Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
09 Serdar Demirel 11 Rasim Özdenören 19 Dr. M. Şerafettin Kalay 25 M. Nureddin Shaban 35 M. Emin Yıldırım<br />
Gelecek, köklere<br />
bağlı gençlerdir.<br />
Üstat Rasim Özdenören<br />
ile hasbihal<br />
Günümüz gençlerinin sık<br />
karşılaştığı fıkhi meseleler<br />
ve çözümleri.<br />
Halep... Efendimiz dönminde<br />
genç olmak &<br />
Sahabe gençliği.
EDİTÖR’DEN<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
KÜÇÜK DÜNYAMIZ<br />
BÜYÜYOR<br />
ESSELAMU ALEYKUM VE RAHME-<br />
TULLAHI VE BEREKATUHU…<br />
ÇOK DEĞERLI OKURLARIMIZ;<br />
BUGÜN, dergimizin ikinci sayısıyla<br />
ilim ve fikir dünyanızın yeniden konuğu<br />
olabilmenin şükrünü yaşıyor ve belki de<br />
bu şükrü eda etmenin bir parçası olarak<br />
bu satırları kaleme alıyoruz. İlk sayımıza<br />
sizlerden gelen yoğun ilgiye ve dergimizin<br />
devamlılığı için olan teşviklerinize<br />
teşekkürlerimizi sunarken belirtmek istiyoruz<br />
ki sizlerin bu ilgisinin bizim küçücük<br />
çabalarımızdan hasıl olanlara değil<br />
de ilme karşı olan sevgi ve duyarlılığınıza<br />
ait olduğunun farkındalığı içerisindeyiz.<br />
Ve pek tabii dergimizin bu sayısını da bu<br />
farkındalığımıza bina ederek hazırladık.<br />
BU sayımızda da yine çok kıymetli<br />
hocalarımızın derin ilimlerinden ve<br />
değerli tecrübelerinden istifade etmeyi<br />
hem kendimiz hem de sizler için gaye<br />
edindik. İstedik ki okurlarımızın büyük<br />
kısmını oluşturan genç kardeşlerimizin<br />
şu içinde bulunduğumuz vakitlerde<br />
verdikleri şerefli nefis mücadelelerine<br />
destek olalım. Bu nedenledir ki dosya<br />
konumuzu ‘’Ahir Zamanda Genç Olmak’’<br />
olarak belirledik ve bildiğimiz, karşılaştığımız<br />
ilmi ve dini problemlere hocalarımızın<br />
ilimlerine başvurarak çözümler<br />
araya başladık. Netice itibariyle kalemle<br />
yazmayı öğreten Rabbimize hamdolsun<br />
ki elinizde tuttuğunuz bu çalışma zuhur<br />
etti. Şimdi ise duamız; burada yer alan<br />
her hangi bir satır veya kelimenin sizlerin<br />
kalbine dokunması, hayatına girmesi<br />
ve aradığı sorulara cevaplar bulabilmesine<br />
vesile olmasıdır.<br />
RABBIMIZ için çıktığımız bu yolda<br />
ikinci sayının bizlere nasib olması hiç<br />
şüphesizdir ki Rabbimizin bize bahşettiği<br />
yolunda işler yapabilme nimetinden<br />
hasıl olan bir şükürdür. Bizden değildir<br />
ancak ve ancak Allahtan lütuftur! Bizlerse,<br />
mübarek İslam aleminde Allah için<br />
yapılan hayırlar bütünündeki küçük bir<br />
zerrenin en küçük parçasına dahil olmak<br />
için çabalamış ama başarmış ama başaramamış<br />
ilmin henüz kapısının gölgesini<br />
üzerinde yeni hissedebilmiş ve o kapıya<br />
nihayet uzanabilecek olan <strong>son</strong> sınıf talebeleriyiz<br />
sadece. Ama Elhamdülillah ki<br />
Rabbimizin ikramıyla bizim küçük dünyamız<br />
büyüyor…<br />
Ve yavaş yavaş arkamızda bırakıyor<br />
5
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
olduğumuz ilme ve ilmi faaliyetlere dair<br />
bu fakültede biriktirdiklerimiz, günden<br />
güne artarak tahayyül edebileceklerimizin<br />
çok üzerinde bir oranla bereketlenmiş<br />
bulunmakta ( Hamd ki ancak<br />
alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur).<br />
Mezuniyete yaklaşırken büyüyen dünyamızın<br />
güzellikleri etrafımızı sarmaya<br />
devam ediyor ve ardımızda bırakacaklarımıza<br />
bugün dergimizin bu sayısı da<br />
ekleniyor. Bizlerde Rabbimizin bize bu<br />
güzel ikramını sizlere sunuyoruz. Tek<br />
beklentimiz odur ki ; Allah yolunda ilim<br />
için hayır için dökülen mürekkebin <strong>son</strong>u<br />
hiç gelmesin! Allah Teala vaktinizi ayırdığınız<br />
her bir satırımız için sizlerden razı<br />
olsun…<br />
DERGI ekibi olarak; öncelikle bizi<br />
dergimiz hususunda desteleyen Sayın<br />
Rektörümüz Musa Duman’a ve Üniversitemiz<br />
SKS Birim Başkanı Kudret DO-<br />
ĞAN’a ve ardından her zaman olduğu<br />
gibi yanımızda olan kulübümüz Saygıdeğer<br />
Danışman Hocası Mahmud Nureddin<br />
SHABAN’a teşekkürlerimizi sunarız.<br />
AYRICA dergimize yazı gönderen ve<br />
bizleri bilhassa misafir ederek dergimize<br />
ilimleri ve kalemleriyle destek olan her<br />
bir hocamıza ayrı ayrı çok müteşekkiriz<br />
Allah kendilerinden ve ilimlerinden razı<br />
olsun.<br />
SON olarak bu dergiye emeği geçen<br />
herkesin Allah, cümlesinden razı olsun<br />
ve say’larını meşkur eylesin.<br />
BIR SONRAKI SAYIMIZDA YENIDEN<br />
BULUŞABILMEK DUASI ILE<br />
Allah’tan taatına yönelmek<br />
için hüsn-i tevfikini<br />
diliyoruz.<br />
6
iLMiHAL<br />
AIŞENUR YILMAZ<br />
MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
SOSYAL MEDYA<br />
İLMİHALİ<br />
*İki melek, insanın sağında ve solunda bulunarak<br />
yaptıklarını yazmaktadır. İnsanın hiç bir<br />
sözü yoktur ki yanında onu gözetleyen yaptıklarını<br />
yazmaya hazır bir melek bulunmasın<br />
(Kaf, 17-18)<br />
Sanal alemde bütün yapıp ettiklerimiz diğer<br />
bütün hal ve hareketlerimiz gibi meleklerin kayıt<br />
defterinde yer alacaktır. İşte bu yüzden gerçek<br />
hayatta da sanal hayatta da her anımızın gözetlendiği<br />
bilinciyle yaşamak zorundayız.<br />
*Yalan, münafıklık özelliğidir.<br />
(Buhari, İman / 164)<br />
Gerçek hayatta yapılmaya cesaret edilemeyen<br />
işlerin, söylenmeye cesaret edilemeyen sözlerin<br />
sahte isimlerle açılan profiller aracılığıyla çok rahat<br />
bir şekilde söylenmesi ve yapılması da insanları<br />
kandırarak yalan söylemektir.<br />
*Sizin en hayırlılarınız görüldüklerinde Allah’ı<br />
hatırlatan adamlardır.<br />
(İbn Mace, Zühd / 4)<br />
İnternette kullandığımız tüm uygulamalar ile<br />
İslam’ı temsil ederek, Allah’ı ve O’nun emirlerini<br />
hatırlatarak Efendimizin tarif ettiği hayırlı insanlardan<br />
olabiliriz.<br />
*İyilik ve takvada yardımlaşın.Günah ve düşmanlıkta<br />
yardımlaşmayın.<br />
(Maide,2)<br />
Sadece sosyal medyadaki paylaşımlarımız<br />
vesilesiyle bile bir haramdan uzak duran ya da bir<br />
farzı yerine getiren takipçilerimizin güzel amellerinden<br />
bir pay da bize yazılacaktır. Aynı şekilde hiç<br />
düşünmeden bir tıkla sebep olduğumuz günah<br />
belki de sınırları aşıp ömrümüz boyunca göremeyeceğimiz<br />
yerlere, ulaşamayacağımız insanlara<br />
ulaşacaktır.<br />
*Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’tan kork.<br />
(Tirmizi, Birr / 55)<br />
Sanal ortamda işlenen günahların normal<br />
hayatta işlenen günahlardan hiçbir farkı yoktur. Bu<br />
sebeple bir Müslüman llah’ın onu her an gözetlediğinin<br />
farkında olmalıdır<br />
*Ey Müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu<br />
alaya almasın.<br />
(Hucarat 11)<br />
Bir müslümanın diğer bir müslümanı korkutması<br />
helal olmaz.<br />
(Ebu Davud, Edeb / 93)<br />
Örneğin, insanların resimleri üzerinde çeşitli<br />
oynamalar yaparak komik duruma düşürmek,<br />
kişilerin zor ve utandırıcı anları ile ilgili fotoğraf ve<br />
videolar paylaşmak, korkutucu ve telaşlandırıcı<br />
mail ve mesajlar yollamak, sahte isim ve profiller<br />
kullanarak insanları korkutmak ve alaya almak gibi<br />
insanların onur ve şahsiyetlerini kırıcı, incitici, korkutucu<br />
şakalar İslam dini açısından uygun değildir.<br />
*Mü’min, insanları kötüleyen, lanetleyen,<br />
kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse<br />
değildir.<br />
(Tirmizi, Birr 48)<br />
7
AIŞENUR YILMAZ – MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
Sosyal medyada küfür ve hakaret içeren yazışmalardan<br />
ve konuşmalardan uzak durulmalıdır.<br />
‘’ Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir<br />
iş ve kötü bir yoldur. ‘’<br />
(İsra Suresi,32.)<br />
İnsan vücudunun sınır tanımadan sergilendiği,<br />
bütün ahlak ve edep kurallarının yerle bir edildiği<br />
görüntüler ve videolar maalesef bugün internet<br />
ortamında sınırsızca yayınlanmakta ve paylaşılmaktadır.<br />
Bu müstehcen görüntüler dinimizde<br />
fuhuş ve zina kavramlarına denk gelmektedir.<br />
‘’ Ey iman edenler, zandan çokça sakının.<br />
Çünkü zannın bir kısmı günahtır. ‘’<br />
(Hucurat Suresi,12)<br />
Sosyal medya aracılığı ile bazı insanlarla ilgili<br />
yayılan bir takım paylaşımlar ve yazılar, bizi gerçek<br />
bilgiye ulaşmadan o kimseler hakkında kötü zanna<br />
düşürebilir.<br />
‘’ Yalan münafıklık özelliğidir. ‘’<br />
İnternet, yalan konusunda insana inanılmaz bir<br />
güven vermektedir. Çünkü nasıl olsa beni bulamaz<br />
ve gerçek kimliğimi öğrenemez düşüncesi<br />
insanı ya eğlence için ya da beğenilme duygusu<br />
için yalana sevk etmektedir.<br />
‘’ Kim benim üstüme kasten yalan isnad<br />
ederse, cehennemde ki yerini hazırlasın. ‘’<br />
(Buhari, İlim / 38 )<br />
Günümüz internet ortamında yalan öyle bir<br />
hale gelmiştir ki Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ile<br />
ilgili bile yalan hadisler üretilmeye başlanmıştır.<br />
Müslümanlar olarak bu konuda çok dikkatli olmak<br />
ve internetten bulduğumuz bir sözün altında<br />
yazan hadis ifadesini gerçek kaynaklara ulaşarak<br />
muhakkak araştırmalıyız.<br />
‘’ Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum<br />
şey, küçük şirk, yani riyadır. ‘’<br />
(Tirmizi, Hudut / 24)<br />
Riyakar insan için beğenilme duygusu hayati<br />
önem taşır. Bunun için günlük hayatı içerisinde<br />
yaptığı ve insanların beğeneceği düşündüğü her<br />
şeyi fotoğraflayarak internete atar. Bir müddet<br />
<strong>son</strong>rada bu durum bir hastalık <strong>hali</strong>ne dönüşür ve<br />
yaptığı her şeyi internete atmak için yapmaya<br />
başlar. Yediği yemeği, o gün ne giydiğini, şuan<br />
nerede olduğunu bile internet ortamında paylaşmaya<br />
başlar. Bir müddet <strong>son</strong>ra yediğini, içtiğini,<br />
giydiğini ve gittiği yeri sosyal medyada aldığı<br />
beğeni oranlarına göre belirlemeye başlar. Böylece<br />
bu insanın kişiliği durmadan poz veren garip<br />
bir karaktere dönüşür. Eğer hayatının bir anı sosyal<br />
medyada yayınlanmayacaksa bu zamanlarda tavır<br />
ve davranışlarına çok fazla önem vermez.<br />
‘’ Müslüman’ın kardeşini küçük görmesi ona<br />
günah olarak yeter. ‘’<br />
(Müslim, Birr / 32)<br />
Bugün sosyal medyada paylaşım ve izlenme<br />
rekorları kıran videoların daha çok şive farklılıkları,<br />
sakarlık ve kaza anları, düşme görüntüleri, beceriksizlik<br />
durumları gibi videolardan oluşması ve bu<br />
videoların ‘’ Koptum gülmekten ’’, ‘’ Şimdi çatlayacağım<br />
’’, ‘’ Allah kimseyi bu hale düşürmesin ’’ gibi<br />
başlıklarla çekici hale getirilmesi bu durumun en<br />
bariz göstergelerindendir.<br />
‘’ Mümin erkek ve kadınlara işlemedikleri bir<br />
günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar),<br />
doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir. ‘’<br />
(Ahzab Suresi / 38.Ayet)<br />
Sosyal medyada bazen kimi insanlar ilahi kontrol<br />
ve takip altında olduklarını unutarak yalan ve<br />
iftiraya başvurabilmektedirler. Hedefine ulaşmazsa<br />
bile ‘’ çamur at izi kalsın ’’ mukabilinden atılan iftiralar<br />
muhataba ciddi zararlar verebilmektedir.<br />
‘’ Hatasını anlayıp tartışmayı terk eden kimseye<br />
Allah Teala cennetin ortasında bir köşk ihsan<br />
eder. Haklı olduğu halde tartışmayı terk eden<br />
kimseye ise, cennetin en yükseğinde bir köşk<br />
ihsan eder. ‘’<br />
(Ebu Davud, Edep / 8)<br />
Ne kadar çok tartışma o kadar gündem demektir.<br />
İlme ve kesin bilgiye dayanmayan, Müslümanların<br />
pratik hayatlarına katkı sunmayan,<br />
şahsi egoları yüceltmekten başka işe yaramayan<br />
her tartışma, günah zincirine yeni bir halka daha<br />
eklemektedir. Günümüzde neyi, niçin tartıştığını<br />
bilmeyen yığınlar, çeşitli sosyal medya platformlarında<br />
dibi görünmeyen boş tartışmalarla vakit<br />
tüketmektedir.<br />
Tüm bunlara binaen diyebiliriz ki<br />
internet ve sosyal medyada da Allah’ın<br />
yasakladığı ve dinen suç sayılan şeyleri<br />
işlemek aynı <strong>son</strong>uçları doğurur.<br />
GÜNAH HER YERDE AYNIDIR.<br />
8<br />
“
MAKALE<br />
SERDAR DEMİREL<br />
GELECEK, KÖKLERE<br />
BAĞLI GENÇLERDİR<br />
Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı geleceğe<br />
taşıyacak olan da ancak gençler olacaktır.<br />
Bu yüzden gençlere yatırım yapmak<br />
geleceğe yatırım yapmaktır.<br />
Orta ve yaşlı sınıf kategorisine giren<br />
muhataplarıma, neden “ölçülü değişim”e<br />
açık olmaları gerektiğini izaha çalışıyorum.<br />
Her değişimin menfî ve gelenekte<br />
olan her öğretinin da müsbet olmayacağını<br />
tahlil ederek. Vahyin ışığında değişkenler<br />
ve sâbiteler dengesini kurmamız<br />
kimliğimizi korumak adına hayatidir de<br />
ondan.<br />
Genç muhataplarıma ise, geleneğe<br />
karşı katı olmamalarını, geleneği yeniliklere<br />
kolayca kurban vermemeleri gerektiğini<br />
hatırlatıyorum. “Hakikat geleneğin<br />
içindedir”, buna inanıyorum.<br />
Gençlere bunları neden hatırlatıyorum?<br />
Çünkü gençlik değişime en fazla açık<br />
olan kesimdir. Gözünü değişimin parlak<br />
dünyasında açtığından değişimden<br />
çabuk büyülenen, değişim büyüsünü<br />
tek hakikat sanan kırılgan kesimdir. Sâbit<br />
değerlerden çok değişimi önceleyen bir<br />
eğitim çarkından ve değişimin her türlüsünü<br />
kutsayan bir medya, sinema, tv<br />
dünyasının tılsımlı çemberinden geçtiği<br />
için.<br />
Söz gençler ve değişim olunca burada<br />
değişmeyenler bağlamında üç temel<br />
hakikate parmak basmak isterim. İlki;<br />
sosyal hayatta değişimin inkâr edilemeyeceği<br />
hakikati. İkincisi; gençlerin<br />
geleceğimiz olduğu hakikati. Üçüncüsü<br />
de geleceğe yön vermek için sahih bilgi<br />
sahibi olma gerekliliği.<br />
Geleceğimiz hakkında konuştuğumuzda<br />
kendimizi hemen gençler hakkında<br />
konuşurken buluruz. Nedeni gâyet<br />
basittir; gençler gelecektir. Bunu şöyle<br />
de söyleyebiliriz; gelecek gençlerdir. Bu<br />
yüzden bizi parlak mı, sönük mü, ne tür<br />
bir geleceğin beklediği sorusuna cevap<br />
verebilmek için genç nesillerin içinde<br />
bulunduğu yönelişlere bakmamızın kafi<br />
olacağı kanaatindeyim.<br />
Kuşkusuz özlenen bir geleceği, tasavvuru<br />
köklerinde olan gençler kuracaktır.<br />
9
SERDAR DEMİREL<br />
İstikbal köklere bağlı gençlerin kararlı<br />
iradesinde ve kabiliyetinde saklıdır.<br />
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde<br />
21 yaşındaydı, değil mi? Onun<br />
tasavvurunu şekillendiren dünya görüşü,<br />
bu tasavvurun beslediği ahlak anlayışı,<br />
bu ikisinin öngördüğü toplumsal kimlik<br />
Osmanlı medeniyetine hayat veren<br />
temel etmenlerdir. Osmanlıyı güçlü kılan<br />
köklerle kurduğu ilişki biçimi ve bunu<br />
değişen hayatta yeniden üretmesiydi.<br />
Fatih Sultan Mehmet Osmanlı’da<br />
bu tasavvurun kendisiyle sembolleştiği<br />
“genç” isimdir, evet ama yalnız da<br />
değildir. Ona bu tasavvuru kazandıran<br />
kadroların ve onunla beraber aynı rüyayı<br />
gören halkların topyekûn gördükleri<br />
rüyanın eseridir Osmanlı. İslâm dünya<br />
görüşü ortak bir ülküye dönüştürülerek<br />
Osmanlı İslâm medeniyetine vücut<br />
verilmiştir.<br />
Gençlerin köklerle ilişki kurması,<br />
tasavvuru belirleyen akidenin önemini<br />
kavraması, sabiteler ve değişkenler<br />
dengesini sahih bir tasavvur ve bilgiye<br />
dayanarak kurması kolay bir iş değildir<br />
elbette. Tam da burada gençlerde bu<br />
tasavvuru inşa edecek milli eğitim müfredatına<br />
ihtiyaç olduğunun altını çizelim.<br />
Köklere bağlı medyaya, köklerden<br />
utanmayan kanaat önderlerine, bu zeminde<br />
kitleleri heyecanlandıracak siyasilere<br />
ihtiyaç vardır. Değişkenlere de nüfuz<br />
etmek, onları sâbiteler perspektifinden<br />
okumak ve yönetmek tarihi yeniden<br />
yazmak için elzemdir.<br />
Bunun için özgüven, benlik şuuru ve<br />
derin bilgi gereklidir. Gençler büyüklerin<br />
bilgisine, hayat tecrübesine, onların<br />
kılavuzluğuna muhtaçtır. Çünkü tarihin<br />
akışında devamlılık esastır. Onlar hayatı<br />
sıfırdan kurmayacaklardır, dünden gelen<br />
bir sedanın taşıyıcıları, bir iddiayı hayata<br />
aktaran dünün devamı kadrolar olacaklardır.<br />
Gelecek köklerdedir ve kök paradigmayı<br />
geleceğe taşıyacak olan da ancak<br />
gençler olacaktır. Bu yüzden gençlere<br />
yatırım yapmak geleceğe yatırım yapmaktır.<br />
10
ROPÖRTAJ<br />
AİŞE CAN<br />
MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
ÜSTAT RASİM<br />
ÖZDENÖREN’LE<br />
HASBİHAL<br />
Bizi büyük bir tevazu ve misafirperverlikle evinde agırlayan edebiyat tarihimizin<br />
en kıymetli isimlerinden üstat Rasim ÖZDENÖREN’le güzel ve uzun soluklu<br />
bir hasbihâl etme fırsatı yakaladık. Bu, geçmis zaman gençligi ve günümüz gençliginin<br />
farkını ortaya koyan, aynı zamanda bizlere farklı bir tefekkür kapısı aralayan<br />
hasbihâlimizi sizlerle de paylasmak istedik. En az bizim kadar istifade etmeniz<br />
temennisiyle.. Üstadımıza ve çok kıymetli esi hanımefendiye bizleri agırladıkları için<br />
en kalbi duygularla sükranlarımızı sunarız…<br />
BİZ: Bize biraz gençlik yıllarınızdan bahsedebilir<br />
misiniz üstadım?<br />
Üstat: Bu söze şöyle başlanır; gençlik denince<br />
neyi ,kimi anlıyoruz? Resmi kayıtlara bakarsak 12-<br />
24 yaş arası genç sayılıyor. Ama benim tanımım<br />
bu değil! Genç adam… Kişi gününü izleyebilen<br />
gününe uyum sağlayabilen bir zihin yapısına sahipse<br />
işte o, genç adamdır. Eğer gününü izleyemiyorsa<br />
ister 12 yaşında olsun ister 13 yaşında, yine<br />
genç kategorisine girmez. O’nun yaşı gençtir de<br />
zihin itibariyle genç sayılmaz. Mesela Necip Fazıl<br />
79 yaşında rahmetli oldu, 79 yaşına kadar gençti.<br />
Gençlerle görüşürdü. Mesela bizlerle görüşürdü…<br />
Çok uyanık bir zihin yapısı vardı. Bazı şeyleri kabul<br />
eder veya etmeyebilir o ayrı bir şey! Mesela aya<br />
gidildiğini kabul etmezdi,bunun için kendine göre<br />
gerekçeleri vardı. O gerekçeleri bizde biliyoruz.<br />
Newton fiziğine göre düşündüğü için ‘’arzın cazibesini<br />
yani yer çekiminden kurtulduktan <strong>son</strong>ra<br />
fizikte hangi ivmeyle yer çekiminden kurtulduysan<br />
o ivmeyle <strong>son</strong>suza kadar gidersin’’ bu Newton’nun<br />
varsayımı. Şimdi o verilerle düşünürsen<br />
bu <strong>son</strong>uç gayet normaldir. O fizik verilerine göre<br />
de aya gitmek efendim fezaya gitmek fezada feza<br />
araçlarının kenetlenmesi buluşması söz konusu<br />
olmaz. Ayrı verilere tabi ama üstat bunu söylerken<br />
bizim dikkatimize verdiği şey şu; İZLİYOR !<br />
O olayı izliyor buna kayıtsız kalmıyor! Reddetsin<br />
veya kabul etsin bu önemli değil, ama buolayı ve<br />
gününün olayını izleyebiliyor aynı zamanda ona<br />
ilgi duyabiliyor. Ona tepkisi var ve o tepkisini dile<br />
getiriyor. Bunlar genç adamın tepkileridir veya<br />
genç adamın davranış kalıpları ya da formları…<br />
Ne dersen de! Dolasıyla gençliğinden<br />
bahseder misin deyince :’<br />
’Hangi dönemdeki gençliğimden?’’<br />
diye sormam lazım.<br />
11
Biz: Binaen aleyh haddimize değil fakat ;<br />
Belki de hala gençsiniz…<br />
Üstat: Son zamanlarınızdaki gençliğimizden mi<br />
yoksa lise dönemlerinden mi bahsedelim?<br />
Biz: Mümkünse bize yakın dönemlerden bahsedelim<br />
o halde hocam, Lise ve Üniversite gibi…<br />
Üstat: Liseye biz 1955 yılında başladık, bu da gerçekten<br />
kaderin bir sevkidir ki; Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu,<br />
Hasan Seyithanoğlu, Alâeddin- benim ikiz kardeşim<br />
onun bir sene kaybı vardı ortaokulda ama aynı dönemdeydik-<br />
hepimiz aynı okuldaydık. Başka arkadaşlarımız<br />
da vardı, çok ilginç bir sınıftık; şiirler yazan yazılar yazan!<br />
Sonra onların bir kısmı yazmaktan vazgeçti… Ama bugüne<br />
yazısıyla şiiriyle kalan o adını şimdi andığım arkadaşlar<br />
o gün bu gündür birlikteliklerini devam ettirdiler. Rahmetli<br />
olanlarda ayrı tabii… Onlar zorunlu olarak aradan çekildiler.<br />
Bu arkadaşlar bilerek aynı sınıfta toplanmış değil,<br />
hiçbirimiz birbirimizi o sınıfa gelinceye kadar tanımadık .<br />
Ama o sınıfta herkes kendi istikametinde bir şeyler yazıp<br />
çizerken -şuanda belli bir olayda hatırlamıyorum- kendimle<br />
ilgili olayı hatırlıyorum da diğerleri ile nasıl bir buluşmamız<br />
oldu, ortak noktada buluştuk münferit bir olay<br />
hatırlamıyorum. Münferit olarak hatırladığım olaylar işin<br />
başlangıcı değil daha <strong>son</strong>raki dönemlerle ilgili. Ali diye bir<br />
arkadaşımız vardı. Ali kurtlar… O, bir hikaye yazmış bana<br />
da okutmak istiyor. Daha doğrusu Erdem Bayazıt bana<br />
haber verdi:’’ Ali hikaye yazmış!’’ diye. Bende okumak<br />
istedim; o da nazlandı. Hem vermek istiyor hem nazlanıyor<br />
göstermem diyor. Neticede ısrar ettik. ‘’Sen’’ dedi’’<br />
Bir hikaye yazarsan sana hikayeyi okuturum!’’. ‘’Olur!’’<br />
dedik. O şartla hikayesini aldım okudum. Eve gelince de<br />
ben ona verdiğim sözü yerine getireyim diye hikayemizi<br />
yazdık verdik. bende ona verirken :’’Yeni bir hikaye<br />
yazman şartıyla okutacağım!’’ dedim. Böylece aylarca<br />
aynı şartlarla birbirimize verdik. Aylarca bir gün o bir<br />
hikaye yazıyordu bir gün ben yazıyordum. Sonra Ali dedi<br />
ki: ‘’ Gel, bu hikayelerimizi dergilere gönderelim oralar da<br />
yayımlatalım.’’ . ‘’Olur’’ dedik. Ben bütün dergilere aboneydim<br />
İstanbul’da ki , Ankara’da ki hatta bazı taşra şehirlerindeki<br />
–Adana, Gaziantep- orada da aylık edebiyat<br />
dergileri çıkıyordu. Bizde sanat sayfası, edebiyat sayfası<br />
hazırlıyorduk Maraş’ ta gençlik gazetesinde… Bizden <strong>son</strong>ra<br />
Erdem Bayazıt, Alâeddin, Cahit, onlarda başka gazetelerde<br />
sanat, edebiyat sayfaları hazırladılar. O sayfalarımızla<br />
işte Adana’da ki,Antep’te ki başka yerlerdeki dergilerle<br />
(vekayiş) ediyorduk, onlarda bize gönderiyordu. O arada<br />
Cahit’in şiir yazdığı kulağımıza geldi.’’ Cahit’’ dedim ‘’Sen<br />
niye şiirlerini dergilere göndermiyorsun?’’ . Ben onun<br />
şiirlerini aldım. Cahit konuşmazdı, hayalet gibi bir şeydi<br />
Cahit… Mesela bir defasında dar bir yolda Maraş’ta- Maraş’ın<br />
sokakları daracık odanın yarısı genişliğinde sokaklar<br />
vardır- öyle dar bir sokakta karşılaştık. Geçerken Cahit’ e<br />
selam verdim hiç oralı olmadı,yanımdan geçip gitti. Cahit,<br />
duymadı ! veyahut duydu da selam vermeye ihtiyaç hissetmedi<br />
. Cahit kendi şahsına münhasır birisiydi, sadece<br />
kendini düşünürdü demem yanlış yanındaki arkadaşlardan<br />
kayıtsız yalnız hareket ederdi ilgilenmezdi . Beraber<br />
AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
12
ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />
diyelim ki yola çıkmışım, şurada herhangi bir şey<br />
dikkatini çekince oraya yönelir sizi unutur bir<br />
süre <strong>son</strong>ra arkamızdan yetişir bu defada o hızını<br />
kesmez o hızla devam eder giderdi. Dalgınlık değil<br />
bu başka bir şey. Dalgın olan Alâeddin’di, benim<br />
ikizim. O fiilen dalgındı doğuştan dalgın birisiydi.<br />
Yani oralara dalarsak onun dalgınlıklarıyla ilgili…<br />
Efsane çapında dalgınlıkları var onunki dalgınlıktı,<br />
Cahit’in ki vurdumduymazlık bir bakıma…<br />
Biz: O, kendi dünyasında gibiydi yani öyle<br />
diyebilir miyiz? Hani,sizlerle beraber bulunuyor<br />
aslında ama …<br />
Üstat: E bulunuyor da… Mesela ‘’ Cahit niye<br />
dergilere yazı göndermiyorsun yahut şiirini?’’<br />
Onun yerine şiirlerini ben aldım, ben Türk sanatı<br />
dergisine gönderdim. O dergide tükenmiş. Bende<br />
bu ikisinin tam tersine, kaç kişi yola çıktıksa sayarım.<br />
Kaç kişiyiz diyelim şuanda hepimiz dışarıya<br />
çıktık hep beraber yürüyerek bir yere gidiyoruz, 5<br />
kişiyiz bir de ben 6. Önde olanlara arkada kalanlar<br />
kızar biraz yavaş olun arkada kalanlar var! Arkadakileri<br />
uyarırım, biraz adımlarınızı hızlı atın… Menzile<br />
ulaşıncaya kadar onları güderim ben. Ama<br />
onlar farkına varmaz bunun. Çünkü hiç birinin<br />
umurunda değil. Benim bu dikkat ettiğim şey hiçbirinin<br />
umuruna gelmez, umurunda değil! Bir tek<br />
ben umursarım bunu. 3 kişi 5 kişi onların hepsinin<br />
sorumluluğunu, yani bana verilmiş bir sorumluluk<br />
değil bu; kimsenin bana resmen, hukuken yada<br />
ahlaken verdiği bir sorumluluk değil! Ben, kendim<br />
rahat edemem sağıma soluma dikkat etmeksizin<br />
yürüyemem veya etrafımdaki adamlar, mesela<br />
Alaaddinle ikiz olduğumuz için çocukluğumuzun<br />
bütün o dönemleri de beraber geçmiştir, Alâeddin<br />
yoldan giderken diyelim ki birileri top oynuyor<br />
ve top ayağına geldi, o topu süre süre gider beni<br />
unutur o top nereye giderse onun arkasından<br />
koşar gider, birisine rastlar Alâeddin nereye gidiyorsun?<br />
Alâeddin şaşırır bir yere mi gidiyorum<br />
bir yere gitmiyorum, bir yere gitmiyorsan hadi<br />
şuraya gidelim der onun arkasına takılır oraya gider.<br />
Onunla beraberken bir başkası Alâeddin hadi<br />
gel seninle sinemaya gidelim der onun arkasına<br />
takılır. Onunla sinemaya gider. Yolda bir başkasına<br />
rastlasa ya sinemada ne yapacaksın hadi top<br />
oynamaya gidelim dese onunla topa gider.<br />
Topa giderken bir başkası hadi tiyatroya gidelim<br />
der oraya; birisi okula gidelim der… Yani o saat<br />
okul saatimi o saatte okulda ne işimiz var demez<br />
olur gidelim bize gidelim der onun arkasına takılır<br />
gider… Öyle enteresan bir adamdı o da. Bense<br />
şey yapmam yani o topa bile ayağımı vurmam!<br />
Ben sadece eğer top tehlikeye girecekse ayağımla<br />
tutmadığım takdirde oradan duvardan aşağıya<br />
düşecekse yahut düşmeyecekse onu kollarım<br />
top tehlikeye girmesin diye ayağımla tutar bir<br />
tekme falanda atmam. Topu sahiplerine bırakır<br />
etrafa da hep dikkat ederim. Cahit’le bir gün şu<br />
masada çalışıyoruz, Mavera dergisini çıkarttığımız<br />
dönemlerde . Belli bir saatte de büroda olmamız<br />
gerekiyor.Vakit yaklaşınca buradan ayrıldık ama<br />
sohbetimiz bitmedi bu sokağın adı Dede Efendi<br />
Sokak o zaman gene buradayız bunun aşağıya<br />
doğru uzantısı Yüksel Caddesine çıkar üst geçidi<br />
geçtikten <strong>son</strong>ra Yüksel Caddesine çıkıyoruz ben<br />
kaldığımız yerden devam ettim anlatmaya, Yüksel<br />
Caddesini de Ziya Gökalp Caddesi kesiyor o<br />
caddede arabaların trafiğinin kesilmesini bekledik.<br />
Beklerken Cahit’in elini tuttum dedim ‘’Cahit hiç<br />
sesini çıkarmıyorsun deminden beri ‘’ Maverayla<br />
ilgili işte şu sayıda şunu yapalım bu sayıda bunu<br />
yapalım diye projeleri anlatıyorum daha önce şey<br />
yapıyordu olur mu olur ha hı gibi sesler çıkarıyordu<br />
bir süre <strong>son</strong>ra sesi de çıkmıyor. Dedim’’ Sesini<br />
çıkartmıyorsun’’ elinden tuttum baktım yabancı<br />
birisi dedim ya arkadaş kusura bakma yanımda bir<br />
arkadaş vardı dedi ki senin o arkadaşın iki sokak<br />
önce seni bıraktı gitti o arada dedi ben yanından<br />
geçiyordum bana takıldın, daha doğrusu kendisi<br />
bana takılmış. Sen dedi bir şey anlatıyordun<br />
13
AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
anlatmaya devam ettin bende dikkat etmemişim<br />
demek yanımda sadece siluetini görüyorum onla<br />
beraber uzun uzadıya anlatmışız dedim; ya niye<br />
söylemedin dedi ki öyle iştahla anlatıyordun ki kıyamadım.<br />
Neyse adamla helalleştik gittik. Adam<br />
yanımdan ayrılıyor, Cahit… Ama haber vermeye<br />
üşeniyor ve yahut ihtiyaç hissetmiyor. Böyle bir<br />
enteresan arkadaş topluluğu… Ali de enteresan bir<br />
arkadaştı . O da hiçbir şeyi beğenmezdi mesela<br />
yazdığım hikayelerin hiçbirini beğenmezdi mutlaka<br />
bir kusur bulurdu. hiç kusurumu bulmadığı bir<br />
şeyi hatırlamam. Bense onun en ufak bir kusurunu<br />
dahi bulamazdım, hikayeleri mükemmel gelirdi<br />
beğenmesem bile Ali çok güzel olmuş ,iyi olmuş<br />
falan derdim. O, beğense bile mutlaka bir kusur<br />
bulurdu. Şurası böyle olsa daha iyi olur falan kabilinden<br />
bazılarını dikkate alırdım bazılarını almaya<br />
değmezdi. Mesela ilk yazdığım öyküde 8 - 10 yaşlarında<br />
soğuktan üşümüş bir çocuğun hikayesini<br />
anlatıyordum .Ali dedi ki ‘’Bu hikayenin <strong>son</strong>unda<br />
çocuk ölse daha etkili olur bu hikaye’’ bende<br />
dedim ki bu hikayenin kurgusu bu çocuğu öldürmeye<br />
götürmüyor bizi ,onu yapabilmemiz için<br />
bu kurguyu değiştirmem lazım eğer bu çocuğun<br />
illa hikayenin <strong>son</strong>unda ölmesi gerekiyorsa olayları<br />
ona göre tanzim etmemiz lazım dedim ve ikinci<br />
hikaye olarak da öyle bir hikaye yazdım. Bu neyi<br />
gösteriyor ; bizim bir başka özelliğimizi ortaya<br />
koyuyor! Ya, teorisini bilmeden bile ki teori falan<br />
bildiğimiz yok… lise 1 öğrencisi ne teorisi bilecek<br />
okullarda öğrettikleri öğrendiğimiz ortaokulda işte<br />
lise birinci sınıfta zaten henüz ortaokul bilgisiyle<br />
oraya gelmişiz okuma birikimimiz fena değildi,<br />
Ömer Seyfettin’i hatmetmişim onun dışında bir<br />
sürü başka hikayeler, romanlar, düzyazılar okumuşuz<br />
onların hepsi bize belli bir fikir veriyor. Nitekim<br />
benden başka da bu işin teorisine merak salan<br />
kimse olmadı aramızda. Ne Cahit sardı, ne Alâeddin’in<br />
merakı vardı ama Alâeddin’de kökende<br />
felsefeci olduğu için bu işlere ilgisi vardı. Fakat her<br />
şeye rağmen diğer arkadaşlara göre Alâeddin’in<br />
eleştirileri vardı Cemal Süreyya’nın Üvercinka * ilk<br />
yayınlanan şiir kitabı, onun hakkındaki ilk yazıyı da<br />
Alâeddin yazdı Üvercinka değişik güzel veya değişik<br />
yeni başlıklı bir yazıydı. Diğer arkadaşların öyle<br />
teorik merakları yoktu. Cahit hudayinabitti… Mesela<br />
edebiyat öğretmeni Mustafa Ata tanır Cahit’i<br />
3 sene lise <strong>son</strong>da edebiyat dersinden sınıfta bıraktı<br />
.O da bize ziyarete geldiğinde hocam dedim ‘’Ya<br />
Cahit gibi bir adam 3 sene yani Allahtan korkmadın<br />
3 sene bu adamı edebiyat dersinde süründürdün’’<br />
dedi ki’’E öyle diyorsun ama boş kağıt<br />
verirdi!’’ bende dedim ki hocam boş kağıt verse<br />
bile ya sen dolduraydın yahut kendisini çağırıp ne<br />
doldurulması lazım geliyorsa Cahit şuraya şunları<br />
yaz dersin olur biterdi bu iş, yok dedi o kadarını<br />
da yapamazdık yapmamış yani Cahit’in de böyle<br />
bir teorik merakı yoktu. kafasızlığından mı haşa ilgi<br />
duymuyor fakülte bitirme tezi… Rilke üzerine bir<br />
arkadaş onun şiirlerini Rilke’ye benzetmiş ondan<br />
<strong>son</strong>ra Rilke’ye ilgi duyuyor kendisi ile yapılan bir<br />
mülakatta da en çok hangi şairi okudunuz en çok<br />
hangisinden etkilendiniz diye sorduklarında en<br />
çok diyor Rilke’yi okudum <strong>son</strong>ra onun arkasından<br />
en çok derken diyor dördü beşi geçmez okuduğum<br />
şiir ama bitirme tezi de Rilke üzerine o tez<br />
şimdi yayımlandı yanılmıyorsam beyan yayınlarından<br />
çıktı .<br />
Bir gün, Cahit’i üzgün bir şekilde gördüm…<br />
Ne oldu Cahit hayırdır dedim tezim dedi , reddedilmiş<br />
peki gerekçesi ne? bilimsel bulmadılar<br />
bilimsel görmediler tezimi bunda benim bilimsel<br />
yapacak bir şeyim yok ki ben Rilke hakkında kendim<br />
ne düşündümse onu yazdım sağdan soldan<br />
kitap fln kurcalamadım… Cahit dedim işin kolayı<br />
var -Alman filolojisinde okuyor Cahit- sizin nasıl<br />
olsa fakülte yahut bölüm kütüphanesinde Rilke ile<br />
ilgili tonlarca kitap var onları al eline iki satırda üç<br />
satırda bir o kitaplardan birine atıfta bulun sayfasını<br />
kitabın künyesini yaz sayfası da şudur de hoca<br />
gitsin kendisi bulsun araştırsın o kadar tahammülü<br />
14
ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />
varsa’’ ya olur mu?’’ dedi bence dedim böyle yap…<br />
Nitekim yapmış verdiğinde işte demişler çalışırsan<br />
oluyor o tezi kabul edildi aynı tez halbuki …<br />
Velhasıl gençlik dedik ama gençlik mençlik ordan<br />
oraya savrulduk…<br />
Biz: Bizce çok güzeldi…Allah razı olsun sizden.<br />
Siz Cahit ZARİFOĞLU’ndan ve ikiziniz Alâeddin<br />
ÖZDENÖREN’den bu kadar bahsetmişken sormak<br />
isteriz: Özellikle biz yeni nesil için yitip gitmekte<br />
olan dostluk kavramına ne gibi anlamlar yüklüyorsunuz?<br />
Şimdi sizden dostlarınızı dinlerken merak<br />
ediyoruz o dönemde nasıldı dostluklar? Buna dair<br />
bize o dönem dostluklarını anlatabilir misiniz?<br />
Üstat : Evet, dostluk karşılıklı bir ilişki …Aşk<br />
ilişkisi gibi değil, aşk tek taraflıda olabilir bizim<br />
o aşkın diyalektiğine bir göz atarsanız<br />
orda bunları uzun uzadıya anlattık.<br />
Aşk tek taraflıda olabilir nitekim<br />
işte Erdem’in Cahit’in bu lise<br />
dönemindeki dizide Zehra<br />
diye geçen- Mutlu aslında<br />
kızcağızın adı- işte o Maraşlı<br />
değildi. Maraşlı olmayınca<br />
da çok rağbet görüyordu.<br />
Fakat kızın bütün bunlardan<br />
haberi yoktu. Dostluğu<br />
anlatmak için anlatıyorum<br />
bunu… Maraşlı olmayınca<br />
Cahit’de efendim Erdem’de<br />
o kıza ilgi duyuyorlardı.<br />
Artı lisenin neredeyse<br />
yarısı ilgi duyardı. Sırf<br />
yabancı Maraş’a yabancı diye<br />
… Bir memur kızı olarak gelmiş<br />
oradan öyle bir avantajı vardı. Fakat<br />
o kızcağızın haberi yok olan bitenlerden<br />
o da kendi <strong>hali</strong>nde gözlüklü ufak tefek minyon bir<br />
tipti. Yani hanım hanımcık kendi <strong>hali</strong>nde bir kızcağız…<br />
Okulla ev arasında gidip gelir, öyle hani ne<br />
bir şımarıklığı görülmüş ne sağda solda konuşması.<br />
Bir sömestr veya iki sömestr Maraş’ta babasının<br />
memuriyet döneminde kaldı ondan <strong>son</strong>ra çekip<br />
gittiler. Sonradan da halen de nerededir hayatta<br />
mıdır değil midir onu bile bilemiyoruz. Diyelim ki<br />
bu filmi hasbel tesadüf izliyor ise oradaki Zehra<br />
denilen tipin kendisi olduğunu bilmesi mümkün<br />
değil . Hem isim olarak tanımaz hem de o ilişki<br />
öyle bir ilişki değil onu şunun için anlatıyorum<br />
yani aşk tek taraflı olabilir kızdan erkeğe veya erkekten<br />
kıza yönelmiş tek taraflı bir ilişki mümkündür<br />
aşkta fakat dostlukta karşı tarafın bilmemesi<br />
mümkün değil… Bilmediği takdirde o ilişki kurulmaz.<br />
Halbuki aşk ilişkisinde bu tek taraflı, yatay<br />
düzlemde tek taraflı olabilir, dikey düzlemde yani<br />
insan tarzı düzleminde orda zaten tek taraflıdır.<br />
Onun seni sevip sevmediğini bilemiyorsun sadece<br />
kabullerden hareket ediyorsun. Raziye ve Marziye<br />
makamına ulaşmış ise Raziye Allahtan razı Marziye<br />
Allahın kendisinden razı olduğu bir ilişki biçimi<br />
onunda bir matematik olarak kesinliği yok sadece<br />
hipotezler söz konusu . İnsan tanrı ilişkisinde de<br />
insan insan ilişkisinde de, aşk tek taraflı olabilir<br />
ama dostlukta bir şeyi paylaşma söz konusu. Nnedir<br />
o paylaştığın şey mahremiyetin; mahrem yani<br />
kimseye söylemediğin anana babana hiç kimseye<br />
söylemediğin söyleyemediğin itiraflarını dostuna<br />
söyleyebilirsin dostluk ilişkisinin en önemli özelliğinden<br />
birisi bu. Bir diğer özellik sırtını dönebilirsin<br />
çekinmeksizin sırtını dönmek küsme manasında<br />
değil sırtını döndüğün zaman arkandan bıçaklanmayacağından<br />
emin olursun. Ondan arkandan<br />
sana kötülük yapmayacağından emin olduğun<br />
birine sırtını dönersin seni bıçaklayacak birine<br />
sırtını dönmezsin istesen de dönemezsin ama söz<br />
konusu dostun olduğunda böyle bir şey hiç aklına<br />
bile gelmez. Büyük bir güven içinde sırtını<br />
dönebilirsin ondan sana ihanet gelmeyeceğini<br />
bilirsin ihanete uğramayacağını…<br />
Emniyet vardır dost ilişkisinde.<br />
Fedakarlık ve feragat vardır .Fedakarlık<br />
ona gelecek zararı önlemek için<br />
kendini ona saplanacak bıçağın<br />
önüne attırır. Fedakarlık budur<br />
yani kendini onun uğruna feda<br />
edebilirsin. Feragat sende olandan<br />
vazgeçebilirsin arkadaşın dostun<br />
üşüyorsa tereddüt etmeden<br />
sırtındakini çıkarıp ona<br />
verebilirsin, her ne ihtiyacı<br />
varsa karşılarsın bu fedakarlık,<br />
yani onun uğruna kendini<br />
feda etmek demektir. Kendinde<br />
olandan vazgeçmek bu da<br />
feragattır.<br />
Biz: Zor olan Feragat etmek midir sizce?<br />
Üstat: İkisi de zor ikisi de kolay değil !Yani ona<br />
gelecek olan zararı önlemek için kendini riske<br />
atıyorsun belki ne deriz seninde o paraya ihtiyacın<br />
vardır o elbiseye ihtiyacın vardır o zamana<br />
ihtiyacın vardır her neyse, o maddi olabilir manevi<br />
olabilir. Mesela; benim ders çalışmam lazım çalışıyorum<br />
bir gün <strong>son</strong>ra imtihana gireceğim Erdem<br />
bana diyor ki ‘’Hadi sinemaya gidelim!’’ bende<br />
ona diyorum ki’’ Erdem derse çalışıyorum. Erdem<br />
bir 3- 5 dakika dolaştı tekrar geldi işte sinemada<br />
dedi beyaz geceler oynuyor . Baktım ki çok istiyor,<br />
canı cehenneme imtihanın dedik… Kağıdı kalemi<br />
kitabı okuma odasına bıraktık gece saat 11 de falan<br />
kapanıyor oralar kapanırsa kitabımızda orda kalır<br />
kaybolma ihtimalide var ama bütün bunları dikkate<br />
almaksızın dersinde canı cehenneme imtihanın<br />
da canı cehenneme dedik madem Erdem bu<br />
kadar çok istiyor beraber gittik sinemaya. Dönüşte<br />
aklımda orda bıraktığım kitap var fakat Erdem<br />
dedi ki İstanbul’da Beyazıt’ta oynuyor film Marmara<br />
sinemasına gittik hadi dedi İstiklal Cadde-<br />
15
AİŞE CAN - MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
sine gidelim Beyoğlu’na. Olur dedik. Oraya gittik<br />
falan işte bu benim için bir yanıyla fedakarlıkta<br />
var fedakarlıkta var ama bu temelde feragat kendi<br />
haklarından kitabımı efendim sınıf geçmeyi dersi<br />
falan onlar benimle ilgili şeyler onlardan feragat<br />
ediyorum yani kendimde bulunan bir şeylerden<br />
ben vazgeçiyorum. Kendi haklarımdan vazgeçiyorum<br />
mesela Ali’de kesinlikle ne fedakarlık<br />
vardı, ne feragat vardı. Ali kendini düşünürdü.<br />
Diyelim ki hasbel kader seninle beraber pikniğe<br />
gitti sinemaya gitti, Ali tekrar eski <strong>hali</strong>ne dönünceye<br />
kadar senin canını çıkartır saate bakar şimdi<br />
derse çalışıyor olsaydım 10 sayfa daha okumuş<br />
olurdum şimdi derse çalışıyor olsaydım 15 sayfa<br />
daha okumuş olurdum 3 dakikada bir bunu söyler<br />
hatırlatır gına getirir keşke gelmeseydim dedirtinceye<br />
kadar bunu insanın başına kakardı. Aliyle de<br />
benden başka dost olan kimse yoktu. Dost diyorum<br />
ama bu da dostluğun tek taraflı bir ilişkisiydi…<br />
Ali benden başka herkesle mesela Erdemle kavgalı<br />
Cahit’le kavgalı ve bana derlerdi ki :’’Ya sen bu<br />
adamla nasıl geçiniyorsun ?’’ . Tahammül ediyordum<br />
ben onunla geçinmiyor ona tahammül<br />
ediyordum… Benden başkada tahammül eden<br />
olmazdı . Mesela Erdem çok tahammüllü olmasına<br />
rağmen defalarca kavga etmişlerdir Aliyle.<br />
Şimdi dostluk velhasıl nasıl bir şeydi bizim aramızdaki<br />
dostluk? Ali bizimle lise döneminde beraber<br />
oldu ondan <strong>son</strong>ra zaten yazıdan çiziden vazgeçti<br />
ondan <strong>son</strong>rada tamamen ayrı bir moda girdi.<br />
Ali’nin öyle hayatının <strong>son</strong>una kadarda bizlerle çok<br />
fazla irtibatı kalmadı . Geriye kalan bu arkadaşlar<br />
işte; Erdem, Alaeddin, Cahit onların arasındaki<br />
asıl tutkal görevini gören Alaeddin’i de bir nebze<br />
hesaba katsam bile zannediyorum bendim tutkal<br />
işlevini gören, hepsiyle irtibatım vardı. Zaman<br />
zaman hepsi birbiri ile kavga ederler ama neticede<br />
hepsinin arasını bulan bendim efendim tekrar<br />
öyle küslüğe falan varmamıştır bu irtibatlar ama<br />
neticede bir irtibat <strong>hali</strong>ndesin diyelim ki burada 3<br />
gün beş gün beraber olsak ikinci günden itibaren<br />
birbirimizle nizalaşmaya başlarız. Çayı sen getirdin<br />
de ben götürmedim de ben boşları götüreyim<br />
sen doluları getir biçiminde bunlar söz konusu<br />
edilmeye başlar. Geçici sürelerde bunun farkına<br />
varılmayabilir ama ilişkiler devam ederse kopukluklar<br />
veya sürtüşmelerde bir yerden <strong>son</strong>ra başlar.<br />
Ama bizim aramızda günü birlik sürtüşmeler olabilir<br />
o her zaman mümkün. Mesela demin anlattığım<br />
Cahit bırakıp gitmiş falan beni sükut-ı hayale<br />
uğrattı yani hiç olmazsa yani parmağı ile dokunsa<br />
gitse ben onun gittiğini görürüm tamam dokunmasa<br />
da bile bir izin almalıdır diye düşünürüm<br />
… Mesela büroya gittikten <strong>son</strong>ra Cahit geldikten<br />
<strong>son</strong>rada bunu ben hiç konuşmadım kendisiyle, o<br />
belki farkında bile değil bu olayın söylediğimizin<br />
bırakıp gitme olayının, mesela arkasını hatırlamıyorum<br />
hatırlamadığıma göre demek ki hiç mevzu<br />
bahis etmemişiz bunu Cahit’le. başka olaylarda<br />
var onlarda ayrı Cahit’in bana yaptıkları ,tırnak<br />
içinde ‘’kötülükler’’… Evet, dostluk böyle… Birbirimizle<br />
yani böyle hiç belli başlı bir takışmamız<br />
olmadı tam tersine dayanışma içindeydik birimiz<br />
herhangi bir konuda ısrarcı olursa şunu şöyle<br />
yapalım dediğinde herkes reddetmek istiyorsa<br />
gerekçesini söyler ama buna rağmen o arkadaş<br />
illa bunu yapalım illa yapmayalım diyorsa ısrar<br />
edenin yanında yer alırız hepimiz. Ama fikrimizi<br />
de söyler o öyle olmaz ama madem istiyorsun<br />
öyle yapalım deriz bununda örnekleri çoktur…<br />
Biz: Bu dostluğun önemli parçalarından bir<br />
tanesi midir peki? Yani gönül yapmak ,gönlü hoş<br />
tutmak?<br />
Üstat: Evet ya birbirimizin hatırını sayardık.<br />
Mesela hiç yüksek sesle birbirimize bağırarak<br />
konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Kızarak öfkeyle<br />
…Mesela beni bir gün denizin ortasında bıraktı<br />
Cahit onun uzun bir hikayesi var neticede ben bir<br />
biçimde kıyıya çıktım, gecenin bir yarısı deniz kıyafeti<br />
gecenin ortasında denizde üşüyorum beni<br />
orda kayıkla bir yerde bıraktı ayrıldı gitti …Cahit<br />
işte demin söylediğim olayda olduğu gibi bırakıp<br />
gitti ben orda kaldım ha geldi ha gelecek derken<br />
gelmedi neticede bir başka arkadaş geldi çıktık.<br />
Dedim ki ‘’ Niye gelmediniz ?’’ ‘’Ya Cahit dedi ki<br />
‘’ diyor o bana gelen arkadaş Ahmet ‘’ Nasıl olsa<br />
gelir’’ kıyıya çıktıktan <strong>son</strong>ra ‘’ Cahit!’’ dedim ‘’Nasıl<br />
olsa gelir diyorsun nasıl gelirdim ben denizin<br />
ortasında Suadiye’deyiz ya Bağdat Caddesine<br />
çıkmam lazım mayoyla mümkün değil, ayağımızda<br />
bir şey yok yalın ayak. Nasıl gelirdim?’’<br />
Biz: Aslında size şunu sormak istiyoruz üstat<br />
dışarı çıktığınızda ,etrafınıza baktığınızda bizim<br />
zamanımızda bunlar yoktu bu böyle değildi<br />
dediğiniz oluyor mu ?<br />
Üstat: Yadırgama anlamında yadırgamamız<br />
olmuyordu yeri geldiğinde şunu söylüyoruz<br />
telefon etmemiz gerekiyor diyelim ki : cep<br />
telefonunuzu kullanırken eskiden cep telefonu<br />
olmadığı için siz cep telefonu olmayan bir<br />
dönemi bilmiyorsunuz değil mi, cep telefonuna<br />
doğmuşsunuz halbuki bizim zamanımızda<br />
telefonda bir problemdi evlere telefon almak için<br />
insanlar 5 sene 10 sene 15 sene sıra beklerlerdi<br />
bugün bunu tahayyül etmek mümkün değil.<br />
Mesela seyahatlerde şimdi herkes istediği yere<br />
uçakla gidip geliyor ama karayolu bile yoktu<br />
bizim zamanımızda çocukluğumuzda ve gençliğimizde<br />
karayolu stabilize yollar vardı,stabilize<br />
yol duydun mu sen? (yok duymadım) belki<br />
hocanda duymamıştır…Çakılı kumla karıştırırlar<br />
üzerine su serpilir .silindir geçer stabilize yol o<br />
ama kısa sürede dağılır o yeniden işte greyderle<br />
tefsiye edilir falan en lüks yollar stabilize yollardı<br />
onun dışında toprak yol vardı. Otobüs bugünkü<br />
mesela otobüsler yok kamyon kasaları kaldırılır<br />
16
ÜSTAT RASİM ÖZDENÖRENLE’LE HASBİHAL<br />
kamyon kasasının yerine el yapma otobüs karoserleri<br />
konur o karoserlerinde altında delikler olur<br />
onları bir türlü kapatmazlar veya kapatamazlar<br />
toprak yolda bir iki kilometre yol kat ettikten <strong>son</strong>ra<br />
üstün başın bembeyaz toza bürünmüş olur<br />
gözün kaşın saçların hep tozlu olur otobüs yokuşa<br />
geldiği zaman yolcular iner yokuşu tepeye<br />
kadar otobüsü arkadan iterler bugün hiç tahayyül<br />
edemeyeceğiniz şeyler… velhasıl netameli<br />
yolculuklar netameli seyahatler şimdi bunları<br />
hatırlamıyoruz şuanda 3 gidiş 3 dönüş veya yerine<br />
göre 4 gidiş 4 dönüş otobanlar var bunlar bile<br />
az geliyor ve bunları da küçümsüyoruz.<br />
Biz: Bunlar o zamanda olan zor şartlar. Şuan<br />
baktığımızda rahat şartlardayız Elhamdülillah<br />
binaen aleyh bu rahat şartlarda ve imkanlarda<br />
gençlerin tutumları ve tavırlarıyla o zamanki<br />
gençlerin kıymet bilmesi veya zorluklarla mücadelesi<br />
arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />
Üstat: Şimdi bu arkadaşlar bu yeni gençler o<br />
dönemi bilmediği için onlar kendi içinde bulundukları<br />
zorluklarla baş başa… O, şunun sıkıntısında<br />
bu internet niye 3 saniye gecikiyor(gülüyoruz)onun<br />
sıkıntısı o! Niye bağlandığım zaman<br />
hemen gelmedi şimdi bunun cevabını arıyoruz<br />
öteki gelmiş gitmiş onu tahayyül etmesi bile söz<br />
konusu değil .şimdi bunu biz bu değişimi gül<br />
yetiştiren adamda anlatmaya çalıştık adam 40<br />
sene 50 sene Cumhuriyet dönemindeki değişiklikleri<br />
kabul edemediği için protesto etme adına<br />
kendini evine kapatıyor 40 sene 50 sene evinde<br />
kapalı kalıyor torunu ile beraber dışarı çıktığında<br />
o kaldırım taşları kendi zamanındaki Arnavut kaldırımlarının<br />
parke taşlarıydı, -parke taşını biliyor<br />
musunuz? Parke taşı siyaha yakın çok koyu gri<br />
renkte aşağı yukarı yüzeyi şu büyüklükte (gösteriyor)<br />
derinliği de aşağı yukarı şöyle 15 cm kadar<br />
yan yana dizilir şehir içi caddeler bu kaldırım<br />
taşıyla yapılırdı- mesela bunu görüyor bu dikkatini<br />
çekiyor . Vitrin, bugün şimdi vitrini görüp<br />
de şaşıran var mı? Mağaza vitrini söylediğim…<br />
Şimdi Gül Yetiştiren Adam vitrinleri görüyor<br />
torunu yanında bu nedir diye vitrini soruyor ne<br />
işe yarıyor o da diyor ki insanlar sattıkları eşyayı<br />
teşhir ediyorlar, kumaşsa kumaş efendim zücaciye,billuriye<br />
her neyse. Nasıl diyor teşhir ediyor<br />
yani? benim sattığım mal işte bu kadar güzel<br />
diyor. Buna çok şaşırıyor Gül Yetiştiren Adam,<br />
anlayamıyor bunu daha doğrusu, çünkü niye anlayamıyor<br />
biliyor musunuz? Bizim zamanımızda<br />
diyor, eşyasını övmezdi tüccar esnaf tam tersine<br />
sattığı malın kusurlarını söylerdi. İslami gelenekte<br />
malın kusurlarını söyleyeceksin benim sattığım<br />
mal herkesten iyidir demeyeceksin. Halbuki bu<br />
günün anlayışı modern batı anlayışı … değil mi<br />
ki kimse kendi kusurunu söylemez tam tersine<br />
kusurları söylendiğinde rahatsız olur insanlar.<br />
Halbuki İslami gelenekte kusura bakmak-demin<br />
dostluktan bahsettik kusurunu söyleyip uyaran<br />
kimsedir dost- ama bugün birbirimize çok bariz<br />
kusurlarımızı bile söylesek alınganlık gösteriyoruz.<br />
Yani bugün ki modern yaşam tarzımız İslami<br />
gelenek tarzının bize telkin ettiği tarzdan farklı<br />
bizim geleneksel tarzımız kusurları öne çıkarmak<br />
ama kendi kusurlarını çevrenin kusurlarını<br />
değil çevrenin kusurlarını söyleyeceksen onu<br />
da dikkatli bir dille söyleyeceksin. Meşhurdur ki<br />
Fatih Sultan zamanında esnafın birinden alışveriş<br />
yapılmış ikinci müşteride aynı esnaftan alışveriş<br />
yapmaya geldiğinde esnaf diyor ki ben siftah<br />
ettim komşum siftah etmedi aynı mal ondada<br />
var ondan al . Bu bir dayanışma komşuluk ilişkisi<br />
esnaf, ahlak anlayışı ama bugün çığırtkanlar<br />
otobüs şirketleri gittiğimizde şehirler arası adam<br />
seni kandırmaya kalkışıyor ve sende kanıyorsun.<br />
Her türlü yeniliğe de çabuk alışıyoruz. Onsuz bir<br />
hayatı aklımızdan geçirmiyoruz geçiremiyoruz<br />
gelen her yeniliği de anında benimsiyoruz.<br />
Biz: Galiba çok çabuk alışıyoruz.<br />
Üstat: Evet çok çabuk alışıyoruz her gelen<br />
yenilikle değişen düzene çok çabuk alışıyoruz…<br />
Biz: Gençliğe dair bilhassa geçmişe dair bize<br />
rehber olup bizi çıkarttığınız bu yolculuk için<br />
çok teşekkür ederiz. Sizler gibi dostluk kavramını<br />
feragatle doldurabilmeyi ve düşünceleri hiç<br />
yaşlanmayan gençlerinden olabilmeyi Rabbim<br />
bizlere nasib etsin. Allah sizleri başımızdan eksik<br />
etmesin kaybettiğimiz üstatlarımıza rahmetiyle<br />
muamele etsin. Misafirperverliğiniz ve bizlere vakit<br />
ayırdığınız için yeniden çok teşekkür ederiz.<br />
Bir başka sefere görüşmek duası ile. İstanbul’a da<br />
muhakkak bekliyoruz. :)<br />
17
19
ROPÖRTAJ<br />
DR. MUHAMMED ŞERAFETTİN KALAY<br />
GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN<br />
SIK KARŞILAŞTIĞI<br />
FIKHİ MESELELER<br />
VE HÜKÜMLERİ<br />
Bizleri büyük bir nezaketle karsılayarak yönelttigimiz fıkhi sorularımıza tüm<br />
ilgisi ile cevap veren bizlerle vaktini ve ilmini paylasan hocamıza çok tesekkür<br />
ediyoruz Allah kendilerinden razı olsun ve ilimlerinden<br />
yararlanmayı bizlere nasib etsin.Amin!<br />
BİZ: Esselamu Aleykum Hocam, günümüz<br />
gençlerinde sık sık rastladığımız bir alışkanlık olan<br />
sigara içmenin hükmünü, israf ve sağlık boyutlarını<br />
da ele alarak bizlere açıklayabilir misiniz?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Rabbimize <strong>son</strong>suz<br />
hamd ü senâ, Rasûlüne salâtü selam eyleriz.<br />
Sigara hakkında en çok konuşulan maddelerden<br />
biridir. Bu konuşmaların kimi aleyhte, kimi lehte,<br />
kimi ciddî, kimi de gayr-ı ciddîdir… Ancak ciddî<br />
sayılabilecek konuşmalar, daha çok zararları<br />
üzerinde değil hükmü üzerindedir. Çünkü zararları<br />
artık itiraz kabul etmez bir çerçeveye ulaşmıştır.<br />
Hükmü konusunda ise zihinlerin oturaklaşmadığı<br />
bir gerçektir. Zihin hazırlayıcı olur arzusuyla söze<br />
konuşulanlardan farklı birkaç kelimeyle başlamayı<br />
arzu ederiz.<br />
Tabiatın içinde karşılaşılan otlar, ağaçlar, mantarlar,<br />
sular, maden suları, su altı ürünleri, hayvanlar<br />
ve diğer varlıklar ile ilgili bir kaide vardır. Bu<br />
kaide kısaca şöyle ifadesini bulur: “Eşyada asıl olan<br />
ibâhadır.” Bunun manası şudur: Tabiatta karşılaştığınız<br />
bu maddelerden meşru çerçevede istifade<br />
edebilir, onları yiyebilir, içebilirsiniz.<br />
Bunun için dağ da, kır da bulunan ısırgan,<br />
madımak, ekşi pancar, nane, kekik, papatya, devetabanı,<br />
salep gibi nebatlardan istifade edebilir,<br />
yiyebilir, ahududu, çalı çilek, yer çileği, böğürtlen,<br />
koca yemiş, taflan, alıç, kuşburnu gibi yabanî<br />
meyvelerden yiyebilirsiniz. Derelerden balık tutabilir,<br />
ormanlarda av avlayabilir, yerden kaynayan<br />
pınarlardan, maden sularından içebilirsiniz.<br />
Bu konuda asıl olan diğer prensip de şudur: Bu<br />
maddeler zehirli olmamalı, akla, bedene, vücut<br />
direncine, sinir veya sindirim sistemine zarar vermemeli<br />
zararı faydasından çok olmamalı, üzerinde<br />
başkasının hukuku bulunmamalıdır.<br />
“Üzerinde başkasının hukuku bulunmamalı”<br />
ifadesinden murat, mülkiyetinde olmamalı, arazisi<br />
içinde bulunmamalıdır. Bunların çok detaylı ayrı<br />
bir hukuku vardır.<br />
Bu ön kısa bilgiden <strong>son</strong>ra yeniden sigaraya<br />
dönüyoruz. Sigara, İslâm yaklaşık bir buçuk asırdır<br />
19
AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
kendini göstermiştir. Bu yüzden eski kaynaklarda<br />
hakkında söz ve hüküm bulmak mümkün değildir.<br />
Sonradan ortaya çıkan bir şey hakkında hüküm<br />
söylemek için de onu bütünüyle İslâm’ın bize<br />
sunduğu ölçülere vurmak gerekir.<br />
Güneyde bir Yahudî ve Lübnan’da bir Rum<br />
tarafından İslâm topraklarına sokulan sigara el altı<br />
gayretlerle yayılmaya başlayınca devrin ilim ehline<br />
sorulmuş, onlar da her ilim ehlinin yaklaşması<br />
gereken bir üslupta meseleye yaklaşmışlardır.<br />
Bunun en açık örneğini <strong>son</strong> devrin en iyi âlimlerinden<br />
İbn Âbidîn sergilemiştir. Kısaca ifade etmek<br />
gerekirse önce “eşyada asıl olanın ibaha olduğunu”<br />
dile getirmiş, <strong>son</strong>ra da aklına gelen zarar ihtimallerini<br />
sıralamış, bu tür zararları yoksa aynı kaidenin<br />
onun için de geçerli olduğunu söylemiştir. Onun<br />
bu cümleleri ne yazık ki <strong>son</strong>raki yıllarda kulp bulmaya<br />
çalışanlar, sigarayı da kahve ve çay sınıfına<br />
sokarak tiryakiliğini savunmaya çalışanlar tarafından<br />
silah olarak kullanılmıştır.<br />
İbn Âbidin’in sözlerinde iki ana nokta vardır.<br />
Birincisi bu konudaki ana kaidenin uygulanışı.<br />
Bunda yanlış bir taraf yoktur. İkincisi, onun sigarayı<br />
yeterince tanımadığı ve bu yüzden ihtiyatlı<br />
hareket ettiği…<br />
Günümüzde açığa çıkan bir gerçek vardır. İbn<br />
Âbidîn’in saydığı bütün zararlar ve tehlikeler sigarada<br />
olduğu gibi çok daha fazlası da vardır. Esasen<br />
sigaraya haram demek için bütün şartlar neredeyse<br />
hazırdır. Bunun içindir ki diğer birçok mezhep<br />
âlimi sigara için açık bir şekilde “haram” ifadesini<br />
kullanmışlardır.<br />
Ancak bir şey hakkındaki haram veya farz<br />
hükmü oldukça ağır bir hükümdür ve Hanefîlere<br />
göre böyle bir hüküm ya âyetle sabit olmalı ya da<br />
mütevâtir bir hadisle bize ulaşmalıdır. Bir başka<br />
ifade ile yakîn (kesin) bilgi ifade eden bir yolla<br />
bize gelmelidir. Çünkü haram ve farz oluş, sadece<br />
fıkhî boyutta kalmaz, akîdevî bir boyuta da taşınır.<br />
Mesela şarabın haram oluşu âyetle sabittir. Bir insanın<br />
şaraba “helal” demesi Allah’a isyan, ayeti ret<br />
manası taşıdığı için o insanı küfre götürür.<br />
Akıl almaz boyutlarda yayılan ve salgın dünya<br />
musibetleri arasında sayılması gereken sigara<br />
alışkanlığı ile ilgili söylenebilecek elbette ki çok<br />
söz var. Sağlığa ve şahsiyete tesiri, sebep olduğu<br />
israf, en yakınlardan başlayarak çevrede yer alan<br />
insanların haklarının çiğnenmesi, irade zayıflığı ve<br />
daha nice konuda…<br />
Evlerde sigara içilmesi ise musibete musibet<br />
katan bir hata. Evin havasını kirletmesiyle, eve<br />
sinen kokuyla, ailenin nafakasına tesiriyle, fertlerin<br />
hukukunun çiğnenmesiyle, onları da alışkanlığa<br />
sürüklemesiyle, annelerin hamile iken içtiği<br />
sigaranın cenin üzerindeki etkileriyle ve daha nice<br />
olumsuzlukları ile… Eve bir kilo yiyecek alamayan<br />
nice insanın sigaraya para bulduğu, “Ekmek param<br />
bile yok!” diyerek insanlardan para dilenenlerin<br />
yaka ceplerinde sigara paketi görülmesi garabetleri<br />
hep bilinen gerçeklerdendir.<br />
Şu söylediklerimizin çoğu da bilinen ve giderek<br />
daha sıkça dile getirilen sözler. Bu sözlerin yanında<br />
giderek olumlu yönde canlanan gayretleri de<br />
görüyoruz. Bu gayretlerin, olumsuz yönde sürdürülen<br />
çalışmaları bastırması ümidini taşıyoruz.<br />
Mücadele daha ciddî ve şuurlu olarak sürdürülmelidir.<br />
Yuvalar ise bu musibetten bütünüyle arındırılmalıdır…<br />
BİZ: Yine gençler olarak hemen hepimizin<br />
yaşadığı bir süreç olan nişanlılık dönemi hakkında<br />
ölçülere dair bilgi almak istiyoruz. İslam, nişanlanmış<br />
iki gencin görüşme haddini nasıl belirliyor?<br />
Buna telefonla görüşmeyi de dâhil edersek nasıl<br />
bir sınır ortaya çıkıyor?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Allah Rasûlü(sav)<br />
evlenilmesi düşünülen kızın görülmesini tavsiye<br />
ediyor ve bunun evliliğin devamı için daha doğru<br />
olduğunu vurguluyor. İslâm’ın istediği evlilik hayatının<br />
istikrarlı oluşudur. Bunun için de tarafların<br />
birbirini görmesi doğru olandır. Bu fıtratın fıtratı<br />
20
GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />
FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />
kabul etmesi içindir. Görülmesi gereken yüzdür.<br />
Ne derece bahane bulunursa bulunsun bundan<br />
öte görüşmeler faydalı değil, zararlıdır. “Daha<br />
yakından tanımak istiyorum, nelerden hoşlanıyor<br />
bilmek istiyorum veya o beni daha iyi tanısın” gibi<br />
bahaneler, bu bahanelere sığınarak sık sık görüşmeler<br />
yanlıştır. Bu devrede taraflar birbirleri doğru<br />
yönleriyle tanıyamazlar, tanıdıklarını zannedişleri<br />
de yanıltıcıdır.<br />
Kız veya erken olsun evlenmeyi düşünen<br />
kimseler bir birleri hakkındaki bilgiyi buluşup<br />
görüşerek değil, okul, iş veya mahaller çevrelerinden<br />
öğrenmelidirler. Bu bilgiler daha doğru ve<br />
istikrarlıdır. Flörtlük diye adlandırılan üslupla birlikte<br />
olunduğu anlarda konuşulanlar, yaşananlar evlilik<br />
hayatı içinde daha <strong>son</strong>raları karşıya silah olarak<br />
kullanılırlar. Evliliğin gerçekleşmemesi durumunda<br />
da leke bırakıcıdır. Bundan daha çok da kız tarafı<br />
zarar görür, itibar kaybı ve hayal kırıklıkları yaşanır.<br />
Elzem durumlar dışında telefonla görüşme de<br />
doğru değildir. Söz olmadık yerlere, <strong>son</strong>unda da<br />
vesveselere kadar uzanır. Eğer telefon görüşmeleri<br />
oluyorsa bu konuşmalar bitip tükenmez, telefonlar<br />
da kapanmaz. Her hangi bir sebeple telefon<br />
edilememişse bekleyişler de bitmez; “Bak telefon<br />
etmedi, demek ki yeterince sevmiyor,” kanaatlerine<br />
de dönüşür.<br />
BİZ : Müslüman gençler olarak yediklerimiz ve<br />
içtiklerimiz hususunda hassas davranmaya çabalıyoruz<br />
fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki neler<br />
sakıncalıdır neler değildir ayırt etmekte zorlanıyoruz,<br />
ilim ve cihat ehli kardeşlerimizin ellerinde kola<br />
ve türevi içecekler görebiliyoruz. Bunlara binaen<br />
sormak istiyoruz ki: Piyasadaki şüpheli yiyeceklere<br />
ve gazlı içeceklere karşı duruşumuz nasıl<br />
olmalıdır? Birtakım gıdaların içerisinde bulunan<br />
jelatin maddesini tüketebilir miyiz? Bunlar caiz<br />
midir değil midir?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Coca-Cola gibi<br />
içeceklerden iki açıdan uzak durulmalıdır:<br />
1 – BEDENE VERDIĞI ZARARLAR, IÇINDE TAŞI-<br />
DIĞI ŞÜPHELI MADDELER.<br />
2 – SAHIPLERININ İSLÂM’A DÜŞMEZ OLUŞU VE<br />
SIYONIST ZIHNIYET TAŞIMALARI.<br />
Esasen sıhhî açıdan bütün asitli içeceklerden<br />
uzak durmakta fayda vardır. Yerine meyve suyu,<br />
ayran, su veya diğer tabiî şeyleri içmeyi alışkanlık<br />
<strong>hali</strong>ne getirip, bu gün gazlı içecekler diye adlandırılan<br />
asitli içeceklerden ve enerji verdiği iddia edilenlerden<br />
uzak durulmalıdır. Karşımızdaki insanların<br />
bu nevi içeceklerle bize karşı hem maddi, hem<br />
de sıhhî savaş sürdürdükleri unutulmamalıdır.<br />
Bu içeceklerin asıl zarar veren yanı içindeki karbondioksit<br />
gazı değil, taşıdığı kimyevi maddeler,<br />
şüpheli ve karanlık olanlar, bağımlılık yapanlar ve<br />
asitlerdir.<br />
Genlerimiz kendilerini farklı bir köleliğe<br />
mahkûm ettirtmeyecek kadar iradeli olmalıdırlar.<br />
Jelatine gelince; gıda maddelerinde kullanılan<br />
jelatinin kemikten yapıldığı bilinen bir gerçektir. Bu<br />
jelatin eti yenen hayvanların kemiğinden yapılıyorsa<br />
bunda sıkıntı yoktur. Çünkü kemik temiz<br />
kabul edilir. Ancak domuz gibi her yünü ve her<br />
parçası necis kabul edilen hayvanların kemiğinin<br />
jelatin yapımı için kullanılması haramdır, ondan<br />
yapılan jelatinin kullanıldığı mamulü yemek de<br />
caiz değildir.<br />
BİZ: Talebeler olarak çok sık yaşadığımız fakat<br />
sorgulamak dahi kimi zaman aklımıza gelmeyen<br />
bir hususun hükmünü danışmak istiyoruz. Piyasada<br />
orijinali bulunan bir kitabın fotokopisi çekilebilir<br />
mi? Müellifin hayatta olup olmaması durumu<br />
etkiler mi?<br />
21
DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Yazarı ister hayatta<br />
olsun isterse olmasın fotokopi çektirerek nüsha<br />
elde etmenin caiz olacağı, çoğaltılarak satılmanın,<br />
diğer ifade ile ticaretinin yapılmasının ise caiz<br />
olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bir insan eliyle<br />
yazarak da kendine bir nüsha edinebilir.<br />
Yazarlar da bu gerçeği bilerek buna göre niyet<br />
taşımalı ve hareket etmelidir. Neticede ilmin<br />
asıl hedefi dünyalık kazanmak değil, rıza-yı Barî<br />
kazanmaktır. Yazan insanların da dünyevî ihtiyaçlarının<br />
olduğu unutulmamalıdır.<br />
BİZ: Gündemimize yakın zamanda oturmuş<br />
olan ve bir çok tartışma ve fikir ayrılığına sebep<br />
olmuş bir hususu size de sormak istiyoruz. Efendimiz<br />
(Aleyhissalatu vesselam)’ın canlandırılmasının<br />
hükmü nedir? Bizim Bu canlandırmaya karşı<br />
tutumumuz nasıl olmalıdır?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Peygamber Efendimizin<br />
rol yapan herhangi bir insanla canlandırılmasının<br />
doğru olmadığına, bunun sıradan bir hata<br />
olmayacağına, bunu yapan ve destekleyenlerin<br />
büyük vebal kazanacağına, yapılanın Rasûlullah’ın<br />
hürmetine, heybetine, hayallere yerleşen onunla,<br />
ilgili duygulara zarar vereceğine, künyesiyle künyelenmesine<br />
bile izin vermeyen Rasûlullah’ın asla<br />
buna rızasının olmayacağına inanıyorum.<br />
Ayrıca bu nevi teşebbüste bulunan insanların<br />
kendi yapılarına, inanışlarına, hedeflerine, özentilerine<br />
de dikkat edilmelidir. Bu dikkatler ortaya<br />
ibretli neticeler çıkaracaktır.<br />
Misali gözler önündedir. Bu filmi yöneten şahıs<br />
şiîdir, batı özentilidir, filmin gişe hasılatı onun için<br />
en önemli şıklardandır. İster istemez bütün bunların<br />
eseri filimde kendisini gösterecektir. Zaten<br />
yeteri kadar zihin bulandırıcı unsurla karşı karşıya<br />
olduğumuz günlerde yeni bir bulanıklık gelip duygularımızı<br />
sarsmaya, bulandırmaya çalışıyor.<br />
İleri gelen sahabîlerin de rol yapanlara teslimini<br />
doğru bulmuyorum… Tebliğ için Asr-ı Saadet’e<br />
uzanmak isteniyorsa bunun ustaca farklı yolları<br />
vardır. Emek sarf edilmeli, zihinler çalıştırılmalı ve<br />
fayda getirecek, zarar vermeyecek, takdir edilecek<br />
yollar bulunmalıdır.<br />
Diğer açıdan gençlerimiz de sinemanın bizimle<br />
çok uyumlu olmayan dünyasına sürüklenmemelidir.<br />
Zaten evlerin içinde yeterince filmin<br />
oynamaya başladığı bir zaman diliminde havasında<br />
kir olan salonlara ihtiyaç duyulmamalıdır…<br />
BİZ: Hemen her fakültede ve dahi liselerde<br />
karşımıza çıkan bir konu olan kopyayı ve bunun<br />
hükmünü özellikle sormak istiyoruz. Ve açık bir<br />
şekilde tarafınıza soruyoruz; Sınavlarda kopya<br />
çekmenin hükmü nedir? Kopya çekme durumu<br />
fakülteden fakülteye değişir mi?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Bu sorunun cevabını<br />
hepinizin bildiğine inanıyorum. Ancak sigaranın<br />
hükmüyle ilgili cevapların çoğunun gayr-ı ciddi<br />
oluşu gibi buna verilen cevapların çoğunun da<br />
gayr-ı ciddi olduğu kanaatindeyim.<br />
Kopya bir aldatma, bilmeden bilir görünme, hak<br />
edilmeyeni elde etmeye çalışma, başkalarının<br />
hukukunu çiğneme, öğrenilmesi gerekeni öğrenmeme,<br />
giderek derslerde gevşekliğe sebep olma,<br />
insanın kendi onuruna da zarar verişidir. Şahsiyetli<br />
gençlerimizin şahsiyetine yakışır davranması<br />
tercih edilmelidir.<br />
Evet, bazı dersler var, manasız, faydasız, hatta<br />
zararlı. Bu, ne yazık ki ülkemizde bir eğitim hayatı<br />
gerçeği. Yine de mü’min gönüller onurlu davranmalı,<br />
kötü zihniyetin seviyesine inmemeli, eğriyi<br />
doğrultmak, eğriliğin derecesini örnek göstere-<br />
22
GÜNÜMÜZ GENÇLERİNİN SIK KARŞILAŞTIĞI<br />
FIKHİ MESELELER VE HÜKÜMLERİ<br />
bilmek için öğrenmeli, eğriyle beraber eğrilmemeli,<br />
yanlışla beraber yanlışa düşmemelidir.<br />
BİZ: Gelişen teknoloji ve çağımızın getirdiği bolluklara<br />
binaen sormak istiyoruz ki Müslümanlara açık<br />
şekilde zulmeden ülkelerin mallarını kullanmak caiz<br />
olur mu?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Bütünüyle kullanılmaz<br />
veya satın almak caiz değildir diyemeyiz. Çünkü bu<br />
mallara ihtiyacımız ciddi boyutlarda olabilir. Peygamber<br />
efendimiz de ahlâkî çöküntülerine rağmen Yahudilerle<br />
alış-veriş yapmıştır. Kervanlar Asr-ı Saadette<br />
de Bizans, Pers topraklarına gitmiş, gelmiş, oralarda<br />
alış-veriş yapmıştır. Ancak iktisadî mücadelenin<br />
günümüzde neredeyse silahlı mücadelenin önüne<br />
geçtiği bir gerçektir. Hristiyan ve Yahudi dünyasının<br />
bize karşı ciddi bir ekonomik savaş içinde olduğu, bizi<br />
iktisaden çökertmek ve kendilerine bağımlı, sürünen<br />
ve sık sık kapılarına varıp yardım dilenen bir devlet<br />
<strong>hali</strong>ne getirmeye çalıştıkları, zaman da bu emellerine<br />
ulaştıkları bir gerçektir.<br />
Hem elimizdeki parayı alıp, hem de kendi paramızla<br />
bize zarar verecek eşya pazarladıkları da bir<br />
gerçektir. Daha önce sorduğunuz Coca-cola bunun<br />
örneklerindendir. Gıda maddelerinin içine neler karıştırdıkları,<br />
kendi diyarlarında yasakladıkları nice malı ve<br />
maddeyi bize sattıkları da artık saklanılamayacak bir<br />
durumdadır.<br />
Mü’min basiretli olmalı, kendi ihtiyaçlarını iyi tespit<br />
etmeli, hayati ehemmiyet taşıyan malları kendisinin<br />
üretmesi gerektiğini anlamalı ve bunun için el ele<br />
verip çalışmalı, zarar verecek, bağımlı hale getirecek<br />
veya savunma sanayiinde olduğu gibi en muhtaç<br />
olduğu anda ambargo ile karşı karşıya kalıp çaresizlikten<br />
kıvranmayacağı bir siyaseti takip etmelidir.<br />
Zalimden merhamet beklemek veya zalimin eline<br />
düşmek acizliktir ve biz bu acizliği çok yaşadık.<br />
İslam âlemi hiç de az bir nüfusa sahip değildir.<br />
İçlerinde alım gücü çok yüksek olanlar var. Ellerinde<br />
can alıcı maddeler var. Allah’ın lütfu büyük nimetler<br />
bahşetmiş. Batıda Fas ile Atlas Okyanusuna dayanan,<br />
doğuda adalarıyla Pasifik Okyanusunun ortalarına<br />
doğrulduğu zaman muazzam bir coğrafyaya sahiptir.<br />
Akdeniz’in çoğu elindedir. Çanakkale, İstanbul Boğazı<br />
elindedir. Cebel-i Tarık Boğazını kontrol edebilmesi<br />
mümkündür. Süveyş Kanalı elindedir. Karadeniz’in<br />
neredeyse yarısı, Ege’nin bir kısmı, Basra Körfezi,<br />
Kızıl Deniz, Hint Okyanusunun büyük kısmı elindedir.<br />
Nice madenler, petrol, doğal gaz sahibidir… Bu<br />
coğrafyaya ve imkâna sahip olan Müslümanların bir<br />
de yeterli şuura sahip olduğunu hayal ediniz. Dünya<br />
titreyecek, zulümler duracak, insanlık tarihi farklı<br />
mecrada akacaktır.<br />
Bu imkânlar mümkün iken iktisadi gücün durmadan<br />
bizleri hançerleyen zalimlere karşı kullanılmaması<br />
ciddi bir hatadır.<br />
Sorunuzla daha çok dünyayı fesada boğan ve<br />
Filistin’deki kardeşlerimize zulmeden Siyonist zihniyetin<br />
İsrail içinde veya dışında ürettiği malları kastettiğiniz<br />
kanaatindeyim. Onların boykot edilmesini<br />
arzuladığınızı umuyorum. Evet, boykot edilmeli ama<br />
günümüzde yapılan boykot şeklinden daha zekice<br />
olmalıdır….<br />
Misal anlamaya yardımcıdır. Biz, Filistin’de kan<br />
aktığı, canımız yandığı veya Fransızlar, İtalyanlar<br />
ülkemize, inancımıza dil uzattığı günlerde Yahudi,<br />
Fransız veya İtalyan mallarını boykot ilan ediyoruz.<br />
Hemen bir boykot listesi hazırlıyor ve bunu paylaşıyoruz.<br />
Listede yaklaşık 500 civarında ürün yer alıyor.<br />
Bunlardan uzak durulması isteniyor… Bunlar içinde<br />
ciddi derecede ihtiyaç duyulan, mallar da var. Bunların<br />
muadilini de ne yazık ki üretemedik. Acılar taze<br />
olunca, listeler de yayınlanınca şuurlu kardeşlerimiz<br />
bir müddet ihtiyaç duysalar da bu mallara yaklaşmıyorlar.<br />
Zaman ilerledikçe, duygular yatıştıkça boykot<br />
da gevşiyor…<br />
Böyle yapmak yerine içlerinden 3 veya 5 adet en<br />
şerlileri (meselâ Coca-Cola, Danone, Algida, Kinder<br />
gibi ürünler) seçilse büyük bir titizlikle bunlardan uzak<br />
durulması için kampanya yürütülse, hem ülkemizdeki,<br />
hem de İslâm âlemindeki duygular canlı tutulsa,<br />
bu hamle çökertilinceye kadar devam etse, arkasında<br />
yeni bir beş madde seçilerek onlara yüklenilse daha<br />
tesirli olacağı ve verim vereceği kanaatindeyim. Böyle<br />
bir çalışmada zaten ilk çökenler <strong>son</strong>rakilere ibret<br />
olacak, iktisadî mücadelenin tesiri de daha derinden<br />
hissedilecektir.<br />
BİZ : Hanım kardeşlerimizde sık sık karşılaştığımız<br />
bir mevzu olan makyaj yapmakla alakalı iki önemli<br />
hususu sormak istiyoruz. Müslüman kadının tesettüründe<br />
makyaj olabilir mi? Sünnet olan göze sürme<br />
çekme amelini dışarıda da yapmak caiz midir?<br />
Dr. M. Şerafettin KALAY: Kadının fıtratında ziynet<br />
düşkünlüğü vardır. Makyaj da bu çerçevede değerlendirilmelidir.<br />
Ziynet nasıl beğenilme arzusuyla takılıyorsa,<br />
makyaj da bu arzunun neredeyse zirvesidir.<br />
Ancak insanın fıtratında iştah, arzu, şehvet, kazanma<br />
duygusu da vardır. İslâm bu nevi duyguları<br />
inkâr etmez. İnsana bahşedilen irade ile kontrol altına<br />
alınmasını ve helal ölçüleri geçmemesini, Allah’ın<br />
gazabını, laneti çekecek dereceye ulaşmamasını, hak<br />
gasplarına yol açmamasını, fitne yaymaya sebep<br />
olmamasını, kaynaklık etmemesini, kişinin vakar ve<br />
onurunu yaralamamasını, onu hafifleştirecek dereceye<br />
varmamasını emreder.<br />
Bu emirlere riayet insana değer kazandırır. Garip<br />
bir durumdur; biz çok defa ayna karşısındaki görünüşümüze<br />
bakarız, buradaki görünüşün bize güzellik<br />
23
DR. MUHAMMED ŞERAFETTIN KALAY<br />
kattığını zannederiz de insanı insan yapan değerlerin<br />
insana neler kazandırdığına, yokluğunun neler kaybettirdiğine<br />
çok dikkat etmeyiz.<br />
Allah Rasûlü(sav); “Kıyamet gününde mü’min kulun<br />
mizanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey yoktur.<br />
Allah, rezil, kaba, çirkin ve çirkef tavırlı insanları sevmez,”<br />
buyurur.<br />
Âişe Vâlidemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte<br />
de; “Bir mü’min güzel ahlâkıyla, namaz ve oruca tutkun<br />
olup devamlı ibadet eden insanların derecesine<br />
ulaşır,” buyrulur.<br />
Bunun sebebi ahlâkın bütün hayatımızı kuşatışı,<br />
hayatımızın her nefes alış-verişinde var oluşudur.<br />
İbadetler belli bir zaman çerçevesi ile çerçevelidir.<br />
Güzel ahlâk ise hayatın her anında artık onu taşıyan<br />
kişinin vasfı olarak bulunur ve her an o kişiye ecir<br />
kazandırmaya devam eder.<br />
İşaret ettiğimiz gibi, her gün, -belki bir kaç kere- aynaya<br />
bakıp dış görünüşümüze çeki düzen veriyoruz.<br />
Hiç davranışlarımıza, edep ve terbiyemize, konuşma<br />
üslubumuza, duygu ve düşüncelerimizi dış dünyaya<br />
aksettiriş tarzımıza; bizi gören, bizimle komşuluk, arkadaşlık,<br />
iş arkadaşlığı yapan, yolculuk eden, bizimle<br />
alış-verişte bulunan, sohbet eden insanların gözüyle<br />
bakıyor muyuz? Kendimize bu konuda çeki düzen<br />
veriyor muyuz? Dıştan bakarak kendimizi bütünüyle<br />
değerlendiriyor muyuz?<br />
Ahlâkî açıdan görünüşümüzün, iç dünyamızın dış<br />
dünyaya aksedişinin güzelliği, selim fıtratla uyumluluğu,<br />
kılık kıyafetimizin güzelliği, uyumluluğu kadar<br />
değer taşımıyor, bizi ilgilendirmiyor mu!?<br />
Güzel görünmek için pahalı, markalı elbiseler<br />
alan, dış elbiselerle gömleklerin, kazakların, elbiselerle<br />
ayakkabıların, çorapların, kravatın renk uyumuna<br />
kadar dikkat eden insanları görüyoruz. Hanımlarda<br />
elbiselere, renklere dikkat de yetmiyor, bütüne ziynetler<br />
de ekleniyor, çantaların uyumu hesap ediliyor,<br />
özene bezene giyiniliyor, takınılıyor…<br />
Saçlar taranıyor, elbisenin kıvrık yerleri, görünüşü<br />
zedeleyen yanları düzeltiliyor. Başörtülere şekiller<br />
veriliyor, gerekirse çıkarılıp tekrar tekrar ayarlanıyor.<br />
Yandan, önden bakışlarla ayna karşısında dakikalar<br />
harcanıyor… Kısaca güzel görünüşle, çirkin görünüşler<br />
engellenilmeye çalışılıyor.<br />
Aşırı olmamak şartıyla bunları yadırgamadığımıza<br />
da vurgu yaptık. Bu sözleri de yadırgadığımızı ifade<br />
etmek için dile getirmiyoruz. Dile getirmek istediğimiz<br />
şudur: Acaba kıyafetlerimiz kadar kaba, edep<br />
dışı veya çiğ bir sözün, bencil, yersiz veya hafif bir<br />
davranışın bizi ne kadar çirkin göstereceğine de<br />
dikkat ediyor muyuz? Onların yakışıksızlığı da elbise<br />
yakışıksızlığı kadar dikkatimizi çekiyor mu? Ahlâkımızın<br />
değeri kıyafetimiz kadar yok mu?..<br />
İsterseniz soruyu şöyle soralım: Kaba veya edep<br />
dışı bir söz ve davranışın, yersiz veya hafif bir hareketin<br />
verdiği çirkin görüntü, ceketin yakasının<br />
kalkık, saçlardan bir bölümünün dağınık olmasından,<br />
çorabın renginin elbiseye uymamasından daha mı<br />
önemsizdir?!. Elbisesi güzel olanın çirkin davranışına<br />
dikkat edilmez mi? Güzel görünen ve markalı bir<br />
kravat kabalığı, bencilliği, sinsiliği, hilekârlığı, düzenbazlığı,<br />
kibir ve gururu örter mi?... Yüksek topuklu bir<br />
ayakkabı, boyunuzu yüksek gösterdiği gibi, edep ve<br />
terbiyenizi, insanî değerlerinizi de yüksek gösterir<br />
mi?..<br />
Siz karşınızdaki insanda hangisini görmek istersiniz<br />
veya hangisini daha çirkin görürsünüz?!.<br />
Düşününce şu gerçeği hep teslim ediyoruz: Edep,<br />
terbiye, ahlâk dünyevî hiçbir malla kıyaslanmayacak<br />
kadar güzel ve değerlidirler. Ancak aklı ve insafı olan<br />
herkes tarafından kabul edilen bu gerçek, zihinlerden<br />
asla uzak tutulmamalıdır; kadri bilinmeli, hayata ona<br />
göre yön verilmelidir.<br />
Bu sözlerden <strong>son</strong>ra dönüp kendi kendimize soruyoruz.<br />
Makyaj bunun neresinde? Bize ne kazandırıyor,<br />
ne kaybettiriyor? Bizi güzel mi gösteriyor, hafif meşrep<br />
veya özentili, şahsiyeti oturaksız mı gösteriyor?..<br />
Bunun cevabını takdirlerinize bırakıyorum.<br />
Makyaj maddelerinin içinde ne var? Tenimize,<br />
sıhhatimize, dinimize, ahlâkımıza ne yönde tesir<br />
ediyor?. Bu da ayrı bir soru.<br />
Kızlarımıza bir soru daha sormak istiyorum:<br />
Siz erkek olsaydınız nasıl biriyle yuva kurmak,<br />
hayatınızı paylaşmak için, yavrularınızın yetişmesi<br />
için, eğer hedefiniz iki cihan saadetini<br />
elde etmek ise bunun için nasıl biriyle evlenmek<br />
isterdiniz?..<br />
Sürmeye gelince, sürme hem caiz, hem de göz<br />
için faydalıdır. Ayette de “ancak kendiliğinden görünenler”<br />
içinde sürme de zikredilir.<br />
Ancak kimsenin sürme sürmediği, gözlerin<br />
sürmeye alışık olmadığı bir ortamda sürme sürmek<br />
ve bu şekilde dolaşmak doğru değildir. Belli oranda<br />
böyle bir davranış kişiyi hafif gösterir. Sırf kadınların<br />
olduğu yerde veya ev ortamında sürülmesinde bir<br />
mani yoktur.<br />
Ruj, hem içindeki maddeler, hem sağlık, oje, hem<br />
tırnak yüzeyini kaplaması, hem sağlık, her ikisi de<br />
kullananı hafifleştirdiği için mahzurludur. Sentetik saç<br />
boyaları da, oje kalınlığında olmasa da saç yüzeyini<br />
kapladığı için mahzurludur. Ümmü Seleme Validemizin<br />
naklettiği kadınların örgülü saçlarını çözmeme<br />
ruhsatı, kadınların örgülü saçıyla sınırlıdır, hem<br />
erkeklerin örgülü saçı buna kıyas edilemeyeceği gibi,<br />
boyaların da kıyası doğru değildir. Nitekim bir kadının<br />
saçı örgülü olmayıp belini geçecek derecede uzun<br />
olsa dibini yıkayarak bırakamaz, gusülde bütününü<br />
yıkamak zorundadır. Aksine fetvalar ihtiyatsızdır…<br />
24
MAKALE<br />
HALEPLI MAHMUD NUREDDIN SHABAN<br />
Halep...<br />
BUGÜN DOĞUNUN VE BATININ DILINDEN<br />
DÜŞMEYEN KELIME...<br />
Tarih yazmış ve bugünde tarih yazan şehir...<br />
İzzetin ve kararlılığın şehri... Sabrın ve sebatın şehri...<br />
Halep… Halep ‘in ne olduğunu<br />
nerden bilebilirsin ??!!<br />
Yeryüzün de kurulmuş en eski şehir, başlangıç<br />
tarihi bilinmemekte ancak üstünden hayat dolu çok<br />
zamanlar geçmiştir...<br />
Eski ve yeni dünya medeniyetini birleştiren İpek<br />
yolu üzerinde kurulmuş bir şehirdir...<br />
Gezgin tacirlerin ve devlet büyüklerinin uğradığı <strong>son</strong><br />
duraktır...<br />
İLMIN VE AMELIN MERKEZIDIR...<br />
Üzerinden toprağına ve kültürüne derin izler nakşetmiş<br />
(yanaklarına nakış işlenmiş)<br />
nice medeniyetler gelip geçmiştir.<br />
Kokusu misk’tir ve güzel görünüşü Allah’ın kılıcı<br />
Halid bin Velid’in Miladi 7.Yy’ da Anadolu kapısından<br />
girmesiyle başlayan İslam medeniyetinin örtüsüdür\<br />
elbisesidir (libasıdır).<br />
Bu büyük fetihle beraber Halep bugün bildiğimiz<br />
Halep olmuştur. İslam’ın Haleb’i olmuştur. Fetihlerin<br />
ve zaferin Halebi olmuştur. Bu zaferlerden biri de<br />
İslam ordusunun Anadolu’da, Horasan’da ve birçok<br />
İslam ülkesinde kulları kula kulluktan, Allah’a kulluğa<br />
döndürmesidir...<br />
Halep’te 5.Halife olan Ömer ibni Abdulaziz’in<br />
yapımını üstlendiği en büyük ve eski Emevi Camii<br />
inşa edilmiştir.<br />
Halep İslam nimetine sahip olma hususunda<br />
kararlığına devam etmiş, İslam’ı kalkındırmış ve onun,<br />
Hamdâni Devleti’nin kılıcı Ebu Firas zamanında ilmi<br />
ve edebi yönden parlamasını sağlamıştır. Halep adil<br />
sultan Şehid Mahmud Nureddin Zengi’nin eliyle<br />
Rum gazvesinden <strong>son</strong>ra yeniden doğmuş ve Halep,<br />
zamanında Haçlı birliklerine karşı koyma ve Allah’ın<br />
düşmanlarıyla savaşta layık olduğu yeri almıştır.<br />
Nureddin Zengi’den <strong>son</strong>ra Selahaddin Eyyubi gelmiş<br />
ve büyük bir ordu Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın pis<br />
Haçlılardan kurtulması ve özgür olması için Halep’ten<br />
çıkmıştır.<br />
Halep, 1.Sultan Selim’in fethettiği gün gelip de asıl<br />
mevkiine dönünceye kadar Moğol saldırılarına maruz<br />
kalmış, fetihten <strong>son</strong>ra, Osmanlı Devletinin ilk Arap<br />
vilayeti aynı zamanda başta Şam olmak üzere bütün<br />
Arap ülkelerinin de anahtarı olmuştur.<br />
Halep, sanayisi, ilmi ve tecrübeleriyle gelişip, İstanbul<br />
ve Kahire’den <strong>son</strong>ra en önemli 3. şehir sayılmıştır.<br />
20.yy’ın başlarında Fransız ihtilali belasına uğramıştır.<br />
Halkı, üzerlerinde hain planlar yapanları oradan<br />
çıkarana kadar cihattan geri durmamış. Halep, en<br />
kötü günlerini onların yönetimleri altında yaşamış,<br />
heyecanlı gençlerinden birçoğunu kaybetmiştir.<br />
Halkın çoğu evini barkını bırakıp dünyanın dört bir<br />
tarafına dağılmak zorunda kalmıştır.<br />
Ve böylece mübarek Suriye devrimi tam 5 yıl<br />
önce başlamış oldu.<br />
İşkencenin, kuşatmanın, tahribatın, yıkımın, en şiddetlisine<br />
gebe kaldı. Halkından binlerce kişi öldürüldü,<br />
mahsur edildi, ülkelerini terk etmek zorunda bırakıldı.<br />
Ama onlar, sabrettiler ve direndiler.. Zulme ve bu<br />
verdikleri mücadeleden dönmeye asla razı olmadılar.<br />
Halep kuşatıldı… Halep viran oldu… Halep aç bırakıldı…<br />
Ama Halep bu enkaz altında sabrı bırakmadı…<br />
Mücahitler, alçak ve hain düşmanlara karşı Ümmet’in<br />
dini ve şerefini korudular hala da koruyorlar…<br />
ÜMMET, HALEP’TIR!!<br />
Kendi çabalarıyla Zafer’e ulaşamasalar bile dualarla<br />
ulaşacaklar…<br />
VE BIZLER, ŞAM VE HALEP HALKI OLARAK,<br />
‘RABBIMIZ, SEN’DEN BAŞKA NEYIMIZ VAR KI!’’<br />
SLOGANINI ATMAYA DEVAM EDECEĞIZ…<br />
25
TERCÜME: MERVE MAHİTAPOĞLU - AIŞENUR YILMAZ<br />
حلب...<br />
كلمة على لسان أ اهل الشرق والغرب اليوم مدينة<br />
صنعت التاريخ وتصنعه اليوم مدينة العز والصمود ...<br />
مدينة الصبر والثبات<br />
!!حلب وما أ ادراك ما حلب؟؟<br />
اقدم مدينة مسكونة على وجه أ اال رض ال يعرف التاريخ بدايتها<br />
أ<br />
ولكن يعرف أ انها على مر أ االيام مليئة بالحياة<br />
مدينة واقعة على طريق الحرير تربط بين حضارات العالم القديم<br />
والجديد<br />
محط الرحالة التجار والقادة... مركز العلم والعمل.. مرت عليها<br />
حضارات كثيرة نقشت على خدودها آ اثارًا عظيمة تبدو في قسمات<br />
ا رضها وثقافتها<br />
أ<br />
وكان أ اعبقها ر ائحة أ وا زهاها حلة الحضارة اإلسالمية التي أ بدات<br />
بدخول سيف هللا المسلول خالد بن الوليد من باب أ انطاكية في<br />
القرن السابع الميالدي، بهذا الفتح العظيم صارت حلب التي<br />
نعرفها اليوم، صارت حلب اإلسالم وحلب الفتوحات وحلب<br />
النصر، منها انطلقت جيوش اإلسالم لتحرر العباد من عبادة<br />
العباد إلى عبادة رب العباد في أ االناضول وخراسان وغيرها من<br />
بالد المسلمين اليوم<br />
فيها بُ ني المسجد أ االموي من أ اكبر أ واقدم المساجد الذي أ اشرف<br />
على بنائه الخليفة الراشدي الخامس عمر بن عبد العزيز<br />
واستمرت حلب تتقلب في نعم اإلسالم وزاد ازدهارها أ وتال<br />
العلمي أ واالدبي في زمن سيف الدولة الحمداني أ وابي فراس<br />
الشاعر، ثم ولدت حلب من جديد بعد غزو الروم لها على يد<br />
السلطان العادل نور الدين محمود الشهيد الزنكي وعادت حلب<br />
ّ ً قها<br />
في زمانه إلى مكانتها في صدّ الزحف الصليبي ومقارعة أ اعداء هللا<br />
واإلنسانية على كل الجبهات، ثم جاء من بعده صالح الدين<br />
االيوبي فخرجت منها جحافل الجيوش لتشارك في تحرير القدس<br />
أ<br />
والمسجد أ االقصى من رجس الصليبين<br />
ثم مرت على حلب أ اعاصير من الغزو المغولي حتى عادت إلى<br />
مكانتها يوم دخلها السلطان سليم أ االول أ واصبحت حلب الوالية<br />
العربية أ االولى في الدولة العثمانية وصارت مفتاح بالد الشام<br />
.والبالد العربية عامة<br />
وكانت حلب المدينة الثالثة في أ االهمية بعد اسطنبول والقاهرة..<br />
..وترقت صناعتها وعلمها وتجارتها<br />
حتى انتكبت حلب باحتالل الفرنسيين في بداية القرن العشرين<br />
ولم يتوقف أ اهلها عن جهادهم حتى خرجوا مكرهين ولكن تركوا<br />
خلفهم منافقين أ ا أ سوا منهم يتحكمون في مصير البالد الطاهرة،<br />
فعاشت حلب تحت حكمهم أ اشد أ ايامها وفقدت الكثير من<br />
شبابها النشيط المثقف، وتشرد الكثير من أ اهلها في أ اصقاع<br />
اال رض<br />
أ<br />
حتى هبت الثورة السورية المباركة قبل خمس سنوات.. أ تاخرت<br />
حلب قليال ولكن كان أ لتاخرها في اللحاق بركب الثورة حكمة<br />
ا رادها هللا... فتحولت حلب بعد ذلك إلى حاضنة الثورة وقائدة<br />
أ<br />
لها، وتلقت أ اشد أ انواع العذاب أ واشد أ انواع القصف والدمار وقتل<br />
اهلها آ باالالف وحوصروا وشردوا... ولكنهم بقوا صابرين ثابتين<br />
أ<br />
ال يرضون بالظالم وعودته، تداعى على هذه المدينة الصابرة أ امم<br />
الشرق والغرب كما تتداعى أ االكلة على قصعتها، وخذلها القريب<br />
والبعيد ولكن هللا لم يخذلها<br />
حوصرت حلب ... دمرت حلب... ِ جوّ عت حلب... ولكن أ اهلها<br />
من تحت الركام صابرون وعائدون ومن خالل الخراب مجاهدون<br />
يدافعون عن دين أ امة وشرفها ضد عدو طائفي حاقد لئيم<br />
فانى هذه أ االمة من حلب..؟؟<br />
أ<br />
إن لم ينصروها أ بانفسهم فلينصروها بدعائه<br />
ونستمر نحن أ اهل الشام وحلب بهتافنا يا هللا ما لنا غيرك يا هللا<br />
محمود نور الدين شعبان الحلبي<br />
26
MAKALE<br />
YRD.DOÇ. DR. ALI AL OMARI<br />
İLİM TALEP ETMENİN<br />
YÖNTEMLERİ<br />
Vaktin uğruna harcandığı yılların onu elde etmede yetersiz kaldığı<br />
rahmet bulutlarından bereket elde edilmeye çalışılan eylemlerin<br />
“en faziletlilerinden biri de FAYDALI ILIM TALEP ETMEKTIR.<br />
Eskiden denilirdi ki:<br />
“İLME KENDINI VERIRSEN O DA SANA BIR<br />
KISMINI VERIR.”<br />
Oysa günümüzde bir çok genç vaktin bereketsizliğinden<br />
yakınmakta. Yıllar ardı sıra gelir ve<br />
geçer ancak ilimden elde edilen paye aslında kişinin<br />
istediği oranla sınırlı kalır. Bunun sebebi açık,<br />
disiplinli bir planın olmamasıdır.<br />
Talebe, kendisini güçlendirecek bir takım<br />
dersler ve kitaplar seçer . Ama gayretli olan talebe,<br />
zamanla bir ilme tam vakıf olamadan kendini<br />
birden fazla ilmin kapısında buluverir. İşte bu<br />
yüzden Alimlerimiz; ilim tahsilinin başlangıcında<br />
açık, sınırları belli olan ayrıca sarf ettiği çabaya<br />
ve vakte uygun bir yöntem ortaya koymuşlardır.<br />
Bütün bunlardan daha da önemlisi öğrencinin ilmi<br />
bir melekeye sahip olmasıdır.Tıpkı İbn Haldun’un<br />
mukaddimesinde bahsettiği gibi.<br />
Mesela Akaidde Tahaviyi, Fıkıhta Kuduriyi gibi...<br />
Bu seviyedeki talebe kafası karışmasın diye ihtilaflı<br />
meselelerden uzak durmayı tercih eder. Zaten bu<br />
seviyenin hedefi delilleri öğrenmeksizin meseleleri<br />
öğrenmektir .Meseleleri delilleriyle öğrenmek ise<br />
ikinci seviyenin işidir.<br />
İKINCI SEVIYE:<br />
Bu seviyede ise Talebe önemli meseleleri öğrendikten<br />
<strong>son</strong>ra bu meselelerin delillerini araştırmaya<br />
geçer. İhtilaflı meseleleri anlamaya yönelik<br />
delillerin kuvvet yönünü araştırır.<br />
ÜÇÜNCÜ SEVIYE:<br />
Bu seviyeye varan öğrenci artık farklı mezheplerdeki<br />
görüşleri araştırma yetisi kazanır hatta<br />
içlerinden birisini tercih edebilecek seviyeye kadar<br />
gelir. O yüzden bu seviyenin kitapları ihtilaflı meselelerle<br />
dolu kitaplardır.<br />
Toparlarsak bahsini ettiğimiz bu, ‘’Yöntem’’ ilmi<br />
3 seviyeye ayırır ve her seviyenin ayrı bir yolu ayrı<br />
ayrı kaynakları vardır. Bu seviyelere şöyle bir göz<br />
atalım :<br />
BIRINCI SEVIYE:<br />
Bu seviye başlangıç seviyesidir. Talebe bu<br />
seviyedeyken henüz bilimsel konuları bilmez ve<br />
başlangıç seviyesindeki konulara vakıf olmaya<br />
çalışır. Konuları kapsayan küçük metinler ezberler.<br />
Bu yolda devam edilen ‘’ilim talebi’’ öğrenciye<br />
ilmi bir meleke kazandırır. Bunun yanında başlangıç<br />
seviyesindeki talebe eğer üçüncü seviyeden<br />
tahsile başlarsa ihtilaflı meselelerde kaybolur ve<br />
hiçbir ilim tahsil edemez. Görüp duyarak veya<br />
bizzat şahit olduğumuz bir çok örnekte de olduğu<br />
gibi, öğrenciler okumaya kelam ilmindeki bir takım<br />
kitaplardan başladıkları ve hiç bir şey anlayamadıkları<br />
için bu ilimin tahsilini bırakıyorlar. Ancak<br />
bahsini ettiğimiz bu üç seviyeyle ilerleyenler<br />
talebe veya hoca olabilir ve Allah’a karşı hareketlerinde<br />
takva sahibi olurlar.<br />
27
ّ<br />
TERCÜME: AIŞE CAN - MERYEM SENA ÖZTÜRK<br />
منهجطلبالعلم<br />
د. علي العمري<br />
إن من أ اجل ما تبذل له أ االوقات، و تهون في طلب تحصيله<br />
السنوات و تستسقى به سحائب الرحمات<br />
طلب العلم النافع ...<br />
”و قد قيل سابقا:” إن العلم إذا أ اعطيته كلك. اعطاك بعضه<br />
إال أ ان الشباب في هذه أ االيام كثيرا ما يعاني عدم البركة في أ االوقات ،<br />
فتمضيعليهالسنواتتلو<br />
السنوات و لمّ ا يحصّ ل من العلم ذلك القدر الذي كان يتمناه. و<br />
لعل السبب الرئيس لذلك هوعدم وجود الخطة المنهجية الواضحة<br />
لطلب العلمليهتدي بهاالشباب في هذا الطريق،فتجد الطالب<br />
يختار<br />
الدروس التي يحضرها ، و الكتب التي يقرءهابعشوائية . و هكذا<br />
تمضي أ االيام و يجد ذلك الشاب المتحمّ س لطلب العلم أ انه أ اصبح<br />
على أ ابواب الثالثينيات أ او أ االربعينيات دون أ ان يتقن علما<br />
و لذلك فقد وضع علماؤنا قديماً منهجا ً يعين الشاب<br />
في بداية طلبه للعلم على اختصار<br />
االوقات و الجهد ،و أ االهم من ذلك أ ان تحصل له الملكة العلمية.<br />
أ<br />
.كما نص على ذلك العالمة إبن خلدون في مقدمته<br />
و حاصل هذه المنهجية هي تقسيم العلم إلى ثالثة مستويات ،<br />
واحدا<br />
ً ً<br />
ً ً محددا واضحا<br />
ولكل مستوى و أ االهم من ذلك أ ان تحصل له الملكة العلمية كما<br />
.نص على ذلك العالمة إبن خلدون في مقدمته<br />
حاصل هذه المنهجية في تقسيم العلم إلى ثالثة<br />
مستويات و لكل مستوى كتب معينة و طريق خاصة في الدراسة<br />
فالمستوىاالوليكونللمبتدئ<br />
أ<br />
و هو الذي ال يعرف مسائل الفن بعد، فيدرس في هذا المستوى ،<br />
المسائل فقط، و يفضل أ ان يحفظ متنا<br />
مسائل الفن، كالطحاوية في العقائد، و ُ الزبَد في الفقه<br />
الشافعي<br />
القدوري في الفقه الحنفي و هكذاو يراعي في هذا المستوى .<br />
ان يبتعد الطالب عن<br />
أ<br />
المسائل الخالفية، حتى ال يشوش ذهنه في بداية طلبه<br />
للعلم .كما أ ان هدف هذاالمستوى هو معرفة<br />
المسائل فقط دون أ االدلة ، فإن البحث في أ االدلة هي من<br />
شان المستوى الثاني<br />
أ<br />
المستوى الثاني بعد أ ان يعرف الطالب أ اهم مسائل العلم<br />
الذي يُ بحث فيه ينتقل في بحثه إلى أ ادلة هذه المسائل التي<br />
عرفها في المستوى أ االو ل<br />
فيُ بحث في وجه الداللة<br />
و مدى قوة او ضعف أ االدلة ، مع اإلطالع على أ اهم ،<br />
المسائل الخالفية<br />
المستوى الثالث: و في هذا المستوى يصبح الطالب قادرً ا<br />
على البحث في المسائل بين المذاهب و الفرق المختلفة ،<br />
و رُ بّ ما يصل إلى القدرة على الترجيح. و لذلك تكون كتب<br />
هذا المستوى مليئة بالمسائل الخالفية. مع توجيه أ لالقوال<br />
و ترجيح لها<br />
إن التدرج بهذه الطريقة في طلب العلميعطي الطالب<br />
الملكة العلميةويختصرعليه كثيرا من الوقت<br />
في المقابل إذا أ بدا الطالب المبتدئ مثال بكتب المستوى<br />
الثالث، سيضيع في الخالفيات دون أ ان يحصل شيائ<br />
و كثيرا ما سمعنا عن البعض من أ انهم أ اطلعوا على كتاب في<br />
الكالم مثال. فما فهموا منه شيائ. فتركوا اإلشتغال بهذا العلم<br />
.و في هذه الرحلة بين المستويات الثالثة على<br />
طالب العلم أ ان يصحب معل ّمً ا متقنا. و يتق هللا في حركاته.<br />
و سكناته<br />
.<br />
ً ً صغيرا يجمع<br />
.<br />
28
MAKALE<br />
ÖNCELIKLE İslami ilimler fakültesinin<br />
kıymetli öğrencileri olan sizler, üniversitemizin<br />
verdiği müstesna Arapça eğitimi<br />
sayesinde İslami ilimlerin ana kaynaklarından<br />
tercüme ve tercüman engeline<br />
takılmadan doğrudan algılayabilme<br />
hedefinde ilerliyorsunuz. Bu gerçekten<br />
çok büyük bir ayrıcalıktır. İslami ilimler<br />
deyince akla bütün ilimlerin başı ve<br />
kaynağı Kur’an-ı Kerim gelmekte.. İslam<br />
tarihinde Rasulullah (s.a.v.)’ dan itibaren<br />
Kur’an-ı Kerim eğitim ve öğretimi hep ilk<br />
sıraya konmuş. İlim denince Kur’an akla<br />
gelmiş. Selefi Salihin’den bize ulaşan pek<br />
çok rivayette de bu önceliğin korunduğunu<br />
görmekteyiz. Mesela şu rivayeti<br />
birlikte okuyalım, Velid bin Müslim der<br />
ki ; ‘’ Evzai’nin meclisine yeni gelen bir<br />
öğrenci olursa, hocamız genellikle onu<br />
Nisa suresinin miras ayetlerini sormak<br />
suretiyle bir sınava tabii tutardı. Eğer<br />
okuyamazsa – yavrum sen hadis talep<br />
etmeden önce Kur’anı Kerimi bir öğrensen<br />
– derdi.” Bu ve bunun gibi pek<br />
çok örneği incelediğimizde bu fakülteye<br />
ilk adımımızı attığımız günden itibaren<br />
Kur’an-ı Kerim’e vermemiz gereken<br />
29<br />
YASEMIN MISIRLI<br />
Darusselam<br />
.<br />
Vakfı<br />
Kuran-ı Kerım Programları<br />
Sevgili Arkadaşlar ,<br />
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinin<br />
kıymetli öğrencileri; Hepinize başarı dileklerimi iletir,<br />
Allah (c.c.)’nin selamıyla selamlarım,<br />
önem daha iyi anlaşılır. Program itibariyle<br />
kısıtlı olan Kur’an-ı Kerim saatleri<br />
özellikle alt yapısı zayıf olan öğrenciye<br />
yeterli gelmeyebilir. Kaldı ki üniversite<br />
öğrencileri eğitimlerine takviye olarak<br />
pek çok vakıf programına katılmakta, pek<br />
çok seminer ve aktiviteyi yürütebilmektedirler.<br />
İşte bu noktada önceliğin Kur’anı<br />
Kerim’e verilmesi ne kadar isabetli bir<br />
karardır. Sürekli ertelenen planlar ileriki<br />
yıllarda esef edeceğimiz bir pişmanlığa<br />
dönüşmeden ilk yılımızdan itibaren bu<br />
konuda sorumlu davranıp, tercihimizi<br />
‘’ Önce Kur’an ‘’ şeklinde kullanmalıyız<br />
tavsiyesinde bulunmak isterim.<br />
BU HUSUSTA SIZLERE YARDIMCI<br />
OLABILECEK KURUMLARDAN BIRI<br />
OLAN DARUSSELAM VAKFI KUR’AN-I<br />
KERIM PROGRAMLARINDAN BAHSET-<br />
MEK ISTERIM.<br />
DARUSSELAM VAKFI Kur’an-ı Kerim<br />
seminerleri her yıl ekim ayından haziran<br />
ayına kadar devam eden, bu hususta<br />
ehliyet sahibi, ‘’ sizin en hayırlınız Kur’an<br />
öğrenen ve öğretendir. ‘’ hadis-i şerifi-
YASEMIN MISIRLI<br />
ni şiar edinmiş seksen kişilik öğretmen<br />
kadrosu eliyle icra edilir. Bu seminerlerden<br />
yılda kayıtlı bine yakın öğrenci<br />
istifade imkanı bulur. Seminerler haftada<br />
5 gün devam etmekle birlikte öğrenciden<br />
istenen haftada sadece bir gün yani<br />
iki buçuk saatini ayırmasıdır.<br />
SEMINERLERE katılacak öğrencinin<br />
öncelikle mülakatla seviyesi belirlenir.<br />
Mülakat <strong>son</strong>rası başlangıç sınıfları ; hafız,<br />
iyi, orta ve zayıf olarak dört seviyede açılır.<br />
Başlangıç sınıfları sene boyunca mahreç<br />
ve sıfat eğitimi görerek bu dilin fonetiğine<br />
uygun biçimde, Osmanlıca tabirle<br />
‘’ talim ‘’ dersi alırlar. Aynı zamanda zayıf<br />
sınıflar, okuyuşu serileştirmek<br />
ve hatadan arındırmak için<br />
alt yapı kuvvetlendirici çalışmalar<br />
yaparlar.<br />
BAŞLANGIÇ sınıflarımızın<br />
ezberi ‘’ Duha – Nas<br />
‘’ arası surelerdir. Ayrıca<br />
bu surelerin özlü tefsiri<br />
de verilerek , arapça<br />
ezberi ile birlikte<br />
mealinin de bilinmesi<br />
istenir.<br />
BAŞLANGIÇ sınıflarımızdan<br />
itibaren tecvit ve talimle bir hatim başlanarak<br />
bu hatmin itkan sınıflarının <strong>son</strong>unda<br />
tamamlanması hedeflenir.<br />
Daha <strong>son</strong>ra hazırlık sınıfları gelir. Bu sınıflar<br />
amme cüzününün tamamını ezberlerler.<br />
Bir üst sınıf olan tahsin sınıflarında<br />
ise ezber programı ; amme cüzünün<br />
tekrarı ile birlikte Yasin, Fetih, Mülk, Vakia<br />
ve Rahman sureleridir. İlk baştan beri<br />
bütün ezberler tane tane, harflerin hakkı<br />
verilerek talim ve tecvitle icra edilir. Bu<br />
aşamayı tamamlayan öğrenci ‘’ tahsin<br />
belgesi ‘’ almaya hak kazanır ve itkan<br />
sınıflarına geçiş yapar. Bu sınıflarda bu<br />
zamana kadar alınanlarla birlikte beş cüz<br />
ezberin tamamlanması hedeflenir. İtkan<br />
sınıflarındaki öğrenci, okuyuş açısından<br />
mükemmele oldukça yaklaşmış bir seviyededir.<br />
ÖĞRENCI, uygulama sınıflarında bu<br />
seviyeleri geçe dursun bir taraftan da<br />
ilk günden itibaren akademik anlamda<br />
tecvit dersi alır. Tecvit 1, tecvit 2 ve Cezeriye<br />
şerhi şeklinde ayrılmış sınıflarda<br />
bu seminerlere katılarak yazılı sınavlara<br />
girer. İlk günden itibaren ‘’ Kur’an öğrenmek<br />
‘’ ile beraber, ‘’ Kur’an öğretmek<br />
‘’ hedefine hazırlanan öğrenci ,’’ Kur’anı<br />
Kerim’i nasıl öğretebiliriz ‘’ isimli, dört<br />
hafta devam eden formasyon niteliğinde<br />
bir seminer çalışmasına da katılır. Artık<br />
öğrenci ‘’ itkan belgesine’’ sahip olmuş<br />
aynı zamanda mütkin bir Kur’an<br />
öğreticisidir. Bu seviyeye gelen<br />
arkadaşları Darusselam<br />
vakfı kendi bünyesinde veya<br />
başka kurumlarda Kur’an<br />
öğreticisi olarak görevlendirebilir.<br />
HAFIZLIK müssesesine<br />
dahil olmak isteyen<br />
arkadaşlar tahsin seviyesinden<br />
itibaren hafızlığı<br />
seçip, düzenli ezber yapabilirler.<br />
Hafızlık ; Altı yılda,<br />
dört yılda, iki yılda ve bir yılda hafızlık<br />
şeklinde icra edilir. Her arkadaş bu programlardan<br />
hayatına uygun olanı seçebilir.<br />
Hafızlık programlarının tamamı yazılı,<br />
öğrencinin ve öğretmenin izleyeceği yolun<br />
<strong>son</strong> derece net olduğu hayata uygun<br />
programlardır. Bu programlara da öğrenci<br />
sadece haftada bir gününü vakfa gelmek<br />
suretiyle ayırır. Her hafızlık sınıfının<br />
öğretmeni tarafından kurulmuş programın<br />
ciddi takibinin yapıldığı, öğrencilerin<br />
günlük çalışmaya teşvik edildiği bir iletişim<br />
grubu vardır. Darusselam vakfında<br />
hafızlığını bitiren veya başlangıçta hafız<br />
olarak vakfımıza başvurup itkan belgesi<br />
alan ve bu şekilde hafızlığını tekrar eden<br />
öğrenciler için bu noktadan <strong>son</strong>ra artık “<br />
icazet ” denilen çok özel bir çalışma söz<br />
30
DARUSSELAM VAKFI KURAN’I KERİM PORGRAMLARI<br />
konusudur. İcazet, bir hafızın Kur’an-ı<br />
Kerim’in tamamını ezberinden, icazet<br />
sahibi hocasına arz etmesi ve günümüzden<br />
Resulullah (sav)’a kadar uzanan bir<br />
peygamber silsilesine iltihak etmesidir.<br />
İcazet bu dünyada elde edilebilecek<br />
diplomaların tartışmasız en şereflisidir.<br />
Resulullah (sav), sahabe-i kiram, tabiin<br />
ve her devirde Kur’an ehliyle kurulan çok<br />
özel bir ilişkidir. Darusselam vakfında<br />
icazetin başlangıcından bitimine kadar<br />
bütün aşamaları icazet meclisinin gözetiminde<br />
devam eder. Asım kiraatinin<br />
Hafs rivayetinden icazet alan öğrenci<br />
dilerse başka kiraatlere geçip farklı kıraatlerin<br />
güzelliğini tadabilir. Mesela Verş<br />
veya Kalun veya farklı rivayetleri infirad<br />
usulüyle okuyabilir. Bu konuda birkaç<br />
rivayeti tamamladıktan <strong>son</strong>ra “Şatıbıyye<br />
Şerhi” programına devam edererek kıraatleri<br />
cem etme yolunu seçebilir. Özellikle<br />
icazet ve itkan almış, Kur’an okuma ve<br />
okutma konusunda ehliyet sahibi olmuş<br />
arkadaşların katıldığı Kur’an-ı Kerim’in<br />
tamamının özlü tefsir ve mealini içeren<br />
çalışmalar da mevcuttur. Bu arkadaşların<br />
bu programı tamamlayıp meal yarışmalarına<br />
katılmaları teşvik edilir.<br />
GÖRÜLDÜĞÜ gibi Darusselam Vakfı’ndaki<br />
bu süreç öğrenciyi ilk seviyeden<br />
alarak çok ileri seviyelere taşıyan bir eğitim<br />
sürecidir. Kur’an öğretmekle birlikte<br />
Kur’an’ı gönüllere nakşedip sevdirmenin<br />
hedeflendiği bir çalışmadır. En güzeli de<br />
bu programların haftada sadece bir gün<br />
ile hayata yayılmış olmasıdır. Bugün Darusselam<br />
Vakfı’nın öğrenci kitlesinin çok<br />
büyük bir bölümünü üniversite gençliğinin<br />
teşkil etmesinin de en büyük sebebi<br />
budur.<br />
EVET SEVGILI ÜNIVERSITELI KAR-<br />
DEŞIM, RESULULLAH (SAV)’IN BUYUR-<br />
31
YASEMIN MISIRLI<br />
DUĞU GIBI “ (KIYAMET GÜNÜ) OKU<br />
VE YÜKSEL, CENNETTEKI SEVIYEN<br />
KUR’AN’DAN OKUYABILDIĞIN SON<br />
AYET OLACAKTIR.”<br />
Bugün Fatih Sultan Mehmet Vakıf<br />
Üniversitesi’nde üç hafızlık grubu, bir hafızlık<br />
tekrar grubu sadece haftada bir gün<br />
devam ederek, fakat bütün hafta ciddi<br />
bir şekilde çalışarak faaliyetlerine devam<br />
ediyor. Sen de onlardan biri neden<br />
olmayasın? Hafızlık olmasa bile Kur’an-ı<br />
Kerim’den beş cüzün ezberini bitirip,<br />
itkan belgesine sahip olup, fakülteden<br />
mezun olduğun zaman aynı zamanda<br />
da ehliyetli bir Kur’an eğitimcisi neden<br />
olmayasın? En azından fakültenin ezberlerinin<br />
tamamını tekrar etmiş hiçbirini<br />
unutmamış şekliyle mezun olma hassasiyetini<br />
gösterebilirsin.<br />
BIR ÇAĞRIM DA İSLAMI İLIMLER DI-<br />
ŞINDAKI, DIĞER FAKÜLTELERDE OKU-<br />
YAN KARDEŞLERIME :<br />
BUGÜN Darusselam Vakfı’ndaki üniversite<br />
öğrencilerinin ciddi bir kısmını<br />
İslami İlimler dışındaki fakülteler teşkil<br />
ediyor. Kur’an hazinesi hepimize ait..<br />
SIZLER DE haftada bir gününüzü<br />
düzenli ayırıp bu hazineden payınızı<br />
alıp belki hiç düşünmediğiniz seviyelere<br />
ulaşabilirsiniz. Sizleri de özellikle davet<br />
etmek isteriz.<br />
Son olarak İslami İlimler Fakültesi’nin<br />
Arapça Mesleki Uygulama Kulü-<br />
“<br />
bü’ne bu güzel çalışmalarından dolayı<br />
özel olarak teşekkür eder, hepinizi<br />
Allah’a (cc) emanet ederim.<br />
Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi Öğretim görevlisi,<br />
Darüsselam Vakfı Eğitim Koordinatörü<br />
F. Yasemin MISIRLI<br />
32
AHİDNAME<br />
MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
İnsanlığın<br />
.<br />
Ortak Mirası…<br />
HER MEDENIYET ÇOĞULCULUĞA DEĞER VERIP FARKLILIKLARI GELIŞTIRDIĞI VE<br />
CANLANDIRDIĞI ÖLÇÜDE ÖMRÜNÜ UZUN EYLEMIŞTIR. Şüphesiz ki insanlığı ortak<br />
nokta da buluşturacak olan şey birlikte yaşayabilecekleri bir dünyadır. Çoğulculuk ve birlikte<br />
yaşama tecrübesi medeniyetleri ayakta tutan en önemli unsur olmuştur. Rasulullah<br />
(s.a.v.)’in Medine Vesikası ile temellerini attığı ve kurduğu bu düzen, kendisinden <strong>son</strong>ra<br />
gelen Müslümanların bu mirası gelecek nesillere taşıma çabası ile sürüp gitmiştir.<br />
FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN 1463’TE BOSNA HERSEK’I FETHETMESI ÜZERINE<br />
YAYIMLAMIŞ OLDUĞU AHIDNAME INSAN HAKLARI BILDIRGESI ÖZELLIĞI BAKIMIN-<br />
DAN MEDINE VESIKASI’NDAN SONRA DÜNYA DA ILAN EDILMIŞ IKINCI BELGEDIR.<br />
Ecdadımızın din seçme ve onu yaşama özgürlüğüne verdikleri önemin bir yansımasıdır<br />
aynı zamanda. 1776 yılında yazılmış, günümüz de insanlık tarihinde ilk insan hakları<br />
bildirgesi olarak kabul edilen ABD Anayasası’ndan 313 yıl önce yazılmıştır. 550 yıl önce<br />
Bosna’nın Fojnica kasabasında, Bosnalı Fransisken papazlar için yayımlanmış olan bildiri<br />
Fojnica’nın tepelerinde kurulmuş olan Fransisken Manastırı’nda halen muhafaza edilmektedir.<br />
KANLI BALKAN COĞRAFSININ TARIHINDE ‘’ RAHIPLERE ÖZGÜRLÜK BAHŞEDEN<br />
FERMAN ‘’ OLARAK BILINEN BU AHIDNAME ILE FRANSISKEN PAPAZLARI YÜZ YIL-<br />
LARDIR BÖLGE DE VARLIKLARINI MUHAFAZA EDEBILMIŞLERDIR.<br />
ARAPÇA MESLEKI UYGULAMA KULÜBÜ OLARAK FOJNICA BELDESINI ZIYARET<br />
EDIP AHIDNAME’YI YERINDE MÜŞAHEDE EDEBILME FIRSATI BULDUK HAMD OL-<br />
SUN. Fojnica, Bosna savaşının izlerini hala omuzlarında taşıyan bir belde… Ecdadımızın<br />
basireti ve ferasetiyle yüzyıllarca huzur ve adalet içinde yaşayabilmiş Bosna halkına, bu<br />
vesile ile de günümüz insan hakları bildirgesinin de neler vaad edip neler verebildiklerini<br />
de görmüş olduk…<br />
SON OLARAK DA ŞUNU DIYEBILIRIZ KI FATIH SULTAN MEHMET HAN’IN BU BIL-<br />
DIRGESI, BIRLIKTE YAŞAMA VE FARKLILIKLARI GÖZETME KÜLTÜRÜNE ÇOKÇA IHTI-<br />
YAÇ DUYDUĞUMUZ ŞU GÜNLERE DE HALEN IŞIK TUTABILMEKTEDIR…<br />
33
MERVE MAHİTAPOĞLU<br />
34
ROPÖRTAJ<br />
BEYZA NUR GÜLER<br />
AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
MUHAMMED EMİN<br />
YILDIRIM HOCAMIZLA<br />
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE<br />
GENÇ OLMAK &<br />
SAHABE GENÇLİĞİ<br />
1438\SİYER ARAŞTIRMALARI VAKFI<br />
Çok Saygı Deger Hocamız Muhammed Emin YILDIRIM<br />
büyük bir misafirperverlikle kendisine yönelttigimiz sorulara açıklayıcı ve<br />
detaylı cevaplar vererek Siyer Arastırmaları Vakıfı’nda tüm yogunluguna<br />
ragmen bizleri agırladı. Sorularımıza verdigi cevaplarla adeta bizlere en<br />
güzel ve en iyi örnek olan Efendimiz Aleyhisselatu vesselam’ın ve Selefi<br />
Salihin’in (Allah onlardan razı olsun) gençliklerini anlattı. Degindigimiz<br />
sorular ve hocamızın sorularımıza verdigi cevaplar bir bütün olarak ele<br />
alındıgında bu dünyada yasanmıs ve bir daha yasanması mümkün olmayan<br />
en güzel gençligin tasvir edilmis oldugunu görüyoruz. Hocamıza; bizlere<br />
gösterdigi ihtimam için tesekkürlerimizi sunarken ortaya çıkmıs olan<br />
bu harika örneklerden hep birlikte istifade edebilmeyi temenni ediyoruz…<br />
35
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
BİZ: Efendimizin gençliğe verdiği önemle<br />
alakalı erdemlere değinmek istiyoruz.İlk<br />
olarak cahiliye devri gibi korkunç bir zaman<br />
diliminde yaşamış, henüz peygamber olmadan<br />
tertemiz kalmış bir genç olan efendimizi<br />
tanımak ve tanıtmak istiyoruz. Kendilerinin(as)<br />
o dönemdeki ahvalini bize özetleyebilir<br />
misiniz?<br />
HOCAMIZ : Bismillahirahmanirahim…<br />
Tabii çok geniş bir mevzu bu, bahsettiğimiz<br />
dönem ( A.S.) nübüvvet öncesi kırk<br />
yıllık dönemin tamamını kapsar. Malumunuz<br />
olduğu üzere İslam Fıkhı’nda üç önemli devre<br />
vardır: yaşla alakalı,( 0-14) çocukluk devresi,<br />
(15-40) gençlik devresi, 40’tan <strong>son</strong>rası artık<br />
yaşlılık ve olgunluk devresi. Dolayısıyla biz<br />
Peygamber (A.S.) gençliği dediğimiz zaman<br />
on beş yaş ile kırk yaş arasındaki bu yirmibeş<br />
yıllık zaman diliminin tamamını kast etmiş<br />
oluruz ve aslında tamamını incelememiz<br />
gerekir. Elbette Nübüvvet öncesi döneme ait<br />
rivayetler Medine dönemine kıyas edildiği<br />
zaman azdır ancak yinede gerçek ciddi nüktesebat<br />
var elimizde gerek (A.S.) efendimizin<br />
kendisine sorulan çeşitli sorular çerçevesinde<br />
verdiği cevaplar gerek ortaya çıkan hadiseler<br />
üzerine efendimizin söylediği beyanlar o yirmi<br />
beş yıllık hayatın ciddi bir biçimde bilgisini<br />
bize verir. Ben temel bir kaç şeyden bahsedeyim,<br />
yani özellikle bu günün gençlerine örnek<br />
olsun diye! Mesela on beş yaşında (A.S.)<br />
efendimiz amcası Ebu talibin yanında kalan<br />
bir gençtir ve o günlerde çobanlık yapmaktadır.<br />
İbn sad tabaka da bize bu bilgiyi verir.<br />
Efendimiz daha erken vakitlerde amcasının<br />
yanına aileye bir katkı sağlama amacıyla gelir.<br />
Amcası Ebu Talip, her ne kadar izin vermek<br />
istemese de (A.S.) efendimiz zorla izni koparır.<br />
Ardından yıllarca süren çobanlık dönemi<br />
başlar. Bu da aslında gençlerin sorumluluk<br />
alması noktasında büyük bir mesajı beraberinde<br />
taşır. Mesela bu gün gençliğin en büyük<br />
problemlerinden biri büyüyememe problemi,<br />
olgunlaşamama problemidir. Gençlerimizin<br />
yıllar geçmesine rağmen içinde bulundukları<br />
topluma ve ailelerine hala bir katkı sağlamayıp,<br />
baba parası yiyip, ondan bundan bir<br />
şeyler alıp hayatlarını devam ettiren bir hal<br />
üzerine yürümeleri bu mesajı bizim için biraz<br />
daha önemli kılıyor. 16 yaşında (A.S.) hazretlerimiz<br />
ficar savaşına katılıyor mesela o zaman<br />
o savaşlar da amcalarının yanında onlara destek<br />
olmak, atılan okları toplayıp onlara vermek<br />
hatta bir diğer rivayete göre direkt sıcak<br />
bir çatışmanın içerisine girerek olayın dışında<br />
kalmama gibi bir adımını görüyoruz. Yaş 20-<br />
21 civarında olduğu zaman artık efendimiz<br />
(A.S.) ticari kimliği ile bilinir Mekke de ve 23<br />
yaşında malumunuz olduğu üzere Hz. Hatice<br />
anamızın kervanı ile busraya gider o kervanı<br />
da yine İbn Sad bize kıyasla verir. Hatice anamızın<br />
o gün busraya çıkardığı kervan Mekke<br />
halkının toplamının çıkardığı kervana denk<br />
bir kervan, yani oldukça büyük bir kervandır<br />
oldukça fazla bir malla busraya gidip gelinecektir<br />
efendimiz (A.S.) da o kervanın başında<br />
genç bir tüccar olarak bulunacaktır. Sermaye<br />
iş ortaklılığı çerçevesinde bazı adımlar atacaktır<br />
ve ciddi bir kar elde ederek dönecektir.<br />
Ondan <strong>son</strong>rada Hatice anamızın gönlünde<br />
36
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />
& SAHABE GENÇLİĞİ<br />
daha farklı bir yer edinecektir.25 yaşında<br />
gençliğinin zirvesinde kendisinden 15 yaş büyük<br />
Hatice anamızla ki Hatice anamız 2 evlilik<br />
yapmıştır 3 tane çocuğu vardır böyle bir halde<br />
iken efendimiz (A.S.) onunla evlenecektir.<br />
25 yıl süren bir evlilik devam edecektir. Bunları<br />
anlatmak belki kolaydır ama insan üzerinde<br />
biraz durup düşündüğü zaman çok önemli<br />
şeyler bunlar (A.S.) efendimiz 25 yıl boyunca<br />
Mekke de işte sizinde sorunuzda belirttiğiniz<br />
gibi her türlü çizginin ihlal edildiği Cahiliye’nin<br />
zifiri karanlığının yaşandığı bir dönemde en<br />
ufak ahlakına, iffetine leke sürmeden bu işi<br />
devam ettirmesi daha <strong>son</strong>ra sadece dostlarının<br />
değil düşmanlarının bile taktirine mazhar<br />
olmuştur zaten fazilet odur ki sadece dostlar<br />
değil düşmanlar bile bir insanı takdir edebilsin<br />
ki (S.A.V.) efendimiz bunu ziyadesiyle ortaya<br />
koymuş birisidir. O yirmi beş yıllık hayatı yani<br />
15 yaşından 40 yaşına olan kadar olan hayatı<br />
biz şöyle bir kaç cümle ile özetlemek istersek<br />
inanılmaz bir iffet, derinlemesine bir irade,<br />
toplumdan kopmadan toplumun hassasiyetleriyle<br />
alakadar olan bir sorumluluk duygusuyla<br />
ve hiç bir şekilde ve gençliğin o hararetli,<br />
rüzgarlı zamanlarında bile sarsılmayan bir<br />
adalet düşüncesini biz efendimizin hayatında<br />
görürüz ve aslında ideal bir gencin kimliğine<br />
aitte çok önemli şeyler çıkarabiliriz burada..<br />
bu iş uzar da bu kadar söyleyeyim…<br />
BİZ: Efendimizin gençliğinde Hılfıl Fudul<br />
ve bu oluşumun toplum hayrına ve toplum<br />
sorunlarına çözüm bulmak için ortaya<br />
çıktığını biliyoruz. Bizler de gençler olarak<br />
efendimizin bu davranışına binaen toplumun<br />
sorunlarıyla ne ölçüde iç içe olmalıyız.<br />
Efendimizin çizgisinde bu bağlamda durduğu<br />
nokta nasıldır?<br />
HOCAMIZ: Çok güzel yani burada hılfılfıdül<br />
(Erdemliler cemiyeti) diye türkçeye<br />
tercüme edeceğimiz bir cemiyet aslında<br />
yani bu gün ki ifadesiyle bir vakıf ve dernek<br />
çalışması aslında her ne kadar birebir aynı<br />
olmasa da o gün yemenden gelen bir tüccarın<br />
mallarını gasb eden (As bin vail ) ‘e karşı<br />
daha <strong>son</strong>rada o olay Ebu Cehil’e karşı yaşanıyor.<br />
O tüccarın talebine karşı oluşturulan<br />
bir pakt bir birlik, o birliğin en temel meselesi<br />
kim olursa olsun o zalime karşı, kim olursa<br />
olsun mazlumdan yana biraz önce söyledik<br />
ya adalet meselesi işte adalet burada ortaya<br />
çıkmış oluyor ve aleyhisselatü vesselam<br />
efendimiz 18 yaşındayken bir diğer rivayete<br />
göre 20 yaşında iken Hz. Ebu Bekir’in amcası<br />
sayılan Abdullah İbn Cüda’nın evinde ki Hz.<br />
Ebu Bekir de olayın içindedir.Orada verilen o<br />
söze iştirak ediyor ve gerçekten de o günden<br />
<strong>son</strong>ra Mekke de kim olursa olsun (çünkü<br />
orası ticaretin çok yoğun yaşandığı dışarıdan<br />
çok gelip gidenler var hem hac için hem<br />
ticaret için kim olursa olsun) zulme uğrayan<br />
insanların yanında onların hakkını alıncaya<br />
kadar bir kametine, duruşuna şahit oluyoruz.<br />
Burada aslında Müslümanların yaşadıkları<br />
dünyada sosyal sorumlulukları noktasında<br />
büyük bir mesaj alınması gerektiği noktada<br />
ip uçları var. Bizim biraz ne yazık ki Müslümanlar<br />
olarak bu konuda sıkıntılarımız var.<br />
Biraz kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz<br />
dış dünyanın sorunları ile çok fazla ilgilenmi-<br />
37
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
yoruz. Aslında hılfılfudul dediğimiz denilen<br />
hareket Müslümanların özellikle de Müslüman<br />
gençlerin bu meselelerde nasıl aktif<br />
bir biçimde yer almaları gerektiği konusun<br />
da bize bir mesaj veriyor. Eğer biz sosyal bir<br />
varlık isek ve sosyal sorumluluklarımız varsa<br />
yaşadığımız toplumun sorunlarıyla ilgilenme<br />
ve bunları çözme ile alakalı bir mükellefiyetle<br />
karşı karşıyayız. Mesela bu memlekette bir<br />
kürt meselesi, bir alevi meselesi var, bugün<br />
özellikle kadınlarla alakalı çok ciddi sıkıntılar<br />
var. Bunların her birisi aslında sosyal manada<br />
bize sorumluluklar yükler. Elbette bunların<br />
hepsini yapacak gücümüz yok. Yani insan<br />
yeterli sınırlı noktada bir güce sahiptir ama<br />
Müslümanlar olarak bir iş bölümü yapabiliriz<br />
yani herkes bu manada bir alanla ilgilenir ve<br />
o alanın hakkını verme adına bazı gayretler<br />
ortaya koyabilir. Dolayısıyla güncel hılfılfudullar’a<br />
ihtiyaç var şuan da.Hele hele adaletin<br />
ayaklar altına alındığı, tamamen adaletin<br />
devre dışı bırakıldığı bir dünyada yaşayan<br />
Müslümanların buna çok daha fazla ihtiyacı<br />
var. Biz farkındayız ya da değiliz, tam anlamıyla<br />
bu mana da sorumluluğumuzun ne<br />
kadar bilincindeyiz onu bilmiyorum ama<br />
şu bir hakikat; adaleti dünya Müslümanların<br />
eliyle tanıdı. Adalet mülkün temelidir serlevhası<br />
ilkesi bu gün mahkemelerin arkalarında<br />
yazar ama o sözün uygulamasını Hz. Ömer<br />
ortaya koymuştur. Şimdi yeniden bu adaletsiz<br />
dünyaya adaleti taşıyacak olan Müslümanlardır.<br />
Eğer Müslümanlar bu sorumluluklarını<br />
tam anlamıyla fark edip yerine getirmezlerse<br />
bu konuda dünya istenilen oranda bir adaletle<br />
ne yazık ki tanışmayacaktır. İşte hılfılfudul<br />
Peygamber efendimizin gençliğinde yaptığı<br />
bu işler bize bu sorumlulukları hatırlatmalıdır.<br />
BİZ: Efendimizin gençliğinde yaptığı meslekleri<br />
düşündüğümüz de -mesela çobanlık<br />
ve ticaret gibi -bundan genç insanlar olarak<br />
nasıl bir ders çıkartmalıyız? Kendi meslek<br />
ve çalışma hayatımızı hayatlarımızda nasıl<br />
konumlandırmalıyız? Genç yaş da çobanlık<br />
yapmış olan efendimiz (S.A.V) çalışmaya ve<br />
rızık için çaba sarf etmeye bir genç olarak<br />
kıymet veriyordu diyebilir miyiz?<br />
HOCAMIZ: Elbette ki, onu kısmen söyledim<br />
ama soru önemli olduğu için biraz<br />
daha açmakta fayda var. Tabii burada erkek<br />
ve kadınların ayrı ayrı sorumlulukları var.<br />
Bizim meseleye şu çerçeveden bakmamız<br />
lazım aslında; netice itibariyle biz belli bir<br />
yaşa geldikten <strong>son</strong>ra kendi ayaklarımızın<br />
üzerinde durmalıyız.Yıllar yılı birilerine yaslanarak<br />
yürümek Müslüman’ın aslında tercih<br />
edebileceği bir hayat düşüncesi değil. Çünkü<br />
aleyhisselatu vesselam Efendimiz ; devenin<br />
üstünde olsanız ,elinizden asanız düşse ,<br />
yanı başınızda tanıdığınız biri bile olsa ondan<br />
asanızı istememelisiniz devenizi çökertip<br />
asanızı kendiniz almalısınız diyor, bu önemli<br />
bir uyarıdır. Efendimiz aleyhisselatuvesselam<br />
hiçbir zaman yapmadığı bir şeyi istemedi<br />
insanlardan hatta on tane yaptı bir tane istedi<br />
her zaman için azametin zirvesindeydi ama<br />
insanlardan bir şey istediği zaman ruhsatları<br />
istedi en azından ve bunu da bize tavsiye<br />
etti. Bu konuda da öyledir yani efendimiz (as)<br />
yetim olarak başladığı yolculuğuna amca-<br />
38
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />
& SAHABE GENÇLİĞİ<br />
sının yanında kaldığı dönemde ondan önce<br />
artık 6-8 yaş arası dedesinin yanında kaldığı<br />
dönemde bile her zaman için kendi ayakları<br />
üzerinde durma gibi bir gayret içerinde oldu.<br />
Bu günün gençlerinde de bu olmalı. Belki<br />
hanımlar bu konuda ne yaparlarsa yapsınlar<br />
evdeki işlerde annelerine yardımcı olarak bu<br />
manada farklı bir konumdaysalar toplumdaki<br />
bir yarayı sarma adına bir adımla, erkekler ise<br />
ilim yolumda ilerlerken bile bu manada ilmin<br />
izzetini şerefini namusunu koruma adına<br />
insanlardan bir şey beklememe el açmama<br />
adına kendi ayakları üzerinde durma noktasında<br />
bazı şeyleri almalılar ki (as) efendimizin<br />
gençlik dönemindeki o uygulamalarının<br />
bizim dünyamıza da söylediği bazı sözler<br />
olmuş olsun..<br />
BIZ: Efendimizin gençliğinden günümüz<br />
gençliğinin örnek alması gereken en temel<br />
unsurlar nelerdir?<br />
HOCAMIZ: Bunları da aslında aşağı yukarı<br />
biraz söyledik ama biraz daha dikkat çekelim<br />
(A.S.) efendimiz hayatındaki o iffet meselesi<br />
çok önemli bir şey iffet kavramına bazı İslami<br />
kavramlara zulüm ettiğimiz gibi zulüm<br />
ediyoruz.Ve iffetin sadece kadınlarla alakalı<br />
bir kavram olduğunu zannediyoruz.Toplumda<br />
böyle yanlış bir algı var.Erkek ne yaparsa<br />
meşru ama kadın en ufak bir yanlış yaparsa<br />
o bunun cezasını çekmeli gibi bir anlayış var,<br />
böyle bir anlayış İslami bir anlayış değil..Netice<br />
itibariyle iffetin tanımı şudur,hududullah’a<br />
ve hukukullah’a riayet ederek yaşamaktır.Eğer<br />
biz iffet meselesini (A.S.)efendimizden bu<br />
tanım çerçevesinden öğrenirsek hududullah,<br />
yani Allahın sınırları belli zaten kuranda,hadislerde<br />
bize söyleniyor.Hukukullah da Allahın<br />
hakkıdır ki o hukukullahın en önemli ayağı<br />
hukuku nefs ve hukuku ibadttır. Yani insanın<br />
hem kendi nefsi ile olan hukuku hemde<br />
başka kullarla olan hukuku aslında hukukullah<br />
dediğimiz şeyin altında bütün bunlarda<br />
yatıyor. Dolayısıyla bunlara riayet ederek<br />
yaşayan bir insan Allahın istediği ve isimlendirdiği<br />
gerçek bir Müslüman olur. Zaten<br />
bizim bütün derdimizde kulluk için yaratılmış<br />
olmanın sorumluluğu çerçevesinde bunu<br />
yerine getirebilmek halbuki hal böyle olunca<br />
efendimizin dünyasından sadece ve sadece<br />
iffet meselesini işte bunu sadece namusa<br />
indirgemeden hayatın sadece bir bölümüne<br />
indirgemeden tamamına yayarak ve gerçekten<br />
biraz önce söylediğim şekliyle hududullah<br />
ve hukukullah çerçevesinde ele aldığımız<br />
zaman aslında insanı kamil olma yolunda bir<br />
yürüyüşten bahsetmiş oluruz. Zaten insan,<br />
İnsan-ı Kamil olamaz. İnsan-ı Kamil yolunda<br />
yürümeye çalışır. Bizim önümüzde de İnsan-ı<br />
Kamil olan tek varlıkta var ki sav efendimizdir.<br />
Biz o hedefi kendi önümüze koyup yürüme<br />
adına bir gayret gösterdiğimiz zaman inşallah<br />
o istenilen seviyeye gelmiş olacağız.<br />
BİZ: Bir genç olarak efendimizi tanıdıktan<br />
<strong>son</strong>ra efendimizin gençlere bakış açısını ve<br />
gençlere verdiği önemle ilgili sorular sormak<br />
istiyoruz. İlk olarak efendimizin genç sahabelere<br />
verdiği önem ve ciddi sorumluluklara değinmek<br />
istiyoruz. Misalen efendimizin genç<br />
yaşlardaki Usame İbn Zeyd’i onca sahabe<br />
varken , genç yaşına rağmen komutan olarak<br />
ataması ve yine Muaz İbn Cebel’i vali olarak<br />
görevlendirmesi gibi örneklendirebileceğimiz<br />
bir çok olay var. Genç yaşlarına rağmen efendimizin<br />
bunu yapmasının altında yatan fazilet<br />
nedir? Efendimiz (S.A.V) neden bu kadar büyük<br />
görevlerin altına gençleri soktu?<br />
HOCAMIZ: Hay Maşallah, ne güzel sorular<br />
böyle …<br />
VALLA GENÇ KAVRA-<br />
MI (A.S.) EFENDIMIZIN O<br />
MÜBAREK ISMI ILE YAN<br />
YANA GELDIĞI ZAMAN O<br />
KADAR GÜZEL BIRBIRLE-<br />
RINE YAKIŞIYORLAR KI…<br />
YANI GENÇLIK VE EFEN-<br />
DIMIZ DEDIĞINIZ ZAMAN<br />
IKI GÜZEL KAVRAMI IKI<br />
GÜZEL ISMI ASLINDA YAN<br />
YANA GETIRMIŞ OLURSU-<br />
NUZ..<br />
Çünkü biraz siyeri bilen bir ağabeyiniz<br />
hocanız olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim<br />
ki (A.S) efendimizin dünyasında gençlerin<br />
çok farklı bir yeri vardı. O şunu çok iyi<br />
39
ٌ<br />
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
biliyordu: bir insanın hidayetine vesile olmak<br />
güneşin doğup battığı tüm toprakların fethinden<br />
daha kıymetli ya da Hz. Ali’ye Hayber<br />
de söylenildiği üzere 100 kızıl tüylü deveye<br />
denk gelen bir şey ama iki tane insan gelse<br />
huzuru nebiye bunlardan birisi biraz yaşlı<br />
birisi genç olsa bunların bir çok siyerde ve<br />
hadis kitaplarında karşılığı olduğu için rahat<br />
rahat söyleyebiliriz. Gelen insan gençse<br />
eğer Allah Rasulu (A.S.)’ ın sevinci heyecanı<br />
çok çok daha fazladır. Çünkü çok iyi biliyor<br />
ki efendimiz, gençliğin kendisine özgü bir<br />
heyecanı var bir enerjisi var. İslamda heyecan<br />
isteyen bir dindir. Çünkü ancak heyecanla<br />
yaşanır heyecanla belirli bir yerlere taşınır<br />
bunlar örtüştüğü zaman o islamın o güzelliği<br />
gençliğin üzerinde daha farklı bir biçimde<br />
tezahür edecektir, ortaya çıkacaktır. Böyle<br />
olduğu içinde (S.A.V.) efendimiz risalet davasını<br />
gençler üzerinde oluşturmuş ve onların<br />
üzerinden yürütmüştür. Darul Erkam dediğimiz<br />
peygamber mektebinin ilk talebeleri 25-<br />
28 yaşlardan oluşuyordu aralarında parmakla<br />
sayılacak kadar yaşı kırkın üzerinde insan<br />
vardı. Efendimiz (A.S.) 18 yaşındaki Erkam<br />
İbn Erkam’ın evinde bu işi başlattı. Bu bizim<br />
için çok önemli bir mesajdır <strong>son</strong>ra Mekke’nin<br />
o zorlu yollarında hep efendimizin sağında<br />
solunda önünde arkasında hep gençler vardır.<br />
Bunlar hep o günün ilk gençleri ve bu işi<br />
omuzlama noktasında Sabikuna Evvelin olan<br />
o ilk halkanın Saffı Evvelin mensuplarıydılar.<br />
Akabede Efendimiz (s.a.v) çadırları dolaştığı<br />
zaman en <strong>son</strong> uğradığı çadır Esad ibn Zülade<br />
ve 5 arkadaşının çadırı yine gençlerin çadırıydı<br />
ve o gençlerin üzerinden Yesribe iman<br />
tohumu ulaştı. Allah Rasulu (a.s) onlarla bu işi<br />
başlattığı zaman bir yıl <strong>son</strong>ra onlara yine bir<br />
genç olan Musab bin Umeyri muallim olarak<br />
verdi. Ve Musab bin Umeyr’in gidip orada<br />
gençlerle beraber oluşturduğu o iman hamlesiyle<br />
beraber 1 yıl boyunca Medinede o gün<br />
ki adıyla Yesrib de imanın nurunun girmediği<br />
ev kalmadı. Onun arkasından gelen <strong>son</strong> Akabe<br />
Biatında gelen 75 kişi ki 2si hanım 73 erkek<br />
hepsi gençlerden oluşuyordu. Sallallahu aleyhi<br />
ve sellem Efendimiz işini hep böyle yürüttü.<br />
Bedir Ashabına bakın 313 tane Ashab’dan<br />
bahsediyoruz ki sahabenin onlar Serlevhası<br />
Sayılır onlarda gençlerdi. Sonraki süreçlerde<br />
de Efendimiz (a.s) ne kadar zorlu görev varsa<br />
hep gençlere o görevleri verdi. İşte sizin dediğiniz<br />
gibi en <strong>son</strong> Usame ibn Zeyde sancağı<br />
teslim ettiği zaman Usamenin yaşı sadece<br />
17ydi. Ondan 2 yıl önce Mekke fethedildiği<br />
zaman Hicretin 8. Yılında herkes ‘’Acaba Mekkenin<br />
ilk müslüman valisi kim olacak? Acaba<br />
Allah Rasulu Haşimoğullarından birine mi verecek?<br />
Acaba amcası Abbasa mı verecek?’’ ki<br />
hak sahibi odur görünüşte Hz. Abbas o gün<br />
Haşimoğullarının en ileri geleni ve yaş olarak<br />
en olgun olanıdır ama Efendimiz (a.s) 18<br />
yaşındaki bir delikanlı olan Hattab İbn Esid’e<br />
veriyor o sancağı. Sallallahu aleyhi ve sellem<br />
Efendimizin orduya dahil ederken o yaşı<br />
16 dan gün almış olanları orduya almasıda<br />
aslında bir yönüyle gençlere verdiği değerdir.<br />
Ve bunlar gibi daha neler neler söyleyebilirsiniz.<br />
Çünkü Efendimiz bunu çok iyi biliyordu<br />
ki onların elleriyle bu iş hakkıyla temsil edilir<br />
hakkıyla daha farklı yerlere taşınır hakkıyla bu<br />
manada İslamın o aziz sancağı mahrum olan<br />
yüreklere kazınmış olur, ulaştırılmış olur.<br />
BİZ: EFENDİMİZ (S.A.V) TALHA İBN UBEY-<br />
DULLAH (R.A) YAŞAYAN ŞEHİT GİBİ BİR Hİ-<br />
TABININ OLDUĞUNU BİLİYORUZ. BÖYLE BİR<br />
MAKAMI TALHA BİN UBEYDULLAH O GENÇ<br />
YAŞINDA NASIL HAKETTİ SİZDEN DİNLEYE-<br />
BİLİR MİYİZ?<br />
HOCAMIZ: TABI AHZAB SURESININ 23.<br />
ُ وا) AYETI<br />
HAREBESIN’DEN SONRA NAZIL OLUYOR.<br />
ORDA CENAB-I HAK 2 ZÜMREDEN BAH-<br />
SEDIYOR. BIR ZÜMRE ALLAHA VERDIKLERI<br />
AHDI MISAKI YERINE GETIRIP CANLARINI<br />
ALLAH YOLUNDA KURBAN EDENLER, DIĞER<br />
BIR ZÜMRE DE SÖZLERINI DEĞIŞTIRMEDEN<br />
ُوا) BEKLEYENLER<br />
) HIÇ BIR ŞEKILDE ت<br />
SÖZLERINE AYKIRI DAVRANMAYANLAR.<br />
MU- AYETI UHUD (مِ نَ الْمُ ْ ؤ مِ نينَ رِجَ ال صَ دَ ق<br />
وَ مَ ا بَدَّ ل<br />
َبْ د۪ يالً<br />
Aleyhissalatu ve esselam Efendimiz bu<br />
ayeti okuyor bir gün Mescidi Nebevi’nin minberinde.<br />
Daha yeni gelmiş o işe dahil olmuş<br />
müslümanlardan bazıları burada sözlerini<br />
değiştirmeden hiç bir şekilde sözlerine aykırı<br />
davranmadan duranların kimler olduklarını<br />
merak ediyorlar. İçlerinden birisi ayağı kalkıyor:<br />
’’ Ya Rasullallah diyor, ayette söylenen<br />
Allaha vermiş oldukları ahitleri yerine getirip<br />
hayatlarını imanlarına şahit kılıp şehit olanlar<br />
belli, Hamza onlardan birisiydi (r.a). Musab<br />
onlardan birisiydi. Abdullah İbn Caş onlardan<br />
biriydi. Enes Bin Nadr onlardan biriydi. Ama<br />
burada sözlerini değiştirmeden duranlar o<br />
ilk gün ki Allaha vermiş oldukları sözü yerine<br />
getirme noktasında hassasiyet içerisinde<br />
olanlar kimler?’’ Soruyu duyunca Efendimiz<br />
birşey söylemiyor. Zat, o soruyu soran Sa-<br />
40
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />
& SAHABE GENÇLİĞİ<br />
habe Efendimiz acaba soru anlaşılmadı mı<br />
diyor. Biraz <strong>son</strong>ra bir daha soruyor, Efendimiz<br />
sanki sahabe içerisinden birini arıyor gibi ama<br />
cevap vermiyor. Üçüncü kez soruyor Sahabe<br />
Efendimiz soruyu. Efendimiz yine cevap<br />
vermiyor. Sözünü bitiriyor, minberden iniyor.<br />
Mescidi Nebeviden Hücre-i Saadete doğru<br />
yürüyeceği anda Talha bin Ubeydullah yeşil<br />
elbiseler içerisinde Mescidi Nebeviye giriyor.<br />
Efendimiz Talha ibn Ubeydullahı görür görmez<br />
‘’Nerede biraz önceki sorunun sahibi?’’<br />
diyerek o soru sahibini çağırıyor. Eliyle işaret<br />
ederek ‘’İşte sorunun cevabı burada ’’ diyor.<br />
‘’Her kim bu dünyada yaşayan bir şehit görmek<br />
istiyorsa Talha İbn Ubeydullaha baksın.’’<br />
diyerek Talha İbn Ubeydulllah’a “Şehidul<br />
Hayy” diyerek bir kavramı onun üzerinden<br />
aslında Müslümanların gündemine koyuyor.<br />
Malumunuz Kuran-ı Kerim de ‘’Allah yolunda<br />
öldürülenlere ölüler demeyiniz ‘’ diyor. Şehit<br />
öldükten <strong>son</strong>ra dirilendir. Şehidul Hayy ölmeden<br />
dirilendir. Bu kavramlar önemli. Allah<br />
Rasulu (a.s) bunları bir yönüyle başka şeylere<br />
dikkat çekmek içinde nazarımıza veriyor. Şehidul<br />
Hayy kavramını kullandığı 2.isim Efendimizin<br />
bir hanım sahabedir. Ümmü Varaka<br />
(r.a) diye bildiğimiz ve şehadet adına yanıp<br />
tutuşan bir anamızdır, validemizdir. Efendimiz<br />
ona da o müjdeyi verirken ‘Sen şehit olacaksın,<br />
hem de evinde olacaksın, evinde olurken<br />
bunu tadacaksın ve sen Şehidull Hayysın’<br />
diyerek bu ödülü bu mükafatı ona taçlandırırkende<br />
aslında onun üzerindende bize bir<br />
mesaj veriyor. Demekki nedir o zaman Şehidul<br />
Hayy, zaten şehadet aslında odur. Şehadet<br />
bir yönüyle imanın hayata şahit kılınmasıdır.<br />
Allah bunu birilerine nasib eder birilerine<br />
etmez ama bir insan eğer şehadet arzusunu<br />
yüreğinde tutarsa, ve bir şehit gibi yaşarsa<br />
sözünü nasıl anlamamız lazım burada bir parantez<br />
açıp söylememiz lazım. Aslında şehit<br />
Allah yolunda kurban olmaktır. Nasıl ki Kurban<br />
Bayramında biz Allah yolunda kurbanlıkları<br />
seçerken Fıkhın bize belirlediği bazı şeyler var,<br />
onlara uygun bir biçimde seçiyoruz. Kusurlu<br />
olmayacak, herhangi bir arızası olmayacak,<br />
Allah da kendi yolunda kurbanlarını böyle<br />
seçiyor. Dolayısıyla Şehidul Hayy olabilmesi<br />
içinde bi kere o şehadeti hakedecek bir <strong>hali</strong><br />
olması lazım. İşte bu hak ediş eğer olurda<br />
<strong>son</strong>unda olmazsa Sallallahu aleyhi ve sellem<br />
müjdeyi veriyor. Bir insan samimiyetle eğer<br />
şehadeti ister ve bu manada Allahtan dua<br />
dua bunu talep ederse yatağında bile ölse<br />
şehittir. İşte (s.a.v) Efendimiz Talha İbn Ubeydullah’ın<br />
üzerinden Ümmü Varaka anamızın<br />
üzerinden bunu veriyor bize ama bunun<br />
yanında onlarında <strong>son</strong>radan yine şehadet<br />
şerbetini içeceklerine dair bir müjde veriyor<br />
bize.Bütün gençlerimizin hedefleri arasında<br />
böyle birşey de olmalı. Şehadet ölümlerin<br />
en güzelidir, ölümlerin taçlı gelinidir, Allaha<br />
kavuşmanın en güzel ve en önemli zeminidir.<br />
Ama şehadet asla bile bile ölüme yürümek<br />
demek değildir. Şehadet ölümü öldürerek yürümektir.<br />
Bunu yapan insan işte Şehidul Hayy<br />
olma adına bir ödülü haketmiş olur.<br />
BİZ: Yine Esma b. Yezit’in efendimize sorduğu<br />
soruların ne kadar nitelikli ve nicelikli<br />
olduğunu biliyoruz… Hatta efendimizin ona :<br />
HATIBETUL NISA dediğini ve onu övdüğünü<br />
biliyoruz. Dine dair, İslam’a dair soru sormayı<br />
övdüğünü buradan çıkartarak Üniversite’de<br />
okuyan talebeler olarak bu soru sorma etkinliğinin<br />
sünneten usuldeki yerini öğrenmek<br />
istiyoruz. Edeb riayeti ve ölçüsü nasıl olmalı<br />
bir gencin bu mevzuda ?<br />
HOCAMIZ : Eyvallah. Soru sormak aslında<br />
ilim noktasında çok önemli bişeydir. Zaten<br />
soru sormayı bilen adam ilim talep edebilir.<br />
Onun için bizim ilim geleneğimizde soru<br />
cevabın çok özel bir yeri vardır. Bütün alimlerimiz<br />
meclislerinde belli bir şeyden <strong>son</strong>ra yani<br />
kendi anlatacaklarını anlattıktan <strong>son</strong>ra bir soru<br />
cevap faslı oluştururlar ki bu aslında o ilim<br />
geleneğinin işte kazandırdığı bir şeydir. Allah<br />
Rasulü (A.S.) da talim görevinin bir gereği olarak<br />
dönem dönem Sahabeyi böyle bir alanda<br />
istihdam ediyor tabiri caizse. Efendimiz istiyor<br />
ki sahabe sorular sorsun bazen sahabe bu<br />
konuda sormazsa eğer Efendimiz soruyor<br />
onlara. Onlardan cevap almaya çalışıyor. Bazen<br />
bu soru cevap faslı uzayıp gidiyor. Bunun<br />
hadis kitaplarımızda epey örneklerini bulmak<br />
mümkün. Dikkat çektiğiniz isim Esma binti<br />
Yezid ise bu işin gerçekten sembol isimlerinden<br />
biridir. Hatibetunnisa ifadesini kazanması<br />
da bundan Allah Rasulü (A.S.) onda bu özelliği<br />
farkettiği zaman Medineli kadınlarda çok<br />
rahat konuştuğu için hakkını hukukunu rahat<br />
istediği için soru sormaktan çekinmeyip bu<br />
konuda vakarla çok güzel bunu yansıttığı için<br />
Efendimize (A.S.) sormak istedikleri soruları<br />
Esma Validemizin üzerinden soruyorlar.<br />
Onun için aslında bazı hadislerde şöyle bir<br />
ifadeyi okumak mümkün Esma binti Yezid<br />
Peygamber (S.A.V.) in huzuruna yürümeye<br />
başladığında ‘İşte bakın, gelen Esmadır, şimdi<br />
41
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
gelecek öyle bir soru soracak ki siz erkek<br />
<strong>hali</strong>nizle o soruları soramazsınız.’ Ve bunları<br />
biz okuyoruz hadis kitaplarımızda. İşte buradan<br />
kadın erkek farketmez ilmin talebinin<br />
ne kadar önemli çıkardığımız gibi, burda<br />
soru cevap meselesininde ne kadar önemli<br />
olduğunu çok rahat bir biçimde anlayabiliyoruz.<br />
Kaldı ki (A.S.) Efendimizin sahabeye<br />
bu alanı açmasıda önemli bişeydir. Bediüzzamanın<br />
ifadesiyle merak ilmin hocasıysa<br />
bu merakıda en iyi ortaya koyacak ve bu<br />
arada giderecek vesilede soru sorup cevap<br />
almaksa ilim yolunda her talibenin, talibin<br />
bu alanı en üst düzeyde kullanması gerekir.<br />
Ve bu konuda daha farklı bir biçimde<br />
istifadelerini çoğaltacak yollara tevessül<br />
etmek gerekir.Ancak soru iş olsun diye<br />
sorulmaz. Yani bir insan cevabını kendisinin<br />
bulmadığı ya da cevabından kesinlikle<br />
emin olmadığı soruları sorar. Eğer bir insan<br />
yani ilim yolunda birinden bahsediyoruz,<br />
kendisi ilme ulaşabilecek yolu menheci<br />
bulmuşsa bir çok sorusuna cevap bulabilir<br />
zaten. Ama yine buna rağmen elde ettiği<br />
cevap gerçekten isabetli mi bunu tespit<br />
etmek için de ehil olanları zayi etmeden<br />
ehliyet sahibi insanlara sorarak sorularının<br />
cevaplarını alır. Biz bunun uygulamasını<br />
işte dediğim gibi peygamberimizin hayatında<br />
görüyoruz.<br />
BİZ: Efendimizin Zeyd Bin Sabit’e İbranice<br />
öğrenmesini söylemesi gibi dil ve farklı<br />
alanlarda gençlerin kendini geliştirmesini<br />
efendimiz destekliyordu diyebilir miyiz? Bu<br />
yönde efendimizin bakış açısı nasıldı?<br />
HOCAMIZ : Kesinlikle diyebiliriz. Efendimiz<br />
(A.S.) Yesribe geldiği zaman yani<br />
Hicretten <strong>son</strong>ra Musab Bin Umeyrden ve<br />
Zeyd bin Sabitin annesinden onun kabiliyetini<br />
fark ettiği zaman ona bu görevi verdi.<br />
Ama <strong>son</strong>raki süreçte özellikle davet mektuplarını<br />
gönderirken Efendimizin her davet<br />
mektubunu malumunuz Arabça yazıyordu.<br />
Ama gönderilen kralın dilini bilen bir elçiyle<br />
gönderiyordu. Buda Efendimiz (S.A.V.) in dil<br />
eğitimi konusunda aslında nasıl bu mesleye<br />
ehemmiyet verdiğine dair bir işaret taşır<br />
içerisinde. Burada Efendimiz o gençleri<br />
yetiştirirken özellikle Suffa da kabiliyetlerine<br />
ve mizaçlarına göre bir istihdam alanı<br />
açtığına şahit oluyoruz. Zeyd Bin Sabit<br />
bilinen en temel örnek olduğu için o aklımıza<br />
geliyor. Mesela Abdullah İbn Zübeyr<br />
42
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />
& SAHABE GENÇLİĞİ<br />
içinde aynı şey geçerli. Abdullah İbn Zübeyr<br />
Peygamber (A.S.)’ın bu konuda ki ciddiyetini<br />
fark ettiği zaman bir dönem kendi etrafında<br />
yaklaşık o gün dünya dillerinin bir çoğunu<br />
konuşan hizmetliler oluşturdu. Bunu yaparkende<br />
Efendimizin aslında sünnetine binaen<br />
yapmaya çalıştı. Dolayısıyla diğer zamanlarda<br />
ki süreçlerde de sahabe efendilerimizin o<br />
uygulamaları Efendimizim (A.S.) bu konuda ki<br />
önemine bu konuda ki ehemmiyetine binaen<br />
yapılmıştı.Dolayısıyla buradan biz şu net tespiti<br />
çıkarabiliyoruz yani, yaşadığımız dünyada<br />
gerçekten hayatın devam etmesi noktasında<br />
şeriatimizle çatışmayacak olan herhangi<br />
şeyler varsa bunların öğrenilmesi de bir<br />
yönüyle Peygamber teveccühüne ve taltifini<br />
kazanmış şeylerdir. İşte o dönemde atıcılık,<br />
yüzme, binicilik bu tarz şeyler önemliydi.<br />
Bunları çocukların öğrenmesini tavsiye etti.<br />
Ama bugün bu aletler değişti. Bu aletler şimdi<br />
yerini başka şeylere terketti. Biz bu hadiste<br />
ki söylenen şeylerle sınırlı tutamayız. Evet<br />
onlar önemlidir ama Efendimiz söylerken o<br />
günün dünyasında bunlar ihtiyaç olduğu için<br />
söylendi. Bunu bugünün dünyasında ihtiyaç<br />
neyse aynı şekilde onlara gösterilen aslında<br />
ehemmiyet, bir yönüyle sünnetin ihyasıdır.<br />
Bizim bunu bu şekilde anlamamız gerekir. İşte<br />
böyle anladığımız zaman da dünyadan kopuk<br />
bir biçimde yaşayamayız. Yaşamama gibi bir<br />
noktaya geliriz. Ve dünyanın bizi sevk etmesine<br />
değil, Müslümanlar olarak dünyaya yön<br />
verme noktasında bir sorumluluğumuzun<br />
olduğu bilincinde hareket ederiz. Böyle bir<br />
sorumlulukta dünyaya İslamın mesajlarını duyurma<br />
noktasında bizim asıl görevimize bizi<br />
getireceği içinde ayrıca önem ve ehemmiyet<br />
arz ettiğini unutmamamız gerekir.<br />
BİZ: Musab Bin Umeyr’in genç yaşta en<br />
önde sancak taşırken şehit olmasını genç sahabelerin<br />
şehadete olan düşkünlüklerini anlamamız<br />
açısından bize açıklayabilir misiniz?<br />
HOCAMIZ: Evet, onu da söyledim aslında<br />
şehadetle alakalı yine buna ait birkaç şey<br />
söyliyim mesela özellikle Bedir Gazvesi’nden<br />
<strong>son</strong>ra yani biliyorsunuz hicretin ikinci yılında<br />
oluyor ve 14 şehit veriyorlar Müslümanlar.<br />
O büyük gazvede şahadetle alakalı ayetler<br />
gazve öncesinde nazil oluyor Bakara suresinde<br />
<strong>son</strong>ra dönüş yolunda da bu manada bazı<br />
43
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
ayetler nazil oluyor. Alehissalatu vesselam<br />
Efendimiz şehadet meselesinde artık çok<br />
önemli beyanlarda bulunuyor,duaların başına<br />
şehadet konuluyor.Bütün bunları gören genç<br />
sahabelerde inanılmaz derecede bir şehadet<br />
arzusuna kapı açıyorlar.Bugün hayatlarını<br />
şöyle ya da böyle bildiğimiz sahabe efendilerimizin<br />
hiçbir tanesi yoktur ki onların şehadetle<br />
bir hatıraları olmuş olmasın yani kendilerine<br />
nasip olmuştur olmamıştır o ayrı bir<br />
mesele ama bu arzu vardır mesela Bera İbn-i<br />
Malik,Enes Bin Malik’in abisi ben onu anlatırken<br />
Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />
isteyen sahabe diye anlattım.Gerçekten böyle<br />
Rezzak olan Allah’tan rızık olarak şehadet<br />
isteyen bir zümre sahabi nesli ve dualarının<br />
başında hep bu var,Hubeb İbn-i Adi’de o var<br />
Zeyd İbn-i Desin’e de o var Abdullah İbn-i<br />
Tarık’da o var Asım İbn-i Sabit’de o var ila ahir<br />
hangisini sayarsanız sayın.Hz.Ebubekir’de o<br />
vardı yani biz mesela dualarına bakıyoruz şehadet<br />
arzusu var.Hz.Ömer’de yine öyle yani<br />
Arafat’da <strong>son</strong> işte şehadetine günler kala dua<br />
dua yakardığına şahit oluyor Selmani Farisi<br />
bir yaklaşıyor ne diyor nasıl şeyler istiyor diye<br />
merak ediyor,bakıyor ki şehadet istiyor.’’Allahummeerzugnuşehadeten<br />
fi sebilik ve mevteten<br />
fi beledi rasuluk’’ diyor yani ‘’Allah’ım<br />
beni peygamberin şehrinde öldür ve bana<br />
şehadet nasip et’’bu duayı kızı Hafsa anamız<br />
duyunca davetunibnikebşe diyor İbniKebşenin<br />
duası yani bunun Türkçe karşılığı şu;-<br />
kabul olmayacak duaya amin istemek hem<br />
Peygamber şehrinde öleceksin hemde şehit<br />
olacaksın kızım diyor ben Sallalahu Aleyhi ve<br />
Sellem Efendimizden duydum biz birgünUhud<br />
dağının üzerindeyken Uhud dağı titredi<br />
ve Allah Rasulualeyhissalatu vesselam dağa<br />
hitap et uskut ya uhud ve innemaaleykenebiyyun<br />
ve sıddıkun ve şehidan dedi o nebi<br />
sıddık işte bu kabirde olan Ebubekir şehidan<br />
dediği iki şehitten biri ben biri de Osman bu<br />
sözü söyleyen Sallalahu aleyhi ve sellemdir<br />
eğer O dediyse şehadet ulaşacaktır bana ve<br />
ulaştıda.Bir sabah namazında Peygamber<br />
mescidinde mihraptayken o kutlu cemaate<br />
namaz kıldırıyorken arkadan yediği hançerle<br />
şehadet şerbetini içti.Hz.Osman zaten öyleydi<br />
ki biliyorsunuz o da şehit oldu.Hz.Ali zaten<br />
bir ömür şehadet arzusuyla yandı tutuştu<br />
hatta Hendek Gazvesi sırasında şehadet<br />
şehadet deyince,AllahRasuluAleyhissalatu<br />
44
EFENDİMİZ DÖNEMİNDE GENÇ OLMAK<br />
& SAHABE GENÇLİĞİ<br />
vesselam Ali dedi şimdi değil bir gün gelecek<br />
başından akan kanlar sakalını boyayacak o<br />
gün göreyim senin sabrını dedi yıllar <strong>son</strong>raki<br />
şehadetine aslında bir vurguda bulundu.Hangisini<br />
söyleyelim ki yani Ammar Bin Yasir hakeza<br />
öyle Ebu Dücane öyle hepsinde bu var<br />
yani dolayısıyla bugün aslında gençlerimizin<br />
belkide rüyalarına girebilecek bir şey olmalı<br />
şehadet ama bu öyle meclislerde sadece öyle<br />
salonlarda şurda burda bağırıp çağırılarak elde<br />
edilecek bir şey değil.Gerçekten Allah bunu<br />
yaşayana nasip ediyor kusurlu olanı almadığı<br />
gibi katına kusurlu olanı da bu manada kabul<br />
etmiyor,onun için şehadet arzusu bizi şehit<br />
gibi yaşamaya sevk etmeli.Bu manada eğer<br />
biz bazı adımlar atarsak Cenab-ı Hak İnşallah<br />
bizlere de nasip edecektir.<br />
BİZ : İlk Müslümanların çoğunluğunun 30<br />
yaşın altında olduğunu ve yine Efendimizin<br />
müşriklerden özellikle gençlerin öldürülmemesini<br />
emrettiğine dair bilgilere ulaştık.Bunlar<br />
doğru mu?Şayet doğruysa altında yatan stratejiyi<br />
ve gençlerin onun gözündeki değerini<br />
açıklayabilir misiniz?<br />
Hocamız: Efendimiz Aleyhissalatu vesselam<br />
gençlere verdiği o değere verdiği bir<br />
işareti bu yani mesela bir seriyye sırasında<br />
yanlışlıkla sahabi birkaç tane müşrik çocuk<br />
öldürmüş olay Efendimiz as.e ulaştığı zaman<br />
Efendimiz çok bundan müteessir olmuş<br />
demek siz çocukları öldürdünüz demek siz<br />
çocukları öldürdünüz defaatle bunu söylüyor<br />
dayanamıyor bir sahabe efendimiz ya Rasullallah<br />
onlar müşriklerin çocuklarıydı zaten<br />
bu kadar kendini harap etmene gerek yok ki<br />
Efendimiz dönüp o sahabe efendimize diyor<br />
ki;siz neydiniz?Sizde dün öyleydiniz düne<br />
kadar sizde müşriktiniz müşriklerin çocuklarıydınız<br />
işte bu seninde sorunda belirttiğin<br />
gibi yaşasınlar belki Allah hidayet nasip eder<br />
mesela sav.in askeri noktada ortaya koyduğu<br />
stratejilerden en önemlilerden bir tanesi<br />
şudur,kendisi ordusunu konuşlandıracaksa<br />
arkasını dağa alır,ama müşriklerin arkasının<br />
açık olmasına önem verir ehemmiyet gösterir.Sebebi<br />
de şudur eğer müşrikler bize<br />
saldırırsa biz dağa kaçar onların elinden<br />
kurtuluruz ama eğer onlara galibiyet sağlarsak<br />
onların önü açık olsun kaçıp gitsinler<br />
zaten İslamdaki savaş hukukunun en temel<br />
meselelerinden bir tanesi de kaçanın arkasına<br />
düşmemektir kaçan gitmiştir atık burda o<br />
insanlara bir hayat hakkı tanınmakta neticede<br />
islam bir iktidar için ya da bir güç için değil<br />
insanların hidayeti içindir.Onların yaşayıp<br />
bir yönüyle islami önyargılarından arınarak<br />
anlayabilmeleri için Sallallahu aleyhi ve selem<br />
Efendimiz bunu yapıyor dolayısıyla bu açıdan<br />
da çok önemli bugünün dünyasına da aslında<br />
mesajlar taşımamız gerekir.Bugün gençliğimizin<br />
<strong>hali</strong> ortada bizim aslında buradan elde<br />
edeceğimiz ilhamla bu gençliğin kurtulması<br />
adına çok ciddi projeler üretip çok ciddi<br />
çalışmalar yapmamız gerekir ki o sünnetin<br />
bizim dünyamızda bir karşılığı ve bir ihyası<br />
olmuş olsun.<br />
BIZ: Her gencin kendisine örnek alması<br />
gereken bir sahabe vardır diyebilir miyiz?Bu<br />
örnek almanın nasıl bir getirisi olur kişiye?Ve<br />
sizin gençken örnek aldığınız bir sahabe var<br />
mıydı?Varsa kimdi?<br />
HOCAMIZ: Kesinlikle alması gerekir çünkü<br />
neticede insan örnek alarak yürür yani biz ne<br />
yaparsak yapalım belki birileri biraz bu kavrama<br />
soğuk bakıyor ama taklit eden varlıklarız<br />
sevdiğimiz bir insanı taklit ederiz yani onun<br />
gibi konuşuruz onun gibi yürürüz onun gibi<br />
davranırız onun sevdiklerini severiz insanız<br />
çünkü bu manada birbirimizden etkileniriz.<br />
Bizim için iman kahramanları sahabe nesli<br />
öyleyse eğer herbirimizin dünyasında bir yıldız<br />
olmalı ve her birimizin bir sahabe kardeşi<br />
olmalı,bu kardeşlik de aynen ensar muhacir<br />
kardeşliği gibi birbirimize sorumluluk yükleyerek<br />
onların hayata bıraktığı o güzellikleri<br />
hayatlarımıza taşıma noktasında da bize bir<br />
sorumluluk yüklemeli.Hal böyle olunca işte<br />
biz sahabi efendimizle böyle bir kardeşleştirme<br />
meselesinde daha canlı bir bağ kurmuş<br />
oluruz. aslında onun için yapmamız gereken<br />
önemli bir şeydir bu.Ben medresede okumuşum<br />
küçüklüğümde yani ortaokul yıllarında<br />
bizim medrese ilimlerinde alet ilimleri fazladır<br />
ve sıkıcıdır yani insan ezberde falan ruhu<br />
böyle daralır nereden geldik buraya nereye<br />
düştük buraya diye baya bir sıkıntı çeker<br />
Allah selamet versin o günlerde o dersleri<br />
bize okutan bir seydamız böyle ara ara bizim<br />
sıkıldığımızı gördüğü zaman dizine vururdu<br />
Muhammed Emin getir bir hayatussahabi<br />
okuyalım imanımız kavi olsun güçlensin derdi<br />
bende getirirdim o da okur bize anlatırdı o<br />
zaman biz o Arapçayı çok rahat çözemiyorduk<br />
ama o bize Türkçe anlatıyordu.O günlerde<br />
ben işte sahabe efendilerimizin ne kadar<br />
gerçekten büyük insanlar olduğunu o kitap ve<br />
45
BEYZA NUR GÜLER – AİŞENUR YILMAZ<br />
ZEYNEB RABİA GENÇ<br />
o anlatılar sayesinde tanışmış oldum o dediğim<br />
zamanlarda ben 12-13 yaşında çocuğum<br />
tabi bir müddet <strong>son</strong>ra kendimiz okumaya<br />
başladık ve Hz.Ali biraz daha farklı bir halde<br />
benim gözümde oldu belki de yetiştiğimiz<br />
zemininde bunda etkisi var bizim odalarımızda<br />
eskiden Hz. Ali’nin Cenknameler’ i okunurdu.Ben<br />
onlarla yetiştim mesela işte bilen<br />
birisi alır cenknameyi bazen normal bazen<br />
nağmeli bir şekilde okurdu ve Hz.Ali’nin kahramanlıklarını<br />
dinleyerek büyüdük o günlerde<br />
belki de onun etkisiyle Hz.Ali’nin çok daha<br />
farklı bir etkisi vardı gençlik zamanlarımda ki<br />
hala öyle ama daha <strong>son</strong>raki süreçlerde şöyle<br />
bir şey yaptım her sene değiştirdim kardeşimi<br />
yani dedim ki sahabe efendilerimizle yakınlığım<br />
biraz daha farklı olsun onun için böyle<br />
o sene ruh <strong>hali</strong>m ortam artık ihtiyaçlar neyse<br />
biraz da beni o manada motive edecek beni<br />
biraz daha o manada farklı bir iklime sokacak<br />
olan isimleri seçerek öylece bugüne kadar<br />
getirdik bakalım.<br />
Biz : Şu anda hocam??<br />
Hocamız : Şu anda Uhve İbn-i Nafi Afrika’nın<br />
Fatih’i o büyük insan.<br />
BİZ: Hocam <strong>son</strong> olarak uzun süredir sizin<br />
ümmetin hayrı için ileri gelen hocalarımızın,<br />
alimlerimizin birlik olup beraber bir şeyler<br />
yapması gerektiğine dair mesajlarınıza şahit<br />
oluyoruz, nitekim katıldığınız diriliş buluşmaları,düzenlediğiniz<br />
Eyüp buluşmaları da<br />
buna güzel örneklerden biri.Röportajımıza<br />
<strong>son</strong> verirken bizimle bu konudaki fikirlerinizi<br />
paylaşmanızı rica etsek?<br />
HOCAMIZ: Valla ümmetin birliğinden<br />
başka hiçbir yolu yok ümmet demek zaten<br />
bir demektir biz tevhidin etrafında vahdet<br />
etmediğimiz müddetçe de ümmet olamayacağız<br />
aslında onun için farklılıklarımızı bir<br />
zenginlik olarak kabul edip ortak paydada<br />
Müslümanların birleşmesi için gayret etmemiz<br />
lazım.Allah bu kardeşinize <strong>son</strong> bir nefes<br />
verse de o <strong>son</strong> nefesini ümmetin birliği için<br />
kullanacak.Mecburen gideceğiz geleceğiz<br />
yalavaracağız yakaracağız bu ümmetimizin<br />
büyüklerini hocalarını farklı cemaat mensuplarını<br />
ortak bir potada ortak düşmana karşı<br />
ortak bir güç oluşturma noktasında gayrete<br />
devam edeceğiz bundan başka yolumuz<br />
yok bizim.Vahdet demek herkes işini gücünü<br />
bıraksın ortak bir noktada birleşsin demek<br />
değildir.Vahdet demek herkes işine baksın<br />
ama ortak düşmana karşı ortak bir ses olunsun<br />
demektir.Biz bunu yapabildiğimiz zaman<br />
ancak vahdeti ortaya koymuş oluruz onun<br />
için hepimizin özellikle şu günlerde ümmetin<br />
paramparça olduğu Suriye’de Irak’da Çeçenistan’da<br />
Kudüs’te Mescid-i Aksa’da ve bu<br />
memlekette Müslümanların <strong>hali</strong> hepimizin<br />
malumu bu hallerin yaşandığı bir zeminde<br />
biz şahsi arzularımızı şahsi isteklerimizi<br />
mensubiyetlerimizi aidiyetlerimizi ümmetin<br />
önüne geçirirsek vallahi bunun hesabını Allah’a<br />
çok zor veririz onun için ne yapıp yapıp<br />
bunları ayaklar altına almayı bilmeliyiz ve bu<br />
manada da gayret etmeliyiz.Şu günlerde hepimizin<br />
Hz.Hasan’ı çok iyi öğrenmesi gerekir.<br />
Hz.Hasan bir vahdet kahramanıdır ve Hz.Hasan<br />
üzerinden bizim aldığımız vahdet mesajı<br />
da şudur;yüzde yüz hakkın olan şeylerden<br />
bile vazgeçeceksin ümmetin birliği ve vahdeti<br />
için.Bunu yaptığın zaman gerçek manada<br />
vahdeti yapmış olursun bazen bazı kardeşlerimiz<br />
vahdeti şöyle anlıyor diyor ki gelin<br />
birleşelim böyle bir söz yok gelin birleşelim<br />
demek vahdetin önündeki en büyük engeldir.<br />
Ben geliyorum birleşelim demektir aslolan<br />
Hz. Hasan’ın da yaptığı budur yüzde yüz<br />
hilafet kendi hakkı olmasına rağmen ümmetin<br />
birliği için hilafeti Hz.Muaviye’ye devrettiği<br />
zaman aslında vahdet için bir adım atmıştır,-<br />
düşmanlar alay etmiş,dostları kınamıştır ama<br />
buna rağmen o iki İslam cemaatini kendisini<br />
feda ederek ortaya koymuştur.Bugün aynısını<br />
yapmak zorundayız yapmazsak eğer düşman<br />
zaten bugün bizim parçalanmışlığımızın<br />
üstünde ne yapıyorsa yapıyor eğer bugün<br />
Suriye’de bu kadar kan dökülüyorsa inanın bu<br />
Müslümanların tefrikalarının neticesindendir<br />
dolayısıyla yapmamız gereken budur hepimizin<br />
bu konuda çok ciddi bir mesuliyeti var bu<br />
iş sadece hocaların işi de değildir hocalardan<br />
daha fazla aslında bu işin memuru alttaki insanlardır<br />
çünkü alttaki insanlar bu işi istedikleri<br />
zaman ve bazı şeylere takılmadan bu işi<br />
devam ettirdikleri zaman yukarıdaki hocalar<br />
buna daha fazla mecbur kalacaklardır.<br />
O’nun için hepimizin hiçbir zaman farklılıklarımıza<br />
takılmadan vahdet adına bir<br />
gayret içerisinde olmamız gerekir bunun bu<br />
ümmetin selameti için hepimizin üzerine bir<br />
yükümlülük olduğunu unutmadan hareket<br />
etmemiz gerekir.<br />
46
MAKALE<br />
ENES YALMAN<br />
فيالشباباملنا<br />
أ<br />
فيكونون مثلهم كمثل العطشان في صحراء قاحلة يعرض<br />
عطشاً بدال من إروائه، فعلينا أ ان<br />
الشباب هم براعم الربيع لشجرة المجتمع، هم كالبذور“<br />
المخفية في الزهور والنوى التي تحملها الثمار، وإن الحياة عليه ماء البحر فيزيد<br />
نبعد الشباب عن هذه الغرائز والمسكنات الدنيوية الفانية<br />
.المشرقة والمزدهرة سوف تولد من هذه البذور والنوى أ الن تدهور أ اوضاع الشباب<br />
كما نبعد النار عن البارود،<br />
أ اخالقهم ال يدمرهم وحدهم وحسب، بل<br />
الشباب يعني المستقبل، ومستقبل أ اي أ امة بدونهم<br />
وانحطاط<br />
.يسببانحطاطاال أ مةباكملها<br />
يعتبر منعدماً. واذا كان نقل قيم أ االمة اإلنسانية إلى أ<br />
االجيال القادمة عبائ، فالحامل المقدس لهذا العبء هم أ االكثر أ اهمية في تنمية<br />
أ<br />
الشباب. وعلى إثره يجب ضمان وجود شباب أ اقوياء من إن التربية والتعليم هما العنصران<br />
الشباب المثالي. وإذا لم تتبن مؤسسات التعليم منهج<br />
كل الجوانب. شباب ذي أ اخالق نبيلة، وقلوب شجاعة، أ االخالقية والشعور أ باالمة الواحدة<br />
اإلرشاد الى القيم<br />
وعقول واعية ومشرقة. يقول الراوي المعروف جورج<br />
فسيكون الشباب الناشىء في هذه الصروح التعليمية في<br />
أ ان يفتح الدائرة الكهربائية<br />
دونالد:“ تنتهي وظيفتنا في الحياة عندما نتوقف عن<br />
عداد المفقودين. فالذي يريد<br />
أ ان أ ياخذ مصابيح عقول<br />
فهم الشباب”. أ اي أ ان الشباب هو المجهول الذي يجب<br />
لتنوير المجتمع، يجب عليه<br />
أ اولوياته، حيث أ ان تطور المجتمع وازدهاره<br />
.معرفته، وكلمة السر لباب المستقبل التي يجب ايجادها<br />
الشباب ضمن<br />
إذا قارنا هذا الزمان بالشجرة، فإن ماضيها هي الجذور، أ واالفكار الشبابية التي تنتمي<br />
ال تتحققان إال بتلك العقول<br />
أ امتها<br />
ومستقبلها هو الثمرة، وللحصول على ثمار ناضجة من<br />
شجرة هذه أ االمة يجب أ ان نوجه الشباب الى شمس الحق .إلى ثقافة<br />
وبناء عليه فإن الثقل الكبير يقع على عاتق المربين<br />
أ ان يكونوا مثل الطير الذي<br />
والحقيقة. يقول المؤرخ المعروف ويليام سنلمان: “التخلي<br />
والمعلمين، إذ يجب عليهم<br />
اطلق جناحه لضم الشباب وتعزيزهم أ باالمل والمثابرة،<br />
عن الشباب كترك الحقل لوحده دون اهتمام، فينمو فيه أ<br />
أ ان الشباب بحاجة الى من يخاطب قلوبهم<br />
الشوك والنبات الطفيلي”، أ اي أ ان روح الشباب يحتاج<br />
الى عناية خاصة،ومشاعرهم، أ وافكارهم، أ واحاسيسهم فال يخفى علينا<br />
.قبلعقولهم<br />
آ امالنا التي نريد تحقيقها في المستقبل تعتمد<br />
.تحتاج الى اهتمام ومراقبة<br />
إذن،<br />
ً على كيفية بنائنا للشباب، وتوجيه سلوكهم<br />
إن أ االمة أ تبدا بفقدان هويتها عندما ينحرف شبابها عن<br />
اعتمادا<br />
اال أ خالقوالسلوكياتاالصيلة،فتملؤهمالشهوات<br />
أ<br />
وطريقة تفكيرهم ، فالشمس لن تشرق على مستقبل<br />
الهابطة، ظنا منهم أ ان هذه الشهوات تشبع أ ظماهم<br />
47<br />
Çok saygı değer Enes YALMAN’a ait Arap dünyasında en çok okunan makale vasfına<br />
sahip bu yazıyı siz değerli okuyucularımıza bu sayıda sunmak istedik. Yazının<br />
orijinal metnini bu sayımızda tarafımızca yapılan tercümesi çalışmamızı da gelecek<br />
sayımızda sizlere sunmak niyetindeyiz. Bu önemli çalışma için kendisi tebrik ediyor<br />
sizlerin de istifade etmenizi temenni ediyoruz<br />
ً كليا
ً<br />
ً<br />
ً<br />
ENES YALMAN<br />
القواعد اللغوية، واالستفادة من الكتب التي كتبت حول<br />
هذا الموضوع. وال يخفى ايضا الفائدة الكبيرة من الممارسة<br />
عن طريق إلقاء خطب قصيرة في أ االماكن، أ واال زمنة<br />
.المناسبة وبدون تردد أ او خوف<br />
ً سابعا : تجنب الدخول في المناقشات والجدل مع أ اناس<br />
في مواضيع غير الزمة، أ الن مناقشات من هذا النوع<br />
تؤدي إلى هدر الطاقات، وتتحول في الغالب إلى مبارزات<br />
كالمية هدفها التغلب في معركة الخطابة مما يسوق<br />
المناقشين أ احيانا إلى إبداء آ ا راء في مواضيع ليس لهم فيها<br />
.علمبتاتا<br />
ثامناً: تجربة السفر والسياحة وذلك حسب االمكانيات<br />
المتاحة. فهذه التجربة تعلم الشباب الكثير من المهارات<br />
الحياتية، وذلك من خالل التعرف على ثقافات العالم<br />
المختلفة، ورؤية أ االماكن التاريخية التي تفتح القلب<br />
والعقل، كما تساعد على توسيع الدائرة االجتماعية حيث<br />
يمكن للشباب االلتقاء بالعديد من الناس الجدد، وكسب<br />
العديد من أ االصدقاء، واالستفادة من خبراتهم، فتساعد<br />
.بذلك في بناء الثقة بالنفس وتعزيز االستقالل<br />
تاسعاً: االبتعاد عن الغضب الذي يمهد الطريق الى<br />
االستعجال في أ اخذ القرارات المصيرية، فعليه يجب تربية<br />
النفس بحيث يكون الحب، وروح التسامح، وحسن<br />
.الظن من أ اساسيات تعامل الشباب مع آ االخرين<br />
ً: تقييد العالقات مع الجنس آ االخر، فالميول إلى<br />
عاشرا<br />
الجنس آ االخر أ امر طبيعي وفطري، ويتطلب التحكم بها،<br />
وحفظها في دائرة الحالل، أ النه بعكس ذلك – وإضافة<br />
للحرمان من التوفيق الرباني - فإن هذا أ االمر سوف يشغل<br />
حيزا ً في حياة الشباب اليومي، ويصبح سدا<br />
.امامتنميتهمتنميةصحيحة<br />
أ<br />
حادية عشر: الدعاء المستمر إلى هللا،والشكر، والتوبة<br />
الدائمة من أ االمور التي يجب أ ان تدخل حياة الشباب<br />
اليومية، والحرص على استخدام ساعات اليوم بصورة<br />
.سليمة، أ واالخذ بنظر االعتبار الراحة الكاملة عند النوم<br />
واخيرا وليس آ اخرا، أ فانه على الشباب مع مراعاة كل ما<br />
أ<br />
سبق عدم نسيان حقيقة أ انهم طالب في مدرسة تسمى<br />
الدنيا، وهم يسيرون في طريق اسمه الحياة، فالشباب<br />
الذين يعيشون كل لحظة من لحظات هذه الحياة أ وكانها<br />
اال خيرة، وبصورة هادفة وذات مغزى ومعنى، ومؤمنين<br />
أ<br />
بانهم أ اصحاب رسالة يخدمون بها دينهم ووطنهم أ وامتهم،<br />
وان هناك حياة خالدة سرمدية بانتظارهم فسوف يزيد<br />
أ<br />
نشاطهم وعزمهم وتغمرهم السعادة التي توحي بالسعادة<br />
االبدية، وسيكون لهم حتما جواباً غير جواب الظالمين<br />
أ<br />
”انفسهم عندما أ تسالهم المالئكة:“ فيم كنتم؟<br />
أ<br />
ً منيعاً<br />
ً كبيرا<br />
امة فقد شبابها أ االمل،والعزم، والغيرة والهوية، إذن<br />
أ فقهم،ويريهمالمستقبلغامضاً<br />
أ<br />
سيعمالضباب،ويعميا<br />
.ومظلما<br />
اما الثقل أ االكبر فيقع على عاتق الشباب أ انفسهم، حيث<br />
أ<br />
إن تثقيف وتطوير الذات عندهم أ امر حتمي البد منه والتي<br />
تترتب عليه أ امور مطلوبة يجب أ ان يتم مراعاتها وتحديدها.<br />
فعلى كل شاب وشابة أ ان يقوموا بالتحليل الذاتي، واثبات<br />
ما يمكنهم القيام به، أ النه مع تقدم العمر يجب التركيز على<br />
المجاالت الذي سيتم التعمق بها، وبالتالي تكثيف الجهود<br />
عليها. وفي نفس الوقت تشخيص أ االسباب التي تشكل<br />
عائقاً أ امام نموه،وترقيته، وايجاد السبل التي يمكن من<br />
.خاللها التخلص من تلك الموانع بصورة تدريجية<br />
إن تقرير ما يهدف إلى تحقيقه الشباب على المدى القصير<br />
والطويل لهو أ امر في غاية أ االهمية، وال يتم ذلك إال بتمحور<br />
التعليم حول أ اسلوب الحياة بحيث يكون التعليم الثانوي<br />
.والمسلكيوالترفيهيموازياًللتعليمالدينيوالثقافي<br />
وينصحلتلكالشخصيةالمتعلمةالطامحةللنجاح<br />
والمتحركة نحو الهدف المنشود مراعاة بعض أ االسس<br />
:المؤهلة التي تجعله محافظا على مساره<br />
اوالً: دفع الطاقات الدراسية والبحثية باتجاه المسار<br />
المختار والمحدد، أ الن التعامل مع شيء مختلف يوميا<br />
.يكون مساوياً لعدم القدرة على القيام أ باي شيء<br />
ثانياً: تدوين مختصرات ما يطالعه الطالب للبحوث مع<br />
مصادره في دفتر مالحظاته اليومية بصورة مستمرة،<br />
حيث إن هذه الملخصات تساعده على التطلع إلى آ ا راء<br />
الباحثين المختلفة في المجال الواحد وعدم االكتفاء<br />
بما يصلون اليه من نتائج فحسب، بل يمكن للطالب<br />
استنتاج أ افكار جديدة في ذلك المجال، والذي لم<br />
.يتوصلإليهالباحثونانفسهم<br />
أ<br />
ثالثاً: التعمق في مواضيع المجال الذي يتعامل معه،<br />
وذلك له طريقان : إما تدريس الموضوع، أ او الكتابة<br />
.حولها<br />
ً رابعا : التعاون مع من لديه مجاالت متشابهة، وذلك<br />
بتكوين مجموعات دراسية يقوم فيها الشباب بقراءات<br />
مسبقةلمواضيعمحددةثماالجتماعومناقشتها،فتساهم<br />
.هذه الدراسة في خلق جو من االهتمام المشترك<br />
خامساً: االستماع إلى أ االشخاص الذين لديهم أ تاثيرا<br />
أ عمالهم،ومحاولةاخذالنصائح<br />
علىالمجتمعبحياتهموا<br />
أ<br />
.منهم في المسائل الالزمة<br />
سادساً: التدريب على اكتساب أ اسلوب الخطابة الصحيح<br />
والدقيق والمؤثر، فالكالم هو أ افضل وسيلة للتواصل<br />
مع الناس، ويراعى في ذلك الفصاحة التي تتطلب معرفة<br />
ً ايجابياً<br />
48
49
١٤٣٨<br />
٣٥<br />
٠٩<br />
سردار دميرل<br />
المستقبلللشبابالمتسمكينبالجذور<br />
راسم أ ا أ وزدنا ورن<br />
االمسية أ االدبية مع أ االستاذ راسم أ ا أ وزدنا ورن<br />
أ<br />
محمد شراف الدين كاالي<br />
المشاكل الفقهية التي يعاني منها الشباب حلب ...<br />
اليومومعالجتها<br />
محمود نور الدين شعبان<br />
محمد أ امين يلدرم<br />
شباب الصحابة في عهد الرسول صلى هللا<br />
عليه و سلم<br />
٢٥<br />
١٩<br />
١١