You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
:<br />
.(<br />
56.Sayısına ulaşan (Türkçe) İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Dergisi; birşeylere daha ulaştı:<br />
1- Önce: Dr. Cahit Öney ile; iki şâirimiz üstüne söyleşi.<br />
-Azerbaycan <strong>Edebiyat</strong>ının baş şâiri ŞEHRİYÂR’ın yine ünlü “HEYDER BABA” adlı destanı alındı listeye.<br />
-Şâire ve Ressam Gülşehri Kanyılmaz’ın; mülâkatına ilâveten; şarkı güfteleri ve suluboya resim<br />
harikası tablolarının tanıtımı kondu.<br />
-Melda Özata’nın; “Şâirlerin Leylası” adlı yazısı.<br />
-Şâkir Diclehan’ın “Yavuz Selim” incelemesi.<br />
-Ali Nar’ın “İslâm’ın Üstünlüğü” denemesine ek;<br />
-Şerif Ali’nin (yarı mizahlı) “Sitemim Var” başlığıyla bir Şeyh tiplemesi.<br />
Prof. Turgut Karabey’in “Fuzûli” tanıtması.<br />
2- Sonra: Vehbi Yurt’tan, Ahmet Kanyılmaz’dan (soyadı benzerliği tesadüfidir.)<br />
Bir şiir demeti: (Muhtelif)<br />
Bekir Oğuzbaşaran’dan:<br />
Hikmet Eryılmaz’dan ve öbürlerinden şiir örnekleri.<br />
-Nihayet ünlü şâir Kağızmanlı Hıfzî’den “Sefil Baykuş” şiiri (Halk <strong>Edebiyat</strong> Örneği)<br />
3-En son:<br />
Çevirilen, Mizah Yazılar, Kitap Tanıtımları…<br />
مجلة الأدب الإسلامي التركیة (56 (<br />
بھذا الإصدار بصل إلى العدد من مجلة الأدب الإسلامي التركیة (إسلامي أدبیات)، وتضمن موضوعات مھمة، منھا<br />
وقد تحدث الدكتور جاھد أوناي عن شاعرین من كبار شعرائنا، فقدم في الموضوع الأول: دیوان شاعر آذربیجان الأول (حیدر بابا<br />
وفي الموضوع الثاني قدم لقاء العدد مع الشاعر والرسام (كولشھري قان یلماز) الذي تناول نماذج من نصوصھ الشعریة الغنائیة، ولوحاتھ بالألوان المائیة<br />
وفي العدد سوى ذلك<br />
لیلى الشعراء، للكاتب ملدا أوزات. (مقال)<br />
(یاووز سلیم) السلطان سلیم الأول، للكاتب الدكتور شاكر دجلھ خان.(بحث)<br />
عصر الحضارة الإسلامیة، للأستاذ علي نار رئیس التحریر.(مقال)<br />
من أدب الفكاھة، للأدیب شریف علي.<br />
الشاعر الكبیر (فضولي)، للبروفیسور طورغوت قاراباي.(دراسة)<br />
تشابھ الأسماء..، بین وھبي یورت وأحمد قان یلماز.(مقال)<br />
باقة شعریة متنوعة.(نصوص شعریة)<br />
الفنون الشعریة لدى حكمت أر یلماز وآخرین، للكاتب بكر باشاران.(دراسة)<br />
من الأدب الشعبي: البومة المسكینة، للشاعر الشھیر قاغیزمانلي حفظي. (نص شعري)<br />
وأخیرا: منوعات: من الأدب المترجم، وطرائف وفكاھات، وعرض كتب.<br />
نأمل أن ینال العدد رضا قرائنا الأعزاء<br />
رئیس التحریر<br />
.<br />
:<br />
EDITORIAL<br />
THE Quarterly Review İslamic Literature which recently attained ıts 56 th edition has already gone further to reach<br />
for the new horizons.<br />
1-At the onset: A talk with Dr. Cahit Öney on our two poets.<br />
The following subject matter has been included into the content:<br />
-Well celebrated epic “Heyder Baba” of Şehriyâr, the greatest poet of Azerbaijanı Literature.<br />
-An interview with Gülşehri Kanyılmaz, a poetess and painter as well, and her lyric poetry, and along with it, a<br />
presentation of her water-colored pictures which are of high quality.<br />
-An article called “Şâirlerin Leylası” by Melda Özata.<br />
-An study on “Yavuz Selim” by Şâkir Diclehan.<br />
-An appendix to the essay called “The Superiority of İslâm” by Ali Nar.<br />
Type casting of a sheikh under the title of “Sitemim Var: I have a reproach” (a semi-humoristic work) by Şerif Ali.<br />
“Fuzûli” a blurb by Prof. Turgut Karabey.<br />
2-LATER:<br />
Reflections from Vehbi Yurt and Ahmet Kanyılmaz (An accidental Resemblance of the last names)<br />
-A Bunch of poetry (of many kinds)<br />
-Some bit from Bekir Oğuzbaşaran<br />
-Some samples of poetry from Hikmet Eryılmaz and others.<br />
-A poem by well-known poet Kağızmanlı Hıfzî” The miserable Owl” (An archetype of local color)<br />
3-LATEST:<br />
Translated pieces, Humoristic writings, book promotions…<br />
(56)<br />
.<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
-<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 1
İSLÂMÎ EDEBİYAT<br />
Üç Aylık <strong>Edebiyat</strong> Dergisi<br />
Ocak-Şubat-Mart (56. Sayı)<br />
İslâmî İlimler Kültür ve <strong>Edebiyat</strong><br />
Vakfı Adına: Kurucu / Sahibi ve<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Ali Nar<br />
Yazı İşleri Müdürü<br />
Siyami Akyel<br />
Yayın Kurulu<br />
Prof. Dr. A. Atilla Şentürk<br />
Dr. Cahit Öney<br />
Ali Nar<br />
Şakir Diclehan<br />
Redaktör (Düzelti):<br />
Firdevs Yüksel<br />
İdare Merkezi<br />
Fevzipaşa cd. Feyzullah Efendi sk.<br />
No:4 /3 Fatih /İstanbul<br />
Tel: 0 212 534 32 64- Fax:0 212 621 16 68<br />
e-mail: islamiedebiyat@gmail.com<br />
islamiedebiyat@hotmail.com<br />
Fiyatı: 7,5 Tl.<br />
Yıllık Abone Ücreti: 25 TL.<br />
Öğretmen ve Öğrencilere %25 indirim uygulanır.<br />
Avrupa: 20 Euro<br />
Amerika-Kanada: 30 USD<br />
Posta Çeki Hesabı<br />
Osman Öztürk -458406<br />
Tasarım<br />
İSLAMİ EDEBİYAT<br />
Temsilciler<br />
Erzurum : Prof. Dr. Turgut Karabey<br />
İzmit : Muhammed Karaosmanoğlu<br />
Çanakkale: Mehmet Yılmaz<br />
Fikir ve görüşler sahiplerini bağlar.<br />
Dergimiz, M.E.B. Talim ve Terbiye Kurulu<br />
Yayınları Dairesi Başkanlığının 1407 sayı ve<br />
1989 tarihli yazısıyla tavsiye edilmiştir.<br />
Yayın Türü<br />
Yaygın süreli<br />
Prof.Dr.Osman Öztürk’ün yazısı elimize<br />
ulaşmamıştır. Hoşgörüle…<br />
4 a) İSLÂM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ<br />
b) İSLÂM’IN DÜNYA GÖRÜŞÜ<br />
Ali Nar<br />
10 DR.CAHİT ÖNEY İLE SÖYLEŞİ<br />
Söyleşi: Siyami Akyel<br />
12 GÜLŞEHRİ KANYILMAZ İLE<br />
SÖYLEŞİ<br />
Söyleşi: Naci Terzi<br />
16 ÖLÜM<br />
Gülşehri Kanyılmaz<br />
19 MEHMET AKİF GURBETTE<br />
Melda Özata<br />
25 FUZULİ’NİN BAZI TÜRKÇE<br />
ŞİİRLERİNDE GÖRÜLEN BATİNİ<br />
TEMAYÜLLER<br />
Turgut Karabey<br />
2 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
36 NE GÜZEL UYMUŞ<br />
Bekir Oğuzbaşaran<br />
37 BAB’ÜS SELAM<br />
Firdevs Yüksel<br />
38 TAVAF<br />
Sergül Vural<br />
39 BAĞLAMA KALBİNİ DİL<br />
Hikmet Erbıyık<br />
41 YAVUZ SULTAN SELİM VE ŞAH İSMAİL<br />
Şakir Diclehan<br />
47 AĞLAYAN ÇOCUK<br />
Vehbi Yurt<br />
49 ŞEYDA BÜLBÜL / SEFİL BAYKUŞ<br />
Kağızmanlı Hıfzı<br />
52 GAMLARIM BESTE GİDER<br />
Mustafa Suna<br />
57 BEYTULLAH<br />
FURKAN<br />
Ahmet Kanyılmaz<br />
61 ŞİMDİ ANLADIM EY İSTANBUL<br />
Zehra Cahide<br />
62 DÜŞÜNCE VE EDEBİYATTA<br />
MERKEP TİPOLOJİSİ<br />
Cafer Kumeyha. Çev.Yusuf Tercüman<br />
65 BİR ÖĞRENCİNİN MEKTUPLARI<br />
Nevzat Yüksel<br />
69 KİTAP-DERGİ TANITMA<br />
Katip Sezer<br />
72 ŞAİRE NEBİLE EL HATİBE İLE SÖYLEŞİ<br />
73 HEYDER BABA’YA SELAM<br />
Şehriyar<br />
53 TAHTALI EVLERDEN<br />
TAHTLI KÖŞKLERE<br />
Şerif Ali Minaz<br />
78 BEN NELER GÖRDÜM<br />
Mehmet Şevket Eygi<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 3
Analiz<br />
Ali NAR<br />
a) İSLAM’IN ÜSTÜNLÜĞÜ<br />
“Hakk din budur; en üstün bu olacaktır.” / Mahir İz<br />
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ilk senesinde<br />
bize derse gelen seçkin insanlar vardı:<br />
Ömer Nasuhi Bilmen (Erzurumlu/Ders-i âm)<br />
Ali Üsküdarlı (Kurrâ)<br />
Ahmed Davudoğlu (Fakih)<br />
Nevzâd Ayasbeyoğlu (Felsefeci)<br />
A.Nihad Tarlan (Profesör- <strong>Edebiyat</strong>çı)<br />
Ömer Kirazoğlu (Mimar/Kayserili)<br />
Osman Pazarlı (Eğitimci)<br />
Mahir İz, tasavvuf dersine geliyor ama<br />
hep edebiyat; Arapça, Farsça, Türkçe beyitler,<br />
kıt’alar; medhiyeler, mersiyeler… Heyecan,<br />
yüksek savt ve inandırıcı eda…<br />
İlk dersten itibaren bize hareket düsturları;<br />
düsturların dayanakları, gönlü-müze zihnimize<br />
naklediyor…<br />
Her münasebette; elini masaya vurarak,<br />
gür bir sesle ihtarı bu olurdu:<br />
4 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />
“Hakk Din budur, en üstün bu olacaktır!...<br />
Bütün varlığımla benimsediğim bu ifadeyi,<br />
hamasetle söyleyen bir uyarı gibi zihnimde,<br />
dipdiri tutsam da; yorumu ve dayanağı için<br />
bir teşebbüsüm olmadı sanki!...<br />
Evet en ciddi ve kapsamlı düstur. Ama<br />
niçin ve nasıl<br />
Vaktaki yaşım yetmişi geçmiş; neşredilen<br />
kitaplarımın sayısı yaşımla-atbaşı hizalanmış<br />
olduğu bir senede: Anadolu Gençliğine;<br />
“Dinler Arası Diyalog’un bir fitne (Çağdaş<br />
ama en büyük fitne) olduğunu anlatmaya<br />
başlayacağım sırada, bir gencin güzel ses ve<br />
ahengiyle şu âyet-i kerimeyi (teberrüken)<br />
okumasıyla, aklım yerine oturuyor:<br />
ھُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَھُ بِالْھُدَى وَدِینِ الْحَقِّ لِیُظْھِرَهُ<br />
عَلَى الدِّینِ كُلِّھِ وَ كَفَى بِاللَّھِ شَھِیداً<br />
(Tevbe: 33, shf. 9, Fetih: 28)
“O’dur ki; Resulünü HÜDÂ ve HAK<br />
DİN ile gönderdi ki; bütün dinlere üstün<br />
gelsin!” “Şahid olarak da Allah yeterdir…”<br />
Fetih sûresinde böyle. Öbür ikisinde ise;<br />
varsın müşrikler hoşlanmasınlar…” diye<br />
biter:<br />
-“Allah’ın indinde din İslâm’dır.” (Âl-i<br />
İmran, 19)<br />
-“İslâm’dan başka din arayan, asla makbul(ümüz)<br />
değildir.” (Âl-i İmran, 85)<br />
-“İbrahim ne Musevi, ne İsevidir; O hanif<br />
müslimdir.” (Âl-i İmran, 68)<br />
Âyetleri, bu âyeti özellikle destekler ve<br />
açıklar. Fetih sûresinde ise; 28. âyeti 29. âyet<br />
tamamlar ve “Diyalog Fitnesini imha eder:<br />
Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun<br />
arkadaşları, Kâfirlere karşı şiddetli, kendi<br />
aralarında ise hoşgörülüdürler…<br />
Esas mesele ise, Elmalılı M. Hamdi<br />
Yazır’ın ünlü tefsirinden(1) de ilhamla: İslâm’ın<br />
Üstünlüğü” ana teziyle bakalım:<br />
Fetih sûresinin (ilgili) âyetlerinin tefsirinde<br />
merhum açıklıyor:<br />
a) İslâm’ın bütün dinlerden üstünlüğü<br />
kesin bir bilgi: Son din, Kitabı asla tahrife<br />
uğramamış, Peygamberinin bütün eseri yaşamaktadır.<br />
Hiçbir dönemde zillete düşmemiş.<br />
Birinden biriyle (devlet himayesi) devam<br />
ede gelmiş… Şiarları: Ezan, Cum’a,<br />
Camiler ve Ahkâm… hayatiyetini sürdürüyor.<br />
b) Bütün bunların formülü, işaret olunan<br />
(ve lafzan da tekrar edilen, âyette: Hûda ve<br />
“Hakk Din” dir.<br />
Hûda, İSMET üstünlüğünü remzlendirirken,<br />
Hakk Din de İZZET üstünlüğünü tesbit<br />
eder. Yani birincisi; dinin kitabı bunu saf ve<br />
berrak olduğu, asla hurafe veya ilâve karışmadığını<br />
anlatır. Hak katından yanlışsız<br />
indiği gibi, indikten sonra da asla bir ekleme-çıkarma<br />
olmamıştır. Kitap İsmetini korurken;<br />
onun tebliğ eden Peygamberin İsmeti<br />
de aynen korunmuştur. Onun bütün sünneti,<br />
şanı, şöhreti lekesiz olarak bize ulaşmıştır.<br />
Sorulur; ondan başka hangi Peygamberin<br />
eseri ve hüviyyeti aslıyla yaşatılmış ve bugüne<br />
ulaşmıştır Hiçbiri!.. Hatta ulu’l-azım<br />
Peygamberlerin bile çevresi, efsanelerle kuşatılmıştır:<br />
Çünkü, önce kitapları tahrif<br />
edilmiş:<br />
Kitap tahrifinin çeşitli sebepleri vardır.<br />
Meselâ o dönemlerde insanın tam olarak<br />
rüştüne ermemiş olması… Yani her Peygamber<br />
ve ümmeti, insanlığa birçok şeyler<br />
öğretegelmiş… Birikimler, Asr-ı Muhammedî<br />
insanına olgun olarak ulaştırmış: Teknik,<br />
sosyal, dini ve ahlâki bazı kurallar, insanı<br />
bir yeni ve daha olgun tebliğe hazır hâle<br />
getirmiş. Bütün eski din uluları da yeni bir<br />
dünya görüşüyle insanlığı sapkınlıklarından<br />
kurtaracak; İsmet ve İzzet sahibi bir rehberin<br />
gelmesini müjdeliyordu…(2)<br />
Bütün bunların özü “Adalet”ti; zulmün,<br />
haksızlılığın, ehliyetsizliğin ilgası, ehliyeti<br />
olanın işe el koyması demekti. Hadid sûresi:<br />
25. âyetinde bu ilke en geçerli yan destekleriyle<br />
ortaya konuyordu… “…Peygambermucize-otorite<br />
ve hakkın korunması…”<br />
-“Nisa: 105”te adil yargı, yasal yönetim…<br />
-Bakara sûresinin son âyetinde: kişinin<br />
gücünün yetmediğiyle sorumlu olmayacağı,<br />
-Necm sûresinde insanın asıl kazancının<br />
(olumlu-olumsuz) hep kendi el-emeği ile<br />
olacağı.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 5
Yine Bakara’de, dinde zorlama olmadığı,<br />
herkesin kendi hür iradesiyle dinini seçeceği;<br />
“Çünkü insanlığın artık rüştüne erdiğini…”<br />
bildiriyordu.<br />
Beşeri rüşt döneminde; Hûda ve Hak din<br />
gelecek. Öyle olmasa; insanlığı Allah’ın, en<br />
güzel kıvamda halk ettiği insanı tersine yürütmek<br />
olurdu.<br />
İşte saf ve temiz, hep birinci kalite; hep<br />
fayda, hep yüceltici ilkeler gelecekti âyetlerde…<br />
Geldi ve insanlar ona koştu. Üstelik en<br />
üstün edebi bir dil ve üslupla geliyordu, düstur<br />
olan âyetler.<br />
Çatı örüldü ve en aziz, en şerefli din (Nizam)<br />
kuruldu. Yayıldı. Dünyayı tuttu. Endülüs’ten-Endonezya’ya<br />
uzanan âleme hâkim<br />
oldu. Bu da izzet üstünlüğü idi.<br />
Bu üstünlük yönetim biçiminde de sürüp<br />
geldi:<br />
Hulefâi Raşidinde devlet tam oluştu.<br />
Emeviler, fetihlerle otoriteyi yaydı.<br />
Abbasiler medeniyeti yaydı, müsbet ilimde<br />
dünyaya öncülük etti…<br />
Gazneliler, Karahanlılar, Harzemşahlılar,<br />
Memluklar, bölge bölge kurumlar oluşturdu…<br />
Selçuklular ayak yerini genişletti.<br />
Osmanlı ise; Batıda İslâm’ın İZZET<br />
ÜSTÜNLÜĞÜNÜ tepe noktasına vardırdı.<br />
(Osmanlı Padişahı)<br />
Doğuda da Babür devleti aynı varlıkta yarıştı<br />
(Hint Padişahı)<br />
İran Şahlığı da bu Padişahlıkların arabulucusu<br />
gibiydi.<br />
Onun içindir ki; Osmanlının çözülme<br />
döneminde bir şâir İslâm Ummetini dört ana<br />
bölümde düşünerek bir nazım kurdu: (Bunu<br />
da yine Mahir İz merhumun kültüründen<br />
aktarıyoruz.)<br />
“İran Beraber (Tipik bir yapı ve devlet)<br />
Turân Beraber (Adriyatikten-Sedde kadar üç<br />
kıtalık bir şilte)<br />
Afgan Beraber (Afgan’ın yalçın toprağından-<br />
Honkonga kadar uzanan bir yapı.)<br />
Urban Beraber (Endülüs’ten Endonezya’ya kadar<br />
ânâ dil ve kültür)<br />
Allah bizimle her an beraber,<br />
Allah bizimle vallah beraber…”<br />
Bu dört ana unsur, gönül bağına rağmen<br />
bütünleşemedi ve Batı üstüne HİLALLİ<br />
SEFERİ çıkaramadıysa; bu da kaderdir!..<br />
Yaşadığı sanılan Musevilik ve İsevilikse;<br />
manada ölü, madde de saldırgan diri kaldı.<br />
Ama İsmet üstünlüğü de İzzet üstünlüğü<br />
de İslâm’da Kur’an’da- Muhammed’de (s.a.)<br />
kaldı.<br />
Vesselam.<br />
Dipnotlar:<br />
(1) Bu tefsiri, Eğitimini İslâm beldelerinde yapmış gençlerin de<br />
içinde bulunacağı bir hey’ete teklif ediyorum: Arapçaya çevirin.<br />
Ebussuud tefsiri gibi itibar göreceği ve hizmet edeceği ümidiyle<br />
çağrı yapıyorum…<br />
(2) Öbür âyetler: “Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler,<br />
(herhalde) onlar katında izzet (şeref-makam) umuyorlar: Hâlbuki<br />
izzet tamamiyle Allah’a ait. (katındadır)” (Nisa: 139)<br />
“Onların (ters) beyanları seni üzmesin: Çünkü izzet (ve şeref)<br />
tamamiyle Allah nezdindedir. O semi ve âlimdir.” (Yunus: 65.)<br />
“(Münafıklar) diyorlar ki; Eğer Medine’ye dönersek elbet (izzetli)<br />
güçlü olan zayıfı oradan çıkaracak! Hâlbuki izzet Allah’a<br />
Resulüne ve Müminlere hastır. Ama münâfıklar bunu anlamaz…”<br />
(Münafıkun: 8)<br />
Özel Not:<br />
Tanınmış hatip bir düğün töreninde konuştu ve onun önünde<br />
konuşan Milletvekili ve Bakanlara (öbür hocalara işaretle) “Ulemanın<br />
ve Ümeranın ikbâle erdiğini gördük. Peki İslâm’ın ikbâl (ve<br />
izzeti) nerede diye sordu Biz de onu tasdik ve tebrik için kaydediyoruz:<br />
Evet, her (idealist görünen) kişi dünyalığını ikmal ederken; İslâm’ın<br />
izzetine nasıl hizmet etmekte olduğunu göremiyoruz.<br />
o<br />
6 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
) İSLÂM’IN DÜNYA GÖRÜŞÜ<br />
İslâm’ın getirdiği NİZAM’ın bilgi kaynağı; Kur’an (vahy-i metlüv), Sünnet<br />
(tebliğcinin uygulamalı açıklaması) bir de (müşterek akıl diyebileceğimiz)<br />
İcma-i Ümmettir. Ferdi içtihat ve yorumlar, münferit mes’elelere dayanır<br />
da; İcma’ küllü ve kesin kurallara götürür. Ve yakîn bilgi verir. Bunun adı<br />
(ve özü) akıl ve akli çözüm konursa, dayanağı da tabii olarak, zekâ, hafıza<br />
ve imâl-i fikr akışına destek, duyumlardan gelecektir.<br />
Önce İSLÂM:<br />
İnsanlığın adaletle yaşamasını sağlayacak,<br />
Allah’ın son nizamıdır. Yasama Allah’tan,<br />
yorum ve uygulama yönetme ve yargı (Son<br />
Nebi ve) Resülünden. Bu nizam; hem dünyada<br />
uygulanır, insanı huzur ve şerefle yaşatır.<br />
Hem de bu üstün şahsiyetle Ahretini<br />
mamur eder...<br />
Sonra DÜNYA GÖRÜŞÜ:<br />
Varlığı, insanı ve olayları yorumlama;<br />
teklif ve tedbirler sunma… Bu, felsefenin<br />
konusu sayılırsa, felsefe de; “bütün ilimlerin<br />
vardığı kesin sonuçların örgüleştirilmesi,<br />
sistemleştirilmesidir…” denir.<br />
Varoluşculuk, şüphecilik, akılcılık (rasyonalizm),<br />
kritisizm (tenkitçilik), faydacılık,<br />
deneycilik, izafiyecilik, sezgicilik (…) gibi;<br />
bilginin dayanak ve değerini arayan ve bulduğunu<br />
savunan düşünce akımlarının yanında<br />
bir de; insanı ve onun mutlu yaşamasının<br />
yolunu bulmak iddiasındaki yorumlar<br />
vardır:<br />
Faşizm (otoriter rejim), Sosyalizm (eşitçi<br />
rejim) [ya da onun disiplinci uygulaması<br />
Komünizim],( Demokrat-Hürriyetçi) Kapitalizm<br />
veya Liberalizm…<br />
Bu üç ideoloji; dünyada uygulanma alanı<br />
bulmuş ve insanların bir gözünü güldürürken<br />
öbürünü ağlatmıştır!..<br />
Ama üç büyük iddianın (varsa haklı yönlerinin)<br />
toplamı İslâm’ın cemaat namazında<br />
gözlenebilir. Ve eğer bunlara rejim (devlet<br />
zihniyeti) denirse; İslâm’ın görüşüne de şahsiyetçi<br />
görüş adını vermemiz uygun olur.<br />
Çünkü meselâ cemaat namazında insan kitlelerinin<br />
özendirildiği, mutluluk va’deden<br />
iddiaların hepsi bir kompozisyon içindedir:<br />
Hürriyet, Eşitlik ve (haklı/adaleti koruyacak)<br />
Otorite/disiplin…<br />
Üç görüşün uygulanışı, bir arada uyumlu<br />
ve barışıktır. Hâlbuki toplumda bu üç ideolojinin<br />
kavgası vardır… Bu yaşanmaktadır.<br />
-Namazda İmam otoriteyi temsil eder.<br />
Cemaatin durumu eşitliği temsil eder.<br />
Abdesti bozulanın, bırakıp gidebilmesi,<br />
hatta yanılan imama müdahale hakkı da<br />
hürriyeti (ya da diyelim demokrasi) simgeler.<br />
***<br />
İnsanı ve toplu yaşamayı sembolize eden<br />
(remzlendiren) girişimiz sathi de olsa bir şey<br />
verdiyse; köke inebiliriz:<br />
İslâm’ın getirdiği NİZAM’ın bilgi kaynağı;<br />
Kur’an (vah-yi metlüv), Sünnet (tebliğcinin<br />
uygulamalı açıklaması) bir de (müşterek<br />
akıl diyebileceğimiz) İcma-i Ümmettir.<br />
Ferdi içtihat ve yorumlar, münferit<br />
mes’elelere dayanır da; İcma’ küllü ve kesin<br />
kurallara götürür. Ve yakîn bilgi verir. Bunun<br />
adı (ve özü) akıl ve akli çözüm konursa,<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 7
dayanağı da tabii olarak, zekâ, hafıza ve<br />
imâl-i fikr akışına destek, duyumlardan gelecektir.<br />
Beş duyuya ek olarak Haber var… Başka<br />
bir ifadeyle dinin ilmi kaynağı olan VAHİY,<br />
bütün bilgilerin yolunu (önünü) aydınlatacaktır.<br />
Hepsinin öz nüktesi, İlm-i Kelâm’ın başlangıç<br />
cümlesidir:<br />
-Hakikatü’l-eşyâ’i sâbitetün: Eşya-varlıkmadde<br />
bir gerçektir. Yani içinde yaşadığımız<br />
âlem ve biz gerçekten varız.(1) Biz var isek,<br />
bir vâreden de vardır. O yüce güç ve irade<br />
ise, insanı Rasulleri ve sonuncusu<br />
aracılığiyle kâmil bir dine/nizama layık görmüştür.<br />
İslâm’ın dünyaya bakışı (görüşü) böyle<br />
başlar ve biter: Son nokta; yaratıcı (külli)<br />
kudret ve onun hâkimiyeti. Hâkimin koyduğu<br />
kurallar; insanı en üstün varlık diye sunar<br />
ve her nesneyi ona göre ayarlar…(2)<br />
Ve insanın yeryüzünde var oldukça hakkına<br />
tecavüzü ve kendisinin hakka tecavüzünü<br />
önleyici kanun ve bu kanunu uygulayacak<br />
otoriteyi belirler…<br />
Bu durumda İslâm’ın Dünya görüşüne,<br />
âdet gereği, bir isim vermek gerekirse<br />
“ŞAHSİYETÇİ DÜNYA GÖRÜŞÜ” deriz.<br />
Yani kişiyi (ferdi) eğitip, şahsiyet yapar. Bu<br />
şahsiyet (kişilikli fert) kurallara harfiyen<br />
uyar: Yani müttekidir.(3)<br />
Böylesi fertlerden şahsiyetçi toplum oluşur:<br />
İki hakka sahip çıkar:<br />
Allah’ın (sanki nizamın hakkı) ve<br />
HUKUKULLAH Kul’un Hakkı: HUKUK-U<br />
İBÂD…<br />
Fert, kendi hakkını koruduğu gibi (aynı<br />
hassasiyetle) nizamın ve fertlerin haklarını<br />
da korur. Yani bu şuur ve iradeyle yaşar. Bu<br />
kişilikteki toplumun doğuracağı otorite adil<br />
devleti kurar ve murad-ı ilâhideki; Her nefsin<br />
lâyık olduğuna ulaşmasından ibaret olan<br />
adalet tahakkuk ve tecelli etmiş; yani<br />
Risalet ödevini yapmış ve hedefine varmış<br />
olur.(4)<br />
İnsan:<br />
İslâm’ın tanıttığı eşref-i mahlûk, iki üstünlüğe<br />
erdirilerek şahsiyet olur. Ve bu üstün<br />
şahsiyetle de; zulmün esamesini bırakmayan<br />
adalet iklimini kurar.<br />
Birincisi; İsmet üstünlüğüdür: Doğuştan<br />
(yaratılışta) tertemiz, günahsız ve iyiliğe<br />
namzed olarak yaratılmıştır: “…Biz insanı en<br />
güzel kıvamda yarattık (Tıyn sûresi: 4)<br />
“…Biz Âdemoğlunu tekrim ettik / şereflendirdik…”(İsra:<br />
70)<br />
İkincisi; İzzet üstünlüğüdür: “İzzet, Allah’ın,<br />
Resulünün ve mü’minlerindir…”<br />
(Münafıkun:8)<br />
***<br />
Bir genelleme yaparak, “İslâm Nedir!” diye<br />
sorarsak; ilim dünyamızın müşterek cevabını<br />
koyarız ortaya:<br />
İslâm:<br />
İmanda-Tevhid (Tek hâkim kudret,<br />
Adil-i Mutlak’a bağlanmak)<br />
Amelde-İhlâs (Her işte nefsi çıkar değil,<br />
sistemin ve toplumun yararına uygun eylem)<br />
Fertte-Liyâkat (Bir seviye, beceri ve nimeti<br />
hak etme ehliyeti…)<br />
Toplumda Emniyet (Her hususta güvenli<br />
toplum)’a ulaşınca;<br />
Devlette Adalettir Adaleti hâkim kılacak<br />
yönetim gelir.(5)<br />
Bir başka şema: Tevhid-Risalet-İtaat-<br />
Adalet…<br />
Burada özellikli olan İTAAT’tır: Adil başa’dır<br />
bu itaat… Zalime değil!<br />
Bir üçüncü tanzim: Ahlaklı (İsmet ve izzet<br />
sonucu) olmanın temelleri:<br />
8 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Hikmet: Her şeyin hakikatini kavrayıp<br />
anlatacak zekâ ve anlayış…<br />
Şecaat: Hakkı olduğu gibi eğip bükmeden-söyleme<br />
ve savunma yürekliliği.<br />
İffet: Dünyalığa (karşıcins, paraya, makama<br />
ve şöhrete düşkünlükten sakınabilme)<br />
dayanıklı olmak…<br />
Adalet: Bu üç fazilete sahip olanın durumudur…<br />
Görüldüğü üzre, her müsbet gidişin (silsilenin)<br />
varış noktası Adalettir. Ve esası koyalım:<br />
Kur’an-ı Kerim’de Hadid sûresi; 25. âyet:<br />
“Biz (bütün) Resullerimizi gönderirken mucizelerle<br />
destekledik, onlara; Kitap ve Nizam<br />
indirdik ki; insanlar, adaleti hâkim kılsın.<br />
(Bunun için de) Demiri indirdik! Onda çok<br />
zararlı yönlerle beraber faydalı özellik de var!<br />
Esasen, Allah ve Resulüne kim tavizsiz destek<br />
olacak bilinsin…”<br />
Burada, “Demir” silah, o da otoriteyi yani<br />
devleti işaret eder… Devlet Adaletin<br />
koruyucusu olacaktır…<br />
Bu devlette; Kardeşlik, Hürriyet ve Adalet<br />
gerçekleşecek.<br />
Toplum ve fert ise şu beş hedefi bulacak:<br />
Sırayı şöyle düzeltiriz.<br />
1) Akıl Güvenliği (Din nizam esas gaye)<br />
2-) Can Güvenliği(Ona diri insan gerek)<br />
3-) Nesil Güvenliği (Akla sahip olmak)<br />
4-) Mal Güvenliği (Neslin sürmesi gerek)<br />
5-) Din Güvenliği. (Bunların da “mala”<br />
dayanması söz konusu…)<br />
Son Söz:<br />
İşte, buraya kadar özetlenen dünya görüşünün<br />
(ma’hût tabiriyle) finali, bu beş hedefin<br />
tahakkukudur.<br />
Beş güvenlik: Can, Akıl, Nesil, Mal ve<br />
Din. Esasen Din Güvenliği varsa, öbürleri de<br />
ister istemez vardır.<br />
B.M.in o otuz küsur (şişirme) programı,<br />
böyle özetlenir: Haberiniz olsun; yönetime<br />
talib olanlar!..<br />
Bunlar yoksa; orada devlet ve hükümet<br />
yoktur.<br />
Din yoktur.<br />
İnsan ve insanlık da yoktur!.<br />
Dipnotlar:<br />
(1) Varlık izâfi (relatif) değildir. Aklımız ve duyumlarımız<br />
farklı olsa, onlar da farklı olmazdı; ne ise odur. Yine<br />
hiçbir oluş sebepsiz değildir; her oluş kendiyle beraber veya<br />
önceki olayın sonucu veya devamıdır…<br />
(2) İslâm’ın Nasslarından (K.S.) kapalı (hafi) metinlerle;<br />
dışarıdan gelen etkiler sonucu; üç zihniyet oluşmuştur:<br />
Cebirci anlayış (Kişi ne yaparsa, Allah yaptırır. Bu yüzden<br />
sorumluluğu da yoktur.<br />
Akılcı hürriyetçi anlayış (!) itizâli anlayış: İnsan her şeyi<br />
serbest iradesiyle ve kendisi yapar.<br />
Sûnni (İtidâli) anlayış. İnsan tercih eder, Allah da verir<br />
yapar. Onun için de sorumludur.<br />
(3) Takvâ; Allah’ın kurup, Peygamberin uyguladığı tarzıyla,<br />
ilkelere sadakattir. Taklitten çok tahkik tarzıdır.<br />
(4) Asr-ı Saadettekinden sonra, kâmil mânâda bu adalet,<br />
Fatih Sultan Mehmet Döneminde gerçekleşmiştir.<br />
Fatih’in de, İstanbul kadısı ve belediye başkanı Hızır Bey<br />
tarafından yargılanışı. Fatih’in, esnafı denediğinde, herkesin<br />
komşu hakkına saygılı olduğunu tesbiti vâkidir…<br />
(5) Rasulullah (a.s.), Hatim Tainin oğlu Adiy bin Hatiple<br />
olan muhaveresinde, ona üç soru sormuş ama kendisi<br />
cevap vermiştir: Göreceksin bu ümmet öyle olgunlaşacak<br />
ki;<br />
1-Zekât vereceksin alan olmayacak (ihtiyaçsızlık)<br />
2-Kadisiyeden bir kadın tek başına Kâbeyi ziyârete gelecek<br />
ve kimseden korkmayacak.<br />
3-Bu ümmetin orduları, Kisranın saraylarını atlarıyla<br />
çiğneyecek… Bu cevaplardan sanki en pratik tarzıyla;<br />
İslâm’ın toplumda gerçekleştireceği (gerçekleştirdiği) üç<br />
hedef sayılmıştır: İç güvenlik, Dış güvenlik ve Mali denge…<br />
o<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 9
Söyleşi<br />
Söyleşi: Siyami Akyel<br />
DR.CAHİT ÖNEY İLE SÖYLEŞİ<br />
Tabip, röntgen mütehassısı (aruz) şâir ve bestekâr Cahit Bey ile;<br />
kaybettiğimiz (dergimizin yazarı) şâirler; Ömer Faruk Turgut ve<br />
Mehmet Nar’ın şiiri üzerine konuştuk.<br />
Muhterem üstad, şâir Ömer Faruk<br />
Torgut ve Mehmet Nar’ı bizzat tanıdınız mı<br />
Yoksa İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergimizde yayımlanan<br />
yazı ve şiirlerinden mi tanıyorsunuz<br />
-Şâir ve yazar Ömer Faruk Torgut ve<br />
Mehmet Nar merhumları eserlerinden tanıyorum.<br />
-Bu iki merhumun eserlerini, genel olarak,<br />
İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergisinde okuduğunuz eserler<br />
ortamında sizce mevkii ne olmuştur<br />
- İslâmi <strong>Edebiyat</strong> dergimizde yayımlananlarla<br />
karşılaştırdığımda bu iki merhumun<br />
eserleri, benim estetik ölçülerime göre<br />
ortalamanın üstündedir.<br />
-Özellikle bu ikili, 1960’taki darbeyi izleyen<br />
günlerde, Denizli’de 5.000 kişilik, Yd.<br />
Sb. Öğretmen talimgâhında tanışıp arkadaş<br />
olduğunu da hatırlatarak, diyelim ki;<br />
a) Şiir sitillerinde benzerlik veya müştereklik<br />
var mıdır<br />
b) Şiirin ana teması bakımından yakınlık<br />
var mı<br />
c) Üslup ve dil yönünden (uydurma dil,<br />
sade dil, eski dil) benzerlikler var mıdır<br />
d) <strong>Edebiyat</strong>/Sanat yönünden; sadelik,<br />
özenti.. Hangisi daha belirgindir<br />
e) Vezin-Kafiye yönünden değerlendirme-niz<br />
nasıl olur (Kafiye yok, ya da güçlü<br />
olarak var.)<br />
-a) Şiir sitillerinde/üsluplarında, müştereklik<br />
derecesinde benzerlik mevcuttur.<br />
b) Ana temaları bakımından şiirlerinde<br />
yakınlık/ayniyet vardır. Ana temalarının<br />
unsurları: İnançları; Anadolu’nun harap,<br />
bakımsız, üzücü, isyan ettirici manzarasıdır.<br />
c) Her ikisi de, büyük çoğunluğun anlayacağı<br />
sade dil kullanmıştır. Her ikisi de,<br />
halkımızın konuştuğu dili kullanmıştır. Ayniyet<br />
arz eden düşüncelerinin, duygu-larının<br />
halkımızca anlaşılması için bunu gerekli<br />
görmüşlerdir.<br />
d) <strong>Edebiyat</strong> / Sanat yönünden sadeliği<br />
seçtikleri belirgindir.<br />
10 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
e) Vezin-Kafiye yönünden, karşılaştırmalı<br />
görüşüm şöyledir:<br />
Ömer Faruk Turgut merhum serbest vezni,<br />
Mehmet Nar merhum hece veznini tercih<br />
etmiştir.<br />
Ömer Faruk Turgut merhum, serbest<br />
vezni seçtiği için olsa gerek, inancını, fikirlerini,<br />
duygularını açıklayan şiirlerinde kafiyeye<br />
önem vermemiş, bağlı kalmamıştır.<br />
Mehmet Nar merhum, hece veznini (çoklukla<br />
6+5, 4+4+3 duraklı olanlarını) tercih<br />
ettiğinden kafiyeye önem vermiştir; kafiyeleri<br />
hatasızdır, şiirin diğer kelimelerine benzer<br />
olarak sadedir; kafiyelere uygun/bağlı konuşmamış,<br />
diyeceklerine uygun kafiye seçme<br />
başarısını göstermiştir. Necip Fazıl Kısakürek<br />
de bu hususta bir örnektir. Bu konuyu<br />
bilmek yetmez; kafiyelendirme ilmini de<br />
bilmek gereklidir.<br />
Vezin, kafiye açısından sonra, edebî<br />
san’atlar yönüne de bir göz atmak isterim:<br />
Ömer Faruk Turgut merhum Tedâî başlıklı<br />
şiirinin I. Bölümünde Temmuz sıcağında<br />
Diyarbekir’de cümlesini 2 yerde kullanmıştır<br />
ve II. Bölümde de Zülküfül dağının<br />
eteğinde cümlesini de 3 defa kullanmıştır.<br />
Bu; Tekrîr san’atının bilinçli olarak kullanıldığını<br />
ifâde eder. Tekrîr san’atına klasik örnek,<br />
Süleyman Çelebi’nin Mevlidinin Merhabâ<br />
bahridir.<br />
Mehmet Nar merhum Kıl Aba başlıklı<br />
hikâyesinin ilk sahîfasında Teşhîs San’atı 4<br />
defa kullanılmıştır. Teşhis san’atı; cansız<br />
nesnelerin canlı gibi gösterilmesi, konuşturulması<br />
san’atıdır.<br />
“Batı Torosların eteğine tutunmuş yürüyorduk.”,<br />
“… akşam sessizliğinin üzerimize<br />
yürüdüğü bir an..”, “Gecenin karanlığı bizim<br />
bu sohbetimizden yararlanarak, yapacağını<br />
yapmıştı.”, “Artık karanlığın kucağındaydık.”<br />
-Şiirler genel olarak; modern ya da klasik<br />
şekilde midir: Bu durum şiirlere derinlik<br />
kazandırıyor mu<br />
-Ömer Faruk Turgut merhumun şiirleri<br />
modern tarzda, Mehmet Nar merhumun<br />
şiirleri ise klâsik tarzdadır. Fakat dile getirdikleri<br />
fikirler, duygular aynıdır. Şöyle bir<br />
benzetme yapabilirim: Bir müzisyen bir türküyü<br />
bağlama ile çaldıktan sonra, bir de<br />
keman ile icrâ eylemiştir!<br />
-İki şâirin hayat ve ölüme bakışı ve alâkası<br />
nedir<br />
-Halkımızın büyük çoğunluğu hayat ve<br />
ölüme nasıl bakmakta ise, halkımızın bağrından<br />
çıkan Ömer Faruk Torgut merhum<br />
ile Mehmet Nar merhum da aynen öyle<br />
bakmışlar ve ifâde etmişlerdir.<br />
-Şiirlerinde; ideoloji, inanç ve siyâset<br />
hangisi nasıl temas eder ve okuyucuya nasıl<br />
seslenir.<br />
-Şiirleri inanç merkezlidir. Yunus Emre<br />
merhumun “ete,kemiğe büründüm” dediğini<br />
hatırlatırcasına, her ikisi de inançlarını (şiir,<br />
hikâye/KISSA, hece vezni/serbest vezin,<br />
kafiye, halk dili..) VASITAsı ile ifadeyi millî<br />
görev sayarak yerine getirmişlerdir.<br />
-Başka neler dersiniz<br />
-Merhum Mehmet Nar için, Mef’ùlü<br />
fâilâtü mefâîlü fâilün vezninde yazdığım beyt:<br />
Dünyâda nâmı “Nâr” idi ömrünce Mehmed’in;<br />
Kabrinde, âhiretde mükâfâtı “Nùr” ola<br />
vefatını müteakip İslâmi Edebayat’da yayımlanmış<br />
idi<br />
Cenab-ı Hak, Ömer Faruk Turgut ve<br />
Mehmet Nar merhumların kabirlerini pür<br />
nùr, makamlarını Cennet eyleye.. Amin<br />
o<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 11
Söyleşi<br />
İslami <strong>Edebiyat</strong><br />
GÜLŞEHRİ KANYILMAZ İLE<br />
SÖYLEŞİ<br />
Şiire her zaman merakım vardı. Eskiden öğrenciliğim sırasında dolmuşlarda<br />
güzel sözler yazılırdı. Dolmuşların camlarında yazılan bu yazılar, bende ilk<br />
şiir kıvılcımlarını oluşturdu. Bu yazıları defterime yazardım.<br />
Kendinizi kısaca tanıtır mısınız<br />
-Ben 1948 yılında Yozğatın Sarıkaya ilçesinin<br />
Kayapınar köyünde dünyaya geldim.<br />
Dedelerimiz 93 harbinde Osetya’dan göç<br />
ederek Yozgatın bu güzel şirin köyüne Kafkasya’ya<br />
benzediği için yerleşmiş. İlçemiz<br />
kaplıcalarıyla meşhur güzel bir yerdir. Ayrıca<br />
pazarıyla nam salmıştır. İlköğretime Kayapınar’da<br />
başladım. İkinci sene babamın işi<br />
nedeniyle Kayseri’ye taşındık. İlköğretime<br />
burada devam ettim. Ortaokul ve liseyi de<br />
Kayseri’de okudum. Kayseri Lisesi’nden<br />
1963 yılında mezun oldum. Kayseri Lisesi<br />
çok güzel eğitimi çok kaliteli bir liseydi. Burada<br />
çok değerli hocalarımız vardı. Bizi iyi<br />
yetiştirdiler hepsini saygı ile anıyorum.<br />
-<strong>Edebiyat</strong> Fakültesine girdiğinizi biliyoruz.<br />
Fakülteye ne zaman girdiniz kimlerden ders<br />
aldınız<br />
- Üniversiteye İstanbul Üniversitesi Fen<br />
<strong>Edebiyat</strong> Fakültesi Türkoloji bölümünde<br />
1970 yılında başladım. Bölümümüzde çok<br />
değerli hocalarımız vardı. Prof. Ali Nihat<br />
Tarlan Hocam bize sadece bir dönem ders<br />
verebildi. Kendisini çok severdik tam bir<br />
İstanbul Beyefendisi idi. Aynı dönemde bize<br />
ders veren diğer hocalarımızdı onuni gibiydi<br />
her biri çok asil insanlardı. Sınıfta her birimiz<br />
hocalarımızın azından çıkacak her kelimeyi<br />
sabırsızlıkla beklerdik sınıfta çıt çıkmazdı.<br />
O dönemde bize ders veren hocalarımızdan<br />
Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş,<br />
Muharrem Ergin, Sadettin Buluç Ahmet<br />
Caferoğlu, Mehmet Kaplan, Prof. Fahir İz,<br />
Abdülkadir Karahan, Ali Alpaslan, Amil<br />
Çelebi, Mehmet Çavuşoğlu ve diğer hocalarımız<br />
hepsi ayrı ayrı değerler taşımaktaydılar.<br />
Hepsinden feyz aldık Allah onlardan razı<br />
olsun.<br />
-Hocam mezuniyet tezinizin konusu neydi<br />
Tezi yöneten hocanız kimdi<br />
-Mezuniyet tezimin konusu Bâki’nin<br />
“Mevahibül-Ledünniyye Tercümesi” dir.<br />
Tezimi yöneten Prof. Dr. Faruk Kadri<br />
Timurtaş hocamdı. Ayrıca tezimi bitirmemde<br />
Ahmet Topaloğlu hocamın da büyük<br />
emekleri vardır.<br />
-Sizin üniversiteye başladığınız yıllar öğrenci<br />
olaylarının hareketli olduğu yıllardı<br />
değimli hocam<br />
-Evet öğrenci olaylarını hareketli olduğu<br />
yıllardı. İnşallah o yılları ve ona benzer hadiseleri<br />
bir daha yaşamayız. O yıllarda hayatını<br />
kaybeden arkadaşlarımız olmuştu.<br />
-Gülşehri hocam edebiyat fakültesinden<br />
mezun olduktan sonra İstanbul İmam Hatip<br />
Lisesinde Türkçe, <strong>Edebiyat</strong> öğretmeni olarak<br />
çalıştınız ve bu okulda başörtüsünden soruşturma<br />
geçirdiniz bu nasıl oldu<br />
12 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
-İlk tayin olduğum okul Büyük Çekmece<br />
Lisesi idi. Büyük Çekmece Lisesi çok güzel<br />
bir okuldur fakat o yıllarda yol yok araba yok.<br />
Bu lisede Bulgaristan ve Yunanistan’dan<br />
gelen Türk öğrenciler de vardı. Öğrenciler<br />
derslerle ilgili idiler bu okul her öğretmenin<br />
kalmak isteyeceği türden güzel bir okuldu.<br />
Fakat o yıllarda ulaşım kolay sağlanamadığı<br />
için kendim de Fatih’te oturduğumdan dolayı<br />
İstanbul İmam Hatip Lisesine geldim.<br />
Burada başörtüsünden dolayı soruşturma<br />
geçirdim. On sene gibi bir zaman aralığında<br />
maalesef mesleğimden ayrı kaldım.<br />
-Daha sonra öğretmenliğe devam ettiniz<br />
mi<br />
-Evet öğretmenliğe devam ettim. Öğretmenlik<br />
sevilmeyecek meslek değil, bugün<br />
geriye dönüp baktığımda her mevkide bulunan<br />
öğrencilerimle karşılaşınca öğretmenlik<br />
yaptığıma gerçekten şükrediyorum.<br />
-Bugün emekli öğretmen olarak şiir yazdığınızı<br />
biliyorum. Şiirlerinizden söz edermisiniz<br />
Şiir yazmaya nasıl başladınız<br />
-<strong>Edebiyat</strong> ve şiiri ben Kayseri Lisesi’ndeki<br />
öğretmenlerimizin sayesinde sevdim ve ilk<br />
kıvılcımlar zaten oluşmaya başlamıştı. Ardından<br />
üniversiteye gelince zaten bizim üniversite<br />
hocalarımızdan bir kısmı şiir yazıyordu.<br />
Mesela Prof. Ali Nihat Tarlan ve Mehmet<br />
Çavuşoğlu Hocalarımız bize kendi yazdıkları<br />
şiirleri okumuşlardı. Hatırlıyorum.<br />
Bizi devamlı şiir yazmaya araştırma yapmaya<br />
teşvik ederlerdi. Bazı konulara dikkat çekerlerdi.<br />
Şiir yazsanız, hikaye ve roman araştırması<br />
yapsanız gibi… Türk Dili <strong>Edebiyat</strong>ı<br />
bölümünde birçok şairi tanıyorsunuz. Şiirlerini<br />
tahlil ediyorsunuz. Orada Yunus Emre’yi,<br />
Mehmet Akifi, Ziya Gökalpi, Yahya Kemali,<br />
Tevfik Fikreti ve şiirlerini tahlil etikten sonra<br />
ister istemez birşeylere yöneliyorsunuz.<br />
Benim şiire her zaman merakım vardı, eskiden<br />
öğrenciliğim sırasında bazı sözleri ve<br />
kendi şiir denemelerimi defterime yazardım.<br />
Benim şarkı formunda denemelerim var.<br />
Henüz kitaplaşmadılar. İnşallah zamanla<br />
olacak diye gayret ediyorum.<br />
-Gülşehri hocam, emekli edebiyat öğretmeni<br />
olduğunuzu biliyoruz. Ama çok güzel<br />
resimler yapıyorsunuz. Resim yapmaya nasıl<br />
başladınız<br />
-Resim yapmaya öğretmen olarak çalıştığım,<br />
okula öğrencilere resim dersi vermek<br />
için gelen Ressam Nevin Çetin Hanım’ın<br />
teşviki ile başladım. Okula ilk geldiği<br />
gün, kendisi ile tanıştım. Benim de resim<br />
yapmamı önerdi. Ayaküstü bir balerin resmi<br />
çizdirdi. Hocam çok güzel çizdiniz sizde yetenek<br />
var diyerek, beni resim yapmaya teşvik<br />
etti. O günden bugüne 16 senedir resim<br />
yapıyorum.<br />
-İlk serginizi ne zaman nerede açtınız<br />
-İlk resim sergisini, resim yapmaya başladığımız<br />
öğretim yılı sonunda öğretmen ve<br />
öğrencilerin çalışmalarından oluşan karma<br />
sergi olarak Maltepe Belediyesi’nin salonunda<br />
açtık.<br />
-Çalışmalarınız daha sonra nasıl devam<br />
etti<br />
-Ertesi yıl, “Maya Grubu” adıyla bir grup<br />
kurduk. Çalışmalarımıza grup olarak devam<br />
ettik.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 13
-Başka sergiler açtınız mı<br />
-Evet “Maya Grubu” olarak İstanbul’un<br />
çeşitli yerlerinde sergiler açtık.<br />
-Gülşehri hocam kişisel sergi açtınız mı<br />
-İki kişisel sergi açtım.<br />
-En son serginizi nerede, ne zaman açtınız<br />
-En son sergiyi 2010 yılında İstanbul Modern<br />
Sanatlar Galerisinde açtık.<br />
-Hocam, sizin kalem işi eserlerinizde var<br />
değil mi<br />
-Ben aynı zamanda 3 sene İslami Sanatlar<br />
Akademisi’nde kalem işi eğitimi aldım. Çünkü<br />
resmi yan kollarla beslemek lazım.<br />
-Kalem işi nedir<br />
-Kalem işi tavan süsleme sanatıdır. Biz bu<br />
sanatla ilgili çalışmalarımızı tuval üzerine<br />
uyguladık. Bunun dışında minyatürde çalıştım.<br />
-Gülşeheri hocam Yıldız Porselen Fabrikasında<br />
da bir dönem bulundunuz, orada ne<br />
yaptınız<br />
-Yıldız Porselen Fabrikasında fayans üzerine<br />
resimler yaptım. Ayrıca porselen üzerine<br />
özel tasarımlarımla çalışmalarda bulundum.<br />
-Resim yapmayı seviyorsunuz ve tabii sıkılmıyorsunuz<br />
-Asla sıkılmıyorum. Renklerin arasına<br />
girmek bana haz veriyor.<br />
-Hocam gençlere resimle ilgilenmelerini<br />
tavsiye eder misiniz <br />
-Kesinlikle, meslekleri ne olursa olsun,<br />
mutlaka sevdikleri bir sanat dalı ile ilgili<br />
olsunlar. Böylece ruh sağlıklarını daha iyi<br />
korumuş olurlar. Sanat insanın yalnızlığını,<br />
kederini dağıtır. Bir işe yaradığınızı hissediyorsunuz,<br />
mutlu oluyorsunuz. Sizin tasarladığınız<br />
bir şeyin, imzanızın başka bir mekanda<br />
yer bulmasından daha güzel ne olabilir<br />
-Hocam neden resim, neden <strong>Edebiyat</strong>la<br />
ilgili bir şey yapmıyorsunuz<br />
<strong>Edebiyat</strong>a dair şarkı formunda bazı denemeler<br />
yazıyorum. Belki ilerde bir roman<br />
da yazarım. Belli mi olur. Ben çalışmayı çok<br />
seviyorum. Neden olmasın Belki birgün o<br />
da olur.<br />
-Evliliğiniz nasıl bir tanışmayla gerçekleşti<br />
ve kaç çocuğunuz var Onlar ne ile meşgul<br />
veya meşhurdur<br />
-Evliliğimiz okul yıllarında yani üniversite<br />
yıllarında tanışmamız sonrası gerçekleşti. İki<br />
oğlumuz var. Büyük oğlum Ahmet finans<br />
eğitimi aldı. Ahmet resimle ilgileniyor. İkinci<br />
resim sergisinin hazırlıklarını yapıyor. Küçük<br />
oğlum Mehmet, işletme eğitimi aldı.<br />
Aynı zamanda Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde<br />
ses eğitimi aldı. Yani her iki oğlum da<br />
sanatla ilgilidir.<br />
o<br />
14 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
GÜLŞEHRİ KANYILMAZ’IN YAĞLIBOYA TABLOLARI VE PORSELEN İŞLEMELERİNDEN ÖRNEKLER<br />
Değerli yazarımız şair-ressam Gülşehri Kanyılmaz’ın yağlı<br />
boya tablolarının resimleridir. Asıllarını satın almak isteyenler,<br />
telefonla ulaşabilir!.. Cep Tel: 0532 287 03 02<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 15
Şiir<br />
Gülşehri Kanyılmaz<br />
ÖLÜM<br />
Ölüm sonsuz bir uyku derler:<br />
Kim dalmak ister, karanlık dipsiz bir kuyuya<br />
İstemez elbet, yaşayanlar<br />
Dalmak, karanlık bir uykuya<br />
AYRILIK<br />
Her günahtan kaçarak<br />
Bir yere varamasın<br />
Adımı anmayarak<br />
Beni atlatamasın<br />
Hep hayalin gözümde<br />
Canlanınca özümde<br />
Seni düşlediğimde<br />
Ateş olup yakarsın<br />
Umuttur hep yaşatan<br />
Sevgiye susayanı<br />
Beni anlayamasan<br />
Hiç aşık olamasın<br />
16 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
VEFASIZ<br />
Ne yüzünü görüyorum<br />
Ne sefanı sürüyorum<br />
Vefasızlığın yüzünden<br />
Sefaleti yaşıyorum<br />
Seni sevenler bulunmaz<br />
Derdine çare olunmaz<br />
Nedir Senden çektiklerim<br />
Hiçbir halin af olunmaz<br />
Aman artık çekilmesin<br />
Kalbe rehavet vermesin<br />
Vefasızlıktır mesleğin<br />
Artık kendine gelmesin<br />
HASTA<br />
İnlerim inlerim hasta yatakta<br />
Kendimi bulurum yalnız odamda<br />
Yalancı Dünyanın salıncağında<br />
Nasıl oyalanır sallanırım ben<br />
Ümidim kalmadı tükendim artık<br />
Dostlarıma veda ederim artık<br />
Cennet hurmasından yerim artık<br />
Nekadar avunur sallanırım ben<br />
HASRET<br />
Ah ettikçe içim yanar<br />
Yokluğun beni yalar<br />
Kim demişki hatıralar<br />
İnsanı maziye bağlar<br />
Kendimi verdim ben yele<br />
Feryatlarım sindi göle<br />
Gözyaşım karıştı sele<br />
Beni ne maziye bağlar<br />
Avunamam ben duramam<br />
Yad ellerde bulunamam<br />
Seni her an özlüyorum<br />
Maziden kopardı bağlar<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 17
SİTEM<br />
Yapılan iyiliği görmezden geldin<br />
Kötüyü izledin, kem göze girdin<br />
Ne olurdu biraz beni sevseydin<br />
Benimle birlikte mutlu olsaydın<br />
Sevgidir insanı, yeşerten hep sevgi<br />
Görgüdür kemale erdiren görgü<br />
En zayıf insanlık hisleri bile<br />
Anlardı aşkımı sen anlamadın<br />
Her zaman çağrımı yeniledim ben<br />
Elini vermedin, dinlemedin sen<br />
Boşuna çırpındım bunca seneler<br />
Her şeyi süpürüp kaçan evinden<br />
PİŞMANLIK<br />
Sevgiydi beni sana bağlayan<br />
Tutkundu gönlümü yaralayan<br />
Birlikte iyi paylaşamayan<br />
Sonunda hiçi paylaşır inan<br />
Sen mutluluğu beklediğin an<br />
Ayrılık sonu hazırlan bir an<br />
Dönüp arkana baktğın zaman<br />
Mazide kalır iki ağlayan<br />
İTİRAF<br />
Sensiz yaşamayı öğrenemedim<br />
Sensiz bu diyardan ayrılamadım<br />
Kalbime sözümü dinletemedim<br />
Vallahi kalbimin sultanı sensin<br />
Her zaman işveli her dem tazesin<br />
Gördüm güzellerin bir tanesisin<br />
Sırtını dönemez hiçbir sevgili<br />
Vallahi kalbimin sultanı sensin<br />
18 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Tanıtma<br />
Melda Özata<br />
MEHMET AKİF GURBETTE<br />
Mehmet Akif: -Bu on kıt’alık şiir Kahraman ordumuza armağandır.<br />
O benim değil, Milletimindir, ödül alamam demiş.<br />
Mehmet Akif’e, Ankara’da, Hacettepe’de,<br />
Tacettin dergahında bir yer vermişler. Orada<br />
bir odayı ikametgah olarak kullanmış.<br />
Hatta İstiklal marşını orada yazmış, derler.<br />
Mehmet Akif, Saman pazarından dergaha<br />
kadar her gün yürürmüş.<br />
Bir gün yine dergahta sohbet sırasında<br />
Erzurum meb’ûsu Ziya bey:<br />
-Azizim, sanki neden İstiklal marşı ödülünü<br />
almadan sırtında bir palton bile yok.<br />
Alsaydın hem bana borcunu öderdin demiş.<br />
Mehmet Akif:<br />
-Bu on kıt’alık şiir Kahraman ordumuza<br />
armağandır. O benim değil, Milletimindir,<br />
ödül alamam demiş.<br />
O zamanlar T.B.M.M.’de Mahir İz zabıt<br />
kâtibiymiş. O ve arkadaşları, Hasan Basri,<br />
Müftüzade Abdülgaffar efendi, Münir<br />
Ertegün, Mehmet Akif’ten Arapça, Hadis,<br />
Fıkıh dersleri alıyorlarmış.<br />
Derslerin dışında Mehmet Akif Anatol<br />
Frans’tan Değirmenimden Mektubları ve<br />
Viktor Hugo’dan da Sefilleri Türkçe’ye çeviriyormuş.<br />
Farsçadan’da Hafızın Divanını<br />
okutuyormuş. Muhammed İkbal’den<br />
Lanerisini, Peyami Meşrıktan Zeburi Acem<br />
kitaplarını açıklıyormuş.<br />
Yunanlılar Anadolu’dan çıkarılınca<br />
Sebilülreşad dergisine yapılan destek birden<br />
bire bitmiş. Her hafta çıkan dergi ayda bir<br />
çıkmış. Sonra iki ayda çıkar olmuş. Geçim<br />
sıkıntısıyla karşı karşıya kalan Mehmet<br />
Akif’in ne bir işi, Ne emekli aylığı varmış.<br />
Can güvenliği bile yokmuş.<br />
Arap birliği sekreteri Abdurrahman<br />
Azzam paşa, İstiklal Marşından dolayı<br />
Mehmet Akif’i tebrik etmek için İstanbul’a<br />
gelmiş.<br />
Ama onu ihtiyaçlar içinde görünce hem<br />
şaşırmış, hem de çok üzülmüş. Ve<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 19
-Akif Bey, Kahirede Türk-dili edebiyatı<br />
bölümünün kadrosu boş. Size zor mu gelir,<br />
yorulur musunuz bilmem, demiş.<br />
Akif memnuniyetinden adeta uçmuş.<br />
Çoluğunu ve çocuğunu almış Mısır’a götürmüş.<br />
Ve gurbeti yaşamaya başlamış. Ayrıca<br />
Kur’an-ı Kerim çevirileriyle uğraşıyormuş.<br />
Orada memleket hasreti çekerken Vahdet,<br />
Gece, Hicran, Secde Hakikât, adlı şiirlerini<br />
yazmış.<br />
Orada Hilvandaki bir kahvede oturur, serinlermiş.<br />
Çay içer, nargile fokurdatırmış.<br />
Nil nehri boyunca gider, gelir, suları seyredermiş.<br />
Evine dönünce de Tamburi Cemil Bey’in,<br />
Şerif Muhittin’in (Safiye Ayla’nın eşi) taş<br />
plaklarını dinlermiş. Camileri, kütüphaneleri,<br />
müzeleri gezermiş.<br />
Neyzen Tevfik’ten ney üflemeyi talim<br />
etmiş, öğrenmiş. Musikinin hayatında ayrı<br />
bir yeri varmış. Musiki için, Allah’a giden<br />
merdivenlerdir, dermiş. En çok ta Viyana<br />
klasiklerini, Mozart’ı dinler, Neyzen Tevfik’ten<br />
öğrendiği parçaları üfler, gamını dağıtmaya<br />
çalışırmış.<br />
Kahire’de düzenli bir hayatı varmış. Hasretini<br />
memleketteki arkadaşları Mithat Cemal,<br />
Ali Ekrem, Hüseyin Avni, Hasan Basri,<br />
Fatih Gökman, Rüşen Ferit, Asım Şakir’le<br />
mektuplaşarak gidermeye çalışırmış. Buradaki<br />
Hilvan’daki yaşayışını da yalnızlık, köşeye<br />
çekilmek diye yorumluyormuş. Çünkü<br />
haftada iki kere Kahire’ye derse gidiyormuş.<br />
Ama para düşüncesi olmadan yaşadığı için<br />
memnunmuş.<br />
Lâkin vatan hasreti, gurbet acısı çekiyormuş.<br />
Bu acının dışında 1935 kışında ona kol<br />
kanat olan her zaman yanında olan Hâmisi<br />
Abbas Hallim Paşanın ölümüyle son derece<br />
sarsılmış.<br />
Abbas Halim Paşanın ölümünden sonra<br />
Mısır’da kalamayacağını anlamış…<br />
Aynı yıl Mehmet Âkif de hastalanmış.<br />
Yataklara düşmüş. Önce sarılık olmuş. Sonra<br />
siroz. Bir de sıtma tutmuş.<br />
27 Aralık 1936’te vefat etmişse de kabri<br />
gönüllerimizdedir…<br />
(Kaynak: Dr. Mehmet Sılay. Mehmet Âkif Seyahatlerinden.<br />
Erguvan yay.)<br />
o<br />
KAYSERİNİN İLK DERGİSİ<br />
Kayseri’de ilk yayınlanan dergi Sebil-ülreşadmış,<br />
sahibi Eşref edip bey. Dergi 1921<br />
yıllarında yayına girmiş.<br />
Eşref Edip bey hakkında fazla bilgi bilinmiyor.<br />
Bilinen bilgiler Mehmet Akif’le olan<br />
hatıralarından ibaret.<br />
Çörçil “Bombalayın, tarayın, ateş edin şu<br />
Müslüman Türkler zaten insan sayılmazlar<br />
diye bağırırken…<br />
1915 Mart tarihinde Çanakkale savaşı<br />
başlamış, toplar, mermiler… ve ölen nice<br />
gencecik askerler…<br />
On kişilik bir grup Eşref Kuşcubaşı başkanlığında<br />
Haydarpaşa Medine demir yolu<br />
hattıyla içlerinde Mehmet Akif’in de bulunduğu<br />
Arabistan yolculuğuna çıkmışlar. Medine<br />
demir yolu hattının küçük bir tren istasyonunda<br />
konuklamışlar.<br />
Orada kalırlarken kısa bir zaman sonra<br />
Enver Paşa, Eşref beyi telsizle aramış muştular<br />
vermiş.<br />
- Çanakkale savaşında “Elhamdülillah<br />
ordumuz muzaffer oldu, düşman mağlup,<br />
mahcup, yaralı, geri çekiliyor, diyerek<br />
Bu haber hepsini son derece sevince<br />
boğmuş. Eşref bey çığlık çığlığa yeri göğü<br />
inletirken Akif’le sarılıp öpüşmüşler gözyaş-<br />
20 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
ları içinde kumların üzerine çökmüşler.<br />
Tekbirlerle şükretmişler bu vecid hali<br />
Akif’de çok uzun sürmüş, ertesi sabaha kadar<br />
kumların üstünde yüzü gözü toprak içinde<br />
ağlar haldeymiş. Arkadaşları onu kumların<br />
üstünden zorla kaldırmışlar. Meğer o<br />
anmış ki Çanakkale Şehitleri destanını yazmış.<br />
“Şu boğaz harbi nedir var mı dünyada eşi<br />
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi” diye<br />
başlayan<br />
“Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber<br />
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber”<br />
diye biten destan…<br />
İşte Dünya edebiyat tarihinde ne yazılmış,<br />
ne yazılabilir şiir. Duygu, düşünce, ifade,<br />
dil… bakımından.<br />
Eşref bey o geceyi şöyle anlatıyor:<br />
“Ay Bedir halindeydi. Çöl gecelerinin<br />
parlak yıldızlı göğü sanki zaferimizin şerefine<br />
aydınlanmış gibi. Efsane ışıklar altındaydı.<br />
Güneşi unutturacak kadar parlaktı. Akif<br />
istasyon binasının arkasında çöl gecesinde,<br />
hurma ağaçlarının arasında inim inim inliyor,<br />
ağlıyordu, uykusuz hıçkırıklı bir geceden<br />
sonra.<br />
Sabah kahvaltıdan sonra henüz bedevi<br />
kabileleri geçmeden Akif.<br />
-Artık ölsem de gam yemem, demiş. Eşref<br />
bey,<br />
-O nasıl söz, Allah ömürler versin, sen<br />
daha millete ne hizmetler edeceksin, kardeşim<br />
Akif!..<br />
-Bir şeyler karaladım, bak bakalım beğenecek<br />
misin, demiş ve Çanakkale destanını<br />
uzatmış.<br />
Beğenmemek ne söz, hayran olmuş…<br />
Sebil-ül-reşad dergisi zaman zaman kapatılmış<br />
ise de devam etmiş, Çünkü milli kuvvetleri<br />
desteklediğinden çoğu kapasın istemiş.<br />
Etraf Yunanlılarla çevrili, kendini savunamayan<br />
çoluk çocuk, yaşlı nice insan telef<br />
olurken…<br />
Akif 1920 yılının Ocak ayında dergi idarehanesinden<br />
içeri girmiş. Tam o sırada<br />
Serezli Hafız Eşref beye<br />
- Kalk gidiyoruz, haydı hazırlan,<br />
demiş.<br />
- Nereye<br />
- Ege bölgesinde, Kuvayi Milli<br />
karargâhına, Balıkesir’e demiş<br />
- Hemen hazırlanıyorum.<br />
Mehmet Akif, Eşref Bey, bir öğretmen,<br />
bir ilim adamı, gazeteci Hasan Basri yola<br />
çıkmışlar. Bu haber yayınlanınca halk olayı<br />
coşkuyla karşılamış, şehrin en büyük camisi<br />
olan Zağanos Paşa camiinde konuşma yapmış.<br />
Çarşılarda, mahallelerde, tellallarla,<br />
davullarla haber verilmiş.<br />
- Ey millet, duyduk duymadık<br />
demeyin, Sebilülreşad heyeti burada,<br />
Balıkesir’de, Mehmet Akif de bugün<br />
Cuma namazından sonra Zağanos<br />
ağa camiinde halka hitap edecek.<br />
Mehmet Akif o gün “Alınlar terlemeli”<br />
şiirini okumuş. Ahali coşmuş. Etrafı saran<br />
Yunan işgalinin verdiği umutsuzluğun yoğun<br />
olmamasını, tek vücud olmalarını telkin<br />
etmiş.<br />
Sonra da Eşref Beyle beraber, İstanbul’a<br />
dönmüşler.<br />
Eşref Bey’in çıkardığı Sebilülreşad büyük<br />
millet meclisinin irtibat bürosuymuş adeta.<br />
Dergi Anadolu’ya, Mısır, Kırım, Trakya hatta<br />
Hint Müslümanlarının ülkesine kadar<br />
postalanırmış.<br />
Bir gün Şükrü Bey içeri girmiş. Akif karşılamış.<br />
-Hoş geldiniz, demiş.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 21
-Ankara’dan sizi çağırıyorlar, demiş.<br />
Sonra nasıl gideceklerini kararlaştırmaya<br />
başlamışlar. Çünkü hiç yol güvenliği yokmuş.<br />
İstanbul İngiliz işgal kuvvetlerinin baskısındaymış.<br />
Geçmek zormuş.<br />
Plan yapmışlar, Şükrü Bey’le Akif Üsküdar’dan,<br />
karadan gidecekler, Eşref Bey idarehanedeki<br />
işleri yoluna koyduktan sonra<br />
Karadeniz vapuruyla İnebolu’ya çıkacakmış,<br />
sonra Kastamonu üzerinden Ankara’ya gidecekmiş.<br />
Bu durum çok tehlikeli olduğu için Mustafa<br />
Kemal Akif’i özel ulaklarla Ankara’ya<br />
almak istemiş. İşgalcilerin İstanbul’da olmalarından<br />
buna da imkân yokmuş.<br />
10 Nisan 1920’de M. Akif, büyük oğlu<br />
Mehmet Emin, Ali Şükrü Ankara’ya birlikte<br />
gitmişler. Bu yolculuğu sadece Eşref Bey<br />
Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul biliyormuş.<br />
İngiliz işgalciler Ankara istikametindeki<br />
Adapazarı yolunu tutmuş, ahaliye eziyet<br />
ediyorlarmış. Binbir zorlukla Geyve boğazına,<br />
oradan seyyar tamir vagonlarıyla bazı<br />
bekovillerle, bazı yaya, bazı öküz arabalarıyla<br />
önce Eskişehir’e oradan Ankara’ya gitmişler.<br />
Geyve Eskişehir arası 195 Km.<br />
Onların geldiğini duyan Mustafa Kemal,<br />
Akif’i, Eşref’i, tren istasyonunda karşılamış.<br />
Bir saat konuşmuşlar.<br />
Hiçbir gazete veya dergi memleketine<br />
Sebilülreşad kadar büyük hizmet etmemiş.<br />
Kalem gücüyle, söylevlerle milli mücadeleye<br />
destek olmuş, halkla bütünleşmiş.<br />
Eşref Bey milli mücadeleye bizzat katılmış,<br />
teşkilatlar kurmuş. Bu durum devrin valisini<br />
rahatsız etmiş, isyan diye yorumlamış, Eşref<br />
Bey’i Sinop’a sürgün etmeye kalkmış. Bunu<br />
duyan Akif kendisini hemen Kastamonu’ya<br />
tayin ettirmiş. Bir ay kadar Kastamonu’da<br />
kalmış. Bu zaman içinde Nasrullah camiinde<br />
halka Sevr antlaşmasını anlatmış. Daha sonra<br />
Eşref Bey’le beraber Ankara’ya dönmüşler.<br />
Bu Kastamonu hitabesi olarak 25 Kasım<br />
1920 sebilülreşad dergisince çoğaltılmış,<br />
bütün Anadolu’ya dağıtılmış, 464 üncü sayısı<br />
olarak tekrar tekrar yayınlanmış.<br />
Ayrıca 467’nci sayı olarak Ankara’da,<br />
daha sonra 490’ncı sayı olarak Kayseri’de<br />
tekrar tekrar basılmış.<br />
5 Şubat 1921’de İstiklal Marşı Yarışması<br />
yapılmış. Hamdullah Suphi Bey yarışmaya<br />
katılması için ısrar etmiş.<br />
Bu arada Sebilülreşad’ın 491’nci sayısıyla<br />
dergi yayınına devam ediyormuş. Ve Akif’in<br />
Leyla’sı yayınlanmış. Daha sonra Gece,<br />
Vahdet şiirleri basılmış.<br />
1925 Mayısında ise Eşref bey tutuklanmış.<br />
İstiklal mahkemesince tutuklanmış, idamla<br />
yargılanmaya başlamış. Yargılanmış ama 13<br />
Eylül 1925’te beraat etmiş. Kurtulmuş.<br />
On kişilik bir grup Akif, Eşref bey ve diğer<br />
Arkadaşlarıyla Haydarpaşadan Medine<br />
demir yoluyla Necid çöllerine giden trene<br />
binmişler. Riyad’da Reis Suud bin Abdulaziz<br />
ile görüşeceklermiş meğer. Ama Abdulaziz<br />
Riyad’ı terk etmiş. Görüşmek istemediğini<br />
hoş olmayan bir şekilde böylece belirtmiş.<br />
Onca yolar, onca zahmetler, kum fırtınaları,<br />
onların sık sık yer değiştirmeleri, kervanların<br />
kumlar altında kalıp kaybolmaları,<br />
kızgın güneş, gündüz gölgede 60 dereceyi<br />
bulan korkunç sıcaklar, susuzluk, susuzluk…<br />
yorgunluk…<br />
Ama ne var ki o necid çöllerinde o büyük<br />
şiir Çanakkale destanı doğmuş.<br />
Kaynaklar:<br />
Hasan Basri Çantay, Akifname, Erguvan yayınları<br />
Ömer Rıza Doğrul, Safahat, İnkilap Kitapevi<br />
Dr. Mehmet Sılay, Seyyahı beyaban, Erguvan yayınevi<br />
o<br />
22 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
ŞÂİRLER VE LEYLÂLARI<br />
Hiç kuşkusuz herkesin gönlünde bir Leylâ<br />
vardır. Ama bu Leylâlar farklıdır.<br />
Fuzuli’nin Leylâsındaki amca kızına kavuşmayan<br />
hem tıbben akraba evliliğini doğru<br />
kılar, hem de platonik aşkı anlatır.<br />
Kavuşamayan ve umutsuzluktan kendinden<br />
geçip çöllere düşen Mecnun, kurtlar,<br />
kuşlarla yaşar. Bu arada öyle bir rûhû evrim<br />
geçirir ki; gerçeklerden uzaklaşır. Kızın güzelliğine,<br />
o güzelliğin yaratıcısına âşık olduğunu<br />
anlar. Bu güzelliğe o hisse Leylâ adını<br />
takar. Artık sevdiği o Leylâ değildir. Gönlündeki<br />
Leylâdır.<br />
Öyle ki, bir gün karşılaştıkları zaman<br />
Mecnun Leylâyı tanımaz. Hatta red eder. Ve<br />
bu Allah’ın takdiridir, diye düşünür.<br />
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Leylâsı ise<br />
gerçek değildir. Şiirinde:<br />
“Bu akşam rüyamda Leylâyı gördüm”<br />
Derdini ağlarken yanan bir muma” diyor.<br />
Yani onun Leylâsı da gerçek değil. Rüyalarda<br />
bir Leylâ devam ediyor.<br />
“İpek saçlarını elimle ördüm” demesi<br />
“Ve bir kemend gibi taktım boynuma”<br />
kendim ettim kendim buldum. İdam sehpasındaki<br />
kemend, boyna takılan…<br />
“Bu akşam rüyamda Leylâyı gördüm”<br />
“Leylâ alâgözlü bir çöl ahûsu<br />
Saçları bahtından daha siyah<br />
Kurmuş yine sevda yolunda pusu<br />
Döktüğü gözyaşı çektiği ah’tır”<br />
Tanpınar’ın Leylâsı gözyaşı döker, çöllerde<br />
sevdaya pusu kurar. Bu hangi sevdadır ki.<br />
“Bir damla inciydi kirpiklerinde<br />
Aşkın ıstırapla dolu rüyası<br />
Bir başka güzellik var kederinde<br />
Bir başka âlem ki rûhunun yası<br />
Sessiz incileşir kirpiklerinde”<br />
Rûhunun yası nedir, şâir bilir bunu kapalı<br />
bir anlatım, şâirane. Tanpınar rüyalara çok<br />
önem veren bir şâirmiş, insan rûhunun derin<br />
sırları ve geleceği rüyalarda gizlidir dermiş.<br />
Mehmet Kaplan onun için “kendi içinde<br />
ve şiirlerinde kendisinin bildiği gizli bir<br />
âlemde mustarip ve mes’ud yaşadı” diye yorum<br />
yapıyor.<br />
Âkif’in Leylâsına gelince, onun Leylâ şiiri<br />
24 beytten ibaret. Âkif bu şiiriyle âdeta yoğunlaşmış,<br />
son derece gerçekçi. Çünkü o<br />
devirde şeriatın yanlışlarını yazan, yanlış<br />
hükümlerle karısını boşayan, sonra da<br />
HÜLLE yapan toplum dertlerini yazan bir<br />
başka şâir yoktur. (Hülle sinirlenip karısına<br />
–Seni telâkı selâsiyeyle (üç kere anlamına)<br />
boşadım derse, eski usule göre o erkek karısından<br />
boşanırmış. Ancak bir başkasıyla bir<br />
gece beraber olduktan sonra kadın evine<br />
dönebilirmiş.<br />
“Medeni kanundan önce, Süleymaniye<br />
camiinin etrafında hülleciler bulunurmuş.<br />
Bunlar kör, topal, kılıksız, kıyafetsiz bir alay<br />
garibanlardan olur para karşılığı şeklen beraber<br />
gibi davranırlarmış. (bu bilgi babamın<br />
İstanbul Muallim Mektebinden sınıf arkadaşı<br />
Ressam Malik Aksel’dendir)<br />
Âkif gerçekçidir ama onun Leylâsı ütopik<br />
bir düşüncedir. Bu uzun şiirden birkaç beyt:<br />
“Helâl olsun o kurbanlar o kanlar tek sen ey Leylâ<br />
Görün bir kerecik, ye’s etmeden Mecnunu istilâ<br />
Cemaatler kalendir, Kâbeler haclen… gel ey Leylâ<br />
Gel ey candan yakın, cânân ki gaiplerdesin hâlâ<br />
Bu nazın elverir, Leylâ in artık in ki bâlâdan (yüksekten)<br />
Muhabbet bir bahar olsun, yanmış yurda Mevlâdan”<br />
Bu Leylâ şiirinde çağdaş ilmi İslâmi düşünceyle<br />
birleştirip ideal ile gerçek arasında<br />
bir denge kurmak arzusu görülür.<br />
Âkif iki yıl Fransa’da, iki yıl Almanya’da<br />
kalmış. Fransızca ve Almanca öğrenmiş,<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 23
doğu dillerinin dışında, okur, yazar, konuşurmuş…<br />
1789 Fransa’sının ve 1881’de Bismark’ın<br />
kurduğu Alman birliğinden çok etkilenmiş.<br />
Ve bir İslâm Birliği kurmak istemiş. Bir dava<br />
adamı olan Âkif akıl ve hüsnün temsilcisidir.<br />
Yarınlarda ve her zaman ve her yerde bir ışık.<br />
Orta Asya’daki Yâkut Türklerinin içli bir<br />
öksüz kız masalı varmış. Dilden dile dolaşan<br />
bu masala göre:<br />
“Bir öksüz kız su taşırmış sırıkla<br />
Omuzları acırmış, ağlarmış hıçkırıkla<br />
Üşür seslenirmiş, kutsal ay, ne olursun beni al<br />
Buraya gel, suya dal, eş yap beni kendine, göğe<br />
sal” dermiş.<br />
Kız aya hep yalvarırmış, yardıma çağırırmış, sesi<br />
göğe varırmış.<br />
Çok soğuk bir geçeymiş, kız yine suya gitmiş.<br />
Ay o gece kız için yere inmiş.<br />
Kızı almış, tâ…… evine götürmüş.<br />
Ay her dolun olduğunda bu kız aydan gülümsermiş.”<br />
Yahya Kemâl’in Leylâsında acaba bu öksüz<br />
kızdan bir etki var mıdır, bilinmez sırdır.<br />
“Gece Leylâyı ayın ön dördü<br />
Koyda tenha yıkanırken gördü<br />
Kız vücudun ne güzel böyle açık<br />
Kız yakından göreyim sahile çık<br />
Baktı etrafına ürkek ürkek<br />
Dedi –Tenhâda bu ses n’olsa gerek<br />
Kız vücudun sarı güller gibi ter<br />
Çık sudan kendini üryan göster<br />
Aranırken ayın olgun sesini<br />
Soğuk ay öptü beyaz ensesini v.s.<br />
Soldu günden güne sessiz soldu<br />
Dediler hep –Kıza bir hal oldu v.s.<br />
Bir sabah söyledi son sözlerini<br />
Yumdu dünyaya elâ gözlerini v.s.”<br />
24 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />
<strong>Edebiyat</strong>ımızın Çınarlarından Divân şâiri<br />
hocamız Bekir Sıtkı Erdoğan’ın çağrı adlı<br />
dörtlüğü<br />
“Nâyım, bir uzun çağrı ki gam çağlar içinde<br />
Bir derdime binlerce lisan ağlar içinde<br />
Bilmez beni, Mecnuna bir efsane diyenler<br />
Leylâmı yitirdim nice Leylâlar içinde.”<br />
(Y. K.)<br />
o<br />
BAHARI BEKLERKEN<br />
Kış ortası güneş, bir ikram oldu<br />
O ılık havaya, gönlüm ram oldu<br />
Cıvıldaşan kuşlar, yapraksız dallar<br />
Sönen günle yine bir akşam oldu<br />
Koptu bir gün daha takvim yaprağı<br />
Koptu gönlüm ile bir tamam oldu<br />
Güzeldi yaşamak, her şeye rağmen<br />
Zaman geldi nefes ki haram oldu<br />
Gönül kuşu hikmet ile uçarmış<br />
Baharı beklerken serencan oldu<br />
Melda ÖZATA<br />
o
Tahlil<br />
Turgut Karabey(*)<br />
FUZULİ’NİN BAZI TÜRKÇE<br />
ŞİİRLERİNDE GÖRÜLEN<br />
BÂTİNİ TEMAYÜLLER<br />
Batini Tendencies In Some Poems by Fuzuli<br />
Fuzuli’nin yaşadığı devirlerde ve onun bulunduğu çevrede Kalenderilerin<br />
mevcudiyeti bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Tahminen o, gençlik yıllarında<br />
bir ara batini temayüllere yönelmiş ve bu anlayış bazı beyit ve şiirlerine<br />
aksetmiştir. Bu durum onun, Bektaşiler ve Hurûfiler arasında eskiden<br />
beri kendilerinden biri sayılmasına neden olmuştur. Bektaşi ve Alevi ananesinin<br />
Fuzuli’yi benimsemeye çalışması sebebiyle bazı araştırmacılar açıktan<br />
açığa onu batini göstermek istemişlerdir. Fuzuli’nin batini olduğunu<br />
iddia etmek mübalağalı ve yanlış bir görüştür. Sanat hayatının ilk zamanlarında<br />
batıniliğin tesiri altında kalan Fuzuli, sonradan “Vahdet-i Vücûd” felsefesini<br />
tamamıyla benimsemiştir. Fakat bu düşünceyi İslami ölçüler içinde<br />
ele alır, aşırıya gitmez.<br />
Giriş<br />
Edebi tesirinin devamı ve genişliği bakımlarından olduğu kadar şiirlerinin estetik değeri<br />
göz önünde bulundurulduğunda Fuzuli, bütün Türk <strong>Edebiyat</strong>ı’nın en büyük şairi sayılır.<br />
Edebi lehçesinin özellikleri, onun Azeri <strong>Edebiyat</strong>ı çerçevesi içinde değerlendirilmesini icap<br />
ettirse de Osmanlı Şiiri’nin gelişmesindeki büyük tesiri onu Osmanlı şiiri kapsamında önemli<br />
bir mevkie yerleştirir. Yaşadığı Irak-ı Arap muhitinin XVI. yüzyıldan başlayarak Osmanlı<br />
İmparatorluğunun siyaset ve kültür camiasına girmesinin de bu durumda önemli rolü vardır.<br />
Çağatay <strong>Edebiyat</strong>ı da dahil olmak üzere, Türk <strong>Edebiyat</strong>ı’nın bir çok sahalarında kuvvetli<br />
tesir ve nüfuzu görülmekle beraber Fuzuli’yi, edebiyat tarihi bakımından Azeri ve Osmanlı<br />
<strong>Edebiyat</strong>larının ortak bir şahsiyeti kabul etmek gerekir.(1)<br />
Klasik Osmanlı <strong>Edebiyat</strong>ı, daha yaygın bir ifade ile Divân <strong>Edebiyat</strong>ı, şekil ve muhteva bakımından<br />
bir takım kurallara bağlıdır. Şair ve nasirler özellikle şekle tam bağlı kalmışlar<br />
muhtevada ise genel olarak bağlı kalmakla birlikte, birbirlerine olan farklılık ve üstünlüklerini<br />
üslupta değişiklik yaparak sağlamışlardır. Özellikle muhtevada İslami kurallara ters düştükleri<br />
zaman özellikle dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 25
çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Bu günkü ifadeyle dönemin yani<br />
şiir gücü genellikle rint mevki’inde olanların elinde bulunduğundan rint daima haklı ve<br />
doğru yolda zahit ise doğru yoldan çıkmış, anlayışı kıt ve sürekli aşağılanan konumunda gösterilmiştir.<br />
Bu anlayış karşısında her zaman zahit, dini yanlış anlayan kaba bir kimseyi temsil<br />
etmektedir. Bu telakki günümüze kadar sürmüştür. Bu yazıda kısmi olarak dikkatlere sunulmak<br />
istenen bir amaç da rint ve zahit ikilisinden rindin daima haklı olmadığı çoğu kez<br />
tartışılması gereken kendisinin olduğunu vurgulamaya çalışmaktır. Çünkü Fuzuli, rint ü zahit<br />
hakkında yazdığı müstakil bir eserinde de hep rintleri haklı çıkarmıştır.(2)<br />
Bazı şairler, özellikle divanlarının önsözünde işledikleri aşkın ilahi olduğunu zaman zaman<br />
dile getirmişlerdir Ancak çoğu kez buna uymamışlardır. Mecazi aşkı işledikleri halde<br />
geleneğe dayanan bütün şerhlerde, ilahi aşkı hissettirmeye çalıştıkları ileri sürülmüştür. Başka<br />
bir ifadeyle eserden müessire gitmeye çalışmışlardır. Genel olarak bu kanaate varılmıştır.(3)<br />
Rint ve zahit çatışması klasik edebiyatın bütün yüzyıllarında görülür. Bu çatışmalar islami<br />
değerlere açıkça ters düşüldüğünde başlar. Bunun üzerine şairler bu tepkiden kurtulmak için<br />
yaptıkları hatayı tasavvufla örtmeye kalkışırlar. Üzerine tasavvuf cilası çekerler. Yani tasavvufun<br />
arkasına saklanırlar. Bazen de yaptıkları teviller tutarsız ve zorlama olur. Bu durum,<br />
yani İslami değerlere ters düşmeler diğer bir ifadeyle dini sapmaların bir kısmı İran edebiyatından<br />
oradaki batini fırkalardan gelir, bir kısmı da şairin kendisinden kaynaklanır.(4)<br />
Biz bu makalede bu konuyu Fuzuli’nin Türkçe Divanı’ını esas alarak irdelemeye çalışacağız.<br />
Çünkü, Fuzuli’nin bütün şiirlerinde ilahi aşkı işlediği ve kendisinin ilahi şair olduğu düşünülmektedir.<br />
Ayrıca Azeri <strong>Edebiyat</strong>ı kadar Osmanlı <strong>Edebiyat</strong>ı’nın da gelişmesinde büyük<br />
bir tesiri olan eşsiz bir şairdir. Bu yazıda örnek olarak alınan beyit ve gazeller Fuzuli’nin diğer<br />
şiirleri göz önüne alınırsa çok cüzi bir değer ifade eder. Fuzuli’nin şiirlerinde rastladığımız<br />
dini sapmaların bir kısmı İran’ın meşhur şairlerinden kaynaklanır. Meselâ İran’ın ünlü şairlerinden<br />
Selman’ın şu beyti:<br />
Kıble-i mâ nîst cuz mihrâb-ı ebrû-yı şumâ<br />
Dovlet-i mâ nîst illâ der ser-i kûy-ı şumâ(5)<br />
“Ey sevgili! Senin mihrâba benzeyen kaşından başka bizim Kıble’miz yoktur. Senin bulunduğun<br />
yerden başka da bizim devletimiz yoktur.” Fuzuli’nin<br />
Zâhidâ sen kıl teveccüh gûşe-i mihrâba kim<br />
Kıble-i tâat ham-ı ebrû-yı dilberdür bana(6)<br />
“Ey zahit, ey dindar kişi! Sen mihrab köşesine yönel, mihraba doğru ibadet et. Benim ibadet<br />
ettiğim yer sevgilinin kaşının kıvrımıdır. Kısaca ben sevgiliye tapıyorum” beytini hatırlatır.<br />
Ayrıca Hafız’ın:<br />
26 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Rûzgârîst ki sovdâ-yı bütân dîn-i menest<br />
Gam-ı în kâr neşât-ı dil-i gam-gîn-i menest(7)<br />
“Zamanlardır ki putların güzellerin sevdası benim dinimdir. Bu işin gamı kederi tasası,<br />
dertli gönlümün neşesidir.” Bu beytin daha güzel Türkçe bir çevirisi şöyledir:<br />
“Nice demlerdir, güzellerin sevdâsı dinimdir; nice demlerdir bu sevdanın derdi, gamlı<br />
gönlümün neşesidir.”(8)<br />
Hafız’ın aşağıdaki:<br />
Ân telh-veş ki sûfi “ümmü’l-habâ’is”eş hând<br />
Eşhâ lenâ ve ahlâ min kubleti’l-‘azârâ(9)<br />
“Zahidin, “kötülüklerin aslı” dediği o üzüm suyu yok m... Bize kızoğlan kızları öpmeden<br />
daha hoş, daha tatlı!”<br />
beytinin de Fuzuli’nin:<br />
Muvahhidlere kılma inkâr zâhid<br />
Mey-i vahdeti sanma “ümmü’l-habâ’is”(10)<br />
“Zahit, muvahhitlere inkârcı gözüyle bakma; vahdet meyini kötülüklerin anası olan maddi<br />
içki sanma.”<br />
beyti üzerinde tesiri görülüyor. Ancak Hafız’ın beyti islami düşünceyle uyuşmadığı halde<br />
Fuzuli’nin ki uygundur. “Ümmü’l-habâis” Hz. Peygamberin bir hadisinden lafzen iktibastır.<br />
Tamamı ise “el-hamru ümmü’l-habâ’is”(11) olup manası, “içki kötülüklerin anasıdır.” demektir.<br />
Bazı beyit ve şiirlerindeki temalar, İslami inanışla hiç uyuşmaz ve Fuzuli’nin şiirlerinin<br />
genel havasına da uymaz:<br />
Kıldı benden ref’ teklîf-i namâzı mestlik<br />
Saldı ancak neş’e-i câm-ı mey-i gül-gûn baña(12)<br />
“Beni ancak, gül renkli içki kadehi, neşelendirdi. Şarhoşluk da, benden namaz<br />
nükellefiyetini kaldırdı.”<br />
Aşağıdaki beytinde zaman zaman islami kayıtlardan usandığını söyler:<br />
Kayd-ı İslâm Fuzûlî bize bir âfetdür<br />
Bir hisâr ede gör anda özüne zünnârı(13)<br />
“Fuzuli, İslami kayıtlar bize afettir. Zünnarı, o zaman kendine bir kale yap.”<br />
Bu usanma onu tahminen bir ara hakiki şaraba düşürmüştür:<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 27
Ne gördi bâdede bilmeñ ki oldı bâde-perest<br />
Mürîd-i meşreb-i zühhâd gördigüñ göñlüm(14)<br />
“Zahitlerin meşrebinde mürit olarak gördüğün gönlüm, bilmiyorum, badede ne gördü de<br />
bade-perest oldu.”<br />
Fuzuli, mecazi âşık iken bir ara gönlünün ilahi aşka ve namaza meylettiğini sezer:<br />
Sende dün gördüm Fuzûlî meyl-i mihrâb u namâz<br />
Terk-i ‘ışk itmek mi istersin nedür niyyet saña(15)<br />
“Fuzuli, sende dün mihraba yönelme yani namaz kılma meyli gördüm. Senin niyetin nedir<br />
Aşkı terk etmek mi istiyorsun”<br />
Aşağıdaki beyitlerde de Fuzuli, taat ve ibadetten şikayet eder görünmektedir:<br />
Ol büt ebrûsın koyub mihrâba döndürmem yüzüm<br />
Koy beni zâhid baña çok virme Tañrıy-çün ‘azâb(16)<br />
“Zahit, beni kendi halime bırak. O put gibi güzelin kaşını bıraktırıp yüzümü mihraba<br />
döndürme. Allah aşkına böyle davranarak bana çok azap verme.”<br />
Ey Fuzûlî vera’ u zühd ile mu’tâd olduñ<br />
Bilmedüñ hâlüñi bî-hûde geçürdüñ evkât(17)<br />
“Ey Fuzuli! Takva ve zühde (ibadete) alıştın. Halini bilmedin vakitlerini boş yere geçirdin.”<br />
Câmı dut dir sâkî-i gül-çehre zâhid terk-i câm<br />
Ey gönül fikr eyle gör kim hansıdur dutmalı pend(18)<br />
“Gül yüzlü saki, kadeh al yani içki iç der, zahit ise kadehi terk et yani içkiyi terk et der.<br />
Ey gönül düşün, bak hangi öğüdü tutmalı.”<br />
Gençliğinde meyhaneye gidenlerin yaşlanınca tövbe edip mescide gitmelerini Fuzuli eleştirir.<br />
Meyhaneden yüz döndüren şeyhleri sapık ve doğru yoldan çıkmış kabul eder:<br />
Şeyhler mey-hâneden yüz döndürürler mescide<br />
Bî-tarîkatleri gör kim doğru yoldan âzeler(19)<br />
“Şeyhler, meyhaneden yüz döndürüp mescide yönelirler. Yolsuzlara, yolunu yitirenlere<br />
bak, sapıtmışlar.<br />
Fuzuli, takva ehlini mescide gidenleri sapık kabul eder, kendisine meyhaneye gidenlere<br />
uymayı telkin eder:<br />
28 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Ey Fuzûl’i vera’ ehli reh-i mescid dutmış<br />
Sen reh-i mey-kede dut uyma bu güm-râhlara(20)<br />
“Ey Fuzuli! Takva ehli mescit yolunu tutmuş. Sen o sapıklara uyma, meyhane yolunu<br />
tut.”<br />
Aşağıdaki gazelde Fuzuli Ramazan ayı gelince mey dilberinin perde ardına girmesine hayıflanmaktadır.<br />
Ayrıca bu mağfiret ayına “bela gün, kara gün” isimlerini takmaktadır. Kısaca<br />
meyhanenin kapanmasından dolayı içki içememekten açıkça şikayet eder. Hz. Ebu Hureyre,<br />
Peygamberimizin bir hadisinde şöyle buyurduğunu nakleder: “ Ramazan geldi mi cennet<br />
kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bukağılanır.”(21) Şâir, bu şiirinde meyhane<br />
kapısın açmak için Fatihalar okuması da ayrı bir İslam dışı düşüncedir. Çünkü Kuran’da<br />
ve peygamberin hadisinde de yasaklanmış olan içki ve onun içildiği yer için Fatiha<br />
okunması itikadi sapmadır.<br />
Gazel<br />
1.Ramazân oldı çeküp şahid-i mey perdeye rû<br />
Mey içün çeng tutub ta’ziye açdı giysû<br />
2.Bildi mutrib ki nedür hâl götürdi kopuzın<br />
Bezmden çekdi ayağını sürâhî vü sebû<br />
3.Bezm kânûnı bozuldı ne içün çeng ile def<br />
Yığılup etmeyeler hâkim eşiginde gulû<br />
4.Ramazân ayı gerek açıla cennet kapusı<br />
Ne revâ kim ola meyhâne kapusı bağlu<br />
5.Feth-i meyhâne içün okuyalum Fâtihalar<br />
Ola kim yüzümüze açıla bir bağlı kapu<br />
6.Âfitâb-ı kadeh itmez ramazân ayı tulû’<br />
Ne belâdur bize yâ Rab ne kara gündür bu<br />
7.İntizâr-ı mey-i gül-reng ile bayram ayına<br />
Baka baka inecekdür gözümüze kara §u<br />
8.Ramazân oldı budur vehmi Fuzûlînüñ kim<br />
Nice gün içmeye mey zühd ile nâ-geh tuta hû(22)<br />
Aşağıdaki gazelde şair daha da ileri gidiyor:<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 29
Gazel<br />
1.Göñül tâ var elünde câm-ı mey tesbîhe el urma<br />
Namâz ehline uyma anlaruñla turma oturma<br />
2.Egilüb secdeye salma ferâgat tâcını başdan<br />
Vuzû’dan su sepüb râhat yuhusun gözden uçurma<br />
3.Sakın pâmâl olursun bûriyâ tek mescide girme<br />
Ve ger nâçâr girsen anda minber kimi çok turma<br />
4.Mü’ezzin nâlesin alma kulağa düşme teşvîşe<br />
Cehennem kapusın açdurma vâ’izden haber sorma<br />
5.Cemâ’at izdihâmı mescide salmış küdûretler<br />
Küdûret üzre lutf it bir küdûret sen hem arturma<br />
6.Hatîbüñ sanma sâdık müftîniñ kavliyle fi’l itme<br />
İmâmuñ tutma ‘âkil ihtiyârın ana tabşurma<br />
7.Fuzûlî behre virmez tâ’at-i nâkıs nedür cehdüñ<br />
Kerem kıl zerki tâ ‘at sûretinde hadden aşurma(23)<br />
Niyazi-i Mısri gibi meşhur bir mutasavvıf şairin bu şiire çok kızdığını görüyoruz. Mısri, şairin<br />
bu gazeline cevaben yazdığı aşağıdaki reddiyedir, Fuzuli’nin mahlasını da lügat manasıyla<br />
tezyif etmiştir:<br />
1. Göñül tesbîh çek seccâdeden hµç ayağın ırma<br />
Namâz ehlinden özgeyle sakın sen durma oturma<br />
2. İbâdet ehli ol dâ’im yüzün kaldırma toprakdan<br />
Vuzû’dan el yuyub râhat edüb şol nefsi yaturma<br />
3. Yüzüñ yirlere sür gel bûriyâ tek mescid içinde<br />
Otur minber gibi dâ’im kafesde kuş gibi turma<br />
4. Mü’ezzin nâlesin diñle tağılsun dilde teşvişüñ<br />
Sakın terk eyleyüb Tâmû kapusın saña açdurma<br />
5. Cemâ’atle namâz terk ideni almış küdûretler<br />
Anuñ terkiyle lutf it bir küdûret sen hem arturma<br />
30 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
6. Hatµbüñ sanmaπıl mülhid anuñ fi’line uy dâ’im<br />
İmâmdan gayriye aslâ sakın özini tapşurma<br />
7. Niyâzµ tâ’atı terki eylemek bil kim Fuzûllukdur<br />
Kerem kıl terk-i tâ’atle bu halkı başa üşürme(24)<br />
Bu tür mübalağalı sözler şâirler ve onlar gibi düşünen okuyucular tarafından hoş görülse<br />
de İslam dinini hakkıyla bilip onu hayatlarına düstur edinen okuyucu kimseler için hoş karşılanmaz.<br />
Onlar bu ifadeleri “elfâz-ı küfür” olarak addederek bu tür sözlerden kaçınırlar.<br />
İslam dininde Hz. Peygamber’in “el-Hamru ümmü’l-habâ’is” hadisinde “Şarab, kısaca içki<br />
kötülüklerin anasıdır.” diye nitelendirilmiştir. Fuzuli bu hususa Farsça Sakiname’sinde<br />
değinir:<br />
Mey dih ki gîred hired nûr ez û<br />
Ne ân mey ki gerded hired dûr ez û<br />
Mey dih k’ez û şer’ gîred nizâm<br />
Ne ân mey ki der şer’ bâşed harâm(25)<br />
“Akla nurlar veren şarabı sun, aklı gideren şarabı değil. Şer’iata düzen veren şarabı sun,<br />
şer’an haram olan şarabı değil.”(26)<br />
Fuzuli, tahminen ömrünün sonlarında yani ihtiyarlığında yazdığı şiirlerinden biri olan<br />
bir gazelinde yaşadığı gayri islami hayatdan hâlâ bıkmadığını bu hayatın ise kendisini dalalete<br />
düşürdüğünü söyleyerek bundan kurtulmasını gönlüne telkin eder:<br />
Göñül yetdi ecel zevk-ı ruh-ı dil-dâr yetmez mi<br />
Aπardı mûy-ı ser sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi<br />
Yetürdi başuñı gerdûn ayağa bâr-ı mihnetden<br />
Hayâl-i halka-i giysû-yı -yı ‘anber-bâr yetmez mi<br />
Saña yetdi ecel peymânesin nûş etmege növbet<br />
Hevâ-yı çeşm-i mest ü gamze-i hûn-hâr yetmez mi<br />
Yeter oldı kulağa bâng-ı rihlet dehr bâğından<br />
Ne durmışsun temâşâ-yı gül-i ruh-sâr yetmez mi<br />
Yeter cem’ eyle bâr-ı ma’siyet tağyîr-i etvâr et<br />
Hayâ kıl yok mıdur insâf ol kim var yetmez mi<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 31
Hidâyet menziline yetdiler sa’y ile akrânın<br />
Dalâlet içre sen kalduñ saña ol ‘âr yetmez mi(27)<br />
Günahlarından duyduğu pişmanlığı dile getirir:<br />
Defter-i a’mâlümüñ hattı hatâdandur siyâh<br />
Kan döker çeşmüm hayâl etdükçe hevl-i mahşeri(28)<br />
beytinde işlediği günahlarından sızlanırken ihtiyarlığında kendisine şeriata dönmeyi tavsiye<br />
eder ve ancak ona tutunanın kurtulacağını söyler:<br />
Fuzûlî sanma yetmek menzil-i maksûda müşkildür<br />
Tutan tarîk-i şer’-i Ahmed-i Muhtâr yetmez mi(29)<br />
xxx<br />
Ey Fuzûlî reh-i şer’ini dut ol râh-berüñ<br />
Bu tarîk ile dalâletden özin eyle rehâ(30)<br />
xxx<br />
Yâ Rab hemîşe lutfunı it reh-nümâ bana<br />
Gösterme ol tarîki ki yetmez sana bana<br />
Kat’ eyle âşinâlığum andan ki gayrdur<br />
Ancak öz âşinâlarun it âşinâ bana<br />
Bir yerde sâbit it kadem-i i’tibârumı<br />
Kim reh-ber-i şer’îat ola muktedâ bana<br />
Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer<br />
A’mâlüme göre vire adlün cezâ bana<br />
Havf u hatarda muztaribem var ümîd kim<br />
Lutfun vire beşâret-i afv u atâ bana<br />
Ben bilmezem bana gereğin sen hakîmsin<br />
Men’ eyle virme her ne gerekmez sana bana<br />
Oldur bana murâd ki oldur sana murâd<br />
Hâşâ ki senden özge ola müdde’â bana<br />
32 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr<br />
Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ bana(31)<br />
Sonuç<br />
Yukarıdaki beyitlerde tespit edilen görüşleri şöyle değerlendirerek özetleyebiliriz:<br />
Fuzuli’nin yaşadığı devirlerde ve onun bulunduğu çevrede Kalenderilerin mevcudiyeti<br />
bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Tahminen o, gençlik yıllarında bir ara batini temayüllere<br />
yönelmiş ve bu anlayış bazı beyit ve şiirlerine aksetmiştir. Bu durum onun, Bektaşiler ve<br />
Hurûfiler arasında eskiden beri kendilerinden biri sayılmasına neden olmuştur.(32) Bektaşi<br />
ve Alevi ananesinin Fuzuli’yi benimsemeye çalışması sebebiyle bazı araştırmacılar açıktan<br />
açığa onu batini göstermek istemişlerdir.(33) Fuzuli’nin batini olduğunu iddia etmek mübalağalı<br />
ve yanlış bir görüştür. Sanat hayatının ilk zamanlarında batıniliğin tesiri altında kalan<br />
Fuzuli, sonradan “Vahdet-i Vücûd” felsefesini tamamıyla benimsemiştir.(34) Fakat bu düşünceyi<br />
İslami ölçüler içinde ele alır, aşırıya gitmez.<br />
1. Şair gençliğinde daha sonra nedamet duyacağı bir hayat yaşamış bu çağdaki duygu ve<br />
düşüncelerini yazdığı bazı şiirlerinde dile getirmiştir, bunlardan daha sonra pişmanlık duymuştur.<br />
Bundan sonraki şiirlerinde bu pişmanlıklarını dile getirmiştir. Nitekim günümüz<br />
şairlerinden bazıları mesela Necip Fazıl Kısakürek gibi gençlik yıllarında yazdığı bir kısım<br />
şiirlerini red etmiş ve şiir kitaplarına alınmamasını vasiyet etmiştir.(35)<br />
2. Fuzuli’nin yukarıda söylediği bu sözler asılsız, uydurma şairane sözlerden ibarettir. O<br />
zaman ”Bu şarap düşkünlüğü, bütün bu ifadeler, bu tereddütler, bu nedamet ve hüsran duyguları<br />
da asılsız laflardan, uydurma sözlerden ibaretse bu keyfiyet, divan edebiyatındaki riyâ<br />
defter-i seyyiâtına kaydedilmelidir ki buna, Fuzûlµ namına, gönlümüz râzı olmuyor.” Demek<br />
gerekir.(36)<br />
3. Bu şiirlerin tamamı bazı saf dillerin kabul ettiği gibi hepsi tasavvufidir. Bunları herkes<br />
anlayamaz ancak erbabı anlar demek mi gerekir.(37)<br />
4. Bu şiirlerde geçen kavramların bazıları tasavvufi, bazıları da hakiki anlamda kullanılmıştır.<br />
Yani bu şiirlerin bir kısmı tasavvufidir. Doğru olan da her halde bu görüştür.<br />
Dipnotlar:<br />
(*) Erzincan Üniversitesi Fen-<strong>Edebiyat</strong> Fakültesi, Türk Dili ve <strong>Edebiyat</strong>ı Bölümü Öğretim Üyesi.<br />
(1) M. Fuad Köprülü, “Fuzuli”, <strong>Edebiyat</strong> Araştırmaları, Akçağ Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004, s.503.<br />
(2) Fuzuli, Rint ile Zahit, Türkçe’ye çeviren: Hüseyin Ayan, İstanbul 1993.<br />
(3) Meselâ XV. yüzyılın meşhur şairi Necâti, divanın mukaddimesinde şöyle der:<br />
“Ahad-ı bâkî ki vahdeti, bâ’is-i kesret ve kesreti, şâhid-i vahdet vâkı’ olmışdur. Âyet: Levkâne fîhimâ âlihetün illâ’l-lâhu<br />
le-fesedetâ. 1 Şöyle ki şâ’irân-ı bülend-âvâz ve sâhirân-ı sühan-perdâz lâle-hadler ve serv-kadler vasfında hayrândurlar. İnsâf bu<br />
eltâfa vassaf olabilmek mahzâ lafdur.”<br />
Bu cümleleri bu günün diline şöyle aktarabiliriz:”Ebedi olan Allah’ın vahdeti yani birliği kesrete sebep oldu. Kısaca kâinâtı<br />
Allah yoktan var etti. Kesret yani Kâinât da vahdetin yani Allah’ın varlığına şâhid oldu, delil oldu. Âyet meâli: “Yerde ve<br />
gökte Allâh’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de fâsid olmuş gitmişti.”Enbiyâ Sûresi, 21 / 22. .( Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Şerifi,<br />
Elmalılı Hamdi Yazır, Hazırlayan ve Notlandıran: Dücane Cündioğlu, İstanbul 2002, s. 322. )<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 33
Şöyle ki şöhreti büyük ve sihirli söz söyleyen şairler, lale yanaklı ve selvi boyluları yani dünyadaki güzelleri vasf etmeye<br />
hayrandırlar Onları anlatmak için can atarlar. İnsaf edilsin. Bu güzellikleri vasf edebilmek sırf lafdır, boş sözlerdir. Laf kalabalığıdır.”<br />
Necati Beg Divanı, Hazırlayan: Pof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1963, s. 1<br />
(4) Bu yazıda yer alan sapma kavramını, şiir dili incelemelerinde kullanılan Sapma (İng. Deviation), terimiyle karıştırmamak<br />
gerekir. Burada “dalalet, doğru yoldan çıkma” anlamında kullanılmıştır.<br />
(5) Fuzuli Divanı, Abdülbâkµ Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s. XLI.<br />
(6) a.g.e, s. XLI, 19<br />
(7) Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, Tahran 1372, s. 184.<br />
(8) Hafız Divanı, Şirazi, Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992, s. 67.<br />
(9) Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, s. 131.<br />
(10) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. 32.<br />
(11) Sünenü’n-Nesa’i, Hazırlayan: Abdullah Fettah Ebu Gudde, Beyrut 1409 / 1988 cüz: 8 s. 315.<br />
(12) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s 15<br />
(13) a.g.e, s 146.<br />
(14) a.g.e, s 202.<br />
(15) a.g.e, s 17.<br />
(16) a.g.e, s 22.<br />
(17) a.g.e, s 28.<br />
(18) a.g.e, s. 40.<br />
(19) a.g.e, s. 44.<br />
(20) a.g.e, s. 134.<br />
(21) Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Hazırlayan: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1978, c.6, s. 3069,<br />
3070; Müttefikun Aleyh Hadisler, Çeviri, Düzenleme ve Notlar: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2005, s.283.<br />
(22) Divan-ı Türki-yi Muhammed Fuzuli, Tehiye ve Tedvin: Mîr Salih Hüseynî, Tahran, h.ş.1366/1987, c. 1, s.240; Fuzul,<br />
Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. 129.<br />
(23) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s.136.<br />
Abdülbaki Gölpınarlı, bu gazelin Fuzuli’ye aidiyeti ile alakalı şunları söylemektedir: “Bu gazel, sanıldığı veya istendiği gibi<br />
Fuzuli’ye aidiyeti şüpheli bir gazel değildir. Edasının, zevkinin, tarzının her şeyinin ona aidiyetindeki kat’iyet şöyle dursun, bu<br />
gazel Fuzuli’nin en eski yazması olan ve 981 de, yani Fuzuli’nin ölümünden on sekiz yıl sonra yazılmış Nizami Enstitüsü nüshasıyla<br />
gene ölümünden 21 yıl 2 ay sonra, Azeri imlasıyla lehçe hususiyetleri tamamıyla muhafaza edilerek yazılmış olan Konya<br />
Müzesi nüshasında, ölümünden 28 yıl sonra yazılmış olan Leningrat nüshasında, Konya Müzesi nüshası dahil olmak üzere<br />
gördüğümüz nüshaların en sahih ve mükemmel olan, neşrimize esas ittihaz ettiğimiz 1079 recebinde Necef’te yazılan nüshada,<br />
İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde XVII’nci yüzyıla ait iki nüshada (no. 813, 2850), aynı kütüphanede XVIII’ncı yüzyıla ait<br />
bir mecmuadaki divanda (2859), aynı kütüphanede XVIII’ncı yüzyıla ait bir mecmudaki divanda (2859), yeni ve eksik bir<br />
nüshada (5719), hatta bütün yazma nüshalarda vardır. Fuzuli’ye aidiyetini şüpheli görmek, bütün nüshaları ve binaenaleyh<br />
Fuzuli’ye ait her şiiri şüpheli görmek demektir ki bu, kabil hükmün tevlit ettiği hastalıktan başka bir şeyle izah edilemeyecek<br />
bir garabettir.” Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s.LXXIV, LXXV<br />
(24) Niyazi-i Mısri, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Hazırlayan: Kenan Erdoğan, Ankara 1998,<br />
s. 193.<br />
(25) Musahhah Külliyyât-ı Divan-ı Fuzuli, tabii ve naşiri: Kitabcı Dağistani Çelebizade Muhammed Münir, İstanbul 1328<br />
s. 105.<br />
(26) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s. LXXI.<br />
(27) a.g.e, s 161<br />
(28) a.g.e, s. 140.<br />
(29) a.g.e, s 161<br />
(30) a.g.e, s 11.<br />
(31) a.g.e,s. 10.<br />
(32) Abdülbaki Gölpınarlı, bazı çevrelerin Fuzuli’yi kendilerinden saymalarını şu şekilde yorumlar: “Bektaşiler, Batıni usulünce<br />
her büyüğü olduğu gibi Fuzuli’yi de şöhretine binaen kendilerinden saymışlar, ona bir de Yavuz zamanında yapıldığı<br />
söylenen Kerbela Bektaşi tekkesinde çırağcılık hizmeti vermişler, Abdülmü’min Dede adlı yaşayıp yaşamadığı bile mechul<br />
birisini şeyh yapmışlar, bu mechul şeyhin yanında ona ait bir mezar uydurmuşlardır, gene bu an’anenin tesiriyle Alevi Kızılbaşlar,<br />
onu ‘Nesimi, Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet, Yemini ve Virani’yle beraber yedi büyük ve kutsal şairin biri saymışlardır.”<br />
Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara Üni. Yay., Ankara 1943, s.17; Fuzuli Divanı, Hazırlayan:<br />
Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s LXXX-LXXXI<br />
(33) M. Fuad Köprülü, a.g.e, s.510’dan naklen: Abdülbaki Gölpınarlı, “Fuzuli’de Batıniliğe Temayül”, Azerbaycan Yurt<br />
Bilgisi Dergisi, 1932, sayı: 8-9, s. 265-278.<br />
(34) Abdülbaki Gölpınarlı, daha sonra bu konuda şöyle demektedir: “Batini sözüyle İsmâiliyye-i Seb’iyye’yi kasdetmiyoruz.<br />
Bektaşilerle Alevi-Kızılbaşlar da İsna-aşeridirler. Yani On İki İmamı tanırlar, fakat Batinidirler. İbadetleri, hikmet-i teşriiyye<br />
bakımından mutalaa edip hiç biriyle kendilerini mukayyet görmezler. Hatta hakikate erişen kişi için ibadeti şirk sayarlar. İçkiyi<br />
34 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
ehline helal, na-ehle haram addederler. Melami-Hamzevilerde de aynı inanış, fakat Bektaşilerde olduğu gibi bir gelenek halinde<br />
değil, aşk ve irfandan doğan bir akide halinde mevcuttur. Ali’yi diğer sahabeye tafdil etmekle beraber tamamiyle Sünni olan<br />
diğer tarikatlerde de umumi olmamakla beraber bu inanış vardır... Bütün bunlar şeriata sığar akideler değildir ve ibadetlerin<br />
hikmet-i teşriiyyesini sormağa bizi memur, hatta me’zun bile saymayan şeriatta, insandan ibadeti iskat eden ve kulu Tanrı<br />
yapan böyle bir yakıyn ve irfan derecesi yoktur. Bütün bu şeriata aykırı telakkiler, Hind-İran ve Yunan felsefeleriyle yeni Eflatuncuların<br />
kanaatlerini İslamileştiren Hukemâ felsefesinden doğmış, İsmaililer, bu felsefeyi halka yaymışlar, az çok bütün<br />
tarikatlerle tarikat ehli olmadığı halde felsefeyle meşgul olan ve serbest düşünen şahıslara bu telakki, tesir etmiştir. Fuzuli’de<br />
Batinilik temayülü görürken biz, ancak bunu kasdettik. Esasen ona Batini de demedik. Hele onun İsmaili olduğunu aklımıza<br />
bile getirmedik. Prof Dr. M. Köprülü, İslam Ansiklopedisi’nde, onu, yedi İmamı medheden şiirine nazaran Seb’iyye’den saymanın<br />
hata olduğunu söylüyor (C.37, Fuzuli: s. 669-686, bilhassa 691. Gölpınarlı’nın atıfda bulunduğu Köprülü’nün bu Fuzuli<br />
maddesi daha sonra onun ölümünden sonra neşredilen <strong>Edebiyat</strong> Araştırmaları 2, Akçağ yayınları, Ankara 2004 isimli eserinde<br />
aynen yer almaktadır: s. 503-525). Böyle bir iddiada bulunan, ancak cehlini ilan eden bir cesur olabilir. Çünkü Fuzuli, o<br />
medhiyede Necef, Kerbela, Kazımiyye ve Samira’da yatan Ali, Hüseyin, Musa-ı Kazım, Muhammedü’t-Takıy, Aliyyü’n-Nakıy,<br />
Hasanü’l-Askeri ile gene Samira’da Serdap’ta Gaybet-i Kübra ihtiyar eden Mehdi’yi över ki bunlar sırasıyla On İki İmamdan<br />
birinci, üçüncü, yedinci, dokuzuncu, onuncu, on birinci ve on ikinci İmamlardır. İsmailiyye ise Ali,Hasan, Hüseyin, Ali<br />
Zeyne’l-Abidin ve Muhammedü’l-Bakır’ı imam tanır, mühim bir kısmı İmamiyye’de beşinci imam olan Ca’ferü’s-Sadık’ı niyabet<br />
yoluyla tanıyıp altıncı imam olarak onun oğlu İsmail’i, yedinci imam olarak da onun oğlu Muhammedü’l-Mektum’u kabul<br />
ederler ve onlarca bu Yedinci İmam, Kaaim’dir. Fuzuli’nin övdüğü beş imamı tanımazlar. Bu sabit bir hakikatken sayın Prof.<br />
böyle bir ihtimali nasıl düşünebildi Anlayamadık.” Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul<br />
2005, dipnot: s LXXVII-LXXVIII<br />
(35) Necip Fazıl Kısakürek, bütün şiirlerini bir araya topladığı ve Çile adını verdiği kitabında yer alan poetikasında bu hususta<br />
şunları söyler: “ …O zaman en eski eserleri,mahzun ve mahpus keyfiyetlerinden, kemmiyetlerine, şekillerine ve tertiplerine<br />
kadar ana kitabımda özleştirmeyi, onlarda bağlı olduğum unsurları öbürlerinden süzmeyi ayıklamayı, düzeltmeyi ve yenileriyle<br />
bir arada bütünleştirmeyi dilemiştim. Eskilerden bir çoğunu atmak ve onlarla bağımı koparmak istemiş ve demiştim ki:<br />
-Mal sahibi bensem, bunları istemediğim, tanımadığım ve çöplüğe attığım bilinsin… Attıklarım, aldıklarımdan çok olan<br />
eski şiirlerimi yenileriyle demetledikten ve bu kitapta derledikten sonra meydana gelen şu kadar parça şiir, şu âna şairliğimin<br />
tam ve eksiksiz kadrosu oluyor. İşte şiir kitabım bu, hepsi bu kadar; ve bu kitaba gelinceye dek hiçbir şiir, bana, adıma ve<br />
ruhuma mâl edilemez. Buna rağmen nasıl kitaplık çapta bir eser vücuda geldiği, meydanda…”Necip Fazıl Kısakürek, Çile,<br />
bütün şiirleri, Yapı Kredi yayınları, İstanbul 2004, s. 14, 15.<br />
(36) Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, s LXXVII<br />
(37) Nitekim batıni özellikler taşıdığı ileri sürülen yukarıdaki beyitler, Ali Nihat Tarlan, Fuzuli Divanı Şerhi, Akçağ Yayınları,<br />
Ankara 1998, s. 82, 56, 645, 491, 75, 102, 129, 181, 252, 588, 566-568, 610-612.isimli kitapta şerh edilirken şarihin çoğu<br />
zaman tasavvufi yorumlar yaparken zorlandığı sezilmektedir.<br />
o<br />
KAYNAKÇA<br />
Divan-ı Hafız-ı Şirazi, Hazırlayan: Ali Muhammed Refi’i, Tahran 1372,708 s.<br />
Fuzuli Divanı, Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2005, CXLI+235 s<br />
Gölpınarlı, Abdülbaki-Pertev Naili Boratav, Pir Sultan Abdal, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1943<br />
Hafız Divanı, Şirazi, Çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992, L+722 s.<br />
Divan-ı Türki-yi Muhammed Fuzuli, Tehiye ve Tedvîn: Mîr Sâlih Hüseynî, Tahran, h.ş.1366/1987, c. 1,<br />
Kısakürek, Necip Fazıl, Çile, bütün şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, 472 s.<br />
Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Şerifi, Elmalılı Hamdi Yazır, Hazırlayan ve Notlandıran: Dücane Cündioğlu, İstanbul 2002,<br />
XXXIV+604 s.<br />
Musahhah Külliyyât-ı Divan-ı Fuzuli, tabi’ ve naşiri: Kitabcı Dağistani Çelebizade Muhammed Münir, İstanbul 1328,352 s.<br />
Müttefikun Aleyh Hadisler, Çeviri, Düzenleme ve Notlar: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2005, 882 s.<br />
Necati Beg Divanı, Hazırlayan: Ali Nihad Tarlan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1963, XXVIII+557 s.<br />
Niyazi-i Mısri, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Hazırlayan: Kenan Erdoğan, Akçağ Yay.,1998,<br />
Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Hazırlayan: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1978, c. 6.<br />
Sünenü’n-Nesa’i, Hazırlayan: Abdullah Fettah Ebu Gudde, Beyrut 1409 / 1988 cüz: 8<br />
Tarlan, Ali Nihat: Fuzuli Divanı Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, 720 s.<br />
o<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 35
Şiir<br />
Bekir Oğuzbaşaran<br />
NE GÜZEL UYMUŞ*<br />
- Levni’ye<br />
Güzellere naz<br />
Dervişe niyaz<br />
Mümine namaz<br />
Ne güzel uymuş<br />
Davud’a sada<br />
Bilal’e nida<br />
Mecnun’a sevda<br />
Ne güzel uymuş<br />
Zengine şükür<br />
Fakire sabır<br />
Ölüye kabir<br />
Ne güzel uymuş<br />
Alime bilgi<br />
Talibe ilgi<br />
Zamana silgi<br />
Ne güzel uymuş<br />
Süvariye at<br />
Kuşlara kanat<br />
Cennete sırat<br />
Ne güzel uymuş<br />
Şaire şiir<br />
Nasire fikir<br />
Tekkeye zikir<br />
Ne güzel uymuş<br />
ÖLÜNCE<br />
Sıra sıra selviler<br />
Mezarlığa geldiler<br />
İçinde ne var diye<br />
Toprağa eğildiler…<br />
Bugün günlerden Pazar<br />
Bekir’im şiir yazar<br />
Nefes alıp verdikçe<br />
Ölürüz azar azar…<br />
Kaç gündür grip oldum<br />
Evimde garip oldum<br />
Her zamankinden fazla<br />
Ölüme karip oldum…<br />
Tahta ata binsen de<br />
Son durakta insen de…<br />
Rahmet okunmak için<br />
İncitme, incinsen de…<br />
Kâğıda kalem<br />
Hatibe kelam<br />
İnsana selam<br />
Ne güzel uymuş…<br />
* “Bir Gül Düştü” kitabından<br />
36 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiir<br />
Firdevs Yüksel<br />
BAB-ÜS SELAM<br />
Ey Türk’ü eleştirmekten korkan ölgün ruhlar!<br />
Ey üzerine toprak serpilmesi unutulmuş ölgün ruhlar!<br />
Ya ölün iyice, Rüzgâr Ana toprak döksün üstünüze…<br />
Ya hareketlenin, toz toprak silkelensin üstünüzden…<br />
Bırakın prosedürü, ezberi<br />
Çıkın şehir devletlerinizden!<br />
Prosedür şehir devletlerine özgüdür ey Medreseli<br />
Bildin mi Ali Emirî’nin 30 bin yıllık emeğini<br />
Hıfzettin mi 30 bin mekteblik kütübünü Emirî’nin.<br />
Ey kendine Âmir kesilen<br />
Bir nutfelik emri olan<br />
Bir suflelik ömrü olan<br />
Bağbozumu Emir’i<br />
Çapa’ya Şehr emini<br />
Çık şehir devletinden<br />
Gör bu dünyama Başkent<br />
Şahkent İstanbul’u.<br />
İrdele, yeniden ertele!<br />
Napolyon çehreli,<br />
Bizans kırıntılı<br />
Çariçe kent İstanbul’u<br />
Geri iade et İnan’lılar ülkesine<br />
Muhammed beratlı<br />
Fatih imalatlı<br />
İmparatoriçe kent İslâmbol’u.<br />
Çık şehir devletinden ey Türk<br />
Ekradınla, Rum’unla<br />
Çerkez’inle, Laz’ınla<br />
İnşa et ey Medreseli<br />
Kraliçe’nin ehramını…<br />
Valide Sultan’ın<br />
Babüs-selamını…<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 37
Şiir<br />
Sergül Vural<br />
TAVAF<br />
Vuslata uçuşan pervâne gibi,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey,<br />
Mehtap dünyasına, dünya güneşe,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Her iki cihanda yoktur sana eş,<br />
İlâhi varlığın sönmeyen ateş,<br />
Mâna ikliminde doğunca güneş,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Bâtıldan gerçeğe akındır tavaf,<br />
İnsana kendinden yakındır tavaf,<br />
Nefsin kılıcına tek kındır tavaf,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Balığın karnında zikirde Yunus,<br />
Hükmüne baş eğer koca okyanus,<br />
Aşkını bulanca dünya bir fanus,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Günahlar önüne bir bir dizilir,<br />
Boyunlar bükülür, kalpler sezilir,<br />
Avuçlar içinde dünya ezilir,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Yalandan sıyrılır Hakk’ı duyanlar,<br />
Yitik cennetine kavuşur canlar,<br />
Bu farklı sevinci yaşayan anlar,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Öyle bir girdap ki kendine çeker,<br />
Aşkın tohumunu kalplere eker,<br />
Başlara bir döngü, bir halvet çöker,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
Bu aşk dönemeci, kemâle eriş,<br />
El-Beytü’l-Haram’la zevâle eriş,<br />
Yedi sonsuz şavtla visâle eriş,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.<br />
38 OCAK-ŞUBAT-MART 2012<br />
Âlemin Rahman’ı ne olur af, af,<br />
Dizildi önüne zerreler sâf sâf,<br />
Coşkun sel gibidir aşk ile tavaf,<br />
Zerreden küreye dönüyor her şey.
Şiir<br />
Hikmet Erbıyık<br />
BAĞLAMA KALBİNİ DİL<br />
Bağlama kalbini dil, gün gelip ayrılana<br />
Şu zail sevgileri, yerleştirme dünyana<br />
Gül fena, bülbül fena, kamette hüsün fena<br />
Ecel vakti dökülür, tüm servetin bir yana<br />
Onlar seni terkeder, şu kabrin kapısında<br />
Sen de hiç kıymet verme, refik olmayanlara..<br />
Bir dost ara kendine, hem dünya hem Ukba’da<br />
Seninle sohbet etsin; berzahi etvarında<br />
Sana devalar sunsun, fıtri ihtiyacında<br />
Kalbini hüşyar edip, ruhuna huzur versin<br />
Öyle bir dostun olsun, ebed yolculuğunda.....<br />
GENÇLERE<br />
Bu vatanın gençleri, şuurlu agah ola<br />
İnhiraftan sakınıp, sapmaya sağa sola<br />
Frenkleri taklide, sefahete girmeden<br />
İstikamet yolunda, yürüyünüz kol kola..<br />
Kalbiniz hakikatın, şualarıyla dola<br />
Müstakim yoldan çıkan gafilin hali n’ola<br />
Sefahate ittiba, elbet helake gider<br />
Allah(C.C) bizi ve sizi iletsin doğru yola...<br />
İLAHİ BİR HARMAN<br />
Hasat vakti gelince, başak tane doludur<br />
Bir harmanda başaklar, döğülür tane olur<br />
Döven altında tahıl, saplarından dökülür<br />
Tasfiyelerden geçip, ambarına yol bulur ..<br />
Elbet haşrin meydanı, ilahi bir harmandır<br />
Orada harman olan, öncelikle insandır<br />
İnsan şu kainatın, başak ve semeresi<br />
Acep nasıl bir harman, ne yaman bir Mizan’dır.....<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 39
İSTİMA-I KUR’AN<br />
Kalbini hüşyar eyle, bihuş olup zevkinde<br />
Bir azim daveti gör, o sadanın içinde<br />
Ol Resul-üs sakaleyn, ayatın tebliğinde<br />
Hayalen o vakte git, Kur’an dinlediğinde<br />
Sanki devr-i saadet, dinle! içten yürekten<br />
Ter-ü taze hakaik, o fem-i mübarekten<br />
Sanki Cibril-i Emin, tebliğ ediyor veya<br />
Kelam-ı İlahi’yi, Resul-ü Kibriya’ya<br />
En azim hatırayı, tefekkür et zihninde<br />
O tebliğ tebellüğü, Hazerat mabeyninde<br />
Ol yetmiş bin perdenin, hicabın gerisinde<br />
Rabbimiz kelam eyler ona Kab-ı Kavseyn’de<br />
Kur’anı her vakitte dinler cümle zişuur<br />
Ol bahr-i hakaik’te feyizlere gark olur<br />
Bir hasat mevsimidir, Kur’an ayı Ramazan<br />
Her bir kudsi ayetten, binler feyiz nebean<br />
Yüzbinlerce hafız’ın, revnakdar kıraatı<br />
Sanki Dar-ı Ukba’da, kurtuluşun beratı<br />
Ey nefis ta gönülden kulak ver bu sadaya<br />
Onda ruh, onda hava onda en parlak ziya<br />
Ey Kur’an açıl bize, sen ey Muciz’ül Beyan<br />
Bize şefaat eyle, kerem ey ruh-u revan.....<br />
LEYLET-ÜL BERAT<br />
Tevbemiz kafi değil, her gece ağlayışla<br />
Bu gece niyazdayız, kusurlu yakarışla<br />
Vesile kıl rahmetle, şu Leylet-ül Berat’ı<br />
Affeyle günahımız, Ya Rab! bizi bağışla...<br />
40 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Tahlil<br />
Şakir Diclehan<br />
BİRİ ŞAH, BİRİ SULTAN, İKİSİ DE ŞÂİR<br />
YAVUZ SULTAN SELİM<br />
VE ŞAH İSMAİL<br />
Osmanlı ve Safevi Devletinin iki ünlü siması,<br />
biri Şah, biri Sultan olan bu hükümdarların<br />
edebiyat ve şiir yönleri, araştırılmaya,<br />
öğrenilmeye ve üzerlerinde durulmaya değer<br />
özelliktedir.<br />
“Doğu” diye anılan ve insanoğlunun beşiği<br />
olmuş bu topraklar, yer kürenin her sabah<br />
güneşle buluştuğu ve aydınlandığı yün olmaktan<br />
öte, anlamı olan, tarihin, bilgeliğin,<br />
efsane ve şiirin adeta harman olduğu bir<br />
kıtadır burası…<br />
Savaşın, vuruşkanlığın ve meydan kavgalarının<br />
yanında, mistisizmin ve acının, hüzün<br />
ve kaderin, hayatın olağan bir parçasına dönüştüğü<br />
özellikli bir coğrafya… Dün böyleydi,<br />
bugün de farklı değil yer küresinin bu<br />
parçası… Teknolojinin çepeçevre kuşattığı<br />
çağımız insanın hem fizik ve hem de ruh<br />
sığınağıdır Doğu… Tahammül, sabır, kanat,<br />
sükûnet, tefekkür ve hepsinin ötesinde<br />
AŞK’ın doğum yeridir. O yüzden günümüzde<br />
izden ibaret kalmış duyguları açığa çıkarmaya<br />
niyetli kâşiflerin ve gezginler için gizemli<br />
bir dünyadır da diyebiliriz.<br />
İKTİDAR VE ŞİİR<br />
İktidar ve egemenlik, içinde devinilen bir<br />
mekânda varlıklar üzerinde belirleyici ve<br />
sürekliliğe dönük bir etkinlik kuruculuğu<br />
olur.<br />
İktidarda olanlar veya hükümdarlar, bir<br />
ülkeyi sadece maddi imkânlarla yönetemezler.<br />
Onların sanata, edebiyata ve şiire de<br />
ihtiyaçları vardır. İnsan denilen varlık idareci<br />
konumunda olduğunda ve kitlelerin gittiği<br />
yönde düşünmeye eğimlidir aynı zamanda…<br />
Büyük devlet adamları, hem düşünce ve<br />
hem de eylem adamlarıdır. Bazen taşıdıkları<br />
inanç ve düşüncelerini kelime kalıplarına<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 41
dökmeyi tercih eder, bazen de belli bir aşamadan<br />
sonra eyleme girişirler.<br />
Doğu dünyasındaki idaricilere baktığımızda<br />
bunların çoğunun, hem bilim ve kültüre,<br />
hem şiir ve sanata ve hem de toplumun<br />
inancına yönelik çalışmalara büyük destek<br />
sağladıkları ve bu desteği sürdürdükleri görülmektedir.<br />
Bedri Rahmi’nin değişiyle:<br />
İnsan dediğin, bir buğday tarlası gibi olmalı.<br />
Esti mi rüzgâr bir değil, milyonlar için esmeli.<br />
Su damlası inceliğindeki şiiri, fırtınaların<br />
karşısına diken ve su damlacıklarından hırçın<br />
ve baş eğmez bir okyanus kuran, üşüyen<br />
insanların kulaklarından süzülerek zihinlerde<br />
kıvılcımlar oluşturan “O ortak insan” sesidir,<br />
bu ses…<br />
İnsanın bedeni ve fiziki yapısı gidicidir, şiirin<br />
sesi ise kalıcıdır. O ses, gün olur insanı<br />
ifade eder, insan için konuşur, gün olur ki<br />
kanayan yaraya merhem olur ve yaraların<br />
sarılması için kullanılır.Gün olur ki mutluluğu<br />
sağlamak için söylenir. Bu nedenle Şah<br />
da Hükümdar da bu sanata çokça başvurmuştur.<br />
YAVUZ SULTAN SELİM<br />
Osmanlı Padişahı YAVUZ Sultan Selim<br />
(1467-1520) idari ve askeri meziyet ve dehası<br />
yanında bilim ve edebiyatta da kendini<br />
göstermiş, özellikle şiirde temayüz ederek<br />
hem güçlü bir hükümdar ve hem de bir şâir<br />
hüviyetiyle tarihe geçmiştir.<br />
O çağda Safevi (İran) tahtında bulunan<br />
Şah İsmail’in Anadolu’ya göz dikip başarılı<br />
ve etkin bir yöntemle Şii propagandası yaptığı<br />
dönemde, Osmanlı Devletinin bir Şehzadeler<br />
kavgası ile çok tehlikeli bir durum ve<br />
konuma düştüğünü görerek Padişahlığı adeta<br />
babasının elinden zorla almayı başarmıştır.<br />
Yavuz Sultan Selim, şiirde mahlas (takma<br />
ad) olarak “SELİMİ”yi kullanmıştır. Çok<br />
ilginçtir ki, Şah İsmail, ana dili Farsça olmasına<br />
karşılık Türkçe şiirler kaleme alırken;<br />
Yavuz hem Türkçe ve hem de Farsça şiirler<br />
kaleme almayı yeğlemiştir ve bunda da başarılı<br />
olmuştur.<br />
İslâm Birliği’ni temel alan şu ünlü dizeleri,<br />
son çağ düşünce dünyasında iz bırakan ve<br />
inançta adeta devrim sayılabilecek görüşler<br />
açıklayan Bediüzzaman Said Nûrsi tarafından<br />
alıntı (iktibas) yapılarak eserlerine geçirilmiştir.<br />
Milletimde ayrılık ve tefrika endişesi<br />
Kûşe-i kabrimde hatta bi-karar eyler beni<br />
İttihad iken savlet-i a’dayı def’e çaremiz<br />
İttihad etmezse millet dağidar eyler beni<br />
“Milletteki ayrılık ve bölünme endişesi,<br />
mezarda olsam dahi beni rahatsız eder.<br />
Düşmanın saldırısına karşı tek çaremiz birliktir.<br />
Millet, eğer birlik göstermezse (onun<br />
bu durumu) beni derinden yaralar.”<br />
Böylece Yavuz, birlik ve beraberliği, şiir<br />
diliyle savunmaya çalışmıştır.<br />
Sultan Selim’e ait olmadığı halde ona mal<br />
edilen şu ünlü dizeler adeta dilde pelesenk<br />
olmuş ve kuşaktan kuşağa geçerek zamanımıza<br />
kadar ulaşmıştır.<br />
Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek<br />
Giryemi etdi füzûn, eşkimi hûn etti felek<br />
Şirler, pence-i kahrımdan olurken lerzan<br />
Beni bir gözleri âhuya zebun etti felek<br />
“Felek, benim göz bebeğime ne tür bir büyü<br />
yaptı ki, ağlayışlarımı artırdı ve göz yaşlarımı<br />
kanlı hale getirdi. Aslanlar, benim ezici<br />
(güçlü) pençelerimin altında titrerken; (aynı)<br />
felek, beni bir ceylan gözlünün karşısında<br />
güçsüz bıraktı.”<br />
42 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Yavuz, Türkçeden başka Arapça ve Farsçayı<br />
biliyor, özellikle bu ikinci dilde bir Şiir<br />
Divan’ı meydana getirecek kadar hakimiyetine<br />
tanık oluyoruz. Yavuz’un sanatta ileri<br />
bir düzeyde oluşu ve o çağda şiir söyleyebilmek<br />
için gerekli olan genel kültüre sahip<br />
oluşu, dil ve edebiyat bilgisi hakkında, onun<br />
Farsça Divanı insana yeter derece de fikir<br />
vermektedir.<br />
Yavuz, kısa ömrüne birçok işleri sığdırmış,<br />
özellikle savaşlara gidip gelirken, yollarda<br />
geçen uzun zamanının büyük bir kısmını<br />
bilime, şiire ve sanata ayırmış, bilgin ve şâirlerle<br />
sohbetten büyük bir zevk almıştır. Ayrıca,<br />
sefere çıktığında yanında hiç ayırmadığı<br />
bilginlere fethedeceği ülkenin tarihine, coğrafyasına<br />
ve bulundukları konuma ait eserler<br />
yazmalarına veya tercüme ettirmelerine yardımcı<br />
olmaktan geri kalmamıştır.<br />
Kemâlpaşa -zâde’nin, Yavuz Selim dönemini<br />
tasvir eden ve “çağ” ile “ikindi vakti”<br />
anlamına gelen “ASR” kelimesini ikindi vaktindeki<br />
gölgenin, uzun ve zamanının kısa<br />
oluşunu çağrıştıran ve ifade eden bir şiirinde:<br />
Az zaman içre çok iş itmiş idi<br />
Sayesi olmuş idi âlem-gir<br />
Şems-i asr idi, asrda şemsin<br />
Zilli memdûd olur, zamanı kasir<br />
Şâir demek istiyor ki: Kısa bir süre içinde<br />
pek çok işler başarmıştı. Gölgesi, adeta bütün<br />
âleme yayılmıştı. Çağın güneşi idi. İkindi<br />
vaktindeki güneşin gölgesi uzun, fakat zamanı<br />
kısa olur.<br />
İbn-i Kemâl, Padişahın yakını olarak Mısır<br />
seferine onunla beraber katılmış Yavuz’la<br />
tatlı sohbetlerde bulunmuş ve onunla yol<br />
arkadaşlığı yapmış. Dertleşmiş ve Padişahla<br />
çok yararlı vakitler geçirmiştir. Yavuz Selim’in<br />
dostluğunu, sevgisini ve yakınlığını,<br />
hatta hocası gibi saygısını kazanmıştır.<br />
O’nun en büyük hayranı, hatta Padişahın<br />
ölümü üzerine çok güzel, içli ve yanık bir<br />
mersiyeyi kaleme almayı kaleme almaktan<br />
geri kalmamıştır.<br />
Sadece Doğu dünyasıyla ilgili değil, adeta<br />
biraz masal ve gizem biraz estetik ve hayal<br />
demektir şiir... O nedenle insana yaşamın<br />
yarı gerçek, yarı gerçek üstü olmasının doğal<br />
olduğu düşüncesini telkin eden, maddi dünya<br />
ile metafizik dünya arasında salınma hissi<br />
veren sonsuz bir ufuk gibidir de şiir…<br />
Duygu dünyamızda sevgiye dair kullandıklarımız<br />
ve düşündüklerimiz de dahil tamamını<br />
sözcüklere dökmeyi başarmış bir şâir<br />
görünümündedir Yavuz… Zamanın bir kısmını<br />
savaş, diğer bir kısmını bilgelikle geçirdiği<br />
bir dönemin Padişahıdır aynı zamanda…..<br />
Hep senün içündür benüm dünya cefasın çekdüğüm<br />
Yoksa ömrüm varı, sensiz neylerem dünyayı ben<br />
ŞAH İSMAİL<br />
Safevilerin büyük hükümdarlarından olan<br />
Şah İsmail (1487-1524), 16. asrın başlarında<br />
İran, Azerbeycan, Horasan ve Irak’ta<br />
güçlü bir devlet kurmayı başarmış. şiirlerinde<br />
gelenek gereği “HATAΔ mahlasını (takma<br />
adını) kullanmıştır.<br />
Dini konularda ve tasavvuf sahasında<br />
herkesçe bilinen bir aileye mensup olan Şah<br />
İsmail’in büyük dedesi Şeyh Safiyyuddin’dir.<br />
Erdebil ve Azerbeycan mıntıkasında halk<br />
tarafından kendilerine saygı gösterilen ve<br />
şöhreti etrafa yayılmış bulunan köklü bir<br />
sülaleden gelmektedir.<br />
Ailenin geçirdiği çeşitli maceralardan<br />
sonra daha çocuk denecek yaşta İran tahtına<br />
oturmuş, Safevilerin inanç olarak kabul ettikleri<br />
ve sürdürdükleri Şİİ mezhebine mensup<br />
bir kişi sıfatıyla bu mezhebe devletin<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 43
manevi propagandası için hararetle sarılmıştır.<br />
Kaynakların verdiği bilgiye göre miladi:<br />
1510 yılında Özbek hükümdarı Şeybanî<br />
Han’ı mağlup edip öldürmüş ve Horasan<br />
mıntıkasında elde ettiği başarılarla yetinmeyerek<br />
gözlerini Anadolu ‘ya dikmeye başlamıştır.<br />
Şah İsmail, benimsediği Şiî mezhebinin<br />
propagandasından sonra, bu oldukça enerjik<br />
ve kabına sığmayan gencin kafasında daha<br />
büyük projeler ve İmparatorluk kurma hayali<br />
ve düşüncesi vardır. “İki koçun başı bir kazanda<br />
kaynamaz” şeklinde bir atasözü vardır.<br />
Bu azimli ve biraz da maceraperest Şah’ın<br />
karşısında bir Sünnî Osmanlı Padişahı yani<br />
Yavuz Sultan Selim çıkar. Şah İsmail’in hayal<br />
ettiği ve düşlediği saltanattan yoksun<br />
kalacağı öngörüsünde bulunanların sayısı<br />
oldukça fazladır bu devirde.<br />
Yavuz’un kafasındaki projeler için gerekli<br />
mali ve askeri donanım ve araçların bulunduğunu<br />
görenler, Şah İsmail’in düşlediği<br />
büyük İmparatorluktan yoksun bırakılacağına<br />
ve yoksun kalacağına dair, tahminden öte<br />
bir realite olarak göreceklerine ve buna tanıklık<br />
edeceklerine inananların sayısı oldukça<br />
fazlaydı. Böylece Şah İsmail’in büyük ikbal<br />
peşindeki düşünce ve girişimleri sonuçsuz<br />
kalmış ve bu rüya gerçekleşememiştir.<br />
Şah İsmail’in Yavuzla çarpıştığı Çaldıran<br />
meydan savaşını kaybetmesi üzerine (23<br />
Ağustos 1514) canını zor kurtarmış ve bu<br />
yenilgiden sonraki yaşamı artık eskisi kadar<br />
pek parlak olmamış ve kendisini bir daha<br />
toparlayamamıştır.<br />
ŞİİR YETENEĞİ<br />
Şiir, eğer bilim ve kültürle desteklenmez<br />
ve beslenmezse zayıf ve cılız kalacağına dair<br />
hiç kimse kuşku duymaz ve bunu söylemeye<br />
de pek ihtiyaç yoktur. Şah İsmail, Erdebil<br />
şeyhleri ve bu ailenin çevresinde güçlü bir<br />
eğitim görerek İran Azerbaycan’ına Irak ve<br />
hatta Bağdat’a kadar uzanarak çağında oldukça<br />
ün salmış, buna paralel olarak şiirle<br />
uğraşmayı da ihmal etmemiştir.<br />
Farsçayı şiir söyleyecek kadar çok iyi bilen<br />
bu Şah, ne hikmetse şiirlerini Türkçe yazmayı<br />
tercih etmiştir. Hem Divan, hem Halk şiiri<br />
vadisinde at koşturan” Hataî”, tasavvufi<br />
mazmunlarla örülü bir şiir dünyasında gezinmiş,<br />
ilâhiler söylemekten ve dini motiflerle<br />
süslü manzumeler yazmaktan kendini<br />
alamamıştır…<br />
Onun söylediği sanılan ve bazen de onun<br />
tarafından söylenmiş gibi gösterilen:<br />
Hataî hal çağında<br />
Hak, gönül alçağında<br />
Bin bir Kâbe yapmaktır<br />
Bir gönül al çağında<br />
Gibi alçak gönüllü ve ince duygulu dizeler,<br />
doğal olarak hem geniş bir halk kitlesinin<br />
gönlünü almış ve hem de bir Şiîlik propagandası<br />
aracı olarak da Şah İsmail’e manevi<br />
bir destek sağlamış ve hükümdarlığını sürdürme<br />
imkânını vermiştir kendisine.<br />
O çağda Özbek Hükümdarı Şeybani Han,<br />
Hindistan İmparatoru Babür Şah ve nihayet<br />
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim gibi<br />
Şah İsmail de ünlenerek İslâm coğrafyasında<br />
büyük hükümdarlar arasındaki gerekli yerini<br />
almıştır. Şiir büyüsüne kapılan hükümdarlar,<br />
manevi bir silah olarak bu sanatın etkileyici<br />
gücünden ve dinlendirici özelliğinden fazlasıyla<br />
yararlanmış ve bu alanda sanat atını<br />
koşturmanın duyulmaz hazını yaşamışlardır.<br />
Hataî’nin bir hükümdar olarak büyük bir<br />
imparatorluğu kurma ve sürdürme yolunda<br />
attığı adımlar ve maddi ihtirasları yanında<br />
44 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiîliği devletin yaşamına egemen kılma ve<br />
felsefi bir biçim olarak algılama hususundaki<br />
çabaları ve manevi bir silah şeklinde kullanma<br />
niyetiyle hareket edişi, onu gerçekten<br />
güzel şiirler yazmakta da geri bırakmamıştır.<br />
Aile çevresinden aldığı tasavvufi neş’enin<br />
ve gördüğü dini eğitimin etkisiyle oldukça<br />
zengin ve ilâhi aşk duygularıyla örülü, heyecanla<br />
süslü, samimi ve etkileyici şiirler söyleyebilme<br />
yeteneğini göstermesine neden olmuştur.<br />
Biz ezelden ta ebed meydâne gelmişlerdeniz<br />
Şah-i Merdan aşkına merdâne gelmişlerdeniz<br />
Yazmağa Hakk’ın Kelâmullah’ı natık şerhini<br />
Bu beyanın ilmine Kur’an’e gelmişlerdeniz<br />
Şah İsmail’in zaman zaman kolay ve dünyaya<br />
değer vermeyen rindâne ve dervişhâne<br />
söyleyişleri yanında,zaman zaman da hükümdarlık<br />
gibi ikbal ve mevkiden uzak, hırslardan<br />
arınmış ve ebedi yolculuğa çıkmaya<br />
hazır yolcular arasında yer alan, içten duygulanışları<br />
terennüm eden bir edâ taşımakla<br />
beraber, her devirde çeşitli zümre ve kesimlerin<br />
hoşuna gidebilecek şiirleri varola gelmiştir..<br />
Hataî’nin yaşadığı ve hüküm sürdüğü<br />
bölgelerde yaygın olan Hurufî inanışlarının<br />
yansımalarından ötürü, onun bazı şiirlerinde<br />
bu etkininin izlerine rastlamaktayız. Daha<br />
önceki çağlarda Nesimî ve Habibi gibi Azeri<br />
lehçesinde güzel örnekler veren Hurufî<br />
inanç ve düşüncesi Hataî’de de görülmektedir.<br />
FUZULİ VE HATAÎ<br />
Bir ülke ve şehri alan fatihlere övgü yazmanın<br />
ve onları yücelterek hükümdarlara<br />
kaside sunmanın gelenek olduğu ve bir kural<br />
haline geldiği o çağda, şâir Fuzuli, bu geleneğe<br />
uyarak Şah İsmail’in Özbek Han’ına karşı<br />
kazandığı zaferi kutlayan şiirler yazması ve<br />
kendisine kasideler sunması bilenen bir durumdur<br />
Mistisizm yanında kan ve şiddetin kol<br />
gezdiği, acının ise hayatın olağan bir parçası<br />
haline geldiği ve dönüştüğü bir coğrafyada<br />
gözlerini açan Fuzuli, hükümdar ve devlet<br />
adamlarına kaside sunmakta bazen aceleci<br />
davranmıştır. Zamanının bir yarısının savaş,<br />
diğer bir yarısının köşeye çekilmekle geçtiği,<br />
kıyasıya din ve mezhep kavgalarının yaşandığı<br />
o bölgede, İslâm dininin en büyük isimlerinden<br />
Hazret-i Ali ve oğullarının şehit<br />
olduğu Necef, Kerbelâ ve Bağdat güzergahında<br />
yaşamını sürdüren Fuzuli, büyük yanılgılara<br />
düşmekten de kendini kurtaramamıştır.<br />
Toplumsal ölçekte ve hayatın her alanında<br />
belirsizliğin yaşandığı böyle bir ortamda<br />
Fuzuli’nin hayatındaki bilinmezler ve meçhullerin<br />
büyük ölçüde geniş ve çok olmasına<br />
fazla şaşmamak gerek. Ardı arkası kesilmeyen<br />
siyasi komplolar, her an saf değiştirebilen,<br />
şiddete yönelmiş gruplar ve savaşın çaresizleştirdiği<br />
yoksul halk kitleleri arasındaki yerini<br />
korumaya çalışmıştır Fuzuli… Kim<br />
Akkoyunlular’dan, kim Karakoyunlular’dan,<br />
kim Safeviler’den, kim Osmanlılar’dan, yanadır,<br />
belli değildi. Kimi Sünni, kimi Şiî,<br />
kiminin parası var, kiminin parası yok… O<br />
da belli değildir.<br />
Fuzuli böylesine bir ortamda çelişkilerle<br />
dolu bir deryada kürek sallamaktaydı… Hatta<br />
o dönemde Bağdat’a kadar gelen Osmanlı<br />
ordusunu “leşker-i kâfir” (Kâfir ordusu) diye<br />
yeriyordu... Böyle bir mizacı biraz da onun<br />
şâirlik karakterine bağlamak gerekir. Hani<br />
kendisi dememişmiydi ki;<br />
Ger Fuzuli derse ki güzellerde vefâ var<br />
Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 45
Şah İsmail, Özbek Han’ı olan Şeybani’yi<br />
yendikten sonra onun kafatasını şarap kadehi<br />
olarak kullanacak derecede gaddarlaşmış,<br />
zulüm ve gurur dağlarının zirvesine tırmanmış<br />
ve son noktaya kadar ulaşmıştı. Öyle<br />
anlaşılıyor ki Fuzuli, bu hükümdarı, yakından<br />
bilmiyor ve onu çok iyi tanımıyordu.<br />
Saray çevresinin uzağında bulunan ve yaşamının<br />
büyük bir kısmını Hille, Kerbela ve<br />
Necef gibi kutsal ve bir o kadar da acıklı<br />
olayların cereyan ettiği kentlerde geçiren<br />
Fuzuli, öyle anlaşılıyor ki Şah’ın bu halinden<br />
habersizdi. Başlangıçta büyük hayranlıkla<br />
alkışladığı Şah’tan gitgide soğumaya başlamış<br />
ve onun bu hallerinden ötürü pişmanlık<br />
duymaya başlamıştır.<br />
Şah İsmail’in durumuna ve onun zalimane<br />
davranışlarına derin bir sezişle vakıf olduktan<br />
sonra Şah’ın gerçek rakibinin Osmanlı<br />
Hükümdarı olduğunu dile getirmekte<br />
de tereddüt etmemiştir.” Beng ü Bâde” yani<br />
“Esrar ve Şarap” adını taşıyan ünlü eserinde<br />
allegorik bir tarzda, iki keyif verici maddenin<br />
öyküsünü anlatmıştır. Ateşli, atak ve gözü<br />
pek kişiliğinin simgesi olan “Şarab”a düşkün<br />
Şah İsmail ile, sakin, hatta uyuşuk mizaç ve<br />
karakterin simgesi “Esrar”a tutkun II.<br />
Bayezid arasındaki rekabete ayna tutmaya<br />
çalışmıştır.<br />
Ancak hayatta yaşadıkları olaylar, onu<br />
biraz daha ihtiyatlı olmaya ve ihtiyatlı davranmaya<br />
sevk etmiştir. Hiç olmazsa iki sembolün<br />
gerçek ifade ettiği anlam perdelemek<br />
için “Allah bana kendisini anacak ve söyleyecek<br />
dil verdiği halde ben oturmuş “şarapla<br />
esrar” dan söz ediyorum. Yaptığım, yaratana<br />
isyandır” diyerek “ve lakabım “Fuzuli” dir.<br />
Demek ki “Fuzuli bir adamın” edeb dışı hareketine<br />
şaşmamamız lazım.” açıklamasıyla<br />
kendine göre bir mazeret bulmaya çalışmıştır.<br />
Çün Fuzuli dürür benim lakabım<br />
Acep olmaz ger olmasa edebim.<br />
İKİ GAZEL<br />
Yavuz Sultan Selim (SELİMİ) ile Şah İsmail<br />
(Hataî)’den iki gazel alarak hem onların<br />
şiir dünyasını anlamaya ve hem de bu<br />
sanattaki egemenliklerine ayna tutmaya çalışalım<br />
GAZEL<br />
Benim şol dilber-i ra’na Habib-i gül-izarımdır<br />
Enisim, munisim, yarım, azizim, ğam-gusarımdır.<br />
Edirne’m hem Stanbul’um, Galata’m, Bursa’m, Engürüm<br />
Sinop’um, Kayser-i Rum’um, acep şehr-i yarımdır.<br />
Irak’ım, hem Isfahan’ım, Dımışk’ım Bosna bazarım<br />
Benim Çin ile Maçinim, Cezire’m sebz-vârımdır.<br />
Şikeste beste, derviş-i dil- şikestim, Selim Şahım<br />
Habibin vasfını yazmak benim dünyada karım.<br />
GAZEL<br />
Eyâ gönül kuşu derler bahar imiş mene ne<br />
Bisat-i ays, aceb rûzigar imiş mene ne<br />
Diyorlar o idu deli Leyli zülfüne Mecnun<br />
Deminde ol dahi bi-karar imiş mene ne<br />
Ahıtdı yaşımı devran batırdı Kanıma ol<br />
Rakib elindeki dest-i nigar imiş mene ne<br />
Lebün zulaline sözdür tükendi ömr-i aziz<br />
Hayat-i Hızr eğer paydar imiş mene ne<br />
Bu baht-i bed kim menüm var Hataî ol suhu<br />
Gam ehline diyeler ğam-güsar imiş mene ne<br />
o<br />
46 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiir<br />
Vehbi Yurt<br />
AĞLAYAN ÇOCUK<br />
Sen oynarken sokaklarda<br />
Ellerin kirliydi dizlerin yaralı<br />
Gözlerin dolu dolu olurdu<br />
Oyuncaklar kırılır<br />
Parçaları kalırdı<br />
O yaz hep beraberdik<br />
Sen büyüdün<br />
Ancak hiçbir şeyi fark etmeden<br />
Sen acı nedir bilmeden<br />
Sen yüzüne gül sürmeden<br />
Şefkat dolu ellerin<br />
Anlamlı bakışlarında her sabah<br />
Yoklukta üşüyen çocuğu düşünmeden<br />
Ey çocuk kış geceleri çok uzun<br />
Pencere önlerinde kuşlar ve kar<br />
Böylesi günler insanda yürek yakar<br />
Bacalardan yükselen görüntüler<br />
Kitaplar kalemler<br />
Hayatı doldurmuşlar çantana<br />
Yüklemişler sırtına<br />
Almışlar oyunları oyuncakları<br />
Hiç oyunu oyuncağı anlamadan<br />
Sen ağlayan çocuk<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 47
GİTME<br />
Sevine sevine seven varanda<br />
Yoluna engeli bırakıp gitme<br />
Derdine dermanı acil bulanda<br />
Sonunda gülmeli dağıtıp gitme<br />
Nehirler eş ol akıp gidende<br />
Sağında solunda sırıtıp gitme<br />
Bulutlar yükseğe duman tepende<br />
Ağrıyan yanımı koparıp gitme<br />
Seninle yaşarım elinde ölüm<br />
Dilimden düşmeyen sen alıp gitme<br />
Sevincim yüreğim düzde dizlerim<br />
Gözler yoruldu öyle bakıp gitme<br />
Ay gökte sen güneşte kimler sıcak<br />
Karanlıkta göğsüme akıp gitme<br />
FAKR<br />
Gel ey Vehbi söyle beyan et<br />
Tasavvufça biraz mana ayan et<br />
Ki zira Resulullah buyurdu<br />
Ki bu elfakru fahrini duyurdu<br />
Nedir bundan murat Allah’u A’lem<br />
İşarettir bu ümmet fakrına hem<br />
Fakir olup surur ede diye hem<br />
Şükür kıldın bu ümmetten beni hem<br />
Bu ümmetle ederim iftiharı<br />
Müyesser kıldı bana ol Zat-ı bari<br />
Murad ola veyahut bu kelamdan<br />
İbarettir vücudu yokluğundan<br />
Yok olup yerler ve gökler tamamı<br />
Fenafillahta olurdu müdamı<br />
Muhabbetten fen olurdu varı<br />
O yokluktan ederdi iftiharı<br />
Murat nedir veyahut bu kelamdan<br />
Fakirullah idi bu iftihardan<br />
Ki yani fakirlikten muradı<br />
Edem derdi hüdaya itimadı<br />
Kanaat kenzi mevcut olmuştu<br />
Sehavette nihayet bulunmuştu<br />
Gelip dağlar ona hem söylediler<br />
Olup altun akalım hem dediler<br />
Kabul etmedi onların birini<br />
Kim isterdi hüda’dan ümmetini<br />
Bu ümmet için tuttu bu yerde<br />
Ki daim yardım ede ehl-i derde<br />
BELLİ<br />
Üstünde dünyanın sonsuza koşan<br />
Bir at yarışında durağı belli<br />
Gelecek korkusu sonsuza aşan<br />
Ömür yarışında budağı beli<br />
Çekilmez sanma ki hazırlan kuşan<br />
Bir haykırış yok ki sıcağı belli<br />
Çifte ömrüm ayrılıkta buluşan<br />
Gurbet acı şehir gözdağı belli<br />
Git ve gel işte oraya doluşan<br />
Yükselir feryatlar ocağı belli<br />
Yol çekilmez hasret nazda kokuşan<br />
Zaman son durakta toprağı belli<br />
Titreyen zeminin üstünde şaşan<br />
Ayağında yolların uğrağı belli<br />
Beklemez yarının korkusu taşan<br />
Sonsuza uğrayan yaprağı belli<br />
Örmüş saçlarını hayat oluşan<br />
Dönülmez tutunur şu bağı belli<br />
48 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiir<br />
Kağızmanlı Hıfzî<br />
ŞEYDA BÜLBÜL (AĞIT)<br />
Şeyda bülbül ne yatarsın bu yerde<br />
Yok mudur vatanın illerin hani<br />
Küskün müsün selamımı almadın<br />
Kur’an okur şirin dillerin hani<br />
Bir kuzu sürüden ayrı ki durdu<br />
Yemez mi dağların kuş ile kurdu<br />
Katardan ayrıldın şahan mı vurdu<br />
Durnam teleklerin tellerin hani<br />
Yaz baharda sefil baykuş öter mi<br />
Kara yerde mor menekşe biter mi<br />
Bahçeye alışan yerde yatar mı<br />
Uyan şeyda bülbül güllerin hani<br />
Orda yorgan döşek yastık var mıdır<br />
Dalın tahta duvar önün yar mıdır<br />
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır<br />
Senin kapın, bacan, yolların hani<br />
Körpe maral idin dağlarımızda<br />
Dolanırdın sol-u sağlarımızda<br />
Taze fidan idin bağlarımızda<br />
Felek mi budadı dalların hani<br />
Soldu m’ola ağ ellerin kınası<br />
Çözülmedi ala gözün manası<br />
Kocaldın mı on beş yılın Sonası<br />
Çiğdem çiçek açan çillerin hani<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 49
Düğününde acı şerbet içildi<br />
Gelinlik esvabın dar mı biçildi<br />
İlikle düğmeni göğsün açıldı<br />
N’oldu kemer besti bellerin hani<br />
Emim kızı aç kapıyı gireyim<br />
Hasta mısın hal hatırın sorayım<br />
Susuz değil misin bir su veriyim<br />
Çaylarda çalkanan sellerin hani<br />
Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz<br />
Nenni balam nenni kalma uykusuz<br />
Hem garip,hem çıplak, hem aç hem susuz<br />
Ömür fukarası malların hani<br />
Her gelip geçtikçe selam veriyim<br />
Nişangah taşına yüzüm süreyim<br />
Kaldır nikabını yüzün göreyim<br />
Ne çok sararmışsın alların hani<br />
Felek de canana böyle kıyar mı<br />
Hasta başın taş yastığa koyar mı<br />
Ergen kıza beyaz donlar uyar mı<br />
Al giy allı balam şalların hani<br />
Daha seyrangaha çıkamaz mısın<br />
Çıkıp da bağlara bakamaz mısın<br />
Kaldırsam ayağa kalkamaz mısın<br />
Yok mudur takatin halların hani<br />
Odan ne karanlık yok mu ataşın<br />
Aç mısın nerdedir ekmeğin aşın<br />
Haniya güveyin haniya eşin<br />
Yeşil başlı sonam göllerin hani<br />
Ecel tuzağını açamaz mısın<br />
Açıp ta içinden kaçamaz mısın<br />
Azad eyleseler uçamaz mısın<br />
Kırık mı kanadın kolların hani<br />
Sende Hıfzı gibi tezden uyandın<br />
Uyandın da taş yastığa dayandın<br />
Aslı Hanım gibi kavruldun yandın<br />
Yeller mi savurdu küllerin hani<br />
50 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
SEFİL BAYKUŞ<br />
Sefil baykuş merak eder dilimi<br />
Ölüm lal eyledi dillerim yoktur<br />
Eğdi kametimi büktü belimi<br />
Kalkamam ayağa hallerim yoktur<br />
Ben gelende bizim yerler yaz idi<br />
Ettiğimiz cilve idi naz idi<br />
Cehiz düzemedim ömrüm az idi<br />
Göçtüm gömlek ile şallarım yoktur<br />
Gelinlik elimin kınası solmuş<br />
Kara gözlerime topraklar dolmuş<br />
Sararmış gül benzim zağfiran olmuş<br />
Solmuş al yanağım hallarım yoktur<br />
Haber edin kuşlar çeksin yasımı<br />
Yuva yapsın püskülümü fesimi<br />
Koymadılar ben dolduram tasımı<br />
Deryadan ayrıldım sellerim yoktur<br />
Ecel beni bir kuş etti uçurdu<br />
Kağızman'ın bağlarından göçürdü<br />
Kahpe felek beni çarhtan geçirdi<br />
Yaslıyım yeşilim allarım yoktur<br />
Haber edin ishak kuşlar göçende<br />
Selam söylen her turnalar geçende<br />
Ağ kırmızı sarı güller açanda<br />
Yollayın bana da güllerim yoktur<br />
Yaren yoldaş beni düşlerde görsün<br />
Görenler de halim hatırım sorsun<br />
Yoldan gelip geçen Fatiha versin<br />
Felek dilencisi mallarım yoktur<br />
Hıfzı'ya emanet dört yavru koydum<br />
Çeşmim yaşı ile yıkandım yuydum<br />
Bu fani dünyanın tadına doydum<br />
Arısız kovanda ballarım yoktur<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 51
Şiir<br />
Mustafa Suna<br />
“GAM”LARIM, BESTE GİDER<br />
Sultânımın Sultân’ına; arz eyledim hâlimi;<br />
Halden hâle geçtim, gördüm; dost hâli; dosta gider…<br />
Halleşelim; halden anlar; bulamadım âlimi;<br />
Dermân bulmak için hâlim; dost gönle, hasta gider…<br />
Deste yaptım, dertlerimi; yıllarca dert bulmadım!!<br />
Yed-i Rahmân; okşar dertle; elini sert bulmadım,<br />
Hicrânım yok; dost elinde; ardımda fert bulmadım…<br />
Dest-i Sultân’a yüz verdim; dert deste; deste gider…<br />
BÜLBÜL, GÜL AŞKIYLA PÜRYÂN; NÂLESİ,<br />
SAY Kİ; NÂLEM…<br />
Gül dalında, hârelendim; hâre doldu vîrânem..<br />
Gül’ün hârı can mı yakar; Cân’a değer; cân hânem;<br />
Gamlardan arınan cânım; Ol Cân’a beste gider…!<br />
Son nefeste îmân bulam; gayretimiz bundandır…<br />
Hakk yolundan çile deren, son nefeste handândır..<br />
Mü’minlere Mü’min olan; cana yakın, candândır…<br />
Cân yoluna, can atmayan; âhiri yasta gider..!!<br />
Derdim çile… Çile derdim; oldum yoluna revân;<br />
Yolundan gitmeye bir gör; derdine buldun devân…<br />
Devâsından tat alanlar; dünyâyı bulur yavan;<br />
Dallı Mustafa yüreği; pâk mıdır Teste gider…<br />
Gam: Üzüntü, keder. Makamları oluşturan, nota gurupları.<br />
Handân: Gülen.<br />
Yed-i Rahmân: Rahmân’ın eli.<br />
Hicrân. Ayrılık.<br />
Nâle. Feryat.<br />
Hâr: Gülün dikeni.<br />
Dest: El.<br />
52 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Tenkid<br />
Şerif Ali Minaz<br />
TAHTALI EVLERDEN<br />
TAHTLI KÖŞKLERE<br />
SİTEMİM VAR<br />
Güzel Kardeşlerim!(1)<br />
Bu gün sizlerin şahsında burada bulunmayan<br />
BAZI Müslüman kardeşlerime de<br />
seslenmek istiyorum. Sürçü lisan eylersem<br />
şimdiden “affoluna” diyorum. Çünkü bu<br />
güne dek konuşmadığım bir üslupla konuşmak<br />
istiyorum. Biraz ironik olacak bu sohbetimiz.<br />
Siz beni anlarsınız değil mi kardeşlerim!<br />
Şu Hadisler Bize mi Hitap Ediyor<br />
Önce Allah Resulü’nün bir kaç hadisini<br />
hatırlayalım:<br />
“Gerçekten de bu altın ve gümüş sizden<br />
önce gelen ümmetleri helak etti. Cimrilik,<br />
hırs ve övünmeden kaçınmadığınız takdirde<br />
bunlar sizin de helak sebebiniz olur.” (Tırmizi;<br />
Zühd 16, Muslim; Zühd 1).<br />
“(Ya Rab!) Zenginlik ve yoksulluk fitnesinin<br />
şerrinden sana sığınırım.” (Buhari; Deavat<br />
38, 40, 42, Muslim; Zikr 15, 50)<br />
“Kıyamet günü öyle topluluklar gelecek<br />
ki, amelleri Tıhame dağı kadar oldukları<br />
halde cehennem ateşine girmeleri emredilir.”<br />
Dediler ki: Ey Allah’ın Resulü, onlar<br />
namaz kılıyorlar mıydı “Evet” dedi. “Onlar<br />
namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı, hatta<br />
gece namazına kalkıyorlardı. Ancak dünyalık<br />
bir şey gördüklerinde hırsla atlıyorlardı.”<br />
(İbn Mace; Zuhd, 2 / 1418).<br />
EZMANIN TEBEDDÜLÜ<br />
Allah Resûlü (s.a.s) bunları söylemiştir<br />
söylemesine de: “Allah, verdiği nimetleri<br />
kulunun üzerinde görmeyi sever,” diye de<br />
buyurmamış mıdır Sonra, mecellemizde:<br />
“Ezmanın tebeddülü ahkâmı da teğayyür<br />
eyler,” denmemiş midir Siz siz olunuz, bu<br />
hükümlere kulak veriniz(!)<br />
Âdemoğluna “ibnülvakt” yani “zamanın<br />
çocuğu” denilir bizim kültürümüzde. Sizler<br />
de, zamana ayak uydurunuz lütfen (!) Bazen,<br />
zaman size uymayabilir, o zaman siz zamana<br />
uyunuz efendim (!)<br />
Aydınlatan manasına gelen “NUR” adlı<br />
kitabımızda her ne kadar:” Yiyiniz, içiniz,<br />
amma İSRAF ETMEYİNİZ” buyrulmuşsa<br />
da, sizin israfa kaçmayacağınızı biliyorum (!)<br />
Her ne kadar, imkânlarının çok geniş<br />
olmasına rağmen, yiyecek ve yakıt bulamayan<br />
fakir fukara vardır, aç ve açıkta kalanlar<br />
olabilir düşüncesiyle, evindeki kaloriferleri<br />
yakmayıp soğuk havalarda abasının altında<br />
vakit geçiren ŞEYH EFENDİLER varsa da,<br />
siz bakmayın onlara. Bedenleriniz size Allah’ın<br />
emanetidir, rahat ettirin kendinizi(!)<br />
Her ne kadar dün, zühd ve takva zamanı<br />
idiyse de, bu gün o hallerin semeresini<br />
görme zamanıdır(!)<br />
Her ne kadar bir kıtlık yılında Allah Resulü’nün<br />
huzuruna gelip, bellerine bağladıkları<br />
kuşakların altından karınlarını bastırmak<br />
için koydukları birer taşı çıkaran sahabelerine<br />
Allah Resûlü, kendi belinden iki<br />
taş çıkararak mukabele etmişse de, o, tarihsel<br />
bir olay olarak gelip geçmiştir efendim.<br />
Şimdi böylesi bir yokluk ve kıtlık mı yaşıyoruz<br />
dünyamızda (!)<br />
Bu ülkede asgari ücretle geçinenler<br />
varmış, geçim sıkıntısı içinde olanlar varmış;<br />
aldırmayın siz onlara. Siz de dün öyle değil<br />
miydiniz Sizler, bazılarının örnek gösterdiği<br />
Ebu Zer gibi olmaya iltifat etmeyiniz. O bir<br />
istisna idi. İstisnalar kaideyi bozar mı hiç (!)<br />
Kenz edin /biriktirin/; Sa’lebe gibi(!) Sürün<br />
saltanatınızı; Muaviye, ya da, Karunlar<br />
gibi (!)<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 53
Sizler büyük sahabe Ebû Zer’in,<br />
Muaviye için söylediği şu sözlerin muhatabı<br />
olduğunuz zehabına kapılmayınız sakın: “Ey<br />
Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan,<br />
israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan<br />
ihanettir!”<br />
DÜNÜMÜZ VE BUGÜNÜMÜZ<br />
Kardeşlerim!<br />
Ben diyorum ki:<br />
Dün kerpiç evlerde, çamurla sıvanmış<br />
odalarda otururken, bugün kâşanelerde,<br />
saray ve köşklerde zevkü sefa sürünüz (!)<br />
Dün tahtalı evlerdeydiniz, bu gün TAHT’lı<br />
evlerde, pardon, köşklerdesiniz. Yarın da,<br />
tahtalıköyde olacaksınız. Ne güzel yolculuk<br />
değil mi Yolculuğa, tahtayla başlayıp tahtayla<br />
bitiriyorsunuz. Doğrusu, “tahta konusunda<br />
bu denli sabitkadem olmanıza/ayak<br />
diretmenize/ hayran olmuyorum” desem,<br />
yalan olur(!) Ha, bir hususu daha hatırlatayım<br />
ve sizleri tebrik edeyim: Maddi ve manevi<br />
rantiyecilikte, lüks ve israf konularında<br />
TAHTLI KÖŞK’ teki sınavınız gayet başarılı<br />
geçiyor maşallah! Ama merak ediyorum,<br />
bu sınav tahtalıköyde nasıl geçer acep<br />
Malikânelerinizin, dikey veya yatay bir<br />
yapıya mı sahip olmasını istersiniz; orasını<br />
bilemem. Ama bana sorarsanız, yatay bir<br />
yapıda olsun, derim. Çünkü ayağımızın toprağa<br />
yakın olmasında fayda vardır. Böylesi<br />
yatay yapılar hem tahtalıya yakındır, hem<br />
toprağa. Gerçi sizler için uzak yakın pek fark<br />
etmez ya (!) Yatay dediysem de, “arazilerinizi<br />
hovardaca kullanın” demekten hazer ederim;<br />
yüzme havuzlarınıza da yer kalsın efendim(!)<br />
Geniş salonlarınızın her birine, atamız<br />
Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi yâd etmek için,<br />
onların birer resmini ve dahi tahtını yerleştiriniz.<br />
Ve oturunuz sık sık oralara. Aynısını<br />
bulamazsanız, tıpkı yapımını bulunuz. Benzerlerini<br />
yapacak marangoz mu yok memlekette<br />
canım. Onların üstünde her biriniz<br />
saltanat zevkini tadınız (!) Çünkü o zavallı<br />
ecdat, Mısır’da, Balkanlarda ve serhat boylarında<br />
at koşturmaktan dolayı doya doya<br />
oturamadılar o tahtlarda. Onların yerine siz<br />
oturun bari vekâleten (!)<br />
İstanbul’da ikamet ediyorsanız, evlerin<br />
tepelerine yerleştirdiğiniz radarlar sayesinde<br />
odalarınızın her birindeki plazma TV’lerden<br />
boğaz manzaralarını sürekli ve canlı olarak<br />
seyrediniz. Klimalarınıza sürekli gülsuyu<br />
pompalayan cihazları taktırmayı da sakın<br />
ihmal etmeyiniz.<br />
Duvarlarınızı, vaktiyle Fransa’ya, İngiltere’ye<br />
kaçırılmış olan tarihi eserlerimizle,<br />
nadide tablolarımızla tezyin ediniz. Bir yolunu<br />
bulup bu eserleri oralardan kurtarınız ve<br />
evlerinize taşıyınız. Zavallı ecdat yadigarları,<br />
yad ellerde tutsak gibi kalmasınlar, kurtulsunlar<br />
sayenizde esaretten. Sonra, belki o<br />
tablolardaki yazılanlardan da ibretler alırsınız.<br />
Osmanlıcanın Nesih, Kufi tarzlarını iyi<br />
okuyabildiğinizi bilirim.<br />
Banyolarınız, VC’leriniz en nadide taşlarla<br />
süsleyiniz. Meselâ, swarovski taşlarla<br />
tezyin ediniz. Musluklarınız da altın kaplama<br />
olsa fena olmaz yani. Hele hele WC<br />
kâğıtlarınızın markası mutlaka ve mutlaka<br />
Louis Vuitton olsun. Banyolarınız ve jakuzileriniz,<br />
salonda ve cam kenarlarında olsa<br />
çok daha iç açıcı olur. Meselâ, cam kenarında<br />
veya salona nazır bir yerde bulunabilir.<br />
Hani şu kapısı kapanınca buzluya dönüşüveren<br />
camlar var ya. Onlardan olsun banyonuzun<br />
camları.<br />
Her taraf ışıl ışıl olsun. Dünyanın en ünlü<br />
iç mimarlarına dizayn ettiriniz oturduğunuz<br />
mekânları. Teknolojinin ve elektroniğin<br />
en son imkânlarından yararlanın. Bazı odalarınızdan<br />
sürekli olarak Kâbe’nin görüntüsü<br />
gözünüzün önüne gelsin. Düğmeye bastığınızda<br />
bazı odalarınız hemen sohbet odası<br />
oluversin; tekrar düğmeye bastığınızda asansörlü<br />
mescit olabilsin. Yine düğmeye bastığınızda<br />
ister Batı klasiklerini, ister Türk<br />
sanat musıkisini, ister Kur’an ve ilahi seslerini<br />
zevkle dinleyebilesiniz.<br />
Hele şu süpürgelikler var ya, onları,<br />
metresi 350 Avro olan Avrupai prada kumaşlarla<br />
kaplatmayı hiç ihmal etmeyiniz.<br />
Unutmadan şunu da ilave edeyim:<br />
54 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Gardroplarınız çok geniş olsun ki, İtalya’dan,<br />
Fransa’dan aldığınız takım takım elbise ve<br />
çantalarınızı sığdırabilesiniz. Çünkü dosta<br />
düşmana karşı çok şık ve marka elbiseler<br />
giymelisiniz. Hoca’nın “ye kürküm ye” fıkrasını<br />
unutmayınız. Sonra, dostun başa, düşmanların<br />
ayağa baktığını da hatırlayınız.<br />
Ayakkabılarınız İtalyan mamulü olsun. Sokun<br />
onları düşmanın gözüne gözüne (!)<br />
Dün, binmek için merkebi bile bulamazken,<br />
binin bu gün dört çarpı dört araçlarınıza,<br />
mersedeslerinize. Vızadak geçiniz<br />
yağmurlu çamurlu yollardan; ıslatın üstünü<br />
başını yoldan geçen ve dahi sizin gibi olamayan<br />
proleteryanın.<br />
Dün yaygın ve bilinen tabirle, mücahittiniz,<br />
müşahit oldunuz ve sonra da müteahhit...<br />
Hep ilerliyorsunuz. Eh, bundan böyle<br />
müsait olsanız ne yazar(!)<br />
Dün HİZMET için çırpınıyordunuz, vatan,<br />
millet, Sakarya diyordunuz. Çok iyi<br />
biliyorum ki, mücadelenizde, aşk ve heyecanınızda<br />
sonuna kadar samimiydiniz. Ama<br />
tüm idealleriniz dünde kaldı, bugün zafer<br />
sizindir. Gün size doğmuştur. Ganimetler,<br />
ananızın ak sütü gibi helaldir. Çünkü dünkü<br />
gazanızın ganimetleridir bunlar. Yiyiniz lütfen<br />
afiyetle(!)<br />
Dün, “bir devlet memuru olabilsem, bir<br />
ekmek kapısı açabilsem kendime” diyordunuz,<br />
ya da, bin veya bin beş yüz T.L. maaş<br />
alıyordunuz. Ama bu gün devran değişti,<br />
sakın ola ki, 20- 30 bin lira maaşlara fit olmayasınız<br />
bu gün (!)<br />
İster seçilmiş, ister atanmış; kim olursanız<br />
olunuz. Mutlaka ve mutlaka kamuda<br />
veya özel sektörde bir makam işgal ediniz.<br />
Dünlerinizi düşünmeyiniz; bu gününüze<br />
bakınız. Şairin dediği gibi, “dokuz kula bir<br />
pul, bir kula dokuz pul” paylaşım kuralına<br />
da alıştırınız kendinizi. Adapte olunuz kapitalizmin<br />
yasalarına.<br />
“Şerefül -mekân bil -mekin” (bir makamın<br />
şerefi, orada oturanla ölçülür) demişler<br />
ya. Aldırmayınız siz o söze. Nasıl olsa bulunduğunuz<br />
mekânlar ve makamlar size bir<br />
değer ve paha biçecektir. Ziya Paşa’nın:<br />
“Bed asla necabet mi verir hiç üniforma/<br />
Altın palan ursan, eşşek Yine eşşektir,”<br />
dizelerine de aldırmayınız siz.<br />
Bu Ziya Paşa da enteresan bir adamdır.<br />
Yıllar öncesinden bir de ne demiş bakınız:<br />
Onlar ki, verir lâf ile dünyaya nizâmât. /<br />
Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.<br />
Siz, sizi eleştirenlere sakın kulak asmayınız<br />
(!) Bildiğiniz hak (!) yolda şaşmaksızın<br />
yürüyünüz (!) Size akıl vermeye çalışanların<br />
pırıl pırıl tertemiz olduklarını mı sanırsınız<br />
Onların da haneleri çirkefliklerle doludur.<br />
İÇİN MLS ÇAYINIZI (!)<br />
İşgal ettiğiniz makamlarınızda otururken,<br />
MLS çayınızı, doyuncaya, çakır keyf oluncaya<br />
kadar içiniz. Bana, “MLS” çayı da nedir,<br />
diye mi soruyorsunuz<br />
MLS çayı, Melisa; namı diğer “oğul otu”<br />
çayıdır. MLS’nin M’si, dolgunca bir Maaş ve<br />
çokça itibar gördüğünüz Makamlarınızdır.<br />
Elektrik, su ve ısınma ücretlerinden muaf<br />
mıdır, bilmiyorum, amma MLS’nin L’si de,<br />
oturduğunuz Lojmanlardır. S’si de sekreterlerinizdir.<br />
Onlar tıpkı cennet hûrileri gibidirler,<br />
çevrenizde fıldır fıldır dönerler, her<br />
an emrinizdedirler. Evet, bu üçü sizin başınızı<br />
döndürürse döndürsün, sakın aldırmayınız,<br />
devam ediniz yolunuza(!) Dün tahtalı<br />
evlerde otururken bunları rüyalarınızda bile<br />
göremiyordunuz, değil mi Bazılarının “Üç<br />
S” diye formüle ettiklerini bendeniz de böyle<br />
formülleştirdim. Melisa çayının, ağrı ve sızılara<br />
da iyi geldiğini bilirsiniz herhalde.<br />
Hasbi adam, vakıf ve vâkıf /her şeyi bilen/<br />
adam olmanız pek önemli değildir bu<br />
saatten sonra. Kesbi olunuz, çıkarlarınıza<br />
bakınız, kasayı ve keseyi doldurmaya devam<br />
ediniz. Dem bu demdir. Her daim, konformizm<br />
ve kariyerizm (ne pahasına olursa<br />
olsun bir yerlere gelme ve uyumlu olma)<br />
hırsı içinde olunuz (!)<br />
Benim, “Dünya Derin Devletinden,<br />
Armagedeon Savaşlarından, Mesih ve Mehdilerden<br />
sıkça söz edişime bakmayınız siz.<br />
Kervanlar öyle de yürür, böyle de. Siz bakın<br />
kendi keyfinize, sürün sefanızı. Şu üç günlük<br />
fani dünyadan alınız kâmınızı (!)<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 55
Yıllar öncesinden de Koca Şair Tevfik<br />
Fikret Efendi bize izin vermemiş miydi<br />
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,<br />
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”<br />
dememiş miydi Hatırlayın bunları(!)<br />
Tam zamanıdır efendim, fırsat bu fırsattır,<br />
yiyiniz.<br />
HAYIFLANMAYINIZ SAKIN<br />
Halinizden şikâyet etmeyiniz sakın. Sizler<br />
artık değiştiniz. Baksanıza, tıpkı sizler<br />
gibi değişen bir dünya var karşınızda. Biliyor<br />
musunuz, globalleşen, affedersiniz, küreselleşen<br />
dünyamızda birçok şey eskisi gibi değil<br />
artık. Meselâ; Afrika ve orta doğuda “Arap<br />
Baharı” denilen bir rüzgâr esiyor, dünün<br />
monşerleri görevleri başından uzaklaşıp,<br />
halk çocukları harıl harıl iş başı yapıyor.<br />
ABD’yi görmüyor musunuz, dünün “ötekisi”<br />
olan zenci çocuğunu direksiyon başına getirdiler.<br />
Almanya’da, dünün komünist dünyasında<br />
büyümüş ve sıradan bir din adamının<br />
kızı işbaşında. İlginç bir dünyadayız değil<br />
mi Keser dönmüş, sap dönmüş. Gün<br />
gelmiş hesap dönmüş. Önümüze böyle bir<br />
imkânlar dünyası açılmışken değerlendirin<br />
fırsatları (!) Gark olun dünya malına ve<br />
zevklerine(!) Hem de aksırıp tıksırıncaya<br />
kadar.<br />
Bir zamanlar, “Bir kesere bile sap olamadık,”<br />
diyenlere sesleniyorum! Şimdi oldunuz<br />
sap. Sapı kimin tuttuğu önemli mi ki<br />
Siz yaşayın bu dünyada kendi cennetinizi (!)<br />
Böyle bir dünya varken, keser olamadık diye<br />
de hayıflanmayınız. Sap olmak, keser olmaktan<br />
daha yeğ değil midir Allah aşkına(!)<br />
Aslında, keser olmak, daha bir şanssızlık<br />
gibi geliyor bana. Baksanıza, Fas, Cezayir,<br />
Libya, Mısır ve Irak’taki keserlerin sonları<br />
ne oldu Avrupa bankalarında yatan milyar<br />
dolarları, kurtarabildi mi onları Kimileri<br />
kafeslerde hesap veriyor, kimileri de çoktan<br />
çekip gittiler bu dünyadan. Şu dizeler sanki<br />
onlar için söylenmiş:<br />
Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur.<br />
Yıkıldı gitti cihandan kafir/Dayansın ehl-i kubur.<br />
Bu keserlerin bir de “NALINCI” olanı<br />
var malumunuz. Siz galiba daha çok bu cinsinden<br />
olmaya özeniyorsunuz keserin. Bana<br />
sorarsanız bu cinse ve sapı olmaya asla ve<br />
kata meyletmeyiniz efendim. Orada tüyü<br />
bitmemiş yetimlerin hakkı vardır. Kul hakkı<br />
vardır. Yarın Tahtalıköy’de bunun hesabını<br />
hiç mi hiç veremezsiniz.<br />
Sonra, anlayamadığım bir nokta daha<br />
var biliyor musunuz Sizler dün, doktor,<br />
cerrah veya onların ellerindeki neşter olmayı<br />
düşlüyordunuz. Her kese ve her yere şifa<br />
dağıtmak en büyük idealinizdi. Ne değişti de,<br />
şimdi keser veya sap olmaya özeniyorsunuz<br />
(!) Özendiğiniz şeye bakınız Allah aşkına!<br />
VELHASIL<br />
Kardeşlerim! Bu sözlerimden alınmadınız<br />
değil mi Biliyorum ki, alınmadınız.<br />
Çünkü bunların zerresi yoktur sizde. Bunlardan<br />
gönül ve hicran yaresi olan<br />
BAZILARI alınsın.<br />
Sizleri iyi tanıyorum. Doğru bildiğiniz<br />
yoldan şaşmazsınız. “Dün dünde kaldı, bu<br />
gün değiştik artık” demezsiniz. Kendi ellerinizle<br />
kendinizi tehlikelere atmazsınız.<br />
Göz göre göre böylesi hatalara düşmeyeceğinizi<br />
ümit ve dua ediyorum<br />
Suizanda bulundumsa hakkınızı helâl<br />
eyleyiniz lütfen. Hani bir de bu abdi acize<br />
taktığınız bir lâkap var ya: ŞEYH AĞABEY.<br />
Şeyhler, bazen gelecek tehlikeleri sezerlermiş.<br />
Bizler, biraz da fütürist ve uyanık olmalıyız<br />
diye düşünüyorum. Gün gelip böyle bir<br />
dünya ve imkânlarla karşılaşırsanız agâh ve<br />
dikkatli olmanız için söyledim bunları.<br />
Lütfen unutmayınız ve hatırlayınız sözlerimi.<br />
Yine unutmayınız ki, “Hafızayı beşer, nisyan<br />
ile malûl imiş.”<br />
Sizleri selamların en güzeliyle selamlıyor,<br />
kalın sağlıcakla, diyorum.<br />
Dipnot:<br />
(1) Sanal bir dinleyici kitlesine sesleniş!.. (Nâsir)<br />
(2)<br />
o<br />
56 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiir<br />
Ahmet Kanyılmaz*<br />
BEYTULLAH<br />
Seni ilk gördüğüm an vuruldum ey Beytullah.<br />
Zaten ‘’elest bezmi’’inde Levh-i Mahfuz’a Allah<br />
Ölümsüz aşkımızı yazmış kudret eliyle<br />
Benzersiz destanını aşıkların diliyle.<br />
İlahi güzelliğin karşısına mest oldum,<br />
Her soluk alışımda saf ışığınla doldum.<br />
Silindi gözlerimden, gönlümden dünya ahret<br />
Varlığımı kuşatan tek şey kaldı: Mehabet!<br />
Ey zaman, ne güzelsin dur geçme, denecek an!-<br />
Vahiy uğultusunu, mahşer ürpertisini<br />
Duydum bağrımda yarın sonsuzluk ateşini,<br />
Kemerlerin altında her secdeye varışta<br />
Görebildiğim anlar seni can nazarıyla.<br />
Gönül pınarlarının patladı gözeleri<br />
Sardı yedi iklimi gözyaşı nehirleri.<br />
Nehir’in kaynağına ulaşmanın coşkusu<br />
Kana kana içmenin ilahi sarhoşluğu<br />
Keşki görmez olaydım seni böyle sarılmış<br />
Dört bir yanın gönüller ağıyla kuşatılmış.<br />
Kardeşlerin de olsa sana uzanan eller<br />
Yüreğime saplanan birer alevden hançer…<br />
Seni sevmek ibadet, bunu anlamak gerek,<br />
Sana layık olmanın sırrına ermek gerek<br />
Ebede doğuşun nur potasında erimek…<br />
Mihneti binnet bildim vuslatına erince<br />
Hicran bahçelerinden al gülleri denince…<br />
Vuslat alevli rüzgar, hicran lav katılmış kan<br />
Korkmaz mesafelerden ufuk yeleli atlar…-<br />
Kanat sesleri midir sütunlar arasında<br />
Dolaşan melekleri duası mıdır yoksa <br />
Ruhumu allak-bullak eden o fısıltılar…<br />
Nedametin, utancın, sevincin, mutluluğun,<br />
Izdırabın, sevginin, umudun, coşkunluğun<br />
Gel-gitler içinde savulurken sonsuza<br />
Kuş kafesten kurtulur uçar o kuşaklara…<br />
* Gülşehri Kanyılmaz ile Ahmet Kanyılmaz soyadlarının benzerliği tamamen tesadüfidir. (Editör)<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 57
FURKAN<br />
Furkan,<br />
Bütün zamanlarda/mekanlarda yaşama sanatının en geçerli, en ölümsüz prensiplerinin toplandığı<br />
evren mecmuası,<br />
Furkan,<br />
Ölümsüz, evrensel vahiy uygarlığının tükenmez, ilahi pınarı,<br />
Furkan,<br />
Yüceler yücesi Yaradan’ın nankör, değer bilmez kullarına en değerli, en ulvi armağanı,<br />
Furkan,<br />
Sonsuz gözlü kainat peteğinin her derde deva usaresi,<br />
Furkan,<br />
Evrensel / ilahi senfoninin ölümsüzlük bestesi,<br />
Furkan,<br />
Efsunlu çöllerin kızgın bağrına oluklardan taşarcasına düşen rahmetler üstü rahmet,<br />
Furkan,<br />
Tağut volkanının lav ırmaklarına geçit vermeyen muhteşem ışık-sed,<br />
Furkan,<br />
Yerlerin göklerin Nur’unun dosdoğru ve temiz Elçisi’nin gönül Aynasından yansıması,<br />
Furkan,<br />
Allah Sevgilisi’nin mübarek ağızlarından dökülen, çağları saran, sarsan, müjdeler üstü, kutlular<br />
kutlusu, çağlarüstü mesajı,<br />
Furkan,<br />
Zifir karanlıklara serpilen hevenk / fecir aydınlığı,<br />
Furkan,<br />
Hayat ve ölüm ufuklarında kesiksiz şimşek çakışları,<br />
Furkan,<br />
Mevsimler ve iklimler üstü ezel ve ebed bahçelerinin koklandıkça güzelleşen, her dem taze, solmaz<br />
çiçeği,<br />
Furkan,<br />
Ufuklar ötesine yürüyenlerin şaşmaz rehberi,<br />
Furkan,<br />
Evrensel İslam Devleti’nin ezeli ve ebedi anayasası,<br />
Furkan,<br />
Meleklerin kanat çırpışı, tebessümleri, ürpermeleri,<br />
Furkan,<br />
Sonsuz kanatlı, sonsuz güvercinin mevsimsiz gönül bahçelerine bulut bulut inmesi,<br />
58 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Furkan,<br />
Çirkinliklerin, yalanların, kinlerin, hasedlerin… iyiliklerin, güzelliklerin, sevgilerin… bakışlarıyla erimesi,<br />
Furkan,<br />
Tayfunların uğultusu, göklerin gürlemesi, arslanların kükremesi, kirpiklerin çiğlenmesi, mazlumların<br />
inlemesi,<br />
Furkan,<br />
Hakk’ın, batıl’ın boynunu devirmesi,<br />
Furkan,<br />
Uğultular, dumanlar, alevler arasından yükselen ney sesi,<br />
Furkan,<br />
Gül yaprağına gönül bulutlarından düşen çiğ damlası,<br />
Furkan,<br />
Peygamberler Peygamberi’nin en büyük mucizesi,<br />
Furkan,<br />
Çıkıldıkça yükselen sıradağların fetihsiz, en doğruğu,<br />
Furkan,<br />
İnildikçe derinleşen, ruhu alevlendiren seslerin yankılandığı dipsiz kuyu,<br />
Furkan,<br />
Gönül fidesinin havası, güneşi, suyu,<br />
Furkan,<br />
İnançsızlığın saldırılarına karşı eğrilmez kılıç, delinmez kalkan,<br />
Furkan,<br />
En büyük mazlum, en büyük şahit, kahramanlar kahramanı,<br />
Furkan,<br />
İnancın mevsimler üstü, ufuksuz bahçelerinde sonsuz renkli dev çiçekler açan, sonsuz dallı kutsal<br />
bitki,<br />
Furkan,<br />
Aşk meclislerinin bengi-şerbeti, doyumsuz sohbeti,<br />
Furkan,<br />
Barış güvercinin ruhu, savaş hisarının en yüksek burcu, öfke gürzünün pamuk topuzu,<br />
Furkan,<br />
Hikmetler denizinin sonsuz perdeli ufku,<br />
Furkan,<br />
Çağlar üstünden sonsuzluğa çıkan ışık – yol,<br />
Furkan,<br />
Bataklıkta çırpınan insanlığa şefkatle uzanan kıvrılmaz ışık – yol,<br />
Furkan,<br />
İman fidesinin göklerdeki kökü, sırların sırrı, özlerin özü,<br />
Furkan,<br />
Bütün ölçüsüzlükleri düzelten ölçü,<br />
Furkan,<br />
Levh-i mahfuz ağacı’nın en güzel, en lezzetli meyvesi,<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 59
Furkan,<br />
Evrenlerin en kusursuz özeti, inanmayanın zilleti, inananın izzeti,<br />
Furkan,<br />
Ruhu zamanlar/mekanlar üstü boyutlara sıçratan metafiziğin kozmik bilinci,<br />
Furkan,<br />
Boğucu bir havada gözlerde, gönüllerde hissedilen serinlik, ferahlık, hafiflik, sekinet,<br />
Furkan,<br />
Kayarlın, kuvarsları eriten ışık-haşyet,<br />
Furkan,<br />
Evrenlerin soluk alıp vermesi,<br />
Furkan,<br />
Milyonlarca yüreği nar daneleri gibi yakın kılan kutsal bağı,<br />
Furkan,<br />
Evrenleri, yürekleri aydınlatan, yakan kavuran, dev gakasi - çarağı,<br />
Furkan,<br />
Tekmil çözümsüzlüklerin çözümü,<br />
Vuslatın tesellisi, hicranın ana sinesi,<br />
Furkan,<br />
Boyutlar üstü boyutsuzluğun frekanslar üstü sesi,<br />
Furkan,<br />
İyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, barışın, kardeşiliğin,<br />
Furkan,<br />
Adaletin, hoşgörünün, özgürlüğün, dengenin,<br />
Furkan,<br />
İnceliğin, zarafetin, derinliğin, doğruluğun,<br />
Furkan,<br />
Hayatın, ölümün, çoşkunun, sonsuzluğun,<br />
Furkan,<br />
Izdırabın, sevincin, hüznün, onurun,<br />
Furkan,<br />
Sabrın, dayanışmanın, dirliğin-düzenliğin, temizliğin,<br />
Furkan,<br />
Özverinin, merhametin, erdemin, çok boyutlu düşüncenin,<br />
Furkan,<br />
Sonsuzluk kitabı’nın önsözü,<br />
Furkan,<br />
Her şeyin, her şeyin başı,<br />
Furkan,<br />
Her şeyin, her şeyin sonu,<br />
Furkan,<br />
Tüm koordinatların kesişme noktası,<br />
Editör’ün notu: “Yıllar önce bize bırakırken; “bende olmasından, sizde kalması evladır.” notuyla yetinen, bir gizli kalmış yetenek-<br />
Ahmet Kanyılmazın; mensur şiir diyebileceğimiz cömertçe tevil eden yazıtlarından bir seçme yapıp demet halinde sunuyoruz. Gün ola<br />
harman ola; neler zuhura gele… (A.N.)<br />
60 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Şiir<br />
Zehra Cahide<br />
ŞİMDİ ANLADIM EY İSTANBUL<br />
Kalabalığında boğulmuştum<br />
İnsanlarından yorulmuştum<br />
Dertlerinle yoğrulmuştum<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Huzura muhtaç duyduğum zamanda<br />
Boğazda buldum kendimi bir anda<br />
İhtişamın ortasında<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Terk dertli sanırdım kendimi<br />
Sende mahzunmuşsun benim gibi<br />
Öz vatanında yabancı gibi<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
İki minare ilişti gözüme<br />
İniverdim dinimin özüne<br />
Kalbimi sızlatan şahadet sözüne<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Her şeye rağmen ayakta duran<br />
Sultanahmedin Ayasofyan<br />
Alımıyla gönlümü çalan<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Denize mahkûm Kız Kulesi<br />
Bağrı yanık Süleymaniye Camisi<br />
Hepsinin farklıdır efsanesi<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Yaşadıkların kitaplara sığmaz<br />
Maneviyatın akıl almaz<br />
Tarihinden sual olunmaz<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Seni sevmeyenin şaşarım aklına<br />
Değerini bilmeyen insan, yazıklar olsun sana<br />
Fatih tutuştu onun aşkına<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Ah benim akılsız başım<br />
Cehaletle dolmuş şu genç yaşım<br />
Senden soğudum sanmışım<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Sevgi dolu sokakların<br />
Mutluluk saçar martıların<br />
Sana kalpten bağlanmışım<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
Buğuludur hep gözlerin<br />
Tarih kitaplarında değişmez yerin<br />
En önemli satırlar senin<br />
Şimdi anladım ey İstanbul!<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 61
Düşünce<br />
Ca’fer Kumeyha *<br />
Çeviren: Yusuf Tercüman<br />
El-Müctem’adergisinden<br />
DÜŞÜNCE VE EDEBİYATTA<br />
MERKEP TİPOLOJİSİ:<br />
ÖVGÜ VE YERGİ<br />
Bir bedevi şöyle demiştir. Merkep kötü bir binektir. Ayağa diksen<br />
çöker kalır, uzaklaşsan yılışır, dışkısı bol, yardımı azdır, kaçarken hızlı,<br />
işte yavaştır, ne savaşta iş görür, ne mihir olarak verilir ne de süt verir.<br />
Merkep bir kez geçtiği yolları bile unutmaması<br />
hasebiyle yol gösterici olarak bilinir.<br />
Merkep farklı cihetlerden bakılarak hem<br />
yerilmiş ve hem de övülmüştür. Merkebi<br />
binek olarak beygire tercih edenler bile olmuştur.<br />
Bunlardan birine merkebe binme<br />
hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: Kahrı<br />
en az yardımı en çok olan hayvan merkeptir.<br />
Öte yandan bir bedevi yergi babından<br />
şöyle der: Merkep aşağılıktır, utanç kaynağıdır,<br />
ne kanı keser, ne mihir olur, sesiyse<br />
seslerin en kötüsüdür.<br />
Merkep, Buhari ve Müslim’de geçen bir<br />
hadise şöyle konu olur: “Başını imamdan<br />
önce kaldıran kimse Allah’ın onun suretini<br />
bir merkep suretine çevirmesinden korkmaz<br />
mı!” Bu hadis suret dönüştürmenin (mesh)<br />
cevazına bir delildir. Meshe şiddetli gazap<br />
neden olur. Allah Teala bu konuda şöyle<br />
buyurmuştur: “De ki Allah katında yeri<br />
bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi<br />
Allah kime lanet ve gazap etmiş, kimden<br />
maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar<br />
yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve<br />
onlar doğru yoldan daha çok sapanlardır.<br />
(Maide/60)”<br />
FAİDE:<br />
AllahTeala şöyle buyurur: “İbrahim de<br />
bir zaman: “Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini<br />
62 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
ana göster!” demişti. (Allah); “İnanmadın<br />
mı” dedi, (İbrahim): Hayır (inandım), fakat<br />
kalbim mutmain olsun diye (görmek istiyorum)”<br />
dedi. “O halde kuşlardan dördünü tut,<br />
onları kendine çek, sonra her dağın başına<br />
onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine<br />
çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki Allah<br />
daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir”<br />
dedi (Bakara/260).” Hz. İbrahim ayette<br />
geçen sorusunu deniz kıyısında bir hayvan<br />
ölüsüyle karşılaşması üzerine yöneltmişti. Bu<br />
bir merkep ölüsüydü. Su yükselince deniz<br />
canlıları gelip ondan nasipleniyor, yine karadaki<br />
vahşi hayvanlar ve kuşlar da ondan<br />
yiyordu. İbrahim bunu görünce hayrete düştü<br />
ve bahsi geçen soruyu sordu. Şöyle de<br />
denmiştir: İbrahim bu soruyu Nemrut ile<br />
tartışırken sormuştur. O Nemrut’a karşı<br />
“Rabbim dirilten ve öldürendir” deyince<br />
Nemrut da “ben de diriltir ve öldürürüm”<br />
demiş ve bunu göstermek için de emri altındakilerden<br />
birini öldürüp bir diğerini serbest<br />
bırakmıştı. Kendince o kişiyi serbest bırakarak<br />
ona can vermişti. Hz. İbrahim buna “Allah<br />
ölü cesede hayat verebilir” diyerek mukabele<br />
etmişti. Nemrut da “sen böyle bir<br />
şeye şahit oldun mu” deyince Hz. İbrahim<br />
“evet şahit oldum” cevabını veremeyerek<br />
başka bir hüccete yönelmiş, ardından da<br />
Rabbinden ölülere nasıl hayat verdiğini göstermesini<br />
istemişti. Bu olaya atıf bulunan bir<br />
hadisinde Peygamber Efendimiz “İbrahim’in<br />
o soruyu sorduğu anı yaşasaydık bizim şüphemiz<br />
onunkinden fazla olurdu, Allah Lut’a<br />
rahmet etsin, sağlam bir merciye sığınmıştı.<br />
Şayet Yusuf kadar hapiste kalsaydım o çağıranın<br />
çağrısına icabet ederdim” buyurmuştur.<br />
DİĞER BİR FAİDE<br />
Bakara 259. Ayette şöyle buyrulmuştur:<br />
“Yahud o kimse gibi ki bir şehre uğramıştı,<br />
altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, «Bunu bu<br />
ölümünden sonra Allah nerden diriltecek»<br />
dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü<br />
sonra diriltti, ne kadar kaldın diye<br />
sordu «bir gün yahud bir günden eksik kaldım»<br />
dedi, Allah buyurdu ki: Hayır, yüz sene<br />
kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine<br />
henüz bozulmamış, hele merkebine bak,<br />
hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin<br />
canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o<br />
kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine<br />
kaldırıyoruz Sonra onlara nasıl et<br />
gİydiriyoruz Bu suretle vaktaki ona hak<br />
tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten<br />
Allah her şey'e kadir” Bu ayet bir önceki<br />
şu ayetle ilişkili olarak nazil olmuştur:<br />
“Baksana ona: O, kendine Allah meliklik<br />
verdi diye İbrahim’e rabbı hakkında hüccet<br />
yarışına kalkana, İbrahim ona «benim<br />
rabbım o kadiri kayyumdur ki hem diriltir<br />
hem öldürür» dediği vakit «ben diriltirim ve<br />
öldürürüm» demişti, İbrahim: «Allah güneşi<br />
Meşrıktan getiriyor, haydi sen onu<br />
Mağribden getir» deyiverince o küfreden<br />
herif dona kaldı, öyle ya: Allah zalimler güruhunu<br />
muvaffak kılmaz.” Müfessirler ilk<br />
ayette geçen şehre uğrayan kimsenin kimliği<br />
hakkında siyercilerden farklı düşünmektedir.<br />
Bu konuda söylenenlerin en doğrusu bu<br />
kimsenin Uzeyr b. Şerhiya olduğudur. Mücahit’den<br />
nakledildiğine göre ise bu kimse<br />
öldükten sonra dirilmeden kuşkusu olan bir<br />
kafirdir. Uğranılan şehir hususunda da farklı<br />
rivayetler vardır.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 63
ÖZELLİKLER VE NİTELİKLER<br />
Şihabüddin Muhammed b. Ahmed el-<br />
İbşihî’nin (ö. 850) el-Mustatraf fî külli fennin<br />
müstazraf adlı eserinde şu bilgiler yer alır:<br />
Evcil merkepler bilinir. Hayvanlar içersinde<br />
cinsi dışındakiyle çiftleşebileni bir tek merkep<br />
ve atlardır. Merkebin çiftleşmesi üç ay<br />
tamamlandıktan sonradır. Merkebin “Ebu<br />
Cahş” gibi künyeleri vardır. Birçok merkep<br />
türü vardır: Kimi uysal ve hızlı olur, kimi<br />
huysuz ve yavaş. Merkep yol göstericilikle<br />
nitelenir.<br />
Ebu Yesare’nin merkebi güç kuvvette<br />
darbı mesel olmuştur. Siyah bir merkeptir.<br />
Bu merkep kırk sene insanları Mina’dan<br />
Müzdelife’ye taşımıştır. Halit b. Safvan ve<br />
Fadl b. İsa el-Rekkaşi binek olarak merkebi<br />
tercih ederlerdi ve yolda Ebu Yesare’yi hüccet<br />
kabul ederek onun peşinden giderlerdi.<br />
Bir bedevi şöyle demiştir. Merkep kötü<br />
bir binektir. Ayağa diksen çöker kalır, uzaklaşsan<br />
yılışır, dışkısı bol, yardımı azdır, kaçarken<br />
hızlı, işte yavaştır, ne savaşta iş görür,<br />
ne mihir olarak verilir ne de süt verir.<br />
Zemahşeri merkeple ilgili şu nükteyi<br />
yapmıştır: “Merkep ve üstündeki iki merkeptir,<br />
üstteki merkep alttakinden daha<br />
şerlidir”. Araplardan bazısı ne kadar işleri<br />
düşse de merkebe binmezler. Anlatılır ki bir<br />
adamın bir merkebi bir köpeği bir de horozu<br />
varmış. Horoz uyuyunca onu namaza kaldırır,<br />
köpek uykudayken onu korur, merkepse<br />
yolculuklarda onu taşırmış. Ne var ki bir<br />
tilki gelip horozu yemiş. Adam “vardır bir<br />
hayır” demiş. Ardından köpek de telef olmuş,<br />
adam “la havle” çekmiş. Son olarak bir<br />
kurt gelip eşeğinin karnını yarıp öldürmüş.<br />
Adam yine “vardır bir hayır” demiş. Sonra<br />
mahalleden komşularının evleri bir saldırıya<br />
uğramış ve neleri varsa alınmış. Adam komşularının<br />
boş evlerine bakakalmış. Onlara<br />
her şeyin hayvanlarının çıkardıkları gürültüden<br />
dolayı alındığı söylenince adam da “demek<br />
ki benim hayvanlarımın telef olması<br />
hayırlı olanmış, kim Allah’ın lütfunu bilirse<br />
onun fiillerinden razı olur” demiş.<br />
MAHLUKATTAKİ ACAİBLİKLER<br />
İmam Zekeriya b. Muhammed b.<br />
Mahmud el-Kazvini’ninAcaibu’l-mahlukatve’l-hayvanat<br />
ve garaibu’l-mevcudat isimli<br />
eserinde şunlar kaydedilmiştir: Merkep öyle<br />
bir hayvandır ki soğukta azaları uyuşur, gücü<br />
sınırlıdır, ancak hafızası son derece güçlüdür.<br />
Bir yoldan bir kez geçtiğinde onu bir daha<br />
unutmaz. Merkep sahipleri yolunu şaşırdıklarında<br />
onu kendi haline bırakırlar ve o farklı<br />
yolları denedikten sonra doğru yolu bulur<br />
ve yolu doğrulttuğunda başını, kulaklarını<br />
ve kuyruğunu sallar.<br />
İddia edilmiştir ki köpek merkebin anırmasını<br />
duyduğunda acı çeker. Merkep kulaklarını<br />
öne eğdiğinde anırmaz. Koyun kurt<br />
tarafından kıstırıldığında korunurum ümidiyle<br />
nasıl kurda kafa tutuyorsa bir merkep<br />
de önünde dikilen bir aslan görse bir faydası<br />
olur ümidiyle ona saldırabilir.<br />
Belinas Kitabu’l-havâs’ta “susuz bir domuz<br />
merkebin sırtına binse merkep su içtiğinde<br />
domuz ölür” demiştir.<br />
Dipnot:<br />
(*)Ca’fer Kumeyha Mısırlı şairdir. Bu yazıEl-Müctemaa dergisinden<br />
Yusuf Tercüman tarafından çevrilmiştir.<br />
o<br />
64 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Mektup<br />
Nevzat Yüksel<br />
BİR ÖĞRENCİNİN MEKTUPLARI<br />
Mektup :1<br />
Sevgili kardeşim Selim,<br />
Mektubunu alınca bilsen ne kadar sevindim.<br />
Onu okurken bir an seni yanımda sandım.<br />
Eski günleri hatırladım. Bu ayrılığa alışabilecek<br />
miyim bilemiyorum. Senin gibi bir<br />
dostu bulmak çok zor çünkü. Seninle uzun<br />
senelere dayanan sağlam bir dostluğumuz<br />
oldu. Önce ilköğretimin birinci sınıfında<br />
aynı sırayı paylaştık ve altı yıl aynı sınıfta<br />
okuduk. Bu süre içinde iyi bir dostluk oluşturduk.<br />
Ekmeğimizi, suyumuzu; sevinçlerimizi,<br />
acılarımızı paylaştık. Ne güzel günlerdi<br />
onlar.<br />
Şunu şimdi daha iyi anlıyorum ki bizim<br />
dostluğumuz kardeşlikten de öte bir şeymiş.<br />
Gerçek dostluk denilen şey bu olmalı herhalde.<br />
Ben, her şey geçmişte kaldı demiyorum.<br />
İnanıyorum ki bir gün yine beraber olacağız.<br />
Ya lisede, ya üniversitede ya da hayatın herhangi<br />
bir evresinde. Ayrı yerlerde bulunmak,<br />
bizim dostluğumuzu zayıflatamayacak; çünkü<br />
biz, dostluğumuzu sağlam temeller üzerine<br />
kurduk ve kalıcı bir dostluk için ant içtik.<br />
O günü, ant gününü hatırladım şimdi.<br />
Kar lapa lapa yağıyordu. Bizse, neşe içinde<br />
okuldan evlerimize dönüyorduk. Aniden<br />
yoldan kayarak çıkan bir otomobil, üzerimize<br />
doğru geliyordu. Şükür Allah’a ki sen üzerimize<br />
gelen arabayı zamanında fark ettin ve<br />
bir hamleyle kendini de beni de kurtardın;<br />
yoksa ikimiz de arabayla duvar arasında kalıp<br />
ezilecektik. Sonra da yuvarlandığımız<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 65
karlar üzerinden kalkarken, nedendir bilmem<br />
gülmeye başladık. O gün, hayatımızın<br />
sonuna kadar candan iki dost olarak kalacağımıza<br />
dair söz verdik. O günden bu güne<br />
neredeyse iki yıl geçti; ama dostluğumuza bir<br />
gölge düşmedi; hatta dostluğumuz daha da<br />
güçlendi.<br />
İşte ilk mektubunu okurken bunları düşündüm<br />
ve seni özlemle andım.<br />
Değerli arkadaşım, seni unutmayan elbette<br />
yalnızca ben değilim. Sınıfımızdaki ve<br />
mahallemizdeki arkadaşlar, öğretmenlerimiz<br />
ve ailem de seni unutmadılar. Gidişinin<br />
ilk günleri, hep seni andık ve senin yokluğuna<br />
bir türlü alışamadık. Bu arada, herkes<br />
seninle ilgili haberleri benden soruyor. Bu da<br />
beni gerçekten mutlu ediyor.<br />
Senin sınıfımızdaki yerin iki hafta kadar<br />
boş kaldı. Sonra yeni bir öğrenci verdiler<br />
sınıfımıza. Sınıf öğretmenimiz, onu senin<br />
yerine; yani yanıma oturttu. Onu, henüz pek<br />
tanımıyorum; yalnız başarılı bir öğrenci olduğunu<br />
hemen ilk derslerde belli etti.<br />
Mektubunda, bulunduğun yere pek alışamadığını<br />
yazıyorsun. Umarım zamanla<br />
alışırsın.<br />
Senden, yeni arkadaşların, okulun ve yaşadığın<br />
şehirle ilgili yazılarını bekliyorum.<br />
Annene, babana ve kardeşine selamlarımı<br />
gönderiyorum.<br />
Hoşça kal.<br />
Metin<br />
Mektup : 2<br />
Değerli arkadaşım,<br />
Okuldan eve geldiğimde kapıyı açan annem,<br />
beni görünce: ’Müjde oğlum!’ dedi. Bu<br />
müjdenin, senden beklediğim mektupla ilgili<br />
olduğunu tahmin ettim. Anneme:’Selim’in<br />
mektubu mu’ dediğimde, annem şaşırıp,<br />
bana:’’Evet; ama bunu nereden biliyorsun’’<br />
dedi. Ben de : ‘İçime doğdu, zaten bugünlerde<br />
bu mektubu bekliyordum.’’ dedim. Annem,<br />
arkasında tuttuğu mektubu bana uzattı.<br />
Anneme teşekkür edip gönderdiğin mektubunu<br />
aldım, odama geçtim ve hemen okumaya<br />
başladım.<br />
Mektubunda; evini, okulunu ve semtini<br />
o kadar güzel anlatmışsın ki gözlerimde bütün<br />
ayrıntılarıyla adeta canlanıverdiler.<br />
Okulunun, evinize yakın olduğunu ve okula<br />
yürüyerek gittiğini yazmışsın. Buna sevindim.<br />
Kardeşim,<br />
Sana, geçen mektubumda kısaca değindiğim<br />
yeni sıra arkadaşımı, bu mektubumda<br />
biraz daha tanıtmak istiyorum: Adı Mustafa.<br />
Pek konuşmuyor; ama konuşunca da çok<br />
güzel şeyler anlatıyor. Onu dinlerken hiç<br />
sıkılmıyorum; ayrıca ondan yeni şeyler de<br />
öğreniyorum.<br />
İçimden bir ses, onun iyi bir insan olduğunu<br />
söylüyor bana. Sanırım onunla iyi birer<br />
arkadaş olacağız.<br />
Geçen gün müzik dersimize öğretmenimiz<br />
gelmedi. Biz de Mustafa ile biraz sohbet ettik;<br />
kendimizden ve ailelerimizden bahsettik.<br />
Çok zevkli geçti sohbetimiz. Böylece, birbirimizi<br />
daha yakından tanımış olduk.<br />
Üç kardeşler. Mustafa, ailenin en büyük<br />
çocuğu. Kız kardeşi Ayşe, ilk öğretimin<br />
üçüncü sınıfına devam ediyor. Erkek kardeşi<br />
Yavuz ise henüz okula gitmiyor. Annesi<br />
avukat. Bir kadın sivil toplum örgütünün<br />
danışmanlığını yapıyor. Babası ise makine<br />
mühendisi. Ankara’daki çalıştığı şirket, onu<br />
kentimizde yeni açacağı fabrikada görevlendirmiş.<br />
Onlar da buraya taşınmışlar.<br />
Mustafa, çok iyi masa tenisi oynuyor.<br />
Okulumuzun tenis takımına da seçildi. Doğ-<br />
66 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
usu onunla oynarken oldukça zorlanıyorum.<br />
Farklı bir stili var.<br />
Bu arada, onunla ilgili ilginç bir durumdan<br />
da söz etmek istiyorum. Onu uzun zamandır<br />
izliyorum. Onda dikkatimi çeken bir<br />
şey var. Örneğin, ders çalışmaya veya bir şey<br />
yemeye başlarken dudakları kıpırdıyor. Bir<br />
şey duyulmuyor; ama ben onun bir şey söylediğine<br />
inanıyorum. Ne söylüyor Mustafa<br />
diye merak ediyorum. Dayanamadım; sonunda<br />
bunu, ona sormaya karar verdim.<br />
Geçen gün, ikimiz de okul kantininden simit<br />
almıştık. Simitlerimizi yemeğe başlarken<br />
yine dudakları kıpırdadı Mustafa’nın. Tam<br />
sırasıdır diyerek sorumu yönelttim kendisine.<br />
Gülümsedi önce; sonra da anlatmaya başladı.<br />
Söylediği şey, ‘Besmele’ imiş. Din Kültürü<br />
Dersi’nde öğrendiğimiz, Türkçesi, ‘Esirgeyen<br />
bağışlayan Allah’ın adıyla’ olan ‘Bismillah’<br />
sözü yani. Çok şaşırdım. Anlattıkları çok<br />
ilginç geldi bana. Bu sözün, dinimizin adeta<br />
parolası olduğunu ve her güzel işe başlarken<br />
söylenmesi gerektiğini belirtti.<br />
Evet Selim, yeni sıra arkadaşım Mustafa<br />
işte böyle biri. Senin de burada olup onu<br />
tanımanı isterdim.<br />
Selim! Şimdilerde ne okuyorsun Biliyorsun,<br />
her ay en az bir kitap okuyacağımızı ve<br />
bunu hiç aksatmadan sürdüreceğimizi kararlaştırmıştık.<br />
Bana, şimdi okuduğun kitabın<br />
adını yazarsan ve kitap hakkında bilgi verirsen<br />
çok memnun olurum.<br />
Şu an benim okuduğum kitap, ‘Çocuk<br />
Kalbi’ adını taşıyor. Yazarı ise Edmond De<br />
Amicis. Kitap, bir öğrencinin, öğrenim gördüğü<br />
okuluyla ilgili anılarından ve kendisine<br />
yazılan mektuplardan oluşuyor.<br />
Şimdilik bu kadar yazıyorum.<br />
Selamlar.<br />
Metin<br />
Mektup 3:<br />
Sevgili kardeşim,<br />
Bu, senin gönderdiğin üçüncü mektubuna<br />
verdiğim cevap oluyor. Zaman ne kadar<br />
da çabuk geçiyor değil mi<br />
Sana, bu mektubumda güzel bir haber vereceğim.<br />
Türkçe öğretmenimiz Mesut Bey,<br />
yazılı sınavlarda yüz puan alan öğrencilere,<br />
birer kitap hediye edeceğini söyleyince çok<br />
şaşırdık; çünkü bu güne kadar böyle bir şeyle<br />
karşılaşmamıştık. Doğrusu bu habere çok<br />
sevindik. Sınav, bu mektubu sana göndermeden<br />
bir hafta önce yapıldı. Büyük bir merak<br />
içinde sınav sonuçlarını bekliyorduk.<br />
Öğretmenimiz, sınavdan birkaç gün sonra<br />
notlarımızı okumaya başladığında, kalbimin<br />
‘küt küt’ attığını duyuyordum. Aslında sınavım<br />
iyi geçti; ama yine de heyecanlıydım.<br />
Sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum.<br />
Az sonra sıra bana geldi. Öğretmenimiz,<br />
öğrenci numaramı söyledi; ama sınav<br />
notumu okumuyordu. Gülümseyerek yüzüme<br />
bakıyordu sadece. Bu ise, heyecanımı<br />
daha da arttırıyor, kafamın içindeki ‘acabaları’<br />
çoğaltıyordu.<br />
Sınıf, büyük bir sessizlik içindeydi. Çıt<br />
çıkmıyordu sınıftan. Herkes sonuçları merakla<br />
bekliyordu. Bense heyecandan ölmek<br />
üzereydim. Birden öğretmenimizin sesi kulaklarımda<br />
çınladı. Ardından da büyük bir<br />
alkış koptu: ‘’Metin Alp, yüz puan!’’<br />
Arkadaşlarımdan beni ilk tebrik eden<br />
Mustafa oldu. Onun, benim yüksek not alışıma<br />
sevindiğini gözlerinden okudum. Notlar<br />
okunmaya devam ediyordu. Bendeki<br />
heyecan, bu kez Mustafa’ya ve diğer arkadaşlarımıza<br />
geçti.<br />
Benle birlikte iki kişi daha yüksek not<br />
alarak ödül almaya hak kazandı. Kim olduk-<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 67
larını merak ediyorsundur herhalde. Biri, her<br />
zamanki gibi Zeynep! Diğeri mi Haydi tahmin<br />
et bakalım. Neyse, onu da ben söyleyeyim:<br />
Mustafa!<br />
Mustafa, bu sınavın sürprizi oldu. O böylece,<br />
almış olduğu bu notla başarılı bir öğrenci<br />
olduğunu da kanıtladı.<br />
Öğretmenimiz, sınav sonuçlarını okuduktan<br />
sonra bizi; yani beni, Mustafa’yı ve Zeynep’i<br />
yanına çağırdı. Bizi tebrik edip başarılarımızdan<br />
övgüyle söz etti ve ödüllerimizi<br />
verdi. Büyük bir sevinçle aldık ödüllerimizi.<br />
Sonra yerlerimize geçtik. Çok heyecanlıydım.<br />
Öğretmenimin bana aldığı kitabı<br />
merak ediyordum. Hediye paketini hemen<br />
açtım. Kitabın adını sen de merak ediyorsun,<br />
değil mi Evet, bu bir şiir kitabıydı. Kitabın<br />
adı: Çile. Şairini tanıyorsun: Necip Fazıl.<br />
Öğretmenimizin, geçen yıl bütün sınıfa ezberlettiği<br />
‘Sakarya Türküsü’ adlı şiirin şairi.<br />
Çok uzun, ezberlemesi zor olur diyerek önce<br />
itiraz ettiğimiz; ama sonra zevkle ezberlediğimiz<br />
şiirin şairi. Nasıl başlıyordu: ‘’İnsan bu,<br />
su misali, kıvrım kıvrım akar ya; / Bir yanda<br />
akan benim, öbür yanda Sakarya.’’ Bu şiiri<br />
kolay ezberleyebilmemizin en önemli nedeni,<br />
elbette ki şiirin çok güzel oluşuydu. Bunun<br />
yanında, öğretmenimizin, şiiri, şairinin hayatından,<br />
edebiyat anlayışından ve fikir mücadelelerinden<br />
bahsederek açıklaması ve<br />
şiiri çok güzel yorumlayarak okuması da şiiri<br />
severek ezberlememizde önemli birer etkendi.<br />
Bu kitap, benim için çok önemliydi. Daha<br />
önce bir çok ödül aldım; ama bu onlardan<br />
çok farklıydı.<br />
Değerli arkadaşım! Bir süre sonra, okuman<br />
için bu kitabı sana göndermeyi düşünüyorum.<br />
Selim, hatırlıyor musun, Mesut öğretmenin<br />
sınıfımıza geldiği ilk günü, ilk dersini<br />
Hep anlatıyor, anlatıyordu; yapmamız, uymamız<br />
gereken bir sürü şey. Doğrusu hiç<br />
hoşlanmamıştık ondan. ‘’Bu öğretmenden<br />
çekeceğimiz var!’’ diyorduk; ama sonra, ilk<br />
dersinde hiç sevmediğimiz bu adam, giderek<br />
bizlerin en yakın dostu, en sevdiğimiz öğretmenimiz<br />
oldu.<br />
Konuşmasıyla, ders anlatışıyla, içtenliğiyle<br />
hepimizi kendisine bağlayan o değil miydi!.<br />
Onun derslerini dört gözle bekler olmamış<br />
mıydık!.<br />
Her şeyi, ama her şeyi bir yana bırakalım;<br />
yalancılığın ne kadar kötü bir şey, dürüstlüğün<br />
ise ne güzel bir erdem olduğunu öğrencilerine<br />
ondan daha iyi anlatabilen bir öğretmen<br />
var mıydı!.<br />
Dersini sevdiren, kitap okuma alışkanlığını<br />
bizlere kazandıran; dahası, kendimize<br />
güvenmeyi öğreten oydu.<br />
Geçenlerde, ders çıkışında beni yanına<br />
çağırdı ve seni sordu. Mektuplaştığımızı söyleyince<br />
buna sevindi ve sana selamlarını<br />
iletmemi söyledi.<br />
Senin, ona yazacağını biliyorum. Şahsen<br />
senin yerinde olup, onunla mektuplaşabilmeyi<br />
çok isterdim.<br />
Bu arada, göndermemi istediğin kitapları<br />
aldım, gönderiyorum. Sanırım birkaç gün<br />
içinde elinde olur.<br />
Selamlar.<br />
Metin<br />
o<br />
68 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Kitap-Dergi Tanıtma<br />
Katip Sezer<br />
MÜCÂHİD KOCA’DAN KİTAPLAR(1)<br />
Velûd yazar, M. Koca’nın elimize ulaşan<br />
eserlerine bir bakış:<br />
1-) Alaturka Divan:<br />
Kasideler. (III şiir kitabıymış!..)<br />
Münacat:<br />
“Başta Şükriyle “kitab’a“Selam sensin<br />
I.Sonda Zikriyle hitaba özlerim yakınlığını<br />
Allah Başla”<br />
Başlar ve Biter.<br />
Buna “postmodern” dedik. Çünkü adı ve<br />
özü eski, tanzimi yeni.<br />
II.Kısım, az daha dolu satırlıdır.<br />
NAAT: “Efendisi<br />
Hürlerin<br />
Kurtarıcısı<br />
Kölelerin”<br />
Diye başlayıp süren; oldukça ilginç başlıklarla<br />
sergilenen şiirler, gazeller, “Rubailer”<br />
diye dörtlükler sıralanıyor.<br />
Yarıdan sonra “Beytler” diye kısa özlü<br />
sözlere varıyorsunuz.<br />
Tabii kullanılan tabirler Divan <strong>Edebiyat</strong>ından<br />
alınma. Ama pasajlar modern sözler.<br />
Diziliş, serbest, kafiye ve vezn yok… Yani<br />
postmodern dedik işte: Elbise eski, içindekiler<br />
yeni…<br />
Kılıç ve Kelebek<br />
Bu da Mücâhitten:<br />
Ebcedhan, Ermiş Sevinci,<br />
Yıldızdan Feleğe,<br />
Bosna Kitabı<br />
Dağ Çağrısı,<br />
Kudus’e Ağıt diye devam eder şiir kitapları.<br />
Onların görüntüsü de “ALATURKA” gibi.<br />
Sûrnâme ve övülmüş şehir de sanki karma<br />
gibi. Ama “Övülmüş Şehir” tarihi roman görünümündedir.<br />
***<br />
Övülmüş Şehir İstanbul’sa Övülen komutan<br />
da Fatihse; öven Resulullah. Ama M. Koca<br />
bunu ifade de edebiyat câhili ilâhiyatçıların<br />
tabirini kullanmış: Hz. Peygamber!.. Ne demek;<br />
Efendi Peygamber…<br />
Hayır ya Peygamber Efendimiz deyin, ya da<br />
Allah Resulü…<br />
Kutluyorum M. Koca’yı.<br />
Daha ilk bölümde; Şehzade Mehmed’in;<br />
fen, sosyoloji, astronomi, matematik, tarih,<br />
coğrafya ve askerlik bilgileriyle haşır-neşir<br />
olduğunu söylemekle; İslâmi bilginin tabanına<br />
konacakları işaretliyor. Yani Molla kafasına<br />
uymuyordu…<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 69
Birinci bölümde Fatih’in Manisa hayatı. 62<br />
bölümden oluşuyor. Son bölüm Fetih sembolü,<br />
Ayasofya’da ilk Cuma namazıyla bitiyor.<br />
***<br />
Sûrnâme- M. Koca<br />
Düşüncelerini; özlü manzum kıssalar ve<br />
anekdotlarla kısa kısa notlar gibi sıralamış.<br />
Yeni bir anlatım tarzı<br />
-Millet, Devleti Medeniyet.<br />
-Üstad (Hoca+Rehber)<br />
-Tasavvuf, açlık, uykusuzluk, yalnızlık, yoksulluk.<br />
…………………<br />
-Adalet,<br />
-Kadın<br />
-Ölüm<br />
-Vasiyyet… gibi bölüm ve bahislerle bir koza<br />
örmüş, bir hazine doldurmuş.<br />
Girişte: Şâir Besmele, Hamdele, Salvele…<br />
ile başlıyor.<br />
243 sayfalık bir çalışma.<br />
Yer yer manzum vecize ve öğütlerle süslenmiş<br />
zevkle okunacak kitap.<br />
Küdüs’e Ağıt<br />
Lirik şiirlerden oluşuyor<br />
“Kimlik” ilk manzume.<br />
Önümde Yahudi.<br />
Ardımda Bat Tuzağı.<br />
Kudüs yüzün<br />
Tel Aviv tersimdi.<br />
Kudüs benim<br />
Ey Yahudi sen neci<br />
Dipnot: (1) Yazarı tebrik ediyoruz. Bize gönderdiği için<br />
de teşekkür sunarız. Tanıtmalarımız kısa olsa da, inşallah<br />
isabetlidir. (K.S)<br />
RIFKI KAYMAZ KİTABI<br />
Bazı kurumlar, mensuplarını kaybedince;<br />
onu tanıtan kitap neşrederler bu çok önemli<br />
bir tavırdır. TYB de bu güzel işi yapmış ve<br />
‘’Rıfkı KAYMAZ Kitabı’’ diye bir eser neşretmiş.<br />
Biz de gördük, sevindik-övündük<br />
ama Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU’nun bir<br />
gazelinde: ‘’Abdi Mümin, övünmezde yerinmezde…’’<br />
fetvasının mefhumu muhalifiyle,<br />
gerindik!<br />
Çünkü Rıfkı herkesten önce bizimdir:<br />
1969–73 yıllarında Erzincan’da öğretmenlik<br />
yaparken; Rıfkı üniversite talebesiydi; bizim<br />
çevremizdeydi. Erzincanda beni çevreleyenler:<br />
- Önce büyük halk kitlesi<br />
- Sonra öğretmen kadrosu (bütün üyelerdekiler)<br />
- Sonra, Rıfkı gibi üniversitedeki değerler;<br />
Rafet AKPINAR (r.a),Orhan AKTEPE<br />
- En son imam hatipli talebelerim.<br />
Bu dört katkı mahfaza içinde yaptık, yapacaklarımız!<br />
Şimdi işin neresindeysek, oradayız: 13 kasımda<br />
Rıfkı’yla birlikte K.Alb.Faruk<br />
SUNGUR (Şehid) ve (Hattat) Yusuf<br />
ERGÜN’ü andık.<br />
Evet Rıfkı KAYMAZ kitabında neden<br />
benim beyanım yok; Çünkü bilgim yoktu.<br />
Bunu vebali ise bu hayrı işlerken; asılları<br />
ihmal eden T.Y.B nedir!...<br />
- Yani biz TYB nin ilkleriyiz, bu bir.<br />
- Rıfkı KAYMAZ’ıda en yakından tanırız<br />
ve dergilerimizde eserlerini neşretmişiz.<br />
- Onun çıkardığı dergilerde yazmışız<br />
(Muştu).<br />
- <strong>Edebiyat</strong>ın İslamcası kitabımızda da<br />
ona özel bölüm ayırmış emek ve ihlasını<br />
övüp tanıtmışız.<br />
Anlayan varsa bu kadar yeter.<br />
Vesselam<br />
Not: Bu kitapta yazılanların en içtenlikle ve gerçekçisini işaret<br />
etmek borcundayım ki ( yakından tanımanın tabii meyvesi<br />
olarak..) ; kitabın 116. sayfasındaki son paragraftır ve gerçekten<br />
samimi arkadaşı Orhan AKTEPE’ye aittir : ‘’Rıfkı beni daima<br />
teşvik etti. Bu konuda ondan çok yardım görmüşümdür. Rıfkı, adı<br />
gibi çok merhametli idi. Asla öfkelenmez, yüksek sesle konuşmaz,<br />
kimse ile asla tartışmaz bir karaktere sahipti. Kızınca yüzü kızarır<br />
ama yüzünden asla tebessüm eksilmezdi. Hiç düşmanı olmadı.<br />
Herkese dostça davrandı. Hayatı refah içinde geçmedi. Kanaatkârdı,<br />
dünyaya hiç meyletmezdi. Onun güzel özellikleri saymakla<br />
bitmez, o gerçek bir mütevekkil mümin, arkasını dönmeyen bir can<br />
dostu idi. Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde yatsın…<br />
70 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Farklı bir kitap<br />
İnceleme ve tanıtım çalışmasıdır:<br />
Yazan: Feyzettin Ekşi: 1982 Amasya doğumlu;<br />
1999 Merzifon İmam-Hatip Lisesi,<br />
2004’de Konya İlâhiyat mezunu. Marmara<br />
İlâhiyatta mastır yaptı. Hâlen Akdeniz Üniversitesi<br />
İlâhiyat Fak. Arapça okutmanıdır.<br />
Konu: Üveys Vefâ Erzincani’nin hayatı<br />
ve “Edebü’d-Dünya ve’d-Din şerhine dair<br />
tanıtmalar ve “belge” niteliğindeki notlar.<br />
Beyan Yayınevinde 2011’de basılan eserin<br />
özellikleri:<br />
1-Osmanlı din âlimi ve huzur derslerine<br />
ulaşacak kadar çağının kültür ve ilmini uhdesinde<br />
toplamış bir âlim olan Üveys Vefâ ki,<br />
Erzincan’da doğmuş ve ilk kültür ve kimliğini<br />
o iklimde kazanmış olması dikkat çekicidir.<br />
2-Araştırmacının tesbiti ve ilânıyla; Osmanlı’nın<br />
çözülme döneminde; Arapça,<br />
Farsçaya ilâveten Fransızcayı öğrenmiş;<br />
Arapça şerh yazacak kadar lisan ve ilim<br />
vakafiyeti dikkat çekicidir. (arka kapağa<br />
bakınız)<br />
3-Bu âlimin günümüze taşınması ise; Prof.<br />
olan oğlunun eliyle oluşu da ayrı ve ilgi konusu:<br />
Çünkü öteden beri şahid olduğumuz<br />
durum: “Âlimin evladının başka havalarda<br />
gezmesi, onu ancak merakların bulup gün<br />
yüzüne çıkarması gelenek olmuştur adeta…<br />
4-Üveys Vefâ (araştırmacının tesbitine<br />
göre) Erzincan çevresinin tasavvuf kültürünü<br />
de oradaki âlim ve şeyhlerden aynı zamanda<br />
elde etmiş bir nasiplidir:<br />
(1861-1946) yılları arasında yaşamış. Erzincan’daki<br />
hocaları: M. Hamdi Erzincani,<br />
M. Sami Erzincani (Piri Sami) Osman Feyzi,<br />
İstanbul’daki hocaları ise; M. Sabit Efendi, S.<br />
Mehmet Âtıf, (şâir) Tokatlı Ahmet Nuri<br />
Efendi, Harputlu Abdullatif Efendi… sayılmış.<br />
5-Hocalığı: Bayezid Camii (üniversitesi)<br />
Ayasofya ‘da Hadis okutmuş..<br />
Nişanlar ve ödüller verilmiş. Huzur dersleri<br />
hocalığına kadar yükselmiş…<br />
6-Bu çalışmada: O günkü okulların programlarından<br />
örnekler de var: H. Hüsnü Erdem,<br />
A. Rıza Hakses… gibi maruf zevatın<br />
da ondan ilim aldığı kayıtlıdır. On bir kadar<br />
de telif veya şerh olarak eserinin isimleri var.<br />
Maverdinin-Edebu’d-dünya ve’d-din şerh de<br />
baştadır tabii.<br />
Aldığı icazetlerin süretleri de derecedilmiş…<br />
(önemlidir tabii.)<br />
Son söz: Araştırmacının (bilmem Türkçe<br />
söyleyiş hatası mıdır, yoksa dizgi baskı hatası<br />
mı) Bir iki zelle tesbit ettik. Dikkate sunarız:<br />
26.Sh.de Rüştiye Mektebine muallim olarak<br />
tayin olur” hatalı olur. (Tayin edilir veya<br />
olunur)<br />
27.Sh.de “…Deprem sonrasında” dememeliydi;<br />
sırasında doğrusu… Atıf Bey’in<br />
“manzum gazelleri” söyleyişi çok ayıptır!<br />
Düzeltsin…<br />
DERGİ TANITIM<br />
Şu anda neşredilen ve Batı havasında;<br />
“Revue” diye adlandırılan araştırma dergisinin<br />
iki sayısı elimize ulaştı:<br />
Dergi: “Şam Arap Dili Topluluğu” tarafından<br />
üç ayda bir neşredilir. 1339’da kurulan<br />
cemiyetin yayın organıdır.<br />
Dr. Mahmud el-Haseni’nin editörlüğünde<br />
çıkan derginin, yazıları arasında hikâye<br />
yazarı Mahmud Müflih’i görmemiz, bizi daha<br />
cesaretlendirmiştir.<br />
Hedefi; Arap Dili’nin bozulmasını önlemektir.<br />
İçindekiler:<br />
-Arap dilinin yayılması sorumluluğu.<br />
-Vefat edenler.<br />
-Şiir (ve) kültürün kurucusu.<br />
-Hadis (ya Âdemoğlu)<br />
E-mail: mla@net.sy<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 71
İktibas<br />
Söyleşi<br />
“ŞÂİRE NEBİLE EL-HATİBE” İLE EL-EDEB EL-İSLÂMİ’DE<br />
YAPILAN SÖYLEŞİ<br />
DİE Birliği’nin yayın organı “El-Edeb El-İslami” 72.sayısında, Şemsettin Durmuş’un söyleşisinden alınmıştır.<br />
“Şâire Nebile El-Hatibe” hakkında,<br />
Riyad’da yayımlanmakta olan El-Edeb El-<br />
İslâmi dergisinde çıkan söyleşiyi okuduk.<br />
Orada şâire Nebile Hanımın iyi bir şâire olduğunu<br />
öğrendik. Biz, sadece şâire hakkında<br />
özlü tanıtmayı alıyoruz:<br />
Nebile Hatibe: 1962’de Ürdün’ün Zerka<br />
ilinde doğdu.<br />
Ve Filistin’in Nablus yakınlarında Bazen<br />
köyünde büyüdü. 1996’da Ürdün Üniversitesi’nde<br />
İngilizce bölümünden mastır yaptı.<br />
Şu an Ürdün’de İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Birliği<br />
Şube Başkanlığını yürütmektedir… Daha<br />
önce de, İslâmi <strong>Edebiyat</strong> Komisyon Başkanıydı.<br />
Şâire Nebile, daha önce de, Genel Arap<br />
Yazarları Şâirleri birliği üyesiydi. Aynı zamanda<br />
Ürdünlü Edib Yazarları üyesidir.<br />
Onun birçok yazar-edebiyat ve kültür kulüplerine<br />
üyeliği vardır…<br />
Dört tane şiir kitabı çıktı. Onlardan:<br />
-Bazan Rüzgârı,<br />
-Akılda Kalanlar,<br />
-Ateş Çemberi,<br />
-Ruh Kamaşması… bilinmektedir.<br />
Şiir sahsında birçok ödüle de sahiptir.<br />
Meselâ: İlk ödülü Ürdünlü yazarlar arası<br />
Hikâye müsabakasında;<br />
1-)1995’de “ASALETLİ AĞLAYINCA”<br />
aldığı ödül…<br />
2-)1996’da yine ilk şiir ödülünü de Ürdün<br />
Üniversitesi gençler arası şiir müsabakasındandır.<br />
3-)Ayrıca Kuveyt’te çıkan Seyyidet el-<br />
Ula’ dergisinin açtığı yarışmada 2000 yılında<br />
derginin baş eylemi olarak, şâirenin ödül<br />
almasıyla taçlandı… Daha neler ve neler…<br />
Nebile Hanım’ın mastır çalışması sonra;<br />
Ürdün’deki özel CEREŞ Üniversitesinde bir<br />
yeni tez tartışırken gündeme geldi:<br />
Nazik El-Melâike (solcu-Iraklı şâire) ve<br />
Nebile el-Hatibe’in şiirinde “Kadın Arapçası”<br />
idi konu…<br />
Bu tartışmada bir profesör hanım “Kadın<br />
<strong>Edebiyat</strong>ı” tabiri üzerine konuştu. Bana sordu:<br />
“Sen, sözünü ettiğimiz şârienin kitabındaki,<br />
anlattığına evet” der misin<br />
Hâlbuki ben diyorum ki; edebiyatı yapanın<br />
cinsiyeti ne olursa olsun, kadının dili ile<br />
erkeğin dili arasında ilgi veya ilgisizlik var<br />
Örnek olarak, şu kadın şâireyi ve sözünü<br />
alalım:<br />
“At gece ve çöl beni tanır,<br />
Kılıçta, mızrakta, kâğıtta, ve kalem de tanır…”<br />
Yine erkek şâire de şunu söylemek olmaz:<br />
“Noldu babam hamzaya gelmedi.<br />
Gölgeleniyor bize verilen evde,<br />
İstemiyor çocuğumun doğmasını.<br />
Vallahi bu bizim elimizde değil,<br />
Biz bize verileni alırız…<br />
Biz çiftçinin ektiğiyiz,<br />
Aramıza ne ektiyse, o biter…”<br />
Divanların da bazısı, Batı dillerine de<br />
çevrilmiş basılmıştır, Nebile Hanım’ın.<br />
Not: Bu kısa bilgi ve tanıtma: Üstad<br />
Şemseddin Durmuş’un röportajından özettir.<br />
(İ.E.D)<br />
72 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
İktibas<br />
Şehriyar<br />
(Bu şiir, Azeri <strong>Edebiyat</strong>ının şaheseridir. Şehriyâr da ünlü bir şâir İslâmi hassasiyeti olan ünlü bir şâirdir.<br />
Eser, bir destandır adeta. O yüzden bölmek olmazdı; bütünlük içinde okunsun dedik.)<br />
HEYDER BABA’YA SELAM*<br />
Heyder Baba, ıldırımlar şakanda,<br />
Seller, sular şakkıldayıb akanda,<br />
Kızlar ona saf bağlayıb bakanda,<br />
Selâm olsun şevkatize, elize,<br />
Menim de bir adım gelsin dilize.<br />
Heyder Baba, kehliklerin uçanda,<br />
Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,<br />
Bahçaların çiçeklenib açanda,<br />
Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,<br />
Açılmayan ürekleri şâd ele.<br />
Bayram yeli çardakları yıkanda,<br />
Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,<br />
Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,<br />
Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,<br />
Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.<br />
Heyder Baba, gün dalıvı dağlasın,<br />
Üzün gülsün, bulakların ağlasın,<br />
Uşaklarun bir deste gül bağlasın,<br />
Yel gelende ver getirsin bu yana,<br />
Belke menim yatmış bahtım oyana.<br />
Heyder Baba, senin üzün ağ olsun,<br />
Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,<br />
Bizden sora senin başın sağ olsun,<br />
Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,<br />
Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.<br />
Heyder Baba, yolum senden keç oldu,<br />
Ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,<br />
Heç bilmedim gözellerin neç oldu,<br />
Bilmezidim döngeler var, dönüm var,<br />
İtginlik var, ayrılık var, ölüm var.<br />
Heyder Baba, igit emek itirmez,<br />
Ömür geçer efsus bere bitirmez,<br />
Nâmerd olan ömrü başa yetirmez,<br />
Biz de vallah unutmarık sizleri,<br />
Görenmesek helâl edin bizleri.<br />
Heyder Baba, Mir Ejder seslenende,<br />
Kend içine sesden-köyden düşende,<br />
Aşık Rüstem, sazın dillendirende,<br />
Yadındadır ne hövlesek kaçardım,<br />
Kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.<br />
Şengülava yurdu, aşık alması,<br />
Gâh da gedib orda konak kalması,<br />
Daş atması, alma-heyva salması,<br />
Kalıb şirin yuhu kimin yadımda,<br />
Eser koyub, ruhumda her zadımda.<br />
Heyder Baba, Kuru gölün kazları,<br />
Gediklerin sazak çalan sazları,<br />
Ket kövşenin payızları, yazları,<br />
Bir sinema perdesidir gözümde,<br />
Tek oturub, seyr ederem özümde.<br />
Heyder Baba, Karaçemen caddası,<br />
Çovuşların geler sesi, sedası,<br />
Kerbelâ’ya gedenlerin kadası,<br />
Düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,<br />
Temeddünün uyduk yalan sözüne.<br />
Heyder Baba, şeytan bizi azdırıb,<br />
Mehebbeti üreklerden kazdırıb,<br />
Kara günün ser-nüviştin yazdırıb,<br />
Salıb halkı bir-birinin canına,<br />
Barışığı beleşdirib kanına.<br />
Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,<br />
İnsan olan hancer beline takmaz,<br />
Amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,<br />
Behiştimiz cehennem olmakdadır,<br />
Ziheccemiz meherrem olmakdadır.<br />
Hazan yeli yarpakları tökende,<br />
Bulut dağdan yenib kende köçende,<br />
Şeyhülislam gözel sesin çekende,<br />
Nisgilli söz üreklere deyerdi,<br />
Ağaçlar da Allah’a baş eyerdi.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 73
Daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,<br />
Bahçaları saralmasın, solmasın,<br />
Ordan keçen atlı susuz olmasın,<br />
Deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,<br />
Ufuklara humar-humar bakarsan.<br />
Heyder Baba, dağın daşın seresi,<br />
Kehlik okur, dalısında feresi,<br />
Kuzuların ağı, bozu, karası,<br />
Bir gedeydim dağ-dereler uzunu,<br />
Okuyaydım: 'Çoban, kaytar kuzunu'.<br />
Heyder Baba, Sulu yerin düzünde,<br />
Bulak kaynar çay çemenin gözünde,<br />
Bulakotu, üzer suyun üzünde,<br />
Gözel kuşlar ordan gelib keçerler,<br />
Halvetleyib bulakdan su içerler.<br />
Biçin üstü sünbül biçen oraklar,<br />
Ele bil ki, zülfü darar daraklar,<br />
Şikarçılar bildirçini soraklar,<br />
Biçinçiler ayranların içerler,<br />
Bir huşlanıb, sondan durub biçerler.<br />
Heyder Baba, kendin günü batanda,<br />
Uşakların şamın yeyib yatanda,<br />
Ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,<br />
Bizden de bir sen onlara kıssa de,<br />
Kıssamızdan çoklu gam u gussa de.<br />
Karı nene gece nağıl deyende,<br />
Külek kalkıb kap-bacanı döyende,<br />
Kurd keçinin Şengülüsün yeyende,<br />
Men kayıdıb bir de uşak olaydım,<br />
Bir gül açıb ondan sora solaydım.<br />
Emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,<br />
Sondan durub üs donumu geyerdim,<br />
Bahçalarda tiringeni deyerdim,<br />
Ay özümü o ezdiren günlerim,<br />
Ağac minib, at gezdiren günlerim.<br />
Heçi hala çayda paltar yuvardı,<br />
Memmed Sadık damlarını suvardı,<br />
Heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı<br />
Her yan geldi, şıllak atıb aşardık,<br />
Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.<br />
Şeyhülislam münâcatı deyerdi,<br />
Meşed Rahim lebbâdeni geyerdi,<br />
Meşdâceli bozbaşları yeyerdi,<br />
Biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,<br />
Fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.<br />
Melik Niyaz verendilin salardı,<br />
Atın çapıb kıykacıdan çalardı,<br />
Kırkı tekin gedik başın alardı.<br />
Dolayıya kızlar açıb pencere,<br />
Pencerelerden ne gözel menzere.<br />
Heyder Baba, kendin toyun tutanda,<br />
Kız gelinler hena, pilte satanda,<br />
Bey geline damdan alma atanda,<br />
Menim de o kızlarında gözüm var,<br />
Aşıkların sazlarında sözüm var.<br />
Heyder Baba, bulakların yarpızı,<br />
Bostanların gülbeseri, karpızı,<br />
Çerçilerin ağ nebatı sakkızı,<br />
İndi de var damağımda, dad verer,<br />
İtgin geden günlerimden yad verer.<br />
Bayram idi gece kuşu okurdu,<br />
Adaklı kız bey çorabın tokurdu,<br />
Herkes şalın bir bacadan sokurdu,<br />
Ay ne gözel kaydadı şal sallamak,<br />
Bey şalına bayramlığın bağlamak.<br />
Şal istedim men de evde ağladım,<br />
Bir şal alıb tez belime bağladım,<br />
Gulam gile kaçdım, şalı salladım,<br />
Fatma hala mene çorab bağladı,<br />
Han nenemi yada salıb ağladı.<br />
Heyder Baba, Mirzemmed’in bahçası,<br />
Bahçaların turşa şirin alçası,<br />
Gelinlerin düzmeleri, tahçası<br />
Hey düzüler gözlerimin refinde,<br />
Heyme vurar hatıralar sefinde.<br />
Bayram olub, kızıl palçık ezerler,<br />
Nakış vurub, otakları bezerler,<br />
Tahçalara düzmeleri düzerler<br />
Kız-gelinin fındıkçası, henası,<br />
Heveslener anası, kaynanası.<br />
74 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Bakıçının sözü, sovu, kağızı<br />
İneklerin bulaması, ağızı,<br />
Çerşenbenin girdekânı, mövizi<br />
Kızlar deyer: “Atıl-matıl, çerşenbe,<br />
Ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.<br />
Yumurtanı göyçek, güllü boyardık,<br />
Çakkışdırıb sınanların soyardık,<br />
Oynamakdan birce meğer doyardık,<br />
Eli mene yaşıl aşık vererdi,<br />
İrza mene novruz gülü dererdi.<br />
Novruz Ali hermende vel sürerdi,<br />
Kâhdan enib küleşlerin kürerdi,<br />
Dağdan da bir çoban iti hürerdi,<br />
Onda gördün ulak ayak sahladı,<br />
Dağa bakıb kulakların şahladı.<br />
Akşam başı nahırçılar gelende,<br />
Kodukları çekib, vurardık bende,<br />
Nahır keçib gedib yetende kende,<br />
Heyvanları çılpak minib kovardık,<br />
Söz çıksaydı, sine gerib sovardık.<br />
Yaz gecesi çayda sular şarıldar,<br />
Daş kayalar selde aşıb, karıldar,<br />
Karanlıkda kurdun gözü parıldar,<br />
İtler gördün, kurdu seçib ulaşdı,<br />
Kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.<br />
Kış gecesi tövlelerin otağı,<br />
Kentlilerin oturağı, yatağı,<br />
Buharıda yanar odun yanağı,<br />
Şebçeresi, girdekânı, iydesi,<br />
Kendi basar gülüb-danışmak sesi.<br />
Şücâ haloğlunun Baki savgati,<br />
Damda kuran samavarı, söhbeti,<br />
Yadımdadı şestli keddi, kameti,<br />
Cünemmegin toyu döndü, yas oldu,<br />
Nene Kız’ın baht aynası kâs oldu.<br />
Heyder Baba, Nene Kızın gözleri,<br />
Rakşende’nin şirin-şirin sözleri,<br />
Türki dedim, okusunlar özleri,<br />
Bilsinler ki, adam geder ad kalar,<br />
Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.<br />
Yaz kabağı gün güneyi döyende,<br />
Kend uşağı kar güllesin sövende,<br />
Kürekçiler dağda kürek züvende,<br />
Menim ruhum ele bilin ordadır,<br />
Kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.<br />
Karı Nene uzadanda işini,<br />
Gün bulutdan eyirerdi teşini,<br />
Kurd kocalıb, çekdirende dişini,<br />
Sürü kalkıb dolayıdan aşardı,<br />
Badyaların südü aşıb-daşardı.<br />
Hecce Sultan emme dişin kısardı,<br />
Molla Bağır emoğlu tez mısardı,<br />
Tendir yanıb, tüstü evi basardı,<br />
Çaydanımız arsın üste kaynardı,<br />
Kovurkamız saç içinde oynardı.<br />
Bostan pozub getirerdik aşağı,<br />
Doldurardık evde tahta tabağı,<br />
Tendirlerde pişirerdik kabağı,<br />
Özün yeyib, tohumların çıtlardık,<br />
Çok yemekden lap az kala çatlardık.<br />
Verzeğan’dan armud satan gelende,<br />
Uşakların sesi düşerdi kende,<br />
Biz de bu yandan eşidib bilende,<br />
Şıllak atıb bir kışkırık salardık,<br />
Buğda verib armudlardan alardık.<br />
Mirza Tağı’ynan gece getdik çaya,<br />
Men bakıram selde boğulmuş aya,<br />
Birden ışık düşdü otay bahçaya,<br />
”Eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık,<br />
Heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.<br />
Heyder Baba, ağaçların ucaldı,<br />
Amma hayıf cevanların kocaldı,<br />
Tokluların arıklayıb acaldı,<br />
Kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,<br />
Kurdun gözü karanlıkda bereldi.<br />
Eşitmişem yanır Allah çırağı,<br />
Dayır olub mescidüzün bulağı,<br />
Râhat olub kendin evi, uşağı,<br />
Mensur Han’ın eli kolu var olsun,<br />
Harda kalsa, Allah ona yar olsun.<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 75
Heyder Baba, Moll’ İbrahim var, ya yok<br />
Mekteb açar, okur uşaklar, ya yok<br />
Hermen üstü mektebi bağlar, ya yok<br />
Menden ahonda yetirersen selâm,<br />
Edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.<br />
Hecce Sultan emme gedib Tebriz’e,<br />
Amma ne Tebriz ki, gelemmir bize,<br />
Balam durun, koyak gedek evmize,<br />
Ağa öldü, tufakımız dağıldı,<br />
Koyun olan yad gediben sağıldı.<br />
Heyder Baba, dünya yalan dünyadı,<br />
Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı,<br />
Oğul doğan, derde salan dünyadı,<br />
Her kimseye her ne verib alıbdı,<br />
Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.<br />
Heyder Baba, yaru yoldaş döndüler,<br />
Bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,<br />
Çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,<br />
Yaman yerde gün döndü, akşam oldu,<br />
Dünya mene harâbe-i şâm oldu.<br />
Emoğluynan geden gece Kıpçağ’a,<br />
Ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,<br />
Dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,<br />
Meşmemi Han göy atını oynatdı,<br />
Tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.<br />
Heyder Baba, Kara gölün deresi,<br />
Hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,<br />
Orda düşer çil kehliğin feresi,<br />
Ordan keçer yurdumuzun özüne,<br />
Biz de keçek yurdumuzun sözüne.<br />
Hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb<br />
Seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb<br />
Amir Gafar dam daşını kim alıb<br />
Bulak gene gelib gölü doldurur,<br />
Ya kuruyub, bahçaları soldurur.<br />
Amir Gafar seyyidlerin tacıydı,<br />
Şahlar şikar etmesi kıykacıydı,<br />
Merde şirin, nâmerde çok acıydı,<br />
Mazlumların hakkı üste eserdi,<br />
Zalimleri kılıç tekin keserdi.<br />
Mir Mustafa dayı, uca boy baba,<br />
Heykelli, sakkallı, Tolustoy baba,<br />
Eylerdi yas meclisini, toy baba,<br />
Hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,<br />
Mescidlerin, meclislerin görkemi.<br />
Mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,<br />
Guruldardı, buludlu dağlar kimi,<br />
Söz ağzında erirdi yağlar kimi,<br />
Alnı açık, yakşı, derin kanardı,<br />
Yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.<br />
Menim atam süfreli bir kişiydi,<br />
El elinden tutmak onun işiydi,<br />
Gözellerin âhire kalmışıydı,<br />
Ondan sonra dönergeler döndüler,<br />
Mehebbetin çırağları söndüler.<br />
Mir Sâlih’in deli sevlik etmesi,<br />
Mir Aziz’in şirin şahsey getmesi,<br />
Mir Memmed’in kurulması, bitmesi,<br />
İndi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,<br />
Keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.<br />
Mir Abdül’ün aynada kaş yakması,<br />
Çövçülerinden, kaşının akması,<br />
Boylanması, dam-divardan bakması,<br />
Şah Abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,<br />
Hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.<br />
Sitâr’ emme nezikleri yapardı,<br />
Mir Kadir de her dem birin kapardı,<br />
Kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,<br />
Gülmeliydi onun nezik kappası,<br />
Emmemin de, ersininin şappası.<br />
Heyder Baba, Amir Heyder neyneyir<br />
Yakın gene samavarı keyneyir,<br />
Day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,<br />
Kulak batıb, gözü girib kaşına,<br />
Yazık emme, havâ gelib başına.<br />
Hanım emme Mir Abdül’ün sözünü,<br />
Eşidende eyer ağzı, gözünü,<br />
Melkâmıd’a verer onun özünü,<br />
Da’vaların şuhlugılan katallar,<br />
Eti yeyib, başı atıb yatallar.<br />
76 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Fizze hanım Hoşgenâb’ın gülüydü,<br />
Amir Yahya em kızının kuluydu,<br />
Ruhsâre artist idi, sevgiliydi,<br />
Seyid Hüseyn Mir Salih’i yansılar,<br />
Amir Cefer geyretlidir, kan salar.<br />
Seher tezden nahırçılar gelerdi,<br />
Koyun kuzu dam bacadan melerdi,<br />
Emme Can’ım körpelerin belerdi,<br />
Tendirlerin kavzanardı tüstüsi,<br />
Çöreklerin gözel iyi, istisi.<br />
Göyerçinler deste kalkıb uçallar,<br />
Gün saçanda kızıl perde açallar,<br />
Kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,<br />
Gün ucalıb, artar dağın celâli,<br />
Tebietin cevanlanar cemâli.<br />
Heyder Baba, karlı dağlar aşanda,<br />
Gece kervan yolun aşıb çaşanda,<br />
Men hardasam, Tehran’da, ya Kâşan’da,<br />
Uzaklardan gözüm seçer onları,<br />
Hayâl gelib, aşıb keçer onları.<br />
Bir çıkaydım Damkaya’nın daşına,<br />
Bir bakaydım keçmişine, yaşına,<br />
Bir göreydim neler gelib başına,<br />
Men de onun karlarıylan ağlardım,<br />
Kış donduran ürekleri dağlardım.<br />
Heyder Baba, gül konçesi handandı<br />
Amma hayıf, ürek gazası kandı,<br />
Zindegânlık bir karanlık zindandı,<br />
Bu zindanın derbeçesin açan yok,<br />
Bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.<br />
Heyder Baba, göyler bütün dumandı,<br />
Günlerimiz birbirinden yamandı,<br />
Birbirizden ayrılmayın, amandı,<br />
Yakşılığı elimizden alıblar,<br />
Yakşı bizi yaman güne salıblar!<br />
Bir soruşun bu karkınmış felekden,<br />
Ne isteyir bu kurduğu kelekden<br />
Deyne, keçirt ulduzları elekden,<br />
Koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,<br />
Bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.<br />
Bir uçaydım bu çırpınan yelinen,<br />
Bağlaşaydım dağdan aşan selinen,<br />
Ağlaşaydım uzak düşen elinen,<br />
Bir göreydim ayrılığı kim saldı<br />
Ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı<br />
Men senin tek dağa saldım nefesi,<br />
Sen de kaytar, göylere sal bu sesi,<br />
Baykuşun da dar olmasın kefesi,<br />
Burda bir şîr darda kalıb bağırır,<br />
Mürüvvetsiz insanları çağırır.<br />
Heyder Baba, gayret kanın kaynarken,<br />
Karakuşlar senden kopub kalkarken,<br />
O sıldırım daşlarıynan oynarken,<br />
Kavzan, menim himmetimi orda gör,<br />
Ordan eyil, kâmetimi darda gör.<br />
Heyder Baba, gece durna keçende,<br />
Köroğlunun gözü kara seçende,<br />
Kıratını minib, kesib biçende,<br />
Men de burdan tez matlaba çatmaram,<br />
Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.<br />
Heyder Baba, merd oğullar doğginan,<br />
Nâmerdlerin burunların oğginan,<br />
Gediklerde kurdları dut boğginan,<br />
Koy kuzular ayın şayın otlasın,<br />
koyunların kuyrukların katlasın.<br />
Heyder Baba, senin könlün şad olsun,<br />
Dünya varken ağzın dolu dad olsun,<br />
Senden keçen yakın olsun, yad olsun,<br />
Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,<br />
Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.<br />
o<br />
(*) Şehriyâr, İran’da oturur ve Farsça şiirler söylerken;<br />
anası demiş ki; “…Aybalam men annamiyram neçe şiir<br />
deyiysen! Menüm üçün Türki ağızdan deyesen!..”<br />
Azeriler de ana sevgisi çok baskındır… o da, o iklimin<br />
bir nevi kutsal dağı sanılan Heyder Baba’ya yönelip bunu<br />
söylemiş ve yazmıştır. (Dr.M.Reşad kolleksiyonundan)<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 77
İktibas<br />
Mehmet Şevket Eygi<br />
BEN NELER GÖRDÜM<br />
Siz hiç insan büyüklüğünde hamam böcekleri gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz hiç insan büyüklüğünde çok zehirli akrepler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz hiç iki metre uzunluğunda tezek böceklerini gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz insan boyunda kan içen dev sivrisinekler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz konuşan, yazan bilgiç domuzlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz hiç kravatlı, silindir şapkalı, diplomalı kurtlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz papyonlu, fraklı, gümüş saat köstekli tilkiler gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz dans eden tavşanlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz doktora yapmış entelektüel sırtlanlar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Siz arya söyleyen kara kargalar gördünüz mü.. Ben gördüm.<br />
Evet çok şeyler gördüm.<br />
Berberlik yapan pireler gördüm.<br />
Dellallık yapan develer gördüm.<br />
Yaşı babasından büyük çocuklar gördüm.<br />
Kavağa tırmanan balıklar gördüm.<br />
Aşağıdan yukarı akan sular gördüm.<br />
Altın rengi gök gördüm, portakal rengi deniz gördüm.<br />
Bin kocadan arta kalmış bâkireler gördüm.<br />
Yaşayan ölüler gördüm.<br />
Ölmeden önce ölenler gördüm.<br />
Bütünden büyük parçalar gördüm.<br />
Hayvan gibi insanlar gördüm.<br />
İnsan gibi hayvanlar gördüm.<br />
Ağlaması gerektiği halde gülenler gördüm.<br />
Gülmesi gerekirken ağlayanlar gördüm.<br />
Hiç olan hepler gördüm.<br />
78 OCAK-ŞUBAT-MART 2012
Hep olan hiçler gördüm.<br />
Kırk yıl boyunca namusuyla karı, uyuşturucu satan, hırsızlık yapan namuslu baylar ve bayanlar gördüm.<br />
Sadık köpekler, vefalı kediler gördüm.<br />
Öleceğini anlayınca bir kenara çekilip sessizce can veren kuşlar gördüm.<br />
Vefa gördüm, hıyanet gördüm.<br />
Gün gördüm, gece gördüm, alacakaranlık gördüm.<br />
Muhlis gördüm, münafık gördüm.<br />
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe gördüm.<br />
Tokluktan çatlayıp geberen gördüm, açlıktan kıvranan gördüm.<br />
Güler yüzler gördüm, abus çehreler gördüm.<br />
Saraylarda keyf çatan sefil nankörler gördüm.<br />
İzbelerde yaşayan sultanlar gördüm.<br />
Göklerde, denizlerde, taşlarda esrarlı yazılar gördüm.<br />
Yerden biten yeşillikleri "Vahdehu lâ şerike leh" gûya gördüm.<br />
Zikr eden hayvanlar, böcekler, balıklar, bitkiler gördüm.<br />
Hû çeken dervişler gördüm.<br />
Ayık sarhoşlar, sarhoş ayıklar gördüm.<br />
Çok akıllı deliler, çok kaçık akıllılar gördüm.<br />
Tesettürlü çıplaklar gördüm.<br />
Çok zengin fakirler gördüm.<br />
Çok fakir zenginler gördüm.<br />
Bahar gördüm, yaz gördüm, sonbahar gördüm, kış gördüm.<br />
"Bağ-dehrin hem hazânın, hem baharın görmüşüz<br />
Biz neşatın da, gamın da rüzgârın görmüşüz"<br />
İster inanın ister inanmayın, gerçekten çok ama çok acayip şeyler gördüm.<br />
(Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete /10 Kasım 2011)<br />
İSLAMİ EDEBİYAT VAKFI FAALİYET PROĞRAMI:<br />
1-Prof. Dr. Osman Öztürk: Mahir İz ve Çağdaş Şâirleri tanıtacak. (21.04.2012)<br />
2-Prof. Ahmet Turhan Arslan: Türk ve Arap <strong>Edebiyat</strong>lar arasındaki müşterekler. (26.05.2012)<br />
3-Ali Nar: İslâmi <strong>Edebiyat</strong>ın Tarihçesi ve yeni şiirdeki makbul örneklere işaret. (29.01.2012)<br />
4-Prof. Hasan Akay: Eski ve Yeni <strong>Edebiyat</strong>ımız arasındaki ayrılıklar. (24.03.2012)<br />
5-Doç Dr. Nedim Urhan: Yaygın eğitimde Kur’an Kurslarının yeri ve önemi. (17.02.2012)<br />
6-Prof. Hüsrev Subaşı: Estekik Anlayışımız. (03.03.2012)<br />
İSLÂMİ EDEBİYAT 79
RAUF DENKTAŞ VEFAT ETTİ.<br />
ADI, ESERİ VE ESPİRİLERİ KALDI<br />
1-) Sanıyorum 1995 yılıydı. Sezi Ergun ANAR<br />
61 girişli mülkiyeliler topluluğu olarak yıllık gezimizi KKTC’ye yapmıştık..Asil Nadir’in “her<br />
yerde kar var “şarkısını söylediği ve Sayın Denktaş’ın davetlisi olduğumuz yemekde, tabii bol bol<br />
sohbet edildi ve ev sahibinin Kıbrısla ilgili anlattıklarını dinledik..<br />
Sayın Denktaş bizlere ayrı bir önem veriyordu,çünkü Türkiyenin seçkin bir okulunun mezunları<br />
olarak,önemli görevlerdeydik..nitekim o sırada yine bizim sınıf arkadaşımız Aydan Karahan büyükelçi<br />
olarak orada görevliydi.Samimi bir ortam oluşmuştu.<br />
Topluluğumuzdan bir arkadaşımız çok heyecanlanmış ve duygulanmış olacak ki, Denktaş’a<br />
“keşke siz bizim devlet yöneticimiz olsaydınız” deyiverdi..Ortalık bir anda sessizleşti..<br />
Denktaş durdu ve olanca sakinliğiyle şu yanıtı verdi “ teşekkür ederim, ama benim asılmaya<br />
hiç niyetim yok.”<br />
Sessiz ortam daha da sessizleşti, çıt çıkmıyordu.<br />
2-) Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’la özel bir röportaj yapmış, ayrı devlet ilanından memnun<br />
olup, olmadığını sormuştum...<br />
“Çocuk gürbüz büyüyor” demiş, böylesi bir karardan duyduğu memnuniyeti dile getirirken,<br />
ailesine ilettiği vasiyetin gazetede yayınlanmasını istemişti...<br />
Durup dururken, ölümüyle ilgili söz etmesine şaşırmıştım...<br />
Doktor Fazıl Küçük’ün Hamitköy’de oluşturulan Anıttepe’ye defnedilmesi sonrasında çevre<br />
sorunlarının giderilmemesinden duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve şöyle demişti:<br />
“Doktorun yattığı Anıttepe, milli mücadelemizi simgeleyen bir yer olarak düzenlenmeli ve<br />
burasının çevresi ile ilgili proje açıklanmalıdır. Ağaçlandırma kampanyası buradan başlatılmalıdır…<br />
Anıttepe ölen her Cumhurbaşkanı’nın defnedildiği bir mezarlık olarak düşünülmemeli… Bu konuda<br />
tüm yetkilileri gazeteniz aracılığıyla uyarmak isterim. Bu vesile ile aileme de ilettiğim bir vasiyetimi<br />
de lütfen duyurunuz. Öldüğüm zaman beni halk mezarlığına gömsünler... Hiç olmazsa gelip, geçen<br />
bir Fatiha okur...”<br />
3-)Kiriyano müzâkerelerde, sürekli yalan söyler:<br />
Denktaş’a bir gün der ki;<br />
-Yahu ben konuşunca yalan söylüyorsun dersin. Sonra düşünüyorum: Nerden biliyor, benim<br />
yalan söylediğimi. Çünkü evet, yalan söylüyordum…<br />
Derki; denedim sen yalan söyleyeceğin zaman sigara dumanını burnunun tek deliğinden çıkartıyorsun.<br />
Bunu görünce tesbit ettim!..<br />
4-)Makaryosla yaptığımız müzâkerelerde; önce onun fotoğrafını çeker, onu gevşetirdim…<br />
Sn. Makaryos, birkaç kere ben tuvalete gidip geldim ama sen hep oturuyorsun. Yoksa o cübbenin<br />
altında bir teşkilat mı var<br />
Cevabı şu oldu: Sen çok çay içtin. Ben içmedim.<br />
İşte böylece muhatabımı gevşetir. Sonra müzâkereye girerdim…<br />
80 OCAK-ŞUBAT-MART 2012