ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - Ä°SMEK - Ä°stanbul BüyükÅehir ...
ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - Ä°SMEK - Ä°stanbul BüyükÅehir ...
ISMEK El Sanatları Dergisi Sayı 9 - Ä°SMEK - Ä°stanbul BüyükÅehir ...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Editör'den...<br />
ÝSTANBUL BÜYÜKÞEHÝR BELEDÝYESÝ SANAT VE MESLEK<br />
EÐÝTÝMÝ KURSLARI (ÝSMEK) EL SANATLARI DERGÝSÝ<br />
SAHÝBÝ<br />
Ferrah ARMAN<br />
Ý.B.B. Ýnsan Kaynaklarý ve Eðitim Daire Baþkaný<br />
YAZI ÝÞLERÝ MÜDÜRÜ<br />
Mehmet DOÐAN<br />
Ý.B.B. Eðitim Müdürü<br />
GENEL KOORDÝNATÖR<br />
Güven ÇALIÞKAN<br />
ÝSMEK Genel Koordinatörü<br />
GENEL YAYIN YÖNETMENÝ<br />
Muhammet ALTINTAÞ<br />
ÝSMEK Yayýn Editörü<br />
YAYIN KURULU<br />
Dilek CAN, Emine UÇAK, H. Salih ZENGÝN<br />
Metin YÜKSEL, Ayþe KOYUNCU, Semra ÜNLÜ<br />
FOTOÐRAFLAR<br />
Kerem MENTE<br />
Nebi URGANCI<br />
TEKNÝK YAPIM<br />
ÝSMEK YAYIN EDÝTÖRLÜÐÜ<br />
SANAT YÖNETMENÝ<br />
Ömer VEFA<br />
GRAFÝK TASARIM - UYGULAMA<br />
Sava KESC<br />
TASHÝH<br />
Hatice GÖZLEMECÝ, Ayþe ÇAL<br />
BASKI TAKÝP<br />
Abdurrahman TAÞKALE<br />
BASKI<br />
Numune Matbaacýlýk ve Cilt San. Ltd. Þti.<br />
ORGANÝZASYON<br />
Etkin Eðitim<br />
ÝSMEK EL SANATLARI DERGÝSÝ<br />
ÝSTANBUL BÜYÜKÞEHÝR BELEDÝYESÝ’NÝN<br />
BÝR KÜLTÜR HÝZMETÝ OLUP, ÜCRETSÝZDÝR.<br />
ADRES: Vatan Cad. No: 6 ( Historia AVM yanı)<br />
Fatih - Ýstanbul<br />
Tel: 0212 531 01 41<br />
e-mail: ismek@ismek.org www.ismek.org<br />
Çok uzakta deil; yanı baımızda!..<br />
Yaam hepimizi yoruyor, youruyor.<br />
ster arzu edelim ister etmeyelim, çou zaman bize bir eyler diretiyor.<br />
Ko yoksa düersin diyorlar, hep daha fazlasını istememizi öneriyorlar.<br />
Su alan kayıklarla bizi uçsuz bucaksız denizlere salıyorlar.<br />
Tüketmeye ayarlı beyinler daha yolun baında tükeniveriyorlar.<br />
Oysa mutluluk çok uzakta deil; yanı baımızda.<br />
Bizi biz olmaktan çıkaran her ne varsa hepsinden uzak durmakta.<br />
nsan, biraz soluklanmayı becerebilse farkına varacak her eyin.<br />
Var olanla yetinip, kendini bulacak bir kelebein kanadında.<br />
Sırrına varacak kendini kendi yapan her eyin.<br />
Sanat tadında yaayacak her anını vaktin.<br />
***<br />
Yalın ve basit hayatlarımıza sanat tadını katabilmek çok zor deil.<br />
çlerindeki yetenei fark edebilenler SMEK kurslarında hayatı paylaıyor,<br />
dergimizin sayfalarında ruhlarının derinliklerine doru uzun yolculuklara<br />
çıkıyor.<br />
Laf çok, lakin kelimeler kifayet etmiyor. Böyle bir dergide dokuzuncu<br />
sayıya ulaabilmenin mutluluu, bizlerin bütün yorgunluunu alıp<br />
götürüyor.<br />
Efendim, sizin yolunuz uzun! stanbul’un sekiz bin yıllık tarihinin izleriyle<br />
tanıacaksınız, sanat tarihi doktorası yapmı bakanının sanata<br />
bakıını okuyacaksınız. Bir ara Mavera’ün-Nehir kıyılarında dolaırken,<br />
bir ara, bir Budist çanı ile bir Kur’an-ı Kerim'in süsleme benzerliklerine<br />
aıracak, pek çok sanatı ve sanatçıyı biraz daha yakından tanıyacaksınız.<br />
Osmanlı’nın son sarayını, çemelerindeki sanatsal güzellikleri,<br />
haritalarını kefedeyim derken, seyyah hattatı ile dört bir yana sefere<br />
çıkacaksınız.<br />
Demitik ya; yolunuz uzun.<br />
Allah kolaylık versin efendim.<br />
Sanat tadında kalın, sanatın tadına varın.<br />
Muhammet ALTINTA
BU<br />
SAYIDA<br />
06<br />
20<br />
31<br />
Gelenekten<br />
Geleceğe<br />
Tezhip<br />
Sanatında Bir<br />
Yolculuk<br />
Piri Reis’ten<br />
Katip Çelebi’ye<br />
Osmanlı’nın<br />
Dünyaya<br />
Bakışı<br />
Gün Işığında<br />
İstanbul’un<br />
8000 Yılı<br />
Prof. Dr. Faruk TAKALE<br />
Aye KOYUNCU<br />
Aye ÇAL<br />
42<br />
44<br />
52<br />
59<br />
Doğanın Sanata<br />
Işıltılı Armağanı<br />
Sedef İSMEK'te<br />
Parıldıyor<br />
Hattın<br />
Modern Mimarı<br />
Ali TOY<br />
Doğumunun<br />
100. Yılında<br />
Feyzullah DAYIGİL<br />
Işığın Geldiği Yer<br />
Horasan ve<br />
Mâverâü’n-Nehir<br />
Abdullah GÖZLEMEC<br />
A. Ulvi AKIN Prof. Dr. F. Çiçek DERMAN<br />
Prof. Dr. Bekir KARLIA<br />
70 74<br />
77<br />
İBB Başkanı Kadir TOPBAŞ:<br />
Amacımız<br />
İstanbul’u<br />
Dünyanın<br />
Kültür ve Sanat<br />
Merkezi<br />
Haline Getirmek<br />
Fırçasıyla Tarihe<br />
Hayat Veren<br />
Ressam<br />
Tokat<br />
Yazmalarına<br />
Kanadalı Gelin<br />
<strong>El</strong>i Değdi<br />
80<br />
Sanatın Birleştirici Gücü<br />
Zehra Betül KESC<br />
Hanife ÖZTEN<br />
Prof. Dr. lhan ÖZKEÇEC
87<br />
Naturalist Üslûpta<br />
Çiçekler<br />
94<br />
Osmanlı’nın<br />
Son Sarayı:<br />
Yıldız<br />
104 108<br />
Teldeki Zerafet<br />
Telkâri<br />
Batı Anadolu’da<br />
Üç Ayrı Dönemin<br />
ve Sanatın<br />
Başkenti<br />
Efes<br />
Atilla Yusuf TURGUT<br />
Hatice ÜRÜN<br />
Gökhan ÇALAR<br />
Yrd. Doç. Dr. Mustafa<br />
BÜYÜKKOLANCI<br />
115<br />
Pupa Yelken<br />
Sanatla Geçen Bir Ömür<br />
120 125<br />
128<br />
İslâm <strong>El</strong><br />
Yazmalarıyla Ünlü<br />
Chester Beatty<br />
Kütüphânesi<br />
Fatih’in<br />
Hoşgörüsü ve<br />
Adaleti<br />
Osmanlı’nın<br />
Seyyah Hattatı<br />
Mehmed<br />
Şefik Bey<br />
Yusuf ILGIN<br />
Yrd. Doç. Dr. Celalettin<br />
KARADA<br />
Nermin TAYLAN<br />
Fettah AYKAÇ<br />
142<br />
Sanatın Gizemli Yüzü<br />
Kukla ve Maskeler<br />
lhan SEFA<br />
144<br />
Atatürk Kitaplığı<br />
Kartpostal Koleksiyonu<br />
Hüseyin TÜRKMEN - rfan DADELEN<br />
134<br />
Hattı Pervâz Eden<br />
Ebrûlar<br />
140<br />
Özgün Tasvirlerle<br />
Karagöz ile<br />
Hacivat<br />
148<br />
152<br />
Dünyanın Merkezine Ziyaret<br />
Emine UÇAK<br />
Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />
Aslı DAVAZ<br />
Ömer Faruk DERE<br />
Rukal KAYRA<br />
155<br />
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi<br />
İstanbul Çeşmelerine Toplu Bir<br />
Bakış<br />
Prof. Dr. H. Örcün BARITA
Sanat tarihçileri bugüne kadar sanatın pek çok farklı tarifini<br />
yapmılardır. Bununla birlikte bu tarifler daha çok, ki-<br />
inin kendini ifade etmesi-kefetmesi üzerinde younlamıtır.<br />
Bu sebeple sanatın toplumdan topluma, kültürden<br />
kültüre deiiklikler gösteren ve farklı biçimlerde hayat<br />
bulan bir olgu olduu söylenebilir.<br />
Anadolu topraklarının günümüz sakinleri olarak gerçekten<br />
anslıyız. Pek çok medeniyete beiklik ederek gün geçtikte<br />
zenginleen bu corafyanın köklü mirası, sadece yaandıı<br />
dönemin insanlarını deil, yüzyıllar sonrasını bile ekillendirmitir.<br />
Marmaray kazılarının da bizlere gösterdii üzere<br />
ehrimiz en az sekiz bin yılı aan bir geçmie sahiptir. Bu<br />
köklü miras, bir taraftan bizlere çok önemli deerler katarken<br />
aynı zamanda da önemli sorumluluklar yüklemektedir.<br />
Yaadıımız topraklarda sonraki nesillere ulaan iz bırakabilmenin<br />
en kolay yolu sanatsal deerlerimizi artırabilmektir.<br />
Sanatlarımız yaama deer katabildikleri ölçüde<br />
kalıcı olacak, sanatçılarımız binlerce yıllık birikimlerin ıı-<br />
ında toplumumuza yol göstericilik yapacaktır.<br />
Bakan'dan...<br />
el sanatları ve geleneksel Türk slam sanatları alanlarında<br />
açılan kurslar aracılııyla halkımızı sanatla ve sanatçılarla<br />
buluturan stanbul Büyükehir Belediyesi Sanat ve Meslek<br />
Eitimi Kursları SMEK, yayınlarıyla da sanat adına kalıcı<br />
eserler bırakıyor. SMEK yayınları içerisinde önemli bir<br />
yeri olan ve sanatseverlerin ilgiyle takip ettiine yakından<br />
ahit olduumuz <strong>El</strong> Sanatları dergimizin 9. sayısına ulamı<br />
olmasının mutluluu içerisindeyiz.<br />
Farklı kültürlerdeki insanları yüzyıllar boyunca barı ve huzur<br />
içinde yaatan stanbul’un kültürel zenginliklerini “2010<br />
Avrupa Kültür Bakenti” sıfatıyla dünyayla paylatıımız bugünlerde,<br />
dergimiz de el sanatları konusunda yolumuzu aydınlatmaya<br />
devam ediyor. Geçmi sayılarda olduu gibi dergimizin<br />
bu sayısında da yine sanatçı dostlarımız, aratırmacılarımız<br />
ve deerli akademisyenlerimiz aracılııyla hep birlikte<br />
farklı sanat dalları arasında büyülü bir yolculua çıkacaız.<br />
Sanatın hiçbir zaman hayatımızdan eksik olmadıı mutlu<br />
yarınlarda birlikte olmak dileiyle…<br />
Bu anlamda stanbul Büyükehir Belediyesi olarak üzerimize<br />
düen sorumluluun bilinciyle çeitli çalımalara<br />
imza atmaktayız. Bu çalımalarımızın en önemlilerinden<br />
biri de hiç üphesiz SMEK. Pek çok farklı eitimin yanı sıra
Gelenekten Geleceğe<br />
Tezhip Sanatında Bir Yolculuk<br />
Prof. Dr. Faruk TAŞKALE<br />
Yüzyıllar boyunca tezhib sanatını etkileyen birçok nedenler olmuştur. Bu nedenlerin başında kültürel etkileşim<br />
ve değişimler, sosyal ve ekonomik nedenler, yöneticilerin sanata bakış açıları, sanatkârların tekrardan kaçınma;<br />
kendilerini ifade edebilme arzusu ve yeni arayışlar içinde olmaları gelir. Dolayısıyla bu nedenlerin yaptırım<br />
güçleri,diğer sanat kollarında olduğu gibi geleneksel sanatlar içinde önemli bir yer tutan tezhib sanatında<br />
da farklı üslupların ve tarzların ortaya çıkmasında ve tezhib sanatının gelişiminde etkili olmuşlardır. Bazı tarz ve<br />
üsluplar değişen beğeni ve istekler doğrultusunda her dönem etkili olmuşlar; bazıları ise bir süre etkin olduktan<br />
sonra zayıflayıp önemlerini kaybetmişlerdir.<br />
Faruk Takale tarafından tezhiblenmi ‘Sonsuz Ak’, Yazı: Hüseyin Gündüz, Betül Gündüz kol.
Fatih Sultan Mehmed dönemine ait Mecmaü’l-Acaib’den tezhib - halkâr örnekleri, ÜK. 1423<br />
Türkler'de tezhib sanatı Uygur Türkleri'ne kadar uzanır.<br />
Orta Asya’da Karahoça’da yapılan Turfan kazılarında bulunmu<br />
vakıf yapan Maniheist Uygur Rahipleri minyatürlerinde<br />
süsleme öesi olarak kullanılan stilize edilmi bitkisel<br />
motifler daha sonraki dönemlerde karımıza çıkan<br />
bitki kökenli “hatâyî (1) ” lerin prototipleridir (2) .<br />
ilaveten bitkisel motifler ve rûmîler oldukça dolgun ve iridir.<br />
Selçuklu döneminin en belirgin tarzı “münhani (7) ” lerdir.<br />
Selçuklu, Mısır Memlükler’i ve Beylikler dönemi tezhibi<br />
motif, kompozisyon ve renk özellikleri bakımından birbirine<br />
benzer.<br />
Tezhib sanatında bugün elimizde bulunan en erken örnekler;<br />
XII. ve XIII. yüzyıl Selçuklu eserlerinde bulunur.<br />
XIII. yüzyılda medeniyet ve sanatlarının zirvesine çıkan<br />
Selçuklular’ın bakentleri ve aynı zamanda önemli bir sanat<br />
merkezleri olan Konya’da Selçuklu sarayına balı<br />
sanatkârların elinden çıkmı sade, ancak olgun tezhibli<br />
eserler “Konya stili” denebilecek bir üslubun en güzel örnekleridir.<br />
Selçuklular’ın büyük devlet adamlarından<br />
ve hayırsever bir kii olan Sahib Ata<br />
Fahreddin bin Ali’nin hattat ve müzehhiblerin<br />
(3) çalıtıı bir nakıhanenin<br />
sahibi olduu, tezhib nakıhanelerinin<br />
saraya ve önemli makamlara<br />
balılıını gösteren<br />
bir kayıt olup, o döneme ait<br />
bir yazma eserin zahriyesinde<br />
(4) yer almaktadır (5) .<br />
Tezhib sanatını Anadolu’ya<br />
getiren Selçuklular, “Rûmî (6) ”<br />
motifini gelitirmilerdir.<br />
XI. yüzyıl Selçuklu tezhibinde<br />
daha çok geometrik formlar,<br />
geçmeler kullanılmıtır. XIII. yüzyıla<br />
doru gelindikçe geometrik formlara<br />
Atilla Yusuf Turgut tarafından yapılmı serbest tasarım<br />
’Sevgi’, Emirhan Gündüz kol.<br />
XV. yüzyıl ilk yarısında Osmanlı tezhib sanatında Herat ve<br />
iraz üslupları etkili olmutur. Osmanlı tezhib sanatının bir<br />
ekol niteliini yansıtan ilk örnekleri Fatih Sultan Mehmed<br />
döneminde görülür. Hatâyî ve rûmî motiflerinin büyük bir<br />
ustalıkla kullanıldıı XV. yüzyılda tezhibte büyük bir gelime<br />
balar. Bu gelimede sanata ve sanatkâra büyük<br />
önem veren Fatih Sultan Mehmed’in önemli bir rolü vardır.<br />
Fatih Sultan Mehmed ve veziri Mahmud Paa<br />
adına hazırlanan birçok eser, TSMK ve Süleymaniye<br />
Kütüphanesi olmak üzere<br />
çeitli müze ve kütüphanelerde<br />
bulunmaktadır. Dönemin tezhibinde<br />
ana renkler altın, lacivert<br />
ve mavidir. Bu renklere<br />
ek olarak siyah, beyaz, bordo<br />
ve küf yeili küçük alanlarda<br />
zemin renkleri olarak<br />
kullanılmıtır. XVI. yüzyıldan<br />
itibaren tezhib sanatımızın<br />
vazgeçilmez bir tarzı<br />
olan “Halkâri (8) ” örneklerine,<br />
bu dönemde az olmakla birlikte<br />
rastlanır. Fatih Sultan Mehmed<br />
için hazırlanan “Tezkiret’ül Kurtûbi”,<br />
dönemin altın ile çalıılıp siyah ile tahrir-<br />
7
Hüseyin Nazif Efendi tarafından yazılmı bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası,19. yy. SHM.<br />
lenmi halkâri örneklerine sahip önemli bir eserdir (S.K. Fatih<br />
Ktp. 2671 mülk). XV. yüzyılın en önemli müzehhibi Fatih<br />
Sultan Mehmed’in sarayında kurulmu nakıhanenin<br />
ba nakkaı olan Özbek asıllı Baba Nakka’dır. Fatih döneminde<br />
Amasya’da görülen, ekil ve motifler bakımından<br />
tipik Fatih devri özellii taıyan “zer ender zer (9) ” tarzında<br />
renkler canlı, motifler ince ve zariftir.<br />
XVI. yüzyıl balarında II. Bâyezid döneminde Osmanlı tezhib<br />
sanatında büyük bir gelime balar. Bu gelimenin iki<br />
önemli nedeni vardır. ran ve Tebriz’den gelip, saray nakkaları<br />
arasına katılan müzehhibler Osmanlı tezhib sanatının<br />
geliiminde önemli rol oynamılardır. II. Bâyezid<br />
devri tezhib sanatındaki gelimede etkili olan dier neden<br />
de; eyh Hamdullâh (Ö. 1520) gibi Türk hat sanatına<br />
yön vermi bir sanatkârın yetimi olmasıdır. II. Bâyezid’in,<br />
eyh Hamdullâh ve sanatına olan hayranlıı ve ilgisi, eyh<br />
Hamdullâh’ın yazdıı Kur’ân-ı Kerîm’lerin büyük bir özenle<br />
tezhiblenmesine neden olmutur. Bu eserlerin baında;<br />
ÜK. 6662’de kayıtlı olan ve Hasan bin Abdullah tarafından<br />
tezhib edilen Mushaf ve TSMK. 913 yy.’de kayıtlı bulunan<br />
mushaf gelir. II. Bâyezid dönemi tezhibinde rûmî ve hatâyî<br />
motifleri son derece incelmi ve çeitlenmi; bulut motifleri<br />
de kullanılmaya balanmıtır. Dönemin en önemli müzehhibi<br />
Hasan bin Abdullah’dır.<br />
XVI. yüzyılın balarında Osmanlı tezhib sanatında yeni<br />
akımlar, Yavuz Sultan Selim’in 1514 yılında Tebriz seferinden<br />
sonra son Timurlu Sultanı Bediü’z Zaman Mirza ve yanındaki<br />
Heratlı sanatkârları stanbul’a göndermesiyle balar.<br />
Yavuz Sultan Selim Tebriz’den baka sanatkârları da<br />
getirmitir. Farklı çevrelerden gelen, deiik beeni ve bilgiye<br />
sahip bu sanatkârların çalımaları sonucunda Osmanlı<br />
tezhib sanatı yeni boyutlar kazanmıtır.<br />
19. yüzyılda yazılıp tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası, Özel kol. 19. yüzyılda yazılıp tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’in serlevhası, Özel kol.<br />
8
Kânûnî Sultan Süleyman dönemi birçok yeni üslubun ve<br />
tekniin uygulandıı son derece zengin bir dönemdir.<br />
Kânûnî döneminde dier sanat dallarında olduu gibi tezhib<br />
sanatında da altın dönem balar. Klasik motif ve tekniklerin<br />
büyük bir ustalıkla kullanılmasının yanısıra, dönemin<br />
en önemli müzehhibi “Karamemi” ile lâle, gül, karanfil,<br />
sümbül, servi aacı ve bahar dalı gibi birçok bahçe çiçek<br />
ve bitkilerinin yarı stilize olarak tezhib sanatında ilk kez<br />
kullanıldıı bu döneme tezhib sanatında “Klasik Dönem”<br />
adı verilir. Kânûnî Sultan Süleyman’ın “Muhibbî” mahlasıyla<br />
yazdıı iirleri içeren ve Karamemi tarafından tezhiblenmi<br />
olan “Muhibbî Divanı”nın tezyinatında da lâle, gül,<br />
karanfil, sümbül gibi çiçekler; bulut, rûmî ve hatâyî motifleri<br />
çounlukla “ikaf (10) ” halkârî tarzında renklendirilmi<br />
olarak kullanılmıtır (ÜK. T.5467). Karamemi’nin dier<br />
önemli bir eseri de XVI. yüzyılın önemli bir hattatı Ahmed<br />
Karahisârî’nin (Ö.1556), 1546 tarihli Kur’ân-ı Kerîm’e yaptıı<br />
tezyinattır (TSM. Y.B.5417). Bu muhteem eserin “serlevha<br />
(11) ” tezhibinin bahar açmı aaçlar ile deerlendirilmi<br />
yan panoları adeta Karamemi’nin imzası gibidir. Türk<br />
tezhib sanatında “saz yolu” üslubu da Kânûnî döneminde<br />
ortaya çıkmı ve etkin olmutur. Saz yolu’nun ana motifleri,<br />
zenginletirilmi ve yeni formlar kazandırılmı hatâyî<br />
çiçek ve tomurcuklarıyla sivri uçlu, çok dilimli ve kıvrımlı,<br />
birbirini delip geçen hançeri yapraklardır. Saz yolu üslubunun<br />
yaratıcısı Tebriz asıllı ve Karamemi’nin hocası ah<br />
Kulu’dur. Tezhib sanatında iraz üslubundan gelitirilmi<br />
olarak kabul edebileceimiz “Haliç ii” tarzı da ilk kez Osmanlı<br />
tezhibine Karamemi tarafından tanıtılmıtır.<br />
XVII. yüzyıl balarında Osmanlı tezhib sanatında klasik<br />
üslub devam eder. Ancak daha sonraki yıllarda tezhib<br />
sanatında gözle görülür bir duraklama balar. Yüzyılın<br />
ikinci yarısından itibaren klasik motiflerin bozuldu-<br />
u ve dikkat çekici bir deiimin gerçekletii görülür.<br />
Rûmî ve hatâyîler oldukça sade ve içilik kabadır. Altın<br />
ve soluk renklerle yapılan tezhib örnekleri, yüzyılın<br />
en önemli hattatı ve klasik “hilye (12) ” tasarımını gelitiren<br />
Hâfız Osman (ö.1698) tarafından yazılmı Kur’ân-ı<br />
Kerîm’lerde görülür. XVII. yüzyılda levha eklinde hilye<br />
yazım ve tezhiblenmesi balamıtır. Dönemin en önemli<br />
müzehhibi, Hâfız Osman’ın yazdıı mushafları tezhibleyen<br />
Hasan Çelebi’dir.<br />
XVIII. yüzyılda Sultan Ahmed’in saltanat yılları tezhib<br />
sanatının yeniden canlandıı ve yeni akımların gelitii<br />
bir dönem olmutur. Bu dönemde tezhib sanatında<br />
Batı etkisi görülür. Üçüncü boyutun verildii gölgeli<br />
renklendirmelerle yapılan natüralist tarzdaki çiçekler,<br />
çiçek ressamlıı denebilecek bir akımın ortaya çıkmasına<br />
neden olmutur. Türk çiçek ressamlıında ilk akla<br />
gelen isimler, XVIII. yüzyılın en önemli müzehhibi ve çiçek<br />
ressamı Ali Üsküdarî ve Abdullah Buhârî’dir. Yedikuleli<br />
Seyyid Abdullah’ın (1670-1731) yazmı olduu Kur’ân-ı<br />
Kerîm’leri tezhiblemekle övünen ve yüzyılın ahkulu’su<br />
olarak da kabul edilen, lake üstadı Ali Üsküdarî, tezhib ve<br />
halkârîlerinde klasik tezhib üslubunu ve saz yolunu sıkça<br />
kullanarak yeni bir yorum getirmitir. Sanakârın klasik<br />
tezhib ve saz yoluyla yaptıı en önemli eserlerden<br />
birisi Sultan III. Ahmed’in celî muhakkak hattıyla yazdı-<br />
ı kıt’aları içeren murakkanın lake kabı (TSMK. A.3652)<br />
ve natüralist tarzda boyadıı çiçekleri içeren albümdür<br />
(ÜK.T.5650). Tezhib sanatında Mekke-Medine tasvirleri de<br />
bu dönemde görülmeye balar.<br />
Hüseyin Nazif Efendi tarafından yazılmı Kur'ân-ı Kerîm'den bir sayfa, 19. yy. SHM.<br />
XVIII. yüzyıl sonlarında balayıp XIX. yüzyıl sonlarına kadar<br />
süren “Türk Rokokosu” adı verilen bir akım, Osmanlı<br />
tezhib sanatında yüzyıl etkili olmutur. Rokoko üslubunun<br />
en önemli motifleri; iri ve geni kıvrımlı yapraklar, sepet<br />
içinde çiçek buketleri, vazoda çiçekler, güllü girlandlar,<br />
kurdele ve fiyonklar, ıın ve zikzaklar, içinden çiçek<br />
buketleri çıkan bereket boynuzları, C ve S kıvrımlar, sütun<br />
ve perdelerdir. Bu dönemde en fazla kullanılan çiçek gül<br />
olmutur (13) . Gül; rokoko üslubunun adeta vazgeçilmez bir<br />
unsuru olmutur. Rokoko üslubu Kur’ân-ı Kerîm, en’am<br />
gibi kitaplar ile levha ve kıt’alarda farklı ekillerde kullanılmıtır.<br />
Rokoko tezyinat; kitaplarda özellikle sıvama altın<br />
zeminler üzerinde sayfa kenarlarına serbestçe yayılmıtır.<br />
Çou zaman yazı ile tezhibi ayıran cetveller de kullanılmamı,<br />
altın zemin üzerine yapılan “ine perdah (14) ” ile altın<br />
zemin üzerinde metalik bir etki verilmitir. Rokoko üslubu,<br />
XIX. yüzyılda etkili olmu; kıt’a, levha ve hilye eserlerinin<br />
tezyinatında yaygın bir biçimde kullanılmıtır. Kitaplarda<br />
metinden sonraki bolukların sistemli bir ekilde<br />
noktalama ve tarama teknikleri kullanılarak, gül aırlıklı<br />
çiçek ve buketlerle tezhiplenmesine karın; levhaların dı<br />
bordürleri çounlukla siyah, lâcivert, füme, koyu yeil ve<br />
bordo renklerle boyanıp, üzerine birkaç renk altın kullanılarak<br />
rokoko üslubunda tezyinat yapılmıtır. Dı bordürlerde<br />
kompozisyonu oluturan köeler genellikle yuvarlak<br />
ya da kare bir form oluturacak ekilde tasarlanmıtır.<br />
XIX. yüzyılda sık sık karımıza çıkan “Tekke yazılar”ın<br />
tezyinatında rokoko üslubunun unsurları olan sütun, perde,<br />
püskül gibi öeler sıkça kullanılmıtır. XIX. yüzyılın<br />
en önemli müzehhibi Hezargradlı zâde Ahmed Ataullah<br />
ve örencisi Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Rokoko üslubunda<br />
9
hoca iken, bir süre cüzi bir maa almı ve sıkıntı içinde 1939<br />
yılında vefat etmitir (19) . Bahaeddin Efendi’nin eserlerinde<br />
rûmî, bulut, hatâyî ve tahrirler içilik açısından XVII. yüzyıl<br />
tezhibine benzer özellikler göstermektedir.<br />
Medreset’ül-Hattatîn<br />
XX. yüzyıl balarında hat sanatının dıında tezhib, cild,<br />
ebru, minyatür gibi klasik sanatlarda durgunluk ve karga-<br />
a görülmeye balar. slâm sanatlarının en önde gelenlerinden<br />
olan yazı, tezhib, cild, minyatür, ebru gibi sanatların<br />
yeniden ihyası amacıyla, 1914’te Bâb-ı Ali Caddesi’nde,<br />
önceleri Sıbyan Mektebi olup tamir edilen eski binada açılan<br />
“Medreset’ül-Hattatîn”e ülkenin en önemli hat ve tezhib<br />
sanatkârları hoca olarak tayin edildi (20) .<br />
Müdürlüünü hattat Arif Bey’in yaptıı medresede: rık’a ve<br />
takrir-i hutut hocası Said Bey, tezhib hocası Nuri Bey (Yeniköylü),<br />
hatt-ı celî ve turay-ı hümayun hocası Hakkı Bey<br />
(Turake smail Hakkı Altunbezer), sülüs ve nesih hocası<br />
Hacı Kamil (Akdik) Efendi, divânî ve celî divânî hocası Ferid<br />
Bey, hatt-ı ta’lik hocası Hulusi (Yazgan) Efendi, Sülüs, nesih ve<br />
reyhani hocası Hasan Rıza Efendi, ebru ve âhar hocası Necmeddin<br />
(Okyay) Efendi, tezhib ve minyatür hocası Hüseyin<br />
Tâhirzâde (Behzad) Efendi, resim, halı ve Türk çini nakıları hocası<br />
Kemâleddîn Bey, tarih-i hutut, çini ve tezhib tarihi hocası<br />
Hüseyin Haim Bey öretmen olarak tayin edilmilerdir (21) .<br />
levha tezhiblerinde, Osman Yümni Efendi dıında genellikle<br />
müzehhibin imzasına rastlanmaz.<br />
XIX. yüzyıl sonlarına doru müzehhibler bir yandan rokoko<br />
üslubunda eserler vermeye devam ederken, dier yandan<br />
da klasik özellikler taıyan tezhibler yapmılar ve zaman<br />
zaman da rokoko ve klasik tezhib özelliklerini oldukça uygun<br />
bir ekilde bir arada kullanmılardır. XIX. yüzyılın ikinci<br />
yarısında yaamı Hüseyin Hüsnü Efendi ve Osman Yümni<br />
Efendi (15) (1839-1919); rokoko ve klasik üslupta eserler vermi<br />
müzehhiblerin baında gelirler. Hüseyin Hüsnü Efendi<br />
ve Osman Yümnî Efendi’nin eserlerinin rokokodan klasik<br />
üsluba geçi özellikleri taıdıklarını söylemek doru olabilir.<br />
Bahaeddin Tokatlıolu<br />
XIX. yüzyıl ikinci yarısına gelindiinde, 1886 yılındastanbul’da<br />
doan Bahaeddin Efendi (Tokatlıolu), müzehhib bir aile içinde<br />
yetiti. Babası Lalelili müzehhib akir Efendi’nin örencisi<br />
mücellid ve müzehhib Osman Nureddin Efendi (16) ’dir. Bahaeddin<br />
Efendi II. Abdülhamid Devri (1875-1909) müzehhiblerinden<br />
sayılmaktadır (17) . Ancak görevleri ve ölüm tarihi<br />
(1939) göz önüne alındıında sanatkârı XX. yüzyıl, Cumhuriyet<br />
dönemi müzehhibleri arasına da dahil etmek yanlı olmaz.<br />
Bahaeddin Efendi, 1916 yılından itibaren “Medreset’ül-<br />
Hattatîn (18) ” cild ve tezhib hocalıına tayin edildi. Daha sonra<br />
“ark Tezyini Sanatlar Mektebi” ve Akademide “Türk Tezyini<br />
Sanatlar ubesi”nde cild ve tezhib hocalıı yaptı.<br />
XX. yüzyılın balarında, geçmi yüzyılın sanatkârları hayatlarını<br />
kazanamayıp, sıkıntıya dümülerdir. Bahaeddin Efendi de<br />
dükkânını kapatmı ve hayatının son yıllarını zorluklar içinde<br />
geçirmitir. Bahaeddin Efendi Güzel Sanatlar Akademisi’nde<br />
1923 yılında Medreset’ül-Hattatîn’den mezun olan tezhib<br />
ve hat örencileri: Hattat Hamid Bey (22) , Müzehhib Dr. Süheyl<br />
(Ünver) Bey, Hattat Macid (Ayral) Bey, Hattat Hâfız Hamdi<br />
Efendi, Hattat Resul Efendi ve Hattat Cemal Efendi (23) ’dir.<br />
Cumhuriyet'in ilanından sonra yapılan inkılaplar kapsamında<br />
kapatılan Medreset’ül-Hattatîn bir süre “ark Tezyini<br />
Sanatlar Mektebi” adı altında faaliyetlerini sürdürmü<br />
ve daha sonra 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne<br />
balanarak “Türk Tezyini Sanatlar ubesi” adını almıtır.<br />
ark Tezyini Sanatlar Mektebi hocaları, 1933 yılında Cumhuriyet'in<br />
kuruluunun 10. yıldönümü nedeniyle, Sümerbank<br />
sanayi dairesi bakanlarından olan Reat Eriboz’un<br />
destekleriyle Ankara’da imdiki opera binası olarak kullanılan<br />
salonda bir sergi açarlar. Sergide; Turake smail<br />
Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay, Kâmil Akdik, Muhsin<br />
Demironat, Vasıf Sedef, smail Sanver gibi hocaların eserleri<br />
sergilenir. Sergide müzehhib Muhsin Demironat bir kö-<br />
ede masasını kurmu çalımaktadır.<br />
Karamemi tarafından tezhiblenmi Muhibbî Divanı’nın serlevhası, ÜK. T.5467<br />
10
Ankara’da oldukça fazla ilgi çeken sergiyi, 2 Kasım 1933’de<br />
Atatürk ziyaret eder ve sanatkârlarla ayrı ayrı ilgilenir. Atatürk,<br />
bu sanatkârlara yerlerine yeni sanatkârlar yetitirmeleri<br />
talimatını verir ve geleneksel sanatların devamının<br />
salanmasını ister. Atatürk sergi salonundan Etnografya<br />
Müzesi’ni iaret ederek, "o müzelere buralardan gidilir"<br />
diyerek görülerini açıklar. Bu arada Muhsin Demironat’ın<br />
yaptıı tezhibli bir tabaı beenerek 500 TL gibi büyük bir<br />
bedel ödeyerek satın alır. O dönemlerde bir Cumhuriyet<br />
altını 6.5 – 7 liradır (24) .<br />
Atatürk’ün emri ve Milli Eitim Bakanı Saffet Arıkan’ın talimatı<br />
üzerine, ark Tezyini Sanatlar Mektebi, Türk Tezyini<br />
Sanatlar ubesi (Türk Süsleme Bölümü) olarak Temmuz<br />
1936’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne balanır.<br />
Türk Tezyini Sanatlar ubesi talimatnamesine göre bölümün<br />
kısımları: Tezhib, Tezyini Arab Yazısı, Türk Cildcilii,<br />
Türk Cild Kalıpları yapımı, Türk Minyatürü, Türk Tezyinatı<br />
ve Nakıları, Kıymetli Talar Üzerine Hak ve Altın Varak<br />
mali, Halı Nakıları, Sedef Kakmacılıı ve Lake’dir. Bölümün<br />
ilk hocaları yazı hocası - Kâmil Akdik (Reis’ül Hattatîn), Yazı<br />
hocası - . Hakkı Altunbezer (Turake), Sedefkâr - Vasıf<br />
Sedef, Müzehhib - Bahaeddin Tokatlıolu, Mücellid - Necmeddin<br />
Okyay, Müzehhib - Yusuf Çapanolu, Türk Çinicilii<br />
ve Desenleri - Feyzullah Dayıgil, Minyatür - Prof. Dr. Süheyl<br />
Ünver, Altın Varak Üretimi - Hüseyin Yaldız ve daha sonra<br />
Hattat - Rakım Unan ve Hacı Nuri Korman’dır.<br />
Tezhib sanatında iyi bir strateji belirlenemediinden, Klasik<br />
Tezhib sanatında bir gelime gerçeklemiyordu. Tezhib<br />
sanatında son dönem eserlerinde görülen özelliklerin<br />
tekrarlanmasından ileri gidilemiyor, XX. yüzyıl ve Cumhuriyet<br />
dönemine has bir üslub oluturulamıyordu. Bir süre<br />
tezhible uramı ve Türk Tezyini Sanatlar ubesi’nde tezhib<br />
hocalıı yapmı büyük hattat, Turake smail Hakkı<br />
Altunbezer’in tezhibdeki tarzı tutulmamı ve devam etmemitir.<br />
Hakkı Bey’in tarzında rûmî ve hatâyîler sivri hatlara<br />
sahip olup, ana renkler altın ve açık mavi tonlardır.<br />
Çou zaman kompozisyonlarda motifler iç içe girmi ve bir<br />
düzen oluturacak ekilde tasarlanmamıtır. Hakkı Bey’in<br />
tezhibinin dier bir özellii de rûmî ve hatâyîli kompozisyonların<br />
koyu renk zemin üzerine, rokoko uygulamaları<br />
hatırlatır özellikte sırf altınla uygulanmı olmasıdır. Turake<br />
smail Hakkı Altunbezer’in tarzını devam ettiren tek<br />
örencisi, 1946’da Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme<br />
Sanatları Bölümü'nden mezun olan Sıtkı <strong>El</strong>çin’dir.<br />
Karamemi tarafından tezhiblenmi Muhibbî Divanı’ndan bir sayfa, ÜK. T.5467<br />
ah Mahmud Niaburî tarafından yazılmı olan Fatiha Sûresi, ÜK. FY.1426, 48 v.<br />
smail Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay, Nuri Korman<br />
gibi hocaların ya haddinden akademiden ayrılmalarından<br />
sonra, 1944’de Müzehhibe Mihriban Sözer’in, 1946’da<br />
Hattat Halim Özyazıcı’nın ve mücellid-müzehhib Sacid<br />
Okyay’ın tayin olması, bölümün güçlenmeye balaması<br />
açısından önemlidir. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in klasik motif<br />
ve tezhib anlayıını canlandırma çabaları sonuçlarını vermeye<br />
balamı ve Feyzullah Dayıgil’in, 1945’te akademiye<br />
tayin olan Müzehhib Muhsin Demironat ve daha sonra<br />
müzehhibe Rikkat Kunt’un çalımalarıyla XX. yüzyıl tezhib<br />
sanatına yeni bir anlayı gelmitir.<br />
Hüseyin Tahirzâde ile Halim Özyazıcı’nın 1963 yılında<br />
emekli olmasından sonra 1966’da Muhsin Demironat’ın<br />
Yıldız Porselen Fabrikası Müdürlüü’ne tayini ve 1968 yılında<br />
Rikkat Kunt’un emekliye ayrılmasıyla örencisiz kalan<br />
Türk Süsleme Bölümü kapanmı olur. 1976 yıllarına<br />
gelindiinde Akademi Temsilciler Kurulu’nun kararıyla Geleneksel<br />
Türk Sanatları Kürsüsü kurulur. Kürsü; Tezhib –<br />
Minyatür, Lake, Türk Çinicilii, Cild ve Ebru, Eski Türk Süsleme<br />
Yazıları olmak üzere dört daldan oluur. Kürsüde Tezhib,<br />
Minyatür ve Lake için Rikkat Kunt - Muhsin Demironat<br />
- Nezihe Bilgütay - Dündar Tahsin Aykutalp, Türk Çinicilii<br />
için Prof. Dr. Kerim Silivrili - Nezihe Bilgitay Derler, Cild ve<br />
Ebru için Prof. Dr. Emin Barın – slam Seçen, Yazı - Hat için<br />
Prof. Dr. Emin Barın, Hattat Hasan Çelebi ve Ragıp Tutekin<br />
görevlendirilir. Ancak Rikkat Kunt, Mustafa Düzgünman ve<br />
Hasan Çelebi meguliyetlerinden dolayı kadroda yer almadılar.<br />
Buna karın Hattat Mahmud Öncü, Muammer Ülker<br />
ve Bahaeddin Doramacı kadroya ilave oldular (25) .<br />
Güzel Sanatlar Akademisi, 1982 yılında Mimar Sinan Üniversitesi<br />
olarak tekilatlandıında Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sa-<br />
11
Kâmil Akdik tarafından yazılıp, Süheyl Ünver tarafından tezhiblenmi sülüs-nesih kıt’a,<br />
Hüseyin Gündüz kol.<br />
natları Bölümü; Tezhib Anasanat Dalı, Hat Anasanat Dalı,<br />
Klasik Cilt Anasanat Dalı, Çini Anasanat Dalı ve Eski Kuma<br />
Desenleri Anasanat Dalı olmak üzere 5 anasanat dalından<br />
oluan bir bölüm olarak Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesi<br />
içerisinde eitim ve öretimine devam etmeye baladı.<br />
Günümüzde bata Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />
ve Marmara Üniversitesi olmak üzere Atatürk Üniversitesi,<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Süleyman<br />
Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakülteleri’nde,<br />
dier bazı geleneksel sanatlar gibi tezhib eitim ve öretimi<br />
yapılmaktadır. Ayrıca devlete balı bazı kurumlar tarafından<br />
düzenlenen kurslar ve özel atölyelerde de tezhib<br />
eitim ve öretimi yapılmaktadır.<br />
XX. yüzyıl tezhib sanatında etkili olmu sanatkârlar; Ord.<br />
Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Feyzullah Dayıgil, Muhsin Demironat,<br />
Rikkat Kunt ve yetitirdikleri sanatkârlardır.<br />
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver<br />
1898 yılında stanbul’da dodu. Annesi hattat Mehmed evki<br />
Efendi’nin kızıdır. 1921’de stanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi.<br />
1923 yılında Medreset’ül Hattatîn’den mezun olarak tezhib<br />
icâzetini aldı. lk tezhib hocası müzehhib Yeniköylü Nuri<br />
Efendi’dir. Daha sonra ranlı Tahirzâde Behzat’tan ve Bahaeddin<br />
(Tokatlı) Efendi’den tezhib örenmi ve smail Hakkı<br />
Altunbezer’in tezhib derslerine katılmıtır. 1927-29 yıllarında<br />
Paris Tıp Fakültesi'nde çalımıtır. 1929 yılında stanbul Tıp<br />
Fakültesi’nde doçent, 1939 yılında profesör, 1949 yılında ordinaryüs<br />
profesör olmutur. 1939-1945 yılları arasında stanbul<br />
Güzel Sanatlar Akademisi, Türk Tezyini Sanatlar ubesi’nde<br />
minyatür hocalıı yapmıtır. Kurucusu olduu stanbul Üniversitesi<br />
Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nde Türk Süsleme<br />
dersleri veren sanatkârın bu dersleri daha sonra Cerrahpa-<br />
a Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’nde 1986 yılında vefatına<br />
kadar sürmütür. 60.000 kadar el yazması üzerine inceleme<br />
yapmı olan Süheyl Ünver’in 2000’in üzerinde tıp ve kitap sanatlarıyla<br />
ilgili yayını bulunmaktadır. Süheyl Ünver daha ziyade<br />
Selçuklu münhani, Fatih dönemi ve ukûfe (26) tarzında<br />
eserler vermitir (27) . Örencilerinden bazıları; aynı zamanda<br />
asistanı olan müzehhibe Mihriban Sözer, Cahide Keskiner,<br />
Azade Akar, kızı Gülbün Mesara ve Ülker Erke’dir.<br />
Feyzullah Dayıgil<br />
Mehmed efik Efendi tarafından yazılıp, Osman Yümni Efendi tarafından tezhiblenmi sülüsnesih<br />
kıt’a, SHM. S. G. kol.<br />
1910 yılında stanbul’da doan Feyzullah Dayıgil, ilk örenimine<br />
Alman Mektebi’nde balamı, Maarif okullarında süren<br />
örenimini Yüksek Ticaret Mektebi’nde tamamlamıtır.<br />
Desen hocası, Medreset’ül Hattatîn’de müdürlük yapan<br />
ve halı desenleri dersleri veren Emirzâde Kemaleddin<br />
Bey’dir. Feyzullah Dayıgil, Güzel Sanatlar Akademisi’nde<br />
çini desenleri dersi verdii sırada, Rikkat Kunt’la beraber<br />
stanbul Kütüphane, cami ve türbelerindeki çiniler üzerine<br />
aratırma yapmıtır. Bu aratırmalar sonucunda Vakıflar<br />
<strong>Dergisi</strong> 1-2. sayılarında “stanbul Çinilerinde Lâle” makalesini<br />
yayınlamılardır. Güçlü bir desen bilgisine sahip olan<br />
Feyzullah Dayıgil, hastalıı nedeniyle çok fazla tezhib uygulaması<br />
yapmamı; çizdii desenleri bata yetimesinde<br />
önemli rol oynadıı Rikkat Kunt renklendirmitir. Sanatkâr<br />
1949 yılında 39 yaındayken vefat etmitir (28) .<br />
Fatma Rikkat Kunt<br />
Rikkat Kunt, 27 Nisan 1903 yılında Beylerbeyi’nde dünyaya<br />
geldi. smini babasının yakın arkadaı Tevfik Fikret vermitir.<br />
Annesi uzun yıllar Beyrut’ta yaamı Güzide Hanım,<br />
babası ise “Büyük Türk Lügati” yazarı ve kitaplarının ço-<br />
unda “eyh Muhsin-i Fâni” adını kullanan Hüseyin Kâzım<br />
Kadri Bey’dir (1870-1934) (29) . Hüseyin Kâzım Bey, Sultan<br />
Abdülhamid tarafından, çalıkanlıı ve dürüstlüü nedeniyle<br />
Trabzon valiliine atanan Kadri Bey’in (1843-1903)<br />
oludur. Kadri Bey’in babası Hacı Ethem Paa Sultan Mahmud<br />
ve Sultan Abdülmecid devrinde vezirlik yapmıtır (30) .<br />
Rikkat Kunt, babasının görevleri dolayısıyla Serez’de,<br />
Selânik’te ve Halep’te bulunur. 1913 yılında annesi Güzide<br />
Hanım’la Beyrut’a göç ederler. Babasının görevleri nedeniyle<br />
sık sık deiik yerlerde bulunması gerektiinden<br />
Rikkat Hanım ilk eitimini mürebbiyelerden alır. Evde<br />
çou zaman Fransızca konuulduundan Fransızca’yı ana<br />
dili Türkçe ile beraber örenir.<br />
Rikkat Kunt’un dayısı Türk Edebiyatı profesörü smail Hikmet<br />
Ertaylan (1889-1967), 1935 yılında vekaleten Güzel Sanatlar<br />
Akademisi’ne tayin edilir. Rikkat Hanım’a hüzünlü geçen bir<br />
süreç sonunda evlenmeyi düünmediine göre bir eylerle<br />
ilgilenmesi gerektiini söyler. Medreset’ül-Hattatîn’in 1936<br />
yılında Türk Tezyini Sanatlar ubesi olarak Güzel Sanatlar<br />
Akademisi’ne balandıı sene akademide hat ve tezhib hocası<br />
Turake smail Hakkı Altunbezer (1873-1946) ile tanıtırır.<br />
Rikkat Kunt, smail Hakkı Altunbezer’den çok etkilenmitir<br />
ve sanatkârın tezhib derslerine devam etmeye balar.<br />
Rikkat Kunt, smail Hakkı Altunbezer, Necmeddin Okyay<br />
(1883-1976), Halim Özyazıcı (1898-1964), Nuri Korman (1968-<br />
12
Güzel Sanatlar Akademisi hocaları; Necmeddin Okyay, Kâmil Akdik, Turake smail Hakkı<br />
Altunbezer (soldan saa), F.T. Arivi<br />
1951), Kâmil Akdik (1861-1941), Feyzullah Dayıgil (1910-1949),<br />
Tahirzâde Behzat (1889-1947), Muhsin Demironat (1907-1983)<br />
ve Emin Barın’ın (1913-1987) bulunduu grupta çok mutlu<br />
olur ve 1968 yılında emekli olana kadar akademide kalır.<br />
Hakkı Bey, büyük bir sanatkârdır; ancak örencinin seviyesine<br />
inip bilgisini aktaramaz, öretemez. Söz gelimi kendisine<br />
gösterilen bir deseni düzeltmek yerine desenin yenisini çizip,<br />
kendi çizdii desenin uygulanmasını ister. Halbuki Rikkat Hanım,<br />
çizdii desendeki eksikleri görüp düzeltmek ve tezhibi<br />
bilinçli olarak örenmek ister. Bu arada akademide çini hocası<br />
olarak görev yapan Feyzullah Dayıgil, Rikkat Hanım’a birlikte<br />
çalımayı teklif eder. Zaten Hakkı Bey’in tezhibteki tavrına<br />
alıamayan Rikkat Hanım çini atölyesine geçer. Bu durum<br />
Hakkı Bey’i epey gücendirir. Feyzullah Dayıgil ile Rikkat<br />
Hanım birlikte stanbul kütüphanelerini, cami ve türbelerini<br />
gezerler ve çinileri incelerler. Çinilerdeki lâleleri toplayarak<br />
bir çalıma hazırlayıp bu çalımayı “stanbul Çinilerinde Lâle”<br />
balıı altında Vakıflar <strong>Dergisi</strong>’nde 1938 yılında yayınlarlar.<br />
Klasik tezhibe vâkıf olan Necmeddin Okyay, Rikkat Kunt’a<br />
klasik tezhib örneklerini inceleyip kendisine bir yön çizmesi<br />
gerektiini söyler ve o zamanlar kendisinde bugün ise TSM<br />
Kütüphanesi’nde 913 Y.Y. ile kayıtlı bulunan eyh Hamdullah<br />
ketebeli, II. Bâyezid devri tezhib özeliklerini taıyan<br />
muhteem Kur’ân-ı Kerîm’i gösterir ve Rikkat Hanım’ı klasik<br />
tezhibe yönlendirir. Feyzullah Dayıgil, Rikkat Kunt’un sanat<br />
hayatında önemli olmu dier bir sanatkârdır. Kendisinde<br />
nefes darlıı olduu için tasarlayıp da renklendiremedi-<br />
i birçok deseni Rikkat Hanım renklendirmitir. Bu ekilde<br />
hazırlanmı birçok eserde birlikte imzaları bulunmaktadır.<br />
1968 yılında akademiden emekli olduktan sonra Rikkat<br />
Kunt çalımalarına Beylerbeyi’ndeki evinde devam eder.<br />
Aynı yıl Portekiz’in Lizbon kentindeki sel baskını sonucu,<br />
Gülbenkyan Müzesi’nde bulunan Osmanlı eserleri harab<br />
olmutur. 1970 senesinde Rikkat Hanım, Prof. Dr. Emin Barın<br />
ve slam Seçen ile birlikte selden bozulan eserlerin restorasyonunu<br />
yapmak üzere Lizbon’a gider. Bu arada Ali îr<br />
Nevâî’nin eserlerinde bulunan minyatürlerin restorasyonuna<br />
balayan Rikkat Kunt, salıının bozulması üzerine<br />
stanbul’a döner ve geri kalan minyatürlerin restorasyonuna<br />
evinde devam eder ve tamamlar.<br />
Sanat yaantısına evinde devam eden, birbirinden kıymetli<br />
yüzlerce eser veren Rikkat Kunt, 14 Ocak 1986’da<br />
Beylerbeyi’ndeki evinde vefat etti ve Küplüce Mezarlıı’nda<br />
çok sevdii babasının yanına defnedildi (31) .<br />
Medreset’ül Hattatîn hoca ve talebeleri, F.T. Arivi<br />
Birçok örenci yetitiren sanatkârın örencilerinden bazıları;<br />
F. Çiçek Derman, nci A. Birol, Faruk Takale ve merhume<br />
Meral Ilgaz’dır.<br />
Rikkat Kunt’un yaptıı ilk tezhiblerde ilk tezhib hocası<br />
smail Hakkı Altunbezer’in etkisi görülür. Bunda Hakkı<br />
Bey’in örencilerine kendi hazırladıkları desenleri tashih<br />
edip renklendirmelerini salamak yerine, kendi çizdi-<br />
i kompozisyonları uygulatmasının etkisi büyüktür. Hocasının<br />
tezhibteki tarzı ve öreti ekli kendisini tatmin<br />
etmedii için zaten çini atölyesine geçip Feyzullah Dayıgil<br />
ile beraber çalımaya balar. Feyzullah Dayıgil’in Rikkat<br />
Kunt’un kendine has tarzını oluturmasındaki rolü büyüktür.<br />
Feyzullah Dayıgil’in düzgün tezhib desenleri ve saz<br />
yolu üslubundaki halkârî desenlerinden etkilenen Rikkat<br />
Kunt’un bu tarzda yaptıı eserlere sıkça rastlanmaktadır.<br />
Klasik tarz tezhib anlayıına sahip olan hattat Necmeddin<br />
Okyay da gösterdii örnek ve tavsiyelerle Rikkat Kunt’u<br />
yönlendirmitir.<br />
Rikkat Hanım’ın tezhipte kendi tarzını yakalamasında çini<br />
çalıma ve aratırmalarının da büyük rolü vardır. Çünkü<br />
sanatkârın tezhib ve halkârlarındaki hatâyî, yaprak ve çiçekler;<br />
çinide kullanılan yaprak ve hatayîler kadar zengin<br />
ve muntazamdır. Hatâyîler sanatkârın elinde adeta dans<br />
ediyor gibidirler.<br />
Rikkat Kunt kompozisyona son derece hakim bir<br />
sanatkârdı. Yaptıı tezhib hiçbir zaman yazıyla yarımaz.<br />
Rikkat Kunt’a göre “tezhib yazının giysisidir” ve asla yazının<br />
önüne geçmemelidir.<br />
Sanatkâr; gözü yormayan, sade, ancak zarif, zengin ve insan<br />
ruhunu dinlendiren rahat çalımalarla karımıza çıkar.<br />
Desenler birbirine benzer gözükse de mutlaka birbirinden<br />
farklıdır. Desenlerinde rûmî ve bulut motifleri hatâyîlerle<br />
uyumlu bir ekilde kullanılmıtır. Klasik tezhib ve halkârîde<br />
hatâyî motifleri aırlıktadır ve Rikkat Kunt ile hatâyî motifleri<br />
altın çaını yaamıtır demek yerinde olur.<br />
Rikkat Kunt’un en önemli eserlerinin baında “Fatih<br />
Albümü”ne yaptıı tezhibler gelir. Sanatkâr, 66 sayfa olan bu<br />
muhteem eserin 34 sayfasının tezhibini yapmıtır. Bu nadide<br />
eser, Rikkat Kunt’un sanat hayatında önemli bir yer tutar.<br />
Sanatkârın eserlerinden dier önemli bir grup da, Halim<br />
Özyazıcı tarafından yazılan büyük boy kıt’a eklinde<br />
levhalardır (32) .<br />
13
Kâmil Akdik tarafından yazılıp, Bahaeddin Tokatlıolu tarafından tezhiblenmi, hilye formunda<br />
peygamberler silsilesi, Özel kol.<br />
Muhsin Demironat<br />
XX. yüzyıl Türk Tezhib ve Lâke sanatının en önemli isimlerinden<br />
biri olan Mehmed Muhsin Demironat, 1907 yılında<br />
nebolu, Hatipbaı’nda dodu. Daha sonra ailece stanbul’a<br />
gelerek Beylerbeyi’ne Abdullahaa Mahallesi’ne yerletiler.<br />
Babası Trablusgarp savalarında ehit olan Hüseyin<br />
Hikmet Bey, annesi ise Makbule Hanım’dır. Henüz çocuk<br />
yalarındayken Üsküdar’ın Toygartepesi’nde satın aldıkları<br />
evde yaamaya baladılar.<br />
Muhsin Demironat, ilk eitimine Üsküdar Sultanisi’nde<br />
baladı. 1928 yılında stanbul Öretmen Okulu’nu bitirdi.<br />
Bugünkü stanbul Kız Lisesi’nin yerinde bulunan öretmen<br />
okulunda okurken yazı derslerine gelen Turake<br />
smail Hakkı Altunbezer’in yönlendirmesiyle bo vakitlerinde<br />
Medreset’ül Hattatîn’e devam etmeye baladı.<br />
Burada Altunbezer’den baka, Necmeddin Okyay,<br />
Kâmil Akdik, Hulusi Yazgan ve Bahaeddin Tokatlıolu gibi<br />
sanatkârlarla tanıtı.<br />
Muhsin Bey, öretmen okulundan mezun olduktan sonra<br />
Bandırma’nın Perama isimli sahil köyünde öretmen olarak<br />
göreve baladı. ki sene sonra Galatasaray Lisesi’nin<br />
ilk kısmına resim öretmeni olarak tayin oldu. Bu arada<br />
kendisini tezhib sanatına yönelten hocası Turake<br />
smail Hakkı Bey’le münasebetini kesmeyerek tezhib<br />
çalımalarına devam etti. Bir süre sonra Güzel Sanatlar<br />
Akademisi’nde Altunbezer’in fahri asistanlıını yapan<br />
santakâr, daha sonra maaını Galatasaray Lisesi’nden almak<br />
suretiyle akademide öretim üyesi olarak görevlendirildi.<br />
Aziz Efendi tarafından yazılıp, Kerim Silivrili tarafınadan tezhiblenmi Hilye-i erîfe, SHM. SG. Kol.<br />
1937 yılında Nezihe Hanım’la evlenen Muhsin Demironat’ın<br />
bu evliliinden bir olu ve kızı bulunmaktadır. 1966 yılına<br />
kadar akademideki tezhib hocalıına devam eden Muhsin<br />
Demironat, 1966’da, Yıldız Porselen Fabrikası’na müdür tayin<br />
edildi. Muhsin Bey, burada bir yandan çini desenleri hazırlarken<br />
dier yandan çini üzerine aratırmalar yaparak baarılı<br />
bir çalıma sergiledi. 1972’de Yıldız Porselen’den emekli olan<br />
sanatkâr, 1976 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde Geleneksel<br />
Türk Sanatları Kürsüsü’nde, Yıldız Porselen Fabrikası’ndaki<br />
müdürlüünün sonlarına doru geçirdii bir kalp ameliyatı<br />
ve kalbine pil takılması sebebiyle bozulan salıının elverdi-<br />
i ölçüde tezhib dersleri vermeye devam etti.<br />
Rikkat Kunt ile birlikte XX. yüzyılın en önemli tezhib<br />
sanatkârı Muhsin Demironat “Üsküdarlı Muhsin” 27 Haziran<br />
1983 yılında Kadıköy’deki evinde vefat etti ve pek çok<br />
sanatkârın bir arada bulunduu Karacaahmet’e defnedildi.<br />
Muhsin Demironat XX. yüzyılın hattatlarınca yazılan güzel<br />
yazıların birçounu tezhiblemi, klasik üsluptan yola çıkarak<br />
tezhib sanatında birçok tarzı denemi bir sanatkârdır. Mısır<br />
Kralı Fuad için Kâmil Akdik tarafından nesih hattı ile yazılan<br />
Kur’ân-ı Kerîm’i, 1935 yılında Muhsin Demironat tezhiblemitir.<br />
Bu eser sanatkârın yaptıı ilk profesyonel çalımadır.<br />
stanbul’un fethinin 500. yıldönümü nedeniyle hazırlanan<br />
“Fatih Divanı” için hazırladıı tezhibler ve Mimar Sinan Güzel<br />
Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan<br />
bazı eserler, Muhsin Bey’in önemli eserleri arasında bulunur.<br />
Muhsin Demironat’ın bugün özel bir koleksiyonda bulunan<br />
Kazasker Mustafa zzet Efendi’nin (1801-1876) muhakkak,<br />
14
Abdül Kâdir ükrî tarafından yazılıp, Fatma Rikkat Kunt tarafından tezhiblenmi Hilye-i erîfe, Özel kol.<br />
sülüs ve nesih hatlarıyla yazdıı 145,5 x 98 cm ölçülerindeki<br />
Hilye-i erîfe’ye yaptıı muhteem tezyinat, XX. yüzyıl<br />
Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinin baında gelir.<br />
Sanatkâr bu Hilye-i erîfe’nin tezyinatında; rûmî, bulut ve<br />
hatâyî motiflerini büyük bir ustalıkla kullanmıtır. Hilye’nin<br />
göbek ve koltuk tezhiblerinde tam ve yarım emseler ile<br />
köebentlerde zemin rengi olarak altını dier alanlarda ise<br />
lâcivert rengini tercih etmitir. Beyn-es sütûr (33) tezyinatı<br />
için bulut ve hatâyî motiflerini, hilâl için hatâyî motiflerini<br />
kullanan sanatkâr, dı pervaz için hatâyî motiflerinden<br />
oluan muhteem bir tasarımla sanatının zirvesine ulamıtır.<br />
Cümle bitimlerine yapılan dairevi noktalar (duraklar)<br />
ise gerek içilik gerekse motif açısından son derece dikkate<br />
ayandır (34) . Muhsin Demironat bu muhteem tezyinatı<br />
bir yılı akın bir zamanda tamamlamıtır (35) .<br />
Süheyl Ünver tarafından yapılmı vazoda çiçekler, Özel kol.<br />
Mihriban Hanım,1912 yılında stanbul’da dodu.1941 yılında<br />
stanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk Tezyinî Sanatlar<br />
Bölümü’nden mezun oldu. smail Hakkı Altunbezer, Yusuf<br />
Çapanolu ve Prof. Dr. Süheyl Ünver’den tezhib dersleri<br />
alan Mihriban Sözer, akademide bir süre asistan olarak görev<br />
yaptı.<br />
Daha sonra Topkapı Sarayı Müzesi'ne geçti ve emekli olana<br />
kadar müzede minyatür uzmanı ve müzehhibe olarak<br />
görev yaptı. Uzun yıllar Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Süheyl<br />
Ünver’in organize ettii minyatür ve tezhib kurslarını yönetti<br />
ve bu alanda birçok sanatkârın yetimesini saladı.<br />
Mihriban Sözer, klasik motif ve desenlere yeni görüler<br />
kattı ve bu özelliini tüm eserlerine yansıttı. Sanatkâr,<br />
kendine özgü desen, kompozisyon, renk; temiz, titiz ve<br />
ince içiliiyle tezhib sanatında önemli bir yere sahiptir.<br />
Tezhib sanatının yanısıra lâke cilt kapakları konusunda<br />
da önemli eserler veren Muhsin Demironat, XVIII. yüzyılın<br />
en önemli çiçek ressamı, tezhib ve lâke sanatkârı Ali<br />
Üsküdârî’nin yolundan giderek birçok eserler vermi ve bazı<br />
eserlerinde de “Muhsin-i Üsküdârî” eklinde imza atmıtır.<br />
48 yıllık sanat hayatında 60 kadar hilye olmak üzere yaklaık<br />
2500 kadar eser veren, Kerîm Silivrili’den Dündar<br />
Tahsin Aykutalp’e; Çiçek Derman’dan Faruk Takale’ye kadar<br />
birçok müzehhibi yetitirmi veya etkilemi olan Muhsin<br />
Demironat, XX. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhib sanatına<br />
yön vermi bir sanatkârdır.<br />
Mihriban Sözer Keredin<br />
Hamit Aytaç tarafından yazılıp, Tahsin Aykutalp tarafından tezhiblenmi olan Fâtiha Sûresi,<br />
Hüseyin Gündüz kol.<br />
15
Hâfız brahim Efendi tarafından yazılıp, Mustafa Cihangiri tarafından tezhiblenmi bir Kur’ân-ı Kerîm’den Hilye-i erîfe sayfası, Özel kol.<br />
stanbul, Edirne ve Bursa’daki birçok camii ve türbede restorasyon<br />
çalımalarına katılan sanatkâr,1950 yıllarında T.C.<br />
Merkez Bankası tarafından bastırılmı olan banknotların<br />
bir kısmının desenlerini hazırlamıtır.<br />
Tezhib sanatında daha çok hilye tezyinatlarıyla karımıza<br />
çıkan Mihriban Sözer Keredin, minyatür sanatında geni<br />
bir yelpaze içinde örnekler verdi.<br />
Prof. Kerim Silivrili<br />
Kerim Silivrili, 23 Nisan 1921 tarihinde stanbul’da dodu.<br />
Babası Kuvay-ı Milliyeci Hüseyin Kâzım Bey, annesi Behice<br />
Hanım'dır. Kendisine çocuk yalarındayken Yunus Emre ilahilerinin<br />
çounu öreten babaannesiyle birlikte ziyaret etti-<br />
i müze ve camilerdeki çinileri hayranlıkla izler, sık sık Topkapı<br />
Sarayı Çinili Kök’e götürmesi için babaannesine ısrar<br />
edermi (36) . imdiki adı Endüstri Meslek Lisesi olarak bilinen<br />
ve Türkiye’de ilk defa açılan Tekstil Okulu’ndan mezun<br />
olduktan sonra, 1941 yılında Güzel Sanatlar Akademisi<br />
Türk Süsleme Sanatları Bölümü’ne girdi ve 1945 yılında pekiyi<br />
dereceyle mezun oldu. Hocaları; smail Hakkı Altunbezer,<br />
Necmeddin Okyay, Halim Özyazıcı, Feyzullah Dayıgil ve<br />
Muhsin Demironat’dır. Kerim Silivrili mezun olduunda Nuri<br />
Korman, Tahirzâde Behzat, Muhsin Demironat, Prof. Dr. Emin<br />
Barın akademide derslere girmekteydiler. Rikkat Kunt ise<br />
1944 yılında Kerim Silivrili’den bir yıl önce mezun olmutur.<br />
Kerim Silivrili, 1946 yılında akademide smail Hakkı Altunbezer<br />
ve Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in örencisi Neriman<br />
Hanım’la evlenir. Kızları Gülderen Hanım, akademinin<br />
mimarlık bölümünden, Nesteren Hanım ise resim<br />
bölümü’nden mezun olmutur.<br />
Kerim Bey, 1949 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Türk Süsleme<br />
Bölümü Türk Çini Desenleri Atölyesi öretmenliine tayin<br />
oldu. Akademide birçok idari görev alan Kerim Silivrili, 1982-<br />
1988 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Rektör Yardımcılıı<br />
görevinde bulundu ve 1988 yılında emekli oldu (37) .<br />
Emekli olduktan sonra 2006 yılına kadar Mimar Sinan Üniversitesi<br />
Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları<br />
Bölümü’nde Türk Çini Desenleri, Türk Süsleme Desenleri ve<br />
tüm anasanat dallarında yüksek lisans ve sanatta yeterlik<br />
programlarında tasarım, uygulama ve seminer dersleri verdi.<br />
Kerim Silivrili, 16 Kasım 2007 tarihinde Kadıköy’deki evinde<br />
vefat etti ve Sahray-ı Cedîd Mezarlıı’nda, ei Neriman<br />
Hanım’ın yanına defnedildi.<br />
Kerim Silivrili tarafından yapılan ilk tezhiblerde Turake<br />
smail Hakkı Altunbezer ve sonraki tezhiblerinde Muhsin<br />
Demironat etkisi açıkça görülür. Sanatkâr birçok levha,<br />
kıt’a ve hilye tezhiblemitir. Bunların baında Mehmed<br />
Aziz Rıfâi Efendi’nin (1872-1934) sülüs-nesih hatlarıyla yazdıı<br />
ve Mehmed Kâmil Ülgen tarafından sülüs-nesih hatlarıyla<br />
yazılmı Hilye-i erîfe’ler gelir (38) .<br />
Fatih Divanı (39) , XX. yüzyıl – Cumhuriyet Dönemi Türk Tezhib<br />
Sanatı açısından son derece önemli bir eserdir.<br />
stanbul’un fethinden 492 yıl sonra, 1945 yılında stanbul<br />
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Edebiyatı Tari-<br />
16
Neyzen Emin Efendi tarafından yazılıp, Turake smail Hakkı Altunbezer tarafından tezhiblenmi<br />
sülüs levha, Hüseyin Gündüz kol.<br />
hi Kürsüsü’ne uzun yıllar bakanlık yapmı olan Ord. Prof.<br />
Dr. smail Hikmet Ertaylan, edebiyat alanında olduu kadar<br />
Türk sanatlarına hizmet etmi bir sanatseverdi. Bir Fatih<br />
hayranı olan smail Hikmet Ertaylan’ın öncülüünde,<br />
stanbul’un fethinin 500. yıldönümü için bir albüm hazırlanmaya<br />
balanır. Bu eser; Bizans’ın ilk Türk imparatoru Fatih<br />
Sultan Mehmed’in bugün orijinali stanbul Fatih’te Millet<br />
Kütüphanesi’nde bulunan Ali Emirî Efendi’nin bulduu<br />
Fatih Divanı’ndan seçilmi 60 kadar iirden meydana gelmitir.<br />
Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplıı’ndaki iki ciltlik “Fatih<br />
Albümü”nde ise, yalnız o zamana kadar toplanmı parçalar<br />
bulunmaktadır. Divandaki iirler, Cumhuriyet döneminin<br />
en önde gelen hat sanatkârları tarafından, Sultan Mehmet<br />
Han zamanında kullanılan yazı çeitleri ile yazılmıtır. Tezhibler,<br />
minyatürler ve eserin cildi Fatih Sultan Mehmed’e<br />
sunulmu eserlerin örneklerinden yararlanılarak yapılmıtır.<br />
Bu muhteem divan, Güzel Sanatlar Akademisi profesör<br />
ve mezunlarının derin bir ak ve sabır ile 1945 yılından<br />
1953 yılına kadar süren çalımalarının bir eseridir.<br />
Albümün karılıklı bir ve ikinci sayfalarındaki fihrist ve önsöz<br />
Profesör Dr. Emin Barın, üç ve dördüncü sayfalarındaki<br />
Fatih’in turaları ise altınla Turake smail Hakkı Altunbezer<br />
tarafından yazılmıtır. Beinci sayfadaki Fatih’in minyatürünü<br />
Hüseyin Tahirzâde Behzat, aynı minyatürün etrafında<br />
bulunan emse formundaki tezhibi Rikkat Kunt yapmıtır.<br />
Altıncı sayfada bulunan emse formu içerisindeki divanın<br />
adı (Dîvân-ı Belâgati unvan-ı Hazreti Sultan Fatih Mehmet<br />
Han Avnî rahimehullah) altın ile Macid Ayral tarafından<br />
yazılmı, etrafındaki tezhib ise Rikkat Kunt tarafından yapılmıtır.<br />
Yedi ve sekizinci sayfalarda, Osmanlıca yazılmı<br />
sunu metni smail Hikmet Ertaylan imzalıdır. Dokuzuncu<br />
sayfa ile altmı altıncı sayfalar arasında her çift sayfaya bir<br />
hattat tarafından bir iir yazılmı ve karılıklı her çift sayfa<br />
aynı ekilde bir müzehhib tarafından tezhiblenmitir.<br />
Halim Özyazıcı tarafından yazılıp, Muhsin Demironat tarafından tezhiblenmi olan nazar âyeti,<br />
Neslihan Keskiner kol.<br />
Divandaki iirler; Hacı Kâmil Akdik, Necmeddin Okyay,<br />
Mustafa Halim Özyazıcı, Macid Ayral, Nuri Korman, Abdülkadir<br />
Yada, Mehmed Bahaeddin, Hamdi, Mahmud Yazır,<br />
brahim Sâfi, Feyhaman Duran, eref Akdik ve Ali Alparslan<br />
tarafından farklı yazı çeitleri ile yazılmıtır. Albümdeki<br />
tezhibler bata Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat olmak<br />
üzere Feyzullah Dayıgil, ükran Baykut, Kamuran Soyuak,<br />
Selva Altunarut, Ferhunde Orgun, Sıtkı <strong>El</strong>çin, Dündar Tahsin<br />
Aykutalp, Feyzi Erce ve Serap Türegün tarafından büyük<br />
bir özen ve sabırla yapılmıtır. Eserdeki minyatürleri<br />
ise Hüseyin Tahirzâde Behzat ve Selim Turan hazırlamıtır.<br />
Cumhuriyet döneminin en önemli eserlerinden biri olan<br />
66 sayfalık, 25x40 cm ölçülerindeki bu muhteem eserin<br />
cildi ve cilt kapaını Prof. Dr. Emin Barın yapmı olup, eserin<br />
cildi ile Emin Barın, 1958 yılında “Uluslararası Brüksel<br />
Sergisi”nde kitap cildi birincilik ödülünü ve madalyasını almıtır.<br />
Albümdeki cilt kapakları üzerinde bulunan emse<br />
kompozisyon ve uygulama Rikkat Kunt’a aittir (40) .<br />
Yedi yılda tamamlanan Fatih Divanı’nın takibi ve gerçekletirilmesi<br />
maddî olduu kadar manevî bakımdan da oldukça<br />
aırdı. Prof. Dr. smail Hikmet Ertaylan, yılmadan usanmadan<br />
yıllarca uratı. Yava yava tamamlanan sayfaların<br />
hat ve tezhip ücretlerini ayrı ayrı ödedi. Hattat Hâmid Aytaç<br />
bütün ısrarlara ramen yazamadı. stanbul’un fethinin<br />
500. yıldönümü için hazırlanan bu albüm, yıldönümünde<br />
çeitli yerlerde sergilendi ve çok ilgi gördü. smail Hikmet<br />
Ertaylan’ın ölümüne kadar en büyük emeli bu eseri basılmı<br />
görmekti. Almanya’da bastırılmasına teebbüs etti,<br />
ancak döviz bulmakta sıkıntı çekilecei anlaılınca bundan<br />
vazgeçti. Milli Eitim Bakanlıı, bastırabilmek için eseri<br />
uzun yıllar alıkoydu. Bu i o kadar uzadı ki, bunca emek<br />
mahsulü eser bir ara kaybolma tehlikesiyle karılatı (41) .<br />
Tezhib sanatı XIX. yüzyıl sonlarında XVII. yüzyılda oldu-<br />
u gibi bir duraklama dönemine girmi ve bu durum XX.<br />
yüzyılın ilk yarısında da devam etmitir. Hüsnü Efendi ve<br />
müzehhib bir aileden gelmi olan Bahaeddîn Efendi’nin<br />
klasik sanat anlayıına yakın çalımaları ve Medreset’ül<br />
Hattatîn’in açılması tezhibte klasik üsluba doru bir hareketlenmenin<br />
gerçeklemesine neden olmutur.<br />
Turake, hat üstadı ve ressam smail Hakkı Bey’in farklı<br />
bir tarz yaratma isteiyle oluturduu tarz ve anlayı<br />
tutulmamı ve Hakkı Bey’in vefatıyla birlikte devam etmemitir.<br />
Bu tarzda; Hakkı Bey’in eserleri ve tezhib derslerine<br />
devam etmi olan tezhib sanatkârları Kerim Silivrili,<br />
Sıtkı <strong>El</strong>çin, Neriman Silivrili gibi birkaç müzehhibin Hakkı<br />
Bey’in çizdii desenleri uygulamaları sonucu ortaya çıkan<br />
az sayıda çalımayı görebiliriz. Oysaki büyük sanatkâr<br />
Hakkı Bey, tezhib sanatına yeterince eilmi olsaydı, XX.<br />
yüzyıl tezhib sanatını etkileyen bir tarz ortaya çıkabilirdi.<br />
Süheyl Ünver ise klasik tarzları belgeleme ve ihya etme<br />
arzusuyla Selçuklu ve Fatih dönemleri ile XVIII. yüzyıl tarzlarında<br />
eserler vermitir. Bu yaklaım ve anlayı örencileri<br />
tarafından da devam ettirilmektedir.<br />
17
Hüseyin Gündüz tarafından yazılıp, Faruk Takale tarafından tezhiblenmi ‘Ah minel ak’, SHM. SG. kol.<br />
XX. yüzyıl Cumhuriyet dönemi tezhib sanatındaki gelime<br />
Muhsin Demironat ve Rikkat Kunt ile gerçeklemitir.<br />
Her iki sanatkâr da müze ve kütüphanelerde bulunan<br />
klasik eserleri incelemi ve gözleme dayalı bir ekilde klasik<br />
üslupta eserler vermilerdir. Ancak, Rikkat Kunt ve<br />
Muhsin Demironat’ın aldıkları eitim, hayat tarzları, kiilik<br />
ve tezhib anlayıları eserlerine yansımı ve kendilerine<br />
has bir tarz gelitirmilerdir. Muhsin Demironat’ın eserleri<br />
daha youn ve detaylı; Rikkat Kunt’un eserleri ise sade<br />
ve ferahtır. Rikkat Kunt ve Muhsin Demironat’ın örencileri<br />
de aynı tarzları devam ettirmektedirler. Ancak bu<br />
sanatkârların yolundan giden örencileri çalımalarında<br />
kendi anlayı ve arayıları dorultusunda bazı yenilikleri<br />
mutlaka ilave etmektedirler. Bu sanatta kaçınılmaz ve zorunludur.<br />
Üstadların eserlerini birebir tekrar etmek, sanatın<br />
geliimini yavalatan en önemli nedendir. Müzehhibler<br />
için Süheyl Ünver’in “örenci, sanatı hocasından ileriye götürmeli”<br />
sözü bir ilke olmalıdır (42) .<br />
18
XX. yüzyıl Cumhuriyet döneminde tezhib sanatındaki gelimelerin<br />
merkezi “Güzel Sanatlar Akademisi” olmutur<br />
ve bu gelenek halen devam etmektedir.<br />
Klasik tezhib eitiminin yanısıra, “Serbest Tasarım” dersi<br />
amacına ulamı ve 2000’li yıllardan itibaren klasik özelliklerden<br />
yola çıkarak yeni arayılar içerisinde çalımalar yapılmaktadir.<br />
Bu, sanatın geliimi için kaçınılmazdır. Aynı kalıpların<br />
tekrarı sanatın geliimini engelledii kadar müzehhibleri<br />
de yormaktadır. Son on yıldan itibaren XIII. yüzyıldan<br />
günümüze, farklı üslupların bilinçli bir ekilde incelenip bazı<br />
öelerin bir arada ya da gelitirilmi olarak tasarlanıp uygulanması,<br />
farklı çalımaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.<br />
Tezhib sanatında serbest ve özgün tasarımlar; formlar<br />
ve renk geçileri; kaıt renklerinde renk geçileri ve efektler;<br />
doal ve yapay öelerin kullanılması; bazen bir konunun<br />
ilenmesi gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tarz ya da<br />
üslupların prototiplerini oluturmaları açısından önemlidir.<br />
Bu balamda sanatkârların motif, desen, kompozisyon, tasarım<br />
ilkeleri, renk uyumu, teknolojinin imkânlarını abartıdan<br />
uzak yerinde kullanmak ve yazıyla uyum gibi özellikleri<br />
göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.<br />
Klasik kurallara ve geçmie körü körüne balanıp gelece-<br />
e kapıyı kapatmak sanatın geliimini engeller ve Süheyl<br />
Ünver Hoca’nın “örenci sanatı hocasından ileriye götürmeli”<br />
ilkesine aykırı bir durum arzeder.<br />
Kaynakça<br />
Akar, Azade-Keskiner Cahide, Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif, stanbul,<br />
1978.<br />
Arseven, Celal Esad, Türk Sanatı, stanbul 1970.<br />
Arseven, Celal Esad, Sanat Ansiklopedisi, C: 5, stanbul, 1985.<br />
Atıl, Esin, The Age of Sultan Suleyman the Magnificent, New York, 1987.<br />
Baraz, Mehmed Rebii Hâtemi, Terifat Meraklısı Beyzâde Takımının Oturduu<br />
Semt Beylerbeyi, C: 11, stanbul 1994, s.309.<br />
Barın, Emin, “En Yeni Fatih Divanı”, Türkiyemiz, 1975, S:16, s.23.<br />
Birol, nci Ayan – Derman, Çiçek, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler, stanbul, 1991.<br />
Bodur, Fulya, “Osmanlı Lâke Sanatı ve XVIII. Yüzyıl Üstadı Ali Üsküdârî”, Türkiyemiz,<br />
stanbul, 1985, S:47, s.1-9.<br />
Demiriz, Yıldız, Osmanlı Kitap Sanatında Natuüralist Üslupta Çiçekler, stanbul, 1986.<br />
Derman, Çiçek, “Gözün, <strong>El</strong>in ve Sabrın Yarattıı Güzellikler: Müzehhib Muhsin<br />
Demironat”,Antik Dekor, stanbul, 2005, S:79, s.78-83.<br />
Gezgin, Ahmed Öner, Akademiye Tanıklık, 3, stanbul, 2003, s.69-131.<br />
Gülbün Mesera, “Türk Tezhip ve Minyatür Sanatı”, Sandoz Bülteni, stanbul, 1987, S:25, s.16.<br />
Gündüz, Hüseyin, “Atatürk ve Geleneksel Türk Sanatları”, M. Uur Derman 65.<br />
Ya Armaanı, Derleyen: Irwin Cemil Schick, stanbul, 2001, s.342.<br />
Gündüz, Hüseyin, Takale, Faruk, Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, stanbul, 2006.<br />
Gündüz, Hüseyin, Takale, Faruk, Rakseden Harfler, stanbul, 2001.<br />
Habib, Hat ve Hattatan, Konstantiniyye, stanbul, 1305.<br />
bn’ül-Emin Mahmud Kemal, Hüseyin Hüsameddin, Evkaf-ı Hümayun<br />
Nezareti’nin Kurulu Tarihi ve Nazırların Hal Tercümeleri, nere hazırlayan: Nazif<br />
Öztürk, Vakıflar <strong>Dergisi</strong>, S: XIX, s.82.<br />
Kunt, Rikkat, “Tezhip ve Ben”, Sanat Çevresi, stanbul, 1985, S:84, s.19-21.<br />
Lings, Martin, The Quranic Art of Calligraphy and Illumination, London, 1976.<br />
Mahir, Banu, “Tezhip Sanatı”, Geleneksel Türk Sanatları, T.C.K.B. yy., s.369-370.<br />
Takale, Faruk, “Türk Tezhip Sanatının Büyük Ustası Rikkat Kunt”, Antik-Dekor,<br />
stanbul, 1992, S:15, s.80-83.<br />
Takale, Faruk, Tezhip Sanatının Kullanım Alanları, Yayınlanmamı Sanatta<br />
Yeterlik Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul, 1994.<br />
Takale, Faruk, “Büyük Tezhip Sanâtkârı Muhsin Demironat”, <strong>El</strong> Sanatları <strong>Dergisi</strong>,<br />
BB Yay., stanbul, 2007, S:4, s.6-15.<br />
Takale, Faruk, “Fatih Divanı”, BB Yay., stanbul, 2008, S:6, s.6-17.<br />
Takale, Faruk, “Kerim Silivrili’nin Ardından”, BB Yay., stanbul, 2008, S:5, sh. 86-93.<br />
Takale, Faruk, “Yazıya Hayat Veren <strong>El</strong>ler”, Osman Yümni, Antik-Dekor, stanbul,<br />
2003, S:76, s.112-116.<br />
Ünver, A. Süheyl, Süleymaniye Kütüphanesi Baı Dosyası, Medreset’ül-<br />
Hattatîn, No: 105.<br />
Ünver, A. Süheyl, Türk Tezyinatında Halkârîye Dair, stanbul, 1939.<br />
Ünver, A. Süheyl, Müzehhib Karamemi, stanbul, 1951.<br />
Ünver, A. Süheyl, Baba Nakka, stanbul, 1954.<br />
Ünver, A. Süheyl, Ustası ve Çıraıyla Hezargradlızâde Ahmed Ataullah, stanbul, 1955.<br />
Dipnotlar<br />
1-Çin ve Orta Asya’nın etkisi altında oluan, çou zaman kökeni belli olmayacak<br />
derecede stilize edilmi çiçek ve yapraklar.<br />
2-Faruk Takale, Tezhib Sanatının Kullanım Alanları, Yayınlanmamı Sanatta<br />
Yeterlik Tezi, stanbul, 1994, s.2.<br />
Emel Türkmen tarafından yapılmı serbest tasarım ’Dost Hû’, Betül Gündüz kol.<br />
3-Tezhip yapan erkek sanatkâr.<br />
4-Eserin adını ve kim için yazıldıını gösteren sayfalar.<br />
5-Gülbün Mesera, “Türk Tezhip ve Minyatür Sanatı”, Sandoz Bülteni, stanbul, 1987, s.16, 25.<br />
6-Stilize edilmi hayvan motifleri, Anadolu’ya ait anlamına gelir. Roma<br />
mparatorluu’nun hüküm sürdüü ve ran yaylalarına kadar uzanan Anadolu<br />
Yarımadası’na Diyâr-ı Rum denmesi sebebiyle motif bu adı almıtır.<br />
7-Kelime anlamı eri demektir. Birbirine sırt sırta vermi küçük formlardan olu-<br />
an motifler.<br />
8-Altınla ve su bazlı boyalarla motiflerin uçlarına doru gölgelendirmek üzere<br />
yapılan tezyinat.<br />
9-Altın üzerine altınla çalıılan tarz.<br />
10-Altın ve hafif renkli olarak yapılmı halkâri tezyinat.<br />
11-Ser, ba anlamındadır. Kitaplarda zahriyeden hemen sonra gelen, metnin<br />
baladıı ilk sayfadır.<br />
12-Hz. Muhammed’in fiziksel özelliklerini, tavır ve hareketlerini anlatan levha<br />
yazılar. Hilye-i erîf, Hilye-i erîfe de denir. Bkz. Hüseyin Gündüz, Faruk Takale,<br />
Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, Antik A..Yay., stanbul, 2006.<br />
13-Gül; tezhib sanatında Hz. Muhammed’i sembolize etmektedir.<br />
14-Altın sürülmü zemin üzerine ucu küt bir ine ile kaıdı delmeyecek biçimde<br />
hafifçe bastırarak yapılan tezyinat. Genellikle bu ilem, üç noktalar halinde,<br />
altın zemini tamamen kaplayacak ekilde ya da yer yer uygulanmıtır.<br />
15-Bkz. Faruk Takale, “Müzehhib Osman Yümnî Efendi”, Antik-Dekor, stanbul,<br />
2003, S:76, s.112-116.<br />
16-Habib, Hat ve Hattatan, Konstantiniyye, stanbul, 1305, s.273.<br />
17- Celal Esad Arseven, Sanat Ans., C:5, stanbul, 1983.<br />
18- Hattatlar Mektebi.<br />
19- Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Hezargradlı zâde Ahmed Ataullah, stanbul, 1955, s.6.<br />
20-bn’ül Emin Mahmud Kemal, Hüseyin Hüsameddin, Evkaf-ı Hümayun<br />
Nezareti’nin Kurulu Tarihi ve Nazırların Hal Tercümeleri, nere hazırlayan: Nazif<br />
Öztürk, Vakıflar <strong>Dergisi</strong>, S:XIX, s.82.<br />
21-Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Süleymaniye Kütüphanesi, Baı Dosyası,<br />
Medreset’ül-Hattatîn, No: 105.<br />
22-Bahsedilen Hâmid Bey, Hattat Hâmid Aytaç deildir.<br />
23-Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Yayınlanmamı Notları, Gülbün Mesara arivi.<br />
24-Hüseyin Gündüz, Atatürk ve Geleneksel Türk Sanatları, M. Uur Derman 65.<br />
Ya Armaanı, Derleyen: Irvin Cemil Schick, stanbul, 2001, s.342.<br />
25-Prof. Kerim Silivrili’den naklen ve Prof. Kerim Silivrili notlarından, Ahmet Öner<br />
Gezgin, Akademi’ye Tanıklık, 3, stanbul, 2003, s.69-131.<br />
26-Natüralist tarzda hazırlanmı çiçek ve çiçek buketleri.<br />
27-Gülbün Mesara’dan naklen.<br />
28-Prof. Emin Barın’dan naklen.<br />
29-Mehmet Rebii Hâtemi Baraz, Terifat Meraklısı Beyzâde Takımının Oturdu-<br />
u Semt Beylerbeyi, C.11, stanbul, 1994, s.309.<br />
30-A.g.e., s.327.<br />
31-Faruk Takale, “Türk Tezhip Sanatının Büyük Ustası Rikkat Kunt”, Antik Dekor,<br />
st. 1992, S.15, s.80-83.<br />
32-Bu kıt’a eklindeki levhaları, sanatsever smail Akgün’ün, hattat Halim Özyazıcıya<br />
yazdırıp Rikkat Kunt’a tezhibletmi ve 1958 yılında Akademide sergiledikten<br />
sonra Topkapı Sarayı Müzesi’ne baılamıtır.<br />
33-Satırlar arası<br />
34-Bkz., Hüseyin Gündüz, Faruk Takale, Hilye-i erîfe, Hz. Muhammed’in Özellikleri,<br />
st., 2006, s.176-177.<br />
35-Kerim Silivrili’den naklen.<br />
36-Kerim Silivrili’nin kızları Nesteren-Gülderen Silivrili’den naklen.<br />
37-Kerim Silivrili’den naklen.<br />
38-Hüseyin Gündüz, Faruk Takale, Hilye-i erîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri,<br />
stanbul, 2006, s.60, 287.<br />
39-Fatih Divanı merhum evket Rado’nun olu Mehmed Rado koleksiyonunda<br />
bulunmaktadır.<br />
40-Faruk Takale, “Fatih Divanı”, <strong>El</strong> Sanatları <strong>Dergisi</strong>, BB Yay., stanbul, 2008, s.6.<br />
41-Prof. Emin Barın “En Yeni Fatih Dîvanı” Türkiyemiz, Akbank Yay., Haziran<br />
1975, S:16, s.23.<br />
42-1983 yılında Süheyl Ünver Hoca’nın doum günü nedeniyle Cerrahpaa<br />
Tıp Fakültesi’nde düzenlenen toplantı sırasında bir konuma esnasında konu<br />
içerisinde “hocam keke sizin yarınız kadar olabilsek” dediimde, bana “çok<br />
yanlı, sen benim yarım, senin örencin senin yarın olmayı düünürse, sanat<br />
geriye gider, yok olur; sen sanatı benden ileriye; senin örencin de senden<br />
ileriye götürmeyi düünecek ki, sanat devam etsin, gelisin” demitir.<br />
19
Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye<br />
Osmanlı’nın Dünyaya Bakışı
Ayşe KOYUNCU<br />
UNESCO’nun 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” olarak ilan etmesinin ardından, Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet<br />
Araştırmaları Merkezi (MEDAM), “Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakışı” adlı harita sergisi<br />
düzenledi. Geleneksel haritaların yanı sıra Osmanlı coğrafya ve haritacılığına büyük katkılarda bulunmuş Piri<br />
Reis’ten başlayarak Katip Çelebi’ye kadar uzanan haritaların yer aldığı sergi, Osmanlı Devleti’nin dünyaya bakışı<br />
ve evreni algılayışının anlaşılması açısından önem taşıyor.<br />
Dünya Haritası, Piri Reis, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi, No. R. 1633 mük.
stanbul, Muhtar Katırcıolu Koleksiyonu<br />
Büyük Türk aratırmacı ve bilim adamlarından Katip<br />
Çelebi’nin doumunun 400. yıldönümü dolayısıyla UNES-<br />
CO, 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” olarak ilan etti. Bu çerçevede,<br />
Bahçeehir Üniversitesi Medeniyet Aratırmaları<br />
Merkezi’nce (MEDAM), Kültür ve Turizm Bakanlıı’nın destekleriyle,<br />
2009 yılı boyunca çeitli etkinlikler düzenlendi.<br />
Bu etkinliklerden biri de ilk olarak Dolmabahçe<br />
Sarayı Sanat Galerisi’nde açılan “Piri Reis’ten<br />
Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakı-<br />
ı” adlı harita sergisi oldu. Osmanlı corafya<br />
ve haritacılıına büyük katkılarda<br />
bulunmu Piri Reis’ten balayarak Katip<br />
Çelebi’ye kadar uzanan 16 ve 17.<br />
yüzyılları kapsayan uzun bir süreçte<br />
haritalardan yola çıkılarak Osmanlı<br />
Devleti’nin dünyaya bakıı ve evreni<br />
algılayıının yansıtılmaya çalııldıı<br />
bu sergi, Türkiye’nin birçok ilini<br />
dolatıktan sonra yurt dıına da<br />
açılarak ABD, Avrupa, Orta Dou ve<br />
Orta Asya’nın çeitli ehirlerinde de<br />
sergilenme imkanı buldu.<br />
Günümüzdeki kadar olmasa da deniz<br />
ticareti yapanlar, kâifler, corafyacılar<br />
ve ünlü deniz korsanları<br />
Hint Okyanusu'nda, Çin ve Japonya kıyılarında,<br />
Atlas Okyanusu'nda, Büyük<br />
Okyanus’ta seyahat ediyorlar, Akdeniz ve<br />
Ege’de büyük gemilerle sefere çıkıyorlardı…<br />
Bu denizcilerin arasında ünlü Osmanlı denizcileri de vardı.<br />
Bunlardan dünyaca ünlü Piri Reis, amirallii yanında ahsi<br />
gözlemlerine dayalı olarak çizdii haritaları ve “Bahriye”<br />
(Deniz) kitabı ile Batılı denizcilere de yol göstermi, rehber<br />
olmutu. Bir sonraki yüzyılda baka bir bilim adamı Kâtip<br />
Çelebi, kütüphanelere kapanıp eserler kaleme almakta,<br />
haritalar çizip corafya kitapları tercüme etmekte,<br />
ilavelerle onları düzelten yeni haritalar çizmekteydi.<br />
Çünkü Osmanlılar için dünya artık eskisi<br />
kadar küçük deildi.<br />
Osmanlı’nın Corafi Geliimleri<br />
Haritalarda<br />
Amerika’nın kefinin haberi; Avrupa,<br />
Afrika ve Asya’dan oluan Eski<br />
Dünya’nın en büyük imparatorluklarından<br />
biri olan Osmanlı’ya ve<br />
Avrupa’ya ulatıında, dünya iki kat<br />
daha büyümütü. Corafi keiflerden<br />
sonra “Osmanlının dünyaya bakıı<br />
nasıl deiti" sorusu günümüzde<br />
hala dikkat çeken bir sorudur. 16.<br />
yüzyılın baından 17. yüzyılın sonuna<br />
kadarki süreçte kısaca Piri Reis’ten Katip<br />
Çelebi’ye kadar olan dönemde üretilen<br />
haritalar ve Osmanlı corafya yazınında<br />
yer alan eserler, bu konuda bazı<br />
ipuçları vermektedir. Buradan hareketle,<br />
“Piri Reis’ten Katip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dün-<br />
22
Dünya Haritası, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />
Küre-i Arz ve Mâ' (Yerküresi), Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />
â<br />
23
yaya Bakıı” adlı harita sergisinde esas olarak Osmanlı dönemi<br />
haritaları ele alınmakla beraber, daha önceki döneme ait geleneksel<br />
haritalar da bu sergiye dahil edildi.<br />
Osmanlıların haritacılık ve corafyadaki geliimlerinin gözler<br />
önüne serilmeye çalııldıı sergide, ünlü Türk amirali ve corafyacısı<br />
Piri Reis’in 1513 yılında hazırladıı birinci dünya haritası<br />
ve 1526 yılında son eklini verdii “Bahariye” adlı denizcilik<br />
kitabı ile 1528 yılında bitirdii ikinci dünya haritası, 16. yüzyılda<br />
Osmanlıların corafya ve haritacılıa bakılarını aksettirmitir.<br />
Piri Reis’in yapıtları, 16. yüzyılda Osmanlılarda corafya<br />
ve haritacılıın bilimsel yöntemlerle hazırlandıının bir kanıtı<br />
olarak da ayrı bir önem kazanıyor.<br />
Sergide ayrıca 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar gelen slam corafyacılarının<br />
çizmi oldukları haritaların Osmanlı versiyonları,<br />
Amerika ve dier corafi keifleri anlatan Suud el-Niksarî, Gelibolulu<br />
Mustafa Ali, Ali Macar Reis, Ebubekir Behram Dimaki<br />
gibi tarihçi ve corafyacıların bazı haritaları ile Batılı corafyacılara<br />
ve Kâtip Çelebi’nin 1648’de hazırladıı “Cihannüma”<br />
(Dünyaya bakı) adlı eserinin, 1732 yılında brahim Müteferrika<br />
tarafından ilavelerle yayınlanan versiyonunda yer alan haritalarla<br />
birlikte toplam 53 harita dijital resimleme tekniiyle<br />
büyütülerek yer aldı.<br />
Sergide, Müslüman corafyacıların haritalarından ve daha öncesinde<br />
Batlamyus corafyasından bazı örneklere de yer verildi.<br />
Böylece Osmanlı zamanına kadar devam eden geliim belirginletirildi.<br />
Ayrıca Muhtar Katırcıolu’nun kendi koleksiyonundan<br />
saladıı, Türkiye hakkında Batı’da yayınlanmı bazı<br />
haritaların orijinalleri de sergiye katılarak, 16 ve 17. yüzyıllarda<br />
Avrupa’da görülen gelimeler de yansıtılmaya çalııldı.<br />
Haritalar, sadece insanların yaadıkları çevre ya da dünyanın<br />
bütünü hakkında bilgi veren corafya eserleri deil, günümüz<br />
için birer görsel tarih hazinesi olduu da göz önünde tutularak<br />
sergilendi ve yayımlandı.<br />
Sergide 400 yıl önceki dünyaya, haritalarla bakılması salanmı<br />
ve Osmanlıların dünyayı nasıl algılamaya baladıkları sorusuna<br />
açıklık getirmek istenmi. Kısacası sergide, Pîrî Reis’ten<br />
Kâtip Çelebi’ye Osmanlı’nın dünyaya bakıı konusunda geni<br />
kitleleri bilgilendirmeye yönelik bir amaca odaklanılmı.<br />
Sergilenen haritalar, o zamanın tekniklerini, keiflerin yanılsamalarını<br />
çok naif olarak yansıtmaktadırlar. Bugünkü atlaslardaki<br />
çizimlerden, alıtıımız haritalardan farklı olarak yerkürenin<br />
ve kıtaların bazıları ters, bazıları ba aaı çizilmi. Bazılarında<br />
enlem boylam çizgileri kullanılmı, bazılarında ise yön<br />
ve konum bulmak için projeksiyon merkezleri sadece rüzgâr<br />
gülleriyle süslenmi.<br />
Sergide yer alan Kâtip Çelebi'nin Cihannüma'daki Sabit Yıldızlar<br />
Felei, Piri Reis’in Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki dünya haritası,<br />
Halife’i Me'mun’un emriyle 9. yüzyılda yapılan dünya haritası,<br />
Kagarlı Mahmud'un Türk dünyası odaklı dünya haritası<br />
gibi eserlerin kopyaları, Topkapı Sarayı, Millet Kütüphanesi,<br />
Türk slam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye Kütüphanesi'nden<br />
derlenmi.<br />
Bilindii gibi 14. yüzyılda tarih sahnesine çıkan Osmanlılar, çok<br />
geçmeden Akdeniz’e ulamı ve 16. yüzyılda Akdeniz artık bir<br />
Türk denizi haline gelmiti. Osmanlılar artık seyrü seferler için<br />
eskisinden çok daha fazla corafya ve haritacılık bilgisine ihtiyaç<br />
hissediyorlardı. O dönemlerde Müslüman ve Hristiyan Av-<br />
24
Evren Modeli, Haydar B. Ali <strong>El</strong>-Razî<br />
25
Yeryüzü ve klimler (Kıtalar), stahri, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi, No. B.334<br />
rupalı haritacıların bilgilerinden yararlanılarak “portulan”<br />
haritacılık tekniine uygun olarak deniz haritaları üretiliyordu.<br />
16-17. yüzyılın Osmanlı corafyacıları, hem Osmanlı<br />
mparatorluu’na, hem de dünya corafyasına ilikin çok<br />
sayıda harita hazırlamılardı. Bu haritalar, kıtaların ve denizlerin,<br />
iklimlerin ve yönlerin, ülkelerin ve ehirlerin, hükümdarları,<br />
bayrakları ve halklarını, flora ve faunasını aksettiren<br />
görsel tarih eserleridir.<br />
16. yüzyılda dünyanın en büyük imparatorluunu kurmu<br />
olan Osmanlılar, komularının ya da uzak diyarlardaki ülkelerin<br />
büyüklükleri, hükümdarları, denizleri, corafi yapısı,<br />
hayvan ve bitki örtüsünü merak etmilerdir. Klasik corafya<br />
kitapları, bu konuda ihtiyaç duyulan bilgileri kapsaması<br />
bir tarafa bilgilerin doruluuna da güvenilmezdi.<br />
Haritacılık da aynı ekilde “Acaibü’l-mahlukat” tarzı corafya<br />
eserlerinin haritaya aktarılmasından ibaret idi. Portulan<br />
tipi bu haritalar, matematiksel tabanlı olmayıp üzerinde<br />
enlem ve boylam çizgileri bulunmamaktadır. Haritanın<br />
doruluu ya da kullanılılıında bir standart olmadı-<br />
ı gibi, baarısı kullanıcısının tecrübesine ve gözlemlerine<br />
dorudan balıydı.<br />
klim Haritası, Gelibolulu Mustafa Ali, skenderiye Feneri, Topkapı Sarayı Müze Kütüphanesi,<br />
nr. R. 1117, vr. 34b-35a<br />
Dünyaca ünlü Türk denizci Piri Reis’in dünya haritaları ve<br />
1526’da Kanuni Sultan Süleyman’a takdim ettii Kitab-ı<br />
Bahriye’si, 16. yüzyıl denizcilik ve haritacılık konusunda<br />
Osmanlı’daki en önemli eserlerdir. Geleneksel tarzda hazırlanmı<br />
olmasına ramen Piri Reis’in eserleri, ahsi tecrübeleri,<br />
gözlemleri yanında dou ve batı haritalarından<br />
yararlanılarak hazırlanmı portulan haritalardır. Enlem ve<br />
boylam çizgileri olmadıı halde, projeksiyon merkezleri ve<br />
26
Felek-i Sevabit, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />
düzeltilmi yörüngeleri sebebiyle denizcilerin pratik kullanımı<br />
açısından bilimsel haritalar kadar doruluk arz eder.<br />
Piri Reis'ten sonra yazılan en önemli corafya kitabı Cihannüma<br />
olmutur. 17. yüzyıl Osmanlı aydınlarından<br />
Kâtip Çelebi'nın, birçok Batı corafya kitabından istifade<br />
ile hazırlamı olduu Cihannüma, Osmanlı kültür bayatında<br />
yeni bir ufuk açmı, slam corafya gelenei üzerine<br />
kurulu Osmanlı klasik corafya ekolünü deitirerek, yeni<br />
bir ekolün yerlemesini salamıtır.<br />
Katip Çelebi’nin büyük bir bilgin, düünür ve aydınlanma<br />
emekçisi olduunu ifade eden Karlıa, “Katip Çelebi,<br />
Osmanlı modernlemesinin fikir babası ve itici gücüdür.<br />
Deien dünya konjonktüründe Osmanlılar corafyanın<br />
deerini kefeder. Katip Çelebi, Dou’nun mistik dünyasında,<br />
Helenistik dönemin izlerini taıyan biraz efsane, biraz<br />
gariplikler, biraz egzotik, hükümdar ve vezirlerin hoça<br />
vakit geçirme ile bilgilendirme arasında kalan “Acaibü’lmahlukat”<br />
tarzı corafya ve haritacılık anlayıından yeni<br />
bilimsel tarza yöneliin ilk iaretlerini verir.<br />
MEDAM’ın, Katip Çelebi Yılı çerçevesinde hazırladıı “Pîrî<br />
Reis’ten Kâtip Çelebi’ye Osmanlı’nın Dünyaya Bakıı” adlı<br />
harita sergisi ile, 15-17. yüzyıllarda hazırlanan haritaların<br />
incelenmesi, bir noktada Osmanlı'nın dünyaya bakıını da<br />
yansıtması açısından önem taıyor. Osmanlıların bilime ve<br />
bilimsel çalımalara verdii önemin bir göstergesi sayabileceimiz<br />
bu esiz serginin koordinatörlerinden Prof. Dr.<br />
Bekir Karlıa, UNESCO’nun 2009 yılını bütün dünyada Katip<br />
Çelebi Yılı olarak ilan etmesinin medeniyetimizin yüz akı<br />
olan bu ünlü Türk bilim adamının tanınmasına büyük katkı<br />
saladıını ifade ediyor.<br />
27
Ondan sonra gelen bilim adamları az ya da çok Katip<br />
Çelebi’den etkilenmitir. Katip Çelebi, ele aldıı tüm konuları<br />
her boyutuyla incelemi, üzerinde çalımı ve sonuçlarını<br />
da en mükemmel ekilde ortaya koymutur.<br />
Bu azmin neticesinde de 48 yıllık ömrüne binlerce sayfalık<br />
yirmi bir adet abidevi eseri sıdırmayı baarmıtır. slam<br />
ilimlerinin canlanması için de büyük çaba sarf eden<br />
Katip Çelebi bununla sınırlı kalmamı, 13. yüzyıldan sonra,<br />
slam dünyasının dıında ve özellikle Rönesans dönemi<br />
boyunca Avrupa’da ortaya çıkan ilmî ve fikrî gelimeler<br />
hakkında geniçe bilgi veren ilk ve tek Müslüman bilgin<br />
olmutur. Katip Çelebi ve yetitirdii talebeler sayesinde<br />
18. yüzyıl açılımı gerçeklemi ve bu da 19. yüzyılda<br />
Osmanlı modernlemesi olan Islahat ve Tanzimat<br />
hareketlerinin ortaya çıkmasına vesile olmutur” diyor.<br />
Katip Çelebi Kimdir<br />
Asıl adı Mustafa olan Katip Çelebi, 1609 yılının ubat<br />
ayında stanbul'da dodu. Dou'da Hacı Halife, Batı'da ise<br />
Hacı Kalfa adıyla tanınan 17. yüzyılın bu önemli bilim ve<br />
düünce adamı, ordu kâtipliinde bulunduu için ulema<br />
ve halk arasında Kâtip Çelebi adıyla tanındı.<br />
Babası aydın bir kii olan Katip Çelebi, çeitli hocalardan<br />
dini ve pozitif bilimler üzerine eitimler aldı. Henüz on<br />
dört yaındayken Divan-ı Hümayun kalemine giren Katip<br />
Çelebi, bir müddet Anadolu Muhasebecilii kaleminde<br />
çalıarak hesap kaidelerini, erkam ve siyakat yazısını<br />
örendi.<br />
1624 yılında babasıyla birlikte Tercan, bir sene sonra<br />
da Badat Seferi'ne çıkan Katip Çelebi, 1627-1628’de<br />
Erzurum kuatmasına katıldıktan sonra stanbul’a geldi<br />
ve 1630 yılındaki Badat Seferi'ne katılıncaya kadar,<br />
Kâdızâde Mehmet Efendi’nin derslerine devâm etti. Badat<br />
kuatmasında ordunun defterini tutan Katip Çelebi,<br />
seferden sonra tekrar stanbul’a dönerek Kâdızâde’den<br />
tefsir dersleri aldı.<br />
1633-1634 yılında hac farızasını yerine getirmek üzere<br />
Mekke ve Medine’ye giden Katip Çelebi, dönüünde<br />
Diyarbakır’da kılamakta olan orduya katılarak bir süre<br />
burada yörenin önde gelen ilim adamlarıyla tartımalı<br />
ilmi sohbetlere katıldı. Katip Çelebi, Diyarbakır’da tartıtıı<br />
konuların bir kısmını daha sonra kaleme alacaı<br />
“Mizanü’l-Hakk” adlı eserinde ele alarak deerlendirmitir.<br />
1635 yılında Sultan IV. Murat ile Revan Seferi’ne katılan<br />
Katip Çelebi, bu sefer ile ilgili gözlemlerini ise “Fezleke”<br />
adlı eserinde oldukça geni bir ekilde ele almıtır.<br />
On yıl kadar çeitli savalarda bulunduktan sonra<br />
stanbul’a dönen Katip Çelebi, kendini tamamıyla ilmi<br />
çalımalara adadı. Dönemin mehur bilginlerinden A’rec<br />
Mustafa Efendi’den Aruz ile ilgili el-Endelüsiyye, Felsefe<br />
ile ilgili Hidayetü’l-Hikme, Astronomi ile ilgili "el-<br />
Mülalhhas fi’l-Hey’e" erhini ve "Ekalü’t-te’sis’i" okudu.<br />
Aynı zamanda devrin ileri gelen vaizlerinden Ayasofya<br />
Camii Dersiâmı (öretim görevlisi) Abdullah Efendi<br />
ile Süleymâniye Camii Dersiâmı Mehmed Efendi’den<br />
ders aldı.<br />
Akrabasından kalan yüklü bir mirasın üçte biriyle (yaklaık<br />
300 bin akçe) çeitli kitaplar satın alan Kâtip Çelebi,<br />
geceli gündüzlü çalıarak bu deerli eserleri inceledi.<br />
Kendisinin anlattıına göre on seneyi akın bir süre yalnızca<br />
ilmi çalımalarla megul olan Katip Çelebi, bazen<br />
her eyi unutarak gün douncaya kadar mum ııında<br />
ilmi çalımalarda bulunmutur.<br />
Girit Seferi dolayısıyla harita yapımıyla da ilgilenen bu büyük<br />
ilim adamı, dinî ilimlerin yanı sıra Matematik ve astronomi<br />
de tahsil etmi, Fransızca ve Latince örenmiti.<br />
Kalan zamanlarında ise bata kendi olu olmak üzere talebelerine<br />
çeitli dersler vererek onların da yetimesine<br />
vesile oldu. Hastalıı nedeniyle tıbbi konularla da ilgilenen<br />
Katip Çelebi, aynı zamanda raki yaklaımları dolayısıyla<br />
Batini (ezoterik) konulara merak sardı ve ifa saladıı<br />
kabul edilen Havas kitaplarını incelemeye baladı.<br />
Müslüman olan Fransız asıllı Mehmed hlasi’nin yardımıyla<br />
bazı eserleri Latince’den Türkçe’ye tercüme etti.<br />
Kâtip Çelebi megalelerinin gayesini öyle anlatmaktadır:<br />
“nsan için en yüksek mertebe ve en büyük saadet,<br />
Allah'ı tanımaktır; bilhassa nereden gelip nereye gittiimizi<br />
bilmektir”. Kâtip Çelebi'ye göre ilim Allah'ı tanımanın<br />
bir vasıtasıdır ve bu ölçüler içerisindeki ilim, cemiyetin<br />
ayakta durmasına ve devamına bir vasıtadır. nsanda<br />
kâlp ne ise, cemiyette de âlimler aynı ehemmiyete<br />
hâizdir.<br />
Önemli bir misyon yüklenen ve Osmanlı corafyasında<br />
adeta yeni bir Aydınlanma Hareketi balatmak üzere<br />
yola koyulan 17. yüzyılın bu büyük bilim adamı 6 Ekim<br />
1657 tarihinde vefat etmitir.<br />
Katip Çelebi’nin Eserleri<br />
Yirmiyi akın esere imza atmı olan Katip Çelebi’nin üphesiz<br />
ki en önemli iki eseri “Kefü’z-Zunun” ve Cihan-<br />
Nüma”dır. Arapça bir bibliyografya sözlüü olan ve ancak<br />
20 yılda tamamlanabilen Kefü’z-Zunun’da 14.500<br />
kitap ve risalenin adı ve yazarı verilir. Bilim tasnifine göre<br />
ve alfabetik olarak düzenlenmi olan yapıt, Mısır’da,<br />
Almanya’da ve stanbul’da basılmı, Lâtince'ye de çevrilmitir.<br />
Corafi yapıtların en önemlisi ve en eskisi olan Cihannüma,<br />
Osmanlı corafyacılıında yeni bir çıır açmıtır.<br />
Yazılmasına 1648 yılında balanılan Cihânnüma’nın<br />
genel bir corafya kitabı olacaı mukaddimesinde belirtilmesine<br />
ramen eser, kısa bir girile Asya kıtasında<br />
Türkiye’nin dou sınırlarına (kuzeyde Erzurum vilayeti,<br />
güneyde Irak-Mezopotamya) kadar olan bölgeler<br />
ile sınırlı kalmı olduu görülmektedir. Dou ve Batı’yı<br />
her yönüyle içine alan bir corafya kitabı hazırlamayı<br />
hedefleyen Kâtip Çelebi, elindeki kaynakların yetersizlii<br />
karısında önceleri ümidini kaybetmitir. Dolayısıyla<br />
Cihannüma’nın bu ilk sürümü, sınırlı bir bölgeye ilikin<br />
kalmıtır.<br />
eyh Mehmed Efendi hlasî adlı Latince bilen Fransız<br />
asıllı corafyacı bir mühtediden yardım alarak 1654’te<br />
Levâmiü’n-nûr fi Zulumati Atlas Minör adlı eserini hazırlar.<br />
Bu sırada, Abraham Ortelius’un Theatrum orbis terrarum<br />
ve Mercator’un atlasını inceleme fırsatını bulunca<br />
bu eserlerden ve haritalarından istifade ile Cihannüma’yı<br />
yeniden yazmaya balar. Bu yeni Cihannüma’yı hazırlar-
Osmanlı mparatorluu, m p<br />
r at<br />
o rl<br />
u , <strong>El</strong> lH<br />
Hacc Ebu'l ul<br />
Hasan, an<br />
,T<br />
Topkapı pı<br />
Sarayı ay<br />
ıM<br />
Müze Kütüphanesi, üp<br />
,N<br />
No. H.<br />
1822<br />
2
Asya Kıtası, Kâtip Çelebi, Cihân-Nümâ<br />
ken ayrıca "Ph. Cluverius’un Introductio geographica vetera<br />
quam nova" ve "G. Lorenzo’nun L’univesale fabrica del<br />
mondo overo cosmografia" adlı eserlerinden de faydalanır.<br />
Eser, brahim Müteferrika tarafından 1831 yılında Osmanlı<br />
matbaasında basıldıktan sonra daha geni kitlelere<br />
yayılmıtır. brahim Müteferrika’nın eklemeleriyle, Tophaneli<br />
brahim mahlasıyla kendisinin, Ahmed el- Kırımî’nin<br />
ve Galatalı Mıgrıdıç’ın çizimleriyle Cihânnüma daha da<br />
zengin bir hal almıtır.<br />
Aynı zamanda bir tarihçi olan Katip Çelebi, bu alanda<br />
da önemli eserler kaleme almıtır. Bunlar, kainatın yaradılıından<br />
1641 yılına kadar geçen olayların aktarıldıı<br />
“Fezleketü’t-Tevarih”, 1592-1655 yılları arasındaki olayların<br />
anlatıldıı “Fezleke”, Hz. Adem’den 1648'e kadar geçen<br />
tarihsel olayların kronolojik bir sırayla aktarıldıı<br />
“Takvimü't-Tevarih”, Johann Carion’un 1548 yılında Paris’te<br />
yayımlanan “Chronicle” adlı eserinin tercümesi niteliindeki<br />
“Tarih’i Frengi Tercümesi”, Yunan, Roma ve Hristiyan<br />
Avrupa konusunda temel bilgilerden oluan “radü’l-<br />
Hıvara la Tarihi’l-Yunani ve’r-Rumi ve’n-Nasara”, bazı Grek<br />
tarihçilerine ait eserlerinden stanbul ile ilgili bölümlerin<br />
çevirilerinden oluan ve “Revnaku’s-Saltana” adıyla da bilinen<br />
“Tarih-i Konstantiniyye ve’-Kayasire”dir.<br />
Biyografi ve bibliyografyaya da ilgisi olan Katip Çelebi,<br />
“Süllemü’l-Vüul ila Tabakati’l-Fuhu’l” adlı Arapça eserinde,<br />
Kefü’z-Zunun’da yer alan bilginlerin hayat hikayelerini<br />
aktarmıtır. Bu eser, son dönemin bu alanda kaleme<br />
alınmı ve alfabetik sıraya göre düzenlenmi önemli bir<br />
kaynak niteliindedir.<br />
Katip Çelebi, “lhamü’l-Mukaddes min-el-Feyzi'l-Akdes”<br />
adlı eserinde, yaadıı çada ortaya çıkan bazı astronomi<br />
problemlerine cevap aramıtır. Alfabetik sözlük niteli-<br />
indeki “Tuhfetü’l-Ahyar fi’l-Hikemi ve’l-Emsali ve’l-E’ar”<br />
adlı esrinde; özlü sözler, anlamlı mısralar ve ibretli darb-ı<br />
meseller yer alır. “Dürer-i Müntesire ve Gurer-i Münteire”<br />
adlı eser bazı dini konulara aydınlık getirmek üzere derlenmitir.<br />
Ali Kuçu’nun astronomiye dair “er-Risaletü’l - Muhammediye”<br />
isimli eserine yazdıı erh olan “Hüsnü’l Hidaye”, bazı<br />
terifat kaidelerinden söz eden “Kanunname”, garip ve alı-<br />
ılmıın dıındaki fıkıh konularına dair fetvaların toplandı-<br />
ı “Recmü’r-Racim bi’s-Sini ve’l-Cim”, çeitli konulara dair<br />
okuduu ve okuttuu yirmi yedi eserin özet ve açıklamalarından<br />
meydana gelen “Cami’u’l-Mütun min Celili’l-Fünun”,<br />
devletin mali düzenindeki bozuklukları düzeltmek amacıyla<br />
kaleme aldıı “Düsturu’l-Amel li-Islahi’l-Halel” ve dönemin<br />
bazı tartımalı konularına açıklık getirmek amacıyla<br />
yazdıı son eseri olan “Mizanü'l-Hakk fi htiyari'l-Ehakk”<br />
adlı eserleri, Katip Çelebi’nin entelektüel ilgisinin ne denli<br />
zengin olduunu kanıtlar niteliktedir.<br />
UNESCO’nun 2009 yılını “Katip Çelebi Yılı” ilan etmesi ve bu<br />
sergi vesilesi ile yeniden gündeme gelen Katip Çelebi’yi biraz<br />
daha yakından tanımanın, ülkemizin ilim ve fikir hayatına<br />
önemli katkılar yapacaını düünmekteyiz.<br />
30
Gün<br />
Işığında<br />
İstanbul’un<br />
8000 Yılı<br />
Yazı: Ayşe ÇAL<br />
Fotoğraflar: Bekir KÖŞKER, Süleyman KARA<br />
Marmaray ve Metro projeleri kapsamında yürü-<br />
tülen arkeolojik kazı ve sondaj çalışmalarıyla<br />
tüm insanlığın gözbebeği olan İstanbul’un toprak<br />
altında saklı 8 bin yıllık geçmişi gün yüzü-<br />
ne çıkarıldı. Kazılarda neolitik çağdan Osmanlı<br />
Dönemi’ne kadar uzanan zaman dilimini kapsayan<br />
ve günlük yaşamdan ticarete, inanıştan tek-<br />
nolojiye farklı alanlara ait bulgular elde edildi.<br />
Heykeller, kandiller, seramikler, gözyaşı şişeleri,<br />
sikkeler, çapalar, toprak ağırlıklar vb. tüm tarihi<br />
ve kültürel eserler, İstanbul’un ne kadar zen-<br />
gin bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koyuyor.<br />
(Resim: Kap Parçası, MÖ 5. yüzyıl, Pimi toprak, Sirkeci Kazı Alanı, Bir kabın üçgen<br />
eklinde kırılmı kısmıdır. Kiremit rengi hamurludur. Kabın dı yüzeyinde kırmızı<br />
figür tekniiyle yapılmı, profilden kadın figürünün bir kısmı görülmektedir. Bu figürün<br />
önünde yine bir kadına ait olabilecek saçlar seçilmektedir. Kap parçasının<br />
içi ve dıı siyah firnislidir.)
Yenikapı bizans batıkları, bir çektiri olan Yenikapı II batıının sadece iskele tarafı kalmıtır. Pruva<br />
(fotorafın üst tarafı) ve kıç kayıptır.<br />
Marmaray projesi, stanbul'un kentsel yaamını salıklı<br />
bir ekilde sürdürebilmesi için ehir içi ulaım sorununa<br />
toplu taımacılıkla köklü bir çözüm getirmeyi amaçlayan<br />
dünyanın önemli projelerinden biri. 2004 yılından<br />
beri devam eden bu önemli proje kapsamında, stanbul<br />
Arkeoloji Müzeleri Müdürlüü’nce Üsküdar, Sirkeci ve<br />
Yenikapı ile Sultanahmet Eski Cezaevi alanında<br />
arkeolojik kazı ve sondaj çalımaları yapılıyor.<br />
te kısa sürede sonuç vermeye<br />
balayan bu çalımalar sayesinde,<br />
tüm insanlıın gözbebei olan<br />
bu kentin toprak altında saklı 8<br />
bin yıllık geçmiine ıık tutacak<br />
kalıntılar gün yüzüne çıkarıldı.<br />
stanbul Marmaray ve Metro<br />
projeleri kapsamında,<br />
2004 yılından bu yana Üsküdar,<br />
Sirkeci ve Yanikapı’da<br />
yürütülen arkeolojik kazı ve<br />
sondaj çalımalarıyla gün<br />
yüzüne çıkarılan taınabilir<br />
kültür varlıklarının meraklılarıyla<br />
buluması ve stanbul’un<br />
8 bin yıllık gizemli tarihinin tanıtılması<br />
amacıyla stanbul Arkeoloji<br />
Müzesi’nde bir sergi açıldı. Sergide yer<br />
alan eserler ve bu eserlere ait bilgiler<br />
ise “Gün Iıında stanbul’un 8000 Yılı:<br />
Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları”<br />
balıklı bir katalogda toplandı. Kazılar<br />
sayesinde ortaya çıkan bu eserlerle,<br />
stanbul’da neolitik çadan Osmanlı<br />
Dönemi’ne kadar uzanan bir yolculua<br />
çıkıyoruz hep birlikte…<br />
stanbul Arkeoloji Müdürlüü tarafından yürütülen kazılardan bir görünüm<br />
8 Bin Yıllık Tarih, Marmaray ile Gün Yüzüne Çıktı<br />
Marmaray projesi kapsamında yapılan kazıların<br />
stanbul’un tarihinin aydınlatılması bakımından bir ans<br />
olduunu belirten stanbul Arkeoloji Müzeleri emekli<br />
müdürü smail Karamut, “Bu proje olmasaydı, Yenikapı<br />
ve Üsküdar’da ortaya çıkarılan taınmaz kültür<br />
varlıkları, özellikle Bizans Dönemi The-<br />
Vodosius Limanı ve bu limanda çamurun<br />
yuttuu ve bu sayede günümüze<br />
salam ulamı batık gemiler<br />
hakkında bilgi sahibi olamayacaktık”<br />
diyor.<br />
stanbul Arkeoloji Müzeleri<br />
müdür vekili Zeynep Kızıltan<br />
ise projenin önemini u<br />
sözlerle belirtiyor: “Marmaray<br />
ve Metro projeleri kapsamında<br />
stanbul Arkeoloji<br />
Müzeleri Müdürlüü’nce yürütülmekte<br />
olan arkeolojik<br />
kazılarda, Yenikapı’da yakla-<br />
ık milattan önce 6. binde, deniz<br />
kıyısında küçük toplama talarla<br />
desteklenmi, dal örgülü, ah-<br />
ap dikmeli, çamur sıvalı evlerde ya-<br />
anılan, Roma ve Bizans dönemlerinde<br />
kalın surlar ardında yaanmaya devam<br />
eden, bunun yanı sıra açık denizlere<br />
yelken açan kent sakinlerinin günlük<br />
yaamları, inanç sistemleri, teknolojileri,<br />
ticari ilikisi ve mimarisi günümüze<br />
taınmakta, böylece stanbul’un 8<br />
bin yılı gün ııına çıkmaktadır.”<br />
32
Taıdıı yükü ile birlikte bulunan Marmaray 6 batıı belirlenen boyu 7 metre, karinanın en geni yeri 2,3 metredir. Geminin tam boyunun yaklaık 8-8,5 metre karinanın en geni yerinin yaklaık<br />
2,8 metre olduu düünülmektedir.<br />
Orta Ça Gemi Yapım Teknikleri Aydınlatılıyor<br />
Bizans döneminde stanbul`un Marmara kıyılarındaki limanı<br />
olan Yenikapı’da çalımalar, alan üç ana parçaya<br />
bölünerek yürütüldü. Dou alanında ilk olarak Geç Osmanlı<br />
dönemine ait seramik parçalarının yer aldı-<br />
ı tabakaya ulaıldı. Kuru duvar tekniinde yapılmı<br />
buluntuların mimari özelliklerine bakılarak<br />
bu alanın 19. yüzyıl sonlarında ilaç yapımında<br />
kullanıldıı ve eczacılıkla ilgili ilikler olabilecei<br />
sonucuna varıldı. Buluntular arasında içi<br />
civa dolu bir cam ieyle üzerinde laman<br />
betimli bir ie kapaı bulunuyordu. Koruma<br />
Bölge Kurulu, bu alanın yerinde korunmasına<br />
karar verdi.<br />
Antik kaynaklarda ve bazı aratırmacıların<br />
çalımalarında Theodosius Limanı<br />
olarak anılan, Mustafa Kemal Caddesi ile<br />
Namık Kemal Caddesi arasında kalan alanın<br />
dou bölümünde -1,10 metre kodunda<br />
çok miktarda ilenmi ahap buluntu ve<br />
kalın halat parçalarının ortaya çıkması neticesinde<br />
çalımalar geniletildi ve Theodosius<br />
Limanı`nda 11. yüzyıl amforalarıyla<br />
yüklü bir tekne bulundu. Teknenin yüküyle<br />
birlikte battıı ve limanın dolmasıyla<br />
toprak altında kaldıı sanılıyor. Gerçek<br />
uzunluu 10-12 metre, güvertesiz ve tek<br />
direkli olan teknenin, büyük olasılıkla<br />
Marmara Bölgesi’nde ina edildii ve do-<br />
al afetler nedeniyle batmı olabilece-<br />
i düünülüyor. Kazılarda imdiye kadar<br />
33 tane farklı büyüklüklerde ticari gemi,<br />
ufak balıkçı tekneleri ve uzun kürekli gemiler<br />
ortaya çıkarıldı. Bunların incelenmesi neticesinde Orta<br />
Ça`da gemi yapımı teknikleri konusunda esiz bilgilere<br />
ulaılması bekleniyor. Çalımaların devamında, Theodosius<br />
Limanı kalıntılarının altında, günümüzden 8 bin yıl<br />
öncesine uzanan dolgulara ve arkeolojide neolitik, kalkolitik<br />
ve eski tunç çaı olarak adlandırılan dönemlere<br />
ait seramik parçalarına rastlandı.<br />
Bölgedeki buluntuların en önemlilerinden biri de<br />
milattan sonra 4. yüzyıla ait olduu sanılan, potern<br />
olması muhtemel kalıntıdır. Yaklaık 11 metrelik<br />
bölümü görülebilen bu tonozlu tula yapının<br />
içerisinde bol miktarda kandil bulundu.<br />
Kazı çalımalarında ortaya çıkarılan<br />
taınabilir kültür varlıkları, dönem ve<br />
malzeme olarak çok çeitlilik göstermektedir.<br />
Kazı yapılan alanın antik dönemde<br />
bir liman olduu düünüldüünde<br />
bu çeitlilik doal kabul edilebilir. Limanın,<br />
Osmanlı döneminde farklı yerlerden<br />
getirilen toprakla doldurulmu olması,<br />
buluntuların çeitliliini artırmaktadır. Genellikle<br />
denizcilerin kullandıı malzemelerin<br />
çounlukta olduu malzemeler arasında<br />
pimi toprak günlük kullanım kapları,<br />
çok sayıda farklı madenden yapılmı sikkeler,<br />
deri sandaletler, kandiller, metal objeler,<br />
tahta taraklar, baskı bezekli insan ve<br />
hayvan betimli kap parçalarıyla Osmanlı<br />
dönemi çini ve seramik parçaları sayılabilir.<br />
Kazı alanındaki atölye çalımalarıyla<br />
parçaları tamam olan buluntular tümlenmekte,<br />
konservasyon ilemleri yapılıp<br />
Arkeoloji Müzeleri’ne nakledilmektedir.<br />
33
Abdülmecid (1255-1277 / 1839-1861), Yenikapı kazı alanı, ön yüz: tura, arka yüz: duribe (1) / fi / konstantiniye / 1255 AV, Onluk. 15 mm, 0.78 gr. env. no. DN. 1423/1 (MRY'06-2496) Ref. Pere, 873<br />
Theodosius Limanı<br />
“Roma mparatoru Büyük Konstantin`in kurduu yeni<br />
Bakent Konstantinapolis`in geliip büyümesinde, gemilerle<br />
yapılan ticaret dolayısıyla limanlara büyük i düüyordu.<br />
Bu gereksinimi gören 1. Theodosius (379-395), kendi<br />
adıyla anılan bu limanı yaptırmıtır. Kentin artan tahıl<br />
ve dier gereksinimlerini karılamak amacıyla kurulan liman,<br />
7. yüzyıla kadar aktif konumunu sürdürmü, daha<br />
sonra önemini yitirerek limana akan Bayrampaa (Lykds)<br />
Deresi`nin taıdıı mil, artık ve molozlarla dolmaya balamıtır.<br />
Liman, ufak gemi ve balıkçı teknelerinin urak<br />
yeri olarak 11. yüzyıl sonlarına kadar bir süre daha kullanılmı,<br />
olasılıkla 13. yüzyılda tamamen dolarak üstü kapanmıtır.”<br />
Yenikapı kazılarında bulunan eserler; günlük yaam, ticaret,<br />
teknoloji ve inanç balıkları altında toplanabilir.<br />
Ticaret balıı altında; Kuzey Afrika kökenli kırmızı astarlı<br />
ve boyalı tabaklar, kandiller, Dou Akdeniz ve Afrika kökenli<br />
ticari amforalar, Anadolu ve Balkan kökenli kandiller,<br />
Ege kökenli amforalar ve baskı bezekli tabaklar sayılabilir.<br />
Bunların yanı sıra cam, maden, fildii ve deri sandalet<br />
gibi buluntu çeitlilii de ticari<br />
faaliyetlerin göstergesidir.<br />
Kazı çalımaları<br />
sırasında çok sayıda<br />
elde edilen tüm ve<br />
parçalar halindeki<br />
amforalar, arap ve<br />
zeytinyaı gibi malların<br />
ticaretinin yo-<br />
unluunu göstermektedir.<br />
Teknoloji balıı altında; denizcilik,<br />
balıkçılık ve günlük<br />
yaam teknolojisi hakkında bilgiler<br />
veren buluntular arasında limana<br />
özgü yaamın gereksinimlerini<br />
karılamakta kullanılan nesneler ço-<br />
unlukta. Demir ve ta çapalar, kurundan yapılmı a ve<br />
olta aırlıkları, bronzdan yapılmı a mekikleri, ine, kilit,<br />
olta inesi, ta çapalar, pimi toprak aırlıklar, ampfora<br />
kapakları, ahap makaralar, kemani matkaplar ve matkap<br />
uçları, ahap dokuma tarakları gibi organik buluntular<br />
sıralanabilir.<br />
Kazıda ele geçen çok sayıda çapa, ekonomik olması nedeniyle<br />
genellikle ta kaplama levhaları gibi devirme malzemelerden<br />
imal edilmitir ve ahap tırnaklıdır. Demir çapalar,<br />
ekonomik deerlerinin yüksek olması nedeniyle<br />
battıktan sonra yükü ve donanımı kurtarılmamı gemi kalıntılarıyla<br />
bulunmaktadır. Kazı çalımaları sırasında Yenikapı<br />
I batıından iki demir çapa ele geçirildi.<br />
Buluntular arasında bronz ine ve kemik bız, muhtemelen<br />
limanda veya seyir anında yıpranan yelkenlerin tamiri<br />
için kullanılmaktaydı. Günümüzde de kullanılan imir kemani<br />
matkap, gemilerde bulundurulan tamir setlerinin birer<br />
parçasıdır.<br />
arap ve zeytinyaı gibi malların taınması için çokça kullanılan<br />
ampforaların aızlarını kapatmaya yarayan kapakların<br />
üretimi, kırılmı çanak çömlek, amfora ve aaç kabuu<br />
parçalarından yapılmı izlenimi<br />
vermekte.<br />
Her dönemde etkisi<br />
ve gücü hissedilen<br />
din olgusuyla ilikili<br />
olarak Roma döneminden<br />
Osmanlı dönemine<br />
kadar çeitli<br />
eserlere rastlanmıtır.<br />
Bunların büyük çounlu-<br />
u Bizans dönemine ait buluntulardır.<br />
Hristiyan öncesi hakim olan pagan<br />
inanı, izlerini çok sonraki dönemlere<br />
kadar taımıtır. Hayatın her<br />
aamasına yayılmı olan bu kültü-<br />
Kase, Osmanlı znik ii, Sirkeci kazı alanı, pimi toprak.
Geç Roma, Thodosius (408-450), Yenikapı kazı alanı, ön yüz: DNTHEODO SIVSPFAVG II. Theodosius’un miferli büstü, önden zırhlı, mızrak ve kalkan tutuyor. Arka yüz: CONCORD I AAVGGA Constantinopolis<br />
tahtta oturuyor. Önden miferli, ba saa, sa elinde asa, sol elinde küre üzerinde Victoria tutuyor. Solda yıldız, ayaı altında gemi pruvası, kesimde CONOB AV 6 H, 4.36 gr, 20/22 mm.<br />
rün etkileri hem dini amaçlı buluntularda hem de günlük<br />
kullanım eyalarında görülmektedir. Milattan sonra<br />
2. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar paganizm etkili buluntulara<br />
rastlanılmaktadır. Pagan tanrıları arasında yer alan<br />
Apollon ya da Hermes heykelcii, üzerinde “Lollia Serenia,<br />
12 yıl yaadı” yazılı mezar taı olarak kullanılan mermer<br />
heykel, fildiinden yapılmı Nike betimli bir ikona<br />
parçası, pagan inancını yansıtmaktadır. Bizans ile birlikte<br />
bu inanca ait eserler sayısal olarak azalmakta ve Hristiyanlık<br />
dönemi eserleri younlamaktadır.<br />
Kazılarda inanca yönelik bulgular arasında küçük<br />
buluntular dıında “100 ada” olarak adlandırılan<br />
bölgede tespit edilen mezarlar ve metro kazı sınırları<br />
içerisinde kalan kilise, söz konusu kilisenin<br />
içerisinde ve çevresinde bulunan mezar kalıntıları,<br />
büyük önem taır. Her iki bölgede toplam<br />
33 mezar bulunmutur. Bu mezarlar Bizans<br />
ölü gömme gelenekleri hakkında bilgiler vermektedir.<br />
Bizans’ta nadiren karılaılan rölikler dıında,<br />
ölü hediyesi olmamasına ramen, gömülerle<br />
birlikte az sayıda da olsa mezar hediyesi<br />
bulunmutur. Bu buluntular arasında kemikten<br />
ve bronzdan birer haç, bir ampulla,<br />
bir gözyaı iesi, serpantinden yapılmı<br />
bir yassı balta yer alır. Bunlar arasında<br />
sadece bronzdan yapılmı olan haç, “in-situ”<br />
olarak mezar içinde iskeletin sol gösünün üstünde<br />
bulunmutur. Dierleri ise mezar çevresinden<br />
çıkmıtır. Osmanlı dönemine ait<br />
dini buluntular arasında ise dua kabı parçaları<br />
ve yazılı tabak parçaları yer alır.<br />
Yenikapı kazılarında günlük yaama<br />
dair geç neolitik dönemden Osmanlı<br />
dönemine kadar yaanan geni zaman<br />
sürecine ait çok sayıda mimari ve<br />
küçük buluntu ele geçirilmitir. Kazıda,<br />
geç neolitik-erken kalkolitik dönemine<br />
ait mimari buluntu ve çanak çömlekler<br />
bulunmutur. Yenikapı kazısı tarih<br />
öncesi buluntuları, Toptepe (Marmara<br />
Erelisi ile Tekirda arasındaki yerleme) ve Fikirtepe<br />
(Kadıköy-Hasanpaa) yerlemelerine ait buluntularla<br />
benzer özellikler göstermektedir. Bu benzerlikler çerçevesinde<br />
Yenikapı tarih öncesi insanlarının Fikirtepe ve<br />
Toptepe insanları gibi avcı-balıkçı ve tarım yapan insanlar<br />
olduu düünülmütür. Tarih öncesi yerleme katının<br />
üstünde ve devamında Demir Çaı çanak çömlekleri bulunmu<br />
ve bunlar Thrako-Frig göçleriyle ilikilendirilmitir.<br />
Kolonizasyon dönemine ait olduu düünülen Oinochoe,<br />
siyah firnisli kaplar, aryballos, skyphos gibi çounlu-<br />
u sofra kaplarından oluan buluntular ise Byzantion kentiyle<br />
ilikili olarak deerlendirilmitir. (Byzantion, Karadeniz<br />
ve Ege’ye sınırı olan ülkeler arasında ticaret<br />
yapan gemiler için gerekli limanı salayan küçük<br />
ve zengin bir kenttir. Kent halkı geçimini balıkçılık,<br />
arap ve tahıl ticaretiyle salar.)<br />
Kazı sürecinde bulunan neolitik döneme ait<br />
mezarda ise ikisi yetikin, ikisi çocua ait hoker<br />
pozisyonunda (ana rahmindeki fetus ekli) gömülmü<br />
4 iskelet saptanmıtır. skeletlerle birlikte<br />
ölü hediyesi olarak 5 adet farklı boyutlarda<br />
pimi toprak kap, 1 adet de düzgün ilenmi,<br />
bir ucu sivri dier ucu çatal biçiminde<br />
kesilmi ahap bir alet tespit edilmitir.<br />
Antropologlar, yetikinlerin 25-30 yalarında,<br />
küçüklerin ise en fazla 2 yaında öldüünü belirtmilerdir.<br />
Neolitik yerleimde bulunan ahaptan<br />
ve kemikten yapılmı aletler, stanbul`un<br />
8000 yıl öncesi için çok önemli buluntulardır.<br />
Örnekleri Fikirtepe ve Pendik`te<br />
rastlanan bu tür mimari ve küçük buluntular,<br />
stanbul`un tarihi yarımadadaki<br />
ilk çiftçi toplulukların varlıına<br />
iaret etmektedir. Dolayısıyla<br />
stanbul tarihinin bilinenden<br />
daha eskilere gittiini kanıtlayan çok<br />
önemli arkeolojik verilerdir. <strong>El</strong>e geçen<br />
bol sayıda neolitik dönem seramik parçaları<br />
Bayrampaa Deresi`nin denizle<br />
birletii bu alanda günümüzden yaklaık<br />
8 bin yıl önce büyükçe bir köyün<br />
35
Apollon ya da Hermes Heykelcii, 2. yüzyıl, Fildii, Yenikapı kazı alanı.<br />
Ayakta betimlenmi çıplak erkek heykelciinin vücudu 5 kıvrımlıdır. Olasılıkla sol ayaı ta-<br />
ıyıcı, sa ayaı serbesttir. Sol kolu dirsekten kıvrıktır ve pelerin taımaktadır. Her iki omuz<br />
üzerinde, önde birer tutam saç bulunmaktadır. Ba, sa kol, sol bacak ve sa bacaın büyük<br />
bir bölümü kırık ve eksiktir.<br />
36
Bizans kandilleri, MS 5-6. yüzyıl, Üsküdar kazı alanı
Amfora, Bizans 11. yüzyıl, pimi toprak, Yenikapı kazı alanı, kırmızı hamurlu, dıa dönük aız<br />
kenarlı, ikin karınlı, dibe doru daralan gövdelidir. Aız kenarının altından balayan kulplar<br />
omuzda son bulmaktadır. Tüm gövde üzerinde yivler mevcuttur. Amforanın her iki kulbunda<br />
damga bulunmaktadır.<br />
varlıını kanıtlamaktadır. Kalıntıların yerin 6,5 metre altında<br />
oluu da günümüzden yaklaık 8 bin yıl önce deniz<br />
seviyesinin günümüzdeki düzleminden en az bu kadar<br />
aaıda olduunu göstermektedir.<br />
Yenikapı kazılarında Roma ve Bizans dönemleriyle ilgili<br />
olarak sikkeler, cam bardak ve kadehler, pimi toprak<br />
kaplar, kandiller, fener, matara, kemik ve fildii oyun taları,<br />
çok sayıda ahap tarak, kurun ayna, anahtar ve deri<br />
sandalet tabanları sayılabilir.<br />
Osmanlı dönemiyle ilgili Theodosius Limanı’nın bulunduu<br />
kazı alanı, Lykos Deresi’nin (Bugünkü Bayrampaa<br />
deresi) getirdii alüvyonlar ve çevreden getirilen atıklarla<br />
dolmutur ve bu dolgu üzerinde artık stanbul’un<br />
ünlü Langa Bostanları bulunmaktadır. Buradan çıkarılan<br />
taınabilir eserler arasında, ilik olduu anlaılan mimari<br />
yapıda bulunan ve günlük yaamın salıkla ilgili yönüne<br />
ait tüpler, ieler ve ilaç kapaı gibi buluntularla<br />
znik, Kütahya, Çanakkale, Tophane tipi kap örnekleri,<br />
Çin porselenleri ve seladonlarıyla figürin ve kandilleri<br />
yer almaktadır.<br />
Terazi Aksamı, 5-7. yüzyıl, Bronz, Yenikapı kazı alanı, Terazi skalasının gövdesi ortada ikin,<br />
uçlara doru daralmaktadır. Dıtaki serbest halka, olasılıkla bir zincirle dairesel sı gövdeli kefelere<br />
balanmaktadır. Aksamın tam orta kısmına ise iç içe yapılmı, ortası bo, dikdörtgen<br />
formunda içi sabit, dı kısmı hareketli tutanak bulunur. Skala üzerinde ölçü çizgileri yer almaktadır.<br />
Kırık ve eksiktir.<br />
Arastayla ilgili bilgilere rastlanan çeitli kaynaklara göre<br />
burası, Rum Mehmet Paa vakfiyesidir. Paa 1470 yılında<br />
vefat ettiinden burası o tarihten önce cami ve imaretine<br />
gelir getirmesi amacıyla yapılmı olmalıdır. Kaynaklara<br />
göre 50 kadar dükkanı bulunan arasta 1956 yılında ortadan<br />
kaldırılmıtır.<br />
Aynı alanda bir tabakhaneye ait mimari kalıntılar da ortaya<br />
çıkarılmıtır. Tabakhaneye ait etnografik özellik ta-<br />
ıyan ahap fıçılardan bazıları, ilevlerinin ne olduunun<br />
anlaılması ve ileride kurulacak bir dericilik müzesinde<br />
sergilenmek üzere belgelenerek kaldırılmıtır.<br />
Kazılar yapılırken sondajlama ile 7 metreye inildiinde<br />
dolgu toprak içinde arkeolojik malzemelere ulaılmıtır.<br />
Kazılarda Bizans dönemi ve önceki dönemlere ait herhangi<br />
bir mimari kalıntı çıkmamasına ramen, yaklaık<br />
4.<br />
metreden sonra youn miktarda Roma, Geç<br />
Roma, Bi-<br />
Antik Çalardan Günümüze Uzanan Üsküdar<br />
Marmaray projesinin dier bir istasyonu olan Üsküdar,<br />
tarihin deiik dönemlerinde farklı isimler almıtır. Arkaik<br />
dönemde (milattan önce 6. ve 7. yüzyılar) Khrysopolis<br />
(Altınehir) denilen Üsküdar, derin bir koya sahip<br />
bir liman kentidir. Khrysopolis, kelimesinin kökeni hakkında<br />
farklı antik kaynaklar vardır. lk kuruluu efsaneyle<br />
gerçeklerin iç içe olduu dönemlere ait mitolojik bir<br />
olaya dayanır. Khrysos; Khryseis ve Agamennon’un oludur.<br />
Aigistos ve Klytaimnestra’in hımından kaçmaktadır.<br />
Anadolu’ya gelir. Kırım\Tauros’da bulunan Artemis<br />
rahibesi kız kardei phigeneia’ya ulaacaktır. Ancak<br />
Asya’nın Bithynia kıyılarına geldiinde hastalanır ve ölür.<br />
Mezarının burada olmasından dolayı bölge Khrysopolis<br />
olarak anılır. Baka bir kaynaa göre ise, Pers egemenlii<br />
sırasında (milattan önce 513’tan sonra) kentin altını burada<br />
toplandıı için “Altın ehir” anlamına gelen Khrysopolis<br />
adını almıtır. Roma döneminde ise Üsküdar’ın adı<br />
Scutari olarak geçmektedir.<br />
Antik dönemlerden itibaren farklı isimler alarak varlıını<br />
ve önemini koruyan Üsküdar’ın meydanında yapılan<br />
kazılarda, bir arastanın temel kalıntılarına rastlanmıtır.<br />
38<br />
Tarak, 9-10. yüzyıl, Ahap, Yenikapı Kazı Alanı, Bir ucu kalın seyrek dili, dier ucu ince sık<br />
dilidir. Her iki di bölümünün balandıı gövde yarım daire biçimlidir; üzerinde, merkezde<br />
bir büyük, yanlarda da dörder adet küçük yuvarlak oyuk ve bunların üzerinde kakma<br />
olarak yerletirilmi renkli camlar yer alır.
Yonca Aızlı Oinochoe, MÖ 6. yüzyıl baı, Pimi toprak, Yenikapı kazı<br />
alanı, Yonca aızlı, kısa boyunlu, kürevi gövdeli dikey tek kulpludur.<br />
Aız kenarında, boyun ve gövde üzerinde yatay bantlar eklinde ve<br />
omuz üzerinde noktalardan oluan rozet biçimli bezeme yer alır. Büyük<br />
bir bölüm kırık ve eksiktir.
Yenikapı’da günlük yaam, Kazı buluntusu ahap tabak ve kaıklardan, Yenikapı kazı alanı
zans dönemi kandilleri ve Bizans dönemi mühür<br />
baskılarıyla sikkeleri bulunmutur.<br />
Üsküdar’da yapılan kazı çalımaları sadece<br />
bu alanla sınırlı kalmamıtır. Uygulanmakta<br />
olan proje kapsamında, kazısı bitirilen<br />
alanda ortaya çıkarılan alt yapı tesislerinin<br />
aktarımı için belirlenen deplasa alanlarda<br />
da kazı çalımaları yapılmıtır. III.<br />
Ahmet Çemesi ve Mihrimah Sultan<br />
Camisi yakınlarında deplasa alan çalımaları<br />
sırasında ortaya çıkan buluntular,<br />
özellikle Üsküdar’ın Bizans<br />
tarihini aydınlatma açısından çok<br />
önemli sonuçlar vermitir. Kazılarda,<br />
milattan sonra 12-13.<br />
yüzyıllarda yapılmı olabilecei<br />
tahmin edilen apsidal bir yapıya<br />
ait temeller ortaya çıkarılmıtır.<br />
Dikdörtgen planlı yapının<br />
dıında ayrı bir temenos<br />
olması, onu daha da ilginç<br />
kılmıtır. Dini bir mekan<br />
olduu izlenimi veren bu yapının,<br />
Üsküdar’ın Bizans dönemi<br />
tarihini aydınlatacaına<br />
ve önemli bilgiler sunacaına<br />
inanılmaktadır. Yine “Sandık<br />
skele” ile fırınlanmı kütüklerden<br />
oluan “Ahap skele” kalıntıları,<br />
ortaya çıkarılan Osmanlı<br />
dönemi öncesi mimari izlerdir.<br />
Üsküdar meydanında yapılan kazılarda<br />
taınmaz kültür varlıklarının<br />
yanı sıra, yapılan sondajlarla aaı<br />
katmanlara doru inildiinde; klasik,<br />
arkaik, Helenistik ve Roma dönemlerine<br />
ait çanak çömlek parçaları ve farklı<br />
objeler bulunmutur.<br />
Söz konusu alanlarda saptanan açma kazılarda<br />
ele geçen buluntular öyle tarihlendirilmitir;<br />
kuzey ve kuzeybatı kısımlarındaki<br />
III. Ahmet Çemesi yanı, Küçük Hamam<br />
önü, Hakimiyeti Milliye Caddesi ve<br />
Boaz’a doru olan kısımlarındaki açmalar<br />
ve sondajlar, genel olarak erken dönemlere<br />
ait eserler vermitir. Bu alanların<br />
dıındaki yerlerde, özellikle güneye,<br />
Marmara’ya doru olan kazılarda<br />
ise genellikle Geç Osmanlı ve ilk<br />
Cumhuriyet yılları gibi geç dönemlere<br />
ait sırlı-sırsız çanak çömlek, ithal<br />
porselenler ve seramikler, çeitli<br />
cam objeler, znik ve Kütahya çini<br />
ve seramikleri, bol miktarda amdan,<br />
lüle niteliinde parçalar, birkaç<br />
adet Erken Osmanlı-Bizans grafiti çanak<br />
çömlek parçası.<br />
Üsküdar kazılarında arkaik dönem mimari<br />
kalıntılarına rastlanmasa da ele geçen<br />
küçük buluntular, çevrede bir arkaik<br />
dönem yerlekesine iaret ediyor olabilir.<br />
Heykeller Çiniler ve Tarihi Yarımada Sirkeci<br />
Sandalet tabanı, 5-7. yüzyıl, Ahap, Yenikapı kazı alanı, Sivri burunlu, köeli uzun gövdeli, yuvarlak topukludur.<br />
Taban bölümü kademelidir. Üst yüzde grafitiyle yapılmı ku ve çiçek figürleri yer almaktadır. Üst yüzü<br />
tümüyle, “Salıkta kullan hanımefendi, güzellikte ve mutlulukta olup (bunu) giy” yazısı çevrelemektedir.<br />
Marmaray projesi kapsamında, Sirkeci istasyonunun<br />
kuzey ve güney giri alanlarıyla<br />
batı ve dou aftlarında yapılan arkeolojik<br />
çalımalar, stanbul gibi youn bir yapılamaya<br />
sahip kentin stratigrafisinin saptanması<br />
açısından bir ans olarak görülmelidir.<br />
stanbul’un tarihi yarımadasının antik<br />
kaynaklardan bilinen tarihi corafyasına<br />
göre her iki aft alan da<br />
(batı aft: Hocapaa, dou aft: 14<br />
Ada) antik liman çevresinde bulunmaktadır.<br />
Milattan önce 680-<br />
660 yılları civarında Megara kolonisi<br />
olarak kurulan Byzantion,<br />
Boaz’ın çıkıındaki konumu<br />
nedeniyle milattan önce<br />
6. yüzyıldan itibaren önemli<br />
bir liman olmutur. Günümüzde<br />
de önemini koruyan limanın<br />
yaklaık 2500 yıllık zaman<br />
dilimi içinde dolduu, antik limanın<br />
mevcut kıyıdan Sirkeci<br />
bölgesinde yaklaık 250 metre,<br />
Eminönü’nde ise 150-200<br />
metre geride olabilecei varsayılmaktadır.<br />
2004 yılı jeolojik sondaj sonucu<br />
batı aftta -11.50 metre, dou<br />
aftta 12.70 metre derinlie kadar<br />
arkeolojik verilere ulaılmıtır.<br />
Fore kazık çalımalarından çıkan<br />
topraın incelenmesi sonucu izlenen<br />
kültür tabakaları da, jeolojik sonucu<br />
dorular nitelikte sonuçlar vermitir.<br />
<strong>El</strong>de edilen buluntular balangıç<br />
ve biti kotları içinde deerlendirildiinde,<br />
milattan önce 6. yüzyıldan balayıp<br />
günümüze kadar devam eden tarihsel bir<br />
süreç saptanmıtır.<br />
Sirkeci kazılarında Osmanlı ve Bizans kültür<br />
katlarına ait temel kalıntılarıyla bu dönemlere<br />
tarihlenen eserler bulunmutur. Bunlar<br />
arasında 3. - 4. yüzyıllara tarihlenen çanak<br />
çömlek, aynı döneme tarihlenen damgalı<br />
kulplar, Roma dönemi heykel baı, Bizans<br />
dönemi fırın malzemeleri, 13.-14. yüzyıllara<br />
tarihlenen znik-Milet ii çiniler ve Osmanlı<br />
çanak çömlekleri sayılabilir. Özellikle<br />
damgalı kulplar, Byzantion’un Tasos,<br />
Rodos, Sakız ve Kos adalarıyla, Knidos,<br />
Sinop ve Karadeniz Erelisi ile olan<br />
ilikilerini vurgulamaktadır.<br />
(Bu yazının hazırlanmasında stanbul Arkeoloji<br />
Müzeleri Müdürlüü'nce Vehbi Koç Vakfı destekleriyle<br />
yayımlanan “Gün Iıında stanbul’un 8000<br />
Yılı Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları" adlı<br />
sergi kataloundan yararlanılmıtır. Yakın ilgilerinden<br />
dolayı stanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüü'ne<br />
ve Müdür Vekili Sayın Zeynep KIZILTAN'a teekkür ederiz.)<br />
41
Doğanın Sanata Işıltılı Armağanı<br />
Sedef İSMEK'te Parıldıyor<br />
Abdullah GÖZLEMECİ<br />
Sedef; ışığı çok iyi yansıtan ve adeta ışıkla dans ederek en güzel renklere bürünen, doğanın insanoğluna sunduğu<br />
eşsiz sanat malzemesi… Sedef'in ahşapla müthiş uyumundan doğan bir sanat olan sedef işlemeciliği, yüzyıllardır<br />
kaybetmediği ihtişamını İSMEK'te sürdürmeye devam ediyor.<br />
Sedef sanatı, ahap ileme sanatının<br />
bir türüdür. Ahap mobilyaların, denizden<br />
elde edilen sedefle, baayı (deniz<br />
kaplumbaası kabuu), fildiini deiik<br />
renkli aaç köklerini ve benzeri malzemeleri<br />
bir arada deiik motiflerle kesip<br />
kaplama sanatıdır denilebilir. Bir anlamda<br />
sanatın tarzına, ülkesine göre çok<br />
deiik teknikler, stiller ve malzemeyle<br />
üretim yaptıkları üst düzey bir mobilyacılıktır.<br />
nsanlar hayatlarını kolaylatırmada<br />
kullandıkları araçların neredeyse<br />
tümünde kullanabilmiler sedefi.<br />
Her bölge insanı kendi dinine, kültürüne,<br />
yaam tarzına göre ekoller gelitirmitir.<br />
Ancak genelde tarih boyunca her<br />
bölge, dinsel mekânlarını ve dini eyalarını<br />
süslemilerdir. Sedefli eserleri üretebilmek<br />
beceri ve bilgi birikimi isteyen,<br />
meakkatli, sabır gerektiren ciddi bir sanat<br />
olması sebebiyle üretilen eserleri<br />
elde etmek tarihte ve günümüzde oldukça<br />
pahalı ve zor olmutur.<br />
nsanolu, sedefi, nispeten daha yumuak olan<br />
aaçla bazen fildii ile bazen bronzla, bazen gümüle<br />
hatta mermerle bile birletirerek<br />
zarif eserler üretmitir ve ürettikleri<br />
eserler, kalıcı, dönüümü olabilen<br />
(restore edilebilen) eserler olmutur.<br />
15. yüzyıl sonlarından itibaren geleneksel<br />
Türk slam sanatları arasındaki<br />
yerini alan bu sanat asırlarca deiik<br />
motif ve desenlerle zenginletirilerek<br />
mimari yapılarda süsleme olarak kullanılmıtır.<br />
Sedef; ceviz, abanoz ve maun<br />
ahap üzerine gömme, yapıtırma, sıvama<br />
ve macunlu adı verilen tekniklerle<br />
uygulanır. Sedef sanatında arpa, ay, benek,<br />
civankaı, çarı, devedii, ekerpare,<br />
yılan kıvrımı, yıldız, zıh, gül, hançeri,<br />
karanfil, papatya, hindi fersan, selvi ve<br />
penç olmak üzere 17 farklı motif uygulanır<br />
ve bunlar genellikle geometrik, rumi<br />
ve barok tarzındadır.<br />
Sedef Osmanlılarda; cami kapılarında,<br />
kürsülerde, rahlelerde, Kur’an mahfazalarında,<br />
minberlerde, iç panjurlarda, gömme<br />
dolap kapaklarında, hattat çekmecelerinde,<br />
hattat dolaplarında, hattat takımlarında, sehpalarda,<br />
aynalarda, masalarda, sandalyelerde, koltuklarda,<br />
42
çerçevelerde, saatlerde, tabanca ve tüfeklerde, kalkanlarda,<br />
kılıç kabzalarında, bıçak saplarında, gürz saplarında,<br />
teberlerde (sava baltaları), kaıklarda, tepsilerde,<br />
hat levhalarında, mücevher kutularında, beiklerde,<br />
tahtlarda, vitrinlerde, gümülüklerde, kavukluklarda,<br />
kadınların süslenme araçlarında, müzik aletlerinde,<br />
kitaplıklarda, dolaplarda, konsollarda, sinilerde<br />
(yemek yenen sofralar), sedirlerde, diki kutularında,<br />
çalıma masalarında türbe önü trabzanlarda,<br />
(korkuluk) çeyiz sandıklarında, satranç<br />
takımlarında, paravanlarda, takılarda, yelpazelerde,<br />
dürbünlerde, el ve duvar aynalarında<br />
daha uan aklımıza gelmeyen<br />
birçok yerde ustalıkla kullanılmıtır.<br />
Sedef, ilemesi çok emek isteyen<br />
bir malzeme olsa da ııın yansımasıyla<br />
ortaya çıkan esiz renklerin görsellii<br />
sayesinde binlerce yıldır ahap<br />
süsleme sanatında kullanılmı, özellikle<br />
saray ve dini yapılarda ihtiamın<br />
simgesi olmutur.<br />
Sedef içiliinin, dünyada bilinen 5 ekolü<br />
vardır. Ancak bunların dıında çeitli ülkelerde<br />
sedef mobilyalarda kullanmısa da, literatüre girememitir.<br />
Bunlar Viyana ii, Uzak Dou ii, Eser-i stanbul<br />
ii, Kudüs ii ve am iidir. Viyana ii, Avusturyalıların<br />
gelitirdii bir tekniktir ve Fransızların Boul sanatı<br />
ile neredeyse ayırt edilemez. Ancak Viyana ii ile Boul<br />
arasındaki en önemli fark, Boul ilenirken sedef veya fil<br />
dii, motifler arasına garnitür olarak çok küçük bir biçimde<br />
desenin içeriine göre bazen çiçek bazen bir ku formunda<br />
ilenir, Viyana iinde ise sedefler pirinç telcikler<br />
içinde gelii güzel biçimde yapıtırılıp genel kompozisyonun<br />
en dıından çerçeve olacak biçimde alçılanıp, ilenir.<br />
Uzak Dou ii, özellikle Çin, Japonya, Hindistan, Singapur<br />
ve Vietnam gibi ülkelerin ürettii sedefli ürünlerin genel<br />
adıdır. Eser-i stanbul ii, Osmanlı’nın üst düzey mimar<br />
ve sedefkârlarının gelitirdii, dier ekollerden farklı teknik,<br />
malzeme ve formları olan bir üsluptur. Osmanlı’nın<br />
gelitirdii Kudüs ii üslubu, daha çok dinsel mekânların<br />
maketini, baa hariç, Eser-i stanbul’da kullanılan bütün<br />
malzemeleri kullanarak kapladıı bir üsluptur. am ii<br />
ise adından da anlaılacaı gibi Osmanlı’nın bir eyaleti<br />
olan Suriye (Dımek)’nin baehri olan am’da<br />
gelitirildiinden bu ismi alır. Aslında yarı Arap<br />
yarı Osmanlı etkileri taıa da, ikisinden de<br />
farklı bir form özelliindedir.<br />
Yanardöner renkleriyle asırlar boyu insanları<br />
büyüleyen sedef ile tüm dünyada<br />
sedef sanatkârları, deiik teknik<br />
ve üsluplarla muhteem eserler üretmitir.<br />
Sedef içilii, sanat tarihine adını<br />
altın harflerle yazdıran, yazdırmaya<br />
devam eden bir sanattır.<br />
<strong>El</strong> sanatlarımızı yeniden canlandırmayı<br />
ve gelitirmeyi hedefleyen SMEK, sedef<br />
ilemecilii sanatına da sahip çıkarak,<br />
bu alanda yeni ustaların yetimesine katkıda<br />
bulunmak amacıyla, Kadıköy Merkez Kurs Merkezi,<br />
Üsküdar Türk slam Sanatları htisas Merkezi ve Üsküdar<br />
Temel Türk slam Sanatları Kurs Merkezi'nde sedef<br />
ilemecilii kursları veriyor.<br />
43
Hattın<br />
Modern Mimarı<br />
Ali TOY<br />
A. Ulvi AKIN<br />
Hat sanatı ile mimari tasarım kurallarını aynı potada eritmeyi<br />
başaran yüksek mimar ve hattat Ali Toy, tasarımlarındaki<br />
kendine has üslubuyla dikkat çeker. Tasarımlarında yalın<br />
ancak güçlü bir ifade hissedilir. Bunda ta’lik hattatı olmasının<br />
etkisi büyüktür. Ta’lik hattı, hat nevileri içinde yalınlığı<br />
ve süs unsuru bulunmayışından, güzelinin ve dengelisinin<br />
zor yazıldığı bir yazıdır. Ali Toy yazılarının hem teknik, hem<br />
tasarım, hem de form zenginliği açısından çok güçlü olduğu<br />
görülmektedir.<br />
44
ALLAH, celi talik hat<br />
Ülkemizin en sıra dıı hattatlarındandır yüksek mimar Ali<br />
Toy. Farklı mesleklerin fikir bazında birbirini desteklemesine<br />
çok seçkin bir örnektir. Eskilerin tabiriyle “ibda” yani<br />
güzellikler meydana getirmede yüksek mimarlıının etkileri,<br />
hat sanatımıza baka bir soluk getirmitir. Bazı insanlar<br />
vardır; ilk tanıdıınızda nasıl bir yer edindiyse belleinizde,<br />
seneler geçtikçe yeri salamlaır ve hakkında edindiiniz<br />
ilk intiba müspet manada çı gibi büyür. Ali Toy<br />
için bu tarif azdır bile. Hattatlar içinde hilmiyle, tevazusuyla<br />
ve sakinliiyle ayrı bir yer edinmitir.<br />
Hocalar örencilerine yalnız bilgi öretmezler, aynı zamanda<br />
hayata bakıta da örnek olurlar. Ali Toy’un yazı<br />
hocası, beyefendi ahsiyetiyle temayüz etmi merhum<br />
Prof. Dr. Ali Alparslan, bu duruma çok güzel bir örnektir.<br />
Bir röportajında Ali Toy, “Son Osmanlı hattatlarına yetien<br />
mehur hattatlarımızdan Prof. Dr. Ali Alparslan’dan on yıl<br />
boyunca çok ey örendim” diyordu. Örendii pek çok<br />
eyden biri ve belki de en önemlisi tevazusuydu herhalde.<br />
Ne diyor air:<br />
“Mazhar-ı feyz olamaz dümeyince hâke nebât<br />
Mütevâzı olanı rahmet-i Rahman büyütür”<br />
Ali Toy, her eyden önce çok iyi bir ta’lik hattatıdır. Merhum<br />
Ali Alparslan’dan klasik manada rık’a ve ta’lik mek ederek<br />
icazet alan sanatkârımız, bu yazı nevilerinde eserler<br />
verirken aynı zamanda Osmanlı’ya has ve stanbul’da ihdas<br />
olmu, ferman, berat, menur gibi Osmanlı Devleti’nin<br />
resmi yazımalarında kullanılan divâni yazıyla da ilgilenmitir.<br />
Bu yazı nevinin estetik karakterleriyle yeni ve celî<br />
(iri) yazılar tasarlamıtır. Hat sanatında celî yazabilme ayrı<br />
bir ihtisas konusudur. Zira kalem kalınlıı arttıkça yazıya<br />
hâkimiyet zorlamakta ve normalde ince yazılan yerler,<br />
iri yazılarda normalden kalın yazılmaktadır. Aslında yarım<br />
milim civarında kalem kalınlııyla yazılan bir yazıyı celî<br />
yazabilmek her hattatın harcı deildir. Yakın tarihimizde<br />
divâni yazıyla gerek görülmedii için fazla ilgilenilmemi<br />
olsa da Ali Toy bu alana yönelerek farkındalıın artırılmasına<br />
katkıda bulunmutur.<br />
Yeni tasarımlar denemek sanatta kaçınılmazdır. Bir sanatın<br />
temel kurallarını, geleneini, tarihi geliimini bilmeden<br />
yapılacak denemeler, en hafif ifadeyle yoz kalacaktır.<br />
Toy’a çalımalarında klasik hat kuralları ve kadim harfler<br />
zemin olutururken mimarlıı da yeni tasarımlarda kendi-<br />
45
sine ıık tutmutur. “Modern hat” olarak da tarif edilen bu<br />
yeni denemeler, Osmanlıca bilen herkes tarafından rahatlıkla<br />
okunabilmektedir. Ayrıca yazı sanatının temel kurallarından<br />
olan “kalem kalınlıının harf büyüklüüne oranı”,<br />
“boluk ve leke dengesi”, bütünü oluturan parçalar arasındaki<br />
organik uyum” gibi kaideler, Ali Toy’un modern hatlarında<br />
gerekli ekilde uygulanmıtır. Bu tür yazılarda kadim<br />
geleneimizden gelen geometrik desenlerden de istifade<br />
edildii hissedilmektedir. Yazılar adeta birer mimari tasarımdır<br />
ve hatta bazı yazılarından mimari yapılar veya üç boyutlu<br />
mimari unsurlar tasarlanabilir. Ali Toy'un divâni hattından<br />
oluturduu, bir kaide üzerinde dönebilen ahaptan<br />
Lafza-i Celâl heykelini vaktiyle hayranlıkla seyretmitim.<br />
Hat sanatında modern yazı denildiinde ilk akla gelen sanatçımız<br />
merhum Prof. Dr. Emin Barın’dır. Emin Bey, hat sanatında<br />
o zamana kadar pek üzerinde durulmayan ma’kıli<br />
(satrançlı kûfi) ve divâni yazı çeitleri üzerinde mesai harcayarak<br />
ve yazıyı soyut resim gibi görüp yenilikçi ruhlu<br />
ve fevkalade güçlü eserler ortaya koymutur. Kaligrafi hocam<br />
Sava Çevik’ten merhum Emin Barın’ın “Klasik hat sanatında<br />
eskiler son noktayı koymulardır. Üzerine bir ey<br />
MUHAMMED Aleyhisselam, celî talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />
koymak imkânsızdır.” dediini iitmitim. Hocam, bu sebepten<br />
Emin hocanın yeni ve modern arayılara yöneldiini,<br />
yazıyı resim gibi algılayarak yeni grafik tasarımlar<br />
yaptıını ve bu tasarımlarda Ahmed Karahisarî’den çok<br />
ilham aldıını söylemiti. Ali Toy’un yaptıı yeni tasarımlar<br />
-özellikle ma’kıli tasarımlar- bir nevi Emin Barın’ın devamı<br />
gibi algılanabilir. Ancak u farkla; Barın yazıyı çada<br />
soyut resim gibi algılamı ve grafik anlamda yorumlamıken,<br />
Toy ise hat sanatı ile mimari tasarım kurallarını<br />
kendi potasında eritip yeni yorumlar ortaya koymutur.<br />
Ali Toy tasarımlarının kendine has bir üslubu vardır. Tasarımlarında<br />
yalın ancak güçlü bir ifade hissedilir. Bunda ta’lik hattatı<br />
olmasının etkisi büyüktür. Ta’lik hattı, hat nevileri içinde<br />
yalınlıı ve süs unsuru bulunmayıından, güzelinin ve dengelisinin<br />
zor yazıldıı bir yazıdır. Ali Toy yazılarının hem teknik,<br />
hem tasarım, hem de form zenginlii açısından çok güçlü<br />
olduu görülmektedir.<br />
Tasarımlarına çok uratıına yakından ahit olduumuz<br />
Ali Toy, bazen bir tasarım için 50 defa eskiz yaptıını söyler.<br />
Sanat eserlerinde malzeme kalitesi eserin ömrünü be-<br />
46
Olduu gibi görün, göründüü gibi ‘OL’, Divani hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />
Bismillahirrahmanirrahim, ikeste hat<br />
Lailaheillallah, modern hat<br />
Allahuekber, modern hat<br />
47
lirleyeceinden youn emek verilerek vücuda getirilen<br />
eserlerin yüzyıllar sonra da varlıklarını devam ettirebilmeleri,<br />
kullanılan malzemenin kaliteli olmasına balıdır.<br />
Bu hususu çok iyi bilen ve dier hattatlara da örnek<br />
olan Toy, kullandıı malzemenin kaliteli olmasına özen<br />
göstermekte, uygulama noktasında da çok titiz davranmaktadır.<br />
Ali Toy’un basılarak hemen her yere asılan pek çok levhası<br />
vardır. Ancak onun kızıl renkli, lâle formunda tasarladıı<br />
Lafza-i Celâl’ine ayrı bir paragraf açmalıyız. Ali Toy’un<br />
daha da çok tanınmasına vesile olan bu yazı, bir optik<br />
denge harikasıdır. Eserin ritim duygusu ve hameti, tadına<br />
doyulmaz seyir zevki sunar. Öyle ki, esere her baktı-<br />
ınızda önünde tazimle eilesiniz gelir. Gönlüne salık Ali<br />
Toy. Allah daha iyilerini nasip etsin.<br />
Bismillahirrahmanirrahim, modern hat<br />
Eer yolunuz bir gün Eyüp Sultan Camii’ne düerse kıble<br />
duvarında kürsü hizasında pervazları ebrulu bir ta’lik yazı<br />
göreceksiniz.<br />
Ali Toy hattıyla:<br />
“Yetimez mi bu ehrin halkına bu nimet-i Bâri<br />
Habib-i Ekrem’in yari Ebâ Eyyûb el-Ensârî”<br />
Gerek merhum Emin Barın’ın, gerek Ali Toy’un ve gerekse<br />
bu yolda yürüyen dier yazı sanatçılarının varlıkları, çizgi<br />
saltanatına fethedilecek yeni vadiler açmaktadır. Allah,<br />
mimari bilgisini ve tasarım kabiliyetini hat sanatımız için<br />
fedakârca harcayan Ali Toy'a salıklı ve bereketli ömürler<br />
nasip etsin.<br />
Yüksek Mimar ve Hattat Ali Toy<br />
Mevlânâ, modern hat<br />
1960 yılında Kütahya’nın Tavanlı ilçesinde dünyaya<br />
gelen Ali Toy, Tavanlı Tunçbilek Lisesi’nden mezun olduktan<br />
sonra eitimine TÜ Mimarlık Fakültesi’nde devam<br />
eder. Yıldız Üniversitesi’nde Röleve-Restorasyon<br />
dalında yüksek lisans eitimi alan Toy’un hat sanatına<br />
ilgisi de örencilik yıllarında balar. 1985 yılında Talik<br />
hattın hocası Prof. Dr. Ali Alparslan Bey ile tanıarak talik<br />
hat üzerine dersler alır.<br />
Talik hattan 1988 yılında icazet almayı baaran Toy,<br />
1988-1992 yılları arasında rika, divâni ve celi divâni hatları<br />
çalıır. Hocası Prof. Dr. Ali Alparslan ile olan beraberlikleri,<br />
hocanın vefatı olan 2006 yılına kadar devam<br />
eden Toy’un hat eitimi tam 21 yıl sürer.<br />
Ali Toy; talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından baka<br />
ikeste, küfi ve maribi hatları da aratırarak bu hatların<br />
birkaçından karma tasarımlar yazar. Her çeit klasik<br />
hattı, modern hattı ve çizgiyi eserlerinde baarıyla<br />
kullanan Toy’un yazdıı modern hatlar, mimarlık ve klasik<br />
hat eitiminin kesimesi sonucu ortaya çıkan eserlerdir.<br />
Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve yeni arayılarda<br />
Toy’un mimarlıının etkisi büyüktür.<br />
Edeb yâ Hû, modern hat<br />
48
Yurt içinde ve yurt dıında birçok sergiye katılan ve 28<br />
ahsi sergi açan Toy, IRCICA’nın düzenledii 4 ayrı yarımadan<br />
6 ödül alır. Çalımalarını stanbul’daki atölyesinde<br />
sürdüren ve özellikle talik, divâni ve modern hat<br />
eserleriyle dikkat çeken Ali Toy, modern hatlarda mimari<br />
tasarım bilgisi ve temel geometrik çizgileri kullanıyor.<br />
Son üç yıldır ahsi sergi açmayarak karma sergilerde yer<br />
alan Ali Toy, üç yıldır yeni besmele tasarımları üzerinde<br />
çalııyor. 50’ye yakın yeni tasarımı tamamlayan Toy, bu<br />
yeni besmeleleri birkaç yıl içinde sergilemeyi düünüyor.<br />
Toy, bu arada Allah’ın güzel isimlerinin yeni tasarımları<br />
üzerinde de çalımalarını sürdürüyor.<br />
Kendi Dilinden Ali Toy<br />
“Hat sanatına ilgim TÜ Mimarlık Fakültesi’nde örenci olduum<br />
yıllar baladı. Özellikle talik yazıyı çok beeniyordum.<br />
Talik yazının insanı hemen etkileyen bir büyüsü<br />
vardır. 1985 yılında talik hattın hocası Prof. Dr. Ali Alparslan<br />
Bey ile tanıtım ve talik hattı örenmeye baladım.<br />
Hocam Prof. Dr. Ali Alparslan; talik, divâni, celi divâni ve rika<br />
hatlarını çok iyi biliyordu. Talik hattı Necmettin Okyay’da;<br />
divâni, celi divâni ve rika hatlarını Halim Özyazıcı’dan örenmi.<br />
Hoca ayrıca ran’da mastır için bulunduu yıllar ikeste<br />
yazıyı, ngiltere’de hocalık yaptıı yıllar yeni yazı hattı çalımı.<br />
Hocanın hattı öretii, harfleri ve detaylarını tarifi mükemmeldi.<br />
nanılmaz bir nezaketi ve hogörüsü vardı. Kendi<br />
yazdıı hatlar da gayet güzel, incelikli ve effaftır. Harflerde<br />
kalemin bütün hareketleri, incelii ve akıı görülür.<br />
1985 yılında baladıım talik hattan 1988 yılında icazet<br />
aldım. Aynı yıl TÜ Mimarlık Fakültesi’ni de bitirdim.<br />
1988-1992 yılları arasında rika, divâni, celi divâni hatları<br />
çalıtım. Fakat kendimi hiçbir zaman yeterli görmedim.<br />
Bir gün, “Hocam, eer rahatsız etmezsem sizinle<br />
devamlı görümek, görülerinizi almak, yeni bilgiler örenmek<br />
isterim” dedim. Hoca, “Eskiler, hoca ile talebeyi<br />
ölüm ayırır” derler. “Ben de görümekten çok memnun<br />
olurum” dedi. Bu beraberlik hocanın vefatı olan 2006<br />
yılına kadar devam etti. Hoca ile sohbetimizin konusu<br />
her zaman hat, özellikle talik ve Klasik Türk Edebiyatı<br />
idi. Gerçekten benim hat eitimim 1985-2006 yılları arası<br />
tam 21 yıl sürdü.<br />
Talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından baka ikeste,<br />
küfi ve maribi hatları aratırıyorum. Bu hatların birkaçından<br />
karma tasarımlar da yazıyorum. Sülüs hat yazan hattatlarımıza<br />
bugün bilinmeyen tevkii, muhakkak, reyhan,<br />
icâze hatlarını aratırıp yazmalarını tavsiye ediyorum.<br />
Bismillahirrahmanirrahim, modern hat<br />
Allah, güçlükten sonra kolaylık verir (Talak 7), modern hat<br />
Her çeit klasik hattı, modern hattı ve çizgiyi seviyorum,<br />
eserlerimde kullanıyorum. Benim yazdıım modern hatlar,<br />
mimarlık ve klasik hat eitimimin kesimesi sonucu<br />
MUHAMMED aleyhisselam, modern hat<br />
49
‘Araları iki yay aralıı kadar belki daha da yakındı’, Necm 9, Divani hat<br />
‘nsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır’, Hz. Muhammed (sav.), celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />
Maaallah, celi divani hat, süsleme: Sema Nakıhanesi<br />
Hogör, celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy-Tolga Ayvazlar<br />
50
Fatiha suresi, celi talik hat, süsleme: Nil Bökesoy<br />
ortaya çıkan eserlerdir. Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve<br />
yeni arayılarda mimarlıın etkisi büyüktür.<br />
Bir eserin tasarım safhası yazılan metne ve hat çeidine<br />
göre deiir. Metin kısa olsa bile tasarımda zorluklar çıkabilir.<br />
yi bir eserin tasarımı ortalama birkaç ay sürebilir ya<br />
da bir ayda yazılabilir.<br />
Çalımalarımı, stanbul Niantaı’ndaki atölyemde sürdürüyorum.<br />
stanbul, geçmite olduu gibi bugün de hat<br />
sanatının merkezidir. Dier ülkelerden bu sanatın meraklıları<br />
buraya gelerek sanatımızı öreniyorlar. Sanat ister<br />
klasik ister modern olsun bir gelenek iidir. Hat sanatı<br />
bu milletin geleneinde ve genlerinde yazılıdır.”<br />
51
Resim 3- Çini tabak<br />
Doğumunun 100. Yılında<br />
Feyzullah DAYIGİL<br />
Prof. Dr. F. Çiçek DERMAN*<br />
Klâsik kuralların yeniden hatırlanıp<br />
uygulanmasında büyük emeği geçen<br />
bu sanatkârın, hayatı ve eserleri<br />
hakkında bugüne kadar bir neşriyat<br />
yapılmamıştır. Feyzullah Dayıgil, Şark<br />
Tezyînî Sanatlar Mektebi’ni bitirmekle<br />
beraber, klâsik tarzda bir icâzetnamesi<br />
bulunmamaktadır.<br />
XVI. yüzyılda stanbul’da en yüksek<br />
mertebesine varan Osmanlı-Türk tezyînî<br />
sanatları, yazma kitaplardaki tezhip dıında,<br />
çini, ta içilii ve sıva üstü nakılarda<br />
da parlak bir dönem yaamıtır. XVII. yüzyılda<br />
duraklamaya, hatta zamanla gerilemeye<br />
balayıp; XVIII. yüzyıldan itibaren yava yava<br />
Batı tesirine giren, hele XIX. yüzyılda<br />
tamamen kimliini kaybeden bu sanatlar,<br />
XX. yüzyılın ilk yarısında da aynı ekilde devam<br />
etmitir. 1915 yılında açılan Medresetü’l-<br />
Hattâtîn bünyesinde öretilen tezyînat dersleri<br />
de bundan farklı deildir.<br />
52
Cumhuriyet’ten sonra, 1936’da Devlet Güzel Sanatlar<br />
Akademisi’ne balanan bu öretim kurumunda tezhip ve<br />
tezyînat hocalıını yürüten smail Hakkı Altunbezer (1873-<br />
1946 ) de XIX. yüzyıl tezyînî anlayıına balı olarak çalımaktaydı.<br />
Ancak XVI. asrın yeniden aratırılması da aynı<br />
yıllarda balamıtır. Bu aratırmalarda Feyzullah Dayıgil’in<br />
önemli rolü vardır.<br />
Feyzullah lah Dayıgil 19<br />
Ocak 1910<br />
10<br />
tarihinde, in<br />
Çıra-<br />
an n Sarayı’nın ın yandıı gün<br />
stanbul’da<br />
l d<br />
dünyaya gelmitir. Babası ası Musta-<br />
fa Zeki Efendi, annesi ne<br />
Ümmü<br />
Hanım’dır. Hüseyin Feyzullah<br />
ismiyle Alman Mektebi’nde baladıı tahsilini – burası<br />
1918’de kapanınca -Maarif mekteplerinde devam ettirmi,<br />
Sultanahmed’deki Yüksek ktisad ve Ticaret Mektebi’nin<br />
lise kısmından 1932 yılında mezun olmutur (1) .<br />
Tezyînî sanatlara merakı dolayısıyla aynı senelerde<br />
Caalolu’nda –Medresetü’l-Hattâtîn’nin devamı niteliindeki-<br />
ark Tezyînî Sanatlar at<br />
Mektebi’ne ebi’<br />
talebe kaydedi-<br />
len genç Feyzullah, 1935 yılında ında<br />
buradan an da dip-<br />
loma<br />
almı (2)<br />
, ayrıca resm-i hattî muallimi<br />
limi<br />
Emîrzâde Kemâleddin eddi<br />
di<br />
Bey (3)<br />
ile<br />
de çalımıtır.<br />
ıtı<br />
Resim 2- Çeme Alınlıı: Bu desen Seher Aıcı tarafından fırçayla ilenmitir.<br />
53
Feyzullah Dayıgil, ark Tezyînî Sanatlar Mektebi’ni bitirmekle<br />
beraber, klâsik tarzda bir icâzetnamesi bulunmamaktadır.<br />
DGSA Türk Tezyînî Sanatlar ubesi’nin<br />
üç üstâdı olan; smail Hakkı Altunbezer, Hacı Nuri Korman<br />
(1868-1951) ve Necmeddin Okyay (1883-1976), Feyzi<br />
Bey’e teberrüken bir icâzetname vermek istemilerdir.<br />
Bu maksatla hazırlanan ve 1940’ların ilk yarısına<br />
ait olan icâzetnamede u cümle yazılıdır: “Mustafa<br />
Zeki olu Hüseyin Feyzullah, Tezhîb, Türk Tezyînatı, Çini<br />
Nakıları’ndan tâlime mezûn kılınmıtır. Allahü Zü’l-Celâl<br />
Hazretleri tevfîkıni refîk etsin (4) ”.<br />
Feyzullah Dayıgil, Türk Tezyînî Sanatlar ubesi’ne 10<br />
Temmuz 1936’da muallim olarak tayin edilmitir. Burada<br />
“ark Çini Nakıları” hocalıında bulunurken, kendisinden<br />
yaça büyük, fakat bu sanatlara çok meraklı ve<br />
hevesli bir talebeyle, Rikkat Kunt’la (1903-1986) beraber<br />
stanbul’da çiniyle bezeli cami, türbe gibi abideleri dikkatle<br />
inceleyerek, XX. yüzyıla gelene kadar tamamen<br />
unutulup terkedilmi olan XVI. asır Türk tezyînâtının temel<br />
kavramlarını yeniden kefetmilerdir. Ders saatleri<br />
dıındaki zamanlarda yapılan bu çalımanın müterek<br />
mahsûlü olan “stanbul Çinilerinde Lâle” isimli makale<br />
Feyzullah Dayıgil imzasıyla neredilmitir: Vakıflar <strong>Dergisi</strong><br />
I (1938), s. 83-90; II (1942), s. 223-232 (5) .<br />
Çalımalar özellikle, XVI. asrın ikinci yarısı ile XVII. y.y.<br />
eserleri esas alınarak yapılmıtır. Çünkü, desen bakımından<br />
bu dönem çok salam ve dorudur. XVII. asır çinilerinde<br />
içilik kayba urasa da, desen bozulması pek<br />
görülmez.<br />
Malzeme çokluuna ramen, bu neriyatın devamının<br />
gelmeyii üzücüdür. Yine onun, slâm Ansiklopedisi’ndeki<br />
“Çini” maddesini gelitirmek üzere yazdıı “Türkiye Çini<br />
Eserleri” balıklı madde ilâvesi (III,433-435), ansiklopedinin<br />
redaksiyon heyetince deitirilen kelimeler (meselâ<br />
rûmî yerine arabesk gibi) yüzünden yazılı gayesini kaybetmi<br />
gibidir.<br />
Hocam Rikkat Kunt’dan akademideki örencilik yıllarına<br />
ait duyduum u sözler, desen konusunda nasıl yeni<br />
arayılar içinde olduklarını çok açık ekilde bizlere anlatmaktadır:<br />
54
“Nihâyet Altunbezer hocam, iki ders üst üste çizmeye<br />
söz verdii deseni getirmeyince kısım deitirerek Feyzullah<br />
Dayıgil’in çini derslerine devama baladım. Vakıflar<br />
<strong>Dergisi</strong> için birlikte Lâle makãlesini hazırlarken,<br />
çiniler üzerinde çeitli çizimleri inceler ve eskilerin nasıl<br />
kompozisyon meydana getirdiklerini ve köe döndüklerini<br />
birbirimizin dikkatini çekerek anlamaa çalı-<br />
ırdık. Altunbezer hocanın desenlerinde köeye gelince<br />
hemen ayna yardımıyla dönü yapılarak desene devam<br />
edilir ve talebeye de bu yol tavsiye edilirdi. Artık,<br />
yarım hatâyî mi, yoksa bir kısmı çizilmi yaprak mı,<br />
ne çıkarsa... Bu usul beni hiç tatmin etmemi ve dâima<br />
itirâz etmiimdir” (6) .<br />
Daha sonra Rikkat Hanım’ın meraklı bir genç olan, aratırmayı<br />
seven ve doru kaideleri bulmaya çalıan Feyzullah<br />
Bey’le müterek mesaiye baladıını farkeden Altunbezer,<br />
“Rikkat, sen bizi bıraktın!” diye sitem etmitir. Nitekim,<br />
Rikkat Kunt’a tezyînat ve tezhipde hocaları sorulduu<br />
zaman, “lk hocam smail Hakkı Altunbezer’di. Daha<br />
sonra, Feyzullah (Feyzi) Dayıgil’den istifâde ettim” cevabını<br />
verirdi. Feyzi Bey’in vefatından sonra, Rikkat Kunt aynı<br />
yolun takibcisi olmu ve örencilerinin iledikleri desenleri,<br />
klâsik kãidelere uygun olarak kendilerinin çizmesinde<br />
ısrar ederek büyük çaba sarfetmitir.<br />
Feyzullah Bey’in bazı desen kalıpları, Muhsin Demironat<br />
(1907-1983) ve Rikkat Kunt hocalarım kanalıyla elimize<br />
ulamı olup tamamlanarak fırçayla ilenmilerdir.<br />
Tarihi belli olmayan bu çeme alınlıı (resim 2), çok ender<br />
görülen bir desendir. 60 x 45 cm. ebadındadır, daha sonra<br />
Rikkat Kunt tarafından renklendirilmitir. Kütahya’da piirilmi<br />
olduu tahmin edilmektedir. Neresi için hazırlandı-<br />
ı ve bugün nerede olduu bilinmiyor. Küçük bir renkli fotorafından<br />
faydalanarak çizilen desen, serbest ve simetrili<br />
kompozisyonların bir arada son derece sanatkârâne<br />
uygulandıını bizlere gösteriyor. Bitkisel çıkılı motifler, iki<br />
sîmurg ve ortasında musluun yeri olan rûmîli desen vardır.<br />
Feyzullah Bey’in burada hatâyî gurubu motiflere çıkı<br />
olarak kullandıı yayvan vazoyu, aynen bir dier deseninde<br />
de kullandıını görüyoruz. Desenlerinin müterek özel-<br />
55
Resim<br />
4-6<br />
Tabak a<br />
kdese<br />
desenlerinin taslak hâli<br />
lii; detaylı iri motifler ve sivri uçlu yay eklinde yapraklar<br />
kullanılarak youn çizilmi olmalarıdır.<br />
Bir baka deseni, yuvarlak çini tabak için çizilmitir. Simetrili<br />
desenin altıda biri hazırlanmı ve katlanarak tamamı<br />
elde edilmi, Rikkat Hanım tarafından renklendirilerek<br />
fırçaya geçirilmitir. Bu desen daha sonra<br />
Kütahya’ya gönderilmi ve çini tabak burada piirilmitir<br />
(resim 3). Yine Feyzullah Bey’in kaleminden çıkan ve<br />
Muhsin Hocamın terekesinden elimize intikãl eden iki<br />
çini tabak deseni görülmektedir. Biri 1/8, dieri 1/16 hazırlanıp<br />
bırakılmıtır. Bu desenler daha sonra tamamlanıp<br />
iki ayrı uslûpda ilenerek bu sayfalarda yer almaktadır<br />
(resim 4,5,6,7).Onun kaleminden çıkmı, 1/2 çini pano<br />
deseni (resim 8)’de görülmektedir.<br />
Dayıgil yalnız çini deil, tezhip deseni de hazırlamı ve<br />
bunların büyük çounluu, Rikkat Kunt tarafından yazı<br />
etrafına ilenmitir. Salıksız bünyesi, fırça çalımasına imkân<br />
vermediinden bu ekilde hazırlanan bezemelerde iki<br />
imza konulmutur. Hattat Halim Özyazıcı (1898-1964) tarafından<br />
1361/1943 yılında yazılan ve iki sanatkâr tarafından<br />
bezenen bu levhada iki ayrı imza görülüyor: Zehebehû<br />
Rikkat ve altta: Ressemehû Feyzullah (resim 9-10).<br />
Aynı tarihte, Hacı Nuri Korman (1869-1950) tarafından yazılan<br />
ve bezemesi iki sanatkârımız tarafından yapılan bir<br />
baka eser görülüyor (resim11,12). Benzer tarzda hazırlanmı<br />
olan üçüncü yazı ise, Neyzen Emin Efendi’ye (1883-<br />
1945) aittir. 1354/1936 yılında yazılmı ve 1362/1942 senesinde<br />
tezhip edilmitir (resim13).<br />
Feyzullah Bey gerek tezhip, gerekse çini desenlerinde,<br />
farklı motifleri deiik tarzlarda kullanarak birbirine benzemeyen<br />
desenler hazırlamayı baarmı bir sanatkârdır.<br />
56
Resim 9- Hattat Halim Özyazıcı’nın yazısı<br />
Resim 11- Hacı Nuri Korman’ın yazısı<br />
Resim 12- Hacı Nuri Korman’ın yazısının imza kısmı<br />
Resim 10- Hattat Halim Özyazıcı’nın yazısının imza kısmı<br />
57
Dayıgil’in kaleminden çıkan birçok çini ve tezhip deseni,<br />
inelenmi veya ilenmemi kalıplar halinde, vefatından<br />
sonra arkadaı Emin Barın’a (1913-1987) intikãl<br />
etmi olup hâlen bu koleksiyonda muhafaza edilmektedir.<br />
Nüktedan bir mizaca sahip olan ve tiyatrolara gitmekten<br />
çok holanan Dayıgil, hem etrafındakilerle hem<br />
de kendisiyle dahi alay etmeyi tabii görürdü. Bunlardan<br />
ikisini, Prof. Kerim Silivrili’den (1921-2007) naklen<br />
kaydediyorum; salıı yerinde ve bünyesi kuvvetli<br />
olan aabeyi hsan Dayıgil’in bir kaza kurunuyla ölümü<br />
üzerine kendi hastalıklı bünyesini imâ ederek:“u<br />
hâle bakın! Aabeyim Allah’ın ihsânı, ben de Allah’ın<br />
feyziyim”, dieri de Ressam Edip Hakkı Köseolu’nun<br />
(1904-1990), Akademi Balosu için çıkartılan dergiye,<br />
Üstâd Necmeddin Okyay’ı eee ters bindirerek resmettiini<br />
gören Feyzi Bey demi ki: “Karılatıınızda<br />
Hoca sana: ‘Edipciim, ne zahmet ettin, yaya olarak<br />
kendim de gelirdim!’ derse sakın aırma!” (7) . Yine 3<br />
Mart 1949’da yapılan Akademi Kıyafet Balosu için –<br />
muziplik olsun diye- çuvaldan diktirdii frakın kemerine<br />
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) amblemini astırdıı,<br />
bu kıyafetiyle verdii pozdan örenilmektedir.<br />
Vefatından birkaç sene evvel evlenen, fakat bunu devam<br />
ettiremeyen Dayıgil, sedef, egzama ve nefes darlıı<br />
rahatsızlıklarından ayrı olarak yakalandıı verem<br />
hastalıı neticesinde, 21 Aralık 1949 günü Cerrahpaa<br />
Hastahanesi’nde vefat etmitir. Merkezefendi’deki kabrinin<br />
yeri bilinmemektedir.<br />
Klâsik kuralların yeniden hatırlanıp uygulanmasında<br />
büyük emei geçen bu sanatkârın, hayatı ve eserleri<br />
hakkında bugüne kadar bir neriyat yapılmamıtır. Kendisini<br />
rahmetle anıyorum.<br />
Kaynaklar:<br />
1) Kerim Silivrili arivi – Akademi evrak defteri’nden.<br />
2) Cezar, Mustafa (1983) “Güzel Sanatlar Akademisi’nden<br />
100. Yılda Mimar Sinan Üniversitesi’ne”, Güzel Sanatlar<br />
Eitiminde 100 Yıl, stanbul: Mimar Sinan Üniversitesi<br />
Yay. s.5-84.<br />
3) Ankara Etnografya Müzesi’nde muhafaza edilen<br />
1328/1910 tarihli Türk Ocaı Nizâmnâmesi hattı ve tezhibiyle<br />
Emirzâde Kemal Bey’in eseridir. Hayatı hakkına<br />
fazla bilgi bulunmayan Kemal Bey, tahminen 1936 yılında<br />
vefat etmitir.<br />
4) Derman, Uur (2006) “Emin Barın ve Koleksiyonu”, stanbul:<br />
Lebib Yalkın Yay. s.234-235.<br />
5) Derman, F.Çiçek (2003) “Rikkat Kunt 100. Yaında” stanbul<br />
Büyükehir Belediyesi, Kültür leri Daire Bakanlıı,<br />
stanbul. (Broür)<br />
6) Derman, Çiçek (2001) “Vefatının 15. Yıldönümünde<br />
Rikkat Kunt Hoca Hanım”, Kubbealtı Akademi Mecmuası<br />
/ 1, s. 21-30.<br />
7) Derman, Uur (2006) “Toygartepesi’ndeki Ev”, Türk<br />
Edebiyatı <strong>Dergisi</strong> / 389, s.24, 32.<br />
1<br />
/2 Çini pano deseni<br />
*Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Öretim Üyesi<br />
58
Işığın Geldiği Yer<br />
Horasan ve Mâverâü’n-Nehir<br />
Prof. Dr. Bekir KARLIĞA<br />
Tarihin en eski dönemlerinden beri önemli yerleşim yerlerinden olan Horasan ve Mâverâü’n-Nehir, her devirde<br />
bilim, düşünce, kültür ve uygarlıkların iç içe girdiği ve yeni yeni sentezler oluşturduğu merkez konumunda olmayı<br />
sürdürmüştür.<br />
Eski Farsça’da “günein doduu” veya “ııın geldii” yer<br />
demek olan “Horasan” ile Türklerin “Çay ardı” dedikleri<br />
Harizm Denizi’nin (Aral gölü) ayaklarından birini oluturan<br />
Amu Derya’dan (Ceyhûn) balayıp Sır Derya’ya (Seyhûn)<br />
kadar uzanan verimli topraklardan oluan “Mâverâü’n-<br />
Nehir” bölgesi, tarihin en eski dönemlerinden beri önemli<br />
bir yerleim sahası olmutur. Bu iki bölge, Asya’nın ortasında,<br />
Dou ile Batı, Kuzey ile Güney yollarının kesime<br />
noktasında bulunduundan ve Çin’den Atlas Okyanusu’na,<br />
Rusya steplerinden Hind Okyanusu’na giden yolların ortasında<br />
yer aldıından her devirde bilim, düünce, kültür ve<br />
uygarlıkların iç içe girdii ve yeni yeni sentezler oluturdu-<br />
u merkez konumunda olmayı sürdürmütür.<br />
Bu bölgeler balangıçta Ahamanidler’in (Farslar) egemenli-<br />
i altında bulunmakta idi. Daha sonra kısmen skender’in<br />
egemenliine girmi, bilahere Sakalar ile Arsakiler (Parth)<br />
arasında paylaılmı ve 224 yılından itibaren de Sâsânîlerin<br />
egemenliine girmitir. slâmiyet, bölgeye her ne kadar Hz.<br />
Ömer devrinde nüfuz etmeye balamısa da asıl fütuhât,<br />
Hz. Osman devrinde Kuteybe bn Müslim komutasındaki<br />
Müslüman ordular tarafından gerçekletirilmitir.<br />
Emevî yönetiminden memnun kalmayan, özellikle de Ehl-i<br />
Beyt’e karı uyguladıkları zulümlerden fazlasıyla rencîde<br />
olan bölge halkı, Horasanlı Ebu Müslim komutasındaki<br />
bakaldırı hareketine büyük destek vermi, neticede ge-<br />
Mir-i-Arab (Kaylan) Medresesi, Buhara<br />
59
nileyerek bütün imparatorluk sathına yayılan bakaldırı<br />
ile birlikte Emevî iktidarı yıkılarak yerine Abbâsî mparatorluu<br />
kurulmutur.<br />
Bu nedenle Abbasîler döneminin daha balangıcında Horasan<br />
ve Mâverâü’n-Nehir bölgesine ayrı bir imtiyaz tanınmıtı.<br />
Ünlü Abbâsî halîfesi Me’mûn; ranlıların yardımıyla<br />
kardei Emîn’i yendikten sonra, ranlılara karı ayrı<br />
bir sempati duyarak imparatorluun Dou bölgelerinin<br />
yönetimini, ran asıllı vâlîlere bırakmayı yeledi. Bunlardan<br />
Horasan vâliliine atadıı Tâhir bn Huseyin (öl.<br />
822) bir süre sonra kendi adına hutbe okutarak Tâhirî<br />
Hânedânlıı'nı kurdu. Keza Halîfe Me’mûn, Belh hâkimi<br />
olan ve 8. asrın ortalarında slâmiyet’i kabûl etmi bulunan<br />
Sâmân Hudât’ın torunlarını da Semerkand, Fergana,<br />
â ve Herât gibi Türklerin youn olarak yaadıkları<br />
bölgelerin vâlîliine getirdi. Bunlardan Ahmed bn Esed,<br />
Sâmânî sülâlesinin baımsızlıını ilân ederek aynı adı ta-<br />
ıyan hânedânlıı kurdu.<br />
Dier taraftan annesi Türk olan ünlü Abbâsî hükümdârı<br />
Mu’tasım, 833 yılında hükümdâr olunca; Horasan ve<br />
Mâverâü’n-Nehir bölgesindeki Buhârâ, Semerkand, Fergana<br />
ve Üstrûene gibi Türklerin çounlukta olduu ehirlerden<br />
8 veya 18 bin civarında asker topladı. Bunların<br />
arasından seçilen kumandanlar kısa sürede Abbâsî yönetiminin<br />
karâr mevkiine geldiler. Hükümdârlar, bir yere<br />
gittiklerinde kendilerinden emîn oldukları için bu Türk<br />
komutanları, yerlerine vekîl olarak bırakıyorlardı.<br />
Bu kumandanlardan bir kısmı anadillerinin yanı sıra Arapça<br />
da örenip bu dille iirler yazacak derecede kendilerini<br />
yetitirdiler. Nitekim daha sonra kendi adını taıyacak<br />
bir hânedânlıın kurucusu olan Ahmed bn Tolun ile ünlü<br />
Abbâsî vezîri Feth bn Hâkân bunların önde gelen isimlerindendi.<br />
Mehur Mu’tezilî düünür el-Câhız’ın kendisi adına<br />
Türklerin fazîletlerini bildiren bir eser kaleme aldıını,<br />
Feth bn Hâkân’ın esiz bir kütüphânesi bulunduunu,<br />
Arap edebiyatının seçkin sîmâlarının ve Basralı, Kûfeli bil-<br />
60
Deiik dinlerin, mezheplerin ve kültürlerin yayılıp geliti-<br />
i bu bölge, daha batan beri slâm bilim ve düüncesine<br />
pek çok isim armaan etmitir. lk müfessir ve muhaddislerin<br />
büyük bir bölümü bu bölgede yetimitir. Söz gelimi<br />
Kur’ân-ı Kerîm’den sonra slâm dininin ikinci büyük kaynaını<br />
tekil eden altı büyük hadis külliyâtının (Kütüb-i Sitte)<br />
dördü (Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Neseî) bu bölgeden<br />
yetien büyük bilginler tarafından telif edilmitir.<br />
Ünlü tefsir bilginleri Mukâtil bn Hayyân, Mukâtil bn<br />
Süleymân, Atâ el-Horasânî, Rebî bn Enes, bn Mihrân en-<br />
Nîsâbûrî, Sa’lebî, Kueyrî, Vâhidî, Beavî ve Nizâmüddîn<br />
en-Nîsâbûrî Horasan ve Mâverâü’n-Nehir kökenliydiler.<br />
Fetih vesilesiyle, ya da daha sonra bölgeye gelen pek çok<br />
sahâbî burada hadis faaliyetlerinin gelimesine zemin hazırlamıtır.<br />
lk dönem hadis ilmine hizmet edenlerden Ebu<br />
Berze el-Eslemî, Abdürrahmân bn Semüre, Abdürrahmân<br />
bn Ya’mer hayatlarını burada sürdürmülerdi. Bunların<br />
izinden giden shâk bn Râhûyeh, mam Müslim bn Haccâc<br />
el-Kueyrî, Hâkim en-Nisâbûrî Niabur’da; bnü’s-Sindî, Ebu<br />
Avâne sferâyin’de; Muhammed bn Eslem Tûs’ta; Abdullah<br />
bn Büreyde, Abdullah bn Mübârek, Ebu shâk el-<br />
Mervezî, Ahmed bn Ali el-Mervezî Merv’de; Osman bn<br />
Saîd ed-Dâremî, bn Münzir el-Herevî Herât’ta, Dahhâk<br />
bn Müzâhim, Saîd bn Mansûr, Kuteybe bn Saîd, Ebu Ali<br />
el-Belhî Belh’te; Muhammed bn sâ et-Tirmizî Tirmiz’de;<br />
mâm Neseî Nesa’da ve mam Buhârî Buhârâ’da büyük bir<br />
özveriyle hadis çalımalarını sürdürmülerdi.<br />
Bu bölgede ilk dönemlerde Fıkıh, Tasavvuf, Arap Dili ve<br />
Edebiyatı ve Kelam alanında, isimlerini burada sayamayacaımız<br />
kadar pek çok bilgin ve düünür yetimitir.<br />
Özellikle slâm felsefesinin ve biliminin büyük temsilcileri<br />
Fârâbî, bn Sînâ, Bîrûnî, slâm fıkhının büyük ahsiyetleri<br />
Serahsî ve Merinânî ile Mâtürîdî Kelâmının kurucusu<br />
mâm Mâtürîdî ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Horasan ve<br />
Mâverâü’n-Nehir meneli idiler.<br />
Ne yazık ki Horasan ve Mâverâü’n-Nehir bölgesinin kaderi<br />
Moollarla ters yüz olur. Barbar Mool orduları, bölgedeki bütün<br />
kültürel ve entelektüel yapılanmaları yok ederek slâm<br />
medeniyetinin bu verimli topraklarını harabeye çevirirler.<br />
Registan Meydanı, Semerkand<br />
ginlerin onun konaında toplandıklarını bildiren kaynaklar,<br />
kendisinin aynı zamanda âir olduunu ifâde etmektedirler.<br />
Hatta ünlü Arap edebiyatı bilgini el-Muberred’in<br />
onun bazı iirlerini naklettii anlatılmaktadır.<br />
Samanoullarının 10. yüzyılın balarında egemenlik alanlarını<br />
genileterek Buhârâ’yı bakent edinmeleriyle, bir<br />
kültür ve sanat merkezi haline gelen bu kentteki büyük<br />
entelektüel atılımlar kısa zamanda Horasan ve Mâverâü’n-<br />
Nehir bölgesinin her tarafına yayıldı. Nitekim Sâmânîlerin<br />
izinden giden Büveyhîler, Ziyârîler, Saffârîler, Karahanlılar,<br />
Gazneliler, Harzemahlar ve Selçuklular bölgeyi adeta<br />
slâm ilim ve tefekkürünün merkezi haline getirdiler.<br />
Bugün ran-Afganistan ve Türkmenistan arasında paylaılmı<br />
olan bölgenin Merv, Serahs, Belh, Buhârâ, Tirmiz, Nesa,<br />
Herat, Semerkand, Takend, Niabur, Fergana, Kâ, Nah-<br />
eb, Hvaârizm, Fârâb, Gürgenç, Hocend gibi kentlerinden<br />
her biri, slâm bilim ve düüncesine yaptıkları katkılarla<br />
yepyeni bir uygarlıın kapılarını araladılar.<br />
Moolistan içlerinden yürüyerek önce Harzemahlar devletini<br />
ortadan kaldıran Moollar, kısa zamanda Horasan<br />
ve Maveraü’n-Nehir bölgelerini zapt ettiler. 1256 yılında<br />
Amuderya Nehri’ni geçen Hülagu, hemen hemen hiçbir<br />
mukavemetle karılamaksızın Horasan ve Maverâü’n-<br />
Nehir bölgesini yakıp yıktıktan sonra Batı’ya doru ilerleyerek<br />
Musul ve Kerkük önlerine geldi.<br />
Yıllardan Hicret’in 656. senesi; aylardan Muharrem ayı;<br />
günlerden Cumartesi idi, Mool orduları Badat önlerinde<br />
göründü. ehri doudan ve batıdan kuattılar. Mancınıklar<br />
kurdular ve surları dövmeye baladılar. Keskin Mool ni-<br />
ancıları bir yandan ok fırlatırken, dier yandan da kenti<br />
atelere veriyorlardı. Her yerden duman ve alev yükseliyordu.<br />
Badat -tıpkı bu günlerdeki gibi- simsiyah bulutların<br />
altında karalara bürünmütü.<br />
Ve Sefer ayının 5’inde (10 ubat 1258) Mool orduları kente<br />
girdiler; yalı genç, erkek kadın, çoluk çucuk demeden<br />
kimi buldularsa kılıçtan geçirdiler. Evlerin kapılarını kırıyor,<br />
duvarları yıkıyor, içerde saklanan insanları çatılara çıkarıp<br />
61
Sher Dor (Ser-Dar ) Medresesi 1619-1636, Semerkand<br />
aaılara atıyorlardı. Sokaklardaki suyollarından kan akıyordu.<br />
Camiler, tekkeler, medreseler kan gölüne dönmütü.<br />
nsanlar korkularından kuyulara, ahırlara, hatta kanalizasyonlara<br />
girip saklanıyor ve günlerce buralardan çıkmıyorlar,<br />
çıkmaya cesaret edemiyorlardı.<br />
Ünlü Tefsîr bilgini ve tarihçi bn Kesîr’in ifadesiyle: “Kentlerin<br />
en alımlısı olan Badat, harâbeye döndü. ehirde çok<br />
az insan kaldı, onlar da korku, açlık, sefâlet ve zillet içindeydiler.<br />
Tatarlar kentte kırk gün kaldılar ve koyun keser<br />
gibi insan doradılar. Cesetler sokaklarda kokumu tepeler<br />
oluturdular, kokudan kente girilmez oldu. Badat’ın<br />
havası deiti ve veba salgını ba gösterdi. Öyle ki am<br />
dolaylarına kadar bu pis koku ve kötü hava yayıldı. Bu<br />
sebeple de birçok insan öldü. Fakirlik, yokluk, pahalılık,<br />
veba, tâûn her yanı sardı.<br />
Moollar kenti tam olarak teslim aldıktan sonra tellallar<br />
çaırtıp bir daha kimsenin öldürülmeyeceini ilan edince,<br />
insanlar saklandıkları yerlerden çıktılar. Saçları baları birbirine<br />
karımıtı. Sanki mezardan çıkan cenazelere dönmülerdi.<br />
Baba evladını, karde kardei tanımaz olmutu.<br />
800 bin civarında insan ölmütü. nna lillah ve inna ileyhi<br />
râciun.” (el-Bidâye ve’n-Nihâye fi’t-Târîh, Cilt, XIII, sayfa,<br />
202-204, Kahire-1358)<br />
1265 yılında Hülagu’nun ölümü üzerine yerine büyük olu<br />
Abaka Han geçti ve ülke genel vali veya hükümdâr naibi<br />
anlamına gelen lhanlar tarafından yönetilmeye balandı.<br />
Abaka’nın orduları ortaya çıktıklarından bu yana ilk kez<br />
1277 yılında <strong>El</strong>bistan önlerinde ünlü Memlûk sultanı Baybars<br />
tarafından büyük bir hezimete uratıldılar.<br />
1282’de Abaka’nın ölümü üzerine yerine geçen kardei<br />
Teküder Müslüman olarak Ahmet adını aldı. Ancak iki yıl<br />
sonra Abaka’nın büyük olu Argun tarafından tahttan indirilerek<br />
öldürüldü. 1291’de Argun’un vefatı üzerine kardei<br />
Geyhatu Mool tahtına oturdu. Bundan dört yıl sonra<br />
1295’te Geyhatu öldürülerek yerini Baydu aldı. Fakat<br />
kısa bir süre sonra Baydu da öldürüldü ve aynı yıl yerine<br />
Hülagu’nun büyük torunu Gazan Han hükümdâr oldu.<br />
Tahta geçtikten birkaç gün sonra yüz bin askeriyle birlikte<br />
Budizm’i terk ederek Müslüman olan Gazan Han, Mahmut<br />
adını aldı ve slâmiyet’i devletin resmi dini olarak ilan etti.<br />
Gazan Han’ın vefatından sonra (1304) yerine kardei Ol-<br />
62<br />
Timur'un 1370 tarihinde tahta çıkı törenini tasvir eden minyatür, British Library, Londra
Buhara<br />
caytu Muhammed geçti. Olcaytu Muhammed, Kazvin ile Zincan<br />
arasındaki geni ovada kendisine bir bakent kurarak<br />
Sultaniye adını verdi. Onun vefatı üzerine yerine geçen olu<br />
Ebu Said Bahadır Han, ii mezhebini bırakarak Sünnilii seçti.<br />
lhanlılar, dedeleri Cengiz’in yaptıı o büyük yıkımı telafi<br />
etmek üzere adeta kolları sıvadılar. Sultâniye ve çevresini<br />
birer ilim ve tefekkür merkezi haline getirmek üzere yola<br />
koyuldular. Nasîreddîn et-Tûsî’nin ve Fahreddîn er-Râzî’nin<br />
örencileri aracılııyla Güney Azerbaycan’daki Sultâniye,<br />
Ebher, Kazvîn, Zincân ve Tebrîz gibi kentleri medreseler,<br />
tekkeler ve hankâhlarla donattılar. Buradan yetien<br />
Kutbeddîn er-Râzî, Kutbeddîn e-îrâzî, emseddîn el-<br />
Isfahânî ve Muhammed bn Mübârekah el-Buhârî gibi bilginler,<br />
Mantık, Felsefe, Kelam ve Tasavvuf’u mezcederek<br />
slâm bilim ve düüncesine -bugüne kadar devam edecek<br />
olan- farklı bir yorum ve yaklaım getirdiler.<br />
Timur, 1336 yılında Mâverâü’n-Nehir’in önemli kentlerinden<br />
birisi olan Semerkand’ın 50 kilometre yakınındaki Ke<br />
ehrinde (ehr-i Sebz) dünyaya geldi. Kendisinin Mool kökenli<br />
Barlas airetine mensup olduu, ilk ei Saray Mülk<br />
Hanım’ın da Cengiz Han’ın soyundan geldii söylenmektedir.<br />
Gençliinde aldıı yaralardan dolayı sa ayaı topal ve<br />
sa kolu çolak olduundan “Aksak Timur” (Timurlenk) lakabıyla<br />
tarihe geçmitir.<br />
Babası Muhammed Taragay, ömrünün sonlarında kendini<br />
tasavvufa vermi ve Hoca Ahmed Yesevî tarikatının kollarından<br />
birine intisap etmiti. Bu nedenle olmalı ki Timur<br />
Ne var ki 1335 yılında Ebu Said’in bir halef bırakmadan ölmesi<br />
veya öldürülmesi üzerine lhanlı Devleti son buldu<br />
ve buradaki entelektüel birikim de önce Memlüklerin hakimiyet<br />
sahası olan Mısır ve Sûriye’ye, oradan da Anadolu<br />
Beylikleri ve özellikle de Osmanlı topraklarına intikal etti.<br />
Horasan ve Mâverâü’n-Nehir bölgesindeki son büyük kültürel<br />
ve entelektüel atılım, 15. yüzyılda Timur ve onun soyundan<br />
gelenler tarafından gerçekletirildi. Aynı zamanda<br />
slâm medeniyetinin de son büyük atılımlarından birisini<br />
tekil eden ve genellikle “Timurlu Rönesansı” diye bilinen<br />
bu büyük giriimi, Timur’un torunlarından Bâbürah, tarihi<br />
Hind alt kıtasına taıyarak burada göz alıcı muhteem sanat<br />
eserlerinin ortaya çıkmasına vesile oldu.<br />
Babürname'den minyatür, 1598, Ulusal Müze, Delhi<br />
63
da ömrü boyunca Hoca Ahmed Yesevî’ye ve onun yolundan<br />
gidenlere büyük saygı göstermitir.<br />
Mâverâü’n-Nehir bölgesine 18 yaındayken hakim olan Timur,<br />
Semerkand’ı kendisi için bakent seçmi ve 35 ya-<br />
ına geldiinde Akdeniz’den Çin’e, Rusya’dan Hindistan’a<br />
kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmutu. Altın<br />
ordu airetleri, Memlük ve Osmanlı Türk Devletleriyle savaan<br />
Timur, ömrünün sonlarına doru Çin’e sefer düzenlerken<br />
vefat etmitir.<br />
Timur (Gur Emir) 'un Türbesi, Semerkand<br />
Timur, çift ahsiyetli bir kiilik yapısına sahipti. Savata ve<br />
dövüte son derece gaddar ve merhametsizdi. En iddetli<br />
ve acımasız usullere ba vurmaktan çekinmez, katliâmlar<br />
yapar, kentleri yerle bir eder, yakar, yıkar ve insanları diri<br />
diri topraa gömmekten çekinmezdi. Bu konuda son derece<br />
katı ve sert olan Aksak Timur, ilim adamlarına ve tasavvuf<br />
erbabına karı da son derece mütevazı, terbiyeli<br />
ve aırı ölçülere varacak biçimde saygılıydı. Bu nedenle<br />
de dünyayı yakıp yıkan o acımasız adam, bir yandan dünya<br />
hazinelerini bakentine taırken, bir yandan da her gittii<br />
yerdeki seçkin bilim adamlarını ülkesinde aırlamaktan<br />
zevk duyar ve onlara büyük ikram ve ihsanlarda bulunurdu.<br />
Böylece kısa zamanda Semerkand’ı dünyanın kültürel<br />
ve entelektüel merkezi haline getirmeyi baarmıtı.<br />
Timur’un yakınında yer almı ve onun biyografisini yazmı<br />
olan bn Arabâh onu bize öyle tanıtır: “Timur, iri yarı<br />
ve salam yapılıydı. Kafası kocaman, alnı yüksek, cildi beyaz,<br />
salıklı ve heybetli birisiydi. Geni omuzları, uzun bacakları<br />
ve güçlü elleri vardı. Sa kolu çolak, sa bacaı topaldı.<br />
Uzun sakallıydı, bakılarında ürkütücü bir ıık vardı,<br />
sesi güzel ve tizdi. 80 yaına yaklamıtı ama bütün melekeleri<br />
yerindeydi. Aklı salamlıını, bedeni gücünü korumutu,<br />
iradesi ise sarsılmazdı.”<br />
Yine onu yakından tanıma imkânı bulan ünlü tarihçi bn<br />
Haldûn ise son deerlendirmede u tespitleri yapar: “Bu<br />
Kral Timur, kralların önderlerinden ve azılılarındandır. nsanlar<br />
onu bilgin olarak anlatırlar. Ehl-i Beyt’e çok deer<br />
verdiinden bazıları da onun Rafızî olduuna inanırlar. Kimileri<br />
ise onu sihirbaz olarak tanıtırlar. Halbuki onun, bunlardan<br />
hiç birisiyle ilgisi yoktur. Sadece çok zeki ve ileri görülü<br />
birisidir. Bildii bilmedii her konuda tartıır durur.<br />
Ömrü altmıla yetmi arasındadır. Kendisinin bana anlattı-<br />
ına göre çocukken bir saldırı esnasında aldıı ok yarasından<br />
dolayı sa ayaı topal kalmıtır. Kısa mesafeleri yürür-<br />
64
ken ayaını sürür, ama uzun mesafede adamları onu elleri<br />
üzerinde taırlar. üphesiz ki mülk Allah’ındır, onu kullarından<br />
dilediine verir.” (bn Haldun, Tarih, Cilt VII, sayfa 1222)<br />
am kuatmasında tanıdıı bn Haldûn’a büyük iltifatlar yapan<br />
Timur, onunla tarih ve corafya konusunda sohbetler<br />
eder, Kuzey Afrika ehirleri ve özellikle Fas, Tanca ve Sebte<br />
hakkında bilgiler alır ve bu konuda kendisine özel bir dosya<br />
hazırlamasını emreder. bn Haldûn, Timur’un otaına<br />
girdiinde onun elini öper, Timur da kendisini yanına oturtarak<br />
özel ekilde hazırlattıı erite ikram eder. bn Haldûn,<br />
Timur’un bu samimi davranıını vesile ederek kendisine<br />
olan sevgisinden ve saygısından bahseder. Daha memleketinde<br />
iken Faslı müneccimlerin çok önceden Timur ile ilgili<br />
kehanette bulunduklarını, hatta bazı velilerin onun gelecek<br />
olan Fatımi Mehdisi olduuna dair keiflerde bulunduklarını,<br />
bu nedenle kendisinin de bu büyük hükümdârla<br />
tanımaktan mutluluk duyduunu belirtir ve der ki: “Allah<br />
seni güçlü kılsın, otuz-kırk senedir seninle bulumayı arzuluyordum.<br />
Tercümanı aracılııyla bunun nedenini sordu-<br />
unda, bunun sebebi iki ey dedim: Birincisi, sen yer yüzünün<br />
sultânısın, bir cihan imparatorusun. Sanmıyorum ki<br />
Adem Aleyhisselâm’dan günümüze kadar yaratıklar arasından<br />
senin gibi bir baka hükümdâr daha çıkmı olsun.<br />
Ben boa laf söyleyen birisi deilim, ben bir ilim adamıyım<br />
ve söylediklerimin hepsini ispatlarım.” (Age., 1208)<br />
Daha sonra kendisini ran Kisrâları, Babil kralı Buhtunnasır<br />
ve skender ile kıyaslayan bn Haldûn’a müdahale eden<br />
Timur, kendisinin o kadar büyük birisi olmadıını, sadece<br />
Mool hanlarının vekillerinden birisi olduunu söyler. Sonra<br />
Buhtunnasır’ın kim olduunu sorar. O da bu konudaki<br />
farklı görülerden bahseder ve aralarında bilimsel bir tartıma<br />
çıkar. bn Haldûn, kendi görüünün Taberî’ye dayandıını<br />
ve onun tarih ilminde üstad sayıldıını belirtir. Bunun<br />
üzerine Timur, “Bize ne Taberî’den, biz Arapların ve<br />
ranlıların tarihine bakalım” der.<br />
Timur, irâz’ı zapt ettiinde burada bulunan Sa’deddiîn<br />
et-Teftâzânî, Seyyid erîf el-Cürcânî’yi de beraberinde<br />
Semerkand’a götürür. Teftâzânî ile Cürcânî, irâz’da ünlü<br />
Muzafferî hükümdârı âh üca’nın yanında bulundukları<br />
sırada burayı ele geçiren Timur, Horasan ve Mâverâü‘n-<br />
Nehir bölgesinin bu iki büyük bilginini de yanına alarak<br />
Samani Türbesi, Buhara<br />
Semerkand’da ilmî çalımalar yapmalarını salar ve zaman<br />
zaman da aralarında cereyan eden tartımalara kendisi de<br />
zevkle katılır. Nitekim kaynaklarda, Teftâzânî’nin Timur’un<br />
huzurunda yapılan bir tartımada Seyyid erîf ile bozutu-<br />
u ve hükümdârın Seyyid erîf’in tarafını tutması üzerine<br />
canının sıkıldıı ve bu sebeple vefât ettii nakledilmektedir.<br />
Seyyîd erîf, aklî ilimlerin yanı sıra tasavvufî ve bâtınî fikirlere<br />
önem verirdi. Teftâzânî ise erîatın zâhirine itibâr<br />
etmeye çalıır ve heterodoks anlayılardan uzak durmaya<br />
özen gösterirdi. Bilhâssa Muhyiddîn bnu’l-Arabî ve<br />
vahdet-i vücûd düüncesine karı çıkan ve reddiyyeler yazan<br />
Teftâzânî’ye karılık Seyyid erîf bu fikirleri önemser<br />
ve savunurdu. Nitekim bu iki bilgin arasındaki tartımalar,<br />
daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı medreselerinde tarikat-<br />
erîat tartımalarına da temel tekîl edecektir.<br />
îrâz kentinde Timur ile karılaan bir dier ünlü isim de<br />
Muzafferîler devrinin ve tüm ran edebiyatının büyük ismi<br />
Hâfız idi. Bir Hindli güzelin beni için Timur’un, çok sevdii<br />
Semerkand’ı, Buhârâ’yı vermekten çekinmediini ilan etti-<br />
65<br />
Burokhon Medresesi, Takent
Ulubey Medresesi ve Rasathanesi, Semerkand<br />
inden mi nedendir bilinmez, Fars edebiyatına derinliine<br />
vakıf olan Timur, bu dilin en büyük airlerinden birisi, belki<br />
de birincisi olan Hâfız’a pek iltifat etmemitir.<br />
Timur’un huzurunda karılatıımız bir dier ünlü düünür<br />
de Simavne kadısının olu eyh Bedreddîn’dir. Bedreddîn,<br />
Kâhire’de bulunduu sırada eyh Ahlâtî’nin teviki ile<br />
Semerkand’a gelir ve Timur tarafından kabul edilir. Bir<br />
süre burada kaldıktan sonra tekrar Kâhire’ye döner.<br />
Eskiden beri Zerefân (altın saçan) Nehri’nin görkemli vadisine<br />
yakın Efrâsyâb tepesinin eteklerinde ve bu nehrin kolları<br />
durumunda bulunan Ab-ı Rahmet, Ab-ı Siyâh ve Ab-ı<br />
Mehed tarafından sulanan verimli topraklarda kurulmu<br />
olan Semerkand’ın dousunda Fergana ve Kagar, batısında<br />
Buhârâ ve Harizm, kuzeyinde Takent ve ahrûhiye, güneyinde<br />
ise Belh ve Tirmiz yer alır. Savalar nedeniyle yakılmı,<br />
yıkılmı, harap olmu ve eski görkemini yitirmi olan bu kente<br />
gönülden balı bulunan Emîr Timur; camiler, medreseler,<br />
tekkeler, türbeler, saraylar yaptırmı, dört bir yanını yemye-<br />
il bahçelerle donatarak adeta yeniden ina ve imar etmiti.<br />
Hindistan seferi dönüünde ilk ei Saray Mülk Hanım adına<br />
ina ettirdii Bibi Hatun Camii bata olmak üzere, torunu<br />
mam Buhâri'nin Türbesi, Semerkand<br />
Muhammed Sultan adına yaptırdıı, sonra kendisinin de<br />
gömülecei Gûr Emîr’in etrafında kurulu, yeim talarıyla<br />
süslü medrese ve hankâh; bölgeyi ilk kez Müslümanlatırmı<br />
olan ve “âh Zinde” diye bilinen Kusam bn Abbâs’ın<br />
kabri etrafında toplanmı külliye ve türbeler, gerçekten<br />
Timurlu sanatının ihtiamını gözler önüne sermektedir.<br />
Timur, ehrin çevresinde on üç veya on dört bahçe yaptırarak<br />
Semerkand’ı o günkü dünyada ei ve benzeri bulunmayan<br />
bir yeil cennet haline getirmiti. Bâ-ı Behit<br />
(cennet bahçesi), Bâ-ı Nev (yeni bahçe), Bâ-ı Dil-küâ<br />
(gönül çelen bahçe), Bâ-ı Çınar, Bâ-ı Bülend (yüksek bahçe),<br />
Bâ-ı imal (kuzey bahçesi), Nak-i Cihân (dünyanın<br />
nakıı) adını verdii bahçeleri gören spanyol elçi Clavijo,<br />
Timur’un, kurak steplerdeki yeil merakı ve bahçe zevki<br />
karısında hayran kalır ve Avrupa’da bunların benzerine<br />
hiç rastlamadıını bildirir. Bu engin bahçe zevki, Timur’un<br />
torunlarından Bâbürâh tarafından Mâverâü’n-Nehir bölgesinden<br />
Hind alt kıtasına taınmıtır. Lahur’daki alimar<br />
Ba (ak bahçesi) ve Srinagar’daki Bâ-ı Neât (elence<br />
bahçesi) bunun tipik örnekleridir.<br />
Timur, Semerkand’ın yakınında, doduu ehir olan Ke kentinde<br />
-ki o buraya yeil kent (ehr-i sebz) adını vermiti- zamanının<br />
en büyük saraylarından birisi olan Aksaray’ı yaptırır.<br />
1394 yılı Nisan ayında doal bir istihkâm konumunda bulunan<br />
Mardin ehrini kuattıı sırada, otaına çekilmi fetih<br />
planları yapan Timur’un katına, bakent Sultaniye’den gelen<br />
bir ulak girer ve dördüncü olu ahruh ile Çaatay soylularından<br />
birinin kızı olan Gevherâd hanımdan bir torunu<br />
dünyaya geldiini müjdeler. Timur’un babası Muhammed<br />
Taragay’ın adı verilen bu torununun doumundan fazlasıyla<br />
mutlu olan Timur, ertesi gün zapt ettii Mardin halkının<br />
hayatını baılayacaı gibi, müsadere edilen mallarını<br />
66
da iade eder. Böylece gelecein büyük bilgini Ulu<br />
Bey, daha doarken yıınlarca insanın felaketine<br />
engel olur.<br />
ehzadenin iyi yetiebilmesi için Timurlu<br />
hânedânında adet olduu üzere çocuk, annesinden<br />
alınarak, Asya’nın bu büyük fatihinin<br />
ilk ei olan güçlü kiiliiyle ünlü<br />
Saray Mülk Hanım’ın becerikli ellerine<br />
teslim edilir. Babaannesiyle birlikte<br />
imparatorluun her tarafını gezen<br />
küçük Muhammed, üç yaında iken<br />
dedesi ile birlikte Hindistan yoluna<br />
düer ve Kâbil’e kadar gider.<br />
Ancak çok sevdii bu torununun<br />
üzerine titreyen Timur,<br />
iklim artlarından etkilenmemesi<br />
için çocuun<br />
derhal Semerkand’a götürülmesini<br />
emreder.<br />
Küçük Mirza, sürekli<br />
dedesinin çadırına<br />
girerek, onun<br />
huzurunda yapılan<br />
askeri<br />
toplantıları<br />
izler ve ilmî<br />
sohbetleri<br />
dinler.<br />
Takent
Kadı Zâde-i Rûmî Türbesi<br />
Torununun güçlü bir zekaya ve kuvvetli bir hafızaya sahip<br />
olduunu gören Timur, onun küçük yata Kur’ân-ı Kerîm’i<br />
hıfzetmesini ve yedi farklı kırâete göre okumasını saladıı<br />
gibi, dini ve ilmî konularda iyi yetimesi için ülkenin<br />
önde gelen bilginlerinden ders almasını salar.<br />
Muhtemelen dedesinin meclisinde tanıtıı Seyyid erîf el-<br />
Cürcânî’nin örencilerinden Molla Fenârî’nin seçkin talebesi<br />
Bursalı Kadı Zâde-i Rûmî’nin dizinin dibine çökerek ondan<br />
matematik ve astronomi dersleri almıtı.<br />
Mirza Muhammed, daha dokuz yaında iken dedesinin kıladıı<br />
Karaba’a gitmi, oradan Meraa’ya geçerek ünlü rasathaneyi<br />
gezmi ve oradan da Erzurum’a gitmiti. Çin’i fethetmeyi<br />
planlayan Timur’un son yolculuunda dedesinin<br />
yanında yer alan Mirza Muhammed, bu büyük Cihagîr’in<br />
Otrar’da vefat etmesi üzerine Semerkand’a dönmütü.<br />
Babasının vefatından sonra Timur’un tahtına oturan ahruh,<br />
kendisine bakent olarak Semerkand yerine, babasının salı-<br />
ında yönetici olarak yerletii Herat’ı seçmi ve Semerkand’ın<br />
yönetimini de olu Mirza Muhammed Taragay’a bırakmıtı.<br />
Daha sonraları Ulu Bey adını alacak olan bu genç ve dinamik<br />
ehzâde, dedesinin imar ederek dünyanın göz bebei<br />
haline getirdii ölümsüz Semerkand’dan hiç ayrılmamıtır.<br />
Kendini, Cihângîr dedenin bilim, kültür ve sanat bakımından<br />
bir cihan kenti yapmak istedii Semerkand’ı onun hedeflerine<br />
uygun olarak imar etmeye<br />
vermiti.<br />
Timur’un Türbesi<br />
Dedesi Emîr Timur, babası ahruh gibi Ulu Bey de bilim<br />
adamlarını, entelektüelleri ve sanat adamlarını korumaya<br />
özen gösterdi. Kardei Baysungur ile birlikte<br />
Semerkand’da, Herat’ta ve îrâz’da iirden mûsikîye,<br />
minyatürden tezhîbe, hattan cilde ve tezyîne kadar güzel<br />
sanatların her dalında üstün eserler verilmesine ön<br />
ayak oldu. Devlet âh tezkiresinde; Ulu Bey’in Nızâmî’nin,<br />
Baysungur’un ise Emîr Husrev Dihlevî’nin Hamse’sini çok<br />
beendiini ve bu iki zevk ehli ehzâdenin söz konusu her<br />
iki airin eserini satır satır karılatırdıklarını anlatır. (Nakleden,<br />
Müjgan Cunbur, Devletâh’a göre Ulu Bey, 118,<br />
Ulu Bey Sempozyumu Bildirileri, Ankara-1996)<br />
Dedesinin izinden giden Ulu Bey, Semerkand’daki Bâ-ı<br />
Meydan denilen mahalde kırk sütunlu bir saray (çehel<br />
sütûn) ina ettirmiti. Registan meydanında kendi adını<br />
taıyan medrese, mescid ve hankâh da Timur’un yaptırdıklarını<br />
hiç aratmayacak güzellikteydi. 17. yüzyılda bu<br />
medresenin yanına îrdâr ve Tillakârî Medreseleri de eklenmitir.<br />
Fakat onun adını ölümsüzletiren en büyük eseri<br />
üphesiz ki yine Bâ-ı Meydan denilen mahalde ina ettirdii<br />
ve gelitirilmesi için hiçbir fedâkârlıktan çekinmedii<br />
48 metre çapındaki üç katlı deirmi yapılı mehur<br />
rasathânedir. Bu rasathanenin yönetimini önceleri hocası<br />
Kâdî-zâde-i Rûmî üstlenmiti. Onun vefatından sonra yerine<br />
ıyâseddîn Çemîd, onun vefatından sonra da Ali Kuçu<br />
geçmi ve “Zîc-i Güregânî”, ya da “Zîc-i Ulu Beg” diye bilinen<br />
ünlü astronomik tabloların<br />
hazırlanmasını salamıtı.<br />
Kâtip Çelebî bu Zîc’in hazırlanıı<br />
ile ilgili u bilgileri vermektedir:<br />
“ahrûh’un olu<br />
Muhammed (Ulu Bey), mille-<br />
Tilla-Kari Medresesi (1646-1660)<br />
68
Türbe Girii, Semerkand<br />
tin iini üstlenmenin zihnini daıttıından ve çalımaya az<br />
zaman ayırmak durumunda kaldıından dolayı mazur sayılırsa<br />
da, gücünü daha çok kemâl yolunun konaklarında yol<br />
almaya ve fazîlet eserlerini derleyip toparlamaya hasretti.<br />
Çalımasını, ilmî gerçekleri, felsefî incelikleri elde etme ve<br />
gök cisimlerini gözetlemekle sınırladı. Böylece Tanrı’nın yardımı<br />
ona yolda oldu da bilimlerin zorlukları zihninde nakılandı<br />
ve gözlem yolunu seçti.<br />
Bu konuda kendisine, Kadı-zâde-i Rûmî diye mehur olmu<br />
bulunan hocası Selâhaddîn Mûsâ ile ıyâseddîn Çemîd yardım<br />
etti. Bu ie ilk baladıı günlerde ıyâseddîn Çemîd vefat<br />
etti. tamamlanmadan önce de Kadı-zâde-i Rûmî dünyadan<br />
göçtü. Bunun üzerine ıyâseddîn’in olunun da yardımlarıyla<br />
genç yata bilimlerin çounu elde etmi bulunan Mevlânâ Ali<br />
Kuçu ii tamamladı. Onun aydınlık yıldızlarla ilgili gözlemlerinin<br />
hepsini Ulu Bey eserine kaydetti ve kitabını dört makâle<br />
olarak tanzîm etti: Tarihlerin bilinmesi konusuna ayrılmı<br />
olan birinci makâle, bir giri ile 5 bâptan ibârettir. Vakitlerin<br />
bilinmesi ve her vakitte doan yıldızlara ayrılmı olan ikinci<br />
makâle, 22 bâptır. Yıldızların konumu ve yörüngelerine tahsis<br />
edilmi olan üçüncü makâle 13 bâptır. Dördüncü makâle ise<br />
yıldızlarla ilgili dier konulara ayrılmı olup 2 bâptır.<br />
Üç Boyutlu Tavan Süslemeleri, Semerkand<br />
1447 yılında ahrûh’un ölümünden sonra geni imparatorluun<br />
tek varisi olarak Ulu Bey tahta geçti. Ancak ye-<br />
enleri ve çocukları arasında çıkan taht kavgalarına yeterince<br />
müdahil olamadı ve garip bir ekilde olu Abdüllatîf<br />
ile araları açıldı. Semerkand yakınlarındaki Dimek denilen<br />
mahalde baba-oul arasında cereyan eden savata, Ulu<br />
Bey yenildi. Oluna güvenerek teslim olup Semerkand’a<br />
gelen bu ulu bilge, 27 Ekim 1449’da olunun tuttuu Abbas<br />
adında biri tarafından hunharca katledildi. Ondan altı<br />
ay sonra da baba kâtili Abdüllatîf öldürüldü.<br />
Ulu Bey’in ölümüyle birlikte Semerkand’ın ihtiâmlı günleri<br />
de son bulur. Ve garip biçimde bir daha eski görkemli<br />
günlerine ulaamaz.<br />
Bu, zîçlerin en güzeli ve doruya en yakın olanıdır. Mîrim<br />
diye mehur olan Mevlânâ Mahmûd ibn Muhammed, 904<br />
yılı Recep ayında “Düstûrü’l-Amel fi Tashîhi’l-Cedvel” adıyla<br />
bu esere yazdıı Farsça erhi, Sultan II. Bâyezîd’e takdîm<br />
etmitir. Ayrıca Mevlânâ Ali Kuçu da bu esere Farsça bir<br />
erh yazmıtır.” (Kâtip Çelebî, Kefü’z-Zunûn, II, 966)<br />
ıyâseddîn Çemîd el-Kâî’nin bildirdiine göre, o günlerde<br />
Semerkand’da Ulu Bey’in çevresinde 60-70 civarında<br />
bilim adamı, astronomi ve matematik bilgini çalımakta<br />
idi. (Aydın Sayılı, Ulu Bey ve Semerkand’daki ilim faaliyeti<br />
hakkında ıyâsüddîn-i Kâî’nin mektubu, 68, Ankara-1985)<br />
Khwaja Ebu Nasr Parsa Türbesi, Belh, Afganistan<br />
69
İBB Başkanı Kadir TOPBAŞ:<br />
Amacımız İstanbul’u<br />
Dünyanın Kültür ve Sanat<br />
Merkezi Haline Getirmek<br />
"Bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da İstanbul’un kültür-sanat altyapısını geliştirmek için<br />
birçok projeyi hayata geçirmeyi planlıyoruz. Çünkü amacımız 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’nin ötesinde<br />
İstanbul’u dünyada kültür ve sanatla her dönem anılan bir merkez haline getirmek. Bunun için<br />
öncelikle üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’un tarihi ve kültürel potansiyelini ayağa<br />
kaldırmak gerekmektedir."<br />
70
“Yol, kavak ve altyapı çalımalarımız biraz gecikebilir ve biz, bu gecikmeyi telafi edebiliriz. Ancak insanı ihmal edemeyiz;<br />
insanı ihmal etmenin telafisi mümkün deil.”<br />
Bir yandan mimar-ehir planlamacısı bilinciyle stanbul’u<br />
yeniden ekillendirirken bir yandan da sanat tarihçisi titizlii<br />
ile kentimize estetik deerler katan projelere imza<br />
atan stanbul Büyükehir Belediye Bakanımız Sayın Kadir<br />
Topba’ı, dergimizin sayfalarında aırlamanın mutluluunu<br />
yaıyoruz. Tüm samimiyetiyle sorularımızı yanıtlayan Bakanımızla,<br />
sosyal belediyecilik anlayıından kültür ve sanat<br />
yatırımlarına, 2010 Avrupa Kültür Bakentlii sürecinden stanbul<br />
ile ilgili gelecek hayallerine kadar hepimizi ilgilendiren<br />
pek çok konu üzerine konutuk. Çok youn mesaisi arasında<br />
bizleri kırmayarak vakit ayıran BB Bakanımız Sayın<br />
Topba’ a teekkürlerimizi iletirken sizleri de söyleimizle ba<br />
baa bırakıyoruz.<br />
Sayın Bakanım, klasik yerel yönetim hizmetleri anlamında<br />
stanbul’a sayılamayacak kadar çok katkı yaptınız.<br />
Bunların yanı sıra SMEK örneinde olduu gibi sosyal<br />
belediyecilik alanında da önemli çalımalarınız var.<br />
Sosyal belediyecilik anlayıınızı bize anlatabilir misiniz<br />
Dünya nüfusunun yarısından fazlasının kentlerde yaadı-<br />
ı ve bu oranın sürekli arttıı günümüzde klasik belediyecilik<br />
anlayıı ile sorunların çözülemeyecei açıktır. Bu<br />
sebeple kent yönetimleri, sosyal belediyecilik çalımalarına<br />
önem vermek zorundadırlar. Ülkemizde sosyal belediyeciliin<br />
tarihî ve kültürel derinlii bulunmaktadır. Bugün<br />
AK Parti olarak biz, bu anlayıı yeniden canlandırıyoruz.<br />
Bu tarihî ve kültürel derinliin ne olduunu anlamak için<br />
öncelikle Osmanlı’da kent yönetimin’in Batı’dan farklı bir<br />
geliim çizgisi izlediini görmek gerekiyor. Bizde belediye<br />
hizmetleri oldukça eski ve köklüdür. Vakıflar, kentlerin<br />
sorunlarının çözümünde hayatî önemde rol oynayan kurumlar<br />
olarak yüzyıllarca varlıklarını sürdürmülerdir. Loncalar<br />
ve esnaf tekilatları kent meselelerinin çözümünde<br />
önemli roller üstlenmilerdir. Bunlar, çarı-pazarın düzen<br />
ve prensiplerini, i ahlakını, yaptırımları belirleyen ve uygulayan<br />
kurululardı. Bu anlamda Darülaceze gibi, Darü-<br />
afaka gibi, Bezm-i Âlem Vakıf Gureba gibi müesseseler<br />
insana hizmetin bizdeki somut örnekleridirler.<br />
Bakınız, stanbul’un fethinin hemen ertesi günü Hızır Çelebi,<br />
Fatih tarafından bir belediye bakanı olarak kent yönetimine<br />
atanıyor. Hızır Çelebi, göreve baladıı andan itibaren,<br />
“nsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” düsturuna<br />
uygun bir hizmet anlayıını gelenek haline getiriyor. Bu tarihi<br />
olay, bizim kent ve belediyecilik konularına bakıımızın<br />
özünü tekil ediyor. Batı’da ise böyle bir anlayı bizden ancak<br />
4 yüzyıl sonra, bir baka ifade ile 19. yüzyılda ortaya çıkıyor.<br />
Yakın tarihimizde, özellikle de 1994 yılından balayarak,<br />
ülkemizde belediyeciliin sosyal boyutunun öne çıktı-<br />
ı bir döneme tanık oluyoruz. Bu dönemden itibaren tarih<br />
boyunca kentlerimizde derin medeniyet izleri bırakan, garip<br />
gurebanın elinden tutan, birlik ve beraberlik içinde toplum<br />
bilinci oluturmaya önem veren sosyal belediyecilik<br />
anlayıının yeniden canlandıını ve kurumsallatıını görüyoruz.<br />
Bugün stanbul Büyükehir Belediyesi çatısı altında<br />
her yıl yüz binlerce vatandaımıza hizmet veren Kadın Koordinasyon<br />
Merkezi, SMEK, SÖM, MSEM, SALIK A.., SPOR<br />
A.., Sosyal Tesislerimiz ve Köklerimiz gibi kurumlar; bu<br />
kurumsallamanın en somut, en canlı örnekleridir.<br />
Bir mimar ve sanat tarihçisi olmanız kent yönetim<br />
anlayıınızı nasıl etkiledi<br />
Üç büyük imparatorlua bakentlik yapmı, köklü bir<br />
tarihî ve kültürel mirasa sahip olan stanbul’un yeniden<br />
ayaa kaldırılması için bir mimar ve sanat tarihçisi hassasiyetine<br />
sahip olmak gerekmektedir. Geçmi dönemde<br />
bu hassasiyetlere sahip olunmadıı için kentin tarihi,<br />
topraa gömülmütür. Kentin tarihi ve kültürel açıdan<br />
en zengin bölgesinde Vatan, Millet Caddeleri açılırken tarihin<br />
üzerinden geçildi; Yenikapı-Florya sahil yolu yüzün-<br />
71
den kentin denizle ilikisine büyük bir darbe indirildi. Yüzyıllarca<br />
kentlilerin denizle bulutuu bu sahil, açılan yol<br />
ile bu özelliini kaybetti. Burada surlar nerdeyse yarı beline<br />
kadar topraa gömüldü. Kentin tarihi bölgeleri karayolu<br />
trafiine açıldı ve bunlardan dolayı tarihi eserler büyük<br />
zarar gördü. Daha birkaç yıl öncesine kadar Topkapı<br />
Sarayı’nın içine kadar turist otobüsleri giriyordu. Bu, oradaki<br />
tarihî dokuya büyük zarar veriyordu. Bir yandan orada<br />
turizmi gelitirmeye çalııyorken dier yandan da tarihi<br />
dokuya zarar veren bir uygulamayı sürdürüyorsunuz.<br />
te mimar ve sanat tarihçisi olmanın farkı burada ortaya<br />
çıkıyor. Biz bu gidie “dur” dedik ve oradaki otobüs trafiini<br />
dıarı çıkarttık; saraya yakıır bir çevre düzenlemesi<br />
yaptık. Bir mimar, ehir plancısı bilinciyle stanbul’u, gelecei<br />
de hesaba katarak, içinde bulunduu bölgeyle birlikte<br />
planladık. Bir sanat tarihçisi titizlii ile hem Haliç Metro<br />
Geçi Köprüsü örneinde olduu gibi kente estetik deer<br />
katan projeler hazırladık; hem de Taksim Maksemi’nde olduu<br />
gibi kentin atıl deerlerini gün yüzüne çıkararak, stanbulluların<br />
hizmetine sunduk.<br />
Belediye Bakanlıınız süresince stanbul’da yaptıınız<br />
kültür-sanat yatırımlarından kısaca bahsedebilir misiniz<br />
Göreve geldikten sonra stanbul’da yaptıımız kültür hamlesi<br />
kısaca özetlenemeyecek kadar geni bir konu. Bu sebeple<br />
ben çok kısa ve ana hatları ile konuyu anlataca-<br />
ım. Öncelikle stanbul’da kentsel tasarım ve anıtsal yapıları<br />
aydınlatma projeleri yaptık. Böylece kentin tarihi ve<br />
kültürel mirasını hem ortaya çıkardık, hem de 24 saat ziyaretçilerle<br />
buluabilir hale getirdik. u anda kentte 53’ü<br />
tamamlanan 28’i devam eden toplam 81 restorasyon çalıması<br />
bulunmakta. Yaptıımız arkeolojik kazılarda 8500<br />
yıl öncesine ait medeniyet izleri bulduk. Bu kazılar sırasında<br />
ortaya çıkan 21 batık gemi ve 15 bin adet envanter<br />
eseri bir müzede sergileyeceiz. Bu müzenin turistler kadar<br />
bilim adamlarının da ilgisini çekeceine inanıyorum.<br />
Kente sembol nitelikli iki kongre merkezi kazandırdık. Bunlar<br />
IMF ve Dünya Su Forumu gibi önemli uluslar arası organizasyonlara<br />
ev sahiplii yaptı. Bunlara ek olarak 18 kültür<br />
merkezi, 3 tiyatro binası ina ettik. Kültür merkezlerindeki<br />
koltuk sayısını 1420’den 20.529’a çıkardık. Yine stanbul’a<br />
kazandırdıımız dünyanın tek tam panoramik müzesi Panorama<br />
1453’ün, yabancı turistleri bir zaman tüneline sokacaına<br />
inanıyorum. Bunun gibi Müslüman bilim adamlarının<br />
medeniyet tarihine yaptıkları katkıları anlatan slam<br />
Bilim ve Teknoloji Müzesi, farklı kültürlerin birbirlerini<br />
tanımasına önemli katkılar salayan bir merkez. Taksim<br />
Maksemi’ni Cumhuriyet Sanat Galerisi’ne dönütürerek<br />
Beyolu’nun kültür –sanat fonksiyonunu daha da güçlendirdik.<br />
Daha çok okuyan ve bilgiye ulaabilen bir stanbul<br />
için 5’i gezici toplam 11 kütüphane ve biri gezici olmak<br />
üzere toplam 61 bilgi evi ile insanımıza hizmet ediyoruz.<br />
Ayrıca kente, stanbul ile özdelemi cam içilii ve ayakkabı<br />
imalatı ve içilii ile ilgili iki sokak kazandırıyoruz.<br />
Bunun gibi eski ahap stanbul evlerini restore ediyoruz.<br />
Dünya kentlerinden pek fazla örnei olmayan bu evlerle<br />
stanbul’un sembolü olacak mahalleler kurulacak.<br />
Dier yandan stanbul’u temsil etmek, kentin kültürüyle,<br />
sanatıyla daha geni çevrelerce algılanması ve ortak etkinlikler<br />
çerçevesinde bulumak amacıyla Brüksel’de “stanbul<br />
Merkezi” açtık. Bu merkez, 2010 Kültür Bakenti kapsamında<br />
AB’de yürütülecek faaliyet ve etkinlikleri destekleyecek.<br />
Sanat, SMEK gibi kurumlar sayesinde geni halk kitlelerinin<br />
uraısı haline geldi. Bu gelimeleri nasıl deerlendiriyorsunuz<br />
Gerçekten de Sayın Babakanımızın kurduu SMEK’in çalımaları<br />
sayesinde toplum hem yeni sanatçılar kazandı<br />
hem de geni kitleler, sanat dalları hakkında bilgilerini<br />
artırarak iyi birer sanatsever haline geldiler. Çünkü biz<br />
unun bilincindeyiz; yol, kavak ve altyapı çalımalarımız<br />
biraz gecikebilir ve biz, bu gecikmeyi telafi edebiliriz. Ancak<br />
insanı ihmal edemeyiz; insanı ihmal etmenin telafisi<br />
mümkün deil. Bundan dolayı sosyal politikalara, yani insana<br />
yatırım anlamına gelen hizmetlere büyük önem ve-<br />
Hayalimdeki stanbul; çarpık<br />
kentleme ve ulaım problemini<br />
çözmü, yılda en az 20 milyon turist<br />
çeken, finans, turizm, ticaret, kültür<br />
ve sanat merkezi olarak dünyanın<br />
önde gelen kentleri arasında yerini<br />
almı bir kent.
iyoruz. Moda tasarımından ahap boyamacılıına, müzikten<br />
minyatüre birçok sanat dalının eitimini veren SMEK<br />
örneinde gördüümüz gibi bu çalımalarımızın neticelerini<br />
de alıyoruz. Çünkü insanımız çok yetenekli ve elinden<br />
tutulduunda büyük baarılara imza atabiliyor. Geçti-<br />
imiz yıl Missoni, Salvatore Ferragamo, Vivienne Westwood,<br />
Roberto Cavalli ve Gianfranco Ferre'nin de aralarında<br />
bulunduu moda dünyasının devleri stanbul’da bulutu<br />
ve SMEK örencileri de burada kendi tasarımlarını sergiledi.<br />
Böyle bir platform insanımızın kendisini göstermesi için<br />
önemli bir ortamdır. Bunun gibi sergi salonlarımızda SMEK<br />
örencilerine, düzenli olarak, sanatlarını insanlarla paylama<br />
olanaı salıyoruz ve bu sergiler geni kitleler tarafından<br />
büyük ilgi görüyor. Bunlar önemli adımlardır. Artık bir<br />
halk üniversitesi haline gelen SMEK, örnek bir kurum olmaya<br />
balamıtır.<br />
Sayın Bakanım; 2010 Avrupa Kültür Bakenti,<br />
stanbul’a ne kazandıracak<br />
stanbul, bir kültür bakenti olarak tüm dünyada kültürsanat<br />
ile anılacak. Kent, sadece tarihi birikimi ile deil, kültür<br />
sanat etkinlikleri ile de uluslararası arenada gündeme<br />
gelecek. Böylece daha çok turist, stanbul’da daha uzun<br />
süre konaklayacak. Bu farklı kültürlerin birbirini tanımasının<br />
yanında stanbul’daki çeitli ticari faaliyet kollarında<br />
daha fazla gelir elde etmesini salayacaktır. Bu durumun<br />
sonucu olarak da stanbul, ekonomik anlamda turizm hareketliliinden<br />
daha fazla yararlanabilecek ve yeni istihdam<br />
alanları açılacaktır. Bu balamda stanbul’da konaklama<br />
sektörü de hızla gelimektedir. Bunun gibi konuklarımızı<br />
daha iyi aırlamak için özel sektörü, kentin konaklama<br />
tesislerini artırması için destekliyoruz. u anda mevcut<br />
kapasiteye 37 bin yatak ilave edecek 190 otelin yatırımı<br />
sürüyor. Dolayısıyla kültür- sanat alanında olduu kadar<br />
ekonomik alanda da stanbul’un dünya üzerindeki konumu<br />
güçlenecektir.<br />
stanbul’un kültürel ve sanatsal altyapısının gelitirilmesi<br />
için bundan sonra ne gibi planlarınız var<br />
Bugüne kadar olduu gibi bugünden sonra da stanbul’un<br />
kültür-sanat altyapısını gelitirmek için birçok projeyi hayata<br />
geçirmeyi planlıyoruz. Çünkü amacımız 2010 Avrupa<br />
Kültür Bakentlii’nin ötesinde stanbul’u dünyada kültür<br />
ve sanatla her dönem anılan bir merkez haline getirmek.<br />
Bunun için öncelikle üç büyük imparatorlua bakentlik<br />
yapmı stanbul’un tarihi ve kültürel potansiyelini ayaa<br />
kaldırmak gerekmektedir. Bugüne kadar birçok eseri restore<br />
edip, yeni fonksiyonları ile birlikte kente kazandırdık.<br />
Fakat zamanında gerekli ihtimam gösterilmediinden hâlâ<br />
kente kazandırmamız gereken Anemas Zindanları, erefiye<br />
Sarnıcı, Ali Paa Sarayı, Okçular Tekkesi gibi birçok eser<br />
mevcut. Bu sebeple bu dönemde bu yapıların restorasyonuna<br />
devam edeceiz. Aynı zamanda yeni restorasyon<br />
çalımalarına da balayacaız. Örnein Tophane-i Amire<br />
Binası’nın yan tarafındaki Eski Usta Mektebi’ni sanat galerisine<br />
dönütüreceiz. Yine ihane’deki eski THY binası<br />
büyük bir sahne haline getirilecek. Rami Kılası ehir<br />
Müzesi ve Kent Kütüphanesi, Sirkeci Garı ise sanat galerisi<br />
olacak. Bunlara ek olarak Tepebaı’ndaki TRT binasının<br />
yerine Dram Tiyatrosu’nun da içinde yer alacaı bir kültür<br />
merkezi yapılacak. Böylece zaten kültür-sanat anlamında<br />
öne çıkan Taksim – Beyolu bölgesinin konumu güçlenecek.<br />
Harem’e yapacaımız opera binasının ise stanbul’un<br />
"Artık bir halk üniversitesi haline gelen SMEK, örnek bir<br />
kurum olmaya balamıtır... Sayın Babakanımızın kurduu<br />
SMEK’in çalımaları sayesinde toplum hem yeni<br />
sanatçılar kazandı hem de geni kitleler, sanat dalları<br />
hakkında bilgilerini artırarak iyi birer sanatsever haline<br />
geldiler... Moda tasarımından ahap boyamacılıına,<br />
müzikten minyatüre birçok sanat dalının eitimini veren<br />
SMEK örneinde gördüümüz gibi bu çalımalarımızın<br />
neticelerini de alıyoruz. Çünkü insanımız çok yetenekli ve<br />
elinden tutulduunda büyük baarılara imza atabiliyor."<br />
sembol yapılarından biri olmasını öngörüyoruz. Bunlara<br />
ek olarak Marmaray Projesi ile Taksim-Yenikapı metro<br />
projesini birletiren Yenikapı stasyonu müzeye dönütürülecek.<br />
Müzede, metro ve Marmaray kazılarından çıkan<br />
tarihi eserler sergilenecek. Ayrıca stanbul’a Haliç’te<br />
yeni bir kültür vadisi kazandırıyoruz. Bugüne kadar Rahmi<br />
Koç Müzesi’nden Feshane’ye kadar yapılan kültür merkezlerine<br />
yenilerini ekleyerek, vadinin konumunu güçlendireceiz.<br />
Bu amaca ulamak için planlarımıza Haliç<br />
Tersaneleri’nin müzeye dönütürülmesi, Eyüp – Sütlüce<br />
arasına Leonardo da Vinci yaya köprüsü yapılması gibi<br />
projeleri dâhil ettik. Bunların yanı sıra Florya’daki dev akvaryumu,<br />
stanbul’un bir kültür ve turizm merkezi olma<br />
misyonuna uygun olarak yepyeni bir projeye dönütürdük.<br />
120 milyon TL tutarındaki Florya Akvaryumu bu yıl<br />
içinde hizmete alınacak. Tarihi evlerin onarımı konusunda<br />
insanları yıllarca süründüren bürokrasiyi ortadan kaldırdık.<br />
Artık 2 hafta gibi kısa bir sürede bu onarım iznini<br />
belediyemizden alınabilir hale getirdik. Bu durum, kamunun<br />
yanı sıra giriimcilerin de stanbul’un restorasyonuna<br />
dâhil olmasını salayacaktır.<br />
stanbul aıı bir insan olarak hayalinizdeki stanbul’u<br />
kısaca özetler misiniz<br />
Hayalimdeki stanbul; çarpık kentleme ve ulaım problemini<br />
çözmü, yılda en az 20 milyon turist çeken, finans,<br />
turizm, ticaret, kültür ve sanat merkezi olarak dünyanın<br />
önde gelen kentleri arasında yerini almı bir kent.<br />
73
Demir Mifer, yalıboya<br />
Hatlı Çini Vazo, yalıboya<br />
Fırçasıyla Tarihe<br />
Hayat Veren Ressam<br />
Zehra KESİCİ<br />
Ressam Metin Asağ, saray ve müzelerdeki eserleri renk, desen ve form özellikleri bakımından resimlerine bire<br />
bir yansıtıyor. Sanatçının bu eserlerinden oluşan “Türkiye ve Harikaları” adlı koleksiyonu, sanat çevrelerince büyük<br />
beğeni kazanıyor.<br />
Ressam Metin Asa, saray ve müzelerdeki eserleri; renk,<br />
desen ve form özellikleri bakımından bire bir yansıttı-<br />
ı tablolardan oluan bir koleksiyon hazırladı. Asa’ın<br />
oluturduu esiz koleksiyon, Türklerin, Çin’in batısından<br />
Balkanlar’a kadar uzanan corafyada “Bin Yıllık Yolculu-<br />
u” boyunca edindii ve stanbul’dan Avrupa’ya, oradan<br />
da daha ötelere yayılan kültürel ve sanatsal birikimini<br />
gözler önüne seriyor. Geni bir dönemi kapsayacak ekilde<br />
Türk tarihi ve kültürüne ilikin izler taıyan bu zengin<br />
içerikli koleksiyon, aynı zamanda slam kültürünü de yansıtacak<br />
bir nitelik taıyor.<br />
Sanatçının usta fırçasından çıkan eserleri arasında,<br />
Ayasofya’da 16. yüzyılın izlerini taıyan çalımalar, Bizans<br />
dönemi öncesi ve sonrası mozaikleri, Selçuklu döneminden<br />
günümüze kadar uzanan çok iyi tasarlanmı desen<br />
ve çiniler, el yazması eserler, mifer örnekleri, bazı Osmanlı<br />
sultanlarının portreleri, Napolyon’un Mısır seferinin<br />
yeniden yorumlandıı tablo, 1856’da Ruslara karı Kırım<br />
üçlü ittifakının (Fransa, Osmanlı ve Birleik Krallık) anlatıldıı<br />
büyük ebat çalımalar, Osmanlı dönemine ait tılsımlı<br />
gömlekler, seccadeler, kaftanlar, hat eserler, ibrik ve marapalar,<br />
kalkanlar, at alınlıkları ve turalar ile II. Philip, Zeugma<br />
ve Büyük skender ile Kraliçe Teodora’nın mozaikleri<br />
yer alıyor. Asa’ın deforme edilmi figürler ve eskitilmi<br />
yüzeylerle oluturduu özgün yorumları arasında da birbirinden<br />
deerli eser örnekleri bulunuyor.<br />
74
Ressam Metin Asa, Türklerin Anadolu'ya gelileriyle<br />
balayan bin yıllık yolculuun izlerinin görülebilece-<br />
i bu özel koleksiyonun hayli uzun ve youn bir çalıma<br />
sürecinin eseri olduunu belirtiyor. Asa, “Topkapı<br />
Sarayı, Askeri Müze, Çinili Kök, Türk ve slam Eserleri<br />
Müzesi’nin en önemli koleksiyon parçalarını renk, desen<br />
ve form özelliklerini birebir yansıtmaya çalıtıım eserlerim,<br />
ait oldukları dönemin kültürüyle ilgili önemli ipuçları<br />
vermeleri açısından da dikkatleri üzerine çekti. Resimlerimin<br />
orijinallerine uygun olması, benim için büyük<br />
önem taıyordu ve bunu baarmı olmanın mutluluunu<br />
yaıyorum” diyor.<br />
Sanatçı, otuzu büyük, onu küçük olmak üzere asıllarını<br />
aratmayan bir göz alıcılıa sahip kırk tablosunun yer aldıı<br />
ve “Türkiye’nin Harikaları” adını verdii bu muhte-<br />
em koleksiyonu ile Fransa’da düzenlenen Türkiye Mevsimi<br />
etkinlikleri çerçevesinde bir de sergi açmı. Sanat<br />
çevrelerince “olaanüstü” eklinde övgüler alan `Les<br />
Turkomanies de Metin Asag` adlı sergideki birbirinden<br />
ilginç tablolar için sergiyi gezenler, “Bütün bunlar, muhteem<br />
zenginlii ve çeitlilii ile aynı dönemde yaamı<br />
farklı kültürleri, bütün mesafelere ramen sanatın ortak<br />
paydasında buluturuyor” yorumunu yapıyor.<br />
Hazırladıı koleksiyon ile sanat çevrelerinin dikkatini<br />
çekmeyi baaran Asa’ın tabloları için sanat tarihçisi<br />
Prof. Dr. Marc Soleranski, “Sanatçının eserlerinde tarih<br />
adeta kendi atmosferinde, önümüzde duruyor gibi” diyerek<br />
beenisini yansıtıyor.<br />
Üçlü ttifak, yalıboya<br />
Farklı kültürleri ve medeniyetleri olaanüstü bir ekilde<br />
harmanlayarak eserlerinde yansıtan Metin Asa’ın<br />
en çok dikkat çeken eseriyse son 30 yıldır Fransa’da<br />
hiçbir sanatçı tarafından yapılmayan Napolyon’a ait bir<br />
tablo. Metin Asa, bu eseri ile ilgili olarak, “Napolyon’un<br />
Mısır seferini yorumladıım çalıma bir hayli ilgi çekti.<br />
Bu tablo ile karılaan kimi sanat tarihçileri bana,<br />
‘Bu eseriniz, Türkiye’nin Avrupa Birlii’ne girmesi yolunda<br />
Türkiye’den Fransa’ya bir jest mi’ eklinde sorular<br />
yöneltiyor. Bu durum beni hayli aırtıyor.” eklinde<br />
konuuyor.<br />
Anadolu’nun zengin tarihini ve topraklarında ev sahipli-<br />
i yaptıı birçok uygarlıı eserlerinde ilemesiyle Fransız<br />
sanatseverlerin ilgi odaı olmayı baaran ressam<br />
Asa, Paris Belediyesi Sergi Salonu ve Espace Pierre Cardin<br />
Sergi Salonları'ndan da sergi açması yönünde dei-<br />
Çintemani Kaftan, yalıboya<br />
Laleli Kaftan, yalıboya<br />
75
ik teklifler aldıını ve bu teklifleri deerlendireceini<br />
dile getiriyor.<br />
Metin Asa, 2010 yılının Eylül ayında balaması planlanan<br />
yeni projesini de paylaıyor bizlerle. Asa, “Türkiye<br />
Yüzer Sergisi” adlı proje kapsamında içerisinde eserlerimden<br />
oluan serginin bulunduu gemi ile sveç’ten hareket<br />
ederek 17 Avrupa ülkesini gezerek stanbul’a ula-<br />
acaız. Böylece sanat yolu ile ülkemizin tanıtımına da<br />
katkı salamı olacaız” diyor.<br />
Ressam Metin Asa Kimdir<br />
Muhteem Süleyman Kaftan, yalıboya<br />
1973 Muradiye doumlu olan sanatçı, Öretmen Lisesi’ni<br />
bitirdikten sonra 1990 yılında ODTÜ Felsefe Bölümü’ne<br />
girdi.1996’da Uluda Üniversitesi Kamu Yönetimi, ardından<br />
da Anadolu Üniversitesi Mahalli dareler Yönetimi ve<br />
Maliye Bölümleri’ni bitirdi. Newport Üniversitesi letme<br />
master tezini verdi.<br />
At Alınlıı, yalıboya<br />
Küçük yalarda baladıı resim çalımalarını 1994 yılından<br />
beri profesyonel olarak sürdüren sanatçı, 1994-<br />
2009 yılları arasında birçok proje üzerinde çalıtı. Sanatçı,<br />
geçmi farklı uygarlıklar ve yaanan corafyada;<br />
desen, hat, tezhip, çini, minyatür, mozaik ve eskitme<br />
sanatları üzerine özgün çalımalar gerçekletirdi. Türk<br />
resminin en önemli genç isimlerinden biri olan Asa,<br />
bugüne kadar üniversiteler, özel kurulular, Uluslararası<br />
Bursa Festivali, Mersin Devlet Güzel Sanatlar Galerisi,<br />
Cemal Reit Rey Konser Salonu fuayeleri, Ayasofya Müzesi<br />
(ana mekan), Türk ve slam Eserleri Müzesi, brahim<br />
Paa Sarayı’nda sergiler açtı. Sergileri büyük kitleler tarafından<br />
beeniyle izlenen sanatçının tabloları, yurt içi<br />
ve yurt dıında bazı Avrupa ülkelerinde, talya, Yunanistan,<br />
ngiltere, Fransa, Amerika Birleik Devletleri, Hindistan,<br />
Yeni Zelanda, Rusya ve Kanada’da özel koleksiyon<br />
ve galerilerde yer alıyor.<br />
Eserleri, dünyada bazı özel koleksiyon ve müzelere giren<br />
Metin Asa’ın 2007’de Türkiye’yi sanat aracılıı ile<br />
tanıtma çerçevesinde Ayasofya Müzesi’nde açtıı “Üç<br />
Dönem Ayasofya” adlı resim sergisini 25 günde 262<br />
bine yakın kii ziyaret etti. Asa, Türkiye’de ilk defa bu<br />
kadar kısa bir sürede en çok ziyaretçiyi aırlayarak en<br />
dikkat çeken sanat etkinliini gerçekletiren isim oldu.<br />
Asa, Fransa’da düzenlenen 2009 yılı Türkiye Mevsimi<br />
etkinlikleri çerçevesinde, hazırladıı özel koleksiyon ile<br />
2000 proje arasından sıyrılarak söz konusu etkinlik çerçevesinde<br />
Paris’te açtıı sergiyle de dikkatleri üzerine<br />
çekmeyi baardı. Hayalinde yine bu corafyanın renklerinden<br />
biriktirdii pek çok büyük proje bulunan Asa,<br />
önümüzdeki yıllarda, yine çok konuulacak sergilerin<br />
art arda geleceini söylüyor.<br />
76
Tokat Yazmalarına<br />
Kanadalı Gelin <strong>El</strong>i Değdi<br />
Hanife ÖZTEN<br />
Anadolu’da bundan tam 600 yıl önce bir halk sanatı olarak ortaya çıkan fakat günümüzde birkaç eski ustasının<br />
kaldığı yazmacılık sanatı için Kanadalı gelin ışık oldu. Bundan tam 43 yıl önce sevdiği erkeğin aşkı uğruna ülkesini<br />
terk ederek Türkiye’ye gelen Hughette Eyüboğlu, kayınpederi Bedri Rahmi ve eşi Mehmet Eyüboğlu’nun<br />
izinden giderek hayatını yazmacılık sanatının yeniden hayat bulması için adadı.<br />
Yazmacılık denilince ilk akla gelen ilimiz Tokat’tır. Bu sanatın<br />
baarıyla uygulanarak en güzel örneklerinin verildi-<br />
i Tokat için ünlü gezgin Evliya Çelebi, “Beyaz pembe bezi<br />
Diyar-ı Lahor’da yapılmaz. Güya altın gibi mücelladır. Kalemkar<br />
basma yüzü, münakka perdeleri gayet memduh<br />
olur” diyerek bu ilimizden övgüyle söz eder. Tokat’a has<br />
ve Tokat’ı anlatan, inanılmaz güzellikteki renk uyumlarıyla<br />
karakteristik bitki ve meyve motifleri, yüzlerce yıl boyunca<br />
maharetli ellerce aktarılmı kumalara. Ancak ne<br />
var ki çou el sanatımız gibi yazmacılık da zamana yenik<br />
dümü ve bu sanat günümüzde Tokat’ta sadece birkaç<br />
eski usta tarafından uygulanır olmutur. Buna karın<br />
stanbul’da yaayan Eyübolu ailesi yazmacılık sanatına<br />
sahip çıkmı ve bu sanatı yaatmak için çeitli çalımalar<br />
balatmıtır. Yazmacılıın, air, yazar ve ressam olarak tanıdıımız<br />
ve sanatın daha pek çok dalıyla ilgilenmi Bedri<br />
Rahmi Eyübolu ile balayan, ardından olu Mehmet Eyübolu<br />
ile devam eden ve onun vefatının ardından da ei<br />
Hughette Eyübolu’nun çabalarıyla sürdürülen stanbul serüvenini<br />
Kanadalı gelin Hughette Eyübolu’ndan dinledik.<br />
Bugün Tokat yazmacılıına sahip çıkarak bu sanatın unutulmaması<br />
için üstün gayretler sarf eden Hughette Hanım,<br />
bir Kanadalı. Henüz genç bir kızken Fransız mecmuasına<br />
kartpostal ve pul koleksiyonlarıyla ilgili gönderdii arkadalık<br />
mektubuna 750 cevap alan Hughette Hanım’ın ilgisini<br />
Türkiye’den gelen tek mektup olan Mehmet Eyübolu’nun<br />
mektubu çeker. Bu gizemli ülkeye karı olan merakının da<br />
etkisiyle balayan mektup arkadalıı zamanla yerini farklı<br />
duygulara bırakır ve sonunda Mehmet Eyübolu soluu<br />
Kanada’da alır. Birçok engeli aan iki genç nihayet evlenir<br />
ve bir süre ABD’de yaadıktan sonra 1966 yılında Türkiye’ye<br />
gelirler. Farmakolog olan Hughette Hanım bir hastanede,<br />
Mehmet Bey ise bir ilaç firmasında çalımaya balar.<br />
Bu arada sanatçı Bedri Rahmi Eyübolu ise Fransa’daki<br />
bir müzede Afrika sanatına dair görüp etkilendii sergiden<br />
hareketle, güzel ve faydalı bir sanata yönelmek ister.<br />
Kendi ülkesinin elilerine yönelen Bedri Rahmi Eyübolu,<br />
“Resimlerim her eve girmeli” isteinden yola çıkarak yaptıı<br />
resim çalımalarını çoaltmak üzere yazmacılık sana-<br />
77
tını kullanmaya balar. Geleneksel motifler yerine deniz<br />
kızı, köylü kadını gibi daha sade motifler kullanmayı tercih<br />
eden Bedri Rahmi Eyibolu, stanbul’da yaayan eski<br />
kalıp ustalarını bularak kendi motiflerinin kalıbını yaptırır.<br />
Bedri Rahmi Eyübolu’nun bu giriimleri yazmacılık sanatında<br />
yeni bir ufuk açarken, motifleri de çok cüzi fiyatlara<br />
evlere girmeye balar. Bedri Rahmi Eyübolu bir yandan<br />
da akademideki örencilerine yazmacılık sanatı dersleri<br />
verir ve o güne kadar hiç uygulanmayan bir ey yaparak<br />
bu sanatı kullanarak yeni yıl kartları hazırlatır. Kazanılan<br />
parayla da atölye için malzemeler tedarik edilir.<br />
Bu gelenek, Bedri Rahmi Eyübolu vefat edinceye kadar<br />
sürdürülür.<br />
Ancak Bedri Rahmi Eyübolu, zamanla baka uralara<br />
dalar ve yazma kalıpları da ei Eren Hanım ile birlikte<br />
yaadıkları evin bodrumuna kaldırılır. Bedri Rahmi<br />
Eyübol’nun 1975 yılında vefatının ardından annesini yalnız<br />
bırakmak istemeyen Mehmet Eyübolu ailesiyle birlikte,<br />
anne ve babasına ait olan Kalamı’taki 4 katlı eve<br />
yerleerek burada yaamaya balar.<br />
Aslında Eyübolu ailesine ait bu binaya ev demek biraz<br />
haksızlık oluyor. Çünkü bu mekan, evden ziyade bir müzeyi<br />
andırıyor. Mimar Turgut Cansever’in imzasını taıyan<br />
binanın daha bahçesine girer girmez farklı bir mekan<br />
olduunu anlıyorsunuz. Sizi ilk karılayan, kuruyup<br />
havalanması için iplere asılmı renk renk, motif motif<br />
yazmalar oluyor. Yerlerdeki mozaik talar ve duvarları<br />
süsleyen resimler de cabası. Henüz bu ortamın akınlıını<br />
üzerinizden atamadan u anda Hughette Hanım’ın<br />
yaamını sürdürdüü binaya girer girmez ikinci bir ok<br />
yaıyorsunuz. Ne yöne bakacaınızı aırtan bu salon<br />
Türkiye’nin dört bir yanından gelen bakır kaplar, el dokuması<br />
halı ve kilimler, testiler, dibekler, çiniler, seramikler,<br />
el yapımı müzik aletleri, tablolar, kitaplar, yazma baskılı<br />
rengârenk örtülerle dolu. Yalnızca salon deil, Bedri Rahmi<br />
Eyübolu’nun yatak odası ve çalıma odası olarak kullandıı<br />
ve hatta yataının ve çalıma masasının muhafaza<br />
edildii ikinci kat ve üçüncü kat da adeta birer müze.<br />
Bu olaanüstü evde yaamaya balayan Mehmet ve Hughette<br />
Eyübolu, Bedri Rahmi Eyübolu’nun bıraktıı zengin<br />
kültürel mirasa sahip çıkarak eserleriyle ilgili çalımaları yürütürler.<br />
1977 yılına gelindiinde, binanın bodrum katını su<br />
basar ve bu olayla birlikte yazma kalıpları da gün yüzüne<br />
çıkar. Mehmet Bey, bu olayı ilahi bir mesaj olarak görerek<br />
yazmacılık sanatına babasının bıraktıı yerden yeniden<br />
balar. 20 kalıpla çalımanın sınırlayıcı olduunu gören<br />
Mehmet Eyübolu, yeni kalıplar yaptırmak için motifler seçerek<br />
eski bir kalıp ustasının atölyesine gider. Ancak usta<br />
vefat ettii için kalıpları yaptıramaz. Bir çözüm yolu arayı-<br />
ına giren Mehmet Bey, tahta malzemenin ve içiliin çok<br />
pahalı olduunu da göz önünde bulundurarak yeni bir me-<br />
78
tot gelitirmeye karar verir. Nihayet Mehmet Bey, yumu-<br />
aklıı dolayısıyla kolay ilenebilir ve hafif bir malzeme olan<br />
santrafordan kalıp yapmaya balar. Bu, yazmacılık sanatında<br />
babasının ardından ikinci bir ufuk açar. Straforla motifler<br />
istenildii kadar büyük ebatlarda çalıılabilmektedir.<br />
Hughette Hanım, ei Mehmet Bey’in 1977 yılında baladı-<br />
ı yazmacılık sanatının geliimi için ömrünün sonuna kadar<br />
büyük bir gayret ve azimle çalıtıını ve onun vefatının<br />
ardından kendisinin de atölyeyi kapatmayarak kayınpederinin<br />
ve einin izinden giderek bu sanatın yaatılması için<br />
çalımaları sürdürdüünü belirtiyor. Evlerinin bahçesinde<br />
bulunan atölyedeki çalımalara ara vermeden devam ettiklerini<br />
belirten Hughette Hanım, her ne kadar Eyübolu<br />
ailesi yazmacılıa farklı bir boyut kazandırsa da bu iin temelinde<br />
Tokat yazmacılıı olduunu vurguluyor. Hughette<br />
Hanım, “Eyübolu ailesinin atölyesi Mavi Kaplumbaa<br />
adıyla 1950’li yıllardan beri ürün veriyor ve tarzımız tanınıyor.<br />
Bununla birlikte Tokat yazmacılıının bir gelenei var<br />
ve bu çok önemli. Bir sanat baarılı olmak istiyorsa çözümü<br />
kendi köklerinde aramalı. O nedenle Tokat yazmacılıının<br />
yeniden diriltilmesi için var gücümle çalııyorum” diyor.<br />
Geçtiimiz Haziran ayında Mavi Kaplumbaa yazmacılık<br />
atölyesi olarak 6 kiilik ekiple Tokat’a giderek yazmacılık<br />
sanatının içinde bulunduu durumu bizzat gözlemlediklerini<br />
dile getiren Hughette Hanım, ”Eim Mehmet Eyübolu,<br />
‘Ustalara Saygı’ adıyla bir seri hazırlamak istiyordu. Ben de<br />
onun ölümünün ardından Tokat yazmalarını basmak için<br />
önce bu ehri tanımam gerektiini düündüm. Fakat ne<br />
yazık ki ehirde yazmacılıkla ilgili bir müze ya da ulaabileceimiz<br />
bir kaynak bulamadık. Üzülerek gördük ki 600<br />
yıllık bir gelenek yok olmak üzere. Sadece birkaç eski yazma<br />
ustasına ulaabildik. Sa olsunlar bize çok itibar gösterdiler.<br />
Onlarla yaptıımız konumalar neticesinde yazmacılık<br />
sanatıyla ilgili ne kadar önemli malzeme ve bilgi<br />
birikimine sahip olduklarını gördük” eklinde konuuyor.<br />
Tokat’tan döndükten sonra bütün yaz, “Yazmacılık sanatının<br />
yok olmaması için ne yapabilirim” diye düündüünü<br />
anlatan Hughette Hanım, “Tokat’ta tanıtıımız yazma<br />
ustası Hüseyin Er’i, stanbul’a bizim atölyemize davet ettim.<br />
Hüseyin Bey bildii teknikleri bizlere aktarırken sanatını<br />
tam manasıyla yapamamanın üzüntüsü içerisinde olduunu<br />
dile getirdi. Kendisiyle yaptıımız sohbetler sonucunda<br />
birlikte hareket ederek bir proje gelitirdik. Hedefimiz<br />
Tokat’ta bir müze kurarak yazmacılık sanatıyla ilgili<br />
bir ariv oluturabilmek. Eski ustaların hayat hikayelerine<br />
ve fotoraflarına ulaarak bunları da ariv kayıtlarına<br />
geçirmek istiyoruz. Ayrıca yazma desenlerini ve öykülerini<br />
belgelemeye çalıacaız. Tokat’taki mehur Yazmacılar<br />
Hanı’nın yeniden canlanması için de giriimlerde bulunacaız.<br />
600 yıllık bu sanat kaybolmamalı” diyor.<br />
<strong>El</strong> sanatlarımızın yitip gitmemesi için devletin de üzerine<br />
görevler dütüünü hatırlatan Hughette Hanım,<br />
“Çou sanatlar gibi yazmacılık sanatının da zamana yenik<br />
düerek yok olma tehlikesiyle karı karıya olmasının<br />
en önemli nedenlerinden biri, ustaların sanatlarıyla<br />
hayatlarını kazanamaması. Bir sanatçının hem üretip<br />
hem de ürettiini satması çok zor. Ustalar rahat üretim<br />
yapabilmeli ve maddi kazanç salayabilmeleri için<br />
devlet onlara yer göstermeli. Türkiye’de, dünyanın hiçbir<br />
ülkesinde olmadıı kadar çok el sanatı var. Kültürel<br />
zenginlik ve çeitlilik için bu sanatlara sahip çıkılmalı.<br />
Bu noktada devletimiz de üstüne ne düüyorsa yapmalı”<br />
eklinde konuuyor.<br />
Hughette Hanım, sözlerini u cümlelerle noktalıyor.<br />
“Yazmanın yolu Tokat’tan geçer. Eer geleneksel yazmacılık<br />
ölürse bizim yaptıımız yazmacılıın da bir anlamı<br />
kalmaz. Bu nedenle kalan ömrümü bu ie adadım.<br />
Yazmacılıın yaatılması için balattıımız projenin ba-<br />
arıya ulaması için elimizden geleni yapacaız.”<br />
79
Seoul’deki Bongwonsa Budist Mabedi'nde parlak renkler ve zengin dekorla süslenmi bir binanın detayı<br />
Sanatın Birleştirici Gücü<br />
Prof. Dr. İlhan ÖZKEÇECİ* - Şule Bilge ÖZKEÇECİ**<br />
Tûti-i mucize gûyem, ne desem lâf değil,<br />
Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil,<br />
Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana,<br />
Ehl-i dil birbirin bilmemek insâf değil...<br />
Nef'i<br />
Medeniyetlerin kurulmasına, kültürlerin yeşerip kökleşmesine katkı sağlayan en temel unsurlardan biri hiç kuşkusuz<br />
sanattır. Dünya tarihine baktığımızda insanoğlunun ilk dönemlerinden bu yana devam eden sanatsal üretim,<br />
zaman içinde farklı dönemeçlerden geçse de insan için hâlâ ön sıradaki yerini korumaktadır.<br />
Sanat, toplum hayatında hazlara hitap eden estetik boyutunun<br />
ötesinde iletiim, eitim açısından ve kültürel yönden<br />
çok önemli ilevler yüklenir. Tümüyle birbiriyle balantılı<br />
olan bu ilevleriyle birlikte sanatın iletiim gücü dilin<br />
bütün kısıtlamalarını ve sınırlamalarını aar. Aristo’nun<br />
"tutkulardan arınma" olarak gördüü sanat insanın iç<br />
dünyasına girer, hatta insanların psikolojik sıkıntılarının<br />
çözümüne katkı salar. Bu anlamda sanat eseri vermek,<br />
iletiimsel, yönlendirici, ilmi, ahlaki birçok yönüyle toplumu<br />
dile getirmek demektir. Dolayısıyla deerli bir sanat<br />
eseri vermek isteyen sanatçı için sadece yetenekli olmak<br />
veya mutlu bir esin yeterli deildir. Sanatçı emeini esirgemeden<br />
yaadıı çaı aratırmak ve toplumunun kültürünü<br />
tanımak, bilgilerle kuanmak zorundadır. Hayatı bütünü<br />
ile kavramadan, tabiat ve toplum kanunlarını bilmeden<br />
büyük eserler vermesi, hele hele evrensel bir beeniye<br />
ulaması mümkün deildir. Asla toplumdan uzak kalma<br />
ve sınırsız bir istem özgürlüü olmayan sanatçı, uurlu<br />
bir çaba ile aynı hayattaki gibi dengeli bir uyum elde edebilmek<br />
için aktif ve enerjik olmalıdır.<br />
80
Seoul’deki Bongwonsa Budist Mabedi'nde sergilenen Hete heykeli<br />
Bu anlayıla üretilen büyük sanat eserlerinin sanatçısı ile<br />
binlerce insan arasında gizli bir ibirlii, bir yakınlama, bir<br />
iletiim, bir anlama vardır. Eser ne kadar iyi olursa, bu görünmez<br />
ba o kadar güçlenir. Sanatçı bu eseriyle insan ruhunu<br />
onun ortak deerlerini o kadar iyi yansıtmı demektir.<br />
Bu nedenle her büyük eser yalnız bir kiinin deil, bütün bir<br />
toplumun dehasını, deerlerini, anlayıını kısaca kültürünü<br />
yansıtmı olur. Böylesi eserler verebilmek için milli ve kültürel<br />
unsurlarla beslenen sanatçının yarıı ancak kendi ile olur.<br />
Sanatın bu temel ilkeleri çerçevesinde bugünün dünyasında<br />
genel olarak sanat çevrelerine bir göz atarsak Türk sanatı<br />
açısından günümüz platformunun oldukça hareketli<br />
ve karmaık görüntüler sergiledii görülür. Doru bir analiz<br />
yapabilmek için konuya bugünün objektifini takarak ama<br />
medya ve iletiim araçlarının kuatmasından kurtularak<br />
bakabilmeliyiz. Gerek teorik ve tarihi bilgilerin gelitirilmesinde,<br />
gerekse geni ve ufuklu bir perspektiften bakan derin<br />
görülü çabalara ihtiyacımız vardır. Sanatçının asıl yalın<br />
olarak kendi içimize bakabilmesi gerekir, ancak bu ekilde<br />
hayata ve sanata yeni ve deerli yorumlar katabilir.<br />
Bu noktada bir sanatçı için dönem dönem kendini yenileyen<br />
ve zengin bir çeitlilik arz eden, harcamayla bitmeyecek<br />
bereketli kültür ve sanat mirasımızın birikimi; vazgeçilemez<br />
mükemmel bir esin kaynaıdır. Özgüven sahibi<br />
ve bilinçli bir yaklaımla, Türk sanatının derinliini görebilmek,<br />
kendi sanatında var olan zenginlikler iyi deerlendirilerek,<br />
çaımızın dönüümlerine seyirci kalmak, takipçi<br />
olmak yerine, bir adım önde olup yükselen trendi belirlemek,<br />
politikaları bizzat gelitirmek mümkün olacaktır.<br />
Bilindii gibi sanat tarihimizin derin kökleri slâm öncesi<br />
Göktürk devrine ait bir balbal (4)<br />
dönemlere ve Türklerin ana yurtları olan Orta Asya'ya dayanır.<br />
Dier bir ifadeyle Türkiye bugün de dünyanın merkezini<br />
oluturan tüm felsefi düüncelerin ve inanç sistemlerinin<br />
doup gelitii büyülü bir corafyanın, Asya’nın<br />
önemli bir parçasıdır. Esaslı ve güçlü kültürü ile neredeyse<br />
insanlık tarihi ile yaıt olan Asya, dört bir köesi ile kadim<br />
bir geçmie sahiptir. Tarih boyunca nice ihtiamlı medeniyeti<br />
barında yetitirmi, bunların birikimlerini yeryüzüne<br />
taımı olan Asya’da, insanlıın ortak tarihi yazılmıtır.<br />
Tarihe günümüzde bakıldıında, zaman zinciri örülürken<br />
halkaların mücevherleri, deerli taları birbirine balayarak<br />
bir ııklı yolu oluturduu fark edilir. Çou adı bilinmez<br />
sanatçılar belki çok da uzun sürmeyen hayatları boyunca<br />
adeta bu ömre sımayacak iler, eserler, abideler ortaya<br />
koymulardır. Kısmen de olsa bugüne intikal eden her bir<br />
eserin kendi hikâyesi vardır ki bunları iittiinde insan heyecanına<br />
hâkim olmada güçlük çeker.<br />
Eser vermekten yazmaya, sanatını anlatmaya pek fırsatı<br />
olmayan ecdadımız da birbirinden güzel, dikkat çekici<br />
eserler vücuda getirerek derin hayat görülerini bütün<br />
dünyaya aktarmıtır. Yaadıkları devirlerde hiç de güllük<br />
gülistanlık bir ortama sahip olamamakla beraber sanki sorunsuz<br />
bir dünyada yaıyor gibi sevgiyi, mutluluu sergileyen<br />
eserleri bu dünyaya miras bırakmılardır. Bir uçtan<br />
dier uca kıtaları dolaırken pek çok fethe imza atmı, bir<br />
tarih yazarak “çil çil altın kubbeler” serpmilerdir.<br />
Hayatı, madde ve manasıyla bir âhenk içinde yaamayı<br />
kendisine iar edinen bu düünce sahipleri çevreyi de aziz<br />
bilip ona zarar vermekten kaçınmılar. Tabiatın sunduu<br />
81
Bu yüzden insanlıa mal olmu böylesi güzellikler insanlık<br />
cevherinin ortak dili olmutur ve din, dil, ırk farkı olmaksızın<br />
neredeyse hepsinin bir ortak mesajı haline gelmitir.<br />
Tarih halkalarında insanlık çok yüksek tepelerde fırtınalarla,<br />
sellerle, imeklerle, hayati karmaalarla boumu; badireler<br />
atlatmı; aklar, sevdalar, savalar yaamıtır. Hayatı ya-<br />
arken memata dalmı, yokluktan varlıa geçmi ve baından<br />
nice hadiseler geçmi; tablolar, manzaralar görmütür.<br />
Bu yaananlar, dünyamızın farklı ülkelerinde nadide eserlerle,<br />
sanat abideleriyle, dünya harikalarıyla zihinlere kazınmı<br />
ve birçou bugünlere ulamıtır. Bir Çin Seddi, balangıcını<br />
bilemediimiz yüzyıllardan bugüne bir büyük gerçek<br />
olarak gelmi, Ahmed Yesevi türbesi ile Timur, Tac-Mahal’le<br />
ah-Cihan, Asya’nın farklı ülkelerindeki mabedleriyle Budist<br />
kültürü ve daha nice farklı renkler ve çizgiler… Bunların hepsi<br />
Dou dünyasının, Asya’nın seçkin ve farklı unsurları olmutur.<br />
Bongwonsa Budist Mabedi’nde bulunan kaplumbaa kaide üzerindeki çifte ejder balıklı kitabe<br />
güzellikleri birer cazibe merkezi görüp üzerinde danteller<br />
ilemiler. Göz açıp gördüü dünyayı sesiyle, sözüyle,<br />
sazıyla, kalemiyle daha da bezemeye çalıan, her attıı<br />
adımda kendisini daha da yücelten eserler bu kaynaktan<br />
gelir. Bu yaantıya ruh katan tevhid inancına layık<br />
olabilmek adına mabetler, okullar, hastane ve ifahaneler,<br />
imarethane ve kervansaraylar, çemeler yaparak insanlı-<br />
a hediye eden bu saygıdeer büyükler insanlıa öz bir<br />
mesaj vermekte idi: sevgi ve efkat…<br />
Bu deerler yalnızca bir devrin, bir toplumun, bir corafyanın<br />
deil, aynı zamanda tüm insanlıın temel deerlerini<br />
oluturur. Zamanın geçmesi, bin yılların ilerlemesiyle ortadan<br />
kalkacak, gündemden düecek ve vazgeçilecek de-<br />
erler hiç deildir. Bir tarih boyu insanlıın rehberi olmu,<br />
ona yol göstermi, mutluluunu, sevincini, his ve duygularını<br />
anlatacak tercüman olmutur bu temel deerler. Ki bunlar<br />
insanlıın beyaz sayfaları, onur levhaları, yüz aklarıdır.<br />
Genel olarak “Dou” diye nitelenen Asya ve slâm toplumları;<br />
gerek Orta Asya’nın göçebe kültürleri, gerek Asya'nın<br />
dousunda Çin sanatı, gerek Hindistan ve ran gibi büyük<br />
kültür çevrelerinin her biri özgün katkıları ile insanlıa görkemli<br />
bir miras sunar. Binlerce yıldır yapılagelen sayısız<br />
mimari yapılar, heykeller, yazma eserler, çanak çömlekler,<br />
oyma ve baskı ileri olgun ve ince bir beeninin ürünleridir.<br />
Çou müzelerde yer alan bu eserler bu ülkelerde<br />
yaamı ve yaamakta olan insanların inançlarını, dünyayı<br />
algılayılarını ve yaama biçimlerini yansıtır. Geleneklerine<br />
balı olan bu ülkelerin halklarının üretmi oldukları sanat<br />
ürünleri deierek, dönüerek, dier toplumlarla etkileerek<br />
çok fazla bozulmadan binlerce yıl devam etmitir.<br />
Klasik sanatlarımızda kullanılan form ve motiflere kaynaklık<br />
eden bu medeniyet çevresinden gelen adet ve anlayılar<br />
kültürümüz içinde hala devam etmektedir. Orta Asya’da gelien<br />
yaam kültürü dört bir yana yayılarak çevreyi de etkin<br />
izlenimlerin yaandıı mekânlar kılmıtır. Bata amanizm<br />
ve Atalar Kültü olmak üzere Manihaizm, Budizm gibi inançları<br />
da kabul eden Türk toplumu (özellikle Uygurlar) bu çeitli<br />
inançların yansımasını bugüne ulaan eserlerinde göstermektedir.<br />
Bütün bu inançların ortak izdüümleri; barı, ahlak,<br />
erdem gibi hasletlerle dier corafyalara da intikal eder.<br />
Dou toplumlarının ortaya koymu olduu eserlerde çok<br />
belirgin ortak özellikler görmek mümkündür. Büyük ölçüde<br />
inançlarla biçimlenen sanat dünyasında ortak inançlar<br />
benzer sanatsal üretimlere yol açmıtır. Dou’nun<br />
her dönemde sahip olduu deerler birletirici olmu<br />
ve bütün corafyayı kendi hâkimiyet alanı haline getirmitir.<br />
Asya corafyasında temel manevi estetik deerler<br />
Çin’e, Kore’ye, Japonya’ya, Hind’e, güneydou Asya’ya,<br />
Malezya’ya, Endonezya’ya kadar uzanan etkiler gösterir.<br />
Budizm’in kabul edilip yaygınlamasıyla birlikte bu inançla<br />
ilgili eserler öne çıkar. Budizm'in kurucusu, M.Ö. 563-483<br />
yılları arasında yaamı olan Buda’dır. Budizm Buda'nın felsefi<br />
düüncelerini kabul edip yolunda yürümektir. Buda’nın<br />
öretisinin balıca özellii; Buda’nın aydınlanma sonucu<br />
bulmu olduu gerçekleri birer dogma olarak sunmak yerine<br />
aydınlanma yöntemini öretmeyi ve böylelikle yöntemi<br />
örenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri<br />
kendilerinin bulup hayattaki tecrübelerle dorulamalarını<br />
öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda<br />
yüzyıllar boyunca bu inancı taıyan toplumlar tarafından<br />
resimleri ve heykelleri yapılan kutsal bir varlık olmutur.<br />
82
Budist mabetlerinde, kök ve saraylarda, evlerde kullanılan<br />
eyalarda görülen motifler sembolik ve estetik açıdan<br />
Dou toplumlarının hepsinde dolayısıyla Türk sanatı eserlerinde<br />
de büyük benzerlikler gösterir. Çin'de Budacılıın<br />
yaygınlaması sanatta yeni bir gelimeye yol açar. Ola-<br />
anüstü bir insan görünümünde dev Buda heykelleri ve<br />
pagoda denen tapınaklar ve çanlar yapılmaya balanır. 6.<br />
yüzyıla gelindiinde bu heykel ve tapınakların sayısı on<br />
binlere ulamıtır. Bu tarihte Japonya'dan Çin'e yayılan Zen<br />
Budacılıı ile Çin sanatına tabiat resimleri girer. Zen, dinginlik<br />
ve uyum arayıı içinde doa ile bütünleen bir dindir.<br />
Zen inanıına göre ruh ancak doa içinde huzura kavuabilir.<br />
Bu inançla birlikte Çin resminde görkemli dalar,<br />
alacakaranlıkta ııldayan sular ve ormanlar resmedilmitir.<br />
Deniz de ilk kez, Batı'dan 1.000 yıl önce, açık hava resimleri<br />
çizen Çinli ressamlarca resme aktarılır. Keifçi bir sanatçının<br />
gözlemlerini taıyan bu resimlerde doa ve insanın<br />
iç içe yer aldıı görülür. nsan, orman, deniz ve bulutlar ilk<br />
bakıta birbirinden ayırt edilemeyecek bir bütün oluturur.<br />
Çin sanatının tipik örneklerinde sava, iddet, çıplaklık,<br />
ölüm genellikle yer almaz. Her zaman ilham verici, soylu,<br />
ruh tazeleyici ve göze ho görünen öelerin bulunmasına<br />
özen gösterilir. Bu özellikler yüzyıllarca neredeyse tüm<br />
dou ülkelerinin resim sanatına hâkim olmutur.<br />
Ayrıca birtakım iaretler ve semboller kullanarak resim<br />
yapma gelenei binlerce yıl devam etmitir. Bu özellik<br />
birçok doulu toplumda olduu gibi klasik Türk resim<br />
sanatında da (minyatür) ortak bir anlayıtır. Bu simge ve<br />
kalıplar resmin içeriine ilikin ipuçları verirlerdi. Resimde<br />
yer alacak bir kimse gerçek yüzüyle deil, toplumsal rolüne<br />
göre canlandırılır, duruu, görünüü onun kimlii konusunda<br />
bilgi verirdi. Bir kralın gücünü ve yüceliini göstermek<br />
için onu, resimdeki ya da oymadaki öbür insanlardan<br />
çok daha büyük boyutlarda çizerlerdi. Eer resimde belli<br />
bir olay anlatılmak isteniyorsa, olayın geçtii yer ya da<br />
uyandıracaı çarıım bir simgeyle belirtilirdi. Bu yöntemle<br />
ressamlar oldukça karmaık bir olayı, herkesin tanıdıı<br />
simgelerle kuaktan kuaa aktarmayı baarmılardır.<br />
2006 yılında Güney Kore’de yapılan ICAPA konferansı nedeniyle<br />
Busan ve Seul’de bazı tarihi yerleri ziyaret etmek<br />
imkânı buldum (1) . Bu ziyaretlerde görmü olduum tarihi<br />
eserlerdeki estetik çizgiler oldukça dikkatimi çekti. Çeitli<br />
tarihi yapılar, kullanım eyaları ve dekoratif süsleme unsurlarından<br />
oluan bu görsel malzeme Orta Asya Türk sanatıyla<br />
büyük ölçüde benzerlikler göstermekteydi. Bu konuyla<br />
ilgili bata Busan’da Gyeongju (Kyongju) milli müzesi<br />
olmak üzere, tarihi Tümülüsler (kral mezarları), eski ehir<br />
yerleimi ve Seul’de de Bongeunsa Mabedi'ndeki eserleri<br />
inceledim. Aynı zamanda dini birer özellik taıyan Kore sanat<br />
eserlerini analiz ettiimde Türk sanatı ile ilgili benzerlikleri<br />
açıkça ortaya çıktı.<br />
Seul Bongeunsa Budist Mabedi'nin ana giri kapıları üzerinde resmedilmi iri boyuttaki<br />
efsanevi figürler<br />
Kore sanatı eserleri arasında Seul’deki Bongeunsa Budist<br />
Mabedi'nin bahçesinde sergilenen bir kısım kitabeler bulunmaktadır.<br />
Bu kitabeler estetik üslup açısından Göktürk<br />
Orhun kitabelerine benzer. Kitabenin üstünde (taç kısmı)<br />
iri bir küreyi tutan iki simetrik ejder eklindedir. Orhun<br />
abidelerindeki Kül-Tigin anıtı da bu gibi iri bir kaplumba-<br />
a formlu kaide üzerine üç dilde yazılmı kitabe ve bunun<br />
üzerinde simetrik ejderlerden meydana gelmi bir taçla<br />
nihayete erer (2) . Bu paralelde bir dier eser Uygurlar’a ait<br />
Alp Bilge Kaan kitabesidir. Benzeri bir dier kaplumbaa<br />
ve üzerinde ejder figürlü bir anıt da Kral Muyeon’un mezar<br />
anıtıdır (3) . Titiz bir ekilde ince ince ilenen her iki örnek<br />
de Kore sanatında kaplumbaa kaideli-ejder taçlı kitabe<br />
geleneini açık bir ekilde gösterir.<br />
Ejder figürü Kore sanatında ve Türk sanatında önemli bir<br />
unsur olarak karımıza çıkmaktadır. Sembolik bir ifade<br />
Tarihi Kore sanatında görülen semboller daha çok Budist<br />
ikonografisi çerçevesinde mütalaa edilen bir kısım figürlerdir.<br />
Kore sanatı eserleri arasında bata mimari yapılar<br />
(mabetler) olmak üzere bu mekânların süslemeleri, bu<br />
süslemelerde yer alan figürler, geometrik ve bitkisel süslemeler<br />
dikkati çeker. Bunun yanında müzelerde ve di-<br />
er mekânlarda bulunan ta heykeller -balbal-, buda heykelleri,<br />
ejder, kaplumbaa, aslan heykel ve kabartmaları,<br />
kular, kapı tokmakları, desenli çatı kiremitleri olarak eski<br />
eserler sıralanabilir. Bunların dıında günümüz uygulamalarında<br />
geleneksel süslemeden esinlenmeler görülür.<br />
83
TSMK H. 2153 no.lu albümde bir sazyolu deseni içinde su kuları (XV. yy.)<br />
olarak ejder hayatın temel yansımalarından sayılır. Gerçekte<br />
yaayan hiçbir canlı hayvana benzemeyen, yılankavi<br />
kavislerden oluan gövdesi, iri dileri, korkunç azı, burun<br />
deliklerinden fıkıran atein dumanlar ve iri pençeleri<br />
ile insana korku salan ejder olaanüstü bir yaratık görünümündedir.<br />
Ejderle ilgili tasvirler slâmiyet’ten evvel ve<br />
slâmiyet’ten sonraki Türk sanatında görülür.<br />
Çounlukla bir kaide görevi üstlenen kaplumbaa heykelleri<br />
stilize hayvan figürleri arasında farklı bir yer tutar. Üst<br />
kabuunun göü, altının yeri ve gövdesinin de yeryüzünü<br />
ifade ettii düünülmektedir. Bilhassa kitabelerde devlete,<br />
hükümranlıa ve bunların uzun ömürlü olmasına delalet<br />
ettii fikri hâkimdir. Kaplumbaa Kore kültüründe oldu-<br />
u kadar Orta Asya Türk tarih ve kültürü açısından önemli<br />
bir unsurdur.<br />
Türk sanatında görülen aslan figürlerini, Budist Kore kültüründe<br />
saray ve binaların önüne konularak bu mekânları<br />
er ve kötülüklerden koruduuna, kötülük yapan insanları<br />
cezalandırdıına inanılan efsanevi bir hayvan olan hete<br />
ile eletirmek mümkündür. Türk sanatında ilk örnekleri<br />
Orta Asya Hun kurganlarından çıkarılan aslan figürleri, daha<br />
sonra da görülür. Bir sava simgesi de sayılan aslan aynı<br />
zamanda güç, kuvvet, yiitlik, kahramanlık, hükümdarlık<br />
sembollerindendir. Asya’da slam sonrası dönemlerde Karahanlı<br />
ve Selçuklu devirlerinde aslan figürü görülmektedir.<br />
Hz. Ali’nin Esedullah (Allah’ın aslanı) lakabı pek yaygındır.<br />
Selçuklu hanedanında da aslan ismi kullanılırdı ve aslan Selçuklu<br />
alametlerindendir. Aslan figürünün tarih boyunca birçok<br />
medeniyette yaygın olarak kullanıldıı bilinmektedir.<br />
Türk sanatında oldukça yaygın durumda olan ve basit<br />
tarzda ilenmi heykeller olan balbalların benzerlerine<br />
Kore kültüründe de rastlanır. nsan eklindeki bu dikili<br />
talar en çok Göktürkler devrinde görülür. Orta Asya bozkır<br />
kültürünün eserleri olan balballar yüzyıllar boyunca bir<br />
sanat amacı olmadan ölen insanların adına veya onların<br />
öldürdüü dümanlarını tanımlayan ta heykeller olarak<br />
tarihe geçmitir. Asya’nın pek çok yerinde görülen balballar<br />
M.S. VI. ve VIII. yüzyıllarda Kırgızistan, Kazakistan, Kafkasya,<br />
Altay bölgesi, Sibirya, Tuva ve kuzeybatı Moolistan<br />
gibi geni bir alana yayılmıtır.<br />
Ku figürü Asya sanatında önemli bir noktaya iaret eder. Birçok<br />
medeniyet çevresiyle birlikte Türk sanatında da görülen<br />
Günümüz Kore sanatı ürünlerinden bir mücevher kutusu üzerinde kular<br />
kartal motifi tek balı veya çift balı olarak genelde devleti,<br />
gücü, zaferi, aydınlıı simgeler. Dini bir sembolizmde kendini<br />
gösteren kuun adı Zümrüdüanka’dır. Arapların Anka, ranlıların<br />
Sîmurg adını verdikleri, Türkçe’de ise her iki ekliyle birlikte<br />
Zümrüdüanka (sîmurg-u ankâ) olarak da adlandırılır.<br />
Kore sanatında resmedilen insan figürleri Uygur resim<br />
sanatına oldukça benzerlikler gösterir. Özellikle figürlerin<br />
süsleme unsurları, kıyafetlerindeki hareketler ve vücut<br />
ifadeleri birbirine çok yakındır.<br />
Doulu toplumların klasik sanat anlayıı içinde dekoratif süsleme<br />
unsurları, özellikle bitkisel motifler daha çok öne çıkar.<br />
Mabedlerin her türlü bezemesinde, duvar resimlerinde, ah-<br />
ap, metal, ta vb. her tür malzeme üzerine uygulanan her<br />
tür sanatsal üretimde çokça kullanılan bu bitkisel bezeme<br />
ortak özellikler sergiler. Bir kapı tokmaında, büyük bir Budist<br />
çanında yüzlerce yıl önce yapılan bir penci çok ileri bir<br />
dönemde bir Osmanlı çinisinde veya bir kitap tezhibinde görmek<br />
mümkündür. Genelde simetrik, zengin görünümlü alan<br />
bölmeleriyle tanzim edilmi kompozisyonlarda lotus kaynaklı<br />
hatayi, çok yapraklı pençler, helezoni dallar ve muhtelif<br />
dili yapraklar sayısız çeitlemeleriyle bu etkinin açık bir ekilde<br />
sergilendii alanlardır. Bunların yanı sıra yer yer birbiri<br />
içerisine girift bir ekilde girmi bulunan helezoni tarzda çizilmi<br />
bulut ve rumi üslubunda desenler ve bitkisel süslemeyi<br />
çarıtıran çiçeklerle beraber görülen kıvrımlı motifler hemen<br />
hemen tüm eserlerin ortak tasarlama unsurlarıdır. Türk<br />
sanatında slam döneminden sonra insan, hayvan ve çeitli<br />
hayali yaratık figürleri azalırken, süslemede kullanılan dier<br />
motifler gelierek devam etmitir.<br />
Dou toplumlarının sanat çevresinde çok az bir kısmını<br />
ele aldıımız bu benzerlikleri pek çok eserle çoaltmak<br />
mümkündür. nsanlık tarihinde hiç bir kültür ve medeniyet<br />
saf kalamaz. Muhakkak dier kültür ve sanat çevreleri<br />
ile de etkileimler, alıntılar, tesir ve çeitli alıveriler olacaktır,<br />
ama sonuçta her medeniyet kendi karakter çizgileri<br />
ile kendi kültür kodlarını oluturur.<br />
Pek çok doulu toplum slam’a girdikten sonra bu güzel<br />
ahlâkı daha da gelitirerek olaanüstü güzel ve anlamlı<br />
eserler vermitir. slam inancının tasavvufi düünce maiyetinde<br />
kurduu örgü, toplumu insani deerler bakımından<br />
da tezyin ederek ilikileri çok daha farklı güzelliklere tebdil<br />
eder, deitirir. slam inancı ve onun sanat dünyasına getir-<br />
84
Klasik Türk tezhiplerinden halkar tarzındaki bu sayfa kenarındaki motifler ve yaprak üslupları<br />
Budist çanı üzerinde görülen kompozisyonla büyük benzerlikler gösterir (stanbul Süleymaniye<br />
Kütüphanesi Halet Efendi No. 17).<br />
Üzerindeki bezeme unsurları ile Songdeok Mabedi’nin büyük Budist çanı. Birleik Silla dönemi<br />
döküm eserlerinden dounun bu en büyük Budist çanı 30 yılı alan bir sürede yaklaık 18 ton<br />
aırlıında bakırdan yapılmıtır.<br />
dii muhteem açılımlar balı baına ele alınacak bir konudur<br />
(Bir sonraki yazımızın konusu olacak). Ancak u kadarını<br />
belirtmek gerekir ki bin yılı akın bir süredir Türk kültürünü<br />
ve sanatını besleyen en güçlü kaynak slâm medeniyeti olmutur.<br />
Bir inanç sistemi olarak slâm, Türklerin slâmiyet’i<br />
kabul etmelerinden bu yana hem bireysel hem toplumsal<br />
açıdan kapsayıcı, bütünleyici, yönlendirici, hepsinden<br />
önemlisi sanatın amacını belirleyen bir üst kimlik olmutur.<br />
Türk sanatı slâmiyet’ten etkilendii kadar, eitimde, kurumlamada,<br />
siyasi ve askeri yapılanmada, mimari yapılarda,<br />
süsleme ve resim sanatında yeteneklerini bu medeniyet<br />
içinde gelitirerek birçok yönden slâm medeniyetini<br />
etkilemi bu medeniyet çerçevesinin en önemli unsurlarından<br />
biri olmutur.<br />
Tarihte evrensel medeniyetler kurarak köklü kurumlar<br />
gelitiren, mükemmel eserler üreten -bizim de içinde bulunduumuz-<br />
Asya ve slâm toplumlarının sanat dünyasında<br />
hiç deimeyen ortak bir nokta daha vardır. Yakın<br />
dönemlerde Batı'nın baskın tesirleri tarihten gelen bu hakiki<br />
kıymetleri tersyüz etmi ve Dou'yu kendi çizgisinde<br />
tereddütlü hale getirmitir. Yaklaık 17. yüzyıl ve sonrasına<br />
tekabül eden dönemlerde Dou ülkelerinin sanatıyla<br />
ilgili bütün kaynaklarda hep aynı ifadelere rastlanır; geleneksel<br />
sanatların gerilemesi ve sanatın Batı etkisine girmesi.<br />
Sanki bıçakla kesilmi gibi tüm sanat tarihinde ortak<br />
bu etkileim sunucunda sanat faaliyetlerine modernleme<br />
sürecinin etkisi youn bir daılma, bir akınlık, bir<br />
uyuma ve sonrasında bozgun süreci olarak deerlendirilebilir.<br />
Özellikle 20. yüzyılda Dou toplumlarına uygulanan<br />
modernist kalıplar önemli ölçüde baarıya ulaarak temel<br />
deerin aınmasında büyük etkiler meydana getirmitir.<br />
Bu süreçte sorunlu, birbirinden kopuk ve parçalı bir görüntü<br />
sergileyen bu toplumların sanatsal üretim konusunda<br />
parlak bir dönem yaadıı söylenemez. Karılıklı etkile-<br />
imden çok tek yönlü baskın bir düünce ve faaliyet yönlendirmesi,<br />
biçimlendirmesi eklinde gelien bu tesirler<br />
bata mimari olmak üzere müzik, edebiyat, resim, süsleme<br />
gibi her alanda youn olarak kendini gösterdi. Binlerce<br />
yılda kendi öz üslubunu ortaya koymu olan kadim sanat<br />
çevreleri pek çok önemli özelliklerini yitirdiler. Bu kaosun<br />
ürettii körlükle modernleme süreci bu toplumların<br />
kendi insanı ve sanatçısı tarafından bile sanatın gelenekselin<br />
sınırlarından kendisini kurtarması olarak görülebildi.<br />
Türkiye olarak yakın tarihimizde, Osmanlı'nın son döneminde<br />
ve sonrasında Cumhuriyet döneminde Avrupa tesirleri<br />
toplumsal hayatın tüm alanlarında youn bir ekilde<br />
artmı ve Türk toplumunun hayat tarzını köklü biçimde<br />
deitirmitir. Toplum, yaanan yenilikler ve önceki ha-<br />
85
yat tarzı arasında büyük ikilemler yaamı, hâlâ da yaamaktadır.<br />
Bu zor dönemi yaayan az sayıda vefakâr sanatçının<br />
pek çok fedakârlıkla ve büyük ölçüde kiisel gayretlerle<br />
geçmileri ile ilgili baları bir ekilde devam ettirdiklerini<br />
görüyoruz. Gerek dini, gerek milli motifler olsun,<br />
çeitli alanlarda irili ufaklı mekân ve malzeme üzerinde<br />
kendi kültürel çizgilerini hatırlatan sanata gönül vermi<br />
kendilerine ulaan sanatsal mirası hiç deilse yaatmaya<br />
ve yeni nesillere ulatırmaya uramılardır.<br />
Bununla birlikte dier Dou ülkeleri ile birlikte ülkemizde<br />
de 1940-1950’li yıllardan itibaren bir uyanı, kendine gelme,<br />
geleneksel sanatlara yeniden bir ilgi, onu korumaya<br />
yönelik çabalar artar. Klasik sanatların yeniden canlanması<br />
için çeitli çalımalar yapılır. Önceleri sadece yaatabilme<br />
ve sürdürebilme gayretleriyle sürdürülen klâsik sanat çalımalarında,<br />
özellikle 1980 sonrasında eldeki klâsik örneklerin<br />
çeitli yorumlarıyla eserler verilmitir. Bu yıllarda açılan<br />
sergiler, düzenlenen yarımalar ile klâsik sanatlara ilgi giderek<br />
younlamı gerek fakülteler bünyesindeki gerekse dı-<br />
arıda çok sayıda kurslarla ve özel derslerle sürdürülen eitimle<br />
eserler ortaya konmu ve bunlar alıcılar bulmutur.<br />
Günümüzün her tür ve toplumundaki uluslararası düzeyde<br />
sanat söylemleri ve kavramlarının içerii ve açılımı<br />
bir yönüyle devam ediyor. Dier yandan da her ne<br />
kadar yok edilmeye, yok sayılmaya çalıılsa da geçmiten<br />
gelen birtakım derin anlayılar, köklü birikimler bilinçli<br />
olmasa bile toplumların hayatı içinde sureta devam<br />
edip gidiyor. Bu büyük miras hayatın pek çok noktasında<br />
mekânlarla, objelerle yaıyor.<br />
Geçmiin birikimi bir toplum için bir özlem ve bir tutunma<br />
unsuru. Bu devamlılıın bir yansıması olarak mesela<br />
düünleri, halk oyunları ile birçok geleneini yaatan<br />
Azerbaycan’da müzik alanında tar ve koltuk davulu gibi<br />
orijinal sazlar ortak bir toplumsal duygu bütünlüü yaatır.<br />
Mesela Kırım’da Osmanlı tesiriyle bina edilen örnekler hala<br />
mevcuttur, Kırım eski bakenti Bahçesaray’daki Han Sarayı<br />
hala bu ülkenin yegâne tarihi sembollerinden biridir. Mesela<br />
Kore’de özellikle binaların süslemelerinde direkt duvarlarda<br />
veya tablo olarak klasik süsleme unsurları ve dekor<br />
anlayıı bu süreklilii yaatır. Mesela Endonezya’da kültürün<br />
etkisi ile ortaya konulmu figürler, semboller hayatın<br />
içinde yer alır, geleneksel kıyafetler yanında bazı mimari ve<br />
dekoratif unsurlar geçmiten izler taır. Mesela Kosova’da<br />
Sultan Murat Hüdavendigâr Türbesi hala her misafirin<br />
mutlaka götürüldüü en kutsal ve saygın bir ziyaret makamıdır.<br />
Mesela Bosna’da küçük bir grubun samimi duygularla<br />
koruyup tarihi yüzlerce yıl öncelere dayanan Sinanova<br />
Halveti Tekkesi genç nesillere aktarmaya gayret etmektedir.<br />
Mesela stanbul’da pek çok genç sanatçı bir biçimde<br />
yazma kitap sanatları alanında klasik üslupta eserler<br />
verir ve bunları gelitirmek adına yeni arayı ve çabaları<br />
sürdürür. Bu misalleri sınırsız olarak uzatmak mümkün.<br />
Bu devasa kültür bütünlüünü gördüümüzde siyasi sınırların<br />
tamamen yapay ayrımlar olduunu anlıyoruz. Bu<br />
kültürel bütünlüü bölemeyecek kadar sanal ayrımlara<br />
karı Dou toplumlarının asil ve görkemli tarihinde inancın<br />
saladıı salam temeller üzerine ina edilen sanatın<br />
muhteem birletirici gücünü görürüz.<br />
Geçmite çok güzel eserler üretilmi olabilir ama insanolu<br />
yaadıı sürece sanata son nokta konulamaz. Atasözü gibi<br />
özlü sözler haline gelmi bu emsalsiz normlar, motifler, kompozisyonlar<br />
ve tabii ki onlara ruh veren felsefe sanata farklı ve<br />
yeni yorumlarla çada boyutlar kazandırma çabasındaki sanatçılara<br />
ilham verecektir. Yazımızın baında belirttiimiz gibi<br />
bilinçli çalımalar ve arayılar içinde olan ve eserinde ebediyen<br />
yaayacaını düünen sanatçılar için bu zengin kaynak<br />
çok deerli ama onların yapması gereken insanolunun en<br />
deimez ihtiyaçlarından biri olan estetik boyuta yeni bakılar<br />
ve yorumlar getirebilmektir, yani söylenmemii söylemektir..<br />
Dipnotlar:<br />
1- lhan Özkeçeci “Kore Sanatından Türk Sanatına Benzerlikler<br />
ve Ortak Noktalar (Similarities and Common Points in Korean<br />
and Turkish Arts)”, Proceedings of 4. International Conference.<br />
Of The Asian Philosophical Assocation ICAPA 2009, The<br />
Path to Alliance of Civilisations Through the Asian Community,<br />
Universitas Indonesia-Jakarta on 04-05- November 2009,<br />
Fatih University Press, 2009, p. 355-370.)<br />
2- Göktürkler hakkında en önemli ve gerçekçi bilgi kaynaı<br />
üphesiz 1889’da bulunan Göktürk (Orhun) âbideleridir. (ayrıntılı<br />
bilgi için bkz.; lhan Özkeçeci, Zamanı Aanlar-IX. Yüzyıla Kadar<br />
Türk Sanatı, s.166, Güzel Sanatlar Matbaası, stanbul 2004.)<br />
3- Gyeongju (Kyongju) Milli Müzesi, National Treasure No. 25.<br />
4- Diyarbekirli, Nejat - Oktay Aslanapa, Türk Tarihi, II. Kitap,<br />
Yaygın Yükseköretim Kurumu Yayını, Ankara 1977, s. 156.<br />
*Fatih Üniversitesi Öretim Üyesi<br />
**Sanatçı-Sosyolog<br />
86
Naturalist Üslûpta Çiçekler<br />
Atilla Yusuf TURGUT<br />
Naturalist üslûbun Türk tezhip sanatındaki yeri 17. yy.’ın ikinci yarısı ile başlamıştır. Bu yüzyılda tezhipte Batı etkisi<br />
görülür. Çiçek buketleri ile naturalist üslûbun başladığı ve 18. yy. sonlarına kadar süren dönemin en ünlü<br />
tezhip sanatçısı ve lake ustası Ali Üsküdâri’dir. Mekke ve Medine tasvirleri de tezhipte bu dönemde kullanılmaya<br />
başlanmıştır (1) .<br />
Bilhassa 18. yy.’da çok rastlanan ve Avrupa tesiriyle resmedilerek,<br />
tabiattaki ekliyle süsleme sanatımıza giren<br />
çiçekler de vardır. Eski tabiriyle ükûfe denilen bu çiçekler,<br />
stilize edilmedikleri için klasik tarzın dıında kalarak,<br />
teknik bakımdan resim sanatının ürünleri sayılabilir.<br />
Hattâ bu sanatkârlar, sanat tarihimizde çiçek ressamları<br />
olarak anılmaktadır (2) .<br />
18. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı tezhip sanatında<br />
Batı etkisi yava yava kendini göstermeye balar. 18. yy.<br />
sonlarına kadar süren bu süreç içerisinde Türk tezhip sanatında<br />
naturalist çiçeklerin kullanıldıı üslûp etkili olmutur.<br />
18. yy. sonlarına doru balayıp, 19. yy. sonlarına kadar<br />
süren; çiçek sepetlerinin, uzun palmet ve kurdelelerin ve<br />
naturalist çiçeklerin kullanılıp çok renkli uygulamaların yapıldıı<br />
tarza tezhip sanatında “Türk Rokokosu” adı verilir (3) .<br />
18. yüzyılda Batı sanatının etkisi altında süsleme sanatımızda<br />
büyük deiiklik olmu ve yeni bir üslûp meydana<br />
getirilmitir. 17. yy.’ın 2. yarısı ile balayan ve 18. yy.’ın<br />
sonlarına kadar süren bu Batı etkisi, çiçek buketleri ile<br />
naturalist bir üslûbu balatmıtır (4) .<br />
ükûfe diye adlandırılan ve çiçekler buketler halinde, tek, vazolu,<br />
vazosuz, bereket boynuzunda, sepette, saksıda çalıılmılardır.<br />
Tezhipte, ciltte, lake tarzında pek çok eserlerde yer<br />
alır. Doadaki çiçeklerin oldukça naturalist çalııldıı örnekler<br />
olup gül, lâle, sümbül, karanfil çok kullanılan çiçeklerdir.<br />
Fatih Sultan Mehmed gül koklarken, Bellini, TSM. H2 153<br />
87
Mirad <strong>El</strong> - Enam, sayfa kenarlarında görülen naturalist üslupta iki gül çiçei, TSM.<br />
Çiçek motifleri süsleme amacıyla uygulandıı gibi, zaman<br />
zaman metinle ilgili olarak da çalıılmılardır. “Çiçek bezemeler,<br />
Umumi slam Tarihi, Mushaflar, Albümler, slam<br />
Dini, Bilimler, Filoloji, Divanlar, Gayri slâmi Dinler” gibi de-<br />
iik konulu eserlerde bulunmaktadırlar.<br />
19. yy.’da da etkisini sürdüren naturalist üslûp, bu yüzyıllarda<br />
bozulan klasik tezhibimizin yanında önemli bir yer<br />
tekil eder. Yapılan buketlerin tarama usulü gölgesi, zarif<br />
kompozisyonları ilgi çekmektedir.<br />
Bitkiler bildiimiz ve bilmediimiz yönleri ile pek çok faydaları<br />
olan canlılardır. Bu faydalarının yanında taıdıkları<br />
binlerce çeitte ve renkteki çiçekleri ile büyüleyici güzelliktedirler.<br />
Türklerde tabiat sevgisinin kökü çok eskiye<br />
dayanır. Süsleme sanatında kullanılan zengin çiçek motifi,<br />
Türklerin doa sevgisinin bezemeye yansımasıdır.<br />
Tezhip sanatımızda ve dier süsleme sanatlarımızdan tanıdıımız<br />
ve süslemede tespit edilen çiçeklerden bazıları<br />
unlardır:<br />
a) Gül (Rosa): Osmanlı sanatında naturalist akımın baından<br />
itibaren görülen gül, en yaygın ve en sürekli çiçek çeidi<br />
olmutur. Hz. Muhammed’in sembolüdür, sevgilinin yüzü<br />
veya endamıdır. Osmanlı bezeme sanatının her dalında,<br />
tekniin gerektirdii stilizasyon ve sadeletirmelere ramen<br />
ana hatlarını ve kiiliini kaybetmeden kullanılmıtır (5) .<br />
Fatih Sultan Mehmed tanınmı portresinde naturalist tarzda<br />
bezenmi gül koklamaktadır.<br />
Mecmaül' Acaib'den vazoda naturalist gül,<br />
15. yy., ÜK.<br />
88<br />
Amme Cüzü, Sepette Çiçekler, TSM.<br />
18. yy.’ın ilk yarısından itibaren Ali Üsküdâri’nin çok güzel<br />
güllerini tanıyoruz. Ayrıca Abdullah Buharî’nin biri imzalı<br />
iki gülü yine bu yüzyılda yapılı ve naturalist tarzdaki çiçek<br />
taramalarına örnektir.
18. yüzyılda yapılmı Hilyeler albümünden bir sayfa, SHM. 18. yüzyılda yapılmı bir gül örnei, özel koleksiyon<br />
b) Lâle (Tulipa): Türklerin Avrupa’ya tanıttıı bu çiçek, zamanla<br />
gerek Osmanlı mparatorluu’nda, gerekse çeitli<br />
Batı ülkelerinde çok sevilmi, ekonomik ve sosyal hayatı<br />
etkilemitir. Batı'da lâle çılgınlıı (tulipomania) adı verilen<br />
bir dönemi, bizde ise sonradan (Lâle Devri) adı takılan bir<br />
akımı dourmutur (6) .<br />
Lâle, Osmanlı mparatorluu döneminde, bilhassa 16. ve<br />
18. yüzyıllar arasında, süs bitkisi ve süsleme motifi olarak<br />
çok büyük bir önem kazanmıtır. Sultan 3. Ahmed (1673-<br />
1736)’in sanatının son yıllarında, bu ilgi doruk noktasına<br />
çıkmı ve bu dönem bazı tarihçiler tarafından “Lâle Devri”<br />
olarak isimlendirilmiti (7) .<br />
Naturalist üslûpta kullanılan çiçekler arasında en çok gül<br />
ile birlikte lâle çiçeinin bezeme unsuru olarak kullanıldı-<br />
ını görmekteyiz. 18. yy.’da aırı uzun kadehler eklinde<br />
çizilen lâle, 19. yy.’da “Rokoko üslûbu” ile birlikte, yerini<br />
güle bırakarak yava yava kaybolmutur.<br />
c) Karanfil (Dianthus Cariophillus): Karanfil çiçeinin kitap<br />
sanatlarında yeteri kadar yer almadıını görmekteyiz.<br />
18. yy.’ın ilk yarısında Ali Üsküdâri’nin çok kıvrak hatlarla<br />
çizdii karanfiller, bu çiçein Osmanlı sanatındaki en güzel<br />
örnekleridir (ÜK. T. 5650). 18. yy. ortasında altın emse<br />
üzerinde, 19. yy. ortasındaki bir eserde ise tek dal olarak<br />
ve vazo içinde karanfil yalnız baına tasvir edilmitir.<br />
Yine bu dönemde Osmanlı sanatında görebileceimiz karanfillerden<br />
çok farklı bir karanfil motifi de, divan süslemelerinde<br />
dier çiçeklerin yanında yer alır. Bu motif, yalın katlı<br />
küçük bir çiçek olduundan, ilk bakıta kolaylıkla bir karanfil<br />
olduu farkedilmez. Tek baına ele alınmayan, dier çiçeklerin<br />
yanında görülen karanfiller, yatay dikdörtgen süsleme<br />
alanlarında, lâlelerle ve minelerle birlikte gösterilmitir. Lâle<br />
ve selvilerle birlikte düzenlenen karanfiller küçük boyutlu<br />
olduklarından, ilk bakıta algılanamayan ince ayrıntılarıyla<br />
gerçekten de naturalist bir yaklaımla tasvir edilmitir (8) .<br />
d) Sümbül (Hyacinthus Orientalis): Lâlenin demode olmaya<br />
yüz tuttuu tarihlerde gerek Avrupa’da bilhassa<br />
Hollanda’da, gerekse Osmanlı mparatorluu’nda ön plana<br />
geçmitir. Naturalist çiçek akımının sanatımıza girmesiyle<br />
sümbülün örnekleri de hemen ortaya çıkar. Bunlar<br />
sadece yalın kat çiçeklerdir ve çok basit çizgilerle bütün<br />
özelliklerinin yansıtıldıı formlardadırlar. 1727 yılında Ali<br />
Üsküdâri’nin fırçası, çok zarif yalın kat sümbül minyatürlerini<br />
sanatımıza katmıtır. 1736 yılında yazılmı olan ve<br />
Topkapı Müzesi’nde muhafaza edilmekte olan “Sümbül-<br />
89
Ali Üsküdâri tarafından yapılmı bir pembe<br />
gül goncası, ÜK.<br />
name” isimli çiçek katalou mahiyetindeki el yazması, sadece<br />
sümbül çiçeklerini konu etmesi ile bilinir (9) .<br />
Yukarıda belirttiimiz gibi naturalist bir yaklaımla ele alınan<br />
çiçek bezemelerinde gül, lâle, karanfil ve sümbül çiçeklerinin<br />
yanı sıra, tezhip sanatında görülen daha birçok<br />
çiçekler vardır. Bunlardan bazıları unlardır: leylak, süsen,<br />
bileikgiller, erguvan, çidem ve safran, bahçe açelyası,<br />
gelincik, düün çiçei, haseki küpesi, ebboy, meneke,<br />
Peygamber dümesi (vb.)…<br />
Türk sanatının eser sayısına oranla eseriyle tanıdıımız sanatçı<br />
sayısının en az olduu bir kolu tezhip ve kitap süslemesidir.<br />
Saray nakıhanesinin bütün elemanlarının bulunduu<br />
listeler günümüze gelmitir. Ancak bunlar genellikle<br />
eserlerini imzalamamılardır. Bunun sebebinin ne oldu-<br />
u kesinlikle bilinmemesine karın, tezhibin bir grup çalıması<br />
olduu hususu rol oynamı olsa gerek. Buna karılık<br />
eserlerinde tanıdıımız ustayı da kaynaklarda bulmak pek<br />
mümkün olmuyor (10) .<br />
18. yy. ve Batılılama döneminde stilizasyon azalmı, bitkilerin<br />
doadaki görünülerine daha yakın, bezemeden<br />
çok resim sanatı çerçevesine giren çiçek minyatürlerine<br />
daha çok yer verilmitir. Tezhip sanatındaki gerilemeye<br />
karılık 18. yy. çiçek resimlerinin en parlak devri olmutur.<br />
Avrupa sanatının bu dönemin çiçek ressamlıındaki etkileri<br />
inkâr edilemez. 17. yy.’da lâle, 18. yy.’da sümbül ön<br />
plandadır. Rokoko bezemelerinin sevilen çiçei olan gülün,<br />
peygamberimizin sembolü oluu, en çok tasvir edilen<br />
çiçek olmasını tevik etmitir (11) .<br />
Bu dönemdeki hemen hemen tüm sanatçılar,<br />
“Sümbülname”de de gördüümüz gibi Batı etkisinde eserler<br />
vermekle kalmamıtır. Karamemi’den sonra benimsenip<br />
bir bakıma geleneksel hale gelen naturalist çiçek<br />
üslûbunu sürdürmülerdir.<br />
18. yüzyıl, Ali Üsküdâri tarafından naturalist üslupta boyanmı çiçekler, ÜK.<br />
Yine bu dönemde içinde çeitli çiçeklerin tasvir edildii çok<br />
sayıda eser verilmitir. çinde 17. ve 18. yy.’lara ait eserlerin<br />
bir araya getirildii Murakka’daki gelincik bunlardan biridir.<br />
Her ne kadar Karamemi ve onu izleyenler bir naturalizm<br />
akımı getirmilerse de, bu gelincikteki gölgeleme, 18. yy.’da<br />
Osmanlı sanatında görülen Batı etkisine balanmalıdır (12) .<br />
Naturalist Üslûpta Çiçek Motifleri:<br />
Naturalist çiçekler, Osmanlı sanatında ilk kez 18. yy.’da görülen<br />
çok naturalist çiçek resimleri, çiçeklerin tanıtılmasını<br />
ön plana alan pek az sayıda örnei dikkate almazsak,<br />
daha çok süsleme alanında kullanılmıtır. Naturalist çiçek<br />
resimleri yerine ve zamanına göre Barok ve Rokoko stillerinin<br />
damgalarını taımakla beraber Türk zevkini yansıtacak<br />
nitelie ulamılardır. Türk sanatçıları tarafından benimsendikleri<br />
ve yaygın bir biçimde kullanıldıkları görülür.<br />
Genel anlamda “ükûfe” tarzı olarak tanımlansalar da birçok<br />
gruba ayrılabilirler. Demet, buket, tek çiçek, vazolara,<br />
kaplara yerletirilmiekilleri ile doaya yakın görünülerde<br />
yapılmılardır. 18. ve 19. yy.’ların en baarılı Türk süsleme<br />
örnekleridir denilebilir (13) .<br />
Bilhassa 18. yy.’da çok rastlanan ve Avrupa tesiriyle resmedilerek,<br />
tabiattaki ekliyle süsleme sanatımıza giren çiçekler<br />
de vardır. Eski tabiriyle ükûfe denilen bu çiçekler, stilize edilmedikleri<br />
için klasik tarzın dıında kalarak, teknik bakımdan<br />
resim sanatının ürünleri sayılabilir. Hattâ bu sanatkârlar, sanat<br />
tarihimizde “Çiçek ressamları” olarak anılmaktadırlar (14) .<br />
17. yy.’ın ortalarından itibaren Osmanlı tezhip sanatında<br />
Batı etkisi yava yava kendini göstermeye balar. 18. yy.<br />
sonlarına kadar süren bu süreç içerisinde Türk tezhip sanatında<br />
naturalist çiçeklerin kullanıldıı üslûp etkili olmutur.<br />
18. yy. sonlarına doru balayıp 19. yy. sonlarına kadar süren<br />
çiçek sepetlerinin, uzun palmet ve kurdelelerin ve naturalist<br />
çiçeklerin kullanılıp çok renkli uygulamaların yapıldıı<br />
tarza tezhip sanatında “Türk Rokokosu” adı verilir (15) .<br />
90
Kur'an ve Risaleler, Çiçek buketi, TSM.<br />
19. yüzyılda yapılmı çiçek albümünden vazoda çiçekler. 18. yüzyıl, Topkapı Sarayı haremi, 3. Ahmed has odası-yemi odası<br />
ükûfe tarzındaki çiçekler, buketler halindeki çiçekler, tek,<br />
vazolu, vazosuz, bereket boynuzunda, sepette, saksıda<br />
çalıılmılardır. Tezhipte, ciltte, lake tarzında pek çok eserde<br />
yer alırlar. Doadaki çiçeklerin oldukça naturalist çalı-<br />
ıldıı örnekler olup, en çok; gül, lale, karanfil, sümbül çiçekleri<br />
kullanılmıtır.<br />
Naturalist tarzdaki çiçek motiflerinin kullanım alanlarını<br />
sıralayacak olursak; cilt kapakları, el yazması kitapların<br />
iç süslemeleri, levhalar, hilyeler, fermanlar, turalar,<br />
albümler ve serbest çalımalardan olutuunu ve<br />
tezhip sanatında oldukça geni bir yelpazeye yayıldıını<br />
görüyoruz.<br />
Naturalist çiçek motifleri 16. yy.’da Karamemi ile balayan<br />
ve 18. yy.’da Ali Üsküdâri ile devam eden süreçte geliimini<br />
devam ettirmi ve halen günümüz beeni ve ihtiyaçları<br />
dorultusunda varlıını tezhip sanatının uygulandıı her<br />
alanda devam ettirmektedir.<br />
18. yy.’da naturalist çiçek ressamları olarak döneme damgasını<br />
vuran ve ekol olmu Ali Üsküdâri’nin yanı sıra, Çakeri,<br />
Abdullah Buharî ve eyhî’yi gösterebiliriz (16) .<br />
Ali Üsküdâri: 18. yy.da çiçek ressamlıı alanında en büyük<br />
ustalardan birinin, tezhip ve lake ustası olarak da tanınan<br />
Ali Üsküdâri olduu muhakkaktır. 1727 yılında (ÜK<br />
T.5650) “Gazeller” albümündeki çiçek minyatürleri, naturalist<br />
üslûplarıyla sanatımıza ilk defa çeitli çiçekleri getirmitir.<br />
Ali Üsküdâri, çok yönlü sanatçılıı, doa gözlemindeki<br />
gücü, fırçasının ustalıı ile üphesiz sanatçılar tarihimizin<br />
güzide isimlerinden biri olarak her zaman anılacaktır (17) .<br />
Sultan III. Ahmed zamanında eser vermi olan Ali Üsküdâri,<br />
çiçek resimlerinin yanısıra, lake, cilt ve lake kubur, yani silindirik<br />
kutuları ile de ünlüdür. 1727 tarihli ve her biri tek<br />
baına bir sayfada yer alan çeit çeit 30 çiçek resmi içeren<br />
bir iir kitabı, ustanın naturalist çiçek üslûbunu yansıtan<br />
son derece zarif eseridir. Bu eser sadece çiçek tasvirleri<br />
açısından, yalnızca üslûbuyla deil, ele aldıı çiçeklerin<br />
çeitlilii açısından da önemlidir (18) .<br />
Sanatçının ayrıca, Aliyyül Üsküdâri, Üsküdâri Çelebi,<br />
Rugâni Çelebi, Rugâni Üsküdari, Rugâni Ali gibi kendisine<br />
ithaf edilen çeitli isimleri vardır.<br />
Çakeri: Çökert imzalı lake ciltten (TSK. EH. 1470) tanıdıımız<br />
sanatçının Ali Çakeri adlı air olduu tespit ediliyor. Do-<br />
umu takriben 1670, ölümü 1747 civarındadır. Bu ekilde<br />
eserini kesinlikle 18. yy.’ın ilk yarısına tarihleyebiliyoruz.<br />
Tek eserle tanıdıımız Çakeri’nin ressam-lake ustası olarak<br />
daha sonraki sanatta akisleri görülmez (19) .<br />
Çakeri'nin elinden çıkan çiçekli lakeden iir mecmuası<br />
cildinin üzerindeki çiçek motiflerinin yeni bir üslûp farkı<br />
sunmalarına ramen, bir bakıma Karamemi’nin getirdii<br />
yolda olduunu belirtir. Öte yandan Çakeri’nin yarattıı<br />
çiçeklerle ehzade Mehmed için yapılmı olan Kırk<br />
Hadis’in lake cildindeki gibi bir cennet bahçesi yerine,<br />
yepyeni bir düzenleme getirmitir. Fakat asıl yenilik, çiçeklerin<br />
gölgelenerek boyanıındaki üslûp farkında kendini<br />
gösterir (20) .<br />
Abdullah Buharî: Daha çok minyatür ustası olarak tanıdıımız<br />
bu sanatçının çiçek ressamlıının da çok güçlü olduunu<br />
imzalı birkaç eserinde görüyoruz. emselerinde manzara<br />
resimleri bulunan lake cildinde salbekleri; gül, gelincik<br />
ve peygamber çiçei ile süslenmitir (TSK. EH 1380). Çiçek<br />
ressamı olarak asıl gücüne ise tarihsiz fakat imzalı çiçek<br />
minyatürlerinde ahit oluyoruz. Biri gonca gül (imzasız),<br />
biri çok açılmı gül, biri de lake olmak üzere kesinlikle<br />
onun eseri olan bu üç çiçek, sanatçının fırçasının bu alandaki<br />
ustalıını, formlardaki zarafette ise kaleminin gücünü<br />
kanıtlar (TSK. H. 2155) (21) .<br />
91
Faruk Takale tarafından naturalist üslupta boyanmı pembe gül.<br />
Bir murakkada pembe bir akayık ve yaprakları ile kıvrılan<br />
pembe gül goncası ustalıkla tasvir edilmitir ve Abdullah<br />
Buharî imzasını taımaktadır. Abdullah Buharî’nin daha<br />
önce üzerinde durulan eserinde olduu gibi, kendine özgü<br />
yaprak kıvrılması burada görülür (22) .<br />
Atilla Turgut tarafından naturalist bir yaklaımla yapılmı lale, serbest tasarım<br />
eyhi: 18. yy.’a ait olduunu tahmin ettiimiz birkaç murakkada<br />
bahar motifi altında gördüümüz yazıyı bir sanatçı<br />
imzası olarak kabul edebiliriz. Aynı elden çıktıı belli<br />
olan murakkaların yanısıra üzerinde üç ayrı bitkinin bulunduu<br />
bir murakka da aynı ustanın eseri olduunu kabul<br />
etmek istiyoruz (TSK. MB. 1123) (23) .<br />
Hezargradlı Zâde Seyyid Ahmet Ataullah: Doduu yer ve<br />
senesini bilmiyoruz. Yalnız imzalı iki eserinde 1247 (1831)<br />
ve 1252 (1836) tarihlerini buluyoruz. Bunlar pek mükemmel<br />
sanat örnekleridir. stanbul’da bulunan imzalı 3 eserine<br />
sahip olduumuz Seyyid Ahmet Ataullah Efendi’nin<br />
âheserlerinden örendiimiz kadarıyla, tahminen 1805’te<br />
muhtelif çiçekler ve sümbüllerle yapılmı iki müstesna<br />
eserinde, Seyyid Mehmed namında bir sanatkarın talebesinden<br />
olması icap etmektedir. Çünkü eserlerinde hocasının<br />
bariz tesirleri görülüyor. Yapmı olduu bir güldeki içilik<br />
hocasınınkiyle aynıdır.<br />
Usta aynı zamanda altınla Hilye-i erif yazmakla da mehurmu.<br />
Hezargradlı Ahmed Ataullah’ın bir eserindeki<br />
1252 tarihli imzasında “Hassa mücellitleri baı” olduunu<br />
yazıyor ki, bu da Sultan kinci Mahmud’un mücellitleri<br />
baı, yani Saray banakkaı olduunu iaret ediyor. Daha<br />
ziyade Rokoko tavrında kompozisyonlar ve tezhipler yapmıtır.<br />
Ataullah eserlerinin sonlarına birer gül goncası veya<br />
çiçekli buketlerden sıklıkla yapmıtır. Ayrıca temiz, itinalı<br />
cetveller de çekerdi. Yine 1247 tarihli bir Kurân-ı Kerim’in<br />
kabını, Rokoko tarzında süslü ve ortalarında birer buket<br />
ile lake olarak yaptıını görüyoruz (24) .<br />
Naturalist çiçekler en çok tarama ve noktalama teknikleriyle<br />
renklendirilmitir. Tarama tekniinde çiçek; taranacak<br />
rengin beyaza yakın en açık tonuyla boyanır. Sonra<br />
bir ya da iki ton koyulatırılmı boya ile içten dıa doru<br />
Süheyl Ünver tarafından yapılmı naturalist tarzda çiçekler<br />
92
Faruk Takale ve Hüseyin Gündüz tarafından yapılmı Tura ve Lale<br />
çok ince çizgiler halinde tarama yapılır. Ucu sivri, tüy fırçalarla<br />
yapılan taramalar üst üste çoaldıkça motifler gölge ve<br />
hacim kazanır. çilii zor, sabır ve titizlik gerektiren bir tekniktir.<br />
Noktalama tekniinde ise; en açık tonda boyanan zemin<br />
rengin üzerine, fırça ucu ile koyu tonda çok küçük noktacıklar<br />
bırakılır. Gölgenin youn olmasının istendii yerlerde<br />
ise noktalar daha sık bırakılır.<br />
Sık ve üst üste gelen noktalar motife hacim verir. Noktalama<br />
teknii daha ziyade 19. yüzyıl çiçek ve rokoko motiflerinin<br />
renklendirilmesinde kullanılmıtır. Çiçek renklendirmede<br />
kullanılan dier bir teknik de gölgelendirme tekniidir.<br />
Gölgelendirme tekniinde motif, tarama tekniinde<br />
olduu gibi en açık tonda boyandıktan sonra, koyu tonun<br />
olacaı yere boya, bir ya da birkaç kez yedire yedire<br />
sürülür ve motif gölgelendirilmi olur. Bu teknik özellikle,<br />
dal, sap ve küçük alanların renklendirilmesinde tercih<br />
edilir. 17. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın sonlarına<br />
kadar tezyini sanatlarda kullanılan naturalist çiçeklerin,<br />
özellikle gül resimlerinin kullanım alanlarının baında<br />
Kuran-ı Kerimler, dua kitapları, Hilye-i erifler, levhalar,<br />
yazı albümleri ve lake cilt kitapları, duvar ve ahap süslemeleri<br />
gelir. Bu eserlerin dıında, herhangi bir eseri süsleme<br />
düüncesinden ziyade çiçek resimlerini bir arada toplayıp<br />
bir albüm oluturmak amacıyla bazı çalımalar da<br />
yapılmıtır (25) .<br />
Kaynaklar<br />
1-TAKALE, F. – GÜNDÜZ, H. (2000), Rakseden Harfler (Dancing Letters),<br />
Antik A.., Kültür Yayınları, stanbul.<br />
2-BROL, A.. – DERMAN, Ç. (1991), Türk Tezyini Sanatlarında Motifler,<br />
Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Yayını, stanbul.<br />
3-ÜNVER, A. Süheyl, (1955), Ustası ve Çıraıyla Hezargradlı Zâde Ahmet<br />
Ataullah: Hayatı ve Eserleri, stanbul.<br />
4-TAKALE, Faruk, (1994), Tezhip Sanatının Kullanım alanları, Yayınlanmamı<br />
Sanatta Yeterlik Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, stanbul.<br />
5-DEMRZ, Yıldız, (1986), Osmanlı Kitap Sanatlarında Naturalist<br />
Üslûpta Çiçekler, .Ü. Edebiyat Fakültesi Yayın., stanbul.<br />
6-BODUR, Fulya, (1985), Osmanlı Lake Sanatı ve 18. yy. Üstadı Ali Üsküdari,<br />
Türkiyemiz, stanbul.<br />
7-BAYTOP, Turhan, (1998), stanbul Lalesi, T.C. Kültür Bak. Yayınları, Ankara.<br />
8-ATASOY, Nurhan, (2002), Hasbahçe: Osmanlı Kültüründe Bahçe ve<br />
Çiçek, Koç Kültür Sanat Tanıtım Yayınları, stanbul.<br />
9-CEYLAN, Gürkan, (1999), Osmanlı'dan Günümüze Dört Gözde Çiçek;<br />
Güller, Karanfiller, Laleler ve Sümbüller, Flora Yay., stanbul.<br />
10-AKAR, A.- KESKNER, C. (1978), Türk Süsleme Sanatında Desen ve Motif,<br />
stanbul.<br />
11-TURGUT, A. Yusuf, (2003), 18. yy. Tezhip Sanatında Naturalist Üslûpta<br />
Çiçekler, Yayınlanmamı Yüksek Lisans Tezi, M.S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
stanbul.<br />
12-TAKALE, Faruk, (2006), Türk Kitap Sanatında Gül Motifleri, <strong>El</strong> Sanatları<br />
<strong>Dergisi</strong>: (SMEK), s.2.<br />
Dipnotlar:<br />
(1) F. TAKALE – H. GÜNDÜZ, Rakseden Harfler, 19<br />
(2) .A. BROL – Ç. DERMAN, Türk Tezyini Sanatlarında Motifler, 13<br />
(3) A. Süheyl ÜNVER, Ustası ve Çıraıyla Hezargradlı Ahmed Ataullah: Hayatı<br />
ve Eserleri, 7.<br />
(4) Faruk TAKALE, Tezhip Sanatının Kullanım Alanları, 25.<br />
(5) Yıldız DEMRZ, Osmanlı Kitap Sanatında Naturalist Üslupta Çiçekler,<br />
36.<br />
(6) A.g.k., 347.<br />
(7) Turhan BAYTOP, stanbul Lâlesi, 2.<br />
(8) Nurhan ATASOY, HASBAHÇE: Osmanlı Kültüründe Bahçe ve Çiçek, 141.<br />
(9) Gürkan CEYLAN, Osmanlıdan Günümüze Dört Gözde Çiçek, Güller,<br />
Karanfiller, Laleler ve Sümbüller, 109.<br />
(10) Bkz. (3), DEMRZ, 377.<br />
(11) Bkz. (2) TAKALE, 539.<br />
(12) Bkz. (4), ATASOY, 179, 181.<br />
(13) A. AKAR – C. KESKNER, Türk Süsleme Sanatında Desen ve Motif, 25.<br />
(14) Bkz. (1), BROL – DERMAN, 13.<br />
(15) Bkz. (1) ÜNVER, 7.<br />
(16) Atilla Yusuf TURGUT, 18. yy. Tezhip Sanatında Naturalist Üslupta<br />
Çiçekler, 83.<br />
(17) Bkz. (3), DEMRZ, 384.<br />
(18) Bkz. (1), ÜNVER, 10.<br />
(19) Bkz. (3), DEMRZ, 385.<br />
(20) Bkz. (4), ATASOY, 179<br />
(21) Bkz. (3), DEMRZ, 383.<br />
(22) Bkz. (4), ATASOY, 179.<br />
(23) Bkz. (3), DEMRZ, 385.<br />
(24) Bkz. (1), ÜNVER, 15-16.<br />
(25) Faruk TAKALE, Türk Kitap Sanatında Gül Motifleri, 147.<br />
93
Osmanlı’nın Son Sarayı: Yıldız<br />
Yazı: Hatice ÜRÜN - Fotoğraflar: Tolga SUBAŞI<br />
Yıldız Sarayı; saray, köşk, bahçe, yönetim ve koruma yapılarıyla 500 bin metrekarelik bir koruluğa sahip olan,<br />
çeşitli dönemlerde yapılan ilave binalarıyla Türk ve Osmanlı mimarisinin en son örneğini içinde barındıran kompleks<br />
bir saraydır. Sultan II. Abdülhamid ve Yıldız Sarayı, bir bütünün iki parçası gibidir. Hünkâr, Dolmabahçe<br />
Sarayı’nı güvenli bulmayıp, denizden ve karadan gelebilecek saldırıları önlemek amacıyla boğaza nazır Beşiktaş<br />
ve Ortaköy tepesinde bulunan saraya yerleşir.<br />
stanbul’un fethedilmesinden sonra<br />
“Kazancıolu Bahçesi” adıyla<br />
anılan bu bölgenin, Osmanlı padi-<br />
ahlarınca av ve özel mesire yeri<br />
olarak kullanılması, Kanuni Sultan<br />
Süleyman (1520 – 1566) dönemiyle<br />
balar. Bu korulua ilk olarak<br />
Sultan I. Ahmed (1603–1617) tarafından<br />
küçük bir kasır yaptırılır<br />
ve düzenlenen bahçesi sayesinde<br />
Hadaik-i Hassa (Padiah Bahçeleri)<br />
arasında yer alır. IV. Murad (1623<br />
– 1640) avlanmak için geldii bu<br />
tepedeki kökü, kızı Kaya Sultan’a hediye eder. Sultan III.<br />
Selim (1789- 1807) annesi Mihriah Valide Sultan için bu<br />
tepede “Yıldız” ismini verdii baka bir kasır yaptırır ve<br />
korulukla birlikte bütün semt bu isimle anılmaya balar.<br />
Sultan III. Selim döneminden kalan<br />
tek hatıra sarayın iç bahçesinde<br />
bulunan rokoko tarzı zarif bir<br />
çemedir. Tahta çıkan II. Mahmud<br />
(1808–1839) Yıldız Bahçesi’nde<br />
düzenlenen güre ve ok atılarını<br />
seyretmeye geldiinde, dinlenmek<br />
için 1834–1835 yılları arasında koruluun<br />
zirvesine bir kök ina ettirir.<br />
Yeniçeri Ocaı’nı 1826 tarihinde<br />
kaldıran II. Mahmud, “Asâkir-i<br />
Mansûre-i Muhammedîye” adını<br />
verdii yeni ordusunun talimlerini<br />
izlemek için bizzat Yıldız Bahçesi’ne gelir. 12 yıl sonra olu<br />
Sultan Abdülmecid (1839-1861) bu kökü yıktırıp validesi<br />
Bezm-i Âlem Sultan için 1842 tarihinde büyük ve güzel bir<br />
kök olan “Kasr-ı Dilküa”yı ina ettirir.<br />
94
Sultan Abdülaziz (1861–1876) Çıraan Sarayı’nı yaptırdıktan<br />
sonra Ortaköy Caddesi üzerinden bir köprüyle<br />
iki sarayı birbirine balar. Hanedanın son dönemlerinde<br />
önemli bir yere sahip olan Balyan ailesi mimarlarına,<br />
Dı Bahçe’deki Malta ve Çadır Kökleri ile asıl saray kısmındaki<br />
Çit Kasrı ve Büyük Mabeyn Kökü’nü ina ettirir.<br />
Genellikle yaz aylarında Sultan Abdülaziz kökte ikamet<br />
etmitir. Saltanatı 92 gün süren V. Murad (1876) kısa<br />
süre Yıldız Sarayı’nda oturur. Hünkârın aklî rahatsızlıından<br />
dolayı tahttan indirilmesinden sonra, 33 sene saltanatta<br />
kalacak olan kardei Sultan II. Abdülhamid, Yıldız<br />
Sarayı’na taınır. Hünkâr saraya taındıktan sonra dıarıdan<br />
gelebilecek muhtemel saldırılara ve kuatmaya direnç<br />
gösterecek ekilde, kalın ve yüksek duvarlarla çevirterek<br />
sarayı ehirden tamamen ayırır. Bu dönemde 15<br />
bin askeri barındıracak kılalar yapılır. Kale duvarları gibi<br />
muhkem olan sarayın dört tarafında çeitli kapılar olsa<br />
da bunlardan resmi ve özel bölümlere giri için sadece<br />
u dört kapı önemli ve açıktır.<br />
Koltuk Kapısı: Yıldız Hamidiye Camii’nin önünden geçince<br />
solda elçilerin ve önemli konukların Cuma selamlıını<br />
izlemeleri için tahsis edilen setin altında kalan birinci<br />
kapıdır. Paalar, bakanlar, saray memurları, hizmetliler<br />
ve önemli yabancı elçiler saraya girmek için bu kapıyı<br />
kullanırdı.<br />
Saltanat Kapısı: Koltuk Kapısı’nın üst kısmında, sadece padiah<br />
saraydan çıkacaı zaman açılan altın yaldızla süslenmi<br />
olan kapıdır. Bu kapıdan Çit Kökü, Hünkâr Sofası ve<br />
Küçük Mabeyn Kökü’ne geçilirdi.<br />
Harem veya Valide Sultan Kapısı: Yıldız Hamidiye Camii’nin<br />
önünden yoku yukarı çıkılınca, sadece hareme mensup<br />
olanların kullandıı kapıdır. Bu kapıdan, Dı Bahçe’ye ve<br />
Saray-ı Hümâyûn’a gidilir.<br />
Mecidiye Kapısı: Çıraan Sarayı’nın karısında Yıldız Parkı’nın<br />
Ortaköy’e açılan büyük kapısıdır. ale, Malta, Çadır, Talimhane,<br />
Bahçıvan ve Acem Kökleri'ne bu kapıdan gidilir.<br />
Bu kapılara mukabil bir de Sultan tarafından yaptırılan Küçük<br />
Mabeyn ve Harem Daireleri arasında ç Harem Kapısı<br />
vardır. Arnavut asıllı tüfekçiler tarafından dı taraftan çifte<br />
nöbetçi ile korunan bu kapıdaki askerler sivil giysi giymesine<br />
ramen stanbulinlerin altında bir kama ve büyük<br />
çaplı bir tabanca bulunurdu.<br />
Birinci Avluda Bulunan ve Saraya Balı Binalar<br />
Yıldız Hamidiye Camii: Sultan II. Abdülhamid’in 1877 tarihinde<br />
Yıldız Sarayı’na taınmasından sonra, Cuma<br />
selâmlıklarında ve dier önemli günlerde saraydan uzaklamamak<br />
için saray duvarlarının dıında, yerleme alanının<br />
içinde, 1886 yılında Mimar Sarkis Balyan’a yaptırdıı<br />
camidir. Saraya çıkan yokuun sa tarafında yer alan caminin<br />
asıl adı Hamidiye Camii olmasına ramen Yıldız Camii<br />
olarak anılır. Son dönem Osmanlı mimari tarzının esiz<br />
bir yapısıdır. Cami planının Sultan tarafından tasarlandıı<br />
sanılmaktadır. Kâgir, tek katlı, tek ve yüksek kubbeli olan<br />
bu cami; kitlesi, planı ve dekorasyonuyla dikkat çekicidir.<br />
Camiye ana kapıdan içeri girildiinde cümle kapısı üzerinde<br />
Besmele-i erife ile Ayet-i Kerime yazısı görülür. Cami<br />
içinde müezzinlerin biraz yüksekte oturmaları için yapılmı<br />
beer metrelik iki kısım, cemaatten birer parmaklık<br />
mesafeyle ayrılmıtır. Sedir aacından yapılmı sütunlar<br />
camide dört adettir ve kubbesinin askıda kalmasına yarayan<br />
taıyıcı kolon görevindedir. Bu mimari üslup baka<br />
bir camide yoktur. Kubbenin 20 penceresi altın yaldızlı saçaklarla<br />
ziynetlidir. hlâs-ı erif suresi kubbenin merkezine<br />
sülüs hattıyla altın yaldızlı olarak yazılmıtır. Kenar kasnaklar<br />
iki bölümden olduu için alt kısım çemberi andırır.<br />
Kubbenin koyu mavi zemin üzerine altın yaldızlı yıldız<br />
95
Yıldız Hamidiye Camii<br />
motifleriyle süslenmi olmasına ramen, dier kısımlardaki<br />
süslemeler kalem iidir. Caminin 12 penceresi kar-<br />
ılıklı duvarlarda, 4 penceresi de mihrabın sa ve solunda<br />
neogotik üslupta toplam 16 tanedir. Beyaz ilemeli altın<br />
yaldızdan olan mihrap, caminin tam ortasındadır. Mihrap<br />
mermerinin üstünde Cihar-ı yâr cüzü, Hasan, Hüseyin ve<br />
Hz. Said’in isimleri, siyah zemin üzerine sarı sedef kakma<br />
tekniiyle yazılmı, altın yaldızlı alçı ile kenarları çerçeve<br />
edilmitir. Oryantalist motiflerle ve altın varaklarla duvarları<br />
nakılı olan Hünkâr mahfili, son cemaat yerinin kalın<br />
kısa iki sütunla askıya alınan haremlik ve selamlık kısmındadır.<br />
Bu bölümdeki sedir aacından kafesler, Sultan<br />
II. Abdülhamid Han tarafından yapılmıtır. Müezzin mahfili<br />
üzerinde bütün duvarı kaplayan 50 cm. geniliinde<br />
kûfi hattıyla Mülk Suresi yazılıdır. Abdülfettah Efendi’ye<br />
ait olan sülüs hat levhalarından baka camide, mihrabın<br />
solunda Sultan Abdülhamid’in kendi yazdıı ve turası<br />
bulunan kabartma yazı levhası mevcuttur. Hafız Osman’ın<br />
yazıları cami içine sonradan eklenmitir. Vaaz kürsüsü, 1,5<br />
metre geniliinde ve yüksekliinde tek parça mermerdir.<br />
“nna Erselnake” yazısı, saray mızıka çavuu tarafından sedef<br />
kakma tekniiyle caminin dier duvarlarına yazılmıtır.<br />
Hamidiye Camii’nin kıymetli eyaları içinde son Sürre<br />
Alayı ile gelen Kâbe örtüsünün dörtte biri, Sultan’ın kendi<br />
eliyle yaptıı rahle ve Sakal-ı erif muhafazası için yaptıı<br />
sedefli bir çekmece ile Alman mparatoru tarafından hediye<br />
edilen kubbedeki avize sayılabilir. Caminin içindeki ve<br />
dıında akan sular Hamidiye suyudur.<br />
Yıldız Hamidiye Camii’nin avlusunda kuzeybatı kısmında<br />
bulunan Hamidiye Saat Kulesi, 1890 yılında Sultan II.<br />
Abdülhamid’in emriyle yapılmıtır. Yıldız Camii gibi farklı<br />
mimari üslup olan oryantalist ve neogotik stil karmasıyla<br />
ortaya çıkan birleik bir yapıdır. Üç kattan oluan, sekizgen<br />
bir plana sahip olan kulenin eni, üst katlara çıkıldıkça<br />
daralır. Birinci katın dört cephesinde ayrı yazılmı kitabeler<br />
vardır, ikinci katta barometre, üçüncü katta hem saat<br />
odası hem de saraya bakan kısmın penceresine saat yerletirilmitir.<br />
En üstte dekoratif bir çatının üzerinde pusula<br />
vardır.<br />
Büyük Mabeyn (Daire-i Mabeyn-i Hümâyûn): Yıldız Saray<br />
topluluunu meydana getiren yapıların en büyüü olan<br />
bu bina, Sultan Abdülaziz tarafından Agop ve Sarkis Balyan<br />
kardelere 1866 tarihinde bir dinlenme kasrı olarak<br />
yaptırılmıtır. Harem kapısından içeri girilince sol tarafta,<br />
birinci avluda ilk göze çarpan bu bina, Balyan kardelerin<br />
neo-Osmanlı tarzından önce uyguladıı mimar üsluptadır.<br />
Duvar ve tavan süslemeleriyle son derece zarif olan binaya<br />
çift taraflı yekpare mermer merdivenle girilir. Altınla<br />
Büyük Mabeyn tavan süslemeleri<br />
tezyin olan kapıları, kemerli pencereleri, kristal avizeleri ve<br />
kristal merdivenleri, büyük çini sobaları, fıskiyeli havuzu<br />
ve duvar sel sebilleriyle dikkat çekicidir. Büyük Mabeyn'in<br />
alt kattaki salonu ile üst katta ona tekabül eden salon, II.<br />
Sultan Hamid’in resmi odasıydı. Alt katta bu salon dıında<br />
kalan odalar Mabeyn’e ait olup, üst katın en solunda bulunan<br />
ise Plevne kahramanı Gazi Osman Paa’nın odasıydı (1) .<br />
Mabeyn Dairesi’nin üst kat salonu çounlukla yabancı hükümdarlar,<br />
önemli misafirler ve prensler geldii zaman açılır,<br />
resmi kabul, önemli tören ve ziyafetler bu binada düzenlenirdi.<br />
Çit Kökü: Büyük Mabeyn’in sol karısında, asıl saray kısmında<br />
birinci avludaki bu önemli bina Sultan Abdülaziz tarafından<br />
Balyan kardelere yaptırılmıtır. Cuma selamlıından<br />
sonra Büyük Mabeyn Dairesi dıında, padiahı ziyarete gelen<br />
yabancı konukların ve stanbul’daki elçilerin kabul yeri<br />
olarak kullanılan kök, önünde çıkma ahap antresinin üstü<br />
saçla kaplı, tek kat kâgir, üstü duralit, pencereleri panjurlu ve<br />
demir parmaklıklı bir binadır. Çit Kökü iki kat gibi görünse<br />
de zemin kısım bir oda, bir giri ve küçük bir salona sahiptir.<br />
Bu kısım saray muhafızı Tahir Paa’nın dairesidir. Padiahı<br />
ziyarete gelen konuklar, ilk Tahir Paa tarafından sorguya<br />
çekildikten sonra üst kata bir merdivenle çıkartılır. ç içe<br />
geçmeli odalardan sonra sırası gelen konuk büyük salonda<br />
huzura kabul edilirdi. Huzurda protokol gerei sadece Türkçe<br />
konuulurdu.<br />
Ramazan aylarında iftar davetleri bu kökte verilirken,<br />
aynı zamanda her Ramazan ayının sekiz günü soru cevap<br />
eklinde padiahın katılımıyla düzenlenen ilmî ve dinî<br />
sohbet olan “Huzur Dersleri” de Çit Kökü’nde yapılırdı.<br />
Set Kökü (Seyir Kökü): Yıldız Hamidiye Camii’nin sa çaprazında<br />
Koltuk Kapısı’nın yanındaki set üzerindeki Büyük<br />
Mabeyn Dairesi’nin arka cephesine bitiik olan köktür.<br />
1889 tarihinde Sultan II. Abdülhamid tarafından Sarkis<br />
Balyan’a yaptırılan tek katlı bina, Alman mparatoru II.<br />
Wilhelm’in Cuma selamlık törenini izlemesi için yaptırılmıtır.<br />
mparatorun ziyaretinden sonra da bina yabancı<br />
elçi ve önemli konukların Cuma selamlık törenini izlemeleri<br />
için kullanılmaya devam edilmitir. Kökün tavanı<br />
kalem ileriyle süslü olup, Büyük Mabeyn Dairesi’yle<br />
camekânlı bir koridorla balantı salanmıtır.<br />
Saray mimarı Raimondo D’aronco tarafından Art Nouveau<br />
tarzda yapılan bina, Yıldız Sarayı’na Valide Sultan<br />
Kapısı’ndan içeri girilince, Büyük Mabeyn Dairesi’nin tam<br />
96
Yıldız Hamidiye Camii<br />
97
Silahhane<br />
karısında yer alır. ki katlı, ince, uzun, birbirinden baımsız<br />
girileri olan be daireden oluan bina, sarayda görevli<br />
bulunan yüksek rütbeli kiiler için yaptırılmıtır. Üst katı<br />
telgrafhane, alt katı da ifrehane olarak kullanılmıtır.<br />
Kiler-i Hümâyûn: Yıldız Hamidiye Camii’nin karı sokaından<br />
içeri girildiinde sol kolda yaverlerin karısında kâgir,<br />
tek katlı bulunan binadır. Sarayın ileri gelenlerinin, vazifelilerin<br />
ve ehzadelerin yemekleri burada pier, devlet adamlarının<br />
ve mabeyncilerin evlerine Kiler-i Hümâyûn’dan bazı<br />
zamanlarda yemek giderdi. 40 açı, çırak ve yardımcılardan<br />
oluan mutfak çalıanları sabah akam 600 tabla yemek<br />
yapıp, yemeklerin miktarı, nefaseti, kimin tarafından<br />
yenecekse makam ve mevkiine göre ayarlanırdı.<br />
Hususî Mutfak, Hususî Kiler: Valide Sultan Kapısı’ndan<br />
içeri girildiinde sa tarafta silah müzesinin yanında,<br />
pencereleri demir parmaklıklı, kapısı salam olan kimyahaneye<br />
benzeyen Sultan’ın hususî mutfaı bulunurdu.<br />
Kilercibaı kontrolünde pien yemekler büyük bir<br />
tablaya yerletirildikten sonra, üzerindeki örtünün uçları<br />
birbirine balanır, ekmek sepeti ve su sürahileri de<br />
kilerciler tarafından mühürlenirdi. Abdülhamid-i Sani<br />
Kâıthane suyundan baka su içmedii için sadece ona<br />
mahsus bir membadan alınır, yabancı kimse yanatırılmazdı.<br />
Hünkârın yemek tablası dairesine kadar kemal-i<br />
tâzim ile taınıp kilercibaına teslim edilir, padiahın gözü<br />
önünde mühürleri kilercibaı tarafından açılan yemekler<br />
sofraya bırakılırdı. Zat-ı ahane az ve hafif yemek yemeyi<br />
tercih eder, yemei Müfika Kadınefendi ile yer, annesinin<br />
hatırası olan (Tirimüjgan Kadınefendi) altın tuzluu<br />
sofrasında bulundururdu. Sultan bir yemekten üphelenirse<br />
bir parça kilercibaına tattırır veya yemek sırasında<br />
etraftaki kedi köpeklere birer lokma verirdi.<br />
Silahhane: Valide Kapısı’ndan içeri girildiinde sa kısımda<br />
kalan tek katlı, kâgir, uzunlamasına, yıma tekniiyle<br />
yapılan binadır. Sultan Abdülhamid tarafından saray çalı-<br />
Hususî Daire<br />
Silahhane binasının bugünkü hali<br />
anları için yemekhane olarak yaptırılan binanın kafeslerle<br />
örülü olan üst kat kadın hizmetlilerin, alt kat erkek<br />
hizmetlilerin yemek katıdır. Binanın Valide Sultan<br />
Kapısı’ndaki bölümü padiahın özel mutfaı ve kileri olarak<br />
kullanılmıtır. Alt katında saray arabacılarının oturduu<br />
Arabacılar Dairesi, üst katta muhazıf tüfekçilerinin<br />
binaları yer alır ve binanın devamı da karakoldur. Binanın<br />
tavanları madalyonlar içinde gemi resimleri ve silah<br />
motifleriyle süslenmi, bir tonozla örtülü binanın sonraki<br />
yıllarda üst katı yıktırılıp eski ve yeni silahlar toplanılarak<br />
silah deposu olarak kullanılmıtır. Sultan’ın Hal’inden<br />
sonra buradaki silahları Harbiye Nazırı Mehmed evket<br />
Paa Askerî Müze’ye göndermitir.<br />
Hazine-i Evrak Dairesi: Yıldız Sarayı’nda demir parmaklıklı<br />
büyük bir odanın içinde, ilemi biten ve ariv niteliinde<br />
olan evrak, jurnal ve belgelerin muhafaza edildii bir daire<br />
vardı. Saltanatın ilk yıllarına dair bir evrak lazım olsa dahi<br />
birkaç dakika içinde bulunurdu (2) .<br />
Agavat Dairesi ve Musahip Aalar ve zzet Paa Dairesi:<br />
Kiler-i Hümâyûn Dairesi’nin tam karısındaki bina, Yıldız<br />
Sarayı’nda görevli olan 120 kadar Harem aasının daireleri,<br />
sarayın birinci avlusunda bulunurdu. Çok deerli<br />
olan mutfak malzemeleri bu bölümde korunurdu. Yıldız<br />
Sarayı’nın birinci avlusunda Agavat ve Kiler-i Hümâyûn<br />
Daireleri’nin bulunduu yer Musahip Aalar Dairesi’dir.<br />
Sultan Reat zamanında yıkılan zzet Paa’nın dairesi Büyük<br />
Mabeyn’e giden yol üzerinde solda, birinci avluda<br />
ahap tek katlı bir bina idi.<br />
Rasathane, Güvercinlik Kökü, Saray Eczanesi: Saray<br />
Kütüphanesi’nin sa tarafında kütüphaneye bitiik olan Rasathane<br />
iki katlı bir binaydı. Yıldız Sarayı’nda ilaçlar saraya<br />
has bir eczanede hazırlanırdı. Bekir Bey ve kardei Mustafa<br />
Bey eczacıbaılıa tayin edilmi, çıraklar ve kalfalar ile birlikte<br />
on iki eczacı çalıırdı. Arabalık bölümünün tam karısındaki<br />
Sultan döneminde yapılmı iki katlı badadi yapı<br />
kimyahane – eczahane binasıdır. Saraya ait ilaçların yapıldı-<br />
ı bu kökün önünde bulunan kaskatlardan güvercinler su<br />
içtikleri için Güvercinlik adıyla da anılmaktadır.<br />
Kimyanehane-i Hümâyûn ve Ettıbbâ–Doktorlar Dairesi:<br />
Sultan Abdülhamid kimyagerlie merak salmı ve bir<br />
kimyahâne kurdurtmutur. Rangowski, Dr. Saint Gros Paa,<br />
Bavyeralı kimyager Arnold, Serferus ve Josef Zanni, Hünkârın<br />
hususi kimyagerleridir. Saray hekimi Dr. Mavroyani, Büyük<br />
Mabeyn Dairesi’nin alt katında ikamet eder. Sarayın bahekimi<br />
Dr. Müir Arif Paa, smet ve Emin, lyas Paalar dıında<br />
di hekimi, kulak burun boaz, ebe, göz ve sinir hastalıkları<br />
ve cerrah olmak üzere 30 kadar hekim vardır.<br />
98
Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hal fetvası okunduu büyük salon<br />
Yıldız Sarayı’nda 2. ve 3. Avluda Bulunan Binalar<br />
Harem-i Hümâyûn: Üç avlusu bulunan sarayda Harem-i<br />
Hümâyûn’a birinci avluyu geçtikten sonra yaldızlı harem<br />
kapısından içeri girerek ulaılır. Padiahın emriyle açılan<br />
Harem Kapısı, yine onun izniyle kapanır, izinsiz kimse giremezdi.<br />
Acele bir evrak veya özel bir i olduunda kapının<br />
dıındaki nöbetçi tüfekçilerin ihbarı ile kapı biraz aralanıp<br />
içerideki nöbetçiler tarafından kapı yine kapatılırdı. Padiahın<br />
oturduu kısım haremlik ve selamlık olarak ayrılmıtır.<br />
Küçük Mabeyn Kökü (Selâmlık): Sultan II. Abdülhamid’in<br />
emri ile hususî talyan mimarı Raimondo D’aranco’ya 1900<br />
tarihinde oturma ve çalıma dairesi olarak yaptırılmıtır. ç<br />
harem kapısını geçtikten sonra sa tarafta kalan kök, badadi<br />
teknik ile iki katlı olarak yapılmı, binanın en üst katı<br />
da kı bahçesi olarak üçüncü bir kat eklindedir. Binaya altı<br />
basamaklı ta merdivenden çıkılıp, renkli camlarla süslü<br />
camekândan içeri girilir. Birinci kat padiahın çalıma, yemek,<br />
istirahat, kabul ve yatak odası olan özel konutu eklindedir.<br />
Tavan süslemeleri Boaz görüntülerini yansıtan<br />
manzara resimleri ve ince kalem ileriyle süslüdür. Parisli<br />
sanatkâr Bonet’in imzasını taıyan natüralistlik çiçek kompozisyonlu<br />
pencere vitraylarının yanı sıra, eyalarda Sefir<br />
Münir Paa sayesinde Fransa’dan getirtilmitir. Binanın alt<br />
katında en solda olan büyük havuzlu ve denize bakan oda,<br />
Sultan’ın çalıma ve özel devlet adamlarını kabul ettii odadır.<br />
Çalıma odasında bronz tezyinatlı bir yazı masası olup,<br />
oda lake kenarlı, ipek kaplanmı bir takımla döenmitir. Binanın<br />
ikinci katı Art Nouveau akımının bütün süsleme özelliini<br />
taırken üst kat daha sadedir. Bazı büyük kabul, ziyafet<br />
ve mevlitlerde üst kat kullanılmı, Çit Kasrı ina edildikten<br />
sonra mevlitler yeni binada okutulmutur. Mevlit günlerinde<br />
büyük salon, yaldızlı kafes paravanla ayrılarak harem mensuplarının<br />
paravanın arkasında mevlit dinlemesi salanırdı.<br />
Sultan 2. Abdülhamid Han’ın hal fetvası okunduu büyük salonun tavan süslemesi<br />
Hususî Daire: Mimar Vasilaki tarafından Sultan Abdülhamid’in<br />
özel dairesi olarak Küçük Mabeyn dairesinin hemen yanına<br />
sarayın en manzaralı yerine ina edilmitir. Yıldız marangozhanesindeki<br />
ustalar tarafından kökün iç süslemesi<br />
yapılmıtır. eker Ahmet Paada duvarları nakılarla süslemi,<br />
kapı ve pencereleri tek parça maundan imal etmitir.<br />
Sultan Abdülhamid bu kökte iki yatak odası deitirmitir.<br />
Mabeyn hizasına gelen kısım tek kat iken, ale Kökü tarafına<br />
gelen kısım çift katlıdır.<br />
Abdülhamid-i Sani’nin yatak takımları mikrop tutmaması<br />
için sık gözenekli ipek kumalardan yapılırdı. Sultânın<br />
kullandıı yastık köeli ve üç yüzlüdür, bu yüzlerden biri<br />
karyolanın ön kısmına, ikinci yüzü yataa bakar, üçüncü<br />
bo kısma da padiahın yüzü temas ederdi. Sultan geçirdii<br />
böbrek rahatsızlıından sonra yatak odası, aynı katta<br />
daha havadar olan bahçe üstündeki odaya geçmitir.<br />
Hususî Daire’de duvarları kadife kaplı bir odada padiahın<br />
kimse tarafından bilinmeyen bir usulle açılan gizli kasası<br />
vardır. Üst katta evlenecek sultanlara hediye edilmek üzere<br />
hazır bekletilen yirmi iki tane çeyiz sandıı hazır bekletilirdi.<br />
Hususî Daire’nin giriindeki salonun sa tarafındaki yatak<br />
odasının yanında Sultan II. Abdülhamid’in esvap odası<br />
vardı. Cuma selâmlıkları, takacaı nianlar ve kılıcı, büyük<br />
üniformaları esvapçıbaının dairesinde muhafaza edilir, gerektiinde<br />
Selâmlık Dairesi’ne getirilir. Gri rengi kıyafetlerinde<br />
çok kullanır, haremde ise koyu renk kıyafetleri tercih<br />
eder, gece kıyafetleri yün ya da beyaz ketenden yapılırdı.<br />
Hususî Daire’nin yanı baında bir de Hususî ifre Dairesi<br />
vardır. Hususî Daire Hamamı ayrı bir pavyon eklinde olup,<br />
1900–1902 tarihleri arasında saray mimarlarından Raimondo<br />
D’aranco’ya yaptırılmıtır. Geleneksel Türk hamamlarından<br />
farklı tarzda bir bölüme sahiptir. Kaloriferle ısıtılan hamamda<br />
dönemin temiz ve kaliteli memba suyu kullanılır,<br />
Büyük yemek odasının tavan ve duvar süslemeleri kalem<br />
ileriyle ve altın yaldızlı alçılarla süslenmi, parke zemininde<br />
salon için dokunmu bej, mavi yollu, pembe çiçekli<br />
bir Hereke halısı serilidir. Küçük Mabeyn Kökü Harem-i<br />
Hümâyûn’da selamlık kısmında olduu için haremde ya-<br />
ayanlar tarafından da Selamlık olarak anılırdı.<br />
Sultan II. Abdülhamid ve Devlet-i Âliye için önemli tarihi<br />
olaylarından birisi olan 31 Mart 1909 padiahın Hal<br />
Fetvası kendisine büyük salonda okunmutur. Sultan<br />
Abdülhamid’den sonra V. Mehmet Reat ve VI. Mehmet<br />
Vahidettin çalıma odasını aynı maksatla kullanır.<br />
Hususi Daire Hamamının Orijinal Hali<br />
99
Saray Kütüphanesi ve Hususî Kütüphane: Yıldız Sarayı’nda<br />
farklı binalarda küçük kütüphaneler vardır. Yıldız kütüphanelerinin<br />
en büyüü, Sultan’ın hususî kütüphanesi, Merasim<br />
Dairesi’nin yanındaki küçük bir binadan, önce Malta<br />
Kökü’ne, sonra kütüphanedeki eserlerin çoalmasıyla<br />
birlikte iç avlunun güneybatısındaki, tek katlı kâgir, dört<br />
büyük salondan oluan, pencereleri demir parmaklıklı<br />
60–70 metre uzunluunda bir binaya taınır. Kütüphanede<br />
Ser-hafızı kütüb bata olmak üzere otuz kadar memur<br />
ve hademe görevliydi. Okuma masalarının kenarlarında<br />
bulunan küreleri, müzeyyen tavanı ziynetlendiren avizeleri,<br />
saray marangozhanesinde yapılan kütüphanenin raf<br />
ve camekânlı dolaplarıyla dikkat çekicidir. Kütüphanenin<br />
muhteviyatı da oldukça zengindir. Hilye-i erîfler, hat üstatlarının<br />
yazıları, el yazması minyatür Kur’an-ı Kerim ile<br />
seyahatnameler, Sultan’ın kendisi için tercüme edilmi polisiye<br />
el yazmaları, fotoraf albümleri, Mescid-i Aksâ maketleri<br />
ve yazarlarına yüksek telif ücretleri ödenerek satın<br />
alınan manüskriler sadece Yıldız Saray Kütüphanesi’nde<br />
bulunurdu. Tek nüsha kitaplar arasında 1002/1594 tarihli<br />
Sultan II. Selim’in 104 minyatürle Yemen ve Tunus fetihlerini<br />
anlattıı “Tarih-i Fethi Yemen” , 944/1543 tarihli<br />
Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferini 128 minyatürle<br />
resimleyen Matrakçı Nasuh’un “Beyan-i Menazil-i Sefer-i<br />
Irakeyn”, X. yüzyıla ait bir Kur’an-ı Kerim kütüphane dermesinin<br />
en önemli eserlerindendir (3) . Ayrıca paha biçilmez<br />
resim, pul, muhtelif küre-i sema, küre-i arz haritaları, bitki,<br />
kuma, litografya koleksiyonları, kitap ve albümler özenle<br />
ciltlenir, kapakları atlas, kadife ya da marokenle kaplanır,<br />
bazı eserler inci veya mücevherle ciltlenirdi. Kütüphanede<br />
Arapça, Farsça, Türkçe neredilmi, o döneme ait kitapların<br />
hepsi mevcut olup, yabancı lisanlı olan mecmualar,<br />
dikkatle muhafaza edilir ve her altı ayda bir ciltlenirdi. Sarayda<br />
padiaha sunulacak kitapları, kütüphaneye girecek<br />
kitap ve dergileri özenle ciltleyecek bir cilthâne vardır.<br />
Kütüphanenin ciltçibaısı Maksud Pazarcıyan’dı. Bir odada<br />
sadece Devlet-i Âliyye-i Osmaniye hakkında çeitli dillerde<br />
yazılmı eski ve yeni el yazması eserlerle dopdoludur.<br />
Sultan Abdülhamid-i Sani dönemi yıldız saray kütüphanesi .Ü. Kütüphanesi 90522<br />
hamam içinde bir de helâ mevcuttur. Kurnaya ait musluklardan<br />
sa musluktan sıcak, sol musluktan Kâıthane’nin<br />
souk suyu akar. Banyonun çinileri nilüfer ve papatya<br />
desenli çiçek motifleriyle kaplı çiniler antre ve hamam<br />
tavanında Art Nouveau desenli seramikler kullanılmıtır.<br />
Hamamın renkli çiçek motifleriyle oluan vitray pencereleri<br />
vardır. Sultan’ın Hal’inden sonra Sultan V. Mehmed<br />
Reat kalmı ve bu dairede vefat etmi, Sultan VI. Mehmet<br />
Vahidettin burada ikameti sırasında elektrik kontaından<br />
çıkan yangından sonra bugünkü daire yaptırılmı, sadece<br />
bir oda, bir koridor, bir de hamam orijinal kalmıtır. Bina<br />
üstten bir galeri ile Küçük Mabeyn Dairesi’ne, yer altından<br />
da ale ve tiyatro binasına balanır.<br />
Polisiye romanlara merakı olan padiahın kütüphanesinde<br />
600 adet el yazması polisiye roman bulunurdu. Seyahat<br />
etme imkânı çok olmayan Sultan, çeitli ülkelerde çıkan seyahatnameleri<br />
tercüme ettirir, bunları okuttururdu. Bu yüzden<br />
ülkelerin beeri tarihlerini ve corafyalarını iyi bilirdi.<br />
Kuzey kutbuna yaptıı yolculuklara dair hatıraları bulunan<br />
kâif Nansen’in kitaplarını temin ve tercüme ettirip okutturmutur<br />
(4) . Hünkârın bir dier merakı olan fotoraflar sayesinde<br />
35 bin fotorafı içinde barındıran koleksiyonu 900<br />
albüm olarak düzenlenmitir. Hem Osmanlı mparatorluu,<br />
hem de ABD, Japonya gibi Uzak Dou ülkelerine ait mimari<br />
ve fiziki yapının, inanç ve çeitli hayat tarzlarının yansıtıldıı<br />
bu kareler günümüzde de aratırmacılar için belge nitelii<br />
taır. Bu koleksiyonun oluması için Abdülhamid-i Saniya<br />
bizzat kendisi tarafından döneminin en iyi fotorafçılarına<br />
sipari vermi, ya da muhtemelen ödüllendirilmek üzere<br />
padiahın bu ilgi ve merakını bilen profesyonel fotoraf sanatçıları<br />
tarafından dünyanın çeitli bölgelerinden saraya<br />
hediye gelerek olumutur.<br />
Kütüphanenin Ser-hafızı kütübü, Sultan’ın sevip güvendii<br />
Kalkandelenli Sabri Bey titiz bir memurdur. Padiah dahi<br />
kitap istese muhakkak makbuz alırdı. “Büyük bir titizlikle<br />
basılmı filerin üstünde ‘Kütüphane-i Hümâyûn-i Cenâb-ı<br />
mülâkânede mevcut âsâr-ı müellifenin tedkikıne mahsustur’<br />
yazılır. Sonra kitabın hüviyetini büyük bir titizlikle belirtecek<br />
sorular var: Kitabın adı, yazarı, basıldıı veya yazıldıı tarih,<br />
sayfa ve satır numarası, hangi dilde, hangi bilim kolunda olduu<br />
vs... (5) yazılıdır. Sultan Abdülhamid Han’ın 31 Mart 1909<br />
tarihinde Hal’inden sonra Yıldız Sarayı yama edilmeye balanır.<br />
Sabri Bey kütüphanedeki en deerli yazmaları, mücevherli<br />
ciltleri ve dier kıymetli kitapları korumak için kitapları<br />
evinde saklamayı uygun görür. Fakat 50 bin cilt kitabın eve<br />
taınması mümkün olmayacaktır, yamacılar kütüphaneye<br />
dadanınca Sabri Bey çok önemli bir karar verir ve “Benim<br />
cesedimi çinemeden kimse içeri giremez (6) ” der. Hem yamacı<br />
askerler, hem de Sabri Bey Rumeli’nin Kalkandelen<br />
bölgesinden olmaları sayesinde Ser-hafızı kütüb yamacılara<br />
kendi iveleriyle konuur. Bu hitaptan sonra yamacılar,<br />
kütüphane kapısından geri çekilir. Cumhuriyet’in ilanından<br />
kısa bir süre sonra Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın çıkarılmasının<br />
ardından kütüphane eyaları Darülfünun’a devredilerek<br />
Medreset-ül Kuzat binasına taınır.<br />
“Washington’daki Milli Kongre Kütüphanesi’nde zengin<br />
bir Türk kitap koleksiyonu bulunmaktadır. stanbul Robert<br />
Koleji’nden mezun Bodurgil bu kütüphanenin Yakın<br />
ve Uzak Dou bölümünün idareciliini yapar. Kütüphanede<br />
en ilgi çeken koleksiyonlardan biri de kırmızı deri kaplı,<br />
üzeri altın yaldız kakmalı 36 adet albümdür. Bu büyük<br />
boy albümlerin her birinin kapaklarında bir tarafında II.<br />
Sultan Abdülhamid’in turası ve “Es-Sultan bni’s-Sultâni’s-<br />
Sultân <strong>El</strong> Gazî Abdülhamid Han-ı Sâni Hazretleri’nin taraf-ı<br />
eref-i mülûkânelerinden, Memâlik-i Müctema-i Amerika<br />
Kütübhane-i Millisi’ne ihdâ buyurmutur. 1310” yazılıdır.<br />
Albümlerin öbür kapaında ise Osmanlı arması ve aynı yazının<br />
ngilizce’ye tercümesi vardır. Tarih olarak da 1310’un<br />
karılıı 1893 yazılıdır. Bütün bunlar altın kakmalıdır. Sultan<br />
Hamid’in emriyle hazırlanmı, Türkiye’deki eitim, salık,<br />
100
sanat, askerlik ve dier çeitli alanlarda yapılan fotoraflarla<br />
tespit edilmitir. Albümlerin her birinde yirmi ilâ kırk arası<br />
büyük boyda fotoraf mevcuttur. Fotorafları, o zamanın<br />
en ünlü fotorafçılarından Abdullah Kardeler ve Febüs, birkaç<br />
tanesini de Kurmay Albay Ali Rıza Bey çektirmitir (7) .”<br />
Yıldız Kütüphanesi’nin Darülfünun’a devredilmesinden<br />
sonra Sabri Kalkandelenli, Yıldız dermesiyle ilgilenmek<br />
üzere müdür vekili olarak görevine devam etmitir. Sabri<br />
Kalkandelen’in olu Nureddin Kalkandelen üniversite kütüphanesinde<br />
yıllar sonra 3. müdür olarak atanır.<br />
Limonluk Serası ve Pavyon Kökü: Küçük Mabeyn<br />
Dairesi’nin tam karısında L biçiminde 1895 tarihinde talyan<br />
Mimar Raimondo D’aranco tarafından tonoz örtü ve<br />
camla kaplı, harem duvarına bitiik olan yapıdır. Cephesinde<br />
metal rokoko süslemeleri olup, 8 metre uzunluunda,<br />
giriinde diagonal eksen üzerinde barok bir Osmanlı kubbesi<br />
mevcuttur. Bitiiinde padiahın dinlenme köklerinden<br />
biri olan, gizli bir kapı ile Çit Kasrı’nın büyük salonuna<br />
geçilen, tek odalı koridordan oluan tek katlı yapıdır.<br />
Cariyeler, Hazinedar Usta, Kadın Efendiler Dairesi: Harem-i<br />
Hümayun’a mensup kadınların bulunduu bina toplulu-<br />
udur. Binalar iki katlı, badadi üslupla yapılan birbirine<br />
camekânlı bir koridorla balanmıtır. Tavanları kalem ilemeleri,<br />
madalyonlar ve çeitli resimlerle süslüdür. Hazinedar<br />
Usta Dairesi’nin yanında cariyelerin dairesi vardır.<br />
Hazinedar Usta, Harem-i Hümâyûn’un vekili, adeta kadın<br />
sadrazamıdır. Merasim günlerinde kendilerine has altın bir<br />
kordonla Mühr-i Hümâyûn’u boyunlarına takarlar, vefatında<br />
mukabil mührü yerine geçen teslim alır. Sırma ilemeli<br />
salta giyen Hazinedar Kalfa, uzun elbiseli, baında hotozu<br />
andıran belinden aaıya inen sarı renk iki parmak eninde<br />
saç takar. Saraydaki kıymetli eyaların anahtarı kendisinde<br />
olup, Hünkâr Kalfalar yardımcılık yapar. Ona sorulmadan<br />
bir ey yapılmaz. Birinci rütbeden efkat nianları vardır.<br />
Usta Kalfalar, Gedikli Cariyeler Dairesi: Harem-i Hümâyûn’a<br />
girince tiyatro binasının sol tarafında yer alır. 1987 tarihinde<br />
Usta Kalfalar Dairesi yıkılmı, Gedikli Cariyeler Dairesi<br />
durmaktadır.<br />
Kızlaraası Kökü: Tiyatro binası ve ale Kökü arasında,<br />
Hususî Daire’nin kuzey ucunda, iki katlı, kâgir, Sultan Abdülhamid<br />
tarafından yapılan küçük bir binadır. Duvarlarında<br />
desenli halılar örtülüdür. Dârüssaâdeti’- erife Aası’na<br />
sarayda Kızlaraası denilirdi. Mevkisi merasimlerde, ehzade,<br />
damat, müir ve vezirden sonra olup, resmi elbisesi<br />
vezir kıyafetindedir. Vezirlerin kullandıı büyük kordon ni-<br />
anlara sahip olup, bütün aaların azli ve nasbı ona aittir.<br />
Musahip Aalar Dairesi: Sultan’ın özel doktoru smet<br />
Paa’nın Musahip Dairesi birinci avludadır. Sultan<br />
Abdülhamid’in dokuz musahibi olup bamusahip, ikinci,<br />
üçüncü, dördüncü musahip, normal anılırken dier kalanlara<br />
musahip aalar denilir. Esas vazifeleri padiahın dairesinin<br />
kapısında nöbet tutup, ona hizmet etmektir. Gelen<br />
kâıtları ve misafirlerin kim olduu musahibe söylenir, o<br />
da Harem Kapısı’ndan Nöbetçi Haznedar’a bildirir, padiah<br />
yapılması gerekeni tekrar Nöbetçi Haznedar’a söyler, o da<br />
musahibe iletir. Musahipler önü tamamen ilikli redingot<br />
giyerdi. Sultanlara, kadın efendilere ve ehzadelere padi-<br />
ahın emirlerini götürüp, cevap getirirdi. Padiahın vefatından<br />
sonra yeni hünkâra hizmet etmek zorunda deildi,<br />
Divan-ı Muhibbi 973 aban 1565 Aralık 1566 Ocak. Kanuni Sultan Süleyman’ın eseridir. Tezhipleri<br />
saray nakkahanesinin ba ustası Mehmet Karamemi tarafından yapılmıtır. .Ü. Nadir<br />
Eserler Kütüphanesi T 5467<br />
gitmek isterse kimse karımazdı.<br />
ehzade, Sultan Daireleri: Yıldız Sarayında eski harem dairelerinden<br />
önce küçük ve ahap binalar yıkılıp ehzade ve<br />
sultanların kalmaları için daireler yaptırılmıtır (8) .<br />
Çukur Saray ve Damatlar Dairesi: Padiahın evlenmemi<br />
ya da dul kalmı kız ve kız kardelerinin ikametine Çukur<br />
Saray ayrılmıtır. Sarayın bazı yerlerinde iki katlı, bazı<br />
yerlerinde zemine balı olarak üç katlı olarak yapılmıtır.<br />
Padiah kızlarıyla evlenen erkeklerin kaldıı bölüm de Damatlar<br />
Dairesi’dir.<br />
Yıldız Saray Tiyatrosu: Yıldız Sarayı’nın Harem Kapısı’ndan<br />
içeri girince üçüncü avluda, Osmanlı sarayları içinde ikinci,<br />
günümüze kadar gelen tek saray tiyatrosudur. talyan Mimar<br />
Raimondo D’aranco tarafından planı çizilen tiyatro binası<br />
Bamimar Sarkis Balyan ve kalfaları tarafından, eski bir<br />
ahırın yerine, Valide Sultan Kökü’nün hemen yanına 1889<br />
tarihinde ina edilmitir. 150 kiinin temaa edecei, dikdörtgen<br />
bir plan üzerinde dar ve uzun bir binadır. Sahnesi<br />
geni olan tiyatronun duvarları kırmızı pelüle kaplı kısmı<br />
erkeklere mahsustur. Süslemeleri altın yaldızlı, tavanı yıldız<br />
çiçek motifleriyle mavi zemin üzerine sarı yaldızlarla tezyin<br />
edilmitir. Orkestra alt katta sol taraftadır. Sultan, ortadaki<br />
büyük iki kanatlı altın yaldızlı kapıdan locasına gider, sahnenin<br />
tam karısındaki üst kattaki yerini alırdı. Locada iki adet<br />
koltuktan birine padiah oturur, dieri bo kalırdı. Koltukların<br />
yanında altı adet kırmızı kadifeyle kaplı sandalyeye, padiah<br />
kime iltifat etmek isterse onu davet ederdi. Tiyatro, padiahın<br />
yorulan zihni için bir istirahat ve elence vesilesidir. Oyun<br />
sırasında aklına önemli bir i gelirse bakâtip veya vükelâdan<br />
birini çaırtıp not aldırttıı bir mekândı. ehzadeler ve padi-<br />
ahın konukları üst katta oturur, alt katta ise saray mensubu<br />
kiiler oturur, locaları iner kalkar kafeslerle örtülmütür. Tiyatrodaki<br />
parter koltuklar kırmızı kadife ile kaplanmı, eyaların<br />
çou Tamirhane-i Hümayun’da yapılmıtır. stanbul’a<br />
yabancı bir tiyatro grubu geldiinde elçiler vasıtasıyla saraya<br />
davet edilirdi. Bayramın birinci ve ikinci günü bayramlamaya<br />
gelen hükümet ve saray erkânına, yabancı bir konuk<br />
geldiinde erefine, çaramba ve cuma akamları tiyatroda<br />
oyunlar düzenlenirdi. Tiyatro binasında orta oyunundan operaya<br />
her türlü oyun sergilenirken konserler de verilmi, büyük<br />
fırçalarla iyice ıslatılıp gerilen perde sayesinde de sinema<br />
izlenmitir. Yazın oyunlar harem bahçesinin hünkâr sofasına<br />
bakan kısımlarında seyyar bir sahne üzerinde oynanırdı.<br />
101
Yıldız Tiyatrosu’nun Fransız ve talyan sanatçıları, sonraları<br />
saray hizmetlilerinden mensup Hademe-i Hümâyûn’dan iyi<br />
oyuncular yetimitir. Sultan en çok Haydutlar operasını izlemekten<br />
holanır, bunun yanında Ayda, Karmen, Maskot,<br />
Faust ve Travator operalarını beeniyle takip ederdi.<br />
Yıldız Tiyatrosu’nda bazı aktörlere çeitli Osmanlı nianları verilmitir.<br />
Bunlar arasında Alman piyanist Ogüst Wilhelm’e birinci<br />
dereceden Mecidî nianı, talyan oyuncu Ernesto Rissi’ye<br />
ve arkadalarına üçüncü rütbeden Osmanî nianı, Arturo<br />
Stavolo’ya üçüncü rütbeden Mecidî nianı, eine efkat nianı,<br />
talyan La Bruna topluluunun ba aktrisi Emila Ciampi’ye<br />
ve Rus piyanist <strong>El</strong>iz Peken’e efkat nianı verilmitir. Ayrıca<br />
Arturo Stavolo padiahın ricası üzerine Yıldız Sarayı’na yerleip,<br />
hem saray tiyatrosuna hem de Muzika-i Hümâyûn’a<br />
hizmet eder. Aslen Ermeni olan sonraları adı Yakup Efendi’ye<br />
çevrilmi Güllü Agop Efendi, Mardiros Mınakyan, Abdi lakaplı<br />
Abdürrezzak Efendi ve Ahmet Mithat Efendi, Yıldız Tiyatrosu<br />
kadrosunda çalımıtır. Mızaka-i Hümâyûn sanatçılarından<br />
Naid ve Mehmed Zati Arca da Sultan II. Abdülhamid’in emriyle<br />
Yıldız Sarayı Tiyatrosu’nda çalımıtır. Tiyatro binasının<br />
alt ve üst katındaki büyük camlı kütüphaneler içinde Sultan<br />
Abdülhamid’in kıymetli mûsiki ve nota koleksiyonu mevcuttur.<br />
Ciltlenmi olarak korunan koleksiyonların içinde orkestra<br />
ve piyano için yazılmı önemli eserler de bulunurdu (9) .<br />
Sultan II. Mahmud döneminde balayan Batılama hareketi<br />
sebebiyle talyan müzisyen Giuseppe Donizetti’yi mızıka bandosunun<br />
baına getirterek Mızıka-i Hümayun kurulmutur.<br />
Bestelenen Mecidiye ve Mahmudiye Marı sayesinde sanatçıya<br />
paalık ile ünvanı verilmitir. II. Abdülhamid ehzadeli-<br />
inde Fransız Alexandre Efendi ve talyan Donizetti tarafından<br />
müzik eitimleri almıtır. Sultan, Mızıka-i Hümayun orkestrasının<br />
iyi çalıması için, altmı kiiden oluan orkestranın<br />
102
BALAN Bey’e, Bayazıt Devlet Kütüphanesi’nden Halil GÜNBEY’ne Be-<br />
ikta lçe Müftüsü Süleyman lhami ÖZDEN Bey’e, Marmara Üniversitesi<br />
Bilgi ve Belge Yönetimi Öretim Görevlisi Talip MERT Bey’e teekkürlerimi<br />
sunarım. (Yıldız Sarayı’nın ikinci ve üçüncü kısmı olan ç ve<br />
Dı Bahçe içindeki yapılar dergimizin 10. sayısında yer alacaktır.)<br />
Dipnotlar<br />
1. Erdoan SEVGN, stanbul Saraylarında Adım Adım Yıldız Sarayı, Hayat<br />
Tarih Mecmuası, cilt1 sayı 5 Haziran 1966 s.44<br />
2. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />
stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />
Tezi s. 59<br />
3. Leman ENALP, stanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Balangıçtan Günümüze,<br />
Türk Kütüphaneciler Dernei, Ankara 1998 s.14<br />
4. Mustafa ARMAAN, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları 2008 s. 214- 215<br />
5. Orhan YÜKSEL, Üniversite Kütüphanesi’ndeki Müze, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 1, 1ubat 1966 s. 71, 70<br />
6. M. Selim GÖKÇE, Yıldız Sarayı Kütüphanesi, Türk Edebiyatı <strong>Dergisi</strong>, Temmuz<br />
2009 s.26<br />
7. Sara KORLE, Sultan Hamid’in A.B.D. Kongre Kütüphane’sine Hediyesi, Hayat<br />
Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1970 s. 32–34<br />
8. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />
stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />
Tezi s. 130–131<br />
9. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 11, Aralık 1967 s. 14–18, Prof. Dr. Pars TULACI, Osmanlı Mimarlıında<br />
Balyan Ailesi’nin Rolü, Yeni Çıır Kitabevi 1993 s.639–642<br />
10.Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Bestekâr Hacı Arif Bey, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 6, 1 Temmuz 1966, Sayfa 20- 25<br />
Kaynaklar<br />
Yıldız Saray Tiyatrosu tavan süslemesi<br />
baına Guatelli Paa’yı, Fransız Lombardi’yi, spanyol Aranda<br />
Efendi’yi muallim tayin etmitir. Buradan Fülütçü Saffet Bey<br />
ve Zeki Bey, kemancı Vonda Bey, Hacı Arif Bey’in olu viyolonsel<br />
Cemil Bey yetimitir. Sultan Abdülhamid Hacı Arif<br />
Bey’i Kolaası rütbesiyle Mızıka-i Hümayun’un Türk musikisi<br />
kısmına hoca olarak alır. Sultan Abdülaziz’e yaptıı kaprisleri<br />
Sultan Abdülhamid’e yapınca, padiah sanatçının, Mızıka-i<br />
Hümayun’un bir odasında süresiz hapsine karar verir, Arif Bey<br />
nihâvent makamında “Ahterî dükün garîb-û â’ık-î âvâreyim”<br />
arkısını besteler. Rıfat Bey’e arkıyı Sultân’a okumak istediini<br />
söyler. Rıfat Bey de arkının padiahın huzurunda okunmasını<br />
salar ve bestekârın hapis cezası kaldırılır (10) .<br />
Teekkür<br />
lgi ve alakasından dolayı Yıldız Sarayı Müdür Vekili Buket BAYOLU<br />
Hanım’a, stanbul Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Prof.<br />
Dr. A. Yaar KOÇAK Bey’e ve Yasemin AKÇAY Hanım’a, Süleyman Zeki<br />
1. Aye OSMANOLU, Babam Sultan Abdülhamid, Selis Kitaplar 2008<br />
2. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 11, Aralık 1967<br />
3. Erdoan SEVGN, stanbul Saraylarında Adım Adım Yıldız Parkı ve ale Kökü,<br />
Resimli Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1966 ve sayı 6, Temmuz 1966<br />
4. Fuad EZGÜ, Yıldız Sarayı Tarihçesi, Harb Akademileri Yayınevi, 1962<br />
5. Halûk Y. EHSUVAROLU, Yıldız Sarayında Küçük Mabeyn Daresi, Resimli<br />
Tarih Mecmuası, sayı 27, 1952<br />
6. Halûk Y. EHSUVAROLU, Abdülhamid’in Yıldız’daki Hususî Dairesi ve Orada<br />
Yaayı Tarzı, Resimli Tarih Mecmuası, sayı 22, Ekim 1951<br />
7. Leman ENALP, stanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Balangıçtan Günümüze,<br />
Türk Kütüphaneciler Dernei, Ankara 1998<br />
8. Mrs. Max Müller, stanbul’dan Mektuplar, Tercüman 1001 Temel Eser, Çeviren<br />
Afife Bura, stanbul 1978<br />
9. M. Selim GÖKÇE, Yıldız Sarayı Kütüphanesi, Türk Edebiyatı <strong>Dergisi</strong>, Temmuz 2009<br />
10. Dr. Murat CANDEMR, Yıldız’da Kaos ve Tasfiye, lgi Kültür Sanat Yayıncılık 2007<br />
11. Mustafa ARMAAN, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları 2008<br />
12. Metin AND, Eski stanbul’da Ünlü Tiyatro Oyuncuları, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 11, Aralık 1967<br />
13. Sara KORLE, Sultan Hamid’in A.B.D. Kongre kütüphane’sine Hediyesi, Hayat<br />
Tarih Mecmuası, sayı 5, Haziran 1970<br />
14. Nevin KURTAY, Yıldız Sarayı Üzerine Yapılan Çalımaların Deerlendirilmesi,<br />
stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Yüksek Lisans<br />
Tezi<br />
15. Orhan YÜKSEL, Üniversite Kütüphanesindeki Müze, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 1, ubat 1966<br />
16. Osman NUR, Yıldız Sarayı, Abdülhamid-i Sanî ve Devri Saltanatı, Yıldız<br />
Sarayı Vakfı Yayınları 1998<br />
17. Mustafa Armaan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, Tima Yayınları, stanbul 2008<br />
18. Prof. Dr. Pars TULACI, Osmanlı Mimarlıında Balyan Ailesi’nin Rolü, Yeni<br />
Çıır Kitabevi 1993<br />
19. adiye OSMANOLU, Babam Abdülhamid Saray ve Sürgün Yılları, L&M Yayınları<br />
2007<br />
20. Tahsin Paa’nın Yıldız Hatıraları, Boaziçi Yayınları, stanbul 1999<br />
21. Türkiye Diyanet Vakfı slam Ansiklopedisi 13. Cilt, Milli Eitim Basımevi 1986<br />
22.Yeni afak, Kürtzade Ecevit, 23 Haziran 2009<br />
23. Yılmaz ÖZTUNA, Büyük Bestekâr Hacı Arif Bey, Hayat Tarih Mecmuası,<br />
sayı 6, 1 Temmuz 1966<br />
24. Ziya AKR, Yıldız Tiyatrosu, Resimli Tarih Mecmuası, sayı 51, Mart 1954<br />
103
Teldeki Zerafet<br />
Telkâri<br />
Yazı: Gökhan ÇAĞLAR - Fotoğraflar: Prof. Dr. Abdurrahman AKSOY<br />
İncecik altın ve gümüş tellerin maharetli elerde adeta dantel gibi işlendiği telkari… Binlerce yıllık kültür mirasıyla<br />
medeniyetler beşiği Güneydoğu Anadolu’da, tarihi ve kültürel miras açısından ayrıcalıklı bir konuma sahip olan<br />
Mardin ile özdeşleşmiş bir sanat…<br />
Kimi zaman güzellik ve zarafet, kimi zaman da<br />
zenginlik ve asaletin simgesi olarak kullanılan<br />
altın ve gümü, binlerce yıldır maharetli<br />
kuyum ustalarının ellerinde estetik<br />
bir zevkle ilenerek hayat buluyor. De-<br />
erli ta ve madenler kullanılarak bata<br />
ziynet olmak üzere farklı eyaların ince<br />
bir zevkin ürünü olarak insanı cezbeden<br />
bir güzellikte vücut bulduu kuyumculuk<br />
sanatında farklı teknikler uygulanır.<br />
Bu tekniklerden biri de telkaridir. nce bir<br />
içilik, sabır ve el mahareti gerektiren bu<br />
sanat, tel haline dökülen gümüün bükülmesiyle<br />
oluturulan küçük motiflerin bir<br />
araya getirilmesi olarak tanımlanabilir.<br />
ncecik altın ve gümü tellerin adeta dantel<br />
gibi ilendii bu sanatın tarihi oldukça eskilere<br />
dayanıyor. Arkeolojik kazı sonuçlarına<br />
göre telkâri sanatı M.Ö. 3000 yılından beri<br />
Mezopotamya'da, M.Ö. 2500 yılından bu<br />
yana da Anadolu topraklarında uygulanıyor.<br />
Telkârinin asıl merkezinin 12. yüzyılda<br />
Musul olduu ve buradan Suriye'ye,<br />
oradan da Anadolu'ya geçtii ileri sürülüyor.<br />
Telkâri sanatının Türkler arasında uygulanmaya<br />
balaması ve yaygınlaması<br />
ise 15. yüzyıla kadar uzanıyor. Binlerce<br />
yıllık kültür mirasıyla medeniyetler bei-<br />
i Güneydou Anadolu topraklarında geli-<br />
imini sürdüren telkari sanatının günümüzdeki<br />
asıl temsilcisi ise bölgenin gizemli kentlerinden<br />
Mardin’in Midyat ilçesidir.<br />
104
Bir Süryani gelenei olarak günümüze kadar varlıını koruyan<br />
telkari sanatı ile yapılan iler sayılamayacak kadar<br />
çeitli. Hanımların kullandıı yüzük, küpe, kolye ve<br />
bro gibi ziynet eyalarından tepelik ve kemerlere, fincan<br />
zarflarından tepsi ve aynalara, sigara aızlıklarından<br />
tütün kutularına kadar günlük hayatta kullanılan birçok<br />
eyanın yapımında bu sanat kullanılıyor. Telkari sanatı<br />
günümüzde Ankara’nın Beypazarı ilçesinde de uygulanıyor<br />
olsa dahi bu iin asıl merkezi Mardin’in Midyat ilçesi<br />
olarak kabul görür ve telkari sanatının uygulandıı tüm<br />
ürünlere bu ilçede rastlanabilir. Midyatlı telkari ustalarının<br />
yılların tecrübesiyle ince bir içilik ve zevki yansıtan<br />
eserleri tüm dünyada rabet gören deerdedir.<br />
Telkari sanatının bir dier adı da vav iidir. Bu isim, telkari<br />
sanatında Osmanlıca’daki vav harfinin sıkça motif<br />
olarak kullanılmasından kaynaklanıyor. Ayrıca<br />
bu sanata, yapımında ayrı ayrı parçaları<br />
bir araya getirmede kullanılan cımbıza<br />
benzer fakat ucu daha ince olan ve<br />
çift denilen aletten ötürü çift ii de<br />
deniyor. Bu iki isim de genellikle<br />
sanatkârlar arasında kullanılıyor.<br />
Altın ve gümü plakaların usta<br />
ellerde neredeyse saç teli kadar<br />
inceltilerek tel haline getirildikten<br />
sonra birer sanat eserine dönümesi<br />
nasıl oluyor bir bakalım.<br />
Öncelikle geleneksel sanatlarımızın<br />
çounda olduu gibi telkari sanatında<br />
da sanatkâr, kullanacaı her türlü malzemeyi kendisi<br />
ürettii için ie kullanacaı altın ya da gümü plakayı<br />
ocakta pota içerisinde eritmekle balar. Ardından çubuk<br />
haline getirmek üzere kalıba döker. Yapılacak iin ekline<br />
göre çubuk dökümü, üzerinde geniten dara doru<br />
delikleri olan çelikten yapılmı haddeden geçirir. Bu ilem<br />
oldukça zor ve el oyalayıcıdır. Telkari ustası teli haddeden<br />
çekmek için özel penseler kullanır ve bu esnada<br />
beline manda derisinden yapılmı, üzerinde madeni halkalar<br />
olan kalın bir kuak balar. Kol gücünün yetmedi-<br />
i ve telin uzadıı zamanlar telin ucunu belindeki derinin<br />
madeni halkalarına takar ve beden gücünü de kullanarak<br />
ii sona erdirir. Bu yorucu çalıma, kalınlıı aaı<br />
yukarı 0.5 santimetre olan gümü çubuk 1'lik ince bir tel<br />
haline gelinceye kadar sürer.<br />
Daha sonra telkari ustası ana hatlarıyla 1 / 1 ölçekte<br />
bir kaıt üzerine çizdii ürünün ana<br />
iskeletini oluturacak parçayı esas alarak<br />
hangi kısımlarında kaç mikron<br />
kalınlıında tel kullanılacaını ve iç<br />
kısmının ne ekilde, hangi desenlerle<br />
doldurulacaını belirleyerek<br />
taslak üzerine yazar. Haddelerden<br />
çekilen ve bükülen gümü<br />
süratle sertleir ve ilemede büyük<br />
kolaylık salayan yumuaklıını<br />
kaybeder. Bu tellerin yumu-<br />
aklıklarını tekrar kazanmaları için<br />
asbest bir tabaka üzerinde ısıtılarak<br />
tavlanmaları gerekir. Tellerin çekilmele-<br />
105
i ve ürüne ilenmeleri sırasında telkari ustası tavlama ilemini<br />
sık sık tekrarlar.<br />
Her telkari ii iki ana kısımdan meydana gelir. Bunlardan<br />
ilki iin ana iskeleti olan muntaç (kılavuz); ikincisi<br />
de muntaç içine yerletirilmi vav, kake, dudey, gül, tırtıl<br />
ve güverse gibi isimlerle anılan, her biri farklı biçimlerde<br />
yapılmı motiflerdir. Telkari ustası ie muntaç yapımıyla,<br />
yani ana iskeleti kurarak balar. Muntaçın tel kalınlıı<br />
motiflerin tel kalınlıının iki katıdır. Ardından büyük<br />
bir titizlik ve sabırla ara bolukları doldurur. Telkari ustası<br />
tüm bu çalımaları, ceviz aacından kesilmi, düz yüzeyli<br />
bir levha üzerinde yapar. Bu ceviz levha, üst yüzü<br />
yakılarak yaı alındıktan sonra, aır demir levhalar altında<br />
iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Fakat<br />
günümüzde, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf,<br />
yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır.<br />
Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin lehimle<br />
birletirildiinden söz etmektedirler. Bu bütünüyle<br />
yanlıtır. Çünkü bir gümü iine lehim dedi mi, o i hurdaya<br />
atılır. Lehim gümüü çürütür. Gümü tellerin birletirilmesinde<br />
kullanılması gereken yöntem kaynaktır. Milimetrik<br />
tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı<br />
biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalıma<br />
büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için telkari ustası<br />
önce ayarını belli bir ölçüde düürdüü gümüü eeleyerek<br />
küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içerisinde<br />
toplar. Bu gümü parçacıklarını bir kaba koyarak<br />
içerisine toz boraks ilave eder. Bu suya batırdıktan sonra<br />
amyant üzerine yerletirdii ana iskeletin her bir parçasını,<br />
bu gümü-boraks karıımı ile kaynak yaparak birletirir.<br />
skeletin yapımından sonra motif yerletirme ii,<br />
yine kaynak yöntemiyle devam eder. Kaynak materyali<br />
olarak gümü - pirinç karıımı bir alaım kullanılır.<br />
Bütün parçaları birletirilmi bir ürün son eklini aldıı<br />
zaman ısıtma, kaynak ve dier ilemler nedeniyle kirlenmi,<br />
kararmı ve oksitlenmi durumdadır. Ürünün doal<br />
parlak rengini alabilmesi için aartma ilemi uygulanır.<br />
Bu uygulamada bütün ürünler bir bakır kap içine konulur<br />
ve üzerlerine nitrik asitli su ilave edilir. Ürünler doal<br />
renklerini alıncaya kadar birkaç dakika süreyle kaynatılır.<br />
Daha sonra bol su ile durulanır ve kurutulur. Aartılan<br />
ürünler deterjanlı (eskiden deterjan yerine çöven kullanılırdı)<br />
su ile tekrar yıkanır ve ince telli bir fırça ile iyice<br />
fırçalanır. Yüzeydeki fazlalıklar ve kaynak artıkları temizlenir;<br />
ürünlerin yüzeyi düz bir çelik parçası ile parlatılır.<br />
Telkari sanatında uygulanan motifler doanın Türk-slam<br />
felsefesi ile yorumlanması ile ortaya çıkan Türk zevkini<br />
106
yansıtır. Yapımında kullanılan tel ne kadar inceyse de-<br />
eri de o denli artan telkari üretiminde ustalar üç farklı<br />
teknik uygular. Bunlardan biri hasır telkaridir. "Örgü ii"<br />
ya da "Trabzon ii" olarak da bilinen bu teknikte, ürün<br />
tellerin örülmesi ile oluturulur. Daha çok Trabzon yöresinde<br />
uygulanan bu teknikte altın ve gümü teller, enleri<br />
sekiz santimetreye kadar çıkan eritler halinde örülür.<br />
Daha sonra bu örgüler silindirlerin arasından geçirmek<br />
suretiyle ezilerek tam bir örgü erit haline getirilir. Bu eritler<br />
uygun uzunlukta kesilerek bilezik ve kolye yapılır.<br />
Bir dier teknik olan kakma telkaride; gümü ya da altından<br />
üretilen tel, bu tekniin uygulanmak istendii ta<br />
ya da aaç üzerine kazınan ekillerin içlerine yerletirilir.<br />
Daha sonra çekiçle vurularak sıkıtırılan telin eklin içine<br />
gömülmesi salanır. Ardından fazlalıklar eelenir ve perdahlanıp<br />
parlatılır. Bu teknik, silah kabzaları, bıçak sapları,<br />
emsiye sapları, zarf açacakları, yazı takımları, ka-<br />
ık sapları, tespihler, nalınlar, aızlıklar, baston sapları ve<br />
amdan gibi eyaların süslemesinde kullanılır.<br />
Kafes adı verilen teknikte ise tellere ekil<br />
verildikten sonra kaynakla birletirilerek<br />
bir ana iskelet oluturulur. Bu iskeletin<br />
içi daha ince tellerle doldurulduktan<br />
sonra yine kaynak yapılır<br />
ve gerekirse ürün minik kürelerle<br />
ve toplarla süslenir. Bu teknikle<br />
kolyeler, yüzükler, bilezikler,<br />
brolar ve kemerler üretilir. Kül tablaları,<br />
çakmak kılıfları, sigara ve mücevher<br />
kutuları, amdanlar, tepsiler, ekerlikler,<br />
vazolar, aızlıklar, nargile uçları,<br />
çiçek ler, sigara tabakaları, fincan, bardak,<br />
sürahi gibi eya kılıfları, abajurlar, çeitli tabaklar ve<br />
dümeler üretilir.<br />
Adı, tarihi ve kültürel miras açısından ayrıcalıklı bir konuma<br />
sahip olan Mardin ile özdelenen telkari sanatı da<br />
ne yazık ki çou geleneksel el sanatlarımızda olduu gibi<br />
bugün tam manasıyla hak ettii yerde deil. Yıllar öncesinde<br />
çou ev ve atölyede özellikle Süryani ailelerce<br />
telkari sanatı uygulanarak esiz güzellikte eserler ortaya<br />
çıkarılsa da sonraları bu ailelerin göç etmesi ya da çe-<br />
itli olumsuz artlar yüzünden atölyelerin kapanmasıyla<br />
bu sanat dalındaki ilerleme sekteye uramı durumda.<br />
Özellikle son yıllarda younlaan kültürel turizm sayesinde,<br />
her sene 500 bini akın yerli ve yabancı turistin<br />
ziyaret ettii Mardin'de akla ilk gelen, yaklaık 3 bin yıldan<br />
beri yapılan telkari sanatı olsa da turistlere çounlukla<br />
yurt içinden veya dıından gelen standartlamı el<br />
sanatı örnekleri sunuluyor.<br />
Ancak ne var ki telkari sanatının Mardin’de yeniden<br />
canlandırılması amacıyla GAP Bölgesi'ndeki Kültürel<br />
Mirası Gelitirme Projesi kapsamında<br />
Türkiye Sakatlar Dernei (TSD) Mardin<br />
ubesi'nin balattıı proje ile Avrupa<br />
Birlii finansörlüünde bir telkari ileme<br />
atölyesi açıldı. 20 Eylül 2006<br />
tarihinde açılan atölye sayesinde<br />
bir yandan engelli vatandalar istihdam<br />
edilirken bir yandan da gelitirilecek<br />
yeni tasarımlar ve yetitirilecek<br />
elemanlar sayesinde telkari ürün<br />
gamı geniletilerek telkari sanatının<br />
Mardin’de yeniden yükselen bir deer<br />
kazanması salanıyor.<br />
107
Batı Anadolu’da Üç Ayrı<br />
Dönemin ve Sanatın Başkenti<br />
Efes<br />
Yazı: Yrd. Doç. Dr. Mustafa BÜYÜKKOLANCI*- Fotoraflar: Yrd. Doç. Dr. Mustafa BÜYÜKKOLANCI, Ömer VEFA<br />
Batı Anadolu Bölgesi’ne üç kez başkentlik yapmış olan Efes’te; Roma dönemi cephe mimarisine önemli bir örnek<br />
oluşturan Celsus Kütüphanesi ve Aydınoğulları Dönemi’ne ait olan ve Beylikler Dönemi’nde nadir görülen iki minareli<br />
İsabey Camii, cephe süslemeleriyle mermer işçiliğinin doruklarındadır.<br />
108
Son yıllarda yapılan aratırma ve kazılar Efes’in ilk yerlemecilerinin<br />
Efes Körfezi çevresindeki höyüklerde (Tarih öncesi<br />
dönemin tepe ekline gelen yerlemeleri) MÖ 6. binde<br />
yerleik hayata geçtiini göstermitir. Çukuriçi ve Arvalya<br />
höyüklerinde MÖ 6000’lerde balayan yaam MÖ 2000’li<br />
yıllara kadar yine buralarda devam etmi ve daha sonra<br />
korunaklı tepe yerlemeleri tercih edilmeye balanmıtır.<br />
MÖ 1900-547 yılları arasında Efes çevresindeki en önemli<br />
yerleim yeri imdiki Selçuk ilçesinin merkezinde yer<br />
alan Ayasuluk tepesindeki kent veya kaledir. Çünkü Efes<br />
çevresinde bu döneme ilikin buluntular imdilik sadece<br />
burada ve yakınındaki önemli kült merkezi olan Artemis<br />
Tapınaı’nda bulunmaktadır.<br />
Hitit imparatorluk döneminde Hititlere yarı baımlı Arzawa<br />
krallıının MÖ 1400’lerde baımsızlıına kavutuu ve<br />
Arzawa-Mira bölgesinin bakentinin Apasas kenti olduu ve<br />
Ephesos adının Apasas’tan geldii (Apasas, Apa (a) ssa “Akarsu<br />
kenti” öelerinden türetilmitir) kabul edilmektedir.<br />
Sonuçta; Tunç çalarından (MÖ 3000) itibaren yerleilen<br />
Ayasuluk tepesi, Arzawa-Mira krallıı döneminde (MÖ<br />
1400-1200) bakent konumundaydı ve adı Apasas’dı. MÖ<br />
1050 yıllarında buraya Atina’dan göçmenler geldi ve yerli<br />
halkla birlikte yaamaya baladılar. Bu dönemde “Apasas”<br />
adı “Ephesos” olarak deiime uradı. MÖ 7. yüzyıldan<br />
itibaren bakenti Sardes olan Lydia krallıı bölgeye hakim<br />
oldu ve ünlü kralı Kroisos (Karun) Efes’i alıncaya kadar (MÖ<br />
560) Ayasuluk tepesi, Efes’in anakenti konumundaydı.<br />
Kroisos’un zorlamasıyla Artemis tapınaı çevresindeki<br />
yeni yerine taınan II. Efes, Artemis tapınaı çevresinde<br />
u anda 4.00 derinlikte kazılmayı beklemektedir. Bu kent<br />
MÖ 300 yıllarında skender’in generallerinden Lysimakhos<br />
tarafından Bülbül daı ile Panayır daı arasına taınmıtır.<br />
Bunun nedeni bir liman ve ticaret kenti olarak kalabilme<br />
isteidir. Çünkü Küçük Menderes nehrinin getirdii alüvyonlar<br />
eski limanı doldurmu ve batıda yeni bir limana gereksinim<br />
domutur.<br />
Yeni kurulan Hellenistik dönem kenti (imdi gezilen Efes)<br />
Roma çaında gelimi ve MÖ 29 yılından itibaren Romalı<br />
bir karakter kazanarak Roma’nın Batı Anadolu’yu (Asia’yı)<br />
idare eden genel valisinin yeni görev yeri “Asia eyaletinin<br />
bakenti” olmutur.<br />
109
Barı döneminde MS 2. yüzyılda gelimesinin doruk noktasına<br />
ulaan ve nüfusu 250 bin kiiyi bulan yeni Efes, döneminin<br />
dördüncü büyük metropolü konumuna ulamıtır.<br />
Ancak Efes kenti, zenginliini borçlu olduu limanını kullanılır<br />
halde tutabilmek için çaba harcadıysa da liman ancak<br />
MS 7. yüzyıla kadar kullanılmıtır.<br />
Bu tarihten sonra kent ilk kurulduu Ayasuluk tepesine<br />
taınmıtır. Çünkü burası hem bataklıktan uzak hem de<br />
sa’nın en sevdii genç havarisi St. Jean’ın mezarını saklayan<br />
büyük bir kiliseye sahiptir. Bu dönemde yeni kent<br />
“Efes” adının yerine St. Jean’la ilgili olarak “Hagios Thelogos”<br />
olarak anılmaya balamıtır.<br />
Aydınoulları tarafından 1304 yılında ele geçirilen ve “Ayasuluk”<br />
adını alan kent 1350-1390 yılları arasında beyliin<br />
bakenti olmutur. Erken Osmanlı döneminde eski önemini<br />
koruyan kent 17. yüzyıl sonunda bir köy haline gelmitir.<br />
1870’ te zmir-Aydın demiryolunun yapımı, Artemision<br />
ve Efes kazılarıyla tekrar canlanan turistik ilçe imdi “Selçuk”<br />
adıyla yaamını sürdürmektedir.<br />
Efes’te Roma Dönemi (MÖ 133 - MS 395)<br />
MÖ 133 yılında Bergama Krallıı’nın son bulması ile tüm<br />
Batı Anadolu Roma’nın kontrolüne geçmitir. Roma bu<br />
geni toprakları idare etmek için Asia eyaletini kurmu<br />
ve Efes, Roma mparatoru Augustus döneminden (MÖ 29<br />
yılında) itibaren bu eyaletin bakenti olmutur. Aynı yıl<br />
Efes’e gelen mehur Amasyalı tarihçi Strabon, “Efes’in gün<br />
geçtikçe zenginleen önemli bir liman ve ticaret kenti” olduunu<br />
yazmaktadır.<br />
Bu ekilde “Asia’nın lk ve En Büyük Metropolisi” ünvanına<br />
da sahip kentin büyük sorunu limanı olmutur. Küçük<br />
Menderes nehrinin getirdii alüvyonlarla sürekli olarak<br />
dolduu için gemilerin giri ve çıkıı zorlaan liman, birkaç<br />
kez temizlenmise de sorun devam etmektedir.<br />
Efes’i Roma mparatoru Traian (113) ve Hadrian (124 ve<br />
129’da) iki kez ziyaret etmilerdir. mparator Traian ve<br />
Hadrian’la balayan barı döneminde kentin öhreti daha<br />
da artmıtır. Artemis tapınaından baka iki imparator tapınaına<br />
sahip kentte be gymnasion (okul-hamam) ve<br />
bir kütüphane olması aynı zamanda bilim yuvası haline<br />
geldiinin göstergesidir.<br />
Roma’nın Asia Eyalet Merkezi Efes ve Celsus Kütüphanesi<br />
Cephesi’nin Mermer çilii<br />
Efes kent merkezinde, kazısı ve restorasyonu tamamlan-<br />
110
“Efes kent merkezinde, kazısı ve restorasyonu tamamlanmı ve Roma<br />
Çaı cephe mimarisine önemli bir örnek oluturan Celsus Kütüphanesi<br />
sadece Efes’in deil Türkiye’nin turizm amblemlerinden biridir.”
mı ve Roma çaı cephe mimarisine önemli bir örnek oluturan<br />
Celsus kütüphanesi sadece Efes’in deil Türkiye’nin<br />
turizm amblemlerinden biridir.<br />
106-107 yıllarında Asia eyaletinin prokönsülü (bölge valisi)<br />
olan Tiberius Julius Celsus Polemaeanus adına ina edilmitir.<br />
na yazıtında, Celsus’un olu ve 110 yılının könsülü olan<br />
C. Julius Aquila’nın kütüphaneyi babası için (117 yılından<br />
önce) bir “Heroon-Mezar Anıtı” olarak ina ettii yazılıdır.<br />
Büyük bir olasılıkla oul Aquila, öncelikle babasının vasiyetini<br />
yerine getirmek amacıyla kütüphane yerine heroon (mezar<br />
anıtı) yaptırmak istediyse de kent merkezinde bir mezar<br />
anıtı yapımı için izin alamadıı için kütüphane yaptırmak<br />
zorunda kalmıtır. Önce yapının merkezine babasının lahti<br />
(mezarını) yerletirilmi sonra inaat devam etmitir.<br />
Yapının en ilgi çeken kısmı restore edilmi olan iki katlı ve<br />
çok süslü cephesidir. 21 m. genilik, 16 m. yükseklikte ve<br />
dokuz basamak merdivenle çıkılan hareketli cephede eksene<br />
simetrik olarak yerletirilmi üç kapı yer alır. Üst kattaki<br />
pencerelerle uyumlu olan bu kapılardan kütüphane<br />
salonuna girilmektedir. Cephenin girintili ve çıkıntılı mimari<br />
bölümleri (aedikulalar) alt ve üst katların birbiri üstüne<br />
gelmeyecek ekilde planlanmıtır. Böylece hareketli fakat<br />
düzgün bir cephe düzenlemesi olumutur.<br />
Alt katta postamentler üzerinde yükselen pembe renkli,<br />
koyu damarlı ve yivsiz sekiz sütun ikierli olarak dört aedikula<br />
olutururken üst katta yine benzer ama daha ince<br />
olan sütunlardan üç aidikula meydana getirilmitir. Alt katta<br />
kompozit sütun balıkları yazıtlı aritrav (sütun ba tabanı),<br />
kıvrık dal frizi ve di kesimli geisonları (korni) taır. Üst<br />
kattaki korint düzenli sütun balıkları daha sade görünümlü<br />
üst yapı elemanları ile ortasında meduza kabartmaları<br />
olan üçgen ve yarım yuvarlak alınlıkları taımaktadır.<br />
Alt katın dört aedikulasında dekoratif çerçeveli niler içinde,<br />
Celsus’un erdemlerini sembolize eden heykeller yer<br />
alır. Orjinalleri Viyana Efes Müzesi’nde sergilenen heykellerden<br />
Sophia, bilgelik ve akıl; Arete, erdem ve karakter; Ennoia,<br />
kader ve muhakeme; Episteme de bilimi temsil eder.<br />
Mermer cephenin süslemelerini yapan mermer ustaları<br />
bazı bilim adamlarına göre hem Roma’daki yapılarda hem<br />
de Efes’te çalımılardır. Bu ustalar sadece Celsus kütüphanesinin<br />
cephesini deil Efes’te “Hadrian Tapınaı” olarak<br />
bilinen cadde üzerindeki anıt cephesinde de çalımılardır.<br />
Kütüphanenin en önemli özelliklerinden biri mimarların<br />
inaat sırasında aldatıcı bir perspektif yaratarak cepheyi<br />
olduundan daha geni gösterme becerisidir.<br />
112
Ön cephenin iki katlı görünümüne karın yapının içi üç katlıydı.<br />
Ortada ana ekseni oluturan yarım yuvarlak niin hakim<br />
olduu salon dikdörtgen bir plana sahiptir (11.00x16.70<br />
m.). Kitaplar (rulolar halindeki el yazmaları) üst iki kattaki<br />
dolap nilerinde saklanıyordu. Bu nilere önündeki ahap<br />
balkonlardan ulaılabilirdi. Salonun duvarları ve tabanı çe-<br />
itli renklerdeki mermer levhalarla kaplıydı.<br />
Kütüphane, kent merkezinde bina cephelerden olu-<br />
an büyük meydan düüncesinin bir parçasıdır. Ticaret<br />
Agorası’nın güney kapısına güneybatı taraftan birleen<br />
kütüphane binası 262 yılının korkunç depreminde yanıp<br />
yıkılmı ve daha sonra hiçbir ekilde kullanılmamıtır. Bir<br />
süre daha salam kalabilen cephe, Geç Antik dönemde (4.<br />
yüzyıl) önüne yapılan büyük çemenin arka duvarı haline<br />
getirilmitir. Burası da Orta Ça’da tamamen yıkılmı ve<br />
1905/6 yıllarındaki kazılarda öylece bulunmutur. Kazılar<br />
sonunda yüzde 70 oranında bulunan cepheye ait mimari<br />
blokları 1970-1978 yıllarında Mimar Prof. Dr. F. Hueber ve<br />
Prof. Dr. V. M. Strocka yönetiminde gerçekletirilen restorasyon<br />
çalımaları sonunda tümüyle ayaa kaldırılmıtır.<br />
Aydınoulları’nın Bakenti Ayasuluk ve sabey Camii<br />
Cephesindeki Mermer çilii<br />
Ayasuluk, Mentee Beylii’nin kurucusu Emir Mentee’nin<br />
damadı Sasa Bey tarafından 1304 yılında Türk egemenliine<br />
girmitir. 1308 yılında Aydınolu Mehmed Bey tarafından<br />
Beylik topraklarına katılan kent zamanla çok<br />
gelimitir. Mehmed Bey’in olu Umur Bey zamanında<br />
beyliin Ege Denizi’nde güçlenmesi Aydınoulları’nın<br />
ve Ayasuluk’un Küçük Menderes nehri aracılııyla ticari<br />
önemini yeniden kazanmasını salamıtır.<br />
Ayasuluk’ta (Selçuk) Aydınoulları dönemine ait anıtlar<br />
halen ayaktadır. Bunlar içinde en önemlisi sabey<br />
Camii’dir. sa Bey, Hızır Bey’den sonra beyliin baına<br />
geçerek 42 yıl hüküm sürmü (1348-1390) ve bakenti<br />
Birgi’den Ayasuluk’a taımıtır.<br />
13 Mart 1375 tarihinde inaatı tamamlanan sabey<br />
Camii’nin mimarı Suriyeli Ali ibn el Dımıki’dir. Ayasuluk<br />
kent merkezinde kalenin güneybatısında 50x55 m’lik alanı<br />
kaplayan cami, çapraz sahınlı veya transept tipli camiler<br />
sınıfına girmektedir.<br />
Harimde kıble yönüne dik uzanan çapraz sahının orta kısmı<br />
iki kubbeyle örtülüdür. Enine planlı olan bu tip camiler<br />
Harran Ulu Camii ve am Emeviye Camii gibi Hristiyanlık<br />
bazilikalarından camiye çevrilmi yapılardır. Artuklu döneminde<br />
Güneydou Anadolu Bölgesi’nde sıkça görülürler<br />
(Harran Ulu Camii ve Diyarbakır Ulu Camii).<br />
Emevi, Fatimi, Eyyübi ve Memlük Devri mimari süsleme<br />
özelliklerinin, Akdeniz ve Ege Denizi yoluyla Suriye’den<br />
Batı Anadolu’ya ulaması sonucu bu emanın bakent<br />
Ayasuluk’ta Aydınoulları döneminde sabey Camii’nde<br />
(1375) de uygulandıı görülür.<br />
Harimin ortasındaki kubbelerin kasnakları ve pandantifleri<br />
üzerindeki çini süslemeler dönemin ilginç eserlerindendir.<br />
Yan sahınlar ahap kırma çatılıdır.<br />
Yapının taç kapısında ve özellikle harim kısmının batı cephesinde<br />
bulunan dört pencere birbirinden farklı yapıları ve<br />
süslemeleriyle gerçek bir sanat harikası olarak kabul edilir.<br />
Bunların dı yüzlerindeki güzellik iç kısma da yansımıtır.<br />
Bu pencerelerde görülen renkli mermer içiliinin benzerlerine<br />
Suriye mimarisinde rastlanmaktadır. Bu durumda<br />
taç kapıyı ve pencereleri ileyen ustaların mimarla beraber<br />
Suriye’den geldii eklinde bir görü kabul edilse de<br />
yerli ustaların da burada çalıtıı kesindir.<br />
Ayasuluk sabey Camii, beylikler döneminde nadir görülen<br />
iki minareli (biri çok önce yıkılmıtır) camilerden biridir.<br />
Harimin kuzeyinde yer alan ve kalan izlerden üç kenarı revaklarla<br />
çevrili olduu anlaılan avlu, bu emanın Osmanlı<br />
öncesi dönemdeki ilk örneidir.<br />
113
Celsus kütüphanesinin cephesinde kullanılan mermer<br />
bloklar büyük olasılıkla Efes çevresindeki mermer<br />
ocaklarından getirilmitir. Ocaktan çıkarılıp ham blok<br />
veya yarı ilenmi olarak yapı alanına ulaan taların<br />
yapı elemanına dönütürülüp yerine yerletirilmesi için<br />
son bir aamadan geçmesi ve yanına konulacak dier<br />
elemanlarla birleecek yüzeylerin düzeltme ve perdahlama<br />
gibi ilemlerinin yapılması gerekir. Bundan sonra<br />
yerine yerletirilen mermer bloklarda geri kalan yüzeyler<br />
murç ve tarakla düzeltilip profiller ince bezemeler<br />
için hazır hale getiriliyordu.<br />
Bundan sonra blokların (mimari elemanların) görünecek<br />
yani açıkta kalacak yüzlerinin son ilemlerinin yapılması<br />
aaması, yapının biti aamasıdır. Bazı yapılarda bu ilem<br />
yarım kaldıı için aamaları izlemek kolaylamıtır.<br />
Bitmi bir yüzey pürüzsüz bir görüntü verirken bitirilmemi<br />
bir yüzeyin çeitli ilemlerden geçecei bellidir.<br />
Yüzeylere uygulanacak bezemeler daha önceden taın<br />
yüzeyine çizilip taslak oluturulur. Bundan sonra bezemeleri<br />
yapacak ustaların iskeleler üzerinde çalıması balar.<br />
Bu çalıma tamamen mali kaynaklarla ilikilidir. Ustaların<br />
ücretleri düzenli verildii takdirde çalıma en ince detayına<br />
kadar tamamlanır ve yapı teslim edilir.<br />
Celcus kütüphanesinde bu ilerin iyi gittii ve yapının eksiksiz<br />
tamamlandıı gözlenmektedir. Çünkü Celsus, ölümünden<br />
önce 25.000 denarius miras bırakmı ve bununla<br />
kütüphane yapılmasını ve kalan para ile kitap alınmasını<br />
vasiyet etmitir.<br />
Yapının yine mermerden yapılmı gerçek el sanatı harikası<br />
olan mihrabı ve minberi, geçen yüzyıllarda harap olmutur.<br />
Mihrap parçaları ve kitabesi 1988 yılında yapılan<br />
mihrap restorasyonu sırasında yerine yerletirilmitir.<br />
Sonuç olarak bin yıllık aralıklarla üç ayrı dönemde Batı<br />
Anadolu Bölgesi’ne üç kez bakentlik yapmı olan Efes’te,<br />
Roma çaı ve Aydınoulları dönemine ait iki önemli anıt<br />
yapı cephelerinin süslenmesi bakımından ele alınmıtır.<br />
Biri kütüphane dieri cami olarak ina edilen bu iki yapı,<br />
mermer içiliinin doruklarından sayılabilir.<br />
Buna karın Aydınolu sa Bey, kendinden önce sava dolu<br />
yılların getirdii ganimetler, verimli topraklardan gelen gelirler<br />
ve Venediklilerle yapılan ticaret antlamaları sonunda<br />
artan gümrük gelirlerinin büyük bir kısmını dini, toplumsal<br />
ilevli anıtların yapımına harcamıtır. Bunlardan en önemlisi<br />
halen ayakta kalabilen Ayasuluk’taki sabey Camii’dir.<br />
sabey Camii’nin cephesi, Anadolu Beylikler mimarisi<br />
içinde önemli bir yere sahiptir. Cephede kullanılan<br />
mermerlerden bir bölümünün harabe halindeki Artemis<br />
Tapınaı’ndan getirildii kesindir. Bir bölümünün<br />
ise St. Jean Kilisesi çevresinden ve olasılıkla camiden<br />
önce burada var olan Apollon Tapınaı ve Hristiyanlık<br />
bazilikasına ait olduu daha önce tarafımızdan ilk kez<br />
öne sürülmütür.<br />
ki yapıda benzer ve ilginç olan taraf yapı mimarları ve<br />
olasılıkla ustaların farklı yerlerden gelip burada inaatlar<br />
gerçekletirmeleridir. Celcus kütüphanesinde çalıanları<br />
daha önce Roma’da çalıtıı öne sürülürken, sabey Camii<br />
mimarının daha önce Suriye’de ve olasılıkla Konya’da çalıtıı<br />
öne sürülmektedir. Demek ki daha önceden beri bilinen<br />
mimar ve usta grupları günümüz inaat müteahhitlerinin<br />
grupları gibi ekonomik bakımdan güçlü ilerin yo-<br />
un olduu yerlere gidip belli yapılarda çalııyorlardı.<br />
*Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öretim Üyesi,<br />
Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Anıtı Kazı Bakanı<br />
114
Pupa Yelken<br />
Sanatla Geçen Bir Ömür<br />
Yusuf ILGIN<br />
“Platonik aşığım, deli gibi seviyorum. Camı, graniti, denizi, mehtabı, yıldızları, gerçekte olmayan yosun saçlı denizkızını,<br />
martıları, insanları, ülkemi ve İstanbul’u seviyorum. Neden platonik derseniz, veren hep ben oluyorum.<br />
Karşılığı da koca bir hiç… Bu aşkın bedeli üç kalp krizi, bir beyin kanaması… Vaâdlerle, alkışla karın doymuyor”<br />
diye serzenişte bulunuyor 40 yıllık cam ve granit ustası Sabri Sezener… Dünyada 100’ün üzerinde ilke imza atan<br />
değerli sanatkâr, eserlerini icra ettiği aynı zamanda da yaşamını sürdürdüğü “Sanatistan” adlı kendi yapımı<br />
olan teknesini bile küskünlük ve sıkıntıdan satılığa çıkardığını söylüyor.
Yaamının büyük bölümünü bir Osmanlı kalyonundan<br />
esinlenerek bizzat kendi yaptıı ve "Sanatistan" adını<br />
verdii atölye teknesinde sürdüren Sabri Sezener, cam<br />
ve granit oymacılıında dünyada birçok ilke imza atmı<br />
bir sanatkâr… En son yaptıı ihane Metrosu’ndaki<br />
“Beyolu’nda Kırmızı Tramvay” tablosu ise dünyanın en<br />
büyük ayna tablosu olma özellii taıyor. Guinness’e bile<br />
giren tabloyu teknesindeki atölyede Sezener, 15 günde<br />
bitirmi, tabii ki 40 sene artı 15 gün…<br />
Sanatçının öyle çok ve öyle güzel projeleri var ki… Ancak<br />
kendisine destek olan kimsenin olmadıını ve bu durumun<br />
kendisinde yarattıı kırgınlıı her fırsatta dile getiriyor<br />
Sezener... Yorgun ve hasta bedeninin bu aka ne kadar<br />
dayanacaını bilmese de yepyeni eserler ve projeler<br />
üretmeye devam ediyor. En çok gerçekletirmek istedii<br />
hayali ise; "Sanatistan"a koyduu satılık yazısının üzerine<br />
serptii ölü topraını atmak, yeniden can vermek kendine,<br />
canı saydıı teknesine… Ve ressam, müzisyen, ebrucu,<br />
hattat, tezhipçi, sedef kakmacı, tiyatrocu gibi sanat<br />
erbaplarından oluan mürettebatıyla çok sevdii ülkesini<br />
tanıtmak için liman liman gezmek… Her limanda demirlemek…<br />
Limanlara ota eklinde Osmanlı çadırları kurarak<br />
“Fotoraflarla Türkiye Sergileri” açmak… Bu sergilerle turistlere<br />
ülkemizin doal ve tarihi güzelliklerini tanıtmak…<br />
Aynı zamanda düzenlenen türlü etkinliklerle geleneksel<br />
sanatlarımızı anlatmak… Kısacası kültüre, sanata, turizme<br />
can-ı gönülden katkıda bulunmak… (Sezener’in bu güzel<br />
projesi ile ilgili detaylı bilgi www.sabrisezener.net adresinde<br />
yer almakta)<br />
Sabri Sezener ile nefis manzarasıyla stanbul’a doyuran,<br />
ku seslerinden baka ses, seda olmayan Karagümrük’teki<br />
Molla Akı Parkı’nda keyifli bir söylei gerçekletirdik.<br />
Sanatkârın bu parkta, falı içinde saklı kahve fincanından<br />
kendisi gibi kırık kalpli bardaklara kadar hiç biri dierine<br />
benzemeyen hediyelik objeler ürettii küçücük bir de<br />
atölyesi bulunuyor… Burada bakalarının hayal bile edemedii<br />
boyutta projelere ve eserlere imza atıyor. 75 bin<br />
metrekarelik ebru, 100 bin metrekarelik granite oyma stanbul<br />
tablosu bunlardan sadece iki küçük örnek.<br />
“Sanatçıların Gönlü Krallardan Zengindir”<br />
stanbul’da doup büyüyen Sabri Sezener, çocukluktan<br />
bu yana hep farklı eyleri sevmi. Arkadaları top peinde<br />
116
koarken, o çivi ve çekiçle oynamı, tahtadan bilyalı arabalar<br />
yapmı. Gel zaman git zaman müzie ilgi duymaya<br />
balamı ve ünlü sanatçılara elik eden profesyonel bas<br />
gitarist olmu, kolonlarını dahi kendisi tasarlamı, hatta<br />
bir de camdan gitar yapmı. Tiyatroyla da ilgilenmi<br />
bir dönem, orada da oyunculuun yanı sıra dekorlara da<br />
imza atmı. Sözün özü on parmaında on marifet olan<br />
deerli sanatkâr, hayatı boyunca ne yapsa her eyin en<br />
iyisini ve en güzelini yapmaya çalımı. Her ürettii eseri<br />
tek bir adet, kupon olarak üretmi.<br />
Önceleri bakır tabakların üzerine desenler yapan, ardından<br />
cam ve vitray sanatıyla ilgilenmeye balayan Sabri<br />
usta, 35 sene önce Bakırköy’de ilk atölyesini açmı.<br />
Bu atölyede vitrayın her türüyle ilgilenen sanatkâr o<br />
dönemleri öyle anlatıyor: “Öyle bir ey ki bir ara okul<br />
çocuklarından ev hanımlarına kadar herkes matlı camın<br />
üzerine cam boyası sürüp vitray yapıyorum diyordu, bu<br />
nedenle fark yaratmalıyım diye düündüm. 15 milim-19<br />
milim camlarla çalımaya baladım. Kendimce bazı sistemler<br />
gelitirdim. 19 milim cama 18 milim rölyef giriyor<br />
ve toplu ine ucu kadar defo bırakmıyordum. Oyma ilemeli<br />
sehpa yaptım, masa yaptım. Hiç unutmam yıl 1992<br />
idi. Camdan karyola ve yatak odası takımı yapmıtım.<br />
lemeli, oymalı, altında spotlar yanan ve her görende<br />
hayranlık uyandıran bir yatak odasıydı. Bu eserimi bir<br />
mobilya fuarında sergiledim, görenler hayran kalıyor,<br />
‘Pamuk Prenses’in yataı mı bu, krallara, kraliçelere layık’<br />
diyordu. Ben de ‘Sanatçıların gönlü krallardan zengindir’<br />
diyerek bu camdan karyola ve yatak odası takımını,<br />
Kuveyt Emiri <strong>El</strong> Sabah’a hediye ettim.”<br />
“Beik de Yaparım Tabut da…”<br />
Camdan çocuk beii hatta mezar taı dahi yapan sanatkâr,<br />
bir zamanlar camdan tabutlar da üretmi hatta yurt<br />
dıından sipariler almı. Ayrıca dev akvaryumlar üzerine<br />
yemek ya da toplantı masaları üretmi. Onu da esprili bir<br />
dille öyle özetliyor: “Bu masaların üzerinde yemek yemek<br />
çok keyifli ancak balık yerken aaıda yüzen canlı<br />
balıklara biraz ayıp oluyor.”<br />
Sanatçının granitle tanıması da tamamen tesadüf eseri<br />
olmu: “15-16 yıl önce granitin Türkiye’ye yeni yeni gelmeye<br />
baladıı dönemlerdi. Mermerci arkadaımın atölyesinde<br />
bir mimarla karılatık, granitle yaptırmak istedii<br />
objeler vardı. Bana bir gece müsaade edin dedim.<br />
Üçüncü denememde doadaki en sert doal ta olan graniti<br />
tereyaı gibi oymayı baarmıtım. Granitin de cam<br />
gibi oyulabileceini kefetmitim. Bu tesadüf benim granitle<br />
çok güzel eserler yapmama vesile oldu.” Sanatkâr,<br />
granitten Atatürk Anıtı, ehitler Anıtı, Molla Gürani Türbesi<br />
Anıtı’nı, Babakan Sayın Recep Tayyip Erdoan’ın<br />
Üsküdar’daki ofisindeki granit oyma dev stanbul tablosunu<br />
yapmı. Ayrıca Bayrampaa Belediye Bakanlık binasının<br />
giriindeki ilemeli cam cephe ve granit merdivenlerin<br />
üzerine oyma ileme icra etmi.<br />
Sabri ustanın ngiltere’den Kuzey Amerika’ya,<br />
Moskova’dan Tokyo’ya kadar dünyanın dört bir köesinde<br />
eserleri bulunuyor. Sanatkâr, pek çok cumhurbakanı<br />
ve babakana da ofisini ya da evini süsleyen eserler<br />
hediye etmi.<br />
117
Sanatistan çin Son Bir Ümit<br />
Sabri usta, 2000 yılında bir tekne yapmaya karar vermi.<br />
Hat üstatlarının eserlerini hatasızca her malzemeye ileyebildiini<br />
ifade eden sanatkâr, bu süreci öyle anlatıyor:<br />
“çinde Ashab-ı Kehf olan gemi eklinde bir hat yazısı geçti<br />
elime. Geminin 2 direi vardı. Birinde ‘la ilahe illallah’ di-<br />
erinde ‘maallah’ yazıyordu. Gemiyi cama ben iledim, o<br />
ufacık detayları ise kızlarım… Bunu da burada belirtmeden<br />
geçemeyeceim; 3 kızım var, u anda sanat anlamında<br />
beni geçtiler diyebilirim. Sırada torunlarım var, bayra-<br />
ı devralmak için hazırlanıyorlar. Ancak hiç kimseye unu<br />
öyle yap, böyle yap demedim. Onlar iyi birer izleyici oldular<br />
sadece… Neyse, kaıda çizdiim bu geminin gerçe-<br />
ini görmek için sabırsızlanıyordum. Bartın’a gittim ve iki<br />
kamyon kestane aacı alarak omurgayı yapmaya baladım.<br />
2 yıl sonra ise Osmanlı kalyonu görünümündeki büyük<br />
akım ‘Sanatistan’ ortaya çıktı. Denizde yüzen atölyem;<br />
14 m boyunda, çift direkli, kabasorta yelkenli kalyon<br />
halen stanbul Haliç Balat'ta bulunuyor. Koltuun kuma<br />
deseninden camlarına, merdivenlerinden perdelerine<br />
kadar lale figürünü kullandım. Her detayını kendi ellerimle<br />
oluturduum ve her köesinde ayrı bir sanatın, emein<br />
ve akın izlerini taıyan bu tekne u anda satılık… ihane<br />
Metrosu’nda bulunan ve Guinness’e bile giren dünyanın<br />
en büyük tablosunu ben bu teknede yaptım. On iki metre<br />
yükseklii ve on iki metre eni olan tabloyu, füme ayna arkasına<br />
sablajla çalıtım. Teknedeki 2 ufak masa üzerinde<br />
lego gibi tek tek parçaları oluturdum, altına siyah boya<br />
atılan resimde sadece tramvayı kırmızı olarak bıraktım.<br />
Adı da buradan geliyor zaten: ‘Beyolu’nda Kırmızı Tramvay’.<br />
Tabloda Beyolu’ndaki apartmanların dı yüzey ilemelerini,<br />
detaylarını ve tramvay nostaljisini en ince noktasına<br />
kadar iledim. Sanatistan’da ürettiim bu ve dier<br />
eserlerimde ne kadar emek olduunu tahmin bile edemezsiniz.<br />
Oysa ki ne projelerim vardı”. Gözleri dolarak anlatmaya<br />
devam ediyor emektar usta: “Sanatkar dostlarımla<br />
ve sevdiklerimle birlikte liman liman gezecek Türkiye’yi,<br />
kültürümüzü ve sanatımızı tanıtacaktık. Gene de son bir<br />
ümitle bekliyorum. Keke bir fırsat dosa…” Son olarak<br />
sanatçıların kıymetinin ancak öldükten sonra anlaılmasına<br />
çok içerlediini söyleyen sanatkâr kendisi için granitten<br />
yapmı olduu mezar taını gösteriyor bize ve “bakın”<br />
diyor, “Doum tarihim 03.06.1952, ölüm tarihim Bugün”…<br />
Sanatçıların ortak yazgısıdır yaarken deerlerinin bilinmemesi…<br />
O zaman, öyle olumsuz bir soru geliyor insanın<br />
aklına: ‘Bir sanatçının gerçek deerinin anlaılması için, o<br />
sanatçının mutlaka ölmesi mi gerekir’ Tabii ki, ‘hayır’dır,<br />
bu soruya verilecek cevap; ama bu ‘hayır’ın içinde bir de<br />
‘evet’ gizlidir aynı zamanda.<br />
2010 le lgili Projeleriniz Var mı<br />
“Böyle bir adamın çok özel projeleri olmaz mı” diyerek<br />
aniden heyecanlanıyor Sabri Usta. On sekizlik delikanlı<br />
gibi oturduu yerden fırlayıp, büyük coku ve heyecanla<br />
ufuklara doru bakarak balıyor anlatmaya… Dört büyük<br />
projem var; 2010’da stanbul’umu ve Türkiye’mi en güzel<br />
ekilde tanıtacak projeler. Üstelik iki tanesi de Guinness’e<br />
girecek.<br />
Bu önemli projelerden ilki; yeil rengi ve nostaljik görüntüsü<br />
ile dikkatleri üzerine çeken Osmanlı kalyonu teknem<br />
Sanatistan’ı flama, bayrak ve minik ııklarla aydınlatıp<br />
Haliç’te Fatih Sultan Mehmed’in gemileri gibi dolatırmak.<br />
Geceleri de direklerinin arasında let lambalarla “stanbul’u<br />
Seviyorum”, “Ich liebe dich”, “I love stanbul” yazıp yerli<br />
ve yabancı herkesin dikkatini çekerek aynı Kız Kulesi gibi<br />
118
Haliç’te de bu tekneyi stanbul’un simgelerinden biri haline<br />
getirebilmek.<br />
“kinci projem 100 bin metrekarelik, 5 kilometre uzunlu-<br />
unda granite oyma stanbul tablosu Guinness’e girecek<br />
dünyanın en büyük granit oyma stilize stanbul tablosu.<br />
Duvar çalıması yetkililerce uygun görülecek otoban ya<br />
da viyadük kenarında 3 veya 5 kilometre uzunluunda 10<br />
ya da 20 metre yüksekliinde duvarın boyutuna göre çalıılacak.<br />
Stilize olarak stanbul’un tarihi mekanları ve modern<br />
stanbul’un harmanlanması ile oluacak desenler,<br />
granite bulduum sistemle oyulup ilenecei için, binlerce<br />
sene deforme olmadan gelecee miras kalacak. Dünyanın<br />
en büyük tablosu üstelik dünyanın en güzel ehri<br />
stanbul’un tablosu”…<br />
“Üçüncü projem; Haliç’te deniz yüzeyinde Dünya’nın en<br />
büyük ebrusunun yapımı. Yekpare 75 binmetre karelik<br />
alanı olan 1500 metre uzunlukta 50 metre eninde dev<br />
ebru ve bu da bir ilk olarak Guinness’e aday.”<br />
“Bir uramadıım ebru vardı ama ebru da yaparsam böylesini<br />
yaparım” diyor Sabri Usta ve anlatmaya devam ediyor.<br />
“Bu proje için iki adet gemi, dört adet römorkör ve<br />
denizin yüzeyinden bu dev ebruyu kaldırabilmek için de<br />
güçlü bir helikopter gerekiyor”.<br />
“Dördüncü projem ise ‘Türkiye 2010, 10 Liman, 10 Sergi’.<br />
Söyleimizin baında da anlattıım gibi Sanatistan kalyonu<br />
ile stanbul’dan Alanya’ya kadar olan turistik limanlarda,<br />
ota çadırlarında Türkiye’nin her yöresinin fotoraflarının<br />
sergilenecei, yaklaık 6 ay sürecek turizm ve geleneksel<br />
sanat aırlıklı tanıtım projesi. Bu proje ile ilgili detaylı<br />
bilgileri, www.turkiye2010.net adresinde detaylı olarak<br />
anlattım”.<br />
Sanatçı, “bende daha ne çılgın projeler var” diyerek sürdürüyor<br />
sözlerini; “Gönlüm çok zengin, ancak yukarıdaki<br />
dev projeleri tek baıma gerçekletirebilmem olanaksız”.<br />
Sabri Usta duygulanarak hüzünlü gözlerle ufka dalıp kısık<br />
bir sesle, “Yine de ümidimi kırmıyorum. nanıyorum ki, sanata,<br />
denize ve ülkesine aık benim kadar gerçekten seven<br />
ve bu projelerime destek verebilecek kii ve kurulular<br />
vardır belki”…<br />
“Ben akım için yelken açmaya hazırım Haliç’te Balat sahilinde<br />
sizi bekliyorum”…<br />
“Biraz daha beklersem daha önce ertelediim son projemi<br />
gerçekletireceim. Yıllarımı verdiim gemim Sanatistan’ı<br />
yakacaım… Denizde kuraldır ‘artlar ne olursa olsun asla<br />
bir kaptan gemisini terk etmez’ gemi alev alev yanarken<br />
ben de içinde olacaım”… diyor.<br />
<strong>El</strong>ine salık, gönlüne salık Sabri Kaptan. Yaptıkların ve<br />
yapacakların için. Dileriz gemiyi yakmadan biran önce akınıza<br />
“Yelkenler Fora” komutunu verirsiniz.<br />
“Haliç’te durgun deniz yüzeyinde, yüzen sızdırmaz bariyerlerle<br />
1500 metreye 50 metre ebadında 75 bin metrekarelik<br />
bir ebru teknesi oluturacaım. yi bir çevreci ve kaptan da<br />
olduum için deniz suyunu ve çevreyi kirletmeyecek boyalar<br />
kullanarak akkase teknii ile yapacaım dev ebru, helikopter<br />
ve çelik halatlar yardımıyla su yüzeyinden havaya<br />
kaldırıldıında üzerinde stanbul silüeti ve 2010 logosu görülecek.<br />
Ebru, seyredenlerden hak ettii büyük beeni ve<br />
hayranlıı toplayacaktır. Hatta daha sonra dev ebrunun Bo-<br />
az Köprüsü’ne asılarak iki kıta arasında sergilenmesi yerli<br />
ve yabancı medya tarafından da ilgi ve alaka ile izlenecek.<br />
Tabii ki deniz yüzeyinde yapacaım stilize stanbul silüetli<br />
dev ebru da dier çalımalarım gibi Guinness’e girecek”.<br />
“Bu projem dolaylı olarak sayın Berlusconi’nin sanat danımanının<br />
kulaına gitmi. Bana her imkanı salayıp bu<br />
projemi talya’nın Napoli kentinde gerçekletirmemi istiyorlar.<br />
Ben inatla direniyorum bir sponsor bulup projemi<br />
stanbul’da gerçekletirebilmek için”…<br />
119
Nefahatü’l-Üns, T. 474, v. 302b.<br />
Dîvân-ı Hidâyet, T. 401, v. 19b.<br />
İslâm <strong>El</strong> Yazmalarıyla Ünlü<br />
Chester Beatty Kütüphânesi<br />
Yrd. Doç. Dr. Celalettin KARADAŞ*<br />
2002 yılında, Avrupa Yılın Müzesi seçilen Chester Beatty Müzesi, kurucusu Sör Alfred Chester Beatty’nin ismiyle<br />
anılmaktadır. Müze, İrlanda Cumhuriyeti’nin başkenti Dublin şehir merkezinde bulunmakta ve ziyaretçilerin akınına<br />
uğramaktadır.<br />
Kütüphânenin kurucusu Chester Beatty (1) (1875-1968) New<br />
York’ta dodu. Columbia Üniversitesi’nde maden mühendislii<br />
okudu. Mısır’da bulunduu dönemlerde, slâm sanatına<br />
ilgi duydu. Bilhassa yüksek kaliteli tezhipli el yazmalarından<br />
meydana gelen bir koleksiyon oluturdu. XX.<br />
yüzyılın balarına kadar, Türk eserlerinin hâlâ Batılılar tarafından<br />
ilgi gördüü ve el yazması kitapların Avrupalı koleksiyoncular<br />
tarafından satın alındıı bilinmektedir. Ünlü<br />
Chester Beatty Müzesi
koleksiyoncu Beatty’nin çeitli el yazmalarını satın alma<br />
istei ile ilgili olarak bir baka ünlü koleksiyoncu Calouste<br />
Gulbenkian’la fikir teâtîsinde bulundukları, birbirlerine<br />
yazdıkları mektuplardan anlaılmaktadır (2) . 1930’lu yıllarda<br />
slâm koleksiyonuna birçok el yazması ekleyen Beatty,<br />
1953’te bu eserleri sergilemek için bir bina satın alarak<br />
müze haline getirdi. Müze, Beatty’nin ölümünden sonra<br />
imdiki binasına taındı. Dublin Castle’ın bahçesinde<br />
bulunan Clock Tower, bütünüyle restore edildi.<br />
Bu binaya eklenen yeni yapı, sergi salonları<br />
olarak, eski bina ise müracaat kütüphâne olarak<br />
aratırmacıların hizmetine sunuldu (3) .<br />
<strong>El</strong> yazmaları, Orta Ça’ın balarından<br />
îtibâren devlet adamları ve zengin kesimin<br />
ilgisini çekmi, önemli bilim merkezlerinde<br />
kütüphâneler kurulmu ve kitapçı<br />
dükkânları açılmıtır (4) . <strong>El</strong> yazmaları, sahip<br />
oldukları kiilerin kültürel ve ekonomik<br />
zenginliklerini yansıttıı için sanatsever<br />
kiiler, kitaplarının sanat deeri taımasına<br />
özen göstermiler ve bir îtibar göstergesi<br />
olarak bu eserlere sahip olmulardır.<br />
Alfred Chester Beatty de kütüphânesinde Dou<br />
ve Batı medeniyetlerinin önemli eserlerinin yer<br />
aldıı Dou Asya, slâm ve Batı Koleksiyonu adı<br />
altında üç büyük koleksiyonu barındırmaktadır.<br />
Üzerinde duracaımız slâm Koleksiyonu’nda,<br />
muhtevâsı îtibâriyle kıymetli el yazmaları yer<br />
Fuzûlî Dîvânı, T. 440, v. 55a.<br />
Fuzûlî Dîvânı, T. 440, Üst kab<br />
almaktadır. slâm yazı sanatının büyük isimlerinin yazmı<br />
oldukları Kur’ân-ı Kerîmler, delâilü’l-hayrâtlar, en’âm-ı<br />
erîfler, risâleler, evrâd-ı erîfler, murakkaa’lar, levhalar ve<br />
divânlar koleksiyonun gözde parçaları arasındadır.<br />
slâm Koleksiyonu, Kur’ân, Arap, Türk, ran ve Mool-Hint<br />
koleksiyonlarından meydana gelmektedir. Kur’ân Koleksiyonu,<br />
260’tan fazla Kur’ân ve Kur’ân parçalarından olumaktadır.<br />
Bu koleksiyonun yaklaık 30 tanesi (5) Türk<br />
hattatları tarafından yazılmı eserlerdir. Bunlar arasında,<br />
Yahya Sûfi (Is. 1475), Yakut el-Mustasımî (Is. 1452),<br />
eyh Hamdullah (Is. 1517), Mustafa Dede (Is. 1523),<br />
Hasan b. Ahmet al-Karahisarî (Is. 1527), Mustafa el-<br />
Eyyûbî (Is. 1526), Dervi Ali (Is. 1564), Çemir<br />
Hâfız (Is. 1580) gibi ünlü hattatların kaleminden<br />
çıkmı yazmalar sayılabilir. Arap<br />
Koleksiyonu’nda, yaklaık 2650 yazma bulunmaktadır.<br />
Bu yazmalar, tarih, corafya,<br />
tıp, astronomi, matematik ve dilbilim gibi<br />
konuları içermektedir. ran Koleksiyonu,<br />
yaklaık 330 yüksek kaliteli yazmadan<br />
müteekkildir. Burada, Firdevsi (6) (ö. 1020)<br />
(ran’ın milli destanı âhnâme’nin müellifi<br />
olup, eserine ruh ve aklı yaratan Allah’ın adıyla<br />
balayıp, her eyin üzerinde gördüü aklı ve bilgiyi<br />
över), Nizâmî (7) (Nizâmî-i Gencevî (ö. 1214)<br />
Fars edebiyatında hamse türünün kurucusu<br />
sayılan air. Farsça, Arapça, Pehlevice, Süryanice,<br />
brânîce, Ermenice ve Gürcüce olmak üzere<br />
121
Dîvân-ı Hidâyet, T. 401, v. 29b-30a.<br />
7 dil bilmektedir. Penç Genç adıyla da bilinen ve yaklaık<br />
35.000 beyitten meydana gelen eserini 35-40 yılda tamamlamıtır).<br />
Sa’dî (Sa’dî-i îrâzî (ö. 1292) Fars edebiyatının en<br />
büyük airlerinden olup, Bostan ve Gülistan’ın yazarıdır).<br />
Hâfız (8) , (Hâfız-ı îrâzî (ö. 1390) ran’ın önde gelen lirik airlerinden<br />
biridir. Hâfız-ı îrâzî Dîvânı’nın, bu nüshadan baka<br />
Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3907’ de bir nüshası vardır.)<br />
ve Câmi (9) (Abdurrahman Câmi (ö. 1492) ranlı âlim ve<br />
airlerden biridir) gibi ünlü airlerin eserleri bulunmaktadır.<br />
Mool-Hint Koleksiyonu, yaklaık 1000 eserden oluur.<br />
Özellikle Ekber ah (Bâbürlü hükümdarı, 1556-1605), Cihangir<br />
(Bâbürlü hükümdarı, 1605-1627) ve ah Cihan dönemlerine<br />
ait, Ekbernâme (Ekber ah döneminin ünlü âlim, air<br />
ve devlet adamı Ebü’l-Fazl el-Allâmî’nin (ö. 1602) hükümdar<br />
adına yazdıı, Hindistan’ın idari, siyasi ve dinî hayatına dâir<br />
mehur eseridir), Ekber Tarihi ve tek varak halinde minyatürler<br />
koleksiyonun gözdeleridir. Türk Koleksiyonu (10) , slâm<br />
Koleksiyonu’nun en küçük bölümüdür. Koleksiyonda, 160<br />
civarında eser bulunmaktadır. Ancak, burada bulunan eserler<br />
arasında, özellikle, hat, tezhip, cilt ve minyatür sanatları<br />
açısından büyük öneme haiz eserler yer almaktadır.<br />
Mevzu bahis ettiimiz bu yazmalar arasında, Mustafa<br />
Dede bin Hamdullah imzalı en’âm-ı erîf, Chester Beatty<br />
Kütüphanesi Is. 1523 numarada kayıtlıdır. XVI. yy. Türk<br />
hat sanatının önemli isimleri arasında yer alan Mustafa<br />
Dede, “eyh Mektebi”nin temsilcilerinden biri olup (11)<br />
birçok Mushaf, en’âm, cüz, murakkaa ve kıt’a yazmıtır.<br />
Eserleri, yerli ve yabancı koleksiyonlarda bulunmaktadır.<br />
Buradaki en’âm, 16.8x11.7 cm. ebatlarındadır. En’âm<br />
Sûresi’nin (6. Sûre-165 ayet) nesih hattıyla, 10 satır halinde<br />
tertip edilmesiyle hazırlanmıtır. Yazma, 25 varak<br />
olup, tüm sayfalarına halkârî bezeme yapılmıtır (12) .<br />
Is.1527’de ki Kur’ân ise Sokullu Mehmed Paa (1505-1579)<br />
için istinsâh edilmi (13) , Ramazan 977 / ubat 1570 tarihli<br />
ve Hasan ibn Ahmed al-Karahisârî (Hasan Çelebi) imzalıdır.<br />
Sanatkârın, hocası Karahisârî’nin yazılarından ayırt<br />
edilemeyecek derecede maharetli ve aynı üslupta yazdı-<br />
ı eser, 20x13.3 cm. boyutlarındadır. Kur’ân’ın kabı, klâsik<br />
Türk cildi tarzında, koyu kırmızı renkte hazırlanmıtır. Eserin<br />
ilk dört ve son iki sayfası silme tezhipli olup, dier sayfalar<br />
halkârî tarzda bezenmitir.<br />
Bir dier eser, Hâfız Osman’ın (1052/1642-1110/1698) hocası<br />
(14) olan Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî (1028/1619-<br />
1097/1686) tarafından yazılan, Is.1526 numarada kayıtlı<br />
Mushaf’dır. Hattatın elli kadar Kur’ân-ı Kerîm yazdıı (15) ancak,<br />
ülkemizde bilinen tek Kur’ân’ının Topkapı Sarayı Müzesi<br />
Kütüphânesi Y.761’de (16) , bir dierinin de Chester Beatty<br />
Kütüphanesi’nde olduu bilinmektedir (17) . Kur’ân, 23x15,5<br />
cm. ölçülerinde, ilek ve olgun bir nesih hattı ile 13 satır üzerine<br />
tertip edilmitir. Yazma, 427 varaktır. Ketebe sayfasında,<br />
Mustafa el-Eyyûbî imzası göze çarpar. Tarihsiz olup, takrîben<br />
XVII. asrın ikinci yarısına tarihlenmektedir. Kur’ân’ın kabı, dönemine<br />
ait klâsik Türk cildidir. Kap, miklepli olup, alttan ayırma<br />
emse cilt tarzında, koyu kırmızı renkte hazırlanmıtır.<br />
Müzede bulunan önemli edebî eserlerden biri, dîvân edebiyatımızın<br />
ünlü âiri Muhammed b. Süleyman Fuzûlî’nin<br />
(ö. 963/1556) (18) T. 440’daki Fuzûlî Dîvânı’dır (19) . Ülkemiz ve<br />
dünya müzeleriyle, ahsi koleksiyonlarda bir çok nüshâsı<br />
vardır. Buradaki dîvân, takriben XVII. yy’a tarihlenmektedir<br />
(20) . Eser, 17.2x10.5 cm. boyutlarında, iki sütun halinde<br />
ve 12 satır olarak yazılmıtır. Yazma, 94 sayfadan meydana<br />
gelmektedir. Kitabın kabı kestane rengi, lake cilttir. Üst<br />
kap koyu turuncu renkte olup, üzerine çeitli çiçeklerden<br />
oluan bir buket ilenmitir. Motifler, tarama tekniiyle<br />
gölgelendirilmi, altın ve renkle tahrîrlendirilmitir. Dîvânın<br />
v. 18a, v. 34b, v. 55a, v. 75b ve v. 93a sayfalarında bulunan<br />
minyatürler, Geç Safavî Devri tarzında ve Rıza Abbasî resimlerinin<br />
en güzel örnekleri (21) arasında sayılabilir.<br />
Chester Beatty Kütüphanesi T. 401’de bulunan Hidâyet<br />
Dîvânı ise bir baka edebî eser olup, Türkmen el yazmalarının<br />
önemli bir numûnesidir. iirlerinde Hidâyet mahlasını<br />
kullanan Hidâyetullah Beg ismine, edebiyat tarihimiz-<br />
122
Kur'ân, Mustafa el-Eyyûbî, Is. 1526, v. 420b-421a.<br />
le ilgili kaynaklarda rastlanmamaktadır (22) . Hidâyetullah<br />
Beg’in hayatı ve edebî kiilii hakkında söylenebilecek<br />
olanlar da, dîvândaki kayıtlardan ve ipuçlarından elde<br />
edilebilecek bilgilere balı kalmaktadır. Chester Beatty<br />
nüshasının zahriye sayfasındaki metinden anlaıldıına<br />
göre, bu nüshanın Akkoyunlu hükümdarı Sultan Halil’in<br />
kütüphanesi için hazırlandıı görülür (23) . Bu nüshadan baka,<br />
Dîvân-ı Hidâyet yazmalarının, Oxford Bodleian Kütüphanesi,<br />
Kirman ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde<br />
birer nüshası (24) vardır. Dîvân, 883/1478’e tarihlenmekle (25)<br />
beraber ketebe kaydı ve tarihi yoktur (26) . Eser, 17.3x12.3<br />
cm. boyutlarında, 2 sütun halinde, 11 satır olarak, nestâ’lık<br />
hattıyla, ince krem rengi kaıt üzerine is mürekkebiyle<br />
yazılmıtır. Kitabın kabı, kahverengi sahtiyan deri kullanılarak<br />
souk emse cilt tarzındadır. Üst, alt kap ve miklep<br />
içi, kaatı teknii ile müebbek emse tarzda hazırlanmıtır.<br />
Yazma, 3b, 8b, 19b, ve 70b’ de olmak üzere dört minyatüre<br />
sahiptir.<br />
<strong>El</strong>e alınan son eser, T. 474 numarada kayıtlı, Nakibendî<br />
tarikatının büyük sûfilerinin hal tercümeleriyle, tasavvufi<br />
terimlerin açıklamalarını ihtiva eden Nefahatü’l- Üns<br />
(Nefahat; güzel kokular, esintiler. Üns; Tasavvufi bir kelime<br />
olup, sufilerin kalplerinde Allah’ı müahede etmeleri<br />
ve sadece Hak ile huzurda bulunmaları durumudur.) isimli<br />
eserdir. Abdurrahman Câmi’nin (ö.898/1492) en önemli<br />
mensur eserlerinden biridir. Birçok nüshası bulunmaktadır.<br />
Buradaki eser, 883/1478’de tamamlanmıtır. 30.6x19<br />
cm. boyutlarında ve 17 satır halinde tertip edilmitir. 377<br />
varaktan olumaktadır. Eser, nestâ’lık hattıyla yazılmıtır.<br />
Kitabın kabı, koyu kahverengi sahtiyan deri ile mülemma<br />
emse cilt tarzında hazırlanmıtır. Üst kap içi müebbek<br />
emse halinde kaatı teknii ile ilenmitir. 42b, 79b,<br />
116a, 177b, 219b, 266b, 276a, 302b.’de olmak suretiyle sekiz<br />
adet minyatürlü sayfa vardır. 302b.’de, Muhyiddin bn-i<br />
Arabî tasvir edilmitir. Bu minyatürde, Arabî’nin atei bir<br />
filozofun kucaına dökerek, atein yaktıı gibi mallarının<br />
da onları yakacaı ve Allah’ın onları mallarından mahrum<br />
edecei ile ilgili bir sahne resmedilmitir.<br />
Burada zikrettiimiz birkaç eser bile Türk-slâm medeniyetinin<br />
zenginliini ortaya koymak için yeterlidir. Medeniyetimize<br />
ait eserler tetkîk edilerek, yayın ve konferanslarla<br />
daha geni kitlelere tanıtılmalıdır. Chester Beatty Müzesi<br />
sergi salonlarında tehir edilen eserler meraklıları için,<br />
müracaat kütüphânede muhafaza edilen eserler de aratırmacılar<br />
için görülmesi gereken büyük bir hazine hükmündedir.<br />
Bilhassa, kitap sanatları üzerinde çalıan aratırmacılar,<br />
burada zikredemediimiz birçok nadide yazmayı<br />
kütüphanede görme imkânı bulacaklardır.<br />
Kaynaklar<br />
Kur'ân, Mustafa el-Eyyûbî, Is. 1526, Alt kap-sertab-mıkleb<br />
Alparslan, Ali, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, stanbul 1999.<br />
Arberry, J. Arthur, The Koran Illuminated A Handlist of the Korans<br />
in the Chester Beatty Library, Dublin 1967.<br />
Dakukî, brahim, “Fuzûlî’nin Hayatı Hakkında Bazı Yeni Tesbitler<br />
ve Arapça Divânı Üzerine Düünceler”, Fuzûlî Kitabı, stanbul<br />
1996, s. 53-68.<br />
Derman, Uur, Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi, Yeilay <strong>Dergisi</strong>,<br />
S. 413, 1968, s. 18-20.<br />
Derman, Uur, slâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, stanbul 1992.<br />
Fidalgo, Manuela, “Kitap tutkunu Calouste Gulbenkian”, Lizbon<br />
Calouste Gulbenkian Müzesi’nden Bayapıtlarla Dou’dan Batı’ya<br />
Kitap Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar, stanbul 2006, s. 39-49.<br />
Horton, Charles, Alfred Chester Beatty, Dublin 2003.<br />
James, David, Qur’ans and Binding from The Chester Beatty Library,<br />
London.<br />
123
Kur'ân, Hasan Çelebi, Is. 1527, Ketebe Sayfası, v. 356b.<br />
Kanar, Mehmet , “Firdevsî” mad., DA, XIII, stanbul 1996, s. 125-127.<br />
Kanar, Mehmet, “Nizâmî-i Gencevî” mad., DA, XXXIII, stanbul<br />
2007, s. 183-185.<br />
Karada, Celalettin, “Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî’nin Kur’ânı”,<br />
Güzel Sanatlar Enstitüsü <strong>Dergisi</strong>, S. 21, Erzurum 2008, s. 113-121.<br />
Karada, Celalettin, “Chester Beatty Kütüphanesi Türk Koleksiyonu<br />
ve <strong>El</strong> Yazmalarımızdan Birkaçı” Tezhip Buluması Sempozyumu,<br />
stanbul - 26 Nisan 2009.<br />
Karada, Celalettin, “Türk Kültür Medeniyetinin Zengin Mirası <strong>El</strong> Yazmaları<br />
ve Bir Fuzûlî Dîvânı Nüshası”, Uluslararası Türklük Bilgisi Sempozyumu<br />
Bildiriler, I-II, Erzurum 2009, s. 631-636.<br />
Karada, Celalettin, “Dublin Chester Beatty Müzesi’nde Korunan<br />
Bir aheser: Hidâyet Dîvânı”, 10. Ulusal <strong>El</strong> Sanatları Sempozyumu,<br />
zmir 2009, s. 188-195.<br />
Karahan, Abdülkadir, “Fuzûlî”, DA, XIII, stanbul 1996, s. 240-246.<br />
Korkmaz, Zeynep, “XV. Yüzyıl Azerî Türkçesinin Deerli Bir Temsilcisi<br />
Emîr Hidâyetullah ve Dîvânı”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar,<br />
Ankara 1995, s. 516-526.<br />
Minorsky, V, The Chester Beatty Library: A Catalogue of the Turkish<br />
Manuscripts and Miniatures, with an introduction by J. V. S.<br />
Wilkinson, Dublin 1958.<br />
Okumu, Ömer, “Abdurrahman Câmi”, mad., DA, VII, stanbul<br />
1993, s. 94-99.<br />
Rado, evket, Türk Hattatları, stanbul 1984.<br />
Serin, Muhittin, Hattat eyh Hamdullah, stanbul 1992.<br />
Serin, Muhittin, Hat Sanatı ve Mehur Hattatlar, stanbul 1999.<br />
Tanındı, Zeren, “Kitap ve Tezhibi”, Osmanlı Uygarlıı, I-II, 2005 Ankara,<br />
s. 864-891.<br />
The Chester Beatty Library, Dublin 2004.<br />
Yazıcı, Tahsin, “Hâfız-ı îrâzî”, mad., DA, XV, stanbul 1997, s. 103-106.<br />
1. Alfred Chester Beatty hakkında geni bilgi için bkz. C. Horton,<br />
Alfred Chester Beatty, Dublin 2003.<br />
2. M. Fidalgo, “Kitap tutkunu Calouste Gulbenkian”, Lizbon Calouste<br />
Gulbenkian Müzesi’nden Bayapıtlarla Dou’dan Batı’ya Kitap<br />
Sanatı ve Osmanlı Dünyasından Anılar, stanbul 2006, s. 43.<br />
3. The Chester Beatty Library, Dublin 2004, s. 7-10.<br />
4. Z. Tanındı, “Kitap ve Tezhibi”, Osmanlı Uygarlıı, C. II, 2005 Ankara,<br />
s. 865.<br />
5. A. J. Arberry, The Koran Illuminated A Handlist of the Korans in<br />
the Chester Beatty Library, Dublin 1967, s. 57-72.<br />
6. Bkz. M. Kanar, “Firdevsî” mad., DA, XIII, stanbul 1996, s. 125-<br />
127.<br />
7. Bkz. M. Kanar, “Nizâmî-i Gencevî” mad., DA, XXXIII, stanbul<br />
2007, s. 183-185.<br />
8. Bkz. T. Yazıcı, “Hâfız-ı îrâzî”, mad., DA, XV, stanbul 1997, s.<br />
103-106.<br />
9. Bkz. Ö. Okumu, “Abdurrahman Câmi”, mad., DA, VII, stanbul<br />
1993, s. 94-99.<br />
10. Bu koleksiyona ait katalog için bkz. V. Minorsky, The Chester<br />
Beatty Library: A Catalogue of the Turkish Manuscripts and Miniatures,<br />
with an introduction by J. V. S. Wilkinson, Dublin 1958.<br />
11. . Rado, Türk Hattatları, stanbul 1984, s. 65; M. Serin, Hattat<br />
eyh Hamdullah, stanbul 1992, s. 49-53.<br />
12. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Chester Beatty<br />
Kütüphanesi Türk Koleksiyonu ve <strong>El</strong> Yazmalarımızdan Birkaçı”,<br />
Tezhip Buluması Sempozyumu, stanbul - 26 Nisan 2009.<br />
13. D. James, Qur’ans and Binding from The Chester Beatty Library,<br />
(No. 73 Qur’ân), London.<br />
14. U. Derman, slâm Kültür Mirâsında Hat Sanatı, stanbul 1992,<br />
s. 199.<br />
15. U. Derman, “Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi”, Yeilay <strong>Dergisi</strong>,<br />
S. 413, 1968, s. 19; Rado, s. 104; A. Alparslan, Osmanlı Hat<br />
Sanatı Tarihi, stanbul 1999, s. 49; M. Serin, Hat Sanatı ve Mehur<br />
Hattatlar, stanbul 1999, s. 115.<br />
16. Derman, Suyolcuzâde Eyyûbî Mustafa Efendi, s. 19.<br />
17. C. Karada, “Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî’nin Kur’ânı”, Güzel<br />
Sanatlar Enstitüsü <strong>Dergisi</strong>, S. 21, Erzurum 2008, s. 116.<br />
18. Minorsky, s. 71; A. Karahan, “Fuzûlî”, DA, XIII, stanbul 1996,<br />
s. 240; . Dakukî, “Fuzûlî’nin Hayatı Hakkında Bazı Yeni Tesbitler<br />
ve Arapça Divânı Üzerine Düünceler”, Fuzûlî Kitabı, stanbul<br />
1996, s. 55.<br />
19. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Türk Kültür<br />
Medeniyetinin Zengin Mirası <strong>El</strong> Yazmaları ve Bir Fuzûlî Dîvânı<br />
Nüshası”, Uluslararası Türklük Bilgisi Sempozyumu Bildiriler II, Erzurum<br />
2009, s. 631-636.<br />
20. Minorsky, s. 72.<br />
21. Minorsky, s. 72.<br />
22. Z. Korkmaz, “XV. Yüzyıl Azerî Türkçesinin Deerli Bir Temsilcisi<br />
Emîr Hidâyetullah ve Dîvânı”, Türk Dili Üzerine Aratırmalar, I,<br />
Ankara 1995, s. 518.<br />
23. Korkmaz, s. 519.<br />
24. Bu dîvânlar hakkında geni bilgi için bkz. Korkmaz, s. 516-526.<br />
25. Minorsky, s. 2; Korkmaz, s. 517.<br />
26. Bu eser hakkında geni bilgi için bkz. C. Karada, “Dublin Chester<br />
Beatty Müzesi’nde Korunan Bir aheser: Hidâyet Dîvânı”, 10.<br />
Ulusal <strong>El</strong> Sanatları Sempozyumu, zmir 2009, s. 188-195.<br />
*Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları Bölümü Tezhip ASD<br />
Bakanı<br />
Dipnotlar<br />
Clock Tower (Müracaat Kütüphâne)<br />
124
Fatih Sultan Mehmed<br />
(30 Mart 1432 - 3 Mayıs 1481)<br />
Fatih’in Hoşgörüsü ve Adaleti<br />
Nermin TAYLAN*<br />
Fethin ardından yaptığı konuşmada Fatih, Bizans halkına hitaben, “Kaldırın başlarınızı! Şu andan itibaren benim<br />
tebaamsınız. Artık kimse size zarar veremeyecektir. Dininizde, dilinizde, iş ve ticaretinizde tamamen serbestsiniz.<br />
Kiliseleriniz açık kalacak, ibâdetlerinizi kendinize göre yaparsınız, ancak çan çalmayacaksınız. Burada<br />
kalmak istemeyen, kurtuluş akçesi vererek istediği yere gidebilir. İstanbul’da kalacaklar, eskisinden daha çok<br />
rahat edecekler.” diyerek hoşgörüsünü ve adaletini dünyaya bir kez daha ispatlamıştır. Fatih’in hoşgörüsünün<br />
en büyük delillerinden biri de, Galata Cenevizlilerinin sulh teklifine karşı verdiği ahitnamedir. Ahitname, günümüzde<br />
geleneksel sanatlarla uğraşan sanatçıların ellerinde geleceğe ışık saçıyor.<br />
stanbul’u almak, yüzyıllar boyu birçok komutan ve devlet<br />
adamının hayallerini süslemitir. Romalılar devrinde bu güzel<br />
ehri elde etmek isteyen kavimler, bu emellerine ulamak<br />
sevdasıyla dört bir yandan ordularını buraya sevk etmilerdir.<br />
stanbul’un fethi, Fatih’e kadar, Müslümanlar için de önemli<br />
bir gaye olmutur. Hz Muhammed (s.a.s)’in “stanbul bir<br />
gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan,<br />
onu fetheden asker ne güzel askerdir.” hadisi bu<br />
gayeyi hep canlı tutmutur. Daha ilk devirlerden itibaren<br />
birçok Müslüman komutan ve devlet adamı, stanbul’u<br />
fethetmek için gayret sarf etmitir. Müslümanlar 100 yıla<br />
yakın süre stanbul’un fethinin peinde komu, ancak bu<br />
idealin gerçekletirilmesi Fatih’e nasip olmutur…<br />
Fethin Arifesinde Bizans<br />
Fatih Sultan Mehmed, babası II. Murat'ın vefatından sonra<br />
(ubat 1451) tahta geçer geçmez stanbul’un fethine yönelir.<br />
lk iinin Bizans’ın fethi olacaı ayiası daha ehzadelii<br />
zamanından beri bilinmektedir. Bunun için de ilk<br />
önemli adım olarak Boaziçi’nde, ehrin hemen dibine<br />
Rumelihisarı’nı ina ettirir.<br />
O sıralarda Bizans’ta ciddi mezhep kavgaları hüküm sürmektedir.<br />
stanbul’un sukut edecei bilindii halde, mezhep<br />
ihtilafı sönmemitir. Ayasofya’ya maara ve Rafızîlerin<br />
mezbahı (kurban kesim yeri) adı verilmitir. çinde kiliselerin<br />
birlemesini isteyenler tarafından ruhani ayin icra olunduundan,<br />
Dukas’a göre kirlenmemek için hiçbir Bizanslı<br />
bu mabede girmemektedir. Bizans Devleti’nin en saygın<br />
kiilerinden Leon Notaras, “stanbul’un içinde Türk sarıını<br />
görmek, latin serpuunu görmekten daha iyidir” demitir.<br />
stanbul’un fethinden bir gün önce, Ayasofya’da imparator<br />
ile bütün devlet ve saray erkânının gözyalarıyla katıldıı<br />
büyük bir ayin yapılmıtır. Alphonse de Martine, fetihten<br />
bir gün önce halkın duygularını öyle anlatır: “Son günün<br />
125
Galata Zimmilerine Verilen Ahidname<br />
(Galata zimmîlerin ahidnâmesidir. Ebül-Feth Sultân Muhammed<br />
Hân stanbul'u feth eyledükde vermitir. Rumca yazılub<br />
üzerine tura çekilmitir)<br />
“Ben Ulu Padiâh ve ulu ehinâh Sultan Muhammed Hân<br />
bin Sultân Murâd'ım. Yemin ederim ki, yeri göü yaradan<br />
Perverdiar hakkı içün ve Hazret-i Resûlün-Aley'is-Salâtü<br />
Ve's-Selâm-pâk, münevver, mutahhar ruhu içün ve yedi<br />
Mushaf hakkı içün ve yüz yirmi dörtbin peygamberler hakkı<br />
içün, de-dem ruhîçün ve babam ruhîçün, benim baım<br />
içün ve olanlarım baîçün, kılıç hakkîçün, imdiki hâlde<br />
Galata'nın halkı ve merdüm-zâdeleri atebe-i ulyâma dostluk<br />
içün Babalan Pravizin ve Markizoh Frenku ve tercümanları<br />
Nikoroz Baluu ile Kal'a-i mezkûrenin miftâhın gönderüb<br />
bana kul olmaa itâat ve inkıyâd göstermiler. Ben dahi;<br />
1. Kabul eyledim ki, kendülerin âyinleri ve erkânları ne<br />
vechile câri ola-gelirse, yine ol üslûb üzere âdetlerin ve<br />
erkânların yerine getüreler. Ben dahi üzerlerine varub<br />
kal'alarını yıkub harâb etmeyem.<br />
2. Buyurdum ki, kendülerin malları ve rızıkları ve mülkleri<br />
ve mahzenleri ve baları ve deirmenleri ve gemileri ve<br />
sandalları ve bilcümle metâ'ları ve avretleri ve olancıkları<br />
ve kulları ve câriyeleri kendülerin ellerinde mukarrer ola,<br />
müte'ârız olmayam ve üendirmeyem.<br />
3. Anlar dahi rençberlik edeler. Gayrı memleketlerim<br />
gibi deryâdan ve kurudan sefer edeler, kimesne mâni ve<br />
müzâhim olmaya, mu'âf ve müsellem olalar.<br />
4. Ben dahi üzerlerine harâc vaz’ edem, sâl be-sâl edâ edeler<br />
gayrılar gibi. Ve ben dahi bunların üzerlerinde nazar-ı erifim<br />
dirî buyurmayub koruyam gayrı memleketlerim gibi.<br />
5. Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar âyinlerince. Ammâ çan<br />
ve nâkûs çalmayalar. Ve kiliselerin alub mescid etmeyem.<br />
Bunlar dahi yeni kilise yapmayalar.<br />
6. Ve Ceneviz bâzirgânları deryâdan ve kurudan rençberlik<br />
edüb geleler ve gideler. Gümrüklerin âdet üzere vereler. Anlara<br />
kimesne te'addî etmeye.<br />
7. Ve buyurdum ki, yeniçerlie olan almayam ve bir kâfiri<br />
rızâsı olmadan müslüman etmeyeler ve kendüleri aralarında<br />
kimi ihtiyâr ederlerse maslahatları içün kethüdâ nasbedeler.<br />
8. Ve buyurdum ki, evlerine doancı ve kul konmaya ve<br />
kal'a-i mezkûre halkı ve bâzirgânları angaryadan mu'âf ve<br />
müsellem olalar.<br />
öyle bileler, alâmet-i erife i'timâd kılalar.<br />
Tahrîren Fî Evâhir-i Cemâziyelûlâ sene seb'in ve hamsîn ve<br />
semâne-mi'ete”<br />
Nermin TAYLAN'ın Fatih Sultan Mehmed Han'ın Ahidnamesini ele aldıı soldaki eseri 2009<br />
yılında düzenlenen SMEK 2010 Avrupa Kültür Bakenti Bran Yarımalarında Hat Branında<br />
sergilenmeye deer bulunmutu.<br />
korkunç afaını gören bütün Bizans o geceyi ayakta, dua<br />
ederek ve alayarak geçirdi. Rahipler, rahibeler, kadınlar ve<br />
her sınıftan halk, ‘Tanrım bizi kurtarmak için gel’ ilahisini<br />
hıçkıra hıçkıra söylüyor, Akropel’e giderek cesaretlerinden<br />
fazla medet umdukları Bakire’nin ortaya çıkması için yalvarıyorlardı.<br />
Gelenler Bakire’nin ayaklarına yüzlerini sürüyorlar,<br />
günahlarını itiraf ederek affını kazanmak istiyorlardı.”<br />
“u Andan tibaren Benim Tebaamsınız”<br />
Nihayet fetih gerçeklemi, (29 Mayıs 1453) stanbul alınmıtı.<br />
Osmanlılarda bir gelenek olarak devam eden, asırlardır<br />
tatbik edilen bir kural vardı. Bu kural bir memleket<br />
veya kale fethedildii vakit, ordu içeriye girip burçlara<br />
bayrak çekerken, surların üstünde ezan sesi yükselir<br />
126
Türkler, genel kabule göre 29 Mayıs 1453 günü Bizans’ı<br />
zapt ettikleri zaman, müdafaasız halk, gökten inecek bir<br />
melein kendilerini kurtaracaı beklentisi ile Ayasofya’ya<br />
sıınmıtı. Fakat Türkler mabedin kapılarını açarak içeri<br />
girmiler ve orada korkudan birbiri üzerine yıılmı olan<br />
erkek ve kadınlardan istedikleri kadar esir almılardır.<br />
Cebren içeri girmek mecburiyetinde kalan Türk askerleri,<br />
hiç kimsenin hayatına dokunmamı, yalnız esir almakla<br />
yetinmilerdir. Türk ordusu, deil Ayasofya’ya sıınanları<br />
öldürmek, Bizans’a girdii vakit, Fernand Gernard’ın ifadesiyle<br />
yalnız silahla mukavemet gösterenleri ve vaziyetleri<br />
üpheli görünenleri öldürmüler, mütebakisini esir etmilerdir.<br />
Bizans Rumları, katliama maruz kalmamıtır.<br />
Galata Zimmilerine Fatih Sultan Mehmed Han tarafından verilen "Ahidname"nin orjinali<br />
ve ehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edilir, sonra<br />
ilk Cuma namazı burada kılınırdı. Fatih de vakit geçirmeden<br />
Ayasofya’yı camiye çevirmek gayesi ile buraya yönelmitir.<br />
Fatih, Ayasofya’ya girince ükür secdesine kapanmı,<br />
iki rekât namaz kılmı, rivayetlere göre ilk ezan da bu sırada<br />
okunmutur. Fatih müezzinlerden birine ezan okumasını<br />
emretmi, müezzin ezan okuduktan sonra, maiyeti ile beraber<br />
ilk namazı kılmı ve camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak<br />
vakfetmitir.<br />
Türklerin Ayasofya’da bir katliam veya mabede karı bir<br />
hürmetsizlik ve tecavüz yapmaları söz konusu deildir.<br />
Devrin ahitlerinden Nestore Iskinder’in naklettiine göre,<br />
Fatih’in Ayasofya’da yaptıı u konuma dikkate deerdir:<br />
“Patrik, ruhban ve halk gözyaları ve iniltilerle hüzünlerini<br />
belirttiler ve ayaklarına kapandılar. Sultan eli ile bir iaret<br />
yapıp durmalarını istedi ve onlara unu dedi: ‘Atanasios<br />
sana söylüyorum, senin yanındakiler ve halkına da yöneliyorum.<br />
Bu günden itibaren kızgınlıımdan korkmayın.’<br />
Paalar ve sancakbeylerine dönüp dedi ki: ‘Bütün askerleri<br />
ve ordumdaki her kademede bulunanları, ehir halkına,<br />
kadınlara ve çocuklara karı her türlü katil, esir etmek<br />
veya dümanca bir davranıta bulunmayı engelleyin.<br />
Eer bir kii bile benim emrimi çinerse öldürülecek.’<br />
Daha sonra herkesin çıkıp evlerine gitmelerini emretti.”<br />
Bizans halkı Fatih’ten “Vurun unların kellelerini!” emrini,<br />
baları önlerinde bekliyor ve korkudan da tir tir titriyorlardı.<br />
Fatih, “Kaldırın balarınızı! u andan itibaren benim tebaamsınız.<br />
Artık kimse size zarar veremeyecektir. Dininizde, dilinizde,<br />
i ve ticaretinizde tamamen serbestsiniz. Kiliseleriniz<br />
açık kalacak, ibâdetlerinizi kendinize göre yaparsınız, ancak<br />
çan çalmayacaksınız. Burada kalmak istemeyen, kurtulu<br />
akçesi vererek istedii yere gidebilir. stanbul’da kalacaklar,<br />
eskisinden daha çok rahat edecekler.” diyerek hogörüsünü<br />
ve adaletini dünyaya bir kez daha ispatlamıtır.<br />
Fatih’in hogörüsüne ve adaletine en büyük delillerden<br />
biri de, Galata Cenevizlilerinin sulh teklifine karı verdii<br />
ahitnamedir. Evvela Rumca hazırlanarak, Osmanlı kumandanı<br />
Zaanos Paa tarafından imzalanmıtır. Sonra padiah<br />
bunu te’yiden imdi zikredeceimiz ahitnameyi vermitir.<br />
Bu hukuki düzenlemenin meruiyet dayanaı, fıkıh kitaplarının<br />
kitab’üs-siyer bölümünde bütün tafsilatıyla anlatılan<br />
slam devletler hukukunun hükümleridir.<br />
slam hukukunun zimmet akdi çerçevesinde gayri müslimlere<br />
tanıdıı bütün hak ve hürriyetler, aynen bu belgede<br />
de tanınmı ve garanti altına alınmıtır. Bu hak ve hürriyetler<br />
belgesini, ne 1789 tarihli Fransız hak ve hürriyetler<br />
belgesi ile ne de dier beyannamelerle kıyaslamak mümkün<br />
deildir. Ayrıca Osmanlı Devleti hak ve hürriyetleri,<br />
Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla balatanlar için de bu<br />
belge susturucu bir cevaptır…<br />
Dipnotlar:<br />
Tarih ve Düünce <strong>Dergisi</strong>, Mayıs 2006, sayı; 66, stanbul<br />
lk slam ordularının stanbul kuatmaları hakkında bilgi veren kaynaklardan<br />
birkaçı için bkz. Muhammed bin cerir et-taberi, tarihü’l-ümem ve’le-mülük c,<br />
bir- I-X, Beyrut ts; ibnü’l-esir, el-kamilü fi’te-tarih, c.I-XIII, Beyrut, 1399;ebü’l-fida<br />
el-hafız ibn kesir ed- damıkı, el-bidaye ve’n-nihaye, c.I-X, Beyrut 1418 (1997);<br />
slam ve Osmanlı devri stanbul kuatmaları hakkındaki bir deerlendirme için<br />
ayrıca bkz. Ömer Faruk Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, stanbul 1998 c.1<br />
s.281-283 ismail Kandemir, Ulu Mabet Ayasofya, stanbul 2004, s.24,40<br />
• Dukas, Bizans Tarihi, s.179<br />
• Dukas, Bizans tarihi, s. 158 Alponse de Martine, Osmanlı Tarihi, çev. Serhat<br />
Bayram, stanbul 1991, s.253<br />
• smail Hami Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.1 s.260; ilhan Akçay,<br />
Ayasofya Camii, s.23<br />
• Dukas, Bizans Tarihi, s. 184; Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l Feth, s.64; Semavi Eyice,<br />
Ayasofya s.207 smail Hakkı Danimend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,<br />
c.1 s. 260<br />
• Alponse de Martine, Osmanlı Tarihi, s.259<br />
• K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya”, s.49<br />
• Agostino Pertusi, stanbul’un Fethi, s.261-262.<br />
• Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, 11/6-7.<br />
• Uzunçarılı, Osmanlı Tarihi, 11/7.<br />
• Beldiceanu, Recherche Sur La Ville Ottomane, 153-154, 423-424;<br />
• Uzunçarılı, Osmanlı tarihi, II/7-8; TOEM, sene 5, sh. 52.<br />
*Aratırmacı, yazar<br />
127
Osmanlı’nın Seyyah Hattatı<br />
Mehmed Şefik Bey<br />
Fettah AYKAÇ*<br />
Ömrü boyunca, “yazıda evaili ve evahiri yok” denilen çok değerli hocası Kazasker M. İzzet ayarında yazılar yazmayı<br />
arzulayan M. Şefik Bey, İstanbul’dan Bursa’ya, Sakız Adası’ndan Kudüs’e kadar geniş bir coğrafyada, uzak<br />
yakın demeden her istenilen yere adeta koşarak gitmiş, adeta Osmanlı’nın seyyah hattatı olmuştur. M. Şefik Bey,<br />
eşsiz güzellikte nice eserler vermesine rağmen günümüz sanatseverlerince maalesef yeterince tanınmamaktadır.
“Devrinin en kıymetli ve gözde hattatı olan Mehmed<br />
efik Bey, Divan-ı Hümayun dairesinde Tahvil Kisedarı<br />
(Tahvil Kalemi) hulefasından Sebzizade Süleyman Mahir<br />
Bey’in olu olarak stanbul Beikta’ta, Kılıç Ali Paa<br />
Mahallesi’nde 1819 (h 1235)’da dodu. lk rüdiye tahsilini<br />
tamamladıktan sonra babasının memur olduu -Divan-ı<br />
Hümayun aklamında usulden olduu üzere- çok genç denecek<br />
yata 17’sinde iken Babıali’de kendisinin de çalıtıı<br />
Tahvil Kalemi’ne devam ettirilerek büyük babası gibi ‘Sebzi’<br />
mahlası verildi (1) .”<br />
Bir müddet sonra M. efik Bey, hep yeni bir eyler aratırma,<br />
kefetme, üretme halet-i ruhiyesinde olan büyük<br />
sanatkârlar gibi kalem hayatının tekdüzeliinden sıkılarak<br />
Ali Vasfi Efendi’den güzel yazı örenmeye baladı.<br />
“lk yazı hocası Hattat Laz Ömer Efendi’nin çıraklarından<br />
Hattat Ali Vasfi Efendi vefat edince aynı zamanda sülüs<br />
ve nesih derslerine devam ettii teyzesinin kocası olan ve<br />
zamanın gözbebei musikiinas Hattat Kazasker (Seyyid)<br />
Mustafa zzet Efendi’nin derslerine tüm zamanını vererek<br />
(h 1251-1835) icazet almı olmasına ve kendisi de usta bir<br />
hattat olmasına ramen yazdıı yazıları daha eskiz aamasındayken<br />
üstadına göstererek onun kıymetli fikir ve<br />
tavsiyelerini aldı (2) .”<br />
efik Bey, bunun için veya Kazasker Mustafa zzet Bey’den<br />
20 küsur ya küçük olması dolayısıyla kendisini olu gibi<br />
yakın görüp takdir ettii için olsa gerek, birlikte üretecekleri<br />
Bursa Ulu Camii’ndeki benzer devasa ebatlardaki aheserlerinde<br />
ve stanbul Üniversitesi taç kapısının iç ve<br />
efik Bey’in st. Üniv. “Darul Umuri Askeriyye” kapısındaki mehur yazıları<br />
129
Hz. brahim'in Duası (15)<br />
dı yazılarında (1867) olduu gibi, haak (ilemek) edecekleri<br />
yazıları mek etmeyi tercih ediyorlardı. Abdulfettah<br />
Efendi’nin de fırsat buldukça bu görümelere katıldıı dü-<br />
ünülebilir. Çünkü Abdulfettah Efendi de yine saraydan<br />
ve sanat camiasından arkadalarıydı. Bursa Ulu Camii’nde<br />
de efik Bey’le birlikte çalıarak çok güzel eserler vermi,<br />
stanbul Üniversitesi’nin kapı yazılarında onlarla birlikte<br />
çalıarak ön kısımdaki oval bölüme (eski fotoraflarda görüldüü<br />
üzere) padiahın turasını haak etmiti.<br />
“Kendisinin Eyüp Camii hatibi ve Musıka ve Hademe-i<br />
Hümayun Hutut Muallimi iken 1845 yılında Sultan II.<br />
Abdülmecid tarafından ikinci imamlıa intinab ve tayin<br />
olunmasıyla Kazasker S. Mustafa zzet Efendi uhdesinde<br />
bulunan muallimliklere –en deerli tilmizi olan- efik Bey’i<br />
tayin ettirmitir. Birkaç yıl sonra da M. efik Bey, 1849’da<br />
hacegânlıa (hat hocalıı) yükseltilmitir (3) .” Birbirini çok<br />
takdir eden ve seven Kazasker M. zzet ile M. efik Bey’i,<br />
ancak 1876’da kazaskerin ölümü ayırmıtır.<br />
“efik Bey ömrü boyunca çok güzel seneler geçirmi, iki<br />
kızından Huriye Hanım’ı hattat olarak yetitirerek kabiliyet<br />
ve maharetini çok beendii talebesi Ali Rıza Efendi<br />
ile evlendirmitir (4) .”<br />
efik Bey’in çok sevdii üstadının vefat ettii sıralarda,<br />
yine Sultan Abdülaziz’in de vefat etmesiyle sarayda olu-<br />
an kargaa ortamı, 1876’da II. Abdülhamit’in tahta geçmesiyle<br />
son bulmutur. Ancak efik Bey, henüz niçin olduu<br />
bilinmeyen bir sebeple, (belki de efik Bey’in ehza-<br />
Bursa Ulu Camii, Mihrabından detay<br />
Bursa Emir Sultan Camii<br />
130
delere hat hocalıı yapması hasebiyle genç padiahla<br />
aralarında bir anlamazlık çıkması veya<br />
kendisini çekemeyen kiilerin sebep olduu bir<br />
vefasızlıktan dolayı) sarayda 30 yılı akın süre severek<br />
ve büyük bir ak ile yaptıı Musıka-i<br />
Hümayun ve Hademe-i Hümayun hat hocalıı<br />
görevinden 1876 yılında kendi istei<br />
dıında emekliye sevkedilecekti.<br />
Ve sonunda kendisine yapılan bu<br />
muameleyi kabullenmekte oldukça<br />
zorlanan efik Bey, emsallerine<br />
göre erken denecek bir yata,<br />
60’ında bu vefasız dünyaya gözlerini<br />
yumacaktı…<br />
Mehmed efik Bey’in Sanatkârlıı<br />
M. efik Bey tüm ömrü boyunca,<br />
özellikle hat sanatında ortaya<br />
koyduu ve henüz benzeri yapılamamı<br />
eserleri dolayısıyla “yazıda<br />
evaili ve evahiri yok” denilen<br />
çok deerli hocası Kazasker M. zzet<br />
ayarında yazılar yazmaya gayret etmitir.<br />
Bunu baardıını M. efik Bey’den geriye<br />
kalan ve sayısı henüz tespit edilememi eserlerine<br />
bakarak söylemek mümkündür. M. efik Bey’in<br />
eserleri, 150-160 yılı akın bir zamandır seyredenlere,<br />
okuyanlara çeitli maksatlarla kopya<br />
edenlere gülümsemektedir.<br />
Geriye bıraktıı eserlerinden konuya aina çevrelerce en<br />
çok tanınan ve bilinenleri, Ayasofya’nın mihrabı içindeki<br />
madalyon hattı, II. Abdülmecid’in türbe içindeki kuak<br />
yazıları, stanbul Üniversitesi kapısı yazılarıyla, Bursa Ulu<br />
Camii’ndeki devasa ebatlardaki (7.40m X 3m) levhalarıyla<br />
sütun ve duvarlara kalemii olarak yazdıı ve hepsi<br />
birer aheser olan eserleridir. Ayrıca efik Bey’in, iki<br />
Kur’an-ı Kerim, (Biri Türk slam Eserleri Müzesi’nde dieri<br />
de Beyazıt’taki Hat Eserleri Müzesi’nde olduu rivayet edimektedir)<br />
çok sayıda Hilye-i erif ve Delâili Hayrat yazdıı<br />
da bilinmektedir.<br />
M. efik Bey’e ait olduu en az bilinen eserleri ise belki de<br />
çou kez imzası çıkartılıp aynen kopyalanıp altına baka<br />
imzalar atılarak çoaltılmı, slam dünyasında kartpostal,<br />
poster vb. olarak basılıp daıtılan ve hâlâ pek çok ev ve<br />
iyerleri duvarlarında bizlere gülümsemeye devam eden<br />
eserleridir.<br />
Hal böyle iken Mehmed efik Bey, yeni nesil hatseverler<br />
arasında lâyık olduu kadar tanınmamakta<br />
ve bilinmemektedir. Belki bu durumun en önemli<br />
sebeplerinden birisi olarak efik Bey’in Payitaht<br />
stanbul’da Kazasker S. Mustafa zzet’in<br />
Ayasofya’daki levhalarıyla veya Mustafa<br />
Rakım’ın Nusretiye Camii’ndeki sülüs<br />
istifleriyle yarıacak ebatlarda eserlerinin<br />
bulunmamasını göstermek daha<br />
doru olur. Çünkü, stanbul’da onun<br />
yaadıı dönemde bu tür eserlerin<br />
verilmesine zemin oluturacak<br />
fırsatlar pek çıkmamıtır. Küçük<br />
Mecidiye, Hırka-i erif Camii gibi<br />
Sultan Abdülmecid’in yaptırdıı<br />
son dönem camilerinin yazıları<br />
da, üstadı Kazasker tarafından<br />
yazıldıı için M. efik Bey’in önüne<br />
sanatını ve sanatkarlıını gösterebileceı<br />
baka bir fırsat çıkmamıtır.<br />
Ancak efik Bey için bu tür fırsatlar,<br />
stanbul dıındaki camilerin restorasyonu<br />
vesilesiyle domutur. O da stanbul’dan<br />
Bursa’ya, Sakız Adası’na ve Kudüs’e kadar uzak yakın<br />
demeden o günün her türlü zor artlarına ramen<br />
hat akı uruna her istenilen yere adeta ko-<br />
arak gitmi ve kısa ömrünün önemli bir bölümünü<br />
bu ekilde yollarda ve evinden uzakta geçirmek<br />
suretiyle hayatının en önemli eserlerini verebilmitir.<br />
Bu tür fırsatlardan biri Sakız Adası’ndaki Mecidiye<br />
Camii’dir. Konunun dier acı bir tarafı da Sakız Adası’nın<br />
kaybıyla elden çıkan ve günümüzde Bizans Müzesi olarak<br />
kullanılan bu caminin içindeki bu kıymetli hat eserlerine<br />
ne olduu hakkında ne bir bilgi, ne de fotoraflarının<br />
bile bulunamayııdır.<br />
M. efik Bey’in Sakız Adası’na gönderilii kaynaklarda u<br />
ekilde bildirilmitir:<br />
“Sultan Abdülmecid, Sakız Adası’nda ihya eyledii camii<br />
efik Bey’in,Yahya Efendi Camii (Beikta) haziresinde bulunan mezar taı, yerinden sökülerek<br />
dier taların arasında kaybolmaya terkedilmitir.<br />
131
erif için zamanın büyük hattatlarının eserlerinin yanı sıra<br />
kendisinin de yazdıı levhaların bizzat yerlerine konulmasına<br />
ve icap ederse yeniden levhalar tenmikına efik Bey’i<br />
memur ve huzuruna kabul ederek yazılar hakkında tenbihatta<br />
bulundu ve efik Bey’in bu maksat için hazırlanan<br />
bir vapurla Sakız Adası’na gönderdii nakledilmitir (5) .”<br />
(evket Rado Türk Hattatları adlı eserinde bu olayın tarihini<br />
1855 olarak verir (6) .)<br />
Sultan II. Abdülmecid’in, hizmetinden çok memnun kaldıı<br />
için, bu memuriyetten dönüünde M. efik Bey’i kendi cebindeki<br />
pırlantalı saati ile taltif ettii belirtilir (7) .<br />
Her ne kadar mekleri sırasında Kazasker’in efik Bey’e,<br />
“efik, Allah beni sensiz cennete sokmasın (8) .” eklindeki<br />
onu ne kadar çok sevdiini ifade eden dua ve niyazı kayıtlara<br />
geçmi olsa da ne yazıktır ki aynı ehirde 4 yıl arayla<br />
vefat etmelerine ramen kader onların aynı mezarlıa<br />
defnedilmelerine bile müsaade etmemitir. Bu yetmezmi<br />
gibi sevenleri de efik Bey’in, Yahya Efendi Camii (Beikta)<br />
haziresinde bulunan mezar taının yerinden sökülerek<br />
dier taların arasında kaybolmaya terk edilmiliine<br />
Bursa Ulu Camii, kadınlar kısmı duvarındaki mehur 4'lü vav ve altında M. efik Bey'in imzası<br />
müsaade edecek kadar hak etmedii bir vefasızlıı kendisine<br />
reva görmütür.<br />
M. efik Bey’in u andaki mezarının içler acısı durumunu konuya<br />
ilgi duyan kii ve kurumların dikkatine sunduktan sonra<br />
efik Bey’in hayatı hakkındaki özet nakillere dönelim.<br />
efik Bey’in sanatını gösterebilmesi adına önüne çıkan<br />
dier bir önemli fırsat ise ‘küçük kıyamet’ de denen mehur<br />
1855 Bursa depreminden sonra Sultan Abdülmecid<br />
tarafından restore ettirilen Ulu Cami’nin iç tezyininin,<br />
üstadı Kazasker M. zzet ile müzakereleri sonucu büyük<br />
oranda efik Bey’in sorumluluuna bırakılması olmutur.<br />
Camideki dier bazı büyük levhaları ise Kazasker M. zzet<br />
ve Abdulfettah Efendi yazmıtır. efik Bey, karısına çıkan<br />
bu fırsatı seve seve kabul etmi ve bu uurda 1857-<br />
60 yılları arasında Bursa’da kalarak, ömrünün en güzel<br />
eserlerini üretebilmitir.<br />
Bu durum da kaynaklarda u ekilde nakledilmitir: “Daha<br />
sonra 1854-55’te meydana gelen büyük Bursa depremini<br />
müteakip Ulu Camii’nin yeniden imarından sonra eski<br />
Bursa Ulu Camii'nden M. efik Bey'in yazıları<br />
Bursa Ulu Camii'nden M. efik Bey'in yazıları<br />
132
yazıların tamiri ve yeniden bazı levhalar tahriri için Ser<br />
Sikkezen Abdulfettah Efendi ile birlikte Bursa’ya izam<br />
olundu. Üç buçuk yıl boyunca devam eden bu memuriyet<br />
boyunca eski yazıları ıslah ve hayli yeni yazı ilave<br />
eyledi (10) .”<br />
efik Bey’in bu madalyon istifi daha sonra Bursa ve<br />
stanbul’daki hattatlar tarafından kopya edilegelmi, hatta<br />
Bursa’daki Orhan ve Yıldırım camileri gibi pek çok caminin<br />
mihrablarına da kopya edilmitir.<br />
M. efik Bey’e stanbul dıından sanatını ve sanatkarlıını<br />
ortaya koyma imkanı veren bir baka fırsat da kutsal ehir<br />
Kudüs’ten gelmitir. Osmanlı slam sanat tarihimizin yüz akı<br />
olarak tüm dünyaya karı büyük bir sevinç ve gururla bahsettiimiz<br />
Sultan Abdulaziz döneminde Kudüs (1863) belediyelie<br />
dönütürülmütür (12) . slam’ın üç kutsal mabedinde<br />
balatılan resmi ve önemli binaların tamir ve tezyini programı<br />
dahilinde Kubbet’üs-Sahra’nın dı cephesindeki Kanuni<br />
Sultan Süleyman zamanından kalma bazı eskimi çiniler yenilenmitir.<br />
Bu esnada Kubbet’üs-Sahra’nın 8 cephesinin üst<br />
alınlarına M. efik Bey tarafından çiniler üzerine Yasin-i erif<br />
yazılmıtır. Bazı kaynaklarda bu gelimelerin tarihi olarak<br />
1875 verilmektedir (13) .Bu durum bizler için büyük sevinç ve<br />
gurur kaynaı olmasına ramen bu i için efik Bey’in hangi<br />
tarihler arasında Kudüs’te bulunduu, terekelerinin nerede<br />
olabilecei, çinilerinin hangi atölyelerde üretildii gibi konular<br />
hakkında Osmanlı arivlerinde henüz ciddi aratırmalar<br />
yapılmamıtır. Bu konu sadece efik Bey’in hayatı ile ilgili<br />
kaynaklarda bir satır halinde Kubbet’üs-Sahra’nın 8 cephesine<br />
M. efik Bey’in Yasin-i erif’i yazdıından bahsedilerek<br />
kitapların sayfaları arasına terkedilmitır (14) .<br />
Bu nedenledir ki yaamakta olduum yurt dıı gurbetinden<br />
gelerek M. efik Bey’in Bursa Ulu Camii’ndeki eserlerini<br />
dünya gözüyle 2007 yazında ilk defa gördükten sonra efik<br />
Bey’e olan hayranlıım doruk noktaya ulatı. Birkaç ay içinde<br />
(ubat 2008) artlarımı zorlayıp tüm zorlukları göze alarak<br />
Ürdün, Amman, Kudüs ve Suriye gezilerine çıkarak pek<br />
çok fotoraf çektim. Bunların arasında en ilginci, yakın ölçekli<br />
olarak tamamının detaylı fotoraflarının basılıp yayınlanmadıını<br />
düündüümüz efik Bey’in znik mavisi çinilere<br />
yazdıı Kubbet’üs-Sahra’nın sekiz cephesindeki Yasin<br />
Suresi’nin fotorafları idi. imdiye kadar sadece rivayet halinde<br />
nakledilen bu eiz eserin uzun bir aradan sonra yeniden<br />
tüm cephelerinin daha yakından çekilmi fotoraflarını<br />
arivlemenin mutluluunu yaadım.<br />
Dipnot Numaraları ve Kaynakça;<br />
Kubbet’üs-Sahra<br />
1, 7 ve 8 - Suheyl Ünver, Hattat efik Bey, stanbul 1956.<br />
2, 4, 5,9 ve 10 - bnul Emin Mahmut Kemal, Son Hattatlar, s. 388.<br />
3, 6 ve 14 - evket Rado: stanbul, Türk Hattatları, s. 220-221.<br />
12 - Osmanlı Filistin’inde dari Yapı, Kemal Gurulkan, Kültür <strong>Dergisi</strong>,<br />
yaz 2009, sayı 15, s. 24-33.<br />
13 – Prof. Dr. Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, stanbul, s. 195.<br />
15- Hz. brahim’in duasının kaynaı hakkında bir açıklama: Zafer<br />
htiyar Bey’in Kaynak Yayınları tarafından 2005’te yayınlanmı olan<br />
“Bir Hüsn-i Hat Sergisi BURSA ULU CAM” kitabının 56 ve 57. sayfalarında<br />
Hz. brahim’in Duası olarak bilinen bu yazıya kaynak olarak<br />
mam Gazali’nin ALEMLERN SIRRI kitabının 66. sayfası gösterilmektedir.<br />
Kitapta bu dua levhada yazılı olduu haliyle mevcut olmayıp,<br />
sadece 66. sayfasında bu duanın nasıl ortaya çıkmı olabilecei ihtimalini<br />
anlatan olaydan bahsedilmektedir.<br />
D.E.Ü Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu, ngilizce Dil Eitimi ve Hat Sanatı Tarihi konularında<br />
çalımalarına Londra ve Istanbul merkezli olarak devam etmektedir.<br />
133
Hâfız Osman Efendi’nin bir kıt’asının etrafında zerefanlı pervaz ebrû, (TSMK EH2208)<br />
Hattı Pervâz Eden Ebrûlar<br />
Ömer Faruk DERE*<br />
Kimi şafak vaktinin kızıllığını, kimi aydınlığın derin maviliğini, kimi ise gurubun hüznünü aksettirir renklerinde.<br />
Bazen de yağmur bulutu olurlar serpmeli battallarda. Bir de bakmışsınız şiddetli rüzgar karıştırıvermiş gökyüzünü,<br />
birbiri içine giren bulutlar şal olmuşlar, taraklı olmuşlar. Ebrûlar, yeryüzünde yazı yazıldığı müddetçe hattın<br />
etrafında pervaz edecekler. Çevrelediği kelâmı her daim zikrederek. “Maşallah, Barekâllah, Lâ havle ve lâ kuvvete<br />
illâ billah….”<br />
slamî kitap sanatlarının ana dalı hiç üphe yok ki, Allah’ın<br />
kelâmı ve Hz. Peygamber’in hadis-i eriflerini en güzel<br />
biçimde yazma endiesinden domu olan hat sanatıdır.<br />
Dier bütün sanatlar hat güneinin etrafında, atee yanan<br />
pervaneler gibidir. Bu atele yanmaya en hevesli olan ve<br />
belki de sırf bu sebepten dolayı adı “Hattın menkuhası<br />
(nikâhlısı)” olmu, hatayî, rûmî ve bulutlu motifleriyle zarafet<br />
abidesi tezhiptir. Çeitli sebeplerden dolayı hattın<br />
menkuhasını bulamadıı zamanlarda avunduu bir baka<br />
kıvrım saçlı güzel ise yazı kenarlarında pervaz eden (uçu-<br />
an) bulutumsu ebrûlardır.<br />
Kimi afak vaktinin kızıllıını, kimi aydınlıın derin mavili-<br />
ini, kimi ise gurubun hüznünü aksettirir renklerinde. Bazen<br />
de yamur bulutu olurlar serpmeli battallarda. Bir de<br />
bakmısınız iddetli rüzgar karıtırıvermi gökyüzünü, birbiri<br />
içine giren bulutlar al olmular, taraklı olmular. Ebrû<br />
teknesi küçük bir kâinat aynasıdır. Bu aynaya aksedenler,<br />
ilâhi kelâma râm olurlar, an olur iç pervazda, an olur dıta.<br />
çte, dıta hep O. O’nun güzelliidir aynada görünen. Ayna<br />
O’nun, varlık O’nun, hüküm O’nun…<br />
slâm sanatkârı Sâni-i Hakikî’yi taklitle sanatında yol alır.<br />
Bizim sanatlarımızda fıtrîlik, tabiilik esastır. Sanatkâr ürettii<br />
eserlerinde fıtrata ne kadar yakın olabilirse o nispette<br />
gönüllere hitap eder. Ebrûcu renk tüccarıdır. Renk<br />
alır, renk satar. Eski ustalar yaptıkları ebrûlarda tabiattaki<br />
renkleri aksettirmeye gayret ederler, yoz ve göz alıcı<br />
renklerden uzak dururlardı. Renge hükmetmek cüz’i irade<br />
için kolay, peki ya desen te bu noktada irade birlii or-<br />
134
Hattı Ahmed Hıfzî Efendi’ye ait kıt’anın koltuklarında ve dı pervazında latif ebrûlar, (TSMK GY321)<br />
taya çıkmaktadır. Sanatkâr cüz’i iradesiyle serptii boyaların<br />
nasıl bir ekil alacaını asla tam olarak kestiremez.<br />
Besmeleyle serptii damlaların küllî irade tarafından nasıl<br />
ekillendiini gördükçe “Hâzâ min fazl-ı Rabbî” (ite bu,<br />
Rabb’imin fazlındandır) demekten kendini alamaz. rade<br />
birlii Hakk’ın rızasına uygun yaandıkça kuvvetlenir.<br />
rade birlii kuvvetlendikçe de sanatkârın hayalini kurduu<br />
güzellikler tedricen kendisine bahedilir. Hz.<br />
Ali’den hat sanatı için nakledilen u söz, sanat<br />
ehli için ne derece ehemmiyetlidir:<br />
“Hat, üstadın öretmesinde gizlidir. Onun kıvamı<br />
çok çalımakta, devamı ise slâm dini üzere<br />
yaamaktadır.”<br />
Herkes ebrû yapabilir, fırçayı sallayıp, boyaları<br />
dökebilir ama sanatkâr olamaz. Sanatkârlık<br />
baka bir eydir. Sanatkârlık baka bir ruh<br />
gerektirir. Yoksa boyalı kâıtlardan baka<br />
bir ey yapılmamı olur. Sanatkâr o<br />
ruhu eserinin altına verebiliyorsa<br />
sanatkârdır. Eski ustalarımız,<br />
eski insanlar bunu çok iyi<br />
baarmılardır. Bir ebek<br />
Mehmet Efendi’nin,<br />
bir Ayasofya-ı Kebir Camii<br />
hatibi Hatib Mehmet Efendi’nin<br />
ebrûlarına bakıldıında baka bir ruh hissedilir.<br />
Orada baka bir maneviyat teneffüs edilir. Bunun, o<br />
insanların kemâlâtından kaynaklandıını düünmek yanlı<br />
olmasa gerektir. Günümüz sanatkârları da aynı kemâlâta<br />
ulaabilirlerse onların eserleri de ruh kazanacaktır. Bunun<br />
için öncelikle enâniyetten arınılıp nefislerin terbiye edilmesi<br />
gerekir.<br />
Hat sanatında gerek murakkaa denilen yazı albümlerinde<br />
gerekse levha<br />
olarak asılacak eserlerde<br />
yazı sınırlandırması<br />
için pervaz tabir edilen<br />
ve genelde içte dar, dıta<br />
geni olarak kullanılan<br />
alanlar belirlenmektedir.<br />
Temel sanat kavramlarından<br />
olan boluk<br />
ve leke dengesini (espas)<br />
salayabilmek için yazı<br />
etraflarında kalan bolukların<br />
kontrol altına alınması<br />
gerekir. Pervazlar hem<br />
bu vazifeyi görürken hem de<br />
esere derinlik katarak seyir zevkine<br />
katkıda bulunurlar. Bu alanlar<br />
bazen yazıyla uyumlu ho renkte dokulu<br />
kâıtlarla, bazen hafif renkli kâıtların<br />
üzerine tezhiplerle, bazen de uygun renk ve<br />
135
Kime ait olduu belli olmayan pervaz ebrûsunun içinde rikaa' hattı ile Hâfız Osman’ın ketebesi görülmektedir, (TSMK GY257)<br />
desenli ebrûlarla süslenerek hattın ifade ve ibda gücüne<br />
katkı salarlar. Pervazlar arasında geçii salamak ve kâıt<br />
birleimlerini gizlemek amacıyla cetvel tabir edilen renkli<br />
veya altın çizgiler çekilir, bu çizgiler kuzu veya iplik diye<br />
adlandırılan daha ince çizgilerle de konturlanır. Kullanılan<br />
ebrûların üzerlerine ezilmi varak altın serpitirilerek zeref-<br />
anlı ebrû, hatib ebrûlarının dı sınırlarına da altın kontur<br />
çekilerek tahrirli ebrû meydana getirilirdi.<br />
Pervazlar, hat sanatının bütün formlarında görülür. Kısaca<br />
yazı etrafı boluu demek olan pervazlar, kitap tarzındaki<br />
eserlerde sayfanın yazı alanı dıındaki boluklardır. Okunurken<br />
gözü yormaması için genelde süssüz olan bu boluklar,<br />
sanat gösterilmek istenen eserlerde halkâri tezhip<br />
veya hafif ebrûlarla tezyin edilir.<br />
Süslü pervazların en youn olarak kullanıldıı form, bütün<br />
sanatkârların hünerlerini sergiledikleri kıt’alardır. Hat sanatında<br />
özgün bir form olan kıt’alar deiik ekillerde yazılmaktadır.<br />
Her kıt’anın ortak tarafı hepsinin dikdörtgen olu-<br />
udur. Yatık veya dik olarak da kullanılabilen bu dikdörtgen<br />
eklin göze daha ho geliinden olsa gerektir. Bizde en<br />
çok görülen kıt’a, sülüs-nesih kıt’a biçimidir. Üstte sülüs bir<br />
satır, altta üç-be satır nesihten oluan kıt’a formu en çok<br />
görülen formdur. Nesihin mâil (meyilli) olanları da mevcuttur.<br />
Bazen de altta ve üstte birer satır aralarında sekiz-on<br />
satır nesih veya ortada bir satır sülüs ilaveli olarak yazılmı<br />
olanlar da vardır. Nesih satırların sa ve sol yanlarında kalan<br />
boluklara koltuk tabir edilmekte ve bu alanlar ya tezhiblenmek<br />
ya da ebrû ile süslenmek suretiyle müzeyyen<br />
hale getirilmektedir. Genellikle nesih satırların sonunda yazılmakla<br />
beraber sol koltukta, nadiren de sa ve sol koltukta<br />
ketebe (imza) metnine rastlanabilir. Hat sanatının tarihi<br />
tekâmülü içinde kıt’alar, pek çok kıt’anın bir araya gelmesiyle<br />
oluan murakkaaların ve büyük ebatta imal edilen<br />
celî (iri) yazılı levhaların temelini oluturmulardır.<br />
Murakkaalar kıt’aların iki cilt kapaı arasına alınması ile<br />
oluturulan yazı albümleridir. Murakkaalar ihtiva ettikleri<br />
kıt’alara göre farklı isimlendirilirler. Harfleri, bitimelerini<br />
ve kelime gruplarını gösterir talebe mekleri için tanzim<br />
edilmi murakkaalara Mek Murakkaası denilmektedir. Bir<br />
sırayı gözeterek sülüsler ayrı, nesihler ayrı metinler olarak<br />
devam eden murakkaalara Müteselsil Murakkaa denir. Bu<br />
murakkaalarda hattatın ketebesi en son sayfada yer alır.<br />
Müteselsil murakkaanın bütün pervazlarında ebrû tercih<br />
edilecekse genelde desen bütünlüü aranır ve aynı renklerin<br />
arka arkaya gelmemesine dikkat edilirdi. Bir de aynı<br />
hattatın muhtelif zamanlarda yazıp imzaladıı veya farklı<br />
hattatların kıt’alarından bir araya getirilerek oluturulan<br />
murakkaalar vardır ki, bunlara da Toplama Murakkaa denmektedir.<br />
Toplama murakkaalarda ise genelde desen bütünlüü<br />
görülmez, sayfalarda farklı süslemeler ve ebrûlar<br />
görülebilmektedir.<br />
Üç tarafı deri veya kumala kaplı kıt’aların, ba ve sonlarından<br />
birbirine tutturularak müteselsil halde ciltlenmesiyle<br />
yapılan murakkaaya Körüklü Murakkaa, iki kıt’anın<br />
sayfa nizamında arka arkaya rapt edilerek ciltlenmek<br />
suretiyle elde edilen murakkaaya da Kitap Murakkaası<br />
denmektedir (1) .<br />
Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda bulunan kıt’a,<br />
murakkaa ve levhalar dikkatle incelendiinde pervaz ebrûlarının<br />
kullanımında u hususlar dikkat çeker:<br />
-Pervaz genilii yazının büyüklüüne göre seçilmitir.<br />
-Bütün unsurlarıyla pervazlar, hattın önüne geçmeyecek<br />
ekilde tasarlanmıtır.<br />
-Pervazda kullanılacak süslemelerde desen büyüklüü kalem<br />
kalınlııyla orantılı olarak ayarlanmıtır. Büyük yazılarda<br />
desenler büyük, küçük yazılarda küçük seçilmitir.<br />
-Renk uyumuna son derece dikkat edilmi, uyumsuz<br />
renklere yer verilmemitir.<br />
136
Hâfız Osman talebesi Yedikuleli Seyyid Abdullah’a ait kıt’anın etrafında neftli al ebrûsu, (SSM 110-0132-YSA)<br />
-Günümüz sanatçılarının kullanmaktan kaçındıkları renkler<br />
cesaretle ancak ustalıkla kullanılmıtır.<br />
-ç pervazlarda kumlu ebrû nevi daha çok tercih edilmitir.<br />
-Pervaz kenarlarının birleim yerleri düz kesik olarak uygulanmıtır.<br />
Oysa günümüzde birleim yerlerini desene<br />
uygun olarak kesmekte ve ek yerlerinin belli olmamasına<br />
dikkat etmekteyiz.<br />
Sultan III. Ahmed devrinde zamanla yıpranmı olan hat<br />
eserlerinin yenilenmesi faaliyeti balatılmı, bu yolla pek<br />
çok nadide eser yeniden hayat bulmutur. Bu büyük yenileme<br />
faaliyetleri sırasında yazı etraflarına pervaz olarak<br />
yakıtırılan ebrûların pek çounda Hatib Mehmed<br />
Efendi’nin imzası vardır. Kullandıı renklerin armonisi,<br />
fırçasından dökülen çok ho nakılarla Hatib Mehmed<br />
Efendi, bugün müze ve kütüphanelerimizde ziyaretçilerini<br />
beklemektedir.<br />
Büyük Ayasofya Camii’nde hatiplikle vazifeli olduundan<br />
Ayasofya Hatibi veya Hatib diye anılan Mehmed Efendi’nin<br />
doum tarihi bilinmemekle beraber, Müstakimzâde Süleyman<br />
Saadettin Efendi’nin Tuhfe-i Hattâtîn adlı kaynak eserinde<br />
kendisinden “pîr-i fânî” diye bahsedildiine göre (2)<br />
vefat tarihi olan Muharrem 1187/Nisan 1773’te hayli yalı<br />
olmalıdır. Hat sanatı tarihinde Eski Zühdî diye tanınan<br />
smail Zühdî Aa’dan (ö. 1144/1731) sülüs-nesih yazılarını<br />
örenmi ve eserler vermitir. Ancak asıl öhreti ebrû sanatındadır.<br />
Hafif bir zemin üzerinde, farklı renklerde damlaları<br />
iç içe koyup ince tel ya da tek at kılı ile hareket vererek<br />
oluturduu ebrû tarzı çok beenilmi ve bu tarz kendi<br />
adıyla anılır olmutur. Hatib ebrû adını alan bu tarz, çiçekli<br />
ebrû formlarına da temel tekil etmitir. Hatib ebrû denilmekle<br />
hatib formu anlaılır. Bir kavram kargaasına mahal<br />
vermemek için hangi formda olursa olsun Hatib Mehmed<br />
Efendi’nin elinden çıkan ebrûların tümüne Hatib’in ebrûsu<br />
demek daha uygun düecektir. Hatib Mehmed Efendi Muharrem<br />
1187/Nisan 1773’de Hocapaa (Sirkeci) yangınında<br />
ebrûlarını kurtarmaya çalıırken ebrûlarıyla beraber yanarak,<br />
elim bir ekilde vefat etmitir.<br />
Tarihî süreç içinde hatib ebrûsunun tekâmülünden sonra<br />
çiçek arayıları da hız kazanmıtır. O dönemlerde ancak<br />
kır çiçeklerine benzer ebrûlar yapılmı ve hatta çok<br />
iyi örnekler de verilmitir. Ancak ebrûda çiçek ekillerinin<br />
olgunlamaya balaması Necmeddin Okyay (1883-1976)<br />
üstadımızla beraberdir. Hat, ebrû, cilt sanatlarında üstad,<br />
Üsküdar Yeni Valide Camii’nde din görevlisi olan Okyay,<br />
bu sanatlara yardımcı pek çok zanaatla da uramıtır.<br />
Necmeddin Okyay’ın, ebcedle tarih düürmede mahir,<br />
lehçeleri ustalıkla taklit edebilen, nüktedân ve ho sohbet<br />
bir zat olduu anlatılmakta, en büyük maharetinin de Osmanlı<br />
devrine ait imzasız yazıları, hattatı ve hâtta tarihine<br />
kadar tespit edebilme olduu aktarılmaktadır (3) .<br />
Birçok sanatta hüner sahibi oluundan, hocası Edhem<br />
Efendi gibi kendisine de “hezarfen” lakabı verilmi nadir<br />
ahsiyetlerimizden olan Hâfız Necmeddin Okyay, 23 Muharrem<br />
1396/5 Ocak 1976’da vefat etmi ve Karacaahmed<br />
kabristanına defnolunmutur.<br />
Tahminen 1918 yılından itibaren merhum hocamız çiçekli<br />
ebrûları ıslah ederek lâle, karanfil, hercai meneke, gelincik,<br />
gonca gül, kasımpatı, sümbül gibi çiçek cinslerini<br />
resmetmeye muvaffak olmutur. Resmettii çiçekli ebrûlar,<br />
yazı pervazlarında da kullanılmı, hattâ Necmeddin<br />
Okyay’ın lâle ebrûlarının levhanın etrafında dönmesiyle<br />
oluan pervazlara “yol lâleli” pervazlar denilmitir.<br />
Günümüzdeki teknik imkânların olmadıı dönemlerde<br />
ebrû boyaları, boya veren çeitli maddelerden tabii olarak<br />
elde edilirdi. Bu sebeple kadim ebrûlarda kullanılan<br />
renkler fevkalade tabii görünümdedirler. Bütün renklerin<br />
137
temeli olan sarı-kırmızı-mavi renkler sırasıyla zırnık-löklahor<br />
çividinden elde edilirdi. Bu boyalar ve yazma eserlerde<br />
adı geçen dier boyaların en çok kullanılanlarından<br />
bazılarını öyle sıralayabiliriz:<br />
Zırnık: Doada bulunan arsenik sülfür, parlak sarı. Hat sanatında<br />
da sarı mürekkep olarak kullanılan zırnık, özellikle<br />
celî (iri) yazıların kalıplarını hazırlama esnasında siyah<br />
kâıt üzerinde kullanılmıtır. Altın rengine çalan tonuna<br />
zehebî veya altınba zırnıı denilmitir. Zehirli olduundan<br />
günümüzde bu renk için sentetik yollardan üretilen boyalar<br />
tercih edilmektedir.<br />
Hatib Mehmed Efendi’nin kendi adıyla anılan hatib ebrûsu, Sülüs-nesih kıt’a eyh Hasbî Efendi<br />
(TSMK GY309)<br />
Ebrûyla alakalı nadir yazmalarımızdan olan Tertîb-i Risâle-i<br />
Ebrî’nin 1b sayfasında yer alan zırnık bahsinde unlar<br />
kaydedilmitir:<br />
“Zırnıh üç nev’idir: biri zehebîdir ki, yeili olmayıp, sarı, saf<br />
ve altın gibi effaf ola ve bir nev’i, zırnıh-ı ahmer’dir (kızıl<br />
zırnık) ki çetârî tabir olunur, topraklısı olmaya ve bir nev’i,<br />
siyahtır ve lazım deildir (4) ”.<br />
s siyah: Hat mürekkebi yapımında da kullanılan ve tercihan<br />
bezir yaından elde edilen is. Eskiler barut isini de<br />
(dûde-i barut) boya olarak kullanmılardır.<br />
Çivit mavi: Çamaır çividi olarak bilinen bu parlak mavi<br />
boya, Ultramarin adıyla da adlandırılmaktadır. imdilerde<br />
kullanılan ultramarin ise sentetik yollardan elde edilmektedir.<br />
Serpmeli al ebrûsuyla süslü bu kıt’a Hâfız Osman Efendi’nin en olgun yazılarındandır,<br />
(TEM 4428)<br />
Lahor çividi: Pakistan’ın Lahor ehrinden gelen bitki yapraklarının<br />
kaynatılmasıyla elde edilen derin mavi renktir.<br />
Kristal halde küçük çakıl taları eklindeki Lahor çividi,<br />
Türk ebrûculuu için vazgeçilmez bir boyadır.<br />
Lök: Eski ustaların kullandıı, asıl ismi lek olan, Hindistan’da<br />
bitki yapraklarında ebnem olarak oluan ve kuruduktan<br />
sonra toplanan vineçürüü renginde bir boya. Avrupa’dan<br />
gelen löke ise frengi lök denmektedir.<br />
Al Bakkam: Kırmızı renkli bu boya, Hindistan’da yetien bir<br />
aacın (Hoematoxylon cempechianum) talaından elde edilmekte,<br />
mor renkli olanına da mor bakkam denilmektedir.<br />
Sülüen: Kurun oksitlerden oluan turuncu-kırmızı renkli<br />
tabii boya.<br />
Göz taı: Tabiattaki mavi renkli bakır sülfat taından elde<br />
edilen boya.<br />
Gülbahar: Demir oksitleri ihtiva eden pembemsi pas renkli<br />
boyaya verilen isimdir.<br />
Zâc: Zâc-ı Kıbrısî olarak da bilinen tabii bakır sülfat göztaı.<br />
Osmanlı hat ekolünün kurucusu eyh Hamdullah hattıyla bir murakkaadan iki kıt’a, dı pervazında<br />
yer alan zerefanlı al ebrûsu Hatib Mehmed Efendi’ye ait, (SSM 120-0243-SH)<br />
Çamlıca topraı: Kadim ustalarımızın ebrûlarında pek sık<br />
gördüümüz bu tütün renkli toprak, o devirlerde ismiyle<br />
müsemmâ sık çam aaçlarıyla kaplı, eteklerinden gürül<br />
gürül suların aktıı, oksijeni bol bir mesire yeri olan Çamlıca<br />
tepesinin kil oranı düük topraından elde edilirdi. imdilerde<br />
ise Çamlıca’nın bırakın çam aaçlarını, kurumaya<br />
yüz tutmu tomruk, tantâvi gibi su membalarını, artık toprak<br />
alacak bir karı yerin dahi kalmadıı beton yıınına dönümesini<br />
hüzünle izlemekteyiz.<br />
138
Beyaz: Bazik kurun karbonatın tabiattaki hali olan üstübeç<br />
(isfidâç) beyazının yanında beyaz renk için titan beyazı<br />
denilen titan dioksit de kullanılmaktadır.<br />
Aı kırmızı: Kadim renklerden biri olup bir cins oksit boyadır.<br />
Tabii güzellikte bir kırmızı renktir.<br />
Kırmız: Kanatlarından kırmızı renk çıkarılan cochnile böceinin<br />
adı olup bu renge kırmız böceine ait manasında<br />
kırmızî, buradan galat olarak da bu çeit renklerin tümüne<br />
kırmızı adı verilmitir.<br />
Lotur: ekercilerin kullandıı bir boya cinsi.<br />
Bugün bu renklerin az bir kısmı bulunabilmekte, bunun<br />
yanında aynı renk tonlarını elde edebileceimiz onlarca<br />
deiik tonda ve geçmie göre çok daha kaliteli pigment<br />
boyar maddeleri hazır halde bulmak mümkündür.<br />
Biz ebrûcuların bugün yapması gereken klasik halini almı<br />
olan renk anlayıımızı bol örnekler görerek yeni üretimlerde<br />
kullanmalıyız. Klasik renk anlayıını yakalayabilmek<br />
için ebrû taliplilerine kadim ustalarımızın eserlerini<br />
renk ve desen olarak birebir taklit etmelerini tavsiye etmek<br />
isteriz.<br />
Hâfız Osman Efendi’nin sülüs hattının etrafında altın tahrirli, kumlu zeminli hatib ebrûsu,<br />
(SSM 120-0343-HO)<br />
Ebrûlar, yeryüzünde yazı yazıldıı müddetçe hattın etrafında<br />
pervaz edecekler. Çevreledii kelâmı her daim zikrederek.<br />
“Maallah, Barekâllah, Lâ havle ve lâ kuvvete illâ<br />
billah….”<br />
Bibliyografya<br />
BARUTÇUGL, Hikmet, Suyun Rüyası Ebrû, stanbul, 2001.<br />
ÇETN, Nihad M.-DERMAN, M. Uur, slam Kültür Mirasında Hat<br />
Sanatı, stanbul, 1992.<br />
DERE, Ömer Faruk, Ebrû Sanatı, stanbul, 2007.<br />
DERMAN, M. Uur, “Ebrû”, DA, c. 10, s. 80-82, stanbul, 1994.<br />
DERMAN, M. Uur, Türk Sanatında Ebrû, stanbul, 1977.<br />
DERMAN, M. Uur, “Yazı Sanatımızda Kıt’alar”, lgi, stanbul,<br />
Kasım 1980, sayı 30, s. 32-35.<br />
DERMAN, M. Uur, Sabancı Kolleksiyonu (Hat), stanbul, 1995.<br />
DERMAN, M. Uur, “Gecikmi Bir Vaad”, Prof. Dr. Nihad M.<br />
Çetin´e Armaan, s. 371-405, stanbul, 1999.<br />
DERMAN, M. Uur, Sakıp Sabancı Müzesi Hat Koleksiyonundan<br />
Seçmeler, stanbul, 2002.<br />
DERMAN, M. Uur, “Hazârfen Hattat Üsküdarlı Necmeddin<br />
Okyay”, Bildiriler Üsküdar Sempozyumu, c.II, s. 182-194, stanbul,<br />
2004.<br />
MUSTAFA ÂLÎ, Menâkıb-ı Hünerverân (Nr. bnülemin Mahmud<br />
Kemal nal), stanbul, 1926.<br />
MÜSTAKMZÂDE, Süleyman Saadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn, stanbul,<br />
1928.<br />
NEFESZÂDE, brahim, Gülzâr-ı Savâb, (Nr. Kilisli Muallim Rıfat),<br />
stanbul, 1939.<br />
ÖZEMRE, Ahmet Yüksel, “Üsküdar´da Ebrû Sanatı”, Bildiriler<br />
Üsküdar Sempozyumu, c. II, s. 295-304, stanbul, 2005.<br />
YAZIR, Mahmud Bedrettin, Medeniyet Âleminde Yazı ve slâm<br />
Medeniyetinde Kalem Güzeli, c. I-II, Ankara, 1981.<br />
Reisü’l-hattatîn Kâmil Akdik’in sülüs-nesih Hadis-i erif kıt’asının etrafında Necmeddin Okyay’ın<br />
ebrûları, (Hususi Koleksiyon)<br />
Dipnotlar<br />
1-ÇETN-DERMAN, s. 39; DERMAN 1995 s. 47-51.<br />
2-MÜSTAKMZÂDE, s. 386.<br />
3-DERMAN 2002, s. 224-229, DERMAN 1977.<br />
4-DERMAN 1999 s. 373.<br />
*SMEK Ebru Usta Öreticisi.<br />
Hâfız Osman’a ait bir murakkaanın fevkalade lâtif kumlu hatib pervazları, (SSM 120-0371-HO)<br />
139
Özgün Tasvirlerle<br />
Karagöz ile Hacivat<br />
Rukal KAYRA<br />
Bir zamanlar bu ülkenin en önemli hayal kahramanları olan Karagöz ile Hacivat, günümüzde<br />
emektar tasvir yapımcıları, hayaliler ve akademisyenlerin çabalarıyla yaşatılmaya<br />
çalışıyor. Bu değerli insanlardan biri olan ve Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları'nın değerli<br />
eserlerinden Gölge Tiyatrosu’nun tasvirlerini üreten Suat Veral, Kültür Bakanlığı’nın bu<br />
alanda kayıt altına aldığı tek sanatçı…<br />
Günümüzde sadece Ramazan aylarında hatırlanan ve çocuklara<br />
elencelik olarak sunulan Karagöz ile Hacivat, sinema,<br />
televizyon ve internet gibi kitle iletiim araçlarının kölesi<br />
olmadıımız bir zamanlar bu ülkenin en önemli hayal<br />
kahramanlarıydı. Hayalinin doaçlamaları, toplumsal sorunlara<br />
parmak basmanın ötesinde önemli mesajlar taımakta,<br />
duygusal ve mizahi yönüyle izleyicilere hep birlikte geçirilen<br />
keyifli zamanlar yaatmaktaydı. Bu milli deerimiz gene<br />
eski heybetli günlerine döner mi bilinmez ancak bu sanatın<br />
yaatılması için çaba gösteren tasvir yapımcıları, hayaliler<br />
ve akademisyenlerin çabalarını da tebrik etmeden geçmemek<br />
gerekiyor. Bu yazımızda Karagöz ile Hacivat’a gönül<br />
vermi bir tasvir yapımcısının portresini çizeceiz.<br />
Kayıt Altındaki Tek Tasvir Ustası<br />
Geleneksel Türk <strong>El</strong> Sanatları'nın deerli eserlerinden Gölge<br />
Tiyatrosu’nun tasvirlerini üreten Suat Veral, Kültür<br />
Bakanlıı’nın bu alanda kayıt altına aldıı tek sanatçı… Kendisi<br />
gibi Türk <strong>El</strong> Sanatları’na gönül vermi aabeyi Tevfik<br />
140
Veral’dan örendii ve zamanla meslek olarak benimsedii<br />
bu el sanatını 26 yıldır icra ediyor. Veral, u ana kadar 350<br />
çeit tasvirden 20 bine yakın eser üretmi. Gölge oyunumuz<br />
olan Karagöz ile Hacivat’ı oynatmaktan ziyade tamamen tasvir<br />
boyutunda kalarak kültürümüze yardımcı olacak ekilde<br />
zengin çeitleri yapıp yaymakla hizmet etmeyi düünen Veral,<br />
“Yıllarca yapmı olduum mesleimde büyük ilgi gördüm<br />
ve almı olduum iyi tepkiler bana güç verdi. Bugünkü saygın<br />
ustalarımızın da takdirlerini alıyorum ve yeni Karagözcülerin<br />
yetimesinde de yaptıklarımla yardımcı oluyorum.” diyor.<br />
“Meslekte; aabeyimden örendiim tekniin de üstünde<br />
bir açılım yapmak hedefiyle, yapmı olduum tasvirlerimde<br />
özel olarak kullandıım boyalarla ve uyguladıım özel<br />
bir ileme tekniiyle, tamamen el emeiyle, gölge<br />
sanatımız olan tasvirlere zenginlik katmaya<br />
çalımaktayım.” diyen sanatçıdan tasvir yapımının<br />
tekniklerini bizim için özetlemesini istiyoruz.<br />
“Eskiden tasvirler üretilirken yapım<br />
malzemesi olarak nevregan adlı keskin bir<br />
bıçak, spatula eklinde bir kesici, kök boya<br />
ve deve derisi kullanılırmı. imdi deve derisi<br />
bulunamadıından dana derisi kullanılıyor.<br />
stenilen effaflıı yakalamak ise en büyük<br />
mesele. Dünyada gölge tiyatrosu yapan pek<br />
çok ülke deri yerine plastik, karton ya da tahta<br />
kullanıyor, bu yüzden istenilen effaflıı elde edemiyorlar.<br />
Karagöz yapımında kullanılan esas malzeme çi deri diye<br />
tabir edilen effaf halde tabaklanmı derilerdir. Özel bir tabaklama<br />
ileminden geçirilen derinin kepekle kılları dökülüp,<br />
yaları bıçaklarla kazındıktan sonra günete kurumaya bırakılır.<br />
Tabaklamada zırnık kullanılırsa derinin sarı renk aldıı<br />
görülür. Zırnık yerine kepekle doal tabaklanan, sonra kireç<br />
içine daldırılan derilerde ise daha beyaz bir görünüm elde<br />
edilir. Bu kireçli derinin de sonradan kazınma- sı gerekir. Ben<br />
tasvir yapımında yakma ve kesme<br />
tekniini kullanıyorum.<br />
Kök boya ve günümüz boyalarından<br />
özel karıımlar<br />
gerçekletiriyorum. Renk<br />
canlılıını en iyi verenlerden<br />
biriyim diyebiliriz.<br />
Bu d a<br />
yılların<br />
deneyimi ile açıklanabilir tabii ki… Tasvirlerin boyutları ise<br />
oynatılacak perdeye göre deiiyor. 30 cm’den küçük olmaması<br />
gereken tasvirler için standart bir ölçü yok. Salon<br />
100-150 kiilik ise 30 cm yeterli olur iken, 200-250 kii için<br />
38 ila 40 cm arasında tasvirler yapılabilir. Ancak tasvir ne<br />
kadar büyük olursa eli o kadar yorar. Ben görsel amaçlı<br />
boyu 1 metreyi aan tasvirler dahi ürettim” eklinde anlatıyor.<br />
Amerikalı aratırmacı yazar Kevin Revolinski, sanatçının<br />
yaptıı çalımalardan etkilenerek, 2006 yılında<br />
kaleme aldıı kitabı “The Yogurt Man Comenth, Tales of<br />
an American Teacher in Turkey” isimli kitabının kapaında<br />
Veral’ın figürünü kullanmı.<br />
“Karagöz Evlerde Oynatılsın”<br />
Yüzyıllardan beri karakterlerin aynı olduundan<br />
bahseden sanatçı buna renk katmak<br />
için kostümlerde farklı tasarımlara yer vermi.<br />
Ayrıca “Karagöz evlerde oynatılsın”<br />
diye bir sloganla bu oyunu evlerde oynatılabilecek<br />
ekilde hazırlamı. Hatta aldıı<br />
geri dönüümleri anlatırken duygulanıyor<br />
ve “Konuamayan bir çocuk bu sayede konutu.<br />
Ailesi teekkür etmeye geldi, nasıl<br />
mutlu olduumu anlatamam” diyor.<br />
Bu iin kazanç boyutunun önemli olmadıını söyleyen<br />
usta, “mkanlar kısıtlı. Üretimlerimi halen ev ortamında gerçekletiriyorum.<br />
Ancak bakanlıımızın düzenledii tüm etkinliklere<br />
katılıyorum, festivaller, davetler oluyor. Geçimimi<br />
salamak için DÖSM’ in alıveri maazalarında, stanbul<br />
Kapalı Çarı, Bursa Yeil Çarı ve zmir’de çeitli maazalarda<br />
figürlerim sergi ve satı maksatlı yer alıyor. Karagöz<br />
ile Hacivat Tiyatrosu’nun seçkin örneklerini sergileyen ustalarımıza<br />
figürler üretiyorum. Ancak ben bu ii kazanç için<br />
yapmıyorum. Hedef noktam, bu sanatın yaatılması, eski<br />
canlılıına kavuması ve 14.yy’dan bu yana gelen ustalarımızın<br />
ruhunun ad olması…” Bu ie yüreini koyan<br />
sanatçı, sözlerini, “Kukla ve gölge sanatının<br />
tüm dünyada gelitirilmesi ve yaatılması, bu<br />
sanat yoluyla dünya barıına katkı salanması<br />
açısından da önemli bir misyonumuz bulunduuna<br />
yürekten inanıyorum.” diyerek<br />
noktalıyor.<br />
141
Sanatın Gizemli Yüzü<br />
Kukla ve Maskeler<br />
İlhan SEFA<br />
Kukla denildiğinde aklınıza ilk ne geliyor Yaşı biraz geçmiş olanların “İbiş” dediğini,<br />
80’li yıllarda çocuk olanlarınsa dönemin klasik televizyon yapımlarından olan<br />
“Susam Sokağı”nın kahramanları “Edi ile Büdü” ve “Kurabiye Canavarı”nı saydığını<br />
duyar gibiyim. Geçmişi çok eskilere dayanan bu sanat artık eskisi kadar rağbet görmese<br />
de bu işe gönül vermiş birkaç sanatçı sayesinde hâlâ varlığını koruyor.<br />
Kukla yapımında kullanılan malzemeler<br />
konusunda bir sınırının<br />
olmadıını anlatan sanatçı Balaban,<br />
“Bu sadece benim için geçerli deil tabi.<br />
Bugün dünyadaki modern kukla anlayıı<br />
malzemede sınır tanımamaktadır. Yine de<br />
en sık kullanılan malzemeler arasında ahap,<br />
strafor, kuma, sünger, kaıt, lateks ve polyesteri<br />
sayabiliriz. Bazen malzeme bizi yönlendirse<br />
de genellikle kukla hangi teknikte hazırlanacaksa<br />
malzemenin ona göre seçilmesi daha çok tercih edi-<br />
Tahta, alçı, mukavva veya bezden yapılmı; elle, iple<br />
veya sopayla oynatılan, ehirlerde ‘kukla’, lerde ise ‘bebek’, ‘çömce’, ‘gelin’ ve ‘karaçör’<br />
gibi adlar verilen kuklaların tarihi<br />
neredeyse insanlık tarihi i kadar eskilere<br />
dayanıyor. Eski Türk geleneklerinde<br />
de yer alan kukla,<br />
belli bir amaca yönelik anlatım<br />
için çeitli tiplerin, ekillerin<br />
ve cisimlerin oyunlatırılması<br />
sanatı olarak tanımlanı-anıyor.<br />
Kimi kaynaklara göre<br />
kökleri eski Yunan felse-efesine<br />
dayanan, kimi kaynaklara<br />
göre ise ilk defa<br />
Çin’de ortaya çıkan kukla<br />
sanatının nasıl ve hangi<br />
yollarla Türklere geldii<br />
konusunda da çok deiik ik<br />
köy-<br />
görüler bulunuyor. Bunların<br />
içindeyse kuklanın Orta<br />
Asya’da Türkler arasında<br />
yaygın olarak oynatıldıı ı ve<br />
göçler sırasında Anadolu’ya<br />
getirildii görüü aırlık kazanıyor.<br />
Anadolu topraklarından Osmanlı<br />
mparatorluu’na geçen ve<br />
asıl geliimini bu dönemde de gösteren<br />
kuklacılık, günümüzde birkaç sanatçı<br />
sayesinde yaamını sürdürüyor. ürüyor Bu sanatçılardan<br />
biri de Atölye Curcunabaz’ın sahibi Candan<br />
Seda Balaban…<br />
Esasında eczacılık fakültesi mezunu olan 39 yaındaki<br />
sanatçı Candan Seda Balaban’ın maske ve<br />
kuklalarla ilk tanıması bir Venedik seyahati<br />
sayesinde olmu. Orada gördüü maske ve<br />
maske atölyelerinden çok etkilenen sanatçı<br />
1996 yılından itibaren maske koleksiyonu<br />
oluturmaya balamı ve bir yandan<br />
da iin mutfaına girebilmek<br />
için 2 yıl seramik, 2 yıl da heykel dersleri<br />
almı. lk birkaç yıl sadece maske yapımı<br />
ile ilgilenen 2002 yılından bu yana<br />
ise profesyonel olarak hem maskeler hem de<br />
kuklalar yapan sanatçı Balaban, 2004 yılından<br />
beri çalımalarını Curcunabaz adını verdii kendi<br />
atölyesinde sürdürüyor. Sanatçıya kulaa hayli ilginç<br />
gelen Curcunabaz adının nereden geldiini so-<br />
rarak balıyoruz sohbetimize.<br />
Balaban bu<br />
sorumuzu, “Bu sanat-<br />
la profesyonel olarak ilgilenmeye<br />
baladıktan sonraki ilk iki yıl çalımalarımı<br />
evimde sürdürmeyi<br />
denedim. Ancak zamanla ev<br />
bana yetmemeye baladı<br />
ve bir atölye açmaya karar<br />
verdim. Atölyemin adını belirlerken<br />
ise Osmanlı enlikleriyle<br />
ilgili aratırmalarım<br />
sırasında rastladıım ve o<br />
enliklerde ortalıı enlendiren<br />
maskeli soytarılara<br />
verilen isim olan Curcunabaz<br />
isminden esinlendim.<br />
Hem yaptıım ile uyumlu<br />
olması hem de bizim kültürümüze<br />
ait olması sebebiyle<br />
bu isim çok houma gidiyor”<br />
eklinde yanıtlıyor.<br />
Henüz 4-5 yalarındayken klasik<br />
bale ile balayan sanat yaantısı-<br />
na Latin dansları, klasik gitar, solistlik,<br />
resim ve çeitli<br />
elileri ile devam ettiini<br />
anlatan Balaban, “Gösteri sanatlarına olan<br />
bu ilgimin kuklalarla buluması imdi baktıımda<br />
bana kaçınılmaz gibi geliyor” derken yaptıı ilk<br />
kukla çalımalarınınsa Commedia dell’Arte maskelerini<br />
aratırırken karılatıı karakterler<br />
sayesinde olutuunu belirtiyor.<br />
142
len bir yöntemdir. Örnein ipli<br />
kuklaların genellikle ahaptan<br />
yapılmasının nedeni; hareketli<br />
eklemlerin kolay yıpranmaması<br />
ve malzemenin aırlıının kuklanın<br />
oynatımına hizmet etmesidir.<br />
Mesleimin içinde özel olarak<br />
ilgi duyduum bir konu ise günlük<br />
kullandıımız objelerin kuklaya uyarlanmasıdır.<br />
Benim için bir saat, huni,<br />
süpürge de kuklaya dönüebilir”<br />
diyor.<br />
Sanatçı Balaban, bir kuklanın<br />
oluum sürecinde sürdürdü-<br />
ü çalımaları ise u sözlerle<br />
özetliyor bizler için: “Çalımalarımda<br />
önce karakterimin<br />
detaylarını belirlerim. Kukla<br />
daha tasarım (çizim) aamasındayken<br />
benim için yaam<br />
öyküsü olumaya balar. Karakter<br />
özellikleri, geçmiine ait<br />
detaylar ve bazen ismi... Aynı<br />
süreçte daha çizerken kuklayı<br />
hangi teknikte yapacaıma<br />
da karar verir ve ilk tasarım<br />
bittikten sonra birebir ölçekli<br />
teknik çizime ve yapım sırasında<br />
kullanacaım gövde<br />
ve ba kalıplarının hazırlı-<br />
ına geçerim. Ondan sonra<br />
iin zanaat kısmı balar; yontma, boyama,<br />
eklemlerin birletirilmesi ve her parçada,<br />
sonradan kuklanın oynatımında problem<br />
olmaması için tekrar tekrar kontrol. Son<br />
olarak kuklaya giydirmek istediim kostümün<br />
dikii ve aksesuarların hazırlanmasıyla<br />
kuklamız artık tamamlanmı demektir. Bir<br />
kuklanın tamamlanması ise seçilen kukla<br />
tekniine göre bir hafta ile bir ay arasında<br />
deien bir çalımaya mâl oluyor.”<br />
Kuklalarda en önemli detaylardan birinin<br />
ifade olduunu söyleyen sanatçı, kuklalarda<br />
tek bir ifadeyle bütün hikâyenin anlatılması<br />
gerektiini vurguluyor. Bunu ba-<br />
arabilmek için kukla yapımıyla uraan<br />
kiinin iyi bir gözlem yeteneine sahip<br />
olması gerektiinin altını çizen Balaban,<br />
“Yaptıım kuklaya doru ifadeyi<br />
verebilmek için öncelikle karakteri<br />
çok iyi benimsemeye çalıırım. Ya-<br />
am içerisinde karılatıım yüzleri<br />
deerlendirir ve haylimdekiyle har- man-larım.<br />
Çou zaman kendi duygulanımlarımın da ilerime yansıdıını<br />
fark ediyorum” eklinde konuuyor.<br />
Yaptıı kuklaların tiyatrolar, çeitli televizyon programları,<br />
çocuk eitim programları ve kliplerde kullanıldıını anlatan<br />
Balaban, bunların yanı sıra kimi zaman insanların atölyesine<br />
gelerek kendi kuklalarını yaptırmak istediklerini de söylüyor.<br />
Balaban, uzunca bir süre bu isteklerini yerine getirdiini fakat<br />
artık bu tarz çalımalara ara verdiini belirtirken bunun<br />
gerekçesini ise u sözlerle açıklıyor: “Kii kuklaları dünyada<br />
bir çok kuklacının yaptıı bir i ve insanları kuklaya<br />
yakınlatırmanın çok iyi bir yolu. Atölyemi açmaya<br />
karar verdiimde, bu atölyenin masraflarını nasıl<br />
karılayacaım benim için büyük bir sorundu.<br />
Çünkü o dönemlerde kukla oyun ve programlarının<br />
sayısı çok sınırlıydı ve sadece tiyatrolara<br />
hizmet vererek ayakta durmak mümkün de-<br />
ildi. Ben de dünyada olan bu uygulamayı<br />
ülkemde denemeye karar verdim. Youn<br />
bir ilgi gördüm ve Türkiye’nin her yerine,<br />
hatta yurt dıına kiiye özel kuklalar hazırladım.<br />
Fakat bir müddet sonra artık<br />
kiiye özel kuklalardan yapmaktan<br />
baka hiçbir ey yapmaya vaktim<br />
kalmadıını görünce kendi tasarımlarımı<br />
gerçekletirebilmek<br />
için bu çalımama son verdim.<br />
Sanatçı Candan Seda Balaban,<br />
atölyesinde kendi tasarımları<br />
olan kukla ve maskelerin yapımı<br />
dıında bu sanata merak<br />
saranlara da iin inceliklerini<br />
öretiyor. Bildiklerini bakalarıyla<br />
paylamaktan büyük<br />
haz aldıını vurgulayan Balaban,<br />
Curcunabaz’da devam<br />
eden kurslarla ilgili olarak,<br />
“Benim ders programlarımın<br />
bir balangıç ve biti<br />
tarihi yoktur. Çünkü standardize<br />
edilmi sınıf tarzı çalımaların, kiilerin<br />
yaratıcılıklarını sınırladıına inanıyorum.<br />
Sınıfımda herkes baka tekniklerde<br />
ileri bir arada çalıır ve kendi kukla veya<br />
maske karakterlerini olutururlar. Hem<br />
kendi çalıması üzerinde younlaırken<br />
hem de yanında çalıanların örendikleri<br />
ilere ve kullandıkları malzemelere aina<br />
olurlar. Örencilerimden istediim tek<br />
ey; yaratıcılıklarını aktifletirmeleridir.<br />
Onun dıında benim onlara verebilece-<br />
im ancak malzeme ve teknik bilgiler<br />
olabilir.<br />
Son olarak sanatçı Balaban’dan kuklacılık<br />
sanatının Türkiye’deki ve dünyadaki durumunu<br />
deerlendirmesini istiyoruz. Bir<br />
sanatçı alçakgönüllülüü ile söze, “Ben<br />
hala bu sanatta söz söylemek için<br />
çok yeni sayılırım ama Türkiye’de<br />
ve dünyada yapılan ilerin iyi bir takipçisiyim”<br />
diyerek balayan sanatçı,<br />
görülerini bizlerle paylaıyor: “Türkiye’de benim baladıım<br />
yıllarda neredeyse sınırlı olan kukla çalımaları bugün<br />
memnun edici bir ekilde artmaktadır. Ülkemizde yapılan<br />
kukla festivallerinin sayılarının artması bunun önemli bir<br />
göstergesidir. Aynı eklide her gün kuklaya ilgi duyan insanlar<br />
çoalmakta, bugün stanbul’da birçok kukla atölyesi<br />
ve tiyatrosu bulunmaktadır. Geleneksel kukla anlayıımız<br />
devam etmekle birlikte modern kukla çalımaları da giderek<br />
artmaktadır. Tabii ki dünyaya göre hala çalımalarımız<br />
sınırlı olsa da güzel bir balangıçtayız diye düünüyorum.<br />
En büyük dileim ülkemiz üniversitelerinde kukla bölümlerinin<br />
açılmasıdır.”<br />
143
Atatürk Kitaplığı<br />
Beyazıt Meydanı (Krt_00041). Nâm-ı dier Seraskerat. Arkada Harbiye Nezâreti. Gündelik mekalelerini sürdüren stanbullular. At arabalarının ulaım aracı olarak kullanıldıı<br />
günler. Seyyar satıcılar. O günlerde meydana dikilmi tek tük aaçlardan bugün eser yok. Sadaki yangın kulesi birçok kartpostala obje olmu, ta iççiliinin görkemli<br />
anıtlarından biri.<br />
Kartpostal Koleksiyonu<br />
Hüseyin TÜRKMEN* - İrfan DAĞDELEN**<br />
Bir zamanlar hızlı ve ucuz haberleşme aracı olarak kullanılan kartpostallar, internet karşısında büyük kan kaybetti.<br />
Oysa, kültür ve şehir tarihi araştırmacıları tarafından en çok kullanılan görsel malzemelerin başında kartpostallar<br />
gelmekteydi. Çünkü geçmiş dönemin gündelik ve sosyal hayatına, kültürel ve tarihî değerlerine ilişkin<br />
sayfalar dolusu yazıyla anlatılamayacak düşünceleri, bir karelik kartpostalla ifade etmek mümkün.<br />
Geçmiin izlerini bir fotoraf karesinde saklayan kartpostallar,<br />
anıların en canlı tanıkları olarak karımıza çıkıyor.<br />
Çünkü günümüzde deien ve yok olan sadece tarihi evler,<br />
binalar, sokaklar, ehrin görünümü deil, aynı zamanda<br />
insanlar ve tabii ki onların özneleri olduu sosyal hayat.<br />
Bu sebepledir ki tarihî kartpostallar, deien ve yok olan<br />
bu çevre ve sosyal hayata ilikin aratırma ve nostaljik bir<br />
gezi yapmak isteyen herkesin baucu kaynaklarından belki<br />
de en önemlisi. Önce siyah beyaz basılan, ardından olanca<br />
renkleriyle raflarda yerini alan kartpostallar, yakın tarihe<br />
ıık tutması nedeniyle belgesel bir deer de taıyor.<br />
19. yüzyılın ortalarında Avrupa ve Amerika’da kullanılan ilk<br />
kartvizitler, “Genellikle dikdörtgen biçiminde ince kartondan<br />
yapılmı, bir yüzü resimli, zarflı veya zarfsız gönderilen<br />
posta kartı” eklinde tanımlanan bugünkü kartpostalların<br />
atası olarak kabul edilir. Çounlukla arkada ziyaretlerinde<br />
ve özel günlerde kullanılan kartvizitler, doum günlerinde,<br />
yortularda yakın çevreye verilmeye balanmıtır. Amerikan<br />
iç savaı sırasında büyük bir pazara dönüen kartvizitlerin<br />
boyutları büyüyerek kartpostala dönümütür.<br />
Uzun bir geçmie dayanan kartpostalların Türkiye’de yaygınlaması<br />
-Osmanlı Devleti'nin de katılımcı olduu- 1893<br />
Chicago Dünya Sergisi'yle balamıtır. Sergi sonrasında<br />
Amerikan Hükümeti, ABD posta tekilatı aracılııyla, yayıncılara<br />
ilk kez 1 sentlik kartpostallar bastırma izni vermitir.<br />
Avrupa ülkelerinin posta idareleri, mektuba kıyasla daha<br />
ucuz gönderilebilecek bir haberleme vasıtası olması dü-<br />
ünülen kartpostalların gönderilmesini kurallara balamaya<br />
balar. Buna göre kartpostallar; açık -yani zarfsız- gönderilecek,<br />
kartın arka yüzünde pul ve adres için bo alan<br />
bırakılacaktır.<br />
Kartpostalların Osmanlı'da yaygınlaması, Max Fruchterman<br />
ile balamıtır. stanbul'a 1867 yılında gelen Max Fruchterman,<br />
geliinden yaklaık iki yıl sonra Yüksekkaldırım'da bir<br />
çerçeveci dükkânı açar ve 1895 yılında ilk Osmanlı kartpostal<br />
serisini Breslau'da bastırmaya balar. Max Fruchterman’ın<br />
bu serüveni vefatına, yani 1918 yılına kadar devam etmitir.<br />
Osmanlı'daki dier önde gelen kartpostal editörleri ise E.<br />
F. Rochat, Jacques Ludvigsohn, G. Berggren ve Israilovitch’tir.<br />
144
Bir Osmanlı kadını (Krt_00621). Dı kıyafet olarak üste çaraf (iki parçalı sokak giysisi), ferace<br />
(omuzdan yere dek inen uzun ve bol manto), entari (tam elbise), kaftan (entari üzerine, zengin<br />
bir kumatan yapılan giysi), gömlek, libade (pamuklu ya da yünlü kısa ceket), malah (bol ve<br />
hafif yazlık ceket), salta (kalça hizasındaki ceket), al, cepken (aır ilemeli kolsuz yelek), hırka<br />
(kısa, astarlı ceket), alvar (ilemeli ipekten bol pantolon), yeldirme (balıklı yazlık pelerin), yelek,<br />
dizlik veya don, gecelik entarisi giyerlerdi.<br />
Kartpostallara önceleri sadece ehirlerin, güzel ve muhteem<br />
binaların fotorafları konu olurken, sonraları mehur<br />
adamların, sanatkârların ve artistlerin portreleri de<br />
konu olmaya balamıtır. Daha sonraları, artan ilgi üzerine<br />
çocuk ve hayvan fotorafları ile mehur tabloların<br />
röprodüksiyonları ve sosyal hayatın renkli kareleri de<br />
kartpostalların konusu olmaya balamıtır. Böylece kartpostallar,<br />
sadece bir haberleme aracı olmakla kalmamı,<br />
bazı tarihi ve siyasi olayların yanı sıra kimi özel olayların<br />
geni kitlelere duyurulmasında ve gündemde tutulmasında<br />
önemli rol oynamıtır.<br />
Zamanla yaygınlaan kartpostallar koleksiyon meraklıları<br />
için olduu kadar aratırmacılar için de büyük deer<br />
taımaya balamıtır. Çünkü çou yabancı fotorafçıların<br />
çektii Osmanlı kartpostallarındaki sokaklar, binalar,<br />
satıcılar, taıma araçları, hatta poz veri tarzlarıyla insanlar…<br />
Bütün bunlar siyasi ve sosyal tarih, mimarî, ehircilik,<br />
eitim, sosyoloji, etnografya gibi birbirinden çok farklı<br />
alanlarda çalıan aratırmacılar için ei bulunmaz birer<br />
belge nitelii taırlar. Kartpostalların bu özelliklerini bugünden<br />
yarına taıyabilmeleri; bunların derlenip toplanarak<br />
aratırmacıların hizmetine sunulması ile mümkündür.<br />
Bunu yapacak kurumların baında ise kütüphaneler<br />
gelmektedir.<br />
Sokak satıcısı. Muhallebici (Krt_02131). Aynı zamanda Osmanlı giyim kuamının güzel örneklerinden<br />
biri.<br />
Günümüz Türkiye’sinde kartpostal vb. görsel malzeme<br />
bulunan kütüphane sayısı çok sınırlı sayıdadır. Koleksiyonunda<br />
bulunan görsel gravür, fotoraf, kartpostal vb.<br />
görsel malzemeleri, aratırmacıların hizmetine en profesyonel<br />
ve hızlı ekilde sunan kütüphanelerin baında<br />
ise stanbul Büyükehir Belediyesi Atatürk Kitaplıı gelmektedir.<br />
Türkiye’de bulunan kütüphanelerin birçounda bir veya<br />
birkaç tür yayın bulunurken, Atatürk Kitaplıı’nda bulunan<br />
yayın türü -kütüphane malzemesi- sayılamayacak<br />
derecede çoktur. Bunlardan ilk akla gelenlerden bazıları<br />
unlardır: Matbu kitap ve süreli yayınlar, yazma kitap<br />
ve süreli yayınlar, padiah belgeleri - fermanlar, beratlar,<br />
hüccetler vb.-, gravürler, albümler, haritalar, kartpostallar,<br />
tablolar, hat levhaları, murakkalar, cam negatifler...<br />
Atatürk Kitaplıı’nda bulunan bu koleksiyonlardan gerek<br />
yerli gerekse yabancı uyruklu aratırmacılar tarafından<br />
en çok kullanılanlarından baında ise kartpostallar gelmektedir.<br />
Atatürk Kitaplıı Kartpostal Koleksiyonu’nun Oluumu<br />
Atatürk Kitaplıı’nın bugünkü koleksiyonunun oluumunda<br />
kitap ve kütüphane severlerin baıları önemli rol oynamaktadır.<br />
Öyle ki kütüphanenin paha biçilmez koleksiyonunun<br />
neredeyse tamamına yakını hayırseverler tarafından<br />
baılanan koleksiyonların parçasıdır. te kartpostal<br />
koleksiyonu da bu paha biçilmez koleksiyonlardan birisidir.<br />
Zamanın uygulayıcıları tarafından baılanan kartpostal<br />
albümlerinin içerisindekiler tek tek kaydedilerek<br />
145
yeni bir koleksiyon oluturulmutur. Bu ekilde oluturulmaya<br />
balanılan koleksiyondaki parça sayısı 5 binken; kütüphaneye<br />
çeitli zamanlarda baılanan kitap, evrak vb.<br />
koleksiyonların içerisinden çıkan kartpostalların da bu koleksiyona<br />
dahil edilmesi ile sayı 9 bine ulamıtır. Son zamanlarda<br />
koleksiyonun niteliksel olarak gelimesi için kütüphane<br />
müdürlüü tarafından yapılan satın almalar ile<br />
koleksiyondaki kartpostal adedi 12 bin 500 olmutur.<br />
Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostalların tam bir konu listesini<br />
vermek fazla yer tutacaktır. Bu sebeple yazımızda bu<br />
kartpostallarda en çok öne çıkan konu balıkları hakkında<br />
bilgiler vereceiz.<br />
Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostallardan 7 bin adedi<br />
Türkiye’de basılmıtır. Geri kalanlar ise muhtelif batı ülkelerinde<br />
basılmıtır. Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostalların<br />
çounluu Türkiye ve stanbul konuludur. Buna göre<br />
kartpostalların corafi daılımları u ekildedir:<br />
Türkiye: 10 bin 500 (Bunun yaklaık 4 bini stanbul konuludur);<br />
Avrupa: 1695; meslekler: 571; portreler: 2168; hatlar:<br />
127; konutlar: 350; sosyal ve gündelik hayat: 450; ula-<br />
ım: 550.<br />
Bu listeyi uzatmak mümkündür. Yukarıdaki istatistikî bilgilerden<br />
de anlaılacaı üzere, Atatürk Kitaplıı koleksiyonunda<br />
stanbul konusu öne çıkmaktadır. Bu kartpostallar,<br />
özellikle ehir tarihçileri ve kültür aratırmacıları için büyük<br />
önem taımaktadır. Deien hizmet anlayıı ve yükselen<br />
hizmet kalitesi ile paralel olarak artan okuyucu talebi, bunun<br />
en büyük göstergesidir. Üstelik bu kartpostallar sadece<br />
aratırmacılar tarafından deil, aynı zamanda geçmii merak<br />
eden halk ile tarihi ev ve yapılarını ispat veya restore<br />
etmek isteyen kiiler tarafından da kullanılmaktadır.<br />
Atatürk Kitaplıı Kartpostal Koleksiyonu'nun<br />
Niteliksel Durumu<br />
Atatürk Kitaplıı’nı dier kartpostal koleksiyonu bulunan<br />
kütüphanelerden farklı kılan etkenlerin baında, kartpostalların<br />
kataloglanması ve okuyucu hizmetlerindeki ileri<br />
kütüphanecilik uygulamaları gelmektedir. Bu hususta dile<br />
getirilmesi gereken en önemli nokta, kütüphanede bulu-<br />
Tarihe iz bırakan panoramik bir kartpostal (Krt_12100). 17 Aralık 1908’de Ayasofya Meydanı’nda yapılan bir Merutiyet gösterisi. Ayasofya Camii ve saında 1846 yılında temeli atılan, bugün<br />
varlıını koruyamamı olan Darülfünun-ı Osmanî’nin ilk binası.<br />
146
Osmanlı gündelik hayatının numunelerinden biri (Krt_09773). Üsküdar’da bir kahvehanede lüle ve nargile içenler. Kıyafetleri, mekanları ile kendine has üslup ve tarzını oluturmu. Arkada yelkenliler<br />
rüya ehir stanbul’a bir fon oluturuyor. Yedi tepesinde esiz mimari üslubuyla yükselen camiler, kubbeler ve minareler. Kayık sefası Boaziçi’nin efsanevi ananelerinden.<br />
nan kartpostalların tamamının kayıt, kataloglama ve sınıflama<br />
ilemleri ile uluslararası standartlara uygun olarak<br />
taranarak bilgisayar ortamına aktarılması ilemlerinin tamamlanmı<br />
olmasıdır.<br />
Atatürk Kitaplıı’ndaki kartpostallar, kütüphanelerde uygulanmakta<br />
olan kataloglama kurallarından çok daha geni<br />
bir anlayıla kataloglanmaktadır. öyle ki, yukarıda da<br />
ifade edildii üzere bu koleksiyonların kullanıcıları, hem<br />
ehir tarihçileri, hem kültür tarihçileri, hem de dier özel<br />
aratırmacılardır. Dolayısıyla bu kullanıcıların her birinin<br />
bu objelere bakıı ve bunlara ait kataloglardan beklentileri<br />
çok farklıdır. Bu sebepledir ki, Atatürk Kitaplıı’ndaki<br />
kartpostalların kataloglanması sırasında bu aratırmacılardan<br />
gelen talep ve eletiriler dorultusunda farklı bir kataloglama<br />
yöntemi gelitirilmitir. Buna göre kütüphanedeki<br />
kartpostalların her birisi öncelikle standart kütüphanecilik<br />
kurallarına uygun olarak kataloglanmıtır. Daha sonra<br />
bu kartpostallar corafik olarak kataloglanmıtır. Son olarak<br />
da kataloglamaya konu olan kartpostaldaki her bir ayrıntı<br />
tek tek belirlenerek her biri için ortak bir konu balıı<br />
veya anahtar kelime ve kavram kullanılmıtır. Kısaca<br />
her bir kartpostal için tek tek adı ve varsa fotorafçısı, yayın<br />
yeri, editörü ve tarihi, fiziksel özellikleri (ebatları, baskı<br />
türü ve yöntemi), konu balıkları (corafi tanım, konu edinilen<br />
ülke, ehir, ilçe ve semt), anahtar kelime ve kavramlar<br />
(burada kartpostaldaki her bir tanımlama öesine -cami,<br />
bina, insan, hayvan, araç...- ilikin ayrı konu balıı veya belirlenen<br />
anahtar kelime ve kavram gibi bilgiler verilmitir.<br />
Son olarak u hususu da belirmek gerekir ki, Atatürk Kitaplıı<br />
kartpostal koleksiyonunun okuyucuya açık olan kısmının<br />
tamamına internet aracılıı ile her hangi bir üyelik gerekmeksizin<br />
ve ücret ödemeksizin ulamak mümkündür.<br />
nsanlarla beraber binalar, parklar, sokaklar hatta bütün<br />
bir ehir deiiyor. Deiiyor ne kelime, bazen yok bile<br />
oluyor. te günlük hayatın akıında nasılsa saklanabilmi<br />
olan kartpostallar bir yüzünde müahhas bir tarihi, Yahya<br />
Kemal’in mısrasıyla “en sahih aynadan aksettiriyor” iken,<br />
öbür yüzündeki yazılarla da bu tarihin daha ahsî ve mahrem<br />
arka planını verir. Hiç üphesiz onları okuyabilen gözlere<br />
ve ifrelerini çözebilen feraset sahiplerine bulunmaz<br />
bir hazinedir, Atatürk Kitaplıı.<br />
* BB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüü (Atatürk Kitaplıı) Nadir Eserler Uzmanı<br />
** BB Kütüphane ve Müzeler Müdürlüü (Atatürk Kitaplıı) Nadir Eserler Uzmanı<br />
Anadolu’nun tipik bir kasabası, Bartın (Krt_09569). Osmanlı kent mimarisinin Anadolu’daki<br />
yüzlerce örneklerinden sadece bir tanesi. ehrin planı, yerleimi, cadde ve sokakları, evleri,<br />
camileri, okulları ile kemekeliin deil sade Anadolu insanının iç güzelliinin yaadıı ehre<br />
vurduu damga. Revakları, cumbaları, pencereleri, saçakları ile bir güzelliin yansıması. imdi<br />
bunlardan eser yok ama görüntüsü ile böyle bir ehir kurmak isteyenlere bir örnek.<br />
Fethe damgasını vuran Rumelihisarı (Krt_06953). Burçlarının gölgesindeki yalılar, ahap mimarinin<br />
Boaziçi’ni süsleyen ziynetlerinden sadece bir kaçı. skelesine asılan alar ve çirozlar<br />
bugün göremeyeceimiz manzaralardan. Tüm sadelii ve güzellii ile özlediimiz<br />
stanbul’un bir baka köesi.<br />
147
Dünyanın Merkezine Ziyaret<br />
Yazı: Emine UÇAK - Fotoğraflar: Adnan ERDOĞAN<br />
Nasreddin Hoca ve Akşehir Gölü… Birini diğerinden ayrı düşünmek mümkün değil. Geçtiğimiz sonbaharda yolumuz<br />
Hoca’nın ‘dünyanın ortası’ olarak nitelediği Konya’nın bu şirin ilçesine düşünce; gördük ki, Akşehir ismini<br />
aldığı gölünü kurutmuş, ama en azından maya çalarak gölü ölümsüz kılan Nasreddin Hoca’sını yaşatmayı sürdürüyor.<br />
Fıkrayı bilirsiniz; çevreden bir grup insan, Nasreddin Hoca'yı<br />
çevirip “Hocam size bir sorumuz var” demiler: “Hocam,<br />
dünyanın ortası neresi”... Hoca, be on adım ilerlemi,<br />
bastonunu yere saplamı. “Dünyanın ortası burasıdır” demi.<br />
akın akın bakan kiiler, “Nasıl olur Hocam” demiler.<br />
Hoca da “nanmazsanız ölçün...” diye cevap vermi.<br />
te Hoca’ya göre dünyanın ortası olan Akehir’in sokaklarında<br />
dolanırken, camilerden türbelere, hamamlardan<br />
kiliselere kadar göze çarpan birçok eser, ilçenin önemli bir<br />
tarihi zenginlii olduunun ipuçlarını sunuyor. Ama ilçenin<br />
ismine ve asıl görkemine ulaması birçok Anadolu kentinde<br />
olduu gibi Selçuklular döneminde olmu. Akehir adı-
nın çiçek açmı dalardan dolayı verildii belirtiliyor. Selçuklu<br />
döneminde Akehir, hem maddi hem kültürel hem<br />
de manevi anlamda çok geliir. Horasan illerinden Seyyid<br />
Mahmud Hayrani, Nimetullah Nahçevani gibi din bilginleri<br />
Akehir'e göç ederek bu toprakların manevi dokusunun<br />
deimesine katkıda bulunurlar.<br />
Selçuklu’nun yıkılıının ardından bir süre beyliklerin denetiminde<br />
olan Akehir, 1381 yılında Murat Hüdavendigar<br />
döneminde Osmanlı topraı olur. Yıldırım Beyazıt, Timur<br />
ile yaptıı ve yenildii o mehur savaın ardından<br />
Akehir’de hapsedilir. Ve burada intihar eder. Beyazıt’ın<br />
intihar ettii Ferruhah mescidi, yanı baındaki Hayrani<br />
türbesiyle, Akehir’i çevreleyen daların eteinde bütün<br />
sakinliiyle ziyaretçilerini aırlıyor bugün. Türbenin biraz<br />
ilerisindeki Hıdırlık Tepesi de, asırlık çınar aaçlarının altındaki<br />
çay bahçeleriyle Akehir’i panoramik olarak görme<br />
fırsatı sunuyor.<br />
Yıllara Direnen Konaklar<br />
Timur’un ardından bir süre Karamanoulları’nın eline geçen<br />
Akehir, Fatih Sultan Mehmed döneminden Cumhuriyet’e<br />
kadar kesintisiz olarak Osmanlı hakimiyetinde kalır. Özellikle<br />
15. yüzyılın sonlarına doru Akehir’de çeitli etnik<br />
ve dinsel kökenlerden gelen kavimlerin barı ve kardelik<br />
içerisinde bir arada yaadıı günler balar. O günlerden<br />
bu günlere kiliseler, hamamlar ve farklı yapılar ulamı.<br />
Ama bu dönemlerdeki farklı kültürlerin izlerini, artık<br />
yıllara direnmekte zorlanan konaklardan ve eski evlerden<br />
anlamak mümkün. Bu eski evlerin her biri farklı mimari<br />
üsluplara göre ina edilmi. Kimi ta, kimi ahap… Kimi<br />
batı, kimi dou mimarisinde ama hepsinin ortak noktası<br />
zamana yenilmek. Bu evlerin restore edilmesi durumunda<br />
Akehir’in; Safranbolu, Mudurnu gibi konaklarıyla mehur<br />
yörelerle yarıması mümkün. lçede bu konuda güzel<br />
adımların atıldıını sevinçle öreniyoruz.<br />
149
Akehir Evi, böyle bir çabanın güzel bir örnei. 16 idealist<br />
üniversite örencisinin bir araya gelerek satın alıp restore<br />
ettii bu ev imdi ilçenin yüz akı olarak ziyaretçilerin akınına<br />
uruyor. Evin iletme müdürü olan Nusret Bey, bu güzel<br />
öyküyü öyle anlatıyor: “Konak, 1894 yılında Akehir’in<br />
önde gelen isimlerinden kereste tüccarı Hacı Yusuf Efendi<br />
tarafından özel ve kaliteli kereste kullanılarak yapılmı.<br />
Daha sonra Hacı Yusuf Bey’den evi alan Nalbantzade<br />
Mustafa Efendi, 1922 yılında Ermeni Rumen<br />
ustaya evin ikinci katını ve dier bölümlerini<br />
yaptırmı. Ancak, sahiplerinin<br />
ölümünün ardından konak, uzun yıllar<br />
harabe halinde kalmı. Evin kaderi,<br />
ilçenin kültürünü yeni nesillere<br />
aktaracak bir müze yapma dileindeki<br />
16 gencin giriimiyle deimi.<br />
Gençler, ilçede aylar süren aratırmanın<br />
ardından konaı satın alır ve<br />
Akehir halkının da büyük katkıları<br />
ile restore eder. Akehir halkının bu<br />
ilgisi ve destei karısında çok sevinen<br />
gençler daha sonra bu evi ‘Akehir Evi’<br />
adı altında tüm Akehir halkına hediye eder.<br />
Gençlerin dier bir giriimi ise, yörenin esnaflarından<br />
oluan 41 mütevelli üye ile birlikte 1998 Akehir<br />
Kültür Salık ve Eitim Vakfı’nı (Ak-Sev) kurmaları olur.”<br />
Nusret Bey bize evi gezdirirken, evin eski haline tamamen<br />
uygun bir ekilde restore edildiini anlatıyor. Oturma<br />
odaları, ahaneleri, gelin odaları, kaynana odaları, kiler,<br />
kök gibi bölümler, tamamen aslına uygun eya, giysi ve<br />
özellikleri ile korunmu. Gelin odasındaki dolapların içinde<br />
bazı notlar var. Evin gelini bazı önemli ayrıntıları dolabın<br />
kapaının içerisine yazıyor. lk not u ekilde, ‘27 Nisan Salı<br />
1965 mobil gazocaının eve ilk geli tarihi’ O tarihe kadar<br />
evin ahane odasında bulunan ocakta, odun ateinde yemek<br />
piiren gelin için bu önemli bir gün olmu anlaılan.<br />
Dolaplar içerisinde yer alan bazı notlarda ise evin<br />
büyüklerinin ölüm tarihleri yer alıyor. Bunlardan<br />
bir tanesi u ekilde, ‘Mayıs 29 1965<br />
Cumartesi, Habibe teyzemin ölüm tarihi’.<br />
Evin içerisinde yer alan ahanelerde<br />
bulunan mutfak eyalarının büyük<br />
bölümü, o yıllarda kullanılan eyalar<br />
ve çou Akehir halkı tarafından<br />
yapılan baılar sayesinde bir<br />
araya getirilmi.<br />
Gülmece Parkı ve Nasreddin Hoca<br />
Akehir Evi’ndeki keyifli molamızın ardından<br />
tekrar yola koyuluyoruz. Nasreddin<br />
Hoca’sız Akehir olmaz dedik ya… Onun<br />
anısına yapılan ve fıkralarının canlandırıldıı Gülmece<br />
Parkı bir sonraki duraımız oluyor. Parkın giriinde<br />
Hoca’nın douran ve ölen dev kazanı karılıyor bizi. Ardından<br />
kâh aacın dalında, kâh eeinin sırtında, kâh elinde<br />
mumuyla Nasreddin Hoca’nın fıkralarının yaatıldıı parkı<br />
ve onun mehur nüktedanlıını hatırlatsın diye, dört tarafı<br />
açık olmasına ramen kapısında kilit olan türbesini ziyaret<br />
ediyoruz. Gülmece Parkı’nın hemen yanında ise, ünlü<br />
150
Akehir Festivali’ne katılan ve Nasreddin<br />
Hoca’yı canlandıran güldürü ustalarının<br />
büstlerinin olduu park var.<br />
Parkın hem giriinde hem çıkıında<br />
ise, eeine ters binen Hoca<br />
heykeli var.<br />
Akehir’de Nasreddin Hoca’sız bir<br />
yer bulmak mümkün deil zaten.<br />
Hediyelik eya ve el sanatlarında<br />
hep onun nüktedanlıı ve tasvirleri<br />
var. Ama bu ürünlerin arasında<br />
en dikkat çekeni ise, ters çalı-<br />
an saat oluyor. Hoca’nın memleketinde<br />
tam da Hoca’ya uygun bir ürün. Saatin pe-<br />
ine düünce yolumuz, yıllarca festivallerde<br />
Nasreddin Hoca’yı canlandıran Erdo-<br />
an Özbakır’ın atölyesinde buluyoruz<br />
kendimizi. Emekli bir eitimci olan<br />
Özbakır’ın asıl ilgi alanı ise el sanatları.<br />
Özbakır’ın 1961 yılından bu yana<br />
tablolardan kalemliklere, anahtarlıklardan<br />
biblolara kadar yüzlerce ürün<br />
yaptıını öreniyoruz. Ama bunların<br />
ötesinde hem Akehir’e has hem de<br />
Nasreddin Hoca’ya uygun bir ürün için<br />
kafa yorduunu anlatan Özbakır, en sonunda<br />
ters çalıan saatle bu dileine ulamı.<br />
Nasreddin Hoca’nın eee ters binmesinden<br />
esinlenerek tersine ileyen bir saat yapmayı<br />
düündüünü belirten Özbakır, “Hoca aslında<br />
eee ters binerken düz bir felsefeyi anlatır.<br />
‘Saatin de ters gitmesi, Hoca’nın esprisine<br />
uyar’ diye düündüm. Çünkü günümüzde<br />
o kadar çok ters giden i<br />
var ki… ‘Belki ters giden ileri de ters<br />
çalıan bir saatle düzeltiriz’ eklinde<br />
bir espri aklıma geldi. Saatin çizim, dizayn,<br />
renk ve boyut kısmını tasarladım.<br />
Sonunda ortaya güzel bir tersine ileyen Nasreddin Hoca<br />
saati çıktı” diyor.<br />
Ters Çalıan Saat<br />
Saatin akrep ve yelkovanının tersine döndüünü ancak<br />
rakamların da ters tarafa doru sıralanması nedeniyle<br />
doru zamanı gösterdiini dile getiren Özbakır, saatin tersten<br />
ileyiini soranlara, “geçen zamanı geri<br />
getirir, tersine giden ileri düzeltir, doruyu<br />
bulmak için düünmeyi yeniden öretir”<br />
gibi esprilerle izah etmeye çalıtıını<br />
söylüyor. Saati görenlerin, önce aırdıını,<br />
sonra gülümsediini anlatan Özbakır,<br />
öyle devam ediyor: ”lk görenler,<br />
saati çok orijinal ve renkli buluyor. Tekrar<br />
baktıında tersine çalıtıını anlıyor.<br />
Sonra tekrar baktıında rakamların da<br />
ters olduunu görüyor ve kahkaha atıyor.<br />
Herkesin evinde saati var. Yeni bir<br />
saat almayı hiç düünmeyen insanların<br />
bile dikkatini çekiyor. ‘Hep düzünü<br />
aldık iler doru gitmedi, bu defa tersine<br />
gideni alalım bakalım ilerimiz belki<br />
düzelir’ diyerek saati satın almak istiyorlar.”<br />
Erdoan Hoca’nın hediye ettii<br />
ters saatimizi aldıktan sonra solu-<br />
u Akehir’in ‘öretmen iletmecileri’<br />
sebebiyle ünlü Doan etli ekmek<br />
fırınında alıyoruz. Mustafa ve<br />
Özgür kardeler, babalık mesleini<br />
öretmenlie tercih edip, hem etli<br />
ekmek hem de yöreye özel lezzetli<br />
ev yemekleri yapıyorlar. Akehir’in farklı<br />
kültürlerinin etkisi, damak lezzetinde de<br />
hissediliyor. Bunlardan en farklısı peynirli baklava.<br />
Künefeyi ve baka peynir tatlılarını<br />
biliyorduk ama peynirli baklava<br />
tam bir sürpriz lezzet. Klasik<br />
baklavadan tek farkı içinde künefede<br />
kullanılan tuzsuz keçi peynirinin<br />
kullanılması. Sıcak olarak servis<br />
edilen peynirli baklava gerçekten de<br />
farklı bir lezzet.<br />
Sözün özü, yolunuz dünyanın ortası Akehir’e düerse,<br />
hem ruhunuza hem de midelerinize hitap edecek birçok<br />
zenginlik var. Dünyanın ortası konusunda üpheleriniz<br />
varsa, Türk Patent Enstitisü’nün Akehirliler’in bavurusu<br />
üzerine, 2007 yılında dünyanın ortası olduunu tescilledi-<br />
ini de hatırlatayım. Kaldı ki, inanmayana Hoca’nın deyimiyle<br />
‘ölçmek’ serbest.<br />
151
Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />
Aslı DAVAZ*<br />
1989 yılından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı; bir yerel<br />
yönetim – sivil toplum kuruluşu işbirliği içerisinde, kadın merkezli kütüphanecilik ve arşivcilik çalışmalarını<br />
yürütmektedir. 20 yıldır hizmet veren kütüphaneye başkanlıkları döneminde desteklerini esirgemeyen tüm belediye<br />
başkanlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.<br />
Kütüphanenin bir baka ilevi de dier kütüphane ve arivlerde<br />
bulunan, kadınlarla ilgili belgeleri bulmaktır. Vakıf, bu belgelerden<br />
oluan birçok bibliyografya ve katalog hazırlamıtır.<br />
Koleksiyonun ulatıı aama son derece önemlidir. Örne-<br />
in Vakıf, 18-21 Nisan 1935 yılında Türk Kadınlar Birlii’nin<br />
ev sahipliini yaptıı ve stanbul’da toplanan “Kadınların<br />
Seçme ve Seçilme Hakkı, Vatandalık ve Politik Eylemi için<br />
Uluslararası Kadın Birlii’nin 12. Kongresi’ne katılan delegelerin<br />
izlenimlerini kaydeden bir gazetecinin defterini<br />
koleksiyonuna katmıtır. Ancak bu ve benzeri belgelerin<br />
salanmasında yaanan iniler ve çıkılar, kesintiler ve duraklamalar<br />
nedeniyle koleksiyon, nicel olarak ulaabilece-<br />
i noktadan geride kalmıtır. Kütüphane ve ariv, kurulu-<br />
undan bu yana resmi hiçbir mali ödenek almaksızın, büyük<br />
ölçüde baılarla belge satın almıtır. Uzun zamandır<br />
mali yetersizlikler nedeniyle belgeler sadece baılar yoluyla<br />
kütüphaneye salanmaktadır. Belge salama sürecini<br />
kurumsallatırabilmek ve bu konuda mali yetersizlii<br />
aabilmek en önemli sorundur.<br />
Zemindeki resim: 1935 Uluslararası Kadınlar Kongresi'ne ait pullar<br />
Nadir Belgeler<br />
Kadın merkezli kütüphaneler ve arivler, kadınlar ve kadın<br />
hareketinin belleini olutururlar. Kadınların tarihteki “görünmezlikleri”<br />
konusunda bilinç yaratırlar(*). Bu kütüphaneler<br />
ve arivler, kadınlık bilincinin geliimine paralel olarak<br />
büyürler. Türkiye’de, 1980’lerde, önce stanbul ve Ankara<br />
gibi büyük ehirlerde, kadınların kurdukları bilinç yükseltme<br />
gruplarıyla balayan dalga, kadından yana çok çeitli etkinlikler<br />
ve vakıfların kurulması ile devam etti. Bu dalganın<br />
ürünlerinden biri de 1989’da kurulan, 14 Nisan 1990’da açılan<br />
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı olmutur.<br />
Kadın Kütüphanesi bu yıl 20. kurulu yılını kutlamaktadır.<br />
Bu süreçte, “Kadınların geçmiini iyi tanımak, bu bilgileri bugünün<br />
aratırmacılarına derli toplu bir ekilde sunmak ve<br />
bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için salamak”<br />
dorultusunda, kurulu amacına balı olarak çalımıtır(*).<br />
Kadın Kütüphanesi’nin 20 yılda kadın konusundaki belgelerden<br />
oluan ilk ve en büyük koleksiyonu oluturması, ülkemiz<br />
açısından çok önemli bir kazanımdır. Bu koleksiyon<br />
kitap, ariv, belge, süreli yayınlar, efemeralar, 20 yıllık basın<br />
taramasından oluan gazete kupürleri, kadın örgütleri koleksiyonu,<br />
özel ariv koleksiyonu, görsel koleksiyonlar (kartpostal,<br />
afi, fotoraf, dia, video, kaset) ile sanatçı, yazar ve siyasetçi<br />
kadınların biyografik dosyalarından olumaktadır.<br />
Kadın konusunda uzmanlamı kütüphaneciler ve arivciler,<br />
hem geçmi ile hem de gelecek ile yarımakta; her<br />
an kaybolmaya aday belgelere ulamaya, her gün olu-<br />
an yeni belgeleri kaybolmadan arivlemeye çalımaktadır.<br />
Kadın merkezli kütüphaneler ve arivler, kadın konulu<br />
belgeleri özel olarak toplamadıı takdirde, baka hiçbir<br />
kurum tarafından da böyle bir çalıma yapılmadıı için bu<br />
belgeler yok olmaya aday en yakın belgeler olmaktadır.<br />
Kadın konulu belgeleri salayan kütüphanelerde, kütüphaneci<br />
ve arivci olmak yetmemektedir; çünkü bir kadın<br />
kütüphanesi uzmanı, topladıı ve peinde olduu belgelerin<br />
niteliini de bilmek zorundadır. Bu uzman, çalıtıı<br />
ülkenin kadın hareketi tarihini iyi bilirse, neyi nerede arayacaını,<br />
nerede nasıl bir belge bulacaını bilir. Geleneksel<br />
bir arivcilik ve kütüphanecilik anlayııyla, kadın merkezli<br />
kütüphaneler ve arivler geliememektedir. Üniversitelerin,<br />
kütüphanecilik, arivcilik, kadın aratırmaları bölümleri<br />
ile ortak bir çalıma yapmaları bu yetersizlii çözecektir.<br />
Kuruluundan 20 yıl sonra kadın kütüphanesinin, kadın<br />
hareketinde bir aktivist olarak faaliyette bulunması de-<br />
il, bu faaliyetleri yürüten kadınların aktivitelerinin belge<br />
ve arivlerini salamada aktivist olması gerektii görüü<br />
netlemitir. Kadın konulu kütüphaneler kadın örgütüdürler,<br />
aktivist kadınların ürettii belgeleri toplamakla yükümlüdürler.<br />
Kadın konulu kütüphanelerin, aktivist olduu alan,<br />
kadın aktivistlerin yarattıı belgeleri toplamak ve korumaktır.<br />
Kadınları, dün ve bugün, belgelerle görünür kılmaktır.<br />
Her ne kadar kütüphanenin en zengin koleksiyonu kadın<br />
örgütlerine ait olsa da tıpkı dier belgelerde olduu<br />
gibi olması gereken noktadan uzaız. Ancak, bugün, Kadın<br />
Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı’nın 20. yılında,<br />
kadın hareketi, kütüphanesi ve örgütleriyle “kadın konulu<br />
belgelerin” korunması alanında yapısal bir çözüme ulaabilecek<br />
bir deneyim kazanmıtır.<br />
152
Kadın kütüphanelerinin sorunlarının aılması açısından üniversitelerin<br />
bünyesinde açılan kadın aratırma merkezlerinin<br />
büyük önemi vardır. 1990’lı yıllardan itibaren, Türkiye’de<br />
toplam 15 üniversitede kadın sorunları aratırma ve uygulama<br />
merkezinin kurulmu olması son derece önemli bir<br />
adımdır. Kadın Kütüphanesi bu 15 kadın aratırma merkezi,<br />
kütüphanecilik ve arivcilik bölümlerinin uzmanlarıyla sorunların<br />
çözümüne yönelik bir çalıma grubu oluturabilir.<br />
Üniversitelerde sayılan bölümlere balı olmadan kadın konusunda<br />
aratırma yapan kadın akademisyenler veya herhangi<br />
bir kuruma balı olmayan kadın aratırmacılar da bu<br />
çalıma grubunun asli unsurları olabilirler. Dünyadaki kadın<br />
kütüphaneleri de böyle bir alt yapı oluturarak, sözü edilen<br />
sorunların üstesinden gelmeye çalımaktadırlar.<br />
Kadın Eserleri Kütüphanesi, stanbul 2010 Avrupa Kültür<br />
Bakenti Ajansının destei ile ortaklaa yürüttüü STAN-<br />
BUL KADIN-KADIN STANBUL Projesi kapsamında kadın konulu<br />
36 panel ve 18 kadın gözüyle stanbul gezileri düzenlemenin<br />
cokusuyla çalımalarını sürdürmektedir.<br />
Kadınların Özel Arivleri<br />
Mehasin S.<br />
Kadın arivlerinin baılanması tamamen gelenek dııdır.<br />
Gelenek olmayan yerde yeni yöntemler yaratmak gerekmektedir.<br />
Ülkemizde sistematik bir biçimde ariv baılama<br />
gelenei zayıftır; kadın arivlerinin baılanması ise<br />
tamamen gelenek dııdır. Bir kadının arivinin belirli bir<br />
kurumda bulunması hâlâ belirli kıstaslara tabidir. Arivi<br />
olan kadının ya çok mehur olması ya da çok önemli bir<br />
ailenin üyesi olması bu kıstaslardan geçerliliini en çok<br />
koruyanıdır ve bu gelenek hâlâ sürmektedir.<br />
Türkiye’de kadınların özel arivlerini 1990’a kadar toplayan<br />
hiçbir kurum bulunmamaktaydı. Ariv toplayan önemli<br />
devlet kurumlarında örnein, Babakanlık Arivi’nde veya<br />
Ulviye Mevlan Civelek<br />
Osmanlı Arivi’nde dahi bugüne kadar yaptıımız çalımalar<br />
çerçevesinde tam anlamıyla bir kadın arivine rastlanmamıtır.<br />
Bu kurumlarda bulunan kadın belgeleri iki türdendir;<br />
ya bir kadına ait belirli tesadüfler sonucunda salanmı birkaç<br />
belgeden olumaktadır ya da belgeler, o kadının babasının,<br />
kardeinin veya olunun arivinin içinde saklı bir biçimde<br />
bulunmaktadır. Biz kurum olarak 1990 yılından beri<br />
yani 20 yıldır sistematik, bilinçli ve yöntemli bir ekilde kadın<br />
arivlerini salama çalımalarını yürütmekteyiz.<br />
Vakfın saladıı ilk ariv eski Çorum Milletvekili ve Türk Kadın<br />
Birlii Üyesi Hasene Ilgaz arividir(*). 1991 yılında Hasene<br />
Ilgaz daha bir yıl önce kurulmu vakıftan haberdar olmu ve<br />
bizi arayarak kendi özel arivini tasniflediini ve bize baılamak<br />
istediini bildirmiti. Hasene Ilgaz arivi Türkiye’de ilk<br />
kez bir kadın tarafından kendisinden talep edilmedii halde<br />
baılanmı ilk kadın arivi olarak imdiden tarihe geçmitir.<br />
Bu yazıda baılanan tüm arivlerin baı serüvenini anlatmamız<br />
mümkün deildir; ancak taıdıkları özellikler açısından<br />
arivlerden birkaç örnek daha vermek gerekmektedir.<br />
Vakıfta bulunan özel arivler iki türdendir. Birinci kategoride<br />
bulunan arivler, hayatta olan kadınların baıladıkları<br />
arivlerdir. kinci kategoride bulunan arivler ise, bu<br />
kadınların vefatından sonra aileleri tarafından baılanan<br />
Kadın Eserleri Kütüphanesi<br />
153
Kadın aratırmacılar ve kadın kütüphaneleri bu koleksiyonlar<br />
üzerinde çalıarak, saklı koleksiyonları ortaya çıkarmaktadırlar.<br />
Doru biçimde kataloglanmadıı için kullanıma hazır olmayan<br />
saklı koleksiyonları kefetme ii de bizi beklemektedir.<br />
Böylece var olan koleksiyonlardan yeni koleksiyonlar yaratılabilir.<br />
Bu saklı koleksiyonları bulmak için örencilere tez konuları<br />
verilebilir, aratırmacılar bu dorultuda yönlendirilebilir. Örnein,<br />
Ankara’daki Babakanlık Devlet Arivleri ve Milli Kütüphane<br />
gibi bütün resmi ve özel arivler taranarak kadınlarla ilgili<br />
saklı koleksiyonlar kataloglanabilir diye düünüyoruz.<br />
Sadece kütüphanemizin deil, tüm kütüphane ve arivlerin<br />
karı karıya olduu sorunların baında gelen bir konuda<br />
da deeri bilinmedii için kaybolan, kâıt hamuru<br />
olmaya gönderilen veya yakılan evraklardır. Geçmie ıık<br />
tutacak belgelerin yok olmasıyla kaybedilen geçmiimiz…<br />
Son olarak unu söyleyebiliriz ki; bugüne dein kütüphane<br />
çalımalarının yetkinletirilmesi, kalitesinin artırılması, yeni<br />
çalıma alanları açılması üzerinde youn çaba gösterdik. Bir<br />
kadın kütüphanesinin gereklilii, kadınlara ait ve kadınlar<br />
hakkında bilgi ve belgelerin toplanmasının önemini kabul<br />
ettirmek için mücadele ettik. 2000’li yıllarda bile “neden bir<br />
kadın kütüphanesi gereklidir, ne ie yarar”, sorusuna tekrar<br />
tekrar yanıt vermek, yaaması ve ilevini yerine getirmesi<br />
için sürekli mücadele etmek zorundayız. Yoksa gün gelir,<br />
“size falanca kitaplıkta bir oda verelim, vakıf da dier kadın<br />
etkinlikleriyle urasın, ayrı bir kadın kütüphanesine ne gerek<br />
var” yaklaımıyla karı karıya kalabiliriz…<br />
Kadınlar kendi tarihlerine, kendi belgelerine sahip çıkmak<br />
istiyorlarsa, kütüphaneyi sürekli olarak yaayan ve geli-<br />
en bir organizma gibi canlı kılmalıdırlar. Bu kukusuz kütüphane<br />
kurucularının, genel kurul üyelerinin ve bir avuç<br />
kütüphane dostlarının altından kalkacaı bir i deildir.<br />
Kütüphaneyi zenginletirmek ve yaatmak tüm kadınların<br />
ve kadın dostlarının görevidir.<br />
Kaynakça:<br />
arivlerdir. Belki de bu kategorilere bir üçüncüsünü eklemek<br />
gerekebilir; bunlar da bu kadınların vefatından sonra<br />
yakınları tarafından çöpe atılan ve yine bir dizi tesadüf<br />
sonucu sahafların eline geçen ve daha sonra vakıf tarafından<br />
satın alınan arivlerdir.<br />
kinci kategoride bulunan ariv türlerine en güzel örnek<br />
Türkiye’nin ilk kadın avukatlarından Süreyya Aaolu’nun<br />
arividir. Altı bine yakın belgeden oluan bu ariv kadın<br />
konulu arivcilie en güzel örnei oluturmaktadır. Bu ar-<br />
ivde bulunan belgeler sıradan belgeler deildir, her biri<br />
ayrı ayrı tarihsel önem taımaktadır.<br />
Saklı Arivler(*)<br />
Kütüphanelerde ve arivlerde bulunan kadınlarla ilgili özel<br />
bilgiler, bir erkein arivi içinde saklanmakta, kadınları görünmez<br />
kılmaktadır. Bu nedenle, kadınlarla ilgili artık/kırıntı/parça/kalıntı<br />
koleksiyonlardan söz edilebilir. Bu tür<br />
parçalı kadın koleksiyonları daha çok erkeklerin özel ar-<br />
ivleri arasından çıkmaktadır. Çünkü kadınların kendilerine<br />
ait özel ariv alıkanlıkları azdır. Böyle bir alıkanlık olsa<br />
bile, toplumsal baskılar ciddi engeller oluturmutur. Örnein<br />
aile arivleri içinde kadınlara ait bilgi “Dierleri” adı<br />
altında ayrı arivlenmekte ya da imha edilmektedir(*).<br />
*90’larda Türkiye’de Feminizm, derleyen : Aksu Bora – Asena Günal, stanbul,<br />
letiim Yayınları, birinci baskı, 2002<br />
*Genevieve Fraisse, Les femmes et leur histoire, Paris, Editions Gallimard, Folio<br />
Histoire, 1998<br />
*Archives du Féminisme, bulletin no 5, Juin 2003 ve bulletin no 6, Décember 2003<br />
*Women’s Archives Guide : Manuscript Sources for the History of Women,<br />
Joanna Dean and David Fraser, National Archives of Canada, Ottowa, 1991<br />
*Language, gender and sex in comparative perspective, edited by Susan U. Philips,<br />
Susan Steele and Christine Tanz, Oxford University Pres, 1987<br />
*Discovering Women’s History : a practical guide to the sources of women’s history<br />
1800 – 1945 Deidre Beddoe, San Francisco, Pandora, 1993<br />
*Women’s Collections : Libraries, Archives and Consciousness, editor : Susanne<br />
Hildenbrand, New York, The Haworth Press, 1986<br />
Dipnotlar:<br />
*Françoise Thébaud, Ecrire l’histoire des femmes et du genre, 2eme édition<br />
revue et augmentée, Lyon, ENS Editions, 2007<br />
*Süreyya Aaolu Özel Arivi Katalou, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi<br />
Merkezi Vakfı,Hazırlayan:Yusuf Altan Altınok, Danıman : Bekir Kemal Ataman,<br />
250 s. , stanbul, 2007<br />
*Hasene Ilgaz Özel Arivi Katalou, TC. Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi<br />
Arivcilik Bölümü, Lisans Tezi, Hazırlayan : Nurgül Özdoan ve Zeynep Eratalay,<br />
Danıman : Bekir Kemal Ataman, 178 s. , stanbul, 1995<br />
*Women, Information and the Future, edited by Eva Steiner Moseley, Fort Atkinson,<br />
Wisconsin, Highsmith Pres, 1994<br />
*Vakıf kurulu Senedi<br />
*Vakıf Kurucu Üyesi<br />
Nadir Belgeler<br />
154
Eyüp Sultan, Pertevniyal Valde Sultan Çemesi<br />
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi<br />
İstanbul Çeşmelerine Toplu Bir Bakış<br />
Yazı ve Fotoğraflar: Prof. Dr. H. Örcün BARIŞTA<br />
İstanbul’a bir açık hava müzesi niteliği kazandıran kültür varlıkları ve sanat eserleri arasında kuşkusuz ki<br />
Silivrikapı’dan Rumeli Kavağı’na, Üsküdar’dan Anadolu Kavağı’na, Kadıköy’den Kartal’a ve Tuzla’dan Adalar’a<br />
kadar uzanan semtlere yayılmış, kimi özgün biçimini, kimi konumunu yitirmiş, kimi onarılarak ve korunarak günümüze<br />
gelen çeşmelerin payı büyüktür. Bazıları doğayla, bazıları meydanla, bazıları sokakla, bazıları yapılarla<br />
bütünleşen bu çeşmeler, Osmanlı İmparatorluğu döneminin bu alandaki kazanımlarının görsel tanıklarıdır.<br />
155
Osmanlı mparatorluu döneminde yüzyıllar boyu bakent<br />
olan stanbul’daki çeitli yapı türleri, gerek yapılı biçimleri,<br />
gerek süslemeleri, gerekse hem yapılı biçimleri, hem de<br />
süslemeleri ile güçlü bir uygarlıın varlıına iaret etmektedir.<br />
Saray ve saray dıına yayılmı pek çok farklı türde<br />
mimari örnekleri ile çeitli hazirelere ve mezarlıklara da-<br />
ılmı mezar taları, bu ehrin kimliine ve kiiliine katkıda<br />
bulunmakta ve stanbul’a bir açık hava müzesi niteli-<br />
i kazandırmaktadır. Böyle bir düünceyi; stanbul’u ulusal<br />
ve uluslararası platformda ünlü kılan 15. yüzyıl ve 20. yüzyılın<br />
ilk çeyrei arasında yapılmı olan kültür varlıkları ve<br />
sanat eserleri desteklemektedir. Kukusuz stanbul’un bu<br />
üne kavumasında; sanat tarihinde kendine özgü bir yeri<br />
olan, Silivrikapı’dan Rumeli Kavaı’na, Üsküdar’dan Anadolu<br />
Kavaı’na, Kadıköy’den Kartal’a ve Tuzla’dan Adalar’a<br />
kadar uzanan semtlere yayılmı, kimi özgün biçimini, kimi<br />
konumunu yitirmi, kimi onarılarak ve korunarak günümüze<br />
gelen çemelerin payı büyüktür. Bazıları doayla,<br />
bazıları meydanla, bazıları sokakla, bazıları yapılarla bütünleen<br />
bu çemeler, Osmanlı mparatorluu döneminin<br />
bu alandaki kazanımlarının görsel tanıklarıdır.<br />
Çeme Teriminin Tanımı<br />
Bilindii gibi Türkçe Sözlük’te “çeme” kelimesi, herkesin<br />
yararlanması için düzen altına alınarak bir oluktan akıtılan<br />
yalaklı su haznesi olarak tanımlanmaktadır (1) . Canlıların su<br />
içmesi, su alması, yıkaması, abdest alması vb. ilevlerle<br />
farklı boyutlarda, biçimlerde ve deiik konumlarda yapılmı<br />
çemeler, çeitlemeler içerir. Genellikle insanların yararlanması<br />
için tasarlanmı çemelerin bazılarında kular<br />
için oluturulmu sebil, suluk vb. üniteler, bazılarında da<br />
kular dıındaki canlıların su içmelerine yarayan ve halk<br />
dilinde “yalak” denilen bir ya da birkaç tekne bulunur. Birden<br />
fazla tekneli çemeler arasında, halk dilinde “yunak”<br />
adı verilen toplu çamaır yıkama yapıları da bulunur. Bunların<br />
açık hava ve kapalı mekânlı örnekleri de vardır.<br />
Bazen ayrı bir yapı, bazen yapıya bitiik, bazen de serbest<br />
bir yaklaımla bir yontu gibi oluturulmu çemelerin, bir<br />
Kadırga, Esma Sultan Namazgahı Çemesi<br />
tür kent möblesi gibi tasarlanmı ve sütun çeme olarak<br />
adlandırılmı (2) olan serbest stilde biçimlendirilmi çeitlemeleri<br />
vardır. Bunların yanı sıra erbet ikramı için tasarlanmı<br />
“musluklu ta tekne, ta testi (3) “ , “erbetlik”, “erbet<br />
kurnası”, “mermer sebil küpü (4) ” ya da “su tabutu (5) ” olarak<br />
adlandırılmı çeitlemeleri de bulunmaktadır.<br />
Türklerin, Arapça “sebil” terimini, Allah rızası için yapılmı<br />
çeme, adırvan, kuyu gibi çeitli su mimarisi yapıları<br />
için kullandıı; kelime olarak sebile benzeyen fakat ondan<br />
ayrı bir manaya gelen yine Arapça “selsebil (6) ” kelimesini<br />
de farklı fonksiyona göre yapılmı olan bir su mimarisi<br />
için kullandıkları ileri sürülür.<br />
stanbul Çemelerinin Türk Sanat Tarihindeki Yeri ve Önemi<br />
Osmanlı mparatorluu döneminin stanbul’daki çemeleri;<br />
taınmaz kültür varlıı olan yapı türlerinden, taınabilir<br />
nitelikteki ta testiler ve musluklu ta teknelere kadar geni<br />
bir yelpazeye yayılır. Bunlar hem yararlı, hem de güzel<br />
i ürünlerinden balayarak endüstriyel sanat ürünlerine<br />
ve el sanatlarından güzel sanat düzeyine ulaan zengin<br />
bir repertuarla Türk plastik sanatlarına bir bavuru kayna-<br />
ı oluturur. Bir dönemin kültür ve sanat düzeyini yansıtan<br />
çemeler, ta ileri alanında seçilen konuları ve beliren<br />
üslupları kopmadan izlememizi salar. Bu yolla duygu ve<br />
düünce sistemini görsel kanaldan algılamamıza, gözlenen<br />
biçimler ve süslemelerle, plastik sanatlar alanındaki estetik<br />
beeniyi belirlememize ve kronolojik bir sistematikle<br />
izlememize olanak tanır. Bu dönemden kalan suyolu haritaları,<br />
çemelerin konumlarının bir ehircilik anlayııyla ve<br />
projeler kanalıyla programlandıını gösterir. Bunlarda kullanılan<br />
gereçler, uygulanan teknik, seçilen boyutlar ve biçim<br />
gibi niteliklerde gözlenen çeitlemeler, üretimde belli<br />
standartlara ve güçlü bir teknolojinin varlıına iaret eder.<br />
stanbul çemeleri, Topkapı Sarayı avlu kapısı önündeki<br />
III. Sultan Ahmet Çemesi’nde olduu gibi, bazıları sultanın<br />
imzasını taıyan, bazıları ünlü airlerin beyitleri ile bezenmi,<br />
bazıları ünlü hattatların kalemiyle biçimlendiril-<br />
156
mi kitabeleri ve çeitli konularla bezenmi süslemeleriyle<br />
göz kamatırır. Bazı çemeler, içerii anlam yüklü yazılı<br />
bezemeleriyle, fonetik sanatlar alanına da engin bir hazine<br />
sunmakta ve hepsinden öte, plastik ve fonetik sanatların<br />
bir arada sergilendii örneklerle, dünya sanatına özgün<br />
bir bileik sanatlar vizyonu baheder (7) . Bu balamda, yalnız<br />
bir semt ölçeinde, örnein Üsküdar’da, 18. yüzyıldaki<br />
estetik deerlerin sorgulanması aamasında, ilginç bir olguyla<br />
karılaılmaktadır. Bu olgu, bir zamanlar su gereksinimini<br />
salayan insanların, bir sanat galerisindeki yapıtları<br />
izler gibi, ta ileri ile bezenmi ayna talarına bakabilen,<br />
dönemin ünlü airlerinden, örnein Nedim’den beyitler<br />
okuyabilen Üsküdarlıların yaadıkları engin sanat ortamını<br />
gözler önüne sermektedir (8) .<br />
te bu engin sanat ortamı, stanbul’a ün kazandırmı ve<br />
bu ehri pek çok yerli ve yabancı bilim adamı ve sanatçının<br />
ilgi odaı haline getirmitir. Bu aydın ve sanatkârların<br />
bir grubunun, stanbul çemelerini konu alan eserleri vardır.<br />
Bilindii gibi Osmanlı mparatorluu döneminde camiler<br />
ve çevresinde görülen su yapıları, ilgi odaı olmu<br />
ve bazı yazarlarca kayıt edilmi, bazı sanatçılarca betimlenmitir.<br />
Günümüze ulaan kültür varlıklarındaki eksikliklerimizi<br />
tamamlayan, bizlere görsel ve yazılı bilgiler<br />
sunarak aydınlatan, estetik duygular veren bu eserler,<br />
stanbul’daki dier kültür varlıkları gibi çemeleri de önce<br />
ulusal, sonra uluslararası düzeye taımıtır.<br />
stanbul’da bulunan çemeler toplu bir bakıla; stanbul<br />
çemelerinin türleri, stanbul çemelerinde kullanılan gereçler<br />
ve uygulanan teknikler, stanbul çemelerinde gözlenen<br />
biçimler ve stanbul çemelerindeki plastik deerler<br />
balıkları altında ele alınabilir.<br />
stanbul Çemelerinin Türleri<br />
Farklı tanımları olan çemelerin sınıflaması da çeitli bakı<br />
açılarıyla yapılmıtır. stanbul’daki çemeler: insanlar için<br />
yapılmı çemeler, hayvanlar için yapılmı çemeler; yetikinler<br />
için yapılmı çemeler, çocuklar için yapılmı çemeler;<br />
yapılarla balantılı çemeler, serbest çemeler; nesne<br />
biçimli çemeler; açık hava çemeleri, yapı içi çemeleri;<br />
yaptıranın adını taıyan çemeler, birisi adına yapılan<br />
çemeler, onarım yaptıranın adı ile anılan çemeler ve bulunduu<br />
semtle balantılı olarak adlandırılmı çemeler<br />
eklinde gruplandırılabilir. Bu gruplandırmalarda ilgi çeken<br />
özellik, bazı çemelerde ya kemerin üstüne, ya ayna taına<br />
yerletirilmi, ya da bir madalyon içine tura biçiminde<br />
oturtulmu kitabelerde bazen hattatın adı geçmesine<br />
karın, çemeyi yapan ta ustasının adının yer almamasıdır.<br />
Bu durum, belki de becerikli ta ustasının bir motife<br />
bavurmu ve imza yerine bir iaret kullanmı olduunu<br />
akla getirmektedir. Bu konuda Tophane Meydan Çemesi<br />
ile Hekimolu Ali Paa Validesi Çemesi’nin bazı panolarında<br />
karımıza çıkan mısır motifleri ile bezenmi panolar “Mısırlı”,<br />
Azapkapı Saliha Sultan Çemesi’nde görülen hurma<br />
dalları ile son bulan yelpaze motifleri “Hacı” ya da “Badadi”<br />
lakabını kullanan ustaların varlıını (9) , ya da bunların önceki<br />
ta ustalarının iliklerini (atelyeleri) belirlemek için kullandıkları<br />
taçı iaretleri olabileceini düündürmektedir.<br />
Yapı ile balantılı olan çemeler iç mekân ve dı mekân<br />
çemeleri olarak iki ana balık altında kümelenmektedir.<br />
Ya yapıyla, ya avlu duvarıyla bütünleen, ya da kendi ba-<br />
Tophane Meydan Çemesi’nden saksıda meyveler<br />
ına ayrı bir yapı olarak tasarlanmı dı mekân çemelerinin<br />
sayısı; saray, konut, hamam, cami vb. yapılarda görülen<br />
iç mekân çemeleri ile artmaktadır. Yapı ile balantılı<br />
dı mekân çemelerin konumu ile balantılı olarak namazgah,<br />
hazire, hacet penceresi, mahalle, sokak, duvar,<br />
meydan, çayır, yunak, saray, konut, türbe, medrese, cami<br />
çemeleri vb. gibi adlandırılmı türleri vardır.<br />
Bütün bu örnekler, taınabilir kültür varlıı niteliindeki lüleli<br />
tekne ta küp biçimli örneklerle zenginletirilebilir. Genellikle<br />
camilerin avlularında karılatıımız bu tür çeme<br />
ya da sebiller, mimariyle balantısız serbest tasarlanmı<br />
musluklu ta tekne ve ta testi olarak isimlendirdiimiz, ta-<br />
ınabilir kültür varlıı nitelikli portatif çemelerdir. Çounlukla<br />
dikdörtgen bir prizma biçimindeki üstü düz bir ta<br />
blou ya da eik çatı ile örtülü dikdörtgen gövdeli bir tekneden<br />
oluan bu çemelerin ön ve yan cepheleri, kör kemer<br />
gözlerinden oluan sanal ayna taları ile bezenmitir.<br />
Saray çemelerinin seçkin örnekleri; Topkapı Sarayı, Dolmabahçe<br />
Sarayı, Yıldız Sarayı vb. yapılarda görülmektedir.<br />
Bostancı’daki II. Mahmut Namazgahı gibi çou orijinal biçimini<br />
yitirmi namazgah çemelerine, Kadırga Esma Sultan<br />
Namazgahı Çemesi; hazire çemelerine, II. Mahmut<br />
Türbesi Haziresi’ndeki II. Mahmut Çemesi; hacet penceresi<br />
çemelerine, ehzade Cami Haziresi önündeki çemeler;<br />
meydan çemesine III. Ahmet Çemesi, Tophane Çemesi,<br />
Azapkapı Saliha Sultan Çemesi, Mihriah Sultan Çemesi<br />
(Küçüksu Çemesi) örnek verilebilir. Mahalle çemesi, sokak<br />
çemesi, duvar çemesi örnei sayıca çoktur.<br />
Su yapılarından yapı içi çemelerinin örneklerine konut,<br />
saray vb. gibi profan yapıların yanı sıra türbe ve camilerde<br />
rastlanmaktadır. Çemelerin cami içinde yer alan türlerine<br />
157
Çemelerde; örme, kesme, oyma, ulama, bindirme, kaplama,<br />
almaık duvar örme vb. gibi yapım tekniklerinin yanı<br />
sıra delik ii oyma, tutturma (aplike), boyama vb. süsleme<br />
teknikleri uygulanmıtır. Delik ii sayıca azdır. Anadolu<br />
Kavaı Çemesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’nde birkaç örnei<br />
vardır. Benzer bir durum tutturma (aplike) için de söz<br />
konusudur. Küçüksu Çemesi ile Maçka’daki Abdülhamit<br />
Çemesi, bu konuda seçkin örneklerdir. Altın rengi boya<br />
ile özellikle kitabeleri boyama, oldukça yaygındır. Bazı örneklerde,<br />
iki renkli ta içilii ile yapılmı süslemeler de<br />
görülmektedir. Sultan Ahmet Meydan Çemesi, Hafız Ahmet<br />
Paa Çemesi ve Köprülü Mehmet Paa Çemesi, bu<br />
konuda ilgi çeken örneklerdir. Kukusuz çemelerde gözlenen<br />
ana süsleme teknii oymadır. Oyma uygulayarak<br />
yüksek ya da alçak kabartma biçiminde yapılmı süslemeler<br />
sayıca çoktur.<br />
stanbul Çemelerinde Gözlenen Biçimler<br />
Temelde suyun aktıı lüleli bir aynataı ve suyun doldurduu<br />
bir tekne, kurna, suluktan oluan çemeler, bir alt<br />
yapıya dayanarak ya da serbest bir yaklaımla, sokaın,<br />
meydanın, çayırın, avlunun, caminin, konutun en elverili<br />
yerine yerletirilmitir. Çemeler genellikle bir yapı, bazen<br />
de bir nesne, bir tür kent möblesi biçimindedir. Bunlar, yapılı<br />
amacına balı olarak, farklı boyutlarda ve farklı biçimlerde<br />
tasarlanmıtır. Örnekler arasında, çocuklar için tasarlanmı<br />
küçük boyutlu çeme dikkat çekmektedir. Topkapı<br />
Sarayı ehzadeler Dairesi içindeki çemeler ve aynı dairenin<br />
talıındaki çeme, özgün parçalardır. Bunlar, çocukların<br />
yararlanabilmesi için yapılmı küçük boyutlu ayna<br />
taları, dinlenme talarının ergonometrik özellikleri ve estetik<br />
deerleriyle, ulaılamamı parçalardır. Benzer bir durum<br />
Topkapı Sarayı Sünnet Odası’ndaki çemeler için de<br />
söz konusudur. Baka ülke sanatlarında benzerleri görülmeyen<br />
bu örnekler dıında, kukusuz kular için tasarlamı<br />
çok küçük boyutlu sebiller, suluklar da kayda deer<br />
örneklerdir.<br />
Kazlı Çeme'den kuu motifi<br />
17. yüzyılda Sultan Ahmet Camii ve 18. yüzyılda Hekimolu<br />
Ali Paa Cami; türbelere ise Eyüp Sultan’daki Beir Aa<br />
Türbesi içindeki çemeler örnek gösterilebilir.<br />
stanbul Çemelerinde Kullanılan Gereçler ve<br />
Uygulanan Teknikler<br />
stanbul çemelerinde kufeki taı, mermer, tula, metal<br />
vb. gibi yapım ve renkli ta, çini, boya ile metal vb. gibi<br />
süsleyici gereçler kullanılmıtır. Genellikle kufeki taından<br />
yapılmı çemelerin ayna talarının mermerden tasarlandıı,<br />
bazı örneklerin mermerle kaplandıı, az sayıda olmakla<br />
birlikte bazı çemelerde tulanın da seçilmi oldu-<br />
u görülmektedir. Örneklersek; süsleyici gereçlerden çininin<br />
kullanıldıı Mercan Camii önündeki küçük duvar çemesi<br />
ve Eyüpsultan’daki Çinili Çeme, kayda deer örneklerdir.<br />
Bunlar, içi çiniyle kaplanmı Hatice Turhan Çemesi,<br />
su yapılarından brahim Paa Sebili’nin içindeki çini kalıntıları<br />
(10) ve Üsküdar’daki Horhor Çemesi ile zenginletirilebilir.<br />
Yetikinler için tasarlanmı çemelere gelince bunlar, bir<br />
ya da birden fazla kiinin yararlanabilecei bir yaklaımla<br />
tasarlanmıtır. Bir ya da birden fazla ayna talı ve cephelerle<br />
tasarlanmı çemelerin taban planı, kareye yakın<br />
dikdörtgen, kare ya da çokgen biçimindedir. Plan olarak<br />
çok komplike bir durum arz etmeyen çemelerin konstrüksiyonları,<br />
cephe düzenlemeleri ile gelimektedir. Cephe<br />
sayısına balı olarak çemeler, bir cepheli ve birden<br />
fazla cepheli çemeler olarak gruplandırılabilir.<br />
Klasik dönemde çemeler genellikle iki ayaı birbirine<br />
balayan, bir ya da iki tas yuvası bulunan, bir kemer gözü<br />
içine oturtulan bir ayna taı ve onun önünde yer alan iki<br />
tarafı birer dinlenme taı ile sınırlandırılmı bir tekne eklinde<br />
tasarlanmıtır. Cephe düzenlemelerinde Klasik dönemde<br />
düz çizgiler, geç dönemde ise yuvarlak çizgilere<br />
bavurularak yapılar oluturulmutur. klasik dönem örneklerinde<br />
ön cephesi düz yüzeyli, kare ve dikdörtgen<br />
prizma gövdeler; Geç dönem örneklerinde ise benzer gövdelerin<br />
ön cepheleri yuvarlatılmı taıntılı yüzeyli örneklerin<br />
beeni kazanmı olduu görülmektedir. Duvar çemelerinde<br />
ise derinlik yoktur. Bir tür cephe kaplaması gibi<br />
çeme, duvara giydirilmitir. Geç dönemde beliren konsollu<br />
çemelerde ise ayrı hazırlanmı küçük kurnalı bir tırnak<br />
üzerine ayna taı oturtularak duvara yerletirilmitir.<br />
stanbul Çemelerindeki Plastik Deerler<br />
16. ve 17. yüzyılları kapsayan klasik dönemden günümüze<br />
ulaan çemelerin süslemeleri genellikle iki ayak arasına<br />
oturtulan bir kemer biçiminde oluturulmu, çemelerin<br />
ayaklarını birbirine balayan kemerlerin gözünde yer<br />
alan lülenin bulunduu üniteye dikey olarak oturtulmu<br />
ayna taların odaklamı olduu, bazen kurnaların da bezendii<br />
gözlenmektedir. Çeitli boyutlarda tasarlanmı<br />
ayna taları, düz yüzeyli bir dikdörtgen pano biçimindedir.<br />
Benzer bir olgu, kurnalar için de söz konusudur. Ayna talarının<br />
süsleme programı temelde aynı ilkelerden yola çıkılarak,<br />
farklı motifler kullanılarak düzenlenmitir. Bunla-<br />
158
Eyüp Sultan, Kırımı Mehmet Efendi Çemesi<br />
rın lülelerinin bulunduu delikler, dikdörtgen bir çerçeve<br />
içine alınmı, kör bir kemer gözü ile lülesi çevrelenmitir.<br />
Ya sivri kemer, ya dirsekli sivri kemer ya da dilimli sivri kemerle<br />
çerçevelenmi lüleler ile kemer kilidi arasındaki bolua<br />
bir gülçe (çiçek) yerletirilmitir. Örneklerim bazılarında<br />
kemerlerin kilidinin üstü bir palmetle taçlandırılmı, bazı<br />
örneklerde kemer köelikleri ve kemer gözleri palmet, kıvrık<br />
dal motifleri ve ayna taları da servi aaçları motifleriyle<br />
bezenmitir. Bazı örneklerde, vazo içine oturtulmu çiçeklerden<br />
oluan “natürmort” motiflerine de yer verilmitir.<br />
Natürmortla bezenmi Cerrah Paa Çemesi seçkin bir örnektir.<br />
Bu dönemin bezemelerinde doadan seçilmi bitkisel<br />
bezeme konuların stilize edilerek yansıtıldıı ve karanfil,<br />
lale, gül, süsen, sümbül, nergis, servi vb. bitkilerin yansıtılıında<br />
antinaturalist bir üsluba bavurulduu, yazılı bezemelerle<br />
oluturulmu kitabelerde ise non figuratif bir yaklaımla<br />
istiflerin gerçekletirilmi olduu görülmektedir.<br />
Geç dönem ya da Batılılama dönemi olarak adlandırılan<br />
18. yüzyıldan 20. yüzyılın ilk çeyreine kadarki dönemden<br />
günümüze ulaan örnekler sayıca çoktur. Bunların bir<br />
grubu Klasik dönem özelliklerini sürdürmekte, bir grubu<br />
yeni arayılar, bir grubu ise yenilikler sergilemektedir (11) .<br />
Bu yüzyılda mimariyle balantılı çemelerin yapımına devam<br />
edilmekle birlikte, kendi baına bir yapı oluturan ve<br />
dikey eksende gelien, bazı kaynaklarda sütun çeme olarak<br />
isimlendirilen örneklerin de devreye girdii fark edilmektedir.<br />
Klasik dönemde mimariyle balantılı çemelerde<br />
genellikle görülen iki ayak arasındaki sivri kemer gözünün<br />
içinde kalan düz yüzeyinde yer alan ayna taının,<br />
giderek biçim deitirdii ve 18. yüzyılın ikinci yarısında<br />
ya oturtulduu yuvarlak kemer gözünden dıa doru tatıı<br />
ya da iki ayak arasına atılan bir lento ile dikdörtgen<br />
bir çerçeve içine alındıı görülmektedir. Çemenin ayaklarından<br />
kemer karnına doru profilasyonlarla kademeli<br />
Kırımı Mehmet Efendi Çemesi’nden ku motifleri<br />
bir geçi yapılarak dıbükey bir ayna taının yerletirildii<br />
ya da çemenin ayakları ile üstündeki lentoların arasındaki<br />
yüksekliin kurgulanmı olduu, böylece klasik döneme<br />
kıyasla ayna talarının boyutlarının büyüdüü ve bunların<br />
yüzeyinin bir bütün olarak ele alındıı gözlenmektedir.<br />
Bunlar, ya elips biçimli madalyonlar, ya da üst üste<br />
oturulmu yuvarlak çizgili kör kemer sıralarıyla bezenmitir.<br />
Barok bir üslupla biçimlendirilmi elips ve kemerlerin<br />
oluumunda ‘S’ ve ‘C’ kıvrımlı ve bu çizgiler çevresinde kümelenen<br />
bitki ve nesnelere, baka deyile rokay öelere<br />
yer verilmitir. Bunların bazılarının kurnalarının da yuvarlak<br />
çizgilerle oluturulduu, bazılarınınsa bitkisel bezemeler<br />
ve rozetlerle süslendii görülür. Tek baına ayrı bir<br />
yapı olarak tasarlanmı sütun çemeler ise yeni arayılar<br />
ve yeniliklerle çeitlemeler içermektedir. Örneklersek;<br />
klasik dönemden farklı olarak daha gerçekçi bir gözle, zaman<br />
zaman naturalist bir üslupla yansıtılan bitkisel bezemelere<br />
hurma aacı, hurma dalı, yıldız çiçei (krizantem),<br />
islantus, boru çiçei vb. çiçekler katılmıtır. Karıık bezemelerin<br />
bir teması olan vazoda çiçeklere, vazoda meyveler,<br />
tabakta meyvelerden oluan natürmortlar eklenmi;<br />
nesneli bezemeler deniz kabukları, midye, perde, püskül,<br />
vazo, sütun, arma-nian vb. yeni konularla zenginletirilmitir.<br />
Bu arada yazılı bezemeler önemini yitirmemi,<br />
özellikle turalarla ve aynalı yazılarla özgün biçimler sergilenmi<br />
ve figürlü bezemelere ilgi uyanmıtır. Bu konuda<br />
Eyüp Sultan’daki Kırımı Mehmet Aa Çemesi’nin ku<br />
motifi ile bezenmi suluu, Küçük Çekmece Abdülhamit<br />
Çemesi’nin aslan baı biçimindeki lülesi ve bir kuu motifiyle<br />
bezenmi Kazlıçeme, seçkin örneklerdir.<br />
stanbul Çemeleriyle lgili Yazılı ve Görsel Kaynaklar<br />
Örneklersek; Evliya Çelebi Seyahatname’sinde (12) , Hadikatü’l<br />
Cevami (13) ’de dier yapılar anlatılırken çemelere de de-<br />
159
inilmitir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde stanbul çemeleri<br />
ile ilgili yayınlar Tanıık’ın stanbul Çemeleri I (14) ,<br />
stanbul Çemeleri II (15) , Kumbaracılar’ın stanbul Sebilleri (16) ,<br />
Egemen’in stanbul’un Çeme ve Sebilleri (17) , Yüngül’ün<br />
Tophane Çemesi ve Azapkapı Çemesi (18) , Önsözü Cahit<br />
Çeçen’ce yazılmı stanbul Belediyesi Sular daresi Umum<br />
Müdürlüü’nce yayınlanmı Üsküdar III. Ahmet Çemesi (19) ,<br />
olarak sıralanabilir. Bu yayınlara Haskan (20) ’ın Eyüpsultan<br />
Tarihi ve Üsküdar Tarihi isimli kitapları, Aynur- Karateke (21)<br />
tarafından hazırlanmı olan III. Ahmed Dönemi Çemeleri,<br />
Özdeniz (22) ’ in Bahriyeli Çemeleri ve Pilehvarian- Urfalıolu<br />
Yazıcıolu’nu birlikte hazırlamı oldukları Osmanlı Bakenti<br />
stanbul’da Çemeler (23) , Çeçener’in Üsküdar Merkez Mahalleleri<br />
Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı (24) , Göncüolu’nun<br />
Tarihte Hasköy Sütlüce ve Halıcıolu Semtleri Monografisi (25)<br />
isimli kitapları eklenebilir. Bu yayınları sayısı Barıta (26) ’nın<br />
stanbul Çemeleri konulu Bereketzade Çemesi, Beyolu<br />
Cihetindeki Meyve Tabaı Motifleriyle Bezenmi Tek<br />
Cepheli Anıt Çemeler, Ortaköy Damat brahim Paa-<br />
ihane Hacı Mehmet Aa Çemeleri, Azapkapı Saliha<br />
Sultan Çemesi, Hekimolu Ali Paa Çemesi ile Öner (27) ’<br />
in stanbul’daki Meydan Çemelerinde Süsleme konulu bilim<br />
uzmanlıı tezi, Naci Yüngül’ün Taksim Suyu Tesisleri (28) ,<br />
Nirven’in stanbul Suları (29) , Tokay’ın stanbul adırvanları (30) ,<br />
Çeçen (31) ’ in, Halkalı Suları, Üsküdar Suları, Taksim Hamidiye<br />
Suları ve stanbul Belediyesi (32) ’ nin isimli kitaplarıyla<br />
arttırılabilir. Bu arada ansiklopedik bilgiler veren stanbul<br />
Ansiklopedisi (33) , Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi (34)<br />
vb. ansiklopedilerle yayınların boyutları geniletilebilir.<br />
Görsel kaynaklara gelince su mimarisinden çemelerle ilgili<br />
betimlemelerin örneklerine minyatürlerde rastlanmaktadır.<br />
Bu konuda Atıl (35) , Mahir (36) , Çaman-Tanındı (37) , Bagcı,<br />
Çaman, Renda Tanındı (38) , Atasoy (39) , And (40) , Atıl (41) , yapmı<br />
oldukları minyatürlerle ilgili yayınlarındaki bazı örneklerle<br />
bizleri bilgilendirmektedir. Öte yandan çemelerin 19. yüzyılda<br />
pek çok yerli ve yabancı gezgin ve sanatçının dikkatini<br />
çektii fark edilmektedir. Bir yandan Hoca Ali Rıza, Osman<br />
Asaf, Hamdi Kenan, Süheyl Ünver vb. gibi sanatçıların yalıboya<br />
ile suluboya resimleri (42) vb. gibi eserlerden Thomas<br />
Allom, W. Floyd, William Henry Bartlett, H. Griffishs, Eugene<br />
Flandin, Lewis, C. Biseo, Eugene Flandin vb. gibi yabancı<br />
sanatçıların yaptıı gravürlere kadar uzanan örnekler; bir<br />
yandan Koçu’nun stanbul Ansiklopedisi’nde yer verdii<br />
çizimlerden (43) G. Bergghen gibi sanatçıların çekmi olduu<br />
fotoraflarla oluturulmu kartpostallara kadar yayılan çemelerin<br />
betimlemeleri, çemelerin biçim ve süslemeleriyle<br />
ilgi odaı olduunu ortaya koymaktadır.<br />
Necla Arslan, “Gravür ve Seyahatnamelerde stanbul 18.<br />
Yüzyıl Sonu ve 19.Yüzyıl” adlı eserinde (44) ve Mustafa<br />
Sevim’in, “Gravürlerle Türkiye stanbul (45) ” eserinde yayınlamı<br />
olduu çeme betimlemeleri böyle bir düünceyi<br />
güçlendirmektedir.<br />
Dipnotlar:<br />
1- Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Bilgi Basımevi, Ankara,1974, s.178.<br />
2- Semavi, Eyice, “Çeme,” slam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, stanbul,<br />
1993, C.8, s.282.<br />
3- H. Örcün Barıta, “Bakent stanbul’dan Örnekleriyle Osmanlı mparatorluk Dönemi<br />
Çemeleri”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, C.12, s.243.<br />
4- Yılmaz, Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Döneminde Su Yapıları,<br />
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1997,s.22.<br />
5- Besim, Çeçener, Üsküdar Merkez Mahalleleri Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı Eserleri, Üsküdar<br />
Belediyesi, stanbul, 2007.<br />
6- Önge, a.g.e., s.7.<br />
7- H. Örcün, Barıta, a.g.m. “ Bakent stanbul’dan Örnekleriyle Osmanlı mparatorluu Dönemi<br />
Çemeleri”, C.12 s.242.<br />
8- H. Örcün, Barıta,” Osmanlı Dönemi Üsküdar Çemelerinden Bazı Ayna Taları<br />
ve Sorunları”, Uluslar arası Üsküdar Sempozyumu VI, Üsküdar Belediyesi, 2009,<br />
C.I, s.282.<br />
9- H. Örcün, Barıta,” Hekimolu Ali Paa Validesi Çemesi”, Dünden Bugüne stanbul<br />
Ansiklopedisi, Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı, 1994, C.4, s.47.<br />
10- H. Örcün, Barıta, “ brahim Paa Sebili”, Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi,<br />
Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı, 1994, C.4, s.131.<br />
11- H. Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri, Bereketzade Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları,<br />
stanbul, 1989; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri, Beyolu Cihetindeki Meyva<br />
Tabaı Motifleri le Bezenmi Tek Cepheli Anıt Çemeler- Kaptan Hacı Hüseyin<br />
Paa Çemesi- Topçubaı smail Aa Çemesi- Kemanke Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />
Yayınları, Ankara,1991; H.Örcün Barıta, stanbul Çemeleri, Ortaköy Damat brahim<br />
Paa Çemesi-ihane Hacı Mehmet Aa Çemesi-Taksim Maksemindeki I.Mahmut<br />
Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1992; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri,<br />
Kabata Hekimolu Ali Paa Meydan Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, stanbul,<br />
1993; H.Örcün, Barıta, stanbul Çemeleri Azapkapı Saliha Sultan Çemesi, Kültür<br />
Bakanlıı Yayınları, Ankara,1995.<br />
12- Orhan aik, Gökyay., Evliya Çelebi Seyahatnamesi Kitap I, Yapı Kredi Yayınları,<br />
stanbul, 1995, s.87.<br />
13- Ayvansarayi Hüseyin Efendi- Ali Satı Efendi- Süleyman Besim Efendi, Hadikatü’l<br />
Cevami (stanbul Camileri ve Dier Dini- Sivil Mimari Yapılar) Hazırlayan Ahmed Nezih<br />
Galiktekin, aret Yayınları, stanbul, 2001, s. 57.<br />
14- brahim Hilmi, Tanıık., stanbul Çemeleri, stanbul, I. Cilt.<br />
15- brahim Hilmi, Tanıık., stanbul Çemeleri- Beyolu ve Üsküdar Ciheti , stanbul,<br />
1945, II. Cilt.<br />
16- zzet, Kumbaracılar., stanbul Sebilleri, Kültür Bakanlıı, stanbul, 1938.<br />
17-Affan, Egemen., stanbul’un Çeme ve Sebilleri, stanbul,1993.<br />
18- Naci, Yüngil., Azapkapı Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi, stanbul, 1954;<br />
Naci Yüngül., Tophane Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi, stanbul, 1958.<br />
19-Üsküdar III Ahmet Çemesi, stanbul Belediyesi Sular daresi Umum Müdürlüü<br />
Yayınları.<br />
20- Mehmet Mermi, Haskan., Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi, 2001,<br />
C.2, Mehmet Mermi Haskan., Eyüpsultan Tarihi, Eyüpsultan Vakfı,1996.<br />
21- Hatice Aynur- Hakan K. Karateke., III. Ahmed Devri Çemeleri, stanbul Büyükehir<br />
Belediyesi,1995, 189.<br />
22- Engin, Özdeniz., stanbul’daki Kaptan-ı Derya Çemeleri ve Sebilleri, Deniz Kuvvetleri<br />
Komutanlıı Kültür Yayınları Sanat Eserleri Dizisi No:4, stanbul, 1995.<br />
23- Nuran, Kara Pilehvarian- Nur Urfalıolu-Lütfi Yazıcıolu., Osmanlı Bakent’inden Çemeler,<br />
Yem Yayın, 2000.<br />
24- Çeçener., A.g.e., Üsküdar Merkez Mahalleleri Osmanlı Dönemi Su Uygarlıı.<br />
25- Süleyman Faruk, Göncüolu., Tarihte Hasköy Sütlüce ve Halıcıolu Semtleri,<br />
Sinpa, stanbul,2005.<br />
26- H. Örcün, Barıta., stanbul Çemeleri, Bereketzade Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />
Yayınları, stanbul, 1989; H. Örcün, Barıta., stanbul Çemeleri, Beyolu Cihetindeki<br />
Meyva Tabaı Motifleri le Bezenmi Tek Cepheli Anıt Çemeler- Kaptan Hacı<br />
Hüseyin Paa Çemesi- Topçubaı smail Aa Çemesi- Kemanke Çemesi, Kültür<br />
Bakanlıı Yayınları, Ankara,1991; H. Örcün Barıta., stanbul Çemeleri, Ortaköy Damat<br />
brahim Paa Çemesi-ihane Hacı Mehmet Aa Çemesi-Taksim Maksemindeki<br />
I.Mahmut Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1992; H. Örcün, Barıta.,<br />
stanbul Çemeleri, Kabata Hekimolu Ali Paa Meydan Çemesi, Kültür Bakanlıı<br />
Yayınları, stanbul, 1993; H.Örcün Barıta stanbul Çemeleri Azapkapı Saliha Sultan<br />
Çemesi, Kültür Bakanlıı Yayınları, Ankara,1995.<br />
27- Sema, Öner., stanbul’da Meydan Çemelerinde Süsleme, Hacettepe Üniversitesi,<br />
Sanat Tarihi Anabilim Dali Bilim Uzmanlıı Tezi, Ankara, 1981. (Yayımlanmamıtır)<br />
28- Naci, Yüngül., Taksim Suyu Tesisleri, stanbul Belediyesi, Sular daresi, stanbul,1957.<br />
29- Saadi Nazım, Nirven., stanbul Suları,stanbul, 1946.<br />
30- Enver, Tokay., stanbul adırvanları, stanbul,1951.<br />
31- Kazım, Çeçen., Halkalı Suları, stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991; Üsküdar<br />
Suları, stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991, Taksim Hamidiye Suları,<br />
stanbul Büyükehir Belediyesi, stanbul, 1991 ; Ayrıca Bk. stanbul’da Osmanlı Devri<br />
Su Tesisleri, stanbul Teknik Üniversitesi, 1984.<br />
32- Necdet, Ertu- Rahmi, Karaku- Süleyman, Kızıltoprak- Hüseyin, Aykut-Aye, Önuçak-<br />
Naciye, Turgut- Sema, Doan., stanbul Tarihi Çemeler Külliyatı, stanbul Büyükehir Belediyesi,<br />
stanbul Su ve Kanalizasyon daresi, 2006.<br />
33- Reat Ekrem Koçu ., stanbul Ansiklopedisi, stanbul Ansiklopedisi ve Neriyat<br />
Kollektif irketi, C.1, 1958- C.2,1959-C.3,1960, C.4,1961- C.5, 1961- C.6,1963- C.7, 1965-<br />
C.8,1966-C.9,1968.<br />
34- Dünden Bugüne stanbul Ansiklopedisi, Kültür Bakanlıı- Tarih Vakfı,1992-.1994.<br />
35- Esin, Atıl.,Süleymanname, National Gallery of Art, Harry N. Abrams, Inc., Publishers,<br />
New York,1986, s.96, 98.<br />
36- Banu, Mahir., Osmanlı Minyatür Sanatı, Kabalcı Yayınevi, stanbul, 2004,s.198.<br />
Ayrıca Bk. Hünername Minyatürleri ve Sanatçıları, Doan Karde Yayınları, stanbul,<br />
1969,s. 38,39.<br />
37- Filiz, Çaman- Zeren,Tanındı.,Topkapı Palace Museum Islamic Minature Painting, Tercüman,<br />
stanbul, 1979, s.66.<br />
38- Serpil Bacı- Filiz Çaman-Günsel Renda- Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı,<br />
Kültür ve Turizm Bakanlıı, 2006, s.169.<br />
39- Nurhan, Atasoy., 1582 Surname-i Hümayun Düün Kitabı, Koçbank, stanbul, 2000.<br />
40- Metin, And., Turkish Miniature Painting Ottoman Period, stanbul, 1982, s.62.<br />
41- Esin, Atıl., Levni ve Surname, Koçbank, stanbul, 1999,s.165.<br />
42- Gül, Sarıdikmen., Yok Olan Ve Deien Mimarlık Örnekleriyle Resimlerde Üsküdar,<br />
Uluslar arası Üsküdar Sempozyumu Bildiriler, Üsküdar Belediyesi, 2007, C.I,<br />
s.573-600.<br />
43- Reat Ekrem Koçu., A.g.e., stanbul Ansiklopedisi.<br />
44- Necla, Arslan., Gravür ve Seyahatnamelerde stanbul18 Yüzyıl Sonu ve 19.Yüzyıl,<br />
stanbul Büyükehir Belediyesi, 1992.<br />
45- Mustafa, Sevim., Gravürlerle Türkiye stanbul, I, II, Kültür Bakanlıı, Ankara, 1996.<br />
160