• • • Nisan 2021,"ses"
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Nisan
SES
2021
SES
Nisan
2021
...
ucnoookta.derg @gma l.com
@ucnoktaderg
Kaan Gözütok
kgozutok22@my.uaa.k12.tr
Irmak Bolell
rmakkmys@gma l.com
26- Kaynakça
23- The Sc ence of Mus c, Doruk Akhan
20- George Orwell, Ev Nepal'de Kalmış Slovakyalı
Salyangoz
19- Aklın Lanet , Eşref- Mahlukat
18- s ms z fotoğraf, Efe Olgun
17- Naç zane H sler m, Hypat a
08- Ses, Deren Çığ
04- sess z gölgeler, may s
03- Mp3, Tolstoyevsk
02- Ed tör Notu
26- Kaynakça
23- The Sc ence of Mus c, Doruk Akhan
20- George Orwell, Ev Nepal'de Kalmış Slovakyalı
Salyangoz
19- Aklın Lanet , Eşref- Mahlukat
18- s ms z fotoğraf, Efe Olgun
17- Naç zane H sler m, Hypat a
08- Ses, Deren Çığ
04- sess z gölgeler, may s
03- Mp3, Tolstoyevsk
02- Ed tör Notu
26- Kaynakça
23- The Sc ence of Mus c, Doruk Akhan
20- George Orwell, Ev Nepal'de Kalmış Slovakyalı
Salyangoz
19- Aklın Lanet , Eşref- Mahlukat
18- s ms z fotoğraf, Efe Olgun
17- Naç zane H sler m, Hypat a
08- Ses, Deren Çığ
04- sess z gölgeler, may s
03- Mp3, Tolstoyevsk
02- Ed tör Notu
ç ndek ler
ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu
notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün
ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu
notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün
ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu
notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün
ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu
notu ed törün notu ed törün notu ed törün notu ed törün
Sanata ve düşünmeye düşkün
bütün okurlarımıza selamlar!
• • • dergisinin 3. sayısına
hoş geldiniz! Bildiğiniz üzere
bu sayımızın konusu “ses”ti.
Ses konusunu seçerken ilk
adımda aklımızda sadece
yapabileceği çağrışımlar olsa
da, eserler geldikçe biraz da
olsa herkesin “gençlik ateşi”
dediği, benimse sadece ateş
olarak nitelendireceğim güdüye
hitap etmeye çalıştık. O ateş
her daim içinizde bir yerde;
dile gelmeyen, en çılgın
düşüncelerinizdeki kıvılcımın
kaynağı olarak kalır.
Konumuzun sanatçılarım
içlerindeki ateşin farkına
varıp eserleriyle
aktarmalarına yol açtığı gibi,
siz değerli okurlarımızın da
içinizdeki, belki farkında
bile olmadığınız o kıvılcımı
kor alevlere dönüştürebilesi
dileğiyle…
Umarım, bu sayıyı okurken
biraz olsun mantığınızın
sesini susturup o parlak,
çatırdayan kıvılcımın
zihninize kısa bir süreliğine
de olsa hakim olmasına izin
verebilirsiniz…
Irmak Bolelli
Mp3
Teşekkürler 10 yıllık dostum canım mp3
3
Bana iyi gelen seslerin barındığı canım mp3’ümü kaybettim. Daha düzgün bir
deyimle bozuldu. İnsanlardan çok bana destek veren zor zamanlarımda
yalnızlığımı hafifleten yıllar yılı dostumdu. Beni ben yapan müzikleri,
podcastleri, radyo programlarını barındıran canım dostumu kaybettim.
Anılarımı, ilk aşklarımı, gözyaşlarımı, kahkahalarımı kaybettim.
Eğer ben bir eşya olsaydım bu mp3 olurdum. Tüm benliklerimin derin izlerini
taşıyan ekranı bantla bile zor yerinde duran canım mp3’üm. Çocukluğum,
ergenliğim, genç yetişkinliğim yani çokça ben…
Bir misofonya* hastasının en sevdiği eşyasının bir mp3 olması hayattaki
minik ironilerinden sanırım. Bu ay konumuzun sesler olması ve mp3’ümü
kaybetmem de tesadüf olamalı.
Tolstoyevski
*Misofonya birtakım spesifik seslerin beyin tarafından farklı algılanmasıdır. Ve bu farklılık benim gibi misofonya hastalarının hayat
kalitesini düşürmektedir
sessiz gölgeler
Sesler.
Yüzsüz gölgelerden gelen iç karartıcı fısıltılar.
Delirdiğini düşünmüştü onları ilk duyduğunda, hissettiğinde. Etrafta kimse olmasa
bile, gölgelerin ağır, kan donduran fısıltılarını duyabiliyor, acımasız varlıklarını
hissedebiliyordu.
Bir saniye bile susmuyorlardı, ama söyledikleri kelimeleri asla anlayamıyordu.
Anlaşılmaz kelimelerin ardındaki yargılayıcı tıslamalarını, yüzsüz kafalarındaki
tiksintiyi o kadar net hissedebiliyordu ki…
Artık kurtulacak bir yol aramıyordu, her şeyi denemişti. Çabaları fayda etmemiş,
hatta her nasılsa gölgeleri güçlendirmişti.
Sanki onlardan kurtulmaya çalışması tam da ihtiyaçları olan gücü veriyordu onlara.
Kurtuluşunun tek yolunu biliyordu. Elbette biliyordu, ama korkaktı işte. O
bilinmezliğin ortasına kendini atmaya cesaret edemiyor, bir nevi bu iğrendiği
gölgelerin arkasına saklanıyordu. Kurtuluşunu, kaçışını düşündüğü, belki de
yaklaştığı anlarda gölgelerin, kafasının içinde çınlayan fısıltıları kesiliyor, sanki
başka bir yere çeviriyorlardı kafalarını.
Sadece bir anlığına
Sadece bir anlığına da olsa seslerin kesilmesiydi onu asıl vazgeçiren. Daha yeni
alıştığı, alıştığı için kendinden nefret ettiği fısıltıların eksikliği bile onu bu kadar
rahatsız ediyorsa, alıştığı her şeyin yok olabileceği düşüncesine nasıl dayanabilirdi?
Sabah kalktığı andan itibaren duyduğu bütün gününü zehir eden o
sesler, rüyalarında da onu yalnız bırakmıyordu. Hatta rüyalarının başrol
oyuncularıydı onlar, her rüyasını kabusa çeviren o zehirli fısıltılar…
Belki binlerceydiler, belki çok daha fazla; ayırt etmek zordu. Ama bu her
birinden zehir akan seslerin arasında bir ses vardı ki ona umut vererek
hayata bağlayan, her gün onu delirmediğine ikna eden, simsiyah yüzsüz
gölgelerin arasında bembeyaz bir ışık huzmesi…
Onun da dedikleri anlaşılmıyordu, hatta bir şey dediğinden emin bile değildi. O
lanetli fısıltıların arasında ne zaman belirse fısıltıları azaltıyor, ona yol
gösteriyordu.
O gün onu o otobüse bindiren de yine o ışık huzmesiydi.
Gölgelerin üstüne bir kabus gibi çöktüğü o gece, daha önce hiç şahit olmadığı kadar
parlaktı.
O parlaklık onu uyandırmış, istemsizce evden çıkartmıştı. Nereye gittiğini
bilmiyordu. Ama hissedebiliyordu. Ve biliyordu ki bir yol göstericisi olacaktı.
Otobüs durağına gitti. Oradaki banka oturdu ve beklemeye başladı. Altı otobüs durdu
önünde. Hiçbirine binmedi.
Belki de yol göstericisi gelmeyecekti, o iğrenç gölgelerde boğulmuştu ışığı.
Bir otobüs daha geldi. Bir tane daha… Bir tane daha…
Ümidini kesip oturduğu banktan kalktı, yola doğru yürüdü.
Arabalar korna çalmaya başladılar, duymadı. Gölgelerin sesleri boğmuştu onları.
Tam önünde küçücük bir otobüs durdu. Gölgeler sustu. İçinde bir yerde hissetti o
malum parıltıyı.
Bindi otobüse, her zamanki gibi en arkaya geçti, hepsini görebilmek için.
5
Etrafta insanlar olduğunda gölgeler büyür, fısıltıları anlaşılmaz çığlıklara dönüşür,
ürperici varlıkları dayanılmaz hale gelirdi.
Oturdu o koltukta, saatlerce belki de. Birden tam karşısında gördüğü gölge
ona döndü.
Gözlerinin olması gereken yer yine bomboştu ama tam gözlerinin içine
baktığına yemin edebilirdi. O anda hissetti. İçinden geçen bütün korkunç
derecede iğrenç düşüncelerin içinden bir anda geçtiğini hissetti.
Gölgelerden değil, kendinden tiksindi bu hisle birlikte.
Tam da o anda otobüs durdu. İçgüdüsel bir hareketle kaçtı oradan. Kendinden
kaçamazdı, ama ona fark ettiren gölgeden kaçmayı deneyebilirdi belki.
Umutları boşunaydı. O gölgelerden kaçışı yoktu. Hiçbirinden kaçamazdı.
Evinin yanındaki parkta buldu kendini. Gölgeler; parkın yemyeşil çimenlerin,
büyüleyici devasa ağaçlarını, çocuk gülüşlerini lekeliyordu. Bir kez daha
nefret etti kendinden. Kendinden, zehirli gölgelerinden, ona sürekli umut
veren o ışık huzmesinden… Her şeyden.
6
"Daddy Longlegs of the Evening"
Salvador Dalí, 1940
Tuval üzerine yağlıboya
25.4 cm x 50.8 cm
“Yeter artık.”
Fısıltısını kendisi bile duyamadı. Ama karşısındaki kadın duymuştu. Sanki, anlamış
gibi duruyordu. Kadın ona doğru yaklaşırken gölgeler daha önce hiç duymadığı
kadar büyük bir çığlık attılar hep bir ağızdan. Kadın ağzını bile açmamıştı. Ama onu
duydu, gölgelerin bütün çabalarına rağmen. O mükemmel sesi duymamak
imkansızdı.
“Sen de duyuyorsun.”
Kafası karışmıştı.
“Herkes duyuyor.”
Kadın yukarı baktı.
Kafasını yukarı çevirdiğinde her bir hücresinden yayılan bembeyaz ışığı gördü.
Ve gölgeler ebediyen sessizliğe gömüldü.
"Masochistic Instrument"
Salvador Dalí , 1934
Tuval üzerine yağlıboya
7
Ses
Sesini kaybettiğinde sekiz yaşından biraz büyüktü. O zamanlar oynamayı, koşmayı,
kardeşlerinin odalarından oyuncak aşırmayı severdi. Hareketli ve ele avuca sığmaz bir
çocuk olduğunu onu ilk defa gören biri bile söyleyebilirdi. Saçları her daim dağınık dururdu,
anne babasının kıyafetlerinin yırtılmasından şikayet etmediği tek bir gün bile geçmezdi. Ne
var ki ona dayanmak zordu; al al parlayan yanakları ve kocaman gözleriyle attığı tek bir
gülümseme bakanların yüreklerinin ısınmasına yeterdi.
Bunlardan daha çok sevdiği şeyse konuşmaktı.
Sekiz yaşındaki çocuklara göre uçsuz bucaksız bir kelime dağarcığı ve sözcükleri kullanma
yeteneği vardı. Ağzını her açtığında kendinden oldukça büyük insanları hayrete düşürecek
kelimeler sarf ederdi. Sonra da kenara geçer, zekasının diğerlerinde bıraktığı etkiyi yüzünde
geniş bir gülümsemeyle takip ederdi. Gerçekten de ağzı asla durmazdı. Okulda yeni
öğrendiği kelimeler, internetten edindiği cümle kalıpları, dizilerden duyduğu satırlar... Zihni
henüz kirletilmemiş kutsal bir mekandı ve küçük kız onu ustalıkla doldururken hiç de zorluk
çekmiyordu.
Sesini bir tek o kaybetmedi elbette. Olayın gerçekleştiği o pazar günü annesi ve babasıyla
oturma odasında televizyonunu karşısında yemek yiyorlardı. Abisi odasında, diğer erkek
kardeşi ise bahçedeydi. Annesi babasına işte yaşadığı komik bir olayı anlatırken izlediği
çizgi filmin sesini duymakta zorluk çekmiş, yüz kaslarını gererek ailesine bakmış ve
yemeğini yerken anlayışlı olmalarını beklemişti. Annesi ona bakmıyordu bile, babası ise
kahkahaların arasından gözlerini bir saniyeliğine kızına kaydırmış, sonra tekrar karısına
çevirmişti. Kız kaşığını çorbasına daldırdıktan bir saniye sonra oturduğu koltuktan kalmış
ve ona aldırış etmeyen anne ve babasının yanındaki sehpadan kumandayı kapmıştı. Sesi
olabildiğince açmış, hatta biraz abartmış, ve yemeğine dönmüştü. Ses şimdi kulaklarında
çınlıyor ve biraz başını ağrıtıyordu ama en azından bölümde neler olduğunu görebilecekti.
Annesinin ona bağırdığını tahmin ediyordu ama ne sesi kıstı ne de başını çevirip bir metre
ötesinde neler olduğuna baktı. Babası elinden kumandayı alana kadar kulağının ne kadar
acıdığının bile farkında değildi. Başında, dev gibi cüssesi ve çatık kaşlarıyla dikilen
babasına baktı. Şimdi gülümsemiyordu. Televizyonun sesini kapattı. Küçük kız olduğu
yerde korkuyla büzüştü. Çorbası buz gibi önünde duruyordu ama bir anda tüm iştahı
kaçmıştı. Babası bir yandan sol kulağına bastırırken ağzını açtı.
Ama dışarıya hiçbir ses çıkmadı.
Kız bu defa gözlerini annesine çevirdi. Kadın hala az önce oturduğu koltukta oturuyordu.
Onun da gözleri endişeyle gölgelenmişti. Ayağa kalktı, birkaç adım ilerleyip boğazını tutan
kocasının sırtına birkaç kere vurdu. Televizyondan gelen kısılmış gülüşmeler ve çizgi filmin
müziği dışında hiçbir ses gelmiyordu. Cızırtılar bu defa küçük kızın midesini bulandırdı.
Öne kaykılarak annesi ve babasını izlemeye başladı. Korku hala damarlarında geziyordu
ama bu defa kendini için değil, babası için korkuyordu. Annesinin izlemesini yasakladığı
bazı filmlerde kocaman adam ve kadınların boğularak öldüğünü görmüştü. Babasının bazen
korkutucu olabildiği doğruydu ama ona her gece masallar okurdu ve küçük kız onun
ölmesini istemiyordu. Babası birkaç kere daha boğazını tuttu ama öksürmüyor, yuttuğu
herhangi bir şeyi çıkarmaya çalışmıyordu. Vücudu dimdikti ve gözleri yuvalarından
çıkacakmış gibi büyümüştü. Boğazına takılan herhangi bir şey yoktu, sorun daha çok artık
işe yaramayan gırtlağındaydı.
Annesi ağzını oynattı. Sonra bir defa daha. Bir defa daha. Sonra başka bir ses duydular.
Abisinin gürültülü bir biçimde merdivenleri indiğini duyan kız televizyonun iğrenç
gürültüsünden başka bir ses duyduğu için sevinçten çığlık atabilirdi. Tahta zemin aynı anda
gıcırdadı ve gümledi. On beş yaşındaki çocuk sol elini merdivenlerin sonuna dayayarak
onlara baktı. Dudakları titrerken yaşlar gözünden yağmur damlaları gibi iniyordu.
Yüzündeki dehşet ifadesini yirmi yıl sonra bile unutamazdı.
Kız o zaman bir sorun olduğunu anladı. Ya bu tüm ailesinin ona oynadığı bir oyun ya da
çok acımasızca bir cezaydı. Annesine neler olduğunu sormak için ağzını açtı. Ama ondan da
hiçbir ses çıkmadı. O gün, ve sonsuza dek.
Herkes sesini kaybettiğinde soğuk bir aralık günüydü. Kimse ağzından çıkacakların hayatı
boyunca konuşacakları son sözcükler olduğunu bilmezdi. Bilselerdi belki daha dikkatli
olurlar, ulaştıracakları son düşüncelerin önemleri konusunda daha endişeli ve dikkatli
davranırlardı. Ne var ki böyle bir şansları olmamıştı. Kimse dünyayı bir gün gırtlakların
kesileceğine dair uyarmamıştı.
Küçük kız söylendiği gibi henüz 8 yaşını yeni dolduruyordu ama nasıl olduysa etrafı saran
paniğin büyükler için bile alışılmadık olduğunu biliyordu. Haber bültenleri, gazeteler bir
anda sesleri kesilen insanları konuşuyordu. Etraf amaçsızca koşturan insanlar, çıldırmış
büyükler, ağlayan çocuklar doluydu. Babasının birkaç dakika önce sergilediği gösteri şimdi
dünya çapında yayınlanıyordu, herkese bulaşmıştı ve kesinlikle dehşet vericiydi.
"The Musicians"
Michelengelo Merisi da Caravaggio, 1595
Tuval üzerine yağlıboya
92 cm x 118,5 cm
Kız ağlamıyordu. Daha çok, onu şaşkına çeviren gösteriyi önünde soğumuş çorba duran
koltukta kaskatı oturarak seyrediyordu. Annesi bir koşu gidip kardeşini getirmiş, babası dar
kravatını gevşetip yelpazeyle kendini yellemeye başlamıştı. Abisi en kötüsüydü.
Öksürmeye, tıksırmaya, boğazında onu sözcüklerden eden ne varsa kurtulmaya çalışıyordu
ama bütün çabaları nafileydi. Küçük kız abisinin çaresiz hareketleri tekrarlamaya
yeltenmedi. Bir şekilde işe yaramayacağını hissediyordu.
Olanlar bir bakıma ilginçti de. Küçük kızın en yakın arkadaşı okulda onu abisinin anlattığı
hikayelerden, en çok da içinde kıyamet senaryosu geçirenlerden bahsetmişti. Şimdi ailesi
korku içindeydi, durmadan ağlıyor ve son dakika haberlerinin peşinde dolanıyorlardı ama
ortamdaki tek ses hala çizgi filmden gelen cızırdamaydı. Sesler, bağırışlar, çığlıklar
eksikken dünya hiç de sona eriyor gibi görünmüyordu.
İnsanlara yeterince zaman verilirse karşısına çıkan her şeye alıştıkları söylenir. Evet, her ne
kadar bazılarına öyle gibi görünse de kıyamet gelmemişti, dünya ve üzerindeki her şey yerli
yerindeydi. Önce araştırmalar, deneyler, testler yapıldı. Haber spikerleri evlerinde koltuğa
kuruluyken her gece yeni gelişmeler yazılı olarak aktarıldı, o sırada tüm dünya
televizyonların başındaydı. Küçük kız aylarca ailesinin ağlayarak yatağa girmesini,
konuşmaya çalışıp başarısız olmasını izledi. Onu tümüyle unutmuşlardı çünkü sakinliğini en
fazla koruyan oydu. Korkunun onu yenmesine izin vermiyor, dünya her zaman bu haldeymiş
gibi davranıyordu. Neyse ki çizgi filmleri hala veriyorlardı.
"A Day Dream"
Edward Poynter, 1863
Tuval üzerine yağlıboya
56 cm x 51 cm
"Three Musicians"
Pablo Picasso, 1921
Tuval üzerine yağlıboya
200,7 cm x 222,9 cm
Record: Paperback Writer / Rain
Capitol Records, 1966
İki yıl sonra eski dizi ve filmleri
yayından kaldırdılar. Annesi ve babası ne
zaman konuşan bir insan görseler
evlerinin kapısına seri katil dikilmiş gibi
irkiliyorlardı. Muhtemelen dünyanın geri
kalanı da öyleydi. Eğer tedavisi olmayan
bu hastalık yeni yaşama biçimleri haline
gelmişse insanlarda travma yaratabilecek
eski görüntülerin de ortadan kaldırılması
gerekiyordu. Bu hareket her şeyin
düzeleceğini umut eden büyük kitlelerde
ciddi tepkilerle karşılandı.
Televizyonların sonu teslimiyet bayrağını çekmek anlamına geliyordu. Üç buçuk sene
sonra insanlara seslerini geri kazandırma umudu tamamen çöpe atıldı. Bilim insanları bu
defa konuşma yeteneklerini başka yollarla gideren yeni teknolojiler üzerinde çalışmaya
başladılar. Yazılan cümleyi sese döken aletler, işaret dili eğitimleri, belli başlı sözcük
kalıplarını anlatan hareketler yaygınlaştı.
Beş yıl sonra insanlar kendi seslerinin neye benzediğini unutmuştu. Küçük kız kendi
ailesine baktığında işlerin zamanın başından beri bu halde olduğunu sanabilirdi. Her şey
aynıydı, yalnızca abisi üniversiteye gitmiş ve kendisi beş yıl yaşlanmıştı. Sabahları ailecek
kalkıyor, kahvaltılarını yapıyor, masada birbirlerine gülümsüyorlardı. Daha sonra kız ve
küçük kardeşi okula giderken anne babası da işlerinin yolunu tutuyordu. Bir zamanlar
anlatılan hikayelerin, kahkahaların, gece anlatılan masalların, okula giderken verilen
öğütlerin bir zamanlar orada olduğuna inanmak zordu. Hayat kendi akışını bulmuştu ve
kimsenin bunu sorgulamaya niyeti yoktu.
Küçük kız artık o kadar da küçük değildi ama belki de öyle kalmayı yeğlerdi.
İlk başarısız denemesinden sonra ağzını açmaya kalkmamış, belki de hiç
denemezse kendi ses yeteneğinin mucizevi bir biçimde onda bırakılacağına
inanmak istemişti. On üç yaşına girdiği gün aynanın karşısında kendisine baktı,
ellerini istemsizce ağzına götürdü. Konuşmaya çalışmak için dudaklarını
oynattı.
Başarısız olunca o gece ilk defa yatağında durmaksızın ağladı.
1
"Bagpipe Player"
Hendrick ter Brugghen, 1624
Tuval üzerine yağlıboya
829 cm x 1007 cm
İlk günden yedi yıl sonra dünyada artık sesler
tamamen kesilmişti. Radyo yoktu. Televizyon
yoktu. Komik videolar, filmler, diziler,
belgeseller yoktu. Müzik, yoktu. Hepsi rafa
kaldırılmış, belki de yok edilmişti. Kız bir
zamanlar dünyanın neşeli bir yer olduğunu belli
belirsiz hatırlıyordu ama şimdi nereye gitse
hissettiği tek duygu üşümeydi. En ufak yaprak
hışırtısı, rüzgarın sesi, okyanus dalgası insanları
titretmeye yetiyordu çünkü onlara neyi
yapamadıklarını ve yapamayacaklarını
söylüyordu.
On beş yıl geçti. Kız, şimdi dünya üzerinde sözcüklerin neye benzediğini hatırlayan tek bir
insan dahi kalmadığına emindi. Kendi de hatırlamıyordu.
Yirmi yıl sonra küçük kız, artık küçüklüğünü iyice yitirdi ama bu, o yıl olan önemli olaylar
listesinde ilk beşe girmiyordu. Çünkü o yıl, yirmi sene içerisinde ilk defa birisi konuştu.
Artık televizyon diye bir yapıya yer kalmadığı için konuşan mucizevi adamı yazan gazeteler
oldu. Bu haber kitlelerde Meksika dalgası gibi yayıldı, çoğaldı.
Beş gün sonra dünyada sesi açılan adamı duymayan tek bir insan dahi kalmamıştı.
İnsanların içerisinde yeşillenen umut tomurcukları da haberler kadar hızlı yayıldı, kitlelerce
büyük sevinç gösterileriyle karşılandı. Eski güzel günlere dönüleceği kesinleşmişti. Eğer bir
adam sesini kazanabiliyorsa hepsi bir gün aynısını yapabilir, iliklerine sızan zehirli
sarmaşığın kökünü kazıyabilirlerdi. Kız da aynı şekilde düşünüyordu. O sabah gazeteyi
eline aldığında uzun süredir ilk defa gülümsedi.
Üstelik bu samimi, gerçek bir gülümsemeydi.
Bu umutların teker teker kuruması iki yıl sürdü. Bu süre içerisinde
önce radyolar, sonra televizyonlar evlerin baş köşesine yavaş yavaş
geri döndü. Televizyonda az da olsa eski dizi ve filmler gösterilmeye
başlansa da reytingler o kadar düşük geldi ki bu uygulamaya ortadan
kaldırıldı. Her ülkede, her evde açık olan tek bir program vardı: Sesi
açılan adam.
31
"Boy Playing the Flute"
Judith Leyser, 1630
Tuval üzerine yağlıboya
620 cm x 730 cm
"Lady at the Virginal with a Gentleman,
'The Music Lesson' "
Johannes Vermeer, 1662-1665
Tuval üzerine yağlıboya
74,1 cm x 64,5 cm
Herkes gibi kız da adamın ağzından çıkan her bir sözcüğü komşusunun eskiden her hafta
konuşan din adamını dinlediği gibi, hayranlıkla ve ağzı açık bir biçimde takip ediyordu.
Kelime haznesi gözle görülür ölçüde zayıflamıştı ve ne söylediğini anlamadığı cümlelerin
sayısı bir hayli fazlaydı. Ne var ki bu adamın sözcüklerinin büyüleyiciliğini bir nebze olsun
azaltıyor değildi. Yirmi yaşın altındakilerinin ne söylediği hakkında hiçbir fikri
olmadıklarını düşünüp kendi dil yetersizliğini görmezden gelmeye karar verdi.
Hükümetler yıllar önce benimsedikleri politikaları şimdi baş aşağı çevirmekte bir sakınca
görmediler ve çalışmalar hızlandırılırken eski uygulamalar geri getirildi. Yirmi yıl önce
insanların bu yeni duruma mümkün olan en kısa sürede ayak uydurmaları gerekiyordu.
Şimdi ise umut beslemekte sakınca yoktu.
"Girl Interrupted at Her Music"
Johannes Vermeer, 1658-1659
Tuval üzerine yağlıboya
39,4 cm x 44,5 cm
"Musical Angel"
Rosso Fiorentino , 1522
Tuval üzerine yağlıboya
1410 mm x 1720 mm
İki yıl daha geçti. Bir ilerlemeye kaydedilmedi fakat televizyonlar oldukları yerde kaldı.
Kır saçlı adam takım elbisesini giyip bir kamera karşısında oturmaya, gülümsemeye ve
anlamsız sözcükler gevelemeye devam etti. Kız artık onun ne dediğini asla anlayamıyordu.
Büyüleyici bir şeyler söylüyor olmalıydı, ilahi ve mucizevi sözcükler. Kafa geriliği için
kendine kızmaktan vazgeçti, kendini sözcükleri melodik şarkısına bıraktı.
İşten erken çıkıyordu çünkü buna izni vardı; çünkü herkes aynısını yapıyor ve eve,
televizyonun başına koşuyordu. Sadece orada da değil, sokaklar ve binalar da kocaman
ekranlarla donatılmıştı. Adamın söylediklerini kimlerin anladığı meçhuldu. Bunun yanı sıra
sorduğu herhangi bir kişi cümlelerin rahatlatıcı etkisinden saatlerce bahsedebilirdi.
Kimse bunu yüksek sesle söyleyemedi, istese de söyleyemezdi zaten, ama bir gün
kesinleşti. Adam dışında kimse bir daha asla konuşamayacaktı. Konuşma yeteneği bir gün
hepsinin elinden alınmıştı.
Sözcükleri, konuşmayı, sohbet etmeyi unutmuşlardı ama bütün bunlar bir öneme sahip
değildi. Onlar sıradan insanlardı ve bu gerçek kimseyi rahatsız ediyor gibi görünmüyordu.
Bir gün her zamankinden farklı bir yayın yapıldı. Kız televizyonun başında, koltuktaydı.
Bu defa kameralar beyaz stüdyoyu ve normalde adamın önünde duran metal masayı
göstermiyordu. Şehrin ortasındaki büyük bir kürsüye yaslanmıştı. Gülümsemesi bütün
yüzünü kaplarken önünde yüzlerce insan birbirine karışmış duruyordu. Kız nefesini tuttu.
Kürsüde konuşma yapacağına göre gerçekten önemli şeyler söyleyecek olmalıydı.
Aniden orada, adamı bizzat görme şansına sahip olan bütün insanlara derin bir kıskançlık
duydu. Adam ağzını açtı ve şarkı başladı. Kamera insanlara odaklandı. Gözlerindeki parıltı
güneşi geçebilirdi, ağızları bir karış açıktı ve gülümsemeleri bütün yüzlerini kaplıyordu.
Hepsi huzurluydu, hepsi mutluydu.
Sonra garip bir şey oldu. En öndeki kadın dizlerinin üzerine çöktü. Adam konuşmasına
ara verip ne olduğuna baktı ve parlak dişleri ve gülümsemesi bâkiydi. Kız, adamın
sözlerini böldüğü için kadına öfkeli olmakla ne yaptığını merak etmek arasında gidip geldi,
sonra koltuğu ileri çekip televizyonun sesini açtı. Ne var ki bu görkemli gösteride seslere
ne yer ne gerek vardı. Kadın dizlerinin üzerinde ellerini açmıştı. Yüzündeki minnettarlık
ifadesi şüpheye yer bırakmayacak denli açıktı, adama teşekkür ediyordu. Daha sonra arka
sıralardan biri daha eğildi, kız bunu yukarıdan çekim yapan helikopter aracılığıyla izledi.
Onu ön sıralardan beş kişi izledi. Hepsi mutlu ve huzurluydu.
Bir anda büyük bölümler halinde dizlerinin üzerine çöken insanların birbirleriyle
uyumları inanılmazdı. Kız kendini sözcüklerin değil hislerin konuştuğu bin kişilik bir
gösteriyi izliyormuş gibi hissediyordu. Beş dakika sonra herkes yerdeydi. Elleri önlerinde
açık, adeta sessizce teşekkür ediyorlardı. Adam mikrofona eğildi ve sözlerine devam etti.
Kız hiçbir şey anlamadı. Önemi yoktu.
Tanrı yeryüzünde yürüyordu.
Deren Çığ
Açılır gözlerim her defasında
Yeni bir çiçeğin doğuşuyla hayatıma
Sadece o küçücük anda
Umursamaz geleceği ya da geçmişi.
Hani bir his vardır ya
Karşı koşmak gibidir rüzgara
Yavaşladığım her adımda
Uzaklaşıverir acım ve cesaretim.
Deniz vurdukça kayalara
Bir parçam uçar gider o dalgalarla
Ağlarım belki yarınlara
Fakat göz yaşlarım değersizdir.
Naçizane Hislerim
"Landscapes, Flowers and Birds: Narcissus"
Lao Ping, 1780
Kağıt üzerine mürekkep
Içime çekmek isterim bütün dünyayı
Bazen da kaybolmak isterim boşlukta
Hüzünlenmek isterim durduk yere
Kalbim olmasa ağrımasa, atmasa
Sarılıp eski yünüme uyurum ben anca
Naçizane hislerimin yanında.
Hypatia
İsimsiz fotoğraf
Efe Olgun, 2021
Fotoğraf
Aklın Laneti
Şubat sayısındaki "Hissediyorum, öyleyse varım" başlıklı yazıya cevap olarak size takdim ettiğim
yazımdır.
İnsan aklı, saf ve mutlaktır (pure and absolute). İçine var olduğumuz bu evrende entropinin
hüküm sürdüğü kaotik bir düzen vardır. İnsanın, düzeni anlama çabaları farklı şekillerde
tezahür etmiştir. Lakin aklı ve mantığı temel almayan çabalar önemsizdir, değersizdir. Hele ki
bu çabaların içerisinde bir çaba vardır ki ben onu ‘aklın laneti’ olarak nitelendiririm: Duygu.
Kendini filozof sanan birisi Descartes’in çalışmalarından yola çıkarak kendince
“Hissediyorum, öyleyse varım.” şeklinde bir aforizma uydurmuş. Eğer aklın duygulardan
daha büyük bir düşmanı varsa o da inançtır. Gelin görün ki zırva argümanları ile ‘Tanrı’nın
varlığını kanıtlayan’ Descartes, fikirleri onu çıkmaza sokunca “Tanrı, beni yanıltmaz.”
demiştir. Bir yandan Tanrı’yı Tanrı’nın kanıtı olarak sunan Descartes, öbür yanda Descartes’i
örnek alarak duygu güzellemesi yapan bir yazar… Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Aklın temeli sistemsel doğrulamaya dayanır. Bu sistem elektronların çekirdek etrafında
döndüğü kadar mutlaktır. Her yerde, zamanda, kişide ve boyutta aynı sonuçları verir. Fakat
duygular en öznel şeydir. Bir insanın duyguları merkeze alması bencillikten ve akıldan
uzaklaşıştan başka bir şeye yaramaz. Yapılması gereken şey duyguları içimizden söküp
atmaktır. Duygular insanı kırılgan yapar, mantıklı düşünmeyi engeller. Yürekle aklın
savaşında duygular, yüreğin aklı sis içinde bırakmak için kullandığı bir silahtan ibarettir.
Eğer insanlar düşünmek yerine hissetseydi kimse savaşmazdı. Herkes, her şeyi paylaşırdı.
Acıyı bile… Birileri çıkıp duygularını prangaya vurarak akla hizmet etmeseydi bugün hala
mağara duvarlarına resimler çizip av peşinde koşuyor olurduk. Siz romantikler, aşk dediğiniz
(veya üreme içgüdüsünün modern yaşam ve ahlak kuralları tarafından bastırılmasının dışa
vurumu) şey üzerine sadece kulağa hoş gelen şiirler yazıp, bir kadın sizi sevmedi diye yıllarca
acı çekiyorsunuz. Hayatın anlamı ve amacının mutlu olmak olduğunu zannediyorsunuz. Biz
rasyonalistler ise burada akla (kendimizden öte bir amaca) hizmet ediyoruz. Kim bilirdi
şiirlerinizle, edebiyatınızla, sanatınızla, romantik filmlerinizle, dini inanışlarınızla insanlığa
köstek olmasaydınız bugün nice gelişmiş bir medeniyet olurduk.
Bu metin bir çağrı niteliğindedir. Gelin hissetmek yerine düşünün, sevmek yerine anlayın,
üzülmek yerine deney yapın. Duygularımızdan arındığımız, saf aklın hüküm sürdüğü bir
gelecek için çabalıyoruz.
Yaşasın saf akıl, yaşasın onun mutlaklığı.
Vivat intelligentia pura et absoluta.
Eşref-i Mahlukat
02
B g Brother, Domuzlar, İnanç, Para ve Fak rl k:
George Orwell
Asıl adı Er c Arthur Bla r olan yazarımız 1903 yılında
H nd stan’da doğdu. Eton Kolej 'nde burslu okuduktan sonra b r
süre İng l z kontrolü altında olan Burma’da (Bugünkü Myanmar,
Bangladeş ve Kalküta’yı çeren bölge) pol s olarak görev yaptı.
Bu görev nde tanıklık ett ğ acımasız uygulamalar emperyal zme
karşı öfke duymasını sağladı. Gençl k dönem nde Fransa’da türlü
şlerde çalışmış ve yazarlığının lk safhalarına kadar para
sıkıntısı le boğuştu. George Orwell’ n hayatı ve deney mler
ler de eserler ne çokça yansımıştır.
İlk romanı “Par s ve Londra’da Beş Parasız”dır (1933). Bu
eserde adını b lmed ğ m z b r karakter n ağzından tanık
olduğumuz ve Avrupa’nın en büyük k kent nde yoksul nsanların
nasıl b r hayat yaşadığını ve parasızlıktan kurtulma veya
hayatlarını olduğu g b kabullenmeler n n h kayes n okuyoruz.
Bu eser n George Orwell’ n otob yograf s olup olmadığı hala
tartışılıyor.
Daha sonra “Burma Günler ”, “Papazın Kızı” “Boğulmamak İç n”,
“Asp d stra” eserler n yazar. H tler ve Mussol n ’n n
destekled ğ faş st l der Franco’ya karşı savaşmak ç n İspanya
İç Savaşı’na katılır. Savaş deney mler n “Katalonya’ya Selam”
adlı eser nde anlatmışır. POUM (Marks st İşç Part s )
m l sler ne katılan Orwell, sosyal stler ve anarkososyal
stler n kurduğu düzen karşısında şaşırır. Orwell cephede
gırtlağından vurularak yaralanır. İspanya’da Stal n stler
kontrolü ele geç r nce POUM ve d ğer part ler/hareketler
kapatılır. Bu “ hanete uğramış devr m” Orwell’ der nden
sarsar.
Faş zm ve emperyal zm n karşısında savaşan Orwell, “Hayvan
Ç ftl ğ ” eser nde ağır b r Stal n ve komün zm eleşt r s
get r r. George Orwell’ n yaşamını ve ç nde bulunduğu s yas
olayları anlamak, eserler n anlamak ç n ön koşul olarak
sunulab l r. S zlere okuduğum eserler n kend mce anlatmaya
çalışacağım. Bunu b r rehber, k tap tavs yes olarak da
düşüneb l rs n z.
“B n Dokuz Yüz Seksen Dört”, en ünlü eser d r. Ülkem zde de
çokça b l nen bu eser total tar zm n yıkıcı b r eleşt r s d r.
Eser n evren nde nsanlar kes nt s z gözet m altındadır. K tap
okumak, yazı yazmak, üremek amacı dışında c nsel l şk ye
g rmek, şarkı söylemek g b akt v teler tamamen yasak. D ğer
ülkelere karşı sürekl b r savaşta olma durumu var ve devlet
sürekl yalanlar söylüyor. Eser, mutlak total tar zm n ne g b
sonuçları olacağını anlatırken W nston karakter n n h kayes
üzer nden de toplumun f k r yapısının nasıl kontrol
ed leb leceğ n göster yor.
“Hayvan Ç ftl ğ ” modern fabl adıyla anılır. Bu h kayede
hayvanlar emekler n ve ürünler n sömüren ç ftl k sah b ne
karşı ayaklanırlar. Her ne kadar bu ayaklanma başarılı olsa da
daha sonra çeş tl problemler çıkar. Hayvan Ç ftl ğ aslında
alegor k b r eserd r. Orwell;hayvanlar üzer nden Marx, Len n,
Stal n g b karakterler ve Rusya’da gerçekleşen devr m
sürec n ve sonrasını alaya almaktadır.
“Papazın Kızı”, Dorothy Hare adında babası papaz olan b r
genç kızın başına gelen olaylar le Tanrı nancını kaybetmes
ve bunu ger kazanmaya çalışmasını anlatıyor. Zamanında
eleşt rmenler tarafından beğen lmese de ben m kanaat mce nanç
konusunu güzel b r h kaye le şlem ş Orwell.
“Burma Günlükler ”nde se karşımıza emperyal zm karşıtlığı
le çıkıyor Orwell. Eser, Burma’da İng l zler ve yerel halk
arasındak sınıf farkını ve bu sınıfların sorunlu l şk s n
anlatıyor. Macera romanı tonları taşıyan bu eser 20. yy.
İng l z Edeb yatını egzot k b r dünyaya taşıyor.
02
“Boğulmamak İç n”, adından da anlaşılacağı g b monoton
hayatından bıkmış b r babanın ş nden ve a les nden kaçarak b r
nefes almak ç n çocukluğunu geç rd ğ kasabaya dönmes n konu
alır. Fakat kasaba sanay devr m n n kurbanı olmuş ve
anılarındak h çb r yer esk s g b değ ld r. Kap tal zm n,
1950lerde İng ltere’y ve nsanların hayatını nasıl
değ şt rd ğ n çarpıcı b r şek lde yazmış Orwell.
“Asp d stra”, İng l zler n kend ler n zeng n h ssetmek ç n
evler nde bulundurduğu b r ç çekt r. Bu ç çek Orwell’ n bu
eser nde ele aldığı sınıf atlama çabasını ele alıyor. Reklam
ajansında çalışan Gordon Comstock paraya savaş açarak ş nden
st fa eder ve çok az b r ücret karşılığı hayatını sürdürmeye
çalışır. Kend n paranın köles olmaktan kurtarmak ç n sürünen
Gordon aslında bundan sonra artık hep para üzer ne düşünmeye
başlar. Eser n para le ortaya koyduğu sorunlar se
tartışılmaya değer.
“Par s ve Londra’da Beş Parasız” se Avrupa’nın en büyük k
kent nde onca refaha rağmen sefalet ç nde yaşayan nsanlar ve
h kayeler anlatılıyor. B r nsanın bu yoksulluğa düşüşü,
kurtulma çabaları, başına gelenler yer yer t ks nd r c olsa da
bugün kavraması zor olan b r gerçekl ğ gözler önüne ser yor.
Kısaca George Orwell, 20. yüzyılın lk yarısında yaşadığı
olayları, kend deney mler n ve ç nde bulunduğu s yas
atmosfer ne çok y b r şek lde yansıtmıştır.
Ev Nepal'de Kalmış
Slovakyalı Salyangoz
Akhan 1
The Science of Music
The accessibility to music has increased significantly over the past
years, especially with the introduction of internet streaming services,
which makes music readily available anywhere across the world, with the
tap of a button. Previously what was only available during leisure times at
home, and even earlier than that only available with radios or musicals on
rare occasions, music wasn’t always this much of a staple in human lives.
Over time, it became something most people cannot live without. On
subways, cars, workplaces, homes and even taking short walks, it is
possible to see people listening to music. By taking so much space in our
lives, scientists started conducting research on how music affects our
personalities, our cognitive abilities and our place within the society,
including how music shapes society. The purpose of this paper is to talk
about music and humans as social beings.
It is scientifically proven that music makes our lives better, as it
increases our mood, reduces our stress and even helps us manage
psychological and physical pain. It makes daily life easier by just being
there for us whenever we need it. One very new study also found out that
music has a significant positive effect on academic success for students
who study with music on. This has been a very controversial subject, and
even my parents and I experienced this debate, as they claimed listening
to music and studying were activities that could not be done together
properly. My personal experience is that I enjoy listening to music while
studying, as it increases the time I can spend on my desk studying, while
also keeping me focused and in a high mood so I can actually understand
what I’m working on. The study by Gonzalez and Aiello (2020) found out
that listening to music affects people who need stimulation while working
or studying very positively, while affecting others with attention disorders
negatively. The side effects of the study also showed that music improves
the cognitive abilities of people who listen to it, as it contributes
Akhan 2
to many different areas of the brain. Another very unique study analyzed
if having background music affected group creativity in the workplace,
especially for generating ideas and brainstorming during work meetings.
It was found out that background music, especially upbeat tunes,
decreases judgemental behaviour during creative meetings and group
tasks, and inspires group members to share their unique perspectives, no
matter how different they are. It also simply increases the creative
outcomes from the group, perhaps related to the new ideas floating
around (Hosseini, 2019). There are some findings where individuals’
complex task performance is reduced with music, but this field requires a
lot more research, and with new tools such as fMRI technologies, it will
be much easier to see how music stimulates the human brain and affects
people.
One other important task of music is to shape people’s personalities,
and reflect it to those around them within the society. It’s been found that
“People who prefer certain styles of music tend to exhibit specific
personality traits”. Some personality traits such as empathizing with
others have connections to mellow but emotionally rich music, simply
indie-rock or country as well as folk music. People who are called
systemizers, however, they prefer complex and energetic music that is
upbeat and positive, such as house music and dance music (LA Times,
2021). This is perhaps related to how music creates our place within
society. Music is something that is done spontaneously by human beings,
without actually being affected by others. Even the choice of music we
have is not affected by other people, especially if we are listening to it
alone. Therefore, music, by using many human cognitive abilities and
communication functions, defines our social self, linking our experiences
with the artist.. Schulkin and Raglan (2014) even found out that human
beings’ social capability was increased by listening to music. The
research shows that people who listen to music more than others have a
more defined personality, with visible traits and have less problems
communicating with others around them. This is perhaps related to music
not only using the numeracy language but also spatial cognition and
analysis of a person’s place in society.
Akhan 3
Music also has many implications for the society we live in. In society,
music is used, and historically was used, as a medium of art that also
translates the actions. To give an example, lullabies are short musical
pieces to keep babies calm and get them to sleep, whereas dancing is a
way of expression that even can mean asking the gods for something,
such as rain or better crops this year. Dancing is also always
accompanied with music. Similarly, from history, battles are always
fought with music in the background, using drummers to give morale and
create a rhythm for armies. Music is also a part of healing and trance,
which comes with relaxation from relaxing music. Even in later times of
civilization, advertising and marketing, as well as salesmanship, in
addition to religion and social events are always accompanied with
music. Music transcends itself as a form of art, and has place in many
different forms of art too. Watching a silent film today sounds very boring,
because music sets the tone for each scene in a film, and similarly a play
without music is just people talking to each other. Music contributes to
every social experience we have, and has significant implications on
humanity and our society.
In conclusion, music still requires a lot of research, because we don’t
know everything about it. Perhaps with more research we can find out the
science of music more clearly, how it works and why it is so effective in
opening up human mind, creating experiences and delivering messages
all at the same time.
Doruk Akhan
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
kaynakça
ça
ça
ça
Aklın Laneti, Eşref-i Mahlukat
Descartes René, et al. Meditations on First Philosophy. Routledge, 1993.
Kant, Immanuel, and Müller Friedrich Max. Critique of Pure Reason. Anchor Books, Doubleday,
1966.
Schopenhauer, Arthur. On the Fourfold Root of the Principle of Sufficient Reason: On the Will in
Nature; Two Essays by Arthur Schopenhauer. G. Bell, 1889.
Big Brother, Domuzlar, İnanç, Para ve Fakirlik:
George Orwell,
“Archive Homepage.” Archive,
web.archive.org/web/20140820134257/www.bbc.co.uk/archive/orwell/.
Orwell, George. The Collected Essays, Journalism, and Letters of George Orwell. Vol. 1, Nonpareil
Books, 2019.
UCL Library Services -- Special Collections Library,
web.archive.org/web/20140720041825/www.ucl.ac.uk/Library/special-coll/orwell.shtml.
The Science of Music, Doruk Akhan
Evi Nepal'de Kalmış
Slovakyalı Salyangoz
Does the music you listen to link to your personality?. HS Insider. (2021). Retrieved 11 March 2021,
from https://highschool.latimes.com/los-angeles-high-school-of-the-arts/does-the-music-you-listento-link-to-yourpersonality/#:~:text=Information%20founded%20in%20Verywell.com,somehow%20actually%20aff
ect%20your%20personality.&text=Music%20can%20also%20make%20you%20a%20stronger%20in
dividual.
Gonzalez, M., & Aiello, J. (2019). More than meets the ear: Investigating how music affects
cognitive task performance. Journal Of Experimental Psychology: Applied, 25(3), 431-444.
Hosseini, S., Deng, X., Miyake, Y., & Nozawa, T. (2019). Head Movement Synchrony and Idea
Generation Interference – Investigating Background Music Effects on Group Creativity. Frontiers In
Psychology, 10.
Schulkin, J., & Raglan, G. (2014). The evolution of music and human social capability. Frontiers In
Neuroscience, 8.
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
se
ses
s
se
ses
es
ses
se
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
s
ses
s
ses
ses
ses
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
ses
ses
ses
s
ses
s
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
s
ses
s
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
se
s
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
ses
ses
es
ses
es
se
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
s
se
ses
I
I
I