15.01.2015 Views

e - Ä°slami Edebiyat

e - Ä°slami Edebiyat

e - Ä°slami Edebiyat

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

:<br />

.(<br />

56.Sayısına ulaşan (Türkçe) İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Dergisi; birşeylere daha ulaştı:<br />

1- Önce: Dr. Cahit Öney ile; iki şâirimiz üstüne söyleşi.<br />

-Azerbaycan <strong>Edebiyat</strong>ının baş şâiri ŞEHRİYÂR’ın yine ünlü “HEYDER BABA” adlı destanı alındı listeye.<br />

-Şâire ve Ressam Gülşehri Kanyılmaz’ın; mülâkatına ilâveten; şarkı güfteleri ve suluboya resim<br />

harikası tablolarının tanıtımı kondu.<br />

-Melda Özata’nın; “Şâirlerin Leylası” adlı yazısı.<br />

-Şâkir Diclehan’ın “Yavuz Selim” incelemesi.<br />

-Ali Nar’ın “İslâm’ın Üstünlüğü” denemesine ek;<br />

-Şerif Ali’nin (yarı mizahlı) “Sitemim Var” başlığıyla bir Şeyh tiplemesi.<br />

Prof. Turgut Karabey’in “Fuzûli” tanıtması.<br />

2- Sonra: Vehbi Yurt’tan, Ahmet Kanyılmaz’dan (soyadı benzerliği tesadüfidir.)<br />

Bir şiir demeti: (Muhtelif)<br />

Bekir Oğuzbaşaran’dan:<br />

Hikmet Eryılmaz’dan ve öbürlerinden şiir örnekleri.<br />

-Nihayet ünlü şâir Kağızmanlı Hıfzî’den “Sefil Baykuş” şiiri (Halk <strong>Edebiyat</strong> Örneği)<br />

3-En son:<br />

Çevirilen, Mizah Yazılar, Kitap Tanıtımları…<br />

مجلة الأدب الإسلامي التركیة (56 (<br />

بھذا الإصدار بصل إلى العدد من مجلة الأدب الإسلامي التركیة ‏(إسلامي أدبیات)،‏ وتضمن موضوعات مھمة،‏ منھا<br />

وقد تحدث الدكتور جاھد أوناي عن شاعرین من كبار شعرائنا،‏ فقدم في الموضوع الأول:‏ دیوان شاعر آذربیجان الأول ‏(حیدر بابا<br />

وفي الموضوع الثاني قدم لقاء العدد مع الشاعر والرسام ‏(كولشھري قان یلماز)‏ الذي تناول نماذج من نصوصھ الشعریة الغنائیة،‏ ولوحاتھ بالألوان المائیة<br />

وفي العدد سوى ذلك<br />

لیلى الشعراء،‏ للكاتب ملدا أوزات.‏ ‏(مقال)‏<br />

‏(یاووز سلیم)‏ السلطان سلیم الأول،‏ للكاتب الدكتور شاكر دجلھ خان.(بحث)‏<br />

عصر الحضارة الإسلامیة،‏ للأستاذ علي نار رئیس التحریر.(مقال)‏<br />

من أدب الفكاھة،‏ للأدیب شریف علي.‏<br />

الشاعر الكبیر ‏(فضولي)،‏ للبروفیسور طورغوت قاراباي.(دراسة)‏<br />

تشابھ الأسماء..،‏ بین وھبي یورت وأحمد قان یلماز.(مقال)‏<br />

باقة شعریة متنوعة.(نصوص شعریة)‏<br />

الفنون الشعریة لدى حكمت أر یلماز وآخرین،‏ للكاتب بكر باشاران.(دراسة)‏<br />

من الأدب الشعبي:‏ البومة المسكینة،‏ للشاعر الشھیر قاغیزمانلي حفظي.‏ ‏(نص شعري)‏<br />

وأخیرا:‏ منوعات:‏ من الأدب المترجم،‏ وطرائف وفكاھات،‏ وعرض كتب.‏<br />

نأمل أن ینال العدد رضا قرائنا الأعزاء<br />

رئیس التحریر<br />

.<br />

:<br />

EDITORIAL<br />

THE Quarterly Review İslamic Literature which recently attained ıts 56 th edition has already gone further to reach<br />

for the new horizons.<br />

1-At the onset: A talk with Dr. Cahit Öney on our two poets.<br />

The following subject matter has been included into the content:<br />

-Well celebrated epic “Heyder Baba” of Şehriyâr, the greatest poet of Azerbaijanı Literature.<br />

-An interview with Gülşehri Kanyılmaz, a poetess and painter as well, and her lyric poetry, and along with it, a<br />

presentation of her water-colored pictures which are of high quality.<br />

-An article called “Şâirlerin Leylası” by Melda Özata.<br />

-An study on “Yavuz Selim” by Şâkir Diclehan.<br />

-An appendix to the essay called “The Superiority of İslâm” by Ali Nar.<br />

Type casting of a sheikh under the title of “Sitemim Var: I have a reproach” (a semi-humoristic work) by Şerif Ali.<br />

“Fuzûli” a blurb by Prof. Turgut Karabey.<br />

2-LATER:<br />

Reflections from Vehbi Yurt and Ahmet Kanyılmaz (An accidental Resemblance of the last names)<br />

-A Bunch of poetry (of many kinds)<br />

-Some bit from Bekir Oğuzbaşaran<br />

-Some samples of poetry from Hikmet Eryılmaz and others.<br />

-A poem by well-known poet Kağızmanlı Hıfzî” The miserable Owl” (An archetype of local color)<br />

3-LATEST:<br />

Translated pieces, Humoristic writings, book promotions…<br />

(56)<br />

.<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

-<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 1


İSLÂMÎ EDEBİYAT<br />

Üç Aylık <strong>Edebiyat</strong> Dergisi<br />

Ocak-Şubat-Mart (56. Sayı)<br />

İslâmî İlimler Kültür ve <strong>Edebiyat</strong><br />

Vakfı Adına: Kurucu / Sahibi ve<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Ali Nar<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Siyami Akyel<br />

Yayın Kurulu<br />

Prof. Dr. A. Atilla Şentürk<br />

Dr. Cahit Öney<br />

Ali Nar<br />

Şakir Diclehan<br />

Redaktör (Düzelti):<br />

Firdevs Yüksel<br />

İdare Merkezi<br />

Fevzipaşa cd. Feyzullah Efendi sk.<br />

No:4 /3 Fatih /İstanbul<br />

Tel: 0 212 534 32 64- Fax:0 212 621 16 68<br />

e-mail: islamiedebiyat@gmail.com<br />

islamiedebiyat@hotmail.com<br />

Fiyatı: 7,5 Tl.<br />

Yıllık Abone Ücreti: 25 TL.<br />

Öğretmen ve Öğrencilere %25 indirim uygulanır.<br />

Avrupa: 20 Euro<br />

Amerika-Kanada: 30 USD<br />

Posta Çeki Hesabı<br />

Osman Öztürk -458406<br />

Tasarım<br />

İSLAMİ EDEBİYAT<br />

Temsilciler<br />

Erzurum : Prof. Dr. Turgut Karabey<br />

İzmit : Muhammed Karaosmanoğlu<br />

Çanakkale: Mehmet Yılmaz<br />

Fikir ve görüşler sahiplerini bağlar.<br />

Dergimiz, M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu<br />

Yayınları Dairesi Başkanlığının 1407 sayı ve<br />

1989 tarihli yazısıyla tavsiye edilmiştir.<br />

Yayın Türü<br />

Yaygın süreli<br />

Prof.Dr.Osman Öztürk’ün yazısı elimize<br />

ulaşmamıştır. Hoşgörüle…<br />

4 a) İSLÂM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ<br />

b) İSLÂM’IN DÜNYA GÖRÜŞÜ<br />

Ali Nar<br />

10 DR.CAHİT ÖNEY İLE SÖYLEŞİ<br />

Söyleşi: Siyami Akyel<br />

12 GÜLŞEHRİ KANYILMAZ İLE<br />

SÖYLEŞİ<br />

Söyleşi: Naci Terzi<br />

16 ÖLÜM<br />

Gülşehri Kanyılmaz<br />

19 MEHMET AKİF GURBETTE<br />

Melda Özata<br />

25 FUZULİ’NİN BAZI TÜRKÇE<br />

ŞİİRLERİNDE GÖRÜLEN BATİNİ<br />

TEMAYÜLLER<br />

Turgut Karabey<br />

2 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


36 NE GÜZEL UYMUŞ<br />

Bekir Oğuzbaşaran<br />

37 BAB’ÜS SELAM<br />

Firdevs Yüksel<br />

38 TAVAF<br />

Sergül Vural<br />

39 BAĞLAMA KALBİNİ DİL<br />

Hikmet Erbıyık<br />

41 YAVUZ SULTAN SELİM VE ŞAH İSMAİL<br />

Şakir Diclehan<br />

47 AĞLAYAN ÇOCUK<br />

Vehbi Yurt<br />

49 ŞEYDA BÜLBÜL / SEFİL BAYKUŞ<br />

Kağızmanlı Hıfzı<br />

52 GAMLARIM BESTE GİDER<br />

Mustafa Suna<br />

57 BEYTULLAH<br />

FURKAN<br />

Ahmet Kanyılmaz<br />

61 ŞİMDİ ANLADIM EY İSTANBUL<br />

Zehra Cahide<br />

62 DÜŞÜNCE VE EDEBİYATTA<br />

MERKEP TİPOLOJİSİ<br />

Cafer Kumeyha. Çev.Yusuf Tercüman<br />

65 BİR ÖĞRENCİNİN MEKTUPLARI<br />

Nevzat Yüksel<br />

69 KİTAP-DERGİ TANITMA<br />

Katip Sezer<br />

72 ŞAİRE NEBİLE EL HATİBE İLE SÖYLEŞİ<br />

73 HEYDER BABA’YA SELAM<br />

Şehriyar<br />

53 TAHTALI EVLERDEN<br />

TAHTLI KÖŞKLERE<br />

Şerif Ali Minaz<br />

78 BEN NELER GÖRDÜM<br />

Mehmet Şevket Eygi<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 3


Analiz<br />

Ali NAR<br />

a) İSLAM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ<br />

“Hakk din budur; en üstün bu olacaktır.” / Mahir İz<br />

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ilk senesinde<br />

bize derse gelen seçkin insanlar vardı:<br />

Ömer Nasuhi Bilmen (Erzurumlu/Ders-i âm)<br />

Ali Üsküdarlı (Kurrâ)<br />

Ahmed Davudoğlu (Fakih)<br />

Nevzâd Ayasbeyoğlu (Felsefeci)<br />

A.Nihad Tarlan (Profesör- <strong>Edebiyat</strong>çı)<br />

Ömer Kirazoğlu (Mimar/Kayserili)<br />

Osman Pazarlı (Eğitimci)<br />

Mahir İz, tasavvuf dersine geliyor ama<br />

hep edebiyat; Arapça, Farsça, Türkçe beyitler,<br />

kıt’alar; medhiyeler, mersiyeler… Heyecan,<br />

yüksek savt ve inandırıcı eda…<br />

İlk dersten itibaren bize hareket düsturları;<br />

düsturların dayanakları, gönlü-müze zihnimize<br />

naklediyor…<br />

Her münasebette; elini masaya vurarak,<br />

gür bir sesle ihtarı bu olurdu:<br />

4 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />

“Hakk Din budur, en üstün bu olacaktır!...<br />

Bütün varlığımla benimsediğim bu ifadeyi,<br />

hamasetle söyleyen bir uyarı gibi zihnimde,<br />

dipdiri tutsam da; yorumu ve dayanağı için<br />

bir teşebbüsüm olmadı sanki!...<br />

Evet en ciddi ve kapsamlı düstur. Ama<br />

niçin ve nasıl<br />

Vaktaki yaşım yetmişi geçmiş; neşredilen<br />

kitaplarımın sayısı yaşımla-atbaşı hizalanmış<br />

olduğu bir senede: Anadolu Gençliğine;<br />

“Dinler Arası Diyalog’un bir fitne (Çağdaş<br />

ama en büyük fitne) olduğunu anlatmaya<br />

başlayacağım sırada, bir gencin güzel ses ve<br />

ahengiyle şu âyet-i kerimeyi (teberrüken)<br />

okumasıyla, aklım yerine oturuyor:<br />

ھُوَ‏ الَّذِي أَرْسَلَ‏ رَسُولَھُ‏ بِالْھُدَى وَدِینِ‏ الْحَقِّ‏ لِیُظْھِرَهُ‏<br />

عَلَى الدِّینِ‏ كُلِّھِ‏ وَ‏ كَفَى بِاللَّھِ‏ شَھِیداً‏<br />

(Tevbe: 33, shf. 9, Fetih: 28)


“O’dur ki; Resulünü HÜDÂ ve HAK<br />

DİN ile gönderdi ki; bütün dinlere üstün<br />

gelsin!” “Şahid olarak da Allah yeterdir…”<br />

Fetih sûresinde böyle. Öbür ikisinde ise;<br />

varsın müşrikler hoşlanmasınlar…” diye<br />

biter:<br />

-“Allah’ın indinde din İslâm’dır.” (Âl-i<br />

İmran, 19)<br />

-“İslâm’dan başka din arayan, asla makbul(ümüz)<br />

değildir.” (Âl-i İmran, 85)<br />

-“İbrahim ne Musevi, ne İsevidir; O hanif<br />

müslimdir.” (Âl-i İmran, 68)<br />

Âyetleri, bu âyeti özellikle destekler ve<br />

açıklar. Fetih sûresinde ise; 28. âyeti 29. âyet<br />

tamamlar ve “Diyalog Fitnesini imha eder:<br />

Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun<br />

arkadaşları, Kâfirlere karşı şiddetli, kendi<br />

aralarında ise hoşgörülüdürler…<br />

Esas mesele ise, Elmalılı M. Hamdi<br />

Yazır’ın ünlü tefsirinden(1) de ilhamla: İslâm’ın<br />

Üstünlüğü” ana teziyle bakalım:<br />

Fetih sûresinin (ilgili) âyetlerinin tefsirinde<br />

merhum açıklıyor:<br />

a) İslâm’ın bütün dinlerden üstünlüğü<br />

kesin bir bilgi: Son din, Kitabı asla tahrife<br />

uğramamış, Peygamberinin bütün eseri yaşamaktadır.<br />

Hiçbir dönemde zillete düşmemiş.<br />

Birinden biriyle (devlet himayesi) devam<br />

ede gelmiş… Şiarları: Ezan, Cum’a,<br />

Camiler ve Ahkâm… hayatiyetini sürdürüyor.<br />

b) Bütün bunların formülü, işaret olunan<br />

(ve lafzan da tekrar edilen, âyette: Hûda ve<br />

“Hakk Din” dir.<br />

Hûda, İSMET üstünlüğünü remzlendirirken,<br />

Hakk Din de İZZET üstünlüğünü tesbit<br />

eder. Yani birincisi; dinin kitabı bunu saf ve<br />

berrak olduğu, asla hurafe veya ilâve karışmadığını<br />

anlatır. Hak katından yanlışsız<br />

indiği gibi, indikten sonra da asla bir ekleme-çıkarma<br />

olmamıştır. Kitap İsmetini korurken;<br />

onun tebliğ eden Peygamberin İsmeti<br />

de aynen korunmuştur. Onun bütün sünneti,<br />

şanı, şöhreti lekesiz olarak bize ulaşmıştır.<br />

Sorulur; ondan başka hangi Peygamberin<br />

eseri ve hüviyyeti aslıyla yaşatılmış ve bugüne<br />

ulaşmıştır Hiçbiri!.. Hatta ulu’l-azım<br />

Peygamberlerin bile çevresi, efsanelerle kuşatılmıştır:<br />

Çünkü, önce kitapları tahrif<br />

edilmiş:<br />

Kitap tahrifinin çeşitli sebepleri vardır.<br />

Meselâ o dönemlerde insanın tam olarak<br />

rüştüne ermemiş olması… Yani her Peygamber<br />

ve ümmeti, insanlığa birçok şeyler<br />

öğretegelmiş… Birikimler, Asr-ı Muhammedî<br />

insanına olgun olarak ulaştırmış: Teknik,<br />

sosyal, dini ve ahlâki bazı kurallar, insanı<br />

bir yeni ve daha olgun tebliğe hazır hâle<br />

getirmiş. Bütün eski din uluları da yeni bir<br />

dünya görüşüyle insanlığı sapkınlıklarından<br />

kurtaracak; İsmet ve İzzet sahibi bir rehberin<br />

gelmesini müjdeliyordu…(2)<br />

Bütün bunların özü “Adalet”ti; zulmün,<br />

haksızlılığın, ehliyetsizliğin ilgası, ehliyeti<br />

olanın işe el koyması demekti. Hadid sûresi:<br />

25. âyetinde bu ilke en geçerli yan destekleriyle<br />

ortaya konuyordu… “…Peygambermucize-otorite<br />

ve hakkın korunması…”<br />

-“Nisa: 105”te adil yargı, yasal yönetim…<br />

-Bakara sûresinin son âyetinde: kişinin<br />

gücünün yetmediğiyle sorumlu olmayacağı,<br />

-Necm sûresinde insanın asıl kazancının<br />

(olumlu-olumsuz) hep kendi el-emeği ile<br />

olacağı.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 5


Yine Bakara’de, dinde zorlama olmadığı,<br />

herkesin kendi hür iradesiyle dinini seçeceği;<br />

“Çünkü insanlığın artık rüştüne erdiğini…”<br />

bildiriyordu.<br />

Beşeri rüşt döneminde; Hûda ve Hak din<br />

gelecek. Öyle olmasa; insanlığı Allah’ın, en<br />

güzel kıvamda halk ettiği insanı tersine yürütmek<br />

olurdu.<br />

İşte saf ve temiz, hep birinci kalite; hep<br />

fayda, hep yüceltici ilkeler gelecekti âyetlerde…<br />

Geldi ve insanlar ona koştu. Üstelik en<br />

üstün edebi bir dil ve üslupla geliyordu, düstur<br />

olan âyetler.<br />

Çatı örüldü ve en aziz, en şerefli din (Nizam)<br />

kuruldu. Yayıldı. Dünyayı tuttu. Endülüs’ten-Endonezya’ya<br />

uzanan âleme hâkim<br />

oldu. Bu da izzet üstünlüğü idi.<br />

Bu üstünlük yönetim biçiminde de sürüp<br />

geldi:<br />

Hulefâi Raşidinde devlet tam oluştu.<br />

Emeviler, fetihlerle otoriteyi yaydı.<br />

Abbasiler medeniyeti yaydı, müsbet ilimde<br />

dünyaya öncülük etti…<br />

Gazneliler, Karahanlılar, Harzemşahlılar,<br />

Memluklar, bölge bölge kurumlar oluşturdu…<br />

Selçuklular ayak yerini genişletti.<br />

Osmanlı ise; Batıda İslâm’ın İZZET<br />

ÜSTÜNLÜĞÜNÜ tepe noktasına vardırdı.<br />

(Osmanlı Padişahı)<br />

Doğuda da Babür devleti aynı varlıkta yarıştı<br />

(Hint Padişahı)<br />

İran Şahlığı da bu Padişahlıkların arabulucusu<br />

gibiydi.<br />

Onun içindir ki; Osmanlının çözülme<br />

döneminde bir şâir İslâm Ummetini dört ana<br />

bölümde düşünerek bir nazım kurdu: (Bunu<br />

da yine Mahir İz merhumun kültüründen<br />

aktarıyoruz.)<br />

“İran Beraber (Tipik bir yapı ve devlet)<br />

Turân Beraber (Adriyatikten-Sedde kadar üç<br />

kıtalık bir şilte)<br />

Afgan Beraber (Afgan’ın yalçın toprağından-<br />

Honkonga kadar uzanan bir yapı.)<br />

Urban Beraber (Endülüs’ten Endonezya’ya kadar<br />

ânâ dil ve kültür)<br />

Allah bizimle her an beraber,<br />

Allah bizimle vallah beraber…”<br />

Bu dört ana unsur, gönül bağına rağmen<br />

bütünleşemedi ve Batı üstüne HİLALLİ<br />

SEFERİ çıkaramadıysa; bu da kaderdir!..<br />

Yaşadığı sanılan Musevilik ve İsevilikse;<br />

manada ölü, madde de saldırgan diri kaldı.<br />

Ama İsmet üstünlüğü de İzzet üstünlüğü<br />

de İslâm’da Kur’an’da- Muhammed’de (s.a.)<br />

kaldı.<br />

Vesselam.<br />

Dipnotlar:<br />

(1) Bu tefsiri, Eğitimini İslâm beldelerinde yapmış gençlerin de<br />

içinde bulunacağı bir hey’ete teklif ediyorum: Arapçaya çevirin.<br />

Ebussuud tefsiri gibi itibar göreceği ve hizmet edeceği ümidiyle<br />

çağrı yapıyorum…<br />

(2) Öbür âyetler: “Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler,<br />

(herhalde) onlar katında izzet (şeref-makam) umuyorlar: Hâlbuki<br />

izzet tamamiyle Allah’a ait. (katındadır)” (Nisa: 139)<br />

“Onların (ters) beyanları seni üzmesin: Çünkü izzet (ve şeref)<br />

tamamiyle Allah nezdindedir. O semi ve âlimdir.” (Yunus: 65.)<br />

“(Münafıklar) diyorlar ki; Eğer Medine’ye dönersek elbet (izzetli)<br />

güçlü olan zayıfı oradan çıkaracak! Hâlbuki izzet Allah’a<br />

Resulüne ve Müminlere hastır. Ama münâfıklar bunu anlamaz…”<br />

(Münafıkun: 8)<br />

Özel Not:<br />

Tanınmış hatip bir düğün töreninde konuştu ve onun önünde<br />

konuşan Milletvekili ve Bakanlara (öbür hocalara işaretle) “Ulemanın<br />

ve Ümeranın ikbâle erdiğini gördük. Peki İslâm’ın ikbâl (ve<br />

izzeti) nerede diye sordu Biz de onu tasdik ve tebrik için kaydediyoruz:<br />

Evet, her (idealist görünen) kişi dünyalığını ikmal ederken; İslâm’ın<br />

izzetine nasıl hizmet etmekte olduğunu göremiyoruz.<br />

o<br />

6 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


) İSLÂM’IN DÜNYA GÖRÜŞÜ<br />

İslâm’ın getirdiği NİZAM’ın bilgi kaynağı; Kur’an (vahy-i metlüv), Sünnet<br />

(tebliğcinin uygulamalı açıklaması) bir de (müşterek akıl diyebileceğimiz)<br />

İcma-i Ümmettir. Ferdi içtihat ve yorumlar, münferit mes’elelere dayanır<br />

da; İcma’ küllü ve kesin kurallara götürür. Ve yakîn bilgi verir. Bunun adı<br />

(ve özü) akıl ve akli çözüm konursa, dayanağı da tabii olarak, zekâ, hafıza<br />

ve imâl-i fikr akışına destek, duyumlardan gelecektir.<br />

Önce İSLÂM:<br />

İnsanlığın adaletle yaşamasını sağlayacak,<br />

Allah’ın son nizamıdır. Yasama Allah’tan,<br />

yorum ve uygulama yönetme ve yargı (Son<br />

Nebi ve) Resülünden. Bu nizam; hem dünyada<br />

uygulanır, insanı huzur ve şerefle yaşatır.<br />

Hem de bu üstün şahsiyetle Ahretini<br />

mamur eder...<br />

Sonra DÜNYA GÖRÜŞÜ:<br />

Varlığı, insanı ve olayları yorumlama;<br />

teklif ve tedbirler sunma… Bu, felsefenin<br />

konusu sayılırsa, felsefe de; “bütün ilimlerin<br />

vardığı kesin sonuçların örgüleştirilmesi,<br />

sistemleştirilmesidir…” denir.<br />

Varoluşculuk, şüphecilik, akılcılık (rasyonalizm),<br />

kritisizm (tenkitçilik), faydacılık,<br />

deneycilik, izafiyecilik, sezgicilik (…) gibi;<br />

bilginin dayanak ve değerini arayan ve bulduğunu<br />

savunan düşünce akımlarının yanında<br />

bir de; insanı ve onun mutlu yaşamasının<br />

yolunu bulmak iddiasındaki yorumlar<br />

vardır:<br />

Faşizm (otoriter rejim), Sosyalizm (eşitçi<br />

rejim) [ya da onun disiplinci uygulaması<br />

Komünizim],( Demokrat-Hürriyetçi) Kapitalizm<br />

veya Liberalizm…<br />

Bu üç ideoloji; dünyada uygulanma alanı<br />

bulmuş ve insanların bir gözünü güldürürken<br />

öbürünü ağlatmıştır!..<br />

Ama üç büyük iddianın (varsa haklı yönlerinin)<br />

toplamı İslâm’ın cemaat namazında<br />

gözlenebilir. Ve eğer bunlara rejim (devlet<br />

zihniyeti) denirse; İslâm’ın görüşüne de şahsiyetçi<br />

görüş adını vermemiz uygun olur.<br />

Çünkü meselâ cemaat namazında insan kitlelerinin<br />

özendirildiği, mutluluk va’deden<br />

iddiaların hepsi bir kompozisyon içindedir:<br />

Hürriyet, Eşitlik ve (haklı/adaleti koruyacak)<br />

Otorite/disiplin…<br />

Üç görüşün uygulanışı, bir arada uyumlu<br />

ve barışıktır. Hâlbuki toplumda bu üç ideolojinin<br />

kavgası vardır… Bu yaşanmaktadır.<br />

-Namazda İmam otoriteyi temsil eder.<br />

Cemaatin durumu eşitliği temsil eder.<br />

Abdesti bozulanın, bırakıp gidebilmesi,<br />

hatta yanılan imama müdahale hakkı da<br />

hürriyeti (ya da diyelim demokrasi) simgeler.<br />

***<br />

İnsanı ve toplu yaşamayı sembolize eden<br />

(remzlendiren) girişimiz sathi de olsa bir şey<br />

verdiyse; köke inebiliriz:<br />

İslâm’ın getirdiği NİZAM’ın bilgi kaynağı;<br />

Kur’an (vah-yi metlüv), Sünnet (tebliğcinin<br />

uygulamalı açıklaması) bir de (müşterek<br />

akıl diyebileceğimiz) İcma-i Ümmettir.<br />

Ferdi içtihat ve yorumlar, münferit<br />

mes’elelere dayanır da; İcma’ küllü ve kesin<br />

kurallara götürür. Ve yakîn bilgi verir. Bunun<br />

adı (ve özü) akıl ve akli çözüm konursa,<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 7


dayanağı da tabii olarak, zekâ, hafıza ve<br />

imâl-i fikr akışına destek, duyumlardan gelecektir.<br />

Beş duyuya ek olarak Haber var… Başka<br />

bir ifadeyle dinin ilmi kaynağı olan VAHİY,<br />

bütün bilgilerin yolunu (önünü) aydınlatacaktır.<br />

Hepsinin öz nüktesi, İlm-i Kelâm’ın başlangıç<br />

cümlesidir:<br />

-Hakikatü’l-eşyâ’i sâbitetün: Eşya-varlıkmadde<br />

bir gerçektir. Yani içinde yaşadığımız<br />

âlem ve biz gerçekten varız.(1) Biz var isek,<br />

bir vâreden de vardır. O yüce güç ve irade<br />

ise, insanı Rasulleri ve sonuncusu<br />

aracılığiyle kâmil bir dine/nizama layık görmüştür.<br />

İslâm’ın dünyaya bakışı (görüşü) böyle<br />

başlar ve biter: Son nokta; yaratıcı (külli)<br />

kudret ve onun hâkimiyeti. Hâkimin koyduğu<br />

kurallar; insanı en üstün varlık diye sunar<br />

ve her nesneyi ona göre ayarlar…(2)<br />

Ve insanın yeryüzünde var oldukça hakkına<br />

tecavüzü ve kendisinin hakka tecavüzünü<br />

önleyici kanun ve bu kanunu uygulayacak<br />

otoriteyi belirler…<br />

Bu durumda İslâm’ın Dünya görüşüne,<br />

âdet gereği, bir isim vermek gerekirse<br />

“ŞAHSİYETÇİ DÜNYA GÖRÜŞÜ” deriz.<br />

Yani kişiyi (ferdi) eğitip, şahsiyet yapar. Bu<br />

şahsiyet (kişilikli fert) kurallara harfiyen<br />

uyar: Yani müttekidir.(3)<br />

Böylesi fertlerden şahsiyetçi toplum oluşur:<br />

İki hakka sahip çıkar:<br />

Allah’ın (sanki nizamın hakkı) ve<br />

HUKUKULLAH Kul’un Hakkı: HUKUK-U<br />

İBÂD…<br />

Fert, kendi hakkını koruduğu gibi (aynı<br />

hassasiyetle) nizamın ve fertlerin haklarını<br />

da korur. Yani bu şuur ve iradeyle yaşar. Bu<br />

kişilikteki toplumun doğuracağı otorite adil<br />

devleti kurar ve murad-ı ilâhideki; Her nefsin<br />

lâyık olduğuna ulaşmasından ibaret olan<br />

adalet tahakkuk ve tecelli etmiş; yani<br />

Risalet ödevini yapmış ve hedefine varmış<br />

olur.(4)<br />

İnsan:<br />

İslâm’ın tanıttığı eşref-i mahlûk, iki üstünlüğe<br />

erdirilerek şahsiyet olur. Ve bu üstün<br />

şahsiyetle de; zulmün esamesini bırakmayan<br />

adalet iklimini kurar.<br />

Birincisi; İsmet üstünlüğüdür: Doğuştan<br />

(yaratılışta) tertemiz, günahsız ve iyiliğe<br />

namzed olarak yaratılmıştır: “…Biz insanı en<br />

güzel kıvamda yarattık (Tıyn sûresi: 4)<br />

“…Biz Âdemoğlunu tekrim ettik / şereflendirdik…”(İsra:<br />

70)<br />

İkincisi; İzzet üstünlüğüdür: “İzzet, Allah’ın,<br />

Resulünün ve mü’minlerindir…”<br />

(Münafıkun:8)<br />

***<br />

Bir genelleme yaparak, “İslâm Nedir!” diye<br />

sorarsak; ilim dünyamızın müşterek cevabını<br />

koyarız ortaya:<br />

İslâm:<br />

İmanda-Tevhid (Tek hâkim kudret,<br />

Adil-i Mutlak’a bağlanmak)<br />

Amelde-İhlâs (Her işte nefsi çıkar değil,<br />

sistemin ve toplumun yararına uygun eylem)<br />

Fertte-Liyâkat (Bir seviye, beceri ve nimeti<br />

hak etme ehliyeti…)<br />

Toplumda Emniyet (Her hususta güvenli<br />

toplum)’a ulaşınca;<br />

Devlette Adalettir Adaleti hâkim kılacak<br />

yönetim gelir.(5)<br />

Bir başka şema: Tevhid-Risalet-İtaat-<br />

Adalet…<br />

Burada özellikli olan İTAAT’tır: Adil başa’dır<br />

bu itaat… Zalime değil!<br />

Bir üçüncü tanzim: Ahlaklı (İsmet ve izzet<br />

sonucu) olmanın temelleri:<br />

8 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Hikmet: Her şeyin hakikatini kavrayıp<br />

anlatacak zekâ ve anlayış…<br />

Şecaat: Hakkı olduğu gibi eğip bükmeden-söyleme<br />

ve savunma yürekliliği.<br />

İffet: Dünyalığa (karşıcins, paraya, makama<br />

ve şöhrete düşkünlükten sakınabilme)<br />

dayanıklı olmak…<br />

Adalet: Bu üç fazilete sahip olanın durumudur…<br />

Görüldüğü üzre, her müsbet gidişin (silsilenin)<br />

varış noktası Adalettir. Ve esası koyalım:<br />

Kur’an-ı Kerim’de Hadid sûresi; 25. âyet:<br />

“Biz (bütün) Resullerimizi gönderirken mucizelerle<br />

destekledik, onlara; Kitap ve Nizam<br />

indirdik ki; insanlar, adaleti hâkim kılsın.<br />

(Bunun için de) Demiri indirdik! Onda çok<br />

zararlı yönlerle beraber faydalı özellik de var!<br />

Esasen, Allah ve Resulüne kim tavizsiz destek<br />

olacak bilinsin…”<br />

Burada, “Demir” silah, o da otoriteyi yani<br />

devleti işaret eder… Devlet Adaletin<br />

koruyucusu olacaktır…<br />

Bu devlette; Kardeşlik, Hürriyet ve Adalet<br />

gerçekleşecek.<br />

Toplum ve fert ise şu beş hedefi bulacak:<br />

Sırayı şöyle düzeltiriz.<br />

1) Akıl Güvenliği (Din nizam esas gaye)<br />

2-) Can Güvenliği(Ona diri insan gerek)<br />

3-) Nesil Güvenliği (Akla sahip olmak)<br />

4-) Mal Güvenliği (Neslin sürmesi gerek)<br />

5-) Din Güvenliği. (Bunların da “mala”<br />

dayanması söz konusu…)<br />

Son Söz:<br />

İşte, buraya kadar özetlenen dünya görüşünün<br />

(ma’hût tabiriyle) finali, bu beş hedefin<br />

tahakkukudur.<br />

Beş güvenlik: Can, Akıl, Nesil, Mal ve<br />

Din. Esasen Din Güvenliği varsa, öbürleri de<br />

ister istemez vardır.<br />

B.M.in o otuz küsur (şişirme) programı,<br />

böyle özetlenir: Haberiniz olsun; yönetime<br />

talib olanlar!..<br />

Bunlar yoksa; orada devlet ve hükümet<br />

yoktur.<br />

Din yoktur.<br />

İnsan ve insanlık da yoktur!.<br />

Dipnotlar:<br />

(1) Varlık izâfi (relatif) değildir. Aklımız ve duyumlarımız<br />

farklı olsa, onlar da farklı olmazdı; ne ise odur. Yine<br />

hiçbir oluş sebepsiz değildir; her oluş kendiyle beraber veya<br />

önceki olayın sonucu veya devamıdır…<br />

(2) İslâm’ın Nasslarından (K.S.) kapalı (hafi) metinlerle;<br />

dışarıdan gelen etkiler sonucu; üç zihniyet oluşmuştur:<br />

Cebirci anlayış (Kişi ne yaparsa, Allah yaptırır. Bu yüzden<br />

sorumluluğu da yoktur.<br />

Akılcı hürriyetçi anlayış (!) itizâli anlayış: İnsan her şeyi<br />

serbest iradesiyle ve kendisi yapar.<br />

Sûnni (İtidâli) anlayış. İnsan tercih eder, Allah da verir<br />

yapar. Onun için de sorumludur.<br />

(3) Takvâ; Allah’ın kurup, Peygamberin uyguladığı tarzıyla,<br />

ilkelere sadakattir. Taklitten çok tahkik tarzıdır.<br />

(4) Asr-ı Saadettekinden sonra, kâmil mânâda bu adalet,<br />

Fatih Sultan Mehmet Döneminde gerçekleşmiştir.<br />

Fatih’in de, İstanbul kadısı ve belediye başkanı Hızır Bey<br />

tarafından yargılanışı. Fatih’in, esnafı denediğinde, herkesin<br />

komşu hakkına saygılı olduğunu tesbiti vâkidir…<br />

(5) Rasulullah (a.s.), Hatim Tainin oğlu Adiy bin Hatiple<br />

olan muhaveresinde, ona üç soru sormuş ama kendisi<br />

cevap vermiştir: Göreceksin bu ümmet öyle olgunlaşacak<br />

ki;<br />

1-Zekât vereceksin alan olmayacak (ihtiyaçsızlık)<br />

2-Kadisiyeden bir kadın tek başına Kâbeyi ziyârete gelecek<br />

ve kimseden korkmayacak.<br />

3-Bu ümmetin orduları, Kisranın saraylarını atlarıyla<br />

çiğneyecek… Bu cevaplardan sanki en pratik tarzıyla;<br />

İslâm’ın toplumda gerçekleştireceği (gerçekleştirdiği) üç<br />

hedef sayılmıştır: İç güvenlik, Dış güvenlik ve Mali denge…<br />

o<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 9


Söyleşi<br />

Söyleşi: Siyami Akyel<br />

DR.CAHİT ÖNEY İLE SÖYLEŞİ<br />

Tabip, röntgen mütehassısı (aruz) şâir ve bestekâr Cahit Bey ile;<br />

kaybettiğimiz (dergimizin yazarı) şâirler; Ömer Faruk Turgut ve<br />

Mehmet Nar’ın şiiri üzerine konuştuk.<br />

Muhterem üstad, şâir Ömer Faruk<br />

Torgut ve Mehmet Nar’ı bizzat tanıdınız mı<br />

Yoksa İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergimizde yayımlanan<br />

yazı ve şiirlerinden mi tanıyorsunuz<br />

-Şâir ve yazar Ömer Faruk Torgut ve<br />

Mehmet Nar merhumları eserlerinden tanıyorum.<br />

-Bu iki merhumun eserlerini, genel olarak,<br />

İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergisinde okuduğunuz eserler<br />

ortamında sizce mevkii ne olmuştur<br />

- İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergimizde yayımlananlarla<br />

karşılaştırdığımda bu iki merhumun<br />

eserleri, benim estetik ölçülerime göre<br />

ortalamanın üstündedir.<br />

-Özellikle bu ikili, 1960’taki darbeyi izleyen<br />

günlerde, Denizli’de 5.000 kişilik, Yd.<br />

Sb. Öğretmen talimgâhında tanışıp arkadaş<br />

olduğunu da hatırlatarak, diyelim ki;<br />

a) Şiir sitillerinde benzerlik veya müştereklik<br />

var mıdır<br />

b) Şiirin ana teması bakımından yakınlık<br />

var mı<br />

c) Üslup ve dil yönünden (uydurma dil,<br />

sade dil, eski dil) benzerlikler var mıdır<br />

d) <strong>Edebiyat</strong>/Sanat yönünden; sadelik,<br />

özenti.. Hangisi daha belirgindir<br />

e) Vezin-Kafiye yönünden değerlendirme-niz<br />

nasıl olur (Kafiye yok, ya da güçlü<br />

olarak var.)<br />

-a) Şiir sitillerinde/üsluplarında, müştereklik<br />

derecesinde benzerlik mevcuttur.<br />

b) Ana temaları bakımından şiirlerinde<br />

yakınlık/ayniyet vardır. Ana temalarının<br />

unsurları: İnançları; Anadolu’nun harap,<br />

bakımsız, üzücü, isyan ettirici manzarasıdır.<br />

c) Her ikisi de, büyük çoğunluğun anlayacağı<br />

sade dil kullanmıştır. Her ikisi de,<br />

halkımızın konuştuğu dili kullanmıştır. Ayniyet<br />

arz eden düşüncelerinin, duygu-larının<br />

halkımızca anlaşılması için bunu gerekli<br />

görmüşlerdir.<br />

d) <strong>Edebiyat</strong> / Sanat yönünden sadeliği<br />

seçtikleri belirgindir.<br />

10 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


e) Vezin-Kafiye yönünden, karşılaştırmalı<br />

görüşüm şöyledir:<br />

Ömer Faruk Turgut merhum serbest vezni,<br />

Mehmet Nar merhum hece veznini tercih<br />

etmiştir.<br />

Ömer Faruk Turgut merhum, serbest<br />

vezni seçtiği için olsa gerek, inancını, fikirlerini,<br />

duygularını açıklayan şiirlerinde kafiyeye<br />

önem vermemiş, bağlı kalmamıştır.<br />

Mehmet Nar merhum, hece veznini (çoklukla<br />

6+5, 4+4+3 duraklı olanlarını) tercih<br />

ettiğinden kafiyeye önem vermiştir; kafiyeleri<br />

hatasızdır, şiirin diğer kelimelerine benzer<br />

olarak sadedir; kafiyelere uygun/bağlı konuşmamış,<br />

diyeceklerine uygun kafiye seçme<br />

başarısını göstermiştir. Necip Fazıl Kısakürek<br />

de bu hususta bir örnektir. Bu konuyu<br />

bilmek yetmez; kafiyelendirme ilmini de<br />

bilmek gereklidir.<br />

Vezin, kafiye açısından sonra, edebî<br />

san’atlar yönüne de bir göz atmak isterim:<br />

Ömer Faruk Turgut merhum Tedâî başlıklı<br />

şiirinin I. Bölümünde Temmuz sıcağında<br />

Diyarbekir’de cümlesini 2 yerde kullanmıştır<br />

ve II. Bölümde de Zülküfül dağının<br />

eteğinde cümlesini de 3 defa kullanmıştır.<br />

Bu; Tekrîr san’atının bilinçli olarak kullanıldığını<br />

ifâde eder. Tekrîr san’atına klasik örnek,<br />

Süleyman Çelebi’nin Mevlidinin Merhabâ<br />

bahridir.<br />

Mehmet Nar merhum Kıl Aba başlıklı<br />

hikâyesinin ilk sahîfasında Teşhîs San’atı 4<br />

defa kullanılmıştır. Teşhis san’atı; cansız<br />

nesnelerin canlı gibi gösterilmesi, konuşturulması<br />

san’atıdır.<br />

“Batı Torosların eteğine tutunmuş yürüyorduk.”,<br />

“… akşam sessizliğinin üzerimize<br />

yürüdüğü bir an..”, “Gecenin karanlığı bizim<br />

bu sohbetimizden yararlanarak, yapacağını<br />

yapmıştı.”, “Artık karanlığın kucağındaydık.”<br />

-Şiirler genel olarak; modern ya da klasik<br />

şekilde midir: Bu durum şiirlere derinlik<br />

kazandırıyor mu<br />

-Ömer Faruk Turgut merhumun şiirleri<br />

modern tarzda, Mehmet Nar merhumun<br />

şiirleri ise klâsik tarzdadır. Fakat dile getirdikleri<br />

fikirler, duygular aynıdır. Şöyle bir<br />

benzetme yapabilirim: Bir müzisyen bir türküyü<br />

bağlama ile çaldıktan sonra, bir de<br />

keman ile icrâ eylemiştir!<br />

-İki şâirin hayat ve ölüme bakışı ve alâkası<br />

nedir<br />

-Halkımızın büyük çoğunluğu hayat ve<br />

ölüme nasıl bakmakta ise, halkımızın bağrından<br />

çıkan Ömer Faruk Torgut merhum<br />

ile Mehmet Nar merhum da aynen öyle<br />

bakmışlar ve ifâde etmişlerdir.<br />

-Şiirlerinde; ideoloji, inanç ve siyâset<br />

hangisi nasıl temas eder ve okuyucuya nasıl<br />

seslenir.<br />

-Şiirleri inanç merkezlidir. Yunus Emre<br />

merhumun “ete,kemiğe büründüm” dediğini<br />

hatırlatırcasına, her ikisi de inançlarını (şiir,<br />

hikâye/KISSA, hece vezni/serbest vezin,<br />

kafiye, halk dili..) VASITAsı ile ifadeyi millî<br />

görev sayarak yerine getirmişlerdir.<br />

-Başka neler dersiniz<br />

-Merhum Mehmet Nar için, Mef’ùlü<br />

fâilâtü mefâîlü fâilün vezninde yazdığım beyt:<br />

Dünyâda nâmı “Nâr” idi ömrünce Mehmed’in;<br />

Kabrinde, âhiretde mükâfâtı “Nùr” ola<br />

vefatını müteakip İslâmi Edebayat’da yayımlanmış<br />

idi<br />

Cenab-ı Hak, Ömer Faruk Turgut ve<br />

Mehmet Nar merhumların kabirlerini pür<br />

nùr, makamlarını Cennet eyleye.. Amin<br />

o<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 11


Söyleşi<br />

İslami <strong>Edebiyat</strong><br />

GÜLŞEHRİ KANYILMAZ İLE<br />

SÖYLEŞİ<br />

Şiire her zaman merakım vardı. Eskiden öğrenciliğim sırasında dolmuşlarda<br />

güzel sözler yazılırdı. Dolmuşların camlarında yazılan bu yazılar, bende ilk<br />

şiir kıvılcımlarını oluşturdu. Bu yazıları defterime yazardım.<br />

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız<br />

-Ben 1948 yılında Yozğatın Sarıkaya ilçesinin<br />

Kayapınar köyünde dünyaya geldim.<br />

Dedelerimiz 93 harbinde Osetya’dan göç<br />

ederek Yozgatın bu güzel şirin köyüne Kafkasya’ya<br />

benzediği için yerleşmiş. İlçemiz<br />

kaplıcalarıyla meşhur güzel bir yerdir. Ayrıca<br />

pazarıyla nam salmıştır. İlköğretime Kayapınar’da<br />

başladım. İkinci sene babamın işi<br />

nedeniyle Kayseri’ye taşındık. İlköğretime<br />

burada devam ettim. Ortaokul ve liseyi de<br />

Kayseri’de okudum. Kayseri Lisesi’nden<br />

1963 yılında mezun oldum. Kayseri Lisesi<br />

çok güzel eğitimi çok kaliteli bir liseydi. Burada<br />

çok değerli hocalarımız vardı. Bizi iyi<br />

yetiştirdiler hepsini saygı ile anıyorum.<br />

-<strong>Edebiyat</strong> Fakültesine girdiğinizi biliyoruz.<br />

Fakülteye ne zaman girdiniz kimlerden ders<br />

aldınız<br />

- Üniversiteye İstanbul Üniversitesi Fen<br />

<strong>Edebiyat</strong> Fakültesi Türkoloji bölümünde<br />

1970 yılında başladım. Bölümümüzde çok<br />

değerli hocalarımız vardı. Prof. Ali Nihat<br />

Tarlan Hocam bize sadece bir dönem ders<br />

verebildi. Kendisini çok severdik tam bir<br />

İstanbul Beyefendisi idi. Aynı dönemde bize<br />

ders veren diğer hocalarımızdı onuni gibiydi<br />

her biri çok asil insanlardı. Sınıfta her birimiz<br />

hocalarımızın azından çıkacak her kelimeyi<br />

sabırsızlıkla beklerdik sınıfta çıt çıkmazdı.<br />

O dönemde bize ders veren hocalarımızdan<br />

Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş,<br />

Muharrem Ergin, Sadettin Buluç Ahmet<br />

Caferoğlu, Mehmet Kaplan, Prof. Fahir İz,<br />

Abdülkadir Karahan, Ali Alpaslan, Amil<br />

Çelebi, Mehmet Çavuşoğlu ve diğer hocalarımız<br />

hepsi ayrı ayrı değerler taşımaktaydılar.<br />

Hepsinden feyz aldık Allah onlardan razı<br />

olsun.<br />

-Hocam mezuniyet tezinizin konusu neydi<br />

Tezi yöneten hocanız kimdi<br />

-Mezuniyet tezimin konusu Bâki’nin<br />

“Mevahibül-Ledünniyye Tercümesi” dir.<br />

Tezimi yöneten Prof. Dr. Faruk Kadri<br />

Timurtaş hocamdı. Ayrıca tezimi bitirmemde<br />

Ahmet Topaloğlu hocamın da büyük<br />

emekleri vardır.<br />

-Sizin üniversiteye başladığınız yıllar öğrenci<br />

olaylarının hareketli olduğu yıllardı<br />

değimli hocam<br />

-Evet öğrenci olaylarını hareketli olduğu<br />

yıllardı. İnşallah o yılları ve ona benzer hadiseleri<br />

bir daha yaşamayız. O yıllarda hayatını<br />

kaybeden arkadaşlarımız olmuştu.<br />

-Gülşehri hocam edebiyat fakültesinden<br />

mezun olduktan sonra İstanbul İmam Hatip<br />

Lisesinde Türkçe, <strong>Edebiyat</strong> öğretmeni olarak<br />

çalıştınız ve bu okulda başörtüsünden soruşturma<br />

geçirdiniz bu nasıl oldu<br />

12 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


-İlk tayin olduğum okul Büyük Çekmece<br />

Lisesi idi. Büyük Çekmece Lisesi çok güzel<br />

bir okuldur fakat o yıllarda yol yok araba yok.<br />

Bu lisede Bulgaristan ve Yunanistan’dan<br />

gelen Türk öğrenciler de vardı. Öğrenciler<br />

derslerle ilgili idiler bu okul her öğretmenin<br />

kalmak isteyeceği türden güzel bir okuldu.<br />

Fakat o yıllarda ulaşım kolay sağlanamadığı<br />

için kendim de Fatih’te oturduğumdan dolayı<br />

İstanbul İmam Hatip Lisesine geldim.<br />

Burada başörtüsünden dolayı soruşturma<br />

geçirdim. On sene gibi bir zaman aralığında<br />

maalesef mesleğimden ayrı kaldım.<br />

-Daha sonra öğretmenliğe devam ettiniz<br />

mi<br />

-Evet öğretmenliğe devam ettim. Öğretmenlik<br />

sevilmeyecek meslek değil, bugün<br />

geriye dönüp baktığımda her mevkide bulunan<br />

öğrencilerimle karşılaşınca öğretmenlik<br />

yaptığıma gerçekten şükrediyorum.<br />

-Bugün emekli öğretmen olarak şiir yazdığınızı<br />

biliyorum. Şiirlerinizden söz edermisiniz<br />

Şiir yazmaya nasıl başladınız<br />

-<strong>Edebiyat</strong> ve şiiri ben Kayseri Lisesi’ndeki<br />

öğretmenlerimizin sayesinde sevdim ve ilk<br />

kıvılcımlar zaten oluşmaya başlamıştı. Ardından<br />

üniversiteye gelince zaten bizim üniversite<br />

hocalarımızdan bir kısmı şiir yazıyordu.<br />

Mesela Prof. Ali Nihat Tarlan ve Mehmet<br />

Çavuşoğlu Hocalarımız bize kendi yazdıkları<br />

şiirleri okumuşlardı. Hatırlıyorum.<br />

Bizi devamlı şiir yazmaya araştırma yapmaya<br />

teşvik ederlerdi. Bazı konulara dikkat çekerlerdi.<br />

Şiir yazsanız, hikaye ve roman araştırması<br />

yapsanız gibi… Türk Dili <strong>Edebiyat</strong>ı<br />

bölümünde birçok şairi tanıyorsunuz. Şiirlerini<br />

tahlil ediyorsunuz. Orada Yunus Emre’yi,<br />

Mehmet Akifi, Ziya Gökalpi, Yahya Kemali,<br />

Tevfik Fikreti ve şiirlerini tahlil etikten sonra<br />

ister istemez birşeylere yöneliyorsunuz.<br />

Benim şiire her zaman merakım vardı, eskiden<br />

öğrenciliğim sırasında bazı sözleri ve<br />

kendi şiir denemelerimi defterime yazardım.<br />

Benim şarkı formunda denemelerim var.<br />

Henüz kitaplaşmadılar. İnşallah zamanla<br />

olacak diye gayret ediyorum.<br />

-Gülşehri hocam, emekli edebiyat öğretmeni<br />

olduğunuzu biliyoruz. Ama çok güzel<br />

resimler yapıyorsunuz. Resim yapmaya nasıl<br />

başladınız<br />

-Resim yapmaya öğretmen olarak çalıştığım,<br />

okula öğrencilere resim dersi vermek<br />

için gelen Ressam Nevin Çetin Hanım’ın<br />

teşviki ile başladım. Okula ilk geldiği<br />

gün, kendisi ile tanıştım. Benim de resim<br />

yapmamı önerdi. Ayaküstü bir balerin resmi<br />

çizdirdi. Hocam çok güzel çizdiniz sizde yetenek<br />

var diyerek, beni resim yapmaya teşvik<br />

etti. O günden bugüne 16 senedir resim<br />

yapıyorum.<br />

-İlk serginizi ne zaman nerede açtınız<br />

-İlk resim sergisini, resim yapmaya başladığımız<br />

öğretim yılı sonunda öğretmen ve<br />

öğrencilerin çalışmalarından oluşan karma<br />

sergi olarak Maltepe Belediyesi’nin salonunda<br />

açtık.<br />

-Çalışmalarınız daha sonra nasıl devam<br />

etti<br />

-Ertesi yıl, “Maya Grubu” adıyla bir grup<br />

kurduk. Çalışmalarımıza grup olarak devam<br />

ettik.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 13


-Başka sergiler açtınız mı<br />

-Evet “Maya Grubu” olarak İstanbul’un<br />

çeşitli yerlerinde sergiler açtık.<br />

-Gülşehri hocam kişisel sergi açtınız mı<br />

-İki kişisel sergi açtım.<br />

-En son serginizi nerede, ne zaman açtınız<br />

-En son sergiyi 2010 yılında İstanbul Modern<br />

Sanatlar Galerisinde açtık.<br />

-Hocam, sizin kalem işi eserlerinizde var<br />

değil mi<br />

-Ben aynı zamanda 3 sene İslami Sanatlar<br />

Akademisi’nde kalem işi eğitimi aldım. Çünkü<br />

resmi yan kollarla beslemek lazım.<br />

-Kalem işi nedir<br />

-Kalem işi tavan süsleme sanatıdır. Biz bu<br />

sanatla ilgili çalışmalarımızı tuval üzerine<br />

uyguladık. Bunun dışında minyatürde çalıştım.<br />

-Gülşeheri hocam Yıldız Porselen Fabrikasında<br />

da bir dönem bulundunuz, orada ne<br />

yaptınız<br />

-Yıldız Porselen Fabrikasında fayans üzerine<br />

resimler yaptım. Ayrıca porselen üzerine<br />

özel tasarımlarımla çalışmalarda bulundum.<br />

-Resim yapmayı seviyorsunuz ve tabii sıkılmıyorsunuz<br />

-Asla sıkılmıyorum. Renklerin arasına<br />

girmek bana haz veriyor.<br />

-Hocam gençlere resimle ilgilenmelerini<br />

tavsiye eder misiniz <br />

-Kesinlikle, meslekleri ne olursa olsun,<br />

mutlaka sevdikleri bir sanat dalı ile ilgili<br />

olsunlar. Böylece ruh sağlıklarını daha iyi<br />

korumuş olurlar. Sanat insanın yalnızlığını,<br />

kederini dağıtır. Bir işe yaradığınızı hissediyorsunuz,<br />

mutlu oluyorsunuz. Sizin tasarladığınız<br />

bir şeyin, imzanızın başka bir mekanda<br />

yer bulmasından daha güzel ne olabilir<br />

-Hocam neden resim, neden <strong>Edebiyat</strong>la<br />

ilgili bir şey yapmıyorsunuz<br />

<strong>Edebiyat</strong>a dair şarkı formunda bazı denemeler<br />

yazıyorum. Belki ilerde bir roman<br />

da yazarım. Belli mi olur. Ben çalışmayı çok<br />

seviyorum. Neden olmasın Belki birgün o<br />

da olur.<br />

-Evliliğiniz nasıl bir tanışmayla gerçekleşti<br />

ve kaç çocuğunuz var Onlar ne ile meşgul<br />

veya meşhurdur<br />

-Evliliğimiz okul yıllarında yani üniversite<br />

yıllarında tanışmamız sonrası gerçekleşti. İki<br />

oğlumuz var. Büyük oğlum Ahmet finans<br />

eğitimi aldı. Ahmet resimle ilgileniyor. İkinci<br />

resim sergisinin hazırlıklarını yapıyor. Küçük<br />

oğlum Mehmet, işletme eğitimi aldı.<br />

Aynı zamanda Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde<br />

ses eğitimi aldı. Yani her iki oğlum da<br />

sanatla ilgilidir.<br />

o<br />

14 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


GÜLŞEHRİ KANYILMAZ’IN YAĞLIBOYA TABLOLARI VE PORSELEN İŞLEMELERİNDEN ÖRNEKLER<br />

Değerli yazarımız şair-ressam Gülşehri Kanyılmaz’ın yağlı<br />

boya tablolarının resimleridir. Asıllarını satın almak isteyenler,<br />

telefonla ulaşabilir!.. Cep Tel: 0532 287 03 02<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 15


Şiir<br />

Gülşehri Kanyılmaz<br />

ÖLÜM<br />

Ölüm sonsuz bir uyku derler:<br />

Kim dalmak ister, karanlık dipsiz bir kuyuya<br />

İstemez elbet, yaşayanlar<br />

Dalmak, karanlık bir uykuya<br />

AYRILIK<br />

Her günahtan kaçarak<br />

Bir yere varamasın<br />

Adımı anmayarak<br />

Beni atlatamasın<br />

Hep hayalin gözümde<br />

Canlanınca özümde<br />

Seni düşlediğimde<br />

Ateş olup yakarsın<br />

Umuttur hep yaşatan<br />

Sevgiye susayanı<br />

Beni anlayamasan<br />

Hiç aşık olamasın<br />

16 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


VEFASIZ<br />

Ne yüzünü görüyorum<br />

Ne sefanı sürüyorum<br />

Vefasızlığın yüzünden<br />

Sefaleti yaşıyorum<br />

Seni sevenler bulunmaz<br />

Derdine çare olunmaz<br />

Nedir Senden çektiklerim<br />

Hiçbir halin af olunmaz<br />

Aman artık çekilmesin<br />

Kalbe rehavet vermesin<br />

Vefasızlıktır mesleğin<br />

Artık kendine gelmesin<br />

HASTA<br />

İnlerim inlerim hasta yatakta<br />

Kendimi bulurum yalnız odamda<br />

Yalancı Dünyanın salıncağında<br />

Nasıl oyalanır sallanırım ben<br />

Ümidim kalmadı tükendim artık<br />

Dostlarıma veda ederim artık<br />

Cennet hurmasından yerim artık<br />

Nekadar avunur sallanırım ben<br />

HASRET<br />

Ah ettikçe içim yanar<br />

Yokluğun beni yalar<br />

Kim demişki hatıralar<br />

İnsanı maziye bağlar<br />

Kendimi verdim ben yele<br />

Feryatlarım sindi göle<br />

Gözyaşım karıştı sele<br />

Beni ne maziye bağlar<br />

Avunamam ben duramam<br />

Yad ellerde bulunamam<br />

Seni her an özlüyorum<br />

Maziden kopardı bağlar<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 17


SİTEM<br />

Yapılan iyiliği görmezden geldin<br />

Kötüyü izledin, kem göze girdin<br />

Ne olurdu biraz beni sevseydin<br />

Benimle birlikte mutlu olsaydın<br />

Sevgidir insanı, yeşerten hep sevgi<br />

Görgüdür kemale erdiren görgü<br />

En zayıf insanlık hisleri bile<br />

Anlardı aşkımı sen anlamadın<br />

Her zaman çağrımı yeniledim ben<br />

Elini vermedin, dinlemedin sen<br />

Boşuna çırpındım bunca seneler<br />

Her şeyi süpürüp kaçan evinden<br />

PİŞMANLIK<br />

Sevgiydi beni sana bağlayan<br />

Tutkundu gönlümü yaralayan<br />

Birlikte iyi paylaşamayan<br />

Sonunda hiçi paylaşır inan<br />

Sen mutluluğu beklediğin an<br />

Ayrılık sonu hazırlan bir an<br />

Dönüp arkana baktğın zaman<br />

Mazide kalır iki ağlayan<br />

İTİRAF<br />

Sensiz yaşamayı öğrenemedim<br />

Sensiz bu diyardan ayrılamadım<br />

Kalbime sözümü dinletemedim<br />

Vallahi kalbimin sultanı sensin<br />

Her zaman işveli her dem tazesin<br />

Gördüm güzellerin bir tanesisin<br />

Sırtını dönemez hiçbir sevgili<br />

Vallahi kalbimin sultanı sensin<br />

18 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Tanıtma<br />

Melda Özata<br />

MEHMET AKİF GURBETTE<br />

Mehmet Akif: -Bu on kıt’alık şiir Kahraman ordumuza armağandır.<br />

O benim değil, Milletimindir, ödül alamam demiş.<br />

Mehmet Akif’e, Ankara’da, Hacettepe’de,<br />

Tacettin dergahında bir yer vermişler. Orada<br />

bir odayı ikametgah olarak kullanmış.<br />

Hatta İstiklal marşını orada yazmış, derler.<br />

Mehmet Akif, Saman pazarından dergaha<br />

kadar her gün yürürmüş.<br />

Bir gün yine dergahta sohbet sırasında<br />

Erzurum meb’ûsu Ziya bey:<br />

-Azizim, sanki neden İstiklal marşı ödülünü<br />

almadan sırtında bir palton bile yok.<br />

Alsaydın hem bana borcunu öderdin demiş.<br />

Mehmet Akif:<br />

-Bu on kıt’alık şiir Kahraman ordumuza<br />

armağandır. O benim değil, Milletimindir,<br />

ödül alamam demiş.<br />

O zamanlar T.B.M.M.’de Mahir İz zabıt<br />

kâtibiymiş. O ve arkadaşları, Hasan Basri,<br />

Müftüzade Abdülgaffar efendi, Münir<br />

Ertegün, Mehmet Akif’ten Arapça, Hadis,<br />

Fıkıh dersleri alıyorlarmış.<br />

Derslerin dışında Mehmet Akif Anatol<br />

Frans’tan Değirmenimden Mektubları ve<br />

Viktor Hugo’dan da Sefilleri Türkçe’ye çeviriyormuş.<br />

Farsçadan’da Hafızın Divanını<br />

okutuyormuş. Muhammed İkbal’den<br />

Lanerisini, Peyami Meşrıktan Zeburi Acem<br />

kitaplarını açıklıyormuş.<br />

Yunanlılar Anadolu’dan çıkarılınca<br />

Sebilülreşad dergisine yapılan destek birden<br />

bire bitmiş. Her hafta çıkan dergi ayda bir<br />

çıkmış. Sonra iki ayda çıkar olmuş. Geçim<br />

sıkıntısıyla karşı karşıya kalan Mehmet<br />

Akif’in ne bir işi, Ne emekli aylığı varmış.<br />

Can güvenliği bile yokmuş.<br />

Arap birliği sekreteri Abdurrahman<br />

Azzam paşa, İstiklal Marşından dolayı<br />

Mehmet Akif’i tebrik etmek için İstanbul’a<br />

gelmiş.<br />

Ama onu ihtiyaçlar içinde görünce hem<br />

şaşırmış, hem de çok üzülmüş. Ve<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 19


-Akif Bey, Kahirede Türk-dili edebiyatı<br />

bölümünün kadrosu boş. Size zor mu gelir,<br />

yorulur musunuz bilmem, demiş.<br />

Akif memnuniyetinden adeta uçmuş.<br />

Çoluğunu ve çocuğunu almış Mısır’a götürmüş.<br />

Ve gurbeti yaşamaya başlamış. Ayrıca<br />

Kur’an-ı Kerim çevirileriyle uğraşıyormuş.<br />

Orada memleket hasreti çekerken Vahdet,<br />

Gece, Hicran, Secde Hakikât, adlı şiirlerini<br />

yazmış.<br />

Orada Hilvandaki bir kahvede oturur, serinlermiş.<br />

Çay içer, nargile fokurdatırmış.<br />

Nil nehri boyunca gider, gelir, suları seyredermiş.<br />

Evine dönünce de Tamburi Cemil Bey’in,<br />

Şerif Muhittin’in (Safiye Ayla’nın eşi) taş<br />

plaklarını dinlermiş. Camileri, kütüphaneleri,<br />

müzeleri gezermiş.<br />

Neyzen Tevfik’ten ney üflemeyi talim<br />

etmiş, öğrenmiş. Musikinin hayatında ayrı<br />

bir yeri varmış. Musiki için, Allah’a giden<br />

merdivenlerdir, dermiş. En çok ta Viyana<br />

klasiklerini, Mozart’ı dinler, Neyzen Tevfik’ten<br />

öğrendiği parçaları üfler, gamını dağıtmaya<br />

çalışırmış.<br />

Kahire’de düzenli bir hayatı varmış. Hasretini<br />

memleketteki arkadaşları Mithat Cemal,<br />

Ali Ekrem, Hüseyin Avni, Hasan Basri,<br />

Fatih Gökman, Rüşen Ferit, Asım Şakir’le<br />

mektuplaşarak gidermeye çalışırmış. Buradaki<br />

Hilvan’daki yaşayışını da yalnızlık, köşeye<br />

çekilmek diye yorumluyormuş. Çünkü<br />

haftada iki kere Kahire’ye derse gidiyormuş.<br />

Ama para düşüncesi olmadan yaşadığı için<br />

memnunmuş.<br />

Lâkin vatan hasreti, gurbet acısı çekiyormuş.<br />

Bu acının dışında 1935 kışında ona kol<br />

kanat olan her zaman yanında olan Hâmisi<br />

Abbas Hallim Paşanın ölümüyle son derece<br />

sarsılmış.<br />

Abbas Halim Paşanın ölümünden sonra<br />

Mısır’da kalamayacağını anlamış…<br />

Aynı yıl Mehmet Âkif de hastalanmış.<br />

Yataklara düşmüş. Önce sarılık olmuş. Sonra<br />

siroz. Bir de sıtma tutmuş.<br />

27 Aralık 1936’te vefat etmişse de kabri<br />

gönüllerimizdedir…<br />

(Kaynak: Dr. Mehmet Sılay. Mehmet Âkif Seyahatlerinden.<br />

Erguvan yay.)<br />

o<br />

KAYSERİNİN İLK DERGİSİ<br />

Kayseri’de ilk yayınlanan dergi Sebil-ülreşadmış,<br />

sahibi Eşref edip bey. Dergi 1921<br />

yıllarında yayına girmiş.<br />

Eşref Edip bey hakkında fazla bilgi bilinmiyor.<br />

Bilinen bilgiler Mehmet Akif’le olan<br />

hatıralarından ibaret.<br />

Çörçil “Bombalayın, tarayın, ateş edin şu<br />

Müslüman Türkler zaten insan sayılmazlar<br />

diye bağırırken…<br />

1915 Mart tarihinde Çanakkale savaşı<br />

başlamış, toplar, mermiler… ve ölen nice<br />

gencecik askerler…<br />

On kişilik bir grup Eşref Kuşcubaşı başkanlığında<br />

Haydarpaşa Medine demir yolu<br />

hattıyla içlerinde Mehmet Akif’in de bulunduğu<br />

Arabistan yolculuğuna çıkmışlar. Medine<br />

demir yolu hattının küçük bir tren istasyonunda<br />

konuklamışlar.<br />

Orada kalırlarken kısa bir zaman sonra<br />

Enver Paşa, Eşref beyi telsizle aramış muştular<br />

vermiş.<br />

- Çanakkale savaşında “Elhamdülillah<br />

ordumuz muzaffer oldu, düşman mağlup,<br />

mahcup, yaralı, geri çekiliyor, diyerek<br />

Bu haber hepsini son derece sevince<br />

boğmuş. Eşref bey çığlık çığlığa yeri göğü<br />

inletirken Akif’le sarılıp öpüşmüşler gözyaş-<br />

20 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


ları içinde kumların üzerine çökmüşler.<br />

Tekbirlerle şükretmişler bu vecid hali<br />

Akif’de çok uzun sürmüş, ertesi sabaha kadar<br />

kumların üstünde yüzü gözü toprak içinde<br />

ağlar haldeymiş. Arkadaşları onu kumların<br />

üstünden zorla kaldırmışlar. Meğer o<br />

anmış ki Çanakkale Şehitleri destanını yazmış.<br />

“Şu boğaz harbi nedir var mı dünyada eşi<br />

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” diye<br />

başlayan<br />

“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber<br />

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber”<br />

diye biten destan…<br />

İşte Dünya edebiyat tarihinde ne yazılmış,<br />

ne yazılabilir şiir. Duygu, düşünce, ifade,<br />

dil… bakımından.<br />

Eşref bey o geceyi şöyle anlatıyor:<br />

“Ay Bedir halindeydi. Çöl gecelerinin<br />

parlak yıldızlı göğü sanki zaferimizin şerefine<br />

aydınlanmış gibi. Efsane ışıklar altındaydı.<br />

Güneşi unutturacak kadar parlaktı. Akif<br />

istasyon binasının arkasında çöl gecesinde,<br />

hurma ağaçlarının arasında inim inim inliyor,<br />

ağlıyordu, uykusuz hıçkırıklı bir geceden<br />

sonra.<br />

Sabah kahvaltıdan sonra henüz bedevi<br />

kabileleri geçmeden Akif.<br />

-Artık ölsem de gam yemem, demiş. Eşref<br />

bey,<br />

-O nasıl söz, Allah ömürler versin, sen<br />

daha millete ne hizmetler edeceksin, kardeşim<br />

Akif!..<br />

-Bir şeyler karaladım, bak bakalım beğenecek<br />

misin, demiş ve Çanakkale destanını<br />

uzatmış.<br />

Beğenmemek ne söz, hayran olmuş…<br />

Sebil-ül-reşad dergisi zaman zaman kapatılmış<br />

ise de devam etmiş, Çünkü milli kuvvetleri<br />

desteklediğinden çoğu kapasın istemiş.<br />

Etraf Yunanlılarla çevrili, kendini savunamayan<br />

çoluk çocuk, yaşlı nice insan telef<br />

olurken…<br />

Akif 1920 yılının Ocak ayında dergi idarehanesinden<br />

içeri girmiş. Tam o sırada<br />

Serezli Hafız Eşref beye<br />

- Kalk gidiyoruz, haydı hazırlan,<br />

demiş.<br />

- Nereye<br />

- Ege bölgesinde, Kuvayi Milli<br />

karargâhına, Balıkesir’e demiş<br />

- Hemen hazırlanıyorum.<br />

Mehmet Akif, Eşref Bey, bir öğretmen,<br />

bir ilim adamı, gazeteci Hasan Basri yola<br />

çıkmışlar. Bu haber yayınlanınca halk olayı<br />

coşkuyla karşılamış, şehrin en büyük camisi<br />

olan Zağanos Paşa camiinde konuşma yapmış.<br />

Çarşılarda, mahallelerde, tellallarla,<br />

davullarla haber verilmiş.<br />

- Ey millet, duyduk duymadık<br />

demeyin, Sebilülreşad heyeti burada,<br />

Balıkesir’de, Mehmet Akif de bugün<br />

Cuma namazından sonra Zağanos<br />

ağa camiinde halka hitap edecek.<br />

Mehmet Akif o gün “Alınlar terlemeli”<br />

şiirini okumuş. Ahali coşmuş. Etrafı saran<br />

Yunan işgalinin verdiği umutsuzluğun yoğun<br />

olmamasını, tek vücud olmalarını telkin<br />

etmiş.<br />

Sonra da Eşref Beyle beraber, İstanbul’a<br />

dönmüşler.<br />

Eşref Bey’in çıkardığı Sebilülreşad büyük<br />

millet meclisinin irtibat bürosuymuş adeta.<br />

Dergi Anadolu’ya, Mısır, Kırım, Trakya hatta<br />

Hint Müslümanlarının ülkesine kadar<br />

postalanırmış.<br />

Bir gün Şükrü Bey içeri girmiş. Akif karşılamış.<br />

-Hoş geldiniz, demiş.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 21


-Ankara’dan sizi çağırıyorlar, demiş.<br />

Sonra nasıl gideceklerini kararlaştırmaya<br />

başlamışlar. Çünkü hiç yol güvenliği yokmuş.<br />

İstanbul İngiliz işgal kuvvetlerinin baskısındaymış.<br />

Geçmek zormuş.<br />

Plan yapmışlar, Şükrü Bey’le Akif Üsküdar’dan,<br />

karadan gidecekler, Eşref Bey idarehanedeki<br />

işleri yoluna koyduktan sonra<br />

Karadeniz vapuruyla İnebolu’ya çıkacakmış,<br />

sonra Kastamonu üzerinden Ankara’ya gidecekmiş.<br />

Bu durum çok tehlikeli olduğu için Mustafa<br />

Kemal Akif’i özel ulaklarla Ankara’ya<br />

almak istemiş. İşgalcilerin İstanbul’da olmalarından<br />

buna da imkân yokmuş.<br />

10 Nisan 1920’de M. Akif, büyük oğlu<br />

Mehmet Emin, Ali Şükrü Ankara’ya birlikte<br />

gitmişler. Bu yolculuğu sadece Eşref Bey<br />

Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul biliyormuş.<br />

İngiliz işgalciler Ankara istikametindeki<br />

Adapazarı yolunu tutmuş, ahaliye eziyet<br />

ediyorlarmış. Binbir zorlukla Geyve boğazına,<br />

oradan seyyar tamir vagonlarıyla bazı<br />

bekovillerle, bazı yaya, bazı öküz arabalarıyla<br />

önce Eskişehir’e oradan Ankara’ya gitmişler.<br />

Geyve Eskişehir arası 195 Km.<br />

Onların geldiğini duyan Mustafa Kemal,<br />

Akif’i, Eşref’i, tren istasyonunda karşılamış.<br />

Bir saat konuşmuşlar.<br />

Hiçbir gazete veya dergi memleketine<br />

Sebilülreşad kadar büyük hizmet etmemiş.<br />

Kalem gücüyle, söylevlerle milli mücadeleye<br />

destek olmuş, halkla bütünleşmiş.<br />

Eşref Bey milli mücadeleye bizzat katılmış,<br />

teşkilatlar kurmuş. Bu durum devrin valisini<br />

rahatsız etmiş, isyan diye yorumlamış, Eşref<br />

Bey’i Sinop’a sürgün etmeye kalkmış. Bunu<br />

duyan Akif kendisini hemen Kastamonu’ya<br />

tayin ettirmiş. Bir ay kadar Kastamonu’da<br />

kalmış. Bu zaman içinde Nasrullah camiinde<br />

halka Sevr antlaşmasını anlatmış. Daha sonra<br />

Eşref Bey’le beraber Ankara’ya dönmüşler.<br />

Bu Kastamonu hitabesi olarak 25 Kasım<br />

1920 sebilülreşad dergisince çoğaltılmış,<br />

bütün Anadolu’ya dağıtılmış, 464 üncü sayısı<br />

olarak tekrar tekrar yayınlanmış.<br />

Ayrıca 467’nci sayı olarak Ankara’da,<br />

daha sonra 490’ncı sayı olarak Kayseri’de<br />

tekrar tekrar basılmış.<br />

5 Şubat 1921’de İstiklal Marşı Yarışması<br />

yapılmış. Hamdullah Suphi Bey yarışmaya<br />

katılması için ısrar etmiş.<br />

Bu arada Sebilülreşad’ın 491’nci sayısıyla<br />

dergi yayınına devam ediyormuş. Ve Akif’in<br />

Leyla’sı yayınlanmış. Daha sonra Gece,<br />

Vahdet şiirleri basılmış.<br />

1925 Mayısında ise Eşref bey tutuklanmış.<br />

İstiklal mahkemesince tutuklanmış, idamla<br />

yargılanmaya başlamış. Yargılanmış ama 13<br />

Eylül 1925’te beraat etmiş. Kurtulmuş.<br />

On kişilik bir grup Akif, Eşref bey ve diğer<br />

Arkadaşlarıyla Haydarpaşadan Medine<br />

demir yoluyla Necid çöllerine giden trene<br />

binmişler. Riyad’da Reis Suud bin Abdulaziz<br />

ile görüşeceklermiş meğer. Ama Abdulaziz<br />

Riyad’ı terk etmiş. Görüşmek istemediğini<br />

hoş olmayan bir şekilde böylece belirtmiş.<br />

Onca yolar, onca zahmetler, kum fırtınaları,<br />

onların sık sık yer değiştirmeleri, kervanların<br />

kumlar altında kalıp kaybolmaları,<br />

kızgın güneş, gündüz gölgede 60 dereceyi<br />

bulan korkunç sıcaklar, susuzluk, susuzluk…<br />

yorgunluk…<br />

Ama ne var ki o necid çöllerinde o büyük<br />

şiir Çanakkale destanı doğmuş.<br />

Kaynaklar:<br />

Hasan Basri Çantay, Akifname, Erguvan yayınları<br />

Ömer Rıza Doğrul, Safahat, İnkilap Kitapevi<br />

Dr. Mehmet Sılay, Seyyahı beyaban, Erguvan yayınevi<br />

o<br />

22 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


ŞÂİRLER VE LEYLÂLARI<br />

Hiç kuşkusuz herkesin gönlünde bir Leylâ<br />

vardır. Ama bu Leylâlar farklıdır.<br />

Fuzuli’nin Leylâsındaki amca kızına kavuşmayan<br />

hem tıbben akraba evliliğini doğru<br />

kılar, hem de platonik aşkı anlatır.<br />

Kavuşamayan ve umutsuzluktan kendinden<br />

geçip çöllere düşen Mecnun, kurtlar,<br />

kuşlarla yaşar. Bu arada öyle bir rûhû evrim<br />

geçirir ki; gerçeklerden uzaklaşır. Kızın güzelliğine,<br />

o güzelliğin yaratıcısına âşık olduğunu<br />

anlar. Bu güzelliğe o hisse Leylâ adını<br />

takar. Artık sevdiği o Leylâ değildir. Gönlündeki<br />

Leylâdır.<br />

Öyle ki, bir gün karşılaştıkları zaman<br />

Mecnun Leylâyı tanımaz. Hatta red eder. Ve<br />

bu Allah’ın takdiridir, diye düşünür.<br />

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Leylâsı ise<br />

gerçek değildir. Şiirinde:<br />

“Bu akşam rüyamda Leylâyı gördüm”<br />

Derdini ağlarken yanan bir muma” diyor.<br />

Yani onun Leylâsı da gerçek değil. Rüyalarda<br />

bir Leylâ devam ediyor.<br />

“İpek saçlarını elimle ördüm” demesi<br />

“Ve bir kemend gibi taktım boynuma”<br />

kendim ettim kendim buldum. İdam sehpasındaki<br />

kemend, boyna takılan…<br />

“Bu akşam rüyamda Leylâyı gördüm”<br />

“Leylâ alâgözlü bir çöl ahûsu<br />

Saçları bahtından daha siyah<br />

Kurmuş yine sevda yolunda pusu<br />

Döktüğü gözyaşı çektiği ah’tır”<br />

Tanpınar’ın Leylâsı gözyaşı döker, çöllerde<br />

sevdaya pusu kurar. Bu hangi sevdadır ki.<br />

“Bir damla inciydi kirpiklerinde<br />

Aşkın ıstırapla dolu rüyası<br />

Bir başka güzellik var kederinde<br />

Bir başka âlem ki rûhunun yası<br />

Sessiz incileşir kirpiklerinde”<br />

Rûhunun yası nedir, şâir bilir bunu kapalı<br />

bir anlatım, şâirane. Tanpınar rüyalara çok<br />

önem veren bir şâirmiş, insan rûhunun derin<br />

sırları ve geleceği rüyalarda gizlidir dermiş.<br />

Mehmet Kaplan onun için “kendi içinde<br />

ve şiirlerinde kendisinin bildiği gizli bir<br />

âlemde mustarip ve mes’ud yaşadı” diye yorum<br />

yapıyor.<br />

Âkif’in Leylâsına gelince, onun Leylâ şiiri<br />

24 beytten ibaret. Âkif bu şiiriyle âdeta yoğunlaşmış,<br />

son derece gerçekçi. Çünkü o<br />

devirde şeriatın yanlışlarını yazan, yanlış<br />

hükümlerle karısını boşayan, sonra da<br />

HÜLLE yapan toplum dertlerini yazan bir<br />

başka şâir yoktur. (Hülle sinirlenip karısına<br />

–Seni telâkı selâsiyeyle (üç kere anlamına)<br />

boşadım derse, eski usule göre o erkek karısından<br />

boşanırmış. Ancak bir başkasıyla bir<br />

gece beraber olduktan sonra kadın evine<br />

dönebilirmiş.<br />

“Medeni kanundan önce, Süleymaniye<br />

camiinin etrafında hülleciler bulunurmuş.<br />

Bunlar kör, topal, kılıksız, kıyafetsiz bir alay<br />

garibanlardan olur para karşılığı şeklen beraber<br />

gibi davranırlarmış. (bu bilgi babamın<br />

İstanbul Muallim Mektebinden sınıf arkadaşı<br />

Ressam Malik Aksel’dendir)<br />

Âkif gerçekçidir ama onun Leylâsı ütopik<br />

bir düşüncedir. Bu uzun şiirden birkaç beyt:<br />

“Helâl olsun o kurbanlar o kanlar tek sen ey Leylâ<br />

Görün bir kerecik, ye’s etmeden Mecnunu istilâ<br />

Cemaatler kalendir, Kâbeler haclen… gel ey Leylâ<br />

Gel ey candan yakın, cânân ki gaiplerdesin hâlâ<br />

Bu nazın elverir, Leylâ in artık in ki bâlâdan (yüksekten)<br />

Muhabbet bir bahar olsun, yanmış yurda Mevlâdan”<br />

Bu Leylâ şiirinde çağdaş ilmi İslâmi düşünceyle<br />

birleştirip ideal ile gerçek arasında<br />

bir denge kurmak arzusu görülür.<br />

Âkif iki yıl Fransa’da, iki yıl Almanya’da<br />

kalmış. Fransızca ve Almanca öğrenmiş,<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 23


doğu dillerinin dışında, okur, yazar, konuşurmuş…<br />

1789 Fransa’sının ve 1881’de Bismark’ın<br />

kurduğu Alman birliğinden çok etkilenmiş.<br />

Ve bir İslâm Birliği kurmak istemiş. Bir dava<br />

adamı olan Âkif akıl ve hüsnün temsilcisidir.<br />

Yarınlarda ve her zaman ve her yerde bir ışık.<br />

Orta Asya’daki Yâkut Türklerinin içli bir<br />

öksüz kız masalı varmış. Dilden dile dolaşan<br />

bu masala göre:<br />

“Bir öksüz kız su taşırmış sırıkla<br />

Omuzları acırmış, ağlarmış hıçkırıkla<br />

Üşür seslenirmiş, kutsal ay, ne olursun beni al<br />

Buraya gel, suya dal, eş yap beni kendine, göğe<br />

sal” dermiş.<br />

Kız aya hep yalvarırmış, yardıma çağırırmış, sesi<br />

göğe varırmış.<br />

Çok soğuk bir geçeymiş, kız yine suya gitmiş.<br />

Ay o gece kız için yere inmiş.<br />

Kızı almış, tâ…… evine götürmüş.<br />

Ay her dolun olduğunda bu kız aydan gülümsermiş.”<br />

Yahya Kemâl’in Leylâsında acaba bu öksüz<br />

kızdan bir etki var mıdır, bilinmez sırdır.<br />

“Gece Leylâyı ayın ön dördü<br />

Koyda tenha yıkanırken gördü<br />

Kız vücudun ne güzel böyle açık<br />

Kız yakından göreyim sahile çık<br />

Baktı etrafına ürkek ürkek<br />

Dedi –Tenhâda bu ses n’olsa gerek<br />

Kız vücudun sarı güller gibi ter<br />

Çık sudan kendini üryan göster<br />

Aranırken ayın olgun sesini<br />

Soğuk ay öptü beyaz ensesini v.s.<br />

Soldu günden güne sessiz soldu<br />

Dediler hep –Kıza bir hal oldu v.s.<br />

Bir sabah söyledi son sözlerini<br />

Yumdu dünyaya elâ gözlerini v.s.”<br />

24 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />

<strong>Edebiyat</strong>ımızın Çınarlarından Divân şâiri<br />

hocamız Bekir Sıtkı Erdoğan’ın çağrı adlı<br />

dörtlüğü<br />

“Nâyım, bir uzun çağrı ki gam çağlar içinde<br />

Bir derdime binlerce lisan ağlar içinde<br />

Bilmez beni, Mecnuna bir efsane diyenler<br />

Leylâmı yitirdim nice Leylâlar içinde.”<br />

(Y. K.)<br />

o<br />

BAHARI BEKLERKEN<br />

Kış ortası güneş, bir ikram oldu<br />

O ılık havaya, gönlüm ram oldu<br />

Cıvıldaşan kuşlar, yapraksız dallar<br />

Sönen günle yine bir akşam oldu<br />

Koptu bir gün daha takvim yaprağı<br />

Koptu gönlüm ile bir tamam oldu<br />

Güzeldi yaşamak, her şeye rağmen<br />

Zaman geldi nefes ki haram oldu<br />

Gönül kuşu hikmet ile uçarmış<br />

Baharı beklerken serencan oldu<br />

Melda ÖZATA<br />

o


Tahlil<br />

Turgut Karabey(*)<br />

FUZULİ’NİN BAZI TÜRKÇE<br />

ŞİİRLERİNDE GÖRÜLEN<br />

BÂTİNİ TEMAYÜLLER<br />

Batini Tendencies In Some Poems by Fuzuli<br />

Fuzuli’nin yaşadığı devirlerde ve onun bulunduğu çevrede Kalenderilerin<br />

mevcudiyeti bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Tahminen o, gençlik yıllarında<br />

bir ara batini temayüllere yönelmiş ve bu anlayış bazı beyit ve şiirlerine<br />

aksetmiştir. Bu durum onun, Bektaşiler ve Hurûfiler arasında eskiden<br />

beri kendilerinden biri sayılmasına neden olmuştur. Bektaşi ve Alevi ananesinin<br />

Fuzuli’yi benimsemeye çalışması sebebiyle bazı araştırmacılar açıktan<br />

açığa onu batini göstermek istemişlerdir. Fuzuli’nin batini olduğunu<br />

iddia etmek mübalağalı ve yanlış bir görüştür. Sanat hayatının ilk zamanlarında<br />

batıniliğin tesiri altında kalan Fuzuli, sonradan “Vahdet-i Vücûd” felsefesini<br />

tamamıyla benimsemiştir. Fakat bu düşünceyi İslami ölçüler içinde<br />

ele alır, aşırıya gitmez.<br />

Giriş<br />

Edebi tesirinin devamı ve genişliği bakımlarından olduğu kadar şiirlerinin estetik değeri<br />

göz önünde bulundurulduğunda Fuzuli, bütün Türk <strong>Edebiyat</strong>ı’nın en büyük şairi sayılır.<br />

Edebi lehçesinin özellikleri, onun Azeri <strong>Edebiyat</strong>ı çerçevesi içinde değerlendirilmesini icap<br />

ettirse de Osmanlı Şiiri’nin gelişmesindeki büyük tesiri onu Osmanlı şiiri kapsamında önemli<br />

bir mevkie yerleştirir. Yaşadığı Irak-ı Arap muhitinin XVI. yüzyıldan başlayarak Osmanlı<br />

İmparatorluğunun siyaset ve kültür camiasına girmesinin de bu durumda önemli rolü vardır.<br />

Çağatay <strong>Edebiyat</strong>ı da dahil olmak üzere, Türk <strong>Edebiyat</strong>ı’nın bir çok sahalarında kuvvetli<br />

tesir ve nüfuzu görülmekle beraber Fuzuli’yi, edebiyat tarihi bakımından Azeri ve Osmanlı<br />

<strong>Edebiyat</strong>larının ortak bir şahsiyeti kabul etmek gerekir.(1)<br />

Klasik Osmanlı <strong>Edebiyat</strong>ı, daha yaygın bir ifade ile Divân <strong>Edebiyat</strong>ı, şekil ve muhteva bakımından<br />

bir takım kurallara bağlıdır. Şair ve nasirler özellikle şekle tam bağlı kalmışlar<br />

muhtevada ise genel olarak bağlı kalmakla birlikte, birbirlerine olan farklılık ve üstünlüklerini<br />

üslupta değişiklik yaparak sağlamışlardır. Özellikle muhtevada İslami kurallara ters düştükleri<br />

zaman özellikle dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 25


çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Bu günkü ifadeyle dönemin yani<br />

şiir gücü genellikle rint mevki’inde olanların elinde bulunduğundan rint daima haklı ve<br />

doğru yolda zahit ise doğru yoldan çıkmış, anlayışı kıt ve sürekli aşağılanan konumunda gösterilmiştir.<br />

Bu anlayış karşısında her zaman zahit, dini yanlış anlayan kaba bir kimseyi temsil<br />

etmektedir. Bu telakki günümüze kadar sürmüştür. Bu yazıda kısmi olarak dikkatlere sunulmak<br />

istenen bir amaç da rint ve zahit ikilisinden rindin daima haklı olmadığı çoğu kez<br />

tartışılması gereken kendisinin olduğunu vurgulamaya çalışmaktır. Çünkü Fuzuli, rint ü zahit<br />

hakkında yazdığı müstakil bir eserinde de hep rintleri haklı çıkarmıştır.(2)<br />

Bazı şairler, özellikle divanlarının önsözünde işledikleri aşkın ilahi olduğunu zaman zaman<br />

dile getirmişlerdir Ancak çoğu kez buna uymamışlardır. Mecazi aşkı işledikleri halde<br />

geleneğe dayanan bütün şerhlerde, ilahi aşkı hissettirmeye çalıştıkları ileri sürülmüştür. Başka<br />

bir ifadeyle eserden müessire gitmeye çalışmışlardır. Genel olarak bu kanaate varılmıştır.(3)<br />

Rint ve zahit çatışması klasik edebiyatın bütün yüzyıllarında görülür. Bu çatışmalar islami<br />

değerlere açıkça ters düşüldüğünde başlar. Bunun üzerine şairler bu tepkiden kurtulmak için<br />

yaptıkları hatayı tasavvufla örtmeye kalkışırlar. Üzerine tasavvuf cilası çekerler. Yani tasavvufun<br />

arkasına saklanırlar. Bazen de yaptıkları teviller tutarsız ve zorlama olur. Bu durum,<br />

yani İslami değerlere ters düşmeler diğer bir ifadeyle dini sapmaların bir kısmı İran edebiyatından<br />

oradaki batini fırkalardan gelir, bir kısmı da şairin kendisinden kaynaklanır.(4)<br />

Biz bu makalede bu konuyu Fuzuli’nin Türkçe Divanı’ını esas alarak irdelemeye çalışacağız.<br />

Çünkü, Fuzuli’nin bütün şiirlerinde ilahi aşkı işlediği ve kendisinin ilahi şair olduğu düşünülmektedir.<br />

Ayrıca Azeri <strong>Edebiyat</strong>ı kadar Osmanlı <strong>Edebiyat</strong>ı’nın da gelişmesinde büyük<br />

bir tesiri olan eşsiz bir şairdir. Bu yazıda örnek olarak alınan beyit ve gazeller Fuzuli’nin diğer<br />

şiirleri göz önüne alınırsa çok cüzi bir değer ifade eder. Fuzuli’nin şiirlerinde rastladığımız<br />

dini sapmaların bir kısmı İran’ın meşhur şairlerinden kaynaklanır. Meselâ İran’ın ünlü şairlerinden<br />

Selman’ın şu beyti:<br />

Kıble-i mâ nîst cuz mihrâb-ı ebrû-yı şumâ<br />

Dovlet-i mâ nîst illâ der ser-i kûy-ı şumâ(5)<br />

“Ey sevgili! Senin mihrâba benzeyen kaşından başka bizim Kıble’miz yoktur. Senin bulunduğun<br />

yerden başka da bizim devletimiz yoktur.” Fuzuli’nin<br />

Zâhidâ sen kıl teveccüh gûşe-i mihrâba kim<br />

Kıble-i tâat ham-ı ebrû-yı dilberdür bana(6)<br />

“Ey zahit, ey dindar kişi! Sen mihrab köşesine yönel, mihraba doğru ibadet et. Benim ibadet<br />

ettiğim yer sevgilinin kaşının kıvrımıdır. Kısaca ben sevgiliye tapıyorum” beytini hatırlatır.<br />

Ayrıca Hafız’ın:<br />

26 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Rûzgârîst ki sovdâ-yı bütân dîn-i menest<br />

Gam-ı în kâr neşât-ı dil-i gam-gîn-i menest(7)<br />

“Zamanlardır ki putların güzellerin sevdası benim dinimdir. Bu işin gamı kederi tasası,<br />

dertli gönlümün neşesidir.” Bu beytin daha güzel Türkçe bir çevirisi şöyledir:<br />

“Nice demlerdir, güzellerin sevdâsı dinimdir; nice demlerdir bu sevdanın derdi, gamlı<br />

gönlümün neşesidir.”(8)<br />

Hafız’ın aşağıdaki:<br />

Ân telh-veş ki sûfi “ümmü’l-habâ’is”eş hând<br />

Eşhâ lenâ ve ahlâ min kubleti’l-‘azârâ(9)<br />

“Zahidin, “kötülüklerin aslı” dediği o üzüm suyu yok m... Bize kızoğlan kızları öpmeden<br />

daha hoş, daha tatlı!”<br />

beytinin de Fuzuli’nin:<br />

Muvahhidlere kılma inkâr zâhid<br />

Mey-i vahdeti sanma “ümmü’l-habâ’is”(10)<br />

“Zahit, muvahhitlere inkârcı gözüyle bakma; vahdet meyini kötülüklerin anası olan maddi<br />

içki sanma.”<br />

beyti üzerinde tesiri görülüyor. Ancak Hafız’ın beyti islami düşünceyle uyuşmadığı halde<br />

Fuzuli’nin ki uygundur. “Ümmü’l-habâis” Hz. Peygamberin bir hadisinden lafzen iktibastır.<br />

Tamamı ise “el-hamru ümmü’l-habâ’is”(11) olup manası, “içki kötülüklerin anasıdır.” demektir.<br />

Bazı beyit ve şiirlerindeki temalar, İslami inanışla hiç uyuşmaz ve Fuzuli’nin şiirlerinin<br />

genel havasına da uymaz:<br />

Kıldı benden ref’ teklîf-i namâzı mestlik<br />

Saldı ancak neş’e-i câm-ı mey-i gül-gûn baña(12)<br />

“Beni ancak, gül renkli içki kadehi, neşelendirdi. Şarhoşluk da, benden namaz<br />

nükellefiyetini kaldırdı.”<br />

Aşağıdaki beytinde zaman zaman islami kayıtlardan usandığını söyler:<br />

Kayd-ı İslâm Fuzûlî bize bir âfetdür<br />

Bir hisâr ede gör anda özüne zünnârı(13)<br />

“Fuzuli, İslami kayıtlar bize afettir. Zünnarı, o zaman kendine bir kale yap.”<br />

Bu usanma onu tahminen bir ara hakiki şaraba düşürmüştür:<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 27


Ne gördi bâdede bilmeñ ki oldı bâde-perest<br />

Mürîd-i meşreb-i zühhâd gördigüñ göñlüm(14)<br />

“Zahitlerin meşrebinde mürit olarak gördüğün gönlüm, bilmiyorum, badede ne gördü de<br />

bade-perest oldu.”<br />

Fuzuli, mecazi âşık iken bir ara gönlünün ilahi aşka ve namaza meylettiğini sezer:<br />

Sende dün gördüm Fuzûlî meyl-i mihrâb u namâz<br />

Terk-i ‘ışk itmek mi istersin nedür niyyet saña(15)<br />

“Fuzuli, sende dün mihraba yönelme yani namaz kılma meyli gördüm. Senin niyetin nedir<br />

Aşkı terk etmek mi istiyorsun”<br />

Aşağıdaki beyitlerde de Fuzuli, taat ve ibadetten şikayet eder görünmektedir:<br />

Ol büt ebrûsın koyub mihrâba döndürmem yüzüm<br />

Koy beni zâhid baña çok virme Tañrıy-çün ‘azâb(16)<br />

“Zahit, beni kendi halime bırak. O put gibi güzelin kaşını bıraktırıp yüzümü mihraba<br />

döndürme. Allah aşkına böyle davranarak bana çok azap verme.”<br />

Ey Fuzûlî vera’ u zühd ile mu’tâd olduñ<br />

Bilmedüñ hâlüñi bî-hûde geçürdüñ evkât(17)<br />

“Ey Fuzuli! Takva ve zühde (ibadete) alıştın. Halini bilmedin vakitlerini boş yere geçirdin.”<br />

Câmı dut dir sâkî-i gül-çehre zâhid terk-i câm<br />

Ey gönül fikr eyle gör kim hansıdur dutmalı pend(18)<br />

“Gül yüzlü saki, kadeh al yani içki iç der, zahit ise kadehi terk et yani içkiyi terk et der.<br />

Ey gönül düşün, bak hangi öğüdü tutmalı.”<br />

Gençliğinde meyhaneye gidenlerin yaşlanınca tövbe edip mescide gitmelerini Fuzuli eleştirir.<br />

Meyhaneden yüz döndüren şeyhleri sapık ve doğru yoldan çıkmış kabul eder:<br />

Şeyhler mey-hâneden yüz döndürürler mescide<br />

Bî-tarîkatleri gör kim doğru yoldan âzeler(19)<br />

“Şeyhler, meyhaneden yüz döndürüp mescide yönelirler. Yolsuzlara, yolunu yitirenlere<br />

bak, sapıtmışlar.<br />

Fuzuli, takva ehlini mescide gidenleri sapık kabul eder, kendisine meyhaneye gidenlere<br />

uymayı telkin eder:<br />

28 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Ey Fuzûl’i vera’ ehli reh-i mescid dutmış<br />

Sen reh-i mey-kede dut uyma bu güm-râhlara(20)<br />

“Ey Fuzuli! Takva ehli mescit yolunu tutmuş. Sen o sapıklara uyma, meyhane yolunu<br />

tut.”<br />

Aşağıdaki gazelde Fuzuli Ramazan ayı gelince mey dilberinin perde ardına girmesine hayıflanmaktadır.<br />

Ayrıca bu mağfiret ayına “bela gün, kara gün” isimlerini takmaktadır. Kısaca<br />

meyhanenin kapanmasından dolayı içki içememekten açıkça şikayet eder. Hz. Ebu Hureyre,<br />

Peygamberimizin bir hadisinde şöyle buyurduğunu nakleder: “ Ramazan geldi mi cennet<br />

kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bukağılanır.”(21) Şâir, bu şiirinde meyhane<br />

kapısın açmak için Fatihalar okuması da ayrı bir İslam dışı düşüncedir. Çünkü Kuran’da<br />

ve peygamberin hadisinde de yasaklanmış olan içki ve onun içildiği yer için Fatiha<br />

okunması itikadi sapmadır.<br />

Gazel<br />

1.Ramazân oldı çeküp şahid-i mey perdeye rû<br />

Mey içün çeng tutub ta’ziye açdı giysû<br />

2.Bildi mutrib ki nedür hâl götürdi kopuzın<br />

Bezmden çekdi ayağını sürâhî vü sebû<br />

3.Bezm kânûnı bozuldı ne içün çeng ile def<br />

Yığılup etmeyeler hâkim eşiginde gulû<br />

4.Ramazân ayı gerek açıla cennet kapusı<br />

Ne revâ kim ola meyhâne kapusı bağlu<br />

5.Feth-i meyhâne içün okuyalum Fâtihalar<br />

Ola kim yüzümüze açıla bir bağlı kapu<br />

6.Âfitâb-ı kadeh itmez ramazân ayı tulû’<br />

Ne belâdur bize yâ Rab ne kara gündür bu<br />

7.İntizâr-ı mey-i gül-reng ile bayram ayına<br />

Baka baka inecekdür gözümüze kara §u<br />

8.Ramazân oldı budur vehmi Fuzûlînüñ kim<br />

Nice gün içmeye mey zühd ile nâ-geh tuta hû(22)<br />

Aşağıdaki gazelde şair daha da ileri gidiyor:<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 29


Gazel<br />

1.Göñül tâ var elünde câm-ı mey tesbîhe el urma<br />

Namâz ehline uyma anlaruñla turma oturma<br />

2.Egilüb secdeye salma ferâgat tâcını başdan<br />

Vuzû’dan su sepüb râhat yuhusun gözden uçurma<br />

3.Sakın pâmâl olursun bûriyâ tek mescide girme<br />

Ve ger nâçâr girsen anda minber kimi çok turma<br />

4.Mü’ezzin nâlesin alma kulağa düşme teşvîşe<br />

Cehennem kapusın açdurma vâ’izden haber sorma<br />

5.Cemâ’at izdihâmı mescide salmış küdûretler<br />

Küdûret üzre lutf it bir küdûret sen hem arturma<br />

6.Hatîbüñ sanma sâdık müftîniñ kavliyle fi’l itme<br />

İmâmuñ tutma ‘âkil ihtiyârın ana tabşurma<br />

7.Fuzûlî behre virmez tâ’at-i nâkıs nedür cehdüñ<br />

Kerem kıl zerki tâ ‘at sûretinde hadden aşurma(23)<br />

Niyazi-i Mısri gibi meşhur bir mutasavvıf şairin bu şiire çok kızdığını görüyoruz. Mısri, şairin<br />

bu gazeline cevaben yazdığı aşağıdaki reddiyedir, Fuzuli’nin mahlasını da lügat manasıyla<br />

tezyif etmiştir:<br />

1. Göñül tesbîh çek seccâdeden hµç ayağın ırma<br />

Namâz ehlinden özgeyle sakın sen durma oturma<br />

2. İbâdet ehli ol dâ’im yüzün kaldırma toprakdan<br />

Vuzû’dan el yuyub râhat edüb şol nefsi yaturma<br />

3. Yüzüñ yirlere sür gel bûriyâ tek mescid içinde<br />

Otur minber gibi dâ’im kafesde kuş gibi turma<br />

4. Mü’ezzin nâlesin diñle tağılsun dilde teşvişüñ<br />

Sakın terk eyleyüb Tâmû kapusın saña açdurma<br />

5. Cemâ’atle namâz terk ideni almış küdûretler<br />

Anuñ terkiyle lutf it bir küdûret sen hem arturma<br />

30 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


6. Hatµbüñ sanmaπıl mülhid anuñ fi’line uy dâ’im<br />

İmâmdan gayriye aslâ sakın özini tapşurma<br />

7. Niyâzµ tâ’atı terki eylemek bil kim Fuzûllukdur<br />

Kerem kıl terk-i tâ’atle bu halkı başa üşürme(24)<br />

Bu tür mübalağalı sözler şâirler ve onlar gibi düşünen okuyucular tarafından hoş görülse<br />

de İslam dinini hakkıyla bilip onu hayatlarına düstur edinen okuyucu kimseler için hoş karşılanmaz.<br />

Onlar bu ifadeleri “elfâz-ı küfür” olarak addederek bu tür sözlerden kaçınırlar.<br />

İslam dininde Hz. Peygamber’in “el-Hamru ümmü’l-habâ’is” hadisinde “Şarab, kısaca içki<br />

kötülüklerin anasıdır.” diye nitelendirilmiştir. Fuzuli bu hususa Farsça Sakiname’sinde<br />

değinir:<br />

Mey dih ki gîred hired nûr ez û<br />

Ne ân mey ki gerded hired dûr ez û<br />

Mey dih k’ez û şer’ gîred nizâm<br />

Ne ân mey ki der şer’ bâşed harâm(25)<br />

“Akla nurlar veren şarabı sun, aklı gideren şarabı değil. Şer’iata düzen veren şarabı sun,<br />

şer’an haram olan şarabı değil.”(26)<br />

Fuzuli, tahminen ömrünün sonlarında yani ihtiyarlığında yazdığı şiirlerinden biri olan<br />

bir gazelinde yaşadığı gayri islami hayatdan hâlâ bıkmadığını bu hayatın ise kendisini dalalete<br />

düşürdüğünü söyleyerek bundan kurtulmasını gönlüne telkin eder:<br />

Göñül yetdi ecel zevk-ı ruh-ı dil-dâr yetmez mi<br />

Aπardı mûy-ı ser sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi<br />

Yetürdi başuñı gerdûn ayağa bâr-ı mihnetden<br />

Hayâl-i halka-i giysû-yı -yı ‘anber-bâr yetmez mi<br />

Saña yetdi ecel peymânesin nûş etmege növbet<br />

Hevâ-yı çeşm-i mest ü gamze-i hûn-hâr yetmez mi<br />

Yeter oldı kulağa bâng-ı rihlet dehr bâğından<br />

Ne durmışsun temâşâ-yı gül-i ruh-sâr yetmez mi<br />

Yeter cem’ eyle bâr-ı ma’siyet tağyîr-i etvâr et<br />

Hayâ kıl yok mıdur insâf ol kim var yetmez mi<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 31


Hidâyet menziline yetdiler sa’y ile akrânın<br />

Dalâlet içre sen kalduñ saña ol ‘âr yetmez mi(27)<br />

Günahlarından duyduğu pişmanlığı dile getirir:<br />

Defter-i a’mâlümüñ hattı hatâdandur siyâh<br />

Kan döker çeşmüm hayâl etdükçe hevl-i mahşeri(28)<br />

beytinde işlediği günahlarından sızlanırken ihtiyarlığında kendisine şeriata dönmeyi tavsiye<br />

eder ve ancak ona tutunanın kurtulacağını söyler:<br />

Fuzûlî sanma yetmek menzil-i maksûda müşkildür<br />

Tutan tarîk-i şer’-i Ahmed-i Muhtâr yetmez mi(29)<br />

xxx<br />

Ey Fuzûlî reh-i şer’ini dut ol râh-berüñ<br />

Bu tarîk ile dalâletden özin eyle rehâ(30)<br />

xxx<br />

Yâ Rab hemîşe lutfunı it reh-nümâ bana<br />

Gösterme ol tarîki ki yetmez sana bana<br />

Kat’ eyle âşinâlığum andan ki gayrdur<br />

Ancak öz âşinâlarun it âşinâ bana<br />

Bir yerde sâbit it kadem-i i’tibârumı<br />

Kim reh-ber-i şer’îat ola muktedâ bana<br />

Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer<br />

A’mâlüme göre vire adlün cezâ bana<br />

Havf u hatarda muztaribem var ümîd kim<br />

Lutfun vire beşâret-i afv u atâ bana<br />

Ben bilmezem bana gereğin sen hakîmsin<br />

Men’ eyle virme her ne gerekmez sana bana<br />

Oldur bana murâd ki oldur sana murâd<br />

Hâşâ ki senden özge ola müdde’â bana<br />

32 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr<br />

Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ bana(31)<br />

Sonuç<br />

Yukarıdaki beyitlerde tespit edilen görüşleri şöyle değerlendirerek özetleyebiliriz:<br />

Fuzuli’nin yaşadığı devirlerde ve onun bulunduğu çevrede Kalenderilerin mevcudiyeti<br />

bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Tahminen o, gençlik yıllarında bir ara batini temayüllere<br />

yönelmiş ve bu anlayış bazı beyit ve şiirlerine aksetmiştir. Bu durum onun, Bektaşiler ve<br />

Hurûfiler arasında eskiden beri kendilerinden biri sayılmasına neden olmuştur.(32) Bektaşi<br />

ve Alevi ananesinin Fuzuli’yi benimsemeye çalışması sebebiyle bazı araştırmacılar açıktan<br />

açığa onu batini göstermek istemişlerdir.(33) Fuzuli’nin batini olduğunu iddia etmek mübalağalı<br />

ve yanlış bir görüştür. Sanat hayatının ilk zamanlarında batıniliğin tesiri altında kalan<br />

Fuzuli, sonradan “Vahdet-i Vücûd” felsefesini tamamıyla benimsemiştir.(34) Fakat bu düşünceyi<br />

İslami ölçüler içinde ele alır, aşırıya gitmez.<br />

1. Şair gençliğinde daha sonra nedamet duyacağı bir hayat yaşamış bu çağdaki duygu ve<br />

düşüncelerini yazdığı bazı şiirlerinde dile getirmiştir, bunlardan daha sonra pişmanlık duymuştur.<br />

Bundan sonraki şiirlerinde bu pişmanlıklarını dile getirmiştir. Nitekim günümüz<br />

şairlerinden bazıları mesela Necip Fazıl Kısakürek gibi gençlik yıllarında yazdığı bir kısım<br />

şiirlerini red etmiş ve şiir kitaplarına alınmamasını vasiyet etmiştir.(35)<br />

2. Fuzuli’nin yukarıda söylediği bu sözler asılsız, uydurma şairane sözlerden ibarettir. O<br />

zaman ”Bu şarap düşkünlüğü, bütün bu ifadeler, bu tereddütler, bu nedamet ve hüsran duyguları<br />

da asılsız laflardan, uydurma sözlerden ibaretse bu keyfiyet, divan edebiyatındaki riyâ<br />

defter-i seyyiâtına kaydedilmelidir ki buna, Fuzûlµ namına, gönlümüz râzı olmuyor.” Demek<br />

gerekir.(36)<br />

3. Bu şiirlerin tamamı bazı saf dillerin kabul ettiği gibi hepsi tasavvufidir. Bunları herkes<br />

anlayamaz ancak erbabı anlar demek mi gerekir.(37)<br />

4. Bu şiirlerde geçen kavramların bazıları tasavvufi, bazıları da hakiki anlamda kullanılmıştır.<br />

Yani bu şiirlerin bir kısmı tasavvufidir. Doğru olan da her halde bu görüştür.<br />

Dipnotlar:<br />

(*) Erzincan Üniversitesi Fen-<strong>Edebiyat</strong> Fakültesi, Türk Dili ve <strong>Edebiyat</strong>ı Bölümü Öğretim Üyesi.<br />

(1) M. Fuad Köprülü, “Fuzuli”, <strong>Edebiyat</strong> Araştırmaları, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004, s.503.<br />

(2) Fuzuli, Rint ile Zahit, Türkçe’ye çeviren: Hüseyin Ayan, İstanbul 1993.<br />

(3) Meselâ XV. yüzyılın meşhur şairi Necâti, divanın mukaddimesinde şöyle der:<br />

“Ahad-ı bâkî ki vahdeti, bâ’is-i kesret ve kesreti, şâhid-i vahdet vâkı’ olmışdur. Âyet: Levkâne fîhimâ âlihetün illâ’l-lâhu<br />

le-fesedetâ. 1 Şöyle ki şâ’irân-ı bülend-âvâz ve sâhirân-ı sühan-perdâz lâle-hadler ve serv-kadler vasfında hayrândurlar. İnsâf bu<br />

eltâfa vassaf olabilmek mahzâ lafdur.”<br />

Bu cümleleri bu günün diline şöyle aktarabiliriz:”Ebedi olan Allah’ın vahdeti yani birliği kesrete sebep oldu. Kısaca kâinâtı<br />

Allah yoktan var etti. Kesret yani Kâinât da vahdetin yani Allah’ın varlığına şâhid oldu, delil oldu. Âyet meâli: “Yerde ve<br />

gökte Allâh’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de fâsid olmuş gitmişti.”Enbiyâ Sûresi, 21 / 22. .( Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Şerifi,<br />

Elmalılı Hamdi Yazır, Hazırlayan ve Notlandıran: Dücane Cündioğlu, İstanbul 2002, s. 322. )<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 33


Şöyle ki şöhreti büyük ve sihirli söz söyleyen şairler, lale yanaklı ve selvi boyluları yani dünyadaki güzelleri vasf etmeye<br />

hayrandırlar Onları anlatmak için can atarlar. İnsaf edilsin. Bu güzellikleri vasf edebilmek sırf lafdır, boş sözlerdir. Laf kalabalığıdır.”<br />

Necati Beg Divanı, Hazırlayan: Pof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1963, s. 1<br />

(4) Bu yazıda yer alan sapma kavramını, şiir dili incelemelerinde kullanılan Sapma (İng. Deviation), terimiyle karıştırmamak<br />

gerekir. Burada “dalalet, doğru yoldan çıkma” anlamında kullanılmıştır.<br />

(5) Fuzuli Divanı, Abdülbâkµ Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s. XLI.<br />

(6) a.g.e, s. XLI, 19<br />

(7) Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, Tahran 1372, s. 184.<br />

(8) Hafız Divanı, Şirazi, Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992, s. 67.<br />

(9) Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, s. 131.<br />

(10) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. 32.<br />

(11) Sünenü’n-Nesa’i, Hazırlayan: Abdullah Fettah Ebu Gudde, Beyrut 1409 / 1988 cüz: 8 s. 315.<br />

(12) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s 15<br />

(13) a.g.e, s 146.<br />

(14) a.g.e, s 202.<br />

(15) a.g.e, s 17.<br />

(16) a.g.e, s 22.<br />

(17) a.g.e, s 28.<br />

(18) a.g.e, s. 40.<br />

(19) a.g.e, s. 44.<br />

(20) a.g.e, s. 134.<br />

(21) Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Hazırlayan: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1978, c.6, s. 3069,<br />

3070; Müttefikun Aleyh Hadisler, Çeviri, Düzenleme ve Notlar: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2005, s.283.<br />

(22) Divan-ı Türki-yi Muhammed Fuzuli, Tehiye ve Tedvin: Mîr Salih Hüseynî, Tahran, h.ş.1366/1987, c. 1, s.240; Fuzul,<br />

Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. 129.<br />

(23) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s.136.<br />

Abdülbaki Gölpınarlı, bu gazelin Fuzuli’ye aidiyeti ile alakalı şunları söylemektedir: “Bu gazel, sanıldığı veya istendiği gibi<br />

Fuzuli’ye aidiyeti şüpheli bir gazel değildir. Edasının, zevkinin, tarzının her şeyinin ona aidiyetindeki kat’iyet şöyle dursun, bu<br />

gazel Fuzuli’nin en eski yazması olan ve 981 de, yani Fuzuli’nin ölümünden on sekiz yıl sonra yazılmış Nizami Enstitüsü nüshasıyla<br />

gene ölümünden 21 yıl 2 ay sonra, Azeri imlasıyla lehçe hususiyetleri tamamıyla muhafaza edilerek yazılmış olan Konya<br />

Müzesi nüshasında, ölümünden 28 yıl sonra yazılmış olan Leningrat nüshasında, Konya Müzesi nüshası dahil olmak üzere<br />

gördüğümüz nüshaların en sahih ve mükemmel olan, neşrimize esas ittihaz ettiğimiz 1079 recebinde Necef’te yazılan nüshada,<br />

İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde XVII’nci yüzyıla ait iki nüshada (no. 813, 2850), aynı kütüphanede XVIII’ncı yüzyıla ait<br />

bir mecmuadaki divanda (2859), aynı kütüphanede XVIII’ncı yüzyıla ait bir mecmudaki divanda (2859), yeni ve eksik bir<br />

nüshada (5719), hatta bütün yazma nüshalarda vardır. Fuzuli’ye aidiyetini şüpheli görmek, bütün nüshaları ve binaenaleyh<br />

Fuzuli’ye ait her şiiri şüpheli görmek demektir ki bu, kabil hükmün tevlit ettiği hastalıktan başka bir şeyle izah edilemeyecek<br />

bir garabettir.” Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s.LXXIV, LXXV<br />

(24) Niyazi-i Mısri, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Hazırlayan: Kenan Erdoğan, Ankara 1998,<br />

s. 193.<br />

(25) Musahhah Külliyyât-ı Divan-ı Fuzuli, tabii ve naşiri: Kitabcı Dağistani Çelebizade Muhammed Münir, İstanbul 1328<br />

s. 105.<br />

(26) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. LXXI.<br />

(27) a.g.e, s 161<br />

(28) a.g.e, s. 140.<br />

(29) a.g.e, s 161<br />

(30) a.g.e, s 11.<br />

(31) a.g.e,s. 10.<br />

(32) Abdülbaki Gölpınarlı, bazı çevrelerin Fuzuli’yi kendilerinden saymalarını şu şekilde yorumlar: “Bektaşiler, Batıni usulünce<br />

her büyüğü olduğu gibi Fuzuli’yi de şöhretine binaen kendilerinden saymışlar, ona bir de Yavuz zamanında yapıldığı<br />

söylenen Kerbela Bektaşi tekkesinde çırağcılık hizmeti vermişler, Abdülmü’min Dede adlı yaşayıp yaşamadığı bile mechul<br />

birisini şeyh yapmışlar, bu mechul şeyhin yanında ona ait bir mezar uydurmuşlardır, gene bu an’anenin tesiriyle Alevi Kızılbaşlar,<br />

onu ‘Nesimi, Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet, Yemini ve Virani’yle beraber yedi büyük ve kutsal şairin biri saymışlardır.”<br />

Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara Üni. Yay., Ankara 1943, s.17; Fuzuli Divanı, Hazırlayan:<br />

Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s LXXX-LXXXI<br />

(33) M. Fuad Köprülü, a.g.e, s.510’dan naklen: Abdülbaki Gölpınarlı, “Fuzuli’de Batıniliğe Temayül”, Azerbaycan Yurt<br />

Bilgisi Dergisi, 1932, sayı: 8-9, s. 265-278.<br />

(34) Abdülbaki Gölpınarlı, daha sonra bu konuda şöyle demektedir: “Batini sözüyle İsmâiliyye-i Seb’iyye’yi kasdetmiyoruz.<br />

Bektaşilerle Alevi-Kızılbaşlar da İsna-aşeridirler. Yani On İki İmamı tanırlar, fakat Batinidirler. İbadetleri, hikmet-i teşriiyye<br />

bakımından mutalaa edip hiç biriyle kendilerini mukayyet görmezler. Hatta hakikate erişen kişi için ibadeti şirk sayarlar. İçkiyi<br />

34 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


ehline helal, na-ehle haram addederler. Melami-Hamzevilerde de aynı inanış, fakat Bektaşilerde olduğu gibi bir gelenek halinde<br />

değil, aşk ve irfandan doğan bir akide halinde mevcuttur. Ali’yi diğer sahabeye tafdil etmekle beraber tamamiyle Sünni olan<br />

diğer tarikatlerde de umumi olmamakla beraber bu inanış vardır... Bütün bunlar şeriata sığar akideler değildir ve ibadetlerin<br />

hikmet-i teşriiyyesini sormağa bizi memur, hatta me’zun bile saymayan şeriatta, insandan ibadeti iskat eden ve kulu Tanrı<br />

yapan böyle bir yakıyn ve irfan derecesi yoktur. Bütün bu şeriata aykırı telakkiler, Hind-İran ve Yunan felsefeleriyle yeni Eflatuncuların<br />

kanaatlerini İslamileştiren Hukemâ felsefesinden doğmış, İsmaililer, bu felsefeyi halka yaymışlar, az çok bütün<br />

tarikatlerle tarikat ehli olmadığı halde felsefeyle meşgul olan ve serbest düşünen şahıslara bu telakki, tesir etmiştir. Fuzuli’de<br />

Batinilik temayülü görürken biz, ancak bunu kasdettik. Esasen ona Batini de demedik. Hele onun İsmaili olduğunu aklımıza<br />

bile getirmedik. Prof Dr. M. Köprülü, İslam Ansiklopedisi’nde, onu, yedi İmamı medheden şiirine nazaran Seb’iyye’den saymanın<br />

hata olduğunu söylüyor (C.37, Fuzuli: s. 669-686, bilhassa 691. Gölpınarlı’nın atıfda bulunduğu Köprülü’nün bu Fuzuli<br />

maddesi daha sonra onun ölümünden sonra neşredilen <strong>Edebiyat</strong> Araştırmaları 2, Akçağ yayınları, Ankara 2004 isimli eserinde<br />

aynen yer almaktadır: s. 503-525). Böyle bir iddiada bulunan, ancak cehlini ilan eden bir cesur olabilir. Çünkü Fuzuli, o<br />

medhiyede Necef, Kerbela, Kazımiyye ve Samira’da yatan Ali, Hüseyin, Musa-ı Kazım, Muhammedü’t-Takıy, Aliyyü’n-Nakıy,<br />

Hasanü’l-Askeri ile gene Samira’da Serdap’ta Gaybet-i Kübra ihtiyar eden Mehdi’yi över ki bunlar sırasıyla On İki İmamdan<br />

birinci, üçüncü, yedinci, dokuzuncu, onuncu, on birinci ve on ikinci İmamlardır. İsmailiyye ise Ali,Hasan, Hüseyin, Ali<br />

Zeyne’l-Abidin ve Muhammedü’l-Bakır’ı imam tanır, mühim bir kısmı İmamiyye’de beşinci imam olan Ca’ferü’s-Sadık’ı niyabet<br />

yoluyla tanıyıp altıncı imam olarak onun oğlu İsmail’i, yedinci imam olarak da onun oğlu Muhammedü’l-Mektum’u kabul<br />

ederler ve onlarca bu Yedinci İmam, Kaaim’dir. Fuzuli’nin övdüğü beş imamı tanımazlar. Bu sabit bir hakikatken sayın Prof.<br />

böyle bir ihtimali nasıl düşünebildi Anlayamadık.” Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul<br />

2005, dipnot: s LXXVII-LXXVIII<br />

(35) Necip Fazıl Kısakürek, bütün şiirlerini bir araya topladığı ve Çile adını verdiği kitabında yer alan poetikasında bu hususta<br />

şunları söyler: “ …O zaman en eski eserleri,mahzun ve mahpus keyfiyetlerinden, kemmiyetlerine, şekillerine ve tertiplerine<br />

kadar ana kitabımda özleştirmeyi, onlarda bağlı olduğum unsurları öbürlerinden süzmeyi ayıklamayı, düzeltmeyi ve yenileriyle<br />

bir arada bütünleştirmeyi dilemiştim. Eskilerden bir çoğunu atmak ve onlarla bağımı koparmak istemiş ve demiştim ki:<br />

-Mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım ve çöplüğe attığım bilinsin… Attıklarım, aldıklarımdan çok olan<br />

eski şiirlerimi yenileriyle demetledikten ve bu kitapta derledikten sonra meydana gelen şu kadar parça şiir, şu âna şairliğimin<br />

tam ve eksiksiz kadrosu oluyor. İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar; ve bu kitaba gelinceye dek hiçbir şiir, bana, adıma ve<br />

ruhuma mâl edilemez. Buna rağmen nasıl kitaplık çapta bir eser vücuda geldiği, meydanda…”Necip Fazıl Kısakürek, Çile,<br />

bütün şiirleri, Yapı Kredi yayınları, İstanbul 2004, s. 14, 15.<br />

(36) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s LXXVII<br />

(37) Nitekim batıni özellikler taşıdığı ileri sürülen yukarıdaki beyitler, Ali Nihat Tarlan, Fuzuli Divanı Şerhi, Akçağ Yayınları,<br />

Ankara 1998, s. 82, 56, 645, 491, 75, 102, 129, 181, 252, 588, 566-568, 610-612.isimli kitapta şerh edilirken şarihin çoğu<br />

zaman tasavvufi yorumlar yaparken zorlandığı sezilmektedir.<br />

o<br />

KAYNAKÇA<br />

Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, Tahran 1372,708 s.<br />

Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2005, CXLI+235 s<br />

Gölpınarlı, Abdülbaki-Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1943<br />

Hafız Divanı, Şirazi, Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992, L+722 s.<br />

Divan-ı Türki-yi Muhammed Fuzuli, Tehiye ve Tedvîn: Mîr Sâlih Hüseynî, Tahran, h.ş.1366/1987, c. 1,<br />

Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, bütün şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, 472 s.<br />

Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Şerifi, Elmalılı Hamdi Yazır, Hazırlayan ve Notlandıran: Dücane Cündioğlu, İstanbul 2002,<br />

XXXIV+604 s.<br />

Musahhah Külliyyât-ı Divan-ı Fuzuli, tabi’ ve naşiri: Kitabcı Dağistani Çelebizade Muhammed Münir, İstanbul 1328,352 s.<br />

Müttefikun Aleyh Hadisler, Çeviri, Düzenleme ve Notlar: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2005, 882 s.<br />

Necati Beg Divanı, Hazırlayan: Ali Nihad Tarlan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1963, XXVIII+557 s.<br />

Niyazi-i Mısri, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Hazırlayan: Kenan Erdoğan, Akçağ Yay.,1998,<br />

Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Hazırlayan: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1978, c. 6.<br />

Sünenü’n-Nesa’i, Hazırlayan: Abdullah Fettah Ebu Gudde, Beyrut 1409 / 1988 cüz: 8<br />

Tarlan, Ali Nihat: Fuzuli Divanı Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, 720 s.<br />

o<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 35


Şiir<br />

Bekir Oğuzbaşaran<br />

NE GÜZEL UYMUŞ*<br />

- Levni’ye<br />

Güzellere naz<br />

Dervişe niyaz<br />

Mümine namaz<br />

Ne güzel uymuş<br />

Davud’a sada<br />

Bilal’e nida<br />

Mecnun’a sevda<br />

Ne güzel uymuş<br />

Zengine şükür<br />

Fakire sabır<br />

Ölüye kabir<br />

Ne güzel uymuş<br />

Alime bilgi<br />

Talibe ilgi<br />

Zamana silgi<br />

Ne güzel uymuş<br />

Süvariye at<br />

Kuşlara kanat<br />

Cennete sırat<br />

Ne güzel uymuş<br />

Şaire şiir<br />

Nasire fikir<br />

Tekkeye zikir<br />

Ne güzel uymuş<br />

ÖLÜNCE<br />

Sıra sıra selviler<br />

Mezarlığa geldiler<br />

İçinde ne var diye<br />

Toprağa eğildiler…<br />

Bugün günlerden Pazar<br />

Bekir’im şiir yazar<br />

Nefes alıp verdikçe<br />

Ölürüz azar azar…<br />

Kaç gündür grip oldum<br />

Evimde garip oldum<br />

Her zamankinden fazla<br />

Ölüme karip oldum…<br />

Tahta ata binsen de<br />

Son durakta insen de…<br />

Rahmet okunmak için<br />

İncitme, incinsen de…<br />

Kâğıda kalem<br />

Hatibe kelam<br />

İnsana selam<br />

Ne güzel uymuş…<br />

* “Bir Gül Düştü” kitabından<br />

36 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiir<br />

Firdevs Yüksel<br />

BAB-ÜS SELAM<br />

Ey Türk’ü eleştirmekten korkan ölgün ruhlar!<br />

Ey üzerine toprak serpilmesi unutulmuş ölgün ruhlar!<br />

Ya ölün iyice, Rüzgâr Ana toprak döksün üstünüze…<br />

Ya hareketlenin, toz toprak silkelensin üstünüzden…<br />

Bırakın prosedürü, ezberi<br />

Çıkın şehir devletlerinizden!<br />

Prosedür şehir devletlerine özgüdür ey Medreseli<br />

Bildin mi Ali Emirî’nin 30 bin yıllık emeğini<br />

Hıfzettin mi 30 bin mekteblik kütübünü Emirî’nin.<br />

Ey kendine Âmir kesilen<br />

Bir nutfelik emri olan<br />

Bir suflelik ömrü olan<br />

Bağbozumu Emir’i<br />

Çapa’ya Şehr emini<br />

Çık şehir devletinden<br />

Gör bu dünyama Başkent<br />

Şahkent İstanbul’u.<br />

İrdele, yeniden ertele!<br />

Napolyon çehreli,<br />

Bizans kırıntılı<br />

Çariçe kent İstanbul’u<br />

Geri iade et İnan’lılar ülkesine<br />

Muhammed beratlı<br />

Fatih imalatlı<br />

İmparatoriçe kent İslâmbol’u.<br />

Çık şehir devletinden ey Türk<br />

Ekradınla, Rum’unla<br />

Çerkez’inle, Laz’ınla<br />

İnşa et ey Medreseli<br />

Kraliçe’nin ehramını…<br />

Valide Sultan’ın<br />

Babüs-selamını…<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 37


Şiir<br />

Sergül Vural<br />

TAVAF<br />

Vuslata uçuşan pervâne gibi,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey,<br />

Mehtap dünyasına, dünya güneşe,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Her iki cihanda yoktur sana eş,<br />

İlâhi varlığın sönmeyen ateş,<br />

Mâna ikliminde doğunca güneş,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Bâtıldan gerçeğe akındır tavaf,<br />

İnsana kendinden yakındır tavaf,<br />

Nefsin kılıcına tek kındır tavaf,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Balığın karnında zikirde Yunus,<br />

Hükmüne baş eğer koca okyanus,<br />

Aşkını bulanca dünya bir fanus,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Günahlar önüne bir bir dizilir,<br />

Boyunlar bükülür, kalpler sezilir,<br />

Avuçlar içinde dünya ezilir,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Yalandan sıyrılır Hakk’ı duyanlar,<br />

Yitik cennetine kavuşur canlar,<br />

Bu farklı sevinci yaşayan anlar,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Öyle bir girdap ki kendine çeker,<br />

Aşkın tohumunu kalplere eker,<br />

Başlara bir döngü, bir halvet çöker,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

Bu aşk dönemeci, kemâle eriş,<br />

El-Beytü’l-Haram’la zevâle eriş,<br />

Yedi sonsuz şavtla visâle eriş,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />

38 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />

Âlemin Rahman’ı ne olur af, af,<br />

Dizildi önüne zerreler sâf sâf,<br />

Coşkun sel gibidir aşk ile tavaf,<br />

Zerreden küreye dönüyor her şey.


Şiir<br />

Hikmet Erbıyık<br />

BAĞLAMA KALBİNİ DİL<br />

Bağlama kalbini dil, gün gelip ayrılana<br />

Şu zail sevgileri, yerleştirme dünyana<br />

Gül fena, bülbül fena, kamette hüsün fena<br />

Ecel vakti dökülür, tüm servetin bir yana<br />

Onlar seni terkeder, şu kabrin kapısında<br />

Sen de hiç kıymet verme, refik olmayanlara..<br />

Bir dost ara kendine, hem dünya hem Ukba’da<br />

Seninle sohbet etsin; berzahi etvarında<br />

Sana devalar sunsun, fıtri ihtiyacında<br />

Kalbini hüşyar edip, ruhuna huzur versin<br />

Öyle bir dostun olsun, ebed yolculuğunda.....<br />

GENÇLERE<br />

Bu vatanın gençleri, şuurlu agah ola<br />

İnhiraftan sakınıp, sapmaya sağa sola<br />

Frenkleri taklide, sefahete girmeden<br />

İstikamet yolunda, yürüyünüz kol kola..<br />

Kalbiniz hakikatın, şualarıyla dola<br />

Müstakim yoldan çıkan gafilin hali n’ola<br />

Sefahate ittiba, elbet helake gider<br />

Allah(C.C) bizi ve sizi iletsin doğru yola...<br />

İLAHİ BİR HARMAN<br />

Hasat vakti gelince, başak tane doludur<br />

Bir harmanda başaklar, döğülür tane olur<br />

Döven altında tahıl, saplarından dökülür<br />

Tasfiyelerden geçip, ambarına yol bulur ..<br />

Elbet haşrin meydanı, ilahi bir harmandır<br />

Orada harman olan, öncelikle insandır<br />

İnsan şu kainatın, başak ve semeresi<br />

Acep nasıl bir harman, ne yaman bir Mizan’dır.....<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 39


İSTİMA-I KUR’AN<br />

Kalbini hüşyar eyle, bihuş olup zevkinde<br />

Bir azim daveti gör, o sadanın içinde<br />

Ol Resul-üs sakaleyn, ayatın tebliğinde<br />

Hayalen o vakte git, Kur’an dinlediğinde<br />

Sanki devr-i saadet, dinle! içten yürekten<br />

Ter-ü taze hakaik, o fem-i mübarekten<br />

Sanki Cibril-i Emin, tebliğ ediyor veya<br />

Kelam-ı İlahi’yi, Resul-ü Kibriya’ya<br />

En azim hatırayı, tefekkür et zihninde<br />

O tebliğ tebellüğü, Hazerat mabeyninde<br />

Ol yetmiş bin perdenin, hicabın gerisinde<br />

Rabbimiz kelam eyler ona Kab-ı Kavseyn’de<br />

Kur’anı her vakitte dinler cümle zişuur<br />

Ol bahr-i hakaik’te feyizlere gark olur<br />

Bir hasat mevsimidir, Kur’an ayı Ramazan<br />

Her bir kudsi ayetten, binler feyiz nebean<br />

Yüzbinlerce hafız’ın, revnakdar kıraatı<br />

Sanki Dar-ı Ukba’da, kurtuluşun beratı<br />

Ey nefis ta gönülden kulak ver bu sadaya<br />

Onda ruh, onda hava onda en parlak ziya<br />

Ey Kur’an açıl bize, sen ey Muciz’ül Beyan<br />

Bize şefaat eyle, kerem ey ruh-u revan.....<br />

LEYLET-ÜL BERAT<br />

Tevbemiz kafi değil, her gece ağlayışla<br />

Bu gece niyazdayız, kusurlu yakarışla<br />

Vesile kıl rahmetle, şu Leylet-ül Berat’ı<br />

Affeyle günahımız, Ya Rab! bizi bağışla...<br />

40 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Tahlil<br />

Şakir Diclehan<br />

BİRİ ŞAH, BİRİ SULTAN, İKİSİ DE ŞÂİR<br />

YAVUZ SULTAN SELİM<br />

VE ŞAH İSMAİL<br />

Osmanlı ve Safevi Devletinin iki ünlü siması,<br />

biri Şah, biri Sultan olan bu hükümdarların<br />

edebiyat ve şiir yönleri, araştırılmaya,<br />

öğrenilmeye ve üzerlerinde durulmaya değer<br />

özelliktedir.<br />

“Doğu” diye anılan ve insanoğlunun beşiği<br />

olmuş bu topraklar, yer kürenin her sabah<br />

güneşle buluştuğu ve aydınlandığı yün olmaktan<br />

öte, anlamı olan, tarihin, bilgeliğin,<br />

efsane ve şiirin adeta harman olduğu bir<br />

kıtadır burası…<br />

Savaşın, vuruşkanlığın ve meydan kavgalarının<br />

yanında, mistisizmin ve acının, hüzün<br />

ve kaderin, hayatın olağan bir parçasına dönüştüğü<br />

özellikli bir coğrafya… Dün böyleydi,<br />

bugün de farklı değil yer küresinin bu<br />

parçası… Teknolojinin çepeçevre kuşattığı<br />

çağımız insanın hem fizik ve hem de ruh<br />

sığınağıdır Doğu… Tahammül, sabır, kanat,<br />

sükûnet, tefekkür ve hepsinin ötesinde<br />

AŞK’ın doğum yeridir. O yüzden günümüzde<br />

izden ibaret kalmış duyguları açığa çıkarmaya<br />

niyetli kâşiflerin ve gezginler için gizemli<br />

bir dünyadır da diyebiliriz.<br />

İKTİDAR VE ŞİİR<br />

İktidar ve egemenlik, içinde devinilen bir<br />

mekânda varlıklar üzerinde belirleyici ve<br />

sürekliliğe dönük bir etkinlik kuruculuğu<br />

olur.<br />

İktidarda olanlar veya hükümdarlar, bir<br />

ülkeyi sadece maddi imkânlarla yönetemezler.<br />

Onların sanata, edebiyata ve şiire de<br />

ihtiyaçları vardır. İnsan denilen varlık idareci<br />

konumunda olduğunda ve kitlelerin gittiği<br />

yönde düşünmeye eğimlidir aynı zamanda…<br />

Büyük devlet adamları, hem düşünce ve<br />

hem de eylem adamlarıdır. Bazen taşıdıkları<br />

inanç ve düşüncelerini kelime kalıplarına<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 41


dökmeyi tercih eder, bazen de belli bir aşamadan<br />

sonra eyleme girişirler.<br />

Doğu dünyasındaki idaricilere baktığımızda<br />

bunların çoğunun, hem bilim ve kültüre,<br />

hem şiir ve sanata ve hem de toplumun<br />

inancına yönelik çalışmalara büyük destek<br />

sağladıkları ve bu desteği sürdürdükleri görülmektedir.<br />

Bedri Rahmi’nin değişiyle:<br />

İnsan dediğin, bir buğday tarlası gibi olmalı.<br />

Esti mi rüzgâr bir değil, milyonlar için esmeli.<br />

Su damlası inceliğindeki şiiri, fırtınaların<br />

karşısına diken ve su damlacıklarından hırçın<br />

ve baş eğmez bir okyanus kuran, üşüyen<br />

insanların kulaklarından süzülerek zihinlerde<br />

kıvılcımlar oluşturan “O ortak insan” sesidir,<br />

bu ses…<br />

İnsanın bedeni ve fiziki yapısı gidicidir, şiirin<br />

sesi ise kalıcıdır. O ses, gün olur insanı<br />

ifade eder, insan için konuşur, gün olur ki<br />

kanayan yaraya merhem olur ve yaraların<br />

sarılması için kullanılır.Gün olur ki mutluluğu<br />

sağlamak için söylenir. Bu nedenle Şah<br />

da Hükümdar da bu sanata çokça başvurmuştur.<br />

YAVUZ SULTAN SELİM<br />

Osmanlı Padişahı YAVUZ Sultan Selim<br />

(1467-1520) idari ve askeri meziyet ve dehası<br />

yanında bilim ve edebiyatta da kendini<br />

göstermiş, özellikle şiirde temayüz ederek<br />

hem güçlü bir hükümdar ve hem de bir şâir<br />

hüviyetiyle tarihe geçmiştir.<br />

O çağda Safevi (İran) tahtında bulunan<br />

Şah İsmail’in Anadolu’ya göz dikip başarılı<br />

ve etkin bir yöntemle Şii propagandası yaptığı<br />

dönemde, Osmanlı Devletinin bir Şehzadeler<br />

kavgası ile çok tehlikeli bir durum ve<br />

konuma düştüğünü görerek Padişahlığı adeta<br />

babasının elinden zorla almayı başarmıştır.<br />

Yavuz Sultan Selim, şiirde mahlas (takma<br />

ad) olarak “SELİMİ”yi kullanmıştır. Çok<br />

ilginçtir ki, Şah İsmail, ana dili Farsça olmasına<br />

karşılık Türkçe şiirler kaleme alırken;<br />

Yavuz hem Türkçe ve hem de Farsça şiirler<br />

kaleme almayı yeğlemiştir ve bunda da başarılı<br />

olmuştur.<br />

İslâm Birliği’ni temel alan şu ünlü dizeleri,<br />

son çağ düşünce dünyasında iz bırakan ve<br />

inançta adeta devrim sayılabilecek görüşler<br />

açıklayan Bediüzzaman Said Nûrsi tarafından<br />

alıntı (iktibas) yapılarak eserlerine geçirilmiştir.<br />

Milletimde ayrılık ve tefrika endişesi<br />

Kûşe-i kabrimde hatta bi-karar eyler beni<br />

İttihad iken savlet-i a’dayı def’e çaremiz<br />

İttihad etmezse millet dağidar eyler beni<br />

“Milletteki ayrılık ve bölünme endişesi,<br />

mezarda olsam dahi beni rahatsız eder.<br />

Düşmanın saldırısına karşı tek çaremiz birliktir.<br />

Millet, eğer birlik göstermezse (onun<br />

bu durumu) beni derinden yaralar.”<br />

Böylece Yavuz, birlik ve beraberliği, şiir<br />

diliyle savunmaya çalışmıştır.<br />

Sultan Selim’e ait olmadığı halde ona mal<br />

edilen şu ünlü dizeler adeta dilde pelesenk<br />

olmuş ve kuşaktan kuşağa geçerek zamanımıza<br />

kadar ulaşmıştır.<br />

Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek<br />

Giryemi etdi füzûn, eşkimi hûn etti felek<br />

Şirler, pence-i kahrımdan olurken lerzan<br />

Beni bir gözleri âhuya zebun etti felek<br />

“Felek, benim göz bebeğime ne tür bir büyü<br />

yaptı ki, ağlayışlarımı artırdı ve göz yaşlarımı<br />

kanlı hale getirdi. Aslanlar, benim ezici<br />

(güçlü) pençelerimin altında titrerken; (aynı)<br />

felek, beni bir ceylan gözlünün karşısında<br />

güçsüz bıraktı.”<br />

42 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Yavuz, Türkçeden başka Arapça ve Farsçayı<br />

biliyor, özellikle bu ikinci dilde bir Şiir<br />

Divan’ı meydana getirecek kadar hakimiyetine<br />

tanık oluyoruz. Yavuz’un sanatta ileri<br />

bir düzeyde oluşu ve o çağda şiir söyleyebilmek<br />

için gerekli olan genel kültüre sahip<br />

oluşu, dil ve edebiyat bilgisi hakkında, onun<br />

Farsça Divanı insana yeter derece de fikir<br />

vermektedir.<br />

Yavuz, kısa ömrüne birçok işleri sığdırmış,<br />

özellikle savaşlara gidip gelirken, yollarda<br />

geçen uzun zamanının büyük bir kısmını<br />

bilime, şiire ve sanata ayırmış, bilgin ve şâirlerle<br />

sohbetten büyük bir zevk almıştır. Ayrıca,<br />

sefere çıktığında yanında hiç ayırmadığı<br />

bilginlere fethedeceği ülkenin tarihine, coğrafyasına<br />

ve bulundukları konuma ait eserler<br />

yazmalarına veya tercüme ettirmelerine yardımcı<br />

olmaktan geri kalmamıştır.<br />

Kemâlpaşa -zâde’nin, Yavuz Selim dönemini<br />

tasvir eden ve “çağ” ile “ikindi vakti”<br />

anlamına gelen “ASR” kelimesini ikindi vaktindeki<br />

gölgenin, uzun ve zamanının kısa<br />

oluşunu çağrıştıran ve ifade eden bir şiirinde:<br />

Az zaman içre çok iş itmiş idi<br />

Sayesi olmuş idi âlem-gir<br />

Şems-i asr idi, asrda şemsin<br />

Zilli memdûd olur, zamanı kasir<br />

Şâir demek istiyor ki: Kısa bir süre içinde<br />

pek çok işler başarmıştı. Gölgesi, adeta bütün<br />

âleme yayılmıştı. Çağın güneşi idi. İkindi<br />

vaktindeki güneşin gölgesi uzun, fakat zamanı<br />

kısa olur.<br />

İbn-i Kemâl, Padişahın yakını olarak Mısır<br />

seferine onunla beraber katılmış Yavuz’la<br />

tatlı sohbetlerde bulunmuş ve onunla yol<br />

arkadaşlığı yapmış. Dertleşmiş ve Padişahla<br />

çok yararlı vakitler geçirmiştir. Yavuz Selim’in<br />

dostluğunu, sevgisini ve yakınlığını,<br />

hatta hocası gibi saygısını kazanmıştır.<br />

O’nun en büyük hayranı, hatta Padişahın<br />

ölümü üzerine çok güzel, içli ve yanık bir<br />

mersiyeyi kaleme almayı kaleme almaktan<br />

geri kalmamıştır.<br />

Sadece Doğu dünyasıyla ilgili değil, adeta<br />

biraz masal ve gizem biraz estetik ve hayal<br />

demektir şiir... O nedenle insana yaşamın<br />

yarı gerçek, yarı gerçek üstü olmasının doğal<br />

olduğu düşüncesini telkin eden, maddi dünya<br />

ile metafizik dünya arasında salınma hissi<br />

veren sonsuz bir ufuk gibidir de şiir…<br />

Duygu dünyamızda sevgiye dair kullandıklarımız<br />

ve düşündüklerimiz de dahil tamamını<br />

sözcüklere dökmeyi başarmış bir şâir<br />

görünümündedir Yavuz… Zamanın bir kısmını<br />

savaş, diğer bir kısmını bilgelikle geçirdiği<br />

bir dönemin Padişahıdır aynı zamanda…..<br />

Hep senün içündür benüm dünya cefasın çekdüğüm<br />

Yoksa ömrüm varı, sensiz neylerem dünyayı ben<br />

ŞAH İSMAİL<br />

Safevilerin büyük hükümdarlarından olan<br />

Şah İsmail (1487-1524), 16. asrın başlarında<br />

İran, Azerbeycan, Horasan ve Irak’ta<br />

güçlü bir devlet kurmayı başarmış. şiirlerinde<br />

gelenek gereği “HATAΔ mahlasını (takma<br />

adını) kullanmıştır.<br />

Dini konularda ve tasavvuf sahasında<br />

herkesçe bilinen bir aileye mensup olan Şah<br />

İsmail’in büyük dedesi Şeyh Safiyyuddin’dir.<br />

Erdebil ve Azerbeycan mıntıkasında halk<br />

tarafından kendilerine saygı gösterilen ve<br />

şöhreti etrafa yayılmış bulunan köklü bir<br />

sülaleden gelmektedir.<br />

Ailenin geçirdiği çeşitli maceralardan<br />

sonra daha çocuk denecek yaşta İran tahtına<br />

oturmuş, Safevilerin inanç olarak kabul ettikleri<br />

ve sürdürdükleri Şİİ mezhebine mensup<br />

bir kişi sıfatıyla bu mezhebe devletin<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 43


manevi propagandası için hararetle sarılmıştır.<br />

Kaynakların verdiği bilgiye göre miladi:<br />

1510 yılında Özbek hükümdarı Şeybanî<br />

Han’ı mağlup edip öldürmüş ve Horasan<br />

mıntıkasında elde ettiği başarılarla yetinmeyerek<br />

gözlerini Anadolu ‘ya dikmeye başlamıştır.<br />

Şah İsmail, benimsediği Şiî mezhebinin<br />

propagandasından sonra, bu oldukça enerjik<br />

ve kabına sığmayan gencin kafasında daha<br />

büyük projeler ve İmparatorluk kurma hayali<br />

ve düşüncesi vardır. “İki koçun başı bir kazanda<br />

kaynamaz” şeklinde bir atasözü vardır.<br />

Bu azimli ve biraz da maceraperest Şah’ın<br />

karşısında bir Sünnî Osmanlı Padişahı yani<br />

Yavuz Sultan Selim çıkar. Şah İsmail’in hayal<br />

ettiği ve düşlediği saltanattan yoksun<br />

kalacağı öngörüsünde bulunanların sayısı<br />

oldukça fazladır bu devirde.<br />

Yavuz’un kafasındaki projeler için gerekli<br />

mali ve askeri donanım ve araçların bulunduğunu<br />

görenler, Şah İsmail’in düşlediği<br />

büyük İmparatorluktan yoksun bırakılacağına<br />

ve yoksun kalacağına dair, tahminden öte<br />

bir realite olarak göreceklerine ve buna tanıklık<br />

edeceklerine inananların sayısı oldukça<br />

fazlaydı. Böylece Şah İsmail’in büyük ikbal<br />

peşindeki düşünce ve girişimleri sonuçsuz<br />

kalmış ve bu rüya gerçekleşememiştir.<br />

Şah İsmail’in Yavuzla çarpıştığı Çaldıran<br />

meydan savaşını kaybetmesi üzerine (23<br />

Ağustos 1514) canını zor kurtarmış ve bu<br />

yenilgiden sonraki yaşamı artık eskisi kadar<br />

pek parlak olmamış ve kendisini bir daha<br />

toparlayamamıştır.<br />

ŞİİR YETENEĞİ<br />

Şiir, eğer bilim ve kültürle desteklenmez<br />

ve beslenmezse zayıf ve cılız kalacağına dair<br />

hiç kimse kuşku duymaz ve bunu söylemeye<br />

de pek ihtiyaç yoktur. Şah İsmail, Erdebil<br />

şeyhleri ve bu ailenin çevresinde güçlü bir<br />

eğitim görerek İran Azerbaycan’ına Irak ve<br />

hatta Bağdat’a kadar uzanarak çağında oldukça<br />

ün salmış, buna paralel olarak şiirle<br />

uğraşmayı da ihmal etmemiştir.<br />

Farsçayı şiir söyleyecek kadar çok iyi bilen<br />

bu Şah, ne hikmetse şiirlerini Türkçe yazmayı<br />

tercih etmiştir. Hem Divan, hem Halk şiiri<br />

vadisinde at koşturan” Hataî”, tasavvufi<br />

mazmunlarla örülü bir şiir dünyasında gezinmiş,<br />

ilâhiler söylemekten ve dini motiflerle<br />

süslü manzumeler yazmaktan kendini<br />

alamamıştır…<br />

Onun söylediği sanılan ve bazen de onun<br />

tarafından söylenmiş gibi gösterilen:<br />

Hataî hal çağında<br />

Hak, gönül alçağında<br />

Bin bir Kâbe yapmaktır<br />

Bir gönül al çağında<br />

Gibi alçak gönüllü ve ince duygulu dizeler,<br />

doğal olarak hem geniş bir halk kitlesinin<br />

gönlünü almış ve hem de bir Şiîlik propagandası<br />

aracı olarak da Şah İsmail’e manevi<br />

bir destek sağlamış ve hükümdarlığını sürdürme<br />

imkânını vermiştir kendisine.<br />

O çağda Özbek Hükümdarı Şeybani Han,<br />

Hindistan İmparatoru Babür Şah ve nihayet<br />

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim gibi<br />

Şah İsmail de ünlenerek İslâm coğrafyasında<br />

büyük hükümdarlar arasındaki gerekli yerini<br />

almıştır. Şiir büyüsüne kapılan hükümdarlar,<br />

manevi bir silah olarak bu sanatın etkileyici<br />

gücünden ve dinlendirici özelliğinden fazlasıyla<br />

yararlanmış ve bu alanda sanat atını<br />

koşturmanın duyulmaz hazını yaşamışlardır.<br />

Hataî’nin bir hükümdar olarak büyük bir<br />

imparatorluğu kurma ve sürdürme yolunda<br />

attığı adımlar ve maddi ihtirasları yanında<br />

44 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiîliği devletin yaşamına egemen kılma ve<br />

felsefi bir biçim olarak algılama hususundaki<br />

çabaları ve manevi bir silah şeklinde kullanma<br />

niyetiyle hareket edişi, onu gerçekten<br />

güzel şiirler yazmakta da geri bırakmamıştır.<br />

Aile çevresinden aldığı tasavvufi neş’enin<br />

ve gördüğü dini eğitimin etkisiyle oldukça<br />

zengin ve ilâhi aşk duygularıyla örülü, heyecanla<br />

süslü, samimi ve etkileyici şiirler söyleyebilme<br />

yeteneğini göstermesine neden olmuştur.<br />

Biz ezelden ta ebed meydâne gelmişlerdeniz<br />

Şah-i Merdan aşkına merdâne gelmişlerdeniz<br />

Yazmağa Hakk’ın Kelâmullah’ı natık şerhini<br />

Bu beyanın ilmine Kur’an’e gelmişlerdeniz<br />

Şah İsmail’in zaman zaman kolay ve dünyaya<br />

değer vermeyen rindâne ve dervişhâne<br />

söyleyişleri yanında,zaman zaman da hükümdarlık<br />

gibi ikbal ve mevkiden uzak, hırslardan<br />

arınmış ve ebedi yolculuğa çıkmaya<br />

hazır yolcular arasında yer alan, içten duygulanışları<br />

terennüm eden bir edâ taşımakla<br />

beraber, her devirde çeşitli zümre ve kesimlerin<br />

hoşuna gidebilecek şiirleri varola gelmiştir..<br />

Hataî’nin yaşadığı ve hüküm sürdüğü<br />

bölgelerde yaygın olan Hurufî inanışlarının<br />

yansımalarından ötürü, onun bazı şiirlerinde<br />

bu etkininin izlerine rastlamaktayız. Daha<br />

önceki çağlarda Nesimî ve Habibi gibi Azeri<br />

lehçesinde güzel örnekler veren Hurufî<br />

inanç ve düşüncesi Hataî’de de görülmektedir.<br />

FUZULİ VE HATAÎ<br />

Bir ülke ve şehri alan fatihlere övgü yazmanın<br />

ve onları yücelterek hükümdarlara<br />

kaside sunmanın gelenek olduğu ve bir kural<br />

haline geldiği o çağda, şâir Fuzuli, bu geleneğe<br />

uyarak Şah İsmail’in Özbek Han’ına karşı<br />

kazandığı zaferi kutlayan şiirler yazması ve<br />

kendisine kasideler sunması bilenen bir durumdur<br />

Mistisizm yanında kan ve şiddetin kol<br />

gezdiği, acının ise hayatın olağan bir parçası<br />

haline geldiği ve dönüştüğü bir coğrafyada<br />

gözlerini açan Fuzuli, hükümdar ve devlet<br />

adamlarına kaside sunmakta bazen aceleci<br />

davranmıştır. Zamanının bir yarısının savaş,<br />

diğer bir yarısının köşeye çekilmekle geçtiği,<br />

kıyasıya din ve mezhep kavgalarının yaşandığı<br />

o bölgede, İslâm dininin en büyük isimlerinden<br />

Hazret-i Ali ve oğullarının şehit<br />

olduğu Necef, Kerbelâ ve Bağdat güzergahında<br />

yaşamını sürdüren Fuzuli, büyük yanılgılara<br />

düşmekten de kendini kurtaramamıştır.<br />

Toplumsal ölçekte ve hayatın her alanında<br />

belirsizliğin yaşandığı böyle bir ortamda<br />

Fuzuli’nin hayatındaki bilinmezler ve meçhullerin<br />

büyük ölçüde geniş ve çok olmasına<br />

fazla şaşmamak gerek. Ardı arkası kesilmeyen<br />

siyasi komplolar, her an saf değiştirebilen,<br />

şiddete yönelmiş gruplar ve savaşın çaresizleştirdiği<br />

yoksul halk kitleleri arasındaki yerini<br />

korumaya çalışmıştır Fuzuli… Kim<br />

Akkoyunlular’dan, kim Karakoyunlular’dan,<br />

kim Safeviler’den, kim Osmanlılar’dan, yanadır,<br />

belli değildi. Kimi Sünni, kimi Şiî,<br />

kiminin parası var, kiminin parası yok… O<br />

da belli değildir.<br />

Fuzuli böylesine bir ortamda çelişkilerle<br />

dolu bir deryada kürek sallamaktaydı… Hatta<br />

o dönemde Bağdat’a kadar gelen Osmanlı<br />

ordusunu “leşker-i kâfir” (Kâfir ordusu) diye<br />

yeriyordu... Böyle bir mizacı biraz da onun<br />

şâirlik karakterine bağlamak gerekir. Hani<br />

kendisi dememişmiydi ki;<br />

Ger Fuzuli derse ki güzellerde vefâ var<br />

Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 45


Şah İsmail, Özbek Han’ı olan Şeybani’yi<br />

yendikten sonra onun kafatasını şarap kadehi<br />

olarak kullanacak derecede gaddarlaşmış,<br />

zulüm ve gurur dağlarının zirvesine tırmanmış<br />

ve son noktaya kadar ulaşmıştı. Öyle<br />

anlaşılıyor ki Fuzuli, bu hükümdarı, yakından<br />

bilmiyor ve onu çok iyi tanımıyordu.<br />

Saray çevresinin uzağında bulunan ve yaşamının<br />

büyük bir kısmını Hille, Kerbela ve<br />

Necef gibi kutsal ve bir o kadar da acıklı<br />

olayların cereyan ettiği kentlerde geçiren<br />

Fuzuli, öyle anlaşılıyor ki Şah’ın bu halinden<br />

habersizdi. Başlangıçta büyük hayranlıkla<br />

alkışladığı Şah’tan gitgide soğumaya başlamış<br />

ve onun bu hallerinden ötürü pişmanlık<br />

duymaya başlamıştır.<br />

Şah İsmail’in durumuna ve onun zalimane<br />

davranışlarına derin bir sezişle vakıf olduktan<br />

sonra Şah’ın gerçek rakibinin Osmanlı<br />

Hükümdarı olduğunu dile getirmekte<br />

de tereddüt etmemiştir.” Beng ü Bâde” yani<br />

“Esrar ve Şarap” adını taşıyan ünlü eserinde<br />

allegorik bir tarzda, iki keyif verici maddenin<br />

öyküsünü anlatmıştır. Ateşli, atak ve gözü<br />

pek kişiliğinin simgesi olan “Şarab”a düşkün<br />

Şah İsmail ile, sakin, hatta uyuşuk mizaç ve<br />

karakterin simgesi “Esrar”a tutkun II.<br />

Bayezid arasındaki rekabete ayna tutmaya<br />

çalışmıştır.<br />

Ancak hayatta yaşadıkları olaylar, onu<br />

biraz daha ihtiyatlı olmaya ve ihtiyatlı davranmaya<br />

sevk etmiştir. Hiç olmazsa iki sembolün<br />

gerçek ifade ettiği anlam perdelemek<br />

için “Allah bana kendisini anacak ve söyleyecek<br />

dil verdiği halde ben oturmuş “şarapla<br />

esrar” dan söz ediyorum. Yaptığım, yaratana<br />

isyandır” diyerek “ve lakabım “Fuzuli” dir.<br />

Demek ki “Fuzuli bir adamın” edeb dışı hareketine<br />

şaşmamamız lazım.” açıklamasıyla<br />

kendine göre bir mazeret bulmaya çalışmıştır.<br />

Çün Fuzuli dürür benim lakabım<br />

Acep olmaz ger olmasa edebim.<br />

İKİ GAZEL<br />

Yavuz Sultan Selim (SELİMİ) ile Şah İsmail<br />

(Hataî)’den iki gazel alarak hem onların<br />

şiir dünyasını anlamaya ve hem de bu<br />

sanattaki egemenliklerine ayna tutmaya çalışalım<br />

GAZEL<br />

Benim şol dilber-i ra’na Habib-i gül-izarımdır<br />

Enisim, munisim, yarım, azizim, ğam-gusarımdır.<br />

Edirne’m hem Stanbul’um, Galata’m, Bursa’m, Engürüm<br />

Sinop’um, Kayser-i Rum’um, acep şehr-i yarımdır.<br />

Irak’ım, hem Isfahan’ım, Dımışk’ım Bosna bazarım<br />

Benim Çin ile Maçinim, Cezire’m sebz-vârımdır.<br />

Şikeste beste, derviş-i dil- şikestim, Selim Şahım<br />

Habibin vasfını yazmak benim dünyada karım.<br />

GAZEL<br />

Eyâ gönül kuşu derler bahar imiş mene ne<br />

Bisat-i ays, aceb rûzigar imiş mene ne<br />

Diyorlar o idu deli Leyli zülfüne Mecnun<br />

Deminde ol dahi bi-karar imiş mene ne<br />

Ahıtdı yaşımı devran batırdı Kanıma ol<br />

Rakib elindeki dest-i nigar imiş mene ne<br />

Lebün zulaline sözdür tükendi ömr-i aziz<br />

Hayat-i Hızr eğer paydar imiş mene ne<br />

Bu baht-i bed kim menüm var Hataî ol suhu<br />

Gam ehline diyeler ğam-güsar imiş mene ne<br />

o<br />

46 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiir<br />

Vehbi Yurt<br />

AĞLAYAN ÇOCUK<br />

Sen oynarken sokaklarda<br />

Ellerin kirliydi dizlerin yaralı<br />

Gözlerin dolu dolu olurdu<br />

Oyuncaklar kırılır<br />

Parçaları kalırdı<br />

O yaz hep beraberdik<br />

Sen büyüdün<br />

Ancak hiçbir şeyi fark etmeden<br />

Sen acı nedir bilmeden<br />

Sen yüzüne gül sürmeden<br />

Şefkat dolu ellerin<br />

Anlamlı bakışlarında her sabah<br />

Yoklukta üşüyen çocuğu düşünmeden<br />

Ey çocuk kış geceleri çok uzun<br />

Pencere önlerinde kuşlar ve kar<br />

Böylesi günler insanda yürek yakar<br />

Bacalardan yükselen görüntüler<br />

Kitaplar kalemler<br />

Hayatı doldurmuşlar çantana<br />

Yüklemişler sırtına<br />

Almışlar oyunları oyuncakları<br />

Hiç oyunu oyuncağı anlamadan<br />

Sen ağlayan çocuk<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 47


GİTME<br />

Sevine sevine seven varanda<br />

Yoluna engeli bırakıp gitme<br />

Derdine dermanı acil bulanda<br />

Sonunda gülmeli dağıtıp gitme<br />

Nehirler eş ol akıp gidende<br />

Sağında solunda sırıtıp gitme<br />

Bulutlar yükseğe duman tepende<br />

Ağrıyan yanımı koparıp gitme<br />

Seninle yaşarım elinde ölüm<br />

Dilimden düşmeyen sen alıp gitme<br />

Sevincim yüreğim düzde dizlerim<br />

Gözler yoruldu öyle bakıp gitme<br />

Ay gökte sen güneşte kimler sıcak<br />

Karanlıkta göğsüme akıp gitme<br />

FAKR<br />

Gel ey Vehbi söyle beyan et<br />

Tasavvufça biraz mana ayan et<br />

Ki zira Resulullah buyurdu<br />

Ki bu elfakru fahrini duyurdu<br />

Nedir bundan murat Allah’u A’lem<br />

İşarettir bu ümmet fakrına hem<br />

Fakir olup surur ede diye hem<br />

Şükür kıldın bu ümmetten beni hem<br />

Bu ümmetle ederim iftiharı<br />

Müyesser kıldı bana ol Zat-ı bari<br />

Murad ola veyahut bu kelamdan<br />

İbarettir vücudu yokluğundan<br />

Yok olup yerler ve gökler tamamı<br />

Fenafillahta olurdu müdamı<br />

Muhabbetten fen olurdu varı<br />

O yokluktan ederdi iftiharı<br />

Murat nedir veyahut bu kelamdan<br />

Fakirullah idi bu iftihardan<br />

Ki yani fakirlikten muradı<br />

Edem derdi hüdaya itimadı<br />

Kanaat kenzi mevcut olmuştu<br />

Sehavette nihayet bulunmuştu<br />

Gelip dağlar ona hem söylediler<br />

Olup altun akalım hem dediler<br />

Kabul etmedi onların birini<br />

Kim isterdi hüda’dan ümmetini<br />

Bu ümmet için tuttu bu yerde<br />

Ki daim yardım ede ehl-i derde<br />

BELLİ<br />

Üstünde dünyanın sonsuza koşan<br />

Bir at yarışında durağı belli<br />

Gelecek korkusu sonsuza aşan<br />

Ömür yarışında budağı beli<br />

Çekilmez sanma ki hazırlan kuşan<br />

Bir haykırış yok ki sıcağı belli<br />

Çifte ömrüm ayrılıkta buluşan<br />

Gurbet acı şehir gözdağı belli<br />

Git ve gel işte oraya doluşan<br />

Yükselir feryatlar ocağı belli<br />

Yol çekilmez hasret nazda kokuşan<br />

Zaman son durakta toprağı belli<br />

Titreyen zeminin üstünde şaşan<br />

Ayağında yolların uğrağı belli<br />

Beklemez yarının korkusu taşan<br />

Sonsuza uğrayan yaprağı belli<br />

Örmüş saçlarını hayat oluşan<br />

Dönülmez tutunur şu bağı belli<br />

48 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiir<br />

Kağızmanlı Hıfzî<br />

ŞEYDA BÜLBÜL (AĞIT)<br />

Şeyda bülbül ne yatarsın bu yerde<br />

Yok mudur vatanın illerin hani<br />

Küskün müsün selamımı almadın<br />

Kur’an okur şirin dillerin hani<br />

Bir kuzu sürüden ayrı ki durdu<br />

Yemez mi dağların kuş ile kurdu<br />

Katardan ayrıldın şahan mı vurdu<br />

Durnam teleklerin tellerin hani<br />

Yaz baharda sefil baykuş öter mi<br />

Kara yerde mor menekşe biter mi<br />

Bahçeye alışan yerde yatar mı<br />

Uyan şeyda bülbül güllerin hani<br />

Orda yorgan döşek yastık var mıdır<br />

Dalın tahta duvar önün yar mıdır<br />

Bu geniş dünyada yerin dar mıdır<br />

Senin kapın, bacan, yolların hani<br />

Körpe maral idin dağlarımızda<br />

Dolanırdın sol-u sağlarımızda<br />

Taze fidan idin bağlarımızda<br />

Felek mi budadı dalların hani<br />

Soldu m’ola ağ ellerin kınası<br />

Çözülmedi ala gözün manası<br />

Kocaldın mı on beş yılın Sonası<br />

Çiğdem çiçek açan çillerin hani<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 49


Düğününde acı şerbet içildi<br />

Gelinlik esvabın dar mı biçildi<br />

İlikle düğmeni göğsün açıldı<br />

N’oldu kemer besti bellerin hani<br />

Emim kızı aç kapıyı gireyim<br />

Hasta mısın hal hatırın sorayım<br />

Susuz değil misin bir su veriyim<br />

Çaylarda çalkanan sellerin hani<br />

Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz<br />

Nenni balam nenni kalma uykusuz<br />

Hem garip,hem çıplak, hem aç hem susuz<br />

Ömür fukarası malların hani<br />

Her gelip geçtikçe selam veriyim<br />

Nişangah taşına yüzüm süreyim<br />

Kaldır nikabını yüzün göreyim<br />

Ne çok sararmışsın alların hani<br />

Felek de canana böyle kıyar mı<br />

Hasta başın taş yastığa koyar mı<br />

Ergen kıza beyaz donlar uyar mı<br />

Al giy allı balam şalların hani<br />

Daha seyrangaha çıkamaz mısın<br />

Çıkıp da bağlara bakamaz mısın<br />

Kaldırsam ayağa kalkamaz mısın<br />

Yok mudur takatin halların hani<br />

Odan ne karanlık yok mu ataşın<br />

Aç mısın nerdedir ekmeğin aşın<br />

Haniya güveyin haniya eşin<br />

Yeşil başlı sonam göllerin hani<br />

Ecel tuzağını açamaz mısın<br />

Açıp ta içinden kaçamaz mısın<br />

Azad eyleseler uçamaz mısın<br />

Kırık mı kanadın kolların hani<br />

Sende Hıfzı gibi tezden uyandın<br />

Uyandın da taş yastığa dayandın<br />

Aslı Hanım gibi kavruldun yandın<br />

Yeller mi savurdu küllerin hani<br />

50 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


SEFİL BAYKUŞ<br />

Sefil baykuş merak eder dilimi<br />

Ölüm lal eyledi dillerim yoktur<br />

Eğdi kametimi büktü belimi<br />

Kalkamam ayağa hallerim yoktur<br />

Ben gelende bizim yerler yaz idi<br />

Ettiğimiz cilve idi naz idi<br />

Cehiz düzemedim ömrüm az idi<br />

Göçtüm gömlek ile şallarım yoktur<br />

Gelinlik elimin kınası solmuş<br />

Kara gözlerime topraklar dolmuş<br />

Sararmış gül benzim zağfiran olmuş<br />

Solmuş al yanağım hallarım yoktur<br />

Haber edin kuşlar çeksin yasımı<br />

Yuva yapsın püskülümü fesimi<br />

Koymadılar ben dolduram tasımı<br />

Deryadan ayrıldım sellerim yoktur<br />

Ecel beni bir kuş etti uçurdu<br />

Kağızman'ın bağlarından göçürdü<br />

Kahpe felek beni çarhtan geçirdi<br />

Yaslıyım yeşilim allarım yoktur<br />

Haber edin ishak kuşlar göçende<br />

Selam söylen her turnalar geçende<br />

Ağ kırmızı sarı güller açanda<br />

Yollayın bana da güllerim yoktur<br />

Yaren yoldaş beni düşlerde görsün<br />

Görenler de halim hatırım sorsun<br />

Yoldan gelip geçen Fatiha versin<br />

Felek dilencisi mallarım yoktur<br />

Hıfzı'ya emanet dört yavru koydum<br />

Çeşmim yaşı ile yıkandım yuydum<br />

Bu fani dünyanın tadına doydum<br />

Arısız kovanda ballarım yoktur<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 51


Şiir<br />

Mustafa Suna<br />

“GAM”LARIM, BESTE GİDER<br />

Sultânımın Sultân’ına; arz eyledim hâlimi;<br />

Halden hâle geçtim, gördüm; dost hâli; dosta gider…<br />

Halleşelim; halden anlar; bulamadım âlimi;<br />

Dermân bulmak için hâlim; dost gönle, hasta gider…<br />

Deste yaptım, dertlerimi; yıllarca dert bulmadım!!<br />

Yed-i Rahmân; okşar dertle; elini sert bulmadım,<br />

Hicrânım yok; dost elinde; ardımda fert bulmadım…<br />

Dest-i Sultân’a yüz verdim; dert deste; deste gider…<br />

BÜLBÜL, GÜL AŞKIYLA PÜRYÂN; NÂLESİ,<br />

SAY Kİ; NÂLEM…<br />

Gül dalında, hârelendim; hâre doldu vîrânem..<br />

Gül’ün hârı can mı yakar; Cân’a değer; cân hânem;<br />

Gamlardan arınan cânım; Ol Cân’a beste gider…!<br />

Son nefeste îmân bulam; gayretimiz bundandır…<br />

Hakk yolundan çile deren, son nefeste handândır..<br />

Mü’minlere Mü’min olan; cana yakın, candândır…<br />

Cân yoluna, can atmayan; âhiri yasta gider..!!<br />

Derdim çile… Çile derdim; oldum yoluna revân;<br />

Yolundan gitmeye bir gör; derdine buldun devân…<br />

Devâsından tat alanlar; dünyâyı bulur yavan;<br />

Dallı Mustafa yüreği; pâk mıdır Teste gider…<br />

Gam: Üzüntü, keder. Makamları oluşturan, nota gurupları.<br />

Handân: Gülen.<br />

Yed-i Rahmân: Rahmân’ın eli.<br />

Hicrân. Ayrılık.<br />

Nâle. Feryat.<br />

Hâr: Gülün dikeni.<br />

Dest: El.<br />

52 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Tenkid<br />

Şerif Ali Minaz<br />

TAHTALI EVLERDEN<br />

TAHTLI KÖŞKLERE<br />

SİTEMİM VAR<br />

Güzel Kardeşlerim!(1)<br />

Bu gün sizlerin şahsında burada bulunmayan<br />

BAZI Müslüman kardeşlerime de<br />

seslenmek istiyorum. Sürçü lisan eylersem<br />

şimdiden “affoluna” diyorum. Çünkü bu<br />

güne dek konuşmadığım bir üslupla konuşmak<br />

istiyorum. Biraz ironik olacak bu sohbetimiz.<br />

Siz beni anlarsınız değil mi kardeşlerim!<br />

Şu Hadisler Bize mi Hitap Ediyor<br />

Önce Allah Resulü’nün bir kaç hadisini<br />

hatırlayalım:<br />

“Gerçekten de bu altın ve gümüş sizden<br />

önce gelen ümmetleri helak etti. Cimrilik,<br />

hırs ve övünmeden kaçınmadığınız takdirde<br />

bunlar sizin de helak sebebiniz olur.” (Tırmizi;<br />

Zühd 16, Muslim; Zühd 1).<br />

“(Ya Rab!) Zenginlik ve yoksulluk fitnesinin<br />

şerrinden sana sığınırım.” (Buhari; Deavat<br />

38, 40, 42, Muslim; Zikr 15, 50)<br />

“Kıyamet günü öyle topluluklar gelecek<br />

ki, amelleri Tıhame dağı kadar oldukları<br />

halde cehennem ateşine girmeleri emredilir.”<br />

Dediler ki: Ey Allah’ın Resulü, onlar<br />

namaz kılıyorlar mıydı “Evet” dedi. “Onlar<br />

namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı, hatta<br />

gece namazına kalkıyorlardı. Ancak dünyalık<br />

bir şey gördüklerinde hırsla atlıyorlardı.”<br />

(İbn Mace; Zuhd, 2 / 1418).<br />

EZMANIN TEBEDDÜLÜ<br />

Allah Resûlü (s.a.s) bunları söylemiştir<br />

söylemesine de: “Allah, verdiği nimetleri<br />

kulunun üzerinde görmeyi sever,” diye de<br />

buyurmamış mıdır Sonra, mecellemizde:<br />

“Ezmanın tebeddülü ahkâmı da teğayyür<br />

eyler,” denmemiş midir Siz siz olunuz, bu<br />

hükümlere kulak veriniz(!)<br />

Âdemoğluna “ibnülvakt” yani “zamanın<br />

çocuğu” denilir bizim kültürümüzde. Sizler<br />

de, zamana ayak uydurunuz lütfen (!) Bazen,<br />

zaman size uymayabilir, o zaman siz zamana<br />

uyunuz efendim (!)<br />

Aydınlatan manasına gelen “NUR” adlı<br />

kitabımızda her ne kadar:” Yiyiniz, içiniz,<br />

amma İSRAF ETMEYİNİZ” buyrulmuşsa<br />

da, sizin israfa kaçmayacağınızı biliyorum (!)<br />

Her ne kadar, imkânlarının çok geniş<br />

olmasına rağmen, yiyecek ve yakıt bulamayan<br />

fakir fukara vardır, aç ve açıkta kalanlar<br />

olabilir düşüncesiyle, evindeki kaloriferleri<br />

yakmayıp soğuk havalarda abasının altında<br />

vakit geçiren ŞEYH EFENDİLER varsa da,<br />

siz bakmayın onlara. Bedenleriniz size Allah’ın<br />

emanetidir, rahat ettirin kendinizi(!)<br />

Her ne kadar dün, zühd ve takva zamanı<br />

idiyse de, bu gün o hallerin semeresini<br />

görme zamanıdır(!)<br />

Her ne kadar bir kıtlık yılında Allah Resulü’nün<br />

huzuruna gelip, bellerine bağladıkları<br />

kuşakların altından karınlarını bastırmak<br />

için koydukları birer taşı çıkaran sahabelerine<br />

Allah Resûlü, kendi belinden iki<br />

taş çıkararak mukabele etmişse de, o, tarihsel<br />

bir olay olarak gelip geçmiştir efendim.<br />

Şimdi böylesi bir yokluk ve kıtlık mı yaşıyoruz<br />

dünyamızda (!)<br />

Bu ülkede asgari ücretle geçinenler<br />

varmış, geçim sıkıntısı içinde olanlar varmış;<br />

aldırmayın siz onlara. Siz de dün öyle değil<br />

miydiniz Sizler, bazılarının örnek gösterdiği<br />

Ebu Zer gibi olmaya iltifat etmeyiniz. O bir<br />

istisna idi. İstisnalar kaideyi bozar mı hiç (!)<br />

Kenz edin /biriktirin/; Sa’lebe gibi(!) Sürün<br />

saltanatınızı; Muaviye, ya da, Karunlar<br />

gibi (!)<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 53


Sizler büyük sahabe Ebû Zer’in,<br />

Muaviye için söylediği şu sözlerin muhatabı<br />

olduğunuz zehabına kapılmayınız sakın: “Ey<br />

Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan,<br />

israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan<br />

ihanettir!”<br />

DÜNÜMÜZ VE BUGÜNÜMÜZ<br />

Kardeşlerim!<br />

Ben diyorum ki:<br />

Dün kerpiç evlerde, çamurla sıvanmış<br />

odalarda otururken, bugün kâşanelerde,<br />

saray ve köşklerde zevkü sefa sürünüz (!)<br />

Dün tahtalı evlerdeydiniz, bu gün TAHT’lı<br />

evlerde, pardon, köşklerdesiniz. Yarın da,<br />

tahtalıköyde olacaksınız. Ne güzel yolculuk<br />

değil mi Yolculuğa, tahtayla başlayıp tahtayla<br />

bitiriyorsunuz. Doğrusu, “tahta konusunda<br />

bu denli sabitkadem olmanıza/ayak<br />

diretmenize/ hayran olmuyorum” desem,<br />

yalan olur(!) Ha, bir hususu daha hatırlatayım<br />

ve sizleri tebrik edeyim: Maddi ve manevi<br />

rantiyecilikte, lüks ve israf konularında<br />

TAHTLI KÖŞK’ teki sınavınız gayet başarılı<br />

geçiyor maşallah! Ama merak ediyorum,<br />

bu sınav tahtalıköyde nasıl geçer acep<br />

Malikânelerinizin, dikey veya yatay bir<br />

yapıya mı sahip olmasını istersiniz; orasını<br />

bilemem. Ama bana sorarsanız, yatay bir<br />

yapıda olsun, derim. Çünkü ayağımızın toprağa<br />

yakın olmasında fayda vardır. Böylesi<br />

yatay yapılar hem tahtalıya yakındır, hem<br />

toprağa. Gerçi sizler için uzak yakın pek fark<br />

etmez ya (!) Yatay dediysem de, “arazilerinizi<br />

hovardaca kullanın” demekten hazer ederim;<br />

yüzme havuzlarınıza da yer kalsın efendim(!)<br />

Geniş salonlarınızın her birine, atamız<br />

Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi yâd etmek için,<br />

onların birer resmini ve dahi tahtını yerleştiriniz.<br />

Ve oturunuz sık sık oralara. Aynısını<br />

bulamazsanız, tıpkı yapımını bulunuz. Benzerlerini<br />

yapacak marangoz mu yok memlekette<br />

canım. Onların üstünde her biriniz<br />

saltanat zevkini tadınız (!) Çünkü o zavallı<br />

ecdat, Mısır’da, Balkanlarda ve serhat boylarında<br />

at koşturmaktan dolayı doya doya<br />

oturamadılar o tahtlarda. Onların yerine siz<br />

oturun bari vekâleten (!)<br />

İstanbul’da ikamet ediyorsanız, evlerin<br />

tepelerine yerleştirdiğiniz radarlar sayesinde<br />

odalarınızın her birindeki plazma TV’lerden<br />

boğaz manzaralarını sürekli ve canlı olarak<br />

seyrediniz. Klimalarınıza sürekli gülsuyu<br />

pompalayan cihazları taktırmayı da sakın<br />

ihmal etmeyiniz.<br />

Duvarlarınızı, vaktiyle Fransa’ya, İngiltere’ye<br />

kaçırılmış olan tarihi eserlerimizle,<br />

nadide tablolarımızla tezyin ediniz. Bir yolunu<br />

bulup bu eserleri oralardan kurtarınız ve<br />

evlerinize taşıyınız. Zavallı ecdat yadigarları,<br />

yad ellerde tutsak gibi kalmasınlar, kurtulsunlar<br />

sayenizde esaretten. Sonra, belki o<br />

tablolardaki yazılanlardan da ibretler alırsınız.<br />

Osmanlıcanın Nesih, Kufi tarzlarını iyi<br />

okuyabildiğinizi bilirim.<br />

Banyolarınız, VC’leriniz en nadide taşlarla<br />

süsleyiniz. Meselâ, swarovski taşlarla<br />

tezyin ediniz. Musluklarınız da altın kaplama<br />

olsa fena olmaz yani. Hele hele WC<br />

kâğıtlarınızın markası mutlaka ve mutlaka<br />

Louis Vuitton olsun. Banyolarınız ve jakuzileriniz,<br />

salonda ve cam kenarlarında olsa<br />

çok daha iç açıcı olur. Meselâ, cam kenarında<br />

veya salona nazır bir yerde bulunabilir.<br />

Hani şu kapısı kapanınca buzluya dönüşüveren<br />

camlar var ya. Onlardan olsun banyonuzun<br />

camları.<br />

Her taraf ışıl ışıl olsun. Dünyanın en ünlü<br />

iç mimarlarına dizayn ettiriniz oturduğunuz<br />

mekânları. Teknolojinin ve elektroniğin<br />

en son imkânlarından yararlanın. Bazı odalarınızdan<br />

sürekli olarak Kâbe’nin görüntüsü<br />

gözünüzün önüne gelsin. Düğmeye bastığınızda<br />

bazı odalarınız hemen sohbet odası<br />

oluversin; tekrar düğmeye bastığınızda asansörlü<br />

mescit olabilsin. Yine düğmeye bastığınızda<br />

ister Batı klasiklerini, ister Türk<br />

sanat musıkisini, ister Kur’an ve ilahi seslerini<br />

zevkle dinleyebilesiniz.<br />

Hele şu süpürgelikler var ya, onları,<br />

metresi 350 Avro olan Avrupai prada kumaşlarla<br />

kaplatmayı hiç ihmal etmeyiniz.<br />

Unutmadan şunu da ilave edeyim:<br />

54 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Gardroplarınız çok geniş olsun ki, İtalya’dan,<br />

Fransa’dan aldığınız takım takım elbise ve<br />

çantalarınızı sığdırabilesiniz. Çünkü dosta<br />

düşmana karşı çok şık ve marka elbiseler<br />

giymelisiniz. Hoca’nın “ye kürküm ye” fıkrasını<br />

unutmayınız. Sonra, dostun başa, düşmanların<br />

ayağa baktığını da hatırlayınız.<br />

Ayakkabılarınız İtalyan mamulü olsun. Sokun<br />

onları düşmanın gözüne gözüne (!)<br />

Dün, binmek için merkebi bile bulamazken,<br />

binin bu gün dört çarpı dört araçlarınıza,<br />

mersedeslerinize. Vızadak geçiniz<br />

yağmurlu çamurlu yollardan; ıslatın üstünü<br />

başını yoldan geçen ve dahi sizin gibi olamayan<br />

proleteryanın.<br />

Dün yaygın ve bilinen tabirle, mücahittiniz,<br />

müşahit oldunuz ve sonra da müteahhit...<br />

Hep ilerliyorsunuz. Eh, bundan böyle<br />

müsait olsanız ne yazar(!)<br />

Dün HİZMET için çırpınıyordunuz, vatan,<br />

millet, Sakarya diyordunuz. Çok iyi<br />

biliyorum ki, mücadelenizde, aşk ve heyecanınızda<br />

sonuna kadar samimiydiniz. Ama<br />

tüm idealleriniz dünde kaldı, bugün zafer<br />

sizindir. Gün size doğmuştur. Ganimetler,<br />

ananızın ak sütü gibi helaldir. Çünkü dünkü<br />

gazanızın ganimetleridir bunlar. Yiyiniz lütfen<br />

afiyetle(!)<br />

Dün, “bir devlet memuru olabilsem, bir<br />

ekmek kapısı açabilsem kendime” diyordunuz,<br />

ya da, bin veya bin beş yüz T.L. maaş<br />

alıyordunuz. Ama bu gün devran değişti,<br />

sakın ola ki, 20- 30 bin lira maaşlara fit olmayasınız<br />

bu gün (!)<br />

İster seçilmiş, ister atanmış; kim olursanız<br />

olunuz. Mutlaka ve mutlaka kamuda<br />

veya özel sektörde bir makam işgal ediniz.<br />

Dünlerinizi düşünmeyiniz; bu gününüze<br />

bakınız. Şairin dediği gibi, “dokuz kula bir<br />

pul, bir kula dokuz pul” paylaşım kuralına<br />

da alıştırınız kendinizi. Adapte olunuz kapitalizmin<br />

yasalarına.<br />

“Şerefül -mekân bil -mekin” (bir makamın<br />

şerefi, orada oturanla ölçülür) demişler<br />

ya. Aldırmayınız siz o söze. Nasıl olsa bulunduğunuz<br />

mekânlar ve makamlar size bir<br />

değer ve paha biçecektir. Ziya Paşa’nın:<br />

“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma/<br />

Altın palan ursan, eşşek Yine eşşektir,”<br />

dizelerine de aldırmayınız siz.<br />

Bu Ziya Paşa da enteresan bir adamdır.<br />

Yıllar öncesinden bir de ne demiş bakınız:<br />

Onlar ki, verir lâf ile dünyaya nizâmât. /<br />

Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.<br />

Siz, sizi eleştirenlere sakın kulak asmayınız<br />

(!) Bildiğiniz hak (!) yolda şaşmaksızın<br />

yürüyünüz (!) Size akıl vermeye çalışanların<br />

pırıl pırıl tertemiz olduklarını mı sanırsınız<br />

Onların da haneleri çirkefliklerle doludur.<br />

İÇİN MLS ÇAYINIZI (!)<br />

İşgal ettiğiniz makamlarınızda otururken,<br />

MLS çayınızı, doyuncaya, çakır keyf oluncaya<br />

kadar içiniz. Bana, “MLS” çayı da nedir,<br />

diye mi soruyorsunuz<br />

MLS çayı, Melisa; namı diğer “oğul otu”<br />

çayıdır. MLS’nin M’si, dolgunca bir Maaş ve<br />

çokça itibar gördüğünüz Makamlarınızdır.<br />

Elektrik, su ve ısınma ücretlerinden muaf<br />

mıdır, bilmiyorum, amma MLS’nin L’si de,<br />

oturduğunuz Lojmanlardır. S’si de sekreterlerinizdir.<br />

Onlar tıpkı cennet hûrileri gibidirler,<br />

çevrenizde fıldır fıldır dönerler, her<br />

an emrinizdedirler. Evet, bu üçü sizin başınızı<br />

döndürürse döndürsün, sakın aldırmayınız,<br />

devam ediniz yolunuza(!) Dün tahtalı<br />

evlerde otururken bunları rüyalarınızda bile<br />

göremiyordunuz, değil mi Bazılarının “Üç<br />

S” diye formüle ettiklerini bendeniz de böyle<br />

formülleştirdim. Melisa çayının, ağrı ve sızılara<br />

da iyi geldiğini bilirsiniz herhalde.<br />

Hasbi adam, vakıf ve vâkıf /her şeyi bilen/<br />

adam olmanız pek önemli değildir bu<br />

saatten sonra. Kesbi olunuz, çıkarlarınıza<br />

bakınız, kasayı ve keseyi doldurmaya devam<br />

ediniz. Dem bu demdir. Her daim, konformizm<br />

ve kariyerizm (ne pahasına olursa<br />

olsun bir yerlere gelme ve uyumlu olma)<br />

hırsı içinde olunuz (!)<br />

Benim, “Dünya Derin Devletinden,<br />

Armagedeon Savaşlarından, Mesih ve Mehdilerden<br />

sıkça söz edişime bakmayınız siz.<br />

Kervanlar öyle de yürür, böyle de. Siz bakın<br />

kendi keyfinize, sürün sefanızı. Şu üç günlük<br />

fani dünyadan alınız kâmınızı (!)<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 55


Yıllar öncesinden de Koca Şair Tevfik<br />

Fikret Efendi bize izin vermemiş miydi<br />

“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,<br />

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”<br />

dememiş miydi Hatırlayın bunları(!)<br />

Tam zamanıdır efendim, fırsat bu fırsattır,<br />

yiyiniz.<br />

HAYIFLANMAYINIZ SAKIN<br />

Halinizden şikâyet etmeyiniz sakın. Sizler<br />

artık değiştiniz. Baksanıza, tıpkı sizler<br />

gibi değişen bir dünya var karşınızda. Biliyor<br />

musunuz, globalleşen, affedersiniz, küreselleşen<br />

dünyamızda birçok şey eskisi gibi değil<br />

artık. Meselâ; Afrika ve orta doğuda “Arap<br />

Baharı” denilen bir rüzgâr esiyor, dünün<br />

monşerleri görevleri başından uzaklaşıp,<br />

halk çocukları harıl harıl iş başı yapıyor.<br />

ABD’yi görmüyor musunuz, dünün “ötekisi”<br />

olan zenci çocuğunu direksiyon başına getirdiler.<br />

Almanya’da, dünün komünist dünyasında<br />

büyümüş ve sıradan bir din adamının<br />

kızı işbaşında. İlginç bir dünyadayız değil<br />

mi Keser dönmüş, sap dönmüş. Gün<br />

gelmiş hesap dönmüş. Önümüze böyle bir<br />

imkânlar dünyası açılmışken değerlendirin<br />

fırsatları (!) Gark olun dünya malına ve<br />

zevklerine(!) Hem de aksırıp tıksırıncaya<br />

kadar.<br />

Bir zamanlar, “Bir kesere bile sap olamadık,”<br />

diyenlere sesleniyorum! Şimdi oldunuz<br />

sap. Sapı kimin tuttuğu önemli mi ki<br />

Siz yaşayın bu dünyada kendi cennetinizi (!)<br />

Böyle bir dünya varken, keser olamadık diye<br />

de hayıflanmayınız. Sap olmak, keser olmaktan<br />

daha yeğ değil midir Allah aşkına(!)<br />

Aslında, keser olmak, daha bir şanssızlık<br />

gibi geliyor bana. Baksanıza, Fas, Cezayir,<br />

Libya, Mısır ve Irak’taki keserlerin sonları<br />

ne oldu Avrupa bankalarında yatan milyar<br />

dolarları, kurtarabildi mi onları Kimileri<br />

kafeslerde hesap veriyor, kimileri de çoktan<br />

çekip gittiler bu dünyadan. Şu dizeler sanki<br />

onlar için söylenmiş:<br />

Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur.<br />

Yıkıldı gitti cihandan kafir/Dayansın ehl-i kubur.<br />

Bu keserlerin bir de “NALINCI” olanı<br />

var malumunuz. Siz galiba daha çok bu cinsinden<br />

olmaya özeniyorsunuz keserin. Bana<br />

sorarsanız bu cinse ve sapı olmaya asla ve<br />

kata meyletmeyiniz efendim. Orada tüyü<br />

bitmemiş yetimlerin hakkı vardır. Kul hakkı<br />

vardır. Yarın Tahtalıköy’de bunun hesabını<br />

hiç mi hiç veremezsiniz.<br />

Sonra, anlayamadığım bir nokta daha<br />

var biliyor musunuz Sizler dün, doktor,<br />

cerrah veya onların ellerindeki neşter olmayı<br />

düşlüyordunuz. Her kese ve her yere şifa<br />

dağıtmak en büyük idealinizdi. Ne değişti de,<br />

şimdi keser veya sap olmaya özeniyorsunuz<br />

(!) Özendiğiniz şeye bakınız Allah aşkına!<br />

VELHASIL<br />

Kardeşlerim! Bu sözlerimden alınmadınız<br />

değil mi Biliyorum ki, alınmadınız.<br />

Çünkü bunların zerresi yoktur sizde. Bunlardan<br />

gönül ve hicran yaresi olan<br />

BAZILARI alınsın.<br />

Sizleri iyi tanıyorum. Doğru bildiğiniz<br />

yoldan şaşmazsınız. “Dün dünde kaldı, bu<br />

gün değiştik artık” demezsiniz. Kendi ellerinizle<br />

kendinizi tehlikelere atmazsınız.<br />

Göz göre göre böylesi hatalara düşmeyeceğinizi<br />

ümit ve dua ediyorum<br />

Suizanda bulundumsa hakkınızı helâl<br />

eyleyiniz lütfen. Hani bir de bu abdi acize<br />

taktığınız bir lâkap var ya: ŞEYH AĞABEY.<br />

Şeyhler, bazen gelecek tehlikeleri sezerlermiş.<br />

Bizler, biraz da fütürist ve uyanık olmalıyız<br />

diye düşünüyorum. Gün gelip böyle bir<br />

dünya ve imkânlarla karşılaşırsanız agâh ve<br />

dikkatli olmanız için söyledim bunları.<br />

Lütfen unutmayınız ve hatırlayınız sözlerimi.<br />

Yine unutmayınız ki, “Hafızayı beşer, nisyan<br />

ile malûl imiş.”<br />

Sizleri selamların en güzeliyle selamlıyor,<br />

kalın sağlıcakla, diyorum.<br />

Dipnot:<br />

(1) Sanal bir dinleyici kitlesine sesleniş!.. (Nâsir)<br />

(2)<br />

o<br />

56 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiir<br />

Ahmet Kanyılmaz*<br />

BEYTULLAH<br />

Seni ilk gördüğüm an vuruldum ey Beytullah.<br />

Zaten ‘’elest bezmi’’inde Levh-i Mahfuz’a Allah<br />

Ölümsüz aşkımızı yazmış kudret eliyle<br />

Benzersiz destanını aşıkların diliyle.<br />

İlahi güzelliğin karşısına mest oldum,<br />

Her soluk alışımda saf ışığınla doldum.<br />

Silindi gözlerimden, gönlümden dünya ahret<br />

Varlığımı kuşatan tek şey kaldı: Mehabet!<br />

Ey zaman, ne güzelsin dur geçme, denecek an!-<br />

Vahiy uğultusunu, mahşer ürpertisini<br />

Duydum bağrımda yarın sonsuzluk ateşini,<br />

Kemerlerin altında her secdeye varışta<br />

Görebildiğim anlar seni can nazarıyla.<br />

Gönül pınarlarının patladı gözeleri<br />

Sardı yedi iklimi gözyaşı nehirleri.<br />

Nehir’in kaynağına ulaşmanın coşkusu<br />

Kana kana içmenin ilahi sarhoşluğu<br />

Keşki görmez olaydım seni böyle sarılmış<br />

Dört bir yanın gönüller ağıyla kuşatılmış.<br />

Kardeşlerin de olsa sana uzanan eller<br />

Yüreğime saplanan birer alevden hançer…<br />

Seni sevmek ibadet, bunu anlamak gerek,<br />

Sana layık olmanın sırrına ermek gerek<br />

Ebede doğuşun nur potasında erimek…<br />

Mihneti binnet bildim vuslatına erince<br />

Hicran bahçelerinden al gülleri denince…<br />

Vuslat alevli rüzgar, hicran lav katılmış kan<br />

Korkmaz mesafelerden ufuk yeleli atlar…-<br />

Kanat sesleri midir sütunlar arasında<br />

Dolaşan melekleri duası mıdır yoksa <br />

Ruhumu allak-bullak eden o fısıltılar…<br />

Nedametin, utancın, sevincin, mutluluğun,<br />

Izdırabın, sevginin, umudun, coşkunluğun<br />

Gel-gitler içinde savulurken sonsuza<br />

Kuş kafesten kurtulur uçar o kuşaklara…<br />

* Gülşehri Kanyılmaz ile Ahmet Kanyılmaz soyadlarının benzerliği tamamen tesadüfidir. (Editör)<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 57


FURKAN<br />

Furkan,<br />

Bütün zamanlarda/mekanlarda yaşama sanatının en geçerli, en ölümsüz prensiplerinin toplandığı<br />

evren mecmuası,<br />

Furkan,<br />

Ölümsüz, evrensel vahiy uygarlığının tükenmez, ilahi pınarı,<br />

Furkan,<br />

Yüceler yücesi Yaradan’ın nankör, değer bilmez kullarına en değerli, en ulvi armağanı,<br />

Furkan,<br />

Sonsuz gözlü kainat peteğinin her derde deva usaresi,<br />

Furkan,<br />

Evrensel / ilahi senfoninin ölümsüzlük bestesi,<br />

Furkan,<br />

Efsunlu çöllerin kızgın bağrına oluklardan taşarcasına düşen rahmetler üstü rahmet,<br />

Furkan,<br />

Tağut volkanının lav ırmaklarına geçit vermeyen muhteşem ışık-sed,<br />

Furkan,<br />

Yerlerin göklerin Nur’unun dosdoğru ve temiz Elçisi’nin gönül Aynasından yansıması,<br />

Furkan,<br />

Allah Sevgilisi’nin mübarek ağızlarından dökülen, çağları saran, sarsan, müjdeler üstü, kutlular<br />

kutlusu, çağlarüstü mesajı,<br />

Furkan,<br />

Zifir karanlıklara serpilen hevenk / fecir aydınlığı,<br />

Furkan,<br />

Hayat ve ölüm ufuklarında kesiksiz şimşek çakışları,<br />

Furkan,<br />

Mevsimler ve iklimler üstü ezel ve ebed bahçelerinin koklandıkça güzelleşen, her dem taze, solmaz<br />

çiçeği,<br />

Furkan,<br />

Ufuklar ötesine yürüyenlerin şaşmaz rehberi,<br />

Furkan,<br />

Evrensel İslam Devleti’nin ezeli ve ebedi anayasası,<br />

Furkan,<br />

Meleklerin kanat çırpışı, tebessümleri, ürpermeleri,<br />

Furkan,<br />

Sonsuz kanatlı, sonsuz güvercinin mevsimsiz gönül bahçelerine bulut bulut inmesi,<br />

58 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Furkan,<br />

Çirkinliklerin, yalanların, kinlerin, hasedlerin… iyiliklerin, güzelliklerin, sevgilerin… bakışlarıyla erimesi,<br />

Furkan,<br />

Tayfunların uğultusu, göklerin gürlemesi, arslanların kükremesi, kirpiklerin çiğlenmesi, mazlumların<br />

inlemesi,<br />

Furkan,<br />

Hakk’ın, batıl’ın boynunu devirmesi,<br />

Furkan,<br />

Uğultular, dumanlar, alevler arasından yükselen ney sesi,<br />

Furkan,<br />

Gül yaprağına gönül bulutlarından düşen çiğ damlası,<br />

Furkan,<br />

Peygamberler Peygamberi’nin en büyük mucizesi,<br />

Furkan,<br />

Çıkıldıkça yükselen sıradağların fetihsiz, en doğruğu,<br />

Furkan,<br />

İnildikçe derinleşen, ruhu alevlendiren seslerin yankılandığı dipsiz kuyu,<br />

Furkan,<br />

Gönül fidesinin havası, güneşi, suyu,<br />

Furkan,<br />

İnançsızlığın saldırılarına karşı eğrilmez kılıç, delinmez kalkan,<br />

Furkan,<br />

En büyük mazlum, en büyük şahit, kahramanlar kahramanı,<br />

Furkan,<br />

İnancın mevsimler üstü, ufuksuz bahçelerinde sonsuz renkli dev çiçekler açan, sonsuz dallı kutsal<br />

bitki,<br />

Furkan,<br />

Aşk meclislerinin bengi-şerbeti, doyumsuz sohbeti,<br />

Furkan,<br />

Barış güvercinin ruhu, savaş hisarının en yüksek burcu, öfke gürzünün pamuk topuzu,<br />

Furkan,<br />

Hikmetler denizinin sonsuz perdeli ufku,<br />

Furkan,<br />

Çağlar üstünden sonsuzluğa çıkan ışık – yol,<br />

Furkan,<br />

Bataklıkta çırpınan insanlığa şefkatle uzanan kıvrılmaz ışık – yol,<br />

Furkan,<br />

İman fidesinin göklerdeki kökü, sırların sırrı, özlerin özü,<br />

Furkan,<br />

Bütün ölçüsüzlükleri düzelten ölçü,<br />

Furkan,<br />

Levh-i mahfuz ağacı’nın en güzel, en lezzetli meyvesi,<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 59


Furkan,<br />

Evrenlerin en kusursuz özeti, inanmayanın zilleti, inananın izzeti,<br />

Furkan,<br />

Ruhu zamanlar/mekanlar üstü boyutlara sıçratan metafiziğin kozmik bilinci,<br />

Furkan,<br />

Boğucu bir havada gözlerde, gönüllerde hissedilen serinlik, ferahlık, hafiflik, sekinet,<br />

Furkan,<br />

Kayarlın, kuvarsları eriten ışık-haşyet,<br />

Furkan,<br />

Evrenlerin soluk alıp vermesi,<br />

Furkan,<br />

Milyonlarca yüreği nar daneleri gibi yakın kılan kutsal bağı,<br />

Furkan,<br />

Evrenleri, yürekleri aydınlatan, yakan kavuran, dev gakasi - çarağı,<br />

Furkan,<br />

Tekmil çözümsüzlüklerin çözümü,<br />

Vuslatın tesellisi, hicranın ana sinesi,<br />

Furkan,<br />

Boyutlar üstü boyutsuzluğun frekanslar üstü sesi,<br />

Furkan,<br />

İyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, barışın, kardeşiliğin,<br />

Furkan,<br />

Adaletin, hoşgörünün, özgürlüğün, dengenin,<br />

Furkan,<br />

İnceliğin, zarafetin, derinliğin, doğruluğun,<br />

Furkan,<br />

Hayatın, ölümün, çoşkunun, sonsuzluğun,<br />

Furkan,<br />

Izdırabın, sevincin, hüznün, onurun,<br />

Furkan,<br />

Sabrın, dayanışmanın, dirliğin-düzenliğin, temizliğin,<br />

Furkan,<br />

Özverinin, merhametin, erdemin, çok boyutlu düşüncenin,<br />

Furkan,<br />

Sonsuzluk kitabı’nın önsözü,<br />

Furkan,<br />

Her şeyin, her şeyin başı,<br />

Furkan,<br />

Her şeyin, her şeyin sonu,<br />

Furkan,<br />

Tüm koordinatların kesişme noktası,<br />

Editör’ün notu: “Yıllar önce bize bırakırken; “bende olmasından, sizde kalması evladır.” notuyla yetinen, bir gizli kalmış yetenek-<br />

Ahmet Kanyılmazın; mensur şiir diyebileceğimiz cömertçe tevil eden yazıtlarından bir seçme yapıp demet halinde sunuyoruz. Gün ola<br />

harman ola; neler zuhura gele… (A.N.)<br />

60 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Şiir<br />

Zehra Cahide<br />

ŞİMDİ ANLADIM EY İSTANBUL<br />

Kalabalığında boğulmuştum<br />

İnsanlarından yorulmuştum<br />

Dertlerinle yoğrulmuştum<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Huzura muhtaç duyduğum zamanda<br />

Boğazda buldum kendimi bir anda<br />

İhtişamın ortasında<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Terk dertli sanırdım kendimi<br />

Sende mahzunmuşsun benim gibi<br />

Öz vatanında yabancı gibi<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

İki minare ilişti gözüme<br />

İniverdim dinimin özüne<br />

Kalbimi sızlatan şahadet sözüne<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Her şeye rağmen ayakta duran<br />

Sultanahmedin Ayasofyan<br />

Alımıyla gönlümü çalan<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Denize mahkûm Kız Kulesi<br />

Bağrı yanık Süleymaniye Camisi<br />

Hepsinin farklıdır efsanesi<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Yaşadıkların kitaplara sığmaz<br />

Maneviyatın akıl almaz<br />

Tarihinden sual olunmaz<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Seni sevmeyenin şaşarım aklına<br />

Değerini bilmeyen insan, yazıklar olsun sana<br />

Fatih tutuştu onun aşkına<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Ah benim akılsız başım<br />

Cehaletle dolmuş şu genç yaşım<br />

Senden soğudum sanmışım<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Sevgi dolu sokakların<br />

Mutluluk saçar martıların<br />

Sana kalpten bağlanmışım<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

Buğuludur hep gözlerin<br />

Tarih kitaplarında değişmez yerin<br />

En önemli satırlar senin<br />

Şimdi anladım ey İstanbul!<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 61


Düşünce<br />

Ca’fer Kumeyha *<br />

Çeviren: Yusuf Tercüman<br />

El-Müctem’adergisinden<br />

DÜŞÜNCE VE EDEBİYATTA<br />

MERKEP TİPOLOJİSİ:<br />

ÖVGÜ VE YERGİ<br />

Bir bedevi şöyle demiştir. Merkep kötü bir binektir. Ayağa diksen<br />

çöker kalır, uzaklaşsan yılışır, dışkısı bol, yardımı azdır, kaçarken hızlı,<br />

işte yavaştır, ne savaşta iş görür, ne mihir olarak verilir ne de süt verir.<br />

Merkep bir kez geçtiği yolları bile unutmaması<br />

hasebiyle yol gösterici olarak bilinir.<br />

Merkep farklı cihetlerden bakılarak hem<br />

yerilmiş ve hem de övülmüştür. Merkebi<br />

binek olarak beygire tercih edenler bile olmuştur.<br />

Bunlardan birine merkebe binme<br />

hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: Kahrı<br />

en az yardımı en çok olan hayvan merkeptir.<br />

Öte yandan bir bedevi yergi babından<br />

şöyle der: Merkep aşağılıktır, utanç kaynağıdır,<br />

ne kanı keser, ne mihir olur, sesiyse<br />

seslerin en kötüsüdür.<br />

Merkep, Buhari ve Müslim’de geçen bir<br />

hadise şöyle konu olur: “Başını imamdan<br />

önce kaldıran kimse Allah’ın onun suretini<br />

bir merkep suretine çevirmesinden korkmaz<br />

mı!” Bu hadis suret dönüştürmenin (mesh)<br />

cevazına bir delildir. Meshe şiddetli gazap<br />

neden olur. Allah Teala bu konuda şöyle<br />

buyurmuştur: “De ki Allah katında yeri<br />

bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi<br />

Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimden<br />

maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar<br />

yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve<br />

onlar doğru yoldan daha çok sapanlardır.<br />

(Maide/60)”<br />

FAİDE:<br />

AllahTeala şöyle buyurur: “İbrahim de<br />

bir zaman: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini<br />

62 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


ana göster!” demişti. (Allah); “İnanmadın<br />

mı” dedi, (İbrahim): Hayır (inandım), fakat<br />

kalbim mutmain olsun diye (görmek istiyorum)”<br />

dedi. “O halde kuşlardan dördünü tut,<br />

onları kendine çek, sonra her dağın başına<br />

onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine<br />

çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki Allah<br />

daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir”<br />

dedi (Bakara/260).” Hz. İbrahim ayette<br />

geçen sorusunu deniz kıyısında bir hayvan<br />

ölüsüyle karşılaşması üzerine yöneltmişti. Bu<br />

bir merkep ölüsüydü. Su yükselince deniz<br />

canlıları gelip ondan nasipleniyor, yine karadaki<br />

vahşi hayvanlar ve kuşlar da ondan<br />

yiyordu. İbrahim bunu görünce hayrete düştü<br />

ve bahsi geçen soruyu sordu. Şöyle de<br />

denmiştir: İbrahim bu soruyu Nemrut ile<br />

tartışırken sormuştur. O Nemrut’a karşı<br />

“Rabbim dirilten ve öldürendir” deyince<br />

Nemrut da “ben de diriltir ve öldürürüm”<br />

demiş ve bunu göstermek için de emri altındakilerden<br />

birini öldürüp bir diğerini serbest<br />

bırakmıştı. Kendince o kişiyi serbest bırakarak<br />

ona can vermişti. Hz. İbrahim buna “Allah<br />

ölü cesede hayat verebilir” diyerek mukabele<br />

etmişti. Nemrut da “sen böyle bir<br />

şeye şahit oldun mu” deyince Hz. İbrahim<br />

“evet şahit oldum” cevabını veremeyerek<br />

başka bir hüccete yönelmiş, ardından da<br />

Rabbinden ölülere nasıl hayat verdiğini göstermesini<br />

istemişti. Bu olaya atıf bulunan bir<br />

hadisinde Peygamber Efendimiz “İbrahim’in<br />

o soruyu sorduğu anı yaşasaydık bizim şüphemiz<br />

onunkinden fazla olurdu, Allah Lut’a<br />

rahmet etsin, sağlam bir merciye sığınmıştı.<br />

Şayet Yusuf kadar hapiste kalsaydım o çağıranın<br />

çağrısına icabet ederdim” buyurmuştur.<br />

DİĞER BİR FAİDE<br />

Bakara 259. Ayette şöyle buyrulmuştur:<br />

“Yahud o kimse gibi ki bir şehre uğramıştı,<br />

altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, «Bunu bu<br />

ölümünden sonra Allah nerden diriltecek»<br />

dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü<br />

sonra diriltti, ne kadar kaldın diye<br />

sordu «bir gün yahud bir günden eksik kaldım»<br />

dedi, Allah buyurdu ki: Hayır, yüz sene<br />

kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine<br />

henüz bozulmamış, hele merkebine bak,<br />

hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin<br />

canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o<br />

kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine<br />

kaldırıyoruz Sonra onlara nasıl et<br />

gİydiriyoruz Bu suretle vaktaki ona hak<br />

tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten<br />

Allah her şey'e kadir” Bu ayet bir önceki<br />

şu ayetle ilişkili olarak nazil olmuştur:<br />

“Baksana ona: O, kendine Allah meliklik<br />

verdi diye İbrahim’e rabbı hakkında hüccet<br />

yarışına kalkana, İbrahim ona «benim<br />

rabbım o kadiri kayyumdur ki hem diriltir<br />

hem öldürür» dediği vakit «ben diriltirim ve<br />

öldürürüm» demişti, İbrahim: «Allah güneşi<br />

Meşrıktan getiriyor, haydi sen onu<br />

Mağribden getir» deyiverince o küfreden<br />

herif dona kaldı, öyle ya: Allah zalimler güruhunu<br />

muvaffak kılmaz.” Müfessirler ilk<br />

ayette geçen şehre uğrayan kimsenin kimliği<br />

hakkında siyercilerden farklı düşünmektedir.<br />

Bu konuda söylenenlerin en doğrusu bu<br />

kimsenin Uzeyr b. Şerhiya olduğudur. Mücahit’den<br />

nakledildiğine göre ise bu kimse<br />

öldükten sonra dirilmeden kuşkusu olan bir<br />

kafirdir. Uğranılan şehir hususunda da farklı<br />

rivayetler vardır.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 63


ÖZELLİKLER VE NİTELİKLER<br />

Şihabüddin Muhammed b. Ahmed el-<br />

İbşihî’nin (ö. 850) el-Mustatraf fî külli fennin<br />

müstazraf adlı eserinde şu bilgiler yer alır:<br />

Evcil merkepler bilinir. Hayvanlar içersinde<br />

cinsi dışındakiyle çiftleşebileni bir tek merkep<br />

ve atlardır. Merkebin çiftleşmesi üç ay<br />

tamamlandıktan sonradır. Merkebin “Ebu<br />

Cahş” gibi künyeleri vardır. Birçok merkep<br />

türü vardır: Kimi uysal ve hızlı olur, kimi<br />

huysuz ve yavaş. Merkep yol göstericilikle<br />

nitelenir.<br />

Ebu Yesare’nin merkebi güç kuvvette<br />

darbı mesel olmuştur. Siyah bir merkeptir.<br />

Bu merkep kırk sene insanları Mina’dan<br />

Müzdelife’ye taşımıştır. Halit b. Safvan ve<br />

Fadl b. İsa el-Rekkaşi binek olarak merkebi<br />

tercih ederlerdi ve yolda Ebu Yesare’yi hüccet<br />

kabul ederek onun peşinden giderlerdi.<br />

Bir bedevi şöyle demiştir. Merkep kötü<br />

bir binektir. Ayağa diksen çöker kalır, uzaklaşsan<br />

yılışır, dışkısı bol, yardımı azdır, kaçarken<br />

hızlı, işte yavaştır, ne savaşta iş görür,<br />

ne mihir olarak verilir ne de süt verir.<br />

Zemahşeri merkeple ilgili şu nükteyi<br />

yapmıştır: “Merkep ve üstündeki iki merkeptir,<br />

üstteki merkep alttakinden daha<br />

şerlidir”. Araplardan bazısı ne kadar işleri<br />

düşse de merkebe binmezler. Anlatılır ki bir<br />

adamın bir merkebi bir köpeği bir de horozu<br />

varmış. Horoz uyuyunca onu namaza kaldırır,<br />

köpek uykudayken onu korur, merkepse<br />

yolculuklarda onu taşırmış. Ne var ki bir<br />

tilki gelip horozu yemiş. Adam “vardır bir<br />

hayır” demiş. Ardından köpek de telef olmuş,<br />

adam “la havle” çekmiş. Son olarak bir<br />

kurt gelip eşeğinin karnını yarıp öldürmüş.<br />

Adam yine “vardır bir hayır” demiş. Sonra<br />

mahalleden komşularının evleri bir saldırıya<br />

uğramış ve neleri varsa alınmış. Adam komşularının<br />

boş evlerine bakakalmış. Onlara<br />

her şeyin hayvanlarının çıkardıkları gürültüden<br />

dolayı alındığı söylenince adam da “demek<br />

ki benim hayvanlarımın telef olması<br />

hayırlı olanmış, kim Allah’ın lütfunu bilirse<br />

onun fiillerinden razı olur” demiş.<br />

MAHLUKATTAKİ ACAİBLİKLER<br />

İmam Zekeriya b. Muhammed b.<br />

Mahmud el-Kazvini’ninAcaibu’l-mahlukatve’l-hayvanat<br />

ve garaibu’l-mevcudat isimli<br />

eserinde şunlar kaydedilmiştir: Merkep öyle<br />

bir hayvandır ki soğukta azaları uyuşur, gücü<br />

sınırlıdır, ancak hafızası son derece güçlüdür.<br />

Bir yoldan bir kez geçtiğinde onu bir daha<br />

unutmaz. Merkep sahipleri yolunu şaşırdıklarında<br />

onu kendi haline bırakırlar ve o farklı<br />

yolları denedikten sonra doğru yolu bulur<br />

ve yolu doğrulttuğunda başını, kulaklarını<br />

ve kuyruğunu sallar.<br />

İddia edilmiştir ki köpek merkebin anırmasını<br />

duyduğunda acı çeker. Merkep kulaklarını<br />

öne eğdiğinde anırmaz. Koyun kurt<br />

tarafından kıstırıldığında korunurum ümidiyle<br />

nasıl kurda kafa tutuyorsa bir merkep<br />

de önünde dikilen bir aslan görse bir faydası<br />

olur ümidiyle ona saldırabilir.<br />

Belinas Kitabu’l-havâs’ta “susuz bir domuz<br />

merkebin sırtına binse merkep su içtiğinde<br />

domuz ölür” demiştir.<br />

Dipnot:<br />

(*)Ca’fer Kumeyha Mısırlı şairdir. Bu yazıEl-Müctemaa dergisinden<br />

Yusuf Tercüman tarafından çevrilmiştir.<br />

o<br />

64 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Mektup<br />

Nevzat Yüksel<br />

BİR ÖĞRENCİNİN MEKTUPLARI<br />

Mektup :1<br />

Sevgili kardeşim Selim,<br />

Mektubunu alınca bilsen ne kadar sevindim.<br />

Onu okurken bir an seni yanımda sandım.<br />

Eski günleri hatırladım. Bu ayrılığa alışabilecek<br />

miyim bilemiyorum. Senin gibi bir<br />

dostu bulmak çok zor çünkü. Seninle uzun<br />

senelere dayanan sağlam bir dostluğumuz<br />

oldu. Önce ilköğretimin birinci sınıfında<br />

aynı sırayı paylaştık ve altı yıl aynı sınıfta<br />

okuduk. Bu süre içinde iyi bir dostluk oluşturduk.<br />

Ekmeğimizi, suyumuzu; sevinçlerimizi,<br />

acılarımızı paylaştık. Ne güzel günlerdi<br />

onlar.<br />

Şunu şimdi daha iyi anlıyorum ki bizim<br />

dostluğumuz kardeşlikten de öte bir şeymiş.<br />

Gerçek dostluk denilen şey bu olmalı herhalde.<br />

Ben, her şey geçmişte kaldı demiyorum.<br />

İnanıyorum ki bir gün yine beraber olacağız.<br />

Ya lisede, ya üniversitede ya da hayatın herhangi<br />

bir evresinde. Ayrı yerlerde bulunmak,<br />

bizim dostluğumuzu zayıflatamayacak; çünkü<br />

biz, dostluğumuzu sağlam temeller üzerine<br />

kurduk ve kalıcı bir dostluk için ant içtik.<br />

O günü, ant gününü hatırladım şimdi.<br />

Kar lapa lapa yağıyordu. Bizse, neşe içinde<br />

okuldan evlerimize dönüyorduk. Aniden<br />

yoldan kayarak çıkan bir otomobil, üzerimize<br />

doğru geliyordu. Şükür Allah’a ki sen üzerimize<br />

gelen arabayı zamanında fark ettin ve<br />

bir hamleyle kendini de beni de kurtardın;<br />

yoksa ikimiz de arabayla duvar arasında kalıp<br />

ezilecektik. Sonra da yuvarlandığımız<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 65


karlar üzerinden kalkarken, nedendir bilmem<br />

gülmeye başladık. O gün, hayatımızın<br />

sonuna kadar candan iki dost olarak kalacağımıza<br />

dair söz verdik. O günden bu güne<br />

neredeyse iki yıl geçti; ama dostluğumuza bir<br />

gölge düşmedi; hatta dostluğumuz daha da<br />

güçlendi.<br />

İşte ilk mektubunu okurken bunları düşündüm<br />

ve seni özlemle andım.<br />

Değerli arkadaşım, seni unutmayan elbette<br />

yalnızca ben değilim. Sınıfımızdaki ve<br />

mahallemizdeki arkadaşlar, öğretmenlerimiz<br />

ve ailem de seni unutmadılar. Gidişinin<br />

ilk günleri, hep seni andık ve senin yokluğuna<br />

bir türlü alışamadık. Bu arada, herkes<br />

seninle ilgili haberleri benden soruyor. Bu da<br />

beni gerçekten mutlu ediyor.<br />

Senin sınıfımızdaki yerin iki hafta kadar<br />

boş kaldı. Sonra yeni bir öğrenci verdiler<br />

sınıfımıza. Sınıf öğretmenimiz, onu senin<br />

yerine; yani yanıma oturttu. Onu, henüz pek<br />

tanımıyorum; yalnız başarılı bir öğrenci olduğunu<br />

hemen ilk derslerde belli etti.<br />

Mektubunda, bulunduğun yere pek alışamadığını<br />

yazıyorsun. Umarım zamanla<br />

alışırsın.<br />

Senden, yeni arkadaşların, okulun ve yaşadığın<br />

şehirle ilgili yazılarını bekliyorum.<br />

Annene, babana ve kardeşine selamlarımı<br />

gönderiyorum.<br />

Hoşça kal.<br />

Metin<br />

Mektup : 2<br />

Değerli arkadaşım,<br />

Okuldan eve geldiğimde kapıyı açan annem,<br />

beni görünce: ’Müjde oğlum!’ dedi. Bu<br />

müjdenin, senden beklediğim mektupla ilgili<br />

olduğunu tahmin ettim. Anneme:’Selim’in<br />

mektubu mu’ dediğimde, annem şaşırıp,<br />

bana:’’Evet; ama bunu nereden biliyorsun’’<br />

dedi. Ben de : ‘İçime doğdu, zaten bugünlerde<br />

bu mektubu bekliyordum.’’ dedim. Annem,<br />

arkasında tuttuğu mektubu bana uzattı.<br />

Anneme teşekkür edip gönderdiğin mektubunu<br />

aldım, odama geçtim ve hemen okumaya<br />

başladım.<br />

Mektubunda; evini, okulunu ve semtini<br />

o kadar güzel anlatmışsın ki gözlerimde bütün<br />

ayrıntılarıyla adeta canlanıverdiler.<br />

Okulunun, evinize yakın olduğunu ve okula<br />

yürüyerek gittiğini yazmışsın. Buna sevindim.<br />

Kardeşim,<br />

Sana, geçen mektubumda kısaca değindiğim<br />

yeni sıra arkadaşımı, bu mektubumda<br />

biraz daha tanıtmak istiyorum: Adı Mustafa.<br />

Pek konuşmuyor; ama konuşunca da çok<br />

güzel şeyler anlatıyor. Onu dinlerken hiç<br />

sıkılmıyorum; ayrıca ondan yeni şeyler de<br />

öğreniyorum.<br />

İçimden bir ses, onun iyi bir insan olduğunu<br />

söylüyor bana. Sanırım onunla iyi birer<br />

arkadaş olacağız.<br />

Geçen gün müzik dersimize öğretmenimiz<br />

gelmedi. Biz de Mustafa ile biraz sohbet ettik;<br />

kendimizden ve ailelerimizden bahsettik.<br />

Çok zevkli geçti sohbetimiz. Böylece, birbirimizi<br />

daha yakından tanımış olduk.<br />

Üç kardeşler. Mustafa, ailenin en büyük<br />

çocuğu. Kız kardeşi Ayşe, ilk öğretimin<br />

üçüncü sınıfına devam ediyor. Erkek kardeşi<br />

Yavuz ise henüz okula gitmiyor. Annesi<br />

avukat. Bir kadın sivil toplum örgütünün<br />

danışmanlığını yapıyor. Babası ise makine<br />

mühendisi. Ankara’daki çalıştığı şirket, onu<br />

kentimizde yeni açacağı fabrikada görevlendirmiş.<br />

Onlar da buraya taşınmışlar.<br />

Mustafa, çok iyi masa tenisi oynuyor.<br />

Okulumuzun tenis takımına da seçildi. Doğ-<br />

66 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


usu onunla oynarken oldukça zorlanıyorum.<br />

Farklı bir stili var.<br />

Bu arada, onunla ilgili ilginç bir durumdan<br />

da söz etmek istiyorum. Onu uzun zamandır<br />

izliyorum. Onda dikkatimi çeken bir<br />

şey var. Örneğin, ders çalışmaya veya bir şey<br />

yemeye başlarken dudakları kıpırdıyor. Bir<br />

şey duyulmuyor; ama ben onun bir şey söylediğine<br />

inanıyorum. Ne söylüyor Mustafa<br />

diye merak ediyorum. Dayanamadım; sonunda<br />

bunu, ona sormaya karar verdim.<br />

Geçen gün, ikimiz de okul kantininden simit<br />

almıştık. Simitlerimizi yemeğe başlarken<br />

yine dudakları kıpırdadı Mustafa’nın. Tam<br />

sırasıdır diyerek sorumu yönelttim kendisine.<br />

Gülümsedi önce; sonra da anlatmaya başladı.<br />

Söylediği şey, ‘Besmele’ imiş. Din Kültürü<br />

Dersi’nde öğrendiğimiz, Türkçesi, ‘Esirgeyen<br />

bağışlayan Allah’ın adıyla’ olan ‘Bismillah’<br />

sözü yani. Çok şaşırdım. Anlattıkları çok<br />

ilginç geldi bana. Bu sözün, dinimizin adeta<br />

parolası olduğunu ve her güzel işe başlarken<br />

söylenmesi gerektiğini belirtti.<br />

Evet Selim, yeni sıra arkadaşım Mustafa<br />

işte böyle biri. Senin de burada olup onu<br />

tanımanı isterdim.<br />

Selim! Şimdilerde ne okuyorsun Biliyorsun,<br />

her ay en az bir kitap okuyacağımızı ve<br />

bunu hiç aksatmadan sürdüreceğimizi kararlaştırmıştık.<br />

Bana, şimdi okuduğun kitabın<br />

adını yazarsan ve kitap hakkında bilgi verirsen<br />

çok memnun olurum.<br />

Şu an benim okuduğum kitap, ‘Çocuk<br />

Kalbi’ adını taşıyor. Yazarı ise Edmond De<br />

Amicis. Kitap, bir öğrencinin, öğrenim gördüğü<br />

okuluyla ilgili anılarından ve kendisine<br />

yazılan mektuplardan oluşuyor.<br />

Şimdilik bu kadar yazıyorum.<br />

Selamlar.<br />

Metin<br />

Mektup 3:<br />

Sevgili kardeşim,<br />

Bu, senin gönderdiğin üçüncü mektubuna<br />

verdiğim cevap oluyor. Zaman ne kadar<br />

da çabuk geçiyor değil mi<br />

Sana, bu mektubumda güzel bir haber vereceğim.<br />

Türkçe öğretmenimiz Mesut Bey,<br />

yazılı sınavlarda yüz puan alan öğrencilere,<br />

birer kitap hediye edeceğini söyleyince çok<br />

şaşırdık; çünkü bu güne kadar böyle bir şeyle<br />

karşılaşmamıştık. Doğrusu bu habere çok<br />

sevindik. Sınav, bu mektubu sana göndermeden<br />

bir hafta önce yapıldı. Büyük bir merak<br />

içinde sınav sonuçlarını bekliyorduk.<br />

Öğretmenimiz, sınavdan birkaç gün sonra<br />

notlarımızı okumaya başladığında, kalbimin<br />

‘küt küt’ attığını duyuyordum. Aslında sınavım<br />

iyi geçti; ama yine de heyecanlıydım.<br />

Sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum.<br />

Az sonra sıra bana geldi. Öğretmenimiz,<br />

öğrenci numaramı söyledi; ama sınav<br />

notumu okumuyordu. Gülümseyerek yüzüme<br />

bakıyordu sadece. Bu ise, heyecanımı<br />

daha da arttırıyor, kafamın içindeki ‘acabaları’<br />

çoğaltıyordu.<br />

Sınıf, büyük bir sessizlik içindeydi. Çıt<br />

çıkmıyordu sınıftan. Herkes sonuçları merakla<br />

bekliyordu. Bense heyecandan ölmek<br />

üzereydim. Birden öğretmenimizin sesi kulaklarımda<br />

çınladı. Ardından da büyük bir<br />

alkış koptu: ‘’Metin Alp, yüz puan!’’<br />

Arkadaşlarımdan beni ilk tebrik eden<br />

Mustafa oldu. Onun, benim yüksek not alışıma<br />

sevindiğini gözlerinden okudum. Notlar<br />

okunmaya devam ediyordu. Bendeki<br />

heyecan, bu kez Mustafa’ya ve diğer arkadaşlarımıza<br />

geçti.<br />

Benle birlikte iki kişi daha yüksek not<br />

alarak ödül almaya hak kazandı. Kim olduk-<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 67


larını merak ediyorsundur herhalde. Biri, her<br />

zamanki gibi Zeynep! Diğeri mi Haydi tahmin<br />

et bakalım. Neyse, onu da ben söyleyeyim:<br />

Mustafa!<br />

Mustafa, bu sınavın sürprizi oldu. O böylece,<br />

almış olduğu bu notla başarılı bir öğrenci<br />

olduğunu da kanıtladı.<br />

Öğretmenimiz, sınav sonuçlarını okuduktan<br />

sonra bizi; yani beni, Mustafa’yı ve Zeynep’i<br />

yanına çağırdı. Bizi tebrik edip başarılarımızdan<br />

övgüyle söz etti ve ödüllerimizi<br />

verdi. Büyük bir sevinçle aldık ödüllerimizi.<br />

Sonra yerlerimize geçtik. Çok heyecanlıydım.<br />

Öğretmenimin bana aldığı kitabı<br />

merak ediyordum. Hediye paketini hemen<br />

açtım. Kitabın adını sen de merak ediyorsun,<br />

değil mi Evet, bu bir şiir kitabıydı. Kitabın<br />

adı: Çile. Şairini tanıyorsun: Necip Fazıl.<br />

Öğretmenimizin, geçen yıl bütün sınıfa ezberlettiği<br />

‘Sakarya Türküsü’ adlı şiirin şairi.<br />

Çok uzun, ezberlemesi zor olur diyerek önce<br />

itiraz ettiğimiz; ama sonra zevkle ezberlediğimiz<br />

şiirin şairi. Nasıl başlıyordu: ‘’İnsan bu,<br />

su misali, kıvrım kıvrım akar ya; / Bir yanda<br />

akan benim, öbür yanda Sakarya.’’ Bu şiiri<br />

kolay ezberleyebilmemizin en önemli nedeni,<br />

elbette ki şiirin çok güzel oluşuydu. Bunun<br />

yanında, öğretmenimizin, şiiri, şairinin hayatından,<br />

edebiyat anlayışından ve fikir mücadelelerinden<br />

bahsederek açıklaması ve<br />

şiiri çok güzel yorumlayarak okuması da şiiri<br />

severek ezberlememizde önemli birer etkendi.<br />

Bu kitap, benim için çok önemliydi. Daha<br />

önce bir çok ödül aldım; ama bu onlardan<br />

çok farklıydı.<br />

Değerli arkadaşım! Bir süre sonra, okuman<br />

için bu kitabı sana göndermeyi düşünüyorum.<br />

Selim, hatırlıyor musun, Mesut öğretmenin<br />

sınıfımıza geldiği ilk günü, ilk dersini<br />

Hep anlatıyor, anlatıyordu; yapmamız, uymamız<br />

gereken bir sürü şey. Doğrusu hiç<br />

hoşlanmamıştık ondan. ‘’Bu öğretmenden<br />

çekeceğimiz var!’’ diyorduk; ama sonra, ilk<br />

dersinde hiç sevmediğimiz bu adam, giderek<br />

bizlerin en yakın dostu, en sevdiğimiz öğretmenimiz<br />

oldu.<br />

Konuşmasıyla, ders anlatışıyla, içtenliğiyle<br />

hepimizi kendisine bağlayan o değil miydi!.<br />

Onun derslerini dört gözle bekler olmamış<br />

mıydık!.<br />

Her şeyi, ama her şeyi bir yana bırakalım;<br />

yalancılığın ne kadar kötü bir şey, dürüstlüğün<br />

ise ne güzel bir erdem olduğunu öğrencilerine<br />

ondan daha iyi anlatabilen bir öğretmen<br />

var mıydı!.<br />

Dersini sevdiren, kitap okuma alışkanlığını<br />

bizlere kazandıran; dahası, kendimize<br />

güvenmeyi öğreten oydu.<br />

Geçenlerde, ders çıkışında beni yanına<br />

çağırdı ve seni sordu. Mektuplaştığımızı söyleyince<br />

buna sevindi ve sana selamlarını<br />

iletmemi söyledi.<br />

Senin, ona yazacağını biliyorum. Şahsen<br />

senin yerinde olup, onunla mektuplaşabilmeyi<br />

çok isterdim.<br />

Bu arada, göndermemi istediğin kitapları<br />

aldım, gönderiyorum. Sanırım birkaç gün<br />

içinde elinde olur.<br />

Selamlar.<br />

Metin<br />

o<br />

68 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Kitap-Dergi Tanıtma<br />

Katip Sezer<br />

MÜCÂHİD KOCA’DAN KİTAPLAR(1)<br />

Velûd yazar, M. Koca’nın elimize ulaşan<br />

eserlerine bir bakış:<br />

1-) Alaturka Divan:<br />

Kasideler. (III şiir kitabıymış!..)<br />

Münacat:<br />

“Başta Şükriyle “kitab’a“Selam sensin<br />

I.Sonda Zikriyle hitaba özlerim yakınlığını<br />

Allah Başla”<br />

Başlar ve Biter.<br />

Buna “postmodern” dedik. Çünkü adı ve<br />

özü eski, tanzimi yeni.<br />

II.Kısım, az daha dolu satırlıdır.<br />

NAAT: “Efendisi<br />

Hürlerin<br />

Kurtarıcısı<br />

Kölelerin”<br />

Diye başlayıp süren; oldukça ilginç başlıklarla<br />

sergilenen şiirler, gazeller, “Rubailer”<br />

diye dörtlükler sıralanıyor.<br />

Yarıdan sonra “Beytler” diye kısa özlü<br />

sözlere varıyorsunuz.<br />

Tabii kullanılan tabirler Divan <strong>Edebiyat</strong>ından<br />

alınma. Ama pasajlar modern sözler.<br />

Diziliş, serbest, kafiye ve vezn yok… Yani<br />

postmodern dedik işte: Elbise eski, içindekiler<br />

yeni…<br />

Kılıç ve Kelebek<br />

Bu da Mücâhitten:<br />

Ebcedhan, Ermiş Sevinci,<br />

Yıldızdan Feleğe,<br />

Bosna Kitabı<br />

Dağ Çağrısı,<br />

Kudus’e Ağıt diye devam eder şiir kitapları.<br />

Onların görüntüsü de “ALATURKA” gibi.<br />

Sûrnâme ve övülmüş şehir de sanki karma<br />

gibi. Ama “Övülmüş Şehir” tarihi roman görünümündedir.<br />

***<br />

Övülmüş Şehir İstanbul’sa Övülen komutan<br />

da Fatihse; öven Resulullah. Ama M. Koca<br />

bunu ifade de edebiyat câhili ilâhiyatçıların<br />

tabirini kullanmış: Hz. Peygamber!.. Ne demek;<br />

Efendi Peygamber…<br />

Hayır ya Peygamber Efendimiz deyin, ya da<br />

Allah Resulü…<br />

Kutluyorum M. Koca’yı.<br />

Daha ilk bölümde; Şehzade Mehmed’in;<br />

fen, sosyoloji, astronomi, matematik, tarih,<br />

coğrafya ve askerlik bilgileriyle haşır-neşir<br />

olduğunu söylemekle; İslâmi bilginin tabanına<br />

konacakları işaretliyor. Yani Molla kafasına<br />

uymuyordu…<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 69


Birinci bölümde Fatih’in Manisa hayatı. 62<br />

bölümden oluşuyor. Son bölüm Fetih sembolü,<br />

Ayasofya’da ilk Cuma namazıyla bitiyor.<br />

***<br />

Sûrnâme- M. Koca<br />

Düşüncelerini; özlü manzum kıssalar ve<br />

anekdotlarla kısa kısa notlar gibi sıralamış.<br />

Yeni bir anlatım tarzı<br />

-Millet, Devleti Medeniyet.<br />

-Üstad (Hoca+Rehber)<br />

-Tasavvuf, açlık, uykusuzluk, yalnızlık, yoksulluk.<br />

…………………<br />

-Adalet,<br />

-Kadın<br />

-Ölüm<br />

-Vasiyyet… gibi bölüm ve bahislerle bir koza<br />

örmüş, bir hazine doldurmuş.<br />

Girişte: Şâir Besmele, Hamdele, Salvele…<br />

ile başlıyor.<br />

243 sayfalık bir çalışma.<br />

Yer yer manzum vecize ve öğütlerle süslenmiş<br />

zevkle okunacak kitap.<br />

Küdüs’e Ağıt<br />

Lirik şiirlerden oluşuyor<br />

“Kimlik” ilk manzume.<br />

Önümde Yahudi.<br />

Ardımda Bat Tuzağı.<br />

Kudüs yüzün<br />

Tel Aviv tersimdi.<br />

Kudüs benim<br />

Ey Yahudi sen neci<br />

Dipnot: (1) Yazarı tebrik ediyoruz. Bize gönderdiği için<br />

de teşekkür sunarız. Tanıtmalarımız kısa olsa da, inşallah<br />

isabetlidir. (K.S)<br />

RIFKI KAYMAZ KİTABI<br />

Bazı kurumlar, mensuplarını kaybedince;<br />

onu tanıtan kitap neşrederler bu çok önemli<br />

bir tavırdır. TYB de bu güzel işi yapmış ve<br />

‘’Rıfkı KAYMAZ Kitabı’’ diye bir eser neşretmiş.<br />

Biz de gördük, sevindik-övündük<br />

ama Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU’nun bir<br />

gazelinde: ‘’Abdi Mümin, övünmezde yerinmezde…’’<br />

fetvasının mefhumu muhalifiyle,<br />

gerindik!<br />

Çünkü Rıfkı herkesten önce bizimdir:<br />

1969–73 yıllarında Erzincan’da öğretmenlik<br />

yaparken; Rıfkı üniversite talebesiydi; bizim<br />

çevremizdeydi. Erzincanda beni çevreleyenler:<br />

- Önce büyük halk kitlesi<br />

- Sonra öğretmen kadrosu (bütün üyelerdekiler)<br />

- Sonra, Rıfkı gibi üniversitedeki değerler;<br />

Rafet AKPINAR (r.a),Orhan AKTEPE<br />

- En son imam hatipli talebelerim.<br />

Bu dört katkı mahfaza içinde yaptık, yapacaklarımız!<br />

Şimdi işin neresindeysek, oradayız: 13 kasımda<br />

Rıfkı’yla birlikte K.Alb.Faruk<br />

SUNGUR (Şehid) ve (Hattat) Yusuf<br />

ERGÜN’ü andık.<br />

Evet Rıfkı KAYMAZ kitabında neden<br />

benim beyanım yok; Çünkü bilgim yoktu.<br />

Bunu vebali ise bu hayrı işlerken; asılları<br />

ihmal eden T.Y.B nedir!...<br />

- Yani biz TYB nin ilkleriyiz, bu bir.<br />

- Rıfkı KAYMAZ’ıda en yakından tanırız<br />

ve dergilerimizde eserlerini neşretmişiz.<br />

- Onun çıkardığı dergilerde yazmışız<br />

(Muştu).<br />

- <strong>Edebiyat</strong>ın İslamcası kitabımızda da<br />

ona özel bölüm ayırmış emek ve ihlasını<br />

övüp tanıtmışız.<br />

Anlayan varsa bu kadar yeter.<br />

Vesselam<br />

Not: Bu kitapta yazılanların en içtenlikle ve gerçekçisini işaret<br />

etmek borcundayım ki ( yakından tanımanın tabii meyvesi<br />

olarak..) ; kitabın 116. sayfasındaki son paragraftır ve gerçekten<br />

samimi arkadaşı Orhan AKTEPE’ye aittir : ‘’Rıfkı beni daima<br />

teşvik etti. Bu konuda ondan çok yardım görmüşümdür. Rıfkı, adı<br />

gibi çok merhametli idi. Asla öfkelenmez, yüksek sesle konuşmaz,<br />

kimse ile asla tartışmaz bir karaktere sahipti. Kızınca yüzü kızarır<br />

ama yüzünden asla tebessüm eksilmezdi. Hiç düşmanı olmadı.<br />

Herkese dostça davrandı. Hayatı refah içinde geçmedi. Kanaatkârdı,<br />

dünyaya hiç meyletmezdi. Onun güzel özellikleri saymakla<br />

bitmez, o gerçek bir mütevekkil mümin, arkasını dönmeyen bir can<br />

dostu idi. Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde yatsın…<br />

70 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Farklı bir kitap<br />

İnceleme ve tanıtım çalışmasıdır:<br />

Yazan: Feyzettin Ekşi: 1982 Amasya doğumlu;<br />

1999 Merzifon İmam-Hatip Lisesi,<br />

2004’de Konya İlâhiyat mezunu. Marmara<br />

İlâhiyatta mastır yaptı. Hâlen Akdeniz Üniversitesi<br />

İlâhiyat Fak. Arapça okutmanıdır.<br />

Konu: Üveys Vefâ Erzincani’nin hayatı<br />

ve “Edebü’d-Dünya ve’d-Din şerhine dair<br />

tanıtmalar ve “belge” niteliğindeki notlar.<br />

Beyan Yayınevinde 2011’de basılan eserin<br />

özellikleri:<br />

1-Osmanlı din âlimi ve huzur derslerine<br />

ulaşacak kadar çağının kültür ve ilmini uhdesinde<br />

toplamış bir âlim olan Üveys Vefâ ki,<br />

Erzincan’da doğmuş ve ilk kültür ve kimliğini<br />

o iklimde kazanmış olması dikkat çekicidir.<br />

2-Araştırmacının tesbiti ve ilânıyla; Osmanlı’nın<br />

çözülme döneminde; Arapça,<br />

Farsçaya ilâveten Fransızcayı öğrenmiş;<br />

Arapça şerh yazacak kadar lisan ve ilim<br />

vakafiyeti dikkat çekicidir. (arka kapağa<br />

bakınız)<br />

3-Bu âlimin günümüze taşınması ise; Prof.<br />

olan oğlunun eliyle oluşu da ayrı ve ilgi konusu:<br />

Çünkü öteden beri şahid olduğumuz<br />

durum: “Âlimin evladının başka havalarda<br />

gezmesi, onu ancak merakların bulup gün<br />

yüzüne çıkarması gelenek olmuştur adeta…<br />

4-Üveys Vefâ (araştırmacının tesbitine<br />

göre) Erzincan çevresinin tasavvuf kültürünü<br />

de oradaki âlim ve şeyhlerden aynı zamanda<br />

elde etmiş bir nasiplidir:<br />

(1861-1946) yılları arasında yaşamış. Erzincan’daki<br />

hocaları: M. Hamdi Erzincani,<br />

M. Sami Erzincani (Piri Sami) Osman Feyzi,<br />

İstanbul’daki hocaları ise; M. Sabit Efendi, S.<br />

Mehmet Âtıf, (şâir) Tokatlı Ahmet Nuri<br />

Efendi, Harputlu Abdullatif Efendi… sayılmış.<br />

5-Hocalığı: Bayezid Camii (üniversitesi)<br />

Ayasofya ‘da Hadis okutmuş..<br />

Nişanlar ve ödüller verilmiş. Huzur dersleri<br />

hocalığına kadar yükselmiş…<br />

6-Bu çalışmada: O günkü okulların programlarından<br />

örnekler de var: H. Hüsnü Erdem,<br />

A. Rıza Hakses… gibi maruf zevatın<br />

da ondan ilim aldığı kayıtlıdır. On bir kadar<br />

de telif veya şerh olarak eserinin isimleri var.<br />

Maverdinin-Edebu’d-dünya ve’d-din şerh de<br />

baştadır tabii.<br />

Aldığı icazetlerin süretleri de derecedilmiş…<br />

(önemlidir tabii.)<br />

Son söz: Araştırmacının (bilmem Türkçe<br />

söyleyiş hatası mıdır, yoksa dizgi baskı hatası<br />

mı) Bir iki zelle tesbit ettik. Dikkate sunarız:<br />

26.Sh.de Rüştiye Mektebine muallim olarak<br />

tayin olur” hatalı olur. (Tayin edilir veya<br />

olunur)<br />

27.Sh.de “…Deprem sonrasında” dememeliydi;<br />

sırasında doğrusu… Atıf Bey’in<br />

“manzum gazelleri” söyleyişi çok ayıptır!<br />

Düzeltsin…<br />

DERGİ TANITIM<br />

Şu anda neşredilen ve Batı havasında;<br />

“Revue” diye adlandırılan araştırma dergisinin<br />

iki sayısı elimize ulaştı:<br />

Dergi: “Şam Arap Dili Topluluğu” tarafından<br />

üç ayda bir neşredilir. 1339’da kurulan<br />

cemiyetin yayın organıdır.<br />

Dr. Mahmud el-Haseni’nin editörlüğünde<br />

çıkan derginin, yazıları arasında hikâye<br />

yazarı Mahmud Müflih’i görmemiz, bizi daha<br />

cesaretlendirmiştir.<br />

Hedefi; Arap Dili’nin bozulmasını önlemektir.<br />

İçindekiler:<br />

-Arap dilinin yayılması sorumluluğu.<br />

-Vefat edenler.<br />

-Şiir (ve) kültürün kurucusu.<br />

-Hadis (ya Âdemoğlu)<br />

E-mail: mla@net.sy<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 71


İktibas<br />

Söyleşi<br />

“ŞÂİRE NEBİLE EL-HATİBE” İLE EL-EDEB EL-İSLÂMİ’DE<br />

YAPILAN SÖYLEŞİ<br />

DİE Birliği’nin yayın organı “El-Edeb El-İslami” 72.sayısında, Şemsettin Durmuş’un söyleşisinden alınmıştır.<br />

“Şâire Nebile El-Hatibe” hakkında,<br />

Riyad’da yayımlanmakta olan El-Edeb El-<br />

İslâmi dergisinde çıkan söyleşiyi okuduk.<br />

Orada şâire Nebile Hanımın iyi bir şâire olduğunu<br />

öğrendik. Biz, sadece şâire hakkında<br />

özlü tanıtmayı alıyoruz:<br />

Nebile Hatibe: 1962’de Ürdün’ün Zerka<br />

ilinde doğdu.<br />

Ve Filistin’in Nablus yakınlarında Bazen<br />

köyünde büyüdü. 1996’da Ürdün Üniversitesi’nde<br />

İngilizce bölümünden mastır yaptı.<br />

Şu an Ürdün’de İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Birliği<br />

Şube Başkanlığını yürütmektedir… Daha<br />

önce de, İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Komisyon Başkanıydı.<br />

Şâire Nebile, daha önce de, Genel Arap<br />

Yazarları Şâirleri birliği üyesiydi. Aynı zamanda<br />

Ürdünlü Edib Yazarları üyesidir.<br />

Onun birçok yazar-edebiyat ve kültür kulüplerine<br />

üyeliği vardır…<br />

Dört tane şiir kitabı çıktı. Onlardan:<br />

-Bazan Rüzgârı,<br />

-Akılda Kalanlar,<br />

-Ateş Çemberi,<br />

-Ruh Kamaşması… bilinmektedir.<br />

Şiir sahsında birçok ödüle de sahiptir.<br />

Meselâ: İlk ödülü Ürdünlü yazarlar arası<br />

Hikâye müsabakasında;<br />

1-)1995’de “ASALETLİ AĞLAYINCA”<br />

aldığı ödül…<br />

2-)1996’da yine ilk şiir ödülünü de Ürdün<br />

Üniversitesi gençler arası şiir müsabakasındandır.<br />

3-)Ayrıca Kuveyt’te çıkan Seyyidet el-<br />

Ula’ dergisinin açtığı yarışmada 2000 yılında<br />

derginin baş eylemi olarak, şâirenin ödül<br />

almasıyla taçlandı… Daha neler ve neler…<br />

Nebile Hanım’ın mastır çalışması sonra;<br />

Ürdün’deki özel CEREŞ Üniversitesinde bir<br />

yeni tez tartışırken gündeme geldi:<br />

Nazik El-Melâike (solcu-Iraklı şâire) ve<br />

Nebile el-Hatibe’in şiirinde “Kadın Arapçası”<br />

idi konu…<br />

Bu tartışmada bir profesör hanım “Kadın<br />

<strong>Edebiyat</strong>ı” tabiri üzerine konuştu. Bana sordu:<br />

“Sen, sözünü ettiğimiz şârienin kitabındaki,<br />

anlattığına evet” der misin<br />

Hâlbuki ben diyorum ki; edebiyatı yapanın<br />

cinsiyeti ne olursa olsun, kadının dili ile<br />

erkeğin dili arasında ilgi veya ilgisizlik var<br />

Örnek olarak, şu kadın şâireyi ve sözünü<br />

alalım:<br />

“At gece ve çöl beni tanır,<br />

Kılıçta, mızrakta, kâğıtta, ve kalem de tanır…”<br />

Yine erkek şâire de şunu söylemek olmaz:<br />

“Noldu babam hamzaya gelmedi.<br />

Gölgeleniyor bize verilen evde,<br />

İstemiyor çocuğumun doğmasını.<br />

Vallahi bu bizim elimizde değil,<br />

Biz bize verileni alırız…<br />

Biz çiftçinin ektiğiyiz,<br />

Aramıza ne ektiyse, o biter…”<br />

Divanların da bazısı, Batı dillerine de<br />

çevrilmiş basılmıştır, Nebile Hanım’ın.<br />

Not: Bu kısa bilgi ve tanıtma: Üstad<br />

Şemseddin Durmuş’un röportajından özettir.<br />

(İ.E.D)<br />

72 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


İktibas<br />

Şehriyar<br />

(Bu şiir, Azeri <strong>Edebiyat</strong>ının şaheseridir. Şehriyâr da ünlü bir şâir İslâmi hassasiyeti olan ünlü bir şâirdir.<br />

Eser, bir destandır adeta. O yüzden bölmek olmazdı; bütünlük içinde okunsun dedik.)<br />

HEYDER BABA’YA SELAM*<br />

Heyder Baba, ıldırımlar şakanda,<br />

Seller, sular şakkıldayıb akanda,<br />

Kızlar ona saf bağlayıb bakanda,<br />

Selâm olsun şevkatize, elize,<br />

Menim de bir adım gelsin dilize.<br />

Heyder Baba, kehliklerin uçanda,<br />

Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,<br />

Bahçaların çiçeklenib açanda,<br />

Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,<br />

Açılmayan ürekleri şâd ele.<br />

Bayram yeli çardakları yıkanda,<br />

Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,<br />

Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,<br />

Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,<br />

Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.<br />

Heyder Baba, gün dalıvı dağlasın,<br />

Üzün gülsün, bulakların ağlasın,<br />

Uşaklarun bir deste gül bağlasın,<br />

Yel gelende ver getirsin bu yana,<br />

Belke menim yatmış bahtım oyana.<br />

Heyder Baba, senin üzün ağ olsun,<br />

Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,<br />

Bizden sora senin başın sağ olsun,<br />

Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,<br />

Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.<br />

Heyder Baba, yolum senden keç oldu,<br />

Ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,<br />

Heç bilmedim gözellerin neç oldu,<br />

Bilmezidim döngeler var, dönüm var,<br />

İtginlik var, ayrılık var, ölüm var.<br />

Heyder Baba, igit emek itirmez,<br />

Ömür geçer efsus bere bitirmez,<br />

Nâmerd olan ömrü başa yetirmez,<br />

Biz de vallah unutmarık sizleri,<br />

Görenmesek helâl edin bizleri.<br />

Heyder Baba, Mir Ejder seslenende,<br />

Kend içine sesden-köyden düşende,<br />

Aşık Rüstem, sazın dillendirende,<br />

Yadındadır ne hövlesek kaçardım,<br />

Kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.<br />

Şengülava yurdu, aşık alması,<br />

Gâh da gedib orda konak kalması,<br />

Daş atması, alma-heyva salması,<br />

Kalıb şirin yuhu kimin yadımda,<br />

Eser koyub, ruhumda her zadımda.<br />

Heyder Baba, Kuru gölün kazları,<br />

Gediklerin sazak çalan sazları,<br />

Ket kövşenin payızları, yazları,<br />

Bir sinema perdesidir gözümde,<br />

Tek oturub, seyr ederem özümde.<br />

Heyder Baba, Karaçemen caddası,<br />

Çovuşların geler sesi, sedası,<br />

Kerbelâ’ya gedenlerin kadası,<br />

Düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,<br />

Temeddünün uyduk yalan sözüne.<br />

Heyder Baba, şeytan bizi azdırıb,<br />

Mehebbeti üreklerden kazdırıb,<br />

Kara günün ser-nüviştin yazdırıb,<br />

Salıb halkı bir-birinin canına,<br />

Barışığı beleşdirib kanına.<br />

Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,<br />

İnsan olan hancer beline takmaz,<br />

Amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,<br />

Behiştimiz cehennem olmakdadır,<br />

Ziheccemiz meherrem olmakdadır.<br />

Hazan yeli yarpakları tökende,<br />

Bulut dağdan yenib kende köçende,<br />

Şeyhülislam gözel sesin çekende,<br />

Nisgilli söz üreklere deyerdi,<br />

Ağaçlar da Allah’a baş eyerdi.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 73


Daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,<br />

Bahçaları saralmasın, solmasın,<br />

Ordan keçen atlı susuz olmasın,<br />

Deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,<br />

Ufuklara humar-humar bakarsan.<br />

Heyder Baba, dağın daşın seresi,<br />

Kehlik okur, dalısında feresi,<br />

Kuzuların ağı, bozu, karası,<br />

Bir gedeydim dağ-dereler uzunu,<br />

Okuyaydım: 'Çoban, kaytar kuzunu'.<br />

Heyder Baba, Sulu yerin düzünde,<br />

Bulak kaynar çay çemenin gözünde,<br />

Bulakotu, üzer suyun üzünde,<br />

Gözel kuşlar ordan gelib keçerler,<br />

Halvetleyib bulakdan su içerler.<br />

Biçin üstü sünbül biçen oraklar,<br />

Ele bil ki, zülfü darar daraklar,<br />

Şikarçılar bildirçini soraklar,<br />

Biçinçiler ayranların içerler,<br />

Bir huşlanıb, sondan durub biçerler.<br />

Heyder Baba, kendin günü batanda,<br />

Uşakların şamın yeyib yatanda,<br />

Ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,<br />

Bizden de bir sen onlara kıssa de,<br />

Kıssamızdan çoklu gam u gussa de.<br />

Karı nene gece nağıl deyende,<br />

Külek kalkıb kap-bacanı döyende,<br />

Kurd keçinin Şengülüsün yeyende,<br />

Men kayıdıb bir de uşak olaydım,<br />

Bir gül açıb ondan sora solaydım.<br />

Emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,<br />

Sondan durub üs donumu geyerdim,<br />

Bahçalarda tiringeni deyerdim,<br />

Ay özümü o ezdiren günlerim,<br />

Ağac minib, at gezdiren günlerim.<br />

Heçi hala çayda paltar yuvardı,<br />

Memmed Sadık damlarını suvardı,<br />

Heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı<br />

Her yan geldi, şıllak atıb aşardık,<br />

Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.<br />

Şeyhülislam münâcatı deyerdi,<br />

Meşed Rahim lebbâdeni geyerdi,<br />

Meşdâceli bozbaşları yeyerdi,<br />

Biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,<br />

Fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.<br />

Melik Niyaz verendilin salardı,<br />

Atın çapıb kıykacıdan çalardı,<br />

Kırkı tekin gedik başın alardı.<br />

Dolayıya kızlar açıb pencere,<br />

Pencerelerden ne gözel menzere.<br />

Heyder Baba, kendin toyun tutanda,<br />

Kız gelinler hena, pilte satanda,<br />

Bey geline damdan alma atanda,<br />

Menim de o kızlarında gözüm var,<br />

Aşıkların sazlarında sözüm var.<br />

Heyder Baba, bulakların yarpızı,<br />

Bostanların gülbeseri, karpızı,<br />

Çerçilerin ağ nebatı sakkızı,<br />

İndi de var damağımda, dad verer,<br />

İtgin geden günlerimden yad verer.<br />

Bayram idi gece kuşu okurdu,<br />

Adaklı kız bey çorabın tokurdu,<br />

Herkes şalın bir bacadan sokurdu,<br />

Ay ne gözel kaydadı şal sallamak,<br />

Bey şalına bayramlığın bağlamak.<br />

Şal istedim men de evde ağladım,<br />

Bir şal alıb tez belime bağladım,<br />

Gulam gile kaçdım, şalı salladım,<br />

Fatma hala mene çorab bağladı,<br />

Han nenemi yada salıb ağladı.<br />

Heyder Baba, Mirzemmed’in bahçası,<br />

Bahçaların turşa şirin alçası,<br />

Gelinlerin düzmeleri, tahçası<br />

Hey düzüler gözlerimin refinde,<br />

Heyme vurar hatıralar sefinde.<br />

Bayram olub, kızıl palçık ezerler,<br />

Nakış vurub, otakları bezerler,<br />

Tahçalara düzmeleri düzerler<br />

Kız-gelinin fındıkçası, henası,<br />

Heveslener anası, kaynanası.<br />

74 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Bakıçının sözü, sovu, kağızı<br />

İneklerin bulaması, ağızı,<br />

Çerşenbenin girdekânı, mövizi<br />

Kızlar deyer: “Atıl-matıl, çerşenbe,<br />

Ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.<br />

Yumurtanı göyçek, güllü boyardık,<br />

Çakkışdırıb sınanların soyardık,<br />

Oynamakdan birce meğer doyardık,<br />

Eli mene yaşıl aşık vererdi,<br />

İrza mene novruz gülü dererdi.<br />

Novruz Ali hermende vel sürerdi,<br />

Kâhdan enib küleşlerin kürerdi,<br />

Dağdan da bir çoban iti hürerdi,<br />

Onda gördün ulak ayak sahladı,<br />

Dağa bakıb kulakların şahladı.<br />

Akşam başı nahırçılar gelende,<br />

Kodukları çekib, vurardık bende,<br />

Nahır keçib gedib yetende kende,<br />

Heyvanları çılpak minib kovardık,<br />

Söz çıksaydı, sine gerib sovardık.<br />

Yaz gecesi çayda sular şarıldar,<br />

Daş kayalar selde aşıb, karıldar,<br />

Karanlıkda kurdun gözü parıldar,<br />

İtler gördün, kurdu seçib ulaşdı,<br />

Kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.<br />

Kış gecesi tövlelerin otağı,<br />

Kentlilerin oturağı, yatağı,<br />

Buharıda yanar odun yanağı,<br />

Şebçeresi, girdekânı, iydesi,<br />

Kendi basar gülüb-danışmak sesi.<br />

Şücâ haloğlunun Baki savgati,<br />

Damda kuran samavarı, söhbeti,<br />

Yadımdadı şestli keddi, kameti,<br />

Cünemmegin toyu döndü, yas oldu,<br />

Nene Kız’ın baht aynası kâs oldu.<br />

Heyder Baba, Nene Kızın gözleri,<br />

Rakşende’nin şirin-şirin sözleri,<br />

Türki dedim, okusunlar özleri,<br />

Bilsinler ki, adam geder ad kalar,<br />

Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.<br />

Yaz kabağı gün güneyi döyende,<br />

Kend uşağı kar güllesin sövende,<br />

Kürekçiler dağda kürek züvende,<br />

Menim ruhum ele bilin ordadır,<br />

Kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.<br />

Karı Nene uzadanda işini,<br />

Gün bulutdan eyirerdi teşini,<br />

Kurd kocalıb, çekdirende dişini,<br />

Sürü kalkıb dolayıdan aşardı,<br />

Badyaların südü aşıb-daşardı.<br />

Hecce Sultan emme dişin kısardı,<br />

Molla Bağır emoğlu tez mısardı,<br />

Tendir yanıb, tüstü evi basardı,<br />

Çaydanımız arsın üste kaynardı,<br />

Kovurkamız saç içinde oynardı.<br />

Bostan pozub getirerdik aşağı,<br />

Doldurardık evde tahta tabağı,<br />

Tendirlerde pişirerdik kabağı,<br />

Özün yeyib, tohumların çıtlardık,<br />

Çok yemekden lap az kala çatlardık.<br />

Verzeğan’dan armud satan gelende,<br />

Uşakların sesi düşerdi kende,<br />

Biz de bu yandan eşidib bilende,<br />

Şıllak atıb bir kışkırık salardık,<br />

Buğda verib armudlardan alardık.<br />

Mirza Tağı’ynan gece getdik çaya,<br />

Men bakıram selde boğulmuş aya,<br />

Birden ışık düşdü otay bahçaya,<br />

”Eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık,<br />

Heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.<br />

Heyder Baba, ağaçların ucaldı,<br />

Amma hayıf cevanların kocaldı,<br />

Tokluların arıklayıb acaldı,<br />

Kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,<br />

Kurdun gözü karanlıkda bereldi.<br />

Eşitmişem yanır Allah çırağı,<br />

Dayır olub mescidüzün bulağı,<br />

Râhat olub kendin evi, uşağı,<br />

Mensur Han’ın eli kolu var olsun,<br />

Harda kalsa, Allah ona yar olsun.<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 75


Heyder Baba, Moll’ İbrahim var, ya yok<br />

Mekteb açar, okur uşaklar, ya yok<br />

Hermen üstü mektebi bağlar, ya yok<br />

Menden ahonda yetirersen selâm,<br />

Edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.<br />

Hecce Sultan emme gedib Tebriz’e,<br />

Amma ne Tebriz ki, gelemmir bize,<br />

Balam durun, koyak gedek evmize,<br />

Ağa öldü, tufakımız dağıldı,<br />

Koyun olan yad gediben sağıldı.<br />

Heyder Baba, dünya yalan dünyadı,<br />

Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı,<br />

Oğul doğan, derde salan dünyadı,<br />

Her kimseye her ne verib alıbdı,<br />

Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.<br />

Heyder Baba, yaru yoldaş döndüler,<br />

Bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,<br />

Çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,<br />

Yaman yerde gün döndü, akşam oldu,<br />

Dünya mene harâbe-i şâm oldu.<br />

Emoğluynan geden gece Kıpçağ’a,<br />

Ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,<br />

Dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,<br />

Meşmemi Han göy atını oynatdı,<br />

Tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.<br />

Heyder Baba, Kara gölün deresi,<br />

Hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,<br />

Orda düşer çil kehliğin feresi,<br />

Ordan keçer yurdumuzun özüne,<br />

Biz de keçek yurdumuzun sözüne.<br />

Hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb<br />

Seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb<br />

Amir Gafar dam daşını kim alıb<br />

Bulak gene gelib gölü doldurur,<br />

Ya kuruyub, bahçaları soldurur.<br />

Amir Gafar seyyidlerin tacıydı,<br />

Şahlar şikar etmesi kıykacıydı,<br />

Merde şirin, nâmerde çok acıydı,<br />

Mazlumların hakkı üste eserdi,<br />

Zalimleri kılıç tekin keserdi.<br />

Mir Mustafa dayı, uca boy baba,<br />

Heykelli, sakkallı, Tolustoy baba,<br />

Eylerdi yas meclisini, toy baba,<br />

Hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,<br />

Mescidlerin, meclislerin görkemi.<br />

Mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,<br />

Guruldardı, buludlu dağlar kimi,<br />

Söz ağzında erirdi yağlar kimi,<br />

Alnı açık, yakşı, derin kanardı,<br />

Yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.<br />

Menim atam süfreli bir kişiydi,<br />

El elinden tutmak onun işiydi,<br />

Gözellerin âhire kalmışıydı,<br />

Ondan sonra dönergeler döndüler,<br />

Mehebbetin çırağları söndüler.<br />

Mir Sâlih’in deli sevlik etmesi,<br />

Mir Aziz’in şirin şahsey getmesi,<br />

Mir Memmed’in kurulması, bitmesi,<br />

İndi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,<br />

Keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.<br />

Mir Abdül’ün aynada kaş yakması,<br />

Çövçülerinden, kaşının akması,<br />

Boylanması, dam-divardan bakması,<br />

Şah Abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,<br />

Hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.<br />

Sitâr’ emme nezikleri yapardı,<br />

Mir Kadir de her dem birin kapardı,<br />

Kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,<br />

Gülmeliydi onun nezik kappası,<br />

Emmemin de, ersininin şappası.<br />

Heyder Baba, Amir Heyder neyneyir<br />

Yakın gene samavarı keyneyir,<br />

Day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,<br />

Kulak batıb, gözü girib kaşına,<br />

Yazık emme, havâ gelib başına.<br />

Hanım emme Mir Abdül’ün sözünü,<br />

Eşidende eyer ağzı, gözünü,<br />

Melkâmıd’a verer onun özünü,<br />

Da’vaların şuhlugılan katallar,<br />

Eti yeyib, başı atıb yatallar.<br />

76 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Fizze hanım Hoşgenâb’ın gülüydü,<br />

Amir Yahya em kızının kuluydu,<br />

Ruhsâre artist idi, sevgiliydi,<br />

Seyid Hüseyn Mir Salih’i yansılar,<br />

Amir Cefer geyretlidir, kan salar.<br />

Seher tezden nahırçılar gelerdi,<br />

Koyun kuzu dam bacadan melerdi,<br />

Emme Can’ım körpelerin belerdi,<br />

Tendirlerin kavzanardı tüstüsi,<br />

Çöreklerin gözel iyi, istisi.<br />

Göyerçinler deste kalkıb uçallar,<br />

Gün saçanda kızıl perde açallar,<br />

Kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,<br />

Gün ucalıb, artar dağın celâli,<br />

Tebietin cevanlanar cemâli.<br />

Heyder Baba, karlı dağlar aşanda,<br />

Gece kervan yolun aşıb çaşanda,<br />

Men hardasam, Tehran’da, ya Kâşan’da,<br />

Uzaklardan gözüm seçer onları,<br />

Hayâl gelib, aşıb keçer onları.<br />

Bir çıkaydım Damkaya’nın daşına,<br />

Bir bakaydım keçmişine, yaşına,<br />

Bir göreydim neler gelib başına,<br />

Men de onun karlarıylan ağlardım,<br />

Kış donduran ürekleri dağlardım.<br />

Heyder Baba, gül konçesi handandı<br />

Amma hayıf, ürek gazası kandı,<br />

Zindegânlık bir karanlık zindandı,<br />

Bu zindanın derbeçesin açan yok,<br />

Bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.<br />

Heyder Baba, göyler bütün dumandı,<br />

Günlerimiz birbirinden yamandı,<br />

Birbirizden ayrılmayın, amandı,<br />

Yakşılığı elimizden alıblar,<br />

Yakşı bizi yaman güne salıblar!<br />

Bir soruşun bu karkınmış felekden,<br />

Ne isteyir bu kurduğu kelekden<br />

Deyne, keçirt ulduzları elekden,<br />

Koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,<br />

Bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.<br />

Bir uçaydım bu çırpınan yelinen,<br />

Bağlaşaydım dağdan aşan selinen,<br />

Ağlaşaydım uzak düşen elinen,<br />

Bir göreydim ayrılığı kim saldı<br />

Ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı<br />

Men senin tek dağa saldım nefesi,<br />

Sen de kaytar, göylere sal bu sesi,<br />

Baykuşun da dar olmasın kefesi,<br />

Burda bir şîr darda kalıb bağırır,<br />

Mürüvvetsiz insanları çağırır.<br />

Heyder Baba, gayret kanın kaynarken,<br />

Karakuşlar senden kopub kalkarken,<br />

O sıldırım daşlarıynan oynarken,<br />

Kavzan, menim himmetimi orda gör,<br />

Ordan eyil, kâmetimi darda gör.<br />

Heyder Baba, gece durna keçende,<br />

Köroğlunun gözü kara seçende,<br />

Kıratını minib, kesib biçende,<br />

Men de burdan tez matlaba çatmaram,<br />

Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.<br />

Heyder Baba, merd oğullar doğginan,<br />

Nâmerdlerin burunların oğginan,<br />

Gediklerde kurdları dut boğginan,<br />

Koy kuzular ayın şayın otlasın,<br />

koyunların kuyrukların katlasın.<br />

Heyder Baba, senin könlün şad olsun,<br />

Dünya varken ağzın dolu dad olsun,<br />

Senden keçen yakın olsun, yad olsun,<br />

Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,<br />

Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.<br />

o<br />

(*) Şehriyâr, İran’da oturur ve Farsça şiirler söylerken;<br />

anası demiş ki; “…Aybalam men annamiyram neçe şiir<br />

deyiysen! Menüm üçün Türki ağızdan deyesen!..”<br />

Azeriler de ana sevgisi çok baskındır… o da, o iklimin<br />

bir nevi kutsal dağı sanılan Heyder Baba’ya yönelip bunu<br />

söylemiş ve yazmıştır. (Dr.M.Reşad kolleksiyonundan)<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 77


İktibas<br />

Mehmet Şevket Eygi<br />

BEN NELER GÖRDÜM<br />

Siz hiç insan büyüklüğünde hamam böcekleri gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz hiç insan büyüklüğünde çok zehirli akrepler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz hiç iki metre uzunluğunda tezek böceklerini gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz insan boyunda kan içen dev sivrisinekler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz konuşan, yazan bilgiç domuzlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz hiç kravatlı, silindir şapkalı, diplomalı kurtlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz papyonlu, fraklı, gümüş saat köstekli tilkiler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz dans eden tavşanlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz doktora yapmış entelektüel sırtlanlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Siz arya söyleyen kara kargalar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />

Evet çok şeyler gördüm.<br />

Berberlik yapan pireler gördüm.<br />

Dellallık yapan develer gördüm.<br />

Yaşı babasından büyük çocuklar gördüm.<br />

Kavağa tırmanan balıklar gördüm.<br />

Aşağıdan yukarı akan sular gördüm.<br />

Altın rengi gök gördüm, portakal rengi deniz gördüm.<br />

Bin kocadan arta kalmış bâkireler gördüm.<br />

Yaşayan ölüler gördüm.<br />

Ölmeden önce ölenler gördüm.<br />

Bütünden büyük parçalar gördüm.<br />

Hayvan gibi insanlar gördüm.<br />

İnsan gibi hayvanlar gördüm.<br />

Ağlaması gerektiği halde gülenler gördüm.<br />

Gülmesi gerekirken ağlayanlar gördüm.<br />

Hiç olan hepler gördüm.<br />

78 OCAK-ŞUBAT-MART 2012


Hep olan hiçler gördüm.<br />

Kırk yıl boyunca namusuyla karı, uyuşturucu satan, hırsızlık yapan namuslu baylar ve bayanlar gördüm.<br />

Sadık köpekler, vefalı kediler gördüm.<br />

Öleceğini anlayınca bir kenara çekilip sessizce can veren kuşlar gördüm.<br />

Vefa gördüm, hıyanet gördüm.<br />

Gün gördüm, gece gördüm, alacakaranlık gördüm.<br />

Muhlis gördüm, münafık gördüm.<br />

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe gördüm.<br />

Tokluktan çatlayıp geberen gördüm, açlıktan kıvranan gördüm.<br />

Güler yüzler gördüm, abus çehreler gördüm.<br />

Saraylarda keyf çatan sefil nankörler gördüm.<br />

İzbelerde yaşayan sultanlar gördüm.<br />

Göklerde, denizlerde, taşlarda esrarlı yazılar gördüm.<br />

Yerden biten yeşillikleri "Vahdehu lâ şerike leh" gûya gördüm.<br />

Zikr eden hayvanlar, böcekler, balıklar, bitkiler gördüm.<br />

Hû çeken dervişler gördüm.<br />

Ayık sarhoşlar, sarhoş ayıklar gördüm.<br />

Çok akıllı deliler, çok kaçık akıllılar gördüm.<br />

Tesettürlü çıplaklar gördüm.<br />

Çok zengin fakirler gördüm.<br />

Çok fakir zenginler gördüm.<br />

Bahar gördüm, yaz gördüm, sonbahar gördüm, kış gördüm.<br />

"Bağ-dehrin hem hazânın, hem baharın görmüşüz<br />

Biz neşatın da, gamın da rüzgârın görmüşüz"<br />

İster inanın ister inanmayın, gerçekten çok ama çok acayip şeyler gördüm.<br />

(Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete /10 Kasım 2011)<br />

İSLAMİ EDEBİYAT VAKFI FAALİYET PROĞRAMI:<br />

1-Prof. Dr. Osman Öztürk: Mahir İz ve Çağdaş Şâirleri tanıtacak. (21.04.2012)<br />

2-Prof. Ahmet Turhan Arslan: Türk ve Arap <strong>Edebiyat</strong>lar arasındaki müşterekler. (26.05.2012)<br />

3-Ali Nar: İslâmi <strong>Edebiyat</strong>ın Tarihçesi ve yeni şiirdeki makbul örneklere işaret. (29.01.2012)<br />

4-Prof. Hasan Akay: Eski ve Yeni <strong>Edebiyat</strong>ımız arasındaki ayrılıklar. (24.03.2012)<br />

5-Doç Dr. Nedim Urhan: Yaygın eğitimde Kur’an Kurslarının yeri ve önemi. (17.02.2012)<br />

6-Prof. Hüsrev Subaşı: Estekik Anlayışımız. (03.03.2012)<br />

İSLÂMİ EDEBİYAT 79


RAUF DENKTAŞ VEFAT ETTİ.<br />

ADI, ESERİ VE ESPİRİLERİ KALDI<br />

1-) Sanıyorum 1995 yılıydı. Sezi Ergun ANAR<br />

61 girişli mülkiyeliler topluluğu olarak yıllık gezimizi KKTC’ye yapmıştık..Asil Nadir’in “her<br />

yerde kar var “şarkısını söylediği ve Sayın Denktaş’ın davetlisi olduğumuz yemekde, tabii bol bol<br />

sohbet edildi ve ev sahibinin Kıbrısla ilgili anlattıklarını dinledik..<br />

Sayın Denktaş bizlere ayrı bir önem veriyordu,çünkü Türkiyenin seçkin bir okulunun mezunları<br />

olarak,önemli görevlerdeydik..nitekim o sırada yine bizim sınıf arkadaşımız Aydan Karahan büyükelçi<br />

olarak orada görevliydi.Samimi bir ortam oluşmuştu.<br />

Topluluğumuzdan bir arkadaşımız çok heyecanlanmış ve duygulanmış olacak ki, Denktaş’a<br />

“keşke siz bizim devlet yöneticimiz olsaydınız” deyiverdi..Ortalık bir anda sessizleşti..<br />

Denktaş durdu ve olanca sakinliğiyle şu yanıtı verdi “ teşekkür ederim, ama benim asılmaya<br />

hiç niyetim yok.”<br />

Sessiz ortam daha da sessizleşti, çıt çıkmıyordu.<br />

2-) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la özel bir röportaj yapmış, ayrı devlet ilanından memnun<br />

olup, olmadığını sormuştum...<br />

“Çocuk gürbüz büyüyor” demiş, böylesi bir karardan duyduğu memnuniyeti dile getirirken,<br />

ailesine ilettiği vasiyetin gazetede yayınlanmasını istemişti...<br />

Durup dururken, ölümüyle ilgili söz etmesine şaşırmıştım...<br />

Doktor Fazıl Küçük’ün Hamitköy’de oluşturulan Anıttepe’ye defnedilmesi sonrasında çevre<br />

sorunlarının giderilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve şöyle demişti:<br />

“Doktorun yattığı Anıttepe, milli mücadelemizi simgeleyen bir yer olarak düzenlenmeli ve<br />

burasının çevresi ile ilgili proje açıklanmalıdır. Ağaçlandırma kampanyası buradan başlatılmalıdır…<br />

Anıttepe ölen her Cumhurbaşkanı’nın defnedildiği bir mezarlık olarak düşünülmemeli… Bu konuda<br />

tüm yetkilileri gazeteniz aracılığıyla uyarmak isterim. Bu vesile ile aileme de ilettiğim bir vasiyetimi<br />

de lütfen duyurunuz. Öldüğüm zaman beni halk mezarlığına gömsünler... Hiç olmazsa gelip, geçen<br />

bir Fatiha okur...”<br />

3-)Kiriyano müzâkerelerde, sürekli yalan söyler:<br />

Denktaş’a bir gün der ki;<br />

-Yahu ben konuşunca yalan söylüyorsun dersin. Sonra düşünüyorum: Nerden biliyor, benim<br />

yalan söylediğimi. Çünkü evet, yalan söylüyordum…<br />

Derki; denedim sen yalan söyleyeceğin zaman sigara dumanını burnunun tek deliğinden çıkartıyorsun.<br />

Bunu görünce tesbit ettim!..<br />

4-)Makaryosla yaptığımız müzâkerelerde; önce onun fotoğrafını çeker, onu gevşetirdim…<br />

Sn. Makaryos, birkaç kere ben tuvalete gidip geldim ama sen hep oturuyorsun. Yoksa o cübbenin<br />

altında bir teşkilat mı var<br />

Cevabı şu oldu: Sen çok çay içtin. Ben içmedim.<br />

İşte böylece muhatabımı gevşetir. Sonra müzâkereye girerdim…<br />

80 OCAK-ŞUBAT-MART 2012

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!