13.07.2015 Views

kamu-hukukuna-giris

kamu-hukukuna-giris

kamu-hukukuna-giris

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ YAYINLARI No. 32ÖKAMU HUKUKUNAGİRİŞ'DEVLETTANIM- KAYNAK- UNSURLARDoçent Dr. Yahya Kâzım ZABUNOĞLUAnkara Üniversitesi Hukuk FakültesiKamu Hukuku DoçentiSevinç Matbaası, Ankara - 1973Tel : 2503 53


HÜRRİYET!DEVLETSana..YKZ.


ÖNSÖZBu küçük kitap, Devlet'i konu edinmiştir. Devlet, insan düşüncesininen karmaşık ürünü ve yaşamının vazgeçilmez, zorlu öznesiolma niteliğini günümüzde de koruyor.Sosyal bilimlerdeki özellikle siyasal bilimdeki akıl almaz gelişmeler,Devlet'in aynı zamanda bir «hukuksal gerçeklik» olduğuyargısını değiştirebilmiş değildir. Hukuksal gerçekliği incelemekise hukuk biliminin ödevidir.Ne var ki, artık geleneksel <strong>kamu</strong> hukuku anlayışına sıkı sıkıyabağlı kalarak Devlet'i tüm kuramları, değerlendirmeleri ve tarihselgelişimleri ile birlikte incelemenin de gereği kalmamış gibidir.Devlet'in değişik yan, yön ve görünümleri artık doğrudandoğruya ilgili disiplinlerin malı olmuştur.Kamu hukuku, Devlet - Siyaset - Hukuk üçlüsünde 'Hukuk'unpayına ne düşüyorsa (veya ne kalmışsa), onunla yetinmek zorundadır.Herşeye rağmen, Devlet'in «Hukuksal gerçeklik» olması açısındansöylenmesi gerekenlerin hepsini sunduğumuz kanısında değiliz.Yazılanların ise, yanıltı payı taşıması doğaldır.Eleştirileriniz, bizi, daha iyisini Sunmak için sevindirecek, teşvikedecektir.Ankara ; Temmuz 1973Yahya Kâzım ZABUNOĞLU


İÇİNDEKİLERÖNSÖZGİRİŞ .. 1- 261) Siyaset Nedir? ... '.. 1- 3II) Siyasal Oluş ve İlişkiler 3- 6III) Siyasal İktidar ... 6- 9IV)DEVLETSiyasal İktidar Ve Otorite İlişkisi ve BunaDayanan Siyasal Bilim Anlayışı ... 9-20V) Siyasal Bilimde Alan Genişlemesi ve Kapsamı... 20- 24SONUÇ ve KONUNUN SINIRLARI ... ... 25-26TANIMI, ÖZELLİKLERİ, KAYNAĞI, UN­SURLARI .. ... ... ... ... 27-144KAMU HUKUKU 27- 34DEVLET NEDİR? ... 35- 36DEVLETİN MAHİYETİ 37- 46— Bir Soyutlama Olarak Devlet 37— Kollektif İstek 38— Kollektif İsteğin Gerçekleştirilmesi 39— Devlet Yapısının Bölünmez ve Değiştirilemez Olması39- 40


— Zorlayıcı Üstün Kudret 40- 41— Hukukun Rolü 41— Egemenlik 41- 44— Devletin Ortaya Çıkışının Yarattığı Sonuçlar 45-46DEVLETİN KAYNAĞI ve DOĞUŞU 47- 72— Aileyi Devletin Temeli Sayan Görüş 48-49— İlahî ve Dinsel Kaynaklı Devlet Görüşü 49-51— İçgüdüsel Görüş 51— Devletin Ka3'nağını Toplumsal Sözleşme (= IçtitimaîMukavele) de Bulan Görüş 51-55— Salt Hukukî Açıdan Devletin Kaynağını ve DoğuşunuAçıklayan Görüş 56-57— Devletin Kaynağını ve Doğuşunu Kuvvet ve MücadeledeBulan Görüş 57- 59— Organizmacı Görüş 59-61— Devletin Kaynağını ve Doğuşunu Ekonomik KökenliOlgu ve İlişkilere Dayayan Görüş 61-65— Devletin Kaynağı ve Doğuşu Hakkında GerçekçiBir Açıklama : Leslie Lipson'm Görüşü 65-70Sonuç 70- 72DEVLETİN UNSURLARI 73-144I) DEVLETİN ÖNCÜL VE NESNEL UNSUR­LARI 74-1091. Devletin İnsan Unsuru 75-95A — Terim Problemi 76- 79B — Nicelik (İnsan Topluluğunun Sayısı)Sorunu 79- 81C — İnsan Topluluğunun Niteliği Sorunu 81- 84D — Millet Kavramının Siyasal AlanaSıçraması : Milliyetler Kuramı 84-88E — Devletin Bireyci ve Toplumcu Anlaşılışıve Buna Dayanılarak İnsanX


Unsurunun Gerçek MahiyetininAçıklanması 88- 92F — İnsan Unsurunun Devletle Olanİlişkisinin Hukuki Mahiyeti 92-93G — insan Unsuru Hakkında Kısa Özetve Sonuç 93- 952. Devlet'in Ülke Unsuru 96-109A — Ülkesiz Devlet Olabilir mi 97-99B — Ülke Unsurunun Devlet YapısınaTesiri 99-101C — Ülkenin Sınırları 101-102D — Ülke Unsurunun Devletle İlişkisininHukukî Mahiyeti 102-109a. — Üstün Aynî Hak veya MülkiyetHakkı Teorisi 102-104b. — Süje-Unsur Kuramı 104-105c. — Sınır Unsur Kuramı 105-106E — Ülke Hakkında Varılması MümkünSonuçlar ve Bu Unsiurun GerçekHukukî Mahiyeti 106-109DEVLETİN KURUCU UNSURLARI 110-1441. Devlet Kudreti yada Devüetin İktidar Unsuru110-125A — Terim Sorunu 112-113B — Devlet Kudretinin Gerekirliği veÜstünlüğü 113C — Devlet İktidarının Kaynağı 113-117D — Devlet'in İktidar Unsurunun Özellikleri117-119E — Devlet İktidarının İçeriği Olan Yetkileri121-122XI


G — Devlet'in İktidar Unsurunun Sahibi 122-123H — Özet ve Sonuç 123-1252. Devlet'in Kişiliği 125-144A — Genel Olarak 126-129B — Hukuki Kişilik 129-130C _ Şeyler (= Eşya) 130-131D _ Kişiler 131-133E — tüzel Kişiler 133-135F — Hukukî Kişiliğin İradesi 135-138G — «Gerçek Kişi» Olarak Devlet 138-140H — Devlet'in Kişiliği Konusunda RealistTeori 140-141İ — Sonuç 141-144a. — Devlet'in Tinsel Kişiliği 142b. — Devletinin Hukukî Kişiliği 142-143c. — Kişilikler Bakımından Devlet YapısınınÇoğulcu Görünümü 143-144d. — Devlet'in Hukuki Kişilikler SıralamasmdakiYeri 144AD DİZİNİ 145KAVRAM DİZİNİ 147BİBLİYOGRAFYA 149XII


GİRİŞTEMEL KAVRAMLAR :I) Siyaset Nedir?Aslında arapça bir kelime olan siyaset, at talimi ve eğitimi, atbakıcılığı, yani seyislik anlamına geliyor 1 .Türk-îslam İmparatorluklarında, özellikle Selçuklularda, siyaset,daha çok «c e z a» anlamında kullanılmıştır. Selçuklu veziriNizamülmülk'ün «Siyasetnames i»nde, siyasetten murat,ceza tertibidir ki Saray'daki «Hars Emir i»nin (günümüzünPolis Md.) görevi bundan ibarettir 2 .Osmanlılarda siyasetten anlaşılan, hükümdarın, ülke idaresi vegenellikle politik zorunluluklar nedeniyle verdiği cezalar, özellikleidam cezasıdır 3 . Hattı Hümayunlarda geçen 'siyaset olmayıncahalkı âlem ıslah olma z'.. 'Seleftenizam siyaset ile olur imiş' ve benzeri ifadelerdenmaksat, ölüm cezasının uygulanması ya da idamdır. Gerçekten,Osmanlılarda idam cezasının uygulandığı yerlere 's i y a-s e t g â h' denmiştir. Topkapı Sarayı'nda ünlü bir çeşmenin adı da'Siyaset Çeşmesi'dir 4 .Günümüzde siyasetin ölüm cezası uygulaması anlamına geldiğisöylenemez. Şu kadar ki, siyasal hayatımızın yakm tarihi hatırıDA VER,, Bülent : 'Siyasal Bilime Giriş' AÜSBF. Yayını, Ankara 1968, s. 3.2 NlZAMÜLMÜLK : 'Siyasetname', Mütercimi : Mehemmed Şerif Çavdaroğlu,ÎÜHF. îdare Hukuku ve îdare İlimleri Enstitüsü Yayınlan -1, İstanbul; özellikle s. 154-157.3 MUMCU, Ahmet : 'Osmanlı Devletinde Siyaseten Katil', AÜHF. yayınlarından,Ankara 1963, s. 2; s. 236.« Bk. MUMCU : age. s. 122.1


landığmda, siyaset edilenlerin mevcudiyeti, kelimenin eskî Ve ğeleneksel anlamından henüz tam anlamıyle soyutlanamadığı kanısınıyaratacak niteliktedir.Dilimizde siyaset yerine daha çok «politik a» sözcüğükullanılmaktadır. Politika, yunanca bir kelime.. Eski Yunan'da politikadenilince, «Poli s»e yani Şehir Devlet'e, Site'ye ait işleranlaşılıyordu (Devlet anlamına gelen Polis vePoliteia, siyaset sanatı demek elan P o litis ve daha birçok benzerleri hep aynıkökenden gelmiştir) 5 .Politika, siyaset sözcüğü için, bilimsel yanı daha belirgin biranlam ve muhteva bulmak zorundayız. Bunun için, örneğin, yönetenve yönetilen ayrımından, ikileminden hareket etmek yararlı olabilir: Herhangi bir insan topluluğunda yönetenler-yönetilenler ayrımınınmevcudiyetini görmek, bulmak kolay olabilir : Gerçekten,hemen her insan topluluğunda, yönetenler, daima az ve belirli, yönetilenlerise, daima çok ve belirsizdir.îşte, herhangi bir toplumsal yapı içinde, yönetenler ile yönetilenlerarasındaki ilişkilerin tümü, geniş anlamda politika olarakadlandırılmaktadır 6 . Hemen belirtelimki, bu geniş anlamda politika,insan yaşamının belki de çok önemli bir yanıdır; ama şurasımuhakkaktırki, insan yaşamını dolduran faaliyetlerin tamamı, politikadanibaret değildir. Acaba, her insan topluluğu için söz ve merakkonusu olan, bu topluluğun siyasal yanını, diğer yanlarındanayıran özellikler nelerdir? Daha dar bir konum içinde, acaba sosyalsistem ile, politik ve ekonomik sistemler arasındaki ayrım neyedayanmaktadır? Hemen belirtilmelidirki, siyasal oluş ve ilişkileriinceleyenler, bu sorunların muhtemel cevapları üzerinde hiçbir zamanbir uzlaşmaya varamamışlardır; bu konuda sadece belirli noktalardabirleşmek suretinde ifade edilebilecek bir eğilimin mevcudiyetindensöz edilebilir. Uzlaşmazlık asıl, siyasal oluş ve ilişkilerin,dolayısiyle siyasetin doğasının anlaşılıp açıklanmasında benimsenengörüş ayrılıklarından oluşmaktadır. Herşeye rağmen, Siyasals DAVER, B. : age. s. 5.6 Bütün sosyal yapılarda yönetenler ve yönetilenler ikileminin mevcudiyetindenhareketle siyaseti tanımlamadaki başarılı örneklerden biri olarak Bk.:MOSCA, Gaetano : 'The Ruling Class - Elementi di Scienza Politica -',Trans, by H. D. Kahn, New York, 1939, s. 50 vd.2


oluş ve ilişkilerin doğasını daha yakından görmekte fayda vardır.II) Siyasal Oluş ve İlişkiler :Siyasal ilişkinin doğası üzerinde, daha birçok siyasal soruniçin de doğru olduğu üzere, ilk defa duran, Aristo clmuştur : Politics'ininilk kitabında Aristo, «Her çeşit otorite arasındabir ayniyyet bulunduğunu s ö'y 1 e-yenlere karşı, bunun zıddını savunur vebir siyasal topluluğun, ya da Polis'in liderininotoritesini, diğer sosyal yapı şekillerindekiotorite örneklerinden, örneğinefendinin esiri, kocan m karısı, babanınçocukları ve il h.., üzerindeki otoritelerindenayırt etmeye gayret eder. Siyasalyapının liderinin ya da yöneticinin,Aristo'ya bakılırsa, üstün ve ayrı birotoritesi vardır» 7 . İşte siyasal topluluk yada Polis'te enfazla, bu üstün, ayrı ve kaplamsal otoritenin hükmü geçer; ancakbu üstün otorite bireylere, yerine getirilmesi zorunlu ödevlerinibildirir ve bunların gerçekten yerine getirilmelerini sağlar. Kısacası,Aristo görülüyor ki, SİYASAL İLİŞKİ'den 'siyasal toplumiçinde olmak şartiyle, emretme veemirlere uyma münasebetini' anlamaktadır.Hemen belirtelim ki, Aristo'dan bu yana, siyasal ilişkinin herhangibir şekilde, otoriteyi, emretmeyi veya iktidarı içerdiği görüşü,yaygın bir kabule mazhar olmuştur. Örneğin Max Weber, aşağıdaki'siyasal topluluk', tanımında açıkça bu yukarda değinilenunsura yer vermektedir :«Eğer bir toplulukta mevcut düzenin gereğinin j'erine getirilmesive onun korunması, ülke denilen belirli bir alan içinde, yöneticilereait olduğu kabul edilen fizik kudretin devamlı olarak kullanılmasıveya bu kullanmayı belirleyen bir korkutma ile sağlanıyorsa,o topluluk, siyasal bir topluluktur» 8 .7 DAHL, Robert A. : 'Modern Political Analysis', New Jersey, 1964 (3. Bası),s. 5'den naklen.8 WEBER, Max : 'The Theory of Social and Economic Organization', Trans,by A. M. Henderson and T. Parsons, New York, 1947, s. 154.SAN, Coşkun : 'Max Weber'de Hukukun ve Meşru Otoritenin SosyolojikAnalizi', AÎTİA. Yayınları : 47, Ankara, 1971, s. 123 vd.3


Günümüzün ünlü bir siyasal bilimcisi olan Harold D. Lasswellise, siyasal davranışı 'bir kimsenin iktidar perspektifleriiçindeki hareketi' olarak tanımlamakta,iktidar olgusuna ise, herçeşit toplumsal yapıda rastlanacağınaişaret etmektedir. Bu yazara göre, aslında deneysel yanı belirginbir sosyal bilim disiplini olan ve iktidarın oluşumunun ve üleştirilmesininincelenmesi ile meşgul bulunan siyasal bilimin 9 , kendisinisadece geleneksel ve dar anlamda siyasallaşmış sosyal yapıyahasretmesi, sadece bu tür yapıların incelenmesi ile yetinmesigereği yoktur. Bu ve benzeri düşüncelerle, Lasswell ve takipçileri,siyasal oluş ve ilişkilerin incelenmesine, Devlet ve egemenliğin, Devletkudretinin tanımlanması ile değil, olağan ve her çeşit sosyalyapı ve grupmanda mevcudiyeti doğal kontrol ve etkileme ilişkilerininaçıklanması ile başlarlar.Görülüyor ki, yukarda değindiğimiz bu siyasal ilişki tanımlarıiçinde en geniş olanı, hiç kuşkusuz, Lasswell'inkidir. Gerçekten, Aristove Weber'e göre siyasal olan herşey, Lasswell'e göre, haydi haydisiyasaldır. Şu var ki, Lasswell'in siyasal olarak nitelendirdiğibazı ilişkiler vardırki, Weber ve Aristo onlara aynı gözle bakmamaktadırlar: Lasswell'in tanımının ortaya koyduğu gerçek şudurki, bir ticaret şirketinin, bir işçi sendikasının, bir meslek kuruluşunun,siyasal yanları ve davranışları bulunabilir. Gerçekten günümüzünsiyasal bilimcileri için asıl ilgi çekici olan bu tür kuruluşlardakisiyasal faaliyetlerdir 10 .Yalnız unutmamalıdır ki, Devlet denilen siyasallaşmış sosyalyapının çerçevelediği ortamda, yada, yine Devlet denen karmaşıksosyal ve siyasal yapının yanı başında ve onunla birlikte diğer toplumsalalt-yapılar, karmaşık bir şekilde ve karşılıklı bir etkilemeilişkileri örgüsü, yumağı içinde yaşamaktadırlar ve 'pluralisttoplum dokusu' olarak bilinen ve genellikle batı tipi hurriyetlidemokrasiler için geçerli olan bu görünümde, dernek, sendika,şirket ve benzeri kuruluşların iktidar yeri için (buradakiiktidardan murat, toplumsal yapının tümüiçin geçerli olacak genel ve k a p 1 a rasainitelikteki emirleri verebilecek olan9 LASSWELL, Harold D. ve KAPLAN, Abraham : 'Power and Society', NewHaven, 1950, s. XIV.10 DAHL, Robert A. : age. s. 6-7.4


iktidar, yani geniş anlamda siyasal i k t i-d a r ' d t r) doğrudan doğruya adaylıklarını koymaları, yani bunlarınbizzat siyasal iktidarı ele geçirmek, siyasî iktidar olmak istemelerisöz konusu değildir. Bu yukarda değinilen sosyal yapılarve gruplar, deyim yerinde ise, siyasal oluş ve ilişkilerde doğrudandoğruya değil, dolayısiyle bir rol ifa eylerler. Yalnız, bu görünümiçinde şu ayrılık gösterebilecek noktalan hemen belirlemek zorunluğuvardır : Bir kez, yukarda çizilmeye gayret edilen tablo, batıtipi, gelişgin ve pluralist, demokratik siyasal ve sosyal yapılara özgüdür.Siyasal gelişimin alt duraklarında bulunan toplumsal yapılarda,batıdakine benzer kesin ve açık bir rol ve görev ayrımınıbulmak çok kez mümkün olamaz; bunun sonucunda, az-gelişmişolarak bilinen sosyal yapılarda, aslında iktidar yerine doğrudandoğruya adaylığını koyması beklenemeyecek bir yığın sosyal alt yapınınveya bunların pekçok mensubunun, bilinen şekli ile siyasaliktidar savaşma (power politics) girdiği gözlenebilir u .Öte yandan, batı tipi demokrasilerde, toplumsal yapının pluralistgörünümünün doğal bir gereği olarak ortaya çıkan bu sosyalalt yapıların, doğrudan doğruya ve iktidar yerinin adayı olarak siyasalsüreçte yer almamaları, bunların aslında bu siyasal süreçtebirinci derecede aktif ve etkili özneler kadar önemli roller ifa etmelerinemani olmamıştır. Bu nedenle bugün örneğin, bir siyasalparti kadar, bir sendikal kuruluşun, dinsel veya kültürel amaçlıbir alt yapının siyasete katılması, siyasal oluş ve ilişkilerde etkialış-verişinde bulunması olgusundan söz edilmektedir.Buraya kadar söylediklerimizden çıkarılabilecek sonuçlan şuşekilde özetlemek mümkündür.1.— Herhangi bir toplumsal yapı içinde yönetenler ile yönetilenlerarasındaki ilişkilerin tümü, geniş anlamda siyaset veya genişanlamda politika'dır. Geniş anlamda politika, hem iktidarı elegeçirmek, siyasal iktidar olmak çabasını ve hem de siyasal iktidarıetkileme suretindeki faaliyetleri içerir.2.— Dar ve geniş anlamda siyaset kavramlannın doğal sonucuolarak, siyaseti sadece dar anlamda kabul etmek ve iktidar ye-11 Bu konuda yeni ve ilginç bir değerlendirme için Bk. : HUNTINGTON, SamuelP. : 'Political Order in Changing Societies', New Haven and London,1968, s. 37 vd.5


ine ulaşmak veya onu bırakmamak faaliyeti saymak doğru değildir: Her çeşit toplumsal yapıda, grupta iktidar ve etkileme fenomenidolayısiyle bir bakıma geniş anlamda siyaset vardır.3.— '1' ve '2'. sonuçların hatırlattığı ve onlarla sıkısıkıya ilişkiliüçüncü sonuç ise şöyle özetlenebilir : Siyasal ilişkilerin anlaşılmasında,sadece bu ilişkilere öteden beri sahne olduğu bilinen gelenekselve klasik Devlet yapısının incelenmesi ile yetinilmemesi gerekir.Bu, siyasetin asıl Devlet yapısı ve faaliyetleri içinde cereyanettiğinin inkârı demek değildir; belki, onun dışında da siyaset olabileceğininhatırlatılmasıdır.Bu belirttiğimiz sonuçların kesinlik kazanabilmesi için siyasaliktidar kavramının bilinmesinde zaruret vardır.III) Siyasal İktidar :Siyasal iktidar, siyasal bilimin o derece önemli bir odak noktasıdırki, zamanımızda siyasal bilimin konusu, bazı yazarlar tarafından,genellikle, iktidar ilişkileri olarak belirlenmektedir. Yukarda,Lasswell'in bu görüşü yansıtan bir tanımına yer verdiğimizi hatırlıyacaksınız.Gerçekten Lasswell'e göre «a m p r i k bir disiplinolarak siyasal bilim, iktidara biçimverilmesinin ve onun nasıl paylaştırılmasıgerektiğinin» bilinmesinden ibarettir 12 .O halde önce, siyasal iktidar nedir sorusuna bir cevap bulmak zorunluğuvardır.'Siyasal iktidar' sorununu çözebilmemiz için, dahaevvel 'sosyal iktidar' ve genel anlamda 'iktidar'kavramları hakkında bilgi sahibi olmamız gerekmektedir; biz deişe, sosyal iktidar kavramını belirtmekle başlıyacağız.Sosyal iktidar kavramının anlaşılması için, toplumsal yapınınpluralist görünümünün hatırlanması faydalı olacaktır : Toplumsalyapı, genel görünümü ve çerçevesi itibariyle, pek çok alt yapıyı içerenbir mozaik görünümündedir. Bu pluralist kesit içinde yer alanalt yapıların herbiri —ki biz bunlara daha kaplamsal ve uygun birdeyişle 'sosyal üniteler' demeyi yeğliyoruz— kendi içlerindebir iktidar yapısına ve iktidar yerine ulaşmayı amaçlayan« LASSWELL, H. D. - KAPLAN, A. : age. s. 240.6


ir seri faaliyetlere sahiptir; bunların birbirleriyle olan ilişkilerindeise, yine bir iktidar münasebetinin mevcudiyetinden söz edilebilir.Ne dir bu iktidar yapısı ve iktidar ilişkisi? Gerek bu ünitelerintek tek ele alınıp gözlenmelerinde ve gerekse bunların birbirleriile ve çok kez karşılıklı olan ilişkilerinin izlenmesinde hemengöz çarpan bir özellik mevcuttur ki biz buna emir-itaat ilişkisi demekteyiz: Gerçekten, bir sosyal alt yapının veya bir sosyal ünitenin gözlenmesinde, bu ünitede yer alan üyelerden —ki bunlar çokkez bireylerden ibarettir— bazılarının emir vermekte olduğunu veçoğunluğu teşkil eden diğer kısmın ise, bu emirlere uymakta, itaatetmekte olduklarını görmemiz pek kolay ve doğaldır.Aynı şekilde, sosyal yapıların veya ünitelerin birbirleri ile olanmünasebetlerinde de bunlardan birisinin veya bazılarının, diğerlerinebakarak daha üst bir düzeyde bulunduklarını görmek ve buduruma nazaran daha alt düzeyde kalanların, onların verdiği emirlereuyduklarını tesbit etmemiz de kolaydır. Bir genelleme olsa dadenilebilir ki, bu emir-itaat ikilemine, sosyal hayatın her bölümünderastlamak kabildir; hatta denilebilir ki, bu olmadan, yani biremir-itaat mekanizması mevcut olup işlemeden herhangi bir siyasalveya sosyal yapının hayatını sürdürmesi olanağı dahi yoktur. Toplumsalyapı analizleri ile ilgilenen insan düşüncesinin, emir-itaatilişkisinin mevcudiyetine çok eskiden beri lâyık olduğu yeri verip,buna bakarak değişik nitelikte genellemelere vardığı malûmdur 13 .Siyasal alanda da, emir-itaat ikileminin mevcudiyeti yolundakigenellemenin doğruluğunu koruduğunu söylememiz mümkün görünüyor: Siyasal yaşama baktığımızda gördüğümüz ne dir? Bir takımkimseler iktidar yerine geçmişler ve bize emirler vermektedirler;bizler, yani çoğunlukta bulunanlar ise, bu emirlere uymak zorundayız.Demek ki, siyasal yaşamda da bir emir-itaat ilişkisi mevcuttur—belki de bu ilişki siyasal yaşamın belkemiğidir—; bu yaşamşeklinde de daima, emir verenler yani yönetenler azınlıkta, yönetilenler,yani emirlere uyanlar ise çoğunluktadır.Acaba bu sosyal ve siyasal yapılardaki emir-itaat zincirini işletenkudret ne dir ve kaynağını nereden almaktadır?Bu sorunun cevabını aramak bizi, iktidar, etkileme ve otoritekavramlarını anlamaya götürecektir :13 DAHL, Robert A. : age. s. 7.7


a) İKTİDAR, etki (= nüfuz) ilişkilerinin aldığı özel birbiçimdir u . Bir başka tanıma bakılırsa, iktidar, başkalarını etkilemesuretiyle onlara istediklerini yaptırma, onları denetleme, kontrolaltında bulundurma yeteneğidir. Demekki, başkalarını itaate,emirlere uymaya zorlayan bütün YETENEKLER, ilişkiler ve teknikusuller, sosyal iktidarı veya genel anlamda iktidarı belirlemektedir.b) Acaba yukarki tanımlarda sözü edilen etkileme ve etki ne -dir?ETKİ, servet, zekâ, fiziksel güç gibi belirli bir kişi tarafındansahip olunabilecek bir değerin, bireyler arası ilişkilerde yarattığızorunlu bir sonuçtur. Görülüyor ki burada etki, ilişkilerin doğalsonucu veye bu ilişkilerin bizzat kendisi olmaktadır. Daha açık birdeyişle etki, iki taraflı bir ilişkidir. Bu ilişkide yer alan taraflar,bireyler, gruplar, dernekler, siyasal partiler veya Devletler olabilir.Eğer taraflardan birisi (etkileyen), diğer tarafı (etkilenen),kendi haline bırakıldığı takdirde yapmayacağı bir hareketiyapmaya (veya doğal olarak yapması beklenenbir hareketi yapmamaya) sevkediyorsa, aralarındabir etki ilişkisinin mevcut olduğunu söyliyebiliriz u .İktidar ile etkileme arasında zorunlu ve doğal bir bağlantınınmevcudiyeti böylece açıklanmış olmaktadır. Gerçekten iktidar, birbakıma «zorlayıcı» bir etki ilişkisi olarak da tanımlanabilir.Bu tanımı şu şekilde bir açıklığa kavuşturmak mümkün :Etkileyenin isteklerini yerine getirmemek, etkilenenin bir takımcezalara veya mahrumiyetlere uğramasına yol açıyor ise, buradakietki ilişkisi, bir iktidar münasebeti görünümündedir. Bununla beraber,zorlayıcı etkinin, yalnızca ceza tehditlerinden oluşacağını dasanmamak gerekir : Büyük mükafaatlar da, ağır cezalar gibi zorlayıcıetki yapabilir : örneğin, B'ye, A'nm isteğini yerine getirmesikarşılığında büyük bir mükafaat vaad edilmiş ise, B'nin bu isteğiyerine getirmeyip mükafaattan yoksun kalması, kendi kendisini cezalandırmasıanlamına gelebilir; bu ve benzeri örneklere bakarak,iktidar ilişkisindeki zorlayıcılık unsurunun, hem olumsuz zorlamaya(c e z a), hem de olumlu zorlamaya (m ü k a f a a t)dayanmasımümkündür, denilebilir.14 DAHL, Robert A. : age. s. 40, 50 vd.15 DAHL, Robert D. : age. (aynı yerde).8


Buraya kadar söylenilenler, genel anlamda veya sosyal iktidarolgusu için geçerlidir; acaba bunlara bakarak siyasal anlamda iktidarkavramına nasıl geçilebilir?Önce şu noktayı açıklamak gerekiyor : Siyasal iktidarı sosyaliktidarla eş-anlamlı saymak, ona fazla genişletilmiş bir kavram niteliğivermek demek olur. Gerçekten, yukarda açıkladığımız anlamdaiktidar ilişkileri veya etkileme vakıaları, bir aile veya bir haydutçetesinde de mevcuttur. O halde, bu çeşit, çok genişletilmiş iktidarilişkilerini de siyasal iktidar saymak ve siyasal bilimin onlarlada ilgilenmesini beklemek doğru ve yerinde sayılacak mı dır? Tabiiki hayır... Şu da var ki, bu türde veya benzeri sosyal yapılardaki,ünitelerdeki iç iktidar ilişkileri, siyasal iktidar ilişkisi ve bununortaya koyduğu iktidar da siyasal iktidar olmasa bile, bu tür ve benzeriyapıların, içinde gerçekten siyasal iktidarın belirlendiği yapılarla,özellikle Devlet'le olan ilişkilerinin siyasal iktidar ilişkisi olarakortaya çıkması mümkündür; bu sebeple, özellikle bu son kategorideyer alan iktidar ilişkilerini, siyasal iktidar ilişkileri saymaktabir sakınca olmasa gerektir. Bu ilişilen ayrım, daha önce değindiğimiz'doğrudan doğruya siyaset' ve 'dol a-yısiyle siyaset' ayrım ve kavramlarım da daha iyi anlamamızayardım edecektir kanısındayız.Öte yandan, siyasal iktidarı Devlet'in oluşturduğu «zorlayıcı»etki ilişkilerinin yarattığını kabullenmek de bu kez bukavramı fazlaca daraltmak sayılabilir. Hemen belirtmek gerekirki,siyasal iktidar daha çok Devlet'in yarattığı zorlayıcı bir etki ilişkisinindoğal sonucudur ve doğrudan doğruya bu yapı içinde yeralmıştır. Demekki, siyasal iktidar kavramını çok dar anlamamakgereğinin yanı sıra, buradaki zorlayıcılığm, genel anlamdaki sosyaliktidar ilişkilerindeki zorlayıcılıktan ayırt edilmesi zorunluğuvardır; çünkü biliyoruzki, bütün sosyal iktidar ilişkilerinde zorlayıcılıkUnsuru mevcuttur.Yukarda değinilen ayrımın yapılabilmesi için siyasal iktidaradayanan siyasal bilim tanımlamasının yapılması gerekmektedir.IV) Siyasal İktidar ve Otorite İlişkisi ve Buna Dayanan SiyasalBilim Anlayışı :Geçerli bir siyasal iktidar tanımına ulaşabilmek için, Amerikansiyasal bilimcisi David Easton, ünlü siyaset teorisine ilişkin yapı-9


tında, siyaseti «bir toplumda değerlerin otoriteyedayanılarak dağıtılması» süreci olarakbelirlemiştir 16 . Toplumca değer verilen şeyler, (servet, iktidar,sosyal statü, yaşlılık, hürmet vs.) bütüntoplum üyelerinin bunlardan paylarını alabilmelerine yetecekderecede bol olmadığına göre, siyasetin özünde bir değer dağıtımıniteliği vardır. Yani siyasal kararlar, toplumdaki bir takım değerlerin,bir kısım toplum üyeleri için erişilebilir kılınmasını, diğerbir kısım toplum üyelerinden ise yasaklanmasını gerektirir. Tanımınikinci unsuru, bu değer dağıtımının «o t o r i t e»ye dayanılarakyapılmasıdır.Otorite, iktidar ilişkilerinin özel bir şeklidir. İktidar ilişkisindebir taraf, diğerine korkudan veya alışkanlıktan itaat edebilir.Oysa itaat eden, diğer tarafın emirlerinin meşru ve haklı olduğunainandığı için itaat ediyorsa, bu takdirde aralarındaki ilişkiye 'i k-tidar ilişkisi' değil, otorite ilişkisi adı verilir. Kısacasıotorite, itaat edenler tarafından meşru görülen iktidardır. Öyleyseotoriteye değer tanımayan ve ona dayanmayan değer dağıtımları,örneğin bir haydut çetesinin soygunda ele geçirdiklerini paylaşmasısiyasal bir olay değildir.Nihayet tanımın üçüncü unsuru, otoriteye dayanan değer dağıtımınıngenel nitelikte, yani toplumun bütün üyeleri için geçerliolmasını gerektirir. Gerçekten, özel kuruluşlar da, (örneğinsiyasal partiler, dernekler, şirketler vs.)kendi içlerinde bir değer dağıtımı faaliyetinde bulunabilirler; kezabu kuruluşların üyeleri, sözü edilen dağıtımını tamamen meşru sayabilirler.Ancak, böyle bir dağıtım, genel, yani toplumun bütünüyeleri için olmadığından, burada bir siyasal olaydan ve siyasal iktidardansözetmek imkânı yoktur. Şu da var ki, bu yapılar veya ünitelerde toplumdaki genel değer dağıtımı sürecini etkiledikleri ölçüde,şüphesiz yine bir siyasal olaydan ve siyasal iktidar ilişkisininmevcudiyetinden sözetmek mümkün olabilecektir. Bu ikinci tür siyasalolay ve siyasî iktidar ilişkisini, daha önce başka vesilelerle,«doğrudan doğruya siyase t»e karşın, «d olayısiylesiyaset» olarak tanımladığımızı hatırlıyacaksınız.16 EASTON, David : 'The Political System' : An Inquiry into the State of PoliticalScience', New York, 1953, s. 106 vd.10


a) tşte bu gerek doğrudan doğruya ve gerekse dolayısiyle siyasetolarak tanımladığımız siyasal oluş ve ilişkilerin gözlenmesi,incelenmesi, irdelenmesi ve bunların yaklaşık muayyeniyetlerininyani yasalarının ortaya çıkarılması siyasal bilim'in işidir.Siyasal bilim, bu daha yenici ve günümüzde genellikle kabuledilen tanımına kolay ulaşmamıştır :Siyasal bilimden ilk, kez, XVI. yüzyılın sonlarına doğru ünlüJean Bodin «Devlet'in Altı Kitabı» adlı eserinde sözetmiş 17 , fakat bugünkü anlamına yakın şekilde terimi ilk kullananlar,1800'lere doğru anarşist düşünür William Godwin ile faydacıfilozof Jeremy Bentham olmuşlardır 18 .Ünlü Alman Kamu Hukukçularından Bluntschli'ye göre siyasalbilim, 'Devlet'le uğraşan, Devlet'in temelkoşullarını, niteliğini, türlü belirtilerinive gelişimini ele alan bilimdir' 19 .Bir süre, terimin, siyasal bilim teriminin, tekil veya çoğul olarakkullanılması da bir sorun olarak ortaya çıkmış, örneğin îkinciDünya Savaşının bitimine değin, özellikle Kara Avrupası'nda, terimiçoğul olarak yani«s iyasal bilimler» şeklinde kullanmakyolu tutulmuştur. 1940'lardan itibaren ilk defa Fransa'da «s i-yasal bili m» şeklindeki tekil kullanılara rastlanılmaya başlanılmış,örneğin G. BURDEAU 1942'de basılan yapıtına «T raitéde la Science Politique» adını vermiştir.ingiltere'de ise siyasal bilim yerine daha çok «politicalstudies» (= siyasal incelemeler) deyimi kullanılmaktadır(J. Plamenatz)".Siyasal bilimi göstermek üzere bazan «politika» kelimeside kullanılmaktadır. Bazan da politika, yani «politics»sözcüğü «Government» kelimesi ile birlikte kullanılmak-"DAVER, B. : age. s. 27.18 ÇATLIN, C. E. G. : 'The Story of the Political Philosophers', New York,New York, 1939, s. 227, 336.i» WILLOUGHBY, Westel W. : 'The Fundamental Concepts of Public Law',New York 1924, s. 63, 106.20DAVER, B. : age. s. 28.11


ta ve ikisi birden «siyasal bilim» anlamına gelmektedir21 .Bazı kez, siyasal bilim yerine 'politika bilimi' dendiğide görülmektedir :Örneğin Bernard Crick, siyasal bilimin Amerika'daki anlaşıhşınıneleştirisi niteliğindeki yapıtının başlığında, «politikabilimi» terimine yer vermiştir 22 .b) Siyasal bilimin terim olarak kullanımına ilişkin yukarkiörneklerin dışında, bu terimle yakından ilgili, daha yeni ve uzlaşmazlıklarayol açan bir deyim olan «siyasa bilimleri»(=policy sciences) tamlamasından da söz açmakgerekiyor. Bu son tamlamada yer alan siyasa (=p o 1 i c y) ilesiyaset (= politics) arasında bir ayırım yapmak gerektiğinihemen belirtmeliyiz : Siyasa, bir prensip anlatan, yön gösteren,hedef tesbit eden kararlardır. Siyaset veya politikanın ne anlamageldiğini ise daha önce belirtmiştik.Aslında bu siyasa bilimleri tamlaması ilk kez A.B.D.'nde Lasswellve arkadaşları tarafından ortaya atılmıştır. Lasswell, siyasabilimleri terimini, sosyal bilimleri daha iyi belirttiği, kapsadığı kanısıile ortaya atmıştır. Siyasa bilimlerinin görevi, bu yazara bakılırsa,insanlar arası ilişkilerde ortaya çıkan ve bu ilişkiler sayesindegerçekleşen değerlerin bütünleşmesinin anlaşılmasıdır; bugörünüm içinde, Lasswell'e göre, siyasal bilim, siyasa bilimlerinin(=policy sciences) bir bölümünden başka bir şey değildir 23 .Lasswell'e göre siyasa bilimlerinin bir bölümü olan siyasal bilim,belli başlı olarak, bu sözü edilen değerler bütünleşmesinin sağlayıcı araçları olarak iktidar ve etkilemeyi inceler.21 DAVER, B. : age. (aynı yerde); ayrıca FRIEDRICH, Carl J.: 'ConstitutionalGovernment and Democracy', Boston 1941, s. VII, vd.22 CRICK, Bernard : 'The American Science of Polities', Berkeley, 1959.23 Siyasa Bilimleri için temel yapıt olarak Bk. : LASSWELL, Harold D - LER­NER, D. : 'The Policy Sciences : Recent Developments in Scope and Method',Stanford, 1951; ayrıca : LASSWELL, Harold D. : 'Policy Sciences',International Encyclopedia of the Social Sciences, Vol. 12 (1968) ve konuyailişkin son gelişmeleri de içeren yeni bir değerlendirme olarak :LASSWELL, Harold D. : 'A Pre-View of Policy Sciences', Elsevier, NewYork - London - Amsterdam, 1971.12


îîenüz geniş ve yaygın bir kabule mazhar olmamakla beraber,bu ilk defa Lasswell tarafından ortaya atılan siyasa bilimleri terimininönemine de işaret etmek isteriz :Belli bir dönemde her neviden siyasa problemleri ile ilgili bilgileritoplama ve bunlara dayanarak durum analizleri niteliğindeaçıklamalar yapmak, bunlardan «tren d »Ieri çıkarmak ve huşusiyle yakın ve uzak gelecek için ortaya çıkabilecek sorunları önceden sezinseyip bunlar için geçerli çözüm yollarını daha sorunlarortaya çıkmadan önermek, siyasa bilimlerinin işidir. Bu anlamdasiyasa bilimlerinin çok üstün bir pratik önem ve değer kazandıklarımuhakkaktır. Böylece siyasa bilimleri günümüzde, siyasanın yapılması,uygulanması sürecini araştıran ve olayları bu perspektiftenaçıklayan bilimler olarak ortaya çıkmışlardır. Bu yaklaşım içindeherşeyden evvel temel sorunların ele alınması gerekmektedir;bu sorunların çözümünde ise öncül hareket noktaları olarak, birtakım temel değerler (= b a s e values) alınmaktadır. Bütünsorunların bu temel değerlere bakarak çözümlenmesi ve tüm inşanınonlara dayanması esasdır. Bu temel değerler, Lasswell'in terminolojisinde,«üstünlük, emir-tabiiyyet yaratandeğerler» (=deference values) ve «kişininmaddi varlığının devamlılığının zorunlukoşullarını teşkil eden değerler» (=Welfare values) olarak ikiye ayrılır ki siyasa bilimleriuygulamalarında seçilmeleri söz konusu olan değerler, bunlardanbiri yada birkaçıdır.Siyasa bilimleri, yukarda değinilen amaçlara ulaşabilmek üzere,spekülatif modeller kullanırlar; endeks ve müşirlerden yararlanırlarve özellikle hal'deki sorun çözümlerinin verilerinden ve diğerindice'lardan yararlanarak geleceğe ilişkin çözüm yolları ve sonuçlargösterirlerki bunun adı, yine Lasswell'in terminolojisinde 'p r o-jection' dır.Policy Sciences anlayışının gittikçe tutunmakta ve bu anlayışınuygulamaya aktarılması sonucunda oldukça olumlu ve ümit vericisonuçlar alınmakta olduğundan şüphe edilemez : Gelişgin ülkelerde,başka adlar veya kavramlar da kullanılsa, bugün özellikle haberleşmekaynaklarının seferber edilmesi yolu ile bilgi toplamafaaliyetlerinin gittikçe artan bir yoğunluk kazanmış olduğu, toplananbilgilerin elektronik cihazlann yardımı ile kılcal ayrıntılarınadeğin tasnif edilip değerlendirildikten sonra, derhal kullanılmaya13


elirtilmesi gereken nokta burada karşımıza çıkmaktadır : Siyasalbilimin ilgi ve inceleme alanının dar anlamda politika olarak sınırlandırılmasıdoğru olmadığı gibi, bunun, geniş anlamda politikayıda kapsayacak bir sınır genişlemesine mazhar kılınması, çok defayeterli ve doğru sayılmayabilir : Biliyoruz ki, sosyal ana yapıdapek çok alt yapılar bulunduğu gibi bunların sosyal süreçte, değişirlikkaydı ile, etken ya da edilgen özne olarak hareket edebildikleri kolaycagözlenebilir. Demekki, siyasal bilimin ilgi ve inceleme alanına,yerine göre, toplumsal süreçte yer alan tüm özneler girebilir vebu konuyu dar veya geniş anlamda siyasal süreç olarak daraltmakda her zaman isabetli olmayabilir. Öyle ise, Lasswell'in benimsediğimiztanımı ile, siyasal bilim aslında etkileyenin ve etkileneninve bunlar arasındaki ilişkinin incelenmesini konu edinmiştir; buyoldaki bir tanımın alan belirlemelerine dayanan tanımlara bakarakdaha elverişli ve geçerli olduğundan şüphe edilemez.Bu açıklamadan sonra, şimdi siyasal bilimin bilimselliği üzerindedurabiliriz :Hemen ifade etmek gerekir ki, yukarıdaki açıklamalar, en azındansiyasal bilimin,bilimselliğine karşı duyulan şüpheleri kuvvetlendireceknitelikte veya görünümdedir : Öyle ya, alan belirlenmesindenmahrum, etkileyen ve etkilenen ile onlar arasındaki ilişkikonularında yoğunlaşmış bir bilgi toplamının, en azından belirlive değişmeyen bir 'obje' sinin olmadığı kolayca ileri sürülebilir.Kaldı ki, etkileme ilişkisine ve bunun aktif ve pasif süjelerinehayatın her safhasında, değişik önem ve görünümler içinde rastlamakpekala mümkündür. İlk bakışta doyucuru görünen bu itirazlarıntutarsızlığı, bu bölüme ilişkin sonuç ve değerlendirmedeortaya çıkacağından, daha fazla üzerlerinde durmayı yararlı bulmuyoruz.Siyasal bilimin, bilimselliği konusunda daha ciddi itirazlar önesürülmüştür :1. — Siyasal bilimin gerçek ve kesin bir bilim olmadığı ve hiçbirzaman da olamayacağı iddia edilmektedir. Bu itirazların sahiplerinegöre, siyasal bilime hiçbir zaman gerçek bir bilim gözü ilebakmamak gerekir; çünkü, kesin ve yaklaşık kanunlara ulaşmakolanağı mevcut değildir; öte yandan, siyasal bilimde deney olmadığınagöre, ulaşılan sonuçların deneysel yoldan gidilerek doğrulukkontroluna tâbi tutulması olanağı da yoktur. Gerçekten, siyasal olay-15


1ar, bir defalıktırlar; gelip geçicidirler ve üstelik devamlı bir değişim,oluşum içindedirler. Siyasal oluş ve ilişkilerin ardındaki fikirler,güdüler, duygular ve kişisel yargılar ise çok değişiktir. Kökenibu denli kaygan nitelikteki oluş ve ilişkilerin yasaya bağlanmasıda söz konusu olamaz denilmektedir. Bu ve benzeri eleştrilerdebulunanlara bakılırsa, siyasal oluş ve ilişkiler hakkında olsaolsa bir bilgiler manzumesine sahip olmamız mümkün sayılabilir;yoksa bu bilgilerin bir bilimsel bütünleşmeye, sistematik bilgi bütünlüğüneulaştırılması mümkün değildir.2.— Siyasal bilimin bilimselliğine yöneltilen bir başka tenkit,onun genel bir teoriden yoksun olması noktasında yoğunlaşmaktadır.Sanırız, ileri sürülen eleştriler arasında, ilk bakışta enfazla geçerli sayılabilecek olanı da bu sonuncusudur.Biliyoruzki, bilgiden, daha doğrusu bilimsel bilgiden söz edilebilmesiiçin, bu bilgilerin bir genel teori içinde kaynaşmış ve bütünleşmişolması ve bu teorik çerçevenin sistematik örgüsünün detamamlanmış olması gerekir. Genellikle kabul edilen bir teoriyesahip olmak ise, ilgili bilim dalının kişilik kazanması ile eş-anlamlısayılabilir. Buradaki bilimsel ve genel teoriden, yada daha uygunsayıp benimsediğimiz bir deyimle 'teorik çerçeve' (=theoretical framework) den muradımız, «o lavlarınsistemli biçimde gözlenmesi vedeneye tâbi tutulması sonucu elde edilenbilgilerin (= mutaların) sistematikbütünüdür».Siyasal bilimin genel, herkesçe kabul edilmiş bir teorik çerçeveyesahip bulunduğunu iddia etmek çok güçtür; böyle bir teoriyebağlanılması yolunda çabalar sarfedilmemiştir demek istemiyoruz.Örneğin, Lasswell ve Kaplan'm ünlü «Power and Socie t y »1 erinde u yapmak istedikleri, bu teorik çerçevelemedenibarettir. Siyasal bilime en azından bu alanda çalışanların çoğunlu*ğu tarafından kabul edilebilecek bir teori kazandırmak konusundabaşka çalışmalar da yapılmıştır. Yalnız, unutulmamalıdır ki, buteori önerilerinin hemen hiçbirisi, genel bir kabule mazhar olabilmişdeğildir ve yakın bir gelecekte de genel ve tek bir teorik çer^çevelemede uyuşma hali beklenmemektedir.26 Bk. : yukarda dipnot 9'da geçen eser.16


3.— Nihayet, siyasal bilimin kesin ve kendine özgü bir sözlüğünün,başka deyişle bilimsel terminolojisinin bulunmadığından dayakınılmaktadır ki, bu da, ilk bakışta doğru görünen bir itirazdır.Gerçekten, bugün bile, kalburüstü sayılan siyasal bilimcilerin hemenherbirinin kendine özgü bir «sözlü k»ü vardır; bu durumundoğal sonucu olarak, belirli bir siyasal bilimcinin kullandığıbir sözcük ile anlatmak istediği, bir başkasının aynı sözcüğe verdiğianlamdan ayrı olabilmektedir. Daha kötüsü, belirli siyasal bilimcilerinsöylediklerinin anlaşılabilmesi, sökülebilmesi için, çok defa,onların kendilerine özgü «sözlü k»lerinin (= J a r g o n) bilinmesizorunluğu vardır ki bu kategorideki siyasal bilimcilerdenünlü bir örnek, yine Lasswell'dir. Görülüyorki, mensubuna ve sivrilenbir önde gelenine göre özel lûgatçesi olabilen bir bilime tamve evrensel anlamda «bilimsellik» tanımak gerçekten kolayolamamaktadır.Bütün bu yukarda yer alan itirazlarla bizim değinmediğimizdaha başkalarına karşın, siyasal bilimin gerçekten bir bilim olduğunusavunanlar da çıkmıştır :1.— Bir defa, siyasal bilimin bilimselliğinden murat, onun birpozitif bilim değil, fakat sosyal bir bilim olduğudur. Sosyal bilimlerininceleme alanlarının nitelikleri sebebiyle, elde edilecek sonuçlarınmatematik muayyeniyetler şeklinde karşımıza çıkması beklenmemelidir.Bu nedenle, siyasal bilimin inceleme ve araştırma sonuçlarınında kesin muayyeniyetler olarak belirmesini istemek gereksizdir.Aslında, izafiyet teorisinin ortaya atılmasından bu yana,pozitif bilimlerde dahi kesin muayyeniyetlere ulaşılabileceği konusundaciddi tereddütler ortaya atılmıştır.Gerçi, siyasal bilimin, fizik bilimlerde olduğu gibi, kesin kanunlaravaramadığı ve bu düzeye hiçbir zaman da ulaşamayacağı bilinmektedir;buna rağmen, siyasal bilim bugün, siyasal olgu ve ilişkilerarasındaki bağlantıları bir takım genellemeler halinde ifadeedebilmektedir; bu genellemelerin gerçeğe uymaması ihtimallerininazalması yolunda bir yönsemeden dahi bahsetmek mümkündür. Giderek,sözü edilen genellemelerin salt gerçeğe yaklaşımı da doğalolarak artacaktır. Gerçekten siyasal bilimde, aşağıda daha genişbir şekilde değinileceği gibi, siyasal oluş ve ilişkileri daha yakındanizleme, inceleme ve sonuçlarını tasnif edip değerlendirme ve asılÖnemlisi yakın ve uzak gelecek hakkında önerilerde bulunma teşebbüslerigittikçe daha büyük ölçüde başarılı olabilmektedir. Bu17


açıdan bakıîdıkda denilebilir ki, astronomi ve meteoroloji ile siyasalbilim arasında adeta bir kader birliği veya benzerliğinden söz etmekmümkündür : Meteoroloji bir tabiat bilimi olduğu halde, verdiğisonuçlar ile özellikle yaptığı tahminler bakımından henüz kesinnitelik kazanmış bir tabiat bilimi olduğundan söz etmeye imkângörülememektedir; buna rağmen, meteorolojik ilgi ve inceleme alanlarındagelişgin teknik araçlardan yararlanmak suretiyle örneğindaha sıhhatli hava tahminleri yapabilmek bugün mümkün olabilmektedir.Meteorolojik tahminler konusunda erişilen durum, siyasal bilimiçin de söz konusudur : Bugün nasıl ekonomide bir ekonometrinin(= Ekonomik sistemde ve genellikle ekonomik olgu ve ilişkilerde yer alan birim,boyut ve diğer unsurların matematikifadelerinin bulunması suretiyle bunlarınözellikle ekonomik problemlerin çözümlenmelerindeelverişli formüller olarakkullanılması) mevcudiyetinden yararlanılmakta ise,aynı şekilde siyasal bilimde de siyasal olgu ve ilişkilerin birim, boyutve diğer unsurlarının matematik ifadelerinin bulunması ve bunlarınyine siyasal bilimin alanına giren problemlerin çözümündekullanılması yoluna gidilmektedir. Böylece, tıpkı ekonometri gibi,bir politikometri''den söz açmak mümkün olabilmektedir. Bu açıdanbakıîdıkda, özellikle siyasal olgu ve ilişkilerin gözlenmesindeve bunların sonuçlarının belirlenmesinde ve bu sonuçların kullanılabilirhalde hazır bulundurulmalarında, yani «data collection»(= v e r i toplama) ve «keeping» (= m u-h a f a z a) bakımlarından siyasal bilimde çok önemli aşamalarınkaydedildiğini belirtmek gerekir. Hatta, veri toplama, muhafaza vetasnif olanaklarının zengin leşmesi sayesinde, siyasal yapı ve sistemdeğerlendirmelerinde (=evaluation) de isabet, dolayısiylebilimsellik payı giderek artmaktadır. Aynı bilimsellik dahasınırlı olmak kaydı ile, projection (= siyasal olgu veilişkiler ve özellikle siyasal yapı ve sistemlerinyakın ve uzak gelecekte erişeceğidüzeyler, gelişme ve değişmeler hakkındatahminlerde bulunmak) için de söz konusudur.Gelişgin ülkelerde ise, iç ve dış siyasa belirlemelerinde, planlamalarında,özellikle izlenen siyasalara değişecek durum ve koşullaragöre yön değiştirme işlemlerinin uygulanmasında, uygulanan18


siyasaların sonuçlarının değerlendirilmesinde ve ilh., tamamen pratikve faydacı nedenlerle politikometri ve siyasal bilimden yararlanıldığıbugün inkâr edilemeyecek bir gerçek niteliği kazanmıştır.Siyasal bilimin özellikle politikometrik yaklaşımı sebebiyle matematikbir bilim niteliği kazanacağı savında bulunan ve buna inanansiyasal bilimciler de vardır; bunların eleştirisini ve önerilerininaçıklanmasını bir tarafa bıraksak bile, siyasal bilimin, matematikbir bilim olma yolunda hayli başarılı mesafeler aldığını kabul etmektebir sakınca mevcut değildir.2. — Genel teori eksikliğinin, en ciddi itiraz ve şikayet konusuolarak kabulü gerektiği yolundaki yargıyı paylaştığımızı, başka vesilelerle,daha önce belirttiğimizi hatırlayacaksınız. Bu vadide denemelerde yapılmamış değildir; 27 fakat bu denemelerin hiçbirisi henüzgenel veya ona yakın bir kabule mazhar olamamıştır.Genel teori eksikliğinin tek başına, siyasal bilimin bilimselliğininreddi yolunda, çok önemli bir kanıt ve neden sayılması görüşünekatılmıyoruz. Bir bakıma, genç bir sosyal bilirn dalı olan siyasalbilimin bugün ulaştığı aşamada, bilimsel bir genel teoridenmahrumiyeti doğaldır ve daha bir süre bu mahrumiyeti pek önemsememekve hele bilimsel olmamayı gerektirecek bir neden saymamakgerekecektir. Bu gün, sosyal bilimlerin, siyasal bilimden çokdaha eski ve yerleşik disiplinlerinin dahi genel bir bilimsel teoriarayışı içinde oldukları hatırlanırsa, siyasal bilimin aynı niteliktekiteoriye ulaşmamakta mazur sayılacağı dahi ileri sürülebilir.Öte yandan, yukarda da değindiğimiz gibi, ortak bir kabulemazhar olmuş genel bir bilimsel teori bulunmamasına rağmen, siyasalbilimde bu gün, örneğin metodoloji ve ölçümleme yollarınabaşvurma bakımından ilgi çekici bir beraberliğin oluşmakta olduğunusöylemek de yanlış sayılmamaldır. Özellikle davranışçılığın(= b e h a v i o r i s m) siyasal bilim araştırmalarında da ana yol27 Siyasal bilimde teori' konusunda, yukarda dip-not 16'da yer alan D. Easton'ınyapıtı dışında bk. : YOUNG, Roland (Ed.) : 'Approaches to the Studyof polities', Illinois 1962 (3. bası), özellikle «Part Two : Political Theory»de yer alan N. Jacobson, M. C. Sibley, F. M. Watkins, R. G. Me Closkeyve C. J. Friedrich'in makaleleri.Özellikle yine : EASTON, David : 'A Framework for Political Analysis',(Prentice-Hall, Inc., New Jersey, 1965).19


ve yöntem olarak benimsenmesi 28 siyasal bilimciler arasında özelliklearaştırma yol ve yöntemleri bakımından beraberlik ve benzerliğiarttırmıştır. Davranışçılığın bu gelişime rağmen, siyasal bilimdeortak bir bilimsel teori eksikliğini de ortadan kaldıracağını ifadeetmek için henüz vakit erkendir.Bu vadide son olarak şuna da işaret etmeliyiz ki genel teoriyokluğu bir bakıma siyasal bilimin dinamik yanının kuvvetlenmesine,bu alanda her araştırıcının kendi yetenek ve kişisel yönsemelerinegöre yapacak, kotaracak bir şey bulabilmesine ve böylece araştırmamateryellerinin sınırsızlığına ve sonuçta özlenen bir canlılığayol açmıştır. Katı, sert bir teorinin çerçevesi içinde kendini sınırlandırma,kesin bilimselliğe ulaşma bahasına şüphe edilmemelidirki bu canlılığı da tahrip etmiş olacaktı.3.— Terminoloji eksikliğine gelince, bu konuda da bir haklılıkpayının bulunduğu muhakkaktır. Şu var ki, aynen genel bilimselteori eksikliğini izale etmekte olduğu gibi, en azından temel kavramve tanımlarda bir beraberliği sağlayabilmek üzere yapılan çalışmalaryoğunlaştırılmıştır. Siyasal bilimin yeniliğini bu terminolojieksikliği konusunda da unutmamak gerekir. Giderek siyasal bilimdede, her önde gelen siyasal bilimciye göre değişen terim vekavramların kullanılmasından vazgeçilecektir.V) Siyasal Bilim'de Alan Genişlemesi ve Kapsamı :A — Siyasal bilimin, belki de sosyal bilimler içinde en gençve yeni bir disiplin teşkil etmesinin doğal bir sonucu olarak ilgi veçalışma alanının gittikçe genişlemekte bulunduğu, sınırlarının, ilgilendiğikonuların da değişmekte olduğu, daha doğrusu gittikçedaha çok ve değişik konunun siyasal bilimin ilgi alanı içine girdiğiileri sürülmektedir. Gerçekten, bir süre öncesine değin en azından,psikolojik, ekonomik vb. sayılan ve daha çok karmaşık görünümdekisorunların 'politik' yanlarının da olduğunun gittikçedaha bilinçli bir şekilde farkına varıldığına tanık olmaktayız.28 TRUMAN, David B. : 'The Impact on political Science of the Revolutionin the Behavioral Sciences' (Research Frontiers in Politics and Government),Washington, D. C, 1955;BERELSON, Bernard : 'The Behavioral Sciences Today' (ed.), New York1964. S. 176 vd.EULAU, H. - ELDERSVELD, S. - JANOWITZ, M. : 'Political Behavior : AReader in Theory and Research', New York 1956.20


Teknolojideki akıl almaz gelişmeler, haberleşmenin ve ulaşımın yaygınlaşmasıve çabuklaşması, çok defa doğrudan doğruya ve hernesuretle oluısa olsun dolayısiyle siyasal bilimin de ilgileneceği yansorunları ve sonuçları beraberlerinde getirmektedir. Daha somutbir açıdan bakılırsa, özellikle otomasyonun yaygınlaşması, nüfuspatlaması olaylarının sıklaşması, toplu işsizlik ve benzeri olaylarbugün, bu sorunların sadece doğrudan doğruya ilgili uzmanlarınındeğil, siyasal bilimcilerin de inceleme alanları içinde sayılmaktadır.Bu arada gelişmekte olan veya az-gelişmiş ülkelerin 'k a 1-k ı n m a' çabalarının, «ekonomik ve sosyal bilimlerdekullanılan bir terim olarak siya'sal bir içeriğe» 29 sahip bulunduğunun farkına varılmasısiyasal gelişme ve siyasal bozulma olgularının işlevsel rollerininbilinmesine büyük bir öncelik ve önem kazandırmış 30 , topyekûnkalkınmada izlenecek yol ve benimsenecek modelin seçilmesi vedolayısiyle planlama, daha çok siyasal bilimin bir ana konusu kişiliğineulaşmıştır.Siyasal bilim, bütün bu yukarda değinilen ve benzeri, yaygınve beklenmez sonuçlu karmaşık olayların önceden bilinmesinde, Önleyicitedbirlerinin alınmasında ve özellikle yakın veya uzak birgelecekte ortaya çıkma şanslarının ne olduğunun kestirilmesindeve buna göre muhtemel çözüm şekillerinin önerilmesinde, faydalıyorumlarda, tahminlerde bulunmamızı sağlayabilmektedir. Kısacası,modern siyasal bilim, bu özetlemeğe gayret ettiğimiz çizgileriçinde bir «alan genişle mes i »ne uğramıştır diyebiliriz.Siyasal bilim bütün bu ve benzeri sorunlarda, «problemsolving» (=p roblem çözümü) denilen bir yaklaşımıngittikçe daha başarılı örneklerini vermeye devam etmektedir :Bu karmaşık ve siyasal yanı da olan olayların herhangi birisinin elealınması suretiyle, önce, onun oluşumunda, ortaya çıkışında hangibelirli öğelerin sorumlu ve etkili oldukları göstergelerden (= m ü-ş i r —i n d i c e—) yararlanılarak gerçeğe en yakın şekli ile saptanmaktave böylece incelenen olayın trend'i (=b e 1 1 i bir zamanadeğin izlediği yol, yordam ve gelişim)ortaya konulabilmektedir. Trend analizleri yolu ile de, ele»AYTUR, Memduh : 'Kalkınma kavramı', Ankara 1971, s. 1.so HUNTINGTON, Samuel P. : 'Siyasal Gelişme ve Siyasal Bozulma' (Çev.Ergun ÖZBUDUN), AÜHF. Dergisi, Cilt XXII'den ayrı bası, Ankara, 1967.21


alman olayın ana elemanlarının, varsa etken ve edilgen özneleriile objesinin, evvelce öğrenilen göstergelere ve mevcutsa yönseme-1ère bakılarak, ölçümlemeleri yapılabilmektedir. «Indie e»larınve «Tren d»lerin değerlendirilmesi (= evaluation) yoluile, gelecek için geçerliği çok defa zamanla kanıtlanabilen tahminler'de(= prediction veya projection) bulunmakyoluna gidilebilmektedir. Bütün bu olumlu ve elverişli gelişimlerebakarak, siyasal bilimin geleceğinin, bilgi toplama, değerlendirmeve özellikle tahminlerde bulunabilme olanakları açısındançok parlak olduğunu şimdiden söyleyebilmek bir kehanet olmaktançıkmıştır 31 .B — Siyasal bilimdeki alan genişlemesi ve bu bilim dalınıngeleceği konusunda daha pek çok şey söylemek mümkündür. Şuvar ki, asıl ve zorunlu olan, bu bilimin konusunun ya da konularınınsomut bir şekilde belirtilmesinden ibarettir ki şimdi sıra bunagelmiştir :1) Siyasal bilimin ana konusu, Devlet ve iktidardır. İktidardanmurat, asıl Devlet denilen yapıda olıışan ve beliren siyasal iktidardır.Siyasal iktidarın ana ilgi alanı içinde bulunması, diğer iktidarnev'iyetlerinin inkarı ve tümüyle siyasal bilimin ilgi alanı dışınaitilmeleri anlamına gelmez; siyasal bilim, siyasi iktidarla ilgisinisbetinde, diğer bütün sosyal iktidar nevileri ile de ilgisini muhafazaeder. Aynı şekilde, Devlet ve onda beliren siyasal iktidar ileolan ilişkileri oranında diğer iktidar mihraklarını veya sosyal altyapıları da inceleme alanı içinde bulundurmakta devam eder.Hemen belirtelim ki, burada Devlet'in siyasal iktidarın belirlendiğikarmaşık bir sosyal yapı olarak ele alınması, onun, şekilselve hukuksal görünümünün inkârı demek değildir. Şu var ki,Devlet konusunun siyasal bilimin bir ana ilgi mihrakını teşkil etmesi,bu yapının statik, görünümsel yanına bakarak, denilebilir ki,pek elverişli bir hareket noktası teşkil etmeyebilir. Gerçekten Devletyapısının bu donukluğu ve şekilsel görünümü ile ilgili kalındığısürece, siyasal bilimin akıcılık kazanmadığı ve özellikle değeryargılarına kayan kesiminin zenginliğini muhafaza ettiği söylenebilir.Bu durumu nazara alarak, siyasal bilimdeki yeni akımlarınöncüleri, Devlet vakıasının veya olgusunun, yapısının, mümkün ol-31 LASSWELL, Harold D. : 'The Future of the Political Science', New York,221967


duğu kadar şekilsel ve statik yanının belirlenmesinden kaçınmayıamaçlamışlar ve özellikle onun işlevsel yanı ile ilgilenip, Devlet'inyaşayan bir organizma bulunduğu gerçeğini gözden ırak tutmamayagayret etmişlerdir.Devlet'in siyasal bilimin bir ana konusunu teşkil etmekte ortayaçıkan ve yukarda kısaca değindiğimiz açıklamaların ışığı altındabir değerlendirme yapmak gerekirse, denilebilir ki, siyasaliktidar, daha çok ve daha doğrudan doğruya olmak üzere, Daver'indeyimi ile 32 , siyasal bilimin «dinamik odak noktası»-nı teşkil etmektedir.Aslında, dinamizm yoksunluğunun dışında, bir başka önemlinokta daha vardır ki bu da, Devlet'i siyasal bilim için elverişli birana hareket konusu saymaktan yana olmayanları haklı saydıracakniteliktedir : Gerçekten, siyasal bilimin bir başka odak noktası olarakDevlet'in ele alınmasında, onun anlamı, mahiyeti ve amaçlarıile kaynağı ve gerçek değeri hakkındaki düşünce ve incelemelerin,aslında siyasal bilimin ilgi alanının sınırları içinde sayılamayacağıileri sürülmektedir; bu sorunların özellikle değerlendirme ile ilgiliolanlarının siyasal bilimin sınırları dışında kalacağı hakkında birortak kanının mevcudiyetinden bile söz edilebilir. Değerlendirmedenve değerler arasındaki tercihlerden kaynak alan düşünce ve bilgiler,asıl siyasal doktrinin ve siyaset felsefesinin işidir. Siyasal bilimise, siyaset felsefesi ile siyasal doktrinden anndığı oranda«bilimselliğ i»ne kavuşabilecektir, denilmektedir. Siyasalbilimde, tercihlerin ve değerlendirmelerin yeri yoktur; bunlar, Lasswell'inbelirttiği gibi, siyasal bilimin değil, siyasal felsefenin konularıdır3Î .Acaba değerlendirmeyi ve değerleri siyasal bilimin incelemealanı dışına bu derece kategorik bir şekilde atmakta isabet ve faydavar mıdır? Bu sorun üzerinde pek çok siyasal bilimci durmaktave başta Burdeau olmak üzere bunlardan önemli bir kısmı, birinançlar sistemi, bir takım değerlerin somut görünümü olarak Devlet'inaynı zamanda bir sosyal olgu olduğunu hatırlatarak Devlet'ininanç ve değerlerle ilgili görünümünden tecerrüt ederek onu sade-32 DAVER, B. : age. s. 37 vd.33 LASSWELL, Harold D. : 'Politics : Who Gets What, When, How', NewYork, 1958. s. 13 vd.23


ce siyasal ve sosyal karmaşık bir olgu olarak ele almanın, tam gerçeğeulaşmak bakımından yetersizliğini ileri sürmektedirler. 34 .Öte yandan, siyasal bilimin, formalist görüşün vardığı sonucauygun şekilde, fakat belki de bir başka açıdan, yalnızca Devlet'Ieilgilenmesi gerektiğini öne sürenler de çıkmıştır (J. D a b i n gibi).Aslına bakılırsa, siyasal bilimin ana konusu olarak Devlet'in elealınmasında aşırı soyutlamalara gitmek kadar, bu konunun değeryargıları ile tüm bütünleşmesine imkân verecek bir genişliktedüşünülmesi de yersiz ve gereksizdir. Devlet, geleneksel bir şekilde,siyasal bilimin ana konularından birini oluşturmakta devamedecektir ve bu doğaldır. Şu var ki, Devlet'i ele alış ve inceleyişbakımından yeni yaklaşımlara bağlanılması söz konusudur : Onunartık tüm şekilsel ve hukuksal bir tablo olarak incelenmesi pektabii söz konusu olamaz; Devlet'de oluşan işlevler ve bunun yarattığıilişkiler, tabir caizse kan dolaşımı da incelenecektir. Aynı ılımlılıksınırlan içinde kaimmak kaydı ile denilebilir ki, artık Devlet'­in kaynağı, unsurları, tanımı ve özellikle amaçlan bakımından birdeğerler ve inançlar sisteminin somutlaşma«, olgusu sayılabileceğigözden uzak tutulmayacak, ama bunun Devlet'i salt değer yargılarınave inançlara dayanan bir yapı olarak ele alan yaklaşımın benimsenmesidemek olmadığı da unutulmayacaktır; biliyoruz ki busonuncu yaklaşım asıl siyaset felsefesine özgüdür.2) Siyasal bilimin konulannm daha açık ve seçik bir şekildeortaya konulması için, 1956'da Unesco aracılığı ile düzenlenen birbilimsel toplantıda varılan kararlann hatırlanmasında, muhakkakki fayda vardır :Bu toplantıda herşeyden evvel, siyasal bilimin ana dinamikkavramının ve ilgi alanının iktidar olduğu noktasında birleşilmiştir.Gerçi, siyaseti, ana mihrakı teşkil eden iktidarın dışında, örneğinelit fenomeni, gruplar ilişkisi, liderlik, katılma bakımından vebunlarla ilişkili açılardan ele alıp incelemek ve bir takım sonuçlaraulaşmak da mümkündür; fakat bunlann tümünün, bilimsel birsiyaset teorisine erişebilmek bakımından, iktidar ve ona bağlı olaraketkileme fenomenlerine nazaran, daha az elverişli olduklan, da-34 DA VER, B. : age. s. 37 (Burdeau'dan naklen).24


ha kısır sayıldıkları bugün anlaşılmıştır. Örneğin, siyasal oluş veilişkilerin baskı ve menfaat gruplarından hareket edilerek bilimselbir bütünleştirici teori içinde, açıklanıp sunulması teşebbüsleriM , ancak bir noktaya kadar başarılı olabilmiştir. Bu yetersizlikve ancak bir noktaya kadar başarılı olabilme ve özellikle bilimselbir teoriye ulaşmakta yetersizlik sonuçları, siyasal karar, rol statü,prestij, kitle haberleşmesi v.b. yaklaşımları ile, siyasal oluş ve ilişkilerintümünün bilimsel açıklamasına kalkışanlar için de geçerlidir.Sonuç olarak diyebiliriz ki, iktidar ve etkilemenin dışında kalanlarayaklaşım kaplamsallığı tanıma, tehlikelidir.SONUÇ ve KONUNUN SINIRLARI :Siyasetin ve dolayısiyle siyasal bilimin ana inceleme konusuve dinamik odak noktası olarak siyasal iktidarın benimsenmesindekiisabet ve zarurete yukarda değindik. Yukarki açıklamalar, siyasetalanındaki şu geleneksel gerçekliği de değiştirmemiştir : Siyasetindinamik odak noktası siyasal iktidar ise, onun bulunduğu,belirdiği ve barındığı yer de Devlet olgusu veya yapısıdır. Devletyapısı bu itibarla siyasal bilimde ve <strong>kamu</strong> hukukundaki gelenekselyerini ve önemini kaybetmiş değildir. Değişiklik, Devlet'in elealışındaki yaklaşımların seçiminde ortaya çıkmaktadır; Devlet'iartık sırf şekilsel ve hukuksal bir kurum olarak ele alıp incelemeninyetersizliği anlaşılmıştır. Devlet'in inanç somutlaşması niteliğiunutulmayacak, ama onun salt bir değerler ve inançlar sistemi içindeele alınması, asıl siyaset felsefesine bırakılacaktır. Aynı şekilde,Devlet'in dinamiği, yaşayan bir sosyal organizma demek olduğu vebu bakımdan asıl önem verilmesi gereken görünümünün işlevselyanı olduğu da hiçbir zaman unutulmayacaktır. Kabul etmek gerekirki, siyasal bilimin bu geleneksel ana konusunun, başarılı birbütünleşmeye ulaşmamızı sonuçlandıracak bir surette incelenmesinde,yukarda ilişilen her üç yaklaşımın da vazgeçilmeyecek ve birbirinibütünleyen katkıları olacaktır.Devlet'in şekilsel ve hukuksal bir kurum olarak ele alınıp açıklanmasındanvazgeçilmesi söz konusu değildir; vazgeçilmesi gerek-35 Bu konuda baskı gruplarına dayanan bir örnek için özellikle bk. : TRU­MAN. David B. : 'The Governmental Process; Political Interest and PublicOpinion', New York, 1963.25


li olan, yukardan beri devam eden açıklamalarımızın da ortaya koyduğugibi, sadece, bu yaklaşımın ulaştıracağı sonuçlarla yetinmektir.Sonraki açıklamalarımız, Devlet'in şekilsel ve hukuksal bir kurumolarak ele alınması konusunda söylenebileceklere örnektir. Buaçıdan söylenmesi gerekenleri sadece aktarmakla yetinmiş bulunuyoruz,ilerde daha iyi anlaşılabileceği gibi, bu yaklaşımdan bakaraksöylediklerimiz, yer yer, Devlet'in somutlaştırdığı değerlere ve inançlarada dokunmamızı gerekli kılmıştır.Bu çalışmamızda, Devlet'in işlevsel yanı ile ilgili bilgilerin mevcudiyetiniaramak beyhudedir. Asıl benimsediğimiz ve önem verdiğimizyaklaşım, siyasal bilime daha uygun düşecek surette, işlevselyaklaşım olduğu halde, yukarki sınırlama açıklamalarımızdaşimdilik bu yaklaşımdan uzaklaşmamızı gerekli kılmıştır.Devlet'in şekilsel ve hukuksal bir kurum olarak ele alınıp incelenmesinde,ilk olarak, bir giriş kesiminden sonra, Devlet ne dirsorusunabir cevap aranacak, daha sonra Devlet'in kaynağı problemiüzerinde durulacak, Devlet'in unsurları tanımlanıp tanıtıldıktansonra, bunlar «öncül ve nesnel» unsurlar ile «k u-rucu unsurlar» olarak iki kesimde incelenecektir. Açıklamalarımızkurucu unsurlardan «Devletin kişiliği»hakkındaki oldukça uzun bölümle sona erecektir.26


DEVLETTANIMIÖZELLİKLERİKAYNAĞIUNSURLARIKAMU HUKUKU :Hukuk biliminin, tarih, sosyoloji, ekonomi, sosyal psikoloji veilh.., gibi, sosyal bilimler kesiminde yer aldığı bilinmektedir; böyleolması doğaldır; çünkü hukuk, düzenli bir kurallar sistemi, bütünleşmesiolarak, sosyal olgu ve ilişkilerin belirli bir kesiminin düzenlenmesigörevini yerine getirmekte, bu kuralların geçerliklerini,değişmelerini ve ortadan kalkmalarını açıklamaktadır. Yalnız unutulmamalıdırki, sosyal olgu ve ilişkilerin tümü, hukukun düzenlemealanına girmediği gibi, hukuk bilimine de bütün sosyal olguve ilişkilerin kuralsal düzenlemesini yapmak gibi aşırı bir kaplamsallıktanımak da yerinde değildir.Demekki hukuku, sosyal olgu ve ilişkilerin belirli bir kesiminidüzenleyen kuralların tümü olarak tanımlamak, bu tanımın yeterliğive doğruluğu sorununu bir tarafa itip, öğretim kolaylığı sağlamasıbakımından bizim için elverişli bir başlangıç noktası olabilecektir.Hukuk biliminin materyelini teşkil eden hukuk kural ve kurumları1 , klasik bir bölümlemeye göre, iki ana dala ayrılarak incelenmektedir:1 Burada kurum (= müessese) dan murat, hukuk kurallarının belirli konulardasistemleşmesi, bütünlük göstermeleridir.27


Birincisi<strong>kamu</strong> hukuku kuralları ve kurumlan.İkincisi ise, özel hukuk kuralları ve kurumlandır.Hukukun böylece iki büyük bölüme ayrılması, aynca bu bölümlerdeyer alan hukuk kurallarını inceleyen hukuk biliminin de ikidala ayrıldığını, bunlarm Kamu Hukuku ve Özel Hukuk'tan ibaretbulunduğunu belirlemektedir.TANIMLAR :En kısa ve uygulamada geçerli şekli ile, KAMU HUKUKU,DEVLETLE, ÖZEL HUKUK ÎSE KİŞİ İLE İLGİLİ HUKUK KURALVE KURUMLARINI İNCELEYEN VE AÇIKLAMAYA ÇALIŞAN HU­KUK DALLARIDIR.Hukuk biliminin de böyle iki dala ayrılması, Roma Hukuku'ndanberi kabul edilegelmiştir. Bu ayrımı beğenmeyen, eleştiren(Léon Duguit gibi) ve hatta hukukta böyle bir ikilem(= d u a 1 i z m) değil bir birlik (= monizm) bulunduğunuileri sürüp bu ayrımı tüm inkar eden (Hans Kelsen gibi)yazarlar da yok değildir.Hukukun, yukarda açıklandığı gibi, özel hukuk ve <strong>kamu</strong> hukukuolarak iki ayrı kesimde incelenmesinde zorunluk vardır; çünkübu hukuk dallarının konularını teşkil eden hukuk kurallan arasındamahiyet ayrılığı mevcuttur :Bu mahiyet ayrılığı, kökenine ve sosyal gelişiminin tarihçesinegeçilmeden, şu üç noktada özellikle belirgindir :1) Bir kere, her iki hukuk dalında egemen olan ilkeler ayrıdır:Kamu hukukunda geçerli olan ilke, genel yararla sınırlı olanegemenliktir.Özel hukukta egemen olan ilke ise, irade muhtariyeti ve sözleşmeserbestliğidir.2) Her iki hukuk alanındaki hak sahipleri ayrıdır :Kamu hukuku alanında hak sahibi genellikle, en üstün iradeyeve kudrete yani egemenliğe sahip olan, Devlet ile, Devlet kudretininbelirli parçacıklarını kullanmaya yetkili kılınan diğer <strong>kamu</strong> hu-28


kuku tüzel kişileridir; bu <strong>kamu</strong>sal tüzel kişilere örnek olarak, iller,belediyeler gösterilebilir.Ayrıca, her iki hukuk alanında hak sahibi olanların bulunduklarıdurumun ortaya koyduğu düzeyin de ayrı olduğu kabul edilmektedir: Gerçekten, genellikle özel hukukta hak sahipleri, hukukbakımından eşit iradelere sahip gerçek yada tüzel kişilerdir; bunlarıniradelerinin genellikle, bir altlık-üstlük ilkesi içinde görülmesineimkân yoktur : Bunların iradelerinin genellikle hukuk bakımındaneşit olduğu kabul edilir.Kamu hukukunda ise, üstün Devlet kudretine sahip yani egemenolan Devlet karşısında bireylerin hak sahibi olarak görülmelerininsınırlılığı bir yana, bireylerin iradeleri ile Devlet'in iradesininaynı hukuksal düzeyde bulunmadığı, Devlet kudretine sahip iradeninemir ve komuta etmek durumunda ve yerinde bulunduğu,hatta bu yetkiye sahip olma bakımından Devlet'in bir nevi tekeldurumundan yararlandığı, bireylerin ise genellikle Devlet iradesininemirlere uymak, onun gereğini yapmak durumunda ve zorundaoldukları kabul edilmektedir; bunun doğal sonucu ise, Kamu Hukukualanında birey iradelerinin, hukuki bakımdan, Devlet'inkinebakarak daha alt bir düzeyde bulunduğunun kabulüdür.3) Her iki hukuk alanında düzenlenen menfaatler de ayrıdır :Kamu hukuku alanında doğrudan doğruya sosyal ve genel menfaatlerindüzenlenmesi ile karşılaşıldığı halde, özel hukukta özel vekişisel yararların düzenlenmesi söz konusudur.Üç bakımdan beliren bu mahiyet ayrılığını daha iyi anlayabilmekiçin, şu örneğin ele alınması yararlı olacaktır :Şehirde kendisi ve ailesi için bir ev kiralamak isteyen bir kimseyidüşünün; bu kimsenin, evini kiraya vermek isteyen bir malsahibi bulunup kira parası, süresi ve diğer koşullarda uyuştuklarıtakdirde, kiralamak istediği yerde oturması doğaldır; buradatamamen özel hukuk alanına giren bir muamele (= i ş 1 e m) ilekarşı karşıya bulunmaktayw Gerçekten, özel ve <strong>kamu</strong> hukukualanları içinde tesbit ettiğimiz mahiyet ayrılıklarını bu örneğe uygularsak,şu sonuçlarla karşı Iaşırız :i) Özel hukukta ana prensip, irade muhtariyeti ve sözleşmeserbestliği olduğu için, gerel: kiracı ve gerekse kiralayan bu prensiracıilişkisini kendileri sipten hareketle, ev sahibiistedikleri29


için aralarında tesis etmişlerdir; yani kiracı veya kiralayan istemedikleritakdirde, bu kira ilişkisinin kurulmasına imkân yoktu; bunedenle denilebilir ki, kiralayan evini isterse bir başkasına kirayavermekte muhtar olduğu gibi, kiracı da mutlaka o ev sahibininevini tutmak ve orada oturmak zorunda değildi.ii) Bu örnekte, her iki öznenin de yani kiracının da kiralayanında, birey olarak, yani gerçek kişi olarak, iradeleri arasında birüstünlük ilişkisi yoktur; başka deyişle her ikisinin de iradesi hukuksalaçıdan aynı düzeydedir.iii) Nihayet, kiracı ve kiralayanın kiralama işlemini yapmaklaelde etmek istedikleri menfaat, doğrudan doğruya kişisel ve özelbir menfaattir : Kiralayan, evini kiraya vermekle kira parası alacaktır;bu kişisel ve özel bir yarar oluşumu demektir. Kiracı ise,ödeyeceği kira parasına karşın, bu evde oturma hakkını elde edecekve oturacaktır; bu da tüm kişisel ve özel bir hak ve yarardır.Şimdi <strong>kamu</strong> hukuku alanına giren şu örnekleri ele alalım : Birvatandaşın askerlik hizmetine alınmasını, bir mükellef adına vergisalınmasını, bir memurun görevinden ve yerinden uzaklaştırılmasını,emekliye şevkini, olağanüstü hal ilânını, harp ilânını, birisinintaşınmazının <strong>kamu</strong>laştırılmasını düşünün.. Bunların hepsi <strong>kamu</strong>hukuku alanına giren hukukî işlemlerdir. Bu örneklerin hepsinde,özel hukuk alanında kalan işlemlerde olduğu gibi, ne irade muhtariyetive ne de sözleşme serbestliği ilkeleri geçerlidir : Başka deyişle,yükümlü istese' de istemese de Devlet onu askere alır; ondanvergi tahsil eder; onun malını <strong>kamu</strong>laştırır; ve ilh.. Vatandaş'irade muhtariyeti vardır' diyerek Devlet'in yukardakiörneklerde beliren iradesine karşı koymaya çalışamaz.Devlet, bütün bu işlemlerin yapılması şekil ve şartlarını, zamanınıve bağlı olacakları hükümleri, kanunlarla ve onlara bağlı olarakçıkarılan diğer, ikinci derecedeki kurallarla belli eder; bir kerebunları belli edince de, kendisi de onlarla bağlı kalır : Yani, kanunve ona bağlı tüzük, yönetmelik ve emirler neyi gerektiriyorsa Oda onu yapar; bundan şu önemli sonuç karşımıza çıkmaktadır : GenellikleDevlet de <strong>kamu</strong> hukuku alanına giren işlemlerde, kendikoyduğu hukuk kuralları ile bağlıdır. Örneğin, Devlet istediğini askerealıp istemediğini almamazlık, aynı durumdaki iki kişiden birinivergilendirip diğerini vergiden bağışık saymak yoluna gidemez.Buna karşın, yukarda değindiğimiz kiralama örneğinde, kiralayan30


Örneğin canı isterse kiracısından belli bir ayın kirasını almayabilir;yada kiracıdan hiç kira parası istememek yolunu da tutabilir.Öte yandan, görüyoruz ki, vergi salma, askere alma ve benzeriişlemleri yapan kişiler, başta Devlet olmak üzere, il, köy, belediyeve <strong>kamu</strong> kuruluşları gibi, <strong>kamu</strong> hukuku tüzel kişileridir. Bu<strong>kamu</strong> hukuku tüzel kişilerinin iradeleri, özel kişilerin iradelerindenüstündür; çünkü yalnızca bu <strong>kamu</strong> hukuku tüzel kişileri, değişenoranlarda olmak üzere üstün devlet kudretinin belirli yetki parçacıklarınıkullanmak hakkına sahiptir.Nihayet, vergi salma ve tahsil.etme, askere alma, seferberlikilân etme gibi durumlarda, <strong>kamu</strong> otoritelerini bu gibi işlemlere itenana etmenin, <strong>kamu</strong>sal yarar olduğu apaçık bellidir : Burada Ahmet'inyada Mehmet'in yararı değil, tüm ulusun yararı söz konusudur.Kamu hukuku ile özel hukuk arasındaki ayırım belirli olarak,yukarda açıklanan nirengi noktalarında göze çarpmakla beraber,bunlara bağlı olarak ve bunların sonuçlan şeklinde daha başka ayrılıklarınmevcudiyetini de ortaya koymak mümkündür. Örneğin,her iki alanda yer alan hukukî muamelelerin unsurları ile bu muamelelerindoğurdukları sonuçlar ve bunların etkileri de farklılıkgösterir.Bu açıklamalardan sonra, ilerde ele alacağımız <strong>kamu</strong> hukukunundalları konusuna geçemeden evvel, <strong>kamu</strong> hukukunun, daha somut,geniş ve unsurları belirgin bir tanımını yapmak istiyoruz :Kamu Hukuku, Devlet'in veya diğer <strong>kamu</strong> hukuku tüzel kişilerininkuruluşlarında ve birbiriyle yada özel hukuk şahısları iledoğrudan doğruya genel yararı sağlamak amacı ile giriştikleri münasebetlerindeuygulanan hukuk kurallarının bütünü ve bu kurallarıinceleyen hukuk bilimi dalıdır. Demekki, <strong>kamu</strong> hukuku, Devlet'euygulanan hukuk kurallarının tamamı, Devlet'e ilişkin hukuk,Devlet hukuku demektir; bu hukukun konusu, Devlet'in bizzat kendisidir.Başka deyişle, Devlet, Devlet kuruluşu ve organları, hükümetve idare ve idarenin faaliyetleri ve bütün bunlarla vatandaşlararasındaki ilişkiler, Kamu Hukuku'nun konusu içinde yer alırlar.Bu daha etraflı ve unsurları belirgin tanımın ortaya çıkardığısonuç şudur : Kamu hukuku için, genel olarak, iki uygulama alanısöz konusudur; bunlardan birisi, doğrudan doğruya Devlet'in31


kendisi ile ilgili ve Devletle bireyler arasındaki ilişkilere ait iç alandırki bu alanın adı 'İç Kamu Hukuku' alanıdır; diğeriise, muhtelif Devletler arasındaki münasebetlerle ilgilenen dışalandır ki bunun da adı 'Dış Kamu Hukuk u'dur.İç Kamu Hukuku alanı, genellikle kabul edilen ve klasikleşmişbir tasnife göre, Anayasa, yada Esas Teşkilât Hukuku, İdareHukuku, Ceza Hukuku ve Usul Hukukları gibi çeşitli kollara ayrılmaktadır,vDış Kamu Hukuku'nun bir başka adı ise, «DevletlerUmumî Hukuk u»dur; bu hukuk kendi içinde 'DevletlerarasıCeza Hukuku', 'DevletlerarasıAnayasa Hukuku' gibi bazı bölümleri de içermektedir.Hemen belirtelim ki, Dış Kamu Hukuku alanı bizim konumuzundışında kalmaktadır.Buraya kadar söylenilenlerden, «<strong>kamu</strong> hukuk u»nun,iç ve dış <strong>kamu</strong> hukuku alanlarını içine alan, gayet geniş ve kaplamsalbir görünümü bulunduğu sonucuna varılabilir; bu sonuçancak 'Kamu Hukuku' nun belirli bir anlayış şeklinin ortayakonulabilmesi halinde doğru olarak nitelendirilebilir. Bu anlaşıhşşekli «GENİŞ ANLAMDA KAMU HUKU-K U»dur. Gerçekten, buraya kadarki açıklamalarımızda, «K a-mu Hukuku' teriminden, biraz da hukuk öğreniminde gelenekleşenkolaylığı yüzünden, bu geniş ve kaplamsal muhtevası içindesözetmek yolunu yeğlemiş bulunuyoruz. Bizim için önemli ve asılbenimsediğimiz, 'Kamu Hukuku' bu geniş anlamda <strong>kamu</strong>hukuku değil, «DAR ANLAMDA KAMU HUKUKU»-dur. Dar anlamda <strong>kamu</strong> hukuku da aslında, yukardan beri açıklamayagayret ettiğimiz <strong>kamu</strong> hukukunun, başka deyişle «Genişanlamda <strong>kamu</strong> hukuk u»nun bir bölümüdür. Genişanlamda <strong>kamu</strong> hukukunun bölümlenmesi açıklanırken bu dar anlamda<strong>kamu</strong> hukuku'na yer verilmemesi de şaşırtıcı olmamalıdır :Çünkü dar anlamda <strong>kamu</strong> hukuku, daha yenilerde bir bilim olarakmevcudiyetini kanıtlıyabilmiştir; bu nedenle hukukun klasikbölümlemesinde yer almaması doğaldır.Bazı yazarlar, 'Dar Anlamda Ka mu Hukuku'-nu geniş anlamda <strong>kamu</strong> hukuku'ndan ayırt edebilmek üzere, bu-32


nun başına bir 'genel' yada 'umumî' sözcüğünü eklemektedirler2 ; böylece «Umumî Amme Hukuku» veya«Genel Kamu Hukuku» başlıkları ortaya çıkmış bulunmaktadır.Öyleyse bu Genel Kamu Hukuku ne dir?GENEL KAMU HUKUKU, Devletin doğuşunu, gelişmesini onunhukuksal niteliklerini ve niceliğini, fonksiyonlarını veya görevlerini,kişilerle olan ilişkilerini, genel bir teorik çerçeve içinde ve dahaçok sentetik bir metodla inceleyen hukuk disiplininin adıdır. Hemenilâve edelim ki, bu görünümü içinde Genel Kamu Hukuku,sosyoloji, tarih, siyasal bilim ve ekonominin verilerinden ve bunlarınvardıkları bilimsel sonuçlardan büyük ölçüde yararlanır. Bu bakımdan,Genel Kamu Hukuku'nun sosyal bilimlerin başka şubelerineyabancılaştığı kesinlikle ileri sürülemez.Aslında, Devlet'in sadece hukuksal bir kurum değil, aynı zamandasosyal ve hatta ancak ondan sonra hukuksal bir olgu, yapıgörünümü taşıdığı hatırlanacak olursa, sosyal bilimlerin komşu disiplinlerininaydınlattığı Devlet yapısının değişik yan ve cephelerininbilinmesinin, daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamızı sağladığıinkâr olunamaz.Devlet yapısının sosyal ve siyasal gerçekliğe yansıyan yanlarıile hukuksal ve kurumsal cepheleri arasındaki ayrımı belirlemekamacı ile yapılan genelleme ve bölünmeler arasında, en başarılıolanlarından birisi ve hatta günümüzde bile geçerliğini sürdürebilmişolanı hiç şüphesiz G. Jellinek'e ait olandır. Bu ünlü AlmanKamu Hukukçusu, Genel Kamu Hukuku'na 'Umumî DevletTeorisi' (veya Devletin Genel Kuramı)(= allgemeine Staat si ehre = théorie généralede l'Etat) adını vermiş ve bunu iki ayrı kesime bölmüştür3 : a — Devletin Genel Sosyal Kuramı (=a 11 g e m e i n e2 örneğin bakınız : Recai Galip OKANDAN : «Umumî Amme Hukuku Dersleri»,istanbul 1955 (yeni basılan vardır); Muvaffak AKBAY «Umumî AmmeHukuku Dersleri», Ankara 1948 (yeni basıları var).3 G. JELLİNEK : 'L'État Moderne et son Droit' Paris 1911-13 trans. Cilt : I.s. 13 vd.Bu konuda Jellinek'inkine benzer bir başka ilginç bölümleme için, Bknz. :POUND, R. : 'Law and the State - Jurisprudence and Polities', HarvardLaw Review, 57, 1943-1944, s. 1193.33


Soci a Ile h re des Staates) veb — Devletin GenelHukukî Kuramı (= allgemeine Staatsrechtslehre).Devletin Genel Sosyal Kuramı, Devlet yapısının siyasal, sosyalve iaaiiöel bakımlardan incelenmesini, ikincisi, yani Devlet'in Genelfîukukî Kuramı, Devlet'in sadece hukuksal görünümünün incelenmesinikonu edinmişlerdir; bunlardan birincisinin pozitifîeşmeeğilimi belirgin bir sosyal bilim, ikincisinin ise kuramsal yönlerimeydanda olan bir bilim oldukları söylenebilir. Jellinek'in bu ayrıv.,ıve Devici, yapısının incelenmesinde ortaya attığı çok yönlü metotanlayışı doğrudur ve bu ayrıma bakarak gelişme olanaklarınakavuran siyasal bilimin temelinde veya kökeninde de bir bakımaJJvnek'in bu çok önemli katkısı yatmaktadır. Böylece Jellinek'i(iicd'Mi beri kullanılan ve fakat alanı ve sınırları pek belirgin bulunmayan's i y a s a 1 b i 1 i m'e yeni ve devamlı bir kişilik kazandıvanbil İra adamı olarak kabul etmek mümkündür.Ayner, Krrnu Hukukunun bölümleri, tanımlan, «Umumî Amme Hukuku»k~YranT>. konularında Bk. : ABADAN, Yavuz : 'Amme Hukuku ve DevletNazariyeleri', Ankara 1952, s. 62 vd; OKANDAN, Recai : 'Umumî AmmeHL-AUKU», İÜHF. Yayım, İstanbul 1966, Giriş : s. 1-24; BAŞGIL, Ali Fuat :'Esas Teşkilât Hukuku' Birinci Cilt - Fasikül 1, İstanbul 1960, s. 45-48; özellikle: KÜBALI, Hüseyin Nail : 'Devlet Ana Hukuku Dersleri' C. I, İstanbul,1946, s. 3 vd.34


DEVLET NE DİR ?Buraya kadar süren açıklamalarımızdan anlaşılmıştır ki, gerekgeniş anlamda <strong>kamu</strong> hukuku'nun ve gerekse dar anlamda <strong>kamu</strong>hukukunun yani 'Genel Kamu Hukuk u'nun tanımlarındave bu tanımların unsurları arasında en fazla göze çarpanhusus, daima ve daima «Devlet» sözcüğü ile karşılaşmış olmamızdır.Gerçekten, her iki anlamdaki <strong>kamu</strong> hukuklarının anakonuları veya bağlı, ilgili bulundukları temel kavram, «Devlet»-tir. Hele Genel Kamu Hukuku veya, hatırlanacağı gibi, Jellinek'indeyimi ile Umumî Devlet Teorisi, Devlet'in sadece hukukî görünümünündeğil, sosyolojik, siyasal, ekonomik ve ilh., yanlarının dabilinmesine önem vermekte ve ancak bu şekilde, yani bütün bualanlardan toplanan bilgilerin başarılı bir sentezi yapılabildiği takdirde,Devlet hakkında eksiksiz ve gerçekten tatminkâr bilgileresahip olunabileceğini ileri sürmektedir.Öyle ise Devlet nedir? Kısa ve çabuk bir cevap verebilmekiçin, şimdiye kadar söylenenlerden de yararlanılarak, hemen şu söylenebilir: Devlet ne sadece hukukî, ne sadece politik, ekonomik veilh., bir olgudur; Devlet, en kısa şekli ile, karmaşık, çok yanlı veyönlü bir sosyal olgudur.Karmaşık bir sosyal olgu, yapı niteliği taşıyan Devlet, aslındainsan topluluklarının ancak belirli bir evriminden sonra ortaya çıkabilmiştir;bu evrimin kaba hatları ile izlenmesi, belki de Devlet'­in ne olduğu sorununa daha kesin ve somut bir cevap bulmamızayardımcı olabilecektir :Bilindiği üzere, ortak yararlan ve karşılıklı ilişkileri nedeniylebir topluluk halinde yaşamayı yeğleyen insanlar, toplumu meydanagetirirler. İşte bu toplumda, sebeb ve saiki her ne olursa olsun,bireylerin tümünün itaatini sağlayan üstün bir otorite belirirve mevcudiyetini kabul ettirirse, o andan itibaren Devlet ortayaçıkmış demektir. Başka deyişle, sosyal yapı, belirtilen özellikleritaşıyan bir otoritenin ortaya çıkması ile, artık siyasal bir yapı halinedönüşmüştür.35


Bu üstün otoritenin iradesinin belirtilmesine ve onun emirlerininverilmesine uygulanmasına hizmet eden araç ve gereçlerle,organların tümüne, Hükümet adı verilir.Üstün otoritenin emirleri ise hukuku teşkil eder.Bu hukuku uygulayanlar, <strong>kamu</strong> görevlerinden ibarettir.Siyasallaşmış bir sosyal yapı içinde yer alan ve bu yapıda ortayaçıkan siyasal iktidara itaatla yükümlü bulunan bireylerin tamamınaise «h a 1 k» denilir.Nihayet, bu üstün siyasal kudretin veya Devlet kudretinin yöneleceğigenel amacı, bunu gerçekleştirmek için yerine getireceği görevlerive kudretin nasıl kullanılacağını ve onun sınırlarını ve bütünbunlarla ilgili diğer ana konuları kurallara bağlayan metne (y a-zılı ise tabii) anayasa adı verilir.Burada önemli olan şudur : Devlet tek başına, bu yukarda sayılanunsurlardan hiçbirisi değildir; yani Devlet ne halktır; ne hükümettir;ne <strong>kamu</strong>sal görevlilerdir ve ne de anayasanın kendisininDevlet olarak sayılmasının tutarlı bir yanı vardır. Hatta Devlet'i,üstün kudretinin geçerli olduğu alanla eş anlamlı saymak da yanlıştır.Devlet, belirli kimselerden oluşmuş bir toplumsal çevrede,yukarıdaki unsurları içermek kaydı ile meydana gelen siyasal biryapıdır.Böylece uzun olmasına rağmen, Devlet için, daha açık ve seçikbir tanımlamaya ulaşmış oluyoruz; yalnız bu noktada belirtilmesive hiç unutulmaması gereken bir nokta karşımıza çıkmaktadır :Devlet ile hükümet eş-anlamlı, yada tinsel ve nesnel bakımlardanbirbirinin aynı değildir. Devlet, çok kısa bir deyişle siyasal bir yapıdır;hükümet ise, tekrar edelim, bu siyasal yapının görevleriniyerine getirirken kullandığı araç ve gereçlerin ve organların tamamındanibarettir. Bu aynm daima hatırlanmalıdır. İlâve edelimki, sonraki açıklamalarımız, Devlet ile hükümet arasındaki bu unutulmamasıgerekli ayrılığı, daha belirgin bir şekilde ortaya koyacaktır4 .4 Değişik görünümlü, çoğunlukla basit ve bir kısmı analitik Devlet tanımlaniçin- Bk. : DABIN, Jean : 'Doctrine Générale de L.Etaf, Paris 1939, s.9; WILLOUGHBY, "W. W. : age. s. 4, 49; BLUNTSCHLI, M. : 'Théorie Généralede L'État', (Trad. M. A. de Riedmatten), Paris 1877, s. 11 vd., özellikle: WILLIOUGHBY, W. F. : 'The Government of Modem States', NewYork, 1936, s. 6-21.36


DEVLETİN MAHİYETİ :Bir Soyutlama Olarak Devlet:Yukarda yer alan Devlet'in açıklamalı ve unsurları belirgin tanımı,bir kez daha ve dikkatli bir şekilde okunacak olursa, onun birsoyutlamadan ibaret bulunduğu sonucuna varılmış olacaktır. GerçektenDevlet, tek ve üstün otoritesinin geçerli olduğu ülke değildir; buüstün kudrete boyun eğen bireylerin tümü de, yani halk veya milletdenilen topluluk da tek başına Devlet değildir; hükümetin deDevlet ile eş anlamlı olmadığını, ikisinin ayırt edilmesi gerektiğiniyukarda işaret etmiş bulunuyoruz. Bu noktada garipsenebilecekşu durumla karşı karşıya bulunduğumuzu ifade etmek gerekiyor :Aslında Devlet'in unsurları arasında sayılabilen ve yukarda değindiğimizülke, halk yada millet ve hatta hükümet, tek tek ele alındıklarındaveya düşünüldüklerinde, şüphesiz ki tamamen somut varlıklardanibarettirler. Bu varlıklara hatta elle dokunulabilir; bunlargözle görülebilirler. Ne var ki bu somut varlıkların oluşturduğu unsurlaraüstün bir siyasal iktidarın veya otoritenin ilâvesi ile oluşanvarlık —ki biz buna Devlet diyebiliriz— hiç de öyle gözle görülebilen,elle tutulabilen yani bir kelime ile, somut bir varlık değildir.Bu durumu böylece belirledikten sonra tekrar aynı soruyadönmemiz mukadderdir : Öyle ise Devlet ne dir? Devlet, onu oluşturanunsurların büyük kesimi nesnel varlıklardan ibaret olduğu halde,soyut bir olgu veya varlıktır; başka deyişle Devlet, bir soyutlamadanibarettir.Görülüyor ki yukarda benimsediğimizi ileri sürdüğümüz açıklamalıtanım da bizi nihayet, Devlet'in bir soyutlama olduğu sonucuile başbaşa bırakmaktadır. Sadece bu türde bir sonuca ulaşmamız,incelemelerimizi derinleştirmemizi, özellikle Devlet denilen bu soyutlamanınveya soyut varlığın, belirgin özelliklerini ortaya koymamızıgerekli kılmaktadır.37


Devletin Belirgin Özellikleri:Yukarıdaki tanım ve onun bizi ulaştırdığı sonuç, Devletin belirginözellikleri bilinmeden eksik ve yetersiz kalmaya mahkûmdur.Devlet'in belki de ilk bakışta ve münakaşasız kabul edilebilecekbir özelliği şu şekilde belirlenebilir : Devletin başta gelen özelliklerindenbirisi, onun bir soyutlamadan ibaret bulunmasıdır; amabu da yukaıda yer alan açıklamalarımızın bizi ulaştırdığı ve zatenbilmekte olduğumuz bir sonuçtan ibarettir.Devlet'in bir soyutlamadan ibaret olmanın ötesinde başka belirginözellikleri var mı dır?Bu sorun bir başka açıdan Devlet yapısının mevcudiyeti içinbelirmeleri gerekli koşullar olarak da nitelendirilebilir. Başka deyişle,biraz sonra ele alacağımız özellikler ortaya çıktığında, yadaaşağıdaki koşullar gerçekleştiğinde, Devlet'in belirdiğini kabul etmekgerekecektir.Bu koşulları veya özellikleri ele almadan önce belirtelim ki,bu sorun, siyasal bilimin ve <strong>kamu</strong> hukukunun çözümlenmemişproblemlerinden birisini teşkil eder. Yazarlar, Devlet denilen sosyal-siyasalkarmaşık yapının, kendilerine göre önemli saydıkları unsurlarınabakarak, Devletin belirgin özelliklerinin açıklanmasındayada koşullarının belirlenmesinde, çok defa yekdiğerine zıt sonuçlaraulaşabilmişlerdir; bu noktayı da böylece işaretledikten sonra,şimdi Devlet'in belirgin özelliklerinin tesbitine geçebiliriz :I.— îlk ve en önemli karakteristik, belirli bir toplumda, Devletyani siyasal yapı kurmak için, kolîektif bir isteğin mevcut olmasıdır;bununla murat edilen şudur :Toplumu oluşturan bireyler, kendilerini yönetecek ve bu amaçlaemirler verecek ve bu verdiği emirlerin yerine getirilmesini, sahipolacağı zecir araçları ile sağlayacak bir üstün otoritenin meydanaçıkmasını isteyecekler, veya en azından böyle bir üstün otoriteninbelirmesine karşı koymaya kalkışmayacaklardır. Bu üstünotorite, toplumun tüm üyeleri adına ve onların hayrına hareket etmekleyetkili ve görevli sayılacaktır.Aslında, yukarda sözü edilen üstün otoritenin meydana çıkışınınçok defa farkına dahi varılmadığını belirtrriek isteriz. Başkabir deyişle, sosyal bir yapı durumundan siyasal yapı haline dönüşümyada geçiş spontane bir şekilde, yani kendiliğinden oluşmuştur; bu-38


minia beraber, siyasal yapı, yani bir Devlet olma isteminin açıkve kesin bir şekilde öne sürüldüğü hallere de rastlanmamış değildir.Özellikle yıkılan imparatorluklarda, önceleri imparatorluğunemir ve sultası altında yaşayan ve fakat toplumsal ve hatta milli yapıolarak bütünleşmelerini idrak etmiş bulunan halklar, imparatorluğunortadan kalkması ile birlikte, açıkça ve hemen bağımsızbir Devlet kurma arzularını açığa vurmaktadırlar 5 .Yabancı bir saldırganın işgaline uğrayan ve geçici bir süre içinde olsa kendi siyasal yapısının üstün iradesine malik bulunmaktanmahrum kılınan sosyal yapılar da, genellikle kendi siyasal yapılarımve onun üstün kudretini yegane meşru ve itaata lâyık değerolarak tanıdıklarını ve yabancı saldırgana isyan eylediklerini çokdefa açıkça ortaya koymuşlardır. Türk Kurtuluş Savaşı'nda toplumumuzunbu konuda en belirgin örneklerden birini, Misak-ı MillîBeyannamesi ile verdiği bilinmektedir.II. — İkinci önemli özellik, sadece siyasal bir yapı haline gelmekiradesinin yetersiz oluşu nedeniyle, bunun, gerçekten ve fiilenyapılabileceğinin ispat edilebilmesi suretinde ifade olunabilir.Şurası muhakkaktır ki, sadece Devlet olmak yolundaki isteğin mevcudiyeti,siyasal yapı şekline dönüşüm için yeterli değildir; bu yoldabir isteğin mevcudiyeti gerekli olmakla beraber, bunu ileri sürenlerin,isteklerini 'kuvveden fiile' çıkarabilecek güçteolmaları veya bunu yapmaya yetenekli olduklarını göstermelerigerekmektedir. Devletleşme olgusu hemen her yerde, bunu arzulayantoplumsal yapıların kendi gayret ve çabaları sonucunda ortayaçıkabilmiştir. Bu uğraşta başarılı olunamadığı sürece, sadece isteklerinaçıklanması ile karşılaşılmıştır. Örneğin Afrika ulusla-ınınçoğu, ozellike İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Devlet olma istemleriniısrarla ve şiddetli bir şekilde açığa vurdukları halde,uzunca bir sûre, bu isteklerini gerçekleştirmek olanağını bulamamışlardır.III.— Devlet yapısının üçüncü özelliği yada Devlet olgusununmevcudiyeti için gerekli bir başka ana koşul, bu yapının temsil ettiğibirliğin bölünmez ve değiştirilemez olmasıdır. Bu tıpkı, birkimsenin kişiliğine, vücut tamlığma benzer : Nasıl kişilik değiştirilemez,ondan vazgeçilemez, vücut tamlığı da bölünme kabul et-5 Bu konuda özellikle bakınız : EMERSON, Rupert : «From Empire to Nation»(Harvard University Press, 1960), Chap. 15 vd.39


mez ise, Devlet'in birliği, yani Devlet denilen siyasal yapının ortayaSoyduğu bütünleşme de bölünemez; devredilemez ve değiştirilemez.İşte, daha önce üzerinde ısrarla durduğumuz Devlet ile Hükümetarasındaki ayrılık, önemini, bu özelliğin açıklanmasında dahabelirgin bir şekilde ortaya koymaktadır : Bir Devlet hükümetini değiştirebilir: Hatta bazı defa bu bir gereklilik de olabilir. Nasıl birkimsenin üstündeki giysileri çıkartıp yerine yenilerini giymesi, onunkişiliğinde bir değişmeyi gerekli kılmazsa, aynı şekilde hükümetinideğiştiren bir Devlet de, değişmiş, başkalaşmış olmaz.IV. — Dördüncü olarak, Devlet'in zecri, zorlayıcı üstün bir kudretesahip bulunması gereği ileri sürülmektedir. Bu koşul yadaözelliğe, diğerlerine bakarak üstün ve ayrı bir önem veren vazarlar émevcuttur.Aslında, bu zecrî ve üstün Devlet kudretinin, fiilen ve hemenher zaman ve yerde gözlenebilecek şekilde mevcudiyetinin gerekliolmadığını ortaya koymak icabetmektedir. Önemli olan, Devlet'inistediğini zorla yaptırabilme yeteneğine sahip bulunması ve zorunluolan her durumda bu yeteneğini, onun mevcudiyetinden şüpheedenleri ikna edecek şekilde, kanıtlamasıdır. Öte yandan, bireylerin,böyle bir yeteneğin Devlet'de mevcut olduğu yolunda bir kanıyasahip olmaları dahi yeterli sayılabilir. Şu kadar ki, yukarda dabir nebze değindiğimiz gibi, Devlet bu kanının zayıflamasına ve nihayetortadan silinip kalkmasına yol açacak ihtimalleri de bertarafetmesini bilecektir.Hiçbir Devlet, bireylerden beklediği itaati, sahip bulunduğu üstünzecrî kudreti durmaksızın ortaya koymak, başka deyişle devamlıolarak zecir kullanmak yolu ile sağlamaz; sağlayamaz; çünkübuna bir bakıma imkân da yoktur. Bu yoldaki teşebbüslerin birbaşka yönden de başarı şansı mevcut değildir : Her çok kullanılan,ortaya çıkarılan şey gibi, durmaksızın kendisine başvurulanDevlet Kudreti de bir noktadan sonra etkinliği kaybedebilir; çünküaşınır; zayıflar. Bu önemli noktayı nazara alarak, ilerde daha etraflıbir şekilde değineceğimiz gibi, hemen bütün Devlet adamları,mümkün olduğu kadar az zecre müracaat ederek Devlet yönetiminisürdürmeyi yeğlerler; bunu yaparken de, bir gün açıktan zorla-6 Örneğin, Bknz. : WEBER, Max : "The Theory of Social and Economic Organization',trans, by A. M. Henderson & T. Parsons (Oxford UniversitéPress : 1947) s. 154.40


yıcı kuvveti kullanma durumunda kaldıklarında, bunu yapmaktatereddüd etmeyecekleri yolunda bireylerin zihinlerinde oluşturduklarıkanıyı da daima kuvvetli tutmaya dikkat ederler.Demekki üstün Devlet kudretinin kullanımında ve hatta mevcudiyetindebir çeşit 'kudret ekonomisi' nden sözetmekmümkün olabilir. Siyasal iktidarın kullanımı, iktidar ekonomisi'nin kurallarına uygun bulunmalıdır; aşırı iktidar sarfı,israf gereksiz ve zararlı olduğu gibi, daima kullanılabilecek yeterliktebir kudret birikiminin korunması da hayatî bir zarurettir.Burada bir adım daha ileri giderek diyebiliriz ki, Devlet'in sadeceverdiği emirlerin yerine getirilmesini sağlayabilmek için busözü edilen ve her istediği anda etkinliğini ve geçerliğini kanıtlamasıgereken üstün Kudrete sahip olması da yeterli sayılmayabilir;çünkü, bunun yanı sıra, Devlet'in bu zecrî kudretin uygulamayaaktarılmasında gerekli 'iktidar araçları' nın tümünesahip olması ve özellikle itaati sağlayacak zecrin şeklini tayin etmektetek ve yalnız olduğunun bilinmesi, yani onun bir çeşit tekeldurumundan yararlanması icap etmektedir.V.— Devletin bir başka belirgin özelliği, hukuk kuralları olaraktanımladığımız, onun üstün iktidarının belirlenmesi, uygulanmasıve geçerli sayılmasını sağlayan emirleri vermek tekeline sahipolmasının doğal sonucu olarak, Hukukun Devlet iktidar ve iradesindengayrı bir kaynağının bulunmaması suretinde ifade olunabilir;bu, dar anlamda hukukî, normativist açıdan, Devlet'in kısacayegane hukuk kaynağı teşkil ettiği anlamına gelir. HukukunDevlet'ten gayrı bir kaynağının bulunmadığı yolundaki görüş kolaycaeleştirilebilir. Bu anlayışın bir bakıma «sosyolojikhukuk anlayışı» açısından kolayca cerhedilebileceği deileri sürülebilir. Ne var ki, kaynakta sosyolojik sayılsa bile bir hukuknormuna nihai geçerlik kazandırmakta Devlet'in iktidar ve iradesininancak son sözü söyleyeceği ve buna benzer bir mekanizmaile bir kısım sosyolojik normların «h u k u k 1 a ş m a s ı n a»da mani olabileceği düşünülürse, yukarıdaki anlayışın bütün daraltıcıgörünümüne ve sosyal gerçekliği kesinlikle aksettirememesinerağmen, bizim için, geçicilik kaydı ile de olsa, geçerli ve doğrusayılacağı söylenebilir.VI.— Egemenlikten de, Devlet'in en önemli özelliği olaraksöz açmak gelenekleşmiştir. Hemen ifade edelim ki burada egemen-41


lik hakkında ortaya sürülen tüm kuramların eleştirisel bir özetlemesiyapılacak ve bu kavramın kökeninden başlayarak izlediği tarihselevrim çizgisi belirtilecek değildir. Belirtilmesi gereken husus,Devlet'in ayırıcı özelliklerinden birisi olarak bugün için egemenliktenne anlaşılacağıdır.Egemenlik, Devlet kudretinin özü, kendisi veya cevheri olarakanlaşılmışsa da bugün bu görüş terkedilmiştir. Bugün için egemenliktenmurat, sadece Devlet kudretinin sahip bulunmadı gerekli birözellik, yada vasıfdır.Egemenliğin Devlet kudretinin bir özelliği olarak anlaşılmasıbakımından da ilginç, bir evrimin mevcudiyetini tesbit ediyoruz.Bir zamanlar Devlet kudretinin vasfı olarak egemenlikten anlaşılanbu kudretin en üstün ve sınırsız sayılmasından ibaretti. Başkadeyişle ancak en üstün ve sınırsız sayılan devlet kudretine egemenlikizafe olunabilirdi. Bugün sınırsızlık ve en üstün olma anlamındabir egemenlik anlayışı da terkedilmiş bulunmaktadır 7 .Egemenlik hakkındaki modern doktrinin bizi ulaştırdığı sonuçlarşöyle özetlenebilir : Egemenlik, iç ve dış alanda olmak üzereiki bakımdan düşünülmelidir. Şu var ki bu düşünme ve ele alışşekli iç egemenlik ve dış egemenlik olarak iki ayrı egemenlik nev'ininmevcudiyeti anlamına gelmez. Egemenlik tektir; onun dış veiç görünümleri vardır, îç'de egemenlikten anlaşılan Devlet'te belirensiyasal iktidarın, toplumsal yapıda diğer iktidar mihraklarındaoluşanlara bakarak daha üst bir düzeyde yer almasıdır. Bu hiçbirzaman en üst düzeyde yer alma anlamına gelmediği gibi, bu durum,sınırsızlık anlamına da kesinlikle gelmez. Kısacası içte egemenliktenanlaşılması gereken ancak orantılı bir üstünlük ve her haldesınırlama anlayışına yabancı bulunmamaktadır. Bu konuda karşımızaçıkan ilginç sorun, sınırlama ile egemenliğin nasıl olupdauyuşturulabileceğidir. Bazı yazarlar, sınırlamanın, egemenliğe tamamenyabancı olduğunu, sınırlanabilen Devlet kudretinin egemen sayılamayacağıgörüşünü ileri sürmüşlerse de, bunun yanlış olduğumeydandadır. Egemenlik gibi bir vasıf uğruna Devlet kudretini sınırsızsavmak aslında pek aklî bir çözüm de değildir : Bir vasıfuğruna insanlığın sınırlandırma yolundaki çabalarını tüm inkar etmeninise tutarlı bir yanı yoktur. Bu bakımdan egemenlikle smırJaıBu konuda geniş bilgi için bk. : VILLENEUVE, Marcel de la : 'TraitéGénéral de L'État', Paris 1929, s. 490 vd.42


ma fikrinin birlikte barınabileceğim, bunların birbirlerini ortadankaldırıcı bir etkileme ilişkisi içinde bulunmayacaklarını kabul etmeken doğru çözüm yoludur 8 .Egemenliğin dış alandaki görünümü ise, bugünkü milletlerarasıilişkiler alanının gittikçe giriftleşen ilişkiler yumağı içinde doğalolarak yeni ve ılımlı bir karaktere kavuşturulmuştur : Bugün artıkmilletlerarası alanda da iç hukukta olduğu gibi, mutlak bir egemenliktenhatta kesin bir bağımsızlıktan söz etmek olanağı yoktur.Milletlerarası ilişkiler alanında egemen olmaktan anlaşılmasıgereken, bu arenanın diğer özneleri ile, hukuksal bakımdan onlaraeşit bir platformda ilişkiler kurabilme yeteneğine sahip olmaktanibarettir. Hukukî bakımdan eşit hak süjesi sayılmak, egemenliğindış görünümünden ibarettir. Görülüyor ki, ekonomik, kültürelve askeri bakımlardan doğal sayılan eşitsizlik halleri, egemenliğinyukarıdaki şekilde anlaşılmasına mani değildir; başka deyişle, busözü edilen ve benzeri alanlardaki eşitsizlik halleri egemenliktenmahrumiyeti gerektirmez.Acaba egemenlikten Devlet yapısının en önemli özelliği olaraksöz etmek doğru ve yerinde bir tutum mudur?.. Bazı yazarlara bakılırsa,egemenlik gerçekten Devlet kudretinin dolayısiyle Devlet'inen önemli özelliğini teşkil eder; çünkü ancak bu sayede Devlet, sosyolojikaçıdan doğası ve dokusu kendisininkinden ayrı sayılmayacakdiğer insan topluluklarından ayrılabilir; onların içinde sivrilir;yükselir. Bu egemenlikten söz açıldığında onun başına bir de«siyasal» sözcüğünün eklenmesi de gelenekleşmiştir : Siyasalegemenlikten murat edilen, bir bakıma, hangi çeşitten olursaolsun bir başka iktidar mihrakının hukukî veya gayrı hukukî kontrolve mürakebesinden masun bulunmak, öte yandan, küçüklü büyüklütopluluklar, grupmanlar içinde yer almış vatandaşların haklarınınve ödevlerinin eksiksiz ve etkili bir kontrolünü sağlamaktanibarettir. Bu her iki çeşitten kontrol ve mürakebenin, sınırlandırılmakavramına yabancı olmadığını veya onun reddini gerektirmediğinitekrar belirtiriz. Devlet işte bu yukarda belirtilen noktadan hareketedilirse, sadece bütün hukuk kurallarına nihaî bir muteberiyyetkazandırma tekeline sahip bulunduğu için değil, aynı zamandahukukî mahiyetteki üstün kudretinin yöneleceği amaçları belirt-8 Bknz. : Yahya K. ZABUNOĞLÜ : «Devlet Kudretinin Sınırlanması», Ankara1963; Sf. 5 vd.43


mekte ve bu kudretin kullanılış şeklini ortaya koymakta da tamamenmuhtar bulunduğu için yine egemen sayılmalıdır.Yukarda ele aldığımız, Devlet - hükümet ayrımı, egemenlik bakımındanda önemli sonuçları beraberinde getirmektedir : Gerçekten,yukarda açıklanan şekli ve anlamı ile 'e g e m e n' olanI>evlet kudretine sahip bulunan sadece Devlet'tir. Hükümet ise,egemen Devlet kudretinin sadece kendisine bırakılması uygun vedoğru görülmüş bazı kesimlerini, parçalarını kullanır; bu parçalarıntamamı bir araya gelse bile, Devlet'te beliren en üstün kudretioluşturamazlar. Öte yandan, bizatihi bunların kullanılmak üzerehükümete devredilmesi sebebiyle, artık bunların, yani bu iktidarparçacıklarının yukarda koşullandırıldığı şekildeki sınırsızlık veüstünlük özellikleri de kesinlikle ortadan kalkmıştır denilebilir. KısacasıDevlet kudretinin hükümete mevdu parçaları sınırlı ve üstünolmayan iktidar parçalarından ibarettir. Bu durumun doğalsonucu olarak, hükümetin kudretinin egemen olduğundan kesinliklesöz edilemez.Devlet kudretinin ancak egemenlik vasfına, yukardaki koşullariçinde kalınmak kaydı ile müstahak sayılabileceği, hükümete terkedileniktidar parçalarının daha başlangıçtan itibaren sınırlı bulunduğugerçekleri, bizi <strong>kamu</strong> hürriyetlerinin korunması, güvenceyebağlanması bakımından Burgess'in başarılı bir şekilde ifade ettiğişu doğru gözleme götürmektedir : Kamu hürriyetlerinin veyaferdi hakların Devlet'e karşı korunması güvence altında bulundurulmasıdiye bir sorun mevcut değildir; sorun, <strong>kamu</strong> hürriyetlerininhükümetlere bırakılan Devlet kudreti parçalarının kötü kullanımlarınakarşı korunmasıdır; başka deyişle, <strong>kamu</strong> hürriyetlerininhükümetlere karşı güvenceye bağlanmasıdır 9 .Devlet denilen karmaşık sosyal ve siyasal yapının belirtilmesigereken ayırıcı özellikleri bunlardan ibarettir; bunları, Devlet yapısınınmevcudiyetinden söz edebilmek için gerekli asgarî koşullarolarak nitelendirmek de mümkündür.Sosyal yapının siyasal yapı haline gelmesinin yani Devlet'in ortayaçıkışının, bu sosyal yapının eski ve alışılmış hayat tarzlarındabüyük değişiklikler yaratacağı kolayca kestirilebilir; bu sorun, ge-? WILLIOUGHBY, W. F. : «The Government of Modern States», D. Appleton-Century Company : New York, 1936; Sf. 12.44


nellikle, «Devlet'in ortaya çıkışının yarattığısonuçla r»olarak ifade edilmektedir. Devlet denilen,sosyal yapının siyasallaşması olgusunun yarattığı sonuçları derinliğineve genişliğine ele alıp incelemek niyetinde değiliz; aslında bu,sınırlarını belirlediğimiz konumuz bakımından gerekli ve mümkünde değildir. Şu kadar ki, Devlet olgusunun ortaya çıkardığı sonuçlardan,<strong>kamu</strong> hukuku ve siyasal bilim bakımından en önemlisi görüneninekısaca değinmek zorunluğunu duyuyoruz :Devlet'in ortaya çıkışının yarattığı sonuçlardan belki en önemlisi,artık, bireysel iradelerin, kollektif ve genel bir iradeye boyuneğme zorunluluğu ile karşılaşmış bulunmalarıdır. Kesin itaati sağlayacakbu iradenin gerçekten kollektif ve genel olup olmadığı sorunuüzerinde durmak istemiyoruz. Bu sorun <strong>kamu</strong> hukukundave siyasal bilimde tartışmalıdır 10 . Şu var ki Devlet'de beliren iradeninve kudretin kaplamsallığı ve herkes için geçerli olduğu enazından kabul edilmektedir; bunun sosyal ve siyasal gerçekçilikbakımından böyle olup olmadığı ise ayrı bir problemdir. Bireyseliradelerin artık boyun eğme veya itaatla yükümlü sayılmaları keyfiyeti,bir bakıma şaşırtıcı bir sonuç gibi görünmektedir; bu bakımdanbu sonucun daha yakından izlenmesinde yarar vardır :Devlet'de beliren iktidarın niteliklerini ve bunun egemenlikkavramma yansımasmı yukarda açıklamıştık. Orada belirlediğimizanlamda egemen olan Devlet kudreti, insan davranışlarının her çeşidinidüzenleyen nihai otorite veya otorite kaynağıdır. Belirli biryerde aynı anda iki üstün otorite, kudret olamaz; olmamıştır. Bunedenle, belirli bir halk topluluğunun (bu halk topluluğununmilletleşmesi Vakasını şimdilikihmal etmemiz kaydı ile) Devletleşmesi, bu oluşumiçinde halkın içinde yer alan bireylerin her birinin kendi iradesininüstünlüğünden vazgeçmesi, başka deyişle üstün ve kollektif bir iktidarve irade uğruna (Devlet kudreti ve iradesi)kendi iradesinin üstünlüğünü feda eylemesi demektir. Bu sonuçaslında Devlet yaşamı içinde kendini bulan bütün bireyler için dedoğrudur. Devlet yaşamının mevcudiyeti, onun iktidar ve iradesinekarşı bütün bireysel rakabet imkânlarını bertaraf edici niteliktedir,işte bu nedenledir ki Devlet, hukuken ve potansiyel olarak, emrive sultası oltındaki bireylerin her birinin davranışlarının tümünüw WILLOUGHBY, W. F. : age. s. 12, 13.45


en kılcal girintilerine değin düzenleme ve kontrol yetkisine sahipsayılmaktadır. Gerçi pratikte hiçbir Devlet'in bu derece aşırı biruygulamaya kalkışma olanağını bulamadığı bilinmektedir; ama uygulamadakarşılaşılan maniler, Devlet'in bu kontrol ve düzenlemeyiyapmak yetkisine sahip bulunmadığı anlamına gelmez. Gerçeklikte karşılaşılan durum ise şudur : Devlet gerekli bulduğu takdirde,bu istikamette düşünülebileceğinden de çok ilerilere varılabileceğinigösterebilmiştir. Bugün özellikle süper Devlet denilen siyasal yapılardabireylerin en hurda ve gizli davranış ve ilişkileri dahi gözlenebilmekte,bu gözlemlerin sağladığı bilgiler depolanmakta ve yerigeldiğinde kullanılmaktadır. Bireyler için ayrılmış mahremiyetalanının, gizlilik sınırlarının gittikçe daralmakta olduğu inkar edilemezbir vakıadır. Öte yandan, modern toplumda bireylerin çeşitlidüzeylerdeki çok karmaşık hukuk kurallarından oluşmuş ağlariçinde yaşadığı da unutulmamalıdır; bu kuralların mahiyetive yoğunlukları düşünülecek olursa, modern Devlet'te yaşayan bireyindavranışlarının ne kadar sıkı bir şekilde kollektif irade, dolayısiyleDevlet tarafından kontrol edildiği kolayca anlaşılabilir.Demekki, bize biraz aşırı ve ters görünse bile, Modern HukukDevleti'nde kişi hürriyetleri ya da <strong>kamu</strong> hürriyetleri olarak bilinen«serbestlik alanları», başka bir deyişle bireye tanına"saklı alanlar, serbestlik adacıkları, aslında Devlet tarafından öyleolması uygun görüldüğü için mevcutturlar. Bu itibarla, kişisel özgürlüklerolarak bireylere Devlet tarafından tanınan yetkiler, iktidarparçacıkları, aslında kullanımları Devlet tarafından bireylerebırakılmış bir takım yetkilerden, olanaklardan ibarettir ki, Devlether ne zaman isterse bu bireylere tanıdığı ve kullanımlarını onlarabıraktığı iktidar parçacıklarını geri alabilir. Tekrar edelim kibu sonuç bize de oldukça ters ve katı, sert gelmektedir. Ne var kihukukî gerçeklik bundan ibarettir : Olağanüstü hallerde, sıkıyönetimilânında, iç ve dış savaş ihtimallerinin belirmesinde, Devlet'in ' bireyselözgürlükleri kısıtlamasının hatta bir kesimini tamamen ortadankaldırmasının başka bir yoldan giderek açıklanması olanağıbizce yoktur. Geriye Devlet'in bu alandaki hak ve yetkisinin koşullandırılması,zamanı, geçiciliğin belirlenmesi gibi yan ve alt sorunlarkalmaktadır ki, bunlar, sorunun esasına etkili, yani Devlet'in buyoldaki üstünlüğünden şüphe etmemizi gerekli kılıcı nitelikte değildirler.46


DEVLETİN KAYNAĞI VE DOĞUŞU :önceki kesimde ele aldığımız bir sosyal yapının siyasaı yapı,vani Devlet haline ulaşmasının, tamamen teorik ve hipotetik birörnek ele alınarak açıklandığı unutulmamalıdır. Başka deyişle,Devletleşme olgusunun koşulları ve Devlet denilen yapının ayırıcıözellikleri, belirli bir tarihsel örnek ve gerçeklik nazara alınarakaçıklanmış değildir.Devlet denilen siyasal yapının, sosyal gerçeklikte ve tarihselevrim çizgisinde nasıl ve ne zaman ortaya çıktığının bilinmesi, aslındaçok önemli ve meraklı bir konudur. Hemen şunu ifade edelimki, sosyal bilimlerin ve siyasal bilim ile, siyaset sosyolojisinin günümüzdeulaştıkları gelişmelere rağmen, henüz Devlet'in kaynağı,ilk defa ortaya çıkışı ve bunun ne zaman olabildiği konularında kesinve doğru bilgiler edinmemiz mümkün olamamıştır. Başka deyişle,sosyolojik ve tarihsel bakımdan, Devlet'in kaynağı ve doğuşu,bütün incelemelere ve eldeki verilere rağmen, henüz kesinlikle çözümlenmişbir sorun olmaktan uzaktır. Özellikle, aile, klan, kabilegibi ilkel insan topluluklarından Devlet haline geçişin kesin nedenlerive zamanı tesbit edilebilmiş değildir. İlerde belirteceğimiz gibi,bu konuda pek tabii bilinenlerin sayısı ve mahiyeti, giderek zenginleşmektedir;ama işin tahminlere veya ihtimallere bırakılan kesimide hâlâ önemli bir yer tutmakta devam etmektedir. Jellinek,Devlet'in kaynağı ve doğuşu ile ilgili sorunun büyük ölçüde karanlıkve bilinmez olma niteliğini korumasını şu şekilde açıklamaktadır" : Devlet'in doğuşu ve ilk kez ortaya çıkışı, her yerde ve herzaman aynı koşullar altında ve aynı şekil ve biçimde olmamıştır.Bu yazara bakılırsa, bu sorunun çözümlenmesi bakımından, ancaksosyolojik görünümdeki bir takım örneklerin bilinmesi ve ele alınlıJELLİNEK, G. : age. c. 1. s. 31.47


ması ile yetinilmesi zarureti mevcuttur. Örneğin, küçük insan topluluklarının,müşterek bir tehlikenin sık sık ortaya çıkması ile,buna karşı korunabilmek için birleşmeleri, bu birleşmelerin sıklaşmasıdolayısiyle bir çeşit süreklilik kazanması, yada komşu kabilelerinyeni otlaklar, av alanları elde etmek için birleşmeyi yeğlemeleriDevletleşme yolundaki ilk belirtiler olarak nitelendirilebilir.Bir başka anlayışa göre Devlet, insanların toprağa yerleşmesiile birlikte -vücut bulmuştur; gerçi, göçebeliğin Devlet olarak organlaşmayave bütünleşmeye mani olmasa bile bunu büyük ölçüdezorlaştırdığı bilinmektedir; fakat önemli olan bu nokta değildir :Toprağa yerleşmenin gerçek nedenleri ve ilk defa bunun nerede venasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir.Buraya kadar söylediklerimizden çıkartılabilecek sonuç şudur :Devlet'in kaynağının bilinmesi ve ortaya çıkışının anlaşılması konusmda,gerçek, tarihsel olaylara dayanmak olanağımız mevcut bulunmamaktadır;bu durumda bir takım varsayımlara dayanmak vebunlar içinde akla en yakın olanı seçmek belki de en doğru harekettir.Öte yandan, bazı yazarlar, Devlet'in kaynağı sorununun hukukçuyuilgilemediği kanısmdadırlar (Carré de Malberg gibi); fakatbu düşünce yerinde değildir : Devletin doğuşu ve kaynağı hakkındabenimsenecek kurama göre, Devlet kudretinin mahiyeti, hudutlarınıntesbiti vb. ana konuların anlaşılış ve açıklanışı da değişikliklergösterecektir. Bu duruma, Devlet-Hukuk, bireysel haklar veDevlet kudreti, Devlet sistemleri konularında da rastlanacaktır 12 .Devlet'in kaynağı ve doğuşu hakkında pek çok kuram mevcuttur;biz bunlardan ancak en önemlilerini, ana hatları ile açıklamayagayret edeceğiz n .Aileyi Devletin Temeli Sayan Görüş :Din efsanelerine bakılırsa, toplum ve Devlet, Adem ile Havva'­nın oluşturdukları ilk aileye dayanmaktadır. Ezcümle Tevrat'ta,KOKANDAN, R. G. : 'Umumi Amme Hukuku', ÎÜHF; Yayını, İstanbul1966, s. 26.» WILLIOUGHBY, W. W. : age. s. 149-158; VILLENEUVE, M. de la B. : age.s. 36-62; OKANDAN, R. G. : age. 25-112; ayrıca OKANDAN, R. G. : 'DevletinMenşei', IÜHF; Yayını, istanbul 1945.48


Beni İsrail Devleti'nin bir ailenin büyüme ve gelişmesinden vücutbulduğu yazılıdır. Birçok yazar, işte bu ve benzeri efsanelerden esinlenerek,Devlet'in kaynağını ailede aramışlardır.Aile teorisine göre Devlet, ataerkil (= pederşahi) bir aileninzamanla bölünmesinden, daha doğrusu, büyüyüp gelişmesinden, dalbudak salmasından doğmuştur. Devlet kudretinin, siyasal iktidarınçekirdeği de ataerkil ailede babanın aile üyeleri üzerinde sahip olduğuotoritede aranmak gerekir; daha doğrusu baba otoritesi giderekDevlet kudretine ve otoritesine dönüşmüştür.Aile teorisinin en ünlü temsilcisi İngiltere'de I. Charles zamanındayaşamış bulunan filozof Robert Filmer (1610-1674) dir. Filmer'egöre, ilk kral Adem'dir; krallar iktidarlarını veraset yolu ileAdem'den almışlardır 14 .Aile teorisinin kabul edilecek yanı bulunmadığı meydandadır :Önce, çok karmaşık olan Devlet yapısının aile teorisi yolu ile açıklanamayacağıbellidir. Kaldı ki, Devlet'in unsurlarını teşkil edensiyasal iktidar, teşkilât ve fonksiyonlara ailede rastlanmamaktadır.Öte yandan, Devlet'in bir ailenin gelişmesinden oluştuğunu kanıtlayacakhiçbir tarihsel ize de rastlanmış değildir. Bunların ötesinde,ailenin amaçlarının, Devlet'in gayelerine nazaran çok dahadar ve sınırlı olduğu, Devlet otoritesi ile babalık otoritesi arasındaesaslı mahiyet farklılıkları bulunduğu da unutulmamalıdır. Jellinek'inisabetli bir şekilde belirttiği gibi 15 , aile teorisi olsa olsa Devletşekillerinden mutlak monarşiyi açıklamaya yarayabilir. Mutlakmonarşiler, daha çok aile içi iktidar yapılarıdır; diğer Devlet şekillerininaçıklanması bu kurama bağlanıldığı takdirde mümkün olamamaktadır.İlahî ve Dinsel Kaynaklı DevletGörüşü:Bu teori, Devlet'in kaynağını açıklamak için ileri sürülmüş olangörüşlerin belki de en eskidir. İlahi hukuk teorisine göre, Devlet,Tanrı tarafından yaratılmıştır. Devlet'i yarattıktan sonra Tanrı, in-14 FILMER, Robert: 'Patriarchia', (Ed. by Peter Laslett) Basil Blacwell,Oxford, 1949.15JELLINEK, G.; age. C. 1., s. 318.; AKBAY, Muvaffak: 'Umumi AmmeHukuku Dersleri', AÜHF. yayını ,3. Baskı, Ankara 1958, s. 20.49


sanları yönetme yetkisini de belirli kişilere veya gruplara vermiştir16 .Özellikle İlk ve Orta Çağlar'da din adamları, siyasal iktidarınilahî kaynaklı bulunduğunu savunmuşlar, ileri sürmüşler ve böylecebu ilahî kaynaklı iktidarın kullanılmasında, dinsel görevlerinindoğal bir sonucu olarak, kendilerine görev düştüğünü kabulettirmek istemişlerdir. Örneğin, Eski Mısır'da ve Babil'de dinadamları Devlet yönetiminde de önemli roller oynamışlardır. OrtaÇağ'da Kilise Ulularından St. Paul, «Her iktidar Al 1 a h'-tan gelir» (= O m n i s Potestas a De o) demişve böylece siyasal iktidarı dinsel temellere oturtmak istemiştir.Bir başka ünlü Hristiyan bilgesi olan St. Augustinus da «TanrıDevleti» adlı eserinde, Dünya Devleti'nin Gök Devleti ilkelerineuydurulması gereğinden bahsetmiş ve Devlet idaresine ait bütünkuralların İncil'de bulunduğunu ileri sürmüştür.Yeni Çağlar'da bile dinsel kaynaklı Devlet görüşü benimsenmektedevam edilmiş, örneğin Fransız düşünürü Bossuet «K u t-sal Kitaptan Çıkarılan Siyaset» adlı eserinde,kralların mutlak iktidarını savunurken, bu iktidarın Tanrı iradesinedayandığını belirtmiştir.İslam Devletlerinde de, siyasal iktidarın ve Devlet'in Allah'ıniradesinin bir yansımasından ibaret bulunduğu, iktidarlarım Allah'­tan alan ve Hilafet müessesesi uyarınca Allah'ın yeryüzündeki vekilidurumunda bulunan Sultanların, Şeriat yani islam hukuk esaslarınauygun hareket etmekle yükümlü bulundukları kabul edilmiştir.İlahî kaynaklı Devlet görüşlerinin ortaya çıkardığı en önemlisonuç şu olmaktadır : Devlet, Tanrı iradesinin bir eseri, Sultan veyaKral da yine aynı iradenin emri ile yönetici durumunda bulunduğunagöre, Sultan, Kral veya Padişaha karşı gelinemez; çünkübunlara karşı işlenen itaatsizlik suçları aynı zamanda, Tanrı'ya dakarşı gelmek anlamındadır ve günah sayılır. İlahî kökenli Devletanlayışına bağlanıldığında bireylerin, bu kuramın yandaşı sayılanyazarların ancak bir kısmında görülen çok müphem ve ağır koşulluihtimallerin dışında, yöneticiye karşı direnme olanaklarındanı« DAVER, B. : age., s. 158-159; 'The Political Ideas of St. Thomas Aquinas'(Ed. by D. Bigongiari), 4. Bası, New York, 1961.50


ahsedilemez. Bu kurama göre, bireylere düşen, sadece kesin biritaattir.İlahî ve Dinsel Kaynaklı Devlet görüşünün de tutarlı bir yanıyoktur; özellikle lâik Devlet anlayışına ulaşıldıktan sonra, bu kavramıngeçerliliğini ve etkisini iyiden iyiye kaybettiği söylenebilir.Bu kuram da, tıpkı Aile teorisi gibi, mazinin karanlıklarına terkedilmiştir.İçgüdüsel Görüş :içgüdüsel kuramın ilk ve önemli temsilcisi sayılan Aristo'yagöre Devlet olayı, insan içgüdülerinin doğal bir sonucu olarak ortayaçıkmıştır; çünkü insan, bu filozofa bakılırsa, 'sosyalyada siyasal bir hayva n'dır (= Z o o n Politiko n). Aristo insanlarda topluluk halinde ve Devlet düzeni içindeyaşamak suretinde bir içgüdünün mevcudiyetini ileri sürmektedir.Bu içgüdü nedeniyle insan, toplum ve Devlet hayatına doğru itilmekteveya kendiliğinden bu yaşamın içine girmiş olmaktadır. Gerçekten,insanların daima topluluk halinde yaşadıkları, tek ve ilk insanınise bir varsayımdan ibaret bulunduğu genellikle kabul edilmektedir.Unutulmamalıdır ki, «yalnız ya ş a m a yaTanrılara, yada vahşi hayvanlara özgüdü r» n .İçgüdüsel görüşün Devlet'in kaynağını açıklamak bakımından,oldukça önemli bir gerçekliği ifade ettiğini özellikle belirtmeliyiz.Şu kadar ki, kuram bu isabetli yanma rağmen, içgüdülerin hangikoşullar altında ve nasıl Devletleşme olgusunu yarattığını açıklamaktapek başarılı görünmüyor. Kaldı ki, Devletin oluşumunda sadeceiçgüdüsel etmenlerin mevcudiyetini kabul etmek de, sorunuoldukça yalınlaştırmak anlamına gelebilir. Bu oluşumda içgüdülerinyanı sıra başka etmenlerin de rol oynayabileceği unutulmamalıdır.Devlet'in Kaynağını Toplumsal Sözleşme (= 1 ç t i m a i M u-k a v e l e) de Bulan Görüş :Toplumsal Sözleşme kuramı aslında Devlet'in kaynağını bireyinakıl ve iradesinde bulan görüşlerin gelişmiş bir şeklini temsil" DAVER, B.: age., s. 160; ayrıca, ABBO, John A. : 'Political Thought : Menand Ideas', (The Newman Press) 1960, s. 36; McKEON. R. : 'The BasicWorks of Aristotle' (ed.), New York, 1941 «Politics i. 2.».51


etmektedir. Bu kuram, eski devirlerden beri mevcut olması, Önplanda ve hatırlanan ünlü birçok yazarlar, düşünürler tarafındanbenimsenmiş bulunması ve özellikle çağdaş Devlet teorisi üzerindekiyankıları bakımlarından özel bir öneme layik sayılmaktadır 18 .Toplumsal Sözleşme kuramının ana ilkesi, Devlet'in kaynağınınbir sözleşmeye dayandığı ve bu sözleşmeden önce, insanlarınhayatında, müşterek bir otoriteye bağlı olmadıkları, teşkilâtsız birdevrenin mevcut bulunduğudur. Başka deyişle bu kuram, insanların«tabiat hali» ile «toplum h a 1 i» ni ayırt etmekteve ikincisine geçişin bir sözleşme ile olduğunu ileri sürmektedir.Toplum haline geçiş «toplumsal sözleşme» ile sağlanmış;bundan sonra insanlar bir başka sözleşme daha yaparak, tabiathalinde iken sahip oldukları hak ve hürriyetlerin tamamını veyabir kısmını Devlet'e terketmişlerdir. İkinci sözleşmenin adı «SiyasalSözleşm e»dir (Sözleşmeciler arasında,sözl eşmelerin sayısı bakımından dabir uyuşma olmadığını belirtmeliyiz; bazılarınabakılırsa bir tek sözleşme vardırve bununla hem toplum ve hem deDevlet birlikte kurulmuştur; bir başkagrup sözleşme teorisyeni ise, yukardada değindiğimiz gibi, sosyal sözleşmesiyasalsözleşme ayrımını yapmıştır).Toplumsal sözleşme kuramı taraflıları arasında, sözleşmelerinsayısı dışında, başka bakımlardan da uyuşmazlıklar ve görüş ayrılıklarımevcuttur : Örneğin, toplumsal sözleşme kuramının ünlütemsilcilerinden Thomas Hobbes (1588-1679), tabiat halinde insanlarınbirbirlerine düşman olduklarını, daima bir savaş içinde yaşadıklarınıöne sürmektedir. Hobbes'a bakılırsa bu devrede 'insaninsanın kurdudur' (= Homo Homini Lupus).Savaş haline son vermek için insanların, tabiat halinde yaşarkensahip oldukları sınırsız özgürlük ve yetkilerinden vazgeçmeleri,üstelik bu vazgeçme sonunda, bu hak ve yetkilerin büyük ve önemlibir kesimini, kesin bir surette kendisine bıraktıkları Devlet denilenvarlığa da mutlak bir itaatla bağlı olmaları gerekmektedir. Hob-18 Sözleşmecilerin devletin kaynağı konusundaki görüşleri için bk. : ORAN­DAN, R. G. : Devletin Menşei... s. 66-108; ORANDAN, R. G. : age. s. 70-90; AKBAY, M. : age. s. 2042.52


es'un sözlüğünde Devlet'in adı LEVIATHAN'dır ki «d e v», «e j-d e r h a» anlamına gelir 19 .Bir başka İngiliz filozofu, John Locke (1632-1704) Thomas Hobbes'danhayli farklı düşünmektedir : Bu düşünür de Devlet'i toplumsalsözleşmeye dayandırıp, ayrıca tabiat halini de kabul etmekleberaber, tabiat halinde insanların birbirleri ile kıyasıya bir savaşhalinde bulundukları, bu durumda sadece kuvvetin ve kuvvetlininegemen bulunduğu görüşünü kabul etmemektedir 20 . Locke'abakılırsa tabiat hali sadece kuvvetlinin egemen olduğu bir kanunsuzlukdevri değildir : Tabiat hali, insanların akla dayanarak vebir Devlet otoritesine bağlı olmadan yaşadıkları bir devreyi temsiletmektedir. Üstelik bu devrede insanların, hayat, hürriyet ve mülkiyetgibi temel hakları da mevcuttur. Mevcut olmayan sadece dirlikve düzenliğin bozulması halinde bunu iade edecek üstün bir Otorite,yani cezalandırma hakkını kullanabilecek merkezî bir kuvvettir.İşte insanlar böyle bir merkezî kuvvete olan ihtiyaçları nedeniyleve ancak bu ihtiyacın gerekleri ile sınırlı olmak kayıt ve şartiyle,bir toplumsal sözleşmeyi bağıtlamışlar ve tabiat halinde ikentek tek sahip bulundukları cezalandırma hak ve yetkisini, bu sözleşmeile ortaya çıkan üstün iktidar yapısına, yani Devlet'e devretmişlerdir.Demekki toplum haline geçmek için, insanların, tabiathalinde sahip bulundukları hakların tamamından, özellikle kişi özgürlükleriile mülkiyet hakkından vazgeçmeleri söz konusu değildir;sadece cezalandırma ve kendiliğinden hak arama yetkisi Devlet'eterkedilmiş bulunmaktadır; öyle ise, sözleşme ile vücut bulanDevlet'in iktidarı, hiçbir şekilde Hobbes'un kabul ettiği gibi, mutlakbir iktidar değildir. Ayrıca, bireylerin Devlete karşı mutlak vekesin bir itaatle yükümlü bulundukları da ileri sürülemez. Devlet'­in ana ve belli başlı görevi ise, sahip bulunduğu üstün kudreti, sadeceve ancak vatandaşların haklarını ve özgürlüklerini korumakamacı ile kullanmaktan ibarettir.Locke'un kuramı hürriyetçi ve demokratik olarak bilinen sivasaiyapı ve rejimlere temel fikir malzemesi sağlamıştır; bunlarve bu kuramdan çıkartılabilecek diğer önemli sonuçlar (direnmehakkı gibi) üzerinde şimdilik durmuyoruz.« HOBBES, Thomas : 'Leviathan', (Ed. by M. OAKESHOTT), Basil Blackwell,Oxford, 1955, s. 109 vd.KOKANDAN, R.G. : 'Umumi, Amme Hukuku'... s. 81 vd.; LOCKE, John:'On Civil Government', Chicago, 1955; ABBO, J. A.; age., s. 241;53


Toplum sözleşmesi kuramının belki de en önemli temsilcisi,ünlü Fransız filozofu Jean Jasques Rousseau' (1712-1778) dur. Rousseau'nunünlü «Toplum Sözleşmesi» adlı eserinde 21öne sürdüğü görüşler kısaca şöyle özetlenebilir :Rousseau da tabiat halini bir nevi vahşet hali olarak tasavvuretmektedir; bu devirde insanın diğer hayvanlardan, fizik bakımındanhemen hiç farkı yoktur. Düşünüre göre, burada açıklanmasıuzun sürecek pek çok sebeblerle, insanların aralarındaki mücadeleyebir son verip, toplum hayatının ve düzeninin doğması için, egemenbir otoriteye bağlı kalmaları gerekmiştir. Bu üstün iktidarı veiradeyi, bireysel iradeler yaratmıştır; şu var ki, bireysel iradelerinbirleşmesinden doğan bu üstün irade, onların iradelerinden ayrı,genel bir iradedir ve toplumun, Devlet'in temeli bu genel iradeyeve onun oluşmasını sağlayan sözleşmeye bağlıdır.Toplumsal sözleşme ile bireyler, tabiat halinde iken sahip bulunduklarıdoğal hakların tamamını Devlete terk etmektedirler; buterk karşılığında Devlet bireylere medenî ve siyasal haklar tanımaktadır.Sonuç olarak Rousseau'nun «Toplum Sözleşmesi»adlı eserinde savunduğu tezi şu şekilde ifade etmek mümkündür :Bir taraftan, insanları hürriyetlerinden kendi arzulan ile dahi olsa,mahrum etmek mümkün değildir. Diğer taraftan, mücadele halinebir nihayet verip toplumsal yaşamın kurulması için hâkim bir otoriteyeinsanların bağlı kalmaları, yani hürriyetlerinden fedakârlıktabulunmaları gerekmektedir. Bu çıkmazdan kurtulmanın tek çaresi,yazara göre, o toplumun üyesi olan herkesin karşılıklı olarakbütün hak ve hürriyetlerinden topluluk lehine vazgeçmeleridir. Busuretle ortaya çıkan ve özel iradelerin birleşmesinden vücuda gelenmüşterek irade aynı zamanda soyut, tüzel bir kişinin de oluşmasınayol açacaktır; çünkü müşterek irade böyle bir kişiye özgü bulunacaktır.Toplumun tüm üyeleri bu tüzel kişiye itaatla yükümlübulunacaklar ve bu kesin itaatla toplumun düzeni de kurulmuş vesürdürülmüş olacaktır. Ancak, umumî irade, oluşumu bakımındanaslında toplumun bütün bireylerinin iradelerini de ihtiva ettiğindenve bir bakıma bireysel iradelerin toplamından ibaret bulunduğundan,umumî iradeye itaatla birey, kendisine de itaat etmiş saziROUSSEAU, J. J. : 'Toplum Sözleşmesi', Çan Yayınları 1965 (Çev. VedatGünyol).54


yılacaktır; bu suretle bireyin kişisel özgürlüklerinden hiçbir fedakârlıktabulunmadan toplumun ve düzenin kurulmasına yararlı olduğuveya olabileceği sonucuna varılmak istenmektedir.Rousseau'nun görüşü kendi içinde çelişkilerle doludur. Bu çelişkileriçok defa üstadın ifade kıvraklığı ve üslûbunun sürükleyiciliğibile silip ortadan kaldıramamıştır.Toplum sözleşmesinin tüm temsilcilerinin düşüncelerine karşıciddi eleştiriler ileri sürülmüştür. Bu eleştiriler arasında en önemlisi,bir kısım sözleşme kuramı taraflılarının görüş ve kabullerininaksine, toplumsal sözleşmenin tarihsel bir olay niteliği taşımadığıdır.Gerçekten, tarihte böyle bir sözleşmenin, yahut sözleşmelerinyapıldığını gösteren hiçbir belge veya iz mevcut değildir. Yukarıdailişilen ve diğer eleştirilerdeki gerçeklik payı ne olursa olsun,sözleşme kuramcılarının, özelilkle Rousseau ile Locke'un fikirlerininsiyasal hayatı ve o hayatın dönüm noktalarında yer alanönemli metinleri etkilediği bir gerçekliktir. 1776 Amerikan BağımsızlıkDemeci, 1789 Fransız însan ve Vatandaş Hakları Demecibaşta olmak üzere pek çok beyanname ve anayasal metinde Rousseauve özellikle Locke'un görüşlerinin derin izlerini bulmak kabildir.Devlet'in Kaynağını Metafizik Temele Dayandıran Görüş :Devlet'in kaynağının ve doğuşunun açıklanması konusunda metafiziktemel ve düşüncelerden yararlanan pek çok görüş mevcuttur;bu görüşlerden en önemlisinin, Alman filozofu Hegel (1770-1831) tarafından ileri sürüleni olduğu söylenebilir 22 .Hegel'e göre Devlet, ideal ve ebedî bir varlıktır. Devlet, en üstündeğerdir; veya, en üstün değerler sistemidir. Ebedî ve mutlakbir varlık olan Devlet'in iradesinin karşısında, bireysel iradelerinbir değeri ve önemi yoktur; bireysel iradeler, bu üstün iradenin karşısındane zaman gerekiyorsa, silinip ortadan kalkmaktadırlar. Bugörüş, geleneksel Alman okulunun da fikirsel temelinde yerini bulmuşve özellikle Jhering tarafından geliştirilerek, kendi-kendini sınırlama(= oto-limitasyon) teorisinin doğuşuna yol açmıştır: Bu teoriye göre, Devlet kendi üstün iradesini bizzat, kendi-22 ABBO, J. A.; age., s. 299-300; HEGEL, Georg Wilhelm Friedrich : 'ThePhilosophy of History' (Trans, by J. Sibree), New York, 1956.55


si sınırlamaktadır; bunun dışında zaruret halinde, Devlet'in kendiyarattığı hukuk kuralları ile bağlı kalmasına veya öyle sayılmasınabir gerek yoktur; çünkü hukuk bile, en üstün meta-fizik cevher olanDevlet'in bir eseridir 23 .'Hegel'in başlattığı, Jhering ve Alman ekolünün diğer temsilcileriningeliştirdiği metafizik kaynaklı Devlet görüşü, giderek Almanaşın milliyetçilik ve militarizm akımları ile birleşip bütünleşmiş veXX. yüzyılda Faşist ve Nasyonal- Sosyalist doktrinler için elverişliortamı hazırlamıştır 2 *.Aslında, Hegelyen görüşün tamamen reddi yolundaki bir aşırılığada pek yer yoktur : Devlet'in ayıncı özelliklerini açıklarken,yukarıda 'onun bir soyutlamadan ibaret bulunduğunu'özellikle belirlemiştik. Devlet denilen karmaşıkyapının sosyal ve siyasal gerçekliğe yansıyan yanlarını bir an içinnazara almadığımız takdirde, onun bir soyutlamadan ibaret bulunduğunukabul zorunluluğu ile karşılaşmamızın şaşılacak bir yanıyoktur. Somut ve nesnel öğelerinin mevcudiyetine rağmen, onlannbir araya gelmesi ile oluşan Devlet'in hiç de somut ve nesnel sayılamayacağıgerçeği, yukarıdaki sonucu bir bakıma doğrulamaktadır.Demek ki, Hegel ve yandaşlannın Devlet'te ebedî ve ideal birvarlığın mevcudiyeti inancım ileri sürmelerinde, bu varlığın soyutniteliğine işaret etmekteki isabet bakımından, inkar edilemez birgerçeklik payı mevcuttur. Bu soyut varlığın gerçekten 'ebedî''ideal' olup olmadığı, 'en üstün değeri' temsil edipetmediği ise ayrı konulardır. Denilebilir ki belki de Hegel, sadecebu soyut varlığı ileri sürdüğü değer yargılan ile birlikte sunmuşolması itibariyle yanılgıya veya en azından aşınlığa düşmüş ve sapmışolmaktadır.açıdan Devlet'in Kaynağını ve Doğuşunu Açıkla­Salt Hukukîyan Görüş :Bu eörüş aslında, yukanda kısaca değinilen meta-fizik kaynaklıdevlet görüşünün daha gelişgin ve bir bakıma daha radikal birgörünümünden ibaret olup, başlıca temsilcisi, Viyana Okulu veyaNormativist Ekol olarak adlandırılan okulun kurucusu Hans Kel-» DAVER, B. : age. s. 163; REISS, H. S. : 'Political Thought of the GermanRomantics», Basil Blakwell, Oxford, 1955.24 BARKER, Ernest : 'Reflections on Government', New York, 1958, s. 36756vd.


sen'dir 25 . Kelsen'e göre Devlet, bir normlar, kurallar sistemidir.Norm ise olanı değil, olması lâzımgeleni gösteren bir kavramdır.Saf hukuk normları sisteminin dış görünüşü ise, Devlet'i ifade eder.Yani Kelsen'e göre Devlet ile Hukuk normları arasında bir eşitlikaynılık (özdeşlik) ilişkisi mevcuttur. Bunun dışında Kelsen,hukuk normlarını bir piramide benzetmekte, tepede yani zirvedeanayasaların bulunduğunu, anayasanın da temel norm dediği(Grundgesetz) hipotetik bir esasa, yani kesin ve temel emirniteliğindeki bir kurala uygun şekilde belirdiğini kabul etmektedir.Devlet'in devamını ve geçerliğini sağlayan da işte bu temel normdur.Kelsen'in Devlet'i hukuk normları ile özdeşleşmiş bir görünümdesunmasının da, sınırlı ve belirli bir gerçekliği kapsadığı, yukardaHegel'in görüşü için ileri sürdüğümüz gibi, pekâlâ kabul edilebilirbir sonuç olarak savunulabilir. Devlet denilen karmaşık yapının,en kılcal ayrıntılarına varıncaya değin, hukuk kurallarındanoluşmuş bir iskelete sahip olduğu söz götürmez. Kısacası Devlet'i,belirli bir yaklaşıma bağlanılmak ve başka bakış açılarını reddetmekpahasına, bir hukuk sistemi, normlar bütünleşmesi, yahutemir ve. yasaklar, haklar ve borçlar katalogu olarak kabul etmekmümkündür.Yukarıdaki kabul ve benimsemenin, sosyal gerçekliğe aykırılığımuhakkaktır; ama bu başka bir sorundur. Gerçekten, sosyalve siyasal gerçeklik açısından ve bakışından, muhakkakki Devletsadece bir normlar sistemi olarak ifade edilemez. Gerçi Kelsen, bueleştirilerden kurtulmak için, Devlet'in sosyal gerçekliğe yansıyanyanlarının, onun anlayışı ve konuyu ele alışı bakımından kendisineçizdiği sınırların dışında kaldığını ileri sürmektedir. Önemliolan bu sınırların dışında sayma ile, o sınırların dışında kalan gerçeklikleritüm inkar etmenin aynı anlama gelmediğinin belirtilmesindenibarettir ki bir bakıma Kelsen'in bu yanılgıya düşmeyeceksurette açık ve kesin görüşlere sahip olduğu söylenebilir.Devlet'in Kaynağını ve Doğuşunu Kuvvet ve Mücadelede BulanGörüş :Bu görüş genellikle «kuvvet teorisi» olarak bilinmektedir.Kuvvet teoricilerine göre Devlet, kuvvetlinin zayıfa üs-25 KELSEN, Hans : 'Theory of Law and State', (Trans by A. Wedberg),Cambridge, 1946.57


tünlüğünü kabul ettirmesi sonucunda doğmuştur; bu ise, doğal birolaydır. Aynı zamanda, kuvvetlinin zayıfı boyunduruğu altına alması,genel ve kaplamsal bir fenomendir. Bu noktadan hareketle,Devlet'in bir zapt, yağma ve fetih eseri olduğunun kabulü zorunluolmaktadır. Yine bu görüş taraflılarına bakılırsa, insanlık tarihide, Devletlerin tarihi de bu daimi savaşların tarihinden ibarettir.Kuvvet teorisi çok eskidir; ilk müjdecileri Eski Yunan'da Sofistler,Roma'da Polibius ve Seneca'dır M .Yunan filozoflarının yanı sıra, ünlü Arap bilgesi İbni Haldunda kuvvet teorisini benimsediğini gösterecek açıklamalarda bulunmuştur;gerçekten, İbni Haldun'a göre, cengaver ve enerjik göçebekabilelerin ekseriye tarımla meşgul, sakin ruhlu çiftçi ve köylüleresaldırmaları sonucunda, birincilerin zaferi elde etmeleri sonucuile karşılaşılmış ve böylece Devlet ortaya çıkmıştır 27 .Kuvvet ve mücadele teorisinin çağımızdaki en ünlü temsilcisi,hiç şüphesiz Oppenheimer'dır 28 . Oppenheimer'a göre, her zaman veher yerde, nefsini koruma içgüdüsü ile hareket eden insan, ihtiyaçlarınıgidermek için belli başlı iki araçtan yararlanmıştır : Çalışmakve yağma etmek...Çalışmak ekonomik bir araç olduğu halde, yağma siyasal görünümve nitelikte bir araçtır. Bu yağma, talan olarak ortaya çıkansiyasal aracın örgütleşmesi sonucunda ise karşımıza Devlet çıkmıştır.Başka deyişle Devlet, organize bir yağma düzeni olup, bu düzenigalipler mağluplara zorla, silah gücü ile kabul ettirmişlerdir.Kuvvet ve mücadele teorisinin modern görünümlerinden birisi,«Sosyal Darviniz m» dir : Bilindiği gibi Darwin,insan ırklarının ve hayvan türlerinin daimi ve tabiî bir ayıklanmaya(= Selection) uğradıklarını ve sadece en kuvvetli ve dayanıklıolanlarının yaşayabildiklerini ileri sürmüştür. Darwin'e göre,sadece en kuvvetli olanlar hayat hakkına sahiptir. Zayıflar, tabiatkoşullarına uymazlarsa, tabiat onları ayıklamaktadır. Bu teori sosyalve siyasal hayata taşırılmış, toplumlar ve Devletler arasında da» AKBAY, Muvafak : a.g.e., s; 43.27 İBNÎ HALDUN : 'Mukaddime', 3 Cilt (Çev. Zakir K. Ugan) (2. basılış) Ankara,1967.38 OPPENHEIMER, Franz : 'The State : Its History and Development ViewedSociologically', (2. Bası) New York, 1928.58


ancak en güçlü olanların yaşama hakkına sahip bulunacakları, diğerlerininise doğal bir ayıklanmaya uğrayacakları ileri sürülmüştürn .Kuvvet ve mücadele teorisi, Marxism veya Bilimsel Sosyalizm'-de, diyalektikle de yardımlaşarak etkinliğini göstermiştir : Uyuşmazlıkve çatışma hallerinin giderek ihtilâle vardıracağını, Devlet'inaslında ve kökeninde egemen sınıfın kuvvetliliğine dayanan bir sömürüaracından ibaret bulunduğunu kabul ve benzeri öneriler, bilimselsosyalizmin ne derece derinden kuvvet vs mücadele kuramlarınınetkisi altında kaldığını göstermeye yeter 30 .Devlet'in kaynağını kuvvet ve savaşta bulan görüş, kabul etmekgerekir ki, bir gerçek payı taşımaktadır; ancak bu gerçeklik payınıfazla abartmamak gerekmektedir. Kuvvet, irili ufaklı sıcak çatışmalarve süre gelen —şekil ve anlam değiştirmekle beraber— soğuksavaş, kuvvetler dengesi ilkesinin geçerliğini, çağdaş dünyadada milletlerarası ilişkilere damgasını vuran olgular, ilişkiler olmakniteliklerini korumaktadırlar. Daha da ileri giderek, bütün barışçıçabalara rağmen, güçsüz Devlet yapılarının yaşama şansına bugündahi sahip olamadıklarını, bölündüklerini, ortadan kaldırıldıklarınıileri sürmemiz mümkündür. Öte yandan, unutmamak gerekirki, tek başına kuvvet, hiçbir zaman toplumu ve siyasal organlaşmayıve Devlet'i kurmaya yeterli olamamıştır. Aslında Devlet'te belireniktidar, fizikî bir kuvvet olmaktan çok, psikolojik görüntüsüüstün bir etkileme yeteneğinden ibarettir; başka deyişle, Devlet otoritesinebağlı kimselerin, bu bağlı olma durumları hakkında bilinçlibir rıza ve kabullerinin bulunması itaati sağlamakta, kaba kuvvetbu konuda sanıldığı kadar etkili olamamaktadır.Organizmacı Görüş :Bu görüş Devlet'i, yaşayan bir varlığa, canlıya yada organizmayabenzetmektedir. Nasıl v canlı bir organizma hücrelerin bir arayagelmesinden kurulmuş ise, Devlet de böylece, hücrelere benzetilebilecekolan insanların bir araya gelmesinden oluşmuştur. İnsanlargibi, Devletler de doğar, büyür, gelişir ve ölürler. Bu bakımdanDevlet düzeni de, tıpkı insan yaşamı gibi, aynı doğa kanunlarına vebiyolojik esaslara bağlı bulunmaktadır. însan, temel işlevlerini yeri-29 DAVER, B. : age., s. 164.» AKBAY, Muvaffak : age., s. 46.59


ne getirmek için organlara sahiptir; aynı şekilde Devletin de temelgörevlerini yerine getirecek organları mevcut bulunmaktadır.Organizmacı görüş de aslında çok eski zamanlarda izlerini tesbitedeceğimiz, bulabileceğimiz bir kuram niteliğini göstermektedir.Örneğin ilk organizmacılar arasında Platon'dan söz açmamızmümkündür. Orta Çağlar'da ise Marsilius Patavinus'da, İbn-i Haldunve Salisbury'de uzviyetçi, organizmacı görüşle ilgili düşüncelererastlanılmaktadır; fakat organizmacı görüş asıl, XIX ve XX.Yüzyıllarda büyük bir önem ve gelişme kazanmıştır :Organizmacı görüşün XIX. Yüzyıldaki ünlü temsilcisi HerbertSpencer, bireysel organizma ile sosyal organizma arasındaki benzerliktenhareketle, insan topluluklarının yapay olmadığını, bu topluluklarınkendiliğinden ve doğal bir oluşuma sahip bulunduklarınıileri sürmüş, insan topluluklarının meydana gelmesinden sonrabunların belirli bir aşamaya vardıklarında, Devlet'in vücut bulmayabaşladığına tanık olunduğunu iddia etmiştir. Devlet'in ortayaçıkması için, canlı bir varlık olan toplumsal organizmanın 'fonksiyonlarınıbelirli bir amaca tevcih veiradesini bir noktada teksif eylemesi veböylece bir nazım'merkezin meydana çıkması'gerekli bulunmuştur; ancak bu aşamadan sonra Devletbelirmeye başlamıştır, denilebilir 31 .Organizmacı teorinin XX. Yüzyıldaki savunucularından Espinas'dada benzer fikirleri bulmak mümkündür.Sosyal organizma teorisinin kabulü veya organizmacı görüşüsosyal yapılara da uygulayıp, Devlet'in hücrelerinin canlı bir varlığınhücreleri görünümünde olduğunu savunmak hatta daha da ilerigidip Devlet'in hücreleri olan insanlarla, canlı bir varlığın hücreleriarasında bir ayrım yapmanın gereksiz olduğunu ileri sürmekdoğru ve yerinde bir davranış değildir. Devlet'in hücreleri sayılaninsanlar arasında daha çok ruhsal ve sosyal bir bağlılıktan söz etmekmümkün olduğu halde, canlı bir varlığın hücreleri arasında,salt biyolojik ve organik bir ilişkinin mevcudiyetinden söz edilebilir.Üstelik Devlet'in hücreleri sayılan insanlar, bilinç ve iradeyesahip oldukları halde, canlı varlığın hücrelerinde bilinç ve iradeninmevcudiyetinden söz açmak olanağımız mevcut değildir. Sonuç olasıDAVER, B.; age., s. 165; OKANDAN, R. G. : age., s. 54-55.60


ak diyebilirizki, sosyal organizmalarla ve nihayet onun bir çeşidiolan Devlet'in sosyal yapısı ile, salt uzviyet veya organizma arasındakesin bir aynılık olduğundan bahisle, canlı organizmalar için geçerli'muayyeniyetleri' sosyal organizma ve Devlet yapısınada aktarıp bunlara da uygulamaya kalkışmak, doğru ve tutarlıbir davranış sayılamaz.Devletin Kaynağını ve Doğuşunu Ekonomik Kökenli Olgu veİlişkilere Dayayan Görüşler :Hemen ifade etmeliyiz ki, bu alt başlıkta yer alan görüşler debüyük bir çeşitlilik ve dağınıklık arzetmektedir. Bizim ekonomiksayılabilecek görüşlerin tamamının ele alıp açıklamak olanağımızyoktur; aslında bu gerekli de değildir.Ekonomik kökenli veya nitelikli Devlet kaynağı ve doğuşunuaçıklayan görüşleri iki kesimde mütalâa etmek mümkündür : Siyasaldüşünce tarihinde veya genellikle insan düşüncesinde, Devlet'inortaya çıkışında, oluşumunda ve özellikle fonksiyonlarının belirlenmesindeekonomik olgu ve ilişkilerin oynadığı role pek çokkimse uzun yüzyıllardan beri dikkat etmiş ve bu olgu ve ilişkilerdende, yararlanarak Devlet'in oluşumunu açıklamak yolunu tutmuşlardır.Örneğin, Devlet ve mülkiyet ilişkisinin doğası, birçok düşünürtarafından ilgi çekici ve önemli bir hareket noktası olarakele alınmıştır. Daha açık bir deyişle bir kısım yazarlar, Devlet'in oluşumundamülkiyetin esaslı bir rol oynadığına işaret etmişlerdir.Başka bazı yazarlar, daha da ileri giderek, emlâk ve arazi sahiplerininDevlet'in gerçek kurucuları olduğunu ileri sürebilmişlerdir.Ünlü Rousseau'nun tabiat halinde iken bir toprak parçasının etrafınıçevirip burası benimdir diyen kimseye inanacak derecede budalalarınmevcudiyeti ile, insanlığın ne büyük değişmelere uğradığınıbelirttiği hatırlanmalıdır. Nihayet XX. Yüzyılda, örneğin HaroldLaski, ekonomik üretim metodlanm göz önünde bulundurmadanDevlet'in oluşumunu ve mahiyetini açıklamanın mümkün olamayacağınıileri sürmek suretiyle, bu kategoride yer alan görüşlere yenikatkılarda bulunmuştur. İşte bütün bu ve benzeri düşünceler, belirlisınırlar içinde kalmak ve ılımlılık kaydı ile, Devlet'in oluşumundave kaynağında ekonomik olgu ve ilişkilerin de rol oynadığınıbelirtir görünümdedirler ve yukarda açıkladığımız ayrımda birincibölüm içinde yer almaktadırlar 32 .32 ORANDAN, R. G. : age., s. 63 vd; LASKI, Harold J. : 'Polities', London,1931, s. 27.61


İkinci kesimde ise, Devlet'in kuruluşunu ve ortaya çıkışını,doğrudan doğruya ekonomik olaylarda ve üretim ilişkilerinde bulan,daha katı ve kesin görüşler vardır ki bunlar arasında özel birönemle açıklanması gerekli bulunanı, şüphesiz XIX. Yüzyılda KariMarx ve arkadaşı ile beraber ortaya çıkan bilimsel sosyalizmin Devletkaynağı hakkındaki görüşleridir.Marx (1818-1883), Engels (1829-1895) ve takipçileri, sosyal olaylariçinde temel olgu sayılacak nitelikte olanların, ekonomik olgu*lar bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ekonomik olaylar insan gelişimininekseni görevini yerine getirmekte ve diğer olgu ve ilişkilerintümü, ekonomik olaylara bağlı olarak ortaya çıkmakta, belirmektedir.Ekonomik olaylar kategorisinde de Marx ve arkadaşınagöre asıl üzerinde durulması gerekli bulunanlar «üretim ilişkileri »dir. Marx ve Engels, toplumsal yapı içinde böylece birtakım muayyeniyetlerin mevcudiyetini başarılı bir şekilde ortayakoymuşlar ve fakat bu muayyeniyetlerin, deyim yerinde ise, asılekonomik olgulardan üretim ilişkileri etrafında kümelendikleriniiddia eylemişlerdir. Öyleki, alt yapıda yer alan ilişkilerin tayin edicimihrakı sayılan ekonomik ilişkilerden üretim ilişkileri, bütündiğer alt ve üst yapı ilişkileri ile bunların oluşturdukları kurumlarınkaderlerini belirlemekte ve bunları değiştirebilmektedir. Siyasalkuruşlar da, tıpkı din, ahlâk, felsefe ve san'at gibi, aslında toplumsalalt yapıda yer alan ekonomik olgulardaki üretim ilişkilerininyarattığı muayyeniyetlerin doğal ürünleri sayılmak gerekmektedir.Üstelik, üretim ilişkilerinde ve tarzlarında ortaya çıkan değişiklikler,maddî yararlarda değişmelere yol açmakta ve bu değişmeleretkilerini, diğer üst yapı kurumları ile birlikte Devlet üzerindede göstermektedir 33 .Marx ve arkadaşlarının keşfettikleri tarihi maddecilik anlayışınagöre, dünyayı sevk ve idare eden kuvvetler, ekonomik ihtiyaçve menfaatlerden, ekonomik kuvvetlerden ibarettir. Sosyal gelişmebakımından tek ve kesin kuvvet ise, ekonomik kudrettir. İnsanlıktarihi, aslında birbirleri ile savaş halinde bulunan menfaatlerin tarihidir.Başka deyişle tarih, sınıflar mücadelesinin tarihidir. Görülüyorki,tarihi maddecilere göre, cemiyetlerin tarihi, yararlar arasındakizıtlığın yol açtığı sınıf mücadelesine irca edilmekte, böylecebir başka bakımdan da sosyal değişikliklerin ve olguların tümü« ABBO, J. A. : age., s. 320-336.62


üzerindeki ekonomik etkenin egemenliği kabul edilmektedir. Bu hareketnoktasından kaynak alan tarihi maddecilerin Devlet anlayışınabakılırsa, Devlet, ekonomik üretim ilişkilerini düzenleyen birkuvvetler topluluğundan ibaret sayılmaktadır Öyleki Devlet denilenbu kuvvetler toplanması, belirli bir gelişme derecesine varmış,sınıfları meydana çıkmış bir toplumda, egemen sınıfların ekonomiketkinliklerini sürdürme çabalarında onların en önemli yardımcısıgörevini yerine getirmektedir. Bu anlamda Devlet, aralarındakiekonomik zıtlıkları uzlaştırmak imkânı bulunmayan sınıflardansömürenlerin, kesin ve etkili bir tahakküm aracından ibarettir. Öyleise Devlet, bir sınıfın diğer bir sınıfı ezmesi için ve bunun sonucundameydana çıkmıştır. Demek oluyorki, Devletin kaynağını ekonomikilişkilerde bulan tarihi maddecilere göre, Devlet aslında, ekonomikbakımdan en kuvvetli olan sınıfın kazandığı üstünlüğün sağladığıbir cebir ve tahakküm mekanizmasından başka bir şey değildir.Bu görünüm içinde Devlet, ekonomik kudreti üstün gelen sınıfın,siyasal bir kuvvet halinde organize edilmesi de sayılabilir. Öyleise Devlet, sadece bir sınıfın Devleti'dir; o sınıf da egemen olan,toplumdaki diğer sınıfları sömüren sınıftır.Marx ve arkadaşının bu çok kısa olarak açıklanan Devlet'inoluşumu hakkındaki görüşlerinin, kuvvet ve mücadele kuramındanizler taşıdığını evvelce belirtmiştik. Gerçekten Marx'cilara göre, ikisınıftan oluşmuş toplumda, başlıca kuvvet kaynaklarına ve üretimaraçlarına sahip olanlar (burjuvalar) ile emeklerini satmaksuretiyle ancak yaşayabilenler (proleterler) arasındasürekli bir kavga, mücadele vardır. İşte bu mücadeleyi bastırmakve güvenlik ile dengeyi egemen sınıf lehine sağlayıp korumaküzere, sadece burjuvalardan oluşmuş bir teşkilât meydana getirilmiştirki bunun adı Devlet'tir.Marx ve Engels Devlet'in kaynağı ve ortaya çıkışı hakkındakigörüşlerini başlangıçta tamamen tarihsel maddecilik ilkelerine vediyalektiğe bağlı kalarak, başka deyişle tamamen tasarımsal platformdakalmak kaydı ile ileri sürmüşlerdir. Marx, ünlü Amerikanetnograf ve tarihçisi Lewis Henry Morgan'm (1818-1881) (1877'de yayınlanan«Ancient Society, or Researches in the Lines of HumanProgress from Savagery, through Barbarism to Civilization» adhkitabını muhtemelen 1880 de okumuş ve Morgan'm bu yapıtı iletarihi maddeciliği kendi alanında özellikle Devlet ve ailenin açıklanmasıyönünden Amerika'da keşfettiğini görüp, Morgan'm bulgu ve63


açıklamaları ile kendisinki arasındaki paralellik ve uygunluk onuheyecanlandırmıştır; bunun üzerine Morgan'in eserini Almanlara tanıtmakiçin notlar hazırlamış ise de ömrü vefa etmemiş, ölümündensonra Engels bu notlardan da yararlanarak, 1884'de «Ailenin,Özel Mülkiyetin ve Devlet'in Kökeni» adlı ortak yapıtlarını yayınlamıştır. Marx ve Engels böylecesosyal ve tarihsel gerçeklik araştırmalarında da Devlet'in oluşumuhakkında ileri sürdükleri tasarımsal çözümün ve açıklamanın Morgan'inyapıtı ile doğrulandığı kanısında birleşmişlerdir.Marx ve Engels'in Devlet'in kaynağı ve doğuşu ile ilgili açıklamalarıda eleştirilere uğramıştır. Şu noktayı hemen belirleyelimki, Marx'in toplum kuramı, temel kavramları ve hipotezleri ve evrimselkuramının metodolojisi ve buna bağlı olarak ulaşılan değişikgelişim safhaları açıklanıp bunlarla ilintili olarak Devlet'in yerinitesbit edip, kaynağını açıklamak gerekirdi; yukarda, bu zorişi bir takım atlamalar pahasına, ve eksik olarak yapmaya gayretettik. Eleştiriler söz konusu oldukda, yukarda değinilen güçlükleren azından bir misli artmaktadır; buna rağmen, şu noktaların ilerisürülmesi mümkündür kanısındayız :Ekonomik ilişkilerin ve hele bunlar arasında belirli bir kesimiteşkil eden üretim ilişkileri ile tarzlarının bütün sosyal kurumlargibi, Devlet yapısının ortaya çıkışında da rol oynadığı, etkili olduğukabul edilebilir; ama bunu abartmamak lâzımdır. Bütün temelilişkileri ve üst yapı kurumlarını sadece üretim ilişkilerinin belirlediğiniileri sürmek nasıl yanıltıcı ve yanlış bir aşırılığın ifadesi sayılmakgerekirse, aynı yargı bu defa Devlet'in açıklanmasında dageçerlidir.Aynı şekilde, Devlet'in ortaya çıkışında, ekonomik . sebeb vefaktörlerin etkisi altında ortaya çıkan mücadelelerin de bir rol oynadığısöylenebilir. Şu var ki, Devletin kökeninde doğrudan doğruyakuvvet ve mücadelenin bulunduğunu ileri sürmek nasıl bir yanılmanınifadesi ise, eğer böyle bir mücadele var ise, bunun tümekonomik karakterde bulunduğunu savunmak bu yanılgıda dahaileri varmaktan başka bir şey değildir. Sadece kuvvetlinin zayıfı ezmesigereği ile oluşan bir, Devlet olmamıştır; olamaz. Bu nedenleDevlet'i bir sınıfa maletmek de yanlıştır.Öte yandan, Marx'm sınıf anlayışı ve özellikle bunları ikiye indirgemeside ciddi eleştirilere maruz bırakılmıştır; bu eleştirilerde-64


ki haklılık payı ve oranı, doğaldır ki onlara dayalı bulunan Devletanlayışını ve kaynak açıklamasını da temelinden sarsmaktadır.Morgan'm araştırmalarını yansıtan yapıtında ileri sürülenlerinMarx'm Devlet'in kaynağı hakkındaki görüşlerini doğruladığıyolundaki kanı ise, biraz acele oluşturulmuş bir kanıdır; çünküsonraki araştırmalar, bizzat Morgan'm bulgularının pek doğru olmadığınımeydana çıkarmıştır.Sonuç olarak şunu özellikle belirlemeliyiz ki, Marx'cilann Devlet'isadece bir ekonomik sömürme aracı ekonomik bakımdan kuvvetlive egemen olanların bir çeşit tahakküm vasıtası sayan görüşlerindede isabet yoktur : Devlet, hiç bir zaman ve hiçbir yerde, sadecebir tahakküm aracı, zulüm aleti olmamıştır : En otoriter yapılardabile, egemen bir sınıfın mevcudiyeti ile bağlı sayılmaksızm,Devlet'in ana ve değişmeyen görevi, <strong>kamu</strong>sal yararı ve genel düzeni,güvenliği sağlamak, korumak ve bu amaçlara ulaşabilmek için,sınıf, zümre vs. ayrımı yapmaksızın herkesin, mümkün olduğuoranda, nesnel ihtiyaçlarının karşılanmasına hizmet etmek olmuştur.Aslında, nasıl sosyal sınıfların ikiye indirgenmesinde hayalcibir zorlama varsa, bu ikilemde yer alan sınıflardan birisinin diğerinidurdurmaksızın sömürdüğünü ileri sürmek de anılan niteliktekihayalcilikte daha da ileriye varmaktan başka birşey değildir.Devlet'in Kaynağı ve Doğuşu Hakkında Gerçekçi bir Açıklama :Leslie Lipson'un Görüşü :Devlet'in kaynağı ve doğuşu konusunda karşılaşılan güçlüklerive problemin çözümlenmesinin kolay ve hatta mümkün olmadığını,bu konuda sosyal ve siyasal bilimlerin sağladığı verilerin yetersizliğinede işaret ederek, bu kısmın başındaki açıklamalarımızla belirtmiştik.Orada Söylediklerimize şunları ilâve etmek isteriz : Siyasal bilimciler,bir bakıma Devlet'in kaynak ve doğuşunu açıklamaktanveya bu konu ile özellikle ilgilenmeden, haklı olarak vaz geçmişlerdir;çünkü konuyu bilimsel bir yaklaşımdan ele almak olanağı yoktur.Ne türlü bir yaklaşım benimsenirse benimsensin, kaynak vedoğuş konularında söylenilenlerin, daha çok siyaset felsefesi alanındakalmak gibi kötü bir kaderleri vardır; öyleyse bu konu siyasetfelsefecilerine terkedilmelidir.65


^Yukarda ilişilen eğilimin genellikle siyasal bilimciler arasındayaygın bir kabule mazhar olmasına rağmen, bu kısır-döngü görünümünükoruyan sorunla ilgilenmekten ve hatta ilginç aramalarda bulunmaktankendilerini alıkoyamayan siyasal bilimciler de yok değildir.Bunlar arasında ilk planda hatırlanması gerekeni, hiç şüphesizLeslie Lipson'dır v .Lipson, diğer kurumsal yapı tipleri gibi, Devlet'in de Toplumiçinde meydana geldiğini işaret ettikten sonra, onun ilk defa nasılmeydana çıktığının bilinmesinin siyasal bilimciler arasında merakve ilgi konusu olmakta devam ettiğini, bunu açıklayabilmek içinevvelâ siyasal sürecin köküne ve tohumlarına inmek gerektiğini, ancakbunlar bilindikten sonra Devlet'in kaynağı sorununun derinliklerinenüfuz edilebileceğini ifade etmektedir.Lipson, bütün sosyal kurumların, yerine getirilmesi gerekli birgörevi ifa etmek için kurulmuş bulundukları ilkesinden hareket etmektebir- siyasal ve sosyal kurum olan Devlet'in de hangi amaçlave ne çeşit bir görevi yerine getirmek üzere kurulmuş bulunduğunutesbit edersek onun ilk kez ortaya çıkışını da açıklamak olanağınakavuşuruz, demektedir. Kısacası, Devlet'in kaynağı ve doğuşu sorunununçözümlenebilmesi için karşılaşılan ön-sorun Devlet'in en baştagelen ve vazgeçilmeyecek görevinin ne olduğunun bilinmesindenibarettir. Bir kez bu görev ön-sorunu çözümlenirse, bunun yerine getirildiğiveya ifasına başlanıldığı zaman kesitini de tesbit ederekkaynak ve doğuş konusunda somut ve gerçekçi sonuçlara varabilmekmümkün olabilecektir.Bir sosyal yapının devletleşmesi için ifa etmesi gerekli asgarive vazgeçilmez görev ne dir?Bunu açıklığa kavuşturabilmek için, Lipson insan topluluklarınınhepsinde görülen «koruma için evrensel biryönseme hatta akı m»ın mevcudiyeti fikrinden hareketetmektedir. Gerçekten herkes, güvenlik içinde olmayı ister. Heryerde ve her zaman insanlar fizik zarardan ve saldırıdan masunbulunduklarına, yani korunduklarına inanmak isterler. Güvenlikiçinde bulunmak duygusu, insanlarda vazgeçilmez ve asgari anlamdamevcudiyeti gerekli bir ihtiyacın giderilmesine işaret etmekte-34 Leslie Lipson : «The Great Issues of Politics», (Prentice-Hall, Inc. NewYork : 1954) (Yeni basıları var); s. : 41 vd.66


dir. Bu ihtiyacın karşılanması için başvurulan araçlar ise değişikve çeşitli olmuştur : Örneğin, ilk insanların ve bugün dahi bazı kimselerin,bu konuda doğrudan doğruya kendi güçlerine dayanmış olduklarımuhakkaktır; bunun böyle olduğunu gösteren kanıtlar dayok değildir : Bütün kıtalarda ve tüm tarihsel devirlerde ve hattatarih öncesi zamanlarda bile, insanlar silâhlara sahip olmuşlar, busilâhlan evlerinde, barınaklarında saklamışlardır; gezilerinde, avlanmalarındave başka her ne zaman gerekli bulmuşlarsa, bu silâhlarıyanlarında taşımışlardır. Arkeolojik ve etnografik araştırmalar,insan ile silâh arasındaki ilişkinin çok eski olduğunu, ilkel insanınuygarlaşma yönündeki ilk ve basit çabalarının silâh yaratmaklabaşladığını ortaya koymuş, ilk ve en eski tarih öncesi devirlere aitkazılarda ilkel silâh örneklerine rastlanmıştır.İlkel insan için bu kendini koruma o kadar hayatî bir önem taşırdıki, herşey bu korunmanın başarısına bağlı idi : Çok defa ilkvuran kazanır, bir anlık gaflet veya hazırlıksız bulunma herşeyinbitmesi için yeterdi. Öyleki ilk vurana kendi olanaklan ile cevapveremeyen için de herşey bitmiş gibi idi; çünkü, başkalarının yardımı,eğer böyle bir ihtimal var ise, ancak çok geç, iş işten geçtiktensonra ulaşabilirdi. Demekki ilk insan için kendi kendini korumanınbir hayati zorunluluk olarak belirdiği ifade etmekde bir sakıncayoktur.Kişisel savunu ve kendi silâhı ile güvenliğini sağlamanın yetersizliği,çok kısa bir zamanda insanlar tarafından anlaşılabilmiştir :Yalnız kendine ve silâhına güven, özellikle ani bir saldırıya uğramadurumunda ve hemen her defasında yetersiz kalıyordu. Özellikle,bir saldırıya uğramanın hemen veya derhal vukuundan çok, bununbeklenir ve fakat zamanını kestirmenin kolay olmadığı bir kuvvetliihtimal olarak ortaya çıktığı durumlarda, kişisel savunmanınyetersizliği iyice belirginleşmiştir. Bu durumda muhtemel saldırgan,savunucuyu belirsiz bir zaman için meşgul etmiş oluyordu.Savunucu durumundaki bireyin, maruz bırakıldığı saldın tehdidinin'bireysel' olmaktan çıkıp, grup tehdidi haline dönüşmesindeveya daha açık bir deyişle bir veya birkaç bireyin gruplarınsaldırı tehditleri ile karşılaşmaları halinde, bireysel savunununyetersizliği iyice kendini belli etmiştir.tşte bütün bu yukarda değinilen ve benzeri bh'sysel savunununyetersizliğini belirginleyen durumlarla insanların giderek daha sık67


karşılaşmaları sonucunda, etkili bir savununun ve güvenliği sağlamanınancak 'kollektif güvenlik ve savunma'yolunun benimsenmesi ile mümkün olabileceği fikri kuvvet ve önemkazanmış, insanlar kollektif güvenlik sistemleri kurmaya başlamışlardır.Kollektif güvenlik sisteminin benimsenmesi, bireysel değilgrup içi korunma fikrinin gerçekleşmesine, başka deyişle artıkbireysel savunudan vazgeçilmesine yol açtığı gibi, grup içinde sadecesavunu ve kollektif güvenliği sağlamakla görevli bir alt grubunortaya çıkmasına da sebebiyet vermiştir. Böylece birey, tek başınasağlayamayacağı güvenliği, bir grup içinde yer almakta ve grubungüveni içinde kendi güvenliğini de sağlamakta bulmuştur, denilebilir.Grup içi savunu ihtiyacının belirginleşmesi, bir alt grubun münhasırankorunma işi ile görevlendirilmesi ve benzeri uygulamalarınsıklaşması sonucunda, korunma işi giderek sistemleştirilmiş ve böylecekurumlaşma safhasına girilmiştir. Grup içinde savunma ve korunmaile görevli alt grup, giderek bu görevlerin yerine getirilmesiile kendisini vazifeli sayan bir «kurum» görünümü kazanmayabaşlamıştır; işte Devlet'in ortaya çıkışı, bu kurumlaşma olgusununbelirmesi ile eş anlamlıdır.Lipspn'ın bu hipotezinin sadece tasarımsal bir görünümü muhafazaetmekle kalmadığını, başka deyişle yazarın bu tezini doğrulamakiçin, tarihsel kanıtlar bulmak çabasına da giriştiğini belirtmekisteriz.Lipson'a bakılırsa insan yaşamının tarihsel ve tarih öncesi zamankesitleri ile ilgili araştırmalar, Devlet'in ortaya çıkışı ile ilgiliyukarki açıklamayı kanıtlayan ve gittikçe artan bilgilere sahip olmamızısağlamaktadır.Tarihsel bulgu ve materyeller, bölük börçük ve kesintili olmaklaberaber, gerçeklik ihtimalleri hayli yüksek sonuçlara ulaşmamızaimkân verebilmektedir :Antropologlara bakılırsa, insan yaşamının tarih öncesi zamankesitlerinin karanlıkları içinde, ilk bilgi ışıltılarına ancak «A ş a-ğ ı P a 1 a e o 1 i t h i k» devir dediğimiz 130.000 ile 500.000 yılöncelerinde rastlamak kabil olmaktadır. Şu var ki bu devre ait bilgilerimizçok yetersizdir. Aslında 5000 yıl öncesinden daha öteyearkeolojik kalıntılar ve yazı artıkları bakımından fazlaca birşey68


söylemek olanağımız da, en azından bugün için, yoktur. Örneğin,Çin, Hint, İran, Mısır veya Avrupa uygarlıkları hakkındaki ilk bilgilerimizde ancak İsa'dan evvelki 3000 ile 1000 yıllar arasını kapsamakta,ondan öncesi hakkında yine kesinlikle birşey söylemekolanağı mevcut bulunmamaktadır. Tarih de aslında, yine İsa'danönce 3000 yılları civarında ortaya çıkmıştır; bundan öncesine ise'tarih-öncesi' demek daha yerinde olur.Arkeolojik ve antrepolojik araştırmaların sağladığı bulgulargöstermektedir ki, savunma ve korunma ihtiyacının sistemleşip,kurumlaşması vakıası, tarihin belirmesi ile aynı zaman kesitine rastlamaktadır.Hemen belirtmeliyiz ki bu ortaya çıkışı göstermek üzerekesin bir tarih vermek olanağı mevcut değildir. Genellikle kabuledilen, galip ihtimal, tarihin ortaya çıkışı ile birlikte ilk Devlet örneklerinede rastlandığı yolundadır. Bu devreye ait ilk tarihsel bilgilerimiz,ilkel toplumsal grupların savunmalarını sağlamak üzeremeydana getirdikleri organizisyonlarla hükümet veya yönetim kuruluşlarıarasında yakın ve sıkı ilişkilerin mevcut olduğunu göstermektedir.İnsanların göçebe bir yaşam şeklini sürdürdükleri zamanlarda,geçimlerini avlanmak ve sürülerini otlatmak suretiyle sağladıklarıbilinmektedir. Avlanabilmek ve otlak yerleri bulabilmek içinkabilenin devamlı olarak yer değiştirmek zorunda kalması, bu yerdeğiştirmeler sırasında ailelerin ve kabile mallarının taşınmasını vebu taşımanın güvenlik içinde yapılmasını gerekli kılmış ve işte buamaçla ve bu zaruretlerin sonucunda, askeri veya yan askeri bir güvenlikve koruma örgütünün teşkili yoluna gidilmiştir, özellikle binekleriolan güçlü kuvvetli erkekler, giderek kolayca süvariye dönüşmüşler,arabalar veya kabilenin sefer halinde iken oluşturduğukervan çabucak bir savunma mevzii haline çevrilebilmiştir.Göçebelikten yerleşik toplum düzeyine geçildikten sonra dakorunma yine ana ve minimum ihtiyaç olmak özelliğini korumayadevam etmiştir : Bu defa usul ve yöntem değiştiren bir koruma vesavunma ihtiyacının giderilmesi ile karşılaşılmıştır : Yerleşme bölgesininve yetiştirilenlerin korunması gerekmiş, özellikle dikilen tohumunhaşata kadar güvenliğini sağlamak ayn bir ehemmiyet kazanmıştır.Tarlaların ve asıl önemlisi ürünün ve nihayet yerleşmebölgelerinin korunması sorunlarının çözümlenmesi için, ilk yerleşiktopluluklar, tarlaların etrafını çitlerle, yerleşme bölgelerininkiniise duvar, burç ve hatta kalelerle çevirmek yoluna gitmişlerdir.69


îşte ilk Devlet şekillerinin ortaya çıkışı ile ilgili olmak üzere tarihdendevşirebileceğimiz bilgiler bunlardan ibarettir. Lipson, yerleşiktopluluklarda Devlet örneklerinin oluşması ile ilgili olmak üzere,tarihden ve lisanlardan başka örnekler ve kanıtlar da bulmaktave giderek ilk Devlet yapılarının kurumlaşma oranlarının artmasınıkarmaşıklaşmalarım, yarattıkları düzenin adaletle uyuşturulmasını,adaletten nasibini alan Devlet'in sağladığı düzenin doğave nitelik değiştirmesini ve bu arada adaletin de değişik görünümve anlaşılış şekillerinin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını gayet ilginçbir şekilde açıklamaktadır 35 .S on uç:Devlet'in kaynağı ve doğuşunu açıklayan kuramlardan önemlisaydıklarımızı kısaca görmüş bulunuyoruz. Bu açıklamalardan, Lipson'mki bir yana bırakılırsa, geri kalan hepsinin, temel bir sağlamlığıve inanılır bir bilimselliği mevcut görünmemektedir. İlgili sosyalbilim disiplinlerinin günümüze değin meydana çıkarabildikleribulgulara bakılırsa, başlangıçta da belirttiğimiz gibi, bu kaynak vedoğuş konusunda gerçeğe tam uygun ve bilimselliği şüphe götürmezbir çözüme ulaşmamıza, şimdilik pek imkân da yoktur. Öyleise ne yapmak lâzımdır?Devlet'in kaynağı hakkında gerçeğe en yakın sonuçlara ulaşabilmekiçin, bu konuyu siyaset felsefesinin veya genel felsefenin ilgive ele alış düzeyinden çıkarmak bir ön koşul olarak karşımızaçıkmaktadır. Yukarda açıkladığımız gibi, Leslie Lipson'm yaptığıda bir bakıma, bundan ibarettir.Kaynak sorununu sosyolojik platformda ele almak ve bu olgununtarihsel, hukuksal ve hatta ırksal, siyasal ve psikolojik görünümlerinide gözden ırak tutmamak gerekmektedir. Bu katoloğa,hiç şüphesiz ekonomik faktörleri de eklemek icap eder.Psikolojik ve sosyolojik bakımdan, insanların gerçekten «s o s-y a 1» yaratıklar olduklarından şüphe edilemez. Tarih ve sosyolojibize, insanların hiçbir zaman ve yerde tek ve ayrı yaşayabildiklerinigöstermemektedir. Aristo'nun dediği gibi, toplumdan vazgeçilmesiimkânsızdır. Toplum içinde yaşamak, insanlar için bir zorunluluktur: Gerçekten, insanlar ancak toplumsal yaşam halinde,35 LİPSON, L. : age., s. 62.70


kendilerini savunmak, yaşamlarını sürdürebilmek için daha elverişlikoşullara kavuşabilmişlerdir. Lipson'ın bu noktayı çok açıkve isabetli bir şekilde belirlediğini hatırlatmak isterim. Toplumsalyaşam, frtak İhtiyaçların karşılanması bakımından en elverişliortamdır. Birlikte avlanmak, birlikte savunmak gibi.. Öte yandan,insanların değişik yeteneklere sahip olarak yaratılmış olmaları da,aralarında bu defa değişik ihtiyaçların giderilmesi konusunda, karşılıklıbir emek değiş tokuşunu zorunlu kılmıştır.İşte, insanlar, ihtiyaçlarının tatmini bakımından birbirlerinemuhtaç olduklarını idrak ettiklerinde, ortaya çıkan, beliren 'd a-yanışma duygusu' dur ki, Durkheim'ın ünlü ayrımına bakılırsaaslında sosyal olan bu dayanışma, «b e n z e y iş dolayisiy 1 e dayanışma» ve «iş bölümü dol a-yi s iyi e dayanışma» olmak üzere iki ayrı kesimde incelenmektedir.Kısacası, bir yandan sosyallik içgüdüsü (yani insanınsosyal bir hayvan olmasının yarattığıiçgüdü) ve diğer yandan sosyal dayanışma duygusu,insanlar için sosyal yaşam şeklini zorunlu kılan iki ana faktör olarakkarşımıza çıkmaktadır.Başlangıçta yer alan ve evrimsel nitelikteki bir modeli içerenDevlet tanımımızı hatırlayacaksınız : İnsanlar, ortak yararları vekarşılıklı ilişkileri ile bir arada yaşamayı yeğlediklerinde (tabiîbunda bir yandan sosyallik içgüdüsü ilesosyal dayanışma duygusu da etmen olmuştur),daha doğrusu buna mecbur olduklarında, ortaya çıkanve yararların ortak olmasına dayanan bu en basit ve en ilkeltoplum şeklinde bile, onu meydana getiren özel kişilerin yararlarınınüstünde ve o topluma özgü bir «Ortak Yarar» kavramınınmevcudiyetine rastlanır. Giderek bu ortak yarar kavramı dahagelişir ve belirginleşir, tşte her toplulukta kendini gösteren buortak yararı sağlayacak, koruyacak ve toplumu onun gereklerinegöre yönetecek bir otorite gereklidir. Yine biliyoruz ki, bu otoritenin,er geç belirmesi, ortaya çıkması da bir başka zorunluluktur: Otoritesiz, başsız, şefsiz bir toplum yaşayamaz. En basit veilkel topluluklarda dahi bir şefin ve otoritesinin mevcudiyetinin gerekliolduğu ve bunların kendiliklerinden ortaya çıktıkları bilinmektedir.îşte, kaba ve genel hatları ile, yukarda açıkladığımız şekilde ortayaçıkan bu otoriteye bağlı olan toplumsal yapı, daha sonra siya-71


sallaşmakta ve bunun, gereği olarak da daha karmaşık ve gelişginbir örgütleşmeye dönüşmektedir ki bunun en son aşamada vardığıgelişginlik dönemine biz DEVLET adını vermekteyiz.Devletleşme, insanların «siyasal yaratıklar» olmalarınında sonucu olarak gittikçe kuvvet kazanmakta ve kaplamsalbir olgu şeklinde hemen her yerde karşımıza çıkmaktadır. Bundankaçınmanın yolu olmadığı gibi, Devlet olma yönsemesinin ağırlaşacağmıveya duracağını gösteren hiçbir ciddi işaret de mevcutdeğildir. Dünyada Devlet sayısı artmakta, mevcut ve eski Devlet kuruluşlarıda giderek kuvvetlenmektedir. Bu noktada Marxist kuramınkehanetlerinden birisinin daha tutmadığını belirtmekte faydavardır : Sınıfsız toplum, Devlet ve siyasetsiz hayat şekli erişilmeyecekbir hayal olma niteliklerini korumaktadır. Siyasetsiz toplum olmadığıgibi, Devletsiz toplum ve insan yaşamı da şimdilik ulaşılmasımümkün olmayan ham bir hayalden ibarettir. Üstelik hemenbütün toplumsal yapılarda, gelişgin, az gelişgin ve bozulmakta olanlarda,siyasal hayata yeni sosyal güçler katılmakta, eski sosyal güçlerkuvvetlenmekte veya yenileri sür'atle oluşup değişmekte, dolayısiylebunları kanalize edecek siyasal kurumlaşmalara ve doğaldırki bunların başında yer alan Devlet'e duyulan ihtiyaç artmaktadır.Görülüyor ki, Devlet'in doğuşu ve kaynağı hakkında benimsediğimizve Devlet yapısına günümüzün koşulları içinde duyulan kesinihtiyaçların belirlenmesi ile bütünleştirdiğimiz yukarda yer alanaçıklamalarımız, aslında bir çeşit varsayımdan ibaret olmak mahiyetibelirgin görüşlerden ibarettir. Başlangıçta değindiğimiz Jellinek'inisabetli yargıları daha uzunca bir süre geçerliklerini koruyacağabenzemektedir : Her toplumsal yapının kendine özgü koşullarıolduğu, siyasal yapı haline dönüşüm her sosyal yapıda değişikgörünümlerde ortaya çıktığı için, Devlet'in kaynağı ve doğuşu hakkında,bütün toplumsal yapı çeşitleri için geçerli, genel ve tarihselgerçekliklere kesinlikle uyan bir öneride bulunmaya imkân yoktur.72


DEVLETİN UNSURLARI :Buraya kadar süregelen açıklamalarımızla, Devlet'in tanımı,mahiyeti, çarpıcı özellikleri yada karakteristikleri ile kaynağı vedoğuşu hakkında gerekli ön bilgileri edindiğimizi söylemek mümkündür.Şimdi sıra, özellikle Devlet'in tanımı ve mahiyetinin belirtilmesisırasında değindiğimiz ve oradaki açıklamalarımız sırasında bile,Devlet denilen karmaşık, sosyal, siyasal ve hukukî yapının meydanaçıkması için gerekli, vazgeçilmez nesneler niteliğinde bulunduklarınaişaret ettiğimiz unsurların ele alınıp açıklanmasına gelmiştir.Kamu hukukunun ilgi alanı içinde kalan konulara ilişkin heralt başlık gibi, ele alacağımız bu «Devlet'in unsurları»konusu da, mahiyeti itibariyle oldukça karmaşık bir görünümdedir.Bu karmaşıklığı, <strong>kamu</strong> hukukçularının Unsurlar sorununu elealıp incelemekte izledikleri kişisellik yanları belirgin çizgiler iyicearttırmaktadır : Hatırlıyacağmız gibi, Devlet'in tanımı ve mahiyetininbelirtilmesinde, nasıl, onun bir veya birkaç çarpıcı özelliğine diğerlerinegöre daha önde bir önem atfederek, o sorunların çözümlenmesiyoluna gidilmiş ise Devlet'in unsurları söz konusu oldukdada buna benzer bir yol izlenmiş, düşünürler, Devlet'in unsurlarındanbirine diğerlerine bakarak daha fazla önem vermişler, böyleceunsurlar konusunda da çok çeşitli ve çok defa birbirine tabantabana zıt görüşlerle karşılaşmamıza yol açmışlardır 36 .Unsurlar konusundaki görüş çeşitlilikleri, daha îlk Çağlar'dakarşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Aristotales, Devlet'in ülke, ahalive hükümet unsurlarına öncelik tanımış, bunları sadece açıklamaklakalmamış, bu unsurların en başarılı Devlet yapısı içinde nasılM OKANDAN, R. G. : age., s. 675 vd.; AKBAY, M. : age., s. 234.73


elirmesi ve işlemesi gerektiğini gösteren koşulları da açıklamaktaözel bir özen göstermiştir 37 . Modern Çağlar'da ise örneğin G. Jellinek,Devlet'in unsurlarını toprak, ahali ve iktidar olarak üç kısımdaortaya atmış, Carré de Malberg de aynı görüşü paylaşmış, dahabirçok yakın on yıllar siyasal bilimcisi ve <strong>kamu</strong> hukukçusu da aşağıyukarı bu yazarlara katılmışlardır 38 .Unsurları ele alış ve hattâ unsurların bölünmesindeki şekillerinayrılığı konusu üzerinde uzun boylu duracak değiliz. Her <strong>kamu</strong>hukukçusunun kendi tutumunun, en azından kendisince tutarlı gerektiririsebebleri vardır. Herşeye rağmen, Kamu Hukuku'nda Devletinunsurları konusunu, bunları iki kesime ayırarak incelemekyönsemesinin egemen olduğunu belirtmeliyiz. Bu kesimlerden ilkinde,Devlet'in vücut bulmasını hazırlayan maddî ve mukaddemunsurlar yer almaktadır; biz bunlara «öncül ve nesnelunsurlar» demeyi yeğliyoruz. İkinci kısımda ise, Devlet'infiilen ve hukuken bir varlık, bir siyasal kurum olarak bütünleşmesinisağlayan, tamamlayan unsurlar yer almaktadır ki bunlara daDevlet'in «kurucu un surları» adını vermekteyiz 39 .I) Devlet'in Öncül ve Nesnel Unsurları :Devlet'in öncül ve nesnel unsurları ile murat edilen, Devlet denilensosyal, siyasal ve hukukî karmaşık yapının ortaya çıkması,belirmesi için gerekli bulunan, yani mevcut olmadıkları takdirdeböyle bir yapının ortaya çıktığını iddia etmemize de imkân bulunmayanunsurlardır. Bu nedenle, öncül ve nesnel unsurlar, adlarındanda anlaşılacağı gibi, bir bakıma Devlet'in sosyal gerçekliktekive hukuksal alandaki mevcudiyetine tekaddüm etmektedir. Başkadeyişle öncül ve nesnel unsurlar, Devlet yapısının asıl ve zorunlumalzemesinden ibarettir. Biz bir başka açısından, öncül ve nesnelunsurlara, Devlet yapısının içinde doğup, büyüyeceği, gelişeceği ortamadını da verebiliriz.Burada bir yanlış anlamaya sebebiyet vermemek için, bir noktayıhemen açıklığa kavuşturmakta fayda vardır : Devlet'in öncülve nesnel unsurlarının, onun doğuşu, oluşumu ve gelişmesi bakım-"OKANDAN, R. G. : age., (aynı yerde).s« JELLINEK, G. : age., c. II, s. 17 vd, 34 vd., 61 vd.; CARRE DE MALBERGR. : Contribution a la théorie générale de l'Etat, Paris 1920, c. 1, s. 2 vd39 OKANDAN, R. G. : age., s. 676.74


Iarmdan bu derece gerekirliğinin, zorunluluğunun geçici olduğunusanmamak icap eder. Başka deyişle, öncül ve nesnel unsurlar, dahasonra değineceğimiz kurucu unsurların bunlara eklenmesi yolu ile,bir kez Devlet denilen karmaşık yapının oluşumuna yol açtıktansonra, görevleri sona eren elemanlar sayılmamalıdır; tam aksine,öncül ve nesnel unsurlar, Devlet meydana çıktıktan sonra da onunaslî unsurları olmak itibar ve önemlerini muhafaza ederler. Öyleki, öncül ve nesnel unsurların tamamen ortadan kalkması halinde,bu defa mevcut Devlet'in de yıkıldığını, ortadan kalktığını kabul etmekzarureti ile karşılaşılır. Şu kadar ki, öncül ve nesnel unsurlardanbirisinin veya her ikisinin Devlet ortaya çıktıktan sonra, tüslü nedenlerle belirsizleşmeye yüz tutmaları halinde de başka sorunlarlakarşılaşılması mukadderdir. Bu ve benzeri durumların yarattığısorunlara ilerde yeri geldiğinde değineceğiz.Devlet'in öncül ve nesnel unsurları beşerî (= i n s a n topluluğu,halk veya ahali) unsur ve fiziksel (= ü 1-ke, toprak parçası) unsur olarak ikiye ayrılmaktadır.ilk bakışta kolayca görülebileceği gibi, Devlet denilen kurumveya yapının meydana çıkabilmesi için, bir insan topluluğuna ve butopluluğun üzerinde yerleştiği, dolayısiyle Devlet'in buyruklarınınve kudretinin geçerli sayılacağı bir «a 1 a n»a, yani «ü 1 k e»yeihtiyaç vardır. însan unsurundan mahrum, ülkesi de bulunmayanbir Devlet kolayca düşünülemez. Yalnız unutulmamalıdır ki, sadecebelirli bir ülkenin ve bir insan topluluğunun mevcudiyeti, oradahemen bir Devlet'in oluştuğu, mevcut bulunduğu anlamına kesinliklegelmez. Bu noktada, başlangıçta ele aldığımız, Devlet'in mahiyetinianlamamıza yardım eden, evrimsel ve aşamalı Devlet tanımıhatırlanmalıdır. O tanımın da ortaya koyduğu gibi, ülke ve insanunsurlarının, üstün bir kudret ve Devletleşme yolundaki isteklerve bu isteklerin gerçekleştirilebilmesi halinde ancak Devlet olgusuile karşılaştığımızı ileri sürmek mümkün olabiliyordu. Demekki,Devlet'in oluşumunda ülkenin ve insan topluluğunun mevcut olmalarınınzorunluluğu ile murat edilen, herhalde, bunlar mevcut olduğutakdirde, Devlet'in de kendiliğinden ortaya çıkacağı değildir.1. Devletin İnsan Unsuru :Bir devletin vücuda gelebilmesi için, herşeyden evvel bir insantopluluğunun mevcudiyetinin gerekli olduğundan şüphe edilemez.75


Daha önce üzerinde durduğumuz ve açıklamaya gayret ettiğimizDevlet'in bir soyutlama sayılması gerektiği yolundaki çarpıcı özellikveya Devlet karakteristiği, hiçbir surette, onun sadece bir soyutlamadanibaret bulunduğu, nesnel, dolayısiyle beşerî varlıklarla hiçbirilgisi bulunmadığı anlamına gelmez. Tam aksine, bugün Devletdenilince asıl, (ister millet, ister halk yada ahaliveya daha iyisi belirli bir gelişim düzeyineulaşmış insan topluluğu deyiniz,her ne olursa olsun) mutlaka insanların oluşturduklarıbir camia, bir bütünleşme akla gelmektedir.Devlet'in meydana gelmesi için çok önemli bir unsur niteliğinitaşıyan insan unsuru konusunda, karşımıza çıkan ilk problem«terminoloji»sorunudur : însan unsurunu belirtmek için,daha açık ve seçik bir şekilde bu unsuru anlamlandıracak terin!acaba ne olmalıdır? Bu konuda ayrı terimlerin mevcudiyeti karşısın,da bunlardan hangisinin yeğlenmesi doğru olacaktır?Terim sorunundan sonra ele alınması gerekli diğer alt sorunlarolarak karşımıza, insan unsurunun niceliği yada, başka deyişlebu unsurun mevcudiyeti için gerekli insanların sayısı, bu unsurunniteliği, Devlet'in bireyci ve toplumcu anlaşılış şekilleri, milletdüzeyine ulaşmış insan unsuruna bağlı Devlet telâkkisi, insanunsurunun hukukî mahiyeti, Devlet - insan unsuru ilişkilerinin gerçekçibir değerlendirmesi gibi konular çıkmaktadır ki şimdi bunlarısırasiyle ele almanın zamanı gelmiştir.A — Terim Problemi :Devlet'in insan unsurunun belirtilmesinde yazarlar, değişik terimlerkullanagelmişlerdir; bunlar arasında teb'a, halk, ahali, nüfus,insan topluluğu ve nihayet millet özellikle kaydedilmelidir. Kısacası,tercihler, görüşler ve bunlara bakarak kullanımlar ayrılık göstermektedir.İnsan unsurunu göstermek bakımından ayrı bir önem taşıdığıiçin «millet» terimi üzerinde özellikle durmamız gerekmektedir.Bilindiği gibi millet, aslında sosyolojik bir kavramdır. Sosyolojide,belirli bir aşamada, evrim konağında bulunan insan topluluklarınaancak millet adı verilir. Ernest Renan'm bugün bile geçerliğinikoruyan ünlü tanımına göre millet, « ma zide müşte-76


ek mefharetlere ve bugün müşterek biriradeye malik olmak, beraber büyük işleryapmış bulunmak ve yine bu yoldabüyük işler yapmak arzusunu beslemek»gibi ortak hatıralara ve niyetlere sahip insan topluluğudur. Aslınabakılırsa, Renan'm saydıkları, bir anlamda millet olabilmenin koşullandır.Bu noktada karşımıza çıkan ilk sorun şudur : Eğer Devlet, insanunsuru yalnızca «m illet» olabilen sosyal ve siyasal yapıyaverilen ad ise, acaba insan unsuru henüz «m illet» aşamasınaulaşmamış yapılara Devlet dememek mi gerekecektir? Bu sorun gerçektenönemlidir : Eğer Devlet, sadece insan varlığı «m illet»olan yapı ise, bilinen deyimi ile «m i 1 1 î Devlet» olarak anılansiyasal kurumların dışında kalan örneklere bir başka ad bulmakgerecektir. Aslında bu sorun, bir terim problemi olmanın ötesinde,insan unsurunun niteliği probleminin sınırları içine girerve bu nedenle asıl o kesimde ele alınacaktır. Terim sorunu ile ilgisiaçısından ve sınırlılık kaydı ile şimdilik şu söylenebilir :Devletlerin önemli bir kesimi için, insan unsurunun millet olaraktanımlanması aslında çok yenilerde benimsenmiştir. İnsan unsurumillet olarak tanımlanamayacak Devlet'ler uzun yüzyıllardanbu yana mevcut olmuştur. Günümüzde milletleşmeden Devlet olabilmeolanaklarına kavuşabilen insan topluluklarının sayısı hiç deaz değildir. Öte yandan millî-devlet, günümüzde egemen devlet tipiolma niteliğini korumaya devam etmektedir.Millet deyimi, fransızca «Natio n», milliyet ise «n a t i-0 n a 1 i t é»ye tekabül etmektedir; bu ikincisi fransızcada, belirlikriterleri olan bir millî devleti teşkil edebilecek insan topluluğunuifade etmekte ve böyle bir Devlet'i meydana getirebilecek olan«nationalit é»ye de «nation» denmektedir. Burada«natio n»dan anlaşılan yine Renan'dan esinlenilerek, özelliklesoy ve dili aynı olan, uzun zamandan beri yararları ortak bulunanve aynı toprak üzerinde yaşayan bireylerden meydana gelen bir insantopluluğudur 40 .Dilimizde bu «natio n»a karşın, arapçadan alınan «m i 1-1 e t» sözcüğü kullanılmaktadır. Terim kaynağında ve bizde deKOKANDAN, R. G. : a.g.e. s. 678.77


uzunca bir süre, daha çok ve aslında din birliğine dayanan insantopluluklarını göstermek için kullanılmıştı. Osmanlılarda, resmî metinlerdebile, bir zamanlar «y a h u d i milleti», «islammilleti» ve hattâ «h r ı s t i y a n milleti» ve benzeritamlamalara sık sık rastlanmıştır. Bugün için millet kelimesinindin aynılığına dayanan insan topluluklarını göstermekte kullanılmasınapek rastlanılmamaktadır 41 .Bir bakıma, millet kelimesinin tarihçesi de pek eski sayılmaz :Örneğin İlk ve Orta Çağlar'da, en azından bu kelimenin, bugün veyadaha sonra anlaşılan şekli ile kullanıldığına tanık olamıyoruz.Kaldı ki, İlk Çağlar'da ve hattâ Orta Çağlar'da Devlet'in insan unsurunun,aralarında soy, dil ve din bakımlarından aynılık veya benzerlikbulunan topluluklardan oluştuğunu ifade etmeye de imkânyoktur. İlk ve Orta Çağlar'daki imparatorluklar hatırlanırsa, bunlarınçeşitli halklardan, değişik ırksal kökenlerden, ayrı dil ve dingruplarından oluşan bir insan unsuruna sahip olmaları karşısındabu insan unsurunun «millî» nitelikte sayılamayacağı sonucunakolaylıkla varılabilir. Ancak XVI. Yüzyıldan başlamak üzere ve ModernÇağ ile birlikte, Devletin insan unsurunun bugün millet dediğimizvarlıkta toplanan özellikleri içermesi gereği üzerinde bazı görüşlerinileri sürüldüğüne tanık olabilmekteyiz. 1789 Büyük FransızDevrimi ve onu izleyen gelişmeler, millet terimine giderek açıklıkve kesinlik kazandırmış, terim daha sonra anayasalara da girmeksuretiyle hukukileşmiştir. Bu sözü edilen gelişimin yanı sıra,millet olma aşamasına ulaşmış toplulukların Devlet kurma haklarınınmevcudiyetine dayanarak Devlet kurma çabalarını yoğunlaştırmaları,bu uygulamaların teorik temellerini teşkil eden bir kuramınortaya atılmasına sebebiyet vermiştir ki «M illiyetlerTeorisi» olarak bilinen bu kuram ile onun değişik ve yenişekli, uygulanabilme olanakları üzerinde ilerde durulacaktır.Millet teriminin kapsamını genişletmesi ve bir bakıma anlamve sınırlarının belirginleşmesi ve bu arada milletleşme olgusunungenelleşmesi, XIX. Yüzyılın en belirli olaylar kümesini teşkil etmişve nihayet yüzyılımızda, millî kurtuluş hareketlerinden başlayarak,milletleşen yapıların Devlet'leşme çabaları ve bunun çok defa başarılısonuçları, dünya siyasal arenasında hemen her gün karşılaştığımızbir gerçeklik niteliği kazanmıştır.41 OKANDAN, R. G. : age., (aynı yerde).78


Terim konusundaki. açıklamalarımızı dalia fazla uzatmanın gereğiyoktur. Bu konuda son olarak, önemli bir noktaya değinmekistiyoruz : «M illet» kelimesi, çok defa «Devle t» kavramıiçin ve onu göstermek üzere kullanılmaktadır. Örneğin «M i 1-I e t 1 e r Cemiyeti», «Birleşmiş Milletler» gibikurumların adlarında geçen «m illet» sözcüğü, veya «m i 1-1 e 11 e r ailesi», «m illetler camiası» gibi milletlerarasıilişkiler alanında sık rastlanan tamlamalarda yer alan aynıkelime, aslında «Devle t» yerine kullanılmıştır. Bu bir karıştırmadançok, millî yapılarla Devlet'Ierin özdeşliğini ve milletlerarasısiyaset alanında millî-Devlet tipinin asıl özneler olarak egemenliğinigöstermektedir, diyebiliriz.Milliyet ve milliyetçilik terimlerinin kullanılmasında da değişiklikve karışıklıklara rastlanılmaktadır ki bunlara da yeri geldiğindedeğineceğiz.B — Nicelik (İnsan Topluluğunun Sayısı) Sorunu K :Devlet denilen siyasal kurumun ortaya çıkması için gerekli insanunsuruna, ister «m illet», ister «h a 1 k» yada «insantopluluğu» adı verilsin, bu adlandırma salt terminoloji sorunuolarak kaldığı sürece, önemli bir problem sayılmayacaktır. Birbakıma önemli olan adlandırmadan çok, bu insan unsurunun sayısıdır,denilebilir. Bir Devlet'in vücut bulabilmesi için acaba en azkaç kişiye ihtiyaç vardır?Aslında, bir Devlet'i meydana getirmek için gerekli ve asgariinsan sayısının bilinmesi, kesinlikle çözümü mümkün bir problemolarak takdim edilebilecek nitelikte de değildir. Bu konuda getirilecekçözümler, tarihsel çağa, evrime, ilkellik yada gelişim durumuna,her siyasal topluluğun kendi iç yapısına özgü koşullara ve nihayetbütün bunlara bağlı olarak ileri sürülebilecek daha bir yığınfaktöre bakarak değişik olacaktır.Düşünürlerin bu konuda söyledikleri de değişik olmuştur : ÖrneğinAristo, bir site Devlet'i için kadınlar, çocuklar ve esirler dışındaiki bin vatandaşın en uygun miktar olacağını ileri sürmüştür43 . Eflatun «Kanunlar» adlı diyalogunda beşbin kırk va-« OKANDAN, R. G. : age., s. 682 vd. AKBAY, M. : age., s. 234-235; WILLOUG-IIBY, W. W. : age., s. 68.* AKBAY, M. : age., s. 234 (B. de Villeneuve, age., s. 194'den naklen).79


tandaştan bahsederki, aslında Devletin vatandaş olmayanlarla birlikteinsan unsurunun sayısı, tahminen yirmi bin kişiye varmış olmaktadır" 4 .Aristo ve Eflatun'un önerileri, unutulmamalıdır ki, site Devlet'iiçindir. Günümüzde insan unsurunun asgari sınırını belirleyenbir sayının öne sürülmesinin gülünçlüğü meydandadır. ZamanımızınDevletleri nüfus bakımından birbirlerinden o derece farklıdırlarki, örneğin bir Andorra veya St. Marin Cumhuriyeti ile Çin HalkCumhuriyeti, A.B.D. yada Hindistan'm insan unsurlarının sayılanbakımından karşılaştırılmaları düşünülemez bile..İnsan unsurunun sayısı veya nicelik sorunu, günümüzde örneğinİlk Çağların site devletleri için düşünülebilecek önemlerini korumamaktadır.Günümüzün Devleti için, insan unsurunun sayısındançok niteliği önemlidir. Herşeye rağmen, zamanımızda da, insanunsurunun alt ve üst sınırlarının belirlenmesi konusunda bazı ölçütlerdensöz edilebilmiştir : Del Vecchio gibi bazı yazarlar, bir Devlet'in ideal nüfusunun, ekonomik bakımdan kendi kendine yeterliği,yani ekonomik otarşiyi sağlayacak miktarda olmasını savunmuşlardır.Ekonomik otarşi kriterine dayanan görüş, kabul edilmemiştir: Önce otarşinin ölçü ve sınırını, derecesini belli etmek olanağımevcut değildir : İnsanların ihtiyaçları artmakta ve değişmektedir;bu durumda otarşinin gerçekleşmesi bir hayalden ibarettir 45 .Öte yandan, kendi kendine yeterlik, aslında bugün hiçbir Devletiçin söz konusu olamaz. Milletler ailesinin önde gelen üyeleridahil, bugün yeryüzünde hiçbir Devlet, doğal kaynaklan ne derece ,zengin olursa olsun, kendi kendine yeter durumda sayılamaz. Teknolojive haberleşmedeki hızlı gelişmeler, otarşi yerine karşıhklıve artan oranlarda mal ve bilgi mübadelesini zorunlu kılmaktadır.Bugün otarşi, ancak oranlı ve değişir ve hiçbir şekilde mutlak olmayanbir ölçüt olarak kabul edilebilir.Buraya kadar söylenilenlerden günümüzün Devlet'inin insanunsurunun sayısı ile ilgili hiçbir problemi kalmadığı sonucu çıkarılmamalıdır.Nüfus patlaması, gizli ve açık işsizlik, nüfus hareketleri,artan nüfusu doyurma ve benzeri sorunlar yeryüzündeki tüm siyasalyapıları ciddî bir şekilde meşgul etmektedir. Böylece diyebili-«AKBAY, M.: age. s. 235 (Villeneuve'den naklen).« AKBAY, M. : age. (aynı yerde); ayrıca bk. ORANDAN, R. age. s. 683.80


izki, insan unsurunun sayısı veya nicelik sorunu, günümüzde yinemevcuttur; fakat, modern dünyada artık, Eski Yunan'da olduğu gibiasgarî sayının tesbiti değil, fazlanın yarattığı sorunlar önem kazanmıştır**.C — İnsan Topluluğunun NiteliğiSorunu:Devlet'in insan unsurunun sayısı, miktarı, yukardaki bölümdeson paragrafta söylenilenler saklı kalmak kaydı ile, aslında önemlibir sorun teşkil etmemektedir; önemli olan, bu topluluğu oluşturanbireylerin sadece bir insan çokluğundan, yığınından ibaret olmamalarıdır.Gerçekten, gelişi güzel bir araya gelmiş kimselerden oluşmuşbir topluluğun Devlet'in insan unsurunu meydana getirebileceğikolayca düşünülemez; çünkü, Devlet'in insan unsurundan asılanlaşılması lâzım gelen, çeşitli sebeb ve faktörlerin etkisiyle bir arayagelmiş, birbirlerine bağlı ve aynı zamanda bir Devlet'i teşkil edebilecekerginliğe erişmiş bir insan topluluğudur.Görülüyor ki, Devlet'in oluşumunu hazırlayan bu insan unsurununniteliklerini bilmemiz ve özellikle, hangi etmenlerin sonucuolarak ortaya çıktığını göstermemiz ve hattâ hangi koşullar altındabunun bir Dvlet'in insan unsurunu teşkil etmek düzeyine erişmişsayılacağını belirtmemiz gerekmektedir. Hemen belirtelim ki, birçok yazarlar, Devletin insan unsurunun oluşumu ile ilgili sorunlarıncevaplarını ırkçı kuramlarda aramışlar ve kısaca, bir milletinancak aynı ırktan olan kimseler tarafından oluşturulabileceğini iddiaetmişlerdir; bu ve benzeri görüşlerin bilimsel bir eleştiriye dayanmagüçleri yoktur. Bugün ırklar kokteyli görünümünde milletlerinmevcudiyeti hatırlanmalıdır. Özellikle Kuzey Amerikalılarınoluşumu ve bir Amerikan milletini teşkil edebilmeleri bu vadidemutlaka hatırlanması gereken çarpıcı bir örnektir 47 .Dil birliğinin de, çok defa, Devlet'in insan unsurunun oluşumundave onun milletleşmiş sayılmasında ana etmenlerden birisi* Özellikle az-gelişmişlerde nüfus fazlasının siyasal gelişme açısından yarattığısorunlar için bk. RUSTOW, Dankwart A. : 'A World of Nations'—Problems of Political Modernization—, Washington, 1967, s. 244-245; ayrıca: HUNTINGTON, S. P. : age. s. 433 vd.47 KOHN, Hans : 'The Idea of Nationalism', New York 1948. Özellikle Amerikanmilletinin oluşumu için bk. : KOHN, Hans : 'American Nationalism'— An Interpretative Essay— (Collier Books), New York, 1961, Aynca :SCHÄFER, BOYD C. : 'Nationalism : Myth and Reality', (Harcourt, 1955).81


olarak sunulduğuna tanık olmaktayız. Bu konuda, özellikle Almanyazarlarının, ırk ve soy birliğine ek olarak, dil birliğine verdikleriönem hatırlanmalıdır. Alman yazarları, aynı soydan gelen ve aynıdili konuşan toplulukların, mutlaka tek bir Devlet'in otoritesi altındatoplanmaları lüzumundan söz etmişlerdir. Hiç kuşkusuz denilebilirki, belirli bir milletin üyeleri olan bireyler, genellikle aynıdili konuşurlar; fakat bu durumun istisnaları o kadar çoktur ki,dil birliğini milletleşmede kesin bir ölçüt olarak kabul etmemizolanağı da bir bakıma ortadan kalkmaktadır. Belirli bir millî toplumsalyapıda birçok lehçelerin hattâ pek çok lisanın konuşulduğunarastlamamız doğal ve mümkündür. İsviçre'de bir kısım kantonlardafransızca, diğer bazılarında ise italyanca ve almanca konuşulmasıve İsviçreli denen kimsenin genellikle her üç dili de konuşabilmesibu alanda en çok gösterilen örnektir' 18 .Din birliği de tek başına, millet kavramının karakteristik özelliğisayılamaz. Türkler ve çeşitli Arap milletleri ayrıca İranlıların biıkesimi müslüman olmalarına rağmen, aralarında millet ilişkisi yoktur.Gerçi din birliği veya dinsel inançlardaki ortaklık, yada aynıdine bağlılık, insanlık tarihi boyunca siyasal yapıların oluşumunda,Devletleşmede gerçekten önemli bir rol oynamıştır. Ortak birdinsel inanç bağının mevcudiyetinin, aynı Devlet'in sultası altındabulunmayı kolaylaştırdığına rastlanılmıştır. Şu var ki, günümüzünDevlet'inin insan unsurunun oluşumunda dinsel inanç ortaklığının,din birliğinin önemi ve etkisi yok denecek kadar azdır 49 .Sonuç olarak denilebilir ki, ne soy, ne din ve ne de dilbirliği,bir milletin vücut bulması için tek başlarına yeterli birer faktörsayılabilirler.. Bunlar olsa olsa milletleşme olgusunu kolaylaştıranfaktörlerdir; fakat mevcudiyetleri halinde mutlaka millet olgusununyaratılmış sayılması gerekmez.Soy, din ve dil birliği gibi faktörlere ilâveten tarih ve gelenekbirliği, çok defa aynı ülkede oturmaktan dolayı ekonomik ihtiyaçlarınbir çeşit beraberlik veya benzerlik göstermesi hattâ aynı hukuksistemine ve düzeyine bağlı olmak gibi etmenlerden de sözaçılabilir 50 .« OKANDAN, R. : age. s. 690-691.* AKBAY, M. : age.s. 239; OKANDAN, R. : age. s. 691-692.50 «Milliyet» ve «millet» kavramlarının ilk anlaşılış şekilleri için bk. : MILL,John Stuart : 'Considerations on Representative Government', 1861 (Chap.82


Buraya kadar söylenilenlerden çıkartılan sonuç şudur :Bir milletin oluşumunu, niteliklerini bir tek esasa, unsura bağlıkalarak açıklamak imkânsızdır : Bir milletin meydana gelmesinde,aynı soydan gelmenin, aynı dine bağlılığın ve aynı dili konuşmanınve nihayet belirli biı ülkede birlikte yaşamanın yarattığı ortakve benzer ekonomik ihtiyaçları bulunmanın ve nihayet aynı hukukdüzeyine bağlı bulunmanın yarattığı etmenlerin, az veya çoketkili olduğu muhakkaktır. Hele, birlikte yaşamanın uzaması halindebu faktörlerin kaynaştırıcı rolünü daha belirgin bir şekildegözlemek olanağımız da muhakkak ki artar. Şu var ki, bütün bu sayılanlarınmevcudiyeti yeterli değildir : Ernest Renan'ın başlangıçtadeğindiğimiz ifadesi ile, halen beraber yaşamak, gelecek kuşaklaraintikal ettirmek için ecdaddan devralınan manevî mirasa ve geçmişinparlak ve karanlık günlerinin hatırasına bağlı bulunmak ve en önemlisibütün bunlara göre gelecekte de birlikte yaşamak arzusunu muhafazaetmek, bir millet olmanın en önemli koşulları arasında sayılabilir.Bütün bu faktörler, bir noktada düğümlenmektedir : Birlikteyaşamak isteğinin mevcudiyeti.. Bu istek bir bakıma milletolmanın en önemli koşuludur. Birlikte yaşamak arzusu, öte yandan,millet ve vatan sevgisinden, yada daha uygun bir deyişle yurtseverlik duygusundan başka bir şey değildir.Jellinek'in dediği gibi, insanlardaki bu yurtseverlik duygusu,içinde bulundukları toplumun uygarlık düzeyi ile doğru orantılıolarak artar. Başka deyişle, değişik ve özellikle üst uygarlık düzeylerindebulunan milletlerle ilişkilerini yoğunlaştıran bir milletin bireylerininyurtseverlik duyguları da gelişir ve üst düzeydeki uygarlığaulaşabilme, ortak bir çaba, uğraş niteliği kazanır. Görülüyor ki,yurtseverlik duygusu, bir bakıma, bir milletin ayırıcı ve dinamikvasfını ifade etmektedir 51 .Yurtseverlik duygusu ile kaynaştırılmış diğer nesnel ve soyutfaktörlerin oluşturduğu milletin, doğal ve sosyal bir varlık teşkil ettiğinikabul etmek zarureti mevcuttur : Yukarda ilişilen faktörlerve yurseverlik duygusu, hemen bütün milletlerin oluşumunda etkili16) : RENAN, Ernest : Qu'est-ce qu'une nation? (Paris : Calman-Lèvy,1882), Türkçe tercümesi için : RENAN, E. : 'Millet ne dir?', «Ülkü», sayı77, Temmuz 1939, C. XIII, s. 396—, sayı 78, Ağustos 1939, s. 514 vd.;SNYDER, LOUIS L. 'The Dynamics of Nationalism' (Van Nostrand, 1964);kısa ve faydalı bir özet için : RUSTOW, D. : age. s. 20-31.sı AKBAY, M. : age. s. 240'dan naklen JELLINEK, G. : age. C. 1, s. 210.83


olmuştur. Ancak bu sözü edilen faktörlerin her milletleşme olgusundaaynı derecede önemli bir rol oynadığını iddia etmek de doğruolmaz. İşte bütün bu ve benzeri nedenlerle, milletin objektif vekaplamsal bir tanımını yapmak güç olmakla beraber, şu yolda birtanımlamanın şimdilik yeterli sayılabileceği ileri sürülebilir :«M illet, belirli bir ülkede yaşayan, ırk,din, dil, tarih, yasa, gelenek ve göreneklerinbirliği, fizik ve fikri benzerlikler,ekonomik ihtiyaçlardaki benzerlik ve dayanışmagibi etmenlerle, birlikte yaşamak konusunda istekli ve meydana getiıdikleriuygarlığın özelliklerinden dolayıve bu oranda kendilerini diğer toplumlardanayrı hisseden insanlardan oluşmuşbir topluluktur» 52 .D — Millet Kavramının Siyasal Alana Sıçraması :Milliyetler Kuramı :Tanımı oldukça güç bir kavram, bir sosyal olgu olmasına rağmen,millet, «m illiyetler kuramı» adı ile tanınan birsiyasal cereyana kaynaklık etmiştir.Milliyetler Kuramı kısaca şöyle tanımlanabilir :«Bir milleti oluşturacak derecede veoranda gelişmiş her kavim, bağımsız birsiyasal yapı halinde yaşamak hakkınımeşru olarak talep edebilir».Milliyetler Kuramı, Fransız Devrimi'nden kaynağını almaktadır.Büyük Fransız Devrimi'nin yarattığı demokrasi akımının milletlerarasıilişkiler alanındaki görünümü, milliyetler ilkesi veyaprensibi olmuştur. Bu uygulamada asıl önemli olan, milletlerin detıpkı bireyler gibi, hak süjesi, öznesi olacakları, sayılabilecekleridüşüncesidir. Hak süjesi olmanın doğal sonucu, iradesi bulunmakve bu iradesine dayanarak kendi mukadderatını bizzat kendisi tayinetmektir.Hemen görülüyor ki, milliyetler kuramının yukarda özetlenenanlaşılış şekli, Devletler Umumî Hukuku'na yabancıdır; çünkü bua AKBAY, M. : age. s. 240.84


hukuk alanında ancak Devletler ile onların meydana getirdikleri ortakkuruluşların hak özneliği söz konusudur. Yine bu hukuk açısından,Devlet'e hak sahibi, hukukî bir varlık olarak bakmak esas olduğundanmillet'i de aynı durumda kabul etmek, örneğin milletinhukukî bir varlık sahibi olduğundan söz etmek imkânsızdır. Aslındamillet olgusunu yaratan ilişkiler de hukuksal sayılamazlar; milletbağı, siyasal, etnografik, kültürel, psikolojik v.b..., bir bağdır.Bütün bu nedenlerle, milliyetler ilkesinin yada kuramının, milletlerarasıhukuktan çok, milletlerarası ilişkiler ve milletlerarası siyasetalanında geçerli ve etkili olduğunu belirtmek zorunluluğu vardır.Gerçekten sözü edilen ilke, yada kuram, XIX. yüzyıldan başlamaküzere etkisini asıl milletlerarası ilişkilerde göstermiştir. Nevar ki, bu kuramın milletlerarası ilişkiler alanındaki anlaşılış şeklide çeşitli siyasal sebeb ve tercihlerden dolayı ayrı görünümlerdeortaya çıkmıştır :Örneğin ünlü İtalyan Devlet kurucusu ve düşünürü Mancini,Devlet yerine milleti Devletler Hukuku'nun öznesi olarak kabul etmiştir.Mançini'ye bakılırsa, mevcut devletler, keyfî ve yapay olarakoluşturulmuş yapılardır ve bunların hak öznelikleri de yapaydır.Bu duruma bir son vermek için, Devlet yapay kuruluşu içindedoğal bir yapı, unsur niteliğindeki milleti esas olarak kabul etmekyeterlidir. Sonuçda karşılaşılan durum şudur : Her milletinkendine özgü bir Devlet'i oluşturmak, meydana getirmek hakkı vardır;daha kısa bir deyişle, her millet bir Devlet teşkil etmelidir 53 .Mançini'nin düşüncelerinde, İtalyan yarımadasının onun devrindekibölünmüş görünümünün ve İtalyan milletinin İtalyan birliğindebulduğu özlemin derin izlerini görmek çok kolaydır.Alman yazarları da milletler kuramını kendi ulusal yararlarınauygun şekilde anlamak ve yorumlamak yolunu tutmuşlardır : Gerçekten,Fichte ve Treischke'ye göre M , bir milleti herhangi bir Devlet'ebağlı kılan kendi hür iradesi değil, fakat onun dışında ve üstündetarih, ırk, din ve dil birliği gibi bir takım faktörlerdir; bunedenlerle, bir komşu Devlet'in uyruğu olmakla beraber, Almanlarlaaynı dili konuşan yada aynı ırktan olan bir takım azınlıkların,53 AKBAY, M. : age. s. 241; ayrıca bk. : JOHANNET, René : 'Le principe desNationalités', Paris ,1923; DEUTSCH, Karl W. : 'Nationalism and SocialCommunication', New York, 1953, özellikle s. 1-15.«DEUTSCH, Karl W. : age. s. 11.85


kendi istek ve iradeleri nazara alınmadan, büyük Alman Devlet'inekatılmaları gerekmektedir. Görülüyor ki Alman yazarları, büyükAlmanya ideali uğruna, milliyetler kuramının en aşırı ve sert şeklinibenimseyip bunu uygulamaya aktarmak yolunu yeğlemişlerdir.Acaba milliyetler kuramından gerçekte anlaşılması gereken şeyne dir? Bugün için milliyetler kuramının yukarda belirtilen aşırılıklardankurtulduğu söylenebilirse de, milletlerarası siyaset arenasındabu kuramın elverişli bir hücum ve savunma aracı olarak kullanılmasınadevam edildiği de muhakkaktır. Herşeye rağmen, milliyetlerkuramından bugün anlaşılan, daha çok, milletlerin kendi mukadderatlarınahakim olma haklarıdır. Prensip bu şekilde ifade edilmekleberaber, bunun uygulamaya aktarılması ve bundan da sonuçalınması hiç de kolay olmamaktadır :Dünyanın belirli ülkelerinde bir takım ayrı millî topluluklarınaynı toprak parçası üzerinde yaşadıklarını hatırladığımız zaman,bir ülkede yaşayan bütün millî unsurlara kendi mukadderatlarınıtayin etme hakkı verildiği takdirde, siyasal bütünlüğün bozulacağı,Devlet'in parçalanacağı muhakkak gibidir. Öte yandan, kendimukadderatına hakim olma hakkı yalnızca millet düzeyine varmışhalklara tanındığı takdirde, bu defa karşımıza, bu dilemde bulunantopluluğun gerçekten millet olup olmadığının saptanması sorunuçıkar. Milletleşmenin kesin kriterleri olmadığı gibi bu aşamanınkesin bir bilimsellikle saptanması olanağı da mevcut değildir. Buaçmazdan kurtulabilmek üzere, kendi mukadderatına hakim olmaistemi ile ortaya çıkan toplumların, bir bakıma millet aşamasınaçoktan ulaşmış sayılmaları gerektiği de düşünülebilir; fakat hemenkabul etmemiz gerekir ki, bu kolay ve cazip görünen çözüm şeklininancak teorik bir geçerliği olduğu ileri sürülebilir. Uygulamada vesiyasal gerçeklikte, her özgürlük ve bağımsızlık ve ayrılma dilemindebulunan topluluğu, millet aşamasına ulaşmış ve böylece bu istemlerdebulunmaya hak kazanmış saymak, içinden çıkılmaz çatışmave uyuşmazlıklara kapıları açmak demek olur.İkinci Dünya Savaşı sonrasının getirdiği milletleşmemiş toplumsalyapıların önce Devletleşmeleri olgusunun giderek sıklaşması,probleme yeni boyutlar kazandırmıştır. Özellikle Afrika'da bir takımtopluluklar önce bağımsızlıklarını kazanmışlar, kendilerine bifmodel anayasayı beğenip benimsemeleri tavsiye edilmiş ve bu türtoplumlar çok kez ümit ettiklerinden de çok kısa bir zaman içinde86


ir Devlet'e sahip olabilmişlerdir. îşte bütün güçlükler de bundansonra başlamıştır : Tek bir Devlet yapısı içinde yapay olarak bütünleştirilmekistenilen çeşitli nitelik ve görünümdeki gruplar, özellikleAfrika söz konusu oldukda kabileler, bağımsızlık istemlerininhaklı sahipleri olarak ortaya çıkmışlardır. Bu çabaların sonucu, Nijeryave Kongo'da tanık olduğumuz trajedilerdir. Özellikle Afrika'­da her kabilenin milliyetler kuramından yararlanmak hakkı bulunduğunukabul etmenin yada bunun daha ılımlı görünümü olan kendimukadderatını bizzat tayin etme yetkisine sahip olduğunu sanmanıntutarlı yanı yoktur; tek başına ve soyut olarak bu durum,üzerinde durulan kuram ve ilkenin, bazan tüm reddi yolundaki tercihleringeçerliğini kanıtlayacak niteliktedir.Öte yandan, milletler arası siyasal ilişkilerin nitelikleri ve doğasıile karmaşıklığı ve özellikle zor ulaşılan kuvvet dengelerinin çabukkırılabilir, bozulabilir bir görünümde bulunmaları, dünyanınbölünmüş blok ve paktlar ile bağımsızlar arasında paylaşılmış bulunmasıgibi gerçekler, halkların kendi mukadderatlarına kendilerininsahip ve hakim olması şeklinde anlaşılabilecek yeni bir görünümekavuşturulmuş milliyetler prensibinin uygulanmasını da derindenetkilemiştir. Bu noktada sonuç olarak, başlangıçta yer alan dahaçok evrimsel Devlet tanımından esinlenilerek, belki şu söylenebilir:Günümüzde milliyetler prensibinin uygulanmasından yararlanmaşansı, kendi olanaklarını kullanmadaki akıllılıktan tutun da,kuvvet dengelerinin elverişliliğinden, bloklar, paktlar hatta süperDevletler arasındaki ilişkilerden yararlanılarak uygulanacak uzunve sabırlı bir dış politikanın başarısına kadar pek çok faktöre bağlıolarak değişmektedir.Unutulmamalıdır ki, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra,Devletleşme yolundaki millî istekler inkar edilemeyecek kadar kuvvetlibirer cereyan şeklinde milletlerarası siyaset alanında karşımızaçıkmıştır. Şu var ki, bu isteklerden olumlu sonuca kavuşturulanlarınhiçbirisinde, sadece Devlet olma veya kurma arzusunasaygı beslenildiği için, sonuç istenildiği gibi olmuştur denilemez.Toplulukların devletleşmelerine hiçbir yerde ve zaman göz yumulmamıştır.Milletlerarası siyaset alanına atılacak her yeni özne, enazından bir sorunu da beraberinde getirecek demektir, işte bütünbu görünüşlerin ışığı altında, milliyetler ilkesinin yeni şeklinin uy-87


gulamada başarılı sonuca ulaşması genellikle aşağıda tanımlananbir yolun izlenmesi ile mümkün olabilmiştir : Millî isteklerin kuvvetlenmesinin,baskısını arttırmasının yanı sıra, bunların bu isteklerigerçekleştirecek güce sahip bulunduklarının da bilincine varılmış,bir anlamda bu istekleri gemlemenin imkânsızlığı görülmüş,nihayet milletlerarası toplumda yeni üyelerin ortaya çıkmasının güvensizlikve huzursuzluk yaratmayacağı uzun ve sabırlı bir bekleyiştensonra anlaşılmış ve ancak bundan sonradır ki, bağımsız yenisiyasal, millî yapıların ortaya çıkabilmeleri mümkün olabilmiştir.Görülüyor ki, milliyetler prensibi yada kuramı bakımından konuyutek taraflı olarak ele almamak ve özellikle ideal ile olabileceğiuyuşturmaya çalışmak doğru olacaktır; pek tabiî bu düşünce, birmilletin bir başka milleti yada halkı sömürmesine yeşil ışık yakmakdemek değildir. Yine bu düşünce, hiçbir topluluğun, milliyetlerprensibini ileri sürerek dünya barışı için devamlı bir tehlikekaynağı olmak hakkma sahip bulunduğu anlamına da gelmez. Sonuçve başarı, milletlerin kendi mukadderatlarına kendilerinin hakimolması ideali ile dünya sulhunun korunması zorunluluğununuyuşturulmasında toplanmaktadır 5S .E. Devlet'in Bireyci ve Toplumcu Anlaşılışı ve Buna Dayanılarakİnsan Unsurunun Gerçek Mahiyetinin Açıklanması :Devlet denilen çok yanlı, karmaşık sosyal ve siyasal olgunun,herhangi bir şekilde bireylerin bir araya gelmesinden oluştuğunuiddia etmemize imkân yoktur. Çağımızda genellikle kabul edilenpluralist (= ç o k c u) Devlet ve toplum anlayışına göre, bugün,Devlet olgusunun içinde doğup geliştiği kaplamsal ve geniş sosyalortam, başka ve tek kelime ile toplum, bireylerin bir araya gelmelerindenve karşılıklı ilişkiler yumağı içinde bulunmalarından kaynağınıalan sayısız sosyal ünitelerden oluşmuş bir mozaik görünümündedir.Bu sosyal üniteler içinde, önce aileden başlayarak sosyalgruplardan ve bu gruplann mahiyetleri aynı olmakla beraberdavranışları, karşılıklı ilişkilerdeki tutum ve amaçları ayrılık gösterentürleri olan menfaat gruplarından, baskı gruplarından, siyasalpartilerden, derneklerden, sosyal sınıf ve tabakalardan, zümrelerdenv.b., söz açılabilir. Toplum yapısının ve ilişkilerinin analizi,Jellinek'in isabetli bir şekilde belirttiği gibi, bize, bu sosyal unites'AKBAY, M. : age. s. 244-245.88


lerin sayılarının sınırsızlığını göstermiştir 56 . Üstelik bu sosyal ünitelerdevamlı bir değişim, azalıp çoğalma, birleşme, yok olma, bölünmev.b., süreci içindedirler (Ör neğin, durmaksızınyeni sosyal gruplar meydana çıkmaktabunlardan bir kısmı menfaat gruplarınahattâ baskı gruplarına dönüşmekte, yenisiyasal partiler oluşmakta, eskileri ortadankalkmakta, bölünmekte, siyasalpartiler ile sosyal gruplar arasında nadirenorganik ve devamlı ama çok defadeğişen ve kısa süreli koalisyonlar teşkiledilmektedir. Yine, sosyal ve siyasalyaşama yeni sosyal güçlerin atıldığını,bunların çok kez eski gruplara, partilerev. b., cephe aldıkları, kendi sosyal ünitelerinioluşturmak yolunda çaba sarfettiklerini,nihayet daha uzun bir zamankesiti içinde olmak kaydı ile, yeni sosyalsınıf, zümre ve tabakaların meydanaçıktığını ve bunların da mevcut sosyalünitelerle etki ve karşılık etki ilişkilerinioluşturduklarını, kısacası sosyal yaşamınbüyük bir canlılık, değişirlik vedinamizm gösterdiğini söylememiz mümkündür).Devlet, toplumsal yapı ve çerçeve içinde yer alan tüm sosyalüniteleri de kucaklayabilen en geniş kapsamlı sosyal ünitedir. Devlet'inkucakladığı sosyal ünitelerin her birinde temel unsur, en küçükbirim, şüphesiz bireydir. Acaba en kaplamsal sosyal ünite olanDevlet söz konusu oldukda önün için de yine birey, bu yapının temelunsuru, en küçük birimi sayılabilecek mi dir? Yoksa Devletiçin, kapsadığı sosyal üniteler, büyüklük ve önemleri her ne olursaolsun, en küçük birim olarak kabul edilmek mi gerekecektir? Hemenbelirtmeliyiz ki bu sorun, daha ilk bakışta anlaşılabileceği gibi,gereksiz, hattâ anlamsız bir problem niteliği taşımaktadır : Çünkütüm sosyal ve siyasal gerçeklik alanında kalınmak ve değer yargılarınıişe karıştırmamak kaydı ile, Devletin bir sosyal ünite olarakasıl ve temel olarak bireylerden oluştuğunun kabulü kadar, yine o* JELLINEK, G. : age. c. 1. s. 16789


ireylerin meydana getirdikleri sosyal üniteleri de kucaklamaktabulunduğunun söylenmesi, aynı şekilde geçerli iki gerçekliğin ifadesindenibarettir; ve bu iki gerçeklik, bazı sanıların aksine,yekdiğerine zıt, birbirini ortadan kaldırıcı nitelikte de değildir. Devlet'inbireyci ve toplumcu anlaşılış şekilleri olarak ortaya atılan veuzun süre siyasal düşünce yaşamını işgal eden münakaşa ise Devlet'intemelinde yatan ve ikilem teşkil eden yukarda özetlenen gerçekliğigözlemekle beraber, bunlardan birisine, değer yargılarına bakarakdaha üstün bir önem atfetmek gayretlerinden doğmuştur denilebilir.Gerçekten, Devlet, örneğin, temel unsurunu ve en küçükbirimini oluşturan bireylerin mi yoksa sosyal birlik ve ünitelerinmi emrinde olacaktır suretinde sorun ortaya konulursa, iş değişmektedir.Devlet'in amacı, yarar gerçekleştirme görevleri ve bunlarabakarak tüm faaliyetlerinin yoğunluğu ve işleyiş, kuruluş özelliklerideğişecek demektir.Hemen ifade edelim ki, bugün bu sorun tüm önemini kaybetmiştir;çünkü Devlet'in yukarda değinilen şekilde bireyci anlaşılışı,artık, siyasal fikirler müzesinin pek rağbet görmeyen bir fosili sayılmaktadır..Gerçekten deney ve mantık bize, Devlet yapısı içindesosyal ünitelerin nihayet bizzat toplumun esas, temel sayılması veDevlet'in amaç, görev ve yetkileri ile işleyişinin bunlara bakarak düzenlenmesigereğini göstermektedir. Aslında tek birey anlayışınında bir tasarımdan öteye gidemediği hatırlanırsa, bireylerin tek tekbir önem ve anlam taşımadıkları, bunların bir araya gelmeleri halindeoluşturdukları sosyal ünitelerin ancak esas sayılması gereğide kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Uzun boylu ele alıp açıklamayagerek yoktur ki bu sonuç, bireyin bu yapı içindeki yeri itibariylehiç bir önem taşımadığı, silinmesi gerektiği, bireysel yararlarınhiçbir karşılık ve sınır gözetilmeksizin ortadan kaldırılabileceğişeklindeki ters değer yargısını yeğlediğimiz anlamına gelmez.Bu açıklamalardan sonra, Devlet'in insan unsurunun gerçekmahiyetinin ne olduğu şeklinde özetlenebilecek bu önemli sorununcevabının araştırılmasına geçebiliriz :Bu sorunun aydınlanmasında, gerçekçi tutumu ile bize en çokyardım edecek olan, hiç şüphe yok ki yine Léon Duguit'dir 57 . Du-57 AKBAY, M. : age. s. 260 vd.90


guit'ye göre, millet, Devlet denilen hadisenin içinde meydana geldiğibir ortamdan ibarettir.Duguit, bu anlayışı ile herşeyden evvel, Devlet'in insan unsurunungerçek mahiyetinin «millet» olarak kabul edilmesi gereğineişaret etmektedir ki bu çok isabetli bir görüştür : Günümüzde,millî devlet tipi egemendir. Sosyalist yapı örneklerinde, resmîad olarak «Halk cumhuriyeti», «halk demokrasisi»«halkla r» deyimlerinin geçmesi, sadece Marxist doktrininmillet olgusuna karşı takındığı menfî ve tahrip edici tutumunresmî belgelere yansımasından ibarettir M . Bir adım daha ileri atarakhattâ diyebiliriz ki, sosyalist Devlet örneklerinde bile bugün,insan unsurunun «m illet» niteliğini koruduğunu, hattâ başarılısosyalist örneklerin milletleşmeyi kuvvetlendirdiğini kabul etmekgerekir.Duguit'ye göre milleti, sosyal ve millî dayanışma vücuda getirmektedir.Sosyal ve millî dayanışma ise, bir olgudur; gözlenebilir;izlenebilir. Aslında sosyal dayanışma, değişik yoğunluk ve önem derecelerindeolmak üzere, bütün insan topluluklarında kolaylıkla gözlenebilecekbir çeşit ortak olgudur. Bilindiği gibi sosyal dayanışma,benzeyiş dolayısiyle ve iş bölümünün yarattığı dayanışma olarakiki kısma ayrılmaktadır. Millî dayanışma ise, sosyal dayanışmanınileri bir aşamada vardığı şekil, durumdan ibarettir ki bu aşamayaulaşılmasında Renan'm daha önce değindiğimiz tanımlama ve açıklamasındayer alan faktörler etkili olmuştur.Kısacası toplumsal yaşam şekli, her iki çeşitten dayanışmanındoğal bir sonucu olarak belirmektedir; bu yaşam giderek «m i 1-1 e t» dediğimiz daha gelişgin bir aşamaya varmaktadır. Milletdediğimiz bu aşamaya ulaşmış toplumsal yaşam şekli ise, Devletyapısının oluşumu için elverişli bir ortam görevini yerine getirmektedir.Millet ve Devlet olgularının ortaya çıkışında, çok defa rastlanılanparalellik de bu anlayışın doğruluğunu kanıtlamaktadır.Devlet'in insan unsurunun anlaşılışmda taşıdığı gerçeklik payıbakımından, Duguit'nin görüşünün isabet ve önemi meydandadır.38 «Sınıf» ve «millet» kavramlarının ilginç bir değerlendirmesi için bk.DEUTSCH, Karl W. : age. s. 17 vd.91


F. İnsan Unsurunun Devlet'le olan İlişkisinin Hukuki Mahiyeti:Devlet'in insan unsurunu oluşturan bireylerin Devlet'le olanilişkilerinin hukukî mahiyetini açıklamamız gerekiyor 59 .Bu konuda daha önce şu noktaların belirlenmesinde zorunlukvar :Devlet'in üstün kudreti ülke sınırları içinde yaşayan herkesüzerinde geçerlidir; bu geçerlik, yabancıları da kapsar. DevletlerUmumî Hukuku'nda yer alan istisna ve dokunulmazlıklar saklıdır.Ülke topraklan üzerinde yaşayan herkes için geçerli Devlet kudretibir ayrımı akla getirmektedir. Gerçekten, bir takım <strong>kamu</strong> hukukçularıüstün Devlet kudretini, ülke üzerinde geçerli kudret ve o ülkedeyaşayan herkese uygulanacak iktidar olarak ikiye ayırarak, buikincisinin vatandaşlara ve uyruklara uygulanmasının söz konusuolduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu ayrım genellikle kabul edilmemiştir: Devlet kudretinin bir takım alt yetkileri, iktidar parçacıklarınıiçerdiği ve bunlardan bir kısmının ülke bir başka bölümününde insanlar üzerinde geçerli olduğunu söylemek egemenliğin ve devletkudretinin bölünmezliği ilkesine aykırı sayılmıştır. Biz de bugörüşe katılıyoruz : Bireyle Devlet arasındaki ilişkinin hukukî mahiyetinintayin ve tesbit edilmesinde, bireylere uygulanan Devletkudretinin, egemenliğin ayrı bir kesimi, bölümü sayılmasında zaruretyoktur; hattâ aksine bir tutum, sorunu içinden çıkılmaz birhale getirilebilir.Değineceğimiz ikinci nokta, uyruk (=t e b ' a) ile vatandaş kavramlarıarasındaki ayrımdır. Bu iki terim, tarihsel evrim ve siyasalgerçeklik bakımından ayrı olmakla beraber (vatandaş, hakve özgürlüklere sahip olarak daha çokdemokratik bir görünümdeki Devle t'in insanunsurunun temel birimi olduğu haldet e b ' a veya uyruk, daha ziyade otokratikve hattâ monarşik mahiyetteki Devlet'deyer alan bireye verilen addır) hukuksalaçıdan birbirlerinin yerine kullanılmalarında bir sakıncayoktur 60 .59 Bu konuda bakınız : AKBAY, M. : age. 263-264; VILLENEUVE, B. de : age.C. 1. s. 233 vd.; kuramsal yanı galip ve daha ayrıntılı bilgi için, OKANDAN,R. : age. s. 700 vd.« Bu konuda bakınız : WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 6 (özellikle dip not :92


Vatandaş ya da uyruk, Devlet'e itaatle yükümlü bulunan, bununkarşısında onun sağladığı hak ve özgürlüklerle güvencelerdenve özellikle düzenden yararlanabilen kimsedir. Bu yolda vatandaşlıkanlayışının daha çok Orta Çağ ve Feodalite devirlerinin kalıntılarınıyansıttığını belirlemek gerek. Gerçekten Orta Çağ'da süzerenvassal ilişkisinde de bu yolda bir koruma ve kesin itaat durumu ortayaçıkmakta idi. Giderek senyöre yöneltilen kesin tabiiyet ve itaat,Devlet'e mal edilmiş ve birey Devlet'ine karşı itaatle yükümlü sayılmıştır.Görülüyor ki bu çok kısa gelişim özetinden de anlaşılacağıgibi, bireyle Devlet arasındaki ilişkinin hukukî mahiyetini, asılbu ilişkide en önemli unsur olarak yer alan Devlet'in üstün kudreti,egemenlik tayin etmektedir. Daha kısa deyişle vatandaşlık ve uyrukluk,bir bakıma Devlet'le birey arasmda oluşan bir egemenlikilişkisidir.Vatandaşlık statüsünün tayininde Devlet'in mutlak bir yetkisiolduğu genellikle kabul edilmektedir. Gerçekten, Devlet, jus soli(= toprak esası) veya jus sanguinis (= kan esası)veya her ikisine bakarak vatandaşlık esasını belirtmekte muhtardır61 . Vatandaşlığın, Devlet ile birey arasında bir sözleşme bağıtlanmasısuretiyle oluştuğu yolunda görüşler ileri sürülmüş ise debunlar genellikle kabul edilmemiştir. Aslında vatandaşlığın kazanılmasındaözellikle bireysel irade ve isteklere bakıldığı da pek söylenemez;bunlar belki vatandaşlığın kaybında daha çok rol oynarlar.G. «însan Unsuru» Hakkında Kısa Özet ve Sonuç :Devlet'in öncül ve nesnel unsurlarından ilkini teşkil eden «i n-san unsuru» hakkında söylenilenleri çok kısa bir şekildeşöyle özetlemek kabildir :Devlet'in insan unsurunu göstermek için yeğlenmesi gerekli terim,millettir. Aslında çağımızda da millî devlet tipi egemendir. Bugün,insan unsurunun niceliği, sayısı sorunu tüm önemini kaybetmiştir;onun yerini nüfus patlaması, çoğalması ve buna bağlı yansorunlar almıştır. Önemli olan, insan unsurunun niteliği sorunudur.10); ayrıca bk. : FİŞEK, Hicri : 'Anayasa ve Vatandaşlık', AÜHF. YayımNu. 152, AnJtara, 1961 s. 1 vd.; ULUOCAK, N, Erdener : 'Türk VatandaşlıkHukuku', 1ÜHF; Yayını Nu. 307, İstanbul, 1968, s. 3 vd.« FÎŞEK, H. : age. s. 3.; ULUOCAK, N. E. : age. s. 18 vd.93


Nitelik sorununun çözümünde varılan sonuç da yine, millet anlayışıdır.Millet kavramının, milletlerarası ilişkiler alanına sıçramasımilliyetler kuramını oluşturmuş ve bu kuramın uygulamaya aktarılmasıyeni sorunlar yaratmıştır; milliyetler kuramının, milletlerinkendi mukadderatlarına hakim olmaları şeklinde yeni anlaşılışı daproblemin çözümünü kolaylaştırmış değildir. Devletin bireyci vetoplumcu anlaşılış şekilleri arasındaki uyuşmazlık yapay olmaklaberaber, pluralist toplum ve Devlet anlayışına bağlılık Devlet yapısınınen küçük birimi olarak asıl sosyal üniteleri kabul etmemizigerekli kılmaktadır. Bu anlayışa da bağlı kalınarak insan unsurunungerçekçi anlaşılışı, toplumu, Devlet denilen yapının içinde oluştuğu,gelişip büyüdüğü elverişli ortam olarak tanımamıza imkânverici bir görünümdedir 62 , insan unsurunun Devletle olan ilişkisininhukukî mahiyeti konusunda ise karşımıza vatandaş veya uyrukkavramı ile bunun kazanılması ve kaybedilmesi sonuçları çıkmaktadır.Yukarda milliyetler kuramını irdelerken de bir nebze değindiğimizgibi, bir ülkede yaşayan yabancı grupların ve azınlıkların, oülkede egemen bulunan Devlet'e bağlılıkları, orada yaşayan ana vebüyük toplumsal yapı ile kaynaşmaları, ortaya son derece önemlibazı sorunlar çıkarmaktadır 63 . Aslında dünya siyasal tablosundayer alan Devlet yapılarının hemen hepsinde, değişen oranlarda olmaküzere azınlıkları ve yabancı grupları, toplumsal yapının hakimunsurları ile kaynaştırmak, onlarla bütünleşmeyi sağlamakprobleminin mevcudiyetini iddia etmek kabildir. Buna verilen birbaşka ad «kültürel assimilatio n»dur. Örneğin Fransa,deniz aşırı ülkeler halkları için bu yolda bir siyasa uygulamasınıuzun yıllar denemiş ise de V. Cumhuriyete tekaddüm edenolaylar kümesi, bu çabalarda başarılı olunamadığını göstermiştir.Yabancı gruplardan ve azınlıklardan muradımız, başka ülkelerdengelmiş veya o ülkede eskiden beri yaşayıp da, ırk dil, din, renk v.b,.faktörler bakımından, o ülkede yaşayan asıl ve büyük toplumsalyapı unsurlarından kendilerini ayrı sayan ve bu nedenlerle, farklımuameleye tâbi kılınan gruplardır.Siyasal sosyoloji ve kültür bütünleşmesi yaklaşımları bakımından,yabancıların veya azınlıkların ana toplumsal yapı unsurları ile62 Asıl L. Duguit'ye ait bulunan bu sav için bk. AKBAY, M. : age. s. 260.« DEUTSCH, Karl W. : age. s. 61 vd.; s. 97 vd.; s. 115-116.94


kaynaşmaları ve bunun sonucunda Devlet'e gerçek ve içten bir sadakatlebağlanmaları, iki ayrı kültür çevresinin düzeyleri ile ilgili birkonudur : Azınlıklar ve yabancılar, ana topluluğun kültür çevresinindüzeyini, kendi kültür çevrelerinin düzeyinden üstün bulduklarıtakdirde ister istemez üst kültür çevresi ile bütünleşmeyi kabuledecekler ve bunun sonucunda ana toplumla kaynaşmış olacaklardır.İşte modern millet yapılarında azınlıkların ve yabancıların, anatoplumla bağdaştırılması, onun içinde eritilmesi ameliyeleri, bu anafikirden esinlenilerek alınan tedbirler sayesinde mümkün olabilmektedir.Pek tabiî bu iş, bir anlamda, geniş ve etkili bir eğitimseferberliği, yaygın ve kontrollü bir haberleşme, toplumsal akıcılığınsağlanması, maddî olanaklardaki eşitsizliğin ve ekonomik gelişimdekifarklılıkların giderilmesi, sosyal ayrılık ve aykırılık kanısındanazınlıkların ve yabancıların kurtarılması ve onlara iyi muameleedilmesi ile mümkün olabilmektedir.Burada ilgi çekici bir alt sorun karşımıza çıkmaktadır :Bazı kimselerin iki ayrı kültür çevresinin sınır çizgileri üzerindeyaşamakta olduklarını görüyoruz; bu kimselere sosyologlar,marjinal adam adını vermişlerdir. Marjinal adam ana topluluğunkültür çevresini yada içine girdiği yeni toplumun kültür çevresini,kendi kültür çevresinden üstün bulduğu takdirde, bunlardan birincisiiçinde kalmayı yeğlemektedir 64 . Daha doğrusu, marjinal adamınbu konuda tam bir bocalama içinde bulunduğunu söylemek dahadoğrudur : Bazan eski kültürel çevresinden ayrıldığını göstereceksurette davranmakta, buna karşın aksi yönde eğilimleri bulunduğunugösterebilmekte, zaman zaman yeni ve büyük toplumsalçevrenin kültürel değerlerini de benimsediğini gösterecek surettehareket edebilmektedir. Eski çevre ile ilişkileri koruma, bir bakıma,şeklen olmasa da duygusal bakımdan, onun siyasal sisteminesadakati de devam ettirmek anlamına gelebilmektedir. Bu konudakitereddütleri devam ettiği sürece, bir kimse, iki kültür çevresininsınır bölgelerinde dolaşıp durmakta ve bu nedenle de marjinaladam sayılma niteliğini korumaktadır. Bu yolda bir tutumun, veözellikle marjinal adamların sayılarının artmasının, Devlet'in insanunsurunun sağlamlığı bakımından, hiç de istenecek bir yanı bulunmadığıaçıktır. Marjinal adamların en azından sayılarını azaltmak,görev olmalıdır." DAVER, B. : age., s. 167.95


2) Devlet'in Ülke Unsuru 65 :Kamu Hukukçuları ile Siyasal Bilimcilerin pek çoğu tarafından,bir Devlet'in mevcudiyetinden söz edebilmek için onun üstünkudretinin geçerli sayılacağı bir kara parçasının mevcudiyeti üzerindedurulmuş ve ülke unsurunun ön planda nazara alındığınıgösterecek surette Devlet tanımları yapılmıştır.Örneğin Alman hukukçusu Seydel'e göre «Devlet bellibir sayıdaki insanın bir toprak parçasınasahip olup onun üzerinde üstünbir iradeye tâbi olarak yaşama istekleriniaçıklamaları suretiyle birleşmelerisonucunda meydana gelmektedir». Bluntschli'yebakarsanız «Devlet, belirli bir toprakparçası üzerinde kurulmuş organize birmilli topluluk, kişidir». Aynı şekilde Rivier de«belirli bir toprak parçası üzerinde dedevarali olarak yaşayan organize birtopluluğu» ancak Devlet saymaktadır 66 .Gerçekten, bir Devlet'in meydana gelebilmesi için, bir kara paıçasma,ülkeye, mekana ihtiyaç vardır. Bir ülke mevcut olmadanbunun sınırları da belli edilmeden, Devlet'in daha sonra ele alacağımızbir başka unsurunun, yani Devlet kudretinin nerede geçerliolacağının saptanmasına, anlaşılmasına da imkân yoktur. Devletkudretinin geçerlik alanının saptanması ise, son derece önemli birkonudur; çünkü Devlet'in iktidarı, ülkesi üzerinde bulunan herkese,her kuruma ve her örgüte, yasalar yolu ile uygulanacaktır. Belirlisınırlan bulunan bir ülke olmadan böyle bir uygulamanın gerçekleşmesindende söz açılamaz.Görülüyor ki ülke, Devlet için, mevcudiyeti zorunlu bir unsurdur.Daha ilk bakışta, ülke olmayınca, Devlet'in mevcudiyetinin deiddia konusu kılınamayacağı sonucu, tam bir kesinlikle karşımızaçıkmış sayılabilir. Ne var ki, <strong>kamu</strong> hukuku ile siyaset düşüncesinde,ülkesiz Devlet'den söz açılıp açılamayacağı uzun boylu tartışıltóGÖZE, Ayferi : 'Devletin Ülke Unsuru', IÜHF. Yayını, İstanbul, 1959;BAŞGlL, Ali Fuat : 'Devletin Ülke Unsuru', 1ÜHM. C. XIII. s. 4, istanbul1947, s. 1261-1281.* WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 63 vd.96


mıştır. Biz de bu tartışmaya, gerektiği kadarı ile yer vermek zorundayız.A) Ülkesiz Devlet Olabilir mi?Eski Çağlar'da Devlet'in mevcudiyeti için, bir ülkesinin olmasıgereğinde herkes müttefik idi. Orta Çağlar'da, feodalite kurumununbelirgin yapı tipi olduğu sürece, egemenliğin toprak veya ülkeile sıkı sıkıya ilişkili anlaşılış şekline, (yani mülkî egemenliktelâkkisine) bağlanıldığını tesbit etmek kolaydır;bu uzun süre devam etmiş, hatta krallara verilen unvanlardabile mevcudiyetini göstermiştir : Fransa kralı, İngitere kralı denmesi,sırf bu yüzdendir. İslâmda'da mülkî egemenlik anlayışınınbenimsendiğini görüyoruz : Kanuni Sultan Süleyman'ın yardım isteminecevap olarak Fransa kralına yazdığı mektupta yer alan ibareler,bunu açıkça göstermektedir 67 .Yeni ve Yakın Çağlar'da ise, belirli bir ülkeye sahip olmayanyada büsbütün ülkesiz bir Devlet'in mevcut olabileceği yolundakiiddiaların ortaya atıldığına tanık oluyoruz. Bu görüşlerle yakındanbağıntılı olarak, bir kısım yazarlar, Devlet tanımlamasında ülkeyeönemli bir unsur olarak yer verilmesine de karşı çıkmışlar,ülkesiz devlet tanımları yapmaya bile kalkışmışlardır **. Sorun, Devlet'inüstün kudretine bağlı sayılacak olan varlıklar bakımındanele alınmalıdır : Devlet'in üstün kudreti, sadece insanlar üzerindegeçerli değildir; o insanların üzerinde barındıkları toprak parçasıda bu kudretin geçerli olduğu alanı teşkil eder. Aslında yalnızca insanlarüzerinde geçerli bir Devlet kudreti anlayışı da eksik ve yetersizkalmaya mahkûmdur.Egemenlik ve Devlet kudretinin asıl insanlar üzerinde geçerlibir iktidar olduğu iddialarının yoğunlaşması, daha çok siyasal zorunluluklarınsonucunda karşımıza çıkmıştır : Geçici ve devamlıtoprak kayıplarına uğrayan Devletlerin bu toprak parçaları üzerindeyaşayan eski uyruk ve vatandaşları ile aralarındaki emir-itaat67 Bu mektup için bk. : UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı : «Osmanlı Tarihi», II.Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1949, s. 495.Ayrıca, ERİM, Nihat : 'Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri —C. I', AÜHF. Yayını, Ankara, 1953, s. 6; Kanuni'nin Birinci Fransuva'dansadece «...France eyaletinin Kralı Françesko...» olarak söz etmesi ilginçtir.« AKBAY, Muvaffak : age. s. 267; VILLENEUVE, B. de : age. c. 1, s. 239.97


ilişkisini korumanın başka bir yolunun bulunamaması, ülke kaybınarağmen Devlet sayılmanın geçerliği iddialarının ortaya atılmasınayol açmıştır. Bu ve benzeri tutumlar, özellikle harp ve işgalhallerinde ortaya çıkmaktadır : I. ve II. Dünya Savaşları sırasındaişgal altındaki topraklarda kurulmuş Devlet'lerin mevcudiyetlerinidevam ettirdikleri iddiası ile ortaya çıkmaları, özelliklegeçici hükümet denemeleri hatırlanmalıdır.Yakın zamanlarda bile, doktrin alanında, ülkesiz Devlet'in olabileceğiyolundaki görüşlerin tesbit edilmesi olanağı vardır. Örneğin,bu görüşte olanlar arasında yer alan Duguit'ye göre 69 , Devlet'­in vücut bulması için ülke zorunlu bir unsur değildir; çünkü bu yazarabırakılırsa, Devlet'in ortaya çıkması için asıl zorunlu olan olgu,siyasal farklılaşma (= idare edenlerle idare edilenlerin birbirlerindenayrılması olgusu) dır. Siyasal farklılaşma ise, bir topluluk belirlibir ülkede yerleşmemiş olsa da ortaya çıkabilir. Tüm teori vevarsayım alanında kalınmak şartiyle, Duguit'nin bu görüşü doğrusayılabilir ise de, gerçekçi sayılan bir yazarın, böyle bir düşünceyibenimseyebilmesine ne kadar şaşılsa yeridir : Sosyal gerçeklikteDuguit'nin sözünü ettiği siyasal farklılaşma olgusunun daimabelirli bir ülke parçasına yerleşmiş topluluklarda ortaya çıktığıbilinmektedir. Siyasal farklılaşmanın, havada, toprak ile ilgisinikesmiş topluluklarda belirdiği herhalde ileri sürülemez. Bununlaberaber, Duguit'nin bu görüşünü, ülke unsurunun tüm inkârı olarakdeğil, onun zorunlu bir unsur sayılmasından vaz geçilmesi suretindeanlamak da mümkündür; bu takdirde, bu görüşün daha azeleştiriye lâyik olduğunu kabul etmek de mümkün olabilecektir.Öte yandan, ülkesiz Devlet'lerin bulunabileceği yolundaki katıkanıyı benimsemekte devam eden yazarların, bu savlannı kanıtlamakiçin, daima bir örnekden söz ettikleri de unutulmamalıdır :Örnek olarak, öteden beri Papalık gösterilmiştir. Bilindiği gibi Papalık,siyasî mahij'ette, gerçekten bir Devlet'in ülkesi sayılabilecekbir toprak parçasına sahip bulunmadığı halde, Devlet sayılmaktave Devlet olmanın bahşettiği haklardan yararlanmakta, diğer Devletlereelçiler göndermekte, onların gönderdikleri temsilcileri kabuletmektedir. Papalık örneğini aslında önemli bir istisna saymamakgerekir. Papalık dışında bu konuda başkaca bir örneğin bu-^AKBAY, Muvaffak : age. s. 267'den naklen L. DUGUIT : 'Traité de DroitConstitutionnel' 2. bası, C. II, s. 46.98


lunmadığı da bilinmelidir. Ayrıca Papalığın, Devlet sayılmasınarağmen, siyasal bir kudret olmaktan ziyade, Katolik dinsel inancınınmensupları vatandaşları arasında bulunan bütün Devletlerdekihristiyan unsurları etkileyen dinsel bir otorite mihrakı sayılmasıdaha doğru olacaktır.Papalığın dinsel otorite olmanın dışında dünya ve siyasetişlerine katılma yetkilerinin mevcudiyetine çoktan son verilmiştir.Papalık dinsel kurumunun son zamanlardaki dünya sorunlarıile yakından ilgili olduğunu gösteren çabalarını yoğunlaştırması,onun tekrar dünyevî ve siyasal iktidar kazanması yolundayorumlanmamalıdır. Kaldı ki, 1929 yılında imzalanan Latran Antlaşmasındansonra, «Vatikan Beldesi Devlet i»ne44 hektarlık bir ülke parçasının verilmesi ile ülkesiz devlet olabileceğinigöstermek bakımından Papalığın son örneği teşkil etmesihaline de son verilmiş demektir 70 .B) Ülke Unsurunun Devlet Yapısına Etkisi :Devlet denilen karmaşık sosyal ve siyasal yapının meydana çıkmasıiçin zorunlu bir unsur niteliği taşıyan ülkenin, acaba bu yapıüzerindeki etkileri nelerdir? Başka deyişle, Devlet, hangi bakımlardanve ne ölçüde ülkesinin özelliklerini, izlerini bünyesinde taşır?Üzerinde duracağımız sorun budur.Genellikle, İbni Haldun'dan başlayarak, Bodin ve özellikleMontesquieu'ye kadar pek çok siyasal düşünce sahibi tarafından,iklimin dolayısiyle ülkenin insan tabiatını da etkilediği ve aynı etkive belirtilerin, insanların yarattığı her sosyal yapıda ve bu aradaDevlet olgusunda da mevcudiyetinin gözlenebileceği ileri sürülmüştür71 .Gerçekten, insanın bir dereceye kadar, yetiştiği toprağın birürünü olduğu, bugün de değerini yitirmemiş bir yargıdır. Aynı şekilde,bir insan yapısı olan Devlet de üzerinde kurulmuş bulunduğuülkenin dar ve geniş olmasının, deniz kıyısında yada içerlek bulunmasının, toprağınm tarıma elverişli olup olmamasının, yer altı zen-70 AKBAY, Muvaffak : age. s. 266; Papalığı devlet saymamak veya «çok - çoksui generis bir Devlet telâkki etmek» de mümkünrür : Bu konuda bk. :Seha L. MERAY : «Devletler Hukukuna Giriş» 1. Cilt, Ankara 1960, s. 166.KOKANDAN, R. G. : age. s. 716 vd. (İbni Haldun için : s. 248-249); ayrıca:TOPÇUOĞLU, Hamide : Hukuk Sosyolojisi Dersleri» (Sosyoloji AçısındanHukuk), AÜHF. yayını, C. 1, Ankara 1963. s. 350 vd.; s. 377 vd.; TUNA-YA T. Z. : «Amme Hukuku ve Jeopolitik, IHFM. c. XIII, sayı : 4, s. 1351 vd.99


ginlikleri bakımından fakir veya zengin sayılmasının, ve ilh., kaçınılmazsonuçlarını da bünyesinde taşıyacaktır. Bu nedenledir kibugün bile, örneğin, daha çok ülke büyüklüğü nazara alınarak, büyükveya küçük hatta süper Devletlerden, tanma ekonomisi dayalıdevletlerden, denizci Devletlerden ve ilh., söz açılabilmektedir.Ülkenin konumu ve bu konumun özellikleri de «J e o p o 1 i-t i k» bakımdan olağanüstü bir önem taşımakta ve çok defa Jeopolitiğindevlet ve milletlerin kaderlerine hakim olduğunu gösterenolaylarla karşılaşılmaktadır.Aynı şekilde, ülkenin büyük veya küçük olmasının yönetim şekilleriile kuruluşlarını etkilediği de muhakkaktır : Sovyet SosyalistCumhuriyetleri Birliği ile A.B.D. nde federalizm ve ademi merkeziyetusullerinin kabul edilmesinde rol oynayan etkenler arasındatoprakların genişliği ve merkeziyet usulünün uygulanmasındakiimkansızlık muhakkak ki nazara alınmıştır 72 .Ülkenin tabiî zenginliklerinin, ikliminin mutedil, ulaşım imkanlarınınmevcut bulunması ve benzeri etmenlerin, insan topluluklarını,öncelikle bu özellikleri bulunan yerlerde yerleşmeye yönelttiğive bu yerleşme sonucunda buralarda Devlet olgusuna dahaerken rastlanıldığı söylenebilir. Eski Çağlar Tarihi, antropolojikbulgular, eski Mısır, Babil ve Elam, Sümer Devlet şekilleri hakkındabilebildiklerimiz, yukardaki savı kanıtlayacak niteliktedir.Şu var ki bu konuda genel ve kaplamsal bir sonuca ulaştığımızıiddia etmek olanağımız da yoktur. Amlan koşullar bakımından elverişsizbölgelerde de erken Devletleşme olgularına rastlanmamışdeğildir.Ülkenin ve koşullarının Devlet yapısına etkisi nasyonal sosyalistve faşist rejimlerin savunulmaya başlanılması ve uygulamayaaktarılması ile birlikte, ayrı bir önem ve dolayısiyle siyasal biranlam kazanmıştır : Almanya'da 1897-1903 yıllarında yayınlananJeopolitik (= siyasal coğrafya) (= PolitischeGeographie) adı yapıtında F. Ratzel, Devlet'in insanlarla toprakarasındaki organik bir bağlılığa dayandığını, bir Devlet tarafındanişgal edilen alanın onun büyüklük ve kudreti ile oranlı olmasıgerektiğini, eğer bu bakımdan alanın yani ülkenin yeteısizli-" AKBAY, M. : age. s. 267; VILLENEUVE, B. de : age. s. 237;GÖZE, Ayferi : age. s. 12; ayrıca özellikle, BAŞGİL, A.F. : agm. s. 1263.100


ği belirgin ise, Devlet'in onu genişletmek, yeni «hayat sahaları»açmak ve böylece yeni ve başka ülke parçalarını ülkesinekatmak hakkına ve yetkisine sahip olduğunu açıkça ifade edebilmiştir.Ratzel ve takipçileri tarafından geliştirilen bu görüşler -,daha sonra nazi emperyalizminin jeopolitiki ve Büyük Almanya İdealiolarak insanlığın başına belâ kesilmiştir. Bu fikirlerin sakatve yanlış olduğunun anlaşılması için, Alman milletinin yüzbinlercedeğerli evladını kurban etmesi ve geleneksel ülkesinin de bölünmesineve küçültülmesine razı olması gerekmiştir.Sonuç olarak denilebilir ki, ülkenin ve doğal koşullarının, coğrafîkonumunun, ikliminin, toprağının tarımsal gücünün, yer altı veüstü zenginliklerinin, engebeli olma derecesinin ve ilh., Devlet'inoluşumu ve gelişimi için elverişli veya elverişsiz koşullar yarattığıileri sürülebilir; bunlarla Devlet'in özellikleri arasında bir bağıntıkurmak da mümkün olabilir. Hatta bir başka yönden, Devlet'in insanunsurunun nitelikleri ile, kurumlarının, organlarının etkenli-*ğinde ve gücünde, yine bu sözü edilen ülke unsurunun özelliklerininetkilerini bulabilmek mümkündür. Bütün veriler, ulaşılan busonuçlar ve benzerleri, hiç şüphe edilmemelidir ki, ülkü ile Devletarasında kesin ve kaplamsal muayyeniyetlerin mevcudiyetine delâletetmediği gibi (yani şu veya bu ülke özelliğinin şu veya bu özellikteDevlet yapısının oluşumuna yol açacağı gibi), bunları, siyasalbir ideolojinin emrine verip fetih ve istilâ emellerine dayanak yapmanında bilimsel hiçbir yanı yoktur.C) Ülkenin Sınırlan :Bir Devlet'in ülkesi denilince, sadece o Devlet'in üstün iktidarınıngeçerli bulunduğu toprak parçası anlaşılmaktadır. Ülkeninsınırlan ise, genellikle milletlerarası geçerlik taşıyan belgelerle tesbitedilmiştir. Bu sonuca bakarak, ülke sınırlan sorununun hiçbirönem taşımadığı samlabilir.Ülke denilen toprak parçasının sınırlarının bilinmesinde zorunlukvardır 74 . Ülke aslında, sadece bir Devlet'in diğer Devlet'Ierleolan siyasal smırlanna göre belirgin bir toprak parçası şeklinde anlaşılamaz;bu tür ülke ve sınır anlayışı, eski ve ilkel bir anlayıştır;* Bu kcnuda bk. : GÖZE, Ayferi : age. s. 12'den naklen : ANCEL, J. : «Géopolitique»,Paris 1936, s. 7, 9 vd.74 «Sınırlar» konusunda etraflı bilgi için bk. : GÖZE, Ayferi : age. s. 13 vd.101


ancak belli bir ölçüde geçerliği savunulabilir; ama yetersizliği meydandadır.Günümüzde ülke, yer altını ve ülke parçası üstüne isabeteden atmosfer sütununu ve hava sahasını da içermektedir. Bu aslındaçok önemli bir gelişimdir : Yer altını ve atmosfer sütununuülkenin ayrılmaz bir parçası saymak demek, yer altında ve atmosfersütununda da Devlet'in üstün iktidarının geçerli bulunduğunukabul etmek demektir. Üstün Devlet kudretinin geçerli bulunduğubu alanlarda Devlet, yararlanma, işletme veya kullanma bakımlarındankendi münhasır yetkisine dayanarak, istediği gibi düzenlemeleryapacağından, Kamu Hukuku'nda bu sorun aşağıdaki şekildebir çözüme kavuşturulmuştur :Her Devlet, kendi ülkesinin yer altı servetlerini aramak ve işletmekmünhasır hakkına sahip bulunduğundan, bu konuda kendisineözgü kurallar koymak yetkisi vardır. Ülke üzerindeki havasahasından geçiş, izin alınmasını ve bir takım kayıtlamalara uyulmasınıgerektirir 75 .Devlet'in bir de su ülkesinin mevcudiyetinden sözedilir ki, bundananlaşılması gereken, belirli bir Devletin hakimiyetine tâbi denizalanları, nehirler ile göllerdir. Kıt'a eşiği sorununun ortaya çıkmasıise deniz ve kara ülkesi kavramlannda yeni sorunlann ortayaçıkmasına sebebiyet vermiştir 76 . Bütün bu ve benzeri konulardakidüzenleme ve kurallardan asıl Devletler Umumi Hukukunda bahsedilmişolduğu için, biz daha fazla üzerinde durmayacağız.D) Ülke Unsurunun Devlet'le İlişkisinin Hukuki Mahiyeti :Devlet'le ülkesi arasındaki ilişkinin hukukî mahiyeti nedir?Yazarlar bu konuda değişik kuramlar öne sürmüşlerdir :a. — Üstün Aynî Hak veya Mülkiyet Hakkı Teorisi:Çok eski olan bu kurama göre, Devlet'in ülkesi ile olan ilişkisi,egemenliğe dayanan bir mülkiyet ilişkisidir. Egemenliğe sahipbulunan hükümdar, aynı zamanda ülkenin de sahibi sayılmıştır;bu nedenledir ki, hükümdarın (padişah, kral, monark vb.,) ülke topraklannınbelirli bir kısmını bağışlamak, satmak ve başkalannaterketmek hakkına sahip bulunduğu kabul edilmişti.« GÖZE, Ayferi : age. s. 55, 64 vd.76 GÖZE, Ayferi : age. s. 56 vd.102


Üstün aynî hak kuramı çok eski olmasına rağmen yeni KamuHukuku yazarları arasında da taraftar bulmuştur : Örneğin Laband'agöre Devlet'in ülkesi üzerinde aynî mahiyette bir hakkıvardır; bu aynî hak, <strong>kamu</strong> hukukundan gelen bir aynî haktır. Devlet'inbu üstün aynî hakkı, ülkenin oturulmayan yerleri üzerindede geçerlidir 77 .Mülkiyet Hakkı Teorisi, egemenlik veya Devlet kudretinin ülketoprakları üzerinde geçerli bir bölümünü göstermesi bakımından,Devlet kudretinin veya egemenliğin bölündüğü anlamına gelebilirise de, böyle bir yorum doğru değildir ve bu noktaya daha evveltarafımızdan işaret edilmişti (Bakınız yukarda Kışım : 2/A. —). Devlet kudretini, insanlar ve ülke üzerinde geçerlikesimleri olarak, ikiye ayrılmış bir şekilde düşünmek belki mümkündür;fakat doğru değildir.Üstün Aynî Hak Kuramı bugün, Devletler Umumi Hukukualanında da kabul edilmektedir : Harp sonuçlarına göre arazi terklerinde,genellikle kabul edilen görüş, Devlet'in terkettiği toprakparçası üzerindeki üstün ayni hakkından vazgeçtiği ve eğer var iseo parça üzerinde yaşayan halkın üzerinde geçerli egemenlik hakkındanda feragat ettiği suretindedir 78 .Aslında üstün ayni hak kuramının geçerliliğini hem iç ve hemde dış hukuk bakımından kabul etmek zorunluğu vardır : Zira içhukuk bakımından ülke Devlet otoritesinin işleyeceği, geçerli olacağıalanı belli eder. Dış hukuk bakımından ise, ülkenin sınırlanDevlet'in savunma hattını teşkil etmektedir. Görülüyor ki böylece,iç'te Devlet otoritesini işletmek ve hakim kılmak, dışta ise ülkeyisavunmak mümkün olabilmektedir. Şu var ki, Devlet'in bu iç vedış ana fonksiyonlarını gerektiği gibi yerine getirebilmesi için, ülkesiüzerinde doğrudan doğruya üstün bir aynî hakkının mevcutolduğunun kabulü gereklidir.İslâm'da ve Osmanlılarda, yani eski hukukumuzda da ÜstünAyni Hak Kuramı'nın benimsendiğini tesbit edebiliyoruz :Kuran-ı Kerimdeki bazı ayetlere ve özellikle 'Ali t m r a n'süresindeki ünlü bir ayete bakılırsa, «...m a 1 i k - ü 1 mülk" AKBAY, Muvaffak : age. s. 273'den naklen : LABAND : 'Droit Public deL'Empire Allemand', Paris 1900, c. I; s. 289.7 » AKBAY, Muvaffak : age. s. 274; ayrıca bk. : MERAY, Seha L. : age. s. 119.103


ancak Allah taa ladır ki onu dilediğineverip aziz, dilediği nd en alıp zelil eyler».Bu ifade, üstün ayni hak kuramının İslâm'daki yerini ve dayanağınıkanıtlamaktadır. Bunun sonucu olarak eski hukukumuzda«ülke topraklarının yüksek mülkiyet vekontrol hakkının» Devlet'e ait olduğu kabul edilmiştir.Pek çok metinde Osmanlı ülkesi için, «m e m a 1 i k i Osmaniye»,«M ülkü millet» veya «m ülkü Devlet»tamlamalarının kullanılması da göstermektedir ki, eski hukukumuzülkeyi Devlet mülkü saymıştır 7 *.Aslında ülkemizin tarihsel oluşumu da, topraklarda tam vemutlak bir mülkiyetin Devlet'e ait olmasını gerektirmiştir. GerçektenOsmanlı Devleti'nin gelişmesi sırasında Devlet, bir kısım kenttoprakları ile bazı durumlarda özellik taşıyan bina ve arsaları«ahaliye» bırakıp, gerisini ve özellikle tarımsal topraklarıntümünü «a r a z i - i e m i r r i y y e» adı altında «fetihhakkı» olarak kendisine mal eylemiştir. Osmanlılarda topraklarüzerinde geçerli özel mülkiyetin, çok sonra ve bir çeşit bozulmasonucunda ortaya çıktığı bilinmektedir.Osmanlılardan beri yabancısı bulunmadığımız üstün aynî hakkuramının, özü bakımından günümüzde de kabul edildiğini söylemekmümkündür : 1961 Anayasamızın toprak mülkiyetine, tanm vetoprak reformuna ilişkin 37. maddesi ile <strong>kamu</strong>laştırmadan bahseden38. maddesinin birlikte değerlendirilmesi halinde, bugün deDevlet'in ülke topraklan üzerinde üstün bir ayni hakkının mevcudiyetinikabul etmek zorunluluğu vardır. Şüphesiz bu üstün aynîhakkın, hükümdar veya monarka ait olduğu zamanlardaki gibimutlak ve sınırsız bir şekilde kullanılması da söz konusu değildir.b. — Süje - Unsur Kuramı :Jellinek ve Carré de Malberg'in süje-unsur kuramı temsilcileriarasında yer aldığını görüyoruz 80 .Sözü edilen yazarlara bakılırsa, Devlet'in ülkesi üzerinde mülkiyethakkının bulunduğu ileri sürülemez; çünkü ülkenin, Devlet'-w BAŞGİL. A. F. : agm. s. 1271, 1278-1279.«o GÖZE, Ayferi : age. s. 85; OKANDAN, R. G. : age. s. 728 vd.; AKBAY, Muvaffak: age. s. 269-270.104


ten ayrı bir mevcudiyeti yoktur. Ülke, Devlet denilen tüzelkişinindışında değildir. Ülke, Devlet'in temel unsurlarından birisi olmaklaberaber, onun kişiliği ile kaynaşmıştır. Yani ülke ve Devlet tekbir vücut haline gelmişlerdir. Bu nedenledir ki, Devlet'in varlığıve kişiliği, ülkesinden soyutlanarak düşünülemez. Ülkeye bu nedenle,sanki Devlet denilen ayrı bir varlığın mülkü nazarı ile bakmakdoğru sayılamaz. Ülke ve Devlet kaynaşmış bulunduğundan,ikincisinin birincisinin sahibi olduğu da söylenemez. Bu yazarlarabakılırsa, işte bu sayılan nedenlerledir ki özellikle Devletler UmumiHukuku alanında, bir Devlet'in ülkesine yapılan bir saldın, onunmülkiyet hakkına değil, doğrudan doğruya kişiliğine karşı yapılmışsayılmalıdır.Bu kuramın ilk bakışta çarpıcı bir çekicilik taşımasına, inandırıcı,munis bir görünümü bulunmasına rağmen, pek tutarlı olduğusöylenemez. Kuramı ileri sürenlerin, Devlet ile insan arasındakiyapay bir benzeşimden hareket ettikleri açıktır : însan içinvücut ne ise, Devlet için de ülke o dur. Ama bu olsa olsa şairanebir benzetmedir. Bir defa, ilerde göreceğimiz gibi, gerçek değil birtüzel kişi olan Devlet'in mutlaka bir vücudunun bulunması gereklideğildir. Öyle ise, tüzel kişi olan Devlet ile, canlı bir varlık olaninsan arasında vücuda sahip olmak bakımından bir benzerlik vevailişki yoktur. Ülke, daha önce de belirttiğimiz gibi, Devlet'in ortayaçıkması için gerekli öncül ve nesnel unsurlardan birisidir veona sadece, Devlet'in içinde oluşduğu ortam nazan ile bakılmasıcaizdir; bu 'orta m'ı giderek 'vücût' olarak kabullenmekdoğru değildir. Kaldı ki, ülkenin, Devlet'in oluşması için bir temelunsur teşkil etmesi, onun Devletle özdeşleştirilmesini, yani Devletile ülkenin ayniyyetini, yek vücut kılmmalannı gerektirmez".c. — Sınır - Unsur Kuramı :Bu kuramın taraftarlanna göre, ülkeye ne süje-unsur kuramınıbenimseyenlerin yaptığı gibi, Devïet'le özdeşleşmiş kaynaşmışbir unsur olarak bakılabilir ve ne de Devlet'in ülkesi üzerinde üstünbir ayni hakkı vardır.. Ülkenin, Devlet'in başlıca unsurlanndanbirisini teşkil etmesi, Devlet'in sahip bulunduğu üstün buyurmakudretinin sınırlarının belli olması için, ülkenin mevcudiyetininzorunluluğundan dolayıdır : Devlet kudreti, bu sınırlan belirli ülkeiçinde geçerli olacaktır 82 .81 Kuramın eleştirisi için özellikle bk. : GÖZE, Ayferi : age. s. 86 vd.82 GÖZE, Ayferi : age. s. 88-89.105


ßu kuramı, yukarda süje-unsur kuramının taraflısı olarak belirttiğimizCarré de Malberg ile Jellinek de benimsemişlerdir. Jellinek'egöre, Devlet'in ülkesi üzerinde doğrudan doğruya bir egemenlikhakkı yoktur; çünkü egemenlik hakkı demek, buyurma kudretidemektir; Imperium demektir. Imperium ise, ancak insanlarauygulanabilir. Demek ki, Devlet kudreti veya imperium'un, Devlet'ekendi ülkesi üzerinde ayni bir hak sağladığını savunmak olanağıyoktur* 3 .Özet olarak belirtmek gerekirse denilebilir ki, ülke Devlet faaliyetlerininmaddi alanı, belirli bir Devlet'in <strong>kamu</strong> hizmetlerini teşkilâtlandırmakve yürütmek bakımından bir tekel durumundan yararlandığıbelirli bir toprak parçası ve yine belirli bir Devlet'in insanlarüzerindeki otoritesinin geçerli bulunduğu alandan ibarettirki bu durumda, ülke ile Devlet arasında bir aynî hak ilişkisininmevcudiyeti kesinlikle iddia olunamaz.Sınır-unsur kuramı da eleştirilmiştir : Önce bu anlayış şeklinin,Devlet'in ülkesi dışında ve örneğin açık denizlerde, kendi bayrağınıtaşıyan gemilerde, yabancı göklerde uçan hava ulaştırma araçlarındamevcut bulunan egemenliğini açıklayamayacağı ileri sürülmektedirki bu eleştirinin gerçeklik payı taşıdığı muhakkaktır.Öte yandan, daha evvel de belirlediğimiz gibi, Devlet'in sadeceülkesindeki insanlar üzerinde geçerli bir üstün buyurma hakkınınmevcut olduğu, bunun dışında «ülke toprakları» üzerindeherhangi bir neviden hakkının mevcut olmadığı görüşünün depek tutarlı bir yanı yoktur; çünkü, bu görüşün kabul edilmesi halinde,örneğin <strong>kamu</strong>laştırma, Devlet'in ülke üzerindeki mülkiyetuyuşmazlıklarına kendi üstün aynî hakkından yararlanarak kanşabilmeve her çeşidinden özel mülkiyet ilişkilerini gerektiğinde yenidenve değişik bir şekilde düzenleyebilme yolunda sık rastlanantasarruflarının özünün ve mesnedinin açıklanabilmesi mümkünolamamaktadır.E) Ülke Hakkında Varılması Mümkün Sonuçlar ve Bu UnsurunGerçek ve Hukuki Mahiyeti:Önce şunu ifade etmeliyiz ki, 'ülke Devlet'in oluşumuiçin gerekli öncül ve nesnel bir»AKBAY, Muvafak : age. s. 271.106


unsurdur' şeklinde başlangıçta belirlediğimiz yargıda, sonuçbakımından bir değişiklik yapılması söz konusu olamaz : Ülkeolmadan bir Devlet'in meydana gelmesine imkân yoktur. ÜlkeDevlet yapısının doğup, gelişeceği elverişli nesnel bir ortamdır.îkinci olarak, Devlet'in ülkesinin tümü üzerinde geçerli üstünbir buyurma kudretinin mevcudiyeti de münakaşa konusu kılınamaz;bu kudret, hem ülke hem de onun üzerinde yaşayan herkesve ülkede bulunan her şey üzerinde geçerli bir kudrettir : ve tekbir kudrettir. Bu nedenle, egemenliği ikiye ayırıp, imperium'u sadeceinsanlar üzerinde geçerli bir egemenlik çeşidi olarak ayırmakve tanımlamak da caiz değildir; çünkü egemenlik tek'tir ve bölünmekabul etmez.Devlet'te toplanan ve belirgin bu üstün kudret, asıl olarak Devlettarafından, ülke üzerinde <strong>kamu</strong> güvenliğini sağlamak ve kollektifyararı yada <strong>kamu</strong> yararını oluşturmak için kullanılmalıdır;Devlet'in görevi, bu kudreti bu amaçlarla kullanmaktır.Devlet kudretinin ülke ile ilişkisi de yine bu <strong>kamu</strong> güvenliğive <strong>kamu</strong> yararları kavramları çerçevesinde ele alınmalıdır: Kamugüvenliği ve <strong>kamu</strong> yararı amaç ve kavramları Devlet'in ülke üzerindeüstün bir aynî hakka sahip bulunmasını zorunlu kılmaktadır;bu aynî hakkın, ülke üzerinde de geçerli hakimiyet hakkındankaynağını aldığı muhakkaktır. Demekki ülke üzerinde Devlet'inegemenliğe dayanan ve bu nedenle üstün bir aynî hakkı vardır.Burada söz konusu edilen bu üstün aynî hakkın mahiyetinindaha yakından ele alınıp incelenmesi zorunluluğu karşımıza çıkmaktadıru :Öncelikle belirlemeliyiz ki, Devlet'in ülke topraklarının bir kısmıüzerinde özel hukuktakine benzer aynî bir hakkı olabilir. Gerçektenidare Hukuku'nda Devlet'in özel hukuk mülkiyet hakkı sahibiolarak karşımıza çıkabileceği, örnekleri ile gösterilmiştir. Bu mülkiyethakkı sahipliği ile, üstün ayni hakkın yarattığı durumu birbirinekarıştırmamak gerekir. Öte yandan, Devlet'in ülkenin tamamıüzerinde üstün bir aynî hakkının mevcudiyeti, onun, özel ve tüzelkişilere, özel hukuk hükümleri uyarınca ülkesinin belirli kesimlerindeözel hukuka uygun bir mülkiyet hakkı tanımasına da manideğildir. Hatta denilebilir ki, bu özel hukuka uygun olarak tesiss* Bu konuda özellikle bk. : GÖZE, Ayferi : age. s. 93-97.107


edilmiş ve özel hukuk kişilerine ait mülkiyet hakkına Devlet, kendikoyduğu kurallar uyarınca saygı göstermek durumunda ve zorundadır.Hemen belirtmeliyiz ki, özel hukuk mülkiyet hakkınınkaynakta bu tür anlaşılışı, Devlet için kendi koyduğu kurallara saygılıolma durumu ile birlikte düşünülmesine rağmen, mülkiyet hakkının,yani özel hukuk mülkiyet hakkının, mutlak ve sınırsız, dokunulmazbir hak olarak kabulüne kesinlikle manidir : Bir defa,Devlet, özel hukuk mülkiyet hakkına sahip kıldığı kimselerle olanilişkilerini düzenleyen ve yine kendisi tarafından geçerlik kazandırılmış,saygı ve sınırlılık yükümleri yaratan hukuk kurallarınıdeğiştirebileceği gibi, <strong>kamu</strong> güvenliği ve <strong>kamu</strong> yararının gerektirdiğihallerde örneğin <strong>kamu</strong>laştırma yolu ile bireyleri sahip bulunduklarımülkiyet hakkının konusunu teşkil eden varlıklardan mahrumkılabilir. Pek doğaldır ki, özellikle <strong>kamu</strong>laştırma durumundaDevlet, bu konuyu düzenlemek üzere evvelce çıkardığı kurallarave usullere en önce kendisi riayet edecektir.Görülüyor ki, esas itibariyle Devlet, ülke topraklarının tümüüzerinde, özel hukuktakinden farklı, ayrı bir «<strong>kamu</strong> çıplakmülkiyet i»ne yada «üstün mülkieye t»e veya k u-r u ve çıplak m ü l k i y e t»e sahip bulunmaktadır; amabu hakkın mevcudiyeti, onun gerektiğinde özel hukuk kişilerine vebizzat kendisine de özel hukuk mülkiyet hakkı tanımasına engel teşkiletmemektedir. Ne var ki Devlet, <strong>kamu</strong> yaran gerektirdiğinde,doğrudan doğruya kendisine ait <strong>kamu</strong> hukuku mülkiyet hakkınadayanarak, özel hukuk mülkiyet hakkına müdahale edebilmekte,hatta bu hakkı yeniden düzenleyebilmekte ve gerektiğinde izale edebilmektedir.Burada ve bu noktada önemli bir hususa ilişmek vebir yanlış anlama ihtimalini bertaraf etmek gereklidir : «özelhukuk mülkiyet hakkının izales i»ni belirlikimselerin belirli mal varlıkları üzerindeki haklarının ortadan kaldırılmasısuretinde anlamalıdır; bu dahi yapılırken 'değer pahası'veya «m uhik bir tazminat» verilecektir.Haksız fiil suretinde oluşabilecek bir hak mahrumiyeti cihetine gidilmesidüşünülemez. Demekki bir kimsenin bedeli peşin veya anayasave yasada yazılı olduğu gibi belirli zamanlarda ödenmek kaydıile ancak belirli bir malı üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kaldırılabilir.Bir kimsenin veya herkesin, belirli mallar veya mal gruplarıüzerinde, örneğin üretim araç ve gereçlerinde hiçbir zamanmülkiyet hakkına sahip bulunmayacakları, veya özel hukuk mülkiyethakkının tamamen ortadan kaldırılması suretinde bir anlayış108


ve uygulama, yukarda değindiğimiz Devlet'in özel mülkiyeti düzenleyebilmesive gerektiğinde izale edilebilmesi suretindeki temel ilkeyetamamen yabancıdır. Bu genellikle marxist-sosyalist mülkiyethakkı anlayışıdır ki batı tipi hürriyeti demokrasi rejimlerindeve onların anayasalarında bu anlayışın yer almasına cevaz yoktur1961 Anayasamız da örneğin Devlet'in özel mülkiyete müdahalesinibu yolda anlamış değildir. Öyle ki Anayasamızda <strong>kamu</strong>laştırma vedevletleştirme pek tabiî vardır; ama bunların mevcudiyeti kollektivistmülkiyet hakkının tanındığı, özel mülkiyetin reddolunduğusuretinde yorumlanamaz. Kısacası, Anayasamız açısından salimbir mülkiyet hakkı yorumunun belki aşağıdaki gibi yapılmasımümkündür :36. maddede yer alan «Herkes, mülkiyet ve mirashaklarına sahiptir» birinci fıkra hükmünü,sahip bulunulan mülkiyet hakkının, kutsal, sınırsız ve dokunulmazolduğu suretinde anlamak ne kadar yanlış ve sakat ise, aynı şekilde«<strong>kamu</strong>laştırma» ve «d e v 1 e t 1 e ş t i r m e»ye bakarakkollektivist ve sosyalist mülkiyet hakkının kabul edildiği dolayısiyleözel mülkiyetin tüm yasaklanması yoluna gidilebileceğisuretindeki sonuç belirtmeler de o derece yanlış ve sakattır. Anayasamızındeyişi ile, mülkiyet hakkının kullanılması «toplumyararına aykırı olamaz» ve daha önemlisi mülkiyethakkı <strong>kamu</strong> yararını gerçekleştirmek amacı ile ve kanunla sınırlandırılabilir.Bu sınırlandırma, özel hukuk mülkiyet hakkınınbelirli kimselere ait belirli mallar üzerinden kaldırılması şeklindekarşımıza çıkabilir ise de, özel hukuk mülkiyet hakkının tüm ilgası,kaldırılması söz konusu değildir. Kaldı ki hangi durumda olursaolsun karşılık veya tazminat ödenmesi esastır.İşte Anayasamızın 'toprak mülkiyeti' (Madde37), '<strong>kamu</strong>laştırma' (M a d d e 38) ve 'devletleştirme'(Madde 39) ile ilgili hükümleri, 36. maddesinde yeralan mülkiyet hakkındaki ana hükümle birlikte yorumlanınca, <strong>kamu</strong>yararının gerektirdiği hallerde, koşullarına uyarak Devlet'inbelirli mallar üzerinde özel mülkiyeti ortadan kaldırıcı veya yenidendüzenleyici tasarruflara girişebileceği ve bunları <strong>kamu</strong> yararınısağlamak amacının yanı sıra, ancak haiz bulunduğu üstün mülkiyethakkından yararlanarak yapabileceği sonucuna kolayca varılabilir.109


II) Devlet'in Kurucu Unsurları :Devlet'in meydana çıkması için zorunlu koşullar niteliği taşıyan«öncül ve nesnel unsurları (=ülke veinsan unsuru) görmüş bulunuyoruz. Başlangıçta da belirttiğimizgibi, insan ve ülke unsurları, gerekli, zorunlu ve öncülkoşullar olmakla beraber, somut olarak sadece bunların mevcudiyeti,Devlet denilen karmaşık sosyal ve siyasal yapının kendiliğindenortaya çıktığı, doğuverdiği anlamına gelmemektedir. Başka deyişle,belirli bir ülke üzerinde oturan bir insan topluluğunun mevcudiyetihalinde, mutlaka ve otomatik olarak Devlet olgusu ile karşılaştığımızısöylemek imkanı yoktur. Gerçekten, bir insan topluluğu,belirli bir kara parçası üzerinde yaşayabilir ve fakat orada birDevlet meydana çıkmayabilir.. Böylece, belirli bir ülkede yaşayanbir insan topluluğunun Devlet'leşebilmesi için, belki tamamlayıcınitelikte fonksiyonları olan, ama muhakkak ki nesnel ve öncül unsurlarkadar hayatî önem taşıyan başka unsurlara da ihtiyaç bulunduğugerçeği karşımıza çıkmaktadır. Kurucu unsurlar olarakgeleneksel Kamu Hukuku sözlüğünde yerini bulan bu unsurlar,«Devlet Kudreti» ve «Devlet'in K i ş i l i ğ i» olmaküzere başlıca iki kısımda incelenmektedir 85 .Gerçekten Devlet, kendine özgü üstün bir «k u d r e t»ininmevcudiyeti ve bunun da yardımı ile bir «kişilik» kazanmasısuretiyledir ki siyasal ve hukukî gerçeklik alanına ancak fiilîve hukukî bir mevcudiyet olarak çıkabilmektedir. Devlet'in kudretive kişiliği, böylece Devlet yapısının tamamlanmasına hizmetetmekte, onun üstün bir bütünlük olarak karşımıza çıkmasını sağlamaktadır.Öncül ve nesnel unsurlar olan insan topluluğu ve ülkenasıl Devlet yapısının temelini teşkil etmekte iseler, kişilik ve kudretde bu yapının çatısını bağlayan elemanlar olarak düşünülmelidir.Şimdi bu tamamlayıcı ve kurucu unsurları ele alıp incelemesırası gelmiştir.1. — Devlet Kudreti Yada Devlet'in İktidar Unsuru :Devlet'in mahiyeti ve evrimsel tanımı konusundaki açıklamalarımızdave özellikle unsurlar kesiminin başlangıcında, nihayet85 «Kurucu unsurlar» a, 'Devletin fiilî ve hukukî varlığını sağlayan unsurlar'demek de mümkündür; bu konuda bk. : OKANDAN, R. G. : age. s. 737 vd.110


Devlet'in insan unsurunun açıklanması sırasında, Toplum adınıverdiğimiz genel ve kaplamsal yapının «p 1 ü r a li s t» (çoğu 1-c u) görünümüne işaret eylemiştik. Gerçekten Devlet'in insan unsurununsosyolojik görünümünden ibaret bulunan toplum, bireylerdenve onların çeşitli büyüklüklerde olmak üzere meydana gertirdikleri sosyal ünitelerden, yani aileden başlayarak sayısız sosyalgruplardan, menfaat gruplarından, baskı gruplarından, demeklerile siyasal partilerden, sosyal sınıf ve zümrelerden ve ilh., oluşmaktaidi. Yine sosyolojik bakımdan Devlet, bu çoğulcu toplum yapısıiçinde yer alan sosyal birliklerden »ünitelerden birisi olarak kabuledilebilir ise de, daha önce açıkladığımız gibi, O'nu toplumda yeralan tüm sosyal ünitelerden ayırt etmemizi mümkün kılan özelliklerimevcut idi : Bu özelliklerden birisi, Devlet denilen yapınınkaplamsallığıdır. Devlet, çoğulcu toplumun en geniş çevresini teşkiletmektedir; diğer bütün yapılar, üniteler Devlet'in çizdiği çevreiçinde yerlerini almaktadırlar. Başka deyişle Devlet, oluşturduğuyapının sınırları ve çerçevesi içine diğer bütün üniteleri (gruplar,partiler, s ı n ı f 1 a r,b i r e y 1 e r v. s.,) sokmuştur.Acaba bu özelliğin doğal sonucu olarak «Devlet = Top-1 u m» mu demek yerinde olacaktır? Hemen belirtelimki böylebir eşitlikten, özdeşlikten bahsetmek doğru değildir; yanıltıcıdır.Toplum, tüm kadroları ve sosyal üniteleri ile birlikte Devlet denilenkaplamsal yapının içinde yerini almakla beraber, bu, deyim yerinise, sadece bir görünüm benzerliği, yani statik bir benzerlikolarak düşünülmelidir. Devlet salt görünümsel açıdan topluma tetabukediyor, onunla sınırları ve çevresi çakışıyor gibi kabul edilebilirise de, bu durum, her ikisinin özdeşleştiği anlamına gelemez;çünkü, Devlet'de (ve sadece D e v 1 e t'd e, ne toplumdave ne de toplumda yer sosyal ünitelerinherhangi birisinde) üstün bir iktidarunsuru vardır ki onun derhal diğer sosyal ünitelerden ve toplumdanayırt edilmesini mümkün kılmaktadır. Bu üstün kudret, yoğunlaşmışsiyasal iktidar sayesinde Devlet, toplumsal yapılar hiyerarşisindeen üstte yerini alabilmekte ve böylece geri kalan tüm sosyalyapı ve ünitelerin ona bağlılığı durumu ile karşılaşılmaktadır.Bu aslında doğal ve akla uygun bir sonuçtur : Devlet'in sosyalyapıların kademeleştirilmesinde üst ve emredici bir yüksekliğe yerleştirilmemesihalinde ve üstelik, onda da bir iktidar unsuru mevcut111


sayılsa bile bunun diğer sosyal yapılarda yer alan iktidarlardan ayrıbir yanı bulunmadığı kabul edilirse, genel toplumsal çerçeve içindebir kargaşalık, kaos haline seyirci kalmamız kaçınılmaz bir sonuçolarak karşımıza çıkacak demektir. Halbuki, toplumsal yaşamınsiyasallaşmasından sonraki görünümü bize açıkça göstermektedirki, belirli bir aşamadan sonra toplumsal yapılarda bununtam zıddı bir tablo mevcuttur; yani kargaşalık ve kaos yoktur.Tüm sosyal üniteler arasında bir hiyerarşi, düzenli ilişkiler vardırve bunu sağlayan da Devlet'tir : Devlet, bu kademeleşme de üstünbir zecrî kudretle teçhiz edilmiş olarak en üstte yerini almakla bugörevini yerine getirebilmektedir 86 .İşte ele alacağımız konu, bu derece önemli bir fonksiyonu bulunanve Devlet'i toplumsal yapının tümünden ve onun içinde yeralan bütün sosyal yapılar ile ünitelerden ayırt etmemizi sağlayanDevlet kudreti veya Devlet'in iktidar unsurudur ki, onun mahiyetiile ilgili açıklamalara girişmeden önce, kullanılması uygun ve gereklibulunan terim konusunda anlaşmamız icap etmektedir.A) Terim Sorunu :Devlet'in sahip bulunduğu bu üstün kudreti ifade için hangiterim kullanılmalıdır?Kamu hukuku yazarlarının Devlet kudretini göstermek üzeredeğişik terimler kullandıklarını tesbit ediyoruz 87 : Bunlar arasında,«hâkimiyet veya egemenli k», «emretmekudreti» «amme iktidarı», «amme kudreti»,«Devlet iktidarı» sayılabilir. Acaba bu terimlerden hangisininyeğlenmesi yerinde olacaktır?Hemen belirtelim ki bunlar arasında yer alan «hâkimi y-y e t» veya «egemenlik» teriminin kullanılması isabetliolmayacaktır; çünkü bu terim, başlangıçta da belirttiğimiz gibi,iktidarın sınırsızlığı ve mutlaklığı suretinde anlaşılıyor ise, (k ibu klasik egemenlik anlayışıdır) bu anlayışmodern Devlet kudreti kavramına yabancıdır : Bilindiği gibi,modern Devlet'in iktidarı ne mutlaktır ve ne de sınırsız... Herşeyerağmen «egemenlik» veya «h â k i m i y e t», terimin yeni*s VILLENEUVE, Bignè de : age. C. 1., s. 255." OKANDAN, R. G. : age. s. 743, 746.112


ve modem anlaşılışına uygun surette kabul edilmek kaydı ile. Devletkudretini göstermek için pekâla kullanılabilir.Günümüzde Devlet, içerde ve dışaırda, iktidarı bir takım sınırlarlaçevrili olan Devlet'tir; bu sınırların mevcudiyeti Devlet'iegemen saymamıza mani değildir. Devletin egemenliğinin yeni görünümü,daha çok hukuksal yanı belirgin bir anlayıştır ki, iç'de veiç hukuk bakımından sınırlı olmakla beraber, en son sözü söylemekbakımından oranlı bir üstünlüğü ve zecir uygulamasına başvurmaktabir tekel durumundan yararlanmayı, dış'ta ve dış hukukbakımından ise, milletlerarası ilişkiler alanında özne olarak yeralabilmeyi ve dış hukuk ilişkilerinde Devletler ailesinin eşit haklarasahip bir öznesi olarak kabul edilmeyi içermektedir, tşte bütünbu nedenlerle egemenlik yerine, karıştırmayı önlemek ve bir takımayırımları yapmamayı sağlamak üzere, daha yerinde ve uygun birterim olarak «devlet kudreti» veya «devlet iktidarı»terimlerinin kullanılması uygun olacaktır; bu nedenle bizde, bundan sonraki açıklamalarızda, daha çok «Devlet kudreti»veya yeri geldiğinde «Devlet iktidarı» terimlerinikullanacağız.B) Devlet Kudretinin Gerekirliği ve Üstünlüğü :Doğası, mahiyeti bakımından diğer sosyolojik yapılardan birayrılık göstermeyen Devlet'in bu tür her yapıda ortaya çıkan «i k-t i d a r»dan mahrumiyeti düşünülemez. Başka deyişle, Devletiçinde de bir iktidarın oluşması pek doğaldır ve hatta bu bir gerekirliliktir88 ; çünkü, daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, Devletdiğer sosyal ünitelerden ayrı ve hiyerarşik yeri bakımından onlarınüstünde yer alan bir yapıdır; kaplamsaldır ve karmaşıktır. O'-nun kudreti de, pek doğaldır ki, bu karmaşıklık ve kaplamsallıkiçinde, Devlet'ten beklenilen birleştirici, sıraya koyucu görevi yerinegetirmeye elverişli nitelikte bulunacaktır. Bu nitelikten muradımızın,asıl bu kudretin üstünlüğü ile zecrîliği olduğunu daha evvelbelirlemiştik.C) Devlet İktidarının Kaynağı :Devlet kudretinin kaynağı sorunu siyasal düşüncenin ve siyasetfelsefesinin ana sorunlarından birisi ve belki de en belli başlısıdır.88 Bknz. : Yukarda dip not : 86; ayrıca, OKANDAN, R. G. : age. s. 738.113


Burada sorunu bu önem ve genişliği ile ele alarak ileri sürülen görüşlerintamamını aktarıp, eleştirecek değiliz. Bizim için, siyasaldüşüncenin izlediği evırim çizgisinde, Devlet iktidarının kaynağı konusundaileri sürülen görüşleri en genel çizgileri içinde özetlemekve nihayet bu konuda gerçeğe en yakın olan görüşe değinmek yeterliolacaktır.Sorunu açıklığa kavuşturmak için, şu yanlışlık ve karıştırmaihtimalini ortadan kaldırmak gereklidir : Devletin iktidar unsurununkaynağı sorunu ile bu iktidar ya da kudretin meşruiyyet iktisabı,yani otorite haline gelmesi, birbirleri ile ilgili fakat aslındaayrı sorunlardır. Birbirleri ile ilgilidir; çünkü meşruiyyet kazanmahali çok defa iktidarın kaynağının açıklanması ile birlikte kendiliğindenkarşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki iktidarın kaynağını açıklarkenonun meşruiyyetini de belirlemek bir çeşit kolaylık sağlamaktadır.Bu sorunlar birbirlerinden ayrıdır; çünkü, kaynak açıklayıcıgörüşler, kuramsal ve ütopik yanlan ne kadar belirgin olursaolsun, sonuçta pratik geçerlikleri olan görüşlerdir. Meşruiyyetkazanma ise, değer yargıları ile ilgili bir sorundur 89 . Kaldı ki, ilksorunun öncelik taşıdığı, yani önce otoriteleşmesi söz konusu edilecekbir devlet kudretinin mevcudiyetinin gerektiği meydandadır.Bütün bu ayırma çabalarına rağmen, iktidar kaynağı ve meşruiy.yet kazanma sorunlarının içice ve birlikte ele alınmaya devam edildiğinihatırda tutmak kaydı ile, şu görüş grupları ile karşılaştığımızısöylemek mümkündür w :a) İnsanları yönetme, onlara emir verebilme hak ve yetkisinin,insan ötesi, üstün ve çok defa kutsal bir kaynaktan geldiği ilerisürülmüştür. İlahî Kaynaklı Devlet görüşünü Devlet'in Kaynağıbölümünde ele alıp açıklamıştık, tşte o, ilâhî nitelikteki Devlet'inkaynağını ve doğuşunu açıklayan görüşlerin, Devlet'in iktidar unsuruve onun ortaya çıkışı hakkındaki açıklamaları da pek doğaldırki, aynı nitelik ve görünümü korumaktadır.Orta Çağ Hristiyan siyasal düşüncesinde olduğu gibi İslam'dada Devlet kudretinin ilahî kaynaklı olduğuna inanılmış, padişahın89 İktidarın kaynağı konusunda «magic» sayılabilecek açıklamalar için bknz. :JOUVENEL, Bertrand de : «On Power».. (Trans, by J. F. Huntington),New York 1949, s. 63 vd.; WILLOUGHBY, W. W. : age., s. 105.*> OKANDAN, R. G. : age. s. 749-775.114


veya Sultan'm Tanrı'dan gelen iktidarı kullandığı, çok defa onunyer yüzündeki vekili, gölgesi olduğu, bu iktidara karşı gelmenin iseAllah'a itaatsizlik ve günah sayılacağı, mutlak bir itaatin cennet kapılarınıaçacağı ve ilh., yolunda görüşler ileri sürülmüştür 91 .b) Sözleşme kuramlarının benimsenmesi ve 1789 Büyük FransızDevrimi'nin getirdiği sonuçların etkisi ile Devlet kudreti kaynakta«umumî irade» ile birleştirilmiş, Devlet iktidarı böylecekaynakta nötürleştirilmiş olmakla beraber, üstünlüğü, karşıkonulmazlığı ve hatta mutlaklığı konusundaki kanılar, daha da kuvvetlenmişbir biçimde, bir bakıma muhafaza edilmiştir.Sözleşme kuramının getirdikleri, daha sonra demokratik görünümdekikaynak açıklamalarına ve dolayısiyle meşruiyyet belirlemelerineyol açmış bu arada, toplumsal yapıların milletleşmesi olgularınınkuvvetle ortaya çıkması nedeniyle, umumî irade «m i 1-1 î irade» şekline dönüşmek kaydı ile mevcudiyetini korumayadevam etmiştir 92 .c) «M i 1 1 î irade» şekline de dönüşse, 'umumîirade' dolayısiyle toplumsal sözleşme kuramlarının modernçağlarda yetersizliklerinin ortaya çıkması, Devlet iktidarının doğrudandoğruya kuvvet çatışmalarından çıktığı, kuvvetlinin aynı zamandahaklı olduğu yolundaki görüşlerin ortaya çıkmasına ve giderekkuvvetlenip tutunmalarına yol açmış, sadece kuvvetin meşruiyyetkazanmada yeterli olmayacağı ve özellikle kuvvetci kuramlaradayanarak mevcut siyasal yapıları alaşağı etmede bir meşruiyyettemeli tesis etmenin zorunluluğu nedeniyle bu defa, kısacası kuvvetkullanmayı meşrulaştırmak amacı ile ortaya Nazist ve Komünistgörüşler atılmıştır 93 .Görülüyor ki bu çok kısa ve genel özetlemeden de anlaşıldığıüzere, iktidarın kaynağı ve meşruiyyeti günümüzde de önem veçekiciliğini korumakta olan bir problemdir. Sorunun değişik kuramlarınetkisi altında kalınarak değişik çözümlere ulaştırılması91 Bu konuda hristiyan siyasal düşüncesi için özellikle bakınız : COKER,Francis William : «Readings in Political Philosophy», New York, 1938, s.155484. Islam îçin : BAŞGÎL, A. F. : «Esas Teşkilat Hukuku», 1. Cilt, FasikülI, İstanbul 1960, s. 72.» AKBAY, Muvaffak : age. s. 281 vd.; OKANDAN, R. G. : age. s. 759 vd.» OKANDAN, R. G. : age. s. 329-330, 339-340.115


doğaldır; buna rağmen, gerçeğe en yakın bir kaynak ve meşruiyyetaçıklaması yapabilmek mümkündür, sanısındayız.İşe, ilkel topluluklardan başlamakta yarar vardır :En ilkel sayılan toplulukların incelenmesinde dahi, bunlarıniçinde bir toplumsal dayanışmanın mevcudiyeti ve bu dayanışmanındoğal bir sonucu olarak da bir iktidarın belirdiği, ortaya çıktığıtesbit edilebilmektedir; ortaya çıkan bu iktidarın, bugünküanlamına yakın şekilde «siyasal» sayılmasının gerekmediğimuhakkaktır. Bu yolda bir iktidar belirmeden, ortaya çıkmadantoplumsal dayanışmanın devam etmesi ve bunun sonucu olarakda toplumsal yapının mevcudiyetini sürdürmesi elbetteki mümkünolamazdı. Bu yargı ve kabul tarzı, aslında ilkel topluluklara özgü dedeğildir : Her çeşidinden, büyük yada küçük , ilkel yada gelişgin,siyasallaşmış veya o yolda henüz emeklemekte olan, velhasıl herçeşit ve görünümdeki toplumsal yapı ve çevreler için de bu yargıve sonuç belirlemesi geçerli sayılabilir.Yalnız, unutulmamalıdır ki, topluluklar ve sosyal üniteler ilkellikdenzamanımızdaki en ileri şekillerine doğru geliştikçe, buyukarda sözü edilen kudretin de etki alanı genişlemekte, mahiyetide başkalaşmakta ve bu kudret giderek yeni özellikler kazanmaktadır.Hele kaplamsal ve karmaşık bir Devlet yapısı ortaya çıktıktansonra, onun içinde ve toplumda yer alan ünitelerin de iktidarasahip olabileceklerinden, dolayısiyle etkileme faaliyetinde bulunabileceklerindensöz edilebilmektedir. Bu oluşumun aslında doğalbir gelişimin sonucu olduğu kolayca saptanabilir : Kollektifyaşamın alanı genişledikçe, bireyler ile onların meydana getirdikleriçeşitli üniteler için daha geniş bir birlik, daha kaplamsal bir yararve nihayet daha etkili ve geçerli bir dayanışma durumu ortaya çıkmaktadır.İşte bütün bu nedenler, bu genişlemiş kollektif yaşamıniçinde yer alan bireylerle toplulukların, kendilerinkine nazaran üstünbir otoriteye bağlılıklarını zorunlu kılmaktadır. Bu bir anlamdaakim da bir gereğidir : Aksi düşünüldüğü takdirde, kollektifhayatın alanının genişletilmesine imkan bulunamaz.Kollektif hayatın Devlet dediğimiz bir anlamda en kaplamsalve gelişgin şekline ulaşıldığında ise, karşımıza genel yarar, <strong>kamu</strong>yaran, millî yarar gibi kavramlar çıkmakta ve bu hayatın idamesive sözü edilen kaplamsal yararların gerçekleştirilmesi için, dayanışmanındaha da kuvvetlendirilmesi gerekmekte ve bu da ancak116


Devletleşme durumunda ortaya çıkacak siyasal iktidarın en üstünve etkili iktidar sayılması ile mümkün olabilmektedir 94 .Demekki, Devlet kudretinin de, Devlet'in ortaya koyduğu genişve kaplamsal hayat tarzının ortaya çıkışıyla birlikte ve ona paralelolarak, yada başka deyişle, sırf bu hayat tarzının doğal bir sonucuşeklinde ve bu yaşamın zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta etkili veelverişli tek araç suretinde belirdiğini, ortaya çıktığını kabul etmekzorunluluğu vardır. Öyle ise şu sonuç mahiyetindeki yargıya katılmaktabir sakınca yoktur : İktidar, Devlet kudreti, Devlet'in vücutbulması ile birlikte, aynı zamanda meydana çıkmaktadır. Baş>langıçta değindiğimiz evrimsel ve analitik Devlet tanımlaması daaslında bizi aynı sonuca vardırmışdı 9S .D) Devlet'in iktidar Unsurunun Özellikleri :Buraya kadar söylenenlerden, Devlet'in iktidar unsurunun özelliklerikonusunda bazı sonuçlar çıkarmak olanağı mevcut ise de,bunları ve diğer özellikleri, daha açık ve seçik bir şekilde ifadeetmekte fayda vardır :a) Devlet'in iktidar unsurunun en belirli özelliği olarak, geçerlibulunduğu ülkede kendisinden daha üstün bir iktidar tanımamasındansöz edilmektedir. Daha önce de, toplumsal alt yapılarhiyerarşisinde Devlet'in en üstte yerini aldığını, genişlik ve çevresibakımından da diğer tüm yapılan içerdiğini, kapsadığını belirtmiştik.Bu görünüm içinde Devlet'te yer alan iktidar, diğer iktidarhıihraklarındakine nazaran göreli ve oranlı bir üstünlük gösteriyorve bu üstünlük, hiç bir şekilde sınırsızlık ve mutlaklık anlamınagelmiyordu. Aynı şekilde, Devlet'te oluşan bu anlamdaki üstüniktidann mevcudiyeti, diğer sosyal grup ve yapılarda mevcut iktidarolgularının inkân demek değildi.b) Gerçekten Devlet iktidarı, iç alanda, ülke sınırlan içinde yeralan gerçek ve tüzel kişilerin irade ve iktidarlanna üstün bir kudretniteliğinde bulunduğu için, gerektiğinde bu irade ve iktidarlarayerine getirilmesi zorunlu emirler verebilmekte, onların karşıkoymalarını etkisiz bir hale getirebilmekte, kısacası onlan belirlibir davranış ve hareket düzenine bağlı kalmaya zorlayabilmekte^* ORANDAN, R. G. : age. s. 814.« OKANDAN, R. G. : age. s. 815.117


dir. Üstelik bu düzeni kurup devamlılığını sağlamak, karşı koymalarıanında ve etkili bir şekilde bertaraf edebilmek üzere, Devlet,maddî cebir, zor kullanma imkânına da sahip bulunmaktadır. Bilindiğigibi Devlet, bu maddî cebir, zor kullanma bakımından birçeşit tekel durumundan yararlanmaktadır.İşte toplumsal yapı içinde sadece Devlet'in maddî cebir, zorkullanma imkânı ile teçhiz edilmesi, dolayısiyle sadece onun kudretininmeşru olarak zorlama şekline dönüşebilmesi, Devlet kudretininikinci özelliğini teşkil etmektedir. Diğer yapılarda yer alaniktidarların çıplak kuvvet kullanma olanakları genellikle mevcutdeğildir; bu yola gitmelerinin ise meşru sayılması, istisnalar dışında,düşünülemez.Burada karşımıza çıkan bir sorunun cevabı verilmelidir : AcabaDevlet, bu bir çeşit tekel olarak yararlandığı maddî cebir kullanmaolanağından, mutlak bir şekilde mi yararlanacaktır? Cebre başvurmanında bir sının yok mudur? Genel olarak, Devlet kudretininsınırsız bir iktidar olmadığını belirlemiştik. Cebre başvurmanında sınırsızlığı ileri sürülemez. Her ikisi için de geçerli hukuksalve hukuk dışı sınırlar vardır.c) Bir başka özellik olarak, dış alanda ve hukukta Devlet iktidarınındiğer Devlet'lerin kudretlerinden bağımsız olduğu kabuledilmektedir. Hemen belirtelim ki bu konuda bir ayrım yapmakgerekir : Dış ilişkiler, milletlerarası münasebetler alanında ancakgöreli ve orantı bir bağımsızlık söz konusudur. Ekonomik, askerî,sosyal, kültürel ve ilh., koşulların yarattığı gerçeklik odur ki.«kuvve t» ilişkilerinde daha çok fiziktekine benzer bir yasageçerli olmaktadır : Üstün kuvvet, etkilemede daha başarılıdır; zayıfkuvvet, daha çok etkilenmektedir.Devletler Umumi Hukuku bakımından ise, her devletin kendineözsu iktidarının di£er Devlet'lerin iktidarlarına hukuk açısındaneşit bulunduğu kabul edilmektedir. Her Devlet, milletlerarasıilişkiler alanuıda. bağımsız ve eşit haklara sahip bir özne olarak,faalivette bulunabilmektedir. Görülüyor ki bu ikincisi hukuksal bağımsızlıktırve bunun mutlaklığı da ancak bir kabule dayanmaktadır.Avnmın birinci kesiminde ver alan söreli ve oranlı bafrmsızh^ın.ikincisini vani hukuksal bağımsızlığı hangi ölçüde etkilediğiavn bir konudur.Antlaşmaların, Devletlerin irade ve iktidarlarını sınırlandırıcıfonksiyonlarına rağmen, bağımsızlığı negatif yönde etkilemediği118


kabul edilmektedir : Antlaşmalar sadece, dış alanda da Devlet iktidarınınbağlı sayılacağı bir takım sınırları göstermektedir. Devletbağımsız olduğu için bunları kabul etmiştir ve aynı nedenle bunlarıdeğiştirebilir ve ortadan kaldırabilir. Bu konuda, antlaşmalarıngetirdiği sınırlamaların, pozitif ve analitik hukuk anlayışları açısından«h u k u k î» sayılamayacağını ileri sürenler dahi çıkmıştır96 .d) Devlet kudretinin bir başka özelliği, onun bir bütünlük teşkilettiği, bölünemeyeceği suretinde belirlenebilir. Klasik egemenlikteorisinden kalan ve bir bakıma geçerliğini koruyan bu özellik,Devlet kudretinin örneğin, polis yetkisi, vergi toplama yetkisi, yasama,yürütme ve yargı yetkisi gibi iktidar parçalarının bir arayagelmesinden oluştuğunun reddi demektir 97 . Bu yetki parçalan,ana iktidar kaynağından kopup ayrılmamakta, sadece onun adınakullanılmaktadır. Burada, daha doğrusu, bir çeşit görev ayırımı dolayısiyleDevlet kudretinin, ona sahip olan adına kullanılması sözkonusudur. Örneğin yargı yetkisinin «M illet adına bağımsızmahkemeler tarafından kullanılması»gibi.. Bu millet veya Devlet adına kullanma, aslında diğeryürütme ve yasama ile bunlara bağlı faaliyet alanları için de geçerlidirve bu durum, Devlet kudretinin parçalandığı, bölündüğü anlamınakesinlikle gelmez. Bu konu üzerinde, «Devlet iktidarınıniçeriği olan yetkiler» kesiminde tekrarduracağız.Devlet iktidarının bu yukarda dört kesimde incelediğimiz özelliklerininbirbirlerini etkilediği muhakkaktır : tçte üstünlük ve maddicebre başvurmada tekel durumundan yararlandığını kanıtlama,genellikle dış ilişkilerde bağımsızlığı ve buna götüren işlem mahiyetindeki«tanımayı» sağlamaktadır. Yukarda değinildiğisurette, özellikle dış ilişkiler alanında etkilenme durumunun doğalsonucu olarak, iç'te de ilk iki özelliğin zayıfladığı kamlarınınortaya atıldığına tanık olunması mümkündür 58 .E) Devlet İktidarının Başlıca Görevleri :Devlet iktidarının kaynağı kesiminde değindiğimiz gibi, kollektifyaşam şeklinin gelişmiş bir aşamasında ortaya çıkan ve üstün* örneğin bknz. : WILLOUGHBY, W. W. age. s. 81-82.97 WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 72.98 Devlet kudretinin nitelikleri ve özellikle «Devlet gücünün nitelikleri ile ilgilison görüşler» için bknz. : OKANDAN, R.G. : age. s. 775-795, 817.119


ir sosyal dayanışmanın ürünü olan Devlet kudreti, asıl görevini,kendisi ile aynı zamanda oluştuğu Devlet tam anlamı ile yerleşikve otoriter bir yapı özelliğini kazandıktan sonra, yerine getirmektedir;bu noktada Devlet iktidarının başlıca görevleri şunlardanibarettir " :a) Herşeyden önce Devlet iktidarı, Devlet'in sosyal faaliyetve kuvvetleri düzenlemesinde başvuracağı en etkili araç rolünü oynamaktadır.Böylece Devlet, kendi çoğulcu toplum yapısı içinde,sayısız sosyal üniteler arasında bir disiplin sağlayabilmekte, bubirlikler arasında ahengi kurup sürdürebilmekte ve en önemlisi,bu birliklerin değişik amaç ve yararlarını uyuşturabilmekte veyabunlardan birini ya da bir kaçını yeğlediği takdirde, bu tercihininuygulamaya aktarılabilmesi olanağına da sahip olabilmektedir.b) Belki de yukardaki ana fonksiyonunun doğal bir sonucuolarak Devlet, ortaya çıkan ve içeriği devamlı olarak değişen genelve kaplamsal «<strong>kamu</strong> yarar ı»nm gerçekleşmesi konusunda,en başta sahip bulunduğu iktidarın kullanılmasından yararlanabilmektedir.Kısacası, üstün bir kudrete sahip olmadan Devlet'in<strong>kamu</strong> yararını gerçekleştirebileceği ileri sürülemez. Üstünkudreti sayesinde Devlet kişisel ya da grupsal egoizmaları frenleyebilmekte,bazan bunları tamamen gemleyip, yasaklayabilmektedir.Bu aslında kolay bir iş değildir ve ancak Devlet kudretine başvurulabilmesihalinde başarılı olma şansı vardır.c) Nihayet, günümüzün Devlet'inin bir «<strong>kamu</strong> hizmetleri»Devleti görünümünde olduğu hatırlanırsa, üstünzecrî kudreti olmadan Devlet'in bu zorunlu görevleri sayılan <strong>kamu</strong>salhizmet ve işleri yapamayacağı kolayca kabul edilebilir. Devlet'in<strong>kamu</strong>sal iş ve görevleri o derece yaygınlaşmış ve kılcallaşmıştır kibir Devlet kudretinin etkili yardımı ve emredici gücü olmadan buiş ve hizmetlerin süratli, zamanında ve sürekli olarak yapılabilmesiolanağı mevcut değildir.Demek ki, yukarda üç alt başlıkta özetlenen («düzenlemeve disiplin» — «<strong>kamu</strong> yararını sağlamak»— «<strong>kamu</strong>sal iş ve hizmetleri if a») veaslında sayıları daha da arttınlabilen görevlerin yerine getirilmesiBu görevlerin kısa ve özlü bir şekilde açıklanması için bknz. OKANDAN,R. G. : age. s. 816-817.120


Devlet için hayatî bir önem taşımaktadır; bu yerine getirme de doğrudandoğruya Devlet kudretinin mevcudiyeti sayesinde mümkünolabilmektedir. Bu görevler yerine getirilmediği takdirde, düzen, minimumanlamda dahi kurulmuş sayılmayacaktır. Düzensiz hukuk vesiyasal hayat ve nihayet toplumsal yaşam olamayacağı için de, önceDevlet yapısı zayıflayacak ve çökecek ve belki de en sonunda toplumsalyaşam hali de ortadan kalkabilecektir. Bu derece hayatî görevlerinyerine getirilmesi ve bu kadar ciddi tehlikelerin ortadankaldırılabilmesi, Devlet'in iktidarına ve onun akılcı kullanımına bağlıdır,diyabiliriz.F) Devlet İktidarının İçeriği Olan Yetkiler :Devlet iktidarı deyiminin kaplamsal ve geniş bir çerçeve olduğu,bunun içinde ve bir anlamda bu iktidarın uygulamaya aktarılmasıdolayısiyle karşımıza bir takım yetkilerin çıktığı, aslında bu yetkilerinDevlet kudretinin uygulamadaki görünüm şekillerinden ibaretbulunduğu, Kamu Hukuku'nda genellikle kabul edilmektedir. Hemenilâve edelim ki, bu yetkilerin sayısı ve mahiyeti bakımındanbir kesinlikten, muayyeniyetten söz açmak olanağımız yoktur. Başkadeyişle, Devlet iktidarının içeriği olan yetkiler, zamanla değişmekte,sayıları da azalıp çoğalabilmektedir. Zamanımızın Devlet'-nin bir <strong>kamu</strong> hizmetleri Devleti olduğu gerçeği karşısında, Devletiktidarının içinde yer alan yetkilerin sayıca arttığının kabulü zorunlusayılabilir.Herşeye rağmen, geleneksel bir ayrıma uygun olarak, <strong>kamu</strong> hukukundabu Devlet iktidarının içeriği olan yetkileri üç kesimde incelemekyolu bırakılmış değildir : Devlet iktidarı, belli başlı olarak,yasama, yürütme ve yargı ana yetkilerini içermektedir 10 °.Yalnız bu noktada, yukarda «Devlet'in iktidarunsurunun özellikleri» başlığı altında «D» paragrafındasöylenilenlerin bir kere daha hatırlatılmasında fayda vardır.O paragrafta Devlet kudretinin bir başka özelliği olarak, «b ü-t ü n 1 ü ğ ü» ve «bölünmezliği» üzerinde durulmuş idi.işte, Devlet iktidarının yukarda belirtildiği gibi, yargı, yürütme vevasama olarak üç ana yetkiyi içermesi, onun bölünebildiği, iktidarınpaylaşıldığı ve böylece Devlet kudretinin bütünlüğünün bozulduğuanlamına kesinlikle gelmez. Başka deyişle, uygulamada bu sözüı°°WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 72.121


edilen üç ana yetkinin üç ana organ tarafından kullanılmakta olmasıvakıası, bu üç ana organın Devlet iktidarını aralarında bölüştükleri,herbirinin kendi payına düşeni kullanmakta olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır.Yetkilerin çeşitli organlar tarafından kullanılması,iktidarın bölünmesi demek değildir. Örneğin yasama organınınyasama faaliyetinde bulunması Devlet iktidarının bu organdayerine getirilmesi gerekli faaliyetin ve görevin, yani yasama işiningörülebilmesi için bir yetki şeklinde görünüm değiştirmesinden ibarettir.Böyle bir görünüm değiştirme ve yetki şekline dönüşme dolayısiyleDevlet kudretinde bir azalma olduğu da ileri sürülemez ım .Sözü edilen yetkilerin bir bölüşme sonucunda ilgili organa maledilerek kullanılmadığı, dolayısiyle bir iktidar paylaşılması olayındansöz edilemeyeceği, çok defa şeklen ve ilk bakışta anlaşılabilecekkadar açık ve kesindir : Örneğin mahkemeler, tüm Ulus adınayargılamaya ve hüküm vermeye yetkilidirler. Yasama organı damillet adına yasama faaliyetinde bulunur. Yürütme için de, şekilselbakımdan açıkça belirtilmemekle beraber, aynı durumun mevcutolduğu söylenebilir.Demek ki, Devlet kudretinden kaynağını alan «aslî ye t-kile r»in organlara tevdi edilmiş olması iktidarın veya Devletkudretinin parçalandığı ve el değiştirdiği anlamına gelmez. Bu sonnokta bizi, Devlet'in iktidar unsurunun gerçek sahibinin kim olduğusorunu üzerinde düşünmeye sevketmektedir.G) Devlet'in İktidar Unsurunun Sahibi :Aslında yukarki alt başlıkta ifadesini bulan konu, veya sorun,anlamsız sayılabilir : Devlet iktidarının sahibi, şüphe edilemez ki,bizzat Devlet'tir. Şu var ki az sonra göstermeye gayret edeceğimizgibi. bu anlamsız gibi görünen sorun, bir bakıma önemlidir veüzerinde durulması gerekmektedir.Üstün iktidar veya kudret, şüphesiz, Devlet'e aittir. Karmaşıksosyal ve siyasal bir yapı olan Devlet, sonraki bölümde açıklama-101 Devlet iktidarının içeriği olan yetkilerin mevcudiyetinin, bu iktidarın bölünmesianlamına gelmediğini ve bu açıdan Montesquieu'nün ünlü «kuvvetlerayrılığı» kuramının isabetli bir değerlendirmesi için bknz. : MAL-BERG, Carré de : «Contribution a la théorie générale le l'état», C. II, s.2' vd., Paris, 1922. Bu konuda ayrıca bknz. : OKANDAN, R. G. : age. s.819-820.122


ya çalışacağımız gibi, hukukçular açısından aslında tinsel ve hukuksalbir kişilik, yani bir tüzel kişiliktir. Bu tüzel kişiliğin iradesinibelli etmesi ve özellikle sahip olduğu üstün kudreti kullanması,mevcut organları sayesinde mümkün olabilmektedir. Bu organlarise, belli başlı olarak, yasama, yürütme ve yargı organlarıdır.İmdi, bu organların, önceki alt başlıkta yer alan açıklamalarımızdabelirtildiği gibi, bir takım yetkilere sahip olmaları, onların Devletiktidarını bölüştükleri anlamına kesinlikle gelmemektedir. Şuvar ki, tekrar ifade edelim, bu organlar Devlet adına hareketle görevleriniyerine getirmektedirler. Hiç şüphe edilmemeli ki, bu organlarsayılan görevlerini yerine getirirken, Devlet'in amacına, <strong>kamu</strong>nunyararına uygun hareket etmek durumunda ve zorundadırlar;aksi takdirde, bu organların Devlet organları olarak hareket etmelerindensöz edilemez. Bütün bu analizler göstermektedir ki, aslındabölünmez olan üstün kudret, sadece ve sadece Devlet'e aittir.Organların amaçla sınırlı olarak davranmaları gereği, onların belirlikonularda Devlet adına tasarrufta bulunmaya yetkili kılınmaları,bu yetkilerin iktidarın üleştirildiği anlamına gelmemesi, iktidarınsahibinin, tinsel ve hukuksal bir kişilik sahibi Devlet olduğunukanıtlamaktadır 102 .H) Özet ve Sonuç :Siyasal bilimin odak noktalarından birisini teşkil eden siyasaliktidar, Devlet Kudreti adı altında geleneksel <strong>kamu</strong> hukuku yaklaşımıiçinde ele alındığında, Devlet'in en önemli unsurlarından birisiolarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet kudreti, toplumsal yapılarhiverarşisinde Devlete layik olduğu üstün yeri sağlamakta, toplumsalvapınm siyasallaşmasında ana faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.Devlet kudreti konusunda karşımıza ilk kez terminoloü sorunuçıkmaktadır : Devlet kudreti veya iktidarı terimlerini yeğlediğimizihatırlıvacaksınız. Gerekirlipinden ve üstünlüğünden asla şüphe edemeveceğimizDevlet kudretinin kaynağı konusunda ulaşılan sonuç,analitik ve evrimsel bir model ele alınmak suretiyle. Devlet kudretinin,Devlet'in vücut bulması ile birlikte ve aynı zamanda meydanacıkmıs olduğu seklinde ifade olunabilir. Bu iktidarın özellikleriarasında ise, eöreli ve oranlı üstünlüğü, maddî cebre veya zoradönüsebilme vetene&i. özellikle dış alanda yine göreli ve oranlı102 Bu konuda bTcnz. : OKANDAN, R. G. : age. 812-816.123


ağımsızlık ile bölünmezliği ve bütünlük teşkil etmesi üzerinde gerekliaçıklamaları yapmış bulunuyoruz. Devlet kudreti, düzenlemeve disiplin, <strong>kamu</strong> yararını sağlamak ve <strong>kamu</strong>sal iş ve hizmetleri ifaetmek görevlerinin yerine getirilmesini sağlamakta en elverişli araçrolünü oynamakta ve klasik bölümlemeye uygun surette, kendisindenbir eksilmeye sebebiyet vermeden üç ana yetkinin oluşumunaimkân vermektedir. İktidar unsurunun asıl sahibinin ise Devletolduğundan şüphe etmemek gerekiyor.îşte genel görünümü ile kaynağını ve niteliğini ve ilgili diğeryanlarını yukardaki özette olduğu gibi ele alıp açıkladığımız Devletkudreti, hiçbir surette sınırsız ve mutlak bir kudret olarak düşünülmemelidir.Bu sonuca varmamızı sağlayabilecek niteliktekiaçıklamalarımızın yukarki kesimlerde yer aldığını hatırlayacaksınız;gerçekten, Devlet kudretinin üstünlüğü göreli ve oranlı bir üstünlüktü: Yani Devlet iktidarı, toplumsal yapı içinde yer alan altyapılarda oluşan iktidarlara bakarak daha üstün bir iktidardı. Cebremüracaat bakımından bir mutlaklıktan söz etmeğe imkan yoktu.Nihayet terkedilen klasik egemenlik anlayışının ışığı altında,dış alanda da yine bir oranlı bağımsızlığın ve hukuk öznesi olarakeşitçi statüden yararlanmanın da bu iktidarın sınırlılığını gösterdiğinibiliyoruz.Devlet kudretinin sınırları, aslında çok geniş ve derinleşmeyigerektiren bir alt başlıktır; bizim, zorunlu olarak, sorunu bu önemve genişliği ile ele almamıza imkan yoktur 103 .Sınırlılık konusunda ana noktalara kısaca değinmekle yetineceğiz: Bugün Devlet iktidarının, gerektirdiğinde şiddeti de içerenbir kuvvet olmasına rağmen, sınırsız ve keyfî, mutlak bir iktidaranlamına gelmediğini hemen herkes kabul etmektedir. Gerçektenbuerün Devlet iktidarı denildiği zaman anlaşılmakta olan, kevfî vedesootik değil, hukuk ici ve hukuk dışı sınırlarla çevrilmiş, bir iktidardır.Bir bakıma klasik egemenlik anlavışmın ve teriminin terkerlilmesîninbu konuda da işimize yaradığını belirtmek gerekir :Salt klasik egemenlik uğruna Devlet iktidarının sınır tanımadığı'03 Devlet kudretinin sınırlanması sorunu için bknz. : ZABUNOĞLU, YahyaK : «Devlet Kudretinin Sınırlanması». AÜHF. yayını, Ankara 1963; ORAN­DAN, R. G. : age. s. 795-812; AKBAY, Muvaffak : age. s. 449457; KAPANÎ,Münci : «Kamu Hürriyetleri», AÜHF. yayını, Ankara, 1970 (3. bası), s.222-270.124


görüşünü benimseme, tehlikeli bir ifradın ifadesi olmaktan öteyegeçemez ve bu anlayış genellikle terkedilmiştir.Devlet kudretinin sınırlarını ise iç ve dış alanda olmak üzereikiye ayırarak incelemek uygun olur; her iki alanda da hukuk içive hukuk dışı sınırlar suretinde bir alt ayrım yapmak mümkündür.Dış alandaki hukuk içi ve hukuk dışı sınırlar aslında bizimilgi alanımız dışındadır. İç alanda ise, Devlet kudretini sınırlayanhukuk dışı faktörler arasında moral ve gaye faktörü ile <strong>kamu</strong>oyunu, toplumsal alt yapıların yarattığı sınırlamaları kaydetmekolanağı vardır. Hukuk içi faktörler veya kurumlar arasında ise, seçimler,anayasalar, kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargı kontrolü vs. yeralmaktadır.2. — Devlet'in Kişiliği :Devlet'in toplumsal yapısının çokcu görünümüne karşın, onuntinsel ve hukuksal kişiliğinin, bölünmeyi reddeden bir bütünlüğeulaşmış sayılmasının zorunluluğuna daha evvel işaret etmiştik. Aslındabu bütünleşme sağlanmadan, Devlet'in hukuksal hayatiyetindensöz açmak imkansızdır; nitekim bugün Devlet denilince, insanunsurunun gösterdiği çokluk ve çeşitlilik bir yana bırakılarak, onunasıl bir bütünleşmeyi ve bölünmezliği temsil ettiği vakıası üzerindedurulmaktadır. Bu bölünmezlik ve bütünlüğün hukuksalaçıdan ve daha çok hukukçular tarafından nazara alındığına işaretetmek yerinde olur m . Bu noktada, Devlet'in kişiliği sorununun,asıl Devlet'in hukuksal yanı, görünümü ile ilgili bulunduğu ve busorunun, Devlet'in sosyal ve siyasal gerçekliğine yabancı olduğuakla gelebilir. İlerde daha iyi anlaşılacaktır ki, kişilik sorunu, Devletyapısının hukuksal yanı, cephesi ile sıkı sıkıya ilişkili bir sorunolmakla beraber, bunun sosyal ve siyasal görünümlere yansıyanyanları da yok değildir.Hemen belirtelim ki, hukukçular bu kişilik konusunda bir tasarımdan,fiksiyondan hareket etmiş görünmektedirler. Bu tasarımkonusunda dahi, <strong>kamu</strong> hukukçuları arasında bir görüş birliğininmevcudiyeti ileri sürülemez. Örneğin, hukuksal kişilik yerine, gerçekkişilik kurammı ileri sürenler olmuştur .Ayrıca, farazi kişilik teorisi,kollektif mülkiyet teorisi, realist teori gibi birbirine taban tabanas* OKANDAN, R. G. : age. s. 835.125


zıt görüşler ileri sürülebilmiştir. Görüşlerdeki bu çeşitlik hemengöstermektedir ki, tüm hukuksal görünümdeki kişilik sorununun,sosyal ve siyasal gerçekliğe sıçramasına mani olmaya, bir bakımaimkân voktur.Hukuksal kişilik konusunda ileri sürülen kuramların 105 tamamınıele alıp inceleyecek değiliz. Kişilik sorununun anlaşılması içinele alınması gerekli ön bilgileri kısaca gözden geçirdikten sonra,Devlet'in hukuksal kişiliği hakkında ileri sürülen kuramlardan bellibaşlıları üzerinde durulacak ve sonunda, hukuksal kişilik konusundaulaşılabilecek sonuçların belirtilmesi ile yetinilecektir.A) Genel Olarak :Hukuk düşüncesinin her iki kesiminde de Devlet, ana veya merkezdeyer alan kavram niteliğini korumaktadır : Devletlerin birbirleriyleolan ilişkilerini düzenleyen Milletlerarası Hukuk'da ve aynışekilde bir Devlet'in kendi vatandaşları veya buyruğu altında bulunanlarlailişkilerini düzenleyen İç Kamu Hukuku'nda ana veya temelkavram, Devlet'tir. Gerçi, özellikle milletlerarası hukuk uygulamasıbakımından Devlet'e bu alanda, İç Kamu Hukuku'ndakindenayrı bir kavram gözü ile bakıldığı söylenebilir ise de, bu ayrılığınpek az kimse tarafından farkına varılabildiğini belirtmekde faydavardır 106 .Devlet, yalnız İç Kamu Hukuku'nda değil, İç Hukukun diğerana bölümünü oluşturan özel hukuk'ta da, kendisine başvurulamadığıtakdirde en başta bu hukuk kurallarının geçerliğinden söz edemeyeceğimizoranda önemli, bir temel kavram olarak yine karşımızaçıkmaktadır. Özel hukuk, bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerindüzenlenmesinde uygulanmalarının zorunlu olduğu Devlet tarafındanbelirtilen hatta emredilen kuralları kapsar. Bu yolda bir özelhukuk tanımlaması, özel kişiler arasında hukuksal ilişkiler tesisi vebunlara uygulanacak hukuk kurallarının belirlenmesi, yine Devlet'ebaşvurulmadan çözümlenebilecek sorunlar değildir. Kamu Hukukuise, siyasal yapı olarak Devlet'le ilgilenip, ona bağlı çeşitli alt yapılarda,organlarda yetkilerin nasıl üleştirileceğini ve özellikle Devletlevatandaşlar arasındaki ilişkilerin kurallarını belirler. Bu tanımlarave belirlemelere bakıp, iki hukuk kesiminde de yer alan ana»s OKANDAN, R. G. : age. s. 841-880."* WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 29.126


ve temel kavram olan Devlet'in gösterdiği önem bakımından karşılaştırmalaragitmeye gerek yoktur : Özel hukukta ve Kamu Hukuku'ndaDevlet aynı derecede önemli, temel kavram olarak yerinialmaktadır.Bizim asıl ilgimiz, pek doğaldır ki, Kamu Hukuku alanındakiDevlet kavramına yönelmiştir. Bu noktada elverişli bir hareket noktasıtesis edebilmek için, şu ayrım açıklamalarına ihtiyaç vardır :Bir anlayışa bakılırsa Devlet, kendisinin yaratmadığı fakatbaşka organlann mahsulü veya başka süreçlerin sonucu (örfve âdet, halkın tasvibi, ilahî hukuk yada tabiî hukuk gibi kaynaklardan gelmişve oluşmuş) olan ve insanlar arası davranış ve ilişkilerindüzenlenmesine yarayan kuralların uygulanmasını ve yorumlanmasınısağlayan bir organdan ibarettir. Başka bir açıdan bakıldığında,Devlet, hukukîlik veya meşruiyyet izafe etmenin, hatta geçerlik sağlamanınyegane ve aslî kaynağı ve sahibi olarak da anlaşılabilir;fons et origo (= bizatihi ve kaynakta) onun kendidavranışlarım düzenleyen kurallar gibi, ona tâbi olanlar arasındakiilişkileri düzenleyen kurallar da bizzat Devlet'ten sadır olurlar veöyle oldukları için de meşrûdurlar 107 . İlk bakışta aşın gibi görünenbu ikinci anlayışın, hukuk platformunda kabul edilebilecek enelverişli anlayış olduğunu belirtmek isteriz. Gerçekten, hukuk kurallarınıngeçerliği ve yaratılması bakımından, bu alanda Devlet'inyegane ve mutlak meşruiyyet izafe edici kaynak niteliğinde bulunduğunukabul etmek zorunlu olmaktadır. Yalnız şuna dikkat edilmelidirki, buradaki meşruiyetten murat, kanunsal meşruiyyet değil,gerçek ve hukukî meşruiyyettir. Meşruiyyetin bu anlaşılış şeklinebağlanıldıktan sonra, Devlet'i, hukuk kurallan yaratmakta veonlara meşruiyyet izafe etmekte yegane kaynak olarak kabul etmeninsakıncalı bir yanı kalmamaktadır.Hukukun Devlet'in ürünü olması bakımından bu «p o z i-t i f» anlaşılışına bağlılık ve Devlet'i hukuk kurallan yaratma veonlara yürürlük bahşetme bakımından bir tekel durumundan yararlanırsayma, ancak, hukukî bir bütünlük olarak Devlet anlayışınabağlanmak ve Devlet ile Hükümet arasında, başlangıçta belirtmeyeçalıştığımız ayrılığın isabetine inanmak ile mümkün olabilir. Bunoktada başkaca ayrılıkların gerekirliğine de işaret etmeliyiz : Dev-] w WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 30.127


let, hukukî bir bütünlük teşkil etmesi bakımından, yalnız hükümettendeğil, bizzat hükümet edenlerden ve nihayet onun meşruotoritesine tâbi bulunanlardan da tefrik edilmelidir.İşte bu yukarda belirtilen ayrımlar göz önünde bulundurulmakkaydı ile, Devlet denilen siyasal yapıdan anlaşılması gerekeninne olduğunu kısaca aşağıdaki gibi belirtmek mümkündür : Devlet,emredici bir otoriteye sahip, belirli bir organizasyonu bulunan bireylerdenmeydana gelmiş bir gruptur. Bu otoritenin tüm bireyleriçin yerine getirilmesi zorunlu emirler vermeye yetkili sayıldığı açıktırve bu emirlerin yerine getirilmesinin grubun kollektif kuvvetininkullanılması sayesinde olabileceği, en azından farzolunur. Buüstün kuvvet ya da otoritenin, deyim yerinde ise «k u d r e t»derecesi, egemen olup olmadığı bir başka sorundur.Bir siyasal yapıyı oluşturan bireylerin meydana getirdikleriorganize grup, çeşitli yönlerinden ele alınarak da Devlet olarak belirlenebilir: Örneğin, bu yapının kollektivite yönü üzerinde durularak,bireylerin Devlet'i oluşturmak üzere birleştikleri (bir kollektiviteyevücut verdikleri) ya da salt bu bir araya gelme olgusununDevlet'i meydana getirdiği söylenebilir. Görülüyor ki bu durumda,soyut veya somut olarak ele alınsın, halk ya da millet unsurununDevlet'i meydana getirdiği sonucuna varılmış olunmaktadır. Birbaşka bakımdan ise, her iki anlaşılış şekli ile millet ya da halk unsurunun,hükümetin ve bir de Devlet'in otoritesinin geçerli olduğualanı belirtecek ülkenin ilâvesiyle Devlet yapısının meydana geldiğikabul edilebilir. Nihayet, ele aldığımız kişilik sorunu açısındanözellikle, Devlet, tamamen bir soyutlama olarak düşünülüp, bir farazibirlik, veya hukuksal düşüncenin yarattığı bir kavram şeklindede anlaşılabilir. îşte bu son düşünce şekli benimsenmekte ise,Devlet bir «K î Ş İ» sayılmaktadır, denilebilir 108 .Gerçekten Devlet'in hukuksal görünümüne bağlılık ve özellikleonun hukuksal bir kişilik sayılması, siyasal hukuk doktrinininen hassas problemlerinden birisini teşkil eder ki, bizim de bu sorunüzerinde, gereken hassasiyet ve itina ile durmamız doğaldır. Bu nedenleönce hukuk sözlüğünde genel anlamda «k i ş i» denilincene anlaşıldığını tesbit etmemiz zorunludur.K» WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 31.128


B) Hukukî Kişilik :Hemen belirtelim ki, aslında teknik bir terim olan «k i ş isninhukuk düşüncesinde nasıl olup da barınacak bir yer bulabildiğinene kadar şaşılsa yeridir; çünkü hukuk düşüncesinde «k i ş i»ya da «k i ş i 1 i ğ e» izafe olunulan anlamlar bu terime ahlâkçılarınve özellikle psikologların verdiği anlamlardan tamamen ayrıdır.Asıl önemlisi, bu ayrılığın çok kez farkına varılamadığı içinde, düşünce ve tavsif karışıklıklarına uğranılmış olunmasıdır 109 .Ahlâkçı veya psikologun gözönünde «kişi» herşeyden evvelcanlı bir varlığın adıdır ki, bu varlık düşünce yeteneklerine sahiptirve kendine özgü bir bilinci mevcuttur. Düşünce yeteneği ve bilinciolmanın doğal sonucu olarak, bu canlı varlık, kendisinin bir bütünlük,tümlük arzettiğinin ve kendisine özgü istek ve taleplerininmevcut bulunduğunun pekâlâ farkına varmıştır. Asıl önemlisi bucanlı varlığın, belki de bu yukarda ilişilen yetenekleri dolayısiyle,kendisini, benzerlerinden ve özellikle diğer varlıklardan ayrı birkişiliğe sahip addeylemesidir ki bunun sonucu olarak, bu canlı varlık,kendisine özgü iradesini kullanır; kendi davranışlarını, yine kendiakılsal yargılarının sonuçlarına göre, istediği sekide düzenler;iyi ve kötünün bilincine varmıştır. İşte bütün bunlar, bizi hukukaçısından önem taşıyan şu sonuçlara götürür : Kişi, canlı ve iradesahibi bir varlık olmasının, iyi ile fenayı ayırt edebilmesinin, davranışlarınısahip bulunduğu bilinci ve düşünce yetenekleri sayesindeakılcı kararlarına göre yönetebilmesinin doğal sonucu olarak,kendisince kontrol edilebilir sayılan tüm davranışlarının moral sorumluluğunuda bizzat kendisi taşır.İşte, bireyin psikolojik ve ahlâkî telâkkisi ve özellikle onun akıl,düşünce ve irade yeteneklerinin mevcudiyetine inanış, nihayet bunlarınmevcudiyetine dayanarak, onu ahlâkî bakımdan sorumlu kılabilmeninmümkün sayılması, pek tabiidir ki hukukçuyu da etkilemiştir.Hukuk normuna aykırılık halinde ortaya çıkacak sorumluluğunkökeninde ahlâkî sorumluluğu bulmak, hukukçu için de elverişlibir hareket noktası olarak görünmüştür. Ne var ki bu hareket noktasınınbenimsenmesi bizi ister istemez, hukuk normunun ahlâkîmuhtevası problemi ile yüz yüze getirmektedir. Bu sorunun çözüm-*» WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 31-32.129


lenmesinde uyuşturulamayan görüş ayrılıklarının derinliklerine inmeden,bizim için önemli ve benimsenmesi gerekli bir noktayaişaret edelim : Hukuk normunun, özellikle sorumluluk konusundabeliren bir ahlâkî muhtevasının mevcudiyeti inkâr edilemez. Şuvar ki hukukçu için bu ahlâkî muhteva ve onun yarattığı ahlâkîsorumluluk ile yetinmek olanağı düşünülemez. Başka deyişle, hukuknormunun ahlâkî kaynak ve muhtevasından hareket etmek,belki isabetlidir; ama muhakkak ki yeterli değildir; çünkü, bir kuralınhukukîleşmesi için, kaynakta ahlâkîliğin dışında ve ötesinde,geçerliğinin ve uygulanabilmesinin sağlanması için, çok daha önemlibir başka unsura ihtiyaç vardır ki bu unsur, Devlet kudretininveya otoritesinin, hukuk normuna genel bir geçerlik sağlayıcı desteğindenibarettir. Gerçekten, Devlet otaritesinin bu sözü edilen desteğive katkısı olmadan, bir normun hukukîleşmesinden bahsetmeyede imkan yoktur. Gerçekten, hukukçu için her hukuk kuralı, birdavranış şeklini belirler; bu davranış şekline uyulması, bireyleriçin zorunludur (Buradaki zorunluluğun ahlâkimükellefiyetin çok ötesinde bulunduğunubilhassa ifade etmeliyiz). Burada karşımızaçıkan uyma, itaat zorunluluğu, artık hukukî bir mükellefiyetşekline dönüşmüştür. Devlet işte bu hukukî görünümdeki mükellefiyetlerinyerine getirilmesini, onlara uyulmadığı takdirde sahipbulunduğu üstün kudreti uygulayacağı tehdidi ile, garanti etmiştir.Üstelik Devlet'in verdiği bu teminat, sadece bütün bireyler için değil,kendisi bakımından da geçerlidir. İşte bir bakıma bireylere tanınanhakların kökeninde de bu sözü edilen teminat yatmaktadır :Devlet, bireysel hakları koruyacağmı, onların ihlâline müsaade etmeyeceğinive kendisinin de bunu yapmaya kalkışmayacağını, buhaklara saldırıldığı takdirde eski halin iadesi için gereğini yapacağınıkabul ve taahhüt etmiştir.Hakları olan ve yükümleri bulunan varlıklar ve birlikler ise,hukuk bakımından «k i ş i» sayılmaktadırlar. Kişilerin haklarınıkullanmalarından murat edilen ise, hukuki sonuç yaratacaksurette iradelerini belirtmeleridir.C) Şeyler (= Eşya):Görülüyor ki hukukçunun, «ş e y» ile «k i ş i» arasında,temelde bir ayrım yapması zorunludur : Hukukçunun gözünde«ş e y», nesnel ya da soyut olarak, kendi yararına olmak üzere130


ireyle herhangi bir şekilde irtibatlandırılabilen bir «varlı k»-tır no ki bu durumda çok defa, belirli koşullar altında bir «k i ş isnino «ş e y»den, hukukun himayesi altmda yararlanması sonucuile karşılaşılır. Böylece insan denilen yaratık, hem etik ve psikolojikbakımdan ve hem de hukukî bakımdan «k i ş i» olarakkarşımıza çıkmaktadır. Yalnız, psikolojik ve etik kişiliğin her zamanve her yerde hukukî kişiliği de getirdiği veya onunla tamamlandığıgibi bir sonuçla karşılaşılacağı düşünülmemelidir : Psikolojikve etik bakımdan kişi sayılan insanların, hukukî bakımdankişi sayılmadıkları uzun bir devre, insanlık tarihindeki yerini muhafazaetmektedir. Filhakika, bir esir veya köle, efendisine ya dasahibine bağlı ve onun mamelekinin bir parçası sayıldığı sürece,hukukî açıdan bir kişi değil, sadece bir «ş e y» sayılmakta idi.D) Kişiler :Böyle hukuk bilimi sözlüğünde «e ş y a» teriminin nasıl teknikbir anlamı içerdiğini gösterebildik sanırım. Hukukda kişi terimve kavramının da buna benezer bir teknik, şekilsel anlamı mevcutbulunmaktadır. Yukarda da değinildiği gibi, başka bakımlardan(psikolojik, etik, fizyolojik v s.,) kişi sayılanlarınhukuk bakımından da mutlaka kişi olarak kabul edilmeleri gerekmemektedir.Örneğin, yine yukarda değinildiği üzere, köle yada esirin kişi sayılmasına imkan yoktur; çünkü bunların hukuk tarafındantanınmış bir «h a k»ları olmadığı gibi, bunun sağlanmasındaüstün Devlet kudretine başvurulması da pek tabiî söz konusudeğildir 110 .Yukardaki tablonun tersi de bazan geçerli olabilmektedir : Aslında«e ş y a» sayılmaları gereken ve gerçekten de öyle olan pekçok «ş e y» vardır ki, bu defa bunların hukukun gözünde «k i -ş i» sayıldıklarına tanık olmaktayız; hatta kişi sayılmalarının doğalsonucu olarak bunların, haklarının ve ödevlerinin bulunduğu daileri sürülebilmektedir.Hukuk açısından kişi sayılan şeyler konusunda bir az daha ileriyegittiğimizde şunu söylemek mümkün olur : Kişi sayılan şeylerarasında sadece nesnel, somut şeylerin yer aldığını sanmak da»»WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 33'den naklen : POLLOCK : «First Book ofJurisprudence», chap. VI.»o» WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 34.131


artık yersiz bir kısıtlamadan ibarettir; pek çok tinsel, soyut şeydahi, hak ve ödevlere sahip kılınarak, kişi kategorisinde düşünülebilmekteve orada yer alabilmektedir. Bu nokta ve eriştiğimiz bu genişletilmişsonuç aslında çok önemlidir : Daha evvel de belirttiğimizgibi, bir soyutlamadan ibaret bulunan Devlet'in kişi sayılmasında,tinsel ve soyut şeylerin de kişi olarak kabul edilebilmesi,ele alınması gerekli bir ön-sorunun çözümü niteliği taşımaktadır m .Kişilik konusunda açıklanması gerekli başka önemli noktalarda var : Bir insanın, yani bir gerçek kişinin hukukî kişiliğinden sözedildiğinde, onun moral ve psikolojik kişiliğinin sorun yaratacakbir mahiyeti yoktur. Gerçek kişinin hukukî kişiliğine, psikolojikve moral kişilik tekaddüm eder. Hukukî kişiliğin gerçek kişilerindışındaki varlıklara, örneğin bir şey'e veya bir gruba vb., tanınmasıhalinde ise, pek tabii bu defa, bu varlıklara hukukî kişilik izafesionların psikolojik ve moral bakımlardan da kişi sayıldıklarıanlamına kesinlikle gelmez. Şu varki bu durumda, yani anılannitelikteki varlıklara da hukukî kişilik izafesi halinde, bunlara,moral ve psikolojik kişiliklerinin yokluğuna rağmen hukukî kişiliktanınması, aslında hukukî kişiliğin yapay bir kişilikten ibaret bulunduğunugöstermektedir. Bu sonuca şaşmamak gerekir; çünkü,gerçek kişinin hukukî kişiliği de aslında, bir soyutlamadan ibarettir: Gerçek kişinin hukukî kişiliği, gerçek değil, yapay bir kişiliktir.Sonucu şu şekilde belirlemek mümkün : Gerçek kişinin hukukîkişiliği ile, kendilerine hukukî anlamda kişilik izafe edilen şeylerinve grupların kişilikleri arasında yapaylık bakımından bir ayrımyapmak gereksizdir. Her iki kişilik nev'i de, yapaydır 112 .Hukukçu, kendi düşüncesinin mantıksal zincirini izleyerek, buzincir içinde bir tutarlık sağlamak için gerçek kişiye hukukî kişilikizafesi ve hukukî kişiliği bulunan eşya ve grupların ise yapay birerkişilikleri bulunduğu yollu soyutlamalar yaratıp bunların geçerliklerinikabul etmiştir, denilebilir.111 WILLOUGHBY, (age. aynı yerde) hukukî kişilik kavramının en geçerlitanımının Michoud tarafından yapıldığım özellikle belirlemekte ve buünlü yazara atıfta bulunmaktadır (Michoud : La théorie de la personnalitémorale, vol. I, p. 7).112 «In truth, however, the legal personality of the so-called natural personis as artificial as is that of the thing or group which is personified» (WIL­LOUGHBY, W. W. : age. s. 34).132


E) Tüzel Kişiler :Hukukî kişiler arasında bir bakıma en önemli olanları, doğalya da gerçek bir kişilikleri bulunmamasına rağmen, işte bu tüzelkişiler teşkil etmektedir 113 .Bilindiği gibi, mevcudiyetleri doğrudan doğruya Devlet tarafındansağlanan veya kişilik iktisaplarına Devlet'ce izin verilen bir kısımhukukî varlıklara «tüzel kişiler» adı verilmektedir ıw .Burada ele alınması düşünülen tüzel kişilerden, özellikle <strong>kamu</strong> hukukutüzel kişiliklerinin murat edildiği belirtilmelidir. Gerçi özelhukuk tüzel kişilerinin de, tüzel kişi olmak nitelikleri bu yolda birDevlet tanımasının ve izninin mevcudiyetine bağlıdır; ama kabuletmek gerekirki, yukarda yer alan tüzel kişi tanımına asıl uygunolanı, <strong>kamu</strong> hukuku tüzel kişisidir- Yine bilindiği gibi bu tüzel kişiler,bir takım haklara sahiptirler ve bunların bazı ödevleri vardır.Tüzel kişiler sözleşmeye dayalı ilişkiler dahil, birbirleri ile ve diğergerçek kişilerle çeşitli ve karşılıklı hukuki muamelelerde bulunabilirler.Bunların, kendilerini meydana getiren, örneğin kurucu ortakniteliği taşıyan gerçek kişilerden ayrı bir kişilikleri mevcuttur. Hattaşu dahi söylenebilir : Bir çok durumlarda, örneğin pay sahiplerini(meselâ bir anonim şirkette) bu tüzel kişiliğintasarruflarından dolayı sorumlu kılmaya imkân bulunmadığıgibi, aynı şekilde, bu tüzel kişiliğin kurucusu ve yöneticisi durumundabulunan bireylerin, doğrudan doğruya tüzel kişiliğe atfenhareket ederek ittihaz eylemedikleri tasarruflarından dolayı,tüzel kişiliği sorumlu saymaya da imkân yoktur. Bütün bu açıklamalarve benzerleri açıkça göstermektedir ki, tüzel kişilerin, kendilerinioluşturan gerçek kişilerin kinden ayrı birer kişilikleri mevcuttur.Tüzel kişilerin «kişilikleri» üzerinde bu kadar uzunve ısrarlı bir şekilde durmamızın nedeni açıktır : Olağan bir tüzelkişinin kişiliği ile, Devlet denilen soyutlamanın hukukî kişiliği arasındamahiyet, doku, nesiç bakımından bir ayrım yapmak gereksizdir.Devlet'in temsil ettiği tüzel kişilik de, aynen diğer tüzel kişilergibi, bir takım haklara sahip sayılmakta ve bunların yanı sıra113 ÖZSUNAY, Ergun : «Medeni Hukukumuzda Tüzel Kişiler», IÜHF. yayını,İstanbul, 1969, (2. bası) s. 1-13.»4 WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 35.133


ödevlerinin de mevcut olduğu kabul edilmektedir. Devlet de bu anlamdabir hukukî kişiliktir lıs .Hemen belirtilmelidir ki, doku ve mahiyet bakımından olağantüzel kişinin kişiliği ile Devlet'in ki arasında bir ayrım yapma gereğiolmamasına rağmen, başka bakımlardan ve yönlerden, her ikisiarasında çok önemli ayrılıklar vardır : Bu ayrılıklar, olağan tüzelkişi ile Devlet'e tanınan yetkilerin sınırlan ve bu yetkilerin aslîkaynağı bakımından özellikle söz konusu olmaktadır :Devlet öyle bir kişiliğe sahiptir ki, bu kişilik hukuki bakımdanen üstün yetkiye malik bulunmaktadır ve bu yetkiyi kullanankişiliğin iradesinin üstünlüğüne de ayrıca inanılmaktadır. îşte, hukukenen üstün yetkiye sahip ve üstün bir iradesi bulunan Devlet'inbu kudret ve selahiyetinin aslî olduğu, yani bir başka kaynaktangelmediği, özellikle tebarüz ettirilmelidir. Diğer tüzel kişilerise, hukukî bakımdan hayatiyetlerini Devlet'e borçlu olduklangibi, iktidarlarının ya da yetkilerinin aslî kaynağı da kendilerindeolmayıp, bizzat Devlet'te bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak butüzel kişilerin ne sınırsız bir hukukî yetkileri vardır ve ne de iradelerininüstünlüğünden söz edilebilir...özetlemek gerekirse, hukukçunun nazarında «k işi» haklarıbulunan ve onun yanı sıra görevleri ve borçlan olan bir varlıktır.Devlet de bir kişidir; yani haklan ve ödevleri vardır. YalnızDevlet, aslî kudret ve yetkiye sahiptir. Bu nedenle Devlet hak veödevlerini bizzat kendisi tayin ve tesbit eder; bu durum keyfîlik veakla aykmlık sayılmamalıdır. Devlet'i kişi olarak başka bir türlüaçıklamanın yolu yoktur. Gerçekten Devlet kendi hak ve görevlerinibizzat yaratıp belirleven üstün bir varlıktır. Anayasal kurallannniteliği ile Devlet ile hükümet arasındaki aynm hatırlanırsa, Devlet'inbu tür anlaşılışmdan korkacak bir yan da kalmaz.Devlet'in hukuksal kişiliği, günlük hukuk uygulamasında, davacıve davalı olarak karsımıza çıkması ile de aynca belirginleşmektedir: Devlet, kendisinden çeşitli ve daha çok para ile ölçülebilirdilemlerini dava ve vargı yoluna giderek isteyen kimselerin karsısınahemen her gün davalı sıfativle çıkmaktadır. Devlet'in davacı olduğudavalann da sayısız az değildir. Davacı olma ve dava edilebilirWILLOUGHBY, W. W. : age. s. 36, 37.134


me, ilgili hukuk dalındaki adı ile «husumet ehliyeti»Devlet'in «kişiliği» konusunda uygulamada bir tereddüdünmevcut olmadığını kanıtlar. Bu arada Devlet'in bir takım taşınmazlarınözel hukuk hükümlerine göre maliki sıfatiyle bir tarafta yeraldığı uyuşmazlıklar ile daha çok karma görünümdeki ekonomikDevlet teşebbüs ve kuruluşlarının çekişmeli yargı işlerinde de davalıve davacı olduğu, olabildiği hatırlanmalıdır. Bu ve benzeri durumlardaDevlet, daha ziyade bir özel hukuk tüzel kişisi olarak karşımızaçıkmaktadır.Devlet'in hukukî kişiliğinin, özel hukuktaki görünümü bir yana,asıl Kamu Hukuku alanında daha belirgin olduğu muhakkaktır.Gerçekten, özel hukuk alanında daha çok, özel hukuk gerçekve tüzel kişilerinin kendi aralarındaki ilişkilerin kurallara bağlanmasısöz konusudur ve modern siyasal toplumda bu kurallar yineDevlet'ten ve onun üstün kudretinden kaynağını alır. Şu kadar ki,özel hukuk tarafından düzenlenen ilişkiler alanında Devlet, kişilikolarak daha çok düzenleyici ve yerine göre de zorla uygulayıcı birrol ifa eyler. Bu alana özel hukuk adının verilmesinin bir nedenide budur. Özel hukuk kesiminin dışında kalan, yani Kamu Hukukualanında yer alan kurallar ise, ya Devlet yapısının kuruluşuna,hükümetin oluşumuna ve yetkilerinin sınırlandırılmasına ve bu hükümetinhangi yetkilerle ne dereceye kadar donatılacağına, ya daDevlet ile birey arasında beliren ilişkilerin düzenlenmesine ilişkinkurallardır. Kamu Hukuku ve Özel Hukuk olarak gerçekliğini bugünbile yitirmeyen ayrımda, özel hukuk alanında yer alan ilişkilerde,ilgili taraflar, gerçek ya da tüzel, fakat daima özel kişilerdir.Bu alanda Devlet'e düşen görev ise, daha ziyade arabuluculuktan,hakemlikten ibarettir. Kamu hukuku alanında da Devlet'in arabuluculukyaptığı, çok defa izlenebilir. Şu var ki bu alanda Devlet,hemen her defasında, ilgili taraflardan birisini teşkil eder.F) Hukukî Kişiliğin tradesi:Hukukî bir kişiliğin bir hakkını kullanmasının, iradesini açığavurması suretiyle mümkün olabileceği genellikle kabul edilmiş biryargıdır m .iradesini belirlemesi beklenen hukukî kişinin, aynı zamandabir gerçek kişi olması halinde, mesele yoktur. Gerçek hukukî ki-.u « WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 38.135


şi, gerçek kişiliğinin bir unsurunu teşkil eden iradesini izhar ederekhaklarını kullanır ve bunda yadırganacak bir taraf yoktur.Öte yandan, özel hukukta, vasinin, vesayet altında bulunankimse ya da mahcur adına iradesini izhar etmesi, veya velinin, velayetialtında bulunanlara izafeten hareket etmesi, tasarruflarda bulunmasıhallerine rastlandığı da hatırlanmalıdır. Bütün bu durumlarda,temsilcinin, vasinin ya da velinin kendi adına değil, temsilettiği, velayeti veya vesayeti altında bulunan kimse adına hareketettiği, tasarrufta bulunduğu jarzolunur.Grupların ya da bireylerden oluşmuş toplulukların hukukî kişiolarak karşımıza çıktıkları durumlarda ise, bu kişilerin hukukîiradelerinin izharı, haklarına sahip çıkıp kullanabilmeleri ve borçaltına sokulabilmeleri için çözümü gerekli bir ön sorun niteliği kazanır.Bu tür kişilerin, gerçek hukukî kişiler gibi, bireysel iradeleriniaçıklamak olanağı mevcut değildir. Bunun yerine, bu tür tüzelkişiliğin yetkili temsilcilerinin yukarda ilişilen iradenin izharıgörevini ifa eyledikleri bilinmektedir.Devlet söz konusu oldukda, yine aynı zorunlulukla karşılaşmaktayız: Devlet'in de iradesini açıklaması gerekmektedir. Devlet'lerinhukuksal sonuç doğuracak şekilde iradelerini izhar etmeleri,yasama organları ile, hükümetleri aracılığı ile mümkün olabilmektedir.117 bu hukukî iradeler, (yasalar ve emir niteliğindekiher türlü kararlar) yargıçlar ve yöneticilerinuygulamaları ile yürürlük ve geçerlik kazanmaktadır. Böylecedenilebilir ki, aslında psikolojik bir vetirenin, karar-verme sürecinindoğal bir ürünü olarak ortaya çıkan siyasalar, bir bakıma,Devlet iradesi olarak açıklanılmaya mezun kılınan bireysel iradelerintercihlerinden ibaret bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Devletyönetiminin, yönetilenlerin istek ve amaçlarına uygun olmasıilkesinin benimsendiği siyasal yapılarda, bir adım daha atıp, şusöylenebilir. Geniş anlamda demokratik sayılan bu Devletlerde genelsiyasaları belirleyen kimselerin iradeleri, yönetilenlerin iradeleriile uygunluk halindedir; ya da bu iradeler arasında asgarî biruygunluğun mevcudiyeti aranır. Bazı durumlarda ise, siyasaların,yönetilenlerin tüm istek ve amaçlarına tercüman olduğu dahi ilerisürülebilir. Her ne olursa olsun, bütün bu durumlarda, Devletı« WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 39.136


iradesinin muhtevası ve görünümü, doğrudan doğruya Devlet adınairade izharına yetkili kılınan kimselerin iradelerinden ibaret sayılmakgerekir. Yalnız burada şu önemli ayrımı unutmamak lâzımdır: Devlet adına irade izharına yetkili kılman kişiler, hukukî bakımdaniki ayrı kişiliğe sahip sayılabilirler : Bu kimseler, özel ilişkilerve kendi aralarındaki münasebetler bakımından gerçek, özelhukukî kişiler niteliğinde olup, herkes gibi onlar da haklara sahiptirlerve borç altına girebilirler. Aynı kişilerin, <strong>kamu</strong>sal ve resmîyetkilerini kullanmaları söz konusu olduğunda ise, bunların artıkDevlet'in eli ve dili olarak hareket ettiklerini kabul eylemek icapeder. Başka deyişle Devlet, ancak bunların aracılığı ile hareketeder, konuşur ve asıl önemlisi, Devlet'in iradesinin belirtilmesibunlar sayesinde mümkün olabilir. Yine aynı kimseler, belirli sınırlariçinde kalmak kaydı ile, Devlet'in emirlerinin geçerliğini veuygulanmasını da sağlamış olurlar. Anayasal yönetim şekline sahipbütün Devletlerde ise, her <strong>kamu</strong>sal görevlinin Devlet adına hareketetmeye mezun kılındığı yetki alanının sınırlan itinalı bir şekildebelirtilmiştir ve bu <strong>kamu</strong>sal görevlilerin, sözü edilen sınırlarınındışına taşan tasarruflarının artık Devlet için sorumlulukvaratması ihtimali de ortadan kaldınlabilmiştir. Buradaki incelikşudur : Kamusal görevlinin yetki alanı dışına taşması ihtimalininkesinlikle ortadan kaldırılmasına tabiî imkân yoktur; amayetki alanı dışına taşarak tasarruf itihaz eden görevli, bizzat veşahsen sorumlu olur; buradaki sorumluluk, tıpkı bir özel kişininkendi tasarruf ve davranışından doğan sorumluluğa benzer. Sadece,tamamen otokratik hatta totaliter sayılabilecek yöneticilerinresmî ve şekilsel irade izharlarının çok geniş bir takdir hakkı ilebirlikte uygulamaya aktarılması hallerinde, ancak bunların kişiselve özel iradelerinin, adına hareket ettikleri Devlet'in iradesindenayrı sayılamayacağı sonucu ile karşılaşılması düşünülebilir. Busonuç bakımından, yöneticilerinin irade izharlarının, kişisel veya<strong>kamu</strong>sa] nitelikte olmasının anlaşılmasmdaki güçlüğe bakarak, totaliteryapıların, bu noktada da monist bir görünümde bulunduklarınıiddia etmek olanağı mevcuttur.Bütün bu yorum ve analizler, Devlet'in soyut, yapay ve bunlarabağlı olarak hukukî kişiliği anlayışının benimsenmesi zorunluluğunubir kere daha ortaya koymaktadır; bununla beraber, Devlet'tengerçek kişi olarak söz edenler de çıkmamış değildir.137


G) «Gerçek Kişi» Olarak Devlet 118 :Orta Çağ kilise hukukunda bireylerin meydana getirdikleritoplulukların ve bu arada Devlet'in fiktif, yapay bir kişiliğe (=persona fi c t a) sahip olduğu görüşü hâkimdi; bu düşünce-XIX.Yüzyılın ilk yarısında özellikle Savigny tarafından geliştirilmişve XX. Yüzyıl hukukçularının çoğunluğu tarafından dabenimsenmiştir. Bu arada batı hukuk düşüncesinde Savigny'ningörüşlerinin reddi yolunda fikirlerin de ortaya atıldığını görüyoruz :Savigny'nin fikirlerinin geçerli olmadığı, Devlet'e bir «p e r s o-n a f i c t a» nazarı ile bakmanın, gerçekliğin inkan sayılacağıileri sürülmüştür. Tüzel kişilere, yapay kişilik sahibi kuruluşlarolarak değil «gerçek kişi» olarak bakılması gereğini savunanhukuk kuramcıları arasında, özellikle, Almanya'da Gierke'-den, İngiltere'de ise Maitland'dan söz etmek mümkündür. Gierkeve Maitland'a göre, bütün tüzel kişiler, hatta amaçlarda beraberlikve yarar ortaklığına dayanan tüm insan grupları, hayatiyetleriniDevlet'e borçlu olsunlar veya olmasınlar, aslında gerçek kişilerdir.Maitland, Gierke'nin «Genossenschaftsrecht»adlı yapıtının ingilizce çevirisine yazdığı ön-sözde, tüzel kişinin gerçekliğinişu şekilde ifade etmektedir :«O bir fiksiyon, ya da sembol veya«Devlet makinesinin bir parçası değil-«dir; hatta, bireylere takılan kollek-«tif bir addan ibaret bulunduğu da«söylenemez. O (= tüzel kişi), yaşayan«bir organizma, gerçek bir kişidir ki,«bunun kendine özgü bir vücudu, o r-«g anları ve iradesi me vcuttur. Kendi«iradesini bizzat izhar eder ve kendi«istek ve kararlarına uygun davranışlardabulunur. Organlarını teşkil eden«kimselerin iradeleri, aynı zamanda«bu gerçek kişiliğin de iradesidir; bu«kimseler, adeta tüzel kişiliğin ağzı,"« WILLOUGHBY, W. W. : aee. s. 40; WÏLLOUGHBY'dan naklen (avnı verde)VARSEILLES-SOMMIERES : «Les personnes morales», CARTER,J. T. : «The Nature of Corporation as a Legal Entity»; OKANDAN, R. G. :age. s. 852-865. AKBAY, Muvaffak : age. s. 476498.138


«beyni ve elleri hükmündedir. Bu a n-«lamda tüzel kişi, fiktif bir varlık«değil, bir grup-kişidir ve onun «ir a-«desi de bir g r u p - i r a d e s i d i r...» lMMaitland'm ifade ettiği gibi, Gierke'nin bu gerçek kişilik kuramı,aynen Devlet'e de uygulanmakta, onun da canlı ve gerçek birvarlığı bulunduğu, bu varlığın ortaya koyduğu kişiliğin de, yinebir gerçek kişilik olduğu ileri sürülmektedir. Hatta daha da ilerigidilerek, Devlet bir anlamda gerçek şahıs sayılmakta, tüm gerçekkişilerin olduğu gibi, Devlet'in de bir iradesinin mevcudiyetindenbahsolunmaktadır. Şu kadar ki, Devlet'in iradesi, kendisini teşkilve ifade eyleyen kollektiviyete has bir iradedir.Devlet kişiliğinin gerçekliğini savunan görüşler, ciddi eleştirileremaruz kalmıştır. Bu tenkitleri ileri sürenlerin başında yineLéon Duguit gelir. Duguit'nin ifadesi ile, Devlet'in kendine özgü biriradesi bulunduğunu kabul etmek imkânsızdır; çünkü Devlet iradesidenilen şey, aslında, idare edenlerin bireysel iradelerinden ibarettir.Aynı şekilde, kollektivitenin organları tarafından izhar olunan iradelerde, bu organları oluşturan bireylerin kendi iradelerinden ibaretolup, bunlara aynı zamanda Devlet'in iradesi nazarı ile bakılmasıdoğru değildir, denilmektedir 12 °.Gerçek kişi kuramını, görünüşteki basitliğine ve hatta aşın birbenzeşimden hareket etmesine bakarak, ters ya da negatif değeryargılarına konu kılmamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, Gierkeve Maitland'm görüşleri, modern toplumsal yapının pluralist görünümünüaçıklayan kuramlardan hemen önce ortaya atılmış ve bugörüşler «p 1 ü r a 1 i z m» denilen bu gerçekçi anlayışa kaynaklıketmişti : Gerçek kişi, kollektif varlık ve benzeri kavram ve anlayışlarınbenimsenmesi suretiyle, toplumsal yapı içinde yer alangrup gerçekliklerinin farkına varılmış ve bu grupların veya sosyalünitelerin kendilerine özgü ve bağımsız bir yaşamları bulunduğu,mevcudiyetlerini ve hayatiyetlerini Devlet'e borçlu bulunmadıklarısonucuna ulaşılmıştır; görülmektedir ki bütün bunlar ve benzerleri,önemli sonuçlardır ve bunların «gerçek kişi» anlayışı ileorganik ilişkileri vardır.»» WILLOUGHBY, W. W. : age. s. 40'dan naklen MAITLAND : «PoliticalTheories of the Middle Ages», p. XXVI.i» OKANDAN, R. G. : age. s. 862.139


H) Devlet'in Kişiliği Konusunda Realist Teori :Realist teorinin başta gelen temsilcisi L. Duguit'ye göre, kişilikancak, bilinç ve iradenin mevcut olduğu yerde bulunabilir. Kollektiviteninbir bilinç ve iradesinin mevcut olduğundan bahsedilemez.Aslında Devlet'in iradesi diye de bir şey yoktur. Bu nedenledir ki,Devlet'i mahiyeti itibariyle, bir kişilik, hak sahibi saymaya imkanbulunamaz. Devlet'in iradesi, gerçeklikte, iktidarı ellerinde bulunduranların,idare edenlerin iradeleridir. Kollektif irade denen şey,gerçeklikte savunulması imkansız bir hayalden ibaret olup çürükbir hipotezdir.Devlet'in ancak organlarının mevcudiyeti sayesinde bir varlıkolarak hayatiyetini devam ettireceğini savunan Duguit'ye bakılırsa,Devlet'in bir an için dahi organlarından soyutlanarak düşünülmesiyoluna gidilirse, ortada Devlet diye bir şey kaldığını iddia etmekolanağı da bulunamaz. Devlet, ancak organları ile birlikte düşünüldüğütakdirde vardır. Bu sebeble, Devlet'in kişiliğe sahip bağımsızbir varlık oluşu bir gerçekliğin ifadesi değil, sadece bir farazivedenibarettir. Duguit, bu sonuçtan hareketle, bir bakıma işi ya-Iınlaştırmakta ve Devlet denilince bir takım fiktif varlıklar ya dakişilikler arama çabası yerine, onun sadece idare edenlerle idareedilenler arasındaki farklılaşmadan ibaret bir olgu niteliğini belirtmekleyetinmektedir. Başka deyişle, Devlet, idare edenler demlenve fiilen iktidara sahip olan bireylerin bizzat kendileridir. Devletdenilince akla gelmesi icap eden de, yapay bir kişilik değil, fiileniktidarı kullanan kimselerin kişilikleridir. Devlet, işte bu sözü edilengerçek kişilerden ibarettir 121 .Devlet'in (hukukî veya başka türlü) bir kişiliğibulunduğunu kabule yanaşmayan, bunu reddeden realist teoride eleştirilere uğramıştır, önce şunu belirtelim ki, realist teorinin,adından da anlaşılacağı gibi, bir gerçekçi yanının bulunduğuinkâr edilemez. Ama teorinin içerdiği bu gerçeklik, devim yerindeise, daraltılmış ve buna başlı olarak tehlikeli bir gerçekliktir. Hertür iktidar yapısında olduğu gibi, Devlet kurumsal yapısında da,mercek kişilerin iktidar yerinde oldukları ve iktidarı da onlarınkullandığı inkâr edilemez; şu var ki bu kullanım ve konum, daraltılarak,salt kişisel acıdan veva fizik bir srörünüm olarak takdimedilemez : Devlet'te iktidarı kullananlar. Devlet iktidarını kullan-121 OKANDAN, R. G. : age. s. 874 vd.140


maktadırlar; bu iktidar, kapsam ve niteliği değişik bir iktidardırve özellikle yönetim yerinden uzaklaşanların onu kullanmaları sözkonusu değildir. Realist teori aynı zamanda tehlikelidir, dedik; çünküdaraltılmış bir gerçekliğin belirlenmesi uğruna, Devlet'in örneğin«hukukî gerçekliğini» inkâr etmektedir. Devlet'in kişiliğinin,aslında bir hukukî gerçeklik olduğunu ve her hukukî gerçeklikgibi soyut yanının bulunduğunu belirtmiştik. Soyut gerçeklerinde bulunabileceğini kabul ettikten sonra, Devlet'in hukukîkişiliğini de kabul etmek kolay ve mümkündür. Nesnel gerçekliklerle,hukuki realiteleri, maddî varlıkla hukukî varlığı, fizik (veyafizyolojik) kişilikle hukukî kişiliği birbirine karıştırmamaklâzımdır. Fizik dünyada Devlet-kişi diye bir varlığın mevcut olmadığı,fizik âlemde yalnız nesnel varlıkların yer aldığı malûmdur; fakat,Devlet'in soyut bir varlık, hukukî bir mevcudiyet ve hukukâlemi içinde yer alan bir varlık olduğu da muhakkaktır. Hukukâleminde, hukuksal ilişkiler alanında Devlet, aktif ve pasif süjeolarak yer almaktadır. Haklardan istifade eden ve onları kullananDevlet'e çaresiz bir hukukî ehliyet tanımak ve dolayısiyle ona birhukukî kişilik izafe eylemek gerekmiştir.Kaldı ki, insanın hukukî kişiliğinin de, zaruretlerin sonucu olarak,yapay ve soyut bir kişilik şeklinde ortaya çıktığını daha öncebelirlediğimiz hatırlanacak olursa, Devlet söz konusu oldukta, O'nada aynı uygulamanın yapılması sonucunda, soyut, yapay bir hukukîkişilik tanımanın pek yadırganacak bir tarafı da voktur.Sonuç olarak, Devlet'in gerçek kişiler gibi, kendine özgü biriradesinin olmamasının, onun kişi sayılmasına mani olacağı yolundakirealist teori, bu iddiasında sanırız ki pek tutarlı sayılamaz :Bir defa, Devlet'in kişi sayılmasını, mutlaka gerçek kişiler gibi iradesiolmasına bağlamak doğru değildir. Gerçek kişiler için dahi,irade yokluğu veya sakatlığı hallerinde, tam bir kişilik kaybınınsöz konusu olmadığı ayrıca hatırlanmalıdır. Kısacası, Devlet'inkendine özgü bir iradeye malik bulunmaması onun bir hukukî kişiliğesahip sayılmasına engel teşkil etmez.İ) Sonuç:Bütün bu açıklamaların bizi, Devlet'in kişiliği konusunda ulaştırabileceğisonuçlar m neler olabilir?« OKANDAN, R. G. : age. s. 881-896.141


a. — Devlet'in Tinsel Kişiliği :Çok yönlü ve yanlı, karmaşık bir olgu görünümündeki Devletyapısının, sosyal gerçeklikte yer alan kesimi bakımından, insanlarınbir araya gelmesinden oluşmuş bir topluluk, birlik sayılmasmdabir sakınca yoktur. Gerçekten Devlet, herşeyden evvel bir insangrupmanıdır. Bugün Devlet denildiğinde aklımıza hemen fizik, doğalve gerçek kişilerden meydana gelmiş bir topluluğun gelmesininnedeni de budur.Şu var ki, Devlet'in bir de, bu görülen gerçek kişiler topluluğununötesinde, kavramsal ve soyutlama ile ilgili yam vardır. Bunoktada, başlangıçta değindiğimiz Devlet'in bir soyutlamadan ibaretbulunduğu yolundaki açıklamalarımız hatırlanmalıdır : Gerçekten,Devleti meydana getiren unsurlar insan topluluğu,ülke, iktidar v b.,) genellikle somut ve nesnel şeyler olduklarıhalde, bunların bir araya gelmesinden oluşan yapı, yaniDevlet, hiç de somut, nesnel bir varlık değildir. Devlet, bu bakımdan,tinsel bir varlık olarak kabul edilmelidir; bu varlık aynı zamandadevamlılık ve bütünlük göstermektedir.Bütün bunlardan çıkarılabilen sonuç şudur : Devlet, nesnelvarlıklardan oluşmasına, onları temsil etmesine rağmen, bu kendisinioluşturan unsurlardan ayrı bir sosyal realite, pozitif bir vakıaniteliğindedir; ama bunu, fizik ve nesnel bir realite olarak değil,'tinsel' bir realite olarak anlamak gerekir.Devlet'in bu tinsel gerçekliğini, daha belirli olması nedeniyle'tinsel kişilik' olarak ifade etmek gerekir. Bu tinsel kişiliğin,aynı zamanda hukuki bir kişilik teşkil ettiğinden de şüpheedilemez; çünkü, meydana çıkan bu tinsel varlık (Devlet), birtakım haklara sahiptir; bunları kullanır ve bazı görevleri yerinegetirmek, borçları eda etmekle yükümlüdür.b. — Devlet'in Hukukî Kişiliği :Bu noktadan itibaren, Devlet'in tinsel kişiliği, onun hukuki kişiliğinedönüşmüş olarak karşımıza çıkmaktadır.Aslında, Devlet'in tinsel ve hukuki kişilikleri birbiriyle kaynaşmış,iç içe girmiş durumdadır. Bir bakıma, hukuki kişilik, Devlet'intinsel kişi olmasının doğal bir sonucudur da denilebilir..Devlet'in hukuki kişiliği demek, onun tinsel kişiliğinin hukukbakımından da tanınması demektir. Nasıl gerçek kişilerin aslında142


olunmuş ise, aynı şekilde, Devlet'e de hukukî kişilik yine hukuk tarafındantanınmaktadır. Yalnız burada şu önemli ayrılığı belirleyennokta ile karşılaşmaktayız : Devlet hukukî kişiliğini pozitif hukukaborçlu değildir. Hukukun Devlet kişiliğini tanıması, onun bunubahşetmesi anlamıra gelmez. Devlet pozitif hukuku bizzat yaratır.Kendi yarattığı hukukun Devlet'e hukukî kişilik bahşetmeside pek tabiî düşünülemez. Bir bakıma, pozitif hukuk, aslında mevcutolan Devlet'in tinsel ve hukukî kişiliğini teyitten öteye bir görevifa etmiş de değildir.Biliyoruz ki Devlet'in hukukî kişiliğini kabul etmek, bir zorunluluğunsonucudur : Devlet, ancak kendisine hukukî bir kişilik tanındığıtakdirde, gerek kendisini meydana getiren unsurlar ve gereksedış âlemdeki hak süj eleri ile olan ilişkilerini açıklamak vebir düzene sokabilmek olanağına kavuşabilmektedir.c. — Kişilikler Bakımından Devlet Yapısının Çoğulcu Görünümü :Şimdiye dek bir kaç defa belirlediğimiz gibi, toplumsal yapıbir mozaik görünümündedir ve bu doku içinde toplumsal sınıflardan,gruplara, birliklere, devamlı ve geçici topluluklara, sendikalara,partilere vb., değin pek çok sosyal ünite' yer alır.Bütün bu üniteler, sosyolojik bakımdan Devlet yapısının oluşumunakatıldıkları gibi, Devlet'in hukukî kişiliği söz konusu olduğundada bunların en azından belirli bir kesiminin. Devlet'inkine benzer hukukî kişiliklere kavuştukları tesbit olunabilmektedir. Gerçekten,toplumsal yapı, genel çerçevesi ve kaplamsallığı içindeDevlet'e dönüşürken, onun içerdiği sosyal üniteler de gayet ilginçbir benzer değişime uğramaktadırlar : Devlet yapısının hukukî kişilikkazanması sürecine paralel olarak, kollektivite içinde de, genellikle,bir kişileşme fenomeninin başlayıp devam ettiğine tanıkolunulmaktadır (Genellikle diyoruz; çünkü bu süreçiçinde, ko 11 e k t i v i t e d e yer alan bütününitelerin mutlaka hukukî kişilik kazanmalarınıbeklemek mümkün ve doğal değildir).Demekki Devlet'in hukukî kişiliğinin yanı sıra, onuniçerdiği sosyal ünitelerin bir kısmının da hukukî kişiliğe kavuşmalarısonucu ile karşılaşmaktayız. Bu oluşum, Devlet'in hukukî kişiliğindebir kapsam daralmasına yol açmamaktadır. Devlet hukukîkişiliği itil ariyle, kendi toplumsal yapısının içerdiği ünitelerinhukukî kişiliklerinin tamamını kapsamakta devam etmektedr. Bu143


itibarla, Devlet i tinsel ve hukukî şahıslar camiası olarak görmekde mümkündür.d. — Devlet'in Hukukî Kişilikler Sıralamasındaki Yeri :Devlet, toplumsal yapısının içerdiği sosyal ünitelerden hukukîkişiliğe sahip bulunanlarla olan ilişkisi bakımından, sadece onlarıkapsamakla kalmamakta ve fakat, aynı zamanda, hukukî kişiliklerhiyerarşisinde en üstte ve zirvede yer almaktadır. Bu sonuç, görülüyorki, yukarda «c» de açıklanan sonuç ile sıkı sıkıya ilgilidir :Devlet'i bir tinsel ve hukukî şahıslar camiası olarak görmenin yanlışsayılamayacağına işaret etmiştik. Burada sözü edilen camia, gelişigüzel, bir düzen ve disiplin ile hiyerarşiden mahrum bir camiadeğildir. Devlet yapısı içinde yer alan ve onun çokcu görünümünüortaya çıkartan bu tinsel ve hukukî şahıslar arasında bir sıralanma,bir düzenlilik hali mevcuttur. Devlet bu sözü edilen sıralanmaca,en yukarda yani zirvede yer alır.Aslına bakılırsa bu sonuç, «bugünkütesbitinden ibarettir.durumun»Yakın bir gelecekte de Devlet'in bu zirvedeki yerini bırakacağınıgösteren emareler mevcut görünmemektedir.144


AD DİZİNİABADAN, Y. 34.ABBO, J. A. 51, 55, 62.AKBAY, M. 33, 52, 58, 59, 79, 80, 82,83, 84, 85, 88, 90, 92, 94, 97-102,104, 106, 115, 138.ANCEL, J. 101.AYTÜR, xM. 21.BARKER, E. 56.BAŞGÎL, A. F. 34, 96, 104.BERELSON, B. 20.BLUNTSCHLI, M. 38.BOSSUET, J. B. 50.CARTER, J. T. 138.ÇATLIN, C. E. G. 11.COKER, F. W. 115.CRICK, B. 12.DABIN, J. 24, 36.DAHL, R. A. 3, 4, 7, 8.DAVER, B. 1, 2, 11, 14, 23, 24, 50,51, 56, 59, 60, 95.DEUTSCH, K. W. 14, 85, 91, 94.DUGUIT, L. 28, 98.DURKHEIM, L. 71.EASTON, D. 9, 10, 19.ELDERSVELD, S. 20.ELKER, H. R. 14.EMERSON, R. M. 39.ERÎM, N. 97.EULAU, H. 20.FICHTE, J. G. 85.FILMER, R. 49.FİŞEK, H. 93.FRIEDRICH, C. J. 19.GÖZE, A. 96, 100-102, 104, 105, 107.HEGEL, J. W. F. 55, 56.HOBBES, T. 52, 53.HUNTINGTON, S. P. 5, 21, 81.ÎBNİ HALDUN 58.JACOBSON, N. 19.JANOWITZ, M. 20.JELLINEK, G. 34,47, 49, 74, 83, 88, 89.JERING, R. von 55, 56.JOHANNET, R. 85.JOUVENEL, B. de 114.KAPANÎ, M. 124.KAPLAN, A. 4, 6.KELSEN, H. 28, 56, 57.KOHN, H. 81.KÜBALI, H. N. 34.LABAND, P. 102.LASKI, H. J. 51.LASSWELL, H. D. 4, 6, 12, 13, 14,15-17, 22, 23.LERNER, D. 12.LIPSON, L. 65, 66, 70.LOCKE, J. 53, 55.145


MAITLAND, 139.MALBERG, C. de 74, 122.MANÇİNİ, 85.MARX, K (ve ENGELS, F.) 62, 63Me CLOSKEY, R. 19.Me KEON, R. 51.MERAY, S. L. 99.MICHOUD, 132.MILL, J. S. 82.MORGAN, L. H. 63,64.MOSCA, G. 2.MUMCU, A. 1.NİZAMÜLMÜLK, 1.OKANDAN, R. G. 33, 48, 52, 53, 60,61, 73, 74, 77-79, 82, 92, 99, 104,110, 112-115, 117, 119, 120, 122-126, 138-141.OPPENHEIMER, F. 58.ÖZSUNAY, E. 133.POLLOCK, 131.POUND, R. 33.RENAN, E. 76, 77, 83.ROUSSEAU, J. J. 54, 55.RUSSETT, B. M. 14.RUSTOW, D. 81, 83.SAN, C. 3.SCHÄFER, B. C. 81.SIBLEY, M. C. 19.SNYDER, L, 83.St. AUGUSTINUS 50.St. PAUL 50.TOPÇUOĞLU, H. 99.TREİTSCHKE 85.TRUMAN, D. B. 20, 25.TUNAYA, T. Z. 99.ULUÖCAK, N. 93.UZUNÇARŞILI, î. H. 97.VARSEILLES - SOMMIERES 138.i/ILLENEUVE, M. de la 42, 48, 92, 97,112.YOUNG, R. 19.WATKINS, F. M. 19.WEBER, M. 3, 40.WILLIOUGHBY, W. F. 36, 44, 45 .WILLIOUGHBY, W. W. 11, 36, 48,79, 92, 96, 114, 119, 121, 126,127-129, 131-136, 138, 139.146


KAVRAM DİZİNİAlt yapı, 62.Aile Teorisi, 48.Dar Anlamda Kamu Hukuku, 32.Davranışçılık, 19.Dayanışma duygusu, 7.Değerlendirme, 19.DEVLET —» ne'dir. 35.» ve Hukuk, 41.» — in kaynağı ve doğuşu,47.» — in mahiyeti, 37» (Gerçek kişi olarak), 138.» — in Kurucu Unsurları,110.» Kudreti (Devletin İktidarUnsuru) 110-113.» İktidarının Kaynağı, 113.Kişiliği, 125.» — in Genel Sosyal Kuramı,33.» — in Genel Hukuki Kuramı,34.» — in Öncül ve Nesnel Unsurları,74.» — in Hukuki Kişiliği, 142.» — in insan Unsuru, 75.» — in Tinsel Kişiliği, 142.Dualizm, 28.Egemenlik, 4143, 112.Ekonometri, 18,Elit fenomeni, 24.Geniş Anlamda Kamu Hukuku, 32,35.Gösterge, 21.Gruplar ilişkisi, 24.Halk demokrasisi ( = Halk cumhuriyeti),91.Hukuki kişiliğin iradesi, 135.İçgüdüsel Görüş, 51.İktidar, (= kudret) ekonomisi, 41.İlahî Kaynaklı Devlet Görüşü, 49.İrade muhtariyeti, 28, 30.Kamu Hukuku 27, 28, 30.Katılma, 24.Kan esası, 93.Kitle haberleşmesi, 25.Kollektif istek, 38.Kollektif isteğin gerçekleştirilmesi,39.Kollektif güvenlik ve savunma, 69.Kuvvet teorisi, 57.Kültürel assimilation, 94,Kişi, 128, 129.Leviathan, 53.Liderlik, 24.Marjinal adam, 95.Metafizik görüş, 55.Millet, 76,147


Millet tanımı, 77.Milli irade, 115.Monizm, 28.Milliyet, 77.Milliyetler Kuramı, 78, 84.Organizmacı görüş, 59.Ortak yarar, 71.Oto-limitasyon, 55,Öncül ve nesnel unsurlar, 74.Özel hukuk, 28.Politikometri, 18.Prestij, 25.Rol, 25.Serbestlik alanları, 46.Siyaset, 1.Siyasal coğrafya, 100.Siyasal karar, 25.Siyaset çeşmesi, 1.Sınıf devleti, 63.Smır-Unsur Kuramı, 105.Sosyal Darvinizm, 58.Sosyolojik hukuk anlayışı, 41.Smır-Unsur Kuramı, 105.Sosyal Darvinizm, 58.Sosyolojik hukuk anlayışı, 41.Statü, 25.Süje-Unsur Kuramı, 104.Şeyler (= Eşya), 130.Tabiat hali, 52, 53.Tarihi maddecilik, 58.Temel Norm, (= Grundgesetz), 57.Toplum hali, 52.Toplumsal Sözleşme Kuramı, 51.Toprak esası, 93.Trend, 21.Tüzel kişiler, 133Umumi Amme Hukuku, ( = GenelKamu Hukuku) 33.Umumi Devlet Teorisi, 33, 35. ,Umumi İrade, 115.Üretim İlişkileri, 58, 62.Üst yapı, 62.Üstün Aynî Hak (= Mülkiyet Hakkı)Teorisi, 102.Üstün mülkiyet (= Kuru Mülkiyet),108.Vatandaş, 92.Veri toplama, 18.Yurtseverlik duygusu, 83.Zecri ve üstün Devlet, Kudreti, 49.Zoon politikon (= Siyasal hayvan),51.148.:,«h\


BİBLİYOGRAFYAI.— Kitaplar:ABBO, J. A.ABADAN, Y.ACTON, J. E. D.AKBAY, M.AKIN, î.ANCEL, J.ARSEL, î.BARKER, E.BARKER, E.BARTHELEMY, J.BAŞGİL, A. F.BIGNÈ DEVILLENEUVE, M.BLUNTSCHLI, M.BURDEAU, G.BURDEAU, G.CARRE DEMÄLBERG, R.Political Thought : Men and Ideas, Maryland ,1960.Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri, Ankara,1952.Essays on Freedom and Power, New York, 1955.Umumi Amme Hukuku Dersleri, (3. Bası), Ankara,1958.Devlet Doktrinleri, İstanbul, 1962.Géopolitique, Paris, 1938.Anayasa Hukukunun Umumi Esasları,1955.Ankara,Principles of Social and Political Theory, Oxford,1951.Reflections on Government, New York, 1958.Précis de droit public, Paris 1937.Esas Teşkilat Hukuku, Birinci Cilt, Birinci Fasikül,İstanbul, 1960.Traité Général de l'Etat, Paris, 1920.Theorie Générale de l'Etat, (Trad. M. A. Riedmatten)Paris, 1877.Traité de science politique, 7 Vol. Paris, 1949-1957.Manuel de droit public, Paris, 1948.Contribution à la Théorie Générale de l'Etat, 2Vol. Paris, 1920-1922.149


COHEN, H. E.COKER, F. W.CRICK, B.CROZAT, C.ÇAM, E.DABIN, J.DAHL, R.DAVER, B.DEUTSCH, K. W.DUGUIT, L.DUVERGER, M.EASTON, D.EASTON, D.EMERSON, R.ERİM, N.FILMER, R.FINER, H.FRIEDRICH, C. J.(Ed.)FRIEDRICH, C. J.GÖZE, A.HOBBES, T.JELLINEK, G.JOUVENEL, B. deRecent Theories of Sovereignty, Chicago, 1937.Readings in Political Philosophy, New York, 1938.The American Science of Politics, Berkeley, 1959.Amme Hukuku Dersleri, Istanbul, 1946.Devlet Sistemleri, İstanbul, 1970.Doctrine Générale de l'Etat, Paris, 1939.Modem Political Analysis, (3. Bası) New Jersey,1964.Siyasal Bilime Giriş, Ankara, 1968.Nationalism and SocialYork, 1953.Communication, New,Les transformations du droit public, Paris, 1913.Droit Public, Paris, 1957.The Political System : An Inquiry into the Stateof Political Science, New York, 1953.A Framework for Political Analysis, New Jersey,1965.From Empire to Nation, Boston, 1960.Amme Hukuku Dersleri, Ankara, 1942.Patriarcha, (ed. by P. Laslett), Oxford, 1949.Theory and Practice of Modern Government,New York, 1949.Authority, Boston, 1958.Constitutional Government and Democracy, Boston,1941.Devletin Ülke Unsuru, Istanbul, 1959.Leviathan, (Ed. by M. Oakeshott), Oxford, 1955.L'Etat moderne et son droit. 2 Vol. (Trad, G. Fardis)Paris, 1911-1913.On Power, '(Trans, by J. F. Huntington)York, 1949.NewKAPANI, M. Kamu Hürriyetleri, (3. bası) Ankara, 1970.150


KELSEN, H.KOHN, H.KOHN, H.KÜBALI, H. N.LABAND, P.LASKI, H. J.LASKI, H. J.LASSWELL, H. D.—KAPLAN, A.LASSWELL, H. D.-LERNER, D.LASSWELL, H. D.LASSWELL, H. D.LASSWELL, H. D.LIPSON, L.LOEWENSTEIN, K.MACIVER, R. M.MARITAIN, J.MOSCA, G.OAKESHOTT, M.OKANDAN, R. C.OPPENHEIMER, F.REISS, H. S.Theory of Law and State (Trans, by À. Wedberg)Cambridge; 1946.The idea of nationalism. A study of its originsand background, New York, 1951.American Nationalism— An Interpretative Essay,New York, 1961.Devlet Ana Hukuku Dersleri, C. I, Istanbul, 1946.Le droit public de l'empire Allemand, VI. Cilt,Paris, 1900-1904.Politics, London, 1931.A Grammar of Politics, London, 1957.Power and Society, New Haven, 1950.The Policy Sciences : Recent Developments inScope and Method, Stanford, 1951.Politics : Who Gets, What, When, How,York, 1967.The Future of the Political1967.NewScience, New York,A Pre-View of Policy Sciences, New York, 1971The Great Issues of Politics, New York, 1954,Political Power and the Governmental Process,Chicago, 1962.The Web of Government, New York, 1965.Man and the State, Chicago, 1951.The Ruling Class (Trans, by H. D. Kahn) NewYork, 1939.Social and Political Doctrines of ContemporaryEurope, New York, 1950.Umumi Amme Hukuku Dersleri, İstanbul, 1968.The State : Its History and Development ViewedSociologically, (2. bası) New York, 1928.Political Thought of the German Romantics, Oxford,1955.151


ROUSSEAU, J. J. : Toplum Sözleşmesi, (Çev. Vedat Günyol) Ìstanbul,1965.RUSTOW, D. A. : A World of Nations — Problems of Political Modernization—,Washington, 1967.SABINE, G. : A History of Political Theory, London, 1952.SARTORI, G. : Democratic Theory, New York, 1965.SCHÄFER, B. C. Nationalism : Myth and Reality, Harcourt, 1955.SNYDER, L. L. : The Dynamics of Nationalism, Van Nostrand, 1964.SOYSAL, M. : Anayasaya Giriş, Ankara, 1968.TREITSCHKE, H. : Politics, (Ed. by Hans Kohn), New York, 1963.TRUMAN, D. B. : The Governmental Process; Political Interest andPublic Opinion, New York, 1963.TUNAYA, T. Z. Türkiyede Siyasi Partiler, İstanbul, 1952.TUNAYA, T. Z. : Siyasi Müesseseler ve Anayasa Hukuku, Istanbul,1969.YOUNG, R. (Ed.) : Approaches to the Study of politics, Illinois, 1962.WEBER, M. : The Theory of Social and Economic Organization,(Trans, by A. M. Henderson — T. Parsons), NewYork, 1947.WILLOUGHBY, W, F. : The Government of Modern States, New York,1936.WILLOUGHBY,, W. W. :The Fundamental Concepts of Public Law, NewYork, 1924.II — MakalelerBAŞGİL, A. F. : Devlet Nedir?, 1ÜHFM. C. XII, İstanbul, 1946.BAŞGİL, A. F. : Devletin ülke Unsuru, 1ÜHM. C. XIII, sayı 4, İstanbul,1947, s. 1261-1281.DUGUIT, L. : The Law and the State, Harvard Law Review, C.31, s. 1.HAURİOU, M. : An Interpretation of the principles of public law,Harvard Law Review, C. 31, s. 813.HUBER, E. R. : Modern Endüstri Toplumunda Hukuk Devleti veSosyal Devlet, (Çev. T. Ansay), AÜHFD., C.XXVII, Sayı 3-4, s. 27-51.152


LASKI, H. J.OKANDAN, R. G.POUND, R.RENAN, E.TUNA YA, T. Z.La conception de l'Etat de Léon Duguit Archivesde Philosophie du droit, Yıl 1932, C. 1-2, s. 121-134.Devletin iktidar unsurunun vasıflan ve bu husustaileri sürülen doktrinler, ÎÜHFM. Cilt XVI, s.555-581, istanbul, 1950.Law and the State — Jurisprudence and Politics,Harvard Law Review, C. 57, s. 1193-, Boston, 1943-1944.Millet ne dir? 'Ülkü' Cilt XIII, sayı 77, s. 396-,Temmuz 1939; sayı 78, s. 514-, Ağustos 1939.Amme Hukuku ve Jeopolitik, İÜHFM. C. XIII, sayı4, s. 1351-, İstanbul, 1947.153

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!