28.08.2014 Views

BUGÜN DEĞİLSE NE ZAMAN BİRLİK OLACAĞIZ

Bizbiriz Dergisi 10.Sayı

Bizbiriz Dergisi 10.Sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

2147-642Bizbiriz<br />

Sayı: 10<br />

Kasım 2013<br />

ISSN:<br />

d e r g i s i<br />

<strong>BUGÜN</strong><br />

<strong>DEĞİLSE</strong><br />

<strong>NE</strong> <strong>ZAMAN</strong><br />

<strong>BİRLİK</strong><br />

<strong>OLACAĞIZ</strong><br />

اأعوذ بالله من الشيطان الرجيم<br />

بسم الله الرحمن الرحيم<br />

وَاعْتَصِ‏ مُوا بِحَ‏ بْلِ‏ اللَّهِ‏ جَ‏ مِيعًا وَلاَ‏ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ‏ اللَّهِ‏ عَلَيْكُمْ‏ اإِذْ‏ كُنْتُمْ‏<br />

اَأعْدَاءً‏ فَاَألَّفَ‏ بَيْنَ‏ قُلُوبِكُمْ‏ فَاَأصْ‏ بَحْ‏ تُمْ‏ بِنِعْمَتِهِ‏ اإِخْ‏ وَانًا وَكُنْتُمْ‏ عَلَىَ‏ شَ‏ فَا حُفْرَةِ‏<br />

مِّنَ‏ النَّارِ‏ فَاَأنْقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ‏ يُبَيِّنُ‏ اللَّهُ‏ لَكُمْ‏ اآيَاتِهِ‏ لَعَلَّكُمْ‏ تَهْتَدُونَ‏<br />

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.<br />

Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz<br />

de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler<br />

olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan<br />

kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola<br />

eresiniz.<br />

(Ali İmran/103)


EDİTÖRDEN<br />

DÜNYADA BİR YOLCU GİBİ OLMAK<br />

Abdullah İbn Mes’ ûd anlatıyor: Allah’ın<br />

Rasulü (s.a.v.) bir hasırın üzerinde uyumuş<br />

ve hasır vücudunun yan tarafına iz yapmıştı.<br />

Bunun üzerine biz, Ya Rasulallah, sizin için<br />

bir yatak hazırlasak deyince Efendimiz (s.a.v.)<br />

şöyle buyurdular. Dünya benim neyime! Ben<br />

dünyada, bir ağaç altında dinlendikten sonra<br />

yoluna devam eden bir yolcu gibiyim.<br />

(Tirmizi – İbn Mace – İbn Hanbel )<br />

******<br />

Değerli kardeşlerim Rasulullah (s.a.v.)<br />

efendimizin dünyaya bakış açısını gösteren bir<br />

hadis…<br />

Bu külfetsiz, basit<br />

yaşayışa üzülen ve<br />

üzüntülerini yapmayı<br />

istediklerini teklifleriyle<br />

birlikte arz eden sahabe-i<br />

kirama, Habibi Kibriya<br />

(s.a.v) efendimizin verdiği<br />

cevap hiç unutmamamız<br />

gereken bir hakikatin çok<br />

açık ifadesidir: Ben dünyada<br />

bir yolcu gibiyim.<br />

******<br />

Acaba biz dünyada baki<br />

miyiz? Tabi ki hayır!<br />

hatırlatmamız gerekiyor. Lakin esas olan dünya<br />

hayatının geçici olduğunu söylemek değil,<br />

davranışlarımızla ve yaşantımızla dünyalıkların<br />

amaç değil ebedi olan ahiret hayatına ulaşmamız<br />

için bir araç olduğu şuuruna varmaktır.<br />

Rabbim hepimize dünya hayatında bir<br />

yolcu olduğumuzun bilincinde olmamızı nasip<br />

eylesin. Amin<br />

******<br />

Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin<br />

ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu<br />

bir sayımızla daha huzurunuzdayız. Bizler siz<br />

değerli okuyucu kardeşlerimizin vermiş olduğu<br />

destekle kısa süre içerisinde büyük bir aile olma<br />

yolundayız inşallah hepinize sonsuz teşekkür<br />

ediyoruz. Bu sayıda kardeşlerimiz evvelen<br />

Allah’ın rızası için sonra<br />

da siz kıymetli okuyucu<br />

kardeşlerimizin istifadesine<br />

sunulmak üzere birbirinden<br />

güzel konuları kaleme<br />

aldılar. Rabbim cümlemize<br />

okuyup anlamak ve<br />

hayatımıza tatbik etmemizi<br />

nasip eylesin. Amin<br />

Selam ve dua ile…..<br />

Bizimde bu dünyada<br />

bir yolcu olduğumuzu<br />

kendimize<br />

sıkça<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />

Kadir Aydın<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Yayın Kurulu<br />

Hamide Erbay<br />

Ayşe Tunç<br />

Selman Bahar<br />

Zehra Bilmen<br />

Faruk Kul<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Aralık 2013<br />

Baskı<br />

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde<br />

yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />

fotoğraf, illüstrayon,<br />

infografik ve makalelerin<br />

elektronik ve basılı<br />

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />

Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />

Turgutoğlu Sokak No:9<br />

Meram / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) Bizbiriz 577 22 Dergisi 25<br />

3


Birlik, Beraberlik<br />

ve Kardeşlik<br />

Buluşması<br />

6<br />

Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi’nin<br />

Konuşması<br />

7<br />

Küreselleşme ve<br />

İslam İlişkisi<br />

8<br />

Alak Sûresi<br />

Tefsiri<br />

Hadis<br />

16<br />

Fıkıh<br />

18<br />

Siyer-i Nebi<br />

22<br />

Tasavvuf<br />

26<br />

Ayın<br />

Sohbeti<br />

31<br />

Nereye<br />

34


Sahabe-i Güzin<br />

38<br />

Müslüman<br />

Bilimadamları<br />

42<br />

Şehrin<br />

Görünmeyen<br />

Yüzü<br />

45<br />

Asr Suresinin<br />

Fazileti<br />

47<br />

Arapça<br />

Rabca’ya<br />

Götürür<br />

48<br />

Haydar<br />

50<br />

Faydalı Bilgiler<br />

51<br />

Tarih’te<br />

Kasım<br />

52


Birlik, Beraberlik ve<br />

Kardeşlik Buluşması<br />

Ne ayrıyız ne gayrı<br />

Hep aynıyız hep aynı<br />

Fikirler olsa da ayrı<br />

Bir nefesiz bil gayri”<br />

Varisün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz Derneğimizin<br />

“ Birlik, beraberlik ve kardeşlik ” buluşmasını Mümtaz<br />

Koru İmam Hatip Ortaokulu bahçesinde gerçekleştirdik.<br />

Cenab-ı Hakka sonsuz şükrediyoruz ki bizlere<br />

böyle bir organizasyonu nasip etti. İstanbul ve<br />

İzmir’ den gelen Bizbiriz Derneği temsilcilerimizle,<br />

Konya’ dan iştirak eden misafirlerimizle beraber çok<br />

sıcak ve çok bereketli bir kaynaşmayı yaşadık.<br />

Birlik, beraberlik ve kardeşlik buluşması programımız<br />

kardeşlerimizin Kuran-ı Kerim tilaveti ile<br />

başladı ve ilahilerle aralıksız devam etti. Dernek<br />

başkanımız Mehmet Emin Doğan’ın “Bütün Müslümanlar<br />

kardeştir ve birlik içinde olmamız gerektiğini,<br />

tek vücut halinde olup Alllah’ ın ipine<br />

sımsıkı sarılmamızın bizler için İslam alemi için<br />

gerekliliğini” vurgulayan açılış konuşmasını yaptı.<br />

Program süresince geleneksel Konya düğün<br />

yemeği ikram edildi. Allah’ a şükürler olsun masalar<br />

doldu doldu taştı, yemek bereketlendikçe arttı.<br />

Tüm kardeşlerimizde bir sevinç bir muhabbet ve<br />

hoşgörü belli ki yüzlerinden okunuyordu.<br />

Bizbiriz derneği 2012 yılında kurulmuş ve hızlı<br />

bir şekilde hizmet ve faaliyetlerine aralıksız devam<br />

etmektedir. Bugüne kadar mahalle muhtarları ile<br />

koordineli bir şekilde 60’ a yakın mahallede birçok<br />

aileyi ziyaret ettik ve bu ailelere maddi ve manevi<br />

olarak yardım etme çabası ve gayreti gösterdik.<br />

Bu buluşma bizim için çok farklı bir organizasyondu,<br />

bugüne kadar ziyaret ettiğimiz ailelerin buluşması<br />

ve kaynaşması programı oldu.<br />

Dernek üyesi kardeşlerimizin tarafından, Varisün<br />

Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU hocamızın “etsiz<br />

kemiksiz çocuklarımız ”dediği Sohbet kitaplarımızdan<br />

ve Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin dua<br />

kitapları ücretsiz olarak gelen misafirlere dağıtıldı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

6


Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması<br />

Varisün Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi’nin Konuşması<br />

اأعوذ بالله من الشيطان الرجيم<br />

بسم الله الرحمن الرحيم<br />

وَاعْتَصِ‏ مُوا بِحَ‏ بْلِ‏ اللَّهِ‏ جَ‏ مِيعًا وَلاَ‏ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا<br />

نِعْمَةَ‏ اللَّهِ‏ عَلَيْكُمْ‏ اإِذْ‏ كُنْتُمْ‏ اَأعْدَاءً‏ فَاَألَّفَ‏ بَيْنَ‏<br />

قُلُوبِكُمْ‏ فَاَأصْ‏ بَحْ‏ تُمْ‏ بِنِعْمَتِهِ‏ اإِخْ‏ وَانًا وَكُنْتُمْ‏ عَلَىَ‏ شَ‏ فَا<br />

حُفْرَةِ‏ مِّنَ‏ النَّارِ‏ فَاَأنْقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ‏ يُبَيِّنُ‏ اللَّهُ‏<br />

لَكُمْ‏ اآيَاتِهِ‏ لَعَلَّكُمْ‏ تَهْتَدُونَ‏<br />

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.<br />

Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini<br />

hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar<br />

idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu<br />

nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir<br />

ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan<br />

kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık<br />

bildiriyor ki doğru yola eresiniz.<br />

(Ali İmran/103)<br />

وَلاَ‏ تَهِنُوا وَلاَ‏ تَحْ‏ زَنُوا وَاَأنْتُمُ‏ الْاَأعْلَوْنَ‏ اإِنْ‏ كُنْتُم<br />

مُّؤْمِنِينَ‏<br />

Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten)<br />

iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.<br />

(Ali İmran/139)<br />

وَاَأطِيعُوا اللَّهَ‏ وَرَسُولَهُ‏ وَلاَ‏ تَنَازَعُوا فَتَفْشَ‏ لُوا وَتَذْهَبَ‏<br />

رِيحُكُمْ‏ وَاصْ‏ بِرُوا اإِنَّ‏ اللَّهَ‏ مَعَ‏ الصَّ‏ ابِرِينَ‏<br />

Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin.<br />

Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz<br />

elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle<br />

beraberdir. (Enfal/46)<br />

لاَ‏ تَدْخُلُونَ‏ الْجَ‏ نَّةَ‏ حَ‏ تَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ‏ تُؤْمِنُوا حَ‏ تَّى<br />

تَحَ‏ ابُّوا<br />

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi<br />

sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim,<br />

Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)<br />

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar<br />

sâyesinde Allah’dan yardım görüp ve rızıklandığınızdan<br />

şüpheniz olmasın.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 70)<br />

“Birlikte rahmet, tefrika azaptır. ” (Müsned-i Ahmed,<br />

4:145)<br />

Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın fitnesidir.<br />

Hangi topluma, hangi kavme girmişse onu helak<br />

etmiştir.<br />

Hizipçilik edenler bilsinler ki; her biri Allah’ın<br />

kovmuş olduğu şeytanın neferidir.<br />

Şucuyuz bucuyuz diyenler, cehennemi odunu<br />

olur, giderler.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


Küreselleşme ve<br />

İslam İlişkisi<br />

SELMAN BAHAR<br />

Küreselleşme, 19. yüzyılın sonlarında Sanayi<br />

Devrimi ile teknolojik faaliyetlerin başlamasıyla<br />

sosyal bilimlerin araştırma konusu<br />

olmuş bir kavramdır. 20. yüzyılın başlarında<br />

ve ortasında yaşanan iki büyük Dünya Savaşı<br />

ile askeri teknolojide yaşanan büyük ivmenin<br />

sivil teknolojiye yansıması ve kitlesel iletişimin<br />

adım adım gelişmesiyle Küreselleşme<br />

kavramı üzerine bilimsel araştırmalar artmaya<br />

başlamıştır. Yine yirminci yüzyılın sonlarında<br />

Soğuk Savaş’ın fiilen bitmesi ama teknoloji sahasında<br />

icatlar ve keşifler üzerine bir savaşın<br />

devam etmesi teknolojinin oldukça hızlı ilerlemesine<br />

sebep olmuştur. Bu durum bilginin<br />

yayılmasını ve iletişimin tarihte görülmüş en<br />

hızlı boyutlara ulaşmasını sağlamıştır. Tam anlamıyla<br />

olmasa da iletişim ve bilgiye ulaşma<br />

hızıyla alakalı olan Küreselleşme kavramı günümüz<br />

dünyasında sosyal bilimlerin en fazla<br />

araştırdığı kavram olmuştur.<br />

İslam’la ilişkisini anlatabilmek için Küreselleşme<br />

kavramını en kısa ve en yalın haliyle<br />

şöyle tanımlayabiliriz. Zaman’da daha hızlı<br />

akış, Mekan’da daha soyut sınırlar, Kişi’nin toplumla<br />

daha fazla etkileşim halinde olması...<br />

Varılacak bir noktaya yürüyerek gidilmesindense<br />

otomobillerle daha kısa sürede<br />

varılması zamanın hızlanmasına, bir odada<br />

otururken internet vasıtasıyla başka bir<br />

ülkede olan insanlarla muhabbet edilebilmesi<br />

mekanın sınırlarının soyutlaşmasına ve<br />

günümüzde hızlı akan zamanın ve soyutlaşmış<br />

sınırların bir gereği olarak toplumsal olaylarla<br />

ve toplumla daha fazla iç içe yaşamamız<br />

gerekmesi de kişilerin toplumla etkileşiminin<br />

artmasına örnek olarak verilebilir. Bu durumda<br />

Küreselleşme’nin etkilediği birçok değerden<br />

biri de dinsel yaşam olacaktır.<br />

Ne için yaşamak ve nasıl yaşamak? Bu sorular<br />

Küreselleşme’nin İslam üzerindeki etkisini<br />

anlayabilmek adına kişilerin kendilerince<br />

cevaplamaları gereken iki sorudur. Çünkü bu<br />

sorular her insanda farklı bir cevap bulabilir.<br />

Daha net olarak bu sorular Küreselleşmenin<br />

iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi İslam’a etki<br />

ettiğini anlayabilmek için cevaplanması gereken<br />

iki önemli sorudur. Çünkü Küreselleşme<br />

İslam›ın doğrularına yani Kur’an-ı Kerim’e ve<br />

Hz. Muhammed (sav) Efendimizin sünnetine<br />

hükmedecek değildir. Küreselleşen yaşam<br />

standartları sadece kişilerin İslam’ı yaşama<br />

şekline hükmedebilir. Yani insanoğlu ne kadar<br />

müsamaha gösterirse Küreselleşme insanoğlunun<br />

yaşantısına o derecede etki edecektir.<br />

Bu yüzden biz Küreselleşme’nin yaşantılara ne<br />

anlamda etki ettiğini anlayabilmek için «Ne<br />

için yaşamak?” ve “Nasıl yaşamak?” sorularını<br />

cevaplamak zorundayız.<br />

Dediğimiz gibi, bu soruların herkes için<br />

farklı cevabı vardır. Bir ateist için ilk sorunun<br />

cevabı, “Hiç bir şey için” iken ikinci sorunun<br />

cevabı, “Tesadüfler üzerine yaşamak” olabilir.<br />

Bu noktada ateist, günümüzde hızlı akan zamanı<br />

ve ortadan kalkmaya başlayan sınırları,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

8


tesadüfleri artıran sebepler olarak görecek ve<br />

yaşantısının maneviyatını boşaltmaya o denli<br />

devam edecektir. Fakat başka bir pencereden<br />

bakarsak bir Müslüman bu soruları şöyle<br />

cevaplayacaktır. “Allah-u Teala’nın rızasını kazanmak”<br />

ve “Allah-u Teala’nın rızasını kazanabilmek<br />

için O’nun koyduğu helal-haram sınırlarına<br />

göre yaşamak”<br />

İşte Küreselleşme, Müslüman bir kişinin yaşantısında<br />

onu yolundan alıkoyan bir engel olmaktan<br />

çok fırsatlar haline dönüşecektir. Müslüman<br />

hızlı akan zamanı, atalarının ulaşmakta<br />

güçlük çektiği veya hiç ulaşamadığı coğrafyalara<br />

İslam’ı ve İslam’ın gereklerini ulaştırmak için<br />

kullanacaktır. Elindeki imkanların derecesinde<br />

Konya’dan havalanan<br />

bir uçakla en fazla<br />

on sekiz saat içinde<br />

Japonya’ya varabilecektir.<br />

Halbuki atalarının<br />

bırakın Japonya’yı,<br />

doğduğu şehirden hiç<br />

çıkmadan ömrünü tamamladığı<br />

vakidir.<br />

Bu örnekler çoğaltılabilir.<br />

Önemli olan<br />

bu örneklerle varmak<br />

istediğimiz sonuçtur.<br />

Şöyle ki artık günümüzde<br />

bir insan bundan<br />

yüz yıl öncesinde<br />

koca bir devletin bile<br />

sahip olmadığı imkanları elinin altında tutuyor.<br />

Fakat bu imkanları ne için kullanıyor? Bir<br />

Müslüman bu imkanları nasıl kullanmalı? Her<br />

zaman ikinci soruya verdiği cevabı hatırlayarak<br />

kullanmalı. Yani helal-haram sınırlarına riayet<br />

ederek...<br />

Allah tarafından sunulmuş her nimet bir helalini,<br />

bir de haramını barındırır. Bizler her an bu<br />

bilinçte olursak ve ferasetle olaylara bakarsak<br />

her işin haramını da, helalini de fark edeceğiz.<br />

Bu durum her şeyde olduğu gibi günümüz teknolojisini<br />

kullanırken de geçerlidir. Eğer teknolojiyi<br />

lüks arabalar, yüksek korumalı toplumdan<br />

soyutlanmış siteler, eğlence mekanları olarak<br />

görürsen sadece sana sunulanla yetinmiş olursun.<br />

Ama eğer teknolojinin sana sunduklarıyla<br />

daha iyisini yapmaya gayret edersen işte o<br />

zaman teknolojiyi kullanmış sayılırsın. Yani sadece<br />

lüks otomobiller satın alıp binmek yerine<br />

Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek<br />

salih ameller işlemek istiyorsak<br />

araçlar amacımıza hizmet<br />

edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />

varamayacağız güzellikler<br />

yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attığımız<br />

bir adım on adım hükmünde<br />

olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />

şaşacak cümle alem.<br />

Müslüman mühendisler kendini geliştirip bu<br />

arabalardan daha iyisini yaparsa teknoloji seni<br />

değil sen teknolojiyi kullanmış olursun. Sitelerin<br />

güvenliğini gayrimüslimlerce sunulan teknolojiye<br />

emanet etmek yerine Müslümanları,<br />

gayrimüslimlerin güvenlik teknolojilerine karşı<br />

bir güvenlik sistemi oluşturmaya teşvik edersen<br />

işte böylece Küreselleşme›nin faydasını<br />

görürsün. Aksi halde Küreselleşme’nin bir nimet<br />

olduğunu bilmez ve olmadık haramın içine<br />

düşer insanoğlu.<br />

Kur’an- Kerim’de Yüce Rabbimizin biz Müslümanlara<br />

çok fazla sorduğu, soru kalıbıyla<br />

emrettiği bir şey var, “Düşünmez misiniz?”<br />

Düşünmek, bir köşeye çekilip saatlerce suspus<br />

oturmak değildir.<br />

Yaşantının seyrettiği<br />

her and, başa gelen<br />

her olayda sürekli ferasetin<br />

açık olmasıdır.<br />

“Bu olay başıma neden<br />

geldi?, Sebepleri<br />

ne?, Bundan sonra ne<br />

yapmalıyım?...”<br />

İnsan kendi için yaşadığının<br />

bir mislini<br />

de ailesi, akrabaları,<br />

komşuları yani çevresi<br />

için yaşamalıdır ki<br />

Allah-u Teala’nın rızasına<br />

erebilsin. Çünkü<br />

Allah-u Teala bencil<br />

olanı değil bizcil olanı sever. Biz diyeni, birlik<br />

ve beraberlik için bir çaba göstereni tabi ki<br />

de “hep bana” diyenden daha çok sevecektir.<br />

Küreselleşen Dünya ise biz olabilmek adına,<br />

birlik ve beraberliği hiç olmadığı kadar fazla<br />

yaşayabilmek adına tarih boyunca görülen en<br />

güzel fırsattır. Çünkü tarihteki örneklerin aksine<br />

binlerin, on binlerin değil milyonların olduğu<br />

kitlelere kısa zamanda ulaşabilmek yaşadığımız<br />

zaman diliminde mümkündür.<br />

Küreselleşme birlik ve beraberlik adına çok<br />

güzel bir fırsatken aynı zamanda kötü niyetli<br />

düşünen fikri kötü olan insanların elinde nifak<br />

ve fitne için de bulunmaz nimettir. Yani Dünyevi<br />

her nimetin bir helal boyutu ve bir haram boyutu<br />

vardır. Sürekli vurguladığımız gibi tercihler<br />

önemlidir bu noktada da. Biz neyi istiyorsak<br />

onu yapacağız elimizdeki fırsatlarla. Eğer kötü-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


yü istersen kötü her zaman var Dünya’da. Kötü<br />

nedir? Kötü zarardır, ziyandır, huzursuzluktur.<br />

Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek salih<br />

ameller işlemek istiyorsak araçlar amacımıza<br />

hizmet edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />

varamayacağız güzellikler yaşayacağız.<br />

Allah’ın lütfuyla attığımız bir adım on adım<br />

hükmünde olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />

şaşacak cümle alem.<br />

Tamda bu noktada Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocamızdan bir güzelliği anlatmak<br />

yerinde olacaktır ki, niyet iyi olursa araçların<br />

nasıl insana hizmet ettiği daha iyi anlaşılsın.<br />

Hocamız zamanında Ramuz El Ehadis diye bilinen<br />

hadis kitabını satarmış kapı kapı dolaşıp...<br />

Fakat her zamanda dua edermiş, “Rabbim<br />

bize fırsat ver de bu kitapları Kur’an-ı<br />

Kerim’i satmak yerine hediye edelim insanlara.”<br />

diye. Duanın sürekli olanı, “Kabul olunmadı”<br />

denmeden devam edileni makbuldür. Hocamızın<br />

yıllarca çabası, duası bu yönde olmuş<br />

ve şimdi gelinen noktada Hocamızın manevi<br />

önderliğinde faaliyet yürüten Bizbiriz Derneği<br />

hem yurt genelinde hem de yurtdışındaki<br />

birçok noktada amme hizmeti olarak Kur’an-ı<br />

Kerim, hadis kitapları ve hocamızın sohbet kitaplarını<br />

halka hediye ediyor. Bu hikayeyi anlatmaktan<br />

kasıt icraatlarımızı övmek değildir<br />

sadece örnek olmaktır cümle Müslümana. Ki<br />

zaten Hocamız ve O’nun rehberliğinde kardeşlerimiz<br />

“Kula Allah’ın övgüsü gerek.” diyerek<br />

hizmet ediyor, Allah’ın rızasından başka<br />

bir gaye görmüyoruz, Elhamdülillah.<br />

Hasıl-ı kelam Müslüman öyle olacak ki, her<br />

devrin kendine has fırsatlarını avcunun içinde<br />

tutacak. O nimetleri iki eliyle yoğurup İslam<br />

adına insanlığa sunacak. Sadece çağımızda<br />

yani küreselleşen Dünya’da değil, her çağda<br />

böyleydi ve böyle olacak. İslam’ı yaşamak<br />

hem zor hem de kolay olacak.<br />

Zor olacak, çünkü gönül almazsa bir zerre<br />

ağır gelir sineye,<br />

Kolay olacak, gönlün aldığı kadar almaz hiç<br />

bir kap, bu böyledir olacak böyle...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

10


Alak Sûresi Tefsiri<br />

İLÂHİ VAHYİN ÇAĞRISI:<br />

YARATAN RABBİNİN<br />

ADIYLA OKU!<br />

Hamide ERBAY<br />

Beşiktaş İlçe Vaizi<br />

Rasûlullah’a (s.a.v) indirilen vahy-i ilâhînin<br />

ilk ayetleriyle başlayan Alak Suresi, adını<br />

ikinci ayetinde geçen “alak” kelimesinden<br />

almıştır. “Oku” anlamındaki ilk kelimesinden<br />

dolayı “İkra Suresi” diye de anılmaktadır. On<br />

dokuz ayetten oluşan sure Mekke’de Ramazan<br />

ayında indirilmiştir. Surenin ilk beş ayeti<br />

Rasûlullah’a (s.a.v) gelen ilk vahiydir. Geriye<br />

kalan on dört ayetinin ise daha sonraları Ebu<br />

Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir.<br />

Hadis kaynaklarında Hz. Ayşe’ye isnat edilen<br />

rivayete göre ilk vahyin iniş hadisesi şöyle<br />

anlatılmaktadır:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


“Hz. Muhammed’e (s.a.v) ilk gelen vahiy,<br />

uykusundaki sadık rüya halindeydi. Ne zaman<br />

bir rüya görse mutlaka gün aydınlığı gibi çıkardı.<br />

Sonra ona yalnız başına kalmak hoş<br />

gösterildi. Ve O, Hira dağındaki mağaraya çekilerek<br />

sayısı belirli gecelerde orada ibadet etmekteydi.<br />

Bu esnada ailesine yaklaşmamakta<br />

ve onlara uğramamaktaydı. Beraberinde yiyeceğini<br />

de götürmekteydi. Sonra tekrar Hz.<br />

Hatice’nin yanına gelip azığını almakta ve gitmekteydi.<br />

Nihayet Hira mağarasında Hak ona<br />

geldi. Yaklaşan melek “Oku” dedi. O ise “Ben<br />

okuyamam” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v) buyurdu<br />

ki “Melek beni aldı ve sıktı. Öyle ki beni<br />

son derece yordu ve bıraktı.” Sonra dedi ki<br />

‘Oku.’ Ben ise okuyamam dedim. İkinci defa<br />

beni aldı ve sıktı sonra dedi ki ‘Oku!, yaratan<br />

Rabbinin adıyla. O insanı alaktan yarattı. Oku!<br />

Kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini<br />

öğreten Rabbin sonsuz kerem sahibidir.’ ”<br />

Böylece Hz. Muhammed (s.a.v) ilikleri titreyerek<br />

döndü ve Hz. Hatice’nin yanına geldi.<br />

Sonra: “Beni örtünüz, örtünüz.” dedi. Üzerini<br />

örttüler, korku ve dehşeti gidinceye kadar. Hz.<br />

Muhammed (s.a.v) “Ey Hatice, bana ne oldu?”<br />

diyerek başından geçenleri haber verdi ve<br />

dedi ki “Kendimden korktum.” Hz. Hatice ise<br />

ona “Hayır, seni müjdelerim. And olsun ki Allah<br />

(c.c), seni ebediyen mahcup etmez. Çünkü sen<br />

akrabalarını ziyaret edersin, doğru söylersin,<br />

zahmetlere katlanır, misafirlere ikram edersin.<br />

Haklı olanlara destek olursun.” Sonra Hz. Hatice<br />

varıp amcasının oğlu Husay oğullarından<br />

Abdüluzzâ oğlu Nevfel oğlu Varaka’nın yanına<br />

gitti. Varaka, cahiliye döneminde Hıristiyanlığı<br />

kabul etmiş birisiydi. İbranice (okuma) yazma<br />

bilirdi. İncil’den Allah’ın dilediği kadarını<br />

İbranice olarak yazmıştı. Yaşlı birisiydi, gözlerini<br />

yitirmişti. Hz. Hatice ona dedi ki: “Ey amcamın<br />

oğlu, kardeşinin oğlundan dinle.” Varaka<br />

dedi ki: “Ne oldu sana kardeşimin oğlu?”<br />

Hz. Muhammed (s.a.v) gördüklerini anlattı.<br />

Bunun üzerine Varaka dedi ki: “Bu sana gelen,<br />

Hz. Musa’ya inen Namus-u Ekber’dir. Keşke<br />

ben de bulunsaydım, keşke ben de kavmin<br />

seni vatanından çıkarttığı zaman sağ<br />

olsaydım.” Rasûlullah (s.a.v) “Kavmim beni vatanımdan<br />

mı çıkaracak?” dediğinde, Varaka<br />

“Evet, senin getirdiklerini hangi kimse getirdi<br />

ise ona düşmanlık edilmiştir. Eğer ben senin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

12


gününe ulaşırsam sana büyük destek olurum.”<br />

Ancak Varaka çok geçmeden vefat etti.” (Buhârî,<br />

Bed’ul-Vahy, 3; Müslim, İman, 252) 1<br />

Yüce Allah’ın mele-i alâdan ikramda bulunarak<br />

insanı anıp iltifatta bulunması, bütün<br />

mevcudatın ilahi kelamın sedasıyla huşu duyması,<br />

eşi bulunmaz, akılları durduracak bir hadise,<br />

büyük bir lütuftur. Öyle ki Yüce Allah (c.c)<br />

ile kulları arasındaki yirmi üç yıl boyunca süren<br />

bu doğrudan doğruya münasebetin zevkini<br />

tadanlar, Rasûlullah’ın (s.a.v) yüce dostuna<br />

intikalinden sonra, O’nun kaybının yanında vahiy<br />

vasıtasıyla kurulan bu rabıtadan mahrum<br />

kalmanın da üzüntüsünü yaşamışlardır.<br />

Enes (r.a.)’dan gelen rivayete göre, Hz.<br />

Peygamber’in (s.a.v) vefatından sonra Hz.<br />

Ebubekir Hz. Ömer’e dedi ki: “Haydi birlikte<br />

Resûlullah’ın (s.a.v) hayattayken ziyaret ettiği<br />

gibi, biz de Ümmü Eymen’i (r.a.) ziyaret edelim.”<br />

Onun yanına geldiklerinde Ümmü Eymen<br />

(r.a) ağladı. Hz. Ebubekir ve Ömer ona: “Neden<br />

ağlarsın, bilmez misin ki Allah (c.c) katında<br />

olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha hayırlıdır?”<br />

dediklerinde o da; “Evet, bilirim. Allah (c.c) katında<br />

olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha hayırlıdır.<br />

Ama gökten gelen vahyin kesilmiş olması<br />

ağlatır beni,” demiştir. Bu söz üzerine Hz.<br />

Ebubekir’de Hz. Ömer’de heyecana gelerek ağlamaya<br />

başlamışlardı. 2<br />

İlâhî vahyin yeryüzüne inişi ile yeni bir dönem<br />

başlamış, bir dönem son bulmuştur. Allah’ın<br />

(c.c) himayesi ve inayeti altında olan müminler<br />

tüm işlerinde, büyük küçük her meselelerinde<br />

vahyin kılavuzluğu ile yol almışlardır.<br />

Resûlullah (s.a.v.) Rabbiyle doğrudan doğruya<br />

ilk bağ kurduğu anda, Mele-i alâya döndürülerek<br />

Yüce Allah’ın (c.c) adıyla okuması için<br />

emir almıştır.<br />

1-“Yaratan rabbinin adıyla oku”<br />

Rasûlullah’a (s.a.v) inen ilk vahiy, ona ve<br />

onun şahsında bütün inananlara okumayı emretmiş,<br />

onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip<br />

yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin<br />

1 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8528.<br />

2 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8530.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

13


“oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki kez<br />

tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin insan<br />

hayatındaki önemini vurgulamaktadır. Daha<br />

sonra indirilecek olan Bakara suresinde Rabbimizin,<br />

canlılar arasında insanın farklı ve üstün<br />

konumunu onun öğrenme özelliği ile tanımlaması<br />

da son derece anlamlıdır (Bakara,<br />

23).<br />

Ancak, Rasûlullah’a (s.a.v.) emredilen “okumanın”<br />

konusu veya neyi okuması gerektiği<br />

hususu ayette belirtilmemiştir. Çünkü başta<br />

kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki<br />

ayetler olmak üzere, üzerinde inceleme yapıp<br />

zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders<br />

ve ibret alınması gereken her şeyi tanıması,<br />

hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir.<br />

Kuşku yok ki yaratanı tanımak dinin en temel<br />

gayesidir. Bu sebeple “Yaratan Rabbinin adıyla<br />

oku!” buyrularak Rasûlullah’ın (s.a.v) okuma<br />

faaliyetine veya herhangi bir işe başka varlıkların<br />

adıyla değil, yaratan Rabbinin adıyla başlaması<br />

ve ondan yardım istemesi emredilmiştir.<br />

Ayette yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır.<br />

Çünkü hem insana okuma yeteneği ve imkanı<br />

veren hem de okuduğu, incelediği, anlamaya<br />

ve kavramaya çalıştığı nesneleri yaratan Yüce<br />

Allah’tır (c.c) 3 . O yüce yaratan ki “Sen önceleri<br />

kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şurâ,<br />

52) buyurduğu, hiç kitap okumamış, yazı yazmamış<br />

ümmi Rasulüne bir emir ile bir mucize<br />

olarak okunacak bir kitap indirmiş ve kendisine<br />

yazmadan okuyacak, okutacak, emir<br />

yoluyla yazdırtacak bir kıraat kudreti ihsan<br />

buyurmuştur. Böyle bir okuma mucizesinin<br />

nasıl mümkün olacağı gibi bir şüpheye meydan<br />

bırakılmaması için bir sonraki ayette yaratılışın<br />

başlangıcı ve mahiyeti açıklanıp<br />

hatırlatılmıştır.<br />

2-“O insanı “alak”tan (asılıp tutunan zigot)<br />

yaratmıştır.”<br />

“Alak” sözlükte “alekanın çoğulu” kabul<br />

edilmektedir. Mutlak şekilde ilişken ve yapışkan<br />

nesneye denir. Kana ve özellikle uyuşuk<br />

kana da “aleka” denilmiş. Tefsir bilginleri, yaratılışın<br />

maddi yönünü göz önünde bulundurarak,<br />

kandan bir kısım olması itibariyle ve<br />

ilişiklik manası ile, aşılanmış yumurtanın ana<br />

rahminin iç cidarına asılı vaziyetini (zigot)<br />

“aleka” olarak yorumlamışlardır.<br />

“Aleka”nın ruhani ve manevi olarak aşk ve<br />

sevgi manasına geldiği de sözlükte açıklanmaktadır.<br />

Bu anlamıyla beraber düşündüğümüzde<br />

insanın yaratılış kökeni daha ince, derin<br />

ve beliğ bir anlam kazanmaktadır. 4<br />

3-“Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”<br />

İlk vahyin nüzulü sırasında Cebrail,<br />

Rasulullah’a (s.a.v) “Oku” dediğinde okuma işinin<br />

okuma yazma bilenler tarafından yapılabileceğini<br />

düşünerek O, “Ben okuma bilmem”<br />

demişti. İşte 3. ayet bir bakıma Rasûlullah’ın<br />

(s.a.v) bu özür beyanına bir cevap niteliği taşımaktadır.<br />

O, insanı “alak”tan yaratıp mükemmel<br />

bir hale getiren kullarından dilediğine<br />

ilm-i ledün (Allah tarafından ihsan edilen<br />

ilim) vererek, bir öğretici ve öğretim aracılığı<br />

olmadan bilgi öğretecek kadar sonsuz bir<br />

cömertliğe sahiptir.<br />

4-5-“O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.<br />

İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”<br />

Âyette kalemin vurgulanmasının sebebi,<br />

kalemin ilim ve hikmetlerin tedvin edilmesinde<br />

en önemli vasıta olmasıdır. Kalem Allah<br />

(c.c) tarafından indirilmiş olan kutsal kitapların<br />

yazılmasında, kuşaktan kuşağa bilgi<br />

aktarmada en önemli vasıta olmuştur. Kalem<br />

vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek cehalet<br />

karanlığından kurtarması O’nun sonsuz<br />

kereminin ve lütfunun eseridir.<br />

6-7- “Gerçek şu ki insan, kendini kendine<br />

yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır.”<br />

Surenin bundan sonraki kısmı ilk beş ayetinden<br />

epeyce sonraları indirilmiştir. İnmesine<br />

sebep olan kişinin Ebu Cehil olduğu rivayet<br />

edilmektedir. Rivayete göre Ebu Cehil, “Lât<br />

ve Uzza’ya yemin olsun, Muhammed’i namaz<br />

kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü<br />

toprağa sürteceğim!” diyerek, onun namaz<br />

kılmasını engellemeye karar vermiştir.<br />

Rasulullah’ı (s.a.v) namaz kılarken gördüğünde<br />

yeminini yerine getirmek isteyince hemen<br />

geri döndüğü ve elleriyle kendini korumaya<br />

çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hareketler<br />

yaptığı sorulunca, “Benimle O’nun arasında<br />

ateşten bir hendek, korkunç bir varlık<br />

ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi” demiştir.<br />

Resûlullah (s.a.v) “Eğer bana yaklaşsaydı<br />

melekler onu kapıp parça parça edecekler-<br />

3 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 652.<br />

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 324.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

14


di!” buyurmuş. Bu olay üzerine Alak Suresi’nin<br />

6-19. ayetleri inmiştir (Müslim: Münâfikın, 38). 5<br />

İnsanoğlunun elindeki tüm imkanların gerçek<br />

sahibi, onu yaratan ve istediği anda elinden<br />

alma gücüne sahip olan Yüce Allah (c.c.),<br />

surede insanın yaratılışına dair hakikati ifade<br />

ettikten sonra, kulu ile kendisi arasına giren insanoğlunun<br />

en büyük zaafına işaret etmektedir.<br />

Bu ayetlerin nüzulüne yukarıda anlatılan<br />

olay sebep olsa da, ayetler genel itibariyle, insanın<br />

kendisine yettiğini zannedip, varlığına ve<br />

zenginliğine güvenerek şımarmasına, haddini<br />

aşmasına ve Allah’a itaatten uzaklaşmasına sebep<br />

olduğunu dile getirmektedir.<br />

8-“Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine<br />

aittir (O’na dönecektir)”<br />

Ayet kendisini yeterli gören, elindekini kendine<br />

ait zanneden, böbürlenerek yoldan sapan<br />

kulları uyarmaktadır. Onun için kendini zengin<br />

gören azgının haline bir misal verilerek buyuruluyor<br />

ki:<br />

9-14-“Gördün mü, bir kulu namaz kılarken<br />

engelleyen o adamı? Peki düşündün mü<br />

(ey inkarcı), ya o kul doğru yolda ise? Yahut<br />

günahtan sakınmaya çağırıyorsa! Düşündün<br />

mü (ey Resulüm), ya bu adam hakkı inkar<br />

ediyor, sırt çeviriyorsa! Allah’ın her şeyi<br />

gördüğünü bilmiyor mu?”<br />

Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayetler,<br />

Rasulullah’a (s.a.v) hitap ederek onun ve müminlerin<br />

Kabe önünde namaz kılmalarını engellemeye<br />

kalkışan Ebu Cehil’e karşı sert bir<br />

uyarıdır. Ayetlerin içeriği ele alındığında ise,<br />

her dönemde dinin sosyal hayata yansımasını<br />

ve dinin toplumsal hayatı iyilik, hak ve adalet ilkellerine<br />

göre şekillendirmesini engellemek isteyen<br />

zalimlere yönelik olduğu görülmektedir.<br />

İnsanlık böyle kişilere karşı uyarılmaktadır.<br />

15-16-“Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından<br />

vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu<br />

perçeminden, o günahkar ve yalancı perçeminden<br />

tutup cehenneme sürükleriz.”<br />

“Nâsiye” alındaki saç, perçem için kullanılan<br />

bir ifadedir. “Perçeminden yakalayacağız” sözü<br />

mecazi bir ifade olup, “Onu tutup cehenneme<br />

atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız,<br />

alçaltacağız” gibi değişik şekillerde<br />

açıklanmıştır. Kendi kendini yeterli gördüğü<br />

5 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 653.<br />

için azgınlık eden ve Allah’ın kullarının ibadet<br />

etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine<br />

engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre<br />

dünya hayatında serbest bırakılsa da sonunda<br />

bir gün gelip yakasına yapışılacağı, hak ettiği<br />

cezayı göreceği bildirilmektedir. Nitekim Ebu<br />

Cehil ve benzerleri Müslümanlar karşısındaki<br />

yenilgi ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını<br />

görmüşlerdir. Ayrıca ahirette de cezalandırılacakları<br />

birçok Ayette haber verilmektedir.<br />

17-18-“O hemen kurultayını çağırsın, Biz<br />

de zebanileri çağıracağız.”<br />

“Nâdî” kelimesi, “bir konuda istişare etmek<br />

üzere toplanmak” anlamına gelen “nedve” kökünden<br />

türemiş olup, kurultayda bir araya gelen<br />

heyeti ifade eder. Cahiliye döneminde bu<br />

tür toplantıların yapıldığı yere Dâru’n-nedve<br />

denilirdi. “Zebaniye” kelimesi ise, “itmek, savmak”<br />

anlamına gelen “zeben” kelimesinden türemiş<br />

olup çoğul bir isim olup azap meleklerini<br />

ifade etmektedir. Rivayete göre, Rasulullah<br />

(s.a.v) İbrahim’in makamında namaz kılarken<br />

Ebu Cehil, “Ben sana namaz kılma demedim<br />

mi?” diyerek onu tehdit edip engellemek istemiş,<br />

Rasulullah ona sert bir şekilde karşılık vermişti.<br />

Ebu Cehil, “Sen beni ne ile tehdit ediyorsun?<br />

Vallahi ben bu vadide adamları en çok<br />

olan kimseyim” demiş, bunun üzerine bu ayetler<br />

inmiştir. Bu ayetlerle Ebu Cehil’in aczi ortaya<br />

konmak istenmiştir.<br />

19-“Sakın onun isteğine uyma! Secdeye<br />

kapan ve Allah’a yaklaş”<br />

Ayette, böyle azgın, Allah ve peygamber tanımaz<br />

kimseye boyun eğmemesi, namaz kılmaya<br />

ve secde etmeye devam ederek Allah’a yaklaşma<br />

gayesi içinde olması Rasulullah’a (s.a.v)<br />

emredilmektedir. Şüphe yok ki Allah’a yaklaşmak,<br />

O’nun emirlerine itaat etmekle ve bu itaatin<br />

en anlamlı ifadesi olan secde ile mümkündür.<br />

Çünkü secde, bütün yakınlığın esası olan<br />

boyun eğme ve teslimiyetin en mükemmel<br />

şeklidir. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde;<br />

“Kulun Rabbine en yakın olduğu an secdede<br />

bulunduğu andır,” buyurmuştur.<br />

Alak Suresi’nin bu son ayetini okuyan ve işitenin<br />

tilâvet secdesi yapması vaciptir. 6<br />

6 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c.V, s.656.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


HADİS<br />

M. DİKKATLİ<br />

قَالَ‏ رَسُولُ‏ اللهِ‏ ‏)ص(‏ اَأشَ‏ دُّ‏ النَّاسِ‏ بَلاءً‏ الاأنْبِيَاءُ،‏ ثُمَّ‏ الاَأمْثَلُ‏ فَالاَأمْثَلُ‏ يُبْتَلَى الرَّجُلُ‏ عَلَى<br />

حَ‏ سَ‏ بِ‏ دِينِهِ‏ فَاإِنْ‏ كَانَ‏ فِي دِينِهِ‏ صَ‏ لِبًا اشْ‏ تَدَّ‏ بَلاؤُهُ،‏ وَاإِنْ‏ كَانَ‏ فِي دِينِهِ‏ رِقَّةٌ‏ ابْتَلَى عَلَى قَدَرَ‏ دِينِهِ‏<br />

، فَمَا يَبْرَحُ‏ الْبَلاءُ‏ بِالْعَبْدِ‏ حَ‏ تَّى يَتْرُكَهُ‏ يَمْشِ‏ ى عَلَى الاَأرْضِ‏ وَ‏ مَا عَلَيْهِ‏ خَ‏ طِ‏ يئَة<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor:<br />

“İnsanların bela yönünden en şedidi peygamberlerdir. Sonra sırasıyla insan, kudretine<br />

göre ibtilaya uğrar. Dininde kuvvetli olanın belası nispetle şiddetli olur. Kalanların da buna<br />

kıyasla, inancı zayıf olanın musibeti ağır ağır, az olur. Kul yeryüzünde yürüdüğü müddetçe<br />

bela onunla berberdir. Sonra üzerinde bir hata kaldığı müddet peşini bırakmaz.”<br />

Belalar, musibetler geldiğinde nebileri hatırlamak<br />

gerekir. O zaman gelen belaya rahat katlanırsınız.<br />

Bir gecede Eyyüb (as)’ın mal varlığı<br />

gitmiş, hayvanları ölmüştü, ertesi gece bütün<br />

ekinleri yanmıştı. Üçüncü gece çocukları vefat<br />

ediyordu.<br />

- Allah’ın kovmuş olduğu şeytan, daha yok<br />

mu? Diyordu.<br />

Allah müsaade ediyordu. Secde mahallinde<br />

açık kalan delikten, nefes yoluyla bedenine, araz<br />

veriyordu. Allah’ın kovmuş olduğu şeytan sadece<br />

sebep burada. Hepimiz kızmıyor muyuz yeri<br />

geldiği zaman; ‘Şeytana uydum...’<br />

Yok canım kardeşim! ‘O sana uydu’ desem yeridir.<br />

Çünkü senin niyetini sana süslü göstermekle<br />

mükelleftir. ‘Sana gelip de şu zinayı işle, hırsızlığı<br />

yap, adamı öldür, şuna zulüm yap.’ demez.<br />

Sen niyet edersin, o sadece sana niyetini süslü<br />

gösterir.<br />

Musibet başa geldiğinde isyan eden zalimler<br />

gibi, firavunlar gibi, nemrutlar gibi olmayacaksınız.<br />

O musibet sizin hayra erişmeniz, sizin cennete<br />

girmeniz için bir sebeptir sadece. ‘Bu halde<br />

de sana hamdolsun Allah’ım! Elhamdülillahi ala<br />

külli hal’ diyeceksiniz. İşte o zaman Eyyüb (as)’ı<br />

anlayacaksınız.<br />

Bir kardeşim kazanç sıkıntısı, rızık sıkıntısı çektiği<br />

zaman diyordu ki:<br />

‘Ya Rabbi! Sen dağdaki kurtların ulumasıyla<br />

onlara kudret helvası indirdin. Kudretinden karın<br />

üstünde onlara taam verdin. Ben de insanlığımdan<br />

sıyrılıp sana kurtlar gibi duaya geldim; ‘vuuuuu’<br />

diyerek...<br />

Allah’a gönlünden sesleniyordu ve Allah kabul<br />

ediyordu. Belalar ve musibetler insanları<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

16


cennete sevk etmek için Allah-u Teala’nın kudret<br />

kamçısıdır. Sahabe gibi olacağız. Her bela geldiğinde<br />

‘Elhamdülillahi ala külli hal’ bu mutlaka bizim<br />

cennette ki şerefimizi, makamımızı arttırır,<br />

diyeceğiz Bir şiirde böyle yazıyor:<br />

‘Acaba bu dünyada gamdan kim azadedir?<br />

Herkesin bir derdi var madem, Ademzadedir.’<br />

Kazazede gibidir Adem evladı. Hiç kimse kazadan,<br />

beladan uzak ve beri değildir. Allah-u Teala<br />

hepinizi ve hepimizi cennet-i ala’ da havz-ı<br />

kevser başında toplayıversin. Muhakkak ki “Hayrihi<br />

ve şerrihi minallah.” diyenler, hayır geldiğinde<br />

sevinip, şer geldiğinde üzülmezler. İmam-ı<br />

Azam Ebu Hanife’den (rh) nakledilir, derler ki;<br />

-Ya İmam! Gemilerin denizde battı.<br />

Başını öne eğiyor, gönlüne bakıyor:<br />

-Elhamdülillah, diyor.<br />

Aradan bir saat sonra tekrar aynı adam geliyor:<br />

-Ya imam! Batan gemiler komşuların gemileriymiş,<br />

seninki batmamış, diyor. Gönlüne bakıyor<br />

tebessümle:<br />

-Elhamdülillah, diyor.<br />

-Ya imam! Bunun sebebi nedir? Sen, “Gemiler<br />

battı.” dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin. ‘Seninkiler<br />

batmamış’ dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin.<br />

Diyor ki:<br />

-‘Battı’ deyince, ey nefsim üzüldün mü, dedim.<br />

Bana ne, benim değil ki. Hak verdi, Hak aldı,<br />

dedi. O yüzden elhamdülillah, nefsim sahiplenmemiş<br />

dedim. Batmadı dediniz, sordum sevindin<br />

mi? Bana ne benim olmayan şeyin sevincinden<br />

üzüntüsünden dedi, elhamdülillah dedim.<br />

Biz diyoruz ki:<br />

Ben benim değilken, nasıl olsun mal benim,<br />

Dünya denen şu mezbelelikte gelin birazda<br />

siz eğlenin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


FIKIH<br />

Namazın Önemi<br />

AYŞE TUNÇ<br />

HUZURDAN KAÇANIN HUZURU OLMAZ<br />

قَانِتِينَ‏ لِلّهِ‏ وَقُومُواْ‏ الْوُسْ‏ طَى والصَّ‏ لاَةِ‏<br />

الصَّ‏ لَوَاتِ‏ عَ‏ لَى حَ‏ افِظُواْ‏<br />

“Namazlara ve orta namaza devam edin.<br />

Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” 1<br />

Farsça bir kelime olan namaz, Kur’ân’da “salat<br />

‏“(صلاة)‏ kelimesi ile ifade edilmektedir.“Salat”,<br />

dua anlamına da gelmektedir. Istılahı manası ise<br />

“Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine getirilen,<br />

kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir<br />

ibadettir.” Başka bir deyişle Namaz; fiilî bir dua<br />

ve niyaz, eyleme dönüşmüş bir tevhid, Allah huzurunda<br />

huşû ve hudû dolu bir boyun eğiş ve<br />

Allâh’ın düşmanlarına karşı nefret dolu bir kıyam<br />

ve başkaldırıştır.”<br />

Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu’nun ifadesiyle<br />

:<br />

Namaz; huzuru kalp ile yönelmektir Mevlaya.<br />

Ruh ile uruç etmektir Cemalullah’a.<br />

Kur’an’da, Rasulü Ekrem (a.s) Efendimiz’den<br />

önceki peygamberlerin namaz kılmakla emrolundukları<br />

değişik vesilelerle belirtilmektedir,<br />

şöyle ki :<br />

“Mûsa’ya ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da<br />

(sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz<br />

kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın.<br />

Mü’minleri müjdele” diye vahyettik “. 2<br />

(bk. el-Bakara 2/83;; Hûd 11/87; İbrâhim 14/37,<br />

40; Meryem 19/30-31, 54-55; Tâhâ 20/14; el-Enbiyâ<br />

21/72-73; Lokmân 31/17)<br />

Bundan anlaşıldığına göre namaz ibadeti sadece<br />

Muhammed (sav) ümmetine has olmayıp<br />

1 Bakara/238<br />

2 Yûnus 10/87)<br />

önceki dinlerde de bulunmaktaydı. Siyer kitaplarındaki<br />

bilgilere göre, fetret-i vahy ( ilk vahiyden<br />

sonra bir süre vahyin gelmemesi ) döneminden<br />

hemen sonra namaz farz kılınmıştır. Namaz farz<br />

kılınınca Cibrîl (a.s), Rasulullah’a gelerek onu vadi<br />

tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cibrîl<br />

(a.s) sonra Rasulullah abdest almış ve beraberce<br />

iki rekat namaz kılmışlardır. Rasulullah mutlu<br />

bir biçimde eve gelmiş, eşi Hz.Hatice annemizin<br />

elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde<br />

birlikte abdest alıp iki rekat namaz kılmışlardır.<br />

İslam’ın başlangıç yıllarında namaz, sabah<br />

ve akşamleyin kılınan ikişer rekattan ibaret iken,<br />

Mirac olayından sonra beş vakit namaz emredilmiştir.<br />

“Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş içinde<br />

ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve akşam<br />

Rabbini an; gafillerden olma” (el-A‘râf 7/205)<br />

âyeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilişkili<br />

görülmektedir. Cibrîl (a.s) ‘ın Rasulu Ekrem (a.s)<br />

Efendimiz’e Kabe’de, namazın vakitlerini göstermek<br />

üzere imamlık etmesi Mirac olayının ertesi<br />

günü olmuştur.<br />

Namaz emrini, Allah Teâlâ’nın yeryüzüne melek<br />

aracılığıyla göndermeyip Mi‘rac gecesi Rasulu<br />

Ekrem Efendimiz’in huzuruna çıktığında<br />

ona tebliğ etmesi de (Buhârî, “Salât”, 1; Müslim,<br />

“Îmân”, 263), bu ibadetin müslümanın manevi hayatı<br />

açısından önem ve anlamını göstermektedir.<br />

Bu sebepledir ki , namaz kulun Allah’a ulaşması<br />

ve kavuşması yolunda önemli bir araç olduğunu<br />

anlatmak için Efendimiz (a.s) “Namaz müminin<br />

miracıdır” buyurmuş, ümmetin namazla ilgili<br />

bilinç ve değerlendirmesini adeta bu cümleyle<br />

özetlemişlerdir. 3<br />

Namazın dış görünüşü birtakım şekiller ve<br />

zikirden ibaretse de, içerisi ve gerçek mahiyeti,<br />

3 İsam ilmihal<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

18


yüce yaratıcıya münâcât etmek, O’nunla konuşmak,<br />

O’na yakınlaşmak ve O’nu müşahede etmektir.<br />

Bu özelliğinden dolayı, yüce yaratıcı ile<br />

teklifsiz, aracısız buluşma ve konuşma anlamına<br />

gelişinden dolayı, namaz ilahi bir lutuftur. Namaz<br />

kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel<br />

göstergelerinden biridir yani müslümanın varolan<br />

kimliğidir.<br />

Namaz; tesbih, tazim, hamd, sena, tevbe, tefekkür…<br />

gibi bütün kulluk vasıflarının bir disiplin<br />

çerçevesinde toplandığı, yoğunlaştığı bir<br />

ibadet olması hasebiyle, huşu içerisinde eda<br />

edilmesi gereken bir vazifedir. Allah’a yaklaşmanın<br />

yolu, ona yükselmenin basamağı ve bu<br />

bakımdan en önemli ibadet, ibadetlerin özü ve<br />

özeti sayılmıştır.<br />

Efendimiz (a.s), namazın kul hayatındaki önemi<br />

ile ilgili olarak; “Namaz dînin direğidir. Kim<br />

onu terk ederse, dînini yıkmıştır ” buyurmuştur. 4<br />

Secdeyi ise kulun Allah’a en yakın olduğu hal<br />

olarak nitelendirmiştir. 5<br />

Namaz İslam’ın beş temel şartından biridir.<br />

Kelime-i Şehadetten sonra ilk emredilen ibadet<br />

namazdır. Efendimiz (a.s) bir hadislerinde bu hususu<br />

şöyle ifade etmektedir:<br />

بُنِيَ‏ الاإِ‏ سَ‏ لامُ‏ على خَ‏ مْسٍ‏ : شَ‏ هادَةِ‏ اَأنْ‏ لا اإِلهَ‏<br />

اإِلاَّ‏ اللَّه ، واَأنَّ‏ مُحمداً‏ رسولُ‏ اللَّهِ‏ ، واإِقامِ‏<br />

الصَّ‏ لاةِ‏ ، وَاإِيتاءِ‏ الزَّكاةِ‏ ، وَحَ‏ جِّ‏ البَيْتِ‏ ، وَصَ‏ وْمِ‏<br />

رَمضانَ‏<br />

“İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır:<br />

Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in<br />

Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı<br />

dosdoğru kılmak, zekatı hakkıyla vermek,<br />

Allah’ın evi Kabe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu<br />

tutmak.” 6<br />

Namaz Allah’a kulluk etmektir.<br />

“Allah’a gönülden boyun eğerek namaza<br />

durum. “ 7<br />

Namaz ile ilgili ayet ve hadislere göre namazın<br />

farz kılınmasındaki hikmetlerinden biri de,<br />

namaz kılan kimsenin Cenab-ı Allah’ın kudret ve<br />

kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafızasına<br />

nakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suretle<br />

kendisini her türlü fenalıklardan, hatalardan,<br />

4 Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 300/2550<br />

5 Müslim, “Salât”, 215; Nesâî, “Mevâkýt”, 35<br />

6 Buhârî, Îmân 1<br />

7 Bakara 2/238<br />

suçlardan alıkoymasıdır. Allah düşüncesi ve kalbi<br />

Allah’a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyar.<br />

Namaz Allah’ı sürekli hatırlamanın en büyük<br />

vesilesidir. Nitekim ayette :<br />

“Beni hatırlamak/anmak için namaz kıl”<br />

buyurulmaktadır. 8<br />

Namaz insanın maddi ve manevi temizliğinin<br />

vasıtasıdır. Çünkü namaz kılmak için abdest<br />

almak, gerekiyorsa gusül abdesti almak, ayrıca<br />

elbisenin ve namaz kılınacak yerin de temizlenmesi<br />

gerekir. Bu açıdan namaz, maddi temizliktir.<br />

Günahlardan arınmanın bir yolu olması sebebiyle<br />

de manevi temizliktir. Şöyle ki:<br />

Efendimiz (a.s.), beş vakit namazını kılan kimseyi<br />

günde beş defa bir nehirde yıkanan kimseye<br />

benzetmiştir:<br />

“Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir ırmak<br />

olsa ve burada günde beş defa yıkansa bu<br />

kimsede hiç kir bırakır mı? (Sahabenin):<br />

“Hayır hiç bir kir bırakmaz’ diye cevap vermeleri<br />

üzerine Efendimiz (a.s):<br />

“İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, bu sebeple<br />

günahları temizler, yok eder.”buyurdular. 9<br />

8 Tâhâ 20/14<br />

9 Buhârî, “Mevâkýt”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 282<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


Namaz, insanı günah işlemekten alıkoyar, günahtan<br />

uzaklaştırır.<br />

“Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl; çünkü<br />

namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah’ı<br />

zikretmek en büyük şeydir. Allah yapıp ettiklerinizi<br />

bilir” buyurulmaktadır. 10<br />

Namazın direnç göstermede bir fonksiyonu<br />

bulunduğu da anlaşılmaktadır.<br />

“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak<br />

Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah<br />

sabredenlerle beraberdir.” 11<br />

“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım<br />

dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden<br />

saygı duyanlardan başkasına ağır gelir “. 12<br />

Kur’an’da, namazı üşene üşene kılmayı ve<br />

terk etmeyi münafık ve kafirlerin niteliği olarak<br />

zikredilmiştir.<br />

“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah<br />

da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar,<br />

namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkar-<br />

10 el-Ankebût 29/45<br />

11 Bakara, 2/153<br />

12 Bakara, 2/45<br />

lar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az<br />

anarlar .” 13<br />

“ Ve onların infaklarının, onlardan kabul edilmesine<br />

mani olan şey, ancak Allah’ı ve O’nun<br />

resûllerini inkâr etmeleri ve namaza üşenerek<br />

gelmeleri ve onların ancak kerih görerek infâk<br />

etmeleridir.” 14<br />

Namaz kılanlara mükafatları bir çok Ayet-i<br />

Kerime’de ifade buyrulmuştur :<br />

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin<br />

dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.<br />

Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler.<br />

Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah<br />

merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak<br />

güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 15<br />

“Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine<br />

rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda<br />

harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten<br />

mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek<br />

13 Nisa, 4/142<br />

14 Tevbe, 9/54<br />

15 Tevbe, 9/71<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

20


mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık<br />

vardır.” 16<br />

Namaz kılan kimse, Rabbi ve meleklerle<br />

beraberdir.<br />

Bu konuda Efendimiz (a.s.)’ın şu hadisi oldukça<br />

dikkat çekicidir:<br />

“Gece ve gündüz melekleri sizi takip ederler.<br />

Sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Sonra<br />

sizinle geceleyen melekler, ilahi huzura çıkarlar.<br />

Rab’leri onlara :<br />

“- Onları en iyi bir şekilde bildiği halde - kullarımı<br />

nasıl terk ettiniz?” diye sorar.<br />

Melekler :<br />

“Onları namaz kılarken terk ettik ve namaz kılarken<br />

bulduk .” 17 cevabını verirler.<br />

Namaz müminlerin kusurlarına keffaret ve<br />

Allah’ın mağfiretine vesile olur.<br />

Efendimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:<br />

“Beş vakit namaz ve Cuma namazı diğer Cuma<br />

namazına kadar, Ramazan, diğer Ramazana kadar<br />

büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde aralarında<br />

işlenen küçük günahlara keffarettirler.” 18<br />

“Allah, beş vakit namazı (kullarına) farz kılmıştır.<br />

Kim abdesti güzelce alır, beş vakit namazı<br />

16 Enfal, 8/3-4<br />

17 Buhârî, Mevâkît, 9/16. (I, 139.)<br />

18 Müslim, Sahih,Tahâre, 3/16. (I, 209.); Ahmed b. Hanbel, Müsned,<br />

II, 229.<br />

vaktinde kılar, rükûunu, ve huşûunu tam yaparsa<br />

bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağı (ve cennete<br />

koyacağına) dair ahdi (sözü) vardır. Böyle yapmayan<br />

kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Dilerse<br />

onu bağışlar (ve cennetine koyar), dilerse ona<br />

azap eder.” 19<br />

Namazın önemi, terki veya ciddiye alınmadan<br />

kılınması halinin şiddetle ikaz edilmesiyle de<br />

anlaşılmaktadır.<br />

“Yazıklar olsun namaz kılanlara ki,onlar namazlarını<br />

ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla)<br />

gösteriş yaparlar.” 20<br />

“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve<br />

dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi.<br />

Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba<br />

çarptırılacaklardır.” 21<br />

“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı<br />

terketmek vardır.” 22<br />

Namazın keyfiyetini bildiren ayet-I celileye<br />

muhatap olabilmek, duasıyla…<br />

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar<br />

ki namazlarında huşû içindedirler.” 23<br />

19 Ebû Dâvûd, Sünen, Salat, 2/9. (I, 295-296.)<br />

20 Maun 107/ 4-6<br />

21 Meryem 19/59<br />

22 Riyazü’s Salihin/52<br />

23 el-Mü’minûn, 1-2<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

21


SİYER-İ <strong>NE</strong>Bİ<br />

İlk Vahyin Gelişi<br />

M. DİKKATLİ<br />

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />

40 yaşlarına yaklaşırken gelecek büyük lütuf<br />

ve manevi feyizlere de bir anlamda hazırlanıyorlardı.<br />

Kabe’ nin hakemliği olayının ardından<br />

içinde yaşadığı toplumun yaptığı zulümler,<br />

ahlaksızca tavırlar, cahilce tapınışlar daha<br />

fazla acı veriyordu Allah Rasulüne. İnsanların<br />

bu değiştirilemez ve kabullenilemez halleri<br />

yalnızlığı sevdirir olmuştu. Bu sebeple çevresindeki<br />

zifte ve zifiriliğe inat Allah’ın nuruyla<br />

parlatılmış bu nadide cevher za man za man<br />

evin den çı kar, Mek ke’den uzak la şır, ses siz ve<br />

sa kin yer le re doğ ru gi der di. Bu uzaklaşma<br />

Mekke’ ye bir buçuk saat mesafede bulunan<br />

Hira mağarasında Allah’a yakınlaşmanın yolu<br />

olacaktı.<br />

Mekke-i Mükerreme’nin kuzeydoğusunda<br />

bulunan Nur Dağı nübüvvet nurunun parlamaya<br />

başladığı yer olmasından ötürü bu isimle<br />

anılır. Yüksekliği 642 metreye kadar ulaşan<br />

bu dağ irili ufaklı kayalardan meydana gelen,<br />

ağaçsız ve çıkılması hayli zor bir konumdadır.<br />

Günümüzde ziyareti kolaylaştırmak adına<br />

merdivenler yapılmışsa dahi dik oluşu sebebiyle<br />

dikkat gerektirir. Hira mağarası bu dağın<br />

zirvesine çıktıktan sonra yaklaşık yirmi metre<br />

kadar aşağısında yer alır. Mekke’ye hakim konumdaki<br />

bu mağara üç yanı kapalı, bir insanın<br />

başı tavana değmeyecek yükseklikte, yatacak<br />

kadar bir düzlüktedir.<br />

Allah Rasulü (sav); arayışın adı ve Rabbani<br />

terbiyenin başlangıcı olan bu ilahi dershanede<br />

bazen on gün bazen de bir aya yakın aralıklarla<br />

inzivaya çekiliyor, yaşadığı ızdırabın<br />

gereği olarak ne yapması gerektiğini bilemeden<br />

ibadet ediyordu. Daha önce haniflerin de<br />

yapmış olduğu bu inziva ve ibadet şeklinin<br />

tefekkür etme ve ibretle; alemi, varlığı, yaradanı<br />

düşünmek olduğu bilinmektedir. 35- 40<br />

yaş arası bu uzlet halini gören Kureyşliler ‘Mu-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

22


hammed Rabbine aşık olmuş’ derlerdi. 1 Efendimiz<br />

tefekkürle geçen günlerinden sonra azığını<br />

yenilemek için şehre döner, Kabe’yi tavaf ederek<br />

ailesinin yanında kısa bir süre kaldıktan sonra<br />

Hira mağarasındaki yerine dönerdi.<br />

Nübüvvet öncesi yaşadığı bu ıslah-ı hal durumu<br />

manevi gelişim ve vahyi karşılamadaki olgunlaşmaya<br />

sebep olmuş, bu temizliğin sonucunda<br />

da hali kadar duru, gün ışığı kadar berrak,<br />

sadık rüyalar görmeye başlamış. 2<br />

Bu durumu mübarek annemiz Hz. Aişe şu şekilde<br />

anlatır;<br />

“Peygamber’e gönderilen vahiy, sadık rüyalar<br />

şeklinde başladı. Gördüğü her rüya sabahın aydınlığı<br />

gibi aynen çıkardı.” 3<br />

Sükûnete eren ruhun yansıması olan bu sadık<br />

rüyaların haricinde Nebi-i Muhterem yürüdüğü<br />

yollarda kendisini selamlayan kayalıkların<br />

ve ağaçların sesini işitiyordu. 4 Bununla ilgili şöyle<br />

buyurmuşlardır;<br />

“Ben Mek ke’de bir taş bi li rim ki pey gam ber<br />

ola rak gön de ril me den ev vel ba na se lâm ve rir di.<br />

Onu(n ye ri ni) şim di de bi li yo rum.” 5<br />

Yine Haz ret-i Ali’de (ra) durumu şöy le an la tır;<br />

“Pey gam ber Efen di miz ile bir lik te Mek ke’de<br />

idim. Be ra ber ce Mek ke’nin bazı yer le ri ne git tik.<br />

Dağ la rın ve ağaç la rın ara sın dan ge çi yor duk. Rasu<br />

lul lah (sav)’in kar şı laş tı ğı bü tün dağ lar ve ağaçlar:<br />

«Es-Se lamü aley ke ya Ra su lal lah!» di yor du.” 6<br />

Adeta Nur- i Muhammed Efendimiz (sav)’in<br />

zahiren içinde bulunduğu yalnızlık ve arayış haline<br />

gelecek cevabı, kainat kendi diliyle müjdeye<br />

duruyordu. O’na sevdirilen bu yalnızlık hali aslında<br />

nübüvvete hazırlık aşamasında özel bir zaman<br />

dilimi olarak ayarlanmıştı.<br />

Allah Rasulü bu hazırlık dönemindeki sadık<br />

rüyaların ‘Nübüvvetin kırk altıda biri’ 7 olduğunu<br />

söylemiştir. Habibullah’ın sözleri ışığında bakılırsa<br />

altı aylık bu süre yirmi üç yıllık nübüvvetin<br />

tamda kırk altıda birine denk gelmektedir.<br />

1 İslam Tarihi, Asım Köksal 3-4/6.<br />

2 Buhari, Sahih, c. 1, s. 6; Müslim, Sahih, c. 1, s. 97; Ahmed İbn<br />

Hanbel, Müsned, c. 2, s. 153.<br />

3 Buhari, Bed’ü’l-Vahy 3.<br />

4 M.Hamidullah İslam peygamberi, 1/74.<br />

5 Müs lim, Fe da il, 2<br />

6 Tir mi zi, Me na kıb, 6/3626<br />

7 Bu hâ rî, Tâ bîr, 26; Müs lim, Rü yâ, 6<br />

Efendimize hak vaki oluncaya kadarki bu hazırlık<br />

hali 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesi gelen<br />

ilk vahiyle mühürlendi.<br />

Yine uzlet niyetiyle bulundukları Hira mağarasında<br />

Cebrail (as) kendisine insan şeklinde gelip;<br />

‘Oku!’ dedi. Efendimiz Muhammed Mustafa<br />

(sav) korku ve hayret içinde kendisine söylenen<br />

bu isteği;<br />

“Ben okuma bilmem.” diyerek yanıtlayınca<br />

Cebrail (as) O’nu tutup sıkıca kucakladı ve ‘Oku!’<br />

diyerek ilahi emri tekrarladı. Efendimiz (sav)’in;<br />

“Ben oku ma bil mem! (Ne oku ya yım?)” diye<br />

söylemesiyle Cebrail (as) Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (sav)’i 3. kez tuttu, takati kesilinceye<br />

kadar sıktıktan sonra bıraktı ve Alak diye<br />

isim bulmuş sure-i celilenin ilk beş ayeti kerimesini<br />

okudu.<br />

Kur’an’ı Hakim’in nüzulünü başlatan bu ayetler<br />

şöyledir;<br />

“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan<br />

pıhtısından yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten,<br />

insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük<br />

kerem sahibidir.”<br />

Rasulullah (sav) vahyin haşyetinden dolayı<br />

kalbinde büyük bir titreme ve endişe ile eve gelip<br />

mübarek annemiz Hz. Hatice’ ye; “Beni örtün,<br />

beni örtün!” buyurdu. O’nu örttüler. Bir müddet<br />

bu şekilde sakinleştikten sonra yaşananları ve<br />

endişelerini Hz. Hatice (ra)’ya anlattılar. Bunun<br />

üzerine eş olmanın usulü, muhabbet ve güvenin<br />

gereğini bizlere gösteren Hz. Hatice, Efendiler<br />

Efendisi’ni bu bilinmedik olay karşısında şu sözlerle<br />

teskin etti;<br />

‘Asla korkma. Vallahi Allah seni hiçbir zaman<br />

zor durumda bırakmayacaktır. Allah senin gibi bir<br />

kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen sözün<br />

doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabalarına<br />

yakın âlâka gösterirsin. Komşularına nazik<br />

ve müşfik davranırsın. Fakire yardım elini uzatır,<br />

gariplere evinin kapılarını açar misafir edersin. Hak<br />

yolunda halkın sıkıntılarını giderirsin.’ 8<br />

Hz. Hatice bu sözlerden sonra Rasulullah<br />

(sav) ile beraber amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’<br />

in yanına gitti. Varaka, putlara tapmaktan nefret<br />

ettiği için cahiliye devrinde Hristiyan olmuş, İbranice<br />

ve Yahudilik hakkında kendini yetiştirmiş,<br />

yaşlı, gözleri görmeyen bir bilgeydi. Efendimiz<br />

8 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/49; Buhari, 1/7.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

23


Varaka ile başından<br />

geçenler hakkında<br />

konuştuktan sonra<br />

Varaka;<br />

‘Bu gördüğün<br />

Allah’ın Musa’ya indirdiği<br />

Namus-u Ekber’dir<br />

(Cebrail). Keşke kavmin<br />

seni sürüp yurdundan<br />

çıkardığı zaman<br />

hayatta olsaydım da<br />

sana yardım etseydim’<br />

dedi.<br />

Varaka’nın bu sözleri<br />

karşısında Nebi (sav) hayretle;<br />

“Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?”<br />

diye sorunca Varaka;<br />

‘Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse<br />

yok ki ona husumet edilmemiş olsun. O güne<br />

yetişirsem sana mutlaka yardım ederim.’ diye<br />

cevapladı. 9<br />

Ancak Efendimiz (sav)’in içini rahatlatan, yaşadığı<br />

durumu anlamasını kolaylaştıran bu sözlerin<br />

üzerinden çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy<br />

de bir müddet kesintiye uğradı.<br />

Bu konuya geçmeden önce bu süreçte yaşanan<br />

ve önemli olan bazı konularda hikmet perdelerini<br />

sırasıyla aralamaya ve anlamaya çalışalım.<br />

Kureyş’te başarılı bir tüccarlığın yanı sıra<br />

asil hanımefendilerden biriyle yapılmış saadet<br />

dolu bir evliliğe sahip takdir edilen, sevilen, son<br />

derece güvenilen karakter sahibi bir beyefendi…<br />

Dünyevi hiçbir sıkıntısı yokken böyle bir arayışa<br />

geçmesi, karanlık bir mağarada uzun vakitler geçirmesi<br />

iç dünyasında yaşadığı sıkıntıyı bize anlatması<br />

adına önemlidir. Çevrenin güvenilmezliğinden,<br />

cehaletinden bahsedildiği bir ortamda<br />

bozulmadan, bulaşmadan nasıl yaşanılacağının<br />

en güzel örneğidir.<br />

Öncelikle efendimizin bu durumu bir kaçıştan<br />

ziyade, nasıl davranması gerektiğini bilemediği<br />

bir toplumun karşısına zihnen ve ruhen<br />

arınmak ve daha güçlü bir şekilde çıkmak içindi.<br />

Zira nübüvvetten sonraki tutumlarını görünce<br />

bu sözlerini anlamamız kolaylaşır inşallah;<br />

9 Siret-i İbn-i Hişam Tercemesi, 1/315.<br />

“İnsanlar içine karışıp<br />

da onlardan gelecek<br />

sıkıntılara katlanan<br />

Müslüman, insanlara<br />

karışmayıp onlardan<br />

gelecek sıkıntıya sabretmek<br />

durumunda olmayan<br />

Müslümandan<br />

daha hayırlıdır.” 10<br />

Bu durumları toprak<br />

altındaki tohumun<br />

örneğine benzetilmiştir.<br />

Verim alabilmek<br />

adına, ilahi sulanmayla<br />

geçirilecek belirli bir<br />

süre olarak bakılabilir. Tohumun bu yalnız kalacağı<br />

süreye ihtiyacının olduğu gibi insanın da kendisini<br />

Kur’an-ı Hakim’de defaatle zikredilen düşünmeye<br />

sevk edecek, tefekküre fırsat verecek,<br />

varlığını anlamayı ve Yaradanı bulmayı yakınlaştıracak<br />

kaliteli yalnızlığa ihtiyacı kaçınılmazdır.<br />

Yalnızlık bir fenerse,<br />

Ben de içindeki mum,<br />

Onu, billur bir kâse,<br />

Gibi doldurur nurum. 11<br />

Yalnızlığın ışığıyla nefsî muhasebeler daha net<br />

görülecek, belki bir mum gibi erinecek lakin nur<br />

ile dolmaya yol gidilecektir, nasip olsun inşallah.<br />

Bu yalnızlık hali hemen hemen bütün peygamberlerin<br />

hayatlarında görülmüştür. Hz.<br />

Musa, peygamberliğinden önce kırk gün kadar<br />

Tur dağında, dünyadan uzak, oruç tutmakla vakit<br />

geçirmiştir. Yine Hz. İsa, sakin bir ormanda<br />

kırk gün kadar her şeyden uzak ibadetle meşgul<br />

olmuştur. 12<br />

Yaşadıkları çağın düzenine ayak uyduramayıp,<br />

normal! olamayan arayış insanlarının yolculukları<br />

herkesin yürüdüğü yollar yerine dağlara olmuştur.<br />

Yine Hz. Musa (as)’ın ilahi tecelliye ulaşması<br />

Tur-i Sina’da olmuş, Hz. Nuh’un tufan sonrası yolculuğu<br />

bir dağda sabitlenmiş, Hz. Adem’e ilk rahmet<br />

yine dağdayken olmuş, Ashab-ı Kehf bir dağ<br />

mağarasında zulümden korunmuştur. Yalnız bir<br />

10 Ahmed b. Hanbel, V, 365.<br />

11 Necip Fazıl Kısakürek, 1929.<br />

12 Seyyid Süleyman Nedvî, Asr-ı Saadet, Terc.: Ali Genceli, c. 1,<br />

s. 44-45.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

24


çok peygamberin dağlarda<br />

inzivaya çekilmesi,<br />

bir çok evliyanın<br />

dağlık bölgede yerleşmesi<br />

değil, Hıristiyan<br />

manastırlarının ya da<br />

tapınaklarının birçoğunun<br />

yüksek dağlarda<br />

yapılmasının manevi<br />

anlamda yakınlık hissiyatının<br />

dışında insanın<br />

hormonlarıyla da alakalı<br />

bir durumu vardır. 13<br />

Bir diğeri okumayazma<br />

yönünden hiçbir<br />

bilgisi olmayan, kimseden ders almamış ya da<br />

ilim öğrenmemiş ümmi bir insana gelen ilk ilahi<br />

hitabın ‘Oku’ olması bize bu durumun yalnızca<br />

kitabi bir durum olmadığını gösteriyor. ‘Oku!’dan<br />

kasıt kainatı ve yaradılışı anlamak ve bu yolla<br />

Rabbe ulaşmak olabilir. Rab ismiyle müşriklerin<br />

aklına ilk gelen şeyin putlar olması bu ayetlerle<br />

bertaraf edilir. 14 Rab sıfatı şirkten uzaklaştırılır asli<br />

makamına iade edilir ve anlam itibariyle de ilk<br />

gelmesi terbiye edicinin adıyla başlayan bu harekette<br />

izlenecek yolu gösterir. Başlayacağımız<br />

her işe, atacağımız her adıma ne ile başlayacağımızı<br />

bildirir bize.<br />

İstikamette olması gerekenler birer tablo<br />

şeklinde ilk vahiyle sunulmuş önümüze. Cebrail<br />

(as)’ın ümmi olan Efendimiz (sav)’e getirdiği<br />

emre karşılık Allah Rasulü (sav)’in verdiği “Bilmiyorum.”<br />

cevabı, insanın kendini bilmesine örnektir.<br />

İmam-ı Malik Hazretlerinin; “Bilmediğini bilmiyorum<br />

diyebilmek, yanlış konuşurum diye<br />

korkmak ilmin yarısıdır.” 15 buyurdukları gibi insanın<br />

olgunluğuna işarettir. İlk vahiyde olduğu gibi<br />

bir terbiyecinin terbiyesine girebilmeye hazırlıktır<br />

bilmiyorum hali.<br />

Yine Cebrail (as)’ın bu ilk diyalog esnasında<br />

Efendimiz (sav)’ i sıkması, bırakması, sıkıca tutması<br />

yaşanılanların bir halüsinasyon olmadığının<br />

kanıtı olarak destektir.<br />

13 İnsan vücudundaki melatonin (uyku hormonu), Pinolin ve<br />

DMT ( mistik zevk halleri, metafiziki aleme geçişi tetikleyici) hormonlarını<br />

salgılayan epifiz bezinin işleyişi dağların zirvesinde en<br />

üst seviyeye çıkmaktadır. http:// sufizmveinsan.com/arastirma/<br />

ruhvebeden.html/Dr.Selim Aydın İstanbul- 17. 08. 2005)<br />

14 Suat Yıldırım, Kur’an’da uluhiyyet, s. 93<br />

15 İhya’u Ulumi’d-Dîn, Cild 1, Sayfa: 72 benzeri<br />

Bir başka destek,<br />

beklenmedik böylesi<br />

büyük bir olay karşısında<br />

Habibi Kibriya<br />

Muhammed Mustafa<br />

(sav)’in bu ağır sorumluğu<br />

desteğiyle hafifleten,<br />

insanların tepkilerini<br />

hesaplarken<br />

ona koşulsuz inanmasıyla<br />

huzur veren,<br />

sıkıntılarından sükuna<br />

erdiren, telaşa kapılmadan,<br />

metanetle<br />

olaylara yaklaşan ve<br />

teskin edici haliyle rahatlatıp çözüm arayan annemiz,<br />

o güzel eş Hz. Hatice… Evliliklerinin hikmetini<br />

bir kez daha bize gösteren, eş olma halinin<br />

aslını öğreten Haticetü’l Kübra validemizin<br />

sözleri yaptığı yapacağı işlerde korku duymak<br />

istemeyen, utanç yaşamaktan korkan, endişelerden<br />

uzak kalmak isteyenler için birer madde halindedir<br />

sanki;<br />

Sözün doğrusunu söylemek<br />

Emanete riayet etmek.<br />

Akrabalık ilişkilerine önem vermek.<br />

Komşu hukukuna dikkat etmek.<br />

Fakire, gariplere ince bir gönülle yardımcı<br />

olmak.<br />

İnsanların zor zamanlarında onların yanında<br />

ve yardımında bulunmak.<br />

Allah-u Teala’nın bize öğrettiğinden başka bir<br />

bilgimiz yoktur. Bilginin sahibi, hallerin hakimi<br />

olan Mevla-ı zü’l Celal hem bu dünyada hem ahrette<br />

korku ve hüzünden emin kılsın, utanacak<br />

hallerimizi güzelleriyle değiştirsin. Efendimiz,<br />

gözlerin nuru, kalplerin tabibi, gönüllerin ilacı<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in yolundan<br />

gitmeyi Rabbim nasip etsin. Mürşidimiz<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan öğrendiğimiz<br />

Cafer-i Sadık (ra)’ın duasında olduğu gibi<br />

Mevla bizleri saidler olarak yaşatsın, şehitler olarak<br />

can verdirsin.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

25


TASAVVUF<br />

Müslümanlar Allah’ ı tanımıyorlar, Allah’ a dayanmayıp,<br />

güvenmiyorlar. Allah’ a dayanıp, güvenmek<br />

nasıl olur? Bunu Rasullerden öğrenmemiz<br />

gerekmiyor mu? Allah’ın Nebilerine,<br />

Rasullerine, Allah’ın sevdiği kullar zümresine bakıp<br />

onlardan öğreneceğiz değil mi?<br />

لَقَدْ‏ كَانَ‏ لَكُمْ‏ فيِ‏ رَسُولِ‏ اللّ۞هِ‏ اُسْ‏ وَةٌ‏ حَ‏ سَ‏ نَةٌ‏<br />

لِمَنْ‏ كَانَ‏ يَرْجُوا اللّ۞هَ‏ وَالْيَوْمَ‏ الْا۞خِ‏ رَ‏ وَذَكَرَ‏<br />

اللّ۞هَ‏ كَثيِراً.‏<br />

“Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için;<br />

Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı<br />

çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”<br />

O Rasulde bizim için güzel örnekler vardı.<br />

Allah’ı vekil eden bir Nebiyi görüyoruz Sevr<br />

mağarası’nda. Hep anlatırlar o hicret anını. Ne<br />

demişti arkadaşına;<br />

اإِلاَّ‏ تَنْصُ‏ رُوهُ‏ فَقَدْ‏ نَصَ‏ رَهُ‏ اللّ۞هُ‏ اِذْ‏ اَخْ‏ رَجَ‏ هُ‏<br />

الَّذينَ‏ كَفَرُوا ثَانِيَ‏ اثْنَيْنِ‏ اِذْ‏ هُمَا فِي الْغَارِ‏ اِذْ‏<br />

يَقُولُ‏ لِصَ‏ احِ‏ بِهِ‏ لَا تَحْ‏ زَنْ‏ اِنَّ‏ اللّ۞هَ‏ مَعَنَا فَاَنْزَلَ‏<br />

اللّ۞هُ‏ سَ‏ كيِنَتَهُ‏ عَلَيْهِ‏ وَاَيَّدَهُ‏ بِجُنُودٍ‏ لَمْ‏ تَرَوْهَا<br />

وَجَ‏ عَلَ‏ كَلِمَةَ‏ الَّذيِنَ‏ كَفَرُوا السُّفْل۞ى وَكَلِمَةُ‏<br />

اللّ۞هِ‏ هِيَ‏ الْعُلْيَا وَاللّ۞هُ‏ عَزيِزٌ‏ حَ‏ كيِمٌ.‏<br />

Sebeplere<br />

tevessül,<br />

Tevekküle<br />

mani değildir!<br />

Z.BİLMEN<br />

“Eğer siz ona (Peygamber’ e) yardım etmezseniz,<br />

(biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden<br />

biri olarak (Mekke’ den) çıkardıkları zaman, ona<br />

bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada<br />

bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme,<br />

çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da<br />

onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş,<br />

sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla<br />

onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin<br />

sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir.<br />

Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet<br />

sahibidir.”<br />

Bir dostuyla beraber üçüncüleri Allah. Allah’a<br />

dayanıyordu. Muhammed Mustafa (sav) mağaraya<br />

değil, mağaranın sahibine, Allah’a sığınıyordu.<br />

Allah dilerse kulunu bir örümceğin ağıyla korur.<br />

Aslında en zayıf ev örümceğin evidir. Onunla<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

26


Müslümanları örter de bütün kafirlerin gözünden<br />

gizler. Siz dünya mağarasına sığının. Gayret<br />

edin, sebeplere tevessül edin. Yalnız sebeplerin<br />

de yaratıcısının Allah olduğunu bilin. Tevekkül<br />

edin.<br />

‘Euzü’ deyip sığınacaksın. Kime? ‘Billahi’ o<br />

Allah’a sığınacaksın. Peki Allah’ı bilmeden, tanımadan,<br />

o sahibe nasıl sığınacaksın? Nasıl tanıyacaksın<br />

Hakimler Hakimi, Yüceler Yücesi Rabbi?<br />

Cumhurbaşkanıyla görüşmek istersen ne yaparsın?<br />

Danışmanından randevu alırsın değil mi?<br />

Televizyonun olmadığı bir köyün ahalisi cumhurbaşkanını<br />

yanında görse, tanımaz değil mi?<br />

Tanımaz adam ne bilsin ki, nerden bilsin? Bizler o<br />

Rasulü (sav) tanımadan Allah’ı nasıl tanıyacağız o<br />

zaman? Allah- u Teala öyle buyurmuyor muydu?<br />

اَيَحْ‏ سَ‏ بُ‏ الْاِ‏ نْسَ‏ انُ‏ اَنْ‏ يُتْرَكَ‏ سُدًى<br />

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı<br />

zanneder.”<br />

Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor! Hepimizin<br />

bir sahibi var. Sahibini tanımadan, sahibini<br />

bilmeden, sahibine ulaşmadan sahibine sığınıyor.<br />

Nasıl olacak? Önce vekili tanımak lazım. Bak<br />

sen sahibini tanımaya geldin buraya. Sahibini<br />

tanırsan güzel olacak. Hoş olacak. Sahibi bilince<br />

kıyameti beklemeye gerek yok. Cennette bir yer<br />

bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da oraya gitsem’<br />

diyeceksin. Sahibini tanıyan, tevekkül eder. Allah-<br />

u Teala’ yı bilen insan, bilir de öyle yönelir.<br />

Ya bilmeden Allah’ a nasıl yönelir? Allah’ ı bilmek,<br />

Allah’ ı bilenleri bilmekle olur.<br />

Bir devlet dairesin de dahi işini yaptırırken tanıdık<br />

ararsın, bir makamla görüşmek için aracı<br />

sokarsın da en büyük makama ulaşmak için neden<br />

aracı aramazsın? Bir nüfus dairesine gitsen<br />

yahut hastaneye, bir çaycı senin işini görür değil<br />

mi? Çaycı, odacı seni istediğine ulaştırır da Allah’<br />

ın seçtiği, velisi niye seni Allah’ a ulaştırmasın? Bu<br />

çaycıyı, odacıyı Allah seçer. Sahip seçer. Sen sahibi<br />

onunla tanıyacaksın.<br />

Allah’ı vekil ederken ‘bi hurmeti Habib-i Kibriya’<br />

demiyor musun? Diyemez misin?<br />

Ebu Said El Hudri’ den (ra) Muhammed (sav)<br />

buyuruyor;<br />

“Kim evinden namaza çıktığında Allah’ım senden<br />

istenilen hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı<br />

için, ‘Allahüme inne esellüke bi hakkı sailin’ istiyorum<br />

derse” denilmiştir.<br />

Hz Ömer (ra)’ in rivayet ettiğine göre Muhammed<br />

(sav) buyurmuş ki;<br />

Adem (as) günah işlediğinde başını semaya<br />

kaldırdı;<br />

“Ey Allah’ım Muhammed hakkı için beni bağışlamanı<br />

istiyorum. “Esellüke bi Hakkı Muhammedin<br />

İlla ğafareli” dedi.<br />

Allah ona;<br />

“Muhammed kimdir?” diye vahyetti. Adem<br />

(as);<br />

“Beni yarattığın zaman başımı arşına kaldırdığımda<br />

orada Allah’ tan başka ilah yoktur<br />

Muhammed O’ nun Resulüdür. La ilahe İllallah<br />

Muhammedü’r Resulullah yazılı olduğunu gördüm”<br />

dedi.<br />

Osman b. Huneyf (ra)’ ten şöyle rivayet edilmiştir:<br />

Gözleri ama olan bir adam Rasulullah<br />

(sav)’ a gelerek;<br />

Allah’ın beni afiyete kavuşturması (gözlerimin<br />

açılması) için dua et!, dedi. Rasulullah (sav) da;<br />

“Eğer istersen dua edeyim, eğer istersen<br />

(sana yapacağım duayı) tehir edeyim. Bu senin<br />

için daha hayırlıdır” dedi. Adam;<br />

Dua et!, dedi.<br />

Rasulullah (sav) ona güzelce abdest alıp, iki<br />

rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini<br />

emretti;<br />

“Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet nebisi<br />

olan Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum.<br />

Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi<br />

için Senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ ım Onun<br />

benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle.”<br />

Rasulullah (sav)’ ın amcası Ebu Talip, nübüvvetten<br />

önce yağmur duasına Rasulullah’ la çıkıp<br />

onu vesile yapmıştı. Daha sonra müşriklere karşı<br />

Rasulullah’ ı müdafaa ederken bir şiir söyleyerek<br />

onu methetmiş ve;<br />

“Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur<br />

istenir.” الغمام بوجهه)‏ ‏(يستسقي demişti.<br />

Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz.<br />

Ebu Bekir (ra) çokça söylerlerdi.<br />

Garip olan şu ki, Ebu Talip iman etmemiş olduğu<br />

halde bir hakikati görmüş ve ifade etmiş,<br />

fakat Rasulullah’a ümmet olmuş bazı şahsiyet-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


ler bu hakikati göremiyorlar. Yukarıdaki ifadeler<br />

sahabelerin Rasulullah’ı vesile etmekte hiçbir<br />

mahzur görmediklerini ifadeye kafidir. Bunu teyit<br />

eden başka bir hadis başta Buhari’nin rivayet<br />

ettiği Hz. Ömer’le ilgili hadistir.<br />

Enes (ra) şöyle demiştir; Ömer b. Hattab (ra)<br />

kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i<br />

vesile ederek yağmur istedi ve;<br />

“Allah’ım! Biz sana Rasulullah (sav) ile tevessül<br />

eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi)<br />

sana Rasulullah’ ın amcasıyla tevessül ediyoruz.<br />

اإليك بعم نبينا)‏ ‏,(نتوسل bize yağmur ihsan<br />

eyle” dedi.<br />

Enes (ra) der ki; bu duanın ardından Allah<br />

yağmur ihsan etti.<br />

“O Rasul size neyi emrettiyse onu alın, neyden<br />

nehyetti ise ondanda sakının”, diye buyurdu Allah,<br />

o zaman Allah’ın Rasulü (sav) buyurdu niçin<br />

almıyorsun!<br />

Alimlere de, Alimim diyenlere de Allah hidayet<br />

bahşeylesin. Allahu yehdihum! Allahu yehdihum!<br />

Amin.<br />

Hz Ebubekir (ra’ in duasına bakalım. Bizler ondan<br />

daha takvalı değiliz değil mi?<br />

Rasulullah (sav) Hz. Ebubekir’ e şöyle dua etmesini<br />

öğretmiştir:<br />

“Ey Allahım! Nebin Muhammed (sav)’ in hürmetine,<br />

dostun İbrahim (as)’ in hürmetine, kurtardığın<br />

(veya seninle konuşan) kulun Musa (as)<br />

hürmetine, kelime ve ruhundan olan İsa (as) hürmetine,<br />

Musa( as)’ ın Tevrat’ ı, İsa (as)’ ın İncil’ i,<br />

Davud (as)’ ın Zebur’u ve Muhammed (sav)’ in<br />

Furkan’ ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bütün<br />

vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bütün<br />

kaza ve kaderin hürmetine, Senden isteyip<br />

dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yaptığın<br />

zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmetine<br />

veya hidayet ettiğin sapığın hürmetine ihtiyacımı<br />

senden istiyorum. (Beni mahrum eyleme).<br />

Musa (as) ‘a inzal buyurduğun isminin hürmetine,<br />

kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan büyük<br />

isminin hürmetine, yeryüzünün karar bulması<br />

için üzerine koyup da onda muvazeneyi<br />

temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine<br />

konup onların istiklale kavuşmasını temin eden<br />

isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup<br />

onlarda istikrarı temin ettiren isminin hürmetine,<br />

o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte<br />

onun hürmetine, senin Tuhur, Tahir, Tahhar, Samed<br />

ve Vitr isimlerinin hürmetine, o mübarek ismin<br />

ki, Kitabında Senin nezdinde apaçık nurdan<br />

inzal buyrulmuştur, onun hürmetine. O ismin ki,<br />

gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nurlanmasına<br />

vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu<br />

koymuş, gecenin kararmasına vesile olmuştur,<br />

onun hürmetine, senin azamet ve kibriyanın, ke-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

28


im zatının hürmetine, Senden bana Kur’ an ile<br />

onun bilgisini ihsan buyurmanı ister ve o bilgiyi<br />

etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz<br />

bir şekilde karıştırmanı Senden dilerim ve bütün<br />

bunların hürmetine Senden isterim ki, kuvvet ve<br />

kudretinle benim vücudumu kendi yolunda çalıştırasın.<br />

Çünkü günahtan dönüş ve ibadete yöneliş,<br />

ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey<br />

rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Allah!<br />

Demek bi-hürmeti demek tevekküle mani<br />

değil. Bak Ebubekir (ra)’ den naklediliyor. İnsanoğlu<br />

mayanın takvimine inanırsın da Ebubekir<br />

(ra)’ e isnat edilen bir zincir kaynağının sahihliğine<br />

inanmazsın. Sahabe dönemi çoktan sona<br />

erdi. Tabiun, Etbaut tabiin döneminden de kimse<br />

kalmadı. Kime soracaksın? Bir kız isteyeceğin<br />

zaman yanına sözü geçer birini arıyorsun, bu tevekküle<br />

mani değil. İlim öğrenmek için hocaya<br />

sarılıyorsun, bu vasıta edinmek değil. Lakin bir<br />

şeyhe talebe olmak şirk, putçuluk, Allah’ la araya<br />

vasıta koymak oluyor. El- insaf!<br />

Allah dostları kimi zaman ak, kimi zaman kara<br />

olur. Kimi zaman tanıdığından, kimi zaman tanımadığından<br />

olur. Mütevekkilun muhakkak<br />

Allah’a tevekkül edecek. Tevekkül edenleri tanımak<br />

sizi tevekkül edeceğiniz sahibi tanımaya<br />

götürecek. Tanımadığınız bir Allaha nasıl iman<br />

edeceksiniz? Vasıtasız Allah’a ulaşacaktınız da<br />

nebiler niçin geldi? Muhammed Mustafa (sav)’<br />

den ve Hz. Adem (as)’ e kadar gelmiş geçmiş enbiya<br />

niçin geldi? Allah- u Teala hidayeti direk veremez<br />

miydi ki? Göğüslerimizi şerhedip, yerleştiremez<br />

miydi? Demek örnekler verdi ki, onlarda<br />

görelim. O Nebilerden öğreneceksiniz. Çıraklığını<br />

görmediğiniz sanatın ustalığına soyunmayacaksınız.<br />

Kim ki çıraklığını görmeden bir ustalığa<br />

soyundu muhakkak ki Allah- u Teala’ nın<br />

kovduğu şeytanın eşeği, bineği oldu. Şimdi siz<br />

zannetmeyin ki bu merkeptir. Eş koşan şek duyanlara<br />

söylüyorum. Merkeplere lafım yok? Sahibi<br />

zü’l Celal’i tanıyacağız, tanımak içinde O’ nu tanıyanı<br />

birini bulacağız. O’nu tanıyanlarla Allah-u<br />

Teala’yı bulacağız. Onlar bizi Allah-u Teala’ ya bizi<br />

götürecek. Suyun kaynağına götürüp ab-ı kevserden<br />

içirtecek. İşin hülasası Allah-u Teala’nın<br />

dilimizden söylettiği şu sözleri iyi anlayacağız;<br />

Ben vasıtasız Allah’a ulaşırım diyenler!<br />

Evlerindeki su borularını söksünler…<br />

(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 5. Cild kitabından<br />

alıntıdır.)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

29


Eğer hayır işlersen,<br />

Ölüm sana çiçekli bir yoldur, ölmeyi istersin.<br />

Ölüm sana çiçekli bir yoldur, ölmeyi istersin.<br />

Dünyadan ahrete göçmeyi dilersin.<br />

Dünyadan ahrete göçmeyi dilersin.<br />

Eğer günahkarsan, dünya cennet görünür,<br />

Eğer günahkarsan, dünya cennet görünür,<br />

Dünya kadar azapta da olsan,<br />

Dünya kadar azapta da olsan,<br />

Yine de ahireti beklemez, ölümü istemezsin.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu


Ayın<br />

Sohbeti<br />

VarisÜn-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />

اَعُوذُ‏ بِالله مِنَ‏ الشَّيْطَانِ‏ الرَّجِ‏ يمِ‏<br />

بِسْ‏ م ‏ِاللهِ‏ الرَّحْ‏ م۞نِ‏ الرَّحِ‏ يمِ‏<br />

فَلَمْ‏ تَقْتُلُوهُمْ‏ وَلَكِنَّ‏ اللَّهَ‏ قَتَلَهُمْ‏ وَمَا رَمَيْتَ‏ اإِذْ‏ رَمَيْتَ‏<br />

وَلَكِنَّ‏ اللَّهَ‏ رَمَى وَلِيُبْلِيَ‏ الْمُؤْمِنِينَ‏ مِنْهُ‏ بَلاءً‏ حَ‏ سَ‏ ناً‏ اإِنَّ‏ اللَّهَ‏ سَ‏ مِيعٌ‏ عَلِيمٌ‏<br />

ذَلِكُمْ‏ وَاَأنَّ‏ اللَّهَ‏ مُوهِنُ‏ كَيْدِ‏ الْكَافِرِينَ‏<br />

اإِنْ‏ تَسْ‏ تَفْتِحُوا فَقَدْ‏ جَ‏ اءَكُمُ‏ الْفَتْحُ‏ وَاإِنْ‏ تَنْتَهُواْ‏ فَهُوَ‏ خَ‏ يْرٌ‏ لَكُمْ‏ وَاإِنْ‏ تَعُودُوا نَعُدْ‏ وَلَنْ‏ تُغْنِيَ‏ عَنْكُمْ‏ فِئَتُكُمْ‏<br />

شَ‏ يْئًا وَلَوْ‏ كَثُرَتْ‏ وَاَأنَّ‏ اللَّهَ‏ مَعَ‏ الْمُؤْمِنِينَ‏<br />

“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah<br />

onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın,<br />

fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir<br />

imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz<br />

Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.<br />

İşte durum bu: (Allah, mü’minleri güzel bir şekilde<br />

dener). Bir de Allah, kâfirlerin tuzağını zayıf<br />

düşürendir.<br />

(Ey inkarcılar!) Eğer fetih istiyorsanız işte size<br />

fetih geldi. Eğer (peygambere karşı gelmekten)<br />

vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlı olur.<br />

Eğer dönerseniz biz de döneriz. Çok olsa bile<br />

topluluğunuz size hiç fayda vermez. Çünkü Allah<br />

mü’minlerle beraberdir.”<br />

Halk arasında Enfal diye meşhur olmuş surenin<br />

17-18-19. ayetlerini okuduk. Allah-u Teala<br />

anlamayı, yaşayarak örnek olmayı nasip eylesin.<br />

Amin.<br />

Bu ayetin nüzul zamanı Bedir savaşı idi. Kafirler<br />

okçularıyla, atlarıyla öyle bir kalabalık toplulukla<br />

geliyorlardı ki Allah’ın Rasulü (sav) orduyu<br />

gördü ve dedi ki:<br />

“Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.”<br />

Lakin kafirler de dua ediyordu; ‘Sana hangimiz<br />

daha yakınsa onu galip eyle’ diyorlardı. Ayeti<br />

Celile’de Allah-u Teala kafirleri şöyle anlatıyor:<br />

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp<br />

da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece,<br />

bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye<br />

ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa<br />

düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm<br />

verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör<br />

olanları doğru yola iletmez.”<br />

Onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor diyerek, Allah-u<br />

Teala’nın diniyle Allah’tan uzaklaştılar. Burada da<br />

Allah’ın Rasulü (sav) el açıp, dua ediyordu:<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

31


- “Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.”<br />

Allah-u Teala cevap buyurdu:<br />

“Öyleyse Ya Muhammed! Yerden bir avuç toprak<br />

al da onların üzerlerine doğru at!”<br />

Bir rivayette de diyor ki: Habib-i Kibriya Muhammed<br />

Mustafa (sav), Cebrail (as)’ın kendisine<br />

beyanı üzere Hz. Ali (kr)’den toprak istedi. Bir<br />

avuç toprağı aldı kafirlere doğru ‘Allah suratlarınızı<br />

değiştirsin, gönüllerinize korku salsın’ diyerek<br />

attı. Müfessirlerden bir kısmına göre de<br />

Allah’ın Rasulü (sav) ok atmıştı. O olayda şöyle<br />

olmuştur;<br />

Bedir Harbi’nden önceydi. Rasûl-i Kibriyâ<br />

Efendimiz (sav) harp sahasında dolaşırken;<br />

“Burası Ebû Cehil’in, burası Utbe’nin, burası<br />

Ümeyye’nin, buralar da filânın ve filânın öldürülecekleri<br />

yerlerdir. Übeyy bin Halefi de ben kendi<br />

elimle öldüreceğim.” buyurmuştu.<br />

Bedir’de haber verdiği gibi, Ebû Cehil, Utbe<br />

ve Ümeyye bin Halef, mücahidler tarafından<br />

gösterilen aynı yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye<br />

Übeyy bin Halef kalmıştı. Bu adam Kureyş’in ileri<br />

gelenlerinden biri idi. Peygamberimiz (sav)’e, her<br />

karşılaşmasında şöyle derdi:<br />

“Ey Muhammed. Bir atım var. Her gün ona on<br />

altı ölçek darı yedirip besliyorum. Bir gün gelir,<br />

onun sırtında seni öldürürüm.”<br />

Rasulullah (sav) ise, bu azgın ve şaşkın adama<br />

cevabı sadece şu oluyordu:<br />

“Belki, İnşallah, ben seni öldürürüm.”<br />

İşte Übeyy bin Halef, Bedir’de mücahidler tarafından<br />

öldürülen kardeşi Ümeyye’nin intikamını<br />

almak, Rasulullah (sav)’in vücudunu ortadan<br />

kaldırmak üzere yemin ederek, Uhud’a çıkıp gelmişti.<br />

Hz. Rasûlullah (sav)’ın Şi’b’e doğru çıktığı<br />

sıradaydı. Übeyy’in gelmekte olduğu görüldü.<br />

Mekke’de günde on altı okka darı ile beslediği<br />

atının üzerindeydi. İntikam dolu bakışlarla Rasulullah<br />

(sav)’e yaklaşıyordu. Bunu fark eden sahabîler<br />

önüne çıkıp, hesabını görmek istediler. Ancak<br />

Rasûlullah (sav);<br />

“Bırakın, gelsin” diyerek mücahidlerin karşı<br />

çıkmasına mâni oldu. Resûl-i Ekreme oldukça<br />

yaklaşan bu azgın müşrikin ağzından;<br />

“Ey Muhammed, sen kurtulursan, ben kurtulmayayım.”<br />

lafları dökülüyordu. Bu sözleri duyan<br />

Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav), bir anda celâllendi.<br />

Elindeki mızrağıyla heybet ve haşyet verici<br />

adımlarla hasmının üzerine yürüdü. Übeyy, bir<br />

anda şaşkına döndü. Rasûlullah (sav)’ın heybet<br />

ve haşyet verici tavrı karşısında duramayıp, geri<br />

kaçmaya başladı. Rasulullah (sav) peşini bırakmıyor<br />

ve arkasından,<br />

“Nereye kaçıyorsun, ey yalancı!..”diye sesleniyordu.<br />

Bu kaçışla Übeyy kendini kurtaramadı.<br />

Rasulullah’ın (sav) fırlattığı mızrak, miğferle zırhı<br />

arasındaki kısma saplandı ve Übeyy sığır böğürmesi<br />

gibi böğürerek atından yere yuvarlandı.<br />

Müşrikler, yaralı halde onu alıp götürdüler. Yarasından<br />

kan akmıyordu. Ağrısına sızısına zor dayanıyordu.<br />

Zaman zaman arkadaşlarına;<br />

“Vallahi, Muhammed beni öldürdü.” diyordu.<br />

Arkadaşları bu sözünü ciddiye almıyorlar ve yarasının<br />

önemsiz olduğunu ifade ederek teselli etmeye<br />

çalışıyorlardı. Ne var ki, Übeyy, kurtulamayacağını<br />

anlamıştı. Arkadaşlarına şöyle dedi:<br />

“O bana (Mekke’de) ‘Seni öldüreceğim!’ demişti.<br />

Vallahi, o benim üzerime tükürse, yine beni<br />

öldürür.”<br />

Übeyy bin Halef, bir gün bile yaşamadan, “Susadım,<br />

susadım!” çığlıkları arasında ölüp gitti.<br />

Savaş sona erince Müslümanlardan “Şöyle<br />

kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım.” diye ileri<br />

geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler oldu.<br />

İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. Yani siz iftihar<br />

edip övünüyorsunuz, ama şunu iyi bilmelisiniz<br />

ki, onları sırf kendi gücünüzle yenmediniz,<br />

onları siz değil, Allah öldürdü. Ve attığın vakit de<br />

sen atmadın ya Muhammed! Hepsinin gözlerine<br />

batan o atışı, toprağı, oku sen atmadın, o atışın<br />

dış görünüşü senin idi, ama sonuçlarını ve etkisini<br />

sen yapmadın ve lâkin Allah attı. Zira sana<br />

“At!..” emrini veren O idi, o attığın şeyi hedefine<br />

isabet ettiren, gayesine erdiren ve düşmanı bozguna<br />

uğratıp, sizi tepesine bindiren ve galip getiren<br />

O idi.<br />

Bize göre bu ayet anlamı itibariyle müteşabih<br />

bir ayettir. Farklı bakış açılarıyla bu ayeti değerlendiren<br />

üç sınıf vardır;<br />

1. Vacibü’l Vücutçular.<br />

2. Sıradan inanan Müslümanlar.<br />

3. Dürziler.<br />

Şimdi Müslüman bu Ayet-i Celile’den yukarıda<br />

anlatılanları anlar. Fakat hululcüler veyahut<br />

dürziler, vahdet-i vücutçular acaba ne anlar?<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

32


Burada atan mı, atılan mı, attıran mı önemlidir?<br />

‘O elbisenin içinde Allah vardı’ diyen hululcü,<br />

dürziler şirke giriyorlar.<br />

Vahdet-i vücutçular ‘Allah-u Teala ile beraber<br />

attı’ diyerek bu ayeti fiilde tevhid anlayışlarına<br />

delil getirirler. Buna gerek yoktur. Burada anlatılmak<br />

istenen olayların, işlerin arkasında onları<br />

yaratanın Allah-u Teala olduğunu ispattır. Yani la<br />

Faile İllallah’ı anlatmaktır.<br />

Bir okun, tabancadan çıkan merminin, tabancayı<br />

tutan elin, o elin uzantısı olan kolun, kolun<br />

bağlı olduğu gövdenin, gövdeyi yöneten kafanın,<br />

kafanın içinde ki aklın, o aklı veren ruhun<br />

mu şerefi vardır?<br />

Sebepler alemindeyiz. Sadece sebebi görüyorlar.<br />

Halbuki öldüren Allah’tı, vesile ise Müslümanlar<br />

ve Muhammed’di (sav). Oku attıranın,<br />

atanın bizzat kendisi olması gerekmez ki!<br />

Bir güneşin ziyası, bütün dünyaya, aya, fezaya,<br />

uzaya yansır. Ama hiçbirinin Allah deme hakkı<br />

yoktur. Hepsi Allah’ın kudretiyledir. La Havle<br />

vela Guvvete illa billah’tır. Yani güç ve kuvvet<br />

ancak Allah’tandır. O gücü vermeseydi, ok isabet<br />

etmezdi. Kul ‘ya Rabbi’ deyip atacak ki, Allah-u<br />

Teala da onun görüşünü kuvvetlendirsin. Allahu<br />

Teala buyuruyordu;<br />

‘Sen sebebi görme ya Muhammed, sebeplere<br />

bakma.’<br />

Allah-u Teala’nın güç, kuvvet verdiğini şöyle<br />

anla;<br />

Ne sen varsın ne de ben.<br />

Cümle var olan Haktır.<br />

Bunu zata yükleme sen<br />

Adem nazargahullahtır.<br />

Adem nazar-ı ilahidir. Ne kadar nazar-ı ilahide<br />

kalırsan o kadar anlayacaksın. Eşyanın hakikatini<br />

anlayınca etrafındaki her şey sana hikmetini<br />

gösterecek. Köpeğe taş attığınız da taşa havlar.<br />

Ve taşı ısırır. Sebebi görür.<br />

Siz sebepleri görmeyin ne oku görün, ne atılan<br />

toprağı görün. Ne Cebrail (as)’ı, ne Muhammed<br />

(sav)’i görün. Hepsi sebeptir. Sebepleri halk<br />

eden (yaratan) Allah-u Teala’dır. Bizi sınamak için<br />

sebepleri yaratır. Faili yaratan, fiili yapma kuvvetini<br />

veren Allah’tır. Bu sözlerden Cebriyeciler de<br />

kendilerine pay çıkarmasın. Allah-u Teala cebretti,<br />

bizim elimizde ne var? Attığı zaman o atıyor,<br />

tuttuğu zaman o tutuyor, öldürdüğü zaman o<br />

öldürüyor, diyenler; Allah-u Teala size bir tercih<br />

hakkı verdi. Niyet verdi. Allah helalin ve haramın<br />

yaratıcısıdır. İkisinden de imtihana çekecek. Sen<br />

dilediğine meyledeceksin. Senin yönün ne yana<br />

ise, gönlün ne tarafı isterse Allah-u Teala o tarafa<br />

doğru sana kuvveti verecek. Helalinden istiyorsan<br />

helal kazanacaksın. ‘Helal, haram fark etmez.’<br />

dersen haramdan kazanacaksın. Kimse düşüncesinde<br />

bir işe meyletmeden, o işe bulaşmaz. O işe<br />

götürecek bir arkadaşı da olmaz. Allah ikisini de<br />

gösterir, meylin ne tarafaysa o tarafa kayarsın.<br />

Behlül Dana (rh) gülmeyi terk ediyor. Öyle ki<br />

güldüğünü gören yok. Harun Reşid (rh) diyor ki:<br />

- Behlül’ün güldüğünü gelip bana söyleyene<br />

bir kese altın vereceğim.<br />

Herkes Behlül’ü takip ediyor. Behlül-ü Dana<br />

(rh) bir köşede oturuyor, duvar yıkılıyor. Çocuk o<br />

duvarın altında kalıyor. Duvar yıkılıp çocuk ölünce<br />

Behlül-ü Dana (rh) kendi kendine gülmeye<br />

başlıyor. Çocuğun ailesi Behlül-ü Dana (rh) bizimle<br />

alay ediyor diye şikayet ediyor. Halife diyor<br />

ki:<br />

- Siz güldüğünü mü gördünüz yani? Behlül<br />

gülmez ki böyle bir acı duruma.<br />

Çağırıyorlar Behlül’ü, diyor ki;<br />

- Ya Behlül niçin güldün? Ben senin güldüğünü<br />

görene bir kese altın vaat ettim. Sen ne oldu<br />

ki güldün?<br />

- Ya Harun bir senedir bu duvar eğikti. ‘Acaba<br />

duvar eğildiği yere mi yıkılacak yoksa ters tarafa<br />

mı’ diye bu duvarı gözetlemekteydim. Ben çocuğun<br />

öldüğünü görmedim, duvarın yıkıldığını<br />

gördüm, ona güldüm.<br />

- Ne var bunda ya Behlül bilemeyecek? Elbette<br />

eğildiği yöne yıkılacak.<br />

- Ya Harun. Duvar eğildiği yöne yıkılacaksa benim<br />

eğildiğim yön ahret. Senin eğildiğin yön neresi<br />

acaba? Diyor.<br />

İşte orada, ey Rasulüm attığın zaman sen atmadın,<br />

lakin Allah attı, dediğinde Allah-u Teala<br />

kafirin yüreğine korku, mü’minin gönlüne ise cesaret<br />

attı. Bütün lambaları yakan elektriktir, lamba<br />

‘elektriğim’ deme hakkına ve salahiyetine sahip<br />

değildir. Burada atan gücü yaratan Allah-u<br />

Teala’dır. Makamı bilen, güzel anlayacak. Kaderin<br />

tecelli ettiğini, Allah-u Teala’nın güç ve kuvvet verip<br />

o fiili oradan işlettiğini bilecek. Allah-u Teala<br />

birdir, muhakkak Allah-u Teala’nın eşi ve benzeri<br />

yoktur. Ve hiç kimsenin ‘Allah’ım’ deme salahiyeti<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


yoktur. Anlayana bu kadar muhabbet yeter, anlamayana<br />

ne söylesen kar etmez efendiler.<br />

Yahudiler ve Hıristiyanlar sözü anlamadılar da<br />

eğdiler, büktüler ve kendileri gibi ilah edindiler.<br />

اتَّخَ‏ ذُوا اَأحْ‏ بَارَهُمْ‏ وَرُهْبَانَهُمْ‏ اَأرْبَابًا مِنْ‏ دُونِ‏ اللَّهِ‏<br />

وَالْمَسِ‏ يحَ‏ ابْنَ‏ مَرْيَمَ‏ وَمَا اُأمِرُوا اإِلاَّ‏ لِيَعْبُدُوا اإِلَهًا<br />

وَاحِ‏ دًا لاَ‏ اإِلَهَ‏ اإِلاَّ‏ هُوَ‏ سُبْحَ‏ انَهُ‏ عَمَّا يُشْ‏ رِكُونَ‏<br />

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar<br />

ise) rahiplerini ve Meryem oğlu<br />

Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlarda ancak, bir<br />

olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır.<br />

O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak<br />

koştukları her şeyden uzaktır.”<br />

Bir gün Rasulullah (sav) bu ayet-i kerimeyi<br />

okuduğu sırada daha önce Hıristiyan iken sonradan<br />

İslam’la şereflenen Adiyy İbni Hatem (ra)<br />

(boynunda haç olduğu halde) Rasulullah’ın (sav)<br />

yanına girdiğinde bu Ayet-i Kerime’yi duyunca<br />

Rasulullah’a:<br />

- Onlara ibadet etmiyorlar ki? dedi. Bunun<br />

üzerine Rasulullah:<br />

- “Onlar Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram,<br />

haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara<br />

itaat etmiyorlar mı?” diye sorunca Adiyy İbn<br />

Hatem:<br />

- Evet, dedi.<br />

Rasulullah:<br />

- “İşte böylece onlara ibadet ediyorlar.”<br />

buyurdu.<br />

Bu ayet niçin bize gönderildi? Geçmiş ümmetlerin,<br />

özellikle Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları<br />

hataları hikâye etmek için mi? Yoksa bizde de baş<br />

gösterecek benzer hatalara dikkat çekmek, bertaraf<br />

etmek için mi?<br />

Museviler ve Hıristiyanlardan bazı kesimi, mutasavvıfların<br />

yazdığı kitaplara birebir yazı taklidi<br />

ile müdahale edip, aslında olmayan yalan, yanlış<br />

bilgiler, uydurma hadisler eklediler. Eğdiler büktüler.<br />

Abarttılar, akılları ve hafızaları durdurur bir<br />

şekilde Allah’a yakın olmak isteyenleri, Allah’tan<br />

uzaklaştırdılar. Din-i İslam’ı o kadar zorlaştırdılar<br />

ki, insanı yapamayacağı şeylerle mükellef tuttular.<br />

Günlerce kendimi insanların arasından uzlete<br />

çekeceğim, gece-gündüz hiç uyumadan ibadet<br />

edeceğim, hiçbir şey yemeyeceğim gibi zorluklarla,<br />

inkar arasında bir seçime zorladılar. “Allah<br />

kullarına zulmetmez…”, “Allah bir nefse kaldıramayacağı<br />

yükü yüklemez.” ayetlerini sanki hiç<br />

okumadılar. İşte bu şekilde Allah’ın helallerini,<br />

haramlaştırdılar. Bir taraftan da haramlarını helalleştirdiler.<br />

Bugüne baktığımızda bir şeyh efendiye<br />

bir şey söyleseniz; ‘Sen benim şeyhimi inkar<br />

mı ediyorsun?’ diyenden tutun, kafirlikle ithama<br />

kadar varan sözlere maruz kalırsınız. Hele bir<br />

de şeyh efendi, Mevlasına rücu etmişse, kişinin<br />

fikrini asla değiştiremezsin. Niye? İman etmiştir<br />

körü körüne. Ayeti ve hadisi onun anladığı şekilde<br />

anlamaya çalışırlar. Ayetleri ve hadisleri açıklayacak<br />

emanetçileri var mıdır, diye sorarsak, elbette<br />

vardır. Resul-ü Ekrem (sav) nasıl açıklama<br />

gereği duymuşsa, ondan sonra gelen alimlerde<br />

bunları anlatma mecburiyetindedirler ama akılları<br />

ile, nefisleri ile değil. Öyle buyuruyor Habib-i<br />

Kibriya Muhammed (sav);<br />

“Kim ki nefsi ile Kur’an’ı tefsir eder, kendine<br />

cehennemden kat beğenir.”<br />

Kur’an-ı Kerim emir ve nehiylerle anlaşılır. Haramlara<br />

ve helallere uyularak anlaşılır. Aksi takdirde<br />

bir harama helal derse, bir tanesine uymamaya<br />

başlarsa çorap söküğü sökülür. Hani Yunus<br />

Emre’den (rh) çok örnek veririm:<br />

Yerden göğe küp dizseler,<br />

Birbirine bent etseler,<br />

Aradan birini çekseler,<br />

Seyreyle sen gümbürtüyü.<br />

Küpleri dizin göğe doğru. Aradan bir tanesini<br />

çekin. Hepsi yerle bir olur değil mi? Kur’an-ı<br />

Kerim de böyledir. Sünnet-i Seniyye de böyledir.<br />

Sen bir tane emri kaldırırsan, onun yerini<br />

beş tane yalanla, on tane ihanetle kapatmaya<br />

çalışacaksın.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

34


Nereye<br />

İnsanoğlu çiğ süt emmiş,<br />

Beden ruhuna kötülük etmiş,<br />

Allah doğruyu göstermiş,<br />

O, hep tersine gitmiş.<br />

Kimi zaman görmüş gerçeği,<br />

“ Eyvah “ çekip tövbe etmiş,<br />

Kimi zaman vurmuş tekmeyi,<br />

“ her söz yerine göre ” demiş.<br />

Ben de şaştım bu işe,<br />

Bakalım bu gidiş nereye?<br />

Gittik dansa, diskoteğe,<br />

Eğlenip, içtik gönlümüzce.<br />

Döndüm baktım geriye,<br />

Şaşkınlıktan döndüm deliye,<br />

Sordum ; “ bu gidiş nereye”<br />

Dediler; “ cehenneme”<br />

Dünyada ne ektin, burada biçersin.<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU


SAHABE-İ GÜZİN<br />

Burak Çınar<br />

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />

Ebu’d-Derdâ<br />

Rasûlullah (s.a.s)’in, Kur’ân, fıkıh ve hadis<br />

ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl<br />

adı Uveymir’dir. Hazrec kabilesine mensuptur.<br />

Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî’nin<br />

naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ ailesi içinde en<br />

son Müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü<br />

bir putu vardı. Kendisini İslâm’a dâvet eden<br />

dostu İbn Revâha bir gün putunu o evde yokken<br />

parçaladı ve gitti. Ebû’d-Derdâ eve gelince<br />

önce çok kızmış, sonra şöyle demiştir: “Eğer<br />

putta bir hüner olsaydı, kendini koruyabilecekti.”<br />

Ve sonra Peygamber Efendimize giderek<br />

Müslüman oldu (Hâkim, el-Müstedrek,<br />

III, 336).<br />

Ebû’d-Derdâ önceleri ticaretle uğraşırken,<br />

Müslüman olduktan sonra kendini tamamen<br />

zühd ve ibâdete vermiştir. Şam fakihi<br />

diye meşhurdur. Kendisi bunu anlatırken<br />

şöyle der: “Peygamber Efendimiz risâletle<br />

geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet<br />

yapmak istedim. Fakat ikisinin bir arada<br />

olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp<br />

ibadete yöneldim.”<br />

İslâm’a girişinden önce meydana gelen<br />

Bedir gazasında bulunmayan Ebû’d-Derdâ,<br />

Uhud’da büyük fedakârlık ve şecâat gösterdi.<br />

Bu gazadan sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in bütün<br />

gazalarında bulundu. Ebû’d-Derdâ’nın<br />

kardeşliği Selmân-ı Fârisî’dir. Ebû’d-Derdâ,<br />

Rasûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ömer’in<br />

ona ısrarla bir görev vermek istemesine rağmen<br />

o “Bana müsaade et, gidip halka<br />

Rasûlullah’ın sünnetini öğreteyim, onlara<br />

namaz kıldırayım.” demiş, Hz. Ömer de ona<br />

müsaade etmişti. Hz. Ömer daha sonraları<br />

Şam’ı ziyaretinde Şam valisi Yezid b. Ebî Süf-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

38


yân, Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş’ari’yi teftiş ettiğinde<br />

bu zatların kapılarının kilitli olduğunu,<br />

odalarının ipekle kaplı bulunduğunu, huzurlarına<br />

girenlerin kim olduklarını sorduklarını, müreffeh<br />

yaşadıklarını görmüş; Ebû’d-Derdâ’ya gittiğinde<br />

ise onun kapısında kilit bulunmadığı,<br />

odasında ışık olmadığı, elbisesi hafif, soğuktan<br />

muzdarip, gelenin selâmını alan, kim olduğunu<br />

sormadan içeri kabul eden, altında bir keçe parçası<br />

bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer,<br />

Ebû’d-Derdâ’ya, “Ben seni Medine’de hoş tutmadım<br />

mı?” deyince o, Rasûlullah’tan duyduğu<br />

şu hadisi hatırlatmıştır:<br />

“Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun<br />

azığı kadar olsun.” (Kenzü’l-Ummâl, I. 78).<br />

Kendisine misafirliğe gelen arkadaşları, yatak<br />

yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle<br />

demiştir: “Bizim bir başka evimiz var ki, hepimiz<br />

orada toplanacağız.” (Sıfatü’s-Safve, I, 263).<br />

Hz. Ömer, Bedir’de bulunmamasına rağmen<br />

-çünkü o sırada Müslüman olmamıştı- Ebû’d-<br />

Derdâ’ya da Bedir gazası tahsisatı bağlamıştır.<br />

Hz. Osman -veya Ömer- zamanında Ebû’d-Derdâ<br />

Şam kadılığına getirilmiş ve hicretin 32. yılında<br />

vefât etmiştir.<br />

Bütün ömrünü takvâ içinde geçiren Ebû’d-<br />

Derdâ’nın güzel yüzlü, esmer, sakalını boyayan,<br />

başına takke geçirip üzerine sarık saran bir zat<br />

olduğu zikredilmiştir.<br />

Ebû’d-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri<br />

gelenlerden idi. Rasûlullah’tan bütün öğrendiklerini,<br />

bütün duyduklarını, anladıklarını Müslümanlara<br />

öğretmeye çalışmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’i<br />

ezberlemiş ve mescidde her gün Kur’ân der-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


si vermiştir. Şam’da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir.<br />

Zevcesi Ümmü’d-Derdâ es-Suğrâ, Kur’ân kırâatinde<br />

sözü geçen tâbiîndendir.<br />

Ebû’d-Derda’nın, tefsir ilminin gelişmesinde<br />

de emeği vardır. Rasûlullah’a bir gün,<br />

“Onlar ki, iman ettiler ve takvâ üzere bulundular;<br />

onlara bu dünya hayatında müjde<br />

vardır.’’ (Yunus, 10/64)<br />

âyet-i kerimesindeki “büşrâ’’dan, yani<br />

“müjde”den maksat nedir diye sormuş, Rasûlullah<br />

da, “Bundan murad sâlih rüyadır.” buyurmuştur<br />

(Ebu Davûd ed-Tayâlîsî, Müsned, 131).<br />

Ebû’d-Derdâ, Rasûlullah (s.a.s)’den birçok hadis<br />

rivâyet etmiştir. Ondan hadis öğrenenler arasında<br />

Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Abdullah<br />

b. Abbâs, Ümmi’d-Derdâ... gibi râviler bulunmaktadır.<br />

Tâbiin’in meşhur zatlarından Saîd b. el-Müseyyeb,<br />

Alkame, Kays, Cübeyr b. Nadir, Zeyd b.<br />

Vehb, Muhammed b. Sırın vb. onun talebeleridir.<br />

Ebû’d-Derdâ yetmiş dokuz kadar hadis rivâyet<br />

etmiştir. Bunlardan en önemlileri şöyledir:<br />

‘’Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse,<br />

Cenâb-ı Hak ona cennete doğru bir yol<br />

açar. Melekler ilim peşinde koşanlardan hoşnut<br />

oldukları için kanatlarını onun altına gererler.<br />

İlim sahipleri için yerdekiler ve göktekiler<br />

mağfiret niyaz ederler... Peygamberlerin<br />

vârisleri âlimlerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned,<br />

V. 128).<br />

Bir gün Rasûlullah cuma hutbesinde âyet<br />

okurken, Ebû’d-Derdâ yanında bulunan Ubey b.<br />

Kâ’b’a, “Bu ayet ne zaman nâzil oldu?” diye sormuş.<br />

Übey cevap vermemiş; hutbe bittikten<br />

sonra, “Cumanı şu boş sözünle iptal ettin.” demiştir.<br />

Ebû’d-Derdâ, Hz. Peygamber’e giderek onun<br />

bu sözünü aktardığında Rasûlullah (s.a.s) şöyle<br />

demiştir:<br />

“Übey doğru söyledi. İmam hutbede konuşurken<br />

sözünü bitirinceye kadar sus ve onu<br />

dinle.” (Müsned, V. 190).<br />

“Rasûl-i Ekrem her hadis söyledikçe tebessüm<br />

ederdi.”<br />

“Kıyâmet günü insanın mizânında en ağır<br />

basan şey iyi ahlâktır, yani güzel huydur.”<br />

“Size namazdan, oruçtan, sadakadan, faziletçe<br />

bir derece yüksek bir şey söyleyeyim<br />

mi? İnsanların arasını barıştırmak.”<br />

Ebû’d-Derdâ fıkıhta reyine başvurulan bir fakihti.<br />

Şam’da bulunduğu sırada Kûfe’den ve başka<br />

yerlerden gelenler onun görüşlerine başvururlardı.<br />

Zikir konusunda da hadisler rivâyet<br />

etmiştir:<br />

“Her namazdan sonra otuz üç defa tesbih,<br />

otuz üç defa tahmid, otuz üç defa tekbir getir.”<br />

(Müsned, V, 1 96).<br />

“Ezansız-namazsız köylerde oturma; böyle<br />

bir köyde oturmaktansa şehirde kal.” (Müsned,<br />

VI, 145).<br />

Rasûlullah (s.a.s.)’in ashâbı arasındaki karşılıklı<br />

saygı ve yardımlaşmayı İslâm ümmeti için<br />

bir örnek olarak ifade eden bir hadisi Ebû’d-Derdâ<br />

zikretmiştir. Bu hadiste Hz. Ebû Bekir ile Hz.<br />

Ömer arasındaki bir münâkaşada Ömer’e haksızlık<br />

eden Ebû Bekir’in sonradan pişman olarak<br />

Ömer’e gittiği; ancak Ömer’in onu affetmediği<br />

ve Ebû Bekir’in Rasûlullah’ın huzuruna<br />

çıktığı; arkasından da Ömer’in huzura girdiği;<br />

bu esnada Rasûlullah’ın Ebû Bekir’i dinledikten<br />

sonra Ömer’e dönüp itab etmesinden korkan<br />

Ebû Bekir’in, münâkaşada kendisinin ileri<br />

gittiğini öne sürmesi üzerine Rasûlullah şöyle<br />

buyurmuştur:<br />

“Allah beni size peygamber göndermişti.<br />

Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni yalanlamıştınız<br />

da Ebû Bekir inanmış, uğrumda<br />

canını, malını, fedâ etmişti. Şimdi ashâbım,<br />

siz dostumu bu nisbetiyle ve bu husûsiyetiyle<br />

bana bırakırsınız değil mi?”<br />

Ebû’d-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin<br />

Ebû Bekir’i incitmediğini nakletmektedir. (Sahih-i<br />

Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX,<br />

333-334)<br />

Ebû’d-Derdâ hastalandığı bir sırada arkadaşları<br />

yanına gelerek “Ey Ebû’d-Derdâ, nerenden<br />

şikayetçisin?” demişler; Ebû’d-Derdâ, “Günahlarımdan”<br />

diye cevap vermiş; “Canın bir<br />

şey istemiyor mu?” sorusuna, “Canım Cennet<br />

istiyor.”demiş; “Sana bakmak için bir hekim çağırmayalım<br />

mı?” diyen arkadaşlarına şöyle demiştir:<br />

“Esasında beni yatağa düşüren hekimdir.”<br />

(El-Hilye, I, 218; et-Tabakat, VII, 118).<br />

Hizâm b. Hakım, Ebû’d-Derdâ’nın şöyle dediğini<br />

nakleder:<br />

“Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi<br />

bilseydiniz, iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne<br />

bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek için bir<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

40


eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğsünüze<br />

vurur ve hâliniz için ağlardınız. Vallahi<br />

isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen<br />

bir ağaç olaydım.” (El-Hilye, I, 216).<br />

“Bir saatlik düşünce ve tefekkür bir gece<br />

sabaha kadar ibâdet etmekten iyidir.” (et-Tabakat<br />

VII, 392) diyen Ebû’d-Derdâ sevinç ve bollukta<br />

Allah’ı unutmaz; insanlara, konuşmayı nasıl<br />

öğreniyorlarsa, konuşmamayı da öyle öğrenmelerini,<br />

gereken yerlerde susmanın büyük bir ilim<br />

olduğunu, insanların cennete veya cehenneme<br />

dillerinin söylediklerinden götürüldüklerini<br />

öğütlerdi.<br />

Ebû Nuaym’dan Heysemî’nin Sâbit el-<br />

Bünânı’den naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ Selmân<br />

el-Farisi’ye Leysoğulları kabilesinden bir kız<br />

istemek üzere gitmiş, Selmân’ın üstünlüğünü<br />

anlatmıştı. Kızın babası, kızını Selmân’a veremeyeceğini,<br />

fakat Ebu’d-Derdâ isterse ona vereceğini<br />

söyleyince, Ebû’d-Derdâ o kızla evlenmiştir.<br />

Daha sonra bunu Selmân’a utanarak naklettiğinde<br />

Selmân ona,”Senden çok ben utanmalıyım.<br />

Zira Allah bu kızı sana nasib etmişken ben ona talib<br />

oldum.” demiştir. İşte ashâbın birbirlerine karşı<br />

olan olgun davranışları böyleydi.<br />

İlim hakkında Ebû’d-Derdâ şöyle demiştir:<br />

“İlim ancak arayıp öğrenmekle olur. İlim<br />

için sabah çıkıp akşam dönmenin cihad olmadığını<br />

sanan kimsenin aklı eksiktir.” (Câmi’ül-<br />

Beyani’l-İlim, I, 31, 32, 100).<br />

(Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


MÜSLÜMAN<br />

BİLİMADAMLARI<br />

İBN-ÜL <strong>NE</strong>FİS<br />

FARUK KUL<br />

Tam adı İbnü’n-Nefis Alaaddin Ebu’l-A’lâ Ali<br />

ibn Ebi’l-Hazm el-Kureşî ed-Dımeşkîdir. 1210-88<br />

yılları arasında yaşamıştır. Şam’da dünyaya gelen<br />

İbnü’n-Nefîs, Nureddin Zengi tarafından 12. yüzyılda<br />

kurulan hastanede (el-Bimaristan en-Nuri)<br />

tıp ilmini öğrendi. İlk hocası Abdurrahim ibn<br />

Ali el-Dahvar’ın yanında tıp eğitimini tamamladı<br />

ve Kahire’ye yerleşti. Nâsırî Hastanesinde vazife<br />

yaptı ve birçok talebe yetiştirdi. Talebeleri içinde<br />

en meşhur olanı, cerrahlıkla ilgili bir eser yazan<br />

İbnü’ l-Kuff tur. İbnü’n-Nefîs, fâkih olarak Kahire<br />

Mansuriye Medresesi’nde ders vermiş, ayrıca<br />

gramer, mantık ve felsefe ile de meşgul olmuştur.<br />

İbnü’n-Nefîs’in eserleri arasında en çok tanınanı<br />

Mu’cez olup İbnü’s-Sina’nın Kanun’unun bir<br />

çeşit özetidir. En büyük keşfi ise akciğer dolaşımını<br />

bulmasıdır.<br />

Kendi devrinde tıp ilmi nin önderi olan<br />

İbnü’n-Nefîs, daha çok insan organizması üzerinde<br />

etkili olan faktörleri araştırdı. Tıbbî tedaviden<br />

çok, hastalıkların ana sebepleri üzerinde durdu.,<br />

Tıpta hastalıkların sebepleri üzerinde ilmî çalışmalar<br />

yapan ve eserler veren ilk âlimdir. ortopedi<br />

ilminin de ilk kurucular ıarasındadır. Hekimlikte<br />

önemli çalışmalar yapan İbnü’n-Nefîs, Mısır’da<br />

hekimlerin başı ünvanını aldı.<br />

“1924 yılında Freiburg Tıp Fakültesinde<br />

ilim tarihinin çehresini<br />

değiştirecek bir hâdise oldu. Muhyiddin<br />

Tantavi adlı Mısırlı genç bir<br />

Müslüman, Almanca bir doktora<br />

tezi hazırladı. Bu genç doktorun<br />

tezi, bazı Alman profesörlerin<br />

dikkatini çekti. Çünkü, tezde,<br />

ilk defa, küçük kan dolaşımının<br />

İbnü’n-Nefîs adında bir Müslüman<br />

ilim adamı tarafından bulunduğundan<br />

bahsediliyordu. Profesörler<br />

buna bir türlü inanamıyorlardı.<br />

Onlara göre bu mümkün değildi.”<br />

İbnül Nefis,özlem ve deneye çok önem verirdi.<br />

Gerçeğe, meselenin köküne inmekle ulaşılacağını<br />

düşünürdü. Kağıta dökmeden önce<br />

tekrar tekrar deneyleri yapardı. Bu yargıyı şu<br />

sözleriyle anlıyoruz. “Organın yaptığı vazi feleri<br />

izah için, eski naza riyelerden etkilenmeden tekrar<br />

itinalı bir müşahede ve doğru bir araştırmaya<br />

daÂyanmalıyız.”<br />

İbnü’n-Nefîs, Galen ile İbnü’s-Sina’nın bütün<br />

fikirleri ni ezberlemişti. Çoğu meslektaşının aksine<br />

Galen’in me todunu kabul etmez, zayıf noktalarının<br />

olduğu söylerdi. Buna mukabil, İbnü’s-<br />

Sina’yı çok takdir ederdi. Kanun eseri ise en fazla<br />

meşgul olduğu eserdi ve onu hemen hemen ezbere<br />

bilirdi.<br />

Tıbbî eserlerini kaleme aldığı sırada kendisini<br />

görenler, âdeta çağlayan bir sel halinde, başka<br />

bir kitaba başvurÂmaya lüzum görmeden yazdığını<br />

bildirirler. Birgün Kahire’nin 1200 hamamından<br />

bi rinde yıkanırken aniden ka ğıt, kalem<br />

ve mürekkep ister ve nabız hakkında bir risale<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

42


yazmaya başlar. Risalesini bitirince, tekrar kurnaya<br />

geri dö nerek yıkanmasına devam eder.<br />

Yazdığı eserlere o kadar güvenirdi ki: “Eserlerimin<br />

benden sonra asırlarca yaşayacaklarını bilmeseydim,<br />

onları yazmazdım” der, an cak ihtiyatı da<br />

elden bırakmaz ve “Bir eser yazma iddia sında bulunanlar,<br />

gereken mesuliyeti de yüklenmelidir ler”<br />

derdi.<br />

Meşhur müellif Max Mayerhof: “İbnü’n-Nefîs’in<br />

değeri, kitapları bütün Orta Çağ boyunca en<br />

temel eser ler kabul edilen Galen’in ve İbnü’s-<br />

Sina’nın bazı düşün celerine, yanlış fikirlerine karşı<br />

yalnız başına mücadele etme cesaretini göstermiş<br />

ol masındadır” der ve “Kısaca sı, o. büyük bir otorite<br />

idi ve birçok mükemmel adam onun hakkında<br />

“o, ikinci İbnü’s-Sina idi” demektedir ler” diye ilave<br />

eder.<br />

ESERLERİ<br />

Mu’cez gibi asırlarca üzerine<br />

pek çok şerh, haşiye, ta’lik<br />

yazılan eserler verdiği gibi, Hz.<br />

Muhammed’in (sav) hayatı ve<br />

Hadîs usûlü üzerine kitaplar<br />

da yazmıştır. Başlıca eserleri<br />

şunlardır:<br />

Kitab eş-Şamii fi’t-Tıb: En<br />

büyük eseridir. 300 cüz olarak<br />

yazmayı tasarladığı ese ri bitiremeden<br />

vefat etti. 80 cü zü<br />

hâlâ Kahire’deki Bimaristan el-<br />

Mansuri’de bulunmak tadır.<br />

İçinde o zamana kadar tıp ilmine<br />

ait ne kadar bilgi varsa hepsini<br />

kaydetmiştir.<br />

Kitab el-Mühezzeb fi’l-<br />

Kahl: Göz hastalıktan hakkınÂda<br />

değerli bir eserdir. Bir nüshası Vatikan Kütüphanesinde<br />

bulunmaktadır.<br />

Kitab el-Muhtar fi’l-Ağdiya: Gıdalar hakkındadır.<br />

Berlin Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />

Mu’cez el-Kanun: En çok bilinen eseridir.<br />

İbnü’s-Sina’nın meşhur eseri Kanun’un bir çeşit<br />

özetidir.Fakat fizyoloji ve anatomi kısmı bu özetin<br />

dışındadır.Eserin asılları Paris, Oxford ve Münih<br />

Kütüphanelerinde bu lunmaktadır. Birçok dile tercüme<br />

edilmiştir. Esere birçok şerh, haşiye ve ta’lik<br />

yazılmış tır. Mu’cez ilk defa 1828’de Kalküta’da basılmıştır.<br />

Türk çe’ye tercümesi ilk defa Muslihiddin<br />

Sürûrî ve sonra Kanu nî devrinde Edime Darüşşifası<br />

baştabibi olan Ahmed İbn Ke mal tarafından<br />

yapılmıştır.<br />

Şerh-i Teşrih el-Kanun: Kanun’un anatomi<br />

böÂ lümlerinin açıklamasıdır. Gerçi Kanun’da insan<br />

anatomisine dair özel bir bölüm yoktur ama,<br />

konuların içinde yer yer anatomiden bahsedilmiştir.<br />

İbnü’n-Nefis anatomiye dair bu kısımlan izah<br />

ederek ortaya 300 sayfalık bir kitap çıkar mıştır.<br />

Ayrıca bu eserinde kendisinden yüzlerce yıl sonra<br />

ortaya çıkan patolojik anato minin de temellerini<br />

atmıştır. Şu paragraf bunu açıklamak tadır:<br />

“... İshalden veya kan kaybından ölen kimselerde<br />

da marı bulmak güçleşir. Buna karşılık boğulmak<br />

suretiyle öğ lenlerde damarları bulmak koÂlaylaşıyor...”<br />

Bu Arapça yaz ma eserin en önemli<br />

tarafı, İbnü’n-Nefîs’in, Galen ve İbnü’s-Sina’nın aksine,<br />

akciğer dolaşımının (küçük dolaşım) mev cut<br />

olduğunu belirtmesidir.<br />

İbnü’n-Nefîs’in ayrıca ikiÂsi<br />

Hipokrat’ın, biri Huneyn<br />

İbn İshak’ın eserlerine olmak<br />

üzere başka tıbbî şerhleri ve<br />

Peygamberimiz’in (sav) haÂyatını<br />

anlatan er-Risale el-Kâmiliye<br />

fi’s-Sîret en-Nebeviyye,<br />

hadîs ilminin pren siplerini<br />

anlatan Muhtasar fî İlm-ı Usûl<br />

el-Hadîs gibi tıp ha rici eserleri<br />

vardır.<br />

İBNÜ’N- <strong>NE</strong>FİSİN KAN DO-<br />

LAŞIMI TEORİSİ<br />

Hipokrat, kan dolaşımından<br />

ka raciğeri sorumlu tutmuş ve<br />

kalbi bir damar genişlemesi<br />

gibi kabul etmiştir. Aristo, damarların<br />

hava ile dolu olduğunu<br />

kabul ediyordu. Galen ise,<br />

kanın sağ kalpten sol kalbe ara bölmedeki geçitler<br />

aracılığı ile geç tiğini öne sürmüştür. İbnü’s-Sina da<br />

bu görüşü kabullenmiştir.<br />

İbnü’n-Nefîs’in kan dolaşımı ile ilgili görüşleri<br />

ise şu şekilde özet lenebilir:<br />

1.‘Kalp, ancak ve ancak kendi bünyesi içinden<br />

geçen damarlar ara cılığı ile beslenir’ diyen İbnü’n-<br />

Nefîs, böylece koroner dolaşımı ilk bulan ilim adamı<br />

olmuştur.<br />

2.Kan, akciğerleri beslemek için değil, temiz<br />

hava götürmek için yayılır. (Daha sonra W. Harvey<br />

de bunun üzerinde önemle durmuştur).<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

43


3.Akciğere giden damarla, akciğerden dönen<br />

damar ara sında, dolaşımı tamamlayan bağlantılar<br />

mevcuttur. (Üçyüz.sene sonra Colombo bunu<br />

ilk defa kendisinin bulduğunu iddia et miştir).<br />

4.Akciğer toplardamarı, önceden zannedildiği<br />

gibi, hava veya is ile değil, kan ile doludur.<br />

5.Akciğer atardamarının duvarı, akciğer toplardamarının<br />

duvarından daha kalındır. (Bu<br />

keşif yakın zamana kadar Michael Servetus’a<br />

dayandırılıyordu).<br />

6.Kalp odacıkları arasındaki bölmede geçit<br />

yoktur. Kan, dolaşımını kalpte tamamlar: “Kanın<br />

sol boşluğa geçmesi akciğerler yolu ile olmakladır.<br />

Sağ boşluktan akciğerlere gelen kan, burada<br />

ısınmakta ve hava ile karıştıktan sonra, akciğer<br />

toplardamarı yolu ile sol boşluğa geçmektedir”<br />

diyen İbnü’n-Nefîs, böylece akciğer dolaşımını ilk<br />

keşfeden ilim adamı olmuştur.<br />

KÜÇÜK KAN DOLAŞIMININ İBNÜ’N- <strong>NE</strong>-<br />

FİS TARAFINDAN BULUNDUĞUNUN ORTAYA<br />

ÇIKARILMASI<br />

1553’te İspanyalı Michael Servetus’un bir<br />

dolaşım nazariyesinden bahsedip buna ‘küçük<br />

kan dolaşımı’ veya ‘ak ciğer dolaşımı’ adını<br />

verme sinden ve onu takiben İtalyalı Colombo<br />

ve Cesalpino’nun Galen’in başarısız modelinden<br />

yaptıkları bazı düzeltmelerden sonra 1616 yılında<br />

William Harvey, Galen nazariyesinin hatalarını<br />

tamamen gösterdi ve yeni bir akciğer dolaşım<br />

te orisi ortaya koydu.<br />

Günümüz de geçerli akciğer<br />

dolaşım sis temi modelinin<br />

ilk defa W. Harvey tarafından<br />

keşfedildiği bilgisi, 1924 yılına<br />

kadar de ğişmeden kaldı.<br />

1924 yılında Freiburg<br />

Tıp Fakültesinde ilim tarihinin<br />

çehresini değiştirecek<br />

bir hâdise oldu. Muhyiddin<br />

Tantavi adlı Mısırlı genç bir<br />

Müslü man, Almanca bir doktora<br />

te zi hazırladı. Bu genç<br />

doktorun tezi, bazı Alman<br />

profesörlerin dikkatini çekti.<br />

Çünkü, tezde, ilk defa, küçük<br />

kan dolaşımı nın İbnü’n-Nefîs<br />

adında bir Müslüman ilim<br />

adamı tarafından bulunduğundan<br />

bahsediliyordu. Profesörler<br />

buna bir türlü inanamıyorlardı.<br />

Onlara göre bu<br />

mümkün değildi. Bunun üzerine tezin bir kopyası,<br />

o sıralarda Kahire’de bu lunan Alman doktor<br />

Mayerhof’a gönderildi. Dr. Mayerhof, Tantavi’yi<br />

doğrulamakla kalmayıp daha sonra yazdığı makalede<br />

bunları açıkladı. Evet, akciğer dolaşımını<br />

ilk bu lan İbnü’n-Nefîs’ti. 1553’te Servetus,<br />

1559’da Colombo, 1628’de Harvey kan dolaşımı<br />

hakkında tek söz etmeden asırlar önce İbnü’n-<br />

Nefîs akci ğer dolaşımını keşfetmişti.<br />

KAYNAKLAR<br />

-Adıvar, A. A., Osmanlı Türklerinde İlim, İsÂtanbul,<br />

Evrim Matbaacılık Ltd. Şti., 1982<br />

-Bayrakdar, M.; İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi.<br />

Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1989<br />

-Danişmend. H.; Garb Menbalarına Göre Garb<br />

Medeniyetinin Menbaı Olan İslâm Me deniyeti,<br />

İstanbul, Yağmur Yay., 1979<br />

-Döğen Ş.; Müslüman İlim Öncüleri AnÂsiklopedisi,<br />

İstanbul, Yeni Asya Yay., 1984<br />

-Hunke S.; Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm<br />

Güneşi. İstanbul, Bedir Yay, Tarihsiz.<br />

-Karakaş M. Müsbet İlimde Müslüman Âlimler,<br />

Ankara, Kültür Bakanlığı Yay. 1991<br />

-Lahbabi; Milli Kültürler ve Medeniyet, İsÂtanbul,<br />

Tur Yay., 1980<br />

-Nars S. H.; İslâm ve İlim. İstanbul; İnsan Yay.,<br />

1989.<br />

-Sayılı, Al; İbnü’s-Sina’nın<br />

Doğumunun Bi rinci Yılı Armağanı.<br />

TTK.<br />

-Uzluk F. N. Anatominin<br />

gelişmesi, İbnü’n-Nefîs’in küçük<br />

kan dolaşımını bulması.<br />

İs tanbul Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesi Mecmuası, Cilt 15,<br />

Sayı 1<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

44


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />

Birlik Olmadan<br />

Dirlik Olmaz<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzübillahiminneşşeytanirracim<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz<br />

Derneğimizce tertip edilen “Birlik Beraberlik ve<br />

Kardeşlik Buluşması” vardı. Elhamdülillah katılım<br />

çok yüksekti. Konyalı kardeşlerimizin yanı sıra<br />

İzmir ve İstanbul temsilciliklerimizden de epeyce<br />

misafirimiz vardı. Programı gerçekleştirdiğimiz<br />

mekân, bize ayrılan süre içerisinde doldu doldu<br />

taştı. İkram edilen yemekler bereketlendikçe<br />

bereketlendi. Aşçı hayretini gizleyememiş<br />

“Ben şimdiye kadar böyle<br />

bereket görmedim”<br />

dedi. Elhamdülillah<br />

bişükrülillah rabbim bu<br />

organizasyonların çok daha<br />

büyüklerini yapmayı nasip<br />

eylesin. Allah(c.c), Böyle<br />

bir güzelliğe vesile olan<br />

Mürşidimiz Abdullah murad<br />

hocamızdan ebeden razı<br />

olsun.<br />

“Birlik, Beraberlik ve<br />

Kardeşlik Buluşması” adına<br />

yakışır bir program oldu.<br />

Abdullah Murad Hocamızın<br />

“Ne ayrıyız ne gayrı<br />

Hep aynıyız hep aynı<br />

Fikirler olsa da ayrı<br />

Bir nefesiz bil gayri”<br />

sözlerini içimize sindirdik. Gülen<br />

gözlerde,mutlu yüzlerde, candan sarılan<br />

bedenlerde bizliği yaşadık. Şimdiye dek ziyaret<br />

için kapısını çaldığımız ailelerin pek çoğu<br />

ordaydı. Öyle samimi öyle sıcak bir ortam vardı<br />

ki, biz bir idik biz bir olmanın güzelliğini ta<br />

yürekten yaşadık. Elhamdulillah. Rabbimize tüm<br />

İslam alemine birlik ve bizlik şuuru vermesi için<br />

niyazlarda bulunduk.<br />

Sofralarda aynı kaba kaşık sallandı. Konya<br />

usulü düğün pilavı ve aşure ikram edildi. Varisün<br />

nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın<br />

gönüllere hitap eden mesajı ikramların en<br />

güzeliydi. Muhterem Hocamız bizlere herzaman<br />

ki gibi Rabbimizin ve Rasulullah(s.a.v) sözlerini<br />

hatırlattı. Kur’an ve sünnette açıklanan birlik<br />

reçetelerini sundu.<br />

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım<br />

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.<br />

Parçalanıp bölünmeyin.Allah(c.c)’ın size olan<br />

nimetini hatırlayın.<br />

Hani sizler bir birinize<br />

düşmanlar idiniz<br />

de O, kalpleriniz<br />

birleştirmişti. İşte<br />

O’nun bu nimeti<br />

sayesinde kardeşler<br />

olmuştunuz. Yine siz<br />

bir ateş çukurunun tam<br />

kenarında idiniz de O<br />

sizi ordan kurtarmıştı.<br />

İşte Allah size<br />

ayetlerini böyle apaçık<br />

bildiriyor ki doğru yola<br />

eresiniz.”(Al-i İmran<br />

ismiyle şöhret bulmuş<br />

sürenin 103.ayet)<br />

“ G e v ş e m e y i n ,<br />

hüzünlenmeyin.Eğer<br />

gerçekten iman etmiş<br />

kimseler iseniz üstün<br />

olan sizlersiniz”(Al-i İmran ismiyle meşhur süre<br />

139.ayet)<br />

“Allah ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle<br />

çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz<br />

devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü<br />

Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal ismiyle<br />

şöhretbulmuş süre 46.ayet)<br />

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

45


Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”<br />

(Muslim,İman 98, Tirmizi Sıfatül Kıyame 56)<br />

“Fakirleri kollayıp, gözetiniz. Aranızdaki<br />

zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp ve<br />

rızıklandığınızdan şüphesiz olmasın”(Ebu Davud,<br />

Cihad, 70)<br />

“Birlikte rahmet vardır, tefrika<br />

azaptır.”(Müsned-i Ahmed4:145)<br />

Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın<br />

fitnesidir. Hangi topluma, hangi kavme girmişse<br />

onu helak etmiştir. Hizipçilik edenler bilsinler ki,<br />

her biri Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın neferidir.<br />

Şucuyuz, bucuyuz, diyenler cehenneme odunu<br />

olur giderler.<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Rabbim mürşidimizden ebeden daimen razı<br />

olsun. Amin. Rabbimizden o gün yaşadığımız<br />

duygu selinin artarak devam etmesini ve tüm<br />

İslam alemini kaplamasını niyaz ediyoruz.<br />

Baktığımız her yüzde, hava, su, toprak herşeyde<br />

gördüğümüz her insanda Rabbimizi gördük.<br />

Yaratılanı yaratandan ötürü hoşgördük. Biz<br />

ve hocamız gibi “Bizbiriz. Müslümanım diyeni<br />

severiz.” dedik. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

hocamızın şu dörtlüğü hiç dilimizden düşmedi.<br />

“Ne sen varsın ne de ben<br />

Cümle var olan Allah<br />

Bunu zata yükleme sen<br />

Ademdir Nazargullah”<br />

Rabbim ümmet-i Muhammed’e birlik ve<br />

beraberlik ruhu, bizlik şuuru, versin. Amin. Birlik<br />

olmadan dirlik olmaz. Vesselam<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

46


SURELERDEN<br />

Asr Suresinin Fazileti<br />

S.GÜLSOY<br />

Asr sûresi, Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur.<br />

Üç ayettir. Sûrede insanların zararda oldukları,<br />

bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları<br />

haber veriliyor. 1<br />

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.<br />

1-Asra yemin olsun ki,<br />

2-İnsan mutlaka ziyandadır.<br />

3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi<br />

işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye<br />

eden ve sabrı tavsiye edenler bunun<br />

dışındadır. 2<br />

Allahu Teala insanların kurtuluş reçetesini<br />

asr suresinde dört temel esasla bizlere<br />

sunmuştur. Bunlar “ iman, salih amel,<br />

hakkı ve sabrı tavsiye”dir.<br />

Bu sure, kapsamlı ve kısa sözün benzersiz<br />

bir örneğidir. Surenin içinde öyle<br />

ifadeler vardır ki mâna itibariyle dünyayı<br />

bile kapsar ve bunu yazmak için koca bir<br />

kitap gerekir. Surede açıkça ve kesin bir<br />

üslûb ile, insanın kurtuluş yolunun hangisi<br />

ve onun için felaket ve hüsran olacak<br />

yolun da hangisi olduğu bildirilmiştir.<br />

İmam Şafii’nin şu sözü ne kadar doğrudur:<br />

“Eğer insan bu sure üzerinde derinlemesine<br />

düşünürse, yalnız bu sure onun<br />

1 Taberî, İbn-i Abbâs<br />

2 Elmalılı Hamdi Yazır<br />

hidayeti için yeterlidir.” Sahabe-i Kiram<br />

nezdinde bu surenin önemi, şu rivayetten<br />

çıkarılabilir. Abdullah b. Hısn ed-Derimî<br />

Ebu Kaldina’dan rivayet edildiğine göre,<br />

Rasulullah ashabından iki kişi birbirleriyle<br />

görüştüğü zaman, bu sureyi okumadan<br />

ayrılmazlardı. 3<br />

Bir hadis-i şerifte Muhammed Mustafa<br />

(sav) :<br />

Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ<br />

onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı<br />

tavsiye edenlerden olur. 4 Buyurmuştur.<br />

“Halikın namütenahi adı var en başı Hakk<br />

Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak<br />

Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken<br />

Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden ?<br />

Çünkü meknun o büyük sûrede esrârı felâh<br />

Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh<br />

Sonra Hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık<br />

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”<br />

MEHMET AKİF ERSOY<br />

3 (Taberanî) (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)<br />

4 (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te’vîl)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

47


ARAPÇA RABCA’YA<br />

GÖTÜRÜR<br />

N. HADRA<br />

ظرف المكان : ZARFLARI YER<br />

فوق<br />

اأمام<br />

بين<br />

خلف<br />

تحت<br />

بعيد عن<br />

قريب من<br />

Üstünde<br />

Önünde<br />

Arasında<br />

Arkasında<br />

Altında<br />

Uzağında<br />

Yakınında<br />

Yer zarfları kendinden sonraki kelimenin harekesini daima esre yapar.<br />

ÖR<strong>NE</strong>K CÜMLELER<br />

١ اَلطَّائِرُ‏ فَوْقَ‏ الشَّجَ‏ رَةِ‏<br />

٢ اَلسَّبُّورَةِ‏ بَيْنَ‏ السَّاعَةِ‏ وَ‏ الصُّ‏ ورَةِ‏<br />

٣ اَلطَّالِبُ‏ اأمَامَ‏ الْمِنْضَ‏ دَةِ‏<br />

٤ اَلْقِطُّ‏ تَحْ‏ تَ‏ الْكُرْسِ‏ يِّ‏<br />

٥ اَلْمُسْ‏ تَشْ‏ فَى قَرِيبٌ‏ مِنْ‏ اَلْمَدْرَسَ‏ ةِ‏<br />

٦ اَلْمَقْصَ‏ فِ‏ بَعِيدٌ‏ عَنْ‏ اَلْمَكْتَبَةِ‏<br />

٧ اَلْحَ‏ دِيقَةُ‏ خَ‏ لْفَ‏ اَلْبَيْتِ‏<br />

Kuş ağacın üstündedir.<br />

Tahta saat ve tablonun arasındadır.<br />

Öğrenci masanın önündedir.<br />

Kedi sandalyenin altındadır.<br />

Hastane okula yakındır.<br />

Kantin kütüphaneye uzaktır.<br />

Bahçe evin arkasındadır.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

48


Aşağıdaki cümleleri tercüme ediniz.<br />

………………………………٢ …………………………………١<br />

…………………………………٤ …………………………………٣<br />

…………………………………٦ …………………………………٥<br />

…………………………………٨ …………………………………٧<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

49


HAYDAR<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Herkes korku ile gözlerini kapamış bekliyordu.Bir patlama duyuldu sonra kanat sesleri duyulmaya<br />

başladı.Herkes öldüğünü zannederek feryat ediyordu.Peçelinin sesi ile irkildi herkes kalkın<br />

Allah yardımı ile ölmedik hayattayız.Gözünü açan hayretle dışarı bakıyor ve yere düşmüş uçan<br />

kargaları görüyordu.Küffar ordusu üzerlerine saldıran kargalara ateş edeceğiz diye birbirlerini<br />

vuruyorlardı.Kargalar aldıkları emir ile askerlerin boğazına ve gözlerine saldırıyordu.Peçeli şehadet<br />

getirmeye başlayınca içerdeki herkesde onunla birlikte şehadete başladı.<br />

Küffar ordusu bozguna uğramış her biri bir yere kaçıyordu.Hastahanedekiler ise müslüman<br />

olmak için şehadet getirip dinin gereklerini öğreniyorlardı.Peçelinin aklına Muhammet geldi koştu<br />

ve baygın Muhammeti getirip pansuman yaptırdı.Muhammet uyanınca peçeliye baktı ve kısık<br />

sesle birşey söyledi.Peçeli tam duymak için eğildiği sırada Muhammet uzanarak peçeyi açtı ve<br />

peçelinin kim olduğu ortaya çıktı.Muhammet;<br />

-Haydar kardeşim biliyordum.Sen olduğundan adım gibi emindim diyerek sarıldı.O arada<br />

odaya giren Yasir amca şaşkınlıktan dona kalmıstı.’’Meğer peçeli iki tane imiş ve ikiside benim<br />

dostummuş’’ diye ağlıyor ve sarılıyordu.Bu gözyaşları mutluluktandı.<br />

.............<br />

Haydar Muhammetin yanında iyileşmesini beklerken israil ajanları peçeliyi öğrenmişler ve<br />

her zaman ki insafsız planlarından bir tane daha yapıp Haydarın evde yalnız bekleyen karısı ile<br />

bebeğinin yanına doğru ilerliyorlardı.Çoçuğunu uyutan Haydarın eşi Kur’anı Kerim okuyordu ki<br />

büyük bir gürültü ile kapı kırıldı.Bir sürü küffar askeri üzerine hucum edip darp etmeye başladı.<br />

Bir yandan evi arıyorlar bir yandan da korkuyorlardı.Ama Haydarın hiçbirşeyden haberi yoktu.<br />

Odada Haydarın kundaktaki oğlunu bulan küffar ayaklarından tuttukları bebeği sallıyorlar<br />

ve kahkaha atıyorlardı.Acılı anne kalkmaya çalışıyor ama vurulan dipçiklerden fırsat bulup kalkamıyordu.Bir<br />

ara tam gücünü toplamıştı ki kafasını yediği dipcikle kendinden geçti...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

50


Faydalı Bilgiler<br />

Hazırlayan Ahmet NAVRUZ<br />

Evinizde yaşamı kolaylaştıracak pratik<br />

ve çok kolay öneri öğrenmeye ne dersiniz?<br />

İşte hayatınızı kolaylaştıracak pratik öneri ve<br />

tavsiyeler…<br />

Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor<br />

ise onları bir kaç dakika buhara tutun.<br />

Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara<br />

kağıdı kesin.<br />

Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler<br />

üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler<br />

yaparak kurtulabilirsiniz.<br />

Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde<br />

halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok<br />

etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun<br />

ve erimesinibekleyin. Daha sonra üzerinde<br />

elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser<br />

kalmadığını göreceksiniz.<br />

Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır<br />

makinesine koymadan önce kapalı olup<br />

o l m a d ı ğ ı n ı<br />

k o n t r o l<br />

edin. Açıksa<br />

zedelenebilirler.<br />

Üst üste<br />

k o y d u ğ u n u z<br />

bardaklar yapışıp<br />

çıkmıyorsa bir<br />

leğenin içerisine<br />

koyun. Üstteki<br />

bardağın içerisine<br />

buz koyup<br />

leğenin içerisine<br />

yavaş yavaş<br />

sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını<br />

göreceksiniz.<br />

Satın aldığınız plastik ve cam eşyalarin<br />

üzerine yapıştırılan<br />

e t i k e t l e r d e n<br />

kurtulmak için etiketin<br />

üzerine yemeklik<br />

margarin sürün ve<br />

15 dakika bekletin.<br />

Bir bez ile ovalayıp<br />

yıkayın. Üzerinde hiç<br />

bir leke ve çizilme<br />

oluşmayacaktır.<br />

Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi<br />

azaltmak için ütü masasının kılıfının<br />

altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri<br />

yansıtacağından ütü yapmak daha kolay<br />

olacaktır.<br />

Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor<br />

ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun.<br />

Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinasında<br />

yıkayın. Yeni gibi olacaklardır.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

51


Tarih’te Kasım<br />

Hazırlayan Abdulkadir AYDIN<br />

1<br />

1 Kasım (1928) Yeni Türk harflerinin<br />

kabulü<br />

13<br />

13 Kasım (1918) Birinci Dünya<br />

Savaşı sonu. İtilaf Devletleri<br />

Donanması’nın İstanbul’a girişi<br />

(1954) Cezayir’de bağımsızlık savaşı<br />

3<br />

3 Kasım (1918) Musul’un Türk topraklarından<br />

ayrılışı<br />

14<br />

14 Kasım (1983) Telsiz Genel<br />

Müdürlüğü’nün kuruluşu<br />

4<br />

4 Kasım (1946) U<strong>NE</strong>SCO’nun Kuruluşu<br />

16<br />

16 Kasım (1869) Süveyş Kanalı’nın<br />

açılışı<br />

17 Kasım (1922) Son padişah<br />

Vahdettin’in Türkiye`den ayrılışı<br />

6<br />

6 Kasım (1989) Güneydoğu Anadolu<br />

Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı<br />

(GAP)`nın kuruluşu<br />

18<br />

18 Kasım (1922) Büyük Millet<br />

Meclisi’nin Abdülmecit Efendi’yi<br />

halifeliğe seçmesi<br />

10<br />

10 Kasım (1938) Atatürk’ün ölümü<br />

20<br />

20 Kasım (1961) Türkiye’de ilk koalisyon<br />

hükümetinin İsmet İnönü<br />

tarafından AP ve CHP’li bakanlarla<br />

kuruluşu<br />

11<br />

11 Kasım (1918) Birinci Dünya<br />

Savaşı’nın sonu<br />

(1975) Türkiye Kalkınma Bankası’nın<br />

kuruluşu<br />

22<br />

22 Kasım (1617) Sultan I. Ahmet’in<br />

ölümü; I. Mustafa’nın sultan ilan<br />

edilmesi<br />

24 Kasım (1927) Ankara Zafer<br />

Anıtı’nın açılışı<br />

12<br />

12 Kasım (1887) Plevne Müdafaası<br />

30<br />

30 Kasım (1973) Anadolu<br />

Üniversitesi’nin kuruluşu<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!