08.05.2016 Views

Cinedergi 52

Binder52

Binder52

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Adana, Antalya ve sinema<br />

n Eylül, ekim hem festivallerin<br />

hem de sinemanın coştuğu aylar.<br />

Artık en yoğun aylardayız. Zaten<br />

her hafta bir Türk filmi seyrediyoruz.<br />

Biz de filmlerin yönetmenlerinin<br />

ve oyuncularının peşindeyiz<br />

sizin adınıza. Bu ay öncelikle<br />

çok tartışma yaratan Adana Film<br />

Festivali’nin değerlendirmesini<br />

Banu’nun kaleminden okuyacağız.<br />

Adana’daki kadın sinemacıların<br />

dirilişi ise Merve Genç’in gözünden<br />

kaçmamış ve bütün ödüllü kadın<br />

sinemacılarla konuşmuş. Hiç bir<br />

yerde bulamayacağınız mükemmel<br />

bir dosya. Ve ekimin olmazsa<br />

olmazı Antalya Altın Portakal’da<br />

neler var, neleri izleyeceğiz, kimleri<br />

göreceğiz hepsi Antalya<br />

dosyamızda var. Büyük bir ümitle<br />

Antalya’nın başarısını size yazmak<br />

için kadro olarak festivalde olacağız.<br />

Röportajlarımız da yine ilgi çekici ve<br />

ekim filmlerinin isimleri var. Öncelikle<br />

bu ayın ağır topu olan Uzun<br />

Hikaye’yi başrol oyuncularından<br />

dünya güzeli Damla Sönmez ile<br />

konuştuk. Kasım ayında vizyona<br />

girecek Gözetleme Kulesi’nin yönetmeni<br />

Pelin Esmer ile Adana’da<br />

aldığı ödülü ve filminin sırlarını<br />

konuşma fırsatını kaçıramazdık, festivalde<br />

hemen teybimizi ona uzattık.<br />

Bu röportaj da önemli. Eylül ayının<br />

büyük bombası ve bence elimizde<br />

patlayan Çanakkale Çocukları’nı ise<br />

Sinan Çetin’in eşi ve filmin başrol<br />

oyuncusu Rebekka Haas kendi<br />

görüş açısıyla bize anlattı. Özge ve<br />

Özgür Özberk kardeşler ise komedi<br />

filmi Napcaz Şimdi için kapısını<br />

çaldığımız diğer ünlüler. Banu<br />

çok doğru bir tespit ile İstanbul<br />

Filmleri Dosyası yapacağını<br />

söylediğinde onikiyi gözünden<br />

vurduğunu düşündüm. Hollywood<br />

İstanbul’a son zamanlarda büyük<br />

aşk besliyor. İşte bu aşkın filmleri<br />

Banu’nun dosyasında. Dergimizde<br />

bir de görev değişikliği oldu. Kurucu<br />

ortağımız ve ilk sayıdan beri<br />

yazıişleri müdürü olan Fırat Sayıcı<br />

bundan sonra sadece yazılarıyla<br />

aramızda yer alacak. Fırat’a yeni<br />

dergilerde, sitelerde ve sinema<br />

dolu günlerde başarılar diliyorum.<br />

<strong>Cinedergi</strong> DVD’leri, eleştirileri, özel<br />

köşeleri, pek yakında ve haber<br />

köşeleri daha sayamadığımız<br />

içeriğiyle size sinema için yeter. İyi<br />

okumalar...<br />

Yayın Sahibi<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Serdar Akbıyık<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Banu Bozdemir<br />

YAZARLAR<br />

Kerem Akça Fırat Sayıcı<br />

Alper Turgut Murat Tolga Şen<br />

Burak Yarkent Burcu Mercan<br />

Aysıt Genç Merve Genç


Yönetmen: William Friedkin<br />

Senaryo: Tracy Letts<br />

Oyuncular: Matthew McConaughey,<br />

Emile Hirsch, Juno Temple<br />

Konu: 22 yaşında ve uyuşturucu<br />

satıcısı olan Chris (Hirsch)’in annesi<br />

Chris’in uyuşturucu zulasını<br />

çalar. Chris’in en kısa zamanda<br />

6000 USD bulması<br />

gerekmektedir. Babası<br />

Ansel (Hayden Church)’i<br />

görmeye gider, ve planı<br />

yaparlar. Herkesin nefret<br />

ettiği Chris’in annesinin bir<br />

hayat poliçesi vardır, bu<br />

para hepsini zengin etmeye<br />

ve Chris’in borcunu<br />

ödemeye<br />

yetecektir. Tek<br />

sorun Chris’in<br />

annesinin hayatta<br />

olmasıdır.<br />

Kiralık katil<br />

Joe Cooper<br />

belli bir para<br />

karşılığında işi<br />

yapacaktır, fakat Chris ve Ansel’in<br />

yeterli parası yoktur. Joe gitmek<br />

üzereyken herşeyden habersiz ve<br />

günahsız olan Chris’in kızkardeşi<br />

Dottie (telmple)’yi farkeder. Parası<br />

bulunup ödeninceye kadar Dottie’yi<br />

alı koyar.


Yönetmen: Malgorzata<br />

Szumowska<br />

Senaryo: Tine Byrckel, Malgorzata<br />

Szumowska<br />

Oyuncular: Juliette<br />

Binoche, Anaïs Demoustier,<br />

Joanna Kulig<br />

Konu: Anne iki çocuk<br />

annesi olan, Parisli ve<br />

iyi kazanan gazeteci bir<br />

kadındır. Elle dergisi için<br />

fahişelik yaparak hayatını<br />

kazanan genç kızlar<br />

hakkında bir araştırma<br />

makalesi yazmaktadır. Bu<br />

süreçte iki bağımsız genç<br />

kızla görüşür; Alicja ve<br />

Charlotte. Bu kendilerine<br />

güvenen kızların hayatları<br />

hakkında öğrendikleri<br />

kendi doğrularını da<br />

sorgulatacaktır.<br />

Yönetmen: Michael J. Bassett<br />

Senaryo: Michael J. Bassett<br />

Oyuncular: Adelaide Clemens, Kit Harington,<br />

Radha Mitchell<br />

Konu: Heather Mason ve babası senelerdir<br />

kaçmaktadırlar, ve her defasında<br />

onları takip eden bu gizli güçlerin adaletinden<br />

sıyrılmayı başarmışlardır. 18<br />

yaşını doldurmadan bir gece önce<br />

korkunç kabuslarla boğuşurken,<br />

babasının beklenmedik bir şekilde<br />

ortadan kaybolduğunu farkeder.<br />

Babasının bu gizemli kayboluşunu<br />

araştırırken aslında olduğu kişi<br />

olmadığını keşfeder. Bu keşif onun<br />

şeytani evrenin derinliklerinde Silent<br />

Hill’de hala tuzağa düşürülmeye<br />

çalışılmasına engel değildir.


Yönetmen: Stefan Ruzowitzky<br />

Senaryo: Zach Dean<br />

Oyuncular: Eric Bana, Olivia<br />

Wilde, Charlie Hunnam<br />

Yönetmen: Wayne Thornley<br />

Senaryo: Kiel Murray<br />

Seslendirenler: Abigail Breslin, Jim Cummings,<br />

Noureen DeWulf<br />

Konu: İki kardeş<br />

olan Addison ve<br />

Liza işlerin ters<br />

gittiği bir kumarhane<br />

soygunundan<br />

ganimetle kaçarlar.<br />

Aynı sırada<br />

belalı eski boksör<br />

Jay ailesi, June ve<br />

emekli şerif Chet<br />

ile Şükran günü<br />

yemeğine hazırlanmaktadır.<br />

Birbiriyle alakasız bu<br />

insanların yolu kesişirse ne<br />

olur?<br />

Konu: Üç boyutlu bir animasyon filmi olan<br />

Zambezia bir kuş şehri olarak biliniyor, film<br />

ise bu kuş şehrinde majesterleri Victoria Falls<br />

döneminde geçiyor. Kai adında saf ,genç ve<br />

derin bir ruha sahip olan bir şahin’in Zambezia<br />

kuşlar şehrine gelerek, kendi kökenlerini<br />

araştırması onlar hakkında gerçeği keşfetmesi,<br />

şehri korumaya çalışmasını ve bir topluluğun<br />

parçası olmayı öğrenmesini konu alıyor.


Yönetmen: Daniel Cohen<br />

Senaryo: Daniel Cohen<br />

Oyuncular: Michaël Youn, Jean Reno,<br />

Raphaëlle Agogué<br />

Konu: Jacky Bonnot, 32 yaşında amatör bir<br />

aşçıdır. Çok yeteneklidir ve ünlü bir aşçı<br />

olup büyük bir restoranda çalışmaktadır.<br />

Fakat ekonomik durumu küçük mutfak<br />

işlerini kabul edip bu yerlerde de çalışmasını<br />

gerektirmektedir; Jacky işlerde de tutunamaz.<br />

Ta ki yıldızlı büyük bir şef olan Alexandre<br />

La Garde’la yolları kesişinceye kadar!<br />

Fakat Garde restoranları da ekonomik<br />

çıkmazdan dolayı tehlikededir ve bu ikilinin<br />

karşılaşması farklı sonuçlar doğurur.


Yönetmen: Scott Walker<br />

Senaryo: Scott Walker<br />

Oyuncular: Nicolas<br />

Cage, John Cusack,<br />

Vanessa Hudgens<br />

Konu: Gerçek olaylara<br />

dayanan film,<br />

Alaska’nın kötü şöhretli<br />

seri katili Robert<br />

Hansen’in hikayesini<br />

anlatıyor. Hansen,<br />

yaşadığı çevrede saygı<br />

duyulan bir aile babası<br />

olarak tanınsa da, daha<br />

sonra 1980’lerde 24 (bu<br />

sayı kesin olarak bilinmiyor)<br />

kadını Alaska’da<br />

zorla kaçırıp öldürdüğü<br />

ortaya çıkan soğukkanlı<br />

bir cani olarak biliniyor.<br />

Yönetmen: Tom Vaughan<br />

Senaryo: Steven Pearl<br />

Oyuncular: Miley Cyrus, Autumn<br />

Reeser, Joshua Bowman<br />

Konu: Ergenlik çağında bir<br />

genç kız olan Molly Morris, FBI<br />

tarafından erişemedikleri tek<br />

alanı soruşturmakla ilgili görevlendirilir:<br />

Öğrenci kardeşliği!<br />

. Molly kendisini sert bir dedektiften,<br />

sofistike bir üniversite<br />

öğrencisine dönüştürür zira<br />

hedefi eski bir mafya liderinin<br />

kızını korumaktır. Listesindeki<br />

şüphelilere tek tek yakınlaşan<br />

Molly, şaşırtıcı biçimde kendisi<br />

de dahil olmak üzere hiç kimsenin<br />

göründüğü gibi olmadığını<br />

keşfedecektir.


n Meleklerin Payı… Havaya karışan viski tadı,<br />

kokusu ya da duygusu… Politik sinemanın üstadı<br />

bu kez mizahı daha üst seviyede kullanıyor, konu<br />

ustalıkla akıyor. Ülkesinin sosyal sorunlarına,<br />

sıradan insanın yaşadığı karmaşaya, maddi<br />

ve manevi açıdan bakan, onu eleştiren, bireyin<br />

peşinde bir belgeselci, bir kameraman edasıyla<br />

dolaşan bir yönetmen Loach… Ayaktakımı,<br />

Carla’nın Şarkısı, Ülke ve Özgürlük, Benim Adım<br />

Joe benim için öne çıkan filmleri…<br />

Loach ismi geçtiğinde etkili bir sinema dilinin<br />

karşıma çıkacağını bilirim, şu ana kadar sıkıldığım<br />

bir film olmadı ama en son filmi Tehlikeli Yol’da<br />

dikkatimi veremediğimi itiraf etmeliyim. Meleklerin<br />

Payı hayattan, yoksulluktan ve hatta din olgusundan<br />

ilginç bir pay alma filmi.<br />

Hayatın onlara tanımadığı şansı kendileri almaya<br />

kalkan bir grubun viski, macera, paylaşım<br />

ve komediyle benzeşen öyküsü sanırım en fazla<br />

güldüren Loach filmi olarak öne çıkıyor. Gedikli<br />

senaristi Paul Laverty ile kafa kafaya veren yönetmen<br />

seçtiği sıra dışı karakterlere yüklediği ufak<br />

özelliklerle onları hem yüceltiyor, hem de yollarını<br />

bulmaları için gerekli doneleri sunuyor.<br />

Filmin ismi gerçekten de anlamlı… Viski<br />

piyasasına, onları tadım ritüeline bakmasıyla<br />

bende hafiften Sideways etkisi uyandırmadı değil.<br />

Tabii o daha çok yol ve şarap filmiydi ve de kendini<br />

bulma hali…Bu sanki onun biraz da viski hal<br />

gibi, viski sevenleri de değişik bir şekilde kendisine<br />

bağlayacak gibi. Burada film Robbie’nin umutsuz<br />

hayatı üzerinden ilerliyor. Baktığınızda Robbie’nin<br />

hayatı kaymış vaziyette. Üstelik bir partneri var ve<br />

odan çocuğu oluyor. Kızın ailesi Robbie’nin peşinde.<br />

Robbie sıska vücuduyla baştan bir kaybeden gibi<br />

duruyor ama azim ve başarma duygusu ona değişik<br />

bir yol açıyor. Bir de filmde iyi insan olmaya övgü<br />

yapılıyor ki, film kıymet bilen bir sonla noktalanıyor…<br />

Loach sıradan insanın peşinde dolandığı için konu<br />

da sıradan. O sıradanlığı kıran tiplemelerin komikliği<br />

oluyor biraz da! Yine işsizlik, devlet sorgulaması,<br />

birey hakları var ama bir yandan da İskoç yaylalarına<br />

taşınan ilginç bir özgür ruh duygusu da var!<br />

Bana sorsanız hala eski filmlerinin tadını arıyorum<br />

derim ama bu da sıradan insanın sıradan seyirciye<br />

vereceği bir mesaj olmuş, iyi olmuş… Loach<br />

çok üretken bir yönetmen tıpkı Woody Allen gibi…<br />

Neredeyse her yıl bir film çıkıyor ve her filminde konular<br />

bir şekilde aynı noktada buluşuyor… Meleklerin<br />

Payı’nı izlemenizi tesviye derim, Loach’un mizahi<br />

duygusuna ve bunu çok rahat bir biçimde perdeye<br />

yansıtmasına tanık olun!


n “Almanya’daki Karadeniz sevdalısı Fatih<br />

Akın, “Cennetteki Çöplük” adlı belgeseliyle,<br />

memleketimizin cennet köşesinin nasıl cehenneme<br />

dönüştürüldüğünü resmediyor, büyük bir<br />

ustalıkla... Radyasyon, işsizlik, göç, Otoyol, HES<br />

derken, güzelim Karadeniz’in çöplük gibi bir belası<br />

daha varmış. Evet, bu belgesel, bürokrasi denen<br />

manyaklığın, yaşam alanını çöplüğe çevirmesine<br />

dair... Çöplük deyip geçme, bazen bomba gibi<br />

patlıyor, bazen suya karışıyor, denize kadar iniyor,<br />

toprağa, sebzeye, meyveye bulaşıyor, bu meret<br />

tam bir dert, anlayacağınız. Beş yıllık bir proje<br />

olan Cennetteki Çöplük, aslında yerel kameraman<br />

Bünyamin Seyrekbasan’ın emeği, özverisi,<br />

takipçiliği ve büyük ısrarı ile beyazperdeye ulaşıyor.<br />

Filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen Seyrekbasan,<br />

yönetmen de ben olmalıyım deseydi, haklı<br />

olurdu ama böyle etkileyici bir belgesel ortaya<br />

çıkmazdı, kesinlikle... Fatih Akın’ın ismi, belgeseli<br />

resmen görünür kılıyor çünkü, ama ona da<br />

haksızlık etmeyelim, kurgu, müzik, detay, mizah,<br />

yüzde 70’i amatör olan çekime, yüzde 30 profesyonel<br />

katkı vs. derken yeteneğini konuşturmuş, yerel<br />

bir işi, evrensele hitap eden bir yapıma çevirmesini<br />

bilmiş. Fatih Akın ve Bünyamin Seyrekbasan<br />

dışında görüntü yönetmeni Herve Dieu, kurgucu<br />

Andrew Bird, müzisyen Alexander Hacke, ses<br />

bölümünde de Joern Martens, Richard Borowski<br />

ve Felix Roggel, “Her çözüm, bir sorun doğurur”<br />

sloganıyla yola çıkan Cennetteki Çöplük’ü görünür<br />

kılıyorlar. Umarım bu belgesel, sinemalardaki<br />

gösteriminden sonra TV’ye de taşınır ve böylelikle<br />

herkes, yemyeşil bir güzelliğin nasıl kokuştuğunu<br />

ve bozulduğunu izlemiş olur, içlerinden lanet<br />

okuyarak... Trabzon’a bağlı Çamburnu Beldesi’nde,<br />

neredeyse tüm Doğu Karadeniz’in çöplerinin<br />

döküleceği, sözüm ona bir arıtma ve toplama<br />

tesisi kurulur, köylülere hiç koku gelmeyeceği,<br />

çöp sularının da dönüştürüleceği anlatılır ve yalan<br />

dolan ile ahali ikna edilir. Hatta parfümler bile sıkılır,<br />

ancak çöplük zamanla büyür ve çevre felaketi için<br />

geri sayım başlar. Hırçındır Karadeniz’in doğası, en<br />

az denizi kadar... Deli bir sağanak, sele dönüşmeyi<br />

elbette bilir, ardından da ya derelere ya da denize<br />

ulaşmaya çabalar. Seli, çöplük nasıl durdursun?<br />

Haliyle basıp dağıtacak ve ne bulursa onu da beraberinde<br />

taşıyacak. Köylüler çevre felaketini görünce,<br />

isyan ederler ve çöplüğün kaldırılması için mücadele<br />

verirler. Karşılarında bürokrasi var, kolay mı onunla baş<br />

edebilmek? Zor, çok zor... Belde başkanı, Çamburnu<br />

halkıyla birlikte savaşır, çöplüğe karşı. Ama o ne, kendini<br />

yargılanırken bulur, köylüler valiye, bakana dertlerini<br />

anlatmayı çabalarlar, ama nafile... Seslerini duyuramazlar.<br />

Çamburnu’nun kokudan burnu düşer resmen, gençler<br />

kaçmak ister, cennet iken cehenneme devşirilen,<br />

bu mazlum ve mağdur beldeden... Çay tarlaları,<br />

mısırlar, çöplüğe sırtını dayamış evler, her şey hızla<br />

kirlenmektedir. Pisliğin yayılma eğilimi ise ürkütücüdür,<br />

denizdeki balık bile ondan kaçamaz, kurtulamaz. Lakin<br />

Karadeniz insanı inatçıdır, denizi, suyu, yaylası, yeşili<br />

ve evi için mücadele etmekten asla vazgeçmez. Bu<br />

belgesel kaçmaz.<br />

Son olarak; Fatih Akın, dedesinin köyünün bulunduğu<br />

Çamburnu’na ne güzel destek atmış, umarım aynı ilgiyi,<br />

Karadeniz’in asıl belalısı HES’lere karşı da gösterir ve<br />

tüm dünyaya seslenecek bir belgesel yaratır.


n Buluntu filmlerden (Found Footage) pek<br />

hoşlanmam. Blair Cadısı (The Blair Witch<br />

Project) ile hayatımıza şok edici bir giriş yapan<br />

bu film çekme tekniğine, aktüel gerçeklik<br />

duygusunun peşinde koşan ve üretimin<br />

maliyetsizliğinden etkilenen genç sinemacılar<br />

büyük bir iştahla atladı. Eskiden birkaç yılda<br />

bir karşımıza çıkan bu filmlerden onlarcasını<br />

gördük geçtiğimiz vizyonda...<br />

İlk [REC] filminin son derece basit bir konusu<br />

vardı ama yönetmen Jaume Balagueró’nun<br />

asıl derdi anlatımının, aktüel kamera desteği<br />

ile seyirci tarafından gerçek bir deneyim<br />

olarak algılanabilmesiydi ve bunu gerçekten<br />

başarmıştı. Ayrıca şunu bilin ki prensim;<br />

Zombiler kendi aralarında ikiye ayrılır.<br />

Şeytani (Vudu Büyüsü) kökenli olanlar ve virüs<br />

kökenli olanlar... Virüs bahanesi modern korku<br />

sinemasında daha çok tutuluyor ama benim<br />

sevdiğim bu “demonik” olanları... [REC] serisinin<br />

bir artısı da buydu.<br />

Zombi filmlerinde genellikle kahramanlar bir<br />

binanın içinde hapsolmuştur ve Zombiler<br />

mekana girmeye çalışmaktadır. Balagueró bu<br />

sıkışmışlık duygusunu bir adım daha ileriye<br />

götürüyor ve Zombilerle insanları aynı binanın<br />

içinde hapsetmeyi başarıyordu.<br />

Ama işte ‘tutmuş’ ucuz tüm korku filmlerinin<br />

başına gelen bu serinin de başına geldi. Bu<br />

harika filme asla devam çekilmemeliydi. Tabii<br />

altın yumurtlayan tavuğu kimse kesmek istemiyor.<br />

Bazı buluntu film örneklerini kritiklerken<br />

de “bunu izleyeceğime düğün kasedimi koyar<br />

onu izlerim, daha gerilimli” yazmıştım ki işte<br />

kehanetimin gerçek olduğu gün bugündür!<br />

Neyse ki bu film bizi sadece ilk 20 dakikalık<br />

düğün bölümünde buluntu filmin kollarına<br />

atıyor sonra da bildiğimiz kocaman kameralara,<br />

alıştığımız steadycam numaralarına<br />

geçiyor. Filmin esprisi de bu... Bir melez film olarak belli<br />

bir anlam kazanıyor ve serinin devamının buluntu film<br />

tekniği üzerinden gitmeyeceğini işaretliyor. (Bu satırları<br />

yazarken 4. Film, [REC] Apocalypse’in çekileceğini<br />

öğrenmiş bulunmaktayım) [Rec]3 Diriliş, Koldo ve Clara<br />

adlı genç çiftin evlilik törenlerinde başlıyor. Davetlilerden<br />

Koldo’nun amcası törene gelmeden önce bir köpek<br />

tarafından ısırılmıştır ancak yara önemsiz gözükmektedir.<br />

Törenin ardından yapılan partide amcanın garip davranmaya<br />

başladığını görürüz. Kendini balkondan atan amca,<br />

yardım etmeye çalışanları ısırarak cehennem saatlerini<br />

başlatır. Bu dakikadan itibaren REC 3, karmaşada birbirini<br />

kaybetmiş aşıklarımız Koldo ve Clara’nın birbirlerini<br />

bulma hikayelerini anlatan bir korku -güldürü -romantizm<br />

üçgeni halini alır. Hikaye tanıdık geldi mi? Aslında bizim<br />

sinemamızdan çıkma tam da böyle bir film var; sinema<br />

yazarlığı da yapan iki yönetmenin elinden çıkma Ada:<br />

Zombilerin Düğünü... Koskoca [REC] serisi için bizim<br />

filmi yağmalamışlardır diye suçlamak olmaz ancak ilginç<br />

benzerlikler var. Konu bir yerde bambaşka bir tarafa gitse<br />

de giriş ve gelişme noktaları aynı. Karantina (Quarantine)<br />

adıyla Amerikan illerinde remake dahi olan başarılı<br />

[REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz Genesis bölümüyle<br />

yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez<br />

tarafı korku-komediye dönüşmüş olması... Bu<br />

o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını daha ciddiyetsiz<br />

bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Keşke<br />

[REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. Kendine ait hiçbir<br />

özgün fikri kalmamış olan hikaye, Anime ve çizgi roman<br />

yağmalamasına girişmiş bir şekilde “Testereli Gelin” Leticia<br />

Dolera’yı çıkarıyor karşımıza! Jill Valentine (Ölümcül<br />

Deney) ve Cherry Darling (Dehşet Gezegeni) özentisi bir<br />

karakter... Ergen izleyiciler hala bu numaralara kanıyorsa<br />

bilemem tabii. [REC]³ Génesis’i izledim ve bir an önce unutmak<br />

istiyorum. Bu filmden sadece zombi kültüyle alay<br />

etme malzemesi çıkar ki onu yapan bir sürü yeteneksiz<br />

video yönetmeni var zaten. İzlediğim için pişmanım, kimseye<br />

de tavsiye edemiyorum. Zombiliğin de bir onuru var!


n Uzun Hikaye Osman Sınav’ın Mustafa Kutlu’nun<br />

aynı adlı romanından uyarladığı ve şimdiye kadar<br />

sergilediği sinemacı kimliğinin dışında bir üretim.<br />

Dikkat çekici oyuncu kadrosu ve yönetmenin tercih<br />

ettiği dil açısından da ilginç bir yapım.<br />

İlk seyrettiğimde bir televizyon dizisi olsa daha uygundu<br />

diye düşündüğüm film gün geçtikçe sinema<br />

olarak da değerli gözüktü bana.<br />

Herşeyden önce bu tür filmler yurt dışında da çok<br />

çekiliyor. Hafif İtalyan sinemasını andıran ve içinde<br />

nostalji barındıran filmin romandan uyarlanması<br />

önemli tabii. Her yönetmenin ve senaryo yazarı için<br />

zordur uyarlama film. Çünkü önünüzde beğenilmiş<br />

binlerce insan tarafından okunmuş bir roman<br />

vardır. Hem bu romanı okuyanların beklentilerini<br />

karşılayacaksınız hem de sinemanın gereğini<br />

yapacaksınız, bir de üstüne kendi kimliğinizi<br />

koyacaksınız.<br />

Osman Sınav filmi roman severleri tatmin edecek<br />

şekilde çekmiş. Kendi sinemacı kimliğini<br />

işleyebilmiş mi orası biraz muallakta. Filmin ana<br />

karakteri Bulgaryalı Ali. Dedesiyle Bulgaristan’dan<br />

Türkiye’ye göç eden Ali idealist bir gençtir. Mahallesindeki<br />

yazlık sinemanın sahibinin kızına aşık<br />

olur. Fakat aile kızı vermek istemez. Bunun üzerine<br />

filmde de ilerleyen hikayenin birçok yerinde<br />

göreceğimiz gibi Ali kendi yolunda gider ve kızı<br />

kaçırır. Hem sevdiği insan üzülmesin diye hem de<br />

özgür bir yaşama kavuşmak için kasaba kasaba<br />

dolanır ali. Tren yolunda iş bulmak ister. Fakat dik<br />

başlılığı ve doğrucu tavrı buna engel olur.<br />

Ali çok çalışkandır. Haksızlıklara tahammül edemez<br />

ama verdiği emek ile iş arkadaşlarının sevgisini<br />

kazanır. Otorite ise kirlidir. Hırs ve açgözlülük<br />

her yanı sarmıştır. Zaten Ali bu sebeplerden dolayı<br />

otorite ile hiç bir zaman uzlaşamaz.<br />

Ali karısı ve oğlunun uzayan hikayesi filme<br />

damgasını vurur. Ali’yi canlandıran Kenan<br />

İmirzalıoğlu’nun çok kendine has bir rengi var.<br />

Hangi rolü oynarsa oynasın canlandırdığı karakterin<br />

arkasında hep İmirzalıoğlu’nu görebiliyorum. Bu<br />

filmde de aynı şey söz konusu. İdealist, aydın, emekçi<br />

kimliğinin arkasında sanki eski İstanbul kabadayılarının<br />

ruhu dolaşıyor Ali’nin, sinirinin yanında yumuşak tavrı<br />

Kenan İmirzalıoğlu’nun elinde neredeyse psikopat bir<br />

kişilik yaratıyor. Kendisine haksızlık yapan otoritelere<br />

gülümserken her an yumruğu patlatacakmış hissi<br />

veriyor. Ali’nin eşi Münire’yi ise Tuğçe Kazaz oynuyor.<br />

Farklı tipiyle beyazperde Tuğçe Kazaz’ı seviyor, sinemaya<br />

yakışıyor ama derin bir kabiliyet yok onda. Halbuki<br />

filmde Ali’nin oğlunun sevgilisini oynayan Damla<br />

Sönmez yine harikalar yaratıyor. Minyon ama seksapeli<br />

yüksek fiziğini bakışlarındaki karanlıkla tamamlıyor. Her<br />

oynadığı role bir masumiyet ve çapkınlık katıyor. Yan<br />

rollerde ise muhteşem isimler var.<br />

Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer,<br />

Mahir Günşıray, Mustafa Alabora, Şener Kökkaya, Osman<br />

Alkaş, Cengiz Bozkurt, Mustafa Üstündağ say say<br />

bitmez yani. Bu arada filmin süresi bayağı uzun ama<br />

böyle bir hikaye 90 dakikaya sığmazdı zaten. Filmin<br />

bütün nostaljisi içinde çok sağlam sosyal mesajının da<br />

olduğunu söylemeliyiz.<br />

1940’lar ile 1970’ler arasında geçen bütün hikayeler<br />

şaslon olarak günümüze de oturuyor. Yani dönem filmi<br />

olması asla filmin güncelliğine zarar vermiyor. Herkese<br />

iyi seyirler diliyorum.


49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 6-12<br />

Ekim’de düzenlenecek. Portakalın lezzeti nasıl bakacağız...<br />

n Antalya Büyükşehir Belediyesi - Antalya<br />

Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle düzenlenen<br />

49. Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />

Film Festivali, 6-12 Ekim 2012 tarihleri arasında<br />

sinemaseverlerle buluşacak.<br />

Festivalin bir mesajı olması gerektiğini vurgulayan<br />

Genel Sekreter Mehmet Rıfkı Aktekin,<br />

bu mesajı en geniş kesimlere ulaştırmak ve<br />

program bütünlüğü sağlamak için her yıl bir<br />

başka ana tema ekseninde festival programını<br />

hazırladıklarının altını çizdi. Aktekin, geçtiğimiz<br />

yıl kadın teması ekseninde gerçekleşen Altın<br />

Portakal’ın bu yıl “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />

ana teması üzerine şekillenmekte<br />

olduğunu bildirdi.<br />

sanatçısı, sinema yazarı ve akademisyen olmak<br />

üzere oluşturulan kompozisyon, “Mizah, Muhalefet<br />

ve Demokrasi” temasına uygun özgün<br />

isimlerle desteklenerek zenginleştirildi.<br />

49. Altın Portakal’ın Ulusal Uzun Metraj Film<br />

Yarışması jürisinde yer alacak isimler şunlar:<br />

Barış Pirhasan (yönetmen), Prof. Dr. Barbara<br />

Boyle (yapımcı – akademisyen), Levent Kazak<br />

(senarist), Uğur İçbak (görüntü yönetmeni),<br />

Prof. Dr. Gülseren Güçhan (akademisyen,<br />

Uluslararası Eskişehir Film Festivali Yönetmeni),<br />

Selçuk Yöntem (oyuncu), Sümer Tilmaç<br />

(oyuncu), Ayşegül Aldinç (müzisyen – oyuncu),<br />

Pelinsu Pir (oyuncu), Tunca Arslan (SİYAD<br />

Başkanı, sinema yazarı), Mine Kırıkkanat (sosyolog<br />

- yazar), Erdil Yaşaroğlu (karikatürist –<br />

mizah yazarı).<br />

Jüri başkanı ünlü sanatçı Hülya Avşar<br />

49. Festivalin rekor ödüllerini, sinemadan<br />

televizyona, müzikten tiyatroya başarılı<br />

çalışmalarıyla ve çok yönlü sanatçılığıyla<br />

büyük beğeni ve övgü toplayan Hülya Avşar’ın<br />

başkanlığındaki jüri belirleyecek.<br />

49. Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj film<br />

yarışması jürisinde, yapımcı, yönetmen, senarist,<br />

oyuncu, görüntü yönetmeni, müzik<br />

Aktekin, Çağatay Tosun’un yönetmenliğini<br />

yaptığı ‘Derin Düşünce’, Ahmet Sönmez’in<br />

‘Elveda Katya’, Dilek Keser ile Ulaş Güneş<br />

Kacargil’in ‘Evdeki Yabancılar’, Hüseyin<br />

Tabak’ın ‘Güzelliğin 10 Par Etmez’, Ersin<br />

Kana’nın ‘Hile Yolu’, Umut Dağ’ın ‘Kuma’, Ali<br />

Aydın’ın ‘Küf’, Rezzan Tanyeli’nin ‘Pazarlığı<br />

Hiç Sevmem’, Ali Adnan Özgür’ün ‘Toprağın<br />

Çocukları’, Tunç Okan’ın ‘Umut Üzümleri’<br />

ve Erdem Tepegöz’ün ‘Zerre’ adlı filmlerinin<br />

49. Antalya Altın Portakal FilmFestivali’nde<br />

yarışacağını belirtti.<br />

Barbara Boyle Altın Portakal jürisinde<br />

Amerikalı akademisyen, film yapımcı ve<br />

dağıtımcısı, Oscar Akademi üyesi Barbara<br />

Boyle, 49. Altın Portakal’ın Hülya Avşar<br />

başkanlığındaki ulusal jürisinde görev yapacak.<br />

Sayısız film festivalinde jüri üyeliği yapan<br />

Boyle, Türk sinemasının son dönem örneklerini


izlemek ve sinema sektörüyle tanışmak için jüri<br />

üyeliğini memnuniyetle kabul ettiğini söyledi.<br />

The Hi Line (2000); Instinct (1999); Bottle<br />

Rocket (1996); Phenomenon; Mrs. Munck Eight<br />

Men Out (1998) gibi çok sayıda önemli filmin<br />

yapımcıları arasında yer alan Barbara Boyle,<br />

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi üyesidir<br />

ve Akademi’nin Yabancı Diller Komitesi’nde<br />

yer almaktadır.<br />

Usta Macar yönetmen István Szabó,<br />

Altın Portakal’da Jüri Başkanı<br />

Dünya<br />

sinemasının<br />

usta yönetmenlerinden<br />

István Szabó,<br />

49. Altın<br />

Portakal’ın<br />

uluslararası<br />

uzun<br />

metraj film<br />

yarışmasının<br />

jüri<br />

başkanlığını<br />

yapacak.<br />

“Mephisto”<br />

filmiyle, 1982<br />

yılında Yabancı<br />

Dilde En İyi<br />

Film dalında Oscar ve Cannes’da En İyi Senaryo<br />

ödülünü alan István Szabó, sadece Macar<br />

sinemasının değil dünya sinemasının önde<br />

gelen yönetmenleri arasında sayılıyor.<br />

En son 2011 yılında 46. Karlovy Vary Film<br />

Festivali’nde jüri başkanlığı yapan István<br />

Szabó, Antalya’yı çok merak ettiğini; Altın<br />

Portakal’da görev yapmanın kendisi için mutluluk<br />

verici olduğunu söyledi. István Szabó’nun<br />

49. Festival kapsamında düzenlenecek atölye<br />

çalışmasına da imza atması bekleniyor.<br />

Yaşam boyu onur ödülleri<br />

Antalya Altın Portakal Film Festivali bünyesinde<br />

16’ncısı verilecek olan Yaşam Boyu Onur<br />

Ödülleri’nin bu yılki sahipleri de açıklandı. Festival<br />

Düzenleme Komitesi’nin oy birliği ile aldığı<br />

kararla, Türk sinemasına katkılardan dolayı<br />

yönetmen Duygu Sağıroğlu, yapımcı Necip<br />

Sarıcı, usta oyuncular Güler Ökten, Salih Güney<br />

ve Meral Zeren ödüle değer görüldü.<br />

İlyas Salman’a özel ödül<br />

Muhalif tiplemeleriyle sinemaya ayrı bir renk<br />

katan İlyas Salman, özel ödülle onurlandırılacak.<br />

90’lı yıllar sinemasını odağına alan 49.<br />

Festival’in “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />

şeklindeki ana temasını sanatçı kişiliği<br />

ve oyunculuğunda yansıtıyor olması dikkate<br />

alınarak değer görülen ödülü İlyas Salman’a festival<br />

programı içinde düzenlenecek özel gecede<br />

sunulacak.<br />

Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü Türkan<br />

Şoray’ın<br />

2010 yılında verilmeye başlanan Sanatta Sosyal<br />

Sorumluluk Ödülü’nün sahibi Türkan<br />

Şoray olacak. Maddi, manevi ve entelektüel<br />

kazanımlarını sanata ve topluma adayan, birikimini<br />

sanat dünyasında yeni nesiller yetiştirerek


‘sanatta sosyal sorumluluk’ projelerine<br />

aktaran sanatçılara verilen ödülün bundan<br />

önceki sahipleri Müjdat Gezen ve<br />

Rutkay Aziz olmuştu.<br />

tarafından Antalya Kültür Sanat Vakfı’na<br />

teslim edilen ödül, 1999 yılından bu yana<br />

Yıldırım Önal Anı Ödülü olarak her yıl bir<br />

oyuncuya emanet ediliyor.<br />

Emek Ödülü Erol Batıbeki’nin<br />

Uluslararası Antalya Altın Portakal Film<br />

Festivali 2006 yılından itibaren, Türk<br />

sinemasında kamera arkasında çalışan,<br />

başarılı işlere imza atmış kişilere SİNE-<br />

SEN işbirliği ile “Sinema Emek Ödülü”<br />

veriyor. Bu yılın Emek Ödülü çok sayıda<br />

filmin ışık şefliğini yaparak üç kuşağı<br />

ışıklandıran Erol Batıbeki’ye verilecek.<br />

Yıldırım Önal ödülü Işık Yenersu’ya<br />

Bu yıl 14’üncüsü sunulacak Yıldırım<br />

Önal Anı Ödülü’ne sinema-tiyatro oyuncusu,<br />

seslendirme sanatçısı Işık Yenersu<br />

değer görüldü. “Yıldırım Önal Anı<br />

Ödülü’ne benden daha çok sevinecek<br />

bir başkasını düşünemiyorum,” diyen<br />

usta oyuncu Işık Yenersu, Altın Portakal<br />

ve Antalya’ya teşekkür etti. 1973 yılında<br />

“Dinmeyen Sızı” filmindeki rolüyle ‘en<br />

iyi yardımcı erkek oyuncu’ seçilerek<br />

Altın Portakal ödülü alan sinema ve tiyatro<br />

sanatçısı Yıldırım Önal, yaşamının<br />

son yıllarında girdiği ekonomik sıkıntı<br />

nedeniyle, ödülünü bir rehinciye<br />

bırakmak zorunda kalmış; onu geri<br />

alamamıştı. Yıllar sonra rehincinin oğlu<br />

Portakal’dan rekor ödüller!<br />

49. Altın Portakal Film Festivali’nde En<br />

İyi Film ödülü 350 bin TL’den 400 bin<br />

TL’ye, En İyi İlk Film ödülü 50 bin TL’den<br />

55 bin TL’ye, En İyi Yönetmen ödülü 50<br />

bin TL’den 55 bin TL’ye, En İyi Senaryo<br />

ödülü 30 bin TL’den 35.000 TL’ye yükseltildi.<br />

Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj<br />

dalında bu yıl dağıtacağı “en iyi film”,<br />

“en iyi ilk film”, “en iyi yönetmen”, “en<br />

iyi senaryo”, “en iyi görüntü yönetmeni”,<br />

“en iyi müzik” ödülleri, kategorilerinde<br />

Türkiye’de dağıtılan en yüksek parasal<br />

ödüller olma özelliği taşıyor.<br />

49. Altın Portakal’a ulusal uzun metrajda<br />

44, belgeselde 111, kısa film dalında 254<br />

film başvuruda bulundu.En İyi Film ödülü<br />

400 bin TL ile ödüllendirilecek.<br />

Belgesel ve kısa filmin jürileri<br />

49.Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />

Film Festivali programı kapsamında<br />

gerçekleştirilecek belgesel ve kısa<br />

film yarışmaları ana jürileri açıklandı.<br />

Festival yürütme kurulu tarafından<br />

yapılan açıklamada Portakal’ın bu yılki<br />

SİYAD ödüllerini belirleyecek isimler de<br />

vurgulandı.<br />

Belgesel jürisini oluşturan isimler<br />

49. Festival’in Belgesel Film Yarışması<br />

ana jürisi Ali Ulvi Uyanık (sinema yazarı),


Kemal Öner (yönetmen), Nalan Sakızlı<br />

(yönetmen), Nezahat Gündoğan (yönetmen),<br />

Yrd. Doç. Dr. Perihan Taş Öz’den<br />

(akademisyen) oluştu.<br />

Belgesel Film Yarışması ana jürisinin<br />

yapacağı değerlendirme sonunda En İyi<br />

Belgesel seçilen filme 15 bin, En İyi İlk<br />

Belgesel’e 5 bin TL parasal ödül ve Altın<br />

Portakal heykeli verilecek.<br />

Kısa Film jürisi<br />

Altın Portakal’da bu yıl yarışacak kısa<br />

filmlerin ana jürisi de şu isimlerden<br />

oluştu: Can Evrenol (yönetmen), Erol<br />

Mintaş (yönetmen), Fırat Yücel (sinema<br />

yazarı), Özay Fecht (sanatçı), Selin Sevinç<br />

(sinema yazarı). Yarışma sonunda<br />

birinci gelen kısa filme 10 bin TL para<br />

ödülü ve Altın Portakal heykeli verilecek.<br />

Kısa film ve belgeselde yarış başladı<br />

Altın Portakal’a başvuran 254 kısa film<br />

arasından 21; 111 belgesel arasından<br />

16 film yarışmaya seçildi. Yarışmaya<br />

başvuran 111 belgesel filmin 44’ü yönetmenlerinin<br />

ilk filmi. Bu 44 filmden 6’sı<br />

yarışmaya hak kazandı.<br />

Ön Jüri değerlendirmesi sonunda:<br />

Veysel Cihan Hızar’ın yönettiği ‘’Adem’in<br />

Kuyusu’’, Aydın Ketendağ’ın yönettiği<br />

‘’Ağıt’’, Anıl Kaya’nın yönettiği ‘’Bir<br />

Cevapsız Arama Hayat’’, Barış Çorak’ın<br />

yönettiği ‘’Birlikte’’, Burak Koçak’ın<br />

Yönettiği ‘’Buğu’’, Abdurrahman Öner’İn<br />

yönettiği ‘’Buhar’’, Nadim Güç’ün<br />

yönettiği ‘’Dört Duvar Saraybosna’’,<br />

Sertaç Yumun’un yönettiği ‘’Düğün’’, Eli<br />

Kasavi’nin yönettiği ‘’Evren’in Sonu’’,<br />

Gürcan Keltek’in yönettiği ‘’Fazla Mesai’’,<br />

Merve İnce’nin yönettiği ‘’Gassal’’,<br />

Çetin Baskın’ın yönettiği ‘’Gerayiş’’,<br />

Hüseyin Karacabey’in yönettiği ‘’Hiçbir<br />

Karanlık Unutturamaz’’, Nafi Ayvacı’nın<br />

yönettiği ‘’Leke’’, Serhat Karaaslan’ın<br />

yönettiği ‘’Musa’’, Süleyman Demirel’in<br />

yönettiği ‘’Müphem’’, Mümin Barış’ın<br />

yönettiği ‘’Nasnamayek Heşin’’, Rezan<br />

Yeşilbaş’ın yönettiği ‘’Sessiz’’, Pelin<br />

Kaçar’ın yönettiği ‘’The Other Eye’’, İpek<br />

Kent’in yönettiği ‘’Veda Makamı’’, Dilek<br />

Aydın’ın yönettiği ‘’Ziyaret’’ adlı filmler,<br />

49. Antalya Altın Portakal Film Festivali<br />

Ulusal Kısa Film Yarışması’na seçildiler.<br />

49. Altın Portakal’da belgesel film<br />

yarışmasına:<br />

Veli Kahraman’ın yönettiği ‘’Ana Dilim<br />

Nerede’’ ,Bülent Öztürk’ün yönettiği<br />

‘’Beklemek’’, Zeynep Oral’ın yönettiği<br />

‘’Ben,Sen,O...’’, Hüdai Ateş’in yönettiği<br />

‘’Cneydo’’,Halil Fırat Yazar ve Metin<br />

Çelik’in yönettikleri ‘’Denge Deri’’,<br />

Efe Öztezdoğan’ın yönettiği ‘’Göksu<br />

Üçtaş Londra’ya Giden Yol’’, Ensar<br />

Altay’ın yönettiği ‘’Göl İnsanları’’,<br />

Emine Emel Balcı’nın yönettiği ‘’İch<br />

Liebe Dich’’, Servet Dilber, Aytunç Akad<br />

ve Gürcan Öztürk’ün birlikte yönettikleri<br />

‘’İstanbul Meyhaneleri’’, Demet<br />

Haselçin’in yönettiğ’i ‘’Masumiyet<br />

Müzesi’’, Rodi Yüzbaşı’nın yönettiği<br />

‘’Maya’’, Özgür Akgül’ün yönettiği<br />

‘’Romanistanbul’’,İnan Temelkuran ve<br />

Krısten Stevens’ın birlikte yönettikleri<br />

‘’Siirt’in Sırrı’’, Erol Mintaş ve Taylan<br />

Mintaş’ın yönettikleri ‘’Ucube’’, Yelda Yanat<br />

Kapkın’ın yönettiği ‘’Yahudi Derviş’’,<br />

Ebubekir Çetinkaya’nın yönettiği<br />

‘’Yuva’’, adlı filmler seçildi.<br />

Halkın Portakalı’na Rekor Katılım!<br />

Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

– Altın Portakal işbirliğiyle bu<br />

yıl dördüncüsü gerçekleşen Halkın<br />

Portakalı Film Atölyesi’ne 203 kursiyerle<br />

rekor katılım gerçekleşti.<br />

Koordinatörlüğünü sinema eğitmeni<br />

- yönetmen Engin Kılıçatan’ın yaptığı<br />

projenin çalışma gruplarına Emre Kavuk<br />

senaryo, Zihni Durmuş kurgu, Cenker<br />

Ekemen sinematografik anlatı; Deniz<br />

Can oyunculuk, Sertaç Kasaplar görüntü<br />

yönetmenliği dersleriyle katkı sundular.


Teorik ve pratiğe yönelik eğitimin<br />

ardından sertifikalarını alan kursiyerler<br />

“EXPO 2016 ANTALYA”nın da teması<br />

olan “Çiçek ve Çocuk” temalı 12 filme<br />

imza atacak. Festival kapsamında<br />

gösterilecek filmler Halkın Portakalı jüri<br />

üyeleri tarafından değerlendirilecek.<br />

Yarışma sonunda birinci gelen filme 30<br />

bin, ikinci filme 20 bin, üçüncü gelen<br />

filme 10 bin TL olmak üzere toplam 60<br />

bin TL parasal ödül verilecek.<br />

Uluslararası Özel ve Tematik Gösterimler<br />

yine göz kamaştıracak<br />

Son yıllarda ulusalda elde ettiği başarı<br />

ve deneyimi uluslararası arenaya da<br />

taşıyan festival bu yıl da Uluslararası<br />

Uzun Metraj Film Yarışması’yla, Asya,<br />

Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden özgün<br />

bir dil geliştirmeyi başarmış, sinemaya<br />

farklı bakış açıları getirebilen yeni<br />

yetenek ve isimlerin keşfini hedeflemektedir.<br />

Restore filmlerin canlı performanslarla<br />

sunulduğu Pelikülün İzinde, sinemaseverleri<br />

sürprizlerle dolu bir yolculuğa<br />

çıkarırken, Ustaların Gözünden, dünya<br />

sinemasının ustalarının son yapımlarına<br />

yer veriyor.<br />

TÜRKSOY işbirliğiyle gerçekleştirilen<br />

ve Avrasya ülkelerinden birinin seçildiği<br />

ve ülke sinemasının irdelendiği Avrasya<br />

Sinemaları’nda bu yıl Kazakistan<br />

sineması konuk olacak.<br />

Farklı ülkelerden, siyasal - sosyal<br />

gelişmeleri irdeleyen ve çağına tanıklık<br />

eden yapımların gösterildiği Dünyanın<br />

Halleri gibi gelenekselleşen bölümlerinin<br />

yanı sıra bu yıl ana tema ekseninde<br />

Mizah ve Muhalefet konulu tematik<br />

gösterimler de yer alacak.<br />

Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik<br />

ilişkilerin kurulmasının 400. yılı<br />

kutlamaları kapsamında Turuncu Filmler<br />

ve savaşın bireyler üzerindeki yıkıcı etkisi<br />

ve savaş sırasındaki kıyamet atmosferini<br />

anlatan, farklı ülkelerden örneklerin<br />

seçildiği Savaşa Karşı özel seçkisi<br />

festival izleyicisiyle buluşturulacak.<br />

Film gösterimlerine katılacak sürpriz konuklarla<br />

daha da renklenecek olan festivalin<br />

uluslararası bölümleri bu yıl da göz<br />

kamaştıracak.<br />

Büyük hayallere küçük sinemacılar<br />

Sinema yazarı Banu Bozdemir’ in çocuklar<br />

için yazdığı “Küçük Sinemacılar”<br />

kitabı Altın Portakal kapsamında<br />

çocuklara hediye edilecek. “Küçük<br />

Sinemacılar”, Türkiye’de çocuklar<br />

için hazırlanan ilk sinema kitabı olma<br />

özelliği taşıyor. Banu Bozdemir, festival<br />

programı çerçevesinde, Antalyalı<br />

küçük sinemacıların katıldığı atölye<br />

çalışmalarına da imza atacak.<br />

Altın Portakal ‘Pelikülün İzinde’<br />

Sovyet yönetmen Victor Turin’in, senaryo<br />

ve kurgu tekniği açısından bir başyapıt<br />

olarak kabul edilen TÜRKSİB belgeseli,<br />

British Film Enstitüsü katkılarıyla gösterilecek.<br />

49. Altın Portakal’ın “Pelikülün<br />

İzinde” bölümünde izleyiciyle buluşacak<br />

TÜRKSİB’in gösterimine, ünlü İngiliz grubu<br />

Bronnt Industries Kapital canlı müzik


performansıyla eşlik edecek. Filmde,<br />

Sovyetler Birliği döneminde yapılan;<br />

günümüz Özbekistanı’ndan Kazakistan<br />

çöllerine oradan Sibirya’ya uzanan 1445<br />

kilometrelik Türkistan – Sibirya demiryolu<br />

inşaatı konu ediliyor.<br />

Altın Portakal’da ustalar geçidi<br />

Altın Portakal’ın gelenekselleşen bölümlerinden<br />

“Ustaların Gözünden” bu yıl da<br />

dünya sinemasının usta yönetmenlerinin<br />

son yıllardaki yapımlarını seyirci ile<br />

buluşturacak. Uluslararası Uzun Metraj<br />

Film Yarışması Jüri Başkanı usta yönetmen<br />

István Szabó’nun son yapımının<br />

yanı sıra, Michael Haneke, Kim Ki – Duk,<br />

Abbas Kiarostami, Dariush Mehrjui, Ken<br />

Loach ve Bernardo Bertolucci’nin son<br />

yapımları da 49. Festivalde sinemaseverlerle<br />

buluşacak.<br />

İranlı usta yönetmen Dariush Mehrjui,<br />

Son filmi ile Altın Portakal’da!<br />

Modern İran Sineması’nın başlatıcısı<br />

kabul edilen “The Cow” (1969) filminin<br />

yönetmeni Dariush Mehrjui’nin<br />

son filmi “The Orange Suit”, 49.<br />

Altın Portakal’da Ustaların Gözünden<br />

bölümünde gösterilecek. Şehri<br />

temizleyerek ruhunu da arındırmaya<br />

çalışan ünlü bir fotoğrafçının eğlenceli<br />

öyküsünü anlatan “The Orange Suit”in<br />

galasına katılacak olan Dariush Mehrjui,<br />

filmi Antalya Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın<br />

ve Büyükşehir Belediyesi’nin turuncu<br />

giysili temizlik işçileriyle birlikte<br />

izleyecek. Mehrjui,festival programı<br />

kapsamında “Ustalardan Sinema Dersleri”<br />

başlığı altında Akdeniz Üniversitesi<br />

öğrencileriyle de bir araya gelecek.<br />

Kayıpların anısı Portakal’da yaşatılacak<br />

Sinemamızın efsaneleşmiş ustalarından<br />

Metin Erksan ve sinema yolculuğunun<br />

başında olmasına rağmen geleceğin<br />

ustaları arasında görülen Seyfi<br />

Teoman’ın anısı ödüllü filmleriyle Altın<br />

Portakal’da yaşatılacak. Seyfi Teoman,<br />

16 Nisan 2012 akşamı 35. doğum<br />

gününde geçirdiği trafik kazasının<br />

ardından kaldırıldığı hastanede 8 Mayıs<br />

2012 tarihinde hayata gözlerini yummuş;<br />

Metin Erksan 4 Ağustos 2012 tarihinde<br />

83 yaşında vefat etmişti. Metin Erksan’ın<br />

kült filmi “Kuyu” ve Seyfi Teoman’ın<br />

yönettiği “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”<br />

ve yapımcıları arasında yer aldığı, ilk<br />

filmi olmasına rağmen geleceğin ustaları<br />

arasında yerini alacak Emin Alper’in<br />

yönettiği “Tepenin Ardı”, Özel Gösterimler<br />

bölümünde “Kaybettiklerimizin<br />

Anısına” başlığı altında sinemaseverlerle<br />

buluşturulacak.<br />

“Susuz Yaz”, “Sevmek Zamanı”, “Acı<br />

Hayat” ve “Yılanların Öcü”yle birlikte,<br />

Erksan’ın olduğu gibi sinemamızın<br />

da başyapıtları arasında yer alan<br />

“Kuyu”nun yapımcısı bu yılın Altın<br />

Portakalı’nda yaşam boyu onur ödülüne<br />

değer görülen Necip Sarıcı. “Kuyu”,<br />

Sarıcı’nın katkılarıyla Altın Portakal’da<br />

gösterilecek.


Türk sinemasının yeni jenerasyonu özellikle kadın oyuncular<br />

anlamında umut verici. Bu ay vizyona girecek olan Uzun Hikaye’de<br />

oynayan Damla Sönmez bu isimlerin önde gelenlerinden...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Bornova Bornova ile 2009 yılında Altın<br />

Portakal’da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />

seçildiğinde performansıyla gelecekte önemli bir<br />

isim olacağını belli etmişti Damla Sönmez. Günümüze<br />

kadar oynadığı Kampüste Çıplak Ayaklar,<br />

Mahpeyker Kösem Sultan, Çakal, Kurtuluş Son<br />

Durak ve vizyona giren Uzun Hikaye öngörümüzün<br />

doğru olduğunu kanıtladı. Bir kadın oyuncu da hem<br />

güzellik hem de kabiliyet olması başarının anahtarı<br />

tabii. Üstelik 1987 doğumlu olan Damla Sönmez<br />

sadece kabiliyetine veya güzelliğine dayanan bir<br />

isim de değil. Sorbone Üniversitesi’nde tiyatro<br />

eğitimi de almış. Bütün bunlar birleşince bizim de<br />

arkamıza yaslanıp onun başarılı performanslarını<br />

seyretmek dışında yapacağımız bir şey yok. Uzun<br />

Hikaye’de ki performansını da seyredince teybimizi<br />

ona uzattık haliyle. Bakın Türk sinemasının<br />

geleceğini temellendiren bu güzel oyuncu bize<br />

neler söyledi.<br />

Senaryoyu aldığında seni en çok ne etkiledi?<br />

Dönem hikayelerini çok seviyorum ve bu hikaye<br />

de hem dönem hikayesi hem de çok sıcak bir<br />

kasaba hikayesi. Senaryoyu okuduğum ilk andan<br />

itibaren çok sürükleyiciydi. Okurken hep kafamda<br />

canlandırırım ve hayal ettiğim haliyle bile bana çok<br />

keyifli geldi.<br />

Film uzun bir dönemi anlatıyor. Onun için de bir<br />

dizi havası da var. Bunun televizyon dizisi için çok<br />

uygun olduğunu düşünmüyor musun?<br />

Bu tarzda birçok film var. Senaryonun tek bir konusu<br />

var ama o konu içinde bütün karakterlerin<br />

hikayesi de ayrıca var. Zaten cast çok güçlü oldu.<br />

En küçük karakter bile çok temiz oynanması gereken<br />

karakterlerdi. Böyle bir şeyi sinemada derli toplu<br />

izlemek daha keyifli.<br />

Film bir roman uyarlaması. Bu çok büyük risktir.<br />

Romanın tadını yakalamak sinemada çok büyük bir<br />

sorumluluk gerektirir. Bunu biraz düşündün mü?<br />

Çok düşündüm. Osman hocayla ilk görüştüğümüzde<br />

romanı da okumam için verdi. Mustafa Kutlu romanı<br />

yazarken o kadar sinematografik şekilde yazmış<br />

ki Osman Hocanın ustalığıyla da birleşince beni<br />

korkutmadı.<br />

Filmin toplumsal ve siyasi eleştirileri de var. Günümüze<br />

de çok denk düşüyor. Bunlar hakkında ne<br />

söyleyeceksin?<br />

Hangi dönemde, hangi iktidar, hangi muhalefet<br />

olursa olsun böyle durumlar oluyor. Filmin siyasi<br />

olarak söylediği en önemli şey ahlak. Herhangi bir<br />

görüştense bahsettiği ahlaki değerler, dürüstlük ve<br />

insana verilen önem her dönemi ilgilendiren şeyler.<br />

O yüzden daha çok bunlarla örtüşmesini isterdim.<br />

Filmin merkezinde Kenan İmirzalioğlu ve onun baba<br />

oğul ilişkisi var. Filmi katmanlaştıran şey ise onların<br />

etrafındaki kadın hikayeleri. Bu durum onların tadını<br />

ortaya çıkartıyor. Bunu nasıl algıladın, filmi nasıl okudun,<br />

rolün nasıldı?<br />

Ayla, orta halli bir kasabada savcının kızı. 78-79<br />

yılları kadınların kendine sahip çıktığı bir dönem ve<br />

Ayla da öyle bir karakter. Gene de ailesinin sözünü<br />

dinleyip dikiş kursuna gidiyor, son derece saygılı bir<br />

kız ama bir yandan da eğitimle ilgili hayalleri var.<br />

Sanki zaman ilerledikçe baskı artıyor o çok üzücü.<br />

Osman Sınav yönetiyor. Kenan İmirzalioğlu var,<br />

Tuğçe Kazaz da oynuyor. Çok güzel bir cast. Bundan<br />

da biraz bahsedelim. Çalışma ortamı nasıldı?


Biz üç ayrı öyküyü üç ayrı kasabada çektik. Cast<br />

çok kalabalıktı ama benim sadece bir kısmıyla<br />

sahnem vardı. Osman Hoca bizim setimizin<br />

olmadığı yerlere bile çağırdı. Bursa’da setim<br />

yoktu ama oraya gelmemizi istedi. Sette birliğe<br />

çok inanan bir yönetmen ve enerjinin de oradan<br />

çıktığını düşünüyor. Ne görmek istediğini çok<br />

iyi biliyor ve sizi oraya da çok net yönlendiriyor.<br />

Benim sahnelerim Mahir Günşiray’laydı.<br />

Onunla ilk kez oynadım ve onun kızını oynamak<br />

çok zevkliydi. Yaşça büyük olan kısım çok<br />

eğitici, kendi akranlarımla olan kısım da çok<br />

eğlenceliydi.<br />

Film festivallere katılmadı. Bunu nasıl karşıladın?<br />

Bu yönetmenin de isteğiyle alakalı. Bir bildiği<br />

vardır diye düşünüyorum.<br />

Adana film festivalinde 14 filmin 5 tanesi kadın<br />

yönetmendi ve roller de kadın odaklı rollerdi. Bir<br />

oyuncu olarak bunu değerlendirmeni istiyorum.<br />

Bu çok sevindirici ama biraz da güneş çıktıkça<br />

gölgeler büyür gibi bir şey. Güneşi olumsuz bir<br />

metafor olarak alırsak baskılar bizi yaktıkça biz<br />

de daha çok gölgeler açmaya çalışacağız. Sevindirici<br />

olduğunu düşünüyorum umarım ben de<br />

yakın zamanda öyle bir projenin içinde yer alırım.<br />

80 lerde,90larda oyunculuklarda feminizmin ayak<br />

sesleri duyulmuştur fakat sonra kadın oyunculuklar<br />

anlamında cesaret yoktu. İfade şeklinde bir<br />

geriye dönüş var. Bunu nasıl yorumluyorsun?<br />

Bence ufak ufak başladık. Bu tip hikayeler<br />

başladı. Bir şey okuyorsunuz veya izliyorsunuz<br />

bunlar sizde olan bir şeylere dokunuyor ve onu<br />

başka bir açıdan anlatmayı istiyorsunuz. O<br />

yüzden maddi, manevi, fiziksel ve ruhsal, şiddeti<br />

konu eden filmler çoğaldıkça bunlar yapılacaktır<br />

diye düşünüyorum.<br />

Siirt’in Sırrı filmi ödül aldı. Onunla ilgili de yorum<br />

alayım.<br />

Daha izleyemedim sadece tanıtımını izledim ama<br />

çok güzel görünüyor. Uzun zamandır üstüne<br />

çalıştıkları bir projeydi. Çok sevindirici, çok mutluluk<br />

verici. Kısa zamanda da izlerim inşallah.<br />

Seni dizilerde de görüyoruz. Şubatla ilgili neler<br />

söyleyeceksin?<br />

Şubat benim için de çok farklı bir proje oldu.<br />

Onur’un yaptığı işleri çok beğeniyorum.<br />

Haziran’da onunla Sen Aydınlatırsın Geceyi diye


ir sinema filmi bitirdik. Şubatta da çalışır<br />

mısın dediler. Senaryoyu okuyup tamam<br />

dedim. Kostümleriyle, mekanlarıyla, karakterleriyle<br />

alışık olduğumuz dizilerden farklı<br />

bir şey. Yine doksan dakikalık bölümler<br />

çekiyoruz. Sette gece gündüz çalışıyorlar.<br />

Eleştiriler de çok iyi. İnşallah böyle devam<br />

eder.<br />

Oyuncular ve yönetmenler açısından da<br />

dizi daha çok ciddiye alınmaya başladı.<br />

Önceki gibi sadece para getiren ticari<br />

bir meta yerine yavaş yavaş sinema ve<br />

oyunculukların da ustalıkla sergilendiği bir<br />

duruma geldi diye düşünüyorum.<br />

Öncelerde yönetmenler ve yapımcılar sinema<br />

filmi çekebilmek için dizi çekiyorlardı.<br />

Kafaları aynı frekansla çalışan insanlar<br />

için küçücük de olsa bir hikaye anlatma<br />

isteği var ve bir süre sonra bunları<br />

tutamıyorsunuz. Dizilerin kaliteli olmasının<br />

ondan kaynaklandığını düşünüyorum.<br />

Yapımcılar artık çektiğimiz bizim de içimize<br />

sinsin diye düşünüyorlar.<br />

Oyuncular Sendikasına üye misin?<br />

Evet.<br />

Çalışmasını nasıl buluyorsun?<br />

Zamanla oturacak diye düşünüyorum.<br />

Yeni projeler olgunlaşmaya başlamıştır.<br />

Sinema filmi olarak projen var mı?<br />

Şu an kesin bir şey yok. Ocakta yeni bir tiyatro<br />

oyununun provalarına başlayacağım.<br />

Geçen yıl oynadığımız Yalnız Batı oyununu<br />

seyrek de olsa oynamaya devam edeceğiz.<br />

Artık daha tecrübeli bir oyuncu oldun.<br />

Baştaki heyecan da törpülendi mi?<br />

Yalnız Batı benim ilk profesyonel oyunum.<br />

Okul haricinde dışarıda, sahnede bir şey<br />

yapmamıştım. Tiyatroda emekliyorum ve<br />

artık ayağa kalkabilmek istiyorum. Geçen<br />

yıl Yalnız Batı’nın ilk provalarında çok acı<br />

çektim. Er meydanı dedikleri şey doğru.<br />

Ne yaparsanız orada yapıyorsunuz, orada<br />

olmanız gerekiyor. Tekrarlama şansınız<br />

yok. Karşınızdakinin gözüne bakmak<br />

durumundasınız. Bütün algılarınızın açık<br />

olması lazım. O yüzden hala biraz sendeliyorum.<br />

Onun da tecrübeyle oturacağını<br />

umuyorum.


MERVE GENÇ<br />

n Adana’da 19. kez sahiplerini bulan Altın Koza’lara<br />

bu yıl kadınlar damga vurdu. Her festivalde olduğu<br />

gibi bu kez de ödüller sonrası pek çok tartışma<br />

başladı. Festivalde “Yer altı” adlı filmiyle yarışan Zeki<br />

Demirkubuz’un twitter üzerinden bir daha Türkiye’deki<br />

festivallere katılmayacağını açıklaması, en iyi filmin<br />

“Babamın Sesi” seçilmesi ve en iyi müzik için ödüle<br />

değer bulunamaması tartışmaları sürerken benim<br />

dikkatimi çekense bu yıl ödüllerin altında imzası olan<br />

kadınlar…Adana’da bu özel kadınlarla bir araya geldim,<br />

kimiyle ödül sonrası duygularını kimiyle de ödül<br />

öncesi heyecanını paylaştım…<br />

NİLAY ERDÖNMEZ / EN İYİ KADIN OYUNCU:<br />

“İlk filmim, ilk ödülüm çok mutlu ve heyecanlıyım.<br />

Pelin Esmer zaten çok beğendiğim bir yönetmendi.<br />

Proje ilk bana geldiğinde de çok heyecanlanmıştım.<br />

Rol de birçok kadın oyuncunun oynamak istediği<br />

bir oldu.Role fiziksel olarak hazırlanmak için diyetisyen<br />

gözetiminde kilo aldım. Seher karakterini<br />

canlandırırken de kendi hayatımdan karşılıklar<br />

bulmaya çalıştım. Tabii ki onun yaşadığı psikoloji<br />

çok ağır ama Pelin’in de yardımıyla, içgüdülerimle<br />

ruhsal olarak ona yakınlaşmaya çalıştım.<br />

EVİN DEMİRHAN / OYUNCU:<br />

“Çok heyecanlıyım. Bu ödül çok<br />

onur verici. İlk defa bu kadar<br />

ünlü isimin bulunduğu bir yerde<br />

ödül aldım. Çok güzel bir duygu,<br />

çok mutluyum. Filmde yer almak,<br />

kamera karşısına geçmek<br />

çok heyecanlıydı ama çok iyi<br />

anlaştığımız için çekimler gayet rahat<br />

gerçekleşti.”


KRISTIN STEVENS<br />

/ YÖNETMEN:<br />

“Çok uzun süre çalıştık.<br />

Sadece 2 ay çekimler<br />

sürdü. Proje başlangıçta<br />

Türkiye’deki tüm kadın<br />

sporcuları kapsayacaktı<br />

ama daha sonra Evin’de<br />

karar kıldık. Evin’in sadece<br />

güreşteki başarısına şahit<br />

olmadık. Hem güreşte hem<br />

de hayattaki başarısını<br />

gördük. Onunla abla kardeş<br />

gibi olduk. Filmle birlikte<br />

öğrendim ki Türk kadınlarını<br />

yere sermek hiç kolay değil.<br />

Bence her şeye rağmen, tüm<br />

olumsuzluklara rağmen bu<br />

kızların yüzünde geleceği<br />

görebiliyorsunuz.”<br />

PELİN ESMER / EN İYİ YÖNETMEN:<br />

“Üçüncü kez Adana’dayız filmimizle. Adana’nın izleyicisi gerçekten<br />

çok yürekli, çok açık ve coşkulu. Filmi Türkiye’de ilk kez Adana<br />

izleyicisi ile paylaştık, çok heyecanlıydık çünkü kendi ülkenizde<br />

filminizi paylaşmanızın dilden gelen önemli artıları var. Yurt dışında<br />

dil nedeniyle belki anlaşılamayacak küçük önemli detayların<br />

algılandığına şahit olmak mutluluk verici. Ben filmde sıkıcı da olsa<br />

izleyicinin kişisel yolculuğuna izin vermek istedim ve ümidim de<br />

izleyenlerin gerçekten kendi kişisel yolculuklarında karakterlerin<br />

yollarından sapıp kendileriyle baş başa kalabilmeleri. Burada<br />

aldığım bazı olumlu yöndeki duyumlar beni mutlu etti Aslında hakikatten<br />

herkes b kendi hayatında durduğu yerden bir şeyler katarak<br />

izlemiş bu da beni çok mutlu etti yani çok normal bir film bu. Normal<br />

olmayanların normali.”


NESLİHAN ATAGÜL/ OYUNCU:<br />

“Türkan Şoray’dan<br />

böyle bir ödül almak<br />

çok mutluluk verici<br />

tabiî ki. Filmimiz çok<br />

güzel oldu. Filmde<br />

Zehra’nın arafını anlamaya<br />

çalıştım. Sonra<br />

da elime bir kağıt kalem<br />

alıp bu kız böyle<br />

yürüyecek, böyle<br />

ağlayacak, ailesiyle<br />

olan ilişkileri bu diye<br />

yazmaya başladım.<br />

Yeşim ablayla da<br />

çalıştık. Umarız izleyiciler<br />

de beğenir.<br />

Biz filmimizi çok<br />

beğendik.”<br />

BELMİN SÖYLEMEZ / YÖNETMEN:<br />

“Gurur duydum, onur<br />

duydum. Özellikle de<br />

Yılmaz Güney ödülü beni<br />

çok mutlu etti. Yılmaz<br />

Güney’e çok hayranım ve<br />

onun adına olan bu ödülü<br />

bir kadın sinemacı olarak<br />

almış olmak beni ayrıca<br />

onurlandırdı. 3 deşiğik<br />

jüriden gelen bu ödüllerin<br />

hiçbirini beklemiyordum.<br />

O yüzden çok şaşırdım<br />

ama çok mutlu oldum”


LAÇİN CEYLAN<br />

/ EN İYİ YARDIMCI<br />

KADIN OYUNCU:<br />

“Çok mutluyum,<br />

bu ödülü Nihal’le<br />

paylaşmak benim için<br />

de çok güzel ve heyecan<br />

verici. Öncelikle<br />

yönetmenim Pelin<br />

Esmer’e çok teşekkür<br />

ederim. “Gözetleme<br />

Kulesi”nin tüm<br />

ekibinin tümünü<br />

kucaklıyorum, çok<br />

teşekkür ederim<br />

bana destekleri için.<br />

Benim çocukluğumda<br />

çok önemliydi<br />

Yılmaz Güney. Onun<br />

topraklarında bu<br />

ödülü almak çok heyecan<br />

verici.”<br />

NİHAL YALÇIN / EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU:<br />

“Yani bir şeyi yaratmış olabilmeyi görmek,<br />

eğer varsa bir yaratımın içinde olabilmek<br />

ve oraya azıcık hizmet ettiğinizi görebilmek<br />

çok keyifli. Aslında Yer altı da Araf da kadın<br />

meselesi ile kadın olmak meselesi ile çok<br />

enteresan ilgileniyorlar. Oynadığım karakterler<br />

Derya da Türkan da hepimizin belki mahallelerinde<br />

olan rastladığımız hep yanımızdan<br />

geçen duyduğumuz konuştuğumuz<br />

kadınlardan sadece birileri. Her iki işim de<br />

benim için çok keyifliydi.”


Çanakkale Çocukları / Yönetmen: Sinan Çetin<br />

n Düşman, Anadolu’ya girmesin diye canlarından oldular. Evet, okullar o yıl mezun veremedi,<br />

çünkü koyun koyuna öldüler, o güzelim delikanlılar... İnançsız ve amaçsız yaşanmaz dediler,<br />

öğrenciyken, öğretmeni oldular, halklarımızın... Sinan Çetin de kalkmış, hani o bildik “Hayat güzeldir!”<br />

lakırdısı ile 450 bin can alan Çanakkale Savaşı’na dair bir film (Çanakkale Çocukları) çekmiş,<br />

hem de evinin arka bahçesinde... Barış yanlısı olacak başka bir savaş bulamadın mı, diye sorarlar<br />

insana, hayır, savaş karşıtı olsa yine gam yemeyeceğim. Neredeyse, eşit mesafede duracağım<br />

şaşkınlığı ve medeniyetler ittifakı hayranlığıyla, işgal ordularını, evine konuk edecek. Arkadaş!<br />

Düşman, yurdu ele geçirmeye gelmiş, Türkçe<br />

olimpiyatlarına katılmaya değil. Yani ağırlamaya<br />

hiç gerek yok. Neyse tarihler de tutmuyor, çok şükür.


Rec 3: Diriliş / Yönetmen: Paco Plaza<br />

n Quarantine adıyla Amerikan illerinde remake olan [REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz<br />

Genesis bölümüyle yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez tarafı<br />

korku-komediye dönüşmüş olması… Bu o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını<br />

daha ciddiyetsiz bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Eski filmleri seyreden izleyiciler<br />

gülmek yerine sinirlenecekler. Birinin evladına palyaço kıyafeti giydirip dilendirmesinden<br />

farksız bir sinemasal çaba… Keşke [REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. [REC]³ Génesis’i<br />

izledim ve sevmedim. Video piyasası için yapılan onlarca ucuz filmden hiçbir farkı yok.<br />

Etkileyici değil, silik ve sıradan. Gösterdiği her şeyi yüzlerce kez izlemiş ve ziyadesiyle<br />

sıkılmış durumdayız. Ancak sinemada görmek istediğiniz başka bir film yoksa…


Napcaz Şimdi / Yönetmen: Özgür Özberk<br />

n Bazı filmlere giderken üç aşağı beş yukarı ne izleyeceğimizi tahmin ediyoruz artık! Yerli<br />

komedi benim en korktuğum tarzların başında geliyor artık… N’apcaz Şimdi Özgür Özberk,<br />

Özge Özberk imzası taşıyan bir komedi. Acaba dedim, belki farklıdır beni korkutan diğer<br />

komedilerden ama maalesef! N’apcaz Şimdi şimdi üçlü ilişki sınıfına girer mi derseniz evet<br />

girer! Nihan ve Toygar evli ama birbirinin ensesinde boza pişiren bir çift. Toygar karısının<br />

dırdırından bıkan her erkek gibi kendisine genç ve güzel bir sevgili ayarlar! Ve karısından<br />

kurtulmanın yollarını arar! Hadi konu orijinal değil diyelim, bari ilgimizi çekecek bir şeyler<br />

yapsaydınız demekten kendimi alamadım… Filmin başlardaki hakkını vereyim o zaman, zira<br />

sonlara doğru sünger gibi uzadıkça uzadı ve bitmek bilmedi!


Yargıç Dredd / Yönetmen: Pete Travis<br />

n Dredd, 1995’teki Sylvester Stallone’lu versiyonun düştüğü bariz hataları yinelemiyor<br />

belki ama ilgi çekici bir hikâye sunmayı da başaramıyor. Kafaların patladığı, derilerin<br />

yüzüldüğü abartılı şiddet sahneleri, alışık olmayan izleyiciler için rahatsız edici olabilir.<br />

Aksiyon meraklısı bünyeler hoşça (ama boşça) vakit geçirmek için tercih edebilirler.<br />

Yargıç Dredd hayranlarının iyi bir sinema uyarlaması beklentisi ise bir başka bahara<br />

kaldı sanki. Not: Yargıç Dredd’in diğer medya uyarlamaları arasında en başarılısı,<br />

Anthrax’ın Among the Living (1987) albümünde yer alan ve Yargıç Dredd’e ithafen<br />

yazılan ‘I Am the Law’ (Kanun Benim) isimli şarkı sanırım. Hala Anthrax’ın en sevilen<br />

şarkıları arasında zirveye oynuyor.


Ted / Yönetmen: Seth MacFarlane<br />

n ”Ted”, bir ayıcık filmi... Giriş, ‘Ayı; Bir Sevgi Filmi’ gibi oldu ya, neyse<br />

artık idare edin... Hep yalnız kalan, sürekli oyunlardan dışlanan üzgün bir<br />

çocuğun ‘arkadaş’ dileği gerçekleşiyor ve sevimli oyuncak ayı canlanıyor.<br />

Dünya büyük bir hayrete düşüyor, sonra bu mucizeye alışıyor herkes... İşte<br />

aradan yıllar geçiyor, dostlukları hiç bozulmuyor. Ta ki aralarına bir kadın girene<br />

dek. Ne güzel! Evet, kahramanımız artık 30 yaşında, bedenen büyümüş<br />

ancak kafa çocuk kalmış. Yumoş ise tam zıttı, vücudun değişmemiş ama<br />

her türlü kötü alışkanlığı bünyesinde toplamayı bir şekilde başarmış. Yani<br />

bizim çocuk adam, ayıcığın oyuncağı olmuş.


Araf / Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu<br />

n Filmin bazı sahnelerinin çok etkileyici olduğunu da söylemeliyim. Düğün sahnesi veya<br />

Karabük’teki diskoda eğlenen “apaçi” gençlerin doğallığı mükemmeldi. Disco sahnesini<br />

neredeyse en etkileyici Türk sinemasındaki 10 sahne içine koyabilirim. Tabii bir de çocuk<br />

düşürme sahnesi var. Zehra’yı canlandıran Neslihan Atagül yepyeni bir isim. Bu sahnede<br />

muhteşem iş çıkarmış. Onun ismini sinemada daha çok duyacağız diye düşünüyorum.<br />

Kısacası yönetmenin bakış açısı benim için filmde soru işaretleri oluşturuyor. Onun aşka<br />

bakış açısıyla benim ki çelişiyor. Diyeceksiniz ki sen kimsin, bizi yönetmen ilgilendirir. Ama<br />

bir film gösterime çıktıktan sonra artık yönetmenin değil tüketicinin olur. Yani benim, senin<br />

veya hepimizin. Bu bağlamda filmi içselleştiremiyorum.


n Geçtiğimiz Mayıs ayı,<br />

Hollywood film endistrisini<br />

ayağa kaldıran<br />

yapımların gövde gösterisi<br />

şeklinde geçti. Önümüzdeki<br />

Mayıs ayı da<br />

aynı şekilde geçeceğe<br />

benziyor. Avengers<br />

serisinin 2. filminin 2015<br />

yaz aylarında izleyici ile<br />

buluşacağı açıklandıktan<br />

sonra, gözlerini diğer<br />

büyük yapımlara çeviren<br />

Hollywood izleyicisi,<br />

Warner Bros. yapımı olan<br />

F, Scott Fitzgerald’ın<br />

romanından beyaz<br />

perdeye uyarlanan The<br />

Great Gatsby filminin<br />

Mayıs 10, 2013 tarihinde<br />

izleyicisine merhaba<br />

diyeceğini duyarak bir<br />

nevi rahatladı. Baz<br />

Luhrmann’ın yöneteceği<br />

filmin ilk çıkış tarihini<br />

2012 yılı sonu olarak<br />

düşünen yapımcılar,<br />

Quentin Tarantino’nun<br />

yönettiği, bir diğer büyük<br />

yapım Django Unchained’in<br />

çıkış tarihinin 2012 noel<br />

olarak açıklamasından<br />

sonra geri adım attılar.<br />

İzleyiciyi DiCaprio’dan<br />

soğutmak istemeyen, ve her<br />

iki filmin de izleyiciye en iyi<br />

şekilde ulaşmasını arzulayan<br />

yapımcılar böyle bir yola<br />

başvurdular. Bu şekilde,<br />

her iki yapımda da anahtar<br />

karakter rolü üstlenen Leo<br />

DiCaprio’nun, bir nevi,<br />

kendisiyle karşılaşmasının<br />

önüne geçilmiş oldu.<br />

Fakat bu rahatlık fazla<br />

uzun sürmedi, ve Universal<br />

Film Şirketi Les Miserables<br />

filmini Gatsby’nin<br />

yarattığı boşluğu doldurmak<br />

amacıyla 25 Aralık günü izleyici<br />

ile buluşturacaklarını<br />

açıkladılar. Bu gelişmeler<br />

10 Mayıs 2013 tarihinde,<br />

“About Time”, “Tyler<br />

Perry’s We the Peeples”<br />

ve Tobey Maguire, Joel<br />

Edgerton,Carey Mulligan,<br />

ve Isla Fisher’lı “The Great<br />

Gatsby” ile birlikte 3 filmin<br />

birden aynı zamanda start<br />

alacağının göstergesi oldu.<br />

Herhangi bir değişiklik<br />

olmadığı sürece 2013 Mayıs<br />

ayı Hollywood film endistrisi<br />

için önemli bir ay olacağa<br />

benziyor.


n Uzun süre magazin gündemini meşgul<br />

eden Meltem Cumbul ile Ali Can Özbaş’ın<br />

düğünü damadın ailesine ait Aydın<br />

Kuşadası’ndaki Grand Blue Sky otelde<br />

yapıldı. Düğün için otel içi ve dışında<br />

olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Otelin<br />

dış bahçe giriş kapısı, iç kapı ve düğünün<br />

yapıldığı bahçe kapısında üç aşamalı güvenlik<br />

çemberi oluşturuldu. Fotoğraf makinesi<br />

taşıyan kimseye giriş izni verilmedi. Yonca<br />

Evcimik, Yalan Dünya ve Çocuklar Duymasın<br />

dizilerinin bazı oyuncuları Meltem Cumbul’u<br />

mutlu gününde yalnız bırakmadı. İstanbul’da<br />

özel olarak hazırlanan beyaz bir elbise giyen<br />

Cumbul için İzmir’den özel kuaför getirildi.<br />

n Sylvester Stallone imzalı “Expandables”<br />

filminin, 3. bölümü hakkında dedikodular<br />

başladı. Hollywood’da ne kadar “vurdulu kırdılı<br />

film” oyuncusu varsa, hepsini bir çatı altına<br />

toplamayı düşünen Stallone’nin hedefindeki<br />

yeni simalar Wesley Snipes, Harrison Ford, ve<br />

Clint Eastwood. Daha önce Nicholas Cage ile<br />

konuştuklarını ve kendisini yeni filmin kadrosuna<br />

kattıklarını söyleyen filmin yapımcısı Avı Lerner,<br />

Snipes, Ford, ve Eastwood gibi Hollywood<br />

sinemasının efsane isimleriyle de bir an önce<br />

konuşup işi sonlandırmayı istediklerini söyledi.<br />

Stallone’nin böyle bir yapımda oyunculuk teklifi<br />

etmesi halinde ne cevap vereceği sorulduğunda<br />

şaşkınlığını gizleyemeyen Eastwood, Expandables<br />

filmini izlemediğini, film hakkında hiçbirşey<br />

bilmediğini ve okumadığını söyledi. Kendisine<br />

oyuncu olarak teklif gelmesi halinde, bunu<br />

kabul etmeyeceğini, ve işinin, bu saatten sonra<br />

yönetmenlik olduğunu söyleyen Eastwood, filmi<br />

yönetmesi istenmesi halinde bunu severek ve<br />

büyük bir keyifle yapabileceğini söyledi.


n 2007 yılındaki Pirates<br />

of the Caribbean<br />

(Karayıp Korsanları)<br />

filminden beri büyük<br />

yapımlarda çalışma<br />

fırsatı bulamayan Keira<br />

Knightly, “Jack Ryan”<br />

karakteri ile birlikte<br />

rol alacağı filmde,<br />

sonunda istediği tarz<br />

bir filmde çalışma<br />

ortamı bulmuş gibi<br />

görünüyor. Kenneth<br />

Branagh’in yöneteceği<br />

filmde Jack Ryan<br />

karakteri’nin karısı<br />

Cathy Ryan karakterini<br />

oynayacak olan güzel<br />

oyuncu, gerilim tarzı<br />

filmleri çok sevdiğini,<br />

hep bu tür tarz filmlerin<br />

birinde rol alabilmek<br />

için beklediğini ve 6-7<br />

yaşlarından beri yönetmen<br />

Branagh’ın en sıkı<br />

hayranlarından biri<br />

olduğunu söylemekten<br />

de geri kalmıyor.<br />

Başrollerinde Chris<br />

Pane, Kevin Costner,<br />

ve Knightley’ın<br />

oynadığı film<br />

İngiltere’de 26 Aralık<br />

2013 tarihinde vizyona<br />

girecek.


n Indiana Jones’un apımcıları, ve bu filmle<br />

özdeşleşmiş oyuncular filmin 5. bölümünün gelmesi<br />

gerektiğini düşünüyorlar. Filmin kemikleşmiş oyuncu<br />

kadrosu içinde yer alan Karen Allen de geçtiğimiz<br />

hafta bu kervana katılan isimler arasındaki yerini<br />

aldı ve Indiana Jones serisi ile ilgili birbirinden ilginç<br />

açıklamalar yaptı. Geçtiğimiz hafta Steven<br />

Spielberg ile konuştuğunu açıklayan oyuncu, bu<br />

konuşmanın öncesinde de Spielberg ile yoğun bir<br />

elektronik posta trafiği içinde olduğunu söyledi. Steven<br />

Spielberg’in, serinin 5. filmi için hazır olduğunu<br />

kendisine defalarca söylediğini belirten Allen,<br />

aynı şekilde ünlü oyuncu Harrison Ford’un da yeni<br />

bir film için çok istekli olduğunu sözlerine ekledi.<br />

Spielberg’in, topu George Lucas’a attığını Lucas’ın<br />

desteği olursa filmin çekileceğini belirtti.<br />

n Geçtiğimiz sezon “Muhteşem Yüzyıl”<br />

dizisinde canlandırdığı Malkoçoğlu<br />

karakteriyle şimdi sinema filmi çekmeye<br />

hazırlanan Burak Özçivit, marka<br />

yüzü olduğu bir firmanın tanıtım<br />

toplantısında basına açıklamalar<br />

yaptı. Özçivit, 800 bin TL aldığı<br />

kampanyanın reklam filminde James<br />

Bond’u hatırlatan sahneleriyle dikkat<br />

çekti. Reklam için uzattığı saçlarını<br />

yeni oynayacağı filmi için kestiren<br />

Özçivit, gazetecilerin son dönemde<br />

Kıvanç Tatlıtuğ ile popüler olan baklava<br />

vücutlu erkekler hakkındaki görüşleri<br />

sorulduğunda da ‘Onlar benim konum<br />

değil, pek benlik değil” yanıtını verip<br />

Kıvanç Tatlıtuğa üstü kapalı göndermede<br />

bulundu.


n Dünyanın en popüler<br />

kahramanlarından biri olan<br />

Örümcek-Adam, hikayesinde<br />

yeni bir sayfa açan ‘İnanılmaz<br />

Örümcek-Adam’ın devam<br />

filmi kesinleşti. Bu sene yeni<br />

bir hikâyeyle beyaz perdeye<br />

dönen “İnanılmaz Örümcek<br />

Adam”, yolculuğuna ikinci<br />

filmiyle devam edecek.<br />

Ntvmsnbc’nin haberine göre;<br />

serinin devam filminde Peter<br />

Parker’ı tekrar Andrew Garfield<br />

canlandıracak. Filmin<br />

yönetmenliğini ise ilk filmde<br />

olduğu gibi Marc Webb üstlenecek.<br />

2013 yılının başında<br />

çekimlerine başlanacak “Örümcek<br />

Adam”ın, 2 Mayıs 2014’te 3<br />

boyutlu versiyonuyla vizyona<br />

girmesi planlanıyor. Yapımcılar,<br />

ilk filmde Gwen Stacy karakterini<br />

oynayan Emma<br />

Stone’un da seriye geri dönmesi<br />

için konuşmalara başladı.<br />

“İnanılmaz Örümcek Adam”<br />

geçtiğimiz yaz gösterime<br />

girmiş, dünya çapında 751<br />

milyon dolar gişe hasılatı<br />

yapmıştı.


n Bugüne dek 74 dile çevrilen, 450<br />

milyon adet satan, 8 filme konu olan<br />

Harry Potter` serisinin dünyaca ünlü<br />

yazarı J. K. Rowling,`Harry Potter`<br />

efsanesinin devam edebileceğinin<br />

sinyallerini verdi. En çok satan<br />

kitaplar arasında saygın yeri olan<br />

Harry Potter romanlarının yazarı JK<br />

Rowling, ‘’Eğer güzel fikirler üretebilirsem,<br />

yeni bir Harry Potter kitabı<br />

yazabilirim’’ diye konuştu. Tüm<br />

dünyayı kasıp kavuran ‘Harry Potter’<br />

serisinin son 7’nci ve son kitabı<br />

‘Harry Potter ve Ölüm Yadigarları’<br />

ile Harry Potter maceralarının<br />

edebiyat dünyasına kapılarını<br />

kapattığı belirtilmişti. Fakat usta<br />

yazardan gelen bu sözler, Potter<br />

hayranlarını ümitlendirdi.’’Harry Potter<br />

romanlarının sonunun geldiğinin<br />

söylendiğini biliyorum. Ben de öyle<br />

düşünmekteyim. Fakat yazmayı çok<br />

seviyorum’’ şeklinde konuşan yazar<br />

Rowling, aklına gerçekten yazmaya<br />

değer mükemmel bir fikir geldiğinde<br />

bunu romana dönüştürmekten de<br />

çekinmeyeceğini dile getirdi.<br />

n Hülya Avşar “Ben Türkiye’yi dünyada temsil<br />

edecek tek oyuncuyum” dedi ve ekledi: Ama<br />

yurt dışında başarıya ulaşmış yönetmenlerimiz<br />

egoları yüzünden kendilerini öne çıkarmak<br />

istiyorlar. Güzel kadını hafif kıskanıyorlar. 49.<br />

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin jüri<br />

başkanı olan ünlü oyuncu Hülya Avşar, Vogue<br />

Türkiye’ye mesleği ve özel hayatıyla ilgili samimi<br />

açıklamalar yaptı: “Hiç mütevazı olmayacağım,<br />

kimsede olmayan beyazcam ışığı bende var.<br />

Sinemada filmini izlediği zaman, bir kadın seni<br />

tatlı tatlı kıskanmalı, erkek de o gece seninle<br />

sevişmek istemeli. Bence sinema bu, güç de<br />

bu. Moskova’da ödül aldım ne oldu? Kim beni<br />

değerlendirdi? Hangi senarist, hangi yapımcı?<br />

Ben Türkiye’yi dünyada temsil edecek tek oyuncu<br />

olduğumu düşünüyorum. ”


Adana Altın Koza’nın En İyi Yönetmen ödülünü alan Pelin Esmer<br />

belgesel kökenli bir yönetmen olması kadar doğal merakının da<br />

üretimlerinde etkili olduğunu söylüyor...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Pelin Esmer’in ismini ilk kez 2005’te Oyun filmiyle<br />

duymuştum. O dönemde belgesel bir filmle festivallere<br />

katılan bir de filmi vizyona sokarak dikkatleri<br />

üzerine çeken yönetmen izlenmesi gereken bir isim<br />

olarak listemizde yerini aldı. Daha sonra kendi kısa<br />

filminden yola çıkarak ilk kurmaca uzun metrajı 11’e<br />

10 Kala filmiyle karşımıza geldi. Yine filmi büyük ilgi<br />

topladı. Özellikle Türk sinemasında kadın yönetmen<br />

azlığı içinde başarılarıyla öne çıkan bir isim<br />

oldu. Bu yıl da son filmi Gözetleme Kulesi ile Adana<br />

Altın Koza film yarışmasına katıldı. Gözetleme<br />

Kulesi En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu<br />

dallarında da ödüle ulaştı. Biz de Pelin Esmer’e<br />

sorduk belgeselden gelme bir yönetmen olması<br />

başarısında etken midir? Türk sinemasının geldiği<br />

son nokta adına önemli bir röportaj olduğunu<br />

düşünüyorum. İşte En İyi Yönetmen ödülü sahibi<br />

olan Pelin Esmer’in cevapları...<br />

Bu öyküyü seçmenizde sizi tetikleyen şey neydi?<br />

Herhalde suçluluk duygusuydu. Suçluluk duygusunun<br />

önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.<br />

Umarım toplumsal olarak suçluluk duyuyoruzdur.<br />

Suçluluk duygusu o kadar da korkunç bir şey değil.<br />

Üretilen filmler bu suçluluğun yansıması mıdır<br />

bilmiyorum. Ben senaryoyu insan üzerinden okumaya<br />

çalıştım ama insanlar bulutlar gibi havada<br />

asılı değiller yaşadıkları bir dünya, bir toplum var ve<br />

onun için var oluyorlar.<br />

Filmin geçtiği mekan çok etkileyici. Mekan<br />

çalışmasını nasıl yaptınız?<br />

Mekan senaryo yazıldıktan sonra bulundu. Yangın<br />

gözetleme kulesi gibi bir kavramı yıllar önce<br />

gazetede görüp kafamın bir yerine almışım. Çok<br />

fazla yer dolaştık. Türkiye’nin orman olan neredeyse<br />

her yerinde yangın gözetleme kulesi var. Batı<br />

Karadeniz’den başladık. Çok şanslıydım çabuk<br />

bulduk. Hayal ettiğim bir mekandı ve çok rahatladım.<br />

Bulduğumuz yer çalışmayan, yıkılmak üzere olan bir<br />

yerdi. Tosya Orman Müdürlüğü’ne “Film çekeceğiz<br />

burayı lütfen yıkmayın” dedim yıkmadılar ve hala da<br />

duruyor. İnşallah da durur, çok özel bir yer. Herkesin<br />

gidip bir saat geçirmesinin çok hayırlı olacağına<br />

inandığım bir mekan. Otogarı da sonradan bulduk.<br />

Kafamın bir yerlerine düşmüş fotoğrafların aynısını<br />

gördüm orada da. Çok büyük bir yer olsun istemedim.<br />

Sonuç olarak önemli olan yol kenarında<br />

olmasıydı. Çünkü benim için başka bir anlamı vardı.<br />

Bir de Cide’ye gittik. Anne baba evini orada çektik.<br />

Batı Karadeniz’de küçük bir dünya oldu.<br />

Belgesel kökenli olduğunuz için insanları gözlemlemeyi<br />

çok iyi biliyorsunuz. Onların gerçek hayatlarını<br />

filme kendi haliyle aktarıyorsunuz. Farklı tecrübeleriniz<br />

var. Bu durum filme etki etti mi?<br />

Bu filme özellikle etki etti mi bilemem. Meraklı bir<br />

insanım ve bakmayı, görmeyi seviyorum. Belgeselden<br />

gelmenin hayatın sürprizlerine açık olmak<br />

gibi bir eğitimi var. Bu sinemada güzel bir durum<br />

çünkü kimi zaman oyuncunuzun sürprizine açık oluyorsunuz.<br />

Merakımı kaybetmek istemiyorum. Bu da<br />

bir belgeselciyle ne kadar ilintili onu bilemiyorum.<br />

Filmin ses çalışması da ilgi çekiyor. Filmin bazı<br />

yerlerinde sessizlik üzerinden bir ses çalışması<br />

uygulanmış ve bence bu çok değerli bir durum. Bunu<br />

nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Sesi en az görüntü kadar önemsiyorum. Bir duygu<br />

yaratmada etki uyandırma da sesler çok önemli bir


ol oynuyor. Ses hayal gücüne açık bir duyu. Burada<br />

da çok önemsedik, çok çalıştık. Toplam 3-4 ay<br />

kadar sesle uğraştık. Sessizliklerin önemli olduğu<br />

bir film. Sessizliğe tahammülü çok önemsiyorum.<br />

O sessizliğin de teknik olarak bir sesi var ve ona<br />

ulaşana kadar deneyerek, yanılarak zamanımı<br />

geçirdim. En basitinden sahnenin atmosferine göre<br />

binlerce kuş sesi aradık.<br />

Nilay Erdönmez ve Olgun Şimşek hakkında neler<br />

söylersiniz, onları nasıl seçtiniz?<br />

İkisiyle de çok mutluyum. Kafamda hayal ettiğim<br />

karakterleri ete kemiğe büründürdüklerini söyleyebilirim.<br />

Olgun’u Gül ile Adem kısa filminde<br />

izlemiştim ve o zamandan aklıma düşmüştü. Olgun<br />

Nihat’ta ortak çok şey buldu. Doğayı seven<br />

bir insan ve filmde bunu çok kullandık. Olgun<br />

sahne beklerken hep bir şeylerle uğraşıyordu. Ya<br />

mantar toplardı ya bir şeyler oyardı. Hep doğayla<br />

ilgilendi. Onunla çok iyi iletişim kuruduğumuzu<br />

düşünüyorum. İkisiyle de ayrı ayrı çok vakit<br />

geçirdim.<br />

İstenmeyen bir çocuk ve bir doğum sahnesi var.<br />

Gündemde de kürtaj tartışmaları var. Bu konudaki<br />

yorumlarınız nedir?<br />

Senaryo bu konulardan iki sene önce yazılmıştı.<br />

Hayat o kadar enteresan ki neler olacağını bilemiyoruz.<br />

Şimdi yazsam o diyalogları yazamazdım.<br />

Üç ay önce yazdığın senaryoyu şimdi yazamamak<br />

aslında yaşadığımız dünyayı anlatıyor.<br />

Belgesel yaptığınız zaman gerçek hayatta olan bir<br />

derdi işliyor ve onun üstüne gidiyorsunuz fakat kurgu<br />

yaptığınız zaman hayatı yansıtmaktan çok kendiniz<br />

kurguladığınız için sorumluluğu da alıyorsunuz.<br />

Bu yönetmen üzerinde sanatçı yaratıcılığı konusunda<br />

baskı oluşturuyor mu?<br />

Aslında baskı değil bir yandan daha fazla özgürlük<br />

kazandırıyor. Sorumlu hissettiğin bir şey yok. Başka<br />

birinin hayatını ödünç alıp paylaşma gibi bir durumum<br />

yok. Burada da gerçekçilik duygusu karşınıza<br />

çıkıyor. Bunun hesabını soracak birileri var. Ben<br />

gerçekle iç içe olmayı seven biri de olduğum için<br />

ağır sansürler yaşamıyorum. Kişisel olduğu ve<br />

insanların hayatlarıyla yüz yüze geldiğimiz için belgeseldeki<br />

sorumluluk bana çok daha ağır geliyor.<br />

Yıllar önce çektiğiniz Oyun filmi vizyona giren ilk<br />

belgesellerdendi ve bir çok da ödül almıştı. Bugün<br />

ise Adana Altın Koza Film yarışmasında dört tane<br />

belgesel tandanslı film yarıştı.


Olması gereken de buydu. Demek ki her şeyin<br />

bir zamanı var. Artık belgesel sinemayla kurmaca<br />

tartışmalarının dışında da çok şey tartışıyoruz. Kurmaca<br />

da belgeselden çok faydalanan bir alan. Şimdi<br />

ikisi eşit bir alana geçti diye düşünüyorum. Belgeseller<br />

de artık daha sinema tadında ve estetiğinde<br />

çekiliyor. Bu bence çok motive edici bir şey.<br />

Şimdiye kadar belgesellerde daha kurmaca tadında<br />

verilip onu izlenebilir hale getirme çabası vardı.<br />

Derviş Zaim’in Devir filmindeyse kurmacayı belgesele<br />

dönüştürme çabası var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Derviş<br />

de o gün “Özellikle belgesel olmaması için çaba<br />

gösterdim” dedi. Kafa karıştırmak da çok güzel.<br />

Festivaller bu tür belgesel filmlerin yarışmasına<br />

altyapı olarak hazır mı? Bu konuda ne<br />

düşünüyorsunuz.<br />

Ben onun da zamanla olacağına inanıyorum. Oyun<br />

filmimin de Türkiye’de uzun metraj yarışmasına<br />

kabul edildiği yer Adana’ydı aslında. Sonrasında<br />

ödüllerde bir eşitsizlik hissetmedim. İyi film<br />

değerlendirmeye zihnimizi yönelttikçe daha eşit<br />

olacağını, daha güçleneceğini düşünüyorum. Belgesel<br />

sinemanın ayrılmasından yana değilim. Keşke<br />

böyle kategoriler bile konulmasa. Yönetmenin cinsiyeti,<br />

ülkesi keşke hiç ayrılmasa. Film izlerken iyi<br />

bir film izledim konusuna meyillenirsek her şey daha<br />

güzel olabilir.<br />

Adana’ya kadar bir festivalde beş tane yönetmenin<br />

yarıştığı hiç olmamıştı.<br />

Çok mutlu oldum. Sanırım geçen sene hiç yokmuş.<br />

Gittikçe artıyor. Artık çok film çekiliyor. Burada bir<br />

kadın yönetmen filmi, erkek yönetmen filmi diye<br />

izlenmemesinden yanayım.<br />

(Spoiler var) Filminizde doğum sahnesi, alışık<br />

olmadığımız bir şekilde sert ve gerçekçi verilmiş.<br />

Bu da biraz kadın yönetmen bakış açısından<br />

kaynaklanıyor olabilir mi?<br />

Kadın olduğum için mi böyle verdim bilmiyorum.<br />

Çünkü erkek olmadım, o zaman nasıl çekeceğimi<br />

bilemiyorum. Belki daha yakın olduğum bir dünya<br />

olabilir. Erkeklerin giremediği, duyamadığı alanlar da<br />

var. Orada yaşananlar da bizi oluşturan küçük taşlar.<br />

Mutlaka çocukluğumdan beri kadın olarak girmeme<br />

izin verilen yerde gördüğüm duyduğum şeylerin etkisiyle<br />

de olabilir.


n İstanbul hayallerin büyülü şehri. Onu nasıl görmek isteriz, nasıl hayal<br />

ederiz! Sinamada, yerli ve yabancı yönetmenlerin İstanbul’a bakan,<br />

İstanbul’u anlatan filmlerine göz attık. Kimisi Oryantalst bir bakış içinde,<br />

kimi gizemli bakıyor, kimisi ise eleştiriyor. Taken 2’den yola çıkarak<br />

İstanbul’da çekilen on filme göz attık…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Taken 2 / Takip İstanbul<br />

Gösterime girdiği yıl sürpriz<br />

bir şekilde gişeden<br />

mutlu ayrılan 96 Saat<br />

(Taken)’in devamı olan<br />

Taken 2’nin merkezinde de<br />

yine bir kaçırılma olayı var.<br />

İlk filmde Liam Neeson’ın<br />

kızını kaçıran ve yine Neeson<br />

tarafından öldürülen<br />

çete elemanlarından birinin<br />

babası, bu sefer intikam için<br />

Neeson’ın İstanbul’da tatil<br />

yapan karısını kaçırıyor.<br />

Emekli CIA ajanı Bryan Mills<br />

de bu sefer kızının yardımıyla<br />

bunu yapanları tek tek avlayacak...<br />

İlk filmde kaçırılan Kim olarak<br />

pasif bir rolde izlediğimiz<br />

Maggie Grace de devam filminde<br />

olayların tam merkezinde<br />

aktif bir rol alırken,<br />

Mills’in eşi olarak yine Famke<br />

Janssen kadroda yer alıyor...<br />

İstanbul filmin tam merkezinde<br />

neredeyse, İstanbul’a<br />

yapılan bir güzelleme<br />

diyeceğim ama sadece Eminönü,<br />

Sultanahmet çevresini<br />

kullanan , oryantalist bakış<br />

açısını koruyan ve çarşaflı<br />

kadınlarla imaj yaratan film<br />

için ne demek lazım ki?


Crossing The Bridge: The Sound<br />

Of İstanbul / Köprüyü Geçmek<br />

Alexander Hacke adındaki müzisyen<br />

kültür karmasının yansıdığı<br />

müzik türlerini anlamak ve<br />

şehirdeki ahenkli tınlamaları<br />

kaydetmek için, hiç Türkçe<br />

bilmediği halde, İstanbul’a gelir.<br />

Burada Selim Sesler’le tanışır.<br />

Aralarındaki diyolaglar müzik diliyle<br />

gelişmeye başlar. Ardından bir<br />

çok müzisyen ve şarkıcı onların<br />

bu serüvenine katılır ve ortaya<br />

İstanbul’un çok sesli korosu<br />

çıkar. Tarzların farklılığı ortak<br />

amaçlarının en birleştirici özelliği<br />

oluverir. Hedefleri, İstanbul’un<br />

şarkısını yapmaktır. Belgeseli<br />

Altın Ayı ödüllü yönetmen Fatih<br />

Akın çekti. Orhan Gencebay’dan<br />

Mercan Dede’ye uzanan geniş<br />

yelpazesiyle, seyretmesi ve dinlenmesi<br />

keyifli bir belgesel...<br />

Topkapı<br />

Topkapı 1964 ABD yapımı bir<br />

serüven filmi. Senaryosunu<br />

casus romanları yazarı Eric<br />

Ambler’ın 1962 tarihli The Light<br />

of Day adlı romanından Monja<br />

Danischewsky’nin uyarlayıp<br />

yazdığı gfilmin yönetmeni Jules<br />

Dassin. Ege Ernart, Senih Orkan<br />

ve Danyal Topatan gibi Türk<br />

sinemasından oyuncuların da<br />

yer aldığı filmin müziklerini Manos<br />

Hacidakis yapmıştır. Dış<br />

mekân çekimlerinin tamamının<br />

İstanbul’da gerçekleştirildiği<br />

filmde, uluslararası bir hırsızlık<br />

çetesinin Topkapı Sarayı<br />

Müzesi’nden kıymetli bir hançeri<br />

çalmak üzere geliştirdikleri zekice<br />

soygun planını uygulamaya<br />

koyarken, onların silah kaçakçısı<br />

ve suikastçı olduklarını düşünen<br />

Türk istihbaratı ile aralarındaki<br />

kedi fare oyunu anlatılıyor.


Altın Yumruk istanbul’da /<br />

The Accidental<br />

Altın Yumruk İstanbul’da 2001 yılı<br />

Hong Kong yapımı Jackie Chan’in<br />

başrolünde oynadığı, İstanbul’da<br />

çevrilen aksiyon filmi. Hong<br />

Kong’da egzersiz aletleri satan<br />

Buck, hayatının monotonluğundan<br />

sıkılmıştır. Mağazada şüphelendiği<br />

iki adamı takip ederken kendini<br />

İstanbul’da maceranın, mafyanın<br />

ve olayların ortasında bulur.<br />

Kapalıçarşı’nın çatılarında oradan<br />

oraya uçarken İstanbul’a hayran<br />

kalan Chan, filmin adına İstanbul’u<br />

sonradan ekler. Filmde birçok Türk<br />

oyuncu, model ve dublör kullanıldı.<br />

‘Altın Yumruk İstanbul’da’, 2001in<br />

en sevilen komedi-macera filmlerinden<br />

biri olmayı başardı.


From Russia With Love / Rusya’dan Sevgilerle<br />

Rusya’dan Sevgilerle;<br />

İngiliz yapım şirketi<br />

tarafından 1963’te çekilen<br />

Bond serisinin ikinci filmi.<br />

James Bond rolünde ilk film<br />

Dr. No’da olduğu gibi yine<br />

Sean Connery var. Filmin<br />

büyük bir kısmı İstanbul’da<br />

geçiyor, ayrıca bir<br />

zamanların ünlü treni Orient<br />

Express de filmin geçtiği<br />

mekanlardan biri. Konusuna gelince; James<br />

Bond (Sean Connery), Rus konsolosluğundaki<br />

Lektor adlı şifreleme cihazını ele geçirmek için<br />

İstanbul’a gönderilir. Fakat aslında bu görev,<br />

Bond’un ezeli düşmanı S.P.E.C.T.R.E.’nin<br />

kurduğu bir tuzaktır. S.P.E.C.T.R.E., Bond<br />

tarafından öldürülen önemli ajanları Dr.No’nun<br />

intikamını almak istemektedir.<br />

The World is not Enough / Dünya Yetmez<br />

İkinci bir Bond, ikinci bir<br />

‘Rusya’dan Sevgilerle’<br />

benzeri olan filmde emekli<br />

Bond (Pierce Brosnan),<br />

petrol boru hattı meselesiyle<br />

çıkan karmaşayı<br />

düzeltirken, İstanbul’u da<br />

büyük bir nükleer felaketten<br />

kurtarır. Filmin Kız Kulesi,<br />

Dolmabahçe Sarayı ve<br />

Sarayburnu kıyılarındaki<br />

sahneleri müthiş. Boğaz’ın derinliklerini de<br />

görme fırsatı sunuyor. Diğer bir ayrıntı da,<br />

İstanbul’dan sonra biri Fransız, diğeri Amerikalı<br />

iki güzelin oyunculuğu...<br />

Midnight Express<br />

Geceyarısı Ekspresi Alan Parker’ın<br />

yönetmenliğini yaptığı İngiliz-Amerika ortak<br />

yapımı ve 1978 çıkışlı bir sinema filmi. 1970’te,<br />

Türkiye’de tutuklanıp hapse atılan William<br />

Hayes’in gerçek öyküsünden yola çıkılarak<br />

yazılmış hikâyeyi anlatıyor, gösterildiği<br />

dönemde ülkemizde nefretle anıldı, haksız<br />

bulundu ve Parker kötü politika yapmakla<br />

eleştirildi. Amerikalı genç bir turist olan William<br />

Hayes, sevgilisi Susan ile birlikte Türkiye’de<br />

tatildedir. Hayes tatil dönüşü arkadaşlarına<br />

satıp para kazanmak amacıyla ülkesine<br />

dönerken yanında iki kilogram haşhaş götürmeye<br />

teşebbüs eder. Vücuduna canlı bomba<br />

gibi yerleştirdiği küçük paketler halindeki<br />

uyuşturucu uçağa binmek üzereyken yapılan<br />

ani bir güvenlik aramasıyla polisler tarafından<br />

bulunur ve İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nde<br />

tutuklu geçireceği süreç başlar.


Uzak<br />

Çanakkale’nin Yenice<br />

kasabasını kendisine mekan<br />

olarak seçen yönetmen,<br />

Uzak filmi için karlar<br />

altında bir İstanbul’u tercih<br />

etmiş.Film, ideallerinden<br />

uzaklaşmaya başladıkça<br />

yaşamının anlamını<br />

yitiren ve uzaklara gitmeyi<br />

düşleyen bir adamla, hayallerini<br />

gerçekleştirmek için<br />

İstanbula gelen bir gencin hikayesini anlatıyor.<br />

Minimalist bir sinema anlayışına sahip olan<br />

Nuri Bilge Ceylan, filmin senaryosunu ve yönetimini<br />

üstlendiği gibi, görüntü yönetmenliğini<br />

de kendisi yapmış. Sinemasında doğuya özgü<br />

yavaşlığı ve sadeliği temel almasıyla tanınan<br />

yönetmenin son filmi, en olgun çalışması<br />

olarak kabul edildi.<br />

Uzak, 39. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi<br />

Film ödülü alırken, Mehmet Emin Toprak’a En<br />

İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve Ceylan’a da En<br />

İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini getirdi.<br />

Doğu Ekspresi’nde Cinayet (Murder on the Orient<br />

Express)<br />

Yön: Sidney Lumet Oyn: Albert Finney, Lauren<br />

Bacall, Ingrid Bergman, Sean<br />

Connery Yapım yılı: 1974<br />

Dev demenin küçük<br />

kalabileceği oyuncu kadrosuyla<br />

‘efsanevi filmler’ kategorisinde<br />

yer alan eserin<br />

açılış sahneleri, Sirkeci Garı<br />

ve Beyoğlu’nda Pera Palas<br />

Otel’in lobisidir. Agatha<br />

Christie’nin aynı adlı eserinden<br />

uyarlanan filmde, karizmatik<br />

dedektif Hercul Poirot, İstanbul’dan Paris’e<br />

hareket eden trendeki cinayeti çözmeye çalışır.<br />

Ayrıca filmin ilk sahnelerinde Nubar Terziyan’ı<br />

seyyar satıcı rolüyle görürüz.<br />

Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina)<br />

Türk ve Yunan oyuncuların rol aldığı gerçek<br />

olaylara dayanan 2003 yapımı film, aldığı birçok<br />

ödülle de ünlü. 35 yıl sonra doğduğu şehre,<br />

yani İstanbul’a gelen bir<br />

Rum’un çocukluk aşkıyla<br />

karşılaşmasından, hatırladığı<br />

baharat kokularını aramasına<br />

kadar her şey ayrı tatlarda<br />

anlatılıyor. Yunanistan’ı<br />

Oscar’da temsil eden film,<br />

Kadıköy, Haydarpaşa ve<br />

Sirkeci arasında geçiyor.


Dizi dünyasının en prestijli ödülleri her<br />

yıl sonbahar’da dağıtılan Emmy Primetime<br />

ödülleridir, dizi dünyasının Oscar’ı<br />

diye tanımlamak yanlış olmaz. Bu yıl<br />

64.kez düzenlenen Emmy Ödülleri 23<br />

Eylül tarihinde yapılan ödül töreni ile<br />

sahiplerini buldu. Biz de bu sayımızı bu<br />

senenin kazananlarına ayırdık.<br />

n Los Angeles’taki Nokia Theatre’da düzenlenen töreni<br />

bu yıl adaylıkları da açıklamış olan ünlü komedyen Jimmy<br />

Kimmel sundu. Son yıllarda Emmy’nin vazgeçilmez dizilerinden<br />

biri olan başarılı drama Mad Men ve geçen yılın çok<br />

konuşulan korku serisi American Horror Story 17’şer dalda<br />

adya gösterildikleri Emmy’den neredeyse eli boş döndüler.<br />

Diğer taraftan İngiliz şaheserleri Sherlock: A Scandal In<br />

Belgravia ve Luther’da adaylıklarına rağmen ödül alamayan<br />

diziler oldular; bu yılın şanslı İngiliz dizisi ise Downton<br />

Abbey oldu. Genel olarak kazananlara baktığımızda ise bu<br />

yılın zaferi Homeland’in demek yanlış olmaz.<br />

Son 4 yılın drama dalında en iyi dizi ödülünü kimselere<br />

kaptırmayan Mad Men 5.sezonuyla yine aday oldu bu dalda.<br />

5.sezon şahsi kanaatime göre en az 1.sezon kadar başarılı<br />

bir sezondu ancak Mad Men bu yıl ödülü Homeland’e<br />

kaptırdı. (Ödülü yine Mad Men alsa açıkçası ben bu duruma<br />

şaşırmaz, sevinirdim. Çünkü Mad Men sadece son<br />

yılların değil tüm zamanların en iyi drama dizilerinden<br />

biri.) Homeland sadece en iyi drama dizisi ödülünü değil,<br />

drama dalında en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu ve<br />

en iyi senaryo ödüllerini de kazandı. Showtime kanalında<br />

yayınlanan dizinin şu sıralar 2.sezonu yayınlanmakta.<br />

Başrollerinde aslında sinema oyuncusu olan Claire


Danes’in ve çeşitli filmler ve TV dizilerinden<br />

anımsanabilecek Damian Lewis ile V ve Firefly<br />

dizilerinden hatırlayabileceğimiz deneyimli dizi<br />

oyuncusu Morena Baccarin bulunuyor. Dizinin<br />

senaryo yazarları daha önce Buffy the Vampire<br />

Slayer, Angel, The X Files gibi projelere iş<br />

yapmış Howard Gordon, yine The X Files, 24 ve<br />

Dawson’s Creek‘in arka planında yer almış Alex<br />

Gansa ile Prisoners of War dizisinde yer almış<br />

ve yönetmenlikte yapan Gideon Raff. Bu üç<br />

isim Homeland’in pilot bölümü için yazdıkları<br />

senaryo ile drama dalında en iyi senaryo ödülünün<br />

sahibi oldular. Homeland kısaca; kaybolan<br />

bir deniz çavuşunun Afganistan’da bir<br />

sığınma evinde bulunup 8 yıl sonra ülkesine<br />

dönüşünün gizemini ve bu çavuşun kahraman<br />

mı yoksa hain mi olduğunu araştıran<br />

bir CIA ajanının hikayesini anlatmakta. Genel<br />

olarak “Müslümanlar teröristtir, Amerikalılar<br />

kahramandır” algısı yarattığı yönünde eleştiriler<br />

almasıyla birlikte; aslında konuya tarafsız<br />

yaklaştığı da savunuluyor. Ancak şöyle bir<br />

gerçek var; Homeland Game of Thrones ve Mad<br />

Men gibi iki harika dizi arasından sıyrılıp en<br />

önemli Emmy ödüllerinden dördünü kaptı.<br />

Komedi dalında ise bu yılın en çok ödül toplayan<br />

dizisi Modern Family oldu ki geçtiğimiz<br />

yıl da Emmy’den eli boş dönmemişti bu dizi.<br />

Christopher Lloyd (Back to You, Just Shoot<br />

Me!, Frasier) ve Steven Levitan (Wings, Back to<br />

You, Frasier) tarafından yaratılan ve şu sıralar<br />

4.sezonu devam eden dizi 3 birbirinden farklı<br />

ailenin yaşamlarına değinen bir “sözümona belgesel”.<br />

Dizi en iyi komedi dizisi ödülüne layık<br />

görülürken, Steven Levitan da Modern Family<br />

ile en iyi yönetmen ödülünün sahibi oldu.<br />

Komedi dalında en iyi erkek oyuncu ödülü Two<br />

and a Half men dizisindeki rolüyle Jon Cryer’a<br />

giderken, en iyi kadın oyuncu ödülünü Veep<br />

dizisindeki rolüyle Julia Louis-Dreyfus aldı bu<br />

yıl. Julia Louis-Dreyfus’un bu 3. Emmy ödülü,<br />

daha önce The New Adventures of Old Christine<br />

ve Seinfeld dizilerindeki rolleriyle de ödül


kazanmıştı. 10.sezonu devam eden, Charlie<br />

Sheen’in ayrılışı ve Ashton Kutcher’ın kadroya<br />

dahil oluşuyla ufak çaplı “fırtına”lar yaratmış<br />

Two and a Half Men’deki bu rolüyle Jon<br />

Cryer’ın aldığı bu ikinci Emmy’i ise fazlasıyla<br />

gereksiz buluyorum. Kabak tadı vereceğine,<br />

zirvede bırakmalı artık bazı diziler/oyuncular ki<br />

bizlerde yeni yetenekleri tanıyabilelim.<br />

Mini Series / Tv Filmi kategorisinin en çok<br />

adı anons edileni Game Change oldu.<br />

Başrollerinde ünlü sinema oyuncuları Julianne<br />

Moore, Woody Harrelson ve Ed Harris’in<br />

bulunduğu film; en iyi TV filmi, en iyi yönetmen,<br />

en iyi aktris, en iyi senaryo ödüllerinin<br />

hepsini topladı ki yarıştığı diziler arasında<br />

American Horror Story, Luther, Sherlock<br />

gibi diziler bulunuyordu. Game Change 2008<br />

Amerika başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin<br />

adayı John Mccain’in yanında başkan<br />

yardımcılığı için yarışan Sarah Palin’in hikayesini<br />

anlatmakta. Özellikle Julian Moore’un<br />

performansı ve HBO kalitiseyile kendinden söz<br />

ettiriyor bu film.<br />

Son olarak genelde şaşırtıcı seçimlere sahne<br />

olmuş bu yılın Emmy ödüllerinde, son yılların<br />

en iyi dramalarından biri olan Breaking<br />

Bad’deki rolüyle ödül kazanan Aaron Paul’un,<br />

American Horror Story’deki rolüyle ödül alan<br />

Jessica Lange’in ve Louie için yazdığı senaryo<br />

ile ödül alan Louis C.K.’nın kazandıkları ödülleri<br />

kesinlikle hak ettiklerini düşümdüğümü eklemek<br />

istiyorum.<br />

Kategorilere göre tüm kazananların listesi ise şu şekilde;<br />

Drama<br />

En İyi Dizi – Homeland<br />

En İyi Aktör - Damian Lewis,<br />

Homeland<br />

En İyi Aktris - Claire Danes,<br />

Homeland<br />

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu<br />

- Aaron Paul, Breaking Bad<br />

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />

- Maggie Smith, Downton<br />

Abbey<br />

En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />

Jeremy Davies, Justified<br />

En İyi Kadın Konuk Oyuncu<br />

- Martha Plimpton, The Good<br />

Wife<br />

En İyi Yönetmen - Tim Van<br />

Patten, Boardwalk Empire<br />

En İyi Senaryo - Alex Gansa,<br />

Howard Gordon ve Gideon<br />

Raff - Homeland – “Pilot”<br />

Komedi<br />

En İyi Dizi – Modern Family<br />

En İyi Aktör - Jon Cryer, Two<br />

and a Half Men<br />

En İyi Aktris - Julia Louis-Dreyfus,<br />

Veep<br />

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu -<br />

Eric Stonestreet, Modern Family<br />

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu –<br />

Julie Bowen, Modern Family<br />

En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />

Jimmy Fallon, Saturday Night<br />

Live<br />

En İyi Kadın Konuk Oyuncu -<br />

Kathy Bates, Two and a Half<br />

Men<br />

En İyi Senaryo - Louis C.K.-<br />

Louie – “Pregnant”<br />

En İyi Yönetmen - Steve Levitan,<br />

Modern Family<br />

Mini Series ya da Tv Filmi<br />

En İyi Dizi / TV Filmi– Game<br />

Change<br />

En İyi Aktör - Kevin Costner,<br />

Hatfields & McCoys<br />

En İyi Aktris - Julianne<br />

Moore, Game Change<br />

En İyi Yardımcı Erkek<br />

Oyuncu - Tom Berenger,<br />

Hatfields & McCoys<br />

En İyi Yardımcı Kadın<br />

Oyuncu - Jessica Lange,<br />

American Horror Story<br />

En İyi Yönetmen - Jay<br />

Roach, Game Change<br />

En İyi Senaryo - Danny<br />

Strong - Game Change


Hollywood güzel yıldızları dünya<br />

sinemasına hediye etmeye devam ediyor.<br />

Taken 2 ile İstanbul’a da gelen Maggie<br />

Grace sinemanın son seksi hatunu…


SERDAR AKBIYIK<br />

n Taken 2’yi seyrettiğimde bu kadar kötü<br />

bir İstanbul filmi olamayacağını düşündüm.<br />

Filmdeki tek güzel şey Maggie Grace.<br />

Sanıyorum bütün magazin dergileri de benim<br />

gibi düşünmüş olacak ki Grace FHM’den<br />

Maxim’e, Variety’e kadar bütün dergilerin en<br />

seksi yıldız listelerine girmiş. Özellikle Variety<br />

onu 2009’da birinci sıraya yerleştirmiş.<br />

Grace ekranlarda ilk kez haftalık bir internet<br />

yapımı olan Rachel’s Room adlı programda<br />

göründü. Program, Sony’e ait olan Screen-<br />

Blast adlı internet sitesinde 2001-2002<br />

yıllarında yayınlandı. Ardından 2002’de<br />

kariyerine “Murder in Greenwich” ve “Shop<br />

Club” adlı filmlerde başrol oynayarak devam<br />

etti. 2003 yılında “12 Mile Road” adlı<br />

filmde Tom Selleck ve Wendy Crewson’un<br />

sorunlu kızını canlandırdı. Asıl patlamasını<br />

ise Lost dizisinde canlandırdığı seksi ve<br />

zengin kız Shannon rolüyle yaptı. Diziden<br />

sonra yer aldığı bir diğer proje, bir John<br />

Carpenter filmi olan “The Fog”’dur. Bu<br />

filmde Smallville dizisinden Tom Welling de<br />

Grace ile oynamaktadır. Söylentilere göre<br />

X-Men 3 adlı filmde Shadowcat adlı karakteri<br />

canlandırması için Maggie Grace’e teklif<br />

yapıldığı, ancak Grace’in bu teklifi Lost ile<br />

konratı olması nedeniyle reddetiği söylendi.<br />

Fakat Grace bir röportajında bunu ilk defa<br />

duyduğunu, böyle bir şey olmadığını ve bu<br />

duruma çok şaşırmış olduğunu söylemiştir.<br />

Ayrıca romandan uyarlama olan Suburban<br />

Girl adlı filmde, Sarah Michelle Gellar ve<br />

Alec Baldwin ile beraber yer aldı The Twiligh<br />

Saga Breaking Dawn’da İrına karakteriyle<br />

ne kadar seksi bir vampir olabileceğini<br />

de kanıtladı. Taken’ın ilk bölümünde 16<br />

yaşındaki Kim’I canlandıran Grace o sırada<br />

23 yaşındaydı. 1,75 boyunda olan Grace’in<br />

en beğendiği yeri ise bacakları. Özellikle kısa<br />

şort giydiğinde kendini çok seksi bulduğunu<br />

söyleyen Grace’e katılmamak eldi değil.<br />

Yakaladığı ün ona yetmemiş olacak ki aynı<br />

zamanda müzikle de uğraşıyor. Bizim için<br />

fark etmez onun güzelliğini perdede ve sahnede<br />

seyretmeye razıyız…


Siyah Giyen Adamlar’ın<br />

hiç gülmeyen<br />

kahramanı Tomy Lee<br />

Jones gerçek hayatta<br />

aslında resimdeki gibi<br />

güleç bir insan. Bütün<br />

filmlerinde<br />

somurtkan duran<br />

Jones’un gizli hayatını<br />

sizin için araştırdık...


BANU BOZDEMİR<br />

n Tommy Lee Jones, 15 Eylül 1946 tarihinde San Saba, Texas’ta<br />

doğdu. Annesi Lucille Marie ve babası Clyde C. Jones’tu. Midland,<br />

Texas’ta oturan Tommy Lee Jones, Robert E. Lee Lisesi’ne<br />

katıldı. Anne ve babası Libya’ya gittikten sonra Dallas’ta bir<br />

hazırlık kursuna katılan Jones, burada sinema oyuncusu olmayı<br />

kararlaştırdı. Okulundaki tiyatro programı sayesinde, oyunculuğa<br />

iyice alıştı. Üniversite yıllarında da tiyatroya devam eden Jones,<br />

mezun olduktan sonra New York’a taşındı. Sinemadaki ilk rolünü<br />

Aşk Hikayesi (1970) filmi ile elde etti ve One Life to Live isimli bir<br />

televizyon dizisinde çalıştı.<br />

Bazı televizyon ve sinema filmlerinde oynayan Jones, Coal Miner’s<br />

Daughter filmi ile Altın Küre Ödülü adayı oldu. Oyunculuk<br />

yeteneği sayesinde çok boş zamanı olmayan Jones, JFK (1991),<br />

Kaçak (1993), Müşteri (1994), Katil Doğanlar (1994), Batman<br />

Daima (1995), Siyah Giyen Adamlar (1997),Siyah Giyen Adamlar<br />

II (2002), Üç Defin (2005), İhtiyarlara Yer Yok (2007), ve Tanrının<br />

Vadisinde (2007) gibi yapımlarda rol aldı. Jones, yönetmenliğini<br />

Andrew Davis’in yaptığı Kaçak filmindeki oyunculuğu ile En<br />

İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü kazandı. İlk<br />

yönetmenlik deneyimini The Good Old Boys (1995) filmi ile kazanan<br />

Jones’un yönetmenliğini yaptığı ikinci film ise Üç Defin oldu.<br />

The Company Man, İlk Yenilmez: Kaptan Amerika ve Siyah Giyen<br />

Adamlar 3 son üç yılda rol aldığı filmler. Bu ay karşımızda David<br />

Frankel imzalı Aşk Yeniden filmi ile çıkacak ve aşka deneyimli<br />

ama yeni bir heyecan katmaya çalışacak…


Bu hafta vizyona giren Özge Özberk imzalı N’apçaz Şimdi<br />

filmini konuştuk Özgür ve Özge Özberk kardeşlerle…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

Film çekmeye neden ve nasıl karar verdiniz?<br />

Sonuçta biz sizi oyuncu olarak biliyoruz…<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Ken her oyuncunun, kendi gönlünde<br />

yatan, insanlarla paylaşmak ve anlatmak<br />

isteyeceği bir hikayesi olduğuna eminim. Benim<br />

de hikayelerim var, anlatmak istediklerim var ama<br />

yönetmenlik tecrübe ve birikim isteyen bir mevki.<br />

Bu yüzden de ilk filmim bu hikayeler içerisinde<br />

bence en basit ve anlatımı en kolay olanı olan<br />

“N’apcaz Şimdi?” oldu ve bence de çok iyi pratik<br />

yaptığım bir film oldu.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Yapımcılığı da denemek istedim<br />

diyebiliriz. Aslında bir anda olan bir iş değil bu. Biz<br />

şirketimiz olan Özgür Yapımlar’ı üç yıl önce kurduk<br />

üç yıldır projenin her detayını ince ince çalıştık.<br />

Ancak şimdi çekebildik.<br />

İnsanlar önce evlenip sonra neden o evlilikten kurtulmaya<br />

çalışır? Konu tam olarak bu mu?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aslında bir mesaj vermeye<br />

çalışmadık bu filmde. Bizi bize göstermeye çalıştık.<br />

Çünkü film tamamen 3. sayfa hikayesi. Ama işin<br />

içine şanssızlık, biraz da beceriksizlik öğelerini<br />

katınca gerçekten ızlemeye değer komik bir film<br />

ortaya çıktı. İzleyenlere bıyık altından “bu benim<br />

başıma da geliyordu az kalsın:) “ dedirtmek istedim.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Ben filmde Nalan karakterini<br />

canlandırıyorum. Ufuk Özkan’ın oynadığı Toygar<br />

karakterinin karısı. Filmin ana cümlesi, “Hangimiz<br />

bir an bile olsa ondan kurtulmak istemedik ki?”<br />

Filmde kurtulmak istenen kişiyim ben. Yani Ufuk<br />

benden kurtulmak istiyor ve bunun için de bir plan<br />

yapıyor. Ama bu plan o kadar çok eline, ayağına<br />

dolanıyor ki işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Komedi<br />

de buradan çıkıyor.<br />

Günümüzde çok yaşanan bir konu, sanırım komedi<br />

olarak çekmeye karar verdiniz? Bunun bir sebebi<br />

var mıydı?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: E tabi günümüzde sosyalleşmek<br />

o kadar kolaylaştı ve eski defterleri açabileceğiniz<br />

o kadar çok yer var ki. Facebooktan eski dostları!<br />

bulmak birçok sorunu beraberinde getiriyor tabi.<br />

Sadece o da değil daha rahat bir toplum olduk ve bu<br />

nedenle ilişkilerde de de sorunlar çıkmaya basladı.<br />

Bunu konu alan bir film aslında.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Bu senaryo Özgür’ün aslında.<br />

Özgür bunu kısa film senaryosu olarak yazmıştı<br />

2001 yılındaydı sanırım. Özgür bu şekilde<br />

oluşturmuş senaryoyu. Sonrasında benim de ufak<br />

tefek eklemelerim oldu. Setteki doğaçlamalarla çok<br />

daha oturdu.<br />

Tarzınızı komedi olarak mı belirlediniz? Yani bundan<br />

sonra çekeceğiniz filmler de mi komedi olacak?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Hayır bir sonraki filmim bir komedidrama<br />

olacak. Tam toplumumuza uygun. Gülerken<br />

ağlamayı çok seviyoruz bence.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Yo hayır o şekilde belirlediğimiz bir<br />

tarzımız yok. Sonraki filmler dram da olabilir… Ama<br />

önce N’apcaz Şimdi’ye gelecek yorumları bekliyoruz.<br />

Ülkemizdeki komedi filmlerini nasıl buluyor, nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Çizgisini çok beğendiğim oyuncu<br />

arkadaşlarım ve onların başrollerini paylaştığı filmler<br />

var. Ama beğenmediklerim çoğunlukta. Çünkü<br />

komedıyı biz hep ucuzlaştırıyoruz. Komedının<br />

aslında bır dramadan çıktığını unutuyoruz. Hatta komedi<br />

filmlerini skeçler haline çeviriyoruz ki bence bu<br />

benım sevdiğim bir tarz değil. O nedenle kendi filmimde<br />

mümkün olduğu kadar skeç değil de sinema<br />

bütünlüğü olan bir senaryo oluşturdum. Çekerken<br />

de sinemanın evrensel kurallarına uymaya çalıştım.<br />

Yakında başarılı mıyım değil miyim goreceğiz.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Bence çok iyi komedi filmleri çekiliyor.<br />

Aslına bakarsanız komedi dramaya göre daha<br />

zor. Ağlatmak, güldürmekten kolay. Ama bu konuda<br />

Türk sinemasının başarılı olduğunu düşünüyorum.<br />

Kemal Sunallar, Şener Şenler’le gelen, yeni


jenerasyon oyuncu, yönetmen ve senaristlerle devam<br />

eden, başarılı bir komedi sinemamız olduğunu<br />

düşünüyorum.<br />

Film çekmeye ilk bu filmle mi karar verdiniz, yoksa<br />

başka filmler var mıydı aklınızda?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aslında çekmeyi planladığım<br />

ikinci film, biraz daha zor ve tecrübe gerektiren bir<br />

film. Bu nedenle daha basit oldugunu düşündüğüm<br />

“N’apcaz Şimdi” filmiyle yola çıktım.<br />

ÖZGE ÖZBERK: Fikirlerimiz vardı ama bu<br />

filmde daha nettik. İlk film için daha rahat<br />

çalışabileceğimiz, daha rahat kotarabileceğimiz bir<br />

projeydi. Biz de ilk filmimizde cok fazla zorlanmamak<br />

için bu senaryoyu çekmeye karar verdik. Bu<br />

film bizim için bir nevi sınav aslında.<br />

Bir insan iki ilişki arasında kalınca ne yapar?..<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Aynen Ufuk Özkan’ın<br />

canlandırdığı başrol karakterimiz gibi ne yapacağını<br />

bilemez herhalde :)<br />

Oyuncu seçimi nasıl oldu? Mesela kardeşiniz Özge<br />

hanım da var, projeyi beraber mi oluşturdunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Özge’ye senaryoyu kaba<br />

hatlarıyla bitirdikten sonra yolladım çok benimsedi<br />

ve üç sene boyunca sıklıkla uzerinden geçtik. Mutfak<br />

benim ama servis Özge’nin diyelim :)<br />

İlk filminiz içinize sindi mi? Yani tam anlamıyla<br />

içinize sinen bir film çıktığını düşünüyor musunuz?<br />

ÖZGÜR ÖZBER: Zaman anlamında biraz zorlandık<br />

aslında çünkü filmi gişesel sebeplerden dolayı bir<br />

ay öne almamız gerekti ki bu da öğrenimimizin<br />

bir parçasıydı. Bu nedenle istediğim kadar revize<br />

edemedım ama bu haliyle bile kahkahalar gala<br />

salonunu inlettı düşünün yani :)<br />

ÖZGE ÖZBERK: İçimize sindi evet. Ama bundan<br />

sonrasına seyirci karar verecek. Biz de gelen yorumlara<br />

göre eksik ya da fazlalıklarımızı görüp, bir<br />

sonraki filmimizde bunları telafi etmeye çalışacağız.<br />

Son olarak neler söylemek istersiniz?<br />

ÖZGÜR ÖZBERK: İlk filmimiz benim için çok iyi<br />

bir okul oldu. O kadar çok şey öğrendim ki ikinci<br />

filmimle alakalı hersey cok daha kolay olacak..<br />

En azından öyle umuyorum.. Son olarak şunu<br />

soylemeliyim. Zor günler geçirdiğimiz şu günlerde<br />

insanların yüzünü biraz da olsa gülümsetebilirsek,<br />

bence görevimizi iyi yapmışızdır. Umarım bu ilk fılm<br />

diğer birçok güzel filme öncülük eder bize ve bizim<br />

gibi girişimci arkadaşlara...


Adana Film Festivali son yıllarda bize film izlettirmeyi başaran<br />

festivallerden. Festivallerin son ayağı olarak Haziran’da yapılan<br />

festivalde izlediğimiz, diğer festivalleri tavaf etmiş filmleri görüyoruz.<br />

Biz o yüzden genelde Adana’yı gezmeye adıyorduk kendinizi.<br />

İlk kez bu sene bu kadar yoğun programlı bir izleme yaptık…<br />

BANU BOZDEMİR<br />

n Adana 19.sunu yaptı bu sene, tarihçesine<br />

girmeye gerek yok ama son yıllarda<br />

sıkı takipçisiyim, filmlerde moderasyon<br />

yapıyor ekiplerle sohbet ediyoruz. Adana<br />

diğer festivallerden farklı olarak film seçim<br />

skalasını değiştirdi, belgesellerde yarışıyor<br />

Adana’da… Aslında belgesellerin kurmaca<br />

filmlerin yanında çok şansı olmadığını<br />

düşünüyorum, ama bazı belgeseller sempatiyle<br />

öne çıkıyor, bu sene de Siirt’in Sırrı<br />

bu sempatiyi yaşadı… Her zaman söylerim<br />

başarı hikayeleri insanların ilgisini<br />

çeker, burada da böyle oldu, Evin hüznü<br />

ve sevinçleriyle herkesi kendisine hayran<br />

bıraktı… Ama diğer belgeseller için aynı<br />

şeyi söylemek mümkün değil. Derviş Zaim<br />

imzalı Devir kurmaca ve belgesel arasında<br />

dolaşan, sempatik bir yapımdı ama o da jüri<br />

kanadında değer bulamadı.<br />

Geçen sene Ümit Ünal’ın Nar filminin<br />

Altın Portakal’ı moderasyonunda ona da<br />

sormuştum, deneyimli yönetmenlerin<br />

genç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlerle<br />

yarışması avantaj mı dezavantaj mı<br />

diye? Sonuçlar bu sene Derviş Zaim, Zeki<br />

Demirkubuz, Erden Kıral ve Yeşim Ustaoğlu<br />

ve İsmail Güneş için de geçerliydi… Zeki<br />

Demirkubuz tepkisini ortaya koydu, bir<br />

yönetmen ödül alamadı diye tepkisini elbette<br />

ortaya koyar, koymalı bence de…<br />

Ama o zaman taa işin başına gidip filmini<br />

bir festivalde yarışmaya gönderiyorsa ve<br />

oradaki jürinin takdirine sunuyorsan zaten<br />

baştan hakkını teslim etmiş olmuyor<br />

mu? Ben jüri sistemine inancımı çoktan<br />

yitirdim, kendim de jürilik yapıyorum ama<br />

jürilik objektiflikten uzak, gayet de subjektif<br />

bir alan ne yazık ki! Çünkü sektörde<br />

dirsek teması çok fazla, bir jüri üyesi<br />

bir yönetmen ya da oyuncunun yakını,<br />

yapımcısı, oyuncusu vs.. O yüzden subjektif<br />

bir değerlendirmeden uzak olacak<br />

elbette sonuçlar…<br />

Ben kendi adıma festivalde Gözetleme<br />

Kulesi, Yer altı ve Araf arasında dağılım<br />

olur diye düşünüyordum ama bir yandan<br />

da jürinin herkesin gittiği yoldan<br />

gitmeyeceğine ilişkin bir kanım vardı be nitekim<br />

öyle oldu. Babamın Sesi meselesine<br />

gelince….Ben İstanbul Film Festivali’nde<br />

izledim filmi. Baştan şunu söylemek istiyorum,<br />

politik duyarlılığı tavan yapmış birisiyim<br />

ama her politik olan şeyi beğenmek<br />

zorunda değilim. Bu dayatmayı almak<br />

istemiyorum üzerime. Babamın Sesi’ni her<br />

türlü politik görüşten sıyrılarak çok fazla<br />

beğenmedim… Şimdi ben bunu sosyal<br />

medyada yazınca tepkiler alırdım eminim<br />

ama beğenmeme hakkımız var değil mi?<br />

Sonuçta politik duyarlılık arz


arz etmeyen, kötü bir filme fazla beğenmedim<br />

diyebiliyorsak, bu tarz filmlere de diyebilmeliyiz.<br />

Ne faşist oluruz ne de vicdansız! Bence bu<br />

sevdirme dayatmaları daha faşizan kusura<br />

bakılmasın!<br />

Ekibin İki Dil Bir Bavulu’na bayıldım mesela…<br />

Ben kendim bağırıyorum uzun zaman, ülkede<br />

politik sinema eksik diye. Ama ben ezik politik<br />

sinema anlayışından bıktım arkadaş! Gümbür<br />

gümbür olsun, ezilenlerin derdi… Neden bu<br />

egemen gücün karşısında geri çekilip, ezilip<br />

büzülme hali… Ben bu konuda itiraz ediyorum.<br />

Babamın Sesi annelik hali üzerinden giden,<br />

hüzünlü bir hikaye… Örneklemelerini gördük<br />

aslında bunca yıl içinde fazlasıyla… O yüzden<br />

benim için ya da bir sürü insan için yeni bir şey<br />

değil…<br />

Festivallerde son yıllarda dikkatimi çeken<br />

başka bir şey de sinemanın önüne geçen gerçeklik!<br />

Yoğun bir gerçeklik sinema estetiğini<br />

öldürüyor yavaşça. Tatminsiz ayrılıyor salondan,<br />

her filme ‘eh’ çıkıyor artık ağzımızdan.<br />

Yönetmenler de bir zahmet bunu görsünler,<br />

seyirciyi her anlamda tatmin etmek için<br />

uğraşsınlar o vakit. İnsanlar beğenmeyince de<br />

bozulmasınlar!<br />

Politik duyarlılık yalnız bireyin saçma dertlerinden<br />

elbette bin kat iyi ama sinema niye bu<br />

kadar yavaş! Söylemekten dilimizde tüy bitti,<br />

yavaşlık sanatsal değil, artık değil ya da…<br />

Selim Evci imzalı Rüzgarlar’a da bu anlamda<br />

yönetmene filmini kısaltmasını, bir nevi ziplemesini<br />

öneriyoruz. Konusuzluk derdi, görüntülere<br />

yüklendiriyor yönetmeni ne yazık ki!<br />

Kendi adıma yoğun ama filmlerden dolayı çok<br />

da tatmin olamadığım bir festival geçirdim…<br />

Daha önce izlediğim bir filmin yerine Chaplin<br />

imzalı Altına Hücum filmine girdim ve destursuzca<br />

güldüm eğlendim…<br />

Sonuçlara delice itiraz etmiyorum ama<br />

beklediğimizin dışında oldu sadece, yoksa kimsenin<br />

Babamın Sesi’ni politik olarak aşşaladığı<br />

yok, sinemasal olarak beğenmemek olabilir<br />

ama!


Çanakkale Çocukları Sinan Çetin’in son büyük projesi. Eşi Rebeca<br />

Haas’ı ve kendi çocuklarını da oynattığı için en kişisel filmi<br />

diyebiliriz. Rebekka Haas ile yaptığımız röportajda Haas’ın Sinan<br />

Çetin ile çalışmak hakkında söyledikleri çok dikkat çekiciydi...<br />

SERDAR AKBIYIK<br />

n Rebecca Haas Sinan Çetin’in eşi olarak<br />

yıllarca onun filmlerinin görsel yönetmenliğini<br />

yaptı. Fakat kamera önüne hep uzak kalmaya<br />

dikkat etti. Bütün bu yıllar içinde Romantik<br />

ve vizyona giren Çanakkale Çocukları’nda<br />

çocuklarıyla beraber rol aldı. Biz de hemen<br />

teybimizi kendisine uzattık. Haas çok<br />

da alışmadığımız bir içtenlikle cevapladı<br />

sorularımızı. Eşi Sinan Çetin’in sette bazen<br />

dağınık, disiplinsiz olduğunu ve çok bağırdığını<br />

söylerken onun gerçekçi, detaylara dayalı bir<br />

sinema yaptığını söyleyerek de hakkını teslim<br />

etti.<br />

Proje size ne hissettirdi?<br />

Sinan Çetin’i pek ciddiye almıyorum. Çok çılgın<br />

bir adam ve benim kontrolü biraz elimde tutmam<br />

gerekiyor. Bu yüzden oynamak istemedim.<br />

Önce projenin nasıl olduğuna bakarım. Utangaç<br />

biri olduğum için uzun süre oyunculuktan<br />

uzak kaldım, bu yüzden cesaretli değilim. Sinan<br />

güçlü bir yüzüm olduğunu, bütün duyguları<br />

oradan alabileceğini düşünüyor. Bu yüzden hep<br />

kamera önünde olmam gerektiğini söyler. Yine<br />

de fazla içinde olmak istemediğim için hayır<br />

dedim. Zaten evliyiz ve beraber çalışıyoruz, ben<br />

biraz mesafe olmasından yanayım. Sinan filmleri<br />

tüketilmesi için yapıyor o yüzden hiç kimse<br />

onu durduramaz. Onun filmlerindeki konular,<br />

herkesin bir şeyler öğrenebileceği, evrensel<br />

olan önemli konular. Tüm bunlara bakınca fikrim<br />

değişti yer almak istedim.<br />

Savaş evrensel bir durumdur fakat ülkeler<br />

açısından bakıldığında bir o kadar da yereldir.<br />

Bu hikayeye baktığınızda evrensel olarak<br />

gördüğünüz şey neydi?<br />

Einstein, “Mantık sizi A noktasından B noktasına<br />

taşır. Hayal sizi istediğiniz her yere taşır”<br />

demiştir. Biz belirli düşünce seviyelerinden<br />

artık çıkmak, hatta yeni bir basamak yapmak<br />

zorundayız. Savaş, politika, siyaset, siyasi<br />

güç, iktidar, rekabet bunlar sonsuz bir konsept<br />

oluşturuyor. Hiçbir konuyu aşağılamak istemiyorum<br />

fakat yeni bir adım atma zamanı geldi. Yeni<br />

düşüncelere açık olursak güzel şeyler çıkacaktır.<br />

Savaşan ülkeler açısından baktığımızda evet<br />

yereldir fakat annelerin tarafından baktığımızda<br />

bakış açısı hemen değişir.<br />

Bu film anne gözünden baktığı için bana savaş<br />

karşıtı olarak da geldi. Filmi savaş karşıtı olarak<br />

adlandırabilir miyiz?<br />

Evet adlandırabiliriz.<br />

Size rol geldiğinde bu bakış açısı rolü kabullenmenizde<br />

işe yaradı mı?<br />

Zaten projeyi o yüzden kabul ettim. Filmin konusunu<br />

çok geç anladım. Sinan herkes gibi<br />

komünikasyon yapmayan biridir. İstediğini hemen<br />

anlatamıyor ama öğrendikten, bilgi aldıktan<br />

sonra bu filmin savaşa karşı olduğunu anladım<br />

ve bu rol ile filmin bir parçası olmak istedim.<br />

Türk değilsiniz ama bu toplumda yaşadığınız için


ir nevi Türksünüz. Bu film Türk toplumu için çok değerli<br />

bir konuyu işliyor. Bu durum sizde cesaret kırıklığı, korku<br />

yarattı mı? Yutabileceğim bir lokma mı çiğniyorum diye<br />

düşündünüz mü hiç?<br />

Korkabiliriz ama ben korkmuyorum. Bu filmle güzel bir<br />

şey söylüyoruz. Öldürmek kötü, yaşamak iyi mesajına<br />

hiç kimse karşı çıkmaz. Tabi ki politik bir biçimde<br />

konuşabiliriz ama insanlık tüm konuları geçer, her<br />

şeyden üstündür. Zaten bu film için geç kaldık. Biz belgesel<br />

çekmiyoruz, insanlara yeni bir açı göstermek istiyoruz<br />

ki bu durum sanattır. Sanatçı çok acı çeker, ortaya<br />

bir şeyler çıkarmak zordur. Eğer dinden, siyasetten,<br />

hastalıktan, homoseksüellikten korkuyorsan sanat yapan<br />

birisi olamazsın. Bir Avustralyalı kadını canlandırıyorum<br />

filmde. Bu rol kabul etmek cesaret mi yoksa cehalet mi<br />

bilemiyorum sonunda ben bir Almanım ve Avustralya<br />

aksanına dair hiçbir şey bilmiyorum. Herneyse sonunda<br />

yaptım. umarım Sinan bir mucize yaratır da komik duruma<br />

düşmem. Sinan gerçekçi de detaylara dayalı bir sinema<br />

yapmıyor. hikayenin özüne dokunan bir yaklaşımı var.<br />

Gerçekçi sinemadan ziyade daha çok bir masal anlattı bu<br />

filmde.<br />

Filmde en savaş karşıtı duygu annelik duygusu var.<br />

Kendi yavrularını kaybetme endişesi çok fazla. Şu an<br />

Türkiye’de bunu yaşayan bir dolu anne var. Tam da<br />

o noktada sizin filminiz çıkıyor, üstüne üstük kendi<br />

çocuklarınız da oynuyor. Bu durum sizi nasıl etkiledi?<br />

Filmin içinde otobiyografik unsurlar var. Bir evliliğin<br />

içinde iki kimlik var ve gerginlikler yaşanıyor. Bu<br />

hem globaliliğe doğru giden pozitif bir gerginlik hem<br />

de keskin bir gerginlik. Sizlerin ve benim dilimiz,<br />

düşüncelerimiz farklı. Sinan da ben de birbirimizden<br />

çok şey öğrendik. Hala da bir şeyler öğreniyorum,<br />

öğrenmeye de devam edeceğim. Otobiyografik anlarda<br />

oynamam kolay oldu, bu duyguları biliyorum, tanıyorum.<br />

Aile içi çatışmalar, düşünce ayrılıkları var. Bu hayatın<br />

kendisidir. Film hemen hemen bir çözüm vermiyor ama<br />

insanları yeni bir açıdan düşünmeye itiyor. Film bana terapi<br />

gibi geldi. Çocuklarımla beraber oynamak ise roldeki<br />

duyguların beni fazlasıyla etkilemesine sebep oldu tabii.<br />

Ben oyuncu olmayı kendime uygun bulmuyorum dediniz<br />

fakat sonuçta başrol olduğunuz bir film bitirdiniz. Bu<br />

filmde sonra düşünceleriniz değişti mi?<br />

Tabi ki oldu. Haluk Bilginer benim partnerimdi. Kendisi<br />

süper bir oyuncu. Ne kadar harika bir işi olduğundan<br />

bahsettim. Rol yapmak çok keyifli, çok derin bir iş. Başka<br />

bir insanın duygularını anlamak zorundasın. Oyuncuların<br />

cin gibi insanlar olduğunu düşünüyorum.


Siz kamera arkasından geliyorsunuz. Eşinizin<br />

bu filmi yönetmesi biraz problem yaratabilir.<br />

Siz böyle bir şey yaşadınız mı?<br />

Yaşadım. Bazen diyaloglara güvenmedim,<br />

fazla duygu vermeden yazdılar. Önemli diyaloglar<br />

istediğimi söyledim. Sonra kendimi<br />

tuttum. Çünkü ben de filmciyim ve yönetmene<br />

yüzde yüz saygı duymuyorsan bu işi<br />

yapmamalısın diye düşündüm. Yoksa bu<br />

gemi yürümez.<br />

Bundan sonra oyunculuğu profesyonel<br />

olarak düşünüyor musunuz?<br />

Her şeye açığım artık. Prensip olarak ilgimi<br />

çekiyor ama kolay kolay bir yönetmene<br />

güvenmiyorum. Senelerce kameramanlık<br />

yaptım, başka yönetmenlerle çalışıp<br />

hatalarını gördüğümde Sinan’a koştum. O<br />

her zaman önemli bir şey yapıyor. Bazen<br />

çok amatör, dağınık, disiplinsiz yapıyor,<br />

çok bağırıyor. Onunla beraber çalışmak<br />

çok zor ama film yaparken en önemli şey<br />

konu, sonuç ve o bunun üstesinden geliyor.<br />

Hiçbir zaman boş bir iş yapmaz. Bu da çok<br />

rahatlatıcı ve keyifli bir durum.<br />

Türk sinemasında gişe filmleri ve sanat<br />

filmleri diye bir çatışma vardır. Sanat filmlerini<br />

Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu,<br />

Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu’dan seyretmeye<br />

alıştık. Bu tür filmler üretirler. Başka yönetmenler<br />

de gişe filmi üretirler. Sinan Çetin tam<br />

ortadadır. Gişeyi de, sanatı da önemser. Siz<br />

bu çatışmaya nasıl bakıyorsunuz?<br />

Siz zaten çok güzel anlattınız. Türkiye’de<br />

hem gişeyi hem sanatı düşünen film çok az<br />

var. Dünyada çok önemli yönetmenler var,<br />

Roman Polanski, Milos Forman, Quentin Tarrantino,<br />

Inarritu, Coen kardesler gibi. Filmleri<br />

hem çok büyük gişe yaptıyor, eğlenceli<br />

filmler oluyor hem de çok önemli mesajlar<br />

taşıyor. Türkiye’de daha öyle film göremedim.<br />

Türkiye’deki yapılanma çok dengeli değil.<br />

Yurt dışında ödül alan filmi, Türkiye’de 9 bin<br />

kişi izlemiyor.<br />

Çünkü bir tarafta ideolojik düşünceler<br />

diğer tarafta para kazanmaya dayalı<br />

düşünceler var. Biz Hollywood’dan bir şeyler<br />

öğrenebiliriz.


n Henüz iki kısa filmlik filmografisiyle<br />

şimdiden sektörün önde gelen<br />

kısa film yönetmenlerinin arasına<br />

girmeyi başaran Orhan İnce için<br />

son yılların rekortmen kısa filmcisi<br />

tanımını yapmak yanlış olmaz.<br />

Ana dilin önemini anlatan onlarca<br />

kısa film içinden en akılda kalanı<br />

olanıydı kuşkusuz ki “Ali Ata Bak”.<br />

Orhan İnce bu filmdeki samimi<br />

anlatımı, doğal oyunculukları ve<br />

içten çabası için alkışları hak etti,<br />

ödülleri evine götürdü. Bakalım<br />

Orhan’ın kısa film dünyası<br />

hakkında düşünceleri neler?<br />

Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />

misin?<br />

1983 Diyarbakır doğumluyum. Marmara<br />

Üniversitesi Sinema Televizyon<br />

Bölümünü bitirip aynı üniversitede<br />

yüksek lisans yapmaktayım.<br />

DEMA KU GENIM DIRIJIN<br />

(BUĞDAYLAR DÖKÜLÜRKEN)<br />

ve ALİ ATA BAK adlı kısa filmlerini<br />

çektim.<br />

Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />

Kendi uzun metraj sinema filmini<br />

görmemiş birisi olarak; şu anda<br />

duygu, düşüncelerimi ve bakış<br />

açımı sizlerle kısa bir şekilde<br />

paylaşabildiğim tek yol.<br />

Kısa filmi bir araç olarak mı<br />

görüyorsun? Yoksa söz gelişi<br />

bir 10 yıl sonra da, kısa filmler<br />

çekeceğim diyor musun?<br />

Ben bir araç olarak görmüyorum.<br />

Seviyorum kısa film<br />

yapmayı ve daha zor buluyorum<br />

uzun metrajdan. Kısa bir süre<br />

içerisinde yarattığınız atmosfere<br />

ve anlattığınız hikâyenin<br />

içine insanların girebilmesini<br />

sağlamak, sanırım uzun metrajdan<br />

daha zordur. Bazen o kadar<br />

güzel bir fikir gelir ki aklınıza, o<br />

ancak kısa film olur. Böyle bir<br />

şey 10 yıl sonra da gelse aklıma,<br />

mutlaka çekerim.<br />

“Ali Ata Bak” adlı filmin birçok<br />

festivale katıldı, ödüller aldı.<br />

Neler hissettiriyor bu durum?<br />

Geleceğe dair ne gibi hayaller<br />

kurduruyor?<br />

Bundan önce yaptığım film de<br />

birçok festivalde gösterildi. ‘’Ali<br />

Ata Bak’’ kadar ses getirmese<br />

de bizim için ulaşmak istediğimiz<br />

yerler için önemli bir adım oldu.<br />

Festivaller, kısa filmler için belki<br />

de tek gösterim olanağı. O<br />

açıdan bir kısa film yönetmeni<br />

olarak yaptığım filmlerin izleyiciyle<br />

buluşması çok önemli. Ali Ata<br />

Bak’ın festivallerde dolaşması ve<br />

ödüller alması tabi ki de çok mutlu<br />

etti. Gelecek açısından da neler<br />

olur bilmiyorum açıkçası. Bu işe<br />

gönül vermiş ve bu işi hobi amaçlı<br />

değil, mesleği olarak seçmiş<br />

birisiyim, her zaman en iyisi<br />

olması için uğraşırım ama en iyisi<br />

olur mu onu zaman gösterir.<br />

Sence hızla gelişen teknolojinin,


kısa filme ne gibi katkıları olabilir?<br />

Neler götürür?<br />

Ben okula başlarken ev arkadaşımın<br />

kompakt makinesiyle ilk ödevlerimi<br />

çektim. Bu kadar kısa zaman diliminde<br />

o kadar çok şey değişti ki, uzun<br />

metraj filmleri artık fotoğraf makineleriyle<br />

(5D mark2) çekiliyor. Her<br />

gün yeni bir kamera çıkıyor. Evinde<br />

bilgisayarında kurgunu yapabiliyorsun.<br />

Teknolojinin çeşitlenmesi ve<br />

bu anlamda çoğalması film çekecek<br />

kişileri çoğalttı. Fakat bu kadar kolay<br />

olması da işin niteliksel boyutuna<br />

zarar veriyor diye düşünüyorum.<br />

Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin,<br />

yerli ve yabancı yönetmenler kimler?<br />

Hangi oyuncularla çalışmak isterdin?<br />

İsim anlamında belki çok değer<br />

verip de unuttuğum isimler olabilir,<br />

o yüzden isim vermeden devam<br />

edeceğim. Hayatta<br />

olmadıkları için isimlerini<br />

vermemde sanırım sakınca<br />

yoktur. Birçok insanın evinde<br />

posterleri asılı olan, genelde<br />

birçok insanın neden<br />

sevdiğini bilmeden kayıtsız<br />

şartsız sevdiği sinema adamı<br />

Yılmaz Güney. Küçükken<br />

filmlerini izlemeden sevmiştim<br />

Yılmaz Güney’i. Filmlerini<br />

izledikten sonra ise büyük<br />

bir hayranı oldum. Onun<br />

sineması benim için önemli<br />

bir referanstır. Bir de sinemayı<br />

sadece sevmek değil de, âşık<br />

ta olmak istiyorsanız sevgili<br />

Ahmet Uluçay’ı da unutmamak<br />

gerekiyor. Bunun dışında<br />

bu işe gönül vermiş ve samimi<br />

bir sinema yapan her<br />

yönetmen benim için saygıya<br />

değerdir. Oyuncu anlamında<br />

aslında çok çalışmak<br />

istediğim oyuncu var fakat<br />

şu ana kadar hiç profesyonel<br />

oyuncuyla çalışmadım. Bundan<br />

sonra ki filmlerimde ne<br />

olur bilmiyorum. Yarattığım<br />

karaktere en çok uyan kişi<br />

oyuncu bile olmazsa çok<br />

çalışmak isterim..<br />

Türkiye’deki film festivalleri<br />

ve kısa filmcilere yaklaşımları<br />

konusunda neler söylemek<br />

istersin?<br />

Bu çok önemli olduğu için en<br />

başta bunu söylemek istiyorum.<br />

Festivallerdeki ön eleme<br />

jürisi bence asıl jüriden daha<br />

önemli, eğer onlar istemezse<br />

dünyanın en iyi filmini de çekseniz<br />

o filmden kimsenin haberi<br />

olamaz. Lütfen buna gerekli<br />

önemi versinler! Genelde<br />

uzun metrajla birlikte yapılan<br />

festivallerde: Kısa metrajlar<br />

gösterim konusunda en kötü<br />

salon en kötü teknik hangisiyse<br />

oraya, en kötü ulaşım<br />

ve barınma koşulları kısa<br />

filmciler için oluyor. Genelde<br />

bir an önce bitsin de gözüyle<br />

bakılıyor. Ödül töreninde bile<br />

uzun metraj’a hemen geçmek<br />

için, kısa metraj ödülleri pat<br />

diye okunuyor. Ne bileyim<br />

biraz heyecan, gerilim filan<br />

yaratılır. Sadece kısa filmin<br />

gösterildiği festivaller bu<br />

konu da daha iyi. Geleceğin<br />

sinemasını oluşturacak kişiler<br />

bu işi yapan arkadaşlardan<br />

oluşacaktır. O yüzden bireye<br />

olmasa da sinemaya saygı<br />

diyorum.<br />

Son olarak gelecek<br />

planlarından bahsedelim…<br />

Yeni bir kısa film senaryosu<br />

üzerine çalışıyorum. 2013’te<br />

çekeceğim eğer bir aksilik<br />

olmazsa. 2014 ya da 2015’te<br />

de ilk uzun metraj filmimi çekmeyi<br />

planlıyorum.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!