04.09.2015 Views

SEMPOZYUMU

OBS-HKU

OBS-HKU

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ORTADOĞU’DA BARIŞ<br />

AKTÖRLER, SORUNLAR VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI<br />

<strong>SEMPOZYUMU</strong><br />

19 - 20 Aralık 2014<br />

ortadogudabaris.hku.edu.tr<br />

GAZİANTEP


Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları ; 4<br />

KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1<br />

Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve<br />

Çözüm Arayışları Sempozyumu,<br />

19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi,<br />

Gaziantep-TÜRKİYE, Bildiriler Kitabı<br />

Ağustos 2015<br />

ISBN : 978-605-86507-3-2<br />

© Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015<br />

Sertifika № 23117<br />

Yazışma Adresi<br />

Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP<br />

Telefon : +90 (342) 211 80 80<br />

Faks : +90 (342) 211 80 81<br />

www.hku.edu.tr<br />

e-posta: yayin@hku.edu.tr<br />

Editörler<br />

Prof. Dr. Edibe SÖZEN<br />

Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK<br />

2Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Düzenleme Kurulu<br />

Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ<br />

Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN<br />

Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL<br />

Seba KÖSEMATOĞLU<br />

Yayına Hazırlayan<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Basın, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Müdürlüğü<br />

Kapak Tasarım ve Grafik Uygulama<br />

Uğur Servet KARALAR<br />

Baskı<br />

Sertaç Basım - Gaziantep<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütercim Asım Kütüphanesi<br />

tarafından kataloglanmıştır.<br />

Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu,<br />

19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep =<br />

Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,<br />

2014 December, 19 th - 20 th , Hasan Kalyoncu University, Gaziantep<br />

Editörler Edibe Sözen, Bilal Çıplak<br />

Gaziantep: Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015.<br />

116 sayfa: resim, tablo, grafik; 21,5x28 cm<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları; 4.<br />

KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1<br />

ISBN : 978-605-86507-3-2<br />

1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace<br />

2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government<br />

3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions<br />

4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey<br />

5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe<br />

6. Arap Baharı - Arab Spring<br />

DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.)


Önsöz<br />

Atlas Okyanusundan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam ederek Hint<br />

Okyanusuna kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar boyunca pek çok<br />

medeniyete evsahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan<br />

bir kavşak olmasının avantajıyla gerek zengin bir ticaretin, gerekse kültürün<br />

beşiği haline gelmiştir.<br />

Ancak günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar Ortadoğu’yu<br />

sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş, yoksulluk, açlık ve<br />

sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve sorunlara etkin çözüm önerileri<br />

geliştirebilmek için devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil toplum<br />

kuruluşları ile birlikte uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır.<br />

Öte yandan, gerek çatışmaların temel nedenleri ve beslediği uluslararası<br />

ekosistem hakkındaki şüpheler, gerekse uluslararası örgütlerin bölgedeki barışı<br />

tesis etme yolundaki başarısız girişimleri, çok önemli bazı sorulara acilen cevap<br />

verilmesini zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak<br />

dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılanması için hangi adımlar atılmalıdır?<br />

Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler yapmaktadır? AB ülkelerinin<br />

oluşturduğu bir ittifak olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için<br />

izlediği yol haritası nasıldır?<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak<br />

gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları<br />

Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak, bölgedeki olası huzur ve kalıcı<br />

barışa katkı sunmasını dileriz.<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

5


İÇİNDEKİLER<br />

Önsöz 5<br />

Sempozyumun Amacı 7<br />

Sempozyum Sergisinden 9<br />

Sempozyum Programı 11<br />

Açılış Konuşmaları 12<br />

I.Oturum<br />

Bugün Ortadoğu’da neler oluyor? 17<br />

Suriye Kamp Ziyareti,<br />

Nizip/Gaziantep 21<br />

II.Oturum 22<br />

III.Oturum<br />

Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin<br />

siyasi ve sosyal nedenleri 33<br />

IV.Oturum<br />

Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik<br />

Yöntem Arayışı ve Öneriler 43<br />

6Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Araştırma 54<br />

Sempozyum Sonuç Bildirgesi 58


<strong>SEMPOZYUMU</strong>N AMACI<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

7


8Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Geçtiğimiz on yıl içinde, 11 Eylül saldırıları,<br />

Ortadoğu’daki çatışmalar, halen devam etmekte<br />

olan Suriye iç savaşı, din kaynaklı terörizmin<br />

yeniden patlak vermesi, mezhep ve etnik<br />

ayrımcılığın alevlenmesi gibi gerek bölgesel<br />

gerekse küresel sonuçları olan pek çok gelişmeye tanıklık etmiştir.<br />

Yerel, bölgesel ve küresel halkları çok farklı seviyelerde pek çok<br />

şekilde etkilemeye devam eden bu gelişmeler aralarında halen<br />

devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Mısır’daki askeri darbenin<br />

de bulunduğu çatışmalara sebebiyet vermiştir. Sonuç ise ölümler,<br />

kitlesel göç, tarihi kentlerin harap edilmesi, radikalleşme,<br />

terörizm, mezhep ve etnik ayrımcılık gibi sorunlar olmuştur.<br />

Bu çerçevede, söz konusu gelişmeler ciddi siyasi, ekonomik ve<br />

insani krizleri doğurmuş; daha da kötüsü, yukarıda bahsedilen<br />

problemler olayların meydana geldiği ülkelerle sınırlı kalmayıp,<br />

bölge ülkelerini de içine çekmiştir. Bu, Ortadoğu’daki gelişmelerin<br />

bölgenin çok ötesinde etkilerinin olduğuna işaret etmektedir. Bu<br />

noktadan hareketle; devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil<br />

toplum kuruluşları ile birlikte, çatışmaları azaltmak ve sorunlara<br />

etkin çözüm önerileri geliştirebilmek üzere bir uzlaşı noktası<br />

yakalanmasına yönelik uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu<br />

çok açıktır.<br />

Aynı coğrafyayı, kültürü, tarihi ve en önemlisi ortak tehlikeleri<br />

paylaşan bir ülke konumundaki Türkiye, Ortadoğu’da meydana<br />

gelen çatışmalar öncesinde bölgedeki ülkelerle son derece<br />

değerli ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiştir. Bu yüzden<br />

Ortadoğu ülkelerinde yaşanan değişim dalgası ve iç çatışmalar<br />

Türkiye’nin gerek güvenliğini, gerekse ekonomik ilişkilerini<br />

tehlikeye atmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye Ortadoğu’daki<br />

menfaatlerini korumak üzere çözüm sürecine aracılık etmek<br />

zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından açıklanan<br />

verilere göre, Türkiye sınırlarına giren Suriyeli mülteci sayısı<br />

1,6 milyonu aşmıştır. Sınırı kanuni olmayan yollardan geçerek<br />

Türkiye’ye giren Suriyelilerin de buna ilave edildiğini düşünürsek,<br />

mevcut şartlarda Türkiye’deki mülteci sayısının 2 milyonu geçtiği<br />

rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda Türkiye, artan suç oranları ve<br />

bunun maliyetleri ile güney komşularında devam eden çatışmalar<br />

nedeniyle oluşan etnik ve mezhep kaynaklı gerginlikler gibi pek<br />

çok sorunla karşı karşıyadır. Bu yüzden, yaşanan çatışmaların<br />

çözümlenmesi, söz konusu ülke halkları için olduğu kadar,<br />

Türkiye’nin ulusal güvenliği ve ekonomik menfaatleri için de<br />

gereklidir.<br />

Sempozyum, İpek Yolu üzerinde kurulmuş olan Güneydoğu’daki<br />

önemli tarihi kentlerden biri olan Gaziantep’te gerçekleşmiştir.<br />

Ekonomik anlamda gösterdiği gelişim ve sahip olduğu stratejik<br />

önem Gaziantep’i aralarında Irak ve Suriye’nin de olduğu yerel<br />

ve uluslararası oyuncular için bölgenin cazibe merkezi haline<br />

getirmiştir. Gaziantep, Suriye’deki kriz için çalışmalar yürüten<br />

Mercy Corps ve Norveç İnsani Yardım Vakfı (Norwegian People’s<br />

Aid) gibi uluslararası kuruluşların operasyonları için merkezi bir<br />

konuma taşımıştır. BM, Suriye’deki çalışmalarını yönetmek üzere<br />

Gaziantep’te bir ofis açmıştır. Gaziantep, Ortadoğu’daki krizle<br />

ilgili olarak uluslararası akademik sempozyumlar, konferanslar ve<br />

paneller için önemli bir merkez olma yolunda hızla ilerlemektedir.<br />

Bunun yanısıra, Gaziantep’teki 400 bin Suriyeli mülteci gerek<br />

toplumsal analiz, gerekse insani yardım için önemli bir örneklem<br />

oluşturmaktadır.


Sempozyum Sergisi’nden<br />

Ressamın kuş bakışıyla dünyayı özeti<br />

Saldırıya uğramış Suriye’nin nefsi müdafaa için yaptığı hamleye dünyanın<br />

karşı çıktığını gösteren bir resim.<br />

Özgürlük isteyen Suriye halkının durumunu duvar arkasında izleyen<br />

dünya ve Arap ülkeleri.<br />

Genç Suriyeli bayanın yaşlı Filistinli bir kadına “Arap ülkeleri nerede<br />

ne zaman imdadımıza yetişecekler? sorusuna Filistinli kadının verdiği<br />

cevap: Gel otur ben onları 64 yıldır bekliyorum daha gelmediler.<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları<br />

Merkezi olarak bu sempozyum ile, aralarında<br />

akademisyenler, politikacılar, uluslararası seviyede<br />

tanınmış aktivist ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin<br />

yer aldığı değerli bir grup insanı biraraya getirerek,<br />

yukarıda sözü edilen sorunların kökenlerini tartışmayı<br />

ve politika yapıcıları, sivil toplum örgütleri ve uluslararası<br />

organizasyonlar için çözüm önerileri geliştirmeyi<br />

amaçlıyoruz. Yaşanmakta olan siyasi karmaşanın en<br />

çok bu ülke halklarını etkilediği bilinmekle birlikte,<br />

gelişmelerin ister istemez bölgesel ve küresel etkilerinin<br />

olduğu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden, hepimizin ortak<br />

amacı bir araya gelmek ve söz konusu çatışmalar için<br />

çözüm önerileri geliştirmektir. Siz değerli katılımcıları<br />

“Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm<br />

Arayışları Sempozyumu”na değerli katkılarınızı sunarak<br />

destek vermeye davet ediyoruz.<br />

Sempozyum, aralarında Ortadoğu uzmanlarının, sivil<br />

toplum temsilcilerinin, uluslararası düzeyde tanınmış<br />

akademisyenlerin yer aldığı çok değerli konukları<br />

ağırlama görevini üstlenmiştir.<br />

Resimde; Arapça Suriye yazısının devamında çıkan papatyanın bir savaş<br />

uçağını düşürebileceğini görmekteyiz. Buradaki mana, barışın ve sevginin<br />

savaşa galip geleceğidir.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

9


I.GÜN - 19 Aralık 2014<br />

09:00<br />

Karşılama<br />

İstiklal Marşı ve<br />

Bir Barış Mesajı Piyano<br />

Dinletisi Tambi Asad Cimuk<br />

09:30<br />

09:50<br />

Açılış Konuşmaları<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü<br />

Cemal KALYONCU<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı<br />

Fatma ŞAHİN<br />

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı<br />

Anders Fogh RASMUSSEN<br />

NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014)<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ<br />

T.C. Başbakan Yardımcısı<br />

10:30 - 12:15<br />

I.Oturum<br />

Soru Cevap Bölümü / Q & A<br />

Suriye Kamp Ziyareti<br />

Nizip / Gaziantep<br />

13:30<br />

15:30<br />

16:00 - 17:30<br />

II.Oturum<br />

Soru Cevap Bölümü / Q & A<br />

II.GÜN - 20 Aralık 2014<br />

09:30 - 11:00<br />

III.Oturum<br />

Soru Cevap Bölümü<br />

Kahve Molası<br />

11:00<br />

11:15<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Soru Cevap Bölümü<br />

11:15 - 13:15<br />

IV.Oturum<br />

Kahve Molası<br />

11:00<br />

11:15<br />

10


SEMPOZYUM PROGRAMI<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

11


Sempozyum Programı<br />

[1. GÜN]<br />

Karşılama<br />

İstiklal Marşı ve “Bir Barış Mesajı” Piyano Dinletisi Tambi Asad Cimuk<br />

Açılış Konuşmaları<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

12<br />

Atlas Okyanusu’ndan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam<br />

ederek Hint Okyanusu’na kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar<br />

boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya<br />

ve Afrika’yı birbirine bağlayan bir kavşak olmasının avantajıyla<br />

gerek zengin ticaretin gerekse kültürün beşiği haline gelmiştir.<br />

Maalesef geçmişte olduğu gibi, günümüzde de Ortadoğu<br />

savaşların eksik olmadığı, huzur ve refahın bir arada bulunmadığı<br />

bir bölge olarak tarihe geçmiştir. Ortadoğu’da son on yılda,<br />

birbirinden ayrı düşünülmeyecek problemler ve buna bağlı<br />

gelişmeler, bölgenin ve dünyanın barış ve istikrarını ciddi bir<br />

şekilde tehdit etmektir.<br />

11 Eylül saldırıları, 2010 yılında başlayan Arap Baharı ve hala<br />

devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Ortadoğu’nun siyasal, sosyal<br />

ve ekonomik dinamiklerinin irdelenmesini gerektirmektedir.<br />

Bu coğrafyanın önemli bir parçası olan Türkiye, Ortadoğu<br />

ile çok köklü tarihi bağlara sahiptir. Türkiye’nin Ortadoğu’da<br />

kriz ve istikrarsızlık ortamının, barış ve kardeşlik ortamı için<br />

yaptığı girişimler bütün dünya ülkeleri için dikkatle ve ilgiyle<br />

izlenmektedir. Ülkemiz, özellikle Suriye’deki çatışmaların çözüme<br />

kavuşması için, elinden geleni fazlasıyla yapmıştır. Bütün devlet<br />

yetkilileri Suriye konusuna hassasiyetle eğilmiş ve uluslararası<br />

kamuoyunun dikkatini yaşanan olaylara çekmesine vesile<br />

olmuştur.


Günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar, Ortadoğu’yu<br />

sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş,<br />

yoksulluk, açlık ve sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve<br />

sorunlara etkin çözüm önerileri geliştirebilmek için; devletlerle,<br />

kurumlarla, üniversitelerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte<br />

uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır. Uluslararası<br />

örgütlerin bölgedeki barışı tesis etme yolundaki başarısız<br />

girişimleri, çok önemli bazı sorunlara acilen cevap verilmesini<br />

zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak<br />

dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılandırılması için hangi<br />

adımlar atılmalıdır? Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler<br />

yapmaktadır? Çoğunlukla Batı ülkelerinin oluşturduğu bir ittifak<br />

olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için izlediği yol<br />

haritası nasıldır?<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi<br />

olarak gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar<br />

ve Çözüm Arayışları Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak,<br />

bölgedeki olası huzur ve kalıcı barışa katkı sunmasını dileriz.<br />

Anders Fogh RASMUSSEN<br />

NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014)<br />

2009-2014 yılları arası NATO 12. Genel Sekreteri olan Danimarkalı bir politikacı. Rasmussen daha önce 27 Kasım 2001’den 5 Nisan 2009’a kadar Danimarka Başbakanı olarak<br />

görev yapmıştır. Görev süresi Kuzey Atlantik Konseyi tarafından 30 Eylül 2014 tarihine kadar uzatılmıştır. Vergi ve devlet yapısı hakkında yayınlanmış kitapları bulunmaktadır.<br />

Suriye’de yaşanan olaylar bir insanlık dramıdır. Bugün Nizip’teki<br />

Suriye çadırlarına gidip ziyarette bulunacağız. Suriye vatandaşların<br />

iki opsiyonu vardı: Ya gidip çadırlarda yaşayacaklardı, ya da<br />

Suriye’de savaşın ortasında hayatlarına devam edeceklerdi.<br />

Onların nezdinde Türkiye demek güvenlik demekti. Ayrıca<br />

isyanlarla, iç savaşlarla ve terörizmle mücadele eden bu bölgede<br />

Türkiye, hakikaten bir istikrar, ilericilik, refah ve umut feneri gibi<br />

parlamaktadır.<br />

Türkiye’nin son zamanlardaki gelişimi hakikaten dikkate değer.<br />

Türkiye ekonomisi son on yılda yüksek oranda büyümüştür.<br />

Türkiye genellikle %4’ün üzerinde büyüme oranlarını<br />

sürdürmüş, enflasyondan sıyrılarak finansal istikrara kavuşmuş<br />

bir ülke konumunu yakalamıştır. Türkiye ayrıca bir açık piyasa<br />

ekonomisidir. Türkiye’de küreselleşmiş bir iş modeli uygulanmakta<br />

ve böylece uluslararası yatırımcılar ve finansmanlar Türkiye’ye<br />

çekilmektedir. Giderek büyüyen ve artan refah Türk insanını da<br />

mutlu etmektedir.<br />

Ne yazık ki, Türkiye’nin başarısı ve istikrarı şu anda bir tehdit<br />

altındadır. Bölgedeki kaos ve çatışma ortamı, Türkiye’nin<br />

başarılarını tehdit etmektedir. Suriye bir iç savaşa sürüklenmiştir.<br />

Esad gücünü ne pahasına olursa olsun elde tutmaya çalışmakta,<br />

Irak zayıf bir hükümetle mücadelesini sürdürmekte ve mezhep<br />

çatışmalarına sahne olmaktadır. Bu ülkelerin her ikisinde de, IŞİD<br />

adı altında, kendine İslam devleti diyen bir grup ortaya çıkmıştır.<br />

Gerçekte bu grup ne İslami’dir, ne de bir devlettir. İŞİD sadece<br />

terör, işkence ve cinayetle hareket etmektedir. Yüz binlerce insan bu<br />

çatışmalardan kaçmış bulunmaktadır. Bugün, Türkiye bir buçuk<br />

milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Daha birçok<br />

Suriye vatandaşı da başka ülkelere sığınmış bulunmaktadır. Sonuç<br />

olarak yükselmekte olan bir şiddet dalgasına şahitlik edilmektedir.<br />

Bu şiddet dalgası sınırların ötesine taşmaktadır. Bütün uluslararası<br />

camianın çabaları, bu oluşumları tersine çevirmek yönünde<br />

yoğunlaşmaktadır.<br />

Tabiiki bu sorunu çözmek için önce konuyu iyi anlamamız<br />

gerekir. Bugün anlamaya çalışacağımız şey; bu çatışmalar neden<br />

başladı ve bu çatışmaları bitirmek için neler yapmalıyız? Bu<br />

ülkelerde “toplumları nasıl inşaa etmeli ve gelecekte, bu tür<br />

çatışmalara sürüklenmelerini engellemeyi nasıl garantiye alırız?”<br />

diye bakmalıyız. Tabii ilk önce, bu çatışmalar nereden çıktı diye<br />

bakacağız. Menşei nedir? Kaynağı nedir?<br />

En basit ifadeyle, Arap Baharı, Arap gençliği tarafından başlatılan<br />

bir harekettir. Son kırk yıl içerisinde Arap ülkelerinde nüfus iki<br />

katına çıkmıştır. İki katın da ötesine geçmişti. Bu çok sarsıcı bir<br />

artıştır. Birçok ülke, siyasi ve ekonomik olarak bu nüfus değişimine<br />

ayak uyduramadı. Yeni istihdam alanlarının oluşturulması, bir<br />

türlü nüfus büyüme hızına yetişemedi. Bu yüzden işsizlik yüksek<br />

düzeylere ulaştı ve insanların yaşam standartları da düştü. Bazı<br />

ülkelerde nüfusun yarısından fazlası otuz yaşın altındadır ve aynı<br />

rejimin içinde doğmuş, büyümüş ve hala yaşamaktadır.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

13


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

14<br />

Sempozyum Programı<br />

Arap ülkelerindeki gençler tabiiki, özgür ülkelerdeki yaşam<br />

standartlarının daha iyi olduğunu görebiliyorlardı. Bu yüzden<br />

onlar da kendileri için değişim istiyorlar. Bu meşru bir taleptir. Tabii<br />

bu ülkelerdeki demografik yapı, bir saatli bomba görevini gördü<br />

ve nihayetinde de patladı. Bir devlet memurunun kendisine ettiği<br />

(nahoş) muameleden sonra, Tunus’taki bir manav kendisini yaktı.<br />

Bundan sonra, büyük bir protesto dalgası yükseldi. Önce, daha<br />

iyi ekonomik fırsatlara sahip bir devlet istediklerini haykırdılar.<br />

Suriye’de göstericiler de kendi isteklerini dile getirdi.<br />

İşsizliğe, yolsuzluğa, onlarca yıl sürmüş diktatörlüğe ve devletin<br />

Ortadoğu’da sürdürdüğü zulme karşı bu kitle hareketleri, Laikleri,<br />

İslamcıları ve Solcuları bir araya getirdi. Liberal ekonomiden olan<br />

kesimler de bu gruplara katıldı. Tabii her bir grubun geleceğe<br />

dönük farklı vizyonları vardı, ama başlangıç amaçları aynıydı<br />

(ortak menfaatleri). Bu kadar zaman başta olan, yolsuzluk yapan<br />

bu rejimleri devirmek.<br />

Fakat rejim bunlara karşı bir saldırıda bulundu. Esad askerleriyle,<br />

tanklarıyla ve füzeleriyle karşılık verdi. Özgürlük savaşı olarak<br />

başlayan protestolar, beka ve sağ kalma mücadelesine dönüştü.<br />

Tabiiki bu, aşırı ideolojilere sahip insanlar için de fırsatlar yarattı.<br />

IŞİD; Irak’ta ortaya çıkmasına rağmen, Suriye’deki kaostan<br />

yararlanarak gelişimini sürdürdü. Bugün IŞİD çok geniş alanlarda<br />

hüküm sürmektedir. İŞİD’in finansal kaynaklarını; kontrol<br />

altında tuttuğu petrol yatakları ve bireysel katkı ve bağışlar<br />

oluşturmaktadır. İŞİD tüm Ortadoğu’da barbarca bir diktatörlük<br />

kurmak amacındadır. Bu ise hem dünyanın her tarafındaki<br />

kültürler, hem de daha iyi bir yönetim ve yaşam tarzı isteyen<br />

tüm insanlar (bölge halkı) için bir tehdit oluşturmaktadır. Zaten<br />

Arap Baharını yaratan bu (haklı) taleplerdir. Şimdi artık ortada<br />

bahardan çok farklı bir durum gözüküyor.<br />

(Asıl mesele şudur) Biz bütün bu zorlukları nasıl ele alacağız?<br />

Bunun üzerinde nasıl hareket edeceğiz? Kanımca, atılacak<br />

birtakım adımlar var ve onları hemen atmak lazım. Bir kere IŞİD<br />

mutlaka durdurulmalıdır! IŞİD en büyük tehlikedir ve aciliyetle<br />

üzerine gidilmelidir. IŞİD’in askeri yeteneklerinin baltalanması<br />

için hava saldırıları devam etmelidir. ABD’nin liderliğinde,<br />

NATO bünyesinde ve diğer devletlerin katkısıyla bu mücadele<br />

sürdürülebilir. Ayrıca, karada da IŞİD kuvvetlerine karşı savaşan<br />

insanlara destek vermeliyiz. (Aslında onlar) Kendi yaşadıkları<br />

yerleri büyük bir cesaretle savunurken, (dolaylı olarak) bizim<br />

yaşadığımız yerleri de savunuyorlar. Bu yüzden, onlara yardım<br />

edersek, (aslında) kendi kendimize yardım etmiş sayılırız. Ayrıca<br />

IŞİD’in ikbal hatlarını engellememiz, onların ulaşım yollarını<br />

kesmemiz lazım. Kendi ülkelerimizden IŞİD’e yapılan yardımları<br />

engellememiz gerekmektedir. Tabiiki IŞİD’in nasıl operasyon<br />

yaptığını, nasıl terörü başka yerlere ihraç ettiğini ve bu insanları<br />

nasıl başkalarına (ve bizlere) saldırtmak üzere ortaya attığını<br />

gözönünde tuttuğumuzda, bunları yavaşlatmak ve durdurmak<br />

gerektiği sonucu ortaya çıkar.<br />

[1. GÜN]<br />

Suriye’deki mevcut ortam da değişmeli ve çatışmalar son<br />

bulmalıdır. Bunun kolay bir yolunun olmadığını biliyorum. Çünkü<br />

rejim her ne kadar inatçıysa, muhalefet de o kadar parçalanmış<br />

durumdadır. Ayrıca, Esad rejiminin ortadan kaldırılması halinde,<br />

bu (Suriye muhalefetini oluşturan) fraksiyonların birbiriyle<br />

savaşmaya başlayacağı da bir ihtimaldir. (İleride bu çatışmaların<br />

engellenebilmesi için) Suriye’de Bosna modeli uygulanabilir.<br />

Yumuşak bir bölünme; gücü ve iktidar erkini yasalar çerçevesinde<br />

halkla paylaşabilir. Tabiiki bu mükemmel bir çözüm değildir.<br />

Bosna uluslararası toplumu (reformları yapma gücünden yoksun<br />

olması nedeniyle) şoka sürüklemiştir. Suriye’deki etnik, dinsel<br />

ve politik ayrımlar, Balkanlarda olduğundan daha derindir. Ama<br />

bu çatışmaların ortaya çıkmasından neredeyse yirmi yıl sonra<br />

Sırplar, Müslümanlar ve Hırvatlar Bosna’da yeniden savaşmaya<br />

başlamadılar. Bosna’da zaman kaybedilse de en azından hayatlar<br />

kaybedilmedi. Şimdi uluslararası camia Suriye’de de Bosna’daki<br />

gibi bir çözüm bulmak zorundadır. İktidarı yönetimi terk etmeye<br />

razı ederek, gücün etnik ve mezhepsel hatlar çerçevesinde<br />

paylaşılmasını sağlamak gerekmektedir.<br />

Peki Esad’ı böyle bir çözüme razı etmek nasıl mümkün olabilir?<br />

Bunun yolu ise muhalefetin ılımlı kesimlerine destek vermekten<br />

geçer. Orduya ve diğer ılımlı kesimlere... Tabiiki iç savaş bir<br />

gecede bitmez. Ama en azından bu yolla, ılımlı muhalefetin yeni<br />

bir takım kazanımlar elde etmesini ve Esad hükümetinin masaya<br />

oturmasını sağlayabiliriz. Politika konuşma sanatıdır. Dövüşme<br />

yerine, konuşmayı seçme sanatıdır. Bizler Suriye için elimizden<br />

gelen herşeyi yapmalıyız ki bir arabuluculuk yapabilelim ve bir<br />

siyasi çözüm bulabilelim. Bunun için Ortadoğu’da hem güvenlik<br />

sağlanması hem de bütünsel reform ve büyümenin sağlanması<br />

gerekir. Çok daha büyük fırsatlar yaratılması gerekir. Özgür ve<br />

adil ve hakkaniyetli toplumların oluşması lazım ki, bu fırsatları<br />

yaratabilsinler.<br />

Demokrasi, bireylere onurlu ve eşit muamelede bulunan<br />

tek rejimdir. Bu da uzun vadeli istikrara giden tek yoldur.<br />

Ayrıca vurgulanacak bir şey daha vardır; Demokrasi sadece<br />

oylarla alınmış bir iktidarın uygulanması değildir. Hukukun<br />

üstünlüğünün uygulandığı devletlerde, güç; yasama, yürütme<br />

ve yargı arasında bölünmüştür. (Demokrasilerde) Bütün<br />

vatandaşlara hukuk güvencesinin sağlanması gerekmektedir. İfade<br />

özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve mülkiyet özgürlüğü (olmalıdır).<br />

Yani bir demokraside kim ne istiyorsa, söyleme özgürlüğüne<br />

sahip olmalıdır. Bütün insanların bunu kendileri için talep etmeye<br />

hakları olduğu gibi, (yerine getirmeleri gereken) bir de görevleri<br />

vardır. Ayrıca (insanların demokrasilerde) başkaları içinde<br />

aynı özgürlükleri savunmaları gerekir. Bu öğrenilmesi zor bir<br />

görevdir. Yani demokrasi aynı görüşte olduğumuz fikirleri kabul<br />

etmek değildir. Ters görüşte olduğumuz fikirleri de hoş görmek<br />

demektir. Ama bu zor öğrenilse de, demokratik kültürün ön<br />

şartlarındandır. İhtiyacımız olan budur. Bütün bölgeyi buna teşvik<br />

etmemiz gerekir. Çünkü biz, demokratların yaşamadığı bir yerde,


gerçek demokrasiyi dillendirme imkanına sahip olamayız. Özgür<br />

toplumlar, Ortadoğu için bir demokratikleşme süreci başlatmak<br />

durumundadırlar. Yurttaşlık hakları, demokratik uygulamalar ve<br />

sivil toplum geliştirilmeli, güçlendirilmelidir. Demokrasi anlayışı<br />

hem bir fırsat, hem de bir uygulama olmalıdır.<br />

Türkiye bu konuda çok güçlü bir rol oynamalıdır. Katalizör olarak<br />

rol oynayabilir çünkü Türkiye (bölgede) reformlar konusunda<br />

şampiyonluk yapan bir ülkedir. Türkiye yeterince büyük bir<br />

demokrasidir; açık bir toplumdur ve temel hak ve özgürlükleri,<br />

ifade özgürlüğünü, organize olabilme özgürlüğünü, inanç<br />

özgürlüğünü ve açık piyasa ekonomisini uygulamaktadır. Türkiye;<br />

bütün insanları için giderek artan bir refah sağlamıştır. Bu açıdan<br />

bakıldığında, tabiiki daha fazla ilerlemeye ihtiyacımız var.<br />

Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin de aynı şekilde ilerletilmesine<br />

ihtiyacımız var. Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya arasında<br />

konumlanmış olan Türkiye’yi; son derece büyük bir rol oynayan<br />

bir aktör olarak görüyorum. Ortadoğu’nun problemlerini<br />

çözmekte büyük bir rol oynayabilir.<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ<br />

T.C. Başbakan Yardımcısı<br />

Lisans ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde tamamladı. ABD’de Cornell Üniversitesi New York State School of Industrial & Labor Relations’nda<br />

misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve 1992’de İstanbul Üniversitesi’nden doktorasını aldı. 1994 tarihinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doçent oldu. 2004<br />

yılında ise profesör unvanını aldı. Sanayi Ötesi Dönüşüm ve İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli adlı kitaplarının yanısıra birçok yayımlanmış bilimsel makalesi mevcuttur.<br />

Kurtulmuş, 1998 yılında aktif siyasete başladı. Fazilet Partisi’nde İstanbul İl Başkanlığı ve Genel İdare Kurulu üyeliği, Saadet Partisi’nde Genel Başkan Yardımcılığı ve Genel Başkanlık<br />

görevlerinde bulundu. 2010 yılında Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kurdu. 2012’de alınan bütünleşme kararı çerçevesinde, HAS Parti AK Parti ile birleşti. 2012-2014 yılları<br />

arasında AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapan Kurtulmuş, 29 Ağustos 2014 tarihinde 62. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmiştir<br />

ve halen bu görevi sürdürmektedir.Kurtulmuş, evli ve üç çocuk babasıdır.<br />

Bu sempozyumun, Ortadoğu barışına katkı sağlamasını temenni<br />

ederek sözlerime başlamak istiyorum. Ortadoğu barışını<br />

sağlamaya yönelik değerli fikirlerin ortaya konmasını sağlayacak<br />

olması, bütün dünya barışı için önemlidir. Ortadoğu barışından<br />

bahsetmek için öncelikle dünya barışından bahsetmeliyiz. Çünkü<br />

tarih bize öğretiyor ki; “Dünya barışının sağlandığı yer, dünya<br />

barışının kurulduğu yer; Ortadoğu coğrafyasıdır”. Bugün böyle<br />

olduğu gibi tarihte de böyledir. Bütün insanlık tarihi boyunca<br />

Ortadoğu dünyadaki bütün büyük güçlerin geçiş merkezi olduğu<br />

gibi büyük medeniyetlerin de hem yerleşme, hem mücadele etme,<br />

hem birbirleriyle kavga etme, hem de dünya barışını sağlamak<br />

amacıyla ortaya konan bütün çabaların merkezi olan bölgedir.<br />

Ortadoğu’da barış olmadan dünyada barışın olması mümkün<br />

değildir. Ayrıca aynı şekilde dünya barışı düzenli bir sistem<br />

içerisinde değilse, Ortadoğu’da daha fazla kan akar, daha fazla<br />

zulümler ve daha fazla baskılar ortaya çıkar.<br />

Öncelikle Ortadoğu’da barış kurmak istiyorsak, Ortadoğu’da<br />

barışı konuşuyorsak, dünya barışını konuşacağız. Dünya barışını<br />

konuşuyorsak, şu soruyu sormalıyız: Bu kadar çok savaşın, bu<br />

kadar çok kavganın, bu kadar çok iç çekişmenin olduğu, halklar,<br />

mezhepler, dinler ve ülkeler arasında bu kadar çok büyük<br />

mücadelelerin gerçekleştiği bir dönemde, gerçekten yeni bir pax,<br />

yeni bir barış düzeni kurmak mümkün müdür? Bugün karşı karşıya<br />

kaldığımız sıkıntıların, yaşadığımız kaos ve krizlerin başlangıcı yeni<br />

değildir. Özellikle son bir asır; aşağı yukarı insanlığın fiili olarak<br />

savaşlar, kaoslar ve krizler yaşadığı dönem olmaktadır.<br />

Esasında I.Dünya Savaşı’ndan önce Batılı bilim adamlarının<br />

ve tarihçilerin “Pax Ottomana” olarak tanımladığı Osmanlı’nın<br />

hakimiyetinde, öncülüğünde, sadece Osmanlı’nın hakim olduğu<br />

topraklarda değil, bütün dünyada etkin bir pax mevcuttu. Yani<br />

küresel bir pax mevcuttu. Ancak 17.yy’dan itibaren Osmanlı’nın<br />

bir taraftan kendi iç sorunları diğer taraftan Avrupa kıtasındaki<br />

kolonyalizmin biriktirdiği büyük sermaye ve zenginlik, onun<br />

arkasından 18.yy ve 19.yy’larda gelen büyük sanayileşme dalgasıyla<br />

birlikte, I.Dünya Savaşı’na gelmeden önce bu iki değişme bütün<br />

dünya sisteminin dengelerini bozdu. Osmanlı kendi iç sorunlarıyla<br />

çöküşe geçerken, ona karşı Batı, kapitalizm sistemi üzerinde yeni<br />

bir küresel sistemi yönlendirmeye başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nın<br />

en temel nedenlerinden birisi budur. I.Dünya Savaşı hem eski<br />

düzeni yıkmak, hem de yeni kapitalizme bir takım pazarlar<br />

kazandırmak için imparatorlukların dağılmasını ve yerine ulusdevletleri<br />

kuran sürecin sonucudur. Sürecin ilerlemesiyle, bütün<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

15


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

16<br />

Sempozyum Programı<br />

imparatorlukların dağıldığı gibi, bu imparatorluğun dağılmasından<br />

daha da önemli olanı küresel barışın dağılması olmuştur. Ulusdevletler<br />

kuruldu, arkasından I.Dünya Savaşı’ndan sonra sadece<br />

20 yıl insanlar barış içinde yaşadı. Savaşlar sustu ama hiçbir zaman<br />

savaş dili, çatışma dili ortadan kalkmadı. Bunun sonucu olarak da<br />

II.Dünya Savaşı adıyla 45 yıl yeryüzünde gerçekten ciddi bir savaş<br />

ve çatışma ortamı devam etti. 1990’dan sonra Soğuk Savaş bitmiş,<br />

Rusya çözülmüş ve artık barış düzeni gelecek diye beklerken ne<br />

yazık ki 1990-2014 sonuna kadarki dönem içinde, Bosna’daki<br />

savaşlar, Afganistan işgali, Irak işgali, Suriye’deki savaşlar, Arap<br />

Baharı’yla birlikte ortaya çıkan çatışmalar meydana gelmiştir.<br />

Bütün bu çatışmaları topladığımız zaman II. Dünya Savaşı’nda<br />

yaşanan ölümler kadar 1990’dan sonra da ölümler yaşandı. Şimdi<br />

2014’ün sonuna geldiğimiz bu dönemde aslında dünyada büyük<br />

bir düzensizlik hali hakimdir. Soğuk Savaş döneminde en azından<br />

var olan çift kutuplu denge sistemi ortadan kalkmış, tamamıyle<br />

gücü elinde bulundurabilenin dünyaya hakim olduğu bir sistem<br />

kurulmuştur. Bugün II.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistem;<br />

hakimlerin gücü üzerine, hakimlerin gücünü tespit ve teyit etmek<br />

için kurulmuş bir sistemdir.<br />

Suriye’deki krizi çözemiyoruz. Uzun yıllar devam ediyor ve bir<br />

müddet daha devam edecektir. Suriye krizini çözemezsiniz!<br />

Ukrayna krizini de bugünkü dengeler içinde çözemezsiniz! Çünkü<br />

dünyadaki bugünkü BM yapısı, krizleri çözmek ve savaşları sona<br />

erdirmeye müsait bir sistem değildir. Tam tersi, kim güçlüyse, kim<br />

BM Güvenlik Konseyi’nde güçlü bir devlete arkasını yaslıyorsa,<br />

onun borusunun öttüğü, onun sözünün geçtiği bir dünyadır.<br />

Suriye krizini çözemeyenler Ukrayna krizini de çözemiyorlar.<br />

Dolayısıyla, biz dünya sisteminin çözüm üretebilecek bir<br />

duruma gelmesini nasıl sağlayacağız, nasıl barış sağlayacağız, onu<br />

düşünmeliyiz. Bu sorunun üzerine yoğunlaşmanız bu soruna<br />

cevap bulmamız önceliğimiz olmalıdır.<br />

Türkiye olarak, şu anda var olan ve dünyayı yönetemeyen<br />

uluslararası kurum ve kuruluşların ve fonksiyonlarını yitirmiş<br />

kurum ve kuruluşların yeniden yapılanması, dünya barışının<br />

sağlanması için zaruri ve gereklidir. Hep söylediğimiz gibi, beş tane<br />

büyük ülkenin insafına terk edilen bir küresel barış olamaz! Beş<br />

ülke yüz doksan beş ülkenin nasıl yönetileceğine tek başına karar<br />

veremez! Dünyadaki beş ülkenin istediği şekilde bütün ülkeler aynı<br />

şekilde şekillenemez. Bunun için BM ve diğer küresel kuruluşların<br />

yeniden yapılanması dünya barışını sağlama perspektifine sahip<br />

olanların üzerinde durması gereken önemli hususlardan birisidir.<br />

Ayrıca Ortadoğu bölgesinde neden bu kadar çok kavga ve gürültü<br />

var? Nedenleri iyi tespit etmeden, bu nedenleri ortadan kaldıracak<br />

adımlar atmadan, Ortadoğu’da barışın sağlanması mümkün<br />

olmayacaktır. Bir takım büyük güçlerin bu bölge üzerinde temel<br />

stratejilerinin bir asırdır hiç değişmediğini biliyoruz. Meşhur ‘Böl-<br />

Parçala-Yönet’ stratejisinin bugün de belli oranlarda ama daha aklı<br />

karışık şekilde uygulandığını görüyoruz. Türkiye olarak bizim<br />

görevimiz, bu bölgede daha fazla bölünmeyi değil, bu bölgede<br />

daha fazla bütünleşmeyi, daha fazla birliği daha fazla dirliği<br />

[1. GÜN]<br />

sağlamaktır. Bu çerçevede bölge ülkelerinin içindeki mezhepsel<br />

dini farklılıklarıyla dağılmasını değil, bütün farklılıkları olduğu<br />

gibi kabul eden yeni bir anlayışla, yeniden yapılandırılmasını<br />

hayal ediyor ve bunun için gayret ediyoruz. Bütün ülkelerin<br />

birlik ve dirlik içinde, aynı coğrafyanın paydaşları olduğu bilinci<br />

içerisinde, ortak bir kaderi birlikte şekillendirmesi için çalışıyoruz.<br />

Bunun için de ortaya çıkan bütün sorunlara karşı maalesef bütün<br />

dünya seyirci kalsa da, Türkiye olarak seyirci kalmıyoruz, asla da<br />

kalmayacağız.<br />

Gaziantep, Suriyeli göçmenleri birinci derecede kabul eden ev<br />

sahibi şehirlerimizden birisidir. Bütün dünyanın seyrettiği, Suriye<br />

sorununa nasıl çözüm bulunacağını bilmediği, ama bırakın onu,<br />

Suriye göçmenlerine nasıl çözüm bulunacağını bilmediği bir<br />

dönemde Türkiye bütün sınırlarını, kapılarını ve gönüllerini<br />

Suriyeli bütün mültecilere açmıştır. Suriyeli Araplara, Türkmenlere,<br />

Kürtlere, Yezidilere hiçbir ayrım gözetmeksizin kapılarını açmıştır.<br />

Bundan sonra da kapımızı ve gönlümüzü açmaya devam edeceğiz.<br />

Suriye’den yaklaşık 1.7 Milyon göçmen Türkiye’ye gelmiştir.<br />

Sadece 18-19-20 Eylül tarihlerinde 3 gün içerisinde Kobani’den<br />

gelen Kürtlerin sayısı 200 bin kişidir ve Türkiye’ye sığınmıştır. 3<br />

günde gelen göçmen sayısı Avrupa’nın 2013 yılında kabul ettiği<br />

göçmen sayısından daha fazladır. Bu bizim insanlık görevimizdir.<br />

Türkiye’nin vazifesi, sadece göçmenlerin sorununa çözüm bulmak<br />

değil, bütün bölge halkları için kalıcı barış perspektifini de ortaya<br />

koyabilmektir. Türkiye bu anlamda bu bölge için “ilham kaynağı<br />

ülke” olmuştur.<br />

Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarıyla bu bölge ülkelerinin hepsi<br />

için demokratik süreçleri işleten ve daha da ileri demokratik<br />

standartlara gitme hedefi olan bir ülkedir. Sadece son 20 yıl<br />

içerisinde; önce Balkanlar- Kafkaslar, arkasından Ortadoğu,<br />

arkasından Kuzey Afrika, şimdi Ukrayna, yani Doğu Avrupa.<br />

Bütün etrafımız krizler içinde kavrulurken, büyük bir trübülans<br />

içinden geçerken Türkiye; bu 25 yıllık zaman içinde siyasi<br />

ve iktisadi istikrarını korumuş, özellikle son 12 yılda hem<br />

büyümesini hem de siyasi iktidarını geliştirmiştir. Bunun anahtarı<br />

Türkiye’nin mutlaka demokratik süreçleri işletmiş olmasıdır. 1960<br />

darbesinden bu yana birçok darbeye maruz kalmasına rağmen<br />

sistemimiz, ortaya sandığı getirmeyi başarmıştır. Milletin iradesini<br />

denetleyen bir yapıyı ortaya koymuştur. Son yıllarda bunu<br />

artırıyoruz. Bunu artırdıkça Türkiye’de insanların demokratik<br />

katılımının artmasıyla, Türkiye ciddi bir şekilde bu demokratik<br />

örnekliliğini artırmaktadır. Son olarak, bütün bölge halkları yeni<br />

ayrılıkların ve bölünmelerin eşiğindeyken Türkiye; “çözüm süreci”<br />

ile en kanlı ve en kötü sorununu çözmesiyle büyük iradesini<br />

ortaya koyuyor. 30 yıl boyunca devam eden, 35 bin insanımızın<br />

hayatına mal olan ve Türkiye’nin 1.2 milyar dolar iktisadi kaybına<br />

neden olan terör, Allah’ın izniyle, milletin desteği ve siyasi iradeyle<br />

sona erdiriliyor. Çözüm süreci bütün bölge için önemlidir. Bütün<br />

bölgede barışın sağlanması için önemli bir adım olmuştur.


I. Oturum<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep<br />

Bugün Ortadoğu’da neler oluyor?<br />

Ortadoğu’daki ülkeleri derinden etkileyen siyasi ve toplumsal olaylar, yerel ve bölgesel olduğu kadar, küresel<br />

halkları da çok farklı seviyelerde etkilemeye devam etmektedir. Bu oturumda, Moderatör A Haber Ankara<br />

Temsilcisi Murat AKGÜN öncülüğüyle güncel durum ve bunların sebepleri üzerinde geniş çaplı analiz<br />

yapılmaktadır.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sayın A.F. RASMUSSEN,<br />

konuşmanızda Suriye çözümü için “Bosna Modeli”nden<br />

bahsettiniz. Bosna’daki Sırpların birtakım şeylerden vazgeçmesi<br />

ve masaya oturmaya razı edilmesi, çok şiddetli ve kapsamlı askeri<br />

müdahaleleri de arkasından getirdi. Suriye’ye baktığımız zaman,<br />

çok sınırlı ve sadece bir hedefe yönelik bir hava operasyonu<br />

görüyoruz. Dolayısıyla benim sorum; Batı acaba Suriye’de<br />

tarafların masaya eşit şartlarda oturmaları için, daha geniş kapsamlı<br />

müdahalede bulunmak konusunda niçin bu kadar çekingen<br />

kalıyor?<br />

A.F.RASMUSSEN: Neden uluslararası toplum isteksiz<br />

davranıyor? Zannediyorum, bunun üç önemli sebebi var. Yani<br />

(Batı neden) Suriye de bir askeri operasyon yapmadı? Genellikle<br />

bana sorulur. Neden NATO Libya’da bu kadar başarılı operasyon<br />

yapmışken, burada (Suriye’de) BM bu kadar isteksiz davrandı?<br />

İlk olarak BM, NATO’ya Libya için bir yetki ve görev verdi.<br />

Dolayısıyla, orada (Suriye’ye müdahalede bulunmadan önce)<br />

çözülmesi gereken (BM ile ilgili) bir hukuksal mesele vardır.<br />

İkincisi, bir bölgesel bağlamı vardır. Libya’da bizim (Batı’nın) açık<br />

seçik bir bölgesel desteğimiz vardı. Bölgenin ülkeleri, hatta NATO<br />

operasyona katkı da bulundular. Tabiiki Suriye’ye geldiğimiz zaman<br />

görüyoruz ki, bölgesel bir mütabakat yok. Tam tersine bölgedeki<br />

ülkelerin bazılarının Suriye konusunda fikirleri bölünmüş<br />

durumdadır. Suriye’de adeta vekaleten bir savaş yapılıyor. Üçüncü<br />

bir nokta da şudur; Suriye’deki muhalefet o kadar bölünmüş<br />

durumdadır ki, dışarıdan yapılacak bir askeri operasyonun istikrar<br />

getireceği garanti değil. Hatta böyle bir operasyon sonunda,<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

17


Sempozyum Programı<br />

bu parçalar silahlarını birbirlerine doğrultabilirler. Dolayısıyla<br />

muhalefetin durumu da burada bir rol oynuyor.<br />

[1. GÜN]<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

18<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sayın Prof. Dr. Numan<br />

KURTULMUŞ sizce, “Bosna Modeli” ne kadar hayata<br />

geçirilebilir? Suriye’de ne yapılmalı ki çatışmalar sonlansın?<br />

Niye bu noktaya gelindi? AB’nin bir formülü var; “Çatışmaların<br />

Dondurulması” diye, bu biraz da statükonun bozulması anlamına<br />

gelmiyor mu? Bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Maalesef başından beri<br />

Suriye’deki muhalefete destek olduğu iddiasında bulunan ülkelerin<br />

hemen hiçbirisinin “Suriye’de nasıl barış sağlanır?” konusunda bir<br />

“master planı” yoktur. Zihinlerinde net bir husus yoktur. “Bu olaylar<br />

gelişsin ve olayların gelişmesi çerçevesinde bir sonuç bulunur” gibi<br />

bir görüş hakimdir. “Baas rejimi gitsin” noktasından, “Esad rejimi<br />

geçici bir süre kalsın” noktasına gelindi. Temel mesele, muhalefeti<br />

destekleyenlerin ciddi bir yol haritalarının olmamasıdır.<br />

Ama bundan daha önemli bir mesele de şudur: Suriye meselesini<br />

çözerken, BM’de (güvenlik konseyinde) Rusya varken, Rusya<br />

Esad rejimine arka çıkarken, BM’in Suriye hakkında ciddi ve<br />

müdahaleci karar almasını nasıl bekleyebiliriz? Dolayısıyla orada<br />

müdahale için BM kararını esas almak hemen hemen imkansız<br />

gibidir.<br />

Bosna meselesine gelince, ben burada Sayın RASMUSSEN’den<br />

farklı düşünüyorum. Bosna bizim en baştan beri korkumuzdur.<br />

Ortadoğu’da Balkanizasyon modelinin uygulanmasıdır. Yani<br />

Ortadoğu’da “Böl-Parçala-Yönet” (anlayışı) zaten temel sıkıntıdır.<br />

I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu’nun dikiş tutmamasının<br />

temel nedeni, mevcut Sykes-Picot düzenidir. Yani sınırlar öylesine<br />

bölünmüş ki bu sınırların hiçbirinin bölünmesinin sosyolojik<br />

bir karşılığı yoktur. Hatırlarsak, Hatay Türkiye sınırları içerisinde<br />

değildi. Hatay’ı Adana’dan ve İskenderun’dan ayıran neden neydi?<br />

Dolayısıyla mevcut Sykes-Picot “Ortadoğu’daki savaşların devamı”<br />

perspektifi üzerine kurulmuş bir düzendir. Daha fazla bölünmeyi<br />

tek başına körükleyeceği ve dışarıdan gelecek desteklerin de bu<br />

bölünmeyi daha fazla artıracağı aşikardır.<br />

Soğuk Savaş döneminde zaten pratik olarak rejimler, yönetimler<br />

bazında ikiye bölünmüştür. Batı yanlı süreçler ve Doğu yanlı<br />

süreçler olarak. Onlar gittikten sonra, Batı ve Doğu’ya bağlı<br />

olan bir takım elitler vasıtasıyla, bölünme devam etti. Şimdi<br />

bizim amacımız, bu bölgede halkların daha fazla bölünmesi<br />

üzerinden bir sistem oluşturmak olamaz, olmamalıdır. Bosna<br />

Hersek’te uygulanan model ve yönetim şekli de aslında Bosna’yı<br />

yönetilemez bir ülke konumuna getirmiştir. Yani evet, savaşın<br />

bitmesi konusunda (bu anlaşma) adım atılmasına neden<br />

olmuştur ama Sırbistan, Hırvatistan varken bir de Bosna-Hersek<br />

Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır.<br />

Bosna Hersek Cumhuriyeti’nde farklı unsurların oluşturduğu bir<br />

yönetim modeli var. Bu modelin sonucu olarak, bugün Bosna<br />

iyi yönetilememektedir. Bu ülkede bu bölgede insanlar asırlarca<br />

birlikte yaşadılar. Birlikte yaşama kültürüne sahip insanların<br />

demokratik standartları yüksek rejimlere kavuşmasını sağlamak<br />

konusunda uluslararası camiaya yüksek düzeyde destek verebiliriz.<br />

Bu ülkelerin gerçekten demokratik ülkelere dönüşmesini<br />

sağlamak istiyorsak, bütün farklı unsurların, demokratik Suriye<br />

rejiminin bir parçası olduğunu sağlamak en doğru yoldur. Bunun<br />

için uluslararası sistem, Esad rejiminin —halkına bu kadar<br />

zulmetmiş bir rejimin— kenara çekilmesini sağlar. Geriye kalan<br />

bütün demokratik unsurlarla birlikte, bütün radikal unsurları<br />

temizleyerek, yeni bir demokrasiyi Suriye’de inşa etmek, en iyi<br />

yoldur. Aksine Bosna modelinin kurulması, Suriye modelinin<br />

pratik olarak bölünmesi anlamına gelir ve Suriye’deki çatışmaların<br />

uzun yıllar sürmesi anlamına gelir diye düşünüyorum.<br />

A.F.RASMUSSEN: Ben Suriye’yi bir devlet olarak muhafaza<br />

etmekten yana birisiyim. Ama Ortadoğu’nun sorunlarını çözmek<br />

için mezhepçi politikaları mutlaka durdurmak lazım. Suriye’deki<br />

gibi; Alevi bir azınlığın Sünni bir çoğunluğa hükmetmesi kabul<br />

edilemez. Irak’taki gibi Şii bir iktidarın da, Sünnileri ezmesi yahut<br />

yönetmesi düşünülemez. Suriye tek devlet olabilir; fakat Kürtler<br />

karşı kısımda, berikiler başka kısımda yaşayabilir. Bosna gibi,<br />

Bosna’nın ideal bir çözüm olduğunu söylemiyorum ama Sayın<br />

Başbakan Yardımcısı, burada ideal çözümü konuşmuyoruz.<br />

Mümkün olan çözümü yani “iç savaşı durdurmak için Suriye’de<br />

neler yapabiliriz”, bunu konuşuyoruz. O barış anlaşması sayesinde,<br />

Balkanlar’da son 20 yıldır barış vardır.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bosna Hersek’te savaş olmaması<br />

son derece önemli bir gelişmedir. Fakat şu gerçek gözardı<br />

edilemez; orada son derece kırılgan bir barış vardır. Aslında<br />

bu sistemin mükemmel işlemediğini gösteriyor. Ama Suriye<br />

ile ilgili konuştuğumuz zaman, Esad rejiminin hala çok güçlü<br />

bir ordusu var. Sayın RASMUSSEN bu söylediğiniz modelin<br />

hayata geçirilmesi ne kadar mümkün? Esad’ın gitmesi için, Esad<br />

yönetiminin görevden alınabilmesi için ne yapmak gerekir?


A.F. RASMUSSEN: Suriye’de bazı özel durumları dikkate almak<br />

gerekir. Bir Bosna çözümünü Suriye’de geçerli kılabilmek için,<br />

hiç kuşku yok ki uluslararası barış gücüne ihtiyacımız olacaktır.<br />

Bosna’da bir çözüm için, ilk başta NATO liderliğinde, 20 bin<br />

kişilik bir barış gücü Bosna’ya gönderildi. Şimdi Suriye için askeri<br />

zorluklar daha büyük olacaktır. Bölgedeki ülkelerin son derece<br />

önemli bir rol oynaması gerekir bu açıdan. Türkiye gibi ülkelerin<br />

gerçekten oraya bir barış gücü, bir askeri güç göndermeleri<br />

gerekmektedir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye kaçınılmaz olarak bir “rolmodel”<br />

ülke konumundadır. Fakat geçmişte Türkiye Suriye’ye<br />

yönelik çok aktif politika izlediğinde de, bu defa Suriye’nin<br />

içişlerine karışmak ile suçlandı. Şimdi bu nasıl bir dengedir ki,<br />

Türkiye hem “rol-model” olacak, (bölgedeki ülkelerin) hem<br />

de içişlerine karışmakla suçlanacak? Sayın KURTULMUŞ,<br />

Türkiye’nin bu “rol-model” durumunu siz bir hükümet görevlisi<br />

olarak nasıl yorumluyorsunuz?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu bölgede halkların bir<br />

geçmişi vardır. Suriye, Irak gibi veya Sünniler, Museviler, Aleviler,<br />

Kürtler ve Türkmenler dediğimiz unsurlar tesadüfen bir araya<br />

gelip yeni karşılaşmış değillerdir. Biz tarih boyunca uzun yıllar<br />

bir arada yaşadık. Bu bölgenin Müslüman, Gayrimüslim ve<br />

bütün etnik unsurlarıyla bir aradaydık. Şimdi bu bölgede barışı<br />

getirebilmek için gerçekten bir perspektifimizin olması lazım.<br />

Bizim perspektifimiz şudur; bizim bu bölge insanları arasındaki<br />

ortak coğrafya üzerinde durmamız gerekiyor. Bu zamana<br />

kadar Ortadoğu’da, Osmanlı barışı bütün mezhepleri de içinde<br />

barındırarak bölgeye hakim oldu. Eğer hegemonya üzerinden,<br />

yani güçlü olanın hakim olduğu sistem üzerinden barışı sağlamaya<br />

kalkarsanız, barışı sağlayamazsınız. Kaddafi rejimi halkına o kadar<br />

zulüm yaparken hür dünya neredeydi? Veya Mübarek rejimi<br />

halkına eziyet ederken, arkasını İsrail’e, ABD’ye yaslamışken, hür<br />

dünya niye sesini çıkarmadı? Dolayısıyla bu mandacı rejimler,<br />

Soğuk Savaş’tan sonraki rejimler, halkıyla irtibatı olmayan<br />

diktatörlerin olması, bugünkü kavganın temel nedenlerindendir.<br />

Ayrıca Arap Baharı’nın ortaya çıkaran temel neden de şudur;<br />

özellikle Fas’tan Endonezya’ya kadar, Yemen’den Suriye’ye kadar<br />

olan bütün Arap coğrafyasında halklar; haksızlıkların, rüşvetlerin,<br />

zulümlerin içine girmiş olan o rejimlerden, o insanlardan nefret<br />

ediyorlardı. Genç kitleler siyasi sürece katılmak istiyorlardı. Genç<br />

kitleler istikballerini aramak istiyorlardı. Bunun karşılığında<br />

hem ülkelerinin geleceğine katkıda bulunmak hem de bunu<br />

karşılığında teminat almak istiyorlardı.<br />

Arap Baharı denen şeyin başlangıcı budur. Ama bu talep ciddi<br />

bir şekilde karşılanmadı ve bir kenarda duruyor. Dolayısıyla bu<br />

da bugünkü karışıklıkların önemli nedenlerinden birisidir. Diğer<br />

nedeni ise, İsrail politikalarıdır. Bunu da görmeden, Ortadoğu’da<br />

barışı sağlayacak bir perspektife sahip olmamız beklenmemektedir.<br />

İsrail I.Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde oluşmaya başladı.<br />

II.Dünya Savaşı’ndan sonra bir tüp bebek olarak suni yollarla bir<br />

devlet oldu. İsrail devleti hükümeti sürekli saldırgan ve genişlemeci<br />

tavırlarını sürdürdü. Kendisine kuruluşunda bırakılan toprakları<br />

değil, (Ortadoğu’da) geniş (bir) coğrafyayı kendi hakimiyeti altına<br />

almayı temel hedefi olarak gördü. Ayrıca Müslümanlara yapılan<br />

zulümlerin, İslami mimarilere olan saldırıların da, Ortadoğu’da<br />

barışı önleyen en önemli nedenlerden birisi olduğu kanısındayım.<br />

Bütün bu sebepleri biraraya getirdiğimizde; Yahudisi, Hıristiyanı,<br />

Müslümanı birarada yaşamış olan bölge halkları maalesef<br />

uzunca bir süredir çatışmaların içerisinde ve hep farklı ayniyetler<br />

üzerinden yeni bir kimlik oluşturabilme telaşı içerisindedirler.<br />

Hür dünya, gelişmiş dünya, demokratik dünya bu anlamda<br />

yeterince destek verdi diyemeyiz. Türkiye’de bu konuda rol<br />

model oldu mu? Türkiye’nin bir ilham kaynağı olduğu oldukça<br />

açıktır. Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarını koruyarak ilham<br />

kaynağı olmaya devam edecektir. Ayrıca Türkiye’nin en önemli<br />

başarılarından birisi şudur: Türkiye demokratik çalışmalarından<br />

birini başaramasaydı, Türkiye’deki değişim süreçleri de Mısır’dan,<br />

Suriye’den farklı olmazdı.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye’nin uzun zamandır Suriye<br />

sınırında bir tampon bölge oluşturma talebi var. Bu isteğin<br />

iki ayağını görebiliriz; birincisi güvenlik gerekçesiyle. Çünkü<br />

hemen sınırımızın diğer tarafında çok şiddetli çatışmalar var ve<br />

bombalar Türk toprağına düşüyor. Zaman zaman hayatını yitiren<br />

vatandaşlarımız oldu. Hayatın felce uğraması söz konusudur.<br />

Diğer taraftan göç dalgası, Türkiye’de şu anda 1.7 milyon göçmen<br />

var ve şu anda Halep kenti de rejimin elinden düşerse, 100<br />

binlerle tahmin edilen bir göç dalgası bekleniyor. Yani neden<br />

o insanları belirli yerde karşılayıp tutmaya yönelik bir tampon<br />

bölge oluşturulmuyor? Sayın RASMUSSEN görev yaptığınız<br />

NATO’daki tecrübelerinize dayanarak bunu bize izah edebilir<br />

misiniz?<br />

A.F.RASMUSSEN: Türkiye’nin tampon bölge talebinin<br />

farkındayım tabiiki. Suriye topraklarında bir tampon bölge<br />

oluşumu, Suriye’nin bazı bölgelerini işgal etmeye denk olacaktır.<br />

BM mandası yok tabii bunu yapmak için. Bir sonraki soru da şu;<br />

kim bunu (tampon bölge kararını) uygulayacak? Tabiiki böyle bir<br />

tampon bölge için,karada asker gerekecek. Tampon bölge, bir hava<br />

operasyonuyla, tek başına oluşturulamaz. Bu yüzden, bu bayağı<br />

kapsamlı bir askeri operasyon gerektirmektedir. Uluslararası<br />

toplum tampon bölge oluşturma konusunda, bu yüzden isteksiz<br />

kaldı diye düşünüyorum.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Geçmişte Irak operasyonu bir<br />

şüphe üzerine yapılırken bu kadar ince elenip sık dokunmamıştı.<br />

Sayın KURTULMUŞ ne dersiniz, bu bir ikilem mi? Ayrıca Halep<br />

düşerse, oradan on binlerce insan gelirse biz yine kabul edecek<br />

miyiz? Ama Türkiye’nin de bir kapasitesi var. Çok iyi bir ekonomisi<br />

de yok. Hazırlıklarımız nelerdir?<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

19


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

20<br />

Sempozyum Programı<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Öncelikle söylemek<br />

istediğim; Suriye’nin de Irak gibi bol miktarda petrolü olsaydı<br />

şimdiye çoktan işgal edilmişti. Dolayısıyla Suriye’nin en büyük<br />

dezavantajı petrolünün olmamasıdır. Bu anlamda Suriye’de petrol<br />

olmamasına rağmen Batı güçlerinin koalisyon güçlerinin saha<br />

harekatı yapmadan bu uçuşa yasak bölge Suriye güçlerini köşeye<br />

sıkıştırılabileceğine inanıyorum. Ama maalesef Suriye planlarına<br />

bakıldığı zaman koalisyon ülkelerinin birçoğunun bir numaralı<br />

meselesi, Esad rejimini yok etmek değil, Suriye’de nasıl ortaya<br />

çıktığı, ne şekilde ortaya çıktığı kimler tarafından ortaya çıktığı<br />

henüz tam olarak bilinmeyen IŞİD’in Suriye’den uzaklaştırılması,<br />

Irak’tan uzaklaştırılmasıdır.<br />

Burada da ciddi bir perspektif farklılığımız vardır. Biz Suriye’de<br />

İŞİD’in ve benzeri operasyonların bir sonuç olduğu kanaatindeyiz.<br />

Yani IŞİD tek başına çıkmadı. IŞİD’in içerisinde, Batı ülkelerinden<br />

katılan çok sayıda unsurların olduğu gerçek. IŞİD, Irak’taki ve<br />

Suriye’deki siyasi istikrarsızlıkların bir sonucu olarak ortaya<br />

çıkmıştır. Eğer Suriye ve Irak’taki politik istikrarsızlık böyle giderse,<br />

yarın IŞİD gider yerine başka bir örgüt ortaya çıkar. O yüzden bu<br />

gibi terörist örgütlerin ortadan kalkmasını sağlamanın yolu, Suriye<br />

halkının bütün farklı unsurlarının siyasal sürece katılımlarının<br />

sağlanmasıdır.<br />

Bu nasıl olur? Ülkenin üstüne çökmüş, 300 bin insanın canına<br />

kıymış, bu bölgenin en güzel şehirlerinden olan Halep’i havada<br />

bombalayarak yok etmiş, Şam’daki kültürel zenginlikleri yok etmiş<br />

bir rejimden bahsediyoruz. Suriye rejiminin hareket edemez hale<br />

gelmesini sağlamak gerekir. Bunun için de uçuşa yasak bölge<br />

önemli bir meseleydi. Ama zaman geçtikçe bundan sonra yapılsa<br />

bile anlamını kaybedebilir.<br />

Suriye’deki halk ılımlı muhalefete destek vermiş olsaydı, şimdiye<br />

kadar önemli yol kat etmiş olurdu. Yakın dönemde barış umudu<br />

görünmüyor. Böyle bir durumda halk da IŞİD gibi karanlık bir<br />

yapının arkasına takılmış oluyor. Bunu önlemek istiyorsak bu<br />

halka uluslararası camianın yakın dönemde bir umut vermesi<br />

lazımdır. Bu umudun gösterilmesi ise Esad rejiminin elini kolunu<br />

bağlamakta yatmaktadır. Eğer Halep’te yeni bir durum ortaya<br />

çıkarsa, bunun sonucunda 400 bin insanı kapsayan, yeni bir<br />

göç dalgası ortaya çıkacaktır. Bu durum da Türkiye’yi birinci<br />

dereceden etkileyecektir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: IŞİD, Suriye’de ortaya çıkan en<br />

önemli sorundur. Batı bu örgütün ortaya çıkış nedeni olarak neler<br />

düşünüyor? Yok edilmesi neye bağlıdır? Bu kadar tereddütlü dış<br />

müdahaleler, yerel gücün de zayıf olduğu bir ortamda, (IŞİD gibi<br />

oluşumlar bölgede) varlıklarını uzun süre sürdürebilecekler gibi<br />

görünüyor. “mevcut yapı devam ettiği sürece IŞİD gider başka bir<br />

örgüt gelir” sözüne katılıyor musunuz?<br />

A.F.RASMUSSEN: Çok karamsar bir değerlendirme aslında.<br />

[1. GÜN]<br />

Bunu (radikalizmi) yaratan nedir? Bunu besleyen toprak nedir? İlk<br />

başta neden ortaya çıkmıştır? Suriye’deki gibi o azınlık çoğunluğa<br />

baskı yapınca, o zaman çok büyük hoşnutsuzluk doğuyor ve de<br />

aşırılık çok kolay baş gösteriyor. Irak’ta Maliki hükümeti bir facia<br />

oldu. Çok güçlü mezhepçi politikalar uyguladılar ve böylece<br />

IŞİD (ve benzeri örgütler) için bir ortam yarattılar. İlk olarak<br />

mezhepçi uygulamaları durdurmamız lazım ki aşırılıklar, aşırı<br />

tepkiler olmasın Ortadoğu’da. Sonra da uzun vadede, bölgede<br />

sürdürülebilir demokrasiler oluşturmak gerekir. Bundan kasıt,<br />

kültürel olarak demokratik kökleri olan rejimlerdir. Yani sadece<br />

seçim yapmak yetmez.<br />

Eğer çoğunluk, azınlığı baskı altına alırsa olmaz, bu kabul edilemez.<br />

Öyle bir demokratik kültür lazım ki azınlıkların korunması<br />

sağlanabilsin. Zannediyorum biraz daha sabırlı olmamız lazım.<br />

Hukukun üstünlüğü ne demek öğretmek lazım. Azınlıkların<br />

durumu ne demek,güçler ayrılığı ne demek, öğretmek lazımdır.<br />

Gerçek bir demokrasi için insanlar bunu anlamalıdır. Aşırılığı<br />

önlemeye kararlıysak, çok güçlü reformlar lazımdır. Ben o kadar<br />

karamsar değilim, bence yapılabilir. Çünkü “bazı milletlerin bazı<br />

halkların demokrasiye uygun olmadığı” gibi bir düşünceyi ben<br />

kabul etmiyorum.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sayın KURTULMUŞ, Irak’ta üçe<br />

bölünme hala geçerli mi? Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kudüs<br />

devleti kurulması Ortadoğu’yu nasıl etkiler?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu mezhepçi politikalar,<br />

Maliki rejiminin uyguladığı bu yanlış politikalar Irak’ı bu duruma<br />

getirdi. Şimdiki rejim işbaşına geldi. Umarım yeni yönetim farklı<br />

mezhep ve etnik yapıları birarada tutmayı başarabilir. Irak’ta fiilen<br />

üç parçaya bölünmüş gibi görünse de, Irak’ın toprak bütünlüğünü<br />

koruyacağına inanıyorum. Yeni yönetim Maliki döneminde<br />

yaşananlardan ders alarak ve var olan sorunları büyütmeden<br />

sorunlarını çözmek için bölge ülkeleriyle de, Türkiye ve İran’la da<br />

işbirliği içerisinde Irak’ın bütünlüğünü koruyacağına inanıyorum.<br />

Irak’ın bütünlüğünü koruması bölge barışına büyük etki edecektir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Peki siz Sayın RASMUSSEN,<br />

Irak’taki yeni yönetimin başarılı olacağına inanıyor musun?<br />

Bağımsız bir Kürdistan devletinin Ortadoğu’ya etkisi nasıl olur?<br />

A.F.RASMUSSEN: Burada şunu söyleyebilirim. Herşeyi hesaba<br />

katarak, Suriye’i de Irak’ı da bir ülke olarak muhafaza etmeliyiz.<br />

Ama galiba hem Suriye için, hem Irak için gücü bölüp adem-i<br />

merkeziyetçi hale getirmek lazımdır. Irak’tan bahsediyorsak;<br />

Kürtler, Şiiler, Sünniler, işte bu ana kimlikler bir Irak Devleti<br />

içinde yaşayabilirler. Yani ben bağımsız Kürdistan yanlısı<br />

değilim. Ama Türkiye burada son derece önemli rol oynayabilir.<br />

Çünkü Türkiye’nin de PKK’yla sorunu vardır. Türkiye devleti bu<br />

sorunu çözmek için çok çaba sarf ediyor. Umarım bu sorununu<br />

çözebilir. Türkiye daha adem-i merkeziyetçi davranarak, daha<br />

fazla yerel yetkiler vererek bu işi kolaylaştırabilir. Bu iş bağımsız bir


Kürdistan’ın kurulmasıyla değil de, Irak içinde azınlıkları koruyan<br />

bir adem-i merkeziyetçi sistemin oluşturulmasıyla sağlanabilir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bir süre öncesine kadar Türkiye’de<br />

çok söylenen bir söz vardı: “Filistin’de barış olmadan, Ortadoğu’ya<br />

gerçek barış gelmez” diye. İsrail’in kalıcı politikalarını gözönünde<br />

bulundurduğumuzda, bu söz hala geçerli midir? Sayın<br />

KURTULMUŞ, bu konu hakkında düşünceleriniz nelerdir?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: İsrail hükümeti tam<br />

Ortadoğu’da kalıcı bir barış içerisine girdiği sırada yeni bir şey<br />

oluyor ve İsrail yeniden saldırgan bir hal içine giriyor. Genel<br />

olarak bakıldığında, İsrail Ortadoğu barışından yana görünse bile<br />

maalesef özellikle hükümetin içindeki uygulamaların bu barışı<br />

bertaraf ettiğini görüyoruz. İsrail’in çok başarılı tutum içerisinde<br />

olmadığı da aşikardır.<br />

İsrail barışı olmadan, Filistin devletinin var olma hakkı gerçekten de<br />

İsrail tarafından kabul edilmeden, Ortadoğu barışının sağlanması<br />

ve Dünya barışının sağlanması mümkün değildir. Ancak bu<br />

durum, İsrail için de sürdürülebilir bir durum değildir. Kendi<br />

içinde saldırgan politikaları hükümet politikaları haline getirenler<br />

var. Ama (bu) sonuçta İsrail’de yaşayan Yahudi vatandaşlar için de<br />

sürdürülebilir bir durum değildir. İsrail gerçekten bölgede barış<br />

içinde yaşamak istiyorsa, özgür Filistin Devleti’nin varlığını kabul<br />

etmesi gerekir. Filistin halkına işkence etmekten de vazgeçmesi<br />

gerekir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: İran’ın nükleer silah elde etmek için<br />

yoğun çabaları var. Bu konuda Batı ile İran arasında sürdürülen<br />

müzakereler var. Siz Sayın RASMUSSEN bu müzakerelerin belli<br />

somut ve umutlu bir sonuca ulaşabileceğine inanıyor musunuz?<br />

Eğer böyle bir şey olmazsa da İran nükleer silaha ulaşırsa bu<br />

durumun bölgeler ve dünya açısından önemi nedir?<br />

A.F.RASMUSSEN: İran nükleeri konusunda çok kaygılıyım.<br />

Çünkü İran gerçekten nükleer silahlar elde ederse, bu Ortadoğu’da<br />

birçok tedirginlikler doğuracaktır. Bunun kötü etkileri olacaktır.<br />

Küresel güvenlik üzerinde de çok ağır etkileri olacaktır. Onun<br />

için barışçıl diplomatik çözümler bulunabilir. Hiç kimse İran’ın<br />

nükleer enerjiyi barışçıl yollarla kullanmasına karşı değildir. Ama<br />

İran tabii nükleer silahlanmayı... aldatmaya yönelik durumu...<br />

karşısında bunu durdurmamız lazım. Ayrıca bu görüşmelerin<br />

olumlu bir takım sonuçlara bağlanacağı konusunda ben gerçekten<br />

umutluyum. İran’da barışçıl bir çözüm bulunmasının kendilerinin<br />

de yararına olduğunu anlayacaklardır.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Son olarak, İsrail’de nükleer güç<br />

kapasitesi varken İsrail üzerinde de bir takım yaptırımların olması<br />

gerekmez mi?<br />

A.F.RASMUSSEN: Buna yorum yapmayacağım. Çünkü bu<br />

konuda bilgim yok. İsrail’in elinde nükleer program olduğunu<br />

bilmiyorum. Ama 1990’da bile hemen hemen dünyanın bütün<br />

ülkeleri, bir barış anlaşmasına ‘nükleer silahların yaygınlaşmasının<br />

sınırlandırılması’ anlaşmasına imza attılar. Bu ideal bir vizyondur.<br />

O prensibe hala bağlıyız. Ama şimdi tabiiki NATO Eski Genel<br />

Sekreteri olarak, NATO olarak, nükleer silahlar var olduğu sürece...<br />

NATO da bir nükleer ittifak olarak devam edecektir. Şimdi İsrail-<br />

Filistin anlaşmazlığını özür olarak algılayıp bölgedeki tüm sorunu<br />

buna bağlamak hakkaniyetli değildir. Mezhepçi uygulamaları<br />

Suriye’de, Irak’ta görüşümüzün nedeni İsrail-Filistin (meselesi)<br />

değildir. Ama en önemlisi, bu çatışmaya çözüm bulmaktır. 2002’de<br />

bulunan çözüm iki ayrı, bağımsız ve egemen devlete dayanan bir<br />

yol planıdır.<br />

Moderatör Murat AKGÜN:<br />

Sayın A.F. RASMUSSEN ve Sayın Numan KURTULMUŞ,<br />

değerli görüşleriniz ve katılımlarınız için sizlere teşekkür ederiz.<br />

İlk oturumumuzu burada sonlandırıyoruz.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

21


Suriye Kamp Ziyareti, Nizip/Gaziantep<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Sempozyum<br />

programı dahilinde<br />

Nizip Konteyner<br />

kentine yapılan<br />

ziyarette katılımcılar<br />

Suriyeli misafirler ile<br />

bir araya<br />

gelmişlerdir.<br />

Konteyner kent yöneticileri ile yapılan görüşmelerde,<br />

Suriyeli misafirlerimizin son durumu, eğitim ve altyapı<br />

hususunda gerçekleştirilen faaliyetler ile ilgili bilgi<br />

alınmıştır. Kent gezisi esnasında bir Suriyelinin evinde<br />

misafir olan heyet üyeleri, yaşanılan ortamı daha iyi<br />

gözleme imkanı bulmuşlardır. Bu gözlemler Suriye’deki<br />

siyasi durum ve Türkiye’deki Suriyelilerin yaşayışları ile<br />

ilgili yorum yapacak bütün araştırmacı/siyasilerin artık<br />

daha dikkatli çalışabilecekleri bir ortam yaratmıştır.<br />

Ayrıca misafirlerin heyet için hazırlamış<br />

olduğu hediyeler de onların bu geziden<br />

memnuniyetlerini göstermektedir.<br />

22


kalmec.hku.edu.tr<br />

23


Sempozyum Programı<br />

II. Oturum<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep<br />

[1. GÜN]<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU<br />

Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı / İstanbul<br />

Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı’dır. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Uluslararası İlişkileri Enstitüsü’nden<br />

Yüksek Lisans ve Doktora derecelerine sahiptir. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent ünvanı alan Dedeoğlu, aynı yıl Galatasaray Üniversitesi bünyesine katılmıştır.<br />

2005 yılında Galatasaray Üniversitesi’nden “Profesör” ünvanını alan Dedeoğlu, Kadir Has Üniversitesi’nde de ders vermiştir. Uzmanlık alanları arasında Avrupa Birliği ve uluslararası<br />

güvenlik çalışmaları yer almaktadır. Çok sayıda bilimsel makalesi ve kitabı bulunan Beril Dedeoğlu, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde uluslararası politika yorumlarına imza<br />

atmakta, ayrıca Star ve Today’s Zaman gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır.<br />

Peter HARLING<br />

Uluslararası Kriz Grubu, Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye Direktörü<br />

Kar amacı gütmeyen bağımsız oluşum International Crisis Group (ICG) bünyesinde; Irak, Lübnan ve Suriye ile Ortadoğu proje direktörlüğünü ve Kuzey Afrika danışmanlığını<br />

yürütmektedir. 1998-2004 tarihleri arasında Irak, 2005-2006 ve 2014 ilk çeyreğinde Lübnan, 2006-2013 tarihleri arasında Suriye, 2011-2013 tarihleri arasında yarı zamanlı<br />

olarak Mısır’da ikamet etmiştir. Uzmanlık alanları arasında Irak direnişi, Sadr hareketi, aşiretçilik ve Suriye dış siyaseti yer almaktadır.<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

24<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye perspektifiyle Beril Hanım,<br />

Sivil Toplum Temsilcisi olarak da Peter Harling aramızdalar. Siyasi<br />

değil, akademik bir çerçevede konuşacağız. Peter Harling’e sabahki<br />

sorularla aynı doğrultuda sorular soracağız, Suriye’yle ilgili onun<br />

görüşlerini alacağız. Öğleden sonra konuklar Nizip’teki Mülteci<br />

Kampına gittiler. Bu konudaki izlenimlerini almak istiyorum,<br />

ardından diğer konulara geçeceğiz.<br />

Beril Hanım, kampı ziyaret ettiniz. İzlenimleriniz nelerdir?<br />

Türkiye’nin yaptıkları konusunda düşünceleriniz nelerdir, oradaki<br />

insanların nelere ihtiyaçları var?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEĞLU: Bugün öğleden sonra yaşadığım<br />

gözlem bana iki şey söyledi; bunlardan biri gurur duydum<br />

ülkemle, inanılmaz bir çaba sarf edilmiş ve umduğumdan


çok daha fazla yerleşik düzeni sağlamaya yönelik bir çabayla,<br />

çok büyük bir alan Suriye’den gelenler için hizmet alanına<br />

dönüştürülmüş. Burada özellikle güvenliğin sağlanması ve bunun<br />

dışındakiler, tüm ayrıntılar, hemen hemen düşünülmüş. Üstelik<br />

yakından biliyoruz. Türkiye tamamen bölgesel hakkını kullandı,<br />

o yüzden gurur duydum. Ama öteki taraftan, sonuç itibariyle, bu<br />

bir kamp ve gezdiğimiz yer turistik bir yer değil. O gözle bakmak<br />

bende üzüntü yarattı. Gezinin sonucunda bunun acısını yaşadım.<br />

Bu yüzden de oradaki insanlara çok yakından bakamadım.<br />

Yani o bana kötü bir durum izlenimi verdi. Çünkü geziyormuş<br />

hissini yaşamak istemedim. Belki kendi ülkelerinde olmaktansa<br />

şu an burada olmak (onlar için) çok daha buruk (bir duygu).<br />

Onu hissedebiliyorum. Ama sonuçta kendilerine ait olmayan<br />

bir yerdeler, bunu da hissediyoruz. Ve biraz emniyet, biraz da<br />

burulmayla ayrıldığımı söyleyebilirim.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sorumun aynısını Sayın<br />

Rasmussen‘e sormak istiyorum. Siz de kampı gezdiniz. Daha evvel<br />

kampa gitmiş miydiniz? Zannetmiyorum.<br />

A.F.RASMUSSEN: Evet, bu mülteci kampına ilk ziyaretimdi.<br />

Doğrusunu söylemem gerekirse başka mülteci kamplarıyla<br />

mukayese edersek bu çok güzel organize edilmiş bir kamp, hem<br />

güzel organize edilmiş hem temiz, hem de iyi, içtenlikli pek çok<br />

faaliyetler var. Orası mülteciler için düzenlenmiş. Hem yetişkinler<br />

için hem de çocuklar için bence son derece önemli bütün bunlar.<br />

Hele de eğitimle ilgili bölümde önem artıyor. Çünkü çocukların<br />

eğitimi önemli, yani bence bu örnek denilebilecek bir mülteci<br />

kampıdır. Ayrıca bu fırsattan istifade ederek bir yorumda daha<br />

bulunmak istiyorum. Türkiye’ye hakikaten takdirlerimi sunarım.<br />

Türk yetkililerinin, Suriyeli mültecilerine bütün yaptıkları için,<br />

ekonomik açıdan taşıdıkları yük, aşılması zor bir problem ve<br />

Türk toplumunun büyük bir yüküdür. Bu işler için aşağı yukarı 5<br />

milyon dolar harcıyorlar yılda. Bu büyük bir girişim ve uluslararası<br />

camiaya da ancak diyebilirim ki, herkesin bu mültecilerle ilgili<br />

faaliyetlere katkıda bulunması lazım.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLİNG bu sefer size<br />

sormak istiyorum. Sabah seansında Başbakan Yardımcısı Numan<br />

KURTULMUŞ, Türkiye’deki Suriyeli sayısını 1.7 milyon olarak<br />

verdi. Şu an Halep civarında çok şiddetli çatışmalar var. Halep<br />

rejim güçlerinin eline düşecek olursa, 400 bine yakın yeni bir<br />

mülteci akımının olmasının beklendiği söylendi. Eğer bu meydana<br />

gelirse, Türkiye’deki mültecilerin sayısı 2 milyonu aşacak. Sayın<br />

HARLING size şunu sormak istiyorum; Sizce uluslararası<br />

kamuoyu Türkiye’ye mültecilerin ağırlanması ve ihtiyaçları<br />

konusunda yeterince destek veriyor mu? Mülteciler konusunda<br />

Türkiye’ye nasıl destek verebilirler, ne dersiniz?<br />

Peter HARLING: Eminim ki uluslararası toplum (Suriyeli<br />

mültecilere yönelik) Türk yardımı (hususunda Türkiye’nin) hak<br />

ettiği takdiri ifade etmekte başarısız oldu. Yani ben bugün bu<br />

kampı ziyarete gitmedim. Ama Suriye çatışmasıyla ilgili olarak ve<br />

bu durumun ciddiyetiyle ilgili olarak; birçok karar verici ve çok<br />

sayıda mülteci söz konusudur... Toplumlar böyle bir kanlı olaydan<br />

sonra kendini toparlayabiliyor ama tabiiki Suriye bağlamında çok<br />

büyük bir stres var. Çok yıkıcı bir olaylar dizisi yaşıyorlar. Suriye<br />

toplumunun dokusuna baktığımız zaman tabii kentsel bir dokuyu<br />

görüyoruz, sosyal dokuyu görüyoruz. Kentsel doku hakikaten<br />

çok büyük hasar görmüş. 10 milyon insan, toplumun yarısı<br />

yollarda, evinden barkından edilmiş, ya sürgünde ya da yollarda...<br />

Son derece önemli olan başka durumlar da var; yıllar boyunca<br />

(mülteci) çocuklar, Suriye’nin içinde ve dışında, formel eğitim<br />

sisteminin dışında kalmışlar. (Bu çocuklar) eğitimden mahrum<br />

kalıyorlar. Mukayeseli olarak baktığımız zaman, Türkiye hakikaten<br />

benzersiz bir ortam sunuyor onlara. Hiç olmazsa normal hayata<br />

benzer birşey sağlamaya çalışıyor onlara. Ama tabiiki Türkiye’ye<br />

ne kadar destek gelse de azdır. Yani şu anda ne kadar az destek<br />

verildiğinin de farkındayım ve ne kadar destek verilse dahi azdır<br />

derim.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: İkinci soruma, Prof. Dr.<br />

Beril DEDEOĞLU’yla başlamak istiyorum. Hanımefendi,<br />

Ortadoğu’da kriz denildiği zaman, hemen aklımıza Suriye geliyor.<br />

Ancak Irak’taki durum malum, bunun yanısıra sabah da konuştuk,<br />

belki izleme imkanınız oldu. Filistin sorunu söz konusu, İran’dan<br />

kaynaklanan gerginlikler söz konusu. Türkiye-İsrail ilişkilerinin<br />

de çok parlak olduğu söylenemez. Şunu söylemek istiyorum;<br />

Bundan 15-20 yıl önce, bölgede gerginlik olmakla beraber bu<br />

kadar çok sayıda gerginlik yoktu, ne oldu da Ortadoğu böyle bir<br />

patlamaya hazır fıçı, hatta Türkiye de fıçı haline geldi? Peki bir de<br />

şunu sormak istiyorum buradan çıkış yolu var mı?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Ne oldu da böyle daha çok çatışma,<br />

sürekli çatışma hali oldu? Birinci neden, Ortadoğu’da iki kutuplu<br />

dönem varken çok fazla, oyuncuların kendi başlarına hareket etme<br />

imkanı yoktu. İkincisi, devletten başka oyunculardan da çok fazla<br />

bahsedilmiyordu. Bugün sorunlar, küreselleşmeyle de birlikte,<br />

birbirinden çok ayrılabilir değil. Devletler birbirinden ayrılabilir<br />

değil. Çok daha müdahil olurlar krizlere, üstelik de sorunlardaki<br />

katmanlar açığa çıkmıştır. Fakat bahsettiğim herbir devletin kendi<br />

içindeki toplumsal katmanları, bunların herbiri, önemli birer<br />

siyasi oyuncu haline gelmiş vaziyette. Bu karmaşık yapı en ufacık<br />

gerginliğin daha hızlı bir çatışmaya yol açmasına neden oluyor.<br />

Biz böyle münferit çatışmalar görüyoruz. Şurada bomba patladı,<br />

burada insanlar öldü gibi. Ama biraz da şöyle; Ortadoğu’dan<br />

yukarıya aya doğru çıkıp oradan baktığımız zaman, aslında bu<br />

sorunların birbirinden hiç ayrılabilir olduğunu düşünmüyorum.<br />

Yani bir yumak var, onun ipini çektiğiniz zaman, düğüm her<br />

taraftan yumağı kilitliyor. İpin çekilmesi söz konusu olamıyor.<br />

Benim burada gördüğüm bir diğer sorun, yani Ortadoğu’nun<br />

bu kadar içiçe ve her dakika çatışmaya açık hale gelmesindeki en<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

25


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

26<br />

Sempozyum Programı<br />

önemli sebep, bugün uluslararası sisteme stantslation dönüşüm<br />

dönemi adını veriyoruz. Yani iki kutuplu dönem bitti ama yerine,<br />

adını koyabileceğimiz, tanımlı bir dünya sisteminden söz etmek<br />

çok zor. Fakat denebilir ki tanımlamak da gerekmeyebilir. Yani<br />

oyuncular var, devletler var, gül gibi geçinip gidebiliriz.<br />

Ama benim gördüğüm kadarıyla sistemi tanımlanabilir hale<br />

getirmeye çalışan bir basınç var. Ben diyorum ki, bu basınç şu<br />

devletten geliyor, bu devletten geliyor fakat gördüğüm bu basınçla<br />

birlikte, dünyayı daha çok iki büyük gücün mücadele alanına geri<br />

çekmeye çalışan bir çaba var. Bu çabanın da Avrupa’yı, Amerika’ya<br />

yapıştıran, Rusya’yı da daha çok Orta Asya’ya yapıştırmaya<br />

yönelik bir ayrıştırmaya teşvik eden bir ortam var. İşte Ukrayna,<br />

Suriye, Afganistan hattı, bu paylaşım veya bir güç dengesinin<br />

kırılma noktalarıdır.<br />

Yani ben doğrusunu isterseniz Suriye’de olup biteni Ukrayna’dan<br />

ayırmanın yukardan baktığım zaman, çok mümkün olabileceği<br />

kanaatinde değilim. Sonuç itibari ile çatışmanın oyuncuları<br />

yerel, işte biz Esad güçleri, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD diyoruz.<br />

Daha yerel ölçekle gözükmekle birlikte bir çatışmayı bu kadar<br />

uzun ve kanlar haline getirebilmenin cesareti başka desteklerden<br />

kaynaklıdır. Bu durum, söz konusu dengeler oturmadan, bu<br />

çatışmaların biteceği kanaatinde değilim. Zira devletler, bu<br />

olaylara karışmış olan bütün oyuncular, aslında bir tür pazarlık<br />

sürdürüyorlar. Eğer pazarlıklarda yol alınmış olsa çatışmaların<br />

daha azalacağını tahmin ediyorum.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: O zaman Ortadoğu’da bir süre daha<br />

iç savaşlar, terör ortamı devamı edecek, öyle mi anlamamız lazım?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun bir süre daha devam<br />

edeceğinden yana hiç kuşkum yok. Sadece burada bir tek ümit<br />

verici şey olarak şunu söyleyeyim, bugün gelinen nokta itibarı ile,<br />

oyun bütün oyuncular için giderek kazananın olmadığı bir oyuna<br />

dönüşme durumunda. O kadar angajik ki, herkes aynı ölçüde bir<br />

kazanç beklentisini sürdürme imkanına sahip değil. Bu da belki<br />

daha yakın bir gelecekte sizin sorduğunuz ikinci sorunun cevabı<br />

olabilir. Gerçi sihirli küre olsa da, biraz baksam gibi bir soru, ama<br />

şunu söylemek mümkün: bölgedeki oyuncuların dahil olmadığı<br />

barış görüşmelerinin sonuç vermesi mümkün değildir.<br />

Yani kim bu çatışmalara tarafsa, bunların masa etrafında yer<br />

almadığı bir barış süresi mümkün değil. Her oyuncuda masaya<br />

oturamaz, yani en azından her oyuncu karşı karşıya gelmek<br />

istemez. O zaman belki de biraz beklememiz gereken bir süreç...<br />

Makul ve masaya oturabilecek siyasi yapıların, yerel düzlemde<br />

gelişmeleri için destek olunmalıdır. Yani amaç aynı masa etrafında<br />

toplayabilmek, makul diyalogu sürdürebilecek kesimlerin<br />

yeşermesine, örgütlenmesine destek verebilecek bir uluslararası<br />

çaba üretmektir. Ancak bu, umut vaat eden bir yol olabilir.<br />

[1. GÜN]<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size şu soruyu<br />

sormak istiyorum; Suriye tabiri caizse iç savaşların cenneti haline<br />

geldi. Çok çeşitli ülkelerde Avrupa’dan, Afrika’dan yabancılar şu<br />

anda Suriye’de şu ya da bu taraf adına çarpışmaktalar. Basında<br />

yeralan haberlere göre, İranlıların da Suriye’deki çatışmalara aktif<br />

katıldığına dair haberler var. Irak’ın içinde bulunduğu durumda<br />

söz konusu Irak’ın güneyinde çok ciddi bir Şii etki alanı var.<br />

Onların İran’la belli etkileşim içinde oldukları kesindir. Bir de tabii<br />

İran’ın kendisi var. Bütün bunları yan yana koyduğumuz zaman,<br />

Ortadoğu’da ciddi bir, hatta belki tehditkar bir Iran etki alanın<br />

oluşmasını, ne kadar olumlu ve nasıl görüyorsunuz?<br />

Peter HARLING: Bu sorun doğrudan doğruya şu anda olup<br />

bitenlerin kalbine nişanlanmış bir soru, bununla yüzleşmekte<br />

yarar var. Bizim karşımızda aşağı yukarı mezhepsel bir şiddet<br />

var. Suriye’de de kısmen olup bitenler, aslında vekaleten yapılan<br />

bir savaş ve dinsel kökenli bir savaş... Bu mesele tabiiki büyük<br />

kayıplara neden olmaktadır. Sünniler ve Şiiler arasındaki gerilim<br />

ve çatışmaların ardında Sünni bir düşünce de yatmıyor. Mesela bu<br />

farklılıkları nasıl aşabiliriz? Ve eninde sonunda mesele nerede gelip<br />

düğümleniyor? Bölgesel güç dengesi, ki İran da dahil olmak üzere,<br />

bazı ülkelerin birtakım bölgesel amaçları var. Ve bu gördüğümüz<br />

çatışmaların arkasında bunun da yattığını biliyoruz. Şimdi benim<br />

inancıma göre, aslında bu konunun askeri bir çözümü olamaz.<br />

İlerlemek için tek yapılacak şey bu ülkelerin herbirinde, siyasi<br />

olarak güç paylaşımının gerçekleştirilmesidir. Mükemmel bir<br />

sistem oluşturulabilir ama öncelikle burada insanların birbiriyle<br />

barış içinde yaşaması için buraların Adem-i Merkezileştirilmesi<br />

lazım. Ve yerel hukukun yeniden güçlenmesi ve yerel gruplarca<br />

yeniden tanınması lazım.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Biraz evvel Sayın DEDEOĞLU’nun<br />

savunması ilgimi çekti. Barış için çarpışan bütün tarafların masaya<br />

oturması lazım. Ancak şuan itibarı ile hepsinin de oturması<br />

mümkün gözükmediğine göre, o masa etrafında oturabilecek<br />

yapıların oluşmasını beklemek gerekiyor dedi. Yıllarca NATO’da<br />

bu tip sorunlar için başka bölgelerde zihin yordunuz. Ne dersiniz?<br />

Eğer böyle bir bekleme sürecine gireceksek, bu süreç çok mu uzun<br />

olacak?<br />

A.F.RASMUSSEN: Bu kolay olur diyemeyeceğim, zaman<br />

alacaktır. Çünkü bu aynı zamanda doğru demokratik kültürün<br />

gelişmesi ile ilgili bir konu, ama Avrupai bir mesele. Örnek<br />

olarak kullanayım: geçtiğimiz yüzyılda, Avrupa iki korkunç<br />

savaş geçirdi. Ama biz o karışık deneyimden dersler çıkardık ve<br />

son derece iddialı bir entegrasyon projesi hayata geçirdik. O da<br />

şu felsefeye dayanıyordu; eğer ülkeleri daha yakından birbirine<br />

bağlarsanız ekonomikken ve siyaseten, o zaman herkeste bir<br />

fark oluşturacaktır. Savaşın ne kadar aptalca bir şey olduğunu...<br />

Yani bugün itibariyle biz (savaşı) artık mümkün olarak bile<br />

düşünemeyiz. Avrupalı devletler birbiri ile savaşamaz. Ama 70<br />

yıl önce Almanya ve Fransa korkunç bir çatışmaya girmişti. Ama


iz bu ihtimali yok ettik, bu da yeni yapılar aracılığıyla, inşa etmiş<br />

olduğumuz Avrupa... Şimdi Ortadoğu’ya şuan baktığımız zaman,<br />

(savaşların durması ve entegrasyon) hiç gerçekçi gözükmüyor,<br />

ama diğer taraftan ben başka bir alternatif de görmüyorum. Yani<br />

böyle yapılar oluşturmak, Ortadoğu’da ve herbir ülke içinde, daha<br />

önce de söylemiş olduğum üzere, yetkileri ele alıp, güç paylaşımını,<br />

etnik ve dini farklılıklar etrafında ele almalıyız.<br />

böleceksiniz. Merkezi bir devletin üç değişik varlığına çok zor, çok<br />

masraflı ve aslında çatışmaya yatkın bir süreç... Suriye’de daha zor,<br />

Irak’ta daha çok üç homojen son var, tarihi gelişmelerin sonucu<br />

olarak ve yani toplumsal konvansiyonların sonucu olarak... Suriye<br />

çok daha karışık, netlik yok.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size bir sorum<br />

olacak, bu kez Irak her ne kadar merkezi bir otoriteye sahip gibi<br />

gözükse de, her ne kadar hala bir ortak bayrağı var gibi gözükse<br />

de birçok yorumcuya göre çoktan defacto olarak 3’e bölünmüş<br />

vaziyette. Güneyde bir Şii etki alanı, ortada bir Sünni alanı, kuzeyde<br />

bir Kürt etki alanı... Şimdi benzeri bir durum yavaş yavaş Suriye’de<br />

de ortaya çıkıyor.<br />

Kuzeyde bir Kürt etki alanı, küçük de olsa belli bir bölgede Esad<br />

rejimi ile ilgilidir. Şunu sormak istiyorum; bu problemli periyottan<br />

Irak ve Suriye toprak bütünlüklerini koruyarak çıkabilecekler mi,<br />

yoksa görünürde Doğu’da yeni devletler mi gözüküyor?<br />

Peter HARLING: Sanıyorum yorumcuların çoğu da benim gibi<br />

bölgeye bazen çok konvansiyonel paradigmalardan yaklaşıyor...<br />

Merkezi devlet, yahut bölünme... Ama bu iki eksenin arasında<br />

da çok şey var. Yani bu da gücün geriye evrilmesiyle alakalı, o da<br />

zaten şu anda bölgede olan süreç. Yani İslami devlet fenomenine,<br />

mesela bu sürecin bu defacto gücün geriye evrilmesinin kanıtı<br />

olarak görebilirsiniz. Suriye rejimi bile öyle evrimler geçirdi ki,<br />

muhalefete benzemeye başladı. Bir de Irak rejimine bakacak<br />

olursak, anlamlı giriş noktası liderlik veya kurumların başındaki<br />

insanlar değil. Fakat çizdikleri topraklara basan “check point”leri<br />

de kontrol eden kişiler ve bununla ilgili kaynaklara sahip kişiler...<br />

Güç de bu meşruiyette zaten. Yani çatışmanın o tarafından bu<br />

sanki deneysel bir süreçmiş gibi. Defacto bir deneyim, bölgenin<br />

değişik yerlerinde, sadece Irak ve Suriye değil...<br />

Irak bölünmesi açısından bakarsak ben şunu söylemek istiyorum;<br />

bölünme hiçbir zaman çözüm değil. Sudan bunun iyi bir örneğidir.<br />

Bölünme devlet inşa edilmesi ile alakalı bir problem değil. Aynı<br />

problem daha küçük bir ölçekte, birkaç değişik yerde de görülüyor.<br />

Bu bir sürecin çıkışı ve bu süreç çok zaman alıyor. Maalesef arzu<br />

edilecek bir sonuç da değil sanıyorum. Irak’ta tanıklık ettiğimiz<br />

şey gittikçe artan kırılganlıkta olan ve beşeriyetini kaybetmiş bir<br />

merkezi otorite, toplumsal düzeyde paylaşmalar... Aslında Kürtlere<br />

geldiğinde, olay 20 yıl geriye gidiyor. Yani onlar kendi yollarını, zaten<br />

90’lı yılların başında ayırdılar. Irak’ta sanıyorum artık bir ayrışma,<br />

değişme süreci var. Suriye’de Sünniler ve Şiiler arasında... ABD<br />

de 2003’te Irak’ı işgal ettiğinden beri (bu süreç devam etmekte).<br />

Fakat bunun aslında bölünmeye yol açmasından hala uzağız,<br />

çünkü tarihi olarak, merkezi bir devletin sınırları dahilindeyiz<br />

ve tabii bunun mirası da var. Altyapı açısından (bu devleti) nasıl<br />

Bazı insanlar yapay olarak bazı haritalar oluşturuyorlar ama aslında<br />

bu (bölünme) toplumda son derece zor olacaktır. Ayrışma sadece<br />

çatışma dinamiklerinde yaşıyor. İki taraf da sürekli birbirleri ile<br />

su, elektrik, petrol gibi konularla ilgili yüzyüze geliyorlar. Çünkü<br />

yakın zamana kadar son derece birlik olan bir ülkenin yansımaları<br />

bunlar. Her ne kadar mezhep çatışmaları gerçek olsa da, yani<br />

bu bölünme misyonu yorumcuların yaptığı biraz tembelce bir<br />

yorum diyeceğim ben ve aslında gücün geriye evrilmesi Adem-i<br />

Merkeziyetçilik ve yeni bir sosyal kontağa bakmak biraz daha<br />

gerçekçi. (Bunlara da) ana çözümler diyeyim.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Sabahki oturumda Sayın<br />

RASMUSSEN’e sorduğum sorulardan bir tanesi, Batı dünyasının<br />

Suriye’ye müdahalede bir Irak örneği, ya da Libya örneğinde<br />

olduğu gibi niçin çabuk davranmadı, niçin istekli davranmadığı<br />

yönündeydi. Benzeri bir soru da, bir tampon bölge için ikisine<br />

de hatırlayabildiğim kadarıyla BM’nin bir karar çıkarmadan bu<br />

tip oluşumlara gitmenin mümkün olmadığını söyledi. Ama bir<br />

taraftan topraklarımızda 1.7 milyon Suriyeli var ve Sayın Numan<br />

KURTULMUŞ ifadesine göre; Halep düşerse bir 400 bin de<br />

yolda. Türkiye’nin de imkanları ortada, şunu sormak istiyorum;<br />

Türkiye tek taraflı Suriye’de bir tampon bölge oluşturamayacağına<br />

göre, o zaman kendi topraklarında bir tampon bölge, yani<br />

Suriyelilerin ülkenin dört bir tarafına dağılması değil de, belli bir<br />

noktada tutulmaları bir çözüm olabilir mi, ne dersiniz?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şimdi Sayın Rasmussen’in, Suriye<br />

topraklarında bu tür bir bölgenin neden oluşturulamayacağı<br />

konusunda doğru bilgi verdiği kanaatindeyim. Bunun altını da<br />

çizmek istiyorum. Çünkü çok kolay bir durum değil. Burada<br />

Suriye yönetimi halihazırda var ve o buna izin vermiyor.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

27


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

28<br />

Sempozyum Programı<br />

Dolayısıyla bir toprak işgali söz konusu olabilir. Benzer bir durum<br />

Türkiye’de yapılabilir mi sorusu anlamlı bir soru olmakla birlikte<br />

orada da şöyle bir sıkıntı var: Türkiye’nin uluslararası mülteciler<br />

sözleşmesinde doğu sınırı kapsama dışında. Türkiye’nin bu<br />

anlaşmalarda çekincesi var, yani bu tür kamplar - mülteci kampları,<br />

Filistin kamplarıyla aynı statüde kamplar değil aslında, daha serbest<br />

kamplar, işin bir hukuki boyutu var. Bunun sosyolojik boyutunu<br />

da tartışmaya açılmalı ,Suriye’den Türkiye’ye sığınan insanlar<br />

Türkiye’nin istemediği insanlar değil. Dolayısıyla onları izole<br />

etmeye yönelik tek bir çabanın parçası olarak böyle bir politika<br />

uygulanıyor. Aslında onları izole edip kamplarda tuttuğumuz<br />

zaman sanırım Türkiye’ye olan sempatinin bir nefrete dönüşme<br />

ihtimali çok yüksektir.<br />

Çünkü genelde bu tür kamplarda insanların hafızalarında bize ya<br />

da başka yerlerde olan kamplar içeriye gelmemesi için insanların<br />

dışarıda tutulma hissi yaratan duruma karşılık. Dolayısıyla<br />

Türkiye bunu kendisi bir biçimde yapabilecek de olsa, sosyolojik<br />

anlamdaki reaksiyonlar nedeniyle yapmamayı tercih edebilir.<br />

Ancak şöyle çıkmaz olduğunu kabul de etmek lazım. Bugün<br />

kampı da gezdik, çok önemli işler de yapıldı, sürekli söyleniyor.<br />

Sn. Fatma Şahin ile Cenevre’de BM’lerle görüşme yapmaya<br />

gittiğimizde de sürekli şöyle bir tavırla karşılaştık. Bizim hoşumuza<br />

gidiyor, çok güzel işler yaptınız, helal Türkiye’ye ,nasıl oldu da<br />

bu kadar kişiyi ağırladınız ama ağırlamaya lütfen devam edin ve<br />

maliyetini üstlenin ve mümkünse Edirne kapısını da açmayın.<br />

Şimdi Edirne’deki kapıyı açmayın, dolayısıyla maliyetini katlanın<br />

gibi bir ruh haline de bürünmüş vaziyetteyiz. Bunun sürdürülebilir<br />

olduğu kanaatinde değilim. Sayı arttığı takdirde dolayısıyla nasıl<br />

kriz yönetiminde birtakım ortak çözümler bulunuyorsa, bunun<br />

da daha uluslararası ortaklarla, dostlarla, müttefiklerle paylaşılan<br />

bir sorun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani sadece mali<br />

bir sorumluluğu değil, toplumsal risklerinin de paylaşılabilir<br />

olması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü bu mültecilerin veya<br />

sığınmacıların durumları daha önce tanımlanmamış yeni<br />

risklere karşılık gelmesi de söz konusu. Bugün için Türkiye’de söz<br />

konusu değil ama dünyadaki örneklerde yeni tehdit unsurlarının<br />

yuvalandığı yerler olma ihtimalleri de var. Sadece o ülke açısından<br />

değil bütün bölge ve dünya devletleri-ülkeleri açısından önlenmesi<br />

gerekir. Önleyici bir takım görüşmelerde bulunulması gerekir. Şu<br />

ana kadar ne yazık ki Uluslararası alanda bu konuda bir çaba söz<br />

konusu değil. Ancak bu tür Konferanslarla veya soruna doğrudan<br />

değinerek belki buradaa paylaşılıp çoğaltılması mümkün olabilir.<br />

Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’nin uçuşa yasak bölge<br />

projesinin çok daha makul ve hayata geçirilebilecek bir tasarı<br />

olduğu kanaatindeyim ancak orada şöyle birşey var...<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Ama onun için de BM kararı<br />

gerekiyor değil mi?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Gayet tabii ama bu biraz daha<br />

[1. GÜN]<br />

fazlagündeme gelebilir bu şu demektir; bertaraf etmek istediğiniz<br />

bir rejim varsa onun belirli bir bölgede uçuş hakkının olmamasını<br />

ileri sürmek anlamına gelir.<br />

Çünkü Suriye topraklarında uçuş hakkı olan Türkiye yönetimidir<br />

ve de oraya müdahale yapan koalisyon dışişlerinindir. Dolayısıyla<br />

buraya uçuş yasak dediğimiz zaman Esad’ın uçakları uçmasın<br />

demek anlamına gelir. İkinci de; Amerika bu uçaklar uçmasın<br />

sonucu getirebilir. Bunun çok sağlıklı bir şekilde formüle edilmesi<br />

mümkün olabilir, yeter ki niyet olsun. Ancak buradaki nihai<br />

niyet Esat’lı mı Esad’sız mı? Ne kadar hesaplı, ne oranda hesaplı<br />

meselesindeki uzlaşmayla ancak ortaya çıkabilir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Galiba kilit noktada bu son<br />

söylediğiniz deyimdi; Suriye’de bir çözüm olacaksa ne kadar<br />

Esad’lı ne kadar Esad’sız?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani ben gelişmelerin Esad’sız<br />

senaryoların şu an biraz alt çekmecelerde durduğu kanaatindeyim.<br />

Bu Esad rejiminin bir yerde ne kadar gücünü paylaşacağının<br />

pazarlıklarının sürdüğü kanaatini taşıyorum ve ne yazık ki IŞİD’in<br />

de bu konuda büyük bir işlem üstlendiği de anlaşılıyor.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bay Rasmussen size şunu sormak<br />

istiyorum; Türkiye-Amerika ilişkilerini makasa benzetecek<br />

olursak, bu makas Suriye konusunda bazen kapanıyor bazen<br />

açılıyor, açıldığı konulardan bir tanesi de İncirlik Üssü. İncirlik<br />

Üssü herhalde NATO Genel Sekreterliği yaptığınız zamanlardan<br />

çok iyi hatırlıyorsunuz ve şu anda ABD’nin İncirlik Üssü’nü<br />

ısrarla Türkiye’den istediği bir sır değil. Niçin ABD İncirlik Üssü<br />

konusunda bu kadar ısrarlı? İncirlik Üssü Suriye konusunda ne<br />

gibi bir artıya yol açabilir ,bir de şunu sormak istiyorum; Suriye<br />

konusundaki BM nezdindeki her çaba Çin ve Rusya duvarına<br />

çarpıyor, Rusya ve Çin niçin bu kadar Suriye’nin arkasında, genç<br />

arkadaşlarımız belki merak ediyordur ne dersiniz?<br />

A.F.RASMUSSEN: İlk olarak, ben tabiiki detaylarıyla ilgili olarak<br />

yorumda bulunmayacağım. Hani NATO’da bireysel müttefikler<br />

nasıl organize olurlar? ABD-Türkiye arasındaki somut işbirliği<br />

de bu konuya dahildir. Tabiiki (Türkiye) kuvvetli bir savunmanın<br />

parçası ve ABD’nin güçlü bir müttefikidir. ABD gibi (Rusya ve<br />

Çin) onlar da stratejik olarak önemli askeri tesislere sahip olabilir.<br />

Bölge topraklarında Çin’in ve Rusya’nın davranışlarına baktığımız<br />

zaman, sanıyorum Çin açısından daha çok genel bir isteksizlik<br />

hali var. Herhangi bir şey kabul etmek istemiyorlar. Dış bir askeri<br />

müdahale için yeşil ışık olabilecek herşeye karşılar.<br />

Her ülkede, Suriye dahil, Rusya açısından şu çok net ki, Rusya’nın<br />

stratejik bir ilgisi, çıkarı var. Rusya’nın Ortadoğu’da çok fazla<br />

dostları yok. Dünyanın bu bölgesinde, Esad Rejimi Rusya’nın<br />

dostlarından biri, Rus Stratejik mevcudiyetinin önemli bir<br />

öğesi. Suriye dünyanın bu bölgesinde sanıyorum. Ana çıkar bu.


Kremlin’in özellikle Esad rejimine aşık olduğunu düşünmüyorum<br />

ama Rusya şundan emin olmak istiyor; her ne olursa olsun Suriye’de<br />

gelişmeleri kontrol edebiliyor olsun istiyorlar. Çünkü Suriye<br />

Rusya için stratejik bir çıkar alanı... BM Güvenlik konseyinde o<br />

beş kalıcı üye arasında Suriye ile ilgili bir karar alınması açısından,<br />

politik çözümlere odaklanılması gerekmektedir.<br />

İki Cenevre Konferansı yaptık. Her ikisi de şöyle sonuçlandı<br />

ve bu Konferanslara Rusya da dahildi. Nihai dokümanlarda<br />

Cenevre’deki Konferans şunu söyledi; süreç başlatılmalıdır. Bu<br />

belki Suriye’de bir sistemde değişikliğe yol açabilir dendi... Ancak<br />

Rusya’nın angajmanını dikkate alarak, bir de diğer bölgedeki<br />

ülkelerin angajmanlarını dikkate alarak şöyle düşünüyorum,<br />

herhangi bir askeri dış müdahale bir patlamaya yol açabilir. Ama<br />

sadece Suriye’de değil, bütün bölgede. İşte o yüzden, ben şu<br />

önerime dönüyorum bir yolunu bulmaya çalışmak lazım. Bu<br />

çözüm önerisine ben çok katılıyorum.... Merkezi devlet sisteminin<br />

ve ülkenin bölünmesinin yanında başka alternatifler var. Bu iki<br />

uç eksenin arasında, gücün etnik ve mezhepsel gruplar arasında<br />

paylaşılması alternatifi var.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bay RASMUSSEN’e sabah<br />

seansında IŞİD konusundaki (Irak- Şam İslam Devleti)<br />

düşüncelerini sormuştum. Şimdi bölgeyi yakından tanıyan biri<br />

olarak aynı soruyu size de sormak istiyorum. IŞİD nasıl var oldu,<br />

neden var oldu ve yok edilmesi neye bağlı? Sabah seansında<br />

Sn Numan KURTULMUŞ aslında şunu söyledi ‘bataklığı<br />

kurutmazsanız IŞİD gider başka bir organizasyon gelir’ dedi, bunu<br />

paylaşıyor musunuz? Buyurun.<br />

Peter HARLING: Bu üç soruya da cevap verebilirim. Fakat<br />

İran’la ilgili bazı şeylerden de bahsedelim. Rus ve İranlı yetkililerle<br />

konuştuğumuz zaman, Suriye rejimiyle ilgili, kendi standartlarına<br />

göre, pek etkili performans sergileyemiyorlar. Aynı zamanda<br />

(dengeler) o kadar kırılgan ki (Rusya ve İran), eğer Esad Rejimini<br />

desteklemeyi bırakırlarsa rejim çöker ve diğer tarafın zaferi olur.<br />

İşte ben şu açıdan katılmıyorum: Irak ve Suriye’de olanlara<br />

vekaleten bir savaş diyelim. Fakat bir taraf için vekaleten savaş...<br />

Ama öbür taraf için diyemeyeceğim. Diğer taraf kim savaşacaksa,<br />

hepsini desteklemeye hazır ve bütün silahları, bütün parayı, bütün<br />

siyasi desteği de verecek. Hani bir oyun alanında, sanki bir oyun<br />

seyrediyoruz. Bir tarafta bir crock ekibi var birlikte çalışıyorlar ve<br />

bu konuda çok sertler, diğer tarafta insanlar birbirleriyle öylesine<br />

oynuyorlar ki ellerini kirletmek istemiyorlar, canları acısın<br />

istemiyorlar. Bu karşılaştığımız problemin bir kısmı. Bu şekilde<br />

oyunu bitiremeyiz...<br />

ABD’nin net olmasıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü<br />

bence bu sorunun önemli bir kısmını teşkil ediyor. Elimizdeki<br />

sorunun değişik katmanları var. Barak Obama’yı düşünecek<br />

olursak, bana göre, olayların hiç birine fazla ilgi duymuyor.<br />

Entelektüel olarak hoşuna gitmiyor bu durum, bölgeye ilgi<br />

duymuyor, dış politikaya çok ilgi duymuyor, kirli savaşlara,<br />

vekaleten savaşlara ilgi duymuyor. ABD dijital sınırlar ve mali<br />

kurumların kontrolü gibi şeylere çok ilgi duyuyor. Bir sonraki<br />

döneme girmek istiyor, geçmiş döneme takılmaktan ziyade. Ki<br />

Ruslar ve İranlılar daha çok onu yapmak istiyor. Sanıyorum onun<br />

algısı ki hükümetteki çoğu kişiyle aynı şeyi düşünüyor: artık bu<br />

bölge büyüse fena olmaz. Kendi problemlerini kendi ele alsa!<br />

Niçin hep ABD veya Batı müdahale ediyor? İşleri düzeltmeye<br />

çalıştıkları zaman, Afganistan ve Irak’taki gibi, doğuda başarısız<br />

oluyorlar. Yani ABD’nin bu konuda bir şey yapabileceğine dair<br />

fazla inanç yok.<br />

İslami devlet burada devreye giriyor. Dört yıldır o fikirden<br />

öbürüne atlanıyor. Bölgede herhangi birşeyin değişebileceği<br />

konusunda şüpheler var. Mesela Tunus’taki başkaldırının erken<br />

dönemlerinde, Mısır’daki o heves, Libya’daki rejim değişimi,<br />

ondan sonra İslamcıların elinin seçimlerle kuvvetlenmesi...<br />

(bunlardan) korkuyoruz. Sonra İslami kriz geliyor... İslami devlet<br />

(IŞİD) ön plana çıktı... Yani bu büyük bir problem ama bütün<br />

bu çözülmemiş problemlerin zaten bir ifadesidir IŞİD. Bunlar<br />

10 yıllardır oluşan problemler ve bunlar son 4 yıldır da daha da<br />

kötüye gitti...<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bu konferansta en çok aklımda<br />

kalacak olanlardan bir tanesi sizin bu oyun oynayanlar, üstü<br />

kirlensin isteyenler ve istemeyenler benzetmeniz olacak gerçekten,<br />

ilginç bir benzetmeydi. Sayın Prof.Dr. Beril DEDEOĞLU,<br />

mümkün olduğu kadar genç arkadaşlarım Ortadoğu’da farklı<br />

alanlarda bilgilenmesi için belki batı, sorular eksik kalıyor ama<br />

bu bir parça da benim her konudan biraz konuşalım çabamdan<br />

kaynaklanıyor. Size sorum Filistin hakkında olacak, Türkiye<br />

Filistin’e çok önem veriyor, hatta devlet yetkililerinin zaman<br />

zaman Filistin sorunu çözmeden Ortadoğu’ya çözüm gelmez<br />

sorunu, sabah Bay RASSMUSSEN’in de olduğu oturumda<br />

konuşulmuştu. Şunu sormak istiyorum; Filistin’i çöz diyoruz ama<br />

böyle bir ortamda Filistin sorunu nasıl çözülecek?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Biz genelde Filistin sorununu<br />

İsrail Filistin sorunu üzerinden tanımlama eğilimindeyiz. Oysa<br />

belki de devletleri hiçbir zaman o şekilde tanımlamak doğru değil,<br />

her devlette birden fazla devlet var. İşte ABD’yi örnek alıyoruz,<br />

iki tane Amerika var, Rusya diyoruz daha fazla var ama Filistin de<br />

fiziki olarak iki tane var biyolojik ve yaklaşım olarak iki parça var.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Birbiriyle fiziki bağlantısı olmayan.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle. Dolayısıyla görüşleri<br />

ve beklentileri arasından da farklı olduğunu tahmin ettiğimiz bir<br />

ikili yapı var ne yazık ki. Bu Filistin’in devlet olması sürecinde<br />

zorluk yaratırken, İsrail’in de işini çok kolaylaştıran bir duruma<br />

karşılık gelmiyor. Zira İsrail bu iki taneden bir tanesini muhatap<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

29


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

30<br />

Sempozyum Programı<br />

almak istiyor ama öbürü de var, yani; “seni muhatap alıyorum,<br />

seni muhatap almam” dendiği zaman zaten süreçte yarım durum<br />

söz konusu oluyor. Bu yüzden de krizi çözmeye yönelik değil de<br />

devlet oluşumu krizleri çözmeye yönelik bile yol almakta çok<br />

önemli sorunlarla karşılaşılıyor. Bugün gelinen nokta itibarı ile<br />

benim görebildiğim kadarıyla sorunun içinden çözümü yani<br />

Filistin ve İsrail sorunu meselesidir ve içinde de örneğin ABD’nin<br />

arabuluculuk yaptığı bir süreçtir çözüm neredeyse tıkanmış<br />

içeriden çözülemeyecek, dolayısıyla dışarıdan çözülme süreci<br />

kazanıldığı anlaşılıyor. Dışarıdan kim olacak diye baktığımızda<br />

da Avrupa ülkelerinin arka arkaya Filistin tanınmasıyla ilgili<br />

parlamentolarının ya gündeme getirmeleriyle ilgili ya da karar<br />

çıkartmaları fiziki anlamda sonuç getirmeyen bir duruma<br />

karşılık getirir. Yani siz resmi olarak tanındığınızda acaba büyük<br />

elçilik açılacak mı? Ben hiç sanmıyorum, sorunun karşılığı çok<br />

olmayabilir. Ama bu büyük bir diplomatik baskı aracı olarak İsrail’e<br />

yönelik Filistin’in hazır hala ikili bir yapıda sürdürülme ihtimali<br />

varken bu ihtimal hala ölmemişken sürdürülmesi yönünde bir<br />

çabaya yönelik işarettir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bir kader mi bütün Ortadoğu’nun<br />

sorununa dışarıdan çözüm empoze ve yahut beklentisi...<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şöyle bir şey var, eğer sorunlar<br />

masada birlikte konuşulacaksa; bunun bir mahsuru yok, küresel<br />

bir dünyadayız, nasıl barış projeleri yönünden konuşulmadan<br />

gerçekleşmiyorsa, her türlü sorunun da masada görüşülmesinin<br />

hiçbir mahsuru olmadığı kanaatindeyim, yeter ki masaya gerçek<br />

silahlar konulsun. Ama yapılandırılmış bir bölgeden bahsediyoruz,<br />

yani kendi tarihi kendi inisiyatifiyle kendi varlık biçimini tespit<br />

etmemiş, zaten dışarıdan yapılan görüşmelerden söz ediyoruz.<br />

Zorlama devletlerden söz ediyoruz, zorlama iktidar yapılarından<br />

bahsediyoruz. Bunların sürdürebilirliliği hiç düşünülmemiş.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Cetvelle sınırlar çizilmiş değil mi?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani yapılandırılırken “şu tarz bir<br />

aile ülkeyi yönetir gider” diye düşünülmüş, ya yönetemezlerse<br />

denmemiş. “Yönetemezse alırız aşağı” denmiş ki hala aynı<br />

yöntemler uygulanabiliyor. Mısır’da “bunlar yönetemeyecek<br />

alalım, bunu getirelim” deniyor. Ama bu da sürdürülebilir<br />

değil. Dolayısıyla benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla<br />

Filistin örneğine asılmak zorunda, çünkü dünya değerleri çok<br />

daha karmaşık hale geldi. Birgün şu an en azından Batı Şeria’da<br />

temsil edilen kesimler biz bu işi başaramadık, valizleri alıp<br />

gitsek dünyadan yana gitsek en azından, İsrail’e hiçbir muhatap<br />

kalmayacak, ya da birçok farklı devleti muhatap almaya hiçbir<br />

kesim kalmayacak. Şu an son şanslar yaşanıyor gibi bir durum<br />

herhalde, arka arkaya bu tür girişim söz konusu benim anladığım<br />

kadarıyla, çok gecikmeyecek...<br />

[1. GÜN]<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Çok gecikmeyecek derken<br />

Filistin’deki çözümü mü kastediyorsunuz?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Hayır yani, biraz daha somut<br />

adımların atılması konusunda aceleye yol açan bir süreç var. Çünkü<br />

Filistin devletinin bir an önce vurulmasını isteyen, gerçi bütün<br />

Amerika başkanları bunun zamanında olmasını ister ama Obama<br />

bu konu da yönetime çok baskı yaptı ve bu baskı sonucunda İsrail<br />

de biraz sosyal ilişkileri geliştirmek durumunda kaldı ve gitmeden<br />

diyorum. Obama sanıyorum bu süreci biraz daha sıkıştırıcı Filistin<br />

lehine sıkıştırıcı işlemlerde bulunur. Ama sonuç alır mı, onu inan<br />

ki öngörmek hiç kolay birşey değil.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLING size şunu sormak<br />

istiyorum. Ortadoğu problemlerinden bahsettiğimiz zaman<br />

herhalde Türk-İsrail ilişkileri ve Mısır konumu gözardı etmek<br />

doğru olmaz, şunu sormak istiyorum; Türk-İsrail ilişkilerinin son<br />

yıllarda çok parlak olmadığı bir gerçek, ilişkilerin bu kadar kötü<br />

olması sizce Ortadoğu’daki barış süreçlerini genel anlamda nasıl<br />

etkiliyor? İkincisi Mısır’daki darbe sürecinden sonra Mısır’ın<br />

kendi kabuğuna çekilmesi ve Arap kardeşleriyle bile kavgalı<br />

duruma gelmesi Mısır’ın o eski Arap dünyasına abisi pozisyonunu<br />

kaybetmesi durumuna gelmesi, bütün bunlar Ortadoğu barış<br />

süreçlerini nasıl etkiliyor, ne dersiniz?<br />

Peter HARLING: Türk İsrail ilişkilerine konuyu getirirsek, ki<br />

çok iyi bildiğim bir konu değil onu söyleyeyim, sadece dışarıdan<br />

bakarak biliyorum, iki durum çıkıyor ortaya. Olup bitenleri<br />

duygusal tepkiler var, tabii bunlar da duygusal tepkiler doğurur<br />

her zaman. Yalnız politik açıdan değil, genel açıdan da öyledir.<br />

Türkiye’nin Arap dünyasına karşı tutumuna baktığımız zaman,<br />

birtakım bilinen ilkeler var. Tabi yükseltileri, dalgalanmaları oldu<br />

bu ilkelerin. Türkiye komşularına bir model olarak ortaya çıktı.<br />

Çok da etkileyici oldu. Yani bir dinamik aşıladı bölgeye, vs. Bu<br />

herhalde sınıra dayandı.<br />

Türkiye’nin tutumu, tutarlılık açısından baktığın zaman, bir<br />

tutarlılık gösteriyor. Suriye konusu mesela erken aşamalarda<br />

Türkiye ilk önce bir katalizörlük yapmaya çalıştı. Esad rejimiyle iyi<br />

ilişkileri vardı. Ve onları (Esad rejimini) değişime zorlamaya çalıştı.<br />

Aylarca devam etti. Şiddet düzeyi bu kadar yükselmeden evvel, bu<br />

ilişkilerde de, yani sanki ihanete uğramışlık havası da esti. Türkiye<br />

ondan sonra değişti ve tutumunu değiştirdi. Hala bu tutumunu<br />

sürdürüyor. Şimdi Türkiye için bu rejimi kapsayan bir çözüm<br />

olmaz... Tabii bu yapılacak doğru şey mi, sonuç getirir mi getirmez<br />

mi, bunlardan emin değilim. Ama en azından okuması kolay bu<br />

tutumların... Mısır’a baktığımız zaman, Türkiye’nin tutumlarının<br />

orda da tutarlı olduğunu görüyoruz. Şimdi aslında bizim sürekli<br />

olarak bir temadan bir temaya kaydığımıza bakılırsa, bu tutarlılıkla<br />

da takdir edecek bir şey var. Çünkü bölge artık çok köklü bir<br />

krizden geçiyor ve bunun da tarihte olan kökleri, izleri var. Pek çok<br />

problem onlarca yıl birikmiş. Tabiiki bunların açılıp çözümlenmesi


epey zaman alacaktır. Şimdi bütün oyunculardan beklenen<br />

şey zamanın sonuna dayanarak ilkeleri bulmak. Bir şekilde<br />

dengeleyici birtakım ilkeleri bulmak, bu açıdan zannediyorum ki<br />

siz başkalarından çok daha iyi bu işi başarıyorsunuz. En azından<br />

Batı’dan daha iyi başardığınız kesindir.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Artık öğrenci arkadaşlarımızdan<br />

soru almak istiyorum. Bakalım onların soruları neler olacak.<br />

ÖĞRENCİ: Mehmet Veli Koyuncu (S.B.U.İ.): Benim sorum<br />

Bay RASMUSSEN’e, yerel yönetimlerden bahsetti. Adem-i<br />

Merkeziyetçilikten bahsetti. Adem-i Merkezi yönetimin olması<br />

için güçlü bir yönetimin olması lazım değil mi? Örneğin ABD<br />

modeli gibi Ortadoğu için bu geçerli mi yani geçerliliği var mı?<br />

Irak’ta gördük yerel yani Adem-i Merkeziyetçilik Irak’ın güçlü bir<br />

merkezi olmadığı için şu an bölünmeye kadar gitmiştir. Bu konu<br />

hakkında görüşlerini alabilir miyim?<br />

dünyanın başka bir köşesi. Ama Danimarka Krallığı’nda bizim 2<br />

tane kimliğimiz var. Grönland var, bunlar Danimarka Krallığı’nın<br />

parçası, oralardan sorumludur. Oraların savunması, güvenliği<br />

ve para politikası Danimarka’nın yetkisi altındadır. Fakat birçok<br />

alanda da buranın yönetimlerine çok büyük özerklikler tanımıştır.<br />

Bu modelin birçok problemi var diyebilirsiniz tabii ama alternatifi<br />

nedir diye de sormak gerekir. Alternatif, çatışmaların sonsuza<br />

kadar devam etmesi değildir. Sorunun cevabı; çözüm hususunda<br />

ilerleme kaydetmek ve insanların barış içinde bir arada yaşamayı<br />

öğrenmesini sağlamak en azından.<br />

A.F.RASMUSSEN: Bazı bölgelerde tabiiki güçlü bir<br />

merkezileşmiş güç gerekir. Mesela askeri ve güvenlik ile ilgili<br />

konulara geldiği zaman, ABD’de güç merkezileşmiş. Şunu<br />

hatırlatayım. Size ben burada Suriye’yi bir devlet olarak Irak’ı bir<br />

devlet olarak muhafaza etmek lazım geldiğini de söylüyorum.<br />

Ama bu ülkelerdeki farklı kimlikler arasında, güçlerin paylaşılması<br />

gerektiğini söyledim. Ama tepede bir devlet olmalı. Bir devlet<br />

bütünlüğü olmalı ki savunmayı düzenlesin, güvenliği sağlasın,<br />

merkez bankası olsun, para politikası olsun, onunla ne yapacaksa<br />

yapsın... Yahut devlet kurumları olsun, bir anayasa olsun, ona<br />

göre bütün düzenlemeler olsun. Ve o anayasa aynı zamanda da<br />

azınlık haklarını da garantiye alsın. Tabi bütün bunları söylerken<br />

Bosna modelinden ilham aldığımı da itiraf etmeliyim. Onun<br />

için söyledim. Balkanlar ve Ortadoğu arasında farklar vardır.<br />

Ama birtakım benzerlikler de vardır. Bunlardan ders alabiliriz.<br />

Yani ben burada bir çelişki görmüyorum, güçlü bir merkezi<br />

hükümet alanlarını oluşturmak için, bir yandan da gücün iktidar<br />

gücünün yerel yöntemlerle paylaşılması gerekir. Şimdi bunu<br />

sonuçlandırmak için kendi ülkemi örnek vereyim. Tabiiki bu<br />

KONUK: Sn. RASMUSSEN bu serbest bölge meselesine dair<br />

acaba ne düşünüyorsunuz? Bir de Suriye’deki güç paylaşımı<br />

sistemi nasıl olur, yani başka yerlerde örnekleri var mı bu tip veya<br />

bu çeşit?<br />

A.F.RASMUSSEN: Ben daha önce görüşlerimi ifade ettiğim<br />

için, evvela sizin bu konudaki görüşlerinizi dinlesek! Adem-i<br />

Merkeziyetçilik ve gücün paylaşılması meselesi, mezheplere veya<br />

etnik gruplara dayanan teşebbüsler hususundaki gibi. Lübnan’da<br />

olsun Irak’ta olsun çok kötü örneklerini gördüğümüzde<br />

karıştırılmamalı. Aslında Irak’ta bu fikrin tarihi geçmişi esas olarak<br />

sürgünlerle başlamış. Bağdat’a dönersek burada bir yetki var. Bir<br />

iktidar var. Ama rejimden acı bir şekilde çekmiş olan insanlarda<br />

da güçlü tepkiler var... Siyasi boşluk içerisinde, ABD’nin ilk işgal<br />

hareketlerine bakarsanız, tabiiki Irak için tek çözüm o değildi.<br />

Bedelini herhalde ödüyoruz şimdi. Yerel seçimlerde yakın<br />

çevrelerini düşündüğümüz zaman, IŞİD meselesini de gözönünde<br />

bulundurduğumuzda..., çok büyük güvenlik tedbirleri alınıyor.<br />

Bağdat tarafında IŞİD; güvenlik kadrolarının motivasyonlarını<br />

kırmış durumda. Bir de birtakım direnişler var. Hemen bu<br />

direnişler çöküyor tabii. IŞİD ortaya çıktığı anda çöküyor. O<br />

zaman (direnişçiler) kendi çevrelerinde (kendilerini destekleyen)<br />

herhangi bir güç bulamıyorlar, IŞİD’i başlarından defedebilmek<br />

için. IŞİD’in Bağdat’la temasları, ilişkileri var.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

31


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

32<br />

Sempozyum Programı<br />

Dolayısıyla oradaki boşluğa bir çözüm bulmak lazımdır. Musul’un<br />

büyük aşiret reisleri Musul çevresinde nasıl güç tabanlarını<br />

oluşturmuşlar? Buradan başlarsak işte zaman içinde bir alternatif<br />

geliştirilebilir. (Bölgede) alternatif bir güç yapısı olabilir. Güç<br />

dağılımı gözönünde bulundurularak ondan sonra görüşmeler<br />

başlayabilir. Ancak başkentte ve burada da hakemlik rolü<br />

oynayacak olan yine merkezi hükümettir. Herkese lazım şimdi.<br />

Master planına gelince, bu planın bize önerilmesi, Cenevre<br />

sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkmış.<br />

Cenevre sürecinde; Suriyelileri masaya getirsinler diye Amerikalılar<br />

Rusya’yla çalışmaya razı olsaydı, işte onlar Suriyelileri o zaman<br />

zorlayabilirlerdi. Hepsi birlikte bir uzlaşmaya varabilirlerdi, ama<br />

olmadı. Niye çünkü Ruslarla Amerikalılar hiçbir şekilde birbirleri<br />

ile birlikte çalışamadı çünkü Ruslar oyunbozan oldular. Orada<br />

bu anlaşmazlıklardan, bu çatışmalardan, onlar (Ruslar kendileri)<br />

yararlanır durumda görüyorlar. Amerika’ya karşı dikilmenin<br />

avantajları var; imaj hususunda, vs. Öteki taraftan, Amerika’nın da<br />

burada olup bitenlerle çok fazla angaje olmayı istemeyen tutumu<br />

var.<br />

Dolayısıyla madem bu yukarıdan aşağı yaklaşım iyi olmadı,<br />

öyleyse aşağıdan yukarı bir yaklaşımla Suriye hususuna eğilelim.<br />

Mesela yerel ateşkesler olsun. Suriye’de birtakım ateşkesler<br />

oldu, onlar ilerletilebilirdi. Hiç kimse ilerletemedi onları... Siyasi<br />

hesaplar yüzünden... Dolayısıyla önümüzdeki bir iki yıl Cenevre<br />

süreci sürecektir. Ama bunun bir faydasının olması, bir çözüm<br />

bulunabilmesinin tek çaresi, bu konunun hem Batı’da daha ciddiye<br />

alınması, hem de Rusya’nın da “biz demedik mi” demekten<br />

vazgeçip, daha yapıcı bir şeyle ortaya çıkmasıyla olacaktır.<br />

KONUK: Benim işim kolaylaştı şimdi, çünkü genel olarak<br />

ben buna katılıyorum aynı fikirdeyim, başlangıçta bu gücün<br />

dağıtılması bölüşülmesi meselesinde bu başarılı olabilir, yerel<br />

seçkinlerle yerel camia arasında yeniden maganda olabilir. Tam<br />

iktidarın gücü Adem-i Merkezileştirmesi dediğimiz zaman, tabii<br />

doğru bir demokratik kültür içinde demek istiyoruz.<br />

ÖĞRENCİ: Seda Kocager (S.B.U.İ.): Sorum Sayın<br />

RASMUSSEN’e; Ukrayna’nın başvurması halinde NATO’ya<br />

kabul edileceği hakkında ne düşünüyorsunuz?<br />

A.F.RASMUSSEN: Tabiiki her başvuru sahibi ülke NATO<br />

kriterlerini karşılamalı. Ukrayna üyelik için başvurursa NATO’ya,<br />

bu bayağı uzun süreç olacaktır. Çünkü Ukrayna gerekli kriterleri<br />

şu anda karşılamıyor. Ama şunu hatırlatayım size, 2008 yılında<br />

NATO zirvesinde bir süreçte, NATO karar verdi. Ukrayna NATO<br />

üyesi olacaktır dedi ama tabiiki Ukrayna’nın gerekli kriterleri<br />

karşılaması gerek. Ve bu karar hala geçerli. Bu yıl eylül ayında<br />

bu kararın hala geçerli olduğunu tekrar belirttik. Ama belli ki<br />

Ukrayna’nın kapsamlı reformlar gerçekleştirmesi lazım. Ondan<br />

sonra NATO üyesi olabilir.<br />

[1. GÜN]<br />

Şunu da ekleyeyim, bazen şöyle soru gelir (Ukrayna’nın<br />

NATO üyeliği), provakatif olmaz mıydı? Rusya’yı düşünürsek,<br />

Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya’nın karar vereceği bir konu<br />

değil. Her ülkenin kendi geleceği hakkında kendi kararını verme<br />

hakkı var. 1999 Avrupa Güvenlik Konferansında her ülkenin<br />

kendi güvenlik politikasını oluşturma hakkı var deniliyordu.<br />

Rusya da bu konferansı onaylayan ülkelerden biriydi. Ukrayna<br />

başvuruda bulunur ve NATO kararını verir. Eninde sonunda<br />

üyelik nihayetlendirilir. Ama tabiiki yakın gelecekte olacak bir şey<br />

değil bu.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size de sormak<br />

istiyorum aynı soruyu, biraz evvel Bay RASMUSSEN’e sordum, o<br />

çok fazla detaya girmek istemedi, daha evvel görevi nedeniyle ABD<br />

İncirlik için bu kadar çok bastırıyor, bu kadar istekli, bir de şunu<br />

sormak istiyorum, Bay HARLING dedi ki, Cenova konusunda<br />

birşey olmadan devam edecek dedi. Cenevre 1 Cenevre 2-3-…<br />

… gibi devam edecek, görüşünüz nedir?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Önce Cenevre’den başladım, galiba<br />

evet, herhalde öyle devam edecek. Burada amaç görüşmelerin<br />

kesilmiyor olma halini iyi haber saymamız gerekmesi…<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Ama bu dostlar alışverişte görsün<br />

diyaloğu olmayacak mı?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Risk; eğer “bu bitti” derseniz riski<br />

daha büyük. Dolayısıyla masada bu olay görüşülüyor olma hali<br />

başlı başına bir diplomasidir. Şu an daha ileriye gidilemiyorsa,<br />

buna razı olunma durumu var. İncirlik konusunda ABD’nin çok<br />

ısrarcı olduğuna dair sizin söylediğiniz kadar büyük bir ısrar var<br />

mı, çok emin değilim ancak eğer talepleri varsa bunlar; “burada<br />

kalkayım bombayı atayım, Türkiye zor durumda kalsın” diye talep<br />

edilen bir şey değil, maliyeti düşük bir insani müdahale eyleminin<br />

sürdürülmesiyle ilgili.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Yani eğer istiyorsa askeri nedenlerle<br />

bir insani yardım amaçlı istiyorlar düşüncesindesiniz.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle çünkü bugünün<br />

teknolojisiyle yani incirlik üssüne muhtaç bir Suriye operasyonu<br />

olduğunu söylemek çok kolay bir durum değil. Ayrıca Türkiye’den<br />

kalkan Amerikan uçaklarıyla sağın solun vurulduğu izlenimini<br />

ABD stratejik olarak daha tercih edeceğini de çok zannetmiyorum.<br />

Yani niçin Türkiye’nin el uzattığı yakınlaşmak istediği toplumlar<br />

kendisinden hoşlanmayan bir pozisyona düşsün, ama şu sahnenin<br />

Arap dünyası ve Müslüman dünyasında karşılığı var, ABD’yle<br />

anlaşmazlık hariç akabindeyseniz bunun Ortadoğu’da Türkiye<br />

lehine bir karşılığı var.


ÖĞRENCİ: Ravdanur Cumha (S.B.U.İ.) RASMUSSEN ve P.<br />

HARLING, Sayın Numan KURTULMUŞ’un söylediği gibi<br />

dünya 5’ten büyüktür daha işlevsel ve daha geniş zihniyetli BM<br />

için önerileriniz nedir?<br />

A.F.RASMUSSEN: Eğer başkan yardımcısını doğru anladıysam,<br />

kapsamlı bir referandumun iyi olacağını söylediler. Bu proje BM’de<br />

zaten bayağıdır konuşuluyor. Argüman şu, BM Güvenlik Konseyi<br />

bildiğimiz haliyle 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki güç<br />

yapılarını yansıtıyor. Modern bir BM güvenlik konseyi 2014’ün<br />

gerçeklerini yansıtmalı. Ve gelişmekte olan güçlerin artan ağırlığını<br />

yansıtmalı. Çok iyi anlıyorum bu argümanı ben. Ayrıca şunu da<br />

söyledim, prensip olarak ben BM’nin reformdan geçmesinden<br />

yanayım. Bu şekilde güvenlik konseyi ve diğer kurumların temsil<br />

kabiliyeti daha yüksek olacaktır.<br />

Bunu söylememe rağmen, bir de gerçekle yüzleşmek zorundayız.<br />

Gerçek şu ki, böyle bir değişikliğin olması için, beş kalıcı üyenin<br />

de rızası gerekmektedir. Sonra da şu soruyu sormak lazım, sizce bu<br />

mümkün müdür? Bu beş ülke konsensüse varıp kendi güçlerinden<br />

vazgeçecekler mi—veto hakkı da dahil olmak üzere—? Bence bu<br />

gerçekçi değil. Bunun için daha gerçekçi alternatiflere bakmak<br />

lazım... Ama şu konuda Başbakan yardımcısına katılıyorum:<br />

BM’nin bugünkü durumu onun inanılırlığını ve otoritesini<br />

sabote ediyor. Biz BM’de o kadar karar verme yetersizlikleri<br />

ile karşılaşıyoruz ki... BM Güvenliği Konseyi önemli kararlar<br />

alamaması, BM’nin inanılırlığının sabote edilmesi anlamına<br />

gelir. Güçlü bir BM lazım. Bu BM küresel hukukun garantörü<br />

olmalı. BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda bir eyleme<br />

geçememesi maalesef bu durumun bir yansıması. Ama BM’yi<br />

reforme etme çabaları da o problemi çözmeye yetmeyecektir.<br />

Başka araçlara bakmak lazım.<br />

Peter HARLING: Uluslararası bir yönetişim sisteminin bir parçası<br />

bu da 2.Dünya Savaşı’ndan sonra gelişti. BM gibi kurumlarda belli<br />

bir dizi değerler ve normlar söz konusudur. 90’lı yıllarda Batı,<br />

Sovyetler Birliği’ni yenince zaten bunlar zirveye çıktı. Net bir<br />

düşman olmaması ama dünyadaki insanların kaderinden kendini<br />

sorumlu hissetmek, işte bu yönetişim sistemini kullandılar. Sahibi<br />

bizdik, sol sağ ve orta merkezi yansıtalım diye ve bu da sanıyorum<br />

çok içerleme yarattı tüm dünyada, yani o çifte standart dediğimiz<br />

ifade işte Batı’nın hareketinden doğdu. Suriye gibi konularda bizi<br />

takip etmeye devam ediyor bu konu sanıyorum ve Suriye rejimi<br />

ile Rus rejimi arasındaki ilişkiyi uzun diye tanımlayamayız, doğru<br />

değil, bu ilişki 80’li yıllarda durdu. 2012 yılında tekrar başlatıldı çok<br />

ilginç bir bazda bunun sebebi şuydu; Rusya bir yandan intikam<br />

almak istiyor, motivasyon bu, ondan sonra ilişki git gide artan bir<br />

şekilde tekrar inşa edildi çatışma esnasında ama ilk motivasyon<br />

aslında bir yerde Batı’ya sinir olmaktı. Yani uluslararası iletişim<br />

sistemini manipüle etti Batı. Tamam erozyona uğradı, o kadar çok<br />

değişik şekilde zorlandı ki, meydan okudu ki buna Suriye, Ukrayna<br />

örnektir. Bu örnekler artacak zaten emin değilim. BM reform<br />

etmenin çok fazla potansiyel olacağını en azından görülebilir<br />

gelecekte diyelim. Çünkü isteksizlik var zaten bu konularda,<br />

bir de sanıyorum bu şu anki durumla ilgili sorun dışı dünyanın<br />

bu bölgesinde son birkaç 10 yıldır yüksek düzey uluslararası<br />

müdahale ile kuruldu. Bu yapılar işte Sovyetler birliğinden<br />

Batı’dan, bugün öyle bir andayız ki, hala biraz müdahale var ama<br />

karmaşık net değil. Mütereddit bu zaten, bölgedeki insanların<br />

kafa karışıklığı artırıyor ve birbirlerinin çatışmalarında müdahale<br />

artıyor. Türkiye gibi İran gibi Suudi Arabistan gibi ülkeler de<br />

en son birbirleriyle konuşmaya başladıkları zaman çözümlerin<br />

BM’den gelmesini beklemek yerine ancak o zaman….<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size bir soru sormak<br />

istiyorum; sabah Sayın Genel Sekreter konuşurken dedi ki,<br />

Türkiye’nin bir rol modeli olması imkanından olasılığından<br />

bahsetti. Ortadoğu için beri taraftan İsrail’le ilişkilerimiz<br />

Mısır’la ilişkilerimiz Suriye deki mevcut rejimle ilişkilerimiz<br />

göz önünde bulunduğunda siz bu rol modeli imkânını nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz nerede başlar nereye kadar devam edebilir?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun gündeme geldiği dönemde<br />

Türkiye’nin model olma konusunda tartışıldığı zamana ilişkin bir<br />

şey hatırlamak istiyorum. Türkiye bu zamanlar ben model olayım,<br />

ben modelimi Ortadoğu’ya söyleyeyim falan demedi ihale üzerine<br />

kaldı, yani Türkiye model olabilir mi gibi bir şey dışarıdan geldi. Bu<br />

o kadar da olumlu karşılandığı söylenemeyecek bir pozisyon oldu.<br />

Eğer Ortadoğu toplumları kendileri bir modelleme yapabilmiş<br />

olsalardı muhtemelen çok daha olumlu sonuçlar verirdi yani<br />

içerden bölgeden gelen bir öneri şeklinde gelişmiş olsaydı bu<br />

üstünde çalışılabilecek bir konu olabilirdi.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Zaten bu her konu içinde öyle<br />

olabilecek değil mi keşke çözüm isteği Irak’ın içinden gelseydi<br />

Afganistan’ın içinden gelseydi.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Dolayısıyla çok olumlu bir<br />

sonuç verdiğini söyleyemem bu açıdan da çünkü Türkiye ile ilgili<br />

model dendiğinde herkesin başka bir şey anladığını söylemekte<br />

yarar var. Örneğin halkın seçim yaptığı yönetimin belirlediği<br />

bir sistemi Ortadoğu monarşileri açısından katiyen bir model<br />

olarak algılandığını düşünmemek bizim ya da yönetimin seküler<br />

yapısının bazı yerler tarafından kati surette tercih edilmeyeceğini<br />

düşünmek lazım. Yani Türkiye’nin model olmasının istenmesi<br />

Ortadoğu’da herkesin beklentisine karşılık gelen bir durum değil<br />

idi. Ancak şu söylenebilir, Türkiye’nin kendi gelişme ve kat ettiği<br />

yol bir cazibe merkezi ve bir kendi her toplumun kendisi için<br />

bulabileceği yönteme ışık tutabilirdi. Yani bir dizi badire atlatmış<br />

bir ülke Türkiye nelerin arkasından kalkmaya uğraştı. Özellikle<br />

siyasetin sürekli yeniden ve yeniden yapılanmakta olan bir ülke<br />

bu aynı zamanda da kalkınma yönünde de önemli hamleler yapan<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

33


Sempozyum Programı<br />

bir ülke peki biz niye yapamıyoruz nasıl yaparsak bizde de benzer<br />

bir etki sonuç çıktı üretebiliriz sorusunu sormasına izin verebilirdi<br />

hala verebilir. Bugün bitti artık böyle bir şey söz konusu değil<br />

anlamında söylemiyorum hatta tam tersine belki çatışma ve kayıp<br />

ortamı bu tür soruların sorulması açısından da çok daha önemli<br />

bu arada demin BM ile ilgili arkadaşımızın sorusu vardı ya ne<br />

olacak diye.<br />

Moderatör Murat AKGÜN: Dünya 5’ten büyüktür diyerek.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Evet onunla ilgili bir şey söylemek<br />

istiyorum. Genel olarak neden gelişmekte olan ülkelerde veto<br />

yetkisine sahip ülkeler arasında değil gibi anlaşılıyor. Bu soru<br />

gayet tabii ben de bu soruyu sorarım. BM’nin kendi içinde yaptığı<br />

tartışma daha da o aşamaya bile gelmedi. Örneğin Almanya 5<br />

ülkenin arasına girsin mi girmesin mi diye tartışılıyor ve benim<br />

takip edebildiğim kadarıyla Almanya’nın bu 5 ülkeye dahil<br />

olmasına en fazla İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, dolayısıyla daha<br />

bunu aşamamışken nerede kaldı diğerleri diye bakmakta da yarar<br />

var.<br />

[1. GÜN]<br />

bilgiye açık olunmaması da ilginç bir şekilde şöyle ifade edilmişti.<br />

O kadar az sayıda yabancı kitap Arapçaya çevrilmişti ki ve çok<br />

az yeni yazı yeni fikirler hakkında Arapça kitap vardı. Yani Arap<br />

akademisyenlerin kendileri söylemiş olduğu şeyleri söylüyorum<br />

ben, bu 2002 yılında insani gelişim raporundan bir de şu soruyu<br />

sordular, nasıl böyle ülkeler refaha ulaşırlar. Eğer nüfusun yarısı<br />

işgücü pazarından dışlanırsa veya kamu yaşamından siyasi yaşam<br />

dahil olmak üzere dışlanırsa, tabii ben Arap akademisyenlerinin<br />

kendilerinin altını çizdiği şeyleri söylüyorum 12 yıl önce bence bu<br />

trajik, 12 yıl önce yayınlandı ve hala tamamen aynı problemlerle<br />

yüzyüzeyiz, yani cevap olarak size evet, askeri eylem IŞİD’e karşı<br />

şart ama uzun dönemde biz bu eksiklikleri de ele almalıyız.<br />

ÖĞRENCİ: Kadir (Nijerya’dan gelen yabancı öğrenci) (SBUİ)<br />

sorum Sayın RASMUSSEN’e; IŞİD saldırıya başladığında<br />

küçük bir grup olarak görüldü fakat durum kötüleşiyor, rakam<br />

hergün giderek artıyor, sizce yenilecekler mi ve ne kadar sürecek<br />

yenilmeleri?<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

34<br />

A.F.RASMUSSEN: Çok teşekkür ederim evet kısa cevap, eminim<br />

İslami devlet denen şey yenilecektir. Takdir ediyorum geniş bir<br />

uluslararası koalisyon askeri bir operasyon başlattı ve buna olanca<br />

güven duyuyorum ki eninde sonunda IŞİD yenilecektir. Kolay<br />

olmayacak, zaman istiyor ama sonuç bu olacak. Ancak askeri<br />

perspektiften bu tartışmanın sonucu olarak tekrar söyleyeyim,<br />

eğer önleyeceksek, ekstremliğin sağlamlaşmasını Ortadoğu’da<br />

önlemek istiyorsak, çok nedenlerini ele almamız lazım bunların<br />

mezhebi politikaların dışında yani ki bunlar hemen bitirilmeli daha<br />

bazı problemler var ele alınması gereken ve buna inanmak için bir<br />

sebep ya da bahane de yok. Acı olan da şu zaten, 12 yıl önce 2002<br />

yılında BM’ler insan girişim raporu yayınladı. Bu problemlerin<br />

altını çizdi, sanıyorum ana sebeplerinden biri Arap Baharında<br />

gösterdiğimiz gençler için fırsat yokluğuydu. Daha fazla fırsat<br />

yaratmak lazım bu bölgede, bu açıdan 2002 yılında yayınlanan<br />

insani gelişim raporunu okumadılar. Çünkü 12 yıl önce yayınlandı.<br />

Amerikan veya Avrupalı bilim adamları yapmadı bunu, Arap<br />

Akademisyenler kendileri yaptı ve 3 eksikliğe işaret ettiler bunlar<br />

sorumlu zaten ekonomik fırsat yokluğundan Arap ülkelerinde. 22<br />

Arap ülkesi çatışıp 3 eksikliği işaret ettiler, özgürlüğün yokluğu<br />

yeni bilgiye açlık olmaması ve kadın haklarının yokluğu eksikliği<br />

bunlar 3 noktaydı. Çünkü onların altını çizdiği özgürlüğün<br />

olmaması, baskılayıcı rejimlere yol açıyor. Bu insan arasında hiçbir<br />

şeyi değiştiremeyecekleri hissi barışçıl yöntemlerle bir de yeni


III. Oturum<br />

[2. GÜN]<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep<br />

Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin siyasi ve sosyal nedenleri<br />

Ortadoğu’nun tarih boyunca yaşadığı siyasal, sosyal krizler ve çatışmalar, bugün bölgede terörizm, iç savaş,<br />

mezhep ve etnik ayrımcılık gibi gerek bölgesel gerekse küresel sonuçları olan bir kaos yaratmıştır. Bu oturumda,<br />

Ortadoğu’da meydana gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek, geçmişten gelen sorunların<br />

günümüz olaylarına yansımaları ele alınacaktır.<br />

Prof. Dr. Edibe SÖZEN<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep<br />

Moderatör<br />

1982 Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı ve Değişme Ana Bilim Dalı’ndan<br />

Doktora ünvanını aldı. 1991-1993 yıllarında “misafir öğretim üyesi” olarak Wisconsin University Communication Arts Bölümü’ne davet edildi. 1994 yılında Uygulamalı Sosyoloji<br />

Doçenti, 2000 yılında da İletişim Profesörü oldu. 1998-2000 yıllarında Almanya, Avusturya ve Hollanda’da 3’üncü Kuşak Avrupalı Türkler üzerinde çalışmalar yaptı. 2001 yılında<br />

Avrupalı Türkler üzerine yapmış olduğu ortak çalışma, Almanya Ludwigshafen’de Bilim Araştırma Ödülü’ne layık bulundu. Sözen’in 3’ü ortak, 4’ü telifli toplam 7 eseri, yurtiçi ve<br />

yurtdışında yayınlanmış 50’nin üzerinde makale ve tebliği bulunmaktadır.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da meydana<br />

gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek,<br />

geçmişten gelen sorunların günümüz olaylarına yansımaları ele<br />

alınacaktır. İlk sözü Kaliforniya Üniversitesi’den Sayın Mujeeb<br />

R.KHAN’a vermek istiyorum. Özellikle savaşın yapısal ve<br />

sistematik bir analizini yapacak ve Ortadoğu bölgesinde Amerikan<br />

politikasını eleştirel bir şekilde ele alacaktır.<br />

Mujeeb R.KHAN: Suriye, Irak, Filistin’deki trajediyi anlamak için<br />

spesifik bir çatışmaya bakmaktan ziyade, sistematik perspektife<br />

bakmamız gerekir ki ‘bu çatışmalar neden hep tekrarlanıp<br />

duruyor?’ anlayabilelim. Ortadoğu derken ne kastediyoruz?<br />

Bence burası sistematik bir bölge, çeşitli gruplar arasındaki<br />

etkileşim birbirlerini etkiliyor. Bazıları Türkiye’yi İran hatta bazıları<br />

Afganistan’ı ve Pakistan’ı etkiliyor. Bir önemli konu da, Batı’nın<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

35


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

36<br />

Sempozyum Programı<br />

Mujeeb R.KHAN<br />

Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley / ABD<br />

Basra Körfezi hakkında Fulbright araştırma bursu sahibi Mujeeb R. Khan, modern<br />

İslam dünyası tarihi ve siyaseti üzerine yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.<br />

Halen University of California, Berkeley’de Doktora programına devam etmektedir.<br />

bu bölgeyi küçük görüyor olması. Bunların hepsi eski nefrete<br />

dayanıyor diye düşünüyorlar. Peki bu varsayımın problemi nedir?<br />

Bunun iki nedeni vardır; birincisi Avrupa çok yakın tarihe kadar,<br />

biz Avrupa Birliği dediğimiz zaman, Şanzelize’de kruvasan yemek<br />

gibi bir resim görüyoruz. 60 yıl önce Avrupalılar birbirlerini<br />

seviyorlar mıydı? Hala birbirlerini milyonlarla öldürüyorlar.<br />

II.Dünya Savaşı, binlerce etnik temizlemedir, yani Avrupa<br />

Ortadoğu’ya kıyasla tarihsel olarak çok daha şiddetli bir bölge<br />

olmuştur. Tersine eski nefretler bu bölgede şu an gördüğümüz<br />

kan dökümünü izah edemez. “Pax Ottomana” hikayesinde<br />

aslında birçok etnik, çok dinli topluluklar yüzyıllarca birlikte<br />

yaşadı. Bölgelere bakarsak döngüsel çatışma bölgeleridir ama<br />

bu konuda Ortadoğu da benzersiz değildir. Bu yüzden bu konu<br />

sadece sistematik krizin nasıl çalıştığını ortaya koyarak anlaşılır.<br />

Mesela Mısır’ın demokrasiye geçişi insanlarda çok büyük umutlar<br />

uyandırdı. 2013’te Mısır’daki darbeler de cuntaya karşı reaksiyonu<br />

önlemek için, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından 20 milyar dolara<br />

yakın fon aktarımı yapıldı.<br />

Ortadoğu’da çatışma alanları; İsrail çatışma alanı, Kürdistan<br />

çatışma alanı, Arap-Arap çatışma alanı, bunların hepsi kendine<br />

özgü çatışma alanı değil aksine hepsi birbirini pekiştiriyor. Bir<br />

çatışma alanı başka bir çatışma alanıyla iç içe geçiyor. Çatışma<br />

analizinde bu karmaşıklık bugünkü çatışma alanını ortaya koyuyor.<br />

Eğer çözüm istiyorsak farkı bulmamız lazım. Mesela Suriye hem<br />

Arap-İsrail çatışma alanına giriyor. Yani Lübnan’da ve Suriye’de<br />

olanlara İsrailliler çok ilgi duyuyorlar. Fakat bugün hem İran hem<br />

de Türkiye- Suriye olayının içinde yer alıyor. İran örneği çok ilginç,<br />

çünkü İran’ın Suriye’deki mevcudiyetini Şii soydalitesi Esad rejimi<br />

gibi insanlar çok yanlış anlıyorlar. Fakat öyle değil, İran-Suriye<br />

karıştırılıyor. Peki, bu nasıl çalışıyor? İran Suriye karşıtıdır.<br />

Herhangi bir İsrail saldırısını İran’a püskürtmek için Hizbullah<br />

lazım. Esad rejimi giderse o zaman Hizbullah ile olan bağlantı<br />

kesilecek. İsrail, İran’ı bombalarsa Hizbullah tabiiki İsrail’e<br />

saldırmalıdır. Hizbullah İsrail’in İran’a saldırmasını önlemektedir.<br />

Yani bu da kimlik ve kültürel konumlarla ilgilidir. Eğer Türkiye,<br />

İran ile bir anlaşma yapsaydı, belki Hizbullah dikkat dağıtıcı<br />

birşey olarak olacak, Esad rejimi giderse, bu kutsal yerler bundan<br />

korunacak, o zaman İran da belki Esad’ın gitmesine yardımcı<br />

olurdu. Ortadoğu’ya giden yol Bağdat’tan mı geçer, Kudüs’ten<br />

mi? 2013’te ABD Irak’ı işgal etmeden bölge de barış istiyorsanız<br />

[2. GÜN]<br />

ilk önce Filistin-İsrail barışı olmalıydı ondan sonra Saddam’a karşı<br />

gelebilirsiniz. O zaman insanlar bölgede demokrasi istediğinize<br />

inanacaktır. Neo-konservatifler farklı şey söylüyorlar. ABD’de<br />

problemin Saddam Hüseyin ve bölgedeki diktatörler olduğunu<br />

söylüyorlar; demokrasiyi oraya zorla tesis etmeliyiz. Yani Irak<br />

işgalini buna göre haklı gösteriyorlar. Kitle imha silahlarının<br />

çok az bir meşruiyeti vardır. ABD’nin dış politikalarında çifte<br />

standartlarına bakarsak uyguladıkları işgal politikaları baştan<br />

başarısız olmaya mahkumdur.<br />

Bir faktör izah eder; Ortadoğu neden bu kadar sonu gelmeyen<br />

çatışma alanıdır? Doğu Asya ve Güney Asya yerine neden<br />

Ortadoğu? Doğu Asya ve Güney Asya’da hem Hindistan hem<br />

Çin büyük güçler olarak ortaya çıktı. Tarihi ve kültürel uygarlık<br />

alanlarında Batı emperyalizminden çıktılar, bölünmediler.<br />

Hindistan’da biraz bölünmeye gidildi ama geri kalanlarda<br />

bölünme olmadı ve kendi hegemonyasını, tarihsel bölgesini ve<br />

endüstriyel özgürlüğünü korudu. Batı karışamadı. Çin de aynı<br />

şekilde, Mao Çini tarihi sınırlarına geri getirdi. Bazı kültürel<br />

devrim ve değişimler sonra gelişti, sanayileşti. Ekonomisini<br />

büyüttü. Şimdi dünyanın en büyük ekonomisi oldu. ABD artık bir<br />

numaralı ekonomisi değil. Ortadoğu’da trajedi şu; İslam uygarlığı<br />

ve İslam dünyasında da böyle bir hegemonya vardı.<br />

Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir devletti. Osmanlı<br />

egemenliği altında yaşayan etnik kökenleri ayrı birçok insan<br />

yaşamaktadır. Bunların bazıları Arap Müslümanlar, bazıları Türk<br />

Müslümanlardı ama hepsi Osmanlı’ya bağlıydı. Sonuna kadar<br />

bütün Müslümanlar Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemiştir.<br />

Onlar için savaşmışlardır.<br />

Arap Baharı ve demokratikleşme Suriye’de geri tepmiştir. Otoriteyi<br />

açıklamak için Batılı güçlerin bu otoriteyi nasıl cesaretlendirip<br />

yönlendirdiklerine bakmak lazım. Batı aslında İslam dünyasındaki<br />

demokrasiden ürküyordu. Batı birçok şey söylüyor ama bunları<br />

uygulamaya geldiğinde ikiyüzlü çifte standardını ortaya koyuyor.<br />

Mısır’daki demokrasi arayışı kanlı bir darbeye döndü. Bir sürü<br />

insan katledildi. Mısır’daki darbeyi Güney Afrika Birliği kanlı bir<br />

darbe olarak algıladı ve Mısır’ı üyelikten çıkardı. İnsan hakları<br />

nutukları veren ABD ve AB ne yaptı burada? Şimdi Amerika’nın<br />

tutumu gayet belli, eğer bir darbeyse, demokrasi yeniden gelene<br />

kadar bu ülkeyi askıya almak lazım. Ama Obama “biz yasalar<br />

ülkesiyiz” dedi. Pekala, işkenceye işkence demiyoruz ama<br />

yoğunlaştırılmış sorgulama diyerek buna başka isim taktı ve<br />

ilişkilerine devam etti. AB yine Sisi’yi suçlamadı ve Tiananmen<br />

meydanındaki Çinlilerin yaptığından beter bir katliamı da<br />

görmezden geldi diyebiliriz. Uluslararası düzey dediğimiz zaman<br />

bütün mesele petrol kaynaklarını kontrol altına almaktadır. Bu<br />

sonu gelmez çatışmanın unsurlarından birisi de aslında budur. Bu<br />

işlemezlik yani Amerikan politikasının karşı durumuna bakalım.<br />

Yani Sisi Vahbi Selefi bir hareket, Suudi Arabistan’dan yükselen bir<br />

hareket ve hakikaten çok vahşet uyguluyor.


Amerikalılar ‘Neden Müslümanlar şiddetsiz olamıyor? diyor.<br />

Ama Rabia olayında meydanlara çıkanlar barışçıl hareketlerdi.<br />

Ne oldu? Katliama uğradılar ve siz de onları koruyamadınız ve<br />

Sisi burada genel olarak yükseldi. Niye yapıyorlar bunu? Çünkü<br />

diyorlar ki; demokratik ülkeler olursa ve halkın sesine kulak<br />

verilirse o zaman dış politika da değişebilir. Belki Filistin’e eşitlik<br />

ve özgürlük isteyebilirler. Bölgenin sanayileştirilmesini yani<br />

yüzlerce bin doları harcayıp da orada kendilerine saray yaptırıp<br />

ya da lükse gitmek gibi şeylerden vazgeçip demokratikleşmeye<br />

dönebilirler. Bölgesel düzeyde bazı ülkelerin tutumlarını nasıl<br />

değiştirdiklerini de görüyoruz. Bu iddiada yapıcı unsur devreye<br />

giriyor. Yurtiçi düzeyindeki değişimde, bir kimlik değişiminde bir<br />

ülkenin yönünün değiştiğini görüyoruz. Yönleniminin değiştiğini<br />

görüyoruz. 1980’e kadar Türkiye ve İran çevre ülkeler olarak<br />

anılıyordu. Yani çevre stratejisi diye İsrail ile ilgili de bir strateji<br />

vardı. Arap olmayan ülkelerle ilişkilerimiz. Hepimiz Arap karşıtı<br />

bir hareket halinde olduğumuza göre orayı bir şekilde tutmak<br />

istediğimiz için İsrail’in Türkiye’yle ilişkileri iyiydi. Ama şimdi<br />

Türkiye de İran da bölgenin ayrılmaz bir parçası olmaya başladı.<br />

Türkiye bölgede demokrasinin şampiyonudur. Filistinlileri<br />

de tutuyor, destekliyor ve Mısır’daki darbeye de karşı çıkıyor.<br />

Türkiye’nin kimliğinde de demokrasi sonucu bir değişiklik oldu.<br />

Türkiye demokrasisi şu anlama geliyor, Türkiye hükümeti halkın<br />

sesini dinlemeli ve de halkın kimliğini yansıtıyor olmalıdır. Yani<br />

aramızda çok ortak yanlar var komşularımızla, güneyimizle. Bu<br />

ülkenin bu uygarlığın parçalarıyız ve biz burada İsrail politikalarını<br />

Filistin’e karşı desteklemekten memnun değiliz diyen bir halk sesi<br />

var. Burada seçkinler sesi de var; bütün bu problemler bölgede<br />

bizi etkiliyor diyorlar. Yalnızca Misak-ı Milli’ye odaklanmakla<br />

yetiniliyor. Çünkü bu doğuyla hiçbir ilişkimiz yok, Avrupa’yla da<br />

bir ilişkimiz yok, herşey Misak-ı Milli sınırları içerisindedir. Ayrıca<br />

Türkiye bu Ortadoğu’nun problemleriyle uğraşmak istemese<br />

bile o problemler Türkiye’ye geliyor. Siz bunu Gaziantep’te başka<br />

yerlerden daha iyi biliyorsunuz. Çünkü buraya bir sürü mülteci<br />

geliyor. Türkiye’nin buraya bir vizyon getirmesi lazım. Potansiyel<br />

çözüm, Avrupalıların kendilerinin ulaştığı noktadır. İki tane dünya<br />

savaşı, bir sürü kıyımlar, katliamlar en sonunda yeter artık diyerek<br />

masaya oturdular. Burada karşılıklı bağımsızlık lazım dediler. Önce<br />

kömür-çelik birliğini kurdular. Daha sonra kurumları birleştirmeye<br />

başladılar. Bölgesel politikanın bütün yapısını değiştirdiler.<br />

Demokrasi de bunun ayrılmaz bir parçasıydı. Benzer şekilde de<br />

Ortadoğu’da çözüm budur. Mutlaka sürekli olarak nitelemeliyiz<br />

ki bölgede demokratikleşme olsun ve ekonomik entegrasyon<br />

olsun. Bunlar sanayileşme, orta sınıf nüfusunun yükseltilmesi<br />

gibidir. Batıdan silah alma veya saray yaptırmanın önüne geçilsin<br />

diye olmalıdır. Bunları yapmak kolay değil tabii ama Arap Baharı<br />

da bununla ilgili olarak patlamıştı. Zaten Türkiye dış politikasına<br />

baktığımızda onlar da buna viteslenmiş bulunuyor.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Dünkü tartışmalar<br />

çerçevesinde çok farklı olmasa da iki ayrı görüş ortaya çıktı.<br />

Bunlardan biri demokratikleşmeyi ihtiva ediyor ama bir bölge<br />

ülkelerinin bütünlüğü konusunda bir görüş Sayın Başbakan<br />

Yardımcımız Numan KURTULMUŞ tarafından dile getirildi.<br />

Bölgede tarihsel süreçte Kudüs kriterleri diyebileceğimiz, bir arada<br />

yaşamayı mümkün kılan kriterleri ifade etti, gündeme getirdi.<br />

Bir diğeri ise Sayın RASMUSSEN’in öne sürmüş olduğu görüş,<br />

ideal çözüm olarak Bosna Modelini söyledi. Ama zannediyorum<br />

o tartışmalı bir model olarak dünkü gündemde kaldı. Ama tabii<br />

her iki konuşma ve biraz önce Mujeeb R.KHAN’ın da ifade ettiği<br />

gibi gerçek çözüm, beş ayrı çatışma alanı tarihsel süreçte olmasına<br />

rağmen tarihsel süreçten geçtiği söyleniyor. Yani bölgenin en fazla<br />

ihtiyaç duyduğu süreç demokratikleşmedir. Ortadoğu’ya tarihsel<br />

perspektiften, tarihsel süreç içerisinde sosyo-politik nedenlerini<br />

inceliyor. Kimilerine göre vekaleten savaş küresel iç savaş gibi…<br />

Dün Rasmussen’in ifade ettiği gibi, bölgedeki savaşları sivil savaş<br />

olarak adlandırmak çok mümkün değildir. Bunlar, Obama’nın<br />

da dediği, gibi gerek uluslararası politikada vekaleten savaş veya<br />

küresel iç savaş olarak adlandırılıyor. Tabiiki istikrar dengesini<br />

kaybetmiş bir bölgeden söz ediyoruz. Bu istikrar zannediyorum<br />

Osmanlı İmparatorluğunun bölgede, Kafkaslar’da, Balkanlar’da<br />

sağlamış olduğu bir küresel istikrar tarihsel anlamda söz konusu<br />

idi. Fakat I.Dünya Savaşı’ndan sonra bu istikrar bozuldu. O<br />

istikrar bozulduğundan bu yana, Mujeeb R.KHAN’ın da ifade<br />

ettiği gibi, beş ayrı çatışma alanı ve bu çatışma alanı içerisinde<br />

hakikaten demokratikleşme sürecinin iyi bir şekilde takip edilmesi<br />

gerekiyor. Yine dünkü konuşmalarda özellikle toplumsal cinsiyetfırsat<br />

eşitliği denen sürecin tamamlanmadığını, bunun yanında<br />

eğitimde de fırsat eşitliğinin tamamlanamadığı yani bir demokrasi<br />

açığı, bir eğitim açığı ve toplumsal fırsat eşitliği, kadın-erkek eşitliği<br />

arasında da ciddi sorunlar olduğunu biliyoruz. Bunlar zaten<br />

demokrasi süreciyle yakından alakalıdır.<br />

İkinci konuşmacımız, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi<br />

olan Sayın Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN bize Basra Körfezi’nin<br />

jeopolitiğini ve bölgede Suudi Arabistan politikalarının<br />

açmazlarını gündeme getirecektir.<br />

Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN<br />

Marmara Üniversitesi / İstanbul<br />

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir. Osmanlı<br />

dönemi Arap coğrafyası ve Ortadoğu’nun yakın dönem siyasi tarihi üzerine Arap<br />

ve Avrupa ülkelerinin arşivlerinde araştırmalar yaptı. Tarihten günümüze Türk-Arap<br />

İlişkileri ve Kuzey Afrika hakkında akademik çalışmalarını yürüten Kurşun, öğretim<br />

üyeliğinin yanısıra, Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (ORDAF) Başkanlığı<br />

görevini yürütüyor.<br />

Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: Genel olarak jeopolitiğe<br />

baktığımızda bir bölgenin tarihi, coğrafyası, demografik yapısı ve<br />

sahip olduğu kaynaklar bunu belirler. Bu açıdan Basra Körfezi’ne<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

37


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

38<br />

Sempozyum Programı<br />

baktığımız zaman bahsettiğimiz coğrafyanın Arap yarımadası<br />

ile İran’ın güneybatısında yeralan ve genelde Arap Denizi diye<br />

ifade edilen bölgeden, Hürmüz Boğazı’nın birbirine bağlayan<br />

965 km suyolu ve onun etrafında kümelenen devletlerden söz<br />

ediyoruz. Söz konusu bu geçit esas itibariyle Antik Çağlardan<br />

itibaren Doğu ile Mezopotamya, buradan da Avrupa’ya uzanan<br />

Baharat ve İpek Yolu’nun ana güzergahını oluşturduğunu ve<br />

daima çatışmalar veya uluslararası rekabetlere de açık olmuştur.<br />

Bundan dolayı İranlılar bölgeye “İran Körfezi”, Osmanlılar ise o<br />

bölgeye yerleşince çok daha nesnel bir tarzda coğrafyaya bağlı<br />

olarak “Basra Körfezi” diyor. Ama modern devletlerde ısrarla “Arap<br />

Körfezi” olarak isimlendirmektedirler. Basra Körfezi etrafındaki<br />

devletleri ve devletlerin ekonomik yapısını belirleyen, dönem<br />

itibariyle düşününce buraların temel kaynağı olmuştur. Tarih<br />

içinde bahsettiğimiz ilk yerleşimlerden itibaren önce balıkçılık<br />

önemli bir ticari kaynak olmuştur. Ardından incinin keşfi ve ticaret<br />

için önemli tahrik edici unsur olmasıyla birlikte çok daha önemli<br />

bir hal almıştır. Buna bağlı olarak Hindistan’dan gelen malların<br />

Avrupa’ya ulaşması süreci ki henüz Avrupalılar Hindistan’ı<br />

keşfetmeden önce bu coğrafyanın denizcileri ve gemicileri<br />

Hindistan ile ticareti sürdürmekteydiler. Ticari geçmiş ve geleneği<br />

olan bir yerdir. 20.yy’da petrol ile birlikte dünyanın ana gündemine<br />

oturmuştur. Kısaca, tarihsel süreçte önce Portekizliler Vasco<br />

da Gama’nın Hindistan’ı keşfinden sonraki süreçte Avrupalılar<br />

bölgeyi fethediyor.<br />

Aslında temel problem bu tarihten sonra başlıyor. Önce<br />

Portekizliler arkasından Osmanlılar batı yakasına yerleşirken<br />

sonra Hollandalılar ve İngilizler özellikle her iki ülkede kurdukları<br />

ticaretleri ile faaliyete geçiyorlar. 18.yy’dan sonra artık Hollanda<br />

geri çekiliyor. İngilizler bölgeye yerleşmeye çalışıyorlar. Hürmüz<br />

Boğazı’ndan yavaş yavaş Kuveyt’e kadar olan alanı ele geçirmek<br />

için veya etki altına almak için büyük çaba sarf edeceklerdir. Bu<br />

çaba esas itibariyle II.Dünya Savaşı sonuna kadar fiili sonuçlara<br />

ulaşmıştır. II.Dünya Savaşı’dan sonra 1947’den sonra aktif bir<br />

şekilde Amerika bölgeye yerleşti ve çatışmaların ana kaynağı oldu.<br />

Osmanlı ile Avrupa çekişmesi uzun yıllar devam etmiştir. Burada<br />

iki teori ortaya çıkıyor; Birincisi Batılıların ürettiği; esasında<br />

burası açık bir alan, Osmanlıların fiili egemenliği yok ya da<br />

kısmen/nominal bir hakimiyet vardır. Kolay etki altına alınabilen<br />

uluslararası ilişkiler açısından da açık alan olarak görünüyor.<br />

İkincisi Osmanlı Devleti burada fiilen vardır.<br />

Basra Körfezi dediğimiz zaman, Anadolu’da doğup Basra<br />

Körfezi’ne akan iki nehir vardır. Bunlar; Dicle ve Fırat. Biz<br />

jeopolitiğimizi artıran bir tarzla stratejik bir şekilde Basra<br />

Körfezi’ne bağlıyız. Erzurum’da üretilen bir ürün Fırat ve Dicle<br />

ile Basra Körfezi’ne ulaşabiliyor. Türkiye’nin coğrafi derinliği<br />

tarihi ve kültürel derinliği açısından Basra Körfezi vazgeçilmez<br />

coğrafyalarımızdan bir tanesidir. Bu yüzden Türkiye’nin o bölgede<br />

[2. GÜN]<br />

varlık göstermesi gayretini çok iyi anlamak gerekir. Özellikle 2015<br />

yılının Katar Yılı ilan edilmesinin çok anlamı vardır. Bölgede Batılı<br />

bakışı ele alacak olursak özellikle İngilizlerin etkin bir şekilde<br />

bölgeye geldikten sonra, Osmanlı Devleti ve İran karşısında<br />

çekinceleri olduğu için büyük ölçüde gizli anlaşmalar yapmak<br />

suretiyle önce mütareke şehlikleri diye aslında küçümseyici ve<br />

İngiliz ticaretini önleyen veya etkileyen korsanlık faaliyetlerini<br />

engelleme adı altında bir isimlendirme yaptılar. Bunlar; Umman,<br />

Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan 6-7 emirlik, Bahreyn, Kuveyt<br />

ve Katar’dır. 1970’lerden sonra ağırlıklı olarak bağımsız devletler<br />

oluşmaya başladı. Yine bu devletlere büyük ölçüde küçümseyici<br />

bir tavırla ‘devletçikler’ ismi verilmiştir. Arkasından bu günde<br />

verilen isim ‘rantiyeci devletler’dir. Her üç dönem de aslında<br />

kolonyalist bir anlatımla veriliyor. İç savaşları bu bakışın altında<br />

görmek, incelemek gerekir. Buradaki devletlerin yönetimine<br />

baktığımızda yaklaşık 300-400-500 yıllık hanedanlıklardır.<br />

Birleşik Arap Emirliklerinin Abu-Dabi Şehliği olan Ahni-Ayan<br />

yaklaşık 400 yıldır orada varlığını sürdürüyor. Katar yönetimini<br />

elinde bulunduran Alsani 150 yıldan fazladır orada bir geleneği<br />

devam ettiriyor. Bahreyn aynı şekilde 200 yıl, Kuveyt 200 yıllık<br />

bir hanedanlıktır. Burada çok ciddi bir yapı vardır. Dolayısıyla<br />

bunu yok sayarak bir şeyler üretirseniz sorun orada başlar. Suudi<br />

Arabistan dönüşümünü maalesef 1744’te yapmıştır. Geleneksel<br />

hanedanlık din-devlet ekseninde şekillenmeye başlayan ve bu iki<br />

modern Suudi Arabistan açmazlarını ortaya çıkaran yapı olmuştur.<br />

1744 yılında Suudi Emirliği Muhammed Bin Abdulvahap ile<br />

ittifak yaparak ‘Vahabi Devleti’ dediğimiz yapının öne çıkarıldığı<br />

devlet ya da emirliğe rengini vermiş olan vehabilikle başlayan ve<br />

daha sonra batan, 1902 yılında tekrar çıkıp esası 1930 yıllarında<br />

devlet olarak ortaya çıkan bu yapı, maalesef bugün açmazlarla<br />

karşı karşıyadır. Birçoklarına göre diğer küçük körfez ülkeleri daha<br />

fazla tehdit altındadır deniliyor. Ama ben de tersini söylüyorum.<br />

Suudi Arabistan tehdit altındadır ve bu tehdit maalesef hem<br />

kendi iç dinamiklerinden kaynaklanıyor hem de doğrudan din<br />

ve devlet bütünleştirilmiş bir şekilde ortaya çıkan şu anki yapısal<br />

sorunlardan kaynaklanıyor.<br />

Kısaca bakacak olursak, Suudi Arabistan’ın iç dinamiklerini<br />

belirleyen birçok dinamik var. Bunlardan bir tanesi, bir kere<br />

1930’lu yıllarda Suudi Arabistan’ı ortaya çıkaran ilk ihvan hareketi<br />

vardır. Suudi Arabistan’ın kurucu unsurudur. Hem askerdir hem<br />

de dini davetçilerdir. Devlet kurulduktan sonra Kral Absuud<br />

İngilizlerle işbirliği yaparak bunların etkisini büyük ölçüde<br />

yok etmiştir. O süreçten itibaren içeride ciddi anlamda bir iç<br />

muhalefet başlamıştır. Bu muhalefet özellikle petrolün getirdiği<br />

refahla kısmen 1990’lı yıllara kadar bir şekilde bastırılabilmiştir<br />

ama ondan sonra ortaya yeni bir anlayış çıkmıştır. Biz bunlara Yeni<br />

Vehabiler diyoruz. Yeni Vehabiler aslında “selefi” diye bildiğimiz<br />

fikri uluslararası zeminde dolaştırılmasını sağlayan gruplardır.<br />

Suudi Arabistan Londra merkezli olan bu faaliyet Suudi<br />

Arabistan’ın çıkmazını ortaya koyuyor. Bir taraftan selefilerin<br />

dünyadaki faaliyetlerinin oluşturduğu antipati ile Suudi Arabistan


ütün uluslararası antipatileri üzerine çekiyor. İkinci en önemli<br />

grup Şiileridir. Bir milyon kadar Şii Suudi Arabistan’ın doğusunda<br />

yaşamaktadır ve bunların önemli bir bölümü İran’la dirsek bağı<br />

içerisindedir. Aslında İran ile Suudi Arabistan arasındaki ana sorun<br />

budur. Şiilerle olan sorunu Vehabi yorumundan dolayı bir türlü<br />

çözümleyememiştir. Bundan dolayı tehdit altındadır. Reformcu<br />

Safiler ve Liberaller bugün iç problemleri veya iç muhalefeti<br />

oluşturuyor. Bu yüzden diğer hanedanlıklar geleneklerini kısmen<br />

bir şekilde daha tolere dönüştürerek kendilerini yenilemişler ama<br />

Suudi Arabistan’ın büyük bir açmaza girdiğini ve bugün aslında<br />

IŞİD’e karşı olan hem de zemin olarak da IŞİD’i oluşturduğunu<br />

söylemek isterim.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: İlgimi çeken ‘açık alan’<br />

meselesi oldu. Yani fiili olarak Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu<br />

ülkelerinde istikrar sağlayıcı bir özelliğe sahipti ama bir açık alan<br />

vardı. Bugünkü çatışmanın sosyolojik alanlardaki nedenlerinden<br />

birinin de ‘açık alan’ olacağını düşünüyorum. Üçüncü<br />

konuşmacımız TİKA koordinatörü Sayın Prof. Dr. Süleyman<br />

KIZILTOPRAK bizlere, Ortadoğu’nun son 100 yılını Bağdat ve<br />

Kahire penceresinden değerlendirip, anlatacaktır.<br />

Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK<br />

TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı)<br />

Ankara<br />

1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 1997 yılında Mimar<br />

Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yüksek lisans, 2001 yılında Marmara Üniversitesi’nde<br />

“Doktora” eğitimini tamamladı. 2005 yılında “Doçent” oldu. 1995 yılından<br />

itibaren Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde çalışmalarını<br />

sürdüren Kızıltoprak’ın XIX. Yüzyıl Osmanlı tarihi, II. Abdülhamid dönemi, Ortadoğu<br />

ve Mısır üzerine çeşitli kitap, makale ve bilimsel çalışmaları bulunmaktadır. TİKA danışmanı<br />

olan Kızıltoprak, halev TİKA’nın Libya PKO Koordinatörlüğünü sürdürmektedir.<br />

Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: Ortadoğu’nun son yüzyılı<br />

aslında bir problemle başladı. Bu problem henüz çözülmeden<br />

devam etmektedir. Bugün Ortadoğu’daki zayıf yönetim, bozuk<br />

sistemin sağlık ve işlemeyen devlet yapısı aslında yüzyıl önce<br />

kurulan başarısız sistemin devamıdır. Devlet yöneticilerinin ya<br />

da Ortadoğu halklarının bir başarısızlığı veya işlemeyen devlet<br />

sistemi gibi suçlamalardan önce belki yüzyıl önce kurulan<br />

yapının kurulmak istenen yapının da iyice analiz edilip bundan<br />

sonra kurulacak yapının da canlı tutmanın barışı gerçekleştirmek<br />

noktasında atılacak adımların dikkatle atılmasına yol gösterici<br />

olacaktır. Bölgede yaklaşık 400 yıl hüküm süren Osmanlı<br />

Devletinin kurduğu sistem birçok bakımdan eleştirilebilir ama<br />

süreç içinde kendi içinde bugün tanık olduğumuz çatışmalara<br />

benzer çatışmaların olmadığını görüyoruz. Bölge 19.yy’da mali ve<br />

iktisadi yollarla siyasal olarak bütünüyle Avrupa yayılmacılığının<br />

kıskacına girdikten sonra sorunlar başlıyor. 1798’de Napolyon’un<br />

işgali, Avrupa emperyalizminin bölgeyi dikkatine aldığı genişleme<br />

hareketlerine başladığı ilk adım olarak görülebilir. Avrupa<br />

yayılmacılığı, Avrupa’nın bölgeye ilgisi bölgedeki toplumların<br />

sosyal yapılarına, üretim ilişkilerine ve kültürüne köklü bir<br />

müdahaleyi de beraberinde getirdi. Bu müdahale anlayışı bugünkü<br />

sorunların belki onlarca yıl boyunca biriken sorunların bu şekilde<br />

patlamasına sebep oldu.<br />

Araplar genelde Afrika’da yaşayan ve Suriye, Filistin, Irak, Arap<br />

yarımadasında yaşayan halklar olarak değerlendirilir. İkinci<br />

grupta bulunan Arap yarımadası Arapların, Suriye, Filistin,<br />

Irak, Ürdün’deki Araplardan genel olarak daha farklı olmalarına<br />

rağmen dil, kültür ve ekonomik bakımdan Osmanlı’nın eski<br />

vilayetleri olarak varlığını sürdürmüştür. Tüm Araplar aslında tek<br />

bir halktır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra birçok devlete bölünmüş<br />

olmaları ve bu devletlerde farklı yasaların tatbik edilmesi gerçeğine<br />

rağmen yüzyıllar öncesinde olduğu gibi şimdi de kültürel olarak<br />

birbirlerine bağlı olmalarını iletişim ve eğitimdeki gelişmişliklerine<br />

borçludurlar. Bunu 1942’de İngiliz Dışişleri Bakanlığına<br />

Ortadoğu’daki sorunları çözmek amacıyla yazdığı bir raporda<br />

kendi görüşlerini ifade etmeye çalışan Nuri Sait Paşa söylüyor.<br />

Bugün bakıyoruz, yine Ortadoğu’da Nuri Sait Paşa’nın 1942’de<br />

yazdığı rapora benzer yapay olarak bölünmüş devletlerin ortaya<br />

çıktığı sorunlar geçerlidir. Nuri Sait Paşa diyor ki: “aslında Suriye ve<br />

Irak’ın bir federasyon çatısı altında bütünleşmesi ve orada yaşayan<br />

azınlıkların mümkünse bugün kantona benzer bölgelerde kendi<br />

özerkliklerini koruyacak bir yapıyla ama güçlü bir devlet yapısıyla<br />

ancak ayakta durabilir. Eğer bu azınlıklar Lübnan’da Osmanlı<br />

Devleti zamanında denenen mağrulilere verilen haklara benzer<br />

haklar bu kantonlara tanınırsa güçlü bir devlet yapısı altında<br />

bunlar korunursa bu devletler yaşarlar”. 1942’de bunu söyleyen<br />

Irak Başbakanı, Irak’ın önemli liderlerinden birisi hem Irak’ta<br />

hem Suriye’de sistemin işlemediğini iddia ediyor ve bu mevcut<br />

bölünmüş, zayıf devlet yapısının halkını koruyamadığını, halkına<br />

gerekli hizmeti sağlayamadığını söylüyor. Yapay devlet çatısı<br />

olduğunu söylüyor. Osmanlı zamanında sadece Şam vilayetine<br />

bağlı olan Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün topraklarında dört ayrı<br />

devlet kurdunuz. Bu yapı çalışmayacaktır, işlemeyecektir ve daha<br />

önce 1860’daki mezhep çatışmalarına benzer çatışmalar ortaya<br />

çıkacaktır. Sizin Yahudilere vaat ettiğiniz ulus-devlet ulusal ev bu<br />

topraklarda yaşamayacaktır. Bunu yaşatmak istiyorsanız, gelin bu<br />

Arapları tek çatı altında toplayacak, öncelikle Suriye ve Irak’ı, daha<br />

sonra bütün Arap yarımadasını içine alacak bir federasyon kurun.<br />

Bunu yaparken de aslında Nuri Sait Paşa İngiliz yanlısı bir devlet<br />

adamıdır. İngilizlerle dostluğuna bakarak da bu çözümü gündeme<br />

getiriyor. İngiliz Milletler Topluluğu’nda diğer milletler İngiltere’ye<br />

hangi ayrıcalıkları verdiyse biz de size o ayrıcalıkları verelim. Yeter<br />

ki siz Arap Yarımadası Arapları, Suriye ve Irak Araplarını zayıf bir<br />

devlet çatısı altında tutmayın.<br />

Ortadoğu’nun en önemli problemi, burada bir takım yeraltı<br />

kaynakları var. Bunların enerji kaynaklarını kontrol altında tutmak<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

39


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

40<br />

Sempozyum Programı<br />

isteyen bir Batı dünyası var. Arapların kendi içinde mezheplerden<br />

ya da değişik etnik gruplardan kaynaklanan kavgaları vardır. Bu<br />

kavgalara nasıl bir çözüm bulunacak ama bu çözüm bulunurken<br />

aslında bütün Arapların temel problemlerinden birisi de, Filistinli<br />

Arapların nasıl bir devlete kavuşacağıdır? Filistinli Arapların bir<br />

devlete kavuşması problemi çözülmeden, Ürdün’ün problemleri,<br />

Lübnan’ın problemleri, Suriye’nin problemleri, Irak’ın problemleri,<br />

hatta Mısır’dan yola çıkacak olursak Nasır’ın göreve gelmesi ve<br />

kendisini adadığı politika Filistin sorununa çare bulmaktır. Bu<br />

bakımdan 1956 krizi, 1967, 1973 savaşları, Mısır bu savaşlarda<br />

hep müdahil olmak durumunda kalmıştır. Mısır Camp David<br />

sözleşmesiyle birlikte ne zaman geri çekildiğinde bütün Araplar<br />

Mısır’ı Arap liginden çıkardılar. Ama bugün Filistin konusund<br />

herhangi bir şekilde inisiyatif alacak Arap devleti artık kalmış<br />

değil. Filistinliler hep İsrail saldırılarından sonra Körfez ülkelerinin<br />

maddi yardımlarını bekler duruma geliyor. Bunun nedeni ise<br />

ülkeyi yeniden inşa etmek.<br />

Bugün Ortadoğu’daki problemlerin çözümündeki en önemli<br />

sorunlardan birisi, Doğu Akdeniz’de yeni petrol kaynakları<br />

bulundu. Bu petrol kaynaklarını kim, nasıl değerlendirecek?<br />

Buradaki doğalgaz kaynaklarında, Leviathan bölgesinde, Tamar<br />

bölgesinde trilyon metreküplük doğalgaz vardır. Bu kaynakların<br />

kullanılması konusunda İsrail bir anda Gazze politikasını<br />

değiştirdi. Ariel Şaron döneminde, Gazze’ye özerklik verilmesi söz<br />

konusuyken bir anda bu politikasından vazgeçti. Şu an bir milyon<br />

kişinin yaşadığı Gazze’nin geleceğinden emin değiliz. Doğal olarak<br />

oradaki enerji kaynaklarını güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarmak<br />

için İsrail bütün imkanlarını kullanmak istiyor. Gazze’nin buradan<br />

faydalanmasını isteniyor. Böyle bir durum yanında dünyadaki<br />

petrol fiyatları düşüyor. Petrol fiyatlarının düşmesi bölgedeki barışı<br />

nasıl etkiliyor? Şu bakımdan Gazze’nin imarı için, Ortadoğu’da<br />

Mısır’daki rejimin desteklenmesi için, Körfez ülkelerinin, Suudi<br />

Arabistan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nin maddi desteği söz<br />

konusudur. Bu destek olmasa sadece Suriye, Filistin gibi bölgelerin<br />

yaşaması, imarı tehdit altında değil, Mısır gibi, Tunus gibi, Sudan,<br />

Somali gibi daha zayıf Arap ülkelerinin yaşaması için sistemlerinin<br />

sürdürülebilir olması için maddi desteğe ihtiyaçları vardır. Bu<br />

destekleri de kısılacak ve Ortadoğu’da yakın gelecekte belki<br />

daha büyük kavgalar ortaya çıkacaktır. Rasmussen’in bahsettiği<br />

Bosna modeli Suriye’de ya da Ortadoğu’da uygulanacak olursa<br />

Ortadoğu’nun bundan sonraki geleceği yine büyük çatışmalara<br />

gebe olur. 1956’da Mısır- Sudan ikiye bölündüğünde Mısır<br />

sokakları tamamen doluydu. ‘Mısır ve Sudan ikiye bölünemez’<br />

diyerek. 2011’de Sudan ikiye bölündü. Mısır için çok önemli<br />

olan Nil’in doğduğu toprakların olduğu bir kısım Nil’in geçtiği<br />

topraklar ekonomik bakımdan, yeraltı kaynakları bakımından<br />

daha zengin olan Güney Sudan, Sudan’dan ayrıldı. Bu doğrudan<br />

Mısır’ı etkileyen bir konu iken Mısır’da bu konu hiç gündeme<br />

gelmedi ve Mısır sokakları devrimcilerle doldu. Tahrir Meydanı<br />

Mübarek’i indirmekle meşgul oldu. Bir yıl sonra da Sisi’nin iktidara<br />

gelmesini sağlayan gösterilerle geçti ama Mısır hayati önemi olan<br />

Sudan’ın bölünmesini gündemine almadı. Ortadoğu ülkelerinin<br />

geleceklerinin aydın olabilmesi için önce kendi aralarındaki<br />

problemleri barış içinde çözme yaklaşımı benimsemeleri, Batı’yla<br />

ilişkilerimizin özellikle Türkiye model alınan ülke olarak özellikle<br />

demokrasisi, ekonomisi; bazı ülkelerce kıskançlıkla bakılan<br />

bazı ülkelerce model alınan bir ülke olarak bu realiteyi görmek<br />

durumundayız. Biz Ortadoğu’daki gelişmelere görüşlerimizi mi<br />

ifade ediyoruz yoksa işbirliği denirken, Batının çözüm olarak<br />

ortaya koydukları sorun çıkarmayan, sesini yükseltmeyen bir<br />

Türkiye mi arzuluyoruz? Bunu iyi anlamalıyız. Umarım bölgenin<br />

kaderini tayin edecek olanlar bölge gerçeğini dikkate alırlar, iyi<br />

görebilirler. Son yüzyılda kendilerini kandırılmış, aldatılmış<br />

duygulardan kurtaracak bir çözümle karşılaşırlar. Ben Ortadoğu<br />

konusunda sanırım biraz karamsar düşünüyorum.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da II.Dünya<br />

Savaşı’ndan sonra istikrar bozulduktan sonra devletler kurulamadı<br />

mı? Ya da sorun devletler zayıf olduğu için otoriteryen yöneticiler<br />

mi çok daha rahat hareket edebiliyorlar? Ortadoğu’nun gerçekten<br />

ihtiyacı olan modernleşmeyi gerçekleştirememesi mi? Bence,<br />

Ortadoğu’da barış olabilmesi için demokrasiye, reformlara açık<br />

olması gerekir, aksi takdirde yaşanan çatışmalar bitmeyecektir.<br />

Şimdi dördüncü konuşmacımız Kanada Winnipeg Üniversitesi<br />

Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Ahmet SEYHUN hocamız<br />

Ortadoğu’yu İslami açıdan ele alacaktır.<br />

Prof. Dr. Ahmet SEYHUN<br />

Winnipeg Üniversitesi / Kanada<br />

[2. GÜN]<br />

Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nden Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Seyhun,<br />

Boğaziçi Üniversitesi’nden Yüksek Lisans, McGill University Institute of Islamic Studies<br />

bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Winnipeg Üniversitesi’nde Osmanlı<br />

İmparatorluğu, Doğu ve Batı tarihi konusunda Profesör olarak dersler vermektedir.<br />

Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: II.Meşrutiyet dönemindeki çeşitli<br />

akımlar ve bilhassa İslamcılık akımının aslında bu akım altındaki<br />

çeşitli düşünürlerin ne derece işaret ettiğini ve aslında bugün<br />

Ortadoğu’da yaşananların temelinin 1900’lere ve Batı’nın bu<br />

bölgeye müdahalesi, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü, bölgesel<br />

devletlerin kurulmasından bahsedeceğim.<br />

1908 hem Osmanlı tarihinin hem İslam tarihinin hem de bölge<br />

tarihinin kilometre taşlarından birisidir. 1908’de Abdülhamit<br />

tahttan indirilmedi. 1909’da indirildi. Ama Meşrutiyet 1908’de<br />

ilan edildi. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle beraber o zamana<br />

kadar sansür yani Abdülhamit sansürü altında kalan pek çok<br />

siyasi akım da kendini rahatça ifade etme şansını buldu. Daha<br />

önceki yazarlardan 1960, 1970’li yıllardaki yazarlar yani bu<br />

akımlar için Şerif Mardin gibi yazarlar bence çok kesin ayrımlar


yaptılar. Mesela Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık…<br />

Bugün biz bunlara başka bakıyoruz. Bizim gördüğümüz bütün<br />

bu akımların birbirinden son derece etkilendiği ve birbiriyle<br />

devamlı bir alışveriş içinde ortaya çıktı ve bölge demokrasinin<br />

temellerini atmıştır. Osmanlı’da ilk parlamento 1876’da açıldı.<br />

I.Meşrutiyet kısa ömürlü oldu. Osmanlı-Rus harbi çıktı. 1908’de<br />

parlamento tekrar açıldı. İttihatçılar ve Jön Türkler Abdülhamit’e<br />

bir darbe gibi olmuştur. Ama sonuçta bütün bu gruplar siyasi<br />

hayata katıldı. Ben o dönemi Cumhuriyet’ten ayırmadım. En<br />

son yazdığım kitapta Osmanlı’yı Cumhuriyetle birleştirdim.<br />

Düşünürlerin yani Mehmet Akif Ersoy, Sait Halim Paşa,<br />

Mehmet Ayni, Mustafa Sabri, Şeyhülislam Mustafa Kazım bütün<br />

bunların fikirlerini analiz ettim ve gördüğüm şu ki; o zamanki<br />

demokratikleşme çabaları aslında son derece önemli ve bugünkü<br />

sorunlara doğrudan işaret eden konulardır. Mesela, bu İslamcı<br />

diye etiketlenen yazarların üzerinde durdukları önemli bir sorun.<br />

Milliyetçiliğin İslam dünyasına uygulayacağıdır ve suni bir akım<br />

olarak Batı’dan geldiğidir. Çünkü Batı’nın tarihi tekamülüyle,<br />

Islama tekamülü birbirinden son derece farklıdır. Batı’da yürüyen<br />

bir sistemin doğuda yürüyemeyeceği görüldü. İlk defa bunlar<br />

bizim Yeni Osmanlılar dediğimiz; Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya<br />

Paşa gibi düşünürler tarafından ortaya atıldı. Daha sonra Mısır’da<br />

Muhammet Abduh’un daha çok Arapçaya vakıf olmaları ve<br />

aslında Muhammet Abduh ve onun dönemindeydi. Raşit Ridah,<br />

Afgani bu fikirlerin daha önce Namık Kemal ve arkadaşları<br />

tarafından 1860’da ortaya çıkarıldı. Burada iki önemli fikir var;<br />

birinci fikir, Batı’dan alınan müesseselerin İslam topraklarında<br />

yeşermeyeceğidir. Çünkü ortam farklıdır. İkincisi, gene bu İslam<br />

düşünürlerinin defalarca sorduğu soru ‘İslam alemi neden<br />

geri kaldı?’. Bir zamanlar Bağdat dünyanın merkeziydi. Bütün<br />

yazarların buluştuğu ortak nokta şudur; ‘Dinimizin emrettiği<br />

kuralların gereği gibi yerine getirilmediği için geri kaldık’. Yani<br />

İslam son derece ileri, yeniliğe açık bir din, fakat belli bir zamandan<br />

sonra içtihat kapıları kapanmış ve yozlaşma dönemine girmiştir.<br />

1925’teki Takrir-i Sükun kanunu kadar mecliste dile getirildi. O<br />

döneme kadar yazıldı.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hasan Kalyoncu<br />

Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ,<br />

Suriye İç Savaşında Türkiye’nin Karar Verme Yetkisi hakkındaki<br />

görüşlerini anlatacaktır.<br />

Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi, İktisadi İdari Sosyal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve<br />

Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Uluslararası İlişkiler üzerine Yüksek<br />

Lisans ve Doktora derecesine sahiptir. Ayrıca üst düzey yönetim ve İnsan Kaynakları konularında<br />

yüksek lisans derecesine sahiptir.<br />

Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ: Sorun Ortadoğu’da aktörler,<br />

sorunları ve çözümleridir. Aktörleri Suriye üzerine indirdiğimiz<br />

zaman bir tane devleti temsil eden Suriye rejiminin olduğunu<br />

görüyoruz onun dışında da devlet-dışı aktörlerin şu anda Suriye’de<br />

çok etkin bir şekilde karmaşa yarattığı konusuna hepimiz şahit<br />

oluyoruz. Benim burada özellikle ortaya koymak istediğim şey,<br />

Suriye’de aktörlerin hangileri başa geçer de kazanırsa, Türkiye’nin<br />

bu durumdan nasıl etkilenir? Türkiye’nin ulusal çıkarlarını<br />

gerçekleştirmek için hangi aktörün esas olarak Türkiye tarafından<br />

desteklenmesi lazım? Ya da bizim politikalarımızın hangi yönde<br />

olması lazım? Onu bir matematiksel yöntemle ortaya koymaya<br />

çalışacağım. Burada TOPSİS yöntemini uygulayacağız. Çünkü<br />

ideal çözüm için tercihlerin simülasyon yoluyla sıralanması<br />

tekniğiyle bu konuyu önemli buluyorum. Suriye’de aktörlere<br />

baktığımız zaman, aslında PYD’nin kazanması durumu gündeme<br />

girecek veya Özgür Suriye Ordusu aslında Suriye Ordusu son<br />

olarak değişti şu anda Devrimci Komite Konseyi Gaziantep’te<br />

kuruldu ve onlar etkin bir şekilde faaliyete geçiyorlar. Müteakiben<br />

şu anda temizlenmeye çalışılan IŞİD’in kazanması durumu ve en<br />

sonda aktör olarak mevcut Esad rejiminin etkin olarak Suriye’de<br />

yapılan müdahaleyi kazanması diye bir sonuç düşünüyoruz. Bu<br />

arada Türkiye’nin ulusal çıkarlarına bakıldığı zaman, bizim için<br />

bölgesel istikrar çok önemli, bölünmenin önlenmesi, sığınmacı<br />

akını bizi son derece etkiliyor. Bunun sınırlandırılması veya sona<br />

erdirilmesi çok önemlidir. Rejim değişikliğinin yapılması, Esad<br />

rejiminin devrilip Suriye’de üniter yapıda demokratik, insan<br />

haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul eden bir rejimin<br />

oluşturulması arzu ediliyor. Üniter yapı bölünmeyi engelleyen<br />

bir yapıdır. Sonuçta da Türkiye açısından İran’ın etkisinin<br />

sınırlandırılması bizim ulusal çıkarlarımız olarak görülüyor. Bu<br />

ulusal çıkarların önemine göre bunların herbiri için Türkiye’nin<br />

bir öncelik sırası vardır. Karar vericiler tarafından bunların<br />

tahakkukuna göre birtakım değerler verilecek ve bu değerler<br />

aslında farklı farklı karar vericiler tarafından verilebilir. Belli bir<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

41


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

42<br />

Sempozyum Programı<br />

altyapısı olan dış politikayı ve Suriye politikasını takip edenler<br />

mutlaka az çok aynı sonuçlara varacaklardır. Burada en iyi durum<br />

1, en kötü durum ise 5 olarak gösteriliyor. Bizim için bölünmenin<br />

önlenmesi ve rejim değişikliği 1. önceliğimiz iken, teröristlerin<br />

etkin olması veya IŞİD’in kazanması 5. yani en kötü durum olarak<br />

değerlendiriliyor. Buna göre, bütün aktörlerce bir değerlendirme<br />

yaptık.<br />

Bölgesel istikrarda PYD’nin kazanmasında, bölgesel istikrar<br />

2 olarak gözüküyor. Çünkü istikrar sağlanabilir fakat diğer<br />

unsurların yani muhalefetlerin de oraya etki edeceğini düşünerek<br />

tamamen istikrarın sağlanmasının mümkün olmadığı, riskli olarak<br />

istikrar sağlayabileceğini, fakat çok kötü bir istikrar olmayacağı<br />

değerlendirilebilir. Ama mutlaka bölünme olacaktır. Sığınmacı<br />

alanı büyük ölçüde önlenecektir. Rejim değişikliği olabilir fakat<br />

rejimi değişikliğine karşı Esad’ın bir karşı koyması olacaktır. İran’ın<br />

etkisi de nispeten sınırlandırılabilir.<br />

Özgür Suriye Ordusu’nun kazanması durumunda, bölgesel<br />

istikrarı yine 2 olarak alıyoruz. Çünkü bu defa da PYD karşı<br />

koyacaktır. Bölünmenin mutlaka önleneceği değerlendirilir.<br />

Üniter bir devlet yapısına doğru gidilecektir. Suriyede demokratik<br />

bir yapı oluşturulabileceği düşünülüyor. Sığınmacı akımının yine<br />

büyük ölçüde engellenebileceği, rejim değişikliğinin mutlaka<br />

yapılabileceği, çünkü Esad rejimi devrilecektir. İran’ın etkisinin<br />

büyük ölçüde sınırlandırılacağı değerlendiriliyor.<br />

IŞİD’in kazanması en kötü durum olarak gözüküyor. Bölgesel<br />

istikrar ortadan kalkacaktır. Tamamen bölünme olacaktır.<br />

Çatışmalar devam edecektir. Sığınmacı alanı en son raddeye kadar<br />

devam edecektir. Çünkü herkes kaçıp gidecektir. Özellikle Halep’i<br />

düşününce ciddi bir mülteci akımının olacağını düşünüyoruz.<br />

Rejim değişikliğinin bir nebze gündeme geleceği fakat büyük bir<br />

dirençle karşılaşılacağı ortaya çıkıyor.<br />

En son rejimin kazanması durumunda yine bölgesel istikrarın<br />

son derece kötü olacağını, bölünmenin mutlaka olacağını, çünkü<br />

Esad zaferi kazanırken hem Muhalifler hem PYD’nin buna karşı<br />

koymaya çalışacağını, dolayısıyla bölünmenin nispeten Esad<br />

tarafından durdurulmaya çalışılmasına rağmen yine de bir kriz<br />

görünümünün devam edeceği görülüyor. Sığınmacı akınının çok<br />

fazla olacağı, rejim değişikliğinin olmayacağı çünkü Esad zaferi<br />

kazanırsa bütün bölgeye hakim olmaya çalışacaktır. İran etkisinin<br />

de yüksek düzeyde olacağı düşünülüyor.<br />

Bu değerlendirmelere göre bizim için Suriye iç savaşında<br />

Türkiye açısından öngörülebilen değişikliklere bakınca, bir kere<br />

rejimin değişmesi bizim tarafımızdan isteniyor, IŞİD’in ortadan<br />

kaldırılması ana hedeflerden birisi, teröristlerin güç kazanması<br />

bölge kontrolünün önlenmesi bizim için çok önemli, bölünmenin<br />

önlenmesi önceliklerden bir tanesi ve İran etkisinin sınırlandırılması<br />

[2. GÜN]<br />

çok önemlidir. Buna göre TOPSİS yöntemindeki 6 aşamalı<br />

formülasyonu uyguladığımız zaman, bunun sonucunda herbir<br />

hesaplama yapıldığı zaman sonuç şu şekilde çıkıyor; Devrimci<br />

Komite Konseyi’nin Türkiye tarafından desteklenmesinin çok<br />

öncelikli ve önemli olduğu matematiksel olarak çıkıyor. Burada<br />

ortaya çıkan sonucu, her duruma göre değerlendirirsek rejimin<br />

değiştirilmesi açısından ele alırsak, rejimin değişmesi konusunda<br />

en iyi çözümün muhalefetlerin desteklenmesinde olduğunu<br />

görüyoruz. İkinci en iyi çözüm PYD’nin veya PKK’nın kazanması<br />

oluyor. IŞİD kontrolündeki bölgeyi özerk ilan etmiş ve yayılması<br />

halinde İslami rejimin gelmesi kaçınılmaz olduğu için ve Esad<br />

rejiminin zafer kazanmasıyla rejimin değişikliğinin mümkün<br />

olmayacağını görüyoruz.<br />

IŞİD’in ortadan kaldırılmasına bakarsak, yine Özgür Suriye<br />

Ordusu’nun desteklenmesinin esas olduğunun, müteakiben<br />

arkasından Esad rejiminin kazanması halinde Özgür Suriye<br />

Ordusu’nun temizlenebileceği ve devamında da bölgedeki<br />

kürt yapılanmasının desteklenmesi halinde üçüncü öncelikte<br />

IŞİD’in temizlenebileceği sonucuna ulaşılıyor. Bizim için önem<br />

arz eden IŞİD’in temizlenmesi sonucunda bölgede meydana<br />

gelen boşluğun PYD veya PKK tarafından doldurulmasının<br />

engellenmesi, bizim için çok önemli bir hadisedir. Bu durumda<br />

Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak bir hususun önlenerek<br />

IŞİD’in ortadan kaldırılması, rejimin değişmesini sağlayan en iyi<br />

seçenek muhaliflerin desteği olarak gözüküyor. Hemen arkasından<br />

Esad rejiminin zafer kazanması bu işi gerçekleştirebiliyor. Zaten<br />

IŞİD’i ve PYD’yi biz PKK’nın bir uzantısı olarak gördüğümüz<br />

için terörist organizasyonu olarak kabul ediyoruz. Diğer unsur<br />

ise bölünmenin önlenmesinde yine en iyi seçenek muhaliflerin<br />

desteklenmesi başarısında gözüküyor. Arkasından Esad’ın zaferi<br />

önlenebiliyor. Müteakiben PYD’nin desteklenmesi bu soruna<br />

çözüm getirebiliyor. Son olarak İran’ın etkisinin sınırlandırılması<br />

ise yine muhalifler orada üniter bir yapı kurarlarsa gerekli desteği<br />

alabilirlerse İran’ın etkisi Esad’ın zaferinde gözüküyor.<br />

Bu sonuçlara göre Türkiye’nin politik olarak yaklaşımları doğrudur.<br />

Açık ve net bir şekilde hükümet politikamız Gaziantep’te bulunan<br />

muhaliflerin desteklenmesi için gerekli her türlü yardımın<br />

yapılması, Batı’nın da aynı paralel hareket etmesi isteniyor. Ancak<br />

Amerika’da da PYD unsurlarının desteklenmesi esas olarak<br />

çıkmıştır. Aslında hedef aynı önce IŞİD’in temizlenmesi sonra<br />

rejimin temizlenmesi gerekir.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Çok değişik bir sunumdu.<br />

Matematiksel olarak düşündüğümüzde barış sürecine daha kolay<br />

bir adım atmış olacağız. Şimdi beşinci konuşmacımız Yeditepe<br />

Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Yrd.Doç.Dr. Vehbi BAYSAL<br />

bizlere, Ortadoğu ülkelerinde uluslaşma süreci ve bu süreçte<br />

ortaya çıkan mezhepsel çatışmalar üzerine tebliğlerini sunacaktır.


Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN<br />

Yeditepe Üniversitesi / İstanbul<br />

Istanbul Üniversitesi Doğu Dilleri bölümünden “Lisans”, Ürdün Yarmouk University<br />

Arap Dili Edebiyatı bölümünden “Yüksek Lisans” ve Manchester Üniversitesi Ortadoğu<br />

çalışmaları bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Yeditepe Üniversitesi Tarih<br />

Bölümü Öğretim Üyesi ve Ortadoğu-Afrika Araştırmacıları Derneği Yönetim Kurulu<br />

Üyesi olarak görev yapmaktadır.<br />

Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAL: Bu tür toplantılar birşeye dikkat<br />

çekiyor. Her taşın altında Amerika yoktur. Demek ki farklı<br />

yönleriyle almak lazımdır. Ortadoğu’da ilkeler için çizilmiş sınırlar<br />

aslında kendi kararları değildir. Arap milliyetçiliği tümüyle Arap<br />

Yarımadası ve Kuzey Afrika’yı ön plana çıkaran bir harita çiziyordu<br />

kendilerine. Ancak bu olmadı. Acaba kendi sınırlarını çizmeyen<br />

bu ülkelerin sınırları değişse ne fark eder? Zaten Mısır ile Irak<br />

arasında fiili olarak bir sınır yoktu. Rakka bölgesini neredeyse<br />

bir yıldır kontrol eden IŞİD buralardan geçiş ücreti bile alıyordu.<br />

IŞİD’in açılımı olan ‘Irak-Şam İslam Devleti’ndeki Şam; Biladül<br />

Şam yani Türkiye sınırlarından ile Suudi Arabistan sınırını<br />

kapsayan bölümdür. Asıl tehdit altında olan bölge burasıdır. Bu<br />

bölgenin ne özelliği vardır? 1948’de İsrail’in kurulmasıyla aslında<br />

biraz da dönüm noktasıdır. 1967 savaşından sonra Ortadoğu’da<br />

ne olabilir diye senaryolar yazıldı. Bunlardan bir tanesi Arap-İsrail<br />

savaşıydı. Bu olmadı. Daha sonra bir Filistin-İsrail savaşı olabilir.<br />

Bu da olmadı. En son kalan nokta ise, “Su Savaşı”ydı. Hala Israil<br />

tarafından işgal altında tutulan Golan Tepeleri var. İsrail için<br />

stratejik önemi vardır. Burası Ortadoğu’nun su deposudur. Bu tür<br />

devletlerin kuruluşlarında, yöneticilere bir talep geldi. Bunlardan<br />

bir tanesi elitist yaklaşımların bırakılması, halkın çocuklarının da<br />

üst düzey olacağı ordu sistemlerini kurmaktı. Bu her nasılsa kabul<br />

gördü. Ancak bu halkın çocuklarına verilen üst düzey görevlerle<br />

başa geldiklerinde yaptıkları ilk iş kendilerini oraya getirenleri<br />

devirmek oldu. 1950 ve 1960’lar bunların tarihidir. Irak, Mısır,<br />

Libya hep bunlarla doludur. Dolayısıyla Ortadoğu’nun hiçbir<br />

ülkesinde dış tehdide yönelik düzenlenmiş bir ordu yoktur.<br />

Bütün ordular iç tehdide göre düzenlenmiştir. Ordunun başında,<br />

Genelkurmayın başında hep akrabalar vardır. Halkın çocuklarının<br />

o tür mevkilere gelmemesi sağlanıyor. Suriye’de de ordu dış tehdide<br />

göre değil, rejimi yıkmaya yönelik bir tehdide göre düzenlenmiştir.<br />

Bu yüzden onlar için o halka ateş açmaktan başka bir seçenek<br />

yoktur. Peki, Türkiye’nin konumu Ortadoğu açısından ne önem<br />

taşıyor? Sadece Suriye ile 850 km sınırımız vardır. Rasmussen tam<br />

bir Batı görüşünü aksettiriyordu. Yani Ortadoğu’da demokrasinin<br />

gelişmemiş olması sosyal, ekonomik, siyasal sebeplerden dolayı,<br />

IŞİD gibi terörist örgütlerin üremesine olanak sağlıyor. Eğer bu<br />

doğru ise sadece İngiltere’de Western Üniversitesi’nin yaptığı<br />

araştırmaya göre, 4.500 İngiliz vatandaşının IŞİD’e katılmasını<br />

nasıl açıklayacaksınız? Danimarka, Almanya, Fransa, Belçika’dan<br />

katılanlar nasıl olacak? Sadece bölgesel denklemlerle ortaya<br />

çıkmış bir örgütü açıklamak mümkün değildir. IŞİD bu anlamda<br />

çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Aslında IŞİD’le mücadelede<br />

Batının nasıl beceriksizlik sergilediğine bakmak lazım. İlk örneği<br />

Libya’dan vermek istiyorum. Libya’da 2008’de BM Güvenlik<br />

Konseyinden uçuşa yasak bölge kararı alındı. Yani Kaddafi<br />

uçaklarını havalandırıp halkını bombalamasın diye. Daha bu<br />

anlaşmanın mürekkebi kurumadan NATO da dahil Fransız’lar<br />

bölgeyi bombalamaya başladılar. Geçen yaz Obama yaptığı bir<br />

konuşmada IŞİD’i bombalayacaklarını söyledi. Ayrıca ABD<br />

askerleri bölgeye ayak basmayacaktı. Peki, kim halledecekti<br />

bu işi? Tabiiki bölgedeki yerel güçlerdi. Türkiye burada araya<br />

girdi. Dolayısıyla Ortadoğu politikasında Batı çözüm üretme<br />

konusunda çok da yetenekli değildi.<br />

Türkiye, Ortadoğu politikasında sürekli eleştiriliyor. Bu politika<br />

yanlış deniyor. İyi ama neydi yanlış olan? Bunun nedeninin ne<br />

olduğu belirlenmiyor. Türkiye Suriye’den gelen bütün misafirlere<br />

canı gönülden kucak açmıştır. BM’den gelen her temsilcide ‘ya bu<br />

işi çok iyi yapıyorsunuz’ deyip gidiyor. Böyle birşey olabilir mi?<br />

Eğer Türkiye istese sınırları kapatır ve bunu bir insanlık dramına<br />

çevirebilirdi ama yapmadı. Yetkililerin bunu dile getirmemesi<br />

Türkiye’nin kudretsiz olduğu anlamına gelmez.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hocamız çok somut ve<br />

çok güncel konuları ortaya koydu. Şimdi altıncı konuşmacımız Dr.<br />

Lütfü ŞAHİN, Ortadoğu’da mezheplerarası çatışmayı ele alacaktır.<br />

Dr. Lütfü ÖZŞAHİN<br />

Teolog / İstanbul<br />

1988 yılında 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında Yüksek<br />

Lisans, bilahere Felsefe Tarihi’nde Doktora çalışmasını bitirdi. Çeşitli ulusal televizyonların<br />

açık oturum programlarına uzman konuk olarak iştirak eden yazarın ulusal basında,<br />

kültür ve siyaset dergilerinde yayınlanan 200’ün üzerinde makalesi bulunmaktadır.<br />

Dr. Lütfü ŞAHİN: İlk olarak Ortadoğu kavramının çok sıkıntılı<br />

bir kavramdır. Bir kere bizim medeniyetimiz açısından Ortadoğu<br />

yoktur. Ortadoğu kavramı eurosantirik bir kavramdır. Yani Batı’ya<br />

göre bir Ortadoğu vardır. Hegel’ci yaklaşımlar, eğer bir ülkeyi siz<br />

tanımlıyorsanız, gücü siz elinizde bulunduruyorsunuz demektir.<br />

Bugün devasal bir tarihe sahip olmamıza rağmen tarihsel şuura<br />

sahip olduğumuz söylenemez. Diğer bir konu İsrail’in nükleer<br />

gücüdür. İsrail İstanbul’u Tahran’ı vurabilecek bir nükleer<br />

güce sahiptir. Birtakım gizli uluslararası anlaşmalar bu gerçeği<br />

örtemez. Batı’yla Doğu arasındaki meydan okumadır. Aslında<br />

bizim medeniyetimizde bu kavramlar yoktur. Bu tanımlamalar<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

43


Sempozyum Programı<br />

emperyalist bir tanımlamadır. Bütün insanlık, bütün medeniyetler<br />

Batı’ya göre ayarlanamaz. İslam dünyası tarihte birçok konuda<br />

Batı’ya yani Avrupa’ya kafa tutmuş meydan okumuştur. Bugünde<br />

güncel olarak Türkiye’de siyasal, ekonomik büyümesi ile Batı’ya<br />

meydan okuyor. Türkiye Irak’a, Suriye’ye müdahale ederken<br />

bölgeye geri dönmek istemektedir. Bu da Batı’ya karşı bir meydan<br />

okumadır aslında.<br />

Abdullah DİLSİZ<br />

Afad<br />

[2. GÜN]<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Bu tarihsel şuur ve derinlik Batılılar tarafından gözönünde<br />

tutulmuştur. Batı rağmen bile Türkiye bölgesinde olanlara karşı<br />

duyarsız olamaz. 400 yıl yönettiği bu topraklarda söz sahibi<br />

olamaması düşünülemez. Türkiye’nin coğrafi sınırı Hatay’dan<br />

başlıyorsa, stratejik sınırları Kudüs’ten, Bağdat’tan başlar. Bağdat’ın<br />

tehlike altında olması demek Diyarbakır’ın, Gaziantep’in tehdit<br />

altında olması demektir. Aynı şekilde de Bosna, Azerbaycan’ı<br />

stratejik sınırlarımız içindedir. Batı bizim hükümetimiz seviyor<br />

olabilir. Uluslararası ilişkiler sevgi temeli üzerine kurulu değildir<br />

zaten. Son olarak, Batı’nın demokrasi ihracı tamamen bir göz<br />

boyamadır. Mısır da darbe olurken Batı nerdeydi?<br />

Ayrıca Bass rejiminin İsrail ile bir sorunu yoktur. Bu diktatör<br />

rejimler birbirlerine muhtaçtırlar.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Aslında 7. yüzyıldan<br />

sonra İslamın yayılmasından sonra bölgedeki politika ilerleme<br />

kaydediyor. 20.yüzyılda özellikle faşizm, emperyalizmin en fazla<br />

etkilendiği yerdir. Yani Ortadoğu aslında Batı’nın parçaladığı<br />

yerdir. Ortadoğu’nun kendi çatışması biraz da Batı’nın etkisiyle<br />

oluyor. 21.yüzyılda da teknolojik gerileme var. Kitaplarda<br />

akademi dünyasında belirlenmiş bir Ortadoğu’dan dolayı<br />

ilerleme kaydedememiştir. Şimdi AFAD’tan gelen genç bir<br />

kardeşimiz konuşacaktır. Türkiye’ye yönelik nüfus hareketlerini ve<br />

göçmenlerin misafir edilmesini anlatacaktır. Buyurunuz Abdullah<br />

Bey söz sizin.<br />

Abdullah DİLSİZ: Önümüzde barış olmadığı için bir acil durum<br />

söz konusu ve Nisan 2011’den itibaren Suriye’den ciddi bir nüfus<br />

hareketi oluyor. Bugün itibariyle Suriyeli misafir sayımızın 1 milyon<br />

750 bin’dir. Bunların 225 bini on ilimizde kurulmuş olan çadır<br />

kentlerimizde misafir edilmektedir. Bu misafirlerimizin elimizden<br />

geldiğince bütün ihtiyaçları karşılanıyor. Çeşitli kurslarla da 50<br />

bine yakın kursiyerimiz kurs görmektedir. Sağlık alanında da 84<br />

yerli 20 yabancı doktor hizmet vermekte ve 500 yakın poliklinikte<br />

tedavi görebilmektedirler. BM standartlarına göre yapılan harcama<br />

5 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu miktar bu memleketin kalkınması<br />

için çok iyi bir miktardır. Ayrıca Haziran 2014 itibariyle de IŞİD<br />

saldırıları doğrultusunda Irak’taki hareketlenmeler meydana geldi.<br />

Irak’tan da 20 bin kişi çoğunluğu Yezidi olmak üzere mülteci<br />

Türkiye’ye gelmiştir. Onlar için de çeşitli barındırma ve yardım<br />

faaliyetleri devam etmektedir. Bununla beraber Irak içerisinde bir<br />

Zaho diğeri Dohuk’ta olmak üzere toplam 32.500 kişi kapasiteli<br />

kampı bu ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak orada inşa etmiştir<br />

ve kullanıma açmıştır. Irak’a gönderilen insani yardım tırları da<br />

626’dır.<br />

Ek olarak, bu insanları psikolojik olarak diri tutmak zorundayız. Bu<br />

kişilerin geleceklerini yeniden yapılandırmak toplumlarını yeniden<br />

inşa etmek için çalışmalar yapmaktayız. İnsanları günlük, sosyal<br />

yaşama adapte etmek durumundayız. Şöyle bir öneri sunmak<br />

istiyorum; kendi ülkelerindeki geleceklerini planlamak amacıyla<br />

bir fikir üretmeye çalışıyoruz. Ancak üniversitelerin ve sivil<br />

toplumların bu mülteci profesörleri, doktorları, akademisyenleri<br />

biraraya toplayarak bir fizibilite çalışması oluşturmaları gerektiğini<br />

düşünüyorum.<br />

Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Bütün konuşmacılara<br />

tek tek teşekkür ederim. Bu sempozyum yayınlandığında çokta<br />

büyük bir değer arz edecektir. Oturumumuzun sonuna geldik<br />

herkese çok teşekkür ederiz.<br />

44


IV. Oturum<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep<br />

Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik Yöntem Arayışı ve Öneriler<br />

Sempozyumumuzun son oturumunda ortaya çıkarılan sonuçların ışığında Ortadoğu’nun geleceği tartışılacak ve<br />

öngörülen sonuçlara göre çözüm önerileri sunulacaktır. Bu oturuma Gaziantep Üniversitesi Rektörü<br />

Sayın Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN Moderatörlük yapacaktır.<br />

Moderatör<br />

Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN<br />

Gaziantep Üniversitesi Rektörü / Gaziantep<br />

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında Doktora yapan Coşkun, 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi’nde Profesör ünvanını<br />

almıştır. Halen aynı Üniversitede Rektörlük görevini yürütmektedir.<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Ortadoğu<br />

meselesi kan, gözyaşı, acı bütün yönleriyle ele alınıyor ve bütün<br />

manzaralarıyla ortaya konmuş durumda, çözüm arayışları bunu<br />

tarihsel background ve bugün için, diğer siyasi birçok alandaki<br />

problemleriyle birlikte çözüm arayışları açısından çok güzel<br />

konuşmalar yapıldı. Herkes kendi alanında iyi araştırma yapıp<br />

sonunda çözümlemeler getiren konuşmacılardı. Dün Rasmussen<br />

ve Başbakan Yardımcımız Numan Kurtulmuş’u dinledik,<br />

orada gördük ki Ortadoğu coğrafyası kendi içinde en azından<br />

Türkiye’den bakışla Batı’daki bakış arasında yer yer örtüşmeler<br />

olsa bile önemli farklılıklar olduğunu görüyoruz. Şimdi ilk<br />

konuşmacımız Utah Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof.Dr.<br />

Hakan YAVUZ’u konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet<br />

ediyorum.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

45


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

46<br />

Sempozyum Programı<br />

Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ<br />

Utah Üniversitesi / ABD<br />

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü takiben, Wisconsin<br />

Üniversitesi’nde “Ortadoğu ve Türkiye’de İslami Akımlar” konusunda doktora yaptı.<br />

Kudüs Hebrew Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak çalışmalar yürüttü. Saygın<br />

uluslararası dergilerde İslam, Ulusalcılık, Kürt Sorunu ve Modern Türkiye üzerine<br />

otuzun üzerinde yayınlanmış makalesi bulunmaktadır. Halen Utah Üniversitesi’nde<br />

öğretim üyesi olan Yavuz, Orta Asya ve Türkiye’deki ulusaşırı İslami ağlar, ulus-devlet<br />

ve Ulusalcılıkta İslamın Rolü, mezheplerarası çatışma yönetimi konularında çalışmalar<br />

yürütmektedir.<br />

Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: Ortadoğu konusu dün ve bugün<br />

yapılan konuşmalar, genelde uluslararası sistem ve Ortadoğu’da<br />

oluşan devletlerin yarattığı sorunlar üzerinde durdu. Tabii bu<br />

bir çözüm toplantısı, Ortadoğudaki sorunların oluşmasında<br />

uluslararası sistemin kendisinin ürettiği sömürgecilik ve bunun<br />

sömürgecilikle beraber ortaya çıkan devlet sisteminin yarattığı<br />

çok büyük yaralar var. Fakat Ortadoğu’daki temel sorun bana<br />

göre birey bazında bir sorun, yani Ortadoğu’daki insanların biraz<br />

kendileriyle, kimlikleriyle ve kişilikleriyle alakalı bir sorun, yani<br />

sorunu devlete atmak, uluslararası sistem içinde görmek önemli,<br />

o çerçevede incelenmesinde yarar var. Fakat bir başka bence<br />

tamamlayıcı unsur, belki de en önemlisi, Ortadoğu’da bir kimlik ve<br />

kişilik krizi var, çok kısaca özetleyeyim bu kimlik ve kişilik krizinin<br />

temelinde de yeterli ve gerekli ahlaki yapının yokluğunu veya çok<br />

zayıf olmasını. Batı toplumlarında Batı’daki çok büyük mücadele<br />

sonucunda dini yapıların ahlaki bir toplum olmak için yeterli<br />

olmadığını gördüm ve bu dinin yanında toplumları daha da ahlaki<br />

olmayan yöne itecek bir laik ahlaki düzen, laik dünya felsefesi<br />

dediğimiz bir dünya felsefesi veya insan hakları söylemi ortaya<br />

çıkarttım. Ne yazık ki hepimiz Ortadoğu’dan böyle yoksunuz ve<br />

yoksun olduğumuz için de açıkçası Ortadoğuda kimlik ve kişilik<br />

krizi var ve bu krizin oluşmasında Ortadoğu’nun geçirdiği tarihsel<br />

süreçlerin çok büyük bir rolü de var fakat benim kendi okumam<br />

şudur ki; Ortadoğu’da ciddi bir reform, kültürel ve dinsel reformun<br />

yapılmaması ve bunun ortaya çıkardığı çok ciddi bir boşluk ve bu<br />

boşluğun da kimlik ve kişilik tartışmalarındaki etkisini görmemiz<br />

gerektiğini düşünüyorum. Kısacası aslında söylemek istediğimin<br />

özetini sundum, geriye kalan konuşmamda bu tezin altını birazcık<br />

doldurmaya çalışacağım, yani Ortadoğu’daki kriz ve devletlerin<br />

zayıflığı, devletlerin diktatöryası, tabii bunlar büyük faktörler<br />

fakat buradaki en önemli krizlerden biri Ortadoğu’da bir kimlik<br />

ve kişilik krizi var. Uluslararası freedom house, survey baktığımız<br />

zaman en çok zulmün, en çok kokuşmuşluğun olduğu devletler<br />

sıralamasında ne yazık ki Ortadoğu devletleri ilk sırada yer alıyor.<br />

Burada çok ciddi bir sorun var ve bu sorun neden var bunun<br />

üzerinde düşünmemiz gerekiyor, yani niye Müslüman toplumları<br />

diğer toplumlara göre hem suç oranında hem insan hakları<br />

[2. GÜN]<br />

ihlalinde 1. Sıradayız? Bu birinci sırada olmamızın nedenini<br />

sormamız lazım. Ayrıca şiddet kültüründe de yani aile içi şiddet,<br />

sokaktaki şiddet, komşuyla olan ilişkilerde şiddete baktığımız<br />

zaman yine Müslüman toplumlar olarak birinci sıradayız. Bunların<br />

tabii bize yakın olan birtakım Latin Amerika ülkelerinde birtakım<br />

nedenleri de var. Fakat bunların üzerinde durup düşünmemiz<br />

lazım yani buradaki en önemli sorunlardan biri bir ahlak sorunu<br />

var; fakat bu ahlak sorununu da biz tek bir kaynakla halletmeye<br />

çalıştık dinsel bir kaynakta halletmeye çalıştık şimdi gördüğümüz<br />

sonuç şu bu dinin yanında başka kaynaklara da ihtiyacımız var yani<br />

dini kaynak orda olması gerekiyor belki çekirdeğinde ortasında<br />

olması lazım diğer kaynakları da özellikle felsefeden özellikle insan<br />

hakları konusundaki tartışmalarda yola çıkarak bir laik ahlaka,<br />

yani hatta dinsel ahlakı da laikleştirecek bir noktada Batı da olan<br />

süreç biraz buna benziyor yani Hegelin Cartoon yaptığı dinsel<br />

ahlakı mümkün olduğu kadar laikleştirip bunu kamu alanına<br />

taşımak tabi bu arada kamu alanı son derece önemli yani bizim<br />

gibi toplumlarda en önemli sorunlardan biri de kamu alanıyla özel<br />

alan yani bir ahlak algımız var aile içinde özellikle namus kavramı<br />

ekseninde fakat kamu alanı sanki ahlakın olmadığı ve ilahi hiçbir<br />

korkunun da yer almadığı alan gibi algılıyoruz. Kamu alanlarımız<br />

ne yazık ki Müslüman toplumlarda bizim ülkemizde de bu böyle<br />

kamu alanları çırılçıplak kamu alanındaki bu çıplaklık tabi hukukla<br />

bunu gidermeye çalışıyoruz fakat hukukta yeterli olmuyor ve bir<br />

dizi sorunu bildiğiniz gibi kendi ülkemiz olsun diğer ülkeler de<br />

olsun birtakım sorunları beraberinde getiriyor. Şimdi burada<br />

bizim Türk toplumu olarak uluslararası standartlardaki yerimize<br />

baktığımız zaman daha iyi konumdayız açıkçası, yeterli bir<br />

noktada da değiliz. Yani diğer Müslüman ülkeler arasında hem<br />

demokratikleşme hem insan hakları konusunda Türkiye bence<br />

örnek bir ülkedir. Ancak bu yeterli bir noktada olduğunu göstermez.<br />

Ahmet Hocamızın bahsettiği gibi, II.Meşrutiyet döneminde<br />

Namık Kemal gibi Müslüman aydınlar ile Tanzimat aydınları<br />

arasında birtakım tartışmalar son derece önemlidir. Aslında orada<br />

yapılmak istenen İslami kaynakları kullanarak bir kamu ahlakı<br />

üretme çabası vardır. Bu yolda büyük çaba sarf ettiler ama çok<br />

büyük bir başarı elde edilemedi. Burada üniversitelerimizin de<br />

büyük rolü vardır. Türkiye’de bu dine ek olarak ahlaki bir felsefenin<br />

kamu alanı olan üniversitelerde verilmemesi çok yanlıştır. Ne<br />

yazık ki üniversitelerde felsefe bölümleri ya yok ya da kapatılmış<br />

durumdadır. Yani üniversiteler beklenilenleri yerine getiremedi.<br />

Umarım bundan sonra yerine getirebilir. Bu çerçevede zaman<br />

çok kısıtlıdır. Türk toplumunun moderniteyle tanışması çok<br />

geç oldu. Hele kapitalizmle tam tanışmamız 1983’ten sonra<br />

Turgut Özal’ın neo-liberal ekonomik politikalarıyla başladı.<br />

Biz moderniteyi tüketimle tanıdık, üreterek değil de tüketerek<br />

öğrendik. Modernitenin aşıladığı taşıdığı tüketim arzusu, tüketim<br />

çabası tabii bizi ciddi anlamda sarsıntıya uğrattı. Çünkü bu<br />

modernitenin tüketim arzularına karşı direnebilecek ciddi bir<br />

ahlaki yapımız yoktu. Yani biz modernitenin tüketim arzularıyla<br />

bir kimlik oluşturma çabasına girdik. Kimliklerimiz tükettiğimiz


ürünlerden almaya çalıştık. Açıkçası ortaya çıkan şöyle bir tablo<br />

var; Türkiye’de özellikle modernitenin ürettiği bu ahlaktan yoksun<br />

kaldık.<br />

Şimdi Batıdaki zenginleşme çok farklı bir zenginleşme, Sanayi<br />

Devrimi sonucu ortaya çıkan bir zenginleşme. Birkaç nesil istiyor<br />

ve çok ciddi ahlaki disiplini de zorunlu ve gerekli kılıyor. Ama<br />

bizim toplumumuzda bu zenginleşme inşaat sektöründe bir<br />

nesil içinde olabildi yani bir nesil ekseninde bu gerçekleştirildi.<br />

Onun da beraberinde getirdiği birtakım sorunlar var. Batıdaki<br />

burjuva sınıfı kendisi için gerekli olan ahlaki yapıyı üretecek<br />

kuruma da destek veriyordu. Ama bizdeki burjuva sınıfı çok<br />

farklı bir şekildedir. 1923’ten bu yana önce devlet bir burjuva<br />

üretmeye çalıştı fakat milli olamadı ve bir milli değer bütününü<br />

ortaya koyamadı. 1983’ten sonra bence Özal, Türkiye’nin en<br />

büyük dönüşüm noktasıdır. Turgut Özal, ekonomik reformları<br />

Türkiye’nin önünün açıldığı özel Üniversitelerin, özel radyoların,<br />

yeni Türkiye’deki düşünce devriminin tohumlarının atıldığı<br />

dönem olmuştur. Turgut Özal’ın attığı tohumların sonucu AKP<br />

dönemidir. Bugünkü AKP’nin arka planında Özal’ın bu fikir<br />

alanının ve düşünce devriminin son derece önemi vardır. Fakat<br />

Özal döneminde de birçok şey hızlı geliştiği için bunun ahlaki<br />

boyutu normatif, boyutu büyük oranda ihmal edildi.<br />

2002’den bu yana Türkiye ekonomik bir sıçrama yaşadı. Fakat<br />

sıçrama o kadar hızlı oldu ki, AVM ile moderniteyi tamamlamaya<br />

çalıştık. Yani bu AVM, AVM İslamını da beraberinde getirdi ve<br />

tamamıyla tüketime dayalı Türkiye 2002’den sonra bu piyasa<br />

ekonomisi içerisindeki hem İlahiyat Fakülteleri olsun hem de<br />

Üniversiteler olsun gereken bu ahlaki tartışmayı ve ahlaki bir<br />

düşünce sistemini ortaya koyamadılar.<br />

Sonuç olarak, 2002’den bu yana ve hatta 1983’ten bu yana<br />

Özal devrimiyle beraber çok büyük gelişmeler gerçekleştirdik.<br />

Gökdelenler diktik ancak bu gökdelenler yükselirken insanların<br />

ruhlarını küçülttük. Yani bana göre, Türkiye’de bugün bu<br />

ekonomik kalkınmanın oranıyla veya paralel ters yönden ciddi<br />

bir boşluk var ve toplumsal çimentomuzda ciddi bir hasar var ve<br />

bunun da nedenlerinden biri çok hızlı bir ekonomik kalkınma<br />

oldu. İnsanların bunların hepsini birarada götürecek zamanları da<br />

olmadı. 10 yıl, 20 yıl çok uzun bir süre değildir. Umarım Türkiye<br />

hızlı bir şekilde kamu alanlarında bu çıplaklığa son verecek bir<br />

ahlaki kamu ahlakı oluşturabiliriz. Bana göre, daha farklı yani<br />

kendi ülkemizde Balkanlaşmaya, ekonomik anlamda ve sınıfsal<br />

anlamda bir Balkanlaşmaya yol açıyoruz. Buradaki negatif yönü<br />

de görmemiz gerekir.<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sayın YAVUZ aslında<br />

bir yüzleşme portresi çizdi. Yani Ortadoğu halkları içerisindeki<br />

temel ahlak felsefesinin, insani ahlak anlayışlarının yeterince<br />

anlaşılamaması, dini referansların yeterince anlatılmadığı,<br />

anlaşılmadığı, anlaşılamadığı ve bunun başka bir toplumsal<br />

sözleşmeyle garantilenemediğinden bahsetti. Daha sonra<br />

moderniteyle Türkiye’nin buluşma noktasında ciddi bir sıkıntı<br />

olduğunu, yanlış bir noktadan içeriye girdiğimizi, bir yandan<br />

ekonomik olarak modernite olsa bile kültürel sosyal bakımdan<br />

modernitenin sağlanamadığı bu anlamda ciddi sıkıntılarının<br />

olduğunu dile getirdi.<br />

Şimdi sözü ikinci konuşmacımız olan Mimar Sinan Üniversitesi<br />

Öğretim Üyesi olan Yrd.Doç.Dr. Esma İGÜS’e vermek istiyorum.<br />

Kültür ve sanat açısından Ortadoğu’yu ele alacaktır.<br />

Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS<br />

Mimar Sinan Üniversitesi / İstanbul<br />

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Lisans, Yıldız Teknik<br />

Üniversitesi Müzecilik Bölümü’nden Yüksek Lisans derecesine sahiptir. Halen Mimar Sinan<br />

Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. İlgi alanları arasında Osmanlı’da sanat,<br />

19.yy tarihi ve eğitim politikaları yer almaktadır.<br />

Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS: Ortadoğu’ya bir mimarlık/sanat<br />

tarihçisi olarak bakacağım. ‘Babil’in Yangın Bahçeleri’ gerçekten<br />

kültürel anlamda orada ciddi bir yangın yaşıyor. 1990’lı<br />

yıllardan itibaren Ortadoğu’da Mezopotamya’da kültürel alanlar<br />

yağmalanmış, kültürel soykırımınlar yaşanmıştır. İnsanlığın ortak<br />

hafızası beşeriyetin ortak hafızası Ortadoğu ya da Mezopotamya<br />

diyerek söze başlamak gerek. İnsanlık tarihinin yaşadığı en uzun<br />

geçmişe hasip bölgenin siyasi istikrarsızlık ve savaşlar nedeniyle<br />

tarihsel ve kültürel kimliğinden uzaklaştırılarak nasıl bir erozyona<br />

uğradığını görüyoruz. Böylece bölgede taşınır ya da taşınmak<br />

bölgedeki mimarinin nasıl yok edildiğini gözler önüne seriliyor.<br />

Bu mimarinin yok edilişi o kadar çok hızlı olmuştur. Ortadoğu’nun<br />

mirası Altpaleolitik döneme kadar uzanıyor çok geniş bir kültürel<br />

mirasa ev sahipliği yapmıştır.<br />

Kısaca insanlığın öyküsü Mezopotamya öyküsü geçmiş ve<br />

günümüz açısından Mezopotamya sahip olduğu kültürel miras<br />

özgün mekansallığı tarihsel kimlik değeri olan bir yerleşim yeri<br />

ancak 1990’lı yıllardan beri içinde bulunduğu kaotik siyasi ortam<br />

bölgedeki kültür varlıkları ile somut olmayan kültür mahlasına<br />

çok ciddi anlamda darbe vurmuştur. Bu nedenle bölgenin somut<br />

ve soyut kültürel mirası korunmalıdır, yaşatılmalıdır.<br />

Kültürel miras kuşaktan kuşağa aktarılarak her türlü eser ile<br />

değerlerle her ülkenin zenginliğine ortak olarak görüldüğünü<br />

gelecek kuşaklara sahip çıkılması gerektiğine inanıldığından tüm<br />

bölgeler bütününe kültürel miras deniyor. Hamurrabi kanunları<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

47


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

48<br />

Sempozyum Programı<br />

da geçmişten gelen bir mirastır. 1258 yılında Moğolların Bağdat’ı<br />

işgal yağmalama anlamında önemli bir dönem kültürel yağmalama<br />

anlamında. İşgalin halk üzerinde yıkıcı etkisinden Bağdat<br />

kütüphanesinin Moğollarca yağmalandığı sayısı bir milyonu bulan<br />

kitapların Dicle Nehri’ne atıldığı ve nehrin sularının günlerce<br />

mürekkep renginde aktığı rivayet edilmektedir. Son 20 yıl içinde<br />

bölgenin kültür mirası kesintisiz olarak yağmalanır. Bunların<br />

önlenmesi için halkın bilinçlenmesi önemli bir şeydir.<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Üçüncü<br />

konuşmacımız Utah Üniversitesinde doktora yapan Ali El-<br />

HUSSEİNİ bize, Ortadoğu meselesini genel çerçevesiyle ele<br />

alacaktır.<br />

Ali El HUSSEINI<br />

Siyaset Bilimci / Lübnan<br />

Utah Üniversitesi’nde Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam<br />

etmekte olan Husseini, Siyaset Bilimi ve Ekonomi alanında yüksek lisans derecesine<br />

sahiptir. Lübnan Parlamentosuna Dış İlişkiler konusunda Danışmanlık vermekte olan<br />

Husseini, Ortadoğu siyaseti ve ekonomik ilişkileri konusunda uzmandır.<br />

Ali El-HUSSEINI: Görüldüğü kadarıyla NATO, bölge ve de<br />

dünyanın geri kalanı artık çok ilgi duyuyor IŞİD’e. Batı dünyası için<br />

büyük bir konu haline geldi fakat bizim için, IŞİD’den daha önemli<br />

konular var. Bu soruna kimsenin gerçek bir çözüm ve son arayışı<br />

yok. Bu konuda bir kriz var ve bu kriz hala devam etmektedir.<br />

Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve bütün bölgede, Türkiye bir hap<br />

bir çözüm olma yolunda bu krizde. Ben bu sorunun menşeinden<br />

bahsetmek istiyorum. Bugün buraya nasıl vardık? Lübnan’a bugün<br />

bir mikro-kozmos olarak bakmak istiyorum. Belki de bir çözüm<br />

olarak bazı konuşmacıların söyledikleri fikirler üzerinden geçip<br />

onların söylemiş oldukları şeyleri de ortaya koyacağım. Çünkü<br />

onların önerileri bir şekilde uyuyor ama bizim bahsettiğimiz şeye<br />

tam olarak uymuyor. Maalesef çoğumuz çözüm için Batıya bakıyor<br />

ancak bir çözüm yolları yok gerçekten bizi sağılacak bir inek gibi<br />

görüyorlar ve bizi sağıyorlar sonrada istemiyorlar bırakıyorlar.<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü bölgede bir güç boşluğuna<br />

yol açtı ve I.Dünya Savaşı’nın sonunda Lübnan ve bütün Ortadoğu<br />

yapay sınırlarla çizildi. Bu değişik ülkeler artık yapay kimlikleri<br />

oluşturma yolundadır. Daha önce böyle kimlikler yoktu. Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun Pax Ottoman’ı tabi bölgeyi yüzyıllarca birarada<br />

tuttu. Bu yapay sınırlar bu yapay kimlikleri oluşturdu sonra bu<br />

kimlikleri yönetmemiz gerekti. Böylece Lübnan, Ürdün, Suriye<br />

ve Irak kimlikleri oluştu ki bunlar önce yoktu. Bu kimliklere rehin<br />

düştük ve buna çok yoğun bir şekilde yatırım yapmaya çalıştık<br />

aslında ne olduğunu bile anlamadığımız bir şeydi. Böyle yaparak<br />

[2. GÜN]<br />

bizim meşruiyetimizi bir şekilde ne olduğumuzla özdeşleşebildik<br />

ne de yapmamız gerektiğiyle özdeşleştik. Normatif bir düzenimiz<br />

vardı. Artık mevcut olmayan ülkeler oluşturuldu. Belli ülkeler<br />

petrol üreticileriydi bildiğiniz gibi bazıları petrole bağlıydı. Suudi<br />

Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt bunların hepsi<br />

petrol üretimine bağlı ekonomilerini sürdürebilmektedir. Böyle<br />

olunca bir boşluk oluştu. Sosyal düzeyde eğitim sistemi bütüncül<br />

değil ekonomik düzeyde de bir gelişme yok. Yani Avrupalıların<br />

sanayi devriminden fayda gördüler biz böyle bir şekilde fayda<br />

görmedik. Onların sendikaları vardı. Sendikalar insanları bir araya<br />

getirdi. Farklılıklarını ve ellerindeki sorunları aşabildiler. Bizde ise<br />

hükümet çalışanlarından, doktorlardan oluşan yapay bir burjuvazi<br />

orta sınıfımız vardı. Bu başarısız devlet modeli bu döngüsel<br />

problemleri sürekli ortaya çıkarıyor ve bir çözüme ulaştıramıyor.<br />

Arap-İsrail problemini de hiç kimse ele almak istemiyor. Her<br />

ABD başkanı gelip bundan bahsediyor. Bize bu harika fikirleri<br />

anlatıyorlar sonra dönemlerinin sonunda var olduğunu bile<br />

unutuyorlar. Bütün odak noktası Güney Atlantik’e kayıyor.<br />

Arap-İsrail meselesi giderek İslam İsrail çatışmasına dönüşüyor.<br />

İslam dünyası giderek buna inanmaktadır. Bu insanları bir<br />

araya getirmenin yolu ulusal kimliktir. Öyle ülkeler var ki ulusal<br />

kimlikleri yok, ordu oluşturamıyorlar. Irak ordusu 12 yıl boyunca<br />

trilyonlar harcadılar sonunda ise hepsi kaçtı ve birkaç bin kişi var<br />

şu anda. Irak’ın üçte bir Suriye’nin üçte birini yönetilebiliyor. Hepsi<br />

Avrupa’dan geliyor. Bu işi yerel ve merkezi hükümetten daha iyi<br />

yapabiliyorlar. Bugün Arap devletleri, Ortadoğu ve bütün olarak<br />

hepsinin daha çok sorunu olacak. Petrol savaşları olacak çünkü<br />

petrol fiyatları düşüyor. Eğer IV. Dünya Savaşı olursa, bu savaştan<br />

sonra yine bir güç boşluğu doğacaktır. Batı güçlerinin yerine<br />

geçebilecek bu bölgede refah veya barış dönemini getirecek bir<br />

güç yok şu anda.<br />

Dün Rasmussen’in bahsettiği, bölgeyi Balkanize etmek yerine<br />

bizim modelimiz çok daha yakındır. Şu an Suriye ve Irak’ta bir iç<br />

savaş olmaktadır. Bu Lübnan’da da oldu. Uluslararası müdahale,<br />

büyük güçlerin müdahalesi, değişik mezhepler açısındandı ki<br />

Lübnan da daha fazla mezhep vardır. Bunlar mezhepsel yani<br />

Hıristiyan’ı, Müslüman’ı herkes savaşıyordu. Ancak Hıristiyan<br />

hıristiyanla, Müslümanlar müslümanla savaşıyordu. Savaşmayan<br />

yoktu. Bu konuda Lübnan harika bir örnek olabilir ama tek çözüm<br />

olamaz. Parçalanması mezhepçilik iç savaşa yol açtı. Lübnan’da<br />

Taif Anlaşması yani güç paylaşması anlaşması ile sonuçlandı. Bu<br />

da Lübnan modelidir. Bu kısmi Anlaşma herkese veto yetkisi<br />

verdi. Değişik mezheplerin hepsi parlamentoda gücü paylaşıyor.<br />

Birarada olmak için değişik sınırların bütününü korumak için<br />

bölgeyi parçalamak istemediklerini söylüyorlar. Bu hususa bakmak<br />

çok önemli, çünkü Lübnan modeli çok işe yarayabilir. Lübnan<br />

tek başına kilit bir hegemonyacı gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu güç<br />

geçici bir rol oynayabilir hem Ortadoğu’ya yardımcı olabilir hem<br />

de bölgenin iyileşmesine yardımcı olabilir.


Tekrar üzerinden geçecek olursak bir meşrutiyet krizi olduğu<br />

zaman, sınır bütünlüğü krizi olduğu zaman, kimlik krizi olduğu<br />

zaman ve ulus devlet krizi olduğu zaman bu rolü kim oynayacak?<br />

Şu anda Suudi Arabistan muhalefetin bazı kısımlarını destekliyor<br />

aynı zamanda IŞİD gruplarının da bir kısmını destekliyorlar.<br />

Katar da aynı şeyi yapıyor. Sunni ve Arap dünyasının bir kısmı<br />

bu savaşı solluyor. İran Hizbullahı destekliyor. Suriye hükümetini<br />

destekliyor. Batı ise seyrediyor. Bu durumdan memnun,<br />

çünkü ABD’nin yaptığı silahları alıyorlar ve diğer taraftan İran’ı<br />

zayıflatıyorlar bu da problem olan El-Kaideyi zayıflatıyor. Bütün<br />

Avrupa’da Arap olmayan teröristleri getiriyorlar ve Suriye’ye<br />

sokup çıkarmadıklarından emin oluyorlar sonra orada ölebilirsin<br />

diyorlar.<br />

Türkiye doğal lider olarak bu rolü oynayabilir. Çünkü Avrupalılarda<br />

da olan modele sahip, sanayisi gelişmiş, harika bir eğitim sistemine<br />

sahiptir. Bugünkü gördüğümüz gibi modernizasyon süreci ki o<br />

bizde yok, yerel hegemonya gücü ile bir denge kurabiliyor ve bu<br />

savaşa katılmıyor. Halbuki Suudi Arabistan ve İran müdahale edip,<br />

bölgedeki değişik güçleri bir araya getirebilir ve yerel öğeleri bir<br />

araya getirebilirse Lübnan modeli uygulanabilir bir çözüm olabilir.<br />

Bu bölgedekiler bu entegrasyonun uzun dönemde işleyeceğini<br />

anlamalıdır.<br />

NATO Eski Genel Sekreterinin de bahsettiği güçlerin<br />

ayrışmasında, hukuki yasama- yürütme-yargı aynı zamanda gücü,<br />

tabiiki güç paylaşım anlaşmasında dikkate almalıdır. En önemlisi<br />

de ekonomik kalkınma, ekonomik kalkınma yokluğu yüzünden<br />

zaten değişik organizasyonlara katıldı. İnsanlar bir işim yoksa<br />

gidip savaşayım düşüncesindeler. Bu yüzden Arap Baharı Arap<br />

kabusuna dönüştü. Gerçek ekonomik kalkınma olmaksızın<br />

ve bütün toplumun entegrasyonu olmazsa ilerleyemeyiz.<br />

Benim önerim kesinlikle Arap sorunun ‘Lübnanlaştırılması’ bu<br />

hegemonya güçlü bunu yapabiliriz.<br />

Moderatör Prof. Dr. M.Yavuz COŞKUN: Uluslararası ilişkiler<br />

olarak Ortadoğu’da mezhep çatışmaları, diğer yeni bazı oluşumlar<br />

IŞİD gibi yapay bir şey mi? Yoksa üretilmiş bir şey mi? Batı mı<br />

üretti? Yani bütün bunları da ele alan bir cevap bekliyoruz. Aslında<br />

bir de Ortadoğu halkları dedik, Arap Baharı mı Arap kabusu mu,<br />

nasıl oldu bu iş? Bahar diye başladı, kimi yerde son bahar oldu.<br />

Arap toplumunun ortak olarak tutunabileceği bir referans, bir<br />

sözleşme gerekir. Şimdi dördüncü konuşmacımız Sayın Yrd.Doç.<br />

Dr. Süleyman ELİK, söz sizde.<br />

Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK<br />

Medeniyet Üniversitesi / İstanbul<br />

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Lisans, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünden<br />

Yüksek Lisans, University of Durham’den uluslararası ilişkiler konusunda Doktora<br />

derecesine sahiptir. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler konusunda<br />

ders vermektedir. Elik’in yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.<br />

Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK: Türkiye ve İran üzerinden,<br />

orta ölçekli güçlerin yapabilecekleri ya da ittifak oluşturup<br />

oluşturamayacakları, tehdit algılamaları gibi konuları işledim. Bir<br />

de Suriye krizinin etkilerini ele aldım.<br />

İlk olarak bütün dünyada olan yani şu anda olan vakıaları analiz<br />

edebilmek için öncelikli olarak uluslararası sistem denilen<br />

şeyin ne olduğunu algılamak gerekiyor. Bu nasıl doğmuş, nasıl<br />

gelişmiş ve bizi nasıl etkiliyor? Bugün halihazırda fonksiyonel<br />

olarak bizimde itaat etmek zorunda olduğumuz gerçekliklerle<br />

karşı karşıyayız. Avrupa da Aydınlanma Çağı ile beraber iki<br />

tartışma oluştu. Bunlardan birisi Ulus-Devlet sistemi diğeri de<br />

Cumhuriyetçilik tartışmasıydı. II.Dünya Savaşı bu Ulus-Devlet<br />

inşasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla bütün devletlerin ulus-devlet<br />

kategorisinde değerlendirmek gerekiyor.<br />

Uluslararası ilişkilerde genelde kuramları veya uluslararası<br />

ilişkiciler temel anlamda dünyada ‘biz barışı nasıl sağlarız?’<br />

sorusuna cevap ararız ama hegemonik teoriler bunun tam<br />

tersidir. Maaselefki uygulanan da budur. Dolayısıyla Spykman’ın<br />

kullandığı ‘kenar kuşak’ teorisi kuramına göre; biz Bağdat<br />

Paktı ve sentoyu oluşturduk. Bu bağlamda Türkiye ve İran’ın<br />

işbirlikleri söz konusu tamamen Batı çıkarlarını korumak amaçlı<br />

çıkarılmış yapılardır. Bir de ‘peri-peri paktı’ oluşturduk. 1958<br />

yılında bu anlaşma İran- Türkiye, Etiyopya ve İsrail ile yapılan<br />

gizli askeri anlaşmamızdır. Soğuk Savaş döneminde uluslararası<br />

sistemin yapılanmasında etkin olan bir yeni dönem başlıyor ki<br />

buna dikonalizyon diyoruz. Bu dönemde artık manda devleti<br />

statüsünde yani a-b-c kategorisindeki devletlerin artık millileşme<br />

dönemidir ki bu dönem yeni bir milliyetçilik akımı başlamıştır.<br />

Bu Ortadoğu ülkeleri ve Afrika ülkeleri buna dahildir. Yani ulusdevletleşme<br />

ve kapitalizme seküler ahlaklaşma gibi şeylerle<br />

bunu tanımlayabiliriz. Soğuk Savaş bittikten sonra yeni bir<br />

dönem başlıyor. Bu dönem Ahlaki Uluslararası sistem dediğimiz<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

49


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

50<br />

Sempozyum Programı<br />

ve özellikle 1945’ten sonra bu BM’in oluşturmuş olduğu bir<br />

yapılanma oradaki insan haklarıyla ilgili temel sözleşmelerle ilgili<br />

hususların 1991’de sonra ahlaki uluslararası sistem çerçevesinde<br />

miltary-international şekline dönüştüğünü görüyoruz.<br />

Avrupalı devletler özellikle göçmen ve islamafobi altında tek<br />

bayrak ulus-devleti sarılmıştır ve sarılmaya devam etmekte bu<br />

anlamda millileşmiştir. Nasyonalizm, ırkçılık, vb bütün kavramları<br />

bu anlamda değerlendirmek gerekiyor. Şimdi Türkiye ve İran bu<br />

noktada nerede duruyor? Ben Türkiye ve İran’ı Ortadoğu’daki<br />

orta ölçekli güçler olarak tanımlanıyorum. Yapabilecekleri şeyler<br />

de var yapamayacakları da var. Buna göre, orta ölçekli güçlerin<br />

büyük güçlerle pazarlık yapabileceğini düşünüyorum ki yapmıştır<br />

özellikle nükleer bölünmeler bunun en önemli delili. Halen<br />

devam eden delil onun dışında orta ölçekli güçler kesinlikle tek<br />

bir güç tarafından işgal edilemez. Bu da tarihsel olarak edilmiş<br />

bir gerçektir, dolayısıyla Türkiye İran ya da Mısır tek başına bir<br />

güç tarafından işgal altına alınamaz, kontrol altına alınamaz.<br />

Dolayısıyla uluslararası sistemin dışına itilemez potansiyel olarak.<br />

Onun dışında birkaç şey daha söyleyebiliriz, tehdit algılamaları<br />

bağlamında özellikle S.David Galaksi teorisinde bir kuram var,<br />

onu oldukça yararlı buluyorum Ortadoğu devletlerini açıklamak<br />

için. O da külli denge kuramıdır ki biliyorsunuz bütün uluslararası<br />

ilişkiciler büyük güçlerin dış politikaların nasıl davranacağıyla<br />

ilgili açıklamalardan ibarettir. Dolayısıyla biz öğrencilerimize<br />

aslında Avrupalı Euro-center devletleri nasıl dış politikaların<br />

davranacağını öğretiriz. Fakat ilk defa S.David bu konuda 3.dünya<br />

ülkelerinin dış politikalarının nasıl davranış biçimiyle ilgili olduğu<br />

konusunda bir makale yazmıştı 1991 yılında. Çok kıymetli<br />

bir makale, o yüzden bu bir başlangıç noktası tabiiki bunun<br />

geliştirilmesi gerekiyor. Buna göre şunu ifade edeyim, özellikle<br />

diyor ki 3.dünya ülkeleri, biz bunu middle power olarak-orta<br />

ölçekli güç olarak algılayabiliriz ki Türkiye İran diye ve Mısır bu<br />

Ortadoğu’daki 3 dış açı, Sayın Başbakanımız (Davutoğlu’nun)<br />

tanımlamış olduğu dış üçgendir. Bir iç üçgen var biliyoruz; Suriye,<br />

Ürdün ve Irak’ı kapsayan, bir iç üçgen dolayısıyla bu dış üçgen<br />

aslında Ortadoğu’nun kaderini belirleyen ülkeler yani, buna<br />

göre bu ülkelerin ikili olarak anlaşma yapması uluslararası güçler<br />

tarafından önlenir. Örneğin Mısır’ın iktidardan düşürülmesi yani<br />

Mısır’ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin iktidardan<br />

düşürülmesi bunun en büyük delili oldu. Türkiye ve Mısır eğer<br />

bu üçgenin iki ayağını oluşturmuş olsaydı, Ortadoğu’daki barışı<br />

sağlamış olacaktı ki bu önlenmiş oldu. Dolayısıyla bu kurama<br />

göre bu iki ya da üç orta ölçekli güç 3’ü biraraya geldiği takdirde<br />

uluslararası sistemde paradigma değişimi yaratacaktır. Yani<br />

uluslararası sistemi yıkacaktır. İşte bundan sonraki kavgalar artık<br />

gelişmekte olan ülkelerle büyük güçler ve smart power dediğimiz<br />

süper power arasında olacaktır. Dolayısıyla şu anki yaşadığımız<br />

şey kaçınılmaz bir şey, mücadele halidir, savaş halidir ki bu savaş<br />

tabiiki illaki hard power’la olacak değil, tabiiki kültürel diğer sosyal<br />

kapitalist sade şeylerle yürütülebilecek bir şeydir. Son olarak ben<br />

[2. GÜN]<br />

Türkiye-İran ilişkilerinde Suriye krizini incelemiştim. Suriye<br />

krizinde Türkiye’nin izlemiş olduğu politika rejiminin değişmesiyle<br />

ilgili bir politika artı Türkiye bununla birlikte sekterya bir politika<br />

izlememiştir. Batı da ben takip ettiğim için özellikle Amerika’daki<br />

daha önce Türkiye’de elçilik yapmış Amerikalı akademisyenler<br />

diyelim onların özellikle işlemek istedikleri bir konu vardı. Türkiye<br />

sekterya politika izlemekle suçluyorlardı ki bu tamamen algı<br />

operasyonu. Aynı şekilde Türkiye’nin El-Kaide ile ilgili ilişkileri<br />

IŞİD’le ilgili ilişkileri tamamen bu algı operasyonuyla alakalı bir<br />

husustur. Dolayısıyla bu konularda tabiiki çözüm önerilerimizin<br />

olması gerekiyor. Bu Türkiye-Suriye ilişkilerinde sıkıntılı bir<br />

nokta, şöyle bir şey vardı. İran’la- Suriye arasındaki askeri bir ittifak<br />

anlaşması vardır, bu orta ölçekli güçlerin en önemli özelliklerinden<br />

bir tanesi de, kendisinden küçük ölçekli güçlerle anlaşma<br />

ittifak yoluna giderler. Türkiye’nin İsrail’le, İran’ın da Suriye’yle<br />

anlaşması gibi ve Suriye’nin Ürdün’le anlaşması ya da Mısır’ın<br />

Suriye’yle United Republic Arap’ı kurması 1958 yıllarındaki gibi.<br />

Dolayısıyla Suriye ve İran arasındaki ilişki bir sistematik düzeyde<br />

değerlendirdiğimizde şöyle bir şey ortaya çıkıyor. Hacmimiz 21<br />

milyar dolara çıkmış, bununla birlikte 2013’te biraz gerilemiş 13<br />

milyar dolara ama bunun altında yatan bir de kapalı ticaretimiz var<br />

ki bunun rakamı 100 milyar doları aştığını düşünüyorum. Bence<br />

bu rakam arttı, şu an İran’ın yurtdışında 170 milyar dolarlık bir<br />

kapalı parası vardır, bütçesi vardır. Özellikle Almanya tarafından<br />

kontrol edilir. İsviçre bankalarındadır. Bu paranın Türkiye<br />

üzerinden uluslararası finans sistemine sürülmesi söz konusu,<br />

bununla ilgili tabiiki çeşitli özel şirketler diğer finans grupları<br />

çalışmalarını yapıyorlar. Fakat Türkiye ve İran’ın birbirine dış<br />

yatırımlarının çok az olduğunu görüyoruz, yani hiç yok denecek<br />

kadar az. Bizim Iran’la öyle sistematik bir ilişkimiz söz konusu<br />

değil, tamamen yüzeysel bir ilişkimiz var. Hiçbir bağımlılığımız<br />

yok, enerji alanında da öyle bir bağımlılığımız yok, söz konusu<br />

değil. Sonuç olarak Suriye konusundaki çözüm önerileriyle ilgili<br />

tabiiki bugünkü ve dünkü konuşmalardan oldukça faydalandım.<br />

Ben 6 maddede de bunu özetlemeye çalıştım.<br />

Neler yapılabilir. Rusya ve İran Suriye çözümü konusunda<br />

dışarıda bırakılmaması gereken en önemli iki aktör. Türkiye<br />

tabiiki çabalamıştır, bunlarla işbirliğine gitmeyi ama bir türlü<br />

bunu başaramamıştır. Bunun başarılması gerekiyor, bununla ilgili<br />

çözüm önerilerinin üretilmesi gerekiyor. İkincisi rejim yerine<br />

aslında liderlik gibi bir yapılamayan gidilebilir ki ben Suriyelilerle<br />

ilgili bir çalışma yaptım. Özellikle göçmenlerle ilgili İstanbul’da,<br />

inşallah Ocak 2015 ayında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanacak<br />

bu çalışmam, 13 seri halinde. Orada görüştüğüm özellikle 40<br />

tane aile vardı. Bu ailelerin söyledikleri şey şu; Suriye’nin yeniden<br />

yapılandırılması söz konusu olduğunda kesinlikle ve kesinlikle<br />

ne Rasmussen’in söylediği kanton modelini tercih ediyorlar<br />

ne de Lübnan modelini ki Lübnan modeli dikkat ederseniz<br />

gözden kaçırılan bir nokta şu anda fiilen Irak’ta uygulanmakta<br />

biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı Moralinilerden Başbakan


Sünnilerden ve Savunma Bakanlığı Sünnilerden vs… o şekilde<br />

feodal bir sistem uygulamasıdır. Şu anda Irak’ta Cumhurbaşkanı<br />

Kürtlerden Başbakan Sünnilerden olmak üzere Şiilerden de<br />

olmak üzere taksim edilmiş durumda. İşte bu noktada aslında bu<br />

da ciddi bir tuzak, Lübnan’daki çatışmaları durdurmuş bir model<br />

değil. Dolayısıyla aslında şu anda Bass rejiminin deneyimleri<br />

tekrar yapılandırılabilir, rejimlerin değiştirilebilir olması<br />

gerektiğini düşünüyorum. Göçmenlerle ilgili olarak da tabiiki<br />

biz birçok şey yaptık AFAD olarak, ama geçici koruma kanunu<br />

getirdik biliyorsunuz, coğrafi ve tarihi sınırlamamız var. Cenevre<br />

Sözleşmesi 1952’deki buna göre doğudan gelen göçmenlere<br />

biz vatandaşlık statüsü ya da göçmen statüsü tanıyoruz. Bu<br />

sözleşmenin bilinmesini teklif etmiyorum ama özellikle Suriyeli<br />

göçmenler çalışma hakkının ve sosyal güvenlik hakkının daha<br />

sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu en önemli çözüm<br />

noktası biz her ne kadar 225 bin kişiyi kamplarda beslediğimizi<br />

desek de, onlara yardım ettiğimizi söylesek de, bir milyon<br />

küsurun dışarıda, içeride bizim sosyolojik olarak olduğumuz bir<br />

gerçeklik var. Dolayısıyla bunların yaşamaları için bunların sosyal<br />

güvencelerinin suiistimallerinin ortadan kaldırılması gerekiyor.<br />

Avrupa’daki o ulus devlet davranışıyla bizim devlet davranışımız<br />

farklı olması gerekiyor. Onlarda tamamen sömürücü bir<br />

yaklaşım var, onların tamamen sosyal hakları olmamakla beraber<br />

onları alt sınıf işlerde çalıştırıyorlar. Ben Suriyelilerin aslında<br />

Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılabilmesi için ciddi bir sosyal kapital<br />

oluşturulduğunu ve bu sosyal kapitalizmin organize edilecek<br />

Türkiye için faydaya dönüşebileceğini düşünüyorum. Bunun<br />

için Türkiye’de bu özellikle AFAD’ın son zamanlarda yaptığı<br />

kayıt altına alma işlemi ve bunları meslek gruplarına göre kayıt<br />

altına alma ile ilgili ciddi çalışmalarını özellikle beğeniyorum. Son<br />

olarak Avrupa’daki devletlerin Suriyeli göçmenlerle ilgili toplam<br />

aldığı rakamı size söyleyeyim; 17 bin kişidir. Bu rakamı çok küçük<br />

bir rakam, peki bunlar kimlerden oluşuyor biliyor musunuz?<br />

Uluslararası göç örgütü var biliyorsunuz, bir de International ofis<br />

grubudur. Dolayısıyla Avrupalı ülkeler bu organizasyondan bu<br />

insanları alırlar ve oralara götürürler ya da sömürüp kullanırlar, vs...<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Şimdi bir avukat<br />

konuşmacımız Av. Betül YANILMAZ tebliğlerini sunacaktır.<br />

Sizden şunu söylemenizi de istiyorum. Dün, Başbakan Yardımcısı<br />

Sayın Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ şunu söyledi; bir<br />

uluslararası sistem çöktüğünde, BM gibi uluslararası örgütlerin<br />

buna müdahil olmadığını ve Libya’da da 5 tane devletin<br />

inisiyatifinden uzak veto diyerek böyle şeylere engel oldu.<br />

Ortadoğu’da bu kritik durumların coğrafi birlikteliğin ve ortak<br />

barışın esas alınması gerekir. Ortadoğu halklarının demokrasi<br />

temelinde oluşmasını sağlamak gerekir. Ortadoğu halkları<br />

içerisinde şiddetin nasıl, ne derecededir? Siz bu genel çerçevede<br />

bunları değerlendirebilir misiniz Sayın YANILMAZ?<br />

Av. Betül YANILMAZ<br />

KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği)<br />

Hukuk Komisyonu Başkanı<br />

Av. Betül YANILMAZ: Bu iki günlük sempozyum benim<br />

aklımda bir metaforu çağrıştırdı bu metafor aslında göçle ilgili,<br />

yani göç çalışmalarına ilişkin üretilen bir metafor ama dünyada<br />

göçün büyük bir kısmını halihazırda mülteciler oluşturduğu için,<br />

yani savaştan kaçan insanların, ekonomik sebeplerden değil de<br />

savaşlardan, iç savaşlardan kaçan insanların oluşturduğu için, bu<br />

metaforu mültecilere yönlendirerek anlatmak istiyorum. John<br />

Bergel şöyle söyler; mültecinin yaşamı bir başkasının gördüğü<br />

düşe benzer, bu şu demek, mülteci bir başkasının gördüğü düşteki<br />

kahramandır, onun tüm eylemlerine bir tarihsel sorumluluk sinmiş<br />

ve aynı zamanda bu düşü gören kişinin zihnindeki ihtiyaca göre<br />

belirlenir. Bu konuşmaların çoğunda dün ve bugün çözüm önerisi<br />

tanındı ve iki kutuplu bir çözüm önerildi. Fakat ben şöyle genel<br />

bir bakışla, dünyanın kendi gördüğü bilinen ihtiyaçlara göre değil,<br />

mültecilerin yakarışlarına göre çözüm üretmek zorunda ve bunun<br />

en temel çözümü de sürdürülebilir konfora kavuşmak değil, bu<br />

problemlere sebep olan yolları tıkamaktan geçer. Tabii burada biz<br />

avukatların duruşmalarda sıklıkla tekrar ettiğimiz bir durum var.<br />

Biz önceki beyanlarımızı tekrar ederiz, ben de bu açıklama yapan,<br />

güvenlik koridorundan bahseden, insani yardımdan bahseden<br />

önerileri, BM’lerin yapısına ilişkin önerileri tekrar ediyorum.<br />

Buna hem son oturumun son konuşmacılarından biri olarak<br />

kullanıyorum. Burada kadın ve demokrasi derneğini temsilen<br />

bulunuyorum. Dolayısıyla geriye kalan bölümü Suriyeli kadınlar<br />

üzerinden işlemek istiyorum. Benim ve derneğimin çalışmaları var.<br />

Gerek Suriye gerek Türkiye’de birçok kampı ziyaret etme imkanım<br />

oldu ve birçok Suriyeli kadınla hem kentlerde yaşayan (Suriye de<br />

dahil) hem de Türkiye’de yaşayan birçok kadınla çalıştım. Onların<br />

ilk başta en büyük sorunları, daha önce sahip olmadıkları bir<br />

toplumsal rolü üstlendiler, artık onlar ailelerinin reisi haline geldiler.<br />

Bu birçoğu için yeniydi ve tecrübeleri yoktu. Hem de çok rahat bir<br />

ortamda değillerdi, bir kaos ortamında kalmışlardı. Bugün Halep<br />

ve Şam’da bu görevi tek başlarına üstleniyorlardı. Çünkü eşleri ya<br />

cephede savaşıyor ya vefat etmişler ya da gözaltındalar. Bu kadınlar<br />

çoğunlukla niteliksiz ve tecrübesiz işlerde görev alıyorlar. Çoğu<br />

şehir kuşatma altında olduğu için birçok temel ihtiyaç malzemeleri<br />

olmadığı için güçlük çekiyorlar, bunun için güvenlik oluşturmak<br />

çok önemli. Suriye’de içeri doğru Türkiye’ye geldiğimiz zaman,<br />

mesela 20 km’lik alan, Kilis’ten çıktıktan sonra o alanda birçok<br />

sınıra yakın kamplar bulunuyor, bombardıman tehlikesi altında,<br />

her an varil bombalarının patlatıldığı çatışma halinde olduğu<br />

yerler, kampın kenarında olan bir durumdan dolayı hemen tahliye<br />

ediliyor ve diğer kampa geçiyor. Bu kampların birçoğunu kadınlar<br />

ve çocuklar oluşturuyor. Tabii onların en önemli sorunu güvenlik,<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

51


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

52<br />

Sempozyum Programı<br />

bu da açık kapı politikasıdır. Ama bu insanların çoğu pasaportu<br />

olmadığı için sınırdan geçiş yapamıyorlar ve 15 km’lik bir alanda<br />

sıkışmış durumdalar. Tabii Halep’in düşmesi bu anlamda çok<br />

büyük zorluk oluşturur onlar için, bu diğer bölgelerde de benzer<br />

şekilde. Aynı zamanda beni etkileyen bir örnek var ki; birçok<br />

kadında da rastladım, aile reisi vazifesi üstenmişlerdir. Güvenli<br />

bölgelere ilerlediler ve çocuklarını akrabalarına bırakıp geri<br />

dönüyorlardı, geride kalanları kurtarmak için ve tekrar dönme<br />

ihtimalleri olmayıp dönseler de, döndüklerinde çocuklarınıakrabalarını<br />

bulma umutları hiç yoktu. Çok cesur kadınlardı,<br />

daha önce hiçbir şekilde aile koruyucusu görevinde olmamışlardı.<br />

Yine AFAD’ın verilerine göre Türkiye çevresinde Suriyelilerin<br />

%22’si evin geçimini tek başına sağlayan kadınlardan oluşuyor ve<br />

bu kadınlar dil problemi yaşıyor. Niteliksiz işlerde çalıştırılıyorlar<br />

ayrıca güvencesizler ve çoğunlukla tehlike altında çalışıyorlar,<br />

düşük ücretler kazanıyorlar, birçok kadın aileleri dahil yakınlarına<br />

da bakmak zorunda. Kendileri için bir sürü temel ihtiyaç<br />

malzemesinden de mahrum kalıyorlar. Suriyeli kadınlar şiddete<br />

de maruz kalıp bir savaş silahı olarak kullanılıyorlar. Bu huzursuz<br />

dönem başladığından beri birçok genç kızın kaçırıldığını, tecavüze<br />

maruz kaldığını öğrendik, bunlar raporlanıyor ama Suriye<br />

üzerinden bunu raporlamak çok zor. Çünkü Suriye’de tecavüz,<br />

ırza geçme ve cinsel taciz gibi bir durum kadın için alnının lekesi<br />

ve bulunduğu ortamı da terk etmek zorunda. Birçok kadın<br />

Türkiye’de çocuklarını doğurmuş durumdalar ve kendi diğer<br />

çocuklarından kocalarından ailelerinden ayrılarak Türkiye’ye<br />

sığınmışlar, bunlar yine de en iyi örnekler. Suriye içinde birçok<br />

kadın var ki bu durumda biliyorsunuz. Savaşlarda zaten tecavüz<br />

ya da cinsel şiddet bir savaş taktiği olarak kullanılır, yani askerler<br />

için bir motivasyon kaynağı, bir topluluğu aşağılamak için, onları<br />

baskı altına almak, egemenlik kurmak için kullanılır, savaşta<br />

kadınlar silah olarak kullanılır. Bu dünyada ırza geçmenin bir savaş<br />

suçu olarak sayılması maalesef çok yeni. 1900’lerden itibaren<br />

konuşulmaya başlanıldı, belgelere yansıdı. Bu anlamda sınırlar<br />

çok önemli, sınırlarda insan ticareti büyük bir pazar oluşturmuş<br />

durumda. Özellikle sınırlarda kaçak giriş yapmak zorunda kalan<br />

kadınların pasaport olmadığı için kaçarak giriş yapmak zoruna<br />

kalan kadınlar daha iyi bir hayat yaşamak inancıyla kandırılıyorlar<br />

ve çetelerin eline düşüyorlar. Türkiye’de Suriyeli kadınlar<br />

eşlerimizi elimizden alan fettan kadınlar olarak tanınıyorlar.<br />

Bu haksız bir genelleme, çünkü bu kadınlar bunu gerçekten<br />

istemiyorlar, böyle bir genelleme yapılması, bu söylem üzerinden<br />

konuşulması hiç doğru değil. Suriyeli kadınlar temelinde en<br />

fazla erken evlilikler ya da zorla evlilikler üzerinden gidiyor. Evet,<br />

bunlar Suriyeli kadınlar için bir sorundur geleneklerinin bir<br />

parçası olduğu için ve şu anda mevcut yasalar onları resmi bir<br />

evlilik yapmasına müsaade etmediği için, çünkü belge getirmek<br />

zorundalar ve bu belgeyi getirmeleri savaş olduğu için mümkün<br />

değil. Duygusal sebepleri de var, birçok anne ile konuştuğumuz<br />

zaman, kızının mutsuz olacağını bile bile, güvenli olacağı<br />

düşüncesiyle kızını evlendirmek zorunda olduğunu düşünüyor.<br />

[2. GÜN]<br />

Tabii burada bizim anlayabileceğimiz bir geleneğin parçası, temel<br />

çözüm bu Suriyeli kadınların acılarını dindirmemiz gerekiyor ve<br />

bunun tek yolu Suriye’deki savaşı dindirmek. Uluslararası hukuk<br />

literatüründe buna insani hukuk diyoruz. Ama biz bunu daha<br />

çok mazeretler üretmek için kullanıyoruz, bu iç savaş meselesi<br />

değil, bu uluslararası bir meseledir ve dolayısı ile insancıl hukuku<br />

ilgilendirir. Vicdani kaynaklara göre vicdanın tanımlarının<br />

belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü bu tanımlar daha<br />

önceki açılardan kaynaklı tanımlardır ve şimdi yeni açılar var bu<br />

kuramları mazeret olarak kullanmak çok doğru gelmiyor. Yine<br />

bir metaforla bitirmek istiyorum. Mülteciler bizim evimizi basan<br />

hayaletler, bize rahatsızlık veriyorlar, bizi tedirgin ediyorlar ve<br />

toprağımızın bizi olup olmadığını sorgulatıyorlar. Sınırları altüst<br />

ediyorlar ulus devlet ne demek bunu zorluyorlar. Yani er ya da<br />

geç insancıl hukuk, insan hakları, bütün bu kavramları yerinden<br />

edebilecek kapasiteye sahipler. Bu durumda yeni tanımlamalar<br />

yapacak ama bunun ne kadar geç olduğu ve nasıl zararlara maruz<br />

kaldığımız da bizi ilgilendiren temel sorun, bu elli yıl sonra olursa,<br />

ödeyeceğimiz bedeller fazla olacaktır.<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Bütün bu savaşların<br />

odağında ağırlıklı olarak kadınlar ve çocuklar vardır. Tecavüzün bir<br />

savaş silahı olarak kullanıldığı bir ortamda, siz göçmenlerin hangi<br />

siyasal, sosyal çıkarlarını tezgahlayan bir konumda olabilirsiniz?<br />

Sadece insani açıdan baktığınızda bile bu durum çok kötüdür.<br />

Son konuşmacımız Anadolu Platformu Başkanı Sayın Turgay<br />

ALDEMİR bize, bütün bu konuşmaları genel çerçevesiyle ele<br />

alacak olursak görüşleriniz nelerdir?<br />

Turgay ALDEMİR<br />

Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep<br />

President, Anatolian Platform / Gaziantep<br />

1987’de Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’ne girdi. Bu yıllarda Gaziantep’te<br />

arkadaşlarıyla beraber kitap evi, radyo ve vakıf faaliyetlerinin kurucusu olarak<br />

bulundu. 1994 yılında Gaziantep’te Bülbülzade Vakfını kurdu. Anadolu Platformu’nun<br />

kurucuları arasında yer aldı. Kurucusu olduğu Bülbülzade Vakfı ve Anadolu Platformu<br />

Yönetim Kurulu Başkanı olarak hizmetlerine devam etmektedir.<br />

Turgay ALDEMİR: Küresel vicdan öldü ve bu yaşananlar aslında<br />

bunun bir yansımasıdır. Suriye demin bahsedildiği gibi, birçok<br />

acıyı birarada yaşıyor aslında, bizler 100 yıldır ertelediğimiz bir<br />

yüzleşmenin yeniden karşılaşmasıyla bugün yüzleşmekteyiz.<br />

Bundan kaçtığımız sürece bu bizim peşimizden gelecektir. Biz<br />

1914’te ondan önceki yüzyıllarda biriken sorunlarımızı<br />

çözemediğimiz için ve başkasının aynasında kendimize çeki<br />

düzen vermeye çalıştığımız için bu savrulmayı, bu çürümeyi, bu<br />

dağınıklığı yaşadık. Bir imparatorluktan ulus ve devletler çıkarttık,


tarih yeniden bize fırsatlar vermekte ancak bunlar yaşanırken, iki<br />

gündür burada tartışılıyor ve sık sık Rasmussen’e atıflar yapılıyor.<br />

Aslında beyefendinin de temsil ettiği kurum, bu yüzyılda ortaya<br />

koyduğu davranışlarla misyonunu bitirmiştir. Ortadoğu merkezli<br />

yapılan tartışmaların ve çözüm arayışlarının aslında kanserli<br />

hastayı antibiyotikle tedavi etme çabalarının bir maraziyetinden<br />

başka bir şey değildir. Onun için sorunun gerçeğini konuşmamız<br />

lazım. Ne zaman Ortadoğu’dan söz açılsa acılardan, gözyaşından<br />

sürgünden, dramdan, cinayetlerden ve tecavüzlerden, durdurmak<br />

için sığındığımız emperyalist sözde hakemlerden bahsedilir.<br />

Aslında bunların çoğu yüzyıldır bu dünyaya çektirdiği değil<br />

miydi? Onu için bir an önce kendi değerlerimize dönmemiz<br />

lazım, evet şu anda etrafımızda yeniden bir adalet, merhamet<br />

oluşuyor. Ama çoğu gürültüden ibaret bir sistemi ayakta tutmak<br />

için insanın, onu koruyacak, onu ileriye taşıyacak ekonomik güç<br />

ve onu koruyacak güce ihtiyaç vardır. Biz yetmiş milyon ve buna<br />

inanan etrafımızdaki coğrafya ile büyük bir ses çıkarıyoruz. Fakat<br />

bunun ne kadarı sanat, ne kadar edebiyat, estetik mimari, sinema,<br />

televizyon, teknoloji? Buradan nasıl fikirler çıkacak? İnsanları<br />

koruyacak, bir sistem, bir düzen getirecek... İnsanlığın bu yeni<br />

doğumuna şahitlik edeceği, insanları doğum sancısında boğmaya<br />

çalışanlara karşı hakka dayanan bir gücünüz var mı? Doğrusu yok!<br />

Bunu her an finanse edecek bir ekonomik adalet ekseni de<br />

üretebildik mi? Hayır! İşte bunların hepsini bilerek en hızlı<br />

şekildeki, şu anda en ciddi anlamda var olan Anadolu ve islam<br />

dünyasının büyük bir kısmı, insan kaynaklarımızı yeni yeni keşif<br />

etmeye başladık. Bunları tek tipleştirmeden, yeni dünyanın<br />

ihtiyaçlarına göre donanımlı ve açık ufuklu, dünya ile iletişim<br />

içerisinde yeniden kurgulamamız ve yetiştirmemiz lazım. Diğer<br />

taraftan bunlar yaşanırken bu tabloya baktığımızda, nerede ise<br />

çözümü imkânsız. İşte Anadolu’da birbirine yaslanan birçok<br />

sorunu da beraber yaşıyoruz. Temel sorun dostlar, temel sıkıntı<br />

problemin hakikatine dair tespitlerimize bir türlü konsensüs<br />

sağlayamıyoruz. Bunun temel nedeninde kanaatimce çözümü,<br />

bize bu zulmü reva görenleri çatı altında arıyor oluşumuzdan<br />

kaynaklanıyor olabilir miyiz? Kendi gök kubbemizde, kendi<br />

medeniyet kurumlarımızın içerisinde, yeni yeni bu meseleleri<br />

tartışıyor, konuşuyor ve çözüm arıyoruz. Başkasının epistolojisinde,<br />

başkasının aurasında geleceğimizi büyütemeyiz. Onun için bu<br />

alanlarımızı geliştirmemiz lazım, aksi taktirde Amerika’yı,<br />

Japonya’da ve Çin’de yeniden üretildiğine şahit olmak gibi,<br />

Ortadoğu’da İslam dünyasında yeniden o kültürü üretmek gibi bir<br />

durum. Aslında Ortadoğu’daki kavganın bir nedeni de bizim o<br />

kültüre de direniyor olmamız. Çünkü biz medeniyetlerin kesiştiği,<br />

insanların ocağı ve beşiği olan bir coğrafyada bulunuyoruz. İşte<br />

bunun için iki kutuplu dünyanın çökmesi ile beraber birçok yük<br />

birçok sorun ve bugüne kadar ötelenmiş veya cebri yollarla<br />

bastırılmış birçok meşru talebin önü açıldı ve buralardaki kukla<br />

yönetimlerin üzerindeki perde düştü. Bunlar tartışılır hale geldi.<br />

1945 sonrası oluşan ve mantığı icabı soğuk savaşın güç ve rekabet<br />

ilişkisi üzerine ikna edilen BM’ler dünya başkanı NATO gibi<br />

birtakım ulusüstü kurumlar mevcut sorunları çözebilme<br />

kabiliyetinden, kapasitesinden mahrumdur ve bunlar dolayısı ile<br />

çözümü, bu tür kuramların modası geçmiş kuramları ile halletmeyi<br />

denemek, beyhude bir çabadan ve ötelenmiş adalet arayışından<br />

başka bir şey olamayacaktır. Bu da bize çözümün başka bölgenin<br />

ve bu çalışmaların yeniden bu ocaklarda ele alınmasını getiriyor.<br />

İşte bunun için bu da bizlere çözümü başta bölgelerin etkili<br />

devletlerinin belirleyici güce sahip diğer devletler ile bir araya<br />

gelerek oluşturacağı yeni bir diplomasi ve etkili bir müdahale ile<br />

mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. Aslında çare biziz,<br />

herbirimiz, şu salonda bulunan bizler, yaşadığımız acıları<br />

birbirimize anlatarak bu ortamları bir ağlama duvarına çevirmenin<br />

ötesinde, çözümün ve çarenin ocağı olmaya bakmalıyız. İşte<br />

bunun için Ortadoğu’ya tek yönlü bakamayız. Öncelikle şu üç<br />

meselenin birlikte ele alınması gerektiğine inanıyorum: Din,<br />

coğrafya ve enerji. Bu üç başlık birlikte düşünülmeli, tek birinden<br />

bakarak Ortadoğu’da kalıcı bir çözüme ulaşmamız çok zor<br />

görünüyor. Dini açıdan bölgenin üç ana damarı var: Sedefilik,<br />

Sünnilik ve Şiilik. Sünniliği takdir edersiniz ki Türkiye, Sedefiliği<br />

Suudi Arabistan ve Şiiliği bölgede İran temsil etmektedir.<br />

Ortadoğu’nun jeopolitik konumu elbetteki çok önemlidir. Bu<br />

bölgede üç ülkenin temsiliyeti belirleyicidir. Bunlar bölgenin ana<br />

eksenleri ve bu eksenlerin özellikle kendi alanlarına dönmesi<br />

gerekiyor. Bölge dışı güçler bu devletlerle ve bakışlarla tek ilişki<br />

kurarak bölgenin geleceğini istikrarsızlaştırmakta ve kaosa<br />

sokmaktadır. Ortadoğu karmaşık bir durum var. Çözüm için uzun<br />

vadeli bütüncül bir bakışa ihtiyaç var. Bunun için bazen<br />

geleceğimizi geçmişte arayıp, burada kurduğumuz o medeniyet<br />

havzalarında her türlü farklılığın buram buram yaşandığı<br />

dönemlerden bu zamanlara kesitler taşımamız lazım. Bugünkü<br />

istikrarsızlığın temel nedeni, bölgenin kendi sorunlarına dönük,<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

53


Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

54<br />

Sempozyum Programı<br />

kendi hafızasında çözüm aramaması ve bunun için yeterli çaba<br />

göstermemesidir. Ancak son dönemde istikrarsızlığın bir diğer<br />

nedeni de özellikle ABD’nin üst üste Irak müdahaleleri ve son<br />

dönemde de gücünü Pasifik’e kaydırmış olması da, ortaya çıkan<br />

boşlukta IŞİD ve benzeri örgütlerin zühul etmesine zemin<br />

hazırlamıştır. Bölgedeki köhnemiş yapılar kendini yenileyemediği<br />

için birçok alanda bakteri üretiyor ve bu ortamlar fevri, saldırgan.<br />

İnsanlığın onurunu, geleceğini ve İslam’ın medeniyet değerini yok<br />

eden çatışmalara ve kaosa imza atmaktadır. Bu düzenler halkın<br />

lehine mutlaka yenilenmelidir. Ancak ana eksenlerin bu olaylara<br />

nasıl baktığı son derece önemlidir. Değerli dostlar; Suudi Arabistan<br />

ekseni Batı merkezli bir jeopolitik izliyor ve İslam dünyası olarak<br />

bu izlediği jeopolitiklerde onun çıkması için her fırsatta bunu<br />

dillendirip ve onun kendi kadim jeopolitikliğine döndürmesini<br />

sağlamamız gerekir. Diğer taraftan İran İmam Humeyni devrimi<br />

ile beraber bir yol aldı. Fakat onun ölümünden sonra devrimi<br />

yapanların bir kısmı bu devrimi Batı’ya pazarladı ve şu anda batının<br />

en büyük bölgelerin müttefiklerinden, stratejik ortaklarından biri<br />

İran’dır. İran’ın bölgenin kendinden gerçeklerini kendi aktör<br />

sorumluluklarına dönmesi için hepimizin bulunduğu her alanda<br />

baskı yapması lazım. 2012 sonrası Türkiye’de anti-emperyalist<br />

damar güçlendi. Anadolu’da doksan yıldır ötelenen o kadim<br />

damar yeniden canlandı. Bunda emeği geçen, bu özgürlükleri<br />

ortaya çıkaranlardan RABBİM razı olsun. Türkiye 100 yıldır<br />

ötekileştirdiği Kürtlerle, Alevilerle, Sünnilerle ve azınlıklarla aynı<br />

masanın etrafında oturup konuşmaya başladı. Birkaç hafta önce<br />

Urfa’da yirmiyi aşkın kanaat önderi Sayın Başbakan’la bir düzine<br />

bakanla biraraya gelmiştir. Kürt halkının hakları için mücadele<br />

eden bir davetli, önce üst perdeden bazı şeyleri dillendirdi konuştu<br />

ve sonra dedi ki; ilk defa normal insan yerine konulmuş<br />

hissediyorum; çünkü benim sözümü kesmeden dinleyen<br />

yöneticilerim var. Değerli arkadaşlar sorunlarımızı konuşabilmek,<br />

en ötekini bile insan olarak alıp meselelerimizi konuşabildiğimiz<br />

zaman çözümler gelecektir. Yine aynı toplantıda bir alevi<br />

arkadaşımız; “ben derdimi herhangi bir güvenlikçiye beş<br />

dakikadan fazla anlattığımda kimse bana tahammül etmemişti”<br />

dedi. Aslında hikaye burada yatıyor, birbirimizi dinleyebilmek,<br />

konuşabilmek. Bu yeni yerli organik damar Ortadoğu halkları için<br />

heyecan oluşturuyor, model oluşturuyor ve artık Ortadoğu<br />

konuşuyor, tartışıyor. Türkiye bu anlamda bölge için önemli bir<br />

misyon, önemli bir rol model durumunda. Ancak ben bu sorunlara<br />

dönük palyatif bir kısım çözümler sunmayı düşünmüyorum.<br />

Fakat Ortadoğuda katılımcı, yerli, özgürlükçü, paylaşımcı<br />

yöntemlerin olması için hepimize çok daha fazla çaba düşüyor.<br />

Özellikle gençlerimize, Üniversitelerimize büyük çaba düşüyor.<br />

Bu bölge ancak yeniden kendi kadim köklerine bağlanarak, dünya<br />

ile iletişim içerisinde olarak kendini gerçekleştirebilir. Ancak o<br />

zaman dünyanın içerisine düştüğü vicdan daralmasına yeniden<br />

buralardan yeni bir medeniyet üretilebilir. Tıpkı geçmişte<br />

gerçekleştirdiğimiz gibi, bu topraklarda yeniden çok dilli, kültürlü,<br />

çok dinli, yürüme mesafesinde, medeniyetlerin birbirine aktığı<br />

Şam gibi, Kudüs gibi, Halep gibi, İstanbul gibi, Endülüs gibi,<br />

[2. GÜN]<br />

Gaziantep gibi, tüm Anadolu gibi medeniyet havzalarını<br />

yaşatabiliriz. Aslında Suriye bunun için önemli bir örnek; şu anda<br />

Gaziantep’te 350 bin Suriyeli yaşıyor, bunların içinde Müslümanlar<br />

da var. Farklı dinlere mensup insanlar da var. Geçen gün onların<br />

temsilcisi bir Hıristiyan, dünya çapında da eserleri olan Michael<br />

Celo misafirimdi. “Ben birçok Batı ülkesinde olmadığım kadar<br />

sizin ülkenizde özgürüm” diyordu. O zaman bu özgürlük ortamını<br />

geliştirmemiz lazım, genişletmemiz lazım ve buradan aramızdaki<br />

bu sınırları anlamsızlaştıracak adımlar atmamız lazım. Bunun için<br />

100 yıldır Batılı yaklaşımlar topraklarımızda. Birini ötekine<br />

kırdırarak ve bizi birbirimize düşürerek... Bundan dolayı; kendi<br />

kültür auramızın içinde, kendi jeopolitiğimizde ama dünyaya açık<br />

bir şekilde meselemizi ele almamız gerekiyor. Demin ayçöreğinde<br />

bahsedildi, biraz da ortamın sıcaklığına değinerek, biz Ortadoğu’yu<br />

piyanonun sunumu ile ne kadar çözebiliriz? Ortadoğu’nun<br />

yüzlerce müzik aletinin içerisinde kendi kültürünüzden<br />

öykünmeden, bunlarla yeni dünyaya geçmişte olduğu gibi birçok<br />

şey taşıyabiliriz. Bunun için bunları konuşmakla beraber,<br />

Ortadoğu’da yeni bir düzenin ve barışın önünde en büyük engelin<br />

de İsrail olduğunu ve onun özellikle teolojik yaklaşımının<br />

olduğunu hepimizin çok iyi bilmesi lazım. O teolojik yaklaşım;<br />

değil Müslümanlara, Hıristiyanlara dahi hayat hakkı tanımayan,<br />

kendi içinde farklı Yahudi inanışlarına dahi fırsat tanımayan bir<br />

anlayışın özgürlüğü temsil ettiğini söyleyen Batı tarafından himaye<br />

edilmesi, tam bir aymazlıktan başka birşey değildir. İsrail’in tüm<br />

dünyaya ben merkezli yaklaşımları büyüktür. İsrail tüm açık<br />

düzenler için en büyük tehdittir. Bunun için Ortadoğu’da yeni bir<br />

doğum sancısı var. Kaos içerisinde yeni bir düzen kurmanın<br />

çabasına şahitlik ediyoruz. Tarih yeniden bize bir fırsat verdi. Bunu<br />

seyir ederek, acılarımızı arka arkaya dizerek değil, çözüme dair ben<br />

ne yapabilirim, ben insanlık için ne yaptım sorusu ile yeniden bir<br />

Münevver davranışa ihtiyaç var. Bunun için çözümün; huzur<br />

olmadan düzen kurulamayacağını bilerek bölgenin tüm<br />

taraflarının bölgesel barış ortamlarında biraraya gelip kendi<br />

sorunlarından konuşmaktan geçtiğini bilmemiz gerekiyor. Bu<br />

süreç Türkiye’yi önemli görevlerle yüzyüze bıraktı. Evet biz iki<br />

milyon kardeşimize ev sahipliği yapıyoruz, verilen rakamlar<br />

aslında çoğu kamplarda harcananlar, ama şu şehirde birkaç kamp<br />

var, kamp dışında da insan var, her yer aynı. Yaşanan bir kısım<br />

sorunlar, 10 bin tane insan bir futbol maçı için bir şehre gidiyor,<br />

olay oluyor. Ama bakın emniyet verilerinde çok kadirşinas bir<br />

milletin insanları olduğumuzu görüyoruz. Suç oranları neredeyse<br />

yok denilecek kadar az. Onun için neye sahip olduğumuzu<br />

bilirsek, bunlarla nereye gideceğimizi de çok daha iyi<br />

belirleyebiliriz. Sözlerimi toparlarken özellikle bölgede ortaya<br />

çıkmış sonuçları bir veri olarak bir dayanak yaparak gelecek<br />

oluşturamayız.


Bizim bölgede var olan tüm farklılıklar, geçmişte olduğu gibi<br />

medeniyet havzamızın bir unsurudur. Bize bu kavgaları reva<br />

görenler, evet bizim çatışacağımız, kavga edeceğimiz insanlardır,<br />

ama onun dışındaki tüm unsurlar, yeniden sulhü, barışı ve<br />

geleceğimizi konuşmak için bir fırsat olmalıdır. İşte bunun<br />

için bütün bunlar şu açıdan önemlidir: Siyasi bir istikrarın<br />

sağlanmadığı bölge ülkelerin aynasında işbirliği gerçekleşmediği,<br />

ekonomik beklentilerin karşılanmadığı hiçbir bölgede huzur ve<br />

refah gerçekleşmez. Bu durum Ortadoğu için de Suriye için de<br />

geçerlidir. Ortadoğu mevzubahis olduğunda, sorunları tarihsel ve<br />

ontolojik olarak değerlendirmeyi bir tarafa bırakıp, bu gerçekliği<br />

görmemiz ve bu iş için mücadele etmemiz gerektiği kanaatindeyim.<br />

Bölgenin üç temel saç ayağı olan din, coğrafya ve enerji konularını<br />

mutlaka bir üst bakışla ele almalı, parçalayıcı yaklaşımlardan<br />

uzaklaşarak, buranın medeniyet havzalarını, ana damarlarını<br />

birbirine yaklaştırarak, Sempozyumlara, uluslararası çalışmalara<br />

ve ziyaretlere ev sahipliği etmemiz gerekiyor. Bunun için değerli<br />

dostlar, önemli bir eşikte bulunuyoruz. Buradan önemli sıçramalar<br />

yapacağız ve tarihin bu nöbet değişiminde, insanlık onurunun<br />

yeniden ayağa kalkma arifesinde, seyir edenlerden değil, omuz<br />

verenlerden, dert edinenlerden olmamız gerekir. Bu açıdan da<br />

bu sorunları bertaraf edecek bir noktada Üniversitelerimizin,<br />

düşünce kuruluşlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, gönüllü<br />

hareketlerin devreye girmesi, bir yerde taşın altına elini koymasına<br />

bağlıdır. Bir düşünürün ifadesi ile; ‘Çocuklar doğmaya devam<br />

ediyorsa ALLAH insanlığın geleceğinden umudu kesmemiştir’<br />

diyor ve çocuklar doğmaya devam ediyor. Biz özgür bir dünyada<br />

yaşasınlar diye çabalamamız gerekiyor.<br />

Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sempozyumumuzun<br />

son oturumu da bitmiş bulunmaktadır. Bizi dinleyen ve buraya<br />

gelerek değerli fikirlerini bizimle paylaşan akademisyenlerimize,<br />

hocalarımıza çok teşekkür ederiz.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

55


Sempozyum Sonuç Bildirgesi<br />

Giriş ve Önsöz<br />

Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi tarafından 19-20 Aralık 2014 tarihlerinde “Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm<br />

Arayışları Sempozyumu” gerçekleştirilmiştir. Üniversite bünyesinde kurulan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi evsahipliğinde gerçekleşen<br />

Sempozyum süresince söz alan ve aşağıda adı geçen katılımcılar Ortadoğu’da yaşanmakta olan siyasi ve toplumsal krizler ile söz konusu<br />

çatışmaların tarihi ve siyasi nedenlerini tartıştı ve çözüm önerilerini paylaşmıştır.<br />

Bulgular ve Çözüm Önerileri<br />

• Ortadoğu’da yaşanan sorunlara çözüm önerileri geliştirmek için öncelikle bölge dinamiklerinin ve çatışmaların tarihi,<br />

toplumsal ve siyasi nedenleri çok iyi anlaşılmalıdır.<br />

• Sempozyumun tüm katılımcılarının sempozyum sırasında yaptıkları Nizip Kamp ziyareti sonrasında vardıkları ortak<br />

görüş; Türkiye Cumhuriyeti’nin sığınmacılara sağladığı imkan ve olanaklar tarihe geçecek bir insanlık örneği olacaktır.<br />

• Suriye’de halihazırda yaşanan iç (küresel) savaş ya da vekaleten savaşlar, Ortadoğu’daki büyük resmin sadece küçük bir parçasını<br />

oluşturmaktadır. Bugün Ortadoğu’da siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel, dini ve ahlaki açıdan bir tür soykırım ve<br />

erozyon yaşanmaktadır.<br />

• Siyaset, sorunların konuşulabilmesini esas alır. Bölge halklarının çözüm odaklı bir yaklaşım ile karşılıklı saygı çerçevesinde iletişim<br />

kurmanın bir yöntemini bulmaları gerekmektedir. Ancak benzer tarihi geçmişe sahip ülkelerde uygulanmakta olan yönetim<br />

çözümleri yerine, bölge halklarının kendi dinamikleri ile uyumlu çözüm önerileri üzerinde durulmalıdır.<br />

• AB ile Ortadoğu ve Orta Asya arasında önemli bir köprü işlevi bulunan Türkiye’nin bölgede tesis edilecek barış<br />

sürecinde önemli bir rolü bulunmaktadır.<br />

• Ortadoğu’daki petrol zengini ülkelerin ekonomileri daha edilgen ve tüketime dayalı ekonomilerdir. Bu ülkelerde ekonomik<br />

zenginlikten bahsedilebilir ancak ekonomik kalkınma ve eğitim yetersizdir. Tüketim odaklı yapının değiştirilmesi, bölgede<br />

sürdürülebilir refah ortamının sağlanması için gereklidir.<br />

• Bölgedeki siyasi ve toplumsal çatışmaların temelinde etnik ve mezhepçi politikaların ağırlığı büyüktür. Bunun yerine, toplumsal ve<br />

evrensel bir aidiyetin oluşturulması için çalışılmalıdır.<br />

• Ortadoğu’da barışın tesisi için gerçekleşecek tüm çalışmalarda bölge ülkelerinin katkı vermesi sağlanmalıdır.<br />

Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

• Ortadoğu’da yıllar içinde yaşanan savaşlar bölge ülkelerinde ciddi bir mülteci nüfus oluşturmuştur. Mültecilerin yaşamakta oldukları<br />

ülkelerde vatandaşlara tanınan tüm sosyal güvenlik ve çalışma haklarına kavuşmaları, onların sömürücü konumdan kurtarılarak<br />

üretime katılması gerekmektedir.<br />

• Ortadoğu’nun önünde duran bir başka sorun bölgede yaşanan tarihi ve kültürel soykırımdır. Gerek bölge halklarının bilgilendirilmesi<br />

ve bilinçlendirilmesi için kapsamlı bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Bölgede yürütülecek çalışmalar için yerel STK’lar ve<br />

üniversiteler ile uluslararası örgütlerin işbirliği içinde olması elzemdir.<br />

56


PEACE IN THE MIDDLE EAST<br />

ACTORS, PROBLEMS AND QUEST FOR PEACE<br />

SYMPOSIUM<br />

2014 December, 19 th - 20 th<br />

ortadogudabaris.hku.edu.tr<br />

GAZİANTEP


Publications of Hasan Kalyoncu University; 4<br />

KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1<br />

Peace In The Middle East:<br />

Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,<br />

2014 December, 19 th - 20 th , Hasan Kalyoncu University,<br />

Gaziantep - TURKEY, Proceedings Book<br />

August 2015<br />

ISBN : 978-605-86507-3-2<br />

© Hasan Kalyoncu University, 2015<br />

Certificate № 23117<br />

Correspondence Address<br />

Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP<br />

Phone : +90 (342) 211 80 80<br />

Fax : +90 (342) 211 80 81<br />

www.hku.edu.tr<br />

e-mail: yayin@hku.edu.tr<br />

Editors<br />

Prof. Dr. Edibe SÖZEN<br />

Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK<br />

2Hasan Kalyoncu University<br />

Düzenleme Kurulu<br />

Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ<br />

Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN<br />

Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL<br />

Seba KÖSEMATOĞLU<br />

Prepared By<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

Press and Public Relations Directorate<br />

Cover Design and Graphic Implementation<br />

Uğur Servet KARALAR<br />

Print<br />

Sertaç Basım - Gaziantep<br />

This book is catalogued by Hasan Kalyoncu University<br />

Mütercim Asım Library<br />

Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium,<br />

2014 December, 19 th - 20 th , Hasan Kalyoncu University, Gaziantep =<br />

Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu,<br />

19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep<br />

Editors: Edibe Sözen, Bilal Çıplak<br />

Gaziantep: Hasan Kalyoncu University, 2015.<br />

116 pages: picture, table, chart; 21,5x28 cm<br />

Publications of Hasan Kalyoncu University; 4.<br />

KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1<br />

ISBN : 978-605-86507-3-2<br />

1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace<br />

2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government<br />

3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions<br />

4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey<br />

5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe<br />

6. Arap Baharı - Arab Spring<br />

DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.)


Acknowledgement<br />

Middle East Region, starting from The Atlantic Ocean and continuing until The<br />

Indian Ocean through The Mediterranean coast, has done the honours to many<br />

civilisations. It has become a centre of rich trade and culture with the benefits of<br />

being intersection, which connects Europe, Asia and Africa.<br />

However, the denominational and ethnic conflicts at the present time have<br />

leaded the Middle East to war, poverty, starvation and misery from this<br />

richness that they have. It is obvious that The Middle East needs international<br />

collaborations with states, institutions, universities and non-governmental<br />

organisations to lessen conflicts and develop operative solutions.<br />

On the other hand, either root causes of conflicts and their feeding of suspicions<br />

about international ecosystem or unsuccessful attempts to build peace of<br />

international organisations has obliged to answer some questions immediately.<br />

Which steps have to be taken for Syria, diffused in terms of both economic<br />

and sociologic, to be reorganised? What are the region countries doing for a<br />

permanent solution? How is route of NATO, an alliance that EU countries<br />

form, for permanent peace in the region?<br />

We, Hasan Kalyoncu University Middle East Research Center, wish Peace in the<br />

Middle East: Actors, Problems and Quest for Peace Symposium to contribute<br />

to possible tranquility and peace in the region by answering these questions.<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Hasan Kalyoncu University Rector<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

5


CONTENTS<br />

Acknowledgement 5<br />

Purpose of the Symposium 7<br />

From the Gallery of the Symposium 9<br />

The Symposium Program 11<br />

Opening Speeches 12<br />

1 st Session<br />

What is Happening in the Middle East Today? 17<br />

Syria Camp Visit,<br />

Nizip/Gaziantep 21<br />

2 nd Session 22<br />

3 rd Session<br />

Political and Social Reasons of Middle East<br />

Crisis in Historical Process 33<br />

4 th Session<br />

The Seeking of Method Oriented at<br />

Solution of Middle East Crisis and Suggestions 43<br />

6Hasan Kalyoncu University<br />

Research 54<br />

Declaration of Symposium Result 58


PURPOSE OF THE SYMPOSIUM<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

7


8Hasan Kalyoncu University<br />

In the last ten years, we have witnessed a lot of incidents<br />

with regional and global results such as September<br />

11 attacks, conflicts in the Middle East, the Syrian<br />

civil war that is still going on, and the fact that the<br />

religion-based terrorism has started again and religious<br />

and ethnical discrimination has flared. Among these<br />

incidents which continue to affect local, regional<br />

and global communities in very different levels and<br />

manner, the Syrian civil war that is still going on causes conflicts,<br />

one of which is the military coup in Egypt. As a result, problems<br />

such as deaths, mass migrations, devastation of historical cities,<br />

radicalization, terrorism, religious and ethnical discrimination<br />

have occurred. In this respect, the incidents in question cause<br />

serious political, economic and human crisis and, even worse, the<br />

problems mentioned above have not been limited to the countries<br />

they have occurred and have involved region’s countries as well.<br />

This points out that the incidents in the Middle East have effects<br />

beyond the region. From this point of view, it is very clear that<br />

to decrease conflicts and to be able to develop effective solution<br />

proposals for the problems, international cooperation to generate<br />

a consensus point with governments, institutions, universities and<br />

non-governmental organization is needed.<br />

Turkey, which is a country that shares the same region, culture,<br />

history and, most importantly, common dangers, has developed<br />

extremely valuable economic and political relations with the<br />

countries in the region before the conflicts occurred in the<br />

Middle East. Therefore, the wave of change and inner conflicts<br />

which occur in the Middle East endanger Turkey’s both safety and<br />

economic relations. As a result, Turkey had to mediate resolution<br />

process to protect its benefit in the Middle East. According to<br />

the data expressed by the United Nations (UN), the number<br />

of Syrian refugees entering Turkey has exceeded 1.6 million. If<br />

we think that Syrians who have entered Turkey by passing the<br />

border illegally are added to this number as well, it can be easily<br />

said that the number of refugees in Turkey has exceed 2 million.<br />

In this respect, Turkey face a lot of problems such as increasing<br />

crime rates and their costs, ethnical and religious tensions which<br />

occur because of the on-going conflicts in its south neighbors.<br />

Therefore, it is necessary to solve the present conflicts for both<br />

the communities in the aforesaid countries and Turkey’s national<br />

safety and economic benefits.<br />

The Symposium took place in Gaziantep, which is one of the<br />

important historical cities established on the Silk Road in<br />

the Southeast. The economic improvement and the strategic<br />

importance it has make Gaziantep the region’s attraction center<br />

for the local and international players such as Iraq and Syria.<br />

Gaziantep has become a center for the operations of International<br />

institutions such as Mercy Corps and Norwegian People’s<br />

Aid, which carry out operations for the crisis in Syria. UN has<br />

opened an office in Gaziantep to administer its operations in<br />

Syria. Gaziantep runs its course to be an important center for<br />

international academic symposiums, conferences and panels.<br />

Moreover, 400 thousand Syrian refugees in Gaziantep set an<br />

important example for both social analysis and humanitarian aid.


From the Gallery of the Symposium<br />

The summary of the world from the view of the artist<br />

A depiction showing the objection of the world against to self defence move<br />

of attacked Syria<br />

Countries of world and Arab who watch the situation of Syria demanding<br />

freedom behind the wall<br />

The answer of the Palestinian woman to the “When will the Arab<br />

countries help us?”question of young Syrian woman: “Come and sit here. I<br />

have been waiting for them for 64 years but they haven’t come yet.”<br />

As Hasan Kalyoncu University Middle East Research<br />

Centre, our aim is to discuss the origins of the problems<br />

mentioned above, and to develop solutions for policy<br />

makers, civil society organizations and international<br />

organizations bringing a group of important people<br />

together including academics, politicians, activists and<br />

representatives of non-governmental organizations<br />

recognized at an international level. Although it is<br />

known that most of the political turmoil taking place<br />

here is affecting the people of this country, inevitably,<br />

it is a known fact that the developments have regional<br />

and global impact. Therefore, our common goal is to<br />

come together and develop solutions for such conflicts.<br />

We invite you, distinguished participants, to support<br />

“Peace in the Middle East: Actors, Problems, and<br />

Quest for Peace Symposium” by offering your valuable<br />

contribution.<br />

The symposium has assumed to host the distinguished<br />

guests including the Middle East experts, civil<br />

society representatives, academics well-known at the<br />

international level.<br />

We see a daisy, which shows up at the end of “Syria” in Arabic, can cause a<br />

war plane fall. This means that peace and love prevail war.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

9


1 st DAY - 19 th December 2014<br />

09:00<br />

Welcome<br />

The Turkish National Anthem<br />

and “A Peace Message” Piano<br />

Concert Tambi Asad Cimuk<br />

09:30<br />

09:50<br />

Opening Speeches<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Rector, Hasan Kalyoncu University<br />

Cemal KALYONCU<br />

Hasan Kalyoncu University Chairman of the<br />

Board of Trustees<br />

Fatma ŞAHİN<br />

Mayor of the Metropolitan Municipality of Gaziantep<br />

Anders Fogh RASMUSSEN<br />

Former Secretary General of NATO (2009-2014)<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ<br />

Deputy Prime Minister of Turkey<br />

10:30 - 12:15<br />

1 st Session<br />

Question & Answer<br />

Syria Camp Visit<br />

Nizip / Gaziantep<br />

13:30<br />

15:30<br />

16:00 - 17:30<br />

2 nd Session<br />

Question & Answer<br />

2 nd DAY - 20 th December 2014<br />

09:30 - 11:00<br />

3 rd Session<br />

Question & Answer<br />

Coffee Break<br />

11:00<br />

11:15<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

Question & Answer<br />

11:15 - 13:15<br />

4 th Session<br />

Coffee Break<br />

11:00<br />

11:15<br />

10


SYMPOSIUM PROGRAM<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

11


Symposium Agenda<br />

[1st DAY]<br />

Welcome<br />

The Turkish National Anthem and “A Peace Message” Piano Concert Tambi Asad Cimuk<br />

Opening Speeches<br />

Prof. Dr. Tamer YILMAZ<br />

Rector, Hasan Kalyoncu Üniversitesi<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

12<br />

The Middle East region, which reaches from the Atlantic Ocean<br />

to the Indian Ocean, has hosted many civilizations for centuries.<br />

Situated at the crossing point between Europe, Asia, and Africa,<br />

it has been the cradle of cultures and businesses. Unfortunately,<br />

the Middle East has been regarded in current history as a region,<br />

where today there is no day without war, nor peace or welfare. In<br />

the last decade some inseparable issues and developments have<br />

seriously been threatening the regional and global peace and<br />

stability.<br />

The September 11 attacks, the Arab Spring that commenced<br />

in 2010, and the ongoing Syrian Civil War make it necessary<br />

to examine the political, social, and economic dynamics of the<br />

Middle East. Turkey, one of the most important actors of the<br />

region, has essential historical ties with the Middle East. Turkey<br />

is followed by all countries around the world because of its efforts<br />

to put an end to the crisis and instability, and the attempt to<br />

establish peace and brotherhood in the region. Our country did<br />

its best, if not more, for the conflicts in Syria to be resolved. All<br />

the Turkish authorities have been paying attention to the Syrian<br />

issue and drawing the attention of the international community<br />

to the serious crisis in Syria. Due to the current sectarian and<br />

ethnic conflicts, a rich region has been dragged into a war, poverty,<br />

famine, and misery. In order to ease the conflicts and to provide


effective solutions, there is an absolute need for an international<br />

co-operation supported by governments, institutions, and nongovernmental<br />

organizations.<br />

On the other hand, there is a need for an urgent answer to some<br />

important questions due to the skepticism about the conflicts and<br />

the international ecosystem in the Middle East and the failure of<br />

international organizations within the region to establish peace.<br />

What steps should be taken for the reconstruction of Syria that<br />

has fallen apart sociologically and economically? What should<br />

the neighboring countries do to provide a permanent solution<br />

to all these issues? What road should be followed to establish<br />

permanent peace according to NATO?<br />

We hope that the symposium titled “Peace in the Middle East:<br />

Actors, Problems, and a Quest for Peace” organized by the Middle<br />

East Research Center of Hasan Kalyoncu University will find<br />

answers to contribute to the establishment of peace within the<br />

region.<br />

Anders Fogh RASMUSSEN<br />

Former Secretary General of NATO (2009-2014)<br />

Danish politician who was the 12th Secretary General of NATO from 2009 to 2014. Rasmussen served as Prime Minister of Denmark from November 27th, 2001 to April 5th, 2009.<br />

His term as Secretary General of NATO was to end in the summer of 2014. However, on December 11th, 2013 the North Atlantic Council extended his term until September 30th,<br />

2014. He authored several books about taxation and government structure.<br />

There is a human tragedy in Syria now. Today we are planning to<br />

go to Nizip to visit the refugees living in tents there. The citizens of<br />

Syria have two options: to live in a tent abroad or to try to survive<br />

in a war-torn land by staying in their country. For the ones who<br />

decided to flee, Turkey meant security. Furthermore, Turkey,<br />

which is fighting against constant uprisings, the civil war, and<br />

terrorism in the region, is a shining beacon of hope in terms of<br />

stability, progress, and relief.<br />

The recent development of Turkey is truly remarkable. Turkey’s<br />

economy has grown rapidly in the last decade and it has continued<br />

to increase by at least 4% ever since, thus the country has gained<br />

financial power and could maintain a balanced rate of inflation.<br />

Turkey also has an open market economy system. A globalized<br />

business model is applied in Turkey, therefore international<br />

investors and financing institutions are attracted to Turkey. The<br />

growing prosperity makes Turkish people happy.<br />

Unfortunately, Turkey’s success and stability are under threat at the<br />

moment. The chaos and the conflict in the region are threatening<br />

its development. Syria has been plunged into a civil war. Assad<br />

is trying to retain the power no matter what the cost is, Iraq<br />

continues to struggle with a weak government which has resulted<br />

in sectarian conflicts. In both of these countries a group that calls<br />

itself ‘The Islamic State’ has emerged under the name of ISIS. In<br />

reality, this group is neither Islamic nor a state at all. ISIS conducts<br />

only terrorism, torture, and murder. Hundreds of thousands<br />

of Syrian people have fled from the conflicts. Today, Turkey is<br />

hosting more than 1.5 million refugees. A lot more Syrian people<br />

have sought refuge in the other neighboring countries. As a result,<br />

we are witnessing a rising wave of violence. This wave of violence<br />

goes beyond the borders so the whole international community<br />

has concentrated its efforts to try to reverse these occurrences.<br />

Of course, we need to understand the subject better before being<br />

able to solve this problem. What we have to understand today is<br />

the reason why these conflicts began and what we need to do in<br />

order to be able to terminate them. We need to come up with the<br />

idea of how to rebuild the community and how to guarantee its<br />

prevention from another breakdown in the future? As a first step,<br />

obviously, we need to find the source of these conflicts. What is<br />

the origin? What is the source?<br />

The Arab youth in the country could see that the living standards<br />

in free countries are better, and that is why they longed for a<br />

change for themselves, too. This was a legitimate demand. The<br />

demographic structure in these countries worked like a time<br />

bomb that eventually exploded in 2011. A Tunisian greengrocer<br />

set himself on fire after an official treated him disrespectfully.<br />

Following this, a great wave of protests flooded the Middle East.<br />

Initially, they screamed out that they want a government with<br />

better economic opportunities. Demonstrators in Syria also<br />

uttered their demands.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

13


Hasan Kalyoncu University<br />

14<br />

Symposium Agenda<br />

Against unemployment, corruption, oppression and dictatorship<br />

that lasted decades by the government in the Middle East,<br />

these mass movements brought together secularists, leftists,<br />

and Islamists. People from the liberal economy also joined this<br />

group. Surely, each group had a different vision for the future, but<br />

their initial objectives were the same. Their sole purpose was to<br />

overthrow this corrupt regime that was managing the country all<br />

this time.<br />

However, the regime attacked them. Assad assaulted the civilians<br />

with his troops, tanks and missiles. The protests that started as a<br />

chance for freedom, turned into a struggle of survival. Of course,<br />

this created opportunities for people with extremist ideologies.<br />

Despite the fact that ISIS emerged from Iraq, it took advantage of<br />

the chaos in Syria and continued to grow. Today ISIS dominates<br />

a very large area in the Middle East. The financial sources of ISIS<br />

are oilfields which are under its control, individual contributions,<br />

and donations. ISIS aims to establish a barbaric dictatorship all<br />

over the Middle East. And this threatens every culture all over<br />

the world and all the people who want better management and<br />

lifestyle. These are the demands that created the Arab Spring. Now<br />

the situation seems to be different from an uprising.<br />

The reality is the question how we will discuss all these challenges?<br />

How can we act? I believe, there are a number of steps which need<br />

to be taken immediately. First of all, ISIS must be stopped. ISIS<br />

is the biggest threat, and it needs to be focused on urgently. The<br />

air strikes to undermine the military capabilities of ISIS should<br />

continue. Under US leadership, with the help of NATO, and<br />

the contribution of other states, this struggle can be sustainable.<br />

What’s more, we need to support people fighting against ISIS<br />

forces on the land. In fact, while they defend the places where they<br />

live courageously, they do defend us as well. Therefore, helping<br />

those people means that we help ourselves. Also, we need to<br />

block the supply transportation lines and the aid from our own<br />

countries to ISIS. Of course, if we keep in mind how ISIS operates,<br />

how it exports terror to other places, and how these people come<br />

to attack others, we come to the conclusion that there is an urgent<br />

need to slow them down and to stop them eventually.<br />

The current situation in Syria must change and the conflicts must<br />

come to an end. I know that this is not an easy process because of<br />

how stubborn the regime is, and how worn out the opposition is.<br />

In addition, if the Assad Regime is terminated, the factions, which<br />

now form the Syrian opposition, are likely to fight each other. In<br />

the future, the ’Bosnia model’ should be applied in Syria in order<br />

to avoid these conflicts. A soft division could share the ruling<br />

power with public within the legal framework. Obviously, this is<br />

not a perfect solution.<br />

Bosnia shocked the international community since it lacked the<br />

power to bring about reforms. The ethnic, religious, and political<br />

[1st DAY]<br />

divisions in Syria are deeper than the ones in the Balkans. However,<br />

twenty years after the onset of the conflicts, the Serbs, Croats, and<br />

Muslims started fighting again in Bosnia. Despite time wasted on<br />

fighting in Bosnia, human lives were not taken at least. Now the<br />

international community has to find a solution in Syria, just like<br />

they did in Bosnia. By convincing the government to renounce its<br />

claim to power, we must ensure that the power needs to be shared<br />

within the framework of ethnic and sectarian borders.<br />

How can it be possible to convince Assad to accept a solution<br />

like this? The way is to support the moderate opposition such as<br />

the Free Syrian Army and other moderate groups. Surely, a civil<br />

war doesn’t end overnight, but at least, we can make it possible to<br />

obtain some new acquisitions for the moderate opposition and to<br />

get the Assad Government around the table. Politics is the art of<br />

conversation. It is the art of preferring to speak rather than fight. We<br />

should do our best about Syria so that we can reconcile and find a<br />

political solution. Due to this, ensuring security in the Middle East<br />

must be provided as well as a holistic reform and growth. Much<br />

greater opportunities need to be created. Free, fair, and equitable<br />

societies should be formed to create these opportunities.<br />

Democracy is the only regime to act with dignity and equality,<br />

and this is the only way to long-term stability. Another thing to<br />

highlight is that democracy is not the only implementation of a<br />

power taken by vote. In the states where the rule of law is applied,<br />

the power is divided between the legislation, the executive, and<br />

the judiciary branches. Law should be guaranteed to all citizens.<br />

Freedom of expression, freedom of belief, and freedom of property<br />

is a must. In a democracy, people should be able to utter whatever<br />

they want to. Everybody has this right to demand and duty to<br />

fulfill. In a democracy, people should defend the same freedom<br />

for others as well. This is a difficult task to learn. Democracy is not<br />

to accept all the ideas we agree with. It is to meet different ideas<br />

kindly. It is difficult to learn this, but it is one of the prerequisites for<br />

a democratic culture. That is what we need. We need to encourage<br />

all the people and the countries in the region to embrace this<br />

because we cannot utter the word ‘democracy’ where democrats<br />

do not live. Free societies should start a democratization process<br />

for the Middle East. Citizenship rights, democratic practices, and a<br />

civil society should be developed and strengthened. The concept<br />

of democracy should be an opportunity as well as an application.<br />

Turkey should play a very strong role in this issue. It may play a<br />

role as a catalyst because it is the champion in the region to make<br />

reforms. Turkey has a large enough democracy concept, it is an<br />

open society, and it applies fundamental rights and freedoms,<br />

freedom of expression, freedom of belief, and the open market<br />

economy. Turkey has gradually provided prosperity that led to<br />

the increase of living standards for all people in the country. In this<br />

regard, we need to go further.


We need to advance in the same way in terms of relations between<br />

the EU and Turkey. I consider Turkey, located between Europe,<br />

the Middle East, and Central Asia, as a very important actor<br />

playing a major role. It has the potential to play a major role in<br />

solving the problems of the Middle East.<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ<br />

T.C. Başbakan Yardımcısı<br />

Kurtulmus received his bachelor’s and master’s degree at Istanbul University’s School of Business Administration. He had been at Cornell University New York State School of Industrial<br />

& Labor Relations as a visiting lecturer. Kurtulmus obtained his PhD in economics from Istanbul University in 1992. He became Associate Professor in 1994 at Istanbul University,<br />

Faculty of Economics. He has authored numerous articles and two books, entitled “Post-Industrial Transformation” and “The Japanese Human Resource Management”. He lectured at<br />

the Istanbul University’s School of Economics on Social Policy, Labor Economics and Human Resources Management. He was promoted to the rank of professorship in 2004.<br />

Kurtulmuş joined politics actively in 1988. He acted as İstanbul provincial head of Virtue Party and a member of the party’s General Administrative Board. He was also the vice-chair<br />

and chair of the Felicity Party. In 2010 he founded the People’s Voice Party, which joined the Justice and Development Party in 2012. Kurtulmuş, who acted as vice-chair of AK Party<br />

between 2012-2014 has been appointed as vice-prime minister in the 62nd government of Turkish Republic. Kurtulmuş is married and has 3 children.<br />

I would like to start my speech wishing this symposium will<br />

contribute peace to the Middle East. This symposium is important<br />

for world peace as good ideas will hopefully be gathered to<br />

establish peace in the Middle East. We need to talk about world<br />

peace before talking about peace in the Middle East. History<br />

teaches us that “The place where world peace was established and<br />

found is the Middle East”. This was the same in the past as it is now.<br />

Besides being the place where all the great powers passed through<br />

human history, the Middle East has been the place where great<br />

civilizations settled, struggled, fought with each other, and made<br />

an effort for a world peace. The lack of peace in the region would<br />

deprive the whole world of peace.<br />

If we want to establish peace in the Middle East and we are<br />

talking about peace in the Middle East, first we have to talk about<br />

world peace. If we talk about world peace, we have to ask such a<br />

question: Is it possible to have a new pax and establish a new peace<br />

system at a time when there are lots of wars, fights, civil strives, and<br />

big battles between people, sects, religions, and countries? The<br />

problems we face, the chaos, and the crisis we are living in today<br />

are not new. The last century was the time especially when people<br />

actually lived in wars, chaos, and crisis.<br />

In fact, before WWI, under the leadership of the Ottomans, there<br />

was pax not only in the whole world, but also in the lands ruled<br />

by the Ottomans, which was defined as “Pax Ottomana” by the<br />

western scientists and historians. In other words, global peace did<br />

exist. However, as from the 17th century, the domestic affairs in<br />

the Ottoman Empire, the fund and wealth saved by colonialism<br />

in Europe, and the industrialisation thrust in the 18th and 19th<br />

centuries destroyed the balance of the whole world before WWI.<br />

While the Ottoman Empire started to fall apart with its domestic<br />

affairs, the West started to shape a new global system through the<br />

term called capitalism. This was one of the basic causes of WWI.<br />

WWI was the result of the process which disrupted the empires<br />

and established nation states to demolish the old system and to<br />

bring the new capitalist system into a set of markets. With the<br />

progress of this process, all the empires collapsed, and more<br />

importantly, global peace collapsed. Nation states were founded<br />

and following WWI, people lived in peace only for 20 years. The<br />

wars finished, but the language of war and conflict has never<br />

disappeared. As a result, there was a serious war and conflict in the<br />

world for 45 years under the name of WWII. When the Cold War<br />

finished after 1990, Russia was disintegrated. And when peace<br />

was expected, unfortunately a war started in Bosnia and Syria.<br />

Afghanistan and Iraq were invaded and conflicts started with the<br />

Arab Spring. When we put all these together, the death rates after<br />

1990 are almost as many as it was after WWII. Now at the end<br />

of 2014, in fact, there is disorder in the world. There is no bipolar<br />

balance system anymore, which existed during the Cold War, but<br />

there is a system, in which the ones holding the power dominate<br />

the world. The system after WWII was built to determine and<br />

confirm the power of the rulers.<br />

We couldn’t solve the crisis in Syria and we are far from an<br />

immediate solution. You cannot solve the crisis in Syria! You<br />

cannot solve the crisis in Ukraine either, with this balance system<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

15


Symposium Agenda<br />

because the current structure of the UN is not appropriate to<br />

resolve the conflict in Syria or any other conflict in the world. In<br />

contrast, we live in a world where those wielding power in the<br />

UN Security Council have the final word in such matters. The<br />

ones who cannot solve the crisis in Syria cannot solve the crisis in<br />

Ukraine either. Thus, we must think how we can make the world<br />

system generate solutions and how we can establish peace. Our<br />

priority must be concentrating on this issue and finding a solution.<br />

We believe that restructuring international bodies which cannot<br />

manage the world is essential to achieving global peace. As we<br />

always mention, the world cannot be left in the hands of the Big<br />

Five. The Big Five cannot decide how to rule the remaining 195<br />

countries. All the other countries cannot be shaped as the Big Five<br />

want them to be. Therefore, it is essential for the countries which<br />

have a potential to establish world peace to insist on restructuring<br />

the UN and other international institutions.<br />

Why is there too much conflict in the Middle East? It is not<br />

possible to establish peace in the Middle East unless the causes<br />

are found and resolved. We know that the strategies of some big<br />

countries never changed for a century. We see that the ‘divide and<br />

rule’ policy is still carried out in a more confusing way. Our duty<br />

is to provide more integration and peace, not more separation.<br />

We dream and try to make the countries in the region accept all<br />

the differences and reconstruction, and not to want to be divided<br />

because of the denominational differences. We are trying to make<br />

all the countries live in integration and peace with an awareness of<br />

being the shareholders of the same region and form a common<br />

destiny all together. Even if the world is a mere spectator of the<br />

problems, we, Turkey, are not, and won’t just be spectators.<br />

Gaziantep is one of the host cities that welcome the Syrian<br />

immigrants. While the world was only watching and did not<br />

know how to find a solution for the problems in Syria and the<br />

Syrian immigrants, Turkey welcomed them. We opened our<br />

doors to Syrian Arabs, Turkmens, Kurds, and Yazidis without any<br />

discrimination. These doors will stay open in the future as well.<br />

[1st DAY]<br />

About 1.7 million immigrants came to Turkey from Syria. During<br />

September 18th-20th, the number of the Kurds who crossed the<br />

border to Turkey from Kobani was 200.000. This number is more<br />

than the number of immigrants accepted by Europe in 2013. This<br />

is our human duty. Our job is not only finding solutions to the<br />

immigrants’ problems, but also establishing persistent peace for<br />

the people living there. Turkey has become a source of inspiration<br />

in this respect.<br />

Turkey is a country which has a standard of democracy and<br />

manages the democratic processes for all the countries in the<br />

region with its political and economic stability. In the last 20 years<br />

first the Balkans and the Caucasus, then the Middle East and<br />

then Northern Africa, and now Ukraine have gone under serious<br />

uprisings. Despite the turmoil around the world and in its region,<br />

Turkey has maintained its political and financial stabilisation in the<br />

last 25 years and especially improved its extension and political<br />

stabilisation in the last 12 years. This is because we accomplished<br />

the democratic processes. Even though Turkey has been exposed<br />

to many military coups since the coup in 1960, we have managed<br />

to maintain democracy. We based our structure on people’s wills<br />

and desires. If this structure is maintained and the democratic<br />

participation increases, Turkey will one day become an example<br />

of democracy.<br />

Finally, when all the countries in the region are on the verge of<br />

separation, Turkey is offering a series of steps to end the worst and<br />

the wildest problem with the resolution process. The terror that<br />

caused 35.000 people’s death and a 1.2 billion dollar economical<br />

loss for 30 years will be resolved with the help of God and support<br />

of people as well as the political willpower. This resolution process<br />

is important for the region. This could be a step to establish peace<br />

in the region.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

16


1 st Session<br />

Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep<br />

What’s happening in the Middle East?<br />

Political and social issues which deeply affect the countries in the Middle East continue to influence not only local<br />

and regional people but also the whole globe. In this session, an extensive analysis of the current situation and the<br />

causes is offered by the moderator Murat AKGÜN, representative of Ankara A Haber.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr. A.F. RASMUSSEN, in your<br />

speech you mentioned the “Bosnia Model” as the solution for the<br />

Syrian problem. The fact that Serbians in Bosnia gave up some<br />

claims and were convinced to start negotiations has brought along<br />

oppressive and wide-scale military interventions. When we look<br />

at Syria, we see a very limited and a one targeted air operation only.<br />

Hence my question is; why does the West abstain from a more<br />

wide-scale intervention in order to get the parties around the table<br />

on equal terms?<br />

A.F. RASMUSSEN: Why does the international society behave<br />

unwillingly? I think there are three important reasons for this. I<br />

mean, why didn’t the West perform a military operation in Syria?<br />

I have been asked this question in general terms. Now that NATO<br />

had made such a successful operation in Libya, why did they<br />

behave unwillingly there (in Syria)? First of all, the UN authorised<br />

NATO and assigned a task in Libya. Thus, there is a matter of<br />

law there (before the intervention to Syria) to be solved (about<br />

the UN). Secondly, it has a regional consistency. In Libya, we<br />

(the West) had an explicit regional support. The countries of the<br />

region, even NATO, had contributed to the operation. Of course,<br />

when it comes to Syria, we see that there is no territorial consensus.<br />

On the contrary, there have been discrepancies about Syrian issue<br />

among some of the countries in that region. There is a vicarious<br />

war going on in Syria. The third point is that, the opposition in<br />

Syria is so divided that there is no guarantee of a military operation<br />

to bring about stabilization. Even after such an operation, parties<br />

may target their arms at each other. The situation and the motives<br />

of the opposition play an important role here.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

17


Symposium Agenda<br />

[1st DAY]<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

18<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr. Numan KURTULMUŞ, to<br />

what extent can the “Bosnia Model” be put into practice? What<br />

should be done to end the conflicts? How could the situation<br />

reach this point? The UN has a formula for this; it is called “Freeze<br />

the Conflicts”. Doesn’t it mean the corruption of the status quo?<br />

What is your opinion on this matter?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Unfortunately, none of<br />

the countries which claim to be helping the opposition in Syria<br />

have a “master plan” about how to establish peace there. There<br />

isn’t any clear plan on their minds. The idea of “a solution will be<br />

found according to the progression of the events.” is dominant.<br />

It changed from “The Ba’ath Regime should go” to “The Assad<br />

Regime should remain for a while”. The main issue is that the<br />

countries which support opposition do not have a solid path to<br />

follow.<br />

However, a more important question is this: while unravelling<br />

the Syrian matters in the UN’s Security Council with Russia<br />

being a member, how can we expect the UN to take serious and<br />

intervening decisions about Syria when Russia, at the same time,<br />

is backing the Assad Regime up? Therefore, it is almost impossible<br />

to talk about the UN’s decisions for an intervention there.<br />

As regards to the Bosnian issue, I personally disagree with Mr.<br />

RASMUSSEN. Bosnia has become what we had feared from the<br />

beginning. It is the implementation of the “Balkanization model”.<br />

The “divide and rule” perception has already been the main trouble<br />

in the Middle East. After WWI, the main reason why the Middle<br />

East has been unable to keep up is the presence of the Sykes-Picot<br />

Agreement. Borders were drawn randomly and none of them have<br />

any sociological correspondence. Remember that Hatay wasn’t<br />

within the borders of Turkey. What was the reason that separated<br />

Hatay from Iskenderun and Adana? So, the current Sykes-Picot<br />

Agreement is a system that was built upon the perspective of “the<br />

prosecution of the wars in the Middle East”. It is obvious that it will<br />

drive and increase this division with external support.<br />

In the years of the Cold War period, regimes, which had already<br />

been practical, were divided on the basis of governing as Westernoriented<br />

and Eastern-oriented processes. After these regimes<br />

ceased, the division has continued through participants that were<br />

referred to as the East and the West. Now our goal is not creating<br />

a system over the further division of the communities and it<br />

shouldn’t be. In fact, the model and governing system that have<br />

been applied to Bosnia-Herzegovina have made it a country that<br />

cannot be ruled. So, yes, with this treaty steps had been taken to<br />

stop the war. However, the Republic of Bosnia and Herzegovina<br />

appeared besides Serbia and Croatia.<br />

In the Republic of Bosnia-Herzegovina, there is a system of<br />

government that is formed by different components. As a result of<br />

this model, Bosnia cannot be governed properly. In this country<br />

and region, people have been living together for centuries. We<br />

can highly give support to the international community in<br />

providing a high standard of democracy to the people who have<br />

the culture of living together. If we really want these countries to<br />

become real democratic ones, it will be the best way to enable<br />

all the different components to become a part of democratic<br />

Syria regime. For this, the international system renders the Assad<br />

Regime, which oppressed its people to step aside. With all the<br />

democratic components that have been left, by cleaning up all<br />

the radical elements, it is the best way to build a new democracy<br />

in Syria. On the contrary, I think that creating the Bosnian model<br />

would practically mean the division of Syria and the lasting of the<br />

conflicts for a long time.<br />

A.F. RASMUSSEN: I am in favour of keeping the current Syrian<br />

government. However, to solve the problems in the Middle East,<br />

sectarian politics should be stopped. As in Syria, a minority of<br />

Alawites ruling over a Sunni majority cannot be accepted. Just like<br />

a Shia government in Iraq to overpower Sunnis or rule them is<br />

out of question. In Syria, only the government could operate with<br />

the Kurdish on the one side, and the rest on the other side, like in<br />

Bosnia. Mr. Vice Prime Minister, I am not saying that Bosnia is the<br />

perfect solution, but we are not talking about an ideal one. We are<br />

discussing about the most possible solution to stop the Civil War<br />

in Syria and what to do in order to be able to stop it. Thanks to the<br />

Sykes-Picot Peace Agreement, there has been truce in the Balkans<br />

for 20 years.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Having no war in Bosnia-<br />

Herzegovina is a very important progress. Yet, it cannot be<br />

overestimated; there is an incredibly fragile truce over there. In<br />

fact this shows that the system hasn’t been pursued perfectly.<br />

On the other hand, when it comes to Syria, the Assad Regime<br />

still has a very powerful army. Mr. RASMUSSEN, to what extent<br />

do you think the model you mentioned can be implemented?<br />

What should be done to make Assad resign from presidency and<br />

discharge his government?


A.F. RASMUSSEN: Some conditions should be taken into<br />

consideration carefully. To apply the Bosnia model in Syria, there<br />

is no doubt that we will need international peace forces. Under<br />

the leadership of NATO, a peace force consisting of 20 thousand<br />

people was sent to Bosnia at that time,. Now, the military<br />

difficulties are more serious in Syria. In this respect, the countries<br />

in this region should play a bigger part. Countries like Turkey<br />

should send a peace keeping force and some military power there.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Turkey has inevitably become a<br />

“role-model” country. However, in the past, when Turkey pursued<br />

a very active policy towards Syria, it was accused of being involved<br />

in Syria’s internal affairs too much. What kind of balance is that?<br />

Turkey will be both a ‘role-model’ and be accused of internal<br />

affairs? Mr. KURTUMUS, what do you think about this situation<br />

as an alderman?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUS: In this area people have a past.<br />

Like Syria and Iraq, the sects of Jews, Alawites, Shias, Kurds, and<br />

Turkmenians didn’t come together by coincidence and newly<br />

met. We have lived together for many years throughout history.<br />

We had existed together with Muslims, non-Muslims, and all the<br />

other ethnic groups. To be able to bring peace to this area, we<br />

really need to have a perspective. Ours is to consider the common<br />

geography that is between these people of this area. Until now,<br />

in the Middle East, Ottoman peace has dominated including all<br />

the sects in this area. If you try to make peace in a system that is<br />

dominated by a powerful one, it is called hegemony, you cannot<br />

do that. Where was the ‘free world’ when the Gaddafi Regime<br />

oppressed his people? Why didn’t they utter a word when the<br />

Mubarak Regime was torturing its people with America and Israel<br />

backing it up? Therefore, these mandatory regimes, the regimes<br />

after the Cold War, and the dictators who have no connection<br />

with their people, are the main reasons for today’s fight.<br />

In addition, the main reason that brought about the Arab Spring<br />

is that all the people, especially from Morocco to Indonesia,<br />

from Yemen to Syria, hated the regimes and the people that were<br />

involved in that cruelty. The young population wanted to join<br />

the political process and seek a better future. They wanted to<br />

contribute both to the future of their countries and get a guarantee<br />

in return.<br />

The beginning of the Arab Spring showed that this expectation<br />

wasn’t fulfilled and was put aside. Thus, it is one of the important<br />

reasons of this disorder. Another reason is their ‘Israel policy’.<br />

Without seeing this, it should not be expected to have a perspective<br />

to make peace in the Middle East. Israel was established in the<br />

period after WWI. It had become a country in artificial ways as a<br />

test-tube baby after WWII. The government of Israel has ever since<br />

continued its perpetual hostile and expansionist attitude. Because<br />

of ruling over a wide geographic territory in the Middle East, that<br />

is bigger than the land that it had been given to at its foundation,<br />

Israel has become a target. Also, I think that the cruelty Muslim<br />

people face and the attacks on Islamic architecture are some of the<br />

most important reasons that hinder the peace in the Middle East.<br />

Putting all the reasons together, unfortunately, communities such<br />

as Jewish, Muslim, and Christian living together in the same area,<br />

have been in conflict for a long time and are in a rush to create<br />

new existences over different identifications. We cannot say that<br />

a free, developed, and democratic world gave enough support for<br />

this matter. Is Turkey a role-model for this? It is clear that Turkey<br />

does have influence. Turkey will continue to be an inspiration by<br />

maintaining its economic and political stability. If Turkey hadn’t<br />

achieved its democratic missions, the process of change in the<br />

country wouldn’t have been different from Egypt and Syria.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Turkey has a request for establishing<br />

a buffer zone at the border of Syria. There are two reasons; the<br />

first one is security. Since on the other side of the border there<br />

is a severe conflict and bombshells are also dropped on Turkish<br />

land. Our citizens get killed from time to time. The flow of<br />

everyday life stops. The second one is immigration. Currently,<br />

there are 1.7 million immigrants in Turkey, and if Aleppo falls, a<br />

wave of approximately a hundred thousand people is expected.<br />

Why can’t a buffer zone be established to take those people in?<br />

Mr. RASMUSSEN, would you explain this to us, based on your<br />

experience at NATO?<br />

A.F. RASMUSSEN: I am aware of Turkey’s request for a buffer<br />

zone, of course. To establish a buffer zone in Syria would be equal<br />

to occupying some of the areas in that country. Surely, there is<br />

no UN right to do such a thing. The next question is: who could<br />

make this decision? For such a zone, soldiers are needed. A buffer<br />

zone cannot be established with only an air operation. That’s why<br />

it requires a very wide-scale military operation. I think, because<br />

of this reason, the international community is quite unwilling to<br />

initiate such an act.<br />

Moderator Murat AKGÜN: In the past, the operation in Iraq,<br />

which was based on a doubt, wasn’t scrutinised that much. Mr.<br />

KURTULMUS, what do you think? Is there a dilemma? If Aleppo<br />

falls and ten thousand people come, could we accept them?<br />

Turkey does have a capacity. Are we prepared for this?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUS: First, I would like to say that,<br />

if Syria had as much oil as there was in Iraq, it would have already<br />

been occupied by now. Thus, Syria’s biggest disadvantage is not<br />

having petrol. In this sense, although there is no petrol in Syria, I<br />

believe that the Western and the coalition forces can corner the<br />

restricted area of Syria without any areal operation. Unfortunately,<br />

when we take a look at the plans with Syria, the main issue for most<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

19


Hasan Kalyoncu University<br />

20<br />

Symposium Agenda<br />

of the coalition countries is not to suppress the Assad Regime. It<br />

is to make Syria free of Iraqi influence and of ISIS, which no one<br />

knows how or by whom it was formed in Syria.<br />

There is a serious perspective difference here. We believe that<br />

ISIS is just a ‘result’. It means that ISIS did not come into existence<br />

all alone. The reality is that there are many participants from the<br />

western countries. ISIS is a result of the political instability in Iraq<br />

and Syria. If the instability continues, another terror organization<br />

would come into existence in lieu of ISIS. That is why the only<br />

solution is to terminate such terrorist groups and to provide the<br />

Syrian population the right to participate in this political process.<br />

How could this happen? We are talking about a regime that<br />

made the country collapse, killed 300.000 people, destroyed<br />

Aleppo, which was one of the most beautiful cities in this area, and<br />

exterminated cultural wealth in Damascus. It is a necessary issue<br />

for Syria to provide a solution that makes the regime unable to<br />

move. That is why the no-flight zone was an important issue but it<br />

may lose its significance in time.<br />

If Syrians supported the moderate opposition, they would cover<br />

a distance. Peace is not obvious in the near future. This is when<br />

Syrian people would hide behind ISIS. If you want to prevent this,<br />

it is necessary for the international community to arouse hope.<br />

Preventing Assad’s movements would be the only way to do this.<br />

If a new situation occurs in Aleppo, a new migration consisting of<br />

400.000 people will follow. That would affect Turkey as well.<br />

Moderator Murat AKGÜN: ISIS is the most important problem<br />

in Syria. What does the West think about the reason behind the<br />

existence of that group? What is needed to destroy the group? The<br />

external interventions have seemed to continue for a long time in<br />

such a place where the local power’s being so weak. Do you agree<br />

with the sentence: “If the instability continues like that, another<br />

terror organization will come into being in lieu of ISIS”?<br />

A.F. RASMUSSEN: It is a very pessimistic opinion. What creates<br />

radicalism? What fosters it? Why does it come into being? When<br />

minorities like ISIS can put pressure on the majority, it is some<br />

kind of infelicity. The Maliki Government was a total disaster in<br />

Iraq. They implemented sectarian dominion and as a result they<br />

created an atmosphere for organizations like ISIS. We have to<br />

stop the sectarian dominion in order to prevent excessive powers<br />

to become extreme in the Middle East. Then, it will be necessary<br />

to provide a steady democracy. I mean the regimes basing its<br />

democratic roots on culture. Elections only are not enough.<br />

If majority puts pressure on minority, it cannot be accepted. A<br />

democratic culture should be provided to protect the minority. I<br />

presume to be more cautious. We have to teach what supremacy<br />

of law means. We have to teach what minority situation and<br />

[1st DAY]<br />

separation of powers mean. People need to understand real<br />

democracy. If we are determined to prevent extremism, we<br />

need more powerful reforms. I am not too pessimistic. It can be<br />

achievable because I do not accept such thoughts like “Some<br />

nations are not suitable for democracy.”<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr. Kurtulmuş, is Iraq really torn<br />

into 3 parts? How would it affect the Middle East to establish an<br />

independent Jerusalem State in the north of Iraq?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: These sectarian policies,<br />

these false policies that the al-Maliki Government implemented<br />

have left Iraq with this situation. A new regime has begun. I hope<br />

that the new regime will succeed in keeping different sectarians<br />

and ethnicities together. Even if Iraq seems to be fallen apart<br />

into 3 pieces, I believe Iraq will keep its own integrity. The new<br />

regime will keep its integrity by learning lessons from the al-<br />

Maliki Regime to solve existing problems in cooperation with<br />

the regional countries such as Turkey and Iran. Protecting Iraq’s<br />

integrity will affect peace in the region.<br />

Moderator Murat AKGÜN: What about you, Mr. Rasmussen?<br />

Do you believe in the new regime to be successful? How does a<br />

new independent Iraqi Kurdistan state affect the Middle East?<br />

A.F. RASMUSSEN: I can say that we shall preserve Syria and<br />

Iraq united. But it may be necessary to divide power and make<br />

Iraq and Syria decentralized. Kurds, Shiites, and Sunnis can live<br />

in the state of Iraq if we have to talk about Iraq. I am in no favor<br />

of an independent Kurdistan state. But Turkey can have a major<br />

role in this situation. It is because Turkey has a problem with the<br />

PKK. Turkey has made a lot of effort to solve this problem and I<br />

hope they can. Turkey can make it easier by decentralization and<br />

by giving more local authority to the Kurds. This can be provided<br />

not by founding an independent Kurdistan state, but by forming a<br />

decentralized system that protects the minority.<br />

Moderator Murat AKGÜN: There was an expression in Turkey:<br />

“There will not be peace in the Middle East without peace in<br />

Palestine.” Is this sentence still valid if you think about Israel’s<br />

permanent policies?<br />

Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Something new will happen<br />

if Israel refuses a permanent peace process and Israel becomes an<br />

assailant again. Unfortunately, we witness the government staving<br />

off peace even if Israel seems to be harmless for the Middle East. It<br />

is apparent that Israel is successful in this attitude.<br />

Without Israel wanting peace, without the recognition of Palestine<br />

as a state by Israel, the Middle Eastern and world peace are<br />

impossible. Nevertheless, this situation is not sustainable for Israel,<br />

either. There are people among them who turn aggressive policies


into government policies. But this situation is not sustainable for<br />

Jewish people in Israel, either. If Israel really wants peace in the<br />

region, Israel has to recognize Palestine. Israel should leave off<br />

torturing Palestinian people.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Iran shows some effort to make<br />

nuclear weapons. There are negotiations between the West<br />

and Iran about this issue. You, Mr. Rasmussen, do you believe<br />

that these negotiations will end up in a concrete and hopeful<br />

outcome? What is the importance for the world if it does not end<br />

with a conclusion and Iran reaches out to make its own nuclear<br />

weapons?<br />

A.F. RASMUSSEN: I am concerned about the Iranian nuclear<br />

weapon situation. If Iran really gets nuclear weapons, it will cause<br />

anxiety in the Middle East. This will bring about poor results.<br />

There will be negative effects on personal security. For this reason,<br />

peaceful diplomatic solutions should be found. No one is against<br />

an Iran that uses nuclear energy peacefully. But we have to stop<br />

this nuclear armament. Moreover, I am optimistic that this issue<br />

will result in a positive conclusion. Iran will understand that if the<br />

situation concludes in a positive way, this will be to their benefit<br />

as well.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Finally, is it not necessary for Israel<br />

to have sanctions on nuclear armaments as they have nuclear<br />

power capacity?<br />

A.F.RASMUSSEN: I will not comment on this because I do not<br />

have any idea about this. I do not know whether Israel has a nuclear<br />

program. But in 1990 almost every country signed the Nuclear<br />

Non-Proliferation Treaty. This is an ideal vision. We are still bound<br />

to that agreement. But of course as a former NATO secretary, as<br />

long as there are nuclear weapons, NATO will continue nuclear<br />

alliance. It is not righteous to link all these problems in the region<br />

to this by perceiving Israel-Palestine conflict as an apology. The<br />

reason why we discuss sectarian implementations on Syria and<br />

Iraq is not because of the Israel-Palestine conflict. But, the most<br />

important thing is to find a solution. The solution founded in<br />

2002 is a path to secure 2 separate, independent, and sovereign<br />

states.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Thank you Mr. Rasmussen and Mr.<br />

Kurtulmuş for your opinions and participation. We completed<br />

the first session here.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

21


Syria Camp Visit, Nizip/Gaziantep<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

The participants<br />

have come<br />

together at Nizip<br />

container<br />

place with Syrian<br />

guests, which is<br />

inclusive of the<br />

symposium.<br />

The last reports about Syrian guests, education<br />

and infrastructural activities were gathered in the<br />

meeting with container place administrators. The<br />

committee members had a chance to see the<br />

environment the guests live by visiting a Syrian’s<br />

house. These interviews created a more careful<br />

environment for researchers/politicians, who<br />

comment about political situation of Syria and lives<br />

of Syrians. Moreover, the presents<br />

which guests prepared for the members show<br />

their pleasure about this visit.<br />

22


kalmec.hku.edu.tr<br />

23


Symposium Agenda<br />

2 nd Session<br />

Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep<br />

[1st DAY]<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU<br />

International Relations and Head of Department Galatasaray University / İstanbul<br />

Professor in the Faculty of Economics and Administrative Sciences at Galatasaray University, as well as director of the International Relations Department. She completed her MA<br />

and Phd in Institute of Social Sciences and International Relations of Istanbul University. She was appointed as an “Assistant Professor” in the same institute (1993-1995). In 1995,<br />

Dedeoğlu began her position in Galatasaray University’s International Relations Department. In 1999 she became an assistant professor and in 2005 she was appointed a fulltime<br />

“Professor”. She has also given courses in Kadir Has University. Her subjects of focus include the European Union and international security studies. Prof. Dedeoğlu appears in numerous<br />

scholarly articles and books. She is a columnist at Star, Today’s Zaman and Agos dailies and her articles about international politics have been published in Zaman and Yeni Şafak dailies.<br />

Peter HARLING<br />

Egypt, Iraq, Lebanon and Syria Program Director for the International Crisis Group<br />

International Crisis Group’s project director for Iraq, Lebanon and Syria and senior Middle East and North Africa adviser. Peter Harling has been based in the Middle East for over 15<br />

years, in Iraq (1998-2004), Lebanon (2005-2006 and since early 2014), Syria (2006-2013) and Egypt (part-time between 2011 and 2013). He works a special adviser to the<br />

International Crisis Group. Areas of expertise are Syrian foreign and domestic policy, Iraqi social movements, the Lebanese political scene and regional dynamics.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

24<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Dedeoglu is here as a<br />

representative of the Civil Society of Turkey (NGO) and we are<br />

going to talk within an academic but not a political framework.<br />

Peter Harling, we would like to ask questions similar to those<br />

asked in the morning session, and we would like to hear your<br />

opinion about the situation in Syria. In the afternoon you went to<br />

the refugee camp, and I want to learn your impressions, then we<br />

will move on to other issues.<br />

Mrs. Dedeoglu, you have also visited the refugee camp. What<br />

is your impression? What do you think of the efforts made by<br />

Turkey and what do those people in the camps need?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: The observation I have made this<br />

afternoon taught me two things; one of them is the incredible<br />

effort (much more than what I expected) my own country has<br />

made in order to provide a permanent settlement in a huge field of


service area converted for Syrian people. Here every minor detail,<br />

from maintaining security to almost every single detail has been<br />

thought well about. Moreover, we know that Turkey has used its<br />

regional rights completely, I’m so proud of it. But on the other<br />

hand, as a result, this is not a tourist attraction, but a refugee camp.<br />

Looking at it from this point of view has made me upset, and<br />

prevented me from looking at people closely. It gave me the weird<br />

impression that I did not want to seem to be just walking around<br />

and not to share their feelings. We cannot know how it may feel<br />

being there, right now. Being here instead of being in their own<br />

country is much more of a bittersweet feeling for them. I can feel<br />

this but they are also somewhere that doesn’t belong to them, we<br />

feel that, too. And I can tell you that I left the place feeling a little<br />

unsafe, a little resentful.<br />

Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask the same<br />

question to Mr. Rasmussen. You have also visited the camp. Have<br />

you ever visited a camp earlier? I do not think you did.<br />

A.F. RASMUSSEN: Yes, this was my first visit to a refugee camp.<br />

As a matter of fact, if we compare this with other refugee camps,<br />

this is a clean, very well-organized camp, which also provides<br />

some sincere activities. I think it’s extremely important for<br />

both adults and children, especially the issue of education. The<br />

education of children is important, so I believe this refugee camp<br />

is an exemplary one. I would like to say that I really appreciate<br />

Turkey and the Turkish authorities for all they have done to the<br />

Syrian refugees. They spend roughly $ 5 million per year on this<br />

project. This is a great initiative and I can add that everyone must<br />

contribute to these activities for refugees.<br />

Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask Mr. Harling.<br />

Today there’s a violent conflict around Aleppo and it has been<br />

said that if Aleppo falls into the hands of the regime forces, 400<br />

thousand refugees are expected to flee, which will increase the<br />

number of refugees to 2 million in Turkey. Mr. Harling, I would<br />

like to ask you, do you think that the international community<br />

supports Turkey enough to meet the needs of the refugees? How<br />

can they support Turkey regarding the issue of the refugees?<br />

Peter HARLING: Unfortunately, the international community<br />

has failed to express the recognition Turkey deserved in terms of<br />

the aid provided to refugees. Well, I didn’t visit the camp area today.<br />

However, I can say that communities can reestablish themselves<br />

after such bloody events but of course there is a high level of<br />

stress involved in the context of Syria. They go through traumatic<br />

events. We see an urban and social configuration when we look<br />

at Syria. Moreover, the urban configuration has been dramatically<br />

corrupted. 10 million people; half of the community has been<br />

dispatched or exiled. There are other extremely important cases;<br />

over the years, refugee children, both inside and outside, miss out<br />

on the formal education system. These children remain deprived<br />

of education. Turkey offers a truly unique environment for them.<br />

At least it tries to give them something similar to normal life. So,<br />

right now I’m aware of the fact how little support is given to them.<br />

It is not enough.<br />

Moderator Murat AKGÜN: I would like to start my second<br />

question with Dr. Beril Dedeoglu. When it comes to the crisis in<br />

the Middle East, Syria comes to our mind. However, the situation<br />

in Iraq is certain; we talked about it in the morning. You might<br />

have had a chance to observe it, too. There is the issue of Palestine.<br />

There are issues arising from Iran. The diplomacy of Turkey and<br />

Israel cannot be said to be very bright. I would just like to say that,<br />

15-20 years ago, there wasn’t such tension in the region as much as<br />

there is today. What happened to the Middle East to have become<br />

such an explosive barrel and is there a way to get around this?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: How come this unstable conflict<br />

has become such a constant conflict? At first, the actors were not<br />

able to act on their own when it was the time of the bipolar era<br />

in the Middle East. Secondly, there was no mention of the actors<br />

other than the state. Today, these problems and globalization are<br />

not separable, and nor are the states. However, they take part in the<br />

crisis, and the problems come to light. But as I mentioned it before,<br />

each state has its own layer in it and they have become important<br />

political actors. Unfortunately, this complicated structure had led<br />

the most minuscule tension to turn into a more bitter conflict. We<br />

see individual conflicts like these. The bomb explodes and people<br />

die. In fact, these problems do not seem to be different from each<br />

other. I mean, imagine we have a bullet that locks itself when we<br />

pull the trigger. The most important reason for the Middle East to<br />

be open to confrontation, could be explained with what we call a<br />

conversion period in the international system. In other words, the<br />

bipolar era has finished, still, it is difficult to name a defined world<br />

system. However, it is possible not to define it at all. The actors and<br />

the states exist and we can get on well easily.<br />

As far as I can see, a pressure, which forces the system to be defined,<br />

cannot be denied and there is an effort to push the world to the<br />

two major powers’ fighting arena. This effort draws the continent<br />

and America, as well as Russia and the Middle East together. Now,<br />

Ukraine, Syria, and Afghanistan are the breaking points of this<br />

balance of power.<br />

Quite frankly, I believe that it is not possible to detach the situation<br />

in Syria from the situation in Ukraine. The actors of the conflict are<br />

native; we are talking about Assad’s forces, the Free Syrian Army,<br />

and ISIL. Even if it is seen as a local conflict, making a conflict such<br />

long-lasting and bloody, requires support from others. In this case,<br />

I don’t think these conflicts will end until the balance stabilizes.<br />

Because the states and the actors involved are in the process of<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

25


Hasan Kalyoncu University<br />

26<br />

Symposium Agenda<br />

negotiation. It is highly possible that if the parties make a deal, the<br />

conflicts will diminish.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Should we think that the civil war<br />

and terror is not yet to finish?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have no doubt that the situation<br />

will continue .The only thing that gives us hope is that this is<br />

turning into a non-winner game. Furthermore, no one has the<br />

opportunity to expect to have the same share of profit. Maybe this<br />

can be the answer to your second question in the near future. I can<br />

say that peace talks do not work until the parties and the actors get<br />

involved in the process.<br />

It is not possible to breathe in a peaceful environment unless the<br />

parties and the players agree to come and sit around a table. Since<br />

not every actor wants to confront each other, we need to wait for<br />

a while. The aim should be to make an effort to make actors sit<br />

together and get organized to progress. This would be a promising<br />

way.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr P. Harling, the question I would<br />

like to ask you is that Syria has become A HELL of civil war, so to<br />

say. The situation is as if people from Europe, Africa and a wide<br />

range of countries would be in a conflict on the behalf of others.<br />

According to reports, there is news about Iran taking an active<br />

part in the Syrian Civil War. On the other hand, the Shiite impacts<br />

the southern parts of Iraq in a serious way. They are in a certain<br />

interaction, that’s for sure. There is all of Iran itself, indeed. What<br />

do you think about Iran being a serious or even a threatening<br />

dominance over the Middle East?<br />

Peter HARLING: Because this issue directly points out the<br />

problem happening right now, we had better face it. We are facing<br />

sectarian violence. The war in Syria is made by proxy and actually,<br />

this war is based on religious purposes, which cause extensive loss<br />

by all means. The conflict and tension between the Sunnis and<br />

the Shiites are totally in no relation with the Sunni ideology. For<br />

example, how can we overcome these differences? Where does<br />

this case get stuck eventually? Some countries, including Iran,<br />

have a number of regional purposes, which is also a reason behind<br />

this war story. As far as I believe, we cannot find a military solution,<br />

and the sole thing that needs to be secured and improved is the<br />

sharing of the political power. A pure system can be generated, but<br />

decentralization is the key for people to live peacefully. Moreover,<br />

local law should be renewed and be recognized by the local groups.<br />

Moderator Murat AKGÜN: The speech of Mrs. Dedeoglu<br />

caught my attention. Divergent states, which are in favor of<br />

peace, should come together. She claimed that it does not seem<br />

to be possible for them to team up right now, so we need to wait<br />

[1st DAY]<br />

for some time. You, Mr. Rasmussen, dealt with these kinds of<br />

situations for years in the NATO. What do you say? Will it take<br />

long until the states and the actors get involved in such a process?<br />

A.F. RASMUSSEN: I cannot say that this is going to be easy, but<br />

it takes time, because this is also related to the development of<br />

democratic culture, which had already been the case in Europe.<br />

Over the past century, Europe had two terrible wars, but we<br />

learned our lesson, and have implemented extremely ambitious<br />

integration projects. It relies on the philosophy that if you tie the<br />

countries together both economically and politically, then they<br />

will not start a war against each other. However, Germany and<br />

France were in a disastrous war which was only 70 years ago. The<br />

possibility of war disappeared and this is the current Europe built<br />

on a new constitution. Integration and the ending of war do not<br />

seem real when we consider the Middle East. On the other hand,<br />

I don’t see any other alternative. As I mentioned it earlier, to share<br />

the power, we need to take the ethnic and religious differences into<br />

consideration and then we will be able to construct new systems.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Although Iraq seems to have its<br />

own flag and authority, it has been divided into three parts; we<br />

encounter Shiite dominance in the south, Sunni in the middle,<br />

and Kurdish in the north, which is also going to be the same case<br />

in Syria. The influence of the Kurds in a specific region of the<br />

north, even if it is small, is related to the Assad Regime. I want to<br />

ask: will Syria and Iraq come out from this problematic period<br />

saving their own territorial integrity or are there any possible states<br />

in the East to be established?<br />

Peter HARLING: I think most of the interpreters like me,<br />

sometimes approach the topic of territory with conventional<br />

paradigms. Central government or division… However, there<br />

are a lot of things between these two axes. It is related to the<br />

evolving power backwards which is already the current situation<br />

in the territory. Namely, we can see this situation as an example<br />

of de-power of de-facto in the sense of Islamic phenomena. Even<br />

in Syria, the regime has passed on such wills, that it has started to<br />

seem like the opposition. Also, if we take a look at the Iraqi regime,<br />

the significant point is not the leadership or the people being the<br />

heads of the institutions, but the people who control the check<br />

points in the lands they draw, and those who have the resources.<br />

Power already belongs to that legitimacy. That is to say, this seems<br />

to be an experimental process from the other side. De-facto is an<br />

experience in different places in the territory, not only in Iraq and<br />

Syria.<br />

If we look at the terms of the division of Iraq, I want to say: division<br />

is never a solution. Sudan is a good example for it. Division is not<br />

an issue for establishing a state. The same problem occurs in some<br />

different places to a smaller degree. This is an output of a process


and it takes a lot of time. Unfortunately, it is not a desirable output<br />

I believe. What we witness in Iraq is a central government which is<br />

becoming more fragile, losing its humanity and … some sharing<br />

at the social level. In fact, when it comes to the Kurds, it goes back<br />

to 20 years ago. I mean, they already distinguished their ways at<br />

the beginning of 1990’s. I think there is a division and change<br />

process in Iraq. In Syria, it is between the Sunni and the Shiite. This<br />

process has been going on since the USA invaded Iraq in 2003.<br />

However, we are still away from the fact that it causes a division,<br />

because we are inside the borders of a central state and of course<br />

it has a heritage, as well. How can you divide this state in terms of<br />

its infrastructure? This is a very expensive process which is prone<br />

to conflict in three different presences of the central state. It is<br />

even harder in Syria. In Iraq, there are at most three homogeneous<br />

ends as a result of historical developments and social conventions.<br />

However, Syria is more complicated, and there is not any clarity.<br />

Some people are creating some artificial maps, but in fact, this<br />

division will be extremely difficult for the society. Division exists<br />

only in the dynamics of the conflicts. Two sides always confront<br />

each other about the subjects of water, electricity, and petrol<br />

because these are the reflections of the state which was extremely<br />

united until recent years. No matter how many real sectarian<br />

conflicts there are, I will define this as a lazy comment made by<br />

the interpreters who have the mission of division. To me, looking<br />

at that de-powering, decentralization, a new social contact seems<br />

more realistic. Let’s say these are the main solutions.<br />

Moderator Murat AKGÜN: One of the questions that I asked<br />

to Mr. Rasmussen was: Why didn’t the Western world act fast in<br />

terms of intervention in Syria as they did in Iraq and Libya, and<br />

why did they seem reluctant? For a similar question, as far as I<br />

remember, he said that it was not impossible to establish a buffer<br />

zone before the UN reaches a decision. However, on the one<br />

side, there are 1.7 MILLION Syrian refugees in our lands and<br />

according to statements of Mr. Numan Kurtulmuş, if Aleppo falls,<br />

400 thousand more people will likely be following their path. The<br />

opportunities of Turkey are obvious; so I want to ask this: since<br />

Turkey cannot form a one-sided buffer zone in Syria, instead of<br />

distributing Syrians to every part of the country, do you think can<br />

it be a solution to keep them altogether in a specific place?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, I believe that Mr. Rasmussen<br />

gave the true information why it is not possible to form such a<br />

zone in Syria because it is not easy. Here, the Assad Regime does<br />

not allow it. Accordingly, land occupation can also be a problem.<br />

The question ‘can a similar situation be a possibility for Turkey?’ is<br />

meaningful, but it poses a problem; the eastern border of Turkey<br />

is out of scope in the agreement of international refugees. Turkey<br />

has a disadvantage in this agreement, so such kind of camps -<br />

refugee camps- are not similar to the ones in Palestine. These are<br />

more free camps and there is also a legal dimension. Also, the<br />

social dimension should be open to discussion, people who have<br />

found shelter in Turkey are not the ones not welcomed by Turkey.<br />

In fact, when we isolate and keep them in the camps, I think it is<br />

highly possible that their sympathy to Turkey will turn into hatred<br />

because people generally think that they are kept away in order to<br />

prevent them from coming inside the country. So, even if Turkey<br />

was able to establish this for itself in a way, it may prefer not to do<br />

this due to the sociological reactions. However, it is necessary<br />

to admit that there is such a deadlock: we travelled to the camp<br />

today, and it is said that so many important things have been<br />

done. When we went to Geneva to meet the UN representatives<br />

with Mrs. Fatma Şahin, we came across such attitudes: ‘We<br />

like what you are doing, you have done great things, well done<br />

Turkey’, ‘You have welcomed so many people, keep welcoming<br />

more people and bear the financial costs, but if it is possible, do<br />

not open your borders in Edirne.’ Now, we are in a situation that<br />

we have a kind of heavy financial load, but we should not open<br />

the borders in Edirne. I think it is not something sustainable. In<br />

case the number increases, I think it should be considered as a<br />

problem that could be solved with international partners, friends,<br />

and alliances just like it has been done when mutual solutions are<br />

found in the management of a crisis so far. I mean not only the<br />

financial responsibility, but also the social risks should be shared.<br />

The situation of refugees may create some new unforeseen risks.<br />

It is out of the question for Turkey, but in the examples in the<br />

world it seems possible to see some places to nest for new threats.<br />

It should be prevented not just for that country, but also for all<br />

territories and countries in the world. It is necessary to make some<br />

preventive arrangements. Unfortunately, there is no such effort<br />

internationally. However, these kinds of conferences may help<br />

spread this subject. As far as I see, Turkey’s no-fly-zone policy is<br />

a more reasonable and realizable idea, but there is such a thing<br />

here…<br />

Moderator Murat AKGÜN: But the approval of the UN is<br />

needed for this, isn’t it?<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

27


Hasan Kalyoncu University<br />

28<br />

Symposium Agenda<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Of course, but it can be brought<br />

to the agenda more frequently. This means to claim that if there<br />

is a regime that you want to eliminate, it may not have the right to<br />

fly in a specific area, because the right of flying belongs to Turkey<br />

and foreign affairs coalition interferes in there. So, when you say<br />

there is a flight prohibition, it means that Assad’s planes cannot fly.<br />

Secondly, America can conclude that these planes cannot fly. It is<br />

possible to formulate it as long as there is an intention. However,<br />

is the ultimate intention with or without Assad? It can be obvious<br />

with the compromise on how and to what extent it is calculated.<br />

Moderator Murat AKGÜN: I think the key point was the last<br />

thing you have mentioned; if there is a compromise in Syria, how<br />

much of it should be with or without Bashar al-Assad?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I believe that the scenarios without<br />

Assad are being kept in the bottom drawers. I guess there are some<br />

ongoing negotiations about the issue of to what extent the Assad<br />

Regime will share its power, and unfortunately, it is obvious that<br />

ISIS is taking a big part.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr. Rasmussen, I want to ask if we<br />

compare the relationship between Turkey and America to the<br />

two blades of a pair of scissors, which are sometimes open and<br />

sometimes closed about Syria, one of the issues in the open blades<br />

is the İncirlik air base. Probably, you remember İncirlik from the<br />

times you were the General Secretary of NATO, and right now it<br />

is not a secret that the USA persistently demands the İncirlik air<br />

base from Turkey. Why is the USA so persistent? How can it help<br />

the USA regarding Syria? In addition, every effort in the UN hit<br />

the walls of China and Russia. Why do China and Russia support<br />

Syria?<br />

A.F. RASMUSSEN: First of all, of course I will not comment on<br />

the details concerning how individual allies organize in NATO.<br />

The concrete cooperation between the USA and Turkey is also<br />

included within this issue. Of course, Turkey is part of a strong<br />

defense, and a strong ally of the USA.<br />

Like the USA, China and Russia may also have important strategic<br />

military establishments. When we consider the actions of China<br />

and Russia in Syria, I think there is a general unwillingness from<br />

the point of view of China. They do not want to admit anything.<br />

They are opposing to any military intervention coming from<br />

outside.<br />

In every country including Syria, it is very clear that Russia has a<br />

strategic concern and interest. Russia does not have many friends<br />

in the Middle East. In this part of the world, Assad regime is one<br />

of Russia’s friends, and this is an important part of the presence of<br />

the Russian strategy. I suggest Syria is in this part of the world; this<br />

[1st DAY]<br />

is the main interest. I do not think that Kremlin is in favor of Assad<br />

regime, but Russia wants to be certain in holding control of the<br />

developments in Syria no matter the circumstances are, because<br />

Syria is an interest for Russia in terms of benefit... Focusing on<br />

the political solutions is essential in order for the five permanent<br />

members of UNs to give a decision about Syria.<br />

We had two Geneva conferences, which Russia also attended.<br />

Both of the conferences resulted in documents stating that the<br />

process should be started. It was said that could cause change in<br />

the system in Syria. However, considering the engagements of<br />

Russia and other countries, I think any kind of external military<br />

interference may lead to an explosion; not only in Syria but in<br />

the whole region. Therefore, I am drawing attention to my own<br />

proposal that, we need to try to find a way. I strongly agree with<br />

the solution. In addition to the division of the centralized state and<br />

country, there are other alternatives; in between these two end<br />

points of the axes, there is an alternative which includes sharing of<br />

the power between ethnic and sectarian groups.<br />

Moderator Murat AKGÜN: In the morning session, I inquired<br />

Mr. Rasmussen his opinions on ISIS (Iraq-Damascus Islamic<br />

State). Now, I want to direct the same question to you as a person<br />

who also knows the region very well. How did ISIS exist? Why<br />

did ISIS exist? How can it be destroyed and what depends on<br />

destroying it? In fact, Mr. Numan Kurtulmuş said that, you cannot<br />

dry the bog; ISIS goes and another organization comes up. Do<br />

you agree with this?<br />

Peter HARLING: I can answer these three questions. However, I<br />

want to mention a few things about Iran as well. When we talk to<br />

authorities from Russia and Iran, considering their standards, they<br />

do not display effective performance regarding the Syrian regime.<br />

At the same time, the balances in these countries (Russia and<br />

Iran) are so sensitive that, if they stop supporting Assad’s regime,<br />

the regime falls down and it becomes the other side’s victory.<br />

So, this is the point where I do not agree to this opinion; let’s call<br />

the things happening in Syria and Iraq as a war, but it is a war for<br />

one side by proxy. However, for the other side I cannot say this.<br />

The other side is ready to support the one who is going to fight<br />

with all its money, weapons and political power. As if we are in<br />

a playground, and watching a game, on one side there is a crock<br />

team; they are working together and they are very strict. On the<br />

other side, people are playing with each other in a way that, they<br />

do not want to contaminate their hands and get hurt. This is just a<br />

part of the problem. We cannot finish the game like this.<br />

I want to say something about the clearness of the USA because<br />

it forms the significant part of the problem. There are different<br />

phases of the problem in our hands. If we consider Barack


Obama, in my opinion, he is not interested in any of the situations.<br />

He does not like this situation intellectually; he is not interested<br />

in the region, politics and proxy wars. America is interested in<br />

things such as digital boundaries and controlling the financial<br />

institutions. It wants to proceed to the other level instead of staying<br />

in the previous period, which Russians and Iranians want to do. I<br />

think their perception and most of the people in the government<br />

think in the same way: it is time for the region to grow. What if<br />

they handle their problems themselves! Why do the USA and<br />

the West always interfere? They usually fail when they want to put<br />

the things in order, like in Afghanistan and Iraq. So there is not so<br />

much belief that the USA can handle this.<br />

Here, the Islamic government steps in. For four years, the ideas<br />

have always been changing. There are doubts that anything can be<br />

changed in the region. For example, in the early stages of the riot<br />

in Tunisia, the enthusiasm in Egypt, changing the regime in Libya<br />

and empowering the Islamists. These are the things we are afraid<br />

of. Then, Islamic crisis is coming up. The Islamic government<br />

(ISIS) came into prominence. Namely, this is a big problem, but<br />

ISIS is already an output of the unsolved problems. These are the<br />

problems evolving in ten years and they have got worse in the last<br />

four years.<br />

Moderator Murat AKGÜN: In this conference, one thing I will<br />

never forget is your interesting metaphor about the actors, those<br />

who want to get dirty and those who don’t. My question will be<br />

about Palestine. Turkey gives a lot of importance to Palestine. In<br />

the morning session with Mr. RASSMUSSEN, it was put forward<br />

that there would be no peace in Middle East, unless the Palestine<br />

issue was solved. My question is: We want peace in Palestine but<br />

how will this problem be solved in such an environment?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: We usually tend to define the<br />

Palestine problem as Israel-Palestine problem. Maybe it is not true<br />

to define states like this, since there is more than one state in every<br />

state. Take the USA, there are two USAs; there are more in Russia<br />

but there are physically two states in Palestine: biological and as<br />

an approach.<br />

Moderator Murat AKGÜN: No physical bonds with each other.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Exactly. Therefore, there is<br />

unfortunately a dual structure within their opinions and<br />

anticipations that are presumably different from each other.<br />

While this makes it difficult for Palestine in the course of<br />

becoming a state, it doesn’t ease the situations for Israel. Israel<br />

wants to recognize either one of them but there is the other one in<br />

reality. That’s, when you say “I recognize you, but I don’t recognize<br />

you (to the other)”, it means this process will be left incomplete.<br />

Therefore, not only when intending to solve the crisis but even<br />

when intending to solve the problem of a state formation crisis, it<br />

is possible to face some major problems. As of today, as far as I can<br />

see the point is that, the Israel-Palestine problem is not something<br />

that can be solved from inside, but it is a process in which, for<br />

example, the USA is acting as a mediator to solve the problem<br />

from outside. The recognition of Palestine by the parliaments<br />

in the European countries or launching new laws for Palestine<br />

doesn’t mean to solve this problem physically. That is to say; when<br />

you are officially recognized will an embassy be opened? I do not<br />

think so. However, as it is still possible for Palestine to exist in a<br />

dual structure as a diplomatic tool of pressure against Israel, and as<br />

this possibility is still available, that situation I mentioned above is<br />

an indicator of effort.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Is this a fate to expect a solution to<br />

the problem in the Middle East from outside?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, on the condition that the<br />

problem is discussed around the table, there is no harm. We are<br />

in a global world. I believe no peace project is realized without<br />

negotiation and there is no problem to talk on the issues around the<br />

table. We should only put the real weapon on the desk. However,<br />

we mention a structured territory; that is to say, a territory that has<br />

no word for its own existence, its own history or its own decision,<br />

but these all are defined from outside. We mention forced states<br />

and forced governments. However, the sustainability of these has<br />

never been emphasized.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Were the borders drawn with a<br />

ruler?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, while it was structured it<br />

seemed to me that people thought “This kind of family will rule<br />

the country and then go.” They have not thought of what if the<br />

family could not rule the country. It was decided “If they can’t, we<br />

overthrow them.” And this is still in practice. In Egypt, people say,<br />

“Let’s overthrow these, for they will not be able to rule and let’s<br />

bring this one.” This is not sustainable, though. What I can see and<br />

understand is this; Palestine model has to be stressed because the<br />

values of the world have become complicated. If one day, at least<br />

those in West Bank (Sheria) say “we couldn’t handle this issue<br />

and we will leave the world”, there will be no addressee not only<br />

for Israel but for the other countries as well. It seems that the last<br />

chances are tried now, for they are making subsequent attempts.<br />

As far as I understand, it won’t be late...<br />

Moderator Murat AKGÜN: Do you mean the peace in Palestine<br />

by “it won’t be late”?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: No. The process keeps people in<br />

haste in order to take concrete steps. Because there are people who<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

29


Hasan Kalyoncu University<br />

30<br />

Symposium Agenda<br />

want Palestine to be struck –in fact, all American presidents would<br />

rather see this in their times and Obama has so much pressure<br />

on the government and thus, Israel has had to improve its social<br />

relations. I hope Obama will act in favor of Palestine. However,<br />

will he be successful? It is not that easy to predict this.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mr. HARLING, I would like to ask<br />

you a question. When we mention the Middle East problems, it<br />

may not be true to disregard Turk-Israel relations and Egypt. It<br />

is apparent that Turk-Israel relations have not been so promising<br />

over the last years. How do these poor relations affect these peace<br />

processes in general? The second one is the withdrawal of Egypt<br />

to its shell following the military coup, the loss of Egypt’s position<br />

as a wise man among the old Arab world and being in conflict<br />

with its Arab brothers. How do all these affect Middle East peace<br />

processes?<br />

Peter HARLING: As for Turk-Israel relations, who I am not<br />

expert at, I can say as an outsider that two situations emerge.<br />

There are emotional reactions about what’s happening, and these<br />

naturally bring other emotional reactions. It is true not only for<br />

political aspect, but for general aspects as well. As for the Turkey’s<br />

attitude towards the Arab world, we have some known principles.<br />

Of course, these principles have some fluctuations during the<br />

process. Turkey has emerged as a modal to his neighbors. It has<br />

been very impressive. That is to say; it has energized the region. It<br />

is probably about to go beyond the borders.<br />

Turkey’s attitude is consistent in all aspects. For example, Turkey<br />

first tried to be a mediator in the early stages. It had nice bonds<br />

with Assad regime. And it tried to force them to change. This<br />

continued for months. Before the violence climbed up, Turkey felt<br />

it was deceived. Then, it changed its attitude. It still keeps the same<br />

attitude. Now there is no solution with this regime for Turkey. I<br />

am not certain whether it is the right step or it will be successful.<br />

But these attitudes are clearly seen. As for Egypt, we see that<br />

Turkey’s attitudes are also consistent. Although we constantly pass<br />

from one theme to another, this attitude should be appreciated<br />

because the region is undergoing radical crises; and this has roots<br />

in history. A lot of problems have accumulated over the years. It<br />

definitely takes time to discuss and solve these problems. What is<br />

expected now from the actors is to find principles. I mean, finding<br />

some balancing principles and somehow you are doing this much<br />

better than the others. At least, you are better than the West.<br />

Moderator Murat AKGÜN: I would like to receive our students’<br />

questions. Let’s see what they are asking.<br />

Student Mehmet Veli KOYUNCU (P.S.I.R): My question is to<br />

Mr. RASMUSSEN. He mentioned about local administrations.<br />

He mentioned about decentralization. In order to have<br />

[1st DAY]<br />

decentralization, isn’t it necessary to have a strong administration?<br />

For example, is the USA model a good one, is it valid for the<br />

Middle East? We see that Iraq has ended up with separation<br />

because there is no strong centralized administration. Can I get<br />

your opinions about this issue?<br />

A.F. RASMUSSEN: Of course, in some parts a strong centralized<br />

administration is needed. For example, as for military and security<br />

issues the USA has a strong centralization. Let me remind this.<br />

I am saying to you that we should keep Syria and Iraq as a state<br />

respectively. However, I said that power must be shared among<br />

the various identities in these countries, but there must be a state<br />

on the top. There must be a state, so it can arrange the defense,<br />

provide security, have a central bank and have a finance policy,<br />

and do whatever it wants... Or let it have official institutions, have<br />

a Constitution and have all required arrangements. And let this<br />

Constitution guarantee the minority rights.<br />

Of course, I must admit that I have been inspired by the Bosnian<br />

model. That’s why I mentioned this. There are differences between<br />

the Balkans and the Middle East. On the other hand, there are<br />

several similarities. We can learn from these. I see no contradiction<br />

here; in order to form a strong centralized government the power<br />

needs to be shared with local administrations. Let me give my<br />

country as an example to conclude. Of course, it is a far-away<br />

country. We have two identities in the Kingdom of Denmark.<br />

We have Greenland; these are the parts of the Kingdom of<br />

Denmark and it is in charge of them. The defense, security and<br />

finance policies are all under Denmark’s authority. However, the<br />

local administrations were given considerable autonomy. You can<br />

say this modal has a lot of problems of course, but we must ask<br />

what the alternative is. The alternative is not the continuation of<br />

the conflicts forever. The answer to your question is; to be able to<br />

progress in the peace process and to give people a chance at least<br />

to learn living with others in peace.<br />

GUEST: What do you think about this free zone issue, Mr.<br />

Rasmussen? And how can power sharing system be organized in<br />

Syria? I mean are there any other examples like this type in other<br />

places?<br />

A.F. RASMUSSEN: As I have expressed my opinions before, let’s<br />

listen to your ideas about this topic first! Decentralization and<br />

power sharing issues are like bids for sects or ethnical groups. It<br />

should not be confused with the bad examples we have seen in<br />

Syria and Lebanon. In fact, the historical background of this idea<br />

mainly started with the exiles in Iraq. When we look at Bagdad,<br />

there is authority here. There is a ruling party. However, the people<br />

who suffered a lot from the regime show strong reactions as well.<br />

In a political vacuum, if you look at the first occupation movements


y the USA of course this was not the only solution for Iraq. I<br />

suppose we are paying a heavy price now. When we think about its<br />

immediate environment in local elections and if we consider ISID<br />

issue too, a lot of safety measures are being taken. ISID around<br />

Bagdad has weakened the motivation of safety staff. In addition,<br />

there is some disobedience. Of course, this disobedience collapses<br />

immediately. It collapses as soon as ISID appears. At that time, the<br />

disobedient cannot find any power that supports them among<br />

themselves to be able to expel ISID. Bagdad has relationships and<br />

contacts.<br />

So, it is necessary to find a solution to the vacuum there. How<br />

have big chieftains in Mosul established power bases around<br />

Mosul? If we start from here, an alternative can be developed in<br />

time. There can be an alternative power structure in the region.<br />

After that, meetings can start by taking the power distribution<br />

into consideration. However, the one who will act as an arbiter is<br />

local ceasefires had taken place in Syria and they could have been<br />

developed. Nobody developed them… because of political<br />

issues. So, the Geneva process will go on in the forthcoming one<br />

or two years. However, the only way for this to be useful and to<br />

reach a solution is that this issue should be taken seriously in the<br />

West and Russia should give up saying “we have already told you”<br />

and appear with a more constructive approach.<br />

again the central government both here and in the capital city. It is<br />

necessary for everyone now. With regard to the master plan, the<br />

fact that this plan was advised to us had occurred as a part of the<br />

Geneva process.<br />

During the Geneva process, if the Americans had agreed to work<br />

with Russia to bring the Syrians to the table, they could have<br />

forced Syria at that time. They could have reached a compromise<br />

all together, but it did not happen. Why? Because the Russians and<br />

the Americans could not work together under any circumstances,<br />

since the Russians became spoilsport. The Russians see<br />

themselves as if they can benefit from these disagreements and<br />

conflicts. There are advantages of getting up against America such<br />

as image etc. On the other hand, America has an attitude as if it<br />

does not want to be engaged with what is happening here.<br />

On account of seeing this top to bottom approach, which has not<br />

gone well, let’s look at the Syrian issue from the bottom to top<br />

approach. For example, there should be local ceasefires. Some<br />

GUEST: My job has become easier now because I agree with<br />

your opinion in general. This can be successful in the issue of<br />

distributing and sharing this power at the beginning, but it can<br />

be a lout between local privileged people and local community<br />

again. When we talk about the decentralization of power within<br />

the ruling party, of course we mean it to occur in an appropriate<br />

democratic culture.<br />

Student Seda KOCAGER (P.S.I.R.): My question is to Mr.<br />

Rasmussen. What do you think about Ukraine’s chance of<br />

acceptance if it applies to be member of NATO?<br />

A.F. RASMUSSEN: Of course each candidate country should<br />

fulfill NATO’s criteria. If Ukraine applies for membership, it will be<br />

a long process because Ukraine cannot fulfill the required criteria<br />

for now. However, let me remind you of this; in 2008, during a<br />

process at the summit of NATO it was decided for Ukraine to be<br />

a member. Of course, Ukraine needs to fulfill the required criteria,<br />

and this decision is still valid. This year in September, we have reexpressed<br />

that this decision is still valid. However, it is clear that<br />

Ukraine should actualize extensive reforms. Then, it can become<br />

a member of NATO.<br />

In addition, sometimes such a question is directed; Wouldn’t<br />

Ukraine’s membership of NATO be provocative? If we consider<br />

Russia, Ukraine’s membership of NATO is not an issue which<br />

Russia can decide on. Each country has the right to make its<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

31


Hasan Kalyoncu University<br />

32<br />

Symposium Agenda<br />

decision about its future. In 1999 in the European Security<br />

Conference, it was being said that, each country had the right to<br />

form its own security policy. Russia was one of the countries that<br />

confirmed this conference. Ukraine applies and NATO decides.<br />

Sooner or later, the membership is to be finalized, but of course<br />

this is not an issue that will happen in the near future.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to direct the same<br />

question to you. I have just asked it to Mr. RASMUSSEN, but he<br />

did not want to go into detail. Due to its previous duty, the USA is<br />

insisting on Incirlik very much and it is so eager. I also want to ask<br />

this: about the Geneva issue Mr. HARLING said that it would go<br />

on without any problems like Geneva 1, Geneva 2-3…. What is<br />

your opinion about this?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have started with Geneva and<br />

yes, I think it will go on like that. Here, the aim is to call it good<br />

news if the meetings are not being interrupted.<br />

Murat AKGÜN: But isn’t it for the sake of appearance?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: If you say that ‘it has finished’,<br />

the risk is bigger. Therefore, the fact that this event is still under<br />

discussion is diplomacy itself. If they cannot go further for now,<br />

it is clear that they have consented to this. I am not sure if there is<br />

as big insistence as you have said about the insistence of the USA<br />

for İncirlik. However, if they have demands, they are not the ones<br />

like “we will attempt to bomb, so that Turkey will be in a difficult<br />

situation”. They are about sustaining a humanitarian intervention<br />

action with low cost.<br />

Moderator Murat AKGÜN: So, you think that if they want it, it is<br />

for a humanitarian aid with military reasons.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: It is exactly like that because it<br />

is not such an easy situation in today’s technology to say that, a<br />

military operation to Syria needs Incirlik. In addition, strategically<br />

I do not think that the USA will prefer to give the impression that<br />

everywhere is bombed with American planes taking off from<br />

Turkey. I mean why should it be in a position that it is disliked<br />

by the communities which Turkey want to help and get closer<br />

with? But this scene has a direct correspondence in the Arab and<br />

Muslim world. If you are right, without a conflict with the USA,<br />

this corresponds to a benefit in favour of Turkey in the Middle<br />

East.<br />

Student Ravdanur CUMHA (P.S.I.R.): RASMUSSEN and P.<br />

HAWLING, as Mr. Numan KURTULMUŞ said, “The world is<br />

bigger than five.” What are your suggestions for a more functional<br />

and open-minded UN?<br />

[1st DAY]<br />

A.F. RASMUSSEN: If I have understood the vice-prime minister<br />

right, he said that an extensive referendum would be better. This<br />

project has already been discussed in the UN for a long time.<br />

Here is the argument; the UN Security Council as usual reflects<br />

the power structures formed right after the Second World War.<br />

A modern UN Security Council should reflect the truth of<br />

2014. It should also reflect the increasing weigh of improving<br />

powers. I understand this argument really well. I have also said<br />

this; principally I support that the UN should get improved.<br />

Representation ability of the Security Council and other<br />

foundations will be higher than now.<br />

Although I have said this, we have to face the reality. Here is the<br />

reality; the consent of five permanent members is necessary to<br />

make such a change. After that, it is necessary to ask this question;<br />

do you think it is possible? Do these five countries agree and<br />

give up their powers-including their right to veto? I think this is<br />

not realistic. It is necessary to look for more realistic alternatives<br />

towards the solution…but I agree with the vice-prime minister<br />

about this issue: the UN’s present situation is sabotaging its<br />

credibility and authority. We encounter with inadequacy of<br />

decision making in the UN mostly. The fact that the UN Security<br />

Council cannot make important decisions means that the UN’s<br />

credibility is sabotaged. A strong UN is necessary. This UN<br />

should be a warrantor of global law. The fact that the UN Security<br />

Council cannot take an action about Syria is unfortunately the<br />

reflection of this situation. However, the efforts to reform the UN<br />

will not be enough to solve this problem. It is necessary to look for<br />

other means.<br />

Peter HARLING: It is a part of international governance system<br />

and it developed after Second World War. Foundations like the<br />

UN have a series of certain values and norms. In 1990s, they<br />

already reached the top when the West beat the Soviet Union.<br />

There was not an explicit enemy and people in the world felt<br />

themselves responsible for their own destiny; they used this<br />

governance system. We were the owners so that we reflected left,<br />

right and middle center and I think this created resentment all<br />

over the world. I mean the expression we call double standard was<br />

emerged from the West’s action. I think this matter continues to<br />

follow us in the Syrian issue and the like, and we cannot define the<br />

relationship between Syrian regime and Russian regime as a long<br />

one; this is not true. This relationship stopped in 1980s.<br />

The relationship started again in 2012 and on a very interesting<br />

base, its reason was this: Russia wants to take revenge and this<br />

is the motivation. After that, the relationship was built again<br />

progressively during the conflict. However, in fact, the first<br />

motivation was its the anger towards the West. I mean the West<br />

manipulated the international communication system. It suffered<br />

from erosion and it was forced in such a different way and Syria


challenged this; Ukraine is an example. These examples will<br />

increase in any case. I am not sure. Let’s say, at least in the near<br />

future, it will be a great potential to reform the UN because there<br />

is already unwillingness about these issues. And I think this has<br />

been established about the present situation in this part of the<br />

trouble-free world, with high level international intervention for<br />

the last ten years. These structures are from the Soviet Union and<br />

the West. Today, we are in such a moment that there is still some<br />

intervention, but it is complex and unclear. This is doubtful in any<br />

case. Confusion among the local people is increasing as well as the<br />

interventions in one another’s conflict. Countries like Turkey, Iran<br />

and Saudi Arabia should talk to each other ultimately, instead of<br />

waiting for solutions from the UN.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to ask you a<br />

question. While we were talking to the honorable General<br />

Secretary this morning, he mentioned that there was a possibility<br />

for Turkey to be a role model. How do you evaluate the<br />

opportunity by considering the relationships with Israel, with<br />

Egypt and with the present regime in Syria? Where does it start?<br />

How far can it continue?<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I want to remind something<br />

about the time when the issue of Turkey’s being a role model<br />

was discussed, during the period when it was high on the agenda.<br />

Turkey, at that time did not say “I want to be the model” or “I<br />

can explain my model to the Middle East.” It was left holding the<br />

baby. I mean, something like whether Turkey could be a model<br />

came from outside. This was not a position which was positively<br />

welcomed. If communities in the Middle East had been able to<br />

model, it would have given probably more positive results. I mean,<br />

if it had come as a suggestion from inside the region, it could have<br />

been an issue to work on.<br />

Moderator Murat AKGÜN: Shouldn’t it be the case for each<br />

matter? I wish the request for solution would have come from<br />

inside Iraq and Afghanistan.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Therefore, I cannot say that it<br />

resulted positively in this respect because when Turkey was<br />

mentioned as ‘a model’, it is helpful to say that everybody<br />

understood something else. For example, it is necessary not to<br />

think that a system determined by the public’s voting is perceived<br />

as a model by the Middle East monarchy at any price, and to<br />

think that the secular structure of the administration will not<br />

absolutely be preferred by some places. I mean that the request<br />

for Turkey to be a model was not a situation that met everybody’s<br />

expectation. However, it can be said that Turkey’s development<br />

and its achievement in progress is an attraction center and it could<br />

only have shed the light in each community to find the method<br />

for itself. Namely, Turkey as a country enduring a range of difficult<br />

situations tried to overcome them. This is a country where politics<br />

is being re-structured constantly and which undergoes major<br />

developments. Well, it could have let to ask why could we not<br />

do it, how can we produce a similar effect-result-output, and it<br />

can still allow to ask these questions. Today, I do not mean that<br />

it is over and such a thing is out of question. On the contrary,<br />

maybe conflicts and the loss environment are more important<br />

so that these kinds of questions are asked. By the way, there was<br />

a question just asked by a student about the UN. He asked what<br />

would happen.<br />

Moderator Murat AKGÜN: She said that the world is greater<br />

than five.<br />

Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yes, I want to say something about<br />

it. Generally it is misunderstood as if developing countries are<br />

not among the countries which have a right to veto. Of course,<br />

I can also ask this question. The argument that the UN has had<br />

inside itself has not reached that level yet. For example, it is being<br />

discussed whether Germany should be among these 5 countries<br />

and as far as I can follow, England and France are the ones which<br />

opposes Germany’s involvement most. Therefore, while we are<br />

not yet in a situation to overcome this issue, how can we consider<br />

the others?<br />

Student Kadir, a student from Nigeria (P.S.I.R.): My question<br />

is for dear Rasmussen. When ISIS started to attack, they were<br />

considered to be a small group, but the situation is getting worse<br />

and the number of dead people is increasing. Do you think that<br />

they will lose? If so, how long will it take?<br />

A.F. RASMUSSEN: Thank you so much. Yes, as a short answer,<br />

surely the so-called Islamic state will lose. The coalition forces have<br />

started a military operation, and I believe, ISIS will lose against<br />

these forces. It will not be easy, and will take time, but the result<br />

will be a defeat for ISIS. However, I need to remark again that we<br />

need to analyze the various reasons underlying the extremism in<br />

the Middle East to prevent it, not necessarily the sectarian-based<br />

policies. We need to end these problems immediately, and we<br />

have no reasons and excuses not to do so.<br />

What is so sorrowful is that the UN has published the Human<br />

Development Report twelve years ago, in which these problems<br />

were already highlighted. Presumably, one of the reasons of the<br />

Arab Spring was the lack of opportunity for the youth. There is<br />

indeed a need for more opportunities in this region, but the<br />

report by the UN was not read either by American or European<br />

scientists because it was published 12 years ago. However, Arab<br />

academics have done so and indicated the 3 key points missing.<br />

Well, these are the ones responsible for the lack of opportunity<br />

mentioned. 22 Arab countries have worked and pointed out 3<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

33


Symposium Agenda<br />

missing aspects: lack of freedom, lack of hunger for knowledge<br />

and inadequate practice of women’s rights. The lack of freedom<br />

they have highlighted leads to oppressive regimes. The lack of<br />

hunger and the belief that they will be able to change nothing<br />

via sensitive methods have been interestingly mentioned. The<br />

books translated into Arabic from international resources were so<br />

few and the Arabic resources on new ideas were also few. That is<br />

what some Arab academics had told me, and they had also asked<br />

[1st DAY]<br />

a question on the Human Development Report. How could<br />

we talk about the prosperity of some countries if the half of the<br />

population is excluded from the work market, political arena and<br />

social life? The useful facts were published 12 years ago, and we are<br />

still facing the same problem. The bottom line is that, yes, we do<br />

need a military operation against ISIS, but we need to discuss this<br />

issue with its long-term effects.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

34


3 rd Session<br />

[2nd DAY]<br />

Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep<br />

The root cause of social and political problems in the<br />

Middle East in historical perspective<br />

Any parts of Middle East have experienced volatility and fragility due to conflict over the course of the region’s<br />

long and complex history. In this session, these developments, the root causes with their reflections over today’s<br />

problems will be evaluated in a chronological order.<br />

Prof. Dr. Edibe SÖZEN<br />

Hasan Kalyoncu University / Gaziantep<br />

Moderator<br />

Edibe Sözen graduated from Marmara University, Department of International Relations with a BSc degree in 1982. She received her PhD from the Faculty of Economics at Istanbul<br />

University in 1999. She was invited as a guest lecturer to University of Wisconsin–Madison between 1991-1993. In 1994, she became associate professor of applied sociology, and was<br />

appointed professor of communications in 2000 at Istanbul University. She carried out studies on the 3rd generation European Turks in Germany, Austria and Holland. Her study on<br />

European Turks received the Ludwigshafen Science and Research award in Germany in 2001. She has authored 7 books and more than 50 articles.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: We will evaluate the issues<br />

in the Middle East in a chronological order, and their reflections<br />

on the modern world will be discussed. I will give the right to<br />

speak to dear Mujeeb R. Khan, who will present us a structural<br />

and a systematic analysis of the war and will discuss the American<br />

policy about the region with a critical approach.<br />

Mujeeb R. KHAN: We may need to look at the tragedy in<br />

Syria, Iraq and Palestine from a systematic perspective, rather<br />

than discussing a specific issue. Such an approach will give us an<br />

answer as to why this clash has been going on and on. What do<br />

we mean by the word Middle East? To my understanding, this is a<br />

systematic region, in which the interaction among various groups<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

35


Hasan Kalyoncu University<br />

36<br />

Symposium Agenda<br />

Mujeeb R.KHAN<br />

University of California, Berkeley / USA<br />

Mujeeb R. Khan was a Fulbright Researcher in the Persian Gulf who has published extensively<br />

on the politics and history of the modern Muslim world. He is also affiliated with<br />

the Doctoral program in political science at UC Berkeley.<br />

results in an effect to any of these groups. Some of them have<br />

an impact on Turkey, Iran and even Afghanistan and Pakistan.<br />

Another issue to consider is the fact that the Western world is<br />

looking down on this region, and they think that all these are<br />

based on the ongoing hatred. What is wrong in this assumption?<br />

There are two reasons for it. The first one is the image of Europe,<br />

which appears to us as associated with eating croissant in Champ-<br />

Elyse. Did Europeans like one another 60 years ago? They<br />

were still killing each other in millions. The World War II is an<br />

ethnic cleansing, which means Europe was an arena which was<br />

comparatively much more severe than the Middle East. Actually,<br />

the historical hatreds are not enough to understand the blood in<br />

the Middle East. In “Pax Ottomana”, people from various ethnical<br />

backgrounds and religions have lived in peace and the regions<br />

with clash were areas with cyclical confronting. In this respect, this<br />

issue can be clarified only by explaining the systematic crisis. For<br />

instance, Egypt’s transition towards democracy was quite hopeful.<br />

In 2013, Saudi Arabia and Israel transferred around 20 billion US<br />

dollars to Egypt, to prevent reactions against the military coups.<br />

The areas of conflict in the Middle East include those in Israel and<br />

the Kurdistan region and the Arab-Arab conflict areas. These are<br />

not individual and isolated conflict areas, on the contrary, they<br />

reinforce one another and one area is embedded in the other. We<br />

need to figure out the difference if we are looking for a solution.<br />

For instance, Syria is within the borders of Arab-Israel conflict<br />

area, that is, what happens in Lebanon and Syria is of interest to<br />

people in Israel. Today, the Syrian issue is within the scope of<br />

both Turkey-Syria and Iran issues. The example of Iran is really<br />

interesting because group such as Shia’a people and Assad regime<br />

misunderstand the presence of Iran in Syria. In fact, the reality is<br />

totally different and people are confused about Iran-Syria; it is<br />

perceived that Iran is against Syria.<br />

Hezbollah is necessary for repulsing any attack of Israel. If Assad<br />

regime is overturned, the connection with Hezbollah will be cut<br />

off. If Israel bombs Iran, needless to say that Hezbollah should<br />

attack Israel. The function of Hezbollah is the prevention of any<br />

attack of Israel to Iran. In short, it is related to the identity and<br />

cultural location. If Turkey had an agreement with Iran, maybe<br />

Hezbollah would be a distraction and if the Assad regime is<br />

[2nd DAY]<br />

overturned, the sacred places would be protected. In those<br />

conditions, Iran would help Assad’s downfall. Does the way<br />

leading to the Middle East pass by Bagdad or Jerusalem? If you<br />

wanted to have peace in the region before the USA occupied Iraq,<br />

then peace should have been between Israel and Palestine at first.<br />

Then you could have gone for Saddam. In this case, people would<br />

believe that you wanted to bring democracy to the region. Neoconservatives<br />

talk differently. In the USA they said the problem<br />

was Saddam Hussein and the other dictators in the region; we<br />

should establish the democracy there by force. They legitimized<br />

the occupation according to this argument. There is very little<br />

legitimacy of the mass destruction arms. If we consider the double<br />

standards of the USA’s foreign affairs, their occupation policies are<br />

bound to be unsuccessful from the very beginning.<br />

Why is the Middle East an endless conflict region? Why not<br />

Eastern Asia or Southern Asia but the Middle East? The following<br />

factor explains it. India and China came up as great powers in the<br />

Eastern Asia and Southern Asia. They went out of the Western<br />

Imperialism in terms of historical and cultural civilizations. They<br />

have not been divided. India had a small amount of division but<br />

it has kept its integrality. It has protected its historical area and<br />

industrial freedom. The western countries could not interfere.<br />

China likewise; Mao made China get its historical borders. Some<br />

cultural revolutions and developments have been made later,<br />

it was industrialized; its economy got bigger. Recently, it is the<br />

biggest economy in the world. The USA is not the number one<br />

economy anymore. The tragedy in the Middle East is that, there<br />

is such hegemony in Islam civilization and in the Islamic World.<br />

At the same time Ottoman Empire was a state. A lot of people with<br />

different ethnic roots were living under the Ottoman dominance.<br />

While some of them were Arabic Muslims, some of them were<br />

Turkish Muslims and they were all attached to the Ottoman<br />

Empire. All of the Muslims supported the Ottoman Empire<br />

perpetually and they fought for it.<br />

Arab Spring and democratization have backfired in Syria. We<br />

need to have a look at how the Western powers encouraged and<br />

directed the authority in order to explain authority. The Western<br />

countries were in fact afraid of the democracy in the Islamic World.<br />

They say many things but when it comes to application, they show<br />

their hypocritical double standards. Democracy quest in Egypt<br />

turned into a bloody coup d’état. A lot of people were murdered.<br />

The coup d’état in Egypt was considered as a bloody one by the<br />

South African Union and they ended Egypt’s membership. What<br />

did the USA and the EU which always talk about human rights do<br />

in that case? Now the attitude of the USA is clear. In case of a coup<br />

d’état, they try to suspend it till democracy comes. Obama calls<br />

his country as “a country of law” renaming torturing as intense<br />

interrogation and continues his activities. We can say that the EU


did not blame Sisi and ignored a massacre which was worse than<br />

the one carried out by China in the Tiananmen Square<br />

When we talk internationally, we mean controlling all the oil<br />

reserves. One of the endless conflict issues is actually the oil. Let’s<br />

have a look at the American policy with an opposing view. Sisi<br />

Vahbi Selefi is a movement that rises from Saudi Arabia and uses<br />

extreme violence.<br />

Americans ask why Muslims cannot stop the violence. However,<br />

protests performed during the Rabia case was peaceful and<br />

nonviolent. But even then, they were murdered and you could not<br />

protect them, and in this case Sisi was empowered. The reason for<br />

their action was to become a democratic country whose people<br />

could be heard so the foreign policy would be changed. Maybe,<br />

even Palestine would be given the freedom and equality. They<br />

could give up building luxurious palaces and spend the money for<br />

democratization after industrialization of the area.<br />

We can see that the policies of some countries can be changed in<br />

the regional level. In this argument, there is a constructive factor<br />

and we see that the orientation of the country changes in national<br />

and identity issues. We also see the change of the orientation.<br />

Turkey and Iran were called “surrounding countries” until the<br />

year of 1980. The strategy which is related to Israel could be<br />

explained as being close to the non-Arabic countries in politics.<br />

This is why Israel and Turkey have had good relations. However,<br />

now both Turkey and Iran are the indispensable actors in the<br />

region. Turkey is the champion of democracy in the region and<br />

supports Palestine and condemns the coup d’état in Egypt. Turkey<br />

also had some changes in its identity after democracy. Turkish<br />

government should listen to the people and reflect the identity<br />

of the people. Turkey has a lot of similarities with its southern<br />

neighbors. As a country which is a part of this civilization, people<br />

in Turkey are raising their voices, expressing their disgrace for<br />

the support for Israel policies against Palestine. There is also the<br />

voice of the selective people here saying that, they are affected<br />

by these problems in the region and they focus on the national<br />

borders. They reject any relations with the East or the West.<br />

Moreover, even though Turkey does not want to be included in<br />

these issues, the problems reflect on to Turkey. As there are a lot of<br />

refuges coming from Syria to Gaziantep; you know this situation<br />

better in this city. Turkey needs to develop a vision. A potential<br />

solution could be the point reached by the Europeans at that<br />

time. After two world wars, a lot of massacres and genocides, they<br />

were around a table for the independency and they founded the<br />

Cool and Steel Union. They merged the institutions and changed<br />

the whole structure of the regional policy. Democracy was an<br />

indispensable part of this. The solution is also similar to this in<br />

the Middle East. We need to repeat the economic integration and<br />

democratization needs in the region so that industrialization, rise<br />

of the middle class will occur, and purchasing arms from the West<br />

and the construction of palaces will be stopped. It is not easy to<br />

do all these but the Arab Spring started with these issues. When<br />

we look at the Turkish foreign policies, it seems they also go for it.<br />

Thank you for listening to me.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Though it was not so much<br />

different from yesterday’s discussions, two different ideas were<br />

brought forward. One of this is focusing on the democratization<br />

but an opinion on the unity and integrality of the countries was<br />

expressed by vice-Prime Minister Numan Kurtulmuş. He talked<br />

about the criteria, which we can call as Jerusalem criteria that<br />

would make us live together. Another thing is the idea that Mr.<br />

Rasmussen put forward, which is the Bosnian Model as a solution.<br />

But I believe that was left in yesterday’s agenda as a controversial<br />

model. However, as it was mentioned in the previous two<br />

speeches and by Mr. Mujeeb R. Khan, the real solution lies under<br />

the historical process even though, the historical process is said<br />

to have five different conflict zones. This means, the biggest need<br />

in the area is democratization. It analyzes the Middle East causes<br />

of social and political conditions from a historical perspective<br />

and also within a historical perspective. For some, this proxywar<br />

is like a global civil war. As Mr. Rasmussen stated yesterday<br />

that it was not quite possible to name the wars waged in the area<br />

as a civil war. These are mostly referred to as global civil wars or<br />

as proxy wars in international politics as Mr. Obama stated on<br />

an occasion. Of course here, we are talking about an area that<br />

has long lost its stability. This stability that the Ottoman Empire<br />

achieved in Caucasia and the Balkans was global in historical<br />

terms. This stability obviously vanished after the World War I.<br />

The democratization process in the five conflict areas should be<br />

observed and followed up carefully, as Mujeeb R. Khan stated.<br />

From the sessions of yesterday, we know that there are some<br />

serious problems; the democratization process, the processes for<br />

equal gender rights and equal education rights are left incomplete.<br />

These are all closely connected to the democratic process.<br />

Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN<br />

Marmara University / İstanbul<br />

He is faculty member of the Department of History at Marmara University. His research<br />

interests are History of the Modern Middle East, Arabian Gulf, Arabian/Persian Gulf<br />

Studies, Ottoman History, Ottoman Empire. Besides his academic research on Arab-Turkish<br />

Relations and North Africa, he is the president of the Association of Researchers on<br />

the Middle East and Africa (ORDAF). Prof. Dr. Zekeriya Kurşun appears in numerous<br />

scholarly articles, books and academic papers.<br />

Our second speaker, Marmara University academic member Prof.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

37


Hasan Kalyoncu University<br />

38<br />

Symposium Agenda<br />

Dr. Zekeriya KURŞUN will bring into the agenda the geopolitics<br />

of Persian Gulf and the shortcomings of Saudi Arabian politics in<br />

the area.<br />

Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: When we look at geopolitics in<br />

general, history, geography, demography and the resources in the<br />

mentioned area define it. In this way, when we look at the Persian<br />

Gulf we are looking at an area that is situated in the south-east of<br />

Gulf of Arabia and Iran and in reference to the Arabian Sea, the<br />

965 km long waterway that connects the Hormoz Strait and the<br />

countries that have flocked around it. This passage is the main<br />

route of trade routes that goes from east to the Mesopotamia and<br />

through there to Europe, which is called the Spice and Silk roads,<br />

which have always been open for international dominance and the<br />

turmoil that follows. This is the reason why Iranians refer to it as<br />

the Gulf of Persia, yet Ottomans referred it in a more neutral way<br />

as Persian Gulf after settling in the area. But the mentioned region<br />

is insistently referred to as the “Arabian Gulf ” by modern nations.<br />

The time period that defined the nations and their economic<br />

around the Persian Gulf became the most indispensable resources<br />

of the area. Fishing, as one of the prominent sources of income<br />

followed by the discovery of pearls as a seductive factor in the<br />

area has affected the trade. Related to these comes the process<br />

of trade goods’ transfer to Europe from India and we know by<br />

then trade between this region and Indian sailors was already<br />

in place, before Europeans even discovered India. In a nutshell,<br />

this area has history and traditions in trade. The area was also the<br />

centre of attraction in the whole world in 20th century because<br />

of oil reserves. In short, Europeans conquered the land after the<br />

Portuguese, through Vasco de Gama discovered India.<br />

As a matter of fact the basic problems start after this time. As the<br />

Portuguese and Ottomans settle the western coast, the Dutch and<br />

the English become active with the trade they have specifically<br />

established in the two countries. After the 18th century the Dutch<br />

fall back, then the English try to settle in the region and they<br />

expend great effort to influence or take over the area from Hormoz<br />

Strait to Kuwait. This effort comes to fruition until the end of the<br />

World War II. After this date, after 1947 the U.S.A actively settled<br />

in the area and became the root cause of conflict.<br />

The tension and conflict between the Ottoman Empire and<br />

Europe lasted for decades. This puts forward two theories; the<br />

first theory belongs to Europeans in that this is a free area, the<br />

Ottomans don’t have a physical dominance or they have a partial/<br />

nominal dominance. It is also seen as a free area from an easily<br />

influenced international relations perspective. The second one is<br />

that the Ottomans are there physically.<br />

When we talk about the Gulf of Persia, we have to say there are<br />

two rivers that emerge in Anatolia at the end of the gulf. These<br />

[2nd DAY]<br />

rivers are Tigris and Euphrates. We are bound to the Gulf of Persia<br />

in a way that increases our geopolitical value. Goods produced<br />

in Erzurum can be transferred to the Gulf of Persia by these two<br />

rivers. The Gulf of Persia is an undeniable element of Turkey’s<br />

geographical, cultural and historical depth. This is why Turkey’s<br />

efforts of dominance in this area must be understood. Especially,<br />

the announcement of the year 2015 as the year of Qatar has utmost<br />

importance. There are some things we need to consider such as the<br />

western view of the world. First after the British powerfully arrived,<br />

as they had concerns toward the Ottoman and Persia, they settled<br />

secret negotiations. By this, they name armistice sheikhdoms in an<br />

effort to prevent negative effects of piracy and the sort on British<br />

commerce in a disdainful way. These are Oman, 6-7 emirates that<br />

make up the United Arab Emirates, Bahrain, Kuwait and Qatar.<br />

After 1970’s independent nations started to rise. And again, these<br />

nations were named as “infant states” in a disdainful manner. The<br />

current name that follows is is fund-holder states. All these three<br />

periods of time are given in a colonial narration. That is why civil<br />

wars should be analyzed in this colonial viewpoint.<br />

When we look at the governance of these states in the mentioned<br />

area, we see that they are dynasties of 300-500 years long. Ahni-<br />

Ayan, the Abhu-Dhabi sheikhdom has been a dynasty there for<br />

about 400 years. Alsani which holds the governance of Qatar has<br />

preserved a culture there for more than 150 years followed by<br />

Bahrain in the same manner for 200 years, and Kuwait for 200<br />

years. There is an immense structure here. Therefore, if you ignore<br />

this fact and come to a different conclusion, the problem starts at<br />

that point. Saudi Arabia, unfortunately, finished their conversion<br />

in 1744. The traditional dynasty became a structure that started<br />

to shape in regards of religion and state, which brought the two<br />

modern Saudi Arabian dilemmas. The Saudi Emirate, which is<br />

defined as a state called Wahhabi State after having formed alliance<br />

with Muhammed Bin Abdulvahap, continued for some time and<br />

then collapsed only to rise again in 1902 to be actually based on<br />

a state in 1930, is unfortunately face to face with dilemmas. Many<br />

others claim that the other small states near the Gulf are in more of<br />

a danger. However, I claim exactly the opposite. Saudi Arabia is in<br />

more of a danger and this danger originates from both their inner<br />

dynamics and the combined religion-state governance structure<br />

they currently have.<br />

In brief, there are many factors that define the inner dynamics<br />

of Saudi Arabia. One of them is the initial Muslim Brotherhood<br />

Movement that took place in 1930s in Saudi Arabia itself; it is<br />

the primary force of the establishment of Saudi Arabia. It acts<br />

both as a military power and as a religious missionary group.<br />

After the nation was established, King Absuud has minimized<br />

its effects by coordinating with the British. After that process,<br />

there has been a serious inner conflict ever since. This conflict<br />

was somehow managed to overcome, thanks to the welfare that


ought rich petroleum reserves until 1990s. However, this gave a<br />

rise to another viewpoint afterwards. We define these as the “New<br />

Muslim Brotherhood”. This New Muslim Brotherhood actually, is<br />

the group that successfully circulates the idea we know as “Salafi”<br />

on the international basis. This Saudi Arabia-London based<br />

movement, in a sense presents the dilemmas of Saudi Arabia. A lot<br />

of antipathy is shown to Saudi Arabia in international arena due<br />

to the activities of all Salafies. The other most important group<br />

is the Shiahs. About one million Shiahs live in the eastern part<br />

of Saudi Arabia, being in close relations with Iran. In fact, the real<br />

problem between Saudi Arabia and Iran is this. The problem they<br />

have with Shiahs hasn’t been solved due to the interpretations of<br />

Wahhabisim and this is the reason why it is in danger. Reformist<br />

Shafiis and Liberals are today the source of inner conflicts or<br />

problems. The other dynasties have in time adapted a more<br />

tolerant policy and renewed themselves, where Saudi Arabia was<br />

trapped in inner conflict, and therefore having a position against<br />

the ISIS, as well as forming its base.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: What attracted my<br />

attention was the “free area” matter. Physically, the Ottoman<br />

Empire had a force that stabilized the Middle Eastern states but<br />

there was a free area. I believe, one of the reasons of conflict today<br />

will be this free area. My next guest is the Turkish Coordination<br />

and Cooperation Agency Coordinator, Mr. Prof. Dr. Süleyman<br />

KIZILTOPRAK to evaluate and inform us about the last 100<br />

years of the Middle East from the point of view of Baghdad and<br />

Cairo.<br />

Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK<br />

TIKA (Coordinator of Turkish Cooperation<br />

and Coordination Agency) / Ankara<br />

He is a graduate of Bosphorus University’s History Department. He completed his MA<br />

at Mimar Sinan Fine Arts University in 1997 and PhD at Marmara University in<br />

2001 where he became an “Assistant Professor” in 2005. Since 1995, he has been giving<br />

courses at history department of Mimar Sinan Fine Arts University. Prof. Dr. Süleyman<br />

KIZILTOPRAK appears in numerous scholarly articles, books and academic papers on<br />

19th century Ottoman History, period of Sultan Abdulhamid II, the Middle East and<br />

Egypt. He has been Libya Coordinator of the Turkish Cooperation and Coordination<br />

Agency (TIKA).<br />

Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: The last century of the<br />

Middle East started with a problem and this problem hasn’t<br />

been solved yet. The weak administration, unhealthy governance<br />

and the corrupted system are continuation of the unsuccessful<br />

establishment that started 100 years ago. One guiding idea<br />

would be the analysis of the past governance with its flaws and<br />

shortcomings to ensure the viability of future systems to be put in<br />

place. The system that the Ottoman Empire took up for the region,<br />

while in domination for 400 years can be criticized in many ways,<br />

yet we don’t see conflicts similar to the current ones. After 19th<br />

century, when the area got in the scope of European Expansionist<br />

Movement, we start seeing the rise of such problems. The<br />

Napoleonic invasion of the area in 1798 can be seen as the first<br />

expansionist movement initiative towards the area. This interest of<br />

Europe in the area brought with it great disturbance in the social<br />

structures, production policies and culture of people in the area.<br />

This disturbance resulted in an explosion of problems that have<br />

been riddling the area for decades.<br />

Arabs are usually considered as people who live in Africa and Syria,<br />

Palestine, Iraq and in the Arabian Peninsula. Although Arabs in the<br />

Arabian Peninsula are very different than Syrian, Palestinian, Iraqi<br />

and Jordanian Arabs, they continued to remain as the old Ottoman<br />

provinces in terms of language, culture and economics. All Arabs<br />

actually constitute one race. Although they were separated after<br />

the World War I and rose up as different countries with different<br />

ways of governance and system, they owe their close connection<br />

of culture to their communication and development in education;<br />

as it was centuries ago. This is said by Admiral Nuri Sait Pasha in<br />

a report to the British Foreign Ministry in 1948 when he was<br />

expressing his opinions on solving the problems in the Middle<br />

East. When we look at the area, we see once again the problems<br />

that come from divided nations as it was explained by Nuri Sait.<br />

Nuri Sait says and I quote: “Combination of Syria and Iraq as a<br />

federation can only be successful if the minorities there have a<br />

semi-dependent, yet a strong regime like a canton. Only if the<br />

cantons there are given similar rights that were given to minorities<br />

in Lebanon during the Ottoman rule, and if they are protected<br />

under a strong rule, these nations can survive”. Prime Minister of<br />

Iraq, in 1942 claims that, the system doesn’t work in either Iraq or<br />

Syria and claims that the current divided and weak government<br />

structure cannot protect the people or provide necessary service.<br />

In addition, he says that this is a synthetic government. You<br />

established four different governments on the lands of Syria,<br />

Lebanon, Palestine and Jordan which were tied together to one<br />

province of Damascus in the Ottoman Empire. This structure will<br />

not work and sect wars that are similar to the ones that started in<br />

1860 will start again. The nation-state promised to the Hebrews<br />

will not live in this land. If you wish to do so, first of all establish a<br />

federation to gather all the Arabs under one roof including Syria,<br />

Iraq and the Arabian Peninsula. While doing this, Nuri Sait was<br />

on the side of the British. He brings up this solution while also<br />

considering his friendship with the British. We will give you the<br />

same advantages that the other nations of Common Wealth gave<br />

you as long as you do not establish a weak structure that will<br />

govern the Arabs of Arabian Peninsula, Syria and Iraq.<br />

The most major problem in the Middle East is that there are<br />

some very precious underground resources in the area and there<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

39


Hasan Kalyoncu University<br />

40<br />

Symposium Agenda<br />

is a western world that wants to dominate the energy sources.<br />

The Arabs have a conflict among themselves resulting from their<br />

differences in sects or ethnicities. The issue here is that how these<br />

problems of conflict can be solved? And, the main concern of all<br />

Arabs is what kind of government Palestinian Arabs will achieve<br />

during this process. Until the problem of Palestinian Arabs to have a<br />

country of their own is solved, problems of Jordan, Lebanon, Syria<br />

and Iraq will not be solved and even in Egypt, the main policy that<br />

Nasır has taken up after being allocated to his new position is to<br />

find a solution to the Palestine problem. In this perspective, Egypt<br />

has always had to intervene at wars such as the 1956 crisis, 1967<br />

and 1973 wars. When Egypt withdrew due to Camp David pact,<br />

all Arabs took Egypt out of the Arab League. And still, there is no<br />

Arab nation that can take initiative to solve the Palestine problem<br />

today. After every Israeli assault, Palestinians wait for humanitarian<br />

aid from the Gulf Nations. The reason behind this is obviously to<br />

rebuild their country.<br />

Today, the most important difficulty in finding solutions to the<br />

problems in the Middle East is that new petroleum reserves are<br />

found in the eastern Mediterranean. Who will make use of these<br />

reserves and how? In Leviathan area, and Tamar area, where the<br />

natural gas resources exist, there is gas of trillion cubic meters.<br />

Israel suddenly changed its Gaza policy on the use of these<br />

resources; while it was an issue during the time of Ariel Sharon to<br />

give autonomy to Gaza or not, Israel gave up this policy suddenly.<br />

We are not so sure about the future of Gaza, where one million<br />

people live. Naturally, Israel wants to use all its potential in order<br />

to transfer the energy resources from that area to Europe safely.<br />

They want Gaza to benefit from the area. That leads to a fall in the<br />

petroleum prices in the world. How does this price fall affect the<br />

peace in the region? Financial aid from the United Arab Emirates,<br />

Gulf countries and Saudi Arabia is a matter of discussion in terms<br />

of public improvements in Gaza and the support of the regime in<br />

Egypt. Without this aid, not only the public improvement in Syria<br />

and Palestine is under danger but also weaker Arabian countries<br />

such as Egypt, Tunisia, Sudan, and Somali need financial aid in<br />

order to survive and have a sustainable system. Their support will<br />

be reduced and in the near future, bigger conflicts might break out<br />

in Middle East. If Bosnian model, which Rasmussen talked about,<br />

would be applied in Syria and the Middle East, the future of the<br />

Middle East would be expecting big conflicts. When Egypt and<br />

Sudan were divided into two parts in 1956, Egyptian streets were<br />

all crowded with people shouting “Egypt and Sudan cannot be<br />

divided”. In 2011, Sudan was divided into two parts. East Sudan,<br />

which was richer in terms of economy and underground resources,<br />

split from Sudan. These are the areas that Nile, which is very<br />

important for Egypt, emerges. Although this was an issue effecting<br />

directly Egypt, it didn’t become the main topic of conversation;<br />

and Egyptian streets were full of revolutionists. Tahrir Square<br />

was busy with overthrowing Husnu Mubarek. One year passed<br />

with the demonstrations supporting Sisi, but Egypt didn’t put the<br />

separation of Sudan on the agenda. In order to have a bright future,<br />

Middle East countries must adopt a peaceful approach to solve<br />

their inner problems themselves: The relationship with the West<br />

should be conducted by modeling Turkey, both in democracy<br />

and economy. Do we express an opinion on the developments in<br />

the Middle East, or, by talking about cooperation, do we desire a<br />

silent and passive Turkey which the West presents as a solution?<br />

We have to understand it well. I hope the ones who predestinate<br />

the region will take the facts of region into consideration, and see<br />

it clearly. I hope they will find a solution that will save them from<br />

enticed and deceived feelings in the last century. I think I am a bit<br />

pessimist about the Middle East.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Couldn’t certain countries<br />

be founded in the Middle East after World War II when stability<br />

was destroyed? Or, the authoritarian administrators can freely act<br />

because the countries are weak? What the Middle East needs to<br />

do is to make modernization real, isn’t it? In my opinion, in order<br />

to bring peace, the Middle East should be open to democracy and<br />

reforms, otherwise conflicts will never end.<br />

Now, our fourth speaker Prof. Dr. Ahmet Seyhun from Winnipeg<br />

University (Canada) will cover the Middle East issue from an<br />

Islamic point of view..<br />

Prof. Dr. Ahmet SEYHUN<br />

The University of Winnipeg / Canada<br />

[2nd DAY]<br />

He received Bachelor of Law degree from the Istanbul University, Masters degree in History<br />

from Bogazici University and his Doctoral degree from McGill University (Institute<br />

of Islamic Studies), Canada. He is an Professor of History at the University of Winnipeg ,<br />

and teaches History of Islam, History of the Ottoman Empire and Islam and the West.<br />

Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: I will talk about the movement<br />

in the Second Constitutional Period, especially, Pan-Islamism<br />

movement, the thinkers of this movement, the roots in 1900s of<br />

what is happening today in the Middle East, the intervention of<br />

the West to this region, the decline of Ottoman Empire and the<br />

establishment of regional countries.<br />

1908 was one of the milestones of both Islamic, and Ottoman<br />

history, and also the history of the region. In 1908, Abdulhamit<br />

was not dethroned. It was in 1909. But Constitutional Monarchy<br />

was declared in 1908. With the declaration of Constitutionalism,<br />

lots of political movements which were under the censorshipof


Abdulhamit till the declaration, found an opportunity to express<br />

themselves. From the previous writers of 1960s and 1970s,<br />

writers such as, Serif Mardin made certain differences for these<br />

movements. For example; Turkism, Islamism, Westernism,<br />

Ottomanism... Today, we look at these from a different view. What<br />

we see is these movements were influenced by each other and<br />

there was a constant exchange of ideas among them, which laid<br />

the foundations of democracy for the region. In the Ottoman<br />

Empire, the first parliament was opened. The first Constitutional<br />

Period was short-lived. The Ottoman-Russian War broke out.<br />

The parliament was reopened in 1908. Unionists and Young<br />

Turks were like a coup for Abdulhamit. However, ultimately, all<br />

these groups participated in politics. I didn’t separate that period<br />

from the Republic. In the last book that I wrote, I combined<br />

the Ottoman Empire with the Republic. I analyzed the ideas of<br />

thinkers such as Mehmet Akif Ersoy, Salih Haim Pasha, Mehmet<br />

Ayni, Mustafa Sabri, Shaykh al-Islam Mustafa Kazım, and what<br />

I saw was that the democratization efforts in that time, in fact,<br />

were very important and they were the issues that referred to<br />

today’s problems. For example, this is an important issue that the<br />

writers labeled as Islamic focused on. Nationalism is an artificial<br />

movement that came from the West, and would be applied to<br />

Islam. The West’s historical evolution is very different from its<br />

Islamic one. It was shown that a system which works in the West<br />

might not work in the same way in the East. This was first brought<br />

forward by the thinkers who we call as the New Ottomans such as<br />

Ali Suavi, Namık Kemal and Ziya Pasha. Later, it was Muhammet<br />

Abhu and his period because of his good command of Arabic.<br />

These ideas were posed by Namık Kemal and his friends in 1860.<br />

There are two important ideas here; the first one; the institutions<br />

taken from the West cannot flourish in Islamic lands because the<br />

environment is totally different. The second one is the question<br />

that Islamic scholars always ask; “Why did Islamic World fall<br />

behind?” Once upon a time, Baghdad was the center of the world.<br />

What all the writers meet on a common ground is that “We fell<br />

behind because the rules (that our religion ordered) were not<br />

carried out properly. This means that Islam was a religion, which<br />

was immensely advanced and open to innovations. However, after<br />

some time, the doors of ruling case were closed and it was entered<br />

into the corruption period. This was discussed in the parliament<br />

as much as the ‘Law on the Maintenance of Order in 1925.’ It was<br />

written until that period.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Assoc. Prof. Dr. Ali Serdar<br />

ERDURMAZ will explain his thoughts about Turkey’s Decision-<br />

Making Authority over Syrian Civil War.<br />

Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ<br />

Hasan Kalyoncu University / Gaziantep<br />

He is a graduate of Turkish Army War College. He completed his MA and PhD in International<br />

Relations. Also, he holds a second master’s degree in Executive Management<br />

and Human Resources. He is a Faculty Member of Department of Political Science and<br />

International Relations at Hasan Kalyoncu University.<br />

Assoc. Prof. Dr Ali Serdar ERDURMAZ: The problems are<br />

the actors in Middle East, their problems and solutions. If we<br />

narrow the actors over Syria, we can see only one Syrian regime<br />

that represents the government. Apart from that, we all witness<br />

that non-state actors are actively creating a chaos in Syria. What I<br />

want to present here is that, which of the actors could win and take<br />

control and how Turkey would be affected from this. Which actor<br />

should be supported to realize Turkey’s international benefits? In<br />

which direction should our policies be? I will try to present it in a<br />

mathematical way. We will use TOPSIS method here. Because, for<br />

an ideal solution, I consider approaching this issue significant with<br />

a technique of ranking preferences through simulation. When<br />

we have a look at the actors, in fact, PYD’s winning will be under<br />

consideration or The Free Syrian Army (FSY) has changed, now<br />

the Revolutionist Committee Council was founded in Gaziantep<br />

and they are functioning effectively. It seems likely for ISIS and<br />

finally Assad’s regime to win in Syria. These are the results that we<br />

will be focused on. By the way, if we have a look at Turkey’s national<br />

interests, regional stability is very important for us; avoidance of<br />

separation and refugee raids are effecting us. Limiting or ending<br />

this is of importance. It is desired to see changes such as making<br />

a regime change, destroying Assad regime and forming a new<br />

unitary regime which is democratic, respectful to human rights<br />

and accepts the superiority of law. Unitary structure is a kind of<br />

structure which prevents separation. Lastly, from the viewpoint of<br />

Turkey, limitation of Iran’s influence is within our national interest.<br />

There is a ranking of priority of these interests in accordance with<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

41


Hasan Kalyoncu University<br />

42<br />

Symposium Agenda<br />

their importance. A number of values will be given by decisionmakers<br />

with respect to their recognition and these values, in<br />

fact, can be set by different decision-makers. People, who follow<br />

foreign policy with a certain basis and Syrian policy will more or<br />

less deduce the same results. Here, the best option is shown as<br />

Condition 1, and the worst one is shown as Condition 5. While<br />

preventing separation and regime change are our first priority,<br />

activities of terrorists and ISIS’s winning, which is Condition 5, is<br />

the worst scenario for us. Based on that, we made an assessment<br />

for all the actors.<br />

For PYD’s winning in regional stability, regional stability is<br />

handled in two ways; because stability can be provided. However,<br />

considering the other factors, which are oppositions, will have<br />

an impact on there, providing a wholly stability is impossible,<br />

risky stabilities can be provided, and there won’t be a poor and<br />

bad stability. But ultimately there will be separation and division.<br />

Refugee area will be widely prevented. There might be a regime<br />

change but there will be Assad’s resistance against this regime<br />

change. Iran’s effects can be relatively limited.<br />

In case of ISIS’s winning, regional stability is also handled in<br />

two ways, because PYD will resist this time. It is evaluated that<br />

separation will be definitely prevented. There will appear a way<br />

towards unitary structure. It is thought that a democratic structure<br />

can be formed in Syria. Refugee influx will be widely prevented.<br />

Also, there will be absolutely a regime change because Assad<br />

regime will fall down. It is also thought that, Iran’s effects can be<br />

limited to a large extent.<br />

ISIS’s winning is seen as the worst case. There won’t be any regional<br />

stability. There will be a total separation. Conflicts will continue.<br />

Refugee influxes will continue until the last times because<br />

everyone will escape. Especially when we consider Aleppo, we<br />

think there will be a serious refugee influx. Regime change will be<br />

a discussed topic for a while, but it will face great resistance.<br />

In case the last regime’s wins, it is thought that regional stability will<br />

be extremely poor; there will be a separation in the end because<br />

if Assad wins oppositions and PYD will resist to this situation;<br />

there will be continuous crises. Refugee influxes will be in great<br />

numbers and there will not be any regime change because if Assad<br />

wins he will dominate the whole region. It is thought that Iran’s<br />

presence will also be high.<br />

Based on these evaluations, when we look at the foreseeable<br />

changes of Syrian civil war in relation to Turkey, we demand a<br />

regime change; the disposal of ISIS is one of our main targets.<br />

The loss of the regional control with terrorists getting stronger<br />

is very important to us; avoidance of separation is one of our<br />

priorities and Iran presence should be limited. If we apply 6<br />

degrees of TOPSIS method to this situation, the following results<br />

[2nd DAY]<br />

appear; The Revolutionist Committee Council being supported<br />

by Turkey is very significant; as for the regime change, the best<br />

solution is to support the oppositions. Second best solution is<br />

PYD’s or PKK’s winning. ISIS declared its area as sovereign, and<br />

in case of its evolution, a new Islamic regime is inevitable and with<br />

Assad’s winning through a victory, it will be impossible to change<br />

the regime.<br />

If we have a look at the annihilation of ISIS; again, it is a basis to<br />

support the Free Syrian Army because FSA will be destroyed in<br />

case of Assad’s winning, and afterwards by supporting the Kurdish<br />

structuring ISIS might be cleared, which is the third action. What is<br />

important for us is to prevent the hegemony of PKK or PYD in the<br />

region after the clearance of ISIS. This is a very important issue for<br />

us. In this case, clearing ISIS is to Turkey’s interest, the best option<br />

to change the regime is to support the oppositions. Subsequently,<br />

Assad’s winning might realize this. As we see ISIS as an extension<br />

of PYD and PKK, we accept it as a terrorist organization. Another<br />

factor to prevent the separation is the success of the opposition’s<br />

being supported, which is the best option. Later, Assad’s winning<br />

can be prevented. Following this, support for PYD can bring a<br />

solution to this situation. Lastly, the limitation of Iran’s effect; if the<br />

opposition sets a unitary structure and gets enough support, Iran’s<br />

effect relies on Assad’s winning.<br />

According to these results, Turkey’s political approaches are<br />

correct. Definitely and transparently, our government policies<br />

want to do everything to support the oppositions in Gaziantep<br />

and want the West to act accordingly. However, the consolidation<br />

of PYD groups has been produced as an outcome by the USA as<br />

well. Actually, the goal is the same. First, ISIS is needed to be swept<br />

away following the regime.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: It was an unusual<br />

presentation. When we consider it mathematically, we will have<br />

taken an easier step for the peace process. Now, Dear Assist. Prof.<br />

Dr. Vehbi Baysal will present the notion formation process in the<br />

Middle East countries and the denominational conflicts within<br />

this period.<br />

Assist. Prof. Dr. Vehbi BAYSAL: These kinds of meetings point<br />

out for one thing; America is not under every stone. Therefore,<br />

it needs to be considered from different aspects. The borders<br />

for principles drawn in the Middle East are not actually their<br />

decisions. The Arabic nationalism outlined a map for themselves<br />

by putting the Arab Peninsula and North Africa at the forefront,<br />

but it didn’t happen. However, what differs if the borders of these<br />

countries, which did not draw their borders, change? There weren’t<br />

already any virtual borders between Egypt and Iraq. ISIS, which<br />

was controlling the Rakka region for almost a year used to collect<br />

tolls in this region. Damascus in “Iraq-Damascus” state which is


Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN<br />

History, Yeditepe University / İstanbul<br />

He is a graduate of Istanbul University, Department of Eastern Languages and Literatures.<br />

He completed his “MA” in Arabic Language and Literature at Jordan Yarmouk University<br />

and “PhD” in Middle Eastern Studies at University of Manchester. He is faculty<br />

member of the Department of History at Yeditepe University and board member of the<br />

Association of the Researchers on the Middle East and Africa (ORDAF).<br />

ISIS in short is “Bilad-ül Damascus” region involving Turkish and<br />

Saudi Arabian borders. It is the major threatening region. What is<br />

special with this region? It has become a turning point after the<br />

foundation of Israel in 1948. Scenarios about what can happen<br />

in the Middle East after the 1907 war were written. One of them<br />

was the Arabian-Israel war, but it failed. Then, there could be the<br />

“Palestine-Israel war, which failed as well. “Water War” was the<br />

final point. There are Golan hills still being occupied by Israel. It is<br />

strategically important for Israel. This is the water reservoir for the<br />

Middle East. Managers were requested for the foundation of these<br />

kinds of stations. One of them was quitting elitist approach and<br />

founding a new army system in which ordinary people could take<br />

higher positions in the army as well. It was somehow accepted.<br />

However, as soon as these ordinary people were taken a higher<br />

office, the first thing they did was to demolish the ones by whom<br />

they had been promoted. 1950s and 1960s are these years. Iraq,<br />

Egypt and Libya are full of these people. Accordingly, there isn’t<br />

any army against external threat in any Middle East country; all<br />

armies have been organized for interior threats. The ones who<br />

are in charge of the army are all relatives. Ordinary people are<br />

made sure they do not have high positions.. The army in Syria is<br />

arranged not for external threats but for demolishing the regime.<br />

Therefore, there aren’t any other choices apart from opening<br />

fire. So, what is the importance of the geopolitical position of<br />

Turkey for the Middle East? There is a 850km frontier just with<br />

Syria. Rasmussen was reflecting on the West opinion. Due to<br />

this, the absence of the development of democracy and social,<br />

economic and political causes enable the increase of the terrorist<br />

organizations such as ISIS. If this is right, based on a research by<br />

Western University in England, how can you give an explanation<br />

for 4.500 English citizens’ joining the ISIS? In addition, what<br />

about the ones attending from Denmark, Germany, France and<br />

Belgium? It is not possible to explain an organization which has<br />

appeared regionally.<br />

ISIS is a good example of it. Actually, we need to have a look at<br />

how Westerns are unskillful. Firstly, I want to adduce Libya.<br />

In Libya, it is decided for the US Security Council to hinder<br />

Kaddafi from bombing his citizens with his war crafts. Right after<br />

this accord, France and NATO started to bomb the area . Last<br />

summer, Obama stated in his speech that they would bomb ISIS.<br />

USA soldiers were also not to step on the region. So, who were<br />

going to solve this issue? Local forces for sure. Turkey intervened<br />

at this point. Accordingly, the West was not skilled in producing a<br />

solution.<br />

Turkey’s policy is being criticized as wrong in the Middle East.<br />

Well, what is wrong about Turkey’s policy? The reason for this<br />

is not being specified. Turkey embraces all the guests from Syria.<br />

And one of the delegates from the UN just says “You are doing<br />

a good job!” and leaves. Is it possible? If Turkey wanted, it could<br />

close its frontiers and make the issue turn into humanitarian plight<br />

but it didn’t do this. Authorities do not mention this; it doesn’t<br />

mean that Turkey is incapable of doing it.<br />

Thank you very much.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: He presented concrete<br />

and current issues. Now our sixth speaker, Dr. Lütfü ŞAHİN, will<br />

discuss inter-sectarian conflict in the Middle East.<br />

Dr. Lütfü ÖZŞAHİN<br />

Theolog / İstanbul<br />

He is a graduate of 19 Mayıs University, Faculty of Theology. He completed his MA<br />

in the History of Religions and PhD in History of Philosophy at Marmara University<br />

Institute of Social Sciences. He taught both at public and private schools. There have been<br />

more than 200 articles published in national publications and political journals.<br />

Dr. Lütfü ŞAHİN: First of all, the Middle East is a problematical<br />

notion. It does not exist with regard to our own civilization. It is<br />

also a Eurocentric notion. There is a “Middle East” for the West.<br />

According to the Hegel approach, if it is you defining the country<br />

you live, it means that you hold the power. Although we have a<br />

big historical background, we cannot say that we have a historical<br />

consciousness. Another issue is the nuclear power of Israel. Israel<br />

has enough nuclear power to hit İstanbul and Tehran. Some<br />

international collusion cannot cover up the realities. The issue<br />

between the East and the West is a challenge. Actually, there are<br />

not any concepts like this in our civilization. These are imperialist<br />

definitions. All the humanity and civilizations cannot rely upon<br />

the West. In history, Islamic world challenged Western Europe<br />

about many issues. Today, Turkey challenges the West with its<br />

political and economic development. While responding to Iraq<br />

and Syria, Turkey wants to go back to the region. This is indeed a<br />

kind challenge. These historical consciousness and deepness have<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

43


Symposium Agenda<br />

been considered by the westerns. Despite the westerns, Turkey<br />

cannot be senseless for the things happening in its region. It cannot<br />

be thought that it doesn’t have a say about the land it has been<br />

ruling for 400 years. If the border of Turkey starts with Hatay, its<br />

strategic borders start with Jerusalem and Bagdad. Bagdad’s being<br />

hung by a thread means that Gaziantep and Diyarbakır are hung<br />

by a thread. Bosnia and Azerbaijan are also two of our strategic<br />

borders. The West may like our government, but international<br />

relations are not grounded on the concept of love. Finally, the<br />

democracy export of the West is totally eye service. Where was<br />

the West during the coup in Egypt?<br />

Also, there is no problem between the Bass regime and Israel.<br />

These dictator regimes are needy to each other.<br />

Abdullah DİLSİZ<br />

AFAD (Prime Ministry Disaster &<br />

Emergency Management Authority)<br />

[2nd DAY]<br />

Abdullah DİLSİZ: Now it is an emergency case because we do<br />

not have peace ahead. And there has been an enormous movement<br />

of migration from Syria since 2011. From this day forth, the<br />

number of Syrians here are 1.750.000. 225.000 of these guests are<br />

accommodated in tents put up in our ten cities. Their needs are<br />

met within the bounds of possibility. About 50.000 trainees are<br />

educated in various training courses. In the Health Sector, these<br />

guests can be treated in about 500 polyclinics where 84 local and<br />

20 foreign doctor serve. According to the US standardizations, the<br />

approximate expense is 5 billion dollars. It is pretty a good amount<br />

for the development of this country.<br />

And, since June 2014, there have been movements in Iraq as a<br />

result of the attacks by ISIS. 20.000 people including Yezidis have<br />

come to Turkey as refugees. Various housing and welfare activities<br />

are in progress for them. Nevertheless, Turkey built and opened<br />

two camps of 32.500 people capacity in Iraq; one in Zaho and<br />

one in Dohuq, using its equities. The number of humanitarian aid<br />

trucks is 626.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Actually, after the 7th<br />

century when Islam started to spread, the politics in the region<br />

has started to improve. In the 20th century, especially Fascism<br />

is the aspect in which Imperialism is mostly effected by. That<br />

is to say, the Middle East is the area which the West segregated.<br />

The conflict of the Middle East is affected by the West to some<br />

extent. There is technological recession in the 21st century. There<br />

has not been an improvement because of status the Middle East<br />

appearing in academic books. Now, our young brother from<br />

AFAD is going to give his speech. He is going to talk about the<br />

population movements towards Turkey and the accommodation<br />

of immigrants. Now please accept Mr. Abdullah for his speech.<br />

In addition, we have to maintain their psychological well-being.<br />

We are working on restructuring the future of these people and<br />

rebuilding their society. We are in the position of adapting these<br />

people to social life. I want to make a suggestion; we are trying<br />

to generate an idea for planning their future in their country.<br />

However, I think that universities and civil societies need to<br />

carry out a feasibility study by gathering professors, doctors and<br />

academicians together.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: I’d like to thank all the<br />

speakers individually. When the proceedings of symposium are<br />

published, the product will be invaluable. Now it is the end of our<br />

session. Thank you all.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

44


4 th Session<br />

Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep<br />

Ways of Searching and Suggestions for Solutions of Middle East Crisis<br />

In the light of the conclusions inferred from the last session of the symposium entitled ‘Suggestions and Search for<br />

Methods for the Resolution of Middle East Crisis’, the future of the Middle East will be discussed, and suggestions<br />

for the resolutions will be presented accordingly. This session will be moderated by the rector of Gaziantep<br />

University Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun.<br />

Moderator<br />

Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN<br />

Gaziantep University Rector / Gaziantep<br />

He received his MD at Faculty of Medicine, Uludağ University and holds a PhD in Child Health and Disease. He became Professor in 1996 at Gaziantep University. He is Rector of<br />

Department Of Child Health and Disease, Division of General Pediatrics.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The Middle East<br />

issue is being discussed considering all its aspects, blood, tears,<br />

and grief. Many speeches have been made focusing on the<br />

problems and the relevant resolutions. The speakers were very<br />

qualified in their fields and could put forth helpful suggestions<br />

for resolutions. It has been clearly seen after the speeches of<br />

Rasmussen and Vice Prime Minister Numan Kurtulmuş that<br />

there are significant differences in the Middle East, though there<br />

is some correspondence between the viewpoints of Turkey and<br />

the West. Now, I am inviting Professor Dr. Hakan Yavuz from the<br />

University of UTAH to the stage to make his speech.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

45


Hasan Kalyoncu University<br />

46<br />

Symposium Agenda<br />

Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ<br />

The University of Utah / USA<br />

Yavuz received his earlier education in Ankara, Turkey, graduated with BA from Siyasal<br />

Bilgiler Faculity, Ankara. He received his MA from the University of Wisconsin-Milwaukee<br />

and spent a semester at the Hebrew University, Israel and received his Ph.D. from<br />

University of Wisconsin-Madison in political science. He is an author of more than 30<br />

articles on Islam, Nationalism, Kurdish Question, and Modern Turkish Politics. Hakan<br />

Yavuz is a Professor of Political Science at the University of Utah. His current projects<br />

focus on transnational Islamic Networks in Central Asia and Turkey; the role of Islam in<br />

state-building and nationalism; and ethno-religious conflict management.<br />

Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: The speeches made yesterday and<br />

today have focused on the international system and the problems<br />

caused by the communities in the Middle East, as it is a resolution<br />

symposium. The main reason of these problems is the colonial<br />

policy, which has been posed by the international system itself<br />

and the problems caused by the state systems developed within<br />

the colonial policy. However, in my opinion, the problems occur<br />

on an individual basis. It is related to the people’s identities and<br />

presences. In other words, blaming the state and considering<br />

it in terms of the international system is important. It should be<br />

handled within this framework. Another complementary factor<br />

and maybe the major one is that there is an identity crisis in the<br />

Middle East.<br />

This crisis stems from having too little or lacking necessary and<br />

sufficient moral structure. I have seen that the religious systems<br />

are not efficient enough to be a moral community in the western<br />

world after a great struggle, and I have found out a conclusion<br />

statement on the secular moral system, secular philosophy of<br />

life or human rights, which will lead people to a more immoral<br />

direction. Unfortunately, we are all very far from the Middle East.<br />

Due to this reason, there is an identity and personality crisis in<br />

the Middle East. Another reason is the historical process which<br />

the Middle East has gone through. However, in my opinion, it<br />

is necessary to see the gap created by the Middle East and the<br />

serious lack of cultural and religious reform movement in the<br />

area, and its effects on the identity and personality crisis. This is<br />

what I want to state in brief. For the rest of my speech I will try to<br />

support what I have said on the crisis in the Middle East and the<br />

weaknesses of the states, and the dictatorships of the states. These<br />

are the major factors. However, it should be emphasized that there<br />

is identity and personality crisis.<br />

When we consider the international Freedom House survey,<br />

the most severe cruelty is unfortunately seen in Middle East<br />

communities. It is crucial that the reasons for such an outcome<br />

should be discussed. Why are the Muslim communities the first<br />

[2nd DAY]<br />

in rank in terms of crime rates and violations of human rights?<br />

Also we, as Muslim communities, are the first in rank in terms of<br />

family violence, street violence and neighbourhood violence. This<br />

situation is also seen in some Latin American states arising from<br />

different reasons. One of the main reasons is the morality. This<br />

has always been tried to be solved only through religious sources,<br />

however, it is clearly seen that other sources are needed on<br />

condition that religion is placed in the center. The other sources<br />

should be chosen from philosophy, especially secular morality on<br />

the basis of human rights, even changing the religious morality<br />

into a secular one. The process in the West is similar to this one in<br />

some aspects. In other words, making Hegel Cartoon’s religious<br />

morality secular as possible and reflect it on the public domain.<br />

One of the major problems in these communities is the public<br />

sphere and private sphere. We have a perception of morality<br />

which is mostly centred on the honor in the family. We mistakenly<br />

perceive the public sphere as a place where there is no morality<br />

or no religious fear. This situation is being tried to be solved by<br />

law, but it is not effective enough and it causes new problems to<br />

appear.<br />

When we consider our position in terms of international<br />

standards, we can say that we as the Turkish community are in<br />

a good position, but not a very satisfactory position. Among<br />

the other Muslim communities, Turkey is a model in terms of<br />

democratization and human rights. As it was mentioned by Prof.<br />

Dr. Ahmet, the arguments between Muslim intellectuals such<br />

as Namık Kemal and the Reform movement intellectuals are<br />

very crucial. What is involved in these arguments is an effort of<br />

creating a public morality by using Islamic sources. They put on<br />

a great effort, but they could not succeed at all. The universities<br />

have an important role for this issue. It is so wrong not to teach<br />

moral philosophy at the universities in addition to religion.<br />

Unfortunately, the universities either do not have a philosophy<br />

department or they were closed down, so the universities could not<br />

meet what they were expected to do. I hope they can in the future.<br />

However, the time is so limited. The Turkish community was<br />

introduced to modernization very late. Even the introduction to<br />

capitalism started in 1983 after Turgut Özal’s policy of neo-liberal<br />

economics. We learned about modernity through consumption,<br />

but not through production.. We were seriously affected by the<br />

desire for consumption which was exposed by modernity, since<br />

we did not have a strong moral structure to resist this desire. In<br />

other words, we tried to create an identity with the consumption<br />

desire of modernity. We tried to find an identity from the products<br />

that we consumed. The result of this situation was that we had a<br />

lack of morality which was created by modernization.<br />

The enrichment in the West is a different one which appeared<br />

after the Industrial Revolution. It needs several generations to pass<br />

and requires a serious moral discipline. However, this enrichment


in our community took place in the construction sector, in<br />

other words, in a certain generation. This situation caused some<br />

problems as well. The bourgeois class in the West was supporting<br />

the foundations, which would help create the moral structure<br />

necessary for itself. On the other hand, the bourgeois class in our<br />

community is different from the one in the West. Since 1923,<br />

at first, the government has tried to create a bourgeois class, but<br />

it failed to put forth a national value. After 1983, for me, Özal<br />

was a turning point. The time of Özal was very crucial in terms<br />

of economic reforms, private universities and private radios.<br />

The result of these developments is the period of AKP. In the<br />

background of today’s AKP, Özal’s ideas and revolutions can be<br />

seen. Since everything developed very fast in the time of Özal, the<br />

moral and normative aspects have always been ignored.<br />

Since 2002, Turkey has had an economic boost. This boost was so<br />

quick that we tried to connect modernism to malls. That is, these<br />

malls also brought an Islam-mall system based on consumption.<br />

After 2002, universities and faculties of theology have not been<br />

able to put forth the necessary moral discussion and the system of<br />

moral thoughts within this market economy.<br />

As a result, since 2002, even 1983, with Özal’s revolution we<br />

have made an important progress. We have built skyscrapers and<br />

while doing this, we have made our souls smaller. In my opinion,<br />

in contrast to the economic development, there is a big gap in<br />

Turkish public morality and there is a serious damage in our social<br />

structure. One of the reasons for this is that we have experienced<br />

a fast development. People did not have enough time to handle<br />

all these together; 10 or 20 years is not a long period of time. I<br />

hope Turkey develops a public morality which will take away this<br />

moral deprivation. I think that, we are starting to be more Balkan<br />

in terms of economy and class differences. We need to see this<br />

negative aspect as well.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Mr YAVUZ has<br />

drawn a portrait of confrontation. He mentioned that the basic<br />

moral philosophy and the humanitarian moral understanding in<br />

the Middle East communities have not been perceived properly,<br />

that the religious references have not been told and understood<br />

enough, and that it could not be guaranteed by another social<br />

agreement. He also mentioned that, there has been a serious<br />

problem in the meeting point of modernity and Turkey, and<br />

that even though there is some progress in modernity in terms<br />

of economy, this modernity could not be realized culturally and<br />

socially.<br />

Now I would like to give the floor to Assistant Professor Doctor<br />

Esma İGÜS from the University of Mimar Sinan. She will cover<br />

the Middle East issue in terms of culture and art.<br />

Assist. Prof. Dr. Esma İGÜS<br />

Mimar Sinan University / İstanbul<br />

She received her BA degree from İstanbul University, Department of Literature and Art History,<br />

MA degree in Museum Studies from Yıldız University. She is a faculty member of Mimar<br />

Sinan Fine Arts University. Her research interests are History of Ottoman Art, late Ottoman<br />

period, 19th Century Ottoman History and Politics of Education.<br />

Asst. Prof. Dr. Esma İGÜS: I will approach the Middle East as<br />

an architecture/art historian. ‘Fire gardens of Babylon’ is truly on<br />

a serious fire in terms of culture. Since 1990s, the cultural areas<br />

have been plundered and there have been cultural genocides in<br />

the Middle East and Mesopotamia. It is better to start by saying<br />

that the common memory of human beings is the Middle East<br />

or Mesopotamia. We can see how this area which has the longest<br />

history of humanity has been suffering from losing its historical<br />

and cultural identity because of political instability and wars. Thus,<br />

it is clearly seen how this movable and unmovable architecture is<br />

being destroyed very fast. The heritage of the Middle East dates<br />

back to the Lower Paleolithic age and has been hosting a wide<br />

range of cultural heritage.<br />

In brief, the history of Mesopotamia is also the history of humanity.<br />

Mesopotamia was and is an area which has a cultural heritage, a<br />

unique site, and a historical value of identity. However, the chaotic<br />

and political environment since 1990s, has damaged its cultural<br />

heritage. For this reason, the concrete and abstract heritage of<br />

the area should be protected. Cultural heritage is considered to<br />

be common for all areas as it is transferred from generation to<br />

generation, and is to be protected carefully. Hammurabi rules are<br />

a kind of heritage from the past. In 1258 the invasion of Baghdad<br />

by Mongols was also a kind of cultural invasion. The devastating<br />

effect of the invasion on people was claimed to be the plunder of<br />

the Baghdad library by Mongols; millions of books were thrown<br />

into the river Tigris, and the water of the river overflowed with<br />

ink. For the last twenty years, the cultural heritage of the area has<br />

been plundered continuously. To prevent this kind of actions, it is<br />

crucial that a public awareness should be raised.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Our third speaker Ali<br />

EL-HUSSEINI from the University of UTAH will talk about the<br />

Middle East in general.<br />

Ali EL-HUSSEINI: As far as it is seen, the NATO zone and the<br />

rest of the world are now very interested in ISIS. This has become a<br />

very important issue for the West. However, for us there are some<br />

more important issues. Nobody has a realistic solution for this<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

47


Hasan Kalyoncu University<br />

48<br />

Symposium Agenda<br />

problem. There is a crisis about this issue and it is still going on.<br />

In the Middle East, North Africa, and the whole region, Turkey<br />

is on the way to be a cure and solution. I want to mention the<br />

origin of this problem. How did we end up here? I would like to<br />

see Lebanon as a micro-cosmos. Probably, I will go through some<br />

ideas that have been put forth by the other speakers because their<br />

suggestions are partly correct, but do not exactly apply to what we<br />

are saying. Unfortunately, most of us see the West as the solution<br />

center; however, they do not have solution. They see us as a cow<br />

to be milked. They do milk us and then they do not want us. The<br />

fall of Ottoman Empire caused a lack of authority in the region. At<br />

the end of World War I, Lebanon and the whole Middle East were<br />

determined by artificial lines.<br />

Ali El HUSSEINI<br />

Political Scientist / Lebanon<br />

Ali El Husseini is a Phd candidate of Political Science, Middle Eastern studies at the University<br />

of Utah. He holds a Masters in both Political Science and Economics and is a<br />

rising expert on Middle Eastern political and economic affairs. Mr. Husseini is a frequent<br />

Advisor to the Lebanese Parliament on foreign policy issues and has guest lectured for<br />

several top tier Universities.<br />

There weren’t such identities before. The Pax Ottomana of the<br />

Ottoman Empire held the natural area together for centuries.<br />

These artificial boundaries formed these identities, and then we<br />

needed to rule these identities. As a result, Lebanon, Jordan, Syria<br />

and Iraq identities have been formed which did not exist before.<br />

We became hostages of those identities and we started to invest<br />

heavily, but it was something we did not understand fully. By<br />

doing so, we were unable to identify our legitimacy with who we<br />

are and what we did. We had a normative order. Countries which<br />

did not exist anymore were formed. As you know, some countries<br />

were petrol producers and some relied on petrol. The economy<br />

of Saudi Arabia, United Arab Emirates, Qatar, and Kuwait rely on<br />

petrol. Therefore, a gap has appeared. There is no improvement in<br />

the education system; not only at social level but also at economic<br />

level. Europeans benefited from industrial revolution but we didn’t.<br />

They had unions. Those unions gathered people. They could<br />

overcome their problems and differences. But we had a superficial<br />

bourgeoisie middle class, consisted of government officers, and<br />

doctors. This unsuccessful government model brought out these<br />

circular problems, but it couldn’t produce solutions.<br />

No one wants to tackle the Arab-Israeli problem. All the USA<br />

presidents talk about that. They share their great ideas with us but<br />

at the end of their term, they forget about its existence. All their<br />

focus shifts to South Atlantic. The Arab-Israeli issue is gradually<br />

[2nd DAY]<br />

turning into an Islam-Israeli conflict. The Islam world is gradually<br />

started to believe this. They way to gather these people is to create<br />

a national identity. Some countries cannot form their own army,<br />

as they don’t have their own identity. The Iraqi army spent trillions<br />

for 12 years and at the end, all of them deserted and now there are<br />

only a few thousands left. One third of Iraq can rule one third of<br />

Syria. They all come from Europe. They can do it better than the<br />

local and central governments. Today, the Middle-East and the<br />

Arabian countries as a whole, all of them will have more problems.<br />

Petrol wars will break out as petrol prices are dropping. If World<br />

War IV breaks out, there will be a need for power. There is no<br />

other power at the moment, which will create peace and welfare<br />

period substitute the Western forces in this territory.<br />

Our model is more related than the one that Rasmussen suggested<br />

yesterday, which is to balkanize the territory. There is a war between<br />

Syria and Iraq. This happened in Lebanon, too. International<br />

intervention, intervention of big forces is about different sects<br />

but there are more sects in Lebanon. These are sectarian, I mean<br />

everybody, Christians and Muslims, was fighting. But Christians<br />

were fighting with Christians and Muslims were fighting with<br />

Muslims. In this respect, Lebanon could be a good example, but<br />

it cannot be the only solution. Sectarianism caused civil war. It<br />

ended up in Lebanon with Taif treaty, which is sharing power. This<br />

is the Lebanese model. This partial treaty authorized everybody to<br />

have a power of veto. Different sects share the power in parliament.<br />

They say that they don’t want to divide the territory and to protect<br />

the different boundaries for unity. This is very important as the<br />

Lebanese model can work very well. Lebanon alone needs a key<br />

hegemonic power. This power can play a temporary role. It can<br />

help in the Middle East and it can help to improve the territory.<br />

If we are to repeat, when crises break out over the constitutional<br />

monarchy, border integrity, identity, and the nation-state, who is<br />

going to play this role? Now Saudi Arabia is supporting some of<br />

oppositions and some of ISIS groups. Qatar is doing the same.<br />

The Sunni and part of the Arabian world are overtaking this war.<br />

Iran is supporting Hezbollah. Syria is supporting its government.<br />

The West is only watching. They are pleased with this outcome<br />

because they are getting the weapons that are manufactured by the<br />

USA, and also they are weakening Iran and this is also weakening<br />

Al Qaeda. They are bringing the non-Arab terrorists from all over<br />

Europe. They want to make sure that they cannot get out of Syria<br />

and they tell them to die.<br />

Turkey can play this role as a natural leader, as it has the same<br />

model with Europeans which has industrially developed great<br />

educational systems. As we can see today, the modernization<br />

process, which we don’t have, can build a balance with the local<br />

hegemonic power and doesn’t participate in this war. However,<br />

if Saudi Arabia and Iran can interfere and gather different powers


and local units, the Lebanese model can be an applicable solution.<br />

People in this territory should understand that; this integration<br />

can be functioned in the long term.<br />

In the disintegration of the powers that was mentioned by the<br />

NATO former-secretary general, the judiciary executive, legislative<br />

and judicial powers should be considered in a power sharing<br />

agreement. The most important is the economic development.<br />

People already participated in different organizations because of<br />

lack of economic development. Then the thought crosses their<br />

mind that they should join the war since they have nothing else to<br />

do. Because of this reason, the Arab Spring has turned into an Arab<br />

nightmare. Without real economic development and integration<br />

of all the community, we cannot progress. My suggestion is<br />

definitely to “Lebanonize” the Arab problem. This hegemony is<br />

strong, we can do that.<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In terms of<br />

international relations, is there anything like sectarian tension,<br />

some other new and artificial formations like ISIS in the Middle<br />

East? Or, are they fabricated? We are expecting an answer covering<br />

all of these questions. Actually, we talked about the Middle East<br />

communities. The Arab spring or the Arab nightmare; how did<br />

this happen? It started as spring but in some places that spring has<br />

ended. There should be an agreement or a reference for the Arab<br />

community to trust. Now, it is our fourth speaker’s turn for his<br />

speech, Mr. Assist. Prof. Dr. Süleyman Elik.<br />

Assist. Prof. Dr. Suleyman ELİK: I will discuss issues such as the<br />

things that the medium scaled powers can do, and whether they<br />

can form alliances, and the perceptions of threat. I will also talk<br />

about the effects of Syrian crisis.<br />

First of all, it is important to comprehend what the international<br />

system is to be able analyze the current happenings in the<br />

world. How did it first appear and how has it developed? How<br />

does it affect us? We are facing with the truths which we have<br />

to obey. There have been two debates in Europe with the age of<br />

enlightenment. One of them is the nation-state system and the<br />

other one is republicanism. The World War II ended with this<br />

nation-state construction. Therefore, it is important to evaluate all<br />

states within this nation-state category.<br />

Assist. Prof. Dr. Süleyman ELİK<br />

Medeniyet University / İstanbul<br />

He is a graduate of Uludağ University, Faculty of Theology. He received his masters degree<br />

in Philosophy from Boğaziçi University and his doctoral degree from University of<br />

Durham-St. Cuthbert’’s Society, School of Government and International Affairs. He<br />

is an Assistant Professor of International Relations at the Medeniyet University. He has<br />

been appears in numerous scholarly articles, books and academic papers.<br />

International relations authorities generally look for answers to<br />

the question “how can we make peace?” But hegemonic theories<br />

are just the opposite. Unfortunately, this is the thing in practice.<br />

According to Spykman’s “edge band” theory; we constituted the<br />

Baghdad agreement. In this respect, the alliance of Turkey and Iran<br />

is just for protection of interests. Also, we constituted “peripheral<br />

agreement”. This agreement was a secret military treaty between<br />

Turkey, Ethiopia and Israel in 1958. In the Cold War period, a new<br />

period started which was effective in constructing an international<br />

system. It is the period when the countries in A-B-C categories<br />

are nationalized, which started a new nationalism trend. The<br />

Middle East and African countries are in these categories. We can<br />

describe it with nation-state and secular morals for capitalism.<br />

After the Cold War, a new period started. We call this period a<br />

“moral international system”. This is a construct created by the UN<br />

especially after 1945. We see the issues related to basic agreements<br />

of human rights have transformed to military-international within<br />

the framework of moral international system after 1991.<br />

European countries are united under one single flag and nationstate<br />

against migrants and Islamophobia. It is important to<br />

evaluate all of the concepts like nationalism, racism in this respect.<br />

Now, where is Turkey and Iran standing at this point? I identify<br />

Turkey and Iran as the middle-scaled powers in Middle East.<br />

Accordingly, I think middle-scaled powers can bargain with largescaled<br />

powers. Actually, they did. Nuclear separation is the most<br />

important evidence to this. This is a historically acquired truth,<br />

so middle-scaled powers cannot be invaded by a single power.<br />

Therefore, they cannot be excluded from the international system<br />

potentially. Apart from this, in the context of threat perceptions<br />

I find S. David Galaksi’s theory really beneficial to explain the<br />

Middle East countries, which is called “general balance theory”<br />

and you know all international relations consist of the explanations<br />

on how great powers stand in foreign policies.<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

49


Hasan Kalyoncu University<br />

50<br />

Symposium Agenda<br />

We teach our students how Eurocentric countries stand in foreign<br />

policies. But for the first time, in 1991 S. David wrote an article<br />

about how the foreign policies of the third world countries are<br />

related to their behavior patterns. It is a very important article<br />

but of course it is just the starting point; it needs to be developed.<br />

The third-world countries which are Turkey, Iran and Egypt in<br />

Middle East are the three exterior angles of a triangle, the exterior<br />

triangle as identified by prime minister Davutoğlu. There is also<br />

the interior triangle which consists of Syria, Jordan and Iraq. This<br />

exterior triangle predestinates the Middle East, so in this case,<br />

international powers prevent these countries’ mutual consent.<br />

The most important evidence is Egypt’s being overthrown. If<br />

Turkey and Egypt were two sides of that triangle, peace would<br />

have been established but it was prevented.<br />

So in reference to this theory, as long as these two or three middlescaled<br />

powers come together, they will create a paradigm shift<br />

in the international system. They will demolish the system. The<br />

following fights will be among the developing powers; great<br />

powers and super powers, also known as smart powers. In this<br />

respect, we experience the inevitable war now. This war does not<br />

have to be using hard power but it can be done through cultural or<br />

social capitalist instruments. Recently, I studied the Syrian crisis<br />

in Turkey-Iran relationship. In the Syrian crisis, Turkey adopted<br />

a policy for the change of the regime, not a sectarian policy. In<br />

the West especially in the USA, some academicians who used to<br />

act as former ambassadors for Turkey had some issues to cover.<br />

They blamed Turkey for adopting a sectarian policy but this is<br />

completely a perception management operation. In the same way,<br />

Turkey’s relationships with Al-Qaida and ISIS are completely a<br />

perception management operation. So, we should definitely have<br />

some solution offers. This is a problematic point between Turkey-<br />

Syria relationships.<br />

There is a military alliance between Iran and Syria. One of<br />

the biggest features of these middle-scaled powers is that<br />

they seek a settlement with the smaller scaled powers. Like<br />

Turkey’s agreement with Israel, Iran’s agreement with Syria,<br />

Syria’s agreement with Jordan or the foundation of United Arab<br />

Republic with Syria by Egypt. When we evaluate the Iran-Syria<br />

relationship in a systematic platform, we can conclude that our<br />

capacity increased up to 21 billion dollars. And also in 2013 it<br />

regressed to 13 billion, but in addition we have closed trade, which<br />

is worth above 100 billion dollars. I think this figure has been<br />

increased. Now, Iran has 170 billion dollars confined abroad. It is<br />

especially controlled by Germany in Swiss banks. It is said that this<br />

money will be presented to the market over Turkey, and various<br />

private companies and financial groups are doing their own<br />

studies. However, we can observe that Turkey and Iran has little<br />

mutual foreign investments. We have a nonsystematic, superficial<br />

relationship with Iran. We don’t have any connection.<br />

[2nd DAY]<br />

Consequently, I have benefited greatly from the speeches made<br />

today and yesterday about solution offers for Syria. I have tried to<br />

summarize it in 6 points. Russia and Iran are the two important<br />

actors which shouldn’t be left behind in the solution of Syrian<br />

conflict. Turkey has tried to cooperate with these countries<br />

but it could not manage. This cooperation should be ensured.<br />

Secondly, a reconstruction for leadership rather than a regime<br />

could be considered. I have a study on Syrians in Istanbul and<br />

it will be published in Yeni Şafak in January, 2015. I interviewed<br />

40 families. These families said that when Syria’s reconstruction<br />

has fulfilled, they will neither prefer the canton model offered by<br />

Rasmussen nor adopt the Lebanese model. That Lebanese model<br />

is now in operation in Iran. The president is from Moralini and<br />

the prime minister is Sunni, etc. it is a feudal system practice. Now,<br />

in Iraq, the president is Kurdish, the prime minister is Sunni and<br />

there are some government officers from Shiahs. As a result, they<br />

divided the administration. At this point actually this is a trap. It<br />

is not a model which stopped the conflicts in Lebanon. So, now<br />

the Bass regime can be reconstructed. I think regimes should be<br />

replaceable. We, AFAD, did lots of things for immigrants. We put<br />

temporary protection law in practice. We have geographic and<br />

historic limitation.<br />

According to the Geneva Convention in 1952, we are granting<br />

the citizenship and immigrant status to the immigrants who come<br />

from the south. I am not asking for recognition of this convention.<br />

But especially, I think that Syrian immigrants should be provided<br />

with work permit and social security benefits. This is the most<br />

important solution point. Although we said too many times, that<br />

we are taking care of 225.000 people in camps and helping them,<br />

there is a reality that we have sociological existence. Accordingly,<br />

for their living, it is necessary to stop the abuse of their social<br />

security status. There must be differences between the perception<br />

of the nation-state in Europe and in our state. They completely<br />

have an exploitive approach. Although they have social rights,<br />

they are employed in sub-class jobs. Indeed, I think Syrians<br />

constitute a serious capital for Turkey to spread to the middleeast,<br />

and by organizing this social capitalism, it may turn out to<br />

be advantage for Turkey. For this, I especially like AFAD’s serious<br />

studies devoted to their recent recordings in terms of occupational<br />

clusters. At last, the total number of Syrian immigrants accepted<br />

by European countries are 17.000 . This number is very small.<br />

Do you who is involved in this figure? As you know, there is an<br />

international organization for migration. It is also the group of<br />

international office. Accordingly, European countries take those<br />

people from this organization or they exploit them etc…<br />

Thank you.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Now, one of our<br />

speakers, Lawyer Betül YANILMAZ will present her paper. I also<br />

want to share this with you: Yesterday, dear vice prime minister


Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ said that when an international<br />

system collapses, the international organizations like United-<br />

Nations do not get involved in such an issue, and uses its veto<br />

power as it was in Libya. In the Middle East, it must be focused on<br />

critical conditions, geographical unity and mutual peace. Among<br />

the Middle East people, how is violence and what is its level? Can<br />

you assess those in a general term, dear YANILMAZ?<br />

Lawyer Betül YANILMAZ<br />

KADEM (The Women and Democracy<br />

Association) Chairman of Law Commission<br />

Lawyer Betül YANILMAZ: This two day symposium associated<br />

a metaphor in my mind. In fact, this metaphor is related to<br />

migration. In a word, it is a metaphor which is related to migration<br />

studies. I want to tell you this metaphor by directing it to the<br />

refugees, since the majority of migrations have been consisted of<br />

refugees who run away from the civil war. John Bergler says that<br />

the life of a refugee is similar to the dream of another person. It<br />

means that a refugee is the main character of someone’s dream. A<br />

historical responsibility has cringed all of his/her actions. At the<br />

same time, this is decided according to the need of the dreamer’s<br />

mind. In the majority of those conversations, Several solutions<br />

were offered both yesterday and today. And a solution offer was<br />

suggested with two poles. But in general, the world should find<br />

a solution not according to the needs it defines, but according<br />

to refugees’ groan of frustration. The main solution of this is<br />

not reaching a sustainable comfort, but preventing the causes of<br />

those problems. There is an incident repeated by lawyers during<br />

trials frequently. We repeat our previous statements. I’m repeating<br />

the offers concerning the United-Nation’s structure, including<br />

humanitarian aid safety corridor issues. I also use this as one of<br />

the last spokesman of the last session. I am here to represent the<br />

association for women and democracy. Thereby, I want to focus<br />

on Syrian women during the remaining section. My association<br />

and I have individual studies on this issue.<br />

I had the chance of visiting camps both in Syria and in Turkey.<br />

I worked with lots of women living in cities both in Syria and in<br />

Turkey. First of all, their biggest problem at the very beginning is<br />

they took a social role which presumed them to be the head of their<br />

families. These women did not undertake such a responsibility<br />

before. Therefore, this was new for most of them and they did not<br />

have any experience. Moreover, they weren’t in a very comfortable<br />

situation; they had remained in a chaotic atmosphere. In Aleppo<br />

and Damascus, they were undertaking this duty on their own<br />

because their husbands were battling at the frontier, dead or<br />

arrested. These women mostly take charge of business, in which<br />

they are unqualified and inexperienced.<br />

Many cities suffer from severe hardship because they are under<br />

siege and they don’t have many necessary supplies. For this reason,<br />

creating a safe environment is vital. When we come from Syria<br />

to Turkey, for instance, within 20 kilometers of Kilis, there are<br />

many camps which are close to the border and they are under the<br />

threat of fire. The places which are in the state of war and constant<br />

bombardment are immediately evacuated and moved into other<br />

camps due to what happens nearby. The majority of those camps<br />

consist of women and children. Their biggest problem is safety.<br />

This is an open door policy. But, the majority of those people<br />

cannot pass through the border, since they don’t have a passport.<br />

And they are entrapped in an area of 15 kilometers square. In<br />

this respect, fall of Aleppo would cause great difficulty for them.<br />

This is similar in other regions as well. At the same time, there<br />

is an example which impresses me. I have seen many women<br />

undertaking the task of being the head of their families. They<br />

proceeded to safe places and they were turning back after they<br />

left their children to their families. Although they turned back to<br />

rescue their children, they didn’t have the opportunity to find their<br />

children and families. They were very brave women. Beforehand,<br />

they had never had the mission of being family protectors.<br />

According to the data of AFAD, 22 percent of Syrians in Turkey<br />

consist of women who take care of their families on their own,<br />

and those women experience language problems. They are<br />

employed in unsuitable jobs. Besides, their jobs pose security and<br />

health hazards, and yield low wages. Most of the women have to<br />

take care of their families including their relatives and they are<br />

devoid of many necessary supplies. Syrian women are exposed to<br />

violence and they are used as war weapons. Since the beginning of<br />

this unpeaceful period, we have learnt that many young girls have<br />

been kidnapped and raped. These incidents are reported but it is<br />

very difficult for Syrians to report them because cases like assault,<br />

rape, sexual harassment are a disgrace for Syrian women, and they<br />

have to abandon their living area.<br />

Lots of women have already given birth and they have sheltered<br />

in Turkey by leaving their children and families behind. These are<br />

still good examples. As you know, there are lots of women who are<br />

in these dire straits in Syria. In war, raping and sexual harassment<br />

are used as tactics of war. In other words, they are used as source of<br />

motivation for soldiers in an attempt to degrade, rule and oppress<br />

a community. Accepting rape as a war crime is a recent outcome.<br />

People started to discuss this issue in the beginning of 1990’s and<br />

recorded them officially. In this sense, borders are very important.<br />

Across the borders, human trafficking has created a big market.<br />

Especially, the women who had to pass through the borders<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

51


Hasan Kalyoncu University<br />

52<br />

Symposium Agenda<br />

illegally since they don’t have a passport have been deceived into<br />

thinking that they could have a better life and fell into the hands<br />

of gangsters.<br />

Syrian women in Turkey are perceived as seductive who take our<br />

husbands away from us. This is an unfair generalization because<br />

these women don’t want this indeed. Making such kind of<br />

generalization and commenting accordingly is not true. In general,<br />

Syrian women have early or forced marriages. Yes, this is a problem<br />

with Syrian women, as this is the part of their tradition and today’s<br />

law doesn’t let them have an official marriage because they have to<br />

issue their documents, which is not possible because of the war.<br />

There are emotional reasons behind it as well. When we talk to<br />

several mothers, although they know that their daughters will be<br />

unhappy, they think that they have to marry their daughters off.<br />

The thing we can understand from this is the part of the tradition.<br />

The main solution is that we have to alleviate the sorrow of Syrian<br />

women. And the only way is ceasing the war in Syria.<br />

In international law, we call this humanitarian law. But mostly,<br />

we are using this to find excuses. It is not a civil war issue, it is an<br />

international issue. That’s why it is related to humanitarian law. I<br />

think ‘the definition of conscience’ should be made from a social<br />

conscience perspective because those definitions are originated<br />

from previous definitions. And now, there are new aspects. And<br />

it doesn’t seem to be true to use those hypotheses as an excuse.<br />

I want to finish with a metaphor as well. Refugees are disturbing<br />

and agitating us and questioning whether our lands belong to us<br />

or not. They are tossing our borders. They are forcing us about the<br />

meaning of ‘What is a nation-state?’ Sooner or later, humanitarian<br />

law has the capacity of displacing the concepts like human rights.<br />

In this circumstance, it will make new definitions but the main<br />

problem related to us is that the price we will have to pay will be<br />

too high.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In the center of these<br />

wars, mostly there are women and children. In an environment<br />

where raping is used as a war weapon, in what position can you be<br />

to support the political and social benefits of immigrants? Only if<br />

you take a look at it in a humanistic point of view. You can see it is<br />

too bad. Our last spokesman is the head of the Anatolian Platform,<br />

Mr Turgay ALDEMİR. Considering our discussions so far, what<br />

is your opinion?<br />

Mr. Turgay ALDEMİR: Global conscience is dead. And all<br />

those things are the reflection of this. As stated before, Syria is<br />

experiencing much anguish now. In fact, we are facing something<br />

we have postponed for a century. As long as we run away from<br />

this, it will chase us. In 1914 and before, as we couldn’t solve our<br />

accumulated problems and tried to spruce up ourselves from<br />

others’ mirror, we experienced this drifting, decaying and grunge.<br />

[2nd DAY]<br />

From an empire, we created nations and states. The history has<br />

given us the opportunity again. The issues have been discussed for<br />

two days and references were made to Rasmussen. Actually, the<br />

association represented by Rasmussen has completed its mission.<br />

Discussions and solution seeking could be resembled to treating<br />

a cancerous person with antibiotics. That’s why we should talk<br />

about the real cause of the problem. Whenever we talk about the<br />

Middle-East, we mention so-called imperialist referees whom we<br />

shelter from anguishes, tears, exiling, dramas, crimes and rapes.<br />

Actually, did we not suffered from them because of them? For this<br />

reason, we should turn back to our values as soon as possible. Yes,<br />

right now, justice and compassion are of our concern again. But<br />

in order to keep the system alive, which is mostly much ado about<br />

nothing, people need economic power for advancement and<br />

power for protection. We make our voice heard, and our people<br />

of 70 million together with our neigbours believe us. But, to what<br />

extent it consists of art, literature, aesthetic architecture, cinema,<br />

television and technology? What kind of ideas will arise from it? It<br />

will protect people. It will bring a system and order. Do you have a<br />

power which depends on God against the people who try to choke<br />

people with labor pain? Actually, not! Could we produce an axis<br />

of economic justice, which can finance it all the time? That’s why<br />

we have just started to discover our human resources. We need<br />

to redesign and develop them by being well-equipped and openminded,<br />

and by getting in touch with the world without being a<br />

monotype. On the other hand, when we take a look at this table,<br />

the solution is almost impossible. We experience many problems<br />

which are interwoven in Anatolia. The main problem is that we<br />

cannot have consensus about the real cause of the problem. Do<br />

Turgay ALDEMİR<br />

Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep<br />

President, Anatolian Platform / Gaziantep<br />

He entered the Mechanical Engineering Department at Gaziantep Üniversite in 1987.<br />

He founded The Bülbülzade Foundation in Gaziantep in 1994. He became one of the<br />

founders of Anatolian Education and Invitation Voluntaries Platform. He is the Board<br />

Member of the Bülbülzade Foundation and Anatolian Platform.<br />

you think the main cause of this problem is to seek the solution<br />

with the people who are responsible for the atrocity? In our<br />

vault of heaven and in our own institutions of civilization, we<br />

are just discussing the problems and seeking solutions for them.<br />

In someone’s epistemology and aura, we cannot improve our<br />

future. For this reason, we should develop our fields of specialty.<br />

Like witnessing the discovery of US in Japan or China, we should<br />

develop a new culture in the Middle east. Actually, the cause<br />

of the fight in Middle East is to resist that culture, because we


inhabit in a geography where the civilizations are intersected to be<br />

regarded as the cradle of humanity. That’s why, the downfall of the<br />

bipolar world has cleared the way for many valid demands, which<br />

have been postponed until today. Puppet regimes have been<br />

overshadowed here. They have been the subject for discussion.<br />

The United Nations and NATO, which were founded after 1945<br />

are unable to solve the current problems. That’s why, trying to solve<br />

those problems through dated solutions will be a wasted effort.<br />

For this reason, the solution will be possible with new diplomacy<br />

and effective interventions by leading governments. Actually,<br />

the cure is ourselves. In this hall, we can solve our problems by<br />

talking about our pains with each other. Therefore, we cannot<br />

think that the Middle East has only one way out. Firstly, I think<br />

that these three problems should be discussed together: Religion,<br />

geography and energy. These three topics should be considered<br />

together. It seems to be difficult to reach a permanent solution<br />

only by viewing it from one perspective. From the religious<br />

aspect, the region has three main veins: Salafism, Sunnism and<br />

Shiism. As you know, Sunnism is represented by Turkey, Salafism<br />

by Saudi Arabia and Shiism by Iran. Geopolitical position of the<br />

Middle East is absolutely important. In these three regions, the<br />

representation of three countries is decisive. These are the major<br />

axes of the regions. Each axis should turn back to their own areas.<br />

Exterritorial forces have been destabilizing the future of the region<br />

and causing a chaotic atmosphere by getting in touch with those<br />

states individually. There is a complicated situation in the Middle<br />

East.<br />

We need a holistic and long-term perspective for solution. That<br />

is why we must look for our future in the past and bring some<br />

realities of our civilization to the present, in which all kinds<br />

of diversity has lived abundantly. The main cause of present<br />

instability is the region is not looking for solution in its own<br />

memory and not making enough effort. Another recent cause of<br />

the instability has been successive US interventions to Iraq and<br />

sliding its power to the Pacific, which created a gap and caused the<br />

emergence of terrorist organizations like ISIL. Since they do not<br />

renew themselves, dilapidated societal structures are producing<br />

bacteria and the atmosphere that they create is impulsive and<br />

fractious. These dilapidated structures are the cause of struggle<br />

and chaos that destroy the dignity and future of human beings,<br />

as well as the value of Islamic civilization. These structures must<br />

be renewed in favour of people. However, it is quite important<br />

what the main axis of Muslim world thinks about this issue. Dear<br />

Friends, Saudi Arabia is now in favor of a west-oriented geopolicy.<br />

We, as the Muslim world, must always express in all the platforms<br />

that Saudi Arabia must give up this west-oriented geopolicy and<br />

must turn back to its own immemorial geopolicy.<br />

On the other hand, Iran has proceeded with the revolution<br />

of Imam Humeyni. Nevertheless, after his death, some of the<br />

revolutionists tried to export the revolution to the West and now<br />

Iran is one of the biggest ally and strategic partner of the West in the<br />

region. We must also put pressure on Iran to let it take back its own<br />

responsibilities in the region. In the post 2012 Turkey, the antiimperialist<br />

thought became more powerful. This autochthonic<br />

thought that had been postponed for ninety years revived in<br />

Anatolia; may Allah be pleased of those who have secured these<br />

freedoms. Turkey has started to talk and sit around the table with<br />

the Kurds, Alavis, Sunnis and minorities who have shown a sense<br />

of alienation for years. A few weeks ago, more than twenty opinion<br />

leaders met with the Prime Minister and dozens of Ministers in<br />

Şanlıurfa. An invitee who has struggled for the rights of Kurds said<br />

that it was for the first time that he was held in esteem because<br />

there were now his administrators listening to him without any<br />

hesitation. Dear friends, the solution will appear when we talk<br />

to each other about our problems. In the same meeting with the<br />

Prime Minister, another Alevi friend said that he had never talked<br />

about his problems with a security officer more than five minutes<br />

because no one could stand listening to him. The whole question<br />

is lying here; we have to listen and talk to each other. This new,<br />

native and organic vein is causing excitement for the people of the<br />

Middle East; becoming a model for them and most importantly,<br />

the Middle East is discussing and talking. In this sense, Turkey<br />

is an important role model for the region and has an important<br />

mission. However, I do not want to present palliative solutions<br />

to those problems. Nevertheless, it is our duty, our university<br />

and youth’s duty to put more effort in order to have participative,<br />

native, liberal methods in the Middle East.<br />

This region can realize itself only by engaging with its immemorial<br />

past and by getting in touch with the world. Only then, a<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

53


Symposium Agenda<br />

new civilization can be produced in contrast to the world’s<br />

remorselessness. We can constitute a new civilization which<br />

includes a multi-lingual, multi-cultural and multi-faith society<br />

within walking distance to other civilizations like Damascus,<br />

Jerusalem, Aleppo, İstanbul, Andalusia, Gaziantep, like all Anatolia<br />

where we can keep all these civilizations alive as we did in the past.<br />

Syria is actually a good example of it. Now there are more than<br />

350.000 Syrians, including Muslims and other religious groups,<br />

living in Gaziantep. The representative of those Christians living in<br />

Gaziantep and also a well-known writer, Michael Cole visited me<br />

a few days ago. He said, “I feel much freer myself in your country<br />

than I have ever felt in most of the Western countries.” In that case,<br />

we must enlarge and develop this realm of freedom and we must<br />

take steps to make the borders meaningless between us. For that<br />

reason, the western approaches have been among us for more<br />

than hundred years to set ourselves against each other. Therefore,<br />

we have to take care of our problems in our cultural aura and in<br />

our own geopolitics by being open to the world.<br />

How can we find solution to the problems of the Middle East<br />

with a piano recital? Among hundreds of musical instruments in<br />

the Middle East, we can bring many new things to the new world<br />

without emulating our own culture. For this reason, in addition<br />

to those we have mentioned, we all need to know that the biggest<br />

obstacle in front of peace and a new order in the Middle East is<br />

Israel and especially its theological approach. Neither does this<br />

theological approach guarantee life for Christians, nor it does for<br />

Muslims, and even it does not provide an opportunity to other<br />

Jewish groups. It is sheer carelessness of the West, which claims to<br />

be representative of liberty, to defend such an intolerant approach.<br />

The egocentric approach of Israel to the whole world is already<br />

known. Israel is the biggest threat for all open orders. Because of<br />

this, there are labor pains in the Middle East.<br />

We are witnessing the struggle of establishing a new order in a<br />

chaotic condition. The history gave us a chance again. We need an<br />

intellectual and wise approach for the solution by asking ourselves<br />

what we can do for the solution or what we did, but not by watching<br />

it and juxtaposing our pains one after the other. For this reason, by<br />

being aware of the impossibility to found an order without peace,<br />

we should know that the path to the solution involves all the actors<br />

of the region to come together and talk about their problems in<br />

a peaceful environment. In this process, Turkey has encountered<br />

[2nd DAY]<br />

with important duties. Yes, we are hosting our 2 million brothers,<br />

but these are only official numbers and we know that there are<br />

many people living out of the camps. There are some problems<br />

about those people, but as you know when ten thousand football<br />

fans are going to another city for a football match, we face with<br />

lots of problems as well. Depending on official reports, we can see<br />

how a grateful society we are. The crime rate is almost zero. That is<br />

why if we know what we have, then we can determine much better<br />

where we can go with those things. While concluding my words,<br />

I must say that we cannot found our future on the existing results<br />

by accepting them as a database.<br />

All of the existing diversities in our region are the part of our<br />

civilization as they were in the past. Those who want us to<br />

fight each other are the ones that we must fight with, but other<br />

constituents must be an opportunity for us to negotiate peace and<br />

our future. All these things are important because it is impossible<br />

to realize peace and welfare in the regions where stability and<br />

economic expectations are not provided. This situation is also<br />

valid for both Syria and the Middle East. When the Middle East is<br />

in question, I think that we must set aside ontological and historical<br />

considerations and see this reality. Moreover, we must fight for it.<br />

The fundamental bases of the region - religion, geography and<br />

energy- must be discussed with a much more intellectual way and<br />

we must arrange symposiums and host international studies and<br />

visitors by keeping aloof to disruptive approaches and bringing<br />

main veins and the civilizations of the region together. Therefore,<br />

my dear friends, we are now in a critical threshold. We will<br />

make an important progress at this point and we should not be<br />

onlookers, but let us be the ones who are much more considerate<br />

and who are standing shoulder to shoulder on the eve of the rise<br />

of human dignity. Other important tools to solve these problems<br />

are universities, think tanks, non-governmental organizations and<br />

volunteer associations, which are expected to become parts and<br />

take on responsibility. As a thinker said, “If children continue to be<br />

born, then Allah has not despaired of the future of humanity yet.”<br />

Yes, children continue to be born. In that case, we must strive hard<br />

for letting them to live in a free world.<br />

Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The last session of<br />

the symposium is over, too. We would like to thank our audiences<br />

and our academicians for sharing their valuable thoughts with us.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

54


kalmec.hku.edu.tr<br />

55


Araştırma<br />

Research<br />

Suriyeli misafirlerin Gaziantep ve çevresine yaptıkları etkinin analiz edilmesi için Hasan Kalyoncu Üniversitesi ve<br />

İpekyolu Kalkınma Ajansı ortaklığı ile savaş mağduru Suriyelilerin sorununun olası ekonomik etkileri ve tedbir<br />

stratejileri raporu hazırlanmıştr. Bu yapılan araştırma sonuçları Ortadoğu’da Barış Sempozyumunun<br />

çıkış noktası olmuştur.<br />

A report investigating the effects of Syrian guests in and around Gaziantep which details the possible economic effects and<br />

strategies to cope with has been prepared by Hasan Kalyoncu University and the Silkroad Development Agency. The results of<br />

this research are the point of departure for the Symposium “Peace in the Middle East”.<br />

Bu rapora göre Demografik açıdan ankete katılan misafirlerimizin<br />

yaklaşık %80 in 45 yaşın altında ve yaklaşık %77’si de lise ve altı<br />

eğitim düzeyine sahiptir. Bu oranlar sayıları 2 milyona yakın<br />

olduğu düşünülen misafirlerin büyük bir çoğunluğunun genç ve<br />

eğitimsiz olduğunu göstermektedir.<br />

According to this report, demographically 80 % of the survey<br />

participants are below 45 years old, and approximately 77 % have high<br />

school or lower level of education. These figures show that most of the<br />

Syrian guests, whose numbers have reached around 2 million, are young<br />

and uneducated.<br />

35-44 Yaş Arası / Age Between 35-44<br />

%20,9<br />

45+<br />

100<br />

Eğitim Durumu / Status of Education<br />

80<br />

60<br />

40<br />

Bu tablo Türkiye için hem ciddi bir potansiyel<br />

hem de ciddi bir sorun anlamı taşımaktadır.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

56<br />

20<br />

0<br />

% 1,0<br />

Eğitimsiz<br />

Uneducated<br />

% 22,2<br />

İlkokul<br />

Primary School<br />

% 16,3<br />

Ortaokul<br />

Secondary School<br />

% 35,5 % 24,1<br />

Lise<br />

High School<br />

Lisans-Önlisans<br />

Bachelor’s Degree-Associate Degree<br />

% 0,9<br />

Yüksek Lisans ve Üzeri<br />

Master Degree and Above<br />

These results act both as a strong potential and a<br />

serious source of problems.


Sosyo-Ekonomik olarak hazırlıksız yakalanan yerel halk ise<br />

Suriyeli misafirlere kapılarını açmış ve onları misafir etmekten<br />

mutluluk duymuşlardır. Bununla birlikte yaptığımız araştırmanın<br />

sonuçlarına göre Suriyeli işgücünün şehir ekonomisine adapte<br />

olamaması gözönüne alınmalıdır.<br />

The local people who were not prepared socio-economically for the<br />

Syrian intake have opened their doors to the Syrian guests and have been<br />

quite happy for hosting them. However, as our research shows, the fact<br />

that the Syrian workforce has not been adapted to the economy of the city<br />

needs to be under consideration.<br />

Genel Olumsuz Düşünceler / General Negative Opinions % 22,4<br />

Toplumsal Ahlaka Zararları Oldu / They Have Harmed Social Moral % 6,1<br />

Ev-Konut Kiralarında Artış Oldu / Rent Prices of Houses Have Raised % 5,4<br />

Çevre Şehir Düzeni Bozuldu / Organisation of Environment and The City Has Gone Bad % 4,2<br />

Hırsızlık-Gasp Sayılarında Artış Oldu / The Number of Robbery-Extortion Has Raised % 4,1<br />

Kamu Düzeni Bozuldu / Public Safety Has Gone Bad % 3,9<br />

Genel Olumlu Düşünceler / General Positive Opinions % 3,6<br />

Şehrin Güvenliği Azaldı / The Safety of The City Has Decreased % 3,6<br />

Kültürel Çatışma Yaşanıyor / Cultural Conflict Has Been Occuring % 3,4<br />

İşsizlik Arttı / The Number of Unemployment Has Raised % 2,7<br />

Genel Ekonomik Zararlar / General Economic Deficiency % 2,4<br />

Trafik Arttı / Traffic Has Increased % 1,2<br />

Genel Ekonomik Faydalar / General Economic Benefits % 1,1<br />

Dilencilik Arttı / Mendicity Has Increased % 1,0<br />

Diğer Cevaplar / Other Answers % 16,4<br />

Cevap Vermeyenler / Non-Answered % 18,5<br />

Yapılan araştırmalar Gaziantepli<br />

şirketlerin Arapça öğrenme<br />

konusunda pek gönüllü olmadığını<br />

göstermektedir.<br />

Research shows that companies in<br />

Gaziantep are not enthusiastic about<br />

learning Arabic.<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

Hayır katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

% 22,4<br />

% 5,7<br />

% 6,5<br />

Ne katılıyorum,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

% 65,6<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

57


Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

Bununla birlikte azımsanmayacak bir oranda<br />

şirkette dil farkının kaldırılmasının ticari ilişkileri<br />

geliştireceğini düşünmektedir. Buna göre<br />

Suriyeli misafirlerin dil öğrenimi konusunda<br />

desteklenmeleri faydalı olacaktır.<br />

Ne katılıyor,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

%11,1<br />

%5,2<br />

%51,7<br />

If the language barrier is removed by the companies,<br />

this could develop the business relations. In the mean<br />

time if the Syrian guests are supported in learning a<br />

language, this will be extremely useful.<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

%32,0<br />

Hayır katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

Şirketler açısından bakıldığında, şirket<br />

yöneticileri Suriyeli misafirlerimizin karlarını<br />

artırmak konusunda pek katkı yapmadıklarını<br />

düşünmektedirler.<br />

The companies have not contributed to the Syrian<br />

guests to increase their profits.<br />

Kesinlikle Katılıyorum<br />

I Absolutely Agree<br />

%1,8<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

%7,0<br />

Ne katılıyor,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

%4,4<br />

%8,8<br />

%28,9<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

%49,1<br />

Katılmıyorum<br />

I Don’t Agree<br />

Hiç katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

Ancak çelişkili bir şekilde de bu durumun diğer<br />

şirketlere avantaj sağladığını düşünmektedirler.<br />

Mevcut analize dayanılarak eğer koşullar uygun<br />

hale getirilirse şirketlerin bakış açıları daha<br />

olumlu olacaktır.<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

%12,9<br />

%11,5<br />

%33,5<br />

Katılmıyorum<br />

I Don’t Agree<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

58<br />

Contradictorily it is believed that this situation will be<br />

advantageous for other companies. If the conditions<br />

are convenient, based on our analysis, we can conclude<br />

that the attitudes of the companies will be more<br />

positive.<br />

Kesinlikle Katılıyorum<br />

I Absolutely Agree<br />

%4,2<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

%21,6<br />

%16,3<br />

Hiç katılmıyorum<br />

I Never Agree


Bunun yanısıra, yerel halk Suriyelilerin çok uzun<br />

vadeli kalacağını düşünmemektedirler. Bundan<br />

dolayı, ekonomik etkilerinin de kısa vadeli<br />

olacağı kanısı yaygındır.<br />

However, the local people do not believe that the<br />

Syrians will stay for a long time. Therefore the<br />

economic effects are considered to be short term.<br />

Ne katılıyor,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

Kesinlikle Katılıyorum<br />

I Absolutely Agree<br />

%5,8<br />

%25,1<br />

%5,1<br />

%5,7<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

%39,2<br />

Katılmıyorum<br />

I Don’t Agree<br />

%19,1<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

Hiç katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

Ayrıca ucuz istihdam, işletmelerin kar marjlarını artırmakta fakat<br />

kaliteli yerel işçilerin işlerini kaybetmesi ve işsizliğin artması<br />

sonucunu doğurmaktadır.<br />

In addition the cheap labour not only leads to increased return in the<br />

companies but will also cost local qualified people to lose their jobs, which<br />

in turn will increase unemployment.<br />

Hiç katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

Katılmıyorum<br />

I Don’t Agree<br />

%8,1<br />

%5,0<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

%3,9<br />

%2,9<br />

Ne katılıyor,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

%26,4<br />

%53,7<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

Kesinlikle Katılıyorum<br />

I Absolutely Agree<br />

Hiç katılmıyorum<br />

I Never Agree<br />

Ne katılıyor,<br />

Ne de katılmıyorum<br />

I Don’t Have Any Idea<br />

%2,9<br />

Fikrim Yok<br />

No Idea<br />

Katılmıyorum<br />

I Don’t Agree<br />

%12,4<br />

%5,8<br />

%4,3<br />

Kesinlikle Katılıyorum<br />

I Absolutely Agree<br />

%28,8<br />

%45,8<br />

Evet katılıyorum<br />

I Agree<br />

kalmec.hku.edu.tr<br />

59


Symposium Conclusion Declaration<br />

Introduction<br />

“Peace in the Middle East: Actors, Problems, and a Quest for Peace Symposium” was held by Gaziantep Hasan Kalyoncu University in<br />

19th-20th December 2014. The participants whose names are below and who had speech during the symposium, which was hosted by<br />

Middle East Research Center within the scope of the university, discussed the political and social crisis in the Middle East and historical<br />

and political reasons of conflicts and also shared their solution suggestions.<br />

Findings and Solution Suggestions<br />

• It is necessary to understand regional dynamics and conflicts of historical, social and political reasons to develop solution suggestions<br />

for the problems in the Middle East.<br />

• The common point of view of the whole participants of symposium after Nizip Camp visiting; the opportunities and utilities that the<br />

Republic of Turkey provides are going to be an example of humanity in history.<br />

• The civil (global) war in Syria or the war by procuration has been a small piece of the big picture. Today, genocide and erosion in terms<br />

of political, social, economical, cultural, religious and ethical are being existed.<br />

• Politics are based on occasion of talking about problems. The local community needs to find a way to communicate with due regard via<br />

solution oriented attitude. However, solution suggestions consisted with local community’s own dynamics should be urged upon<br />

instead of management solutions, which were being held in countries sharing similar history.<br />

• Turkey, who functions as a bridge between EU and Middle East and Middle Asia, has a significant role in the prospective peace process<br />

in the region.<br />

• The economies of countries that have rich oil are more passive and based on consumption. It is possible to talk about the economical<br />

richness in these countries, but economic development and education are inadequate. It is necessary for a sustainable peace<br />

environment to change consumption-based construction.<br />

• The weight of ethnic and sectarian policies is major. Instead of these, it is required to study on constructing social and global belonging.<br />

• The contribution of regional countries should be provided for the whole studies on peace in Middle East.<br />

• The wars in the Middle East in recent years have generated enormous refugee population in regional countries. To give all the social<br />

security and labor rights of the country of which refugees live and to participate in production procedure by saving them from<br />

exploitatory situation.<br />

Hasan Kalyoncu University<br />

• Another problem in the Middle East is historical and cultural genocide in the region. An extensive education policy should be formed<br />

to inform and raise awareness of the society. The non-governmental organisations, universities and international organisations should<br />

be in cooperation for the studies in the region.<br />

60

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!