The Radiant Eylül Sayısı
Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren LGBTIQ+ topluluğu, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar... Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.
Dünyayı yerinden oynatan ve onlara dayatılan zorbalıklara karşı ayakta duran z kuşağı, varoluş mücadelesi veren LGBTIQ+ topluluğu, kalıpların içerisinde kalmış, sesini duyuramayan kadınlar...
Konuşulması gereken çok fazla konu, yıkılması gereken çok fazla yapı var. The radiant dijital dergi olarak, çıkmayan sesleri duyurmaya, kuralları baştan yazmaya geldik.
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
“Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
Şems-i Tebrizi’nin bu sözü, değişimden
korktuğum her anda aklıma gelir.
Düzenimin bozulmasından, sahip
olduklarımı kaybediyor ya da
kaybedecek olmaktan, başaramazsam ne
olacağından ve en çok da kontrolüm
dışında meydana gelen olaylardan
korktuğumda bu sözü düşünürüm.
Pek çoğumuz değişimden korkuyoruz
aslında. Kimimiz korktuğumuzu
kabullenemiyor, itiraf edemiyoruz;
kimimiz de farkında bile değiliz. Her
birimizin kafasında, ‘değişim’ başka
şekillerde vücut buluyor. Zaten tüm
mesele de değişimi algılayış biçimimizde
başlıyor.
Düşünün bakalım. Değişim sizin için yeni
bir macerayı mı, keşfedilmeyi bekleyen
gizemli bir yeri mi, bilmediğiniz ve
kaybolacağınızdan korktuğunuz bir yolu
mu çağrıştırıyor? Açıkçası benim için,
üçüncüsü. Değişimin kendisinden çok
doğuracağı sonuçlar, ama en çok da bu
sonuçların meydana getirdiği yeni
koşullara ayak uyduramayacak olma
ihtimali beni korkutuyor. Kendimi bazen
uyumadan önce, bazen de bir işle
uğraşırken rastgele bir anda bu
ihtimalleri düşünürken buluyorum.
Sonrasında kaygı, endişe, ve bunların
altından bana kendini duyurmaya çalışan
iç sesim eşlik ediyor: “Korkma, değişim
güzeldir. Üstesinden gelebilirsin. Her şey
aynı kalacak değil ya!”. Geç de olsa
sakinliyorum o an için. Çünkü biliyorum
ki her şeyin aynı kalması da iyi değil.
Değişim olmadan gelişim olmuyor ki.
Olduğun yerde sayıyorsun; ilerleme
göstermeden, büyümeden. Hani ‘Ot gibi
yaşıyor!’ falan diyoruz ya bazılarına.
Aslında ot bile değişiyor, büyüyor; ama
yeri değişmiyor, kökü değişmiyor, özü
değişmiyor. O büyüdükçe kökleri de ona
göre genişliyor, derinleşiyor, güçleniyor.
Yani doğasında var adapte olmak.
Dışarıdan değil, içeriden bir güçle
buluyor uyumu.
Biz değişime karşı
gelmedikçe ona adapte
olabiliriz ve bunu
yalnızca benliğimizden
aldığımız güçle
başarabiliriz.
O halde biz de değişime karşı
gelmedikçe ona adapte
olabiliriz ve bunu yalnızca
benliğimizden aldığımız güçle
başarabiliriz. Bunu kendimize
hatırlatırsak değişime karşı
olan önyargımızı da
zayıflatabiliriz aslında. Ödül
olarak da daha gelişmiş,
derinleşmiş, hayata daha sıkı
bağlanmış, daha çok ‘kök
salmış’ bir birey olma şansını
yakalarız! Sonuçta, değişim
dediğimizde iki temel faktör
devreye giriyor: algı ve direnç.
Her ikisi de birbirinin
Görsel : Beste İleri
işleyişini etkileyen, değişim
karşısındaki durumumuzu
belirleyen kavramlar. Eğer
değişim sizin için bir
maceraysa, direnç
göstermiyor ve dolayısıyla
daha mutlu oluyorsunuz.
Çözüm esasen sizde saklı. Her
birimizin içinde saklı. Çünkü
değişimi nasıl algıladığımızı
bir tek biz belirleyebiliriz.
Evet, çevremiz etkileyebilir.
Dış etkenler bakış açımızla
oynayabilir. Ancak değişim
bana, sana, bize etki
edecektir. Dolayısıyla onu
nasıl karşılayacağımız da bize
kalır: bitmek bilmeyen bir
korku ve kaygıyla mı; yoksa
kendimize olan inancımız ve
ona eşlik eden bir
gülümsemeyle mi? Sanırım
artık hepimiz cevabı biliyoruz.
Bırak, hayatın alt üst oluyorsa
olsun. Nereden biliyorsun
altının üstünden daha iyi
olmayacağını?⟨ꝛ⟩ Eda Göleli
Radiant | 26