26.12.2014 Views

ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - İSMEK - İstanbul Büyükşehir ...

ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - İSMEK - İstanbul Büyükşehir ...

ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - İSMEK - İstanbul Büyükşehir ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Editör'den...<br />

ÝSTANBUL BÜYÜKÞEHÝR BELEDÝYESÝ SANAT VE MESLEK<br />

EÐÝTÝMÝ KURSLARI (ÝSMEK) EL SANATLARI DERGÝSÝ<br />

SAHÝBÝ<br />

Ferrah ARMAN<br />

Ý.B.B. Ýnsan Kaynaklarý ve Eðitim Daire Baþkaný<br />

YAZI ÝÞLERÝ MÜDÜRÜ<br />

Mehmet DOÐAN<br />

Ý.B.B. Eðitim Müdürü<br />

GENEL KOORDÝNATÖR<br />

Güven ÇALIÞKAN<br />

ÝSMEK Genel Koordinatörü<br />

GENEL YAYIN YÖNETMENÝ<br />

Muhammet ALTINTAÞ<br />

ÝSMEK Yayýn Editörü<br />

YAYIN KURULU<br />

Dilek CAN, Emine UÇAK, H. Salih ZENGÝN<br />

Metin YÜKSEL, Ayþe KOYUNCU, Semra ÜNLÜ<br />

FOTOÐRAFLAR<br />

Kerem MENTE<br />

Nebi URGANCI<br />

TEKNÝK YAPIM<br />

ÝSMEK YAYIN EDÝTÖRLÜÐÜ<br />

SANAT YÖNETMENÝ<br />

Ömer VEFA<br />

GRAFÝK TASARIM - UYGULAMA<br />

Sava KESC<br />

TASHÝH<br />

Hatice GÖZLEMECÝ, Ayþe ÇAL<br />

BASKI TAKÝP<br />

Abdurrahman TAÞKALE<br />

BASKI<br />

Numune Matbaacýlýk ve Cilt San. Ltd. Þti.<br />

ORGANÝZASYON<br />

Etkin Eðitim<br />

ÝSMEK EL SANATLARI DERGÝSÝ<br />

ÝSTANBUL BÜYÜKÞEHÝR BELEDÝYESÝ’NÝN<br />

BÝR KÜLTÜR HÝZMETÝ OLUP, ÜCRETSÝZDÝR.<br />

ADRES: Vatan Cad. No: 6 ( Historia AVM yanı)<br />

Fatih - Ýstanbul<br />

Tel: 0212 531 01 41<br />

e-mail: ismek@ismek.org www.ismek.org<br />

Çok uzakta deil; yanı baımızda!..<br />

Yaam hepimizi yoruyor, youruyor.<br />

ster arzu edelim ister etmeyelim, çou zaman bize bir eyler diretiyor.<br />

Ko yoksa düersin diyorlar, hep daha fazlasını istememizi öneriyorlar.<br />

Su alan kayıklarla bizi uçsuz bucaksız denizlere salıyorlar.<br />

Tüketmeye ayarlı beyinler daha yolun baında tükeniveriyorlar.<br />

Oysa mutluluk çok uzakta deil; yanı baımızda.<br />

Bizi biz olmaktan çıkaran her ne varsa hepsinden uzak durmakta.<br />

nsan, biraz soluklanmayı becerebilse farkına varacak her eyin.<br />

Var olanla yetinip, kendini bulacak bir kelebein kanadında.<br />

Sırrına varacak kendini kendi yapan her eyin.<br />

Sanat tadında yaayacak her anını vaktin.<br />

***<br />

Yalın ve basit hayatlarımıza sanat tadını katabilmek çok zor deil.<br />

çlerindeki yetenei fark edebilenler SMEK kurslarında hayatı paylaıyor,<br />

dergimizin sayfalarında ruhlarının derinliklerine doru uzun yolculuklara<br />

çıkıyor.<br />

Laf çok, lakin kelimeler kifayet etmiyor. Böyle bir dergide dokuzuncu<br />

sayıya ulaabilmenin mutluluu, bizlerin bütün yorgunluunu alıp<br />

götürüyor.<br />

Efendim, sizin yolunuz uzun! stanbul’un sekiz bin yıllık tarihinin izleriyle<br />

tanıacaksınız, sanat tarihi doktorası yapmı bakanının sanata<br />

bakıını okuyacaksınız. Bir ara Mavera’ün-Nehir kıyılarında dolaırken,<br />

bir ara, bir Budist çanı ile bir Kur’an-ı Kerim'in süsleme benzerliklerine<br />

aıracak, pek çok sanatı ve sanatçıyı biraz daha yakından tanıyacaksınız.<br />

Osmanlı’nın son sarayını, çemelerindeki sanatsal güzellikleri,<br />

haritalarını kefedeyim derken, seyyah hattatı ile dört bir yana sefere<br />

çıkacaksınız.<br />

Demitik ya; yolunuz uzun.<br />

Allah kolaylık versin efendim.<br />

Sanat tadında kalın, sanatın tadına varın.<br />

Muhammet ALTINTA


BU<br />

SAYIDA<br />

06<br />

20<br />

31<br />

Gelenekten<br />

Geleceğe<br />

Tezhip<br />

Sanatında Bir<br />

Yolculuk<br />

Piri Reis’ten<br />

Katip Çelebi’ye<br />

Osmanlı’nın<br />

Dünyaya<br />

Bakışı<br />

Gün Işığında<br />

İstanbul’un<br />

8000 Yılı<br />

Prof. Dr. Faruk TAKALE<br />

Aye KOYUNCU<br />

Aye ÇAL<br />

42<br />

44<br />

52<br />

59<br />

Doğanın Sanata<br />

Işıltılı Armağanı<br />

Sedef İSMEK'te<br />

Parıldıyor<br />

Hattın<br />

Modern Mimarı<br />

Ali TOY<br />

Doğumunun<br />

100. Yılında<br />

Feyzullah DAYIGİL<br />

Işığın Geldiği Yer<br />

Horasan ve<br />

Mâverâü’n-Nehir<br />

Abdullah GÖZLEMEC<br />

A. Ulvi AKIN Prof. Dr. F. Çiçek DERMAN<br />

Prof. Dr. Bekir KARLIA<br />

70 74<br />

77<br />

İBB Başkanı Kadir TOPBAŞ:<br />

Amacımız<br />

İstanbul’u<br />

Dünyanın<br />

Kültür ve Sanat<br />

Merkezi<br />

Haline Getirmek<br />

Fırçasıyla Tarihe<br />

Hayat Veren<br />

Ressam<br />

Tokat<br />

Yazmalarına<br />

Kanadalı Gelin<br />

<strong>El</strong>i Değdi<br />

80<br />

Sanatın Birleştirici Gücü<br />

Zehra Betül KESC<br />

Hanife ÖZTEN<br />

Prof. Dr. lhan ÖZKEÇEC


87<br />

Naturalist Üslûpta<br />

Çiçekler<br />

94<br />

Osmanlı’nın<br />

Son Sarayı:<br />

Yıldız<br />

104 108<br />

Teldeki Zerafet<br />

Telkâri<br />

Batı Anadolu’da<br />

Üç Ayrı Dönemin<br />

ve Sanatın<br />

Başkenti<br />

Efes<br />

Atilla Yusuf TURGUT<br />

Hatice ÜRÜN<br />

Gökhan ÇALAR<br />

Yrd. Doç. Dr. Mustafa<br />

BÜYÜKKOLANCI<br />

115<br />

Pupa Yelken<br />

Sanatla Geçen Bir Ömür<br />

120 125<br />

128<br />

İslâm <strong>El</strong><br />

Yazmalarıyla Ünlü<br />

Chester Beatty<br />

Kütüphânesi<br />

Fatih’in<br />

Hoşgörüsü ve<br />

Adaleti<br />

Osmanlı’nın<br />

Seyyah Hattatı<br />

Mehmed<br />

Şefik Bey<br />

Yusuf ILGIN<br />

Yrd. Doç. Dr. Celalettin<br />

KARADA<br />

Nermin TAYLAN<br />

Fettah AYKAÇ<br />

142<br />

Sanatın Gizemli Yüzü<br />

Kukla ve Maskeler<br />

lhan SEFA<br />

144<br />

Atatürk Kitaplığı<br />

Kartpostal Koleksiyonu<br />

Hüseyin TÜRKMEN - rfan DADELEN<br />

134<br />

Hattı Pervâz Eden<br />

Ebrûlar<br />

140<br />

Özgün Tasvirlerle<br />

Karagöz ile<br />

Hacivat<br />

148<br />

152<br />

Dünyanın Merkezine Ziyaret<br />

Emine UÇAK<br />

Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />

Aslı DAVAZ<br />

Ömer Faruk DERE<br />

Rukal KAYRA<br />

155<br />

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi<br />

İstanbul Çeşmelerine Toplu Bir<br />

Bakış<br />

Prof. Dr. H. Örcün BARITA


Sanat tarihçileri bugüne kadar sanatın pek çok farklı tarifini<br />

yapmılardır. Bununla birlikte bu tarifler daha çok, ki-<br />

inin kendini ifade etmesi-kefetmesi üzerinde younlamıtır.<br />

Bu sebeple sanatın toplumdan topluma, kültürden<br />

kültüre deiiklikler gösteren ve farklı biçimlerde hayat<br />

bulan bir olgu olduu söylenebilir.<br />

Anadolu topraklarının günümüz sakinleri olarak gerçekten<br />

anslıyız. Pek çok medeniyete beiklik ederek gün geçtikte<br />

zenginleen bu corafyanın köklü mirası, sadece yaandıı<br />

dönemin insanlarını deil, yüzyıllar sonrasını bile ekillendirmitir.<br />

Marmaray kazılarının da bizlere gösterdii üzere<br />

ehrimiz en az sekiz bin yılı aan bir geçmie sahiptir. Bu<br />

köklü miras, bir taraftan bizlere çok önemli deerler katarken<br />

aynı zamanda da önemli sorumluluklar yüklemektedir.<br />

Yaadıımız topraklarda sonraki nesillere ulaan iz bırakabilmenin<br />

en kolay yolu sanatsal deerlerimizi artırabilmektir.<br />

Sanatlarımız yaama deer katabildikleri ölçüde<br />

kalıcı olacak, sanatçılarımız binlerce yıllık birikimlerin ıı-<br />

ında toplumumuza yol göstericilik yapacaktır.<br />

Bakan'dan...<br />

el sanatları ve geleneksel Türk slam sanatları alanlarında<br />

açılan kurslar aracılııyla halkımızı sanatla ve sanatçılarla<br />

buluturan stanbul Büyükehir Belediyesi Sanat ve Meslek<br />

Eitimi Kursları SMEK, yayınlarıyla da sanat adına kalıcı<br />

eserler bırakıyor. SMEK yayınları içerisinde önemli bir<br />

yeri olan ve sanatseverlerin ilgiyle takip ettiine yakından<br />

ahit olduumuz <strong>El</strong> Sanatları dergimizin 9. sayısına ulamı<br />

olmasının mutluluu içerisindeyiz.<br />

Farklı kültürlerdeki insanları yüzyıllar boyunca barı ve huzur<br />

içinde yaatan stanbul’un kültürel zenginliklerini “2010<br />

Avrupa Kültür Bakenti” sıfatıyla dünyayla paylatıımız bugünlerde,<br />

dergimiz de el sanatları konusunda yolumuzu aydınlatmaya<br />

devam ediyor. Geçmi sayılarda olduu gibi dergimizin<br />

bu sayısında da yine sanatçı dostlarımız, aratırmacılarımız<br />

ve deerli akademisyenlerimiz aracılııyla hep birlikte<br />

farklı sanat dalları arasında büyülü bir yolculua çıkacaız.<br />

Sanatın hiçbir zaman hayatımızdan eksik olmadıı mutlu<br />

yarınlarda birlikte olmak dileiyle…<br />

Bu anlamda stanbul Büyükehir Belediyesi olarak üzerimize<br />

düen sorumluluun bilinciyle çeitli çalımalara<br />

imza atmaktayız. Bu çalımalarımızın en önemlilerinden<br />

biri de hiç üphesiz SMEK. Pek çok farklı eitimin yanı sıra


Gelenekten Geleceğe<br />

Tezhip Sanatında Bir Yolculuk<br />

Prof. Dr. Faruk TAŞKALE<br />

Yüzyıllar boyunca tezhib sanatını etkileyen birçok nedenler olmuştur. Bu nedenlerin başında kültürel etkileşim<br />

ve değişimler, sosyal ve ekonomik nedenler, yöneticilerin sanata bakış açıları, sanatkârların tekrardan kaçınma;<br />

kendilerini ifade edebilme arzusu ve yeni arayışlar içinde olmaları gelir. Dolayısıyla bu nedenlerin yaptırım<br />

güçleri,diğer sanat kollarında olduğu gibi geleneksel sanatlar içinde önemli bir yer tutan tezhib sanatında<br />

da farklı üslupların ve tarzların ortaya çıkmasında ve tezhib sanatının gelişiminde etkili olmuşlardır. Bazı tarz ve<br />

üsluplar değişen beğeni ve istekler doğrultusunda her dönem etkili olmuşlar; bazıları ise bir süre etkin olduktan<br />

sonra zayıflayıp önemlerini kaybetmişlerdir.<br />

Faruk Takale tarafından tezhiblenmi ‘Sonsuz Ak’, Yazı: Hüseyin Gündüz, Betül Gündüz kol.


Fatih Sultan Mehmed dönemine ait Mecmaü’l-Acaib’den tezhib - halkâr örnekleri, ÜK. 1423<br />

Türkler'de tezhib sanatı Uygur Türkleri'ne kadar uzanır.<br />

Orta Asya’da Karahoça’da yapılan Turfan kazılarında bulunmu<br />

vakıf yapan Maniheist Uygur Rahipleri minyatürlerinde<br />

süsleme öesi olarak kullanılan stilize edilmi bitkisel<br />

motifler daha sonraki dönemlerde karımıza çıkan<br />

bitki kökenli “hatâyî (1) ” lerin prototipleridir (2) .<br />

ilaveten bitkisel motifler ve rûmîler oldukça dolgun ve iridir.<br />

Selçuklu döneminin en belirgin tarzı “münhani (7) ” lerdir.<br />

Selçuklu, Mısır Memlükler’i ve Beylikler dönemi tezhibi<br />

motif, kompozisyon ve renk özellikleri bakımından birbirine<br />

benzer.<br />

Tezhib sanatında bugün elimizde bulunan en erken örnekler;<br />

XII. ve XIII. yüzyıl Selçuklu eserlerinde bulunur.<br />

XIII. yüzyılda medeniyet ve sanatlarının zirvesine çıkan<br />

Selçuklular’ın bakentleri ve aynı zamanda önemli bir sanat<br />

merkezleri olan Konya’da Selçuklu sarayına balı<br />

sanatkârların elinden çıkmı sade, ancak olgun tezhibli<br />

eserler “Konya stili” denebilecek bir üslubun en güzel örnekleridir.<br />

Selçuklular’ın büyük devlet adamlarından<br />

ve hayırsever bir kii olan Sahib Ata<br />

Fahreddin bin Ali’nin hattat ve müzehhiblerin<br />

(3) çalıtıı bir nakıhanenin<br />

sahibi olduu, tezhib nakıhanelerinin<br />

saraya ve önemli makamlara<br />

balılıını gösteren<br />

bir kayıt olup, o döneme ait<br />

bir yazma eserin zahriyesinde<br />

(4) yer almaktadır (5) .<br />

Tezhib sanatını Anadolu’ya<br />

getiren Selçuklular, “Rûmî (6) ”<br />

motifini gelitirmilerdir.<br />

XI. yüzyıl Selçuklu tezhibinde<br />

daha çok geometrik formlar,<br />

geçmeler kullanılmıtır. XIII. yüzyıla<br />

doru gelindikçe geometrik formlara<br />

Atilla Yusuf Turgut tarafından yapılmı serbest tasarım<br />

’Sevgi’, Emirhan Gündüz kol.<br />

XV. yüzyıl ilk yarısında Osmanlı tezhib sanatında Herat ve<br />

iraz üslupları etkili olmutur. Osmanlı tezhib sanatının bir<br />

ekol niteliini yansıtan ilk örnekleri Fatih Sultan Mehmed<br />

döneminde görülür. Hatâyî ve rûmî motiflerinin büyük bir<br />

ustalıkla kullanıldıı XV. yüzyılda tezhibte büyük bir gelime<br />

balar. Bu gelimede sanata ve sanatkâra büyük<br />

önem veren Fatih Sultan Mehmed’in önemli bir rolü vardır.<br />

Fatih Sultan Mehmed ve veziri Mahmud Paa<br />

adına hazırlanan birçok eser, TSMK ve Süleymaniye<br />

Kütüphanesi olmak üzere<br />

çeitli müze ve kütüphanelerde<br />

bulunmaktadır. Dönemin tezhibinde<br />

ana renkler altın, lacivert<br />

ve mavidir. Bu renklere<br />

ek olarak siyah, beyaz, bordo<br />

ve küf yeili küçük alanlarda<br />

zemin renkleri olarak<br />

kullanılmıtır. XVI. yüzyıldan<br />

itibaren tezhib sanatımızın<br />

vazgeçilmez bir tarzı<br />

olan “Halkâri (8) ” örneklerine,<br />

bu dönemde az olmakla birlikte<br />

rastlanır. Fatih Sultan Mehmed<br />

için hazırlanan “Tezkiret’ül Kurtûbi”,<br />

dönemin altın ile çalıılıp siyah ile tahrir-<br />

7


Hüseyin Nazif Efendi tarafından yazılmı bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası,19. yy. SHM.<br />

lenmi halkâri örneklerine sahip önemli bir eserdir (S.K. Fatih<br />

Ktp. 2671 mülk). XV. yüzyılın en önemli müzehhibi Fatih<br />

Sultan Mehmed’in sarayında kurulmu nakıhanenin<br />

ba nakkaı olan Özbek asıllı Baba Nakka’dır. Fatih döneminde<br />

Amasya’da görülen, ekil ve motifler bakımından<br />

tipik Fatih devri özellii taıyan “zer ender zer (9) ” tarzında<br />

renkler canlı, motifler ince ve zariftir.<br />

XVI. yüzyıl balarında II. Bâyezid döneminde Osmanlı tezhib<br />

sanatında büyük bir gelime balar. Bu gelimenin iki<br />

önemli nedeni vardır. ran ve Tebriz’den gelip, saray nakkaları<br />

arasına katılan müzehhibler Osmanlı tezhib sanatının<br />

geliiminde önemli rol oynamılardır. II. Bâyezid<br />

devri tezhib sanatındaki gelimede etkili olan dier neden<br />

de; eyh Hamdullâh (Ö. 1520) gibi Türk hat sanatına<br />

yön vermi bir sanatkârın yetimi olmasıdır. II. Bâyezid’in,<br />

eyh Hamdullâh ve sanatına olan hayranlıı ve ilgisi, eyh<br />

Hamdullâh’ın yazdıı Kur’ân-ı Kerîm’lerin büyük bir özenle<br />

tezhiblenmesine neden olmutur. Bu eserlerin baında;<br />

ÜK. 6662’de kayıtlı olan ve Hasan bin Abdullah tarafından<br />

tezhib edilen Mushaf ve TSMK. 913 yy.’de kayıtlı bulunan<br />

mushaf gelir. II. Bâyezid dönemi tezhibinde rûmî ve hatâyî<br />

motifleri son derece incelmi ve çeitlenmi; bulut motifleri<br />

de kullanılmaya balanmıtır. Dönemin en önemli müzehhibi<br />

Hasan bin Abdullah’dır.<br />

XVI. yüzyılın balarında Osmanlı tezhib sanatında yeni<br />

akımlar, Yavuz Sultan Selim’in 1514 yılında Tebriz seferinden<br />

sonra son Timurlu Sultanı Bediü’z Zaman Mirza ve yanındaki<br />

Heratlı sanatkârları stanbul’a göndermesiyle balar.<br />

Yavuz Sultan Selim Tebriz’den baka sanatkârları da<br />

getirmitir. Farklı çevrelerden gelen, deiik beeni ve bilgiye<br />

sahip bu sanatkârların çalımaları sonucunda Osmanlı<br />

tezhib sanatı yeni boyutlar kazanmıtır.<br />

19. yüzyılda yazılıp tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası, Özel kol. 19. yüzyılda yazılıp tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası, Özel kol.<br />

8


Kânûnî Sultan Süleyman dönemi birçok yeni üslubun ve<br />

tekniin uygulandıı son derece zengin bir dönemdir.<br />

Kânûnî döneminde dier sanat dallarında olduu gibi tezhib<br />

sanatında da altın dönem balar. Klasik motif ve tekniklerin<br />

büyük bir ustalıkla kullanılmasının yanısıra, dönemin<br />

en önemli müzehhibi “Karamemi” ile lâle, gül, karanfil,<br />

sümbül, servi aacı ve bahar dalı gibi birçok bahçe çiçek<br />

ve bitkilerinin yarı stilize olarak tezhib sanatında ilk kez<br />

kullanıldıı bu döneme tezhib sanatında “Klasik Dönem”<br />

adı verilir. Kânûnî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla<br />

yazdıı iirleri içeren ve Karamemi tarafından tezhiblenmi<br />

olan “Muhibbî Divanı”nın tezyinatında da lâle, gül,<br />

karanfil, sümbül gibi çiçekler; bulut, rûmî ve hatâyî motifleri<br />

çounlukla “ikaf (10) ” halkârî tarzında renklendirilmi<br />

olarak kullanılmıtır (ÜK. T.5467). Karamemi’nin dier<br />

önemli bir eseri de XVI. yüzyılın önemli bir hattatı Ahmed<br />

Karahisârî’nin (Ö.1556), 1546 tarihli Kur’ân-ı Kerîm’e yaptıı<br />

tezyinattır (TSM. Y.B.5417). Bu muhteem eserin “serlevha<br />

(11) ” tezhibinin bahar açmı aaçlar ile deerlendirilmi<br />

yan panoları adeta Karamemi’nin imzası gibidir. Türk<br />

tezhib sanatında “saz yolu” üslubu da Kânûnî döneminde<br />

ortaya çıkmı ve etkin olmutur. Saz yolu’nun ana motifleri,<br />

zenginletirilmi ve yeni formlar kazandırılmı hatâyî<br />

çiçek ve tomurcuklarıyla sivri uçlu, çok dilimli ve kıvrımlı,<br />

birbirini delip geçen hançeri yapraklardır. Saz yolu üslubunun<br />

yaratıcısı Tebriz asıllı ve Karamemi’nin hocası ah<br />

Kulu’dur. Tezhib sanatında iraz üslubundan gelitirilmi<br />

olarak kabul edebileceimiz “Haliç ii” tarzı da ilk kez Osmanlı<br />

tezhibine Karamemi tarafından tanıtılmıtır.<br />

XVII. yüzyıl balarında Osmanlı tezhib sanatında klasik<br />

üslub devam eder. Ancak daha sonraki yıllarda tezhib<br />

sanatında gözle görülür bir duraklama balar. Yüzyılın<br />

ikinci yarısından itibaren klasik motiflerin bozuldu-<br />

u ve dikkat çekici bir deiimin gerçekletii görülür.<br />

Rûmî ve hatâyîler oldukça sade ve içilik kabadır. Altın<br />

ve soluk renklerle yapılan tezhib örnekleri, yüzyılın<br />

en önemli hattatı ve klasik “hilye (12) ” tasarımını gelitiren<br />

Hâfız Osman (ö.1698) tarafından yazılmı Kur’ân-ı<br />

Kerîm’lerde görülür. XVII. yüzyılda levha eklinde hilye<br />

yazım ve tezhiblenmesi balamıtır. Dönemin en önemli<br />

müzehhibi, Hâfız Osman’ın yazdıı mushafları tezhibleyen<br />

Hasan Çelebi’dir.<br />

XVIII. yüzyılda Sultan Ahmed’in saltanat yılları tezhib<br />

sanatının yeniden canlandıı ve yeni akımların gelitii<br />

bir dönem olmutur. Bu dönemde tezhib sanatında<br />

Batı etkisi görülür. Üçüncü boyutun verildii gölgeli<br />

renklendirmelerle yapılan natüralist tarzdaki çiçekler,<br />

çiçek ressamlıı denebilecek bir akımın ortaya çıkmasına<br />

neden olmutur. Türk çiçek ressamlıında ilk akla<br />

gelen isimler, XVIII. yüzyılın en önemli müzehhibi ve çiçek<br />

ressamı Ali Üsküdarî ve Abdullah Buhârî’dir. Yedikuleli<br />

Seyyid Abdullah’ın (1670-1731) yazmı olduu Kur’ân-ı<br />

Kerîm’leri tezhiblemekle övünen ve yüzyılın ahkulu’su<br />

olarak da kabul edilen, lake üstadı Ali Üsküdarî, tezhib ve<br />

halkârîlerinde klasik tezhib üslubunu ve saz yolunu sıkça<br />

kullanarak yeni bir yorum getirmitir. Sanakârın klasik<br />

tezhib ve saz yoluyla yaptıı en önemli eserlerden<br />

birisi Sultan III. Ahmed’in celî muhakkak hattıyla yazdı-<br />

ı kıt’aları içeren murakkanın lake kabı (TSMK. A.3652)<br />

ve natüralist tarzda boyadıı çiçekleri içeren albümdür<br />

(ÜK.T.5650). Tezhib sanatında Mekke-Medine tasvirleri de<br />

bu dönemde görülmeye balar.<br />

Hüseyin Nazif Efendi tarafından yazılmı Kur'ân-ı Kerîm'den bir sayfa, 19. yy. SHM.<br />

XVIII. yüzyıl sonlarında balayıp XIX. yüzyıl sonlarına kadar<br />

süren “Türk Rokokosu” adı verilen bir akım, Osmanlı<br />

tezhib sanatında yüzyıl etkili olmutur. Rokoko üslubunun<br />

en önemli motifleri; iri ve geni kıvrımlı yapraklar, sepet<br />

içinde çiçek buketleri, vazoda çiçekler, güllü girlandlar,<br />

kurdele ve fiyonklar, ıın ve zikzaklar, içinden çiçek<br />

buketleri çıkan bereket boynuzları, C ve S kıvrımlar, sütun<br />

ve perdelerdir. Bu dönemde en fazla kullanılan çiçek gül<br />

olmutur (13) . Gül; rokoko üslubunun adeta vazgeçilmez bir<br />

unsuru olmutur. Rokoko üslubu Kur’ân-ı Kerîm, en’am<br />

gibi kitaplar ile levha ve kıt’alarda farklı ekillerde kullanılmıtır.<br />

Rokoko tezyinat; kitaplarda özellikle sıvama altın<br />

zeminler üzerinde sayfa kenarlarına serbestçe yayılmıtır.<br />

Çou zaman yazı ile tezhibi ayıran cetveller de kullanılmamı,<br />

altın zemin üzerine yapılan “ine perdah (14) ” ile altın<br />

zemin üzerinde metalik bir etki verilmitir. Rokoko üslubu,<br />

XIX. yüzyılda etkili olmu; kıt’a, levha ve hilye eserlerinin<br />

tezyinatında yaygın bir biçimde kullanılmıtır. Kitaplarda<br />

metinden sonraki bolukların sistemli bir ekilde<br />

noktalama ve tarama teknikleri kullanılarak, gül aırlıklı<br />

çiçek ve buketlerle tezhiplenmesine karın; levhaların dı<br />

bordürleri çounlukla siyah, lâcivert, füme, koyu yeil ve<br />

bordo renklerle boyanıp, üzerine birkaç renk altın kullanılarak<br />

rokoko üslubunda tezyinat yapılmıtır. Dı bordürlerde<br />

kompozisyonu oluturan köeler genellikle yuvarlak<br />

ya da kare bir form oluturacak ekilde tasarlanmıtır.<br />

XIX. yüzyılda sık sık karımıza çıkan “Tekke yazılar”ın<br />

tezyinatında rokoko üslubunun unsurları olan sütun, perde,<br />

püskül gibi öeler sıkça kullanılmıtır. XIX. yüzyılın<br />

en önemli müzehhibi Hezargradlı zâde Ahmed Ataullah<br />

ve örencisi Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Rokoko üslubunda<br />

9


hoca iken, bir süre cüzi bir maa almı ve sıkıntı içinde 1939<br />

yılında vefat etmitir (19) . Bahaeddin Efendi’nin eserlerinde<br />

rûmî, bulut, hatâyî ve tahrirler içilik açısından XVII. yüzyıl<br />

tezhibine benzer özellikler göstermektedir.<br />

Medreset’ül-Hattatîn<br />

XX. yüzyıl balarında hat sanatının dıında tezhib, cild,<br />

ebru, minyatür gibi klasik sanatlarda durgunluk ve karga-<br />

a görülmeye balar. slâm sanatlarının en önde gelenlerinden<br />

olan yazı, tezhib, cild, minyatür, ebru gibi sanatların<br />

yeniden ihyası amacıyla, 1914’te Bâb-ı Ali Caddesi’nde,<br />

önceleri Sıbyan Mektebi olup tamir edilen eski binada açılan<br />

“Medreset’ül-Hattatîn”e ülkenin en önemli hat ve tezhib<br />

sanatkârları hoca olarak tayin edildi (20) .<br />

Müdürlüünü hattat Arif Bey’in yaptıı medresede: rık’a ve<br />

takrir-i hutut hocası Said Bey, tezhib hocası Nuri Bey (Yeniköylü),<br />

hatt-ı celî ve turay-ı hümayun hocası Hakkı Bey<br />

(Turake smail Hakkı Altunbezer), sülüs ve nesih hocası<br />

Hacı Kamil (Akdik) Efendi, divânî ve celî divânî hocası Ferid<br />

Bey, hatt-ı ta’lik hocası Hulusi (Yazgan) Efendi, Sülüs, nesih ve<br />

reyhani hocası Hasan Rıza Efendi, ebru ve âhar hocası Necmeddin<br />

(Okyay) Efendi, tezhib ve minyatür hocası Hüseyin<br />

Tâhirzâde (Behzad) Efendi, resim, halı ve Türk çini nakıları hocası<br />

Kemâleddîn Bey, tarih-i hutut, çini ve tezhib tarihi hocası<br />

Hüseyin Haim Bey öretmen olarak tayin edilmilerdir (21) .<br />

levha tezhiblerinde, Osman Yümni Efendi dıında genellikle<br />

müzehhibin imzasına rastlanmaz.<br />

XIX. yüzyıl sonlarına doru müzehhibler bir yandan rokoko<br />

üslubunda eserler vermeye devam ederken, dier yandan<br />

da klasik özellikler taıyan tezhibler yapmılar ve zaman<br />

zaman da rokoko ve klasik tezhib özelliklerini oldukça uygun<br />

bir ekilde bir arada kullanmılardır. XIX. yüzyılın ikinci<br />

yarısında yaamı Hüseyin Hüsnü Efendi ve Osman Yümni<br />

Efendi (15) (1839-1919); rokoko ve klasik üslupta eserler vermi<br />

müzehhiblerin baında gelirler. Hüseyin Hüsnü Efendi<br />

ve Osman Yümnî Efendi’nin eserlerinin rokokodan klasik<br />

üsluba geçi özellikleri taıdıklarını söylemek doru olabilir.<br />

Bahaeddin Tokatlıolu<br />

XIX. yüzyıl ikinci yarısına gelindiinde, 1886 yılındastanbul’da<br />

doan Bahaeddin Efendi (Tokatlıolu), müzehhib bir aile içinde<br />

yetiti. Babası Lalelili müzehhib akir Efendi’nin örencisi<br />

mücellid ve müzehhib Osman Nureddin Efendi (16) ’dir. Bahaeddin<br />

Efendi II. Abdülhamid Devri (1875-1909) müzehhiblerinden<br />

sayılmaktadır (17) . Ancak görevleri ve ölüm tarihi<br />

(1939) göz önüne alındıında sanatkârı XX. yüzyıl, Cumhuriyet<br />

dönemi müzehhibleri arasına da dahil etmek yanlı olmaz.<br />

Bahaeddin Efendi, 1916 yılından itibaren “Medreset’ül-<br />

Hattatîn (18) ” cild ve tezhib hocalıına tayin edildi. Daha sonra<br />

“ark Tezyini Sanatlar Mektebi” ve Akademide “Türk Tezyini<br />

Sanatlar ubesi”nde cild ve tezhib hocalıı yaptı.<br />

XX. yüzyılın balarında, geçmi yüzyılın sanatkârları hayatlarını<br />

kazanamayıp, sıkıntıya dümülerdir. Bahaeddin Efendi de<br />

dükkânını kapatmı ve hayatının son yıllarını zorluklar içinde<br />

geçirmitir. Bahaeddin Efendi Güzel Sanatlar Akademisi’nde<br />

1923 yılında Medreset’ül-Hattatîn’den mezun olan tezhib<br />

ve hat örencileri: Hattat Hamid Bey (22) , Müzehhib Dr. Süheyl<br />

(Ünver) Bey, Hattat Macid (Ayral) Bey, Hattat Hâfız Hamdi<br />

Efendi, Hattat Resul Efendi ve Hattat Cemal Efendi (23) ’dir.<br />

Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan inkılaplar kapsamında<br />

kapatılan Medreset’ül-Hattatîn bir süre “ark Tezyini<br />

Sanatlar Mektebi” adı altında faaliyetlerini sürdürmü<br />

ve daha sonra 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne<br />

balanarak “Türk Tezyini Sanatlar ubesi” adını almıtır.<br />

ark Tezyini Sanatlar Mektebi hocaları, 1933 yılında Cumhuriyet'in<br />

kuruluunun 10. yıldönümü nedeniyle, Sümerbank<br />

sanayi dairesi bakanlarından olan Reat Eriboz’un<br />

destekleriyle Ankara’da imdiki opera binası olarak kullanılan<br />

salonda bir sergi açarlar. Sergide; Turake smail<br />

Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay, Kâmil Akdik, Muhsin<br />

Demironat, Vasıf Sedef, smail Sanver gibi hocaların eserleri<br />

sergilenir. Sergide müzehhib Muhsin Demironat bir kö-<br />

ede masasını kurmu çalımaktadır.<br />

Karamemi tarafından tezhiblenmi Muhibbî Divanı’nın serlevhası, ÜK. T.5467<br />

10


Ankara’da oldukça fazla ilgi çeken sergiyi, 2 Kasım 1933’de<br />

Atatürk ziyaret eder ve sanatkârlarla ayrı ayrı ilgilenir. Atatürk,<br />

bu sanatkârlara yerlerine yeni sanatkârlar yetitirmeleri<br />

talimatını verir ve geleneksel sanatların devamının<br />

salanmasını ister. Atatürk sergi salonundan Etnografya<br />

Müzesi’ni iaret ederek, "o müzelere buralardan gidilir"<br />

diyerek görülerini açıklar. Bu arada Muhsin Demironat’ın<br />

yaptıı tezhibli bir tabaı beenerek 500 TL gibi büyük bir<br />

bedel ödeyerek satın alır. O dönemlerde bir Cumhuriyet<br />

altını 6.5 – 7 liradır (24) .<br />

Atatürk’ün emri ve Milli Eitim Bakanı Saffet Arıkan’ın talimatı<br />

üzerine, ark Tezyini Sanatlar Mektebi, Türk Tezyini<br />

Sanatlar ubesi (Türk Süsleme Bölümü) olarak Temmuz<br />

1936’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne balanır.<br />

Türk Tezyini Sanatlar ubesi talimatnamesine göre bölümün<br />

kısımları: Tezhib, Tezyini Arab Yazısı, Türk Cildcilii,<br />

Türk Cild Kalıpları yapımı, Türk Minyatürü, Türk Tezyinatı<br />

ve Nakıları, Kıymetli Talar Üzerine Hak ve Altın Varak<br />

mali, Halı Nakıları, Sedef Kakmacılıı ve Lake’dir. Bölümün<br />

ilk hocaları yazı hocası - Kâmil Akdik (Reis’ül Hattatîn), Yazı<br />

hocası - . Hakkı Altunbezer (Turake), Sedefkâr - Vasıf<br />

Sedef, Müzehhib - Bahaeddin Tokatlıolu, Mücellid - Necmeddin<br />

Okyay, Müzehhib - Yusuf Çapanolu, Türk Çinicilii<br />

ve Desenleri - Feyzullah Dayıgil, Minyatür - Prof. Dr. Süheyl<br />

Ünver, Altın Varak Üretimi - Hüseyin Yaldız ve daha sonra<br />

Hattat - Rakım Unan ve Hacı Nuri Korman’dır.<br />

Tezhib sanatında iyi bir strateji belirlenemediinden, Klasik<br />

Tezhib sanatında bir gelime gerçeklemiyordu. Tezhib<br />

sanatında son dönem eserlerinde görülen özelliklerin<br />

tekrarlanmasından ileri gidilemiyor, XX. yüzyıl ve Cumhuriyet<br />

dönemine has bir üslub oluturulamıyordu. Bir süre<br />

tezhible uramı ve Türk Tezyini Sanatlar ubesi’nde tezhib<br />

hocalıı yapmı büyük hattat, Turake smail Hakkı<br />

Altunbezer’in tezhibdeki tarzı tutulmamı ve devam etmemitir.<br />

Hakkı Bey’in tarzında rûmî ve hatâyîler sivri hatlara<br />

sahip olup, ana renkler altın ve açık mavi tonlardır.<br />

Çou zaman kompozisyonlarda motifler iç içe girmi ve bir<br />

düzen oluturacak ekilde tasarlanmamıtır. Hakkı Bey’in<br />

tezhibinin dier bir özellii de rûmî ve hatâyîli kompozisyonların<br />

koyu renk zemin üzerine, rokoko uygulamaları<br />

hatırlatır özellikte sırf altınla uygulanmı olmasıdır. Turake<br />

smail Hakkı Altunbezer’in tarzını devam ettiren tek<br />

örencisi, 1946’da Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme<br />

Sanatları Bölümü'nden mezun olan Sıtkı <strong>El</strong>çin’dir.<br />

Karamemi tarafından tezhiblenmi Muhibbî Divanı’ndan bir sayfa, ÜK. T.5467<br />

ah Mahmud Niaburî tarafından yazılmı olan Fatiha Sûresi, ÜK. FY.1426, 48 v.<br />

smail Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay, Nuri Korman<br />

gibi hocaların ya haddinden akademiden ayrılmalarından<br />

sonra, 1944’de Müzehhibe Mihriban Sözer’in, 1946’da<br />

Hattat Halim Özyazıcı’nın ve mücellid-müzehhib Sacid<br />

Okyay’ın tayin olması, bölümün güçlenmeye balaması<br />

açısından önemlidir. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in klasik motif<br />

ve tezhib anlayıını canlandırma çabaları sonuçlarını vermeye<br />

balamı ve Feyzullah Dayıgil’in, 1945’te akademiye<br />

tayin olan Müzehhib Muhsin Demironat ve daha sonra<br />

müzehhibe Rikkat Kunt’un çalımalarıyla XX. yüzyıl tezhib<br />

sanatına yeni bir anlayı gelmitir.<br />

Hüseyin Tahirzâde ile Halim Özyazıcı’nın 1963 yılında<br />

emekli olmasından sonra 1966’da Muhsin Demironat’ın<br />

Yıldız Porselen Fabrikası Müdürlüü’ne tayini ve 1968 yılında<br />

Rikkat Kunt’un emekliye ayrılmasıyla örencisiz kalan<br />

Türk Süsleme Bölümü kapanmı olur. 1976 yıllarına<br />

gelindiinde Akademi Temsilciler Kurulu’nun kararıyla Geleneksel<br />

Türk Sanatları Kürsüsü kurulur. Kürsü; Tezhib –<br />

Minyatür, Lake, Türk Çinicilii, Cild ve Ebru, Eski Türk Süsleme<br />

Yazıları olmak üzere dört daldan oluur. Kürsüde Tezhib,<br />

Minyatür ve Lake için Rikkat Kunt - Muhsin Demironat<br />

- Nezihe Bilgütay - Dündar Tahsin Aykutalp, Türk Çinicilii<br />

için Prof. Dr. Kerim Silivrili - Nezihe Bilgitay Derler, Cild ve<br />

Ebru için Prof. Dr. Emin Barın – slam Seçen, Yazı - Hat için<br />

Prof. Dr. Emin Barın, Hattat Hasan Çelebi ve Ragıp Tutekin<br />

görevlendirilir. Ancak Rikkat Kunt, Mustafa Düzgünman ve<br />

Hasan Çelebi meguliyetlerinden dolayı kadroda yer almadılar.<br />

Buna karın Hattat Mahmud Öncü, Muammer Ülker<br />

ve Bahaeddin Doramacı kadroya ilave oldular (25) .<br />

Güzel Sanatlar Akademisi, 1982 yılında Mimar Sinan Üniversitesi<br />

olarak tekilatlandıında Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sa-<br />

11


Kâmil Akdik tarafından yazılıp, Süheyl Ünver tarafından tezhiblenmi sülüs-nesih kıt’a,<br />

Hüseyin Gündüz kol.<br />

natları Bölümü; Tezhib Anasanat Dalı, Hat Anasanat Dalı,<br />

Klasik Cilt Anasanat Dalı, Çini Anasanat Dalı ve Eski Kuma<br />

Desenleri Anasanat Dalı olmak üzere 5 anasanat dalından<br />

oluan bir bölüm olarak Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesi<br />

içerisinde eitim ve öretimine devam etmeye baladı.<br />

Günümüzde bata Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />

ve Marmara Üniversitesi olmak üzere Atatürk Üniversitesi,<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Süleyman<br />

Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakülteleri’nde,<br />

dier bazı geleneksel sanatlar gibi tezhib eitim ve öretimi<br />

yapılmaktadır. Ayrıca devlete balı bazı kurumlar tarafından<br />

düzenlenen kurslar ve özel atölyelerde de tezhib<br />

eitim ve öretimi yapılmaktadır.<br />

XX. yüzyıl tezhib sanatında etkili olmu sanatkârlar; Ord.<br />

Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Feyzullah Dayıgil, Muhsin Demironat,<br />

Rikkat Kunt ve yetitirdikleri sanatkârlardır.<br />

Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver<br />

1898 yılında stanbul’da dodu. Annesi hattat Mehmed evki<br />

Efendi’nin kızıdır. 1921’de stanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi.<br />

1923 yılında Medreset’ül Hattatîn’den mezun olarak tezhib<br />

icâzetini aldı. lk tezhib hocası müzehhib Yeniköylü Nuri<br />

Efendi’dir. Daha sonra ranlı Tahirzâde Behzat’tan ve Bahaeddin<br />

(Tokatlı) Efendi’den tezhib örenmi ve smail Hakkı<br />

Altunbezer’in tezhib derslerine katılmıtır. 1927-29 yıllarında<br />

Paris Tıp Fakültesi'nde çalımıtır. 1929 yılında stanbul Tıp<br />

Fakültesi’nde doçent, 1939 yılında profesör, 1949 yılında ordinaryüs<br />

profesör olmutur. 1939-1945 yılları arasında stanbul<br />

Güzel Sanatlar Akademisi, Türk Tezyini Sanatlar ubesi’nde<br />

minyatür hocalıı yapmıtır. Kurucusu olduu stanbul Üniversitesi<br />

Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nde Türk Süsleme<br />

dersleri veren sanatkârın bu dersleri daha sonra Cerrahpa-<br />

a Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’nde 1986 yılında vefatına<br />

kadar sürmütür. 60.000 kadar el yazması üzerine inceleme<br />

yapmı olan Süheyl Ünver’in 2000’in üzerinde tıp ve kitap sanatlarıyla<br />

ilgili yayını bulunmaktadır. Süheyl Ünver daha ziyade<br />

Selçuklu münhani, Fatih dönemi ve ukûfe (26) tarzında<br />

eserler vermitir (27) . Örencilerinden bazıları; aynı zamanda<br />

asistanı olan müzehhibe Mihriban Sözer, Cahide Keskiner,<br />

Azade Akar, kızı Gülbün Mesara ve Ülker Erke’dir.<br />

Feyzullah Dayıgil<br />

Mehmed efik Efendi tarafından yazılıp, Osman Yümni Efendi tarafından tezhiblenmi sülüsnesih<br />

kıt’a, SHM. S. G. kol.<br />

1910 yılında stanbul’da doan Feyzullah Dayıgil, ilk örenimine<br />

Alman Mektebi’nde balamı, Maarif okullarında süren<br />

örenimini Yüksek Ticaret Mektebi’nde tamamlamıtır.<br />

Desen hocası, Medreset’ül Hattatîn’de müdürlük yapan<br />

ve halı desenleri dersleri veren Emirzâde Kemaleddin<br />

Bey’dir. Feyzullah Dayıgil, Güzel Sanatlar Akademisi’nde<br />

çini desenleri dersi verdii sırada, Rikkat Kunt’la beraber<br />

stanbul Kütüphane, cami ve türbelerindeki çiniler üzerine<br />

aratırma yapmıtır. Bu aratırmalar sonucunda Vakıflar<br />

<strong>Dergisi</strong> 1-2. sayılarında “stanbul Çinilerinde Lâle” makalesini<br />

yayınlamılardır. Güçlü bir desen bilgisine sahip olan<br />

Feyzullah Dayıgil, hastalıı nedeniyle çok fazla tezhib uygulaması<br />

yapmamı; çizdii desenleri bata yetimesinde<br />

önemli rol oynadıı Rikkat Kunt renklendirmitir. Sanatkâr<br />

1949 yılında 39 yaındayken vefat etmitir (28) .<br />

Fatma Rikkat Kunt<br />

Rikkat Kunt, 27 Nisan 1903 yılında Beylerbeyi’nde dünyaya<br />

geldi. smini babasının yakın arkadaı Tevfik Fikret vermitir.<br />

Annesi uzun yıllar Beyrut’ta yaamı Güzide Hanım,<br />

babası ise “Büyük Türk Lügati” yazarı ve kitaplarının ço-<br />

unda “eyh Muhsin-i Fâni” adını kullanan Hüseyin Kâzım<br />

Kadri Bey’dir (1870-1934) (29) . Hüseyin Kâzım Bey, Sultan<br />

Abdülhamid tarafından, çalıkanlıı ve dürüstlüü nedeniyle<br />

Trabzon valiliine atanan Kadri Bey’in (1843-1903)<br />

oludur. Kadri Bey’in babası Hacı Ethem Paa Sultan Mahmud<br />

ve Sultan Abdülmecid devrinde vezirlik yapmıtır (30) .<br />

Rikkat Kunt, babasının görevleri dolayısıyla Serez’de,<br />

Selânik’te ve Halep’te bulunur. 1913 yılında annesi Güzide<br />

Hanım’la Beyrut’a göç ederler. Babasının görevleri nedeniyle<br />

sık sık deiik yerlerde bulunması gerektiinden<br />

Rikkat Hanım ilk eitimini mürebbiyelerden alır. Evde<br />

çou zaman Fransızca konuulduundan Fransızca’yı ana<br />

dili Türkçe ile beraber örenir.<br />

Rikkat Kunt’un dayısı Türk Edebiyatı profesörü smail Hikmet<br />

Ertaylan (1889-1967), 1935 yılında vekaleten Güzel Sanatlar<br />

Akademisi’ne tayin edilir. Rikkat Hanım’a hüzünlü geçen bir<br />

süreç sonunda evlenmeyi düünmediine göre bir eylerle<br />

ilgilenmesi gerektiini söyler. Medreset’ül-Hattatîn’in 1936<br />

yılında Türk Tezyini Sanatlar ubesi olarak Güzel Sanatlar<br />

Akademisi’ne balandıı sene akademide hat ve tezhib hocası<br />

Turake smail Hakkı Altunbezer (1873-1946) ile tanıtırır.<br />

Rikkat Kunt, smail Hakkı Altunbezer’den çok etkilenmitir<br />

ve sanatkârın tezhib derslerine devam etmeye balar.<br />

Rikkat Kunt, smail Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay<br />

(1883-1976), Halim Özyazıcı (1898-1964), Nuri Korman (1968-<br />

12


Güzel Sanatlar Akademisi hocaları; Necmeddin Okyay, Kâmil Akdik, Turake smail Hakkı<br />

Altunbezer (soldan saa), F.T. Arivi<br />

1951), Kâmil Akdik (1861-1941), Feyzullah Dayıgil (1910-1949),<br />

Tahirzâde Behzat (1889-1947), Muhsin Demironat (1907-1983)<br />

ve Emin Barın’ın (1913-1987) bulunduu grupta çok mutlu<br />

olur ve 1968 yılında emekli olana kadar akademide kalır.<br />

Hakkı Bey, büyük bir sanatkârdır; ancak örencinin seviyesine<br />

inip bilgisini aktaramaz, öretemez. Söz gelimi kendisine<br />

gösterilen bir deseni düzeltmek yerine desenin yenisini çizip,<br />

kendi çizdii desenin uygulanmasını ister. Halbuki Rikkat Hanım,<br />

çizdii desendeki eksikleri görüp düzeltmek ve tezhibi<br />

bilinçli olarak örenmek ister. Bu arada akademide çini hocası<br />

olarak görev yapan Feyzullah Dayıgil, Rikkat Hanım’a birlikte<br />

çalımayı teklif eder. Zaten Hakkı Bey’in tezhibteki tavrına<br />

alıamayan Rikkat Hanım çini atölyesine geçer. Bu durum<br />

Hakkı Bey’i epey gücendirir. Feyzullah Dayıgil ile Rikkat<br />

Hanım birlikte stanbul kütüphanelerini, cami ve türbelerini<br />

gezerler ve çinileri incelerler. Çinilerdeki lâleleri toplayarak<br />

bir çalıma hazırlayıp bu çalımayı “stanbul Çinilerinde Lâle”<br />

balıı altında Vakıflar <strong>Dergisi</strong>’nde 1938 yılında yayınlarlar.<br />

Klasik tezhibe vâkıf olan Necmeddin Okyay, Rikkat Kunt’a<br />

klasik tezhib örneklerini inceleyip kendisine bir yön çizmesi<br />

gerektiini söyler ve o zamanlar kendisinde bugün ise TSM<br />

Kütüphanesi’nde 913 Y.Y. ile kayıtlı bulunan eyh Hamdullah<br />

ketebeli, II. Bâyezid devri tezhib özeliklerini taıyan<br />

muhteem Kur’ân-ı Kerîm’i gösterir ve Rikkat Hanım’ı klasik<br />

tezhibe yönlendirir. Feyzullah Dayıgil, Rikkat Kunt’un sanat<br />

hayatında önemli olmu dier bir sanatkârdır. Kendisinde<br />

nefes darlıı olduu için tasarlayıp da renklendiremedi-<br />

i birçok deseni Rikkat Hanım renklendirmitir. Bu ekilde<br />

hazırlanmı birçok eserde birlikte imzaları bulunmaktadır.<br />

1968 yılında akademiden emekli olduktan sonra Rikkat<br />

Kunt çalımalarına Beylerbeyi’ndeki evinde devam eder.<br />

Aynı yıl Portekiz’in Lizbon kentindeki sel baskını sonucu,<br />

Gülbenkyan Müzesi’nde bulunan Osmanlı eserleri harab<br />

olmutur. 1970 senesinde Rikkat Hanım, Prof. Dr. Emin Barın<br />

ve slam Seçen ile birlikte selden bozulan eserlerin restorasyonunu<br />

yapmak üzere Lizbon’a gider. Bu arada Ali îr<br />

Nevâî’nin eserlerinde bulunan minyatürlerin restorasyonuna<br />

balayan Rikkat Kunt, salıının bozulması üzerine<br />

stanbul’a döner ve geri kalan minyatürlerin restorasyonuna<br />

evinde devam eder ve tamamlar.<br />

Sanat yaantısına evinde devam eden, birbirinden kıymetli<br />

yüzlerce eser veren Rikkat Kunt, 14 Ocak 1986’da<br />

Beylerbeyi’ndeki evinde vefat etti ve Küplüce Mezarlıı’nda<br />

çok sevdii babasının yanına defnedildi (31) .<br />

Medreset’ül Hattatîn hoca ve talebeleri, F.T. Arivi<br />

Birçok örenci yetitiren sanatkârın örencilerinden bazıları;<br />

F. Çiçek Derman, nci A. Birol, Faruk Takale ve merhume<br />

Meral Ilgaz’dır.<br />

Rikkat Kunt’un yaptıı ilk tezhiblerde ilk tezhib hocası<br />

smail Hakkı Altunbezer’in etkisi görülür. Bunda Hakkı<br />

Bey’in örencilerine kendi hazırladıkları desenleri tashih<br />

edip renklendirmelerini salamak yerine, kendi çizdi-<br />

i kompozisyonları uygulatmasının etkisi büyüktür. Hocasının<br />

tezhibteki tarzı ve öreti ekli kendisini tatmin<br />

etmedii için zaten çini atölyesine geçip Feyzullah Dayıgil<br />

ile beraber çalımaya balar. Feyzullah Dayıgil’in Rikkat<br />

Kunt’un kendine has tarzını oluturmasındaki rolü büyüktür.<br />

Feyzullah Dayıgil’in düzgün tezhib desenleri ve saz<br />

yolu üslubundaki halkârî desenlerinden etkilenen Rikkat<br />

Kunt’un bu tarzda yaptıı eserlere sıkça rastlanmaktadır.<br />

Klasik tarz tezhib anlayıına sahip olan hattat Necmeddin<br />

Okyay da gösterdii örnek ve tavsiyelerle Rikkat Kunt’u<br />

yönlendirmitir.<br />

Rikkat Hanım’ın tezhipte kendi tarzını yakalamasında çini<br />

çalıma ve aratırmalarının da büyük rolü vardır. Çünkü<br />

sanatkârın tezhib ve halkârlarındaki hatâyî, yaprak ve çiçekler;<br />

çinide kullanılan yaprak ve hatayîler kadar zengin<br />

ve muntazamdır. Hatâyîler sanatkârın elinde adeta dans<br />

ediyor gibidirler.<br />

Rikkat Kunt kompozisyona son derece hakim bir<br />

sanatkârdı. Yaptıı tezhib hiçbir zaman yazıyla yarımaz.<br />

Rikkat Kunt’a göre “tezhib yazının giysisidir” ve asla yazının<br />

önüne geçmemelidir.<br />

Sanatkâr; gözü yormayan, sade, ancak zarif, zengin ve insan<br />

ruhunu dinlendiren rahat çalımalarla karımıza çıkar.<br />

Desenler birbirine benzer gözükse de mutlaka birbirinden<br />

farklıdır. Desenlerinde rûmî ve bulut motifleri hatâyîlerle<br />

uyumlu bir ekilde kullanılmıtır. Klasik tezhib ve halkârîde<br />

hatâyî motifleri aırlıktadır ve Rikkat Kunt ile hatâyî motifleri<br />

altın çaını yaamıtır demek yerinde olur.<br />

Rikkat Kunt’un en önemli eserlerinin baında “Fatih<br />

Albümü”ne yaptıı tezhibler gelir. Sanatkâr, 66 sayfa olan bu<br />

muhteem eserin 34 sayfasının tezhibini yapmıtır. Bu nadide<br />

eser, Rikkat Kunt’un sanat hayatında önemli bir yer tutar.<br />

Sanatkârın eserlerinden dier önemli bir grup da, Halim<br />

Özyazıcı tarafından yazılan büyük boy kıt’a eklinde<br />

levhalardır (32) .<br />

13


Kâmil Akdik tarafından yazılıp, Bahaeddin Tokatlıolu tarafından tezhiblenmi, hilye formunda<br />

peygamberler silsilesi, Özel kol.<br />

Muhsin Demironat<br />

XX. yüzyıl Türk Tezhib ve Lâke sanatının en önemli isimlerinden<br />

biri olan Mehmed Muhsin Demironat, 1907 yılında<br />

nebolu, Hatipbaı’nda dodu. Daha sonra ailece stanbul’a<br />

gelerek Beylerbeyi’ne Abdullahaa Mahallesi’ne yerletiler.<br />

Babası Trablusgarp savalarında ehit olan Hüseyin<br />

Hikmet Bey, annesi ise Makbule Hanım’dır. Henüz çocuk<br />

yalarındayken Üsküdar’ın Toygartepesi’nde satın aldıkları<br />

evde yaamaya baladılar.<br />

Muhsin Demironat, ilk eitimine Üsküdar Sultanisi’nde<br />

baladı. 1928 yılında stanbul Öretmen Okulu’nu bitirdi.<br />

Bugünkü stanbul Kız Lisesi’nin yerinde bulunan öretmen<br />

okulunda okurken yazı derslerine gelen Turake<br />

smail Hakkı Altunbezer’in yönlendirmesiyle bo vakitlerinde<br />

Medreset’ül Hattatîn’e devam etmeye baladı.<br />

Burada Altunbezer’den baka, Necmeddin Okyay,<br />

Kâmil Akdik, Hulusi Yazgan ve Bahaeddin Tokatlıolu gibi<br />

sanatkârlarla tanıtı.<br />

Muhsin Bey, öretmen okulundan mezun olduktan sonra<br />

Bandırma’nın Perama isimli sahil köyünde öretmen olarak<br />

göreve baladı. ki sene sonra Galatasaray Lisesi’nin<br />

ilk kısmına resim öretmeni olarak tayin oldu. Bu arada<br />

kendisini tezhib sanatına yönelten hocası Turake<br />

smail Hakkı Bey’le münasebetini kesmeyerek tezhib<br />

çalımalarına devam etti. Bir süre sonra Güzel Sanatlar<br />

Akademisi’nde Altunbezer’in fahri asistanlıını yapan<br />

santakâr, daha sonra maaını Galatasaray Lisesi’nden almak<br />

suretiyle akademide öretim üyesi olarak görevlendirildi.<br />

Aziz Efendi tarafından yazılıp, Kerim Silivrili tarafınadan tezhiblenmi Hilye-i erîfe, SHM. SG. Kol.<br />

1937 yılında Nezihe Hanım’la evlenen Muhsin Demironat’ın<br />

bu evliliinden bir olu ve kızı bulunmaktadır. 1966 yılına<br />

kadar akademideki tezhib hocalıına devam eden Muhsin<br />

Demironat, 1966’da, Yıldız Porselen Fabrikası’na müdür tayin<br />

edildi. Muhsin Bey, burada bir yandan çini desenleri hazırlarken<br />

dier yandan çini üzerine aratırmalar yaparak baarılı<br />

bir çalıma sergiledi. 1972’de Yıldız Porselen’den emekli olan<br />

sanatkâr, 1976 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde Geleneksel<br />

Türk Sanatları Kürsüsü’nde, Yıldız Porselen Fabrikası’ndaki<br />

müdürlüünün sonlarına doru geçirdii bir kalp ameliyatı<br />

ve kalbine pil takılması sebebiyle bozulan salıının elverdi-<br />

i ölçüde tezhib dersleri vermeye devam etti.<br />

Rikkat Kunt ile birlikte XX. yüzyılın en önemli tezhib<br />

sanatkârı Muhsin Demironat “Üsküdarlı Muhsin” 27 Haziran<br />

1983 yılında Kadıköy’deki evinde vefat etti ve pek çok<br />

sanatkârın bir arada bulunduu Karacaahmet’e defnedildi.<br />

Muhsin Demironat XX. yüzyılın hattatlarınca yazılan güzel<br />

yazıların birçounu tezhiblemi, klasik üsluptan yola çıkarak<br />

tezhib sanatında birçok tarzı denemi bir sanatkârdır. Mısır<br />

Kralı Fuad için Kâmil Akdik tarafından nesih hattı ile yazılan<br />

Kur’ân-ı Kerîm’i, 1935 yılında Muhsin Demironat tezhiblemitir.<br />

Bu eser sanatkârın yaptıı ilk profesyonel çalımadır.<br />

stanbul’un fethinin 500. yıldönümü nedeniyle hazırlanan<br />

“Fatih Divanı” için hazırladıı tezhibler ve Mimar Sinan Güzel<br />

Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan<br />

bazı eserler, Muhsin Bey’in önemli eserleri arasında bulunur.<br />

Muhsin Demironat’ın bugün özel bir koleksiyonda bulunan<br />

Kazasker Mustafa zzet Efendi’nin (1801-1876) muhakkak,<br />

14


Abdül Kâdir ükrî tarafından yazılıp, Fatma Rikkat Kunt tarafından tezhiblenmi Hilye-i erîfe, Özel kol.<br />

sülüs ve nesih hatlarıyla yazdıı 145,5 x 98 cm ölçülerindeki<br />

Hilye-i erîfe’ye yaptıı muhteem tezyinat, XX. yüzyıl<br />

Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinin baında gelir.<br />

Sanatkâr bu Hilye-i erîfe’nin tezyinatında; rûmî, bulut ve<br />

hatâyî motiflerini büyük bir ustalıkla kullanmıtır. Hilye’nin<br />

göbek ve koltuk tezhiblerinde tam ve yarım emseler ile<br />

köebentlerde zemin rengi olarak altını dier alanlarda ise<br />

lâcivert rengini tercih etmitir. Beyn-es sütûr (33) tezyinatı<br />

için bulut ve hatâyî motiflerini, hilâl için hatâyî motiflerini<br />

kullanan sanatkâr, dı pervaz için hatâyî motiflerinden<br />

oluan muhteem bir tasarımla sanatının zirvesine ulamıtır.<br />

Cümle bitimlerine yapılan dairevi noktalar (duraklar)<br />

ise gerek içilik gerekse motif açısından son derece dikkate<br />

ayandır (34) . Muhsin Demironat bu muhteem tezyinatı<br />

bir yılı akın bir zamanda tamamlamıtır (35) .<br />

Süheyl Ünver tarafından yapılmı vazoda çiçekler, Özel kol.<br />

Mihriban Hanım,1912 yılında stanbul’da dodu.1941 yılında<br />

stanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk Tezyinî Sanatlar<br />

Bölümü’nden mezun oldu. smail Hakkı Altunbezer, Yusuf<br />

Çapanolu ve Prof. Dr. Süheyl Ünver’den tezhib dersleri<br />

alan Mihriban Sözer, akademide bir süre asistan olarak görev<br />

yaptı.<br />

Daha sonra Topkapı Sarayı Müzesi'ne geçti ve emekli olana<br />

kadar müzede minyatür uzmanı ve müzehhibe olarak<br />

görev yaptı. Uzun yıllar Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Süheyl<br />

Ünver’in organize ettii minyatür ve tezhib kurslarını yönetti<br />

ve bu alanda birçok sanatkârın yetimesini saladı.<br />

Mihriban Sözer, klasik motif ve desenlere yeni görüler<br />

kattı ve bu özelliini tüm eserlerine yansıttı. Sanatkâr,<br />

kendine özgü desen, kompozisyon, renk; temiz, titiz ve<br />

ince içiliiyle tezhib sanatında önemli bir yere sahiptir.<br />

Tezhib sanatının yanısıra lâke cilt kapakları konusunda<br />

da önemli eserler veren Muhsin Demironat, XVIII. yüzyılın<br />

en önemli çiçek ressamı, tezhib ve lâke sanatkârı Ali<br />

Üsküdârî’nin yolundan giderek birçok eserler vermi ve bazı<br />

eserlerinde de “Muhsin-i Üsküdârî” eklinde imza atmıtır.<br />

48 yıllık sanat hayatında 60 kadar hilye olmak üzere yaklaık<br />

2500 kadar eser veren, Kerîm Silivrili’den Dündar<br />

Tahsin Aykutalp’e; Çiçek Derman’dan Faruk Takale’ye kadar<br />

birçok müzehhibi yetitirmi veya etkilemi olan Muhsin<br />

Demironat, XX. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhib sanatına<br />

yön vermi bir sanatkârdır.<br />

Mihriban Sözer Keredin<br />

Hamit Aytaç tarafından yazılıp, Tahsin Aykutalp tarafından tezhiblenmi olan Fâtiha Sûresi,<br />

Hüseyin Gündüz kol.<br />

15


Hâfız brahim Efendi tarafından yazılıp, Mustafa Cihangiri tarafından tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’den Hilye-i erîfe sayfası, Özel kol.<br />

stanbul, Edirne ve Bursa’daki birçok camii ve türbede restorasyon<br />

çalımalarına katılan sanatkâr,1950 yıllarında T.C.<br />

Merkez Bankası tarafından bastırılmı olan banknotların<br />

bir kısmının desenlerini hazırlamıtır.<br />

Tezhib sanatında daha çok hilye tezyinatlarıyla karımıza<br />

çıkan Mihriban Sözer Keredin, minyatür sanatında geni<br />

bir yelpaze içinde örnekler verdi.<br />

Prof. Kerim Silivrili<br />

Kerim Silivrili, 23 Nisan 1921 tarihinde stanbul’da dodu.<br />

Babası Kuvay-ı Milliyeci Hüseyin Kâzım Bey, annesi Behice<br />

Hanım'dır. Kendisine çocuk yalarındayken Yunus Emre ilahilerinin<br />

çounu öreten babaannesiyle birlikte ziyaret etti-<br />

i müze ve camilerdeki çinileri hayranlıkla izler, sık sık Topkapı<br />

Sarayı Çinili Kök’e götürmesi için babaannesine ısrar<br />

edermi (36) . imdiki adı Endüstri Meslek Lisesi olarak bilinen<br />

ve Türkiye’de ilk defa açılan Tekstil Okulu’ndan mezun<br />

olduktan sonra, 1941 yılında Güzel Sanatlar Akademisi<br />

Türk Süsleme Sanatları Bölümü’ne girdi ve 1945 yılında pekiyi<br />

dereceyle mezun oldu. Hocaları; smail Hakkı Altunbezer,<br />

Necmeddin Okyay, Halim Özyazıcı, Feyzullah Dayıgil ve<br />

Muhsin Demironat’dır. Kerim Silivrili mezun olduunda Nuri<br />

Korman, Tahirzâde Behzat, Muhsin Demironat, Prof. Dr. Emin<br />

Barın akademide derslere girmekteydiler. Rikkat Kunt ise<br />

1944 yılında Kerim Silivrili’den bir yıl önce mezun olmutur.<br />

Kerim Silivrili, 1946 yılında akademide smail Hakkı Altunbezer<br />

ve Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in örencisi Neriman<br />

Hanım’la evlenir. Kızları Gülderen Hanım, akademinin<br />

mimarlık bölümünden, Nesteren Hanım ise resim<br />

bölümü’nden mezun olmutur.<br />

Kerim Bey, 1949 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme<br />

Bölümü Türk Çini Desenleri Atölyesi öretmenliine tayin<br />

oldu. Akademide birçok idari görev alan Kerim Silivrili, 1982-<br />

1988 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Rektör Yardımcılıı<br />

görevinde bulundu ve 1988 yılında emekli oldu (37) .<br />

Emekli olduktan sonra 2006 yılına kadar Mimar Sinan Üniversitesi<br />

Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları<br />

Bölümü’nde Türk Çini Desenleri, Türk Süsleme Desenleri ve<br />

tüm anasanat dallarında yüksek lisans ve sanatta yeterlik<br />

programlarında tasarım, uygulama ve seminer dersleri verdi.<br />

Kerim Silivrili, 16 Kasım 2007 tarihinde Kadıköy’deki evinde<br />

vefat etti ve Sahray-ı Cedîd Mezarlıı’nda, ei Neriman<br />

Hanım’ın yanına defnedildi.<br />

Kerim Silivrili tarafından yapılan ilk tezhiblerde Turake<br />

smail Hakkı Altunbezer ve sonraki tezhiblerinde Muhsin<br />

Demironat etkisi açıkça görülür. Sanatkâr birçok levha,<br />

kıt’a ve hilye tezhiblemitir. Bunların baında Mehmed<br />

Aziz Rıfâi Efendi’nin (1872-1934) sülüs-nesih hatlarıyla yazdıı<br />

ve Mehmed Kâmil Ülgen tarafından sülüs-nesih hatlarıyla<br />

yazılmı Hilye-i erîfe’ler gelir (38) .<br />

Fatih Divanı (39) , XX. yüzyıl – Cumhuriyet Dönemi Türk Tezhib<br />

Sanatı açısından son derece önemli bir eserdir.<br />

stanbul’un fethinden 492 yıl sonra, 1945 yılında stanbul<br />

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Edebiyatı Tari-<br />

16


Neyzen Emin Efendi tarafından yazılıp, Turake smail Hakkı Altunbezer tarafından tezhiblenmi<br />

sülüs levha, Hüseyin Gündüz kol.<br />

hi Kürsüsü’ne uzun yıllar bakanlık yapmı olan Ord. Prof.<br />

Dr. smail Hikmet Ertaylan, edebiyat alanında olduu kadar<br />

Türk sanatlarına hizmet etmi bir sanatseverdi. Bir Fatih<br />

hayranı olan smail Hikmet Ertaylan’ın öncülüünde,<br />

stanbul’un fethinin 500. yıldönümü için bir albüm hazırlanmaya<br />

balanır. Bu eser; Bizans’ın ilk Türk imparatoru Fatih<br />

Sultan Mehmed’in bugün orijinali stanbul Fatih’te Millet<br />

Kütüphanesi’nde bulunan Ali Emirî Efendi’nin bulduu<br />

Fatih Divanı’ndan seçilmi 60 kadar iirden meydana gelmitir.<br />

Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplıı’ndaki iki ciltlik “Fatih<br />

Albümü”nde ise, yalnız o zamana kadar toplanmı parçalar<br />

bulunmaktadır. Divandaki iirler, Cumhuriyet döneminin<br />

en önde gelen hat sanatkârları tarafından, Sultan Mehmet<br />

Han zamanında kullanılan yazı çeitleri ile yazılmıtır. Tezhibler,<br />

minyatürler ve eserin cildi Fatih Sultan Mehmed’e<br />

sunulmu eserlerin örneklerinden yararlanılarak yapılmıtır.<br />

Bu muhteem divan, Güzel Sanatlar Akademisi profesör<br />

ve mezunlarının derin bir ak ve sabır ile 1945 yılından<br />

1953 yılına kadar süren çalımalarının bir eseridir.<br />

Albümün karılıklı bir ve ikinci sayfalarındaki fihrist ve önsöz<br />

Profesör Dr. Emin Barın, üç ve dördüncü sayfalarındaki<br />

Fatih’in turaları ise altınla Turake smail Hakkı Altunbezer<br />

tarafından yazılmıtır. Beinci sayfadaki Fatih’in minyatürünü<br />

Hüseyin Tahirzâde Behzat, aynı minyatürün etrafında<br />

bulunan emse formundaki tezhibi Rikkat Kunt yapmıtır.<br />

Altıncı sayfada bulunan emse formu içerisindeki divanın<br />

adı (Dîvân-ı Belâgati unvan-ı Hazreti Sultan Fatih Mehmet<br />

Han Avnî rahimehullah) altın ile Macid Ayral tarafından<br />

yazılmı, etrafındaki tezhib ise Rikkat Kunt tarafından yapılmıtır.<br />

Yedi ve sekizinci sayfalarda, Osmanlıca yazılmı<br />

sunu metni smail Hikmet Ertaylan imzalıdır. Dokuzuncu<br />

sayfa ile altmı altıncı sayfalar arasında her çift sayfaya bir<br />

hattat tarafından bir iir yazılmı ve karılıklı her çift sayfa<br />

aynı ekilde bir müzehhib tarafından tezhiblenmitir.<br />

Halim Özyazıcı tarafından yazılıp, Muhsin Demironat tarafından tezhiblenmi olan nazar âyeti,<br />

Neslihan Keskiner kol.<br />

Divandaki iirler; Hacı Kâmil Akdik, Necmeddin Okyay,<br />

Mustafa Halim Özyazıcı, Macid Ayral, Nuri Korman, Abdülkadir<br />

Yada, Mehmed Bahaeddin, Hamdi, Mahmud Yazır,<br />

brahim Sâfi, Feyhaman Duran, eref Akdik ve Ali Alparslan<br />

tarafından farklı yazı çeitleri ile yazılmıtır. Albümdeki<br />

tezhibler bata Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat olmak<br />

üzere Feyzullah Dayıgil, ükran Baykut, Kamuran Soyuak,<br />

Selva Altunarut, Ferhunde Orgun, Sıtkı <strong>El</strong>çin, Dündar Tahsin<br />

Aykutalp, Feyzi Erce ve Serap Türegün tarafından büyük<br />

bir özen ve sabırla yapılmıtır. Eserdeki minyatürleri<br />

ise Hüseyin Tahirzâde Behzat ve Selim Turan hazırlamıtır.<br />

Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinden biri olan<br />

66 sayfalık, 25x40 cm ölçülerindeki bu muhteem eserin<br />

cildi ve cilt kapaını Prof. Dr. Emin Barın yapmı olup, eserin<br />

cildi ile Emin Barın, 1958 yılında “Uluslararası Brüksel<br />

Sergisi”nde kitap cildi birincilik ödülünü ve madalyasını almıtır.<br />

Albümdeki cilt kapakları üzerinde bulunan emse<br />

kompozisyon ve uygulama Rikkat Kunt’a aittir (40) .<br />

Yedi yılda tamamlanan Fatih Divanı’nın takibi ve gerçekletirilmesi<br />

maddî olduu kadar manevî bakımdan da oldukça<br />

aırdı. Prof. Dr. smail Hikmet Ertaylan, yılmadan usanmadan<br />

yıllarca uratı. Yava yava tamamlanan sayfaların<br />

hat ve tezhip ücretlerini ayrı ayrı ödedi. Hattat Hâmid Aytaç<br />

bütün ısrarlara ramen yazamadı. stanbul’un fethinin<br />

500. yıldönümü için hazırlanan bu albüm, yıldönümünde<br />

çeitli yerlerde sergilendi ve çok ilgi gördü. smail Hikmet<br />

Ertaylan’ın ölümüne kadar en büyük emeli bu eseri basılmı<br />

görmekti. Almanya’da bastırılmasına teebbüs etti,<br />

ancak döviz bulmakta sıkıntı çekilecei anlaılınca bundan<br />

vazgeçti. Milli Eitim Bakanlıı, bastırabilmek için eseri<br />

uzun yıllar alıkoydu. Bu i o kadar uzadı ki, bunca emek<br />

mahsulü eser bir ara kaybolma tehlikesiyle karılatı (41) .<br />

Tezhib sanatı XIX. yüzyıl sonlarında XVII. yüzyılda oldu-<br />

u gibi bir duraklama dönemine girmi ve bu durum XX.<br />

yüzyılın ilk yarısında da devam etmitir. Hüsnü Efendi ve<br />

müzehhib bir aileden gelmi olan Bahaeddîn Efendi’nin<br />

klasik sanat anlayıına yakın çalımaları ve Medreset’ül<br />

Hattatîn’in açılması tezhibte klasik üsluba doru bir hareketlenmenin<br />

gerçeklemesine neden olmutur.<br />

Turake, hat üstadı ve ressam smail Hakkı Bey’in farklı<br />

bir tarz yaratma isteiyle oluturduu tarz ve anlayı<br />

tutulmamı ve Hakkı Bey’in vefatıyla birlikte devam etmemitir.<br />

Bu tarzda; Hakkı Bey’in eserleri ve tezhib derslerine<br />

devam etmi olan tezhib sanatkârları Kerim Silivrili,<br />

Sıtkı <strong>El</strong>çin, Neriman Silivrili gibi birkaç müzehhibin Hakkı<br />

Bey’in çizdii desenleri uygulamaları sonucu ortaya çıkan<br />

az sayıda çalımayı görebiliriz. Oysaki büyük sanatkâr<br />

Hakkı Bey, tezhib sanatına yeterince eilmi olsaydı, XX.<br />

yüzyıl tezhib sanatını etkileyen bir tarz ortaya çıkabilirdi.<br />

Süheyl Ünver ise klasik tarzları belgeleme ve ihya etme<br />

arzusuyla Selçuklu ve Fatih dönemleri ile XVIII. yüzyıl tarzlarında<br />

eserler vermitir. Bu yaklaım ve anlayı örencileri<br />

tarafından da devam ettirilmektedir.<br />

17


Hüseyin Gündüz tarafından yazılıp, Faruk Takale tarafından tezhiblenmi ‘Ah minel ak’, SHM. SG. kol.<br />

XX. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhib sanatındaki gelime<br />

Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt ile gerçeklemitir.<br />

Her iki sanatkâr da müze ve kütüphanelerde bulunan<br />

klasik eserleri incelemi ve gözleme dayalı bir ekilde klasik<br />

üslupta eserler vermilerdir. Ancak, Rikkat Kunt ve<br />

Muhsin Demironat’ın aldıkları eitim, hayat tarzları, kiilik<br />

ve tezhib anlayıları eserlerine yansımı ve kendilerine<br />

has bir tarz gelitirmilerdir. Muhsin Demironat’ın eserleri<br />

daha youn ve detaylı; Rikkat Kunt’un eserleri ise sade<br />

ve ferahtır. Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat’ın örencileri<br />

de aynı tarzları devam ettirmektedirler. Ancak bu<br />

sanatkârların yolundan giden örencileri çalımalarında<br />

kendi anlayı ve arayıları dorultusunda bazı yenilikleri<br />

mutlaka ilave etmektedirler. Bu sanatta kaçınılmaz ve zorunludur.<br />

Üstadların eserlerini birebir tekrar etmek, sanatın<br />

geliimini yavalatan en önemli nedendir. Müzehhibler<br />

için Süheyl Ünver’in “örenci, sanatı hocasından ileriye götürmeli”<br />

sözü bir ilke olmalıdır (42) .<br />

18


XX. yüzyıl Cumhuriyet döneminde tezhib sanatındaki gelimelerin<br />

merkezi “Güzel Sanatlar Akademisi” olmutur<br />

ve bu gelenek halen devam etmektedir.<br />

Klasik tezhib eitiminin yanısıra, “Serbest Tasarım” dersi<br />

amacına ulamı ve 2000’li yıllardan itibaren klasik özelliklerden<br />

yola çıkarak yeni arayılar içerisinde çalımalar yapılmaktadir.<br />

Bu, sanatın geliimi için kaçınılmazdır. Aynı kalıpların<br />

tekrarı sanatın geliimini engelledii kadar müzehhibleri<br />

de yormaktadır. Son on yıldan itibaren XIII. yüzyıldan<br />

günümüze, farklı üslupların bilinçli bir ekilde incelenip bazı<br />

öelerin bir arada ya da gelitirilmi olarak tasarlanıp uygulanması,<br />

farklı çalımaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.<br />

Tezhib sanatında serbest ve özgün tasarımlar; formlar<br />

ve renk geçileri; kaıt renklerinde renk geçileri ve efektler;<br />

doal ve yapay öelerin kullanılması; bazen bir konunun<br />

ilenmesi gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tarz ya da<br />

üslupların prototiplerini oluturmaları açısından önemlidir.<br />

Bu balamda sanatkârların motif, desen, kompozisyon, tasarım<br />

ilkeleri, renk uyumu, teknolojinin imkânlarını abartıdan<br />

uzak yerinde kullanmak ve yazıyla uyum gibi özellikleri<br />

göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.<br />

Klasik kurallara ve geçmie körü körüne balanıp gelece-<br />

e kapıyı kapatmak sanatın geliimini engeller ve Süheyl<br />

Ünver Hoca’nın “örenci sanatı hocasından ileriye götürmeli”<br />

ilkesine aykırı bir durum arzeder.<br />

Kaynakça<br />

Akar, Azade-Keskiner Cahide, Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif, stanbul,<br />

1978.<br />

Arseven, Celal Esad, Türk Sanatı, stanbul 1970.<br />

Arseven, Celal Esad, Sanat Ansiklopedisi, C: 5, stanbul, 1985.<br />

Atıl, Esin, The Age of Sultan Suleyman the Magnificent, New York, 1987.<br />

Baraz, Mehmed Rebii Hâtemi, Terifat Meraklısı Beyzâde Takımının Oturduu<br />

Semt Beylerbeyi, C: 11, stanbul 1994, s.309.<br />

Barın, Emin, “En Yeni Fatih Divanı”, Türkiyemiz, 1975, S:16, s.23.<br />

Birol, nci Ayan – Derman, Çiçek, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler, stanbul, 1991.<br />

Bodur, Fulya, “Osmanlı Lâke Sanatı ve XVIII. Yüzyıl Üstadı Ali Üsküdârî”, Türkiyemiz,<br />

stanbul, 1985, S:47, s.1-9.<br />

Demiriz, Yıldız, Osmanlı Kitap Sanatında Natuüralist Üslupta Çiçekler, stanbul, 1986.<br />

Derman, Çiçek, “Gözün, <strong>El</strong>in ve Sabrın Yarattıı Güzellikler: Müzehhib Muhsin<br />

Demironat”,Antik Dekor, stanbul, 2005, S:79, s.78-83.<br />

Gezgin, Ahmed Öner, Akademiye Tanıklık, 3, stanbul, 2003, s.69-131.<br />

Gülbün Mesera, “Türk Tezhip ve Minyatür Sanatı”, Sandoz Bülteni, stanbul, 1987, S:25, s.16.<br />

Gündüz, Hüseyin, “Atatürk ve Geleneksel Türk Sanatları”, M. Uur Derman 65.<br />

Ya Armaanı, Derleyen: Irwin Cemil Schick, stanbul, 2001, s.342.<br />

Gündüz, Hüseyin, Takale, Faruk, Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, stanbul, 2006.<br />

Gündüz, Hüseyin, Takale, Faruk, Rakseden Harfler, stanbul, 2001.<br />

Habib, Hat ve Hattatan, Konstantiniyye, stanbul, 1305.<br />

bn’ül-Emin Mahmud Kemal, Hüseyin Hüsameddin, Evkaf-ı Hümayun<br />

Nezareti’nin Kurulu Tarihi ve Nazırların Hal Tercümeleri, nere hazırlayan: Nazif<br />

Öztürk, Vakıflar <strong>Dergisi</strong>, S: XIX, s.82.<br />

Kunt, Rikkat, “Tezhip ve Ben”, Sanat Çevresi, stanbul, 1985, S:84, s.19-21.<br />

Lings, Martin, The Quranic Art of Calligraphy and Illumination, London, 1976.<br />

Mahir, Banu, “Tezhip Sanatı”, Geleneksel Türk Sanatları, T.C.K.B. yy., s.369-370.<br />

Takale, Faruk, “Türk Tezhip Sanatının Büyük Ustası Rikkat Kunt”, Antik-Dekor,<br />

stanbul, 1992, S:15, s.80-83.<br />

Takale, Faruk, Tezhip Sanatının Kullanım Alanları, Yayınlanmamı Sanatta<br />

Yeterlik Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul, 1994.<br />

Takale, Faruk, “Büyük Tezhip Sanâtkârı Muhsin Demironat”, <strong>El</strong> Sanatları <strong>Dergisi</strong>,<br />

BB Yay., stanbul, 2007, S:4, s.6-15.<br />

Takale, Faruk, “Fatih Divanı”, BB Yay., stanbul, 2008, S:6, s.6-17.<br />

Takale, Faruk, “Kerim Silivrili’nin Ardından”, BB Yay., stanbul, 2008, S:5, sh. 86-93.<br />

Takale, Faruk, “Yazıya Hayat Veren <strong>El</strong>ler”, Osman Yümni, Antik-Dekor, stanbul,<br />

2003, S:76, s.112-116.<br />

Ünver, A. Süheyl, Süleymaniye Kütüphanesi Baı Dosyası, Medreset’ül-<br />

Hattatîn, No: 105.<br />

Ünver, A. Süheyl, Türk Tezyinatında Halkârîye Dair, stanbul, 1939.<br />

Ünver, A. Süheyl, Müzehhib Karamemi, stanbul, 1951.<br />

Ünver, A. Süheyl, Baba Nakka, stanbul, 1954.<br />

Ünver, A. Süheyl, Ustası ve Çıraıyla Hezargradlızâde Ahmed Ataullah, stanbul, 1955.<br />

Dipnotlar<br />

1-Çin ve Orta Asya’nın etkisi altında oluan, çou zaman kökeni belli olmayacak<br />

derecede stilize edilmi çiçek ve yapraklar.<br />

2-Faruk Takale, Tezhib Sanatının Kullanım Alanları, Yayınlanmamı Sanatta<br />

Yeterlik Tezi, stanbul, 1994, s.2.<br />

Emel Türkmen tarafından yapılmı serbest tasarım ’Dost Hû’, Betül Gündüz kol.<br />

3-Tezhip yapan erkek sanatkâr.<br />

4-Eserin adını ve kim için yazıldıını gösteren sayfalar.<br />

5-Gülbün Mesera, “Türk Tezhip ve Minyatür Sanatı”, Sandoz Bülteni, stanbul, 1987, s.16, 25.<br />

6-Stilize edilmi hayvan motifleri, Anadolu’ya ait anlamına gelir. Roma<br />

mparatorluu’nun hüküm sürdüü ve ran yaylalarına kadar uzanan Anadolu<br />

Yarımadası’na Diyâr-ı Rum denmesi sebebiyle motif bu adı almıtır.<br />

7-Kelime anlamı eri demektir. Birbirine sırt sırta vermi küçük formlardan olu-<br />

an motifler.<br />

8-Altınla ve su bazlı boyalarla motiflerin uçlarına doru gölgelendirmek üzere<br />

yapılan tezyinat.<br />

9-Altın üzerine altınla çalıılan tarz.<br />

10-Altın ve hafif renkli olarak yapılmı halkâri tezyinat.<br />

11-Ser, ba anlamındadır. Kitaplarda zahriyeden hemen sonra gelen, metnin<br />

baladıı ilk sayfadır.<br />

12-Hz. Muhammed’in fiziksel özelliklerini, tavır ve hareketlerini anlatan levha<br />

yazılar. Hilye-i erîf, Hilye-i erîfe de denir. Bkz. Hüseyin Gündüz, Faruk Takale,<br />

Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, Antik A..Yay., stanbul, 2006.<br />

13-Gül; tezhib sanatında Hz. Muhammed’i sembolize etmektedir.<br />

14-Altın sürülmü zemin üzerine ucu küt bir ine ile kaıdı delmeyecek biçimde<br />

hafifçe bastırarak yapılan tezyinat. Genellikle bu ilem, üç noktalar halinde,<br />

altın zemini tamamen kaplayacak ekilde ya da yer yer uygulanmıtır.<br />

15-Bkz. Faruk Takale, “Müzehhib Osman Yümnî Efendi”, Antik-Dekor, stanbul,<br />

2003, S:76, s.112-116.<br />

16-Habib, Hat ve Hattatan, Konstantiniyye, stanbul, 1305, s.273.<br />

17- Celal Esad Arseven, Sanat Ans., C:5, stanbul, 1983.<br />

18- Hattatlar Mektebi.<br />

19- Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Hezargradlı zâde Ahmed Ataullah, stanbul, 1955, s.6.<br />

20-bn’ül Emin Mahmud Kemal, Hüseyin Hüsameddin, Evkaf-ı Hümayun<br />

Nezareti’nin Kurulu Tarihi ve Nazırların Hal Tercümeleri, nere hazırlayan: Nazif<br />

Öztürk, Vakıflar <strong>Dergisi</strong>, S:XIX, s.82.<br />

21-Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Süleymaniye Kütüphanesi, Baı Dosyası,<br />

Medreset’ül-Hattatîn, No: 105.<br />

22-Bahsedilen Hâmid Bey, Hattat Hâmid Aytaç deildir.<br />

23-Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Yayınlanmamı Notları, Gülbün Mesara arivi.<br />

24-Hüseyin Gündüz, Atatürk ve Geleneksel Türk Sanatları, M. Uur Derman 65.<br />

Ya Armaanı, Derleyen: Irvin Cemil Schick, stanbul, 2001, s.342.<br />

25-Prof. Kerim Silivrili’den naklen ve Prof. Kerim Silivrili notlarından, Ahmet Öner<br />

Gezgin, Akademi’ye Tanıklık, 3, stanbul, 2003, s.69-131.<br />

26-Natüralist tarzda hazırlanmı çiçek ve çiçek buketleri.<br />

27-Gülbün Mesara’dan naklen.<br />

28-Prof. Emin Barın’dan naklen.<br />

29-Mehmet Rebii Hâtemi Baraz, Terifat Meraklısı Beyzâde Takımının Oturdu-<br />

u Semt Beylerbeyi, C.11, stanbul, 1994, s.309.<br />

30-A.g.e., s.327.<br />

31-Faruk Takale, “Türk Tezhip Sanatının Büyük Ustası Rikkat Kunt”, Antik Dekor,<br />

st. 1992, S.15, s.80-83.<br />

32-Bu kıt’a eklindeki levhaları, sanatsever smail Akgün’ün, hattat Halim Özyazıcıya<br />

yazdırıp Rikkat Kunt’a tezhibletmi ve 1958 yılında Akademide sergiledikten<br />

sonra Topkapı Sarayı Müzesi’ne baılamıtır.<br />

33-Satırlar arası<br />

34-Bkz., Hüseyin Gündüz, Faruk Takale, Hilye-i erîfe, Hz. Muhammed’in Özellikleri,<br />

st., 2006, s.176-177.<br />

35-Kerim Silivrili’den naklen.<br />

36-Kerim Silivrili’nin kızları Nesteren-Gülderen Silivrili’den naklen.<br />

37-Kerim Silivrili’den naklen.<br />

38-Hüseyin Gündüz, Faruk Takale, Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri,<br />

stanbul, 2006, s.60, 287.<br />

39-Fatih Divanı merhum evket Rado’nun olu Mehmed Rado koleksiyonunda<br />

bulunmaktadır.<br />

40-Faruk Takale, “Fatih Divanı”, <strong>El</strong> Sanatları <strong>Dergisi</strong>, BB Yay., stanbul, 2008, s.6.<br />

41-Prof. Emin Barın “En Yeni Fatih Dîvanı” Türkiyemiz, Akbank Yay., Haziran<br />

1975, S:16, s.23.<br />

42-1983 yılında Süheyl Ünver Hoca’nın doum günü nedeniyle Cerrahpaa<br />

Tıp Fakültesi’nde düzenlenen toplantı sırasında bir konuma esnasında konu<br />

içerisinde “hocam keke sizin yarınız kadar olabilsek” dediimde, bana “çok<br />

yanlı, sen benim yarım, senin örencin senin yarın olmayı düünürse, sanat<br />

geriye gider, yok olur; sen sanatı benden ileriye; senin örencin de senden<br />

ileriye götürmeyi düünecek ki, sanat devam etsin, gelisin” demitir.<br />

19


Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye<br />

Osmanlı’nın Dünyaya Bakışı


Ayşe KOYUNCU<br />

UNESCO’nun 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” olarak ilan etmesinin ardından, Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet<br />

Araştırmaları Merkezi (MEDAM), “Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakışı” adlı harita sergisi<br />

düzenledi. Geleneksel haritaların yanı sıra Osmanlı coğrafya ve haritacılığına büyük katkılarda bulunmuş Piri<br />

Reis’ten başlayarak Katip Çelebi’ye kadar uzanan haritaların yer aldığı sergi, Osmanlı Devleti’nin dünyaya bakışı<br />

ve evreni algılayışının anlaşılması açısından önem taşıyor.<br />

Dünya Haritası, Piri Reis, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi, No. R. 1633 mük.


stanbul, Muhtar Katırcıolu Koleksiyonu<br />

Büyük Türk aratırmacı ve bilim adamlarından Katip<br />

Çelebi’nin doumunun 400. yıldönümü dolayısıyla UNES-<br />

CO, 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” olarak ilan etti. Bu çerçevede,<br />

Bahçeehir Üniversitesi Medeniyet Aratırmaları<br />

Merkezi’nce (MEDAM), Kültür ve Turizm Bakanlıı’nın destekleriyle,<br />

2009 yılı boyunca çeitli etkinlikler düzenlendi.<br />

Bu etkinliklerden biri de ilk olarak Dolmabahçe<br />

Sarayı Sanat Galerisi’nde açılan “Piri Reis’ten<br />

Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakı-<br />

ı” adlı harita sergisi oldu. Osmanlı corafya<br />

ve haritacılıına büyük katkılarda<br />

bulunmu Piri Reis’ten balayarak Katip<br />

Çelebi’ye kadar uzanan 16 ve 17.<br />

yüzyılları kapsayan uzun bir süreçte<br />

haritalardan yola çıkılarak Osmanlı<br />

Devleti’nin dünyaya bakıı ve evreni<br />

algılayıının yansıtılmaya çalııldıı<br />

bu sergi, Türkiye’nin birçok ilini<br />

dolatıktan sonra yurt dıına da<br />

açılarak ABD, Avrupa, Orta Dou ve<br />

Orta Asya’nın çeitli ehirlerinde de<br />

sergilenme imkanı buldu.<br />

Günümüzdeki kadar olmasa da deniz<br />

ticareti yapanlar, kâifler, corafyacılar<br />

ve ünlü deniz korsanları<br />

Hint Okyanusu'nda, Çin ve Japonya kıyılarında,<br />

Atlas Okyanusu'nda, Büyük<br />

Okyanus’ta seyahat ediyorlar, Akdeniz ve<br />

Ege’de büyük gemilerle sefere çıkıyorlardı…<br />

Bu denizcilerin arasında ünlü Osmanlı denizcileri de vardı.<br />

Bunlardan dünyaca ünlü Piri Reis, amirallii yanında ahsi<br />

gözlemlerine dayalı olarak çizdii haritaları ve “Bahriye”<br />

(Deniz) kitabı ile Batılı denizcilere de yol göstermi, rehber<br />

olmutu. Bir sonraki yüzyılda baka bir bilim adamı Kâtip<br />

Çelebi, kütüphanelere kapanıp eserler kaleme almakta,<br />

haritalar çizip corafya kitapları tercüme etmekte,<br />

ilavelerle onları düzelten yeni haritalar çizmekteydi.<br />

Çünkü Osmanlılar için dünya artık eskisi<br />

kadar küçük deildi.<br />

Osmanlı’nın Corafi Geliimleri<br />

Haritalarda<br />

Amerika’nın kefinin haberi; Avrupa,<br />

Afrika ve Asya’dan oluan Eski<br />

Dünya’nın en büyük imparatorluklarından<br />

biri olan Osmanlı’ya ve<br />

Avrupa’ya ulatıında, dünya iki kat<br />

daha büyümütü. Corafi keiflerden<br />

sonra “Osmanlının dünyaya bakıı<br />

nasıl deiti" sorusu günümüzde<br />

hala dikkat çeken bir sorudur. 16.<br />

yüzyılın baından 17. yüzyılın sonuna<br />

kadarki süreçte kısaca Piri Reis’ten Katip<br />

Çelebi’ye kadar olan dönemde üretilen<br />

haritalar ve Osmanlı corafya yazınında<br />

yer alan eserler, bu konuda bazı<br />

ipuçları vermektedir. Buradan hareketle,<br />

“Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dün-<br />

22


Dünya Haritası, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />

Küre-i Arz ve Mâ' (Yerküresi), Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />

â<br />

23


yaya Bakıı” adlı harita sergisinde esas olarak Osmanlı dönemi<br />

haritaları ele alınmakla beraber, daha önceki döneme ait geleneksel<br />

haritalar da bu sergiye dahil edildi.<br />

Osmanlıların haritacılık ve corafyadaki geliimlerinin gözler<br />

önüne serilmeye çalııldıı sergide, ünlü Türk amirali ve corafyacısı<br />

Piri Reis’in 1513 yılında hazırladıı birinci dünya haritası<br />

ve 1526 yılında son eklini verdii “Bahariye” adlı denizcilik<br />

kitabı ile 1528 yılında bitirdii ikinci dünya haritası, 16. yüzyılda<br />

Osmanlıların corafya ve haritacılıa bakılarını aksettirmitir.<br />

Piri Reis’in yapıtları, 16. yüzyılda Osmanlılarda corafya<br />

ve haritacılıın bilimsel yöntemlerle hazırlandıının bir kanıtı<br />

olarak da ayrı bir önem kazanıyor.<br />

Sergide ayrıca 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar gelen slam corafyacılarının<br />

çizmi oldukları haritaların Osmanlı versiyonları,<br />

Amerika ve dier corafi keifleri anlatan Suud el-Niksarî, Gelibolulu<br />

Mustafa Ali, Ali Macar Reis, Ebubekir Behram Dimaki<br />

gibi tarihçi ve corafyacıların bazı haritaları ile Batılı corafyacılara<br />

ve Kâtip Çelebi’nin 1648’de hazırladıı “Cihannüma”<br />

(Dünyaya bakı) adlı eserinin, 1732 yılında brahim Müteferrika<br />

tarafından ilavelerle yayınlanan versiyonunda yer alan haritalarla<br />

birlikte toplam 53 harita dijital resimleme tekniiyle<br />

büyütülerek yer aldı.<br />

Sergide, Müslüman corafyacıların haritalarından ve daha öncesinde<br />

Batlamyus corafyasından bazı örneklere de yer verildi.<br />

Böylece Osmanlı zamanına kadar devam eden geliim belirginletirildi.<br />

Ayrıca Muhtar Katırcıolu’nun kendi koleksiyonundan<br />

saladıı, Türkiye hakkında Batı’da yayınlanmı bazı<br />

haritaların orijinalleri de sergiye katılarak, 16 ve 17. yüzyıllarda<br />

Avrupa’da görülen gelimeler de yansıtılmaya çalııldı.<br />

Haritalar, sadece insanların yaadıkları çevre ya da dünyanın<br />

bütünü hakkında bilgi veren corafya eserleri deil, günümüz<br />

için birer görsel tarih hazinesi olduu da göz önünde tutularak<br />

sergilendi ve yayımlandı.<br />

Sergide 400 yıl önceki dünyaya, haritalarla bakılması salanmı<br />

ve Osmanlıların dünyayı nasıl algılamaya baladıkları sorusuna<br />

açıklık getirmek istenmi. Kısacası sergide, Pîrî Reis’ten<br />

Kâtip Çelebi’ye Osmanlı’nın dünyaya bakıı konusunda geni<br />

kitleleri bilgilendirmeye yönelik bir amaca odaklanılmı.<br />

Sergilenen haritalar, o zamanın tekniklerini, keiflerin yanılsamalarını<br />

çok naif olarak yansıtmaktadırlar. Bugünkü atlaslardaki<br />

çizimlerden, alıtıımız haritalardan farklı olarak yerkürenin<br />

ve kıtaların bazıları ters, bazıları ba aaı çizilmi. Bazılarında<br />

enlem boylam çizgileri kullanılmı, bazılarında ise yön<br />

ve konum bulmak için projeksiyon merkezleri sadece rüzgâr<br />

gülleriyle süslenmi.<br />

Sergide yer alan Kâtip Çelebi'nin Cihannüma'daki Sabit Yıldızlar<br />

Felei, Piri Reis’in Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki dünya haritası,<br />

Halife’i Me'mun’un emriyle 9. yüzyılda yapılan dünya haritası,<br />

Kagarlı Mahmud'un Türk dünyası odaklı dünya haritası<br />

gibi eserlerin kopyaları, Topkapı Sarayı, Millet Kütüphanesi,<br />

Türk slam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye Kütüphanesi'nden<br />

derlenmi.<br />

Bilindii gibi 14. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Osmanlılar, çok<br />

geçmeden Akdeniz’e ulamı ve 16. yüzyılda Akdeniz artık bir<br />

Türk denizi haline gelmiti. Osmanlılar artık seyrü seferler için<br />

eskisinden çok daha fazla corafya ve haritacılık bilgisine ihtiyaç<br />

hissediyorlardı. O dönemlerde Müslüman ve Hristiyan Av-<br />

24


Evren Modeli, Haydar B. Ali <strong>El</strong>-Razî<br />

25


Yeryüzü ve klimler (Kıtalar), stahri, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi, No. B.334<br />

rupalı haritacıların bilgilerinden yararlanılarak “portulan”<br />

haritacılık tekniine uygun olarak deniz haritaları üretiliyordu.<br />

16-17. yüzyılın Osmanlı corafyacıları, hem Osmanlı<br />

mparatorluu’na, hem de dünya corafyasına ilikin çok<br />

sayıda harita hazırlamılardı. Bu haritalar, kıtaların ve denizlerin,<br />

iklimlerin ve yönlerin, ülkelerin ve ehirlerin, hükümdarları,<br />

bayrakları ve halklarını, flora ve faunasını aksettiren<br />

görsel tarih eserleridir.<br />

16. yüzyılda dünyanın en büyük imparatorluunu kurmu<br />

olan Osmanlılar, komularının ya da uzak diyarlardaki ülkelerin<br />

büyüklükleri, hükümdarları, denizleri, corafi yapısı,<br />

hayvan ve bitki örtüsünü merak etmilerdir. Klasik corafya<br />

kitapları, bu konuda ihtiyaç duyulan bilgileri kapsaması<br />

bir tarafa bilgilerin doruluuna da güvenilmezdi.<br />

Haritacılık da aynı ekilde “Acaibü’l-mahlukat” tarzı corafya<br />

eserlerinin haritaya aktarılmasından ibaret idi. Portulan<br />

tipi bu haritalar, matematiksel tabanlı olmayıp üzerinde<br />

enlem ve boylam çizgileri bulunmamaktadır. Haritanın<br />

doruluu ya da kullanılılıında bir standart olmadı-<br />

ı gibi, baarısı kullanıcısının tecrübesine ve gözlemlerine<br />

dorudan balıydı.<br />

klim Haritası, Gelibolulu Mustafa Ali, skenderiye Feneri, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi,<br />

nr. R. 1117, vr. 34b-35a<br />

Dünyaca ünlü Türk denizci Piri Reis’in dünya haritaları ve<br />

1526’da Kanuni Sultan Süleyman’a takdim ettii Kitab-ı<br />

Bahriye’si, 16. yüzyıl denizcilik ve haritacılık konusunda<br />

Osmanlı’daki en önemli eserlerdir. Geleneksel tarzda hazırlanmı<br />

olmasına ramen Piri Reis’in eserleri, ahsi tecrübeleri,<br />

gözlemleri yanında dou ve batı haritalarından<br />

yararlanılarak hazırlanmı portulan haritalardır. Enlem ve<br />

boylam çizgileri olmadıı halde, projeksiyon merkezleri ve<br />

26


Felek-i Sevabit, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />

düzeltilmi yörüngeleri sebebiyle denizcilerin pratik kullanımı<br />

açısından bilimsel haritalar kadar doruluk arz eder.<br />

Piri Reis'ten sonra yazılan en önemli corafya kitabı Cihannüma<br />

olmutur. 17. yüzyıl Osmanlı aydınlarından<br />

Kâtip Çelebi'nın, birçok Batı corafya kitabından istifade<br />

ile hazırlamı olduu Cihannüma, Osmanlı kültür bayatında<br />

yeni bir ufuk açmı, slam corafya gelenei üzerine<br />

kurulu Osmanlı klasik corafya ekolünü deitirerek, yeni<br />

bir ekolün yerlemesini salamıtır.<br />

Katip Çelebi’nin büyük bir bilgin, düünür ve aydınlanma<br />

emekçisi olduunu ifade eden Karlıa, “Katip Çelebi,<br />

Osmanlı modernlemesinin fikir babası ve itici gücüdür.<br />

Deien dünya konjonktüründe Osmanlılar corafyanın<br />

deerini kefeder. Katip Çelebi, Dou’nun mistik dünyasında,<br />

Helenistik dönemin izlerini taıyan biraz efsane, biraz<br />

gariplikler, biraz egzotik, hükümdar ve vezirlerin hoça<br />

vakit geçirme ile bilgilendirme arasında kalan “Acaibü’lmahlukat”<br />

tarzı corafya ve haritacılık anlayıından yeni<br />

bilimsel tarza yöneliin ilk iaretlerini verir.<br />

MEDAM’ın, Katip Çelebi Yılı çerçevesinde hazırladıı “Pîrî<br />

Reis’ten Kâtip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakıı” adlı<br />

harita sergisi ile, 15-17. yüzyıllarda hazırlanan haritaların<br />

incelenmesi, bir noktada Osmanlı'nın dünyaya bakıını da<br />

yansıtması açısından önem taıyor. Osmanlıların bilime ve<br />

bilimsel çalımalara verdii önemin bir göstergesi sayabileceimiz<br />

bu esiz serginin koordinatörlerinden Prof. Dr.<br />

Bekir Karlıa, UNESCO’nun 2009 yılını bütün dünyada Katip<br />

Çelebi Yılı olarak ilan etmesinin medeniyetimizin yüz akı<br />

olan bu ünlü Türk bilim adamının tanınmasına büyük katkı<br />

saladıını ifade ediyor.<br />

27


Ondan sonra gelen bilim adamları az ya da çok Katip<br />

Çelebi’den etkilenmitir. Katip Çelebi, ele aldıı tüm konuları<br />

her boyutuyla incelemi, üzerinde çalımı ve sonuçlarını<br />

da en mükemmel ekilde ortaya koymutur.<br />

Bu azmin neticesinde de 48 yıllık ömrüne binlerce sayfalık<br />

yirmi bir adet abidevi eseri sıdırmayı baarmıtır. slam<br />

ilimlerinin canlanması için de büyük çaba sarf eden<br />

Katip Çelebi bununla sınırlı kalmamı, 13. yüzyıldan sonra,<br />

slam dünyasının dıında ve özellikle Rönesans dönemi<br />

boyunca Avrupa’da ortaya çıkan ilmî ve fikrî gelimeler<br />

hakkında geniçe bilgi veren ilk ve tek Müslüman bilgin<br />

olmutur. Katip Çelebi ve yetitirdii talebeler sayesinde<br />

18. yüzyıl açılımı gerçeklemi ve bu da 19. yüzyılda<br />

Osmanlı modernlemesi olan Islahat ve Tanzimat<br />

hareketlerinin ortaya çıkmasına vesile olmutur” diyor.<br />

Katip Çelebi Kimdir<br />

Asıl adı Mustafa olan Katip Çelebi, 1609 yılının ubat<br />

ayında stanbul'da dodu. Dou'da Hacı Halife, Batı'da ise<br />

Hacı Kalfa adıyla tanınan 17. yüzyılın bu önemli bilim ve<br />

düünce adamı, ordu kâtipliinde bulunduu için ulema<br />

ve halk arasında Kâtip Çelebi adıyla tanındı.<br />

Babası aydın bir kii olan Katip Çelebi, çeitli hocalardan<br />

dini ve pozitif bilimler üzerine eitimler aldı. Henüz on<br />

dört yaındayken Divan-ı Hümayun kalemine giren Katip<br />

Çelebi, bir müddet Anadolu Muhasebecilii kaleminde<br />

çalıarak hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazısını<br />

örendi.<br />

1624 yılında babasıyla birlikte Tercan, bir sene sonra<br />

da Badat Seferi'ne çıkan Katip Çelebi, 1627-1628’de<br />

Erzurum kuatmasına katıldıktan sonra stanbul’a geldi<br />

ve 1630 yılındaki Badat Seferi'ne katılıncaya kadar,<br />

Kâdızâde Mehmet Efendi’nin derslerine devâm etti. Badat<br />

kuatmasında ordunun defterini tutan Katip Çelebi,<br />

seferden sonra tekrar stanbul’a dönerek Kâdızâde’den<br />

tefsir dersleri aldı.<br />

1633-1634 yılında hac farızasını yerine getirmek üzere<br />

Mekke ve Medine’ye giden Katip Çelebi, dönüünde<br />

Diyarbakır’da kılamakta olan orduya katılarak bir süre<br />

burada yörenin önde gelen ilim adamlarıyla tartımalı<br />

ilmi sohbetlere katıldı. Katip Çelebi, Diyarbakır’da tartıtıı<br />

konuların bir kısmını daha sonra kaleme alacaı<br />

“Mizanü’l-Hakk” adlı eserinde ele alarak deerlendirmitir.<br />

1635 yılında Sultan IV. Murat ile Revan Seferi’ne katılan<br />

Katip Çelebi, bu sefer ile ilgili gözlemlerini ise “Fezleke”<br />

adlı eserinde oldukça geni bir ekilde ele almıtır.<br />

On yıl kadar çeitli savalarda bulunduktan sonra<br />

stanbul’a dönen Katip Çelebi, kendini tamamıyla ilmi<br />

çalımalara adadı. Dönemin mehur bilginlerinden A’rec<br />

Mustafa Efendi’den Aruz ile ilgili el-Endelüsiyye, Felsefe<br />

ile ilgili Hidayetü’l-Hikme, Astronomi ile ilgili "el-<br />

Mülalhhas fi’l-Hey’e" erhini ve "Ekalü’t-te’sis’i" okudu.<br />

Aynı zamanda devrin ileri gelen vaizlerinden Ayasofya<br />

Camii Dersiâmı (öretim görevlisi) Abdullah Efendi<br />

ile Süleymâniye Camii Dersiâmı Mehmed Efendi’den<br />

ders aldı.<br />

Akrabasından kalan yüklü bir mirasın üçte biriyle (yaklaık<br />

300 bin akçe) çeitli kitaplar satın alan Kâtip Çelebi,<br />

geceli gündüzlü çalıarak bu deerli eserleri inceledi.<br />

Kendisinin anlattıına göre on seneyi akın bir süre yalnızca<br />

ilmi çalımalarla megul olan Katip Çelebi, bazen<br />

her eyi unutarak gün douncaya kadar mum ııında<br />

ilmi çalımalarda bulunmutur.<br />

Girit Seferi dolayısıyla harita yapımıyla da ilgilenen bu büyük<br />

ilim adamı, dinî ilimlerin yanı sıra Matematik ve astronomi<br />

de tahsil etmi, Fransızca ve Latince örenmiti.<br />

Kalan zamanlarında ise bata kendi olu olmak üzere talebelerine<br />

çeitli dersler vererek onların da yetimesine<br />

vesile oldu. Hastalıı nedeniyle tıbbi konularla da ilgilenen<br />

Katip Çelebi, aynı zamanda raki yaklaımları dolayısıyla<br />

Batini (ezoterik) konulara merak sardı ve ifa saladıı<br />

kabul edilen Havas kitaplarını incelemeye baladı.<br />

Müslüman olan Fransız asıllı Mehmed hlasi’nin yardımıyla<br />

bazı eserleri Latince’den Türkçe’ye tercüme etti.<br />

Kâtip Çelebi megalelerinin gayesini öyle anlatmaktadır:<br />

“nsan için en yüksek mertebe ve en büyük saadet,<br />

Allah'ı tanımaktır; bilhassa nereden gelip nereye gittiimizi<br />

bilmektir”. Kâtip Çelebi'ye göre ilim Allah'ı tanımanın<br />

bir vasıtasıdır ve bu ölçüler içerisindeki ilim, cemiyetin<br />

ayakta durmasına ve devamına bir vasıtadır. nsanda<br />

kâlp ne ise, cemiyette de âlimler aynı ehemmiyete<br />

hâizdir.<br />

Önemli bir misyon yüklenen ve Osmanlı corafyasında<br />

adeta yeni bir Aydınlanma Hareketi balatmak üzere<br />

yola koyulan 17. yüzyılın bu büyük bilim adamı 6 Ekim<br />

1657 tarihinde vefat etmitir.<br />

Katip Çelebi’nin Eserleri<br />

Yirmiyi akın esere imza atmı olan Katip Çelebi’nin üphesiz<br />

ki en önemli iki eseri “Kefü’z-Zunun” ve Cihan-<br />

Nüma”dır. Arapça bir bibliyografya sözlüü olan ve ancak<br />

20 yılda tamamlanabilen Kefü’z-Zunun’da 14.500<br />

kitap ve risalenin adı ve yazarı verilir. Bilim tasnifine göre<br />

ve alfabetik olarak düzenlenmi olan yapıt, Mısır’da,<br />

Almanya’da ve stanbul’da basılmı, Lâtince'ye de çevrilmitir.<br />

Corafi yapıtların en önemlisi ve en eskisi olan Cihannüma,<br />

Osmanlı corafyacılıında yeni bir çıır açmıtır.<br />

Yazılmasına 1648 yılında balanılan Cihânnüma’nın<br />

genel bir corafya kitabı olacaı mukaddimesinde belirtilmesine<br />

ramen eser, kısa bir girile Asya kıtasında<br />

Türkiye’nin dou sınırlarına (kuzeyde Erzurum vilayeti,<br />

güneyde Irak-Mezopotamya) kadar olan bölgeler<br />

ile sınırlı kalmı olduu görülmektedir. Dou ve Batı’yı<br />

her yönüyle içine alan bir corafya kitabı hazırlamayı<br />

hedefleyen Kâtip Çelebi, elindeki kaynakların yetersizlii<br />

karısında önceleri ümidini kaybetmitir. Dolayısıyla<br />

Cihannüma’nın bu ilk sürümü, sınırlı bir bölgeye ilikin<br />

kalmıtır.<br />

eyh Mehmed Efendi hlasî adlı Latince bilen Fransız<br />

asıllı corafyacı bir mühtediden yardım alarak 1654’te<br />

Levâmiü’n-nûr fi Zulumati Atlas Minör adlı eserini hazırlar.<br />

Bu sırada, Abraham Ortelius’un Theatrum orbis terrarum<br />

ve Mercator’un atlasını inceleme fırsatını bulunca<br />

bu eserlerden ve haritalarından istifade ile Cihannüma’yı<br />

yeniden yazmaya balar. Bu yeni Cihannüma’yı hazırlar-


Osmanlı mparatorluu, m p<br />

r at<br />

o rl<br />

u , <strong>El</strong> lH<br />

Hacc Ebu'l ul<br />

Hasan, an<br />

,T<br />

Topkapı pı<br />

Sarayı ay<br />

ıM<br />

Müze Kütüphanesi, üp<br />

,N<br />

No. H.<br />

1822<br />

2


Asya Kıtası, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />

ken ayrıca "Ph. Cluverius’un Introductio geographica vetera<br />

quam nova" ve "G. Lorenzo’nun L’univesale fabrica del<br />

mondo overo cosmografia" adlı eserlerinden de faydalanır.<br />

Eser, brahim Müteferrika tarafından 1831 yılında Osmanlı<br />

matbaasında basıldıktan sonra daha geni kitlelere<br />

yayılmıtır. brahim Müteferrika’nın eklemeleriyle, Tophaneli<br />

brahim mahlasıyla kendisinin, Ahmed el- Kırımî’nin<br />

ve Galatalı Mıgrıdıç’ın çizimleriyle Cihânnüma daha da<br />

zengin bir hal almıtır.<br />

Aynı zamanda bir tarihçi olan Katip Çelebi, bu alanda<br />

da önemli eserler kaleme almıtır. Bunlar, kainatın yaradılıından<br />

1641 yılına kadar geçen olayların aktarıldıı<br />

“Fezleketü’t-Tevarih”, 1592-1655 yılları arasındaki olayların<br />

anlatıldıı “Fezleke”, Hz. Adem’den 1648'e kadar geçen<br />

tarihsel olayların kronolojik bir sırayla aktarıldıı<br />

“Takvimü't-Tevarih”, Johann Carion’un 1548 yılında Paris’te<br />

yayımlanan “Chronicle” adlı eserinin tercümesi niteliindeki<br />

“Tarih’i Frengi Tercümesi”, Yunan, Roma ve Hristiyan<br />

Avrupa konusunda temel bilgilerden oluan “radü’l-<br />

Hıvara la Tarihi’l-Yunani ve’r-Rumi ve’n-Nasara”, bazı Grek<br />

tarihçilerine ait eserlerinden stanbul ile ilgili bölümlerin<br />

çevirilerinden oluan ve “Revnaku’s-Saltana” adıyla da bilinen<br />

“Tarih-i Konstantiniyye ve’-Kayasire”dir.<br />

Biyografi ve bibliyografyaya da ilgisi olan Katip Çelebi,<br />

“Süllemü’l-Vüul ila Tabakati’l-Fuhu’l” adlı Arapça eserinde,<br />

Kefü’z-Zunun’da yer alan bilginlerin hayat hikayelerini<br />

aktarmıtır. Bu eser, son dönemin bu alanda kaleme<br />

alınmı ve alfabetik sıraya göre düzenlenmi önemli bir<br />

kaynak niteliindedir.<br />

Katip Çelebi, “lhamü’l-Mukaddes min-el-Feyzi'l-Akdes”<br />

adlı eserinde, yaadıı çada ortaya çıkan bazı astronomi<br />

problemlerine cevap aramıtır. Alfabetik sözlük niteli-<br />

indeki “Tuhfetü’l-Ahyar fi’l-Hikemi ve’l-Emsali ve’l-E’ar”<br />

adlı esrinde; özlü sözler, anlamlı mısralar ve ibretli darb-ı<br />

meseller yer alır. “Dürer-i Müntesire ve Gurer-i Münteire”<br />

adlı eser bazı dini konulara aydınlık getirmek üzere derlenmitir.<br />

Ali Kuçu’nun astronomiye dair “er-Risaletü’l - Muhammediye”<br />

isimli eserine yazdıı erh olan “Hüsnü’l Hidaye”, bazı<br />

terifat kaidelerinden söz eden “Kanunname”, garip ve alı-<br />

ılmıın dıındaki fıkıh konularına dair fetvaların toplandı-<br />

ı “Recmü’r-Racim bi’s-Sini ve’l-Cim”, çeitli konulara dair<br />

okuduu ve okuttuu yirmi yedi eserin özet ve açıklamalarından<br />

meydana gelen “Cami’u’l-Mütun min Celili’l-Fünun”,<br />

devletin mali düzenindeki bozuklukları düzeltmek amacıyla<br />

kaleme aldıı “Düsturu’l-Amel li-Islahi’l-Halel” ve dönemin<br />

bazı tartımalı konularına açıklık getirmek amacıyla<br />

yazdıı son eseri olan “Mizanü'l-Hakk fi htiyari'l-Ehakk”<br />

adlı eserleri, Katip Çelebi’nin entelektüel ilgisinin ne denli<br />

zengin olduunu kanıtlar niteliktedir.<br />

UNESCO’nun 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” ilan etmesi ve bu<br />

sergi vesilesi ile yeniden gündeme gelen Katip Çelebi’yi biraz<br />

daha yakından tanımanın, ülkemizin ilim ve fikir hayatına<br />

önemli katkılar yapacaını düünmekteyiz.<br />

30


Gün<br />

Işığında<br />

İstanbul’un<br />

8000 Yılı<br />

Yazı: Ayşe ÇAL<br />

Fotoğraflar: Bekir KÖŞKER, Süleyman KARA<br />

Marmaray ve Metro projeleri kapsamında yürü-<br />

tülen arkeolojik kazı ve sondaj çalışmalarıyla<br />

tüm insanlığın gözbebeği olan İstanbul’un toprak<br />

altında saklı 8 bin yıllık geçmişi gün yüzü-<br />

ne çıkarıldı. Kazılarda neolitik çağdan Osmanlı<br />

Dönemi’ne kadar uzanan zaman dilimini kapsayan<br />

ve günlük yaşamdan ticarete, inanıştan tek-<br />

nolojiye farklı alanlara ait bulgular elde edildi.<br />

Heykeller, kandiller, seramikler, gözyaşı şişeleri,<br />

sikkeler, çapalar, toprak ağırlıklar vb. tüm tarihi<br />

ve kültürel eserler, İstanbul’un ne kadar zen-<br />

gin bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koyuyor.<br />

(Resim: Kap Parçası, MÖ 5. yüzyıl, Pimi toprak, Sirkeci Kazı Alanı, Bir kabın üçgen<br />

eklinde kırılmı kısmıdır. Kiremit rengi hamurludur. Kabın dı yüzeyinde kırmızı<br />

figür tekniiyle yapılmı, profilden kadın figürünün bir kısmı görülmektedir. Bu figürün<br />

önünde yine bir kadına ait olabilecek saçlar seçilmektedir. Kap parçasının<br />

içi ve dıı siyah firnislidir.)


Yenikapı bizans batıkları, bir çektiri olan Yenikapı II batıının sadece iskele tarafı kalmıtır. Pruva<br />

(fotorafın üst tarafı) ve kıç kayıptır.<br />

Marmaray projesi, stanbul'un kentsel yaamını salıklı<br />

bir ekilde sürdürebilmesi için ehir içi ulaım sorununa<br />

toplu taımacılıkla köklü bir çözüm getirmeyi amaçlayan<br />

dünyanın önemli projelerinden biri. 2004 yılından<br />

beri devam eden bu önemli proje kapsamında, stanbul<br />

Arkeoloji Müzeleri Müdürlüü’nce Üsküdar, Sirkeci ve<br />

Yenikapı ile Sultanahmet Eski Cezaevi alanında<br />

arkeolojik kazı ve sondaj çalımaları yapılıyor.<br />

te kısa sürede sonuç vermeye<br />

balayan bu çalımalar sayesinde,<br />

tüm insanlıın gözbebei olan<br />

bu kentin toprak altında saklı 8<br />

bin yıllık geçmiine ıık tutacak<br />

kalıntılar gün yüzüne çıkarıldı.<br />

stanbul Marmaray ve Metro<br />

projeleri kapsamında,<br />

2004 yılından bu yana Üsküdar,<br />

Sirkeci ve Yanikapı’da<br />

yürütülen arkeolojik kazı ve<br />

sondaj çalımalarıyla gün<br />

yüzüne çıkarılan taınabilir<br />

kültür varlıklarının meraklılarıyla<br />

buluması ve stanbul’un<br />

8 bin yıllık gizemli tarihinin tanıtılması<br />

amacıyla stanbul Arkeoloji<br />

Müzesi’nde bir sergi açıldı. Sergide yer<br />

alan eserler ve bu eserlere ait bilgiler<br />

ise “Gün Iıında stanbul’un 8000 Yılı:<br />

Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları”<br />

balıklı bir katalogda toplandı. Kazılar<br />

sayesinde ortaya çıkan bu eserlerle,<br />

stanbul’da neolitik çadan Osmanlı<br />

Dönemi’ne kadar uzanan bir yolculua<br />

çıkıyoruz hep birlikte…<br />

stanbul Arkeoloji Müdürlüü tarafından yürütülen kazılardan bir görünüm<br />

8 Bin Yıllık Tarih, Marmaray ile Gün Yüzüne Çıktı<br />

Marmaray projesi kapsamında yapılan kazıların<br />

stanbul’un tarihinin aydınlatılması bakımından bir ans<br />

olduunu belirten stanbul Arkeoloji Müzeleri emekli<br />

müdürü smail Karamut, “Bu proje olmasaydı, Yenikapı<br />

ve Üsküdar’da ortaya çıkarılan taınmaz kültür<br />

varlıkları, özellikle Bizans Dönemi The-<br />

Vodosius Limanı ve bu limanda çamurun<br />

yuttuu ve bu sayede günümüze<br />

salam ulamı batık gemiler<br />

hakkında bilgi sahibi olamayacaktık”<br />

diyor.<br />

stanbul Arkeoloji Müzeleri<br />

müdür vekili Zeynep Kızıltan<br />

ise projenin önemini u<br />

sözlerle belirtiyor: “Marmaray<br />

ve Metro projeleri kapsamında<br />

stanbul Arkeoloji<br />

Müzeleri Müdürlüü’nce yürütülmekte<br />

olan arkeolojik<br />

kazılarda, Yenikapı’da yakla-<br />

ık milattan önce 6. binde, deniz<br />

kıyısında küçük toplama talarla<br />

desteklenmi, dal örgülü, ah-<br />

ap dikmeli, çamur sıvalı evlerde ya-<br />

anılan, Roma ve Bizans dönemlerinde<br />

kalın surlar ardında yaanmaya devam<br />

eden, bunun yanı sıra açık denizlere<br />

yelken açan kent sakinlerinin günlük<br />

yaamları, inanç sistemleri, teknolojileri,<br />

ticari ilikisi ve mimarisi günümüze<br />

taınmakta, böylece stanbul’un 8<br />

bin yılı gün ııına çıkmaktadır.”<br />

32


Taıdıı yükü ile birlikte bulunan Marmaray 6 batıı belirlenen boyu 7 metre, karinanın en geni yeri 2,3 metredir. Geminin tam boyunun yaklaık 8-8,5 metre karinanın en geni yerinin yaklaık<br />

2,8 metre olduu düünülmektedir.<br />

Orta Ça Gemi Yapım Teknikleri Aydınlatılıyor<br />

Bizans döneminde stanbul`un Marmara kıyılarındaki limanı<br />

olan Yenikapı’da çalımalar, alan üç ana parçaya<br />

bölünerek yürütüldü. Dou alanında ilk olarak Geç Osmanlı<br />

dönemine ait seramik parçalarının yer aldı-<br />

ı tabakaya ulaıldı. Kuru duvar tekniinde yapılmı<br />

buluntuların mimari özelliklerine bakılarak<br />

bu alanın 19. yüzyıl sonlarında ilaç yapımında<br />

kullanıldıı ve eczacılıkla ilgili ilikler olabilecei<br />

sonucuna varıldı. Buluntular arasında içi<br />

civa dolu bir cam ieyle üzerinde laman<br />

betimli bir ie kapaı bulunuyordu. Koruma<br />

Bölge Kurulu, bu alanın yerinde korunmasına<br />

karar verdi.<br />

Antik kaynaklarda ve bazı aratırmacıların<br />

çalımalarında Theodosius Limanı<br />

olarak anılan, Mustafa Kemal Caddesi ile<br />

Namık Kemal Caddesi arasında kalan alanın<br />

dou bölümünde -1,10 metre kodunda<br />

çok miktarda ilenmi ahap buluntu ve<br />

kalın halat parçalarının ortaya çıkması neticesinde<br />

çalımalar geniletildi ve Theodosius<br />

Limanı`nda 11. yüzyıl amforalarıyla<br />

yüklü bir tekne bulundu. Teknenin yüküyle<br />

birlikte battıı ve limanın dolmasıyla<br />

toprak altında kaldıı sanılıyor. Gerçek<br />

uzunluu 10-12 metre, güvertesiz ve tek<br />

direkli olan teknenin, büyük olasılıkla<br />

Marmara Bölgesi’nde ina edildii ve do-<br />

al afetler nedeniyle batmı olabilece-<br />

i düünülüyor. Kazılarda imdiye kadar<br />

33 tane farklı büyüklüklerde ticari gemi,<br />

ufak balıkçı tekneleri ve uzun kürekli gemiler<br />

ortaya çıkarıldı. Bunların incelenmesi neticesinde Orta<br />

Ça`da gemi yapımı teknikleri konusunda esiz bilgilere<br />

ulaılması bekleniyor. Çalımaların devamında, Theodosius<br />

Limanı kalıntılarının altında, günümüzden 8 bin yıl<br />

öncesine uzanan dolgulara ve arkeolojide neolitik, kalkolitik<br />

ve eski tunç çaı olarak adlandırılan dönemlere<br />

ait seramik parçalarına rastlandı.<br />

Bölgedeki buluntuların en önemlilerinden biri de<br />

milattan sonra 4. yüzyıla ait olduu sanılan, potern<br />

olması muhtemel kalıntıdır. Yaklaık 11 metrelik<br />

bölümü görülebilen bu tonozlu tula yapının<br />

içerisinde bol miktarda kandil bulundu.<br />

Kazı çalımalarında ortaya çıkarılan<br />

taınabilir kültür varlıkları, dönem ve<br />

malzeme olarak çok çeitlilik göstermektedir.<br />

Kazı yapılan alanın antik dönemde<br />

bir liman olduu düünüldüünde<br />

bu çeitlilik doal kabul edilebilir. Limanın,<br />

Osmanlı döneminde farklı yerlerden<br />

getirilen toprakla doldurulmu olması,<br />

buluntuların çeitliliini artırmaktadır. Genellikle<br />

denizcilerin kullandıı malzemelerin<br />

çounlukta olduu malzemeler arasında<br />

pimi toprak günlük kullanım kapları,<br />

çok sayıda farklı madenden yapılmı sikkeler,<br />

deri sandaletler, kandiller, metal objeler,<br />

tahta taraklar, baskı bezekli insan ve<br />

hayvan betimli kap parçalarıyla Osmanlı<br />

dönemi çini ve seramik parçaları sayılabilir.<br />

Kazı alanındaki atölye çalımalarıyla<br />

parçaları tamam olan buluntular tümlenmekte,<br />

konservasyon ilemleri yapılıp<br />

Arkeoloji Müzeleri’ne nakledilmektedir.<br />

33


Abdülmecid (1255-1277 / 1839-1861), Yenikapı kazı alanı, ön yüz: tura, arka yüz: duribe (1) / fi / konstantiniye / 1255 AV, Onluk. 15 mm, 0.78 gr. env. no. DN. 1423/1 (MRY'06-2496) Ref. Pere, 873<br />

Theodosius Limanı<br />

“Roma mparatoru Büyük Konstantin`in kurduu yeni<br />

Bakent Konstantinapolis`in geliip büyümesinde, gemilerle<br />

yapılan ticaret dolayısıyla limanlara büyük i düüyordu.<br />

Bu gereksinimi gören 1. Theodosius (379-395), kendi<br />

adıyla anılan bu limanı yaptırmıtır. Kentin artan tahıl<br />

ve dier gereksinimlerini karılamak amacıyla kurulan liman,<br />

7. yüzyıla kadar aktif konumunu sürdürmü, daha<br />

sonra önemini yitirerek limana akan Bayrampaa (Lykds)<br />

Deresi`nin taıdıı mil, artık ve molozlarla dolmaya balamıtır.<br />

Liman, ufak gemi ve balıkçı teknelerinin urak<br />

yeri olarak 11. yüzyıl sonlarına kadar bir süre daha kullanılmı,<br />

olasılıkla 13. yüzyılda tamamen dolarak üstü kapanmıtır.”<br />

Yenikapı kazılarında bulunan eserler; günlük yaam, ticaret,<br />

teknoloji ve inanç balıkları altında toplanabilir.<br />

Ticaret balıı altında; Kuzey Afrika kökenli kırmızı astarlı<br />

ve boyalı tabaklar, kandiller, Dou Akdeniz ve Afrika kökenli<br />

ticari amforalar, Anadolu ve Balkan kökenli kandiller,<br />

Ege kökenli amforalar ve baskı bezekli tabaklar sayılabilir.<br />

Bunların yanı sıra cam, maden, fildii ve deri sandalet<br />

gibi buluntu çeitlilii de ticari<br />

faaliyetlerin göstergesidir.<br />

Kazı çalımaları<br />

sırasında çok sayıda<br />

elde edilen tüm ve<br />

parçalar halindeki<br />

amforalar, arap ve<br />

zeytinyaı gibi malların<br />

ticaretinin yo-<br />

unluunu göstermektedir.<br />

Teknoloji balıı altında; denizcilik,<br />

balıkçılık ve günlük<br />

yaam teknolojisi hakkında bilgiler<br />

veren buluntular arasında limana<br />

özgü yaamın gereksinimlerini<br />

karılamakta kullanılan nesneler ço-<br />

unlukta. Demir ve ta çapalar, kurundan yapılmı a ve<br />

olta aırlıkları, bronzdan yapılmı a mekikleri, ine, kilit,<br />

olta inesi, ta çapalar, pimi toprak aırlıklar, ampfora<br />

kapakları, ahap makaralar, kemani matkaplar ve matkap<br />

uçları, ahap dokuma tarakları gibi organik buluntular<br />

sıralanabilir.<br />

Kazıda ele geçen çok sayıda çapa, ekonomik olması nedeniyle<br />

genellikle ta kaplama levhaları gibi devirme malzemelerden<br />

imal edilmitir ve ahap tırnaklıdır. Demir çapalar,<br />

ekonomik deerlerinin yüksek olması nedeniyle<br />

battıktan sonra yükü ve donanımı kurtarılmamı gemi kalıntılarıyla<br />

bulunmaktadır. Kazı çalımaları sırasında Yenikapı<br />

I batıından iki demir çapa ele geçirildi.<br />

Buluntular arasında bronz ine ve kemik bız, muhtemelen<br />

limanda veya seyir anında yıpranan yelkenlerin tamiri<br />

için kullanılmaktaydı. Günümüzde de kullanılan imir kemani<br />

matkap, gemilerde bulundurulan tamir setlerinin birer<br />

parçasıdır.<br />

arap ve zeytinyaı gibi malların taınması için çokça kullanılan<br />

ampforaların aızlarını kapatmaya yarayan kapakların<br />

üretimi, kırılmı çanak çömlek, amfora ve aaç kabuu<br />

parçalarından yapılmı izlenimi<br />

vermekte.<br />

Her dönemde etkisi<br />

ve gücü hissedilen<br />

din olgusuyla ilikili<br />

olarak Roma döneminden<br />

Osmanlı dönemine<br />

kadar çeitli<br />

eserlere rastlanmıtır.<br />

Bunların büyük çounlu-<br />

u Bizans dönemine ait buluntulardır.<br />

Hristiyan öncesi hakim olan pagan<br />

inanı, izlerini çok sonraki dönemlere<br />

kadar taımıtır. Hayatın her<br />

aamasına yayılmı olan bu kültü-<br />

Kase, Osmanlı znik ii, Sirkeci kazı alanı, pimi toprak.


Geç Roma, Thodosius (408-450), Yenikapı kazı alanı, ön yüz: DNTHEODO SIVSPFAVG II. Theodosius’un miferli büstü, önden zırhlı, mızrak ve kalkan tutuyor. Arka yüz: CONCORD I AAVGGA Constantinopolis<br />

tahtta oturuyor. Önden miferli, ba saa, sa elinde asa, sol elinde küre üzerinde Victoria tutuyor. Solda yıldız, ayaı altında gemi pruvası, kesimde CONOB AV 6 H, 4.36 gr, 20/22 mm.<br />

rün etkileri hem dini amaçlı buluntularda hem de günlük<br />

kullanım eyalarında görülmektedir. Milattan sonra<br />

2. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar paganizm etkili buluntulara<br />

rastlanılmaktadır. Pagan tanrıları arasında yer alan<br />

Apollon ya da Hermes heykelcii, üzerinde “Lollia Serenia,<br />

12 yıl yaadı” yazılı mezar taı olarak kullanılan mermer<br />

heykel, fildiinden yapılmı Nike betimli bir ikona<br />

parçası, pagan inancını yansıtmaktadır. Bizans ile birlikte<br />

bu inanca ait eserler sayısal olarak azalmakta ve Hristiyanlık<br />

dönemi eserleri younlamaktadır.<br />

Kazılarda inanca yönelik bulgular arasında küçük<br />

buluntular dıında “100 ada” olarak adlandırılan<br />

bölgede tespit edilen mezarlar ve metro kazı sınırları<br />

içerisinde kalan kilise, söz konusu kilisenin<br />

içerisinde ve çevresinde bulunan mezar kalıntıları,<br />

büyük önem taır. Her iki bölgede toplam<br />

33 mezar bulunmutur. Bu mezarlar Bizans<br />

ölü gömme gelenekleri hakkında bilgiler vermektedir.<br />

Bizans’ta nadiren karılaılan rölikler dıında,<br />

ölü hediyesi olmamasına ramen, gömülerle<br />

birlikte az sayıda da olsa mezar hediyesi<br />

bulunmutur. Bu buluntular arasında kemikten<br />

ve bronzdan birer haç, bir ampulla,<br />

bir gözyaı iesi, serpantinden yapılmı<br />

bir yassı balta yer alır. Bunlar arasında<br />

sadece bronzdan yapılmı olan haç, “in-situ”<br />

olarak mezar içinde iskeletin sol gösünün üstünde<br />

bulunmutur. Dierleri ise mezar çevresinden<br />

çıkmıtır. Osmanlı dönemine ait<br />

dini buluntular arasında ise dua kabı parçaları<br />

ve yazılı tabak parçaları yer alır.<br />

Yenikapı kazılarında günlük yaama<br />

dair geç neolitik dönemden Osmanlı<br />

dönemine kadar yaanan geni zaman<br />

sürecine ait çok sayıda mimari ve<br />

küçük buluntu ele geçirilmitir. Kazıda,<br />

geç neolitik-erken kalkolitik dönemine<br />

ait mimari buluntu ve çanak çömlekler<br />

bulunmutur. Yenikapı kazısı tarih<br />

öncesi buluntuları, Toptepe (Marmara<br />

Erelisi ile Tekirda arasındaki yerleme) ve Fikirtepe<br />

(Kadıköy-Hasanpaa) yerlemelerine ait buluntularla<br />

benzer özellikler göstermektedir. Bu benzerlikler çerçevesinde<br />

Yenikapı tarih öncesi insanlarının Fikirtepe ve<br />

Toptepe insanları gibi avcı-balıkçı ve tarım yapan insanlar<br />

olduu düünülmütür. Tarih öncesi yerleme katının<br />

üstünde ve devamında Demir Çaı çanak çömlekleri bulunmu<br />

ve bunlar Thrako-Frig göçleriyle ilikilendirilmitir.<br />

Kolonizasyon dönemine ait olduu düünülen Oinochoe,<br />

siyah firnisli kaplar, aryballos, skyphos gibi çounlu-<br />

u sofra kaplarından oluan buluntular ise Byzantion kentiyle<br />

ilikili olarak deerlendirilmitir. (Byzantion, Karadeniz<br />

ve Ege’ye sınırı olan ülkeler arasında ticaret<br />

yapan gemiler için gerekli limanı salayan küçük<br />

ve zengin bir kenttir. Kent halkı geçimini balıkçılık,<br />

arap ve tahıl ticaretiyle salar.)<br />

Kazı sürecinde bulunan neolitik döneme ait<br />

mezarda ise ikisi yetikin, ikisi çocua ait hoker<br />

pozisyonunda (ana rahmindeki fetus ekli) gömülmü<br />

4 iskelet saptanmıtır. skeletlerle birlikte<br />

ölü hediyesi olarak 5 adet farklı boyutlarda<br />

pimi toprak kap, 1 adet de düzgün ilenmi,<br />

bir ucu sivri dier ucu çatal biçiminde<br />

kesilmi ahap bir alet tespit edilmitir.<br />

Antropologlar, yetikinlerin 25-30 yalarında,<br />

küçüklerin ise en fazla 2 yaında öldüünü belirtmilerdir.<br />

Neolitik yerleimde bulunan ahaptan<br />

ve kemikten yapılmı aletler, stanbul`un<br />

8000 yıl öncesi için çok önemli buluntulardır.<br />

Örnekleri Fikirtepe ve Pendik`te<br />

rastlanan bu tür mimari ve küçük buluntular,<br />

stanbul`un tarihi yarımadadaki<br />

ilk çiftçi toplulukların varlıına<br />

iaret etmektedir. Dolayısıyla<br />

stanbul tarihinin bilinenden<br />

daha eskilere gittiini kanıtlayan çok<br />

önemli arkeolojik verilerdir. <strong>El</strong>e geçen<br />

bol sayıda neolitik dönem seramik parçaları<br />

Bayrampaa Deresi`nin denizle<br />

birletii bu alanda günümüzden yaklaık<br />

8 bin yıl önce büyükçe bir köyün<br />

35


Apollon ya da Hermes Heykelcii, 2. yüzyıl, Fildii, Yenikapı kazı alanı.<br />

Ayakta betimlenmi çıplak erkek heykelciinin vücudu 5 kıvrımlıdır. Olasılıkla sol ayaı ta-<br />

ıyıcı, sa ayaı serbesttir. Sol kolu dirsekten kıvrıktır ve pelerin taımaktadır. Her iki omuz<br />

üzerinde, önde birer tutam saç bulunmaktadır. Ba, sa kol, sol bacak ve sa bacaın büyük<br />

bir bölümü kırık ve eksiktir.<br />

36


Bizans kandilleri, MS 5-6. yüzyıl, Üsküdar kazı alanı


Amfora, Bizans 11. yüzyıl, pimi toprak, Yenikapı kazı alanı, kırmızı hamurlu, dıa dönük aız<br />

kenarlı, ikin karınlı, dibe doru daralan gövdelidir. Aız kenarının altından balayan kulplar<br />

omuzda son bulmaktadır. Tüm gövde üzerinde yivler mevcuttur. Amforanın her iki kulbunda<br />

damga bulunmaktadır.<br />

varlıını kanıtlamaktadır. Kalıntıların yerin 6,5 metre altında<br />

oluu da günümüzden yaklaık 8 bin yıl önce deniz<br />

seviyesinin günümüzdeki düzleminden en az bu kadar<br />

aaıda olduunu göstermektedir.<br />

Yenikapı kazılarında Roma ve Bizans dönemleriyle ilgili<br />

olarak sikkeler, cam bardak ve kadehler, pimi toprak<br />

kaplar, kandiller, fener, matara, kemik ve fildii oyun taları,<br />

çok sayıda ahap tarak, kurun ayna, anahtar ve deri<br />

sandalet tabanları sayılabilir.<br />

Osmanlı dönemiyle ilgili Theodosius Limanı’nın bulunduu<br />

kazı alanı, Lykos Deresi’nin (Bugünkü Bayrampaa<br />

deresi) getirdii alüvyonlar ve çevreden getirilen atıklarla<br />

dolmutur ve bu dolgu üzerinde artık stanbul’un<br />

ünlü Langa Bostanları bulunmaktadır. Buradan çıkarılan<br />

taınabilir eserler arasında, ilik olduu anlaılan mimari<br />

yapıda bulunan ve günlük yaamın salıkla ilgili yönüne<br />

ait tüpler, ieler ve ilaç kapaı gibi buluntularla<br />

znik, Kütahya, Çanakkale, Tophane tipi kap örnekleri,<br />

Çin porselenleri ve seladonlarıyla figürin ve kandilleri<br />

yer almaktadır.<br />

Terazi Aksamı, 5-7. yüzyıl, Bronz, Yenikapı kazı alanı, Terazi skalasının gövdesi ortada ikin,<br />

uçlara doru daralmaktadır. Dıtaki serbest halka, olasılıkla bir zincirle dairesel sı gövdeli kefelere<br />

balanmaktadır. Aksamın tam orta kısmına ise iç içe yapılmı, ortası bo, dikdörtgen<br />

formunda içi sabit, dı kısmı hareketli tutanak bulunur. Skala üzerinde ölçü çizgileri yer almaktadır.<br />

Kırık ve eksiktir.<br />

Arastayla ilgili bilgilere rastlanan çeitli kaynaklara göre<br />

burası, Rum Mehmet Paa vakfiyesidir. Paa 1470 yılında<br />

vefat ettiinden burası o tarihten önce cami ve imaretine<br />

gelir getirmesi amacıyla yapılmı olmalıdır. Kaynaklara<br />

göre 50 kadar dükkanı bulunan arasta 1956 yılında ortadan<br />

kaldırılmıtır.<br />

Aynı alanda bir tabakhaneye ait mimari kalıntılar da ortaya<br />

çıkarılmıtır. Tabakhaneye ait etnografik özellik ta-<br />

ıyan ahap fıçılardan bazıları, ilevlerinin ne olduunun<br />

anlaılması ve ileride kurulacak bir dericilik müzesinde<br />

sergilenmek üzere belgelenerek kaldırılmıtır.<br />

Kazılar yapılırken sondajlama ile 7 metreye inildiinde<br />

dolgu toprak içinde arkeolojik malzemelere ulaılmıtır.<br />

Kazılarda Bizans dönemi ve önceki dönemlere ait herhangi<br />

bir mimari kalıntı çıkmamasına ramen, yaklaık<br />

4.<br />

metreden sonra youn miktarda Roma, Geç<br />

Roma, Bi-<br />

Antik Çalardan Günümüze Uzanan Üsküdar<br />

Marmaray projesinin dier bir istasyonu olan Üsküdar,<br />

tarihin deiik dönemlerinde farklı isimler almıtır. Arkaik<br />

dönemde (milattan önce 6. ve 7. yüzyılar) Khrysopolis<br />

(Altınehir) denilen Üsküdar, derin bir koya sahip<br />

bir liman kentidir. Khrysopolis, kelimesinin kökeni hakkında<br />

farklı antik kaynaklar vardır. lk kuruluu efsaneyle<br />

gerçeklerin iç içe olduu dönemlere ait mitolojik bir<br />

olaya dayanır. Khrysos; Khryseis ve Agamennon’un oludur.<br />

Aigistos ve Klytaimnestra’in hımından kaçmaktadır.<br />

Anadolu’ya gelir. Kırım\Tauros’da bulunan Artemis<br />

rahibesi kız kardei phigeneia’ya ulaacaktır. Ancak<br />

Asya’nın Bithynia kıyılarına geldiinde hastalanır ve ölür.<br />

Mezarının burada olmasından dolayı bölge Khrysopolis<br />

olarak anılır. Baka bir kaynaa göre ise, Pers egemenlii<br />

sırasında (milattan önce 513’tan sonra) kentin altını burada<br />

toplandıı için “Altın ehir” anlamına gelen Khrysopolis<br />

adını almıtır. Roma döneminde ise Üsküdar’ın adı<br />

Scutari olarak geçmektedir.<br />

Antik dönemlerden itibaren farklı isimler alarak varlıını<br />

ve önemini koruyan Üsküdar’ın meydanında yapılan<br />

kazılarda, bir arastanın temel kalıntılarına rastlanmıtır.<br />

38<br />

Tarak, 9-10. yüzyıl, Ahap, Yenikapı Kazı Alanı, Bir ucu kalın seyrek dili, dier ucu ince sık<br />

dilidir. Her iki di bölümünün balandıı gövde yarım daire biçimlidir; üzerinde, merkezde<br />

bir büyük, yanlarda da dörder adet küçük yuvarlak oyuk ve bunların üzerinde kakma<br />

olarak yerletirilmi renkli camlar yer alır.


Yonca Aızlı Oinochoe, MÖ 6. yüzyıl baı, Pimi toprak, Yenikapı kazı<br />

alanı, Yonca aızlı, kısa boyunlu, kürevi gövdeli dikey tek kulpludur.<br />

Aız kenarında, boyun ve gövde üzerinde yatay bantlar eklinde ve<br />

omuz üzerinde noktalardan oluan rozet biçimli bezeme yer alır. Büyük<br />

bir bölüm kırık ve eksiktir.


Yenikapı’da günlük yaam, Kazı buluntusu ahap tabak ve kaıklardan, Yenikapı kazı alanı


zans dönemi kandilleri ve Bizans dönemi mühür<br />

baskılarıyla sikkeleri bulunmutur.<br />

Üsküdar’da yapılan kazı çalımaları sadece<br />

bu alanla sınırlı kalmamıtır. Uygulanmakta<br />

olan proje kapsamında, kazısı bitirilen<br />

alanda ortaya çıkarılan alt yapı tesislerinin<br />

aktarımı için belirlenen deplasa alanlarda<br />

da kazı çalımaları yapılmıtır. III.<br />

Ahmet Çemesi ve Mihrimah Sultan<br />

Camisi yakınlarında deplasa alan çalımaları<br />

sırasında ortaya çıkan buluntular,<br />

özellikle Üsküdar’ın Bizans<br />

tarihini aydınlatma açısından çok<br />

önemli sonuçlar vermitir. Kazılarda,<br />

milattan sonra 12-13.<br />

yüzyıllarda yapılmı olabilecei<br />

tahmin edilen apsidal bir yapıya<br />

ait temeller ortaya çıkarılmıtır.<br />

Dikdörtgen planlı yapının<br />

dıında ayrı bir temenos<br />

olması, onu daha da ilginç<br />

kılmıtır. Dini bir mekan<br />

olduu izlenimi veren bu yapının,<br />

Üsküdar’ın Bizans dönemi<br />

tarihini aydınlatacaına<br />

ve önemli bilgiler sunacaına<br />

inanılmaktadır. Yine “Sandık<br />

skele” ile fırınlanmı kütüklerden<br />

oluan “Ahap skele” kalıntıları,<br />

ortaya çıkarılan Osmanlı<br />

dönemi öncesi mimari izlerdir.<br />

Üsküdar meydanında yapılan kazılarda<br />

taınmaz kültür varlıklarının<br />

yanı sıra, yapılan sondajlarla aaı<br />

katmanlara doru inildiinde; klasik,<br />

arkaik, Helenistik ve Roma dönemlerine<br />

ait çanak çömlek parçaları ve farklı<br />

objeler bulunmutur.<br />

Söz konusu alanlarda saptanan açma kazılarda<br />

ele geçen buluntular öyle tarihlendirilmitir;<br />

kuzey ve kuzeybatı kısımlarındaki<br />

III. Ahmet Çemesi yanı, Küçük Hamam<br />

önü, Hakimiyeti Milliye Caddesi ve<br />

Boaz’a doru olan kısımlarındaki açmalar<br />

ve sondajlar, genel olarak erken dönemlere<br />

ait eserler vermitir. Bu alanların<br />

dıındaki yerlerde, özellikle güneye,<br />

Marmara’ya doru olan kazılarda<br />

ise genellikle Geç Osmanlı ve ilk<br />

Cumhuriyet yılları gibi geç dönemlere<br />

ait sırlı-sırsız çanak çömlek, ithal<br />

porselenler ve seramikler, çeitli<br />

cam objeler, znik ve Kütahya çini<br />

ve seramikleri, bol miktarda amdan,<br />

lüle niteliinde parçalar, birkaç<br />

adet Erken Osmanlı-Bizans grafiti çanak<br />

çömlek parçası.<br />

Üsküdar kazılarında arkaik dönem mimari<br />

kalıntılarına rastlanmasa da ele geçen<br />

küçük buluntular, çevrede bir arkaik<br />

dönem yerlekesine iaret ediyor olabilir.<br />

Heykeller Çiniler ve Tarihi Yarımada Sirkeci<br />

Sandalet tabanı, 5-7. yüzyıl, Ahap, Yenikapı kazı alanı, Sivri burunlu, köeli uzun gövdeli, yuvarlak topukludur.<br />

Taban bölümü kademelidir. Üst yüzde grafitiyle yapılmı ku ve çiçek figürleri yer almaktadır. Üst yüzü<br />

tümüyle, “Salıkta kullan hanımefendi, güzellikte ve mutlulukta olup (bunu) giy” yazısı çevrelemektedir.<br />

Marmaray projesi kapsamında, Sirkeci istasyonunun<br />

kuzey ve güney giri alanlarıyla<br />

batı ve dou aftlarında yapılan arkeolojik<br />

çalımalar, stanbul gibi youn bir yapılamaya<br />

sahip kentin stratigrafisinin saptanması<br />

açısından bir ans olarak görülmelidir.<br />

stanbul’un tarihi yarımadasının antik<br />

kaynaklardan bilinen tarihi corafyasına<br />

göre her iki aft alan da<br />

(batı aft: Hocapaa, dou aft: 14<br />

Ada) antik liman çevresinde bulunmaktadır.<br />

Milattan önce 680-<br />

660 yılları civarında Megara kolonisi<br />

olarak kurulan Byzantion,<br />

Boaz’ın çıkıındaki konumu<br />

nedeniyle milattan önce<br />

6. yüzyıldan itibaren önemli<br />

bir liman olmutur. Günümüzde<br />

de önemini koruyan limanın<br />

yaklaık 2500 yıllık zaman<br />

dilimi içinde dolduu, antik limanın<br />

mevcut kıyıdan Sirkeci<br />

bölgesinde yaklaık 250 metre,<br />

Eminönü’nde ise 150-200<br />

metre geride olabilecei varsayılmaktadır.<br />

2004 yılı jeolojik sondaj sonucu<br />

batı aftta -11.50 metre, dou<br />

aftta 12.70 metre derinlie kadar<br />

arkeolojik verilere ulaılmıtır.<br />

Fore kazık çalımalarından çıkan<br />

topraın incelenmesi sonucu izlenen<br />

kültür tabakaları da, jeolojik sonucu<br />

dorular nitelikte sonuçlar vermitir.<br />

<strong>El</strong>de edilen buluntular balangıç<br />

ve biti kotları içinde deerlendirildiinde,<br />

milattan önce 6. yüzyıldan balayıp<br />

günümüze kadar devam eden tarihsel bir<br />

süreç saptanmıtır.<br />

Sirkeci kazılarında Osmanlı ve Bizans kültür<br />

katlarına ait temel kalıntılarıyla bu dönemlere<br />

tarihlenen eserler bulunmutur. Bunlar<br />

arasında 3. - 4. yüzyıllara tarihlenen çanak<br />

çömlek, aynı döneme tarihlenen damgalı<br />

kulplar, Roma dönemi heykel baı, Bizans<br />

dönemi fırın malzemeleri, 13.-14. yüzyıllara<br />

tarihlenen znik-Milet ii çiniler ve Osmanlı<br />

çanak çömlekleri sayılabilir. Özellikle<br />

damgalı kulplar, Byzantion’un Tasos,<br />

Rodos, Sakız ve Kos adalarıyla, Knidos,<br />

Sinop ve Karadeniz Erelisi ile olan<br />

ilikilerini vurgulamaktadır.<br />

(Bu yazının hazırlanmasında stanbul Arkeoloji<br />

Müzeleri Müdürlüü'nce Vehbi Koç Vakfı destekleriyle<br />

yayımlanan “Gün Iıında stanbul’un 8000<br />

Yılı Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları" adlı<br />

sergi kataloundan yararlanılmıtır. Yakın ilgilerinden<br />

dolayı stanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüü'ne<br />

ve Müdür Vekili Sayın Zeynep KIZILTAN'a teekkür ederiz.)<br />

41


Doğanın Sanata Işıltılı Armağanı<br />

Sedef İSMEK'te Parıldıyor<br />

Abdullah GÖZLEMECİ<br />

Sedef; ışığı çok iyi yansıtan ve adeta ışıkla dans ederek en güzel renklere bürünen, doğanın insanoğluna sunduğu<br />

eşsiz sanat malzemesi… Sedef'in ahşapla müthiş uyumundan doğan bir sanat olan sedef işlemeciliği, yüzyıllardır<br />

kaybetmediği ihtişamını İSMEK'te sürdürmeye devam ediyor.<br />

Sedef sanatı, ahap ileme sanatının<br />

bir türüdür. Ahap mobilyaların, denizden<br />

elde edilen sedefle, baayı (deniz<br />

kaplumbaası kabuu), fildiini deiik<br />

renkli aaç köklerini ve benzeri malzemeleri<br />

bir arada deiik motiflerle kesip<br />

kaplama sanatıdır denilebilir. Bir anlamda<br />

sanatın tarzına, ülkesine göre çok<br />

deiik teknikler, stiller ve malzemeyle<br />

üretim yaptıkları üst düzey bir mobilyacılıktır.<br />

nsanlar hayatlarını kolaylatırmada<br />

kullandıkları araçların neredeyse<br />

tümünde kullanabilmiler sedefi.<br />

Her bölge insanı kendi dinine, kültürüne,<br />

yaam tarzına göre ekoller gelitirmitir.<br />

Ancak genelde tarih boyunca her<br />

bölge, dinsel mekânlarını ve dini eyalarını<br />

süslemilerdir. Sedefli eserleri üretebilmek<br />

beceri ve bilgi birikimi isteyen,<br />

meakkatli, sabır gerektiren ciddi bir sanat<br />

olması sebebiyle üretilen eserleri<br />

elde etmek tarihte ve günümüzde oldukça<br />

pahalı ve zor olmutur.<br />

nsanolu, sedefi, nispeten daha yumuak olan<br />

aaçla bazen fildii ile bazen bronzla, bazen gümüle<br />

hatta mermerle bile birletirerek<br />

zarif eserler üretmitir ve ürettikleri<br />

eserler, kalıcı, dönüümü olabilen<br />

(restore edilebilen) eserler olmutur.<br />

15. yüzyıl sonlarından itibaren geleneksel<br />

Türk slam sanatları arasındaki<br />

yerini alan bu sanat asırlarca deiik<br />

motif ve desenlerle zenginletirilerek<br />

mimari yapılarda süsleme olarak kullanılmıtır.<br />

Sedef; ceviz, abanoz ve maun<br />

ahap üzerine gömme, yapıtırma, sıvama<br />

ve macunlu adı verilen tekniklerle<br />

uygulanır. Sedef sanatında arpa, ay, benek,<br />

civankaı, çarı, devedii, ekerpare,<br />

yılan kıvrımı, yıldız, zıh, gül, hançeri,<br />

karanfil, papatya, hindi fersan, selvi ve<br />

penç olmak üzere 17 farklı motif uygulanır<br />

ve bunlar genellikle geometrik, rumi<br />

ve barok tarzındadır.<br />

Sedef Osmanlılarda; cami kapılarında,<br />

kürsülerde, rahlelerde, Kur’an mahfazalarında,<br />

minberlerde, iç panjurlarda, gömme<br />

dolap kapaklarında, hattat çekmecelerinde,<br />

hattat dolaplarında, hattat takımlarında, sehpalarda,<br />

aynalarda, masalarda, sandalyelerde, koltuklarda,<br />

42


çerçevelerde, saatlerde, tabanca ve tüfeklerde, kalkanlarda,<br />

kılıç kabzalarında, bıçak saplarında, gürz saplarında,<br />

teberlerde (sava baltaları), kaıklarda, tepsilerde,<br />

hat levhalarında, mücevher kutularında, beiklerde,<br />

tahtlarda, vitrinlerde, gümülüklerde, kavukluklarda,<br />

kadınların süslenme araçlarında, müzik aletlerinde,<br />

kitaplıklarda, dolaplarda, konsollarda, sinilerde<br />

(yemek yenen sofralar), sedirlerde, diki kutularında,<br />

çalıma masalarında türbe önü trabzanlarda,<br />

(korkuluk) çeyiz sandıklarında, satranç<br />

takımlarında, paravanlarda, takılarda, yelpazelerde,<br />

dürbünlerde, el ve duvar aynalarında<br />

daha uan aklımıza gelmeyen<br />

birçok yerde ustalıkla kullanılmıtır.<br />

Sedef, ilemesi çok emek isteyen<br />

bir malzeme olsa da ııın yansımasıyla<br />

ortaya çıkan esiz renklerin görsellii<br />

sayesinde binlerce yıldır ahap<br />

süsleme sanatında kullanılmı, özellikle<br />

saray ve dini yapılarda ihtiamın<br />

simgesi olmutur.<br />

Sedef içiliinin, dünyada bilinen 5 ekolü<br />

vardır. Ancak bunların dıında çeitli ülkelerde<br />

sedef mobilyalarda kullanmısa da, literatüre girememitir.<br />

Bunlar Viyana ii, Uzak Dou ii, Eser-i stanbul<br />

ii, Kudüs ii ve am iidir. Viyana ii, Avusturyalıların<br />

gelitirdii bir tekniktir ve Fransızların Boul sanatı<br />

ile neredeyse ayırt edilemez. Ancak Viyana ii ile Boul<br />

arasındaki en önemli fark, Boul ilenirken sedef veya fil<br />

dii, motifler arasına garnitür olarak çok küçük bir biçimde<br />

desenin içeriine göre bazen çiçek bazen bir ku formunda<br />

ilenir, Viyana iinde ise sedefler pirinç telcikler<br />

içinde gelii güzel biçimde yapıtırılıp genel kompozisyonun<br />

en dıından çerçeve olacak biçimde alçılanıp, ilenir.<br />

Uzak Dou ii, özellikle Çin, Japonya, Hindistan, Singapur<br />

ve Vietnam gibi ülkelerin ürettii sedefli ürünlerin genel<br />

adıdır. Eser-i stanbul ii, Osmanlı’nın üst düzey mimar<br />

ve sedefkârlarının gelitirdii, dier ekollerden farklı teknik,<br />

malzeme ve formları olan bir üsluptur. Osmanlı’nın<br />

gelitirdii Kudüs ii üslubu, daha çok dinsel mekânların<br />

maketini, baa hariç, Eser-i stanbul’da kullanılan bütün<br />

malzemeleri kullanarak kapladıı bir üsluptur. am ii<br />

ise adından da anlaılacaı gibi Osmanlı’nın bir eyaleti<br />

olan Suriye (Dımek)’nin baehri olan am’da<br />

gelitirildiinden bu ismi alır. Aslında yarı Arap<br />

yarı Osmanlı etkileri taıa da, ikisinden de<br />

farklı bir form özelliindedir.<br />

Yanardöner renkleriyle asırlar boyu insanları<br />

büyüleyen sedef ile tüm dünyada<br />

sedef sanatkârları, deiik teknik<br />

ve üsluplarla muhteem eserler üretmitir.<br />

Sedef içilii, sanat tarihine adını<br />

altın harflerle yazdıran, yazdırmaya<br />

devam eden bir sanattır.<br />

<strong>El</strong> sanatlarımızı yeniden canlandırmayı<br />

ve gelitirmeyi hedefleyen SMEK, sedef<br />

ilemecilii sanatına da sahip çıkarak,<br />

bu alanda yeni ustaların yetimesine katkıda<br />

bulunmak amacıyla, Kadıköy Merkez Kurs Merkezi,<br />

Üsküdar Türk slam Sanatları htisas Merkezi ve Üsküdar<br />

Temel Türk slam Sanatları Kurs Merkezi'nde sedef<br />

ilemecilii kursları veriyor.<br />

43


Hattın<br />

Modern Mimarı<br />

Ali TOY<br />

A. Ulvi AKIN<br />

Hat sanatı ile mimari tasarım kurallarını aynı potada eritmeyi<br />

başaran yüksek mimar ve hattat Ali Toy, tasarımlarındaki<br />

kendine has üslubuyla dikkat çeker. Tasarımlarında yalın<br />

ancak güçlü bir ifade hissedilir. Bunda ta’lik hattatı olmasının<br />

etkisi büyüktür. Ta’lik hattı, hat nevileri içinde yalınlığı<br />

ve süs unsuru bulunmayışından, güzelinin ve dengelisinin<br />

zor yazıldığı bir yazıdır. Ali Toy yazılarının hem teknik, hem<br />

tasarım, hem de form zenginliği açısından çok güçlü olduğu<br />

görülmektedir.<br />

44


ALLAH, celi talik hat<br />

Ülkemizin en sıra dıı hattatlarındandır yüksek mimar Ali<br />

Toy. Farklı mesleklerin fikir bazında birbirini desteklemesine<br />

çok seçkin bir örnektir. Eskilerin tabiriyle “ibda” yani<br />

güzellikler meydana getirmede yüksek mimarlıının etkileri,<br />

hat sanatımıza baka bir soluk getirmitir. Bazı insanlar<br />

vardır; ilk tanıdıınızda nasıl bir yer edindiyse belleinizde,<br />

seneler geçtikçe yeri salamlaır ve hakkında edindiiniz<br />

ilk intiba müspet manada çı gibi büyür. Ali Toy<br />

için bu tarif azdır bile. Hattatlar içinde hilmiyle, tevazusuyla<br />

ve sakinliiyle ayrı bir yer edinmitir.<br />

Hocalar örencilerine yalnız bilgi öretmezler, aynı zamanda<br />

hayata bakıta da örnek olurlar. Ali Toy’un yazı<br />

hocası, beyefendi ahsiyetiyle temayüz etmi merhum<br />

Prof. Dr. Ali Alparslan, bu duruma çok güzel bir örnektir.<br />

Bir röportajında Ali Toy, “Son Osmanlı hattatlarına yetien<br />

mehur hattatlarımızdan Prof. Dr. Ali Alparslan’dan on yıl<br />

boyunca çok ey örendim” diyordu. Örendii pek çok<br />

eyden biri ve belki de en önemlisi tevazusuydu herhalde.<br />

Ne diyor air:<br />

“Mazhar-ı feyz olamaz dümeyince hâke nebât<br />

Mütevâzı olanı rahmet-i Rahman büyütür”<br />

Ali Toy, her eyden önce çok iyi bir ta’lik hattatıdır. Merhum<br />

Ali Alparslan’dan klasik manada rık’a ve ta’lik mek ederek<br />

icazet alan sanatkârımız, bu yazı nevilerinde eserler<br />

verirken aynı zamanda Osmanlı’ya has ve stanbul’da ihdas<br />

olmu, ferman, berat, menur gibi Osmanlı Devleti’nin<br />

resmi yazımalarında kullanılan divâni yazıyla da ilgilenmitir.<br />

Bu yazı nevinin estetik karakterleriyle yeni ve celî<br />

(iri) yazılar tasarlamıtır. Hat sanatında celî yazabilme ayrı<br />

bir ihtisas konusudur. Zira kalem kalınlıı arttıkça yazıya<br />

hâkimiyet zorlamakta ve normalde ince yazılan yerler,<br />

iri yazılarda normalden kalın yazılmaktadır. Aslında yarım<br />

milim civarında kalem kalınlııyla yazılan bir yazıyı celî<br />

yazabilmek her hattatın harcı deildir. Yakın tarihimizde<br />

divâni yazıyla gerek görülmedii için fazla ilgilenilmemi<br />

olsa da Ali Toy bu alana yönelerek farkındalıın artırılmasına<br />

katkıda bulunmutur.<br />

Yeni tasarımlar denemek sanatta kaçınılmazdır. Bir sanatın<br />

temel kurallarını, geleneini, tarihi geliimini bilmeden<br />

yapılacak denemeler, en hafif ifadeyle yoz kalacaktır.<br />

Toy’a çalımalarında klasik hat kuralları ve kadim harfler<br />

zemin olutururken mimarlıı da yeni tasarımlarda kendi-<br />

45


sine ıık tutmutur. “Modern hat” olarak da tarif edilen bu<br />

yeni denemeler, Osmanlıca bilen herkes tarafından rahatlıkla<br />

okunabilmektedir. Ayrıca yazı sanatının temel kurallarından<br />

olan “kalem kalınlıının harf büyüklüüne oranı”,<br />

“boluk ve leke dengesi”, bütünü oluturan parçalar arasındaki<br />

organik uyum” gibi kaideler, Ali Toy’un modern hatlarında<br />

gerekli ekilde uygulanmıtır. Bu tür yazılarda kadim<br />

geleneimizden gelen geometrik desenlerden de istifade<br />

edildii hissedilmektedir. Yazılar adeta birer mimari tasarımdır<br />

ve hatta bazı yazılarından mimari yapılar veya üç boyutlu<br />

mimari unsurlar tasarlanabilir. Ali Toy'un divâni hattından<br />

oluturduu, bir kaide üzerinde dönebilen ahaptan<br />

Lafza-i Celâl heykelini vaktiyle hayranlıkla seyretmitim.<br />

Hat sanatında modern yazı denildiinde ilk akla gelen sanatçımız<br />

merhum Prof. Dr. Emin Barın’dır. Emin Bey, hat sanatında<br />

o zamana kadar pek üzerinde durulmayan ma’kıli<br />

(satrançlı kûfi) ve divâni yazı çeitleri üzerinde mesai harcayarak<br />

ve yazıyı soyut resim gibi görüp yenilikçi ruhlu<br />

ve fevkalade güçlü eserler ortaya koymutur. Kaligrafi hocam<br />

Sava Çevik’ten merhum Emin Barın’ın “Klasik hat sanatında<br />

eskiler son noktayı koymulardır. Üzerine bir ey<br />

MUHAMMED Aleyhisselam, celî talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />

koymak imkânsızdır.” dediini iitmitim. Hocam, bu sebepten<br />

Emin hocanın yeni ve modern arayılara yöneldiini,<br />

yazıyı resim gibi algılayarak yeni grafik tasarımlar<br />

yaptıını ve bu tasarımlarda Ahmed Karahisarî’den çok<br />

ilham aldıını söylemiti. Ali Toy’un yaptıı yeni tasarımlar<br />

-özellikle ma’kıli tasarımlar- bir nevi Emin Barın’ın devamı<br />

gibi algılanabilir. Ancak u farkla; Barın yazıyı çada<br />

soyut resim gibi algılamı ve grafik anlamda yorumlamıken,<br />

Toy ise hat sanatı ile mimari tasarım kurallarını<br />

kendi potasında eritip yeni yorumlar ortaya koymutur.<br />

Ali Toy tasarımlarının kendine has bir üslubu vardır. Tasarımlarında<br />

yalın ancak güçlü bir ifade hissedilir. Bunda ta’lik hattatı<br />

olmasının etkisi büyüktür. Ta’lik hattı, hat nevileri içinde<br />

yalınlıı ve süs unsuru bulunmayıından, güzelinin ve dengelisinin<br />

zor yazıldıı bir yazıdır. Ali Toy yazılarının hem teknik,<br />

hem tasarım, hem de form zenginlii açısından çok güçlü<br />

olduu görülmektedir.<br />

Tasarımlarına çok uratıına yakından ahit olduumuz<br />

Ali Toy, bazen bir tasarım için 50 defa eskiz yaptıını söyler.<br />

Sanat eserlerinde malzeme kalitesi eserin ömrünü be-<br />

46


Olduu gibi görün, göründüü gibi ‘OL’, Divani hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />

Bismillahirrahmanirrahim, ikeste hat<br />

Lailaheillallah, modern hat<br />

Allahuekber, modern hat<br />

47


lirleyeceinden youn emek verilerek vücuda getirilen<br />

eserlerin yüzyıllar sonra da varlıklarını devam ettirebilmeleri,<br />

kullanılan malzemenin kaliteli olmasına balıdır.<br />

Bu hususu çok iyi bilen ve dier hattatlara da örnek<br />

olan Toy, kullandıı malzemenin kaliteli olmasına özen<br />

göstermekte, uygulama noktasında da çok titiz davranmaktadır.<br />

Ali Toy’un basılarak hemen her yere asılan pek çok levhası<br />

vardır. Ancak onun kızıl renkli, lâle formunda tasarladıı<br />

Lafza-i Celâl’ine ayrı bir paragraf açmalıyız. Ali Toy’un<br />

daha da çok tanınmasına vesile olan bu yazı, bir optik<br />

denge harikasıdır. Eserin ritim duygusu ve hameti, tadına<br />

doyulmaz seyir zevki sunar. Öyle ki, esere her baktı-<br />

ınızda önünde tazimle eilesiniz gelir. Gönlüne salık Ali<br />

Toy. Allah daha iyilerini nasip etsin.<br />

Bismillahirrahmanirrahim, modern hat<br />

Eer yolunuz bir gün Eyüp Sultan Camii’ne düerse kıble<br />

duvarında kürsü hizasında pervazları ebrulu bir ta’lik yazı<br />

göreceksiniz.<br />

Ali Toy hattıyla:<br />

“Yetimez mi bu ehrin halkına bu nimet-i Bâri<br />

Habib-i Ekrem’in yari Ebâ Eyyûb el-Ensârî”<br />

Gerek merhum Emin Barın’ın, gerek Ali Toy’un ve gerekse<br />

bu yolda yürüyen dier yazı sanatçılarının varlıkları, çizgi<br />

saltanatına fethedilecek yeni vadiler açmaktadır. Allah,<br />

mimari bilgisini ve tasarım kabiliyetini hat sanatımız için<br />

fedakârca harcayan Ali Toy'a salıklı ve bereketli ömürler<br />

nasip etsin.<br />

Yüksek Mimar ve Hattat Ali Toy<br />

Mevlânâ, modern hat<br />

1960 yılında Kütahya’nın Tavanlı ilçesinde dünyaya<br />

gelen Ali Toy, Tavanlı Tunçbilek Lisesi’nden mezun olduktan<br />

sonra eitimine TÜ Mimarlık Fakültesi’nde devam<br />

eder. Yıldız Üniversitesi’nde Röleve-Restorasyon<br />

dalında yüksek lisans eitimi alan Toy’un hat sanatına<br />

ilgisi de örencilik yıllarında balar. 1985 yılında Talik<br />

hattın hocası Prof. Dr. Ali Alparslan Bey ile tanıarak talik<br />

hat üzerine dersler alır.<br />

Talik hattan 1988 yılında icazet almayı baaran Toy,<br />

1988-1992 yılları arasında rika, divâni ve celi divâni hatları<br />

çalıır. Hocası Prof. Dr. Ali Alparslan ile olan beraberlikleri,<br />

hocanın vefatı olan 2006 yılına kadar devam<br />

eden Toy’un hat eitimi tam 21 yıl sürer.<br />

Ali Toy; talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından baka<br />

ikeste, küfi ve maribi hatları da aratırarak bu hatların<br />

birkaçından karma tasarımlar yazar. Her çeit klasik<br />

hattı, modern hattı ve çizgiyi eserlerinde baarıyla<br />

kullanan Toy’un yazdıı modern hatlar, mimarlık ve klasik<br />

hat eitiminin kesimesi sonucu ortaya çıkan eserlerdir.<br />

Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve yeni arayılarda<br />

Toy’un mimarlıının etkisi büyüktür.<br />

Edeb yâ Hû, modern hat<br />

48


Yurt içinde ve yurt dıında birçok sergiye katılan ve 28<br />

ahsi sergi açan Toy, IRCICA’nın düzenledii 4 ayrı yarımadan<br />

6 ödül alır. Çalımalarını stanbul’daki atölyesinde<br />

sürdüren ve özellikle talik, divâni ve modern hat<br />

eserleriyle dikkat çeken Ali Toy, modern hatlarda mimari<br />

tasarım bilgisi ve temel geometrik çizgileri kullanıyor.<br />

Son üç yıldır ahsi sergi açmayarak karma sergilerde yer<br />

alan Ali Toy, üç yıldır yeni besmele tasarımları üzerinde<br />

çalııyor. 50’ye yakın yeni tasarımı tamamlayan Toy, bu<br />

yeni besmeleleri birkaç yıl içinde sergilemeyi düünüyor.<br />

Toy, bu arada Allah’ın güzel isimlerinin yeni tasarımları<br />

üzerinde de çalımalarını sürdürüyor.<br />

Kendi Dilinden Ali Toy<br />

“Hat sanatına ilgim TÜ Mimarlık Fakültesi’nde örenci olduum<br />

yıllar baladı. Özellikle talik yazıyı çok beeniyordum.<br />

Talik yazının insanı hemen etkileyen bir büyüsü<br />

vardır. 1985 yılında talik hattın hocası Prof. Dr. Ali Alparslan<br />

Bey ile tanıtım ve talik hattı örenmeye baladım.<br />

Hocam Prof. Dr. Ali Alparslan; talik, divâni, celi divâni ve rika<br />

hatlarını çok iyi biliyordu. Talik hattı Necmettin Okyay’da;<br />

divâni, celi divâni ve rika hatlarını Halim Özyazıcı’dan örenmi.<br />

Hoca ayrıca ran’da mastır için bulunduu yıllar ikeste<br />

yazıyı, ngiltere’de hocalık yaptıı yıllar yeni yazı hattı çalımı.<br />

Hocanın hattı öretii, harfleri ve detaylarını tarifi mükemmeldi.<br />

nanılmaz bir nezaketi ve hogörüsü vardı. Kendi<br />

yazdıı hatlar da gayet güzel, incelikli ve effaftır. Harflerde<br />

kalemin bütün hareketleri, incelii ve akıı görülür.<br />

1985 yılında baladıım talik hattan 1988 yılında icazet<br />

aldım. Aynı yıl TÜ Mimarlık Fakültesi’ni de bitirdim.<br />

1988-1992 yılları arasında rika, divâni, celi divâni hatları<br />

çalıtım. Fakat kendimi hiçbir zaman yeterli görmedim.<br />

Bir gün, “Hocam, eer rahatsız etmezsem sizinle<br />

devamlı görümek, görülerinizi almak, yeni bilgiler örenmek<br />

isterim” dedim. Hoca, “Eskiler, hoca ile talebeyi<br />

ölüm ayırır” derler. “Ben de görümekten çok memnun<br />

olurum” dedi. Bu beraberlik hocanın vefatı olan 2006<br />

yılına kadar devam etti. Hoca ile sohbetimizin konusu<br />

her zaman hat, özellikle talik ve Klasik Türk Edebiyatı<br />

idi. Gerçekten benim hat eitimim 1985-2006 yılları arası<br />

tam 21 yıl sürdü.<br />

Talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından baka ikeste,<br />

küfi ve maribi hatları aratırıyorum. Bu hatların birkaçından<br />

karma tasarımlar da yazıyorum. Sülüs hat yazan hattatlarımıza<br />

bugün bilinmeyen tevkii, muhakkak, reyhan,<br />

icâze hatlarını aratırıp yazmalarını tavsiye ediyorum.<br />

Bismillahirrahmanirrahim, modern hat<br />

Allah, güçlükten sonra kolaylık verir (Talak 7), modern hat<br />

Her çeit klasik hattı, modern hattı ve çizgiyi seviyorum,<br />

eserlerimde kullanıyorum. Benim yazdıım modern hatlar,<br />

mimarlık ve klasik hat eitimimin kesimesi sonucu<br />

MUHAMMED aleyhisselam, modern hat<br />

49


‘Araları iki yay aralıı kadar belki daha da yakındı’, Necm 9, Divani hat<br />

‘nsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır’, Hz. Muhammed (sav.), celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />

Maaallah, celi divani hat, süsleme: Sema Nakıhanesi<br />

Hogör, celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy-Tolga Ayvazlar<br />

50


Fatiha suresi, celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />

ortaya çıkan eserlerdir. Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve<br />

yeni arayılarda mimarlıın etkisi büyüktür.<br />

Bir eserin tasarım safhası yazılan metne ve hat çeidine<br />

göre deiir. Metin kısa olsa bile tasarımda zorluklar çıkabilir.<br />

yi bir eserin tasarımı ortalama birkaç ay sürebilir ya<br />

da bir ayda yazılabilir.<br />

Çalımalarımı, stanbul Niantaı’ndaki atölyemde sürdürüyorum.<br />

stanbul, geçmite olduu gibi bugün de hat<br />

sanatının merkezidir. Dier ülkelerden bu sanatın meraklıları<br />

buraya gelerek sanatımızı öreniyorlar. Sanat ister<br />

klasik ister modern olsun bir gelenek iidir. Hat sanatı<br />

bu milletin geleneinde ve genlerinde yazılıdır.”<br />

51


Resim 3- Çini tabak<br />

Doğumunun 100. Yılında<br />

Feyzullah DAYIGİL<br />

Prof. Dr. F. Çiçek DERMAN*<br />

Klâsik kuralların yeniden hatırlanıp<br />

uygulanmasında büyük emeği geçen<br />

bu sanatkârın, hayatı ve eserleri<br />

hakkında bugüne kadar bir neşriyat<br />

yapılmamıştır. Feyzullah Dayıgil, Şark<br />

Tezyînî Sanatlar Mektebi’ni bitirmekle<br />

beraber, klâsik tarzda bir icâzetnamesi<br />

bulunmamaktadır.<br />

XVI. yüzyılda stanbul’da en yüksek<br />

mertebesine varan Osmanlı-Türk tezyînî<br />

sanatları, yazma kitaplardaki tezhip dıında,<br />

çini, ta içilii ve sıva üstü nakılarda<br />

da parlak bir dönem yaamıtır. XVII. yüzyılda<br />

duraklamaya, hatta zamanla gerilemeye<br />

balayıp; XVIII. yüzyıldan itibaren yava yava<br />

Batı tesirine giren, hele XIX. yüzyılda<br />

tamamen kimliini kaybeden bu sanatlar,<br />

XX. yüzyılın ilk yarısında da aynı ekilde devam<br />

etmitir. 1915 yılında açılan Medresetü’l-<br />

Hattâtîn bünyesinde öretilen tezyînat dersleri<br />

de bundan farklı deildir.<br />

52


Cumhuriyet’ten sonra, 1936’da Devlet Güzel Sanatlar<br />

Akademisi’ne balanan bu öretim kurumunda tezhip ve<br />

tezyînat hocalıını yürüten smail Hakkı Altunbezer (1873-<br />

1946 ) de XIX. yüzyıl tezyînî anlayıına balı olarak çalımaktaydı.<br />

Ancak XVI. asrın yeniden aratırılması da aynı<br />

yıllarda balamıtır. Bu aratırmalarda Feyzullah Dayıgil’in<br />

önemli rolü vardır.<br />

Feyzullah lah Dayıgil 19<br />

Ocak 1910<br />

10<br />

tarihinde, in<br />

Çıra-<br />

an n Sarayı’nın ın yandıı gün<br />

stanbul’da<br />

l d<br />

dünyaya gelmitir. Babası ası Musta-<br />

fa Zeki Efendi, annesi ne<br />

Ümmü<br />

Hanım’dır. Hüseyin Feyzullah<br />

ismiyle Alman Mektebi’nde baladıı tahsilini – burası<br />

1918’de kapanınca -Maarif mekteplerinde devam ettirmi,<br />

Sultanahmed’deki Yüksek ktisad ve Ticaret Mektebi’nin<br />

lise kısmından 1932 yılında mezun olmutur (1) .<br />

Tezyînî sanatlara merakı dolayısıyla aynı senelerde<br />

Caalolu’nda –Medresetü’l-Hattâtîn’nin devamı niteliindeki-<br />

ark Tezyînî Sanatlar at<br />

Mektebi’ne ebi’<br />

talebe kaydedi-<br />

len genç Feyzullah, 1935 yılında ında<br />

buradan an da dip-<br />

loma<br />

almı (2)<br />

, ayrıca resm-i hattî muallimi<br />

limi<br />

Emîrzâde Kemâleddin eddi<br />

di<br />

Bey (3)<br />

ile<br />

de çalımıtır.<br />

ıtı<br />

Resim 2- Çeme Alınlıı: Bu desen Seher Aıcı tarafından fırçayla ilenmitir.<br />

53


Feyzullah Dayıgil, ark Tezyînî Sanatlar Mektebi’ni bitirmekle<br />

beraber, klâsik tarzda bir icâzetnamesi bulunmamaktadır.<br />

DGSA Türk Tezyînî Sanatlar ubesi’nin<br />

üç üstâdı olan; smail Hakkı Altunbezer, Hacı Nuri Korman<br />

(1868-1951) ve Necmeddin Okyay (1883-1976), Feyzi<br />

Bey’e teberrüken bir icâzetname vermek istemilerdir.<br />

Bu maksatla hazırlanan ve 1940’ların ilk yarısına<br />

ait olan icâzetnamede u cümle yazılıdır: “Mustafa<br />

Zeki olu Hüseyin Feyzullah, Tezhîb, Türk Tezyînatı, Çini<br />

Nakıları’ndan tâlime mezûn kılınmıtır. Allahü Zü’l-Celâl<br />

Hazretleri tevfîkıni refîk etsin (4) ”.<br />

Feyzullah Dayıgil, Türk Tezyînî Sanatlar ubesi’ne 10<br />

Temmuz 1936’da muallim olarak tayin edilmitir. Burada<br />

“ark Çini Nakıları” hocalıında bulunurken, kendisinden<br />

yaça büyük, fakat bu sanatlara çok meraklı ve<br />

hevesli bir talebeyle, Rikkat Kunt’la (1903-1986) beraber<br />

stanbul’da çiniyle bezeli cami, türbe gibi abideleri dikkatle<br />

inceleyerek, XX. yüzyıla gelene kadar tamamen<br />

unutulup terkedilmi olan XVI. asır Türk tezyînâtının temel<br />

kavramlarını yeniden kefetmilerdir. Ders saatleri<br />

dıındaki zamanlarda yapılan bu çalımanın müterek<br />

mahsûlü olan “stanbul Çinilerinde Lâle” isimli makale<br />

Feyzullah Dayıgil imzasıyla neredilmitir: Vakıflar <strong>Dergisi</strong><br />

I (1938), s. 83-90; II (1942), s. 223-232 (5) .<br />

Çalımalar özellikle, XVI. asrın ikinci yarısı ile XVII. y.y.<br />

eserleri esas alınarak yapılmıtır. Çünkü, desen bakımından<br />

bu dönem çok salam ve dorudur. XVII. asır çinilerinde<br />

içilik kayba urasa da, desen bozulması pek<br />

görülmez.<br />

Malzeme çokluuna ramen, bu neriyatın devamının<br />

gelmeyii üzücüdür. Yine onun, slâm Ansiklopedisi’ndeki<br />

“Çini” maddesini gelitirmek üzere yazdıı “Türkiye Çini<br />

Eserleri” balıklı madde ilâvesi (III,433-435), ansiklopedinin<br />

redaksiyon heyetince deitirilen kelimeler (meselâ<br />

rûmî yerine arabesk gibi) yüzünden yazılı gayesini kaybetmi<br />

gibidir.<br />

Hocam Rikkat Kunt’dan akademideki örencilik yıllarına<br />

ait duyduum u sözler, desen konusunda nasıl yeni<br />

arayılar içinde olduklarını çok açık ekilde bizlere anlatmaktadır:<br />

54


“Nihâyet Altunbezer hocam, iki ders üst üste çizmeye<br />

söz verdii deseni getirmeyince kısım deitirerek Feyzullah<br />

Dayıgil’in çini derslerine devama baladım. Vakıflar<br />

<strong>Dergisi</strong> için birlikte Lâle makãlesini hazırlarken,<br />

çiniler üzerinde çeitli çizimleri inceler ve eskilerin nasıl<br />

kompozisyon meydana getirdiklerini ve köe döndüklerini<br />

birbirimizin dikkatini çekerek anlamaa çalı-<br />

ırdık. Altunbezer hocanın desenlerinde köeye gelince<br />

hemen ayna yardımıyla dönü yapılarak desene devam<br />

edilir ve talebeye de bu yol tavsiye edilirdi. Artık,<br />

yarım hatâyî mi, yoksa bir kısmı çizilmi yaprak mı,<br />

ne çıkarsa... Bu usul beni hiç tatmin etmemi ve dâima<br />

itirâz etmiimdir” (6) .<br />

Daha sonra Rikkat Hanım’ın meraklı bir genç olan, aratırmayı<br />

seven ve doru kaideleri bulmaya çalıan Feyzullah<br />

Bey’le müterek mesaiye baladıını farkeden Altunbezer,<br />

“Rikkat, sen bizi bıraktın!” diye sitem etmitir. Nitekim,<br />

Rikkat Kunt’a tezyînat ve tezhipde hocaları sorulduu<br />

zaman, “lk hocam smail Hakkı Altunbezer’di. Daha<br />

sonra, Feyzullah (Feyzi) Dayıgil’den istifâde ettim” cevabını<br />

verirdi. Feyzi Bey’in vefatından sonra, Rikkat Kunt aynı<br />

yolun takibcisi olmu ve örencilerinin iledikleri desenleri,<br />

klâsik kãidelere uygun olarak kendilerinin çizmesinde<br />

ısrar ederek büyük çaba sarfetmitir.<br />

Feyzullah Bey’in bazı desen kalıpları, Muhsin Demironat<br />

(1907-1983) ve Rikkat Kunt hocalarım kanalıyla elimize<br />

ulamı olup tamamlanarak fırçayla ilenmilerdir.<br />

Tarihi belli olmayan bu çeme alınlıı (resim 2), çok ender<br />

görülen bir desendir. 60 x 45 cm. ebadındadır, daha sonra<br />

Rikkat Kunt tarafından renklendirilmitir. Kütahya’da piirilmi<br />

olduu tahmin edilmektedir. Neresi için hazırlandı-<br />

ı ve bugün nerede olduu bilinmiyor. Küçük bir renkli fotorafından<br />

faydalanarak çizilen desen, serbest ve simetrili<br />

kompozisyonların bir arada son derece sanatkârâne<br />

uygulandıını bizlere gösteriyor. Bitkisel çıkılı motifler, iki<br />

sîmurg ve ortasında musluun yeri olan rûmîli desen vardır.<br />

Feyzullah Bey’in burada hatâyî gurubu motiflere çıkı<br />

olarak kullandıı yayvan vazoyu, aynen bir dier deseninde<br />

de kullandıını görüyoruz. Desenlerinin müterek özel-<br />

55


Resim<br />

4-6<br />

Tabak a<br />

kdese<br />

desenlerinin taslak hâli<br />

lii; detaylı iri motifler ve sivri uçlu yay eklinde yapraklar<br />

kullanılarak youn çizilmi olmalarıdır.<br />

Bir baka deseni, yuvarlak çini tabak için çizilmitir. Simetrili<br />

desenin altıda biri hazırlanmı ve katlanarak tamamı<br />

elde edilmi, Rikkat Hanım tarafından renklendirilerek<br />

fırçaya geçirilmitir. Bu desen daha sonra<br />

Kütahya’ya gönderilmi ve çini tabak burada piirilmitir<br />

(resim 3). Yine Feyzullah Bey’in kaleminden çıkan ve<br />

Muhsin Hocamın terekesinden elimize intikãl eden iki<br />

çini tabak deseni görülmektedir. Biri 1/8, dieri 1/16 hazırlanıp<br />

bırakılmıtır. Bu desenler daha sonra tamamlanıp<br />

iki ayrı uslûpda ilenerek bu sayfalarda yer almaktadır<br />

(resim 4,5,6,7).Onun kaleminden çıkmı, 1/2 çini pano<br />

deseni (resim 8)’de görülmektedir.<br />

Dayıgil yalnız çini deil, tezhip deseni de hazırlamı ve<br />

bunların büyük çounluu, Rikkat Kunt tarafından yazı<br />

etrafına ilenmitir. Salıksız bünyesi, fırça çalımasına imkân<br />

vermediinden bu ekilde hazırlanan bezemelerde iki<br />

imza konulmutur. Hattat Halim Özyazıcı (1898-1964) tarafından<br />

1361/1943 yılında yazılan ve iki sanatkâr tarafından<br />

bezenen bu levhada iki ayrı imza görülüyor: Zehebehû<br />

Rikkat ve altta: Ressemehû Feyzullah (resim 9-10).<br />

Aynı tarihte, Hacı Nuri Korman (1869-1950) tarafından yazılan<br />

ve bezemesi iki sanatkârımız tarafından yapılan bir<br />

baka eser görülüyor (resim11,12). Benzer tarzda hazırlanmı<br />

olan üçüncü yazı ise, Neyzen Emin Efendi’ye (1883-<br />

1945) aittir. 1354/1936 yılında yazılmı ve 1362/1942 senesinde<br />

tezhip edilmitir (resim13).<br />

Feyzullah Bey gerek tezhip, gerekse çini desenlerinde,<br />

farklı motifleri deiik tarzlarda kullanarak birbirine benzemeyen<br />

desenler hazırlamayı baarmı bir sanatkârdır.<br />

56


Resim 9- Hattat Halim Özyazıcı’nın yazısı<br />

Resim 11- Hacı Nuri Korman’ın yazısı<br />

Resim 12- Hacı Nuri Korman’ın yazısının imza kısmı<br />

Resim 10- Hattat Halim Özyazıcı’nın yazısının imza kısmı<br />

57


Dayıgil’in kaleminden çıkan birçok çini ve tezhip deseni,<br />

inelenmi veya ilenmemi kalıplar halinde, vefatından<br />

sonra arkadaı Emin Barın’a (1913-1987) intikãl<br />

etmi olup hâlen bu koleksiyonda muhafaza edilmektedir.<br />

Nüktedan bir mizaca sahip olan ve tiyatrolara gitmekten<br />

çok holanan Dayıgil, hem etrafındakilerle hem<br />

de kendisiyle dahi alay etmeyi tabii görürdü. Bunlardan<br />

ikisini, Prof. Kerim Silivrili’den (1921-2007) naklen<br />

kaydediyorum; salıı yerinde ve bünyesi kuvvetli<br />

olan aabeyi hsan Dayıgil’in bir kaza kurunuyla ölümü<br />

üzerine kendi hastalıklı bünyesini imâ ederek:“u<br />

hâle bakın! Aabeyim Allah’ın ihsânı, ben de Allah’ın<br />

feyziyim”, dieri de Ressam Edip Hakkı Köseolu’nun<br />

(1904-1990), Akademi Balosu için çıkartılan dergiye,<br />

Üstâd Necmeddin Okyay’ı eee ters bindirerek resmettiini<br />

gören Feyzi Bey demi ki: “Karılatıınızda<br />

Hoca sana: ‘Edipciim, ne zahmet ettin, yaya olarak<br />

kendim de gelirdim!’ derse sakın aırma!” (7) . Yine 3<br />

Mart 1949’da yapılan Akademi Kıyafet Balosu için –<br />

muziplik olsun diye- çuvaldan diktirdii frakın kemerine<br />

Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) amblemini astırdıı,<br />

bu kıyafetiyle verdii pozdan örenilmektedir.<br />

Vefatından birkaç sene evvel evlenen, fakat bunu devam<br />

ettiremeyen Dayıgil, sedef, egzama ve nefes darlıı<br />

rahatsızlıklarından ayrı olarak yakalandıı verem<br />

hastalıı neticesinde, 21 Aralık 1949 günü Cerrahpaa<br />

Hastahanesi’nde vefat etmitir. Merkezefendi’deki kabrinin<br />

yeri bilinmemektedir.<br />

Klâsik kuralların yeniden hatırlanıp uygulanmasında<br />

büyük emei geçen bu sanatkârın, hayatı ve eserleri<br />

hakkında bugüne kadar bir neriyat yapılmamıtır. Kendisini<br />

rahmetle anıyorum.<br />

Kaynaklar:<br />

1) Kerim Silivrili arivi – Akademi evrak defteri’nden.<br />

2) Cezar, Mustafa (1983) “Güzel Sanatlar Akademisi’nden<br />

100. Yılda Mimar Sinan Üniversitesi’ne”, Güzel Sanatlar<br />

Eitiminde 100 Yıl, stanbul: Mimar Sinan Üniversitesi<br />

Yay. s.5-84.<br />

3) Ankara Etnografya Müzesi’nde muhafaza edilen<br />

1328/1910 tarihli Türk Ocaı Nizâmnâmesi hattı ve tezhibiyle<br />

Emirzâde Kemal Bey’in eseridir. Hayatı hakkına<br />

fazla bilgi bulunmayan Kemal Bey, tahminen 1936 yılında<br />

vefat etmitir.<br />

4) Derman, Uur (2006) “Emin Barın ve Koleksiyonu”, stanbul:<br />

Lebib Yalkın Yay. s.234-235.<br />

5) Derman, F.Çiçek (2003) “Rikkat Kunt 100. Yaında” stanbul<br />

Büyükehir Belediyesi, Kültür leri Daire Bakanlıı,<br />

stanbul. (Broür)<br />

6) Derman, Çiçek (2001) “Vefatının 15. Yıldönümünde<br />

Rikkat Kunt Hoca Hanım”, Kubbealtı Akademi Mecmuası<br />

/ 1, s. 21-30.<br />

7) Derman, Uur (2006) “Toygartepesi’ndeki Ev”, Türk<br />

Edebiyatı <strong>Dergisi</strong> / 389, s.24, 32.<br />

1<br />

/2 Çini pano deseni<br />

*Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Öretim Üyesi<br />

58


Işığın Geldiği Yer<br />

Horasan ve Mâverâü’n-Nehir<br />

Prof. Dr. Bekir KARLIĞA<br />

Tarihin en eski dönemlerinden beri önemli yerleşim yerlerinden olan Horasan ve Mâverâü’n-Nehir, her devirde<br />

bilim, düşünce, kültür ve uygarlıkların iç içe girdiği ve yeni yeni sentezler oluşturduğu merkez konumunda olmayı<br />

sürdürmüştür.<br />

Eski Farsça’da “günein doduu” veya “ııın geldii” yer<br />

demek olan “Horasan” ile Türklerin “Çay ardı” dedikleri<br />

Harizm Denizi’nin (Aral gölü) ayaklarından birini oluturan<br />

Amu Derya’dan (Ceyhûn) balayıp Sır Derya’ya (Seyhûn)<br />

kadar uzanan verimli topraklardan oluan “Mâverâü’n-<br />

Nehir” bölgesi, tarihin en eski dönemlerinden beri önemli<br />

bir yerleim sahası olmutur. Bu iki bölge, Asya’nın ortasında,<br />

Dou ile Batı, Kuzey ile Güney yollarının kesime<br />

noktasında bulunduundan ve Çin’den Atlas Okyanusu’na,<br />

Rusya steplerinden Hind Okyanusu’na giden yolların ortasında<br />

yer aldıından her devirde bilim, düünce, kültür ve<br />

uygarlıkların iç içe girdii ve yeni yeni sentezler oluturdu-<br />

u merkez konumunda olmayı sürdürmütür.<br />

Bu bölgeler balangıçta Ahamanidler’in (Farslar) egemenli-<br />

i altında bulunmakta idi. Daha sonra kısmen skender’in<br />

egemenliine girmi, bilahere Sakalar ile Arsakiler (Parth)<br />

arasında paylaılmı ve 224 yılından itibaren de Sâsânîlerin<br />

egemenliine girmitir. slâmiyet, bölgeye her ne kadar Hz.<br />

Ömer devrinde nüfuz etmeye balamısa da asıl fütuhât,<br />

Hz. Osman devrinde Kuteybe bn Müslim komutasındaki<br />

Müslüman ordular tarafından gerçekletirilmitir.<br />

Emevî yönetiminden memnun kalmayan, özellikle de Ehl-i<br />

Beyt’e karı uyguladıkları zulümlerden fazlasıyla rencîde<br />

olan bölge halkı, Horasanlı Ebu Müslim komutasındaki<br />

bakaldırı hareketine büyük destek vermi, neticede ge-<br />

Mir-i-Arab (Kaylan) Medresesi, Buhara<br />

59


nileyerek bütün imparatorluk sathına yayılan bakaldırı<br />

ile birlikte Emevî iktidarı yıkılarak yerine Abbâsî mparatorluu<br />

kurulmutur.<br />

Bu nedenle Abbasîler döneminin daha balangıcında Horasan<br />

ve Mâverâü’n-Nehir bölgesine ayrı bir imtiyaz tanınmıtı.<br />

Ünlü Abbâsî halîfesi Me’mûn; ranlıların yardımıyla<br />

kardei Emîn’i yendikten sonra, ranlılara karı ayrı<br />

bir sempati duyarak imparatorluun Dou bölgelerinin<br />

yönetimini, ran asıllı vâlîlere bırakmayı yeledi. Bunlardan<br />

Horasan vâliliine atadıı Tâhir bn Huseyin (öl.<br />

822) bir süre sonra kendi adına hutbe okutarak Tâhirî<br />

Hânedânlıı'nı kurdu. Keza Halîfe Me’mûn, Belh hâkimi<br />

olan ve 8. asrın ortalarında slâmiyet’i kabûl etmi bulunan<br />

Sâmân Hudât’ın torunlarını da Semerkand, Fergana,<br />

â ve Herât gibi Türklerin youn olarak yaadıkları<br />

bölgelerin vâlîliine getirdi. Bunlardan Ahmed bn Esed,<br />

Sâmânî sülâlesinin baımsızlıını ilân ederek aynı adı ta-<br />

ıyan hânedânlıı kurdu.<br />

Dier taraftan annesi Türk olan ünlü Abbâsî hükümdârı<br />

Mu’tasım, 833 yılında hükümdâr olunca; Horasan ve<br />

Mâverâü’n-Nehir bölgesindeki Buhârâ, Semerkand, Fergana<br />

ve Üstrûene gibi Türklerin çounlukta olduu ehirlerden<br />

8 veya 18 bin civarında asker topladı. Bunların<br />

arasından seçilen kumandanlar kısa sürede Abbâsî yönetiminin<br />

karâr mevkiine geldiler. Hükümdârlar, bir yere<br />

gittiklerinde kendilerinden emîn oldukları için bu Türk<br />

komutanları, yerlerine vekîl olarak bırakıyorlardı.<br />

Bu kumandanlardan bir kısmı anadillerinin yanı sıra Arapça<br />

da örenip bu dille iirler yazacak derecede kendilerini<br />

yetitirdiler. Nitekim daha sonra kendi adını taıyacak<br />

bir hânedânlıın kurucusu olan Ahmed bn Tolun ile ünlü<br />

Abbâsî vezîri Feth bn Hâkân bunların önde gelen isimlerindendi.<br />

Mehur Mu’tezilî düünür el-Câhız’ın kendisi adına<br />

Türklerin fazîletlerini bildiren bir eser kaleme aldıını,<br />

Feth bn Hâkân’ın esiz bir kütüphânesi bulunduunu,<br />

Arap edebiyatının seçkin sîmâlarının ve Basralı, Kûfeli bil-<br />

60


Deiik dinlerin, mezheplerin ve kültürlerin yayılıp geliti-<br />

i bu bölge, daha batan beri slâm bilim ve düüncesine<br />

pek çok isim armaan etmitir. lk müfessir ve muhaddislerin<br />

büyük bir bölümü bu bölgede yetimitir. Söz gelimi<br />

Kur’ân-ı Kerîm’den sonra slâm dininin ikinci büyük kaynaını<br />

tekil eden altı büyük hadis külliyâtının (Kütüb-i Sitte)<br />

dördü (Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Neseî) bu bölgeden<br />

yetien büyük bilginler tarafından telif edilmitir.<br />

Ünlü tefsir bilginleri Mukâtil bn Hayyân, Mukâtil bn<br />

Süleymân, Atâ el-Horasânî, Rebî bn Enes, bn Mihrân en-<br />

Nîsâbûrî, Sa’lebî, Kueyrî, Vâhidî, Beavî ve Nizâmüddîn<br />

en-Nîsâbûrî Horasan ve Mâverâü’n-Nehir kökenliydiler.<br />

Fetih vesilesiyle, ya da daha sonra bölgeye gelen pek çok<br />

sahâbî burada hadis faaliyetlerinin gelimesine zemin hazırlamıtır.<br />

lk dönem hadis ilmine hizmet edenlerden Ebu<br />

Berze el-Eslemî, Abdürrahmân bn Semüre, Abdürrahmân<br />

bn Ya’mer hayatlarını burada sürdürmülerdi. Bunların<br />

izinden giden shâk bn Râhûyeh, mam Müslim bn Haccâc<br />

el-Kueyrî, Hâkim en-Nisâbûrî Niabur’da; bnü’s-Sindî, Ebu<br />

Avâne sferâyin’de; Muhammed bn Eslem Tûs’ta; Abdullah<br />

bn Büreyde, Abdullah bn Mübârek, Ebu shâk el-<br />

Mervezî, Ahmed bn Ali el-Mervezî Merv’de; Osman bn<br />

Saîd ed-Dâremî, bn Münzir el-Herevî Herât’ta, Dahhâk<br />

bn Müzâhim, Saîd bn Mansûr, Kuteybe bn Saîd, Ebu Ali<br />

el-Belhî Belh’te; Muhammed bn sâ et-Tirmizî Tirmiz’de;<br />

mâm Neseî Nesa’da ve mam Buhârî Buhârâ’da büyük bir<br />

özveriyle hadis çalımalarını sürdürmülerdi.<br />

Bu bölgede ilk dönemlerde Fıkıh, Tasavvuf, Arap Dili ve<br />

Edebiyatı ve Kelam alanında, isimlerini burada sayamayacaımız<br />

kadar pek çok bilgin ve düünür yetimitir.<br />

Özellikle slâm felsefesinin ve biliminin büyük temsilcileri<br />

Fârâbî, bn Sînâ, Bîrûnî, slâm fıkhının büyük ahsiyetleri<br />

Serahsî ve Merinânî ile Mâtürîdî Kelâmının kurucusu<br />

mâm Mâtürîdî ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Horasan ve<br />

Mâverâü’n-Nehir meneli idiler.<br />

Ne yazık ki Horasan ve Mâverâü’n-Nehir bölgesinin kaderi<br />

Moollarla ters yüz olur. Barbar Mool orduları, bölgedeki bütün<br />

kültürel ve entelektüel yapılanmaları yok ederek slâm<br />

medeniyetinin bu verimli topraklarını harabeye çevirirler.<br />

Registan Meydanı, Semerkand<br />

ginlerin onun konaında toplandıklarını bildiren kaynaklar,<br />

kendisinin aynı zamanda âir olduunu ifâde etmektedirler.<br />

Hatta ünlü Arap edebiyatı bilgini el-Muberred’in<br />

onun bazı iirlerini naklettii anlatılmaktadır.<br />

Samanoullarının 10. yüzyılın balarında egemenlik alanlarını<br />

genileterek Buhârâ’yı bakent edinmeleriyle, bir<br />

kültür ve sanat merkezi haline gelen bu kentteki büyük<br />

entelektüel atılımlar kısa zamanda Horasan ve Mâverâü’n-<br />

Nehir bölgesinin her tarafına yayıldı. Nitekim Sâmânîlerin<br />

izinden giden Büveyhîler, Ziyârîler, Saffârîler, Karahanlılar,<br />

Gazneliler, Harzemahlar ve Selçuklular bölgeyi adeta<br />

slâm ilim ve tefekkürünün merkezi haline getirdiler.<br />

Bugün ran-Afganistan ve Türkmenistan arasında paylaılmı<br />

olan bölgenin Merv, Serahs, Belh, Buhârâ, Tirmiz, Nesa,<br />

Herat, Semerkand, Takend, Niabur, Fergana, Kâ, Nah-<br />

eb, Hvaârizm, Fârâb, Gürgenç, Hocend gibi kentlerinden<br />

her biri, slâm bilim ve düüncesine yaptıkları katkılarla<br />

yepyeni bir uygarlıın kapılarını araladılar.<br />

Moolistan içlerinden yürüyerek önce Harzemahlar devletini<br />

ortadan kaldıran Moollar, kısa zamanda Horasan<br />

ve Maveraü’n-Nehir bölgelerini zapt ettiler. 1256 yılında<br />

Amuderya Nehri’ni geçen Hülagu, hemen hemen hiçbir<br />

mukavemetle karılamaksızın Horasan ve Maverâü’n-<br />

Nehir bölgesini yakıp yıktıktan sonra Batı’ya doru ilerleyerek<br />

Musul ve Kerkük önlerine geldi.<br />

Yıllardan Hicret’in 656. senesi; aylardan Muharrem ayı;<br />

günlerden Cumartesi idi, Mool orduları Badat önlerinde<br />

göründü. ehri doudan ve batıdan kuattılar. Mancınıklar<br />

kurdular ve surları dövmeye baladılar. Keskin Mool ni-<br />

ancıları bir yandan ok fırlatırken, dier yandan da kenti<br />

atelere veriyorlardı. Her yerden duman ve alev yükseliyordu.<br />

Badat -tıpkı bu günlerdeki gibi- simsiyah bulutların<br />

altında karalara bürünmütü.<br />

Ve Sefer ayının 5’inde (10 ubat 1258) Mool orduları kente<br />

girdiler; yalı genç, erkek kadın, çoluk çucuk demeden<br />

kimi buldularsa kılıçtan geçirdiler. Evlerin kapılarını kırıyor,<br />

duvarları yıkıyor, içerde saklanan insanları çatılara çıkarıp<br />

61


Sher Dor (Ser-Dar ) Medresesi 1619-1636, Semerkand<br />

aaılara atıyorlardı. Sokaklardaki suyollarından kan akıyordu.<br />

Camiler, tekkeler, medreseler kan gölüne dönmütü.<br />

nsanlar korkularından kuyulara, ahırlara, hatta kanalizasyonlara<br />

girip saklanıyor ve günlerce buralardan çıkmıyorlar,<br />

çıkmaya cesaret edemiyorlardı.<br />

Ünlü Tefsîr bilgini ve tarihçi bn Kesîr’in ifadesiyle: “Kentlerin<br />

en alımlısı olan Badat, harâbeye döndü. ehirde çok<br />

az insan kaldı, onlar da korku, açlık, sefâlet ve zillet içindeydiler.<br />

Tatarlar kentte kırk gün kaldılar ve koyun keser<br />

gibi insan doradılar. Cesetler sokaklarda kokumu tepeler<br />

oluturdular, kokudan kente girilmez oldu. Badat’ın<br />

havası deiti ve veba salgını ba gösterdi. Öyle ki am<br />

dolaylarına kadar bu pis koku ve kötü hava yayıldı. Bu<br />

sebeple de birçok insan öldü. Fakirlik, yokluk, pahalılık,<br />

veba, tâûn her yanı sardı.<br />

Moollar kenti tam olarak teslim aldıktan sonra tellallar<br />

çaırtıp bir daha kimsenin öldürülmeyeceini ilan edince,<br />

insanlar saklandıkları yerlerden çıktılar. Saçları baları birbirine<br />

karımıtı. Sanki mezardan çıkan cenazelere dönmülerdi.<br />

Baba evladını, karde kardei tanımaz olmutu.<br />

800 bin civarında insan ölmütü. nna lillah ve inna ileyhi<br />

râciun.” (el-Bidâye ve’n-Nihâye fi’t-Târîh, Cilt, XIII, sayfa,<br />

202-204, Kahire-1358)<br />

1265 yılında Hülagu’nun ölümü üzerine yerine büyük olu<br />

Abaka Han geçti ve ülke genel vali veya hükümdâr naibi<br />

anlamına gelen lhanlar tarafından yönetilmeye balandı.<br />

Abaka’nın orduları ortaya çıktıklarından bu yana ilk kez<br />

1277 yılında <strong>El</strong>bistan önlerinde ünlü Memlûk sultanı Baybars<br />

tarafından büyük bir hezimete uratıldılar.<br />

1282’de Abaka’nın ölümü üzerine yerine geçen kardei<br />

Teküder Müslüman olarak Ahmet adını aldı. Ancak iki yıl<br />

sonra Abaka’nın büyük olu Argun tarafından tahttan indirilerek<br />

öldürüldü. 1291’de Argun’un vefatı üzerine kardei<br />

Geyhatu Mool tahtına oturdu. Bundan dört yıl sonra<br />

1295’te Geyhatu öldürülerek yerini Baydu aldı. Fakat<br />

kısa bir süre sonra Baydu da öldürüldü ve aynı yıl yerine<br />

Hülagu’nun büyük torunu Gazan Han hükümdâr oldu.<br />

Tahta geçtikten birkaç gün sonra yüz bin askeriyle birlikte<br />

Budizm’i terk ederek Müslüman olan Gazan Han, Mahmut<br />

adını aldı ve slâmiyet’i devletin resmi dini olarak ilan etti.<br />

Gazan Han’ın vefatından sonra (1304) yerine kardei Ol-<br />

62<br />

Timur'un 1370 tarihinde tahta çıkı törenini tasvir eden minyatür, British Library, Londra


Buhara<br />

caytu Muhammed geçti. Olcaytu Muhammed, Kazvin ile Zincan<br />

arasındaki geni ovada kendisine bir bakent kurarak<br />

Sultaniye adını verdi. Onun vefatı üzerine yerine geçen olu<br />

Ebu Said Bahadır Han, ii mezhebini bırakarak Sünnilii seçti.<br />

lhanlılar, dedeleri Cengiz’in yaptıı o büyük yıkımı telafi<br />

etmek üzere adeta kolları sıvadılar. Sultâniye ve çevresini<br />

birer ilim ve tefekkür merkezi haline getirmek üzere yola<br />

koyuldular. Nasîreddîn et-Tûsî’nin ve Fahreddîn er-Râzî’nin<br />

örencileri aracılııyla Güney Azerbaycan’daki Sultâniye,<br />

Ebher, Kazvîn, Zincân ve Tebrîz gibi kentleri medreseler,<br />

tekkeler ve hankâhlarla donattılar. Buradan yetien<br />

Kutbeddîn er-Râzî, Kutbeddîn e-îrâzî, emseddîn el-<br />

Isfahânî ve Muhammed bn Mübârekah el-Buhârî gibi bilginler,<br />

Mantık, Felsefe, Kelam ve Tasavvuf’u mezcederek<br />

slâm bilim ve düüncesine -bugüne kadar devam edecek<br />

olan- farklı bir yorum ve yaklaım getirdiler.<br />

Timur, 1336 yılında Mâverâü’n-Nehir’in önemli kentlerinden<br />

birisi olan Semerkand’ın 50 kilometre yakınındaki Ke<br />

ehrinde (ehr-i Sebz) dünyaya geldi. Kendisinin Mool kökenli<br />

Barlas airetine mensup olduu, ilk ei Saray Mülk<br />

Hanım’ın da Cengiz Han’ın soyundan geldii söylenmektedir.<br />

Gençliinde aldıı yaralardan dolayı sa ayaı topal ve<br />

sa kolu çolak olduundan “Aksak Timur” (Timurlenk) lakabıyla<br />

tarihe geçmitir.<br />

Babası Muhammed Taragay, ömrünün sonlarında kendini<br />

tasavvufa vermi ve Hoca Ahmed Yesevî tarikatının kollarından<br />

birine intisap etmiti. Bu nedenle olmalı ki Timur<br />

Ne var ki 1335 yılında Ebu Said’in bir halef bırakmadan ölmesi<br />

veya öldürülmesi üzerine lhanlı Devleti son buldu<br />

ve buradaki entelektüel birikim de önce Memlüklerin hakimiyet<br />

sahası olan Mısır ve Sûriye’ye, oradan da Anadolu<br />

Beylikleri ve özellikle de Osmanlı topraklarına intikal etti.<br />

Horasan ve Mâverâü’n-Nehir bölgesindeki son büyük kültürel<br />

ve entelektüel atılım, 15. yüzyılda Timur ve onun soyundan<br />

gelenler tarafından gerçekletirildi. Aynı zamanda<br />

slâm medeniyetinin de son büyük atılımlarından birisini<br />

tekil eden ve genellikle “Timurlu Rönesansı” diye bilinen<br />

bu büyük giriimi, Timur’un torunlarından Bâbürah, tarihi<br />

Hind alt kıtasına taıyarak burada göz alıcı muhteem sanat<br />

eserlerinin ortaya çıkmasına vesile oldu.<br />

Babürname'den minyatür, 1598, Ulusal Müze, Delhi<br />

63


da ömrü boyunca Hoca Ahmed Yesevî’ye ve onun yolundan<br />

gidenlere büyük saygı göstermitir.<br />

Mâverâü’n-Nehir bölgesine 18 yaındayken hakim olan Timur,<br />

Semerkand’ı kendisi için bakent seçmi ve 35 ya-<br />

ına geldiinde Akdeniz’den Çin’e, Rusya’dan Hindistan’a<br />

kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmutu. Altın<br />

ordu airetleri, Memlük ve Osmanlı Türk Devletleriyle savaan<br />

Timur, ömrünün sonlarına doru Çin’e sefer düzenlerken<br />

vefat etmitir.<br />

Timur (Gur Emir) 'un Türbesi, Semerkand<br />

Timur, çift ahsiyetli bir kiilik yapısına sahipti. Savata ve<br />

dövüte son derece gaddar ve merhametsizdi. En iddetli<br />

ve acımasız usullere ba vurmaktan çekinmez, katliâmlar<br />

yapar, kentleri yerle bir eder, yakar, yıkar ve insanları diri<br />

diri topraa gömmekten çekinmezdi. Bu konuda son derece<br />

katı ve sert olan Aksak Timur, ilim adamlarına ve tasavvuf<br />

erbabına karı da son derece mütevazı, terbiyeli<br />

ve aırı ölçülere varacak biçimde saygılıydı. Bu nedenle<br />

de dünyayı yakıp yıkan o acımasız adam, bir yandan dünya<br />

hazinelerini bakentine taırken, bir yandan da her gittii<br />

yerdeki seçkin bilim adamlarını ülkesinde aırlamaktan<br />

zevk duyar ve onlara büyük ikram ve ihsanlarda bulunurdu.<br />

Böylece kısa zamanda Semerkand’ı dünyanın kültürel<br />

ve entelektüel merkezi haline getirmeyi baarmıtı.<br />

Timur’un yakınında yer almı ve onun biyografisini yazmı<br />

olan bn Arabâh onu bize öyle tanıtır: “Timur, iri yarı<br />

ve salam yapılıydı. Kafası kocaman, alnı yüksek, cildi beyaz,<br />

salıklı ve heybetli birisiydi. Geni omuzları, uzun bacakları<br />

ve güçlü elleri vardı. Sa kolu çolak, sa bacaı topaldı.<br />

Uzun sakallıydı, bakılarında ürkütücü bir ıık vardı,<br />

sesi güzel ve tizdi. 80 yaına yaklamıtı ama bütün melekeleri<br />

yerindeydi. Aklı salamlıını, bedeni gücünü korumutu,<br />

iradesi ise sarsılmazdı.”<br />

Yine onu yakından tanıma imkânı bulan ünlü tarihçi bn<br />

Haldûn ise son deerlendirmede u tespitleri yapar: “Bu<br />

Kral Timur, kralların önderlerinden ve azılılarındandır. nsanlar<br />

onu bilgin olarak anlatırlar. Ehl-i Beyt’e çok deer<br />

verdiinden bazıları da onun Rafızî olduuna inanırlar. Kimileri<br />

ise onu sihirbaz olarak tanıtırlar. Halbuki onun, bunlardan<br />

hiç birisiyle ilgisi yoktur. Sadece çok zeki ve ileri görülü<br />

birisidir. Bildii bilmedii her konuda tartıır durur.<br />

Ömrü altmıla yetmi arasındadır. Kendisinin bana anlattı-<br />

ına göre çocukken bir saldırı esnasında aldıı ok yarasından<br />

dolayı sa ayaı topal kalmıtır. Kısa mesafeleri yürür-<br />

64


ken ayaını sürür, ama uzun mesafede adamları onu elleri<br />

üzerinde taırlar. üphesiz ki mülk Allah’ındır, onu kullarından<br />

dilediine verir.” (bn Haldun, Tarih, Cilt VII, sayfa 1222)<br />

am kuatmasında tanıdıı bn Haldûn’a büyük iltifatlar yapan<br />

Timur, onunla tarih ve corafya konusunda sohbetler<br />

eder, Kuzey Afrika ehirleri ve özellikle Fas, Tanca ve Sebte<br />

hakkında bilgiler alır ve bu konuda kendisine özel bir dosya<br />

hazırlamasını emreder. bn Haldûn, Timur’un otaına<br />

girdiinde onun elini öper, Timur da kendisini yanına oturtarak<br />

özel ekilde hazırlattıı erite ikram eder. bn Haldûn,<br />

Timur’un bu samimi davranıını vesile ederek kendisine<br />

olan sevgisinden ve saygısından bahseder. Daha memleketinde<br />

iken Faslı müneccimlerin çok önceden Timur ile ilgili<br />

kehanette bulunduklarını, hatta bazı velilerin onun gelecek<br />

olan Fatımi Mehdisi olduuna dair keiflerde bulunduklarını,<br />

bu nedenle kendisinin de bu büyük hükümdârla<br />

tanımaktan mutluluk duyduunu belirtir ve der ki: “Allah<br />

seni güçlü kılsın, otuz-kırk senedir seninle bulumayı arzuluyordum.<br />

Tercümanı aracılııyla bunun nedenini sordu-<br />

unda, bunun sebebi iki ey dedim: Birincisi, sen yer yüzünün<br />

sultânısın, bir cihan imparatorusun. Sanmıyorum ki<br />

Adem Aleyhisselâm’dan günümüze kadar yaratıklar arasından<br />

senin gibi bir baka hükümdâr daha çıkmı olsun.<br />

Ben boa laf söyleyen birisi deilim, ben bir ilim adamıyım<br />

ve söylediklerimin hepsini ispatlarım.” (Age., 1208)<br />

Daha sonra kendisini ran Kisrâları, Babil kralı Buhtunnasır<br />

ve skender ile kıyaslayan bn Haldûn’a müdahale eden<br />

Timur, kendisinin o kadar büyük birisi olmadıını, sadece<br />

Mool hanlarının vekillerinden birisi olduunu söyler. Sonra<br />

Buhtunnasır’ın kim olduunu sorar. O da bu konudaki<br />

farklı görülerden bahseder ve aralarında bilimsel bir tartıma<br />

çıkar. bn Haldûn, kendi görüünün Taberî’ye dayandıını<br />

ve onun tarih ilminde üstad sayıldıını belirtir. Bunun<br />

üzerine Timur, “Bize ne Taberî’den, biz Arapların ve<br />

ranlıların tarihine bakalım” der.<br />

Timur, irâz’ı zapt ettiinde burada bulunan Sa’deddiîn<br />

et-Teftâzânî, Seyyid erîf el-Cürcânî’yi de beraberinde<br />

Semerkand’a götürür. Teftâzânî ile Cürcânî, irâz’da ünlü<br />

Muzafferî hükümdârı âh üca’nın yanında bulundukları<br />

sırada burayı ele geçiren Timur, Horasan ve Mâverâü‘n-<br />

Nehir bölgesinin bu iki büyük bilginini de yanına alarak<br />

Samani Türbesi, Buhara<br />

Semerkand’da ilmî çalımalar yapmalarını salar ve zaman<br />

zaman da aralarında cereyan eden tartımalara kendisi de<br />

zevkle katılır. Nitekim kaynaklarda, Teftâzânî’nin Timur’un<br />

huzurunda yapılan bir tartımada Seyyid erîf ile bozutu-<br />

u ve hükümdârın Seyyid erîf’in tarafını tutması üzerine<br />

canının sıkıldıı ve bu sebeple vefât ettii nakledilmektedir.<br />

Seyyîd erîf, aklî ilimlerin yanı sıra tasavvufî ve bâtınî fikirlere<br />

önem verirdi. Teftâzânî ise erîatın zâhirine itibâr<br />

etmeye çalıır ve heterodoks anlayılardan uzak durmaya<br />

özen gösterirdi. Bilhâssa Muhyiddîn bnu’l-Arabî ve<br />

vahdet-i vücûd düüncesine karı çıkan ve reddiyyeler yazan<br />

Teftâzânî’ye karılık Seyyid erîf bu fikirleri önemser<br />

ve savunurdu. Nitekim bu iki bilgin arasındaki tartımalar,<br />

daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı medreselerinde tarikat-<br />

erîat tartımalarına da temel tekîl edecektir.<br />

îrâz kentinde Timur ile karılaan bir dier ünlü isim de<br />

Muzafferîler devrinin ve tüm ran edebiyatının büyük ismi<br />

Hâfız idi. Bir Hindli güzelin beni için Timur’un, çok sevdii<br />

Semerkand’ı, Buhârâ’yı vermekten çekinmediini ilan etti-<br />

65<br />

Burokhon Medresesi, Takent


Ulubey Medresesi ve Rasathanesi, Semerkand<br />

inden mi nedendir bilinmez, Fars edebiyatına derinliine<br />

vakıf olan Timur, bu dilin en büyük airlerinden birisi, belki<br />

de birincisi olan Hâfız’a pek iltifat etmemitir.<br />

Timur’un huzurunda karılatıımız bir dier ünlü düünür<br />

de Simavne kadısının olu eyh Bedreddîn’dir. Bedreddîn,<br />

Kâhire’de bulunduu sırada eyh Ahlâtî’nin teviki ile<br />

Semerkand’a gelir ve Timur tarafından kabul edilir. Bir<br />

süre burada kaldıktan sonra tekrar Kâhire’ye döner.<br />

Eskiden beri Zerefân (altın saçan) Nehri’nin görkemli vadisine<br />

yakın Efrâsyâb tepesinin eteklerinde ve bu nehrin kolları<br />

durumunda bulunan Ab-ı Rahmet, Ab-ı Siyâh ve Ab-ı<br />

Mehed tarafından sulanan verimli topraklarda kurulmu<br />

olan Semerkand’ın dousunda Fergana ve Kagar, batısında<br />

Buhârâ ve Harizm, kuzeyinde Takent ve ahrûhiye, güneyinde<br />

ise Belh ve Tirmiz yer alır. Savalar nedeniyle yakılmı,<br />

yıkılmı, harap olmu ve eski görkemini yitirmi olan bu kente<br />

gönülden balı bulunan Emîr Timur; camiler, medreseler,<br />

tekkeler, türbeler, saraylar yaptırmı, dört bir yanını yemye-<br />

il bahçelerle donatarak adeta yeniden ina ve imar etmiti.<br />

Hindistan seferi dönüünde ilk ei Saray Mülk Hanım adına<br />

ina ettirdii Bibi Hatun Camii bata olmak üzere, torunu<br />

mam Buhâri'nin Türbesi, Semerkand<br />

Muhammed Sultan adına yaptırdıı, sonra kendisinin de<br />

gömülecei Gûr Emîr’in etrafında kurulu, yeim talarıyla<br />

süslü medrese ve hankâh; bölgeyi ilk kez Müslümanlatırmı<br />

olan ve “âh Zinde” diye bilinen Kusam bn Abbâs’ın<br />

kabri etrafında toplanmı külliye ve türbeler, gerçekten<br />

Timurlu sanatının ihtiamını gözler önüne sermektedir.<br />

Timur, ehrin çevresinde on üç veya on dört bahçe yaptırarak<br />

Semerkand’ı o günkü dünyada ei ve benzeri bulunmayan<br />

bir yeil cennet haline getirmiti. Bâ-ı Behit<br />

(cennet bahçesi), Bâ-ı Nev (yeni bahçe), Bâ-ı Dil-küâ<br />

(gönül çelen bahçe), Bâ-ı Çınar, Bâ-ı Bülend (yüksek bahçe),<br />

Bâ-ı imal (kuzey bahçesi), Nak-i Cihân (dünyanın<br />

nakıı) adını verdii bahçeleri gören spanyol elçi Clavijo,<br />

Timur’un, kurak steplerdeki yeil merakı ve bahçe zevki<br />

karısında hayran kalır ve Avrupa’da bunların benzerine<br />

hiç rastlamadıını bildirir. Bu engin bahçe zevki, Timur’un<br />

torunlarından Bâbürâh tarafından Mâverâü’n-Nehir bölgesinden<br />

Hind alt kıtasına taınmıtır. Lahur’daki alimar<br />

Ba (ak bahçesi) ve Srinagar’daki Bâ-ı Neât (elence<br />

bahçesi) bunun tipik örnekleridir.<br />

Timur, Semerkand’ın yakınında, doduu ehir olan Ke kentinde<br />

-ki o buraya yeil kent (ehr-i sebz) adını vermiti- zamanının<br />

en büyük saraylarından birisi olan Aksaray’ı yaptırır.<br />

1394 yılı Nisan ayında doal bir istihkâm konumunda bulunan<br />

Mardin ehrini kuattıı sırada, otaına çekilmi fetih<br />

planları yapan Timur’un katına, bakent Sultaniye’den gelen<br />

bir ulak girer ve dördüncü olu ahruh ile Çaatay soylularından<br />

birinin kızı olan Gevherâd hanımdan bir torunu<br />

dünyaya geldiini müjdeler. Timur’un babası Muhammed<br />

Taragay’ın adı verilen bu torununun doumundan fazlasıyla<br />

mutlu olan Timur, ertesi gün zapt ettii Mardin halkının<br />

hayatını baılayacaı gibi, müsadere edilen mallarını<br />

66


da iade eder. Böylece gelecein büyük bilgini Ulu<br />

Bey, daha doarken yıınlarca insanın felaketine<br />

engel olur.<br />

ehzadenin iyi yetiebilmesi için Timurlu<br />

hânedânında adet olduu üzere çocuk, annesinden<br />

alınarak, Asya’nın bu büyük fatihinin<br />

ilk ei olan güçlü kiiliiyle ünlü<br />

Saray Mülk Hanım’ın becerikli ellerine<br />

teslim edilir. Babaannesiyle birlikte<br />

imparatorluun her tarafını gezen<br />

küçük Muhammed, üç yaında iken<br />

dedesi ile birlikte Hindistan yoluna<br />

düer ve Kâbil’e kadar gider.<br />

Ancak çok sevdii bu torununun<br />

üzerine titreyen Timur,<br />

iklim artlarından etkilenmemesi<br />

için çocuun<br />

derhal Semerkand’a götürülmesini<br />

emreder.<br />

Küçük Mirza, sürekli<br />

dedesinin çadırına<br />

girerek, onun<br />

huzurunda yapılan<br />

askeri<br />

toplantıları<br />

izler ve ilmî<br />

sohbetleri<br />

dinler.<br />

Takent


Kadı Zâde-i Rûmî Türbesi<br />

Torununun güçlü bir zekaya ve kuvvetli bir hafızaya sahip<br />

olduunu gören Timur, onun küçük yata Kur’ân-ı Kerîm’i<br />

hıfzetmesini ve yedi farklı kırâete göre okumasını saladıı<br />

gibi, dini ve ilmî konularda iyi yetimesi için ülkenin<br />

önde gelen bilginlerinden ders almasını salar.<br />

Muhtemelen dedesinin meclisinde tanıtıı Seyyid erîf el-<br />

Cürcânî’nin örencilerinden Molla Fenârî’nin seçkin talebesi<br />

Bursalı Kadı Zâde-i Rûmî’nin dizinin dibine çökerek ondan<br />

matematik ve astronomi dersleri almıtı.<br />

Mirza Muhammed, daha dokuz yaında iken dedesinin kıladıı<br />

Karaba’a gitmi, oradan Meraa’ya geçerek ünlü rasathaneyi<br />

gezmi ve oradan da Erzurum’a gitmiti. Çin’i fethetmeyi<br />

planlayan Timur’un son yolculuunda dedesinin<br />

yanında yer alan Mirza Muhammed, bu büyük Cihagîr’in<br />

Otrar’da vefat etmesi üzerine Semerkand’a dönmütü.<br />

Babasının vefatından sonra Timur’un tahtına oturan ahruh,<br />

kendisine bakent olarak Semerkand yerine, babasının salı-<br />

ında yönetici olarak yerletii Herat’ı seçmi ve Semerkand’ın<br />

yönetimini de olu Mirza Muhammed Taragay’a bırakmıtı.<br />

Daha sonraları Ulu Bey adını alacak olan bu genç ve dinamik<br />

ehzâde, dedesinin imar ederek dünyanın göz bebei<br />

haline getirdii ölümsüz Semerkand’dan hiç ayrılmamıtır.<br />

Kendini, Cihângîr dedenin bilim, kültür ve sanat bakımından<br />

bir cihan kenti yapmak istedii Semerkand’ı onun hedeflerine<br />

uygun olarak imar etmeye<br />

vermiti.<br />

Timur’un Türbesi<br />

Dedesi Emîr Timur, babası ahruh gibi Ulu Bey de bilim<br />

adamlarını, entelektüelleri ve sanat adamlarını korumaya<br />

özen gösterdi. Kardei Baysungur ile birlikte<br />

Semerkand’da, Herat’ta ve îrâz’da iirden mûsikîye,<br />

minyatürden tezhîbe, hattan cilde ve tezyîne kadar güzel<br />

sanatların her dalında üstün eserler verilmesine ön<br />

ayak oldu. Devlet âh tezkiresinde; Ulu Bey’in Nızâmî’nin,<br />

Baysungur’un ise Emîr Husrev Dihlevî’nin Hamse’sini çok<br />

beendiini ve bu iki zevk ehli ehzâdenin söz konusu her<br />

iki airin eserini satır satır karılatırdıklarını anlatır. (Nakleden,<br />

Müjgan Cunbur, Devletâh’a göre Ulu Bey, 118,<br />

Ulu Bey Sempozyumu Bildirileri, Ankara-1996)<br />

Dedesinin izinden giden Ulu Bey, Semerkand’daki Bâ-ı<br />

Meydan denilen mahalde kırk sütunlu bir saray (çehel<br />

sütûn) ina ettirmiti. Registan meydanında kendi adını<br />

taıyan medrese, mescid ve hankâh da Timur’un yaptırdıklarını<br />

hiç aratmayacak güzellikteydi. 17. yüzyılda bu<br />

medresenin yanına îrdâr ve Tillakârî Medreseleri de eklenmitir.<br />

Fakat onun adını ölümsüzletiren en büyük eseri<br />

üphesiz ki yine Bâ-ı Meydan denilen mahalde ina ettirdii<br />

ve gelitirilmesi için hiçbir fedâkârlıktan çekinmedii<br />

48 metre çapındaki üç katlı deirmi yapılı mehur<br />

rasathânedir. Bu rasathanenin yönetimini önceleri hocası<br />

Kâdî-zâde-i Rûmî üstlenmiti. Onun vefatından sonra yerine<br />

ıyâseddîn Çemîd, onun vefatından sonra da Ali Kuçu<br />

geçmi ve “Zîc-i Güregânî”, ya da “Zîc-i Ulu Beg” diye bilinen<br />

ünlü astronomik tabloların<br />

hazırlanmasını salamıtı.<br />

Kâtip Çelebî bu Zîc’in hazırlanıı<br />

ile ilgili u bilgileri vermektedir:<br />

“ahrûh’un olu<br />

Muhammed (Ulu Bey), mille-<br />

Tilla-Kari Medresesi (1646-1660)<br />

68


Türbe Girii, Semerkand<br />

tin iini üstlenmenin zihnini daıttıından ve çalımaya az<br />

zaman ayırmak durumunda kaldıından dolayı mazur sayılırsa<br />

da, gücünü daha çok kemâl yolunun konaklarında yol<br />

almaya ve fazîlet eserlerini derleyip toparlamaya hasretti.<br />

Çalımasını, ilmî gerçekleri, felsefî incelikleri elde etme ve<br />

gök cisimlerini gözetlemekle sınırladı. Böylece Tanrı’nın yardımı<br />

ona yolda oldu da bilimlerin zorlukları zihninde nakılandı<br />

ve gözlem yolunu seçti.<br />

Bu konuda kendisine, Kadı-zâde-i Rûmî diye mehur olmu<br />

bulunan hocası Selâhaddîn Mûsâ ile ıyâseddîn Çemîd yardım<br />

etti. Bu ie ilk baladıı günlerde ıyâseddîn Çemîd vefat<br />

etti. tamamlanmadan önce de Kadı-zâde-i Rûmî dünyadan<br />

göçtü. Bunun üzerine ıyâseddîn’in olunun da yardımlarıyla<br />

genç yata bilimlerin çounu elde etmi bulunan Mevlânâ Ali<br />

Kuçu ii tamamladı. Onun aydınlık yıldızlarla ilgili gözlemlerinin<br />

hepsini Ulu Bey eserine kaydetti ve kitabını dört makâle<br />

olarak tanzîm etti: Tarihlerin bilinmesi konusuna ayrılmı<br />

olan birinci makâle, bir giri ile 5 bâptan ibârettir. Vakitlerin<br />

bilinmesi ve her vakitte doan yıldızlara ayrılmı olan ikinci<br />

makâle, 22 bâptır. Yıldızların konumu ve yörüngelerine tahsis<br />

edilmi olan üçüncü makâle 13 bâptır. Dördüncü makâle ise<br />

yıldızlarla ilgili dier konulara ayrılmı olup 2 bâptır.<br />

Üç Boyutlu Tavan Süslemeleri, Semerkand<br />

1447 yılında ahrûh’un ölümünden sonra geni imparatorluun<br />

tek varisi olarak Ulu Bey tahta geçti. Ancak ye-<br />

enleri ve çocukları arasında çıkan taht kavgalarına yeterince<br />

müdahil olamadı ve garip bir ekilde olu Abdüllatîf<br />

ile araları açıldı. Semerkand yakınlarındaki Dimek denilen<br />

mahalde baba-oul arasında cereyan eden savata, Ulu<br />

Bey yenildi. Oluna güvenerek teslim olup Semerkand’a<br />

gelen bu ulu bilge, 27 Ekim 1449’da olunun tuttuu Abbas<br />

adında biri tarafından hunharca katledildi. Ondan altı<br />

ay sonra da baba kâtili Abdüllatîf öldürüldü.<br />

Ulu Bey’in ölümüyle birlikte Semerkand’ın ihtiâmlı günleri<br />

de son bulur. Ve garip biçimde bir daha eski görkemli<br />

günlerine ulaamaz.<br />

Bu, zîçlerin en güzeli ve doruya en yakın olanıdır. Mîrim<br />

diye mehur olan Mevlânâ Mahmûd ibn Muhammed, 904<br />

yılı Recep ayında “Düstûrü’l-Amel fi Tashîhi’l-Cedvel” adıyla<br />

bu esere yazdıı Farsça erhi, Sultan II. Bâyezîd’e takdîm<br />

etmitir. Ayrıca Mevlânâ Ali Kuçu da bu esere Farsça bir<br />

erh yazmıtır.” (Kâtip Çelebî, Kefü’z-Zunûn, II, 966)<br />

ıyâseddîn Çemîd el-Kâî’nin bildirdiine göre, o günlerde<br />

Semerkand’da Ulu Bey’in çevresinde 60-70 civarında<br />

bilim adamı, astronomi ve matematik bilgini çalımakta<br />

idi. (Aydın Sayılı, Ulu Bey ve Semerkand’daki ilim faaliyeti<br />

hakkında ıyâsüddîn-i Kâî’nin mektubu, 68, Ankara-1985)<br />

Khwaja Ebu Nasr Parsa Türbesi, Belh, Afganistan<br />

69


İBB Başkanı Kadir TOPBAŞ:<br />

Amacımız İstanbul’u<br />

Dünyanın Kültür ve Sanat<br />

Merkezi Haline Getirmek<br />

"Bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da İstanbul’un kültür-sanat altyapısını geliştirmek için<br />

birçok projeyi hayata geçirmeyi planlıyoruz. Çünkü amacımız 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’nin ötesinde<br />

İstanbul’u dünyada kültür ve sanatla her dönem anılan bir merkez haline getirmek. Bunun için<br />

öncelikle üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’un tarihi ve kültürel potansiyelini ayağa<br />

kaldırmak gerekmektedir."<br />

70


“Yol, kavak ve altyapı çalımalarımız biraz gecikebilir ve biz, bu gecikmeyi telafi edebiliriz. Ancak insanı ihmal edemeyiz;<br />

insanı ihmal etmenin telafisi mümkün deil.”<br />

Bir yandan mimar-ehir planlamacısı bilinciyle stanbul’u<br />

yeniden ekillendirirken bir yandan da sanat tarihçisi titizlii<br />

ile kentimize estetik deerler katan projelere imza<br />

atan stanbul Büyükehir Belediye Bakanımız Sayın Kadir<br />

Topba’ı, dergimizin sayfalarında aırlamanın mutluluunu<br />

yaıyoruz. Tüm samimiyetiyle sorularımızı yanıtlayan Bakanımızla,<br />

sosyal belediyecilik anlayıından kültür ve sanat<br />

yatırımlarına, 2010 Avrupa Kültür Bakentlii sürecinden stanbul<br />

ile ilgili gelecek hayallerine kadar hepimizi ilgilendiren<br />

pek çok konu üzerine konutuk. Çok youn mesaisi arasında<br />

bizleri kırmayarak vakit ayıran BB Bakanımız Sayın<br />

Topba’ a teekkürlerimizi iletirken sizleri de söyleimizle ba<br />

baa bırakıyoruz.<br />

Sayın Bakanım, klasik yerel yönetim hizmetleri anlamında<br />

stanbul’a sayılamayacak kadar çok katkı yaptınız.<br />

Bunların yanı sıra SMEK örneinde olduu gibi sosyal<br />

belediyecilik alanında da önemli çalımalarınız var.<br />

Sosyal belediyecilik anlayıınızı bize anlatabilir misiniz<br />

Dünya nüfusunun yarısından fazlasının kentlerde yaadı-<br />

ı ve bu oranın sürekli arttıı günümüzde klasik belediyecilik<br />

anlayıı ile sorunların çözülemeyecei açıktır. Bu<br />

sebeple kent yönetimleri, sosyal belediyecilik çalımalarına<br />

önem vermek zorundadırlar. Ülkemizde sosyal belediyeciliin<br />

tarihî ve kültürel derinlii bulunmaktadır. Bugün<br />

AK Parti olarak biz, bu anlayıı yeniden canlandırıyoruz.<br />

Bu tarihî ve kültürel derinliin ne olduunu anlamak için<br />

öncelikle Osmanlı’da kent yönetimin’in Batı’dan farklı bir<br />

geliim çizgisi izlediini görmek gerekiyor. Bizde belediye<br />

hizmetleri oldukça eski ve köklüdür. Vakıflar, kentlerin<br />

sorunlarının çözümünde hayatî önemde rol oynayan kurumlar<br />

olarak yüzyıllarca varlıklarını sürdürmülerdir. Loncalar<br />

ve esnaf tekilatları kent meselelerinin çözümünde<br />

önemli roller üstlenmilerdir. Bunlar, çarı-pazarın düzen<br />

ve prensiplerini, i ahlakını, yaptırımları belirleyen ve uygulayan<br />

kurululardı. Bu anlamda Darülaceze gibi, Darü-<br />

afaka gibi, Bezm-i Âlem Vakıf Gureba gibi müesseseler<br />

insana hizmetin bizdeki somut örnekleridirler.<br />

Bakınız, stanbul’un fethinin hemen ertesi günü Hızır Çelebi,<br />

Fatih tarafından bir belediye bakanı olarak kent yönetimine<br />

atanıyor. Hızır Çelebi, göreve baladıı andan itibaren,<br />

“nsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” düsturuna<br />

uygun bir hizmet anlayıını gelenek haline getiriyor. Bu tarihi<br />

olay, bizim kent ve belediyecilik konularına bakıımızın<br />

özünü tekil ediyor. Batı’da ise böyle bir anlayı bizden ancak<br />

4 yüzyıl sonra, bir baka ifade ile 19. yüzyılda ortaya çıkıyor.<br />

Yakın tarihimizde, özellikle de 1994 yılından balayarak,<br />

ülkemizde belediyeciliin sosyal boyutunun öne çıktı-<br />

ı bir döneme tanık oluyoruz. Bu dönemden itibaren tarih<br />

boyunca kentlerimizde derin medeniyet izleri bırakan, garip<br />

gurebanın elinden tutan, birlik ve beraberlik içinde toplum<br />

bilinci oluturmaya önem veren sosyal belediyecilik<br />

anlayıının yeniden canlandıını ve kurumsallatıını görüyoruz.<br />

Bugün stanbul Büyükehir Belediyesi çatısı altında<br />

her yıl yüz binlerce vatandaımıza hizmet veren Kadın Koordinasyon<br />

Merkezi, SMEK, SÖM, MSEM, SALIK A.., SPOR<br />

A.., Sosyal Tesislerimiz ve Köklerimiz gibi kurumlar; bu<br />

kurumsallamanın en somut, en canlı örnekleridir.<br />

Bir mimar ve sanat tarihçisi olmanız kent yönetim<br />

anlayıınızı nasıl etkiledi<br />

Üç büyük imparatorlua bakentlik yapmı, köklü bir<br />

tarihî ve kültürel mirasa sahip olan stanbul’un yeniden<br />

ayaa kaldırılması için bir mimar ve sanat tarihçisi hassasiyetine<br />

sahip olmak gerekmektedir. Geçmi dönemde<br />

bu hassasiyetlere sahip olunmadıı için kentin tarihi,<br />

topraa gömülmütür. Kentin tarihi ve kültürel açıdan<br />

en zengin bölgesinde Vatan, Millet Caddeleri açılırken tarihin<br />

üzerinden geçildi; Yenikapı-Florya sahil yolu yüzün-<br />

71


den kentin denizle ilikisine büyük bir darbe indirildi. Yüzyıllarca<br />

kentlilerin denizle bulutuu bu sahil, açılan yol<br />

ile bu özelliini kaybetti. Burada surlar nerdeyse yarı beline<br />

kadar topraa gömüldü. Kentin tarihi bölgeleri karayolu<br />

trafiine açıldı ve bunlardan dolayı tarihi eserler büyük<br />

zarar gördü. Daha birkaç yıl öncesine kadar Topkapı<br />

Sarayı’nın içine kadar turist otobüsleri giriyordu. Bu, oradaki<br />

tarihî dokuya büyük zarar veriyordu. Bir yandan orada<br />

turizmi gelitirmeye çalııyorken dier yandan da tarihi<br />

dokuya zarar veren bir uygulamayı sürdürüyorsunuz.<br />

te mimar ve sanat tarihçisi olmanın farkı burada ortaya<br />

çıkıyor. Biz bu gidie “dur” dedik ve oradaki otobüs trafiini<br />

dıarı çıkarttık; saraya yakıır bir çevre düzenlemesi<br />

yaptık. Bir mimar, ehir plancısı bilinciyle stanbul’u, gelecei<br />

de hesaba katarak, içinde bulunduu bölgeyle birlikte<br />

planladık. Bir sanat tarihçisi titizlii ile hem Haliç Metro<br />

Geçi Köprüsü örneinde olduu gibi kente estetik deer<br />

katan projeler hazırladık; hem de Taksim Maksemi’nde olduu<br />

gibi kentin atıl deerlerini gün yüzüne çıkararak, stanbulluların<br />

hizmetine sunduk.<br />

Belediye Bakanlıınız süresince stanbul’da yaptıınız<br />

kültür-sanat yatırımlarından kısaca bahsedebilir misiniz<br />

Göreve geldikten sonra stanbul’da yaptıımız kültür hamlesi<br />

kısaca özetlenemeyecek kadar geni bir konu. Bu sebeple<br />

ben çok kısa ve ana hatları ile konuyu anlataca-<br />

ım. Öncelikle stanbul’da kentsel tasarım ve anıtsal yapıları<br />

aydınlatma projeleri yaptık. Böylece kentin tarihi ve<br />

kültürel mirasını hem ortaya çıkardık, hem de 24 saat ziyaretçilerle<br />

buluabilir hale getirdik. u anda kentte 53’ü<br />

tamamlanan 28’i devam eden toplam 81 restorasyon çalıması<br />

bulunmakta. Yaptıımız arkeolojik kazılarda 8500<br />

yıl öncesine ait medeniyet izleri bulduk. Bu kazılar sırasında<br />

ortaya çıkan 21 batık gemi ve 15 bin adet envanter<br />

eseri bir müzede sergileyeceiz. Bu müzenin turistler kadar<br />

bilim adamlarının da ilgisini çekeceine inanıyorum.<br />

Kente sembol nitelikli iki kongre merkezi kazandırdık. Bunlar<br />

IMF ve Dünya Su Forumu gibi önemli uluslar arası organizasyonlara<br />

ev sahiplii yaptı. Bunlara ek olarak 18 kültür<br />

merkezi, 3 tiyatro binası ina ettik. Kültür merkezlerindeki<br />

koltuk sayısını 1420’den 20.529’a çıkardık. Yine stanbul’a<br />

kazandırdıımız dünyanın tek tam panoramik müzesi Panorama<br />

1453’ün, yabancı turistleri bir zaman tüneline sokacaına<br />

inanıyorum. Bunun gibi Müslüman bilim adamlarının<br />

medeniyet tarihine yaptıkları katkıları anlatan slam<br />

Bilim ve Teknoloji Müzesi, farklı kültürlerin birbirlerini<br />

tanımasına önemli katkılar salayan bir merkez. Taksim<br />

Maksemi’ni Cumhuriyet Sanat Galerisi’ne dönütürerek<br />

Beyolu’nun kültür –sanat fonksiyonunu daha da güçlendirdik.<br />

Daha çok okuyan ve bilgiye ulaabilen bir stanbul<br />

için 5’i gezici toplam 11 kütüphane ve biri gezici olmak<br />

üzere toplam 61 bilgi evi ile insanımıza hizmet ediyoruz.<br />

Ayrıca kente, stanbul ile özdelemi cam içilii ve ayakkabı<br />

imalatı ve içilii ile ilgili iki sokak kazandırıyoruz.<br />

Bunun gibi eski ahap stanbul evlerini restore ediyoruz.<br />

Dünya kentlerinden pek fazla örnei olmayan bu evlerle<br />

stanbul’un sembolü olacak mahalleler kurulacak.<br />

Dier yandan stanbul’u temsil etmek, kentin kültürüyle,<br />

sanatıyla daha geni çevrelerce algılanması ve ortak etkinlikler<br />

çerçevesinde bulumak amacıyla Brüksel’de “stanbul<br />

Merkezi” açtık. Bu merkez, 2010 Kültür Bakenti kapsamında<br />

AB’de yürütülecek faaliyet ve etkinlikleri destekleyecek.<br />

Sanat, SMEK gibi kurumlar sayesinde geni halk kitlelerinin<br />

uraısı haline geldi. Bu gelimeleri nasıl deerlendiriyorsunuz<br />

Gerçekten de Sayın Babakanımızın kurduu SMEK’in çalımaları<br />

sayesinde toplum hem yeni sanatçılar kazandı<br />

hem de geni kitleler, sanat dalları hakkında bilgilerini<br />

artırarak iyi birer sanatsever haline geldiler. Çünkü biz<br />

unun bilincindeyiz; yol, kavak ve altyapı çalımalarımız<br />

biraz gecikebilir ve biz, bu gecikmeyi telafi edebiliriz. Ancak<br />

insanı ihmal edemeyiz; insanı ihmal etmenin telafisi<br />

mümkün deil. Bundan dolayı sosyal politikalara, yani insana<br />

yatırım anlamına gelen hizmetlere büyük önem ve-<br />

Hayalimdeki stanbul; çarpık<br />

kentleme ve ulaım problemini<br />

çözmü, yılda en az 20 milyon turist<br />

çeken, finans, turizm, ticaret, kültür<br />

ve sanat merkezi olarak dünyanın<br />

önde gelen kentleri arasında yerini<br />

almı bir kent.


iyoruz. Moda tasarımından ahap boyamacılıına, müzikten<br />

minyatüre birçok sanat dalının eitimini veren SMEK<br />

örneinde gördüümüz gibi bu çalımalarımızın neticelerini<br />

de alıyoruz. Çünkü insanımız çok yetenekli ve elinden<br />

tutulduunda büyük baarılara imza atabiliyor. Geçti-<br />

imiz yıl Missoni, Salvatore Ferragamo, Vivienne Westwood,<br />

Roberto Cavalli ve Gianfranco Ferre'nin de aralarında<br />

bulunduu moda dünyasının devleri stanbul’da bulutu<br />

ve SMEK örencileri de burada kendi tasarımlarını sergiledi.<br />

Böyle bir platform insanımızın kendisini göstermesi için<br />

önemli bir ortamdır. Bunun gibi sergi salonlarımızda SMEK<br />

örencilerine, düzenli olarak, sanatlarını insanlarla paylama<br />

olanaı salıyoruz ve bu sergiler geni kitleler tarafından<br />

büyük ilgi görüyor. Bunlar önemli adımlardır. Artık bir<br />

halk üniversitesi haline gelen SMEK, örnek bir kurum olmaya<br />

balamıtır.<br />

Sayın Bakanım; 2010 Avrupa Kültür Bakenti,<br />

stanbul’a ne kazandıracak<br />

stanbul, bir kültür bakenti olarak tüm dünyada kültürsanat<br />

ile anılacak. Kent, sadece tarihi birikimi ile deil, kültür<br />

sanat etkinlikleri ile de uluslararası arenada gündeme<br />

gelecek. Böylece daha çok turist, stanbul’da daha uzun<br />

süre konaklayacak. Bu farklı kültürlerin birbirini tanımasının<br />

yanında stanbul’daki çeitli ticari faaliyet kollarında<br />

daha fazla gelir elde etmesini salayacaktır. Bu durumun<br />

sonucu olarak da stanbul, ekonomik anlamda turizm hareketliliinden<br />

daha fazla yararlanabilecek ve yeni istihdam<br />

alanları açılacaktır. Bu balamda stanbul’da konaklama<br />

sektörü de hızla gelimektedir. Bunun gibi konuklarımızı<br />

daha iyi aırlamak için özel sektörü, kentin konaklama<br />

tesislerini artırması için destekliyoruz. u anda mevcut<br />

kapasiteye 37 bin yatak ilave edecek 190 otelin yatırımı<br />

sürüyor. Dolayısıyla kültür- sanat alanında olduu kadar<br />

ekonomik alanda da stanbul’un dünya üzerindeki konumu<br />

güçlenecektir.<br />

stanbul’un kültürel ve sanatsal altyapısının gelitirilmesi<br />

için bundan sonra ne gibi planlarınız var<br />

Bugüne kadar olduu gibi bugünden sonra da stanbul’un<br />

kültür-sanat altyapısını gelitirmek için birçok projeyi hayata<br />

geçirmeyi planlıyoruz. Çünkü amacımız 2010 Avrupa<br />

Kültür Bakentlii’nin ötesinde stanbul’u dünyada kültür<br />

ve sanatla her dönem anılan bir merkez haline getirmek.<br />

Bunun için öncelikle üç büyük imparatorlua bakentlik<br />

yapmı stanbul’un tarihi ve kültürel potansiyelini ayaa<br />

kaldırmak gerekmektedir. Bugüne kadar birçok eseri restore<br />

edip, yeni fonksiyonları ile birlikte kente kazandırdık.<br />

Fakat zamanında gerekli ihtimam gösterilmediinden hâlâ<br />

kente kazandırmamız gereken Anemas Zindanları, erefiye<br />

Sarnıcı, Ali Paa Sarayı, Okçular Tekkesi gibi birçok eser<br />

mevcut. Bu sebeple bu dönemde bu yapıların restorasyonuna<br />

devam edeceiz. Aynı zamanda yeni restorasyon<br />

çalımalarına da balayacaız. Örnein Tophane-i Amire<br />

Binası’nın yan tarafındaki Eski Usta Mektebi’ni sanat galerisine<br />

dönütüreceiz. Yine ihane’deki eski THY binası<br />

büyük bir sahne haline getirilecek. Rami Kılası ehir<br />

Müzesi ve Kent Kütüphanesi, Sirkeci Garı ise sanat galerisi<br />

olacak. Bunlara ek olarak Tepebaı’ndaki TRT binasının<br />

yerine Dram Tiyatrosu’nun da içinde yer alacaı bir kültür<br />

merkezi yapılacak. Böylece zaten kültür-sanat anlamında<br />

öne çıkan Taksim – Beyolu bölgesinin konumu güçlenecek.<br />

Harem’e yapacaımız opera binasının ise stanbul’un<br />

"Artık bir halk üniversitesi haline gelen SMEK, örnek bir<br />

kurum olmaya balamıtır... Sayın Babakanımızın kurduu<br />

SMEK’in çalımaları sayesinde toplum hem yeni<br />

sanatçılar kazandı hem de geni kitleler, sanat dalları<br />

hakkında bilgilerini artırarak iyi birer sanatsever haline<br />

geldiler... Moda tasarımından ahap boyamacılıına,<br />

müzikten minyatüre birçok sanat dalının eitimini veren<br />

SMEK örneinde gördüümüz gibi bu çalımalarımızın<br />

neticelerini de alıyoruz. Çünkü insanımız çok yetenekli ve<br />

elinden tutulduunda büyük baarılara imza atabiliyor."<br />

sembol yapılarından biri olmasını öngörüyoruz. Bunlara<br />

ek olarak Marmaray Projesi ile Taksim-Yenikapı metro<br />

projesini birletiren Yenikapı stasyonu müzeye dönütürülecek.<br />

Müzede, metro ve Marmaray kazılarından çıkan<br />

tarihi eserler sergilenecek. Ayrıca stanbul’a Haliç’te<br />

yeni bir kültür vadisi kazandırıyoruz. Bugüne kadar Rahmi<br />

Koç Müzesi’nden Feshane’ye kadar yapılan kültür merkezlerine<br />

yenilerini ekleyerek, vadinin konumunu güçlendireceiz.<br />

Bu amaca ulamak için planlarımıza Haliç<br />

Tersaneleri’nin müzeye dönütürülmesi, Eyüp – Sütlüce<br />

arasına Leonardo da Vinci yaya köprüsü yapılması gibi<br />

projeleri dâhil ettik. Bunların yanı sıra Florya’daki dev akvaryumu,<br />

stanbul’un bir kültür ve turizm merkezi olma<br />

misyonuna uygun olarak yepyeni bir projeye dönütürdük.<br />

120 milyon TL tutarındaki Florya Akvaryumu bu yıl<br />

içinde hizmete alınacak. Tarihi evlerin onarımı konusunda<br />

insanları yıllarca süründüren bürokrasiyi ortadan kaldırdık.<br />

Artık 2 hafta gibi kısa bir sürede bu onarım iznini<br />

belediyemizden alınabilir hale getirdik. Bu durum, kamunun<br />

yanı sıra giriimcilerin de stanbul’un restorasyonuna<br />

dâhil olmasını salayacaktır.<br />

stanbul aıı bir insan olarak hayalinizdeki stanbul’u<br />

kısaca özetler misiniz<br />

Hayalimdeki stanbul; çarpık kentleme ve ulaım problemini<br />

çözmü, yılda en az 20 milyon turist çeken, finans,<br />

turizm, ticaret, kültür ve sanat merkezi olarak dünyanın<br />

önde gelen kentleri arasında yerini almı bir kent.<br />

73


Demir Mifer, yalıboya<br />

Hatlı Çini Vazo, yalıboya<br />

Fırçasıyla Tarihe<br />

Hayat Veren Ressam<br />

Zehra KESİCİ<br />

Ressam Metin Asağ, saray ve müzelerdeki eserleri renk, desen ve form özellikleri bakımından resimlerine bire<br />

bir yansıtıyor. Sanatçının bu eserlerinden oluşan “Türkiye ve Harikaları” adlı koleksiyonu, sanat çevrelerince büyük<br />

beğeni kazanıyor.<br />

Ressam Metin Asa, saray ve müzelerdeki eserleri; renk,<br />

desen ve form özellikleri bakımından bire bir yansıttı-<br />

ı tablolardan oluan bir koleksiyon hazırladı. Asa’ın<br />

oluturduu esiz koleksiyon, Türklerin, Çin’in batısından<br />

Balkanlar’a kadar uzanan corafyada “Bin Yıllık Yolculu-<br />

u” boyunca edindii ve stanbul’dan Avrupa’ya, oradan<br />

da daha ötelere yayılan kültürel ve sanatsal birikimini<br />

gözler önüne seriyor. Geni bir dönemi kapsayacak ekilde<br />

Türk tarihi ve kültürüne ilikin izler taıyan bu zengin<br />

içerikli koleksiyon, aynı zamanda slam kültürünü de yansıtacak<br />

bir nitelik taıyor.<br />

Sanatçının usta fırçasından çıkan eserleri arasında,<br />

Ayasofya’da 16. yüzyılın izlerini taıyan çalımalar, Bizans<br />

dönemi öncesi ve sonrası mozaikleri, Selçuklu döneminden<br />

günümüze kadar uzanan çok iyi tasarlanmı desen<br />

ve çiniler, el yazması eserler, mifer örnekleri, bazı Osmanlı<br />

sultanlarının portreleri, Napolyon’un Mısır seferinin<br />

yeniden yorumlandıı tablo, 1856’da Ruslara karı Kırım<br />

üçlü ittifakının (Fransa, Osmanlı ve Birleik Krallık) anlatıldıı<br />

büyük ebat çalımalar, Osmanlı dönemine ait tılsımlı<br />

gömlekler, seccadeler, kaftanlar, hat eserler, ibrik ve marapalar,<br />

kalkanlar, at alınlıkları ve turalar ile II. Philip, Zeugma<br />

ve Büyük skender ile Kraliçe Teodora’nın mozaikleri<br />

yer alıyor. Asa’ın deforme edilmi figürler ve eskitilmi<br />

yüzeylerle oluturduu özgün yorumları arasında da birbirinden<br />

deerli eser örnekleri bulunuyor.<br />

74


Ressam Metin Asa, Türklerin Anadolu'ya gelileriyle<br />

balayan bin yıllık yolculuun izlerinin görülebilece-<br />

i bu özel koleksiyonun hayli uzun ve youn bir çalıma<br />

sürecinin eseri olduunu belirtiyor. Asa, “Topkapı<br />

Sarayı, Askeri Müze, Çinili Kök, Türk ve slam Eserleri<br />

Müzesi’nin en önemli koleksiyon parçalarını renk, desen<br />

ve form özelliklerini birebir yansıtmaya çalıtıım eserlerim,<br />

ait oldukları dönemin kültürüyle ilgili önemli ipuçları<br />

vermeleri açısından da dikkatleri üzerine çekti. Resimlerimin<br />

orijinallerine uygun olması, benim için büyük<br />

önem taıyordu ve bunu baarmı olmanın mutluluunu<br />

yaıyorum” diyor.<br />

Sanatçı, otuzu büyük, onu küçük olmak üzere asıllarını<br />

aratmayan bir göz alıcılıa sahip kırk tablosunun yer aldıı<br />

ve “Türkiye’nin Harikaları” adını verdii bu muhte-<br />

em koleksiyonu ile Fransa’da düzenlenen Türkiye Mevsimi<br />

etkinlikleri çerçevesinde bir de sergi açmı. Sanat<br />

çevrelerince “olaanüstü” eklinde övgüler alan `Les<br />

Turkomanies de Metin Asag` adlı sergideki birbirinden<br />

ilginç tablolar için sergiyi gezenler, “Bütün bunlar, muhteem<br />

zenginlii ve çeitlilii ile aynı dönemde yaamı<br />

farklı kültürleri, bütün mesafelere ramen sanatın ortak<br />

paydasında buluturuyor” yorumunu yapıyor.<br />

Hazırladıı koleksiyon ile sanat çevrelerinin dikkatini<br />

çekmeyi baaran Asa’ın tabloları için sanat tarihçisi<br />

Prof. Dr. Marc Soleranski, “Sanatçının eserlerinde tarih<br />

adeta kendi atmosferinde, önümüzde duruyor gibi” diyerek<br />

beenisini yansıtıyor.<br />

Üçlü ttifak, yalıboya<br />

Farklı kültürleri ve medeniyetleri olaanüstü bir ekilde<br />

harmanlayarak eserlerinde yansıtan Metin Asa’ın<br />

en çok dikkat çeken eseriyse son 30 yıldır Fransa’da<br />

hiçbir sanatçı tarafından yapılmayan Napolyon’a ait bir<br />

tablo. Metin Asa, bu eseri ile ilgili olarak, “Napolyon’un<br />

Mısır seferini yorumladıım çalıma bir hayli ilgi çekti.<br />

Bu tablo ile karılaan kimi sanat tarihçileri bana,<br />

‘Bu eseriniz, Türkiye’nin Avrupa Birlii’ne girmesi yolunda<br />

Türkiye’den Fransa’ya bir jest mi’ eklinde sorular<br />

yöneltiyor. Bu durum beni hayli aırtıyor.” eklinde<br />

konuuyor.<br />

Anadolu’nun zengin tarihini ve topraklarında ev sahipli-<br />

i yaptıı birçok uygarlıı eserlerinde ilemesiyle Fransız<br />

sanatseverlerin ilgi odaı olmayı baaran ressam<br />

Asa, Paris Belediyesi Sergi Salonu ve Espace Pierre Cardin<br />

Sergi Salonları'ndan da sergi açması yönünde dei-<br />

Çintemani Kaftan, yalıboya<br />

Laleli Kaftan, yalıboya<br />

75


ik teklifler aldıını ve bu teklifleri deerlendireceini<br />

dile getiriyor.<br />

Metin Asa, 2010 yılının Eylül ayında balaması planlanan<br />

yeni projesini de paylaıyor bizlerle. Asa, “Türkiye<br />

Yüzer Sergisi” adlı proje kapsamında içerisinde eserlerimden<br />

oluan serginin bulunduu gemi ile sveç’ten hareket<br />

ederek 17 Avrupa ülkesini gezerek stanbul’a ula-<br />

acaız. Böylece sanat yolu ile ülkemizin tanıtımına da<br />

katkı salamı olacaız” diyor.<br />

Ressam Metin Asa Kimdir<br />

Muhteem Süleyman Kaftan, yalıboya<br />

1973 Muradiye doumlu olan sanatçı, Öretmen Lisesi’ni<br />

bitirdikten sonra 1990 yılında ODTÜ Felsefe Bölümü’ne<br />

girdi.1996’da Uluda Üniversitesi Kamu Yönetimi, ardından<br />

da Anadolu Üniversitesi Mahalli dareler Yönetimi ve<br />

Maliye Bölümleri’ni bitirdi. Newport Üniversitesi letme<br />

master tezini verdi.<br />

At Alınlıı, yalıboya<br />

Küçük yalarda baladıı resim çalımalarını 1994 yılından<br />

beri profesyonel olarak sürdüren sanatçı, 1994-<br />

2009 yılları arasında birçok proje üzerinde çalıtı. Sanatçı,<br />

geçmi farklı uygarlıklar ve yaanan corafyada;<br />

desen, hat, tezhip, çini, minyatür, mozaik ve eskitme<br />

sanatları üzerine özgün çalımalar gerçekletirdi. Türk<br />

resminin en önemli genç isimlerinden biri olan Asa,<br />

bugüne kadar üniversiteler, özel kurulular, Uluslararası<br />

Bursa Festivali, Mersin Devlet Güzel Sanatlar Galerisi,<br />

Cemal Reit Rey Konser Salonu fuayeleri, Ayasofya Müzesi<br />

(ana mekan), Türk ve slam Eserleri Müzesi, brahim<br />

Paa Sarayı’nda sergiler açtı. Sergileri büyük kitleler tarafından<br />

beeniyle izlenen sanatçının tabloları, yurt içi<br />

ve yurt dıında bazı Avrupa ülkelerinde, talya, Yunanistan,<br />

ngiltere, Fransa, Amerika Birleik Devletleri, Hindistan,<br />

Yeni Zelanda, Rusya ve Kanada’da özel koleksiyon<br />

ve galerilerde yer alıyor.<br />

Eserleri, dünyada bazı özel koleksiyon ve müzelere giren<br />

Metin Asa’ın 2007’de Türkiye’yi sanat aracılıı ile<br />

tanıtma çerçevesinde Ayasofya Müzesi’nde açtıı “Üç<br />

Dönem Ayasofya” adlı resim sergisini 25 günde 262<br />

bine yakın kii ziyaret etti. Asa, Türkiye’de ilk defa bu<br />

kadar kısa bir sürede en çok ziyaretçiyi aırlayarak en<br />

dikkat çeken sanat etkinliini gerçekletiren isim oldu.<br />

Asa, Fransa’da düzenlenen 2009 yılı Türkiye Mevsimi<br />

etkinlikleri çerçevesinde, hazırladıı özel koleksiyon ile<br />

2000 proje arasından sıyrılarak söz konusu etkinlik çerçevesinde<br />

Paris’te açtıı sergiyle de dikkatleri üzerine<br />

çekmeyi baardı. Hayalinde yine bu corafyanın renklerinden<br />

biriktirdii pek çok büyük proje bulunan Asa,<br />

önümüzdeki yıllarda, yine çok konuulacak sergilerin<br />

art arda geleceini söylüyor.<br />

76


Tokat Yazmalarına<br />

Kanadalı Gelin <strong>El</strong>i Değdi<br />

Hanife ÖZTEN<br />

Anadolu’da bundan tam 600 yıl önce bir halk sanatı olarak ortaya çıkan fakat günümüzde birkaç eski ustasının<br />

kaldığı yazmacılık sanatı için Kanadalı gelin ışık oldu. Bundan tam 43 yıl önce sevdiği erkeğin aşkı uğruna ülkesini<br />

terk ederek Türkiye’ye gelen Hughette Eyüboğlu, kayınpederi Bedri Rahmi ve eşi Mehmet Eyüboğlu’nun<br />

izinden giderek hayatını yazmacılık sanatının yeniden hayat bulması için adadı.<br />

Yazmacılık denilince ilk akla gelen ilimiz Tokat’tır. Bu sanatın<br />

baarıyla uygulanarak en güzel örneklerinin verildi-<br />

i Tokat için ünlü gezgin Evliya Çelebi, “Beyaz pembe bezi<br />

Diyar-ı Lahor’da yapılmaz. Güya altın gibi mücelladır. Kalemkar<br />

basma yüzü, münakka perdeleri gayet memduh<br />

olur” diyerek bu ilimizden övgüyle söz eder. Tokat’a has<br />

ve Tokat’ı anlatan, inanılmaz güzellikteki renk uyumlarıyla<br />

karakteristik bitki ve meyve motifleri, yüzlerce yıl boyunca<br />

maharetli ellerce aktarılmı kumalara. Ancak ne<br />

var ki çou el sanatımız gibi yazmacılık da zamana yenik<br />

dümü ve bu sanat günümüzde Tokat’ta sadece birkaç<br />

eski usta tarafından uygulanır olmutur. Buna karın<br />

stanbul’da yaayan Eyübolu ailesi yazmacılık sanatına<br />

sahip çıkmı ve bu sanatı yaatmak için çeitli çalımalar<br />

balatmıtır. Yazmacılıın, air, yazar ve ressam olarak tanıdıımız<br />

ve sanatın daha pek çok dalıyla ilgilenmi Bedri<br />

Rahmi Eyübolu ile balayan, ardından olu Mehmet Eyübolu<br />

ile devam eden ve onun vefatının ardından da ei<br />

Hughette Eyübolu’nun çabalarıyla sürdürülen stanbul serüvenini<br />

Kanadalı gelin Hughette Eyübolu’ndan dinledik.<br />

Bugün Tokat yazmacılıına sahip çıkarak bu sanatın unutulmaması<br />

için üstün gayretler sarf eden Hughette Hanım,<br />

bir Kanadalı. Henüz genç bir kızken Fransız mecmuasına<br />

kartpostal ve pul koleksiyonlarıyla ilgili gönderdii arkadalık<br />

mektubuna 750 cevap alan Hughette Hanım’ın ilgisini<br />

Türkiye’den gelen tek mektup olan Mehmet Eyübolu’nun<br />

mektubu çeker. Bu gizemli ülkeye karı olan merakının da<br />

etkisiyle balayan mektup arkadalıı zamanla yerini farklı<br />

duygulara bırakır ve sonunda Mehmet Eyübolu soluu<br />

Kanada’da alır. Birçok engeli aan iki genç nihayet evlenir<br />

ve bir süre ABD’de yaadıktan sonra 1966 yılında Türkiye’ye<br />

gelirler. Farmakolog olan Hughette Hanım bir hastanede,<br />

Mehmet Bey ise bir ilaç firmasında çalımaya balar.<br />

Bu arada sanatçı Bedri Rahmi Eyübolu ise Fransa’daki<br />

bir müzede Afrika sanatına dair görüp etkilendii sergiden<br />

hareketle, güzel ve faydalı bir sanata yönelmek ister.<br />

Kendi ülkesinin elilerine yönelen Bedri Rahmi Eyübolu,<br />

“Resimlerim her eve girmeli” isteinden yola çıkarak yaptıı<br />

resim çalımalarını çoaltmak üzere yazmacılık sana-<br />

77


tını kullanmaya balar. Geleneksel motifler yerine deniz<br />

kızı, köylü kadını gibi daha sade motifler kullanmayı tercih<br />

eden Bedri Rahmi Eyibolu, stanbul’da yaayan eski<br />

kalıp ustalarını bularak kendi motiflerinin kalıbını yaptırır.<br />

Bedri Rahmi Eyübolu’nun bu giriimleri yazmacılık sanatında<br />

yeni bir ufuk açarken, motifleri de çok cüzi fiyatlara<br />

evlere girmeye balar. Bedri Rahmi Eyübolu bir yandan<br />

da akademideki örencilerine yazmacılık sanatı dersleri<br />

verir ve o güne kadar hiç uygulanmayan bir ey yaparak<br />

bu sanatı kullanarak yeni yıl kartları hazırlatır. Kazanılan<br />

parayla da atölye için malzemeler tedarik edilir.<br />

Bu gelenek, Bedri Rahmi Eyübolu vefat edinceye kadar<br />

sürdürülür.<br />

Ancak Bedri Rahmi Eyübolu, zamanla baka uralara<br />

dalar ve yazma kalıpları da ei Eren Hanım ile birlikte<br />

yaadıkları evin bodrumuna kaldırılır. Bedri Rahmi<br />

Eyübol’nun 1975 yılında vefatının ardından annesini yalnız<br />

bırakmak istemeyen Mehmet Eyübolu ailesiyle birlikte,<br />

anne ve babasına ait olan Kalamı’taki 4 katlı eve<br />

yerleerek burada yaamaya balar.<br />

Aslında Eyübolu ailesine ait bu binaya ev demek biraz<br />

haksızlık oluyor. Çünkü bu mekan, evden ziyade bir müzeyi<br />

andırıyor. Mimar Turgut Cansever’in imzasını taıyan<br />

binanın daha bahçesine girer girmez farklı bir mekan<br />

olduunu anlıyorsunuz. Sizi ilk karılayan, kuruyup<br />

havalanması için iplere asılmı renk renk, motif motif<br />

yazmalar oluyor. Yerlerdeki mozaik talar ve duvarları<br />

süsleyen resimler de cabası. Henüz bu ortamın akınlıını<br />

üzerinizden atamadan u anda Hughette Hanım’ın<br />

yaamını sürdürdüü binaya girer girmez ikinci bir ok<br />

yaıyorsunuz. Ne yöne bakacaınızı aırtan bu salon<br />

Türkiye’nin dört bir yanından gelen bakır kaplar, el dokuması<br />

halı ve kilimler, testiler, dibekler, çiniler, seramikler,<br />

el yapımı müzik aletleri, tablolar, kitaplar, yazma baskılı<br />

rengârenk örtülerle dolu. Yalnızca salon deil, Bedri Rahmi<br />

Eyübolu’nun yatak odası ve çalıma odası olarak kullandıı<br />

ve hatta yataının ve çalıma masasının muhafaza<br />

edildii ikinci kat ve üçüncü kat da adeta birer müze.<br />

Bu olaanüstü evde yaamaya balayan Mehmet ve Hughette<br />

Eyübolu, Bedri Rahmi Eyübolu’nun bıraktıı zengin<br />

kültürel mirasa sahip çıkarak eserleriyle ilgili çalımaları yürütürler.<br />

1977 yılına gelindiinde, binanın bodrum katını su<br />

basar ve bu olayla birlikte yazma kalıpları da gün yüzüne<br />

çıkar. Mehmet Bey, bu olayı ilahi bir mesaj olarak görerek<br />

yazmacılık sanatına babasının bıraktıı yerden yeniden<br />

balar. 20 kalıpla çalımanın sınırlayıcı olduunu gören<br />

Mehmet Eyübolu, yeni kalıplar yaptırmak için motifler seçerek<br />

eski bir kalıp ustasının atölyesine gider. Ancak usta<br />

vefat ettii için kalıpları yaptıramaz. Bir çözüm yolu arayı-<br />

ına giren Mehmet Bey, tahta malzemenin ve içiliin çok<br />

pahalı olduunu da göz önünde bulundurarak yeni bir me-<br />

78


tot gelitirmeye karar verir. Nihayet Mehmet Bey, yumu-<br />

aklıı dolayısıyla kolay ilenebilir ve hafif bir malzeme olan<br />

santrafordan kalıp yapmaya balar. Bu, yazmacılık sanatında<br />

babasının ardından ikinci bir ufuk açar. Straforla motifler<br />

istenildii kadar büyük ebatlarda çalıılabilmektedir.<br />

Hughette Hanım, ei Mehmet Bey’in 1977 yılında baladı-<br />

ı yazmacılık sanatının geliimi için ömrünün sonuna kadar<br />

büyük bir gayret ve azimle çalıtıını ve onun vefatının<br />

ardından kendisinin de atölyeyi kapatmayarak kayınpederinin<br />

ve einin izinden giderek bu sanatın yaatılması için<br />

çalımaları sürdürdüünü belirtiyor. Evlerinin bahçesinde<br />

bulunan atölyedeki çalımalara ara vermeden devam ettiklerini<br />

belirten Hughette Hanım, her ne kadar Eyübolu<br />

ailesi yazmacılıa farklı bir boyut kazandırsa da bu iin temelinde<br />

Tokat yazmacılıı olduunu vurguluyor. Hughette<br />

Hanım, “Eyübolu ailesinin atölyesi Mavi Kaplumbaa<br />

adıyla 1950’li yıllardan beri ürün veriyor ve tarzımız tanınıyor.<br />

Bununla birlikte Tokat yazmacılıının bir gelenei var<br />

ve bu çok önemli. Bir sanat baarılı olmak istiyorsa çözümü<br />

kendi köklerinde aramalı. O nedenle Tokat yazmacılıının<br />

yeniden diriltilmesi için var gücümle çalııyorum” diyor.<br />

Geçtiimiz Haziran ayında Mavi Kaplumbaa yazmacılık<br />

atölyesi olarak 6 kiilik ekiple Tokat’a giderek yazmacılık<br />

sanatının içinde bulunduu durumu bizzat gözlemlediklerini<br />

dile getiren Hughette Hanım, ”Eim Mehmet Eyübolu,<br />

‘Ustalara Saygı’ adıyla bir seri hazırlamak istiyordu. Ben de<br />

onun ölümünün ardından Tokat yazmalarını basmak için<br />

önce bu ehri tanımam gerektiini düündüm. Fakat ne<br />

yazık ki ehirde yazmacılıkla ilgili bir müze ya da ulaabileceimiz<br />

bir kaynak bulamadık. Üzülerek gördük ki 600<br />

yıllık bir gelenek yok olmak üzere. Sadece birkaç eski yazma<br />

ustasına ulaabildik. Sa olsunlar bize çok itibar gösterdiler.<br />

Onlarla yaptıımız konumalar neticesinde yazmacılık<br />

sanatıyla ilgili ne kadar önemli malzeme ve bilgi<br />

birikimine sahip olduklarını gördük” eklinde konuuyor.<br />

Tokat’tan döndükten sonra bütün yaz, “Yazmacılık sanatının<br />

yok olmaması için ne yapabilirim” diye düündüünü<br />

anlatan Hughette Hanım, “Tokat’ta tanıtıımız yazma<br />

ustası Hüseyin Er’i, stanbul’a bizim atölyemize davet ettim.<br />

Hüseyin Bey bildii teknikleri bizlere aktarırken sanatını<br />

tam manasıyla yapamamanın üzüntüsü içerisinde olduunu<br />

dile getirdi. Kendisiyle yaptıımız sohbetler sonucunda<br />

birlikte hareket ederek bir proje gelitirdik. Hedefimiz<br />

Tokat’ta bir müze kurarak yazmacılık sanatıyla ilgili<br />

bir ariv oluturabilmek. Eski ustaların hayat hikayelerine<br />

ve fotoraflarına ulaarak bunları da ariv kayıtlarına<br />

geçirmek istiyoruz. Ayrıca yazma desenlerini ve öykülerini<br />

belgelemeye çalıacaız. Tokat’taki mehur Yazmacılar<br />

Hanı’nın yeniden canlanması için de giriimlerde bulunacaız.<br />

600 yıllık bu sanat kaybolmamalı” diyor.<br />

<strong>El</strong> sanatlarımızın yitip gitmemesi için devletin de üzerine<br />

görevler dütüünü hatırlatan Hughette Hanım,<br />

“Çou sanatlar gibi yazmacılık sanatının da zamana yenik<br />

düerek yok olma tehlikesiyle karı karıya olmasının<br />

en önemli nedenlerinden biri, ustaların sanatlarıyla<br />

hayatlarını kazanamaması. Bir sanatçının hem üretip<br />

hem de ürettiini satması çok zor. Ustalar rahat üretim<br />

yapabilmeli ve maddi kazanç salayabilmeleri için<br />

devlet onlara yer göstermeli. Türkiye’de, dünyanın hiçbir<br />

ülkesinde olmadıı kadar çok el sanatı var. Kültürel<br />

zenginlik ve çeitlilik için bu sanatlara sahip çıkılmalı.<br />

Bu noktada devletimiz de üstüne ne düüyorsa yapmalı”<br />

eklinde konuuyor.<br />

Hughette Hanım, sözlerini u cümlelerle noktalıyor.<br />

“Yazmanın yolu Tokat’tan geçer. Eer geleneksel yazmacılık<br />

ölürse bizim yaptıımız yazmacılıın da bir anlamı<br />

kalmaz. Bu nedenle kalan ömrümü bu ie adadım.<br />

Yazmacılıın yaatılması için balattıımız projenin ba-<br />

arıya ulaması için elimizden geleni yapacaız.”<br />

79


Seoul’deki Bongwonsa Budist Mabedi'nde parlak renkler ve zengin dekorla süslenmi bir binanın detayı<br />

Sanatın Birleştirici Gücü<br />

Prof. Dr. İlhan ÖZKEÇECİ* - Şule Bilge ÖZKEÇECİ**<br />

Tûti-i mucize gûyem, ne desem lâf değil,<br />

Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil,<br />

Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana,<br />

Ehl-i dil birbirin bilmemek insâf değil...<br />

Nef'i<br />

Medeniyetlerin kurulmasına, kültürlerin yeşerip kökleşmesine katkı sağlayan en temel unsurlardan biri hiç kuşkusuz<br />

sanattır. Dünya tarihine baktığımızda insanoğlunun ilk dönemlerinden bu yana devam eden sanatsal üretim,<br />

zaman içinde farklı dönemeçlerden geçse de insan için hâlâ ön sıradaki yerini korumaktadır.<br />

Sanat, toplum hayatında hazlara hitap eden estetik boyutunun<br />

ötesinde iletiim, eitim açısından ve kültürel yönden<br />

çok önemli ilevler yüklenir. Tümüyle birbiriyle balantılı<br />

olan bu ilevleriyle birlikte sanatın iletiim gücü dilin<br />

bütün kısıtlamalarını ve sınırlamalarını aar. Aristo’nun<br />

"tutkulardan arınma" olarak gördüü sanat insanın iç<br />

dünyasına girer, hatta insanların psikolojik sıkıntılarının<br />

çözümüne katkı salar. Bu anlamda sanat eseri vermek,<br />

iletiimsel, yönlendirici, ilmi, ahlaki birçok yönüyle toplumu<br />

dile getirmek demektir. Dolayısıyla deerli bir sanat<br />

eseri vermek isteyen sanatçı için sadece yetenekli olmak<br />

veya mutlu bir esin yeterli deildir. Sanatçı emeini esirgemeden<br />

yaadıı çaı aratırmak ve toplumunun kültürünü<br />

tanımak, bilgilerle kuanmak zorundadır. Hayatı bütünü<br />

ile kavramadan, tabiat ve toplum kanunlarını bilmeden<br />

büyük eserler vermesi, hele hele evrensel bir beeniye<br />

ulaması mümkün deildir. Asla toplumdan uzak kalma<br />

ve sınırsız bir istem özgürlüü olmayan sanatçı, uurlu<br />

bir çaba ile aynı hayattaki gibi dengeli bir uyum elde edebilmek<br />

için aktif ve enerjik olmalıdır.<br />

80


Seoul’deki Bongwonsa Budist Mabedi'nde sergilenen Hete heykeli<br />

Bu anlayıla üretilen büyük sanat eserlerinin sanatçısı ile<br />

binlerce insan arasında gizli bir ibirlii, bir yakınlama, bir<br />

iletiim, bir anlama vardır. Eser ne kadar iyi olursa, bu görünmez<br />

ba o kadar güçlenir. Sanatçı bu eseriyle insan ruhunu<br />

onun ortak deerlerini o kadar iyi yansıtmı demektir.<br />

Bu nedenle her büyük eser yalnız bir kiinin deil, bütün bir<br />

toplumun dehasını, deerlerini, anlayıını kısaca kültürünü<br />

yansıtmı olur. Böylesi eserler verebilmek için milli ve kültürel<br />

unsurlarla beslenen sanatçının yarıı ancak kendi ile olur.<br />

Sanatın bu temel ilkeleri çerçevesinde bugünün dünyasında<br />

genel olarak sanat çevrelerine bir göz atarsak Türk sanatı<br />

açısından günümüz platformunun oldukça hareketli<br />

ve karmaık görüntüler sergiledii görülür. Doru bir analiz<br />

yapabilmek için konuya bugünün objektifini takarak ama<br />

medya ve iletiim araçlarının kuatmasından kurtularak<br />

bakabilmeliyiz. Gerek teorik ve tarihi bilgilerin gelitirilmesinde,<br />

gerekse geni ve ufuklu bir perspektiften bakan derin<br />

görülü çabalara ihtiyacımız vardır. Sanatçının asıl yalın<br />

olarak kendi içimize bakabilmesi gerekir, ancak bu ekilde<br />

hayata ve sanata yeni ve deerli yorumlar katabilir.<br />

Bu noktada bir sanatçı için dönem dönem kendini yenileyen<br />

ve zengin bir çeitlilik arz eden, harcamayla bitmeyecek<br />

bereketli kültür ve sanat mirasımızın birikimi; vazgeçilemez<br />

mükemmel bir esin kaynaıdır. Özgüven sahibi<br />

ve bilinçli bir yaklaımla, Türk sanatının derinliini görebilmek,<br />

kendi sanatında var olan zenginlikler iyi deerlendirilerek,<br />

çaımızın dönüümlerine seyirci kalmak, takipçi<br />

olmak yerine, bir adım önde olup yükselen trendi belirlemek,<br />

politikaları bizzat gelitirmek mümkün olacaktır.<br />

Bilindii gibi sanat tarihimizin derin kökleri slâm öncesi<br />

Göktürk devrine ait bir balbal (4)<br />

dönemlere ve Türklerin ana yurtları olan Orta Asya'ya dayanır.<br />

Dier bir ifadeyle Türkiye bugün de dünyanın merkezini<br />

oluturan tüm felsefi düüncelerin ve inanç sistemlerinin<br />

doup gelitii büyülü bir corafyanın, Asya’nın<br />

önemli bir parçasıdır. Esaslı ve güçlü kültürü ile neredeyse<br />

insanlık tarihi ile yaıt olan Asya, dört bir köesi ile kadim<br />

bir geçmie sahiptir. Tarih boyunca nice ihtiamlı medeniyeti<br />

barında yetitirmi, bunların birikimlerini yeryüzüne<br />

taımı olan Asya’da, insanlıın ortak tarihi yazılmıtır.<br />

Tarihe günümüzde bakıldıında, zaman zinciri örülürken<br />

halkaların mücevherleri, deerli taları birbirine balayarak<br />

bir ııklı yolu oluturduu fark edilir. Çou adı bilinmez<br />

sanatçılar belki çok da uzun sürmeyen hayatları boyunca<br />

adeta bu ömre sımayacak iler, eserler, abideler ortaya<br />

koymulardır. Kısmen de olsa bugüne intikal eden her bir<br />

eserin kendi hikâyesi vardır ki bunları iittiinde insan heyecanına<br />

hâkim olmada güçlük çeker.<br />

Eser vermekten yazmaya, sanatını anlatmaya pek fırsatı<br />

olmayan ecdadımız da birbirinden güzel, dikkat çekici<br />

eserler vücuda getirerek derin hayat görülerini bütün<br />

dünyaya aktarmıtır. Yaadıkları devirlerde hiç de güllük<br />

gülistanlık bir ortama sahip olamamakla beraber sanki sorunsuz<br />

bir dünyada yaıyor gibi sevgiyi, mutluluu sergileyen<br />

eserleri bu dünyaya miras bırakmılardır. Bir uçtan<br />

dier uca kıtaları dolaırken pek çok fethe imza atmı, bir<br />

tarih yazarak “çil çil altın kubbeler” serpmilerdir.<br />

Hayatı, madde ve manasıyla bir âhenk içinde yaamayı<br />

kendisine iar edinen bu düünce sahipleri çevreyi de aziz<br />

bilip ona zarar vermekten kaçınmılar. Tabiatın sunduu<br />

81


Bu yüzden insanlıa mal olmu böylesi güzellikler insanlık<br />

cevherinin ortak dili olmutur ve din, dil, ırk farkı olmaksızın<br />

neredeyse hepsinin bir ortak mesajı haline gelmitir.<br />

Tarih halkalarında insanlık çok yüksek tepelerde fırtınalarla,<br />

sellerle, imeklerle, hayati karmaalarla boumu; badireler<br />

atlatmı; aklar, sevdalar, savalar yaamıtır. Hayatı ya-<br />

arken memata dalmı, yokluktan varlıa geçmi ve baından<br />

nice hadiseler geçmi; tablolar, manzaralar görmütür.<br />

Bu yaananlar, dünyamızın farklı ülkelerinde nadide eserlerle,<br />

sanat abideleriyle, dünya harikalarıyla zihinlere kazınmı<br />

ve birçou bugünlere ulamıtır. Bir Çin Seddi, balangıcını<br />

bilemediimiz yüzyıllardan bugüne bir büyük gerçek<br />

olarak gelmi, Ahmed Yesevi türbesi ile Timur, Tac-Mahal’le<br />

ah-Cihan, Asya’nın farklı ülkelerindeki mabedleriyle Budist<br />

kültürü ve daha nice farklı renkler ve çizgiler… Bunların hepsi<br />

Dou dünyasının, Asya’nın seçkin ve farklı unsurları olmutur.<br />

Bongwonsa Budist Mabedi’nde bulunan kaplumbaa kaide üzerindeki çifte ejder balıklı kitabe<br />

güzellikleri birer cazibe merkezi görüp üzerinde danteller<br />

ilemiler. Göz açıp gördüü dünyayı sesiyle, sözüyle,<br />

sazıyla, kalemiyle daha da bezemeye çalıan, her attıı<br />

adımda kendisini daha da yücelten eserler bu kaynaktan<br />

gelir. Bu yaantıya ruh katan tevhid inancına layık<br />

olabilmek adına mabetler, okullar, hastane ve ifahaneler,<br />

imarethane ve kervansaraylar, çemeler yaparak insanlı-<br />

a hediye eden bu saygıdeer büyükler insanlıa öz bir<br />

mesaj vermekte idi: sevgi ve efkat…<br />

Bu deerler yalnızca bir devrin, bir toplumun, bir corafyanın<br />

deil, aynı zamanda tüm insanlıın temel deerlerini<br />

oluturur. Zamanın geçmesi, bin yılların ilerlemesiyle ortadan<br />

kalkacak, gündemden düecek ve vazgeçilecek de-<br />

erler hiç deildir. Bir tarih boyu insanlıın rehberi olmu,<br />

ona yol göstermi, mutluluunu, sevincini, his ve duygularını<br />

anlatacak tercüman olmutur bu temel deerler. Ki bunlar<br />

insanlıın beyaz sayfaları, onur levhaları, yüz aklarıdır.<br />

Genel olarak “Dou” diye nitelenen Asya ve slâm toplumları;<br />

gerek Orta Asya’nın göçebe kültürleri, gerek Asya'nın<br />

dousunda Çin sanatı, gerek Hindistan ve ran gibi büyük<br />

kültür çevrelerinin her biri özgün katkıları ile insanlıa görkemli<br />

bir miras sunar. Binlerce yıldır yapılagelen sayısız<br />

mimari yapılar, heykeller, yazma eserler, çanak çömlekler,<br />

oyma ve baskı ileri olgun ve ince bir beeninin ürünleridir.<br />

Çou müzelerde yer alan bu eserler bu ülkelerde<br />

yaamı ve yaamakta olan insanların inançlarını, dünyayı<br />

algılayılarını ve yaama biçimlerini yansıtır. Geleneklerine<br />

balı olan bu ülkelerin halklarının üretmi oldukları sanat<br />

ürünleri deierek, dönüerek, dier toplumlarla etkileerek<br />

çok fazla bozulmadan binlerce yıl devam etmitir.<br />

Klasik sanatlarımızda kullanılan form ve motiflere kaynaklık<br />

eden bu medeniyet çevresinden gelen adet ve anlayılar<br />

kültürümüz içinde hala devam etmektedir. Orta Asya’da gelien<br />

yaam kültürü dört bir yana yayılarak çevreyi de etkin<br />

izlenimlerin yaandıı mekânlar kılmıtır. Bata amanizm<br />

ve Atalar Kültü olmak üzere Manihaizm, Budizm gibi inançları<br />

da kabul eden Türk toplumu (özellikle Uygurlar) bu çeitli<br />

inançların yansımasını bugüne ulaan eserlerinde göstermektedir.<br />

Bütün bu inançların ortak izdüümleri; barı, ahlak,<br />

erdem gibi hasletlerle dier corafyalara da intikal eder.<br />

Dou toplumlarının ortaya koymu olduu eserlerde çok<br />

belirgin ortak özellikler görmek mümkündür. Büyük ölçüde<br />

inançlarla biçimlenen sanat dünyasında ortak inançlar<br />

benzer sanatsal üretimlere yol açmıtır. Dou’nun<br />

her dönemde sahip olduu deerler birletirici olmu<br />

ve bütün corafyayı kendi hâkimiyet alanı haline getirmitir.<br />

Asya corafyasında temel manevi estetik deerler<br />

Çin’e, Kore’ye, Japonya’ya, Hind’e, güneydou Asya’ya,<br />

Malezya’ya, Endonezya’ya kadar uzanan etkiler gösterir.<br />

Budizm’in kabul edilip yaygınlamasıyla birlikte bu inançla<br />

ilgili eserler öne çıkar. Budizm'in kurucusu, M.Ö. 563-483<br />

yılları arasında yaamı olan Buda’dır. Budizm Buda'nın felsefi<br />

düüncelerini kabul edip yolunda yürümektir. Buda’nın<br />

öretisinin balıca özellii; Buda’nın aydınlanma sonucu<br />

bulmu olduu gerçekleri birer dogma olarak sunmak yerine<br />

aydınlanma yöntemini öretmeyi ve böylelikle yöntemi<br />

örenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri<br />

kendilerinin bulup hayattaki tecrübelerle dorulamalarını<br />

öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda<br />

yüzyıllar boyunca bu inancı taıyan toplumlar tarafından<br />

resimleri ve heykelleri yapılan kutsal bir varlık olmutur.<br />

82


Budist mabetlerinde, kök ve saraylarda, evlerde kullanılan<br />

eyalarda görülen motifler sembolik ve estetik açıdan<br />

Dou toplumlarının hepsinde dolayısıyla Türk sanatı eserlerinde<br />

de büyük benzerlikler gösterir. Çin'de Budacılıın<br />

yaygınlaması sanatta yeni bir gelimeye yol açar. Ola-<br />

anüstü bir insan görünümünde dev Buda heykelleri ve<br />

pagoda denen tapınaklar ve çanlar yapılmaya balanır. 6.<br />

yüzyıla gelindiinde bu heykel ve tapınakların sayısı on<br />

binlere ulamıtır. Bu tarihte Japonya'dan Çin'e yayılan Zen<br />

Budacılıı ile Çin sanatına tabiat resimleri girer. Zen, dinginlik<br />

ve uyum arayıı içinde doa ile bütünleen bir dindir.<br />

Zen inanıına göre ruh ancak doa içinde huzura kavuabilir.<br />

Bu inançla birlikte Çin resminde görkemli dalar,<br />

alacakaranlıkta ııldayan sular ve ormanlar resmedilmitir.<br />

Deniz de ilk kez, Batı'dan 1.000 yıl önce, açık hava resimleri<br />

çizen Çinli ressamlarca resme aktarılır. Keifçi bir sanatçının<br />

gözlemlerini taıyan bu resimlerde doa ve insanın<br />

iç içe yer aldıı görülür. nsan, orman, deniz ve bulutlar ilk<br />

bakıta birbirinden ayırt edilemeyecek bir bütün oluturur.<br />

Çin sanatının tipik örneklerinde sava, iddet, çıplaklık,<br />

ölüm genellikle yer almaz. Her zaman ilham verici, soylu,<br />

ruh tazeleyici ve göze ho görünen öelerin bulunmasına<br />

özen gösterilir. Bu özellikler yüzyıllarca neredeyse tüm<br />

dou ülkelerinin resim sanatına hâkim olmutur.<br />

Ayrıca birtakım iaretler ve semboller kullanarak resim<br />

yapma gelenei binlerce yıl devam etmitir. Bu özellik<br />

birçok doulu toplumda olduu gibi klasik Türk resim<br />

sanatında da (minyatür) ortak bir anlayıtır. Bu simge ve<br />

kalıplar resmin içeriine ilikin ipuçları verirlerdi. Resimde<br />

yer alacak bir kimse gerçek yüzüyle deil, toplumsal rolüne<br />

göre canlandırılır, duruu, görünüü onun kimlii konusunda<br />

bilgi verirdi. Bir kralın gücünü ve yüceliini göstermek<br />

için onu, resimdeki ya da oymadaki öbür insanlardan<br />

çok daha büyük boyutlarda çizerlerdi. Eer resimde belli<br />

bir olay anlatılmak isteniyorsa, olayın geçtii yer ya da<br />

uyandıracaı çarıım bir simgeyle belirtilirdi. Bu yöntemle<br />

ressamlar oldukça karmaık bir olayı, herkesin tanıdıı<br />

simgelerle kuaktan kuaa aktarmayı baarmılardır.<br />

2006 yılında Güney Kore’de yapılan ICAPA konferansı nedeniyle<br />

Busan ve Seul’de bazı tarihi yerleri ziyaret etmek<br />

imkânı buldum (1) . Bu ziyaretlerde görmü olduum tarihi<br />

eserlerdeki estetik çizgiler oldukça dikkatimi çekti. Çeitli<br />

tarihi yapılar, kullanım eyaları ve dekoratif süsleme unsurlarından<br />

oluan bu görsel malzeme Orta Asya Türk sanatıyla<br />

büyük ölçüde benzerlikler göstermekteydi. Bu konuyla<br />

ilgili bata Busan’da Gyeongju (Kyongju) milli müzesi<br />

olmak üzere, tarihi Tümülüsler (kral mezarları), eski ehir<br />

yerleimi ve Seul’de de Bongeunsa Mabedi'ndeki eserleri<br />

inceledim. Aynı zamanda dini birer özellik taıyan Kore sanat<br />

eserlerini analiz ettiimde Türk sanatı ile ilgili benzerlikleri<br />

açıkça ortaya çıktı.<br />

Seul Bongeunsa Budist Mabedi'nin ana giri kapıları üzerinde resmedilmi iri boyuttaki<br />

efsanevi figürler<br />

Kore sanatı eserleri arasında Seul’deki Bongeunsa Budist<br />

Mabedi'nin bahçesinde sergilenen bir kısım kitabeler bulunmaktadır.<br />

Bu kitabeler estetik üslup açısından Göktürk<br />

Orhun kitabelerine benzer. Kitabenin üstünde (taç kısmı)<br />

iri bir küreyi tutan iki simetrik ejder eklindedir. Orhun<br />

abidelerindeki Kül-Tigin anıtı da bu gibi iri bir kaplumba-<br />

a formlu kaide üzerine üç dilde yazılmı kitabe ve bunun<br />

üzerinde simetrik ejderlerden meydana gelmi bir taçla<br />

nihayete erer (2) . Bu paralelde bir dier eser Uygurlar’a ait<br />

Alp Bilge Kaan kitabesidir. Benzeri bir dier kaplumbaa<br />

ve üzerinde ejder figürlü bir anıt da Kral Muyeon’un mezar<br />

anıtıdır (3) . Titiz bir ekilde ince ince ilenen her iki örnek<br />

de Kore sanatında kaplumbaa kaideli-ejder taçlı kitabe<br />

geleneini açık bir ekilde gösterir.<br />

Ejder figürü Kore sanatında ve Türk sanatında önemli bir<br />

unsur olarak karımıza çıkmaktadır. Sembolik bir ifade<br />

Tarihi Kore sanatında görülen semboller daha çok Budist<br />

ikonografisi çerçevesinde mütalaa edilen bir kısım figürlerdir.<br />

Kore sanatı eserleri arasında bata mimari yapılar<br />

(mabetler) olmak üzere bu mekânların süslemeleri, bu<br />

süslemelerde yer alan figürler, geometrik ve bitkisel süslemeler<br />

dikkati çeker. Bunun yanında müzelerde ve di-<br />

er mekânlarda bulunan ta heykeller -balbal-, buda heykelleri,<br />

ejder, kaplumbaa, aslan heykel ve kabartmaları,<br />

kular, kapı tokmakları, desenli çatı kiremitleri olarak eski<br />

eserler sıralanabilir. Bunların dıında günümüz uygulamalarında<br />

geleneksel süslemeden esinlenmeler görülür.<br />

83


TSMK H. 2153 no.lu albümde bir sazyolu deseni içinde su kuları (XV. yy.)<br />

olarak ejder hayatın temel yansımalarından sayılır. Gerçekte<br />

yaayan hiçbir canlı hayvana benzemeyen, yılankavi<br />

kavislerden oluan gövdesi, iri dileri, korkunç azı, burun<br />

deliklerinden fıkıran atein dumanlar ve iri pençeleri<br />

ile insana korku salan ejder olaanüstü bir yaratık görünümündedir.<br />

Ejderle ilgili tasvirler slâmiyet’ten evvel ve<br />

slâmiyet’ten sonraki Türk sanatında görülür.<br />

Çounlukla bir kaide görevi üstlenen kaplumbaa heykelleri<br />

stilize hayvan figürleri arasında farklı bir yer tutar. Üst<br />

kabuunun göü, altının yeri ve gövdesinin de yeryüzünü<br />

ifade ettii düünülmektedir. Bilhassa kitabelerde devlete,<br />

hükümranlıa ve bunların uzun ömürlü olmasına delalet<br />

ettii fikri hâkimdir. Kaplumbaa Kore kültüründe oldu-<br />

u kadar Orta Asya Türk tarih ve kültürü açısından önemli<br />

bir unsurdur.<br />

Türk sanatında görülen aslan figürlerini, Budist Kore kültüründe<br />

saray ve binaların önüne konularak bu mekânları<br />

er ve kötülüklerden koruduuna, kötülük yapan insanları<br />

cezalandırdıına inanılan efsanevi bir hayvan olan hete<br />

ile eletirmek mümkündür. Türk sanatında ilk örnekleri<br />

Orta Asya Hun kurganlarından çıkarılan aslan figürleri, daha<br />

sonra da görülür. Bir sava simgesi de sayılan aslan aynı<br />

zamanda güç, kuvvet, yiitlik, kahramanlık, hükümdarlık<br />

sembollerindendir. Asya’da slam sonrası dönemlerde Karahanlı<br />

ve Selçuklu devirlerinde aslan figürü görülmektedir.<br />

Hz. Ali’nin Esedullah (Allah’ın aslanı) lakabı pek yaygındır.<br />

Selçuklu hanedanında da aslan ismi kullanılırdı ve aslan Selçuklu<br />

alametlerindendir. Aslan figürünün tarih boyunca birçok<br />

medeniyette yaygın olarak kullanıldıı bilinmektedir.<br />

Türk sanatında oldukça yaygın durumda olan ve basit<br />

tarzda ilenmi heykeller olan balbalların benzerlerine<br />

Kore kültüründe de rastlanır. nsan eklindeki bu dikili<br />

talar en çok Göktürkler devrinde görülür. Orta Asya bozkır<br />

kültürünün eserleri olan balballar yüzyıllar boyunca bir<br />

sanat amacı olmadan ölen insanların adına veya onların<br />

öldürdüü dümanlarını tanımlayan ta heykeller olarak<br />

tarihe geçmitir. Asya’nın pek çok yerinde görülen balballar<br />

M.S. VI. ve VIII. yüzyıllarda Kırgızistan, Kazakistan, Kafkasya,<br />

Altay bölgesi, Sibirya, Tuva ve kuzeybatı Moolistan<br />

gibi geni bir alana yayılmıtır.<br />

Ku figürü Asya sanatında önemli bir noktaya iaret eder. Birçok<br />

medeniyet çevresiyle birlikte Türk sanatında da görülen<br />

Günümüz Kore sanatı ürünlerinden bir mücevher kutusu üzerinde kular<br />

kartal motifi tek balı veya çift balı olarak genelde devleti,<br />

gücü, zaferi, aydınlıı simgeler. Dini bir sembolizmde kendini<br />

gösteren kuun adı Zümrüdüanka’dır. Arapların Anka, ranlıların<br />

Sîmurg adını verdikleri, Türkçe’de ise her iki ekliyle birlikte<br />

Zümrüdüanka (sîmurg-u ankâ) olarak da adlandırılır.<br />

Kore sanatında resmedilen insan figürleri Uygur resim<br />

sanatına oldukça benzerlikler gösterir. Özellikle figürlerin<br />

süsleme unsurları, kıyafetlerindeki hareketler ve vücut<br />

ifadeleri birbirine çok yakındır.<br />

Doulu toplumların klasik sanat anlayıı içinde dekoratif süsleme<br />

unsurları, özellikle bitkisel motifler daha çok öne çıkar.<br />

Mabedlerin her türlü bezemesinde, duvar resimlerinde, ah-<br />

ap, metal, ta vb. her tür malzeme üzerine uygulanan her<br />

tür sanatsal üretimde çokça kullanılan bu bitkisel bezeme<br />

ortak özellikler sergiler. Bir kapı tokmaında, büyük bir Budist<br />

çanında yüzlerce yıl önce yapılan bir penci çok ileri bir<br />

dönemde bir Osmanlı çinisinde veya bir kitap tezhibinde görmek<br />

mümkündür. Genelde simetrik, zengin görünümlü alan<br />

bölmeleriyle tanzim edilmi kompozisyonlarda lotus kaynaklı<br />

hatayi, çok yapraklı pençler, helezoni dallar ve muhtelif<br />

dili yapraklar sayısız çeitlemeleriyle bu etkinin açık bir ekilde<br />

sergilendii alanlardır. Bunların yanı sıra yer yer birbiri<br />

içerisine girift bir ekilde girmi bulunan helezoni tarzda çizilmi<br />

bulut ve rumi üslubunda desenler ve bitkisel süslemeyi<br />

çarıtıran çiçeklerle beraber görülen kıvrımlı motifler hemen<br />

hemen tüm eserlerin ortak tasarlama unsurlarıdır. Türk<br />

sanatında slam döneminden sonra insan, hayvan ve çeitli<br />

hayali yaratık figürleri azalırken, süslemede kullanılan dier<br />

motifler gelierek devam etmitir.<br />

Dou toplumlarının sanat çevresinde çok az bir kısmını<br />

ele aldıımız bu benzerlikleri pek çok eserle çoaltmak<br />

mümkündür. nsanlık tarihinde hiç bir kültür ve medeniyet<br />

saf kalamaz. Muhakkak dier kültür ve sanat çevreleri<br />

ile de etkileimler, alıntılar, tesir ve çeitli alıveriler olacaktır,<br />

ama sonuçta her medeniyet kendi karakter çizgileri<br />

ile kendi kültür kodlarını oluturur.<br />

Pek çok doulu toplum slam’a girdikten sonra bu güzel<br />

ahlâkı daha da gelitirerek olaanüstü güzel ve anlamlı<br />

eserler vermitir. slam inancının tasavvufi düünce maiyetinde<br />

kurduu örgü, toplumu insani deerler bakımından<br />

da tezyin ederek ilikileri çok daha farklı güzelliklere tebdil<br />

eder, deitirir. slam inancı ve onun sanat dünyasına getir-<br />

84


Klasik Türk tezhiplerinden halkar tarzındaki bu sayfa kenarındaki motifler ve yaprak üslupları<br />

Budist çanı üzerinde görülen kompozisyonla büyük benzerlikler gösterir (stanbul Süleymaniye<br />

Kütüphanesi Halet Efendi No. 17).<br />

Üzerindeki bezeme unsurları ile Songdeok Mabedi’nin büyük Budist çanı. Birleik Silla dönemi<br />

döküm eserlerinden dounun bu en büyük Budist çanı 30 yılı alan bir sürede yaklaık 18 ton<br />

aırlıında bakırdan yapılmıtır.<br />

dii muhteem açılımlar balı baına ele alınacak bir konudur<br />

(Bir sonraki yazımızın konusu olacak). Ancak u kadarını<br />

belirtmek gerekir ki bin yılı akın bir süredir Türk kültürünü<br />

ve sanatını besleyen en güçlü kaynak slâm medeniyeti olmutur.<br />

Bir inanç sistemi olarak slâm, Türklerin slâmiyet’i<br />

kabul etmelerinden bu yana hem bireysel hem toplumsal<br />

açıdan kapsayıcı, bütünleyici, yönlendirici, hepsinden<br />

önemlisi sanatın amacını belirleyen bir üst kimlik olmutur.<br />

Türk sanatı slâmiyet’ten etkilendii kadar, eitimde, kurumlamada,<br />

siyasi ve askeri yapılanmada, mimari yapılarda,<br />

süsleme ve resim sanatında yeteneklerini bu medeniyet<br />

içinde gelitirerek birçok yönden slâm medeniyetini<br />

etkilemi bu medeniyet çerçevesinin en önemli unsurlarından<br />

biri olmutur.<br />

Tarihte evrensel medeniyetler kurarak köklü kurumlar<br />

gelitiren, mükemmel eserler üreten -bizim de içinde bulunduumuz-<br />

Asya ve slâm toplumlarının sanat dünyasında<br />

hiç deimeyen ortak bir nokta daha vardır. Yakın<br />

dönemlerde Batı'nın baskın tesirleri tarihten gelen bu hakiki<br />

kıymetleri tersyüz etmi ve Dou'yu kendi çizgisinde<br />

tereddütlü hale getirmitir. Yaklaık 17. yüzyıl ve sonrasına<br />

tekabül eden dönemlerde Dou ülkelerinin sanatıyla<br />

ilgili bütün kaynaklarda hep aynı ifadelere rastlanır; geleneksel<br />

sanatların gerilemesi ve sanatın Batı etkisine girmesi.<br />

Sanki bıçakla kesilmi gibi tüm sanat tarihinde ortak<br />

bu etkileim sunucunda sanat faaliyetlerine modernleme<br />

sürecinin etkisi youn bir daılma, bir akınlık, bir<br />

uyuma ve sonrasında bozgun süreci olarak deerlendirilebilir.<br />

Özellikle 20. yüzyılda Dou toplumlarına uygulanan<br />

modernist kalıplar önemli ölçüde baarıya ulaarak temel<br />

deerin aınmasında büyük etkiler meydana getirmitir.<br />

Bu süreçte sorunlu, birbirinden kopuk ve parçalı bir görüntü<br />

sergileyen bu toplumların sanatsal üretim konusunda<br />

parlak bir dönem yaadıı söylenemez. Karılıklı etkile-<br />

imden çok tek yönlü baskın bir düünce ve faaliyet yönlendirmesi,<br />

biçimlendirmesi eklinde gelien bu tesirler<br />

bata mimari olmak üzere müzik, edebiyat, resim, süsleme<br />

gibi her alanda youn olarak kendini gösterdi. Binlerce<br />

yılda kendi öz üslubunu ortaya koymu olan kadim sanat<br />

çevreleri pek çok önemli özelliklerini yitirdiler. Bu kaosun<br />

ürettii körlükle modernleme süreci bu toplumların<br />

kendi insanı ve sanatçısı tarafından bile sanatın gelenekselin<br />

sınırlarından kendisini kurtarması olarak görülebildi.<br />

Türkiye olarak yakın tarihimizde, Osmanlı'nın son döneminde<br />

ve sonrasında Cumhuriyet döneminde Avrupa tesirleri<br />

toplumsal hayatın tüm alanlarında youn bir ekilde<br />

artmı ve Türk toplumunun hayat tarzını köklü biçimde<br />

deitirmitir. Toplum, yaanan yenilikler ve önceki ha-<br />

85


yat tarzı arasında büyük ikilemler yaamı, hâlâ da yaamaktadır.<br />

Bu zor dönemi yaayan az sayıda vefakâr sanatçının<br />

pek çok fedakârlıkla ve büyük ölçüde kiisel gayretlerle<br />

geçmileri ile ilgili baları bir ekilde devam ettirdiklerini<br />

görüyoruz. Gerek dini, gerek milli motifler olsun,<br />

çeitli alanlarda irili ufaklı mekân ve malzeme üzerinde<br />

kendi kültürel çizgilerini hatırlatan sanata gönül vermi<br />

kendilerine ulaan sanatsal mirası hiç deilse yaatmaya<br />

ve yeni nesillere ulatırmaya uramılardır.<br />

Bununla birlikte dier Dou ülkeleri ile birlikte ülkemizde<br />

de 1940-1950’li yıllardan itibaren bir uyanı, kendine gelme,<br />

geleneksel sanatlara yeniden bir ilgi, onu korumaya<br />

yönelik çabalar artar. Klasik sanatların yeniden canlanması<br />

için çeitli çalımalar yapılır. Önceleri sadece yaatabilme<br />

ve sürdürebilme gayretleriyle sürdürülen klâsik sanat çalımalarında,<br />

özellikle 1980 sonrasında eldeki klâsik örneklerin<br />

çeitli yorumlarıyla eserler verilmitir. Bu yıllarda açılan<br />

sergiler, düzenlenen yarımalar ile klâsik sanatlara ilgi giderek<br />

younlamı gerek fakülteler bünyesindeki gerekse dı-<br />

arıda çok sayıda kurslarla ve özel derslerle sürdürülen eitimle<br />

eserler ortaya konmu ve bunlar alıcılar bulmutur.<br />

Günümüzün her tür ve toplumundaki uluslararası düzeyde<br />

sanat söylemleri ve kavramlarının içerii ve açılımı<br />

bir yönüyle devam ediyor. Dier yandan da her ne<br />

kadar yok edilmeye, yok sayılmaya çalıılsa da geçmiten<br />

gelen birtakım derin anlayılar, köklü birikimler bilinçli<br />

olmasa bile toplumların hayatı içinde sureta devam<br />

edip gidiyor. Bu büyük miras hayatın pek çok noktasında<br />

mekânlarla, objelerle yaıyor.<br />

Geçmiin birikimi bir toplum için bir özlem ve bir tutunma<br />

unsuru. Bu devamlılıın bir yansıması olarak mesela<br />

düünleri, halk oyunları ile birçok geleneini yaatan<br />

Azerbaycan’da müzik alanında tar ve koltuk davulu gibi<br />

orijinal sazlar ortak bir toplumsal duygu bütünlüü yaatır.<br />

Mesela Kırım’da Osmanlı tesiriyle bina edilen örnekler hala<br />

mevcuttur, Kırım eski bakenti Bahçesaray’daki Han Sarayı<br />

hala bu ülkenin yegâne tarihi sembollerinden biridir. Mesela<br />

Kore’de özellikle binaların süslemelerinde direkt duvarlarda<br />

veya tablo olarak klasik süsleme unsurları ve dekor<br />

anlayıı bu süreklilii yaatır. Mesela Endonezya’da kültürün<br />

etkisi ile ortaya konulmu figürler, semboller hayatın<br />

içinde yer alır, geleneksel kıyafetler yanında bazı mimari ve<br />

dekoratif unsurlar geçmiten izler taır. Mesela Kosova’da<br />

Sultan Murat Hüdavendigâr Türbesi hala her misafirin<br />

mutlaka götürüldüü en kutsal ve saygın bir ziyaret makamıdır.<br />

Mesela Bosna’da küçük bir grubun samimi duygularla<br />

koruyup tarihi yüzlerce yıl öncelere dayanan Sinanova<br />

Halveti Tekkesi genç nesillere aktarmaya gayret etmektedir.<br />

Mesela stanbul’da pek çok genç sanatçı bir biçimde<br />

yazma kitap sanatları alanında klasik üslupta eserler<br />

verir ve bunları gelitirmek adına yeni arayı ve çabaları<br />

sürdürür. Bu misalleri sınırsız olarak uzatmak mümkün.<br />

Bu devasa kültür bütünlüünü gördüümüzde siyasi sınırların<br />

tamamen yapay ayrımlar olduunu anlıyoruz. Bu<br />

kültürel bütünlüü bölemeyecek kadar sanal ayrımlara<br />

karı Dou toplumlarının asil ve görkemli tarihinde inancın<br />

saladıı salam temeller üzerine ina edilen sanatın<br />

muhteem birletirici gücünü görürüz.<br />

Geçmite çok güzel eserler üretilmi olabilir ama insanolu<br />

yaadıı sürece sanata son nokta konulamaz. Atasözü gibi<br />

özlü sözler haline gelmi bu emsalsiz normlar, motifler, kompozisyonlar<br />

ve tabii ki onlara ruh veren felsefe sanata farklı ve<br />

yeni yorumlarla çada boyutlar kazandırma çabasındaki sanatçılara<br />

ilham verecektir. Yazımızın baında belirttiimiz gibi<br />

bilinçli çalımalar ve arayılar içinde olan ve eserinde ebediyen<br />

yaayacaını düünen sanatçılar için bu zengin kaynak<br />

çok deerli ama onların yapması gereken insanolunun en<br />

deimez ihtiyaçlarından biri olan estetik boyuta yeni bakılar<br />

ve yorumlar getirebilmektir, yani söylenmemii söylemektir..<br />

Dipnotlar:<br />

1- lhan Özkeçeci “Kore Sanatından Türk Sanatına Benzerlikler<br />

ve Ortak Noktalar (Similarities and Common Points in Korean<br />

and Turkish Arts)”, Proceedings of 4. International Conference.<br />

Of The Asian Philosophical Assocation ICAPA 2009, The<br />

Path to Alliance of Civilisations Through the Asian Community,<br />

Universitas Indonesia-Jakarta on 04-05- November 2009,<br />

Fatih University Press, 2009, p. 355-370.)<br />

2- Göktürkler hakkında en önemli ve gerçekçi bilgi kaynaı<br />

üphesiz 1889’da bulunan Göktürk (Orhun) âbideleridir. (ayrıntılı<br />

bilgi için bkz.; lhan Özkeçeci, Zamanı Aanlar-IX. Yüzyıla Kadar<br />

Türk Sanatı, s.166, Güzel Sanatlar Matbaası, stanbul 2004.)<br />

3- Gyeongju (Kyongju) Milli Müzesi, National Treasure No. 25.<br />

4- Diyarbekirli, Nejat - Oktay Aslanapa, Türk Tarihi, II. Kitap,<br />

Yaygın Yükseköretim Kurumu Yayını, Ankara 1977, s. 156.<br />

*Fatih Üniversitesi Öretim Üyesi<br />

**Sanatçı-Sosyolog<br />

86


Naturalist Üslûpta Çiçekler<br />

Atilla Yusuf TURGUT<br />

Naturalist üslûbun Türk tezhip sanatındaki yeri 17. yy.’ın ikinci yarısı ile başlamıştır. Bu yüzyılda tezhipte Batı etkisi<br />

görülür. Çiçek buketleri ile naturalist üslûbun başladığı ve 18. yy. sonlarına kadar süren dönemin en ünlü<br />

tezhip sanatçısı ve lake ustası Ali Üsküdâri’dir. Mekke ve Medine tasvirleri de tezhipte bu dönemde kullanılmaya<br />

başlanmıştır (1) .<br />

Bilhassa 18. yy.’da çok rastlanan ve Avrupa tesiriyle resmedilerek,<br />

tabiattaki ekliyle süsleme sanatımıza giren<br />

çiçekler de vardır. Eski tabiriyle ükûfe denilen bu çiçekler,<br />

stilize edilmedikleri için klasik tarzın dıında kalarak,<br />

teknik bakımdan resim sanatının ürünleri sayılabilir.<br />

Hattâ bu sanatkârlar, sanat tarihimizde çiçek ressamları<br />

olarak anılmaktadır (2) .<br />

18. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı tezhip sanatında<br />

Batı etkisi yava yava kendini göstermeye balar. 18. yy.<br />

sonlarına kadar süren bu süreç içerisinde Türk tezhip sanatında<br />

naturalist çiçeklerin kullanıldıı üslûp etkili olmutur.<br />

18. yy. sonlarına doru balayıp, 19. yy. sonlarına kadar<br />

süren; çiçek sepetlerinin, uzun palmet ve kurdelelerin ve<br />

naturalist çiçeklerin kullanılıp çok renkli uygulamaların yapıldıı<br />

tarza tezhip sanatında “Türk Rokokosu” adı verilir (3) .<br />

18. yüzyılda Batı sanatının etkisi altında süsleme sanatımızda<br />

büyük deiiklik olmu ve yeni bir üslûp meydana<br />

getirilmitir. 17. yy.’ın 2. yarısı ile balayan ve 18. yy.’ın<br />

sonlarına kadar süren bu Batı etkisi, çiçek buketleri ile<br />

naturalist bir üslûbu balatmıtır (4) .<br />

ükûfe diye adlandırılan ve çiçekler buketler halinde, tek, vazolu,<br />

vazosuz, bereket boynuzunda, sepette, saksıda çalıılmılardır.<br />

Tezhipte, ciltte, lake tarzında pek çok eserlerde yer<br />

alır. Doadaki çiçeklerin oldukça naturalist çalııldıı örnekler<br />

olup gül, lâle, sümbül, karanfil çok kullanılan çiçeklerdir.<br />

Fatih Sultan Mehmed gül koklarken, Bellini, TSM. H2 153<br />

87


Mirad <strong>El</strong> - Enam, sayfa kenarlarında görülen naturalist üslupta iki gül çiçei, TSM.<br />

Çiçek motifleri süsleme amacıyla uygulandıı gibi, zaman<br />

zaman metinle ilgili olarak da çalıılmılardır. “Çiçek bezemeler,<br />

Umumi slam Tarihi, Mushaflar, Albümler, slam<br />

Dini, Bilimler, Filoloji, Divanlar, Gayri slâmi Dinler” gibi de-<br />

iik konulu eserlerde bulunmaktadırlar.<br />

19. yy.’da da etkisini sürdüren naturalist üslûp, bu yüzyıllarda<br />

bozulan klasik tezhibimizin yanında önemli bir yer<br />

tekil eder. Yapılan buketlerin tarama usulü gölgesi, zarif<br />

kompozisyonları ilgi çekmektedir.<br />

Bitkiler bildiimiz ve bilmediimiz yönleri ile pek çok faydaları<br />

olan canlılardır. Bu faydalarının yanında taıdıkları<br />

binlerce çeitte ve renkteki çiçekleri ile büyüleyici güzelliktedirler.<br />

Türklerde tabiat sevgisinin kökü çok eskiye<br />

dayanır. Süsleme sanatında kullanılan zengin çiçek motifi,<br />

Türklerin doa sevgisinin bezemeye yansımasıdır.<br />

Tezhip sanatımızda ve dier süsleme sanatlarımızdan tanıdıımız<br />

ve süslemede tespit edilen çiçeklerden bazıları<br />

unlardır:<br />

a) Gül (Rosa): Osmanlı sanatında naturalist akımın baından<br />

itibaren görülen gül, en yaygın ve en sürekli çiçek çeidi<br />

olmutur. Hz. Muhammed’in sembolüdür, sevgilinin yüzü<br />

veya endamıdır. Osmanlı bezeme sanatının her dalında,<br />

tekniin gerektirdii stilizasyon ve sadeletirmelere ramen<br />

ana hatlarını ve kiiliini kaybetmeden kullanılmıtır (5) .<br />

Fatih Sultan Mehmed tanınmı portresinde naturalist tarzda<br />

bezenmi gül koklamaktadır.<br />

Mecmaül' Acaib'den vazoda naturalist gül,<br />

15. yy., ÜK.<br />

88<br />

Amme Cüzü, Sepette Çiçekler, TSM.<br />

18. yy.’ın ilk yarısından itibaren Ali Üsküdâri’nin çok güzel<br />

güllerini tanıyoruz. Ayrıca Abdullah Buharî’nin biri imzalı<br />

iki gülü yine bu yüzyılda yapılı ve naturalist tarzdaki çiçek<br />

taramalarına örnektir.


18. yüzyılda yapılmı Hilyeler albümünden bir sayfa, SHM. 18. yüzyılda yapılmı bir gül örnei, özel koleksiyon<br />

b) Lâle (Tulipa): Türklerin Avrupa’ya tanıttıı bu çiçek, zamanla<br />

gerek Osmanlı mparatorluu’nda, gerekse çeitli<br />

Batı ülkelerinde çok sevilmi, ekonomik ve sosyal hayatı<br />

etkilemitir. Batı'da lâle çılgınlıı (tulipomania) adı verilen<br />

bir dönemi, bizde ise sonradan (Lâle Devri) adı takılan bir<br />

akımı dourmutur (6) .<br />

Lâle, Osmanlı mparatorluu döneminde, bilhassa 16. ve<br />

18. yüzyıllar arasında, süs bitkisi ve süsleme motifi olarak<br />

çok büyük bir önem kazanmıtır. Sultan 3. Ahmed (1673-<br />

1736)’in sanatının son yıllarında, bu ilgi doruk noktasına<br />

çıkmı ve bu dönem bazı tarihçiler tarafından “Lâle Devri”<br />

olarak isimlendirilmiti (7) .<br />

Naturalist üslûpta kullanılan çiçekler arasında en çok gül<br />

ile birlikte lâle çiçeinin bezeme unsuru olarak kullanıldı-<br />

ını görmekteyiz. 18. yy.’da aırı uzun kadehler eklinde<br />

çizilen lâle, 19. yy.’da “Rokoko üslûbu” ile birlikte, yerini<br />

güle bırakarak yava yava kaybolmutur.<br />

c) Karanfil (Dianthus Cariophillus): Karanfil çiçeinin kitap<br />

sanatlarında yeteri kadar yer almadıını görmekteyiz.<br />

18. yy.’ın ilk yarısında Ali Üsküdâri’nin çok kıvrak hatlarla<br />

çizdii karanfiller, bu çiçein Osmanlı sanatındaki en güzel<br />

örnekleridir (ÜK. T. 5650). 18. yy. ortasında altın emse<br />

üzerinde, 19. yy. ortasındaki bir eserde ise tek dal olarak<br />

ve vazo içinde karanfil yalnız baına tasvir edilmitir.<br />

Yine bu dönemde Osmanlı sanatında görebileceimiz karanfillerden<br />

çok farklı bir karanfil motifi de, divan süslemelerinde<br />

dier çiçeklerin yanında yer alır. Bu motif, yalın katlı<br />

küçük bir çiçek olduundan, ilk bakıta kolaylıkla bir karanfil<br />

olduu farkedilmez. Tek baına ele alınmayan, dier çiçeklerin<br />

yanında görülen karanfiller, yatay dikdörtgen süsleme<br />

alanlarında, lâlelerle ve minelerle birlikte gösterilmitir. Lâle<br />

ve selvilerle birlikte düzenlenen karanfiller küçük boyutlu<br />

olduklarından, ilk bakıta algılanamayan ince ayrıntılarıyla<br />

gerçekten de naturalist bir yaklaımla tasvir edilmitir (8) .<br />

d) Sümbül (Hyacinthus Orientalis): Lâlenin demode olmaya<br />

yüz tuttuu tarihlerde gerek Avrupa’da bilhassa<br />

Hollanda’da, gerekse Osmanlı mparatorluu’nda ön plana<br />

geçmitir. Naturalist çiçek akımının sanatımıza girmesiyle<br />

sümbülün örnekleri de hemen ortaya çıkar. Bunlar<br />

sadece yalın kat çiçeklerdir ve çok basit çizgilerle bütün<br />

özelliklerinin yansıtıldıı formlardadırlar. 1727 yılında Ali<br />

Üsküdâri’nin fırçası, çok zarif yalın kat sümbül minyatürlerini<br />

sanatımıza katmıtır. 1736 yılında yazılmı olan ve<br />

Topkapı Müzesi’nde muhafaza edilmekte olan “Sümbül-<br />

89


Ali Üsküdâri tarafından yapılmı bir pembe<br />

gül goncası, ÜK.<br />

name” isimli çiçek katalou mahiyetindeki el yazması, sadece<br />

sümbül çiçeklerini konu etmesi ile bilinir (9) .<br />

Yukarıda belirttiimiz gibi naturalist bir yaklaımla ele alınan<br />

çiçek bezemelerinde gül, lâle, karanfil ve sümbül çiçeklerinin<br />

yanı sıra, tezhip sanatında görülen daha birçok<br />

çiçekler vardır. Bunlardan bazıları unlardır: leylak, süsen,<br />

bileikgiller, erguvan, çidem ve safran, bahçe açelyası,<br />

gelincik, düün çiçei, haseki küpesi, ebboy, meneke,<br />

Peygamber dümesi (vb.)…<br />

Türk sanatının eser sayısına oranla eseriyle tanıdıımız sanatçı<br />

sayısının en az olduu bir kolu tezhip ve kitap süslemesidir.<br />

Saray nakıhanesinin bütün elemanlarının bulunduu<br />

listeler günümüze gelmitir. Ancak bunlar genellikle<br />

eserlerini imzalamamılardır. Bunun sebebinin ne oldu-<br />

u kesinlikle bilinmemesine karın, tezhibin bir grup çalıması<br />

olduu hususu rol oynamı olsa gerek. Buna karılık<br />

eserlerinde tanıdıımız ustayı da kaynaklarda bulmak pek<br />

mümkün olmuyor (10) .<br />

18. yy. ve Batılılama döneminde stilizasyon azalmı, bitkilerin<br />

doadaki görünülerine daha yakın, bezemeden<br />

çok resim sanatı çerçevesine giren çiçek minyatürlerine<br />

daha çok yer verilmitir. Tezhip sanatındaki gerilemeye<br />

karılık 18. yy. çiçek resimlerinin en parlak devri olmutur.<br />

Avrupa sanatının bu dönemin çiçek ressamlıındaki etkileri<br />

inkâr edilemez. 17. yy.’da lâle, 18. yy.’da sümbül ön<br />

plandadır. Rokoko bezemelerinin sevilen çiçei olan gülün,<br />

peygamberimizin sembolü oluu, en çok tasvir edilen<br />

çiçek olmasını tevik etmitir (11) .<br />

Bu dönemdeki hemen hemen tüm sanatçılar,<br />

“Sümbülname”de de gördüümüz gibi Batı etkisinde eserler<br />

vermekle kalmamıtır. Karamemi’den sonra benimsenip<br />

bir bakıma geleneksel hale gelen naturalist çiçek<br />

üslûbunu sürdürmülerdir.<br />

18. yüzyıl, Ali Üsküdâri tarafından naturalist üslupta boyanmı çiçekler, ÜK.<br />

Yine bu dönemde içinde çeitli çiçeklerin tasvir edildii çok<br />

sayıda eser verilmitir. çinde 17. ve 18. yy.’lara ait eserlerin<br />

bir araya getirildii Murakka’daki gelincik bunlardan biridir.<br />

Her ne kadar Karamemi ve onu izleyenler bir naturalizm<br />

akımı getirmilerse de, bu gelincikteki gölgeleme, 18. yy.’da<br />

Osmanlı sanatında görülen Batı etkisine balanmalıdır (12) .<br />

Naturalist Üslûpta Çiçek Motifleri:<br />

Naturalist çiçekler, Osmanlı sanatında ilk kez 18. yy.’da görülen<br />

çok naturalist çiçek resimleri, çiçeklerin tanıtılmasını<br />

ön plana alan pek az sayıda örnei dikkate almazsak,<br />

daha çok süsleme alanında kullanılmıtır. Naturalist çiçek<br />

resimleri yerine ve zamanına göre Barok ve Rokoko stillerinin<br />

damgalarını taımakla beraber Türk zevkini yansıtacak<br />

nitelie ulamılardır. Türk sanatçıları tarafından benimsendikleri<br />

ve yaygın bir biçimde kullanıldıkları görülür.<br />

Genel anlamda “ükûfe” tarzı olarak tanımlansalar da birçok<br />

gruba ayrılabilirler. Demet, buket, tek çiçek, vazolara,<br />

kaplara yerletirilmiekilleri ile doaya yakın görünülerde<br />

yapılmılardır. 18. ve 19. yy.’ların en baarılı Türk süsleme<br />

örnekleridir denilebilir (13) .<br />

Bilhassa 18. yy.’da çok rastlanan ve Avrupa tesiriyle resmedilerek,<br />

tabiattaki ekliyle süsleme sanatımıza giren çiçekler<br />

de vardır. Eski tabiriyle ükûfe denilen bu çiçekler, stilize edilmedikleri<br />

için klasik tarzın dıında kalarak, teknik bakımdan<br />

resim sanatının ürünleri sayılabilir. Hattâ bu sanatkârlar, sanat<br />

tarihimizde “Çiçek ressamları” olarak anılmaktadırlar (14) .<br />

17. yy.’ın ortalarından itibaren Osmanlı tezhip sanatında<br />

Batı etkisi yava yava kendini göstermeye balar. 18. yy.<br />

sonlarına kadar süren bu süreç içerisinde Türk tezhip sanatında<br />

naturalist çiçeklerin kullanıldıı üslûp etkili olmutur.<br />

18. yy. sonlarına doru balayıp 19. yy. sonlarına kadar süren<br />

çiçek sepetlerinin, uzun palmet ve kurdelelerin ve naturalist<br />

çiçeklerin kullanılıp çok renkli uygulamaların yapıldıı<br />

tarza tezhip sanatında “Türk Rokokosu” adı verilir (15) .<br />

90


Kur'an ve Risaleler, Çiçek buketi, TSM.<br />

19. yüzyılda yapılmı çiçek albümünden vazoda çiçekler. 18. yüzyıl, Topkapı Sarayı haremi, 3. Ahmed has odası-yemi odası<br />

ükûfe tarzındaki çiçekler, buketler halindeki çiçekler, tek,<br />

vazolu, vazosuz, bereket boynuzunda, sepette, saksıda<br />

çalıılmılardır. Tezhipte, ciltte, lake tarzında pek çok eserde<br />

yer alırlar. Doadaki çiçeklerin oldukça naturalist çalı-<br />

ıldıı örnekler olup, en çok; gül, lale, karanfil, sümbül çiçekleri<br />

kullanılmıtır.<br />

Naturalist tarzdaki çiçek motiflerinin kullanım alanlarını<br />

sıralayacak olursak; cilt kapakları, el yazması kitapların<br />

iç süslemeleri, levhalar, hilyeler, fermanlar, turalar,<br />

albümler ve serbest çalımalardan olutuunu ve<br />

tezhip sanatında oldukça geni bir yelpazeye yayıldıını<br />

görüyoruz.<br />

Naturalist çiçek motifleri 16. yy.’da Karamemi ile balayan<br />

ve 18. yy.’da Ali Üsküdâri ile devam eden süreçte geliimini<br />

devam ettirmi ve halen günümüz beeni ve ihtiyaçları<br />

dorultusunda varlıını tezhip sanatının uygulandıı her<br />

alanda devam ettirmektedir.<br />

18. yy.’da naturalist çiçek ressamları olarak döneme damgasını<br />

vuran ve ekol olmu Ali Üsküdâri’nin yanı sıra, Çakeri,<br />

Abdullah Buharî ve eyhî’yi gösterebiliriz (16) .<br />

Ali Üsküdâri: 18. yy.da çiçek ressamlıı alanında en büyük<br />

ustalardan birinin, tezhip ve lake ustası olarak da tanınan<br />

Ali Üsküdâri olduu muhakkaktır. 1727 yılında (ÜK<br />

T.5650) “Gazeller” albümündeki çiçek minyatürleri, naturalist<br />

üslûplarıyla sanatımıza ilk defa çeitli çiçekleri getirmitir.<br />

Ali Üsküdâri, çok yönlü sanatçılıı, doa gözlemindeki<br />

gücü, fırçasının ustalıı ile üphesiz sanatçılar tarihimizin<br />

güzide isimlerinden biri olarak her zaman anılacaktır (17) .<br />

Sultan III. Ahmed zamanında eser vermi olan Ali Üsküdâri,<br />

çiçek resimlerinin yanısıra, lake, cilt ve lake kubur, yani silindirik<br />

kutuları ile de ünlüdür. 1727 tarihli ve her biri tek<br />

baına bir sayfada yer alan çeit çeit 30 çiçek resmi içeren<br />

bir iir kitabı, ustanın naturalist çiçek üslûbunu yansıtan<br />

son derece zarif eseridir. Bu eser sadece çiçek tasvirleri<br />

açısından, yalnızca üslûbuyla deil, ele aldıı çiçeklerin<br />

çeitlilii açısından da önemlidir (18) .<br />

Sanatçının ayrıca, Aliyyül Üsküdâri, Üsküdâri Çelebi,<br />

Rugâni Çelebi, Rugâni Üsküdari, Rugâni Ali gibi kendisine<br />

ithaf edilen çeitli isimleri vardır.<br />

Çakeri: Çökert imzalı lake ciltten (TSK. EH. 1470) tanıdıımız<br />

sanatçının Ali Çakeri adlı air olduu tespit ediliyor. Do-<br />

umu takriben 1670, ölümü 1747 civarındadır. Bu ekilde<br />

eserini kesinlikle 18. yy.’ın ilk yarısına tarihleyebiliyoruz.<br />

Tek eserle tanıdıımız Çakeri’nin ressam-lake ustası olarak<br />

daha sonraki sanatta akisleri görülmez (19) .<br />

Çakeri'nin elinden çıkan çiçekli lakeden iir mecmuası<br />

cildinin üzerindeki çiçek motiflerinin yeni bir üslûp farkı<br />

sunmalarına ramen, bir bakıma Karamemi’nin getirdii<br />

yolda olduunu belirtir. Öte yandan Çakeri’nin yarattıı<br />

çiçeklerle ehzade Mehmed için yapılmı olan Kırk<br />

Hadis’in lake cildindeki gibi bir cennet bahçesi yerine,<br />

yepyeni bir düzenleme getirmitir. Fakat asıl yenilik, çiçeklerin<br />

gölgelenerek boyanıındaki üslûp farkında kendini<br />

gösterir (20) .<br />

Abdullah Buharî: Daha çok minyatür ustası olarak tanıdıımız<br />

bu sanatçının çiçek ressamlıının da çok güçlü olduunu<br />

imzalı birkaç eserinde görüyoruz. emselerinde manzara<br />

resimleri bulunan lake cildinde salbekleri; gül, gelincik<br />

ve peygamber çiçei ile süslenmitir (TSK. EH 1380). Çiçek<br />

ressamı olarak asıl gücüne ise tarihsiz fakat imzalı çiçek<br />

minyatürlerinde ahit oluyoruz. Biri gonca gül (imzasız),<br />

biri çok açılmı gül, biri de lake olmak üzere kesinlikle<br />

onun eseri olan bu üç çiçek, sanatçının fırçasının bu alandaki<br />

ustalıını, formlardaki zarafette ise kaleminin gücünü<br />

kanıtlar (TSK. H. 2155) (21) .<br />

91


Faruk Takale tarafından naturalist üslupta boyanmı pembe gül.<br />

Bir murakkada pembe bir akayık ve yaprakları ile kıvrılan<br />

pembe gül goncası ustalıkla tasvir edilmitir ve Abdullah<br />

Buharî imzasını taımaktadır. Abdullah Buharî’nin daha<br />

önce üzerinde durulan eserinde olduu gibi, kendine özgü<br />

yaprak kıvrılması burada görülür (22) .<br />

Atilla Turgut tarafından naturalist bir yaklaımla yapılmı lale, serbest tasarım<br />

eyhi: 18. yy.’a ait olduunu tahmin ettiimiz birkaç murakkada<br />

bahar motifi altında gördüümüz yazıyı bir sanatçı<br />

imzası olarak kabul edebiliriz. Aynı elden çıktıı belli<br />

olan murakkaların yanısıra üzerinde üç ayrı bitkinin bulunduu<br />

bir murakka da aynı ustanın eseri olduunu kabul<br />

etmek istiyoruz (TSK. MB. 1123) (23) .<br />

Hezargradlı Zâde Seyyid Ahmet Ataullah: Doduu yer ve<br />

senesini bilmiyoruz. Yalnız imzalı iki eserinde 1247 (1831)<br />

ve 1252 (1836) tarihlerini buluyoruz. Bunlar pek mükemmel<br />

sanat örnekleridir. stanbul’da bulunan imzalı 3 eserine<br />

sahip olduumuz Seyyid Ahmet Ataullah Efendi’nin<br />

âheserlerinden örendiimiz kadarıyla, tahminen 1805’te<br />

muhtelif çiçekler ve sümbüllerle yapılmı iki müstesna<br />

eserinde, Seyyid Mehmed namında bir sanatkarın talebesinden<br />

olması icap etmektedir. Çünkü eserlerinde hocasının<br />

bariz tesirleri görülüyor. Yapmı olduu bir güldeki içilik<br />

hocasınınkiyle aynıdır.<br />

Usta aynı zamanda altınla Hilye-i erif yazmakla da mehurmu.<br />

Hezargradlı Ahmed Ataullah’ın bir eserindeki<br />

1252 tarihli imzasında “Hassa mücellitleri baı” olduunu<br />

yazıyor ki, bu da Sultan kinci Mahmud’un mücellitleri<br />

baı, yani Saray banakkaı olduunu iaret ediyor. Daha<br />

ziyade Rokoko tavrında kompozisyonlar ve tezhipler yapmıtır.<br />

Ataullah eserlerinin sonlarına birer gül goncası veya<br />

çiçekli buketlerden sıklıkla yapmıtır. Ayrıca temiz, itinalı<br />

cetveller de çekerdi. Yine 1247 tarihli bir Kurân-ı Kerim’in<br />

kabını, Rokoko tarzında süslü ve ortalarında birer buket<br />

ile lake olarak yaptıını görüyoruz (24) .<br />

Naturalist çiçekler en çok tarama ve noktalama teknikleriyle<br />

renklendirilmitir. Tarama tekniinde çiçek; taranacak<br />

rengin beyaza yakın en açık tonuyla boyanır. Sonra<br />

bir ya da iki ton koyulatırılmı boya ile içten dıa doru<br />

Süheyl Ünver tarafından yapılmı naturalist tarzda çiçekler<br />

92


Faruk Takale ve Hüseyin Gündüz tarafından yapılmı Tura ve Lale<br />

çok ince çizgiler halinde tarama yapılır. Ucu sivri, tüy fırçalarla<br />

yapılan taramalar üst üste çoaldıkça motifler gölge ve<br />

hacim kazanır. çilii zor, sabır ve titizlik gerektiren bir tekniktir.<br />

Noktalama tekniinde ise; en açık tonda boyanan zemin<br />

rengin üzerine, fırça ucu ile koyu tonda çok küçük noktacıklar<br />

bırakılır. Gölgenin youn olmasının istendii yerlerde<br />

ise noktalar daha sık bırakılır.<br />

Sık ve üst üste gelen noktalar motife hacim verir. Noktalama<br />

teknii daha ziyade 19. yüzyıl çiçek ve rokoko motiflerinin<br />

renklendirilmesinde kullanılmıtır. Çiçek renklendirmede<br />

kullanılan dier bir teknik de gölgelendirme tekniidir.<br />

Gölgelendirme tekniinde motif, tarama tekniinde<br />

olduu gibi en açık tonda boyandıktan sonra, koyu tonun<br />

olacaı yere boya, bir ya da birkaç kez yedire yedire<br />

sürülür ve motif gölgelendirilmi olur. Bu teknik özellikle,<br />

dal, sap ve küçük alanların renklendirilmesinde tercih<br />

edilir. 17. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın sonlarına<br />

kadar tezyini sanatlarda kullanılan naturalist çiçeklerin,<br />

özellikle gül resimlerinin kullanım alanlarının baında<br />

Kuran-ı Kerimler, dua kitapları, Hilye-i erifler, levhalar,<br />

yazı albümleri ve lake cilt kitapları, duvar ve ahap süslemeleri<br />

gelir. Bu eserlerin dıında, herhangi bir eseri süsleme<br />

düüncesinden ziyade çiçek resimlerini bir arada toplayıp<br />

bir albüm oluturmak amacıyla bazı çalımalar da<br />

yapılmıtır (25) .<br />

Kaynaklar<br />

1-TAKALE, F. – GÜNDÜZ, H. (2000), Rakseden Harfler (Dancing Letters),<br />

Antik A.., Kültür Yayınları, stanbul.<br />

2-BROL, A.. – DERMAN, Ç. (1991), Türk Tezyini Sanatlarında Motifler,<br />

Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Yayını, stanbul.<br />

3-ÜNVER, A. Süheyl, (1955), Ustası ve Çıraıyla Hezargradlı Zâde Ahmet<br />

Ataullah: Hayatı ve Eserleri, stanbul.<br />

4-TAKALE, Faruk, (1994), Tezhip Sanatının Kullanım alanları, Yayınlanmamı<br />

Sanatta Yeterlik Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul.<br />

5-DEMRZ, Yıldız, (1986), Osmanlı Kitap Sanatlarında Naturalist<br />

Üslûpta Çiçekler, .Ü. Edebiyat Fakültesi Yayın., stanbul.<br />

6-BODUR, Fulya, (1985), Osmanlı Lake Sanatı ve 18. yy. Üstadı Ali Üsküdari,<br />

Türkiyemiz, stanbul.<br />

7-BAYTOP, Turhan, (1998), stanbul Lalesi, T.C. Kültür Bak. Yayınları, Ankara.<br />

8-ATASOY, Nurhan, (2002), Hasbahçe: Osmanlı Kültüründe Bahçe ve<br />

Çiçek, Koç Kültür Sanat Tanıtım Yayınları, stanbul.<br />

9-CEYLAN, Gürkan, (1999), Osmanlı'dan Günümüze Dört Gözde Çiçek;<br />

Güller, Karanfiller, Laleler ve Sümbüller, Flora Yay., stanbul.<br />

10-AKAR, A.- KESKNER, C. (1978), Türk Süsleme Sanatında Desen ve Motif,<br />

stanbul.<br />

11-TURGUT, A. Yusuf, (2003), 18. yy. Tezhip Sanatında Naturalist Üslûpta<br />

Çiçekler, Yayınlanmamı Yüksek Lisans Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />

stanbul.<br />

12-TAKALE, Faruk, (2006), Türk Kitap Sanatında Gül Motifleri, <strong>El</strong> Sanatları<br />

<strong>Dergisi</strong>: (SMEK), s.2.<br />

Dipnotlar:<br />

(1) F. TAKALE – H. GÜNDÜZ, Rakseden Harfler, 19<br />

(2) .A. BROL – Ç. DERMAN, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler, 13<br />

(3) A. Süheyl ÜNVER, Ustası ve Çıraıyla Hezargradlı Ahmed Ataullah: Hayatı<br />

ve Eserleri, 7.<br />

(4) Faruk TAKALE, Tezhip Sanatının Kullanım Alanları, 25.<br />

(5) Yıldız DEMRZ, Osmanlı Kitap Sanatında Naturalist Üslupta Çiçekler,<br />

36.<br />

(6) A.g.k., 347.<br />

(7) Turhan BAYTOP, stanbul Lâlesi, 2.<br />

(8) Nurhan ATASOY, HASBAHÇE: Osmanlı Kültüründe Bahçe ve Çiçek, 141.<br />

(9) Gürkan CEYLAN, Osmanlıdan Günümüze Dört Gözde Çiçek, Güller,<br />

Karanfiller, Laleler ve Sümbüller, 109.<br />

(10) Bkz. (3), DEMRZ, 377.<br />

(11) Bkz. (2) TAKALE, 539.<br />

(12) Bkz. (4), ATASOY, 179, 181.<br />

(13) A. AKAR – C. KESKNER, Türk Süsleme Sanatında Desen ve Motif, 25.<br />

(14) Bkz. (1), BROL – DERMAN, 13.<br />

(15) Bkz. (1) ÜNVER, 7.<br />

(16) Atilla Yusuf TURGUT, 18. yy. Tezhip Sanatında Naturalist Üslupta<br />

Çiçekler, 83.<br />

(17) Bkz. (3), DEMRZ, 384.<br />

(18) Bkz. (1), ÜNVER, 10.<br />

(19) Bkz. (3), DEMRZ, 385.<br />

(20) Bkz. (4), ATASOY, 179<br />

(21) Bkz. (3), DEMRZ, 383.<br />

(22) Bkz. (4), ATASOY, 179.<br />

(23) Bkz. (3), DEMRZ, 385.<br />

(24) Bkz. (1), ÜNVER, 15-16.<br />

(25) Faruk TAKALE, Türk Kitap Sanatında Gül Motifleri, 147.<br />

93


Osmanlı’nın Son Sarayı: Yıldız<br />

Yazı: Hatice ÜRÜN - Fotoğraflar: Tolga SUBAŞI<br />

Yıldız Sarayı; saray, köşk, bahçe, yönetim ve koruma yapılarıyla 500 bin metrekarelik bir koruluğa sahip olan,<br />

çeşitli dönemlerde yapılan ilave binalarıyla Türk ve Osmanlı mimarisinin en son örneğini içinde barındıran kompleks<br />

bir saraydır. Sultan II. Abdülhamid ve Yıldız Sarayı, bir bütünün iki parçası gibidir. Hünkâr, Dolmabahçe<br />

Sarayı’nı güvenli bulmayıp, denizden ve karadan gelebilecek saldırıları önlemek amacıyla boğaza nazır Beşiktaş<br />

ve Ortaköy tepesinde bulunan saraya yerleşir.<br />

stanbul’un fethedilmesinden sonra<br />

“Kazancıolu Bahçesi” adıyla<br />

anılan bu bölgenin, Osmanlı padi-<br />

ahlarınca av ve özel mesire yeri<br />

olarak kullanılması, Kanuni Sultan<br />

Süleyman (1520 – 1566) dönemiyle<br />

balar. Bu korulua ilk olarak<br />

Sultan I. Ahmed (1603–1617) tarafından<br />

küçük bir kasır yaptırılır<br />

ve düzenlenen bahçesi sayesinde<br />

Hadaik-i Hassa (Padiah Bahçeleri)<br />

arasında yer alır. IV. Murad (1623<br />

– 1640) avlanmak için geldii bu<br />

tepedeki kökü, kızı Kaya Sultan’a hediye eder. Sultan III.<br />

Selim (1789- 1807) annesi Mihriah Valide Sultan için bu<br />

tepede “Yıldız” ismini verdii baka bir kasır yaptırır ve<br />

korulukla birlikte bütün semt bu isimle anılmaya balar.<br />

Sultan III. Selim döneminden kalan<br />

tek hatıra sarayın iç bahçesinde<br />

bulunan rokoko tarzı zarif bir<br />

çemedir. Tahta çıkan II. Mahmud<br />

(1808–1839) Yıldız Bahçesi’nde<br />

düzenlenen güre ve ok atılarını<br />

seyretmeye geldiinde, dinlenmek<br />

için 1834–1835 yılları arasında koruluun<br />

zirvesine bir kök ina ettirir.<br />

Yeniçeri Ocaı’nı 1826 tarihinde<br />

kaldıran II. Mahmud, “Asâkir-i<br />

Mansûre-i Muhammedîye” adını<br />

verdii yeni ordusunun talimlerini<br />

izlemek için bizzat Yıldız Bahçesi’ne gelir. 12 yıl sonra olu<br />

Sultan Abdülmecid (1839-1861) bu kökü yıktırıp validesi<br />

Bezm-i Âlem Sultan için 1842 tarihinde büyük ve güzel bir<br />

kök olan “Kasr-ı Dilküa”yı ina ettirir.<br />

94


Sultan Abdülaziz (1861–1876) Çıraan Sarayı’nı yaptırdıktan<br />

sonra Ortaköy Caddesi üzerinden bir köprüyle<br />

iki sarayı birbirine balar. Hanedanın son dönemlerinde<br />

önemli bir yere sahip olan Balyan ailesi mimarlarına,<br />

Dı Bahçe’deki Malta ve Çadır Kökleri ile asıl saray kısmındaki<br />

Çit Kasrı ve Büyük Mabeyn Kökü’nü ina ettirir.<br />

Genellikle yaz aylarında Sultan Abdülaziz kökte ikamet<br />

etmitir. Saltanatı 92 gün süren V. Murad (1876) kısa<br />

süre Yıldız Sarayı’nda oturur. Hünkârın aklî rahatsızlıından<br />

dolayı tahttan indirilmesinden sonra, 33 sene saltanatta<br />

kalacak olan kardei Sultan II. Abdülhamid, Yıldız<br />

Sarayı’na taınır. Hünkâr saraya taındıktan sonra dıarıdan<br />

gelebilecek muhtemel saldırılara ve kuatmaya direnç<br />

gösterecek ekilde, kalın ve yüksek duvarlarla çevirterek<br />

sarayı ehirden tamamen ayırır. Bu dönemde 15<br />

bin askeri barındıracak kılalar yapılır. Kale duvarları gibi<br />

muhkem olan sarayın dört tarafında çeitli kapılar olsa<br />

da bunlardan resmi ve özel bölümlere giri için sadece<br />

u dört kapı önemli ve açıktır.<br />

Koltuk Kapısı: Yıldız Hamidiye Camii’nin önünden geçince<br />

solda elçilerin ve önemli konukların Cuma selamlıını<br />

izlemeleri için tahsis edilen setin altında kalan birinci<br />

kapıdır. Paalar, bakanlar, saray memurları, hizmetliler<br />

ve önemli yabancı elçiler saraya girmek için bu kapıyı<br />

kullanırdı.<br />

Saltanat Kapısı: Koltuk Kapısı’nın üst kısmında, sadece padiah<br />

saraydan çıkacaı zaman açılan altın yaldızla süslenmi<br />

olan kapıdır. Bu kapıdan Çit Kökü, Hünkâr Sofası ve<br />

Küçük Mabeyn Kökü’ne geçilirdi.<br />

Harem veya Valide Sultan Kapısı: Yıldız Hamidiye Camii’nin<br />

önünden yoku yukarı çıkılınca, sadece hareme mensup<br />

olanların kullandıı kapıdır. Bu kapıdan, Dı Bahçe’ye ve<br />

Saray-ı Hümâyûn’a gidilir.<br />

Mecidiye Kapısı: Çıraan Sarayı’nın karısında Yıldız Parkı’nın<br />

Ortaköy’e açılan büyük kapısıdır. ale, Malta, Çadır, Talimhane,<br />

Bahçıvan ve Acem Kökleri'ne bu kapıdan gidilir.<br />

Bu kapılara mukabil bir de Sultan tarafından yaptırılan Küçük<br />

Mabeyn ve Harem Daireleri arasında ç Harem Kapısı<br />

vardır. Arnavut asıllı tüfekçiler tarafından dı taraftan çifte<br />

nöbetçi ile korunan bu kapıdaki askerler sivil giysi giymesine<br />

ramen stanbulinlerin altında bir kama ve büyük<br />

çaplı bir tabanca bulunurdu.<br />

Birinci Avluda Bulunan ve Saraya Balı Binalar<br />

Yıldız Hamidiye Camii: Sultan II. Abdülhamid’in 1877 tarihinde<br />

Yıldız Sarayı’na taınmasından sonra, Cuma<br />

selâmlıklarında ve dier önemli günlerde saraydan uzaklamamak<br />

için saray duvarlarının dıında, yerleme alanının<br />

içinde, 1886 yılında Mimar Sarkis Balyan’a yaptırdıı<br />

camidir. Saraya çıkan yokuun sa tarafında yer alan caminin<br />

asıl adı Hamidiye Camii olmasına ramen Yıldız Camii<br />

olarak anılır. Son dönem Osmanlı mimari tarzının esiz<br />

bir yapısıdır. Cami planının Sultan tarafından tasarlandıı<br />

sanılmaktadır. Kâgir, tek katlı, tek ve yüksek kubbeli olan<br />

bu cami; kitlesi, planı ve dekorasyonuyla dikkat çekicidir.<br />

Camiye ana kapıdan içeri girildiinde cümle kapısı üzerinde<br />

Besmele-i erife ile Ayet-i Kerime yazısı görülür. Cami<br />

içinde müezzinlerin biraz yüksekte oturmaları için yapılmı<br />

beer metrelik iki kısım, cemaatten birer parmaklık<br />

mesafeyle ayrılmıtır. Sedir aacından yapılmı sütunlar<br />

camide dört adettir ve kubbesinin askıda kalmasına yarayan<br />

taıyıcı kolon görevindedir. Bu mimari üslup baka<br />

bir camide yoktur. Kubbenin 20 penceresi altın yaldızlı saçaklarla<br />

ziynetlidir. hlâs-ı erif suresi kubbenin merkezine<br />

sülüs hattıyla altın yaldızlı olarak yazılmıtır. Kenar kasnaklar<br />

iki bölümden olduu için alt kısım çemberi andırır.<br />

Kubbenin koyu mavi zemin üzerine altın yaldızlı yıldız<br />

95


Yıldız Hamidiye Camii<br />

motifleriyle süslenmi olmasına ramen, dier kısımlardaki<br />

süslemeler kalem iidir. Caminin 12 penceresi kar-<br />

ılıklı duvarlarda, 4 penceresi de mihrabın sa ve solunda<br />

neogotik üslupta toplam 16 tanedir. Beyaz ilemeli altın<br />

yaldızdan olan mihrap, caminin tam ortasındadır. Mihrap<br />

mermerinin üstünde Cihar-ı yâr cüzü, Hasan, Hüseyin ve<br />

Hz. Said’in isimleri, siyah zemin üzerine sarı sedef kakma<br />

tekniiyle yazılmı, altın yaldızlı alçı ile kenarları çerçeve<br />

edilmitir. Oryantalist motiflerle ve altın varaklarla duvarları<br />

nakılı olan Hünkâr mahfili, son cemaat yerinin kalın<br />

kısa iki sütunla askıya alınan haremlik ve selamlık kısmındadır.<br />

Bu bölümdeki sedir aacından kafesler, Sultan<br />

II. Abdülhamid Han tarafından yapılmıtır. Müezzin mahfili<br />

üzerinde bütün duvarı kaplayan 50 cm. geniliinde<br />

kûfi hattıyla Mülk Suresi yazılıdır. Abdülfettah Efendi’ye<br />

ait olan sülüs hat levhalarından baka camide, mihrabın<br />

solunda Sultan Abdülhamid’in kendi yazdıı ve turası<br />

bulunan kabartma yazı levhası mevcuttur. Hafız Osman’ın<br />

yazıları cami içine sonradan eklenmitir. Vaaz kürsüsü, 1,5<br />

metre geniliinde ve yüksekliinde tek parça mermerdir.<br />

“nna Erselnake” yazısı, saray mızıka çavuu tarafından sedef<br />

kakma tekniiyle caminin dier duvarlarına yazılmıtır.<br />

Hamidiye Camii’nin kıymetli eyaları içinde son Sürre<br />

Alayı ile gelen Kâbe örtüsünün dörtte biri, Sultan’ın kendi<br />

eliyle yaptıı rahle ve Sakal-ı erif muhafazası için yaptıı<br />

sedefli bir çekmece ile Alman mparatoru tarafından hediye<br />

edilen kubbedeki avize sayılabilir. Caminin içindeki ve<br />

dıında akan sular Hamidiye suyudur.<br />

Yıldız Hamidiye Camii’nin avlusunda kuzeybatı kısmında<br />

bulunan Hamidiye Saat Kulesi, 1890 yılında Sultan II.<br />

Abdülhamid’in emriyle yapılmıtır. Yıldız Camii gibi farklı<br />

mimari üslup olan oryantalist ve neogotik stil karmasıyla<br />

ortaya çıkan birleik bir yapıdır. Üç kattan oluan, sekizgen<br />

bir plana sahip olan kulenin eni, üst katlara çıkıldıkça<br />

daralır. Birinci katın dört cephesinde ayrı yazılmı kitabeler<br />

vardır, ikinci katta barometre, üçüncü katta hem saat<br />

odası hem de saraya bakan kısmın penceresine saat yerletirilmitir.<br />

En üstte dekoratif bir çatının üzerinde pusula<br />

vardır.<br />

Büyük Mabeyn (Daire-i Mabeyn-i Hümâyûn): Yıldız Saray<br />

topluluunu meydana getiren yapıların en büyüü olan<br />

bu bina, Sultan Abdülaziz tarafından Agop ve Sarkis Balyan<br />

kardelere 1866 tarihinde bir dinlenme kasrı olarak<br />

yaptırılmıtır. Harem kapısından içeri girilince sol tarafta,<br />

birinci avluda ilk göze çarpan bu bina, Balyan kardelerin<br />

neo-Osmanlı tarzından önce uyguladıı mimar üsluptadır.<br />

Duvar ve tavan süslemeleriyle son derece zarif olan binaya<br />

çift taraflı yekpare mermer merdivenle girilir. Altınla<br />

Büyük Mabeyn tavan süslemeleri<br />

tezyin olan kapıları, kemerli pencereleri, kristal avizeleri ve<br />

kristal merdivenleri, büyük çini sobaları, fıskiyeli havuzu<br />

ve duvar sel sebilleriyle dikkat çekicidir. Büyük Mabeyn'in<br />

alt kattaki salonu ile üst katta ona tekabül eden salon, II.<br />

Sultan Hamid’in resmi odasıydı. Alt katta bu salon dıında<br />

kalan odalar Mabeyn’e ait olup, üst katın en solunda bulunan<br />

ise Plevne kahramanı Gazi Osman Paa’nın odasıydı (1) .<br />

Mabeyn Dairesi’nin üst kat salonu çounlukla yabancı hükümdarlar,<br />

önemli misafirler ve prensler geldii zaman açılır,<br />

resmi kabul, önemli tören ve ziyafetler bu binada düzenlenirdi.<br />

Çit Kökü: Büyük Mabeyn’in sol karısında, asıl saray kısmında<br />

birinci avludaki bu önemli bina Sultan Abdülaziz tarafından<br />

Balyan kardelere yaptırılmıtır. Cuma selamlıından<br />

sonra Büyük Mabeyn Dairesi dıında, padiahı ziyarete gelen<br />

yabancı konukların ve stanbul’daki elçilerin kabul yeri<br />

olarak kullanılan kök, önünde çıkma ahap antresinin üstü<br />

saçla kaplı, tek kat kâgir, üstü duralit, pencereleri panjurlu ve<br />

demir parmaklıklı bir binadır. Çit Kökü iki kat gibi görünse<br />

de zemin kısım bir oda, bir giri ve küçük bir salona sahiptir.<br />

Bu kısım saray muhafızı Tahir Paa’nın dairesidir. Padiahı<br />

ziyarete gelen konuklar, ilk Tahir Paa tarafından sorguya<br />

çekildikten sonra üst kata bir merdivenle çıkartılır. ç içe<br />

geçmeli odalardan sonra sırası gelen konuk büyük salonda<br />

huzura kabul edilirdi. Huzurda protokol gerei sadece Türkçe<br />

konuulurdu.<br />

Ramazan aylarında iftar davetleri bu kökte verilirken,<br />

aynı zamanda her Ramazan ayının sekiz günü soru cevap<br />

eklinde padiahın katılımıyla düzenlenen ilmî ve dinî<br />

sohbet olan “Huzur Dersleri” de Çit Kökü’nde yapılırdı.<br />

Set Kökü (Seyir Kökü): Yıldız Hamidiye Camii’nin sa çaprazında<br />

Koltuk Kapısı’nın yanındaki set üzerindeki Büyük<br />

Mabeyn Dairesi’nin arka cephesine bitiik olan köktür.<br />

1889 tarihinde Sultan II. Abdülhamid tarafından Sarkis<br />

Balyan’a yaptırılan tek katlı bina, Alman mparatoru II.<br />

Wilhelm’in Cuma selamlık törenini izlemesi için yaptırılmıtır.<br />

mparatorun ziyaretinden sonra da bina yabancı<br />

elçi ve önemli konukların Cuma selamlık törenini izlemeleri<br />

için kullanılmaya devam edilmitir. Kökün tavanı<br />

kalem ileriyle süslü olup, Büyük Mabeyn Dairesi’yle<br />

camekânlı bir koridorla balantı salanmıtır.<br />

Saray mimarı Raimondo D’aronco tarafından Art Nouveau<br />

tarzda yapılan bina, Yıldız Sarayı’na Valide Sultan<br />

Kapısı’ndan içeri girilince, Büyük Mabeyn Dairesi’nin tam<br />

96


Yıldız Hamidiye Camii<br />

97


Silahhane<br />

karısında yer alır. ki katlı, ince, uzun, birbirinden baımsız<br />

girileri olan be daireden oluan bina, sarayda görevli<br />

bulunan yüksek rütbeli kiiler için yaptırılmıtır. Üst katı<br />

telgrafhane, alt katı da ifrehane olarak kullanılmıtır.<br />

Kiler-i Hümâyûn: Yıldız Hamidiye Camii’nin karı sokaından<br />

içeri girildiinde sol kolda yaverlerin karısında kâgir,<br />

tek katlı bulunan binadır. Sarayın ileri gelenlerinin, vazifelilerin<br />

ve ehzadelerin yemekleri burada pier, devlet adamlarının<br />

ve mabeyncilerin evlerine Kiler-i Hümâyûn’dan bazı<br />

zamanlarda yemek giderdi. 40 açı, çırak ve yardımcılardan<br />

oluan mutfak çalıanları sabah akam 600 tabla yemek<br />

yapıp, yemeklerin miktarı, nefaseti, kimin tarafından<br />

yenecekse makam ve mevkiine göre ayarlanırdı.<br />

Hususî Mutfak, Hususî Kiler: Valide Sultan Kapısı’ndan<br />

içeri girildiinde sa tarafta silah müzesinin yanında,<br />

pencereleri demir parmaklıklı, kapısı salam olan kimyahaneye<br />

benzeyen Sultan’ın hususî mutfaı bulunurdu.<br />

Kilercibaı kontrolünde pien yemekler büyük bir<br />

tablaya yerletirildikten sonra, üzerindeki örtünün uçları<br />

birbirine balanır, ekmek sepeti ve su sürahileri de<br />

kilerciler tarafından mühürlenirdi. Abdülhamid-i Sani<br />

Kâıthane suyundan baka su içmedii için sadece ona<br />

mahsus bir membadan alınır, yabancı kimse yanatırılmazdı.<br />

Hünkârın yemek tablası dairesine kadar kemal-i<br />

tâzim ile taınıp kilercibaına teslim edilir, padiahın gözü<br />

önünde mühürleri kilercibaı tarafından açılan yemekler<br />

sofraya bırakılırdı. Zat-ı ahane az ve hafif yemek yemeyi<br />

tercih eder, yemei Müfika Kadınefendi ile yer, annesinin<br />

hatırası olan (Tirimüjgan Kadınefendi) altın tuzluu<br />

sofrasında bulundururdu. Sultan bir yemekten üphelenirse<br />

bir parça kilercibaına tattırır veya yemek sırasında<br />

etraftaki kedi köpeklere birer lokma verirdi.<br />

Silahhane: Valide Kapısı’ndan içeri girildiinde sa kısımda<br />

kalan tek katlı, kâgir, uzunlamasına, yıma tekniiyle<br />

yapılan binadır. Sultan Abdülhamid tarafından saray çalı-<br />

Hususî Daire<br />

Silahhane binasının bugünkü hali<br />

anları için yemekhane olarak yaptırılan binanın kafeslerle<br />

örülü olan üst kat kadın hizmetlilerin, alt kat erkek<br />

hizmetlilerin yemek katıdır. Binanın Valide Sultan<br />

Kapısı’ndaki bölümü padiahın özel mutfaı ve kileri olarak<br />

kullanılmıtır. Alt katında saray arabacılarının oturduu<br />

Arabacılar Dairesi, üst katta muhazıf tüfekçilerinin<br />

binaları yer alır ve binanın devamı da karakoldur. Binanın<br />

tavanları madalyonlar içinde gemi resimleri ve silah<br />

motifleriyle süslenmi, bir tonozla örtülü binanın sonraki<br />

yıllarda üst katı yıktırılıp eski ve yeni silahlar toplanılarak<br />

silah deposu olarak kullanılmıtır. Sultan’ın Hal’inden<br />

sonra buradaki silahları Harbiye Nazırı Mehmed evket<br />

Paa Askerî Müze’ye göndermitir.<br />

Hazine-i Evrak Dairesi: Yıldız Sarayı’nda demir parmaklıklı<br />

büyük bir odanın içinde, ilemi biten ve ariv niteliinde<br />

olan evrak, jurnal ve belgelerin muhafaza edildii bir daire<br />

vardı. Saltanatın ilk yıllarına dair bir evrak lazım olsa dahi<br />

birkaç dakika içinde bulunurdu (2) .<br />

Agavat Dairesi ve Musahip Aalar ve zzet Paa Dairesi:<br />

Kiler-i Hümâyûn Dairesi’nin tam karısındaki bina, Yıldız<br />

Sarayı’nda görevli olan 120 kadar Harem aasının daireleri,<br />

sarayın birinci avlusunda bulunurdu. Çok deerli<br />

olan mutfak malzemeleri bu bölümde korunurdu. Yıldız<br />

Sarayı’nın birinci avlusunda Agavat ve Kiler-i Hümâyûn<br />

Daireleri’nin bulunduu yer Musahip Aalar Dairesi’dir.<br />

Sultan Reat zamanında yıkılan zzet Paa’nın dairesi Büyük<br />

Mabeyn’e giden yol üzerinde solda, birinci avluda<br />

ahap tek katlı bir bina idi.<br />

Rasathane, Güvercinlik Kökü, Saray Eczanesi: Saray<br />

Kütüphanesi’nin sa tarafında kütüphaneye bitiik olan Rasathane<br />

iki katlı bir binaydı. Yıldız Sarayı’nda ilaçlar saraya<br />

has bir eczanede hazırlanırdı. Bekir Bey ve kardei Mustafa<br />

Bey eczacıbaılıa tayin edilmi, çıraklar ve kalfalar ile birlikte<br />

on iki eczacı çalıırdı. Arabalık bölümünün tam karısındaki<br />

Sultan döneminde yapılmı iki katlı badadi yapı<br />

kimyahane – eczahane binasıdır. Saraya ait ilaçların yapıldı-<br />

ı bu kökün önünde bulunan kaskatlardan güvercinler su<br />

içtikleri için Güvercinlik adıyla da anılmaktadır.<br />

Kimyanehane-i Hümâyûn ve Ettıbbâ–Doktorlar Dairesi:<br />

Sultan Abdülhamid kimyagerlie merak salmı ve bir<br />

kimyahâne kurdurtmutur. Rangowski, Dr. Saint Gros Paa,<br />

Bavyeralı kimyager Arnold, Serferus ve Josef Zanni, Hünkârın<br />

hususi kimyagerleridir. Saray hekimi Dr. Mavroyani, Büyük<br />

Mabeyn Dairesi’nin alt katında ikamet eder. Sarayın bahekimi<br />

Dr. Müir Arif Paa, smet ve Emin, lyas Paalar dıında<br />

di hekimi, kulak burun boaz, ebe, göz ve sinir hastalıkları<br />

ve cerrah olmak üzere 30 kadar hekim vardır.<br />

98


Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hal fetvası okunduu büyük salon<br />

Yıldız Sarayı’nda 2. ve 3. Avluda Bulunan Binalar<br />

Harem-i Hümâyûn: Üç avlusu bulunan sarayda Harem-i<br />

Hümâyûn’a birinci avluyu geçtikten sonra yaldızlı harem<br />

kapısından içeri girerek ulaılır. Padiahın emriyle açılan<br />

Harem Kapısı, yine onun izniyle kapanır, izinsiz kimse giremezdi.<br />

Acele bir evrak veya özel bir i olduunda kapının<br />

dıındaki nöbetçi tüfekçilerin ihbarı ile kapı biraz aralanıp<br />

içerideki nöbetçiler tarafından kapı yine kapatılırdı. Padiahın<br />

oturduu kısım haremlik ve selamlık olarak ayrılmıtır.<br />

Küçük Mabeyn Kökü (Selâmlık): Sultan II. Abdülhamid’in<br />

emri ile hususî talyan mimarı Raimondo D’aranco’ya 1900<br />

tarihinde oturma ve çalıma dairesi olarak yaptırılmıtır. ç<br />

harem kapısını geçtikten sonra sa tarafta kalan kök, badadi<br />

teknik ile iki katlı olarak yapılmı, binanın en üst katı<br />

da kı bahçesi olarak üçüncü bir kat eklindedir. Binaya altı<br />

basamaklı ta merdivenden çıkılıp, renkli camlarla süslü<br />

camekândan içeri girilir. Birinci kat padiahın çalıma, yemek,<br />

istirahat, kabul ve yatak odası olan özel konutu eklindedir.<br />

Tavan süslemeleri Boaz görüntülerini yansıtan<br />

manzara resimleri ve ince kalem ileriyle süslüdür. Parisli<br />

sanatkâr Bonet’in imzasını taıyan natüralistlik çiçek kompozisyonlu<br />

pencere vitraylarının yanı sıra, eyalarda Sefir<br />

Münir Paa sayesinde Fransa’dan getirtilmitir. Binanın alt<br />

katında en solda olan büyük havuzlu ve denize bakan oda,<br />

Sultan’ın çalıma ve özel devlet adamlarını kabul ettii odadır.<br />

Çalıma odasında bronz tezyinatlı bir yazı masası olup,<br />

oda lake kenarlı, ipek kaplanmı bir takımla döenmitir. Binanın<br />

ikinci katı Art Nouveau akımının bütün süsleme özelliini<br />

taırken üst kat daha sadedir. Bazı büyük kabul, ziyafet<br />

ve mevlitlerde üst kat kullanılmı, Çit Kasrı ina edildikten<br />

sonra mevlitler yeni binada okutulmutur. Mevlit günlerinde<br />

büyük salon, yaldızlı kafes paravanla ayrılarak harem mensuplarının<br />

paravanın arkasında mevlit dinlemesi salanırdı.<br />

Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hal fetvası okunduu büyük salonun tavan süslemesi<br />

Hususî Daire: Mimar Vasilaki tarafından Sultan Abdülhamid’in<br />

özel dairesi olarak Küçük Mabeyn dairesinin hemen yanına<br />

sarayın en manzaralı yerine ina edilmitir. Yıldız marangozhanesindeki<br />

ustalar tarafından kökün iç süslemesi<br />

yapılmıtır. eker Ahmet Paada duvarları nakılarla süslemi,<br />

kapı ve pencereleri tek parça maundan imal etmitir.<br />

Sultan Abdülhamid bu kökte iki yatak odası deitirmitir.<br />

Mabeyn hizasına gelen kısım tek kat iken, ale Kökü tarafına<br />

gelen kısım çift katlıdır.<br />

Abdülhamid-i Sani’nin yatak takımları mikrop tutmaması<br />

için sık gözenekli ipek kumalardan yapılırdı. Sultânın<br />

kullandıı yastık köeli ve üç yüzlüdür, bu yüzlerden biri<br />

karyolanın ön kısmına, ikinci yüzü yataa bakar, üçüncü<br />

bo kısma da padiahın yüzü temas ederdi. Sultan geçirdii<br />

böbrek rahatsızlıından sonra yatak odası, aynı katta<br />

daha havadar olan bahçe üstündeki odaya geçmitir.<br />

Hususî Daire’de duvarları kadife kaplı bir odada padiahın<br />

kimse tarafından bilinmeyen bir usulle açılan gizli kasası<br />

vardır. Üst katta evlenecek sultanlara hediye edilmek üzere<br />

hazır bekletilen yirmi iki tane çeyiz sandıı hazır bekletilirdi.<br />

Hususî Daire’nin giriindeki salonun sa tarafındaki yatak<br />

odasının yanında Sultan II. Abdülhamid’in esvap odası<br />

vardı. Cuma selâmlıkları, takacaı nianlar ve kılıcı, büyük<br />

üniformaları esvapçıbaının dairesinde muhafaza edilir, gerektiinde<br />

Selâmlık Dairesi’ne getirilir. Gri rengi kıyafetlerinde<br />

çok kullanır, haremde ise koyu renk kıyafetleri tercih<br />

eder, gece kıyafetleri yün ya da beyaz ketenden yapılırdı.<br />

Hususî Daire’nin yanı baında bir de Hususî ifre Dairesi<br />

vardır. Hususî Daire Hamamı ayrı bir pavyon eklinde olup,<br />

1900–1902 tarihleri arasında saray mimarlarından Raimondo<br />

D’aranco’ya yaptırılmıtır. Geleneksel Türk hamamlarından<br />

farklı tarzda bir bölüme sahiptir. Kaloriferle ısıtılan hamamda<br />

dönemin temiz ve kaliteli memba suyu kullanılır,<br />

Büyük yemek odasının tavan ve duvar süslemeleri kalem<br />

ileriyle ve altın yaldızlı alçılarla süslenmi, parke zemininde<br />

salon için dokunmu bej, mavi yollu, pembe çiçekli<br />

bir Hereke halısı serilidir. Küçük Mabeyn Kökü Harem-i<br />

Hümâyûn’da selamlık kısmında olduu için haremde ya-<br />

ayanlar tarafından da Selamlık olarak anılırdı.<br />

Sultan II. Abdülhamid ve Devlet-i Âliye için önemli tarihi<br />

olaylarından birisi olan 31 Mart 1909 padiahın Hal<br />

Fetvası kendisine büyük salonda okunmutur. Sultan<br />

Abdülhamid’den sonra V. Mehmet Reat ve VI. Mehmet<br />

Vahidettin çalıma odasını aynı maksatla kullanır.<br />

Hususi Daire Hamamının Orijinal Hali<br />

99


Saray Kütüphanesi ve Hususî Kütüphane: Yıldız Sarayı’nda<br />

farklı binalarda küçük kütüphaneler vardır. Yıldız kütüphanelerinin<br />

en büyüü, Sultan’ın hususî kütüphanesi, Merasim<br />

Dairesi’nin yanındaki küçük bir binadan, önce Malta<br />

Kökü’ne, sonra kütüphanedeki eserlerin çoalmasıyla<br />

birlikte iç avlunun güneybatısındaki, tek katlı kâgir, dört<br />

büyük salondan oluan, pencereleri demir parmaklıklı<br />

60–70 metre uzunluunda bir binaya taınır. Kütüphanede<br />

Ser-hafızı kütüb bata olmak üzere otuz kadar memur<br />

ve hademe görevliydi. Okuma masalarının kenarlarında<br />

bulunan küreleri, müzeyyen tavanı ziynetlendiren avizeleri,<br />

saray marangozhanesinde yapılan kütüphanenin raf<br />

ve camekânlı dolaplarıyla dikkat çekicidir. Kütüphanenin<br />

muhteviyatı da oldukça zengindir. Hilye-i erîfler, hat üstatlarının<br />

yazıları, el yazması minyatür Kur’an-ı Kerim ile<br />

seyahatnameler, Sultan’ın kendisi için tercüme edilmi polisiye<br />

el yazmaları, fotoraf albümleri, Mescid-i Aksâ maketleri<br />

ve yazarlarına yüksek telif ücretleri ödenerek satın<br />

alınan manüskriler sadece Yıldız Saray Kütüphanesi’nde<br />

bulunurdu. Tek nüsha kitaplar arasında 1002/1594 tarihli<br />

Sultan II. Selim’in 104 minyatürle Yemen ve Tunus fetihlerini<br />

anlattıı “Tarih-i Fethi Yemen” , 944/1543 tarihli<br />

Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferini 128 minyatürle<br />

resimleyen Matrakçı Nasuh’un “Beyan-i Menazil-i Sefer-i<br />

Irakeyn”, X. yüzyıla ait bir Kur’an-ı Kerim kütüphane dermesinin<br />

en önemli eserlerindendir (3) . Ayrıca paha biçilmez<br />

resim, pul, muhtelif küre-i sema, küre-i arz haritaları, bitki,<br />

kuma, litografya koleksiyonları, kitap ve albümler özenle<br />

ciltlenir, kapakları atlas, kadife ya da marokenle kaplanır,<br />

bazı eserler inci veya mücevherle ciltlenirdi. Kütüphanede<br />

Arapça, Farsça, Türkçe neredilmi, o döneme ait kitapların<br />

hepsi mevcut olup, yabancı lisanlı olan mecmualar,<br />

dikkatle muhafaza edilir ve her altı ayda bir ciltlenirdi. Sarayda<br />

padiaha sunulacak kitapları, kütüphaneye girecek<br />

kitap ve dergileri özenle ciltleyecek bir cilthâne vardır.<br />

Kütüphanenin ciltçibaısı Maksud Pazarcıyan’dı. Bir odada<br />

sadece Devlet-i Âliyye-i Osmaniye hakkında çeitli dillerde<br />

yazılmı eski ve yeni el yazması eserlerle dopdoludur.<br />

Sultan Abdülhamid-i Sani dönemi yıldız saray kütüphanesi .Ü. Kütüphanesi 90522<br />

hamam içinde bir de helâ mevcuttur. Kurnaya ait musluklardan<br />

sa musluktan sıcak, sol musluktan Kâıthane’nin<br />

souk suyu akar. Banyonun çinileri nilüfer ve papatya<br />

desenli çiçek motifleriyle kaplı çiniler antre ve hamam<br />

tavanında Art Nouveau desenli seramikler kullanılmıtır.<br />

Hamamın renkli çiçek motifleriyle oluan vitray pencereleri<br />

vardır. Sultan’ın Hal’inden sonra Sultan V. Mehmed<br />

Reat kalmı ve bu dairede vefat etmi, Sultan VI. Mehmet<br />

Vahidettin burada ikameti sırasında elektrik kontaından<br />

çıkan yangından sonra bugünkü daire yaptırılmı, sadece<br />

bir oda, bir koridor, bir de hamam orijinal kalmıtır. Bina<br />

üstten bir galeri ile Küçük Mabeyn Dairesi’ne, yer altından<br />

da ale ve tiyatro binasına balanır.<br />

Polisiye romanlara merakı olan padiahın kütüphanesinde<br />

600 adet el yazması polisiye roman bulunurdu. Seyahat<br />

etme imkânı çok olmayan Sultan, çeitli ülkelerde çıkan seyahatnameleri<br />

tercüme ettirir, bunları okuttururdu. Bu yüzden<br />

ülkelerin beeri tarihlerini ve corafyalarını iyi bilirdi.<br />

Kuzey kutbuna yaptıı yolculuklara dair hatıraları bulunan<br />

kâif Nansen’in kitaplarını temin ve tercüme ettirip okutturmutur<br />

(4) . Hünkârın bir dier merakı olan fotoraflar sayesinde<br />

35 bin fotorafı içinde barındıran koleksiyonu 900<br />

albüm olarak düzenlenmitir. Hem Osmanlı mparatorluu,<br />

hem de ABD, Japonya gibi Uzak Dou ülkelerine ait mimari<br />

ve fiziki yapının, inanç ve çeitli hayat tarzlarının yansıtıldıı<br />

bu kareler günümüzde de aratırmacılar için belge nitelii<br />

taır. Bu koleksiyonun oluması için Abdülhamid-i Saniya<br />

bizzat kendisi tarafından döneminin en iyi fotorafçılarına<br />

sipari vermi, ya da muhtemelen ödüllendirilmek üzere<br />

padiahın bu ilgi ve merakını bilen profesyonel fotoraf sanatçıları<br />

tarafından dünyanın çeitli bölgelerinden saraya<br />

hediye gelerek olumutur.<br />

Kütüphanenin Ser-hafızı kütübü, Sultan’ın sevip güvendii<br />

Kalkandelenli Sabri Bey titiz bir memurdur. Padiah dahi<br />

kitap istese muhakkak makbuz alırdı. “Büyük bir titizlikle<br />

basılmı filerin üstünde ‘Kütüphane-i Hümâyûn-i Cenâb-ı<br />

mülâkânede mevcut âsâr-ı müellifenin tedkikıne mahsustur’<br />

yazılır. Sonra kitabın hüviyetini büyük bir titizlikle belirtecek<br />

sorular var: Kitabın adı, yazarı, basıldıı veya yazıldıı tarih,<br />

sayfa ve satır numarası, hangi dilde, hangi bilim kolunda olduu<br />

vs... (5) yazılıdır. Sultan Abdülhamid Han’ın 31 Mart 1909<br />

tarihinde Hal’inden sonra Yıldız Sarayı yama edilmeye balanır.<br />

Sabri Bey kütüphanedeki en deerli yazmaları, mücevherli<br />

ciltleri ve dier kıymetli kitapları korumak için kitapları<br />

evinde saklamayı uygun görür. Fakat 50 bin cilt kitabın eve<br />

taınması mümkün olmayacaktır, yamacılar kütüphaneye<br />

dadanınca Sabri Bey çok önemli bir karar verir ve “Benim<br />

cesedimi çinemeden kimse içeri giremez (6) ” der. Hem yamacı<br />

askerler, hem de Sabri Bey Rumeli’nin Kalkandelen<br />

bölgesinden olmaları sayesinde Ser-hafızı kütüb yamacılara<br />

kendi iveleriyle konuur. Bu hitaptan sonra yamacılar,<br />

kütüphane kapısından geri çekilir. Cumhuriyet’in ilanından<br />

kısa bir süre sonra Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın çıkarılmasının<br />

ardından kütüphane eyaları Darülfünun’a devredilerek<br />

Medreset-ül Kuzat binasına taınır.<br />

“Washington’daki Milli Kongre Kütüphanesi’nde zengin<br />

bir Türk kitap koleksiyonu bulunmaktadır. stanbul Robert<br />

Koleji’nden mezun Bodurgil bu kütüphanenin Yakın<br />

ve Uzak Dou bölümünün idareciliini yapar. Kütüphanede<br />

en ilgi çeken koleksiyonlardan biri de kırmızı deri kaplı,<br />

üzeri altın yaldız kakmalı 36 adet albümdür. Bu büyük<br />

boy albümlerin her birinin kapaklarında bir tarafında II.<br />

Sultan Abdülhamid’in turası ve “Es-Sultan bni’s-Sultâni’s-<br />

Sultân <strong>El</strong> Gazî Abdülhamid Han-ı Sâni Hazretleri’nin taraf-ı<br />

eref-i mülûkânelerinden, Memâlik-i Müctema-i Amerika<br />

Kütübhane-i Millisi’ne ihdâ buyurmutur. 1310” yazılıdır.<br />

Albümlerin öbür kapaında ise Osmanlı arması ve aynı yazının<br />

ngilizce’ye tercümesi vardır. Tarih olarak da 1310’un<br />

karılıı 1893 yazılıdır. Bütün bunlar altın kakmalıdır. Sultan<br />

Hamid’in emriyle hazırlanmı, Türkiye’deki eitim, salık,<br />

100


sanat, askerlik ve dier çeitli alanlarda yapılan fotoraflarla<br />

tespit edilmitir. Albümlerin her birinde yirmi ilâ kırk arası<br />

büyük boyda fotoraf mevcuttur. Fotorafları, o zamanın<br />

en ünlü fotorafçılarından Abdullah Kardeler ve Febüs, birkaç<br />

tanesini de Kurmay Albay Ali Rıza Bey çektirmitir (7) .”<br />

Yıldız Kütüphanesi’nin Darülfünun’a devredilmesinden<br />

sonra Sabri Kalkandelenli, Yıldız dermesiyle ilgilenmek<br />

üzere müdür vekili olarak görevine devam etmitir. Sabri<br />

Kalkandelen’in olu Nureddin Kalkandelen üniversite kütüphanesinde<br />

yıllar sonra 3. müdür olarak atanır.<br />

Limonluk Serası ve Pavyon Kökü: Küçük Mabeyn<br />

Dairesi’nin tam karısında L biçiminde 1895 tarihinde talyan<br />

Mimar Raimondo D’aranco tarafından tonoz örtü ve<br />

camla kaplı, harem duvarına bitiik olan yapıdır. Cephesinde<br />

metal rokoko süslemeleri olup, 8 metre uzunluunda,<br />

giriinde diagonal eksen üzerinde barok bir Osmanlı kubbesi<br />

mevcuttur. Bitiiinde padiahın dinlenme köklerinden<br />

biri olan, gizli bir kapı ile Çit Kasrı’nın büyük salonuna<br />

geçilen, tek odalı koridordan oluan tek katlı yapıdır.<br />

Cariyeler, Hazinedar Usta, Kadın Efendiler Dairesi: Harem-i<br />

Hümayun’a mensup kadınların bulunduu bina toplulu-<br />

udur. Binalar iki katlı, badadi üslupla yapılan birbirine<br />

camekânlı bir koridorla balanmıtır. Tavanları kalem ilemeleri,<br />

madalyonlar ve çeitli resimlerle süslüdür. Hazinedar<br />

Usta Dairesi’nin yanında cariyelerin dairesi vardır.<br />

Hazinedar Usta, Harem-i Hümâyûn’un vekili, adeta kadın<br />

sadrazamıdır. Merasim günlerinde kendilerine has altın bir<br />

kordonla Mühr-i Hümâyûn’u boyunlarına takarlar, vefatında<br />

mukabil mührü yerine geçen teslim alır. Sırma ilemeli<br />

salta giyen Hazinedar Kalfa, uzun elbiseli, baında hotozu<br />

andıran belinden aaıya inen sarı renk iki parmak eninde<br />

saç takar. Saraydaki kıymetli eyaların anahtarı kendisinde<br />

olup, Hünkâr Kalfalar yardımcılık yapar. Ona sorulmadan<br />

bir ey yapılmaz. Birinci rütbeden efkat nianları vardır.<br />

Usta Kalfalar, Gedikli Cariyeler Dairesi: Harem-i Hümâyûn’a<br />

girince tiyatro binasının sol tarafında yer alır. 1987 tarihinde<br />

Usta Kalfalar Dairesi yıkılmı, Gedikli Cariyeler Dairesi<br />

durmaktadır.<br />

Kızlaraası Kökü: Tiyatro binası ve ale Kökü arasında,<br />

Hususî Daire’nin kuzey ucunda, iki katlı, kâgir, Sultan Abdülhamid<br />

tarafından yapılan küçük bir binadır. Duvarlarında<br />

desenli halılar örtülüdür. Dârüssaâdeti’- erife Aası’na<br />

sarayda Kızlaraası denilirdi. Mevkisi merasimlerde, ehzade,<br />

damat, müir ve vezirden sonra olup, resmi elbisesi<br />

vezir kıyafetindedir. Vezirlerin kullandıı büyük kordon ni-<br />

anlara sahip olup, bütün aaların azli ve nasbı ona aittir.<br />

Musahip Aalar Dairesi: Sultan’ın özel doktoru smet<br />

Paa’nın Musahip Dairesi birinci avludadır. Sultan<br />

Abdülhamid’in dokuz musahibi olup bamusahip, ikinci,<br />

üçüncü, dördüncü musahip, normal anılırken dier kalanlara<br />

musahip aalar denilir. Esas vazifeleri padiahın dairesinin<br />

kapısında nöbet tutup, ona hizmet etmektir. Gelen<br />

kâıtları ve misafirlerin kim olduu musahibe söylenir, o<br />

da Harem Kapısı’ndan Nöbetçi Haznedar’a bildirir, padiah<br />

yapılması gerekeni tekrar Nöbetçi Haznedar’a söyler, o da<br />

musahibe iletir. Musahipler önü tamamen ilikli redingot<br />

giyerdi. Sultanlara, kadın efendilere ve ehzadelere padi-<br />

ahın emirlerini götürüp, cevap getirirdi. Padiahın vefatından<br />

sonra yeni hünkâra hizmet etmek zorunda deildi,<br />

Divan-ı Muhibbi 973 aban 1565 Aralık 1566 Ocak. Kanuni Sultan Süleyman’ın eseridir. Tezhipleri<br />

saray nakkahanesinin ba ustası Mehmet Karamemi tarafından yapılmıtır. .Ü. Nadir<br />

Eserler Kütüphanesi T 5467<br />

gitmek isterse kimse karımazdı.<br />

ehzade, Sultan Daireleri: Yıldız Sarayında eski harem dairelerinden<br />

önce küçük ve ahap binalar yıkılıp ehzade ve<br />

sultanların kalmaları için daireler yaptırılmıtır (8) .<br />

Çukur Saray ve Damatlar Dairesi: Padiahın evlenmemi<br />

ya da dul kalmı kız ve kız kardelerinin ikametine Çukur<br />

Saray ayrılmıtır. Sarayın bazı yerlerinde iki katlı, bazı<br />

yerlerinde zemine balı olarak üç katlı olarak yapılmıtır.<br />

Padiah kızlarıyla evlenen erkeklerin kaldıı bölüm de Damatlar<br />

Dairesi’dir.<br />

Yıldız Saray Tiyatrosu: Yıldız Sarayı’nın Harem Kapısı’ndan<br />

içeri girince üçüncü avluda, Osmanlı sarayları içinde ikinci,<br />

günümüze kadar gelen tek saray tiyatrosudur. talyan Mimar<br />

Raimondo D’aranco tarafından planı çizilen tiyatro binası<br />

Bamimar Sarkis Balyan ve kalfaları tarafından, eski bir<br />

ahırın yerine, Valide Sultan Kökü’nün hemen yanına 1889<br />

tarihinde ina edilmitir. 150 kiinin temaa edecei, dikdörtgen<br />

bir plan üzerinde dar ve uzun bir binadır. Sahnesi<br />

geni olan tiyatronun duvarları kırmızı pelüle kaplı kısmı<br />

erkeklere mahsustur. Süslemeleri altın yaldızlı, tavanı yıldız<br />

çiçek motifleriyle mavi zemin üzerine sarı yaldızlarla tezyin<br />

edilmitir. Orkestra alt katta sol taraftadır. Sultan, ortadaki<br />

büyük iki kanatlı altın yaldızlı kapıdan locasına gider, sahnenin<br />

tam karısındaki üst kattaki yerini alırdı. Locada iki adet<br />

koltuktan birine padiah oturur, dieri bo kalırdı. Koltukların<br />

yanında altı adet kırmızı kadifeyle kaplı sandalyeye, padiah<br />

kime iltifat etmek isterse onu davet ederdi. Tiyatro, padiahın<br />

yorulan zihni için bir istirahat ve elence vesilesidir. Oyun<br />

sırasında aklına önemli bir i gelirse bakâtip veya vükelâdan<br />

birini çaırtıp not aldırttıı bir mekândı. ehzadeler ve padi-<br />

ahın konukları üst katta oturur, alt katta ise saray mensubu<br />

kiiler oturur, locaları iner kalkar kafeslerle örtülmütür. Tiyatrodaki<br />

parter koltuklar kırmızı kadife ile kaplanmı, eyaların<br />

çou Tamirhane-i Hümayun’da yapılmıtır. stanbul’a<br />

yabancı bir tiyatro grubu geldiinde elçiler vasıtasıyla saraya<br />

davet edilirdi. Bayramın birinci ve ikinci günü bayramlamaya<br />

gelen hükümet ve saray erkânına, yabancı bir konuk<br />

geldiinde erefine, çaramba ve cuma akamları tiyatroda<br />

oyunlar düzenlenirdi. Tiyatro binasında orta oyunundan operaya<br />

her türlü oyun sergilenirken konserler de verilmi, büyük<br />

fırçalarla iyice ıslatılıp gerilen perde sayesinde de sinema<br />

izlenmitir. Yazın oyunlar harem bahçesinin hünkâr sofasına<br />

bakan kısımlarında seyyar bir sahne üzerinde oynanırdı.<br />

101


Yıldız Tiyatrosu’nun Fransız ve talyan sanatçıları, sonraları<br />

saray hizmetlilerinden mensup Hademe-i Hümâyûn’dan iyi<br />

oyuncular yetimitir. Sultan en çok Haydutlar operasını izlemekten<br />

holanır, bunun yanında Ayda, Karmen, Maskot,<br />

Faust ve Travator operalarını beeniyle takip ederdi.<br />

Yıldız Tiyatrosu’nda bazı aktörlere çeitli Osmanlı nianları verilmitir.<br />

Bunlar arasında Alman piyanist Ogüst Wilhelm’e birinci<br />

dereceden Mecidî nianı, talyan oyuncu Ernesto Rissi’ye<br />

ve arkadalarına üçüncü rütbeden Osmanî nianı, Arturo<br />

Stavolo’ya üçüncü rütbeden Mecidî nianı, eine efkat nianı,<br />

talyan La Bruna topluluunun ba aktrisi Emila Ciampi’ye<br />

ve Rus piyanist <strong>El</strong>iz Peken’e efkat nianı verilmitir. Ayrıca<br />

Arturo Stavolo padiahın ricası üzerine Yıldız Sarayı’na yerleip,<br />

hem saray tiyatrosuna hem de Muzika-i Hümâyûn’a<br />

hizmet eder. Aslen Ermeni olan sonraları adı Yakup Efendi’ye<br />

çevrilmi Güllü Agop Efendi, Mardiros Mınakyan, Abdi lakaplı<br />

Abdürrezzak Efendi ve Ahmet Mithat Efendi, Yıldız Tiyatrosu<br />

kadrosunda çalımıtır. Mızaka-i Hümâyûn sanatçılarından<br />

Naid ve Mehmed Zati Arca da Sultan II. Abdülhamid’in emriyle<br />

Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nda çalımıtır. Tiyatro binasının<br />

alt ve üst katındaki büyük camlı kütüphaneler içinde Sultan<br />

Abdülhamid’in kıymetli mûsiki ve nota koleksiyonu mevcuttur.<br />

Ciltlenmi olarak korunan koleksiyonların içinde orkestra<br />

ve piyano için yazılmı önemli eserler de bulunurdu (9) .<br />

Sultan II. Mahmud döneminde balayan Batılama hareketi<br />

sebebiyle talyan müzisyen Giuseppe Donizetti’yi mızıka bandosunun<br />

baına getirterek Mızıka-i Hümayun kurulmutur.<br />

Bestelenen Mecidiye ve Mahmudiye Marı sayesinde sanatçıya<br />

paalık ile ünvanı verilmitir. II. Abdülhamid ehzadeli-<br />

inde Fransız Alexandre Efendi ve talyan Donizetti tarafından<br />

müzik eitimleri almıtır. Sultan, Mızıka-i Hümayun orkestrasının<br />

iyi çalıması için, altmı kiiden oluan orkestranın<br />

102


BALAN Bey’e, Bayazıt Devlet Kütüphanesi’nden Halil GÜNBEY’ne Be-<br />

ikta lçe Müftüsü Süleyman lhami ÖZDEN Bey’e, Marmara Üniversitesi<br />

Bilgi ve Belge Yönetimi Öretim Görevlisi Talip MERT Bey’e teekkürlerimi<br />

sunarım. (Yıldız Sarayı’nın ikinci ve üçüncü kısmı olan ç ve<br />

Dı Bahçe içindeki yapılar dergimizin 10. sayısında yer alacaktır.)<br />

Dipnotlar<br />

1. Erdoan SEVGN, stanbul Saraylarında Adım Adım Yıldız Sarayı, Hayat<br />

Tarih Mecmuası, cilt1 sayı 5 Haziran 1966 s.44<br />

2. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />

stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />

Tezi s. 59<br />

3. Leman ENALP, stanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Balangıçtan Günümüze,<br />

Türk Kütüphaneciler Dernei, Ankara 1998 s.14<br />

4. Mustafa ARMAAN, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları 2008 s. 214- 215<br />

5. Orhan YÜKSEL, Üniversite Kütüphanesi’ndeki Müze, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 1, 1ubat 1966 s. 71, 70<br />

6. M. Selim GÖKÇE, Yıldız Sarayı Kütüphanesi, Türk Edebiyatı <strong>Dergisi</strong>, Temmuz<br />

2009 s.26<br />

7. Sara KORLE, Sultan Hamid’in A.B.D. Kongre Kütüphane’sine Hediyesi, Hayat<br />

Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1970 s. 32–34<br />

8. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />

stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />

Tezi s. 130–131<br />

9. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 11, Aralık 1967 s. 14–18, Prof. Dr. Pars TULACI, Osmanlı Mimarlıında<br />

Balyan Ailesi’nin Rolü, Yeni Çıır Kitabevi 1993 s.639–642<br />

10.Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Bestekâr Hacı Arif Bey, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 6, 1 Temmuz 1966, Sayfa 20- 25<br />

Kaynaklar<br />

Yıldız Saray Tiyatrosu tavan süslemesi<br />

baına Guatelli Paa’yı, Fransız Lombardi’yi, spanyol Aranda<br />

Efendi’yi muallim tayin etmitir. Buradan Fülütçü Saffet Bey<br />

ve Zeki Bey, kemancı Vonda Bey, Hacı Arif Bey’in olu viyolonsel<br />

Cemil Bey yetimitir. Sultan Abdülhamid Hacı Arif<br />

Bey’i Kolaası rütbesiyle Mızıka-i Hümayun’un Türk musikisi<br />

kısmına hoca olarak alır. Sultan Abdülaziz’e yaptıı kaprisleri<br />

Sultan Abdülhamid’e yapınca, padiah sanatçının, Mızıka-i<br />

Hümayun’un bir odasında süresiz hapsine karar verir, Arif Bey<br />

nihâvent makamında “Ahterî dükün garîb-û â’ık-î âvâreyim”<br />

arkısını besteler. Rıfat Bey’e arkıyı Sultân’a okumak istediini<br />

söyler. Rıfat Bey de arkının padiahın huzurunda okunmasını<br />

salar ve bestekârın hapis cezası kaldırılır (10) .<br />

Teekkür<br />

lgi ve alakasından dolayı Yıldız Sarayı Müdür Vekili Buket BAYOLU<br />

Hanım’a, stanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Prof.<br />

Dr. A. Yaar KOÇAK Bey’e ve Yasemin AKÇAY Hanım’a, Süleyman Zeki<br />

1. Aye OSMANOLU, Babam Sultan Abdülhamid, Selis Kitaplar 2008<br />

2. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 11, Aralık 1967<br />

3. Erdoan SEVGN, stanbul Saraylarında Adım Adım Yıldız Parkı ve ale Kökü,<br />

Resimli Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1966 ve sayı 6, Temmuz 1966<br />

4. Fuad EZGÜ, Yıldız Sarayı Tarihçesi, Harb Akademileri Yayınevi, 1962<br />

5. Halûk Y. EHSUVAROLU, Yıldız Sarayında Küçük Mabeyn Daresi, Resimli<br />

Tarih Mecmuası, sayı 27, 1952<br />

6. Halûk Y. EHSUVAROLU, Abdülhamid’in Yıldız’daki Hususî Dairesi ve Orada<br />

Yaayı Tarzı, Resimli Tarih Mecmuası, sayı 22, Ekim 1951<br />

7. Leman ENALP, stanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Balangıçtan Günümüze,<br />

Türk Kütüphaneciler Dernei, Ankara 1998<br />

8. Mrs. Max Müller, stanbul’dan Mektuplar, Tercüman 1001 Temel Eser, Çeviren<br />

Afife Bura, stanbul 1978<br />

9. M. Selim GÖKÇE, Yıldız Sarayı Kütüphanesi, Türk Edebiyatı <strong>Dergisi</strong>, Temmuz 2009<br />

10. Dr. Murat CANDEMR, Yıldız’da Kaos ve Tasfiye, lgi Kültür Sanat Yayıncılık 2007<br />

11. Mustafa ARMAAN, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları 2008<br />

12. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 11, Aralık 1967<br />

13. Sara KORLE, Sultan Hamid’in A.B.D. Kongre kütüphane’sine Hediyesi, Hayat<br />

Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1970<br />

14. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />

stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />

Tezi<br />

15. Orhan YÜKSEL, Üniversite Kütüphanesindeki Müze, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 1, ubat 1966<br />

16. Osman NUR, Yıldız Sarayı, Abdülhamid-i Sanî ve Devri Saltanatı, Yıldız<br />

Sarayı Vakfı Yayınları 1998<br />

17. Mustafa Armaan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları, stanbul 2008<br />

18. Prof. Dr. Pars TULACI, Osmanlı Mimarlıında Balyan Ailesi’nin Rolü, Yeni<br />

Çıır Kitabevi 1993<br />

19. adiye OSMANOLU, Babam Abdülhamid Saray ve Sürgün Yılları, L&M Yayınları<br />

2007<br />

20. Tahsin Paa’nın Yıldız Hatıraları, Boaziçi Yayınları, stanbul 1999<br />

21. Türkiye Diyanet Vakfı slam Ansiklopedisi 13. Cilt, Milli Eitim Basımevi 1986<br />

22.Yeni afak, Kürtzade Ecevit, 23 Haziran 2009<br />

23. Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Bestekâr Hacı Arif Bey, Hayat Tarih Mecmuası,<br />

sayı 6, 1 Temmuz 1966<br />

24. Ziya AKR, Yıldız Tiyatrosu, Resimli Tarih Mecmuası, sayı 51, Mart 1954<br />

103


Teldeki Zerafet<br />

Telkâri<br />

Yazı: Gökhan ÇAĞLAR - Fotoğraflar: Prof. Dr. Abdurrahman AKSOY<br />

İncecik altın ve gümüş tellerin maharetli elerde adeta dantel gibi işlendiği telkari… Binlerce yıllık kültür mirasıyla<br />

medeniyetler beşiği Güneydoğu Anadolu’da, tarihi ve kültürel miras açısından ayrıcalıklı bir konuma sahip olan<br />

Mardin ile özdeşleşmiş bir sanat…<br />

Kimi zaman güzellik ve zarafet, kimi zaman da<br />

zenginlik ve asaletin simgesi olarak kullanılan<br />

altın ve gümü, binlerce yıldır maharetli<br />

kuyum ustalarının ellerinde estetik<br />

bir zevkle ilenerek hayat buluyor. De-<br />

erli ta ve madenler kullanılarak bata<br />

ziynet olmak üzere farklı eyaların ince<br />

bir zevkin ürünü olarak insanı cezbeden<br />

bir güzellikte vücut bulduu kuyumculuk<br />

sanatında farklı teknikler uygulanır.<br />

Bu tekniklerden biri de telkaridir. nce bir<br />

içilik, sabır ve el mahareti gerektiren bu<br />

sanat, tel haline dökülen gümüün bükülmesiyle<br />

oluturulan küçük motiflerin bir<br />

araya getirilmesi olarak tanımlanabilir.<br />

ncecik altın ve gümü tellerin adeta dantel<br />

gibi ilendii bu sanatın tarihi oldukça eskilere<br />

dayanıyor. Arkeolojik kazı sonuçlarına<br />

göre telkâri sanatı M.Ö. 3000 yılından beri<br />

Mezopotamya'da, M.Ö. 2500 yılından bu<br />

yana da Anadolu topraklarında uygulanıyor.<br />

Telkârinin asıl merkezinin 12. yüzyılda<br />

Musul olduu ve buradan Suriye'ye,<br />

oradan da Anadolu'ya geçtii ileri sürülüyor.<br />

Telkâri sanatının Türkler arasında uygulanmaya<br />

balaması ve yaygınlaması<br />

ise 15. yüzyıla kadar uzanıyor. Binlerce<br />

yıllık kültür mirasıyla medeniyetler bei-<br />

i Güneydou Anadolu topraklarında geli-<br />

imini sürdüren telkari sanatının günümüzdeki<br />

asıl temsilcisi ise bölgenin gizemli kentlerinden<br />

Mardin’in Midyat ilçesidir.<br />

104


Bir Süryani gelenei olarak günümüze kadar varlıını koruyan<br />

telkari sanatı ile yapılan iler sayılamayacak kadar<br />

çeitli. Hanımların kullandıı yüzük, küpe, kolye ve<br />

bro gibi ziynet eyalarından tepelik ve kemerlere, fincan<br />

zarflarından tepsi ve aynalara, sigara aızlıklarından<br />

tütün kutularına kadar günlük hayatta kullanılan birçok<br />

eyanın yapımında bu sanat kullanılıyor. Telkari sanatı<br />

günümüzde Ankara’nın Beypazarı ilçesinde de uygulanıyor<br />

olsa dahi bu iin asıl merkezi Mardin’in Midyat ilçesi<br />

olarak kabul görür ve telkari sanatının uygulandıı tüm<br />

ürünlere bu ilçede rastlanabilir. Midyatlı telkari ustalarının<br />

yılların tecrübesiyle ince bir içilik ve zevki yansıtan<br />

eserleri tüm dünyada rabet gören deerdedir.<br />

Telkari sanatının bir dier adı da vav iidir. Bu isim, telkari<br />

sanatında Osmanlıca’daki vav harfinin sıkça motif<br />

olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. Ayrıca<br />

bu sanata, yapımında ayrı ayrı parçaları<br />

bir araya getirmede kullanılan cımbıza<br />

benzer fakat ucu daha ince olan ve<br />

çift denilen aletten ötürü çift ii de<br />

deniyor. Bu iki isim de genellikle<br />

sanatkârlar arasında kullanılıyor.<br />

Altın ve gümü plakaların usta<br />

ellerde neredeyse saç teli kadar<br />

inceltilerek tel haline getirildikten<br />

sonra birer sanat eserine dönümesi<br />

nasıl oluyor bir bakalım.<br />

Öncelikle geleneksel sanatlarımızın<br />

çounda olduu gibi telkari sanatında<br />

da sanatkâr, kullanacaı her türlü malzemeyi kendisi<br />

ürettii için ie kullanacaı altın ya da gümü plakayı<br />

ocakta pota içerisinde eritmekle balar. Ardından çubuk<br />

haline getirmek üzere kalıba döker. Yapılacak iin ekline<br />

göre çubuk dökümü, üzerinde geniten dara doru<br />

delikleri olan çelikten yapılmı haddeden geçirir. Bu ilem<br />

oldukça zor ve el oyalayıcıdır. Telkari ustası teli haddeden<br />

çekmek için özel penseler kullanır ve bu esnada<br />

beline manda derisinden yapılmı, üzerinde madeni halkalar<br />

olan kalın bir kuak balar. Kol gücünün yetmedi-<br />

i ve telin uzadıı zamanlar telin ucunu belindeki derinin<br />

madeni halkalarına takar ve beden gücünü de kullanarak<br />

ii sona erdirir. Bu yorucu çalıma, kalınlıı aaı<br />

yukarı 0.5 santimetre olan gümü çubuk 1'lik ince bir tel<br />

haline gelinceye kadar sürer.<br />

Daha sonra telkari ustası ana hatlarıyla 1 / 1 ölçekte<br />

bir kaıt üzerine çizdii ürünün ana<br />

iskeletini oluturacak parçayı esas alarak<br />

hangi kısımlarında kaç mikron<br />

kalınlıında tel kullanılacaını ve iç<br />

kısmının ne ekilde, hangi desenlerle<br />

doldurulacaını belirleyerek<br />

taslak üzerine yazar. Haddelerden<br />

çekilen ve bükülen gümü<br />

süratle sertleir ve ilemede büyük<br />

kolaylık salayan yumuaklıını<br />

kaybeder. Bu tellerin yumu-<br />

aklıklarını tekrar kazanmaları için<br />

asbest bir tabaka üzerinde ısıtılarak<br />

tavlanmaları gerekir. Tellerin çekilmele-<br />

105


i ve ürüne ilenmeleri sırasında telkari ustası tavlama ilemini<br />

sık sık tekrarlar.<br />

Her telkari ii iki ana kısımdan meydana gelir. Bunlardan<br />

ilki iin ana iskeleti olan muntaç (kılavuz); ikincisi<br />

de muntaç içine yerletirilmi vav, kake, dudey, gül, tırtıl<br />

ve güverse gibi isimlerle anılan, her biri farklı biçimlerde<br />

yapılmı motiflerdir. Telkari ustası ie muntaç yapımıyla,<br />

yani ana iskeleti kurarak balar. Muntaçın tel kalınlıı<br />

motiflerin tel kalınlıının iki katıdır. Ardından büyük<br />

bir titizlik ve sabırla ara bolukları doldurur. Telkari ustası<br />

tüm bu çalımaları, ceviz aacından kesilmi, düz yüzeyli<br />

bir levha üzerinde yapar. Bu ceviz levha, üst yüzü<br />

yakılarak yaı alındıktan sonra, aır demir levhalar altında<br />

iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Fakat<br />

günümüzde, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf,<br />

yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır.<br />

Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin lehimle<br />

birletirildiinden söz etmektedirler. Bu bütünüyle<br />

yanlıtır. Çünkü bir gümü iine lehim dedi mi, o i hurdaya<br />

atılır. Lehim gümüü çürütür. Gümü tellerin birletirilmesinde<br />

kullanılması gereken yöntem kaynaktır. Milimetrik<br />

tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı<br />

biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalıma<br />

büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için telkari ustası<br />

önce ayarını belli bir ölçüde düürdüü gümüü eeleyerek<br />

küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içerisinde<br />

toplar. Bu gümü parçacıklarını bir kaba koyarak<br />

içerisine toz boraks ilave eder. Bu suya batırdıktan sonra<br />

amyant üzerine yerletirdii ana iskeletin her bir parçasını,<br />

bu gümü-boraks karıımı ile kaynak yaparak birletirir.<br />

skeletin yapımından sonra motif yerletirme ii,<br />

yine kaynak yöntemiyle devam eder. Kaynak materyali<br />

olarak gümü - pirinç karıımı bir alaım kullanılır.<br />

Bütün parçaları birletirilmi bir ürün son eklini aldıı<br />

zaman ısıtma, kaynak ve dier ilemler nedeniyle kirlenmi,<br />

kararmı ve oksitlenmi durumdadır. Ürünün doal<br />

parlak rengini alabilmesi için aartma ilemi uygulanır.<br />

Bu uygulamada bütün ürünler bir bakır kap içine konulur<br />

ve üzerlerine nitrik asitli su ilave edilir. Ürünler doal<br />

renklerini alıncaya kadar birkaç dakika süreyle kaynatılır.<br />

Daha sonra bol su ile durulanır ve kurutulur. Aartılan<br />

ürünler deterjanlı (eskiden deterjan yerine çöven kullanılırdı)<br />

su ile tekrar yıkanır ve ince telli bir fırça ile iyice<br />

fırçalanır. Yüzeydeki fazlalıklar ve kaynak artıkları temizlenir;<br />

ürünlerin yüzeyi düz bir çelik parçası ile parlatılır.<br />

Telkari sanatında uygulanan motifler doanın Türk-slam<br />

felsefesi ile yorumlanması ile ortaya çıkan Türk zevkini<br />

106


yansıtır. Yapımında kullanılan tel ne kadar inceyse de-<br />

eri de o denli artan telkari üretiminde ustalar üç farklı<br />

teknik uygular. Bunlardan biri hasır telkaridir. "Örgü ii"<br />

ya da "Trabzon ii" olarak da bilinen bu teknikte, ürün<br />

tellerin örülmesi ile oluturulur. Daha çok Trabzon yöresinde<br />

uygulanan bu teknikte altın ve gümü teller, enleri<br />

sekiz santimetreye kadar çıkan eritler halinde örülür.<br />

Daha sonra bu örgüler silindirlerin arasından geçirmek<br />

suretiyle ezilerek tam bir örgü erit haline getirilir. Bu eritler<br />

uygun uzunlukta kesilerek bilezik ve kolye yapılır.<br />

Bir dier teknik olan kakma telkaride; gümü ya da altından<br />

üretilen tel, bu tekniin uygulanmak istendii ta<br />

ya da aaç üzerine kazınan ekillerin içlerine yerletirilir.<br />

Daha sonra çekiçle vurularak sıkıtırılan telin eklin içine<br />

gömülmesi salanır. Ardından fazlalıklar eelenir ve perdahlanıp<br />

parlatılır. Bu teknik, silah kabzaları, bıçak sapları,<br />

emsiye sapları, zarf açacakları, yazı takımları, ka-<br />

ık sapları, tespihler, nalınlar, aızlıklar, baston sapları ve<br />

amdan gibi eyaların süslemesinde kullanılır.<br />

Kafes adı verilen teknikte ise tellere ekil<br />

verildikten sonra kaynakla birletirilerek<br />

bir ana iskelet oluturulur. Bu iskeletin<br />

içi daha ince tellerle doldurulduktan<br />

sonra yine kaynak yapılır<br />

ve gerekirse ürün minik kürelerle<br />

ve toplarla süslenir. Bu teknikle<br />

kolyeler, yüzükler, bilezikler,<br />

brolar ve kemerler üretilir. Kül tablaları,<br />

çakmak kılıfları, sigara ve mücevher<br />

kutuları, amdanlar, tepsiler, ekerlikler,<br />

vazolar, aızlıklar, nargile uçları,<br />

çiçek ler, sigara tabakaları, fincan, bardak,<br />

sürahi gibi eya kılıfları, abajurlar, çeitli tabaklar ve<br />

dümeler üretilir.<br />

Adı, tarihi ve kültürel miras açısından ayrıcalıklı bir konuma<br />

sahip olan Mardin ile özdelenen telkari sanatı da<br />

ne yazık ki çou geleneksel el sanatlarımızda olduu gibi<br />

bugün tam manasıyla hak ettii yerde deil. Yıllar öncesinde<br />

çou ev ve atölyede özellikle Süryani ailelerce<br />

telkari sanatı uygulanarak esiz güzellikte eserler ortaya<br />

çıkarılsa da sonraları bu ailelerin göç etmesi ya da çe-<br />

itli olumsuz artlar yüzünden atölyelerin kapanmasıyla<br />

bu sanat dalındaki ilerleme sekteye uramı durumda.<br />

Özellikle son yıllarda younlaan kültürel turizm sayesinde,<br />

her sene 500 bini akın yerli ve yabancı turistin<br />

ziyaret ettii Mardin'de akla ilk gelen, yaklaık 3 bin yıldan<br />

beri yapılan telkari sanatı olsa da turistlere çounlukla<br />

yurt içinden veya dıından gelen standartlamı el<br />

sanatı örnekleri sunuluyor.<br />

Ancak ne var ki telkari sanatının Mardin’de yeniden<br />

canlandırılması amacıyla GAP Bölgesi'ndeki Kültürel<br />

Mirası Gelitirme Projesi kapsamında<br />

Türkiye Sakatlar Dernei (TSD) Mardin<br />

ubesi'nin balattıı proje ile Avrupa<br />

Birlii finansörlüünde bir telkari ileme<br />

atölyesi açıldı. 20 Eylül 2006<br />

tarihinde açılan atölye sayesinde<br />

bir yandan engelli vatandalar istihdam<br />

edilirken bir yandan da gelitirilecek<br />

yeni tasarımlar ve yetitirilecek<br />

elemanlar sayesinde telkari ürün<br />

gamı geniletilerek telkari sanatının<br />

Mardin’de yeniden yükselen bir deer<br />

kazanması salanıyor.<br />

107


Batı Anadolu’da Üç Ayrı<br />

Dönemin ve Sanatın Başkenti<br />

Efes<br />

Yazı: Yrd. Doç. Dr. Mustafa BÜYÜKKOLANCI*- Fotoraflar: Yrd. Doç. Dr. Mustafa BÜYÜKKOLANCI, Ömer VEFA<br />

Batı Anadolu Bölgesi’ne üç kez başkentlik yapmış olan Efes’te; Roma dönemi cephe mimarisine önemli bir örnek<br />

oluşturan Celsus Kütüphanesi ve Aydınoğulları Dönemi’ne ait olan ve Beylikler Dönemi’nde nadir görülen iki minareli<br />

İsabey Camii, cephe süslemeleriyle mermer işçiliğinin doruklarındadır.<br />

108


Son yıllarda yapılan aratırma ve kazılar Efes’in ilk yerlemecilerinin<br />

Efes Körfezi çevresindeki höyüklerde (Tarih öncesi<br />

dönemin tepe ekline gelen yerlemeleri) MÖ 6. binde<br />

yerleik hayata geçtiini göstermitir. Çukuriçi ve Arvalya<br />

höyüklerinde MÖ 6000’lerde balayan yaam MÖ 2000’li<br />

yıllara kadar yine buralarda devam etmi ve daha sonra<br />

korunaklı tepe yerlemeleri tercih edilmeye balanmıtır.<br />

MÖ 1900-547 yılları arasında Efes çevresindeki en önemli<br />

yerleim yeri imdiki Selçuk ilçesinin merkezinde yer<br />

alan Ayasuluk tepesindeki kent veya kaledir. Çünkü Efes<br />

çevresinde bu döneme ilikin buluntular imdilik sadece<br />

burada ve yakınındaki önemli kült merkezi olan Artemis<br />

Tapınaı’nda bulunmaktadır.<br />

Hitit imparatorluk döneminde Hititlere yarı baımlı Arzawa<br />

krallıının MÖ 1400’lerde baımsızlıına kavutuu ve<br />

Arzawa-Mira bölgesinin bakentinin Apasas kenti olduu ve<br />

Ephesos adının Apasas’tan geldii (Apasas, Apa (a) ssa “Akarsu<br />

kenti” öelerinden türetilmitir) kabul edilmektedir.<br />

Sonuçta; Tunç çalarından (MÖ 3000) itibaren yerleilen<br />

Ayasuluk tepesi, Arzawa-Mira krallıı döneminde (MÖ<br />

1400-1200) bakent konumundaydı ve adı Apasas’dı. MÖ<br />

1050 yıllarında buraya Atina’dan göçmenler geldi ve yerli<br />

halkla birlikte yaamaya baladılar. Bu dönemde “Apasas”<br />

adı “Ephesos” olarak deiime uradı. MÖ 7. yüzyıldan<br />

itibaren bakenti Sardes olan Lydia krallıı bölgeye hakim<br />

oldu ve ünlü kralı Kroisos (Karun) Efes’i alıncaya kadar (MÖ<br />

560) Ayasuluk tepesi, Efes’in anakenti konumundaydı.<br />

Kroisos’un zorlamasıyla Artemis tapınaı çevresindeki<br />

yeni yerine taınan II. Efes, Artemis tapınaı çevresinde<br />

u anda 4.00 derinlikte kazılmayı beklemektedir. Bu kent<br />

MÖ 300 yıllarında skender’in generallerinden Lysimakhos<br />

tarafından Bülbül daı ile Panayır daı arasına taınmıtır.<br />

Bunun nedeni bir liman ve ticaret kenti olarak kalabilme<br />

isteidir. Çünkü Küçük Menderes nehrinin getirdii alüvyonlar<br />

eski limanı doldurmu ve batıda yeni bir limana gereksinim<br />

domutur.<br />

Yeni kurulan Hellenistik dönem kenti (imdi gezilen Efes)<br />

Roma çaında gelimi ve MÖ 29 yılından itibaren Romalı<br />

bir karakter kazanarak Roma’nın Batı Anadolu’yu (Asia’yı)<br />

idare eden genel valisinin yeni görev yeri “Asia eyaletinin<br />

bakenti” olmutur.<br />

109


Barı döneminde MS 2. yüzyılda gelimesinin doruk noktasına<br />

ulaan ve nüfusu 250 bin kiiyi bulan yeni Efes, döneminin<br />

dördüncü büyük metropolü konumuna ulamıtır.<br />

Ancak Efes kenti, zenginliini borçlu olduu limanını kullanılır<br />

halde tutabilmek için çaba harcadıysa da liman ancak<br />

MS 7. yüzyıla kadar kullanılmıtır.<br />

Bu tarihten sonra kent ilk kurulduu Ayasuluk tepesine<br />

taınmıtır. Çünkü burası hem bataklıktan uzak hem de<br />

sa’nın en sevdii genç havarisi St. Jean’ın mezarını saklayan<br />

büyük bir kiliseye sahiptir. Bu dönemde yeni kent<br />

“Efes” adının yerine St. Jean’la ilgili olarak “Hagios Thelogos”<br />

olarak anılmaya balamıtır.<br />

Aydınoulları tarafından 1304 yılında ele geçirilen ve “Ayasuluk”<br />

adını alan kent 1350-1390 yılları arasında beyliin<br />

bakenti olmutur. Erken Osmanlı döneminde eski önemini<br />

koruyan kent 17. yüzyıl sonunda bir köy haline gelmitir.<br />

1870’ te zmir-Aydın demiryolunun yapımı, Artemision<br />

ve Efes kazılarıyla tekrar canlanan turistik ilçe imdi “Selçuk”<br />

adıyla yaamını sürdürmektedir.<br />

Efes’te Roma Dönemi (MÖ 133 - MS 395)<br />

MÖ 133 yılında Bergama Krallıı’nın son bulması ile tüm<br />

Batı Anadolu Roma’nın kontrolüne geçmitir. Roma bu<br />

geni toprakları idare etmek için Asia eyaletini kurmu<br />

ve Efes, Roma mparatoru Augustus döneminden (MÖ 29<br />

yılında) itibaren bu eyaletin bakenti olmutur. Aynı yıl<br />

Efes’e gelen mehur Amasyalı tarihçi Strabon, “Efes’in gün<br />

geçtikçe zenginleen önemli bir liman ve ticaret kenti” olduunu<br />

yazmaktadır.<br />

Bu ekilde “Asia’nın lk ve En Büyük Metropolisi” ünvanına<br />

da sahip kentin büyük sorunu limanı olmutur. Küçük<br />

Menderes nehrinin getirdii alüvyonlarla sürekli olarak<br />

dolduu için gemilerin giri ve çıkıı zorlaan liman, birkaç<br />

kez temizlenmise de sorun devam etmektedir.<br />

Efes’i Roma mparatoru Traian (113) ve Hadrian (124 ve<br />

129’da) iki kez ziyaret etmilerdir. mparator Traian ve<br />

Hadrian’la balayan barı döneminde kentin öhreti daha<br />

da artmıtır. Artemis tapınaından baka iki imparator tapınaına<br />

sahip kentte be gymnasion (okul-hamam) ve<br />

bir kütüphane olması aynı zamanda bilim yuvası haline<br />

geldiinin göstergesidir.<br />

Roma’nın Asia Eyalet Merkezi Efes ve Celsus Kütüphanesi<br />

Cephesi’nin Mermer çilii<br />

Efes kent merkezinde, kazısı ve restorasyonu tamamlan-<br />

110


“Efes kent merkezinde, kazısı ve restorasyonu tamamlanmı ve Roma<br />

Çaı cephe mimarisine önemli bir örnek oluturan Celsus Kütüphanesi<br />

sadece Efes’in deil Türkiye’nin turizm amblemlerinden biridir.”


mı ve Roma çaı cephe mimarisine önemli bir örnek oluturan<br />

Celsus kütüphanesi sadece Efes’in deil Türkiye’nin<br />

turizm amblemlerinden biridir.<br />

106-107 yıllarında Asia eyaletinin prokönsülü (bölge valisi)<br />

olan Tiberius Julius Celsus Polemaeanus adına ina edilmitir.<br />

na yazıtında, Celsus’un olu ve 110 yılının könsülü olan<br />

C. Julius Aquila’nın kütüphaneyi babası için (117 yılından<br />

önce) bir “Heroon-Mezar Anıtı” olarak ina ettii yazılıdır.<br />

Büyük bir olasılıkla oul Aquila, öncelikle babasının vasiyetini<br />

yerine getirmek amacıyla kütüphane yerine heroon (mezar<br />

anıtı) yaptırmak istediyse de kent merkezinde bir mezar<br />

anıtı yapımı için izin alamadıı için kütüphane yaptırmak<br />

zorunda kalmıtır. Önce yapının merkezine babasının lahti<br />

(mezarını) yerletirilmi sonra inaat devam etmitir.<br />

Yapının en ilgi çeken kısmı restore edilmi olan iki katlı ve<br />

çok süslü cephesidir. 21 m. genilik, 16 m. yükseklikte ve<br />

dokuz basamak merdivenle çıkılan hareketli cephede eksene<br />

simetrik olarak yerletirilmi üç kapı yer alır. Üst kattaki<br />

pencerelerle uyumlu olan bu kapılardan kütüphane<br />

salonuna girilmektedir. Cephenin girintili ve çıkıntılı mimari<br />

bölümleri (aedikulalar) alt ve üst katların birbiri üstüne<br />

gelmeyecek ekilde planlanmıtır. Böylece hareketli fakat<br />

düzgün bir cephe düzenlemesi olumutur.<br />

Alt katta postamentler üzerinde yükselen pembe renkli,<br />

koyu damarlı ve yivsiz sekiz sütun ikierli olarak dört aedikula<br />

olutururken üst katta yine benzer ama daha ince<br />

olan sütunlardan üç aidikula meydana getirilmitir. Alt katta<br />

kompozit sütun balıkları yazıtlı aritrav (sütun ba tabanı),<br />

kıvrık dal frizi ve di kesimli geisonları (korni) taır. Üst<br />

kattaki korint düzenli sütun balıkları daha sade görünümlü<br />

üst yapı elemanları ile ortasında meduza kabartmaları<br />

olan üçgen ve yarım yuvarlak alınlıkları taımaktadır.<br />

Alt katın dört aedikulasında dekoratif çerçeveli niler içinde,<br />

Celsus’un erdemlerini sembolize eden heykeller yer<br />

alır. Orjinalleri Viyana Efes Müzesi’nde sergilenen heykellerden<br />

Sophia, bilgelik ve akıl; Arete, erdem ve karakter; Ennoia,<br />

kader ve muhakeme; Episteme de bilimi temsil eder.<br />

Mermer cephenin süslemelerini yapan mermer ustaları<br />

bazı bilim adamlarına göre hem Roma’daki yapılarda hem<br />

de Efes’te çalımılardır. Bu ustalar sadece Celsus kütüphanesinin<br />

cephesini deil Efes’te “Hadrian Tapınaı” olarak<br />

bilinen cadde üzerindeki anıt cephesinde de çalımılardır.<br />

Kütüphanenin en önemli özelliklerinden biri mimarların<br />

inaat sırasında aldatıcı bir perspektif yaratarak cepheyi<br />

olduundan daha geni gösterme becerisidir.<br />

112


Ön cephenin iki katlı görünümüne karın yapının içi üç katlıydı.<br />

Ortada ana ekseni oluturan yarım yuvarlak niin hakim<br />

olduu salon dikdörtgen bir plana sahiptir (11.00x16.70<br />

m.). Kitaplar (rulolar halindeki el yazmaları) üst iki kattaki<br />

dolap nilerinde saklanıyordu. Bu nilere önündeki ahap<br />

balkonlardan ulaılabilirdi. Salonun duvarları ve tabanı çe-<br />

itli renklerdeki mermer levhalarla kaplıydı.<br />

Kütüphane, kent merkezinde bina cephelerden olu-<br />

an büyük meydan düüncesinin bir parçasıdır. Ticaret<br />

Agorası’nın güney kapısına güneybatı taraftan birleen<br />

kütüphane binası 262 yılının korkunç depreminde yanıp<br />

yıkılmı ve daha sonra hiçbir ekilde kullanılmamıtır. Bir<br />

süre daha salam kalabilen cephe, Geç Antik dönemde (4.<br />

yüzyıl) önüne yapılan büyük çemenin arka duvarı haline<br />

getirilmitir. Burası da Orta Ça’da tamamen yıkılmı ve<br />

1905/6 yıllarındaki kazılarda öylece bulunmutur. Kazılar<br />

sonunda yüzde 70 oranında bulunan cepheye ait mimari<br />

blokları 1970-1978 yıllarında Mimar Prof. Dr. F. Hueber ve<br />

Prof. Dr. V. M. Strocka yönetiminde gerçekletirilen restorasyon<br />

çalımaları sonunda tümüyle ayaa kaldırılmıtır.<br />

Aydınoulları’nın Bakenti Ayasuluk ve sabey Camii<br />

Cephesindeki Mermer çilii<br />

Ayasuluk, Mentee Beylii’nin kurucusu Emir Mentee’nin<br />

damadı Sasa Bey tarafından 1304 yılında Türk egemenliine<br />

girmitir. 1308 yılında Aydınolu Mehmed Bey tarafından<br />

Beylik topraklarına katılan kent zamanla çok<br />

gelimitir. Mehmed Bey’in olu Umur Bey zamanında<br />

beyliin Ege Denizi’nde güçlenmesi Aydınoulları’nın<br />

ve Ayasuluk’un Küçük Menderes nehri aracılııyla ticari<br />

önemini yeniden kazanmasını salamıtır.<br />

Ayasuluk’ta (Selçuk) Aydınoulları dönemine ait anıtlar<br />

halen ayaktadır. Bunlar içinde en önemlisi sabey<br />

Camii’dir. sa Bey, Hızır Bey’den sonra beyliin baına<br />

geçerek 42 yıl hüküm sürmü (1348-1390) ve bakenti<br />

Birgi’den Ayasuluk’a taımıtır.<br />

13 Mart 1375 tarihinde inaatı tamamlanan sabey<br />

Camii’nin mimarı Suriyeli Ali ibn el Dımıki’dir. Ayasuluk<br />

kent merkezinde kalenin güneybatısında 50x55 m’lik alanı<br />

kaplayan cami, çapraz sahınlı veya transept tipli camiler<br />

sınıfına girmektedir.<br />

Harimde kıble yönüne dik uzanan çapraz sahının orta kısmı<br />

iki kubbeyle örtülüdür. Enine planlı olan bu tip camiler<br />

Harran Ulu Camii ve am Emeviye Camii gibi Hristiyanlık<br />

bazilikalarından camiye çevrilmi yapılardır. Artuklu döneminde<br />

Güneydou Anadolu Bölgesi’nde sıkça görülürler<br />

(Harran Ulu Camii ve Diyarbakır Ulu Camii).<br />

Emevi, Fatimi, Eyyübi ve Memlük Devri mimari süsleme<br />

özelliklerinin, Akdeniz ve Ege Denizi yoluyla Suriye’den<br />

Batı Anadolu’ya ulaması sonucu bu emanın bakent<br />

Ayasuluk’ta Aydınoulları döneminde sabey Camii’nde<br />

(1375) de uygulandıı görülür.<br />

Harimin ortasındaki kubbelerin kasnakları ve pandantifleri<br />

üzerindeki çini süslemeler dönemin ilginç eserlerindendir.<br />

Yan sahınlar ahap kırma çatılıdır.<br />

Yapının taç kapısında ve özellikle harim kısmının batı cephesinde<br />

bulunan dört pencere birbirinden farklı yapıları ve<br />

süslemeleriyle gerçek bir sanat harikası olarak kabul edilir.<br />

Bunların dı yüzlerindeki güzellik iç kısma da yansımıtır.<br />

Bu pencerelerde görülen renkli mermer içiliinin benzerlerine<br />

Suriye mimarisinde rastlanmaktadır. Bu durumda<br />

taç kapıyı ve pencereleri ileyen ustaların mimarla beraber<br />

Suriye’den geldii eklinde bir görü kabul edilse de<br />

yerli ustaların da burada çalıtıı kesindir.<br />

Ayasuluk sabey Camii, beylikler döneminde nadir görülen<br />

iki minareli (biri çok önce yıkılmıtır) camilerden biridir.<br />

Harimin kuzeyinde yer alan ve kalan izlerden üç kenarı revaklarla<br />

çevrili olduu anlaılan avlu, bu emanın Osmanlı<br />

öncesi dönemdeki ilk örneidir.<br />

113


Celsus kütüphanesinin cephesinde kullanılan mermer<br />

bloklar büyük olasılıkla Efes çevresindeki mermer<br />

ocaklarından getirilmitir. Ocaktan çıkarılıp ham blok<br />

veya yarı ilenmi olarak yapı alanına ulaan taların<br />

yapı elemanına dönütürülüp yerine yerletirilmesi için<br />

son bir aamadan geçmesi ve yanına konulacak dier<br />

elemanlarla birleecek yüzeylerin düzeltme ve perdahlama<br />

gibi ilemlerinin yapılması gerekir. Bundan sonra<br />

yerine yerletirilen mermer bloklarda geri kalan yüzeyler<br />

murç ve tarakla düzeltilip profiller ince bezemeler<br />

için hazır hale getiriliyordu.<br />

Bundan sonra blokların (mimari elemanların) görünecek<br />

yani açıkta kalacak yüzlerinin son ilemlerinin yapılması<br />

aaması, yapının biti aamasıdır. Bazı yapılarda bu ilem<br />

yarım kaldıı için aamaları izlemek kolaylamıtır.<br />

Bitmi bir yüzey pürüzsüz bir görüntü verirken bitirilmemi<br />

bir yüzeyin çeitli ilemlerden geçecei bellidir.<br />

Yüzeylere uygulanacak bezemeler daha önceden taın<br />

yüzeyine çizilip taslak oluturulur. Bundan sonra bezemeleri<br />

yapacak ustaların iskeleler üzerinde çalıması balar.<br />

Bu çalıma tamamen mali kaynaklarla ilikilidir. Ustaların<br />

ücretleri düzenli verildii takdirde çalıma en ince detayına<br />

kadar tamamlanır ve yapı teslim edilir.<br />

Celcus kütüphanesinde bu ilerin iyi gittii ve yapının eksiksiz<br />

tamamlandıı gözlenmektedir. Çünkü Celsus, ölümünden<br />

önce 25.000 denarius miras bırakmı ve bununla<br />

kütüphane yapılmasını ve kalan para ile kitap alınmasını<br />

vasiyet etmitir.<br />

Yapının yine mermerden yapılmı gerçek el sanatı harikası<br />

olan mihrabı ve minberi, geçen yüzyıllarda harap olmutur.<br />

Mihrap parçaları ve kitabesi 1988 yılında yapılan<br />

mihrap restorasyonu sırasında yerine yerletirilmitir.<br />

Sonuç olarak bin yıllık aralıklarla üç ayrı dönemde Batı<br />

Anadolu Bölgesi’ne üç kez bakentlik yapmı olan Efes’te,<br />

Roma çaı ve Aydınoulları dönemine ait iki önemli anıt<br />

yapı cephelerinin süslenmesi bakımından ele alınmıtır.<br />

Biri kütüphane dieri cami olarak ina edilen bu iki yapı,<br />

mermer içiliinin doruklarından sayılabilir.<br />

Buna karın Aydınolu sa Bey, kendinden önce sava dolu<br />

yılların getirdii ganimetler, verimli topraklardan gelen gelirler<br />

ve Venediklilerle yapılan ticaret antlamaları sonunda<br />

artan gümrük gelirlerinin büyük bir kısmını dini, toplumsal<br />

ilevli anıtların yapımına harcamıtır. Bunlardan en önemlisi<br />

halen ayakta kalabilen Ayasuluk’taki sabey Camii’dir.<br />

sabey Camii’nin cephesi, Anadolu Beylikler mimarisi<br />

içinde önemli bir yere sahiptir. Cephede kullanılan<br />

mermerlerden bir bölümünün harabe halindeki Artemis<br />

Tapınaı’ndan getirildii kesindir. Bir bölümünün<br />

ise St. Jean Kilisesi çevresinden ve olasılıkla camiden<br />

önce burada var olan Apollon Tapınaı ve Hristiyanlık<br />

bazilikasına ait olduu daha önce tarafımızdan ilk kez<br />

öne sürülmütür.<br />

ki yapıda benzer ve ilginç olan taraf yapı mimarları ve<br />

olasılıkla ustaların farklı yerlerden gelip burada inaatlar<br />

gerçekletirmeleridir. Celcus kütüphanesinde çalıanları<br />

daha önce Roma’da çalıtıı öne sürülürken, sabey Camii<br />

mimarının daha önce Suriye’de ve olasılıkla Konya’da çalıtıı<br />

öne sürülmektedir. Demek ki daha önceden beri bilinen<br />

mimar ve usta grupları günümüz inaat müteahhitlerinin<br />

grupları gibi ekonomik bakımdan güçlü ilerin yo-<br />

un olduu yerlere gidip belli yapılarda çalııyorlardı.<br />

*Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öretim Üyesi,<br />

Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Anıtı Kazı Bakanı<br />

114


Pupa Yelken<br />

Sanatla Geçen Bir Ömür<br />

Yusuf ILGIN<br />

“Platonik aşığım, deli gibi seviyorum. Camı, graniti, denizi, mehtabı, yıldızları, gerçekte olmayan yosun saçlı denizkızını,<br />

martıları, insanları, ülkemi ve İstanbul’u seviyorum. Neden platonik derseniz, veren hep ben oluyorum.<br />

Karşılığı da koca bir hiç… Bu aşkın bedeli üç kalp krizi, bir beyin kanaması… Vaâdlerle, alkışla karın doymuyor”<br />

diye serzenişte bulunuyor 40 yıllık cam ve granit ustası Sabri Sezener… Dünyada 100’ün üzerinde ilke imza atan<br />

değerli sanatkâr, eserlerini icra ettiği aynı zamanda da yaşamını sürdürdüğü “Sanatistan” adlı kendi yapımı<br />

olan teknesini bile küskünlük ve sıkıntıdan satılığa çıkardığını söylüyor.


Yaamının büyük bölümünü bir Osmanlı kalyonundan<br />

esinlenerek bizzat kendi yaptıı ve "Sanatistan" adını<br />

verdii atölye teknesinde sürdüren Sabri Sezener, cam<br />

ve granit oymacılıında dünyada birçok ilke imza atmı<br />

bir sanatkâr… En son yaptıı ihane Metrosu’ndaki<br />

“Beyolu’nda Kırmızı Tramvay” tablosu ise dünyanın en<br />

büyük ayna tablosu olma özellii taıyor. Guinness’e bile<br />

giren tabloyu teknesindeki atölyede Sezener, 15 günde<br />

bitirmi, tabii ki 40 sene artı 15 gün…<br />

Sanatçının öyle çok ve öyle güzel projeleri var ki… Ancak<br />

kendisine destek olan kimsenin olmadıını ve bu durumun<br />

kendisinde yarattıı kırgınlıı her fırsatta dile getiriyor<br />

Sezener... Yorgun ve hasta bedeninin bu aka ne kadar<br />

dayanacaını bilmese de yepyeni eserler ve projeler<br />

üretmeye devam ediyor. En çok gerçekletirmek istedii<br />

hayali ise; "Sanatistan"a koyduu satılık yazısının üzerine<br />

serptii ölü topraını atmak, yeniden can vermek kendine,<br />

canı saydıı teknesine… Ve ressam, müzisyen, ebrucu,<br />

hattat, tezhipçi, sedef kakmacı, tiyatrocu gibi sanat<br />

erbaplarından oluan mürettebatıyla çok sevdii ülkesini<br />

tanıtmak için liman liman gezmek… Her limanda demirlemek…<br />

Limanlara ota eklinde Osmanlı çadırları kurarak<br />

“Fotoraflarla Türkiye Sergileri” açmak… Bu sergilerle turistlere<br />

ülkemizin doal ve tarihi güzelliklerini tanıtmak…<br />

Aynı zamanda düzenlenen türlü etkinliklerle geleneksel<br />

sanatlarımızı anlatmak… Kısacası kültüre, sanata, turizme<br />

can-ı gönülden katkıda bulunmak… (Sezener’in bu güzel<br />

projesi ile ilgili detaylı bilgi www.sabrisezener.net adresinde<br />

yer almakta)<br />

Sabri Sezener ile nefis manzarasıyla stanbul’a doyuran,<br />

ku seslerinden baka ses, seda olmayan Karagümrük’teki<br />

Molla Akı Parkı’nda keyifli bir söylei gerçekletirdik.<br />

Sanatkârın bu parkta, falı içinde saklı kahve fincanından<br />

kendisi gibi kırık kalpli bardaklara kadar hiç biri dierine<br />

benzemeyen hediyelik objeler ürettii küçücük bir de<br />

atölyesi bulunuyor… Burada bakalarının hayal bile edemedii<br />

boyutta projelere ve eserlere imza atıyor. 75 bin<br />

metrekarelik ebru, 100 bin metrekarelik granite oyma stanbul<br />

tablosu bunlardan sadece iki küçük örnek.<br />

“Sanatçıların Gönlü Krallardan Zengindir”<br />

stanbul’da doup büyüyen Sabri Sezener, çocukluktan<br />

bu yana hep farklı eyleri sevmi. Arkadaları top peinde<br />

116


koarken, o çivi ve çekiçle oynamı, tahtadan bilyalı arabalar<br />

yapmı. Gel zaman git zaman müzie ilgi duymaya<br />

balamı ve ünlü sanatçılara elik eden profesyonel bas<br />

gitarist olmu, kolonlarını dahi kendisi tasarlamı, hatta<br />

bir de camdan gitar yapmı. Tiyatroyla da ilgilenmi<br />

bir dönem, orada da oyunculuun yanı sıra dekorlara da<br />

imza atmı. Sözün özü on parmaında on marifet olan<br />

deerli sanatkâr, hayatı boyunca ne yapsa her eyin en<br />

iyisini ve en güzelini yapmaya çalımı. Her ürettii eseri<br />

tek bir adet, kupon olarak üretmi.<br />

Önceleri bakır tabakların üzerine desenler yapan, ardından<br />

cam ve vitray sanatıyla ilgilenmeye balayan Sabri<br />

usta, 35 sene önce Bakırköy’de ilk atölyesini açmı.<br />

Bu atölyede vitrayın her türüyle ilgilenen sanatkâr o<br />

dönemleri öyle anlatıyor: “Öyle bir ey ki bir ara okul<br />

çocuklarından ev hanımlarına kadar herkes matlı camın<br />

üzerine cam boyası sürüp vitray yapıyorum diyordu, bu<br />

nedenle fark yaratmalıyım diye düündüm. 15 milim-19<br />

milim camlarla çalımaya baladım. Kendimce bazı sistemler<br />

gelitirdim. 19 milim cama 18 milim rölyef giriyor<br />

ve toplu ine ucu kadar defo bırakmıyordum. Oyma ilemeli<br />

sehpa yaptım, masa yaptım. Hiç unutmam yıl 1992<br />

idi. Camdan karyola ve yatak odası takımı yapmıtım.<br />

lemeli, oymalı, altında spotlar yanan ve her görende<br />

hayranlık uyandıran bir yatak odasıydı. Bu eserimi bir<br />

mobilya fuarında sergiledim, görenler hayran kalıyor,<br />

‘Pamuk Prenses’in yataı mı bu, krallara, kraliçelere layık’<br />

diyordu. Ben de ‘Sanatçıların gönlü krallardan zengindir’<br />

diyerek bu camdan karyola ve yatak odası takımını,<br />

Kuveyt Emiri <strong>El</strong> Sabah’a hediye ettim.”<br />

“Beik de Yaparım Tabut da…”<br />

Camdan çocuk beii hatta mezar taı dahi yapan sanatkâr,<br />

bir zamanlar camdan tabutlar da üretmi hatta yurt<br />

dıından sipariler almı. Ayrıca dev akvaryumlar üzerine<br />

yemek ya da toplantı masaları üretmi. Onu da esprili bir<br />

dille öyle özetliyor: “Bu masaların üzerinde yemek yemek<br />

çok keyifli ancak balık yerken aaıda yüzen canlı<br />

balıklara biraz ayıp oluyor.”<br />

Sanatçının granitle tanıması da tamamen tesadüf eseri<br />

olmu: “15-16 yıl önce granitin Türkiye’ye yeni yeni gelmeye<br />

baladıı dönemlerdi. Mermerci arkadaımın atölyesinde<br />

bir mimarla karılatık, granitle yaptırmak istedii<br />

objeler vardı. Bana bir gece müsaade edin dedim.<br />

Üçüncü denememde doadaki en sert doal ta olan graniti<br />

tereyaı gibi oymayı baarmıtım. Granitin de cam<br />

gibi oyulabileceini kefetmitim. Bu tesadüf benim granitle<br />

çok güzel eserler yapmama vesile oldu.” Sanatkâr,<br />

granitten Atatürk Anıtı, ehitler Anıtı, Molla Gürani Türbesi<br />

Anıtı’nı, Babakan Sayın Recep Tayyip Erdoan’ın<br />

Üsküdar’daki ofisindeki granit oyma dev stanbul tablosunu<br />

yapmı. Ayrıca Bayrampaa Belediye Bakanlık binasının<br />

giriindeki ilemeli cam cephe ve granit merdivenlerin<br />

üzerine oyma ileme icra etmi.<br />

Sabri ustanın ngiltere’den Kuzey Amerika’ya,<br />

Moskova’dan Tokyo’ya kadar dünyanın dört bir köesinde<br />

eserleri bulunuyor. Sanatkâr, pek çok cumhurbakanı<br />

ve babakana da ofisini ya da evini süsleyen eserler<br />

hediye etmi.<br />

117


Sanatistan çin Son Bir Ümit<br />

Sabri usta, 2000 yılında bir tekne yapmaya karar vermi.<br />

Hat üstatlarının eserlerini hatasızca her malzemeye ileyebildiini<br />

ifade eden sanatkâr, bu süreci öyle anlatıyor:<br />

“çinde Ashab-ı Kehf olan gemi eklinde bir hat yazısı geçti<br />

elime. Geminin 2 direi vardı. Birinde ‘la ilahe illallah’ di-<br />

erinde ‘maallah’ yazıyordu. Gemiyi cama ben iledim, o<br />

ufacık detayları ise kızlarım… Bunu da burada belirtmeden<br />

geçemeyeceim; 3 kızım var, u anda sanat anlamında<br />

beni geçtiler diyebilirim. Sırada torunlarım var, bayra-<br />

ı devralmak için hazırlanıyorlar. Ancak hiç kimseye unu<br />

öyle yap, böyle yap demedim. Onlar iyi birer izleyici oldular<br />

sadece… Neyse, kaıda çizdiim bu geminin gerçe-<br />

ini görmek için sabırsızlanıyordum. Bartın’a gittim ve iki<br />

kamyon kestane aacı alarak omurgayı yapmaya baladım.<br />

2 yıl sonra ise Osmanlı kalyonu görünümündeki büyük<br />

akım ‘Sanatistan’ ortaya çıktı. Denizde yüzen atölyem;<br />

14 m boyunda, çift direkli, kabasorta yelkenli kalyon<br />

halen stanbul Haliç Balat'ta bulunuyor. Koltuun kuma<br />

deseninden camlarına, merdivenlerinden perdelerine<br />

kadar lale figürünü kullandım. Her detayını kendi ellerimle<br />

oluturduum ve her köesinde ayrı bir sanatın, emein<br />

ve akın izlerini taıyan bu tekne u anda satılık… ihane<br />

Metrosu’nda bulunan ve Guinness’e bile giren dünyanın<br />

en büyük tablosunu ben bu teknede yaptım. On iki metre<br />

yükseklii ve on iki metre eni olan tabloyu, füme ayna arkasına<br />

sablajla çalıtım. Teknedeki 2 ufak masa üzerinde<br />

lego gibi tek tek parçaları oluturdum, altına siyah boya<br />

atılan resimde sadece tramvayı kırmızı olarak bıraktım.<br />

Adı da buradan geliyor zaten: ‘Beyolu’nda Kırmızı Tramvay’.<br />

Tabloda Beyolu’ndaki apartmanların dı yüzey ilemelerini,<br />

detaylarını ve tramvay nostaljisini en ince noktasına<br />

kadar iledim. Sanatistan’da ürettiim bu ve dier<br />

eserlerimde ne kadar emek olduunu tahmin bile edemezsiniz.<br />

Oysa ki ne projelerim vardı”. Gözleri dolarak anlatmaya<br />

devam ediyor emektar usta: “Sanatkar dostlarımla<br />

ve sevdiklerimle birlikte liman liman gezecek Türkiye’yi,<br />

kültürümüzü ve sanatımızı tanıtacaktık. Gene de son bir<br />

ümitle bekliyorum. Keke bir fırsat dosa…” Son olarak<br />

sanatçıların kıymetinin ancak öldükten sonra anlaılmasına<br />

çok içerlediini söyleyen sanatkâr kendisi için granitten<br />

yapmı olduu mezar taını gösteriyor bize ve “bakın”<br />

diyor, “Doum tarihim 03.06.1952, ölüm tarihim Bugün”…<br />

Sanatçıların ortak yazgısıdır yaarken deerlerinin bilinmemesi…<br />

O zaman, öyle olumsuz bir soru geliyor insanın<br />

aklına: ‘Bir sanatçının gerçek deerinin anlaılması için, o<br />

sanatçının mutlaka ölmesi mi gerekir’ Tabii ki, ‘hayır’dır,<br />

bu soruya verilecek cevap; ama bu ‘hayır’ın içinde bir de<br />

‘evet’ gizlidir aynı zamanda.<br />

2010 le lgili Projeleriniz Var mı<br />

“Böyle bir adamın çok özel projeleri olmaz mı” diyerek<br />

aniden heyecanlanıyor Sabri Usta. On sekizlik delikanlı<br />

gibi oturduu yerden fırlayıp, büyük coku ve heyecanla<br />

ufuklara doru bakarak balıyor anlatmaya… Dört büyük<br />

projem var; 2010’da stanbul’umu ve Türkiye’mi en güzel<br />

ekilde tanıtacak projeler. Üstelik iki tanesi de Guinness’e<br />

girecek.<br />

Bu önemli projelerden ilki; yeil rengi ve nostaljik görüntüsü<br />

ile dikkatleri üzerine çeken Osmanlı kalyonu teknem<br />

Sanatistan’ı flama, bayrak ve minik ııklarla aydınlatıp<br />

Haliç’te Fatih Sultan Mehmed’in gemileri gibi dolatırmak.<br />

Geceleri de direklerinin arasında let lambalarla “stanbul’u<br />

Seviyorum”, “Ich liebe dich”, “I love stanbul” yazıp yerli<br />

ve yabancı herkesin dikkatini çekerek aynı Kız Kulesi gibi<br />

118


Haliç’te de bu tekneyi stanbul’un simgelerinden biri haline<br />

getirebilmek.<br />

“kinci projem 100 bin metrekarelik, 5 kilometre uzunlu-<br />

unda granite oyma stanbul tablosu Guinness’e girecek<br />

dünyanın en büyük granit oyma stilize stanbul tablosu.<br />

Duvar çalıması yetkililerce uygun görülecek otoban ya<br />

da viyadük kenarında 3 veya 5 kilometre uzunluunda 10<br />

ya da 20 metre yüksekliinde duvarın boyutuna göre çalıılacak.<br />

Stilize olarak stanbul’un tarihi mekanları ve modern<br />

stanbul’un harmanlanması ile oluacak desenler,<br />

granite bulduum sistemle oyulup ilenecei için, binlerce<br />

sene deforme olmadan gelecee miras kalacak. Dünyanın<br />

en büyük tablosu üstelik dünyanın en güzel ehri<br />

stanbul’un tablosu”…<br />

“Üçüncü projem; Haliç’te deniz yüzeyinde Dünya’nın en<br />

büyük ebrusunun yapımı. Yekpare 75 binmetre karelik<br />

alanı olan 1500 metre uzunlukta 50 metre eninde dev<br />

ebru ve bu da bir ilk olarak Guinness’e aday.”<br />

“Bir uramadıım ebru vardı ama ebru da yaparsam böylesini<br />

yaparım” diyor Sabri Usta ve anlatmaya devam ediyor.<br />

“Bu proje için iki adet gemi, dört adet römorkör ve<br />

denizin yüzeyinden bu dev ebruyu kaldırabilmek için de<br />

güçlü bir helikopter gerekiyor”.<br />

“Dördüncü projem ise ‘Türkiye 2010, 10 Liman, 10 Sergi’.<br />

Söyleimizin baında da anlattıım gibi Sanatistan kalyonu<br />

ile stanbul’dan Alanya’ya kadar olan turistik limanlarda,<br />

ota çadırlarında Türkiye’nin her yöresinin fotoraflarının<br />

sergilenecei, yaklaık 6 ay sürecek turizm ve geleneksel<br />

sanat aırlıklı tanıtım projesi. Bu proje ile ilgili detaylı<br />

bilgileri, www.turkiye2010.net adresinde detaylı olarak<br />

anlattım”.<br />

Sanatçı, “bende daha ne çılgın projeler var” diyerek sürdürüyor<br />

sözlerini; “Gönlüm çok zengin, ancak yukarıdaki<br />

dev projeleri tek baıma gerçekletirebilmem olanaksız”.<br />

Sabri Usta duygulanarak hüzünlü gözlerle ufka dalıp kısık<br />

bir sesle, “Yine de ümidimi kırmıyorum. nanıyorum ki, sanata,<br />

denize ve ülkesine aık benim kadar gerçekten seven<br />

ve bu projelerime destek verebilecek kii ve kurulular<br />

vardır belki”…<br />

“Ben akım için yelken açmaya hazırım Haliç’te Balat sahilinde<br />

sizi bekliyorum”…<br />

“Biraz daha beklersem daha önce ertelediim son projemi<br />

gerçekletireceim. Yıllarımı verdiim gemim Sanatistan’ı<br />

yakacaım… Denizde kuraldır ‘artlar ne olursa olsun asla<br />

bir kaptan gemisini terk etmez’ gemi alev alev yanarken<br />

ben de içinde olacaım”… diyor.<br />

<strong>El</strong>ine salık, gönlüne salık Sabri Kaptan. Yaptıkların ve<br />

yapacakların için. Dileriz gemiyi yakmadan biran önce akınıza<br />

“Yelkenler Fora” komutunu verirsiniz.<br />

“Haliç’te durgun deniz yüzeyinde, yüzen sızdırmaz bariyerlerle<br />

1500 metreye 50 metre ebadında 75 bin metrekarelik<br />

bir ebru teknesi oluturacaım. yi bir çevreci ve kaptan da<br />

olduum için deniz suyunu ve çevreyi kirletmeyecek boyalar<br />

kullanarak akkase teknii ile yapacaım dev ebru, helikopter<br />

ve çelik halatlar yardımıyla su yüzeyinden havaya<br />

kaldırıldıında üzerinde stanbul silüeti ve 2010 logosu görülecek.<br />

Ebru, seyredenlerden hak ettii büyük beeni ve<br />

hayranlıı toplayacaktır. Hatta daha sonra dev ebrunun Bo-<br />

az Köprüsü’ne asılarak iki kıta arasında sergilenmesi yerli<br />

ve yabancı medya tarafından da ilgi ve alaka ile izlenecek.<br />

Tabii ki deniz yüzeyinde yapacaım stilize stanbul silüetli<br />

dev ebru da dier çalımalarım gibi Guinness’e girecek”.<br />

“Bu projem dolaylı olarak sayın Berlusconi’nin sanat danımanının<br />

kulaına gitmi. Bana her imkanı salayıp bu<br />

projemi talya’nın Napoli kentinde gerçekletirmemi istiyorlar.<br />

Ben inatla direniyorum bir sponsor bulup projemi<br />

stanbul’da gerçekletirebilmek için”…<br />

119


Nefahatü’l-Üns, T. 474, v. 302b.<br />

Dîvân-ı Hidâyet, T. 401, v. 19b.<br />

İslâm <strong>El</strong> Yazmalarıyla Ünlü<br />

Chester Beatty Kütüphânesi<br />

Yrd. Doç. Dr. Celalettin KARADAŞ*<br />

2002 yılında, Avrupa Yılın Müzesi seçilen Chester Beatty Müzesi, kurucusu Sör Alfred Chester Beatty’nin ismiyle<br />

anılmaktadır. Müze, İrlanda Cumhuriyeti’nin başkenti Dublin şehir merkezinde bulunmakta ve ziyaretçilerin akınına<br />

uğramaktadır.<br />

Kütüphânenin kurucusu Chester Beatty (1) (1875-1968) New<br />

York’ta dodu. Columbia Üniversitesi’nde maden mühendislii<br />

okudu. Mısır’da bulunduu dönemlerde, slâm sanatına<br />

ilgi duydu. Bilhassa yüksek kaliteli tezhipli el yazmalarından<br />

meydana gelen bir koleksiyon oluturdu. XX.<br />

yüzyılın balarına kadar, Türk eserlerinin hâlâ Batılılar tarafından<br />

ilgi gördüü ve el yazması kitapların Avrupalı koleksiyoncular<br />

tarafından satın alındıı bilinmektedir. Ünlü<br />

Chester Beatty Müzesi


koleksiyoncu Beatty’nin çeitli el yazmalarını satın alma<br />

istei ile ilgili olarak bir baka ünlü koleksiyoncu Calouste<br />

Gulbenkian’la fikir teâtîsinde bulundukları, birbirlerine<br />

yazdıkları mektuplardan anlaılmaktadır (2) . 1930’lu yıllarda<br />

slâm koleksiyonuna birçok el yazması ekleyen Beatty,<br />

1953’te bu eserleri sergilemek için bir bina satın alarak<br />

müze haline getirdi. Müze, Beatty’nin ölümünden sonra<br />

imdiki binasına taındı. Dublin Castle’ın bahçesinde<br />

bulunan Clock Tower, bütünüyle restore edildi.<br />

Bu binaya eklenen yeni yapı, sergi salonları<br />

olarak, eski bina ise müracaat kütüphâne olarak<br />

aratırmacıların hizmetine sunuldu (3) .<br />

<strong>El</strong> yazmaları, Orta Ça’ın balarından<br />

îtibâren devlet adamları ve zengin kesimin<br />

ilgisini çekmi, önemli bilim merkezlerinde<br />

kütüphâneler kurulmu ve kitapçı<br />

dükkânları açılmıtır (4) . <strong>El</strong> yazmaları, sahip<br />

oldukları kiilerin kültürel ve ekonomik<br />

zenginliklerini yansıttıı için sanatsever<br />

kiiler, kitaplarının sanat deeri taımasına<br />

özen göstermiler ve bir îtibar göstergesi<br />

olarak bu eserlere sahip olmulardır.<br />

Alfred Chester Beatty de kütüphânesinde Dou<br />

ve Batı medeniyetlerinin önemli eserlerinin yer<br />

aldıı Dou Asya, slâm ve Batı Koleksiyonu adı<br />

altında üç büyük koleksiyonu barındırmaktadır.<br />

Üzerinde duracaımız slâm Koleksiyonu’nda,<br />

muhtevâsı îtibâriyle kıymetli el yazmaları yer<br />

Fuzûlî Dîvânı, T. 440, v. 55a.<br />

Fuzûlî Dîvânı, T. 440, Üst kab<br />

almaktadır. slâm yazı sanatının büyük isimlerinin yazmı<br />

oldukları Kur’ân-ı Kerîmler, delâilü’l-hayrâtlar, en’âm-ı<br />

erîfler, risâleler, evrâd-ı erîfler, murakkaa’lar, levhalar ve<br />

divânlar koleksiyonun gözde parçaları arasındadır.<br />

slâm Koleksiyonu, Kur’ân, Arap, Türk, ran ve Mool-Hint<br />

koleksiyonlarından meydana gelmektedir. Kur’ân Koleksiyonu,<br />

260’tan fazla Kur’ân ve Kur’ân parçalarından olumaktadır.<br />

Bu koleksiyonun yaklaık 30 tanesi (5) Türk<br />

hattatları tarafından yazılmı eserlerdir. Bunlar arasında,<br />

Yahya Sûfi (Is. 1475), Yakut el-Mustasımî (Is. 1452),<br />

eyh Hamdullah (Is. 1517), Mustafa Dede (Is. 1523),<br />

Hasan b. Ahmet al-Karahisarî (Is. 1527), Mustafa el-<br />

Eyyûbî (Is. 1526), Dervi Ali (Is. 1564), Çemir<br />

Hâfız (Is. 1580) gibi ünlü hattatların kaleminden<br />

çıkmı yazmalar sayılabilir. Arap<br />

Koleksiyonu’nda, yaklaık 2650 yazma bulunmaktadır.<br />

Bu yazmalar, tarih, corafya,<br />

tıp, astronomi, matematik ve dilbilim gibi<br />

konuları içermektedir. ran Koleksiyonu,<br />

yaklaık 330 yüksek kaliteli yazmadan<br />

müteekkildir. Burada, Firdevsi (6) (ö. 1020)<br />

(ran’ın milli destanı âhnâme’nin müellifi<br />

olup, eserine ruh ve aklı yaratan Allah’ın adıyla<br />

balayıp, her eyin üzerinde gördüü aklı ve bilgiyi<br />

över), Nizâmî (7) (Nizâmî-i Gencevî (ö. 1214)<br />

Fars edebiyatında hamse türünün kurucusu<br />

sayılan air. Farsça, Arapça, Pehlevice, Süryanice,<br />

brânîce, Ermenice ve Gürcüce olmak üzere<br />

121


Dîvân-ı Hidâyet, T. 401, v. 29b-30a.<br />

7 dil bilmektedir. Penç Genç adıyla da bilinen ve yaklaık<br />

35.000 beyitten meydana gelen eserini 35-40 yılda tamamlamıtır).<br />

Sa’dî (Sa’dî-i îrâzî (ö. 1292) Fars edebiyatının en<br />

büyük airlerinden olup, Bostan ve Gülistan’ın yazarıdır).<br />

Hâfız (8) , (Hâfız-ı îrâzî (ö. 1390) ran’ın önde gelen lirik airlerinden<br />

biridir. Hâfız-ı îrâzî Dîvânı’nın, bu nüshadan baka<br />

Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3907’ de bir nüshası vardır.)<br />

ve Câmi (9) (Abdurrahman Câmi (ö. 1492) ranlı âlim ve<br />

airlerden biridir) gibi ünlü airlerin eserleri bulunmaktadır.<br />

Mool-Hint Koleksiyonu, yaklaık 1000 eserden oluur.<br />

Özellikle Ekber ah (Bâbürlü hükümdarı, 1556-1605), Cihangir<br />

(Bâbürlü hükümdarı, 1605-1627) ve ah Cihan dönemlerine<br />

ait, Ekbernâme (Ekber ah döneminin ünlü âlim, air<br />

ve devlet adamı Ebü’l-Fazl el-Allâmî’nin (ö. 1602) hükümdar<br />

adına yazdıı, Hindistan’ın idari, siyasi ve dinî hayatına dâir<br />

mehur eseridir), Ekber Tarihi ve tek varak halinde minyatürler<br />

koleksiyonun gözdeleridir. Türk Koleksiyonu (10) , slâm<br />

Koleksiyonu’nun en küçük bölümüdür. Koleksiyonda, 160<br />

civarında eser bulunmaktadır. Ancak, burada bulunan eserler<br />

arasında, özellikle, hat, tezhip, cilt ve minyatür sanatları<br />

açısından büyük öneme haiz eserler yer almaktadır.<br />

Mevzu bahis ettiimiz bu yazmalar arasında, Mustafa<br />

Dede bin Hamdullah imzalı en’âm-ı erîf, Chester Beatty<br />

Kütüphanesi Is. 1523 numarada kayıtlıdır. XVI. yy. Türk<br />

hat sanatının önemli isimleri arasında yer alan Mustafa<br />

Dede, “eyh Mektebi”nin temsilcilerinden biri olup (11)<br />

birçok Mushaf, en’âm, cüz, murakkaa ve kıt’a yazmıtır.<br />

Eserleri, yerli ve yabancı koleksiyonlarda bulunmaktadır.<br />

Buradaki en’âm, 16.8x11.7 cm. ebatlarındadır. En’âm<br />

Sûresi’nin (6. Sûre-165 ayet) nesih hattıyla, 10 satır halinde<br />

tertip edilmesiyle hazırlanmıtır. Yazma, 25 varak<br />

olup, tüm sayfalarına halkârî bezeme yapılmıtır (12) .<br />

Is.1527’de ki Kur’ân ise Sokullu Mehmed Paa (1505-1579)<br />

için istinsâh edilmi (13) , Ramazan 977 / ubat 1570 tarihli<br />

ve Hasan ibn Ahmed al-Karahisârî (Hasan Çelebi) imzalıdır.<br />

Sanatkârın, hocası Karahisârî’nin yazılarından ayırt<br />

edilemeyecek derecede maharetli ve aynı üslupta yazdı-<br />

ı eser, 20x13.3 cm. boyutlarındadır. Kur’ân’ın kabı, klâsik<br />

Türk cildi tarzında, koyu kırmızı renkte hazırlanmıtır. Eserin<br />

ilk dört ve son iki sayfası silme tezhipli olup, dier sayfalar<br />

halkârî tarzda bezenmitir.<br />

Bir dier eser, Hâfız Osman’ın (1052/1642-1110/1698) hocası<br />

(14) olan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî (1028/1619-<br />

1097/1686) tarafından yazılan, Is.1526 numarada kayıtlı<br />

Mushaf’dır. Hattatın elli kadar Kur’ân-ı Kerîm yazdıı (15) ancak,<br />

ülkemizde bilinen tek Kur’ân’ının Topkapı Sarayı Müzesi<br />

Kütüphânesi Y.761’de (16) , bir dierinin de Chester Beatty<br />

Kütüphanesi’nde olduu bilinmektedir (17) . Kur’ân, 23x15,5<br />

cm. ölçülerinde, ilek ve olgun bir nesih hattı ile 13 satır üzerine<br />

tertip edilmitir. Yazma, 427 varaktır. Ketebe sayfasında,<br />

Mustafa el-Eyyûbî imzası göze çarpar. Tarihsiz olup, takrîben<br />

XVII. asrın ikinci yarısına tarihlenmektedir. Kur’ân’ın kabı, dönemine<br />

ait klâsik Türk cildidir. Kap, miklepli olup, alttan ayırma<br />

emse cilt tarzında, koyu kırmızı renkte hazırlanmıtır.<br />

Müzede bulunan önemli edebî eserlerden biri, dîvân edebiyatımızın<br />

ünlü âiri Muhammed b. Süleyman Fuzûlî’nin<br />

(ö. 963/1556) (18) T. 440’daki Fuzûlî Dîvânı’dır (19) . Ülkemiz ve<br />

dünya müzeleriyle, ahsi koleksiyonlarda bir çok nüshâsı<br />

vardır. Buradaki dîvân, takriben XVII. yy’a tarihlenmektedir<br />

(20) . Eser, 17.2x10.5 cm. boyutlarında, iki sütun halinde<br />

ve 12 satır olarak yazılmıtır. Yazma, 94 sayfadan meydana<br />

gelmektedir. Kitabın kabı kestane rengi, lake cilttir. Üst<br />

kap koyu turuncu renkte olup, üzerine çeitli çiçeklerden<br />

oluan bir buket ilenmitir. Motifler, tarama tekniiyle<br />

gölgelendirilmi, altın ve renkle tahrîrlendirilmitir. Dîvânın<br />

v. 18a, v. 34b, v. 55a, v. 75b ve v. 93a sayfalarında bulunan<br />

minyatürler, Geç Safavî Devri tarzında ve Rıza Abbasî resimlerinin<br />

en güzel örnekleri (21) arasında sayılabilir.<br />

Chester Beatty Kütüphanesi T. 401’de bulunan Hidâyet<br />

Dîvânı ise bir baka edebî eser olup, Türkmen el yazmalarının<br />

önemli bir numûnesidir. iirlerinde Hidâyet mahlasını<br />

kullanan Hidâyetullah Beg ismine, edebiyat tarihimiz-<br />

122


Kur'ân, Mustafa el-Eyyûbî, Is. 1526, v. 420b-421a.<br />

le ilgili kaynaklarda rastlanmamaktadır (22) . Hidâyetullah<br />

Beg’in hayatı ve edebî kiilii hakkında söylenebilecek<br />

olanlar da, dîvândaki kayıtlardan ve ipuçlarından elde<br />

edilebilecek bilgilere balı kalmaktadır. Chester Beatty<br />

nüshasının zahriye sayfasındaki metinden anlaıldıına<br />

göre, bu nüshanın Akkoyunlu hükümdarı Sultan Halil’in<br />

kütüphanesi için hazırlandıı görülür (23) . Bu nüshadan baka,<br />

Dîvân-ı Hidâyet yazmalarının, Oxford Bodleian Kütüphanesi,<br />

Kirman ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde<br />

birer nüshası (24) vardır. Dîvân, 883/1478’e tarihlenmekle (25)<br />

beraber ketebe kaydı ve tarihi yoktur (26) . Eser, 17.3x12.3<br />

cm. boyutlarında, 2 sütun halinde, 11 satır olarak, nestâ’lık<br />

hattıyla, ince krem rengi kaıt üzerine is mürekkebiyle<br />

yazılmıtır. Kitabın kabı, kahverengi sahtiyan deri kullanılarak<br />

souk emse cilt tarzındadır. Üst, alt kap ve miklep<br />

içi, kaatı teknii ile müebbek emse tarzda hazırlanmıtır.<br />

Yazma, 3b, 8b, 19b, ve 70b’ de olmak üzere dört minyatüre<br />

sahiptir.<br />

<strong>El</strong>e alınan son eser, T. 474 numarada kayıtlı, Nakibendî<br />

tarikatının büyük sûfilerinin hal tercümeleriyle, tasavvufi<br />

terimlerin açıklamalarını ihtiva eden Nefahatü’l- Üns<br />

(Nefahat; güzel kokular, esintiler. Üns; Tasavvufi bir kelime<br />

olup, sufilerin kalplerinde Allah’ı müahede etmeleri<br />

ve sadece Hak ile huzurda bulunmaları durumudur.) isimli<br />

eserdir. Abdurrahman Câmi’nin (ö.898/1492) en önemli<br />

mensur eserlerinden biridir. Birçok nüshası bulunmaktadır.<br />

Buradaki eser, 883/1478’de tamamlanmıtır. 30.6x19<br />

cm. boyutlarında ve 17 satır halinde tertip edilmitir. 377<br />

varaktan olumaktadır. Eser, nestâ’lık hattıyla yazılmıtır.<br />

Kitabın kabı, koyu kahverengi sahtiyan deri ile mülemma<br />

emse cilt tarzında hazırlanmıtır. Üst kap içi müebbek<br />

emse halinde kaatı teknii ile ilenmitir. 42b, 79b,<br />

116a, 177b, 219b, 266b, 276a, 302b.’de olmak suretiyle sekiz<br />

adet minyatürlü sayfa vardır. 302b.’de, Muhyiddin bn-i<br />

Arabî tasvir edilmitir. Bu minyatürde, Arabî’nin atei bir<br />

filozofun kucaına dökerek, atein yaktıı gibi mallarının<br />

da onları yakacaı ve Allah’ın onları mallarından mahrum<br />

edecei ile ilgili bir sahne resmedilmitir.<br />

Burada zikrettiimiz birkaç eser bile Türk-slâm medeniyetinin<br />

zenginliini ortaya koymak için yeterlidir. Medeniyetimize<br />

ait eserler tetkîk edilerek, yayın ve konferanslarla<br />

daha geni kitlelere tanıtılmalıdır. Chester Beatty Müzesi<br />

sergi salonlarında tehir edilen eserler meraklıları için,<br />

müracaat kütüphânede muhafaza edilen eserler de aratırmacılar<br />

için görülmesi gereken büyük bir hazine hükmündedir.<br />

Bilhassa, kitap sanatları üzerinde çalıan aratırmacılar,<br />

burada zikredemediimiz birçok nadide yazmayı<br />

kütüphanede görme imkânı bulacaklardır.<br />

Kaynaklar<br />

Kur'ân, Mustafa el-Eyyûbî, Is. 1526, Alt kap-sertab-mıkleb<br />

Alparslan, Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, stanbul 1999.<br />

Arberry, J. Arthur, The Koran Illuminated A Handlist of the Korans<br />

in the Chester Beatty Library, Dublin 1967.<br />

Dakukî, brahim, “Fuzûlî’nin Hayatı Hakkında Bazı Yeni Tesbitler<br />

ve Arapça Divânı Üzerine Düünceler”, Fuzûlî Kitabı, stanbul<br />

1996, s. 53-68.<br />

Derman, Uur, Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi, Yeilay <strong>Dergisi</strong>,<br />

S. 413, 1968, s. 18-20.<br />

Derman, Uur, slâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, stanbul 1992.<br />

Fidalgo, Manuela, “Kitap tutkunu Calouste Gulbenkian”, Lizbon<br />

Calouste Gulbenkian Müzesi’nden Bayapıtlarla Dou’dan Batı’ya<br />

Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar, stanbul 2006, s. 39-49.<br />

Horton, Charles, Alfred Chester Beatty, Dublin 2003.<br />

James, David, Qur’ans and Binding from The Chester Beatty Library,<br />

London.<br />

123


Kur'ân, Hasan Çelebi, Is. 1527, Ketebe Sayfası, v. 356b.<br />

Kanar, Mehmet , “Firdevsî” mad., DA, XIII, stanbul 1996, s. 125-127.<br />

Kanar, Mehmet, “Nizâmî-i Gencevî” mad., DA, XXXIII, stanbul<br />

2007, s. 183-185.<br />

Karada, Celalettin, “Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî’nin Kur’ânı”,<br />

Güzel Sanatlar Enstitüsü <strong>Dergisi</strong>, S. 21, Erzurum 2008, s. 113-121.<br />

Karada, Celalettin, “Chester Beatty Kütüphanesi Türk Koleksiyonu<br />

ve <strong>El</strong> Yazmalarımızdan Birkaçı” Tezhip Buluması Sempozyumu,<br />

stanbul - 26 Nisan 2009.<br />

Karada, Celalettin, “Türk Kültür Medeniyetinin Zengin Mirası <strong>El</strong> Yazmaları<br />

ve Bir Fuzûlî Dîvânı Nüshası”, Uluslararası Türklük Bilgisi Sempozyumu<br />

Bildiriler, I-II, Erzurum 2009, s. 631-636.<br />

Karada, Celalettin, “Dublin Chester Beatty Müzesi’nde Korunan<br />

Bir aheser: Hidâyet Dîvânı”, 10. Ulusal <strong>El</strong> Sanatları Sempozyumu,<br />

zmir 2009, s. 188-195.<br />

Karahan, Abdülkadir, “Fuzûlî”, DA, XIII, stanbul 1996, s. 240-246.<br />

Korkmaz, Zeynep, “XV. Yüzyıl Azerî Türkçesinin Deerli Bir Temsilcisi<br />

Emîr Hidâyetullah ve Dîvânı”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar,<br />

Ankara 1995, s. 516-526.<br />

Minorsky, V, The Chester Beatty Library: A Catalogue of the Turkish<br />

Manuscripts and Miniatures, with an introduction by J. V. S.<br />

Wilkinson, Dublin 1958.<br />

Okumu, Ömer, “Abdurrahman Câmi”, mad., DA, VII, stanbul<br />

1993, s. 94-99.<br />

Rado, evket, Türk Hattatları, stanbul 1984.<br />

Serin, Muhittin, Hattat eyh Hamdullah, stanbul 1992.<br />

Serin, Muhittin, Hat Sanatı ve Mehur Hattatlar, stanbul 1999.<br />

Tanındı, Zeren, “Kitap ve Tezhibi”, Osmanlı Uygarlıı, I-II, 2005 Ankara,<br />

s. 864-891.<br />

The Chester Beatty Library, Dublin 2004.<br />

Yazıcı, Tahsin, “Hâfız-ı îrâzî”, mad., DA, XV, stanbul 1997, s. 103-106.<br />

1. Alfred Chester Beatty hakkında geni bilgi için bkz. C. Horton,<br />

Alfred Chester Beatty, Dublin 2003.<br />

2. M. Fidalgo, “Kitap tutkunu Calouste Gulbenkian”, Lizbon Calouste<br />

Gulbenkian Müzesi’nden Bayapıtlarla Dou’dan Batı’ya Kitap<br />

Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar, stanbul 2006, s. 43.<br />

3. The Chester Beatty Library, Dublin 2004, s. 7-10.<br />

4. Z. Tanındı, “Kitap ve Tezhibi”, Osmanlı Uygarlıı, C. II, 2005 Ankara,<br />

s. 865.<br />

5. A. J. Arberry, The Koran Illuminated A Handlist of the Korans in<br />

the Chester Beatty Library, Dublin 1967, s. 57-72.<br />

6. Bkz. M. Kanar, “Firdevsî” mad., DA, XIII, stanbul 1996, s. 125-<br />

127.<br />

7. Bkz. M. Kanar, “Nizâmî-i Gencevî” mad., DA, XXXIII, stanbul<br />

2007, s. 183-185.<br />

8. Bkz. T. Yazıcı, “Hâfız-ı îrâzî”, mad., DA, XV, stanbul 1997, s.<br />

103-106.<br />

9. Bkz. Ö. Okumu, “Abdurrahman Câmi”, mad., DA, VII, stanbul<br />

1993, s. 94-99.<br />

10. Bu koleksiyona ait katalog için bkz. V. Minorsky, The Chester<br />

Beatty Library: A Catalogue of the Turkish Manuscripts and Miniatures,<br />

with an introduction by J. V. S. Wilkinson, Dublin 1958.<br />

11. . Rado, Türk Hattatları, stanbul 1984, s. 65; M. Serin, Hattat<br />

eyh Hamdullah, stanbul 1992, s. 49-53.<br />

12. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Chester Beatty<br />

Kütüphanesi Türk Koleksiyonu ve <strong>El</strong> Yazmalarımızdan Birkaçı”,<br />

Tezhip Buluması Sempozyumu, stanbul - 26 Nisan 2009.<br />

13. D. James, Qur’ans and Binding from The Chester Beatty Library,<br />

(No. 73 Qur’ân), London.<br />

14. U. Derman, slâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, stanbul 1992,<br />

s. 199.<br />

15. U. Derman, “Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi”, Yeilay <strong>Dergisi</strong>,<br />

S. 413, 1968, s. 19; Rado, s. 104; A. Alparslan, Osmanlı Hat<br />

Sanatı Tarihi, stanbul 1999, s. 49; M. Serin, Hat Sanatı ve Mehur<br />

Hattatlar, stanbul 1999, s. 115.<br />

16. Derman, Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi, s. 19.<br />

17. C. Karada, “Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî’nin Kur’ânı”, Güzel<br />

Sanatlar Enstitüsü <strong>Dergisi</strong>, S. 21, Erzurum 2008, s. 116.<br />

18. Minorsky, s. 71; A. Karahan, “Fuzûlî”, DA, XIII, stanbul 1996,<br />

s. 240; . Dakukî, “Fuzûlî’nin Hayatı Hakkında Bazı Yeni Tesbitler<br />

ve Arapça Divânı Üzerine Düünceler”, Fuzûlî Kitabı, stanbul<br />

1996, s. 55.<br />

19. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Türk Kültür<br />

Medeniyetinin Zengin Mirası <strong>El</strong> Yazmaları ve Bir Fuzûlî Dîvânı<br />

Nüshası”, Uluslararası Türklük Bilgisi Sempozyumu Bildiriler II, Erzurum<br />

2009, s. 631-636.<br />

20. Minorsky, s. 72.<br />

21. Minorsky, s. 72.<br />

22. Z. Korkmaz, “XV. Yüzyıl Azerî Türkçesinin Deerli Bir Temsilcisi<br />

Emîr Hidâyetullah ve Dîvânı”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar, I,<br />

Ankara 1995, s. 518.<br />

23. Korkmaz, s. 519.<br />

24. Bu dîvânlar hakkında geni bilgi için bkz. Korkmaz, s. 516-526.<br />

25. Minorsky, s. 2; Korkmaz, s. 517.<br />

26. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Dublin Chester<br />

Beatty Müzesi’nde Korunan Bir aheser: Hidâyet Dîvânı”, 10.<br />

Ulusal <strong>El</strong> Sanatları Sempozyumu, zmir 2009, s. 188-195.<br />

*Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları Bölümü Tezhip ASD<br />

Bakanı<br />

Dipnotlar<br />

Clock Tower (Müracaat Kütüphâne)<br />

124


Fatih Sultan Mehmed<br />

(30 Mart 1432 - 3 Mayıs 1481)<br />

Fatih’in Hoşgörüsü ve Adaleti<br />

Nermin TAYLAN*<br />

Fethin ardından yaptığı konuşmada Fatih, Bizans halkına hitaben, “Kaldırın başlarınızı! Şu andan itibaren benim<br />

tebaamsınız. Artık kimse size zarar veremeyecektir. Dininizde, dilinizde, iş ve ticaretinizde tamamen serbestsiniz.<br />

Kiliseleriniz açık kalacak, ibâdetlerinizi kendinize göre yaparsınız, ancak çan çalmayacaksınız. Burada<br />

kalmak istemeyen, kurtuluş akçesi vererek istediği yere gidebilir. İstanbul’da kalacaklar, eskisinden daha çok<br />

rahat edecekler.” diyerek hoşgörüsünü ve adaletini dünyaya bir kez daha ispatlamıştır. Fatih’in hoşgörüsünün<br />

en büyük delillerinden biri de, Galata Cenevizlilerinin sulh teklifine karşı verdiği ahitnamedir. Ahitname, günümüzde<br />

geleneksel sanatlarla uğraşan sanatçıların ellerinde geleceğe ışık saçıyor.<br />

stanbul’u almak, yüzyıllar boyu birçok komutan ve devlet<br />

adamının hayallerini süslemitir. Romalılar devrinde bu güzel<br />

ehri elde etmek isteyen kavimler, bu emellerine ulamak<br />

sevdasıyla dört bir yandan ordularını buraya sevk etmilerdir.<br />

stanbul’un fethi, Fatih’e kadar, Müslümanlar için de önemli<br />

bir gaye olmutur. Hz Muhammed (s.a.s)’in “stanbul bir<br />

gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan,<br />

onu fetheden asker ne güzel askerdir.” hadisi bu<br />

gayeyi hep canlı tutmutur. Daha ilk devirlerden itibaren<br />

birçok Müslüman komutan ve devlet adamı, stanbul’u<br />

fethetmek için gayret sarf etmitir. Müslümanlar 100 yıla<br />

yakın süre stanbul’un fethinin peinde komu, ancak bu<br />

idealin gerçekletirilmesi Fatih’e nasip olmutur…<br />

Fethin Arifesinde Bizans<br />

Fatih Sultan Mehmed, babası II. Murat'ın vefatından sonra<br />

(ubat 1451) tahta geçer geçmez stanbul’un fethine yönelir.<br />

lk iinin Bizans’ın fethi olacaı ayiası daha ehzadelii<br />

zamanından beri bilinmektedir. Bunun için de ilk<br />

önemli adım olarak Boaziçi’nde, ehrin hemen dibine<br />

Rumelihisarı’nı ina ettirir.<br />

O sıralarda Bizans’ta ciddi mezhep kavgaları hüküm sürmektedir.<br />

stanbul’un sukut edecei bilindii halde, mezhep<br />

ihtilafı sönmemitir. Ayasofya’ya maara ve Rafızîlerin<br />

mezbahı (kurban kesim yeri) adı verilmitir. çinde kiliselerin<br />

birlemesini isteyenler tarafından ruhani ayin icra olunduundan,<br />

Dukas’a göre kirlenmemek için hiçbir Bizanslı<br />

bu mabede girmemektedir. Bizans Devleti’nin en saygın<br />

kiilerinden Leon Notaras, “stanbul’un içinde Türk sarıını<br />

görmek, latin serpuunu görmekten daha iyidir” demitir.<br />

stanbul’un fethinden bir gün önce, Ayasofya’da imparator<br />

ile bütün devlet ve saray erkânının gözyalarıyla katıldıı<br />

büyük bir ayin yapılmıtır. Alphonse de Martine, fetihten<br />

bir gün önce halkın duygularını öyle anlatır: “Son günün<br />

125


Galata Zimmilerine Verilen Ahidname<br />

(Galata zimmîlerin ahidnâmesidir. Ebül-Feth Sultân Muhammed<br />

Hân stanbul'u feth eyledükde vermitir. Rumca yazılub<br />

üzerine tura çekilmitir)<br />

“Ben Ulu Padiâh ve ulu ehinâh Sultan Muhammed Hân<br />

bin Sultân Murâd'ım. Yemin ederim ki, yeri göü yaradan<br />

Perverdiar hakkı içün ve Hazret-i Resûlün-Aley'is-Salâtü<br />

Ve's-Selâm-pâk, münevver, mutahhar ruhu içün ve yedi<br />

Mushaf hakkı içün ve yüz yirmi dörtbin peygamberler hakkı<br />

içün, de-dem ruhîçün ve babam ruhîçün, benim baım<br />

içün ve olanlarım baîçün, kılıç hakkîçün, imdiki hâlde<br />

Galata'nın halkı ve merdüm-zâdeleri atebe-i ulyâma dostluk<br />

içün Babalan Pravizin ve Markizoh Frenku ve tercümanları<br />

Nikoroz Baluu ile Kal'a-i mezkûrenin miftâhın gönderüb<br />

bana kul olmaa itâat ve inkıyâd göstermiler. Ben dahi;<br />

1. Kabul eyledim ki, kendülerin âyinleri ve erkânları ne<br />

vechile câri ola-gelirse, yine ol üslûb üzere âdetlerin ve<br />

erkânların yerine getüreler. Ben dahi üzerlerine varub<br />

kal'alarını yıkub harâb etmeyem.<br />

2. Buyurdum ki, kendülerin malları ve rızıkları ve mülkleri<br />

ve mahzenleri ve baları ve deirmenleri ve gemileri ve<br />

sandalları ve bilcümle metâ'ları ve avretleri ve olancıkları<br />

ve kulları ve câriyeleri kendülerin ellerinde mukarrer ola,<br />

müte'ârız olmayam ve üendirmeyem.<br />

3. Anlar dahi rençberlik edeler. Gayrı memleketlerim<br />

gibi deryâdan ve kurudan sefer edeler, kimesne mâni ve<br />

müzâhim olmaya, mu'âf ve müsellem olalar.<br />

4. Ben dahi üzerlerine harâc vaz’ edem, sâl be-sâl edâ edeler<br />

gayrılar gibi. Ve ben dahi bunların üzerlerinde nazar-ı erifim<br />

dirî buyurmayub koruyam gayrı memleketlerim gibi.<br />

5. Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince. Ammâ çan<br />

ve nâkûs çalmayalar. Ve kiliselerin alub mescid etmeyem.<br />

Bunlar dahi yeni kilise yapmayalar.<br />

6. Ve Ceneviz bâzirgânları deryâdan ve kurudan rençberlik<br />

edüb geleler ve gideler. Gümrüklerin âdet üzere vereler. Anlara<br />

kimesne te'addî etmeye.<br />

7. Ve buyurdum ki, yeniçerlie olan almayam ve bir kâfiri<br />

rızâsı olmadan müslüman etmeyeler ve kendüleri aralarında<br />

kimi ihtiyâr ederlerse maslahatları içün kethüdâ nasbedeler.<br />

8. Ve buyurdum ki, evlerine doancı ve kul konmaya ve<br />

kal'a-i mezkûre halkı ve bâzirgânları angaryadan mu'âf ve<br />

müsellem olalar.<br />

öyle bileler, alâmet-i erife i'timâd kılalar.<br />

Tahrîren Fî Evâhir-i Cemâziyelûlâ sene seb'in ve hamsîn ve<br />

semâne-mi'ete”<br />

Nermin TAYLAN'ın Fatih Sultan Mehmed Han'ın Ahidnamesini ele aldıı soldaki eseri 2009<br />

yılında düzenlenen SMEK 2010 Avrupa Kültür Bakenti Bran Yarımalarında Hat Branında<br />

sergilenmeye deer bulunmutu.<br />

korkunç afaını gören bütün Bizans o geceyi ayakta, dua<br />

ederek ve alayarak geçirdi. Rahipler, rahibeler, kadınlar ve<br />

her sınıftan halk, ‘Tanrım bizi kurtarmak için gel’ ilahisini<br />

hıçkıra hıçkıra söylüyor, Akropel’e giderek cesaretlerinden<br />

fazla medet umdukları Bakire’nin ortaya çıkması için yalvarıyorlardı.<br />

Gelenler Bakire’nin ayaklarına yüzlerini sürüyorlar,<br />

günahlarını itiraf ederek affını kazanmak istiyorlardı.”<br />

“u Andan tibaren Benim Tebaamsınız”<br />

Nihayet fetih gerçeklemi, (29 Mayıs 1453) stanbul alınmıtı.<br />

Osmanlılarda bir gelenek olarak devam eden, asırlardır<br />

tatbik edilen bir kural vardı. Bu kural bir memleket<br />

veya kale fethedildii vakit, ordu içeriye girip burçlara<br />

bayrak çekerken, surların üstünde ezan sesi yükselir<br />

126


Türkler, genel kabule göre 29 Mayıs 1453 günü Bizans’ı<br />

zapt ettikleri zaman, müdafaasız halk, gökten inecek bir<br />

melein kendilerini kurtaracaı beklentisi ile Ayasofya’ya<br />

sıınmıtı. Fakat Türkler mabedin kapılarını açarak içeri<br />

girmiler ve orada korkudan birbiri üzerine yıılmı olan<br />

erkek ve kadınlardan istedikleri kadar esir almılardır.<br />

Cebren içeri girmek mecburiyetinde kalan Türk askerleri,<br />

hiç kimsenin hayatına dokunmamı, yalnız esir almakla<br />

yetinmilerdir. Türk ordusu, deil Ayasofya’ya sıınanları<br />

öldürmek, Bizans’a girdii vakit, Fernand Gernard’ın ifadesiyle<br />

yalnız silahla mukavemet gösterenleri ve vaziyetleri<br />

üpheli görünenleri öldürmüler, mütebakisini esir etmilerdir.<br />

Bizans Rumları, katliama maruz kalmamıtır.<br />

Galata Zimmilerine Fatih Sultan Mehmed Han tarafından verilen "Ahidname"nin orjinali<br />

ve ehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edilir, sonra<br />

ilk Cuma namazı burada kılınırdı. Fatih de vakit geçirmeden<br />

Ayasofya’yı camiye çevirmek gayesi ile buraya yönelmitir.<br />

Fatih, Ayasofya’ya girince ükür secdesine kapanmı,<br />

iki rekât namaz kılmı, rivayetlere göre ilk ezan da bu sırada<br />

okunmutur. Fatih müezzinlerden birine ezan okumasını<br />

emretmi, müezzin ezan okuduktan sonra, maiyeti ile beraber<br />

ilk namazı kılmı ve camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak<br />

vakfetmitir.<br />

Türklerin Ayasofya’da bir katliam veya mabede karı bir<br />

hürmetsizlik ve tecavüz yapmaları söz konusu deildir.<br />

Devrin ahitlerinden Nestore Iskinder’in naklettiine göre,<br />

Fatih’in Ayasofya’da yaptıı u konuma dikkate deerdir:<br />

“Patrik, ruhban ve halk gözyaları ve iniltilerle hüzünlerini<br />

belirttiler ve ayaklarına kapandılar. Sultan eli ile bir iaret<br />

yapıp durmalarını istedi ve onlara unu dedi: ‘Atanasios<br />

sana söylüyorum, senin yanındakiler ve halkına da yöneliyorum.<br />

Bu günden itibaren kızgınlıımdan korkmayın.’<br />

Paalar ve sancakbeylerine dönüp dedi ki: ‘Bütün askerleri<br />

ve ordumdaki her kademede bulunanları, ehir halkına,<br />

kadınlara ve çocuklara karı her türlü katil, esir etmek<br />

veya dümanca bir davranıta bulunmayı engelleyin.<br />

Eer bir kii bile benim emrimi çinerse öldürülecek.’<br />

Daha sonra herkesin çıkıp evlerine gitmelerini emretti.”<br />

Bizans halkı Fatih’ten “Vurun unların kellelerini!” emrini,<br />

baları önlerinde bekliyor ve korkudan da tir tir titriyorlardı.<br />

Fatih, “Kaldırın balarınızı! u andan itibaren benim tebaamsınız.<br />

Artık kimse size zarar veremeyecektir. Dininizde, dilinizde,<br />

i ve ticaretinizde tamamen serbestsiniz. Kiliseleriniz<br />

açık kalacak, ibâdetlerinizi kendinize göre yaparsınız, ancak<br />

çan çalmayacaksınız. Burada kalmak istemeyen, kurtulu<br />

akçesi vererek istedii yere gidebilir. stanbul’da kalacaklar,<br />

eskisinden daha çok rahat edecekler.” diyerek hogörüsünü<br />

ve adaletini dünyaya bir kez daha ispatlamıtır.<br />

Fatih’in hogörüsüne ve adaletine en büyük delillerden<br />

biri de, Galata Cenevizlilerinin sulh teklifine karı verdii<br />

ahitnamedir. Evvela Rumca hazırlanarak, Osmanlı kumandanı<br />

Zaanos Paa tarafından imzalanmıtır. Sonra padiah<br />

bunu te’yiden imdi zikredeceimiz ahitnameyi vermitir.<br />

Bu hukuki düzenlemenin meruiyet dayanaı, fıkıh kitaplarının<br />

kitab’üs-siyer bölümünde bütün tafsilatıyla anlatılan<br />

slam devletler hukukunun hükümleridir.<br />

slam hukukunun zimmet akdi çerçevesinde gayri müslimlere<br />

tanıdıı bütün hak ve hürriyetler, aynen bu belgede<br />

de tanınmı ve garanti altına alınmıtır. Bu hak ve hürriyetler<br />

belgesini, ne 1789 tarihli Fransız hak ve hürriyetler<br />

belgesi ile ne de dier beyannamelerle kıyaslamak mümkün<br />

deildir. Ayrıca Osmanlı Devleti hak ve hürriyetleri,<br />

Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla balatanlar için de bu<br />

belge susturucu bir cevaptır…<br />

Dipnotlar:<br />

Tarih ve Düünce <strong>Dergisi</strong>, Mayıs 2006, sayı; 66, stanbul<br />

lk slam ordularının stanbul kuatmaları hakkında bilgi veren kaynaklardan<br />

birkaçı için bkz. Muhammed bin cerir et-taberi, tarihü’l-ümem ve’le-mülük c,<br />

bir- I-X, Beyrut ts; ibnü’l-esir, el-kamilü fi’te-tarih, c.I-XIII, Beyrut, 1399;ebü’l-fida<br />

el-hafız ibn kesir ed- damıkı, el-bidaye ve’n-nihaye, c.I-X, Beyrut 1418 (1997);<br />

slam ve Osmanlı devri stanbul kuatmaları hakkındaki bir deerlendirme için<br />

ayrıca bkz. Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, stanbul 1998 c.1<br />

s.281-283 ismail Kandemir, Ulu Mabet Ayasofya, stanbul 2004, s.24,40<br />

• Dukas, Bizans Tarihi, s.179<br />

• Dukas, Bizans tarihi, s. 158 Alponse de Martine, Osmanlı Tarihi, çev. Serhat<br />

Bayram, stanbul 1991, s.253<br />

• smail Hami Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.1 s.260; ilhan Akçay,<br />

Ayasofya Camii, s.23<br />

• Dukas, Bizans Tarihi, s. 184; Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l Feth, s.64; Semavi Eyice,<br />

Ayasofya s.207 smail Hakkı Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,<br />

c.1 s. 260<br />

• Alponse de Martine, Osmanlı Tarihi, s.259<br />

• K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya”, s.49<br />

• Agostino Pertusi, stanbul’un Fethi, s.261-262.<br />

• Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, 11/6-7.<br />

• Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, 11/7.<br />

• Beldiceanu, Recherche Sur La Ville Ottomane, 153-154, 423-424;<br />

• Uzunçarılı, Osmanlı tarihi, II/7-8; TOEM, sene 5, sh. 52.<br />

*Aratırmacı, yazar<br />

127


Osmanlı’nın Seyyah Hattatı<br />

Mehmed Şefik Bey<br />

Fettah AYKAÇ*<br />

Ömrü boyunca, “yazıda evaili ve evahiri yok” denilen çok değerli hocası Kazasker M. İzzet ayarında yazılar yazmayı<br />

arzulayan M. Şefik Bey, İstanbul’dan Bursa’ya, Sakız Adası’ndan Kudüs’e kadar geniş bir coğrafyada, uzak<br />

yakın demeden her istenilen yere adeta koşarak gitmiş, adeta Osmanlı’nın seyyah hattatı olmuştur. M. Şefik Bey,<br />

eşsiz güzellikte nice eserler vermesine rağmen günümüz sanatseverlerince maalesef yeterince tanınmamaktadır.


“Devrinin en kıymetli ve gözde hattatı olan Mehmed<br />

efik Bey, Divan-ı Hümayun dairesinde Tahvil Kisedarı<br />

(Tahvil Kalemi) hulefasından Sebzizade Süleyman Mahir<br />

Bey’in olu olarak stanbul Beikta’ta, Kılıç Ali Paa<br />

Mahallesi’nde 1819 (h 1235)’da dodu. lk rüdiye tahsilini<br />

tamamladıktan sonra babasının memur olduu -Divan-ı<br />

Hümayun aklamında usulden olduu üzere- çok genç denecek<br />

yata 17’sinde iken Babıali’de kendisinin de çalıtıı<br />

Tahvil Kalemi’ne devam ettirilerek büyük babası gibi ‘Sebzi’<br />

mahlası verildi (1) .”<br />

Bir müddet sonra M. efik Bey, hep yeni bir eyler aratırma,<br />

kefetme, üretme halet-i ruhiyesinde olan büyük<br />

sanatkârlar gibi kalem hayatının tekdüzeliinden sıkılarak<br />

Ali Vasfi Efendi’den güzel yazı örenmeye baladı.<br />

“lk yazı hocası Hattat Laz Ömer Efendi’nin çıraklarından<br />

Hattat Ali Vasfi Efendi vefat edince aynı zamanda sülüs<br />

ve nesih derslerine devam ettii teyzesinin kocası olan ve<br />

zamanın gözbebei musikiinas Hattat Kazasker (Seyyid)<br />

Mustafa zzet Efendi’nin derslerine tüm zamanını vererek<br />

(h 1251-1835) icazet almı olmasına ve kendisi de usta bir<br />

hattat olmasına ramen yazdıı yazıları daha eskiz aamasındayken<br />

üstadına göstererek onun kıymetli fikir ve<br />

tavsiyelerini aldı (2) .”<br />

efik Bey, bunun için veya Kazasker Mustafa zzet Bey’den<br />

20 küsur ya küçük olması dolayısıyla kendisini olu gibi<br />

yakın görüp takdir ettii için olsa gerek, birlikte üretecekleri<br />

Bursa Ulu Camii’ndeki benzer devasa ebatlardaki aheserlerinde<br />

ve stanbul Üniversitesi taç kapısının iç ve<br />

efik Bey’in st. Üniv. “Darul Umuri Askeriyye” kapısındaki mehur yazıları<br />

129


Hz. brahim'in Duası (15)<br />

dı yazılarında (1867) olduu gibi, haak (ilemek) edecekleri<br />

yazıları mek etmeyi tercih ediyorlardı. Abdulfettah<br />

Efendi’nin de fırsat buldukça bu görümelere katıldıı dü-<br />

ünülebilir. Çünkü Abdulfettah Efendi de yine saraydan<br />

ve sanat camiasından arkadalarıydı. Bursa Ulu Camii’nde<br />

de efik Bey’le birlikte çalıarak çok güzel eserler vermi,<br />

stanbul Üniversitesi’nin kapı yazılarında onlarla birlikte<br />

çalıarak ön kısımdaki oval bölüme (eski fotoraflarda görüldüü<br />

üzere) padiahın turasını haak etmiti.<br />

“Kendisinin Eyüp Camii hatibi ve Musıka ve Hademe-i<br />

Hümayun Hutut Muallimi iken 1845 yılında Sultan II.<br />

Abdülmecid tarafından ikinci imamlıa intinab ve tayin<br />

olunmasıyla Kazasker S. Mustafa zzet Efendi uhdesinde<br />

bulunan muallimliklere –en deerli tilmizi olan- efik Bey’i<br />

tayin ettirmitir. Birkaç yıl sonra da M. efik Bey, 1849’da<br />

hacegânlıa (hat hocalıı) yükseltilmitir (3) .” Birbirini çok<br />

takdir eden ve seven Kazasker M. zzet ile M. efik Bey’i,<br />

ancak 1876’da kazaskerin ölümü ayırmıtır.<br />

“efik Bey ömrü boyunca çok güzel seneler geçirmi, iki<br />

kızından Huriye Hanım’ı hattat olarak yetitirerek kabiliyet<br />

ve maharetini çok beendii talebesi Ali Rıza Efendi<br />

ile evlendirmitir (4) .”<br />

efik Bey’in çok sevdii üstadının vefat ettii sıralarda,<br />

yine Sultan Abdülaziz’in de vefat etmesiyle sarayda olu-<br />

an kargaa ortamı, 1876’da II. Abdülhamit’in tahta geçmesiyle<br />

son bulmutur. Ancak efik Bey, henüz niçin olduu<br />

bilinmeyen bir sebeple, (belki de efik Bey’in ehza-<br />

Bursa Ulu Camii, Mihrabından detay<br />

Bursa Emir Sultan Camii<br />

130


delere hat hocalıı yapması hasebiyle genç padiahla<br />

aralarında bir anlamazlık çıkması veya<br />

kendisini çekemeyen kiilerin sebep olduu bir<br />

vefasızlıktan dolayı) sarayda 30 yılı akın süre severek<br />

ve büyük bir ak ile yaptıı Musıka-i<br />

Hümayun ve Hademe-i Hümayun hat hocalıı<br />

görevinden 1876 yılında kendi istei<br />

dıında emekliye sevkedilecekti.<br />

Ve sonunda kendisine yapılan bu<br />

muameleyi kabullenmekte oldukça<br />

zorlanan efik Bey, emsallerine<br />

göre erken denecek bir yata,<br />

60’ında bu vefasız dünyaya gözlerini<br />

yumacaktı…<br />

Mehmed efik Bey’in Sanatkârlıı<br />

M. efik Bey tüm ömrü boyunca,<br />

özellikle hat sanatında ortaya<br />

koyduu ve henüz benzeri yapılamamı<br />

eserleri dolayısıyla “yazıda<br />

evaili ve evahiri yok” denilen<br />

çok deerli hocası Kazasker M. zzet<br />

ayarında yazılar yazmaya gayret etmitir.<br />

Bunu baardıını M. efik Bey’den geriye<br />

kalan ve sayısı henüz tespit edilememi eserlerine<br />

bakarak söylemek mümkündür. M. efik Bey’in<br />

eserleri, 150-160 yılı akın bir zamandır seyredenlere,<br />

okuyanlara çeitli maksatlarla kopya<br />

edenlere gülümsemektedir.<br />

Geriye bıraktıı eserlerinden konuya aina çevrelerce en<br />

çok tanınan ve bilinenleri, Ayasofya’nın mihrabı içindeki<br />

madalyon hattı, II. Abdülmecid’in türbe içindeki kuak<br />

yazıları, stanbul Üniversitesi kapısı yazılarıyla, Bursa Ulu<br />

Camii’ndeki devasa ebatlardaki (7.40m X 3m) levhalarıyla<br />

sütun ve duvarlara kalemii olarak yazdıı ve hepsi<br />

birer aheser olan eserleridir. Ayrıca efik Bey’in, iki<br />

Kur’an-ı Kerim, (Biri Türk slam Eserleri Müzesi’nde dieri<br />

de Beyazıt’taki Hat Eserleri Müzesi’nde olduu rivayet edimektedir)<br />

çok sayıda Hilye-i erif ve Delâili Hayrat yazdıı<br />

da bilinmektedir.<br />

M. efik Bey’e ait olduu en az bilinen eserleri ise belki de<br />

çou kez imzası çıkartılıp aynen kopyalanıp altına baka<br />

imzalar atılarak çoaltılmı, slam dünyasında kartpostal,<br />

poster vb. olarak basılıp daıtılan ve hâlâ pek çok ev ve<br />

iyerleri duvarlarında bizlere gülümsemeye devam eden<br />

eserleridir.<br />

Hal böyle iken Mehmed efik Bey, yeni nesil hatseverler<br />

arasında lâyık olduu kadar tanınmamakta<br />

ve bilinmemektedir. Belki bu durumun en önemli<br />

sebeplerinden birisi olarak efik Bey’in Payitaht<br />

stanbul’da Kazasker S. Mustafa zzet’in<br />

Ayasofya’daki levhalarıyla veya Mustafa<br />

Rakım’ın Nusretiye Camii’ndeki sülüs<br />

istifleriyle yarıacak ebatlarda eserlerinin<br />

bulunmamasını göstermek daha<br />

doru olur. Çünkü, stanbul’da onun<br />

yaadıı dönemde bu tür eserlerin<br />

verilmesine zemin oluturacak<br />

fırsatlar pek çıkmamıtır. Küçük<br />

Mecidiye, Hırka-i erif Camii gibi<br />

Sultan Abdülmecid’in yaptırdıı<br />

son dönem camilerinin yazıları<br />

da, üstadı Kazasker tarafından<br />

yazıldıı için M. efik Bey’in önüne<br />

sanatını ve sanatkarlıını gösterebileceı<br />

baka bir fırsat çıkmamıtır.<br />

Ancak efik Bey için bu tür fırsatlar,<br />

stanbul dıındaki camilerin restorasyonu<br />

vesilesiyle domutur. O da stanbul’dan<br />

Bursa’ya, Sakız Adası’na ve Kudüs’e kadar uzak yakın<br />

demeden o günün her türlü zor artlarına ramen<br />

hat akı uruna her istenilen yere adeta ko-<br />

arak gitmi ve kısa ömrünün önemli bir bölümünü<br />

bu ekilde yollarda ve evinden uzakta geçirmek<br />

suretiyle hayatının en önemli eserlerini verebilmitir.<br />

Bu tür fırsatlardan biri Sakız Adası’ndaki Mecidiye<br />

Camii’dir. Konunun dier acı bir tarafı da Sakız Adası’nın<br />

kaybıyla elden çıkan ve günümüzde Bizans Müzesi olarak<br />

kullanılan bu caminin içindeki bu kıymetli hat eserlerine<br />

ne olduu hakkında ne bir bilgi, ne de fotoraflarının<br />

bile bulunamayııdır.<br />

M. efik Bey’in Sakız Adası’na gönderilii kaynaklarda u<br />

ekilde bildirilmitir:<br />

“Sultan Abdülmecid, Sakız Adası’nda ihya eyledii camii<br />

efik Bey’in,Yahya Efendi Camii (Beikta) haziresinde bulunan mezar taı, yerinden sökülerek<br />

dier taların arasında kaybolmaya terkedilmitir.<br />

131


erif için zamanın büyük hattatlarının eserlerinin yanı sıra<br />

kendisinin de yazdıı levhaların bizzat yerlerine konulmasına<br />

ve icap ederse yeniden levhalar tenmikına efik Bey’i<br />

memur ve huzuruna kabul ederek yazılar hakkında tenbihatta<br />

bulundu ve efik Bey’in bu maksat için hazırlanan<br />

bir vapurla Sakız Adası’na gönderdii nakledilmitir (5) .”<br />

(evket Rado Türk Hattatları adlı eserinde bu olayın tarihini<br />

1855 olarak verir (6) .)<br />

Sultan II. Abdülmecid’in, hizmetinden çok memnun kaldıı<br />

için, bu memuriyetten dönüünde M. efik Bey’i kendi cebindeki<br />

pırlantalı saati ile taltif ettii belirtilir (7) .<br />

Her ne kadar mekleri sırasında Kazasker’in efik Bey’e,<br />

“efik, Allah beni sensiz cennete sokmasın (8) .” eklindeki<br />

onu ne kadar çok sevdiini ifade eden dua ve niyazı kayıtlara<br />

geçmi olsa da ne yazıktır ki aynı ehirde 4 yıl arayla<br />

vefat etmelerine ramen kader onların aynı mezarlıa<br />

defnedilmelerine bile müsaade etmemitir. Bu yetmezmi<br />

gibi sevenleri de efik Bey’in, Yahya Efendi Camii (Beikta)<br />

haziresinde bulunan mezar taının yerinden sökülerek<br />

dier taların arasında kaybolmaya terk edilmiliine<br />

Bursa Ulu Camii, kadınlar kısmı duvarındaki mehur 4'lü vav ve altında M. efik Bey'in imzası<br />

müsaade edecek kadar hak etmedii bir vefasızlıı kendisine<br />

reva görmütür.<br />

M. efik Bey’in u andaki mezarının içler acısı durumunu konuya<br />

ilgi duyan kii ve kurumların dikkatine sunduktan sonra<br />

efik Bey’in hayatı hakkındaki özet nakillere dönelim.<br />

efik Bey’in sanatını gösterebilmesi adına önüne çıkan<br />

dier bir önemli fırsat ise ‘küçük kıyamet’ de denen mehur<br />

1855 Bursa depreminden sonra Sultan Abdülmecid<br />

tarafından restore ettirilen Ulu Cami’nin iç tezyininin,<br />

üstadı Kazasker M. zzet ile müzakereleri sonucu büyük<br />

oranda efik Bey’in sorumluluuna bırakılması olmutur.<br />

Camideki dier bazı büyük levhaları ise Kazasker M. zzet<br />

ve Abdulfettah Efendi yazmıtır. efik Bey, karısına çıkan<br />

bu fırsatı seve seve kabul etmi ve bu uurda 1857-<br />

60 yılları arasında Bursa’da kalarak, ömrünün en güzel<br />

eserlerini üretebilmitir.<br />

Bu durum da kaynaklarda u ekilde nakledilmitir: “Daha<br />

sonra 1854-55’te meydana gelen büyük Bursa depremini<br />

müteakip Ulu Camii’nin yeniden imarından sonra eski<br />

Bursa Ulu Camii'nden M. efik Bey'in yazıları<br />

Bursa Ulu Camii'nden M. efik Bey'in yazıları<br />

132


yazıların tamiri ve yeniden bazı levhalar tahriri için Ser<br />

Sikkezen Abdulfettah Efendi ile birlikte Bursa’ya izam<br />

olundu. Üç buçuk yıl boyunca devam eden bu memuriyet<br />

boyunca eski yazıları ıslah ve hayli yeni yazı ilave<br />

eyledi (10) .”<br />

efik Bey’in bu madalyon istifi daha sonra Bursa ve<br />

stanbul’daki hattatlar tarafından kopya edilegelmi, hatta<br />

Bursa’daki Orhan ve Yıldırım camileri gibi pek çok caminin<br />

mihrablarına da kopya edilmitir.<br />

M. efik Bey’e stanbul dıından sanatını ve sanatkarlıını<br />

ortaya koyma imkanı veren bir baka fırsat da kutsal ehir<br />

Kudüs’ten gelmitir. Osmanlı slam sanat tarihimizin yüz akı<br />

olarak tüm dünyaya karı büyük bir sevinç ve gururla bahsettiimiz<br />

Sultan Abdulaziz döneminde Kudüs (1863) belediyelie<br />

dönütürülmütür (12) . slam’ın üç kutsal mabedinde<br />

balatılan resmi ve önemli binaların tamir ve tezyini programı<br />

dahilinde Kubbet’üs-Sahra’nın dı cephesindeki Kanuni<br />

Sultan Süleyman zamanından kalma bazı eskimi çiniler yenilenmitir.<br />

Bu esnada Kubbet’üs-Sahra’nın 8 cephesinin üst<br />

alınlarına M. efik Bey tarafından çiniler üzerine Yasin-i erif<br />

yazılmıtır. Bazı kaynaklarda bu gelimelerin tarihi olarak<br />

1875 verilmektedir (13) .Bu durum bizler için büyük sevinç ve<br />

gurur kaynaı olmasına ramen bu i için efik Bey’in hangi<br />

tarihler arasında Kudüs’te bulunduu, terekelerinin nerede<br />

olabilecei, çinilerinin hangi atölyelerde üretildii gibi konular<br />

hakkında Osmanlı arivlerinde henüz ciddi aratırmalar<br />

yapılmamıtır. Bu konu sadece efik Bey’in hayatı ile ilgili<br />

kaynaklarda bir satır halinde Kubbet’üs-Sahra’nın 8 cephesine<br />

M. efik Bey’in Yasin-i erif’i yazdıından bahsedilerek<br />

kitapların sayfaları arasına terkedilmitır (14) .<br />

Bu nedenledir ki yaamakta olduum yurt dıı gurbetinden<br />

gelerek M. efik Bey’in Bursa Ulu Camii’ndeki eserlerini<br />

dünya gözüyle 2007 yazında ilk defa gördükten sonra efik<br />

Bey’e olan hayranlıım doruk noktaya ulatı. Birkaç ay içinde<br />

(ubat 2008) artlarımı zorlayıp tüm zorlukları göze alarak<br />

Ürdün, Amman, Kudüs ve Suriye gezilerine çıkarak pek<br />

çok fotoraf çektim. Bunların arasında en ilginci, yakın ölçekli<br />

olarak tamamının detaylı fotoraflarının basılıp yayınlanmadıını<br />

düündüümüz efik Bey’in znik mavisi çinilere<br />

yazdıı Kubbet’üs-Sahra’nın sekiz cephesindeki Yasin<br />

Suresi’nin fotorafları idi. imdiye kadar sadece rivayet halinde<br />

nakledilen bu eiz eserin uzun bir aradan sonra yeniden<br />

tüm cephelerinin daha yakından çekilmi fotoraflarını<br />

arivlemenin mutluluunu yaadım.<br />

Dipnot Numaraları ve Kaynakça;<br />

Kubbet’üs-Sahra<br />

1, 7 ve 8 - Suheyl Ünver, Hattat efik Bey, stanbul 1956.<br />

2, 4, 5,9 ve 10 - bnul Emin Mahmut Kemal, Son Hattatlar, s. 388.<br />

3, 6 ve 14 - evket Rado: stanbul, Türk Hattatları, s. 220-221.<br />

12 - Osmanlı Filistin’inde dari Yapı, Kemal Gurulkan, Kültür <strong>Dergisi</strong>,<br />

yaz 2009, sayı 15, s. 24-33.<br />

13 – Prof. Dr. Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, stanbul, s. 195.<br />

15- Hz. brahim’in duasının kaynaı hakkında bir açıklama: Zafer<br />

htiyar Bey’in Kaynak Yayınları tarafından 2005’te yayınlanmı olan<br />

“Bir Hüsn-i Hat Sergisi BURSA ULU CAM” kitabının 56 ve 57. sayfalarında<br />

Hz. brahim’in Duası olarak bilinen bu yazıya kaynak olarak<br />

mam Gazali’nin ALEMLERN SIRRI kitabının 66. sayfası gösterilmektedir.<br />

Kitapta bu dua levhada yazılı olduu haliyle mevcut olmayıp,<br />

sadece 66. sayfasında bu duanın nasıl ortaya çıkmı olabilecei ihtimalini<br />

anlatan olaydan bahsedilmektedir.<br />

D.E.Ü Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu, ngilizce Dil Eitimi ve Hat Sanatı Tarihi konularında<br />

çalımalarına Londra ve Istanbul merkezli olarak devam etmektedir.<br />

133


Hâfız Osman Efendi’nin bir kıt’asının etrafında zerefanlı pervaz ebrû, (TSMK EH2208)<br />

Hattı Pervâz Eden Ebrûlar<br />

Ömer Faruk DERE*<br />

Kimi şafak vaktinin kızıllığını, kimi aydınlığın derin maviliğini, kimi ise gurubun hüznünü aksettirir renklerinde.<br />

Bazen de yağmur bulutu olurlar serpmeli battallarda. Bir de bakmışsınız şiddetli rüzgar karıştırıvermiş gökyüzünü,<br />

birbiri içine giren bulutlar şal olmuşlar, taraklı olmuşlar. Ebrûlar, yeryüzünde yazı yazıldığı müddetçe hattın<br />

etrafında pervaz edecekler. Çevrelediği kelâmı her daim zikrederek. “Maşallah, Barekâllah, Lâ havle ve lâ kuvvete<br />

illâ billah….”<br />

slamî kitap sanatlarının ana dalı hiç üphe yok ki, Allah’ın<br />

kelâmı ve Hz. Peygamber’in hadis-i eriflerini en güzel<br />

biçimde yazma endiesinden domu olan hat sanatıdır.<br />

Dier bütün sanatlar hat güneinin etrafında, atee yanan<br />

pervaneler gibidir. Bu atele yanmaya en hevesli olan ve<br />

belki de sırf bu sebepten dolayı adı “Hattın menkuhası<br />

(nikâhlısı)” olmu, hatayî, rûmî ve bulutlu motifleriyle zarafet<br />

abidesi tezhiptir. Çeitli sebeplerden dolayı hattın<br />

menkuhasını bulamadıı zamanlarda avunduu bir baka<br />

kıvrım saçlı güzel ise yazı kenarlarında pervaz eden (uçu-<br />

an) bulutumsu ebrûlardır.<br />

Kimi afak vaktinin kızıllıını, kimi aydınlıın derin mavili-<br />

ini, kimi ise gurubun hüznünü aksettirir renklerinde. Bazen<br />

de yamur bulutu olurlar serpmeli battallarda. Bir de<br />

bakmısınız iddetli rüzgar karıtırıvermi gökyüzünü, birbiri<br />

içine giren bulutlar al olmular, taraklı olmular. Ebrû<br />

teknesi küçük bir kâinat aynasıdır. Bu aynaya aksedenler,<br />

ilâhi kelâma râm olurlar, an olur iç pervazda, an olur dıta.<br />

çte, dıta hep O. O’nun güzelliidir aynada görünen. Ayna<br />

O’nun, varlık O’nun, hüküm O’nun…<br />

slâm sanatkârı Sâni-i Hakikî’yi taklitle sanatında yol alır.<br />

Bizim sanatlarımızda fıtrîlik, tabiilik esastır. Sanatkâr ürettii<br />

eserlerinde fıtrata ne kadar yakın olabilirse o nispette<br />

gönüllere hitap eder. Ebrûcu renk tüccarıdır. Renk<br />

alır, renk satar. Eski ustalar yaptıkları ebrûlarda tabiattaki<br />

renkleri aksettirmeye gayret ederler, yoz ve göz alıcı<br />

renklerden uzak dururlardı. Renge hükmetmek cüz’i irade<br />

için kolay, peki ya desen te bu noktada irade birlii or-<br />

134


Hattı Ahmed Hıfzî Efendi’ye ait kıt’anın koltuklarında ve dı pervazında latif ebrûlar, (TSMK GY321)<br />

taya çıkmaktadır. Sanatkâr cüz’i iradesiyle serptii boyaların<br />

nasıl bir ekil alacaını asla tam olarak kestiremez.<br />

Besmeleyle serptii damlaların küllî irade tarafından nasıl<br />

ekillendiini gördükçe “Hâzâ min fazl-ı Rabbî” (ite bu,<br />

Rabb’imin fazlındandır) demekten kendini alamaz. rade<br />

birlii Hakk’ın rızasına uygun yaandıkça kuvvetlenir.<br />

rade birlii kuvvetlendikçe de sanatkârın hayalini kurduu<br />

güzellikler tedricen kendisine bahedilir. Hz.<br />

Ali’den hat sanatı için nakledilen u söz, sanat<br />

ehli için ne derece ehemmiyetlidir:<br />

“Hat, üstadın öretmesinde gizlidir. Onun kıvamı<br />

çok çalımakta, devamı ise slâm dini üzere<br />

yaamaktadır.”<br />

Herkes ebrû yapabilir, fırçayı sallayıp, boyaları<br />

dökebilir ama sanatkâr olamaz. Sanatkârlık<br />

baka bir eydir. Sanatkârlık baka bir ruh<br />

gerektirir. Yoksa boyalı kâıtlardan baka<br />

bir ey yapılmamı olur. Sanatkâr o<br />

ruhu eserinin altına verebiliyorsa<br />

sanatkârdır. Eski ustalarımız,<br />

eski insanlar bunu çok iyi<br />

baarmılardır. Bir ebek<br />

Mehmet Efendi’nin,<br />

bir Ayasofya-ı Kebir Camii<br />

hatibi Hatib Mehmet Efendi’nin<br />

ebrûlarına bakıldıında baka bir ruh hissedilir.<br />

Orada baka bir maneviyat teneffüs edilir. Bunun, o<br />

insanların kemâlâtından kaynaklandıını düünmek yanlı<br />

olmasa gerektir. Günümüz sanatkârları da aynı kemâlâta<br />

ulaabilirlerse onların eserleri de ruh kazanacaktır. Bunun<br />

için öncelikle enâniyetten arınılıp nefislerin terbiye edilmesi<br />

gerekir.<br />

Hat sanatında gerek murakkaa denilen yazı albümlerinde<br />

gerekse levha<br />

olarak asılacak eserlerde<br />

yazı sınırlandırması<br />

için pervaz tabir edilen<br />

ve genelde içte dar, dıta<br />

geni olarak kullanılan<br />

alanlar belirlenmektedir.<br />

Temel sanat kavramlarından<br />

olan boluk<br />

ve leke dengesini (espas)<br />

salayabilmek için yazı<br />

etraflarında kalan bolukların<br />

kontrol altına alınması<br />

gerekir. Pervazlar hem<br />

bu vazifeyi görürken hem de<br />

esere derinlik katarak seyir zevkine<br />

katkıda bulunurlar. Bu alanlar<br />

bazen yazıyla uyumlu ho renkte dokulu<br />

kâıtlarla, bazen hafif renkli kâıtların<br />

üzerine tezhiplerle, bazen de uygun renk ve<br />

135


Kime ait olduu belli olmayan pervaz ebrûsunun içinde rikaa' hattı ile Hâfız Osman’ın ketebesi görülmektedir, (TSMK GY257)<br />

desenli ebrûlarla süslenerek hattın ifade ve ibda gücüne<br />

katkı salarlar. Pervazlar arasında geçii salamak ve kâıt<br />

birleimlerini gizlemek amacıyla cetvel tabir edilen renkli<br />

veya altın çizgiler çekilir, bu çizgiler kuzu veya iplik diye<br />

adlandırılan daha ince çizgilerle de konturlanır. Kullanılan<br />

ebrûların üzerlerine ezilmi varak altın serpitirilerek zeref-<br />

anlı ebrû, hatib ebrûlarının dı sınırlarına da altın kontur<br />

çekilerek tahrirli ebrû meydana getirilirdi.<br />

Pervazlar, hat sanatının bütün formlarında görülür. Kısaca<br />

yazı etrafı boluu demek olan pervazlar, kitap tarzındaki<br />

eserlerde sayfanın yazı alanı dıındaki boluklardır. Okunurken<br />

gözü yormaması için genelde süssüz olan bu boluklar,<br />

sanat gösterilmek istenen eserlerde halkâri tezhip<br />

veya hafif ebrûlarla tezyin edilir.<br />

Süslü pervazların en youn olarak kullanıldıı form, bütün<br />

sanatkârların hünerlerini sergiledikleri kıt’alardır. Hat sanatında<br />

özgün bir form olan kıt’alar deiik ekillerde yazılmaktadır.<br />

Her kıt’anın ortak tarafı hepsinin dikdörtgen olu-<br />

udur. Yatık veya dik olarak da kullanılabilen bu dikdörtgen<br />

eklin göze daha ho geliinden olsa gerektir. Bizde en<br />

çok görülen kıt’a, sülüs-nesih kıt’a biçimidir. Üstte sülüs bir<br />

satır, altta üç-be satır nesihten oluan kıt’a formu en çok<br />

görülen formdur. Nesihin mâil (meyilli) olanları da mevcuttur.<br />

Bazen de altta ve üstte birer satır aralarında sekiz-on<br />

satır nesih veya ortada bir satır sülüs ilaveli olarak yazılmı<br />

olanlar da vardır. Nesih satırların sa ve sol yanlarında kalan<br />

boluklara koltuk tabir edilmekte ve bu alanlar ya tezhiblenmek<br />

ya da ebrû ile süslenmek suretiyle müzeyyen<br />

hale getirilmektedir. Genellikle nesih satırların sonunda yazılmakla<br />

beraber sol koltukta, nadiren de sa ve sol koltukta<br />

ketebe (imza) metnine rastlanabilir. Hat sanatının tarihi<br />

tekâmülü içinde kıt’alar, pek çok kıt’anın bir araya gelmesiyle<br />

oluan murakkaaların ve büyük ebatta imal edilen<br />

celî (iri) yazılı levhaların temelini oluturmulardır.<br />

Murakkaalar kıt’aların iki cilt kapaı arasına alınması ile<br />

oluturulan yazı albümleridir. Murakkaalar ihtiva ettikleri<br />

kıt’alara göre farklı isimlendirilirler. Harfleri, bitimelerini<br />

ve kelime gruplarını gösterir talebe mekleri için tanzim<br />

edilmi murakkaalara Mek Murakkaası denilmektedir. Bir<br />

sırayı gözeterek sülüsler ayrı, nesihler ayrı metinler olarak<br />

devam eden murakkaalara Müteselsil Murakkaa denir. Bu<br />

murakkaalarda hattatın ketebesi en son sayfada yer alır.<br />

Müteselsil murakkaanın bütün pervazlarında ebrû tercih<br />

edilecekse genelde desen bütünlüü aranır ve aynı renklerin<br />

arka arkaya gelmemesine dikkat edilirdi. Bir de aynı<br />

hattatın muhtelif zamanlarda yazıp imzaladıı veya farklı<br />

hattatların kıt’alarından bir araya getirilerek oluturulan<br />

murakkaalar vardır ki, bunlara da Toplama Murakkaa denmektedir.<br />

Toplama murakkaalarda ise genelde desen bütünlüü<br />

görülmez, sayfalarda farklı süslemeler ve ebrûlar<br />

görülebilmektedir.<br />

Üç tarafı deri veya kumala kaplı kıt’aların, ba ve sonlarından<br />

birbirine tutturularak müteselsil halde ciltlenmesiyle<br />

yapılan murakkaaya Körüklü Murakkaa, iki kıt’anın<br />

sayfa nizamında arka arkaya rapt edilerek ciltlenmek<br />

suretiyle elde edilen murakkaaya da Kitap Murakkaası<br />

denmektedir (1) .<br />

Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda bulunan kıt’a,<br />

murakkaa ve levhalar dikkatle incelendiinde pervaz ebrûlarının<br />

kullanımında u hususlar dikkat çeker:<br />

-Pervaz genilii yazının büyüklüüne göre seçilmitir.<br />

-Bütün unsurlarıyla pervazlar, hattın önüne geçmeyecek<br />

ekilde tasarlanmıtır.<br />

-Pervazda kullanılacak süslemelerde desen büyüklüü kalem<br />

kalınlııyla orantılı olarak ayarlanmıtır. Büyük yazılarda<br />

desenler büyük, küçük yazılarda küçük seçilmitir.<br />

-Renk uyumuna son derece dikkat edilmi, uyumsuz<br />

renklere yer verilmemitir.<br />

136


Hâfız Osman talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah’a ait kıt’anın etrafında neftli al ebrûsu, (SSM 110-0132-YSA)<br />

-Günümüz sanatçılarının kullanmaktan kaçındıkları renkler<br />

cesaretle ancak ustalıkla kullanılmıtır.<br />

-ç pervazlarda kumlu ebrû nevi daha çok tercih edilmitir.<br />

-Pervaz kenarlarının birleim yerleri düz kesik olarak uygulanmıtır.<br />

Oysa günümüzde birleim yerlerini desene<br />

uygun olarak kesmekte ve ek yerlerinin belli olmamasına<br />

dikkat etmekteyiz.<br />

Sultan III. Ahmed devrinde zamanla yıpranmı olan hat<br />

eserlerinin yenilenmesi faaliyeti balatılmı, bu yolla pek<br />

çok nadide eser yeniden hayat bulmutur. Bu büyük yenileme<br />

faaliyetleri sırasında yazı etraflarına pervaz olarak<br />

yakıtırılan ebrûların pek çounda Hatib Mehmed<br />

Efendi’nin imzası vardır. Kullandıı renklerin armonisi,<br />

fırçasından dökülen çok ho nakılarla Hatib Mehmed<br />

Efendi, bugün müze ve kütüphanelerimizde ziyaretçilerini<br />

beklemektedir.<br />

Büyük Ayasofya Camii’nde hatiplikle vazifeli olduundan<br />

Ayasofya Hatibi veya Hatib diye anılan Mehmed Efendi’nin<br />

doum tarihi bilinmemekle beraber, Müstakimzâde Süleyman<br />

Saadettin Efendi’nin Tuhfe-i Hattâtîn adlı kaynak eserinde<br />

kendisinden “pîr-i fânî” diye bahsedildiine göre (2)<br />

vefat tarihi olan Muharrem 1187/Nisan 1773’te hayli yalı<br />

olmalıdır. Hat sanatı tarihinde Eski Zühdî diye tanınan<br />

smail Zühdî Aa’dan (ö. 1144/1731) sülüs-nesih yazılarını<br />

örenmi ve eserler vermitir. Ancak asıl öhreti ebrû sanatındadır.<br />

Hafif bir zemin üzerinde, farklı renklerde damlaları<br />

iç içe koyup ince tel ya da tek at kılı ile hareket vererek<br />

oluturduu ebrû tarzı çok beenilmi ve bu tarz kendi<br />

adıyla anılır olmutur. Hatib ebrû adını alan bu tarz, çiçekli<br />

ebrû formlarına da temel tekil etmitir. Hatib ebrû denilmekle<br />

hatib formu anlaılır. Bir kavram kargaasına mahal<br />

vermemek için hangi formda olursa olsun Hatib Mehmed<br />

Efendi’nin elinden çıkan ebrûların tümüne Hatib’in ebrûsu<br />

demek daha uygun düecektir. Hatib Mehmed Efendi Muharrem<br />

1187/Nisan 1773’de Hocapaa (Sirkeci) yangınında<br />

ebrûlarını kurtarmaya çalıırken ebrûlarıyla beraber yanarak,<br />

elim bir ekilde vefat etmitir.<br />

Tarihî süreç içinde hatib ebrûsunun tekâmülünden sonra<br />

çiçek arayıları da hız kazanmıtır. O dönemlerde ancak<br />

kır çiçeklerine benzer ebrûlar yapılmı ve hatta çok<br />

iyi örnekler de verilmitir. Ancak ebrûda çiçek ekillerinin<br />

olgunlamaya balaması Necmeddin Okyay (1883-1976)<br />

üstadımızla beraberdir. Hat, ebrû, cilt sanatlarında üstad,<br />

Üsküdar Yeni Valide Camii’nde din görevlisi olan Okyay,<br />

bu sanatlara yardımcı pek çok zanaatla da uramıtır.<br />

Necmeddin Okyay’ın, ebcedle tarih düürmede mahir,<br />

lehçeleri ustalıkla taklit edebilen, nüktedân ve ho sohbet<br />

bir zat olduu anlatılmakta, en büyük maharetinin de Osmanlı<br />

devrine ait imzasız yazıları, hattatı ve hâtta tarihine<br />

kadar tespit edebilme olduu aktarılmaktadır (3) .<br />

Birçok sanatta hüner sahibi oluundan, hocası Edhem<br />

Efendi gibi kendisine de “hezarfen” lakabı verilmi nadir<br />

ahsiyetlerimizden olan Hâfız Necmeddin Okyay, 23 Muharrem<br />

1396/5 Ocak 1976’da vefat etmi ve Karacaahmed<br />

kabristanına defnolunmutur.<br />

Tahminen 1918 yılından itibaren merhum hocamız çiçekli<br />

ebrûları ıslah ederek lâle, karanfil, hercai meneke, gelincik,<br />

gonca gül, kasımpatı, sümbül gibi çiçek cinslerini<br />

resmetmeye muvaffak olmutur. Resmettii çiçekli ebrûlar,<br />

yazı pervazlarında da kullanılmı, hattâ Necmeddin<br />

Okyay’ın lâle ebrûlarının levhanın etrafında dönmesiyle<br />

oluan pervazlara “yol lâleli” pervazlar denilmitir.<br />

Günümüzdeki teknik imkânların olmadıı dönemlerde<br />

ebrû boyaları, boya veren çeitli maddelerden tabii olarak<br />

elde edilirdi. Bu sebeple kadim ebrûlarda kullanılan<br />

renkler fevkalade tabii görünümdedirler. Bütün renklerin<br />

137


temeli olan sarı-kırmızı-mavi renkler sırasıyla zırnık-löklahor<br />

çividinden elde edilirdi. Bu boyalar ve yazma eserlerde<br />

adı geçen dier boyaların en çok kullanılanlarından<br />

bazılarını öyle sıralayabiliriz:<br />

Zırnık: Doada bulunan arsenik sülfür, parlak sarı. Hat sanatında<br />

da sarı mürekkep olarak kullanılan zırnık, özellikle<br />

celî (iri) yazıların kalıplarını hazırlama esnasında siyah<br />

kâıt üzerinde kullanılmıtır. Altın rengine çalan tonuna<br />

zehebî veya altınba zırnıı denilmitir. Zehirli olduundan<br />

günümüzde bu renk için sentetik yollardan üretilen boyalar<br />

tercih edilmektedir.<br />

Hatib Mehmed Efendi’nin kendi adıyla anılan hatib ebrûsu, Sülüs-nesih kıt’a eyh Hasbî Efendi<br />

(TSMK GY309)<br />

Ebrûyla alakalı nadir yazmalarımızdan olan Tertîb-i Risâle-i<br />

Ebrî’nin 1b sayfasında yer alan zırnık bahsinde unlar<br />

kaydedilmitir:<br />

“Zırnıh üç nev’idir: biri zehebîdir ki, yeili olmayıp, sarı, saf<br />

ve altın gibi effaf ola ve bir nev’i, zırnıh-ı ahmer’dir (kızıl<br />

zırnık) ki çetârî tabir olunur, topraklısı olmaya ve bir nev’i,<br />

siyahtır ve lazım deildir (4) ”.<br />

s siyah: Hat mürekkebi yapımında da kullanılan ve tercihan<br />

bezir yaından elde edilen is. Eskiler barut isini de<br />

(dûde-i barut) boya olarak kullanmılardır.<br />

Çivit mavi: Çamaır çividi olarak bilinen bu parlak mavi<br />

boya, Ultramarin adıyla da adlandırılmaktadır. imdilerde<br />

kullanılan ultramarin ise sentetik yollardan elde edilmektedir.<br />

Serpmeli al ebrûsuyla süslü bu kıt’a Hâfız Osman Efendi’nin en olgun yazılarındandır,<br />

(TEM 4428)<br />

Lahor çividi: Pakistan’ın Lahor ehrinden gelen bitki yapraklarının<br />

kaynatılmasıyla elde edilen derin mavi renktir.<br />

Kristal halde küçük çakıl taları eklindeki Lahor çividi,<br />

Türk ebrûculuu için vazgeçilmez bir boyadır.<br />

Lök: Eski ustaların kullandıı, asıl ismi lek olan, Hindistan’da<br />

bitki yapraklarında ebnem olarak oluan ve kuruduktan<br />

sonra toplanan vineçürüü renginde bir boya. Avrupa’dan<br />

gelen löke ise frengi lök denmektedir.<br />

Al Bakkam: Kırmızı renkli bu boya, Hindistan’da yetien bir<br />

aacın (Hoematoxylon cempechianum) talaından elde edilmekte,<br />

mor renkli olanına da mor bakkam denilmektedir.<br />

Sülüen: Kurun oksitlerden oluan turuncu-kırmızı renkli<br />

tabii boya.<br />

Göz taı: Tabiattaki mavi renkli bakır sülfat taından elde<br />

edilen boya.<br />

Gülbahar: Demir oksitleri ihtiva eden pembemsi pas renkli<br />

boyaya verilen isimdir.<br />

Zâc: Zâc-ı Kıbrısî olarak da bilinen tabii bakır sülfat göztaı.<br />

Osmanlı hat ekolünün kurucusu eyh Hamdullah hattıyla bir murakkaadan iki kıt’a, dı pervazında<br />

yer alan zerefanlı al ebrûsu Hatib Mehmed Efendi’ye ait, (SSM 120-0243-SH)<br />

Çamlıca topraı: Kadim ustalarımızın ebrûlarında pek sık<br />

gördüümüz bu tütün renkli toprak, o devirlerde ismiyle<br />

müsemmâ sık çam aaçlarıyla kaplı, eteklerinden gürül<br />

gürül suların aktıı, oksijeni bol bir mesire yeri olan Çamlıca<br />

tepesinin kil oranı düük topraından elde edilirdi. imdilerde<br />

ise Çamlıca’nın bırakın çam aaçlarını, kurumaya<br />

yüz tutmu tomruk, tantâvi gibi su membalarını, artık toprak<br />

alacak bir karı yerin dahi kalmadıı beton yıınına dönümesini<br />

hüzünle izlemekteyiz.<br />

138


Beyaz: Bazik kurun karbonatın tabiattaki hali olan üstübeç<br />

(isfidâç) beyazının yanında beyaz renk için titan beyazı<br />

denilen titan dioksit de kullanılmaktadır.<br />

Aı kırmızı: Kadim renklerden biri olup bir cins oksit boyadır.<br />

Tabii güzellikte bir kırmızı renktir.<br />

Kırmız: Kanatlarından kırmızı renk çıkarılan cochnile böceinin<br />

adı olup bu renge kırmız böceine ait manasında<br />

kırmızî, buradan galat olarak da bu çeit renklerin tümüne<br />

kırmızı adı verilmitir.<br />

Lotur: ekercilerin kullandıı bir boya cinsi.<br />

Bugün bu renklerin az bir kısmı bulunabilmekte, bunun<br />

yanında aynı renk tonlarını elde edebileceimiz onlarca<br />

deiik tonda ve geçmie göre çok daha kaliteli pigment<br />

boyar maddeleri hazır halde bulmak mümkündür.<br />

Biz ebrûcuların bugün yapması gereken klasik halini almı<br />

olan renk anlayıımızı bol örnekler görerek yeni üretimlerde<br />

kullanmalıyız. Klasik renk anlayıını yakalayabilmek<br />

için ebrû taliplilerine kadim ustalarımızın eserlerini<br />

renk ve desen olarak birebir taklit etmelerini tavsiye etmek<br />

isteriz.<br />

Hâfız Osman Efendi’nin sülüs hattının etrafında altın tahrirli, kumlu zeminli hatib ebrûsu,<br />

(SSM 120-0343-HO)<br />

Ebrûlar, yeryüzünde yazı yazıldıı müddetçe hattın etrafında<br />

pervaz edecekler. Çevreledii kelâmı her daim zikrederek.<br />

“Maallah, Barekâllah, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ<br />

billah….”<br />

Bibliyografya<br />

BARUTÇUGL, Hikmet, Suyun Rüyası Ebrû, stanbul, 2001.<br />

ÇETN, Nihad M.-DERMAN, M. Uur, slam Kültür Mirasında Hat<br />

Sanatı, stanbul, 1992.<br />

DERE, Ömer Faruk, Ebrû Sanatı, stanbul, 2007.<br />

DERMAN, M. Uur, “Ebrû”, DA, c. 10, s. 80-82, stanbul, 1994.<br />

DERMAN, M. Uur, Türk Sanatında Ebrû, stanbul, 1977.<br />

DERMAN, M. Uur, “Yazı Sanatımızda Kıt’alar”, lgi, stanbul,<br />

Kasım 1980, sayı 30, s. 32-35.<br />

DERMAN, M. Uur, Sabancı Kolleksiyonu (Hat), stanbul, 1995.<br />

DERMAN, M. Uur, “Gecikmi Bir Vaad”, Prof. Dr. Nihad M.<br />

Çetin´e Armaan, s. 371-405, stanbul, 1999.<br />

DERMAN, M. Uur, Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonundan<br />

Seçmeler, stanbul, 2002.<br />

DERMAN, M. Uur, “Hazârfen Hattat Üsküdarlı Necmeddin<br />

Okyay”, Bildiriler Üsküdar Sempozyumu, c.II, s. 182-194, stanbul,<br />

2004.<br />

MUSTAFA ÂLÎ, Menâkıb-ı Hünerverân (Nr. bnülemin Mahmud<br />

Kemal nal), stanbul, 1926.<br />

MÜSTAKMZÂDE, Süleyman Saadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn, stanbul,<br />

1928.<br />

NEFESZÂDE, brahim, Gülzâr-ı Savâb, (Nr. Kilisli Muallim Rıfat),<br />

stanbul, 1939.<br />

ÖZEMRE, Ahmet Yüksel, “Üsküdar´da Ebrû Sanatı”, Bildiriler<br />

Üsküdar Sempozyumu, c. II, s. 295-304, stanbul, 2005.<br />

YAZIR, Mahmud Bedrettin, Medeniyet Âleminde Yazı ve slâm<br />

Medeniyetinde Kalem Güzeli, c. I-II, Ankara, 1981.<br />

Reisü’l-hattatîn Kâmil Akdik’in sülüs-nesih Hadis-i erif kıt’asının etrafında Necmeddin Okyay’ın<br />

ebrûları, (Hususi Koleksiyon)<br />

Dipnotlar<br />

1-ÇETN-DERMAN, s. 39; DERMAN 1995 s. 47-51.<br />

2-MÜSTAKMZÂDE, s. 386.<br />

3-DERMAN 2002, s. 224-229, DERMAN 1977.<br />

4-DERMAN 1999 s. 373.<br />

*SMEK Ebru Usta Öreticisi.<br />

Hâfız Osman’a ait bir murakkaanın fevkalade lâtif kumlu hatib pervazları, (SSM 120-0371-HO)<br />

139


Özgün Tasvirlerle<br />

Karagöz ile Hacivat<br />

Rukal KAYRA<br />

Bir zamanlar bu ülkenin en önemli hayal kahramanları olan Karagöz ile Hacivat, günümüzde<br />

emektar tasvir yapımcıları, hayaliler ve akademisyenlerin çabalarıyla yaşatılmaya<br />

çalışıyor. Bu değerli insanlardan biri olan ve Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları'nın değerli<br />

eserlerinden Gölge Tiyatrosu’nun tasvirlerini üreten Suat Veral, Kültür Bakanlığı’nın bu<br />

alanda kayıt altına aldığı tek sanatçı…<br />

Günümüzde sadece Ramazan aylarında hatırlanan ve çocuklara<br />

elencelik olarak sunulan Karagöz ile Hacivat, sinema,<br />

televizyon ve internet gibi kitle iletiim araçlarının kölesi<br />

olmadıımız bir zamanlar bu ülkenin en önemli hayal<br />

kahramanlarıydı. Hayalinin doaçlamaları, toplumsal sorunlara<br />

parmak basmanın ötesinde önemli mesajlar taımakta,<br />

duygusal ve mizahi yönüyle izleyicilere hep birlikte geçirilen<br />

keyifli zamanlar yaatmaktaydı. Bu milli deerimiz gene<br />

eski heybetli günlerine döner mi bilinmez ancak bu sanatın<br />

yaatılması için çaba gösteren tasvir yapımcıları, hayaliler<br />

ve akademisyenlerin çabalarını da tebrik etmeden geçmemek<br />

gerekiyor. Bu yazımızda Karagöz ile Hacivat’a gönül<br />

vermi bir tasvir yapımcısının portresini çizeceiz.<br />

Kayıt Altındaki Tek Tasvir Ustası<br />

Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları'nın deerli eserlerinden Gölge<br />

Tiyatrosu’nun tasvirlerini üreten Suat Veral, Kültür<br />

Bakanlıı’nın bu alanda kayıt altına aldıı tek sanatçı… Kendisi<br />

gibi Türk <strong>El</strong> Sanatları’na gönül vermi aabeyi Tevfik<br />

140


Veral’dan örendii ve zamanla meslek olarak benimsedii<br />

bu el sanatını 26 yıldır icra ediyor. Veral, u ana kadar 350<br />

çeit tasvirden 20 bine yakın eser üretmi. Gölge oyunumuz<br />

olan Karagöz ile Hacivat’ı oynatmaktan ziyade tamamen tasvir<br />

boyutunda kalarak kültürümüze yardımcı olacak ekilde<br />

zengin çeitleri yapıp yaymakla hizmet etmeyi düünen Veral,<br />

“Yıllarca yapmı olduum mesleimde büyük ilgi gördüm<br />

ve almı olduum iyi tepkiler bana güç verdi. Bugünkü saygın<br />

ustalarımızın da takdirlerini alıyorum ve yeni Karagözcülerin<br />

yetimesinde de yaptıklarımla yardımcı oluyorum.” diyor.<br />

“Meslekte; aabeyimden örendiim tekniin de üstünde<br />

bir açılım yapmak hedefiyle, yapmı olduum tasvirlerimde<br />

özel olarak kullandıım boyalarla ve uyguladıım özel<br />

bir ileme tekniiyle, tamamen el emeiyle, gölge<br />

sanatımız olan tasvirlere zenginlik katmaya<br />

çalımaktayım.” diyen sanatçıdan tasvir yapımının<br />

tekniklerini bizim için özetlemesini istiyoruz.<br />

“Eskiden tasvirler üretilirken yapım<br />

malzemesi olarak nevregan adlı keskin bir<br />

bıçak, spatula eklinde bir kesici, kök boya<br />

ve deve derisi kullanılırmı. imdi deve derisi<br />

bulunamadıından dana derisi kullanılıyor.<br />

stenilen effaflıı yakalamak ise en büyük<br />

mesele. Dünyada gölge tiyatrosu yapan pek<br />

çok ülke deri yerine plastik, karton ya da tahta<br />

kullanıyor, bu yüzden istenilen effaflıı elde edemiyorlar.<br />

Karagöz yapımında kullanılan esas malzeme çi deri diye<br />

tabir edilen effaf halde tabaklanmı derilerdir. Özel bir tabaklama<br />

ileminden geçirilen derinin kepekle kılları dökülüp,<br />

yaları bıçaklarla kazındıktan sonra günete kurumaya bırakılır.<br />

Tabaklamada zırnık kullanılırsa derinin sarı renk aldıı<br />

görülür. Zırnık yerine kepekle doal tabaklanan, sonra kireç<br />

içine daldırılan derilerde ise daha beyaz bir görünüm elde<br />

edilir. Bu kireçli derinin de sonradan kazınma- sı gerekir. Ben<br />

tasvir yapımında yakma ve kesme<br />

tekniini kullanıyorum.<br />

Kök boya ve günümüz boyalarından<br />

özel karıımlar<br />

gerçekletiriyorum. Renk<br />

canlılıını en iyi verenlerden<br />

biriyim diyebiliriz.<br />

Bu d a<br />

yılların<br />

deneyimi ile açıklanabilir tabii ki… Tasvirlerin boyutları ise<br />

oynatılacak perdeye göre deiiyor. 30 cm’den küçük olmaması<br />

gereken tasvirler için standart bir ölçü yok. Salon<br />

100-150 kiilik ise 30 cm yeterli olur iken, 200-250 kii için<br />

38 ila 40 cm arasında tasvirler yapılabilir. Ancak tasvir ne<br />

kadar büyük olursa eli o kadar yorar. Ben görsel amaçlı<br />

boyu 1 metreyi aan tasvirler dahi ürettim” eklinde anlatıyor.<br />

Amerikalı aratırmacı yazar Kevin Revolinski, sanatçının<br />

yaptıı çalımalardan etkilenerek, 2006 yılında<br />

kaleme aldıı kitabı “The Yogurt Man Comenth, Tales of<br />

an American Teacher in Turkey” isimli kitabının kapaında<br />

Veral’ın figürünü kullanmı.<br />

“Karagöz Evlerde Oynatılsın”<br />

Yüzyıllardan beri karakterlerin aynı olduundan<br />

bahseden sanatçı buna renk katmak<br />

için kostümlerde farklı tasarımlara yer vermi.<br />

Ayrıca “Karagöz evlerde oynatılsın”<br />

diye bir sloganla bu oyunu evlerde oynatılabilecek<br />

ekilde hazırlamı. Hatta aldıı<br />

geri dönüümleri anlatırken duygulanıyor<br />

ve “Konuamayan bir çocuk bu sayede konutu.<br />

Ailesi teekkür etmeye geldi, nasıl<br />

mutlu olduumu anlatamam” diyor.<br />

Bu iin kazanç boyutunun önemli olmadıını söyleyen<br />

usta, “mkanlar kısıtlı. Üretimlerimi halen ev ortamında gerçekletiriyorum.<br />

Ancak bakanlıımızın düzenledii tüm etkinliklere<br />

katılıyorum, festivaller, davetler oluyor. Geçimimi<br />

salamak için DÖSM’ in alıveri maazalarında, stanbul<br />

Kapalı Çarı, Bursa Yeil Çarı ve zmir’de çeitli maazalarda<br />

figürlerim sergi ve satı maksatlı yer alıyor. Karagöz<br />

ile Hacivat Tiyatrosu’nun seçkin örneklerini sergileyen ustalarımıza<br />

figürler üretiyorum. Ancak ben bu ii kazanç için<br />

yapmıyorum. Hedef noktam, bu sanatın yaatılması, eski<br />

canlılıına kavuması ve 14.yy’dan bu yana gelen ustalarımızın<br />

ruhunun ad olması…” Bu ie yüreini koyan<br />

sanatçı, sözlerini, “Kukla ve gölge sanatının<br />

tüm dünyada gelitirilmesi ve yaatılması, bu<br />

sanat yoluyla dünya barıına katkı salanması<br />

açısından da önemli bir misyonumuz bulunduuna<br />

yürekten inanıyorum.” diyerek<br />

noktalıyor.<br />

141


Sanatın Gizemli Yüzü<br />

Kukla ve Maskeler<br />

İlhan SEFA<br />

Kukla denildiğinde aklınıza ilk ne geliyor Yaşı biraz geçmiş olanların “İbiş” dediğini,<br />

80’li yıllarda çocuk olanlarınsa dönemin klasik televizyon yapımlarından olan<br />

“Susam Sokağı”nın kahramanları “Edi ile Büdü” ve “Kurabiye Canavarı”nı saydığını<br />

duyar gibiyim. Geçmişi çok eskilere dayanan bu sanat artık eskisi kadar rağbet görmese<br />

de bu işe gönül vermiş birkaç sanatçı sayesinde hâlâ varlığını koruyor.<br />

Kukla yapımında kullanılan malzemeler<br />

konusunda bir sınırının<br />

olmadıını anlatan sanatçı Balaban,<br />

“Bu sadece benim için geçerli deil tabi.<br />

Bugün dünyadaki modern kukla anlayıı<br />

malzemede sınır tanımamaktadır. Yine de<br />

en sık kullanılan malzemeler arasında ahap,<br />

strafor, kuma, sünger, kaıt, lateks ve polyesteri<br />

sayabiliriz. Bazen malzeme bizi yönlendirse<br />

de genellikle kukla hangi teknikte hazırlanacaksa<br />

malzemenin ona göre seçilmesi daha çok tercih edi-<br />

Tahta, alçı, mukavva veya bezden yapılmı; elle, iple<br />

veya sopayla oynatılan, ehirlerde ‘kukla’, lerde ise ‘bebek’, ‘çömce’, ‘gelin’ ve ‘karaçör’<br />

gibi adlar verilen kuklaların tarihi<br />

neredeyse insanlık tarihi i kadar eskilere<br />

dayanıyor. Eski Türk geleneklerinde<br />

de yer alan kukla,<br />

belli bir amaca yönelik anlatım<br />

için çeitli tiplerin, ekillerin<br />

ve cisimlerin oyunlatırılması<br />

sanatı olarak tanımlanı-anıyor.<br />

Kimi kaynaklara göre<br />

kökleri eski Yunan felse-efesine<br />

dayanan, kimi kaynaklara<br />

göre ise ilk defa<br />

Çin’de ortaya çıkan kukla<br />

sanatının nasıl ve hangi<br />

yollarla Türklere geldii<br />

konusunda da çok deiik ik<br />

köy-<br />

görüler bulunuyor. Bunların<br />

içindeyse kuklanın Orta<br />

Asya’da Türkler arasında<br />

yaygın olarak oynatıldıı ı ve<br />

göçler sırasında Anadolu’ya<br />

getirildii görüü aırlık kazanıyor.<br />

Anadolu topraklarından Osmanlı<br />

mparatorluu’na geçen ve<br />

asıl geliimini bu dönemde de gösteren<br />

kuklacılık, günümüzde birkaç sanatçı<br />

sayesinde yaamını sürdürüyor. ürüyor Bu sanatçılardan<br />

biri de Atölye Curcunabaz’ın sahibi Candan<br />

Seda Balaban…<br />

Esasında eczacılık fakültesi mezunu olan 39 yaındaki<br />

sanatçı Candan Seda Balaban’ın maske ve<br />

kuklalarla ilk tanıması bir Venedik seyahati<br />

sayesinde olmu. Orada gördüü maske ve<br />

maske atölyelerinden çok etkilenen sanatçı<br />

1996 yılından itibaren maske koleksiyonu<br />

oluturmaya balamı ve bir yandan<br />

da iin mutfaına girebilmek<br />

için 2 yıl seramik, 2 yıl da heykel dersleri<br />

almı. lk birkaç yıl sadece maske yapımı<br />

ile ilgilenen 2002 yılından bu yana<br />

ise profesyonel olarak hem maskeler hem de<br />

kuklalar yapan sanatçı Balaban, 2004 yılından<br />

beri çalımalarını Curcunabaz adını verdii kendi<br />

atölyesinde sürdürüyor. Sanatçıya kulaa hayli ilginç<br />

gelen Curcunabaz adının nereden geldiini so-<br />

rarak balıyoruz sohbetimize.<br />

Balaban bu<br />

sorumuzu, “Bu sanat-<br />

la profesyonel olarak ilgilenmeye<br />

baladıktan sonraki ilk iki yıl çalımalarımı<br />

evimde sürdürmeyi<br />

denedim. Ancak zamanla ev<br />

bana yetmemeye baladı<br />

ve bir atölye açmaya karar<br />

verdim. Atölyemin adını belirlerken<br />

ise Osmanlı enlikleriyle<br />

ilgili aratırmalarım<br />

sırasında rastladıım ve o<br />

enliklerde ortalıı enlendiren<br />

maskeli soytarılara<br />

verilen isim olan Curcunabaz<br />

isminden esinlendim.<br />

Hem yaptıım ile uyumlu<br />

olması hem de bizim kültürümüze<br />

ait olması sebebiyle<br />

bu isim çok houma gidiyor”<br />

eklinde yanıtlıyor.<br />

Henüz 4-5 yalarındayken klasik<br />

bale ile balayan sanat yaantısı-<br />

na Latin dansları, klasik gitar, solistlik,<br />

resim ve çeitli<br />

elileri ile devam ettiini<br />

anlatan Balaban, “Gösteri sanatlarına olan<br />

bu ilgimin kuklalarla buluması imdi baktıımda<br />

bana kaçınılmaz gibi geliyor” derken yaptıı ilk<br />

kukla çalımalarınınsa Commedia dell’Arte maskelerini<br />

aratırırken karılatıı karakterler<br />

sayesinde olutuunu belirtiyor.<br />

142


len bir yöntemdir. Örnein ipli<br />

kuklaların genellikle ahaptan<br />

yapılmasının nedeni; hareketli<br />

eklemlerin kolay yıpranmaması<br />

ve malzemenin aırlıının kuklanın<br />

oynatımına hizmet etmesidir.<br />

Mesleimin içinde özel olarak<br />

ilgi duyduum bir konu ise günlük<br />

kullandıımız objelerin kuklaya uyarlanmasıdır.<br />

Benim için bir saat, huni,<br />

süpürge de kuklaya dönüebilir”<br />

diyor.<br />

Sanatçı Balaban, bir kuklanın<br />

oluum sürecinde sürdürdü-<br />

ü çalımaları ise u sözlerle<br />

özetliyor bizler için: “Çalımalarımda<br />

önce karakterimin<br />

detaylarını belirlerim. Kukla<br />

daha tasarım (çizim) aamasındayken<br />

benim için yaam<br />

öyküsü olumaya balar. Karakter<br />

özellikleri, geçmiine ait<br />

detaylar ve bazen ismi... Aynı<br />

süreçte daha çizerken kuklayı<br />

hangi teknikte yapacaıma<br />

da karar verir ve ilk tasarım<br />

bittikten sonra birebir ölçekli<br />

teknik çizime ve yapım sırasında<br />

kullanacaım gövde<br />

ve ba kalıplarının hazırlı-<br />

ına geçerim. Ondan sonra<br />

iin zanaat kısmı balar; yontma, boyama,<br />

eklemlerin birletirilmesi ve her parçada,<br />

sonradan kuklanın oynatımında problem<br />

olmaması için tekrar tekrar kontrol. Son<br />

olarak kuklaya giydirmek istediim kostümün<br />

dikii ve aksesuarların hazırlanmasıyla<br />

kuklamız artık tamamlanmı demektir. Bir<br />

kuklanın tamamlanması ise seçilen kukla<br />

tekniine göre bir hafta ile bir ay arasında<br />

deien bir çalımaya mâl oluyor.”<br />

Kuklalarda en önemli detaylardan birinin<br />

ifade olduunu söyleyen sanatçı, kuklalarda<br />

tek bir ifadeyle bütün hikâyenin anlatılması<br />

gerektiini vurguluyor. Bunu ba-<br />

arabilmek için kukla yapımıyla uraan<br />

kiinin iyi bir gözlem yeteneine sahip<br />

olması gerektiinin altını çizen Balaban,<br />

“Yaptıım kuklaya doru ifadeyi<br />

verebilmek için öncelikle karakteri<br />

çok iyi benimsemeye çalıırım. Ya-<br />

am içerisinde karılatıım yüzleri<br />

deerlendirir ve haylimdekiyle har- man-larım.<br />

Çou zaman kendi duygulanımlarımın da ilerime yansıdıını<br />

fark ediyorum” eklinde konuuyor.<br />

Yaptıı kuklaların tiyatrolar, çeitli televizyon programları,<br />

çocuk eitim programları ve kliplerde kullanıldıını anlatan<br />

Balaban, bunların yanı sıra kimi zaman insanların atölyesine<br />

gelerek kendi kuklalarını yaptırmak istediklerini de söylüyor.<br />

Balaban, uzunca bir süre bu isteklerini yerine getirdiini fakat<br />

artık bu tarz çalımalara ara verdiini belirtirken bunun<br />

gerekçesini ise u sözlerle açıklıyor: “Kii kuklaları dünyada<br />

bir çok kuklacının yaptıı bir i ve insanları kuklaya<br />

yakınlatırmanın çok iyi bir yolu. Atölyemi açmaya<br />

karar verdiimde, bu atölyenin masraflarını nasıl<br />

karılayacaım benim için büyük bir sorundu.<br />

Çünkü o dönemlerde kukla oyun ve programlarının<br />

sayısı çok sınırlıydı ve sadece tiyatrolara<br />

hizmet vererek ayakta durmak mümkün de-<br />

ildi. Ben de dünyada olan bu uygulamayı<br />

ülkemde denemeye karar verdim. Youn<br />

bir ilgi gördüm ve Türkiye’nin her yerine,<br />

hatta yurt dıına kiiye özel kuklalar hazırladım.<br />

Fakat bir müddet sonra artık<br />

kiiye özel kuklalardan yapmaktan<br />

baka hiçbir ey yapmaya vaktim<br />

kalmadıını görünce kendi tasarımlarımı<br />

gerçekletirebilmek<br />

için bu çalımama son verdim.<br />

Sanatçı Candan Seda Balaban,<br />

atölyesinde kendi tasarımları<br />

olan kukla ve maskelerin yapımı<br />

dıında bu sanata merak<br />

saranlara da iin inceliklerini<br />

öretiyor. Bildiklerini bakalarıyla<br />

paylamaktan büyük<br />

haz aldıını vurgulayan Balaban,<br />

Curcunabaz’da devam<br />

eden kurslarla ilgili olarak,<br />

“Benim ders programlarımın<br />

bir balangıç ve biti<br />

tarihi yoktur. Çünkü standardize<br />

edilmi sınıf tarzı çalımaların, kiilerin<br />

yaratıcılıklarını sınırladıına inanıyorum.<br />

Sınıfımda herkes baka tekniklerde<br />

ileri bir arada çalıır ve kendi kukla veya<br />

maske karakterlerini olutururlar. Hem<br />

kendi çalıması üzerinde younlaırken<br />

hem de yanında çalıanların örendikleri<br />

ilere ve kullandıkları malzemelere aina<br />

olurlar. Örencilerimden istediim tek<br />

ey; yaratıcılıklarını aktifletirmeleridir.<br />

Onun dıında benim onlara verebilece-<br />

im ancak malzeme ve teknik bilgiler<br />

olabilir.<br />

Son olarak sanatçı Balaban’dan kuklacılık<br />

sanatının Türkiye’deki ve dünyadaki durumunu<br />

deerlendirmesini istiyoruz. Bir<br />

sanatçı alçakgönüllülüü ile söze, “Ben<br />

hala bu sanatta söz söylemek için<br />

çok yeni sayılırım ama Türkiye’de<br />

ve dünyada yapılan ilerin iyi bir takipçisiyim”<br />

diyerek balayan sanatçı,<br />

görülerini bizlerle paylaıyor: “Türkiye’de benim baladıım<br />

yıllarda neredeyse sınırlı olan kukla çalımaları bugün<br />

memnun edici bir ekilde artmaktadır. Ülkemizde yapılan<br />

kukla festivallerinin sayılarının artması bunun önemli bir<br />

göstergesidir. Aynı eklide her gün kuklaya ilgi duyan insanlar<br />

çoalmakta, bugün stanbul’da birçok kukla atölyesi<br />

ve tiyatrosu bulunmaktadır. Geleneksel kukla anlayıımız<br />

devam etmekle birlikte modern kukla çalımaları da giderek<br />

artmaktadır. Tabii ki dünyaya göre hala çalımalarımız<br />

sınırlı olsa da güzel bir balangıçtayız diye düünüyorum.<br />

En büyük dileim ülkemiz üniversitelerinde kukla bölümlerinin<br />

açılmasıdır.”<br />

143


Atatürk Kitaplığı<br />

Beyazıt Meydanı (Krt_00041). Nâm-ı dier Seraskerat. Arkada Harbiye Nezâreti. Gündelik mekalelerini sürdüren stanbullular. At arabalarının ulaım aracı olarak kullanıldıı<br />

günler. Seyyar satıcılar. O günlerde meydana dikilmi tek tük aaçlardan bugün eser yok. Sadaki yangın kulesi birçok kartpostala obje olmu, ta iççiliinin görkemli<br />

anıtlarından biri.<br />

Kartpostal Koleksiyonu<br />

Hüseyin TÜRKMEN* - İrfan DAĞDELEN**<br />

Bir zamanlar hızlı ve ucuz haberleşme aracı olarak kullanılan kartpostallar, internet karşısında büyük kan kaybetti.<br />

Oysa, kültür ve şehir tarihi araştırmacıları tarafından en çok kullanılan görsel malzemelerin başında kartpostallar<br />

gelmekteydi. Çünkü geçmiş dönemin gündelik ve sosyal hayatına, kültürel ve tarihî değerlerine ilişkin<br />

sayfalar dolusu yazıyla anlatılamayacak düşünceleri, bir karelik kartpostalla ifade etmek mümkün.<br />

Geçmiin izlerini bir fotoraf karesinde saklayan kartpostallar,<br />

anıların en canlı tanıkları olarak karımıza çıkıyor.<br />

Çünkü günümüzde deien ve yok olan sadece tarihi evler,<br />

binalar, sokaklar, ehrin görünümü deil, aynı zamanda<br />

insanlar ve tabii ki onların özneleri olduu sosyal hayat.<br />

Bu sebepledir ki tarihî kartpostallar, deien ve yok olan<br />

bu çevre ve sosyal hayata ilikin aratırma ve nostaljik bir<br />

gezi yapmak isteyen herkesin baucu kaynaklarından belki<br />

de en önemlisi. Önce siyah beyaz basılan, ardından olanca<br />

renkleriyle raflarda yerini alan kartpostallar, yakın tarihe<br />

ıık tutması nedeniyle belgesel bir deer de taıyor.<br />

19. yüzyılın ortalarında Avrupa ve Amerika’da kullanılan ilk<br />

kartvizitler, “Genellikle dikdörtgen biçiminde ince kartondan<br />

yapılmı, bir yüzü resimli, zarflı veya zarfsız gönderilen<br />

posta kartı” eklinde tanımlanan bugünkü kartpostalların<br />

atası olarak kabul edilir. Çounlukla arkada ziyaretlerinde<br />

ve özel günlerde kullanılan kartvizitler, doum günlerinde,<br />

yortularda yakın çevreye verilmeye balanmıtır. Amerikan<br />

iç savaı sırasında büyük bir pazara dönüen kartvizitlerin<br />

boyutları büyüyerek kartpostala dönümütür.<br />

Uzun bir geçmie dayanan kartpostalların Türkiye’de yaygınlaması<br />

-Osmanlı Devleti'nin de katılımcı olduu- 1893<br />

Chicago Dünya Sergisi'yle balamıtır. Sergi sonrasında<br />

Amerikan Hükümeti, ABD posta tekilatı aracılııyla, yayıncılara<br />

ilk kez 1 sentlik kartpostallar bastırma izni vermitir.<br />

Avrupa ülkelerinin posta idareleri, mektuba kıyasla daha<br />

ucuz gönderilebilecek bir haberleme vasıtası olması dü-<br />

ünülen kartpostalların gönderilmesini kurallara balamaya<br />

balar. Buna göre kartpostallar; açık -yani zarfsız- gönderilecek,<br />

kartın arka yüzünde pul ve adres için bo alan<br />

bırakılacaktır.<br />

Kartpostalların Osmanlı'da yaygınlaması, Max Fruchterman<br />

ile balamıtır. stanbul'a 1867 yılında gelen Max Fruchterman,<br />

geliinden yaklaık iki yıl sonra Yüksekkaldırım'da bir<br />

çerçeveci dükkânı açar ve 1895 yılında ilk Osmanlı kartpostal<br />

serisini Breslau'da bastırmaya balar. Max Fruchterman’ın<br />

bu serüveni vefatına, yani 1918 yılına kadar devam etmitir.<br />

Osmanlı'daki dier önde gelen kartpostal editörleri ise E.<br />

F. Rochat, Jacques Ludvigsohn, G. Berggren ve Israilovitch’tir.<br />

144


Bir Osmanlı kadını (Krt_00621). Dı kıyafet olarak üste çaraf (iki parçalı sokak giysisi), ferace<br />

(omuzdan yere dek inen uzun ve bol manto), entari (tam elbise), kaftan (entari üzerine, zengin<br />

bir kumatan yapılan giysi), gömlek, libade (pamuklu ya da yünlü kısa ceket), malah (bol ve<br />

hafif yazlık ceket), salta (kalça hizasındaki ceket), al, cepken (aır ilemeli kolsuz yelek), hırka<br />

(kısa, astarlı ceket), alvar (ilemeli ipekten bol pantolon), yeldirme (balıklı yazlık pelerin), yelek,<br />

dizlik veya don, gecelik entarisi giyerlerdi.<br />

Kartpostallara önceleri sadece ehirlerin, güzel ve muhteem<br />

binaların fotorafları konu olurken, sonraları mehur<br />

adamların, sanatkârların ve artistlerin portreleri de<br />

konu olmaya balamıtır. Daha sonraları, artan ilgi üzerine<br />

çocuk ve hayvan fotorafları ile mehur tabloların<br />

röprodüksiyonları ve sosyal hayatın renkli kareleri de<br />

kartpostalların konusu olmaya balamıtır. Böylece kartpostallar,<br />

sadece bir haberleme aracı olmakla kalmamı,<br />

bazı tarihi ve siyasi olayların yanı sıra kimi özel olayların<br />

geni kitlelere duyurulmasında ve gündemde tutulmasında<br />

önemli rol oynamıtır.<br />

Zamanla yaygınlaan kartpostallar koleksiyon meraklıları<br />

için olduu kadar aratırmacılar için de büyük deer<br />

taımaya balamıtır. Çünkü çou yabancı fotorafçıların<br />

çektii Osmanlı kartpostallarındaki sokaklar, binalar,<br />

satıcılar, taıma araçları, hatta poz veri tarzlarıyla insanlar…<br />

Bütün bunlar siyasi ve sosyal tarih, mimarî, ehircilik,<br />

eitim, sosyoloji, etnografya gibi birbirinden çok farklı<br />

alanlarda çalıan aratırmacılar için ei bulunmaz birer<br />

belge nitelii taırlar. Kartpostalların bu özelliklerini bugünden<br />

yarına taıyabilmeleri; bunların derlenip toplanarak<br />

aratırmacıların hizmetine sunulması ile mümkündür.<br />

Bunu yapacak kurumların baında ise kütüphaneler<br />

gelmektedir.<br />

Sokak satıcısı. Muhallebici (Krt_02131). Aynı zamanda Osmanlı giyim kuamının güzel örneklerinden<br />

biri.<br />

Günümüz Türkiye’sinde kartpostal vb. görsel malzeme<br />

bulunan kütüphane sayısı çok sınırlı sayıdadır. Koleksiyonunda<br />

bulunan görsel gravür, fotoraf, kartpostal vb.<br />

görsel malzemeleri, aratırmacıların hizmetine en profesyonel<br />

ve hızlı ekilde sunan kütüphanelerin baında<br />

ise stanbul Büyükehir Belediyesi Atatürk Kitaplıı gelmektedir.<br />

Türkiye’de bulunan kütüphanelerin birçounda bir veya<br />

birkaç tür yayın bulunurken, Atatürk Kitaplıı’nda bulunan<br />

yayın türü -kütüphane malzemesi- sayılamayacak<br />

derecede çoktur. Bunlardan ilk akla gelenlerden bazıları<br />

unlardır: Matbu kitap ve süreli yayınlar, yazma kitap<br />

ve süreli yayınlar, padiah belgeleri - fermanlar, beratlar,<br />

hüccetler vb.-, gravürler, albümler, haritalar, kartpostallar,<br />

tablolar, hat levhaları, murakkalar, cam negatifler...<br />

Atatürk Kitaplıı’nda bulunan bu koleksiyonlardan gerek<br />

yerli gerekse yabancı uyruklu aratırmacılar tarafından<br />

en çok kullanılanlarından baında ise kartpostallar gelmektedir.<br />

Atatürk Kitaplıı Kartpostal Koleksiyonu’nun Oluumu<br />

Atatürk Kitaplıı’nın bugünkü koleksiyonunun oluumunda<br />

kitap ve kütüphane severlerin baıları önemli rol oynamaktadır.<br />

Öyle ki kütüphanenin paha biçilmez koleksiyonunun<br />

neredeyse tamamına yakını hayırseverler tarafından<br />

baılanan koleksiyonların parçasıdır. te kartpostal<br />

koleksiyonu da bu paha biçilmez koleksiyonlardan birisidir.<br />

Zamanın uygulayıcıları tarafından baılanan kartpostal<br />

albümlerinin içerisindekiler tek tek kaydedilerek<br />

145


yeni bir koleksiyon oluturulmutur. Bu ekilde oluturulmaya<br />

balanılan koleksiyondaki parça sayısı 5 binken; kütüphaneye<br />

çeitli zamanlarda baılanan kitap, evrak vb.<br />

koleksiyonların içerisinden çıkan kartpostalların da bu koleksiyona<br />

dahil edilmesi ile sayı 9 bine ulamıtır. Son zamanlarda<br />

koleksiyonun niteliksel olarak gelimesi için kütüphane<br />

müdürlüü tarafından yapılan satın almalar ile<br />

koleksiyondaki kartpostal adedi 12 bin 500 olmutur.<br />

Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostalların tam bir konu listesini<br />

vermek fazla yer tutacaktır. Bu sebeple yazımızda bu<br />

kartpostallarda en çok öne çıkan konu balıkları hakkında<br />

bilgiler vereceiz.<br />

Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostallardan 7 bin adedi<br />

Türkiye’de basılmıtır. Geri kalanlar ise muhtelif batı ülkelerinde<br />

basılmıtır. Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostalların<br />

çounluu Türkiye ve stanbul konuludur. Buna göre<br />

kartpostalların corafi daılımları u ekildedir:<br />

Türkiye: 10 bin 500 (Bunun yaklaık 4 bini stanbul konuludur);<br />

Avrupa: 1695; meslekler: 571; portreler: 2168; hatlar:<br />

127; konutlar: 350; sosyal ve gündelik hayat: 450; ula-<br />

ım: 550.<br />

Bu listeyi uzatmak mümkündür. Yukarıdaki istatistikî bilgilerden<br />

de anlaılacaı üzere, Atatürk Kitaplıı koleksiyonunda<br />

stanbul konusu öne çıkmaktadır. Bu kartpostallar,<br />

özellikle ehir tarihçileri ve kültür aratırmacıları için büyük<br />

önem taımaktadır. Deien hizmet anlayıı ve yükselen<br />

hizmet kalitesi ile paralel olarak artan okuyucu talebi, bunun<br />

en büyük göstergesidir. Üstelik bu kartpostallar sadece<br />

aratırmacılar tarafından deil, aynı zamanda geçmii merak<br />

eden halk ile tarihi ev ve yapılarını ispat veya restore<br />

etmek isteyen kiiler tarafından da kullanılmaktadır.<br />

Atatürk Kitaplıı Kartpostal Koleksiyonu'nun<br />

Niteliksel Durumu<br />

Atatürk Kitaplıı’nı dier kartpostal koleksiyonu bulunan<br />

kütüphanelerden farklı kılan etkenlerin baında, kartpostalların<br />

kataloglanması ve okuyucu hizmetlerindeki ileri<br />

kütüphanecilik uygulamaları gelmektedir. Bu hususta dile<br />

getirilmesi gereken en önemli nokta, kütüphanede bulu-<br />

Tarihe iz bırakan panoramik bir kartpostal (Krt_12100). 17 Aralık 1908’de Ayasofya Meydanı’nda yapılan bir Merutiyet gösterisi. Ayasofya Camii ve saında 1846 yılında temeli atılan, bugün<br />

varlıını koruyamamı olan Darülfünun-ı Osmanî’nin ilk binası.<br />

146


Osmanlı gündelik hayatının numunelerinden biri (Krt_09773). Üsküdar’da bir kahvehanede lüle ve nargile içenler. Kıyafetleri, mekanları ile kendine has üslup ve tarzını oluturmu. Arkada yelkenliler<br />

rüya ehir stanbul’a bir fon oluturuyor. Yedi tepesinde esiz mimari üslubuyla yükselen camiler, kubbeler ve minareler. Kayık sefası Boaziçi’nin efsanevi ananelerinden.<br />

nan kartpostalların tamamının kayıt, kataloglama ve sınıflama<br />

ilemleri ile uluslararası standartlara uygun olarak<br />

taranarak bilgisayar ortamına aktarılması ilemlerinin tamamlanmı<br />

olmasıdır.<br />

Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostallar, kütüphanelerde uygulanmakta<br />

olan kataloglama kurallarından çok daha geni<br />

bir anlayıla kataloglanmaktadır. öyle ki, yukarıda da<br />

ifade edildii üzere bu koleksiyonların kullanıcıları, hem<br />

ehir tarihçileri, hem kültür tarihçileri, hem de dier özel<br />

aratırmacılardır. Dolayısıyla bu kullanıcıların her birinin<br />

bu objelere bakıı ve bunlara ait kataloglardan beklentileri<br />

çok farklıdır. Bu sebepledir ki, Atatürk Kitaplıı’ndaki<br />

kartpostalların kataloglanması sırasında bu aratırmacılardan<br />

gelen talep ve eletiriler dorultusunda farklı bir kataloglama<br />

yöntemi gelitirilmitir. Buna göre kütüphanedeki<br />

kartpostalların her birisi öncelikle standart kütüphanecilik<br />

kurallarına uygun olarak kataloglanmıtır. Daha sonra<br />

bu kartpostallar corafik olarak kataloglanmıtır. Son olarak<br />

da kataloglamaya konu olan kartpostaldaki her bir ayrıntı<br />

tek tek belirlenerek her biri için ortak bir konu balıı<br />

veya anahtar kelime ve kavram kullanılmıtır. Kısaca<br />

her bir kartpostal için tek tek adı ve varsa fotorafçısı, yayın<br />

yeri, editörü ve tarihi, fiziksel özellikleri (ebatları, baskı<br />

türü ve yöntemi), konu balıkları (corafi tanım, konu edinilen<br />

ülke, ehir, ilçe ve semt), anahtar kelime ve kavramlar<br />

(burada kartpostaldaki her bir tanımlama öesine -cami,<br />

bina, insan, hayvan, araç...- ilikin ayrı konu balıı veya belirlenen<br />

anahtar kelime ve kavram gibi bilgiler verilmitir.<br />

Son olarak u hususu da belirmek gerekir ki, Atatürk Kitaplıı<br />

kartpostal koleksiyonunun okuyucuya açık olan kısmının<br />

tamamına internet aracılıı ile her hangi bir üyelik gerekmeksizin<br />

ve ücret ödemeksizin ulamak mümkündür.<br />

nsanlarla beraber binalar, parklar, sokaklar hatta bütün<br />

bir ehir deiiyor. Deiiyor ne kelime, bazen yok bile<br />

oluyor. te günlük hayatın akıında nasılsa saklanabilmi<br />

olan kartpostallar bir yüzünde müahhas bir tarihi, Yahya<br />

Kemal’in mısrasıyla “en sahih aynadan aksettiriyor” iken,<br />

öbür yüzündeki yazılarla da bu tarihin daha ahsî ve mahrem<br />

arka planını verir. Hiç üphesiz onları okuyabilen gözlere<br />

ve ifrelerini çözebilen feraset sahiplerine bulunmaz<br />

bir hazinedir, Atatürk Kitaplıı.<br />

* BB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüü (Atatürk Kitaplıı) Nadir Eserler Uzmanı<br />

** BB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüü (Atatürk Kitaplıı) Nadir Eserler Uzmanı<br />

Anadolu’nun tipik bir kasabası, Bartın (Krt_09569). Osmanlı kent mimarisinin Anadolu’daki<br />

yüzlerce örneklerinden sadece bir tanesi. ehrin planı, yerleimi, cadde ve sokakları, evleri,<br />

camileri, okulları ile kemekeliin deil sade Anadolu insanının iç güzelliinin yaadıı ehre<br />

vurduu damga. Revakları, cumbaları, pencereleri, saçakları ile bir güzelliin yansıması. imdi<br />

bunlardan eser yok ama görüntüsü ile böyle bir ehir kurmak isteyenlere bir örnek.<br />

Fethe damgasını vuran Rumelihisarı (Krt_06953). Burçlarının gölgesindeki yalılar, ahap mimarinin<br />

Boaziçi’ni süsleyen ziynetlerinden sadece bir kaçı. skelesine asılan alar ve çirozlar<br />

bugün göremeyeceimiz manzaralardan. Tüm sadelii ve güzellii ile özlediimiz<br />

stanbul’un bir baka köesi.<br />

147


Dünyanın Merkezine Ziyaret<br />

Yazı: Emine UÇAK - Fotoğraflar: Adnan ERDOĞAN<br />

Nasreddin Hoca ve Akşehir Gölü… Birini diğerinden ayrı düşünmek mümkün değil. Geçtiğimiz sonbaharda yolumuz<br />

Hoca’nın ‘dünyanın ortası’ olarak nitelediği Konya’nın bu şirin ilçesine düşünce; gördük ki, Akşehir ismini<br />

aldığı gölünü kurutmuş, ama en azından maya çalarak gölü ölümsüz kılan Nasreddin Hoca’sını yaşatmayı sürdürüyor.<br />

Fıkrayı bilirsiniz; çevreden bir grup insan, Nasreddin Hoca'yı<br />

çevirip “Hocam size bir sorumuz var” demiler: “Hocam,<br />

dünyanın ortası neresi”... Hoca, be on adım ilerlemi,<br />

bastonunu yere saplamı. “Dünyanın ortası burasıdır” demi.<br />

akın akın bakan kiiler, “Nasıl olur Hocam” demiler.<br />

Hoca da “nanmazsanız ölçün...” diye cevap vermi.<br />

te Hoca’ya göre dünyanın ortası olan Akehir’in sokaklarında<br />

dolanırken, camilerden türbelere, hamamlardan<br />

kiliselere kadar göze çarpan birçok eser, ilçenin önemli bir<br />

tarihi zenginlii olduunun ipuçlarını sunuyor. Ama ilçenin<br />

ismine ve asıl görkemine ulaması birçok Anadolu kentinde<br />

olduu gibi Selçuklular döneminde olmu. Akehir adı-


nın çiçek açmı dalardan dolayı verildii belirtiliyor. Selçuklu<br />

döneminde Akehir, hem maddi hem kültürel hem<br />

de manevi anlamda çok geliir. Horasan illerinden Seyyid<br />

Mahmud Hayrani, Nimetullah Nahçevani gibi din bilginleri<br />

Akehir'e göç ederek bu toprakların manevi dokusunun<br />

deimesine katkıda bulunurlar.<br />

Selçuklu’nun yıkılıının ardından bir süre beyliklerin denetiminde<br />

olan Akehir, 1381 yılında Murat Hüdavendigar<br />

döneminde Osmanlı topraı olur. Yıldırım Beyazıt, Timur<br />

ile yaptıı ve yenildii o mehur savaın ardından<br />

Akehir’de hapsedilir. Ve burada intihar eder. Beyazıt’ın<br />

intihar ettii Ferruhah mescidi, yanı baındaki Hayrani<br />

türbesiyle, Akehir’i çevreleyen daların eteinde bütün<br />

sakinliiyle ziyaretçilerini aırlıyor bugün. Türbenin biraz<br />

ilerisindeki Hıdırlık Tepesi de, asırlık çınar aaçlarının altındaki<br />

çay bahçeleriyle Akehir’i panoramik olarak görme<br />

fırsatı sunuyor.<br />

Yıllara Direnen Konaklar<br />

Timur’un ardından bir süre Karamanoulları’nın eline geçen<br />

Akehir, Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’e<br />

kadar kesintisiz olarak Osmanlı hakimiyetinde kalır. Özellikle<br />

15. yüzyılın sonlarına doru Akehir’de çeitli etnik<br />

ve dinsel kökenlerden gelen kavimlerin barı ve kardelik<br />

içerisinde bir arada yaadıı günler balar. O günlerden<br />

bu günlere kiliseler, hamamlar ve farklı yapılar ulamı.<br />

Ama bu dönemlerdeki farklı kültürlerin izlerini, artık<br />

yıllara direnmekte zorlanan konaklardan ve eski evlerden<br />

anlamak mümkün. Bu eski evlerin her biri farklı mimari<br />

üsluplara göre ina edilmi. Kimi ta, kimi ahap… Kimi<br />

batı, kimi dou mimarisinde ama hepsinin ortak noktası<br />

zamana yenilmek. Bu evlerin restore edilmesi durumunda<br />

Akehir’in; Safranbolu, Mudurnu gibi konaklarıyla mehur<br />

yörelerle yarıması mümkün. lçede bu konuda güzel<br />

adımların atıldıını sevinçle öreniyoruz.<br />

149


Akehir Evi, böyle bir çabanın güzel bir örnei. 16 idealist<br />

üniversite örencisinin bir araya gelerek satın alıp restore<br />

ettii bu ev imdi ilçenin yüz akı olarak ziyaretçilerin akınına<br />

uruyor. Evin iletme müdürü olan Nusret Bey, bu güzel<br />

öyküyü öyle anlatıyor: “Konak, 1894 yılında Akehir’in<br />

önde gelen isimlerinden kereste tüccarı Hacı Yusuf Efendi<br />

tarafından özel ve kaliteli kereste kullanılarak yapılmı.<br />

Daha sonra Hacı Yusuf Bey’den evi alan Nalbantzade<br />

Mustafa Efendi, 1922 yılında Ermeni Rumen<br />

ustaya evin ikinci katını ve dier bölümlerini<br />

yaptırmı. Ancak, sahiplerinin<br />

ölümünün ardından konak, uzun yıllar<br />

harabe halinde kalmı. Evin kaderi,<br />

ilçenin kültürünü yeni nesillere<br />

aktaracak bir müze yapma dileindeki<br />

16 gencin giriimiyle deimi.<br />

Gençler, ilçede aylar süren aratırmanın<br />

ardından konaı satın alır ve<br />

Akehir halkının da büyük katkıları<br />

ile restore eder. Akehir halkının bu<br />

ilgisi ve destei karısında çok sevinen<br />

gençler daha sonra bu evi ‘Akehir Evi’<br />

adı altında tüm Akehir halkına hediye eder.<br />

Gençlerin dier bir giriimi ise, yörenin esnaflarından<br />

oluan 41 mütevelli üye ile birlikte 1998 Akehir<br />

Kültür Salık ve Eitim Vakfı’nı (Ak-Sev) kurmaları olur.”<br />

Nusret Bey bize evi gezdirirken, evin eski haline tamamen<br />

uygun bir ekilde restore edildiini anlatıyor. Oturma<br />

odaları, ahaneleri, gelin odaları, kaynana odaları, kiler,<br />

kök gibi bölümler, tamamen aslına uygun eya, giysi ve<br />

özellikleri ile korunmu. Gelin odasındaki dolapların içinde<br />

bazı notlar var. Evin gelini bazı önemli ayrıntıları dolabın<br />

kapaının içerisine yazıyor. lk not u ekilde, ‘27 Nisan Salı<br />

1965 mobil gazocaının eve ilk geli tarihi’ O tarihe kadar<br />

evin ahane odasında bulunan ocakta, odun ateinde yemek<br />

piiren gelin için bu önemli bir gün olmu anlaılan.<br />

Dolaplar içerisinde yer alan bazı notlarda ise evin<br />

büyüklerinin ölüm tarihleri yer alıyor. Bunlardan<br />

bir tanesi u ekilde, ‘Mayıs 29 1965<br />

Cumartesi, Habibe teyzemin ölüm tarihi’.<br />

Evin içerisinde yer alan ahanelerde<br />

bulunan mutfak eyalarının büyük<br />

bölümü, o yıllarda kullanılan eyalar<br />

ve çou Akehir halkı tarafından<br />

yapılan baılar sayesinde bir<br />

araya getirilmi.<br />

Gülmece Parkı ve Nasreddin Hoca<br />

Akehir Evi’ndeki keyifli molamızın ardından<br />

tekrar yola koyuluyoruz. Nasreddin<br />

Hoca’sız Akehir olmaz dedik ya… Onun<br />

anısına yapılan ve fıkralarının canlandırıldıı Gülmece<br />

Parkı bir sonraki duraımız oluyor. Parkın giriinde<br />

Hoca’nın douran ve ölen dev kazanı karılıyor bizi. Ardından<br />

kâh aacın dalında, kâh eeinin sırtında, kâh elinde<br />

mumuyla Nasreddin Hoca’nın fıkralarının yaatıldıı parkı<br />

ve onun mehur nüktedanlıını hatırlatsın diye, dört tarafı<br />

açık olmasına ramen kapısında kilit olan türbesini ziyaret<br />

ediyoruz. Gülmece Parkı’nın hemen yanında ise, ünlü<br />

150


Akehir Festivali’ne katılan ve Nasreddin<br />

Hoca’yı canlandıran güldürü ustalarının<br />

büstlerinin olduu park var.<br />

Parkın hem giriinde hem çıkıında<br />

ise, eeine ters binen Hoca<br />

heykeli var.<br />

Akehir’de Nasreddin Hoca’sız bir<br />

yer bulmak mümkün deil zaten.<br />

Hediyelik eya ve el sanatlarında<br />

hep onun nüktedanlıı ve tasvirleri<br />

var. Ama bu ürünlerin arasında<br />

en dikkat çekeni ise, ters çalı-<br />

an saat oluyor. Hoca’nın memleketinde<br />

tam da Hoca’ya uygun bir ürün. Saatin pe-<br />

ine düünce yolumuz, yıllarca festivallerde<br />

Nasreddin Hoca’yı canlandıran Erdo-<br />

an Özbakır’ın atölyesinde buluyoruz<br />

kendimizi. Emekli bir eitimci olan<br />

Özbakır’ın asıl ilgi alanı ise el sanatları.<br />

Özbakır’ın 1961 yılından bu yana<br />

tablolardan kalemliklere, anahtarlıklardan<br />

biblolara kadar yüzlerce ürün<br />

yaptıını öreniyoruz. Ama bunların<br />

ötesinde hem Akehir’e has hem de<br />

Nasreddin Hoca’ya uygun bir ürün için<br />

kafa yorduunu anlatan Özbakır, en sonunda<br />

ters çalıan saatle bu dileine ulamı.<br />

Nasreddin Hoca’nın eee ters binmesinden<br />

esinlenerek tersine ileyen bir saat yapmayı<br />

düündüünü belirten Özbakır, “Hoca aslında<br />

eee ters binerken düz bir felsefeyi anlatır.<br />

‘Saatin de ters gitmesi, Hoca’nın esprisine<br />

uyar’ diye düündüm. Çünkü günümüzde<br />

o kadar çok ters giden i<br />

var ki… ‘Belki ters giden ileri de ters<br />

çalıan bir saatle düzeltiriz’ eklinde<br />

bir espri aklıma geldi. Saatin çizim, dizayn,<br />

renk ve boyut kısmını tasarladım.<br />

Sonunda ortaya güzel bir tersine ileyen Nasreddin Hoca<br />

saati çıktı” diyor.<br />

Ters Çalıan Saat<br />

Saatin akrep ve yelkovanının tersine döndüünü ancak<br />

rakamların da ters tarafa doru sıralanması nedeniyle<br />

doru zamanı gösterdiini dile getiren Özbakır, saatin tersten<br />

ileyiini soranlara, “geçen zamanı geri<br />

getirir, tersine giden ileri düzeltir, doruyu<br />

bulmak için düünmeyi yeniden öretir”<br />

gibi esprilerle izah etmeye çalıtıını<br />

söylüyor. Saati görenlerin, önce aırdıını,<br />

sonra gülümsediini anlatan Özbakır,<br />

öyle devam ediyor: ”lk görenler,<br />

saati çok orijinal ve renkli buluyor. Tekrar<br />

baktıında tersine çalıtıını anlıyor.<br />

Sonra tekrar baktıında rakamların da<br />

ters olduunu görüyor ve kahkaha atıyor.<br />

Herkesin evinde saati var. Yeni bir<br />

saat almayı hiç düünmeyen insanların<br />

bile dikkatini çekiyor. ‘Hep düzünü<br />

aldık iler doru gitmedi, bu defa tersine<br />

gideni alalım bakalım ilerimiz belki<br />

düzelir’ diyerek saati satın almak istiyorlar.”<br />

Erdoan Hoca’nın hediye ettii<br />

ters saatimizi aldıktan sonra solu-<br />

u Akehir’in ‘öretmen iletmecileri’<br />

sebebiyle ünlü Doan etli ekmek<br />

fırınında alıyoruz. Mustafa ve<br />

Özgür kardeler, babalık mesleini<br />

öretmenlie tercih edip, hem etli<br />

ekmek hem de yöreye özel lezzetli<br />

ev yemekleri yapıyorlar. Akehir’in farklı<br />

kültürlerinin etkisi, damak lezzetinde de<br />

hissediliyor. Bunlardan en farklısı peynirli baklava.<br />

Künefeyi ve baka peynir tatlılarını<br />

biliyorduk ama peynirli baklava<br />

tam bir sürpriz lezzet. Klasik<br />

baklavadan tek farkı içinde künefede<br />

kullanılan tuzsuz keçi peynirinin<br />

kullanılması. Sıcak olarak servis<br />

edilen peynirli baklava gerçekten de<br />

farklı bir lezzet.<br />

Sözün özü, yolunuz dünyanın ortası Akehir’e düerse,<br />

hem ruhunuza hem de midelerinize hitap edecek birçok<br />

zenginlik var. Dünyanın ortası konusunda üpheleriniz<br />

varsa, Türk Patent Enstitisü’nün Akehirliler’in bavurusu<br />

üzerine, 2007 yılında dünyanın ortası olduunu tescilledi-<br />

ini de hatırlatayım. Kaldı ki, inanmayana Hoca’nın deyimiyle<br />

‘ölçmek’ serbest.<br />

151


Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />

Aslı DAVAZ*<br />

1989 yılından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı; bir yerel<br />

yönetim – sivil toplum kuruluşu işbirliği içerisinde, kadın merkezli kütüphanecilik ve arşivcilik çalışmalarını<br />

yürütmektedir. 20 yıldır hizmet veren kütüphaneye başkanlıkları döneminde desteklerini esirgemeyen tüm belediye<br />

başkanlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.<br />

Kütüphanenin bir baka ilevi de dier kütüphane ve arivlerde<br />

bulunan, kadınlarla ilgili belgeleri bulmaktır. Vakıf, bu belgelerden<br />

oluan birçok bibliyografya ve katalog hazırlamıtır.<br />

Koleksiyonun ulatıı aama son derece önemlidir. Örne-<br />

in Vakıf, 18-21 Nisan 1935 yılında Türk Kadınlar Birlii’nin<br />

ev sahipliini yaptıı ve stanbul’da toplanan “Kadınların<br />

Seçme ve Seçilme Hakkı, Vatandalık ve Politik Eylemi için<br />

Uluslararası Kadın Birlii’nin 12. Kongresi’ne katılan delegelerin<br />

izlenimlerini kaydeden bir gazetecinin defterini<br />

koleksiyonuna katmıtır. Ancak bu ve benzeri belgelerin<br />

salanmasında yaanan iniler ve çıkılar, kesintiler ve duraklamalar<br />

nedeniyle koleksiyon, nicel olarak ulaabilece-<br />

i noktadan geride kalmıtır. Kütüphane ve ariv, kurulu-<br />

undan bu yana resmi hiçbir mali ödenek almaksızın, büyük<br />

ölçüde baılarla belge satın almıtır. Uzun zamandır<br />

mali yetersizlikler nedeniyle belgeler sadece baılar yoluyla<br />

kütüphaneye salanmaktadır. Belge salama sürecini<br />

kurumsallatırabilmek ve bu konuda mali yetersizlii<br />

aabilmek en önemli sorundur.<br />

Zemindeki resim: 1935 Uluslararası Kadınlar Kongresi'ne ait pullar<br />

Nadir Belgeler<br />

Kadın merkezli kütüphaneler ve arivler, kadınlar ve kadın<br />

hareketinin belleini olutururlar. Kadınların tarihteki “görünmezlikleri”<br />

konusunda bilinç yaratırlar(*). Bu kütüphaneler<br />

ve arivler, kadınlık bilincinin geliimine paralel olarak<br />

büyürler. Türkiye’de, 1980’lerde, önce stanbul ve Ankara<br />

gibi büyük ehirlerde, kadınların kurdukları bilinç yükseltme<br />

gruplarıyla balayan dalga, kadından yana çok çeitli etkinlikler<br />

ve vakıfların kurulması ile devam etti. Bu dalganın<br />

ürünlerinden biri de 1989’da kurulan, 14 Nisan 1990’da açılan<br />

Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı olmutur.<br />

Kadın Kütüphanesi bu yıl 20. kurulu yılını kutlamaktadır.<br />

Bu süreçte, “Kadınların geçmiini iyi tanımak, bu bilgileri bugünün<br />

aratırmacılarına derli toplu bir ekilde sunmak ve<br />

bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için salamak”<br />

dorultusunda, kurulu amacına balı olarak çalımıtır(*).<br />

Kadın Kütüphanesi’nin 20 yılda kadın konusundaki belgelerden<br />

oluan ilk ve en büyük koleksiyonu oluturması, ülkemiz<br />

açısından çok önemli bir kazanımdır. Bu koleksiyon<br />

kitap, ariv, belge, süreli yayınlar, efemeralar, 20 yıllık basın<br />

taramasından oluan gazete kupürleri, kadın örgütleri koleksiyonu,<br />

özel ariv koleksiyonu, görsel koleksiyonlar (kartpostal,<br />

afi, fotoraf, dia, video, kaset) ile sanatçı, yazar ve siyasetçi<br />

kadınların biyografik dosyalarından olumaktadır.<br />

Kadın konusunda uzmanlamı kütüphaneciler ve arivciler,<br />

hem geçmi ile hem de gelecek ile yarımakta; her<br />

an kaybolmaya aday belgelere ulamaya, her gün olu-<br />

an yeni belgeleri kaybolmadan arivlemeye çalımaktadır.<br />

Kadın merkezli kütüphaneler ve arivler, kadın konulu<br />

belgeleri özel olarak toplamadıı takdirde, baka hiçbir<br />

kurum tarafından da böyle bir çalıma yapılmadıı için bu<br />

belgeler yok olmaya aday en yakın belgeler olmaktadır.<br />

Kadın konulu belgeleri salayan kütüphanelerde, kütüphaneci<br />

ve arivci olmak yetmemektedir; çünkü bir kadın<br />

kütüphanesi uzmanı, topladıı ve peinde olduu belgelerin<br />

niteliini de bilmek zorundadır. Bu uzman, çalıtıı<br />

ülkenin kadın hareketi tarihini iyi bilirse, neyi nerede arayacaını,<br />

nerede nasıl bir belge bulacaını bilir. Geleneksel<br />

bir arivcilik ve kütüphanecilik anlayııyla, kadın merkezli<br />

kütüphaneler ve arivler geliememektedir. Üniversitelerin,<br />

kütüphanecilik, arivcilik, kadın aratırmaları bölümleri<br />

ile ortak bir çalıma yapmaları bu yetersizlii çözecektir.<br />

Kuruluundan 20 yıl sonra kadın kütüphanesinin, kadın<br />

hareketinde bir aktivist olarak faaliyette bulunması de-<br />

il, bu faaliyetleri yürüten kadınların aktivitelerinin belge<br />

ve arivlerini salamada aktivist olması gerektii görüü<br />

netlemitir. Kadın konulu kütüphaneler kadın örgütüdürler,<br />

aktivist kadınların ürettii belgeleri toplamakla yükümlüdürler.<br />

Kadın konulu kütüphanelerin, aktivist olduu alan,<br />

kadın aktivistlerin yarattıı belgeleri toplamak ve korumaktır.<br />

Kadınları, dün ve bugün, belgelerle görünür kılmaktır.<br />

Her ne kadar kütüphanenin en zengin koleksiyonu kadın<br />

örgütlerine ait olsa da tıpkı dier belgelerde olduu<br />

gibi olması gereken noktadan uzaız. Ancak, bugün, Kadın<br />

Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 20. yılında,<br />

kadın hareketi, kütüphanesi ve örgütleriyle “kadın konulu<br />

belgelerin” korunması alanında yapısal bir çözüme ulaabilecek<br />

bir deneyim kazanmıtır.<br />

152


Kadın kütüphanelerinin sorunlarının aılması açısından üniversitelerin<br />

bünyesinde açılan kadın aratırma merkezlerinin<br />

büyük önemi vardır. 1990’lı yıllardan itibaren, Türkiye’de<br />

toplam 15 üniversitede kadın sorunları aratırma ve uygulama<br />

merkezinin kurulmu olması son derece önemli bir<br />

adımdır. Kadın Kütüphanesi bu 15 kadın aratırma merkezi,<br />

kütüphanecilik ve arivcilik bölümlerinin uzmanlarıyla sorunların<br />

çözümüne yönelik bir çalıma grubu oluturabilir.<br />

Üniversitelerde sayılan bölümlere balı olmadan kadın konusunda<br />

aratırma yapan kadın akademisyenler veya herhangi<br />

bir kuruma balı olmayan kadın aratırmacılar da bu<br />

çalıma grubunun asli unsurları olabilirler. Dünyadaki kadın<br />

kütüphaneleri de böyle bir alt yapı oluturarak, sözü edilen<br />

sorunların üstesinden gelmeye çalımaktadırlar.<br />

Kadın Eserleri Kütüphanesi, stanbul 2010 Avrupa Kültür<br />

Bakenti Ajansının destei ile ortaklaa yürüttüü STAN-<br />

BUL KADIN-KADIN STANBUL Projesi kapsamında kadın konulu<br />

36 panel ve 18 kadın gözüyle stanbul gezileri düzenlemenin<br />

cokusuyla çalımalarını sürdürmektedir.<br />

Kadınların Özel Arivleri<br />

Mehasin S.<br />

Kadın arivlerinin baılanması tamamen gelenek dııdır.<br />

Gelenek olmayan yerde yeni yöntemler yaratmak gerekmektedir.<br />

Ülkemizde sistematik bir biçimde ariv baılama<br />

gelenei zayıftır; kadın arivlerinin baılanması ise<br />

tamamen gelenek dııdır. Bir kadının arivinin belirli bir<br />

kurumda bulunması hâlâ belirli kıstaslara tabidir. Arivi<br />

olan kadının ya çok mehur olması ya da çok önemli bir<br />

ailenin üyesi olması bu kıstaslardan geçerliliini en çok<br />

koruyanıdır ve bu gelenek hâlâ sürmektedir.<br />

Türkiye’de kadınların özel arivlerini 1990’a kadar toplayan<br />

hiçbir kurum bulunmamaktaydı. Ariv toplayan önemli<br />

devlet kurumlarında örnein, Babakanlık Arivi’nde veya<br />

Ulviye Mevlan Civelek<br />

Osmanlı Arivi’nde dahi bugüne kadar yaptıımız çalımalar<br />

çerçevesinde tam anlamıyla bir kadın arivine rastlanmamıtır.<br />

Bu kurumlarda bulunan kadın belgeleri iki türdendir;<br />

ya bir kadına ait belirli tesadüfler sonucunda salanmı birkaç<br />

belgeden olumaktadır ya da belgeler, o kadının babasının,<br />

kardeinin veya olunun arivinin içinde saklı bir biçimde<br />

bulunmaktadır. Biz kurum olarak 1990 yılından beri<br />

yani 20 yıldır sistematik, bilinçli ve yöntemli bir ekilde kadın<br />

arivlerini salama çalımalarını yürütmekteyiz.<br />

Vakfın saladıı ilk ariv eski Çorum Milletvekili ve Türk Kadın<br />

Birlii Üyesi Hasene Ilgaz arividir(*). 1991 yılında Hasene<br />

Ilgaz daha bir yıl önce kurulmu vakıftan haberdar olmu ve<br />

bizi arayarak kendi özel arivini tasniflediini ve bize baılamak<br />

istediini bildirmiti. Hasene Ilgaz arivi Türkiye’de ilk<br />

kez bir kadın tarafından kendisinden talep edilmedii halde<br />

baılanmı ilk kadın arivi olarak imdiden tarihe geçmitir.<br />

Bu yazıda baılanan tüm arivlerin baı serüvenini anlatmamız<br />

mümkün deildir; ancak taıdıkları özellikler açısından<br />

arivlerden birkaç örnek daha vermek gerekmektedir.<br />

Vakıfta bulunan özel arivler iki türdendir. Birinci kategoride<br />

bulunan arivler, hayatta olan kadınların baıladıkları<br />

arivlerdir. kinci kategoride bulunan arivler ise, bu<br />

kadınların vefatından sonra aileleri tarafından baılanan<br />

Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />

153


Kadın aratırmacılar ve kadın kütüphaneleri bu koleksiyonlar<br />

üzerinde çalıarak, saklı koleksiyonları ortaya çıkarmaktadırlar.<br />

Doru biçimde kataloglanmadıı için kullanıma hazır olmayan<br />

saklı koleksiyonları kefetme ii de bizi beklemektedir.<br />

Böylece var olan koleksiyonlardan yeni koleksiyonlar yaratılabilir.<br />

Bu saklı koleksiyonları bulmak için örencilere tez konuları<br />

verilebilir, aratırmacılar bu dorultuda yönlendirilebilir. Örnein,<br />

Ankara’daki Babakanlık Devlet Arivleri ve Milli Kütüphane<br />

gibi bütün resmi ve özel arivler taranarak kadınlarla ilgili<br />

saklı koleksiyonlar kataloglanabilir diye düünüyoruz.<br />

Sadece kütüphanemizin deil, tüm kütüphane ve arivlerin<br />

karı karıya olduu sorunların baında gelen bir konuda<br />

da deeri bilinmedii için kaybolan, kâıt hamuru<br />

olmaya gönderilen veya yakılan evraklardır. Geçmie ıık<br />

tutacak belgelerin yok olmasıyla kaybedilen geçmiimiz…<br />

Son olarak unu söyleyebiliriz ki; bugüne dein kütüphane<br />

çalımalarının yetkinletirilmesi, kalitesinin artırılması, yeni<br />

çalıma alanları açılması üzerinde youn çaba gösterdik. Bir<br />

kadın kütüphanesinin gereklilii, kadınlara ait ve kadınlar<br />

hakkında bilgi ve belgelerin toplanmasının önemini kabul<br />

ettirmek için mücadele ettik. 2000’li yıllarda bile “neden bir<br />

kadın kütüphanesi gereklidir, ne ie yarar”, sorusuna tekrar<br />

tekrar yanıt vermek, yaaması ve ilevini yerine getirmesi<br />

için sürekli mücadele etmek zorundayız. Yoksa gün gelir,<br />

“size falanca kitaplıkta bir oda verelim, vakıf da dier kadın<br />

etkinlikleriyle urasın, ayrı bir kadın kütüphanesine ne gerek<br />

var” yaklaımıyla karı karıya kalabiliriz…<br />

Kadınlar kendi tarihlerine, kendi belgelerine sahip çıkmak<br />

istiyorlarsa, kütüphaneyi sürekli olarak yaayan ve geli-<br />

en bir organizma gibi canlı kılmalıdırlar. Bu kukusuz kütüphane<br />

kurucularının, genel kurul üyelerinin ve bir avuç<br />

kütüphane dostlarının altından kalkacaı bir i deildir.<br />

Kütüphaneyi zenginletirmek ve yaatmak tüm kadınların<br />

ve kadın dostlarının görevidir.<br />

Kaynakça:<br />

arivlerdir. Belki de bu kategorilere bir üçüncüsünü eklemek<br />

gerekebilir; bunlar da bu kadınların vefatından sonra<br />

yakınları tarafından çöpe atılan ve yine bir dizi tesadüf<br />

sonucu sahafların eline geçen ve daha sonra vakıf tarafından<br />

satın alınan arivlerdir.<br />

kinci kategoride bulunan ariv türlerine en güzel örnek<br />

Türkiye’nin ilk kadın avukatlarından Süreyya Aaolu’nun<br />

arividir. Altı bine yakın belgeden oluan bu ariv kadın<br />

konulu arivcilie en güzel örnei oluturmaktadır. Bu ar-<br />

ivde bulunan belgeler sıradan belgeler deildir, her biri<br />

ayrı ayrı tarihsel önem taımaktadır.<br />

Saklı Arivler(*)<br />

Kütüphanelerde ve arivlerde bulunan kadınlarla ilgili özel<br />

bilgiler, bir erkein arivi içinde saklanmakta, kadınları görünmez<br />

kılmaktadır. Bu nedenle, kadınlarla ilgili artık/kırıntı/parça/kalıntı<br />

koleksiyonlardan söz edilebilir. Bu tür<br />

parçalı kadın koleksiyonları daha çok erkeklerin özel ar-<br />

ivleri arasından çıkmaktadır. Çünkü kadınların kendilerine<br />

ait özel ariv alıkanlıkları azdır. Böyle bir alıkanlık olsa<br />

bile, toplumsal baskılar ciddi engeller oluturmutur. Örnein<br />

aile arivleri içinde kadınlara ait bilgi “Dierleri” adı<br />

altında ayrı arivlenmekte ya da imha edilmektedir(*).<br />

*90’larda Türkiye’de Feminizm, derleyen : Aksu Bora – Asena Günal, stanbul,<br />

letiim Yayınları, birinci baskı, 2002<br />

*Genevieve Fraisse, Les femmes et leur histoire, Paris, Editions Gallimard, Folio<br />

Histoire, 1998<br />

*Archives du Féminisme, bulletin no 5, Juin 2003 ve bulletin no 6, Décember 2003<br />

*Women’s Archives Guide : Manuscript Sources for the History of Women,<br />

Joanna Dean and David Fraser, National Archives of Canada, Ottowa, 1991<br />

*Language, gender and sex in comparative perspective, edited by Susan U. Philips,<br />

Susan Steele and Christine Tanz, Oxford University Pres, 1987<br />

*Discovering Women’s History : a practical guide to the sources of women’s history<br />

1800 – 1945 Deidre Beddoe, San Francisco, Pandora, 1993<br />

*Women’s Collections : Libraries, Archives and Consciousness, editor : Susanne<br />

Hildenbrand, New York, The Haworth Press, 1986<br />

Dipnotlar:<br />

*Françoise Thébaud, Ecrire l’histoire des femmes et du genre, 2eme édition<br />

revue et augmentée, Lyon, ENS Editions, 2007<br />

*Süreyya Aaolu Özel Arivi Katalou, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi<br />

Merkezi Vakfı,Hazırlayan:Yusuf Altan Altınok, Danıman : Bekir Kemal Ataman,<br />

250 s. , stanbul, 2007<br />

*Hasene Ilgaz Özel Arivi Katalou, TC. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi<br />

Arivcilik Bölümü, Lisans Tezi, Hazırlayan : Nurgül Özdoan ve Zeynep Eratalay,<br />

Danıman : Bekir Kemal Ataman, 178 s. , stanbul, 1995<br />

*Women, Information and the Future, edited by Eva Steiner Moseley, Fort Atkinson,<br />

Wisconsin, Highsmith Pres, 1994<br />

*Vakıf kurulu Senedi<br />

*Vakıf Kurucu Üyesi<br />

Nadir Belgeler<br />

154


Eyüp Sultan, Pertevniyal Valde Sultan Çemesi<br />

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi<br />

İstanbul Çeşmelerine Toplu Bir Bakış<br />

Yazı ve Fotoğraflar: Prof. Dr. H. Örcün BARIŞTA<br />

İstanbul’a bir açık hava müzesi niteliği kazandıran kültür varlıkları ve sanat eserleri arasında kuşkusuz ki<br />

Silivrikapı’dan Rumeli Kavağı’na, Üsküdar’dan Anadolu Kavağı’na, Kadıköy’den Kartal’a ve Tuzla’dan Adalar’a<br />

kadar uzanan semtlere yayılmış, kimi özgün biçimini, kimi konumunu yitirmiş, kimi onarılarak ve korunarak günümüze<br />

gelen çeşmelerin payı büyüktür. Bazıları doğayla, bazıları meydanla, bazıları sokakla, bazıları yapılarla<br />

bütünleşen bu çeşmeler, Osmanlı İmparatorluğu döneminin bu alandaki kazanımlarının görsel tanıklarıdır.<br />

155


Osmanlı mparatorluu döneminde yüzyıllar boyu bakent<br />

olan stanbul’daki çeitli yapı türleri, gerek yapılı biçimleri,<br />

gerek süslemeleri, gerekse hem yapılı biçimleri, hem de<br />

süslemeleri ile güçlü bir uygarlıın varlıına iaret etmektedir.<br />

Saray ve saray dıına yayılmı pek çok farklı türde<br />

mimari örnekleri ile çeitli hazirelere ve mezarlıklara da-<br />

ılmı mezar taları, bu ehrin kimliine ve kiiliine katkıda<br />

bulunmakta ve stanbul’a bir açık hava müzesi niteli-<br />

i kazandırmaktadır. Böyle bir düünceyi; stanbul’u ulusal<br />

ve uluslararası platformda ünlü kılan 15. yüzyıl ve 20. yüzyılın<br />

ilk çeyrei arasında yapılmı olan kültür varlıkları ve<br />

sanat eserleri desteklemektedir. Kukusuz stanbul’un bu<br />

üne kavumasında; sanat tarihinde kendine özgü bir yeri<br />

olan, Silivrikapı’dan Rumeli Kavaı’na, Üsküdar’dan Anadolu<br />

Kavaı’na, Kadıköy’den Kartal’a ve Tuzla’dan Adalar’a<br />

kadar uzanan semtlere yayılmı, kimi özgün biçimini, kimi<br />

konumunu yitirmi, kimi onarılarak ve korunarak günümüze<br />

gelen çemelerin payı büyüktür. Bazıları doayla,<br />

bazıları meydanla, bazıları sokakla, bazıları yapılarla bütünleen<br />

bu çemeler, Osmanlı mparatorluu döneminin<br />

bu alandaki kazanımlarının görsel tanıklarıdır.<br />

Çeme Teriminin Tanımı<br />

Bilindii gibi Türkçe Sözlük’te “çeme” kelimesi, herkesin<br />

yararlanması için düzen altına alınarak bir oluktan akıtılan<br />

yalaklı su haznesi olarak tanımlanmaktadır (1) . Canlıların su<br />

içmesi, su alması, yıkaması, abdest alması vb. ilevlerle<br />

farklı boyutlarda, biçimlerde ve deiik konumlarda yapılmı<br />

çemeler, çeitlemeler içerir. Genellikle insanların yararlanması<br />

için tasarlanmı çemelerin bazılarında kular<br />

için oluturulmu sebil, suluk vb. üniteler, bazılarında da<br />

kular dıındaki canlıların su içmelerine yarayan ve halk<br />

dilinde “yalak” denilen bir ya da birkaç tekne bulunur. Birden<br />

fazla tekneli çemeler arasında, halk dilinde “yunak”<br />

adı verilen toplu çamaır yıkama yapıları da bulunur. Bunların<br />

açık hava ve kapalı mekânlı örnekleri de vardır.<br />

Bazen ayrı bir yapı, bazen yapıya bitiik, bazen de serbest<br />

bir yaklaımla bir yontu gibi oluturulmu çemelerin, bir<br />

Kadırga, Esma Sultan Namazgahı Çemesi<br />

tür kent möblesi gibi tasarlanmı ve sütun çeme olarak<br />

adlandırılmı (2) olan serbest stilde biçimlendirilmi çeitlemeleri<br />

vardır. Bunların yanı sıra erbet ikramı için tasarlanmı<br />

“musluklu ta tekne, ta testi (3) “ , “erbetlik”, “erbet<br />

kurnası”, “mermer sebil küpü (4) ” ya da “su tabutu (5) ” olarak<br />

adlandırılmı çeitlemeleri de bulunmaktadır.<br />

Türklerin, Arapça “sebil” terimini, Allah rızası için yapılmı<br />

çeme, adırvan, kuyu gibi çeitli su mimarisi yapıları<br />

için kullandıı; kelime olarak sebile benzeyen fakat ondan<br />

ayrı bir manaya gelen yine Arapça “selsebil (6) ” kelimesini<br />

de farklı fonksiyona göre yapılmı olan bir su mimarisi<br />

için kullandıkları ileri sürülür.<br />

stanbul Çemelerinin Türk Sanat Tarihindeki Yeri ve Önemi<br />

Osmanlı mparatorluu döneminin stanbul’daki çemeleri;<br />

taınmaz kültür varlıı olan yapı türlerinden, taınabilir<br />

nitelikteki ta testiler ve musluklu ta teknelere kadar geni<br />

bir yelpazeye yayılır. Bunlar hem yararlı, hem de güzel<br />

i ürünlerinden balayarak endüstriyel sanat ürünlerine<br />

ve el sanatlarından güzel sanat düzeyine ulaan zengin<br />

bir repertuarla Türk plastik sanatlarına bir bavuru kayna-<br />

ı oluturur. Bir dönemin kültür ve sanat düzeyini yansıtan<br />

çemeler, ta ileri alanında seçilen konuları ve beliren<br />

üslupları kopmadan izlememizi salar. Bu yolla duygu ve<br />

düünce sistemini görsel kanaldan algılamamıza, gözlenen<br />

biçimler ve süslemelerle, plastik sanatlar alanındaki estetik<br />

beeniyi belirlememize ve kronolojik bir sistematikle<br />

izlememize olanak tanır. Bu dönemden kalan suyolu haritaları,<br />

çemelerin konumlarının bir ehircilik anlayııyla ve<br />

projeler kanalıyla programlandıını gösterir. Bunlarda kullanılan<br />

gereçler, uygulanan teknik, seçilen boyutlar ve biçim<br />

gibi niteliklerde gözlenen çeitlemeler, üretimde belli<br />

standartlara ve güçlü bir teknolojinin varlıına iaret eder.<br />

stanbul çemeleri, Topkapı Sarayı avlu kapısı önündeki<br />

III. Sultan Ahmet Çemesi’nde olduu gibi, bazıları sultanın<br />

imzasını taıyan, bazıları ünlü airlerin beyitleri ile bezenmi,<br />

bazıları ünlü hattatların kalemiyle biçimlendiril-<br />

156


mi kitabeleri ve çeitli konularla bezenmi süslemeleriyle<br />

göz kamatırır. Bazı çemeler, içerii anlam yüklü yazılı<br />

bezemeleriyle, fonetik sanatlar alanına da engin bir hazine<br />

sunmakta ve hepsinden öte, plastik ve fonetik sanatların<br />

bir arada sergilendii örneklerle, dünya sanatına özgün<br />

bir bileik sanatlar vizyonu baheder (7) . Bu balamda, yalnız<br />

bir semt ölçeinde, örnein Üsküdar’da, 18. yüzyıldaki<br />

estetik deerlerin sorgulanması aamasında, ilginç bir olguyla<br />

karılaılmaktadır. Bu olgu, bir zamanlar su gereksinimini<br />

salayan insanların, bir sanat galerisindeki yapıtları<br />

izler gibi, ta ileri ile bezenmi ayna talarına bakabilen,<br />

dönemin ünlü airlerinden, örnein Nedim’den beyitler<br />

okuyabilen Üsküdarlıların yaadıkları engin sanat ortamını<br />

gözler önüne sermektedir (8) .<br />

te bu engin sanat ortamı, stanbul’a ün kazandırmı ve<br />

bu ehri pek çok yerli ve yabancı bilim adamı ve sanatçının<br />

ilgi odaı haline getirmitir. Bu aydın ve sanatkârların<br />

bir grubunun, stanbul çemelerini konu alan eserleri vardır.<br />

Bilindii gibi Osmanlı mparatorluu döneminde camiler<br />

ve çevresinde görülen su yapıları, ilgi odaı olmu<br />

ve bazı yazarlarca kayıt edilmi, bazı sanatçılarca betimlenmitir.<br />

Günümüze ulaan kültür varlıklarındaki eksikliklerimizi<br />

tamamlayan, bizlere görsel ve yazılı bilgiler<br />

sunarak aydınlatan, estetik duygular veren bu eserler,<br />

stanbul’daki dier kültür varlıkları gibi çemeleri de önce<br />

ulusal, sonra uluslararası düzeye taımıtır.<br />

stanbul’da bulunan çemeler toplu bir bakıla; stanbul<br />

çemelerinin türleri, stanbul çemelerinde kullanılan gereçler<br />

ve uygulanan teknikler, stanbul çemelerinde gözlenen<br />

biçimler ve stanbul çemelerindeki plastik deerler<br />

balıkları altında ele alınabilir.<br />

stanbul Çemelerinin Türleri<br />

Farklı tanımları olan çemelerin sınıflaması da çeitli bakı<br />

açılarıyla yapılmıtır. stanbul’daki çemeler: insanlar için<br />

yapılmı çemeler, hayvanlar için yapılmı çemeler; yetikinler<br />

için yapılmı çemeler, çocuklar için yapılmı çemeler;<br />

yapılarla balantılı çemeler, serbest çemeler; nesne<br />

biçimli çemeler; açık hava çemeleri, yapı içi çemeleri;<br />

yaptıranın adını taıyan çemeler, birisi adına yapılan<br />

çemeler, onarım yaptıranın adı ile anılan çemeler ve bulunduu<br />

semtle balantılı olarak adlandırılmı çemeler<br />

eklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmalarda ilgi çeken<br />

özellik, bazı çemelerde ya kemerin üstüne, ya ayna taına<br />

yerletirilmi, ya da bir madalyon içine tura biçiminde<br />

oturtulmu kitabelerde bazen hattatın adı geçmesine<br />

karın, çemeyi yapan ta ustasının adının yer almamasıdır.<br />

Bu durum, belki de becerikli ta ustasının bir motife<br />

bavurmu ve imza yerine bir iaret kullanmı olduunu<br />

akla getirmektedir. Bu konuda Tophane Meydan Çemesi<br />

ile Hekimolu Ali Paa Validesi Çemesi’nin bazı panolarında<br />

karımıza çıkan mısır motifleri ile bezenmi panolar “Mısırlı”,<br />

Azapkapı Saliha Sultan Çemesi’nde görülen hurma<br />

dalları ile son bulan yelpaze motifleri “Hacı” ya da “Badadi”<br />

lakabını kullanan ustaların varlıını (9) , ya da bunların önceki<br />

ta ustalarının iliklerini (atelyeleri) belirlemek için kullandıkları<br />

taçı iaretleri olabileceini düündürmektedir.<br />

Yapı ile balantılı olan çemeler iç mekân ve dı mekân<br />

çemeleri olarak iki ana balık altında kümelenmektedir.<br />

Ya yapıyla, ya avlu duvarıyla bütünleen, ya da kendi ba-<br />

Tophane Meydan Çemesi’nden saksıda meyveler<br />

ına ayrı bir yapı olarak tasarlanmı dı mekân çemelerinin<br />

sayısı; saray, konut, hamam, cami vb. yapılarda görülen<br />

iç mekân çemeleri ile artmaktadır. Yapı ile balantılı<br />

dı mekân çemelerin konumu ile balantılı olarak namazgah,<br />

hazire, hacet penceresi, mahalle, sokak, duvar,<br />

meydan, çayır, yunak, saray, konut, türbe, medrese, cami<br />

çemeleri vb. gibi adlandırılmı türleri vardır.<br />

Bütün bu örnekler, taınabilir kültür varlıı niteliindeki lüleli<br />

tekne ta küp biçimli örneklerle zenginletirilebilir. Genellikle<br />

camilerin avlularında karılatıımız bu tür çeme<br />

ya da sebiller, mimariyle balantısız serbest tasarlanmı<br />

musluklu ta tekne ve ta testi olarak isimlendirdiimiz, ta-<br />

ınabilir kültür varlıı nitelikli portatif çemelerdir. Çounlukla<br />

dikdörtgen bir prizma biçimindeki üstü düz bir ta<br />

blou ya da eik çatı ile örtülü dikdörtgen gövdeli bir tekneden<br />

oluan bu çemelerin ön ve yan cepheleri, kör kemer<br />

gözlerinden oluan sanal ayna taları ile bezenmitir.<br />

Saray çemelerinin seçkin örnekleri; Topkapı Sarayı, Dolmabahçe<br />

Sarayı, Yıldız Sarayı vb. yapılarda görülmektedir.<br />

Bostancı’daki II. Mahmut Namazgahı gibi çou orijinal biçimini<br />

yitirmi namazgah çemelerine, Kadırga Esma Sultan<br />

Namazgahı Çemesi; hazire çemelerine, II. Mahmut<br />

Türbesi Haziresi’ndeki II. Mahmut Çemesi; hacet penceresi<br />

çemelerine, ehzade Cami Haziresi önündeki çemeler;<br />

meydan çemesine III. Ahmet Çemesi, Tophane Çemesi,<br />

Azapkapı Saliha Sultan Çemesi, Mihriah Sultan Çemesi<br />

(Küçüksu Çemesi) örnek verilebilir. Mahalle çemesi, sokak<br />

çemesi, duvar çemesi örnei sayıca çoktur.<br />

Su yapılarından yapı içi çemelerinin örneklerine konut,<br />

saray vb. gibi profan yapıların yanı sıra türbe ve camilerde<br />

rastlanmaktadır. Çemelerin cami içinde yer alan türlerine<br />

157


Çemelerde; örme, kesme, oyma, ulama, bindirme, kaplama,<br />

almaık duvar örme vb. gibi yapım tekniklerinin yanı<br />

sıra delik ii oyma, tutturma (aplike), boyama vb. süsleme<br />

teknikleri uygulanmıtır. Delik ii sayıca azdır. Anadolu<br />

Kavaı Çemesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’nde birkaç örnei<br />

vardır. Benzer bir durum tutturma (aplike) için de söz<br />

konusudur. Küçüksu Çemesi ile Maçka’daki Abdülhamit<br />

Çemesi, bu konuda seçkin örneklerdir. Altın rengi boya<br />

ile özellikle kitabeleri boyama, oldukça yaygındır. Bazı örneklerde,<br />

iki renkli ta içilii ile yapılmı süslemeler de<br />

görülmektedir. Sultan Ahmet Meydan Çemesi, Hafız Ahmet<br />

Paa Çemesi ve Köprülü Mehmet Paa Çemesi, bu<br />

konuda ilgi çeken örneklerdir. Kukusuz çemelerde gözlenen<br />

ana süsleme teknii oymadır. Oyma uygulayarak<br />

yüksek ya da alçak kabartma biçiminde yapılmı süslemeler<br />

sayıca çoktur.<br />

stanbul Çemelerinde Gözlenen Biçimler<br />

Temelde suyun aktıı lüleli bir aynataı ve suyun doldurduu<br />

bir tekne, kurna, suluktan oluan çemeler, bir alt<br />

yapıya dayanarak ya da serbest bir yaklaımla, sokaın,<br />

meydanın, çayırın, avlunun, caminin, konutun en elverili<br />

yerine yerletirilmitir. Çemeler genellikle bir yapı, bazen<br />

de bir nesne, bir tür kent möblesi biçimindedir. Bunlar, yapılı<br />

amacına balı olarak, farklı boyutlarda ve farklı biçimlerde<br />

tasarlanmıtır. Örnekler arasında, çocuklar için tasarlanmı<br />

küçük boyutlu çeme dikkat çekmektedir. Topkapı<br />

Sarayı ehzadeler Dairesi içindeki çemeler ve aynı dairenin<br />

talıındaki çeme, özgün parçalardır. Bunlar, çocukların<br />

yararlanabilmesi için yapılmı küçük boyutlu ayna<br />

taları, dinlenme talarının ergonometrik özellikleri ve estetik<br />

deerleriyle, ulaılamamı parçalardır. Benzer bir durum<br />

Topkapı Sarayı Sünnet Odası’ndaki çemeler için de<br />

söz konusudur. Baka ülke sanatlarında benzerleri görülmeyen<br />

bu örnekler dıında, kukusuz kular için tasarlamı<br />

çok küçük boyutlu sebiller, suluklar da kayda deer<br />

örneklerdir.<br />

Kazlı Çeme'den kuu motifi<br />

17. yüzyılda Sultan Ahmet Camii ve 18. yüzyılda Hekimolu<br />

Ali Paa Cami; türbelere ise Eyüp Sultan’daki Beir Aa<br />

Türbesi içindeki çemeler örnek gösterilebilir.<br />

stanbul Çemelerinde Kullanılan Gereçler ve<br />

Uygulanan Teknikler<br />

stanbul çemelerinde kufeki taı, mermer, tula, metal<br />

vb. gibi yapım ve renkli ta, çini, boya ile metal vb. gibi<br />

süsleyici gereçler kullanılmıtır. Genellikle kufeki taından<br />

yapılmı çemelerin ayna talarının mermerden tasarlandıı,<br />

bazı örneklerin mermerle kaplandıı, az sayıda olmakla<br />

birlikte bazı çemelerde tulanın da seçilmi oldu-<br />

u görülmektedir. Örneklersek; süsleyici gereçlerden çininin<br />

kullanıldıı Mercan Camii önündeki küçük duvar çemesi<br />

ve Eyüpsultan’daki Çinili Çeme, kayda deer örneklerdir.<br />

Bunlar, içi çiniyle kaplanmı Hatice Turhan Çemesi,<br />

su yapılarından brahim Paa Sebili’nin içindeki çini kalıntıları<br />

(10) ve Üsküdar’daki Horhor Çemesi ile zenginletirilebilir.<br />

Yetikinler için tasarlanmı çemelere gelince bunlar, bir<br />

ya da birden fazla kiinin yararlanabilecei bir yaklaımla<br />

tasarlanmıtır. Bir ya da birden fazla ayna talı ve cephelerle<br />

tasarlanmı çemelerin taban planı, kareye yakın<br />

dikdörtgen, kare ya da çokgen biçimindedir. Plan olarak<br />

çok komplike bir durum arz etmeyen çemelerin konstrüksiyonları,<br />

cephe düzenlemeleri ile gelimektedir. Cephe<br />

sayısına balı olarak çemeler, bir cepheli ve birden<br />

fazla cepheli çemeler olarak gruplandırılabilir.<br />

Klasik dönemde çemeler genellikle iki ayaı birbirine<br />

balayan, bir ya da iki tas yuvası bulunan, bir kemer gözü<br />

içine oturtulan bir ayna taı ve onun önünde yer alan iki<br />

tarafı birer dinlenme taı ile sınırlandırılmı bir tekne eklinde<br />

tasarlanmıtır. Cephe düzenlemelerinde Klasik dönemde<br />

düz çizgiler, geç dönemde ise yuvarlak çizgilere<br />

bavurularak yapılar oluturulmutur. klasik dönem örneklerinde<br />

ön cephesi düz yüzeyli, kare ve dikdörtgen<br />

prizma gövdeler; Geç dönem örneklerinde ise benzer gövdelerin<br />

ön cepheleri yuvarlatılmı taıntılı yüzeyli örneklerin<br />

beeni kazanmı olduu görülmektedir. Duvar çemelerinde<br />

ise derinlik yoktur. Bir tür cephe kaplaması gibi<br />

çeme, duvara giydirilmitir. Geç dönemde beliren konsollu<br />

çemelerde ise ayrı hazırlanmı küçük kurnalı bir tırnak<br />

üzerine ayna taı oturtularak duvara yerletirilmitir.<br />

stanbul Çemelerindeki Plastik Deerler<br />

16. ve 17. yüzyılları kapsayan klasik dönemden günümüze<br />

ulaan çemelerin süslemeleri genellikle iki ayak arasına<br />

oturtulan bir kemer biçiminde oluturulmu, çemelerin<br />

ayaklarını birbirine balayan kemerlerin gözünde yer<br />

alan lülenin bulunduu üniteye dikey olarak oturtulmu<br />

ayna taların odaklamı olduu, bazen kurnaların da bezendii<br />

gözlenmektedir. Çeitli boyutlarda tasarlanmı<br />

ayna taları, düz yüzeyli bir dikdörtgen pano biçimindedir.<br />

Benzer bir olgu, kurnalar için de söz konusudur. Ayna talarının<br />

süsleme programı temelde aynı ilkelerden yola çıkılarak,<br />

farklı motifler kullanılarak düzenlenmitir. Bunla-<br />

158


Eyüp Sultan, Kırımı Mehmet Efendi Çemesi<br />

rın lülelerinin bulunduu delikler, dikdörtgen bir çerçeve<br />

içine alınmı, kör bir kemer gözü ile lülesi çevrelenmitir.<br />

Ya sivri kemer, ya dirsekli sivri kemer ya da dilimli sivri kemerle<br />

çerçevelenmi lüleler ile kemer kilidi arasındaki bolua<br />

bir gülçe (çiçek) yerletirilmitir. Örneklerim bazılarında<br />

kemerlerin kilidinin üstü bir palmetle taçlandırılmı, bazı<br />

örneklerde kemer köelikleri ve kemer gözleri palmet, kıvrık<br />

dal motifleri ve ayna taları da servi aaçları motifleriyle<br />

bezenmitir. Bazı örneklerde, vazo içine oturtulmu çiçeklerden<br />

oluan “natürmort” motiflerine de yer verilmitir.<br />

Natürmortla bezenmi Cerrah Paa Çemesi seçkin bir örnektir.<br />

Bu dönemin bezemelerinde doadan seçilmi bitkisel<br />

bezeme konuların stilize edilerek yansıtıldıı ve karanfil,<br />

lale, gül, süsen, sümbül, nergis, servi vb. bitkilerin yansıtılıında<br />

antinaturalist bir üsluba bavurulduu, yazılı bezemelerle<br />

oluturulmu kitabelerde ise non figuratif bir yaklaımla<br />

istiflerin gerçekletirilmi olduu görülmektedir.<br />

Geç dönem ya da Batılılama dönemi olarak adlandırılan<br />

18. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreine kadarki dönemden<br />

günümüze ulaan örnekler sayıca çoktur. Bunların bir<br />

grubu Klasik dönem özelliklerini sürdürmekte, bir grubu<br />

yeni arayılar, bir grubu ise yenilikler sergilemektedir (11) .<br />

Bu yüzyılda mimariyle balantılı çemelerin yapımına devam<br />

edilmekle birlikte, kendi baına bir yapı oluturan ve<br />

dikey eksende gelien, bazı kaynaklarda sütun çeme olarak<br />

isimlendirilen örneklerin de devreye girdii fark edilmektedir.<br />

Klasik dönemde mimariyle balantılı çemelerde<br />

genellikle görülen iki ayak arasındaki sivri kemer gözünün<br />

içinde kalan düz yüzeyinde yer alan ayna taının,<br />

giderek biçim deitirdii ve 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />

ya oturtulduu yuvarlak kemer gözünden dıa doru tatıı<br />

ya da iki ayak arasına atılan bir lento ile dikdörtgen<br />

bir çerçeve içine alındıı görülmektedir. Çemenin ayaklarından<br />

kemer karnına doru profilasyonlarla kademeli<br />

Kırımı Mehmet Efendi Çemesi’nden ku motifleri<br />

bir geçi yapılarak dıbükey bir ayna taının yerletirildii<br />

ya da çemenin ayakları ile üstündeki lentoların arasındaki<br />

yüksekliin kurgulanmı olduu, böylece klasik döneme<br />

kıyasla ayna talarının boyutlarının büyüdüü ve bunların<br />

yüzeyinin bir bütün olarak ele alındıı gözlenmektedir.<br />

Bunlar, ya elips biçimli madalyonlar, ya da üst üste<br />

oturulmu yuvarlak çizgili kör kemer sıralarıyla bezenmitir.<br />

Barok bir üslupla biçimlendirilmi elips ve kemerlerin<br />

oluumunda ‘S’ ve ‘C’ kıvrımlı ve bu çizgiler çevresinde kümelenen<br />

bitki ve nesnelere, baka deyile rokay öelere<br />

yer verilmitir. Bunların bazılarının kurnalarının da yuvarlak<br />

çizgilerle oluturulduu, bazılarınınsa bitkisel bezemeler<br />

ve rozetlerle süslendii görülür. Tek baına ayrı bir<br />

yapı olarak tasarlanmı sütun çemeler ise yeni arayılar<br />

ve yeniliklerle çeitlemeler içermektedir. Örneklersek;<br />

klasik dönemden farklı olarak daha gerçekçi bir gözle, zaman<br />

zaman naturalist bir üslupla yansıtılan bitkisel bezemelere<br />

hurma aacı, hurma dalı, yıldız çiçei (krizantem),<br />

islantus, boru çiçei vb. çiçekler katılmıtır. Karıık bezemelerin<br />

bir teması olan vazoda çiçeklere, vazoda meyveler,<br />

tabakta meyvelerden oluan natürmortlar eklenmi;<br />

nesneli bezemeler deniz kabukları, midye, perde, püskül,<br />

vazo, sütun, arma-nian vb. yeni konularla zenginletirilmitir.<br />

Bu arada yazılı bezemeler önemini yitirmemi,<br />

özellikle turalarla ve aynalı yazılarla özgün biçimler sergilenmi<br />

ve figürlü bezemelere ilgi uyanmıtır. Bu konuda<br />

Eyüp Sultan’daki Kırımı Mehmet Aa Çemesi’nin ku<br />

motifi ile bezenmi suluu, Küçük Çekmece Abdülhamit<br />

Çemesi’nin aslan baı biçimindeki lülesi ve bir kuu motifiyle<br />

bezenmi Kazlıçeme, seçkin örneklerdir.<br />

stanbul Çemeleriyle lgili Yazılı ve Görsel Kaynaklar<br />

Örneklersek; Evliya Çelebi Seyahatname’sinde (12) , Hadikatü’l<br />

Cevami (13) ’de dier yapılar anlatılırken çemelere de de-<br />

159


inilmitir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde stanbul çemeleri<br />

ile ilgili yayınlar Tanıık’ın stanbul Çemeleri I (14) ,<br />

stanbul Çemeleri II (15) , Kumbaracılar’ın stanbul Sebilleri (16) ,<br />

Egemen’in stanbul’un Çeme ve Sebilleri (17) , Yüngül’ün<br />

Tophane Çemesi ve Azapkapı Çemesi (18) , Önsözü Cahit<br />

Çeçen’ce yazılmı stanbul Belediyesi Sular daresi Umum<br />

Müdürlüü’nce yayınlanmı Üsküdar III. Ahmet Çemesi (19) ,<br />

olarak sıralanabilir. Bu yayınlara Haskan (20) ’ın Eyüpsultan<br />

Tarihi ve Üsküdar Tarihi isimli kitapları, Aynur- Karateke (21)<br />

tarafından hazırlanmı olan III. Ahmed Dönemi Çemeleri,<br />

Özdeniz (22) ’ in Bahriyeli Çemeleri ve Pilehvarian- Urfalıolu<br />

Yazıcıolu’nu birlikte hazırlamı oldukları Osmanlı Bakenti<br />

stanbul’da Çemeler (23) , Çeçener’in Üsküdar Merkez Mahalleleri<br />

Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı (24) , Göncüolu’nun<br />

Tarihte Hasköy Sütlüce ve Halıcıolu Semtleri Monografisi (25)<br />

isimli kitapları eklenebilir. Bu yayınları sayısı Barıta (26) ’nın<br />

stanbul Çemeleri konulu Bereketzade Çemesi, Beyolu<br />

Cihetindeki Meyve Tabaı Motifleriyle Bezenmi Tek<br />

Cepheli Anıt Çemeler, Ortaköy Damat brahim Paa-<br />

ihane Hacı Mehmet Aa Çemeleri, Azapkapı Saliha<br />

Sultan Çemesi, Hekimolu Ali Paa Çemesi ile Öner (27) ’<br />

in stanbul’daki Meydan Çemelerinde Süsleme konulu bilim<br />

uzmanlıı tezi, Naci Yüngül’ün Taksim Suyu Tesisleri (28) ,<br />

Nirven’in stanbul Suları (29) , Tokay’ın stanbul adırvanları (30) ,<br />

Çeçen (31) ’ in, Halkalı Suları, Üsküdar Suları, Taksim Hamidiye<br />

Suları ve stanbul Belediyesi (32) ’ nin isimli kitaplarıyla<br />

arttırılabilir. Bu arada ansiklopedik bilgiler veren stanbul<br />

Ansiklopedisi (33) , Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi (34)<br />

vb. ansiklopedilerle yayınların boyutları geniletilebilir.<br />

Görsel kaynaklara gelince su mimarisinden çemelerle ilgili<br />

betimlemelerin örneklerine minyatürlerde rastlanmaktadır.<br />

Bu konuda Atıl (35) , Mahir (36) , Çaman-Tanındı (37) , Bagcı,<br />

Çaman, Renda Tanındı (38) , Atasoy (39) , And (40) , Atıl (41) , yapmı<br />

oldukları minyatürlerle ilgili yayınlarındaki bazı örneklerle<br />

bizleri bilgilendirmektedir. Öte yandan çemelerin 19. yüzyılda<br />

pek çok yerli ve yabancı gezgin ve sanatçının dikkatini<br />

çektii fark edilmektedir. Bir yandan Hoca Ali Rıza, Osman<br />

Asaf, Hamdi Kenan, Süheyl Ünver vb. gibi sanatçıların yalıboya<br />

ile suluboya resimleri (42) vb. gibi eserlerden Thomas<br />

Allom, W. Floyd, William Henry Bartlett, H. Griffishs, Eugene<br />

Flandin, Lewis, C. Biseo, Eugene Flandin vb. gibi yabancı<br />

sanatçıların yaptıı gravürlere kadar uzanan örnekler; bir<br />

yandan Koçu’nun stanbul Ansiklopedisi’nde yer verdii<br />

çizimlerden (43) G. Bergghen gibi sanatçıların çekmi olduu<br />

fotoraflarla oluturulmu kartpostallara kadar yayılan çemelerin<br />

betimlemeleri, çemelerin biçim ve süslemeleriyle<br />

ilgi odaı olduunu ortaya koymaktadır.<br />

Necla Arslan, “Gravür ve Seyahatnamelerde stanbul 18.<br />

Yüzyıl Sonu ve 19.Yüzyıl” adlı eserinde (44) ve Mustafa<br />

Sevim’in, “Gravürlerle Türkiye stanbul (45) ” eserinde yayınlamı<br />

olduu çeme betimlemeleri böyle bir düünceyi<br />

güçlendirmektedir.<br />

Dipnotlar:<br />

1- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Bilgi Basımevi, Ankara,1974, s.178.<br />

2- Semavi, Eyice, “Çeme,” slam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, stanbul,<br />

1993, C.8, s.282.<br />

3- H. Örcün Barıta, “Bakent stanbul’dan Örnekleriyle Osmanlı mparatorluk Dönemi<br />

Çemeleri”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, C.12, s.243.<br />

4- Yılmaz, Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Döneminde Su Yapıları,<br />

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1997,s.22.<br />

5- Besim, Çeçener, Üsküdar Merkez Mahalleleri Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı Eserleri, Üsküdar<br />

Belediyesi, stanbul, 2007.<br />

6- Önge, a.g.e., s.7.<br />

7- H. Örcün, Barıta, a.g.m. “ Bakent stanbul’dan Örnekleriyle Osmanlı mparatorluu Dönemi<br />

Çemeleri”, C.12 s.242.<br />

8- H. Örcün, Barıta,” Osmanlı Dönemi Üsküdar Çemelerinden Bazı Ayna Taları<br />

ve Sorunları”, Uluslar arası Üsküdar Sempozyumu VI, Üsküdar Belediyesi, 2009,<br />

C.I, s.282.<br />

9- H. Örcün, Barıta,” Hekimolu Ali Paa Validesi Çemesi”, Dünden Bugüne stanbul<br />

Ansiklopedisi, Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı, 1994, C.4, s.47.<br />

10- H. Örcün, Barıta, “ brahim Paa Sebili”, Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi,<br />

Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı, 1994, C.4, s.131.<br />

11- H. Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri, Bereketzade Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları,<br />

stanbul, 1989; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri, Beyolu Cihetindeki Meyva<br />

Tabaı Motifleri le Bezenmi Tek Cepheli Anıt Çemeler- Kaptan Hacı Hüseyin<br />

Paa Çemesi- Topçubaı smail Aa Çemesi- Kemanke Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />

Yayınları, Ankara,1991; H.Örcün Barıta, stanbul Çemeleri, Ortaköy Damat brahim<br />

Paa Çemesi-ihane Hacı Mehmet Aa Çemesi-Taksim Maksemindeki I.Mahmut<br />

Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1992; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri,<br />

Kabata Hekimolu Ali Paa Meydan Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, stanbul,<br />

1993; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri Azapkapı Saliha Sultan Çemesi, Kültür<br />

Bakanlıı Yayınları, Ankara,1995.<br />

12- Orhan aik, Gökyay., Evliya Çelebi Seyahatnamesi Kitap I, Yapı Kredi Yayınları,<br />

stanbul, 1995, s.87.<br />

13- Ayvansarayi Hüseyin Efendi- Ali Satı Efendi- Süleyman Besim Efendi, Hadikatü’l<br />

Cevami (stanbul Camileri ve Dier Dini- Sivil Mimari Yapılar) Hazırlayan Ahmed Nezih<br />

Galiktekin, aret Yayınları, stanbul, 2001, s. 57.<br />

14- brahim Hilmi, Tanıık., stanbul Çemeleri, stanbul, I. Cilt.<br />

15- brahim Hilmi, Tanıık., stanbul Çemeleri- Beyolu ve Üsküdar Ciheti , stanbul,<br />

1945, II. Cilt.<br />

16- zzet, Kumbaracılar., stanbul Sebilleri, Kültür Bakanlıı, stanbul, 1938.<br />

17-Affan, Egemen., stanbul’un Çeme ve Sebilleri, stanbul,1993.<br />

18- Naci, Yüngil., Azapkapı Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi, stanbul, 1954;<br />

Naci Yüngül., Tophane Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi, stanbul, 1958.<br />

19-Üsküdar III Ahmet Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi Umum Müdürlüü<br />

Yayınları.<br />

20- Mehmet Mermi, Haskan., Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi, 2001,<br />

C.2, Mehmet Mermi Haskan., Eyüpsultan Tarihi, Eyüpsultan Vakfı,1996.<br />

21- Hatice Aynur- Hakan K. Karateke., III. Ahmed Devri Çemeleri, stanbul Büyükehir<br />

Belediyesi,1995, 189.<br />

22- Engin, Özdeniz., stanbul’daki Kaptan-ı Derya Çemeleri ve Sebilleri, Deniz Kuvvetleri<br />

Komutanlıı Kültür Yayınları Sanat Eserleri Dizisi No:4, stanbul, 1995.<br />

23- Nuran, Kara Pilehvarian- Nur Urfalıolu-Lütfi Yazıcıolu., Osmanlı Bakent’inden Çemeler,<br />

Yem Yayın, 2000.<br />

24- Çeçener., A.g.e., Üsküdar Merkez Mahalleleri Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı.<br />

25- Süleyman Faruk, Göncüolu., Tarihte Hasköy Sütlüce ve Halıcıolu Semtleri,<br />

Sinpa, stanbul,2005.<br />

26- H. Örcün, Barıta., stanbul Çemeleri, Bereketzade Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />

Yayınları, stanbul, 1989; H. Örcün, Barıta., stanbul Çemeleri, Beyolu Cihetindeki<br />

Meyva Tabaı Motifleri le Bezenmi Tek Cepheli Anıt Çemeler- Kaptan Hacı<br />

Hüseyin Paa Çemesi- Topçubaı smail Aa Çemesi- Kemanke Çemesi, Kültür<br />

Bakanlıı Yayınları, Ankara,1991; H. Örcün Barıta., stanbul Çemeleri, Ortaköy Damat<br />

brahim Paa Çemesi-ihane Hacı Mehmet Aa Çemesi-Taksim Maksemindeki<br />

I.Mahmut Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1992; H. Örcün, Barıta.,<br />

stanbul Çemeleri, Kabata Hekimolu Ali Paa Meydan Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />

Yayınları, stanbul, 1993; H.Örcün Barıta stanbul Çemeleri Azapkapı Saliha Sultan<br />

Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara,1995.<br />

27- Sema, Öner., stanbul’da Meydan Çemelerinde Süsleme, Hacettepe Üniversitesi,<br />

Sanat Tarihi Anabilim Dali Bilim Uzmanlıı Tezi, Ankara, 1981. (Yayımlanmamıtır)<br />

28- Naci, Yüngül., Taksim Suyu Tesisleri, stanbul Belediyesi, Sular daresi, stanbul,1957.<br />

29- Saadi Nazım, Nirven., stanbul Suları,stanbul, 1946.<br />

30- Enver, Tokay., stanbul adırvanları, stanbul,1951.<br />

31- Kazım, Çeçen., Halkalı Suları, stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991; Üsküdar<br />

Suları, stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991, Taksim Hamidiye Suları,<br />

stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991 ; Ayrıca Bk. stanbul’da Osmanlı Devri<br />

Su Tesisleri, stanbul Teknik Üniversitesi, 1984.<br />

32- Necdet, Ertu- Rahmi, Karaku- Süleyman, Kızıltoprak- Hüseyin, Aykut-Aye, Önuçak-<br />

Naciye, Turgut- Sema, Doan., stanbul Tarihi Çemeler Külliyatı, stanbul Büyükehir Belediyesi,<br />

stanbul Su ve Kanalizasyon daresi, 2006.<br />

33- Reat Ekrem Koçu ., stanbul Ansiklopedisi, stanbul Ansiklopedisi ve Neriyat<br />

Kollektif irketi, C.1, 1958- C.2,1959-C.3,1960, C.4,1961- C.5, 1961- C.6,1963- C.7, 1965-<br />

C.8,1966-C.9,1968.<br />

34- Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı,1992-.1994.<br />

35- Esin, Atıl.,Süleymanname, National Gallery of Art, Harry N. Abrams, Inc., Publishers,<br />

New York,1986, s.96, 98.<br />

36- Banu, Mahir., Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, stanbul, 2004,s.198.<br />

Ayrıca Bk. Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları, Doan Karde Yayınları, stanbul,<br />

1969,s. 38,39.<br />

37- Filiz, Çaman- Zeren,Tanındı.,Topkapı Palace Museum Islamic Minature Painting, Tercüman,<br />

stanbul, 1979, s.66.<br />

38- Serpil Bacı- Filiz Çaman-Günsel Renda- Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı,<br />

Kültür ve Turizm Bakanlıı, 2006, s.169.<br />

39- Nurhan, Atasoy., 1582 Surname-i Hümayun Düün Kitabı, Koçbank, stanbul, 2000.<br />

40- Metin, And., Turkish Miniature Painting Ottoman Period, stanbul, 1982, s.62.<br />

41- Esin, Atıl., Levni ve Surname, Koçbank, stanbul, 1999,s.165.<br />

42- Gül, Sarıdikmen., Yok Olan Ve Deien Mimarlık Örnekleriyle Resimlerde Üsküdar,<br />

Uluslar arası Üsküdar Sempozyumu Bildiriler, Üsküdar Belediyesi, 2007, C.I,<br />

s.573-600.<br />

43- Reat Ekrem Koçu., A.g.e., stanbul Ansiklopedisi.<br />

44- Necla, Arslan., Gravür ve Seyahatnamelerde stanbul18 Yüzyıl Sonu ve 19.Yüzyıl,<br />

stanbul Büyükehir Belediyesi, 1992.<br />

45- Mustafa, Sevim., Gravürlerle Türkiye stanbul, I, II, Kültür Bakanlıı, Ankara, 1996.<br />

160

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!