23.10.2012 Views

turkey2012-turkish

turkey2012-turkish

turkey2012-turkish

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

“TÜRKİYE, ŞİDDETİ ÖVMEK VE TERÖR PROPAGANDASI YAPMAK<br />

İLE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GENİŞLETİLMESİ İHTİYACI ARASINDA<br />

DOĞRU DENGEYİ TUTTURMAK İÇİN ÇABALIYOR.”<br />

— Sadullah Ergin, Adalet Bakanı<br />

Erdoğan 2003 yılında iktidara gelirken iki ana hedefi<br />

vardı: Türkiye’nin siyasi kurumları üzerindeki<br />

cendereyi kırmak ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini<br />

zorlamak. İlk hedefini, ikincisini feda ederek bir yere<br />

kadar gerçekleştirdi.<br />

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, milliyetçi<br />

devletin geleneksel iktidar odakları, ordu ve iş<br />

dünyasının elitleri ile medya patronları olmuştur. Bunlar<br />

Kemalist düzeni tam bir sadakatle savunmuş ve bazen<br />

de korumak için komploya başvurmuşlardır. Erdoğan<br />

ve AK Parti bu yapıya meydan okuyarak daha girişimci<br />

olan yeni bir iş dünyasının elitleriyle bağlar kurup,<br />

kişisel dini görüşlerinin kamusal alanda ifade edilmesi<br />

yönünde kapıları araladı. Erdoğan, Avrupa Birliği üyeliği<br />

umudunu kullanarak kendi siyasi projesine yarayacak<br />

belli bazı dini ifadelerin korunması ve ekonominin<br />

liberalleşmesi gibi reformları gerçekleştirdi. Ama<br />

Avrupa’nın siyasi reform ve yargı reformu çağrılarına<br />

yanıtı oldukça dengesiz. İlk reform döneminden sonra<br />

Erdoğan, devraldığı otoriter devlet yapılarını korudu<br />

ve bunları hem gerçek olan ve hem de kendi algısında<br />

gerçek olarak gördüğü siyasi düşmanlara karşı oldukça<br />

saldırganca kullanıyor.<br />

Erdoğan’ın medyaya saldırısı birbirinden farklı ama<br />

birbiriyle ilintili iki çerçevede gerçekleşiyor. İlki elit<br />

holding medyasının kendi reform projesine karşı olan<br />

geleneksel güç odaklarıyla köklü ilişkide olduğu algısı.<br />

İkincisi ise medyadaki bazı unsurların hükümete karşı<br />

komplo kurduğuna inanması. Sözde medya komploları<br />

aşırı milliyetçi medyadan, Kürt ayrılıkçılara kadar geniş<br />

bir siyasi spektrumu kapsıyor.<br />

Avrupalı siyasetçilerin Türkiye’yle ilgili temel<br />

kaygıları ve Türkiye’nin AB üyeliği önündeki önemli<br />

engeller, ifade özgürlüğüne yönelik saldırıların devam<br />

etmesi ve yargı reformunun çok yavaş ilerlemesi.<br />

Avrupa Parlamentosu medya reformunda çok<br />

az ilerleme olmasından yakınarak belli gazetecilerin<br />

tutuklanmasını eleştiren çok sayıda karar çıkardı. Temmuz<br />

2011’de Avrupa Konseyi insan hakları komiseri<br />

Thomas Hammarberg, Türkiye’de ifade özgürlüğü<br />

üzerine bir rapor yayınladı. Raporda ceza adalet<br />

sisteminin işlevsizliği ve anayasal güvencenin olmaması<br />

gibi konulardaki derin kaygılarını dile getirdi. (1980<br />

askeri darbesi tarafından kabul edilen T.C. Anayasası<br />

SOL: Erdoğan ve Obama birbirlerine yakınlar ama basın özgürlüğü<br />

gündemlerinde yer almıyor. REUTERS<br />

bireysel haklardan ziyade devletin bütünlüğünü<br />

korumaktadır.)<br />

Hammarberg raporda yapılan bir takım yargısal<br />

ve anayasal reformlardan olumlu yönde söz ederek,<br />

gazetecilerin yargılanması için kullanılan çeşitli yasaları<br />

sıraladı. Örneğin bir suçu ya da suçluyu övmek, halkı<br />

kin ve düşmanlığa tahrik etmek, Türk milleti veya devletini<br />

aşağılamak ya da halkı askerlikten soğutmak suç. Bir<br />

suç örgütünün amaçları için propaganda yapmak hapis<br />

cezasıyla sonuçlanabilir. Türkiye’nin politikleşmiş ve yarı<br />

şeffaf yargı sistemi ve özel yetkili mahkemelerdeki savcı<br />

ve hakimlere tanınan yetkilerin boyutları göz önüne<br />

alındığında bu hükümlerin son derece sıkıntılı olduğu<br />

açıktır. CPJ birçok durumda gazetecilerin duruşmalar<br />

başlamadan ve karar çıkmadan önce aylarca ya da<br />

yıllarca tutuklu kaldıklarını belgeledi. Bu sorunlar o denli<br />

şiddetli ki Hammarberg, Türkiye’de yargının işleyişi<br />

ile ilgili son derece eleştirel ikinci bir rapor hazırladı.<br />

Ocak 2012’de yayınlanan raporda aşırı uzun süren ceza<br />

kovuşturmaları ve terör tanımının fazla geniş olması<br />

gibi konular ele alınıyordu.<br />

Erdoğan’ın Avrupa’dan reform yapılması için gelen<br />

baskılara yanıtı aslen taktiksel: kağıt üzerinde taviz<br />

veriyor gibi görünüyor ancak eleştirileri susturacak<br />

bir dizi hukuki aygıtı da elinde tutuyor. Mesela 2008<br />

yılında Türkiye TCK’nın “Türklüğü aşağılamak” suçunu<br />

düzenleyen 301. Maddesi’nde değişiklik yapmayı kabul<br />

etti. Bu meşhur yasa yüzünden yüzlerce kişi genellikle<br />

geniş yetkilere sahip milliyetçi savcıların başlattığı<br />

kovuşturmalara maruz kalmıştı. 2008 yılında yapılan<br />

değişikliğe göre ancak Adalet Bakanı’nın izniyle 301.<br />

Madde’den dava açılabilecek. Bu değişiklik sorunu<br />

azaltsa da ortadan kaldırmadı.<br />

Temmuz 2012’de Meclis, basın yoluyla “soruşturmanın<br />

gizliğini ihlal” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”<br />

gibi bazı suçların cezalarında indirime giden bir yasayı<br />

onayladı. Bu yasa devlete karşı işlenen suç veya terör suçu<br />

iddiasıyla yeni açılacak davaların özel yetkili mahkemeler<br />

tarafından görülmesini sona erdirdi. Ama yasaya göre<br />

bu mahkemeler önlerindeki davalara bakmaya devam<br />

edecek ve yeni açılacak davalarla ilgili yargı yetkisi aslen<br />

bölge mahkemelerinde olacak. Adalet Bakanı Sadullah<br />

Ergin CPJ’ye gönderdiği ve bu raporun ekinde tamamının<br />

yayınlandığı mektupta bu yasa değişikliklerinin “bir<br />

TÜRKİYE’NİN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KRİZİ 27

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!