türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler ... - Kütüphane
türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler ... - Kütüphane
türkiye cumhuriyeti çukurova üniversitesi sosyal bilimler ... - Kütüphane
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ<br />
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ<br />
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI<br />
Lârendeli Şânî<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR<br />
(İnceleme-Metin)<br />
Cengiz Veli KURMUŞ<br />
DOKTORA TEZİ<br />
ADANA/2010
TÜRKİYE CUMHURİYETİ<br />
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ<br />
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI<br />
Lârendeli Şânî<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR<br />
(İnceleme-Metin)<br />
Cengiz Veli KURMUŞ<br />
Danışman: Prof.Dr. Mine MENGİ<br />
DOKTORA TEZİ<br />
ADANA/2010
ÖZET<br />
LÂRENDELİ ŞÂNÌ GÜLŞEN-İ EFKÂR (İNCELEME-METİN)<br />
Cengiz Veli KURMUŞ<br />
Doktora Tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı<br />
Danışman : Prof. Dr. Mine MENGİ<br />
Haziran 2010, IX+318 sayfa<br />
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli<br />
Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın<br />
konusunu oluşturmaktadır.<br />
Çalışmamızın “Giriş” bölümünde sanatçının hayatı, edebî kişiliği ve eserleri<br />
hakkındaki bilgiler verilmiş ve Gülşen-i Efkâr tanıtılmıştır. Sonraki bölümde eserin<br />
biçimsel özellikleri üzerinde durulmuştur. Dil ve anlatım özelliklerini içeren sonraki<br />
bölümde ise sanatçının anlatımdaki çeşitliliği nasıl yakaladığı ve dili kullanmadaki<br />
başarısı incelenmeye çalışılmıştır. İçerik özellikleri başlıklı diğer bölümde Gülşen-i<br />
Efkâr’ın konusu, özeti, kişileri, mekânı ve zamanı hakkındaki bilgilere yer verilmiştir.<br />
Sonuç kısmında Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr’a ilişkin tespit ettiğimiz noktalardan<br />
yola çıkılarak bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Çalışmamızın son bölümü olan<br />
“Metin” kısmında ise metne esas olan nüshalar ve çeviri yazıda izlenen yöntemle ilgili<br />
açıklamalarda bulunulmuş ve mesnevinin çeviri yazılı metni verilmiştir.<br />
Anahtar Sözcükler: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Mesnevî, Münazara,<br />
Tasavvuf, İnceleme, Metin.<br />
i
ABSTRACT<br />
LARENDELİ ŞANİ’S GÜLŞEN-İ EFKAR (ANALYSİS-TEXT)<br />
Cengiz Veli KURMUŞ<br />
PhD Thesis, Department of Turkish Language and Literature<br />
Consultant: Prof. Dr. Mine Mengi<br />
December 2010, IX+318 pages.<br />
In this thesis, it is subjected a religious masnavi titled Gülşen-i Efkar written by<br />
Larendeli Şani who lived between second half of the sixteenth century and early<br />
seventeenth century.<br />
In the "Introduction" section, the artist's life and literal personality has been<br />
handeled, then Şani’s works have been introduced. The next chapter we focused on the<br />
formal characteristics of the work. In the next section contains the properties of<br />
language and expression of the artist and how Şani captured the diversity of expression<br />
and the success in using the language have been studied. Next section titled with content<br />
features, Gülşen-i Efkar’s subject, summary, persons, information about space and time<br />
are given. At the conclusion, we tried an assessment on the basis of the points we've<br />
found about Şani and Gülşen-i Efkar. The text on which we studied is given with its<br />
method of transcription. Also, several information about copies of the text based on our<br />
work is given. Masnavi’s trancription was added to final section of thesis.<br />
Text.<br />
Key Words: Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Masnavi, Debate, Sufism, Review,<br />
ii
ÖN SÖZ<br />
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın başlarında yaşamış olan Lârendeli<br />
Şânî’nin yazdığı dinî-tasavvufî içerikli Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın<br />
konusunu oluşturmaktadır.<br />
Bu çalışmayı üç temel amaç doğrultusunda yaptık. Bunlardan ilki, hakkında<br />
kaynaklarda birbiriyle çelişen bilgiler verilen Lârendeli Şânî’nin ve Gülşen-i Efkâr adlı<br />
mesnevisinin bilim âlemine tanıtılmasıdır. İkinci amacı ise, üç nüshasını tespit ettiğimiz<br />
eserin çeviri yazısını -bu nüshaları karşılaştırarak- hatasız bir şekilde ortaya koymak ve<br />
böylelikle metni araştırmacıların yararlanabileceği kaynaklar arasına dâhil etmektir.<br />
Üçüncü ve en önemli amaç ise, ortaya çıkardığımız metni edebî açıdan inceleyerek<br />
şairin edebi kişiliği, eserin sanatsal değeri ve bu eserin Divan edebiyatı geleneğindeki<br />
yerini tespit etmektir.<br />
Gülşen-i Efkâr mesnevisi hem dinî-tasavvufî hem de edebî bir eser olması<br />
sebebiyle İlahiyat ile Türk Dili ve Edebiyatı akademisyenlerinin ortak çalışma alanına<br />
girmektedir. Gülşen-i Efkâr, 2007 yılında İlahiyat alanında yüksek lisans bitirme tezi<br />
olarak çalışılmıştır. Ancak bu yüksek lisans tezi eserin sadece dinî ve tasavvufî<br />
özellikleri göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Bizim hazırladığımız tezde ise<br />
Gülşen-i Efkâr’ın incelenmesinde Türk edebiyatında mesnevi geleneği ve tasavvufî<br />
mesnevilerin genel düzeni içinde Gülşen-i Efkâr değerlendirilmeye çalışılmış, eserin<br />
dili, edebi yönü ve biçimsel özelliklerinin tanıtılıp değerlendirilmesine ağırlık<br />
verilmiştir.<br />
Çalışmaya kaynak taraması yapılarak başlanmış; şair, eser, mesnevi türü ve<br />
tasavvuf ana konuları göz önünde bulundurularak yapılan bu çalışma sonucunda elde<br />
edilen bilgiler tez planındaki düzene göre tasnif ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur.<br />
Lârendeli Şânî’nin hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında kaynaklarda<br />
ulaşılan bilgilere yer verilerek; bu bilgilerin doğruluğu Gülşen-i Efkâr da göz önünde<br />
bulundurularak tartışılmıştır.<br />
Gülşen-i Efkâr’ın inceleme kısmı tez önerisinde hazırlanan plana uygun şekilde<br />
yapılmaya gayret edilmiş, ortaya çıkan malzemeye göre tez önerisindeki planda bazı<br />
değişiklikler yapılmıştır. Örneğin mesnevinin münazara tarzında yazıldığı metin<br />
incelendikten sonra fark edilmiş ve tez planına münazarayla ilgili bir bölüm eklenmiştir.<br />
Bunun dışında ayrıca başlık ve alt başlıkların yerlerinde birtakım değişiklikler<br />
iii
yapılmıştır.<br />
Bütün bu bulgular araştırma, inceleme, karşılaştırma, tartışma vb. yöntemleriyle<br />
tespit edilmiştir.<br />
Çalışma beş ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar sırasıyla Giriş, Gülşen-i Efkâr’ın<br />
Biçimsel Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın Dil ve Anlatım Özellikleri, Gülşen-i Efkâr’ın<br />
İçerik Özellikleri, Sonuç ve Gülşen-i Efkâr’ın Metni bölümleridir.<br />
Giriş bölümünde tezimize konu olan Lârendeli Şânî ve Gülşen-i Efkâr mesnevisi<br />
hakkında tanıtıcı genel bilgilere yer verilmiştir.<br />
Biçimsel Özellikler bölümünde eserin dış yapısıyla ilgili olan nazım şekli,<br />
kafiyesi, ölçüsü ve bölüm başlıklarıyla ilgili tespitler değerlendirilmiştir.<br />
Dil ve Anlatım bölümünde eserin edebî yönü üzerinde durulmuş, dil ve anlatıma<br />
ilişkin bilgilere yer verilmiştir.<br />
İçerik bölümünde eserin konusu, özeti, kahramanları, olayın geçtiği mekân ve<br />
zaman dilimi değerlendirilmiştir.<br />
Sonuç bölümünde bu çalışmamızın tüm verileri değerlendirilerek eser ve<br />
sanatçıya ilişkin genel değerlendirmeler yapılmıştır.<br />
Metin kısmında ise metin kurmamıza esas olan üç nüshanın tanıtımı yapıldıktan<br />
sonra çeviriyazı sisteminde izlenen yöntemle ilgili bilgiler verilmiş ve bu bölümün<br />
sonuna çeviriyazılı metin eklenmiştir.<br />
Tez çalışmasının seçilmesi esnasında danışmanlığımı yapan ve bana yol<br />
gösteren, gerekli kaynak kitapları temin eden veya ödünç veren değerli hocam Prof. Dr.<br />
H. Dilek Batislam’a; metindeki Arapça ve Farsça beyitleri okumakta yardımlarını<br />
esirgemeyen hocalarım Yard. Doç. Dr. Hamit Dikmen’e ve Yard. Doç. Dr. Hayri<br />
Kaplan’a; tezimi sabırla okuyan ve eleştirileriyle tezin son halini almasında önemli<br />
katkıları olan jüri üyelerim Prof. Dr. İ. Çetin Derdiyok’a ve Doç. Dr. Şener Demirel’e;<br />
yürekten teşekkür ediyorum.<br />
Sonuncusu ve en önemlisi; bütün üniversite hayatım boyunca her ihtiyaç<br />
duyduğumda yanımda hissettiğim, engin bilgisiyle hepimize rehber olmuş, akademik<br />
bakış açımın şekillenmesinde herkesten daha çok katkısı bulunan sevgili ve saygıdeğer<br />
hocam Prof. Dr. Mine Mengi’ye şükranlarımı sunuyorum.<br />
iv
age : adı geçen eser<br />
agm : adı geçen makale<br />
agt : adı geçen tez<br />
AKM : Atatürk Kültür Merkezi<br />
AÜ : Ankara Üniversitesi<br />
b. : beyit<br />
bk. : bakınız<br />
Böl. : Bölümü<br />
C. : Cilt<br />
çev. : Çeviren<br />
DEÜ : Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
KISALTMALAR<br />
TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi<br />
EAT: Eski Anadolu Türkçesi<br />
Ens. : Enstitü<br />
GÜ : Gazi Üniversitesi<br />
H. : Hicrî<br />
hzl. : Hazırlayan<br />
İÜ : İstanbul Üniversitesi<br />
İÜ1 : İstanbul Üniversitesi Merkez <strong>Kütüphane</strong>si, Nadir Eserler, nr: 3040’ta kayıtlı<br />
Gülşen-i Efkâr nüshası<br />
İÜ2 : İstanbul Üniversitesi Merkez <strong>Kütüphane</strong>si, Nadir Eserler, nr: 1917’de kayıtlı<br />
Gülşen-i Efkâr nüshası<br />
OMÜ : Ondokuz Mayıs Üniversitesi<br />
öl. : ölüm tarihi<br />
S. : Sayı<br />
s. : sayfa<br />
SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
SK : Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Hacı Mahmud Efendi Böl., nr: 3731’de kayıtlı Gülşen-i<br />
Efkâr nüshası<br />
SÜ : Selçuk Üniversitesi<br />
M. : Miladî<br />
v
Nu: : numara<br />
TAE : Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü<br />
TDK: Türk Dil Kurumu<br />
TTK : Türk Tarih Kurumu<br />
v.: varak (yaprak) numarası<br />
vb. : ve benzeri<br />
vd. : ve diğerleri<br />
Yay. : Yayınevi / Yayınları<br />
vi
İÇİNDEKİLER<br />
ÖZET............................................................................................................................. i<br />
ABSTRACT ................................................................................................................. ii<br />
ÖN SÖZ .......................................................................................................................iii<br />
KISALTMALAR .......................................................................................................... v<br />
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1<br />
1.1. Lârendeli Şânî .................................................................................................... 1<br />
1.1.1. Hayatı .............................................................................................................. 7<br />
1.1.2. Edebî Kişiliği ............................................................................................... 8<br />
1.1.3. Eserleri ...................................................................................................... 16<br />
1.1.3.1. Arapça Eserleri ................................................................................... 16<br />
1.1.3.2. Türkçe Eserleri .................................................................................... 17<br />
1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler ............................................................................... 18<br />
1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi............................................................................. 18<br />
1.2.2. Derviş Şânî ................................................................................................ 19<br />
1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî .................................................................................. 19<br />
1.2.4. Saraybosnalı Şânî ...................................................................................... 19<br />
1.2.5. Kastamonulu Şânî ...................................................................................... 20<br />
1.2.6. Mustafa Şânî .............................................................................................. 21<br />
1.2.7. Şânî Mustafa Efendi................................................................................... 21<br />
1.2.8. Şânî Çelebi ................................................................................................ 21<br />
1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi .................................................................................... 22<br />
1.2.10. Erzurumlu Şânî ........................................................................................ 22<br />
1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler ........................................................... 22<br />
1.3.1. Eserin Adı .................................................................................................. 22<br />
1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi ................................... 23<br />
1.3.3. Yazıldığı Tarih........................................................................................... 25<br />
1.3.4. Sunulduğu Padişah..................................................................................... 26<br />
1.3.5. Konusu ...................................................................................................... 26<br />
vii
İKİNCİ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ .................................................. 27<br />
2.1. Nazım Şekli ...................................................................................................... 27<br />
2.2. Beyit Sayısı ...................................................................................................... 28<br />
2.3. Vezin ................................................................................................................ 28<br />
2.4. Kafiye ve Redif ................................................................................................ 32<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ ..................................... 40<br />
3.1. Dil Kullanımları ............................................................................................... 40<br />
3.1.1. Söz Varlığı................................................................................................. 40<br />
3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri ............................................................. 43<br />
3.1.3. Deyimler ve Atasözleri .............................................................................. 50<br />
3.1.4. Edebî Sanatlar ............................................................................................ 53<br />
3.2. Anlatıcı ............................................................................................................ 74<br />
3.3. Anlatım Teknikleri ........................................................................................... 79<br />
3.3.1. Alegori ...................................................................................................... 79<br />
3.3.2. Münazara ................................................................................................... 91<br />
3.3.3. Tasvir ........................................................................................................ 98<br />
3.3.3.1. Kişi Tasvirleri ................................................................................... 101<br />
3.3.3.2. Mekân Tasvirleri .............................................................................. 107<br />
3.3.4. Tahkiye.................................................................................................... 115<br />
3.3.5. Özetleme ................................................................................................. 121<br />
3.3.6. Diyalog .................................................................................................... 122<br />
3.3.7. İç Monolog .............................................................................................. 123<br />
3.3.8. Montaj ..................................................................................................... 124<br />
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ ............................... 127<br />
4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti) ...................... 127<br />
4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları ........................................ 136<br />
viii
4.3. Din ve Tasavvuf ............................................................................................. 138<br />
4.3.1. Âyetler ..................................................................................................... 139<br />
4.3.2. Hadisler ................................................................................................... 150<br />
4.4. Kişiler ............................................................................................................ 154<br />
4.4.1. Hikâye Kahramanları ............................................................................... 154<br />
4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler .......................................................................... 164<br />
4.4.2.1. Din Büyükleri .................................................................................. 165<br />
4.4.2.2. Tarikat Büyükleri ............................................................................. 168<br />
4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler ..................................................................... 169<br />
4.5. Zaman ............................................................................................................ 170<br />
4.6. Mekân ............................................................................................................ 171<br />
SONUÇ .................................................................................................................... 173<br />
BEŞİNCİ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ ................................................................................ 176<br />
5.1. Nüshaların Tanıtımı ........................................................................................ 176<br />
5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem .......................................... 177<br />
5.3. Çeviriyazılı Metin ........................................................................................... 180<br />
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 313<br />
ÖZ GEÇMİŞ ............................................................................................................. 318<br />
ix
1.1. Lârendeli Şânî<br />
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
GİRİŞ<br />
Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda<br />
Şânî 1 , Mehmed Şânî 2 ve İbrahim Şânî 3 adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl<br />
adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da her birinin ayrı şairler mi olduğu hakkında<br />
kaynaklarda çelişkili bilgilere rastlanmaktadır. Kaynaklarda şu bilgiler tespit edilmiştir:<br />
Şairi sadece Şânî mahlasıyla zikreden biyografik kaynaklar arasında<br />
Kınalızâde Hasan Çelebi’nin Tezkiretü’ş Şu’arâ 4 , Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr 5 ve<br />
Şemseddin Sami’nin Kâmûsu’l-A’lâm 6 adlı eserleri vardır. Söz konusu eserlerde<br />
Şânî’nin asıl adı verilmemekle birlikte şairin nereli olduğu, kimden eğitim aldığı, ne işle<br />
uğraştığı ve hangi padişah döneminde yaşadığına dair verilen bilgiler birbiriyle<br />
örtüşmektedir.<br />
Şânî’nin adını Mehmed olarak kaydeden kaynaklar arasında Şakâyık-ı<br />
Nu’mâniyye ve Zeyilleri 7 , Tuhfe-i Nâilî 8 , Sicill-i Osmânî 9 , Mecelletü’n-Nisâb 10 ve<br />
Numan Külekçi’nin XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi<br />
Edebiyatı Antolojisi 11 gösterilebilir. Sicill-i Osmânî’de iki ayrı Lârendeli Şânî’den<br />
bahsedilmektedir. Bunlardan ilki asıl ismi zikredilmeden sadece Şânî Efendi, diğeri ise<br />
1<br />
Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, hzl. İbrahim Kutluk, TTK Yay., Ankara 1981, C. I, s.<br />
574.; Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, hzl. Mustafa İsen, AKM Yay., Ankara 1994, s. 311.; Şemseddin<br />
Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, Kaşkar Neşriyat, Ank., 1996, C. IV, s. 178.<br />
2<br />
Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri- Hadâiku’l-Hakâyık fî Tekmîleti’ş-Şakâik, hzl. Abdülkadir Özcan,<br />
İstanbul, 1989, C. II, s. 533.; Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, hzl. Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, Ankara 2001,<br />
C. I, s. 474.; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniye I-IV, İstanbul 1308,<br />
C. III, s. 130.; Müstakîmzâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-nisab fi'l-esmâ ve'lküna<br />
ve'l-elkab, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Halet Efendi, Nu: 628, vr. 270b.<br />
3<br />
Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, hzl. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı, C. I, s. 112; Osmanzade<br />
Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ I-V, hzl. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz, Kitabevi Yay., İstanbul 2006, s.<br />
187; Mehmet Ali Kırboğa, Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzuati’l-Müellefat, Konya 1974, s. 326.<br />
4<br />
Kutluk, age, C. I, s. 574.<br />
5<br />
İsen, age, s. 311.<br />
6<br />
Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178.<br />
7<br />
Özcan, age, C. II, s. 533.<br />
8<br />
Tuman, age, C. I, s. 474.<br />
9<br />
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130.<br />
10<br />
Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.<br />
11<br />
Numan Külekçi, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevi Edebiyatı Antolojisi,<br />
Aktif Yay., Erzurum, 1999, C. I, s. 335.<br />
1
Şânî Mehmed Efendi namıyla belirtilmiştir. Şânî Efendi bahsinde Lârendeli oluşu, Hoca<br />
Ataullah Efendi’nin mülâzımı oluşu, müderrisliği ve Sultan Üçüncü Murad’ın son<br />
dönemlerine (1574-1595) yetiştiği kayıtlıdır. Şânî Mehmed Efendi bahsinde ise Şânî’nin<br />
müderrisliği ve görev yaptığı yerlere dair bilgiler verildikten sonra ölüm tarihi H.1019 /<br />
M.1610 kaydedilir. Ancak her iki Şânî bahsinde verilen bilgilerin tamamı hem Şakâyık-ı<br />
Nu’mâniyye’de hem de Mesnevi Edebiyatı Antolojisi’ndeki Mehmed Şânî bahsinde<br />
verilmiştir. Kınalızâde’de ise yine bu bilgilerin tamamı sadece Şânî Efendi bahsinde<br />
verilmiştir. Bu bilgilere göre Sicill-i Osmanî’de verilen Şânî Mehmed Efendi ile Şânî<br />
Efendi aslında aynı kişidir. Mecelletü’n-Nisâb, Mehmed Şânî bahsinde şairin Gülşen-i<br />
Efkâr adlı bir mesnevisinin olduğunu zikreder. Lârendeli Şânî ile ilgili bilgi veren eski<br />
kaynaklar arasında şairin Gülşen-i Efkâr adlı mesnevisinin varlığından tek bahseden<br />
kaynak da Mecelletü’n-Nisâb’dır. 12<br />
Osmanlı Müellifleri 13 , Sefîne-i Evliyâ 14 ve Kâmûsu’l-Kütüb ve Mevzûatu’l-<br />
Müellifât 15 gibi biyografik kaynaklarda Şânî’nin asıl adı İbrahim olarak kayıtlıdır.<br />
Verilen bilgiler ise diğer kaynaklardaki “Şânî Efendi” ve “Şânî Mehmed Efendi”<br />
bahislerinde aktarılanlarla bir farklılık arz etmemektedir. Bu durumda kaynaklarda<br />
farklı adla kayıtlı üç Lârendeli Şânî’nin de aynı kişi olma olasılığı oldukça yüksektir.<br />
Biyografik kaynakların yanı sıra şairler hakkında bilgi edinebileceğimiz ve<br />
birinci kaynak olarak değerlendirilebilecek eserler, şairlerin bizzat kendi yazdığı<br />
eserlerdir. Zaman zaman şairler eserlerinde kendileri hakkında bilgiler<br />
verebildiklerinden bu konu üzerinde de durmak gerekir. Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i<br />
Efkâr adlı mesnevide kendisi hakkında verdiği tek bilgi memleketinin Lârende<br />
(Karaman) oluşudur 16 . Yine Gülşen-i Efkâr’da Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye<br />
yazmış olması Sultan Üçüncü Murâd devri şairlerinden olduğu bilgisini doğrular<br />
niteliktedir. Gülşen-i Efkâr’ın A nüshasının 17 ilk sayfasında Şânî’nin Sultan İkinci<br />
Murad devri şairi olduğu kayıtlıdır. Ancak bu kaydın doğru olmadığı, şairin Sultan<br />
İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad devri şairi olduğu “İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn /<br />
12 Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.<br />
13 Kurnaz, age, C. I, s. 112.<br />
14 Akkuş vd., age, C. III, s. 187<br />
15 Müstakîm-zâde Sa'deddin, age, Nu: 628, vr. 270b.<br />
16 629-650. beyitler arası 22 beyitlik “Lârende şehrengizi” diyebileceğimiz bölümün başında şair “Bu<br />
√a…îrüñ va†an-ı a§lîsi olan şehr-i tâbende vü kişver-i dırahşende ya¡ni sevâd-ı Lârende’nüñ...” ifadesiyle<br />
memleketinin Lârende olduğunu belirtir.<br />
17 İÜ Merkez <strong>Kütüphane</strong>si , Nadir Eserler, Nu: 3040.<br />
2
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn” (b. 601) beytinden anlaşılmaktadır. Bu durum müellif<br />
hattı olmayan nüshalarda şiir dışındaki ön veya son kayıt bilgilerinin yanlış olabileceği<br />
fikrini doğrulamaktadır. Şânî hakkında eserinden bilgi edinebileceğimiz bir diğer husus<br />
Dede Ömer Rûşenî’ye yazdığı mehdiyedir. 18 Dede Ömer Rûşenî Halvetiliğin Rûşeniyye<br />
kolunun müessisi olarak bilinir. 19 Bu bilgiye dayanarak Şânî’nin Halveti olduğu<br />
sonucuna ulaşılabilir.<br />
Üzerinde durulması gereken bir diğer husus da kütüphane kayıtlarıdır.<br />
<strong>Kütüphane</strong>lerin bibliyografik künyelerinde “Lârendeli Mehmed Şânî” kaydı<br />
bulunmamaktadır. Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si kayıtlarında “Şânî el-Larendevî İbrahim b.<br />
Abdurrahman el-Karamanî” ve “İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî Şânî el-<br />
Larendevî” olarak kayıtlıdır. 20<br />
Nuruosmaniye Yazma Eser <strong>Kütüphane</strong>sindeki el-İfsah fi Şerhi Şevahidi’l-<br />
Miftâh 21 adlı eserin müellifi “el-Karamanî, İbrahim b. Abdurrahman eş-Şânî” olarak<br />
kaydedilmiştir. Ancak aynı kayıtta yazarın ölüm tarihi olarak H. 1069 / M. 1658<br />
verilmiştir. Bu künye kaydı ya yanlıştır ya da doğruysa bu tezkirelerde ölüm tarihi H.<br />
1019 / M. 1610 olarak kayıtlı Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî ile el-İfsah fi Şerhi<br />
Şevâhidi’l-Miftâh adlı eserin müellifi “el-Karamanî İbrahim b. Abdurrahman eş-<br />
Şânî”nin aynı müellif olmasına imkân yoktur.<br />
Süleymaniye’de 22 ve Milli <strong>Kütüphane</strong>’de 23 kayıtlı el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı<br />
eserin müellifi “İbrâhîm b. Abd er-Rahmân Karamânî” olarak geçmektedir. Ayrıca<br />
Süleymaniye’de kayıtlı 13 adet el-Hey’etü’l İslâmiyye için de yazar olarak “İbrahim b.<br />
Abdurrahman el-Karamanî” kaydı vardır. Yani Şânî mahlası hiç kullanılmamıştır. Fakat<br />
Milli <strong>Kütüphane</strong>’deki Hey’etü’l-İslâm 24 , Kayseri Raşit Efendi Eski Eserler<br />
18<br />
651-711. arasındaki beyitler Dede Ömer Rûşenî’ye medhiyedir. Başlıkta “ VÂRİ¿-İ<br />
¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’Ş-ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ<br />
◊A≤RETLERİNÜÑ (...) MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR...” ifadesi vardır.<br />
19<br />
Semra Tunç, “Dede Ömer Rûşenî” S. Ü. T.A.E. Türkiyat Araştırmaları Dergisi,<br />
Konya 1997, S. 5, s. 237.<br />
20<br />
1478 nr. Mir'atü's-Safâ; 2164 nr. el-İfsâh fi Şerhi Şevâidi'l-Miftâh; 2573<br />
nr. Manzûme-i Avâmil; 3731 nr. Gülşen-i Efkâr; 3782 nr. Zarî'atü'l-Ebrar fi Na'ti'n-<br />
Nebiyyi’l-Muhtâr adlı eserler için Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si bibliyografik künyeyi<br />
verirken Şânî’nin adını yukarıda zikrettiğimiz şekilde kaydetmiştir.<br />
21<br />
Bu eser kütüphanede 34 Nk 4464 arşiv numarasıyla kayıtlıdır.<br />
22 Arşiv Nu: 07 Tekeli 837/2<br />
23 Arşiv Nu: 06 Hk 2979/1<br />
24 Arşiv Nu: 06 Hk 882<br />
3
<strong>Kütüphane</strong>si’ndeki 25 ve Konya Bölge Yazma Eserler <strong>Kütüphane</strong>si’ndeki 26 el-Hey'etü'l-<br />
İslâmiyye adlı eserler için de müellifin adı, 1659’dan sonra öldüğü notu da düşülerek,<br />
“İbrahim Karamanî Âmidî” olarak verilmiştir. Bu durumda “İbrâhîm b. Abdurrahman<br />
Karamânî” ile “İbrahim Karamanî Âmidî” aynı kişi midir yoksa farklı kişiler olup<br />
birbiriyle karıştırılarak kütüphane kayıtlarında hata mı yapılmıştır?<br />
İbrahim Karamanî Âmidî adına kütüphanelerde kayıtlı ellinin üzerinde eser<br />
vardır. Bunların tamamı Arapçadır. Dinî içerikli ve mensur olan bu eserlerin istinsah<br />
tarihleri ya yoktur ya da 1700’lü yıllara aittir. H.1069 / M. 1659’dan sonra öldüğü<br />
belirtilmiştir. Tezkirelerin hiçbirinde “Şânî” mahlasıyla kayıtlı böyle biri yoktur.<br />
“İbrâhîm b. Abdurrahmân Karamânî” adı ise daha önce yukarıda zikrettiğimiz<br />
biyografik kaynakların bazılarında “Şânî” mahlasıyla birlikte verilmiştir. Ayrıca bu<br />
isimle kütüphanelerde kayıtlı eserlerin telif veya istinsah tarihi on altıncı yüzyılın ikinci<br />
yarısıdır. Yani aralarında “İbrahim Karamanî Âmidî” muhtemelen daha doğmadan önce<br />
yazılmış eserler 27 vardır. Bu bilgilere göre iki şahsın aynı olmasına imkân yoktur ve<br />
kütüphane künyelerinde yazarın adı karıştırılmıştır. el-Hey'etü'l-İslâmiyye adlı eser de<br />
istinsah tarihleri dikkate alındığında İbrahim Karamanî Âmidî’ye aittir.<br />
Yakın bir zamanda yapılan yüksek lisans tezlerinden birinde 28 Şânî’nin böyle bir<br />
eserin müellifi olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiş ve bu konuyla ilgili herhangi<br />
bir değerlendirme yapılmamıştır. 29 Yukarıdaki bilgiden de eserin zaten Lârendeli<br />
Şânî’ye ait olmadığı ortadadır. Sözünü ettiğimiz tezde Gülşen-i Efkâr müellifinin adının<br />
kesin bir ifadeyle Lârendeli İbrahim Şânî olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak yapılan<br />
değerlendirmeler bu sonuca ulaşmak için yetersiz görünmektedir. Mevlüde Alparslan’ın<br />
yaptığı değerlendirmeleri 30 ve bu değerlendirmelere esas teşkil eden bilgileri maddeler<br />
halinde verelim ve her maddenin altına da değerlendirmedeki eksikliği dile getirelim:<br />
1) “Kınalızâde, Şânî’nin Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğunu ve kırk<br />
akçeli bir medreseden azledilmiş olduğunu ifade ederken Atâî’nin “Mehmet<br />
Şânî” adı altında aynı bilgileri vermesi bizde “Mehmet” isminin sehven<br />
yazılmış olabileceği düşüncesini doğurmaktadır.”<br />
25 Arşiv Nu: Râşid Efendi Eki 1162/6<br />
26 Arşiv Nu: 09 Müz 675/1<br />
27 Mir'atü's-Safâ, H.989 / M.1581, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Esad Efendi Böl., Nu: 1478; Manzûme-i<br />
Avâmil, H. 987 / M.1581, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Şehid Ali Paşa Böl., Nu: 2573; Zarî'atü'l-Ebrar fi<br />
Na'ti'n-Nebiyyi’l-Muhtâr, H.1002/M.1594, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Esad Efendi Böl., Nu: 3782<br />
28 Mevlüde Alparslan, İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil),<br />
DEÜ SBE İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İzmir 2007 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)<br />
29 Alparslan, agt, s. 12-14.<br />
30 Alparslan, agt, s. 6-7.<br />
4
Bu bilginin doğruladığı tek şey Kınalızâde ile Atâî’nin aynı şairden bahsettiğidir.<br />
Kınalızâde’nin bahsetmediği ise şairin gerçek adıdır. Şairin asıl adı Mehmed olabilir, bu<br />
durumda “Mehmed” isminin sehven yazılmış olabileceği sonucu çıkarılamaz.<br />
2) “Müstakim-zâde’nin Mecelletü’n-nisâb’da şairi tanıtırken “Ve lehû<br />
Gülşen-i Efkâr” ibaresini kullandığını görüyoruz. Oysaki Gülşen-i Efkâr<br />
adlı eserinde şair, kendini “İbrahim” olarak zikretmektedir. Dolayısıyla<br />
Osmanlı Müellifleri’nde şairin ismi doğru olarak kaydedilmesine rağmen<br />
Mehmet Nâil Tuman’ın, muhtemelen daha önceki tezkirelere dayanarak<br />
“Osmanlı Müellifleri’nin [şairin] ismini İbrahim diye göstermesi yanlışdır”<br />
ifadesini kullanması bizim ileri sürdüğümüz tezi doğrulamaktadır.<br />
Muhtemelen biyografik kaynaklardaki bu çelişki nedeniyle şair, sonraki<br />
nesillere yanlışlıkla “Mehmet Şânî” olarak tanıtılmıştır.”<br />
Mecelletü’n-nisab eski biyografik kaynaklar içinde şairin Gülşen-i Efkâr adlı<br />
eserinin olduğundan bahseden yegâne eserdir ve bu eserde şairin adı “Mehmed Şânî”<br />
olarak kayıtlıdır. Şairin Gülşen-i Efkâr’da kendini İbrahim diye zikrettiği ise doğru<br />
değildir. Her üç nüshada da şairin asıl adına dair herhangi bir kayıt yoktur. Zaten bu<br />
kaydın eserin hangi varağında ya da hangi beytinde olduğuna dair de dipnot<br />
düşülmemiştir. Mehmet Nâil Tuman’ın ifadesi de savunulan tezi doğrulamasının aksine<br />
bu tezi çürütmektedir.<br />
3) “Ayrıca araştırmalarımız sonucunda “Mehmet Şânî” adına kaynaklarda<br />
hiçbir esere rastlanılmadığı gibi Lârendeli Şânî adına tespit ettiğimiz<br />
eserlerin tamamının Lârendeli İbrahim Şânî’ye ait olduğu ortaya çıkmıştır.<br />
XVI. yüzyılda yaşamış Mehmet Şânî adında hiçbir şaire rastlanmamıştır.”<br />
“Mehmed Şânî” adının çeşitli biyografik kaynaklarda kayıtlı olduğundan<br />
yukarıda bahsetmiştik. Ancak sanırım bahsedilen kaynaklar şairin müellifi olduğu<br />
söylenen eserlerin kendileridir. Gülşen-i Efkâr dışında ona ait olduğu ileri sürülen<br />
eserlerin tamamında “İbrahim Şânî” adının geçtiği doğrudur. Gülşen-i Efkâr için de<br />
kütüphane kayıtlarında “İbrahim Şânî” adının kullanıldığı tarafımızdan tespit edilmiştir.<br />
Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hiçbir nüshasında “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Daha önceki<br />
değerlendirmelerimizde kütüphane kayıtlarının çok da sahih olmadığını belirtmiştik. Şu<br />
durumda “İbrahim Şânî” ile Gülşen-i Efkâr şairi Şânî aynı kişi olmayabilirler. Çünkü<br />
tespit edilen eserler arasında edebî değer taşıyan ve Türkçe olan tek eser Gülşen-i<br />
Efkâr’dır. Diğerleri dinî içerikli Arapça mensur eserlerdir. Gülşen-i Efkâr dışında<br />
Türkçe olan tek eser Manzûme-i Avâmil’dir ki o da zaten Arapça dil bilgisi öğretmek<br />
5
için manzum olarak kaleme alınmış didaktik bir eserdir ve edebî herhangi bir değeri<br />
yoktur. Bu durumda Gülşen-i Efkâr’ın İbrahim Şânî’ye ait olduğu sonucuna varılması<br />
çok iddialı olur.<br />
4) “Kaynaklarda farklı isimlerle Şânî’ye ait gösterilen beyitlerin birbirinin<br />
aynı olması bu kişilerin aynı şahıslar olduğunu göstermektedir.”<br />
Bu durum kaynakların kendinden önceki kaynakları ve kaynaklarda verilen<br />
beyitleri apardıkları anlamına da gelir. İlginç olan noktalardan biri de Şânî’nin asıl<br />
adının İbrahim olduğunu belirten tüm kaynakların son dönemde yazılmış kaynaklar<br />
olmasıdır. Şairin yaşadığı döneme yakın kaynaklar şöyle dursun, 20. asra kadar yazılmış<br />
tezkirelerin hiçbirinde “İbrahim Şânî” kaydı yoktur. Bu durum, Şânî mahlasını kullanan<br />
iki ayrı müstensihin birbiriyle karıştırılmış olabileceği fikrini çürütmediği gibi aynı kişi<br />
oldukları savını da doğrulamaz.<br />
5) “İbrahim Şânî adıyla yazılmış eserlerin tarihleriyle Mehmet Şânî adıyla<br />
verilen şahsın yaşadığı zamanın örtüşmesi, Mehmet Şânî ile İbrahim<br />
Şânî’nin aynı şahıs olduğu kanaatini doğrular niteliktedir.”<br />
Bu durum aynı dönemde yaşamış iki Lârendeli Şânî olabileceği kanaatini de<br />
çürütmez. “Şânî Mahlaslı Şairler” bahsinde adı geçen “Saraybosnalı Şânî” de aynı<br />
dönem şairidir.<br />
6) Lârendeli Şânî’nin künyesi eserlerinde “İbrahim b. Abdurrahman eş-şehîr<br />
bi-Şânî el-Lârendevî el-Karamanî” şeklinde geçmektedir.” Bu bilgiye göre<br />
asıl ismi İbrahim olan şair, Lârendeli olup döneminde Şânî el-Lârendevî<br />
olarak tanınmıştır.<br />
Gülşen-i Efkâr’da böyle bir kayıt olmadığını daha önce de ifade etmiştik.<br />
<strong>Kütüphane</strong> kayıtlarındaki künye bilgisinde Gülşen-i Efkâr’ın müellifinin “İbrahim b.<br />
Abdurrahman el-Karamanî Şânî el-Larendevî” olarak yazıldığını ama bunun yanlış<br />
olabileceğini daha önce de belirtmiştik.<br />
Biyografik kaynakların, kütüphane kayıtlarının ve de müstensih notlarının<br />
yetersizliği dikkate alınırsa Gülşen-i Efkâr müellifi Lârendeli Şânî’nin asıl adının ne<br />
olduğu meselesi daha da karmaşık bir hâl almaktadır. Bu durumda Gülşen-i Efkâr<br />
şairinin asıl adının İbrahim mi yoksa Mehmed mi olduğu kesin olarak tespit<br />
edilememektedir. Mevlüde Alparslan’ın ulaştığı sonuç kesinlikle yanlıştır ya da<br />
kesinlikle doğrudur diyemeyiz. İhtimallerden akla en yatkın olanlarından biridir. Bu<br />
6
sebeple biz sanatçının hayatı ve eserlerini verirken “Lârendeli Şânî” adına kayıtlı tüm<br />
bilgileri ortaya koymaya çalışacağız.<br />
1.1.1. Hayatı<br />
Lârendeli Şânî eski adı Lârende olan Karaman’da doğmuştur. Doğum tarihiyle<br />
ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Şemseddin Sami’nin ifadesine<br />
göre İkinci Selim devrinde tahsil için İstanbul’a gelmiştir. 31 Bu bilgiye göre Sultan<br />
İkinci Selim’in tahta çıkışı ile ölüm tarihi arasında (1566-1574) İstanbul’a gelmiş<br />
olmalıdır. Lârendeli Şânî’den bahseden kaynakların neredeyse tamamında İkinci<br />
Selim’in de hocalığını yapan Hoca Ataullah Efendi’nin mülâzımı olduğu kayıtlıdır. 32<br />
Ataullah Efendi’nin vefatı M.1571 yılı olduğuna göre 1571’e kadar öğrenimini<br />
tamamlamış olmalıdır.<br />
Lârendeli Şânî, Osmanlı ilmiye teşkilatına göre yedi yıl süren mülâzımlığın<br />
ardından mertebe kat ederek kırk akçe maaşla Hasköy’deki Mahmut Paşa Medresesinde<br />
müderrisliğe başlamıştır. 33 Cahit Baltacı da XV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı<br />
Medreseleri adlı eserinde Şânî’nin H.1000 / M.1591 yılına kadar kırk akçe aldığını<br />
ifade eder. 34 Ancak bu bilgide bir tutarsızlık vardır. Çünkü Şakâyık-ı Nu’mâniyye’de<br />
Atâî bu tarihi H.1001 cemaziyelâhir olarak kaydetmiştir 35 ki bu tarih M.1593 bahar<br />
aylarına denk gelir. Şânî, Hasköy’deki görevinden azledilince H.1001 / M.1593 yılında<br />
Bostanzade Mehmed Efendi ve Sun’ullah Efendi huzurunda Yavuz ve Nihalî Beylerle<br />
birlikte imtihan oldu ve imtihan neticesinde aynı yılın recep ayında Tûtî-i Latîf<br />
Medresesine müderris oldu. 36 H.1004 / M.1596 zilhiccesinde görevi kabul etmeyen<br />
Taceddin Efendi yerine Rodos Fetvahanesine naklolundu. H.1006 / M.1597<br />
rebîülahirininde Şam müftüsü oldu. H.1007 / M.1599 şevvalinde Trablus-Şam kazasına<br />
tayin olunup H.1008 / M.1599 rebîülahirininde bu görevinden azlolundu. H.1009 /<br />
M.1600 muharreminde Sufi Mehmed Efendi yerine Maraş kazasına tayin edildi. H.1010<br />
/ M.1601 rebîülahirininde bu görevinden de azlolundu. H.1011 / M.1603 zilhiccesinde<br />
31 Şemseddin Sami, age, C. IV, s. 178<br />
32 Kutluk, age, C. I., s. 574; Özcan, age, C. II, s. 533.; Tuman, age, C. I, s. 474.;<br />
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130.; Akkuş vd., age, C. III, s. 187.<br />
33 Kutluk, age, s. 574; Özcan, age, s. 533.<br />
34 Cahit Baltacı, XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât / Tarih, İrfan<br />
Matbaası, İstanbul 1976, s. 448.<br />
35 Özcan, age, s. 533.<br />
36 Özcan, age, s. 533.<br />
7
Gazalîzade yerine Erzurum kazasına kadı olarak tayin edildi. H.1013 / M.1604<br />
saferinde yine azledilip yerine selefi iade kılındı. H.1015 / M.1606 rebîülevvelinde<br />
Ankara’ya naklolunanVildanzade yerine Âmid kazasına tayin edildi. H.1016 / M.1607<br />
saferinde tekrar Erzurum kazasına tayin edildi. Şair, H. 1019 / M. 1610 yılında son<br />
görev yeri olan Erzurum’da vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. 37<br />
Şânî, H. 989 / M. 1581 tarihli Mir’atü’s-safâ isimli tasavvufî eserini Gülşenî<br />
şeyhlerinden Kerim b. Gülşenî için yazdığını ifade etmektedir. Buna göre şair<br />
muhtemelen tahsili sırasında Gülşenî tarikatına intisab etmiştir. 38 Şânî, kendi ifadesiyle<br />
Gülşenî şeyhlerinden Abdülkerim Efendi’nin mürididir. 39 Gülşeniyye, Halvetiyye’nin<br />
ana kollarından Rûşeniyye’nin bir şubesidir. İbrahim Gülşenî (öl. M.1533) Dede Ömer<br />
Rûşenî’den feyz alan dervişlerin en meşhurudur. 40 Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da Dede<br />
Ömer Rûşenî’ye bir methiye yazdığından söz etmiştik. Eserin adında “Gülşen”<br />
sözcüğünün kullanılması da şairin hangi tarikata mensup olduğuyla ilgili bir ipucu<br />
olarak değerlendirilebilir.<br />
1.1.2. Edebî Kişiliği<br />
Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliği hakkındaki değerlendirmelerimizin tamamı<br />
Gülşen-i Efkâr mesnevisinin incelenmesine dayanmaktadır. Bunun sebebi ise<br />
tezkirelerde neredeyse her şair için söylenen övgü ifadelerinin dışına çıkılmayışı ve<br />
Şânî’nin Gülşen-i Efkâr dışında edebî değer taşıyan başka bir eserinin olmayışıdır.<br />
Gülşen-i Efkâr’daki söz, mânâ, şiir ve esere yönelik beyitler, şairin ve genelde<br />
Divan edebiyatı sanatçısının şiirden ne beklendiğini, neyin hedeflendiğini, güzel şiirle<br />
neyin kastedildiğini göstermesi bakımından önemlidir.<br />
Divan şairinin önem verdiği en önemli hususlardan biri özgünlüğü<br />
yakalamaktır. Şiirde aynı sözcüklerle aynı mesajı verse de farklı bir üslup yakalama<br />
amacındadır. Bu yüzden eserinin “tercüme” olmadığını, hayâl gücüyle “bikr-i mânâ”yı<br />
yakaladığını vurgular. Şânî de geleneğin şekillendirdiği bir şair olarak konuya ilişkin<br />
düşüncelerini şu beyitlerle açıklar:<br />
37 Özcan, age, s. 533.; Tuman, age, C. II, s. 574<br />
38 Alparslan, agt, s. 10<br />
39 Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Esad Efendi Böl. Nu: 1478 vr. 140b.<br />
40 Mustafa Kara, Türk Tasavvuf Tarihi Araştırmaları, Dergâh Yay., İstanbul 2005, s. 579<br />
8
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl<br />
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl<br />
1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev<br />
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev<br />
Şair, Gülşen-i Efkâr’ın özelliklerini ve eseri niçin yazdığını açıklarken şu<br />
hususlara değinir:<br />
Bu eser, rindlere hitap eder ve onlar zevk alabilsin diye yazılmıştır. Hakk’ı<br />
talep edenler için sağlam bir kulptur. Sâlike yol göstermesi ve aydınlatması amacıyla<br />
nazm edilmiştir:<br />
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân<br />
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân<br />
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ<br />
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a<br />
1695. Ola kim sâlike ola hâdî<br />
Ehl-i tev√µde ide irşâdı<br />
Mevlânâ’nın Mesnevisi sâliki aydınlatmak için kıssadan hisse veren hikâyelerle<br />
oluşturulmuştur. Amaç her ne kadar kıssadan hisse vermekse de eserin edebî yönü<br />
ihmal edilmemiştir. Çünkü içinde hikmetli sözler vardır ve anlatıma bakıldığında edebî<br />
sanatlar ve mecazlarla süslenmiştir. Bu sebeple içerdiği mânâları herkes anlayamaz:<br />
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ<br />
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ<br />
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd<br />
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd<br />
1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste<br />
Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste<br />
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar<br />
Kâşif-i remz olan ricâl añlar<br />
Yukarıda, Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı niçin ve nasıl yazdığı ile ilgili birkaç beyit<br />
verilmiştir. Şair, didaktik bir eser ortaya koyduğunu dile getirmiş ama anlatımda<br />
9
kuruluktan kaçınarak onu mecazlarla ve hikmetli sözlerle süslediğini söyleyerek<br />
hedefinin sadece öğreticilik olmadığını ortaya koymuştur. Bu durum onun sanat kaygısı<br />
taşıdığını göstermektedir. Gülşen-i Efkâr’ı incelediğimizde şairin söyledikleriyle<br />
yaptıklarının birbirine uyduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’in bazı<br />
bölümlerinde öğreticilik vasfı öne çıkarken bazı bölümlerde sanatsal anlatımın çok daha<br />
yoğun olduğu görülür.<br />
Gülşen-i Efkâr’da sanatsal kaygının en fazla görüldüğü bölümler tasvir<br />
bölümleridir. Bu bölümlerde teşbih, teşhis, istiare ve hüsn-i ta’lil sanatları başta olmak<br />
üzere başarılı bir edebî sanat zenginliği sergiler. Edebî sanatların sadece bir süs<br />
olmadığı, bir eserde anlamın kuvvetlendirilmesine olanak sağladığı unutulmamalıdır.<br />
Bu yüzden -öğretici bölümler de dâhil olmak üzere- edebî sanatların kullanılmadığı<br />
beyitlerin oranı yüzde onu bile bulmaz.<br />
Aşağıdaki beyitler eserin “tevhid” bölümünden alınmıştır. Beyitlerde insân-ı<br />
kâmil “şehr-i ¡âli” teşbihiyle süslenince mühendisler bu kadar mükemmel bir şehrin<br />
nasıl inşa edildiğine şaşırıp kalırlar. Bu şaşırma tasavvuftaki “hayret” makamını<br />
simgeler. Mühendislerde o mükemmelliğe (insân-ı kâmil) ulaşmaya çalışan sâliklerden<br />
başkası değildir. İki gümüş sütundan oluşan bir bina teşbihiyle süslenen, insanın<br />
bacaklarıdır. Sonraki beyitte o iki sütunun üstüne bir gümüş sütun (insanın gövdesi)<br />
oturtulur ve bu gümüş sütunun üstüne de ışık saçan bir cevher (baş) eklenir:<br />
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
97. Anda cümle mühendisân √ayrân<br />
İki sµmµn sütûnda itdi revân<br />
99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr<br />
Üstine …odı gevher-i pür-nûr<br />
Yukarıda örneklediğimiz sanatlı anlatım sonraki beyitlerde de devam eder.<br />
Mükemmel bir biçimde yaratılan insan vücudu bir haneye benzetilince “akıl” o haneyi<br />
aydınlatan mum olur. Sonraki beyitte ise insan vücudunun saraya dönüştüğü görülür.<br />
İnsan vücudu saray olunca ruh da bu sarayın padişahlığını yapar. Akıl bu padişahın<br />
veziri, hilm de edibi oluverir:<br />
10
100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ<br />
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
Bahar tasvirinin yapıldığı aşağıdaki beyitlerde de sanatlı anlatıma başarılı<br />
örnekler verilir. Çınarın meyveleri tespihe benzetilince çınar da tespih çekerek dua eden<br />
bir mü’mine dönüşür. Goncanın kalbi yaralanmasın diye dua etmektedir. Goncanın<br />
kalbinin yaralanmasıyla kastedilen ise goncanın açılarak içindeki siyah noktanın açığa<br />
çıkmasıdır. Sonraki beyitte de bülbülün âhını işitip de tüyleri ürperen bir gül tasvir<br />
edilir. Gülün dikenleri aslında bülbülün feryadıyla ürperen tüyleridir:<br />
716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr<br />
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr<br />
722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr<br />
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr<br />
Şânî’nin edebî kişiliğini değerlendirirken dikkat çekmemiz gereken diğer bir<br />
husus ise tahkiyevî anlatımda ne gibi özellikler gösterdiğidir. Olay kurgusuna dayanan<br />
tahkiyevî anlatımda kısa cümleler dikkat çeker. Her mısraın bir cümle değeri taşıdığı<br />
beyitlerle örülü hikâye kısmında kahramanların diyalogları başarılı bir biçimde aktarılır.<br />
Hâkim anlatıcı kahramanlara sözü teslim etmeden önce mutlaka giriş niteliğinde bir<br />
tasvir yapar. Bu tasvir, sürekli “ben dili”ni kullanan kahramanların tekdüze cümle<br />
kurgusunu kırmak için yapılır. Şair, sözü kahramana doğrudan teslim etmektense kısa<br />
girişler yapmayı bu yüzden tercih eder. Aşağıdaki beyitler anlatıcının sözü kahramana<br />
vermeden önceki girişte yaptığı gece tasvirine örnektir:<br />
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr<br />
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr<br />
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân<br />
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân<br />
11
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng<br />
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng<br />
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm<br />
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm<br />
Şânî, bu girişi yaptıktan sonra sözü kahramana teslim eder. Kahraman<br />
konuşmaya başlayınca öznesi “ben” olan cümleler art arda dizilmeye başlar. Diyalog<br />
kısımlarında konuşma sırası bir kahramandan diğerine verilirken yukarıda belirttiğimiz<br />
ara müdahalelerin sürekli yapıldığı görülür. Aşağıdaki diyalog bölümünden alınan<br />
beyitler “ben” öznesinin sebep olduğu tekdüze anlatıma örnektir:<br />
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum<br />
Âftâb-ı cihânidür ba«tum<br />
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet<br />
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet<br />
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam<br />
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam<br />
1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı<br />
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı<br />
Anlatımda tekrara düşme belki de Şânî’nin en kusurlu görülebilecek tarafıdır.<br />
Bütün mekân tasvirleri cennet benzetmesi etrafında şekillenir. Kahramanların<br />
kendilerini överken kullandıkları sözcük dağarcığı hep birbirine yakın, hatta tekrar<br />
sayılabilecek düzeydedir. Aşağıdaki beyitlerde “şem¡” benzetmesinin farklı kahramanlar<br />
ve anlatıcı tarafından sürekli tekrarlandığı görülür. Aynı durum “nûr” benzetmesi için<br />
de geçerlidir:<br />
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
871. Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡<br />
Dâimâ encümende şem¡-i cem¡<br />
12
947. ◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡<br />
Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡<br />
1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡<br />
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡<br />
1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ<br />
»a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ<br />
Mesneviler, gazel ve kasideyle kıyaslandığında sanatlı anlatım olarak onların<br />
gerisindedir, denir. Bunun temel sebebi olarak da olay anlatımına dayanması, bu<br />
sebeple daha kısa aruz kalıplarının kullanılması, ayrıntıya girecek kadar uzun<br />
cümlelerden oluşan beyitlerin bulunmayışı gösterilir. “Sıfat” türünden sözcüklerin çok<br />
kullanılışı şairin ayrıntıya önem verdiğini gösterir, “fiiller” tahkiyevî anlatımın<br />
vazgeçilmezidir. İsim ve fiil kullanımının fazlalığı bir şairin anlatımındaki ayrıntıyı<br />
görmek açısından önemlidir. 41 Ancak bir mesnevi şairini gazel şairiyle kıyaslamak<br />
doğru olmaz. Aşağıdaki beyitlerde Şânî, tahkiyevî anlatımın tipik örneklerinden birini<br />
vermektedir. Kısa ve devrik cümleler ile sade bir dil kullanmaktadır:<br />
85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı<br />
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı<br />
87. Gehi bir dürden ider âb-ı revân<br />
Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân<br />
98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ<br />
¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña<br />
Öğreticiliğin öne çıktığı beyitlerde anlatım daha kuru bir hal alır:<br />
149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd<br />
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd<br />
150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm<br />
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm<br />
41 M. Fatih Köksal, “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ Mesnevisi”, Türklük<br />
Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil Armağanı), S. 5, 1997, s. 277, 282.<br />
13
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl<br />
154. Da«ı ¡ilminüñ ikidür nev¡i<br />
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ<br />
155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd<br />
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd<br />
Şânî’nin öğretici, ders verici tavrının olduğundan yukarıda bahsetmiştik.<br />
Atasözü sayılabilecek türden ifadeler sanatlı bir şekilde sık sık karşımıza çıkar. Bunlar<br />
aynı zamanda iyi birer temsilî anlatım örneğidir:<br />
779. Zeri §arrâf olan bilür dâim<br />
Cevheri cevherî olan nitekim<br />
138. Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı<br />
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı<br />
1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz<br />
Kimse yirde olan yüzi ba§maz<br />
Şânî, ses ahengini kafiye ve redifin yanı sıra iç kafiyeler ve aliterasyonla<br />
sağlamayı da başarır:<br />
184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı<br />
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı<br />
183. Melekût-ı semâya vâ§ıl olur<br />
Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur<br />
219. E√adiyyet rumûzın añladılar<br />
Vâ√idiyyet künûzın añladılar<br />
Eserin -fiiller haricinde- Türkçe sözcükler bakımından çok zengin bir<br />
malzemeye sahip olduğu söylenemez. Bunun sebebi mesnevinin tasavvufî bir eser<br />
14
olmasıdır. Çünkü tasavvufla ilgili kavramların neredeyse tamamı (nûr, kün, kevneyn,<br />
âlem, berzâh, zât, sıfât vb.) Arapça veya Farsça kökenlidir. Eser, kısa cümlelerle<br />
kurulan beyitlerden ibaret olmasına rağmen, tamamı Türkçe sözcüklerle kurulmuş bir<br />
beyit dahi yoktur. Kullanılan Türkçe sözcüklerin de genellikle fiil veya fiilimsilerden<br />
ibaret olması, tahkiyevî anlatımın “hareket odaklı” olması özelliğinden<br />
kaynaklanmaktadır. Aşağıdaki beyitler dilin en sade, Türkçe sözcüklerin en fazla<br />
kullanıldığı beyitlerden birkaçıdır. 42<br />
22. Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi<br />
Baπrını deldi ma¡denüñ himemi<br />
636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören<br />
Yire indi §anur nücûm-ı peren<br />
665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ<br />
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â<br />
Dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla en ağırlaştığı bölümler ise methiye<br />
bölümleridir. Bu türden beyitlerde cevher fiili dışında Türkçe diyebileceğimiz bir yapı<br />
görülmez. Sultan Murad’a yazılan methiyeden şu beyitleri örnek verebiliriz:<br />
592. Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh<br />
Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh<br />
593. Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn<br />
Âftâb-efser ü …amer-âyµn<br />
594. Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â<br />
Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â<br />
23-A 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr<br />
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr<br />
596. Ba√r-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir<br />
Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir<br />
597. Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter<br />
¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber<br />
42 Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “3.1. Dil Kullanımları” bölümüne bakınız.<br />
15
Tüm bu örnekler ve açıklamalardan sonra Lârendeli Şânî’nin edebî kişiliğini<br />
şöyle özetleyebiliriz: Öğretme amacı taşır ama öğretirken sanatsal altyapıyı ihmal<br />
etmez. Edebî sanatları kullanmada, temsilî anlatımda, alegoride oldukça başarılıdır.<br />
Tahkiyevî anlatımdan kaynaklı tekdüze cümle yapısını kırmaya çalışır, anlatımda<br />
çeşitlilik yaratma peşindedir. Ancak özellikle kahramanların tanıtıldığı bölümlerde ve<br />
mekân tasvirlerinde tekrara düştüğü görülür. Eserin tasavvufi bir mesnevi olması ve<br />
tasavvufî kavramların genellikle Arapça ve Farsça sözcük veya tamlamalarla<br />
oluşturulması, Şânî’nin Türkçe sözcük kullanımını -fiiller hariç- kısıtlamıştır. Ses<br />
ahengini sağlamak için iç kafiyelerden faydalanmayı ihmal etmez.<br />
1.1.3. Eserleri<br />
Lârendeli Şânî adına kayıtlı beşi Arapça ikisi Türkçe olmak üzere toplam yedi<br />
eseri vardır. Bu eserlerden Gülşen-i Efkâr dışındakilerde Lârendeli İbrahim Şânî adı<br />
kayıtlıdır. Gülşen-i Efkâr’da ise sadece “Lârendeli Şânî” kaydı vardır.<br />
1.1.3.1. Arapça Eserleri<br />
Lârendeli Şânî’nin Arapça yazdığı beş eserin adları şöyledir: 1) Mir¡atü’s-Safâ<br />
2) Zerî ¡atü’l-Ebrâr fî Na¡ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr 3) el-İfsâh fi Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh<br />
4) Risale fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne 5) el-Ucâle.<br />
Mir¡atü’s-Safâ, Allâh’ın isimlerinin tecellîlerini ve mertebelerini konu alan 9<br />
varaklık Arapça, tasavvufî bir risaledir. Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si Esad Efendi Böl. nr:<br />
1478 ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmalar Böl. nr: 59’da<br />
kayıtlı iki nüshası bulunmaktadır. H. 989 / M. 1581 senesinde Şeyh Kerim b. Gülşenî<br />
Vardârî Edirnevî’ye sunulmuştur. Varak 132’de şair kendini söyle tanıtmıştır: el-<br />
Abdü’l-müznibü’l-cânî İbrahim b. Abdurrahman el-Karamanî eş-sehîr bi-Şânî el-<br />
Lârendevî ve hüve fi rivayeti’l-ışk münzevî.<br />
Zerîatü’l-Ebrâr, Hoca Abdullah Ensarî tarafından H.1002 / M. 1594 senesinde<br />
istinsah edilmiştir. 2 varaktan oluşan 95 beyitlik mülemmâ bir na’ttır. 43 Süleymaniye<br />
<strong>Kütüphane</strong>si Esad Efendi Böl. nr: 3782’de kayıtlıdır.<br />
İfsah’ın Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si Şehit Ali Paşa Böl. nr: 2164 ve<br />
Nûruosmaniye <strong>Kütüphane</strong>si nr: 4464’te kayıtlı olmak üzere iki nüshası mevcuttur.<br />
43 Alparslan, agt, s. 12.<br />
16
Konusu Arap edebiyatıdır. Şair muhtelif tefsirlerden faydalanarak yazdığı Süleymaniye<br />
<strong>Kütüphane</strong>sindeki eseri milâdi 1584 yılında tamamlamıştır. 44<br />
Risale, adından da anlaşılacağı üzere yerin ve gökyüzünün tabakaları ve her ikisi<br />
arasındaki mesafelerin beyanı ile ilgilidir. Altı babdan oluşan eser yer ve göğün<br />
yaratılışları, cennet ve cehennemin mekânı, öldükten sonra ruhların, battıktan sonra<br />
güneşin hali hakkında ünlü müfessirlerin görüşlerine yer verir. 27 varak olan bu Arapça<br />
risale Bayezid <strong>Kütüphane</strong>si nr: 5291’de bulunmaktadır. 45<br />
el-Ucâle, Fıkıh Mecmuasının 14. varağında bulunan tek varaklık bir risaledir.<br />
Eser tek varaktan mı ibarettir, yoksa devamı var mıdır? Bu konuda herhangi bilgiye<br />
ulaşamadık. Millet <strong>Kütüphane</strong>si Feyzullah Efendi Böl. nr: 981’de kayıtlıdır. Arapça<br />
yazılmış bu risalenin son bölümünde yazar ve eserin ismi şu şekilde zikredilmektedir:<br />
“Hâzâ Risâletü’l-¡abdi’l-fakîr ila’llah el-…avî el-πanî İbrahim b. Şey√ ¡Abdurrahman eş-<br />
şehîr Şânî el-Lârendevî, Hâ≠ihî er-Risaletü’l- ¡Ucâle hâzihi’l-evrâk ve’l-me¡âl.”<br />
1.1.3.2. Türkçe Eserleri<br />
Lârendeli Şânî’nin Manzûme-i Avâmil ve Gülşen-i Efkâr adlarını taşıyan iki<br />
Türkçe eseri vardır.<br />
Manzûme-i Avâmil, H. 987 / M. 1579’da, 7 varaklık, talik yazıyla yazılmış<br />
Osmanlıca manzum bir eserdir. Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si Şehit Ali Paşa Böl. nr:<br />
2573’te kayıtlı nüsha rastlayabildiğimiz tek nüshadır. Manzûme-i Avâmil, 137 beyitten<br />
oluşan manzum bir nahiv kitabıdır. Eser, Osmanlı medreselerinde yıllarca okutulmuş<br />
Abdülkâdir Cürcânî (v. 471)’nin el-Avâmilü’l- mie’sinin manzum çevirisidir. Şânî, söz<br />
konusu eseri, memleketi Lârende’nin çocuklarını okuma yazmaya teşvik amacıyla<br />
kaleme aldığını ifade eder. Eser on iki bölümden oluşmaktadır. Harf-i cerlerden<br />
başlayarak yüz edat anlatılmıştır. 46 Aruzun fâ‛ilâtün fâ‛ilâtün fâ‛ilün kalıbıyla<br />
yazılmıştır.<br />
Gülşen-i Efkâr mesnevisi çalışmamızın ana konusunu teşkil ettiği için aşağıdaki<br />
bölümlerde eser hakkında kapsamlı bilgi verilecektir. O yüzden burada eserin sadece<br />
adını vermekle yetiniyoruz.<br />
44 Alparslan, agt, s. 12.<br />
45 Alparslan, agt, s. 12.<br />
46 Ali Öztürk, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış Doktora<br />
Tezi), AÜ SBE, Ankara 2003, s. 62.<br />
17
1.2. Şânî Mahlaslı Diğer Şairler<br />
Kaynaklarda yaptığımız taramalarda Şânî mahlasını kullanan on iki şair tespit<br />
ettik. Bu şairlerden Lârendeli oldukları hakkında bilgi verilen Mehmed Şânî ve İbrahim<br />
Şânî’nin aslında aynı şair olma ihtimalini göz önünde bulundurarak Şânî mahlasını<br />
kullanan toplam on bir şairin olduğunu söyleyebiliriz. Bu şairler hakkında kaynaklarda<br />
verilen bilgileri şu şekildedir:<br />
1.2.1. Şânî Abdülkerim Efendi<br />
Adı Abdülkerim’dir. Safayi Tezkiresi 47 dışındaki bütün biyografik kaynaklar 48<br />
Diyarbakırlı olduğu hususunda hemfikirdirler. Nâil Tuman bu duruma işaret ederek<br />
Şânî Abdülkerim Efendi’nin asıl memleketinin Diyarbakır veya Van olabileceğini<br />
belirtir. 49 Şânî Abdülkerim Efendi Diyarbakır’dan İstanbul’a gelip Sultan Dördüncü<br />
Mehmet’in doğumuna “Nûrdur geldi Mu√ammed §ulb-ı İbrahim’den” mısraı ile tarih<br />
düşürerek Van defterdarı olmuştur. H.1087 / M.1676 yılında hac yolculuğundayken<br />
vefat edip Şam’da defnedilmiştir. Ölüm tarihine Arif Hikmet’in H.1080; Tezkire-i<br />
Âmid’in H.1083 yılını vermelerini Nail Tuman yanlış olarak nitelendirir. 50 Aşağıdaki<br />
beyitler, Sultan Dördüncü Mehmed’in doğumu için yazdığı şiirden alınmıştır: 51<br />
Târµ«-i Vilâdet-i Sul†ân Me√med »ân-ı Râbi¡<br />
◊amdüli’llâh ki tâze bir gül geldi bâπ-ı ¡âleme<br />
Gülsitân-ı √a≥ret-i Sul†ân İbrâhµm’den<br />
‰âli¡-i sa¡d-ı hümâyûn-sâ¡at-i fer«unde-dem<br />
Sa¡d-ı nâ@ır na«s-i πâ’ib cedvel-i şehµmden<br />
Âsmân-ı sal†anatdan †oπdı bir mihr-i ≥amµr<br />
İrtifâ¡-i …adr-i ¡âlµ-pâye-i tefhµmden<br />
47<br />
Pervin Çapan, Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Fevâ'idi'l-eş'âr), AKM Yay.,<br />
Ankara 2006, s. 312-313.<br />
48<br />
Asım Tezkiresi, s. 14; Tezkire-i Âmid, s. 51; Yümnî, s. 11; Arif Hikmet, s. 38; Şakâik-i Nu’mâniyye,<br />
C. I, s. 700, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131; Mecelle, s. 270; Beliğ, s. 39.<br />
49<br />
Tuman, age, C. I, s. 475.<br />
50 Tuman, age., s. 475.<br />
51 Çapan, age., s. 312.<br />
18
1.2.2. Derviş Şânî<br />
Mevlevî, İstanbul Galatalı, Şem’î Dede’nin öğrencisidir. 52 Doğum ve ölüm<br />
tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgiye kaynaklar yer vermemiştir. Bir süre Remzi<br />
Çelebi’nin hizmetinde bulundu ve ondan çok şey öğrendi. Kaynaklarda Şem’î’nin<br />
öğrencisi olup ondan ilham aldığına dair şu beyit yer almaktadır: 53<br />
Bu Şânî Şem¡µ’den yakup çerâπı<br />
Geçerdi Şem¡µ’nüñ çeşm-i çerâπı<br />
1.2.3. Vardar Yeniceli Şânî<br />
Asıl adı Yakup’tur ve Sultan III. Murat devri şairlerinden olup (M. 1574-1595)<br />
Larendeli Şânî’nin çağdaşıdır. Vardar Yenicesi’nden olup şair Garµbµ’nin kızkardeşinin<br />
oğludur. İyi tahsilli olup bilgili bir şairdir. 54 Aşağıdaki beyitler onun şiirlerinden<br />
alınmadır: 55<br />
Bâπ-ı rû«unda ol §anemüñ «a††-ı müşk-bâr<br />
~ahn-ı İrem’de tâze açılmış benefşe-zâr<br />
Ne bilür …âmet-i dil-cûñ elemin bâd-ı seher<br />
O bir âvâre durur kendi hevâsında yeler<br />
Cefâ fenninde artu… nüs«a ma¡lûmuñ degül ammâ<br />
Ma√abbet dâstânı yâd olunsa o…ıdum dirsin<br />
1.2.4. Saraybosnalı Şânî<br />
Asıl adı Târâkzade Salih Efendi’dir. Saraybosnalı olup ulema zümresinden bir<br />
müderrisdir. Kaynaklarda vefatı H.1011 / M. 1602 olarak verilmektedir. Larendeli Şânî<br />
gibi Sultan II. Selim’in hocası olan Ataullah Efendi’den mülâzım olmuştur. 56<br />
52 İlhan Genç, Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara 2000, s.<br />
268.<br />
53 Filiz Kılıç, Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ, İnceleme Tenkitli Metin (Basılmamış<br />
Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi SBE, Ankara 1994, s. 788.<br />
54 Kutluk, age, s. 506; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Süleyman<br />
Solmaz, Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay., Ankara 2005, s. 372; Tuman, age, s.<br />
475.<br />
55 Solmaz, age, s. 372.<br />
56 Kutluk, age, s. 502; Şemsettin Sâmi, age, s. 2833; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 700; Solmaz, age, s.<br />
372; Tuman, age, s. 474.<br />
19
Kınalızâde Hasan Çelebi, tezkiresinde Saraybosnalı Şânî ile yakın dost olduklarını, kırk<br />
akçe medreseden azledilmiş olduğunu belirtir ve aşağıdaki beyitleri örnek olarak verir: 57<br />
Ser çekmesün semâya kendüni …ılmasın ¡ar≥<br />
Far…ı boyuñla servüñ beyne’s-semâi ve’l-¡ar≥<br />
Öykünmesün ru«uña zµrâ ki mâh-ı tâbân<br />
Yüz …ızdırup alupdur nûrı güneşden ol …ar≥<br />
1.2.5. Kastamonulu Şânî<br />
Kastamonuludur. Kemal Paşazade’den mülâzım olmuş; Bağdat seferinde vefat<br />
etmiştir. Ancak “Bağdat Seferi” ve ölüm tarihine ilişkin bir karışıklık söz konusudur.<br />
Tezkirelerde Kastamonulu Şânî’nin Yavuz Sultan Selim 58 ve Kanunî Sultan Süleyman<br />
devri şairi olduğu 59 belirtilmiştir. Son dönem sempozyum bildirilerinden birinde 60<br />
“Bağdat Seferi” olarak Dördüncü Murad’ın 1638 tarihli seferi esas alınmış ve bu seferin<br />
sonucu olan Kasr-ı Şirin’de şairin vefat ettiği belirtilmiştir. Hâlbuki Kastamonulu Şânî<br />
bütün kaynakların verdiği bilgiye göre Kemal Paşazade’den mülâzımdır, Kemal<br />
Paşazade’nin vefat tarihi ise M.1536’dır. 61 Bu hesaba göre Dördüncü Murad’ın Bağdat<br />
Seferi’nde (M.1638) vefat etmesi için Kastamonulu şairin 120 yaşın üzerinde olması<br />
gerekir ki o yaşta bir insanın sefere katılması mümkün değildir. Diğer bir nokta da gerek<br />
Latifi’nin gerekse Kınalızâde Hasan Çelebi’nin tezkirelerinde Kastamonulu Şânî’ye<br />
ilişkin bilgi verilirken şairin vefat etmiş olduğu kayıtlıdır. Latifi’nin tezkiresini 1546’da,<br />
Kınalızâde’nin de 1586’da tamamladığı düşünülürse Kastamonulu Şânî’nin 1546<br />
yılından önce vefat etmiş olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu değerlendirmeye göre şair,<br />
Dördüncü Murad döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde (M.1638) değil, Kanunî<br />
döneminde yapılan Bağdat Seferi’nde(M.1534) vefat etmiş olmalıdır.<br />
57 Kutluk, age, s. 502-503.<br />
58 Kutluk, age, s. 502.<br />
59 Tuman, age, s. 475.<br />
60 İlyas Yazar, "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür Sempozyumu, Kastamonu<br />
Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi, Kastamonu 18-20 Eylül 2003, s. 262.<br />
61 İskender Pala, (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s. 158; Mine<br />
Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara 2003, s. 67.<br />
20
1.2.6. Mustafa Şânî<br />
Asıl adı Mustafa’dır, İstanbul’un Eyüp semtinde yaşamıştır ve Eyüplü olarak<br />
bilinir 62 . Müderristir ve H.1057 / M.1647’de vefat etmiştir. Mecelle’de vefatı 1050<br />
olarak kayıtlıdır 63 . Şiirleri rağbet gören şuh ve nüktedan bir şairdir. Aşağıdaki beyitler<br />
onundur:<br />
Yalıñuz âşüfte-i †urreñ §abâ mıdur senüñ<br />
Daπıdıp a…lın perµşân eylemiş sünbül da«ı<br />
Benden artı… ¡âşı…-ı şeydâ geçer ol dil-rübâ<br />
Naπme-i güftâr-ı gevher-bârına bülbül da«ı<br />
1.2.7. Şânî Mustafa Efendi<br />
Mevlevî şeyhlerindendir. İstanbulludur. H. 1090 / M. 1679 yılında doğmuştur.<br />
Ka’riye imamı Mevlevî Abdülkerim Efendi’nin oğludur ve babasının vefatı üzerine<br />
onun yerine Edirnekapı’da bulunan Atik Ali Paşa Camii imamı olmuştur. H. 1180 / M.<br />
1766 yılında vefat etmiş ve Edirnekapı haricinde defnedilmiştir. İki divan oluşturacak<br />
kadar şiiri vardır. 64<br />
1.2.8. Şânî Çelebi<br />
İstanbulludur. Kapıkulu sipahisidir. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir<br />
kayda rastlanamamıştır 65 . Rodos’ta tımar sahibi olmuştur. Hezl ve hicivde ustadır.<br />
Aşağıdaki “kopuz” redifli gazel onun en meşhur şiirlerindendir 66 :<br />
Bir ki evbaşı dürüp başına merdâne kopuz<br />
Oturur mey-kede §adrına emîrâne kopuz<br />
Mı†rabuñ yeltesine uyduπiçün öksüzinüñ<br />
Meclis içre yüzini çaldı levendâne kopuz<br />
(...)<br />
Rûm abdâlı gibi …anzil olup §ohbet arar<br />
~arılup bir nemed içine gedâyâne kopuz<br />
62<br />
Safâyî Tezkiresi, s. 307, Sicill-i Osmânî, C. III, s. 131, Tuhfe-i Nâilî, s. 474.<br />
63<br />
Tuman, age, s. 474.<br />
64<br />
Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 131; Tuman, age, s. 475.<br />
65<br />
Tuman, age, s. 476.<br />
66<br />
Kılıç, agt, s. 789-790; Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833.<br />
21
Gûşmâl eyleyeli Şânî anı pîr-i §afâ<br />
Bir …alîle yeder ise uyar oπlana kopuz<br />
1.2.9. Ahmed Şânî Çelebi<br />
Asıl adı Ahmed’dir. Halk arasında Helâki lakabıyla tanındı. Ebu’s-Suûd<br />
Efendi’den (M.1491-1574) mülâzım olup müderrislik yaptı 67 . Birçok eseri ile Farsça ve<br />
Türkçe şiirleri vardır. Doğum ve ölüm tarihine ilişkin herhangi bir kayda<br />
rastlanamamıştır. Aşağıdaki beyitler ona aittir 68 :<br />
Ten-i pür-dâπı ma√v idem ne nâm ü ne nişân …alsun<br />
Hemân kûyuñ kilâbına nevâle üstü«ˇân …alsun<br />
(...)<br />
Rehüñden başumı ayru düşürmek yol degül tîπüñ<br />
Hemân yol …almasun …alursa dil «â†ır-nişân …alsun<br />
1.2.10. Erzurumlu Şânî<br />
H.1051 / M.1641 yılında Erzurum’da doğdu. Şiirleri güzel ve akıcıdır. Ayrıca<br />
tarih düşürmede de ustadır.<br />
1.3. Gülşen-i Efkâr Hakkında Genel Bilgiler<br />
1.3.1. Eserin Adı<br />
Eserin adı Gülşen-i Efkâr’dır. Eserin başlığı, alt başlıkları ve başlıktan önce yer<br />
verilen “Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llahi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i<br />
Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür” ifadesinde eserin<br />
adı zikredilmiştir. Sebeb-i Nazm bölümünde ise şu beyitte eserin adı zikredilir:<br />
beyitle bildirir:<br />
764. Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr<br />
Çün açıldı an’eylegil i@hâr<br />
Hâtimetü’l-kitâb bölümünde de şair eserin adını Gülşen-i Efkâr koyduğunu şu<br />
1691. Va…t-i gülşende ar≥ idüp dµdâr<br />
Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr<br />
67 Tuman, age, s. 476; Mehmed Süreyya, age, C. III, s. 130, Şemsettin Sâmi, age, C. IV, s. 2833.<br />
68 Kutluk, age, C. I, s. 504-505.<br />
22
“Va…t-i gülşen” tamlaması eserin ilkbaharda tamamlandığı izlenimini<br />
uyandırmaktadır.<br />
1.3.2. Yazılış Nedeni ve Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’ı Tavsifi<br />
Mesnevilerde genelde “sebeb-i telif” veya “sebeb-i nazm” bölümlerinde<br />
değinilen kitabın yazılış nedeni, Gülşen-i Efkâr’da “Hâtimetü’l-kitâb” bölümünde<br />
verilmiştir. Sebeb-i nazm bölümünde ise mesnevilerde klasikleşen edebî yönü ağır<br />
basan tasvirlere yer verilmiştir. Gülşen-i Efkâr’ın “Sebeb-i nazm” bölümünde de bahar<br />
ve hazan tasvirleri yapılmıştır.<br />
Lârendeli Şânî eserinin vasıflarını ve bu eseri yazma nedenini aşağıdaki<br />
beyitlerde açıklar:<br />
safa verir:<br />
Şânî’ye göre Gülşen-i Efkâr içi cevherle dolu yüce bir kitaptır ve tasavvuf ehline<br />
1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher<br />
Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver<br />
Kırk günlük çilede gaflete düşmeyip mânâ çocuğunu kemâle erdirmiştir. Yani<br />
sâlikin kemâle ermesinde ona yol gösterici özelliği vardır:<br />
1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil<br />
‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil<br />
Şânî, Gülşen-i Efkâr’ın her sözünü el değmemiş inciye, bu incileri delen keskin<br />
elması da kendi mizacına benzetir. Böylelikle Şânî el değmemiş mânâ incisini deldiğini<br />
söyleyerek eserinin orijinal olduğunu ifade etmektedir:<br />
1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı<br />
Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı<br />
Şânî, eserin cildini siyah ciltle kapladığını Kâbe benzetmesiyle anlatır. Onu<br />
Kâbe gibi siyah örtüyle kapladığını dile getirerek bu eseri her Müslümanın okuması<br />
gerektiği mesajını verir. Kitabın siyah örtüsü geceye benzetilince Gülşen-i Efkâr da o<br />
gecede parlayan aya benzer:<br />
23
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh<br />
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh<br />
Şânî, eserinin tercüme olmadığını, özgün bir eser yazdığını belirtir. Bikr-i<br />
mânâya ulaştığını ve bu hikâyenin yeni olduğunu dile getirirken rindlerin bu eseri<br />
keyifle okumalarını tavsiye etmektedir. Gülşen-i Efkâr’ın sâliklere rehber olup onların<br />
hidayete ermelerinde yardımcı olacağı görüşündedir:<br />
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl<br />
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl<br />
1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev<br />
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev<br />
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân<br />
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân<br />
1695. Ola kim sâlike ola hâdî<br />
Ehl-i tev√µde ide irşâdı<br />
Gülşen-i Efkâr’ın sadece idrak edebilenlerin anlayabileceği bir eser olduğunu<br />
belirten Şânî, eserin sâlike rehber olacağını yineler. Gülşen-i Efkâr’ın Mevlânâ’nın<br />
Mesnevisi gibi tarikat ehlinin irşada ulaşmasına vesile olmasını temenni eder:<br />
1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm<br />
Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm<br />
1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı<br />
Kendüye mürşid eyler ol na…li<br />
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ<br />
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ<br />
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd<br />
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd<br />
1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol<br />
Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol<br />
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar<br />
Kâşif-i remz olan ricâl añlar<br />
24
etmektedir:<br />
Bu kitabı idrâk edemeyecek olanların kem gözlerinden sakınılmasını tenbih<br />
1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ<br />
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ (b.1708)<br />
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya<br />
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya (b.1709)<br />
Şânî, hâtimenin son bölümünde ise bu kitabı okuyanların kendi ettiği duaya<br />
âmin demelerini isteyerek eseri bitiriyor:<br />
1725. Yâ ilâhî …amudan ekremsin<br />
Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın<br />
1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe<br />
Çeşm-dârum kemâl-i ra√metüñe<br />
1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle<br />
Lu†fuñı aña hem celµs eyle<br />
1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum<br />
‰âyirân ide saña süb√ânum<br />
1729. Eyleme mesken aña nâsûtı<br />
Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı<br />
1730. O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn<br />
Umarum cân ile diye âmµn<br />
1.3.3. Yazıldığı Tarih<br />
Gülşen-i Efkâr’ın başında Sultan Murad zamanında yazıldığı belirtilmiştir. 69<br />
Diğer bir nüshada Lârendeli Şânî’nin, Sultan İkinci Murad devri şairlerinden Monla<br />
Çelebi’yle tanışmış olan Şeyh Ömer Rûşenî’nin müritlerinden biri olduğu<br />
kaydedilmiştir. 70 Hem biyografik kaynaklarda verilen bilgiler hem de Gülşen-i Efkâr’da<br />
şairin Üçüncü Murad için yazdığı methiye bunu doğrulamaktadır. Bu methiyenin şu<br />
69<br />
“Hâzâ kitâbu Gülşen-i Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür.” Bu kayıt<br />
sadece SK nüshasında vardır.<br />
70<br />
“Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir be-Monla Çelebi ezşu¡arâ-yı<br />
¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı ¿ânµ” Bu kayıt da sadece Ü1 nüshasında vardır. Ü2 nüshasında şair veya<br />
eserin dönemine ilişkin herhangi bir ön kayıt yoktur.<br />
25
eyti Sultan İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad’dan bahsedildiğini açıkça<br />
göstermektedir:<br />
İbn-i Sul†an Selµm-i √âfı@-ı dµn<br />
Ya¡ni Sul†an Murâd-ı ehl-i ya…µn<br />
Bu bilgiye dayanarak Gülşen-i Efkâr’ın Sultan Üçüncü Murad devrinde<br />
(M.1574-1595) yazıldığını söyleyebiliriz.<br />
1.3.4. Sunulduğu Padişah<br />
Gülşen-i Efkâr’ın kime sunulduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur. Eserde<br />
Üçüncü Murad’ın dışında herhangi bir devlet adamına övgü yapılmamıştır. Bu durum<br />
eserin Sultan Üçüncü Murad’a sunulduğu izlenimini vermektedir.<br />
1.3.5. Konusu<br />
Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevidir. Eserde akıl, ilim,<br />
hilm ve devlet kişileştirilmiş kahramanlardır. Bu dört kahraman, kimin daha faziletli<br />
olduğu konusunda tartışmaya başlarlar. Bu tartışmanın galibi çıkmayınca, sorularına<br />
cevap verebilecek birini bulmak üzere şehr-i marifete doğru yola çıkarlar. Burada rûh-ı<br />
pür-hikmet adındaki kişiye dertlerini anlatırlar. Hepsi teker teker ayet ve hadisleri tanık<br />
göstererek iddialarını yinelerler. Rûh-ı pür-hikmet de onları dinler ve hepsinin eksik<br />
yönlerini, zayıflıklarını gözler önüne serer. Hikâyenin sonunda rûh-ı pür-hikmet dört<br />
kahramana da nasihat eder.<br />
26
İKİNCİ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ<br />
2.1. Nazım Şekli<br />
Gülşen-i Efkâr, mesnevi nazım şekliyle yazılmış bir eserdir. Mesnevinin giriş<br />
bölümünde biri tevhid (b. 240-269), diğeri na¡t olmak üzere iki tercî-i bend vardır.<br />
Bilindiği gibi şairler, değişik nazım şekillerinde ustalıklarını göstermek ve “giriş”<br />
bölümündeki tekdüzeliği gidermek için bu yola başvururlar. 71 Şânî de bu yolu<br />
izlemiştir.<br />
Mesneviler “giriş”, “konunun işlendiği bölüm” ve “bitiş” olmak üzere üç ana<br />
bölümden oluşur. Klâsik mesnevilerin “giriş” ve “bitiş” bölümlerinde kalıplaşmış olarak<br />
aynı sayılabilecek alt başlıklar bulunur. “Mesnevi” adlı makalesinde İsmail Ünver de<br />
“konunun işlendiği bölüm” için kalıplaşmış bir planın verilemeyeceğini söylerken, onun<br />
“giriş” ve “bitiş” bölümleri için verdiği plana 72 Ahmet Kartal da birtakım eklemeler<br />
yaparak aşağıdaki tertip sırasını oluşturur. 73<br />
Giriş Bölümü: 1. Besmele, 2. Tahmid, 3. Tevhîd, 4. Münâcât, 5. Na¡t, 6.<br />
Mi¡râc, 7. Mu’cizât, 8. Medh-i Çehâr-yâr, 9. Diğer din ulularına övgü 10. Padişah için<br />
övgü, 11. Devlet büyüğüne övgü, 12. Sebeb-i te’lif<br />
Bitiş Bölümü: 1. Hamd ü senâ, 2. Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua,<br />
3. Şairin eseriyle ve şairliğiyle övünmesi, 4. Tanınmış mesnevi şairleri ve eserlerini<br />
anma, 5. Şairin eserine verdiği adı belirtme, 6. Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz<br />
müstensihlerle metni doğru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere<br />
vereceği zarardan Tanrı’ya sığınma, 7. Mesnevinin beyit sayısı, 8. Mesnevinin<br />
yazılışıyla ilgili tarihler, 9. Şairin ismi, memleketi 10. Okuyucudan hayır dua isteme.<br />
Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde yukarıda saydığımız alt başlıklardan<br />
“Mu’cizât” kısmı yoktur. Ancak “Na¡t” kısmında peygamberin mucizelerinden söz<br />
edilmiştir. Padişah Üçüncü Murad dışında herhangi bir devlet büyüğüne övgü<br />
71<br />
İsmail Ünver, “Mesnevi”, Türk Dili dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415, 416, 417, s.<br />
437-438.<br />
72<br />
Ünver, agm, s. 448-449.<br />
73<br />
Ahmet Kartal, “Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan İstanbul’a Türk-Fars Kültür<br />
Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay., İstanbul 2008, s. 575-576.<br />
27
yapılmamıştır. Devlet büyüğü yerine tarikat büyüğü “Dede Ömer Rûşenî”nin övgüsü (b.<br />
651-711) yapılmıştır. Gülşen-i Efkâr’ın “giriş” bölümünde küçük bir şehrengiz<br />
sayılabilecek 22 beyitlik (b. 629-650) bir kısım vardır. Bu beyitlerde şair memleketi<br />
Lârende’nin güzelliklerini tasvir eder. Bu durum Gülşen-i Efkâr’ın klasik mesnevilerde<br />
pek görülmeyen özelliklerinden biridir.<br />
Bitiş bölümünde tek başlık kullanılmıştır. Hâtimetü’l-kitâb adını taşıyan bu<br />
başlık altında, yukarıda sıraladığımız genel mesnevi şablonuna uygun bilgilerin bir<br />
kısmına yer verilmiştir. Sultana övgü ve saltanatının devamını isteme, mesnevinin beyit<br />
sayısı, yazılışıyla ilgili tarihler, vezni gibi bilgilere yer verilmemiştir. Bunların dışında<br />
bitiş bölümü için yukarıda sayılan bilgiler bulunmaktadır.<br />
Konunun işlendiği bölüm hakkında çalışmamızın “Bölümler ve Bölüm<br />
Başlıkları” kısmında ayrıntılı bilgi verilmiştir.<br />
2.2. Beyit Sayısı<br />
Gülşen-i Efkâr 1730 beyitten oluşmaktadır. 1730 beyitin 711’i giriş bölümünü,<br />
960’ı (b. 712-1671) konunun işlendiği bölümü, 59’u (b. 1671-1730) ise bitiş bölümünü<br />
oluşturmaktadır. Beyit sayısı nüshalara göre farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar<br />
çalışmamızın “Nüsha Tanıtımı” başlığı altında ele alınmıştır.<br />
2.3. Vezin<br />
Gülşen-i Efkâr aruzun fe¡ilâtün (fâ¡ilâtun) / mefâ¡ilün / fe¡ilün (fa¡lün) kalıbıyla<br />
yazılmıştır. Eserin içindeki iki terci-i bend de dahil olmak üzere mesnevinin tamamında<br />
aynı vezin kullanılmıştır.<br />
Beyitlerde zaman zaman aruz kusurlarına rastlamakla birlikte kusur gibi<br />
görünen bazı kullanımların nüsha farklılıklarından, dolayısıyla müstensihlerden<br />
kaynaklandığı söylenebilir. Aşağıdaki ilk mısralar aruza uymamaktadır. Bu mısraların<br />
hemen altında ise diğer nüshadaki aruza uyan mısra gösterilmiştir:<br />
1668. Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl 74<br />
Olur elbette ◊a……a ol vâ§ıl 75<br />
74 Ü1 nüshası vezne uymuyor.<br />
75 Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.<br />
28
1695. Ol kim sâlike ola hâdî 76<br />
Ola kim sâlike ola hâdî 77<br />
1715. İdeler Şâni-i rû√ dilşâd 78<br />
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 79<br />
Bazı edebiyatçılara göre tamamı, bazılarına göre bir kısmı “aruz kusuru”<br />
sayılan vezinle ilgili bazı hususiyetler aşağıda paragraflar hâlinde açıklanmış ve örnek<br />
beyitler verilmiştir.<br />
Türkçede uzun ünlü olmadığı için Türkçe kelimelerin ünlü harfle biten bütün<br />
heceleri açık hece değerindedir ve bunu kapalı -veya uzun- hece saymak imâle<br />
sayılacağından Türkçe birçok kelimede imâle vardır. Gülşen-i Efkâr Türkçe kelime<br />
kullanımı bakımından zengin bir eser sayılmaz. Dolayısıyla imâlelerin kullanım sıklığı<br />
da bu oranda azdır, denebilir. Aşağıdaki rastgele seçilmiş beyitlerde altı çizili ve koyu<br />
karakterle gösterilen heceler imâleleri göstermektedir:<br />
922. ~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an<br />
Herkesüñ göñline girür rûşen<br />
923. ¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür<br />
Göñlüñe her ne gelse anı bilür<br />
924. »â†ırında rüsûm-ı mevcûdât<br />
Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât<br />
927. İstemez dâ’im ola va√detde<br />
Lµk bulur §afâyı ke&retde<br />
Gerçek bir aruz kusuru olan zihaf, eserde yok denecek kadar azdır. Gülşen-i<br />
Efkâr’da dikkat çekici unsurlardan biri şairin mahlasındaki uzun i’yi vezin gereği kısa<br />
okuma zorunluluğudur. Bu kullanım tüm mesnevi boyunca sık sık karşımıza çıkar. O<br />
yüzden bu durumun zihaf olarak değerlendirilmesi tartışmaya açıktır. Tespit<br />
edebildiğimiz örneklerden bazıları şu beyitlerdeki altı çizili hecelerde görülmektedir:<br />
76 Ü1 nüshası vezne uymuyor.<br />
77 Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.<br />
78 Ü1 nüshası vezne uymuyor.<br />
79 Ü2 ve SK nüshaları vezne uyuyor.<br />
53. Ol durur bâni-i binâ-yı semâ<br />
Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ<br />
29
236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl<br />
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl<br />
267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl<br />
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr<br />
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo… durur senden özge ∏affârı<br />
510. Şâniyi ¡aybı ile eyle …abûl<br />
¢apladı …albini günâhla şeyn<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr<br />
Eyleme Şâniyi …apuñdan dûr<br />
590. Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm<br />
Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm<br />
624. Şâniyâ mid√atine πâyet yo…<br />
Cümle ev§âfına nihâyet yo…<br />
1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd<br />
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd<br />
Türkçe kelimelerde med yapıldığında bu durum bazen bir ahenk bozulmasına<br />
ve vezinde takılmalara yol açabilmektedir. Gülşen-i Efkâr’da Türkçe kelimelerin<br />
hecelerine yapılan medler son derece kısıtlıdır. Türkçe kelimelerin sonunda çift ünsüzün<br />
az rastlanır olması ve uzun ünlü bulunmaması da bunda önemli bir etkendir denebilir.<br />
Arapça ve Farsça kelimelerde ise medli kullanım oldukça fazladır:<br />
71. Heybetinden eridi gevher-i pâk<br />
Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk<br />
268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe<br />
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr<br />
1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl<br />
Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl<br />
1606. Rav≥a-i …albine ider cârî<br />
Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı<br />
1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür<br />
Na…§la na…≥dan mu…addesdür<br />
30
Vezindeki takti’ icabı yapılan ulamalar oldukça fazla sayıdadır:<br />
4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl<br />
Gider_anuñla yola ibn-i sebµl<br />
31. Beñzer_ol √âsı çeşme-i şehde<br />
Bâπ-ı cennetde gonce-i verde<br />
79. ¢urbeti ¢âfına olan ¡an…â<br />
Olur_anuñ vücûdı nâ-peydâ<br />
Arapça ve Farsça kelimelerde ses türemesi: Vezin gereği Arapça veya Farsça<br />
kelimelerdeki ses türemesi çok da yaygın bir kullanım değildir. Ancak Türkçeymiş gibi<br />
halk diline de yerleşmiş olan ve çok sık kullanılan “ilm, akl” gibi sözcükler Arapça veya<br />
Farsça bir tamlamanın içinde türemeye uğramazken Türkçe cümle yapısının içinde<br />
ünlüyle başlayan bir ek almadığı zaman ünlü türemesine uğramıştır. Aşağıdaki ilk<br />
beyitte “§adr” sözcüğü “§adır” şeklinde okunurken sonraki beyitte “§adr” biçiminde<br />
okunmuştur. Arap harfli metinde “§adr” sözcüğünün yazımında herhangi bir farklılık<br />
söz konusu değildir; fakat vezin gereği öyle okumak gerekmektedir. Aşağıda verilen<br />
son beyitte de Gülşen-i Efkâr’da onlarca kez kullanılan “¡a…l” ve “¡ilm” sözcükleri, aynı<br />
sebepten“¡a…ıl” ve “¡ilim” şeklinde okunmaktadır:<br />
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm<br />
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm<br />
281. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ<br />
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ<br />
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri<br />
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı<br />
Bu bahsettiğimiz durum sadece Gülşen-i Efkâr’a özgü değildir. Divan şiirinde<br />
bunun örnekleri vardır. M. Fatih Köksal, bu türden kullanımlar için türeyen ünlüyü<br />
parantez içinde gösterme yolunu seçmiştir: 80<br />
Ki ¡âşıklar ¡a…(ı)ldan yuyalar dest<br />
¡A…(ı)l bu işde ser-gerdân olupdur<br />
80 Sözü edilen beyitler için bkz. M. Fatih Köksal, Derviş Hayâlî – Ravzatü’l-envâr, Kitabevi Yay.,<br />
İstanbul 2003 (s. 67, 43. beyit; s. 101, 421. beyit; s. 141, 868. beyit).<br />
31
Feh(i)m bu fikrde √ayrân …alıpdur<br />
»ı≥(ı)r gibi göñül ba√rine †aldum<br />
Aslı çift ünsüz olan kelimelerin tek ünsüz okunması: Gülşen-i Efkâr’da aslı çift<br />
ünsüz (şeddeli) olan bazı Arapça kelimeler vezin gereği tek ünsüzle gösterilmiştir.<br />
Ancak bu durum sadece incelediğimiz esere özgü olmayıp divan şiirinde sık karşılaşılan<br />
hadiselerden bir diğeridir. Bu yüzden sözcüğün sonundaki aslî çift ünsüzlerin tek ünsüz<br />
olarak okunması da bir aruz kusuru olarak değerlendirilmemelidir:<br />
514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ<br />
¢aldı arduñca Cebra’µl be…â<br />
1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî<br />
Şerm olup dökdi dâne dâne düri<br />
740. Der-kenâr itdi dil sefînesini<br />
Açdı dürr-i be…â √azînesini<br />
471. İtdi anda vücûdını ifnâ<br />
Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â<br />
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ<br />
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr<br />
621. Keremin gûş idüp yem-i necefi<br />
»acletinden yüzine †utdı kefi<br />
Şairin yukarıda verilen örnekler de dikkate alındığında aruzu ustalıkla<br />
kullandığını söyleyebiliriz. Bu örneklerin çoğunun zaten kusur olup olmadığı<br />
tartışmalıdır. Şairin de döneminin aruz anlayışına uygun bir yol izlediği görülmektedir.<br />
İmalelerin sık yapılması Türkçe kelimelerin aruza uyma sıkıntısından, Arapça ve Farsça<br />
kelimeleri çokça tercih etmenin sebebi de aruza daha uygun hecelere sahip olmalarından<br />
ileri gelmektedir.<br />
2.4. Kafiye ve Redif<br />
Gülşen-i Efkâr’ı kafiye ve redif kullanımı açısından bir sınıflandırmaya tabi<br />
tuttuğumuzda ortaya çıkan tablo divan şiirinin genel karakterine uygun bir görünüm arz<br />
32
eder. Divan şiirinde en az görülen kafiye türü yarım kafiye iken en çok tam ve zengin<br />
kafiye kullanılır. Cinaslı kafiyelere de yer verildiği görülmektedir. Eserdeki kafiye<br />
çeşitlerine örnek teşkil etmesi bakımından şu beyitleri verebiliriz:<br />
Yarım Kafiye: Tek ünsüzle yapılan kafiyedir. Divan şiiri geleneğindeki göz<br />
kafiyesi Türkçede olmayan ayın (ع) harfiyle yapılan kafiyede karşımıza çıkar:<br />
385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡<br />
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡<br />
288. Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr<br />
Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr<br />
412. Olmış idi felekde bir zer kim<br />
Meş¡aleyle arardı her encüm<br />
128. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns<br />
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds<br />
826. ¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin<br />
Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren<br />
1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l<br />
Aña lâzım durur güvâh-ı ¡adl<br />
Günümüz alfabesine göre yarım kafiye gibi görünen kimi kullanımlar, Divan<br />
şiirindeki göz kafiyesi dikkate alındığında tam veya zengin kafiye olduğu görülür:<br />
77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl<br />
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol<br />
235. Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol<br />
Rûzı olmadı herkese bu vusûl<br />
388. ¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr<br />
Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr<br />
Tam Kafiye: Uzun ünlüler iki ses olarak değerlendirildiğinde tek uzun<br />
ünlüden oluşan kafiyeler de bu gruba dahil edilir:<br />
1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler<br />
Gâhi ¡arş-ı a¡lâda seyr eyler<br />
33
1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle<br />
Gâh ma¡rûf olur kerâmetle<br />
1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi<br />
Vâvı olmasa va√det olmaz idi<br />
1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur<br />
Şevketi √ürmeti benümle bulur<br />
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür<br />
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür<br />
Zengin Kafiye: Biri uzun ünlü olmak kaydıyla iki sesten ya da üç veya daha<br />
fazla sesten oluşan kafiyedir:<br />
1226. Ol durur †â’ir-i hümâyûn-fâl<br />
Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl<br />
1228. Ol durur †â’ir-i hümâ çâlâk<br />
¢anadı altında bey≥adur eflâk<br />
1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm<br />
Biñde birini itmeye itmâm<br />
1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ<br />
Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ<br />
1242. Gözümüz rûşen ola nûrı ile<br />
Göñlümüz gülşen ola nûrı ile<br />
Cinaslı Kafiye: Aşağıdaki örneklerden bazıları eski yazıya göre cinastır.<br />
350. Her nefesde niçe günâh iderüm<br />
~ub√a dek lµk her gün âh iderüm<br />
398. ªâhir iken ≥iyâsı bu lehebüñ<br />
Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ<br />
986. Olmayan …albi §âf-âyine<br />
Na@ar itmez cemâlüm ayına<br />
34
Tunç Kafiye: Bir dizenin son kelimesinin diğer dizenin sonundaki son<br />
kelimenin içinde kafiye olarak tekrar etmesidir. Bu sözcük anlam olarak değil, sadece<br />
ses olarak tekrar eder:<br />
32. Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı<br />
Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı<br />
25. Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı<br />
~a…ladı cân içinde ◊a… anı<br />
59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd<br />
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd<br />
61. Cilvegerdür …amu me@âhirde<br />
Göremez kimse anı @âhirde<br />
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
Kafiye Kusurları: “Uyûb-ı mülekkabe-i kâfiye denen kafiye kusurları, senâd,<br />
ikvâ, ikfâ ve iytâ olmak üzere dört türlüdür. Bunlara -revi harfinin farklılaşması demek<br />
olan “ikfâ” dışında- bugünkü kafiye anlayışına göre kusur veya ayıp demek doğru<br />
değildir. 81 İkfâ sayılamayacak kafiye kusurları da vardır. Bunların özellikle Türkçe<br />
kelimelerde olması dikkat çekicidir. İkfâ daha çok b-p, h-√-«, c-ç gibi benzer sesler için<br />
söz konusudur. Divan şiirinin temel özelliklerinden olan kafiyenin “göz”e göre<br />
olmasının dışında “kulak”a göre yapılmış kafiyeler de vardır:<br />
455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep<br />
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab<br />
709. Ermeyüp rişte-i irâdet-i Rab<br />
Silk-i na@ma getürmedüm anı hep<br />
828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb<br />
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep<br />
956. Mihre yüz virmedi velµ ol şeb<br />
Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep<br />
81 M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul 2003,<br />
s. 140<br />
35
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep<br />
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb<br />
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep<br />
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab<br />
224. ±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân<br />
ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân<br />
Gülşen-i Efkâr’da kafiyesiz ve ses benzerliği sadece rediften ibaret olan<br />
beyitlere de az da olsa rastlanmaktadır:<br />
133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol<br />
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol<br />
287. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs<br />
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs<br />
565. Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb<br />
Edeb ögrendi andan ehl-i edeb<br />
656. O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb<br />
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb<br />
Kafiye Yapılan Sözcüklerin Kökeni: Kafiye yapılan sözcüklerin kökenine<br />
bakıldığında özellikle Arapça sözcüklerle yapılan kafiyelerin sıklığı dikkat çekicidir.<br />
Bunun yanı sıra Farsça sözcüklerle, Türkçe sözcüklerle yapılanlar ve her üç dilin de<br />
karışık olarak kafiyede kullanıldığı örneklerden bazıları şöyledir:<br />
Türkçe Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
48. Dµde-i canı Şâniyâ açagör<br />
Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân ile gör<br />
80. Bµm-i …ahr ile yaş döker kevkeb<br />
Gice yummaz gözini her kevkeb<br />
107. Nevrini nûrı ile gösterdi<br />
◊ikmet ü …udretini bildürdi<br />
Türkçe ve Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
34. Aña can gözi ile eyle na@ar<br />
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer<br />
36
77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl<br />
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol<br />
744. Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek<br />
Ser-bürehne …ılur çenârı felek<br />
Türkçe ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
38. İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur<br />
İntihâ-yı felâ√ bil oldur<br />
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
696. Devlet anuñ durur ki bir eyü ad<br />
¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd<br />
Arapça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm<br />
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm<br />
30. İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz<br />
Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥<br />
33. İtdi teşdµdi münkire şiddet<br />
Erresi …ıldı …atline √iddet<br />
Arapça ve Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
44. No…†alar anda merdüm-i insân<br />
Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân<br />
84. Yemmde itdi §adef §adefde düri<br />
Dürre virdi le†âfet-i güheri<br />
743. Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ<br />
Revna…ı gider â«ir eşcâruñ<br />
Farsça Kelimelerle Yapılan Kafiyeler:<br />
128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it<br />
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it<br />
37
754. Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû<br />
Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû<br />
729. Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr<br />
Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr<br />
Redifler neredeyse kafiye kadar sık kullanılmaktadır. Üç dört beyitin en az<br />
birinde mutlaka redif kullanılmaktadır.<br />
Kelime veya söz öbeği halindeki rediflerde Türkçe sözcüklerin fazlalığı dikkat<br />
çekmektedir. Bunun sebebi, kafiyenin Arapça veya Farsça sözcüklerle yapıldığı<br />
durumlarda tahkiyevî anlatımda öne çıkan Türkçe eylemlerin kullanım zorunluluğudur.<br />
Mesnevîler de anlatım esasına dayalı olduğundan bu durum normal karşılanmalıdır. Bu<br />
Türkçe kelimeler genellikle Arapça veya Farsça ifadeyi tamamlayıcı nitelikte olan ve<br />
birleşik kabul edilebilecek tarzda yapılardır. “Etmek, eylemek, olmak, durmak, ermek”<br />
gibi eylem veya yardımcı eylemler ve “var, yok” gibi sözcükler bu kullanımlarda çok<br />
sık karşımıza çıkmaktadır. Sözcük halindeki rediflere örnek verecek olursak:<br />
Türkçe kelimelerden oluşan redifler:<br />
27. ‰oπrı yolı bize işâret ider<br />
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider<br />
72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur<br />
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur<br />
124. Ol diyârı varup görenden §or<br />
◊â§ılı seyr idüp gelenden §or<br />
128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it<br />
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it<br />
133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol<br />
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol<br />
166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür<br />
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür<br />
Arapça kelimelerden oluşan redifler:<br />
49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi<br />
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi (b. 49)<br />
38
134. Bildüre ol kemâl-i tev√µdi<br />
Göstere tâ cemâl-i tev√µdi (b. 134)<br />
165. Üçü üç pâye pâye-i mi¡râc<br />
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc<br />
Farsça kelimelerden oluşan redifler:<br />
64. Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd<br />
Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd<br />
67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre<br />
Ba√r-i a«≥ar √abâb-ı âvâre<br />
224. ±erre peydâ ve lµk mihr-i nihân<br />
ªâhir ammâ √abâb-ı ba√r-i nihân<br />
Ek halindeki rediflerde de kafiyede olduğu gibi Arapça sözcüklerin sıklığı<br />
dikkat çekmektedir. Ancak bu sözcüklere getirilen ekler genelde Türkçe eklerdir ve<br />
rediflerin özellikle Türkçe kökenli sözcük ve cümle yapısını oluşturan eklerin küçük bir<br />
göstergesi olduğunu söyleyebiliriz. Kelime halindeki rediflerde Türkçe sözcük<br />
kullanımındaki sıklığın sebebinin tahkiyevî anlatımda eyleme duyulan ihtiyaçtan<br />
kaynaklandığına yukarıda değinmiştik. Ek halindeki rediflerden örnekler sunacak<br />
olursak:<br />
301. Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur<br />
~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur<br />
310. Cân ile diñle bu süveydâyı<br />
Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı<br />
319. ‰ayy idüp sa¡y ile menâzilini<br />
¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini<br />
322. ~â√ibi bu ma…âm-ı â¡lânuñ<br />
Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ<br />
330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm<br />
»a†ar altında râya döndi tenüm<br />
355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün<br />
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün<br />
39
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ<br />
3.1. Dil Kullanımları<br />
3.1.1. Söz Varlığı<br />
Gülşen-i Efkâr dinî tasavvufî içerikli alegorik bir eserdir. Bu sebeple kullanılan<br />
sözcükler de ona göre bu yapıya uygun niteliktedir. Mesnevinin ana hikâye kısmı<br />
dışındaki şiirlerin, Sultan Murad’ın methiyesi ve Lârende şehrengizi hariç tutulursa,<br />
neredeyse tamamı tevhid, münâcât, na’t vb. türden dinî-tasavvufî içeriklidir. Nitekim<br />
kullanılan sözcüklerin sıklığı da bu çerçevede şekillenir. Örneğin “ehl-i” ifadesi<br />
tamlama içinde 60 kez, “nûr-ı” ifadesi 31 kez, “âlem”sözcüğü 40 kez, “kevneyn”<br />
sözcüğü 14 kez, “sır-esrâr” sözcükleri 41 kez kullanılmıştır. Bu sözcükler dinî-tasavvufî<br />
şiirlerde sık kullanılan sözcükler arasında yer alır. Buna karşılık rindâne şiirlerin<br />
vazgeçilmez sözcüklerinden olan ve âşığı ifade eden “bülbül” sözcüğü toplamda sadece<br />
13 kez kullanılmıştır. Bu durum eserdeki sözcük dağarcığını, ele alınan konunun<br />
belirlediğini göstermektedir.<br />
Gülşen-i Efkâr, alegorik bir eser olduğundan mecaz anlamlı sözcüklerin sayısı<br />
ve sanatlı kullanımlar hiç de azımsanmayacak düzeydedir. Gerçek sevgiliye duyulan<br />
aşkı anlatan şiirlerle İlahî aşkı anlatan şiirlerin ortak kelime dağarcığını kullandığı<br />
bilinir. Fakat bu sözcüklere yüklenen anlamları o şiirin içeriği, sanatçının amacı belirler.<br />
Örneğin “bülbül” sözcüğü gerçek sevgiliyi anlatırken ona âşık olan şairi, İlahî aşkı<br />
anlatırken sâliki ifade eder. Aşağıdaki beyitte bu durumu örnekleyen bir anlatım söz<br />
konusudur. “Gül ve bülbül”ü dünyevî aşkın dışına çıkaran “berzâh ve lâ-mekân”<br />
sözcükleri kullanılmıştır:<br />
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür<br />
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür<br />
Akl-ı pür-hikmetin anlatıldığı aşağıdaki beyitlerde de bir mürşit portresi<br />
çizilirken kullanılan sözcüklerin anlamsal kurgusu tasavvufî bir metinden alındığını<br />
açıkça göstermektedir:<br />
40
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur<br />
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur<br />
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…<br />
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al…<br />
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur<br />
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur<br />
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur<br />
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur<br />
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…<br />
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…<br />
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür<br />
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür<br />
Mesnevilerin tasvir bölümleri sanatlı anlatıma en uygun bölümleri olarak<br />
dikkat çeker. Gülşen-i Efkâr’da da durum böyledir. Edebî sanatlar konusunu işlerken<br />
yeterince örneklediğimiz tasvir bölümünden birkaç beyit şairin sanat gücünü göstermesi<br />
bakımından dikkate şayandır:<br />
716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr<br />
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr<br />
722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr<br />
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr<br />
724. ◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter<br />
~an dökülmiş içine «urde-i zer<br />
727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen<br />
Görmege rûy-ı dilberi rûşen<br />
730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd<br />
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd<br />
732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ<br />
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ<br />
41
Eserde özellikle tevhid, na’t, methiye gibi bölümlerin başlangıç beyitlerinin<br />
ağdalı bir dille yazıldığı görülür. Ancak bu bölümler sadece ilk birkaç beyitle sınırlı<br />
kalır. Bu bölümlerde Türkçe sözcük bulmak neredeyse imkânsızdır:<br />
240. Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân<br />
Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân<br />
241. Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd<br />
Âferµnende-i zemµn ü zamân<br />
242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 82<br />
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân<br />
243. Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡<br />
Deşt-i hestµde eyledi πal†ân<br />
244. ±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev<br />
¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân<br />
245. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 83<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 84<br />
246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm<br />
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm<br />
247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr<br />
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm<br />
Aynı bölüm, kullanılan dilin biraz daha yalınlaştığı beyitlerle devam eder:<br />
248. Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde<br />
Rûz u şeb birligine şâhid tâm<br />
249. Olsa bir kişvere iki vâlµ<br />
Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm<br />
250. Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a…<br />
Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm<br />
82 Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin olmasını<br />
istediği zaman o şeye “ol” der ve ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir şeyi<br />
yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir.<br />
83 Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti.<br />
84 Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı.<br />
42
251. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ<br />
252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…<br />
¢udretiyle yaratdı seb¡-ı †ıbâ…<br />
253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân<br />
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…<br />
Tahkiyevî anlatımın bir sonucu olarak fiillerin oldukça sık kullanıldığı görülür.<br />
Özellikle “etmek ve olmak” yardımcı fiillerinin kullanım sıklığı dikkat çeker. “Olmak”<br />
fiili yaklaşık dört yüz kez geçerken “etmek ve eylemek” fiilleri de aynı şekilde dört<br />
yüze yakın bir sayıda kullanılmıştır. Yine tahkiyevî anlatımda diyalog cümlelerinde<br />
karşımıza sıklıkla çıkan “demek” fiili de yaklaşık elli kez kullanılmıştır.<br />
Sıfat ve zarfların kullanımı isim ve fiillerle kıyaslandığında çok daha kısıtlıdır.<br />
Ayrıntılara önem veren şairin sıfat ve zarfları sık kullandığı, tahkiyevî anlatımda ise<br />
isim ve fiilleri sık kullanıldığı söylenir. Mesnevi şairlerinin ayrıntıya önem vermediği<br />
için usta şair olmadığı sonucuna varılamaz. Çünkü tahkiyevî anlatımda esas olan olay<br />
anlatımıdır ve bir özneyle bir yükleme ihtiyaç vardır. Yani bir isim ve bir fiile ihtiyaç<br />
duyar. Mesnevilerin de genellikle aruzun kısa kalıplarıyla yazıldığı düşünülürse<br />
mesnevi şairinin gazel ya da kaside şairi kadar uzun cümle kurma lüksü yoktur. Bu<br />
durumda kullanılan sıfat ve zarflar doğal olarak gazel şairine oranla çok daha sınırlı<br />
olacaktır.<br />
3.1.2. Eski Anadolu Türkçesi Özellikleri<br />
15. ve 16. yüzyıllar Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinin etkisini tam olarak<br />
yitirmediği yüzyıllardır. Klasik Osmanlıcaya geçiş aşaması kabul edilen bu yüzyıllarda<br />
imlada ikili kullanımların olduğu görülür. Aşağıda verdiğimiz örnekler Gülşen-i<br />
Efkâr’ın 16. yüzyılın ikinci yarısında yazıldığı bilgisini doğrular mahiyettedir.<br />
Örneklerin geçtiği sözcüklerin altı çizilmiştir.<br />
a) Ekler<br />
EAT’de emir 1. tekil kişi çekimi -ayın / -eyin ekiyle yapılır. Klasik<br />
Osmanlıcada yerini –ayum / -eyüm şekline bırakır:<br />
43
848. Size ben va§fumı beyân ideyin<br />
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin<br />
1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l<br />
Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl<br />
1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep<br />
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab<br />
Emir 3. kişinin bazen eksiz bazen de -πıl / -gil ekiyle çekimlendiği görülür:<br />
34. Aña cân gözi ile eyle na@ar<br />
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer<br />
343. ◊ilm ile eylegil beni fâyı…<br />
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…<br />
Geçmiş zaman bildirme çekimi olan -updur / -updurur iki şekilde kullanılır:<br />
1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm<br />
Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm<br />
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş<br />
Dürlü «ûn ekline bilersin diş<br />
EAT’de bildirme çekimi için “durur” şeklinde kullanılan sözcük ekleşmeye<br />
başlamış, “-dur / -dür” şekline dönüşmüştür. Her iki şekil de arada anlam farkı<br />
olmaksızın kullanılır. Şairin aruzu dikkate alarak duruma göre her iki şekli de kullandığı<br />
görülür. Ayrıca 3. tekil kişi zamirini de duruma göre “o” veya “ol” şeklinde kullanır:<br />
7. Ol durur serv-i gülşen-i melekût<br />
Sünbül-i bâπ rav≥a-i ceberût<br />
38. İbtidâ-i √ayât-ı dil oldur<br />
İntihâ-yı felâ√ bil oldur<br />
656. O durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb<br />
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb<br />
50. ◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm<br />
»âlik-i nüh revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm<br />
44
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo… durur senden özge ∏affârı<br />
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l ile eyler istidlâl<br />
EAT eklerinden bir diğeri -uban / -üben zarf-fiili de kullanılır:<br />
1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer<br />
Ayaπuñ aluban yabana atar (b.1510)<br />
1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser<br />
Va†anuñ terkin urdu… ey server (b.1281)<br />
Görmek fiiliyle oluşturulan birleşik yapılarda -egörmek / -igörmek şeklinde hem<br />
dar hem geniş ünlülü kullanım vardır:<br />
kullanılmıştır:<br />
1623. Göregör ¡âlem içre rû-yı ya…µn<br />
Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn<br />
239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör<br />
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr<br />
EAT’deki -ıcak / -icek zarf-fiil ekinin yanı sıra -ınca / -ince zarf-fiili de<br />
437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm<br />
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm<br />
445. İricek zühreye Resûl-i cihân<br />
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân<br />
446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş<br />
Pâyına düşdi ol zavallı güneş<br />
988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm<br />
~ub√ olınca kelâmını itmâm<br />
1291. Beklediler o şeb der-i rû√ı<br />
Felek açınca çehre-i yû√ı<br />
1561. Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân<br />
Rû√a bu vech ile idince beyân<br />
45
EAT’deki 1. çoğul kişi istek çekiminde kullanılan -avuz, -evüz ekinin yanı sıra<br />
aynı işlevdeki -alum / -elüm eki de kullanılır:<br />
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz<br />
Şübhemüz √alli ile şâd olavuz<br />
1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi<br />
Bulavuz cân ile tesellµyi<br />
1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn<br />
Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn<br />
425. Bu libâsıyla ol Burâ…a revân<br />
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân<br />
EAT 2. çoğul kişi çekiminde kullanılan -asuz, -esüz eki de örnekler arasındadır:<br />
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm<br />
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm<br />
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda<br />
Viresüz hep vücûduñuz bâda<br />
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu<br />
Añlayasuz …amu fütûruñuzu<br />
EAT 3. çoğul kişi olumsuz emir çekimi -mañ, -meñ / -mañuz, -meñüz şeklinde<br />
ikili kullanılmıştır:<br />
1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn<br />
Ki mehüñ yanına gelür pervµn<br />
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz<br />
∏u§§a-yı derd ile elem yimeñüz<br />
1155. İlteyüm rû√-ı √ikmete sizi hep<br />
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab<br />
1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la<br />
Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la<br />
46
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ<br />
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ<br />
İstek kipinin 3. tekil kişi olumsuz çekiminde -ımaz / -imez ve -amaz / -emez<br />
birlikte kullanılmıştır:<br />
1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ<br />
Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ<br />
77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl<br />
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol<br />
Bazen -a / -e yönelme ekinin kullanılmadan yönelme anlamının verildiği<br />
görülür. Bu durum aruza uydurma çabasının bir göstergesi olarak düşünülebilir.<br />
Aşağıda “yüzüne basmak” deyiminin “yüzüñ basmak” şeklinde kullanılması gibi:<br />
1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep<br />
Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep<br />
EAT’de sık görülen durumlardan biri de belirtme durum ekinin kullanılmadan<br />
belirtme anlamının verilmesidir. Aşağıdaki altı çizili sözcüklerde de ek kullanılmadan<br />
belirtme anlamı verildiği görülmektedir:<br />
1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr<br />
Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr<br />
126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ<br />
Göremez verdin ol gülistânuñ<br />
3. kişi iyelik anlamının da eksiz verilebildiği görülmektedir:<br />
1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim<br />
Meskenet üzre olurum …âim (b.1003)<br />
EAT’de zaman zaman görülen zamir n’si kullanmadan zamire ek getirme<br />
özelliği de aşağıda verdiğimiz ilk beyitte karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu durum aruza<br />
uydurma zorunluluğu olarak da düşünülebilir. Çünkü diğer örneklerde böyle bir<br />
kullanım yoktur:<br />
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara<br />
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire<br />
47
) Sözcükler<br />
49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi<br />
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi<br />
1588. Dünyede aπlayan olur «andân<br />
Bunda «andân olan olur giryân<br />
EAT’de kullanılıp da klasik Osmanlıca adını verdiğimiz 16. yüzyıl sonrası<br />
metinlerde kullanılmayan veya nadiren karşımıza çıkan sözcüklerden tespit<br />
edebildiklerimiz aşağıda verilmiştir: 85<br />
İltmek: İletmek.<br />
228. İltmez pey fe≥â-yı ta√…µ…e<br />
Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e<br />
Söyünmek: Sönmek, parlaklığı gitmek.<br />
1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rabb<br />
Söyünür âb-ı rûyum ile πa≥ab<br />
Eyinmek veya Öyinmek: Tarama sözlüğünde böyle bir sözcüğe rastlayamadık.<br />
Buradaki kullanımı “öykünmek, özenmek, taklit etmek, etkilenmek” anlamında<br />
olabileceği izlenimi vermektedir:<br />
936. Gâhi eyinüp kev&er-i cândan<br />
A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan<br />
Komak / Koymak: Şairin bu fiili her iki şekilde de kullandığını görüyoruz.<br />
Ancak ko- şeklinin daha çok tercih edildiğini söyleyebiliriz. Çünkü hem sayı olarak ko-<br />
yazımı daha çoktur hem de aruzun kapalı hece gerektirdiği durumlarda bile açık hece<br />
olan ko- şeklinin kullanıldığı görülmektedir:<br />
99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr<br />
Üstine …odı gevher-i pür-nûr<br />
130. ¢alma bu yolda baş ile câna<br />
Seri …o âsitân-ı pµrâna<br />
85 Verilen sözcüklerin anlamları için bkz. Cem Dilçin, Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara 1983.<br />
48
339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ<br />
Elüm alup aya…da …oma beni<br />
273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm<br />
Biribirine …oydı çer«i √akµm<br />
445. İricek zühreye Resûl-i cihân<br />
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân<br />
Kaçan: Ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktaki, nasıl, ne suretle.<br />
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ<br />
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ<br />
167. ±ikr-i …alb ile sâlik-i dânâ<br />
Eylese nefsini …açan ifnâ<br />
1214. Üns idindi …açan Allah’ı<br />
¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı<br />
Giyürmek: Giydirmek.<br />
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh<br />
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh<br />
Yarlıgamak: Suçu bağışlamak, mağfiret etmek.<br />
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo… durur senden özge ∏affârı<br />
İrgürmek: Ulaştırmak, eriştirmek.<br />
239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör<br />
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr<br />
367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e<br />
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e<br />
369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı<br />
Aña med√ ü &enâya irgür anı<br />
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya<br />
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya<br />
49
Yilmek: koşmak, aceleyle yürümek.<br />
1142. Yilerüm «ıdmetinde her şeb ü rûz<br />
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz<br />
958. Geldi esb-i belâπatı sürdi<br />
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı<br />
Yopurmak: Telaşla koşmak, durmadan seğirtmek.<br />
958. Geldi esb-i belâπatı sürdi<br />
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı<br />
Yer yerin: Her taraftan, taraf taraf.<br />
bir durum almak.<br />
820. Yer yerin anda câm-ı revzenler<br />
Gûyiyâ her biri meh-i enver<br />
Yumak: Yıkamak.<br />
620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh<br />
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh<br />
333. Yumayup yüz namâza bir dem âh<br />
Yerlere âb-ı rûyı dökdüm âh<br />
3.1.3. Deyimler ve Atasözleri<br />
(Birine) Diş bilemek : Kötülük yapmak için fırsat beklemek, hıncını gösterir<br />
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş<br />
Dürlü «ûn ekline bilersin diş<br />
15. Erredür münkire siyâsetde<br />
Diş biler …atline cinâyetde<br />
Baştan çıkarmak : Kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak.<br />
339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ<br />
Elüm alup aya…da …oma beni<br />
50
Kendinden geçmek : Bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak.<br />
Yüzü yere gelmek (geçmek / koymak) : çok utanmak.<br />
993. Heman ol demde kendüden gitdi<br />
Yüz yire …odı meskenet itdi<br />
Üstüne titremek : Bir şeye veya kimseye sevgi, özen göstermek.<br />
382. Ditreyüp üstine düşerdi güneş<br />
Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeş<br />
Utancından yere geçmek : Çok utanmak.<br />
845. Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh<br />
Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh<br />
Ayağı yere geçmek: Saplanıp kalmak, hareket edememek, çaresiz kalmak.<br />
495. Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ<br />
İtdügi dem o server üzre hücûm<br />
Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz) : Alçak gönüllü olanları kimse hor<br />
görmez, herkes onları korur.<br />
1013. Ehlümi kimse cürm ile a§maz<br />
Kimse yerde olan yüzi ba§maz<br />
Alçakgönüllü olmak : Kendi değerini olduğundan aşağı göstermek, başkalarını<br />
küçük görmemek, büyüklenmemek.<br />
olmak.<br />
1003. Göñül alça…lıπ eylerüm dâim<br />
Meskenet üzre olurum …âim<br />
Kendini satmak : Kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmış gibi göstermek.<br />
Gaflet uykusuna dalmak (yatmak) : İdraksizlik, bilgisizlik, aymazlık içinde<br />
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman<br />
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman<br />
51
tiksinti duymak.<br />
Tüyleri ürpermek : Kötü bir olay, soğuk, gıcıklanma vb. sebeplerle korku veya<br />
722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr<br />
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr<br />
Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı salar : Yararlı eserler veren, bilgi ve<br />
erdemle donanmış kimse alçak gönüllü olur.<br />
723. Göricek zînet-i bahâr-gehi<br />
Baş §alardı çemende serv-i sehî<br />
Başta taşımak (götürmek) : Çok saygı göstermek.<br />
8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr<br />
Götürür başda anı leyl ü nehâr<br />
Ağzını kanla yıkamak: Elini kana bulamak.<br />
620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh<br />
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh<br />
Bazı beyitler de birer atasözü niteliği taşıyacak özellikte mesaj içeren<br />
beyitlerdir. Bu beyitlerin “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” sözünü<br />
anımsatır bir edaları vardır:<br />
138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı<br />
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı<br />
52
3.1.4. Edebî Sanatlar<br />
Olaya dayalı mesnevilerin genel karakterine uygun olarak 86 Gülşen-i Efkâr’da<br />
edebî sanatlar, eserin olay bölümünden ziyade diğer bölümlerinde, özellikle de “sebeb-i<br />
nazm” bölümünde yoğunlaşmıştır. Ancak olay anlatımına geçmeden gerek kişi, gerekse<br />
yer tasvirleri yapılırken kullanılan dilin sebeb-i nazm bölümünden aşağı kalır tarafı<br />
yoktur. Gazel ve kasidelerle kıyaslandığında mesnevilerde sanat kaygısının daha geride<br />
olduğu söylenebilir. Mesnevi didaktik bir amaçla yazılmışsa bu durum daha da<br />
belirginleşir. Ancak mesnevi şairi yine de kaleminin gücünü göstereceği sanatlı anlatımı<br />
mesnevinin içine yedirir ki bu bölümler edebî sanatlar bakımından oldukça zengin<br />
kısımlardır.<br />
Lârendeli Şânî gibi bilinmeyen bir şairi tanımada, öncelikle şairin sanat<br />
gücünün göstergesi sayılan edebî sanatlara bakmak gerekecektir. Bu sebeple elden<br />
geldiğince şairin sanat gücünü sergilediği beyitleri seçmeye çalıştık. Bu seçmede elden<br />
geldiğince farklı özellikler sergileyen beyitleri esas aldık. “Gül-bülbül” istiaresini beş<br />
kez vermektense daha farklı istiare örneklerini seçmeye çalıştık.<br />
Her edebî sanatta önce o sanatın kabul görmüş ve bizce de doğru olan tarifi<br />
yapılmış, beyitle ilgili izaha ihtiyaç duyan açıklamalarda bulunulmuş ve ardından beyit<br />
numaraları verilmek kaydıyla örnek beyitler sıralanmıştır. Beyitlerde vurgulanmak<br />
istenen sanata ilişkin hususiyetler italik veya koyu karakterle gösterilmiştir. Edebî<br />
sanatlar ise alfabetik sıra gözetilerek verilmiştir.<br />
Cinas: Yazılış ve okunuş bakımından aynı, anlamca ayrı kelimeyi bir arada<br />
kullanma sanatıdır. Ancak buraya cinas olarak aldığımız bazı kelimeler günümüz<br />
alfabesine göre cinas sayılmasalar da eski alfabeye göre cinastırlar:<br />
63. Sırr-ı …albüñde var-ısa i«l⧠(temizlik, doğruluk)<br />
Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠(İhlas suresi)<br />
350. Her nefesde niçe günâh iderem (günâh: haram kılınan eylemi yapma)<br />
~ub√a dek lµk her gün âh iderem (gün: 24 saatlik zaman, âh:serzeniş)<br />
398. ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ (bu: işaret zamiri, leheb: alev)<br />
Görmedi çeşmi anı Bû Lehebüñ (Bû Leheb: Ebû Leheb, özel ad)<br />
86 M. Fatih Köksal, Yenipazarlı Vâlî – Hüsn ü Dil (İnceleme-Tenkitli Metin), Kitabevi Yay., İstanbul<br />
2003, s. 141.<br />
53
879. Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar (Basar: göz, görme (özel ad olarak )<br />
Ol-durur cân gözine nûr ba§ar (basar: basmak fiili, geniş zaman)<br />
986. Olmayan …albi §âf-âyine (âyine: ayna)<br />
Na@ar itmez cemâlüm ayına (ay: dünyanın uydusu)<br />
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a (halka: daire şeklinde olan)<br />
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a (halk: kamu, toplum)<br />
1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm (bin debîr: bin kâtip, yazıcı )<br />
Biñde birini itmeye itmâm (binde bir: binde bir oranında)<br />
Hüsn-i ta¡lil: Şiirde gerçek bir olayın oluşunu hayâlî ve güzel bir sebebe<br />
bağlamaktır. Bu sanat teşhis ve istiarelerle kurulur.<br />
Çınar ağacının meyveleri tane tanedir ve tesbihe benzer. Çınar ağacı tesbih<br />
çeken bir mümin şeklinde kişileştirilir. Gül goncası açılınca içindeki siyah renk yarayı<br />
andırdığından gül goncasının yaralanmaması için elinde tespihle dua eden bir çınar<br />
ağacı portresi çıkar ortaya:<br />
716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr<br />
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr<br />
Gül bahçesinde figan eden bülbülün sesi gül bahçesindeki gülün tüylerini<br />
ürpertir. Gülün dikenlerinin olması, bülbülün figan etmesine bağlanır:<br />
722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr<br />
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr<br />
Goncaların açılmasıyla ortaya çıkan siyah nokta göze benzetilir. Bu gözlerin<br />
açılma sebebi ise bahçede dolaşan sevgilinin yüzünü görme arzusudur:<br />
727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen<br />
Görmege rûy-ı dilberi rûşen<br />
Gönül serviye divane olunca servinin ayaklarına zincir vurur. Bu zincir onun<br />
bir yere gitmemesi içindir. Bu zincir sudandır. Ve servinin hayatta kalabilmesi bu suya<br />
bağlıdır. Servinin ayağına dökülen su servinin ayağını daire içine aldığı için zincire<br />
benzetilir:<br />
54
736. Oldı divâne serv-i tµre ≥amîr<br />
Pâyına urdı âb anuñ zincir<br />
Narçiçeği rengi dolayısıyla etrafını aydınlatan muma benzetilir. Narçiçeği mum<br />
olunca da etrafındaki çiçekler onun etrafındaki pervaneler olur. Narçiçeğinin etrafındaki<br />
çiçeklerin varlığı ona duydukları aşktan dolayıdır. Aynı zamanda Şem ü Pervâne ile<br />
telmih yapılmıştır:<br />
737. Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr<br />
Aña pervâne oldı her ezhâr<br />
Nergisin bahçedeki varlığının sebebi bağa gözcü olmaktır. Çünkü oraya herkes<br />
giremez. Nergis çiçeğinin ortasındaki nokta göze benzetilmiş, o gözüyle etrafa göz<br />
kulak olmaktadır:<br />
803. İrmesün bâπa diyü her nâ-kes<br />
Gözcü olmışdı gülşene nergis<br />
Ayın etrafındaki parlaklık olan hâlenin varlığı da güzel nedene bağlanır. Ayın<br />
iç yüzünün de parlak olması için ay bir hâlenin içine konmuştur. İç yüzünün<br />
parlaklığıyla tasavvufta gönül gözünün açık olması ve bâtınî olan kastedilir:<br />
955. Rûşen olmaπiçün derûnı gehî<br />
»alvet-i hâle içre …oydı mehi<br />
İ¡câz: Az sözle çok şey ifade etme sanatıdır. İçinde vecize kabilinden sözler<br />
bulunan mısra ve beyitlerde bu sanat vardır. İrsâl-i mesele benzese de irsâl-i meselde<br />
herkesçe bilinen bir atasözü veya bir veciz ifade yer alır. İ¡câzda ise şairin kendisine ait<br />
özlü sözü kullanması söz konusudur. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler”<br />
benzeri ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli<br />
bir birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş<br />
olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak<br />
edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez,<br />
sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler<br />
asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler:<br />
55
138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı<br />
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı<br />
Aşağıdaki beyit, “Ne ekersen onu biçersin” atasözünü anımsatır niteliktedir.<br />
Bir kişi ğer bu cihanda meyve ve yemiş yemek isterse o yemiş veya meyvelerin fidanını<br />
dikmelidir. Tasvvufî anlamda düşünülürse dikilen fidanlar müritleri sembolize eder.<br />
Fidanı diken kişi de mürşidin kendisidir. Bu beyit Ömer Rûşenî’ye yapılan methiye<br />
bölümünden alınmıştır. Bu yüzden “fidan-ağaç” istiaresi yapılan ameller (meyvesi<br />
cennet olur) veya yazılan kalıcı eserler (meyvesi onu okuyanların ismini ölümsüz<br />
kılması, hayırla yâd etmesi olur) şeklinde de düşünülebilir. Çünkü üç beyit sonrasında<br />
bu cihanda eser yazmayanların yerinde yeller estiği, unutulup gittikleri vurgulanmıştır:<br />
701. Dikmedi bir kişi cihânda şecer<br />
Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer<br />
704. ¢omasa bir kişi cihânda e&er<br />
Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser<br />
İktibâs: Anlatılmak istenen hususla ilgili bir âyet veya hadisin tamamı veya bir<br />
bölümünü şiirde kullanmak demektir. Çalışmamızın “Din ve Tasavvuf”. bölümünde<br />
“Âyetler” ve “Hadisler” başlıkları altında eserdeki iktibaslara yer verilmiştir.<br />
İntâk: İnsan dışındaki varlıkları konuşturma sanatıdır. Gülşen-i Efkâr<br />
mesnevisinin hikâye kısmındaki kahramanlar kişileştirilmiş soyut kahramanlar<br />
olduklarından hikâye kısmının tamamına yakını teşhis ve intak sanatına örnekler teşkil<br />
eder. Hikâye kahramanlarının dışında konuşturulan varlık veya kavramlar çok kısıtlıdır.<br />
Bu sebeple hikâye kahramanları dışındaki intâk örneklerini vermeyi uygun gördük.<br />
Aşağıdaki beyitlerde konuşturulan varlıkların altı çizilmiştir:<br />
435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen<br />
Gözüñ aydın didi nücûma peren<br />
56
731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr<br />
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr 87<br />
796. Cümle tâkinde «ûşe-i engûr<br />
Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr<br />
800. ~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene<br />
Med√ okurdı şeh-i gül ü semene<br />
İstiâre: Temel benzetme unsurlarından (benzeyen, benzetilen) sadece biriyle<br />
yapılan benzetmedir. “Kapalı” ve “açık” olmak üzere iki türü vardır. Örneği çok<br />
olmakla birlikte sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz.<br />
a) Açık istiâre: Sadece kuvvetli unsur olan “benzetilen”le yapılan istiâredir.<br />
Aşağıdaki iki beyitte insanın uzuvlarının yaratılışından bahsedilmektedir. İlk<br />
beyitte insanın gövdesi sütuna, başı da o gövdenin üstünde yer alan içi nurla dolu<br />
cevhere benzetilmiştir. Benzeyen unsurlar olan “gövde” ve “baş” kelimeleri<br />
kullanılmamış; sadece benzetilen unsurlar olan “sütûn” ve “gevher-i pür-nûr” kelimeleri<br />
kullanılmıştır.<br />
99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr<br />
Üstine …odı gevher-i pür-nûr<br />
100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ<br />
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ<br />
Aşağıdaki iki beyitte bir “saray” istiâresi söz konusudur. Ancak ne benzeyen<br />
(insan vücudu) ne de benzetilen unsur (saray) kelime olarak beyitlerde geçmektedir.<br />
Saray istiâresini “padişah” sözü ortaya çıkarır. Beyitte “rûh” insan vücudunda “padişah”<br />
pâyesine sahiptir. Sonraki beyitte de devam eden bu istiâre, “akıl”ın vezir, “hilm”in ise<br />
edip olduğu bir saray portresi çizmektedir:<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
87 “Keyfe yu√yµ” Rûm sûresi 50. âyeti işaret eder. Âyetin anlamı şöyledir: “Allâh'ın rahmetinin eserlerine<br />
bir bak: Arzı, ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her şeye<br />
kadirdir.” (Kaynak web-site: http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=rum&ayet=50)<br />
57
Can, bülbüle benzetilince ten de kafes olur. Aşağıdaki beyitin ilk dizesinde iki<br />
benzetme birden vardır. İstiâre ise ikinci dizededir. “verd” ve “gülistân” kelimeleri birer<br />
açık istiâre örneğidir. Verd ve gülistân sözcükleri cenneti, saadeti; tasavvufî açıdan<br />
bakılırsa gönül gözünün açılmasını, insan-ı kâmil olmayı işaret eder. Can bülbülünün<br />
ten kafesinden kurtulması nefsî arzulardan arınmasıdır. Güzellikleri ancak bu arzulardan<br />
kurtulunca görmeye başlayabilir:<br />
126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ<br />
Göremez verdin ol gülistânuñ<br />
Yukarıda verdiğimiz “saray” istiaresine benzer bir örnek de aşağıdaki iki<br />
beyitte de “namaz” istiâresi şeklinde görülmektedir. Namaz sözcüğü kullanılmadan o<br />
istiârenin varlığı “nûn olup bedenüm” (namazda oturma), “râya döndi tenüm” (secde),<br />
“miyânum itdi kamer (namazda ayakta durma) ve “belümi bükdi” (rükû) ifadelerinden<br />
anlaşılmaktadır:<br />
330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm<br />
»a†ar altında râya döndi tenüm<br />
331. Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer<br />
Belümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar<br />
Hz. Peygamber’den bahsedilen aşağıdaki beyitte, peygamberin dudakları la¡l,<br />
dudaklarının arasındaki dişleri de inciye benzetilmiştir. Beyitte ayrıca benzetmeler de<br />
yapılmıştır. Peygamberin dişleri, Yâsin sûresinin ortasındaki “sin” harfine; benleri de<br />
“din” sözcüğünün eski yazımdaki üç noktalı şekline veya dinin son noktası, sonrasının<br />
olmaması, son peygamber olması, son dinin (İslamiyet) müjdecisi olması şeklinde<br />
tevriyeli olarak da düşünülebilir:<br />
525. Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ<br />
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ<br />
b) Kapalı istiâre: Sadece zayıf unsur olan “benzeyen”le yapılan istiâredir. Her<br />
kişileştirme aslında bir kapalı istiâredir. Teşhis sanatına verilen örnekleri birer kapalı<br />
istiâre olarak düşünmek de mümkündür. Benzetilen varlık olan “insan” söylenmez, ona<br />
benzetilen varlık veya kavrama insana özgü nitelikler yüklenir:<br />
58
sormaktır.<br />
748. Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn<br />
Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn<br />
718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er<br />
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter<br />
İstifhâm: Şiirde, cevabı beklenmeksizin, anlamı pekiştirmek için soru<br />
253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân<br />
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…<br />
429. Ne sa¡âdet-durur ki bâbında<br />
»i≠met eyler melek rikâbında<br />
İştikâk: Aynı kökten türemiş kelimeleri bir mısra veya beyitte bir arada<br />
kullanmaktır. Şânî’nin Gülşen-i Efkâr’da sık kullandığı söz oyunlarından biridir:<br />
59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd<br />
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd<br />
61. Cilvegerdür …amu me@âhirde<br />
Göremez kimse anı @âhirde<br />
72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur<br />
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur<br />
170. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl<br />
Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl<br />
173. Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl<br />
Didiler buña tev√µd-i ef¡âl<br />
211. Odur insân-ı kâmil ü ekmel<br />
Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel<br />
223. Kevni itdi vücûdına miftâ√<br />
Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√<br />
237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli<br />
Hiç irer mi aña ma…âl ehli<br />
272. Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân<br />
Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân<br />
59
279. Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr<br />
Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr<br />
281. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…<br />
Çar« mânendi …ıldı seb¡-i †ıbâ…<br />
407. Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr<br />
Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr<br />
959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem<br />
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem<br />
Kinâye: Gerçek ve mecâzî mânâları olan bir sözü mecâzî mânâsıyla kullanma<br />
sanatıdır. Bazen sözün gerçek anlamı var gibi görünse de asıl maksat mecâzî mânâdır.<br />
“Hayrân” kelimesi gerçek anlamıyla “hayret eden, çok şaşıran, çok beğenen”<br />
anlamlarında kullanılır. Tasavvufta ise mecâzen hak âşığının hayret makamına ermiş<br />
olması kastedilir. Her iki anlamda beyitte düşünülür ancak kastedilen tasavvufî<br />
anlamıdır:<br />
97. Anda cümle mühendisân √ayrân<br />
İki sµmµn sütûnda itdi revân<br />
“Başına çıkmak” gerçek anlamıyla “en üst noktaya” ulaşmak anlamında<br />
kullanılır. Mecâzî anlamda ise “herkesten üstün olmak, en iyi, en güzel olmak”<br />
anlamlarına da gelir. Aşağıdaki beyitte mecâzen üstünlük vasfı vurgulanmasına rağmen<br />
gerçek anlamıyla boyu uzayan gülün diğer çiçeklerden daha yükseğe çıkması da<br />
düşünülür:<br />
718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er<br />
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter<br />
Leff ü neşr: Bir beyitin ilk mısraındaki en az iki sözün ikinci mısradaki iki<br />
sözle anlam ilişkisi bakımından eşleştirilmesidir. Bu eşleştirmede anlam ilişkisi bulunan<br />
sözler her iki mısrada aynı sırayla söylenmişse “mürettep”, sıra gözetilmeden<br />
söylenmişse “müşevveş” adını alır. Bu anlam ilişkisi bazen anlam yakınlığı, bazen eş<br />
anlamlılık, bazen de zıtlık üzerine kurulabilir. Aralarında anlam ilişkisi bulunan<br />
sözcüklerden birinci grup “altı çizili”, ikinci grup ise “koyu”, eğer varsa üçüncü bir<br />
grup da “italik” karakterle gösterilmiştir.<br />
60
27. ‰oπrı yolı bize işâret ider<br />
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider<br />
82. Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı<br />
Cereyân itdi ba√re nµsânı<br />
187. İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı…<br />
Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı…<br />
225. Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez<br />
Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez<br />
287. Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm<br />
Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm<br />
318. İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…<br />
Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a…<br />
370. Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût<br />
Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût<br />
23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür<br />
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür<br />
Mecâz-ı mürsel: Bir sözü benzetme maksadı gütmeden gerçek mânâsı dışında<br />
kullanma sanatıdır. Mecâz-ı mürsel parça-bütün, sebep-sonuç, iç-dış vb. alâkalarla<br />
gerçekleşir.<br />
86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân<br />
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân<br />
360. Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine<br />
Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine<br />
375. Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül<br />
¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül<br />
423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn 88<br />
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn<br />
514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ<br />
¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a<br />
88 rûh-ı emîn, Cebrâ’il için kullanılan bir mürsel mecazdır.<br />
61
1006. »ûyı Nâmûs-i ekber’üñ bende 89<br />
Cümle ehl-i kerem baña bende<br />
253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân<br />
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…<br />
273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm<br />
Biribirine …oydı çar«ı √akµm<br />
Mübâlağâ: Bir olay, durum veya varlığın olduğundan çok fazla, çok büyük,<br />
çok güzel veya tam tersine çok az, çok küçük, çok çirkin gösterilmesidir.<br />
351. ¡Aybuma göre ba√r bir …a†re<br />
Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre<br />
520. Bedenüm içre …ılca cânum yo…<br />
Dehenümde nice zebânum yo…<br />
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr<br />
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr<br />
734. Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn<br />
Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn<br />
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ<br />
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ<br />
Nidâ: Heyecanın çok kuvvetli olduğu bir anda “seslenmek” şeklinde ortaya<br />
çıkan sanattır. Seslenme ifadesi olan “Ey, hey, -â / -yâ” gibi ünlem veya ekler bu tür<br />
ifadelerde sık kullanılır. Bu sesleniş şairin kendine olursa tecrid adını alır ki bu<br />
örnekleri “tecrid” başlığı altında vereceğiz.<br />
115. Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût<br />
Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût<br />
270. Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib<br />
Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb<br />
349. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân<br />
Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân<br />
89 Nâmûs-i Ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın<br />
Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805)<br />
62
513. Nur-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân<br />
Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân<br />
516. Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ<br />
Ma@har-ı eyne ente eyne ene 90<br />
518. Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh<br />
Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh<br />
522. Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ<br />
±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr 91<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr<br />
Tecahül-i ârif: Şair tarafından bilinen bir hususun bir nükte gözetilerek<br />
bilmezlikten gelinmesidir. İstifhâmla çoğu kez karıştırılır. İstifhâmda alelade, sadece<br />
ifadeye güç katmak için sorular sorulurken tecâhül-i ârifte daima “şaşkınlık, kızgınlık,<br />
azarlama” gibi bir nükte esastır ve cevap sorunun içinde gizlidir. Yani şair sorunun<br />
cevabını iyi bildiğini imâ etmek için soru sorar. Söz gelimi aşağıdaki beyitlerde “keşf<br />
olur mu?, vâsıl olur mu?, erer mi?, tañ (ayıp) mı?, tüketir mi?” soruları “elbette keşf<br />
olmaz, elbette vâsıl olmaz…” cevaplarını ifade için sorulmuştur.<br />
236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl<br />
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl<br />
237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli<br />
Hiç irer mi aña ma…âl ehli<br />
660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab<br />
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb<br />
877. Bir bunuñ gibi vâr mı ehl-i kerem<br />
Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem<br />
944. ¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl<br />
Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl<br />
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
90 “eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir.<br />
91 İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en<br />
mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor.<br />
63
517. Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben<br />
Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen<br />
Tarsi¡: Bir beyitin her iki mısraındaki kelimelerin hem sayı, hem vezin, hem de<br />
kafiye bakımından birbirine denk olmasıdır. Gülşen-i Efkâr’da bu türden beyitlerin<br />
sayısı oldukça fazladır ve bu beyitlerde iç kafiyelerin de sıklıkla kullanıldığı<br />
görülmektedir.<br />
49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi<br />
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi<br />
51. Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√<br />
Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√<br />
67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre<br />
Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre<br />
69. ±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem<br />
¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem<br />
72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…tur<br />
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…tur<br />
109. Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl<br />
Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl<br />
184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı<br />
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı<br />
219. E√adiyyet rumûzın añladılar<br />
Vâ√idiyyet künûzın añladılar<br />
344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ<br />
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ<br />
356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün<br />
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün<br />
Tecrîd: Şairin şiirde kendisini başka bir şahıs gibi göstererek seslenmesidir.<br />
Bu sesleniş, bazen kendi ismiyle, bazen de “fakîr, garîb, bende vb.” sıfatlarla yapılır.<br />
236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl<br />
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl<br />
64
sanatıdır.<br />
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo…-durur senden özge ∏affârı<br />
400. Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl<br />
Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl<br />
401. Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn<br />
Nice med√ ide anı ol miskµn<br />
523. Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl<br />
Âstânuñda kemterin …ul …ıl<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr<br />
531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr<br />
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr<br />
Tekrîr: Şiirde heyecan sebebiyle bir kelime veya söz grubunu tekrar etme<br />
118. Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a…<br />
Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a…<br />
119. Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr<br />
Andadur cümle ma@har-ı â&âr<br />
123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf<br />
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf<br />
184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı<br />
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı<br />
216. Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a…<br />
Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a…<br />
281. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ<br />
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ<br />
355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün<br />
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün<br />
356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün<br />
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün<br />
65
357. Her biri itdügi du¡âlar içün<br />
Dillerinde olan §afâlar içün<br />
358. ~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün<br />
Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün<br />
359. Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün<br />
Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün<br />
Telmih: Şiirde meşhur bir hadiseye işaret etmek demektir. Bir peygamber<br />
mucizesine, bir kıssaya, mitolojik bir olaya atıfta bulunulur. Ancak bu kıssa veya olayı<br />
açık açık anlatmak telmih sayılmaz. O olayı hatırlatacak anahtar kelimeleri söylemek<br />
kâfidir. Gülşen-i Efkâr’da özellikle dinî şahsiyetlere ilişkin telmih sayısının fazla<br />
olması, onun dinî-tasavvufî bir özelliğe sahip olmasıyla açıklanabilir. Telmih yapılan<br />
olayların tamamını burada anlatmak, gayemizi aşacağından telmihte bulunulan kişi veya<br />
olay tek cümleyle hatırlatılmıştır.<br />
Aşağıdaki iki beyitte Leylâ ve Mecnûn, Vâmık ile Azrâ kıssalarına telmih<br />
yapılmıştır. Leylâ ve Azrâ güzelliklerinden dolayı, Mecnûn ile Vâmık ise bu güzellikler<br />
karşısındaki çaresiz âşıklar olmaları sebebiyle telmih edilmiştir:<br />
73. Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da<br />
Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da<br />
74. »al…ı eyler cemâline ¡âşı…<br />
Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı…<br />
Telmih unsuru: Hz. İsa’nın nefesinin ölüyü diriltme özelliği, insaoğlunun<br />
topraktan yaratılması ve Cebrâ’il’in (a.s.) Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’in kaftanına<br />
üflemesiyle Hz. Meryem’in gebe kalması.<br />
85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı<br />
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı<br />
485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer<br />
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam<br />
524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür<br />
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür<br />
66
Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in kendisini takip eden müşriklerden korunmak<br />
amacıyla Sevr mağarasına saklanması ve mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva<br />
kurması mucizesi, insanoğlunun balçıktan yaratılması.<br />
86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân<br />
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân<br />
Telmih unsuru: Hz. Muhammed'in parmağıyla ayı işaret etmesi ve ayın ikiye<br />
bölünmesi mucizesi.<br />
383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…<br />
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……<br />
Telmih unsuru: Hz. Muhammed’in beş parmağından su akması ve müminleri çöl<br />
ortasında bu suyu içerek hayatta kalma mucizesi.<br />
kavuşması.<br />
384. Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû<br />
Penc engüşti lûle-i lü’lü’<br />
385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡<br />
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡<br />
Telmih unsuru: Hz. Yâkub’un uzun bir ayrılıktan sonra oğlu Hz. Yûsuf’a<br />
451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb<br />
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb<br />
Telmih unsuru: İsrailoğulları peygamberlerinden olduğu rivâyet edilen Danyâl,<br />
Hz. Âdem’in hikmet sırlarını sakladığı kuyudan hikmeti çıkarmıştır. Onun için<br />
edebiyatta hikmet sembolü olarak kullanılır.<br />
977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı<br />
Fet√ ider himmetümle her bâbı<br />
Telmih unsuru: Eflâtun, Aristo’nun hocası ve Sokrat’ın öğrencisi olan meşhur<br />
Yunanlı filozoftur. Edebiyatta akıl, hikmet ve isabetli görüş timsali olarak söz konusu<br />
edilir.<br />
67
978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn<br />
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn<br />
Telmih unsuru: Hz. Süleyman’ın, üzerinde “İsm-i a’zam” yazılı bir yüzüğü<br />
vardır. Bu yüzüğün taşı kibrit-i ahmerden olup bütün vahşî hayvanlar ve kuşlar bu<br />
yüzük sayesinde ona boyun eğmişlerdir. Bir gün bu yüzük çalınır. Yüzüğü çalan dev,<br />
yüzük tekrar Süleyman’ın eline geçmesin diye onu denize atar. Bir gün Hz. Süleyman<br />
balıkçılardan birine tuttuğu balıkları taşımada yardım eder. Balıkçı da ona bu<br />
yardımının karşılığında para yerine irice bir balık verir. Süleyman da akşam yemek için<br />
balığın karnını açınca kendi yüzüğünü görür. Meğer denize atılan yüzüğü Allah’ın izni<br />
ile bir balık yutup sahibine geri getirmiştir.<br />
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı<br />
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı<br />
600. Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ<br />
La¡l-i engüşteri Süleymânµ<br />
Telmih unsuru: Âb-ı hayat “ölümsüzlük suyu” olarak bilinir. Efsaneye göre<br />
İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğrar. Orada kendisine bir deniz<br />
olduğu, o deniz geçilince üç ay süren karanlıklar ülkesinin başladığı ve bu ülkede âb-ı<br />
hayat olduğu söylenir. İskender, veziri Hızır’ı da yanına alarak denizi geçmiş ve<br />
zulûmât (karanlıklar) ülkesine varır. Bu arada İlyâs da yanlarındadır. İskender’de<br />
karanlıkları aydınlatan iki mücevher (veya bayrak) varmış. Bu mücevherlerden birini<br />
kendi alır diğerini Hızır ve İlyâs’a verir. Hangisi suyu bulursa diğerlerine haber vermek<br />
kaydıyla ayrılırlar. Hızır ve İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını<br />
doyurmak isterler. Hızır yanında getirmiş olduğu balıkları çıkarır ve pınarda elini<br />
yıkarken elinden bir damla suyun balığın üstüne düşmesiyle balık canlanıp suya karışır.<br />
Hızır, bu suyun âb-ı hayat olduğunu anlar ve İlyas’la beraber kana kana içerler. O sırada<br />
bunlara İskender’e bundan bahsetmemeleri için bir emr-i İlâhî gelir. Diğer bir rivayete<br />
göre ise İskender’e haber vermek üzere pınardan ayrılırlar fakat o pınarı tekrar<br />
bulamazlar. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün<br />
ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten<br />
sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır.<br />
68
1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde<br />
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde<br />
1044. Olmışam dâimâ Sikender-der<br />
ªafer oldı baña πa@anfer-fer<br />
Telmih unsuru: Hz. Ali’nin iki uçlu Zü’l-fikâr adıyla anılan kılıcının olması ve<br />
bu kılıçla İslâm uğruna harp etmesi.<br />
29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm<br />
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm<br />
Telmih unsuru: İran mitolojisinde geçen, gücün ve hükümdarlığın sembolü<br />
sayılan kişiler olan “¢ahraman, Behmen, Gûr (Rüstem), Dârâ, Sencer ve Faπfûr”<br />
aşağıdaki beyitte gücün timsali olarak Sultan Üçüncü Murad’ın methinde kullanılmıştır.<br />
Sultan Murad’ın gücü onları kıskandıracak düzeydedir.<br />
sanatıdır.<br />
595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr<br />
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr<br />
Tenâsüp: Şiirde birbirleriyle anlam ilgisi bulunan sözcükleri bir arada kullanma<br />
975. Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ<br />
¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â<br />
996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât<br />
Benem ol rehber-i mesâlik ≠ât<br />
Tensîk: Genellikle sıfatlar olmak üzere şiirde eş veya yakın anlamlı kelime<br />
veya kelime gruplarının art arda sıralanmasıdır.<br />
246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm<br />
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm<br />
247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr<br />
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm<br />
264. Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr<br />
Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr<br />
69
327. Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm<br />
E√ad-ı Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm<br />
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem<br />
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem<br />
Teşbîh: Aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki şeyden zayıf olanın<br />
kuvvetli olana benzetilmesidir. “Beliğ, mufassal, muhtasar, müekked” gibi çeşitleri olan<br />
bu edebî sanatta örnekleri çeşitlerine inmeden vereceğiz.<br />
Gülşen-i Efkâr’da teşbihin en sık karşımıza çıktığı benzetmelerden biri<br />
harflerle ilgilidir. 92 Bu harfler “Besmele”, Sultan “Murad”, “Gülşen-i Efkâr” gibi<br />
methiye yazılan sözcükleri oluşturan harflerden ibarettir. Bu harfler amaca uygun<br />
benzetmelerle kullanılmışlardır. Örneğin Sultan Murad’dan bahsedilirken savaş<br />
aletlerine, besmeleden bahsedilirken dinî-tasavvufî unsurlara, hazan veya bahar tasviri<br />
yapılırken de çiçek, ağaç, su (kevser) vb. unsurlara benzetilirler. Bu harfler ve<br />
benzetildiği varlıklar koyu karakterle verilmiştir.<br />
“Besmele”den bahsedilirken (bâ, sin, mim, lâm, elif):<br />
12. No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ<br />
Merkezidür devâir-i felegüñ<br />
14. Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür<br />
Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür<br />
20. Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm<br />
‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm<br />
23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür<br />
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür<br />
22. Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a…<br />
Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra…<br />
Sultan Murad’dan bahsedilirken (mim, ra, elif, dal):<br />
603. Mµmi düşmen başına bir şeşper<br />
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer<br />
92 Divan şiirinde harf benzetmeleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Harf<br />
Simgeciliği, Hece Yay., Ankara 2003.<br />
70
604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd<br />
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd<br />
Hazan ve bahar mevsiminden bahsedilen sebeb-i nazm bölümünde Şânî<br />
“Gülşen-i Efkâr”ı överken onun her harfini hazan, bahar ve cennetle ilgili<br />
benzetmelerde kullanır:<br />
756. Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür<br />
◊âları πonce-i letâfetdür<br />
757. Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem<br />
~adı anda şukûfe-i bâdem<br />
758. Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â<br />
Râları …add «amîde serv-i §afâ<br />
759. ¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür<br />
Mimi ser-çeşme-i müdevverdür<br />
Hâtime bölümünde Şânî, bilgisizlerin, anlayışı kıt olanların bu eseri<br />
ayıplamasını doğru bulmaz ve onlara beddua eder. Harf benzetmeleri de bu bedduaya<br />
uygun bir anlam kazanır:<br />
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar<br />
Kâşif-i remz olan ricâl añlar<br />
1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ<br />
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ<br />
1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi<br />
Dâs olup ¡ömrini kese lâmı<br />
1711. Elifi ola gözine gönder<br />
Dâlı dal ide …âmetin çenber<br />
1712. Tµşe ola başına her cµmi<br />
Da«ı gürz-i girân ola mµmi<br />
1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ<br />
¢atline râsı ola «ançer ü yâ<br />
71
örnekleyebiliriz:<br />
Harf benzetmeleri dışında yapılan teşbihlerden birkaçını da şöyle<br />
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
214. Âyine …ıldı gerçi insânı<br />
Arada perde itdi imkânı<br />
732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ<br />
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ<br />
966. Cümlesine delµl-i râhem ben<br />
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben<br />
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt<br />
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt<br />
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur<br />
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur<br />
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ<br />
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ<br />
Divan edebiyatında aşk konulu şiirlerde sevgili serviye, güle; âşık bülbüle<br />
benzetilir. Ancak Gülşen-i Efkâr’da Gülşen tasviri yapılırken bunun tam tersi bir durum<br />
söz konusudur. Bu durum dinî tasavvufî bir metin olmasıyla açıklanabilir. Sözü edilen<br />
sevgili “Allah” olunca zayıf ve benzeyen unsur olarak kullanılması söz konusu olmaz.<br />
Esas olan âşık ve mâşuktur, teşbihde de güçlü olan unsurlar onlardır:<br />
795. Zenah-ı dilber idi her elma<br />
Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva<br />
1082. Servler anda dilber-i mevzûn<br />
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn<br />
72
Teşhîs: İnsana özgü davranış ve hareketleri insan dışı varlık veya kavramlara<br />
yüklemektir. İntâk bahsinde de belirttiğimiz gibi Gülşen-i Efkâr başlı başına bir teşhis<br />
örneğidir. Hikâyenin ana kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlardır. O yüzden ana<br />
kahramanlar dışında yapılan teşhis örneklerinden seçmeye çalıştık. Kişileştirilen<br />
varlıklar koyu karakterle gösterilmiştir:<br />
620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh<br />
Münhezim …ıldı anı «ink-i şâh<br />
749. Sünbül-i ter olur perîşân-√âl<br />
Dehr elinden semen olur pâ-mâl<br />
735. Dâmen-i πonce pür olup lâlâ<br />
Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ<br />
730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd<br />
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd<br />
Tezâd: Aynı nokta üzerine taalluk eden iki zıt kelimenin veya kelime<br />
grubunun bir arada kullanılmasıdır.<br />
254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ<br />
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ…<br />
260. Cümle fey≥-i irâdetinden olur<br />
◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr<br />
267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl<br />
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr<br />
302. Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ<br />
Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ<br />
730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd<br />
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd<br />
991. Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr<br />
Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr<br />
1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda<br />
»ançer ü tîr-i lu†f yanumda<br />
73
3.2. Anlatıcı<br />
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ<br />
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ<br />
Anlatıcı, tahkiyevî anlatımda olayı veya durumu anlatan, açıklayan, yorum<br />
yapan kişidir. Anlatıcı bazen yazarın doğrudan kendisi, bazen de kahramanlardan<br />
biridir.<br />
Mesnevilerin “Giriş” ve “Hatime” bölümleri genelde olay anlatımına dayalı<br />
olmadığı için şair kendi düşüncelerini genellikle geniş zaman çekimiyle bir genellik<br />
ifade edecek şekilde dile getirir. Anlatıcı, şairdir. Gülşen-i Efkâr’ın aşağıda yer alan<br />
beyitleri Şânî’nin “besmele” hakkındaki düşüncelerini yansıtır:<br />
1. Ufu…-ı canda nûr-ı bismi’llâh<br />
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh<br />
2. Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri<br />
Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri<br />
3. Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm<br />
Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm<br />
4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl<br />
Gider anuñla yola ibn-i sebµl<br />
5. Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd<br />
Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd<br />
6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ<br />
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ<br />
Bazen “Giriş” bölümünde yer alan manzumelerde olay anlatımı söz konusu<br />
olabilir. Bu durumda anlatıcı, kahramanların düşüncelerini ve duygularını hisseden,<br />
heyecanlarını okuyucuya anlatan hâkim anlatıcıya dönüşür. Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş”<br />
bölümünde yer alan ve miraç hadisesinin anlatıldığı beyitlerde anlatıcının bakış açısı<br />
tahkiyevî anlatıma uygun şekildedir. Hz. Peygamber’in fiziksel tasviri, anlatıcının<br />
teşbihlerle süslediği ve kendi bakış açısını okuyucuya hissettirdiği örneklerdendir:<br />
418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr<br />
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr<br />
74
419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân<br />
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân<br />
420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ<br />
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ<br />
446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş<br />
Pâyına düşdi ol zavallı güneş<br />
Mesnevinin ana hikâye kısmını hâkim anlatıcı (her şeyi gören, duyan, bilen,<br />
hisseden, anlayan anlatıcı) tahkiye eder. Bu bölümlerde anlatıcının, kahramanların ne<br />
hissettiklerini gördüğü, ne düşündüklerini anladığı ve okuyucuya aktardığı görülür.<br />
Aşağıdaki beyitlerde rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerinden sonra dört kahramanın nasıl bir<br />
ruh hali içinde olduklarını hâkim anlatıcı şöyle dile getirilir:<br />
1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√<br />
Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√<br />
1662. Pendi anlara eyledi te’&µr<br />
Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr<br />
1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr<br />
Her biri oldı zübde-i ebrâr<br />
1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ<br />
Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî<br />
1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende<br />
Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda<br />
1666. Aldılar cümle bûy-ı rû√u’llâh<br />
Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh<br />
Anlatıcı “didi, bildürdi vb.” yüklemlerle sözü kahramanın kendisine verir.<br />
Kahramanın 1. kişi çekimiyle yaptığı konuşmalar anlatıcının bir iç cümlesi halini alır.<br />
Sonraki beyitlerde kahramanın konuşmaları yine “didi” yüklemine bağlanır. Kahraman<br />
konuşurken hâkim anlatıcının anlatılana bir müdahalesi görülmez:<br />
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum<br />
Âftâb-ı cihânidür ba«tum<br />
75
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet<br />
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet<br />
Anlatıcı sözü kahramana vermeden önce çoğu zaman kişi tasviri özelliği<br />
gösteren bir tanıtım, mekân ve zamana ilişkin ön bilgileri verir. Bu bilgileri verirken<br />
edebî bir dil kullanır. Aşağıdaki beyitler hikâye kahramanlarından devletin, söz aldığı<br />
bölümün girişidir. Son beyitte sözü devlet alır:<br />
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr<br />
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr<br />
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân<br />
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân<br />
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng<br />
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng<br />
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm<br />
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm<br />
1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh<br />
◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh<br />
1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr<br />
Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr<br />
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum<br />
Âftâb-ı cihânidür ba«tum<br />
Anlatıcı, kahramanların konuşmalarına müdahale etmez, doğru veya yanlış gibi<br />
tespitlerde bulunmaz. Doğruluk veya yanlışlığın farkına kahramanlar varır. Rûh-ı pür-<br />
hikmetin nasihatiyle eksikliklerinin farkına varan kahramanlar rûh-ı pür-hikmete şöyle<br />
seslenir:<br />
1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ<br />
Seyl-i kibri dµdeden sildüñ<br />
Anlatıcı kahramanların konuşmalarına müdahale etmez; ancak mesnevinin son<br />
bölümünde bir öğretmen edasına bürünür. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatlerini doğrulayan<br />
bir özet yapar. Bu durum, rûh-ı pür hikmetin aslında hâkim anlatıcının mesajını veren<br />
76
kişi olduğunu gösterir. Şânî, okuyucuya mesajı net bir şekilde kendi ağzından da<br />
vermek niyetindedir:<br />
1667. Buldı her biri devlet-i sermed<br />
Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed<br />
1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil<br />
Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl<br />
1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib<br />
Bir mükemmel vücûda ol râπıb<br />
1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ<br />
Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ<br />
1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol<br />
¢albüñi bir nefesde şâd ide ol<br />
Hâkim anlatıcı ana hikâyenin son bölümü dışında kahramanların birbirleriyle<br />
ilgili yaptıkları tenkitlere müdahil olmaz. Kahramanlar hakkındaki övgü veya yergiyi<br />
yine kahramanlara söyletir. İlim, kendi vasıflarını dile getirdikten sonra ilmin konuştuğu<br />
bölüm sona erer. Hâkim anlatıcının ilmin söylediklerine bir tenkidi söz konusu değildir:<br />
984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ<br />
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ<br />
985. ±ât-ı pâküm mücerrede minvâl<br />
◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl<br />
986. Olmayan …albi §âf-âyine<br />
Na@ar itmez cemâlüm ayına<br />
987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı<br />
Âyinede ider temâşâyı<br />
988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm<br />
~ub√ olınca kelâmını itmâm<br />
989. Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√<br />
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√<br />
Gülşen-i Efkâr’da tartışmanın taraflarına hakemlik eden ve eksikliklerini<br />
gösteren, onlara nasihatler eden rûh-ı pür-hikmetin dışında tenkid etme vasfına haiz<br />
77
aşka bir kahraman yoktur. Kahramanların eksikliklerini gören, bu eksiklikleri gösteren<br />
tek kahraman mürşit perspektifi çizilen rûh-ı pür-hikmettir. Diğer kahramanlar sadece<br />
kendi vasıflarına ilişkin methiyeler dizerler.<br />
Anlatıcının kendisiyle ya da Gülşen-i Efkâr’la ilgili istekleri ve dilekleri, eserin<br />
ana hikâye kısmının dışında kalır. Münacat kısmı ve Şânî’nin okuyucudan<br />
beklediklerini dile getirdiği hatime kısmı dilek, istek ve emir cümlelerinin ağırlıklı<br />
olarak kullanıldığı bölümleri içerir:<br />
362. Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe<br />
∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe<br />
363. Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur<br />
Dilde †ûl-i emelleri ço…dur<br />
368. Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle<br />
¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle<br />
369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı<br />
Aña med√ ü &enâya irgür anı<br />
367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e<br />
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e<br />
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo…-durur senden özge ∏affârı<br />
Yukarıda verdiğimiz bilgi ve örnekleri şöyle özetleyebiliriz: Gülşen-i Efkâr’da<br />
umumiyetle hâkim bakış açısıyla anlatımın yapıldığı görülür. Ancak sık sık bakış<br />
açısının kahramanlara bırakıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu durum özellikle<br />
kahramanların kendi hallerinin açığa vurulduğu durumlarda öne çıkar. Bu tür<br />
anlatımlar, mesneviyi zengin ve renkli kılmış, monoton bir aktarım olmaktan<br />
kurtarmıştır. Şânî, anlatımın genelinde olduğu gibi, sözü kahramana teslim etmeden<br />
önce zaman, mekân ve tasvir kısımlarında müdahil konumdadır. Sonra sözü kahramanın<br />
kendisine bırakır.<br />
Edebiyatta sanatçının ele aldığı konuyu olduğu gibi sunmayı hedeflemesi<br />
estetik yapıya zarar verir. Çünkü sanatta esas olan “doğru” değil “güzel” anlatımdır. Bu<br />
nedenle de sanatçının amacı, çağrışım ve hayalle iletişimin kurulmasını estetik bir<br />
şekilde sağlamaktır. Şânî’nin bu çeşitliliği yakalama çabası gözden kaçmaz. Anlatımda<br />
78
araya girmeler, ara paragraflarla mesajı dıştan desteklemeler oldukça az yer alır ki, bu<br />
tutum Şânî’nin kahramanla okuyucu arasına girmek istememesiyle açıklanabilir.<br />
Bununla birlikte anlatıcıdan beklenen hikmetli tavır Gülşen-i Efkâr’da kahramanın<br />
bizzat kendisine yüklenir. Anlatıcı, karakteri tanımlayıp, onu açığa çıkarırken devreye<br />
girer. Bu aşama aşama şekillenen ortaya çıkış, en fazla yorumlarla belirir. Sonra<br />
karaktere izafe ettiği düşünceleri aktarırken, zaman özeti yaparken, mekân tasvirlerinde<br />
netleşir.<br />
3.3. Anlatım Teknikleri<br />
Mesnevilerin ana bölümleri olay anlatımına dayalı hikâyelerden oluşur. Divan<br />
edebiyatında olay anlatımında kullanılan anlatım şekline “tahkiyevî anlatım” adı verilir.<br />
Bu anlatımda olayı yaşayan kahramanlar, olayın yaşandığı mekân ve olayın zamanı<br />
önemli hususiyetler olarak karşımıza çıkar. Alegori, tasvir, münazara gibi kendine özgü<br />
anlatım özellikleri taşıyan yöntemler genellikle tahkiyevî özellik taşıyan eserlerde<br />
karşımıza çıkarlar. Soyut kavramların somutlaştırılarak anlatıldığı mesnevilerde alegori,<br />
en az iki karşı görüşün çatıştığı mesnevilerde münazara, hikâye edilen olayın mekânına<br />
ve kahramanlarına ilişkin fiziksel ve ruhsal ayrıntılardan bahsedilen mesnevilerde ise<br />
tasvirin ağır bastığı görülür. Gülşen-i Efkâr her üç özelliğe de sahip olan bir mesnevidir.<br />
Bu sebeple Gülşen-i Efkâr’ı, tahkiyevî anlatımın yanı sıra alegori, münazara ve tasvir<br />
başlıkları altında değerlendireceğiz.<br />
3.3.1. Alegori<br />
Dolaylı anlatım denildiğinde aklımıza gelen ilk yöntem alegoridir. Bilindiği<br />
üzere alegori (istiare-i temsiliyye) bir duyguyu, bir düşünceyi, bir kavramı ya da bir<br />
varlığı başka bir varlık ya da nesneyle somutlaştırarak anlatmadır. Mecaz, istiare ve<br />
teşhis sanatları alegorinin temelini oluşturur. 93 Bir yapıtta alegoriye sınırlı olarak<br />
başvurulabileceği gibi yapıtın bütünü de alegorik olabilir. 94<br />
Alegori, bir eserin tümünde belirli bir olay örgüsü içinde kullanılmış olabilir<br />
veya kısmen bazı bölümlerde karşımıza çıkabilir. Alegorinin kısmen kullanıldığı<br />
93 Alegorinin bu ve diğer özellikleri için bkz. Berat Açıl, Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser:<br />
Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış doktora tezi),<br />
İstanbul 2010, s. 173-180.<br />
94 Atilla Özkırımlı, Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay., İstanbul,<br />
1991, s.12.<br />
79
mesnevileri “alegorik bir eser” olarak nitelendirmek yerinde olmayacaktır. Alegori,<br />
belirli bir kurgu çerçevesinde mesnevinin bütününe hâkim olmalıdır. Bir eserde<br />
istiarenin çok kullanılması veya kahraman adlarının istiareli bir şekilde belirlenmesi, o<br />
eserin alegorik sayılması için yeterli değildir. Bir hikâyenin alegorik olabilmesi için<br />
kahramanların ve diğer varlıkların adlarının yanı sıra, hikâyedeki olayın da istiareli bir<br />
şekilde kurgulanması gerekir. Alegorik bir eserde okuyucu, zevkini, hikâyenin ikiz<br />
manasının birbiriyle olan bağlantılarını keşfetmekten alır. 95 Nitekim Gülşen-i Efkâr’ın<br />
da tamamında soyut kavramların kişileştirilip birer hikâye kahramanı olarak belirli bir<br />
olay örgüsü etrafında toplandığını söyleyebiliriz. Çünkü Gülşen-i Efkâr’da hem ana<br />
kahramanlar kişileştirilen soyut kavramlardır (akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî, rûh-<br />
ı pür-hikmet) hem de “seyahat” olayıyla kurgulanan olay aslında manevî bir yolculuğu<br />
(seyr-i sülûk) anlatmaktadır. Bu seyahat esnasında varılan yerler de somutlaştırılarak<br />
anlatılan makamlardır. Bu açıklamaya göre Gülşen-i Efkâr’ın alegorik bir eser olduğu<br />
sonucuna varabiliriz.<br />
Yukarıda verdiğimiz açıklamaları en güzel örnekleyen bölümlerden biri dört<br />
kahramanın (akıl, ilim, hilm ve devlet) seyahate çıkıp marifet şehrine ulaşmaları ve bu<br />
şehirdeki en yüksek yer olan kubbe-i mevhibete varmalarının anlatıldığı bölümdür.<br />
Masalımsı bir havada anlatılan bölümde bu dört kahraman, altın renkli<br />
kanatları olan şahbazın sırtında çölü aşarak -güzelliklerinin cennet benzetmesi etrafında<br />
anlatıldığı- marifet şehrine varırlar. Marifet şehri adından da anlaşılacağı üzere<br />
tasavvufta “şeriat, tarikat, marifet, hakikat” dörtlemesinde üçüncü makamdır. Kubbe-i<br />
mevhibet ise marifet şehrindeki en yüce mevkidir ki burada rûh-ı pür-hikmet makam<br />
sahibidir, şehrin vâlisi olarak tanıtılır. Marifet şehrinin vâlisi istiaresi de ruh-ı pür-<br />
hikmetin kutbü’l-aktâb olabileceği izlenimini vermektedir.<br />
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per<br />
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer<br />
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi<br />
Dâne-i erzeni πıdâ itdi<br />
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi<br />
Cânib-i şar…a irti√âl itdi<br />
95 Menderes Coşkun, “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve<br />
Alegori”, Bilig, Yaz-2006, S. 38, s.64-65.<br />
80
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn<br />
Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn<br />
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm<br />
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm<br />
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ<br />
Diyüben eyledi …amu seferi<br />
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler<br />
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler<br />
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya<br />
‰urdılar anda hep temâşâya<br />
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına<br />
‰âir-i sidre müntehâsına<br />
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ<br />
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ<br />
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a<br />
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a<br />
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber<br />
Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher<br />
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz<br />
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz<br />
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr<br />
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr<br />
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn<br />
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn<br />
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ<br />
Anda ezhârı keşti-i πarrâ<br />
1082. Servler anda dilber-i mevzûn<br />
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn<br />
1083. Nâz itse hezâra πonceleri<br />
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ<br />
(...)<br />
81
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur<br />
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur<br />
(...)<br />
1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı<br />
¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı<br />
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret<br />
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet<br />
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur<br />
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur<br />
1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân<br />
Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân<br />
1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz<br />
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz<br />
1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum<br />
Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum<br />
(…)<br />
Sefer ya da seyahat, tasavvuf düşüncesinin önemli sembollerindendir. Çünkü<br />
sûfiler, varlık âlemine çıkan insanı kemale doğru götüren gidişi bir sefer gibi<br />
düşünmüşlerdir. Onlara göre bu sefer, türlü sıkıntıları da içinde barındıran, sıkıntılı,<br />
fakat sürekli bir gidiştir. Seferin sonu ise birlik ve esenliktir. Mutasavvıfların<br />
dünyasındaki bu felsefe, tasavvufî muhtevalı mesnevilere de değişik kurgularla<br />
yansımıştır. Tasavvufta, kişinin İlâhî aşk yolunda ilerlemesi için, kitap ve sünnet ilmine<br />
vakıf olan bir şeyhin önderliğinde hareket etmesi öngörülür. Şeyh, Allah’a ulaşma<br />
gayretinde olan müride, bu amaca ulaşmasında himmet elini uzatan kişidir. O, tarikat<br />
terbiyesi içinde büyük bir yaptırım gücüne sahiptir. 96<br />
Gülşen-i Efkâr’da seyahat sonunda ulaşılan marifet şehrinde, şehrin vâlisi olan<br />
rûh-ı pür-hikmet şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânî tarafından tanıtılırken “mürşit”<br />
tiplemesi çizilir:<br />
96 Ahmet Doğan, “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım” Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1,<br />
2004, s. 91.<br />
82
1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ<br />
Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı<br />
1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin<br />
Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn<br />
1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût<br />
¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût<br />
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ<br />
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ<br />
1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin<br />
Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 97<br />
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez<br />
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez<br />
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur<br />
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur<br />
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…<br />
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al…<br />
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur<br />
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur<br />
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur<br />
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur<br />
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…<br />
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…<br />
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür<br />
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür<br />
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur<br />
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur<br />
Şani, çeşitli teşbih, istiare ve mecazlarla alegorik anlatıma örnekler verir.<br />
Aşağıdaki beyitte insan-ı kâmil anlatılırken “şehr-i ¡âli” benzetmesi yapılır:<br />
97 Beyitin anlamı: Nuruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35.<br />
âyetten iktibastır.<br />
83
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
İnsan-ı kâmilin, kemâle ermenin anlatıldığı tasavvufî eserlerde “şehir” istiaresi<br />
sık kullanılır. Şehrin kültürel gelişimde önemli yerinin olması, cehaletten uzaklaşılması,<br />
kalabalık bir ortamda beraber yaşamanın gerekliliği gibi özellikler bu istiarenin<br />
kullanılmasında önemli bir çıkış noktası olabilir.<br />
Aşağıdaki beyitlerde teşbih, istiare ve çeşitli mecazlarla alegorik bir anlatımın<br />
ön plana çıktığı sezilir. İnsanın yaratılışı konusu ele alınır. Yaratılanın mükemmelliği<br />
karşısında yaratanın sırlarına vakıf olanların “mühendis” istiaresiyle anlatıldığı görülür.<br />
Bu kusursuzluğu gören mühendisler bu mükemmellik karşısında hayrete düşmüşlerdir.<br />
Hayrete düşmek bilindiği üzere tasavvufta ayrı bir anlam ifade eder. Gönül gözünün<br />
açılması ve gönül gözüyle görülenlerin kişiyi hayrete düşürmesi “insan-ı kâmil” olma<br />
vasıflarından biri olarak kabul edilir. İnsanın bacakları gümüşten sütunlara, omuzları<br />
kemere (tâk), giysisi perdeye (serâdikat) benzetilerek anlatılır:<br />
97. Anda cümle mühendisân √ayrân<br />
İki sµmµn sütûnda itdi revân<br />
98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ<br />
¢ıldı miskµn serâdi…ât aña<br />
İnsan gövdesi yine sütuna benzetilirken bu gövdenin en üstüne yerleştirilen<br />
baş kısmı gevher-i pür-nûr istiaresiyle anlatılır:<br />
99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr<br />
Üstine …odı gevher-i pür-nûr<br />
İnsan vücûdu haneye benzetilince bu hanede ikamet edenlerin özelliklerine<br />
geçilir. Bu vücutta ikamet edenlerden akıl baştadır ve insanın aydınlanması için onun<br />
ışık saçıcı özelliğine ihtiyacı vardır. Ruh ise bu ikamet yerinde padişah benzetmesiyle<br />
ilişkilendirilir. Böylelikle karşımıza bir saray istiaresi çıkar. Sarayda padişahın<br />
hizmetkârları anlatılmaya başlanır. İnsan vücudunda ruhun padişah olduğu ve ikamet<br />
edenler arasında en değerli ve yetkin kişi olduğu ima edilir. Akıl, ruhun veziri; ilim,<br />
hikmet sahibi bilge kişisi (veya doktoru); hilm ise edeb öğretenidir:<br />
84
100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ<br />
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
Gönül gözünün açılması için o gözdeki toz ve pasın silinmesi gerekir. Bu toz<br />
ve pasın “nefis” kavramını sembolize etmesi tasavvufî şiirlerde sık kullanılan bir<br />
motiftir. Nefis insan gözünün değil de gönül gözünün önündeki perdedir. Bu perde<br />
kalkmadıkça doğruları görmek mümkün olmayacaktır. Aşağıdaki beyitte de aslî olanın<br />
görülememesi, maddî olanın görülmesi “nakş-ı gayrî” istiaresiyle anlatılır. Gönül<br />
gözünün önündeki perde nakışlıdır ve bu nakışlar o perde kalkmadığı sürece insanın aslî<br />
olanı görmesini engelleyecektir:<br />
110. Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden<br />
Görine tâ ki anda vech-i √asen<br />
İnsan gövdesinin kafese benzetilmesi divan şiirinde çok kullanılan<br />
istiarelerden biridir. Nitekim bu kafesin içindeki bülbül de candır, ruhtur. Bu kafesin<br />
açılması hikmet eliyle mümkündür. Canın kafesten çıkması ölüm temini değil, tensel<br />
arzuların, nefsin elinden kurtulma olarak değerlendirilmelidir:<br />
126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ<br />
Göremez verdin ol gülistânuñ<br />
127. Ger …ılursañ o gülşene hevesi<br />
Dest-i himmetle pârele …afesi<br />
Bu kafesten kurtulmak için aşka ihtiyaç vardır ve bu aşkı bulmada ona bir<br />
mürşit gereklidir. Mürşidin himmeti onun kafesten kurtulmasına, cennet bahçesinde<br />
özgürce kanat çırpmasına vesile olacaktır:<br />
128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it<br />
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it<br />
85
129. Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol<br />
Himmetiyle anuñ ser-firâz ol<br />
130. ¢alma bu yolda baş-ıla câna<br />
Seri …o âstân-ı pµrâna<br />
Aşağıdaki beyitler de alegorik anlatımın öne çıktığı beyitler arasında yer alır.<br />
Atasözü sayılabilecek türden nasihat verici ifadeler de dolaylı anlatıma verilebilecek<br />
örnekler arasında yer alır. “Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” benzeri<br />
ifadeler aşağıdaki beyitlerde de görülmektedir. Bir şeyi anlayabilmek için belirli bir<br />
birikime, olgunluğa erişmek gerekir. Bu olgunluğa erişmek için de bu yoldan geçmiş<br />
olanların (mürşit) yardımına ihtiyaç duyulur. “Denizden bir damla, okyanusu idrak<br />
edemez, küçük bir karınca Süleyman’ın sırrına vakıf olamaz, akıl kuşu evreni göremez,<br />
sinek ankâyı anlayamaz, onun gördüklerini idrak edemez.” türünden teşbih ve istiareler<br />
asıl anlatılanın altındaki manayı işaret ederler:<br />
138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı<br />
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı<br />
143. Sâlike lµk mürşid-i kâmil<br />
Gösterür gerçi rûşenâ menzil<br />
Gülşen-i Efkâr yukarıda verdiğimiz bilgiler bağlamında değerlendirildiğinde<br />
alegorik bir mesnevidir. Alegori ana hikâyenin tamamına hâkimdir. Eserin kahramanları<br />
olan “akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve rûh-ı pür-hikmet” kişileştirilmiş soyut<br />
kavramlardır. Bu kavramların münazarası şeklinde kurgulanan eserde, tasavvufî seyr-i<br />
sülûk kavramı konu edilir. İnsan-ı kâmil olma yolunda girişilen bu mücadelenin<br />
zorlukları, eserde mürşidin temsilcisi olarak görülen rûh-ı pür-hikmet aracılığıyla onun<br />
müritleri sayabileceğimiz akıl, ilim, hilm ve devlete anlatılır. Münazarada mürit<br />
niteliğindeki dört kahramanın üstünlük mücadelesi dikkati çeker. Bu üstünlük<br />
vasıflarını hakem olarak değerlendirebileceğimiz rûh-ı pür-hikmete açarlar. O da onlara<br />
86
çeşitli nasihatler ederek eksik yanlarını ortaya koyar. Müridler de eksikliklerinin farkına<br />
vararak rûh-ı pür-hikmete intisab ederler.<br />
Eserin tamamına bakıldığında tasavvufî bir aşk hikâyesi olduğunu söylemek<br />
mümkün değildir. Tarikata yeni giren müritlerin vazgeçmesi gereken niteliklerin<br />
öğretici bir edayla dile getirilmesi eserin bir aşk hikâyesinden çok didaktik bir mesnevi<br />
olmasını sağlamıştır.<br />
Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümü diyebileceğimiz -ana konunun dışında kalan-<br />
beyitlerde şairin öğreticilik gayesi ön plana çıkar. Aslında “Giriş” bölümünün, ana<br />
hikâyeye başlamak ve hikâyedeki alegoriyi doğru anlamak için gerekli bilgileri içeren<br />
bölüm olduğu söylenmelidir. Burada amaç bilgi vermek olduğundan anlatımın daha<br />
kuru olduğu bölümler daha fazladır. Nitekim tevhit anlayışını anlatan aşağıdaki bölüm<br />
kuru bir tariften, tanımdan ileri giden bir edebîliğe sahip değildir. Bu tarife göre tevhit;<br />
ilmî, aynî ve hakikî olmak üzere üç mertebeden oluşur. İlim sahibi akılla hareket eder.<br />
Aynî tevhitte ise esas olan vicdana kulak vermektir, Hakk’a vicdan vasıtasıyla ulaşılır.<br />
Aynî tevhit de zât, sıfat ve ef’âl olmak üzere üçe ayrılır:<br />
149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd<br />
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd<br />
150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm<br />
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm<br />
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl<br />
152. ~â√ibü’l-¡ayn olan üli’l-eb§âr<br />
◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr<br />
153. Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez<br />
Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez<br />
163. Yine ¡aynµ de üç merâtibdür<br />
İrişür aña her ki †âlibdür<br />
164. Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât<br />
Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât<br />
165. Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc<br />
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc<br />
87
166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür<br />
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür<br />
Alegorik metinlerde çok anlamlılık ve müphemiyet en önemli hususiyetler<br />
arasındadır. Ancak Gülşen-i Efkâr’da bu söylenenlerin her ikisine de rastlanırken<br />
müphemiyet şairin açıklamalarıyla ortadan kaldırılmaya çalışılır. Eserin “Giriş”<br />
bölümünde yer alan metinlerde ana hikâyeye konu edilen kahramanlarla (akıl, ilim,<br />
hilm, rûh vd.) ilgili bilgilere yer verilir. Bunun amacı da kahramanların özelliklerinin<br />
bilinerek anlatılandan neyin kastedildiğini okuyucunun anlamasını sağlamaktır. Bu<br />
durum şairin okuyucuya mesajı doğru iletme kaygısından kaynaklanmaktadır.<br />
Aşağıdaki beyit Gülşen-i Efkâr’ın “Giriş” bölümünde yer alan “Tevhid” kısmından<br />
alınmıştır. İlmî tevhid ve aynî tevhidden bahseden şair, aynî tevhidin daha üstün<br />
olduğunu dile getirirken ilmî tevhidin taklitten ibaret olduğu mesajını verir. Böylelikle<br />
ana kahramanlardan biri olan “ilim”in olumsuz yönlerini ana hikâyeyi okumadan ön<br />
bilgi olarak sunar:<br />
¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR<br />
154. Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i<br />
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ<br />
155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd<br />
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd<br />
156. ±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm<br />
Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm<br />
157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr<br />
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr<br />
158. Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı<br />
Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı<br />
159. Yine olmasa ehl-i ta…lµde<br />
İntibâh-ı la†µf-i tev√µde<br />
160. Mu¡teberdür egerçi µmânı<br />
Bulamaz lµk √âl-i vicdânı<br />
88
161. Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi<br />
Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi<br />
162. ¢oma …albüñde perde-i pindâr<br />
Görine anda şâhid-i dµdâr<br />
İç çatışma (genelde iyilik ve kötülük arasında cereyan eder), arayış (bu genelde<br />
bir yolculuk olur), metinlerarasılık (şairin aynı metnin bir diğer bölümüne veya daha<br />
önceki metinlerine ya da başka metinlere gönderme yapması şeklinde görülür), tenasüp<br />
ve zaman dışılık (müphemiyetin bir unsuru olarak değerlendirilebilir) gibi özellikler de<br />
alegorik eserlerde dikkat çeken unsurlar arasında yer alır. 98<br />
Genelde iyilikle kötülük, doğru ile yanlış arasında cereyan eden iç çatışma<br />
Gülşen-i Efkâr’da görülmez. Çatışma daha çok kahramanlar arasında gerçekleşir. Kimin<br />
haklı olduğunu, kimin üstün olduğunu tartışan kahramanlar kendi üstünlüklerini iddia<br />
ederler. Bir kahraman kendi içinde iyi-kötü muhasebesine girişmez. Sadece hikâye<br />
sonunda rûh-ı pür-hikmetin onları ikna etmesi sonucu eksikliklerini kabul ederler. Bu<br />
durum iyi-kötü çatışmasından çok doğru-yanlış muhasebesinde doğruyu bir başkası<br />
yardımıyla bulmaları şeklinde görülür. Aşağıdaki beyitler rûh-ı pür-hikmetin dört<br />
kahramanı (akıl, ilim, hilm, devlet) ikna ettiği ve kahramanların doğruyu kabul ettikleri<br />
bölümden alıntıdır:<br />
98 Açıl, agt, s. 173-180.<br />
1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb<br />
Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb<br />
1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf<br />
Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf<br />
1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş<br />
Oldı bülbül gibi …amusı «amûş<br />
1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân<br />
Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân<br />
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara<br />
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire<br />
89
1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi<br />
Bildi her biri √ikmet-i Rabbi<br />
1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân<br />
Dilleri oldı gün gibi tâbân<br />
Arayış, alegorik ve tasavvufî mesnevilere zemin oluşturan yolculuk istiaresidir.<br />
Sûfi bir arayış içindedir ve bu yolculuk, hedefe ulaşılana dek devam edecektir. Bu<br />
yolculuk tabiî ki maddî yolculuktan ziyade manevîdir. Gülşen-i Efkâr’da da<br />
kahramanlar sorularına cevap verecek kişiyi bulmak üzere yolculuğa çıkarlar. Bu<br />
yolculuk boyunca maddî güzellikleri içeren tasvirlere yer verilir. Ancak bu tasvirlerin<br />
temelinde “cennet” teşbihi veya istiaresi eksik olmaz. Dolayısıyla şair maddeyi<br />
gösterirken manevî olanı da hissettirir. Böylelikle yolculuğun manevî bir iklime doğru<br />
olduğu izlenimini güçlendirir:<br />
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur<br />
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur<br />
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey<br />
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy<br />
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın<br />
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın<br />
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı<br />
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı<br />
Metinlerarasılık divan şiirinde âyet ve hadislere iktibas, telmih veya daha önce<br />
yazılmış eser ya da kahramanları hatırlatmaktan ibarettir. Gülşen-i Efkâr’da da bu<br />
türden hatırlatmalar sık yapılır. Bunun amacı söyleneni daha inandırıcı kılmak, anlam<br />
ilgisi kurarak benzetmelerden faydalanmak, din veya tarikat büyüğünü anmak vb.<br />
sebeplerdir. Aşağıda bu türden telmih, hadis ve âyetlere yapılan göndermelerden<br />
bazıları sunulmuştur: 99<br />
99 Daha fazla örnek için “Din ve Tasavvuf” başlığı altındaki âyet ve hadislere; “Edebî Sanatlar” başlığı<br />
altındaki “Telmih” alt başlığına bakınız.<br />
90
771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur<br />
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur<br />
978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn<br />
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn<br />
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ<br />
Diyüben eyledi …amu seferi<br />
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…<br />
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli…<br />
Tenasüp sanatı ve zaman dışılık da alegorik eserlerin temel özellikleri arasında<br />
yer alır. Zaman dışılık ana hikâyede geçen zamanın belirsiz olmasıdır. Gülşen-i<br />
Efkâr’da olayın cereyan ettiği belirli bir süre vardır. Ancak belirli bir tarih<br />
verilmemiştir. Sadece olay veya durum anındaki “gece, sabah, gündüz” gibi günün<br />
belirli saatlerine ilişkin ayrıntılara yer verilmiştir:<br />
828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb<br />
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep<br />
953. Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr<br />
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr<br />
3.3.2. Münazara<br />
Sözlükte “bakmak, düşünmek” anlamındaki nazar kökünden türeyen ve<br />
“karşılıklı olarak bakmak, birlikte düşünmek” mânâsına gelen münazara kelimesi, terim<br />
olarak gerçeğin bilinmesine yönelik tartışmaların yöntem ve kurallarını araştırıp<br />
belirleyen ilmî disiplini ifade eder. Kur’an’da münazara kelimesi geçmemekle birlikte<br />
nazar kökünden türeyen bazı fiillerle düşünmenin temel bilgi kaynakları arasında yer<br />
aldığına dikkat çekilmiş, fikrî tartışma ise “cedel” kavramı ile ifade edilmiştir. 100<br />
Arap dilinde münazara yanında muhavere, muaraza, mücadele, müfahere,<br />
münafere ve mümarat gibi yakın anlamlı birçok kelime kullanılmaktadır. Bunlar<br />
“muhavere” başlığı altında yer alan türlerdir. Aralarında bazı anlam farklarının<br />
bulunduğu bu kelimelerin çoğu Kur’an’da yer almaktadır. Arap edebiyatında “zıt veya<br />
farklı unsurların üstünlüklerinin karşılaştırıldığı edebî tür” şeklinde tanımlanır. Arap<br />
100 Köksal, “Münazara”, TDVİA, C. 31, s. 576.<br />
91
edebiyatında münazara türünün Cahiliye dönemine kadar götürülebildiği kaynakların<br />
verdiği bilgiler arasındadır. 101<br />
İran edebiyatında çok erken dönemlerde Pehlevî diliyle kaleme alınmış olan<br />
bazı dinî konulu metinlerde Zerdüştî din adamlarının kendi dinlerinin üstünlüklerini<br />
savunmak için başka dinlerin mensuplarıyla yaptıkları münazaralara rastlanmaktadır.<br />
İslâmî dönem İran edebiyatında manzum ve mensur eserlerde sıkça rastlanan türün<br />
manzum ilk örnekleri Esedî-i Tusî’ye aittir (öl. H.465 / M.1073). Onun “zemîn ü âsmân,<br />
şeb ü rûz, mug u Müselman, nîze vü kemân, Arab u Acem” münazaraları Fars<br />
edebiyatında büyük etki yapmış, ondan sonra gelen şairler kendisini taklit ederek<br />
münazara kalıbında şiirler yazmıştır. 102<br />
XI. yüzyıldan itibaren münazaralar mesnevilere girmiş, başta tasavvuf olmak<br />
üzere çeşitli konuları açıklamak için kullanılmıştır. Mesnevi şeklinde olanların bir kısmı<br />
müstakil olarak, önemli bir kısmı da bir eser içinde bir veya birkaç bölüm halinde<br />
yazılmıştır. Mesnevi biçiminde yazılmış en eski münazara Nizamî-i Gencevî’nin<br />
Hüsrev ü Şirin’indeki Hüsrev ü Ferhad münazarası ile İskendername’sindeki Çin ve<br />
Rum ressamları arasındaki münazaradır. 103 Ancak Akad ve Sümer edebiyatlarından beri<br />
var olagelen ancak mesnevi biçiminde yazılmamış münazaraların varlığı<br />
bilinmektedir. 104<br />
Münazara hem klâsik Türk edebiyatında hem Türk halk şiirinde esaslı bir<br />
gelenek oluşturmuştur. Tamamı “münazara” üst başlığı altında toplanabilecek, dış yapı<br />
ve muhteva bakımından belirli bir tertip göstermeyen, tek ortak yönü karşılıklı tartışma<br />
olan bu eserlerin bir edebî tür olmaktan çok bir tarz olarak adlandırılması daha isabetli<br />
görünmektedir. 105<br />
Dîvânu Lûgâti’t-Türk’ün çeşitli yerlerinde bulunan otuz beş dörtlükten ibaret<br />
bahar ile kışın münazarası bu tarzın Türk edebiyatında çok eskiye dayandığını<br />
düşündürmektedir. Nitekim M. Fuad Köprülü, Arap ve İran edebiyatlarındaki münazara<br />
tarzının Türk halk edebiyatının tesiriyle doğduğunu, aslen Türk olan ilk İran şairleri<br />
vasıtasıyla İran edebiyatına ve ardından Arapça yazan Horasan şairleri kanalıyla Arap<br />
edebiyatına intikal ettiğini ileri sürmüştür. Orhan Şaik Gökyay da Arap edebiyatında<br />
101 Köksal,, agm, s. 577.<br />
102 Köksal,, agm, s. 579.<br />
103 Köksal, agm, s. 579.<br />
104 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Aça vd., Başlangıçtan Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil<br />
Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul 2009, s. 370.<br />
105 Köksal, agm, s. 579.<br />
92
münazarayı ilk kullanan şair Abbas b. Ahnef’in Horasanlı olmasının bunu teyit eden bir<br />
husus gibi görülebileceğine işaret eder. 106<br />
Agâh Sırrı Levend münazarayı mizahî eserler, ahlâkî-hikemî-tasavvufî eserler<br />
ve sanatkârane bir üsluba zemin olan konuları ihtiva eden münazaralar olmak üzere üç<br />
grupta değerlendirmektedir. 107<br />
Münazaralar yazılış şekillerine göre de a) Müstakil bir eser hâlindeki<br />
münazaralar (Münâzara-i Gül ü Mül, Münâzara-i Bahâr u Şitâ, Beng ü Bâde vb.)<br />
b) Özellikle mesnevilerde ve bazı manzum-mensur eserler içinde bölümler veya müstakil<br />
şiirler halinde yer alan münazaralar (Ahmedî’nin İskendername’sinin başındaki “Şem<br />
ile Micmer”, “Şem ile Pervane”; Şemseddin Sivasî’nin Mevlid’indeki “Âsmân u<br />
Zemîn”) c) Karşılıklı konuşma tarzında kaleme alınmış kısa şiirler (Divan şiirinde de<br />
rastlanan “dedim-dedi”li şiirlerin örnekleri arasında 108 Mecmûatü’n-Nezâir’deki on<br />
kadar gazele dikkat etmek gerekir. Bu tarz şiirler mesnevilerde de görülmektedir.) 109<br />
olmak üzere üç grup altında toplanabilir:<br />
Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar ise şu gruplara<br />
ayrılır: a) Kahramanları insan olan münazaralar (Rind-zahid, tabip-müneccim, zengin-<br />
fakir, kız-oğlan vb.), b) Kahramanları hayvan olan münazaralar (Papağan-karga, kedi-<br />
fare vb.), c) Kahramanları cansız varlıklar olan alegorik mahiyetteki münazaralar<br />
(Çiçekler, mevsimler, keyif vericiler, silahlar, çalgı aletleri vb.), d) Mücerred<br />
kavramların münazaraları (Devlet-akıl, akıl-aşk, gençlik-ihtiyarlık vb.), e) Değişik<br />
unsurların münazaraları (Kalem-gönül, kalem-kılıç, dil-ağız, zülf-tarak vb.).<br />
Çoğunlukla iki kişi veya kavram arasındaki münazaralar yanında Derviş<br />
Şemseddin’in Deh Murg mesnevisindeki baykuş, karga, tûtî, akbaba, bülbül gibi on adet<br />
kuş ve Ahmedî’nin Cemşid ü Hurşîd’indeki gül-bülbül-lâle-nergis-benefşe-serv-sûsen<br />
gibi ikiden fazla unsurun birbirine karşı üstünlüklerini ortaya koymak üzere yaptıkları<br />
münazaralara da rastlanmaktadır.<br />
XV. yüzyıl şairlerinden Mehmed’in Işknâme’sinde yer alan “Münazara-i<br />
Mürgân be-Ahvâl-i Hîş Zârî-kerden” başlıklı kısımlar münazaradan çok karşılıklı<br />
106 Köksal, agm, s. 580.<br />
107 A. Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1984, s. 536.<br />
108 Dilek Batislam, “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak BirSöyleyiş Biçimi(Mürâca'a-<br />
Dedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara 2000, s. 201-211)<br />
109 Köksal, agm, s. 576.<br />
93
konuşmaya dayalı bölümler halindedir. Mesnevi şairlerinin bir fırsatını bulup eserlerini<br />
münazaralarla süslemelerinin adeta bir gelenek halini aldığı söylenebilir. 110<br />
Münazaralar, tartışma temeline dayandığı için bu tür eserlerde en az iki zıt<br />
varlık (karşı güç) ya da kavramın çatışması söz konusudur. Diyaloglar bu tür eserlerde<br />
önemli bir anlatım özelliğidir. Şairler, belirli bir kurgu dâhiline tarafları tartıştırır. Bu<br />
tartışmaya zemin olan mekânlar, kişiler ve eşyalar da tasvirî anlatımın ön plana çıktığı<br />
bölümler olarak dikkat çeker. Sanatlı anlatımın en yoğun olduğu bölümler de aslında bu<br />
bölümlerdir. Tartışma tarafları delil getirme, şahit gösterme, açıklama, örnek verme,<br />
hadis ve âyetlerden faydalanma gibi yollara başvurur. 111<br />
Münazara ve Eski Türk edebiyatındaki münazaraya ilişkin temel bilgilerden<br />
sonra Gülşen-i Efkâr’ın sözü edilen sınıflamalardan hangilerine girebileceğiyle ilgili şu<br />
bilgileri verebiliriz:<br />
Münazara edilen bölümlerin başlıklarında daima “…nın …. ile<br />
münazarasıdır…” gibi münazara kelimesinin mutlaka kullanıldığı cümleler<br />
görülmektedir. Yani Arap edebiyatında münazaranın yanında kullanılan muhavere,<br />
muaraza, mücadele, müfahere, münafere ve mümârât gibi kelimeler Gülşen-i Efkâr’da<br />
kullanılmamıştır.<br />
Karşılıklı konuşmaların hepsi “münazara” başlığıyla verilmemiştir.<br />
Tartışmadan ziyade kendi halinin beyanı söz konusuysa sadece “ …beyân olunur,<br />
…tahrîr olunur vb.” ifadeler kullanılmıştır. Bu durum sanatçının tartışmaya dayalı<br />
anlatımla karşılıklı konuşmalardaki hal tasvirlerini ayırt ettiğini ve sadece tartışmanın<br />
ön plana çıktığı kısımlara münazara adını verdiğini göstermektedir. Münazara ile ilgili<br />
“bazı şairlerin karşılıklı konuşmalardan oluşan ve herhangi bir tartışmanın olmadığı<br />
bölümlere de münazara adını verdiği” bilgisini yukarıda vermiştik. Larendeli Şânî’nin<br />
bu grubun dışında yer aldığını ve karşılıklı konuşmalara münazara adını vermediğini<br />
söyleyebiliriz. Aşağıdaki beyitler, “ilim”in kendi faziletlerini “rûh-ı pür-hikmet”e<br />
anlattığı bölümden alıntıdır. Başlıkta “münazara” sözcüğü kullanılmamıştır. 112 Ayrıca<br />
“ilim” kendi söylediklerini ispatlamak için hadisten de yararlanmıştır:<br />
1381. Evvelâ didi nûr-ı bismillah<br />
Yüzümi rûşen eyledi çün mâh<br />
110 Köksal, agm, s. 576.<br />
111 Mehmet Aça vd., age, s. 372<br />
112 Aşağıdaki başlık altında tartışmaya dayalı beyitler olmadığını görmek için beyitlerin tümüne<br />
bakılmalıdır. Bunun için metin kısmından sözünü ettiğimiz bölümün tüm beyitlerine bakınız.<br />
94
1382. Nûrum ile ≥iyâlanur her şey<br />
±âtum ile …adr bulur her √ayy<br />
1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ<br />
Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 113<br />
1384. Dil-i âdem durur gehî va†anum<br />
Lev√-i ma«fûz durur gehî sekenüm<br />
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem<br />
Eyledi kendüye beni ma√rem<br />
(…)<br />
1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl<br />
Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl<br />
1406. Kim buyurmış durur Resûlu’llah<br />
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh<br />
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men<br />
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men<br />
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullah 114<br />
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn<br />
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn<br />
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem<br />
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem<br />
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler<br />
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler<br />
1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr<br />
Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr<br />
1411. Beni bir kimse itse istihzâ<br />
Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ<br />
1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr<br />
¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr<br />
113 Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; evrenler karanlıklar içinde kalırdı.<br />
114 Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah<br />
onun bedenini cehenneme haram kılar.<br />
95
1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ<br />
Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı<br />
1414. Şehr-i yâr üstine benüm √ükkâm<br />
Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm<br />
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «â…anem<br />
Enbiyâ’ya delµl ü bürhânem<br />
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer<br />
Âsitân-ı sa¡âdetüm bekler<br />
1417. ◊â§ılı cümlesinden â¡lâyem<br />
Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem<br />
1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm<br />
Eyledi rû√a cümleten i¡lâm<br />
Gülşen-i Efkâr’da tartışma taraflarının itirazları ayrıca “itiraz-ı …” olarak<br />
adlandırılmıştır. Yani her iddianın ardında o iddiaya getirilen itirazlar ayrıca<br />
bölümlenmiştir. Ancak dikkat çekici hususlardan biri de itirazı daima -bir bakıma<br />
hakem sayabileceğimiz- “rûh-ı pür-hikmet” yapmaktadır. Dolayısıyla itiraz<br />
bölümlerinde konuşan ve üstünlük iddiasında bulunan kahramanların eksikliklerini dile<br />
getiren kişi “rûh-ı pür-hikmet”tir. Üstünlük iddiasındaki kahramanlar “ben üstünüm<br />
çünkü…” şeklinde açıklamalarla yetinmişler “sen üstün olamazsın çünkü…” türünden<br />
itirazlara girişmemişlerdir. Bu durum üstünlük iddiasındaki kahramanların “diğerini<br />
eleştirme” yetisine sahip olmadıklarını düşündürmeye yönelik bilinçli bir tercih olabilir.<br />
İlim, vasıflarını hadislerle ispat ederken “rûh-ı pür-hikmet” de ona hadisle cevap verir.<br />
Aşağıdaki beyitler, “rûh-ı pür-hikmet”in “ilim”in söylediklerine itiraz ettiği bölümden<br />
alıntıdır:<br />
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√<br />
Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√<br />
1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins<br />
Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds<br />
96
1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer<br />
Nice cevher kevâkib-i enver<br />
1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn<br />
Görmedüñ √od-perestlik ile ya…µn<br />
1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz<br />
Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz<br />
1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür<br />
Cesedüñde √ased mürekkebdür<br />
1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ<br />
∏ayrıyı istemezsin ola sühâ<br />
1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased<br />
Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed<br />
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar<br />
Göremez rûy-ı cennet-i enver<br />
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş<br />
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş<br />
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk<br />
Menzilini ider anuñ eflâk<br />
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ<br />
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ<br />
Kâle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men<br />
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llahu” §ada…a Resûlullâh 115<br />
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr<br />
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr<br />
115 Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir.<br />
Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam<br />
buyurdular ki: "Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder<br />
(alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir<br />
derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i<br />
safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235)<br />
§ada…a Resûlullâh : §ada…a Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok.<br />
97
1432. Yüzi yirde olmaπ ile enhâruñ<br />
Âb-ı rûyı durur çemen-zâruñ<br />
1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr<br />
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr<br />
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ<br />
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ<br />
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine<br />
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine<br />
1436. Virse mir’âtına kiber kederi<br />
Rû-yı ma…sûda idemez na@arı<br />
Münazaralar yazılış şekillerine göre üç grupta toplayan Agah Sırrı Levend’in<br />
tasnifine göre 116 Gülşen-i Efkâr “müstakil bir eser halindeki münazaralar” sınıfına dahil<br />
edilebilir. Çünkü mesnevinin ana konusu bir tartışma ve bu tartışmada hakem<br />
sayabileceğimiz bilge kişi vardır. Ana bölümün tamamında bu tartışma devam<br />
etmektedir. Sadece birkaç bölümden ibaret münazaralara yer veren bir mesnevi<br />
olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.<br />
Kahramanları (tartışmanın tarafları) bakımından münazaralar tasnifinde ise<br />
Gülşen-i Efkâr’ın “mücerred kavramların münazaraları” sınıfında yer aldığı kesindir.<br />
Akıl, ilim, hilm, devlet, hikmet gibi mücerred kavramların kahraman olması bu sınıfa<br />
dâhil olması için yeterlidir.<br />
Gülşen- Efkâr bu özellikleriyle Yusuf Has Hâcib’in yazdığı Kutadgu Bilig ile<br />
büyük benzerlikler gösterir. Kutadgu Bilig’in kahramanlarının da soyut kavramların<br />
kişileştirilmesi yoluyla oluşturulması, didaktik bir nitelik taşıması, alegorik bir eser<br />
olarak değerlendirilmesi Gülşen-i Efkâr’la aralarındaki ortak nitelikleri gösterir. Ancak<br />
Kutadgu Bilig’de tasavvufî bakış açısı söz konusu değildir.<br />
3.3.3. Tasvir<br />
Tasvir; bir ortamı, olayı, varlığı, imgeyi veya kavramı özel niteliklerini<br />
canlandıracak biçimde yazı ya da sözle anlatma olarak tanımlanabilir. Günümüzde<br />
betimleme adıyla Türkçeleştirilen tasvir kavramının Eski Türk Edebiyatında kişi, olay,<br />
yer ve zaman unsurlarının ön plana çıktığı mesnevi veya kaside biçimleriyle yazılan<br />
116 A. Sırrı Levend, age, s. 536.<br />
98
sergüzeştnâme, bahariyye, şitaiyye vb. türlerde çok sık kullanılan bir anlatım yöntemi<br />
olduğu söylenebilir.<br />
Konumuz bir mesnevi olduğundan mesnevilerin tasvirî anlatım içeren<br />
bölümleri üzerine birkaç söz söyledikten ve mesnevilerde tasvir geleneğinin nasıl<br />
olduğunu ortaya koyduktan sonra Gülşen-i Efkâr’daki tasvirleri bu gelenek<br />
çerçevesinde değerlendirmek yerinde olacaktır.<br />
Bilindiği üzere mesneviler olay veya durum anlatımına dayalı türler arasında<br />
yer alır ve kendi içinde bağımsız sayılabilecek iki ana bölümden oluşur. Bu<br />
bölümlerden ilki mesnevinin yazılış amacı olan ana konuyla doğrudan herhangi bir bağı<br />
olmayan tevhid, münacat, çehar-yâr-ı güzin, medhiye, bahariyye, şitaiyye, sebeb-i telif<br />
gibi birbirinden bağımsız bölümlerden oluşur. Mesnevinin ana bölümü diyeceğimiz<br />
ikinci bölümde ise mesnevinin asıl yazılış nedeni olan hikâyenin anlatımına geçilir.<br />
Genellikle âgâz-ı dastân, veya âgâz-ı hikâyet başlıklarıyla girilen bu bölüm de kendi<br />
içinde alt başlıklarla tanzim edilir. Bu alt başlıklar o bölümde anlatılanın niteliğine göre<br />
şekillenir. Gülşen- Efkâr’da da “~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü<br />
DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL<br />
OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR” ve<br />
“SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ<br />
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR” gibi başlıklar bu başlıkların altında nelerin<br />
anlatıldığını özetler niteliktedir.<br />
Ana bölümde zikredilen alt başlıklarda tasvir kavramının gelenekte farklı<br />
adlarla kullanıldığı dikkati çeker. Tasvir için sıfat, vasf, tavsif kelimelerinin de<br />
kullanıldığı görülür. 117 Gülşen-i Efkâr’da “¢ALB-İ DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I<br />
RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR / ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I EŞRÂFIDUR Kİ<br />
±İKR OLINUR / RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ<br />
VA~FIDUR BEYÂN OLINUR” gibi başlıklarda “vasf, evsâf” kelimeleri tercih<br />
edilirken “ … TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR / »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI<br />
117 Tavsif, Arapça v,s,f harflerinden tef’îl vezninde türetilmiş bir kelime olup vasıflarını ve sıfatlarını zikr<br />
edip saymak (Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, s. 451) anlamında sadece Farsça ve Türkçede<br />
kullanılmıştır. Arapçada bu kelimenin yerine daha çok vasf kullanılmıştır. “Vasf” ve “sıfat” müterâdif<br />
kelimeler olup aslında mastar durumunda bulundukları halde nahivciler tarafından bir şeyi sıfatlamak<br />
(=tavsif) mânâsında isim olarak kullanılmıştır (Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İstanbul 1305, C. II, s.<br />
855). Sıfatın bir de “nesnenin zatına bağlı olan ve onunla bilindiği emâre” anlamı vardır (Şentürk 2002:<br />
s. 12).<br />
99
TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR / ~IFAT-I ŞEB …” başlıklarında ise “ta’rîf, sıfat”<br />
kelimeleri kullanılmıştır.<br />
Divan muhtevası içerisinde şiiri zenginleştirmek, ifadeye zemin hazırlamak<br />
vb. yönlerden ele alınan edebî tasvirlerin mesnevi muhtevasında çok daha farklı<br />
fonksiyonları mevcuttur. Mesnevi planında gerekli yerlere dağılacak şekilde<br />
yerleştirilen bu tasvirler eserin monotonluğunu gideren, onu tezyin edip renklendiren en<br />
mühim parçalardır. Mesnevi şairi şiirindeki maharet ve ustalığını bu tasvirlerde ortaya<br />
koyar, eserini de bu tasvirler sayesinde renklendirip etkili hâle sokar. Nitekim Nizamî,<br />
Leyla ile Mecnun mesnevisinin Sebeb-i Telif-i Kitâb faslında hikâyenin kupkuru çölde<br />
geçen kederli bir aşk hikâyesi olduğundan, tasvire elverişli bağ ve şarap meclisi<br />
bulunmadığından dem vurarak o güne kadar bu efsanevî aşk hikâyesini yazamadığını<br />
söylemektedir. Gerçekten de Nizamî, hikâyesinde tasvir edilebilecek her güzelliği<br />
(Leyla’nın güzelliği, gezintiye çıktığı bahçe vb.) fırsat bilip bunları en ince ve renkli<br />
tasvirlerle anlatmaya gayret göstermiştir. 118<br />
Mesnevilerimizdeki tasvirleri tavır ve üslupları bakımından idealist tasvirler ve<br />
realist tasvirler olmak üzere iki başlıkta tespit etmek mümkündür. İdealist tasvirler<br />
olağanüstü mekân, insan ve eşyanın tasavvurlarından kaynaklanarak gelişen tasvirlerdir.<br />
Bu tasvirlerde hayal unsuru ön plandadır. Realist tasvirler ise daha çok didaktik amaçla<br />
kaleme alınan eserlerde başvurulan ve gerçekte var olan nesneleri, olayları, kişileri,<br />
zamanı olduğu gibi anlatan tasvirlerdir ki edebî eserlerde pek başvurulan bir tür<br />
değildir. Mesneviler gelenekte idealist tasvirlere yer verirken, realist tasvirlerin Ahmed<br />
Fakih’in Evsâf-ı Mesâcid’inde ve mahallileşme akımı temayülünden sonra yazılan bazı<br />
eserlerde karşımıza çıktığı görülür. 119 Buna ek olarak Evliya Çelebi’nin<br />
Seyahatname’si, sefaretnameler vb. mensur türlerde eserin yazılış amacına bağlı olarak<br />
sık görüldüğü söylenebilir.<br />
Tasvirler ayrıca anlatılan varlık veya kavrama göre de sınıflandırılabilir. Bu<br />
sınıflamada kişi tasvirleri, mekân tasvirleri, olay tasvirleri, zaman tasvirleri vb.<br />
maddeler bulunabilir. Bu sınıflama da yine kendi içinde iç mekân tasvirleri, dış mekân<br />
tasvirleri; kişinin ruhsal tasviri, biçimsel tasviri vb. adlar altında bölümlenebilir. Tüm<br />
bunların dışında bir de imaj tasvirleri adını verebileceğimiz birtakım kalıplaşmış<br />
118 Ahmet Atilla Şentürk, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî<br />
Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul 2002, s. 39.<br />
119 Şentürk, age, s. 45-46.<br />
100
ifadeler vardır ki divan edebiyatında bu türden tasvirlere sık başvurulur. Örneğin<br />
“rehberlik, yol göstericilik, aydınlatıcılık” gibi özellikler tasvir edilirken “güneş, ay,<br />
şem’(mum) vb.” varlıklar anlatılmak istenen özelliğin imajı niteliğindedir. Mekânlar<br />
tasvir edilirken de “cennet, kevser vb.” gibi imajlara sık başvurulur. Bu imajlar aslında<br />
tasvirlerin edebî yönünü teşkil eder. Telmih, teşbih, teşhis, istiare, hüsn-i ta’lil sanatları<br />
bu imajların oluşmasında temel teşkil eder. Bu imajların orijinalliği yani imajlarda<br />
geleneğin dışına çıkılabilmesi oranında da şairin gücü değerlendirilir.<br />
Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu mesnevîler arasında yer alır. Gerek<br />
kişiler gerekse mekânlar hayâlîdir. Mesnevide kahramanlar, kişileştirilen soyut<br />
kavramlardan oluşur. Bu sebeple de kişilerin fizikî tasvirlerine yer verilmez. Çünkü<br />
kahramanlar konuşma yetenekleri ve insanî kimi arzulara, yani nefse sahip olmaları<br />
bakımından teşhis edilir. Mekân anlatımları ise süslü ve sanatlı anlatımın en çok<br />
başvurulduğu, bir bakıma sanatçının sanat gücünü gösterdiği en önemli tasvir bölümleri<br />
arasında yer alır. Tasvir edilen mekânın subjektifliği oranında anlatımın zenginleştiğine,<br />
mecazların yoğunlaştığına tanık oluruz. Örneğin gerçekte bulunan bir şehir olan<br />
Lârende tasvir edilirken şairi sınırlayan gerçek Lârende’nin görünümü söz konusuyken<br />
hayâlî bir şehir olan “şehr-i marifet”in anlatımında şairin yaratıcılığına bağlı bir şehir<br />
tasvir edilir. Anlatımda sanatlar ve mecazlar yoğunlaşır. Ancak bu tespitten gerçek bir<br />
yerin tasvirinde mecazlara başvurulmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Sadece hayâlî bir<br />
yerin tasvirinde mecazların çok daha yoğun bir şekilde kullanılması dikkate değer bir<br />
durumdur.<br />
Gülşen-i Efkâr’daki kişi ve mekân tasvirleriyle ilgili tespitlere ve örnek<br />
beyitlere aşağıdaki alt başlıklarda yer verildiğinden burada ayrıca örnek vermeye gerek<br />
duyulmamıştır.<br />
3.3.3.1. Kişi Tasvirleri<br />
Gülşen-i Efkâr’ın kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar olduğundan<br />
tasvirlerde fiziksel özellikler değil, ruhsal özellikler ağır basar. Kahramanların<br />
karakteristik özellikleri bizzat kahramanların ağzından verilir. Ancak bu özellikler<br />
kahramanların bakış açısındaki eksikliği göstermesi bakımından önemlidir.<br />
Kahramanların kendilerine bakış açıları münazara şeklinde bir tartışmayla, diğer<br />
kahraman veya kahramanların bu özelliklere veya bu özelliklerin yetersizliğine<br />
itirazlarıyla devam eder. Kişilerin kendi eksikliklerini görememesi, diğerlerinden üstün<br />
101
olduğu iddiasında bulunması tasavvuf yolunda bir mürşide neden ihtiyaç duyulduğu<br />
sorusunun bir cevabı niteliğindedir. Böylece mürşit onlara eksiklerini gösterir ve doğru<br />
yola sevk eder.<br />
Gülşen-i Efkâr’da kişileştirilen ana kahramanlar olan “akıl, ilim, hilm ve<br />
devlet” kendi vasıflarını dile getirirken övgü dolu karakter tasvirleri yapar. Rûh-ı pür-<br />
hikmet ise bu karakterlerin eksiklerini söyleyip onlara nasihat ederken bir mürşit<br />
edasındadır. Bu yönüyle kişiye dışarıdan bakan, yergiyi; içeriden bakan, yani kendini<br />
anlatan kişi ise övgüyü ön plana çıkarır.<br />
Tasvirlerde edebî sanatlara sık başvurulur. Bunun temel sebebinin<br />
mesnevilerde sanatlı anlatıma en elverişli bölümlerin tasvirler olduğunu belirtmiştik.<br />
Aşağıdaki beyitler akıl, ilim, hilm ve devlet arasındaki münazarada aklın kendini tavsif<br />
ettiği bölümden alıntıdır.<br />
Aşağıdaki beyitte akıl, kendini inci (dür) veya nûra benzetirken benzetmedeki<br />
asıl amacının “değerlilik” olduğu görülür. Benzetmede somut varlıklar (dür) soyut<br />
kavramlarla (musaffa) terkip yapılırken, anlamın da soyuta (değerli olmaya) kayarak<br />
mecazlaştığı görülür:<br />
855. Didi kim ben dür-i mu§affâyam<br />
Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam<br />
Akıl, âlemi sedefe benzetince kendini de bu sedefin cevherine benzetir. İnci<br />
benzetmesi bu beyitte de vardır. Kendi yüceliğini ve değerini vurgular. Her iki beyitte<br />
de inci benzetmesine dayalı bir tenasüp ilişkisi söz konusudur: dür-nûr-pâkize, musaffâ-<br />
muallâ; cevher-ziyâ-sadef-dür-güher:<br />
856. Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster<br />
~adef-i ¡âlem içre dürr ü Güher<br />
Aşağıdaki beyitte de kendi vasıflarını öven akıl, kendini Hz. Musa’ya<br />
benzeterek telmih yaparken Tûr-Mûsâ-mazhar-tecellâ sözleriyle tenasüp ilgisi kurar:<br />
860. ‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam<br />
Rûz u şeb ma@har-ı tecellâyam<br />
102
Akıl, kendini “Tâ’ir-i kuds”un yani Cebrâil’in kanadı olarak görür ve kendisi<br />
olmasa Cebrâil’in uçamayacağını dile getirir. Bu durumda yine kendi vasıflarını<br />
anlatırken telmih, teşbih ve istiare gibi sanatlara başvurur:<br />
861. ‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr<br />
¢anadumla uçar benüm her bâr<br />
Akıl, diğer beyitlerde de kendisinin nûrla kuşanmış olduğunu, dünya<br />
düzeninin ve dinin kendi varlığıyla ayakta durduğunu, sırlara vâkıf olmanın kendisiyle<br />
mümkün olabileceğini dile getirir:<br />
862. ±ât-ı pâküm durur benüm pür-nûr<br />
Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr<br />
863. ¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla<br />
Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla<br />
864. ◊allolur sırrı bende her sü«anüñ<br />
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ<br />
865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb<br />
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb<br />
866. ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ<br />
~an yanında sühâ durur …amerüñ<br />
867. Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf<br />
◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf<br />
Aşağıdaki beyitte de insan bedenini bir tekkeye benzeterek bu tekkenin pirinin<br />
kendisi olduğunu dile getirir:<br />
868. »ân…âh-ı bedende bir pîrem<br />
Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem<br />
Akıl; ilim, hilm ve devlete hizmetinde pek çok müridi olduğunu, bu müritlerin<br />
hünerli kişiler olduğunu dile getirerek kendi üstünlüğünü onlara ispatlamaya çalışır:<br />
869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var<br />
◊idmetümde niçe ferîdüm var<br />
103
870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür<br />
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür<br />
Yukarıdaki beyitler incelendiğinde aklın kendini tavsif ederken başta teşhis,<br />
kapalı istiare olmak üzere teşbih, telmih gibi sanatlara başvurduğu görülür. Ancak bu<br />
teşbih ve istiarelerde benzetme yönü, fiziksel özellikler değil, benzetilen varlık veya<br />
kavramın temsil ettiği mecazî niteliklerdir. Örneğin “»ân…âh-ı bedende bir pîrim”<br />
mısraında beden, akıl için bir ikamet yeri olarak görülürken bu ikamet yerinde akıl,<br />
“pir”e benzetilir. “Pir” teşbihinde benzetme yönünü fiziksel nitelikler değil, pirin sahip<br />
olduğu saygı görme, ehil olma, yetkili olma, yönetme vb. vasıflar oluşturur.<br />
Yukarıya alınmayan diğer beyitlerde de akıl, kendi yönetiminde olan “sem’<br />
(işitme), basar (görme), şemm (koklama), zevk (tatma), lems (dokunma), hiss (duygu),<br />
hayâl, vehm, hafıza ve mutasarrıf özelliklerini övüyor ve bunlar sayesinde tüm sırlara<br />
ulaşabildiğini dile getirir.<br />
Aşağıdaki beyitlerde kahramanlardan ilim, üstünlüğünü dile getirirken<br />
vasıflarını kendi ağzından anlatır. Aklın kendi vasıflarını dile getirdiği ilk beyitteki gibi<br />
ilim de kendi vasıflarını dile getirirken dür (inci) benzetmesini kullanır:<br />
959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem<br />
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem<br />
Bilgisinin derya gibi olduğunu belirterek aklın kendini vasfederken kullandığı<br />
dür-i musaffâyam tamlamasına ilim de başvurur:<br />
960. Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem<br />
Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam<br />
Arş minberlerinin vaaz vereni ve dinleyenlere safa bahşeden kürsünün öğüt<br />
vericisi olarak kendi vasıflarını dile getirir:<br />
961. Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem<br />
Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem<br />
Maddî âlemin sırlarına vakıf olan ârif ve manevî âlemin hazinelerini bulan<br />
kâşif olduğunu belirtir. Ayrıca, ufuklar şehrinin en şöhretlisi ve o şehri nûruyla güneş<br />
gibi aydınlatan kişisi olarak kendini vasfeder.<br />
104
962. ¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ<br />
Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ<br />
963. Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ…<br />
Gün gibi nûrum eyledi işrâ…<br />
İlim, kendini aydınlatıcı, yol gösterici olarak nitelendirirken önceki beyitte nûr<br />
ve güneş benzetmelerinin yanına karanlık gecedeki ay ve mum benzetmelerini de ekler.<br />
Benzetmelerin temelinde “yol göstericilik” yönü ön plana çıkar. Bu yol<br />
göstericiliğinden dolayı ilim, bütün âlimlerin kendisine yöneldiğini dile getirmektedir:<br />
964. Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd<br />
Gösterürem aña †arµ…-i sedâd<br />
966. Cümlesine delµl-i râhem ben<br />
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben<br />
967. ±ât-ı pâküm durur şümû¡-ı Hüdâ<br />
Baña pervânedür …amu ¡ulemâ<br />
Kendisini rehber edinenlerin menzile eriştiğini, edinmeyenlerin ise doğru yolu<br />
bulamadığını vurgular:<br />
968. Eyleyen …adrümi benüm idrâk<br />
Dâimâ menzili olur eflâk<br />
969. Beni kim kendüye @ahµr itdi<br />
Sµne §adrında baña yir itdi<br />
970. Benüm emrüme her kim olmaz râm<br />
Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm<br />
Kalbi ayna gibi temiz olmayanların ilmin cemaline bakmayacağını, mânânın<br />
gerçek yüzünü görmek isteyenlerin ise bu gerçeği o saf aynada görebileceklerini belirtir.<br />
Remzler, sırlar gibi vakıf olunması güç kavramlara kendi aracılığıyla ulaşılabileceğini<br />
söyleyerek sözlerini bitirir:<br />
986. Olmayan …albi §âf-âyine<br />
Na@ar itmez cemâlüm ayına<br />
987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı<br />
Âyinede ider temâşâyı<br />
105
988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm<br />
~ub√ olınca kelâmını itmâm<br />
989. Rûşen olınca ≥av’ ile mi§bâ√<br />
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√<br />
Kişileştirilen soyut kavramların kendi özelliklerini anlatırken kullandıkları<br />
övgü dolu sözler ve bu sözleri söylerken yaptıkları benzetmeler hep aynı temel üzerinde<br />
şekillenir. Bu temele göre “değerli olma, rehber olma, saygı duyulma, peşinden gidilme,<br />
aydınlatıcı ve bilgilendirici olma” gibi nitelikler üzerine “dür, nûr, cevher, şem’, mah”<br />
gibi benzetmelere sık başvurulur. Bu durum üstünlük yarışında kendi üstünlüğünü<br />
savunan diğer iki kahraman “hilm ve devlet” için de geçerlidir. Bu üstünlük<br />
tartışmasında dört kahraman da (akıl, ilim, hilm, devlet) aynı türden benzetmelere<br />
başvurarak kendi özelliklerini anlatırlar.<br />
Yukarıda açıkladığımız benzetme ve niteliklerle kıyaslandığında, aşağıdaki<br />
beyitlerde de yine aynı üstünlük iddiasının klişe benzetmelerle yapıldığı görülmektedir.<br />
Hilmin kendini tavsifinden birkaç örnek de şöyledir:<br />
995. Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil<br />
Benem ol †ab¡-ı pâk ile kâmil<br />
996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât<br />
Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât<br />
1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref<br />
±âtum oldı dür-i √ayâta §adef<br />
1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡<br />
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡<br />
1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum<br />
Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum<br />
Aşağıdaki beyitlerde de devlet kendini anlatırken klişe benzetmelere yer verir.<br />
“Şem’, kanat, nûr, şu¡le vb.” benzetmeler diğer üç kahramanda da ortak teşbih unsurları<br />
olarak göze çarpar. Hepsi kendini “rehber, aydınlatıcı vb.” niteliklerle överken benzer<br />
kavramları kullanırlar:<br />
106
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet<br />
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at<br />
1052. Nûrum ile yanar …anâdil-i ¡arş<br />
Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş<br />
1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr<br />
Râyetüm şu¡lesi felekde yanar<br />
3.3.3.2. Mekân Tasvirleri<br />
Gülşen-i Efkâr’da mekân tasvirleri özellikle üç bölümde ön plana çıkar.<br />
Bunlardan birincisi mesnevinin ana hikâyeye girmeden önceki bölümlerinden Lârende<br />
şehrengizi sayabileceğimiz bölümüdür. Bu bölüm 22 beyitten (b. 629-650) oluşur ve<br />
şairin memleketi olan Lârende’nin tasviri yapılır. Lârende hayâlî bir mekân<br />
olmadığından anlatımda gerçeğe bağlı kalınırken edebî sanatlardan da faydalanılır.<br />
Mekân tasvirlerinin ön plana çıktığı ikinci bölüm ise mesnevilerde klâsikleşmiş olarak<br />
sebeb-i telif bölümünde yapılan (b. 712-769) bahar ve hazan tasvirlerinin bulunduğu<br />
bölümdür ve bu bölüm 58 beyitten ibarettir. Bu bölüm zaman tasviri olarak da<br />
değerlendirilebilir. Çünkü bahar ve hazan mevsimlerinin tabiata etkileri konu edilir.<br />
Yani zaman “etkileyen” konumundadır. Bu ilk iki bölümün ana hikâyenin içeriğiyle<br />
doğrudan bir bağlantısı yoktur. Tasvirlerin ağırlık kazandığı üçüncü bölüm ise ana<br />
hikâyeye mekân olan ve dört kahramanın yolculukları ve bu yolculuğun sonunda<br />
ulaştıkları şehr-i marifet ve kubbe-i mevhibetin detaylı bir şekilde tasvir edildiği yüz<br />
beyitten (b. 1066-1165) oluşan bölümdür.<br />
Mekân tasvirlerinde dikkati en çok çeken iki unsur, benzetmelerdeki fazlalık<br />
ve övülen yerin genellikle cennete, gül bahçesine, sularının kevsere benzetilmesidir.<br />
Kişiler, soyut kavramların kişileştirilmesi yoluyla oluşturulan kavramlar olduğundan<br />
kişi tasvirlerinde fiziksel özelliklere yer verilmezken yer adlarında fiziksel özelliklerin<br />
“cennet” benzetmesi odağında çeşitlendiğini görmekteyiz. Bu cennet gibi mekânda<br />
ikamet edenlerin de cennete yakışır özelliklere sahip olduğu vurgulanır.<br />
Aşağıdaki beyitlerde Lârende’nin yeri belirtilirken “Mülk-i Yûnan” terkibi<br />
kullanılmış. Eski edebiyatta “Diyâr-ı Rûm” terkibi nasıl Anadolu için kullanılan bir<br />
tabirse “Mülk-i Yûnan” da aynı anlamı karşılamak için kullanılan bir tabirdir. Türklerin<br />
107
Anadolu’ya sonradan gelip yerleşmesi sonucu eskiden Rumların elinde olan bu yerler o<br />
dönemde bu tür terkiplerle anılır. Mevlâna’ya “Monlâ-yı Rûm” denmesinin sebebi de<br />
budur. Lârende betimlenirken cennet benzetmesi temelinde şekillenen gülzar, cennet,<br />
behişt, kevser, gülşen gibi sözcüklere sık başvurulur. Fiziksel özellik olarak gül<br />
bahçelerinin, bağlarının, akarsularının güzelliği övülür. Şânî, hemşehrilerini de<br />
anlatırken cennete yakışır kişiler olarak tasvir eder:<br />
631. Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var<br />
Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr<br />
632. ¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı<br />
~ule√â menba¡ ü vefâkânı<br />
633. Adı Lârende’dür o me’vânuñ<br />
Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ<br />
634. Mâ-i cârµleriyle ol kişver<br />
Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver<br />
635. Bâπ u râπı behişt-i enverdür<br />
Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür<br />
636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören<br />
Yire indi §anur nücûm-ı peren<br />
Havasını İsa’nın diriltici nefesine benzeterek telmih yapan şair, Lârende’nin<br />
havasının insanın canına can kattığını, gökyüzünün de insanın ruhunu yücelttiğini<br />
belirtir. Fiziksel özellikler olarak sünbül bahçelerinin içinde bir şehir olduğunu<br />
belirtirken sevgilinin yanağındaki ince tüylere benzetmede bulunur:<br />
637. Rû√-efzâ durur fe≥âsı anuñ<br />
Dem-i ¡İsµ durur hevâsı anuñ<br />
639. Ortaya almış anı sünbül-zâr<br />
Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr<br />
Lârende’deki Beyaz Kale’ye de değinen şair, onun tek ve ulaşılmaz olduğunu<br />
“ankâ” benzetmesiyle dile getirirken fiziksel tasvirde de içinin ay yüzlü güzellerle,<br />
dışının ise sümbüllerle bezenmiş olduğunu belirtir. Daha sonra kalenin fiziksel<br />
108
özelliklerini çeşitli benzetmelerle anlatırken bu kalede yaşayanların özelliklerini de<br />
övgü dolu sözlerle dile getirir:<br />
640. Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â<br />
Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â<br />
641. İçi meh-rûlar ile memlûdur<br />
‰ışı sünbüller ile «oş-bûdur<br />
642. Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr<br />
Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr<br />
643. Cevsa…ınuñ seri simâka irer<br />
¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer<br />
644. Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb<br />
Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb<br />
645. ◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür<br />
Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür<br />
646. İçi memlû cevâmi¡ ü mescid<br />
»ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed<br />
647. Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn<br />
Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin<br />
648. Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ<br />
±ikr ider anda Rabb-i sub√ânı<br />
649. Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd<br />
Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd<br />
650. Bunda ço… ≠û-fünûn-ı ¡âlim olur<br />
Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur<br />
Şairin memleketi olan Lârende (Karaman) böyle anlatılırken mesnevinin ana<br />
bölümünde olayın geçtiği mekân olan “mârifet şehri” ve bu şehirdeki “kubbe-i<br />
mevhibet” adlı yerler maddî değer ve güzellik ifade eden “anber, zîbâ, lü’lü’, cevher,<br />
akçe-nisâr, ezhâr, cennet, uçmag, kevser, gülşen, tûbâ, sünbül, çenâr, enhâr, zümürrüd,<br />
la’l, pirûze vb.” sözcükler kullanılarak çeşitli benzetmelerle tasvir edilir.<br />
109
Mesnevide dört kahraman (ilim, hilm, akıl, devlet) altın kanatlı bir şahbazın<br />
sırtında çıktıkları gece yolculuğunda bir çölü aşarak sabahleyin marifet şehrine (şehr-i<br />
marifet) ulaşırlar:<br />
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per<br />
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer<br />
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi<br />
Dâne-i erzeni πıdâ itdi<br />
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi<br />
Cânib-i şar…a irti√âl itdi<br />
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn<br />
Gösterür √al…a †arz-ı gûnâ-gûn<br />
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm<br />
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm<br />
1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ<br />
Diyüben eyledi …amu seferi<br />
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler<br />
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler<br />
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya<br />
‰urdılar anda hep temâşâya<br />
Marifet şehrinin görünüşte küçük ama içinde barındırdığı zenginlikler<br />
bakımından çok büyük olduğu “arş’ın bile onun yanında küçük bir halka gibi kalacağı”<br />
karşılaştırmasıyla mübalağalı bir şekilde dile getirilirken gönül kuşunun bile marifet<br />
şehrine kadar uçamayacağı, “ta’ir-i sidre” benzetmesiyle anlatılır. Böylelikle marifet<br />
şehrine ulaşmanın güçlüğü vurgulanmış olur:<br />
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına<br />
‰âir-i sidre müntehâsına<br />
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ<br />
Ma¡nide lµk ¡âlem-i kübrâ<br />
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a<br />
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a<br />
110
Marifet şehrinin fiziksel tasvirinde bitki örtüsü önemli yer tutar. Toprak ve<br />
bitkilerin anlatımında teşbih ve teşhis sanatlarıyla zenginleşen üslup, “değerli olma”<br />
ekseninde çeşitlenirken “lü’lü’, cevher, akçe vb.” benzetmeler öne çıkar. Çiçekler ve<br />
ağaçlar ise sevgiliye, parlayan gemiye, gül renkli kadehe benzetilirken gonceler naz<br />
etmesiyle, keklik ise kahkahayla gülmesiyle kişileştirilir. Rüzgâr da anber kokusuyla<br />
boy gösterir:<br />
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber<br />
Rigi lü’lü’ vü †aşları cevher<br />
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz<br />
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz<br />
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr<br />
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr<br />
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn<br />
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn<br />
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ<br />
Anda ezhârı keşti-i πarrâ<br />
1082. Servler anda dilber-i mevzûn<br />
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn<br />
1083. Nâz itse hezâra πonceleri<br />
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ<br />
Marifet şehrinin bir tepenin eteklerinde kurulu olduğu belirtilmeden önce o<br />
tepenin (beyt-i mevhibet) tasviri mübalağalı bir şekilde yapılır. Bu tepe gökyüzü<br />
kubbelerinin dönmesine vesile olan ve bu kubbelerin etrafında döndüğü yer olarak<br />
belirtilir. Nitekim bu tepedeki yedi kule, göğün yedi katını işaret eder. Hakk’ın<br />
vahdetine ulaşmış ve bu nedenle pir gibi uzlete çekilmiş varsayılan bu tepe gökyüzünü<br />
ayakta tutan bir asa olarak tasvir edilmiştir. Bu tepenin etrafını kaplayan yağmur<br />
bulutları şehre gül suyu yağdırmaktadır. Bu yağan gül suyuyla beslenen toprak,<br />
tomurcuklanan çiçekleriyle adeta gökteki yıldızların yeryüzüne indikleri hissini<br />
uyandırmaktadır:<br />
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr<br />
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr<br />
111
1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd<br />
Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd<br />
1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş<br />
Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş<br />
1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ<br />
Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı a¡§â<br />
1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd<br />
Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd<br />
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ<br />
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ<br />
1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr<br />
Gördiler dâmeninde kişver var<br />
Şair, marifet şehrinin önemli mekânlarını yaratıcının kusursuzluğu ve cennet<br />
benzetmesi etrafında şekillendirerek tasvir ederken, tasvirî anlatımın edebî sanatlarla<br />
yoğrulmuş süslü ifadesi devam eder. Şehre “ma…âm-ı ¡Illiyyin” 120 teşbihi yapılırken<br />
şehri çevreleyen sur için “nûr-ı kudret”ten yapıldığı vurgulanıyor. Yine “cennet”<br />
teşbihinden yola çıkılarak cennete ait hususiyetler “behişt, uçmaπ, kevser, ırmaπ vb”<br />
sözcüklerle tenasüp ilişkisiyle dile getiriliyor. Gerek maddî gerekse manevî anlamda<br />
“değerli olma” vurgusu da “berîn, vâlâ, sîm, zerrîn, ¡ulyâ, a¡lâ” sözcükleriyle ifade<br />
ediliyor:<br />
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin<br />
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn<br />
1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî<br />
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ<br />
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…<br />
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok<br />
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt<br />
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt<br />
1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ<br />
Şâmi« ü râsi« ü semâ sµmâ<br />
120 “ma…âm-ı ¡Illiyyin”, cennette en yüksek derecedir. Cenâb-ı Hakk'ın indinde en iyilerin ve kâmillerin<br />
derecesine ve makamına denir.<br />
112
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur<br />
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur<br />
1108. Zindedür anuñ ile cümle şey<br />
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 121<br />
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın<br />
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın<br />
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı<br />
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı<br />
Gülşen tasvirine gelince “cennet-âsâ” teşbihi yine kullanılırken tasvir edilen<br />
fiziksel unsurlar arasında “eşcâr, ezhâr, nesîm, sünbül, dıra«t, çenâr, serv, kumru, cûy,<br />
enhâr, …ubbe” yer alır. Tabiat olarak bir mükemmellik portresi çizilir. Bu<br />
mükemmelliğin ortasında da o mükemmelliği tamamlayan bir kubbe tasviri (beyt-i<br />
mevhibet) yapılır. Bu kubbe, meraklarını gidermek amacıyla yolculuğa çıkan dört<br />
kahramanın akıl danışacakları rûh-ı pür-hikmetin bulunduğu yerdir:<br />
1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen<br />
Nice gülşen cinân gibi rûşen<br />
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur<br />
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur<br />
1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr<br />
¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr<br />
1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend<br />
Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend<br />
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…<br />
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 122<br />
1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde<br />
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde<br />
121 Enbiya suresi 30. âyette geçen bir ibaredir. “ Her şeyi sudan yarattık.” anlamına gelir. Ayet, “İnkâr<br />
edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana<br />
getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” şeklindedir.<br />
122 Anlamı: Yaratıcı olanı (Allah’ı) tesbih ederim.<br />
113
1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr<br />
Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr<br />
1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ<br />
Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ<br />
1119. Örmiş aña mühendis-i …udret<br />
Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket<br />
1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden<br />
¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden<br />
1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ<br />
¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â<br />
1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer<br />
Gökde …avs-ı …uza« gibi enver<br />
1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân<br />
‰urdılar gülşen içre nice zamân<br />
Mekân tasvirlerini ana hikâyenin içindeki ve dışındaki tasvirler olmak üzere<br />
iki alt başlıkta sınıflandırmak mümkündür. Ana hikâyenin dışındaki mekân tasviri<br />
küçük bir “Lârende şehrengizi” sayılabilir. Lârende’nin görünümü, tabiatı, kalesi<br />
üzerinde yoğunlaşan tasvirlerde şairin hayal gücünü sınırlayıcı “gerçeklik” olgusu söz<br />
konusudur. Örneğin şair, hayalî bir şehir olan “marifet şehri”ni tasvir ederken özgürdür.<br />
Kalesini, kulesini, tabiatını, bağını, bahçesini cennet teşbihi eksenine bağlı kalmak<br />
kaydıyla kurgular. Lârende tasvirinde ise cennet teşbihi yine yapılır, fakat şair şehri<br />
yaratma özgürlüğüne sahip değildir. Marifet şehrinin tüm varlığı şairin hayal gücüne<br />
bağlıyken, Lârende’nin varlığı tamamıyla onun hayal gücünün yaratması değildir. Bu<br />
sebeple ana hikâyede yer alan ve tamamen şairin yaratıcılığı ve hayal gücüne dayalı<br />
mekân tasvirleriyle kıyaslandığında Lârende tasviri sanatsallık yönünden daha sönük<br />
kalır. Çünkü hayalî olanda dizginler tamamıyla şairin elindedir. Oysa gerçek olanda şair<br />
kısmen bağımsızdır. Bir başka açıdan bakılacak olursa “maddî” olanla “manevî” olan<br />
arasındaki değer farkı bir bakıma anlatıma da yansımıştır, denebilir. O yüzden<br />
tasavvufta maddî olarak görülenlerin arkasında manevî gerçekler aranmıştır. Nitekim bu<br />
dünya tasavvufî anlayışa göre “aslî” değildir.<br />
Örnek verdiğimiz beyitler ve bu beyitleri açıklarken değindiğimiz “cennet”<br />
teşbihi Divan edebiyatındaki mekân tasvirlerinin değişmez unsurudur. Bu yönüyle<br />
114
şairin cennet teşbihi eksenli mekân tasvirlerinde gelenekte var olanın dışına çıkmadığı<br />
söylenebilir.<br />
Mekân tasvirlerini iç ve dış mekân tasvirleri olmak üzere iki alt başlıkta da<br />
değerlendirmek mümkündür. Bu sınıflamaya göre yapılacak değerlendirmede dikkati<br />
çeken en önemli husus iç mekân tasvirinin yok denecek kadar az olmasıdır. Tasvirler<br />
şehrin ve kubbenin dış görünüşü üzerine yoğunlaşmıştır. İç mekânlarda bütün dikkat<br />
mekânda bulunanlara ve onların söylediklerine yönelir. Dış mekân tasvirleri, kubbenin<br />
kemerleri, yüksekliği, tuğlaları gibi dıştan görülen ve birkaç teşbihle geçiştirilen<br />
tasvirlerden ibarettir. Bu tasvirler gerek şehrin gerekse gülşenin tasvirindeki anlatımla<br />
kıyas kabul etmeyecek derecede azdır. Aynı durumun Lârende tasvirinde de geçerli<br />
olduğunu söyleyebiliriz. Lârende kalesinin tasvirinde de kalenin dış görünüşünün<br />
tabiatla uyumlu oluşu birer dış mekân tasviri olarak karşımıza çıkar. Kale içine<br />
girildiğinde de yine iç mekân tasvirinden ziyade iç mekânda bulunan kişilerin<br />
tasvirlerine yönelir.<br />
Tasvirlere “öven ve yeren” bağlamında bakıldığında olumsuz hiçbir özelliğin<br />
konu edilmediği görülür. Hep güzellikler ön plana çıkarılır. Bu yönüyle divan şairinin<br />
ve o dönemin zihniyetinin “mutlak güzel”e yönelme olgusu dikkati çeker. Divan şairi<br />
için “sevgili”, mutasavvıf bir şair için “Allah” kusur kabul etmeyen mutlak güzel<br />
olarak algılanır. Mekân tasvirlerinde de “cennet”in mutlak güzel kabul edilmesi söz<br />
konusudur. Bu sebeple cennet benzetmesi yakıştırılmayan bir tabiat güzelliğinden<br />
bahsedilemez.<br />
3.3.4. Tahkiye<br />
Gülşen-i Efkâr’da tahkiyeye imkân veren en önemli bölüm, mesnevînin ana<br />
bölümünü oluşturan ve olay, zaman ve mekân bağlamında geliştirilen hikâye<br />
bölümüdür. Kişileştirilen kahramanların birbirleriyle olan münazaraları hikâyenin<br />
temelini oluşturur. Mesnevî gibi olay anlatımına dayalı eserlerde kullanılan tahkiyevî<br />
anlatımın esası bir ana olaya dayanır. Bu yüzden mesnevîlerin giriş bölümlerinde<br />
tahkiyevî anlatım pek fazla öne çıkmaz. Çünkü bu bölümlerde amaç olayı değil,<br />
düşünceleri anlatmaktır. Bu bölümlerde tarif, tasvir gibi anlatım özelliklerine daha sık<br />
rastlanır. Ancak telmih gibi geçmişte yaşanmış bir olaya göndermede bulunulan<br />
bölümlerde tahkiyevî unsurlar ağır basar.<br />
115
Aşağıda Hz. Muhammed’in mirac olayı anlatılırken olaya dayalı tahkiyevî<br />
anlatımın ağır bastığı görülür. Ayrıntılarda ise tasvirî özellikler dikkati çeker. Olaya<br />
dayalı anlatımda fiiller ağırlık kazanırken tasvirlerde sıfat ve zarfların çokça kullanıldığı<br />
görülür. İlk beyitlerde tasvir öne çıkarken sonraki beyitlerde tahkiye ağırlık kazanır. Altı<br />
çizili sözcükler tasvirî anlatımı, koyu karakterle gösterilen sözcükler ise olay anlatımına<br />
dayalı tahkiyevî anlatımı öne çıkarır. Bunlar çoğu zaman iç içedir:<br />
415. Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de<br />
Sâkin idi o mâh-ı fer«unde<br />
416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl<br />
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl<br />
417. Bir burâ… idi ol hümâ-sâye<br />
Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye<br />
418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr<br />
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr<br />
419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân<br />
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân<br />
420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ<br />
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ<br />
421. Düm-i zµbâsı râyet-i behcet<br />
±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret<br />
422. Tek (u) pûsına bu fe≥â-yı cihân<br />
Tengdür irmez aña murπ-ı revân<br />
Görülen geçmiş zaman çekimi olaya dayalı tahkiyevî anlatımda en sık<br />
kullanılan dilsel yapılardan biridir. “Dedim-dedi”li şiirlerin bu anlamda tahkiyevî<br />
anlatım için ayrı bir önemi vardır. 123 Diyaloglar bu tür kullanımlarda dikkat çeker.<br />
Aşağıda Hz. Peygamber ile Cebrâil a.s. arasındaki diyalog bu bağlamda örneklenmiştir.<br />
Bu tür diyaloglarda anlatıcı hâkim bakış açısıyla olayı anlatır. Bu bakış açısında<br />
kahramanların veya olayın geçtiği mekânın neye benzediği, kahramanların ne<br />
düşündüğüne ilişkin ayrıntılar şairin dilinden verilir:<br />
123 Ayrıntılar için bkz. Dilek Batislam, agm, s. 201-211.<br />
116
423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn<br />
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn<br />
424. ◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh<br />
Da¡vet itdi cenâbına Allâh<br />
425. Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân<br />
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân<br />
426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr<br />
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr<br />
427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl<br />
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl<br />
428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns<br />
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds<br />
429. Ne sa¡âdet-durur ki bâbında<br />
»i≠met eyler melek rikâbında<br />
430. Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ…<br />
Geldi A…§â içine ba§dı aya…<br />
431. ‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri<br />
Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı<br />
432. Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül<br />
İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül<br />
433. Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡<br />
¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡<br />
434. Geçti atı tekâver-i felegi<br />
Süst-pey itdi cümleten melegi<br />
435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen<br />
Gözüñ aydın didi nücûma peren<br />
436. Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf<br />
Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf<br />
437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm<br />
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm<br />
117
438. Döşedi atı ayaπına felek<br />
~ırmadan dügme bir siyâh benek<br />
439. Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm<br />
Tâ ki bezminde ola her biri mûm<br />
440. Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek<br />
Geldi pervâne oldı cümle melek<br />
Anlatıcının genellikle hâkim bakış açısıyla anlattıkları bazen de anlatıcının<br />
sözü kahramana vermesiyle renklenir. Ana kahramanlardan devletin; akıl, ilim ve hilm<br />
ile olan münazarasından alınma aşağıdaki beyitlerde şair “didi” ifadesinden sonra sözü<br />
kahramana bırakır ve kahraman kendi vasıflarını 1. kişi ağzından şöyle anlatır:<br />
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum<br />
Âftâb-ı cihânidür ba«tum<br />
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet<br />
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet<br />
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam<br />
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam<br />
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı<br />
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı<br />
1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri<br />
Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri<br />
1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben<br />
Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben<br />
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem<br />
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem<br />
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet<br />
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at<br />
Tahkiyevî anlatımda geriye dönüş tekniği diyebileceğimiz yöntem özellikle<br />
âyet veya hadislere yapılan göndermeler, iktibaslar ve telmihler aracılığıyla<br />
118
gerçekleşmektedir. Ana kahramanların âyet ve hadislerden faydalanmaları, kendileriyle<br />
ilgili iddialarını sağlam bir zemine oturtma isteği bunda önemli bir sebep olarak<br />
görülebilir. Kahramanların akıl, ilim, hilm, devlet gibi soyut kavramlar olmaları ve<br />
insanın yaratılışından beri varlıklarını sürdürmeleri bu yöntemin “montaj tekniği” olarak<br />
adlandırılmasını engeller. Çünkü sözü edilen âyet, hadis veya telmihlerde bahsedilen<br />
yine kendisidir. Dolayısıyla düşüncesini kuvvetlendirme, inandırıcılık kazandırma<br />
maksadıyla bu yönteme başvurur. Aşağıdaki beyitte hilm, ilimden daha üstün olduğunu<br />
hadisle kuvvetlendirerek verir. Hadis olduğu için itiraz edilecek durumları ortadan<br />
kaldırmış olur:<br />
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm<br />
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm<br />
1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf<br />
¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf<br />
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l-<br />
¡ulemâi √ulemâühâ” 124<br />
1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri<br />
Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri<br />
1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ…<br />
Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk<br />
1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ<br />
Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ<br />
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ<br />
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr<br />
Aynı durum, ilmin kendini anlattığı beyitlerde de karşımıza çıkar. Aşağıdaki<br />
beyitte ilim kendini anlatırken hadislerden faydalanır:<br />
1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh<br />
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh<br />
124 Hadisin anlamı: Benim ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim<br />
(hilm sahibi) olanlarıdır.<br />
119
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men<br />
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men<br />
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 125<br />
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn<br />
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn<br />
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem<br />
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem<br />
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler<br />
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler<br />
Kendi üstünlüğünü hadislerle destekleyen kahramanlara “mürşit” niteliğindeki<br />
rûh-ı pür-hikmetin cevabı da hadislerle olur. Örneğin rûh-ı pür-hikmetin ilme verdiği<br />
cevap yine hadis aracılığıyla olur. Bu hadisle ilmin tevazu sahibi olmayışı eleştirilir.<br />
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş<br />
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş<br />
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk<br />
Menzilini ider anuñ eflâk<br />
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ<br />
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ<br />
¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men<br />
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 126<br />
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr<br />
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr<br />
1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ<br />
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ<br />
125<br />
Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh<br />
onun bedenini cehenneme haram kılar.<br />
126<br />
Bu bölüm tevazu sahibi (alçakgönüllü) olmak ile ilgili bir hadisten iktibas edilmiştir.<br />
Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallâhu anh anlatıyor: "Resûlullâh aleyhissalatu vesselam<br />
buyurdular ki: "Kim Allâh Tealâ hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder<br />
(alçak gönüllü) olursa, Allâh, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allâh'a bir<br />
derece kibirde bulunursa, Allâh da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i<br />
safiline (aşağıların aşağısına) atar." (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235)<br />
120
1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr<br />
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr<br />
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ<br />
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ<br />
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine<br />
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine<br />
3.3.5. Özetleme<br />
Özetleme tekniğinde esas olan yaşananların ana hatlarıyla anlatılmasıdır. Dört<br />
kahramanımız marifet şehrine varınca şehrin sözcüsü olan rûh-ı seyrânîye buraya neden<br />
geldiklerini, dertlerini kısaca özetlerler. Rûh-ı seyrânî de onların dertlerine şehrin vâlisi<br />
rûh-ı pür-hikmetin deva olabileceğini, sorularına onun cevap verebileceğini söyler.<br />
Kahramanların (akıl, ilim, hilm ve devlet) durumlarını özetleyen beyitler şöyledir:<br />
1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an<br />
Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen<br />
1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al<br />
¢almadı şübhe-ile hµç ma√al<br />
42-B 1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz<br />
Terk …ıldı… anuñla menzilümüz<br />
1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz<br />
¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz<br />
1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup<br />
Terk itdük diyârı mâ’il olup<br />
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn<br />
¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în<br />
1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya<br />
Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya<br />
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz<br />
Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz<br />
1152. Ger bu yirde murâda irmezsek<br />
Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek<br />
121
3.3.6. Diyalog<br />
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep<br />
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab<br />
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz<br />
∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz<br />
Diyalog, iki kişinin karşılıklı konuşması olarak tanımlanabilir. Gülşen-i<br />
Efkâr’da iki kahramanın karşılıklı konuşması özellikle dört kahramanın (akıl, ilim, hilm<br />
ve devlet) dertlerini sırayla rûh-ı pür-hikmete anlatmaları ve bunun karşılığında rûh-ı<br />
pür-hikmetin onlara itirazı ve onlara birer birer verdiği cevaplar kısmında karşımıza<br />
çıkar. Aşağıdaki beyitler, “akıl”ın rûh-ı pür-hikmetle olan diyaloğundan alınmıştır:<br />
1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd<br />
Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd<br />
1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it<br />
Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it<br />
Aşağıdaki beyitler de rûh-ı pür-hikmetin verdiği cevaptan alınmıştır:<br />
1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher<br />
Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter<br />
1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem<br />
∏am u endûh olur aña hem-dem<br />
1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe<br />
Dem-be-dem işüñ olur endµşe<br />
Gülşen-i Efkâr’da ana hikâyenin anlatıldığı diğer bölümlerdeki karşılıklı<br />
konuşmalar ise, bire bir konuşma değil, bir kahramanın diğer kahramanlara toplu halde<br />
seslenişi şeklindedir. Münazara şeklindeki tartışmada üstünlük iddiasındaki dört<br />
kahramandan biri diğer üçüne seslenir ve kendi vasıflarını över. Aşağıdaki beyitler<br />
“devlet”in, akıl, ilim ve hilme karşı yaptığı konuşmadan alınmıştır:<br />
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
122
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet<br />
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet<br />
3.3.7. İç Monolog<br />
İç monolog diyebileceğimiz anlatım tekniğinde kahramanın kendisiyle<br />
yüzleşmesi söz konusudur. Ancak Gülşen-i Efkâr’ın hikâyet kısmında bu türden iç<br />
monologlara rastlanmaz. Çünkü kahramanlar gerek kendileri gerekse başkaları hakkında<br />
izahat yaparken anlatım diyaloglar şeklinde karşılıklı konuşmayla devam eder. İç<br />
monolog sayılabilecek türden anlatımlar şairin Tanrı’ya yakarışta bulunduğu veya<br />
Peygamber’den şefaat dilediği bölümlerden ibarettir. Aşağıdaki iç monolog örneği<br />
sayılabilecek bölüm, şairin Peygamber’den şefaat dilediği kısımdan alıntıdır:<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr<br />
531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr<br />
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr<br />
532. Sürme …apuñdan ol fa…µri meded<br />
Keremüñden √a…µri eyleme red<br />
533. Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân<br />
Âb-ı cûduñla eylegil dermân<br />
534. Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh<br />
¢albüm âyinesini ya¡ni günâh<br />
535. Sil πubârı yüzümden ey server<br />
Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er<br />
536. Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb<br />
»ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb<br />
537. Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh<br />
~ad selâm ola yâ Resûlullâh<br />
538. Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm<br />
~alavât ola her birine müdâm<br />
123
3.3.8. Montaj<br />
Montaj tekniği diyebileceğimiz anlatım tekniğinde ise olay veya durum arz<br />
edilirken yaşanmış bir olay veya duruma hatırlatmada bulunulur. Divan şiirinde<br />
yaşanmış bir duruma ilişkin hatırlatmalar bilindiği üzere telmih sanatıyla veya âyet ve<br />
hadislerden iktibas yoluyla yapılır. Dolayısıyla monte edilen olay veya durum<br />
kahramanın kendi yaşadığı bir olay veya durum değil, duyduğu veya öğrendiği bir olay<br />
veya durumdan ibarettir.<br />
Hz. Peygamber’in miraç olayını anlatan bölümden alınan aşağıdaki beyitlerde<br />
telmihe başvurulmuştur. 448. beyitte “Behrâm” 127 ve 451. beyitte Hz. Yûsuf ve babası<br />
Hz. Yâkub’a 128 yapılan telmihler şu şekildedir: 129<br />
448. Vardı altıncı göge virdi selâm<br />
Yabana atdı tµπını Behrâm<br />
449. Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol<br />
Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol<br />
450. ¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm<br />
Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm<br />
451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb<br />
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb<br />
452. Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ<br />
Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ<br />
Olaylara dayalı tahkiyevî anlatımda yüklemler ön plana çıktığından sanatlı<br />
anlatım bakımından bir tekdüzelik görülebilir. Bu durum alegorik eserler için pek de<br />
geçerli değildir. Çünkü alegorik eserlerde her gerçek anlamın altında bir mecaz görmek<br />
mümkündür. Temsilî anlatımın bu yüzden öne çıkan en önemli özelliği her cümlenin en<br />
127 Behrâm adının birden çok anlamı vardır. Bunlardan biri “Bu günün işlerini düzenlemekle görevli<br />
melek”tir. Diğeri ise “Sâsânîler soyundan gelen İranlı bir hükümdar”dır. Bu hükümdarın “gûr” yani yaban<br />
eşeği avına merakından dolayı kendisine Behrâm-ı Gûr dendiği bilinir. İran mitolojisinde Merih, savaş<br />
tanrısıdır. Bu bakımdan şairler Behrâm’ın adını hem kahraman hem de savaş ilahı olarak anarlar. Beyitte<br />
de tîg sözü geçtiğinden savaşla ilgili bir telmih söz konusudur. Yaptığı kötülükten ve düştüğü fitneden<br />
tevbe etmesi onun Behrâm-ı Gûr olduğu intibaını güçlendirmektedir.<br />
128 Hz. Yåkub, oğlu Yûsuf’a olan hasretinden dolayı yıllarca ağlamış ve ağlamaktan gözleri kör olmuştur.<br />
Hz. Yusuf’un gömleğini gözlerine sürünce gözleri tekrardan açılmıştır. Hz. Yâkub’un bu sevincinin<br />
benzerini Hz. Peygamber’in yaşaması tecellî makamına ermesinden kaynaklanır.<br />
129 Daha fazla ve detaylı örnek için çalışmamızın edebî sanatlar bahsinde “telmih” alt başlığına bakınız.<br />
124
az iki kez düşünülmesini gerektirmesidir. Yine de imkân dâhilinde bir çeşitlilik<br />
yaratmak adına detayların öne çıktığı tasvirler imdada yetişir. Böylelikle tekdüze bir<br />
olay anlatımının yanında tasvirlerle süslenen bir anlatım zenginliği yaratılmış olur.<br />
Ancak bu anlatım zenginliği de geleneğin izin verdiği kadardır. Örneğin tasvir edilen<br />
hiçbir mekânın güzelliği “cennet” istiaresi olmadan yapılamaz.<br />
Aşağıda verilen bölüm olaya dayalı anlatımın ağır bastığı bölümden alıntıdır.<br />
Burada sanatsal zenginliğin tasvir bölümüne göre daha kısır olduğu muhakkaktır:<br />
847. Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl<br />
Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl<br />
848. Size ben va§fumı beyân ideyin<br />
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin<br />
849. Münkeşif olmasa …amu a√vâl<br />
Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl<br />
850. Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ<br />
±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ<br />
851. Biline tâ ki cümle √âl-i şeref<br />
Ola rûşen …amu me’âl-i şeref<br />
852. Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh<br />
Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh<br />
853. İmdi gel fa≥luñu beyâna getür<br />
Ba¡≥ı ev§âfuñu ¡ayâna getür<br />
Aşağıdaki bölüm ise marifet şehrinin tasvirinden yapılan bir alıntıdır. Cennet<br />
istiaresi etrafında şekillenen tasvirde pek çok teşbih ve istiareler bakımından bir<br />
zenginlik göze çarpar. Şehrin suyunun kevsere, taşı ve toprağının altının hammaddesine,<br />
şehrin Illiyyin makamına, gül bahçesinin cennetin sonsuz bahçesine vb. teşbihler dikkati<br />
çeker:<br />
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur<br />
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur<br />
1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya<br />
Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya<br />
125
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin<br />
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn<br />
1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bâri<br />
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ<br />
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…<br />
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok<br />
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt<br />
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn-«ışt<br />
1105. Anda her bir resâtµk-i ¡ulyâ<br />
Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ<br />
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
Ruh-ı pür-hikmetin kahramanlara nasihatinin yer aldığı bölüm ise tahkiyevî<br />
anlatımda bir nida örneğidir ve eserde verilen derslerin sanattan uzak bir öğreticilikle bu<br />
bölümde özetlendiği söylenebilir. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alıntıdır:<br />
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman<br />
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman<br />
1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr<br />
Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr<br />
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm<br />
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm<br />
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili<br />
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli<br />
1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ<br />
Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ<br />
1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle<br />
Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle<br />
1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile<br />
Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile<br />
126
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
BÖLÜM BAŞLIK İÇERİK<br />
Giriş<br />
(Besmele)<br />
Giriş (Tevhid)<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN İÇERİK ÖZELLİKLERİ VE TAHLİLİ<br />
4.1. Gülşen-i Efkâr’ın Bölümleri (Bölüm Başlıkları ve Geniş Özeti)<br />
Eser, bölümleri bakımından klâsik mesnevi özelliği taşır. Biz bu bölümleri,<br />
bölümün içinde yer alan başlıklar ve bu başlıklar altında işlenen konuların geniş<br />
özetini içeren tablo halinde verdik.<br />
Başlık Yok<br />
(b. 1-49)<br />
1. TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü<br />
±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ<br />
¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I<br />
±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE<br />
BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR<br />
OLINUR (b. 50-114)<br />
2. MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ<br />
RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U<br />
BEYÂN OLINUR<br />
(b. 115-153)<br />
3. ¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ<br />
±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü<br />
İSTİDLÂLİDÜR ±İKR<br />
OLINUR<br />
(b. 154-162)<br />
4. TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ<br />
VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR<br />
İCMÂLİ BEYÂN OLINUR<br />
(b. 163-166)<br />
5. TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ<br />
(b. 167-175)<br />
127<br />
Besmelenin hazîne-i gayb başta olmak üzere her<br />
kapıyı açan anahtar olma özelliği vurgulanır ve<br />
besmeleyi oluşturan her harfin karşılık geldiği<br />
kavramlar istiare ve teşbih sanatıyla mecâzî bir<br />
şekilde anlatılır.<br />
Allah'ın yarattıklarından hiçbirinin sual<br />
olunamayacağının vurgulandığı bu bölümde,<br />
imkânsız gibi görülen pek çok şeyin yaratıcısının<br />
Allah olduğu örneklerle verilir. O'nun fiillerinin<br />
akılla anlaşılamayacağı, akl-ı külün Allah’ı hayal<br />
edemeyeceği üzerinde durulur.<br />
Tevhîdin mertebelerini ilmî, aynî ve hakikî<br />
olmak üzere üç farklı manzûmeyle açıklayan<br />
Şânî, tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî<br />
olarak ikiye; aynî mertebesini de zâtî, sıfâtî ve<br />
ef’âlî olmak üzere üçe ayırır.<br />
Tevhîdin ilmî mertebesini aklî ve naklî olarak<br />
ikiye ayıran şair, aklî olanı naklî olandan üstün<br />
tutar. Aklî olana "tahkîk", naklî olana ise "taklîd"<br />
yoluyla ulaşılır. Taklîd uykusunun terk edilmesi<br />
gerektiği vurgulanarak kelâm ehlinin aklî ilme<br />
yönelmesi gerektiğine işaret edilir.<br />
Tevhîd-i aynîyi de "tevhîd-i ef’âlî, tevhîd-i sıfatî<br />
ve tevhid-i zâtî" olmak üzere üç mertebeye<br />
ayıran şair, bu üçünün merdivenin basamakları<br />
gibi dereceler olduğunu ve tevhid yoluyla O'nun<br />
varlığını müşahede etmenin ancak bu üç<br />
basamağı çıkmakla olabileceğini belirtir.<br />
Böylelikle fiilde faili, isimde müsemmâyı, sıfatta<br />
mevsûfu görmenin mümkün olabileceği<br />
vurgulanır.<br />
Hak, fiilleriyle sâlike tecellî edince, sâlikin de her<br />
fiilin Hakk'a ait olduğunu ve dolayısıyla tek bir<br />
fâ'ilin olduğunu idrâk etmesi gerektiği anlatılır.
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
Giriş (Kalbin<br />
Mertebeleri)<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
6. TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ<br />
(b. 176-186)<br />
7. TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ<br />
(b. 187-211)<br />
8. TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì<br />
(b. 212-239)<br />
9. TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌD-<br />
İ ◊A≤RET-İ ±ÂT U<br />
MÜŞTEMİL-İ VA~F-I<br />
~IFÂTDUR (b. 240-269)<br />
10. MERÂTİB-İ ¢ALB-İ<br />
İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ<br />
~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN<br />
OLINUR (b. 270-278)<br />
11. ¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂLÂ<br />
CELLE VÜ ¡ALÂ VE “¢AD<br />
»ALE¢AKÜM E‰VÂREN” (b.<br />
279-287)<br />
12. “EFEMEN<br />
ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ<br />
Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE<br />
MAªHAR OLAN ‰AVR-I<br />
~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L-<br />
¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR<br />
(b. 288-291)<br />
13. MA¡DEN-İ GEVHER-İ<br />
ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ<br />
Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ<br />
DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I<br />
RA»ŞÂNIDUR BEYÂN<br />
OLINUR (b. 292-295)<br />
14. MA¡DEN-İ GEVHER-İ<br />
MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN<br />
‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I<br />
EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR<br />
(b. 296-300)<br />
128<br />
Hakk'ın sâlike sıfatlarıyla tecellî etmesi<br />
durumunda sâlikin eşyayı ve O'nun sıfatlarını<br />
değil, yalnızca Allah'ı görmesi ve sıfatta<br />
vasfedileni temaşa etmesi anlatılır.<br />
Hakk'ın sâlike zatıyla tecellî etmesi halinde<br />
sâlikin gözünde zât ve sıfat ayrımının ortadan<br />
kalkacağı, gönül gözünün açılacağı anlatılır.<br />
Tasavvuf düşüncesine göre insanın yaratılışı,<br />
dünyanın O'nun varlığını müşahede etmede bir<br />
ayna vazifesi görmesi anlatıldıktan sonra<br />
hakikati bu aynada herkesin göremeyeceği,<br />
çünkü arada "imkân perdesi"nin olduğu<br />
belirtilir. İmkân perdesiyle kastedilen, gönül<br />
gözünün kapalı olması durumudur.<br />
Hakk'ın zât ve sıfatlarının anlatıldığı bölümdür.<br />
"Esmâ-i hüsnâ"dan örnekler verilir.<br />
Bu bölümde kalbin yedi mertebesi olan "sadr,<br />
kalb, şegaf, fuâd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve<br />
muhcetü’l-kalb" üzerinde durulur. Daha sonra<br />
ayetlerden yola çıkılarak kalbin bu yedi<br />
mertebesiyle ilgili bilgiler verilir.<br />
Nûh suresi 14. ayette geçen "Kad halekaküm<br />
etvâren" ifadesinden yola çıkılarak seyr-i sülûk<br />
süreci ve insanın tavırlarıyla ilgili bu ayetin<br />
kalbin yedi mertebesine delalet ettiği anlatılır.<br />
İlk tavır olan "sadr"ın vasfı anlatılırken Zumer<br />
suresi 22. ayette geçen "Efemen şerahallahu<br />
sadrahû li’l-İslami fe huve alâ nûrin min Rabbih"<br />
ifadesinden Allah'ın kişinin sadrını İslam'a<br />
yöneltmesi sonucu, kişinin Rabbinin nurundan<br />
bir parça olduğu hatırlatması yapılır. Sadr, İslâm<br />
cevherinin madenidir.<br />
İkinci tavır olan "kalb"in vasıfları anlatılır. Onun<br />
din cevherinin madeni olduğu, şeytanî sıfatların<br />
ona giremeyeceği ve irfânının şeytanî sıfatları<br />
yakacağı anlatılır. Kalb, îmân cevherinin<br />
madenidir.<br />
Üçüncü tavır olan "şegaf"ın sevgi ve şefkat<br />
cevherinin madeni olduğu anlatılır.
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
Giriş (Münacat)<br />
Giriş (Na't)<br />
Giriş (Mi'rac)<br />
15. MA◊ZEN-İ MÂ-<br />
KE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’Â<br />
OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE<br />
VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA<br />
‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I<br />
DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN<br />
OLINUR (b. 301-304)<br />
16. MAªHAR-I MA◊ABBET-İ<br />
KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ<br />
PERVERDGÂR-I<br />
◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂB-<br />
DÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI<br />
VA~F-I ÂB-DÂRIDUR<br />
TA◊RÌR OLINUR (b. 305-309)<br />
17. MECMA¡-I FÜNÛN-I<br />
ŞETTÂ VÜ MENBA¡-I ¡ULÛM-<br />
I LÂ-YEBLÂ ‰AVR-I<br />
SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌ-<br />
HEMTÂSIDUR TE±EKKÜR<br />
OLINUR (b. 310-314)<br />
18. MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü<br />
MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR<br />
MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ<br />
‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I<br />
ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR<br />
(b. 315-323)<br />
19. DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U<br />
BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE<br />
TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL İLE<br />
MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I<br />
◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR<br />
(b. 324-369)<br />
20. MEH-İ BURC-I VEFÂ VÜ<br />
DÜRR-İ DÜRC-İ ~AFÂ VÜ<br />
ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UDÂ VÜ<br />
PERTEV-İ NÛR-I »UDÂ<br />
◊A≤RET-İ MU◊AMMED<br />
MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I<br />
MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR<br />
OLINUR (b. 370-403)<br />
21. ‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü<br />
ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂ-<br />
MEKÂN OLAN SEYYÌD-İ<br />
◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ<br />
¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I<br />
ŞERÌF Ü ¡URÛC-I LA‰ÌFİ<br />
VA~FIDUR BEYÂN OLINUR<br />
(b. 404-481)<br />
129<br />
Dördüncü tavır olan "fuâd"ın mükâşefe<br />
cevherinin madeni, mülâtafa mahzeninin<br />
menbaı olarak vasıflandırılır. Yani temaşa<br />
mahalli olarak değerlendirilir.<br />
Beşinci tavır olan "habbetü'l-kalb"in Hakk'a<br />
yönelen sevginin mahalli olduğu belirtilir. Başka<br />
bir sevgiye tenezzül etmediği vurgulanır.<br />
Altıncı tavır olan "süveydâ"nın sırların<br />
bulunduğu hazine ve hikmet menbaı olduğu<br />
belirtilir. Ledün ilminin keşif yeridir.<br />
Yedinci ve son tavır olan "muhce-i kalb" ilahî<br />
nurların tecellî mahallidir. Mükerrem olanların<br />
makamı burasıdır ve en faziletli olanların sırları<br />
burada gizlidir.<br />
Şânî'nin günahları karşısında Allâh’a<br />
münacatta bulunduğu bölümdür.<br />
Hz. Muhammed'in mucizelerinin anlatıldığı<br />
bölümdür.<br />
Hz. Muhammed’in mi’râca yükseldiği geceyi<br />
tasvirle başlayan mir’âciyyede isrâ, mi’râc<br />
hadiseleri, Hz. Peygamber'i taşıyan binek olan<br />
Burak’ın vasıfları etraflıca anlatıldıktan sonra Hz.<br />
Peygamber’in göğün katlarında diğer<br />
peygamberlerle karşılaşmasını dile getirir.<br />
Mi’râc hadisesinden sonra dört halife birer<br />
beyitle anılarak mi’râciye bitirilir.
Giriş (Na't)<br />
Giriş (Tazarru')<br />
Giriş (Çeharyar-ı<br />
Güzin)<br />
"<br />
"<br />
"<br />
Giriş (Münacat)<br />
22. TERCÌ¡-İ BEND Kİ<br />
SEYYİD-İ SÂDÂT U<br />
MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U<br />
ŞEFÌ¡-İ ¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I<br />
ŞERÌF Ü MED◊-İ<br />
MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U<br />
BEYÂN OLINUR<br />
(b. 482-511)<br />
23. RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü<br />
ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ<br />
RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I<br />
ENBİYÂ ◊A≤RETLERİNE<br />
TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR<br />
(b. 512-538)<br />
24. İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢<br />
OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ<br />
BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I<br />
ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ<br />
MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR<br />
OLINUR (b. 539-549)<br />
25. ZEYN-İ A~◊ÂB U<br />
MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN<br />
¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ<br />
NA¡T-I LÂYI¢ U VA~F-I<br />
FÂYI¢LARIDUR BEYÂN<br />
OLINUR (b. 550-560)<br />
26. DÂMÂD-I FA»R-I<br />
KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I<br />
Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I<br />
CELÌL Ü MED◊-İ<br />
CELÌLLERİDÜR BEYÂN<br />
OLINUR (b. 561-571)<br />
27. ŞÌR-İ »UDÂ VÜ ¢U‰B-I<br />
EVLİYÂ OLAN ¡ALÌYY-İ<br />
MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂB-<br />
DÂR U MED◊-İ TÂB-<br />
DÂRIDUR BEYÂN OLINUR<br />
(b. 572-582)<br />
28. MÜNÂCÂT<br />
(b. 583-591)<br />
130<br />
Hz. Muhammed'in vasıflarının övüldüğü na't<br />
bölümüdür. Şânî, bu bölümün sonunda<br />
günahları karşısında Hz. Peygamber'den şefaat<br />
ister.<br />
Şânî Hz. Muhammed'in vasıflarını övdükten<br />
sonra şefaat ümidiyle tazarruda bulunur.<br />
İlk halife Hz. Ebubekir'in vasıfları anlatılır.<br />
İkinci halife Hz. Ömer'in vasıfları anlatılır.<br />
Üçüncü halife Hz. Osman'ın vasıfları anlatılır.<br />
Dördüncü halife Hz. Ali'nin vasıfları anlatılır.<br />
Şânî, dört halifenin de adını sıralayarak<br />
münâcâtta bulunur.
Giriş (Padişaha Medhiye)<br />
Giriş (Larende Şehrengizi)<br />
Giriş (Tarikat Büyüğüne Medhiye)<br />
Giriş (Sebeb-i<br />
Te'lif)<br />
29. SUL‰ÂN-I A¡ªAM U<br />
»Â¢ÂN-I MU¡AªªAM<br />
MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM<br />
OLAN PÂDİŞÂH-I<br />
MÜKERREM SUL‰AN<br />
MURÂD »ÂN-I<br />
MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ<br />
DÜRER-BÂR U VA~F-I<br />
GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR<br />
◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂLÂ<br />
»ILÂFETEHÛ VE EBBEDE<br />
ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ (b.<br />
592-628)<br />
30. BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I<br />
A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ<br />
TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ<br />
DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂD-<br />
I LÂRENDE’NÜÑ<br />
◊AMÂHA’LLÂHU MİN<br />
KÜLLİ ~ADMETİN VE<br />
FİTNETİN VE ◊AFEªAHÂ<br />
MİN CEMÌ¡İ BELİYYÂTİ<br />
VÂFETEN MED◊-İ RA¡NÂ VÜ<br />
VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’L-<br />
İCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN<br />
OLINUR (b. 629-650)<br />
31. KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ<br />
VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ<br />
ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ E’Ş-<br />
ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ<br />
◊A≤RETLERİNÜÑ<br />
MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE<br />
İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN<br />
İLÂ-YEVMİ’L-¢IYÂME<br />
VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ<br />
EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR<br />
±EYLİNDE SEBEB-İ<br />
LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊<br />
±İKR OLINUR<br />
(b. 651-711)<br />
32. SEBEB-İ NAªM-I<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I<br />
FA~L-I HAZÂN U BAHÂR<br />
(b. 712-769)<br />
131<br />
Dönemin padişahı III. Murad’a yazılmış<br />
medhiyede Şânî, III. Murad’ı Hakk’ın<br />
yeryüzündeki gölgesi olarak kabul eder. Şânî’ye<br />
göre III. Murad’ın methedilen vasıfları<br />
anlatmakla bitmez.<br />
Şânî bu bölümde memleketi Lârende' yi tasvir<br />
eder. Lârende, âlimlerin, sâlihlerin mekânı olup<br />
bağları, bahçeleri, tabiat güzellikleri ve kalesiyle<br />
cennetten bir parça olarak anlatılır.<br />
Şânî, Dede Ömer Ruşenî'den feyiz aldığını, bu<br />
feyizle kalbinin temizlendiğini ve bu feyzin<br />
Gülşen-i Efkar'ı yazmasında önemli etkisinin<br />
olduğunu belirtir. Bu bağlamda bu cihanda kalıcı<br />
bir eser bırakmayan kişinin unutulup gideceğini<br />
vurgulayarak adının hayırla yâd edilmesi için<br />
Gülşen-i Efkar'ı yazdığını söyler.<br />
Teşbih, teşhis ve istiarelerle örülü sanatlı bir<br />
anlatımla ayrıntılı bir bahar ve hazan tasviri<br />
yapılır. Daha sonra Şânî eserini gül bahçesine<br />
benzetir ve eserindeki her sözün, her harfin<br />
cennet bahçesinin bir nümunesi olduğunu<br />
anlatır.
Konunun<br />
İşlendiği Bölüm<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
33. Â∏ÂZ-I HİKÂYET<br />
(b. 770-781)<br />
34. BEHİŞT-ÂSÂ OLAN<br />
◊ADÌ¢A-İ ¡ULYÂ VÜ<br />
GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ<br />
VA~F-I ZÌBÂSI VE KÂ◊-I<br />
VÂLÂ VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ<br />
MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ<br />
MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü<br />
MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ<br />
±İKR OLINUR.<br />
(b. 782-842)<br />
35. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I<br />
NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ<br />
RA¡NÂ VÜ DEVLET-İ BÌ-<br />
HEMTÂ-YILA<br />
MÜNªARASIDUR BEYÂN<br />
OLINUR<br />
(b. 843-870)<br />
36. ¡A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂB-<br />
NÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR<br />
BEYÂN OLINUR. (b. 871-878)<br />
37. ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ<br />
BA~AR-I TÂB-DÂRI<br />
TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR.<br />
(b. 879-889)<br />
38. ¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ<br />
»OŞ-BÛYI TA¡RÌF<br />
İTDÜGİDÜR TA◊RÌR<br />
OLINUR<br />
(b. 890-896)<br />
39. ¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ<br />
ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR<br />
±İKR OLINUR<br />
(b. 897-903)<br />
40. ¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ<br />
NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR<br />
BEYÂN OLINUR<br />
(b. 904-909)<br />
132<br />
Şairin söz söyleme kudretiyle övündüğü<br />
bölümdür. Şânî kendine seslenerek halkı bu<br />
eserle aydınlatması, onlara hakikati göstermesi<br />
gerektiğini belirtir. Bu bölümde ana hikâyeye<br />
ilişkin herhangi bir olay veya duruma yer<br />
verilmemiştir.<br />
Gülşen’in insanı cezbeden birçok vasfı olduğunu<br />
ifade eden Şânî, Gülşen’in<br />
gözcülüğünü nergis, kapıcılığını benefşenin<br />
üstlendiğini söyler. Koruyuculuğu ise akıl, ilim,<br />
hilm ve devlet yerine getirir. Mekânı insan<br />
dimağı olan akıl, yol göstericilik vasfıyla<br />
vurgulanırken ilim, hayatı aydınlatan bir ışıktır.<br />
Hilm ‘edeb’ kavramıyla tanımlanır ve hilmin<br />
insanlar arasındaki fitneyi önleme özelliği<br />
belirtilir. Devlet ise ‘talih’i simgelemekte-dir. Bu<br />
dört kahramanın vasıfları övülür. Bir gece<br />
nergisi meclise gözcü koyarak münazaraya<br />
başladıkları söylenir.<br />
Aklın kendini tavsif edip yücelttiği bölümdür.<br />
Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla<br />
anlayabileceğini belirtir. Daha sonra hünerli pek<br />
çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu<br />
müridler hakkında açıklamalar yapar.<br />
Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur.<br />
Akıl, gecenin karanlığının ona perde<br />
olamayacağını belirtir.<br />
İkinci mürid ise "basar"dır. Gözü, görme<br />
duyusunu işaret eder. Güzeli gören ve<br />
müşahede edendir.<br />
Üçüncü mürid olan "şemm"(burun, koklama)'in<br />
anlatıldığı bölümdür. Akıl, onun Ruhullah'ın<br />
kokusunu alınca misk ve anberin kokusunu hiç<br />
duymadığını, bûy-ı sabânın ona Hz. İsâ'nın<br />
nefesi gibi geldiğini, cennetin kokusunu<br />
alabildiğini ve onun makamının arş olduğunu<br />
belirtir.<br />
Dördüncü mürid ise "zevk" yani tatma<br />
duyusudur. Tasavvufta manevi hazzı ifade eder.<br />
Zevk-i ruhanî'nin ruha feyiz verdiği belirtilir.<br />
Beşinci mürid olan "lems" (dokunma) sıcak ve<br />
soğuğu algılar, kişiyi sıcağın yakıcılığından ve<br />
soğuğun donduruculu-ğundan korur. Kuru ve<br />
nemli olanın farkına varıp kuruda yaşta Hızır gibi<br />
insanın imdadına yetişir.
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
41. ¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ<br />
MÜŞTEREKİ TA¡RÌF<br />
İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR<br />
(b. 910-916)<br />
42. ¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ<br />
NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR<br />
TAS‰ÌR OLINUR<br />
(b. 917-924)<br />
43. ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM-<br />
İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR<br />
±İKR OLINUR<br />
(b. 925-931)<br />
44. ¡A¢L-I DERYÂ-DİL<br />
◊ÂFIªA-İ KÂMİLİ TAV~ÌF<br />
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR<br />
(b. 932-941)<br />
45. ¡A¢L-I ŞERÌF<br />
MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F<br />
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR<br />
(b. 942-952)<br />
46. ~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ<br />
FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U<br />
◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE<br />
MÜNªARASIDUR TA◊RÌR<br />
Ü TAS‰ÌR OLINUR<br />
(b. 953-989)<br />
47. ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ<br />
SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü<br />
DEVLET-İ ¡AªÍM İLE<br />
MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢<br />
OLINUR (b. 990-1024)<br />
48. ~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ<br />
KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü<br />
◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA<br />
MÜNªARASIDUR BEYÂN<br />
OLINUR<br />
(b. 1025-1065)<br />
133<br />
Altıncı mürid ise "hiss" (duygu)'tir. Onu gören<br />
olmamıştır. Sadakat ve kerametle makamı<br />
beklemektedir. İçine beş nehrin boşaldığı bir<br />
havuz gibidir. İnsan ruhu gibi gizlidir ancak<br />
gönüldeki hükmü nur gibi apaçıktır. Her akıl<br />
sahibi onu baş tacı yapar.<br />
Yedinci mürid ise "hayal"dir. İlm-i bâtında<br />
mâhirdir ve gönle her ne gelse bilir.<br />
Göremeyeceği, tasvir edemeyeceği hiçbir şey<br />
yoktur.<br />
Sekizinci mürid "vehm" (korku, kuruntu ve<br />
şüphe)'dir. Edeb, terbiye sahibidir. Nefsî<br />
arzulara mani olandır. Daima vahdette olmayı<br />
arzulamaz, sefayı kesrette bulur. Cüz'î ilme<br />
kâdirdir. Korkuları, şüpheleri akla bildirmekle<br />
görevlidir.<br />
Dokuzuncu mürid "hafıza"dır. Sırlar hazinesinin<br />
sadık bekçisi, koruyucusudur. Kalbe giren her<br />
şey hafızaya alınır ve orada gizlenir. Aklın<br />
hazinedarıdır.<br />
Onuncu ve son mürid "mutasarrıf"tır. Aklın<br />
tasarruf etme yetisi, salâhiyeti ona bağlıdır.<br />
Aklın karara varmasını sağlayan unsurdur.<br />
Bölümün sonunda akıl, kendini bu müridlere<br />
sahip olduğundan dolayı överek kendisini İslâm<br />
incisinin saklandığı mahzen olarak niteler. Aklın<br />
sözleri burada sona erer ve sonraki başlıkta ilim<br />
münazarada söz alır.<br />
Bu bölümde ilim konuşma sırasını alır ve kendi<br />
özelliklerini sıralar. Bu özelliklerde de tıpkı<br />
akılda olduğu gibi bir kusur yoktur. Aklın iddia<br />
ettiği fâzıl, ârif, âlim, kâşif vb. özelliklerin<br />
kendinde olduğunu ve insanın irşâda kendi<br />
vasıtasıyla ulaşabileceğini belirtir.<br />
Münazarada konuşma sırası hilmdedir. Hilm de<br />
diğerleri gibi özelliklerini sıralayarak üstünlük<br />
iddiasına katılır.<br />
Konuşma sırasını devlet almıştır. O da kendi<br />
vasıflarını överek münazarada üstünlüğünü dile<br />
getirmeye çalışır. Son beyitlerde dört kahraman<br />
bu münazaradan bir galip çıkmayacağını<br />
anlayınca sorularına cevap verebilecek "hâkim<br />
ve âlim" birine danışmaya karar verir sonraki<br />
bölümde danışacakları kişiyi bulmak üzere bir<br />
seyahate çıkarlar.
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
49. ~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U<br />
¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET<br />
SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ<br />
MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ<br />
MEVHİBETE VÂ~IL OLUP<br />
RÛ◊-I SEYRÂNÌYE<br />
MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR<br />
BEYÂN OLINUR<br />
(b. 1066-1165)<br />
50. ~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I<br />
SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ<br />
RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ<br />
VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR<br />
OLINUR<br />
(b. 1166-1244)<br />
51. RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U<br />
¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ<br />
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE<br />
‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET DA»I ANLARA<br />
İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR<br />
¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR<br />
(b. 1245-1291)<br />
52. SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L<br />
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE<br />
FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ<br />
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR<br />
OLINUR<br />
(b. 1292-1338)<br />
134<br />
Bir seher vakti dört kahraman altın kanatlı bir<br />
şahbazın sırtında doğu tarafına doğru seyahate<br />
çıkarlar ve çölü aştıktan sonra o günün sabahı<br />
bir kazaya varırlar. O kazada bir tepe görürler.<br />
Bu tepenin eteklerine kurulmuş bir şehir vardır.<br />
Sorularına cevap verecek zatı bulmak ümidiyle<br />
şehre girerler. Şehrin içinde bir gül bahçesi<br />
(gülşen) görürler. Gül bahçesinin ortasında bir<br />
kubbe vardır. Şehrin, bahçenin ve kubbenin<br />
güzelliği karşısında hayrete düşerler. Bahçenin<br />
içinde ay yüzlü, yasemin kokulu bir güzel<br />
görürler. O güzelin adının rûh-ı seyranî, şehrin<br />
adının da "şehr-i marifet" olduğunu rûh-ı<br />
seyranîden öğrenirler. Bahçenin içindeki<br />
kubbenin adı da "beyt-i mevhibet"tir. Beyt-i<br />
mevhibette sorularına cevap verecek kişi olan<br />
rûh-ı pür-hikmet bulunmaktadır. Bu kişi şehrin<br />
valisidir. Rûh-ı seyranî ise onun hizmetkârıdır.<br />
Dört kahramanımız rûh-ı seyranîye dertlerini<br />
anlatırlar ve rûh-ı seyranî de onları sabahleyin<br />
rûh-ı pür-hikmete götüreceğini, aradıkları<br />
cevabın onda olduğunu söyler. Bölüm boyunca<br />
kahramanların gördükleri yerler ve rûh-ı seyranî<br />
ayrıntılı ve sanatlı bir anlatımla tasvir edilir.<br />
Dört kahraman, marifet şehrinin sözcüsü olan<br />
rûh-ı seyranî ile kubbe-i mevhibetin önünde<br />
buluşurlar. Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmet<br />
hakkında ayrıntılı bilgi verirken övgü dolu sözler<br />
söyler. Dört kahraman da aradıkları cevabın<br />
rûh-ı pür-hikmette olduğunu anlayarak<br />
kendilerini ona götürmelerini rûh-ı seyranîden<br />
rica ederler.<br />
Rûh-ı seyranî, rûh-ı pür-hikmete durumu anlatır.<br />
Daha sonra rûh-ı pür-hikmet onları huzuruna<br />
kabul eder. Kahramanlar neden burada<br />
olduklarını açıklarlar. Rûh-ı pür-hikmet de<br />
onların sorularına cevap vereceğini belirtir.<br />
Ancak akşam olmuştur ve sabah olunca<br />
gelmelerini söyler.<br />
Sabah olunca rûh-ı pür-hikmetin huzurunda<br />
sözü ilk olarak akıl alır. Ayet ve hadislerden<br />
yararlanarak kendi vasıflarının üstünlüğünü dile<br />
getirir. İlmin kendisinin halefi olduğunu, kendi<br />
zatıyla şeref bulduğunu; hilmin aklın kerametini<br />
görüp saadet kapısını beklediğini; devletin ise<br />
yanında bekleyen muhafızı olduğunu belirterek<br />
hepsinden üstün olduğu iddiasını dile getirir.
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
"<br />
53. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET<br />
(b. 1339-1370)<br />
54. ¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I<br />
PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA<br />
FA≤LINI BEYÂN İTDÜGİDÜR<br />
(b. 1371-1418)<br />
55. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET<br />
(b. 1419-1449)<br />
56. ◊İLM-İ NÌK-»A~LET<br />
RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE<br />
TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü<br />
TA◊¢Ì¢-İ ŞEMÂ’İL<br />
İTDÜGİDÜR (b. 1450-1490)<br />
57. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET<br />
(b. 1491-1518)<br />
58. DEVLET-İ FERRU»-FÂL<br />
RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK-<br />
»I~ÂLE BEYÂN-I FA≤L U<br />
¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR<br />
TA◊RÌR OLINUR<br />
(b. 1519-1560)<br />
59. İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET<br />
(b. 1561-1599)<br />
135<br />
Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına<br />
onun kusurlarını anlatarak karşı çıkar ve<br />
üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu<br />
kusurlardan bazıları şunlardır: Vehme düşmek,<br />
davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz<br />
olmak, dünyevi şeylere önem vermek, gönül<br />
âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük<br />
kalmak, onu idrak edememek, zâhiri görmek<br />
ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak vb.<br />
İddiasını dile getirme sırası ilimdedir. İlim, ayet<br />
ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile<br />
getirir. Akıl, hilm ve devletin kendinin saadet<br />
kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu<br />
söyler.<br />
Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip<br />
olduğu şu özellikler etrafında şekillenir:<br />
Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık,<br />
tevazu sahibi olmama, mağrur olma vb.<br />
Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden<br />
örneklerle anlatarak üstünlük iddiasında<br />
bulunur.<br />
Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu<br />
özellikleri yüzündendir: Alçakların, değer<br />
bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve<br />
acizliğin göstergesiymiş gibi görülmesi, alçaklara<br />
gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı<br />
halde ses çıkaramaması, edepli geçinip de edep<br />
vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi,<br />
insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek<br />
haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de içte<br />
öyle olmaması, alçakların elinde mihnete<br />
düşmesi, tevazunun fazlasının ayıplanması vb.<br />
Söz sırası devlettedir. O da kendi vasıflarını ve<br />
diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha<br />
faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmet’e anlatır. Bu<br />
iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin<br />
hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre<br />
akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise sırlarını<br />
kaydeden kâtibidir.<br />
Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu<br />
özelliklerini söyleyerek ortaya koyar: Halka karşı<br />
vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması,<br />
hayal aleminde (dünya) saltanat sürmesi, kesret<br />
aleminde kalması, gönül gözünden mahrum<br />
olması, mazlumu umursamaması, zahirde<br />
zengin görünüp batında fakir olması, nadanın<br />
ayağına gitmesi, açgözlü ve kibirli olması vb.
"<br />
Bitiş<br />
60. ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü<br />
DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
±EVÌ-◊AYRETDEN<br />
TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP<br />
RÛ◊ DA»I ANLARA<br />
NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ<br />
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR<br />
(b. 1600-1671)<br />
61. »ÂTİMETÜ’L-KİTÂB<br />
(b. 1672-1730)<br />
136<br />
Dört kahraman, rûh-ı pür-hikmetin söyledikleri<br />
karşısında kendi kusurlarının farkına varmıştır.<br />
Son olarak rûh-ı pür-hikmetten nasihat isterler.<br />
Rûh-ı pür-hikmet de onlara şu nasihatlerde<br />
bulunur: Bilgi ve fazilet sahibi olunca gaflete<br />
düşmeyin, kibir ve riyâdan uzak durun, kendi<br />
ayıbınızı bilin, başkalarının ayıplarıyla meşgul<br />
olmayın, benliği terk edin, hasedden uzak<br />
durun, kin gütmeyin, kendiniz dışındakileri<br />
küçük görmeyin, aşağılamayın, kusurunuzu<br />
bilin, zaaflarınızı görün vb. Bölümün sonunda<br />
kişinin Hakk'a vasıl olması için bir mürşîd-i<br />
kâmîle intisab etmesi gerektiği vurgulanıyor.<br />
"Hamd ü senâ, dua, şairin eseriyle ve şairliğiyle<br />
övünmesi, eserin adı, metni doğru okuyamayan<br />
ve anlayamayan okuyuculara yergi, okuyucudan<br />
hayır dua isteme" şeklinde özetleyeceğimiz bu<br />
bölümle Gülşen-i Efkâr sona erer.<br />
4.2. Dönemin Tarihî ve Sosyal Yapısına İlişkin İpuçları<br />
Gülşen-i Efkâr dinî-tasavvufî konulu alegorik bir mesnevi olduğu için eserin<br />
içinde dönemin <strong>sosyal</strong> yapısını ortaya koyacak türden beyitlere pek rastlanmaz. Sultan<br />
Üçüncü Murad’a yazdığı bir methiye onun Sultan Murad devrinde yaşadığını ve<br />
muhtemelen Gülşen-i Efkâr’ı Sultan Murad’a sunduğunu düşündürür. Çünkü Gülşen-i<br />
Efkâr’da Sultan Murad dışında methiye yazılan herhangi bir devlet büyüğü yoktur.<br />
Sultan Murad methiyesinde de <strong>sosyal</strong> hayata ilişkin konulara girilmemiş, sözü edilen<br />
methiye hamasî tarzda ağdalı bir dille yazılmıştır. Şânî’nin, Mevlânâ’nın Mesnevisine<br />
methiyede bulunması ve Gülşen-i Efkâr’ın da onun gibi elden düşmeyen bir eser<br />
olmasını istemesi, Mevlânâ’dan etkilenmiş olabileceği düşüncesini kuvvetlendirir:<br />
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ<br />
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ<br />
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd<br />
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd<br />
Şânî, Dede Ömer Rûşenî’ye de bir methiye yazmıştır. Dede Ömer Rûşenî<br />
Halvetiyye tarikatının pîrleri arasında sayılır. Bu sebeple şairin halvetî olduğu sonucuna<br />
varılabilir. Beyitleri arasında “halvet” sözcüğü Gülşen-i Efkâr’da on beyitte karşımıza<br />
çıkmaktadır:
47. Kimi ke&retde kimi va√detde<br />
Dâ’ire içre kimi «alvetde<br />
408. Bir gice …aplamışdı dehri @alâm<br />
»alvete girmiş idi bedr-i tamâm<br />
673. Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ<br />
Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ<br />
675. Nûn olup …addi künc-i †â¡atde<br />
Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde<br />
677. Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb<br />
Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b<br />
882. ¢arañu «alvet içre buldı cem¡<br />
Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡<br />
889. Gice künc-i fenâ-yı «alvetde<br />
Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde<br />
955. Rûşen olmaπiçün derûnı gehî<br />
»alvet-i hâle içre …oydı mehi<br />
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür<br />
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür<br />
1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡<br />
Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡<br />
Şânî’nin teşbih ve istiârelerde kullandığı kuvvetli unsurlar da dönemin <strong>sosyal</strong><br />
yapısına ilişkin ipuçları içerir. Örneğin edebî sanatlara örnekler verirken üzerinde<br />
durduğumuz saray istiâresi, saraydaki hiyerarşiyi vermesi bakımından önemli<br />
sayılabilir. Sarayda en yetkili kişi padişahtır. Ondan sonra veziri ve diğerleri sıralanır.<br />
Dört hikâye kahramanının münazarasında “devlet” kendisini padişah olarak görürken<br />
diğer kahramanları hizmetkârları olarak düşünür:<br />
1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş<br />
Ba√r-i cûdum ider ziyâde «urûş<br />
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür<br />
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür<br />
137
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm<br />
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm<br />
1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr<br />
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr<br />
Şânî, mesnevinin giriş bölümünde saraydaki görev dağılımını yaparken mürşit<br />
rolünü üstlenen “rûh-ı pür-hikmet”i padişahlık makamına oturtup diğerlerini onun<br />
hizmetkârları yapar. Bu dağılımda rûh-ı pür hikmet mürşit olurken diğer kahramanların<br />
da mürid olacağı daha eserin giriş bölümünde ön bilgi olarak verilir:<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
“Eflâtun, Efrâsiyab, Dârâ” vb. telmih unsurları o dönemde herkesçe bilinen ve<br />
önem verilen şahsiyetleri vermesinden çok o kişilerin özellikleri, o dönem insanının<br />
hangi özelliklere değer verdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Örneğin âb-ı hayat,<br />
Hızır, İlyas ve İskender telmihi gerçek anlamda bedenen ölümsüz olmayı anlatmak için<br />
kullanılmaz. İlâhî aşk anlamında tasavvufî bir sembol olarak kullanılan âb-ı hayat, ledün<br />
ilminden kinâyedir. O, mürşid-i kâmilin, hayvanî hayat yaşayan insan aklını dirilten<br />
sözleri ve nazarıdır. Manevî neş’eyi, aşk ve irfânı anlatmak için kullanılır.<br />
4.3. Din ve Tasavvuf<br />
Tasavvuf, sûfîlerce Allah ve Resulü’nün (s.a.v.) öğrettiği edep üzere kurulmuş<br />
manevî ve ahlakî eğitim sistemi olarak görülür. Temel yöntemi, tövbe, ihlâs, haramdan<br />
kaçınma, zikir, rabıta, sohbet, hizmet ve edeple nefsi terbiye etmektir. Hedefi, Allah<br />
Tealâ’nın rızasına ulaşmış kâmil insan yetiştirmektir. Tasavvuf terbiyesinin merkezinde<br />
mürşid-i kâmil bulunur. Mürşit, bu yolda manevî eğitimini tamamlamış velîler<br />
arasından seçilerek görevlendirilir. Bu görevi ona halk değil, Cenab-ı Hak verir. Onu<br />
taşıyacak kimselerin hem âlim hem ârif olması şarttır. Onun için mürşit ilim irfan sahibi<br />
edepli kişilerden seçilir. Gerçekten terbiye olmayan kimse başkasını terbiye edemez.<br />
Tarikat ise bir okuldur. Bu okula samimiyetle girilir, edeple çıkılır. Gülşen-i Efkâr<br />
boyunca Şânî bu edebi öğretme, bu terbiyeyi verme gayretindedir. Ana hikâye kısmının<br />
138
son bölümünde hikâye boyunca okuyucuya vermek istediği mesajları rûh-ı pür-hikmetin<br />
ağzından özetler. Bu bölüm bir bakıma mesnevinin yazılma amacını ortaya koyar. Şânî<br />
burada bir öğretmen edasına bürünür. Aşağıdaki beyitler bu bölümden alınmadır:<br />
4.3.1. Âyetler<br />
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ<br />
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ<br />
1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif<br />
∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf<br />
1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ…<br />
Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ…<br />
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman<br />
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman<br />
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm<br />
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm<br />
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili<br />
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli<br />
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda<br />
Viresüz hep vücûduñuz bâda<br />
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu<br />
Añlayasuz …amu fütûruñuzu<br />
Dinî-tasavvufî eserlerde şair sözünü Peygamber’in sözleriyle ve Kur’an’a<br />
yaptığı göndermelerle güçlendirir. Böylelikle söylediklerini sağlam temellere oturtmuş<br />
olur. Âyet ve hadisler divan şairinin faydalandığı ana kaynaklar arasında yer alır. Eser<br />
dinî-tasavvufî içerikliyse bu yola çok daha fazla başvurması doğaldır. Gülşen-i Efkâr’da<br />
sûre ve âyetlere yapılan göndermeler şunlardır: 130<br />
Bazı beyitlerde sûreler sadece ismen zikredilir:<br />
525. Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ<br />
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ<br />
130 Açıklamaların sonunda (Sûre adı, sûre numarası / âyet numarası) düzeninde kısaltma yapılmıştır.<br />
Âyetin Türkçe meâli verilirken Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli esas alınmıştır.<br />
139
İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî-âdem” Anlamı: İnsan bütün<br />
yaratıkların en mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için Hz.<br />
Muhammed’den şefaat arzusunu dile getirir:<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr<br />
İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah'a bu sûrede<br />
anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü'min<br />
olacağı için sûre bu adla anılmaktadır. İslâm’ın tevhid akidesinin en özlü, samimî ve<br />
anlamlı ifadesini içerir. Sûrenin anlamı şu şekildedir: “De ki: O, Allah birdir. Allah<br />
sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.”<br />
63. Sırr-ı …albüñde var-ısa i«lâ§<br />
Saña yeter bu sûre-i İ«lâ§<br />
Nûn adıyla da bilinen sûre Kur’an-ı Kerim’de “Kalem sûresi” adıyla geçer. İlk<br />
sözü “Nûn” olduğu için bu adla da anılır. Sûrenin ilk iki âyetinin anlamı şöyledir:<br />
“Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin<br />
nimeti sayesinde- mecnun değilsin.” Leyl kelimesi, gece ve karanlık anlamlarına gelir.<br />
Ve’l-leyl “Geceye and olsun” anlamındadır. Leyl sûresinin ilk dört âyetinin anlamı ise<br />
şöyledir: “(Karanlığı ile etrafı) bürüyüp örttüğü zaman geceye, açılıp ağardığı vakit<br />
gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki işleriniz başka başkadır.” Beyitte<br />
ebrûnun nun harfine benzemesi, saçlarının siyah oluşuyla leyl benzetmesi dikkat<br />
çekmektedir. Nûn ve leyl sözcükleri hem gerçek anlamlarıyla hem de sûre adı olarak<br />
kullanılmaktadır:<br />
379. Sûre-i Nûn medd-i ebrûsı<br />
Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı<br />
953. Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr<br />
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr 131<br />
131 Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla<br />
cömertlik, imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. “Geceye yemin ederek” başladığı<br />
için "Leyl" sûresi denilmiştir.<br />
140
“Hâ mîm” âyetiyle başlayan Mu’min, Fussilet, Şûrâ, Zuhrûf, Duhân, Câsiye,<br />
Ahkâf sûreleri aynı isim altında söz konusu edilir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Her<br />
şeyin bir özü vardır. Kur'ân’ın özü ise, "Hâ mîm"lerdir. Her kim Âyet-el kürsî ve<br />
Mü'min sûresini okursa, o gün içerisinde bütün fenâlıklardan muhâfaza olunur. Cennet<br />
bahçelerinde yükselmeyi arzu eden kimse, "hâ mim"leri okusun. Her kim Mü'min<br />
sûresini (İleyhi’l-masîr)e kadar ve Âyet-el Kürsî'yi sabahleyin okursa, bu kimse bütün<br />
belâ ve musibetlerden korunur. Akşam okursa, sabaha kadar bütün fenâlıklardan<br />
muhâfaza olunur.” Hâ mîm'ler yedidir: Cehennemin kapıları da yedidir. Her hâ mîm<br />
gelip cehennemin bir kapısına durur ve; "Yâ Rab, bana inanan ve beni okuyan kişiyi bu<br />
kapıdan içeri sokma" diye yalvarır. 132 Ayrıca mutasavvıflar Kur’an’da yedi sûrede<br />
geçen “hâ mîm”i yedi nefsle ilişkilendirirler. Bu ilişkiye göre 1. hâ-mîm (Mu’min sûresi<br />
- nefs-i emmâre/tevbe) 2. hâ-mîm (Fussilet sûresi - nefs-i levvâme/verâ) 3. hâ-mîm<br />
(Şûrâ sûresi - nefs-i mülhime/zühd) 4. hâ-mîm (Zuhrûf sûresi - nefs-i mutmainne/fakr)<br />
5. hâ-mîm (Duhân sûresi - nefs-i raziyye/sabr) 6. hâ-mîm (Câsiye sûresi - nefs-i<br />
merzıyye/tevekkül) 7. hâ-mîm (Ahkâf sûresi - nefs-i sâfiyye/kâmil) şeklinde<br />
açıklanır. 133 Tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamalarını temsil eden makamlar<br />
vardır. Nefs-i emmâre ve levvâmede bulunan kişi, bu ikisiyle sıfatlanınca, havf ve recâ<br />
adını alır. Nefs-i mülhimede bulunan kişi sıfatlanınca kabz ve bast, râziyye ve merzıyye<br />
ve mutmainnede bulunan kişide heybet ve üns adlarını alırlar. Nefs-i kâmilede bu isim<br />
celâl ve cemâl olur. Havf ve recâ mübtedîler (başlangıç durumundakiler); kabz ve bast<br />
mutavassıtlar (yolu yarılıyanlar); heybet ve üns kâmil (olgunlaşmış kişi); celâl ve cemâl<br />
halife (yeryüzünde Allah'ın temsilcisi) içindir. Bu da Hz. Muhammed veya insan-ı<br />
kâmil mertebesine erişmişler için kullanılır. 134 Aşağıdaki beyitte nefsin yedi tabakasını<br />
geçen (hâ mîm ile başlayan sûreler nefsin yedi tabakasına isnad edilir.) Hz.<br />
Muhammed’den bahsedilir. İkinci mısrada “mîm” harfi nefsin birinci tabakasıyla<br />
ilişkilendirilen “Mu’min” sûresinin ilk harfini oluşturur. Nefsin ilk tabakasında her şey<br />
muhkem (belirsiz)’dir. Mîm kelimesiyle oynayan Şânî, kitapların sonuna konan ve<br />
“temme” ifadesi olarak bilinen “son” anlamını da verir. “Yani nefsin ilk tabakasında her<br />
şey belirsiz” anlamının yanı sıra “sonunun da belirsiz olacağı” hükmüne işaret eder.<br />
Nefsin son tabakası aşıldığında ise her şey netleşir, kesinlik kazanır:<br />
132 http://www.mumsema.com/misafir-sorulari/131843-hamim-ile-baslayan-sureleri-tek-seferde-<br />
okumanin-faziletiyle-ilgili.html<br />
133 http://www.muhammedinur.com/forum/viewtopic.php?f=44&t=4679<br />
134 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., İstanbul 2009.<br />
141
yapılır:<br />
484. Geldi √allitdi sûre-i √â mim<br />
Mµm-i mübhem idi femi mu√kem<br />
Beyitlerin veya başlıkların büyük çoğunluğunda ise belirli bir âyete gönderme<br />
¢ad «ale…aküm e†vâren: “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O<br />
yaratmıştır.” (Nûh 71/14). Mutasavvıflara göre tavırdan tavıra geçiş, seyr-i sülûk süreci<br />
ile ilgilidir. Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegâf, fu’âd, habbetü’l-kalb, süveydâ ve<br />
muhcetü’l-kalb. 135<br />
281. Eyledi anda yedi e†vârı<br />
Her biri bir menâr-ı envârı<br />
Efemen şera√a’llâhu §adrahû li’l-İslâm (Allah kimin gönlünü İslâm'a<br />
açmışsa...): “Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil<br />
midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar<br />
apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zumer 39/22).<br />
290. Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân<br />
Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân<br />
291. Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr<br />
Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr<br />
Ma√zen-i mâ-ke≠ebe’l-fuâdu mâ-reâ : “Gözünün gördüğünü gönlü<br />
yalanlamadı.” (Necm 53/11).<br />
Lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O,<br />
müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2).<br />
“Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Buna göre “reyb”, yakîn (kesin gerçek) olmayan her<br />
şeyi ifade ederken, “lâ-reyb” ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. “Kesin<br />
gerçek” anlamına gelen “yakîn” kavramı, aynı zamanda İslâm düşüncesinde bilgi<br />
vasıtalarını ifade ederken de kullanılır. Her ne kadar İslâm tasavvuf felsefesinde<br />
“müşâhede, mükâşefe ve tecellî” olarak ifade edilirse de bu üç bilgi vasıtası aynı<br />
zamanda daha yaygın üç deyimle de ifade edilmiştir. “İlme’l-yakîn”, “ayne’l-yakîn” ve<br />
“hakke’l-yakîn”. Kur’anî ifadelerden olan bu tabirlerden ilme’l-yakîn; bir otoriteye, bir<br />
135 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay.,<br />
İstanbul 2001, s. 203.<br />
142
araştırmaya ve duyu güçlerine dayanarak bilmek anlamına gelir. Ayne’l-yakîn, bizzat<br />
görülerek elde edilen bilgidir ki, birinciye nispeten daha kesin bir bilgiyi verir. Hakke’l-<br />
yakîn ise bilgi objesini kendi ruhunda bulmaktır. Bu, adeta sujenin objeyle ittihadıdır.<br />
Meselâ ölüm hakkındaki bilgilerimiz, araştırmalarımız hep “ilme’l-yakîn”dir. Ölmekte<br />
olan veya ölmüş birini görmemiz “ayne’l-yakîn”dir. İnsanın kendisi ölürken, ölüm<br />
hakkındaki bilgisi “hakke’l-yakîn”dir. 136 Aşağıdaki beyitlerde görüleceği gibi “lâ-reyb”<br />
ifadesinin geçtiği her beyitte “gayb” kelimesi de kullanılmaktadır. Gayb hazinesine<br />
araştırılan bilgiyle, görülerek elde edilen bilgiyle ulaşılamaz. O hazineye ulaşmak için<br />
onu kendi ruhunda hissetmek gerekir ki ârif ile âlim farkı burada ortaya çıkar:<br />
6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ<br />
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ<br />
104. Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb<br />
Anda derc eyleye «azµne-i πayb<br />
461. ¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb<br />
Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb<br />
573. Server-i kişver-i levâyi√-i πayb<br />
Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb<br />
683. Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb<br />
Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb<br />
865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb<br />
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb<br />
940. Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ<br />
»ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi<br />
1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ<br />
Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi<br />
1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb<br />
Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb<br />
136 İsmail Yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn” Kavramları”, Kelâm<br />
Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 51-52. http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf (internette<br />
yayımlanan hakemli dergi)<br />
143
1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb<br />
±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb<br />
1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb<br />
Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb<br />
Limeni’l-mülk (hükümranlık / mülk kimindir?): “O gün onlar (kabirlerinden)<br />
meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün hükümranlık<br />
kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır.” (Mümin 40/16). Tevhid bölümünden alınan<br />
aşağıdaki beyitte hükümranlığın, mülkün tek sahibine işaret edilmektedir:<br />
75. Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı<br />
Lâ-mekân âstânı dµvânı<br />
‰ıyn-i lâzib (yapışkan çamur): “Şimdi sor onlara! Yaratma bakımından onlar<br />
mı daha zor, yoksa bizim yarattığımız (insanlar) mı? Şüphesiz biz kendilerini yapışkan<br />
bir çamurdan yarattık.” (Saffat 37/11). Bu tabir ayrıca insanoğlunun balçıktan<br />
yaratıldığı hadisesine değinilirken Enam sûresi 2. âyet, Mu’minun sûresi 12. âyet, ve<br />
Rahman sûresi 12. âyette de aynen geçmektedir. “Eşref-i insan” tamlaması Hz.<br />
Muhammed için kullanılır.<br />
(Kasas 28/18).<br />
86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân<br />
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân<br />
Lâ ilâhe illallâh / Lâ ilâhe illâ hû: “Allah’tan / O’ndan başka ilah yoktur.”<br />
112. Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh<br />
~ay…al-ı lâ ilâhe illa’llâh<br />
113. Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû<br />
Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû<br />
Min şerri’l-vesvâsi’l-«annâs (Gizlice vesvese verenlerin vesveselerinden...):<br />
“De ki: Şeytanın vesveselerinin şerrinden insanların Rabbine, melikine, ilâhına<br />
sığınırım”(Nâs 114/1-4).<br />
276. Pâs-bân itdi aña «annâsı<br />
Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı<br />
144
Seb¡a †ıbâk (yedi tabaka): “O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır.<br />
Rahman olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir<br />
bak, bir bozukluk görebiliyor musun?” (Mülk 67/3).<br />
252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…<br />
¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ…<br />
282. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…<br />
Çar« mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ…<br />
∏asakı’l-leyl (gecenin kararmasına kadar): “Gündüzün güneş dönüp gecenin<br />
karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü<br />
sabah namazı şahitlidir.” (İsra 17/78).<br />
254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ<br />
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ…<br />
Kün feyekün (“Ol” der ve olur): “Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun<br />
yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.”(Yasin 36/82; Bakara 2/117).<br />
242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 137<br />
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân<br />
268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe<br />
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr<br />
¡Alleme’l-esma (isimleri öğretti): “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra<br />
onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana<br />
bildirin, dedi.” (Bakara 2/31). Hz. Âdem’in halifelik makamına çıkarılmasıyla ilgili<br />
olarak Allah Teâlâ’nın ona bahşettiği bir lutfu da, isimlerin öğretilmesi olmuştur ki,<br />
melekler bu bilgiden yoksundur. 138<br />
314. Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ<br />
Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ<br />
137<br />
Mısraın anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Allah’ın zâtının hiçbir şeyi yaratmadan önce<br />
var olduğuna işaret edilir.<br />
138<br />
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Mustafa Ünver, “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ<br />
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s.129.) Önceki beyitte meleklerin bu bilgiden yoksun olduğuna<br />
değinilmiştir.<br />
145
951. Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ<br />
±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ<br />
Ve lekad kerremnâ beni ademe .. fa≥≥elnâ .. (and olsun şereflendirdik, üstün<br />
kıldık): “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil<br />
vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine<br />
onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra 17/70).<br />
317. Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ<br />
Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ<br />
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ<br />
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ<br />
Er-rahmâni’r-rahîm: “Sen Rahman ve Rahimsin”(Fatiha 1/2).<br />
361. Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın<br />
Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın<br />
Lâ taknetû (ümit kesmeyin): “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan<br />
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.<br />
Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 39/53).<br />
364. Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller<br />
Ra√metüñi recâda kâmiller<br />
¢âbe …avseyn ev ednâ (iki yay aralığı kadar hatta daha yakın): “O kadar ki<br />
(birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu” (Necm 53/9).<br />
464. Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ<br />
Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ<br />
1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ<br />
Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ<br />
Et…â (çok takva sahibi olan): “O en çok takva sahibi olan ise ondan(ateşten)<br />
çok uzaklaştırılacaktır!” (Leyl 92/17). Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından,<br />
cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla cömertlik, imansızlıkla cimrilik<br />
arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. Kimi kaynaklar “en çok takva sahibi olan” ifadesiyle<br />
146
Hz. Ebubekir’in kastedildiğini belirtirler. Bu âyetin de Hz. Ebubekir’in Allah rızası için<br />
köleleri azat etmesiyle takvasını gösterdiği görüşündedirler. 139 Taberi tefsirinde ise Leyl<br />
sûresinin altıncı âyetinin Hz. Ebebekir hakkında nâzil olduğu yorumu yapılmıştır. 140<br />
Aşağıdaki beyit Hz. Ebubekir’e yazılan methiye bölümünden alınmıştır.<br />
543. Cümleden oldur eşref ü evlâ<br />
Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â<br />
Keyfe yu√yi (nasıl diriltiyor): “Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı,<br />
ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O, her<br />
şeye kâdirdir.” (Rûm 30/50).<br />
731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr<br />
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr<br />
İstebra……: “İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar.” (Duhân<br />
44/53; Kehf 18/31; Rahmân 55/54; İnsân 76/21). Bu âyetlerde cennet tasviri<br />
yapılmaktadır. İstebrak, sırma ile işlenmiş bir çeşit kaba kumaştır:<br />
824. Döşegi sündüs ü istebra…dan<br />
Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan<br />
Ve lâ tül…û (ve atmayın): “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi<br />
tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri<br />
sever.” (Bakara 2/195). Aşağıdaki beyitte “Vehm”in olumsuz taraflarından<br />
bahsedilmektedir. Tasavvufî anlamda kendini kendi eliyle tehlikeye atmak “nefse<br />
uymak” olarak değerlendirilir.<br />
926. ¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û<br />
Ol-durur târik-i hirâs-ı adû<br />
Hel etâ (geçti mi?): “İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey<br />
olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?”(İnsan 76/1).<br />
982. Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer<br />
~â√ib-i hel etâ-durur baña der<br />
139 http://www.tasavvuf.gen.tr/kuran-kerim-meali/92-leyl-suresi<br />
140 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: C. 9, s. 142-143.<br />
147
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy (Canlı olan her şeyi sudan yarattık): “İnkâr<br />
edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her<br />
canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?”(Enbiyâ<br />
21/30).<br />
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey<br />
Ve minel mâi küllü şey’in √ayy<br />
Fette…û (sakının): “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat<br />
edin.”(Şuarâ 26/108) “fette…û” ifadesi yukarıda verdiğimiz âyet dışında Kur’ân-ı<br />
Kerim’de pek çok farklı âyette geçmektedir (Şuarâ 26/110, 126, 131, 144, 150, 163,<br />
179; Ali İmrân 3/50; Zuhrûf 43/63; Tegâbun 64/16; Talâk 65/50…).<br />
89/28).<br />
¡İrci¡ î…: “Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.” (Fecr<br />
1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür<br />
Sırrına irci¡µ nidâsı gelür<br />
Ev√aynâ (vahyettik): “Mûsâ'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip<br />
edileceksiniz, diye vahyettik.”(Şuârâ 26/52) Bu tabir (ev√aynâ) Kur’ân-ı Kerim’de<br />
birçok âyette geçmektedir. (Nisâ 4/163; A’râf 7/117; Yûnus 10/2; Yûsuf 12/3; Ra’d<br />
13/30; Nahl 16/123 vd.). Rûh-ı pür-hikmetin akla verdiği cevaptan alınan aşağıdaki<br />
beyitte aklın vahyin sırrına eremediğini belirtir. Vahyin sırına akılla ulaşılamayacağını<br />
anlatır:<br />
1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ<br />
Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ<br />
Rabbi ≠idnî (Rabbim -ilmimi- artır): “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir.<br />
Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim,<br />
benim ilmimi artır" de.” (Tâhâ 20/114). İlim kendi vasıflarını rûh-ı pür-hikmete<br />
anlatırken âyetle ilmin önemini vurgulamak ister:<br />
1392. Cân u dilden beni recâ itdi<br />
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi<br />
148
~adda…nâ (tasdik ettik): “Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir?”(Tîn<br />
95/8). İnananların bu soruya vereceği cevap “âmennâ ve saddakna” (inandık ve tasdik<br />
ettik) şeklindedir. Âmennâ ve saddaknâ sözü Allah’ın ve peygamberimizin<br />
söylediklerini sorgu sual etmeden kabul etmeyi ifade eder. Tîn sûresinin son âyeti olan<br />
sekizinci âyet soru cümlesiyle bitmektedir. Bu soruya verilen cevap da âmennâ ve<br />
saddaknâ olacaktır. Aşağıdaki beyit dört kahramanın (akıl, ilim, hilm, devlet) rûh-ı pür-<br />
hikmetin söylediklerini kabul ettikleri ona inandıklarını belirttikleri bölümden<br />
alınmıştır:<br />
1451. Didiler her birisi §adda…nâ<br />
Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ<br />
A’†aynâk (verdik): “(Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik.” (Kevser<br />
108/1). Aşağıdaki beyitte kâinatın yaratılış sebebi olarak gösterilen nûr-ı<br />
Muhammedî’ye işaret edilir:<br />
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk<br />
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk<br />
Lâ-yeblâ (sona ermeyecek / ebedî): “Derken şeytan onun aklını karıştırıp ‘Ey<br />
Âdem!’ dedi, ‘sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?’”<br />
(Tâhâ 20/120). Şair Gülşen-i Efkâr’ı överken onun her beytinin cennet bahçelerindeki<br />
evlere benzediğini, cennetteki hurilerin de bu güzel mânâlara şahitlik ettiğini söylüyor.<br />
“Beyt” sözcüğünü iki ayrı anlamıyla da (evi mesken / beyit) kullanarak cinas yapıyor:<br />
1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ<br />
◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ<br />
Ene «ayrun (ben daha hayırlıyım): “Allah buyurdu: ‘Ben sana emretmişken<br />
seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (İblis): ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni<br />
ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ dedi.”(A’râf 7/12).<br />
1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm<br />
Kendüyi eyledi recµm ü @alûm<br />
149
¡Urve-i vus…â (sağlam kulp): “İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a<br />
veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır.”(Lokmân 31/22) Bu söz ayrıca<br />
Bakara sûresi 256. âyette “Allah ve İslâm” anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır.<br />
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ<br />
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…â<br />
Ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor.<br />
Şüphesiz bunda basiret sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44).<br />
8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr<br />
Götürür başda anı leyl ü nehâr<br />
İn min şey: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu<br />
övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.<br />
O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsrâ 17/44).<br />
1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay<br />
Ma@har oldı aña ve in min şey<br />
Lebi’l-mir§âd (şüphesiz gözetleyendir): “Şüphesiz ki Rabbin (kullarının bütün<br />
yaptıklarını görüp) gözetleyendir.” (Fecr 89/14). Aşağıda verilen beytin ikinci mısraı<br />
“Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde<br />
Türkçeye çevrilebilir.”<br />
1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd<br />
İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd<br />
4.3.2. Hadisler<br />
Hadisler, peygamberimizin söylediği sözlerdir. Ancak hadislerin bazılarının<br />
gerçek olup olmadığı konusunda ihtilaflar vardır. Özellikle tasavvuf erbabının<br />
kullandığı hadislerin çoğu hakkında bu ihtilafın olduğunu söylemek gerekir. Bu<br />
hadislerin ana kaynaklarına ulaşmak bizim tez konumuzun asıl maksadını aşacağından<br />
sadece Divan edebiyatı ve tasavvuf geleneğinde çokça geçen hadisleri örnek olarak<br />
vermekle yetineceğiz.<br />
150
“Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve<br />
men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men ehânenî fe…ad kefere.”: “Kim bir âlime<br />
yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allah onun bedenini<br />
cehenneme haram kılar.”<br />
1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn<br />
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn<br />
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem<br />
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem<br />
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler<br />
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler<br />
“Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu”:<br />
"Kim Allah Teala hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü)<br />
olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde<br />
bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline<br />
(aşağıların aşağısına) atar." 141<br />
“»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l-¡ulemâi √ulemâühâ”: “Benim<br />
ümmetimin en hayırlısı onların âlimleridir, âlimlerin en hayırlısı da hâlim olanlarıdır.”<br />
uygun değildir.”<br />
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ<br />
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr<br />
“Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû”: “Kişinin kendi nefsini alçaltması<br />
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr<br />
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr<br />
Kenz-i ma√fµ (gizli hazine): “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim,<br />
bundan dolayıdır ki halkı yarattım, yokken var ettim.” Hadis uleması bu hadisin<br />
uydurma olduğunu söylese de tasavvuf ehli bu hadise çok değer verir. 142<br />
141 Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7235.<br />
142 Ayrıntılı bilgi için bakınız: İskender Pala, “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı<br />
Yay., 14. baskı, İstanbul 2005, s. 266.<br />
151
105. Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân<br />
¢udretinden yaratdı ◊a… insân<br />
Mâ-¡arefnâke (bilemedim): Bu sözün geçtiği cümle “Subhâneke mâ-arefnâke<br />
hakka m’arifetike yâ ma’rûf” şeklindedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) mi’raçta Cenab-<br />
ı Hakk’a “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni tam bir marifetle bilemedim.”<br />
buyurarak acziyetini itiraf etmiştir. Bütün nebîler, ârifler ve melekler Cenab-ı Hakk’ı<br />
hayretle tesbih ve tazim ettikleri halde, O’nun mahiyet ve hakikatini tam bir marifetle<br />
bilememişlerdir:<br />
76. İremez künh-i ≠âtına idrâk<br />
Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk<br />
Lî-ma¡allâh (benim Allah ile…): “Benim, Rabbimle öyle anlarım olur ki araya<br />
ne bir din, ne bir şeriat, ne bir peygamber, ne de bir melek girer.'' hadisine işaret eder.<br />
377. Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı<br />
Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı<br />
Levlâke levlâk le mâ «alaktü’l-eflâk “Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri<br />
yaratmazdım.” anlamına gelen hadis kâinatın yaratılış sebebinin nûr-ı Muhammedî<br />
olduğuna işaret eder.<br />
414. Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri<br />
Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri<br />
502. Bâşına urdı tâc-ı levlâkı<br />
Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur<br />
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk<br />
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk<br />
U†lubu’l-¡ilme ve-lev bi’s-~în: “İlim Çin’de de olsa talep ediniz.”<br />
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn<br />
¡İlmi eyleñ †aleb ve-lev bi’§-~în<br />
152
lâ-√avle velâ kuvvete illâ billah kenzün min-künûzi’l-cenneti : “Lâ havle ve lâ<br />
kuvvete illâ billâh cennet hazinelerinden bir hazinedir.”<br />
931. Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle<br />
Gelür ol dem diline lâ-√avle<br />
Men ¡arefe nefsehû fekad ¡arefe Rabbehû: “ Nefsini bilen Rabbini bilir”<br />
Tasavvuftaki vahdet-i vücud anlayışına göre insan Allah’ın bir parçası, tecellisi,<br />
yansımasıdır. Kişi bu bilince ulaştığı zaman fenâfillah mertebesine ulaşır. Tasavvuf ehli<br />
tarafından sıkça kullanılan ve doğru olup olmadığı tartışmalı hadislerdendir. 143<br />
Aşağıdaki beyitlere dikkat edilirse bu ibare “sır, remz” gibi gizlilik ifade eden<br />
sözcüklerle birlikte kullanılır. Çünkü o sırra herkes ulaşamaz:<br />
865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb<br />
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb<br />
1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol<br />
~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol<br />
1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger<br />
Men ¡aref remzin ol müdâm añlar<br />
“Mü’min kendisiyle istişare edilen, güvenilir kimsedir.”<br />
864. ◊all olur sırrı bende her sü«anüñ<br />
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ<br />
“Ben ilmin şehriyim; Ali o şehrin kapısıdır.”<br />
480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf<br />
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf<br />
574. ¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm<br />
Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm<br />
143 Kaplan Üstüner, Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara 2007, s. 209.<br />
153
“Eğer Allah benden sonra nebi gönderseydi Ömer’i gönderirdi.”<br />
560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger<br />
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber<br />
“Kişinin kalbinde zerre kadar kibir varsa cennete giremez.”<br />
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar<br />
Göremez rûy-ı cennet-i enver<br />
“İnsanlar gümüş ve altın madeni gibidir.”<br />
287. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs<br />
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs<br />
“Rahmetim gazabımı geçmiştir.”<br />
4.4. Kişiler<br />
353. ∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur<br />
Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur<br />
Gülşen-i Efkâr’daki kişileri hikâye kahramanları ve hikâyeyle doğrudan ilgisi<br />
olmayanlar diye ikiye ayırmak mümkündür. Ana hikâye kahramanlarının tanıtımında<br />
ayrıntılı bilgiye ihtiyaç vardır. O yüzden hikâye kahramanlarını detaylı olarak<br />
vereceğiz. Ana hikâyenin dışında kalan ve mesnevilerin genellikle giriş bölümlerinde<br />
adına methiye yazılan veya bazı beyitlerde telmih edilen kişilere kısaca değineceğiz.<br />
4.4.1. Hikâye Kahramanları<br />
Gülşen-i Efkâr’daki hikâye kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlar<br />
olduğundan mesnevi alegorik bir özellik taşır. Hikâyede aktif rol oynayan altı kahraman<br />
vardır. Bunlar mesnevideki veriliş sırasına göre akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı seyrânî ve<br />
rûh-ı pür-hikmettir.<br />
Kahramanların mesnevideki sıralaması da dikkat edilmesi gereken hususlardan<br />
biridir. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet hiyerarşik olarak sıralanırlar. En alt basamakta<br />
olana önce söz verilir. İlim sahibi olmak için önce akla sahip olmak gerekir. Aklı<br />
olmayanın ilimde gözü olmaz. Hilm ise ilme sahip olan kişinin sergileyeceği tavırdır.<br />
154
Saadet, güç, kudret anlamlarına gelen devlet ise masivâda en çok değer verilen unsur<br />
olarak öne çıkar. Rûh-ı seyrânî bir aracıdır. Dört kahramanın mürşit özellikleriyle öne<br />
çıkan rûh-ı pür-hikmete ulaşmasına aracılık eder. Rûh-ı pür-hikmet bir yol gösterici,<br />
dört kahramanın tartışmasında hakem rolü üstlenen mürşittir. Bu dört kahramanın derdi<br />
vücut hanesinde en önemli konumda (sadr) kimin olması gerektiğidir. Hepsi kendisinin<br />
üstün olduğunu çeşitli âyet ve hadislerden de faydalanarak ispatlamaya çalışır. İşin<br />
içinden çıkamayınca da kimin haklı olduğuna karar verecek birini bulmaya karar<br />
verirler. Bu maksatla bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Vardıkları yer cenneti<br />
andırmaktadır. Bu güzellik karşısında hayran kalırlar. Vardıkları şehir marifet şehridir.<br />
Bu şehrin bir sözcüsü (sühendanı) ve bir de valisi vardır. Sözcü rûh-ı seyrânîdir. Onları<br />
karşılayan, şehir ve şehrin valisi hakkında bilgi veren kişidir. Şehrin valisi ise rûh-ı pür-<br />
hikmettir. Ruh-ı seyrânî onların sorularına rûh-ı pür-hikmetin cevap verebileceğini<br />
söyleyerek kahramanları rûh-ı pür-hikmetin makamına götürür. Tartışma tarafı olan dört<br />
kahraman birer birer söz alarak kendilerinin neden daha üstün olduklarını anlatırlar.<br />
Rûh-ı pür-hikmet hepsini ayrı ayrı dinler ve hepsinin iddialarını çürütür. Bu duruma<br />
göre hiçbirinin üstünlük taslayacak, kendini diğerinden üstün görecek tarafı yoktur.<br />
Çünkü hepsinin zayıf tarafları vardır. Hikâye rûh-ı pür-hikmetin dört kahramana verdiği<br />
nasihatlerle sona erer.<br />
Şânî, ana kahramanlardan ilim ve akıl hakkında daha mesnevinin giriş<br />
bölümlerinde birtakım bilgiler verir. Aslında bu bilgi okuyucuyu hikâyeye hazırlamak<br />
içindir. İlim ve aklın -daha hikâyeye başlamadan- tartışmadan galip çıkamayacaklarını<br />
sezdirir. İnsan vücûdunda padişahlık makamı daha giriş bölümünde “rûh”a verilmiştir.<br />
Akıl vezir, ilim hakîm, hilm ise ediptir:<br />
100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ<br />
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ<br />
101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
Şânî, yine giriş bölümünde dört kahramanın tek başına bir anlam ifade<br />
etmeyeceğini, insan-ı kâmil olmak için hepsinin beraber olması gerektiğini münâcâttan<br />
alınan aşağıdaki beyitlerde dile getirir:<br />
155
342. Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm<br />
V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm<br />
343. ◊ilm-ile eylegil beni fâyı…<br />
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…<br />
344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ<br />
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ<br />
Giriş bölümünde akıl ve ilme dair olumlu veya olumsuz yaklaşımlar<br />
yukarıdaki beyitlerle sınırlı değildir. Aşağıdaki ilk iki beyitte ilmin, sonraki beş beyitte<br />
ise aklın olumsuz taraflarına değinilir:<br />
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl<br />
157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr<br />
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr<br />
55. ◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl<br />
¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl<br />
123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf<br />
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl<br />
552. ¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde<br />
Lµk &ânµ-durur «ilâfetde<br />
Mesnevinin hikâye bölümünde ise kahramanlar kendi özelliklerini birer birer<br />
söz alarak anlatırlar. Münazara şeklinde gelişen bu anlatımlar esnasında her kahraman<br />
kendisinin niçin daha üstün olduğunu dile getirmeye çalışır. Burada dikkat çekici<br />
unsurlardan biri ve belki de en önemlisi, dört kahramanın da kusurlarını görebilme<br />
yetisine sahip olmamalarıdır. Tartışma tarafı hiçbir kahramanın bir diğerini eleştirdiği<br />
görülmez. Eleştiri kabiliyetine sahip tek kahraman ise rûh-ı pür-hikmettir.<br />
Akıl, ricalü'l-gaybın men-aref sırrını akıl yoluyla anlayabileceğini belirtir:<br />
156
865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb<br />
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb<br />
Daha sonra hünerli pek çok müridi olduğunu söyledikten sonra bu müridler<br />
hakkında açıklamalar yapar. Bu müridlerin ilki "sem'" yani işitme duyusudur. Akıl,<br />
gecenin karanlığının ona perde olamayacağını belirtir:<br />
869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var<br />
◊idmetümde niçe ferîdüm var<br />
870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür<br />
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür<br />
Akıl diğer müridleri “basar (görme), şemm (koklama)", zevk (tatma), lems<br />
(dokunma), hiss (duygu), hayâl, vehm (korku, şüphe), hafıza ve mutasarrıf”ı tek tek<br />
anlatır. Bölümün sonunda akıl, bu müridlere sahip olduğundan dolayı övünerek<br />
kendisini İslâm incisinin saklandığı mahzen olarak niteler:<br />
950. Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem<br />
Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem<br />
Akıl; karanlık geceye ışık olduğunu, Danyal peygamberin akıl himmetiyle her<br />
kapıyı açtığını, Eflâtun’un akılla filozof olduğunu, her iki âlemin de akıl yoluyla<br />
görülebileceğini, mânâ denizindeki tek inci olduğunu ve buna benzer özelliklerini<br />
kendi ağzından aktarır:<br />
966. Cümlesine delµl-i râhem ben<br />
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben<br />
977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı<br />
Fet√ ider himmetümle her bâbı<br />
978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn<br />
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn<br />
984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ<br />
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ<br />
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam<br />
Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam<br />
157
Rûh-ı pür-hikmet, aklın üstünlük iddialarına onun kusurlarını anlatarak karşı<br />
çıkar ve üstünlük taslamaya hakkı olmadığını söyler. Bu kusurlardan bazıları şunlardır:<br />
Vehme düşmek, davranışlarında tutarsız, sözlerinde sadakatsiz olmak, dünyevî şeylere<br />
önem vermek, gönül âleminde ve aşkın nuru karşısında sönük kalmak, onu idrak<br />
edememek, zâhiri görmek ama bâtında yetersiz kalmak, mağrurlanmak…:<br />
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar<br />
Göremez rûy-ı cennet-i enver<br />
1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş<br />
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş<br />
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ<br />
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ<br />
1432. Yüzi yirde olmaπ-ıla enhâruñ<br />
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ<br />
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer<br />
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer<br />
1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz<br />
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz<br />
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre<br />
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra<br />
İlim, ayet ve hadislerden de yararlanarak faziletlerini dile getirir. Akıl, hilm ve<br />
devletin kendinin saadet kapısını beklediğini ve onlardan üstün olduğunu söyler:<br />
1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey<br />
±âtum-ıla …adr bulur her √ay<br />
1392. Cân u dilden beni recâ itdi<br />
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi<br />
1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete<br />
Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete<br />
1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e<br />
Himmetüm-ile düşmedi «a†ara<br />
158
1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er<br />
Döşer ayaπına melekler per<br />
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem<br />
Enbiyâya delµl ü bürhânem<br />
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer<br />
Âstân-ı sa¡âdetüm bekler<br />
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyam<br />
Ba√r-i mâ¡nâda dürr-i yektâyam<br />
Rûh-ı pür-hikmetin ilme itirazı, ilmin sahip olduğu şu özellikler etrafında<br />
şekillenir: Bencillik, menfaatçilik, kibirlilik, kıskançlık, tevazu sahibi olmama, mağrur<br />
olma vb.<br />
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar<br />
Göremez rûy-ı cennet-i enver<br />
1427. Olmasa bir kişi eger ser-keş<br />
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş<br />
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ<br />
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ<br />
1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ<br />
Kendüñi lµk «âksâr itdüñ<br />
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer<br />
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer<br />
1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz<br />
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz<br />
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre<br />
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra<br />
Hilm de kendi vasıflarını ayet ve hadislerden örneklerle anlatarak üstünlük<br />
iddiasında bulunur:<br />
1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire<br />
◊a… gelür çünki …alb-i münkesire<br />
159
1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo…<br />
Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo…<br />
1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb<br />
Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab<br />
1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba<br />
Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e<br />
1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil<br />
Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl<br />
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm<br />
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm<br />
1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur<br />
◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur<br />
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ<br />
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr<br />
Rûh-ı pür-hikmetin hilme itirazı başlıca şu özellikleri yüzündendir: Alçakların,<br />
değer bilmezlerin ayağının altında ezilmesi, zayıflık ve acizliğin göstergesiymiş gibi<br />
görülmesi, alçaklara gerekli cevabı verememesi, hakarete uğradığı halde ses<br />
çıkaramaması, edepli geçinip de edep vermeye yanaşmaması, riyâkâr zannedilmesi,<br />
insanların kabahatlerini görmezlikten gelerek haddini bildirmemesi, dışa iyi görünüp de<br />
içte öyle olmaması, alçakların elinde mihnete düşmesi, tevazunun fazlasının<br />
ayıplanması vb.<br />
1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl<br />
Lµk her dûn ider seni pâ-mâl<br />
1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın<br />
Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın<br />
1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr<br />
Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr<br />
1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb<br />
Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb<br />
160
1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ<br />
Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡<br />
1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√<br />
Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√<br />
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr<br />
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr<br />
1518. Saña lâyı… degül bu «asletle<br />
İdesin da¡vayı fa≥iletle<br />
1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb<br />
Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb<br />
Devlet de kendi vasıflarını ve diğer kahramanların iddia ettiği "ben daha<br />
faziletliyim" savını ruh-ı pür-hikmete anlatır. Bu iddiada akıl, ilim ve hilmin kendisinin<br />
hizmetkârları olduğunu söyler. Bu iddiaya göre akıl onun veziri, ilim askeri, hilm ise<br />
sırlarını kaydeden kâtibidir:<br />
1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh<br />
Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh<br />
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür<br />
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür<br />
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm<br />
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm<br />
1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr<br />
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr<br />
1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr<br />
ªafer-i fer yanumda §an şemşµr<br />
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri<br />
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı<br />
Rûh-ı pür-hikmet, devletin kusurlarını şu özelliklerini söyleyerek ortaya koyar:<br />
Halka karşı vefasız olması, kaba ve sertlik yanlısı olması, hayal âleminde (dünya)<br />
saltanat sürmesi, kesret aleminde kalması, gönül gözünden mahrum olması, mazlumu<br />
161
umursamaması, zahirde zengin görünüp batında fakir olması, nâdânın ayağına gitmesi,<br />
açgözlü ve kibirli olması vb.:<br />
1567. Câhuña her kim oldı müstaπra…<br />
Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a…<br />
1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur<br />
Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur<br />
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ<br />
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ<br />
1577. Saña maπrûr olan belâya düşer<br />
Saña meftûn olan ¡ınâya düşer<br />
1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ<br />
Ma¡nada lµk müflis ü ednâ<br />
1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ<br />
Sen varırsın ayaπına anuñ<br />
1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur<br />
»âne-i …albi lµk virândur<br />
1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ<br />
◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ<br />
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ<br />
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni<br />
1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl<br />
Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl<br />
Rûh-ı pür-hikmet, üstünlük iddiasında olmayan, bu iddiada bulunanların<br />
eksikliklerini gözler önüne seren bir karaktere sahiptir. Kendi özellikleri hakkında hiç<br />
konuşmaz, kendini övme gafletine düşmez. Onu övenler ya diğer kahramanlar olur ya<br />
da hâkim bakış açılı anlatıcı olur. Rûh-ı seyrânî rûh-ı pür-hikmeti dört kahramana<br />
anlatırken bir insan-ı kâmil portresi çizer:<br />
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret<br />
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet<br />
162
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur<br />
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur<br />
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ<br />
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ<br />
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez<br />
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez<br />
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur<br />
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur<br />
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…<br />
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…<br />
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür<br />
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür<br />
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur<br />
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur<br />
Rûh-ı seyrânî bir kahraman özelliği taşımaz. Onun tek görevi vardır, o da<br />
kahramanları rûh-ı pür-hikmete götürmektir. Tartışmalara katılmaz, kendini övmez,<br />
karşı tarafı yermez. Etkisiz bir tip durumdadır. Rûh-ı seyrânînin mesnevideki en ilginç<br />
özelliği kahramanlar içinde fiziksel tasvirin yapıldığı tek kişi olmasıdır. Diğer<br />
kahramanların hep düşünceleri ön plandayken rûh-ı seyrânî anlatılırken fiziksel<br />
özellikler de devreye girer. Bu durum Şânî’nin münazaraya dâhil etmediği rûh-ı<br />
seyrânîyi dış görünüşüyle öne çıkardığını gösterir. Aşağıdaki beyitler dört kahramanın<br />
rûh-ı seyrânîyi ilk gördükleri andaki düşüncelerini anlatmaktadır:<br />
1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû<br />
Nice mihr ü semen gibi «oş-bû<br />
1125. Bir kelâm işiden o dilberden<br />
Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden<br />
1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı<br />
Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı<br />
1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber<br />
Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer<br />
163
1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref<br />
Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef<br />
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ<br />
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ<br />
1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma<br />
∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ<br />
1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem<br />
Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem<br />
1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl<br />
¢ıldılar cümle aña isti…bâl<br />
1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ<br />
Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı<br />
Hikâyenin altı kahramanından beşi münazaraya dâhil olurken rûh-ı seyrânî<br />
münazaranın dışında bırakılmıştır. Bu yaklaşıma göre rûh-ı seyrânî mecâzî bir âleme<br />
yolculuk eden kahramanların yolculukta onları varmak istedikleri yere bırakan bir taksi<br />
şoföründen farksızdır. Farklı bir açıdan bakılırsa hayâl iklimine yolculukta hayâlin<br />
kendisidir. İnsanlar hayâl görür ama hayâllerinde görmek istedikleri şeyi görürler.<br />
Hayâl, onların arzûladıklarını görmeleri için sadece bir aracıdan ibarettir.<br />
4.4.2. Hikâye Dışındaki Kişiler<br />
Mesnevilerin giriş bölümleri tevhid, münâcât, na’t, çehâryâr-ı güzin, methiye,<br />
sebeb-i telif gibi bölümlerden oluşur. Bu bölümlerde hikâyenin kahramanlarından<br />
bahsedilmez. Ancak Şânî’nin bu anlayışın dışına çıkarak giriş bölümünde kişileştirilmiş<br />
kahramanların niteliklerine ilişkin olumlu veya olumsuz düşüncelerini belirttiğini<br />
söylemiştik. Bu durum, Şânî’nin didaktik tavrıyla açıklanabilir. Alegorik bir eser olan<br />
Gülşen-i Efkâr’da anlatılanların doğru anlaşılması için birtakım tasavvufî ön bilgilerle<br />
okuyucuyu hikâyeye hazırlama gereğini hissetmiştir. Bu ön bilgilerin dışında<br />
mesnevilerin giriş bölümlerinde bazı dinî ve tarihî şahsiyetlerden bahsedilmesi mesnevi<br />
tertibinde bir gelenek halini almıştır. Bunun yanı sıra anlamı güzelleştirmek, özlü<br />
anlatımı yakalamak için telmihlere de sıkça başvurulduğu görülür. İşte bu bölümde<br />
gerek adına methiye yazılan kişiler gerekse telmih yoluyla anımsatılan kişilere kısaca<br />
değineceğiz.<br />
164
4.4.2.1. Din Büyükleri<br />
a) Peygamberler: Şânî, Gülşen-i Efkâr’da Hz. Âdem, Hz. Yakûb, Hz. Yûsuf,<br />
Hz. Mûsâ, Hz. Süleyman, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’i isimleriyle anmıştır.<br />
Bunların dışında peygamberligi hakkında ihtilaf olan Hızır (a.s.) ve Danyal’dan da<br />
bahseder.<br />
Gülşen-i Efkâr’da, Muhammed, Ahmed, Mustafa, Resûl, Resûlullah, Habîb<br />
adlarıyla adından en çok sözü edilen peygamber Hz. Muhammed’dir. Beyitlerde, gayb<br />
ilimlerine vâkıf olduğu; yanaklarının gül goncasına, boyunun hurma ağacına benzediği<br />
ve her sözünün Hakk’ın bir vahyi olduğuna değinilir. O, kapısı Hz. Ali olan ilim<br />
şehridir. O, insanların yaratılma sebebidir:<br />
371. ¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb<br />
Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb<br />
378. Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û<br />
Gül-i a√mer numûne-i «add-i û<br />
399. Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ<br />
Gün gibi olmadı velµ ma«fi<br />
480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf<br />
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf<br />
482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem<br />
Sebeb-i «il…at-i benµ-Âdem<br />
Hz. Muhammed’in parmaklarıyla ayı ikiye bölmesi, parmaklarından su<br />
gelmesi gibi mucizelerinden de bahsedilir:<br />
383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…<br />
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa……<br />
385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡<br />
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡<br />
Şânî’ye göre Hz. Âdem ilk insan olması nedeniyle tüm insanlıgı temsil eder.<br />
Şânî, Hz. Âdem’in şeytana uyup cennetten kovulmasına, ilk insan olmasına, Hz.<br />
Muhammed’in nûru sebebiyle yaratılmasına telmihte bulunur:<br />
165
789. Cûları dil-keş idi §an cânân<br />
Âdem’üñ göñline girerdi revân<br />
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem<br />
Eyledi kendüye beni ma√rem<br />
482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem<br />
Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem<br />
Hz. Mûsâ asâsı, yed-i beyzâsı ve Tûr dağında Allah’ın ona tecellî etmesi<br />
olayıyla; Hz. İsâ ölüleri dirilten nefesiyle ve Hz. Meryem’in oğlu olmasıyla; Hz. Yusuf<br />
ve Hz. Yâkub, oğlu Yusuf’un gömleğini yüzüne süren Hz. Yâkub’un görmeyen<br />
gözünün açılmasıyla; Hz. Süleyman hayvanlarla konuşup anlaşmasıyla ve yüzüğüyle,<br />
Hızır (a.s.) ise âb-ı hayat ile telmihlere konu edilmiştir:<br />
665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ<br />
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â<br />
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur<br />
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur<br />
485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer<br />
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam<br />
524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür<br />
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür<br />
771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur<br />
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur<br />
451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb<br />
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb<br />
739. Mevc-i ba√r-i çemende keştî-i rû√<br />
∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√<br />
490. Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden<br />
Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ<br />
138. Añlamaz …a†re ba√r-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
1035. Arayup …a¡r-ı ba√r-i ¡ummânı<br />
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı<br />
166
) Dört Halife: Şânî dört halifeye ayrı ayrı methiye yazmıştır. Hz. Ebubekir<br />
ilk halife olması ve Sıddîk lakabını almasıyla, Hz. Ömer adaletiyle ve dünyaya bir<br />
peygamber daha gönderilse o kişinin Hz. Ömer olacağı hadisiyle; Hz. Osman Kur’an-ı<br />
Kerim’in âyetlerini bir araya getirip kitaplaştırmasıyla, Hz. Ali zülfikârıyla övülür:<br />
540. Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri<br />
Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri<br />
544. »alef-i server-i nübüvvetdür<br />
Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür<br />
545. Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ…<br />
Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ…<br />
585. ¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün<br />
Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün<br />
560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger<br />
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber<br />
571. Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân<br />
La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân<br />
568. Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem<br />
~u√uf-ı ¢ur’anı itdi cem¡ ü ra…am<br />
579. ±âtı burc-ı esed gibi enver<br />
±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver<br />
582. Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm<br />
Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm<br />
c) Melekler: Cebrâil, beyitlerde Namus-ı Ekber, Cebrâil, Cibrîl, Rûh-ı Emîn,<br />
Tâir-i Kuds, Tâir-i Sidre olarak yer almaktadır. Özellikle mi’râc hadisesinin anlatıldığı<br />
bölümde Cebrâil’in Hz. Peygambere Burak, Hulle ve İklîl’i getirmesi (416), İsra ve<br />
mi’râc yolculuğu boyunca Hz. Peygambere kılavuzluk etmesi (427, 428), Sidretü’l-<br />
Müntehâ denilen yere kadar götürüp oradan öteye geçemeyecegini söylemesi (455) yer<br />
alır. Sidre-i Müntehâ’da ilerleyemeyen Cebrâil birçok kez ‘Tâir-i Sidre’ olarak<br />
adlandırılır:<br />
167
416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl<br />
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl<br />
454. ‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz<br />
İdemem πayrı bir da«ı pervâz<br />
455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep<br />
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab<br />
428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns<br />
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds<br />
426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr<br />
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr<br />
427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl<br />
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl<br />
Cebrâil (a.s.) dışında telmih edilen diğer melekler Hârût ve Mârût’tur:<br />
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ<br />
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ<br />
4.4.2.2. Tarikat Büyükleri<br />
Dede Ömer Rûşenî ve Mevlânâ Şânî’nin etkilendiği iki şahsiyet olarak<br />
karşımıza çıkar. Mevlânâ’yı Mesnevisinden dolayı, Dede Ömer Rûşenî’yi de Halvetî<br />
olduğu ve ondan feyz aldığı için anar. Dede Ömer Rûşenî için bir methiye yazmıştır:<br />
658. ¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ<br />
¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ<br />
659. Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer<br />
Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher<br />
660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab<br />
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb<br />
665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ<br />
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â<br />
664. Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr<br />
Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr<br />
168
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ<br />
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ<br />
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd<br />
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd<br />
4.4.2.3. Tarihî, Efsanevî Kişiler<br />
Şânî dönemin padişahı Sultan Üçüncü Murad’a bir methiye yazmıştır. Bu<br />
methiyede klâsik övgü anlayışının dışına pek çıktığı söylenemez. Gücü, İslâm askeri<br />
oluşu vb. nedenlerle över, saltanatının devamı için dua eder:<br />
601. İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn<br />
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn<br />
603. Mµmi düşmen başına bir şeşper<br />
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer<br />
604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd<br />
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd<br />
605. Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ<br />
Çâr rükni metµn-i dünyânuñ<br />
606. İki ebrûsı râ-yı ra√metdür<br />
Her biri §anki nûn-ı nu§retdür<br />
607. Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ<br />
¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ<br />
608. Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd<br />
Penc engüşti pençe-i «urşµd<br />
626. Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb<br />
¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb<br />
627. ¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin<br />
Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn<br />
628. Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd<br />
Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd<br />
169
Eflâtun, Kahraman, Behmen, Dârâ, Sencer, Fağfûr, İskender, Efrâsiyab,<br />
Rüstem gibi isimler de Şânî’ni telmih havuzunda yerini alır:<br />
4.5. Zaman<br />
978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn<br />
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn<br />
595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr<br />
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr<br />
1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh<br />
Gitdi târµke olmadı güm-râh<br />
1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet<br />
Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret<br />
Hikâyenin başlangıcıyla bitişi arasında geçen süre dört gündür. İlk iki gün akıl,<br />
ilim, hilm ve devlet kendi aralarında tartışırlar. İkinci günün akşamı tartışmadan bir<br />
sonuç alamayınca bir bilene danışmaya karar verirler:<br />
1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim<br />
Gerek ola rumûza hep ¡âlim<br />
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep<br />
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb<br />
1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı<br />
Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ<br />
Üçüncü günün seher vakti bir şahbazın sırtında yolculuğa çıkarlar. Çölü<br />
aştıktan sonra güneş açınca marifet şehrine varırlar. Şehrin güzelliğine hayran olurlar.<br />
Bu sırada rûh-ı seyrânîyi görüp dertlerini anlatırlar. Akşam olmuştur artık. Rûh-ı seyrâni<br />
onları sabahleyin rûh-ı pür-hikmete götüreceğini söyler.<br />
Dördüncü günün sabahı rûh-ı pür-hikmetin huzuruna gelirler. Hepsi üstünlük<br />
iddiasın rûh-ı pür-hikmete anlatır. Rûh-ı pür-hikmet hepsine itiraz eder, eksikliklerini<br />
sıralar. Rûh-ı pür-hikmetin nasihatleriyle hikâye sona erer.<br />
Hikâye kahramanları kişileştirilmiş soyut kavramlardır. Bu yüzden<br />
kahramanların geçmişe dönerek yaptıkları hatırlatmalar, insanoğlunun hatta kâinatın<br />
yaratılışı kadar eskiye gider. Çünkü akıl, ilim, hilm ve devlet insanın var oluşundan beri<br />
170
varlıklarını sürdürmektedir. Kendi üstünlüklerini ispatlamak için telmihler, iktibaslar ve<br />
hadislerden faydalanırlar.<br />
Sebeb-i telif bölümünde yer alan bahar ve hazan tasvirleri de divan şairinin bu<br />
mevsimlere bakış açısını ortaya koyan önemli tasvir bölümlerinden biridir. Bahar ve<br />
hazan divan şairi için sadece bir zaman dilimi olmanın ötesindedir.<br />
4.6. Mekân<br />
Gülşen-i Efkâr’in hikâye kısmında tasvir edilen mekânlar arasında olumsuz<br />
özellikleriyle vasfedilen hiçbir yer adı yoktur. Anlatıcının gözüyle tasvir edilen<br />
kahramanlar için de bu geçerlidir. Hikâyede mekânlar kahramana uygun bir şekilde<br />
tasvir edilir ve böylelikle kahraman-mekân uyumu sağlanmış olur. Akıl, ilim, hilm ve<br />
devlet Kaf Dağının eteklerinde bulunan geniş bahçesi (hadîka-i ulyâ / gülşen-i bî-hemtâ)<br />
olan bir köşkte (kâh-ı vâlâ / kasr-ı a’lâ) yaşarlar:<br />
783. Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ<br />
Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ<br />
784. Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân<br />
Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân<br />
789. Cûları dil-keş idi §an cânân<br />
Âdem’üñ göñline girerdi revân<br />
790. Selsebîl-i sebîl enhârı<br />
Dev√a-i Sidre gibi eşcârı<br />
809. Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb<br />
İtmedi bu cihânda şûr u şeπab<br />
810. Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl<br />
Açılur †âli¡inde ferru«-fâl<br />
811. Her biri pâs-bân-ı gülşen idi<br />
Sözlerinden hezâr ü gülşen idi<br />
815. Vâr idi bu √adî…ada bir kâ«<br />
İki yanında bitmiş idi dü-şâ«<br />
816. Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur<br />
Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur<br />
171
Kişi-mekân ilişkisi tüm hikâye boyunca uyumludur. İyi biri kötü bir mekânda<br />
tasvir edilmez. Zaten tüm hikâye boyunca cennet gibi mekânlar tasvir edilir.<br />
Hikâye bölümünde geçen yer adları sırasıyla şöyledir:<br />
1) Hadîka-i Ulyâ 2) Gülşen-i Bî-Hemtâ 3) Kâh-ı Vâlâ 4) Kasr-ı A’lâ 5) Sahrâ<br />
6) Şehr-i Mârifet 7) Kubbe-i Mevhibet. Bu mekânların ilk dördü, dört kahramanın<br />
koruyucusu oldukları ve Kaf Dağının eteklerinde bulunan mekânın; Sahrâ, şahbazın<br />
sırtında yolculuk ederken geçtikleri çöl veya ovanın; son ikisi de yolculuk sonunda<br />
vardıkları yerin adıdır.<br />
Kahramanların bulunduğu her dış mekân ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmiştir.<br />
İç mekânlara ilişkin ayrıntılara hiç girilmemiştir. Ne kubbe-i mevhibetin (rûh-ı pür-<br />
hikmetin yaşadığı yer) ne de kâh-ı vâlânın (dört kahramanın iki gün boyunca münazara<br />
ettikleri köşk) iç mekân tasvirleri yapılmıştır. Tasvir edilenler hep bağlar, bahçeler,<br />
tepeler, dış görünümüyle kubbeler ve köşkler olmuştur. Dış mekân anlatımında<br />
meyveler, ağaçlar, çiçekler, rüzgâr, akarsular vb. yer verilmiştir. 144<br />
Ana hikâyenin dışında kalan bölümlerde ise dinî mekânlar dikkat çeker. Kâ’be,<br />
Mescid-i Aksâ, Tûr, cennet bunlardan birkaçıdır.<br />
Gülşen-i Efkâr’in en ilginç özelliklerinden biri şairin kendi memleketi olan<br />
Lârende hakkında 22 beyitlik küçük bir şehrengizi barındırmasıdır. Bu şehrengizde<br />
Lârende’nin havasından, tabiî güzelliklerinden ve kalesinden bahsedilir. 145<br />
144 Mekân tasvirleriyle ilgili daha ayrıntılı bilgi için tezin “mekân tasvirleri” bölümüne bakınız.<br />
145 Ayrıntılı bilgi için tezin “3.3.3.2. Mekân Tasvirleri” bölümüne bakınız.<br />
172
SONUÇ<br />
Yaptığımız inceleme neticesinde Gülşen-i Efkâr mesnevisi ve Lârendeli<br />
Şânî’ye ilişkin tespitlerimizi şöyle özetleyebiliriz:<br />
Gülşen-i Efkâr’ın müellifi olan şair, tezkire ve diğer biyografik kaynaklarda<br />
Şânî, Mehmed Şânî ve İbrahim Şânî adlarıyla geçmektedir. Lârendeli Şânî’nin asıl<br />
adının Mehmed mi İbrahim mi olduğu ya da ayrı şairler mi oldukları hakkında<br />
kaynaklarda çelişkili bilgiler verilmiştir. Gülşen-i Efkâr mesnevisinde de şairin gerçek<br />
adına ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Bu sebeple Şânî’nin gerçek adı kesin<br />
bir şekilde tespit edilememiştir.<br />
Gülşen-i Efkâr, dinî-tasavvufî konulu didaktik ve alegorik bir mesnevidir.<br />
Eserin giriş bölümlerinde öğretici bir edayla kimi tasavvufî kavramları açıklama yoluna<br />
giden Şânî, ana hikâyenin anlatıldığı bölümde ise alegoriyi ustalıkla kullanmıştır. Bu<br />
durum, okuyucunun eserdeki alegoriyi anlamasına yönelik bilinçli bir yaklaşım gibi<br />
görünmektedir.<br />
Gülşen-i Efkâr’ın dinî-tasavvufî içerikli olması nedeniyle Kur’an sureleri ve<br />
hadislerin kullanımı ve onlara yapılan göndermeler oldukça fazladır. Esere nüfuz<br />
edebilmek için bu göndermeleri iyi idrak etmek gerekmektedir.<br />
Eserdeki kahramanlar -akıl, ilim, hilm, devlet, rûh-ı pür-hikmet- kişileştirilmiş<br />
soyut kavramlardır. Bu kahramanlar diyaloglar halinde “kimin daha üstün olduğu”na<br />
dair tartışmaya girerler. Mesnevideki ana hikâye boyunca bu tartışma devam eder. Bu<br />
yönüyle eserin münazara tarzında yazıldığı kesindir. Ancak ana hikâye kısmına<br />
geçmeden önceki bölümlerde yer alan didaktik beyitler, söz konusu edilen tartışmadan<br />
kimin galip geleceğini açık açık dile getiren açıklamalar içermektedir. Bu durum,<br />
okuyucunun hikâyenin sonuyla ilgili merak unsurlarını ortadan kaldırmaktadır.<br />
Günümüz roman anlayışında merak unsurlarının bulunmayışı bir eksiklik olarak<br />
değerlendirilmekle birlikte, bir eserin kendi döneminin şartları ve sanat anlayışı<br />
doğrultusunda içinde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.<br />
Eserin dili, yazıldığı dönemin şiir diliyle kıyaslandığında çok ağır ya da çok<br />
sade bir özellik taşımaz. Methiye bölümlerinde dilin Arapça ve Farsça tamlamalarla<br />
ağırlaştığı, diyalog bölümlerinde daha sade bir hâl aldığı görülmektedir. Bu durumda<br />
kullanılan dilin sadeliği veya ağırlığını, beyitlerin içeriği ve şairin amacı<br />
belirlemektedir.<br />
173
Şânî, Türkçe deyimleri, pek sık olmasa da atasözlerini başarıyla kullanır.<br />
Türkçe sözcük kullanımında fiillerin, yardımcı fiillerin, ek fiillerin yoğunluğu<br />
dikkatimizi çekmiştir. Bu durum eserin tahkiyevî bir anlatıma sahip olmasıyla<br />
açıklanabilir. Beyitlerin kısa aruz kalıplarından biriyle (Fe’ilâtün / Mefâ’ilün / Fe’ilün)<br />
yazılması -gazellerlerle kıyaslandığında- kısa cümlelerin kullanımını yoğunlaştırmıştır.<br />
Cümle kısaldıkça da yüklemlerin; dolayısıyla da fiil, yardımcı fiil ve ek fiillerin sık<br />
kullanılmasını sağlamıştır. Eserde tüm sözcüklerin Arapça veya Farça tamlamalarla<br />
kurulduğu ve içinde ek fiil dışında Türkçe sözcüğün olmadığı pek çok beyit vardır.<br />
Ancak en sade beyitlerde bile bu durumun tersi bir kullanım söz konusu değildir. Tüm<br />
sözcüklerin Türkçe kökenli olduğu tek bir beyit dahi yoktur. Bu durum, eserin dinî-<br />
tasavvufî içerikli olması ve bu içeriğe sahip eserlerde kullanılan kavramların genelde<br />
Arapça ve Farsça olmasıyla açıklanabilir.<br />
Şânî, edebî sanatları ustalıkla kullanır. Sanatlı anlatımın eserin tasvir<br />
bölümlerinde yoğunlaştığı görülür. Teşbih, teşhis, istiare ve tenasüp gibi sanatlar en çok<br />
başvurduğu sanatlardır. Benzetmelerde şairin sürekli aynı benzetmeyi kullanması,<br />
tekrara düşmesine neden olur. Bu durum özellikle kahramanların kendilerini<br />
vasfederken kullandıkları “nûr, şem’ vb.” sözcüklerde karşımıza çıkar. Şairin harf<br />
benzetmelerine özel bir ilgisinin olduğu dikkatimizi çekmiştir. Ancak harflerle yapılan<br />
benzetmeler sanatçının hurufî bir şair olduğu sonucunu verecek yapıda değildir. Çünkü<br />
bu benzetmeler Hurufîlikle bağı olmayan her Divan şairinin kullandığı türdendir.<br />
Gülşen-i Efkâr’ın klâsik mesnevi tertibinde pek karşımıza çıkmayan en önemli<br />
özelliği, içinde 22 beyitlik küçük bir Lârende (Karaman) şehrengizi barındırmasıdır. Bu<br />
şehrengiz, Şânî’nin kendi memleketi olan Lârende’yle ilgili çok da ayrıntıya inmediği,<br />
cennet benzetmesi etrafında şekillendirdiği yüzeysel bir tasvirden ibarettir. Ancak<br />
Lârende Kalesi’nin o dönemdeki fizikî görünümüyle ilgili bilgilere de yer verilmiştir.<br />
Eserdeki tasvirlerle ilgili dikkatimizi çeken en önemli husus ise iç mekân<br />
tasvirlerine yer verilmeyişidir. Saraydan, köşkten bahsedilmesine rağmen bu mekânların<br />
iç görünümüyle ilgili detaylara girilmez. Sadece o mekânların dış görünümü ve bu<br />
görünümün bağ ve bahçeden yola çıkılarak çiçeklerle, kevserle süslenen bir cennet<br />
benzetmesi etrafında şekillendiği görülür. Gerçek mekân (Larende) ve kurgu ya da<br />
hayalî diyebileceğimiz hikâyenin geçtiği mekânların anlatımında da üslûp bakımından<br />
farklılıklar ortaya çıkar. Gerçek mekânda ayrıntılara fazla değinilmezken, hikâyenin<br />
geçtiği mekânlarda ayrıntılar ve sanatsal anlatım hissedilir derecede artar. Divan şiirinde<br />
174
her sanatçının açık mekânlar için kullandığı ortak benzetme olan “Cennet” motifi<br />
sürekli yinelenir.<br />
Yukarıda tespit ettiğimiz özellikleriyle, Şânî’nin Divan şiiri geleneğine yeni<br />
bir soluk getirdiği ya da diğer mesnevi şairlerinden ayrı bir yol tuttuğu iddia edilemez.<br />
Bu yönüyle Şânî gelenekteki şiir anlayışının dışına pek çıkmayan manzum bir eser<br />
ortaya koymuştur.<br />
175
5.1. Nüshaların Tanıtımı<br />
BEŞİNCİ BÖLÜM<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR’IN METNİ<br />
Sultan III. Murad zamanında kaleme alınmış olan Gülşen-i Efkâr adlı<br />
mesnevînin müellifin kaleminden çıkmış nüshasını tespit edebilmek için kütüphane<br />
taraması yaptık. Bu tarama sonucunda Lârendeli Şânî’nin Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin<br />
biri Süleymaniye, ikisi İstanbul Üniversitesi Merkez <strong>Kütüphane</strong>si Nâdir Eserler<br />
Bölümünde olmak üzere üç yazma nüshasını tespit edebildik.<br />
İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler <strong>Kütüphane</strong>si Nu: 3040’ta kayıtlı nüsha,<br />
beyit sayısı en fazla olan nüshadır. Ayrıca dış kapağında “müellif Şânî” kaydı vardır.<br />
Yaptığımız karşılaştırmalarda hem diğer nüshalara göre eksiklerinin en az oluşu hem de<br />
yazım hatalarının asgarî oluşu sebebiyle bu nüshayı temel aldık. Daha sonra diğer<br />
nüshalarla karşılaştırdık. Aruz, kafiye, anlam ilgilerini göz önünde bulundurarak en<br />
doğrusunu metne koymaya gayret ettik. Metne dâhil etmediğimiz nüsha farklarını da<br />
dipnotlarda ayrıca belirttik. Aynı kütüphanedeki Nu: 1917’de kayıtlı nüshada ise ne<br />
müellif hattı olduğuna dair ne de istinsah edildiğine dair bir kayıt bulunmaktadır.<br />
Bununla birlikte Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>sindeki nüshada hem müellif adı hem de<br />
müstensih adı kaydedilmiştir. Ancak bu nüsha imlâdaki tutarsızlıklar, kelimelerin<br />
yazımındaki diğer kusurlar ve eksik beyitleri bakımından en sıkıntılı nüshadır. Sahife<br />
kenarlarına notlar düşülmesi, eksik beyitler tamamlanmaya çalışılması, yanlış yazılan<br />
sözcüğün sahife kenarında düzeltilmeye çalışılması vb. özelliklerinden dolayı yazımının<br />
aceleye getirildiği ve müstensihinin de imlâ konusunda sıkıntılı olduğu görülmektedir.<br />
Nüshalarla ilgili dipnot verirken kolaylık sağlaması için nüshaları “İÜ1, İÜ2 ve SK”<br />
şeklinde kısaltmalarla ifade ettik. Bu üç el yazması nüshanın tavsifi şu şekildedir:<br />
1. İÜ1 Nüshası: İstanbul Üniversitesi Merkez <strong>Kütüphane</strong>si Nu: 3040, istinsah<br />
tarihi:1040, müstensih: bilinmiyor, varak: 62 (2a-63a), ölçüler: 250x150 mm, 15 satır,<br />
nesih, söz başları ve sahife cedvelleri altunî sarı renk, yeşil kumaş cilt (dört yapraklı<br />
yonca deseniyle bezenmiş), aharlı beyaz ince kâğıt.<br />
176
Baş: Ufu…-ı cânda nûr-ı b’ismi’llah<br />
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh<br />
Son: O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn<br />
Umarum cân-ıla diye âmµn<br />
2. İÜ2 Nüshası: İstanbul Üniversitesi, Merkez <strong>Kütüphane</strong>si Nu: 1917, istinsah<br />
tarihi: bilinmiyor, varak: 62, ölçüleri:190x110 mm, 15 satır, ta’lik, bordo meşin cilt<br />
(kabartma tezhip süslemeli), kapakların iç tarafı ebru kağıt kaplı, söz başları ve sahife<br />
cedvelleri kırmızı, aharlı beyaz ince kâğıt.<br />
Baş: Ufu…-ı cânda nûr-ı bismi’llah<br />
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh<br />
Son: O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn<br />
Umarum cân-ıla diye âmµn<br />
3. SK Nüshası: Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si Hacı Mahmud Efendi Bölümü, Nu:<br />
3731, istinsah tarihi: H. 1124, müstensih: Mehmed ? , varak: 62, ölçüleri:.150x220<br />
mm., 15 satır, nesih, söz başları ve sahife cedvelleri kırmızı, sırtı meşin, kapakları ebru<br />
kağıt kaplı cilt, aharlı âbâdi krem rengi, ince kâğıt.<br />
Baş: O…u cândan be-nûr-ı bismi’llah<br />
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh<br />
Son: O…uyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn<br />
Umarum cân-ıla diye âmµn<br />
5.2. Çeviriyazılı Metnin Kuruluşunda İzlenen Yöntem<br />
1. Gülşen-i Efkâr mesnevîsinin metni oluşturulurken, en hacimli olan İstanbul<br />
Üniversitesi Nadir Eserler <strong>Kütüphane</strong>si Nu: 3040’ta kayıtlı bulunan İÜ1 nüshası esas<br />
alınmıştır. Edindiğimiz üç nüsha karsılaştırılmış; anlam, vezin, üslûp gibi birtakım<br />
ölçütler göz önünde bulundurularak sağlam bir metin oluşturulmaya çalışılmış; bir<br />
nüshada bulunan ancak diğerlerinde bulunmayan beyitler de eklenmiş ve bu durum<br />
dipnotta belirtilmiştir. Nüsha farklılığından dolayı beyitin okunmasıyla ilgili çelişkiye<br />
düşülen durumlarda müstensihinin en dikkatsiz ve yazım hatalarının en çok olduğu SK<br />
nüshası ikinci planda tutularak değerlendirme yapılmıştır.<br />
177
2. Metindeki beyitler kolaylık açısından sol tarafından numaralandırılmış,<br />
tertip sırası esas alınan İÜ1 nüshasından yaprak numaraları da beyit numaralarından<br />
daha solda olacak şekilde verilmiştir.<br />
3. Dipnotların tamamı sıra numarası verilerek oluşturulmuştur.<br />
4. Aruza uymayan bazı beyitler diğer nüshalarla karşılaştırılmış, aruza uyan<br />
nüsha dikkate alınarak diğer nüsha farkı dipnotta gösterilmiştir.<br />
5. Nüshalar arasındaki farklar, dipnotlarla belirtilmiştir. Bir beyitin aynı<br />
mısraında yer alan birden fazla farkın gösterilmesinde ise ( // ) işareti kullanılmıştır.<br />
alınmıştır.<br />
6. Dipnotta âyet veya hadiste geçen bir söz açıklanırken o söz tırnak içine<br />
7. Metinde geçen âyet, hadis iktibasları, Arapça ve Farsça beyitler İtalik olarak<br />
yazılmıştır. Kullandığımız transkripsiyon işaretleri şu şekilde gösterilmiştir:<br />
8. Aynı kelime farklı şekillerde yazıldığında metin tamiri yapılmıştır. Örneğin<br />
dahı kelimesi dâhî; hep kelimesi heb; hiç kelimesi hic; dâima kelimesi de dâyima<br />
178
şeklinde yazılmışsa bu kelimelerde bir düzeltmeye gidilmiş ve dahı, hiç ve dâima<br />
şeklinde okunmuştur.<br />
9. Aşk veya ışk gibi iki ayrı şekilde okunabilen kelimelerde bu okunuşlardan<br />
kelimenin yaygın söylenişi tercih edilip aşk şeklinde okunmuştur. Âftâb-âfitâb kelimesi<br />
âftâb; âsmân-âsumân kelimesi âsmân şeklinde okunmuştur.<br />
10. “Varup”, “olup”, “gelüp” gibi kelimelerdeki “–up” zarf-fiil eki, metindeki<br />
“-ub / üb” şekli yerine “-up / -üp” şekliyle gösterilmiştir<br />
11. Metinde geçen özel isimlerin Türkçede olduğu gibi ilk harfi büyük<br />
yazılmış; ek geldiğinde apostrofla ayrılmıştır.<br />
12. Başlıklar koyu karakterle ve büyük harfle yazılmış, ancak şiirin içinde ara<br />
başlık niteliğindeki hadis veya âyet iktibasları koyu karakterle ve küçük harfle<br />
yazılmıştır.<br />
13. “Ser”, “bî”, “pür” gibi Arapça ve Farsça ön ek alan bütün kelimelerde ek<br />
ile kelime arasına ( - ) işareti konulmuştur: ser-fürû, bî-pâyân, pür-hûn gibi. Ancak ser-<br />
dâr sözcüğü kalıplaşmış olarak hep serdâr şeklinde yazılmıştır.<br />
14. “İle” sözcüğü ile kendinde önceki sözcük arasına ( - ) işareti konmuş, ünlü<br />
uyumuna uydurularak kalın ünlülü sözcüklerden sonra “-ıla” şeklinde; ünlüyle biten<br />
sözcüklerden sonra “y-ı-la / -y-ile” şeklinde yazılmıştır. “ile”nin ekleşmesi durumunda<br />
ise aruz ölçüsüne uygunluk göz önünde bulundurulmuştur: cürm-ile, şîve-y-ile, anuñ-<br />
ıla, nûrı-y-ıla; kanadumla, anuñla.<br />
15. “İçin” sözcüğünün okunmasında da aruza uygunluk esas alınmıştır: oldıgı<br />
içün, oldıgıçün, çıktıgıyçün, hakkıyçün.<br />
16. Arapça aslî çift ünsüzle biten sözcükler, sonrasına ünlüyle başlayan bir ek<br />
almadıkça tek ünsüzle yazılmıştır. Ancak Arapça veya Farsça beyitlerde sözcüğün<br />
aslına bağlı kalınarak çift ünsüzlü yazılmıştır: ◊a……’a, ◊a…’da, cezbe-i ◊a…, √a……-ıla;<br />
◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem.<br />
179
5.3. Çeviriyazılı Metin<br />
Bi ¡avni’l-kerµmi’r-rahµm bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahµm. Hâzâ kitâbu Gülşen-i<br />
Efkâr Sul†ân Murâd zamânında Lârendeli Şânî Efendi te’lif itmişdür 146<br />
GÜLŞEN-İ EFKÂR<br />
Fe¡ilâtün / mefâ¡ilün / fe¡ilün<br />
(Fâ¡ilâtun) (fa¡lün)<br />
1-B 1. Ufu…-ı canda nûr-ı b’ismi’llâh 147<br />
¡Âlem-i …albe ber… urur çün mâh<br />
2. Nûrı çar«-ı hidâyetüñ …ameri 148<br />
Burc-ı sa¡duñ nücûm-ı cilve-geri<br />
3. Fi’l-me&el andaki o na…ş u ru…ûm<br />
Fülk-i dilde tâb-dâr-ı nücûm<br />
4. Oldı envârı râh-ı dµne delµl<br />
Gider anuñla yola ibn-i sebµl<br />
5. Fet√ olur anuñ-ıla bâb-ı ümµd<br />
Açılur nûrıyla rûz-ı sa¡µd<br />
6. Fâti√idür «azâin-i πaybuñ<br />
Kâşifidür rumûz-ı lâ-reybüñ 149<br />
7. Ol-durur serv-i gülşen-i melekût<br />
Sünbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût<br />
8. ◊ırz-ı cân olmaπın ulü’l-eb§âr 150<br />
Götürür başda anı leyl ü nehâr<br />
146<br />
Bu açıklama sadece SK nüshasında vardır. İÜ1 nüshasının ön yüzünde “Gülşen-i Efkâr-ı Şânµ-i<br />
Lârendevµ ez mürµdân-ı Şey« ¡Ömer Rûşenµ müştehir bi-Monla Çelebi ez şu¡arâ-yı ¡a§r-ı Sul†ân Murâd-ı<br />
&ânµ” ifadesi vardır. İÜ2 nüshasında herhangi bir ön kayıt yoktur.<br />
147<br />
Ufu…-ı cânda nûr-ı: O…u candan be-nur SK<br />
148<br />
Nûrı: Nûr veya Nûr-ı SK<br />
149<br />
lâ-reyb (şüphe yoktur): “O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve<br />
arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara 2/2). “Lâ-reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Ayrıntılı<br />
bilgi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
150<br />
ulü’l-eb§âr (basiret sahipleri): “Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz bunda basiret<br />
sahipleri için mutlak bir ibret vardır.” (Nûr 24/44).<br />
180
9. Andadur ism-i a¡@am-ı Ra√mân<br />
Fet√ olur anuñ-ıla genc-i nihân<br />
10. Cümle √arfinde gizli niçe künûz<br />
Münderic her birinde dürlü rumûz<br />
11. Bâ-yı b’ismi’llâh oldı ümm-i kitâb<br />
Anda derc oldı cümle fa§l-ı «i†âb<br />
12. No…†a-i bâ ki merdümi melegüñ<br />
Merkezidür devâir-i felegüñ<br />
2-A 13. İnbisâ†ından oldı kevn ü mekân<br />
Zµr ü bâlâ vü ¡arş u ferş-i cihân<br />
14. Sµni sul†ân-ı ¡aş…a efserdür<br />
Tâc-sâlâr-ı pµr-i perverdür<br />
15. Erredür münkire siyâsetde<br />
Diş biler …atline cinâyetde<br />
16. Ehl-i µmâna lµk sµn-i sürûr<br />
Göñlini dâimâ ider mesrûr<br />
17. Besmele meddi oldı √abl-i metµn<br />
Yapışan aña †utdı ≠eyl-i ya…µn<br />
18. İncedür gerçi §an †arµ…-i »udâ<br />
Ehl-i tev√µde ¡urve-i vu&…a<br />
19. Oldı ebrû-yı şâhid-i ta√…µ…<br />
No…†ası «âl-i §ûret-i ta§dµ…<br />
20. Mµmi «al«âl-i sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µm<br />
‰av…-ı gerdân-ı √ûr-ı ¡ayn-ı na¡µm<br />
21. Sâlike remz-ile ider i¡lân<br />
Erba¡µnde bulur kemâl insân<br />
22. Laf@atu’llâh ki ism-i ≠âtü’l-◊a…<br />
Bâπ-ı ra√metde §anki bir yapra…<br />
23. Elifi serv-i bâπ-ı ra√metdür<br />
Bezm-i va√detde şem¡-i …udretdür<br />
181
24. Oldı gûyâ ¡a§â-yı «asta-dilân<br />
Anuñ-ıla …ıyâm ider pµrân<br />
25. Zeyn idüp rûy u …alb-i µmânı 151<br />
~a…ladı cân içinde ◊a… anı<br />
26. Birligi √a……uñ anda @âhirdür<br />
Şa¡şa¡a-târ gibi bâhirdür 152<br />
27. ‰oπrı yolı bize işâret ider<br />
Râh-ı √a… √a……ı delâlet ider<br />
2-B 28. Remz-ile lâmı gösterüp tibyân<br />
Rûze-i far≥ı itdi bize beyân<br />
29. ±ü’l-fi…âr-ı ¡Ali gibi iki lâm<br />
Gösterir ehl-i küfre tµπ u √üsâm 153<br />
30. İtdi anı o √a≥ret-i Feyyâz<br />
Rişte-i ¡ömr-i münkire mı…râ≥<br />
31. Benzer ol √âsı çeşme-i şehde<br />
Bâπ-ı cennetde gonce-i verde 154<br />
32. Fi’l-me&el ol nigµn-i bâdâmı<br />
Fikretüm şâhbâzınuñ dâmı<br />
33. İtdi teşdµdi münkire şiddet 155<br />
Erresi …ıldı …atline √iddet<br />
34. Aña can gözi-y-ile eyle na@ar<br />
Per-i Nâmûs-ı Ekber’e beñzer 156<br />
35. Râları §an miyân-ı serve kemer<br />
¢atl-i vesvâse her biri «ançer<br />
36. Mâh-ı nevdür sipihr-i ra√mete ol 157<br />
Ya kemerdür …u§ûr-ı cennete ol<br />
151 rûy u …alb: rûy-ı …alb İÜ2, SK<br />
152 Şa¡şa¡a-târ: Şa¡şa¡a-ı târı SK<br />
153 tµπ u hüsâm: tµπ-i hüsâm SK<br />
154 Bu beyit SK nüshasında yok.<br />
155 münkire şiddet: münkir-i şiddet SK<br />
156 Nâmûs-i ekber, Cebrail’dir. Bkz. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türlçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın<br />
Kitabevi Yay., Ankara 1993, s. 805)<br />
157 Mâh-ı nevdür : Mâh-ı nûrdur SK<br />
182
37. ◊âlarıdur cihanda efser-i ◊ay<br />
◊ay-durur anuñ-ıla cümle şey 158<br />
38. İbtidâ-yı √ayât-ı dil oldur<br />
İntihâ-yı felâ√ bil oldur 159<br />
39. Nûnı üzre …arâr buldı ya…µn 160<br />
Anuñ üstinde †urdı dµn-i mübµn<br />
40. Çı…dıπıyçün ser-i necâta o nûn<br />
Götürür başda anı sûre-i Nûn 161<br />
41. Ol-durur ke’s-i «ûn-ı Ra√mânµ 162<br />
¢urtarur yirde …almadan cânı<br />
42. Yâsı …avs-i …a≥âdan oldı nişân<br />
Dest-i …udret çeker o yâyı hemân 163<br />
3-A 43. İsmi ser-defter-i du¡â-yı …abûl<br />
Resmi şey’üñ esâsıdur ma…bûl<br />
44. No…†alar anda merdüm-i insân<br />
Mezra¡-ı ma¡rifetde to«m-ı revân<br />
45. Görinen anda ol sevâd u beyâ≥ 164<br />
Dµde-i √ûr-ı cennet-i Feyyâ≥<br />
46. Kimi dâl eyleyüp …adin çü kamer<br />
◊a≥ret-i ◊a……’a hep ¡ibâdet ider<br />
47. Kimi ke&retde kimi va√detde<br />
Dâ’ire içre kimi «alvetde<br />
48. Dµde-i cânı Şâniyâ açagör<br />
Sırr-ı ma¡nâyı bunda cân-ıla gör<br />
158<br />
cümle şey: cümle √ay İÜ1, İÜ2<br />
159<br />
bil: dil SK<br />
160<br />
Nûn: Ulûhiyet ilmine karşılık gelir. Kalem ise bu ilmi açığa çıkarandır.<br />
161<br />
Kalem sûresi. “Nûn ve’l-kalem” ifadesiyle başladığı için Nûn sûresi olarak da anılır. Zalimin zulmünü,<br />
fasidlerin fesadını önlemek ve kötülüklerinden korunmak için kendisinden faydalanılan bir sûredir.<br />
162<br />
ke’s-i «ûn: kâse-«ˇân SK<br />
163 dest: yed İÜ2, SK<br />
164 sevâd u beyâ≥ : sevâd-ı beyaz SK<br />
183
49. Münderic bunda âdemüñ ¡ilmi<br />
Mündemic cümle ¡âlemüñ ¡ilmi<br />
TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CEMÂL Ü ±Ü’L-CELÂLDÜR Kİ REŞK-İ ¡I¢D-I LE’ÂL Ü ÂB-I<br />
±ÜLÂLDÜR ¡A¢ABİNDE BER¡AT-I İSTİHLÂL ±İKR OLINUR 165<br />
50. ◊amd aña kim odur Kerµm ü Ra√µm<br />
»âlı…-ı nüh-revâ… u ¡arş-ı ¡a@µm<br />
51. Fâli…ü’§-§ub√ »âlı…u’l-ervâ√<br />
Râzı…u’l-«al… kâşifü’l-eşbâ√<br />
52. ¡Âlem-i sır her @uhûr u bu†ûn<br />
Diyemez kimse fi¡line çi vü çûn<br />
53. Ol-durur bâni-i binâ-yı semâ<br />
Fâti√-i bâb-ı …alb-i ehl-i fenâ<br />
54. ◊ayy u Bâ…µ vücûd-ı mu†la…dur 166<br />
Lâ-yezâl u …adµm-i esba…dur<br />
55. ◊ikmetinde nüfûs-ı nâ†ı…a lâl<br />
¡A…l-ı kül idemez o ≠âtı «ayâl<br />
3-B 56. Bahr-i cûdında …a†redür yedi yem<br />
Cümle mevcûd anuñ …atında ¡adem<br />
57. Mihr-i i√sânı eyleyüp işrâ…<br />
Nûrı-y-ıla açıldı Hind ü ¡Irâ…<br />
58. Cur¡a-i hestiye olup sâ…µ<br />
Ra…§ u devre getürdi âfâ…ı 167<br />
59. Çâk idüp câme-i ¡adµmi vücûd<br />
Sµne gösterdi şânid-i mevcûd<br />
60. Varlıπınuñ güvâhıdur dünyâ 168<br />
Şâhid-i ≠âtıdur bu ¡ar≥ u semâ<br />
61. Cilvegerdür …amu me@âhirde<br />
Göremez kimse anı @âhirde<br />
165 Metnin sonunda sadece SK’de “temme” ifadesi var.<br />
166 ◊ayy u Bâ…µ: ◊ayy-ı Bâ…µ İÜ2, SK<br />
167 Ra…§ u devr: Ra…§-ı devr SK<br />
168 dünyâ: dûnyâ SK<br />
184
62. ±ât-ı √a……uñ vücûdına şâhid 169<br />
Saña rûşen delµldür Nâhid 170<br />
63. Sırr-ı …albüñde var-ise i«lâ§<br />
Saña yeter bu sûre-i İ«l⧠171<br />
64. Ser-fürû eyledi aña «ûrşµd<br />
Oldı nûrıyla pür-≥iyâ «ûrşµd<br />
65. Defter-i §un¡-ı ◊a…’da seb¡a †ıbâ…<br />
No…†adur nûn içinde çar«-ı revâ…<br />
66. Bahr-i cûdında ◊a… ‰e¡âlânuñ<br />
Deşt-i §un¡ında o tüvânânuñ<br />
67. Ar≥-ı πabrâ serâb-ı âvâre<br />
Bahr-i a«≥ar √abâb-ı âvâre<br />
68. Kâse-lµsi-durur cµm ü cemşµd<br />
Bende-i «âksârıdur «ûrşµd<br />
69. ±erre-i mihr-i cûdıdur ¡âlem<br />
¢a†re-i bahr-i cûdıdur âdem<br />
70. Tâhe fµ tµhi §un¡ihi’l-ervâ√ 172<br />
◊âra fµ beydi künhihi’l-eşbâ√ 173<br />
4-A 71. Heybetinden eridi gevher-i pâk<br />
Oldı âb-ı revân «ı††a-i «âk<br />
72. ¢âdirüñ …udretine √ad yo…dur<br />
~âni¡üñ √ikmetine ¡ad yo…dur<br />
73. Nûrını gâhi rûy-ı Leylâ’da<br />
Gösterür geh ¡i≠âr-ı A≠râ’da<br />
74. »al…ı eyler cemâline ¡âşı…<br />
Kimi Mecnûn olur kimi Vâmı…<br />
169<br />
Şâhid: her şeb İÜ2, SK<br />
170<br />
Nâhid: kevkeb İÜ2, SK<br />
171<br />
İhlâs sûresi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
172<br />
ervâ√: eşbâ√ İÜ2<br />
173<br />
eşbâ√: ervâ√ İÜ2 // Bu beyit SK nüshasında yok. “Ruhlar ve bedenler O’nun yarattıkları (sanatı)<br />
karşısında şaşkına döndüler” anlamına gelen beyitte yaratılan her şeyin şaşkınlık yaratacak şekilde<br />
kusursuz ve mükemmel olduğu, yaratılan her şeyde yaratanı görmenin mümkün olduğuna işaret edilir.<br />
185
75. Limeni’l-mülk «i†âbı ¡unvânı 174<br />
Lâ-mekân âstânı dµvânı<br />
76. İremez künh-i ≠âtına idrâk<br />
Mâ-¡arefnâke dir …amu derrâk 175<br />
77. Uçamaz ol diyâra mürπ-ı ¡u…ûl<br />
Aña ¡u…âb-ı ¡aş…ı virmez yol<br />
78. ‰ayerân idemez sürûş-ı «ıred<br />
Heybet-i ◊a… yolına baπladı sed<br />
79. ¢urbet-i …âfına olan ¡an…â<br />
Olur anuñ vücûdı nâ-peydâ<br />
80. Bµm-i …ahr-ıla yaş döker kevkeb<br />
Gice yummaz gözini her kevkeb<br />
81. Oldı bârân-ı fey≥i «âke revân<br />
İtdi andan @uhûr çeşme-i cân<br />
82. Fey≥ idüp √âke ebr-i i√sânı<br />
Cereyân itdi ba√re nµsânı 176<br />
83. »ârdan itdi πonçe-i ra¡nâ<br />
¢a¡r-ı deryâda lü’lü’-i lâlâ<br />
84. Yemde itdi §adef §adefde düri<br />
Düre virdi le†âfet-i güheri<br />
85. Bir nefesden yaratdı ¡İsâ’yı<br />
¢ara †opra…dan ehl-i esmâyı<br />
4-B 86. Seng-i «ârâda «al… ider √ayvân<br />
‰ıyn-i lâ≠ibden eşref-i insân 177<br />
87. Gehi bir dürden ider âb-ı revân<br />
Gehi §udan …ılur riyâ≥-ı cinân<br />
88. Gül ü sünbülle zeyn ider «âki<br />
Nesr-ile sünbül-ile eflâki<br />
174<br />
“Limeni’l-mülk” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
175<br />
“Mâ-¡arefnâke” için tezin “4.3.2. Hadisler” bölmüne bakınız. // dir: diye SK<br />
176<br />
ba√re: bahr-i SK<br />
177<br />
“‰ıyn-i lâ≠ib” ifadesi için tezin “4.3.2. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
186
89. Kef-i mâ’dan ider gehî ar≥ın<br />
Geh du«ândan …ılur semâ-yı berµn<br />
90. Şeb-i târ içre seng-i §ammâda<br />
◊areket itse ≠erre «ârâda<br />
91. Bilür ol debdebât-ı ≠errâtı<br />
¡İlm-i ≠âtisiyle @ulmâtı<br />
92. Genc-i ≠âtı †ılısmı idi ¡amâ 178<br />
İsm-i a¡@amla eyledi peydâ<br />
93. Pâyını kesdi …ahrıyla Lât’uñ<br />
Mün¡adim oldı başı âfâtuñ<br />
94. Oldı enmûzec-i cihân âdem<br />
İtdi ◊a… anı nüs√a-i a¡@am<br />
95. Lµk bir no…†adur kitâbından<br />
±erre-i kemter âftâbından<br />
96. ¢ıldı bir şehr-i ¡âliyi bünyâd<br />
Aña insân-ı kâmil eyledi ad<br />
97. Anda cümle mühendisân √ayrân<br />
İki sµmµn sütûnda itdi revân<br />
98. İki †â… itdi ¡anber-i sârâ<br />
¢ıldı miskµn sürâdi…ât aña 179<br />
99. Bir gümüşden sütûn itdi ∏afûr<br />
Üstine …odı gevher-i pür-nûr<br />
100. Rûşen olmaπa «âne-i ra¡nâ<br />
Eyledi anda ¡a…lı şem¡-i ≥iyâ<br />
5-A 101. Pâdişeh …ıldı anda rû√ı İlâh<br />
»al…ı tâ olmaya anuñ gümrâh<br />
178 idi: itdi SK<br />
179 sürâdi…ât: serâda …ât SK<br />
180 vezµr ü ¡ilmi: vezµri ¡ilmi SK<br />
102. ¡A…l-ı evvel vezµr ü ¡ilmi √akµm 180<br />
İtdi √ilmi aña edµb-i selµm<br />
187
103. Ola kim †ıfl-ı …albi bula §afâ<br />
Ola tâ ma@har-ı cemâl-i »udâ<br />
104. Fehm ide sırr-ı nükte-i lâ-reyb<br />
Anda derc eyleye «azµne-i πayb 181<br />
105. Kenz-i ma√fµsin eylemege ¡ayân 182<br />
¢udretinden yaratdı ◊a… insân<br />
106. Eyledi lu†fı anı ehl-i reşâd<br />
◊ikmeti virdi aña isti¡dâd<br />
107. Nevrini nûrı-y-ıla gösterdi<br />
◊ikmet ü …udretini bildürdi 183<br />
108. Eyledi rû√a cismini mu√tâc 184<br />
¡A@mini itdi pâye-i mi¡râc<br />
109. Ten-i †âhirledür murâda vü§ûl 185<br />
Dil-i pâk-iledür du¡â-yı …abûl<br />
110. Na…ş-ı πayrµyi pâk it âyineden<br />
Görine tâ ki anda vech-i √asen<br />
111. Câm-ı gµtµ-nümâyı eyle †aleb<br />
Tâ ki anda tecelli eyleye Rab<br />
112. Açar âyµne-i …ulûbı çü mâh<br />
~ay…al-ı lâ ilâhe illallâh 186<br />
113. Rav≥a-i …albüñi …ılur «oş-bû<br />
Sünbül-i lâ ilâhe illâ hû 187<br />
114. ¢alb-i …albe o §âni¡-i ekber 188<br />
¢ıldı tev√µdi kibrit-i a√mer 189<br />
181<br />
«azµne-i: «arâse-i SK<br />
182<br />
“kenz-i mahfî” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // ma√fµsin: nehyi sen SK<br />
183<br />
◊ikmet ü: ◊ikmeti SK<br />
184<br />
rû√a cismini: rû√ı cismine İÜ2, SK<br />
185<br />
Ten-i †âhirledür: Ten her †âledür SK<br />
186<br />
~ay…al-ı: Sünbüli SK. “lâ ilâhe illallâh” sözü “Allâh’tan başka ilâh yoktur.” anlamındadır.<br />
187<br />
Sünbül-i: ~ay…alı SK. “lâ ilâhe illâ hû” sözü “O’ndan başka ilâh yoktur.” anlamına gelir.<br />
188 …albe: …albde SK<br />
189 kibrµt: kerb SK<br />
188
MERÂTİB-İ TEV◊ÌD-İ RABBÂNÌDÜR Kİ ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR<br />
5-B 115. Söyle ey mürπ-ı gülşen-i lâhût<br />
Şev…-ile eyle …ı§§a-i ceberût<br />
116. Ceberût-ı ¡ulâyı Rabb-ı …adµr<br />
¢ıldı envârıyla mihr-i münµr 190<br />
117. Lem¡a-i ◊a…’dan olmayup mestûr<br />
Dâ’imâ mihr gibi πar…a-i nûr<br />
118. Andadur menba¡-ı ¡inâyet-i ◊a…<br />
Andadur ma†la¡-ı hidâyet-i ◊a…<br />
119. Andadur dürc-i ma«zen-i esrâr<br />
Andadur cümle ma@har-ı â&âr<br />
120. Nûr-ı pâki …ulûb-ı insânı 191<br />
Rûşen eyler çü mihr-i nûrânµ<br />
121. ≤av’-ı «ûrşµdi nûrı eyler ma√v<br />
Ehl-i dil ol diyâra didi §a√v 192<br />
122. Ol-durur ma@har-ı cemâl-i cemµl<br />
Ma†la¡-ı mihr-i nûr-ı Rabb-ı celµl<br />
123. Nice va§f ide anı ¡a…l-ı ≥a¡µf<br />
Nice med√ ide anı fehm-i na√µf<br />
124. Ol diyârı varup görenden §or 193<br />
◊â§ılı seyr idüp gelenden §or 194<br />
125. ±erre mi…dârı âftâbından<br />
Saña ta…rµr ide kitâbından<br />
126. ¢afes-i tende bülbül-i cânuñ<br />
Göremez verdin ol gülistânuñ<br />
127. Ger …ılursañ o gülşene hevesi<br />
Dest-i himmetle pârele …afesi<br />
190 münµr: neyyµr SK<br />
191 Nûr-ı: Nûrı SK<br />
192 §a√v: ma√v SK<br />
193 görenden: irenden İÜ2 // görenden: izinden SK<br />
194 gelenden: gözünden SK<br />
189
6-A<br />
195 cemâl-i : cemâle SK<br />
196 tevõd-i: tevõdi SK<br />
197 fe≥âyı: …a≥âyı SK<br />
198 ¡ulyâyı: a¡lâyı SK<br />
128. Mürşid-i ¡aş…ı câna hem-râz it<br />
Bâπ-ı «uld-ı berµne pervâz it<br />
129. Pµr-i irşâda ya¡ni hem-râz ol<br />
Himmetiyle anuñ ser-firâz ol<br />
130. ¢alma bu yolda baş-ıla câna<br />
Seri …o âstân-ı pµrâna<br />
131. Düş der-i pµr-i ehl-i ¡irfâna<br />
Mevrid-i vâridât-ı süb√âna<br />
132. ¢albi ola «azµne-i ta§dµk<br />
Sırr-ı seri sefµne-i ta√…µ…<br />
133. Râh-ı ta√…µ…e reh-nümâ ola ol<br />
Leme¡ât-ı »udâ-nümâ ola ol<br />
134. Bildüre ol kemâl-i tev√µdi<br />
Göstere tâ cemâl-i tev√µdi 195<br />
135. Bahr-i tev√µde gerçi πâyet yo…<br />
¢a¡rına lâ-cerem nihâyet yo…<br />
136. Sâ√ili yo… mu√µ†-i a¡@amdur<br />
Bahr-i a«≥ar …atında şebnemdür<br />
137. Künh-i tev√µd-i ◊a……’ı ehl-i fenâ 196<br />
Bilmedi gerçi gördi rûy-ı be…â<br />
138. Añlamaz …a†re bahr-i ¡ummânı<br />
Ne bilür mûrçe Süleymân’ı<br />
139. Mürπ-ı ¡a…l ol fe≥âyı seyr idemez 197<br />
Peşşe ¡arş-ı a¡lâyı seyr idemez<br />
140. Ne bilür peşşe ≠ât-ı ¡an…âyı<br />
Nice añlar hümâ-yı ¡ulyâyı 198<br />
190
141. Vâcibi mümkin ide mi idrâk 199<br />
Bâ…i-i fâni fehm ide √âşâk 200<br />
142. Gerçi itdi beyânı niçe fu√ûl<br />
¡Â…ıbet ¡âciz oldı anda ¡u…ûl<br />
143. Sâlike lµk mürşid-i kâmil<br />
Gösterür gerçi rûşenâ menzil<br />
144. Nûr-ı vecdiyle geh virür aña şev…<br />
Gehi √alât-ı ce≠bden da«ı zev… 201<br />
6-B 145. Cümleten mürşid-i †arµ…-i münµf<br />
◊âl-i tev√µdi eyledi ta¡rµf<br />
199<br />
ide mi: idemez SK<br />
200<br />
fehm ide √âşâk: alamaz bµ-pâk SK<br />
201<br />
ce≠bden:√i≠bden SK<br />
202<br />
Da«ı: Daπı SK<br />
203<br />
merâtib-durur: merâtibdür SK<br />
204 bunu: anı SK<br />
205 ¡A…l u : ¡A…l-ı SK<br />
146. Terk-i terk ü fenâ-durur tev√µd<br />
Sırr-ı ser-i §afâ-durur tev√µd<br />
147. Da«ı ol †û†iyân-ı mı§r-ı beyân 202<br />
¡Andelµbân-ı gülşen-i tibyân<br />
148. Bâπ-ı ma¡nµde eyleyüp pervâz<br />
Söze bu resme eyledi âπâz<br />
149. Üç merâtib-durur …amu tev√µd 203<br />
Añlamaz bunu §â√ib-i ta…lµd 204<br />
150. Biri ¡ilmµdür ehli cümle ¡avâm<br />
Biri ¡aynµ biri √a…µ…i be-nâm<br />
151. Ehl-i ¡ilmµde gerçi yo…dur √âl<br />
¡A…l u na…l-ile eyler istidlâl 205<br />
152. ~â√ibü’l-¡ayn olan ulü’l-eb§âr<br />
◊a……’ı vicdân-ıla bulur her bâr<br />
153. Bâb-ı ta√…µ…i kimse fet√ idemez<br />
Ehl-i ◊a… ol kitâbı şer√ idemez<br />
191
¡İLMÌ OLAN TEV◊ÌD-İ ±Ü’L-CELÂLİ TA¢LÌD Ü İSTİDLÂLİDÜR ±İKR OLINUR<br />
154. Da«ı ¡ilmînüñ ikidür nev¡i<br />
Biri ¡a…lµ birisidür sem¡µ<br />
155. İkidür ¡a…l u na…l-ile tev√µd<br />
Biri ta√…µ… ü birisi ta…lµd<br />
156. ±eyl-i ta…lµdi †utdı cümle ¡avâm<br />
Bâb-ı ta√…µ…i açdı ehl-i kelâm<br />
157. ¡İlm-ile olmaz inşirâ√-ı §adr<br />
Ehl-i πaflet görür mi rûy-ı …adr<br />
158. Reng-i bûnuñ esµr ü maπrûrı<br />
Açamaz bâb-ı sırr-ı mestûrı<br />
7-A 159. Yine olmasa ehl-i ta…lµde<br />
İntibâh-ı la†µf-i tev√µde 206<br />
160. Mu¡teberdür egerçi µmânı<br />
Bulamaz lµk √âl-i vicdânı<br />
161. Def¡ …ıl †urma √âb-ı ta…lµdi<br />
Göresin tâ ki ¡ayn-ı tev√µdi<br />
162. ¢oma …albüñde perde-i pindâr<br />
Görine anda şâhid-i dµdâr<br />
TEV◊ÌD-İ ¡AYNµ Kİ EF¡ÂLÌ VÜ ~IFÂTÌ VÜ ±ÂTÌDÜR İCMÂLİ BEYÂN OLINUR<br />
206 İntibâh: Enbiyâh SK<br />
207 SK nüshasında bu beyit yok.<br />
163. Yine ¡aynµ de üç merâtibdür<br />
İrişür aña her ki †âlibdür 207<br />
164. Biri tev√µd-i ≠ât ü biri §ıfât<br />
Biri ef¡âl-i §ay…al-i mir’ât<br />
165. Üçi üç pâye pâye-i mi¡râc<br />
±ev…-i rû√âni πâye-i mi¡râc<br />
192
166. A§l-ı tev√µd şühûda irmekdür<br />
Nûr-ı pâk-i vücûda irmekdür<br />
TEV◊ÌD-İ EF¡ÂLÌ 208<br />
167. ±ikr-i …alb-ile sâlik-i dânâ<br />
Eylese nefsini …açan ifnâ<br />
168. Dâ’imâ ◊a……’a râci¡ ide ≥amµr<br />
Ne …ılur i«tiyâr u ne tedbµr<br />
169. Fi¡lini fi¡l-i πayri-i †âlib<br />
Görmeyüp ◊a……’ı eyler ol πâlib<br />
170. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl<br />
Bilür ol dem »udâ’yı ol fa¡¡âl<br />
171. Terk ider cümleten ru¡ûnâtı<br />
Da«ı ¡âdât-ıla şu’ûnâtı<br />
7-B 172. Mâlik ü §â√ib-i sekµne olur<br />
¡Âlim ü ¡ârif-i «azµne olur<br />
208 EF¡ÂLÌ: EF¡ÂLÌDÜR İÜ2<br />
209 ~IFÂTÌ: ~IFÂTÌDÜR İÜ2<br />
210 ≥iyâ-yı: √ınâ-yı SK<br />
173. Fi¡l-ile olmaπın …amu a√vâl<br />
Didiler buña tev√µd-i ef¡âl<br />
174. Bu-durur evvel-i ma…âm-ı …urb<br />
Sâlike ma†lab u merâm-ı …urb<br />
175. Ol zamân ◊a… ider tesellâyı<br />
¢ula ef¡âl-ıla tecellâyı<br />
TEV◊ÌD-İ ~IFÂTÌ 209<br />
176. Terk idüp §ûfi «âb-ı ta…lµdi<br />
Ger §ıfâtı olursa tev√µdi<br />
177. Ber… urur …albine ≥iyâ-yı vi§âl 210<br />
Keşf olur aña cümleten a√vâl<br />
178. ¢ılmayup hiç vücûdınuñ e&eri<br />
¢a†¡ ider «ayr u şerden ol na@arı<br />
193
179. Nefsinüñ nefs ¡aybını gözler<br />
Eylemez ¡ayb-ı «al…a hiç na@ar<br />
180. ◊a……’a eyler teveccüh-i tâmı 211<br />
Gündüzi ¡ıyd u …adr olur şâmı<br />
181. Ma√v ider nûrı şerr-i «annâsı<br />
∏ayrı görmez «ayâl ü vesvâsı<br />
182. Nûr-ı ◊a… aña eyleyüp işrâ…<br />
İrişür ma√v u §a√v u istiπrâ…<br />
183. Melekût-ı semâya vâ§ıl olur<br />
Ceberût-ı ¡ulâya vâ§ıl olur<br />
184. Bulur ol dem kemâl-i ma¡bûdı<br />
Görür ol dem cemâl-i meşhûdı<br />
185. ~abr u cûd u rı≥âyı Rabb-ı kerµm 212<br />
¡Ayni-y-ile ider aña teslµm<br />
8-A 186. Ger tecellµ …ıla §ıfâtla ◊a…<br />
Sâlik irür bu √âlete mu†la…<br />
211<br />
teveccüh-i teveccüh ü SK<br />
212<br />
cûd: cûdı SK<br />
213<br />
±ÂTÌ: ±ÂTÌDÜR İÜ2<br />
214<br />
tevõde: tevõd SK<br />
215<br />
İre ¡a…la: ¡A…la irür SK<br />
TEV◊ÌD-İ ±ÂTÌ 213<br />
187. İrse tev√µd-i ≠âta bir ¡âşı…<br />
Va§l-ı ◊a……’a olur o dem lâyı…<br />
188. Ehl-i tev√µde ma†lab-ı a¡lâ 214<br />
Dil ü cân-ıla ma…§ad-ı a…§â<br />
189. ¢urb-ı Settâr’a vâ§ıl olma…dur<br />
Sırr-ı esrâra vâ§ıl olma…dur<br />
190. Nûr-ı ◊a… …albe eyleyüp işrâ…<br />
İre ¡a…la kemâl-i istiπrâ… 215<br />
194
191. Keşf olursa aña tecelli-i ≠ât<br />
Cümle far… olmaz anda ≠ât u §ıfât<br />
192. Bu-durur ol ma…âm-ı sekr ü §a√v<br />
Rû√-ı sâlik olur bu yirde ma√v<br />
193. Bahr-i ta√…µ…e πar… olur †âlib<br />
Ce≠be-i ◊a… aña olur πâlib<br />
194. ¢aplar anı ya…µnüñ envârı 216<br />
Görür ol cân göziyle dµdârı<br />
195. ~â√ibi bu ma…âmuñ ehlu’llâh<br />
Sâkin-i ta«tgâh-ı ¡arş-ı İlâh<br />
196. İltifât eylemez kerâmete hµç<br />
Keşf-i esrâr-ıla velâyete hµç<br />
197. ¢urb-ı ◊a…’dur hemân aña ma…§ûd<br />
Ma†labı görmek oldu rûy-ı şühûd<br />
198. ◊a… Te¡âlâ …ıla tecelli-i ≠ât<br />
İrişür …ula cümle bu √âlâ†<br />
199. E√adiyyet tecelli idüp aña<br />
Ferd-i Bµ-çûnı fehm ider ma√≥a<br />
8-B 200. ±ât-ı ◊a……’ı bile hemân mevcûd<br />
Göre πayruñ vücûdını mef…ûd<br />
201. İre ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…<br />
Ekmel ü kâmil olur ol mu†la…<br />
202. İnsılâ√ u √ulûle …âbil olur 217<br />
İtti√âd-ı vücûda vâ§ıl olur<br />
203. Bilmeyen bu rumûzı †âli√dür<br />
Dâ’imâ ehl-i √âli …âdi√dür 218<br />
204. Sözümüz ehl-i √âledür anca…<br />
Sâlik olan ricâledür anca…<br />
216 ya…µnüñ: ya…µnlı…<br />
217 İnsılâ√ u √ulûle: İnsılâ√-ı vu§ûle SK<br />
218 …âdi√dür: …âri√dür SK<br />
195
205. Bu kelâmı buyurdı ehl-i hüner<br />
Bilmeyen cehline ¡adâvet ider<br />
206. Olmayan …albi içre ≠erre fürûπ 219<br />
~andı ¡âlemde anı ki≠b ü dürûπ 220<br />
207. Cümle eşyâya ≠âtı sârµdür<br />
Zµr ü bâlâya √ükmi cârµdür<br />
208. Ger @uhûr itse niçe biñ ef¡âl<br />
~ana kim anda kendüdür fa¡¡âl<br />
209. ¡Âlem içre olur «alµfe-i ◊a…<br />
Virür a…†âb u ehl-i √âle seba…<br />
210. ◊a… ider anı ma…sim-i erzâ…<br />
Olur emrinde cümle-i âfâ…<br />
211. Odur insân-ı kâmil ü ekmel<br />
Mürşid ü pµr-i zümre-i kümmel<br />
TEV◊ÌD-İ ◊A¢Ì¢Ì 221<br />
212. A§l-ı tev√µd-i ◊a……’ı bil ta√…µ…<br />
Ser-i mû deñlü yo…dur aña †arµ…<br />
213. Künh-i ≠âta vü§ûla yo… imkân<br />
±âtını girü kendü bildi hemân<br />
9-A 214. Âyine …ıldı gerçi insânı<br />
Arada perde itdi imkânı<br />
219 ≠erre: ≠er SK<br />
220 ki≠b ü: ki≠b-i SK<br />
221 ◊A¢Ì¢Ì: ◊A¢Ì¢ÌDÜR İÜ2<br />
222 ferâset ü: ferâset-i İÜ2, SK<br />
215. ±âtına göre perde-i imkân<br />
»al…a oldı √icâb-ı bµ-pâyân<br />
216. Nice ma¡lûm olur hüviyyet-i ◊a…<br />
Nice ta√…µ… olur √a…µ…at-ı ◊a…<br />
217. ¡A…l u fehm ü ferâset ü vicdân 222<br />
◊all-i esrâra cümlesi √ayrân<br />
196
218. Lµk envâr-ı fey≥-i Yezdânµ<br />
Rûşen itdi …ulûb-ı insânı<br />
219. E√adiyyet rumûzın añladılar<br />
Vâ√idiyyet künûzın añladılar<br />
220. ¡Aks-i envâr-ı ≠âtıdur ¡âlem<br />
Âyine-i §ıfâtıdur âdem<br />
221. Cümle esmâ §ıfâtına mir’ât<br />
~ıfatı da«ı ≠âtına mir’ât<br />
222. ~ıfatından bilindi ≠ât-ı …adµm<br />
E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm<br />
223. Kevni itdi vücûdına miftâ√<br />
Tâ ki fet√ ide genci ol Fettâ√<br />
224. ±erre peydâ vü lµk mihr-i nihân<br />
ªâhir ammâ √abâb-ı bahr-i nihân<br />
225. Bu mu¡ammâyı kimse fet√ idemez<br />
Da«ı sırr-ı …adµmi şer√ idemez<br />
226. Ol diyâra sülûka …udret yo…<br />
Dürlü ¡acz u …u§ûr u √ayret ço…<br />
227. Ra«ş-ı fikretle cümleten kâmil<br />
Tek ü pû itse niçe yüz biñ yıl<br />
228. İltemez pey fe≥â-yı ta√…µ…e<br />
Ba§amaz pâ fenâ-yı ta√…µ…e<br />
9-B 229. Deşt-i dehşetde per döger Cibrµl<br />
İremez ol diyâra peyk-i Celµl<br />
230. Sırr-ı ta√…µ…-i ≠âta irmedi ol<br />
Remz-i sırr-ı §ıfâta irmedi ol<br />
231. ¢almayan yolda baş -ıla câna<br />
İrişür gerçi genc-i pinhâna<br />
232. Fet√ olmaz aña «azµne-i «ûb<br />
Ki anı √ıf@ ider †ılısm-ı vücûb<br />
197
233. Ber…-i «â†ıf gibi velµ leme¡ân<br />
İrişür ba¡≥ı enbiyâya revân<br />
234. Bir nefes vâ§ıl-ı √a…µ…at olur<br />
Mürşid-i kâmil-i †arµ…at olur<br />
235. Vâ√iden ba¡de vâ√idin olur ol<br />
Rûzı olmadı herkese bu vusûl<br />
236. Şâniyâ keşf olur mı bu a√vâl<br />
Bulmayınca kemâl-i i≥mi√lâl<br />
237. ±ev…e vâ§ıl olur mı …âl ehli<br />
Hiç irer mi aña ma…âl ehli<br />
238. Nâr-ı ¡aş…-ıla eyle …albüñi …âl<br />
Cânuñı bahr-i va√dete yüri §al<br />
239. ¢albe tev√µd-i «â§ı irgürigör<br />
Tâ ki anda tecelli eyleye nûr<br />
TERCÌ¡-İ BEND Kİ TEV◊ÌD-İ ◊A≤RET-İ ±ÂT U MÜŞTEMİL-İ VA~F-I<br />
~IFÂTDUR 223<br />
240. Mübdi¡-i nüh-revâ…-ı nûr-efşân<br />
Bâni-i çâr-†â…-ı kevn ü mekân<br />
241. Münşi-i nâm-hâ-yı lev√-i vücûd<br />
Âferµnende-i zemµn ü zamân<br />
242. ±âtehu …âne …able kün feyekûn 224<br />
A§l-ı mevcûd u §âni¡-i ekvân<br />
10-A 243. Gûy-ı gerdûnı §avlecan-ı §un¡<br />
Deşt-i hestµde eyledi πal†ân<br />
244. ±ât-ı Bµ-çûnı §almasa pertev<br />
¢alur idi şeb-i ¡ademde cihân<br />
245. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ 225<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ 226<br />
223 ~IFÂTDUR: ~IFÂTIDUR SK<br />
224 Anlamı: O’nun zatı “Ol der ve olur”dan önce idi. Bakara sûresi 117. âyette geçen “O bir şeyin<br />
olmasını istediği zaman o şeye “ol” der ve hemen olur.” ifadesine atıfta bulunulur. Allâh’ın zatının hiçbir<br />
şeyi yaratmadan önce var olduğuna işaret edilir.<br />
225 Anlamı: O’nun (Allâh’ın) yüce nuruyla tecelli etti.<br />
198
246. Ferd-i Bµ-çûn u ¡Âlim ü ¡Allâm 227<br />
◊ayy u Bâ…µ ¡Alµm ü ±ü’l-ikrâm<br />
247. E√ad u Vâ√id ü ¡Alµm ü »abµr<br />
~amed ü bµ-zevâl u Rabb-i enâm<br />
248. Yo…dur enbâzı milk ü mülkinde<br />
Rûz u şeb birligine şâhid tâm<br />
249. Olsa bir kişvere iki vâlµ<br />
Göremez anda kimse rûy-ı ni@âm<br />
250. Ber… urup nûr-ı vâ√idiyyet-i ◊a…<br />
Geldi ¡âlem vücûda gitdi @alâm<br />
251. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l a¡lâ<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ<br />
252. Ol ¢adµr ü Müheymin ü »allâ…<br />
¢udretiyle yaratdı seb¡a †ıbâ…<br />
253. Bu ne …udret-durur ki kevn ü mekân<br />
İki √arfiyle oldı †â…-ı revâ…<br />
254. ¢ahr u lu†fından eyledi peydâ<br />
∏asa…ı’l-leyl ü §ub√-ı nûr-işrâ… 228<br />
255. Yazmaπa …udretin debµr-i felek<br />
Mühreler her se√er †o…uz evrâ…<br />
256. ¢udreti nûrın eyleyüp i@hâr<br />
Münkeşif oldı Rûm u Hind ü ¡Irâ… 229<br />
257. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ<br />
10-B 258. Dilese bir nefesde Rabb-ı …adµr<br />
Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr<br />
259. Zµba…-ı âdemi irâdet-i ◊a…<br />
Şems-i …udretle eyledi iksµr<br />
226 Anlamı: Evren (âlem) tarlası O’nun ışığıyla aydınlandı, açığa çıktı.<br />
227 ¡Âlim ü ¡Allâm: ¡Âlim-i ¡Allâm İÜ1<br />
228 “∏asa…ı’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
229 Rûm u Hind: Rûm-ı Hind SK<br />
199
260. Cümle fey≥-i irâdetinden olur<br />
◊arekât u sükûn u fikr-i ≥amµr<br />
261. Kimi şâh-ı serµr olur andan<br />
Kimi mu√tâc-ı nµm-nân-ı fa†µr<br />
262. Leme¡âtı irâdeti ◊a……’uñ 230<br />
±erre ≠erre cihânı itdi münµr<br />
263. ¢ad tecellâ bi-nûrihi’l-a¡lâ<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ<br />
264. Ol ¡Alµm ü »abµr ü Rabb u ∏afûr 231<br />
Ol Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Şekûr 232<br />
265. ~ıfat-ı √âdi&âtdan ¡ârµ 233<br />
Kelimâtı √urûfdan mehcûr<br />
266. ¡Âlemi ¡âlem içre âdemi ◊a…<br />
»al… idüp rız…ın eyledi ma…dûr 234<br />
267. Feye≥ân eyleyüp Cemâl ü Celâl<br />
Şâniyâ @âhir oldı @ulmet ü nûr 235<br />
268. Zelzele §aldı emr-i kün ¡ademe<br />
Dürc-i genc-i vücûd itdi @uhûr<br />
269. ¢ad tecellâ bi-núrihi’l-a¡lâ<br />
Kişt-i ¡âlem zi-perteveş peydâ<br />
MERÂTİB-İ ¢ALB-İ İNSÂNÌ VE ◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌDÜR BEYÂN OLINUR 236<br />
270. Ey kemâl-i √a…µ…ate †âlib<br />
Genc-i tev√µde cân-ıla râπıb<br />
271. Şem¡-i rû√ânµ gibi cânı uyar<br />
~âni¡üñ √ikmetine eyle na@ar<br />
230<br />
Leme¡âtı irâdeti: Leme¡ât-ı irâdeti İÜ2, SK<br />
231<br />
Rabb u ∏afûr : Rabb-ı ∏afûr SK<br />
232<br />
Rabb u Şekûr : Rabb-ı Şekûr SK<br />
233<br />
√âdi&âtdan:√âdi&ândan SK<br />
234<br />
ma…dûr : ◊a… dur SK<br />
235<br />
@ulmet u: @ulmet-i SK<br />
236<br />
BEYÂN OLINUR: Kİ AYÂN U BEYÂN OLINUR SK<br />
200
11-A 272. Küngür-i çar«-i nüh-revâ…ı revân<br />
Nice «al… itdi »âli…-i Süb√ân<br />
273. Kâf u nûndan §alup §adâ-yı ¡a@µm<br />
Biribirine …oydı çar«ı √akµm<br />
274. No…†a-i «âki bu †o…uz pergâr<br />
Devr ider …udretiyle leyl ü nehâr<br />
275. ◊ikmetiyle yaratdı insânı<br />
¢odı …albinde genc-i pinhânı<br />
276. Pâs-bân itdi aña «annâsı<br />
Bir †ılısm itdi diyü vesvâsı<br />
277. Kim ki mâlik-i ism-i a¡@am olur 237<br />
Def¡ idüp ol şürûrı genci bulur 238<br />
278. ‰avr-ı insân ki §un¡-ı …udretdür<br />
Ehl-i idrâke ma√≥-ı √ikmetdür<br />
¢ÂLE’LLÂHU TE¡ÂL CELLE VE ¡AL VE “¢AD »ALE¢AKÜM E‰VÂREN” 239<br />
279. Râvi-i sırr-ı ma√zenü’l-esrâr<br />
Nâ…il-i remz-i ma†la¡ü’l-envâr<br />
280. İtdi bu resme …ı§§aya âπâz<br />
Kim vire ehl-i √âle sûz (u) güdâz<br />
282. ¢alb-i insânı »âli… ü »allâ…<br />
Çar«-mânendi …ıldı seb¡a †ıbâ…<br />
283. Eyledi anda yedi e†vârı 240<br />
Her biri bir menâr-ı envârı<br />
284. Biri §adr u birisi …alb-i §afâ<br />
Birinüñ nâmıdur şeπâf-ı ≥iyâ<br />
285. Da«ı her †avrı ol fuâd-ı münµr<br />
◊abbetü’l-…albdür beşinci ≥amµr 241<br />
237 Mâlik: mı§dâk İÜ2, SK<br />
238 Def¡: Fet√ İÜ2, SK // şürûrı: †ılısmı İÜ2, SK<br />
239 “…ad «ale…aküm e†vâren” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
240 Kalbin yedi tavrı vardır: sadr, kalb, şegaf, fuad, habbetü’l-kalb, süveyda ve muhcetü’l-kalb. Ayrıntılı<br />
bilgi için bakınız: Süleyman Uludağ, “Kalp”, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001,<br />
s. 203.<br />
201
285. Oldı birisine süveydâ nâm 242<br />
Muhcetü’l-…albdür yedinci ma…âm 243<br />
11-B 286. Her biri ma«zen-i √a…âyı…dur<br />
Ma¡den-i cevher-i da…âyı…dur<br />
288. Buyurur ol Resûl-i «ayrü’n-nâs<br />
Sµm ü zer ma¡deni gibidür nâs<br />
“EFEMEN ŞERA◊A’LLÂHU ~ADRAHÛ Lİ’L-İSLÂM” ÂYETİNE 244 MAªHAR<br />
OLAN ‰AVR-I ~ADRUÑ VA~F-I ±Ü’L-¢ADRİDÜR Kİ ±İKR OLINUR 245<br />
289. Dil-i insânda ibtidâ-yı †avr<br />
Ehl-i ta√…µ… içinde nâmı §adr<br />
290. Mü’mine oldı ma¡den-i İslâm<br />
Kâfire menba¡-ı fücûr-ı @alâm<br />
290. Şer√ ider mü’mine anı Ra√mân<br />
Nûr-ı İslâm ider aña feye≥ân<br />
292. Nûr-ı İslâm’dan olsa ger mehcûr<br />
Olur ol demde ma¡den-i şer-i şûr<br />
MA¡DEN-İ GEVHER-İ ÌMÂN VE MA‰LA¡-I MİHR-İ Ì¢ÂN ‰AVR-I ¢ALB-İ<br />
DIRA»ŞÂNUÑ VA~F-I RA»ŞÂNIDUR BEYÂN OLINUR 246<br />
293. ‰avr-ı dil ma¡den-i cevâhir-i dµn<br />
Ma†la¡-ı âftâb burc-ı ya…µn<br />
294. Nûr-ı ¡a…l-ı ma¡âda ma†la¡ odur<br />
Fey≥-i Ra√mân’a ¡ayn-ı menba¡ odur<br />
295. Âftâb-ı ya…µn-ile o πanµ<br />
Âsmân-ı √a…µ…at itdi anı<br />
295. Girmez aña §ıfât-ı şey†ânµ<br />
Ya…ar anı şihâb-ı ¡irfânı<br />
241 …albdür: …alb-durur SK<br />
242 birisine: bu sµne-i SK<br />
243 …albdür: …alb-durur SK<br />
244 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
245 … Kİ ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok.<br />
246 BEYÂN OLINUR: İÜ2, SK’de yok.<br />
202
MA¡DEN-İ GEVHER-İ MA◊ABBET-İ ~ÂF OLAN ‰AVR-I ŞE∏ÂFUÑ EV~ÂF-I<br />
EŞRÂFIDUR Kİ ±İKR OLINUR 247<br />
12-A 296. Şef…at-ı kânidür bu †avr-ı şeπâf<br />
Añlamañ bu kelâmı lâf u gü≠âf<br />
297. Ma¡den-i gevher-i ma√abbetdür<br />
Ma†la¡-ı ezher-i meveddetdür<br />
298. Aña girmez ma√abbet-i Ra√mân<br />
Anda olmaz meveddet-i Ra√mân<br />
299. Şûriş-i ¡aş…a lµk menzil olur<br />
◊ubb-ı insâni anda kâmil olur<br />
300. ∏âyet-i ¡aş… lübb-ı insânµ<br />
Andadur «atm-ı √ubb-ı insânµ<br />
“MA◊ZEN-İ MÂ-KE±EBE’L-FUÂDU MÂ-RE’” 248 OLAN MEV≤Ì-İ MÜKÂŞEFE<br />
VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİL-ŞÂDIDUR BEYÂN<br />
OLINUR 249<br />
301. Ol ki †avr-ı fu’âd fâyı…dur<br />
~ub√-veş cümle …avli §âdı…dur<br />
302. Ber… urur anda nûr-ı §ıd…-ı fürûπ<br />
Ma√v olur cümle nâr-ı ki≠b ü dürûπ 250<br />
303. Cereyân eyler aña nehr-i keşf 251<br />
Şa¡şa¡a §alar anda mihr-i keşf<br />
304. Ma¡den-i gevher-i mükâşefedür<br />
Menba¡ ü ma√zen-i mülâ†afadur 252<br />
247 ±İKR OLINUR: BEYÂN U ¡AYÂN OLINUR İÜ2<br />
248 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
249 BEYÂN OLINUR: İÜ2 ve SK’de yok.<br />
250 ki≠b ü: ki≠b-i SK<br />
251 nehr-i keşf: mihr-i keşf SK<br />
252 İÜ2 ve SK nüshalarında bu beyit yok.<br />
203
MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRDGÂR Ü MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I<br />
◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ TÂB-DÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂB-<br />
DÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR 253<br />
305. Ma¡den-i gevher-i ma√abbet-i ◊a…<br />
◊abbetü’l-…alb †avrıdur mu†la…<br />
12-B 306. Kâsedür mihr-i ◊a…-ıla memlû<br />
Anda §ıπmaz ma√abbet-i meh-rû<br />
307. Menzilidür ma√abbetu’llâhuñ<br />
Va†an-ı ¡aş…ıdur o dergâhuñ<br />
308. ¡Aş…-ı «â§uñ mekânıdur bu ma…âm<br />
~â√ibi anuñ evliyâ-yı ¡a@âm<br />
309. Her biri bir hümâ-yı bâlâ-ter<br />
◊ubb-ı πayre tenezzül itmezler<br />
MECMA¡-I FÜNÛN-I ŞETTÂ VÜ MENBA¡-I ¡ULÛM-I LÂ-YEBLÂ ‰AVR-I<br />
SÜVEYDÂNUÑ VA~F-I BÌ-HEMTÂSIDUR TE±EKKÜR OLINUR 254<br />
310. Cân-ıla diñle bu süveydâyı<br />
Bilesin tâ ki §un¡-ı Mevlâ’yı<br />
311. Eyledi ◊a… anı «azµne-i sır<br />
Menba¡-ı √ikmet ü sefµne-i sır<br />
312. Ol-durur mecma¡-ı ¡ulûm-ı ledün<br />
Mev≥i¡ ü menba¡-ı ¡ulûm-ı ledün<br />
313. Keşf olur anda niçe dürlü fünûn<br />
Bilmez anı melâ’ik-i gerdûn<br />
314. Bundadur remz-i ¡alleme’l-esmâ 255<br />
Bu ma…âm içredür …amu nu¡mâ<br />
253 …PÜR-ENVÂRI VA~FIDUR İÜ2 // MA◊ZEN-İ “MÂKE±EBE’L-FUÂDU MÂRE’” OLAN<br />
MEV≤İ-İ MÜKÂŞEFE VE MA◊ALL-İ MÜL‰AFA ‰AVR-I FU’ÂDUÑ VA~F-I DİLŞÂDIDUR<br />
BEYÂN OLINUR SK<br />
254 TE±EKKÜR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. Ayrıca, SK nüshasında başlığın sonuna bir önceki başlık da<br />
(MAªHAR-I MA◊ABBET-İ KİRD-GÂR VE MEVEDDET-İ PERVERDGÂR-I ◊ABBETÜ’L- ¢ALB-İ<br />
TÂBDÂRUÑ ‰AVR-I PÜR-ENVÂRI VA~F-I ÂBDÂRIDUR TA◊RÌR OLINUR) eklenmiş.<br />
255 “¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
204
MA◊ZEN-İ SERÂİR Ü MECLÂ-YI NÛR-I ZÂHİR MUHCE-İ ¢ALB-İ ‰ÂHİRÜÑ<br />
‰AVR-I BÂHİRİ VA~F-I ªÂHİRİDÜR TAS‰ÌR OLINUR 256<br />
315. Muhce-i …alb-i ma†la¡-ı leme¡ât<br />
Ol-durur ma@har-ı tecellµ-i ≠ât<br />
316. Leme¡ât-ı »udâ’ya menzildür<br />
Nefe«ât-ı §afâya menzildür 257<br />
13-A 317. Bu-durur ol ma…âm-ı kerremnâ<br />
Bundadur cümle sırr-ı fa≥≥elnâ 258<br />
318. İrse ger bu ma…âma †âlib-i ◊a…<br />
Vâ§ıl olur kemâle râπıb-ı ◊a…<br />
319. ‰ay idüp sa¡y-ıla menâzilini<br />
¢a†¡ ider cümleten merâ√ilini<br />
320. İrişür ol ma…âm-ı ta√…µ…e<br />
Yetişür her merâm-ı ta√…µ…e<br />
321. Mâverâsı fenâ-yı ma√≥ u ma√v<br />
Mâ¡adâsı kemâl-i sekr ü §a√v<br />
322. ~â√ibi bu ma…âm-ı a¡lânuñ<br />
Bu serµr-i sürûr-ı ra¡nânuñ<br />
323. Mürşid-i kâmil-i tuvânâdur 259<br />
Mehbi†-ı vâridât-ı Mevlâ’dur<br />
DERGÂH-I BÌ-ZEVÂL U BÂRGÂH-I LÂ-YEZÂLE TA≤ARRU¡ U İBTİHÂL<br />
İLE MÜNÂCÂT-I ¡AR≤-I ◊ÂCÂTIDUR ±İKR OLINUR 260<br />
324. Yâ ¡alµme’≥-≥amµrü bi’l-esrâr<br />
¡Âlime’s-sırru kâşife’l-estâr<br />
325. Ey ∏afûr u Şekûr Rabb-ı la†µf<br />
Ente ∏affâru Mü≠nibun u lehµf 261<br />
256 ‰AVR-I BÂHİRİ, TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok.<br />
257 §afâya menzildür: ma…âya ma«fildür SK<br />
258 “Kerremnâ ve fa≥≥elnâ”ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
259 kâmil-i : kâmil ü İÜ2, SK<br />
260 ±İKR OLINUR: SK’de yok.<br />
261 lehµf: la†µf SK<br />
205
326. Sensin ey »âlik-i zemµn ü zamân<br />
∏âfirü’≠-≠enb vâsi¡ü’l-πufrân<br />
327. Sensin iki cihânda Rabb-ı …adµm<br />
E√ad u Vâ√id ü Kerµm ü Ra√µm<br />
328. Bahr-i ¡ummân-ı bµ-gerân keremüñ<br />
Cümle ma«lû…a râygân keremüñ<br />
329. N’ola ma√v olsa ra√metüñle vezâr<br />
Ma√v ider bir πubâr-ı «âki bi√âr<br />
13-B 330. Zµr-i ¡i§yânda nûn olup bedenüm<br />
»a†ar altında râya döndi tenüm<br />
262 ¢ulpı: ¢ulbı İÜ2, SK<br />
331. Mekr-i dünyâ miyânum itdi kemer<br />
Bilümi bükdi bâr-ı ≠enb ü «a†ar<br />
332. Kûze alsam namâz içün elüme<br />
¢ulpı gelür hemân o gün elüme 262<br />
333. Yumayup yüz namâza bir dem âh<br />
Yirlere âb-ı rûyı dökdüm âh<br />
334. Süb√a alup geçirsem elden ben<br />
◊ubb-ı dünyâ geçer o dem dilden<br />
335. Cümle fi¡lüm ki lu¡b u lehvledür<br />
Her §alâtum sücûd-ı sehvledür<br />
336. ‰ab¡-ı @ulmâtı …apladı cânı<br />
Nitekim mâhı ebr-i @ulmâtı<br />
337. Göñlüm âyînesini gerd-i siyâh<br />
¢apladı ya¡ni anı jeng-i günâh<br />
338. ~ay…al-ı lu†fuñ-ıla pâk eyle<br />
Mihr-veş anı tâb-nâk eyle<br />
339. Beni başdan çı…ardı nefs-i denµ<br />
Elüm alup aya…da …oma beni<br />
340. Çalınur şol zamân ki kûs-ı ra√µl<br />
Nûr-ı µmânı-y-ıla baña delµl 263<br />
206
341. Baña nûr-ı şühûdı bedre…a it<br />
Lu†f u i√sân u cûdı bedre…a it<br />
342. Ey ¡Alµm ü »abµr ü ◊ayy u ¢adµm<br />
V’ey Semµ¡ ü Ba§µr ü Rabb u Kerµm 264<br />
343. ◊ilm-ile eylegil beni fâyı…<br />
Tâ olam ben sa¡âdete lâyı…<br />
344. ¡İlm-ile ¡âmil eyle hemçü velµ<br />
¡A…l-ıla kâmil eyle hemçü ¡alµ<br />
14-A 345. Beni ¡ilm-i ledµnniye ey ◊a…<br />
¡Âlim eyle bi-√a…… nûr-ı felâ…<br />
263 Nûr-ı : Nûrı SK<br />
264 Rabb u Kerµm: Rabb-ı Kerµm SK<br />
346. Terk idem tâ ki târ-ı nâsûti<br />
Tâ bilem ben kemâl-i lâhûti<br />
347. Beni bu bahr-i na@ma πavv⧠it<br />
Dürlü elfâ@ımı dür-i «â§ it<br />
348. Tâ ki ol gûş-ı ¡ârifâna ire<br />
Belki sul†ân-ı kâmrâna ire<br />
349. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ¡âlµ-şân<br />
Ehl-i ¡i§yâna Râ√im ü Ra√mân<br />
350. Her nefesde niçe günâh iderem<br />
~ub√a dek lµk her gün âh iderem<br />
351. ¡Aybuma göre ba√r bir …a†re<br />
Cürmüme göre cirm-i meh ≠erre<br />
352. Şirretümle yirüm şerer …ılma<br />
Sa…arı rû√uma ma…ar …ılma<br />
353. ∏a≥âbuñdan çü ra√müñ esba…dur<br />
Keremüñ «â§ u ¡âma mu†la…dur<br />
354. Beni ¡â§µler-ile √aşr itme<br />
¡Aybumı ehl-i √aşre neşr itme<br />
207
355. Kibriyâ-yı sürâdı…âtuñ içün<br />
Hem mu…addes §ıfât u ≠âtuñ içün<br />
356. Enbiyâ-yı kirâm √a……ıyçün<br />
Evliyâ-yı ¡a@âm √a……ıyçün<br />
357. Her biri itdügi du¡âlar içün<br />
Dillerinde olan §afâlar içün<br />
358. ~ub√-«µzân-ı §âdı…ânuñ içün<br />
Eşk-rµzân-ı ¡âşı…ânuñ içün<br />
359. Rû√-ı pâk-ı √abµb Â√med içün<br />
Şâh-ı kevneyn olan Mu√ammed içün<br />
14-B 360. Şer¡-i dµn-i metµni √ürmetine<br />
Nûr-ı pâk-i ◊abµbi √ürmetine<br />
361. Er√ame’r-râ√imµn ∏affâr’sın<br />
Ekreme’l-ekremµn Settâr’sın<br />
362. Ehl-i µmânı bahr-i ra√metüñe<br />
∏ar… u müstaπra… eyle re’fetüñe<br />
363. Saña lâyı… ¡amelleri yo…dur<br />
Dilde †ûl-i emelleri ço…dur<br />
364. Lµk lâ ta…ne†ûya ¡âmiller 265<br />
Ra√metüñi recâda kâmiller<br />
365. Her birinüñ budur temennâsı<br />
Ra√mete lâyı… ide Mevlâ’sı<br />
366. Yarlıπa Şâni-i günahkârı<br />
Yo…-durur senden özge ∏affârı<br />
367. Anı irgür ma…âm-ı ta√…µ…e<br />
Vâ§ıl eyle merâm-ı ta√…µ…e<br />
368. Râh-ı √ilmi aña †arµ… eyle<br />
¡A…l u ¡ilmi aña refµ… eyle<br />
369. Mid√at-ı Mu§†afâ’ya irgür anı<br />
Aña med√ ü &enâya irgür anı<br />
265 “lâ ta…ne†û” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.<br />
208
MEH-İ BURC-I VEFÂ VÜ DÜRR-İ DÜRC-İ ~AFÂ VÜ ŞEH-İ DİYÂR-I ◊UDÂ VÜ<br />
PERTEV-İ NÛR-I »UDÂ ◊A≤RET-İ MU◊AMMED MU~‰AFÂ’NUÑ NA¡T-I<br />
MU~AFFÂLARIDUR TA◊RÌR OLINUR 266<br />
370. Gül-i ra¡nâ-yı gülşen-i melekût<br />
Bülbül-i bâπ-ı rav≥a-i ceberût<br />
371. ¡Âlim ü ¡ârif-i ≥amâ’ir-i πayb 267<br />
Vâ…ıf u kâşif-i serâ’ir-i πayb 268<br />
372. Ma√rem-i …urb-ı √a≥ret-i ¡izzet<br />
Ma@har-ı nûr-ı ¡izzet ü …udret<br />
15-A 373. Ma«zen-i ma¡rifet medµne-i ¡ilm<br />
Ma¡den-i mevhibet «azµne-i √ilm<br />
374. Şâh-ı mesned-nişµn-i şer¡-i mübµn<br />
Mâh-ı evc-i sipihr-i dµn-i metµn<br />
375. Ya¡ni mâh-ı münµr ü şâh-ı rüsül<br />
¢ureşµ eb†a√ı delµl-i sübül<br />
376. Ol √abµb-i Mu√ammed-i ¡arabµ<br />
»âtem-i enbiyâ Resûl u nebµ 269<br />
377. Burc-ı çar«-i serâ’irüñ mâhı<br />
Lî-ma¡allâh serâyınuñ şâhı 270<br />
378. Na√l-i ¡ar¡ar numûne-i …add-i û<br />
Gül-i a√mer numûne-i «add-i û<br />
379. Sûre-i nûn medd-i ebrûsı<br />
Da«ı ve’l-leyl-i târ gµsûsı 271<br />
380. Gerdeni sâ…-ı ¡arş-iken tâbân<br />
¡Arş-ı Ra√mâna eyledi seyrân<br />
381. Üstine ebr sâyebân oldı<br />
Genc-i √üsnine pâs-bân oldı<br />
266<br />
TA◊RÌR OLINUR: SK’de yok.<br />
267<br />
¡Âlim ü: ¡Âlim-i SK<br />
268<br />
Vâ…ıf u: Vâ…ıf-ı SK<br />
269<br />
enbiyâ Resûl: enbiyâ vü Resûl SK<br />
270<br />
“Lî-ma¡allâh” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız.<br />
271<br />
“Ve’l-leyl” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız. // târ : nâr SK<br />
209
382. Ditreyüp üstine düşerdi güneş<br />
Pâs-bân olmasa ger ebr-i ◊abeşrâsi<br />
383. Bir gece ol ◊abµb-i ◊a≥ret-i ◊a…<br />
Bir hilâliyle itdi mâhı iki şa…… 272<br />
384. Kef-i sµmµni …ulzüm-i dil-cû<br />
Penc engüşti lûle-i lü’lü’<br />
385. Çeşme-sâr itdi barmaπından o şem¡<br />
Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ 273<br />
386. Andadur cümle cûd-ı πayet-i «al…<br />
Şânına nâzil oldı âyet-i «al…<br />
387. Baπlayup †aş beline ol yüzi nûr<br />
Eyledi …a§r-ı şer¡ini ma¡mûr<br />
15-B 388. ¢ur§-ı mâhı kesüp benân-ı emµr<br />
Nµm-nânıyla itdi ¡âlemi seyr<br />
389. Şecer itdi öñinde …addini lâm<br />
Virdi aña tevâ≥u¡ıyla selâm<br />
390. ªâhiren ümmµ idi gerçi nebµ<br />
Lev√-i ma√fû@ idi velµ …albi<br />
391. ¿a…aleynüñ nebµsidür o Resûl<br />
Cinn ü ins itdi da¡vetini …abûl<br />
392. Ba§duπı dem zemµne ol meh-veş<br />
Çok √arâret çekerdi gökde güneş<br />
393. Rû√-ı pâkini cümleden evvel<br />
»al… idüp eyledi anı ekmel<br />
394. Ol-durur mu…tedâ-yı cümle cihân<br />
Pµşvâ-yı ¡asâkir-i Ra√mân<br />
395. ‰oπdı bir gice ol meh-i πarrâ<br />
Barmaπın eyledi hilâl-âsâ<br />
272 iki: dü SK<br />
273 Cümle ¡a†şân-ı «al…ı itdi def¡ : ¡A†ş-ı «al…ı cümle itdi def¡ SK<br />
210
396. Elif-i …addin eyleyüp çün nûn<br />
¢ıldı ol anda secde-i bµ-çûn<br />
397. Rûşen itdi sipihri nûrıyla 274<br />
Pür-≥iyâ …ıldı mihri nûrıyla<br />
398. ªâhir-iken ≥iyâsı bu lehebüñ<br />
Görmedi çeşmi anı Bû Leheb’üñ<br />
399. Her hadµ&i egerçi va√y-ı «afµ<br />
Gün gibi olmadı velµ ma«fi 275<br />
400. Şânµ’de yo… o şâhı med√e mecâl<br />
Eyleye ◊a… meger küşâda ma…âl 276<br />
401. Aña meddâ√-iken »udâ-yı Mu¡µn<br />
Nice med√ ide anı ol miskµn<br />
402. Gitdügi dem †arµ…-i ◊a……’a cemµl<br />
∏âşiye-dârı oldı Cebrâ’il<br />
16-A 403. Eyledükde sipihr-i çar«a ¡urûc<br />
‰oldı envârı-y-ıla cümle bürûc<br />
‰ÂVÛS-I ¡ARŞ-ÂŞİYÂN Ü ŞEHSÜVÂR-I MEYDÂN-I LÂ-MEKÂN OLAN<br />
SEYYÌD-İ ◊ARAMEYN Ü RESÛL-İ ¿A¢ALEYNÜÑ Mİ¡RÂC-I ŞERÌF Ü ¡URÛC-I<br />
LA‰ÌFİ VA~FIDUR BEYÂN OLINUR<br />
274 Nûrı: nûr SK<br />
275 ma«fi : nihânı SK<br />
276 küşâda ma…âl : küşâd me¡âl SK<br />
404. Olsa bir kişi ¡âşı…-ı mu†la…<br />
Nâ-gehân irür aña ce≠be-i ◊a…<br />
405. Mâlik-i seyr-i dâ’im-i √a≥ret<br />
Olur ol sâlik-i reh-i …urbet<br />
406. Râh-ı ¡aş…ında her geh §âdı…dur<br />
Vâ§ıl-ı yâr olursa lâyı…dur<br />
407. Nûr-ı ¡aş…ıyla her kim ola münµr<br />
Mihr-veş olur aña çar«-ı serµr<br />
408. Bir gice …aplamışdı dehri @alâm<br />
»alvete girmiş idi bedr-i tamâm<br />
211
409. Şâh-ı râh idi zümre-i melege<br />
Keh-keşân eylemişdi yol felege 277<br />
410. Leyle-i …adr idi meger ol şeb<br />
~ub√a dek yummadı gözin kevkeb<br />
411. ¿âbitüñ rûşen idi dµdeleri<br />
Göze göstermez idi mihr-feri<br />
412. Olmış idi felekde bir zer kim<br />
Meş¡aleyle arardı her encüm<br />
413. Ol gice giymiş idi pµr-i felek<br />
Bir pelengµ-libâs-ı şâh-benek<br />
414. Meger ol burc-ı behcetüñ …ameri<br />
Dürc-i levlâk u √ikmetüñ güheri 278<br />
16-B 415. Ol gice beyt-i Ümmühânµ’de<br />
Sâkin idi o mâh-ı fer«unde<br />
416. »ulle vü bir Burâ… hem iklµl<br />
Ol Resûl’e getürdi Cebrâ’µl<br />
417. Bir Burâ… idi ol hümâ-sâye<br />
Sâ…-ı ¡arş idi andaki pâye<br />
418. Yüzi mihr-i cihân gibi pür-nûr<br />
Ten-i «oş-bûsı ¡anber ü kâfûr<br />
419. Gözleri §an çerâπ-ı nûr-efşân<br />
Kirpik-i ¡anberµni aña du«ân<br />
420. Perçemi §anki †urre-i √avrâ<br />
Âdemµ çehre bir meh-i πarrâ<br />
421. Düm-i zµbâsı râyet-i behcet<br />
±ü’l-cenâ√eyn †â’ir-i …udret<br />
422. Tek u pûsına bu fe≥â-yı cihân<br />
Tengdür irmez aña murπ-ı revân<br />
277 İÜ2 ve SK nüshalarında bu beytin mısraları yer değiştirmiş.<br />
278 “levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız. // levlâk u : levlâk-ı SK<br />
212
423. Didi ol dem Resûl’e rû√-ı emµn<br />
Sensin ol §adr-ı bedr-i ¡Illiyyµn<br />
424. ◊a… selâm itdi saña ey yüzi mâh<br />
Da¡vet itdi cenâbına Allâh<br />
425. Bu libâsıyla ol Burâ…’a revân 279<br />
İdelüm ¡azm-i cânib-i cânân 280<br />
426. İşidüp bu kelâmı ol dil-dâr<br />
Şev…le o Burâ…’a oldı süvâr<br />
427. Reh-nümâ oldı aña Cebrâ’µl<br />
Şâh öñinde niteki peyk-i cemµl<br />
428. Murπ-ı lâhût olup o bülbül-i üns<br />
¢ulaπuz oldı aña †â’ir-i …uds<br />
429. Ne sa¡âdet-durur ki bâbında<br />
»i≠met eyler melek rikâbında<br />
17-A 430. Ber…-i «â†ıf gibi varup o Burâ…<br />
Geldi A…§â içine ba§dı aya…<br />
279 revân : süvâr SK<br />
280 Cânân: dµdâr SK<br />
281 Oldılar şem¡ine anuñ pes cem¡ SK<br />
282 Peren: beden SK<br />
431. ‰urfetü’l-¡aynda eyledi gü≠eri<br />
Sanki a…tâb-ı ¡âlemüñ na@arı<br />
432. Geldi ervâ√-ı enbiyâ vü rüsül<br />
İ…tidâ itdi aña ehl-i sübül<br />
433. Oldı ervâ√ cümle yanına cem¡<br />
¢aldı pervâne içre hem-çü şem¡ 281<br />
434. Geçti atı tekâver-i felegi<br />
Süst-pey itdi cümleten melegi<br />
435. Çar«-ı rû√sârı eyleyüp rûşen<br />
Gözüñ aydın didi nücûma peren 282<br />
436. Mâh-veş seyr idüp o gice la†µf<br />
Şa¡şa¡a §aldı rûy-ı çar«a şerµf<br />
213
437. Giricek çar«a ol Resûl-ı kerµm<br />
~adefe düşdi §anki dürr-i yetµm<br />
438. Döşedi atı ayaπına felek<br />
~ırmadan dügme bir siyâh benek 283<br />
439. Dökdi gözyaşlarını geldi nücûm<br />
Tâ ki bezminde ola her biri mûm<br />
440. Nûr-ı rû√sârı oldı şem¡-i felek<br />
Geldi pervâne oldı cümle melek<br />
441. Ker ü feriyle geldi o yüzi ay<br />
Eyledi çar«-ı nüh-revâ…ı serây<br />
442. Vardı evvelki gögi itdi ma…ar<br />
Çok şeref buldı ma…deminde …amer<br />
443. Virdi envârı rûy-ı mâha ≥iyâ<br />
Bir hilâl-iken oldı bedr-i dücâ 284<br />
444. Vardı andan debµr-i çar«a revân<br />
Defter-i §un¡-ı ◊a……’ı itdi beyân<br />
17-B 445. İricek zühreye Resûl-i cihân<br />
¢opuzı …oltuπına …oydı hemân 285<br />
283 ~ırmadan: ~ırma SK<br />
284 dücâ : recâ SK<br />
285 ¢opuzı: Çengini SK<br />
286 altıncı: beşinci İÜ2, SK<br />
446. Göricek nûr-ı rûyını dil-keş<br />
Pâyına düşdi ol zavallı güneş<br />
447. Çeşme-i nûr-iken o çeşme-i hûr<br />
İtdi envâr-ı rûyı …ulzüm-i nûr<br />
448. Vardı altıncı göge virdi selâm 286<br />
Yabana atdı tµπını Behrâm<br />
449. Tevbe itdi şürûr-ı şirrete ol<br />
Fitne vü ric¡at ü nu√ûsete ol<br />
450. ¢â≥i-i çar«a irdi çün o kerµm<br />
Eyledi aña şeri¡atı ta¡lµm 287<br />
214
451. Pµr-i çar«a irişdi ol ma√bûb<br />
Yûsuf’uñ buldı güyiyâ Ya¡…ûb<br />
452. Gözi rûşen olup o dem ra«lüñ<br />
Gördi nûr-ı cemâlin ol güzelüñ<br />
453. Geçdi andan da«ı idüp cevelân<br />
Sidre-i müntehâya irdi revân<br />
454. ‰â’ir-i sidre didi ey mümtâz<br />
İdemem πayrı bir da«ı pervâz<br />
455. Ger gidersem ya…ar cenâ√umı hep<br />
Sû«te pervâne gibi şem¡-i πa≥ab 288<br />
456. Çün tamâm eyledi kelâmı Emµn<br />
Bildi kim kendüdür »udâ’ya ya…µn<br />
457. ¢aldı anda Burâ…’la Cebrâ’µl<br />
Vardı bir anda †â…-ı ¡arşa Cemµl<br />
458. Murπ-ı ¡a…l u revân gibi gitdi<br />
Sâ…-ı ¡arş-ı ¡a@µmi seyr itdi<br />
459. Nûr-ı ¡arşı görüp ◊abµb-i »udâ<br />
Ümmetiyçün o demde itdi du¡â<br />
18-A 460. Baπrına ba§dı geldi anı Refref 289<br />
Oldı gûyâ o dürr-i pâke §adef<br />
461. ¡Arşa †oπruldı kâşif-i lâ-reyb<br />
Fi’l-me&el himmet-i ricâlü’l-πayb<br />
462. Geçdi cümle sürâdi…âtı Resûl<br />
Perde-i Kibriyâ’ya buldı vü§ûl 290<br />
463. Gitdi ¡arş-ı ¡alâdan ol server<br />
¡Âlem-i lâmekâna itdi sefer<br />
287 aña şeri¡atı: şer¡ini aña İÜ2 // şeri¡atı: şer¡ini SK<br />
288 şem¡-i : nâr-ı SK<br />
289 anı Refref: çün zev… SK<br />
290 Kibriyâya : pâye SK<br />
215
464. Mülk-i sermedde …a§r-ı ev ednâ 291<br />
Nâ-gehân oldı çeşmine peydâ<br />
465. Gördi anda cemâli cânânı<br />
Buldı anda vi§âl-ı Ra√mânı<br />
466. Bµ-cihet gördi anı Resûl-i benâm<br />
Bµ-√urûf itdi anuñ-ıla kelâm<br />
467. Mµm-i imkânı ma√v idüp A√med<br />
Buldı va√det ma…âmın oldı e√ad<br />
468. Oldı nûr-ı tecelliye ma@har<br />
Reng ü bû gitdi cümle na…ş u §uver<br />
469. Ma√v-ı mu†la… ma…âmıdur bu ma…âm<br />
Sekr ü se√vüñ merâmıdur bu ma…âm<br />
470. Oldı deryâ-yı ≠âta mustaπra…<br />
Aña müstevli oldı …udret-i ◊a…<br />
471. İtdi anda vücûdını ifnâ<br />
Anda varlı… »a…’uñ idi ma√≥â<br />
472. ¢urb-ı vu§latda-iken ol ma√bûb<br />
Ümmetine şefâ¡at eyledi «ûb<br />
473. Emr-i ◊a……-ıla yine ol server<br />
Şehr-i imkâna itdi ¡azm-i sefer<br />
474. ¡Arş-ı a¡lâya indi ba§dı …adem<br />
Sandı kim Ka¡be üzre indi o dem<br />
18-B 475. Va√y ilhâmı gibi ol yüzi nûr<br />
Geldi a§√âbı eyledi mesrûr<br />
476. İdüp enbûb-ı kev&eri icrâ<br />
Eyledi mâcerâyı hep icrâ 292<br />
477. İtdi Bu-Bekre …ı§§a-i ta√…µ…<br />
Gevheri §ıd…ı deldi ol ~ıddµ… 293<br />
291 “ev ednâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.<br />
292 Kev&er ırmaπını görüp ol √ân / Eyledi mâcerâyı cümle beyân SK<br />
293 Gevheri: Gevher-i İÜ2 // Gevheri §ıd…ı: Gevher-i §adefi SK<br />
216
478. İdüp el-…ı§§a himmet-ile na@ar<br />
Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer 294<br />
479. Ba¡≥ı esrârı eyleyince beyân<br />
Pây-ı şer¡e …odı serin ¡O&mân<br />
480. Ma√rem-i râz idüp ¡Alµ-i şerµf<br />
Kişver-i ¡ilme oldı bâb-ı la†µf<br />
481. Gûşına †a…dı niçe dürr-i &emµn<br />
Ol iki gûş-vâr-ı ¡arş-ı berµn<br />
TERCÌ¡-İ BEND Kİ SEYYİD-İ SÂDÂT U MEF◊AR-I MEVCÛDÂT U ŞEFÌ¡-İ<br />
¡ARA~ÂTUÑ NA¡T-I ŞERÌF Ü MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN<br />
OLINUR 295<br />
482. Bâ’i&-i kâr-«âne-i ¡âlem<br />
Sebeb-i «il…at-i benµ-âdem<br />
483. Mihr-veş tµπ §alup ≥iyâ-yı ru«ı 296<br />
Münhezim oldı hep cünûd-ı ¡adem<br />
484. Geldi √allitdi sûre-i √â mim 297<br />
Mµm-i mübhem idi femi mu√kem 298<br />
485. Çün ≠amµrinde sırr-ı ◊a… mu≥mer<br />
Dem-i ¡Ìsâ feminde hem müdπam 299<br />
486. ¡Âleme geldi ol vücûd-ı la†µf<br />
Oldı mecmu¡a-ı √udû&-ı …adem<br />
487. A¡ni A√med ki server-i kevneyn<br />
Nûr-ı ra«şânı zµver-i kevneyn<br />
19-A FA~L 300<br />
488. İtdi ◊a… nûrın evvelâ peydâ<br />
Eyledi «al…ı &âniyâ peydâ<br />
294<br />
Ser-i ¡arşa irişdi re’s-i ¡Ömer : Şer¡-i ¡arşa irişdi ¡Ömer SK<br />
295<br />
¡AYÂN U: İÜ2’de yok. // MÜNÌFLERİDÜR ¡AYÂN U BEYÂN OLINUR: MÜNÌFLERİDÜR Kİ<br />
±İKR OLINUR SK<br />
296<br />
Mihr-veş tµπ: ‰µπ-i mihrin İÜ2, SK<br />
297<br />
“Sûre-i √â mim” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
298<br />
Mµm-i mübhem: Mµm ve’n-necm SK<br />
299<br />
Feminde: deminde İÜ2<br />
300<br />
Terci-i bendin her bendi arasındaki “Fa§l” başlıkları sadece SK nüshasında var.<br />
217
489. Nûr-ı ru«sârı vü târ-ı zülfinden<br />
Şeb-i …adriyle ol ∂u√â peydâ<br />
490. Oldı mâ-i zülâl-i la¡linden<br />
Âb-ı √ayvân-ı cân-fezâ peydâ<br />
491. Leb ü dendânı pertevindendür<br />
Dürr ü mercân-ı pür-§afâ peydâ<br />
492. ¡Aks-ı rûyından oldı ve’l√â§ıl<br />
¡Arş u kürsµ meh ü sühâ peydâ<br />
493. »âli…-i «al… u mu√di&-i kevneyn<br />
Nûrını itdi bâ’i&-i kevneyn<br />
FA~L<br />
494. Âteş-i ¡aş…ına olanlar mûm<br />
Görmedi ¡âlem içre nâr-ı πumûm<br />
495. Ayaπı yire geçdi a¡dânuñ<br />
İtdügi dem o server üzre hücûm<br />
496. Şeb-i İsrâ’da tûtiyâ manend<br />
Ku√l-ı pâyın gözine çekdi nücûm<br />
497. Döner üstine va√y çün pergâr<br />
Fem-i la¡li çü no…†a-i mevhûm<br />
498. ¢albini şer√ idüp »udâ-yı ¡alµm<br />
Aña fet√ oldı cümle bâb-ı ¡ulûm<br />
499. İtdi »a… anı ef≥al-i kevneyn<br />
¡lem-i «al… u ekmel-i kevneyn<br />
FA~L<br />
500. Bâ†ın-ı pâki …a¡r-ı deryâdur<br />
ªâhiri lü’lü’-i mu§affâdur<br />
501. Eşigi bûse-gâh-ı kerrûbµ<br />
Âstânı serµr-i a¡lâdur<br />
218
502. Bâşına urdı tâc-ı levlâkı 301<br />
Kişver-i cûda şâh-ı vâlâdur<br />
19-B 503. ‰â’ir-i sidre âşiyân itmiş<br />
¢apusı müntehâ-yı a¡lâdur<br />
504. Serine pertev-i ilâhi düşer<br />
¢albi gûyâ ki ‰ûr-ı Sµnâdur<br />
505. Bu kemâliyle zübde-i kevneyn<br />
Oldı ¡âlemde ¡umde-i kevneyn<br />
FA~L<br />
506. Nûr-ı √üsni çerâπ-ı …urret-i ¡ayn<br />
±ât-ı pâki «ulâ§a-i kevneyn<br />
507. E√adiyyet √adine irmemege<br />
Mµm oldı ol ortada mâbeyn<br />
508. Ma√v idüp mµmi bir gece ol nûr<br />
İsm-ile resmi oldı ol gece ¡ayn<br />
509. ±ü’l-celâle irişdi bir anda<br />
Oldı mi…dâr-ı …urbet-i …avseyn<br />
510. Şâni’yi ¡aybı-y-ıla eyle …abûl<br />
¢apladı …albini günâhla şeyn<br />
511. ◊a… seni itdi ekrem-i kevneyn<br />
¢albüñi …ıldı er√am-ı kevneyn<br />
RECÂ-YI ¡İNÂYET Ü ÜMÌD-İ ŞEF¡AT İÇÜN ŞEFÌ¡-İ RÛZ-I CEZ SUL‰ÂN-I<br />
ENBİYÂ ◊A≤RETLERİNE TA≤ARRU¡ U NİYÂZ OLINUR 302<br />
512. Yâ cemµle’l-cemâli bi’l-leme¡ât<br />
Ente bi’n-nûri dâfi¡ü’@-@ulumât 303<br />
513. Nûr-ı pâküñ-durur ey meh-i tâbân 304<br />
Sebeb-i dehr ü bâ’i&-i ekvân<br />
301 “Levlâk” ifadesi için tezin “4.3.2. Hadisler ” bölümüne bakınız.<br />
302 İNÂYET Ü: İNÂYET-İ İÜ2 // NİYÂZ OLINUR : NİYÂZIDUR ±İKR OLINUR İÜ2<br />
303 Beyitin anlamı: Ey parıldayışıyla güzellerin en güzeli (olan)! Sen ışığınla (nurunla) karanlıkları def<br />
edensin.<br />
304 pâküñ-durur : pâkledür SK<br />
219
514. Şol zamân gitdüñ ey dür-i yektâ 305<br />
¢aldı arduñca Cebra’µl ba…a<br />
515. Oldı saña Burâ… ber…-i feres<br />
Döşedi pâyuña felek a†las<br />
20-A 516. Sensin İsrâda ey meh-i πarrâ 306<br />
Ma@har-ı eyne ente eyne ene 307<br />
517. Nice med√ eyleyem «i§âlüñi ben<br />
Dükedür mi bi√ârı hiç sûzen<br />
518. Murπ-ı ¡a…l-ı şikeste-bâl ey meh<br />
Bâπ-ı √ayretde bµ-mecâl ey meh<br />
519. Mid√atüñ gülşeninde hiç pervâz<br />
İde mi ol ≥a¡µf-i sµne-gü≠âr<br />
520. Bedenüm içre …ılca cânum yo…<br />
Dehenümde nice zebânum yo…<br />
521. Nice med√ eyleyem miyânuñı ben<br />
Nice ögem şehâ dehânuñı ben<br />
522. Beni ey nûr-ı çeşm-i ehl-i §afâ<br />
±erre-veş mid√atüñle …ıl peydâ<br />
523. Gülşenüñde πarµbi bülbül …ıl<br />
Âstânuñda kemterin …ul …ıl<br />
524. Bûy-ı zülfüñ bu«ûr-ı Meryem’dür<br />
Dem-i la¡lüñ Mesµ√-i «oş-demdür<br />
525. Dürr-i la¡lüñ ki sµni Yâsµnüñ<br />
Beñlerüñ §anki no…†ası dµnüñ<br />
526. ¢â≥i-i heft-«ı††a-ı ¡ar≥ın<br />
Sensin ey √âkim-i şerâyi¡-i dµn<br />
527. ±ât-ı pâküñ çü mµr ü fa«r-ı enâm<br />
Oldı sâlâr-ı enbiyâ-yı ¡a@âm<br />
305 dür-i yektâ: meh-i πarrâ SK<br />
306 meh-i πarrâ: dürr-i yektâ SK<br />
307 “eyne ente eyne ene” sözünün çevirisi “sen neredesin, ben neredeyim” şeklindedir.<br />
220
528. İşigüñ «âki …ıble-i √âcât<br />
Saña yüz †utdum ey kerµm-§ıfât 308<br />
529. Bahr-i lu†fuñdan ey kerµm kânı 309<br />
Eyle bir …a†re baña i√sânı 310<br />
530. Sırr-ı İsrâ √a…ıyçün ey yüzi nûr 311<br />
Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr 312<br />
20-B 531. Eşigüñ «âki cevher ü iksµr<br />
¢apuña geldi ol fa…µr ü √a…µr 313<br />
532. Sürme …apuñdan ol fa…µri meded 314<br />
Keremüñden √a…µri eyleme red<br />
533. Baπrumı ya…dı ¡âtş-ı ¡i§yân 315<br />
Âb-ı cûduñla eylegil dermân 316<br />
534. Yüzümi …apladı πubâr-ı siyâh<br />
¢albüm âyinesini ya¡ni günâh<br />
535. Sil πubârı yüzümden ey server<br />
Ce≠ebât-ı nesµmüñ eyle se√er<br />
536. Beni πar… ideyor bi√âr-ı ≠ünûb<br />
»ı≥r-ı lu†fuñ irişdür ey ma√bûb<br />
537. Rû√-ı pâk-i şerµfüñe her gâh<br />
~ad selâm ola yâ Resûlullâh<br />
538. Âl-i a§√âbuña da«ı bi’t-tâm<br />
~alavât ola her birine müdâm<br />
308 kerµm: kerem SK<br />
309 kerµm: kerem İÜ2, SK<br />
310 Eyle bir …a†re baña i√sânı: Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr İÜ2<br />
311 İsrâ sûresi, 70. âyette “Velekad kerremnâ benî âdem” Anlamı: İnsan bütün yaratıkların en<br />
mükerremidir. Şair de insan olduğundan bu sûre hakkı için şefaat arzusunu dile getiriyor.<br />
312 Eyleme Şâni’yi …apuñdan dûr : Eyle bir …a†re baña i√sânı İÜ2<br />
313 SK nüshasında “fa…µr ü √a…µr” sözündeki atıf vavı yazılmamış.<br />
314 fa…µri: ≠elµli SK<br />
315 Baπrumu: Baπrını SK // ¡âtş-ı : âteş-i SK<br />
316 İÜ2 nüshasında bu beyit yok.<br />
221
İMÂM-I ◊A¢Ì¢-İ ¡ATÌ¢ OLAN ¡ALE’T-TA◊¢Ì¢ EBÛ BEKR ~IDDÌ¢’UÑ NA¡T-I<br />
ŞERÌFLERİ VÜ MED◊-İ MÜNÌFLERİDÜR Kİ ±İKR OLINUR 317<br />
539. Ekmel-i «al… u ef≥al-ı a§√âb<br />
Zeyn-i eşrâf u seyyid-i a√bâb<br />
540. Dürc-i §ıd… u §adâ…atuñ güheri<br />
Burc-ı çar«-ı fe§â√atuñ …ameri<br />
541. İrişüp aña fey≥i Ra√mânuñ<br />
Oldı sâlârı ehl-i ¡irfânuñ 318<br />
542. ¢ıldı ◊a… anı ma¡den-i µmân<br />
Menba¡-ı cûd u ma√zen-i ¡irfân<br />
543. Cümleden oldur eşref ü evlâ<br />
Va§f-ı ≠âtıdur âyet-i et…â<br />
21-A 544. »alef-i server-i nübüvvetdür<br />
Şâh-i pµrân-ı ehl-i cennetdür<br />
545. Oldıπıyçün o gülşen-i ta§dµ…<br />
Didi ehl-i §afâ aña ~ıddµ…<br />
546. Güher-i sıd… u dürr-i µmânı<br />
Deldi elmâs-ı †ab¡-ı ra«şânı<br />
547. Şâhid-i dµni gördi çün o «alµl<br />
Vârını eyledi yolında sebµl<br />
548. ¡Âmilü’s-sükût-ı «ayrdur<br />
~adef-i …albi dürr-i §amt-ıla pür 319<br />
549. Yâr-ı πâr-ı Resûl-i ≠ü’l-ikrâm<br />
A¡ni Bû Bekr evvel-i İslâm<br />
317<br />
~IDDÌ¢UÑ: ~IDDÌ¢ ◊A≤RETLERİNÜÑ SK<br />
318<br />
Sâlârı: sâ…arı SK<br />
319<br />
dürr-i §amt ile pür : dµnle hem-per SK<br />
222
ZEYN-İ A~◊ÂB U MÜRŞİD-İ A◊BÂB OLAN ¡ÖMER BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ NA¡T-I<br />
LÂYI¢ U VA~F-I FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 320<br />
550. Ol ki serdâr-ı ¡âdilân-ı cihân<br />
Ser-i sâlâr-ı kârbân-ı emân<br />
551. Menba¡-ı lâyi√ât-ı rabbânµ<br />
Ma†la¡-ı vâridât-ı sub√ânµ<br />
552. ¡A…l-ı evvel-durur kiyâsetde<br />
Lµk &ânµ-durur «ilâfetde<br />
553. Mihr-veş tµπ-i ¡adl-ıla server<br />
ªulmet-i @ulmı …ıldı zµr ü zeber<br />
554. Sâyesi nûr-ı ma√≥ idi anuñ<br />
Târını ma√v iderdi şey†ânuñ 321<br />
555. Nâ-gehân irdi Nµle †ûmârı<br />
Nehr-i «uşk-iken eyledi cârµ 322<br />
556. Bedr olup dµni ◊a≥ret-i ¡Ömer’üñ<br />
Bildi eksüklügini ehl-i şerrüñ<br />
21-B 557. Ber…-i «â†ıf gibi §ırâ†ı ¡ubûr<br />
İder evvel …amudan ol yüzi nûr<br />
558. ◊ulle-i cennet-ile ârâste<br />
Cümleden evvel ola pµrâste<br />
559. Buyurur ol Resûl-ı fa«r-ı enâm<br />
Ya¡ni sul†ân-ı enbiyâ-yı ¡a@âm<br />
560. Bir nebµ da«ı gelse ¡âleme ger<br />
¡Ömer olurdı «al…a peyπamber 323<br />
320<br />
FÂYI¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: FÂYI¢LARIDUR RA∞IYE’LLÂHU ¡ANH İÜ2 // ¡ÖMER<br />
BİN ◊A‰‰ÂB’UÑ: ¡ÖMER İBN-İ ◊A‰‰ÂB’UÑ SK<br />
321<br />
Târını: Nârını SK<br />
322<br />
Nehr: Zehr SK<br />
323<br />
√al…a peyπamber : «alµfe-i peyπamber: İÜ1 // olurdı: olupdı SK<br />
223
DÂMÂD-I FA»R-I KEVNEYN OLAN ¡O¿MÂN-I Zİ’N-NÛREYN’ÜÑ VA~F-I<br />
CELÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR 324<br />
561. Bahr-i ¡ummân-ı ¡ilm-i rabbânµ<br />
Mihr-i ra«şân-ı √ilm-i sub√ânµ 325<br />
562. ¢amer-i âsmân-ı cûd u kerem<br />
Güher-i kân-ı lu†f u √ilm ü himem 326<br />
563. ±ât-ı pâki meh-i sipihr-i √ayâ<br />
~adef-i ¡âlem içre dürr-i §afâ<br />
564. Virmiş idi aña »udâ-yı kerµm<br />
»ilm ü cûd u semâ√ u †ab¡-ı selµm 327<br />
565. Aña virdi »udâ √ayâ vü edeb<br />
Edeb ögrendi andan ehl-i edeb<br />
566. Utanurdı melek √ayâsından<br />
Nûr alurdı güneş ≥iyâsından<br />
567. Elin aldı eline fa«r-ı cihân<br />
Meh-i bedr âftâba itdi …ırân<br />
568. Kef ü engüşti §anki lev√ u …alem 328<br />
~u√uf-ı ¢ur’an’ı itdi cem¡ ü ra…am 329<br />
569. Oldı na¡li şerâki çün meh-i nev<br />
~aldı …a§r-ı cinâna ol pertev<br />
22-A 570. Düşdi bahr-i se«âya buldı şeref<br />
İki dürr-i la†µfe oldı §adef<br />
571. Çün şehµd oldı ◊a≥ret-i ¡O&mân<br />
La¡l-i rummânı @âhir eyledi kân 330<br />
324<br />
MED◊-İ CELÌLLERİDÜR BEYÂN OLINUR: MED◊-İ CEMÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU<br />
TE¡ÂL ANH İÜ2 // VA~F-I CEMÌL Ü MED◊-İ CELÌLLERİDÜR RA∞IYE’LLÂHU ANH ±İKR<br />
OLINUR SK<br />
325<br />
Bu beyit SK nüshasında başlıktan önce ve sonra tekrar edilmiş.<br />
326<br />
√ilm ü : √ilm-i İÜ2, SK<br />
327<br />
semâ√: se«â SK<br />
328<br />
Kef ü : Kef-i SK // lev√ u : lev√-i SK<br />
329<br />
“~u√uf” sözcüğü aruz kalıbına uymamaktadır. “~u√f” şeklinde okunursa aruza uyar. // cem¡ ü : cem¡-i<br />
330 La¡l-i rummânı: La¡li rummânı SK<br />
224
ŞÌR-İ »UDÂ VÜ ¢U‰B-I EVLİYÂ OLAN ¡ALÌYY-İ MURTE≤A’NUÑ NA¡T-I ÂB-<br />
DÂR U MED◊-İ TÂB-DÂRIDUR BEYÂN OLINUR 331<br />
572. Ma√rem-i sırr-ı server-i kevneyn<br />
Ma@har-ı nûr-ı ezher-i kevneyn<br />
573. Server-i kişver-i levâyi√-i πayb<br />
Fâti√-i bâb-ı Mu§√af-ı lâ-reyb<br />
574. ¢ıldı ◊a… anı bâb-ı şehr-i ¡ilm<br />
Âftâb-ı meh-i sipihr-i √ilm<br />
575. ¢u†b-ı a…†âb-ı ¡âlem-i dildür<br />
Mürşid-i kâmil ü mükemmeldür<br />
576. Sâ…i-i kev&er eyledi anı Rab<br />
Olduπıyçün §u gibi pâk-meşreb<br />
577. Mihr-i ru«sârına meh-i πarrâ<br />
Müşterµ oldı zühre-i zehrâ<br />
578. ¢anberi-y-ile ol vücûd-ı la†µf<br />
~an şeb-i …adr ü rûz-ı ¡ıyd-i şerµf<br />
579. ±âtı burc-ı esed gibi enver<br />
±ü’l-fi…ârı yanında §an «âver<br />
580. Ma¡den-i cevher-i mürüvvetdür<br />
Menba¡-ı ¡ilm ü kân-ı √ikmetdür<br />
581. Ol-durur …âli¡-i der-i »ayber<br />
Tµπ-ı tµziyle hâzim-i ¡asker<br />
582. Ya¡ni serdâr-ı evliyâ-yı ¡i@âm<br />
Esedu’llâh-ı Rabb-ı ≠ü’l-ikrâm<br />
MÜNÂCÂT<br />
22-B 583. Yâ İlâhµ §afâ-yı ~ıddµ…µ<br />
Rûz …ıl baña genc-i ta√…µ…i<br />
331 Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa a¡ni ¡Aliyy-i murta≥â¨nuñ med√-ı ra¡na<br />
ve vasf-ı dilgüşâlarıdır İÜ2 // Ma†la¡-ı envar-ı hüda ve ma√rem-i esrar-ı Mu√ammed Mus†afa ma¡den-i<br />
◊asan-ı mücteba vü ◊üseyni şehid düşdi ki bila zevc-i Fa†ımatü’z-Zehra a¡ni ◊a≥ret¨-i İmam-ı ¡Ali veli<br />
Radiye’llâhu ¡anh kerremellâhu vechenüñ med√-ı ra¡na ve vasf-ı dilgüşâlarıdır ki ≠ikr olınur SK<br />
225
584. ±ât-ı pâkindeki kerâmet içün<br />
Dil-i §âfındaki §adâ…at içün<br />
585. ¡Ömer’üñ cümle ¡adl ü dâdı içün<br />
Reh-i ◊a…’da anuñ reşâdı içün<br />
586 ¡Adlüñ-ile baña ¡a≠âb itme<br />
Fa≥luñı rûzi …ıl ¡itâb itme<br />
587. ◊ilm-i ¡O&mân-ı ≠µ-√ayâ √a……ı<br />
Dil-i pâkindeki §afâ √a……ı<br />
588. ~ıfat-ı √ilmüñe beni ma@har<br />
Düşür ey «âli…-i §ıπâr u kiber<br />
589. ◊a≥ret-i ◊aydar’uñ ¡ulûmı içün<br />
◊a… yolında anuñ hücûmı içün 332<br />
590. Şâni-i nâ-murâda keşf-i ¡ulûm<br />
Rûzi …ıl eyleme anı ma√rûm<br />
591. Aña esrârı eylegil rûzi<br />
Açıla tâ ki ba«t-ı fµrûzı<br />
SUL‰ÂN-I A¡ªAM U »Â¢ÂN-I MU¡AªªAM MÂLİK-İ Rİ¢ÂB-I ÜMEM OLAN<br />
PÂDİŞÂH-I MÜKERREM SUL‰AN MURÂD »ÂN-I MU◊TEREMÜÑ MED◊-İ<br />
DÜRER-BÂR U VA~F-I GÜHER-Nİ¿ÂRLARIDUR ◊ALLEDE’LLÂHU TE¡ÂLÂ<br />
»ILÂFETEHÛ VE EBBEDE ªILÂLE ~AL‰ANATİHÌ 333<br />
592. Şeh-i ¡âlµ-mekân u @ıll-ı İlâh<br />
Pâdişâh-ı serµr-i ¡izzet-i câh<br />
593. Âsmân-ta«t-gâh ü heft-bâlµn<br />
Âftâb-efser ü …amer-âyµn<br />
594. Mihr-i ra«şân-ı burc-ı evc-i ¡a†â<br />
Dürr-i tâbân-ı dürc-i genc-i se«â<br />
23-A 595. ∏ayret-i ¢ahraman u Behmen ü Gûr<br />
Reşk-i Dârâ vü Sencer ü Faπfûr<br />
332 SK nüshasında “◊a…” yerine “Dµn” yazılmış.<br />
333 OLAN ,TE¡ÂLÂ, ªILÂLE: İÜ2’de yok. // SUL‰ÂN MURÂD »ÂN: SUL‰ÂN İBNÜ’S-~UL‰ÂN<br />
∏ÂZÌ MURÂD »ÂN SK<br />
226
596. Bahr-i mevvâc u …ulzüm-i zâ«ir<br />
Mihr-i berrâ…-ı ezher-i bâhir<br />
597. Şehr-yâr-ı kerµm ü nµk-a«ter<br />
¡Âdil ü nâ§ır-ı @afer-rehber<br />
598. Kişver-i ma¡dilinde şâh-ı dilµr<br />
Fülk-i mükerreminde mâh-ı münµr<br />
599. Ehl-i µmâna ra√met-i Ra√mân<br />
Ehl-i †uπyâna âteş-i sûzân<br />
600. Dürre-i dürc-i nesl-i ¡O&mânµ<br />
La¡l-i engüşteri Süleymânµ<br />
601. İbn-i Sul†ân Selµm-i √âfı@-ı dµn<br />
Ya¡ni Sul†ân Murâd-ı ehl-i ya…µn<br />
602. ‰avvela’llâhu ¡umrehu’l-eclâ<br />
Şeyyeda’llâhu na§rahu’l-a¡lâ 334<br />
603. Mµmi düşmen başına bir şeşper<br />
Râsı …alb-i ¡adûya bir «ançer<br />
604. Elifi tµr-i tirgeş-i irşâd<br />
Dâlı çengâl-ı dâr-ı ¡adl-ı sedâd<br />
605. Çâr √arfi bu ism-i zµbânuñ 335<br />
Çâr rükni metµn-i dünyânuñ 336<br />
606. İki ebrûsı râ-yı ra√metdür<br />
Her biri §anki nûn-ı nu§retdür<br />
607. Rûy-ı zibâyeş âftâb-ı semâ 337<br />
¢âmeteş na«l-i rav≥a-i ¡ulyâ<br />
608. Kef-i zµbâsı §anki bedr-i bedµd<br />
Penc engüşti pençe-i «urşµd<br />
609. ªıll-ı ◊a…’dur ser-â-ser ol sul†ân<br />
Geçinür sâyesinde «al…-ı cihân<br />
334 Beyitin anlamı: Allâh onun (Sultan Murad) yüce (parlak) ömrünü uzun kılsın; onun zaferlerini<br />
güçlendirsin.<br />
335 ism-i : isme SK<br />
336 metµn-i : metµni SK<br />
337 semâ: esmâ SK<br />
227
23-B 610. Tµπ-ı ser-tµzi şem¡-i bezm-i veπâ<br />
Dûd meskenidür niyâmı aña<br />
611. ¢ılıcın eyledi √amâil-vâr<br />
Tâ boyun vire emrine küffâr<br />
612. Murπdur tµri ol şehüñ gûyâ<br />
Sµne-i düşmen âşiyân aña<br />
613. »ûn-ı â¡dâda «ançer-i sul†ân<br />
Meh-i nevdür şafa… içinde nihân 338<br />
614. Esb-i reh-vârı üzre ol server<br />
Esed üstinde gûyiyâ «âver<br />
615. Atına zer-geri felek …ameri 339<br />
Na¡l-i sµm itdi mâh-ı cilve-geri 340<br />
616. Meh-i nev ra«ş-ı şâha zeyn-i sefµd<br />
Aña altunlı πâşiye «urşµd<br />
617. Şar… u πarba §alal’dan ol leşker<br />
Unuduldı zamân-ı İskender<br />
618. Yir yüzin zeyn …ıldı ¡asker-i şâh 341<br />
Nitekim gökyüzini encüm-i mâh<br />
619. Sür«-ı ser…ân yaπı …ızıl düşmen 342<br />
Oldıπıyçün aña ol ehl-i fiten<br />
620. Aπzını …ana yudı «ançer-i şâh<br />
Münhezim …ıldı anı «ink-i sipâh 343<br />
621. Keremin gûş idüp yem-i Necefi<br />
»acletinden yüzine †utdı kefi<br />
622. Dökdi ba√ruñ yüzi §uyın keremi 344<br />
Baπrını deldi ma¡denüñ himemi<br />
338<br />
Meh-i: Mehe SK<br />
339<br />
zer-geri: zer-ger-i İÜ2<br />
340<br />
Na¡l-i Nu…al-i SK<br />
341<br />
zeyn: zinde ; ¡asker-i şah: ¡askere şah SK<br />
342<br />
yaπı: ya¡ni SK<br />
343<br />
«ink-i sipâh: ceng-i sipâh SK<br />
344 yüzi: nûrı SK<br />
228
623. Bâ†ını …u†b-ı ¡âlemi âfâ… 345<br />
ªâhiri şems-i «âver-i berrâ…<br />
624. Şâniyâ mid√atine πâyet yo…<br />
Cümle ev§âfına nihâyet yo…<br />
24-A 625. Ki dükenmez-durur bu bahr-i revân<br />
Aç dehânuñ du¡â-yı şâha hemân<br />
626. Yâ İlâhî bi-√a……-ı nûr-ı ◊abµb<br />
¡Avnüñi dâ’im eyle şâha …arµb<br />
627. ¢ılıcın eyle dâ’imâ keskin<br />
Nitekim pehlüvân-ı çar«-ı berµn<br />
628. Eyle …a§r-ı vücûdını âbâd<br />
Bi’r-Rasúli ve sa√bihi’l-emcâd<br />
BU ◊A¢ÌRÜÑ VA‰AN-I A~LÌSİ OLAN ŞEHR-İ TÂBENDE VÜ KİŞVER-İ<br />
DİRA»ŞENDE YA¡Nİ SEVÂD-I LÂRENDE’NÜÑ ◊AMÂHA’LLÂHU MİN KÜLLİ<br />
~ADMETİN VÜ FİTNETİN VE ◊AFEªAHÂ MİN CEMÌ¡-İ BELİYYÂTİ VÂFETEN<br />
MED◊-İ RA¡NÂ VÜ VA~F-I ZÌBÂSIDUR ¡ALE’L-İCMÂL BEYÂN U ¡AYÂN<br />
OLINUR 346<br />
345 ¡âlemi: ¡âlem-i İÜ2<br />
346 ~ADMETİN: BELÂİN SK<br />
347 πayret: πarb SK<br />
629. Yine bir dem mühendis-i efkâr<br />
Dil-i mi¡mâr u nâ@ır-ı en@âr<br />
630. Urdı …a§r-ı mu¡âyine bünyâd<br />
Der ü dµvârın eyledi âbâd<br />
631. Mülk-i Yûnan’da bir medµne ki var<br />
Âsmân-reşk ü πayret-i gülzâr 347<br />
632. ¡Ulemâ mecma¡ ü §afâkânı<br />
~ule√a menba¡ ü vefâkânı<br />
633. Adı Lârende’dür o me’vânuñ<br />
Merkezidür sipihr-i a¡lânuñ<br />
634. Mâ-i cârµleriyle ol kişver<br />
Fi’l-me&el bâπ-ı cennet-i enver<br />
229
635. Bâπ u râπı behişt-i enverdür<br />
Cûy-ı dil-cûsı nehr-i kev&erdür<br />
24-B 636. Yir yir ezhârı gülşeninde gören<br />
Yire indi §anur nücûm-ı peren<br />
637. Rû√-efzâ-durur fe≥âsı anuñ<br />
Dem-i ¡İsµ-durur hevâsı anuñ<br />
638. Gerçi bu şehr sevâd-ı a¡@amdur 348<br />
Lµk nûr-ı beyâ≥-ı dµdemdür<br />
639. Ortaya almış anı sünbül-zâr<br />
Fi’l-me&el «a††-ı ¡ârı≥-ı dildâr<br />
640. Tell-i ◊a≥râda ¢al¡a-yı Bey≥â<br />
Kûh-ı ¢âf üzre beyza-ı ¡an…â<br />
641. İçi meh-rûlar-ıla memlûdur<br />
‰ışı sünbüller-ile «oş-bûdur<br />
642. Oldı sûr-ı √i§ârı çar«a medâr<br />
Burc-ı bârûsı §anki kûh-ı ve…âr<br />
643. Cevsa…ınuñ seri simâka irer<br />
¢ullesi mihr-i tâb-nâke irer<br />
644. Atılur anda †urma †ûb-ı şitâb<br />
Ol √i§âr-ı felekde §anki şihâb<br />
645. ◊a… bu kim menba¡-ı kerâmetdür<br />
Kişver-i ¡ilm ü şehr-i √ikmetdür<br />
646. İçi memlû cevâmi¡ ü mescid<br />
»ân…âh-ı §avâmi¡ ü ma¡bed<br />
647. Fi’l-me&el âsmân-ı çar«-ı berµn<br />
Andadur sâkinân-ı ¡Illiyyin<br />
648. Mihr-veş niçe pµr-i nûrânµ<br />
±ikr ider anda Rabb-ı sub√ânı<br />
649. Kimi ta…dµs ider kimi tev√µd<br />
Kimi tesbµ√ ider kimi ta√mµd<br />
348 bu şehr : kim bu İÜ2 // bu şehr : kemer bu SK<br />
230
650. Bunda ço… ≠û-fünûn ¡âlim olur<br />
Mürşid-i kâmil-i mükerrem olur<br />
25-A KÂŞİF-İ RUMÛZ-I ∏AYBÌ VÜ VÂRİ¿-İ ¡ULÛM-I NEBÌ ŞEY» ¡ÖMER<br />
RÛŞENÌ E’Ş-ŞEHÌR Bİ-MONLA ÇELEBİ ◊A≤RETLERİNÜÑ<br />
MEHHEDE’LLÂHU ªILÂLE İRŞÂDİHÌ ¡ALE’‰-‰ÂLİBÌN İLA YEVMİ’L-<br />
¢IYÂME VE’D-DÌN MEN¢IBI VÜ EV~ÂF-I ¡ACÂYİBİDÜR<br />
±EYLİNDE SEBEB-İ LEVÂYİ◊ Ü B¡ݿ-İ FEVÂYİ◊ ±İKR OLINUR 349<br />
651. Var-durur şehr içinde bir fâ≥ıl<br />
Pµr-i nûrâni mürşid-i kâmil<br />
652. ¢u†b-ı a…†âb u vâ§ıl-ı ta√…µ…<br />
Lübb-i elbâb u kâmil-i ta§dµ…<br />
653. Bülbül-i verd-i gülşen-i serrâ<br />
‰û†i-i mı§r-ı ¡âlem-i bâlâ<br />
654. Merkez-i heft †â…-ı çar«-ı berµn<br />
Mecma¡-ı vâridât-ı ¡ilm-i ya…µn<br />
655. Menba¡-ı fey≥-i ra√met-i Ra√mân<br />
Ma†la¡-ı mihr-i vu§lat-ı cânân<br />
656. O-durur şem¡-i bezm-i ¡âlem-i πayb<br />
Aña pervânedür ricâlü’l-πayb<br />
657. Ol-durur sâkin-i medâris-i …uds<br />
Câlis-i §affa-i mecâlis-i üns<br />
658. ¡İlm-i @âhirde Bû-¡Alµ Sµnâ<br />
¡İlm-i bâ†ında √a≥ret-i Monlâ<br />
659. Ya¡ni …u†bu’r-reµs Şey« ¡Ömer<br />
Kân-ı ta√…µ…e ≠ât-ı pâki güher<br />
660. Rûşenµ olsa †añ mı aña la…ab<br />
Nûr-ı ru«sârı ber… urur her şeb<br />
661. Ebbede’llâhu nûra behcetihi<br />
Eyyede’llâhu şev…a cennetihi 350<br />
349<br />
∏AYBÌ: ¡ANNİ SK // ŞEY» ¡ÖMER RÛŞENÌ: ŞEY» RÛŞENÌ SK // İRŞÂDA: İRŞÂD SK //<br />
FEVÂYİ◊: FEVÂYİ◊DÜR Kİ SK<br />
350<br />
Beyitin anlamı: Allâh onun (Ömer Ruşenî) güzellik nurunu ebedî kılsın; cennetinin parlaklığını<br />
(nurunu) arttırsın.<br />
231
25-B 662. ¡Aynı ¡ayn-ı zülâl-i mâ-i mu¡µn<br />
Çeşme-i kev&er-i behişt-i berµn<br />
351 târ : nâr SK<br />
352 Rûşenâ: rûşenân SK<br />
663. Mµmi tâc-ı meh-i sipihr-i kerem<br />
Râsı anuñ hilâl-ı çar«-ı himem<br />
664. Ol siyeh şemle-y-ile √a≥ret-i pµr<br />
Şeb-i târ içre §anki bedr-i münµr 351<br />
665. ‰utar elde ¡a§âyı §an Mûsâ<br />
Gösterür «al…a ol yed-i bey≥â<br />
666. ¢alb-i §âfµsi gûyiyâ mir’ât<br />
Sırr-ı pür-nûrı rûşenâ mişkât 352<br />
667. ªâhiri şem¡-i cem¡-i nâsûti<br />
Bâ†ını dürr-i bahr-i lâhûti<br />
668. ~â√ib-i sırr u remz-i ehl-i …ulûb<br />
Muhce-i …albi vâ§ıl-ı ma√bûb<br />
669. ¢ufl-ı ma¡nâya man†ı…ı miftâ√<br />
≤av-ı esrâra bâ†ını mi§bâ√<br />
670. »âk-i pâyuña kimyâ-yı güher<br />
¢alb-i …albi zer eyler ol cevher<br />
671. İrişür dâ’im aña ce≠be-i ◊a…<br />
Bahr-i lâhûta πar… olur mu†la…<br />
672. Sırrı anuñ mihr-i ¡aş…la enver<br />
Ce≠ebât-ı ilâhiye ma@har<br />
673. Ber… urur ru«larında nûr-ı §afâ<br />
Oldı «alvet-serâda şem¡-i hüdâ<br />
674. ±âtı bir ¡andelµb-i bâπ-ı ümµd<br />
‰û†i-i …ande-nâb-ı mı§r-ı reşµd<br />
675. Nûn olup …addi künc-i †â¡atde<br />
Buldı sırr-ı fenâyı «alvetde<br />
232
676. Üstüme sâye §alsa ger o hümâ<br />
Olur idim şeh-i diyâr-ı fenâ<br />
26-A 677. Ol emµr-i serµr-i ¡âlem-i …alb<br />
Şem¡-i «alvet-serây-ı «âne-i ce≠b<br />
353 …albe: câna SK<br />
678. Bir seher §aldı üstüme ce≠be<br />
Âteş urdı bu «âne-i …albe<br />
679. ~a√n-ı dilde uyandı şem¡-i hüdâ<br />
Nûr-ı ¡aş…ıyla †oldı …albe §afâ 353<br />
680. Olmışam cân-ıla aña teslµm<br />
Düşmüşem işigine hem-çü yetµm<br />
681. Âb-ı tevbeyle …albi pâk itdi<br />
Nûr-ı †â¡atle tâb-nâk itdi<br />
682. Baña ◊a… virdi inşirâ√-ı §adr<br />
Meh-i şev… oldı bâ†ınumda bedr<br />
683. Lâyı√ oldı niçe me¡âni-i πayb<br />
Dilde keşf oldı nükte-i lâ-reyb<br />
684. Rûşenµ’den ya…up çerâπı göñül<br />
Nâr-ı ¡aş…ıyla ya…dı dâπı göñül<br />
685. Ber… urup bâ†ınumda cevher-i ¡aş…<br />
Şev… virdi cihâna ezher-i ¡aş…<br />
686. »ırmen-i mâsivâya düşdi şerâr<br />
¢almadı √ubb-ı √ubba â«ir kâr<br />
687. Mâsivâ çı…dı dµde-i terden<br />
Lµk …aldı göñülde √ubb-ı va†an<br />
688. Buldum ol ≠ev…-i va√deti â«ir<br />
Oldı serümde nûr-ı ◊a… @âhir<br />
689. Nûr-ı Ra√mâna πar…-iken bir dem<br />
Fi’l-me&el şems-i «âver-i ¡âlem<br />
690. ¢albüme lâyı√ oldı bir ma¡nâ<br />
Nice ma¡nâ ki dürr-i bahr-i be…â<br />
233
691. Bu cihân mülki ¡âlem-i fânµ<br />
Bµ-vefâdur gül-i gülistânı<br />
26-B 692. ¢a§r-ı dünyâ «arâb olur â«ir<br />
Mülk-i ¡âlem yebâb olur â«ir<br />
693. Görmedi anda kimse rûy-ı be…â<br />
Bulmadı güllerinde bûy-ı be…â<br />
694. Bµ-be…âdur ¡anâ§ır-ı terkµb<br />
Hep fenâdur cevâhir-i tertµb<br />
695. ◊â§ılı deyr-i ¡âlemüñ â«ir<br />
~ûreti bozulur anuñ bir bir<br />
696. Devlet anuñ-durur ki bir eyü ad<br />
¢oya ¡âlemde ide rû«ını şâd 354<br />
697. Olmayan ¡aş…la füsürde göñül<br />
Olmadı bu cihânda mürde göñül<br />
698. Nµk-nâm olmayan cihân içre<br />
Nâm-dâr olmadı zamân içre<br />
699. Zinde-nâm olsa bir kişi sermed<br />
¡Âlem içre bulur √ayât-ı ebed<br />
700. Olagör ma¡rifetle ferru√-nâm<br />
Seni «ayr-ıla aña cümle enâm<br />
701. Dikmedi bir kişi cihânda şecer<br />
Yimedi ¡âlem içre bâr u &emer<br />
702. Bu-durur ¡âlem içre …avl-i selef<br />
Az olur her kişiye «ayr-ı «alef<br />
703. Lâyı… oldur ki bir e&er peydâ<br />
İdesin ola tûşe-i ¡u…bâ<br />
704. ¢omasa bir kişi cihânda e&er<br />
Lâ-büd anuñ yirinde yeller eser<br />
354 ide rû«ını şâd: rû«ını ide şâd İÜ2, SK<br />
234
705. Bir e&er bir dıra«t-ı bâπ-ı be…â 355<br />
¿emer olmışdur aña «ayr-ı du¡â<br />
706. Mütee&&ir olup bu ma¡nâdan<br />
İstedüm vâridâtı Mevlâ’dan<br />
27-A 707. Ebr-i nµsân-ı ra√met-i Ra√mân<br />
İtdi deryâyı sırruma feye≥ân<br />
708. ~adef-i dilde lü’lü’-i ma¡nµ<br />
Dür idi her biri dür-i ¡adenµ<br />
709. İrmeyüp rişte-i irâdet-i Rab<br />
Silk-i na@ma getürmedüm anı hep<br />
710. ¢a¡r-ı deryâ-yı dilde ol tâbân<br />
Dürr-i nâ-süfte yatdı niçe zamân<br />
711. Tâ ki elmâs-ı †ab¡-ı nûrânµ<br />
Deldi bir gün o dürr-i ra«şânı<br />
SEBEB-İ NAªM-I GÜLŞEN-İ EFKÂR U ~IFAT-I FA~L-I HAZÂN U BAHÂR<br />
712. Bülbül-i verd-i gülşen-i tibyân<br />
İtdi bu resme §un¡-ı ◊a……’ı beyân<br />
713. Esdi bâπ-ı ba√âra bâd-ı şimâl<br />
Cilveler itdi anda tâze nihâl<br />
714. Bâd-ı §ub√-ı nesîm-i πonce-güşâ<br />
¡Ìsa-veş itdi ¡âlemi i√yâ<br />
715. ~avt-ı ra¡d oldı §anki nef«a-i §ûr<br />
Her şükûfe nişân-ı rûz-ı nüşûr<br />
716. Ele tesbî√in aldı şâh-ı çenâr<br />
Olmasun diyü …alb-i πonce figâr<br />
717. Sidre-veş oldı her şecer zîbâ<br />
Rû«-ı ¢uds anda …umrılar gûyâ<br />
718. Yüzin açup çemende bâd-ı se√er<br />
Başına çı…dı herkesüñ gül-i ter<br />
355 İÜ2 ve SK nüshalarında “Bir e&er bir dıra«t” yerine “Bir e&erdür dıra«t” yazılmış.<br />
235
719. Şâhid-i nev-bahâra verd-i †arµ<br />
Pîrehen oldı j âle dügmeleri<br />
720. Oldı ¡anber-şemîm bâd-ı nesîm<br />
Gül-i «oş-bûdan aldı bûyı nesîm<br />
27-B 721. Bir zümürrüd sütûnda nergis-i ter<br />
Oldı zerrîn …abaπ pür-zµver<br />
722. İşidüp zâr-ı bülbüli gül-zâr<br />
Tüyi ürperdi anı §anma ki «âr<br />
723. Göricek zînet-i bahâr-gehi<br />
Baş §alardı çemende serv-i sehî<br />
724. ◊av≥-ı sîmîne döndi nergis-i ter<br />
~an dökülmiş içine «urde-i zer<br />
725. Oldı şâh-ı bahâra gülşen-i genc 356<br />
»am-ı zer oldı anda πonce-i πunc 357<br />
726. Yed-i Bey≥âyı ¡ar≥ idüp zanba…<br />
Pençe-i mihre itdi †a¡n el-√a…<br />
727. Başdan ayaπa çeşm oldı çemen<br />
Görmege rûy-ı dilberi rûşen<br />
728. Bir kitâb oldı §a√n-ı bâπ-ı cihân<br />
Cedvel-i sîm olupdur aña revân<br />
729. Semen-i terle bâπ-ı sünbül-i zâr<br />
Rû«-ı zîbâda §anki zülf-i nigâr<br />
730. Bülbül itdükçe nâle vü feryâd<br />
Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd 358<br />
731. Zeyn olup güller-ile her gülzâr<br />
Keyfe yu√yµ okurdı bülbül-i zâr 359<br />
732. Her şukûfeyle gülbün-i bâlâ<br />
Ak imâmeyle mü’min ol gûyâ<br />
356 bahâra: bahâr SK<br />
357 »am: »amr SK<br />
358 Ra…§ iderdi §anavber-i şimşâd : ∏oncenüñ göñli olur idi küşâd İÜ2, SK<br />
359 “Keyfe yu√yµ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler ” bölümüne bakınız.<br />
236
733. Yiryüzin her çemende dürlü çiçek<br />
Sebz a†lasda sanki sîm-benek<br />
734. Dürlü ezhârla bu ferş-i zemîn<br />
Dir gören yire indi ¡arş-ı berîn 360<br />
735. Dâmen-i πonce pür olup lâlâ<br />
Bülbüle §atdı dürlü istiπnâ<br />
28-A 736. Oldı dîvâne serv-i tµre ≥amîr<br />
Pâyına urdı âb anuñ zencîr<br />
737. Şem¡-i pür-nûra beñzedi gülnâr<br />
Aña pervâne oldı her ezhâr<br />
738. Bir ışı…dur dıra«t-ı pâ-der-gil<br />
¢ıldı bülbül yuvasını keçkül<br />
739. Mevc-i bahr-i çemende keştî-i rû√<br />
∏ar… olurken yetişti »ızr-ı fütû√<br />
740. Der-kenâr itdi dil sefînesini<br />
Açdı dürr-i be…â √azînesini<br />
741. Didi kim bu fe≥â-yı mînâ-reng<br />
Oldı ezhârı gerçi reng-â-reng<br />
742. Lîk irür aña √azân-ı fenâ<br />
Târ-mâr eyler anı bâd-ı hevâ 361<br />
743. Bülbüli lâl olur bu gülzâruñ<br />
Revna…ı gider â«ir eşcâruñ<br />
744. Pây-mâl-ı √azân olur bu çiçek<br />
Ser-bürehne …ılur çenârı felek<br />
745. İrür ezhâra lâ-büd âfet-i dey<br />
Defterin her birinüñ eyler †ay<br />
746. Cûy-ı enhâr olur ≥a¡îfü’l-√âl<br />
İrür anuñ revânına imlâl<br />
360<br />
SK nüshasında “yire” sözü yazılmamış.<br />
361<br />
bâd-ı : bâdı SK<br />
237
747. ¢al¡a-yı gülsitânı †ûp-ı şitâ<br />
Târ-mâr eyler anı gûy-ı fenâ<br />
748. Düşürür tâc-ı lâleyi gerdûn<br />
Baπrını …an-ıla ider pür-«ûn<br />
749. Sünbül-i ter olur perîşân-√âl<br />
Dehr elinden semen olur pâ-mâl<br />
750. ¢addi çevgân olur gül-i çemenüñ<br />
Gûy-ı πal†ân olur seri semenüñ<br />
28-B 751. ◊â§ılı ¡âlem içre bâd-ı fenâ<br />
¡Â…ıbet her birin ider ifnâ<br />
362 …add: SK’de yok.<br />
363 eşcâr: eşcâra SK<br />
752. Lîk ¡âlemde gülsitân-ı sü«an<br />
Gül-i ra¡nâ-yı dil-sitân-ı sü«an<br />
753. Her biri bir bahâr-ı ma¡nâdur<br />
∏once-i merπ-≠âr-ı ma¡nâdur<br />
754. Her sü«an bir şükûfe-i «oş-bû<br />
Na@m gûyâ ki bir gül-i «od-rû<br />
755. ◊arf-i her ma¡na gûne gûne-durur<br />
Rav≥a-i cennete numûne-durur<br />
756. Elifi serv-i bâπ-ı behcetdür<br />
◊âları πonce-i letâfetdür<br />
757. Cimi zülf-i nigâr-ı bâπ-ı irem<br />
~adı anda şukûfe-i bâdem<br />
758. Dalları sünbül-i riya≥-ı be…â<br />
Râları …add «amîde serv-i §afâ 362<br />
759. ¡Aynı ¡ayn-ı ma¡în-i kev&erdür<br />
Mimi ser-çeşme-i müdevverdür<br />
760. Kimi eşcâr u kimi enhâra 363<br />
Beñzer anuñ kimisi ezhâra<br />
238
761. Her biri dâimâ hebâ olmaz<br />
Bâπ-ı cennet-durur fenâ bulmaz 364<br />
762. Her biri √â§ıl-ı riyâ≥-ı be…â<br />
Biçemez anı dâs-ı ma√v u fenâ<br />
763. Çün ¡ayân oldı bu gül-i esrâr<br />
Sü«an-ârâlı… eyle bülbül-vâr<br />
764. Bâπ-ı …albüñde Gülşen-i Efkâr<br />
Çün açıldı an’eylegil i@hâr<br />
765. Gülşen-i cennete numûne-durur<br />
Gül-i ra¡nâsı gûne gûne-durur<br />
29-A 766. ¢alemüñ bâπ-ı na@ma eyle nihâl<br />
Mîve-dâr ola tâ ki na«l mi&âl<br />
767. Eyle cârî dilinden âb-ı §afâ<br />
Tâ ki √â§ıl ola riya≥-ı be…â<br />
768. Çünki esdi bu bâd-ı himmet-i pîr<br />
Bahr-i dil urdı mevc-i fevc-i ke&µr<br />
769. ¢a¡r-ı dilde yaşın düri â«ir<br />
Silk-i na@ma getürmişem bir bir<br />
Â∏ÂZ-I HİKÂYET 365<br />
770. Ey şeh-i kişver-i ¡ulûm-i ya…în<br />
Her sözüñ vâridât-ı va√y-ı mübµn<br />
771. Kelimâtuñ dem-i Mesî√â’dur<br />
Her sözüñ mu¡cizât-ı ¡Ìsâ’dur<br />
772. Rûşen olur cihân cemalüñden<br />
Teşne reyyân olur zülâlüñden<br />
773. ‰urma √all-i √a…âyı… eyle yine<br />
Söyle keşf-i da…âyı… eyle yine<br />
774. Aç yine …ufl-ı bâb-ı ma¡nâyı<br />
»al…a ar≥ it kemâl-i Mevlâ’yı<br />
364 durur: gibi<br />
365 Â∏ÂZ-I HİKÂYET: Â∏ÂZ KERDEN-İ HİKÂYETDÜR SK<br />
239
775. Va¡@-gûy-ı menâbir-i ¡arş ol<br />
İşiden sözlerüñi ide …abûl<br />
776. Dürc-i dürr-i √a…âyı…ı ey cân<br />
Aç ki var müşterîsi bî-pâyân<br />
777. Nicedür reşk-i lü’lü’-i şeh-vâr<br />
∏ayret-i şeb-çerâπ-ı pür-envâr<br />
778. Müşterîsi anuñ ricâlü’l-πayb<br />
Ya¡ni §arrâf-ı şehr-i ¡âlem-i πayb<br />
779. Zeri §arrâf olan bilür dâim<br />
Cevheri cevherî olan nitekim<br />
29-B 780. ¢udret-i ◊a……’uñ it √ikâyetini<br />
~un¡-ı Yezdân’uñ it rivâyetini<br />
781. Gûş iden bula inşira√-ı §adr<br />
Tâ göre ¡âlem içre rûy-ı …adr<br />
BEHİŞT-ÂSÂ OLAN ◊ADÌ¢A-İ ¡ULYÂ VÜ GÜLŞEN-İ BÌ-HEMTÂNUÑ VA~F-I<br />
ZÌBÂSI VE KÂ◊-I VÂL VÜ ¢A~R-I A¡LÂNUÑ MED◊-İ RA¡NÂSIDUR Kİ<br />
MEDÂR-I ◊İKÂYET Ü MÜBDÌ-İ RİVÂYETDÜR Kİ ±İKR OLINUR. 366<br />
782. Râvi-i hikmet-i cihân-bânı<br />
Sözde bu resme itdi el√ânı<br />
783. Dâmen-i kûh-i ¢âfda bir zîbâ<br />
Var idi bir √adî…a-i ¡ulyâ<br />
784. Dest-i …udretle §âni¡-i Yezdân<br />
Yapmış anı mi&âl-i bâπ-ı cinân<br />
785. Anı «al… eylemiş »udâ ezelî<br />
İrmemiş bir yirine âdem eli<br />
786. Fey≥ ider anda ebr-i ra√metini 367<br />
Gösterür «al…a dürlü hikmetini 368<br />
787. Ma√≥-ı hikmetden eylemiş anı ◊a…<br />
Defter-i §un¡ı anda her yaprak<br />
366 VÂLÂ: VÂLÂSI SK // ¢A~R: FA¢ÌR SK<br />
367 ra√metini: ra√meti SK<br />
368 Hikmetini: hikmeti SK<br />
240
788. Güllerine hebâ eli irmez<br />
Mîvesini fenâ eli dirmez<br />
789. Cûları dil-keş idi §an cânân<br />
Âdem’üñ göñline girerdi revân<br />
790. Selsebîl-i sebîl enhârı<br />
Dev√a-i Sidre gibi eşcârı<br />
791. Sünbüli sanki kâkül-i dildâr<br />
Nergisi çeşm-i dilber-i πaddâr 369<br />
30-A 792. Kâkül-i dilber idi zülf-i nigâr<br />
Servler anda …âmet-i dildâr<br />
793. »ûşe-i na«lde biten «urmâ<br />
Cümle bostân şµr idi gûyâ<br />
794. Açdı yâ…ût √a……ını enâr<br />
La¡l-i rummânı eyledi îsâr<br />
795. Zenah-ı dilber idi her elma<br />
Ru«-i ¡uşşâ… idi …amu ayva<br />
796. Cümle tâkinde «ûşe-i engûr<br />
Neydügin bildürür şarâb-ı †ahûr 370<br />
797. ∏abπab-ı √ûr ¡aynı anda turunc<br />
İtdi meydân-ı √üsn içinde külünc<br />
798. Yâsemenden …urup otaπ-ı sefîd 371<br />
Anda gül olmış idi şâh-ı sa¡îd<br />
799. ~âre mer√un zeberceden «a≥râ<br />
Kâne nûrun cevâhiren √amrâ 372<br />
800. ~ad-zebân virmiş idi ◊a… çemene<br />
Med√ okurdı şeh-i gül ü semene<br />
801. El §alar serv-i bâπa şâh-ı çenâr<br />
Boynına …ol dolar anuñ her bâr<br />
369 dilber-i: dilberi SK<br />
370 bildürür: bildür SK<br />
371 otaπ-ı : otaπı SK<br />
372 Beyitin anlamı: Çok sevinçli (neşeli) bir zeberced oldu; Sonunda kızıl mücevherler oldu.<br />
241
802. Nârven §alınurdı cilve-y-ile<br />
∏onceler πunc iderdi şîve-y-ile<br />
803. İrmesün bâπa diyü her nâ-kes 373<br />
Gözcü olmışdı gülşene nergis<br />
804. ‰utar elde benefşe gürz-i girân<br />
Meger olmış bu gülşene der-bân<br />
805. Tîπ †utup çemende sûsen-i ter<br />
Her se√er †arf-ı gülşeni bekler<br />
806. Vârdı bu riyâ≥-ı zîbânuñ<br />
◊âfız-ı çârı §a√n-ı vâlânuñ<br />
30-B 807. Birinüñ nâmı ¡a…l-ı nîk-ârây<br />
Ol-durur ¡âlem içre râh-nümây<br />
373 İrmesün: Girmesün SK<br />
374 selîm ü: selîm-i SK<br />
375 şûr u : sûr-ı SK<br />
808. Birinüñ ismi ¡ilm-i fa≥lu’llâh<br />
Şu¡lesi şem¡-i cem¡-i meclis-i şâh<br />
809. Biri √ilm-i selîm ü ehl-i edeb 374<br />
İtmedi bu cihânda şûr u şeπab 375<br />
810. Birinüñ nâmı devlet-i i…bâl<br />
Açılur †âli¡inde ferru«-fâl<br />
811. Her biri pâs-bân-ı gülşen idi<br />
Sözlerinden hezâr ü gülşen idi<br />
812. Sû-be-sû gülşeni gezerler idi<br />
Şev… ü şâdî-y-ile geçerler idi<br />
813. Her biri birlige yitup her bâr<br />
İmtizâc eylemiş anâsır-vâr<br />
814. Bir gice bu çehâr-yâr-ı güzîn<br />
¢ıldılar bir ma…âmı «oş-tezyîn<br />
815. Vâr idi bu √adî…ada bir kâ«<br />
İki yanında bitmiş idi dü-şâ«<br />
242
816. Gûyiyâ sidre-i mu¡allâdur<br />
Bâπ-ı cennetde şâ«-ı tûbâdur<br />
817. Şâmî«ü’r-rükn idi bu …a§r-ı kebîr<br />
Tâb-dâr idi §anki mihr-i münîr<br />
818. Nüh †ıbâ…-ı felek aña pâye<br />
Kürsi-i ¡âliye §alar sâye<br />
819. Der-i divârı cevher-i pür-nûr<br />
Gerd-i «âki çü ¡anber ü kâfûr<br />
820. Yir yirin anda câm-ı revzenler<br />
Gûyiyâ her biri meh-i enver<br />
821. ªulle olmışdur aña per-i hümâ<br />
Derine «al…a oldı çeşm-ı sühâ 376<br />
31-A 822. »al…asına †o…ınsa bâd-ı se√er 377<br />
376 Çeşm: √aşem SK<br />
377 †o…ınsa: †o…ına SK<br />
378 fîrûc u :fîrûzec-i İÜ2, SK<br />
379 zâhirden: ezherden SK<br />
Naπmelerle †olardı her kişver<br />
823. ‰ışı fîrûc u cevâhirden 378<br />
İçi meh gibi nûr-ı zâhirden 379<br />
824. Döşegi sündüs ü istebra…dan<br />
Ya§duπı perniyân-ı ezra…dan<br />
825. Her biri bir serîre itdi cülûs<br />
Ta√t-ı şâhîde §anki Keykâvus<br />
826. ¢amer ol gice oldı şem¡ lâkin<br />
Meş¡ale ya…dı geldi bezme peren<br />
827. Nergisi gözcü …odılar bezme<br />
Ol gice oldı virme ve alma<br />
828. ~ohbet-i √⧠…ıldılar ol şeb<br />
‰û†i-veş geldiler tekellüme hep<br />
829. Her biri ≠û-fünûn ¡âlim idi<br />
Şâhid-i fa≥la cümle ma√rem idi<br />
243
830. Nüktedânlar idi fe§â√atle<br />
Meclis-ârâ idi belâπatle<br />
831. Sözlerinden a…ardı âb-ı zülâl<br />
Meh gibi bulmış-idi cümle kemâl<br />
832. Yüzleri âftâb-ı ¡âlem-tâb<br />
Sözleri …and-i nâb ü şekker-i nâb<br />
833. Cümleten …ulzüm-i ma¡ârif idi<br />
Kelimâtı dür-i ¡avârif idi<br />
834. Kimi √ikmetde Bû ¡Alî Sµnâ<br />
Kimi şevketde Rüstem ü Dârâ<br />
835. Kimi şey«-i ilâhi kimi «amûl<br />
Kimi fa≥l u ma¡ârif-ile fü≥ûl 380<br />
836. ◊â§ılı cümlesi mükerrem idi<br />
Zîr ü bâlâ içinde ekrem idi<br />
31-B 837. Oldılar †û†i gibi şekker-bâr<br />
¢ıldılar cevher ü leâli ni&âr<br />
380 fü≥ûl: fu†ûr SK<br />
381 nµk ü: nµk-i İÜ2, SK<br />
382 itdi: idi SK<br />
383 itdi: idi SK<br />
384 mu√âvere: mücâvere SK<br />
838. Söyledi her biri dür-i âyâtı<br />
ªâhir itdi nice kemâlâtı<br />
839. Dürlü dürlü nice fe≥â’ilini<br />
¢ıldı peydâ …amu «a§â’ilini<br />
840. Şol …adar …ıldılar ¡ulûmı ni&âr<br />
Nîk ü bed ba√&i düşdi â«ir-kâr 381<br />
841. Her biri iddi¡â-yı fa≥l itdi 382<br />
Hep «ı§âl-ı «amîde na…l itdi 383<br />
842. ~ub√ dek …ıldılar mu√âvere(y)i 384<br />
‰avr-ı âdâbla münâ@ara(y)ı<br />
244
~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM-İ RA¡N VÜ DEVLET-İ<br />
BÌ-HEMTÂ-YILA MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 385<br />
843. Bir se√er pîr ü «âveri eflâk<br />
Şa¡şa¡adan ¡a§â-y-ıla çâlâk<br />
844. Geldi §atdı nice kerâmetler<br />
»al…a gösterdi ço… velâyetler<br />
845. Nûr-ı ru«sârını görüp nâ-gâh 386<br />
Yire geçdi √ayâdan encüm ü mâh<br />
846. Ber… urup çehresinde nûr-ı fela…<br />
◊acletinden …ızardı rûy-ı şafa… 387<br />
847. Çünki §ub√ irdi didi ¡a…l-ı cemµl<br />
Cümle da¡vâya lâzım oldı delµl<br />
848. Size ben va§fumı beyân ideyin<br />
Şeref-i ≠âtumı ¡ayân ideyin<br />
849. Münkeşif olmasa …amu a√vâl<br />
Nice ma¡lûm olur √a…î…at-i √âl<br />
32-A 850. Ba¡de ≠ât siz da«ı beyân eyleñ 388<br />
±âtuñu@ √âlini ¡ayân eyleñ 389<br />
851. Biline tâ ki cümle √âl-i şeref<br />
Ola rûşen …amu me’âl-i şeref<br />
852. Didiler ¡ilm ü √ilm ü Devlet-şâh<br />
Da¡vaya lâzım oldı çünki güvâh<br />
853. İmdi gel fa≥luñı beyâna getür<br />
Ba¡≥ı ev§âfuñı ¡ayâna getür<br />
854. ¡A…l-ı rûşen ≥amîr ü ferru«-fâl<br />
Dökdi ol dem dilinden âb-ı zülâl<br />
385 ¡ÜLFET-İ ~UB◊ U ¡A¢L-I NÌK-ÂRÂNUÑ ¡İLM Ü ◊İLM Ü ¡AN VÜ DEVLET-İ BÌ-HEMT İLE<br />
~A‰ISIDUR SK // BEYÂN OLINUR: Kİ ±İKR Ü BEYAN OLINUR İÜ2<br />
386 görüp: görmeyüp SK<br />
387 …ızardı: …ızdı SK<br />
388 beyân: ¡ayân İÜ2, SK<br />
389 ¡ayân: beyân İÜ2, SK<br />
245
855. Didi kim ben dür-i mu§affâyam<br />
Nûr-ı pâkize-i mu¡allâyam<br />
856. Benem ol cevher-i ≥iyâ-güster<br />
~adef-i ¡âlem içre dürr ü güher<br />
857. Ehl-i √ikmet bilür benüm …adrim<br />
Evc-i a¡lâ-durur benüm §adrum<br />
858. Menzilüm künbed-i dimâπ-ı beşer 390<br />
Eylerem gâhi sâ…-ı ¡arşı ma…ar<br />
859. Felegüñ künbed-i mu¡allâsın<br />
Dâimâ eylerem temâşâsın<br />
860. ‰ûr-ı …alb-i §afâda Mûsâ’yam<br />
Rûz şeb ma@har-ı tecellâyam 391<br />
861. ‰â’ir-i …uds kim olur †ayyâr<br />
¢anadumla uçar benüm her bâr<br />
862. ±ât-ı pâküm-durur benüm pür-nûr<br />
Zîr ü bâlâ benümle itdi @uhûr<br />
863. ¡Âlemüñ inti@âmı @âtumla<br />
Şer¡i dînüñ …ıyâmı ≠âtumla<br />
864. ◊all olur sırrı bende her sü«anüñ<br />
Da«ı el-müşterü mü’temenüñ<br />
32-B 865. Men ¡aref sırrını ricâlü’l-πayb 392<br />
Nûr-ı pâkümle fehm ider lâ-reyb 393<br />
866. ªerre nûrı yanumda mihr-i ferüñ<br />
~an yanında sühâ-durur …amerüñ<br />
867. Benem ol ¡âlem içre nûr-ı şerîf<br />
◊â’il olmaz baña @alâm u keşîf 394<br />
390<br />
dimâπ-ı: dimâπı SK<br />
391<br />
rûz şeb: rûz u şeb İÜ2<br />
392<br />
"men ¡arefe nefsehu fekad ¡arefe rabbehu" Nefsini bilen rabbini bilir, anlamına gelen ve tasavvuf ehli<br />
tarafından sıkça kullanılan sahih olmayan hadislerdendir.<br />
393<br />
“Lâ-reyb” ile ilgili ayrıntılı bilgi için 6. beyitin dipnotuna bakınız.<br />
394 @alâm u: @alâm-ı İÜ2, SK<br />
246
868. »ân…âh-ı bedende bir pîrem<br />
Ehl-i irşâd ü ehl-i tedbîrem<br />
869. Niçe ehl-i hüner mürµdüm var<br />
◊idmetümde niçe ferîdüm var<br />
870. Kimi ¡allâme-i @evâhirdür<br />
¡İlm-i bâ†ında kimi mâhirdür<br />
A¢L-I PÂK SEM¡-İ TÂB-NÂKİ VA~F İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR. 395<br />
871. Biri bir merd-i ¡â…il adı Sem¡<br />
Dâimâ encümende şem¡-i cem¡<br />
872. Oldı ehl-i velâyet ol kâmil<br />
Kim aña târ-ı şeb degül √â’il<br />
873. N’ola †a…sa …ulaπına kerdür<br />
Rûz şeb ism-i Sem¡e ma@hardur 396<br />
874. Nef√a-i rû√-ı …udsdür aña hevâ<br />
Ìsi-i ma¡na(y)ı ider peydâ<br />
875. Ba«r-ı ¡irfân içinde §anki §adef<br />
Anda cümle me¡âni dürr-i necef<br />
876. Gûyiyâ gûş içinde ol gevher<br />
Meh-i nev sµnesinde cirm-i …amer<br />
877. Bir bunuñ gibi var mı ehl-i kerem<br />
Dem-be-dem fet√ ider o bâb-ı himem<br />
878. ¢uvvet-i †ab¡-ı dil-pe≠µrimdür<br />
Severim cân-ıla @ahµr midürimdür<br />
33-A ¡A¢L-I PÜR-ENVÂRUÑ BA~AR-I TÂB-DÂRI TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR. 397<br />
879. Biri bir pâk na@ârdur ismi Ba§ar<br />
Ol-durur cân gözine nûr ba§ar<br />
395<br />
İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: İTDÜGİDÜR KİM BEYÂN OLINUR SK // BEYÂN OLINUR:<br />
İÜ2’de yok.<br />
396<br />
rûz şeb: rûz u şeb İÜ2<br />
397 TA¡RÌFİDÜR ±İKR OLINUR: TA¡RÌFİDÜR Kİ ±İKR OLINUR SK // ±İKR OLINUR:<br />
İÜ2’de yok.<br />
247
880. Eyleyüp ol riyâ≥ete i…dâm<br />
Ola dâim πıdâsı bir bâdam<br />
881. Dem-be-dem keşf ider kerâmetini<br />
¡Âleme gösterür velâyetini<br />
882. ¢arañu «alvet içre buldı cem¡<br />
Şu¡le-i nûr-ı ≠âtın itdi şem¡<br />
883. Olalı perde-i siyehde nihân<br />
Kendüyi itdi merdüm-i insân<br />
884. Ba§ar ismine düşeli ma@har<br />
¢addini dâl idüpdür ol gevher<br />
885. ‰â’ir-i sidre gibi açup per ü bâl<br />
‰ârem-i çar«ı seyr ider fi’l-√âl<br />
886. Görinür aña çehre-i dil-dâr<br />
Her dem eyler müşâhede dµdâr<br />
887. Neylesün ¡ayn âb-ı √ayvânı<br />
Eline aldı çeşme-i cânı<br />
888. Gâh olur bir perinüñ abdâlı<br />
Alur egnine bir siyâh şâlı<br />
889. Gice künc-i fenâ-yı «alvetde<br />
Gündüzin §un¡-ı ◊â……ı ¡ibretde<br />
¡A¢L-I DİL-CÛ ŞEMM-İ »OŞ-BÛYI TA¡RÌF İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 398<br />
890. Birinüñ nâmı Şemm-i nâzik-ter<br />
Eyledi künbed-i dimâπı ma…ar<br />
891. Her dem alur o bûy-ı merπûbı<br />
‰â… †âremde §anki kerrûbµ<br />
33-B 892. Gâhi bulur şemµm-i Rû√u’llâh<br />
Bilemez misk ü ¡anberi ol mâh 399<br />
398 İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR: İTDÜGİ Kİ ±İKR OLINUR SK // TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de<br />
yok.<br />
399 ¡anberi: ¡anber SK<br />
248
893. ~ub√-dem irür aña bûy-ı §abâ<br />
Nef√a-i rû√-i ¡İsevµ gûyâ<br />
894. N’ola ¡anber-sirişt olursa meşâm 400<br />
İrdi bûyı behiştüñ aña tamâm<br />
895. Pâye-i ¡arş-durur ma…âmı anuñ<br />
Kürsi-i lev√-durur merâmı anuñ<br />
896. Bu revâyµ√le rû√-ı cismânµ<br />
Bulur ol dem …uvâ-yı rû√ânµ 401<br />
¡A¢L-I TÂB-DÂR ±EV¢-İ ÂB-DÂRI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 402<br />
897. Birinüñ adı ≠ev…-i şµrin-kâr<br />
~âf-meşreb kelâmı cevher-dâr<br />
898. Her dem eyler dilinden ol cârµ<br />
Reşe√ât-ı zülâl-i enhârı<br />
899. »al…a ra†b-ı lisân-ıla a√sen<br />
‰ab¡ı eşyâyı bildürür rûşen 403<br />
900. ‰ab¡-ı pâki §an âyine-i §afâ<br />
Görinür anda §ûret-i eşyâ<br />
901. ±ikr ider ◊âli…ini her meh ü sâl<br />
Hem-zebân oldı aña †û†µ-i âl<br />
902. Ba«ş ider …albe rû√-i cismânµ<br />
Fey≥ ider rû√a ≠ev…-i rû√ânµ<br />
903. Aña lâyı… dinürse cân-perver<br />
‰û†µ-i cânı dem-be-dem besler<br />
¡A¢L-I ENVÂRUÑ LEMS-İ NÂZİKTERİ TAV~ÌFİDÜR BEYÂN OLINUR 404<br />
904. Birisi da«ı lems-i nâzik-ten<br />
Ter ü tâze o berk-i gülşenden<br />
400 Olursa: olur SK<br />
401 …uvâ-yı: nevâtı SK<br />
402 ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // TÂB-DÂR: TÂB-DÂRUÑ SK<br />
403 Eşyâyı: işmâmı SK<br />
404 BEYÂN OLINUR: İÜ2’de yok.<br />
249
34-A 905. Tâb-ı √arr u √arârete doyamaz<br />
Bâd-ı serd ü bürûdete doyamaz<br />
906. »ıf@ ider cismi √ar-ı âteşden 405<br />
Berd-i sermâ vü serd-i serkeşden 406<br />
907. Merd-i kâmil-durur ol ehl-i hüner<br />
ªâhir ü bâ†ını i√âta ider<br />
908. »uşk u ter ¡ilmini bilüp bâhir<br />
¢uruda yaşda »ı≥r-veş √â≥ır<br />
909. ¢utb-veş √ükmi cümle cârµdür<br />
¡Âlemi ≠ü’l-√ayâta sârµdür<br />
¡A¢L-I MEHEKK ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR 407<br />
910. Birinüñ √iss-ı müşterek nâmı<br />
Kimse görmiş degül o gül-fâmı<br />
911. Dâ’ire bekler ol §adâ…atle<br />
N’ola ma¡rûf ola kerâmetle<br />
912. Bir müdevver öñinde √av≥ı kivar<br />
A…ar anuñ içine beş enhâr<br />
913. Çeşme-i câna beñzer ol cûlar<br />
Müşterek her biri §afâ-perver<br />
914. Tµz-fehm-i ¡u†âride beñzer<br />
Gördügin lev√-i dilde fevri yazar<br />
915. Rû√-ı insân gibi velµ pinhân<br />
Nûr-veş dilde cümle √ükmi ¡ayân<br />
916. Menba¡-ı «ıf@ olup o deryâ-dil<br />
Götürür başda anı her ¡âkil<br />
405 cismi: cismini SK<br />
406 sermâ: serâ SK<br />
407 TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: VA~F İTDÜGİDÜR İÜ2 // ◊İSS-İ MÜŞTEREKİ<br />
TA¡RÌF İTDÜGİDÜR BEYÂN OLINUR: ◊ASEB-İ MÜŞTEREK VA~F İTDÜGİDÜR SK<br />
250
¡A¢L-I SIRDÂŞ »AYÂL-İ NA¢¢ÂŞI TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR 408<br />
917. ~âf-dildür birisi deryâ-vâr 409<br />
Nâmı anuñ «ayâl-i âyine-dâr<br />
34-B 918. Bir mu§avvirdür olmaz aña na@µr<br />
Âb-ı pâk üzre na…ş ider ta§vµr<br />
919. Bâl-i himmetle gâh idüp pervâz<br />
Seyr ider ǵn ü Hind ü Rûm u ◊icâz<br />
920. Gâh olur kim perµ-veş ol server<br />
Kendüye çeşme-sârı mesken ider<br />
921. Lu†f-ıla ol-durur emµr-i kelâm<br />
‰ıfl-ı dil eglenür anuñla müdâm<br />
922. ~anki bir dil-rübâ-yı mµr-i sü√an<br />
Herkesüñ göñline girür rûşen<br />
923. ¡İlm-i bâ†ında şöyle mâhirdür<br />
Göñlüñe her ne gelse anı bilür 410<br />
924. »â†ırında rüsûm-ı mevcûdât<br />
Cümle fikrindedür «ayâl-i cihât<br />
¡A¢L-I DİRA◊ŞÂN VEHM-İ TERSÂNI VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 411<br />
925. Vehm-nâm biri §â√ib-i ferheng<br />
Fehm ider anı †âlib-i ferheng<br />
926. ¡Âmil-i âyet-i ve lâ tül…û 412<br />
Ol-durur târik-i hirâs-ı adû<br />
927. İstemez dâ’im ola va√detde<br />
Lµk bulur §afâyı ke&retde<br />
928. Meclisümde nedµm-i vehm-yârum<br />
Hemdem-i dil-pesend ü dil-dârum<br />
408<br />
TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR: TA¡RÌF İTDÜGİDÜR İÜ2 // TA¡RÌFİDÜR TAS‰ÌR OLINUR:<br />
TA¡RÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK<br />
409<br />
~âf-dildür : Sâf-dil-durur SK<br />
410<br />
anı: cümle SK<br />
411<br />
¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌFİDÜR İÜ2 // ¡A¢L-I DİRA◊ŞÂNUÑ<br />
VEHM-İ TERSÂNI TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR SK<br />
412 velâ tul…û ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
251
929. ¡İlm-i cüz’iye cümle …âdirdür<br />
Rûz u şeb √a≥retümde √â≥ırdur 413<br />
930. Bildirür baña cümle şûrı vü şerri 414<br />
Râh-ı «avf u hirâs-ı pür-«a†rı 415<br />
931. Nâ-gehân düşse râh-ı pür-havle 416<br />
Gelür ol dem diline lâ-√avle<br />
35-A ¡A¢L-I DERYÂ-DİL ◊ÂFIªA-I KÂMİLİ TAV~ÌF İTDÜGİDÜR ±İKR<br />
OLINUR 417<br />
932. Birinüñ ismi √âfı@a ta√…µ…<br />
Genc-i esrâra «âzin-i §ıddµk<br />
933. Levh-i …albinde kâtib-i …udret<br />
Yazdı na…ş eyledi niçe §ûret<br />
934. ¢albi §an bir müdevvir âyine<br />
Na…ş olur anda rûy-ı gencµne<br />
935. Cû-be-cû ¡ilmi ≥ab† ider zµbâ<br />
~anki enhârı «ıf@ ider deryâ<br />
936. Gâhi eyinüp kev&er-i cândan<br />
A…ıdur ¡ayn-ı √ikmeti andan<br />
937. Şehr-i i≠¡âna çekdi bir pergâr<br />
◊ikmet eşkâli anda her ne kivar<br />
938. Ma¡na-yı «ûnı itmege tes«µr<br />
Dâire çizdi kendüye ol pµr<br />
939. Dem-be-dem ol √azµnedârumdur<br />
◊âfı@ u ≠û-fünûn yârumdur<br />
940. Yiridür olsa «âzin-ı πaybµ<br />
»ıf@ ider dürr-i genc-i lâ-reybi<br />
941. Lâzım oldukça ol kerem-kânı<br />
Ba«ş ider «al…a dürr ü mercânı<br />
413<br />
rûz u şeb: rûz şeb SK<br />
414<br />
şûrı vü şerri: şûr u şerri İÜ2 // şûrı vü şerri: şûr-ı şerri SK<br />
415<br />
«avf u: «avf-ı SK<br />
416<br />
düşse: düşe SK<br />
417<br />
¡A¢L-I MÜNÌR ◊ÂFIªA-I PÜR-TA~VÌRİ TA◊RÌR İTDÜGİDÜR İÜ2, SK .<br />
252
¡A¢L-I ŞERÌF MUTA~ARRIF-I LA‰ÌFİ VA~F İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 418<br />
942. Muta§arrıf birisinüñ adı<br />
Nükte-i dilde eyler irşâdı<br />
943. N’ola §âhib-ta§arruf olsa revân<br />
¢u†bıdur ¡âlem-i dilüñ her ân<br />
944. ¢ab≥a-ı …udretindedür ma¡…ûl<br />
Ser-fürû …ılsa †añ mı aña ¡u…ûl<br />
35-B 945. Himmetin dâimâ o nµk-a«ter<br />
Cümle ma¡…ûl §arfa §arf eyler 419<br />
946. Münzevµ gâhi √ücre-i serde<br />
Şâh olur gâhi yedi kişverde<br />
947. ◊â§ılı cümlesi yanumda cem¡<br />
Nûr-ı ≠âtumdur anlara çün şem¡<br />
948. Benem eflâk-i dilde bir «ûrşµd<br />
±erre-veş her biri benümle bedµd<br />
949. ¡Âlem-i dilde …u†b-ı ferru√-fâl 420<br />
Benem anlar ricâl-i πayb-ı mi&âl<br />
950. Ma@har-ı vâridât-ı ilhâmem<br />
Ma√zen-i dürc-i dürr-i İslâmem<br />
951. Sırr-ı İsrâ vü ¡alleme’l-esmâ 421<br />
±ât-ı pâkümle oldı hep peydâ<br />
952. Şâm olunca bu ¡a…l-ı pür-idrâk<br />
Eyledi ¡ar≥-ı ma¡rifet bµ-pâk 422<br />
418<br />
±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ±İKR OLINUR: Kİ BEYÂN OLINUR SK<br />
419<br />
§arfa: √arf SK<br />
420<br />
¡Âlem-i dilde: ¡Âlem içre o İÜ2, SK<br />
421<br />
“¡alleme’l-esmâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
422 bµ-pâk: bµ-bâk İÜ2, SK<br />
253
~IFAT-I ŞEB VE ¡İLM-İ FA≤LULLÂHUÑ ¡A¢L U ◊İLM Ü DEVLETŞÂH İLE<br />
MÜNªARASIDUR TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR 423<br />
953. Bir gice pµr-i çar«-ı mihr-i ≥amµr 424<br />
Sûre-i Leyl’i eyledi tefsµr<br />
954. Gözin açdı ¡u†âridüñ ol dem<br />
Sırr-ı mestûru yazdı itdi ra…am<br />
955. Rûşen olmaπ içün derûnı gehî<br />
»alvet-i hâle içre …oydı mehi 425<br />
956. Mihre yüz virmedi velµ ol şeb 426<br />
Yirlere dökdi âb-ı rûyını hep 427<br />
957. ‰urdı ol gice ¡ilm ü ehl-i va…âr<br />
Ma¡rifet dürlerini itdi ni&âr<br />
36-A 958. Geldi esb-i belâπatı sürdi 428<br />
Deşt-i ma¡nâda yildi yopurdı<br />
959. Didi dürr-i bi√âr-ı el†âfem<br />
Kâşif-i sırr-ı keşf-i keşşâfem<br />
960. Fa≥l u dânişle mi&l-i deryâyem 429<br />
Gûş-ı hûşa dür-i mu§affâyam<br />
961. Va¡z-gûy-ı menâbir-i ¡arşem<br />
Nâ§ı√-ı kürsi-i §afâ-ba«şem<br />
962. ¡Ârifem remz ü sırr-ı nâsûtµ<br />
Kâşifem dürc-i genc-i lâhûtµ<br />
963. Benem ol şehr-i şöhre-i âfâ…<br />
Gün gibi nûrum eyledi işrâ…<br />
964. Eylerem ehl-i ≠ev…e ben irşâd<br />
Gösterürem aña †arµ…-i sedâd<br />
423 TA◊RÌR Ü TAS‰ÌR OLINUR İÜ2, SK’de yok.<br />
424 gice: giçe SK<br />
425 Hâle: hümâle SK<br />
426 velµ: vâlih SK<br />
427 Rûyını: rûsını SK<br />
428 sürdü: süvârdı<br />
429 Fa≥l u: Fa≥l-ı<br />
254
965. ¡Âdet-i remz-i evliyâ bende<br />
Sünnet-i sırr-ı enbiyâ bende<br />
966. Cümlesine delµl-i râhem ben<br />
Şeb-i @ulmetde şem¡ ü mâhem ben 430<br />
967. ±ât-ı pâküm-durur şümû¡-ı hüdâ<br />
Baña pervânedür …amu ¡ulemâ<br />
968. Eyleyen …adrümi benüm idrâk<br />
Dâimâ menzili olur eflâk<br />
969. Beni kim kendüye @ahµr itdi 431<br />
Sµne §adrında baña yir itdi 432<br />
970. Benüm emrüme her kim olmaz râm<br />
Ya…ar anı ca√µm-i nâr-ı ≥ırâm<br />
971. »ôr ba…dukça baña bir ebter<br />
Küfri ol dem hemân o…ur ezber<br />
972. ¡Ar≥-ı ru«sâr-ı tâb-dâr iderem<br />
ªulmet-i cehli târmâr iderem<br />
36-B 973. Şehr-yârum sipeh fünûnumdur<br />
¡Asker-i cehl bed-zebûnumdur<br />
430 şem¡ ü mâh: şem¡ mâh<br />
431 itdi: idi SK<br />
432 İtdi: idi SK<br />
974. Nûr-ı µmân u mihr-i cân el-√a……<br />
Nûrum-ıla bulur benüm revna…<br />
975. Bûy-ı «oş-bûyum-ıla buldı bahâ<br />
¡Anber-i terle misk-i ǵn ü »a†â<br />
976. Dem-be-dem ehl-i Éle keyfiyyet<br />
Şev…üm-ile gelür benüm √âlet<br />
977. Dânyâl-ı nebµ su†urlâbı<br />
Fet√ ider himmetümle her bâbı<br />
978. Benüm irşâdum-ıla Eflâ†ûn<br />
Oldı ¡âlemde feylesof-ı fünûn<br />
255
979. ¡Ulemânuñ olalı hem-râhı<br />
Bildiler cümle «aşyetu’llâhı<br />
980. Ene mâ’ü’l-√ayâti fi’@-@ulemi<br />
Ene nârun tu∂µu fi’l-√imemi 433<br />
981. Olsa i√sânum-ıla bir kişi √ay<br />
◊âtemüñ defterin ider ol †ay<br />
982. Kişverümdür benüm o √ayr-ı beşer<br />
~â√ib-i hel etâ-durur baña dir 434<br />
983. ªâtum âyinesi kitâb-ı mübµn<br />
Anda ¡ar≥ eylerem cemâli ya…µn<br />
984. Benem âyine-i cilâ vü §afâ<br />
Görinür bende dünye vü ¡u…bâ<br />
985. ±ât-ı pâküm mücerrede minvâl<br />
◊iss olınmaz ricâl-i πayb mi&âl<br />
986. Olmayan …albi §âf-âyine<br />
Na@ar itmez cemâlüm ayına<br />
987. ‰âlib olan cemâl-i ma¡nâyı 435<br />
Âyinede ider temâşâyı<br />
37-A 988. ¢ıldı bu resme ¡ilm-i ≠ü’l-ikrâm<br />
~ub√ olınca kelâmını itmâm<br />
989. Rûşen olınca ≥av’-ıla mi§bâ√<br />
Urdı …ufl-i me¡ânîye miftâ√<br />
~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÍM İLE<br />
MÜNªARASIDUR TA◊¢Ì¢ OLINUR 436<br />
990. ~ub√-dem yine ol şeh-i «âver<br />
~açdı rûy-ı zemµne ca¡fer-i zer<br />
433 Beyitin anlamı: Ben karanlıklardaki ab-ı hayatım; Ben himmetlerde aydınlık saçan ateşim (nurum)<br />
434 “hel etâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
435 cemâl-i: cemâli SK<br />
436 TA◊¢Ì¢ OLINUR: İÜ2, SK’de yok.<br />
256
991. Giydi zerrµn libâsı bay fa…µr 437<br />
Oldı hem-reng …amu §aπµr ü kebµr<br />
992. Şa¡şa¡a §aldı şâhid-i «urşµd<br />
Cilvelerle meh anı gördi bedµd<br />
993. Heman ol demde kendüden gitdi<br />
Yüz yire …odı meskenet itdi<br />
994. ǵn-i si√r √ilme degdi çün nevbet<br />
Ol zamân ba√&e eyledi cür’et<br />
995. Didi √ilm-i selµm ü §âfµ-dil<br />
Benem ol †ab¡-ı pâk-ıla kâmil<br />
996. Benem ol mürşid-i †arµ…-i necât<br />
Benem ol rehber-i mesâlik-≠ât<br />
997. Heme dostân ra ez §afâ-cûyem<br />
Merdümân şâkirest ez «ûyem<br />
998. Ene ba√rü’§-§afâ-yı bi’l-kerem<br />
Ene πay&ü’r-rabµ¡-i bi’l-himem 438<br />
999. Külli hâdin limuhtedin sübülü<br />
Ene feccü’l-¡amµki yeştemilü 439<br />
1000. Ehl-i «ayret benümle buldı şeref<br />
±âtum oldı dür-i √ayâta §adef<br />
37-B 1001. Nûrum olmışdur ol çemende şem¡<br />
Buldı revna… benümle ilm-i şer¡<br />
1002. Ma@har oldı §afâya mir’âtum<br />
Bahr-i √üzne sefµnedür ≠âtum<br />
1003. Göñül alça…lıπ eylerem dâim<br />
Meskenet üzre oluram …âim<br />
1004. İderem bâr-ı ma¡rifet √â§ıl<br />
¿emere «âk-i ar≥ olur vâ§ıl<br />
437 bay fa…µr : bay u fa…µr İÜ2<br />
438 Beyitin anlamı: Ben, kerem bakımından safa deniziyim; himmet bakımından da ilkbahar yağmuruyum.<br />
439 Beyitin anlamı: Hidayet her eren için bir rehber ve yol vardır; İşte ben hepsini (yol ve rehber) kuşatan<br />
denizim.<br />
257
1005. Âb-ı rûyem benem ki âb-ı √ayât<br />
Zindedür ≠âtum-ıla ehl-i necât<br />
1006. »ûyı Nâmûs-i Ekber’üñ bende<br />
Cümle ehl-i kerem baña bende<br />
1007. ‰ıynet-i pâküm oldı nûr-ı sirişt<br />
~â√ibüm olsa n’ola ehl-i behişt<br />
1008. Her ki ben çeşme-i √ayâta irür<br />
Bâπ-ı dilde revân ider kev&er<br />
1009. Benüm-ile olan güler şen olur<br />
Rûz şeb nûrum-ıla rûşen olur 440<br />
1010. Küntü miske’l-πazâli râyi√aten<br />
Lâ yeşummu’l-πa∂ûbu fâyi√aten 441<br />
1011. Men hümâyem yekî niyâzerdem<br />
Lµk kes-râ ki devlet âverdem 442<br />
1012. Ma@har-ı men tevâ≥u¡-ı şânem 443<br />
Ekrem-i «a§let oldı ¡unvânum<br />
1013. Ehlümi kimse cürm-ile a§maz<br />
Kimse yirde olan yüzi ba§maz<br />
1014. Gördi bir gün √ıyâmı verd-i †arî<br />
Şerm olup dökdi dâne dâne düri 444<br />
1015. Bir çerâğem ki ya…dı …udret-i Rab<br />
Esmez üstüme tünd-bâd-ı πa≥ab<br />
38-A 1016. Hemdem-i ru√-ı …uds-ı pür-nûrem<br />
Ma√rem-i sırr-ı §â√ib-i §ûrem<br />
1017. ªâhiren meskenüm √a≥µ≥-i zemµn<br />
Menzilüm lµk evc-i ¡Illiyyµn<br />
1018. Gerçi oldum medâr-ı merkez-i «âk<br />
Döner üstüme bu †o…uz eflâk<br />
440 rûz şeb: rûz u şeb İÜ2<br />
441 Beyitin anlamı: Koku olarak ceylan miski gibi oldum; Bana kızanlar o misk kokusundan hiç alamaz.<br />
442 Beyitin anlamı: Ben hüma kuşuyum, birisi niyaz ettiğinde ona devlet (saadet) getiririm.<br />
443 Beyitin anlamı: Alçakgönüllü huyum, benim mazharımdır.<br />
444 Düri: …arı SK<br />
258
1019. Cümle ma@lûma eylerem şef…at<br />
Anuñ içün olur yirüm cennet<br />
1020. ¡Âlem içre benem şeh-i nâ§ır<br />
Kişver-i …albe √âfız u nâ@ır 445<br />
1021. Tµπ-i §abr-ı belâ miyânumda<br />
»ançer ü tîr-i lu†f yanumda<br />
1022. ¢ahramân §abr-ı sila√dârem<br />
Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem 446<br />
1023. ¡Asker-i kibr-i câbir-i ebter<br />
Bµm-i …ahrumla bµd-veş ditrer<br />
1024. Şâma dek itdi √ilm ¡ar≥-ı kemâl<br />
Eyledi anlar-ıla ba√& u cidâl<br />
~IFAT-I ŞEB VE DEVLET-İ KÂMRÂNUÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM-İ DIRA»ŞÂNLA<br />
MÜNªARASIDUR BEYÂN OLINUR 447<br />
1025. Yine şâh-ı kevâkib-i envâr<br />
◊ayme-i mây içre …ıldı …arâr<br />
1026. Her diyâra şihâbı §aldı revân 448<br />
Olmaya encüm içre tâ ki …ırân<br />
1027. Ol gice bu hezµr-i zerrµn çeng<br />
Oldı simµn benekle mi&l-i peleng<br />
1028. Tevsen-i çar«a bindi şâh-ı nücûm<br />
Ya¡ni e@hâr-ı ◊a……’a itdi hücûm<br />
38-B 1029. Geldi ol dem πa≥abla devlet-şâh 449<br />
◊âkim-i kâmrân u @ıll-ı İlâh<br />
1030. Olup esb-i belâπat üzre süvâr<br />
Geldi meydân-ı ma¡naya şehvâr<br />
445 √âfız u: √âfız-ı İÜ2, SK<br />
446 Pehlivân lu†f-ı …afa-dârem: Pehlivân u vefâ …afa-dârem SK<br />
447 BEYÂN: ±İKR İÜ2 // ~IFAT-I ~UB◊ VE ◊İLM-İ SELÌMÜÑ ¡A¢L U ¡İLM Ü DEVLET-İ ¡AªÌM<br />
İLE MÜNªARASIDUR SK<br />
448 şihâbı: sehâbı SK<br />
449 şeb: dem SK<br />
259
1031. Didi tâc-ı Keyânidür ta«tum 450<br />
Âftâb-ı cihânidür ba«tum 451<br />
1032. Benem ol şem¡-i cem¡-i bezm-ârâ<br />
Cem¡ olur yanuma her ehl-i §afâ<br />
1033. Ehl-i ferhenge eylerem raπbet<br />
¢ıluram aña hürmet ü ¡izzet<br />
1034. Ber-hümâ himmet-i mu¡allâyam<br />
Kûh-i ¢âf-ı πınâda ¡an…âyam 452<br />
1035. Arayup …a¡r-ı bahr-i ¡ummânı<br />
Bulmışam «âtem-i Süleymân’ı<br />
1036. Râm …ıldum perµ vü dµv-i şeri<br />
Va√ş-ı †ayr u riyâ√ u hem beşeri<br />
1037. Sal†anat bâπı içre dâlem ben<br />
Şâ«-ı †ûbâ gibi nihâlem ben<br />
1038. Nu§ret ü fur§at u @afer &emerem<br />
Fera√ u ≠ev… u şev… bâr ü berem<br />
1039. ¢anadumla uçar benüm himmet<br />
Benüm ar…amda «oş geçer fır§at 453<br />
1040. Sâye §aldum meger cihâna revân<br />
Geçinür sâyemüzde şâh-ı cihân<br />
1041. Sâyemüzde geçinmese her şâh<br />
La…ab olmazdı aña @ıll-ı İlâh<br />
1042. Ser-ı şehde n’ola olursam ebed<br />
Şemsüñ olur mekânı burc-ı esed<br />
1043. ¢udret-i ◊a… …uşatdı baña …ılıc<br />
Ururam ehl-i küfre tµπ u …ılıc<br />
39-A 1044. Olmışam dâimâ Sikender-der<br />
ªafer oldı baña πa@anfer-fer<br />
450 Keyânidür: Keyân-durur SK<br />
451 cihânidür: cihân-durur SK<br />
452 πınâda: πınâd SK<br />
453 geçer: güher SK<br />
260
1045. ªafer oldı cihân-nerµmânı<br />
Bulur anuñla her ner µmânı<br />
1046. Kime kim yâr olur @afer şeb ü rûz 454<br />
Dâimâ †âli¡i olur pµrûz<br />
1047. Fet√ olur himmetümle cümle …ılâ¡<br />
Def¡ olur fır§atumla küfr-i ≥iyâ¡<br />
1048. ‰âli¡üm şu¡le virdi mihr ü mehe 455<br />
Mâlikem ben kevâkib-i sipehe 456<br />
1049. »aşmetüm çetridür benüm bu sipihr<br />
Şevketüm kûsıdur meh-ile mihr<br />
1050. Virmesem âftâba ben zer ger<br />
Dökmez idi cihâna «âver zer<br />
1051. ‰âli¡üm nûrı eyleyüp işrâ…<br />
Esb-i reh-vârum oldı ber…-i Burâ… 457<br />
1052. Nûrum-ıla yanar …anâdil-i ¡arş<br />
Râyi√amla biter reyâ√in-i ferş 458<br />
1053. ~anmañuz gökde §avt-ı ra¡d-ı dilµr<br />
Şa¡şa¡a §aldı anda mihr-i münµr<br />
1054. Çar«a çı…dı §adâ-yı kûs-ı va…âr<br />
Râyetüm şu¡lesi felekde yanar<br />
1055. Siz …ırân eyleñüz benümle hemµn<br />
Ki mehüñ yanına gelür pervµn<br />
1056. Bunca ilm ü fa≥lla Eflâ†ûn 459<br />
Cem¡ …ıldı nice kitâb-ı fünûn 460<br />
1057. Göre İskender-i cihân-peymâ 461<br />
Zµr-i hikmetde …aldı bµ-perva<br />
454<br />
şeb ü rûz: şeb rûz SK<br />
455<br />
mehe : meh İÜ1 // mihr ü meh: mihr meh SK<br />
456<br />
sipehe: sipeh İÜ1, SK<br />
457<br />
rehvârum: rehbârum SK<br />
458<br />
biter: yiter SK<br />
459<br />
ilm ü fa≥lla: fa≥l u ¡ulûmı İÜ2 // Bunca ilm ü fa≥lla: Niçe fa≥l u ¡ulûmı SK<br />
460 kitâb: kibâr SK<br />
461 İskender-i: İskenderi<br />
261
1058. ~ub√-ı §âdı… olınca mâ-√a§alı<br />
Biribiriyle itdiler cedeli<br />
39-B 1059. Her biri cümleten fe≥â’ilini<br />
ªâhir itdi nice «a§â’ilini<br />
1060. Cümlesinüñ delâ’ili a…vâ<br />
Her biri âftâb-ı evc-i §afâ<br />
1061. ¡Â…ıbet didiler bize √âkim<br />
Gerek ola rumûza hep ¡âlim<br />
1062. Cümle eşkâlüñ ola √elâli<br />
~ubh-veş §âdı… ola a…vâli<br />
1063. İttifâ…-ı bilâ-nifâ…la hep<br />
‰oydılar her birisi râh-ı †aleb<br />
1064. Bulalar tâ ki bir sü«an-dânı<br />
Mehbi†-i lâyi√ât-ı Rabbânµ<br />
1065. Vire her birinüñ tesellâsın<br />
Hep tamâm eyleye temennâsın<br />
~IFAT-I ~UB◊ VE ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET SEYÂ◊AT İDÜP ŞEHR-İ<br />
MA¡RİFET Ü ¢UBBE-İ MEVHİBETE VÂ~IL OLUP RÛ◊-I SEYRÂNÌYE<br />
MÜL¢ÂT OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR 462<br />
1066. Bir se√er şâhbâz-ı zerrµn-per<br />
Bâl açup Şâm’a itdi ¡azm-ı sefer<br />
1067. Seyr-i §a√râyı dil-güşâ itdi<br />
Dâne-i erzeni πıdâ itdi<br />
1068. Yine seyyâre-i felek gitdi<br />
Cânib-i şar…a irti√âl itdi<br />
1069. Ne ¡acep na…ş-bend-i bû…alemûn<br />
Gösterür √al…a †arz-ı gûn-â-gûn<br />
1070. ~ubh-dem çünki ¡a…l u ¡ilm-i kerµm<br />
Devlet-i kâmrân u √ilm-i selµm<br />
462 OLDU¢LARIDUR BEYÂN OLINUR: OLDU¢LARIDUR Kİ BEYÂN OLINUR İÜ2 //<br />
MÜL¢ÂT: MELÂMÂT SK // BEYÂN OLINUR: SK’de yok.<br />
262
40-A 1071. Seferu …ı†¡atun mine’s-sa…râ 463<br />
Diyüben eyledi …amu seferi<br />
1072. ¡Azm-i †ayy-ı menâzil eylediler<br />
Cümle …a†¡-ı merâ√il eylediler<br />
1073. İrdiler bir …a≥â-yı zµbâya<br />
‰urdılar anda hep temâşâya<br />
1074. Murπ-ı dil irmez intihâsına<br />
‰âir-i sidre müntehâsına<br />
1075. ~ûretâ gerçi ¡âlem-i §uπrâ<br />
Ma¡nada lµk ¡âlem-i kübrâ<br />
1076. ¡Arş gûyâ içinde bir «al…a<br />
Yiridür ¡ibret ola bu «al…a<br />
1077. »âk-i πabrâsı cümleten ¡anber<br />
Rîgi lü’lü’ vü †aşları cevher<br />
1078. Her giyâh-ı riyâ≥ı misk-âmµz 464<br />
Bâdı anûñ nesµm-i ¡anber-rµz<br />
1079. Anda herkes πınâ bulur her bâr<br />
Ebr-i bârânı eyler a…çe-ni&âr<br />
1080. Olur anda §afâ-yı gûn-â-gûn<br />
Ki döşenmiş bisât-ı bû…alemûn 465<br />
1081. Çemeni §anki yemyeşil deryâ<br />
Anda ezhârı keşti-i πarrâ<br />
1082. Servler anda dilber-i mevzûn<br />
Lâleler anda sâπar-ı gül-gûn<br />
1083. Nâz itse hezâra πonceleri<br />
¢ah…ahayla gülerdi kebg-i derµ<br />
463 Anlamı: “Yolculuk azaptan bir parçadır.” Hadiste “sakrâ” sözü azâb şeklinde geçer: “es-Seferu<br />
kıt’atün mine’l-azâbi” Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullâh sallallâhu<br />
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Yolculuk/sefer azaptan bir parçadır. Doğru dürüst yiyip içmekten ve<br />
uyumaktan sizi alıkor. Herhangi biriniz işini bitirince, evine dönmekte acele etsin! (Buhari ve Müslim)<br />
Bkz. Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, hzl. Kasım Yayla, Merve Yay., 2002, İstanbul, s. 230, Hadis no: 515.)<br />
464 misk: müşk İÜ2, SK<br />
465 döşenmiş: döşemiş SK<br />
263
1084. Seyr iderken o deşt-i §a√râyı<br />
Kûşe kûşe idüp temâşâyı<br />
1085. Nâ-gehân bir ≥iyâ ki ber…-ı revâ…<br />
‰arf-ı maşrı…dan eyledi işrâ…<br />
40-B 1086. Heybet ü şevket-ile şa¡şa¡anuñ<br />
Şiddet-i §avtı-y-ıla …a¡…a¡anuñ<br />
466 ≠âtı: ≠ıllet SK<br />
1087. Oldı her biri vâlih ü medhûş<br />
Düşdiler «âke oldılar bµ-hûş<br />
1088. ¡Â…ıbet cümle geldiler hûşa<br />
Her biri dönmiş ol …adeh-nûşa<br />
1089. Gördiler var …a≥âda bir kühsâr<br />
~anki olmış …ıbâb-ı çar«a medâr<br />
1090. Yedi …ulle var anda seb¡ şeddâd<br />
Ar≥-ı πabrâya her biri evtâd<br />
1091. Va√det-i yâri der-kenâr itmiş<br />
Pµr-veş ¡uzlet i«tiyâr itmiş<br />
1092. Yı…ılurdı zemµne çar«-ı dü-tâ<br />
Olmasa pµr-i çar«a ≠âtı ¡a§â 466<br />
1093. ¢aplamış tell-i kûhı ebr-i sefµd<br />
Yaπdurur ¡âleme gülâbı me≠µd<br />
1094. Seyr idenler şukûfesin zµbâ<br />
Yire inmiş §anur nücûm-ı semâ<br />
1095. Seyr iderken bu kûhı ¡an…â-vâr<br />
Gördiler dâmeninde kişver var<br />
1096. Dillerine §afâ gelüp ol ân<br />
±ev… şev…iyle cümle ra…§-künân<br />
1097. Cânib-i şehre itdiler ¡azmi<br />
Eyledi her biri o dem cezmi<br />
1098. Ki o kişverde ola bir fâ≥ıl<br />
Ekmel-i «al… ü merdüm-i kâmil<br />
264
1099. ◊all-i ◊a……-ı √a…âyı… ide revân<br />
Keşf-i sırr-ı da…âyı… ide revân<br />
1100. İrdiler çün o cây-ı zµbâya<br />
Ya¡ni ol kişver-i felek-sâya<br />
1101. Nice kişver ma…âm-ı ¡Illiyyin<br />
Nice gülşen riyâ≥-ı «uld-ı berµn<br />
41-A 1102. Görseñ ol sûr-ı kişveri bârî<br />
Nûr-ı …udretden eylemiş Bârµ<br />
1103. Kâ«-ı vâlâsınuñ …u§ûrı yo…<br />
¢a§r-ı cennet gibi fütûrı yok<br />
1104. N’ola olsa cihânda reşk-i behişt<br />
Mihr ü meh aña sµm ü zerrµn «ışt<br />
1105. Anda her bir resâtik-i ¡ulyâ<br />
Şâmi« ü râsi« ü semâ-sµmâ<br />
1106. Şehr içinde a…ar nice ırmaπ<br />
Eylese tañ mı †a¡ne-i uçmaπ<br />
1107. ~uyı §an kev&er-i mu§affâdur 467<br />
‰aşları tµr ü «âki kµmyâdur 468<br />
1108. Zindedür anuñ-ıla cümle şey<br />
Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy 469<br />
1109. Gezdiler cümle cây-ı a¡lâsın<br />
Der ü dµvâr u …a§r-ı ra¡nâsın<br />
1110. Seyr iderken o şehr-i zµbâyı<br />
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı 470<br />
1111. Gördiler şehr içinde bir gülşen<br />
Nice gülşen cinân gibi rûşen<br />
1112. Cümle eşcârı mi&l-i †ûbâdur<br />
Dürlü ezhârı verd-i ra¡nâdur<br />
467<br />
mu§affâdur : maa¡nâdur SK<br />
468<br />
tµr: la¡l İÜ2, SK<br />
469<br />
“Ve mine’l-mâi küllü şey’in √ayy” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
470<br />
Kişver-i nûr-ı cennet-âsâyı: Kişver-i cennet-i felek-sâyı İÜ2, SK<br />
265
1113. Bir dem esse nesµm-i bâd-ı bahâr<br />
¡Âleme müşk-i nâb ider µ&âr<br />
1114. Her giyâh anda sünbül-i dil-bend<br />
Her dıra«tı çenâr u serv-i bülend<br />
1115. Anda her …umrı mu…ri-i nâ†ı…<br />
¢âne süb√âne men hüve’l-»âli… 471<br />
41-B 1116. Cûyı âb-ı √ayât-ı fer«unde<br />
»ı≥r-veş nûş iden olur zinde<br />
1117. Ba¡zı enhârı şehd ü kimi †ahûr<br />
Kimi kev&er kimi anuñ kâfûr<br />
1118. Var miyânında gülşenüñ a¡lâ<br />
Da«ı bir …ubbe-i semâ-sµmâ<br />
1119. Örmiş aña mühendis-i …udret<br />
Bir binâ-yı ¡a@µm ü pür-şevket<br />
1120. Çâr erkânı §âfµ cevherden<br />
¢apusı şeb-çerâπ-ı enverden<br />
1121. Sa…fı anuñ zümürrüd-i «a∂râ<br />
¡Alem-i pâki lü’lü’-i bey≥â<br />
1122. La¡l-i pµrûzedendür anda kemer 472<br />
Gökde …avs-ı …uza« gibi enver<br />
1123. Cümleten √ayretiyle ol √ullân<br />
‰urdılar gülşen içre nice zamân<br />
1124. Nâ-gehân @âhir oldı bir meh-rû<br />
Nice mihr ü semen gibi «oş-bû<br />
1125. Bir kelâm işiden o dilberden<br />
Yur elin âb-i √av≥-ı kev&erden 473<br />
1126. ‰a¡n ider lü’lü’ye §afâ-yı ru√ı<br />
Güneşe dek gelür ≥iyâ-yı ru√ı<br />
471 Anlamı: Yaratıcı olanı (Allâh’ı) tesbih ederim.<br />
472 La¡l-i : La¡l ü İÜ2, SK<br />
473 âb: leb/lübb SK<br />
266
1127. ~anki rû√-ı mu§avver o dilber<br />
Ber… urur ru√ları çü nûr-ı …amer<br />
1128. Gûşı gûyâ hilâl-i evc-i şeref<br />
Oldı deryâ-yı √üsn içinde §adef<br />
1129. Zena«ı …a¡r-ı çâh-ı Hârûtµ<br />
Ba…ar anda §uya o Mârûtµ<br />
1130. ±e…anı bâπ-ı √üsne bir elma<br />
∏abπabı bir turunc-ı şâ«-ı vefâ<br />
42-A 1131. İşidüp reng-i rûyını bir dem 474<br />
474 rûyını: rûsını SK<br />
475 milket: hikmet SK<br />
476 dµde-bân: dµde-bâb SK<br />
Reng-pe≠µr oldı verd-i bâπ-ı irem<br />
1132. Gördiler çünki ol mehi fi’l-√âl<br />
¢ıldılar cümle aña isti…bâl<br />
1133. »âk-i pâyine yüz urup ol ân<br />
Didiler ey emµr-i milket-i cân 475<br />
1134. Ne-durur bu serây-ı tâbende<br />
Da«ı bu kişver-i dıra«şende<br />
1135. ◊âkimi kim-durur bu aranuñ<br />
Kişver ü …ubbe-i felek-sânuñ<br />
1136. Sen …amer-çehrenüñ da«ı nâmı<br />
Ne-durur eyle bize i¡lâmı<br />
1137. Didi anlara ol …amer-tim&âl<br />
A…ıdup sözlerinden âb-ı zülâl<br />
1138. Kişverüñ şehr-i ma¡rifet adı<br />
¢ubbenüñ beyt-i mevhibet adı<br />
1139. ¢ubbe içinde bir zev-i √ayret<br />
Var-durur adı rû√-ı pür-√ikmet<br />
1140. Şehre vâlµ-i kâmrân oldur<br />
Beyt-i ma¡mûre dµde-bân oldur 476<br />
267
1141. Baña ey ¡ârifân-ı mülk-i cihân<br />
Rû√-ı seyrâni oldı nâm-ı revân<br />
1142. Yilerem «ıdmetinde her şeb ü rûz<br />
Olur anûnla †âli¡üm fµrûz 477<br />
1143. Ol-durur pµr ü ehl-i irşâdum<br />
Dem-be-dem dil-nüvâz ü dil-şâdum<br />
1144. Didiler ey emµr-i şehr-i sü«an<br />
Sözlerüñdür ¡a…µ…-i mülk-i Yemen<br />
1145. Eyledüñ ¡u…le-i ¡u…âli çü √al<br />
¢almadı şübhe-ile hµç ma√al<br />
42-B 1146. ¢aldı birkaç ve lµk müşkilümüz<br />
Terk …ıldı… anuñla menzilümüz<br />
1147. Germ ü serd-i sefer çeküp şeb ü rûz 478<br />
¢a†¡ …ılduñ menâzil-i dil-sûz 479<br />
1148. Bu √adµ&-i Resûl’e ¡âmil olup<br />
Terk itdük diyârı mâ’il olup<br />
1149. Kim buyurmış-durur Resûl-ı emµn<br />
¡İlmi eyleñ †aleb velev bi’§-~în 480<br />
1150. Çün erişdük bu §a√n-ı zµbâya<br />
Gülşen-i dil-güşâ vü ra¡nâya<br />
1151. Ola kim vâ§ıl-ı murâd olavuz<br />
Şübhemüz √alli-y-ile şâd olavuz<br />
1152. Ger bu yirde murâda irmezsek<br />
Ya¡ni genc-i reşâda irmezsek<br />
1153. Mâr-ı πu§§a helâk ider bizi hep<br />
Ejdehâ-yı belâ vü renc-i ta¡ab<br />
477 şeb ü rûz: şeb rûz SK<br />
478 şeb ü rûz: şeb rûz SK<br />
479 …ılduñ: …ıldu… İÜ2, SK<br />
480 Peygamberimizin sözüdür. “Utlubu’l-‘ilme velev bi’s-Sîn” Anlamı: Çin’de de olsa, ilmi talep ediniz<br />
(Said Halim Paşa, “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslam’da Teşkilat-i Siyasiye”, (Haz:<br />
Ömer Hakan Özalp) Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1, S. 5, Haziran-2008, s. 63.<br />
268
1154. Rû√-ı seyrâni didi πam yimeñüz<br />
∏u§§a-yı derd-ile elem yimeñüz<br />
1155. İlteyem rû√-ı √ikmete sizi hep<br />
Çekmeñüz mi√net ü ¡anâ vü †a¡ab<br />
1156. Câri idüp dilinden âb-ı zülâl<br />
Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl 481<br />
1157. Fet√ idüp size bâb-ı mestûrı 482<br />
Göstere da«ı †al¡at-ı nûrı<br />
1158. Nûrı-y-ıla ide tecellµyi<br />
Sözleriyle …ıla tesellµyi<br />
1159. Didiler va§fını beyân eyle<br />
Nicedür zâtını ¡ayân eyle<br />
1160. Fa≥l u dânişle nice mâhir mi 483<br />
Şübhemüz √alline ya …âdir mi<br />
43-A 1161. Rû√-ı seyrâni didi yine revân<br />
İşidüñ benden ey ulü’l-iz¡ân<br />
1162. ~ub√-dem sizlere beyân ideyin<br />
Cümle ev§âfını ¡ayân ideyin<br />
1163. Şeb-i deycûr irişmiş idi meger<br />
Gelmiş idi sipihre jeng ü keder<br />
1164. Şeb be-«ayr diyüp anlara gitdi<br />
Vardı ol şeb ma…âma yitdi<br />
1165. Ol gice gülşen içre hemçü hezâr<br />
~ub√ dek …aldılar o çâr-dildâr<br />
~IFAT-I ~UB◊ VE RÛ◊-I SEYRÂNÌ Kİ ¡ÂRİF-İ RABBANÌ OLAN RÛ◊-I PÜR-<br />
◊İKMET-İ ~AMEDÂNÌYİ VA~F İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 484<br />
1166. Çünki §ub√ irdi şâhid-i «âver<br />
Mâha ¡ar≥ itdi çehre-i enver<br />
481<br />
Sizi rayyân ide o ehl-i kemâl: Siz vire cevâb u ehl-i kemâl SK<br />
482<br />
idüp: ide SK<br />
483<br />
Fa≥l u : Fa≥l-ı<br />
484<br />
TA◊RÌR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ~AMEDÂNÌYİ: YEZDÂNÌYİ SK<br />
269
1167. Rû-be-rû oldı mâhla se√eri<br />
Bedr itdi hilâl-iken …ameri<br />
1168. Yıldızı düşmiş idi ol …amerüñ<br />
‰âli¡i rûşen oldı mâh-ı ferüñ<br />
1169. Lev√-i eflâke çekdi zer-cedvel<br />
¡U…let-i müşkilâtı tâ ide √all<br />
1170. ǵn-i si√r geldi rû√-ı seyrânµ<br />
Ma¡rifet şehrinüñ sü«an-dânı<br />
1171. Cem¡ oldı o †âlibân-ı cihân<br />
¢ubbe-i mevhibet öñünde revân 485<br />
1172. Anlara didi rû√-ı seyrânµ<br />
Rû√-ı pür-√ikmetüñ budur şânı<br />
1173. ◊âkim-i ta«tgâh-ı ¡Illiyyin<br />
Mürşid-i √ân…â√-ı rûy-ı zemµn<br />
43-B 1174. Sâkin-i §adr-ı §uffe-i ceberût<br />
¡Âkif-i beyt-i ka¡be-i lâhût<br />
1175. Ol-durur dürr-i dürc-i kerremnâ<br />
Ol-durur genc-i sırr-ı fa≥≥elnâ<br />
1176. Huve fµ nûrihi ke-mişkâtin<br />
Huve fµ ≠âtihi ke-mir’âtin 486<br />
1177. Künh-i ≠âtına hiç ¡u…ûl irmez<br />
Va§fına a¡kal-i fu√ûl irmez<br />
1178. Emr-i Rabbµye ma@har olmışdur<br />
Nûr-ı ◊a……-ıla enver olmışdur<br />
1179. Sırr-ı sırrµye ¡âlem-i mu†la…<br />
Ol-durur fehm iden rumûz-ı «al… 487<br />
1180. Ma√rem-i sırr-ı ¡ilm yârıdur<br />
¡Âlem-i πayb «azµnedârıdur<br />
485 revân: hemân SK<br />
486 Beyitin anlamı: Nûruyla o bir çerağ/lamba gibidir; Zâtıyla da bir ayna gibidir. İlk mısra Nur sûresi 35.<br />
âyetten iktibastır.<br />
487 rumûz-ı : rumuzı İÜ2, SK<br />
270
1181. Mürşid-i kâmil-i √a…µ…at odur<br />
Ekmel-i kümmel-i †arµ…at odur<br />
1182. ¡Âlem içre odur «alµfe-i ◊a…<br />
¡A…s-i rûyından oldı nûr-ı fela…<br />
1183. Şem¡-i «alvet-serây-ı πaybµdür 488<br />
Cevher-i ma¡rifetle …albi pür<br />
1184. ‰ûr-ı sırr-ı §afâda Mûsâ’dur<br />
Dem-be-dem ma@har-ı tecellâdur<br />
1185. Dem-be-dem bâtınµ fe≥â’ille<br />
‰oludur lâ-cerem fevâ≥ılla<br />
1186. ¡Âlem-i …albe mihr ü mâh oldur<br />
Şehr-i insâna pâdişâh oldur<br />
1187. Sâye-i Kirdgâr odur zµbâ<br />
Cümle i…lµm-i dilde √ükmi revâ<br />
1188. Ma«zen-i «âzin-i serâ’irdür<br />
¡Âlim ü ¡ârif ü ≥amâ’irdür<br />
44-A 1189. ¢urb-ı ◊a…k-ıla dâ’im eyler üns<br />
Menzilidür anuñ √a≥ire-i …uds 489<br />
488 πaybµdür: ¡aynµdür SK<br />
489 √a≥ire-i …uds: √a†ırâ-yı …uds SK<br />
490 rûz u şeb: rûz şeb SK<br />
1190. Rû√-ı …udsµ dir aña ehl-i fenâ<br />
Rû√-ı …uds olımaz aña hem-pâ<br />
1191. Ma√remidür o …âbe …avseynüñ<br />
Kâşifidür rumûz-ı kevneynüñ<br />
1192. Gâhi bâπ-ı §afâda seyr eyler<br />
Gâhi ¡arş-ı ¡alâda seyr eyler<br />
1193. Her nefes »âli…ini ≠ikr eyler<br />
Rûz u şeb râzi…ını fikr eyler 490<br />
1194. Nefe√ât-ı riyâ≥-ı …udsµden<br />
Bûy aldı riyâ√-ı ünsµden<br />
271
1195. ◊â§ılı şâh-ı ¡âlem-i kübrâ<br />
Eyledi anı »âli…ü’l-eşyâ<br />
1196. Reşe√âtından oldı eşyâ √ay 491<br />
¢alb-i insân vücûd-yaft ez vey 492<br />
1197. Menzilidür sürâdi…ât-ı berµn<br />
Anuñ içün bulur şühûd u ya…µn<br />
1198. Buldı «alvet-serâda cem¡ü’l-cem¡<br />
Gördi ol nûr-ı ≠ât ¡ayn-ı şem¡<br />
1199. Ber… urur üstine tecellµ-i ≠ât<br />
∏arka-i nûr olur †utar ce≠ebât<br />
1200. Cezebât-ı ilâhiye ol irür<br />
Cümle esrâr-ı şâhiye ol irür<br />
1201. Terkle terk ider ¡alâyı…ını<br />
Pâk ider ¡ış…la †arâyı…ını<br />
1202. Her nefes eyler ol ma¡âric-i va§l<br />
Ol bulur dem-be-dem medâric-i va§l<br />
1203. A§fiyâyı §afâya vâ§ıl ider<br />
Evliyâyı velâya vâ§ıl ider<br />
44-B 1204. Gâh mev§ûf olur nübüvvetle<br />
Gâh ma¡rûf olur kerâmetle<br />
1205. ◊â§ılı nûr-ı ber-kemâl oldur<br />
Ma@har-ı ≠ât-ı ≠ü’l-celâl oldur<br />
1206. Ve ¡aleyhi’≥-≥iyâ’u …ad şara…at<br />
Ve nesµmü’§-§afâ’u …ad feve√at 493<br />
1207. Derecât-ı cinânı …apladı tâ<br />
Daldur …âf-ı rû√-ı …uds aña<br />
1208. Himmet-i pâkidür cihânı †utan<br />
Şev…le nûrıdur cinânı †utan<br />
491 eşyâ: ¡âlem SK<br />
492 Anlamı: İnsan kalbi O’ndan vücut bulmuştur.<br />
493 Beyitin anlamı: Üzerinde ışık parıldadı; Safa rüzgarı / kokusu etrafa yayıldı.<br />
272
1209. Ra√met ü va√det ü √ayât-ı ebed<br />
İsm-i ≠âtında cem¡ …ıldı e√ad<br />
1210. Olmasa râsı ra√met olmaz idi<br />
Vâvı olmasa va√det olmaz idi<br />
1211. ◊âsı-y-ıla bulur √ayâtı √ay<br />
Ma@har oldı aña ve in min şey 494<br />
1212. Bi-cemâli’l-cemµli yebtehicü<br />
Bi-vi§âli’l-celµli yenfericü 495<br />
1213. Bir nefes «âbe varmaz ol dildâr<br />
Şev…le oldı ¡âşı…-ı dµdâr<br />
1214. Üns idindi …açan Allâh’ı<br />
¡Aş…-ı ◊a…’dan olupdur âgâhı<br />
1215. Gâh deryâ gibi temevvüc ider<br />
Bâd-ı ¡aş…-ıla geh tefevvüc ider<br />
1216. Gâh mest-i şarâb-ı va√det olur<br />
Gâh mec≠ûb-ı …urb-ı √a≥ret olur<br />
1217. Gördi kim reh-zen oldı cümle §ıfât<br />
Terk idüp buldı ol tecelliyi ≠ât<br />
1218. Behere’l-kevnü min şa¡âşi¡ihi<br />
ªahara’l-bevnu min levâmi¡ihi 496<br />
45-A 1219. ~ayup ol ¡asker-i «ayâlâtı 497<br />
~a√n-ı firdevse dikdi râyâtı 498<br />
1220. Ol §adâ-yı eleste †utdı §adef 499<br />
Rişte-i nûr-ı ◊a…’la buldı şeref<br />
1221. Gûşına fette…û §adâsı gelür<br />
Sırrına ircı¡µ nidâsı gelür 500<br />
494<br />
“ve in min şey ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
495<br />
Beyitin anlamı: Cemil’in cemâliyle parıldar; Celil’in visâliyle yaşar.<br />
496<br />
Beyitin anlamı: O’nun ışığından evren / yaratılanlar aydınlandı / şaşkına döndü; Farklılıklar O’nun<br />
parıltısından ortaya çıktı.<br />
497<br />
¡asker-i : ¡askeri SK<br />
498<br />
râyâtı : râbbânµ SK<br />
499<br />
eletse: elestde İÜ2 // eletse: elsine SK<br />
500<br />
“fette…û ve ircı¡µ ” ifadeleri için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
273
1222. Oldı ol ma@har-ı ilâhü’l-«al…<br />
N’ola deryâ-yı nûra ger ola πar…<br />
1223. ◊ükm ider ¡âlem-i ¡anâ§ırda<br />
Lµk @âhir degil me@âhirde<br />
1224. Mesken olmışdur aña ¡arş-ı ¡a@µm<br />
¡Iş…ını mûnis itdi aña kerµm<br />
1225. ¢âf-ı …urbetde gûyiyâ ¡an…â<br />
Zµr-i bâlindedür …amu eşyâ<br />
1226. Ol-durur †â’ir-i hümâyûn-fâl 501<br />
Rûh-ı …udsµ enµs-i celle Celâl<br />
1227. Rav≥a-i berza« içre bir güldür<br />
Gülşen-i lâ-mekanda bülbüldür<br />
1228. Ol-durur †â’ir-i hümâ çâlâk<br />
¢anadı altında bey≥adur eflâk 502<br />
1229. ¢albi envâr-ı şem¡-ile memlû<br />
Sırrı nûr-ı hidâyet-ile †olu<br />
1230. Nûrla ma†lab u merâmı görür<br />
Dâ’ima √ayy-ı lâ-yenâmı görür<br />
1231. Ol bulur lâyi√ât-ı ilhâmı<br />
Ol görür fâyi√ât-ı ilhâmı<br />
1232. Olup esrâr-ı πaybiye dânâ 503<br />
İder a√kâm-ı hikmeti icrâ 504<br />
1233. ◊â§ılı şânına nihâyet yo…<br />
Andaki ¡ilm ü fa≥la πâyet yo…<br />
45-B 1234. Va§fını yaza biñ debµr-i kirâm<br />
Biñde birini itmeye itmâm<br />
1235. Çün tamâm itdi rû√-ı seyrânµ<br />
Ba¡≥ı ev§âf-ı rûh-ı nûrânµ<br />
501 Ol-durur: o-durur İÜ2, SK<br />
502 Mısrada vezin bozuktur. “…anadı” sözü “…anad” şeklinde yazılırsa vezne uyar.<br />
503 πaybiye: ¡ayniye SK<br />
504 √ikmeti: √ükmini SK<br />
274
1236. Bildiler ¡a…l u ¡ilm-i fa≥lu’llâh<br />
Da«ı √ilm-i selµm ü devlet-şâh<br />
1237. Ki odur ¡âlem içre ¡a…la güşâ 505<br />
Fâtih-i …ufl-ı dürc-i genc-i hüdâ<br />
1238. Yalvarup her biri revâna o dem<br />
Ki odur kâşif-i künûz-ı kerem 506<br />
1239. Didiler ey cüvân-ı cân-perver<br />
Sözlerüñdür nebât u şehd ü şeker<br />
1240. Çünki oldur medâr-ı ehl-i ya…µn<br />
Mecma¡-ı lâyi√ât-ı ¡Illiyyin<br />
1241. Bizi ilet o pµr-i lâhûta<br />
Ol virür nûrı mülk-i nâsûta<br />
1242. Gözümüz rûşen ola nûrıyla<br />
Göñlümüz gülşen ola nûrıyla<br />
1243. Ola kim …ıla bir tecellµyi<br />
Bulavuz cân-ıla tesellµyi<br />
1244. Şübhemüz √all ide bizim ol pµr<br />
¢albimüz nûrı-y-ıla bula münµr<br />
RÛ◊-I SEYRÂNÌ ¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLETİ RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE<br />
‰APŞIRUP RÛ◊-I PÜR-◊İKMET DA»I ANLARA İSTİFSÂR-I ◊ÂL İTDÜGİDÜR<br />
¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR 507<br />
1245. Sü«an-ârâ-yı †û†µ-i gûyâ<br />
Eyledi bir mu√a……i…âne edâ<br />
1246. Kime kim lu†fı ola ∏affâruñ 508<br />
O Ra√µm ü ∏afûr u ∏affâruñ<br />
46-A 1247. Gösterür lâ-cerem †arµ…-i sedâd<br />
Aña rûzı …ılur delµl-i reşâd<br />
505 ¡a…la güşâ: ¡a…l-güşâ İÜ2, SK<br />
506 künûz: rûmûz SK<br />
507 DA»I: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR OLINUR: İÜ2’de yok. // ¡ALE’L-İCMÂL ±İKR<br />
OLINUR: Kİ BEYÂN VE ¡AYÂN OLINUR SK<br />
508 ∏affâruñ: Settâruñ İÜ2 // ola: olsa İÜ2, SK<br />
275
1248. Anuñ-ıla varur ma…âma irür<br />
Dem-be-dem ma†lab-ı merâma irür<br />
1249. Anuñ-ıla bulur hidâyet-i ◊a…<br />
¡İzzet ü ra√met ü ¡inâyet-i ◊a…<br />
1250. İrse bir …ula ¡avn-i Rabbânµ<br />
¢udret-i ◊a… olur nigeh-bânı<br />
1251. Kime irse levâmi¡-i keremi<br />
Rûşen olur †arâ’i…-ı @alamı<br />
1252. Ce≠be-i ¡aş…-ıla olan ¡âşı…<br />
Kendüyi va§la eyler ol lâyı…<br />
1253. ¡Aş…-ıla †âlib olsa bir insân<br />
Ma†labı lâ-cerem olur âsân<br />
1254. Cân-ıla †âlibân-ı râh-ı §avâb<br />
Fet√ olur her birine bâb-ı &evâb<br />
1255. Çün delµl oldı rû√-ı seyrânµ<br />
Ol diyâr-ı belâπatuñ «ânı<br />
1256. Aldı geldi o çâr-yâri revân<br />
Der-i rû√uñ öñinde …odı hemân<br />
1257. Rû√-ı pür-√ikmete girüp fi’l-√âl<br />
Didi ey nûr-ı ◊a… celle Celâl<br />
1258. Eşigüñ †aşı Mescid-i A…§â<br />
Dergehüñ √âki Ka¡be-i ¡ulyâ<br />
1259. ¢apuña geldi dört emµr-i kelâm<br />
Her biri bir va√µd-i dehr-i benâm<br />
1260. Müşkili var …amunuñ ey server<br />
Ki dilerler †apuña ¡ar≥ ideler<br />
1261. Bu kelâmı ki rû√-ı ¡alµ-şân<br />
Gûş idüp oldı gül gibi «andân<br />
46-B 1262. Lu†f-ıla didi ey revân-ı §afâ<br />
Beni ◊a… itdi çünki ¡a…la güşâ<br />
276
509 : √ikmetüme: √ikmete İÜ1<br />
510 seyrâni yine: seyrâniye İÜ2, SK<br />
511 şeb-bûyı: «oş-bûyı SK<br />
1263. Getür ol †âlibânı √a≥retüme<br />
∏ar… idem tâ ki bahr-i √ikmetüme 509<br />
1264. Çünki destûr virdi ol destûr<br />
Rû√-ı seyrâni yine itdi @uhûr 510<br />
1265. Aldı gitdi o çâr-meh-rûyı<br />
Sünbül ü lâle verd ü şeb-bûyı 511<br />
1266. ¡Â…ıbet ol medµne-i rû√a<br />
Geldiler hep «azµne-i rû√a<br />
1267. İrdiler pây-ı ta√t-ı sul†âna<br />
Ya¡ni dµvân-ı şâh-ı devrâna<br />
1268. Gördiler nûr-ı √a≥ret-i rû√ı<br />
Bildiler külli heybet-i rû√ı<br />
1269. ¢aplamış şa¡şa¡ân-ı √a≥ret-i ◊a…<br />
Nûr-ı envâra πar… u müstaπra…<br />
1270. Tâb-ı envâra doymayup bir ân<br />
Oldı her biri vâlih ü √ayrân<br />
1271. Bir zamândan bulup ifâ…atı hep<br />
Ya¡ni def¡ eyledi irâ…atı hep<br />
1272. Her biri dergehini bûs itdi<br />
Cümle «âk-i rehini bûs itdi<br />
1273. ‰urdılar …arşusında ¡izzetle<br />
Edeb ü √ürmet ü √acâletle<br />
1274. Didi anlara rû√-ı pür-√ikmet<br />
Bu diyâra ne gelmeden √ikmet<br />
1275. Didiler ey ≥iyâ-yı nûru’llâh<br />
Sensin ol ma@har-ı §ıfât-ı İlâh<br />
1276. Çâr-yâruz ki bizde dört √a§let<br />
»al… itdi »udâ-yı zi-¡a@amet<br />
277
47-A 1277. Her kişi kendü «ûyına şâkir<br />
Cümlemüz kendü «ûyına …âdir<br />
1278. Lµk bir gün …amu «a§â’ilimüz<br />
Med√ …ılduñ niçe fe≥â’ilimüz 512<br />
1279. İttifâkı nizâ¡ımuz oldı<br />
Nµk ü bed-ba√&-ıla cihân †oldı 513<br />
1280. ¡Â…ıbet bir √akµm-i dânânuñ 514<br />
¡Âlim ü fâ≥ıl u tüvânânuñ<br />
1281. ◊ükmine râ≥ı oluban yek-ser<br />
Va†anuñ terkin urdu… ey server<br />
1282. Tâ ki bir kâşif-i √a…âyı…-ı dµn<br />
Bulavuz keşf ide rumûzı ya…µn<br />
1283. ◊amdüli’llâh cemâlüñi gördük<br />
Bunca fa≥l u kemâlüñi gördük<br />
1284. İsterüz kim bu şübhemüz ola √all<br />
¢almaya cümleten nizâ¡a ma√all<br />
1285. Didi ol ma@har-ı §ıfât-ı mübµn<br />
Beni ◊a… eyledi «alµfe-i dµn<br />
1286. Keşf idem tâ kim ¡u…le-i πaybµ<br />
Fet√ idem sırr-ı §u√uf-ı lâ-reybi<br />
1287. ◊all olur bende cümle sırr-ı ¡acµb<br />
Keşf olur gûne gûne emr-i πarµb<br />
1288. Def¡ olur şübheñüz sizüñ da«ı hep<br />
Çekmeñüz πu§§a-y-ıla renc-i ta¡ab<br />
1289. ~ubh-dem √âlüñüz olur ma¡lûm<br />
Kimse olmaz …apumda hiç ma√rûm<br />
1290. Çün irişdi o gün şeb-i deycûr<br />
Âftâb-ı fer itdi πarba mürûr<br />
512 …ılduñ: …ıldı İÜ2 // …ıldu… SK<br />
513 Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir.<br />
514 Bu mısra SK nüshasında sayfa kenarına eklenmiştir.<br />
278
1291. Beklediler o şeb der-i rû√ı<br />
Felek açınca çehre-i yû√ı<br />
47-B SIFAT-I SUB◊ VE ¡A¢L RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE FA≤ÌLET Ü »A~LETİNİ<br />
TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 515<br />
1292. Yine ferrâş-ı §ub√-ı fµrûzı<br />
Bas† …ıldı bisâ†-ı nev-rûzı<br />
1293. Tâ ki …â≥µ-yi √âver-i ¡ulyâ<br />
Anda a√kâmı eyleye icrâ<br />
1294. Bir kitâb-ı mücelled aña felek<br />
Anda ma¡lûm olur simâk u semek<br />
1295. Şevket-ile çü rû√-ı pür-hikmet<br />
¢ıldı dµvânı §ub√-dem zµnet<br />
1296. Geçdi seccâde-i Resûl’e revân<br />
Tâ ki a√kâm-ı şer¡i ide beyân<br />
1297. Devlet-i kâmrân u √ilm-i kerµm<br />
Da«ı ¡ilm-i ¡a@µm ü ¡a…l-ı selµm 516<br />
1298. Geldiler âsmân-ı menzilete<br />
Ya¡ni ol âstân-ı mevhibete<br />
1299. ¢ıldılar rû√a cümleten i…bâl<br />
◊all ide tâ kim müşkili √allâl<br />
1300. Didi nûr-ı »udâ-yı ¡azze vü cell<br />
Ya¡ni ol rû√-ı pür-fütû√-ı ecel<br />
1301. Her kim eylerdür iddi¡â-yı fa≥l<br />
Aña lâzım-durur güvâh-ı ¡adl<br />
1302. ¡A…l-ı evvel didi kim ey üstâd<br />
Nûr-ı ≠âtuñ-durur delµl-i nihâd<br />
1303. Sü«anüm evvelâ benüm gûş it<br />
Bahr-i a«≥ar gibi bugün cûş it<br />
515 TA¢RÌR İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR: ±İKR İTDÜGİDÜR İÜ2 // ±İKR İTDÜGİDÜR: SK’de<br />
yok.<br />
516 da«ı: da√ı SK<br />
279
1304. Rû√-ı pür-√ikmet-i sü«an-ârâ<br />
Ol-durur ¡âlem içre nûr-ı »udâ<br />
1305. Didi ismüñ nedür beyân eyle<br />
Ba¡dehu va§fuñı ¡ayân eyle<br />
48-A 1306. Tâ ki ma¡lûm ola √a…µ…at-i √âl<br />
Gün gibi rûşen ola cümle me’âl<br />
1307. Didi ¡a…l-ı selµm-i nµk-ârây<br />
Benem ol ¡a…l-ı tâm u râh-nümây<br />
1308. Evvel-i leşker-i »udây benem<br />
Rehber-i √al… ü reh-nümây benem<br />
1309. Ol bedµ¡ ü …adµr bi’l-icmâ¡<br />
Beni nûrından eyledi ibdâ¡<br />
1310. Bâ¡i&-i kâ’inât ü ar≥-ı fihr<br />
Dâ¡i âsmân u çar«-ı sipihr<br />
1311. Ya¡ni serdâr-ı enbiyâ vü rüsûl<br />
Buyurupdur √adµ&-i nehc-i sübûl<br />
1312. Evvel-i √al…ı ◊a… Te¡âlânuñ 517<br />
¡A…l-ı idrâk idi o Mevlâ’nuñ 518<br />
1313. Bu √adµ& i√tiyâr-ı şânumdur<br />
Sebeb-i ifti√âr-ı şânumdur<br />
1314. Beni «al… eyledükde Rabb-ı enâm<br />
Buyurupdur baña o zü’l-ikrâm<br />
517 “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.” hadisi için bkz.: Sami Kilinçli, Akıl İlgili Hadislerin Tespit ve<br />
Tenkidi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi SBE, Adana 2007, s. 49.<br />
518 Akıl, doğrudan doğruya yaradılışta yerleşmiş ve sırf Allâh vergisi olan bir melekedir ki, buna da kudsi<br />
kuvvet veya tabii akıl denir. Bunda esas itibariyle gayretin, çalışıp kazanmanın hiçbir hükmü yoktur.<br />
Herkesin bu çeşit hads, tahmin ve akıldan az çok bir nasibi vardır. Bu olmayınca diğer mesmunun hiçbir<br />
hükmü olmaz. Bunun sınırsız mertebeleri vardır ki, en alt tabakadan başlayarak peygamberlerin akılları<br />
mertebelerine kadar gider. En yüksek mertebesine “akl-ı nûr” denir. Başlangıçtan sonucu, sonuçtan<br />
başlangıcı, önceden sonrayı, sonradan önceyi tam bir bilgi ile gören bu akıl, Allâh’ın kelarnı ve Hz.<br />
Muhammed Mustafa (a.s.)’nın nûrudur. Nitekim hadis-i şerifte: “Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki benim<br />
nûrumdur. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir. Allâh’ın yarattığı şeylerin ilki aklım’dır.”<br />
buyrulmuştur. (İbn Ebi Âsım, es-Sünne, 1,48; Hilyetü’l-Evliyâ.)(…) Akıl olmayınca ya da var olan akıl<br />
şeytana ve süflî arzulara köle edilince, doğrudan doğruya hisler üzerinde tesirini icra edecek olan<br />
mucizelerin büyük bir faydasının olmayacağı anlatılmıştır. (Kaynak web-site:<br />
http://www.kalbimecruh.com/archive/index.php/index.php/akillara-hitap-eden-ayet-ve-hadislert26149.html<br />
)<br />
280
1315. Sa†vet-i ¡izzet-i celâlüm içün<br />
◊ikmet ü …udret-i kemâlüm içün<br />
1316. Senden eşref ¡azµz ü a√sen şey<br />
Hiç vücûda getürmedüm bir «ay<br />
1317. Nûrını …ıldı baña ◊a… i√sân<br />
Benden alur seba… …amu ¡irfân<br />
1318. Her kişi ¡izzeti benümle bulur<br />
Şevketi √ürmeti benümle bulur<br />
1319. ªâhir ü bâ†ına …amu ¡allâm<br />
¡Âlim itmiş-durur beni bi’t-tâm<br />
1320. Gâhi emr-i ma¡âşı ≠ikr iderem<br />
Gâh rûz-ı mi¡âdı fikr iderem<br />
48-B 1321. Ol zamân kim Ra√µm ü Bâri »udâ<br />
Men ene-y-ile-idi baña nidâ<br />
1322. Virdüm ol dem cevâb-ı lâ-edrµ<br />
Edeb-ile ilâhuma fevrµ<br />
1323. Künh-i ≠ât-i …adµmi √âdi& olan<br />
Hiç mümkin mi añlaya rûşen<br />
1324. Cümle a√kâmı eyleyen i«râc<br />
Nûr-ı pâkümle eyler isti«râc<br />
1325. Beni her kim ki reh-nümây eyler<br />
Lâ-cerem ol behişti cây eyler<br />
1326. ¢omazam §â√ibüm mehâlikde<br />
Bu cihân içre her mesâlikde<br />
1327. ◊üccetü’l-◊a…… ber-cihân la…abem<br />
Fehm-i idrâk ◊a……-râ sebebem<br />
1328. Ân nidâ-yı ber ü beyâ el-√a……<br />
Der ezel gûş men şinµd ez-√a……<br />
1329. Cümle müşkil-güşâ-yı eşyâyem<br />
Fâti√-i …ufl-ı genc-i ma¡nâyem<br />
281
1330. Da«ı mi¡mâr-ı çâr-erkânem<br />
Bâni-i …a§r-ı lu†f u i√sânem<br />
1331. Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl 519<br />
Çâr-erkân-ı dµn ü a§l-ı u§ûl 520<br />
1332. ~un¡-ı Bârµyi eyleyen idrâk<br />
±ât-ı pâküm-durur benüm bµ-pâk<br />
1333. Bir hümâ-yı sa¡âdetüm ki sa¡µd<br />
Bey≥a-yı enverüm-durur «ûrşµd<br />
1334. Âşiyânum egerçi insândur<br />
Ma¡nada lµk ¡arş-ı Ra√mândur<br />
1335. ¡İlm çün baña oldı «ayr-ı «alef<br />
Şeref-i ≠âtum-ile buldı şeref<br />
49-A 1336. Edeb-ile der-i sa¡âdetümü<br />
◊ilm bekler görüp kerâmetümü<br />
1337. Devlet-i kâmrân u ehl-i hüner 521<br />
Terkeşümdür benüm yanum bekler<br />
1338. ◊â§ılı eşref-i cihânem ben<br />
Cevher-i ¡aş…-ı ◊a……’a kânem ben<br />
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
1339. Çünki ol rû√-ı mevhibi bârµ<br />
Diñledi bu kelâm-ı der-bârı<br />
1340. Didi elmâs-ı fikrüñ ey cevher 522<br />
Dürr-i ma¡nâyı deldi nâzik-ter<br />
1341. Lµk yâr olduπuñ benµ-âdem<br />
∏am u endûh olur aña hem-dem 523<br />
1342. Elem ü πu§§ayı idüp pµşe 524<br />
Dem-be-dem işüñ olur endµşe<br />
519 Benem üstâd-ı beyt-i şer¡-i Resûl: Benem üstâd-ı şer¡-i dµn-i Resûl SK<br />
520 dµn ü : dîn-i SK<br />
521 kâmrân u: kâmrân-ı SK<br />
522 elmâs-ı : elması SK<br />
523 ∏am u : ∏am-ı SK<br />
524 Elem ü : Elem-i SK<br />
282
1343. Ek&eriyâ mu§â√ibüñ †aπı<br />
Nice ¡annâf u câbir u bâπı<br />
1344. Cümleten kimseye muvâfa…atı<br />
Eylemezsin …amu mu†âba…atı<br />
1345. Rûzgârı olur perişân-√âl<br />
Bulamaz na@m u inti@ama mecâl 525<br />
1346. Gehi fi¡lüñde isti…âmet yo…<br />
Gehi …avlüñde bir §adâ…at yo…<br />
1347. ◊â§ılı sende yo…dur isti…lâl<br />
Kim mu¡ârız saña gümân u «ayâl<br />
1348. Nâ-gehân §alsa üstüñe bir ber…<br />
Kendüñi eylemezsin ol dem far…<br />
1349. Diñleseñ bir nedµm-i naπme-serây<br />
Terk idersin olursa §ırça sarây 526<br />
49-B 1350. Olur ol dem mu§â√ibüñ bµ-fer<br />
Ki olur «âk içinde zµr ü zeber<br />
525 na@m u: na@m-ı SK<br />
526 §ırça: çar«a SK<br />
527 kûh u: kûh-ı SK<br />
1351. Çı…ar andan bu †avr-ı insânµ<br />
∏albe eyler §ıfât-ı √ayvânî<br />
1352. Ki gezer kûh u deşt ü hâmûnı 527<br />
Terk ider zühd ü şer¡i …ânûnı<br />
1353. Ki gelür saña i«tilâl u fütûr<br />
Gâh olursın ¡ı…âl-ıla me√cûr<br />
1354. ±âtuña gâhi vehm ider πalebe<br />
Düşürür dürlü fitne-i şeπabe<br />
1355. Seni ol vehm bed-zebûn eyler<br />
Elif-i …âmetüñi nûn eyler<br />
1356. Yâr olduñ √avâss-ı bµ-fehme<br />
Kendüñi itdüñ ol çeh-i vehme<br />
283
1357. Ma√rem olan «ilâf-ı ecnâsa<br />
Ma†¡un-ı tµr-i †a¡n olur nâsa<br />
1358. ¡Âlem-i dilde gerçi «âversin<br />
Nûr-ı ¡aş…uñ yanında bµ-fersin<br />
1359. Gerçi olduñ yedi i…lµme sul†ân<br />
¡Aş… şâhı seni …ılur tâlân 528<br />
1360. ±âtuñ olmışdur âftâb-ı kerem<br />
Lµk setr itdi anı ebr-i vehm<br />
1361. Gerçi şehbâz-ı evc idüñ πaybµ 529<br />
Baπladı künde-i «ayâl-i πabµ 530<br />
1362. Gerçi bir âb-ı §âf idüñ enver<br />
Saña virdi «ayâl ü vehm keder 531<br />
1363. Anuñ içün ki zübde-i ¡ulemâ<br />
Niçe dânâ-yı zümre-i ¡u…alâ<br />
1364. Gehi her birisi düşer πala†a<br />
Niçesi nispet olınur şa†a†a<br />
50-A 1365. ¢ayd idündüñ «ayâl ü âlâtı<br />
Göremezsin ru«-ı kemâlâtı<br />
1366. Fehm idersin egerçi nâsûtı<br />
Añlamazsın kemâl-i lâhûtı<br />
1367. Saña maπrûr olup niçe dânâ<br />
Bilmedi gitdi sırr-ı ev√aynâ 532<br />
1368. Dâ’ireñ bekleyen ulü’l-eb§âr<br />
Olmadı evc-i …urbete †ayyâr<br />
1369. Seni terk eyledi ahâli-i πayb<br />
Bildiler remz-i nükte-i lâ-reyb<br />
1370. ◊â§ılı eyleme mu√âvere hiç<br />
Saña lâyı… degül münâ@ara hiç<br />
528<br />
…ılur : ider İÜ2 // tâlân: nâlân SK<br />
529<br />
πaybµ: ¡aynµ SK<br />
530<br />
Baπladı: Ya…aladı SK<br />
531<br />
«ayâl ü: «ayâl-i SK<br />
532<br />
“ev√aynâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
284
¡İLM-İ ¡ÂLÌ-ŞÂN RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ SÜ»ANDÂNA FA≤LINI BEYÂN<br />
İTDÜGİDÜR<br />
1371. Çün tamâm itdi rû√-ı pür-√ikmet<br />
Sözleri her birisi bir √ikmet<br />
1372. Cümle gûş eyleyen ¡u…ûl u nüfûs<br />
»âk-i kimyâ mi&âlin eyledi bûs<br />
1373. Sü«an-ârâlı… itdi rû√-ı şerµf 533<br />
Eyledi ¡a…la i¡tirâ≥-ı la†µf<br />
1374. Nu†…a …almadı hiç mecâli anuñ<br />
Çün bilindi o dem kemâli anûñ<br />
1375. ¡İlm-i pür-fa≥la degdi çün nevbet 534<br />
¢ıldı ta…rµr-i fa≥lına cür’et<br />
1376. Bahr-i …ulzüm gibi itdi ol dem cûş 535<br />
Pµr-i rû√uñ öñinde …ıldı «urûş<br />
1377. İtdi †arz-ı fe§â√ata âπâz<br />
Bâl-i himmetle eyledi pervâz<br />
1378. Rû√-ı pür-√ikmet «alµfe-i ◊a…<br />
Ol-durur nûr-ı fâ¡il-i mu†la…<br />
50-B 1379. Didi imdi getür fe≥â’ilüñi<br />
Baña eyle beyân √a§â’ilüñi<br />
1380. Derc-i fa≥lın o demde açdı ¡alem<br />
La¡l ü dürr ü lâli §açdı ¡alem<br />
1381. Evvelâ didi nûr-ı b’ismi’llâh<br />
Yüzümi rûşen eyledi çün mâh<br />
1382. Nûrum-ıla ≥iyâlanur her şey<br />
±âtum-ıla …adr bulur her √ay<br />
1383. Ger nebâşed ≥iyâ-yı men peydâ<br />
Va…a¡ a’l-¡âlemûn fi’@-@ulemâ 536<br />
533 Sü«an: Seni SK<br />
534 degdi: degüldi SK<br />
535 gibi: -veş SK<br />
536 Beyitin anlamı: Benim ışığım kimsenin üzerine düşmeseydi; Evrenler karanlıklar içinde kalırdı.<br />
285
1384. Dil-i âdem-durur gehî va†anum<br />
Lev√-i ma«fûz-durur gehî sekenüm 537<br />
1385. Âferµnişde ◊a≥ret-i Âdem<br />
Eyledi kendüye beni ma√rem<br />
1386. Buldı ol dem benümle …uvvet ü …ût<br />
Münhezim oldı ¡asker-i melekût<br />
1387. ◊a≥ret-i ◊ı≥r fâtih-i lâ-reyb<br />
±âtum-ıla bulur rumûz-ı πayb<br />
1388. Beni şâhid getürdi Rû√u’llâh<br />
Oldı dembeste münker-i bed-«ˇâh<br />
1389. Baña bu fa≥l u bu kemâl yeter 538<br />
Da«ı bu …adr u bu iclâl yeter 539<br />
1390. Ki ◊abµb-i İlâh-ı kevn ü mekân<br />
O †abµb ü edµb ü fa«r-ı cihân 540<br />
1391. O Kerµm ü Ra√µm ü Mevlâ’dan<br />
Râzı…-ı «al… ◊a… Te¡âlâdan<br />
1392. Cân u dilden beni recâ itdi<br />
Rabbi ≠idnî diyü nidâ itdi 541<br />
1393. »ı≥r’a Mûsâ-y-ıla mu…ârenete<br />
Bâ’i& oldum niçe mu§â√ebete<br />
51-A 1394. Reh-nümâyem ki ◊a≥ret-i ¡Ömer’e<br />
Himmetüm-ile düşmedi «a†ara<br />
1395. Sâriye urmaz idi kâfire tµr 542<br />
Olmışam aña ben mu¡µn u @ahµr 543<br />
1396. Nûrumı görmek-ile ve’l-√â§ıl<br />
»acletinden yire geçer câhil<br />
537<br />
ma«fûz-durur: ma«fûzdur İÜ2<br />
538<br />
fa≥l u: fa≥l-ı SK<br />
539<br />
iclâl: celâl İÜ2 // iclâl: cemâl SK // …adr u: …adri SK<br />
540<br />
†abµb ü: †abµb-i SK<br />
541<br />
“Rabbi-zidni” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler bölümüne bakınız.<br />
542<br />
kâfire: kâfir SK<br />
543<br />
Olmışam: Olmasam İÜ2, SK // aña ben: ben aña SK<br />
286
1397. Fi’l-me&el cevher-i mu§affâyem<br />
Hemçü iksµr ü «âk-i kimyâyem 544<br />
1398. Eylerem ben nü√âs u âheni zer<br />
Da«ı «âk-i siyâhı ben-i cevher 545<br />
1399. Nitekim bir seg-i pelµd ü ¡anµd<br />
Bilmek-ile o √âl-i §aydı mürµd 546<br />
1400. Olur ol demde §aydı cümle √elâl<br />
Bu da«ı oldı fa≥l-ı şânuma dâl<br />
1401. Bu da«ı «a§§a-ı πaribümdür<br />
Ya¡ni bir √a§let-i ¡acebümdür<br />
1402. Baña †âlib olanlaruñ ek&er<br />
Döşer ayaπına melekler per<br />
1403. Sâ√ibüm ≠âtum-ıla buldı şeref<br />
N’ola görmezse â«iretde esef<br />
1404. Bir kişi ehlüme ger ola @ahµr<br />
Aña i√sân ider »udâ-yı …adµr<br />
1405. Ger ihânet iderse bir bâ†ıl<br />
Olur elbette kâfir-i ¡â†ıl<br />
1406. Kim buyurmış-durur Resûlullâh<br />
Bu √adµ&-i şerµfi ol yüzi mâh<br />
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men e¡âne ¡âlimen fe…ad e¡ânî ve men<br />
e¡ânî √arreme’llâhu cesedehû ennâra ve men ehâne ¡âlimen fe…ad ehânenî ve men<br />
ehânenî fe…ad kefere” §ada…a Resulullâh 547<br />
51-B 1407. ¡Âleme bir kişi ger ola mu¡µn<br />
Baña ta√…µ… olur mu¡µn o hemµn<br />
1408. Dâr-ı dünyâda baña bir âdem<br />
Ger mu¡µn ü @ahµr ola bir dem<br />
544 Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.<br />
545 Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.<br />
546 mürµd: berµd SK<br />
547 Hadisin anlamı: Kim bir âlime yardımcı olursa bana yardım etmiş olur, kim bana yardım ederse Allâh<br />
onun bedenini cehenneme haram kılar.<br />
287
1409. Tenini nâra ◊a… √arâm eyler<br />
◊ûr u cennetle i√tirâm eyler 548<br />
1410. İtse bir kişi âlemi ta√…µr 549<br />
Beni ta√…µr ider o tµre-≥amµr 550<br />
1411. Beni bir kimse itse istihzâ<br />
Kâfir-i mu†la… olur ol √âşâ 551<br />
1412. Böyle buyurdı ol Resûl-i …adµr<br />
¡Âlemi eyleme §a…ın ta√…µr<br />
1413. Meclisümde …arâr iden ¡â§µ<br />
Lâ-cerem Teñri’nüñ olur «â§ı 552<br />
1414. Şehr-i yâr üstine benem √ükkâm<br />
Dµn-i İslâm benümle buldı ni@âm<br />
1415. Kişver-i şer¡ ü dµne «a…anem<br />
Enbiyâya delµl ü bürhânem<br />
1416. Cümleten ¡a…l ü √ilm ü devlet-fer<br />
Âstân-ı sa¡âdetüm bekler<br />
1417. ◊â§ılı cümlesinden a¡lâyem<br />
Bahr-i mâ¡nâda dürr-i yektâyem<br />
1418. Da«ı nice kelâmı ¡ilm-i hümâm<br />
Eyledi rû√a cümleten i¡lâm<br />
İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
1419. Diñledi bu kelâm-ı ¡ilmi çü rû√<br />
Añladı bâb-ı ma¡rifet meftû√<br />
52-A 1420. Didi ey fâ≥ıl-ı medâris-i ins<br />
Sensin ol bülbül-i riyâ≥-ı …uds 553<br />
548<br />
◊ûr u: ◊ûr -ı SK<br />
549<br />
İtse: İster SK<br />
550<br />
tµre-≥amµr : tµr-i ≥amµr SK<br />
551<br />
olur: oldu SK<br />
552<br />
İÜ1 ve İÜ2 nüshalarında “Teñri” sözcüğündeki “ñ” “kef” harfiyle ; SK nüshasında ise “nun-kef”<br />
harfleriyle yazılmış.<br />
553 bülbül-i: bülbüli SK<br />
288
1421. Sözlerüñ her birisi cevher-fer 554<br />
Nice cevher kevâkib-i enver<br />
1422. Lµk olduñ kemâlle «od-bµn<br />
Görmedüñ √od-perestlik-ile ya…µn<br />
1423. Bir kişi kim »udâ-nümâ olmaz<br />
Sırr-ı πaybµden ol §afâ bulmaz<br />
1424. Sende ¡ucb ü kibr mürettebdür<br />
Cesedüñde √ased mürekkebdür<br />
1425. Sen geçersin meh-i sipihr-i ¡alâ<br />
∏ayrıyı istemezsin ola sühâ<br />
1426. Cennete dâ«il olmaz ehl-i √ased 555<br />
Buyurupdur Resûl-ı Rabb u ~amed 556<br />
1427. Kibr olsa kişide ≠erre …adar<br />
Göremez rûy-ı cennet-i enver<br />
1428. Olmasa bir kişi eger ser-keş<br />
Göñül alça…lıπ itse deryâ-veş<br />
1429. »âli…-i âb u bâd u âteş u «âk 557<br />
Menzilini ider anuñ eflâk<br />
1430. Ger tevâ≥u¡ iderse bir dânâ<br />
◊a… Te¡âlâ ider anı a¡lâ 558<br />
¢âle’n-Nebiyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “Men tevâ≥a¡a fe…ad ref¡eahu’llâhu ve men<br />
tekebbera fe…ad va≥a¡ahu’llâhu” §ada…a Resûlullâh 559<br />
1431. Pây-mâl olmaπın πubâr-ı √a…µr<br />
Tâc-ı «a…anµ oldı aña serµr<br />
1432. Yüzi yird’olmaπ-ıla enhâruñ<br />
Âb-ı rûyı-durur çemen-zâruñ<br />
554 Sözlerüñ: Sözlerümüñ: SK<br />
555 dâ«il: lâyı… İÜ2, SK<br />
556 Rabb u : Rabb-ı SK<br />
557 âteş ü: âteş-i İÜ2, SK // âb u: âb-ı SK<br />
558 Bu beyit İÜ2 ve SK nüshalarında yok.<br />
559 Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız. // §ada…a Resûlullâh : §ada…a<br />
Resûlullâh ve §ada…a »abµbullâh İÜ2 // fe…ad : İÜ2’de yok.<br />
289
52-B 1433. Ser-keş olduπıçün …amu ezhâr<br />
Pây-mâl eyler anı cümle §ıπâr<br />
560 ma…sûda: ma…sûd SK<br />
561 bâhir : mâhir<br />
562 Târ u: Târ-ı İÜ2, SK<br />
563 …u§ûra: …u§ûr SK<br />
1434. Meskenet eylese …açan ¡u…alâ<br />
ªâhir ü bâ†ını bilen ¡ulemâ<br />
1435. İrgürür ◊a… anı me†âlibine<br />
Vâ§ıl eyler …amu merâtibine<br />
1436. Virse mir’âtına kiber kederi<br />
Rûy-ı ma…sûda idemez na@arı 560<br />
1437. Bir kişi dâ’imâ tekebbür ide<br />
Mera√ u fa«r-ıla teba«tür ide<br />
1438. Mihr-i eflâk olursa da bâhir 561<br />
◊a≥ret-i ◊a… yire çalar â«ir<br />
1439. ¡Â…ıbet πâr-ı hevl-nâke girer<br />
Târ u tenüñ «a≥µ≥-i «âke girer 562<br />
1440. ◊â§ılı saña perde kûh-ı va…âr<br />
Görinür mi √icâbla dµdâr<br />
1441. Sen virürsün kemâl u fa≥la vücûd<br />
Göremezsin anuñla rûy-ı şühûd<br />
1442. Fa≥l-ıla gerçi ifti«âr itdüñ<br />
Kendüñi lµk «âksâr itdüñ<br />
1443. Senüñ-ile olan πurûra düşer<br />
Dem-be-dem kibrle …u§ûra düşer 563<br />
1444. »âne-i dilde esse bâd-ı πurûr<br />
Ma¡rifet şem¡ine ider bµ-nûr<br />
1445. Gerçi ehlüñ belâπat ehli olur<br />
Lµk dâ’im riyâset ehli olur<br />
1446. Sendedür hep mezâli…-i a…dâm<br />
Sendedür hep levâzım-ı ilzâm<br />
290
1447. Ki düşersin cidâl u maπla†aya<br />
Gâhi ol hevl-nâk §afsa†aya 564<br />
53-A 1448. ¢µl u …âl-ıla ma¡na bulunmaz<br />
Ba√&-ıla aña vâ§ıl olunmaz<br />
1449. İrmedüñ bu «ısâlle …adre<br />
◊â§ılı lâyı… olmaduñ §adra<br />
◊İLM-İ NÌK-»A~LET RÛ◊-I PÜR-◊İKMETE TA¢RÌR-İ FEZÂ’İL Ü TA◊¢Ì¢-İ<br />
ŞEMÂ’İL İTDÜGİDÜR 565<br />
1450. Çünki rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ikrâm<br />
Kelimâtuñ bu resme itdi temâm<br />
1451. Didiler her birisi §adda…nâ 566<br />
Ente hâdî’s-sebµle fµ’@-@almâ 567<br />
1452. Kelimâtuñ çü lü’lü’ vü cevher<br />
Her biri gûş-ı câna dürr ü güher 568<br />
1453. Döndi √ilme teveccüh itdi şerµf<br />
Ya¡ni şey√-i ilâhi rû√-ı la†µf<br />
1454. Didi kim ≠âtuñı ¡ayâna getür<br />
Sen da«ı va§fuñı beyâna getür 569<br />
1455. Göreyin √âlüñi ¡ale’l-i†lâ…<br />
Şerefe var mı sende isti√…â…<br />
1456. Yine √ilm-i selµm ü ehl-i √ayâ<br />
Didi rû√a edeble ey dânâ 570<br />
1457. İderem meskenet tevâ≥u¡-ıla<br />
Ber… urursam n’ola levâmi¡-ile<br />
1458. Bendedür «ul…-ı enbiyâ bende<br />
Bendedür «ûy-ı evliyâ bende<br />
564 Bu beyit SK nüshasında yok.<br />
565 İTDÜGİDÜR: İTDÜGİ-DURUR SK<br />
566 “ §adda…nâ” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
567 Anlamı: “Sen karanlıklar içinde (bize) hidayet eden, yol gösterensin.” Hâdî-i sebîl sözü kaynaklarda<br />
Hz. Muhammed için kullanılır.<br />
568 dürr: derim SK<br />
569 da«ı: da√ı SK<br />
570 edeble: öyle İÜ2, SK<br />
291
1459. ◊üsn-i «ul… u kerem çü mu¡tâdam<br />
◊ul…-ı ¡âlem mu†µ¡ vü mün…âdam<br />
1460. Olalı dâ’imâ πarµbe ¡a†ûf<br />
Olmışam ma@har-ı Ra√µm ü Ra’ûf<br />
1461. ~ule√â-y-ıla her me§âli√de<br />
Olıram dâ’imâ levâyi√de<br />
53-B 1462. N’ola olsa benüm yüzüm yirde 571<br />
571 yerde: perde SK<br />
572 yerde: perde SK<br />
573 teba«tür : teba««ür SK<br />
574 münkesire: münkµre SK<br />
575 görmedi: görmedüm SK<br />
576 şûr u: şûr-ı İÜ2<br />
Pertev-i âftâb olur yirde 572<br />
1463. Dest-bûs eyledükçe bir âdem<br />
◊âk-i pây olıram aña her dem<br />
1464. Ya¡ni ¡ucb u tekebbür itmem hiç<br />
Da«ı ¡unf u teba«tür itmem hiç 573<br />
1465. Sürerem ¡aş…la yüzümü yire<br />
◊a… gelür çünki …alb-i münkesire 574<br />
1466. Olmışam tâbi¡-i Resûl-i cihân<br />
Ol-durur bâ¡i&-i zemµn ü zamân<br />
1467. Virdi ol şâha bâri râyet-i «al…<br />
Şânına nâzil oldı âyet-i √al…<br />
1468. Cümle …avlümde ki≠b ü lâfum yo…<br />
Da«ı fi¡lümde hiç «ilâfum yo…<br />
1469. Bir hümâyam ki âşiyânum …alb<br />
Zµr-i bâlümdedür o ¡âlem-i πayb<br />
1470. Gün gibi menzilüm benüm eflâk<br />
Lµk pertev gibi yüzümdür «âk<br />
1471. Bu cihân içre görmedi benden 575<br />
Bir kişi şûr u şerr ü mekr ü fiten 576<br />
292
1472. Pes ez ân «a§letem der µn dünyâ<br />
Dimedi kimse baña çûn u çirâ<br />
1473. Vird edinse beni bir ehl-i edeb<br />
Ya…maz anı cihânda nâr-ı πa≥ab<br />
1474. Bu cihân yedi başlu bir ¡ifrµt<br />
»al… «avfından oldı cümle şetµt<br />
1475. İlticâ eyledi baña her «â§<br />
Cümle mekrinden itdüm anı «alâ§<br />
1476. Urmışam nâr-ı §abrı ben πazaba<br />
Ya…dum âteşle döndi Bû Leheb’e<br />
54-A 1477. Tevsen-i †ab¡ı râm ider tµrüm<br />
¢âmet-i nefsi lâm ider tµrüm<br />
1478. ∏a≥ab-ıla olan ca√µme düşer 577<br />
Benüm-ile olan na¡µme irer 578<br />
1479. ∏a≥abuñ ma@harı-durur la@â<br />
Baña ma@har o cennet-i me’vâ<br />
1480. Yüz §uyın baña virdi ◊a≥ret-i Rab<br />
Söyünür âb-ı rûyum-ıla πa≥ab<br />
1481. Benem ol √av§ala-y-ıla deryâ-dil<br />
Yu†aram her ne gelse ve’l-√â§ıl<br />
1482. Her §adırda benümle oldı ¡ilm<br />
Cümle …adri benümle buldı ¡ilm<br />
1483. Fa≥luma oldı bu √adµ&-i şerµf<br />
¡dil-i şâhid ü güvâh-ı la†µf<br />
¢âle’n-Nebµyyü §allallâhu ¡aleyhi ve sellem “»ıyârü ümmetî ¡ulemâühâ ve «ıyârü’l-<br />
¡ulemâi √ulemâühâ” 579<br />
1484. Ya¡ni bu ümmetüm güzµdeleri<br />
Bahr-i ef≥âlüñ ol ferµdeleri<br />
577<br />
∏a≥ab ile olan ca√µme düşer : ∏a≥abuñ ile ola √ücreme düşer SK<br />
578<br />
na¡µme: ya…ama SK<br />
579<br />
Tırnak içindeki ifade için tezin “4.3.2. Hadisler” bölümüne bakınız.<br />
293
1485. ¡Ulemâsı-durur ¡ale’l-i†lâ…<br />
Her biri §anki nûr-ı mihr-i revâk<br />
1486. Da«ı serdâr-ı cümle-i fu≥elâ<br />
Ya¡ni mu«târ-ı zümre-i ¡ulemâ<br />
1487. ¡Ulemânuñ √alµmidür mu«târ<br />
O-durur mihr-i burc-ı evc-i va…âr 580<br />
1488. Fa≥lumuñ her delµli …↡idür<br />
Felek-i dilde mihr-i lâmi¡dür 581<br />
1489. Fa≥lumuñ √add u πâyeti yo…dur<br />
◊â§ılı hiç nihâyeti yo…dur<br />
1490. Virdi √ilm-i selµm ü ehl-i &evâb<br />
Rû√a bu resme eyledi o «i†âb<br />
54-B İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
1491. İşidüp bu kelâmı rû√-ı emµn<br />
Didi her sözlerüñ …abûle …arµn 582<br />
1492. Her biri lü’lü’-i √azµne-i πayb<br />
Cümleten hükm-i mu§√af-ı lâ-reyb<br />
1493. Gerçi cem¡ oldı sende bunca «ı§âl<br />
Lµk her dûn ider seni pâ-mâl<br />
1494. Dâ’imâ herkesüñ zebûnısın<br />
Pây-mâl-ı «asµs-i dûnısın<br />
1495. Seni ta√fµf ider erâzil-i şehr<br />
Seni ta√…µr ider ebâ†ıl-ı dehr<br />
1496. Bilmeyüp …adrüñi senüñ nice «ar<br />
Saña eyler √a…âret-ile na@ar<br />
1497. N’ola nâmûsuña gelürse «alel<br />
İ«tiyâr eyledüñ cihânda ≠ilel<br />
580 SK nüshasında bu beyit kendinden sonraki beyitle yer değiştirmiştir.<br />
581 SK nüshasında bu beyit kendinden önceki beyitle yer değiştirmiştir.<br />
582 …abûle …arµn: …arµne ya…µn SK<br />
294
1498. »al… dâ’im yüzüñ ba§arlar hep<br />
Gâh ba§up †opraπa …ararlar hep<br />
1499. Kimi düşnâm ider …abâ√atle<br />
Seni kimi döger √a…âretle<br />
1500. Sebeb-i inhidâm-ı Beytu’llâh<br />
Eyledüñ ehlüñi sen ey güm-râh<br />
1501. Ma¡nada hâdim-i …ulûb sensin<br />
Ya¡ni ol kürsi-i ilâhi ya…µn<br />
1502. Sebeb-i §ul√-ı §âli√ olmazsın<br />
Mâni¡-i fi¡l-i †âli¡ olmazsın 583<br />
1503. Geçinürsin edeble gerçi edµb<br />
Olmaduñ lµk §â√ib-i te’dµb<br />
1504. Seni sâlûsa nisbet eylerler<br />
Görse bu va≥¡-ıla her ehl-i na@ar<br />
55-A 1505. Eylese bir kimesne fi¡l-i şenµ<br />
Eylemezsin sen anı hiç teşnµ¡<br />
583 †âli¡ : †âli√ İÜ2, SK<br />
584 ma¡rûf u: ma¡rûf-ı SK<br />
585 …ılur : …ılup İÜ2, SK<br />
1506. Emr-i ma¡rûf u nehy-i münkerden 584<br />
Gehi i¡râ≥- ı tâm idersin sen<br />
1507. Gerçi itdüñ √ayâyı kendüñe yâr<br />
Ol senüñ rız…uñ az ider her bâr<br />
1508. ¡Â…ıbet şev…le ¡ibâdet-i ◊a…<br />
¢ılamazsın müdâmı †â¡at-ı ◊a…<br />
1509. Sûretâ görinürsin ehl-i §alâ√<br />
Lµk yo… bâ†ınuñda nûr-ı felâ√<br />
1510. Teng-destlik seni …ılur bµ-fer 585<br />
Ayaπuñ aluban yabana atar<br />
1511. ∏am-ıla ≠illete düşersin sen<br />
Elem ü mi√nete düşersin sen<br />
295
1512. Buyurupdur o §â√ib-i levlâk<br />
Kâşif-i sırr u remz-i a¡†aynâk<br />
1513. Lâyı… olmaz-durur ki merd-i dilµr<br />
Nefsini eyleye ≠elµl ü √a…µr<br />
¢âle’n-Nebµ yyü ¡aleyhi ve sellem “Lâ-yenbaπî li’l-mer’i en-yü≠ille nefsehû” 586 §ada…a<br />
587<br />
1514. ◊ilmi ¡âlemde merd-i dil-bendüñ<br />
Olmasa mev…i¡inde ferzendüñ<br />
1515. ◊ilm olur aña bir nişân-ı cehl<br />
Böyle dir ol Resûl-ı ehl-i fa≥l<br />
1516. Ger tevâ≥u¡ olupdurur merπûb<br />
Lµk √addin ziyâdesi ma¡yûb<br />
1517. Ger idersin vücûduñı me≠mûm 588<br />
İrişür …albüñe ziyâde πumûm<br />
1518. Saña lâyı… degül bu «asletle<br />
İdesin da¡vayı fa≥iletle<br />
55-B DEVLET-İ FERRU»-FÂL RÛ◊-I PÜR-◊İKMET-İ NÌK-»I~ÂLE BEYÂN-I<br />
FA≤L U ¡AYÂN-I ¡ADL İTDÜGİDÜR TA◊RÌR OLINUR 589<br />
1519. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i …elâm<br />
Dürr-i ma¡nâya çünki virdi ni@âm<br />
1520. ¢â’il oldı bu i¡tirâ≥a …amu<br />
Didiler hep kelâm-ı √ikmet bu<br />
1521. Devlete degdi çünki nevbet-i ba√& 590<br />
Ol zamân eyledi o cür’et-i ba√&<br />
1522. Didi ol tâc-dâr-ı mülk-i πınâ 591<br />
Rû√-ı ¡âlµ-mekâna ey dânâ<br />
1523. Sözlerüñ her birisi va√y-ı mübµn<br />
Ya¡ni ilhâm u vâridât-ı ya…µn<br />
586<br />
Hadisin anlamı: Kişinin kendi nefsini alçaltması uygun değildir.<br />
587<br />
§ada…a: §ada…a Resûlullâh ve §ada…a ◊abµbullâh SK<br />
588<br />
idersin: iderseñ SK<br />
589<br />
TA◊RÌR OLINUR: İÜ2’de yok. // TA◊RÌR OLINUR: ~ADA¢A RESÛLULLÂH SK<br />
590 degdi: degül mi SK<br />
591 ol : ey SK<br />
296
1524. ◊asb-ı √âl-i √a…µri gûş eyle<br />
Yine deryâ gibi «urûş eyle<br />
1525. Didi rû√ eyleyüp kelâmı fet√<br />
Sen da«ı eyle √âlüñi baña şer√<br />
1526. Göreyin sende var mı ¡ilm ü fa≥l 592<br />
Eyledüñ mi cihânda √ilm ü ¡adl 593<br />
1527. Devlet-i şehr-yâr-ı ferrûh-dil<br />
Didi ey ¡ilm ü fa≥l-ıla kâmil<br />
1528. Benem ol pâdişâh-ı deryâ-cûş<br />
Bahr-i cûdum ider ziyâde «urûş<br />
1529. Va§f-ı ≠âtum-durur çü @ıll-ı İlâh<br />
Geçinür sâyemüzde mµr ü sipâh<br />
1530. ¡A…l-ı kâmil benüm vezµrümdür<br />
¡İlm-i fâ≥ıl benüm müşµrümdür<br />
1531. Kâtib-i sırrum oldı √ilm-i selµm<br />
Dâ’imâ «idmetüm ider o √alµm<br />
56-A 1532. ◊â§ılı ¡a…l ü ¡ilm ü √ilm ü va…âr 594<br />
592 ¡ilm ü: ¡ilm-i fa≥l İÜ2, SK<br />
593 √ilm ü: √ilm-i İÜ2<br />
594 √ilm ü: “√ilm-i SK<br />
Zµr-i destümde cümle √i≠metkâr<br />
1533. Nu§ret ü fur§at u ¡inâyet-i Rab<br />
Şevket ü «aşmet ü hidâyet-i Rab<br />
1534. Her birisi öñümde cünd-i @ahµr<br />
ªafer-i fer yanumda §an şemşµr<br />
1535. ¢apladum şar… u πarbı bµ-pervâ<br />
Nitekim şems-i «âver-i ¡ulyâ<br />
1536. »al… cûdumla buldı mâl u menâl<br />
Zer-ile ceybi oldı mâl-â-mâl<br />
1537. Virdüm eşrâfa tâc-ı «akanı<br />
Oldılar ¡âlemüñ nigeh-bânı<br />
297
1538. Virdüm Efrâsiyab’a ben «aşmet<br />
Rüstem ü ±âl’e şevket ü …udret<br />
1539. Cümle §â√ib-…ırân …âf-ber-…âf<br />
Tµπ-ı na§rumla fet√ ider eknâf<br />
1540. Şeh-i âlem benümle serverlik<br />
Eyledi dâ’imâ ciger-derlik<br />
1541. Benüm-ile-durur mübârek-fâl<br />
Himmetümle-durur hümâyûn-√âl 595<br />
1542. Gülsitân-ı irem-durur yirüm<br />
Sa¡d-ı ekber müşµr-i tedbµrüm<br />
1543. Şeref-i mu…bilân-ı dehrem ben 596<br />
Fera√-ı hâkimân-ı şehrem ben<br />
1544. Benüm-ile bulur ¡a…ıl …adri<br />
¢adrüm-ile bulur ¡ilim §adrı<br />
1545. Benem ol bâ¡i&-i serµr-i sürûr<br />
»âtem-i √âkim-i vu√ûş u †uyûr<br />
1546. Cûd-ı i√sân benüm cemâlümdür<br />
¡Adl ü emn ü emân kemâlümdür<br />
56-B 1547. Na@ar itsem eger kes-i dûna<br />
Nâ-gehân pâyı batar altuna<br />
595<br />
Himmetümle: Himmet ile SK<br />
596<br />
dehrüm: mihrüm SK<br />
597<br />
tâbân: pâyân SK<br />
598<br />
itdüm: idüm SK<br />
599<br />
rummânµ: rabbânµ SK<br />
1548. Eylesem bir kese cihânda …ırân<br />
‰âli¡i gün gibi olur tâbân 597<br />
1549. Na@ar itdüm «ar-ı Mesi√â’ya 598<br />
¡Â…ıbet merkeb oldı ¡Ìsâ’ya<br />
1550. Seng-i bed-gevher-i beyâbânµ<br />
Eyledüm anı la¡l-i rummânµ 599<br />
298
1551. Pertevüm düşse ger benüm «âke<br />
İrişür başı evc-i eflâke<br />
1552. Rehber oldum Sikender’e nâgâh<br />
Gitdi târµke olmadı güm-râh 600<br />
1553. ~â√ibem ki irür ser-i §adra<br />
İrişür gâhi leyle-i …adre<br />
1554. Zehr-i mâr-ı πama benem tiryâk<br />
¡Asker-i «üzne tµπ-i âteş-nâk<br />
1555. Baπlaram şµr-i πâr-ı pençe-güşây<br />
Târ-mâr eylerem niçe âlây<br />
1556. ‰âli¡üm necmi çünki tâbende<br />
Cümle «al…-ı cihân baña bende<br />
1557. Gül-i gülzâr-ı bâπ-ı sal†anatem<br />
Bülbül-i gülsitân-ı menzületem<br />
1558. ◊â§ılı eşref-i …amu «al…em<br />
Ser-te-ser nûra mihr-veş πar…em<br />
1559. Da«ı bunuñ gibi niçe «a§let<br />
Rû√-ı pür-√ikmete didi devlet<br />
1560. Sözini ¡â…ıbet tamâm itdi<br />
Cümleden kendüni hümâm itdi 601<br />
57-A İ¡TİRÂ≤-I RÛ◊-I PÜR-◊İKMET<br />
600 olmadı: oldı SK<br />
601 kendüni: kendüyi İÜ2, SK<br />
602 mi&âl-i: mi&âli SK<br />
1561. Devlet-i kâmrân-ı ¡alµ-şân<br />
Rû√a bu vech-ile idince beyân<br />
1562. Didi rû√-ı şerµf-i ≠ü’l-ef≥âl<br />
Kelimâtuñ mi&âl-i âb-ı zülâl 602<br />
1563. Dürlü ta√…µ…i eyledüñ rûşen<br />
Bikr-i ma¡nâya vâ§ıl olduñ sen<br />
299
1564. Lµk ben eylerem saña da«li<br />
Ger vücûduñda bulmışam «aleli<br />
1565. »al…a πâyetde bµ-vefâsın sen<br />
¡Unf-ıla gâhi pür-cefâsın sen<br />
1566. Gerçi bir şehr-yâr-ı ¡âlemsin<br />
Melik-i kâm-kâr-ı ¡âlemsin<br />
1567. Câhuña her kim oldı müstaπra…<br />
Görmedi bu cihânda va√det-i ◊a…<br />
1568. Çâh u ¡izzetle itme ¡ar≥-ı kemâl 603<br />
Sal†anat ¡âlem içre «âb u «ayâl 604<br />
1569. ¢alduñ ol dâm-ı bend-i şöhretde<br />
Ya¡ni …ayd-ı belâ-yı ke&retde 605<br />
1570. Çâh-ı ke&retde √abs olan mef…ûd<br />
Göremez cân göziyle rûy-ı şühûd<br />
1571. ~â√ibüñ cümle ehl-i dünyâdur<br />
Cümleten πâfilân-ı ¡u…bâdur<br />
1572. Görseler bir fa…µr ü ma@lûmı<br />
◊üzn-i fa…r-ıla …alb-i maπmûmı 606<br />
1573. Bâd-ı §ar§ar gibi mürûr eyler<br />
Ki †o…ınmaz geçer ¡ubûr eyler<br />
1574. Şöhret ü câh u ¡izzet-i dünyâ<br />
Ehl-i ta√…µ… aña dir ejderhâ<br />
1575. Gûyiyâ ejderest ân der-i πâr<br />
Nereved ¡â…ilân ber-der-i πâr<br />
57-B 1576. Kim ya…µn olsa mâr-ı &u¡bâna 607<br />
Düşer ol lâcerem πam-ı câna<br />
603<br />
Çâh: Câh İÜ2, SK // Çâh u: Câh-ı SK<br />
604<br />
«âb: «âr SK<br />
605<br />
…ayd-ı belâ: …aydı bâlâ İÜ1 // …aydı belâ SK<br />
606<br />
…alb-i : …albi İÜ2, SK // fa…r ile: fa…µr ile SK<br />
607 mâr: nâr SK<br />
300
608 Şem¡ : Nâr SK<br />
609 mül√a…: mu√alla… SK<br />
1577. Saña maπrûr olan belâya düşer<br />
Saña meftûn olan ¡ınâya düşer<br />
1578. Şâh râh-ı »udâ’da reh-zensin<br />
Mâni¡-i va§l-ı ◊a… olan sensin<br />
1579. Gerçi mir’ât-i pâksin zµbâ<br />
Görmedi kimse sende rûy-ı vefâ<br />
1580. Ger ya…µn olsa saña bir âdem<br />
Şem¡ gibi ya…arsın anı o dem 608<br />
1581. ¡Iyş-ıla menzilüñ çü cây-ı sürûr<br />
Nµş-ile lµk «âne-i zenbûr<br />
1582. ~ûretâ görinürsün ehl-i πınâ<br />
Ma¡nada lµk müflis ü ednâ<br />
1583. Sensin ol …adr-i ¡ârifi nâsı<br />
Bilemezsin me…âdir-i nâsı<br />
1584. ¢anda var-ısa bir rezµl-i a√ma…<br />
Na@aruñ aña eyledüñ mül√a… 609<br />
1585. İrişürsün §abâ gibi cehle<br />
◊ı≥r gibi irüşmedüñ ehle<br />
1586. Ek&eriyâ cihânda nâdânuñ<br />
Sen varırsın ayaπına anuñ<br />
1587. ~â√ibüñ gerçi şâd u «andândur<br />
»âne-i …albi lµk virândur<br />
1588. Dünyede aπlayan olur «andân<br />
Bunda «andân olan olur giryân<br />
1589. Senüñ-ile olan velµ şeh olur<br />
¢ah…aha-y-ıla ¡ömri gû-teh olur<br />
1590. Yimek içmek olupdurur saña iş<br />
Dürlü «ûn ekline bilersin diş<br />
301
58-A 1591. Oldu saña «ayâl-i dünyâ dâm<br />
İdemezsün riyâ≥ete i…dâm<br />
1592. ‰ama¡ u kibriyâ-durur hünerüñ<br />
◊ased ü √ı…d u ¡ucbdür na≥aruñ<br />
1593. Var başuñda πurûr-ı Fir¡avnµ<br />
Pes irür mi saña ◊a…’uñ ¡avni<br />
1594. Bu §ıfât-ı zemµme şâyia¡dur<br />
Vu§lat-ı √a……a cümle mâni¡adur<br />
1595. Lâyı… olmadı saña ve’l-√â§ıl<br />
Ululu… gel geçinme hiç fâ≥ıl<br />
1596. Rû√-ı pür-√ikmet-i emµr-i sü«an<br />
Virdi ma¡…ûlle cevâb-ı √asen 610<br />
1597. İ¡tirâ≥ına …â’il oldı …amu<br />
◊ükmine râ≥ı oldu ehl-i nµgû<br />
1598. Ser-fürû …ıldı her biri zµbâ<br />
Bâπ-ı cennetde gûyiyâ †ûbâ<br />
1599. Cümlesi buldular tesellâyı<br />
Añladılar rumûz-ı ma¡nâyı<br />
¡A¢L U ¡İLM Ü ◊İLM Ü DEVLET RÛ◊-I PÜR-◊İKMET ±EVÌ-◊AYRETDEN<br />
TEMENNÂ-YI NA~Ì◊AT İDÜP RÛ◊ DA»I ANLARA NA~Ì◊AT-I ◊İKMET-ÂMÌZ<br />
İTDÜGİDÜR ±İKR OLINUR 611<br />
1600. Devlet anuñ ki bir §afâ-kânı<br />
Menba¡-ı lu†f u cûd-ı süb√ânı<br />
1601. ◊âmi-i dµn ü ¡âlim ü ¡âmil<br />
Hâdi-i râh u mürşid-i kâmil<br />
1602. Pµşvâ-yı delµl râhı olur<br />
◊âfı≥ u nâ§ır u penâhı olur<br />
1603. Râh-ı ◊a……’a ider anı irşâd<br />
Gelür aña şühûde isti¡dâd 612<br />
610 √asen: a√sen SK<br />
611 ¡İLM Ü ◊İLM: ◊İLM Ü ¡İLM İÜ2 // ±İKR OLINUR: İÜ2, SK’de yok. // ANLARA NA~İ◊AT:<br />
PEND Ü NA~İ◊AT SK<br />
302
58-B 1604. ¡Aş…ını ◊a… aña müyesser ider<br />
Nâr-ı ¡aş…-ıla mâsivâyı ya…ar<br />
1605. Yetecellâ √aşâhu bi’n-nûr<br />
Yetecellâ li-…albihi’t-†ûr 613<br />
1606. Rav≥a-i …albine ider cârî<br />
Sû-be-sû cûy-bâr-ı envârı<br />
1607. Ma¡rifetle †olar sefµne-i dil<br />
Dürr-i ma¡nâ-y-ıla «azµne-i dil<br />
1608. Fey≥ olur sırrına levâyi√-i πayb 614<br />
Durur anda dür-i fevâyi√-i πayb<br />
1609. Uyarup dilde şem¡-i rû√ânı<br />
Cem¡ ider «â†ır-ı perµşânı<br />
1610. ¡Ârif-i sırr-ı men-¡aref olur ol<br />
~adef-i lü’lü’-i şeref olur ol<br />
1611. Ber… urup dilde ma¡rifet nûrı 615<br />
Keşf ider gâhi sırr-ı mestûrı<br />
1612. Bir …ula eylese hidâyet-i ◊a…<br />
Kerem ü fa≥l-ıla ¡inâyet-i ◊a…<br />
1613. Hemdem-i nâ§ı√-ı şeri¡at olur<br />
Ma√rem-i mürşid-i †arµ…at olur<br />
1614. Sebeb-i inşirâ√ı aña »udâ<br />
Sev… ider ya¡ni mürşid-i dânâ<br />
1615. Şer√ olup §adrı hemçü «ayr-ı beşer<br />
¢albine pertev-i ilâhi düşer<br />
1616. Zeyn olur √ilye-i şerâyi¡-ile<br />
¢albi rûşen olur levâmi¡-ile<br />
1617. Çünki rû√-ı şerµf-i ehl-i &evâb<br />
Virdi ol ¡a…l u ¡ilm ü √ilme cevâb<br />
612 aña: ol dem SK<br />
613 Beyitin anlamı: İçine O’nun nuruyla ateş düşer / dolar; Onun kalbine de Tûr tecelli eder.<br />
614 Fey≥ olur sırrına: Fey≥ olursa ne SK<br />
615 nûrı: yüzi SK // urup: urur SK<br />
303
1618. Devlete da«ı virdi ru√-ı şerµf<br />
Vech-i ma¡…ûl-ıla cevâb-ı la†µf<br />
59-A 1619. Her biri olmış idi deryâ-cûş<br />
Oldı bülbül gibi …amusı «amûş<br />
616 «â†ır-ı: «â†ırı SK<br />
617 dürr ü: dürr-i SK<br />
1620. Dürlü esrâr-ı √ikmet-ile revân<br />
Pµr-i rû√ itdi anları √ayrân<br />
1621. İçirüp âb-ı √ikmeti bulara<br />
¢odı cûy-veş …amusı yüzi yire<br />
1622. Cümlenüñ gitdi …asvet-i …albi<br />
Bildi her biri √ikmet-i Rabbi<br />
1623. Gördiler inşirâ√-ı §adrı revân<br />
Dilleri oldı gün gibi tâbân<br />
1624. Buldılar çünki «â†ır-ı cem¡i 616<br />
Her biri oldı ma¡rifet şem¡i<br />
1625. Didiler cümle ey velµyyu’llâh<br />
Âsmân-ı …ulûbe sensin mâh<br />
1626. Sözlerüñ cümleten çü fikr-i §a√µ√<br />
Lâ-cerem her birisi na§§-ı §arµ√<br />
1627. Kelimâtuñ …amu dem-i ¡Ìsâ<br />
Eyledi mürde dilleri i√yâ<br />
1628. ±ât-ı pâküñ çü …ulzüm-i zâ«ir<br />
Sü√anuñ dürr ü lü’lü’-i bâhir 617<br />
1629. Göñlümüz rûşen oldı nûruñla<br />
Gözümüz aydın oldı nûruñla<br />
1630. Tamam eksüklügümüzü bildüñ<br />
Seyl-i kibri dµdeden sildüñ<br />
1631. İsterüz lµk biz cenâbuñdan<br />
Âstân-ı felek-me’âbuñdan<br />
304
1632. ¢ılasın bize bir na§µ√at-ı nev<br />
~alasun mihr-veş bize pertev<br />
1633. Nerm ola tâ ki …albimüz bi’t-tâm<br />
Ki afitâbla pu«te olur «âm 618<br />
59-B 1634. Pµr-i rû√ itdi çünki bu sözi gûş<br />
Bahr-i a«≥ar gibi itdi cûş u «urûş 619<br />
1635. Didi ey †âlibân-ı râh-ı sedâd<br />
İnne hâdin leküm lebi’l-mir§âd 620<br />
1636. ∏ırre olmañ ma¡ârif ü fa≥la<br />
Fehm-i tµz ü selâmet-i ¡a…la<br />
1637. Bu cihân içre «od-nümâ olmañ<br />
~â√ib-i kibr yâ riyâ olmañ<br />
1638. Her kişi ¡aybına olup ¡ârif<br />
∏ayri ¡aybına olmasun vâ…ıf<br />
1639. Devlet ol kimsenüñ buyurdı Resûl<br />
Ola her dem ¡uyûbına meşπûl<br />
1640. Ene «ayrun diyüp ¡azâzil-i şûm 621<br />
Kendüyi eyledi recµm ü @alûm<br />
1641. Oldı dergâh-ı ≠ü’l-minenden dûr<br />
Ebedµ ra√met itmez aña ∏afûr<br />
1642. Görmek isterseñüz o ma¡nâyı<br />
Ya¡ni envâr-ıla tecellâyı<br />
1643. Benligi terk idüñ ¡ale’l-ı†lâ…<br />
Eyleye tâ ki sizde nûr işrâ…<br />
1644. İtmeyince vücûduñuz ifnâ<br />
Göremezsüz cemâl-i bµ-hemtâ<br />
618<br />
olur «âm: olur bes «âm SK<br />
619<br />
cûş u: cûş-ı SK ; Bu beyit aruza uymamaktadır. “gibi itdi” sözü “gibiydi” şeklinde yazılırsa sorun<br />
ortadan kalkar.<br />
620<br />
Mısra Türkçeye “Sizi hidayete erdiren (doğru yolu gösteren) sizi daima gözetlemektedir.”şeklinde<br />
tercüme edilebilir. “lebi’l-mir§âd” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
621<br />
“Ene «ayrun” ifadesi için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
305
1645. Kendüñüz fa≥lla ögüp §atman<br />
»âb-ı πafletle dâ’imâ yatman<br />
1646. Gelmesün size i«tilâl-ı fütûr 622<br />
Fehm ü ferhenge olmañuz maπrûr<br />
1647. ◊ased ü √ı…d u kibr ü kµni müdâm<br />
Terk idüñ olasuz ≠evi’l-ikrâm 623<br />
1648. Mev…i¡inde √amûl olup ≠elili<br />
Terk idüñ nefsiñüzden ol «aleli<br />
60-A 1649. ±elil ü mi√net-ile ferş olmañ<br />
Sebeb-i inhidâm-ı ¡arş olmañ<br />
1650. Eyleyüp ifti√ârı ¡izzetle<br />
Şevket ü fa«r-ı câh u selvetle<br />
1651. Fu…ara «ayline √a…âret-ile<br />
Na@ar itmeñ da«ı ihânet-ile<br />
1652. Mümkinâtuñ vücûdı nâ…ı§dur<br />
Künh-i ≠âta şühûdı nâ…ı§dur<br />
1653. ◊a≥ret-i ◊a… …amudan a…desdür<br />
Na…§la na…≥dan mu…addesdür<br />
1654. ◊ayy u ¢uddûs ü Râ√im ü Ra√mân<br />
Ol-durur Rabb u ¢âdir ü Süb√ân 624<br />
1655. ∏ayr o ≠ü’l-celâl u «âli… nist<br />
Med√-râ cüz «udâ-yı lâyı… nist<br />
1656. Size lâyı… budur ki dünyâda<br />
Viresüz hep vücûduñuz bâda<br />
1657. Bilesüz dâ’imâ …usuruñuzu<br />
Añlayasuz …amu fütûruñuzu<br />
1658. Añlasa bir kişi …u§ûrın ger<br />
Men ¡aref remzin ol müdâm añlar<br />
622<br />
i«tilâl-ı : i«tilâl ü İÜ2 // i«tilâl-ı : i«tilâf u SK<br />
623<br />
Terk idüñ: Terk idüp SK<br />
624<br />
¢âdir ü: “¢âdir-i İÜ2, SK // ¢uddûs ü: ¢uddûs-ı SK<br />
306
1659. Bâ†ınµ bedri ber-kemâl olur<br />
Ma@har-ı nûr-ı ≠ü’l-cemâl olur<br />
1660. Bulur ol fâyi≥ât-ı Ra√mânı<br />
Görür ol lâyi√ât-ı Süb√ânı<br />
1661. Çün tamâm eyledi na§µ√atı rû√<br />
Bâb-ı irşâdı eyledi meftû√<br />
1662. Pendi anlara eyledi te’&µr<br />
Oldılar pµr-i rû√a ol dem esµr<br />
1663. Emrini †utdı bu ulü’l-eb§âr<br />
Her biri oldı zübde-i ebrâr<br />
60-B 1664. Dilleri πıll u πışdan oldı ¡arµ<br />
Kibr ü √ı…d u √asedden oldı berî 625<br />
1665. Oldılar nûr-ı ◊a…’la tâbende<br />
Fi’l-me&el «âver-i dıra«şanda<br />
1666. Aldılar cümle bûy-ı Rû√u’llâh<br />
Nitekim gülşen-i riyâ≥-ı İlâh<br />
1667. Buldı her biri devlet-i sermed<br />
Ya¡ni lu†f-ı İlâh u cûd-ı §amed<br />
1668. Bulsa bir kişi mürşid-i kâmil<br />
Olur elbette ◊a……’a ol vâ§ıl 626<br />
1669. ‰urma cehd eyle †urma ey †âlib<br />
Bir mükemmel vücûda ol râπıb<br />
1670. Sa¡y eyle pµr-i mürşid-i dânâ<br />
Bulagör ya¡ni ehl-i …alb-i §afâ<br />
1671. Seni tâ vâ§ıl-ı murâd ide ol<br />
¢albüñi bir nefesde şâd ide ol<br />
»ÂTİMETÜ’L-KİTÂB<br />
1672. ◊amd-ı bµ-√ad ki bu kitâb-ı hümâm<br />
¡Avn-ı ◊a……-ıla oldı bedr-i tamâm 627<br />
625 √ı…d u √asedden: √ı…dın √asedin SK<br />
626 İÜ1 nüshasında mısra “Olur ol elbette ◊a……a vâ§ıl” biçimindedir ve aruz ölçüsüne uymamaktadır.<br />
307
1673. Gülşen-i fikretümde bir güldür<br />
Dil-i nâşâdum aña bülbüldür<br />
1674. Fi’l-me&el bu ni@âm-ı bµ-hemtâ<br />
‰âlib-i ◊a……’a ¡urve-i vu&…a<br />
1675. ªâhirµ zµnetiyle ârâste<br />
Bâ†ınµ √ikmetiyle pµrâste<br />
1676. Bu kitâb-ı şerµf-i pür-gevher<br />
Gûyiyâ §ûfi-i §afâ-perver<br />
1677. Erba¡µn içre olmayup πâfil<br />
‰ıfl-ı ma¡nâyı eyledi kâmil<br />
61-A 1678. Şâhid-i ma¡na anda şem¡-i ≥iyâ<br />
»a††ı gûyâ ki dûd-ı ¡anber-sâ<br />
1679. Beyti beyt-i cinân-ı lâ-yeblâ 628<br />
◊ûr-ı ¡ayn anda şâhid-i ma¡nâ<br />
1680. Ba√ri bahr-i mu√µ†-i deryâ-bâr<br />
Se†ri emvâc-ı …ulzüm-i ze««âr<br />
1681. Dürr-i nâ-süfte idi her sü«anı<br />
Deldi elmâs-ı tµz-†ab¡um anı<br />
1682. Burc-ı †ab¡ım ki evc-i nûrânµ<br />
ªâhir itdi bu necm-i ra«şânı<br />
1683. ~adef-i dilde bu-durur derdi 629<br />
Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi 630<br />
1684. Bu nigâra yoπ idi bir nµreng<br />
Na…ş …ıldı «ayâl-i pür-ferheng<br />
1685. Va…t-i gülşende dilber-i ma¡nâ<br />
∏once gibi ni…âbın açdı baña<br />
1686. Ka¡be gibi giyürdüm ana siyâh<br />
Şeb-i deycûr içinde oldı çü mâh<br />
627<br />
bedr: bed SK<br />
628<br />
“lâ-yeblâ” sözü için tezin “4.3.1. Âyetler” bölümüne bakınız.<br />
629<br />
derdi: düri SK<br />
630<br />
Derc-i gencûr-i cimde §an dür idi : Lµk πavvâ§-ı †ab¡um aldı anı SK<br />
308
1687. Müşg-i ter eyledüm kelâlesini<br />
La¡l-i nâb eyledüm o lâlesini<br />
1688. Bir siyeh-çerde nârven-…âmet<br />
Eyledi ol nigâra çok «idmet<br />
1689. Dürlü diller döküp o meh-rûya<br />
¡Â…ıbet anı çekdi pehlûya<br />
1690. Ta«t-ı sµmµne geçdi ol server<br />
Yüridi √ükmi ¡âleme yekser<br />
1691. Va…t-i gülşende ¡ar≥ idüp dµdâr<br />
Aña nâm oldı Gülşen-i Efkâr<br />
1692. Tercüme §anma anı ve’l-√â§ıl<br />
Bikr-i ma¡nâya olmışam vâ§ıl<br />
61-B 1693. Mihr-i dil §aldı ¡âleme pertev<br />
ªâhir oldı yine bu …ı§§a-i nev<br />
1694. Silk-i na@ma getürdüm anı revân<br />
±ev… ala tâ ki zümre-i rindân<br />
1695. Ola kim sâlike ola hâdî 631<br />
Ehl-i tev√µde ide irşâdı<br />
1696. Kimde kim ola fehm ü ¡a…l-ı selµm<br />
Vech-i ma¡…ûlu eyler ol teslµm<br />
1697. ~arf ide ger selâmet-i ¡a…lı<br />
Kendüye mürşid eyler ol na…li<br />
1698. ¢u†b-ı ¡âlem ki ◊a≥ret-i Monlâ<br />
Rüşd içün itdi Me&nevµ peydâ<br />
1699. Tâ ola sâlike †arµ…-i sedâd<br />
¢ı§§adan √i§§e ala ehl-i reşâd<br />
1700. Ey Kerµm ü Ra√µm ü ±ü’l-ikrâm<br />
Vey ∏afûr u Şekûr u ±ü’l-in¡âm<br />
1701. A√med’üñ cebhesinde nûrı içün<br />
Ol kelµmüñ ma…âm-ı ‰ûrı içün<br />
631 Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. Ola kim: Ol kim: İÜ1 ; Olsa kim: İÜ2<br />
309
1702. Bu kitâbı zamân-ı √aşre degin<br />
Dâim ü &âbit eyle neşre degin<br />
1703. Ehl-i tev√µde rehnümâ ola ol<br />
Ehl-i ¡irfâna pµşvâ ola ol<br />
1704. Lâ-cerem görmez anı tµre-≥amµr<br />
Görinür aña bir denµ vü √a…µr<br />
1705. Ba…ar aña ta¡a§§ub-ıla denµ<br />
Çöp …adar kirpigine a§maz anı<br />
1706. Bu me¡ânµyi ehl-i √âl añlar<br />
Kâşif-i remz olan ricâl añlar<br />
1707. Şeb-pere dµde mihr-i işrâ…ı<br />
Göremez şa¡şa¡ân-ı berrâ…ı<br />
62-A 1708. Mil çek gözlerine nâdânuñ<br />
Görmesün tâ ki ¡aybını anuñ<br />
1709. ≤arar irgür o çeşm-i bµnâya<br />
Keç-na@ar itmesün bu ma¡nâya<br />
1710. Bilmeyüp da«l iderse bir ¡âmi<br />
Dâs olup ¡ömrini kese lâmı<br />
1711. Elifi ola gözine gönder<br />
Dâlı dal ide …âmetin çenber<br />
1712. Tµşe ola başına her cµmi<br />
Da«ı gürz-i girân ola mµmi<br />
1713. ◊â vü yâ gibi ola …addi dü-tâ<br />
¢atline râsı ola «ançer ü yâ<br />
1714. Defter-i ¡ömrini anuñ †ay it<br />
Ehl-i ◊a……’ı müdâmı sen √ay it<br />
1715. Ola kim bu du¡âyı «ayrla şâd<br />
İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd 632<br />
632 Bu mısra İÜ1 nüshasında aruza uymamaktadır. İdeler rû√-ı Şâni’yi dilşâd: İdeler Şâni-i rû√(ı) dilşâd :<br />
İÜ1<br />
310
1716. Ki cihân bir fenâ-yı mu†la…dur<br />
Fera√ı cümle «üzne mül√a…dur<br />
1717. Saña lâyı… budur ki bir eyü ad<br />
İdesün anuñ-ıla rû√uñı şâd<br />
1718. ~añmañuz bu cihânı cây-ı sürûr<br />
Saña şâhid yeter çü ehl-i …ubûr<br />
1719. ‰urma ≠ikr it fenâ-yı gerdûnı<br />
Sµm ü dµnâruñ olma meftûnı 633<br />
1720. Pür-cefâdur bu çar«-i nµlµ-reng<br />
Her şihâbı cihâna tµr ü «adeng<br />
1721. ~ub√ dek göz deger saña her şeb<br />
Cânuñ almaπa gökde her kevkeb<br />
1722. Neydügin añladuñsa dünyânuñ<br />
Bµ-&ebât u …arârını anuñ<br />
62-B 1723. Göregör ¡âlem içre rûy-ı ya…µn<br />
Kendüñi ehl-i sırra eyle …arµn<br />
633 Sµm ü: Sµm-i SK<br />
634 Çeşm-dârum: Çeşm-dârumuz SK<br />
1724. ¡Â…ıbet terk olur «arâb-âbâd<br />
»irmen-i ¡ömrümüz olur berbâd<br />
1725. Yâ İlâhi …amudan ekremsin<br />
Ecvedü’l ecvedµn ü er√amsın<br />
1726. Urmışam yüz cenâb-ı √azretüñe<br />
Çeşm-dârem kemâl-i ra√metüñe 634<br />
1727. ¡Aş…uñı rû√uma enµs eyle<br />
Lu†fuñı aña hem celµs eyle<br />
1728. Dem-i â«irde †û†i-i cânum<br />
‰ayerân ide saña süb√ânum<br />
1729. Eyleme mesken aña nâsûtı<br />
Âşiyân eyle …urb-ı lâhûtı<br />
311
1730. O…ıyup bu du¡âyı ehl-i ya…µn<br />
Umarum cân-ıla diye âmµn<br />
( İşbu biñ yüz yigirmi dört şevvâlü’l-mükerreminde bizüm A…√i§ar ~aru«an’dan<br />
Beliklizâde »alµl Efendi’den alup nüshasın bizüm (...)baba Mehmed (...) on beş günde<br />
ta√rµr eylemişdür İstanbul’da devlet-i ¡aliyye Edirne’ye revân olduπı va…t ) 635<br />
635 Bu müstensih kaydı sadece SK nüshasının sonunda vardır.<br />
312
KAYNAKÇA<br />
Abdürrezzak Kâşânî (2004), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü -Letâifü’l-a’lâm fî işarâtı<br />
ehli’l-ilhâm- ,çev. Ekrem Demirli, İz Yay., İstanbul.<br />
AÇA, Mehmet, H. GÖKALP, İ. KOCAKAPLAN (2009), Başlangıçtan Günümüze Türk<br />
Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, Kriter Yay., İstanbul.<br />
AÇIL, Berat (2010), Onaltıncı Yüzyıla Ait Alegorik Bir Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i,<br />
Boğaziçi Üniversitesi SBE, İstanbul (Basılmamış Doktora Tezi).<br />
AKKUŞ Mehmet, Ali Yılmaz (2006), Sefîne-i Evliyâ I-V, Kitabevi Yay., İstanbul.<br />
Âsım Efendi (H. 1305), Kâmûs Tercemesi I-III, İstanbul<br />
ALPARSLAN, Mevlüde (2007), İbrahim Şânî El-Lârendevî’nin Gülşen-i Efkâr<br />
Mesnevisi (Metin-Muhtevâ-Tahlil), DEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir<br />
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).<br />
BALTACI, Cahit (1976), XV- XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Teşkilât/ Tarih,<br />
İrfan Matbaası, İstanbul.<br />
BANARLI, Nihad Sâmi (2001), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II. , MEB.Yay.,<br />
İstanbul.<br />
BATİSLAM, H. Dilek (2000), “Divan Şiiriyle Halk Şiirinde Ortak Bir Söyleyiş Biçimi<br />
(Mürâca'a-Dedim-Dedi)”, Folklor/Edebiyat, C.VI, S.22, Ankara, s. 201-211)<br />
CEBECİOĞLU, Ethem (2009), Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul.<br />
COŞKUN, Menderes (2006), “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare<br />
ve Alegori”, Bilig, Yaz-2006, sayı 38 (s.51-70)<br />
ÇAPAN Pervin (2006), Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü'l-âsâr min Feva'idi'l-eş'âr), AKM<br />
Yay., Ankara.<br />
ÇELEBİOGLU, Âmil (1983), “Türk Edebiyatında Manzum Dînî Eserler”, Hacettepe<br />
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi (Şükrü Elçin Armağanı), Ankara,<br />
1983, s. 153-166.<br />
DEVELLİOGLU, Ferit (1997), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi<br />
Yay., 14. Baskı, Ankara.<br />
DİLÇİN, Cem (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yay., Ankara.<br />
DOĞAN, Ahmet (2004), “Hüsn ü Aşk’ta Sembolik Anlatım”, Fırat Üniversitesi<br />
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 9:1, 2004, s. 87–98.<br />
313
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî (1996), Taberî Tefsiri, çev. Kerim Aytekin-<br />
Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul.<br />
GENÇ, İlhan (2000), Esrar Dede-Tezkire-i Şu'arâ-yı Mevleviyye, AKM Yay., Ankara<br />
İPEKTEN, Haluk vd., (1988), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü,<br />
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara.<br />
İSEN, Mustafa (1994), Künhü’l-ahbar’ın Tezkire Kısmı, AKM Yay., Ankara.<br />
KABAKLI, Ahmet (1966), Türk Edebiyatı, C. 2, Türkiye Yay., Ankara.<br />
KARA, Mustafa (1996), “Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatler”, Osmanlı<br />
Ansiklopedisi, İz Yay., C. I, s. 191, İstanbul.<br />
KARA, Mustafa(1999), Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, Dergâh Yay., 5. Baskı, İstanbul,<br />
s. 191.<br />
KARAMAN, Hayrettin, A. Özek, İ. K. Dönmez, M. Çağrıcı, S. Gümüş, A. Turgut<br />
(2004), Türkiye Diyanet Vakfı Kuran-ı Kerim Meâli, Türkiye Diyanet Vakfı<br />
Yay., Ankara.<br />
KARTAL, Ahmet (2008),“Türkçe Mesnevîlerin Tertip Özellikleri”, Şiraz’dan<br />
İstanbul’a Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, Kriter Yay.,<br />
İstanbul, s. 529-576.<br />
KILIÇ, Filiz (1994), Âşık Çelebi-Meşâ’irü’ş-Şu’arâ (İnceleme Tenkitli Metin),<br />
Basılmamış Doktora Tezi, GÜ SBE, Ankara.<br />
KİLİNÇLİ, Sami (2007), Akıl ile İlgili Hadislerin Tespit ve Tenkidi, Çukurova<br />
Üniversitesi SBE, Adana (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).<br />
KÖKSAL, M. Fatih (1997), “Tahkiyeli Bir Eser Olarak Taşlıcalı Yahyâ'nın Şâh u Gedâ<br />
Mesnevisi”, Türklük Bilimi Araştırmaları (Prof. Dr. Kaya Bilgegil<br />
Armağanı), S. 5, s. 245-282.<br />
KÖKSAL, M. Fatih (2003), Yenipazarlı Vâlî - Hüsn-i Dil (İnceleme-Tenkitli Metin),<br />
Kitabevi Yay., İstanbul.<br />
KÖKSAL, M. Fatih (2003), Ravzâtü’l-envâr, Kitabevi Yay., İstanbul.<br />
KÖKSAL, M. Fatih (2006), “Münazara”, TDVİA, C. 31, İstanbul, s. 576-581.<br />
KURNAZ Cemal, M. TATÇI (2000), Osmanlı Müellifleri (Bursalı Mehmed Tahir) (I-<br />
III), Ankara.<br />
KUTLUK, İbrahim (1989), Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-Şu’arâ, TTK Yay.,<br />
Ankara<br />
314
KÜLEKÇİ, Numan, XI-XX. Yüzyıllar El Yazması Metinler ve Özetleriyle Mesnevî<br />
Edebiyatı Antolojisi, Aktif Yayınevi, Erzurum 1999.<br />
Kütüb-i Sitte, http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/kutubi_index1.htm<br />
Lârendeli Şânî, Gülşen-i Efkâr, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si , Hacı Mahmud Efendi,<br />
Nu:3731.<br />
----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez <strong>Kütüphane</strong>si, Nadir Eserler, Nu:3040.<br />
----------, Gülşen-i Efkâr, İÜ Merkez <strong>Kütüphane</strong>si, Nadir Eserler, Nu:1917.<br />
---------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Sehid Ali Pasa,<br />
Nu: 2164.<br />
----------, el-İfsâh fî Şerhi Şevâhidi’l-Miftâh, Nûruosmaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Nu:4464.<br />
----------, Manzûme-i Avâmil, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Şehit Ali Pasa, Nu: 2573/1.<br />
----------, Mir’atü’s-Safâ, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmalar.<br />
, Nu:59.<br />
----------, Mir’atü’s-Safâ, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si , Esad Efendi, Nu: 1478.<br />
----------, Risâle fi’s-Semâvâti ve’l-Erdîn ve mâ Fîhinne, Bayezid <strong>Kütüphane</strong>si,<br />
Nu:5291.<br />
----------, Zerî’atü’l-Ebrâr fî Na’ti’n-Nebiyyi’l-Muhtâr, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Esad<br />
Efendi, Nu:3782.<br />
----------, El-Ucâle, Millet <strong>Kütüphane</strong>si, Feyzullah Efendi, Nu: 981.<br />
LEVEND, Agâh Sırrı (1998), Türk Edebiyatı Tarihi, 4. Baskı, TTK Yay., Ankara.<br />
--------------- (1984), Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul.<br />
Mehmed Süreyya (H.1308), Sicill-i Osmâni veya Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniye I-IV,<br />
İstanbul.<br />
MENGİ, Mine (2003), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, 9. Baskı, Ankara.<br />
Müstakim-zâde Sa'deddin Süleyman b. Muhammed Emin, Mecelletü'n-Nisab fi'l-esma<br />
ve'l-künâ ve'l-elkâb, Süleymaniye <strong>Kütüphane</strong>si, Halet Efendi, Nu: 628.<br />
ÖZCAN, Abdülkadir (1989), Şakâyık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri, Hadâiku’l-Hakâyık fî<br />
Tekmîleti’ş-Şakâyık, İstanbul.<br />
ÖZKIRIMLI, Atilla (1991), Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Altın KitaplarYay.,<br />
İstanbul.<br />
ÖZTÜRK, Ali (2003), XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, (Yayımlanmamış<br />
Doktora Tezi), AÜ, SBE, Ankara.<br />
315
PALA İskender (2005), “kenz-i mahfî” Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,<br />
14. baskı, İstanbul.<br />
------------- (1996), "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yay. İstanbul C. 2, s.<br />
158.<br />
SOLMAZ, Süleyman (2005), Ahdî ve Gülşen-i Şu'arâsı (İnceleme-Metin), AKM Yay.,<br />
Ankara.<br />
Said Halim Paşa (2008), “İslam Cemiyetinin Tanzimine Dair Bazı Notlar, İslâm’da<br />
Teşkilât-i Siyasiye”, hzl. Ömer Hakan Özalp, Söz ve Adalet Dergisi, Yıl: 1,<br />
S. 5, s. 60-69.<br />
Şemseddin Sâmi (1996), Kâmûsu’l-A’lâm I-VI (Tıpkı basım), Kaşgar Neşriyat, Ankara.<br />
Şemseddin Sâmi (H. 1317), Kâmûs-ı Türkî, Dersaâdet Matbaası.<br />
ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (2002), XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde<br />
Edebî Tasvirler, Kitabevi Yay., İstanbul.<br />
TÖKEL, Dursun Ali (2003), Divan Şiirinde Harf Simgeciliği, Hece Yay., Ankara.<br />
TUMAN, Nâil (2001), Tuhfe-i Nâi'lî, hzl. Cemal Kurnaz, M. Tatçı, Ankara.<br />
TUNÇ, Semra (1997), “Dede Ömer Rûşenî” SÜ TAE Türkiyat Araştırmaları Dergisi,<br />
Konya 1997, S.5, s.237-249.<br />
ULUDAĞ, Süleyman (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul.<br />
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (1965), Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı, TTK,<br />
Ankara.<br />
------------ (1995), Osmanlı Tarihi, I-VI, TTK Yay., Ankara 1995.<br />
ÜNVER, İsmail (1986), “Mesnevî”, Türk Dili Dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan<br />
Şiiri), S. 415-416-417, TDK Yay., Ankara, s. 430-563.<br />
ÜNVER, Mustafa (2007), “Nesimi’nin Şiirlerinde Kur’an’a Referans Sorunu”, OMÜ<br />
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.24-25, 2007, s. 119-134.<br />
ÜSTÜNER, Kaplan (2007), Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara.<br />
YAKIT, İsmail, “Semantik Analizler Işığında Kur’an’da “Reyb” ve “Yakîn”<br />
Kavramları”, Kelâm Araştırmaları 1 : 2, 2003, s. 49-56 -internette<br />
yayımlanan hakemli dergi-)<br />
http://www.kelam.org/dergi/sayi012/KADER01202.pdf<br />
YAYLA, Kasım (2002), Kütüb-i Sitte’den 1001 Hadis, Merve Yay., İstanbul.<br />
316
YAZAR, İlyas (2003), "Kastamonlu Dîvan Edebiyatı Şâirleri", II. Kastamonu Kültür<br />
Sempozyumu, Kastamonu Valiliği, Kastamonu Eğitim Fakültesi, Rıfat Ilgaz<br />
Kültür Merkezi, 18-20 Eylül Kastamonu 2003, , s.255-264.<br />
317
KİŞİSEL BİLGİLER<br />
Adı Soyadı: Cengiz Veli KURMUŞ<br />
Doğum Yeri ve Yılı: Adana, 24.01.1977<br />
Medenî Hâli: Evli<br />
ÖZ GEÇMİŞ<br />
Adres : Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,<br />
Balcalı/ADANA<br />
Telefon : 0 505 4030723<br />
e-posta : ckurmus@cu.edu.tr<br />
ÖĞRENİM DURUMU<br />
Yüksek Lisans : 1999-2003, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve<br />
Edebiyatı Anabilim Dalı, Balcalı/ADANA.<br />
Lisans : 1995-1999, Çukurova Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve<br />
Edebiyatı Bölümü.<br />
Lise : 1991-1994, Reyhanlı Lisesi / HATAY<br />
İŞ HAYATI<br />
1999-2000 MEB Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği<br />
2000-2003 Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevliliği<br />
2004-2008 Özel sektörde öğretmenlik<br />
2008- Çukurova Üniversitesi Türk Dili Okutmanlığı<br />
YABANCI DİL<br />
İngilizce<br />
BİLGİSAYAR<br />
MS Windows 98, MS Windows 2000, MS Windows 2000 Server, MS Windows XP, MS Word,<br />
Excel, Access, PowerPoint.<br />
318