You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Adana, Antalya ve sinema<br />
n Eylül, ekim hem festivallerin<br />
hem de sinemanın coştuğu aylar.<br />
Artık en yoğun aylardayız. Zaten<br />
her hafta bir Türk filmi seyrediyoruz.<br />
Biz de filmlerin yönetmenlerinin<br />
ve oyuncularının peşindeyiz<br />
sizin adınıza. Bu ay öncelikle<br />
çok tartışma yaratan Adana Film<br />
Festivali’nin değerlendirmesini<br />
Banu’nun kaleminden okuyacağız.<br />
Adana’daki kadın sinemacıların<br />
dirilişi ise Merve Genç’in gözünden<br />
kaçmamış ve bütün ödüllü kadın<br />
sinemacılarla konuşmuş. Hiç bir<br />
yerde bulamayacağınız mükemmel<br />
bir dosya. Ve ekimin olmazsa<br />
olmazı Antalya Altın Portakal’da<br />
neler var, neleri izleyeceğiz, kimleri<br />
göreceğiz hepsi Antalya<br />
dosyamızda var. Büyük bir ümitle<br />
Antalya’nın başarısını size yazmak<br />
için kadro olarak festivalde olacağız.<br />
Röportajlarımız da yine ilgi çekici ve<br />
ekim filmlerinin isimleri var. Öncelikle<br />
bu ayın ağır topu olan Uzun<br />
Hikaye’yi başrol oyuncularından<br />
dünya güzeli Damla Sönmez ile<br />
konuştuk. Kasım ayında vizyona<br />
girecek Gözetleme Kulesi’nin yönetmeni<br />
Pelin Esmer ile Adana’da<br />
aldığı ödülü ve filminin sırlarını<br />
konuşma fırsatını kaçıramazdık, festivalde<br />
hemen teybimizi ona uzattık.<br />
Bu röportaj da önemli. Eylül ayının<br />
büyük bombası ve bence elimizde<br />
patlayan Çanakkale Çocukları’nı ise<br />
Sinan Çetin’in eşi ve filmin başrol<br />
oyuncusu Rebekka Haas kendi<br />
görüş açısıyla bize anlattı. Özge ve<br />
Özgür Özberk kardeşler ise komedi<br />
filmi Napcaz Şimdi için kapısını<br />
çaldığımız diğer ünlüler. Banu<br />
çok doğru bir tespit ile İstanbul<br />
Filmleri Dosyası yapacağını<br />
söylediğinde onikiyi gözünden<br />
vurduğunu düşündüm. Hollywood<br />
İstanbul’a son zamanlarda büyük<br />
aşk besliyor. İşte bu aşkın filmleri<br />
Banu’nun dosyasında. Dergimizde<br />
bir de görev değişikliği oldu. Kurucu<br />
ortağımız ve ilk sayıdan beri<br />
yazıişleri müdürü olan Fırat Sayıcı<br />
bundan sonra sadece yazılarıyla<br />
aramızda yer alacak. Fırat’a yeni<br />
dergilerde, sitelerde ve sinema<br />
dolu günlerde başarılar diliyorum.<br />
<strong>Cinedergi</strong> DVD’leri, eleştirileri, özel<br />
köşeleri, pek yakında ve haber<br />
köşeleri daha sayamadığımız<br />
içeriğiyle size sinema için yeter. İyi<br />
okumalar...<br />
Yayın Sahibi<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Serdar Akbıyık<br />
Yazı İşleri Müdürü<br />
Banu Bozdemir<br />
YAZARLAR<br />
Kerem Akça Fırat Sayıcı<br />
Alper Turgut Murat Tolga Şen<br />
Burak Yarkent Burcu Mercan<br />
Aysıt Genç Merve Genç
Yönetmen: William Friedkin<br />
Senaryo: Tracy Letts<br />
Oyuncular: Matthew McConaughey,<br />
Emile Hirsch, Juno Temple<br />
Konu: 22 yaşında ve uyuşturucu<br />
satıcısı olan Chris (Hirsch)’in annesi<br />
Chris’in uyuşturucu zulasını<br />
çalar. Chris’in en kısa zamanda<br />
6000 USD bulması<br />
gerekmektedir. Babası<br />
Ansel (Hayden Church)’i<br />
görmeye gider, ve planı<br />
yaparlar. Herkesin nefret<br />
ettiği Chris’in annesinin bir<br />
hayat poliçesi vardır, bu<br />
para hepsini zengin etmeye<br />
ve Chris’in borcunu<br />
ödemeye<br />
yetecektir. Tek<br />
sorun Chris’in<br />
annesinin hayatta<br />
olmasıdır.<br />
Kiralık katil<br />
Joe Cooper<br />
belli bir para<br />
karşılığında işi<br />
yapacaktır, fakat Chris ve Ansel’in<br />
yeterli parası yoktur. Joe gitmek<br />
üzereyken herşeyden habersiz ve<br />
günahsız olan Chris’in kızkardeşi<br />
Dottie (telmple)’yi farkeder. Parası<br />
bulunup ödeninceye kadar Dottie’yi<br />
alı koyar.
Yönetmen: Malgorzata<br />
Szumowska<br />
Senaryo: Tine Byrckel, Malgorzata<br />
Szumowska<br />
Oyuncular: Juliette<br />
Binoche, Anaïs Demoustier,<br />
Joanna Kulig<br />
Konu: Anne iki çocuk<br />
annesi olan, Parisli ve<br />
iyi kazanan gazeteci bir<br />
kadındır. Elle dergisi için<br />
fahişelik yaparak hayatını<br />
kazanan genç kızlar<br />
hakkında bir araştırma<br />
makalesi yazmaktadır. Bu<br />
süreçte iki bağımsız genç<br />
kızla görüşür; Alicja ve<br />
Charlotte. Bu kendilerine<br />
güvenen kızların hayatları<br />
hakkında öğrendikleri<br />
kendi doğrularını da<br />
sorgulatacaktır.<br />
Yönetmen: Michael J. Bassett<br />
Senaryo: Michael J. Bassett<br />
Oyuncular: Adelaide Clemens, Kit Harington,<br />
Radha Mitchell<br />
Konu: Heather Mason ve babası senelerdir<br />
kaçmaktadırlar, ve her defasında<br />
onları takip eden bu gizli güçlerin adaletinden<br />
sıyrılmayı başarmışlardır. 18<br />
yaşını doldurmadan bir gece önce<br />
korkunç kabuslarla boğuşurken,<br />
babasının beklenmedik bir şekilde<br />
ortadan kaybolduğunu farkeder.<br />
Babasının bu gizemli kayboluşunu<br />
araştırırken aslında olduğu kişi<br />
olmadığını keşfeder. Bu keşif onun<br />
şeytani evrenin derinliklerinde Silent<br />
Hill’de hala tuzağa düşürülmeye<br />
çalışılmasına engel değildir.
Yönetmen: Stefan Ruzowitzky<br />
Senaryo: Zach Dean<br />
Oyuncular: Eric Bana, Olivia<br />
Wilde, Charlie Hunnam<br />
Yönetmen: Wayne Thornley<br />
Senaryo: Kiel Murray<br />
Seslendirenler: Abigail Breslin, Jim Cummings,<br />
Noureen DeWulf<br />
Konu: İki kardeş<br />
olan Addison ve<br />
Liza işlerin ters<br />
gittiği bir kumarhane<br />
soygunundan<br />
ganimetle kaçarlar.<br />
Aynı sırada<br />
belalı eski boksör<br />
Jay ailesi, June ve<br />
emekli şerif Chet<br />
ile Şükran günü<br />
yemeğine hazırlanmaktadır.<br />
Birbiriyle alakasız bu<br />
insanların yolu kesişirse ne<br />
olur?<br />
Konu: Üç boyutlu bir animasyon filmi olan<br />
Zambezia bir kuş şehri olarak biliniyor, film<br />
ise bu kuş şehrinde majesterleri Victoria Falls<br />
döneminde geçiyor. Kai adında saf ,genç ve<br />
derin bir ruha sahip olan bir şahin’in Zambezia<br />
kuşlar şehrine gelerek, kendi kökenlerini<br />
araştırması onlar hakkında gerçeği keşfetmesi,<br />
şehri korumaya çalışmasını ve bir topluluğun<br />
parçası olmayı öğrenmesini konu alıyor.
Yönetmen: Daniel Cohen<br />
Senaryo: Daniel Cohen<br />
Oyuncular: Michaël Youn, Jean Reno,<br />
Raphaëlle Agogué<br />
Konu: Jacky Bonnot, 32 yaşında amatör bir<br />
aşçıdır. Çok yeteneklidir ve ünlü bir aşçı<br />
olup büyük bir restoranda çalışmaktadır.<br />
Fakat ekonomik durumu küçük mutfak<br />
işlerini kabul edip bu yerlerde de çalışmasını<br />
gerektirmektedir; Jacky işlerde de tutunamaz.<br />
Ta ki yıldızlı büyük bir şef olan Alexandre<br />
La Garde’la yolları kesişinceye kadar!<br />
Fakat Garde restoranları da ekonomik<br />
çıkmazdan dolayı tehlikededir ve bu ikilinin<br />
karşılaşması farklı sonuçlar doğurur.
Yönetmen: Scott Walker<br />
Senaryo: Scott Walker<br />
Oyuncular: Nicolas<br />
Cage, John Cusack,<br />
Vanessa Hudgens<br />
Konu: Gerçek olaylara<br />
dayanan film,<br />
Alaska’nın kötü şöhretli<br />
seri katili Robert<br />
Hansen’in hikayesini<br />
anlatıyor. Hansen,<br />
yaşadığı çevrede saygı<br />
duyulan bir aile babası<br />
olarak tanınsa da, daha<br />
sonra 1980’lerde 24 (bu<br />
sayı kesin olarak bilinmiyor)<br />
kadını Alaska’da<br />
zorla kaçırıp öldürdüğü<br />
ortaya çıkan soğukkanlı<br />
bir cani olarak biliniyor.<br />
Yönetmen: Tom Vaughan<br />
Senaryo: Steven Pearl<br />
Oyuncular: Miley Cyrus, Autumn<br />
Reeser, Joshua Bowman<br />
Konu: Ergenlik çağında bir<br />
genç kız olan Molly Morris, FBI<br />
tarafından erişemedikleri tek<br />
alanı soruşturmakla ilgili görevlendirilir:<br />
Öğrenci kardeşliği!<br />
. Molly kendisini sert bir dedektiften,<br />
sofistike bir üniversite<br />
öğrencisine dönüştürür zira<br />
hedefi eski bir mafya liderinin<br />
kızını korumaktır. Listesindeki<br />
şüphelilere tek tek yakınlaşan<br />
Molly, şaşırtıcı biçimde kendisi<br />
de dahil olmak üzere hiç kimsenin<br />
göründüğü gibi olmadığını<br />
keşfedecektir.
n Meleklerin Payı… Havaya karışan viski tadı,<br />
kokusu ya da duygusu… Politik sinemanın üstadı<br />
bu kez mizahı daha üst seviyede kullanıyor, konu<br />
ustalıkla akıyor. Ülkesinin sosyal sorunlarına,<br />
sıradan insanın yaşadığı karmaşaya, maddi<br />
ve manevi açıdan bakan, onu eleştiren, bireyin<br />
peşinde bir belgeselci, bir kameraman edasıyla<br />
dolaşan bir yönetmen Loach… Ayaktakımı,<br />
Carla’nın Şarkısı, Ülke ve Özgürlük, Benim Adım<br />
Joe benim için öne çıkan filmleri…<br />
Loach ismi geçtiğinde etkili bir sinema dilinin<br />
karşıma çıkacağını bilirim, şu ana kadar sıkıldığım<br />
bir film olmadı ama en son filmi Tehlikeli Yol’da<br />
dikkatimi veremediğimi itiraf etmeliyim. Meleklerin<br />
Payı hayattan, yoksulluktan ve hatta din olgusundan<br />
ilginç bir pay alma filmi.<br />
Hayatın onlara tanımadığı şansı kendileri almaya<br />
kalkan bir grubun viski, macera, paylaşım<br />
ve komediyle benzeşen öyküsü sanırım en fazla<br />
güldüren Loach filmi olarak öne çıkıyor. Gedikli<br />
senaristi Paul Laverty ile kafa kafaya veren yönetmen<br />
seçtiği sıra dışı karakterlere yüklediği ufak<br />
özelliklerle onları hem yüceltiyor, hem de yollarını<br />
bulmaları için gerekli doneleri sunuyor.<br />
Filmin ismi gerçekten de anlamlı… Viski<br />
piyasasına, onları tadım ritüeline bakmasıyla<br />
bende hafiften Sideways etkisi uyandırmadı değil.<br />
Tabii o daha çok yol ve şarap filmiydi ve de kendini<br />
bulma hali…Bu sanki onun biraz da viski hal<br />
gibi, viski sevenleri de değişik bir şekilde kendisine<br />
bağlayacak gibi. Burada film Robbie’nin umutsuz<br />
hayatı üzerinden ilerliyor. Baktığınızda Robbie’nin<br />
hayatı kaymış vaziyette. Üstelik bir partneri var ve<br />
odan çocuğu oluyor. Kızın ailesi Robbie’nin peşinde.<br />
Robbie sıska vücuduyla baştan bir kaybeden gibi<br />
duruyor ama azim ve başarma duygusu ona değişik<br />
bir yol açıyor. Bir de filmde iyi insan olmaya övgü<br />
yapılıyor ki, film kıymet bilen bir sonla noktalanıyor…<br />
Loach sıradan insanın peşinde dolandığı için konu<br />
da sıradan. O sıradanlığı kıran tiplemelerin komikliği<br />
oluyor biraz da! Yine işsizlik, devlet sorgulaması,<br />
birey hakları var ama bir yandan da İskoç yaylalarına<br />
taşınan ilginç bir özgür ruh duygusu da var!<br />
Bana sorsanız hala eski filmlerinin tadını arıyorum<br />
derim ama bu da sıradan insanın sıradan seyirciye<br />
vereceği bir mesaj olmuş, iyi olmuş… Loach<br />
çok üretken bir yönetmen tıpkı Woody Allen gibi…<br />
Neredeyse her yıl bir film çıkıyor ve her filminde konular<br />
bir şekilde aynı noktada buluşuyor… Meleklerin<br />
Payı’nı izlemenizi tesviye derim, Loach’un mizahi<br />
duygusuna ve bunu çok rahat bir biçimde perdeye<br />
yansıtmasına tanık olun!
n “Almanya’daki Karadeniz sevdalısı Fatih<br />
Akın, “Cennetteki Çöplük” adlı belgeseliyle,<br />
memleketimizin cennet köşesinin nasıl cehenneme<br />
dönüştürüldüğünü resmediyor, büyük bir<br />
ustalıkla... Radyasyon, işsizlik, göç, Otoyol, HES<br />
derken, güzelim Karadeniz’in çöplük gibi bir belası<br />
daha varmış. Evet, bu belgesel, bürokrasi denen<br />
manyaklığın, yaşam alanını çöplüğe çevirmesine<br />
dair... Çöplük deyip geçme, bazen bomba gibi<br />
patlıyor, bazen suya karışıyor, denize kadar iniyor,<br />
toprağa, sebzeye, meyveye bulaşıyor, bu meret<br />
tam bir dert, anlayacağınız. Beş yıllık bir proje<br />
olan Cennetteki Çöplük, aslında yerel kameraman<br />
Bünyamin Seyrekbasan’ın emeği, özverisi,<br />
takipçiliği ve büyük ısrarı ile beyazperdeye ulaşıyor.<br />
Filmin görüntü yönetmenliğini de üstlenen Seyrekbasan,<br />
yönetmen de ben olmalıyım deseydi, haklı<br />
olurdu ama böyle etkileyici bir belgesel ortaya<br />
çıkmazdı, kesinlikle... Fatih Akın’ın ismi, belgeseli<br />
resmen görünür kılıyor çünkü, ama ona da<br />
haksızlık etmeyelim, kurgu, müzik, detay, mizah,<br />
yüzde 70’i amatör olan çekime, yüzde 30 profesyonel<br />
katkı vs. derken yeteneğini konuşturmuş, yerel<br />
bir işi, evrensele hitap eden bir yapıma çevirmesini<br />
bilmiş. Fatih Akın ve Bünyamin Seyrekbasan<br />
dışında görüntü yönetmeni Herve Dieu, kurgucu<br />
Andrew Bird, müzisyen Alexander Hacke, ses<br />
bölümünde de Joern Martens, Richard Borowski<br />
ve Felix Roggel, “Her çözüm, bir sorun doğurur”<br />
sloganıyla yola çıkan Cennetteki Çöplük’ü görünür<br />
kılıyorlar. Umarım bu belgesel, sinemalardaki<br />
gösteriminden sonra TV’ye de taşınır ve böylelikle<br />
herkes, yemyeşil bir güzelliğin nasıl kokuştuğunu<br />
ve bozulduğunu izlemiş olur, içlerinden lanet<br />
okuyarak... Trabzon’a bağlı Çamburnu Beldesi’nde,<br />
neredeyse tüm Doğu Karadeniz’in çöplerinin<br />
döküleceği, sözüm ona bir arıtma ve toplama<br />
tesisi kurulur, köylülere hiç koku gelmeyeceği,<br />
çöp sularının da dönüştürüleceği anlatılır ve yalan<br />
dolan ile ahali ikna edilir. Hatta parfümler bile sıkılır,<br />
ancak çöplük zamanla büyür ve çevre felaketi için<br />
geri sayım başlar. Hırçındır Karadeniz’in doğası, en<br />
az denizi kadar... Deli bir sağanak, sele dönüşmeyi<br />
elbette bilir, ardından da ya derelere ya da denize<br />
ulaşmaya çabalar. Seli, çöplük nasıl durdursun?<br />
Haliyle basıp dağıtacak ve ne bulursa onu da beraberinde<br />
taşıyacak. Köylüler çevre felaketini görünce,<br />
isyan ederler ve çöplüğün kaldırılması için mücadele<br />
verirler. Karşılarında bürokrasi var, kolay mı onunla baş<br />
edebilmek? Zor, çok zor... Belde başkanı, Çamburnu<br />
halkıyla birlikte savaşır, çöplüğe karşı. Ama o ne, kendini<br />
yargılanırken bulur, köylüler valiye, bakana dertlerini<br />
anlatmayı çabalarlar, ama nafile... Seslerini duyuramazlar.<br />
Çamburnu’nun kokudan burnu düşer resmen, gençler<br />
kaçmak ister, cennet iken cehenneme devşirilen,<br />
bu mazlum ve mağdur beldeden... Çay tarlaları,<br />
mısırlar, çöplüğe sırtını dayamış evler, her şey hızla<br />
kirlenmektedir. Pisliğin yayılma eğilimi ise ürkütücüdür,<br />
denizdeki balık bile ondan kaçamaz, kurtulamaz. Lakin<br />
Karadeniz insanı inatçıdır, denizi, suyu, yaylası, yeşili<br />
ve evi için mücadele etmekten asla vazgeçmez. Bu<br />
belgesel kaçmaz.<br />
Son olarak; Fatih Akın, dedesinin köyünün bulunduğu<br />
Çamburnu’na ne güzel destek atmış, umarım aynı ilgiyi,<br />
Karadeniz’in asıl belalısı HES’lere karşı da gösterir ve<br />
tüm dünyaya seslenecek bir belgesel yaratır.
n Buluntu filmlerden (Found Footage) pek<br />
hoşlanmam. Blair Cadısı (The Blair Witch<br />
Project) ile hayatımıza şok edici bir giriş yapan<br />
bu film çekme tekniğine, aktüel gerçeklik<br />
duygusunun peşinde koşan ve üretimin<br />
maliyetsizliğinden etkilenen genç sinemacılar<br />
büyük bir iştahla atladı. Eskiden birkaç yılda<br />
bir karşımıza çıkan bu filmlerden onlarcasını<br />
gördük geçtiğimiz vizyonda...<br />
İlk [REC] filminin son derece basit bir konusu<br />
vardı ama yönetmen Jaume Balagueró’nun<br />
asıl derdi anlatımının, aktüel kamera desteği<br />
ile seyirci tarafından gerçek bir deneyim<br />
olarak algılanabilmesiydi ve bunu gerçekten<br />
başarmıştı. Ayrıca şunu bilin ki prensim;<br />
Zombiler kendi aralarında ikiye ayrılır.<br />
Şeytani (Vudu Büyüsü) kökenli olanlar ve virüs<br />
kökenli olanlar... Virüs bahanesi modern korku<br />
sinemasında daha çok tutuluyor ama benim<br />
sevdiğim bu “demonik” olanları... [REC] serisinin<br />
bir artısı da buydu.<br />
Zombi filmlerinde genellikle kahramanlar bir<br />
binanın içinde hapsolmuştur ve Zombiler<br />
mekana girmeye çalışmaktadır. Balagueró bu<br />
sıkışmışlık duygusunu bir adım daha ileriye<br />
götürüyor ve Zombilerle insanları aynı binanın<br />
içinde hapsetmeyi başarıyordu.<br />
Ama işte ‘tutmuş’ ucuz tüm korku filmlerinin<br />
başına gelen bu serinin de başına geldi. Bu<br />
harika filme asla devam çekilmemeliydi. Tabii<br />
altın yumurtlayan tavuğu kimse kesmek istemiyor.<br />
Bazı buluntu film örneklerini kritiklerken<br />
de “bunu izleyeceğime düğün kasedimi koyar<br />
onu izlerim, daha gerilimli” yazmıştım ki işte<br />
kehanetimin gerçek olduğu gün bugündür!<br />
Neyse ki bu film bizi sadece ilk 20 dakikalık<br />
düğün bölümünde buluntu filmin kollarına<br />
atıyor sonra da bildiğimiz kocaman kameralara,<br />
alıştığımız steadycam numaralarına<br />
geçiyor. Filmin esprisi de bu... Bir melez film olarak belli<br />
bir anlam kazanıyor ve serinin devamının buluntu film<br />
tekniği üzerinden gitmeyeceğini işaretliyor. (Bu satırları<br />
yazarken 4. Film, [REC] Apocalypse’in çekileceğini<br />
öğrenmiş bulunmaktayım) [Rec]3 Diriliş, Koldo ve Clara<br />
adlı genç çiftin evlilik törenlerinde başlıyor. Davetlilerden<br />
Koldo’nun amcası törene gelmeden önce bir köpek<br />
tarafından ısırılmıştır ancak yara önemsiz gözükmektedir.<br />
Törenin ardından yapılan partide amcanın garip davranmaya<br />
başladığını görürüz. Kendini balkondan atan amca,<br />
yardım etmeye çalışanları ısırarak cehennem saatlerini<br />
başlatır. Bu dakikadan itibaren REC 3, karmaşada birbirini<br />
kaybetmiş aşıklarımız Koldo ve Clara’nın birbirlerini<br />
bulma hikayelerini anlatan bir korku -güldürü -romantizm<br />
üçgeni halini alır. Hikaye tanıdık geldi mi? Aslında bizim<br />
sinemamızdan çıkma tam da böyle bir film var; sinema<br />
yazarlığı da yapan iki yönetmenin elinden çıkma Ada:<br />
Zombilerin Düğünü... Koskoca [REC] serisi için bizim<br />
filmi yağmalamışlardır diye suçlamak olmaz ancak ilginç<br />
benzerlikler var. Konu bir yerde bambaşka bir tarafa gitse<br />
de giriş ve gelişme noktaları aynı. Karantina (Quarantine)<br />
adıyla Amerikan illerinde remake dahi olan başarılı<br />
[REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz Genesis bölümüyle<br />
yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez<br />
tarafı korku-komediye dönüşmüş olması... Bu<br />
o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını daha ciddiyetsiz<br />
bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Keşke<br />
[REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. Kendine ait hiçbir<br />
özgün fikri kalmamış olan hikaye, Anime ve çizgi roman<br />
yağmalamasına girişmiş bir şekilde “Testereli Gelin” Leticia<br />
Dolera’yı çıkarıyor karşımıza! Jill Valentine (Ölümcül<br />
Deney) ve Cherry Darling (Dehşet Gezegeni) özentisi bir<br />
karakter... Ergen izleyiciler hala bu numaralara kanıyorsa<br />
bilemem tabii. [REC]³ Génesis’i izledim ve bir an önce unutmak<br />
istiyorum. Bu filmden sadece zombi kültüyle alay<br />
etme malzemesi çıkar ki onu yapan bir sürü yeteneksiz<br />
video yönetmeni var zaten. İzlediğim için pişmanım, kimseye<br />
de tavsiye edemiyorum. Zombiliğin de bir onuru var!
n Uzun Hikaye Osman Sınav’ın Mustafa Kutlu’nun<br />
aynı adlı romanından uyarladığı ve şimdiye kadar<br />
sergilediği sinemacı kimliğinin dışında bir üretim.<br />
Dikkat çekici oyuncu kadrosu ve yönetmenin tercih<br />
ettiği dil açısından da ilginç bir yapım.<br />
İlk seyrettiğimde bir televizyon dizisi olsa daha uygundu<br />
diye düşündüğüm film gün geçtikçe sinema<br />
olarak da değerli gözüktü bana.<br />
Herşeyden önce bu tür filmler yurt dışında da çok<br />
çekiliyor. Hafif İtalyan sinemasını andıran ve içinde<br />
nostalji barındıran filmin romandan uyarlanması<br />
önemli tabii. Her yönetmenin ve senaryo yazarı için<br />
zordur uyarlama film. Çünkü önünüzde beğenilmiş<br />
binlerce insan tarafından okunmuş bir roman<br />
vardır. Hem bu romanı okuyanların beklentilerini<br />
karşılayacaksınız hem de sinemanın gereğini<br />
yapacaksınız, bir de üstüne kendi kimliğinizi<br />
koyacaksınız.<br />
Osman Sınav filmi roman severleri tatmin edecek<br />
şekilde çekmiş. Kendi sinemacı kimliğini<br />
işleyebilmiş mi orası biraz muallakta. Filmin ana<br />
karakteri Bulgaryalı Ali. Dedesiyle Bulgaristan’dan<br />
Türkiye’ye göç eden Ali idealist bir gençtir. Mahallesindeki<br />
yazlık sinemanın sahibinin kızına aşık<br />
olur. Fakat aile kızı vermek istemez. Bunun üzerine<br />
filmde de ilerleyen hikayenin birçok yerinde<br />
göreceğimiz gibi Ali kendi yolunda gider ve kızı<br />
kaçırır. Hem sevdiği insan üzülmesin diye hem de<br />
özgür bir yaşama kavuşmak için kasaba kasaba<br />
dolanır ali. Tren yolunda iş bulmak ister. Fakat dik<br />
başlılığı ve doğrucu tavrı buna engel olur.<br />
Ali çok çalışkandır. Haksızlıklara tahammül edemez<br />
ama verdiği emek ile iş arkadaşlarının sevgisini<br />
kazanır. Otorite ise kirlidir. Hırs ve açgözlülük<br />
her yanı sarmıştır. Zaten Ali bu sebeplerden dolayı<br />
otorite ile hiç bir zaman uzlaşamaz.<br />
Ali karısı ve oğlunun uzayan hikayesi filme<br />
damgasını vurur. Ali’yi canlandıran Kenan<br />
İmirzalıoğlu’nun çok kendine has bir rengi var.<br />
Hangi rolü oynarsa oynasın canlandırdığı karakterin<br />
arkasında hep İmirzalıoğlu’nu görebiliyorum. Bu<br />
filmde de aynı şey söz konusu. İdealist, aydın, emekçi<br />
kimliğinin arkasında sanki eski İstanbul kabadayılarının<br />
ruhu dolaşıyor Ali’nin, sinirinin yanında yumuşak tavrı<br />
Kenan İmirzalıoğlu’nun elinde neredeyse psikopat bir<br />
kişilik yaratıyor. Kendisine haksızlık yapan otoritelere<br />
gülümserken her an yumruğu patlatacakmış hissi<br />
veriyor. Ali’nin eşi Münire’yi ise Tuğçe Kazaz oynuyor.<br />
Farklı tipiyle beyazperde Tuğçe Kazaz’ı seviyor, sinemaya<br />
yakışıyor ama derin bir kabiliyet yok onda. Halbuki<br />
filmde Ali’nin oğlunun sevgilisini oynayan Damla<br />
Sönmez yine harikalar yaratıyor. Minyon ama seksapeli<br />
yüksek fiziğini bakışlarındaki karanlıkla tamamlıyor. Her<br />
oynadığı role bir masumiyet ve çapkınlık katıyor. Yan<br />
rollerde ise muhteşem isimler var.<br />
Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer,<br />
Mahir Günşıray, Mustafa Alabora, Şener Kökkaya, Osman<br />
Alkaş, Cengiz Bozkurt, Mustafa Üstündağ say say<br />
bitmez yani. Bu arada filmin süresi bayağı uzun ama<br />
böyle bir hikaye 90 dakikaya sığmazdı zaten. Filmin<br />
bütün nostaljisi içinde çok sağlam sosyal mesajının da<br />
olduğunu söylemeliyiz.<br />
1940’lar ile 1970’ler arasında geçen bütün hikayeler<br />
şaslon olarak günümüze de oturuyor. Yani dönem filmi<br />
olması asla filmin güncelliğine zarar vermiyor. Herkese<br />
iyi seyirler diliyorum.
49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 6-12<br />
Ekim’de düzenlenecek. Portakalın lezzeti nasıl bakacağız...<br />
n Antalya Büyükşehir Belediyesi - Antalya<br />
Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle düzenlenen<br />
49. Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />
Film Festivali, 6-12 Ekim 2012 tarihleri arasında<br />
sinemaseverlerle buluşacak.<br />
Festivalin bir mesajı olması gerektiğini vurgulayan<br />
Genel Sekreter Mehmet Rıfkı Aktekin,<br />
bu mesajı en geniş kesimlere ulaştırmak ve<br />
program bütünlüğü sağlamak için her yıl bir<br />
başka ana tema ekseninde festival programını<br />
hazırladıklarının altını çizdi. Aktekin, geçtiğimiz<br />
yıl kadın teması ekseninde gerçekleşen Altın<br />
Portakal’ın bu yıl “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />
ana teması üzerine şekillenmekte<br />
olduğunu bildirdi.<br />
sanatçısı, sinema yazarı ve akademisyen olmak<br />
üzere oluşturulan kompozisyon, “Mizah, Muhalefet<br />
ve Demokrasi” temasına uygun özgün<br />
isimlerle desteklenerek zenginleştirildi.<br />
49. Altın Portakal’ın Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışması jürisinde yer alacak isimler şunlar:<br />
Barış Pirhasan (yönetmen), Prof. Dr. Barbara<br />
Boyle (yapımcı – akademisyen), Levent Kazak<br />
(senarist), Uğur İçbak (görüntü yönetmeni),<br />
Prof. Dr. Gülseren Güçhan (akademisyen,<br />
Uluslararası Eskişehir Film Festivali Yönetmeni),<br />
Selçuk Yöntem (oyuncu), Sümer Tilmaç<br />
(oyuncu), Ayşegül Aldinç (müzisyen – oyuncu),<br />
Pelinsu Pir (oyuncu), Tunca Arslan (SİYAD<br />
Başkanı, sinema yazarı), Mine Kırıkkanat (sosyolog<br />
- yazar), Erdil Yaşaroğlu (karikatürist –<br />
mizah yazarı).<br />
Jüri başkanı ünlü sanatçı Hülya Avşar<br />
49. Festivalin rekor ödüllerini, sinemadan<br />
televizyona, müzikten tiyatroya başarılı<br />
çalışmalarıyla ve çok yönlü sanatçılığıyla<br />
büyük beğeni ve övgü toplayan Hülya Avşar’ın<br />
başkanlığındaki jüri belirleyecek.<br />
49. Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj film<br />
yarışması jürisinde, yapımcı, yönetmen, senarist,<br />
oyuncu, görüntü yönetmeni, müzik<br />
Aktekin, Çağatay Tosun’un yönetmenliğini<br />
yaptığı ‘Derin Düşünce’, Ahmet Sönmez’in<br />
‘Elveda Katya’, Dilek Keser ile Ulaş Güneş<br />
Kacargil’in ‘Evdeki Yabancılar’, Hüseyin<br />
Tabak’ın ‘Güzelliğin 10 Par Etmez’, Ersin<br />
Kana’nın ‘Hile Yolu’, Umut Dağ’ın ‘Kuma’, Ali<br />
Aydın’ın ‘Küf’, Rezzan Tanyeli’nin ‘Pazarlığı<br />
Hiç Sevmem’, Ali Adnan Özgür’ün ‘Toprağın<br />
Çocukları’, Tunç Okan’ın ‘Umut Üzümleri’<br />
ve Erdem Tepegöz’ün ‘Zerre’ adlı filmlerinin<br />
49. Antalya Altın Portakal FilmFestivali’nde<br />
yarışacağını belirtti.<br />
Barbara Boyle Altın Portakal jürisinde<br />
Amerikalı akademisyen, film yapımcı ve<br />
dağıtımcısı, Oscar Akademi üyesi Barbara<br />
Boyle, 49. Altın Portakal’ın Hülya Avşar<br />
başkanlığındaki ulusal jürisinde görev yapacak.<br />
Sayısız film festivalinde jüri üyeliği yapan<br />
Boyle, Türk sinemasının son dönem örneklerini
izlemek ve sinema sektörüyle tanışmak için jüri<br />
üyeliğini memnuniyetle kabul ettiğini söyledi.<br />
The Hi Line (2000); Instinct (1999); Bottle<br />
Rocket (1996); Phenomenon; Mrs. Munck Eight<br />
Men Out (1998) gibi çok sayıda önemli filmin<br />
yapımcıları arasında yer alan Barbara Boyle,<br />
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi üyesidir<br />
ve Akademi’nin Yabancı Diller Komitesi’nde<br />
yer almaktadır.<br />
Usta Macar yönetmen István Szabó,<br />
Altın Portakal’da Jüri Başkanı<br />
Dünya<br />
sinemasının<br />
usta yönetmenlerinden<br />
István Szabó,<br />
49. Altın<br />
Portakal’ın<br />
uluslararası<br />
uzun<br />
metraj film<br />
yarışmasının<br />
jüri<br />
başkanlığını<br />
yapacak.<br />
“Mephisto”<br />
filmiyle, 1982<br />
yılında Yabancı<br />
Dilde En İyi<br />
Film dalında Oscar ve Cannes’da En İyi Senaryo<br />
ödülünü alan István Szabó, sadece Macar<br />
sinemasının değil dünya sinemasının önde<br />
gelen yönetmenleri arasında sayılıyor.<br />
En son 2011 yılında 46. Karlovy Vary Film<br />
Festivali’nde jüri başkanlığı yapan István<br />
Szabó, Antalya’yı çok merak ettiğini; Altın<br />
Portakal’da görev yapmanın kendisi için mutluluk<br />
verici olduğunu söyledi. István Szabó’nun<br />
49. Festival kapsamında düzenlenecek atölye<br />
çalışmasına da imza atması bekleniyor.<br />
Yaşam boyu onur ödülleri<br />
Antalya Altın Portakal Film Festivali bünyesinde<br />
16’ncısı verilecek olan Yaşam Boyu Onur<br />
Ödülleri’nin bu yılki sahipleri de açıklandı. Festival<br />
Düzenleme Komitesi’nin oy birliği ile aldığı<br />
kararla, Türk sinemasına katkılardan dolayı<br />
yönetmen Duygu Sağıroğlu, yapımcı Necip<br />
Sarıcı, usta oyuncular Güler Ökten, Salih Güney<br />
ve Meral Zeren ödüle değer görüldü.<br />
İlyas Salman’a özel ödül<br />
Muhalif tiplemeleriyle sinemaya ayrı bir renk<br />
katan İlyas Salman, özel ödülle onurlandırılacak.<br />
90’lı yıllar sinemasını odağına alan 49.<br />
Festival’in “Mizah, Muhalefet ve Demokrasi”<br />
şeklindeki ana temasını sanatçı kişiliği<br />
ve oyunculuğunda yansıtıyor olması dikkate<br />
alınarak değer görülen ödülü İlyas Salman’a festival<br />
programı içinde düzenlenecek özel gecede<br />
sunulacak.<br />
Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü Türkan<br />
Şoray’ın<br />
2010 yılında verilmeye başlanan Sanatta Sosyal<br />
Sorumluluk Ödülü’nün sahibi Türkan<br />
Şoray olacak. Maddi, manevi ve entelektüel<br />
kazanımlarını sanata ve topluma adayan, birikimini<br />
sanat dünyasında yeni nesiller yetiştirerek
‘sanatta sosyal sorumluluk’ projelerine<br />
aktaran sanatçılara verilen ödülün bundan<br />
önceki sahipleri Müjdat Gezen ve<br />
Rutkay Aziz olmuştu.<br />
tarafından Antalya Kültür Sanat Vakfı’na<br />
teslim edilen ödül, 1999 yılından bu yana<br />
Yıldırım Önal Anı Ödülü olarak her yıl bir<br />
oyuncuya emanet ediliyor.<br />
Emek Ödülü Erol Batıbeki’nin<br />
Uluslararası Antalya Altın Portakal Film<br />
Festivali 2006 yılından itibaren, Türk<br />
sinemasında kamera arkasında çalışan,<br />
başarılı işlere imza atmış kişilere SİNE-<br />
SEN işbirliği ile “Sinema Emek Ödülü”<br />
veriyor. Bu yılın Emek Ödülü çok sayıda<br />
filmin ışık şefliğini yaparak üç kuşağı<br />
ışıklandıran Erol Batıbeki’ye verilecek.<br />
Yıldırım Önal ödülü Işık Yenersu’ya<br />
Bu yıl 14’üncüsü sunulacak Yıldırım<br />
Önal Anı Ödülü’ne sinema-tiyatro oyuncusu,<br />
seslendirme sanatçısı Işık Yenersu<br />
değer görüldü. “Yıldırım Önal Anı<br />
Ödülü’ne benden daha çok sevinecek<br />
bir başkasını düşünemiyorum,” diyen<br />
usta oyuncu Işık Yenersu, Altın Portakal<br />
ve Antalya’ya teşekkür etti. 1973 yılında<br />
“Dinmeyen Sızı” filmindeki rolüyle ‘en<br />
iyi yardımcı erkek oyuncu’ seçilerek<br />
Altın Portakal ödülü alan sinema ve tiyatro<br />
sanatçısı Yıldırım Önal, yaşamının<br />
son yıllarında girdiği ekonomik sıkıntı<br />
nedeniyle, ödülünü bir rehinciye<br />
bırakmak zorunda kalmış; onu geri<br />
alamamıştı. Yıllar sonra rehincinin oğlu<br />
Portakal’dan rekor ödüller!<br />
49. Altın Portakal Film Festivali’nde En<br />
İyi Film ödülü 350 bin TL’den 400 bin<br />
TL’ye, En İyi İlk Film ödülü 50 bin TL’den<br />
55 bin TL’ye, En İyi Yönetmen ödülü 50<br />
bin TL’den 55 bin TL’ye, En İyi Senaryo<br />
ödülü 30 bin TL’den 35.000 TL’ye yükseltildi.<br />
Altın Portakal’ın ulusal uzun metraj<br />
dalında bu yıl dağıtacağı “en iyi film”,<br />
“en iyi ilk film”, “en iyi yönetmen”, “en<br />
iyi senaryo”, “en iyi görüntü yönetmeni”,<br />
“en iyi müzik” ödülleri, kategorilerinde<br />
Türkiye’de dağıtılan en yüksek parasal<br />
ödüller olma özelliği taşıyor.<br />
49. Altın Portakal’a ulusal uzun metrajda<br />
44, belgeselde 111, kısa film dalında 254<br />
film başvuruda bulundu.En İyi Film ödülü<br />
400 bin TL ile ödüllendirilecek.<br />
Belgesel ve kısa filmin jürileri<br />
49.Uluslararası Antalya Altın Portakal<br />
Film Festivali programı kapsamında<br />
gerçekleştirilecek belgesel ve kısa<br />
film yarışmaları ana jürileri açıklandı.<br />
Festival yürütme kurulu tarafından<br />
yapılan açıklamada Portakal’ın bu yılki<br />
SİYAD ödüllerini belirleyecek isimler de<br />
vurgulandı.<br />
Belgesel jürisini oluşturan isimler<br />
49. Festival’in Belgesel Film Yarışması<br />
ana jürisi Ali Ulvi Uyanık (sinema yazarı),
Kemal Öner (yönetmen), Nalan Sakızlı<br />
(yönetmen), Nezahat Gündoğan (yönetmen),<br />
Yrd. Doç. Dr. Perihan Taş Öz’den<br />
(akademisyen) oluştu.<br />
Belgesel Film Yarışması ana jürisinin<br />
yapacağı değerlendirme sonunda En İyi<br />
Belgesel seçilen filme 15 bin, En İyi İlk<br />
Belgesel’e 5 bin TL parasal ödül ve Altın<br />
Portakal heykeli verilecek.<br />
Kısa Film jürisi<br />
Altın Portakal’da bu yıl yarışacak kısa<br />
filmlerin ana jürisi de şu isimlerden<br />
oluştu: Can Evrenol (yönetmen), Erol<br />
Mintaş (yönetmen), Fırat Yücel (sinema<br />
yazarı), Özay Fecht (sanatçı), Selin Sevinç<br />
(sinema yazarı). Yarışma sonunda<br />
birinci gelen kısa filme 10 bin TL para<br />
ödülü ve Altın Portakal heykeli verilecek.<br />
Kısa film ve belgeselde yarış başladı<br />
Altın Portakal’a başvuran 254 kısa film<br />
arasından 21; 111 belgesel arasından<br />
16 film yarışmaya seçildi. Yarışmaya<br />
başvuran 111 belgesel filmin 44’ü yönetmenlerinin<br />
ilk filmi. Bu 44 filmden 6’sı<br />
yarışmaya hak kazandı.<br />
Ön Jüri değerlendirmesi sonunda:<br />
Veysel Cihan Hızar’ın yönettiği ‘’Adem’in<br />
Kuyusu’’, Aydın Ketendağ’ın yönettiği<br />
‘’Ağıt’’, Anıl Kaya’nın yönettiği ‘’Bir<br />
Cevapsız Arama Hayat’’, Barış Çorak’ın<br />
yönettiği ‘’Birlikte’’, Burak Koçak’ın<br />
Yönettiği ‘’Buğu’’, Abdurrahman Öner’İn<br />
yönettiği ‘’Buhar’’, Nadim Güç’ün<br />
yönettiği ‘’Dört Duvar Saraybosna’’,<br />
Sertaç Yumun’un yönettiği ‘’Düğün’’, Eli<br />
Kasavi’nin yönettiği ‘’Evren’in Sonu’’,<br />
Gürcan Keltek’in yönettiği ‘’Fazla Mesai’’,<br />
Merve İnce’nin yönettiği ‘’Gassal’’,<br />
Çetin Baskın’ın yönettiği ‘’Gerayiş’’,<br />
Hüseyin Karacabey’in yönettiği ‘’Hiçbir<br />
Karanlık Unutturamaz’’, Nafi Ayvacı’nın<br />
yönettiği ‘’Leke’’, Serhat Karaaslan’ın<br />
yönettiği ‘’Musa’’, Süleyman Demirel’in<br />
yönettiği ‘’Müphem’’, Mümin Barış’ın<br />
yönettiği ‘’Nasnamayek Heşin’’, Rezan<br />
Yeşilbaş’ın yönettiği ‘’Sessiz’’, Pelin<br />
Kaçar’ın yönettiği ‘’The Other Eye’’, İpek<br />
Kent’in yönettiği ‘’Veda Makamı’’, Dilek<br />
Aydın’ın yönettiği ‘’Ziyaret’’ adlı filmler,<br />
49. Antalya Altın Portakal Film Festivali<br />
Ulusal Kısa Film Yarışması’na seçildiler.<br />
49. Altın Portakal’da belgesel film<br />
yarışmasına:<br />
Veli Kahraman’ın yönettiği ‘’Ana Dilim<br />
Nerede’’ ,Bülent Öztürk’ün yönettiği<br />
‘’Beklemek’’, Zeynep Oral’ın yönettiği<br />
‘’Ben,Sen,O...’’, Hüdai Ateş’in yönettiği<br />
‘’Cneydo’’,Halil Fırat Yazar ve Metin<br />
Çelik’in yönettikleri ‘’Denge Deri’’,<br />
Efe Öztezdoğan’ın yönettiği ‘’Göksu<br />
Üçtaş Londra’ya Giden Yol’’, Ensar<br />
Altay’ın yönettiği ‘’Göl İnsanları’’,<br />
Emine Emel Balcı’nın yönettiği ‘’İch<br />
Liebe Dich’’, Servet Dilber, Aytunç Akad<br />
ve Gürcan Öztürk’ün birlikte yönettikleri<br />
‘’İstanbul Meyhaneleri’’, Demet<br />
Haselçin’in yönettiğ’i ‘’Masumiyet<br />
Müzesi’’, Rodi Yüzbaşı’nın yönettiği<br />
‘’Maya’’, Özgür Akgül’ün yönettiği<br />
‘’Romanistanbul’’,İnan Temelkuran ve<br />
Krısten Stevens’ın birlikte yönettikleri<br />
‘’Siirt’in Sırrı’’, Erol Mintaş ve Taylan<br />
Mintaş’ın yönettikleri ‘’Ucube’’, Yelda Yanat<br />
Kapkın’ın yönettiği ‘’Yahudi Derviş’’,<br />
Ebubekir Çetinkaya’nın yönettiği<br />
‘’Yuva’’, adlı filmler seçildi.<br />
Halkın Portakalı’na Rekor Katılım!<br />
Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
– Altın Portakal işbirliğiyle bu<br />
yıl dördüncüsü gerçekleşen Halkın<br />
Portakalı Film Atölyesi’ne 203 kursiyerle<br />
rekor katılım gerçekleşti.<br />
Koordinatörlüğünü sinema eğitmeni<br />
- yönetmen Engin Kılıçatan’ın yaptığı<br />
projenin çalışma gruplarına Emre Kavuk<br />
senaryo, Zihni Durmuş kurgu, Cenker<br />
Ekemen sinematografik anlatı; Deniz<br />
Can oyunculuk, Sertaç Kasaplar görüntü<br />
yönetmenliği dersleriyle katkı sundular.
Teorik ve pratiğe yönelik eğitimin<br />
ardından sertifikalarını alan kursiyerler<br />
“EXPO 2016 ANTALYA”nın da teması<br />
olan “Çiçek ve Çocuk” temalı 12 filme<br />
imza atacak. Festival kapsamında<br />
gösterilecek filmler Halkın Portakalı jüri<br />
üyeleri tarafından değerlendirilecek.<br />
Yarışma sonunda birinci gelen filme 30<br />
bin, ikinci filme 20 bin, üçüncü gelen<br />
filme 10 bin TL olmak üzere toplam 60<br />
bin TL parasal ödül verilecek.<br />
Uluslararası Özel ve Tematik Gösterimler<br />
yine göz kamaştıracak<br />
Son yıllarda ulusalda elde ettiği başarı<br />
ve deneyimi uluslararası arenaya da<br />
taşıyan festival bu yıl da Uluslararası<br />
Uzun Metraj Film Yarışması’yla, Asya,<br />
Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinden özgün<br />
bir dil geliştirmeyi başarmış, sinemaya<br />
farklı bakış açıları getirebilen yeni<br />
yetenek ve isimlerin keşfini hedeflemektedir.<br />
Restore filmlerin canlı performanslarla<br />
sunulduğu Pelikülün İzinde, sinemaseverleri<br />
sürprizlerle dolu bir yolculuğa<br />
çıkarırken, Ustaların Gözünden, dünya<br />
sinemasının ustalarının son yapımlarına<br />
yer veriyor.<br />
TÜRKSOY işbirliğiyle gerçekleştirilen<br />
ve Avrasya ülkelerinden birinin seçildiği<br />
ve ülke sinemasının irdelendiği Avrasya<br />
Sinemaları’nda bu yıl Kazakistan<br />
sineması konuk olacak.<br />
Farklı ülkelerden, siyasal - sosyal<br />
gelişmeleri irdeleyen ve çağına tanıklık<br />
eden yapımların gösterildiği Dünyanın<br />
Halleri gibi gelenekselleşen bölümlerinin<br />
yanı sıra bu yıl ana tema ekseninde<br />
Mizah ve Muhalefet konulu tematik<br />
gösterimler de yer alacak.<br />
Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik<br />
ilişkilerin kurulmasının 400. yılı<br />
kutlamaları kapsamında Turuncu Filmler<br />
ve savaşın bireyler üzerindeki yıkıcı etkisi<br />
ve savaş sırasındaki kıyamet atmosferini<br />
anlatan, farklı ülkelerden örneklerin<br />
seçildiği Savaşa Karşı özel seçkisi<br />
festival izleyicisiyle buluşturulacak.<br />
Film gösterimlerine katılacak sürpriz konuklarla<br />
daha da renklenecek olan festivalin<br />
uluslararası bölümleri bu yıl da göz<br />
kamaştıracak.<br />
Büyük hayallere küçük sinemacılar<br />
Sinema yazarı Banu Bozdemir’ in çocuklar<br />
için yazdığı “Küçük Sinemacılar”<br />
kitabı Altın Portakal kapsamında<br />
çocuklara hediye edilecek. “Küçük<br />
Sinemacılar”, Türkiye’de çocuklar<br />
için hazırlanan ilk sinema kitabı olma<br />
özelliği taşıyor. Banu Bozdemir, festival<br />
programı çerçevesinde, Antalyalı<br />
küçük sinemacıların katıldığı atölye<br />
çalışmalarına da imza atacak.<br />
Altın Portakal ‘Pelikülün İzinde’<br />
Sovyet yönetmen Victor Turin’in, senaryo<br />
ve kurgu tekniği açısından bir başyapıt<br />
olarak kabul edilen TÜRKSİB belgeseli,<br />
British Film Enstitüsü katkılarıyla gösterilecek.<br />
49. Altın Portakal’ın “Pelikülün<br />
İzinde” bölümünde izleyiciyle buluşacak<br />
TÜRKSİB’in gösterimine, ünlü İngiliz grubu<br />
Bronnt Industries Kapital canlı müzik
performansıyla eşlik edecek. Filmde,<br />
Sovyetler Birliği döneminde yapılan;<br />
günümüz Özbekistanı’ndan Kazakistan<br />
çöllerine oradan Sibirya’ya uzanan 1445<br />
kilometrelik Türkistan – Sibirya demiryolu<br />
inşaatı konu ediliyor.<br />
Altın Portakal’da ustalar geçidi<br />
Altın Portakal’ın gelenekselleşen bölümlerinden<br />
“Ustaların Gözünden” bu yıl da<br />
dünya sinemasının usta yönetmenlerinin<br />
son yıllardaki yapımlarını seyirci ile<br />
buluşturacak. Uluslararası Uzun Metraj<br />
Film Yarışması Jüri Başkanı usta yönetmen<br />
István Szabó’nun son yapımının<br />
yanı sıra, Michael Haneke, Kim Ki – Duk,<br />
Abbas Kiarostami, Dariush Mehrjui, Ken<br />
Loach ve Bernardo Bertolucci’nin son<br />
yapımları da 49. Festivalde sinemaseverlerle<br />
buluşacak.<br />
İranlı usta yönetmen Dariush Mehrjui,<br />
Son filmi ile Altın Portakal’da!<br />
Modern İran Sineması’nın başlatıcısı<br />
kabul edilen “The Cow” (1969) filminin<br />
yönetmeni Dariush Mehrjui’nin<br />
son filmi “The Orange Suit”, 49.<br />
Altın Portakal’da Ustaların Gözünden<br />
bölümünde gösterilecek. Şehri<br />
temizleyerek ruhunu da arındırmaya<br />
çalışan ünlü bir fotoğrafçının eğlenceli<br />
öyküsünü anlatan “The Orange Suit”in<br />
galasına katılacak olan Dariush Mehrjui,<br />
filmi Antalya Büyükşehir Belediye<br />
Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın<br />
ve Büyükşehir Belediyesi’nin turuncu<br />
giysili temizlik işçileriyle birlikte<br />
izleyecek. Mehrjui,festival programı<br />
kapsamında “Ustalardan Sinema Dersleri”<br />
başlığı altında Akdeniz Üniversitesi<br />
öğrencileriyle de bir araya gelecek.<br />
Kayıpların anısı Portakal’da yaşatılacak<br />
Sinemamızın efsaneleşmiş ustalarından<br />
Metin Erksan ve sinema yolculuğunun<br />
başında olmasına rağmen geleceğin<br />
ustaları arasında görülen Seyfi<br />
Teoman’ın anısı ödüllü filmleriyle Altın<br />
Portakal’da yaşatılacak. Seyfi Teoman,<br />
16 Nisan 2012 akşamı 35. doğum<br />
gününde geçirdiği trafik kazasının<br />
ardından kaldırıldığı hastanede 8 Mayıs<br />
2012 tarihinde hayata gözlerini yummuş;<br />
Metin Erksan 4 Ağustos 2012 tarihinde<br />
83 yaşında vefat etmişti. Metin Erksan’ın<br />
kült filmi “Kuyu” ve Seyfi Teoman’ın<br />
yönettiği “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”<br />
ve yapımcıları arasında yer aldığı, ilk<br />
filmi olmasına rağmen geleceğin ustaları<br />
arasında yerini alacak Emin Alper’in<br />
yönettiği “Tepenin Ardı”, Özel Gösterimler<br />
bölümünde “Kaybettiklerimizin<br />
Anısına” başlığı altında sinemaseverlerle<br />
buluşturulacak.<br />
“Susuz Yaz”, “Sevmek Zamanı”, “Acı<br />
Hayat” ve “Yılanların Öcü”yle birlikte,<br />
Erksan’ın olduğu gibi sinemamızın<br />
da başyapıtları arasında yer alan<br />
“Kuyu”nun yapımcısı bu yılın Altın<br />
Portakalı’nda yaşam boyu onur ödülüne<br />
değer görülen Necip Sarıcı. “Kuyu”,<br />
Sarıcı’nın katkılarıyla Altın Portakal’da<br />
gösterilecek.
Türk sinemasının yeni jenerasyonu özellikle kadın oyuncular<br />
anlamında umut verici. Bu ay vizyona girecek olan Uzun Hikaye’de<br />
oynayan Damla Sönmez bu isimlerin önde gelenlerinden...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Bornova Bornova ile 2009 yılında Altın<br />
Portakal’da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />
seçildiğinde performansıyla gelecekte önemli bir<br />
isim olacağını belli etmişti Damla Sönmez. Günümüze<br />
kadar oynadığı Kampüste Çıplak Ayaklar,<br />
Mahpeyker Kösem Sultan, Çakal, Kurtuluş Son<br />
Durak ve vizyona giren Uzun Hikaye öngörümüzün<br />
doğru olduğunu kanıtladı. Bir kadın oyuncu da hem<br />
güzellik hem de kabiliyet olması başarının anahtarı<br />
tabii. Üstelik 1987 doğumlu olan Damla Sönmez<br />
sadece kabiliyetine veya güzelliğine dayanan bir<br />
isim de değil. Sorbone Üniversitesi’nde tiyatro<br />
eğitimi de almış. Bütün bunlar birleşince bizim de<br />
arkamıza yaslanıp onun başarılı performanslarını<br />
seyretmek dışında yapacağımız bir şey yok. Uzun<br />
Hikaye’de ki performansını da seyredince teybimizi<br />
ona uzattık haliyle. Bakın Türk sinemasının<br />
geleceğini temellendiren bu güzel oyuncu bize<br />
neler söyledi.<br />
Senaryoyu aldığında seni en çok ne etkiledi?<br />
Dönem hikayelerini çok seviyorum ve bu hikaye<br />
de hem dönem hikayesi hem de çok sıcak bir<br />
kasaba hikayesi. Senaryoyu okuduğum ilk andan<br />
itibaren çok sürükleyiciydi. Okurken hep kafamda<br />
canlandırırım ve hayal ettiğim haliyle bile bana çok<br />
keyifli geldi.<br />
Film uzun bir dönemi anlatıyor. Onun için de bir<br />
dizi havası da var. Bunun televizyon dizisi için çok<br />
uygun olduğunu düşünmüyor musun?<br />
Bu tarzda birçok film var. Senaryonun tek bir konusu<br />
var ama o konu içinde bütün karakterlerin<br />
hikayesi de ayrıca var. Zaten cast çok güçlü oldu.<br />
En küçük karakter bile çok temiz oynanması gereken<br />
karakterlerdi. Böyle bir şeyi sinemada derli toplu<br />
izlemek daha keyifli.<br />
Film bir roman uyarlaması. Bu çok büyük risktir.<br />
Romanın tadını yakalamak sinemada çok büyük bir<br />
sorumluluk gerektirir. Bunu biraz düşündün mü?<br />
Çok düşündüm. Osman hocayla ilk görüştüğümüzde<br />
romanı da okumam için verdi. Mustafa Kutlu romanı<br />
yazarken o kadar sinematografik şekilde yazmış<br />
ki Osman Hocanın ustalığıyla da birleşince beni<br />
korkutmadı.<br />
Filmin toplumsal ve siyasi eleştirileri de var. Günümüze<br />
de çok denk düşüyor. Bunlar hakkında ne<br />
söyleyeceksin?<br />
Hangi dönemde, hangi iktidar, hangi muhalefet<br />
olursa olsun böyle durumlar oluyor. Filmin siyasi<br />
olarak söylediği en önemli şey ahlak. Herhangi bir<br />
görüştense bahsettiği ahlaki değerler, dürüstlük ve<br />
insana verilen önem her dönemi ilgilendiren şeyler.<br />
O yüzden daha çok bunlarla örtüşmesini isterdim.<br />
Filmin merkezinde Kenan İmirzalioğlu ve onun baba<br />
oğul ilişkisi var. Filmi katmanlaştıran şey ise onların<br />
etrafındaki kadın hikayeleri. Bu durum onların tadını<br />
ortaya çıkartıyor. Bunu nasıl algıladın, filmi nasıl okudun,<br />
rolün nasıldı?<br />
Ayla, orta halli bir kasabada savcının kızı. 78-79<br />
yılları kadınların kendine sahip çıktığı bir dönem ve<br />
Ayla da öyle bir karakter. Gene de ailesinin sözünü<br />
dinleyip dikiş kursuna gidiyor, son derece saygılı bir<br />
kız ama bir yandan da eğitimle ilgili hayalleri var.<br />
Sanki zaman ilerledikçe baskı artıyor o çok üzücü.<br />
Osman Sınav yönetiyor. Kenan İmirzalioğlu var,<br />
Tuğçe Kazaz da oynuyor. Çok güzel bir cast. Bundan<br />
da biraz bahsedelim. Çalışma ortamı nasıldı?
Biz üç ayrı öyküyü üç ayrı kasabada çektik. Cast<br />
çok kalabalıktı ama benim sadece bir kısmıyla<br />
sahnem vardı. Osman Hoca bizim setimizin<br />
olmadığı yerlere bile çağırdı. Bursa’da setim<br />
yoktu ama oraya gelmemizi istedi. Sette birliğe<br />
çok inanan bir yönetmen ve enerjinin de oradan<br />
çıktığını düşünüyor. Ne görmek istediğini çok<br />
iyi biliyor ve sizi oraya da çok net yönlendiriyor.<br />
Benim sahnelerim Mahir Günşiray’laydı.<br />
Onunla ilk kez oynadım ve onun kızını oynamak<br />
çok zevkliydi. Yaşça büyük olan kısım çok<br />
eğitici, kendi akranlarımla olan kısım da çok<br />
eğlenceliydi.<br />
Film festivallere katılmadı. Bunu nasıl karşıladın?<br />
Bu yönetmenin de isteğiyle alakalı. Bir bildiği<br />
vardır diye düşünüyorum.<br />
Adana film festivalinde 14 filmin 5 tanesi kadın<br />
yönetmendi ve roller de kadın odaklı rollerdi. Bir<br />
oyuncu olarak bunu değerlendirmeni istiyorum.<br />
Bu çok sevindirici ama biraz da güneş çıktıkça<br />
gölgeler büyür gibi bir şey. Güneşi olumsuz bir<br />
metafor olarak alırsak baskılar bizi yaktıkça biz<br />
de daha çok gölgeler açmaya çalışacağız. Sevindirici<br />
olduğunu düşünüyorum umarım ben de<br />
yakın zamanda öyle bir projenin içinde yer alırım.<br />
80 lerde,90larda oyunculuklarda feminizmin ayak<br />
sesleri duyulmuştur fakat sonra kadın oyunculuklar<br />
anlamında cesaret yoktu. İfade şeklinde bir<br />
geriye dönüş var. Bunu nasıl yorumluyorsun?<br />
Bence ufak ufak başladık. Bu tip hikayeler<br />
başladı. Bir şey okuyorsunuz veya izliyorsunuz<br />
bunlar sizde olan bir şeylere dokunuyor ve onu<br />
başka bir açıdan anlatmayı istiyorsunuz. O<br />
yüzden maddi, manevi, fiziksel ve ruhsal, şiddeti<br />
konu eden filmler çoğaldıkça bunlar yapılacaktır<br />
diye düşünüyorum.<br />
Siirt’in Sırrı filmi ödül aldı. Onunla ilgili de yorum<br />
alayım.<br />
Daha izleyemedim sadece tanıtımını izledim ama<br />
çok güzel görünüyor. Uzun zamandır üstüne<br />
çalıştıkları bir projeydi. Çok sevindirici, çok mutluluk<br />
verici. Kısa zamanda da izlerim inşallah.<br />
Seni dizilerde de görüyoruz. Şubatla ilgili neler<br />
söyleyeceksin?<br />
Şubat benim için de çok farklı bir proje oldu.<br />
Onur’un yaptığı işleri çok beğeniyorum.<br />
Haziran’da onunla Sen Aydınlatırsın Geceyi diye
ir sinema filmi bitirdik. Şubatta da çalışır<br />
mısın dediler. Senaryoyu okuyup tamam<br />
dedim. Kostümleriyle, mekanlarıyla, karakterleriyle<br />
alışık olduğumuz dizilerden farklı<br />
bir şey. Yine doksan dakikalık bölümler<br />
çekiyoruz. Sette gece gündüz çalışıyorlar.<br />
Eleştiriler de çok iyi. İnşallah böyle devam<br />
eder.<br />
Oyuncular ve yönetmenler açısından da<br />
dizi daha çok ciddiye alınmaya başladı.<br />
Önceki gibi sadece para getiren ticari<br />
bir meta yerine yavaş yavaş sinema ve<br />
oyunculukların da ustalıkla sergilendiği bir<br />
duruma geldi diye düşünüyorum.<br />
Öncelerde yönetmenler ve yapımcılar sinema<br />
filmi çekebilmek için dizi çekiyorlardı.<br />
Kafaları aynı frekansla çalışan insanlar<br />
için küçücük de olsa bir hikaye anlatma<br />
isteği var ve bir süre sonra bunları<br />
tutamıyorsunuz. Dizilerin kaliteli olmasının<br />
ondan kaynaklandığını düşünüyorum.<br />
Yapımcılar artık çektiğimiz bizim de içimize<br />
sinsin diye düşünüyorlar.<br />
Oyuncular Sendikasına üye misin?<br />
Evet.<br />
Çalışmasını nasıl buluyorsun?<br />
Zamanla oturacak diye düşünüyorum.<br />
Yeni projeler olgunlaşmaya başlamıştır.<br />
Sinema filmi olarak projen var mı?<br />
Şu an kesin bir şey yok. Ocakta yeni bir tiyatro<br />
oyununun provalarına başlayacağım.<br />
Geçen yıl oynadığımız Yalnız Batı oyununu<br />
seyrek de olsa oynamaya devam edeceğiz.<br />
Artık daha tecrübeli bir oyuncu oldun.<br />
Baştaki heyecan da törpülendi mi?<br />
Yalnız Batı benim ilk profesyonel oyunum.<br />
Okul haricinde dışarıda, sahnede bir şey<br />
yapmamıştım. Tiyatroda emekliyorum ve<br />
artık ayağa kalkabilmek istiyorum. Geçen<br />
yıl Yalnız Batı’nın ilk provalarında çok acı<br />
çektim. Er meydanı dedikleri şey doğru.<br />
Ne yaparsanız orada yapıyorsunuz, orada<br />
olmanız gerekiyor. Tekrarlama şansınız<br />
yok. Karşınızdakinin gözüne bakmak<br />
durumundasınız. Bütün algılarınızın açık<br />
olması lazım. O yüzden hala biraz sendeliyorum.<br />
Onun da tecrübeyle oturacağını<br />
umuyorum.
MERVE GENÇ<br />
n Adana’da 19. kez sahiplerini bulan Altın Koza’lara<br />
bu yıl kadınlar damga vurdu. Her festivalde olduğu<br />
gibi bu kez de ödüller sonrası pek çok tartışma<br />
başladı. Festivalde “Yer altı” adlı filmiyle yarışan Zeki<br />
Demirkubuz’un twitter üzerinden bir daha Türkiye’deki<br />
festivallere katılmayacağını açıklaması, en iyi filmin<br />
“Babamın Sesi” seçilmesi ve en iyi müzik için ödüle<br />
değer bulunamaması tartışmaları sürerken benim<br />
dikkatimi çekense bu yıl ödüllerin altında imzası olan<br />
kadınlar…Adana’da bu özel kadınlarla bir araya geldim,<br />
kimiyle ödül sonrası duygularını kimiyle de ödül<br />
öncesi heyecanını paylaştım…<br />
NİLAY ERDÖNMEZ / EN İYİ KADIN OYUNCU:<br />
“İlk filmim, ilk ödülüm çok mutlu ve heyecanlıyım.<br />
Pelin Esmer zaten çok beğendiğim bir yönetmendi.<br />
Proje ilk bana geldiğinde de çok heyecanlanmıştım.<br />
Rol de birçok kadın oyuncunun oynamak istediği<br />
bir oldu.Role fiziksel olarak hazırlanmak için diyetisyen<br />
gözetiminde kilo aldım. Seher karakterini<br />
canlandırırken de kendi hayatımdan karşılıklar<br />
bulmaya çalıştım. Tabii ki onun yaşadığı psikoloji<br />
çok ağır ama Pelin’in de yardımıyla, içgüdülerimle<br />
ruhsal olarak ona yakınlaşmaya çalıştım.<br />
EVİN DEMİRHAN / OYUNCU:<br />
“Çok heyecanlıyım. Bu ödül çok<br />
onur verici. İlk defa bu kadar<br />
ünlü isimin bulunduğu bir yerde<br />
ödül aldım. Çok güzel bir duygu,<br />
çok mutluyum. Filmde yer almak,<br />
kamera karşısına geçmek<br />
çok heyecanlıydı ama çok iyi<br />
anlaştığımız için çekimler gayet rahat<br />
gerçekleşti.”
KRISTIN STEVENS<br />
/ YÖNETMEN:<br />
“Çok uzun süre çalıştık.<br />
Sadece 2 ay çekimler<br />
sürdü. Proje başlangıçta<br />
Türkiye’deki tüm kadın<br />
sporcuları kapsayacaktı<br />
ama daha sonra Evin’de<br />
karar kıldık. Evin’in sadece<br />
güreşteki başarısına şahit<br />
olmadık. Hem güreşte hem<br />
de hayattaki başarısını<br />
gördük. Onunla abla kardeş<br />
gibi olduk. Filmle birlikte<br />
öğrendim ki Türk kadınlarını<br />
yere sermek hiç kolay değil.<br />
Bence her şeye rağmen, tüm<br />
olumsuzluklara rağmen bu<br />
kızların yüzünde geleceği<br />
görebiliyorsunuz.”<br />
PELİN ESMER / EN İYİ YÖNETMEN:<br />
“Üçüncü kez Adana’dayız filmimizle. Adana’nın izleyicisi gerçekten<br />
çok yürekli, çok açık ve coşkulu. Filmi Türkiye’de ilk kez Adana<br />
izleyicisi ile paylaştık, çok heyecanlıydık çünkü kendi ülkenizde<br />
filminizi paylaşmanızın dilden gelen önemli artıları var. Yurt dışında<br />
dil nedeniyle belki anlaşılamayacak küçük önemli detayların<br />
algılandığına şahit olmak mutluluk verici. Ben filmde sıkıcı da olsa<br />
izleyicinin kişisel yolculuğuna izin vermek istedim ve ümidim de<br />
izleyenlerin gerçekten kendi kişisel yolculuklarında karakterlerin<br />
yollarından sapıp kendileriyle baş başa kalabilmeleri. Burada<br />
aldığım bazı olumlu yöndeki duyumlar beni mutlu etti Aslında hakikatten<br />
herkes b kendi hayatında durduğu yerden bir şeyler katarak<br />
izlemiş bu da beni çok mutlu etti yani çok normal bir film bu. Normal<br />
olmayanların normali.”
NESLİHAN ATAGÜL/ OYUNCU:<br />
“Türkan Şoray’dan<br />
böyle bir ödül almak<br />
çok mutluluk verici<br />
tabiî ki. Filmimiz çok<br />
güzel oldu. Filmde<br />
Zehra’nın arafını anlamaya<br />
çalıştım. Sonra<br />
da elime bir kağıt kalem<br />
alıp bu kız böyle<br />
yürüyecek, böyle<br />
ağlayacak, ailesiyle<br />
olan ilişkileri bu diye<br />
yazmaya başladım.<br />
Yeşim ablayla da<br />
çalıştık. Umarız izleyiciler<br />
de beğenir.<br />
Biz filmimizi çok<br />
beğendik.”<br />
BELMİN SÖYLEMEZ / YÖNETMEN:<br />
“Gurur duydum, onur<br />
duydum. Özellikle de<br />
Yılmaz Güney ödülü beni<br />
çok mutlu etti. Yılmaz<br />
Güney’e çok hayranım ve<br />
onun adına olan bu ödülü<br />
bir kadın sinemacı olarak<br />
almış olmak beni ayrıca<br />
onurlandırdı. 3 deşiğik<br />
jüriden gelen bu ödüllerin<br />
hiçbirini beklemiyordum.<br />
O yüzden çok şaşırdım<br />
ama çok mutlu oldum”
LAÇİN CEYLAN<br />
/ EN İYİ YARDIMCI<br />
KADIN OYUNCU:<br />
“Çok mutluyum,<br />
bu ödülü Nihal’le<br />
paylaşmak benim için<br />
de çok güzel ve heyecan<br />
verici. Öncelikle<br />
yönetmenim Pelin<br />
Esmer’e çok teşekkür<br />
ederim. “Gözetleme<br />
Kulesi”nin tüm<br />
ekibinin tümünü<br />
kucaklıyorum, çok<br />
teşekkür ederim<br />
bana destekleri için.<br />
Benim çocukluğumda<br />
çok önemliydi<br />
Yılmaz Güney. Onun<br />
topraklarında bu<br />
ödülü almak çok heyecan<br />
verici.”<br />
NİHAL YALÇIN / EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU:<br />
“Yani bir şeyi yaratmış olabilmeyi görmek,<br />
eğer varsa bir yaratımın içinde olabilmek<br />
ve oraya azıcık hizmet ettiğinizi görebilmek<br />
çok keyifli. Aslında Yer altı da Araf da kadın<br />
meselesi ile kadın olmak meselesi ile çok<br />
enteresan ilgileniyorlar. Oynadığım karakterler<br />
Derya da Türkan da hepimizin belki mahallelerinde<br />
olan rastladığımız hep yanımızdan<br />
geçen duyduğumuz konuştuğumuz<br />
kadınlardan sadece birileri. Her iki işim de<br />
benim için çok keyifliydi.”
Çanakkale Çocukları / Yönetmen: Sinan Çetin<br />
n Düşman, Anadolu’ya girmesin diye canlarından oldular. Evet, okullar o yıl mezun veremedi,<br />
çünkü koyun koyuna öldüler, o güzelim delikanlılar... İnançsız ve amaçsız yaşanmaz dediler,<br />
öğrenciyken, öğretmeni oldular, halklarımızın... Sinan Çetin de kalkmış, hani o bildik “Hayat güzeldir!”<br />
lakırdısı ile 450 bin can alan Çanakkale Savaşı’na dair bir film (Çanakkale Çocukları) çekmiş,<br />
hem de evinin arka bahçesinde... Barış yanlısı olacak başka bir savaş bulamadın mı, diye sorarlar<br />
insana, hayır, savaş karşıtı olsa yine gam yemeyeceğim. Neredeyse, eşit mesafede duracağım<br />
şaşkınlığı ve medeniyetler ittifakı hayranlığıyla, işgal ordularını, evine konuk edecek. Arkadaş!<br />
Düşman, yurdu ele geçirmeye gelmiş, Türkçe<br />
olimpiyatlarına katılmaya değil. Yani ağırlamaya<br />
hiç gerek yok. Neyse tarihler de tutmuyor, çok şükür.
Rec 3: Diriliş / Yönetmen: Paco Plaza<br />
n Quarantine adıyla Amerikan illerinde remake olan [REC] serisi bu hafta izleyeceğimiz<br />
Genesis bölümüyle yakıtını tamamen tüketmiş görünüyor. Filmin en affedilemez tarafı<br />
korku-komediye dönüşmüş olması… Bu o kadar vahim bir durum ki serinin tamamını<br />
daha ciddiyetsiz bir algılamayla hatırlamamıza yol açıyor. Eski filmleri seyreden izleyiciler<br />
gülmek yerine sinirlenecekler. Birinin evladına palyaço kıyafeti giydirip dilendirmesinden<br />
farksız bir sinemasal çaba… Keşke [REC] adıyla sürülmemiş olsaydı. [REC]³ Génesis’i<br />
izledim ve sevmedim. Video piyasası için yapılan onlarca ucuz filmden hiçbir farkı yok.<br />
Etkileyici değil, silik ve sıradan. Gösterdiği her şeyi yüzlerce kez izlemiş ve ziyadesiyle<br />
sıkılmış durumdayız. Ancak sinemada görmek istediğiniz başka bir film yoksa…
Napcaz Şimdi / Yönetmen: Özgür Özberk<br />
n Bazı filmlere giderken üç aşağı beş yukarı ne izleyeceğimizi tahmin ediyoruz artık! Yerli<br />
komedi benim en korktuğum tarzların başında geliyor artık… N’apcaz Şimdi Özgür Özberk,<br />
Özge Özberk imzası taşıyan bir komedi. Acaba dedim, belki farklıdır beni korkutan diğer<br />
komedilerden ama maalesef! N’apcaz Şimdi şimdi üçlü ilişki sınıfına girer mi derseniz evet<br />
girer! Nihan ve Toygar evli ama birbirinin ensesinde boza pişiren bir çift. Toygar karısının<br />
dırdırından bıkan her erkek gibi kendisine genç ve güzel bir sevgili ayarlar! Ve karısından<br />
kurtulmanın yollarını arar! Hadi konu orijinal değil diyelim, bari ilgimizi çekecek bir şeyler<br />
yapsaydınız demekten kendimi alamadım… Filmin başlardaki hakkını vereyim o zaman, zira<br />
sonlara doğru sünger gibi uzadıkça uzadı ve bitmek bilmedi!
Yargıç Dredd / Yönetmen: Pete Travis<br />
n Dredd, 1995’teki Sylvester Stallone’lu versiyonun düştüğü bariz hataları yinelemiyor<br />
belki ama ilgi çekici bir hikâye sunmayı da başaramıyor. Kafaların patladığı, derilerin<br />
yüzüldüğü abartılı şiddet sahneleri, alışık olmayan izleyiciler için rahatsız edici olabilir.<br />
Aksiyon meraklısı bünyeler hoşça (ama boşça) vakit geçirmek için tercih edebilirler.<br />
Yargıç Dredd hayranlarının iyi bir sinema uyarlaması beklentisi ise bir başka bahara<br />
kaldı sanki. Not: Yargıç Dredd’in diğer medya uyarlamaları arasında en başarılısı,<br />
Anthrax’ın Among the Living (1987) albümünde yer alan ve Yargıç Dredd’e ithafen<br />
yazılan ‘I Am the Law’ (Kanun Benim) isimli şarkı sanırım. Hala Anthrax’ın en sevilen<br />
şarkıları arasında zirveye oynuyor.
Ted / Yönetmen: Seth MacFarlane<br />
n ”Ted”, bir ayıcık filmi... Giriş, ‘Ayı; Bir Sevgi Filmi’ gibi oldu ya, neyse<br />
artık idare edin... Hep yalnız kalan, sürekli oyunlardan dışlanan üzgün bir<br />
çocuğun ‘arkadaş’ dileği gerçekleşiyor ve sevimli oyuncak ayı canlanıyor.<br />
Dünya büyük bir hayrete düşüyor, sonra bu mucizeye alışıyor herkes... İşte<br />
aradan yıllar geçiyor, dostlukları hiç bozulmuyor. Ta ki aralarına bir kadın girene<br />
dek. Ne güzel! Evet, kahramanımız artık 30 yaşında, bedenen büyümüş<br />
ancak kafa çocuk kalmış. Yumoş ise tam zıttı, vücudun değişmemiş ama<br />
her türlü kötü alışkanlığı bünyesinde toplamayı bir şekilde başarmış. Yani<br />
bizim çocuk adam, ayıcığın oyuncağı olmuş.
Araf / Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu<br />
n Filmin bazı sahnelerinin çok etkileyici olduğunu da söylemeliyim. Düğün sahnesi veya<br />
Karabük’teki diskoda eğlenen “apaçi” gençlerin doğallığı mükemmeldi. Disco sahnesini<br />
neredeyse en etkileyici Türk sinemasındaki 10 sahne içine koyabilirim. Tabii bir de çocuk<br />
düşürme sahnesi var. Zehra’yı canlandıran Neslihan Atagül yepyeni bir isim. Bu sahnede<br />
muhteşem iş çıkarmış. Onun ismini sinemada daha çok duyacağız diye düşünüyorum.<br />
Kısacası yönetmenin bakış açısı benim için filmde soru işaretleri oluşturuyor. Onun aşka<br />
bakış açısıyla benim ki çelişiyor. Diyeceksiniz ki sen kimsin, bizi yönetmen ilgilendirir. Ama<br />
bir film gösterime çıktıktan sonra artık yönetmenin değil tüketicinin olur. Yani benim, senin<br />
veya hepimizin. Bu bağlamda filmi içselleştiremiyorum.
n Geçtiğimiz Mayıs ayı,<br />
Hollywood film endistrisini<br />
ayağa kaldıran<br />
yapımların gövde gösterisi<br />
şeklinde geçti. Önümüzdeki<br />
Mayıs ayı da<br />
aynı şekilde geçeceğe<br />
benziyor. Avengers<br />
serisinin 2. filminin 2015<br />
yaz aylarında izleyici ile<br />
buluşacağı açıklandıktan<br />
sonra, gözlerini diğer<br />
büyük yapımlara çeviren<br />
Hollywood izleyicisi,<br />
Warner Bros. yapımı olan<br />
F, Scott Fitzgerald’ın<br />
romanından beyaz<br />
perdeye uyarlanan The<br />
Great Gatsby filminin<br />
Mayıs 10, 2013 tarihinde<br />
izleyicisine merhaba<br />
diyeceğini duyarak bir<br />
nevi rahatladı. Baz<br />
Luhrmann’ın yöneteceği<br />
filmin ilk çıkış tarihini<br />
2012 yılı sonu olarak<br />
düşünen yapımcılar,<br />
Quentin Tarantino’nun<br />
yönettiği, bir diğer büyük<br />
yapım Django Unchained’in<br />
çıkış tarihinin 2012 noel<br />
olarak açıklamasından<br />
sonra geri adım attılar.<br />
İzleyiciyi DiCaprio’dan<br />
soğutmak istemeyen, ve her<br />
iki filmin de izleyiciye en iyi<br />
şekilde ulaşmasını arzulayan<br />
yapımcılar böyle bir yola<br />
başvurdular. Bu şekilde,<br />
her iki yapımda da anahtar<br />
karakter rolü üstlenen Leo<br />
DiCaprio’nun, bir nevi,<br />
kendisiyle karşılaşmasının<br />
önüne geçilmiş oldu.<br />
Fakat bu rahatlık fazla<br />
uzun sürmedi, ve Universal<br />
Film Şirketi Les Miserables<br />
filmini Gatsby’nin<br />
yarattığı boşluğu doldurmak<br />
amacıyla 25 Aralık günü izleyici<br />
ile buluşturacaklarını<br />
açıkladılar. Bu gelişmeler<br />
10 Mayıs 2013 tarihinde,<br />
“About Time”, “Tyler<br />
Perry’s We the Peeples”<br />
ve Tobey Maguire, Joel<br />
Edgerton,Carey Mulligan,<br />
ve Isla Fisher’lı “The Great<br />
Gatsby” ile birlikte 3 filmin<br />
birden aynı zamanda start<br />
alacağının göstergesi oldu.<br />
Herhangi bir değişiklik<br />
olmadığı sürece 2013 Mayıs<br />
ayı Hollywood film endistrisi<br />
için önemli bir ay olacağa<br />
benziyor.
n Uzun süre magazin gündemini meşgul<br />
eden Meltem Cumbul ile Ali Can Özbaş’ın<br />
düğünü damadın ailesine ait Aydın<br />
Kuşadası’ndaki Grand Blue Sky otelde<br />
yapıldı. Düğün için otel içi ve dışında<br />
olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Otelin<br />
dış bahçe giriş kapısı, iç kapı ve düğünün<br />
yapıldığı bahçe kapısında üç aşamalı güvenlik<br />
çemberi oluşturuldu. Fotoğraf makinesi<br />
taşıyan kimseye giriş izni verilmedi. Yonca<br />
Evcimik, Yalan Dünya ve Çocuklar Duymasın<br />
dizilerinin bazı oyuncuları Meltem Cumbul’u<br />
mutlu gününde yalnız bırakmadı. İstanbul’da<br />
özel olarak hazırlanan beyaz bir elbise giyen<br />
Cumbul için İzmir’den özel kuaför getirildi.<br />
n Sylvester Stallone imzalı “Expandables”<br />
filminin, 3. bölümü hakkında dedikodular<br />
başladı. Hollywood’da ne kadar “vurdulu kırdılı<br />
film” oyuncusu varsa, hepsini bir çatı altına<br />
toplamayı düşünen Stallone’nin hedefindeki<br />
yeni simalar Wesley Snipes, Harrison Ford, ve<br />
Clint Eastwood. Daha önce Nicholas Cage ile<br />
konuştuklarını ve kendisini yeni filmin kadrosuna<br />
kattıklarını söyleyen filmin yapımcısı Avı Lerner,<br />
Snipes, Ford, ve Eastwood gibi Hollywood<br />
sinemasının efsane isimleriyle de bir an önce<br />
konuşup işi sonlandırmayı istediklerini söyledi.<br />
Stallone’nin böyle bir yapımda oyunculuk teklifi<br />
etmesi halinde ne cevap vereceği sorulduğunda<br />
şaşkınlığını gizleyemeyen Eastwood, Expandables<br />
filmini izlemediğini, film hakkında hiçbirşey<br />
bilmediğini ve okumadığını söyledi. Kendisine<br />
oyuncu olarak teklif gelmesi halinde, bunu<br />
kabul etmeyeceğini, ve işinin, bu saatten sonra<br />
yönetmenlik olduğunu söyleyen Eastwood, filmi<br />
yönetmesi istenmesi halinde bunu severek ve<br />
büyük bir keyifle yapabileceğini söyledi.
n 2007 yılındaki Pirates<br />
of the Caribbean<br />
(Karayıp Korsanları)<br />
filminden beri büyük<br />
yapımlarda çalışma<br />
fırsatı bulamayan Keira<br />
Knightly, “Jack Ryan”<br />
karakteri ile birlikte<br />
rol alacağı filmde,<br />
sonunda istediği tarz<br />
bir filmde çalışma<br />
ortamı bulmuş gibi<br />
görünüyor. Kenneth<br />
Branagh’in yöneteceği<br />
filmde Jack Ryan<br />
karakteri’nin karısı<br />
Cathy Ryan karakterini<br />
oynayacak olan güzel<br />
oyuncu, gerilim tarzı<br />
filmleri çok sevdiğini,<br />
hep bu tür tarz filmlerin<br />
birinde rol alabilmek<br />
için beklediğini ve 6-7<br />
yaşlarından beri yönetmen<br />
Branagh’ın en sıkı<br />
hayranlarından biri<br />
olduğunu söylemekten<br />
de geri kalmıyor.<br />
Başrollerinde Chris<br />
Pane, Kevin Costner,<br />
ve Knightley’ın<br />
oynadığı film<br />
İngiltere’de 26 Aralık<br />
2013 tarihinde vizyona<br />
girecek.
n Indiana Jones’un apımcıları, ve bu filmle<br />
özdeşleşmiş oyuncular filmin 5. bölümünün gelmesi<br />
gerektiğini düşünüyorlar. Filmin kemikleşmiş oyuncu<br />
kadrosu içinde yer alan Karen Allen de geçtiğimiz<br />
hafta bu kervana katılan isimler arasındaki yerini<br />
aldı ve Indiana Jones serisi ile ilgili birbirinden ilginç<br />
açıklamalar yaptı. Geçtiğimiz hafta Steven<br />
Spielberg ile konuştuğunu açıklayan oyuncu, bu<br />
konuşmanın öncesinde de Spielberg ile yoğun bir<br />
elektronik posta trafiği içinde olduğunu söyledi. Steven<br />
Spielberg’in, serinin 5. filmi için hazır olduğunu<br />
kendisine defalarca söylediğini belirten Allen,<br />
aynı şekilde ünlü oyuncu Harrison Ford’un da yeni<br />
bir film için çok istekli olduğunu sözlerine ekledi.<br />
Spielberg’in, topu George Lucas’a attığını Lucas’ın<br />
desteği olursa filmin çekileceğini belirtti.<br />
n Geçtiğimiz sezon “Muhteşem Yüzyıl”<br />
dizisinde canlandırdığı Malkoçoğlu<br />
karakteriyle şimdi sinema filmi çekmeye<br />
hazırlanan Burak Özçivit, marka<br />
yüzü olduğu bir firmanın tanıtım<br />
toplantısında basına açıklamalar<br />
yaptı. Özçivit, 800 bin TL aldığı<br />
kampanyanın reklam filminde James<br />
Bond’u hatırlatan sahneleriyle dikkat<br />
çekti. Reklam için uzattığı saçlarını<br />
yeni oynayacağı filmi için kestiren<br />
Özçivit, gazetecilerin son dönemde<br />
Kıvanç Tatlıtuğ ile popüler olan baklava<br />
vücutlu erkekler hakkındaki görüşleri<br />
sorulduğunda da ‘Onlar benim konum<br />
değil, pek benlik değil” yanıtını verip<br />
Kıvanç Tatlıtuğa üstü kapalı göndermede<br />
bulundu.
n Dünyanın en popüler<br />
kahramanlarından biri olan<br />
Örümcek-Adam, hikayesinde<br />
yeni bir sayfa açan ‘İnanılmaz<br />
Örümcek-Adam’ın devam<br />
filmi kesinleşti. Bu sene yeni<br />
bir hikâyeyle beyaz perdeye<br />
dönen “İnanılmaz Örümcek<br />
Adam”, yolculuğuna ikinci<br />
filmiyle devam edecek.<br />
Ntvmsnbc’nin haberine göre;<br />
serinin devam filminde Peter<br />
Parker’ı tekrar Andrew Garfield<br />
canlandıracak. Filmin<br />
yönetmenliğini ise ilk filmde<br />
olduğu gibi Marc Webb üstlenecek.<br />
2013 yılının başında<br />
çekimlerine başlanacak “Örümcek<br />
Adam”ın, 2 Mayıs 2014’te 3<br />
boyutlu versiyonuyla vizyona<br />
girmesi planlanıyor. Yapımcılar,<br />
ilk filmde Gwen Stacy karakterini<br />
oynayan Emma<br />
Stone’un da seriye geri dönmesi<br />
için konuşmalara başladı.<br />
“İnanılmaz Örümcek Adam”<br />
geçtiğimiz yaz gösterime<br />
girmiş, dünya çapında 751<br />
milyon dolar gişe hasılatı<br />
yapmıştı.
n Bugüne dek 74 dile çevrilen, 450<br />
milyon adet satan, 8 filme konu olan<br />
Harry Potter` serisinin dünyaca ünlü<br />
yazarı J. K. Rowling,`Harry Potter`<br />
efsanesinin devam edebileceğinin<br />
sinyallerini verdi. En çok satan<br />
kitaplar arasında saygın yeri olan<br />
Harry Potter romanlarının yazarı JK<br />
Rowling, ‘’Eğer güzel fikirler üretebilirsem,<br />
yeni bir Harry Potter kitabı<br />
yazabilirim’’ diye konuştu. Tüm<br />
dünyayı kasıp kavuran ‘Harry Potter’<br />
serisinin son 7’nci ve son kitabı<br />
‘Harry Potter ve Ölüm Yadigarları’<br />
ile Harry Potter maceralarının<br />
edebiyat dünyasına kapılarını<br />
kapattığı belirtilmişti. Fakat usta<br />
yazardan gelen bu sözler, Potter<br />
hayranlarını ümitlendirdi.’’Harry Potter<br />
romanlarının sonunun geldiğinin<br />
söylendiğini biliyorum. Ben de öyle<br />
düşünmekteyim. Fakat yazmayı çok<br />
seviyorum’’ şeklinde konuşan yazar<br />
Rowling, aklına gerçekten yazmaya<br />
değer mükemmel bir fikir geldiğinde<br />
bunu romana dönüştürmekten de<br />
çekinmeyeceğini dile getirdi.<br />
n Hülya Avşar “Ben Türkiye’yi dünyada temsil<br />
edecek tek oyuncuyum” dedi ve ekledi: Ama<br />
yurt dışında başarıya ulaşmış yönetmenlerimiz<br />
egoları yüzünden kendilerini öne çıkarmak<br />
istiyorlar. Güzel kadını hafif kıskanıyorlar. 49.<br />
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin jüri<br />
başkanı olan ünlü oyuncu Hülya Avşar, Vogue<br />
Türkiye’ye mesleği ve özel hayatıyla ilgili samimi<br />
açıklamalar yaptı: “Hiç mütevazı olmayacağım,<br />
kimsede olmayan beyazcam ışığı bende var.<br />
Sinemada filmini izlediği zaman, bir kadın seni<br />
tatlı tatlı kıskanmalı, erkek de o gece seninle<br />
sevişmek istemeli. Bence sinema bu, güç de<br />
bu. Moskova’da ödül aldım ne oldu? Kim beni<br />
değerlendirdi? Hangi senarist, hangi yapımcı?<br />
Ben Türkiye’yi dünyada temsil edecek tek oyuncu<br />
olduğumu düşünüyorum. ”
Adana Altın Koza’nın En İyi Yönetmen ödülünü alan Pelin Esmer<br />
belgesel kökenli bir yönetmen olması kadar doğal merakının da<br />
üretimlerinde etkili olduğunu söylüyor...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Pelin Esmer’in ismini ilk kez 2005’te Oyun filmiyle<br />
duymuştum. O dönemde belgesel bir filmle festivallere<br />
katılan bir de filmi vizyona sokarak dikkatleri<br />
üzerine çeken yönetmen izlenmesi gereken bir isim<br />
olarak listemizde yerini aldı. Daha sonra kendi kısa<br />
filminden yola çıkarak ilk kurmaca uzun metrajı 11’e<br />
10 Kala filmiyle karşımıza geldi. Yine filmi büyük ilgi<br />
topladı. Özellikle Türk sinemasında kadın yönetmen<br />
azlığı içinde başarılarıyla öne çıkan bir isim<br />
oldu. Bu yıl da son filmi Gözetleme Kulesi ile Adana<br />
Altın Koza film yarışmasına katıldı. Gözetleme<br />
Kulesi En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu<br />
dallarında da ödüle ulaştı. Biz de Pelin Esmer’e<br />
sorduk belgeselden gelme bir yönetmen olması<br />
başarısında etken midir? Türk sinemasının geldiği<br />
son nokta adına önemli bir röportaj olduğunu<br />
düşünüyorum. İşte En İyi Yönetmen ödülü sahibi<br />
olan Pelin Esmer’in cevapları...<br />
Bu öyküyü seçmenizde sizi tetikleyen şey neydi?<br />
Herhalde suçluluk duygusuydu. Suçluluk duygusunun<br />
önemli bir etken olduğunu düşünüyorum.<br />
Umarım toplumsal olarak suçluluk duyuyoruzdur.<br />
Suçluluk duygusu o kadar da korkunç bir şey değil.<br />
Üretilen filmler bu suçluluğun yansıması mıdır<br />
bilmiyorum. Ben senaryoyu insan üzerinden okumaya<br />
çalıştım ama insanlar bulutlar gibi havada<br />
asılı değiller yaşadıkları bir dünya, bir toplum var ve<br />
onun için var oluyorlar.<br />
Filmin geçtiği mekan çok etkileyici. Mekan<br />
çalışmasını nasıl yaptınız?<br />
Mekan senaryo yazıldıktan sonra bulundu. Yangın<br />
gözetleme kulesi gibi bir kavramı yıllar önce<br />
gazetede görüp kafamın bir yerine almışım. Çok<br />
fazla yer dolaştık. Türkiye’nin orman olan neredeyse<br />
her yerinde yangın gözetleme kulesi var. Batı<br />
Karadeniz’den başladık. Çok şanslıydım çabuk<br />
bulduk. Hayal ettiğim bir mekandı ve çok rahatladım.<br />
Bulduğumuz yer çalışmayan, yıkılmak üzere olan bir<br />
yerdi. Tosya Orman Müdürlüğü’ne “Film çekeceğiz<br />
burayı lütfen yıkmayın” dedim yıkmadılar ve hala da<br />
duruyor. İnşallah da durur, çok özel bir yer. Herkesin<br />
gidip bir saat geçirmesinin çok hayırlı olacağına<br />
inandığım bir mekan. Otogarı da sonradan bulduk.<br />
Kafamın bir yerlerine düşmüş fotoğrafların aynısını<br />
gördüm orada da. Çok büyük bir yer olsun istemedim.<br />
Sonuç olarak önemli olan yol kenarında<br />
olmasıydı. Çünkü benim için başka bir anlamı vardı.<br />
Bir de Cide’ye gittik. Anne baba evini orada çektik.<br />
Batı Karadeniz’de küçük bir dünya oldu.<br />
Belgesel kökenli olduğunuz için insanları gözlemlemeyi<br />
çok iyi biliyorsunuz. Onların gerçek hayatlarını<br />
filme kendi haliyle aktarıyorsunuz. Farklı tecrübeleriniz<br />
var. Bu durum filme etki etti mi?<br />
Bu filme özellikle etki etti mi bilemem. Meraklı bir<br />
insanım ve bakmayı, görmeyi seviyorum. Belgeselden<br />
gelmenin hayatın sürprizlerine açık olmak<br />
gibi bir eğitimi var. Bu sinemada güzel bir durum<br />
çünkü kimi zaman oyuncunuzun sürprizine açık oluyorsunuz.<br />
Merakımı kaybetmek istemiyorum. Bu da<br />
bir belgeselciyle ne kadar ilintili onu bilemiyorum.<br />
Filmin ses çalışması da ilgi çekiyor. Filmin bazı<br />
yerlerinde sessizlik üzerinden bir ses çalışması<br />
uygulanmış ve bence bu çok değerli bir durum. Bunu<br />
nasıl yorumluyorsunuz?<br />
Sesi en az görüntü kadar önemsiyorum. Bir duygu<br />
yaratmada etki uyandırma da sesler çok önemli bir
ol oynuyor. Ses hayal gücüne açık bir duyu. Burada<br />
da çok önemsedik, çok çalıştık. Toplam 3-4 ay<br />
kadar sesle uğraştık. Sessizliklerin önemli olduğu<br />
bir film. Sessizliğe tahammülü çok önemsiyorum.<br />
O sessizliğin de teknik olarak bir sesi var ve ona<br />
ulaşana kadar deneyerek, yanılarak zamanımı<br />
geçirdim. En basitinden sahnenin atmosferine göre<br />
binlerce kuş sesi aradık.<br />
Nilay Erdönmez ve Olgun Şimşek hakkında neler<br />
söylersiniz, onları nasıl seçtiniz?<br />
İkisiyle de çok mutluyum. Kafamda hayal ettiğim<br />
karakterleri ete kemiğe büründürdüklerini söyleyebilirim.<br />
Olgun’u Gül ile Adem kısa filminde<br />
izlemiştim ve o zamandan aklıma düşmüştü. Olgun<br />
Nihat’ta ortak çok şey buldu. Doğayı seven<br />
bir insan ve filmde bunu çok kullandık. Olgun<br />
sahne beklerken hep bir şeylerle uğraşıyordu. Ya<br />
mantar toplardı ya bir şeyler oyardı. Hep doğayla<br />
ilgilendi. Onunla çok iyi iletişim kuruduğumuzu<br />
düşünüyorum. İkisiyle de ayrı ayrı çok vakit<br />
geçirdim.<br />
İstenmeyen bir çocuk ve bir doğum sahnesi var.<br />
Gündemde de kürtaj tartışmaları var. Bu konudaki<br />
yorumlarınız nedir?<br />
Senaryo bu konulardan iki sene önce yazılmıştı.<br />
Hayat o kadar enteresan ki neler olacağını bilemiyoruz.<br />
Şimdi yazsam o diyalogları yazamazdım.<br />
Üç ay önce yazdığın senaryoyu şimdi yazamamak<br />
aslında yaşadığımız dünyayı anlatıyor.<br />
Belgesel yaptığınız zaman gerçek hayatta olan bir<br />
derdi işliyor ve onun üstüne gidiyorsunuz fakat kurgu<br />
yaptığınız zaman hayatı yansıtmaktan çok kendiniz<br />
kurguladığınız için sorumluluğu da alıyorsunuz.<br />
Bu yönetmen üzerinde sanatçı yaratıcılığı konusunda<br />
baskı oluşturuyor mu?<br />
Aslında baskı değil bir yandan daha fazla özgürlük<br />
kazandırıyor. Sorumlu hissettiğin bir şey yok. Başka<br />
birinin hayatını ödünç alıp paylaşma gibi bir durumum<br />
yok. Burada da gerçekçilik duygusu karşınıza<br />
çıkıyor. Bunun hesabını soracak birileri var. Ben<br />
gerçekle iç içe olmayı seven biri de olduğum için<br />
ağır sansürler yaşamıyorum. Kişisel olduğu ve<br />
insanların hayatlarıyla yüz yüze geldiğimiz için belgeseldeki<br />
sorumluluk bana çok daha ağır geliyor.<br />
Yıllar önce çektiğiniz Oyun filmi vizyona giren ilk<br />
belgesellerdendi ve bir çok da ödül almıştı. Bugün<br />
ise Adana Altın Koza Film yarışmasında dört tane<br />
belgesel tandanslı film yarıştı.
Olması gereken de buydu. Demek ki her şeyin<br />
bir zamanı var. Artık belgesel sinemayla kurmaca<br />
tartışmalarının dışında da çok şey tartışıyoruz. Kurmaca<br />
da belgeselden çok faydalanan bir alan. Şimdi<br />
ikisi eşit bir alana geçti diye düşünüyorum. Belgeseller<br />
de artık daha sinema tadında ve estetiğinde<br />
çekiliyor. Bu bence çok motive edici bir şey.<br />
Şimdiye kadar belgesellerde daha kurmaca tadında<br />
verilip onu izlenebilir hale getirme çabası vardı.<br />
Derviş Zaim’in Devir filmindeyse kurmacayı belgesele<br />
dönüştürme çabası var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?<br />
Çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Derviş<br />
de o gün “Özellikle belgesel olmaması için çaba<br />
gösterdim” dedi. Kafa karıştırmak da çok güzel.<br />
Festivaller bu tür belgesel filmlerin yarışmasına<br />
altyapı olarak hazır mı? Bu konuda ne<br />
düşünüyorsunuz.<br />
Ben onun da zamanla olacağına inanıyorum. Oyun<br />
filmimin de Türkiye’de uzun metraj yarışmasına<br />
kabul edildiği yer Adana’ydı aslında. Sonrasında<br />
ödüllerde bir eşitsizlik hissetmedim. İyi film<br />
değerlendirmeye zihnimizi yönelttikçe daha eşit<br />
olacağını, daha güçleneceğini düşünüyorum. Belgesel<br />
sinemanın ayrılmasından yana değilim. Keşke<br />
böyle kategoriler bile konulmasa. Yönetmenin cinsiyeti,<br />
ülkesi keşke hiç ayrılmasa. Film izlerken iyi<br />
bir film izledim konusuna meyillenirsek her şey daha<br />
güzel olabilir.<br />
Adana’ya kadar bir festivalde beş tane yönetmenin<br />
yarıştığı hiç olmamıştı.<br />
Çok mutlu oldum. Sanırım geçen sene hiç yokmuş.<br />
Gittikçe artıyor. Artık çok film çekiliyor. Burada bir<br />
kadın yönetmen filmi, erkek yönetmen filmi diye<br />
izlenmemesinden yanayım.<br />
(Spoiler var) Filminizde doğum sahnesi, alışık<br />
olmadığımız bir şekilde sert ve gerçekçi verilmiş.<br />
Bu da biraz kadın yönetmen bakış açısından<br />
kaynaklanıyor olabilir mi?<br />
Kadın olduğum için mi böyle verdim bilmiyorum.<br />
Çünkü erkek olmadım, o zaman nasıl çekeceğimi<br />
bilemiyorum. Belki daha yakın olduğum bir dünya<br />
olabilir. Erkeklerin giremediği, duyamadığı alanlar da<br />
var. Orada yaşananlar da bizi oluşturan küçük taşlar.<br />
Mutlaka çocukluğumdan beri kadın olarak girmeme<br />
izin verilen yerde gördüğüm duyduğum şeylerin etkisiyle<br />
de olabilir.
n İstanbul hayallerin büyülü şehri. Onu nasıl görmek isteriz, nasıl hayal<br />
ederiz! Sinamada, yerli ve yabancı yönetmenlerin İstanbul’a bakan,<br />
İstanbul’u anlatan filmlerine göz attık. Kimisi Oryantalst bir bakış içinde,<br />
kimi gizemli bakıyor, kimisi ise eleştiriyor. Taken 2’den yola çıkarak<br />
İstanbul’da çekilen on filme göz attık…<br />
BANU BOZDEMİR<br />
Taken 2 / Takip İstanbul<br />
Gösterime girdiği yıl sürpriz<br />
bir şekilde gişeden<br />
mutlu ayrılan 96 Saat<br />
(Taken)’in devamı olan<br />
Taken 2’nin merkezinde de<br />
yine bir kaçırılma olayı var.<br />
İlk filmde Liam Neeson’ın<br />
kızını kaçıran ve yine Neeson<br />
tarafından öldürülen<br />
çete elemanlarından birinin<br />
babası, bu sefer intikam için<br />
Neeson’ın İstanbul’da tatil<br />
yapan karısını kaçırıyor.<br />
Emekli CIA ajanı Bryan Mills<br />
de bu sefer kızının yardımıyla<br />
bunu yapanları tek tek avlayacak...<br />
İlk filmde kaçırılan Kim olarak<br />
pasif bir rolde izlediğimiz<br />
Maggie Grace de devam filminde<br />
olayların tam merkezinde<br />
aktif bir rol alırken,<br />
Mills’in eşi olarak yine Famke<br />
Janssen kadroda yer alıyor...<br />
İstanbul filmin tam merkezinde<br />
neredeyse, İstanbul’a<br />
yapılan bir güzelleme<br />
diyeceğim ama sadece Eminönü,<br />
Sultanahmet çevresini<br />
kullanan , oryantalist bakış<br />
açısını koruyan ve çarşaflı<br />
kadınlarla imaj yaratan film<br />
için ne demek lazım ki?
Crossing The Bridge: The Sound<br />
Of İstanbul / Köprüyü Geçmek<br />
Alexander Hacke adındaki müzisyen<br />
kültür karmasının yansıdığı<br />
müzik türlerini anlamak ve<br />
şehirdeki ahenkli tınlamaları<br />
kaydetmek için, hiç Türkçe<br />
bilmediği halde, İstanbul’a gelir.<br />
Burada Selim Sesler’le tanışır.<br />
Aralarındaki diyolaglar müzik diliyle<br />
gelişmeye başlar. Ardından bir<br />
çok müzisyen ve şarkıcı onların<br />
bu serüvenine katılır ve ortaya<br />
İstanbul’un çok sesli korosu<br />
çıkar. Tarzların farklılığı ortak<br />
amaçlarının en birleştirici özelliği<br />
oluverir. Hedefleri, İstanbul’un<br />
şarkısını yapmaktır. Belgeseli<br />
Altın Ayı ödüllü yönetmen Fatih<br />
Akın çekti. Orhan Gencebay’dan<br />
Mercan Dede’ye uzanan geniş<br />
yelpazesiyle, seyretmesi ve dinlenmesi<br />
keyifli bir belgesel...<br />
Topkapı<br />
Topkapı 1964 ABD yapımı bir<br />
serüven filmi. Senaryosunu<br />
casus romanları yazarı Eric<br />
Ambler’ın 1962 tarihli The Light<br />
of Day adlı romanından Monja<br />
Danischewsky’nin uyarlayıp<br />
yazdığı gfilmin yönetmeni Jules<br />
Dassin. Ege Ernart, Senih Orkan<br />
ve Danyal Topatan gibi Türk<br />
sinemasından oyuncuların da<br />
yer aldığı filmin müziklerini Manos<br />
Hacidakis yapmıştır. Dış<br />
mekân çekimlerinin tamamının<br />
İstanbul’da gerçekleştirildiği<br />
filmde, uluslararası bir hırsızlık<br />
çetesinin Topkapı Sarayı<br />
Müzesi’nden kıymetli bir hançeri<br />
çalmak üzere geliştirdikleri zekice<br />
soygun planını uygulamaya<br />
koyarken, onların silah kaçakçısı<br />
ve suikastçı olduklarını düşünen<br />
Türk istihbaratı ile aralarındaki<br />
kedi fare oyunu anlatılıyor.
Altın Yumruk istanbul’da /<br />
The Accidental<br />
Altın Yumruk İstanbul’da 2001 yılı<br />
Hong Kong yapımı Jackie Chan’in<br />
başrolünde oynadığı, İstanbul’da<br />
çevrilen aksiyon filmi. Hong<br />
Kong’da egzersiz aletleri satan<br />
Buck, hayatının monotonluğundan<br />
sıkılmıştır. Mağazada şüphelendiği<br />
iki adamı takip ederken kendini<br />
İstanbul’da maceranın, mafyanın<br />
ve olayların ortasında bulur.<br />
Kapalıçarşı’nın çatılarında oradan<br />
oraya uçarken İstanbul’a hayran<br />
kalan Chan, filmin adına İstanbul’u<br />
sonradan ekler. Filmde birçok Türk<br />
oyuncu, model ve dublör kullanıldı.<br />
‘Altın Yumruk İstanbul’da’, 2001in<br />
en sevilen komedi-macera filmlerinden<br />
biri olmayı başardı.
From Russia With Love / Rusya’dan Sevgilerle<br />
Rusya’dan Sevgilerle;<br />
İngiliz yapım şirketi<br />
tarafından 1963’te çekilen<br />
Bond serisinin ikinci filmi.<br />
James Bond rolünde ilk film<br />
Dr. No’da olduğu gibi yine<br />
Sean Connery var. Filmin<br />
büyük bir kısmı İstanbul’da<br />
geçiyor, ayrıca bir<br />
zamanların ünlü treni Orient<br />
Express de filmin geçtiği<br />
mekanlardan biri. Konusuna gelince; James<br />
Bond (Sean Connery), Rus konsolosluğundaki<br />
Lektor adlı şifreleme cihazını ele geçirmek için<br />
İstanbul’a gönderilir. Fakat aslında bu görev,<br />
Bond’un ezeli düşmanı S.P.E.C.T.R.E.’nin<br />
kurduğu bir tuzaktır. S.P.E.C.T.R.E., Bond<br />
tarafından öldürülen önemli ajanları Dr.No’nun<br />
intikamını almak istemektedir.<br />
The World is not Enough / Dünya Yetmez<br />
İkinci bir Bond, ikinci bir<br />
‘Rusya’dan Sevgilerle’<br />
benzeri olan filmde emekli<br />
Bond (Pierce Brosnan),<br />
petrol boru hattı meselesiyle<br />
çıkan karmaşayı<br />
düzeltirken, İstanbul’u da<br />
büyük bir nükleer felaketten<br />
kurtarır. Filmin Kız Kulesi,<br />
Dolmabahçe Sarayı ve<br />
Sarayburnu kıyılarındaki<br />
sahneleri müthiş. Boğaz’ın derinliklerini de<br />
görme fırsatı sunuyor. Diğer bir ayrıntı da,<br />
İstanbul’dan sonra biri Fransız, diğeri Amerikalı<br />
iki güzelin oyunculuğu...<br />
Midnight Express<br />
Geceyarısı Ekspresi Alan Parker’ın<br />
yönetmenliğini yaptığı İngiliz-Amerika ortak<br />
yapımı ve 1978 çıkışlı bir sinema filmi. 1970’te,<br />
Türkiye’de tutuklanıp hapse atılan William<br />
Hayes’in gerçek öyküsünden yola çıkılarak<br />
yazılmış hikâyeyi anlatıyor, gösterildiği<br />
dönemde ülkemizde nefretle anıldı, haksız<br />
bulundu ve Parker kötü politika yapmakla<br />
eleştirildi. Amerikalı genç bir turist olan William<br />
Hayes, sevgilisi Susan ile birlikte Türkiye’de<br />
tatildedir. Hayes tatil dönüşü arkadaşlarına<br />
satıp para kazanmak amacıyla ülkesine<br />
dönerken yanında iki kilogram haşhaş götürmeye<br />
teşebbüs eder. Vücuduna canlı bomba<br />
gibi yerleştirdiği küçük paketler halindeki<br />
uyuşturucu uçağa binmek üzereyken yapılan<br />
ani bir güvenlik aramasıyla polisler tarafından<br />
bulunur ve İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nde<br />
tutuklu geçireceği süreç başlar.
Uzak<br />
Çanakkale’nin Yenice<br />
kasabasını kendisine mekan<br />
olarak seçen yönetmen,<br />
Uzak filmi için karlar<br />
altında bir İstanbul’u tercih<br />
etmiş.Film, ideallerinden<br />
uzaklaşmaya başladıkça<br />
yaşamının anlamını<br />
yitiren ve uzaklara gitmeyi<br />
düşleyen bir adamla, hayallerini<br />
gerçekleştirmek için<br />
İstanbula gelen bir gencin hikayesini anlatıyor.<br />
Minimalist bir sinema anlayışına sahip olan<br />
Nuri Bilge Ceylan, filmin senaryosunu ve yönetimini<br />
üstlendiği gibi, görüntü yönetmenliğini<br />
de kendisi yapmış. Sinemasında doğuya özgü<br />
yavaşlığı ve sadeliği temel almasıyla tanınan<br />
yönetmenin son filmi, en olgun çalışması<br />
olarak kabul edildi.<br />
Uzak, 39. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi<br />
Film ödülü alırken, Mehmet Emin Toprak’a En<br />
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve Ceylan’a da En<br />
İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini getirdi.<br />
Doğu Ekspresi’nde Cinayet (Murder on the Orient<br />
Express)<br />
Yön: Sidney Lumet Oyn: Albert Finney, Lauren<br />
Bacall, Ingrid Bergman, Sean<br />
Connery Yapım yılı: 1974<br />
Dev demenin küçük<br />
kalabileceği oyuncu kadrosuyla<br />
‘efsanevi filmler’ kategorisinde<br />
yer alan eserin<br />
açılış sahneleri, Sirkeci Garı<br />
ve Beyoğlu’nda Pera Palas<br />
Otel’in lobisidir. Agatha<br />
Christie’nin aynı adlı eserinden<br />
uyarlanan filmde, karizmatik<br />
dedektif Hercul Poirot, İstanbul’dan Paris’e<br />
hareket eden trendeki cinayeti çözmeye çalışır.<br />
Ayrıca filmin ilk sahnelerinde Nubar Terziyan’ı<br />
seyyar satıcı rolüyle görürüz.<br />
Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina)<br />
Türk ve Yunan oyuncuların rol aldığı gerçek<br />
olaylara dayanan 2003 yapımı film, aldığı birçok<br />
ödülle de ünlü. 35 yıl sonra doğduğu şehre,<br />
yani İstanbul’a gelen bir<br />
Rum’un çocukluk aşkıyla<br />
karşılaşmasından, hatırladığı<br />
baharat kokularını aramasına<br />
kadar her şey ayrı tatlarda<br />
anlatılıyor. Yunanistan’ı<br />
Oscar’da temsil eden film,<br />
Kadıköy, Haydarpaşa ve<br />
Sirkeci arasında geçiyor.
Dizi dünyasının en prestijli ödülleri her<br />
yıl sonbahar’da dağıtılan Emmy Primetime<br />
ödülleridir, dizi dünyasının Oscar’ı<br />
diye tanımlamak yanlış olmaz. Bu yıl<br />
64.kez düzenlenen Emmy Ödülleri 23<br />
Eylül tarihinde yapılan ödül töreni ile<br />
sahiplerini buldu. Biz de bu sayımızı bu<br />
senenin kazananlarına ayırdık.<br />
n Los Angeles’taki Nokia Theatre’da düzenlenen töreni<br />
bu yıl adaylıkları da açıklamış olan ünlü komedyen Jimmy<br />
Kimmel sundu. Son yıllarda Emmy’nin vazgeçilmez dizilerinden<br />
biri olan başarılı drama Mad Men ve geçen yılın çok<br />
konuşulan korku serisi American Horror Story 17’şer dalda<br />
adya gösterildikleri Emmy’den neredeyse eli boş döndüler.<br />
Diğer taraftan İngiliz şaheserleri Sherlock: A Scandal In<br />
Belgravia ve Luther’da adaylıklarına rağmen ödül alamayan<br />
diziler oldular; bu yılın şanslı İngiliz dizisi ise Downton<br />
Abbey oldu. Genel olarak kazananlara baktığımızda ise bu<br />
yılın zaferi Homeland’in demek yanlış olmaz.<br />
Son 4 yılın drama dalında en iyi dizi ödülünü kimselere<br />
kaptırmayan Mad Men 5.sezonuyla yine aday oldu bu dalda.<br />
5.sezon şahsi kanaatime göre en az 1.sezon kadar başarılı<br />
bir sezondu ancak Mad Men bu yıl ödülü Homeland’e<br />
kaptırdı. (Ödülü yine Mad Men alsa açıkçası ben bu duruma<br />
şaşırmaz, sevinirdim. Çünkü Mad Men sadece son<br />
yılların değil tüm zamanların en iyi drama dizilerinden<br />
biri.) Homeland sadece en iyi drama dizisi ödülünü değil,<br />
drama dalında en iyi kadın oyuncu, en iyi erkek oyuncu ve<br />
en iyi senaryo ödüllerini de kazandı. Showtime kanalında<br />
yayınlanan dizinin şu sıralar 2.sezonu yayınlanmakta.<br />
Başrollerinde aslında sinema oyuncusu olan Claire
Danes’in ve çeşitli filmler ve TV dizilerinden<br />
anımsanabilecek Damian Lewis ile V ve Firefly<br />
dizilerinden hatırlayabileceğimiz deneyimli dizi<br />
oyuncusu Morena Baccarin bulunuyor. Dizinin<br />
senaryo yazarları daha önce Buffy the Vampire<br />
Slayer, Angel, The X Files gibi projelere iş<br />
yapmış Howard Gordon, yine The X Files, 24 ve<br />
Dawson’s Creek‘in arka planında yer almış Alex<br />
Gansa ile Prisoners of War dizisinde yer almış<br />
ve yönetmenlikte yapan Gideon Raff. Bu üç<br />
isim Homeland’in pilot bölümü için yazdıkları<br />
senaryo ile drama dalında en iyi senaryo ödülünün<br />
sahibi oldular. Homeland kısaca; kaybolan<br />
bir deniz çavuşunun Afganistan’da bir<br />
sığınma evinde bulunup 8 yıl sonra ülkesine<br />
dönüşünün gizemini ve bu çavuşun kahraman<br />
mı yoksa hain mi olduğunu araştıran<br />
bir CIA ajanının hikayesini anlatmakta. Genel<br />
olarak “Müslümanlar teröristtir, Amerikalılar<br />
kahramandır” algısı yarattığı yönünde eleştiriler<br />
almasıyla birlikte; aslında konuya tarafsız<br />
yaklaştığı da savunuluyor. Ancak şöyle bir<br />
gerçek var; Homeland Game of Thrones ve Mad<br />
Men gibi iki harika dizi arasından sıyrılıp en<br />
önemli Emmy ödüllerinden dördünü kaptı.<br />
Komedi dalında ise bu yılın en çok ödül toplayan<br />
dizisi Modern Family oldu ki geçtiğimiz<br />
yıl da Emmy’den eli boş dönmemişti bu dizi.<br />
Christopher Lloyd (Back to You, Just Shoot<br />
Me!, Frasier) ve Steven Levitan (Wings, Back to<br />
You, Frasier) tarafından yaratılan ve şu sıralar<br />
4.sezonu devam eden dizi 3 birbirinden farklı<br />
ailenin yaşamlarına değinen bir “sözümona belgesel”.<br />
Dizi en iyi komedi dizisi ödülüne layık<br />
görülürken, Steven Levitan da Modern Family<br />
ile en iyi yönetmen ödülünün sahibi oldu.<br />
Komedi dalında en iyi erkek oyuncu ödülü Two<br />
and a Half men dizisindeki rolüyle Jon Cryer’a<br />
giderken, en iyi kadın oyuncu ödülünü Veep<br />
dizisindeki rolüyle Julia Louis-Dreyfus aldı bu<br />
yıl. Julia Louis-Dreyfus’un bu 3. Emmy ödülü,<br />
daha önce The New Adventures of Old Christine<br />
ve Seinfeld dizilerindeki rolleriyle de ödül
kazanmıştı. 10.sezonu devam eden, Charlie<br />
Sheen’in ayrılışı ve Ashton Kutcher’ın kadroya<br />
dahil oluşuyla ufak çaplı “fırtına”lar yaratmış<br />
Two and a Half Men’deki bu rolüyle Jon<br />
Cryer’ın aldığı bu ikinci Emmy’i ise fazlasıyla<br />
gereksiz buluyorum. Kabak tadı vereceğine,<br />
zirvede bırakmalı artık bazı diziler/oyuncular ki<br />
bizlerde yeni yetenekleri tanıyabilelim.<br />
Mini Series / Tv Filmi kategorisinin en çok<br />
adı anons edileni Game Change oldu.<br />
Başrollerinde ünlü sinema oyuncuları Julianne<br />
Moore, Woody Harrelson ve Ed Harris’in<br />
bulunduğu film; en iyi TV filmi, en iyi yönetmen,<br />
en iyi aktris, en iyi senaryo ödüllerinin<br />
hepsini topladı ki yarıştığı diziler arasında<br />
American Horror Story, Luther, Sherlock<br />
gibi diziler bulunuyordu. Game Change 2008<br />
Amerika başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin<br />
adayı John Mccain’in yanında başkan<br />
yardımcılığı için yarışan Sarah Palin’in hikayesini<br />
anlatmakta. Özellikle Julian Moore’un<br />
performansı ve HBO kalitiseyile kendinden söz<br />
ettiriyor bu film.<br />
Son olarak genelde şaşırtıcı seçimlere sahne<br />
olmuş bu yılın Emmy ödüllerinde, son yılların<br />
en iyi dramalarından biri olan Breaking<br />
Bad’deki rolüyle ödül kazanan Aaron Paul’un,<br />
American Horror Story’deki rolüyle ödül alan<br />
Jessica Lange’in ve Louie için yazdığı senaryo<br />
ile ödül alan Louis C.K.’nın kazandıkları ödülleri<br />
kesinlikle hak ettiklerini düşümdüğümü eklemek<br />
istiyorum.<br />
Kategorilere göre tüm kazananların listesi ise şu şekilde;<br />
Drama<br />
En İyi Dizi – Homeland<br />
En İyi Aktör - Damian Lewis,<br />
Homeland<br />
En İyi Aktris - Claire Danes,<br />
Homeland<br />
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu<br />
- Aaron Paul, Breaking Bad<br />
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu<br />
- Maggie Smith, Downton<br />
Abbey<br />
En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />
Jeremy Davies, Justified<br />
En İyi Kadın Konuk Oyuncu<br />
- Martha Plimpton, The Good<br />
Wife<br />
En İyi Yönetmen - Tim Van<br />
Patten, Boardwalk Empire<br />
En İyi Senaryo - Alex Gansa,<br />
Howard Gordon ve Gideon<br />
Raff - Homeland – “Pilot”<br />
Komedi<br />
En İyi Dizi – Modern Family<br />
En İyi Aktör - Jon Cryer, Two<br />
and a Half Men<br />
En İyi Aktris - Julia Louis-Dreyfus,<br />
Veep<br />
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu -<br />
Eric Stonestreet, Modern Family<br />
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu –<br />
Julie Bowen, Modern Family<br />
En İyi Erkek Konuk Oyuncu -<br />
Jimmy Fallon, Saturday Night<br />
Live<br />
En İyi Kadın Konuk Oyuncu -<br />
Kathy Bates, Two and a Half<br />
Men<br />
En İyi Senaryo - Louis C.K.-<br />
Louie – “Pregnant”<br />
En İyi Yönetmen - Steve Levitan,<br />
Modern Family<br />
Mini Series ya da Tv Filmi<br />
En İyi Dizi / TV Filmi– Game<br />
Change<br />
En İyi Aktör - Kevin Costner,<br />
Hatfields & McCoys<br />
En İyi Aktris - Julianne<br />
Moore, Game Change<br />
En İyi Yardımcı Erkek<br />
Oyuncu - Tom Berenger,<br />
Hatfields & McCoys<br />
En İyi Yardımcı Kadın<br />
Oyuncu - Jessica Lange,<br />
American Horror Story<br />
En İyi Yönetmen - Jay<br />
Roach, Game Change<br />
En İyi Senaryo - Danny<br />
Strong - Game Change
Hollywood güzel yıldızları dünya<br />
sinemasına hediye etmeye devam ediyor.<br />
Taken 2 ile İstanbul’a da gelen Maggie<br />
Grace sinemanın son seksi hatunu…
SERDAR AKBIYIK<br />
n Taken 2’yi seyrettiğimde bu kadar kötü<br />
bir İstanbul filmi olamayacağını düşündüm.<br />
Filmdeki tek güzel şey Maggie Grace.<br />
Sanıyorum bütün magazin dergileri de benim<br />
gibi düşünmüş olacak ki Grace FHM’den<br />
Maxim’e, Variety’e kadar bütün dergilerin en<br />
seksi yıldız listelerine girmiş. Özellikle Variety<br />
onu 2009’da birinci sıraya yerleştirmiş.<br />
Grace ekranlarda ilk kez haftalık bir internet<br />
yapımı olan Rachel’s Room adlı programda<br />
göründü. Program, Sony’e ait olan Screen-<br />
Blast adlı internet sitesinde 2001-2002<br />
yıllarında yayınlandı. Ardından 2002’de<br />
kariyerine “Murder in Greenwich” ve “Shop<br />
Club” adlı filmlerde başrol oynayarak devam<br />
etti. 2003 yılında “12 Mile Road” adlı<br />
filmde Tom Selleck ve Wendy Crewson’un<br />
sorunlu kızını canlandırdı. Asıl patlamasını<br />
ise Lost dizisinde canlandırdığı seksi ve<br />
zengin kız Shannon rolüyle yaptı. Diziden<br />
sonra yer aldığı bir diğer proje, bir John<br />
Carpenter filmi olan “The Fog”’dur. Bu<br />
filmde Smallville dizisinden Tom Welling de<br />
Grace ile oynamaktadır. Söylentilere göre<br />
X-Men 3 adlı filmde Shadowcat adlı karakteri<br />
canlandırması için Maggie Grace’e teklif<br />
yapıldığı, ancak Grace’in bu teklifi Lost ile<br />
konratı olması nedeniyle reddetiği söylendi.<br />
Fakat Grace bir röportajında bunu ilk defa<br />
duyduğunu, böyle bir şey olmadığını ve bu<br />
duruma çok şaşırmış olduğunu söylemiştir.<br />
Ayrıca romandan uyarlama olan Suburban<br />
Girl adlı filmde, Sarah Michelle Gellar ve<br />
Alec Baldwin ile beraber yer aldı The Twiligh<br />
Saga Breaking Dawn’da İrına karakteriyle<br />
ne kadar seksi bir vampir olabileceğini<br />
de kanıtladı. Taken’ın ilk bölümünde 16<br />
yaşındaki Kim’I canlandıran Grace o sırada<br />
23 yaşındaydı. 1,75 boyunda olan Grace’in<br />
en beğendiği yeri ise bacakları. Özellikle kısa<br />
şort giydiğinde kendini çok seksi bulduğunu<br />
söyleyen Grace’e katılmamak eldi değil.<br />
Yakaladığı ün ona yetmemiş olacak ki aynı<br />
zamanda müzikle de uğraşıyor. Bizim için<br />
fark etmez onun güzelliğini perdede ve sahnede<br />
seyretmeye razıyız…
Siyah Giyen Adamlar’ın<br />
hiç gülmeyen<br />
kahramanı Tomy Lee<br />
Jones gerçek hayatta<br />
aslında resimdeki gibi<br />
güleç bir insan. Bütün<br />
filmlerinde<br />
somurtkan duran<br />
Jones’un gizli hayatını<br />
sizin için araştırdık...
BANU BOZDEMİR<br />
n Tommy Lee Jones, 15 Eylül 1946 tarihinde San Saba, Texas’ta<br />
doğdu. Annesi Lucille Marie ve babası Clyde C. Jones’tu. Midland,<br />
Texas’ta oturan Tommy Lee Jones, Robert E. Lee Lisesi’ne<br />
katıldı. Anne ve babası Libya’ya gittikten sonra Dallas’ta bir<br />
hazırlık kursuna katılan Jones, burada sinema oyuncusu olmayı<br />
kararlaştırdı. Okulundaki tiyatro programı sayesinde, oyunculuğa<br />
iyice alıştı. Üniversite yıllarında da tiyatroya devam eden Jones,<br />
mezun olduktan sonra New York’a taşındı. Sinemadaki ilk rolünü<br />
Aşk Hikayesi (1970) filmi ile elde etti ve One Life to Live isimli bir<br />
televizyon dizisinde çalıştı.<br />
Bazı televizyon ve sinema filmlerinde oynayan Jones, Coal Miner’s<br />
Daughter filmi ile Altın Küre Ödülü adayı oldu. Oyunculuk<br />
yeteneği sayesinde çok boş zamanı olmayan Jones, JFK (1991),<br />
Kaçak (1993), Müşteri (1994), Katil Doğanlar (1994), Batman<br />
Daima (1995), Siyah Giyen Adamlar (1997),Siyah Giyen Adamlar<br />
II (2002), Üç Defin (2005), İhtiyarlara Yer Yok (2007), ve Tanrının<br />
Vadisinde (2007) gibi yapımlarda rol aldı. Jones, yönetmenliğini<br />
Andrew Davis’in yaptığı Kaçak filmindeki oyunculuğu ile En<br />
İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Akademi Ödülü kazandı. İlk<br />
yönetmenlik deneyimini The Good Old Boys (1995) filmi ile kazanan<br />
Jones’un yönetmenliğini yaptığı ikinci film ise Üç Defin oldu.<br />
The Company Man, İlk Yenilmez: Kaptan Amerika ve Siyah Giyen<br />
Adamlar 3 son üç yılda rol aldığı filmler. Bu ay karşımızda David<br />
Frankel imzalı Aşk Yeniden filmi ile çıkacak ve aşka deneyimli<br />
ama yeni bir heyecan katmaya çalışacak…
Bu hafta vizyona giren Özge Özberk imzalı N’apçaz Şimdi<br />
filmini konuştuk Özgür ve Özge Özberk kardeşlerle…<br />
BANU BOZDEMİR<br />
Film çekmeye neden ve nasıl karar verdiniz?<br />
Sonuçta biz sizi oyuncu olarak biliyoruz…<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Ken her oyuncunun, kendi gönlünde<br />
yatan, insanlarla paylaşmak ve anlatmak<br />
isteyeceği bir hikayesi olduğuna eminim. Benim<br />
de hikayelerim var, anlatmak istediklerim var ama<br />
yönetmenlik tecrübe ve birikim isteyen bir mevki.<br />
Bu yüzden de ilk filmim bu hikayeler içerisinde<br />
bence en basit ve anlatımı en kolay olanı olan<br />
“N’apcaz Şimdi?” oldu ve bence de çok iyi pratik<br />
yaptığım bir film oldu.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Yapımcılığı da denemek istedim<br />
diyebiliriz. Aslında bir anda olan bir iş değil bu. Biz<br />
şirketimiz olan Özgür Yapımlar’ı üç yıl önce kurduk<br />
üç yıldır projenin her detayını ince ince çalıştık.<br />
Ancak şimdi çekebildik.<br />
İnsanlar önce evlenip sonra neden o evlilikten kurtulmaya<br />
çalışır? Konu tam olarak bu mu?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Aslında bir mesaj vermeye<br />
çalışmadık bu filmde. Bizi bize göstermeye çalıştık.<br />
Çünkü film tamamen 3. sayfa hikayesi. Ama işin<br />
içine şanssızlık, biraz da beceriksizlik öğelerini<br />
katınca gerçekten ızlemeye değer komik bir film<br />
ortaya çıktı. İzleyenlere bıyık altından “bu benim<br />
başıma da geliyordu az kalsın:) “ dedirtmek istedim.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Ben filmde Nalan karakterini<br />
canlandırıyorum. Ufuk Özkan’ın oynadığı Toygar<br />
karakterinin karısı. Filmin ana cümlesi, “Hangimiz<br />
bir an bile olsa ondan kurtulmak istemedik ki?”<br />
Filmde kurtulmak istenen kişiyim ben. Yani Ufuk<br />
benden kurtulmak istiyor ve bunun için de bir plan<br />
yapıyor. Ama bu plan o kadar çok eline, ayağına<br />
dolanıyor ki işin içinden çıkılmaz hale geliyor. Komedi<br />
de buradan çıkıyor.<br />
Günümüzde çok yaşanan bir konu, sanırım komedi<br />
olarak çekmeye karar verdiniz? Bunun bir sebebi<br />
var mıydı?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: E tabi günümüzde sosyalleşmek<br />
o kadar kolaylaştı ve eski defterleri açabileceğiniz<br />
o kadar çok yer var ki. Facebooktan eski dostları!<br />
bulmak birçok sorunu beraberinde getiriyor tabi.<br />
Sadece o da değil daha rahat bir toplum olduk ve bu<br />
nedenle ilişkilerde de de sorunlar çıkmaya basladı.<br />
Bunu konu alan bir film aslında.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Bu senaryo Özgür’ün aslında.<br />
Özgür bunu kısa film senaryosu olarak yazmıştı<br />
2001 yılındaydı sanırım. Özgür bu şekilde<br />
oluşturmuş senaryoyu. Sonrasında benim de ufak<br />
tefek eklemelerim oldu. Setteki doğaçlamalarla çok<br />
daha oturdu.<br />
Tarzınızı komedi olarak mı belirlediniz? Yani bundan<br />
sonra çekeceğiniz filmler de mi komedi olacak?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Hayır bir sonraki filmim bir komedidrama<br />
olacak. Tam toplumumuza uygun. Gülerken<br />
ağlamayı çok seviyoruz bence.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Yo hayır o şekilde belirlediğimiz bir<br />
tarzımız yok. Sonraki filmler dram da olabilir… Ama<br />
önce N’apcaz Şimdi’ye gelecek yorumları bekliyoruz.<br />
Ülkemizdeki komedi filmlerini nasıl buluyor, nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Çizgisini çok beğendiğim oyuncu<br />
arkadaşlarım ve onların başrollerini paylaştığı filmler<br />
var. Ama beğenmediklerim çoğunlukta. Çünkü<br />
komedıyı biz hep ucuzlaştırıyoruz. Komedının<br />
aslında bır dramadan çıktığını unutuyoruz. Hatta komedi<br />
filmlerini skeçler haline çeviriyoruz ki bence bu<br />
benım sevdiğim bir tarz değil. O nedenle kendi filmimde<br />
mümkün olduğu kadar skeç değil de sinema<br />
bütünlüğü olan bir senaryo oluşturdum. Çekerken<br />
de sinemanın evrensel kurallarına uymaya çalıştım.<br />
Yakında başarılı mıyım değil miyim goreceğiz.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Bence çok iyi komedi filmleri çekiliyor.<br />
Aslına bakarsanız komedi dramaya göre daha<br />
zor. Ağlatmak, güldürmekten kolay. Ama bu konuda<br />
Türk sinemasının başarılı olduğunu düşünüyorum.<br />
Kemal Sunallar, Şener Şenler’le gelen, yeni
jenerasyon oyuncu, yönetmen ve senaristlerle devam<br />
eden, başarılı bir komedi sinemamız olduğunu<br />
düşünüyorum.<br />
Film çekmeye ilk bu filmle mi karar verdiniz, yoksa<br />
başka filmler var mıydı aklınızda?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Aslında çekmeyi planladığım<br />
ikinci film, biraz daha zor ve tecrübe gerektiren bir<br />
film. Bu nedenle daha basit oldugunu düşündüğüm<br />
“N’apcaz Şimdi” filmiyle yola çıktım.<br />
ÖZGE ÖZBERK: Fikirlerimiz vardı ama bu<br />
filmde daha nettik. İlk film için daha rahat<br />
çalışabileceğimiz, daha rahat kotarabileceğimiz bir<br />
projeydi. Biz de ilk filmimizde cok fazla zorlanmamak<br />
için bu senaryoyu çekmeye karar verdik. Bu<br />
film bizim için bir nevi sınav aslında.<br />
Bir insan iki ilişki arasında kalınca ne yapar?..<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Aynen Ufuk Özkan’ın<br />
canlandırdığı başrol karakterimiz gibi ne yapacağını<br />
bilemez herhalde :)<br />
Oyuncu seçimi nasıl oldu? Mesela kardeşiniz Özge<br />
hanım da var, projeyi beraber mi oluşturdunuz?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Özge’ye senaryoyu kaba<br />
hatlarıyla bitirdikten sonra yolladım çok benimsedi<br />
ve üç sene boyunca sıklıkla uzerinden geçtik. Mutfak<br />
benim ama servis Özge’nin diyelim :)<br />
İlk filminiz içinize sindi mi? Yani tam anlamıyla<br />
içinize sinen bir film çıktığını düşünüyor musunuz?<br />
ÖZGÜR ÖZBER: Zaman anlamında biraz zorlandık<br />
aslında çünkü filmi gişesel sebeplerden dolayı bir<br />
ay öne almamız gerekti ki bu da öğrenimimizin<br />
bir parçasıydı. Bu nedenle istediğim kadar revize<br />
edemedım ama bu haliyle bile kahkahalar gala<br />
salonunu inlettı düşünün yani :)<br />
ÖZGE ÖZBERK: İçimize sindi evet. Ama bundan<br />
sonrasına seyirci karar verecek. Biz de gelen yorumlara<br />
göre eksik ya da fazlalıklarımızı görüp, bir<br />
sonraki filmimizde bunları telafi etmeye çalışacağız.<br />
Son olarak neler söylemek istersiniz?<br />
ÖZGÜR ÖZBERK: İlk filmimiz benim için çok iyi<br />
bir okul oldu. O kadar çok şey öğrendim ki ikinci<br />
filmimle alakalı hersey cok daha kolay olacak..<br />
En azından öyle umuyorum.. Son olarak şunu<br />
soylemeliyim. Zor günler geçirdiğimiz şu günlerde<br />
insanların yüzünü biraz da olsa gülümsetebilirsek,<br />
bence görevimizi iyi yapmışızdır. Umarım bu ilk fılm<br />
diğer birçok güzel filme öncülük eder bize ve bizim<br />
gibi girişimci arkadaşlara...
Adana Film Festivali son yıllarda bize film izlettirmeyi başaran<br />
festivallerden. Festivallerin son ayağı olarak Haziran’da yapılan<br />
festivalde izlediğimiz, diğer festivalleri tavaf etmiş filmleri görüyoruz.<br />
Biz o yüzden genelde Adana’yı gezmeye adıyorduk kendinizi.<br />
İlk kez bu sene bu kadar yoğun programlı bir izleme yaptık…<br />
BANU BOZDEMİR<br />
n Adana 19.sunu yaptı bu sene, tarihçesine<br />
girmeye gerek yok ama son yıllarda<br />
sıkı takipçisiyim, filmlerde moderasyon<br />
yapıyor ekiplerle sohbet ediyoruz. Adana<br />
diğer festivallerden farklı olarak film seçim<br />
skalasını değiştirdi, belgesellerde yarışıyor<br />
Adana’da… Aslında belgesellerin kurmaca<br />
filmlerin yanında çok şansı olmadığını<br />
düşünüyorum, ama bazı belgeseller sempatiyle<br />
öne çıkıyor, bu sene de Siirt’in Sırrı<br />
bu sempatiyi yaşadı… Her zaman söylerim<br />
başarı hikayeleri insanların ilgisini<br />
çeker, burada da böyle oldu, Evin hüznü<br />
ve sevinçleriyle herkesi kendisine hayran<br />
bıraktı… Ama diğer belgeseller için aynı<br />
şeyi söylemek mümkün değil. Derviş Zaim<br />
imzalı Devir kurmaca ve belgesel arasında<br />
dolaşan, sempatik bir yapımdı ama o da jüri<br />
kanadında değer bulamadı.<br />
Geçen sene Ümit Ünal’ın Nar filminin<br />
Altın Portakal’ı moderasyonunda ona da<br />
sormuştum, deneyimli yönetmenlerin<br />
genç ve ilk filmlerini çeken yönetmenlerle<br />
yarışması avantaj mı dezavantaj mı<br />
diye? Sonuçlar bu sene Derviş Zaim, Zeki<br />
Demirkubuz, Erden Kıral ve Yeşim Ustaoğlu<br />
ve İsmail Güneş için de geçerliydi… Zeki<br />
Demirkubuz tepkisini ortaya koydu, bir<br />
yönetmen ödül alamadı diye tepkisini elbette<br />
ortaya koyar, koymalı bence de…<br />
Ama o zaman taa işin başına gidip filmini<br />
bir festivalde yarışmaya gönderiyorsa ve<br />
oradaki jürinin takdirine sunuyorsan zaten<br />
baştan hakkını teslim etmiş olmuyor<br />
mu? Ben jüri sistemine inancımı çoktan<br />
yitirdim, kendim de jürilik yapıyorum ama<br />
jürilik objektiflikten uzak, gayet de subjektif<br />
bir alan ne yazık ki! Çünkü sektörde<br />
dirsek teması çok fazla, bir jüri üyesi<br />
bir yönetmen ya da oyuncunun yakını,<br />
yapımcısı, oyuncusu vs.. O yüzden subjektif<br />
bir değerlendirmeden uzak olacak<br />
elbette sonuçlar…<br />
Ben kendi adıma festivalde Gözetleme<br />
Kulesi, Yer altı ve Araf arasında dağılım<br />
olur diye düşünüyordum ama bir yandan<br />
da jürinin herkesin gittiği yoldan<br />
gitmeyeceğine ilişkin bir kanım vardı be nitekim<br />
öyle oldu. Babamın Sesi meselesine<br />
gelince….Ben İstanbul Film Festivali’nde<br />
izledim filmi. Baştan şunu söylemek istiyorum,<br />
politik duyarlılığı tavan yapmış birisiyim<br />
ama her politik olan şeyi beğenmek<br />
zorunda değilim. Bu dayatmayı almak<br />
istemiyorum üzerime. Babamın Sesi’ni her<br />
türlü politik görüşten sıyrılarak çok fazla<br />
beğenmedim… Şimdi ben bunu sosyal<br />
medyada yazınca tepkiler alırdım eminim<br />
ama beğenmeme hakkımız var değil mi?<br />
Sonuçta politik duyarlılık arz
arz etmeyen, kötü bir filme fazla beğenmedim<br />
diyebiliyorsak, bu tarz filmlere de diyebilmeliyiz.<br />
Ne faşist oluruz ne de vicdansız! Bence bu<br />
sevdirme dayatmaları daha faşizan kusura<br />
bakılmasın!<br />
Ekibin İki Dil Bir Bavulu’na bayıldım mesela…<br />
Ben kendim bağırıyorum uzun zaman, ülkede<br />
politik sinema eksik diye. Ama ben ezik politik<br />
sinema anlayışından bıktım arkadaş! Gümbür<br />
gümbür olsun, ezilenlerin derdi… Neden bu<br />
egemen gücün karşısında geri çekilip, ezilip<br />
büzülme hali… Ben bu konuda itiraz ediyorum.<br />
Babamın Sesi annelik hali üzerinden giden,<br />
hüzünlü bir hikaye… Örneklemelerini gördük<br />
aslında bunca yıl içinde fazlasıyla… O yüzden<br />
benim için ya da bir sürü insan için yeni bir şey<br />
değil…<br />
Festivallerde son yıllarda dikkatimi çeken<br />
başka bir şey de sinemanın önüne geçen gerçeklik!<br />
Yoğun bir gerçeklik sinema estetiğini<br />
öldürüyor yavaşça. Tatminsiz ayrılıyor salondan,<br />
her filme ‘eh’ çıkıyor artık ağzımızdan.<br />
Yönetmenler de bir zahmet bunu görsünler,<br />
seyirciyi her anlamda tatmin etmek için<br />
uğraşsınlar o vakit. İnsanlar beğenmeyince de<br />
bozulmasınlar!<br />
Politik duyarlılık yalnız bireyin saçma dertlerinden<br />
elbette bin kat iyi ama sinema niye bu<br />
kadar yavaş! Söylemekten dilimizde tüy bitti,<br />
yavaşlık sanatsal değil, artık değil ya da…<br />
Selim Evci imzalı Rüzgarlar’a da bu anlamda<br />
yönetmene filmini kısaltmasını, bir nevi ziplemesini<br />
öneriyoruz. Konusuzluk derdi, görüntülere<br />
yüklendiriyor yönetmeni ne yazık ki!<br />
Kendi adıma yoğun ama filmlerden dolayı çok<br />
da tatmin olamadığım bir festival geçirdim…<br />
Daha önce izlediğim bir filmin yerine Chaplin<br />
imzalı Altına Hücum filmine girdim ve destursuzca<br />
güldüm eğlendim…<br />
Sonuçlara delice itiraz etmiyorum ama<br />
beklediğimizin dışında oldu sadece, yoksa kimsenin<br />
Babamın Sesi’ni politik olarak aşşaladığı<br />
yok, sinemasal olarak beğenmemek olabilir<br />
ama!
Çanakkale Çocukları Sinan Çetin’in son büyük projesi. Eşi Rebeca<br />
Haas’ı ve kendi çocuklarını da oynattığı için en kişisel filmi<br />
diyebiliriz. Rebekka Haas ile yaptığımız röportajda Haas’ın Sinan<br />
Çetin ile çalışmak hakkında söyledikleri çok dikkat çekiciydi...<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
n Rebecca Haas Sinan Çetin’in eşi olarak<br />
yıllarca onun filmlerinin görsel yönetmenliğini<br />
yaptı. Fakat kamera önüne hep uzak kalmaya<br />
dikkat etti. Bütün bu yıllar içinde Romantik<br />
ve vizyona giren Çanakkale Çocukları’nda<br />
çocuklarıyla beraber rol aldı. Biz de hemen<br />
teybimizi kendisine uzattık. Haas çok<br />
da alışmadığımız bir içtenlikle cevapladı<br />
sorularımızı. Eşi Sinan Çetin’in sette bazen<br />
dağınık, disiplinsiz olduğunu ve çok bağırdığını<br />
söylerken onun gerçekçi, detaylara dayalı bir<br />
sinema yaptığını söyleyerek de hakkını teslim<br />
etti.<br />
Proje size ne hissettirdi?<br />
Sinan Çetin’i pek ciddiye almıyorum. Çok çılgın<br />
bir adam ve benim kontrolü biraz elimde tutmam<br />
gerekiyor. Bu yüzden oynamak istemedim.<br />
Önce projenin nasıl olduğuna bakarım. Utangaç<br />
biri olduğum için uzun süre oyunculuktan<br />
uzak kaldım, bu yüzden cesaretli değilim. Sinan<br />
güçlü bir yüzüm olduğunu, bütün duyguları<br />
oradan alabileceğini düşünüyor. Bu yüzden hep<br />
kamera önünde olmam gerektiğini söyler. Yine<br />
de fazla içinde olmak istemediğim için hayır<br />
dedim. Zaten evliyiz ve beraber çalışıyoruz, ben<br />
biraz mesafe olmasından yanayım. Sinan filmleri<br />
tüketilmesi için yapıyor o yüzden hiç kimse<br />
onu durduramaz. Onun filmlerindeki konular,<br />
herkesin bir şeyler öğrenebileceği, evrensel<br />
olan önemli konular. Tüm bunlara bakınca fikrim<br />
değişti yer almak istedim.<br />
Savaş evrensel bir durumdur fakat ülkeler<br />
açısından bakıldığında bir o kadar da yereldir.<br />
Bu hikayeye baktığınızda evrensel olarak<br />
gördüğünüz şey neydi?<br />
Einstein, “Mantık sizi A noktasından B noktasına<br />
taşır. Hayal sizi istediğiniz her yere taşır”<br />
demiştir. Biz belirli düşünce seviyelerinden<br />
artık çıkmak, hatta yeni bir basamak yapmak<br />
zorundayız. Savaş, politika, siyaset, siyasi<br />
güç, iktidar, rekabet bunlar sonsuz bir konsept<br />
oluşturuyor. Hiçbir konuyu aşağılamak istemiyorum<br />
fakat yeni bir adım atma zamanı geldi. Yeni<br />
düşüncelere açık olursak güzel şeyler çıkacaktır.<br />
Savaşan ülkeler açısından baktığımızda evet<br />
yereldir fakat annelerin tarafından baktığımızda<br />
bakış açısı hemen değişir.<br />
Bu film anne gözünden baktığı için bana savaş<br />
karşıtı olarak da geldi. Filmi savaş karşıtı olarak<br />
adlandırabilir miyiz?<br />
Evet adlandırabiliriz.<br />
Size rol geldiğinde bu bakış açısı rolü kabullenmenizde<br />
işe yaradı mı?<br />
Zaten projeyi o yüzden kabul ettim. Filmin konusunu<br />
çok geç anladım. Sinan herkes gibi<br />
komünikasyon yapmayan biridir. İstediğini hemen<br />
anlatamıyor ama öğrendikten, bilgi aldıktan<br />
sonra bu filmin savaşa karşı olduğunu anladım<br />
ve bu rol ile filmin bir parçası olmak istedim.<br />
Türk değilsiniz ama bu toplumda yaşadığınız için
ir nevi Türksünüz. Bu film Türk toplumu için çok değerli<br />
bir konuyu işliyor. Bu durum sizde cesaret kırıklığı, korku<br />
yarattı mı? Yutabileceğim bir lokma mı çiğniyorum diye<br />
düşündünüz mü hiç?<br />
Korkabiliriz ama ben korkmuyorum. Bu filmle güzel bir<br />
şey söylüyoruz. Öldürmek kötü, yaşamak iyi mesajına<br />
hiç kimse karşı çıkmaz. Tabi ki politik bir biçimde<br />
konuşabiliriz ama insanlık tüm konuları geçer, her<br />
şeyden üstündür. Zaten bu film için geç kaldık. Biz belgesel<br />
çekmiyoruz, insanlara yeni bir açı göstermek istiyoruz<br />
ki bu durum sanattır. Sanatçı çok acı çeker, ortaya<br />
bir şeyler çıkarmak zordur. Eğer dinden, siyasetten,<br />
hastalıktan, homoseksüellikten korkuyorsan sanat yapan<br />
birisi olamazsın. Bir Avustralyalı kadını canlandırıyorum<br />
filmde. Bu rol kabul etmek cesaret mi yoksa cehalet mi<br />
bilemiyorum sonunda ben bir Almanım ve Avustralya<br />
aksanına dair hiçbir şey bilmiyorum. Herneyse sonunda<br />
yaptım. umarım Sinan bir mucize yaratır da komik duruma<br />
düşmem. Sinan gerçekçi de detaylara dayalı bir sinema<br />
yapmıyor. hikayenin özüne dokunan bir yaklaşımı var.<br />
Gerçekçi sinemadan ziyade daha çok bir masal anlattı bu<br />
filmde.<br />
Filmde en savaş karşıtı duygu annelik duygusu var.<br />
Kendi yavrularını kaybetme endişesi çok fazla. Şu an<br />
Türkiye’de bunu yaşayan bir dolu anne var. Tam da<br />
o noktada sizin filminiz çıkıyor, üstüne üstük kendi<br />
çocuklarınız da oynuyor. Bu durum sizi nasıl etkiledi?<br />
Filmin içinde otobiyografik unsurlar var. Bir evliliğin<br />
içinde iki kimlik var ve gerginlikler yaşanıyor. Bu<br />
hem globaliliğe doğru giden pozitif bir gerginlik hem<br />
de keskin bir gerginlik. Sizlerin ve benim dilimiz,<br />
düşüncelerimiz farklı. Sinan da ben de birbirimizden<br />
çok şey öğrendik. Hala da bir şeyler öğreniyorum,<br />
öğrenmeye de devam edeceğim. Otobiyografik anlarda<br />
oynamam kolay oldu, bu duyguları biliyorum, tanıyorum.<br />
Aile içi çatışmalar, düşünce ayrılıkları var. Bu hayatın<br />
kendisidir. Film hemen hemen bir çözüm vermiyor ama<br />
insanları yeni bir açıdan düşünmeye itiyor. Film bana terapi<br />
gibi geldi. Çocuklarımla beraber oynamak ise roldeki<br />
duyguların beni fazlasıyla etkilemesine sebep oldu tabii.<br />
Ben oyuncu olmayı kendime uygun bulmuyorum dediniz<br />
fakat sonuçta başrol olduğunuz bir film bitirdiniz. Bu<br />
filmde sonra düşünceleriniz değişti mi?<br />
Tabi ki oldu. Haluk Bilginer benim partnerimdi. Kendisi<br />
süper bir oyuncu. Ne kadar harika bir işi olduğundan<br />
bahsettim. Rol yapmak çok keyifli, çok derin bir iş. Başka<br />
bir insanın duygularını anlamak zorundasın. Oyuncuların<br />
cin gibi insanlar olduğunu düşünüyorum.
Siz kamera arkasından geliyorsunuz. Eşinizin<br />
bu filmi yönetmesi biraz problem yaratabilir.<br />
Siz böyle bir şey yaşadınız mı?<br />
Yaşadım. Bazen diyaloglara güvenmedim,<br />
fazla duygu vermeden yazdılar. Önemli diyaloglar<br />
istediğimi söyledim. Sonra kendimi<br />
tuttum. Çünkü ben de filmciyim ve yönetmene<br />
yüzde yüz saygı duymuyorsan bu işi<br />
yapmamalısın diye düşündüm. Yoksa bu<br />
gemi yürümez.<br />
Bundan sonra oyunculuğu profesyonel<br />
olarak düşünüyor musunuz?<br />
Her şeye açığım artık. Prensip olarak ilgimi<br />
çekiyor ama kolay kolay bir yönetmene<br />
güvenmiyorum. Senelerce kameramanlık<br />
yaptım, başka yönetmenlerle çalışıp<br />
hatalarını gördüğümde Sinan’a koştum. O<br />
her zaman önemli bir şey yapıyor. Bazen<br />
çok amatör, dağınık, disiplinsiz yapıyor,<br />
çok bağırıyor. Onunla beraber çalışmak<br />
çok zor ama film yaparken en önemli şey<br />
konu, sonuç ve o bunun üstesinden geliyor.<br />
Hiçbir zaman boş bir iş yapmaz. Bu da çok<br />
rahatlatıcı ve keyifli bir durum.<br />
Türk sinemasında gişe filmleri ve sanat<br />
filmleri diye bir çatışma vardır. Sanat filmlerini<br />
Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu,<br />
Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu’dan seyretmeye<br />
alıştık. Bu tür filmler üretirler. Başka yönetmenler<br />
de gişe filmi üretirler. Sinan Çetin tam<br />
ortadadır. Gişeyi de, sanatı da önemser. Siz<br />
bu çatışmaya nasıl bakıyorsunuz?<br />
Siz zaten çok güzel anlattınız. Türkiye’de<br />
hem gişeyi hem sanatı düşünen film çok az<br />
var. Dünyada çok önemli yönetmenler var,<br />
Roman Polanski, Milos Forman, Quentin Tarrantino,<br />
Inarritu, Coen kardesler gibi. Filmleri<br />
hem çok büyük gişe yaptıyor, eğlenceli<br />
filmler oluyor hem de çok önemli mesajlar<br />
taşıyor. Türkiye’de daha öyle film göremedim.<br />
Türkiye’deki yapılanma çok dengeli değil.<br />
Yurt dışında ödül alan filmi, Türkiye’de 9 bin<br />
kişi izlemiyor.<br />
Çünkü bir tarafta ideolojik düşünceler<br />
diğer tarafta para kazanmaya dayalı<br />
düşünceler var. Biz Hollywood’dan bir şeyler<br />
öğrenebiliriz.
n Henüz iki kısa filmlik filmografisiyle<br />
şimdiden sektörün önde gelen<br />
kısa film yönetmenlerinin arasına<br />
girmeyi başaran Orhan İnce için<br />
son yılların rekortmen kısa filmcisi<br />
tanımını yapmak yanlış olmaz.<br />
Ana dilin önemini anlatan onlarca<br />
kısa film içinden en akılda kalanı<br />
olanıydı kuşkusuz ki “Ali Ata Bak”.<br />
Orhan İnce bu filmdeki samimi<br />
anlatımı, doğal oyunculukları ve<br />
içten çabası için alkışları hak etti,<br />
ödülleri evine götürdü. Bakalım<br />
Orhan’ın kısa film dünyası<br />
hakkında düşünceleri neler?<br />
Öncelikle biraz kendinden bahseder<br />
misin?<br />
1983 Diyarbakır doğumluyum. Marmara<br />
Üniversitesi Sinema Televizyon<br />
Bölümünü bitirip aynı üniversitede<br />
yüksek lisans yapmaktayım.<br />
DEMA KU GENIM DIRIJIN<br />
(BUĞDAYLAR DÖKÜLÜRKEN)<br />
ve ALİ ATA BAK adlı kısa filmlerini<br />
çektim.<br />
Senin için kısa filmin tanımı nedir?<br />
Kendi uzun metraj sinema filmini<br />
görmemiş birisi olarak; şu anda<br />
duygu, düşüncelerimi ve bakış<br />
açımı sizlerle kısa bir şekilde<br />
paylaşabildiğim tek yol.<br />
Kısa filmi bir araç olarak mı<br />
görüyorsun? Yoksa söz gelişi<br />
bir 10 yıl sonra da, kısa filmler<br />
çekeceğim diyor musun?<br />
Ben bir araç olarak görmüyorum.<br />
Seviyorum kısa film<br />
yapmayı ve daha zor buluyorum<br />
uzun metrajdan. Kısa bir süre<br />
içerisinde yarattığınız atmosfere<br />
ve anlattığınız hikâyenin<br />
içine insanların girebilmesini<br />
sağlamak, sanırım uzun metrajdan<br />
daha zordur. Bazen o kadar<br />
güzel bir fikir gelir ki aklınıza, o<br />
ancak kısa film olur. Böyle bir<br />
şey 10 yıl sonra da gelse aklıma,<br />
mutlaka çekerim.<br />
“Ali Ata Bak” adlı filmin birçok<br />
festivale katıldı, ödüller aldı.<br />
Neler hissettiriyor bu durum?<br />
Geleceğe dair ne gibi hayaller<br />
kurduruyor?<br />
Bundan önce yaptığım film de<br />
birçok festivalde gösterildi. ‘’Ali<br />
Ata Bak’’ kadar ses getirmese<br />
de bizim için ulaşmak istediğimiz<br />
yerler için önemli bir adım oldu.<br />
Festivaller, kısa filmler için belki<br />
de tek gösterim olanağı. O<br />
açıdan bir kısa film yönetmeni<br />
olarak yaptığım filmlerin izleyiciyle<br />
buluşması çok önemli. Ali Ata<br />
Bak’ın festivallerde dolaşması ve<br />
ödüller alması tabi ki de çok mutlu<br />
etti. Gelecek açısından da neler<br />
olur bilmiyorum açıkçası. Bu işe<br />
gönül vermiş ve bu işi hobi amaçlı<br />
değil, mesleği olarak seçmiş<br />
birisiyim, her zaman en iyisi<br />
olması için uğraşırım ama en iyisi<br />
olur mu onu zaman gösterir.<br />
Sence hızla gelişen teknolojinin,
kısa filme ne gibi katkıları olabilir?<br />
Neler götürür?<br />
Ben okula başlarken ev arkadaşımın<br />
kompakt makinesiyle ilk ödevlerimi<br />
çektim. Bu kadar kısa zaman diliminde<br />
o kadar çok şey değişti ki, uzun<br />
metraj filmleri artık fotoğraf makineleriyle<br />
(5D mark2) çekiliyor. Her<br />
gün yeni bir kamera çıkıyor. Evinde<br />
bilgisayarında kurgunu yapabiliyorsun.<br />
Teknolojinin çeşitlenmesi ve<br />
bu anlamda çoğalması film çekecek<br />
kişileri çoğalttı. Fakat bu kadar kolay<br />
olması da işin niteliksel boyutuna<br />
zarar veriyor diye düşünüyorum.<br />
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin,<br />
yerli ve yabancı yönetmenler kimler?<br />
Hangi oyuncularla çalışmak isterdin?<br />
İsim anlamında belki çok değer<br />
verip de unuttuğum isimler olabilir,<br />
o yüzden isim vermeden devam<br />
edeceğim. Hayatta<br />
olmadıkları için isimlerini<br />
vermemde sanırım sakınca<br />
yoktur. Birçok insanın evinde<br />
posterleri asılı olan, genelde<br />
birçok insanın neden<br />
sevdiğini bilmeden kayıtsız<br />
şartsız sevdiği sinema adamı<br />
Yılmaz Güney. Küçükken<br />
filmlerini izlemeden sevmiştim<br />
Yılmaz Güney’i. Filmlerini<br />
izledikten sonra ise büyük<br />
bir hayranı oldum. Onun<br />
sineması benim için önemli<br />
bir referanstır. Bir de sinemayı<br />
sadece sevmek değil de, âşık<br />
ta olmak istiyorsanız sevgili<br />
Ahmet Uluçay’ı da unutmamak<br />
gerekiyor. Bunun dışında<br />
bu işe gönül vermiş ve samimi<br />
bir sinema yapan her<br />
yönetmen benim için saygıya<br />
değerdir. Oyuncu anlamında<br />
aslında çok çalışmak<br />
istediğim oyuncu var fakat<br />
şu ana kadar hiç profesyonel<br />
oyuncuyla çalışmadım. Bundan<br />
sonra ki filmlerimde ne<br />
olur bilmiyorum. Yarattığım<br />
karaktere en çok uyan kişi<br />
oyuncu bile olmazsa çok<br />
çalışmak isterim..<br />
Türkiye’deki film festivalleri<br />
ve kısa filmcilere yaklaşımları<br />
konusunda neler söylemek<br />
istersin?<br />
Bu çok önemli olduğu için en<br />
başta bunu söylemek istiyorum.<br />
Festivallerdeki ön eleme<br />
jürisi bence asıl jüriden daha<br />
önemli, eğer onlar istemezse<br />
dünyanın en iyi filmini de çekseniz<br />
o filmden kimsenin haberi<br />
olamaz. Lütfen buna gerekli<br />
önemi versinler! Genelde<br />
uzun metrajla birlikte yapılan<br />
festivallerde: Kısa metrajlar<br />
gösterim konusunda en kötü<br />
salon en kötü teknik hangisiyse<br />
oraya, en kötü ulaşım<br />
ve barınma koşulları kısa<br />
filmciler için oluyor. Genelde<br />
bir an önce bitsin de gözüyle<br />
bakılıyor. Ödül töreninde bile<br />
uzun metraj’a hemen geçmek<br />
için, kısa metraj ödülleri pat<br />
diye okunuyor. Ne bileyim<br />
biraz heyecan, gerilim filan<br />
yaratılır. Sadece kısa filmin<br />
gösterildiği festivaller bu<br />
konu da daha iyi. Geleceğin<br />
sinemasını oluşturacak kişiler<br />
bu işi yapan arkadaşlardan<br />
oluşacaktır. O yüzden bireye<br />
olmasa da sinemaya saygı<br />
diyorum.<br />
Son olarak gelecek<br />
planlarından bahsedelim…<br />
Yeni bir kısa film senaryosu<br />
üzerine çalışıyorum. 2013’te<br />
çekeceğim eğer bir aksilik<br />
olmazsa. 2014 ya da 2015’te<br />
de ilk uzun metraj filmimi çekmeyi<br />
planlıyorum.