Tahran 1954.<br />

Corbin (Henri): La Philosophie Islamique des Origines â la Mort d'Averroes,<br />

Histoire de la Philosophie" içinde, C. 1, Paris 1969.<br />

Cosnier (Jacque): Clefs pour la Psychologie, Paris 1971.<br />

Çubukçu ( İ. Agah): Gazzali ve Kelâm Felsefesi, <strong>Ankara</strong> 1970.<br />

Çubukçu ( İ. Agah): Gazzali ve Şüphecilik, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

Çubukçu ( İ. Agah): İslam Dü şünürleri, <strong>Ankara</strong> 1977.<br />

Çubukçu (t Agah): Makaleler, <strong>Ankara</strong> 1967.<br />

Çubukçu (İ. Agah): İslam Mezhepleri Tarihi (N. Ça ğatay'la birlikte),<br />

<strong>Ankara</strong> 1976.<br />

Çubukçu ( İ. Agah): İslam Dü şüncesi Hakk ında Araştırmalar, <strong>Ankara</strong><br />

1972.<br />

Çubukçu ( İ. Agah): İslam Felsefesinde Allah' ın Varlığının Delilleri,<br />

3. bas., <strong>Ankara</strong> 1978.<br />

Dağ (Mehmet): "Ontolojik Delil ve Ç ıkmazlar ı", İ.F. Der., C. XXIII,<br />

<strong>Ankara</strong> 1978.<br />

De Boer (T.J.): "Akal", İ .A.<br />

De Boer (T.J.): "Madde", İ .A.<br />

De Boer (T.J.): "Sebep", İ .A.<br />

De Dilim. (Emile): "Trois Traites d'Avicenne", MUSEON içinde,<br />

Paris 1882.<br />

Descartes (Rene): Metod Üzerine Konu şma, çev. M. Karasan, 2. bas.<br />

<strong>Ankara</strong> 1962.<br />

De Vaux (Carra): Avicenne, Paris 1900.<br />

146


De Vaux (Carra): l'Avicennistne Latin, Paris 1934.<br />

Ebu'l-Berekat el-Ba ğdadi: Kitabu'l-Muteber, çev. M. Şerafettin, İstanbul<br />

1932.<br />

-- " İbn Sina", Encyclopedie Internationale, Paris 1957.<br />

".İbn Sina", Enciclopedia Filosofica, Firenze 1967.<br />

Fahreddin Razi: el-Muhassal, çev. H. Atay, <strong>Ankara</strong> 1978.<br />

Feki (Habib): Les Ide'es Religieuses et Philosophiques de l'Isamelisnte<br />

Fatimide, Tunus 1978.<br />

Le Foyer (H.D.): Traite de Philosophie Ge'n&ale, Paris 1965.<br />

Garabi (Hammude): İbn Sina beyne'd-Din ve'l-Felsefe, Mıs ır tarihsiz.<br />

Gardet (Louis): La Pens& Religieuse d'Avicenne, Paris 1951.<br />

Gardet (Louis): "Quelques Aspects de la Pensee, Avicennienne dans<br />

Rapports avec l'Orthodoxie Musulmano", Revue Thontiste<br />

1951, içinde.<br />

Gardet (Louis): "La Connaissance Supremc de Dieu selon A cenne",<br />

IBLA içinde, Tunus 1951.<br />

Gardet -Anawati: Introduction iz la The-ologie Musulmane, Paris 1970.<br />

Gazzali (Ebu Hamid Muhammed): Telt(ifutü'l-Felasife, Beyrut 1962.<br />

Gibb (H.A.R.): La Structure de la Pens& Religieuse de slam, fran. çev.<br />

J. ve F. Arin, Paris 1950.<br />

Gilson (Etienne): La Philosophie du Moyan Âge, Paris 1 .976.<br />

Gilson (Etienne): l'Etre et l'Essence, Paris 1972.<br />

Gilson (Etienne): "Pourquoi St. Thomas â Critique St. Augistin ",<br />

Les Archives d'Histoire, içinde, I, 1926.<br />

Gilson (Etienne): "Y a-t-il un Avicennisme Latin", AHDLMA içinde,<br />

Paris 1970.<br />

Gilson (Etienne): "Les Sources Greeo-Arabes de l'Augis inisme Avicennisant",<br />

MUSEON içinde, 1929.<br />

Gilson (Etienne): Introduction a l'Etude de St. Augustin, Paris 1930.<br />

Gilson (Etienne): Le Thomisnte, Paris 1947.<br />

Gilson (Etienne): "Avicenne et le Point de Depart de Duns Scot", ADMA<br />

içinde, 1927 Paris.<br />

Goichon (A. Marie): La Distinction de l'Essence et de l'Existance d'Apres<br />

IBN SINA, Paris 1937.<br />

Goichon (A. Marie): "Influence d'Avicenne en Occident", IBLA içinde,<br />

Tunus 1951.<br />

147


Goichon (A. Marie): "L'Unite de la Pensee Avicennienue", Archives<br />

Intellectuels, içinde, Paris 1952.<br />

Goichon (A. Marie): "La Personalite d'Avicenne", IBLA içinde, Tunus<br />

1952.<br />

Goichon (A. Marie): "Le Philosohie de Pf:tre", IBLA içinde, Tunus<br />

1952.<br />

Gökberk (Macid): Felsefenin Evrimi, İstanbul 1979.<br />

: I.a Grande Encyclopedie Larousse, Paris 1972.<br />

Günaltay ( Ş.): Felsefe- i Ulâ, İstanbul 1341 /1939.<br />

Günaltay ( Ş.): " İbn Sina, Milliyeti, Hayat ı, Kültürü", Büyük Türk<br />

Filozof ve Ttb Usta& İbn Sina, içinde, İstanbul 1937.<br />

Hamelin (P.): Le Systme d'Aristote, Paris 1920.<br />

Horten (Max): "Felsefe", İ .A.<br />

tim Ebi Useybia: Uyfınu'l-Enba' fî Tabakâtı'l-Etibba, Beyrut 1957.<br />

İbn el-Cevzi (Ebu'l-Ferec Abdurrahman): Telbis Iblis, Şam tarihsiz.<br />

İbn Haldun: Mukaddime, çev. Z.K. Ugan, İstanbul 1970.<br />

İbn Hallikan: Vefayeit ıt'l-Ayetn, çev. Rodoslu Mehmet, İstanbul 1280 H.<br />

İbn el- İbri: Tarihu Muhtasarı'l-Duvel, Beyrut 1980.<br />

İbn Sina: Ahvâlu'n-Nefs, Kahire 1952.<br />

• İbn Sina: "Aksâmu'l-Ulâmil-Akliyye", Mecmuâtu'r-Resâil, içinde,<br />

İbn Sina: "Ecvibe an A şere Mesâil", İbn Sina Risaleleri, içinde, İstanbul<br />

1953.<br />

İbn Sina: "Ecrâmu'l-Ulviyye", Tis' Resâil, İçinde, Mısır 1907.<br />

İbn Sina: el-Fiil ve'l-İnfial ve Aksâmuha, Haydarabad 1353 H.<br />

İbn Sina: Hayy b. Yakzan, Mıs ır 1952.<br />

İbn Sina: Hikmetu'l-Me şrik ıyye, yazma Ayasofya 2403.<br />

İbn Sina: isârât ve't-Tenbihât, S. Dünya yay. M ısır 1908; Livre des<br />

Directives et Remarques, fran. çev. A.M. Goichon, Paris 1951.<br />

İbn Sina: "Kaside fi'n-Nefs", Journal Asiatique, içinde, Paris 1899.<br />

İbn Sina: "Kitâbul-Hudiid", Tis' Resâil, içinde, Mısır 1908.<br />

İbn Sina: el-Kuva'l- İnsaniyye ve İdrakuha, Mısır 1238 H.<br />

İbn Sina: "Mesâil Ahvâli'n-Nefs", İbn Sina Risaleleri, içinde, İstanbul<br />

1953.<br />

İbn Sina: "Mubâhasât", Aristo inde'l-Arab, içinde, Bedevi yay, Kahire<br />

1947.<br />

148


İbn Sina: en-Necat, Mısır 1938.<br />

İbn Sina: Risâletu'l-Ar şiyye, Haydarabad 1353 H.<br />

İbn Sina: "Risâletul-Kader", Mecmua Resâili İbn Sina, içinde, M ıs ır<br />

1354 H.<br />

Ika Sina: Risâle Adhaviyyeti fi E ınri'l-Me&l, Mısır 1949.<br />

tbn Sina: Risâle fi Mahiyyeti'l-I şk, türkçe çev. A. Ate ş , İstanbul 1953.<br />

İbn Sina: "Risâle fi's-Saade", Mecmua Resâili İbn Sina, içinde, M ısır<br />

1354 H.<br />

İbn Sina: " Şerhu Harfi'l-Lam", Aristo inde'l-Arab, içinde, Bedevi yay.<br />

Kahire 1947.<br />

!bn Sina: " Şerhu Kitab İzolocya", Aristo inde'l-Arab, içinde, Bedevi yay.<br />

Kahire 1947.<br />

İbn Sina: eş-Şifâ', Kahire 1960; Medhal, Kahire 1952.<br />

İbn Sina: Kitalm'n-Nefs (Avicenna's De Anima, F. Rahman yay.) Oxford<br />

1959.<br />

İbn Sina: "Talikât", Aristo 'inde'l-Arab, içinde, Mısır 1947.<br />

Un Sina: Uyünu'l-Hikme, Ülken yay, İstanbul 1953.<br />

İbn Teymiye (Takyeddin Ahmed): Maâricu'l-Vusül ila Ma'rifeti enne<br />

Usülu'd-Din ve Furuuhu kad Beyyeneha er-Resül, fran. çev.<br />

H. Laouste, Kahire 1939.<br />

İzmirli (İ. Hakkı): İbn Sina'mn Felsefesi", Büyük Türk Filozof ve<br />

Ttb Üstad ı İbn Sina, içinde, İstanbul 1937.<br />

İzmirli (İ. Hakkı): Islâm Mütefekkirleri ile Garb Mütefekkirleri Aras ında<br />

Mukayese, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

Keklik (Nihat): Felsefe, İstanbul 1978.<br />

Keklik (Nihat): Sadreddin Konevrnin Dü şüncesinde Allah-K:din& ve<br />

İnsan, İstanbul 1967.<br />

Küyel (M. Türker): Üç Tehafüt Bak ım ından Felsefe ve Din Münasebeti,<br />

<strong>Ankara</strong> 1956.<br />

Küyel (M. Türker): " İbn Sina On Sorunun Kar şılıklarına Beyruni İçin<br />

mi Yazmıştır" Beyruni'ye Arma ğan, içinde, <strong>Ankara</strong> 1974.<br />

Küyel (M. Türker): Aristoteles ve Fârabrnin Varlık Ve Dü şünce Oğretileri,<br />

<strong>Ankara</strong> 1959.<br />

Kıfti (C. Ali b. Yusuf): ihbâru'l-Ulemâ bi Ahbâril-Hukemâ, M ısır tarihsiz.<br />

Macid Fahri: Tarihul-Felsefetil- İslamiyye, Beyrut 1979.<br />

149


Madkur ( İbrahim): Organon d'Aristote dans le Monde Arabe, Paris 1969.<br />

Madkur ( İbrahim): "La Metaphysique en Terre d'Islam", MELANGE<br />

içinde, Kahire 1962.<br />

Madkur ( İbrahim): Fi Felsefeti'l-İslamiyye, Mısır tarihsiz.<br />

Madkur ( İbrahim): "La Metaphysique du Shifa", MIDEO içinde ,Kahihire<br />

1959.<br />

Madkur ( İbrahim): "Le Traite des Categories du Shifa", MIDEO içinde,<br />

Kahire 1958 /5.<br />

Mahmud el-Hedeyri: Deux Opuscules d'Avicenne Traduits en Latin,<br />

MIDEO içinde, Kahire 1955.<br />

Massignon (Louis): "La Philosophie Orientale d'Ibn Sina", MISCEL-<br />

LANA içinde, Kahire 1954.<br />

Massignon (Louis): Recueil de Textes Ine'dits, Paris 1929.<br />

Mehren (F.): "La Philosophie d'Avicenne, MUSEON içinde, 1882.<br />

Mehren (F.): "Etude sur la Philosophie d'Averroes Concernant son<br />

Rapport avec celle d'Avicenne et Gazzali", MUSEON içinde<br />

1888.<br />

Mehren (F.): "Vues Theosophiques", MUSEON içinde, 1886.<br />

Mehren (F.): Traite" Mystique d'Abu Ali al-Hosain b. Abdullah b. Sina<br />

ou Avicenne, Leyden 1899.<br />

Mehren (F.): Traite sur l'Amour, Leyden 1894.<br />

Mehren (F.): Traite sur la Nature de la Pri&e, Leyden 1899.<br />

Mesnard (P.): "Le Millenaire d'Avicenne", AIEO içinde, 1953.<br />

Muhammed At ıf İraki: Servetü'l-Akl fi'l-Felfeseti'l-Arabiyye, Mıs ır 1976.<br />

Muhammed Latin: Felsefetü'l-İslâmi, Tunus tarihsiz.<br />

Munk (S.): " İbn Sina", Dictionnaire des Sciences Philosophiques, içinde<br />

Paris 1885.<br />

Mustafa Galib: İbn Sina, Beyrut 1979.<br />

Musa b. Meymun: Delaletü'l-Hetirin, H. Atay yay. <strong>Ankara</strong> 1974.<br />

Necear (Remzi): Felsefetü'l-Arabiyye abre't-Tarih, Beyrut 1979.<br />

Pines (S.): "La Conception de Conscience de Soi chez Avicenne",<br />

AHDLMA içinde, 1954.<br />

Quadri (G.):La Philosophie Arabe, Paris 1961.<br />

Raci İnayet: İbn Sina, Beyrut 1976.<br />

Saliha (Cemil): Min Eflatun ila İbn Sina, Şam 1937.<br />

Saliba (Cemil): .tude sur la Metaphysique d'Avicenne, Paris 1936.<br />

150


Saliha (Cemil): Tarihu Felsefeti'l-Arabiyye, Beyrut 1973.<br />

Sartre (J. Paul): L'Ltre et, le Ne'ant, Paris 1943.<br />

Sunar (Cavit): İslam Felsefesi Dersleri, <strong>Ankara</strong> 1967.<br />

Sunar (Cavit): Varlık Hakk ında Ana Dü şünceler, <strong>Ankara</strong> 1977.<br />

Sunar (Cavit): İslânı'da Felsefe ve Fiftrabi, <strong>Ankara</strong> 1972.<br />

Şehristani (Muhammed): el-Milel ve'n-Nihal, Mısır 1910.<br />

Taraki (Abdülkerim): Mdcem ıt'l-Felsefe, Tunus 1977.<br />

Tresmontant (C.): Les Problemes de l'AtUis ıne, Paris 1972.<br />

Thillet (Pierre): "Sagesse Greeque et la Philosophie Musulmane", Dar<br />

el-Salam, içinde, Kahire 1958.<br />

Üçyiğit (Ekrem): "Ortaçag İslam Medeniyetinin Avrupa Medeniyeti<br />

Üzerine Tesirleri", İ.F. Der., <strong>Ankara</strong> 1955.<br />

Ülken (H. Ziya): La Pens& de l'İslam., İstanbul 1953.<br />

Ülken (H. Ziya): Felsefeye Giri ş , <strong>Ankara</strong> 1958.<br />

Ülken (H. Ziya): "Islam Felsefe ve İtikad ının Garba Tesiri", I.F. Der.,<br />

<strong>Ankara</strong> 1962.<br />

Ülken (H. Ziya): "Farabi ve İbn Sina'nın Garb Ortaça ğ Düşüncesi Üzerinde<br />

Tesirlerine Dair Yeni Baz ı Münaka şalar", İ.F. Der.,<br />

<strong>Ankara</strong> 1959.<br />

Cnver, (Süheyl): ibn Sina, İstanbul 1955.<br />

Vajda (George): "Notes d'Avicenne sur la Theologie d'Aristote", Revue<br />

Thomiste, içinde, Paris 1951.<br />

Vajda (George): "Un Champion de Avice ıı nisme", Revue Thomiste, içinde,<br />

Paris 1948.<br />

Veher (Alfred): Felsefe Tarihi, çev. V. Eralp, İstanbul 1949.<br />

Von Aster (E.): Felsefe Tarihi Dersleri, çev. M. Gökberk, İstanbul 1943.<br />

Yalçın (Mikdat): Müellefatu ilm Sina el-Mahtutat fi Türkiye, Kahire<br />

1973.<br />

151.


INDEKS<br />

- A --<br />

adam 74. 77, 101<br />

Afşana 9.<br />

akıl 4, 61, 65, 66, 71, 88, 96<br />

Akil 4, 61, 65, 66<br />

el-Akl bi'l-Fiil 135<br />

el-Akl bi'l-Meleke 135<br />

Akıl (faal) 106<br />

el-Aklu'l-Heyulani 135<br />

aklu'l-müfarık 97<br />

akıl (ayrı) 86<br />

akılüstü 86<br />

aksa fele ği 86<br />

el-İla 75<br />

Ara ed-Devle 12<br />

alakatü'l-muzaf 107<br />

el-Allaf 4, 5<br />

Allah 3, 4, 5, 6,<br />

75, 84, 88,<br />

10, 25, 26,<br />

101, 112,<br />

âlem 82, 83, 85, 86, 92, 93,<br />

27,<br />

116,<br />

100<br />

28, 41, 56,<br />

118, 120<br />

117, 119<br />

74,<br />

Alim 70, 71, 27<br />

Alü İmran Suresi 116<br />

A.M. Goichon 14, 16, 17<br />

Anawati 14, 17, 20, 43<br />

Andreas Alpagus 19<br />

Antropolojik 5<br />

araz 4, 30, 42, 52, 106<br />

Aristo 2, 3, 4, 5, 11, 23, 24, 25, 27, 28, 35, 42,<br />

43, 44, 45, 62, 70, 73, 75, 76, 80, 95, 103,<br />

105, 106, 111, 112, 114, 116, 118, 120,<br />

124, 125, 137, 143, 144<br />

aristocu 123, 143<br />

ar ızi sebebler 116<br />

aşk 4, 70, 73<br />

a şık 4, 72<br />

Atay 36<br />

Augustincilik 43<br />

ayaltı alemi 120<br />

ayaltı dünyas ı 89<br />

ayn 31<br />

Avicennisme 44<br />

Avrupa 42<br />

Bâki 72<br />

Bildi' 80<br />

Bâri' 81<br />

Basit 62, 84<br />

Batlamyns 10<br />

Batnu'l-Mukaddem 134<br />

Baverd 11<br />

Belh 9<br />

ben 125<br />

Beyhaki 9<br />

bi'l-ihtisar 129<br />

bi'l-Kuvve 130<br />

bi'n-nazar 40<br />

Bir 3, 4, 28, 60, 63, 65, 70, 73, 77, 81, 89, 94,<br />

99, 121, 138<br />

el-Birr ve'l- İsm 11<br />

bizatihi 40<br />

bozuluş 37<br />

Borckelmann 14<br />

Buhara 9, 11<br />

Cacerm 11<br />

Cami (Molla) 46<br />

Chahine 24<br />

causalit 115<br />

cevher 4, 30, 33, 114, 125, 126, 127<br />

Curcan 11<br />

Curcani 47<br />

152


Cüzcard 13<br />

ciiz'i 42, 68, 69, 70<br />

cüz'iler 45, 69, 71<br />

- Ç -<br />

Çokluk 56<br />

Çubukçu ( İbrahim Agah) 42<br />

- D -<br />

dairevi olu ş 119<br />

Danişname-i Ali 13<br />

David Hume 6<br />

deism 70<br />

deneyüstü 41<br />

Descartes 36, 127, 143<br />

determinizm 118, 120<br />

De Vaux 14<br />

Doğuş Teorisi 79, 85, 93<br />

Dokuz akıl 84<br />

Duhistan 11<br />

Duna Scot 41, 44, 72, 100<br />

E.A. Van Dyck 19<br />

Ebu Abdullah en-Natıli 10<br />

Ebu Bekir el-Berki 11<br />

Ebu'l-Hüseyin el-Arucli 11<br />

Ebu'l-Hüseyin el-Sahli 11<br />

Ebu - Muhammed el- şirazi 12<br />

Ebu Ömer Takiyyeddin Şehrezurl 46<br />

Ebu Said ibıl Danduk 12<br />

Ebu Ubeyd el-Cilzcant 9, 12<br />

Eflatun 3, 23, 24, 27, 62, 80, 81, 99, 124, 134<br />

eflatunculuk 44, 55<br />

eflatuncu realizm 90<br />

Eflatun Teorisi 65<br />

endüskiyon 38<br />

enniye 31, 36<br />

Ernest Benan 44<br />

el-Ersadü'l-Külliyye 12<br />

esbillıii'l-kusva 37, 42<br />

esmiliii-hüsna 80<br />

Es'ari 3, 4, 5, 61<br />

el-Evvel 35, 55, 64, 81<br />

ex-nihilo 57, 117<br />

ex-une unum fit 45<br />

eys 119<br />

ezeli 99, 118<br />

- F<br />

Faal akıl 4, 5, 67, 87, 88, 90, 91, 92, 99, 102,<br />

105, 107, 108, 120, 131, 137<br />

Fahreddin Rad 6, 33, 46, 52, 56, 85, 141<br />

fail 51, 80, 81, 85, 93, 110, 115<br />

el-Fail el-Evvel 76<br />

Fail Diet 64<br />

Fail-i Mucib 72<br />

Fail-i Muhtar 72<br />

Fail Sebeb 114, 117<br />

el-Faiza an hüviyyetihi 104<br />

Fitfald 5, 27, 32, 45, 70<br />

Fazlurrahman 18<br />

felek 96, 97<br />

felekler 84, 95<br />

feleki hareketler 109<br />

Felsefetin-Ulâ 3, 38, 40<br />

fesad 37, 106<br />

Feth Suresi 139<br />

feyezan 83, 103, 117<br />

feyz 88<br />

Fi Ağradi'l-Hakim 5<br />

Fi Ağrad Kitabu ma ba'd et-Tabili 11<br />

Fi' Felsefeti'l-Ula 5<br />

Fihrist 14<br />

fi'l-enfüs 36<br />

finalite 115, 116<br />

finalizm 119<br />

F. Mehren 18<br />

Gal illet 76<br />

el-Garaz el-Aksa 37<br />

- G -<br />

Gardet (Louis) 14, 138<br />

gayb 80<br />

gaye 111<br />

gayecilik 119<br />

gayelerin gayesi 144<br />

Gaye sebeb 115 117<br />

Gazzall 3, 6, 45, 46, 63, 68, 69, 70, 71, 80, 84,<br />

99, 100, 141<br />

George Vajda 15<br />

Gerard Crerome 18<br />

153


Gerçek Mutlak Zaruret 120<br />

Gilber de la Porre 43<br />

Gilson 43, 44, 86<br />

Goichon 34, 44, 69, 103, 138<br />

göreli yokluk 111<br />

Guillaume d'Auvergne 43<br />

güzellik 23, 81<br />

-- H -<br />

Hadd 65<br />

hadis 99, 100<br />

hafıza 134<br />

hakikat 31<br />

el-Hakk el-Mahz 75<br />

Hakim 75, 97<br />

Hakim Senai 46<br />

Hal ık 80<br />

halk 100, 101<br />

halk etme 102<br />

Hakku'l-Evvel 82, 142<br />

halu'l-vücud 35<br />

Hamedan 12, 13<br />

el-Hasıl vel-Mahsül 11<br />

ha şr 142<br />

el-havas el-batmiy ye 133<br />

hayr 67, 74, 83, 96<br />

hayal 134<br />

hayr mahz 74<br />

hayvani nefs 131<br />

Hayy 70 71<br />

Hayy b. Yakzan 12, 132<br />

hazır 71<br />

Heidegger 36<br />

Henri Corbin 24<br />

Hermisan 9<br />

heyulani akıl 137<br />

hıfz 134<br />

Hidayat 12<br />

hikmet 38, 40, 75<br />

el-Hikmetü'l-Arudiyye 11<br />

Hikmetii'l-Me şrıkiyye 2,3 24, 79<br />

hikmetü'n-nazariyye 40<br />

el-Hissü'z-Zahir 133<br />

Hobhes 2<br />

Horasan 9<br />

hudus 128<br />

hüviyyet 31, 52, 104<br />

tat! Bakos 18<br />

ibdâ' 70, 100, 101, 117<br />

İbn Arabi 46<br />

İbn Bacce 46<br />

İbn el-Cevzi 141<br />

İbn Ebi Useybia 9<br />

İbn Haldun 46<br />

İbn Hallikan 9, 14<br />

İbn el- İbri. 9<br />

İbn Rüşd 5, 43, 44, 46, 100, 109<br />

İbn Sab'in 5, 46<br />

İbn Salah 46<br />

İbn Teymiyye 46<br />

İbn Tufeyl 46<br />

İbn Tumlus 46<br />

İci 3, 6, 47<br />

İdmar 36<br />

idrak 133, 134<br />

ifâzat 91<br />

ihdas 102<br />

ikinci akıl 87<br />

ikinci vacib varl ık 86<br />

iktiran 36<br />

ilahi akıl 69, 121<br />

ilahi irade 67<br />

ilahi bilgi 68<br />

ilahi ceVher 84<br />

ilahi hikmet 106<br />

ilahi ilim 82<br />

ilahi zat 92<br />

ilahi müdrike 66<br />

ilahilik görü şü 70<br />

ilahiyat 2, 26, 40<br />

ilk 28, 55, 57, 58, 64, 67, 71, 72, 79, 82.<br />

ilk akıl 121<br />

ilk a şk 23, 81<br />

ilk bir 65 ,75<br />

ilk etken 76<br />

ilk felsefe 26, 28, 38'<br />

ilk gerçek 5, 37<br />

ilk hakikat 28<br />

ilk illet 28<br />

ilk madde 101<br />

ilk ma'lul 84<br />

ilk muharrik 73, 98<br />

ilk prensip 56, 61, 63, 65, 73, 74, 76, 77, 84,<br />

91, 98<br />

154


ilk sebeb 5, 37, 64, 77, 85, 86, 91, 100, 102,<br />

103, 117<br />

ilk varlık 3, 81, 100, 101<br />

ilk yaratıcı 116<br />

illet 107, 111, 112<br />

el-illetül-Failiyye 115<br />

el- İlletü'l-Gaiyye 115<br />

el- İlletü's-Suveriyye 113<br />

el-illetü'l-Unsuriyye 113<br />

İlliyet nazariyesi 111/<br />

ilmi:ıl-ilahi 3, 29, 38<br />

imkân 42, 51, 82, 85, 99, 106, 120<br />

imkansız 51, 60<br />

inayet 83, 84<br />

inbias 101<br />

inniyye 56, 57, 58<br />

insani nefs 127, 129, 131, 134<br />

iradi gaye 116<br />

isfehan 12<br />

İslam 3, 4, 68, 80, 103<br />

İslam Düşüncesi 2<br />

İslam Felsefesi 4<br />

İslam Felsefe Okulu 3<br />

İslam Metafizi ği 3, 4<br />

İsmail ez-Zahid 10<br />

İsolocya 103<br />

İşarat 23, 26, 33<br />

İşrak 70<br />

iyi 74, 81, 96<br />

iyilik 23, 73<br />

iyilik düzeni 144<br />

iyi ve güzel cazibesi 70<br />

izafi adem 111<br />

İzagocya 10<br />

Karkanc 10, 11<br />

Kasas Suresi 139<br />

Katip Çelebi 14<br />

kavrama 133<br />

Kayyum 33, 59<br />

Kazvin 12<br />

kemâl 58, 83, 110, 111<br />

kendiliğinden 129<br />

kesret 5<br />

kevn 37, 105<br />

kevn ve feseid 88, 91, 104, 110<br />

el-Kıfti 9, 14<br />

Kierkegard 36<br />

Kindi 5<br />

Kozalite 78<br />

Kozmolojik 5<br />

Kulunç 13<br />

Kur'an-ı Kerim 68, 69, 79, 82, 101, 104, 105,<br />

120, 139<br />

Küsuf 122<br />

Kutbüddin Sirazi 47<br />

el-Kuvvetü'l-lilime 135<br />

el-Kuvvetül-kmile 135<br />

el-Kuvvetü'l-Müfekkire 134<br />

el-Kuvvetü'l-Müvellide 131<br />

el-Kuvvetü't--Tegazziye 131<br />

el-Kuvvetü't-Tenmiyye 131<br />

külli 24, 42, 68, 79, 70, 71, 72, 83, 93<br />

külliler 45<br />

külli bilgi 123<br />

külli öncüller 38<br />

külli sebep 81<br />

- L -<br />

J. Forget 15<br />

J.F. Sartre 36<br />

- J -<br />

- K ----<br />

Latin İbn Sinacılığı 43<br />

Lazım 104<br />

Leyl Suresi 104<br />

leys 117<br />

Lisanü'l-Arab 13<br />

- M -<br />

kalın. 113<br />

Kadbanaveyh 12 Matini'l-Hikmiyye 40<br />

kadim 24, 100, 118 Ma ba'd et-Tabia 26, 29, 39<br />

kadir 57, 68, 72, 80 Ma bihi 112<br />

el-Kanun 12 madde 62, 63, 104, 105, 108, 109, 110, 113,<br />

el-Kanun fi't-T ıbb 14 114<br />

155


maddi sebeb 113<br />

maddi şekil 114<br />

ma'dfım 71, 81, 141<br />

mü fihi 112<br />

mahiyet 35, 56, 57, 58, 64, 65, 112<br />

mahsus 34<br />

Mü Kable't-Tabia 39<br />

Makümütu'l-Arifin 123<br />

Makasıdn'l-Felâsife 45<br />

Makrizi 46<br />

ma'kul 56, 58, 61, 65, 66, 71, 90, 91, 94, 102,<br />

112, 114, 120, 121, 139, 140.<br />

ma'külât 26, 51, 67, 125, 135, 136, 137<br />

ma'lül 37, 84, 107, 112<br />

malum 70<br />

maltil evvel 84<br />

malûl mevcud 38<br />

malül varlık 113<br />

ınü minhu 112<br />

mantık 11, 26<br />

el•Mantıku'l-Mu'ciz 19<br />

matematik 11, 38, 40<br />

matlub 38<br />

Matürldi 62<br />

Max Horten 18, 70<br />

meâd 138, 139, 140<br />

mebde' 38<br />

Mebâdiu'l-Ulümi'l-Cüz'iyye 37<br />

mebdeü'l-evvel 56, 89<br />

el-mebdeü ve'l-meüd 12, 19<br />

el-Mecülisü's-Seb'a beyne' ş- Şeyh ve'l-Amiri 19<br />

Mecd ed-Devle 12<br />

el-Mecesti 10<br />

Mecmuatü'r-Resâil 139<br />

Mefatihu'l-Hazâin fil-Mant ık 19<br />

Mehdavi 20<br />

mef'ul 80, 81, 114<br />

melik 75<br />

Mesâilu Huneyn 19<br />

meşşâilik 25<br />

metafizik 2, 4, 6, 8, 11, 27, 29, 47, 53, 127<br />

mevcud 37, 105<br />

mevzû 139<br />

me'yüsân 40<br />

Miguel Cruz Hernandez 18<br />

Mikdat Yalçın 20<br />

Milano 18<br />

Milel ve'n-Nihal 46<br />

mistik psikoloji 123<br />

mişkât 135<br />

Molla Sadrâ şirazi 47<br />

monist 63<br />

maşuk 72<br />

el-Mubahas4t 19<br />

Muallim-i Evvel 111<br />

mucid 81<br />

el-Mucizu's-Sagir fi'l-Mant ık 19<br />

el-Mucizetu fi Usûli'l-Mantık 19<br />

Mufarık akli şekiller dünyas ı 138<br />

Muhammed Bak ır Damad 47<br />

muharrik 132<br />

muharrikü'l-evvel 37<br />

el-müharrikü'l-garib 96<br />

el-Muhtsaru'l-Evsat fi'l-Mant ık 19<br />

muhdes 57, 82, 102<br />

el-Munkızu mine'd-Dalül 46<br />

Musa b. Meymûn 34, 43<br />

musavver 134<br />

musiki 38<br />

mutezile 61<br />

mutlak 73, 86<br />

mutlak iyilik 104<br />

mutlak varl ık 103<br />

mücerred 129<br />

Müellefâtu İbn Sinâ<br />

el-mahtutat fi Türkiye 14<br />

müessir 109<br />

ınüessir sebeb 64, 109<br />

mükemmel 73<br />

mümkün 34, 35, 51, 53, 54, 55, 57, 59, 63, 77,<br />

78, 82, 84, 86, 99. 100, 103, 118, 121, 144<br />

mümkün varlık 52, 57, 58<br />

mümteni bi-gayrihi 51<br />

musiki 19<br />

müstefad akıl 136<br />

müştefid 115<br />

müşterek his 133<br />

müteharrik 37,<br />

mütekemmim 37.<br />

mütekesser 56<br />

en-Nabz 19<br />

Nas âihu'l-Ilukemüi<br />

li'l-İskender 19<br />

- N --<br />

156


Nasıruddin Tusi 57<br />

natık 134<br />

natık nefs 135, 139<br />

nazari hikmet 39<br />

nazıx 71<br />

nebati 129<br />

nebati nefs 131, 132<br />

nefs 19, 27, 31, 86, 96, 124, 125, 126,<br />

130, 131, 132, 134, 135, 138,<br />

nefs fele ği 96<br />

nefs teorisi 123<br />

en-Nefs altı Seneti'l-Ihtisar 19<br />

Necat 13, 14, 19, 26, 46, 51,<br />

116, 140, 142<br />

nedenli 37<br />

Nemetullah Careme 19<br />

Nesâ 11<br />

nicelik 125<br />

nitelik 125<br />

Nomizm 103<br />

Nuh b. Mansur 9, 11<br />

en-Nuketu fil-Mant ık 20<br />

Nur: 84, 137<br />

nurun altı nur 136<br />

olay 80<br />

olgun 122<br />

olgunluk 83, 96<br />

oluş 105<br />

ontoloji 83<br />

ontolojik 91, 116<br />

- o -<br />

ontolojik derecelenme 98, 107<br />

ontolojik hiyerar şi 96<br />

Osman Ergin 14<br />

ölüm 124<br />

öncelik 82<br />

128,<br />

139,<br />

129,<br />

141<br />

54, 75, 97, 112,<br />

öz 32, 35, 41, 52, 73, 76, 82, 83, 86, 118, 131,<br />

143<br />

özbenlik 138<br />

özümleme yeteneği 131<br />

Padov 18<br />

panteizm 104<br />

Paris 17, 18, 19<br />

peygamberler 142<br />

Plotin 95, 123<br />

politika 38, 40<br />

Prag 18<br />

- P -<br />

Psychologie d'Isn Sina 18<br />

P. Vattier 19<br />

- R -<br />

Rad 69, 71<br />

er-Rekea 17<br />

Revue Neoscolastique 15<br />

Revue Thomiste 15<br />

Rey' 12<br />

Risâle fi Haddi'l-Cism 16<br />

Risâle fi'l-Hads 16<br />

Risâle fi Hıfzı's-Sıhha 16<br />

Risale fi Hudud al-E şya 16, 111, 124, 102<br />

Risâle fi'l-I şk 18<br />

Risâle fi's-Salat 18<br />

Risâle iM Ulemai Bağdad 17<br />

Risâletü't-Tayr 123<br />

Riyaziyyat 19<br />

Roma 19<br />

ruh 36, 142<br />

saf akıl 67, 73<br />

saf eylem 63<br />

saf iyilik 74<br />

salt 83<br />

salt hikmet 28<br />

salt varlık 28<br />

sanaa 80<br />

sani 71<br />

sayısal birlik 36<br />

sebeb 58, 59, 60, 64, 109, 111, 112, 113, 116,<br />

117<br />

sebebli 112<br />

sebeblilik 82, 115<br />

sebebler teorisi 115<br />

selbi 61<br />

semavi 41<br />

157


semavi akıl 90<br />

semavi cisimler 94<br />

semavi felekler 108<br />

semavi nefisler 95, 140<br />

semavi varl ık 84, 110<br />

Semnikan 11<br />

Senal 46<br />

sezgi 128<br />

es-Siyase 17<br />

skolastik 44<br />

S. Landauer 19<br />

sofizm 38<br />

son 71<br />

sonuç olgunluğu 96<br />

soyut 129<br />

St. Augustin 43<br />

St. Thomas 43, 74, 78, 106<br />

sudûr 35, 79, 88, 89, 94, 100, 101, 117<br />

sun' 101<br />

sûret 31, 112, 114<br />

Sühreverdi 25<br />

süje 134<br />

sükûn 39<br />

sünni inamş 76<br />

S. Van Riet 18<br />

- --<br />

şekil 104, 105, 106, 109, 110, 112, 114<br />

şekiller 111<br />

şekillerin bağışlayıcı 109<br />

şekli 112<br />

şekli sebeb 113, 114<br />

Şems ed-Devle 12<br />

şeriat 69, 142<br />

Şeyhu'r-Reis 10, 11, 33, 36, 56, 104<br />

şevk gücü 132<br />

şey'iyye 31<br />

Şifa 12, 14, 17, 18, 23, 25, 26, 33, 46, 54, 75,<br />

99, 106, 107, 112, 113, 114, 116, 117,<br />

118<br />

Şikkan 11<br />

el-Şirazi 12<br />

- T ---<br />

Taakkubu'l-Mevzirl-Cedeli 16<br />

tabiat 15, 26, 39, 76<br />

tabii cismin olgunluğu 125<br />

tabii hareket 95<br />

Ta'biru-r-Rü'tâ 16<br />

Tac el-Mülk 12<br />

Taftazani 47<br />

Tahsilü's-Sadâde Ta'rifu<br />

bi-Hucceti'l-A şere 16<br />

Tahran 17<br />

Tanrı 17<br />

tasavvuf 23<br />

et-Tayr 18<br />

tecelli 90<br />

tedbir mâ 83<br />

Tedbiru Menzili'l-Asker 16<br />

Tedbirdl-Müsâfirin 16<br />

Tedbiru Silâni'l-Meni 16<br />

teemmül 78, 79<br />

Tehâfüt 45, 69<br />

tekvin 102<br />

teoloji 35<br />

Tevhid İlmi 26<br />

et-Tibu 18<br />

Trait6s Mystiques d'Avicenne 18<br />

transandantal 41<br />

Trois Trait6s d'Anatomie Arabe 18<br />

Tus 11<br />

tümel neden 23<br />

türler 119<br />

- U -<br />

uçan adam 33, 125, 126, 127, 128<br />

Useybia 14<br />

Uyunu'l-Hikme 18, 112<br />

uzak sebeb 112<br />

Ulken, H. Ziya 44<br />

üreme kuvveti 131<br />

- Ü -<br />

- v<br />

vâcib 23, 34, 35, 51, 53, 54, 55,<br />

62, 71, 73, 85, 86, 92, 99, 103, 120, 144<br />

vacib bi-gayrihi 51<br />

vacib bi-zâtihi 31<br />

vacib-mümkün aras ındaki ayrılık 35<br />

vacib varl ık 55, 56, 57, 59, 60, 62,<br />

66, 67, 68, 69, 70, 72, 74, 77, 85, 86, 88.<br />

158


92, 93, 98, 103, 104, 118, 120, 121, 122,<br />

123<br />

vacibü'l-viicüd 28, 30, 51, 52, 53, 56, 57, 60,<br />

67, 68, 71, 75, 81, 87, 97, 100, 102, 103,<br />

118<br />

viihibu's-sever 98, 103<br />

varlık 29, 31, 32, 34, 35, 36, 41, 51, 57, 59,<br />

60, 61, 62, 63, 64, 65, 84, 97, 109, 111,<br />

112, 113, 115, 117, 143<br />

varoluşçu teklikçilik 35<br />

vaz' 34<br />

vehm 134<br />

Venedik 18, 19<br />

Verona 19<br />

el-Virdü'l-A'zam 20<br />

vueül3 63<br />

vuefıbiyet 42<br />

vücüd 32, 34, 63, 107, 111, 112, 114, 115, 138,<br />

143<br />

vücüdu'l-evvel 100<br />

vücudun mebdei 139<br />

el-Vüs'a 20,<br />

Yahudi 26<br />

y<br />

Yahya Mehdavi 13<br />

yakın sebeb 112<br />

yarat ıcı 26, 34, 37, 76 80 81, 103, 106<br />

yaratık 80<br />

yaratılış 84<br />

yarat ılmış 82<br />

yayılış-do ğuş 92<br />

yeni-eflatunculuk 23, 27, 63, 77, 83, 107, 111,<br />

140, 143<br />

yokolu ş 105<br />

yokluk 77<br />

yüksek sel ıebler 83<br />

- Z -<br />

zaman 102<br />

zaman 125<br />

zaruret 120<br />

zaruri 54, 92, 119<br />

zât 24, 31, 32, 34, 35, 118, 143<br />

ez-Zâviye 17<br />

zorunlu 34, 35, 86<br />

zorunluluk 45, 80<br />

zorunlu hareket 95<br />

zorunlu şekil 120<br />

zorunlu varl ık 23, 51, 52, 68<br />

159


Fiyatı : 450 TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!