12.07.2015 Views

ayın konusu

ayın konusu

ayın konusu

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

aylık fikir ve sanat dergisi 14ANARŞIninü buaünü varı TT


"' '"' • ı " M'"."...i'i'.ı.ıw»>'!; ',•".''.!.'. ı. ••,.••;," •».•* ....•"-' •." *- '" •« *"" ' • "«."


t..,, î ffîi •; ı rt,'- •,-:{, ,*ft ffif,„ ,.ff»» ; •- • •• • • •r.mfrrav.v. r T„ *T ^ ^ ,.., ,..• •••..iAma demokrasinin bünyemizezaman içinde yerleşmesiyle beraber,ideolojik dairelerle siyasi dairelerdetam manasıyla bir çakışma, bir uyuşmameydana geldi. Solcu bir kişininsağcı bir partinin taraftarı olduğu düşünülemezhale geldi. Bu gelişmeye,partilerin ideolojik yapı kazanmalarıda diyebiliriz. Aynı şekilde sosyal bünyedekisürtüşmeler de partilere görebir dağılım gösterdi. A köyündeki ikiaşiret arasında sürtüşme varsa, (Bunarekabet, üstünlük sağlama yarışı veyakan davası da diyebiliriz) bunlardanbiri X partisini seçmişse, öbürü tereddütsüzolarak Y partisinin safhmdayerini almıştır. Böylece, uzun yıllarayayılmış bir siyasi guruplaşma ilesosyal bünye zıtlaşmalarının işbirliğitablosu ortaya çıktı.Böylesine gerçekleri dikkate almadan,Ankara'dan partiler kurmak vemasabaşı düzenlemelerle milletin oylarınıistenildiği gibi yönetmek mümkündeğildir. Anayasa oylaması sonucu busayılan ve sayılmayan sebeplerle, partilerbahsinde hiç geçerli olamaz. Aköyündeki rekabetten dolayı iki aşiretibir partide birleştirmek mümkün değildir.Bu hükmü fazla sert bulanlarve «Peki hep böyle mi gidecek» diyenlerolabilir. Hemen kaydedelim ki, e-ğer köyde yetişen nesiller, aşiretleribirbirleriyle zıtlaşmaya iten unsurlarıikinci plana atacak şuur, kültür veinanç bağları ile bir potada kaynatılmazsa,elbette o çekişme, siyasi tercihinbirinci unsuru olmaya devam edecektir.Aynı şekilde, ideolojik muhtevakazanan Türk particiliği, 30 yılı aşanbir zamandan beri kavuştuğu bu özelliğindenhemen sıyrılamaz. İnsanlarımızısahip oldukları dünya görüşlerietkilemeye devam edecek, kısa zamanınşaşırtmacalarını aşamasa bile, dahasonra kendi ölçülerine bağlı kalaraktercihlerini yapacaktır. Bundankaçmak mümkün değildir.Yeri gelmişken hemen belirtmekisteriz ki, meşrutiyetten beri meclisliidare düşüncesiyle ve daha sonra dademokrasi fikriyle kaynaşmış olarıTürk Milliyetçiliği, başka ülkelerinmilliyetçiliklerinden bu bakımdan daayrılmaktadır. Bu özelliğin en barizdelili, 1924 Anayasasından başlayarak,zamanımıza kadar gelen anayasalarda,devletin resmi ideolojisi olarak TürkMilliyetçiliğinin belirtilmiş olmasıdır.Böylece, millî demokrasimizle, millifelsefemiz tam anlamıyla kaynaşarakgelişmiştir. Böyle olunnca da, Türkiye'de, güçlü iktidar ve güçlü icraat sahibiolma yolunun, millî felsefemize samimiyetlebağlamaktan ve milletimizleböyle bir hayat görüşü içinde şuurlabuluşmaktan geçtiği daima hatırlanmalıdır.Ustaca yapılmış propagandalarıntesiriyle veya başka sebeplerle,milletin özü demek olan millî felsefedenuzaklaştıkça, devletin güçlendirilmesi,sağlam ve kalıcı icaatlar yapaniktidarların kurulması mümkün olmayacaktır.Tarih ve deneyler bunun encanlı şahididir. Sağlam ve sıhhatli işleyenbir demokrasi içinde kalkmmayeganeyolu budur. Türk Milleti içindemokrasinin ruhu Milliyetçilerdir.5


BÎR TASARIv eBIR ZIHNIYETBir ilimler akademisi yahut dahadar bir sahada, bir dil akademisi kurulması<strong>konusu</strong>, çok zamandır tartışılanbir meseledir. Özellikle, dilde oynananoyunlar karşısında bir kısımaklı başında aydınların çırpınışları,dil akademisi meselesini sürekli gündemdetutmuştur. 12 Eylül'den sonrada bu tartışmalar devam etmiştir. Bazıbakanlıklarca hazırlanan tasarılar, görünmezengellen aşamamış, mecliseulaşamamıştı. Şimdi, Millî GüvenlikKurulu üyesi Org. Şahinkaya'nin> sunduğubir teklifle, mesele kurucu meclisekadar gelmiş görünüyor.Bu teklif Anayasanın Î34. maddesindekurulması öngörülen, AtatürkKültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nu tanzim ediyor. Bu teklif kanunlaşırmı, kanunlaşırsa Türk kültürüne nelerkazandırır veya kaybettirir, bunun üzerindedurmayacağız. Çünkü kanunî düzenlemelerne kadar mükemmel olurlarsaolsunlar, kurulacak müeseselerneticede birer vasıtadan ibarettir veonların hizmet imkânı, müesseseyi yürüteninsanların idrak ve zihniyetlerinebağlıdır. Ayrıca, bu teklifin getirdiğidüzenlemenin mükemmel olduğuda iddia edilemeyecektir.Biz, bu vesileyle yeni bir tezahürüneşahit olduğumuz, Türkiye'ye musallatbir zihniyet ve tutuma işaretetmek istiyoruz. Bu zihniyet, kanunlarıve Anayasayı, her halükârda uyulmasıgereken kurallar olarak telakki etmez;kendi menfaatlerine uyuyorsa «lâzımül icra», uymuyorsa, çağ dışı dışı kalmış,anti demokratik ve mutlaka değiştirilmesigereken kurallar olarakgörür. Demokratik mekanizmalar, milletiradesi gibi şeyler de yine onlarınmenfaatleri istikametinde olması gerekenşeylerdir, aksi halde hiçbir değertaşımazlar.Bu zihniyetin en açık bir tezahürünüDevlet Güvenlik Mahkemelerininkuruluşu meselesinde görmüştük. Bi-6


,.,l|.ı|,J.I|,l|.l|.IH,H,N,IIH.It 0Bu kurumları inhisarlarına almış,canlarının istediği gibi Türkkültürü ve diliyle oynayanların elinden,şimdi oyuncakları alınıyor Durumunnezaketi icabı pek kıyametlerkoparamıyorlar ama, bir kısım gazetelerde,dergilerde sızıldanıp duruyorlar.Sanırsınız ki, Atatürk bir kısımmalvarlığının gelirini bu kurumlaravasiyet etmemiş de, bu kurumları buadamlara vasiyet etmiş, onları mirasçıtayin etmiş. Siz hiç, Türk dilineşu kadar hizmet etmiş, şu kadar eservermiş bir insanın, onların zihniyetindeolmadıkça Türk Dil Kurumu'na üye olabildiğine şahit oldunuzmu? Çünkü orası, belli daldaki hizmetve ihtisas sahiplerine açık birdernek değil, belli maksatların emrindekibir çiilik gibidir. Şimdi budüzenin bozulmasından korkuyorlar.Önemli olan nokta şudur : BirAnayasa yapılmıştır, bu anayasa referandumlakabul edilmiştir ve yukarıdagörüldüğü gibi, bu Anayasa böylebir kamu kuruluşunun kurulmasınıemretmektedir. Böyle bir kuruluşunhukuka veya Atatürk'ün iradesineaykırı olup. olmadığının tartışması,bu Anayasa'nm hazırlanışı sırasında,oylaması sırasında yapılabilirdi. Ama,bütün bu safhalar geçtikten Anayasamillet iradesi ile kabul edilip yürürlüğegirdikten sonra, onun emredicihükümlerini bu üslûpta tartışmak,engellemeye kalkışmak, demokratikterbiye ile bağdaşmaz. Millet iradesinekarşı saygısızlığın bundan alasıda pek olmaz.Ne yapalım ki, bu sakim zihniyetTürkiye'de daima ağırlıkta olmuştur.Onun için, Türk Kültürü'ne,Türk Kültürü diyemeyecek kadarürkek hazırlanmış olan tasarının bilebu görünür-görünmez tezgahlara takılmadangeçebileceğinden pek emindeğiliz.Anadolu İnsanının sıcak ve ihlaslı havasını taşıyan bir Anadolu dergisi:KÜLTÜR VE SANATİslâmi Türk Edebiyatının Mdsielelerini bize göre,bizim dilimizle veren dergi.— Abone olarak millî kültürümüze yaptığımız hizmette KÜLTÜR VESANAT'ı güçlendiriniz.— Ayda bir çıkar, 32 sayfadır.Yıllık Abonesi : 750 TLP.Ç. No. : 131598 - PK. 57 — KAYSERİ


BU ÜLKE KİMİN?Sadi SOMUNCUOĞLUTRT'nin her programı bir kavga <strong>konusu</strong>.. Özellikle yabancı kaynaklı dizifilmler ile yerli yapım bazı eserler (!) üzerine yazılanların haddi hesabı yok.Ama, dinleyen, anlayan ve dikkate alan kim!.Milletin şiddetli tepkilerini çeken, milletin mukaddeslerine ters düşenfilmlerin ardı arkası gelmiyor. Ramazan ayında «Aynaroz Kadısı» diye birrezalet sergilenmişti. Hâlâ üzerine yazılar yazılıyor, her yerde ağır tenkitleryapılıyor. Bütün söylenenler boşa gitmiş olmalı ki, şimdi de «Paydos» diyebir film gösteriliyor. Meşhur (!) Cevat Fehmi Başkurt'un eseri imiş. Orada,«Hacı» isimli, «Zengince», «Sakallı» ve «Eli tesbihli» bir kişi var. Bakkallıkyapıyor. Ahlaksızlığı, ikiyüzlülüğü, sahtekârlığı temsil ediyor. Ağzından da,istiskal edilen bir ses tonuyla «Ellaaahee şükürr.» sözleri eksik olmuyor. Yine,köyün muhtarı olan başka bir sakallı ihtiyar kişi daha var. O da, aşağılıkişlerde «Hacı» ile yarış halinde.Kısacası kültürümüzde ve inançlarımızda manevi değer ifade eden sıfatlar,tabirler ve şekiller tahkir edilmekte. Biri çıkıp da, «efendim toplumdaböyleleri hiç yok mu?» diyebilir. Elbette, bir cemiyette her çeşit insan bulunabilir.Ama burada, yetişeni nesillere verilmek istenen bir mesaj var..Milletçe değerli bilinen şeylerin, aslında hiçbir değeri olmadığını göstermek!.Nedense Türk filmlerinde, din adamları ve dince kutsal bilinen şeylerinhorlanması adet haline gelmiştir. Ama yabancı filmlerde, kilise ve papazlarhep yardımcı, şefkat dağıtan, kurtarıcı ve insanlığa hizmet götüren kişilerdir.Bir arkadaşım anlatmıştı; okula henüz gitmeyen oğluna bir resim yapdeyince, Papaz resmi çizdiğini hayretle görmüş. Telkinin Türk çocuğununşuurundaki tabiî aksi böyle.TRT'nin beğenilen programları hiç yok mu? Elbette var. Meselâ; «HoşSeda», «Hacı Arif Bey», «4 üncü Murat» ve «Preveze Öncesi» gibi takdir toplayan,yanan yüreklere su serper gibi milleti ayağa kaldıran eserler de zamanzaman yayınlanıyor. Ama böyle programlar devamı bir yana, hemen kesiliveriyor.Sanki milletin beğenmesi, takdir etmesi kabahat oluyor.Yabancı dizi filmler üzerine neler neler yazıldı da, hiç kâr etmedi. ŞuDallas'tan kurtulduk derken, şimdi Flamingo Yolu'na çattık. Aile, genel ahlâk,içtimai değerler ve cemiyetimizin yapısı gibi milleti ayakta tutan müesseseleresaldıran bu film, ısrarla gösterilmeye devam ediliyor. Halbuki, toplumuayakta tutan ve ona millî özelliği kazandıran bu kurumlar anayasamızla ko-9


10runmakta ve bunlara zarar verici çalışmalar yasaklanmış bulunmaktadır. Gelgör ki, devletin anayasasına, devletin TRT'si uymuyor. Onu alenen, bilmemkaçıncı defa çiğniyor.Bütün bunlar yetmezmiş gibi, sayın Genel Müdür'den naklen bir itirazcümlesi ortaya atılmaz mı! İnsanı deli eder. Güya TRT Genel Müdürü demişki, «Flamingo Yokı'nUn ahlâkını bozduğu herhangi bir kişiye rastlamadım.»Bu sözü Sayın Genel Müdür gerçekten söylemiş mi? Zannetmem.. Fakatsöylemese de TRT kendi yolundan, «Flamingo YoIu»ndan dönmemekte kararlıgörünüyor. Kültürel ve tarihi programlarda, Osmanlı ve Selçuklu öncesiAnadolu medeniyetlerine öncelik verme.. Adeta bu kültür ve medeniyet eserlerininüstünlüğü, bu toprakların başkalarına ait olduğu gibi mesajlar şuuraltınaustaca yerleştirilmek isteniyor.TRT böyle de öteki kuruluşlarımız başka mı? Müzelerimizi gezenler hayretlerinigizleyemiyorlar. Anadoluyu tanıtan (!) müzelerimizde, şurası «Urartu»,burası «Hitit-Eti», öbür tarafı «Sümer-Asur-Fercik e » bilmem ne, her köşetaksim edilmiş. Bazı aklı evveller çıkıp da, «Canım, tarih böyleyse değiştirenleyizya..» diyebilirler. Böyleleri; bin yıla varan zamandan beri, her karıştoprağı Türk-islâm kültür ve medeniyet eserleriyle yoğrularak mühürlenmişolan öz vatanımızın bu halini unutmuşlardır. Bunlar esir Türk illerindeki elliyıllık işgalcilere her hakkı tanırlar da, bin yıllık Türk Yurdu olan Anadolu'­ya halâ sahip ararlar. Aslı nesli kalmayanlara buraları tapulamaya bile kalkarlar.Yunanın, batılı bilmem hangi miletlerin ısrarlı ve sinsi propagandalarıylakafaları böylesine çarpıtılanlar, bütün bunları ilericilik ve çağdaşlıkadına yaptıklarını sanırlar. Öz vatanımızdaki beldelerin, şehirlerin, dağların,ovaların, nehirlerin adlarını beğenmezler. Bin yıl, ikibin yıl, hatta üç-dörtbin yıl öncesinin adlarını vermeye kalkışırlar. «Kapadokya», «Side», «Efes».Derken nihayet «Noel Baba» adlı papazın da Anadolu'da doğduğunu isbatettiler. Bunları yaptıkça sırtları sıvazlanıyor ve aman ne ilerici insanlar,ne çağdaş insanlar diye görülmemiş takdirler (!) topluyorlar.Böylelerine;Türk'e ait herhangi bir isimden, sembolden, değerden mi bahsetmek istediniz;o zaman gerici, tutucu ve insanlık düşmanı olursunuz. Ankara gibiCumhuriyetin başşehrinin Sıhhiye meydanına, 2-3 bin yıl öncesinin boynozluöküzlerinden oluşan heykeli diktiniz mi, aman ne ilerici derler. Böyle demeyenlerde, işi en azından sessizlikle geçiştirirler. Ama aynı meydana Türk'ünsembolü «Bozkurt»u dikmeye kalkışın bakalım. Ne kıyametler kopar. Bunundenemesi bir ölçüde Burdur'da yaşandı. Vatansever bir vali olan Örner NaciBozkurt, Türk tarihini başından günümüze kadar temsil eden devlet büyüklerininbüst ve heykellerini yaptırdı. Bozkurt'u da ait olduğu döneme koy-


durttu. Ama, böylesine millî şuuru temsil eden tarih parkının açılması içinne engeller çıkarıldı. Sonunda Danıştay kararıyla Bozkurt'un konulması ongendi.Türk'ün sembolü Bozkurthâlâ tozlar içinde bir mahzende duruyor.Türk'e ait bir şey isterseniz; ilkel, bağnaz, gerici, ırkçı gibi her damgayıyemeyi de göze alacaksınız. Ama Ege kıyılarından Doğu Anadoluya kadar,buraların başkalarına ait olduğunu, uygun şekilde sergilerseniz, dıştan - içtenbüyük destek ve teşvik görürsünüz.İnsan, bu ülke kimin demekten kendini alamıyor!Bütün bunlara karşılık bir de Balkanları geziniz. Adım adım gezenlerdendinlediğimize göre; büyük devletimiz Osmanlı, buraları gerçek bir medeniyetve kültür beldesi haline getirmiş. Hiçbir şeyi esirgememiş. Ama, yapılan hanlar,hamamlar, camiler ve köprüler, tek parçası dahi bırakılmamak üzerekazınmış ve hâlâ kazmıyor. Bizim yaptığımız gibi, zamanın tozunu bile bırakmadığıHitit-Eti gibi eski dönemlere ait eserleri yeniden diriltmiyorlar. Türk'eait tarihi eserler harap olup giderken; Yunan'a, Bizans'a ait olan eserlerifakir milletin parasıyla imar ve ihya etmiyorlar. Onlar Türk'ün izini bilesilmek, hatta tarihi değiştirmek; her şeye kendi damgalarını vurmak için nelazımsa onu yapıyorlar. Demokrati de, sosyalisti de böyle.Buraya nereden geldik. Şu TRT bahsinden. Ülkemizde millî varlığımızıkemiren bir zihniyet oldukça TRT'de kendini bundan kurtaramayacak elbette.Bakınız, cemiyetin temeli denilen aile hakkında TRT de konuşulanları birdergiden size özetleyeyim :«Medeni kanunu İsviçre'den almışız. İsviçre aile hukuku alanında çok«ileri» gitmiş. Biz İse çok «Geri» imişiz. Nitekim orada evlenme nerede iserafa kaldırılmış. Onun yerine serbest birleşmeler gelmiş. Kadının iş ve cemiyethayatında elde ettiği başarılar sebebiyle, aile reisinin erkekde kalması anlamınıyitirmiş. Bunun için de miras hukukunu serbest birleşmelerden doğançocuklara (Yani bizim kültürümüzün kelimesiyle : ...Jere) göre yeniden elealmak lazımmış. ...»İçtimai yapımızı, tarihi hikâyemizi, millî ve manevi değerlerimizi, insananlayışımızı bir çırpıda siliveren bu zihniyeti iyi tanımalıyız. Bunlar; metre,kilo, hacim ve yüzey ölçüleri gibi; içtimai değer, kurum ve ölçülerin dünyanınher yerinde geçerli olamayacağını bilirler elbette. Millet denen, onun içindetemel taş olan aile denen varlıkların, ayrı özellikler taşımak demek olduğunuda bilirler. Bizi millet yapan özellikler ortadan kalkınca, tarih boyuncayok olan pek çok millet örneğinde olduğu gibi, bizim de başkalarına yemolacağımızı da bilirler. Haritadan, tarihten silinmenin yegâne yolunun buolduğunu da bilirler herhalde.11


Hatta bunlar: Örnek gösterdikleri isviçre'de, ırza ve mala tasallutlarınarttığını, insanlık için bir felâket olan uyuşturucu kullanmanın bulaşıcı hastalıkgibi yayıldığını, intiharların arttığını, suçlu çocuklar meselesinin büyükboyutlara ulaştığını, serbest birleşmelerden doğan çocukların önemli meselelereyol açtığını, zenginliğe rağmen saadete ulaşamayan bir toplum olduğunu,ilah., bilirler. İsviçre'nin bir milletten değil, aksine dili başta olmak üzeremillî özelliklerini muhafazada çok hassas olan birçok milletten meydana geldiğinide bilirler.Hatta bunlar: Türk milletini tarih içinde sağlam ve dayanıklı yapan, bugünde her türlü ağır tehditlere rağmen ayakta tutan temel kurumun aileolduğunu, Türk aile yapısının dünyada emsali az görülecek kadar güçlü vecanlı olduğunu da bilirler.Benim sözüm bilenlere değil. Bilmeden bu oyuna gelenleredir. Bunlar vemillî varlığımızın tahribi karşısında sessiz kalanlar uyanmalı. Tarihin öğrettiğigerçeğe bağlanmalıdırlar. Eğer biz Türk olarak yaşayacaksak; bunun yolununbenliğimize kavuşmaktan, inançlarımıza sapasağlam sarılmaktan; hasılıkültürümüzü yaşanan, canlı inşa edici, medeniyet kurucu hale getirmektengeçtiğinin şuuruna ermeliyiz. Böylesine şuur ve formasyon sahibi kadrolarınişbaşı yapması şarttır. Kitle iletişim araçlarmm başında yer alan TRT'-nin ve bütün eğitim kurumlarının, millî espriye tam anlamıyla bağlanabilmesininbaşka yolu yoktur.WAnkara'yı eski haliyle tasvir eden eserler, her tarafın ormanlarla çevriliolduğunu yazarlar. Ama, sorumsuzca yakılmış, yıkılmış ve tek ağaç bırakmayacakşekilde toprakla yüz yüze kalınmış. Kültür ve medeniyet değerlerimizide bu ormanları şuursuzca yok ettiğimiz gibi hayattan silersek, ipi kopmuşteşbih taneleri gibi oluruz.Duamız : Hep birlikte uyanalım da ip kopmasın!..12Not : Bu yazı bittikten sonra bir gazetede, Yunanistan Kültür Bakanlığıtarafından yaptırıldığı ileri sürülen, Türkiye haritasını gördüm. Bu haritada,güzel vatanımız parsellenmiş. Her bir vatan parçası, Türk'ten g ayrılara verilmiş.Tabii bu arada Ege bölgesi de Yunanistan'a katılmış. Bize sadece ortaAnadolu'nun merkezi kalmış.Yukarıdaki yazıda belirtmeye çalıştığımız zihniyetin haritasını görmekbeni sarstı. Ürperdim.. Sonra da, T.C. Turizm Bakanlığı'nin yıllardan beriöncülük ettiği turizm hikâyelerini ibretle hatırladım.


NEOLACAK?AYVAZ GÖKDEMİRBaşlıktaki sual, yalnız bir günün, yalnız bugün'ün değil, bütünzamanların suâlidir. İnsanın ve insanlığın ömrü, bir bakıma busuâlin peşinden, aralıksız bir atılış ve arayış, bu suâlde düğümlenenbir merak ve bekleyiş olarak ifâde edilebilir. Yeniden demokratiksivil nizâma dönüş hazırlığında bulunan Türkiye'de, şu andaen çok sorulan suâl de şüphe yok ki budur, içinde bulunduğumuzvu,öat ve şartlarda suâlin hedefi, elbette siyâsîdir.Siyâset, katı gerçeklerin hükümrân olduğu gibi faaliyet sahasıdır.Bu sahada, gönüllere hoş gelse de, fala ve falcılığa yer yoktur.Öyleyse, gerçeklerden kopmadan, münevverlerin ve kitlelerinufkunda asılı duran «Ne olacak?» suâline nasıl cevap vermeli?Bu satırlar yazılırken, Türkiye'de siyâset yasağı henüz kalkmışdeğildir. Dergi okuyucuya ulaştığı zaman da muhtemelen henüzkalkmış olmayacaktır. Öyle ise, ancak yasağın ihlâli sayılamıyacakbir kısım temennilerimizi ifâde edebilecek durumdayız, demektir.Şu anda, memleket hayrından başka maksadı olmayan temennilerinifâdesi yasak değildir. Ancak, bir kısım temennileri veya temennilerinbir kısmını ifâde ederek de çok esâsî bir suâli cevaplandırmayaimkân yoktur. Tesbit ve ifâde edilmesi gereken birincigerçek budur. Bu gerçeğin içinden çıkan tabiî sonuç da BEKLE-MEK'tir. Bekleyeceğiz...Hiçbir durumda memleket meselelerinde taraf sayılamıyacakkötüler bir yana, hepimizin vatan, millet ve devletimiz için hayırlıolanı istediğimizde şüphe yoktur. Ne var ki herkesin hayrı kendinegöre. Demokrasi farklı görüş ve teklifleri tabiî sayan ve saygı ilekarşılayan bir rejimdir. Bu rejimde, herkesin kendi hayırlı bildiğininarkasında durması, vatandaş topluluklarının meşru görüşleretrafında serbestçe toplanıp eşit ve serbest olarak temsil edilebilmesiesastır. Eşit ve serbest olarak siyâsî kanaatlerin ifâdesine,temsiline, teşkilâtlanmasına imkân vermeyen bir rejime, hangi faydave faziletler yakıştırılırsa yakıştırılsın, o demokrasi değildir.Demokrasi, herkesin kendi hür iradesiyle, serbest tercihiyle güdüldüğürejimdir. «Güdümlü demokrasi», demokrasi değildir. Umuyoruzki Türkiye'nin yeni demokrasisi de bir güdümlü demokrasiolmayacaktır.13


Demokrasinin bir fazilet rejimi olduğu söylenir ve böyle olmasıelbette temenni edilir; ancak, demokratik de olsa, siyâset bir evliyaoyunu değildir. Her türünde olduğu gibi, demokraside de siyâsetkuvvetle yapılır. Küvet, lüzumlu ve meşru her türlü maddî imkânlarlabirlikte, halkın ve aydınların, ortaya atılacak görüşlereinanmasından; inandığı, beğendiği görüşlerin arkasında saf tutmasındanibarettir. Sâdece iyi niyet ve iyilikçi temennilerden ibaretkalan taraftarlıkların kıymet-i siyâsîyesi yoktur. Herkes inandığının,beğendiğinin yükünü omuzlamaya da, kendi kudreti nisbetinde,hazır olmalıdır. Niyetimiz halisane ve hakperestâne, fakat amelimizve fiilyâtımız hesabi ve menfaatperestâne olursa, hiçbir hayrıayakta tutmaya, demokraside geçerli bir irâde ortaya koyabilmeyeimkân bulunamaz. Bu bakımdan, rahatlıkla, kimseyi ve hiçbir şeyiincitmeden, ihlâl etmeden diyebiliriz ki, yarınki demokratik tablodaherkes kuvveti kadar yer alacaktır. Bir küvet olamıyanların,kuvvetini toplayamıyanlarm esef ve şikâyetleri de fazla bir mânâifâde etmiyecektir. Çünkü nihâyetinde o da bir güçsüzlüktür. Hareketegeçirilemiyen potansiyel, fiiliyatta yok hükmündedir. Kimsekendi beceriksizlik ve aczinin mes'ûliyetini, başkalarında aramamalıdır.Fikirler, insanlarla temsil edilir; programlar, insanlar eliyleuygulanır; mes'eleler insanların bilgisi, irâdesi, çalışması ve liyâkatiyleçözülür. Doğru fikir, eğri insanla temsil edilemez. İyi program,kötü personelle uygulanamaz. Bilgi, irâde, gayret, ahlâk veliyâkatçe yetersiz insanlar hiçbir mes'eleyi çözemez. Bu itibarla yinediyebiliriz ki, iyi insanlar, iyi fikirlerle çıkar da halktan kâfî destekbulurlarsa, Türkye'de işler iyiye gidecektir. Vasat ve şartlar,iyilerin zuhuruna imkân vermez, halkımız iyilerin sırtını sıvazlayıponları gönlünün en mu'tenâ yerinde taşırken, reyini, desteğini kötülereverirse, işlerde iyilik beklemekde ham hayâl olur.Şu şartlarda, böyle böyle ço kumûmî ve mücerret temenni vetahminleri uzatmak mümkündür, fakat yazılmasa da olur; çünküherkes, bu istikamette istediği kadar düşünüp olması gerekenlerleolabileceklerin mücerret tablosunu kendi kendine tamamlıyabilir.Gerçekte ne olacağını bilmek için ise görmek, görmek için de birsüre daha beklemek gerekiyor.İnancımız, samimiyetimiz, fedâkârlığımız, ferasetimiz, birlik vebütünlüğümüz ve nihayet bütün bunların hâsılası, bileşkesi olarakortaya çıkacak gücümüz kadar, yerimiz, söz hakkımız ve irâdemizolacaktır. Başka ne denir?Allah'tan hayırlısı...(8 Şubat 1983)14


ANARŞININDÜNÜ,BUGÜNÜ, YARINIAnarşizm, felsefî manâsıyla, devletin ortadan kaldırılması ve her şeyinserbest bırakılmasıdır. Düzene karşı çıkarak, düzensizlik demek olan tamserbestliği getirmektir. İnsanların böylece mutlu olabileceği kabul edilir.Bunun için de, Anarşizmin anayasasında iki madde var; biri, herşey serbesttir;ikincisi, bu anayasa iki maddeden ibarettir derler. Nerede kurulu birdüzen var, onunla mücadele etmek gerekir. Böyle yapanlara da anarşistdenir.Felsefî manâsıyla anarşizm, çağımızda yoktur. Bir kısım ruh hastalarınınsapıklıkları dışında, böyle bir cereyanla karşılaşılmamıştır. Komünizm,bazı safhalarda anarşizmle özdeşleşir. Devleti ortadan kaldırmak bahsindehedef birliği içindedirler. Ama bu hedefe ulaşmada komünizm, karşıt düzenleresaldırırken, anarşizmin metodlarmı kullanır. Ancak bu kullanış bazıfarklılıklar taşır. Meselâ; rastgele düzene karşı çıkmak yerine, sistemli veeğitimli ve eğitimli yaygın bir organizasyon ve sürekli propaganda ile devletiçökertmek ister.Nükleer silahların korkunçluğu muhtemel bir dünya savaşının çıkmasınıönlemektedir. Ama, süper güçlerin dünya üzerindeki emelleri değişmediğiiçin, eskiden savaş yoluyla vardıkları hedeflere şimdi başka yollardanvarmaya çalışmaktadırlar. Nitekim ülkeleri içinden çökertmek ve kendi iradelerinetâbi yeni düzenler kurmak suretiyle hakimiyet sağlama yolundabüyük mesafeler alınmıştır. Ülkeleri içinden çökertmek, denince, çeşitliyollar önümüze çıkmaktadır. Anarşi ve tedhiş, zamanımızda en çok başvurulanve millî bağımsızlıklar kadar, insanlık için de ciddi tehlikeler oluşturmaktadır.15


ayın <strong>konusu</strong>Hedef seçilen bir ülke, önce ideolojik saldırıya uğruyor. Şartlara göre«Eylem»e geçme gününe kadar; ideolojik kadrolaşma-eğitim-propagandakitleleşmeve organizasyon safh&ları geçiriliyor. Bunlar tamamlanınca, kuruludüzeni yıkmak için, bazılarının «basık ihtilal» dediği yıllara yayılacakbaşkaldırmalar ve tedhiş olayları başlatılıyor. Yaygınlaşan tedhiş; bir köprüdebomba patlarsa, bütün köprülerin; bir sinema kundaklanırsa, bütün sinemaların;bir santral havaya uçurulursa, bütün santralların korunması gibibir noktada devlet güçlerinin sayı yetmezliğini ve moral çöküntüsünü getiriyor.Bu mantık esasına dayalı olarak yapılan ve kitle eylemleriyle, ((bireyselterör» denilen vur-kaç saldırılarıyla, devlet güçleri yorulup iş yapamaz halegetiriliyor. Hele bir de, bu sapıklığa kapılanlar devlet güçleri içine de sızmışsa,işler daha da kolaylaşıyor. Bütün bu işler yapılırken, bir yandan da,basın ve diğer kitle iletişim araçlarda, her 24 saatte tekrarlanan başdöndürücüyoğun propaganda ile kurulu düzen ve taraftarlarını tahrip edici sistemligayretlerle yıkıcı eylemler desteklenince, işler hayli kolaylaşıyor.Emperyalist ve yıkıcı komünizmin bilinen ve pek çok ülkede uygulananbu metodunu, yurdumuzda da gördük. Özetleyecek olursak :1. 1960-1967 yıllarında, ideolojik kadrolaşma, eğitim, şartlandırma,sızma ve organize olma işleri başarıyla yürütülmüştür. Bu döneme «Kuluçka»dönemi de denebilir.2. 1967-1971 yıllarında, kitleleri aldatma ve eyleme geçirerek, tedhişyoluyla sindirme ve devleti işlemez hale getirme çabaları sürdürülmüştür.3. 1971-1974 yıllarında devlet tarafından düzen düşmanları cezalandırılmışve bir duraklama devri yaşanmıştır.4. 1974-1978 yıllarında yeniden toparlanma, örgütlenme, yayılma, kitleleşme,eyleme hazırlanma ve geçme dönemi yaşanmıştır.5. 1978-1980 yıllarında, neticeye ulaşmak için; kitle katliamlar», sabotajlar;üretimin düşürülmesi ve devlet çarkının işleyemez hale getirilmesisuretiyle bunalımın doruk noktaya çıkarılması; içtimai, kültürel, iktisadive siyasi bünyenin zayıflıklarını çalışma alanları haline getirerek devletinçökertilmesi dönemi.Kitaplarda anlatılan ve pek çok ülkede görülen bu safhaları Türkiyeiki defa yaşadı. Hem de; devleti, ülke ve millet bütünlüğünü korumaklagörevli bütün kurumların seyirci kaldıkları bir faciayı yaşadı. Şimdi 12 Eylülmüdahalesiyle silahlardan arındırılan ve Türkiye çapındaki sayılarınagöre pek az bir kısmı cezalandırılabilen düzen yıkıcılarının aktif anarşikeylemleri durmuştur. Ancak, cezai tedbirlerin ideolojik çalkantılar için hiçbirehemmiyeti olmadığı tecrübelerle sabittir. Adi vak'alarda caydırıcı olanceza, kültürel ve ideolojok zeminler yaratılarak ciddi ve tutarlı tedbirlerle


ayın <strong>konusu</strong>tamamlanmadığı zaman, ideolojik olaylarda daha da yaygmlaştırıcı tesir icraetmektedir.Bir yandan millî ülkü ve millî kültürümüz güçlü ve cazibeli bir şekildemillete sunulmadığı; diğer yandan düzen düşmanlarının üst kademelerinintamamen, militan kesimin ise büyük ölçüde mevzilerini muhafaza etmelerisebebiyle, 12 Mart sonrasından daha kısa bir zamanda, ülkemizin dahabüyük boyutlu saldırılara maruz kalacağı endişesini taşımaktayız.Biz inanıyoruz ki, ideolojik saldırının tedbiri de ideolojiktir. Bu kültür,sanat ve fikir olayının millî ve ilmî ölçüler içinde topluma mâledilmesinde,devlet, birinci derecede sorumluluk taşımaktadır. Çünkü, saldırınınhedefi kendisidir. Anarşiyi nıetod olarak kullanan komünizmin apaçık olandüzeni yıkma eylemlerine, devlet, bir yandan seyirci kalır veya yanlışlarlauğraşır; öbür yandan, ideolojik saldırıya ideolojik planda karşı koyanlarada düzeni yıkmak isteyenler gibi davranırsa, o zaman akibetin ne olacağıbelli demektir.AZERİ KASETLERİ DAĞITIMIAzerbaycanlı soydaşlarımızın musikilerine ait orjinal kasetörnekleri zengin çe. ^Meriyle dağıtımına başlandı.KASETÇEŞİTLERİMİZ1. Zeynep Hanlarova I2. Zeynep Hanlarova II3. Elmira Rahimova I4. Elmira Rahimova II5. Baba Mirzayev I6. Baba Mirzayev II7. Nezaket Memedova8. Şevket Aliekberova9. Teymur Mustafaev10. Ebülfet Aliyev11. Yakup Memedov12. Azerbaycan Halk Dans Musikisi13. Cenah* Akberov14. R. Mustafaev15. Azerbaycan Halk Şarkıları16. İlgima Kuluyeva17. Arif Babayev18. Avtandil İsrafilov19. Nisa Kâsımova20. Azerbaycan Halk MusikisiHer kaset 750 TL.Ödemeli olarak isteme adresi :P.K. 583Ulus/ANKARA17


ayın <strong>konusu</strong>Prof. Dr. İ. KAFESOĞLU«ANARŞİZMİN KAYNAĞI NİHİLİZMDİR.»eski funancada ccami olmayan» mânasındaki«anrkhia» sözünün günümüzdillerinde kullanılan şeklidir.Terim olarak, siyâsî - içtimaî otoritedenyoksun herkesin kendi başınabuyruk olduğu kütlenin durumu veumumiyetle kargaşa, karışıklık ifadeeder. Anarşizm ise, insanın mutlakserbestliğini engelleyici kabul ettiğidevlet kuruluşlarının lüzumsuzluğunuileri süren doktrinin adıdır.Anarşi deyimi daha ilkçağlarda Grekfelsefesinin teorileri arasında yer almışise de, onun en belirli uygulamagirişimleri 19. yüzyılda Batı medeniyetindegörülmüştür. Daha öncekidevirlerde meselâ Sâsânî imparatorluğundakiMezdek hareketinde (m.s.5. asır sonları) veya 1789 Fransızihtilalindeki sosyal çalkantılarda«anarşi» ye «anarşizm» den söz etmekherhalde güçtür, zira bunlar fiilî idareyolsuzluğu ve milletin durumu ileilgisizlikten doğan ve doğrudan doğruyahalkın da katıldığı tutarlı toplulukhareketleridir, spekülatif nazariyelermahsulü değil.Anarşi, tarih içinde tesbit edilebildiğikadarı ile, önceden «Nihilizm»(inkarcılık) denilen bir hazırlık safhasıgeçirmektedir. Au. Comte'unPozitivist felsefesine dayandığı söylenmekleberaber, gerçekte materyalistMarksist düşünceden gıdalanan ve18- Anarşi nedir? Anarşik o- insanın her problemini maddeye bağ­tayların tarihî gelişimini farsaca izah eder misiniz?— Anarşi kelimesi, kökülı (çilim» yolu ile çözebileceği iddiasısonucu maneviyatı sıfır sayıp hak ahlâk,vicdan kavramlarını ve her türlübeşerî nizâmı inkâr eden nihilizm,devlet dâhil bütün hukukî; aile dahilbütün sosyal kuruluşları red edenanarşizm'in kaynağı durumundadur.Kanun tanımazlık, kutsallığa saygısızlık,devlet düşmanlığı hareketlerişeklinde ortaya çıkan siyasî otoritenintemsilcisi güvenlik kuvvetlerine saldırıve rastgele cinayetlerin uyandırdığıdehşet havasını da, sözde eşitlikçi,fakat aslında birkaç kişinin iradesidoğrultusunda işleyen demirdisiplin altında nizam ve sâkûnetinsağlandığı komünist rejim takip etmektedir.Demek ki en aittta inkârcılık'ınyattığı, sonunda komünizm'inyer aldığı ve birbirine sıkıca bağlıbir 4 basamaklı sosyal değişme bahis<strong>konusu</strong>dur ki hukuk, iktisat alanlarındabiri diğerinin neticesi olarak bu4 merhale 1860-1920 arasındaki Ruscemiyetinde aynen cereyan etmiştir.— Tarihçi gözü ile, ülkemizinanarşinin hedefi olarakseçilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?— Türkiye'nin anarşik faaliyetleriçin başlıca hedef seçilmesini,yakın tarihlerde komşu memleketlerdevuku bulan hâdiselerin ışığındagayet tabiî saymamak mümkün değildir.Hâlen gerek siyâsî, gerek sosyalaçıdan tavrını belirlemesi, iç ve dışilişkilerini o esas dahilinde yürütme-


ayın <strong>konusu</strong>ğe çalışması, üstelik serbest seçimlerleiktidara gelen siyasî partilere sahipdemokratik sistemle idare edilmesidolayısiyle Türkiye Cumhuriyeti elbette,Marksist - sosyalist dikta rejiminired edecek ve milletler camiasındahür dünyanın şerefli bir üyesiolarak yerini alacaktı. Bu durum ise,merkezinde bin yıldan beri güttüğüve Büyük Petro'dan (ölm. 1689-1725)itibaren de tamamen « millîlik » vasfıkazanmış politikası icabı Türk toprakları(Boğazlardan ve KafkaslarDoğu Anadolu) üzerinden güneyinsıcak denizlerine inmek isteyen Rusya'nınyeraldığı Doğu blokunun, Marksist- Komünist anlayışına ters düşüyor,Orta - doğudaki Türkiye engeli,yarım milyon ırgat - insana 70 yıldanberi parlak istikballer vaad eden Sovyetsistemini âdeta felce uğratıyordu.Bu jeostratejik durum bir de SovyetlerBirliğine süper güc sağlıyarak onucihan imparatorluğu payesine yükseltenyeraltı - yer üstü servetler (petrolpamuk, demir, altın vb..) yatağı coğrafîbölgelerin kadîm Türk topraklarıolduğu eklenirse, niçin Türkiye'ninçökertilmesi lüzumlu ilk ülkelerdenbiri kabul edildiği kendiliğinden anlaşılır.Bu gaye için yapılan çalışmalarasırlarca evvel başlamış, önceleriçarlık idaresi, 1920' lerden sonra daRus «sosyalist» iktidarı, gittikçe artanhız ve yoğunlukla faaliyetini sürdürmüştür:Memleketimizde de aynı«4 basamaklı» işlem uygulamağakonmuş, uzun bir hazırlık döneminden(1920 - 1968 Nihilizm) sonra,anarşiye geçilmiş (Bu düzen değişmelidir!), sonra terorizm'e sıra gelmiş(5500 civarındaki ölü ) tir. Fakatana gaye olan 4. merhale gerçekleştirilmemiştir.Zira, problemin tamolgunlaştığının sanıldığı son andabütün gayretler Türk ordusunun vatankurtarıcı barajı önünde parçalanıpdağıtılmıştır. Dışarıda olsun, içerdekiücretli yardakçılar olsun Sovyetsisteminin özendiricileri ordu faktörünühesaba katmamakla ağır bir«yanılgı» ya düşmüşlerdir. HalbukiRusya'daki başarılarını, 1917 ihtilâlöncesinde çarlık silahlı kuvvetlerininterhis edip memleketi Marksist düşünceleriçinde eritilmiş dimağlar taşıyanmilitan güçlere teslim etmelerineborçlu idiler. Beri tarafta ise,3000 yıllık tarihî geleneği çizgisindeülkesini korumağa yeminli Türk ordusu,üstelik en büyük kumandanAtatürk'ten, vatanın bütünlüğü vemilletin bölünmezliğini dünya durdukçukollamak direktifini almış bulunuyordu.Türk milletinin eğiliminifiiliyata sokan orduya halk bu sebepleminnettardır.— 1967 - 1968 yıllarındaTürkiye ile birlikte diğerülkelerde de aynı şekildeöğrenciler arasında başlayananarşinin benzerliğini nasılaçıklarsınız?— Sovyet teorisyenlerinin i-kinci ve aynı derecede önemli birhatâları da, temas ettiğiniz benzerlikhadisesidir. Onlar bu konudaMarksizm'in insanı ruh, duygu, sevgi,şefkat, iman, vicdan, idrak, muhakemevb... den yoksun, âdeta bir19


ay m <strong>konusu</strong>makine farz eden gerçek dışı görüşüntuzağına düşmüşlerdir. O kadar kikomünist manifestonun ünlü sloganıc(Dünya işçileri birlesiniz!» dâvetine130 yıldan beri niçin müsbet cevapverilmediğini dahi hatırlarına getirmiyerek,sadece ezberledikleri mantıkdışı «bilimsel sosyalizm» dogma'lamım tesirinde, her milleti aynı vasıftagördüklerinden, Türkiye ile birlikteBatı Avrupayı da çökertmeküzere benzer anarşik hareketleri aynızamanda başlatmışlar, yâni Rusya'daki metodu uygulamak suretiyle, başkamemleketlerde de başarılı olabileceklerinisanmışlardır. Fakat bizde veitalya'da kargaşa biraz uzamakla beraberumumiyetle muvaffak olamamışlardır.Çünkü her millet, ferdlerdenteşekkül eder, fakat cemiyet olarakkudret ve imkânları yanında millîkültürleri ile ayrı, hususu bir maddî- manevî değerler bütünüdür. İslâvırkı boyun eğdi, Rus mujiği benimsedidiye bir siyâsî - sosyal doktrininher toplulukça makbul sayılacağıdüşünülemez. Nitekim silâhgeri tepmiş, olgun siyâsî kültüre sahipmilletler Sovyet rejimini red etmiş,o gayeye yönelik anarşi her yerdetepelenmiştir. İnsan denilen mahlûkturki ancak, hak, hürriyet vehaysiyetinin idrakindedir. Yoksa insangörüntüsünde olan şuursuz yaratıkdeğil!Yalnız bir noktayı önemle belirtmekisterim. Herşeye rağmen baştaTürkiye olmak üzere, Marksist teorilerekarşı direnen ülkeleri yıkmagirişimleri son bulmayacak, Sayın20Cumhurbaşkanımızın ifade buyurduklarıgibi, nihilist, anarşist faaliyetleryer yüzünde devam edecektir.Hiç olmazsa Markist - sosyalist sistemiflas edip Sovyet imparatorluğudağılıncaya kadar. O zamanı beklerkenelbette bizim de tedbirler düşünmemizgerektir. Meselâ, Türklük şuurunusağlamlaştırmak, Türklerdemazi birliği gerçeğini öğretmek veyazmak, millî bütünlüğü kuvvetlendirenahlâk örf ve geleneklerimizi ata yadirgârlarıkutsallığında tebcil etmekdin ve imanımıza samiyetle sarılmakve nihayet ilmî deliller ışığında özellikleTürk karakterine aykırı düşenMarksist - Sosyalist - Komünist doktrinlerinfiilî hayatla çelişkili spekülatifideolojiler olduğunu ispat ederken,yukarıdaki 4 basamak'ı, sankibu hâdiseler iktisadî refah içinde yüzenülkelerde vuku bulmuyor ve anarşistleridaha çok zengin, «asil» aile çocuklarıoluşturmuyormuş gibi, mahiyetikaranlık bir takım «sosyo - ekonomik»meseleler veya «gençlik bunalımları»na bağlamağa yeltenenlere karşıçıkmak. Çünkü tarihte,, milletlerinbirçok defalar türlü içtimaî ve iktisadîzorluklara uğradıkları ve insanlarınbelirli bir dönemde gençlik çağınıyaşadıkları hâlde, ne anarşist oldukları,ne de Marksistçe düşünceleresaplandıkları tesbit edilmediğinegöre, tamamiyle yabancı milletlerinmenfaatlerine hizmet eden bazı habisgüçlerin dıştan telkin ve teşviklerisonucu gerçekleştirmeğe çabaladıkları«4 basamak» ı böyle köksüz iddialarlaâdeta mazur göstermek insanlık adınautandırıcı hâl kabul edilmelidir.'- ; "\ \


ayın <strong>konusu</strong>NURİGUKGUH«Milliyetçi Perspektiften Uzak Her TürlüTedbir, Muallakta Kalmaya Mahkumdur.»— 1961 Anayasası'nın sağladığıgeniş hak ve hürriyetlerMarksist ideoloji veanarşinin hızla yayılmasınısağlayan sebeplerden biriolmuştur. 12 Marftan sonraanarşinin sebeplerinden sadecebiri olan, kanunî boşluklarbir ölçüde doldurulmayaçalışılmış falcat, alınantedbirler anarşinin önünegeçememiştir. Bunlarıanarşiyle mücadelede sadecekanunî tedbirlere başvurmamınyeterli olmadığısonucunu çıkarabilir miyiz ?— 12 Eylül 1980 tarihindeülke yönetimine el koyan Türk SilahlıKuvvetlerinin karar gerekçesinintemelini, daha birinci gün,Konsey Başkanı tarafından yapılmışolan açıklamada belirtildiği gibi,memleketi bölünüp yıkılmaktankurtarma amacı teşkil etmiştir. Yanibir başka deyişle Türkiye bu tarihlerdeparçalanma ve yok edilmetehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı.Şu halde tesbit ve tahlilleri yaparken,bu korkunç tehlikenin mâhiyetini,kaynaklarını, sebeplerini ve özellikletehdit mihraklarını isabetli şekildeteşhis zarureti vardır.Bu zaruret, memleketin kaderineilgi duyan her vatandaş için söz<strong>konusu</strong> olduğu gibi, en başta memleketiniçinde bulunduğu şartlardankurtarma yetkisini elinde tutanlariçin temel düşünce esası olmakgerekir.Türkiye bu terör ve anarşi döneminekendiliğinden yahut yönetimhatalarıyla mı gelmişti; yoksa ülkemizbelirli merkezlerin sistemli veplanlı çabalarıyla bu ağır bunalımaşuurlu bir şekilde sürüklenmiş midir?Türkiye'nin bölünüp yıkılmasından,devlet sisteminin değiştirilmesindençıkarı olanlar kimlerdir?Bunlar, vasat düşünme kaabiliyetinesahip her insanın cevaplandırabileceğikolay sualler olmalarınarağmen, ne yazık ki hâlâ cevaplarıbambaşka çevrelerde bulabileceğinisanan, dolayısiyle meselenin dahailk adımında ters, yanlış istikametlereyönelen kimselerin sayısı hiç deaz değildir.Oysa, terör ve anarşi yalnızTürkiye'yi değil, komünist sistemindışında kalan bütün ülkeleri, şekilve dereceleri değişik olmakla bera-21


ayın <strong>konusu</strong>ber, yakından ilgilendiren günlükbir konudur. Meselenin temelini,devlet sistemlerini marksist-leninistideoloji istikametinde değiştirmekisteyen komünist hareketler teşkiletmektedir. Türkiye'nin yaşadığışartlar, aynı kaynağın ürünüdür.Türkiye'deki komünist hareketler,27 Mayıs 1960'dan evvel, dahaziyade bir kısım entellektüel muhitlerde,basın ve üniversite çevrelerindetesiri görülen mevziî, çabalardanibaret kalmıştır. Bunların zamanzaman polisten yedikleri darbeler degelişmelerini önlemiş, dar bir çercevenin içine sıkışıp kalmışlardır. Ancak1961 Anayasası hazırlanırkenkomünizm tehlikesini bilerek veyabilmeyerek hafife alan zihniyet sahiplerinintesirli olduğu ilgili çevreler,solun bir hamlede en önemli toplumsalmevkilerde mevzilenmesineçok elverişli bir vasat hazırladılar.Komünizm hiçbir ülkeye birdenbireve gökten düşen bir taş misâligelip oturmamıştır. Onun mevcutsistemi evvela felç etmesi ve hemenardından devlet hayatına birbaştan bir başa hakim olması, çokboyutlu çabaların, sisteme ve planadayanan hazırlık ve eylemlerin sonucuolmuştur.Komünistler evvelâ zihinlerdehâkimiyet kurarlar, düşünme mekanizmasınıele geçirirler; daha sonraiçtimâi hadiselerde etkili olmalarıkolayca mümkün olur.Sadece kanunlar ve polisiye tedbirlerlemarksist-leninist ideolojininetkisiz hale getirilmesi mümkün olabilseydi,bu gün bu belânın girdabınadüşmüş nice ülkeler, daha huzurlusistemlerle yönetilmekte olurlardı.Komünizm tehlikesini teşkileden merkezlerin yaş ortalaması 20 -25 civarında bulunan delikanlılardanibaret olduğunu sanmak, bu ideolojinincahili olmak demektir. Şu halde,tehlikenin önlendiğini öne sürerkenkanunî kovuşturmaya tâbi tutulankesimlerin komünist faaliyetleri neölçüde temsil gücüne ship bulunduklarınıçok iyi tesbit etmek mecburiyetindeyiz.Gerçek hedefler isabetliseçilmemişse, yapılan bütün gayretlersathî kalırlar. Esas üretken olanmerkezler, faaliyetlerini sürdürmektedevam edip giderler.Özetleyecek olursak; anarşi veterör, marksist-leninist ideolojiningünümüz şartlarını nazarı dikkatealmak suretiyle bütün dünyada uygulamayaçalıştığı sistem kavgasınınön merhalesidir. Türkiye, bu çabalarınyol açtığı toplumsal bonalımı yaşamıştır.Komünizm tehlikesi, kanunî,idarî, siyasî, ekonomik ve kültüreltedbirlerin bir bütün halinde birbirlerinitamamlayarak, destekleyerekuygulanmaları ile önlenebilir.Bu açıdan ülkemizde şimdiye kadaralınmış olan tedbirlerin hatalı, çelişkilive yetersiz olduğunu, temel değerlendirmeyanlışlarının bariz şekildegörüldüğünü söyleyebiliriz.22


ayın <strong>konusu</strong>— Sadece kanunî tedbirleranarşiyi durduramıyorsa,başka ne gibi tedbirler alınmalıdır?Sizce, alınmış olantedbirler, normal demokratikdüzene geçildiği zamanbu kadar etkili olacak mıdır?— 12 Eylül'den sonra susmuşolan solcu çevrelerin tavırlarınabakarak düşünce yapılarını değiştirdikleriniöne sürmek gülünç olur.Dün olduğu gibi bugün de herkesinanç ve düşüncesinin sahibidir. Ancak,bununla ilgili hareket bakımından,mevcut otoriter yönetim şartlarınınzaruri kıldığı bir davranış değişikliğisöz <strong>konusu</strong>dur. Yarın değişecekolan şartlar çerçevesinde, bugünküsükûnet ortamının süreceğiiddia edilemez. Şu halde devlet yapısınıyıkma gayretlerine karşı nasılbir savunma mekanizmasının teşkiledilmesi gerektiğini en isabetli şekildetesbit zorundayız.Yukarda kısaca belirttiğimiz gibitedbirlerin mütecanis ve birbirlerinidestekleyici, tamamlayıcı nitelikteolmaları <strong>konusu</strong> meselenin birbakıma teknik özelliğini teşkil eder.Ancak bu tedbirlerin bakış açısı, üzerineoturtulacağı temel esaslar hayatîönem taşırlar. Milliyetçi perspektiftenuzak olan millî şuur ve düşünceyeyabancı her türlü tedbir gayretimuallakta kalmaya mahkûmdur.Yetkili ve etkili çevrelerin herşeydenevvel milliyetçi düşüncedenürkmemeleri, onu hain mihraklarınsistemli propagandalarına paralel olarakayrı bir tehlike merkezi şeklindedeğerlendirmemeleri gerekir. Mevhumtehlikelere karşı önleyici tedbirleralmaya uğraşırsak, çok değerlizamanlan ve bir daha bulunacağışüpheli makam ve imkânları boşuboşuna heder etmiş oluruz.Tarih sayfaları hatalı değerlendirmeve teşhislerin neticesi olarakyapılan nice elîm yani > şiarın sonundaparçalanıp, dağılan devletlerinhikayeleriyle doludur.İMZAOÜNO26 Mart 1983 günüS.Ahmet Arvasi,Türkmen Yayınevi'ndekitaplarını imzalayacakTürkmen Yayınevi : Beyazsaray No. 33 Beyazıt İSTANBUL23


ayın <strong>konusu</strong>ÖZER RAVANOĞLU«Sadece Anarşinin Değil, Her TürlüYabancı Fikrin Panzehiri, İslâmiyet'tir.»— Anarşi nedir? Ülkemizniçin anarşinin hedefi olarakseçilmiştir?— Anarşi, mevcut otoriteyekarşı çıkacaktır. Merkezî otoriteyiyoketmek için her yolu meşrugörür. Polis, subay, bekçi, sivil vatandaştefrik etmeden suikastlarla,yangın çıkarmak suretiyle, soygunlarlacemiyeti şaşkın hâle getirmeyihedefler. Kısacası anarşi inançsızlıktır.Kanun, nizam, manevî duygularanarşiste göre lüzumsuz şeylerdir.Beynelmilel komünizm hedefineulaşmak için anarşiyi vasıta olarakbugün bütün dünyada kullanmaktadır.Hâlen beynelmilel komünizminyayılmayı düşündüğü her ülkedeanarşi devam etmektedir.Türkiye de beynelmilel komünizm'inyayılma sahası dahilinde bulunduğu,Orta Doğu'da köprü başıbir ülke olduğu ve Sovyet hâkimiyetsahasında bulunan seksen milyonesir Türk'ün ümit kaynağı olduğuiçin anarşinin hedefi seçilmiştir.— Anarşideki aktif unsurlarlailgili olarak yapılanlaryeterli midir? Değilse, gelecekaçısından bunu nasılyorumlarsınız ?— Anarşi ile ilgili mücadeleiçin mes'eleye çok iyi bir şekildeteşhis koymak lâzımdır. Unutulmamalıdırki bu mes'ele Türkiye'ninhayatî mes'elesidir. Bu hususta aktifunsurlarla ilgili yapılanlar maalesefkifayetli değildir.Türk polisinin ve adliyesiningayretleri dışında, yapılan ciddî birşey yoktur. Kaldı ki bu noktada bilehâlen bir çok eksikliklerin bulunduğuve bazı anarşi mihraklarınınyüzde yetmiş oranında gücünü koruduğuyetkililer tarafından ifâdeedilmiştir. Bu bakımdan, temennietmeyiz ve Inşaallah yanılıyoruzduramma, anarşi, birkaç yıl sonra Türkiye'ninönde gelen mes'elesi olarakdevam edecektir.— Anarşinin ülkemizde birdaha kol gezmemesi için24


ayın <strong>konusu</strong>alınması gereken gerçek tedbirler,neler olmalıdır?—: Anarşinin bir defa dahaülkemizde görülmemesi için iki esasüzerinde hassasiyetle durulması gerekir;I — Kanunî yollarla mücadele,II — Fikir yoluyla mücadele.Kanunî yollarla mücadele içinfazla söylenecek bir şey yoktur. Aşağıyukarı herkes bu mevzuda bellibir noktaya gelmiştir. Bu husustayapılması gerekenlerin tesbiti güç dedeğildir.Güç olan veya tesbitinde güçlükçekilen husus ikinci kısımda ifadeedilen «Fikrî Mücadele» veya «FikrîMücadele'nin Unsurları »dır. Sadeceanarşi mes'elesi için değil genelolarak zaaflarımızı ortadan kaldırabilirsek,ülkemiz için zararlı olanher türlü yabancı fikrin önüne setçekmiş oluruz. Fertleri güçlü veşuurlu olan her ülke kudretli olur.Türkiye'yi güçlü, müreffeh Türkiyeyapmak zorundayız. Bunun içinde gençlerimize dinî eğitim verilmelidir.Sadece anarşinin değil, hertürlü yabancı fikrin panzehiri İslâmiyet'tir.İslâm ahlâkını, faziletini bilen,yaşayan bir genç, nasıl Türk Polisine,askerine silah çekebilir? BaştaYüce Peygamberimiz olmak üzere,bütün Türk ve İslâm büyüklerininhayatlarını bilen, öğrenen bir gencimizinKari MarXl Lenin'i, Mao'yu,Castro'yu kendine rehber seçmesimümkün müdür?Destanlık zaferlerle dolu tarihimizcoşkun bir heyecanla gençlerimizeöğretilerek kuvvetli bir millî şuurverilmeli, her Türk gencimensububulunduğu Türk Milletiyle iftiharetmelidir. Türkiye'ye kazandırılanher eser, her tesis, her Türk genciningönlünde heyecan uyandırmalıdır.Toplulsğa hizmetten daha üstünbir şey olmadığını mutlaka öğretmeliyiz.Kısacası,feragat sahibi, fedakâr,imanlı gençler yetiştirmeyi hedefalmalıyız.Millî Eğitimin dışında bu gün,bir çok eğitim vasıtalarıbulunmaktadır.Radyo, özellikle televizyonokullarımız kadar ehemmiyetarzetmektedir.Bu güne kadar gösterilenbir kaç eserin dışındaciddî bir şey yapılamamıştır.televizyondaGeçenher gün milletimiz hesabına kayıptır.Netice olarak, yukarıda da belirtmeğeçalıştığımız hedefler gözönüne alınarak Millî Eğitim, Radyo-T ele vizyon, Basın Yayın Kurumları,Dernek, Cemiyetler hepberaberGüçlü Türkiye için seferber olmalıdır.25


ayın <strong>konusu</strong>MUZAFFER ERİŞ :«Anarşistleri Yetiştiren BataklıklarınKurutulması İçin, Bir Gayret Göremiyoruz.»— Son on beş yıldır ülkemizdecereyan eden anarşikolayların Milli değerlerimizüzerindeki menfi tesirleriniaçıklar mısınız?— Son on beş yıldır cereyaneden olayları anarşik olaylar olarakdeğerlendirmek yanlıştır. Buolaylar, yurdumuzda komünist birrejim kurmayı amaçlayan çalışmalardır.1971 muhtırasına kadar olandevredeki olaylarda yalnız komünisteylemler görülmektedir. Bu tarihtensonraki olaylarda yine amacına ulaşmakiçin komünist çalışmalar kendisineengel gördüğü her değeri yıkmaya,her gücü tahrip etmeye vemilletin gözünden düşürmek içinadice suçlamalar yapmaya çalışmıştır.Yıllarca gerçek söylenmemiş, aşırıuçlardan bahsedilmiştir. Eline silahalıp cinayet işleyenlerin dışındakikomünistler, geniş bir faaliyetleTürk Milletinin millî değerleriniparçalamaya çalışmış, kısmen başarılıda olmuştur. Bu yıkıcılığın eserlerikitapçıların vitrinlerinde uzunseneler sergilenmiştir. Lâtin alfabesininkabulünden sonra yıllarca Arapharfleriyle yazılı olan Türkün tarihiyeni nesillere kapalı kalmıştır. Solahizmet edenler Türk tarihi yerinemeselâ l^unan klasiklerini devlet eliyleaydın kitleye vermişlerdir. Üretimaraçlarının devlet eline geçmesi içinuğraşmışlar, üretimi artırma yerinevurguncu, soyguncu edebiyatını işlemişler,vergi onları tatmin etmemişdaha fazla vergi fikrini bürokrasiyeyerleştirmişlerdir. Dünkü vilayetlerimizüretimde, enerjide bizi çok gerilerdebırakmış, bize elektrik enerjisisatar duruma gelmiştir. Büyük nüfusunbüyük devlet vasfının bir özelliğiolduğu kavramını anlamamışlarnüfus planlamasına bağlanmışlardır.Ayrıca öz Türkçecilikte o kadar aşırılığagidilmiştir ki, yalnız Cumhuriyettenönceki tarihimiz değil, KurtuluşSavaşımız dahi anlaşılamaz olmuş,her yeni nesil evvelkini anlıyamazhale getirilmiştir. Türk'ündayandığı Vatan, Millet ve KurtuluşSavaşımız küçümsenmiş, alay <strong>konusu</strong>edilmiştir.Ne olduğu anlatılmamıştır. BirMillet bir toplum iktisadi bir düşüncenintatbikatıyla mutlu olmaz. Dünyadakapitalizmle, karma ekonomiylede kalkınmış, refaha ulaşmış ülkelervardır. Ayrıca yurdumuzdakarma ekonomi sistemi seçilmiştir.Komünizmin yerleşmesi için komünistlerTürkün Töresini, inançlarını,26


ayın <strong>konusu</strong>yıkmaya çalıfmışlar, Türk büyüklerini,zaferlerini kötülemişlerdir. Yıllarcabu tahribatları yapanlara bugüne kadar her hangi bir soru sorulmamıştır.— Anarşik olaylar geleceğimizine yönde etkilemiştir?— Anarşik olaylar vatan veMillet sevgisini tahrip etmiş, âdetve ananelerimizi küçük düşürmüşinançlarımızlaalay etmiştir. Bunlarınyeniden sağlanması çok güç olacaktır.Vatanı, Türklüğü, Türk büyüklerini,zaferlerimizi sevmenin,inançlı olmanın suç olmadığı o kafalarasokulmalıdır. Bu kutlu amacaancak inananlarla ulaşılabileceği akıldançıkarılmamalıdır. Bizim nesilMustafa Kemal Atatürk adını söylerkenheyecandan titrerdi. GençlikSubay olmak için Askeri okullaragirmek için yarışır, bu okullara sonsuzsevgi duyar, girenleri , bahtiyarkabul ederdi. Bu sevgi militarizmdeğildir. Bu sevgi emperyalizm içindeğildir. Türk Milliyetçiliği hiç birzaman emperyalist olmamış, savaşistememiştir. Ancak bu gün insanlığatanınan hürriyetin 120 milyon esirTürk'e de tanınmasını ister. Bu istekkomünistleri kudurtmaktadır. Çünkübu istek komünist emperyalizminincöküsü demektir.— Alınmış olan tedbirleranarşinin açtığı yaraları kapatmışmıdır? Kapatmadıysane gibi tedbirleralınmalıdır?— Alman tedbirler yalnızhukukîdir. Suç işleyenlereceza vermeyiamaçlamaktadır. Anarşistleriyetiştiren bataklıklarınkurutulmasıiçin herhangi bir gayret göremiyoruz.Anarşinin kaynağıkomünizmin önlenmesiiçin alınması gerekliolantedbirler; bu kapı açıldığı takdirde,her sahada ortaya konacaktır. Ancakkomünizmi önleyecektedbirleri tesbitve icra edecekler en azından solahizmet etmiş kişilerden oluşturulmalıdır.Tedbir alacaklarınzamanı daralmıştır.Acele edilmesi gerekir.« HÛMJİM ÛSCÜDUM »diyebilmeniz için bu kitap okunmalı*çiçekler BriftiSrEMİMEIDAĞITIM:ANDA Ankara Cad. 46 Sirkeci.İST.METİN YAYINEVİ P.K.70 Kızılay. ANK,,~4t


ayın <strong>konusu</strong>SELÂHADDİNANÇIBAY«Anarşinin Temelinde Emperyalist DüşüncelerBesleyen Ülkelerin Parmağı Vardır.»— Size göre anarşiyi doğuransebepler nelerdir?— Anarşiyi doğuran sebepleribelirtmeden önce, anarşinin neolduğuna kısaca bir göz atalım. Anarşikelime anlamı olarak kargaşa, karışıklık,düzensizlik demektir. Buanlamda anarşi herşeyde olabilir.Sporda anarşi, eğitimde anarşi, toplumdaanarşi ahlâkî değerlerde anarşiv.b. Ama bugün anladığımız mânâdakianarşi ise, lıemen hemen terörleeş anlamdadır. Öyle zannediyorumki siz de bu anlamdaki anarşinin,yani memleketimizde ordu müdahalesinizarurî kılan anarşinin sebeplerinisoruyorsunuz.Anarşiyi doğuran sebepleri siyasî,iktisadî, sosyal ve kültürel, psikolojiksebepler olarak sayabiliriz.Bunları kısaca açıklayacak olursak;Devlet idaresinin, devlet otoritesininve hakimiyetinin zaafa uğradığı, vatandaşlarüzerinde bu ekinin azaldığıveya kalmadığı her ülkede belli orandaanarşi vardır. Çünkü devlet otoritesitesis edilemediği için kuvvetlilerzayıfları tahakkümleri altına almayaçalışacaklardır.Iktisaden geri ülkelerde enflasyonunartması, işsizliğin yaygınlaşması,zengin-fakir arasındaki farkınuçurum haline gelmesi, yani zenginindaha zengin, fakirin daha fakirhale gelmesi de anarşinin bir diğersebebidir. Çünkü aç insanların bir dilimekmek bulabilmek için yapmayacaklarışey yoktur. Bu hususta güzelbir atasözümüz vardır: «Aç bırakmahırsız eden (edersin), t kToplumu toplum, hatta milletyapan sosyal ve kültürel değerlerinfertler üzerindeki etkilerinin kaybolmasıveya azalması fertleri anarşiyeitebilecektir. Çünkü bu değerlerkişileri geçmişe bağlayan çok önemlibağlardır. Aksi halde «Dalındankopmuş yaprağın kaderini rüzgâr tayineder» sözü gereğince öyle fertlerher türlü yola gidebilir.Yukarıda belirttiğimiz hususlarınbulunduğu bir şahıs, psikolojikyönden bedbin, dünyadan beklediğibirşeyi olmayan, aşağılık kompleksinekapılmış bir durumda olacak vekendince o durumdan kurtulmanınyolunu, toplum değerlerini çiğnemekte,şiddete başvurmakta görecektir.Bu saydıklarımız anarşinin bellibaşlı kaynaklarıdır. Ancak aslındabunlar birbirleriyle zincirleme birhaldedir ve bunlara çok önemli birşeyin ilave edilmesi gerekir, o da; ülkemizüzerinde emperyalist düşüncelerbesleyen ülkelerin parmağı. İşteesas anarşiyi, diğer sebepleri kullanarak,bu parmak yaratır.28


• ' :ayın <strong>konusu</strong>— Anarşinin kızla yayılmasındasiyâsî, sosyal sebeplerinyanısıra, psikolojik sebeplerde etkili olmuştur diyebilirmiyiz?— Evet, diyebiliriz. Hemenyukarıda da belirttiğim gibi, fakirliğinistismar edilmiş, bunun yanısıramillî ve dinî eğitimden mahrum bırakılmışveya dinî eğitim den mahrum bımahrumbırakıldığı gibi, zenginliğinşımartıp başka arayışlar içins ittiğikişiler psikolojik açıdan bir bunalımiçinde olacaklardır. Bu kişiler bunalımlaarayış devrelerinde kime rastlarlarsaonların etkisinde kalacaklardır.Türk Milliyetçilerine rastlarlarsaTürk Milliyetçisi olup vatana faydalıolacaklar, kafa ve bedenen dışa satılmışolanlara rastlarlarsa onlardanolup Devlet'e ve Millet'e kastetmeyekalkışacaklardır. Çünkü boş kap içinene koyarsan onunla dolar.— Size göre, anarşinin görünmeyenzararları neler olmuştur.— Anarşi döneminde Yüksekokullarda eğitim ve öğretim yapılamamış,o devir de okuyan ve mezunolan kişiler hangi branşta iselero dalda işe yarayacak bilgiye sahipolmadan okulu bitirdiklerinden, diplomalıcahiller türemiştir. Bu isememleketimiz ve milletimiz açısındanbüyük kayıptır. Çünkü bu niteliktekişahıslara nasıl olur da önemli işlertevdî edilebilir?Anarşinin görünmeyen büyükzararlarından biri de; küçük-büyükilişkisinin, öğretmen-öğrenci ilişkisinintamamen kopması veya laubalibir hal almış olmasıdır. Ayrıca, vatandaşlararasındaki eski birlik veberaberlik, yardımlaşma duygularızedelenmiş ve herkes birbirine şüpheile bakar duruma gelmiştir.Vatandaşların devlete olan güvenleriise sarsılmıştır.— Anarşiyle mücadeledealınması gereken gerçektedbirler neler olmalıdır?Mevcut tedbirler istenen sonucuverecek midir?— Herşeyden önce MillîEğitim'i adına lâyık hale getirmeliyiz.İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza,gençlerimize vatan ve milletsevgisini, bayrak aşkını, islâm'ın yüceliğiniöğretmeliyiz.TRT'yi millî benliği güçlendirecekyayınlar yapar hale getirmeli,devlet olarak anarşinin kaynaklarınımillete her fırsatta anlatmalı, karave kızıl emperyalistlerin Türkiyemizüzerinde oynadıkları ve oynamak istediklerioyunları sergileyip milletimizibu gibi hassas konularda teyakkuzdurumuna geçirmeliyiz.Bütün Devlet KurumlarındaTürk Milliyetçiliğini sözde ve fiiliyattahakim kılmalıyız.Bugünkü tedbirler maalesef yeterlideğildir. Allah (C.C.) razı olsun,bugün ordumuz sayesinde huzuriçindeyiz, ama yarın ne olacak? Temennimizmemleketimizi 12 Eylülöncesine tekrar döndürmeyecek bütüntedbirlerin alınmasıdır.29


. ' , . . ';-.•'• i ' . . - ' ' - " : ' : '.'•:İSTER İNAN - İSTER İNANMAHİKMET-İ HÜKÜMET Mİ ?Bir İstanbul Gazetesinde. «Alma 11 -yadaki çocuklarımız zehirleniyor» başlığıaltında önemli bir haber yayınlandı.Haberde verilen bilgiye göre: Türkçe-5ve Türkçe-6 ders kitapları Almanya'dasolcu bir ekip tarafından hazırlanmışve kabul edilmiş. Kitaplarda;Nazım Hikmet, Ahmet Arif, İlhan Selçuk,Bekir Yıldız, Talip Apaydm, SebahattinAli, ve Cahit Külebi gibi şairve yazarlar tanıtılmakta ve eserlerindenörnekler verilmekteymiş. AyrıcaBülent Ecevit'in bir şiiri de varmış..Konu Millî Eğitim Bakanına intikalettirilmiş. Bakan Hasan Sağlam,Berlin'de basılan Türkçe ders kitaplarınınHALEN Talim ve Terbiye KuruluBaşkanlığında incelenmekte olduğunuTürk Millî Eğitimi ve hükümeti olarakbu kitapların okutulmasına kesinliklekarşı çıktıklarım belirtmiş. Bunun için,23 HAZİRAN 1981 tarihinde DışişleriBakanlığı aracılığıyle bu kitaplarınyayınlanmasının önlemesini istemişler.Gerekçe olarak da. kitabı hazırlayankomisyonun aşırı sol görüşlü olduğunuileri sürmüşler.Biz, 23 Haziran 1981 tarihindenbu yana kitapların incelenmesinin bitirilmemesindekihikmeti bir kenara bırakalım.Kendi ülkemizde, 1981 yılındansonra, yani 1982-83 öğretim dönemindeokullarda okutulan resmi Türkçekitapları hakkında TÖRE Dergisi'nin 140. inci sayısındaki habere gözatalım.Dergimizin Ocak / 1983 sayısındaTürkçe kitaplarında hangi yazar ve şairlerinTürk çocuklarına takdim edildiğinedair bir liste yayınlanmıştır. Buf isteden bazı isimleri tekrarlıyalım.Talip Apaydm. Vâlâ Nurettin, MehmetKemal, Oktay Akbal, Orhan Kemal,Mümtaz Soysal, Ceyhun Atuf Kansu,Rauf Mutluay, Şinasi Özdenoğîu,Satı Erişen, Mehmet Şeyda ilah..T.C.M.E.B. tarafından hazırlatılanve halen okutulan resmi Türkçe derskitaplarındaki bazı isimlere bakıncahayret etmemek mümkün mü? Bunlardansadece; «Fatsa Tecrübesi» başlıklıfıkranın yazarı ve Devlet Başkamtarafından Erzurum konuşmasındaFatsa'yı savunanlara örnek olarakismi verilmeden üzerinde durulanMümtaz Sossal hariç, diğerleri sıkıyönetimtarafından süresiz olarak kapatılan,aşırı solcu Cumhuriyet gazetesininyazarıdırlar. Mahkemelerde aşırısolculukla ilgili davaları görülmüştür.Hepsi de solun kalemşörleridirler.30


Almanya'daki Türkçe kitaplarındakiisimlerle, T.C. Millî Eğitim Bakanlığıtarafından hazırlatılan Türkçe kitaplarındakiisimler karşılaştırılınca;araların hiçbir fark olmadığı görülür.Gerçi Millî Eğitim Bakanı HasanSağlam, biz Almanya'daki Türkçe kitaplarınınokutulmasına KESİN olarakkarşıyız diyor. İki yıldır incelenmekteolup HENÜZ bu incelenmenin neticelenmediğinisöylüyor ama; kendisinin«Şimdi Türkiye'de çok geniş biranti - komünizm propangandası var.Bulgarları bu işe karıştırıp yazarsanızTürkiye'deki anti - komünist propagandayaalet olmuş olursunuz. Bu birgörüş. Ben böyle düşünmedim. Gerçekgerçektir. Eğer Bulgaristan kaçakçılıkolaylarına karışınyorsa, o sosyalizmadına yüz karasıdır ve bunu birsol eğilimli yazarın ilân etmesi gerekir,Bu Türkiye'de bizim savunduğumuzsolun ne kadar bağımsız olduğunukanıtlanmaktadır Tabii ki buBulgar şirketlerini yazınca, benim şematikçesolcu dediğim çevreleden tepkigeldi. Dediler ki, siz dünya sosyadönemindeTürkiye'de Türk çocuklarınaokutulan Türkçe ders kitaplarınınondan kalır yanı yok.Bu hale ne demeli?Bakan bilmiyor mu?Haşa (!)Her şeyden haberdar olan (!) Bakan'asaygısızlık etmek istemeyiz.O halde bu hal nasıl izah edilecek?Buna da hikmet-i hükümet midiyeceğiz?....BİR UZMAN (!DSilah kaçakçılığı ve terör üzerineuzmanlığını (!) herkese kabul ettirentelaşlı gazeteci Uğur Mumcu ileyapılan bir röportaj yayınlandı. Birİstanbul dergisinde çıkanı DU röportajdanbazı bölümleri birlikte okuyalım:KONUŞUYOR!,.lizmine küfrediyorsunuz. Ben şu cevabıverdim ; Acaba dedim, diyalektikmateryalizm veya Marks'ın Engels'inkitaplarında, Lenîn'in konuşmalarmdaAbuzer Uğurlu ile ilgili bir bölüm müvar ki, Abuzer Uğurlu'nun Bulgaristan'dabarınması, villalar tutması kolaylaşıyor. Dünya sosyalizmine küfredenBulgaristan hükümetidir.Gördünüz mi bizimkinin hangi çeşitsosyalist olduğunu.. Yoğurdun hesabim yüzünün akıyla nasıl da veriveriyor.Türkiye'deki anti - Komünizmdenkendiside şikâyetçi, ona alet olmakda istemiyor, ama Bulgaristan'ın durumunubelirtmek böyle bir sonuç doğurmazdiyor. Sonra da, «eğilimini »güzel bir şekilde çerçeveliyor. Diyor ki;«Diyalektik materyalizme»«Marks ve Engels'e»,«Le^in'e» söven ben değilim, BulgaritanHÜKÜMETİ dir.31


Daha da kısacası, kitaba uymayanonlar, uyan benim diyor.Eeeh.. haklıya ne denir?..KGB Mİ DEDİNİZSAĞLAM DELİLİSTERİM !..«Claira Sterling, Türkiye'ye geldi.Birkaç kez görüştük. Tabii ki, Amerika'nın,ya da daha açık bir biçimdesöyleyeyim, CİA'nın bir yaklaşımı varBu yaklaşım şu: «Papa'yı Sovyetlervurdurmuştur. Ağca'yı da bu kullanmışlardır!Bu da bir olasılıktır. Araştırılmalıdır.Bunu araştıracak İtalyansavcı Martella'dır. Dosya gizlidir veonun elindedir. Bu bakımdan ben ClaireSterling'in kendisine de söyledim.Bunlar şimdilik varsayım.Bulgaristan gizli polisi, Türkiye'deki terör olaylarına Mafya'nm silahyolladığını bilmektedir. Bilmek yeterlideğil. O zaman KGB de bunu bilir.Claire'le tartıştık. Diyor ki; «Kullanamazmı Ağca'yı?» Mümkündür, kullanırama, şu anda, inandırıcı veya kesinbir kanıt yok. Ama Bulgaristan boğazınakadar kaçakçılık olayının içindedir.Bekir Çelenk'le Abuzer Uğurlu da onlarınhas adamlarıdır.. Bundan ötesini söylemek yanlış olur.Bunlar bizim anladığunız düzeydekanıtlanamaz hiçbir zaman. Bunlargizli kalır. Kenedy'nin vurulması gibîAmerikan CIA'sı, FBI'ı kendi cumhurbaşkanlarınınkatilini bulsunlar önce,ondan sonra başka konulara girsinler.»Ne güzel memleket. Ne güzel mantıkdeğil mi? Bekir Çelenk ile AbuzerUğurlu Bulga-rista'nın has adamları.Bulgaristan silah dahil her çeşit kaçakçılığınaboğazına kadar gömülmüş.Bulgaristan Rusya'nın bir peyki. Sovyetlerdenhabersiz Papa dahil, dünyanınen büyük silah kaçakçılığı gibi,Mafya ile beraber çalışma gibi, İtalya'da kızıl tugayları destekleme gibi işleregiremeyeceği, isbatı dahi yapılmayıgerektirmeyecek kadar hakikat.. Amabizim hızlı dedeftif, yol Rusya'ya döndümü DUUR! diyor. «Kanıt» isterim.Sonra da, «.. bu işler bizim anladığunızmanada kanıtlanamaz, gizli kalır» fetvasınıda kendi veriyor. Sonra efendim,bu CIA, önce Kennedy'nin katilinibulsun değil mi?Her konuda kanaat sahibi olabilmekiçin inandırıcı delil aramak elbetteşart. Ama aynı dedeftif sıra sağ görüşlülere,MHP'ye geldi mi; kapıyorgözlerini, tıkıyor kulaklarını ve vicdanını,hayal edebildiği her şeyi yazıyor.Taa 1979 Kasım'da «Ben Papa'yı vurmakiç'y^, hapishaneden kaçtım» diye gazeteleremektup gönderen Ağca'yı, akılalmaz yollardan dolaştırıp, MHP veöteki milliyetçi kuruluşlara bağlayıveriyor.Bir yandan kaçakçılar - BekirÇelenk - Abuzer Uğurlu kanalıyla işBulgaristan'da düğümlenirken; öbür .yandan da nasıl oluyorsa oluyor, MHP'ye bulaşıveriyor. Bunu akıl ve mantıkölçülen içinde anlayabilmek imkansızZaten Mumcu'nun üstünlüğü (!) deburada.HERKESTEN AKILLIOLUNCA...İnsan kendini herkesten akıllı saydımı, neler yazmaz neler. Bakın telaşlıgazeteci neler deyivermiş.!


«Soru : Terörün ve bu düşünceninkökünün nerede olduğunu nasıl saptayabiliriz?»«Cevap : Bunu saptamak olanaksızdır.Çünkü düşünce evrenseldir.Cumhuriyetçiliğin kökü dışardadır.Cumhuriyetçiliğinin kurucusu biz değiliz.Aldık. Demokrasi öyle. Ama, terörünkökü dışardadır derken, bir somutnokta bulunabilir. Terörün dışkaynaklı olabilmesi için, mutlaka silah* kaçakçılığı olayına bağlamak gerekir.Eğer teröristlere silah sağlayan olanağı,yolu, kanalı bulursak, o zaman teröründış kaynağım bulmuş oluruz.»Marksist - Leninist görüş de cumhuriyetgibi, demokrasi gibi bir beynelmineldüşünce imiş. Sevsinler ne kadarmasum bir görüş...Peki, cumhuriyetçiliği, demokrasiyibir araç olarak kullanıp da, sınırlarınıgenişletmek iisteyen ülke varmı?Peki, Cumhuriyetçiliği ve demoksiyiideolojik savaşın aleti olarak kullanıpda, insanlığı birbirine kırdıranherhangibir merkez var mı?Peki, Cumhuriyetçiliiği ve demokrasiyikabul edip de birbirine organikolarak bağlanmış ülkeler biliyor musunuz?Hani işçi sınıfının diktatörlüğünde,bütün ülkelerin birleştirilmesi;siyasi sınırların, millet kavramlarınınzora dayanarak aşılması gibi.Peki, markist - Leninist ideolojiolmasa idi, Türkiye'de kanlı terör o-layları meydana gelir miydi?Sonra, silah elbette terör içindeönemli bir unsur. Onun nereden, kimlervasıtasıyla yurda sokulduğununbilinmesi çok şeyi aydınlığa çıkarırAma, bir düşünelim 1967-68 yıllarındadünyanın öteki ülkeleriyle birlikte Türkiye'dede, sanki bir merkezden düğmeyebasılmışcasma anarşi ortalığıbirbirine katmıştı, işin içinde silahyoktu. 1970 yılma kadar da böylecedevam etti. Dış kaynaklı silah unsuru1970'lerden sonra sokuldu. Ünivesiteleri,fabrikaları, sokakları felce uğratan;devlet otoritesini kırmayı amaçlayanböylesine anaşiyi, içinde silahunsuru yok diyerek mazur ve makbulmü göreceğiz? Silah yok diye anarşive terör de yok mu diyeceğiz?Elbette hayır. «Düşünce evrenseldir»şeklindeki masum görünüşlerle, Sovyethududundaki yurdumuzda ve bütündünyada terörist hareketleri benzeriimiş gibi göstermeye yeltenen kafanın,bunları bilmeden yazdığı söylemez.O halde maksadı var, o da belli.Esasen «Türkiye'de şimdi çok genişbir anti - komünizm var. Ben bunaalet oluyorum» gibi sözler, bu maksadıhâlâ görmeyenlere göstermeye yeterde artar bile!..TELAŞLI YAZARDANBİR İNCİ DAHA«Bu yayınlar sırasında bir silahkaçakçısı bana başvurdu. Açıklamalaryapmak istediğini söyledi. Mektupgönderdi. İbrahim Telemenin mektubuelime geçince düşündüm. Ne yapmalıydım?Her mektuba gerekli dikkatigösteremiyoruz. Üstelik İbrahim Telemen, acaba kaçakçılar arasındaki birkavganın bir tarafı mıydı?...33


«İbrahim Telemen'in mektubunu ozamanın İçişleri Bakanı Hasan FehmiGüneş'e gönderdim. Ondan sonra buişin içine iyice girdim. Adamla buluşmayagittim. Bir polis jipiyle... polisleişbirliği yapıyordum. (Şu işe bakın!)Gelmedi adam. Sonra öldürüldü ya dakaçtı.»Evet bu Telemen kaçtı mı öldürüldümü? Öldürüldü ise, Mumcu'yagönderdiği mektupla ilgisi var mı?Eğer ilgiliyse, bu haber öldürenlerineline nasıl geçti?Bütün bunları telaşlı yazar acabaniçin araştırmıyor dersiniz?Şü MUMCU - GÜNEŞİKİLİSİNİN ESRARINEDİR ?..Hasan Fehmi deyince iyi aklımızageldi. Mumcu'nun meşhur yazı dizilerinden14. üncüsünün sonunda, «YARINBakan Güneş Sorguda Bulundu mu?»açıklaması vardı. «Yan n » denilen 15.inci dizideki yazıyı okuyanlar, ne böylebir başlık, ne de yazı içinde herhangibir cümleye rastladılar.Acaba anons edilen konu niçin atlanmıştı?îşin içinde bir bityeniği mivardı? Bakan Güneş'i rahatsız edecekbir bahis mi açılmış olacaktı? Bu vebenzeri sorular kafalarda yankılanırken,daha sonraki dizide bu konu, başkabir konunun içine gizlenerek birayıp örtülmek istendi. Hem de Güneş'in ağzından üç beş savunma cümlesiyle..Hani polis adamı yakalayıp.« Yürü karakola» deyince, « Valla memurbey o adamı ben öldürmedim»diyen suçlunun psikolojisini hatırlatancümlelerle..ZAMAN NELERİHALLETMEZ Kİ...Engel tanımayan (!), Bulgaristan'ıbile sosyalizm yarışında geride bırakantelaşlı gazeteci Mumcu, okul arkadaşıve çeşitli işlerin planlanmasındaişbirliği yaptığı Güneş engelinetakıldı. Ama, daha sonra konuyuYankı Dergisi 616.mcı sayısında ilginçbir haberle ortaya koydu. Bir İngilizgazetesinden alman bu haberin ilgilibölümlerini birlikte okuyalım:«Ağca yakalandıktan sonra. İçişleriBalkanı H.F. Güneş İstanbul'a geldive benimle konuştu. Bana bir tekliftebulundu. Eğer A. Türkeş'in liderliğiniyaptığı MHP*nin üst kademesindenbir yetkilinin İpekçi'yi öldürmem içinemir verdiğini söylersem, ya da benimbu bu partinin bir üyesi olduğumu kabullenirsem,bana ,yardım edeceğinisöyledi.» dedi.«Bu idialar yapıldığı zaman birerfantazi olarak vasıflandırılıp reddedilmişve Güneş bunların tam uydurmaolduğunu ifade etmişti. Fakat şimdi,Ankara ? daki henüz doğrulanmayan haberleregöre, gerçekten Güneş o zamanAğca ile bu meseleyi konuşmak üzeregörüşmüştür. Güneş, 1978-79 yılları a-rasında Ecevit hükümetinin aşırı soldakibakanlarından biri olarak tanınmıştı.Ağca davası yürütülürken, istifazorunda bırakılmıştı. Bunun görünüştekisebebi ise, bir gece kulübü şarkıcısıile olan ilişkisinin dillere düşmesive bu durumun hükümeti güç durumdabırakmış olmasıydı.«Bir yıl kadar önce Güneş'in kardeşi,yeraltı Türkiye Komünist Partisi34


üyesi olduğu için tutuklandı. İki oğlubir komünist terör örgütü olan Dev-SoTun faaliyetlerine aktif olarak katıldıklarıgerekçesiyle gözaltına alındılar.Güneş'in aynı zamanda FilistinKurtuluş Örgütü ile yakın ilişkiler i-çinde olduğu biliniyordu. İşte şimdikendisinin İpekçi davasıyla ilgili tutumuyeniden inceleme <strong>konusu</strong> oluyor.»Ağca olayı sebebiyle kaçakçılık <strong>konusu</strong>da gündemde üzerinden en çokdurulan konu haline geldi. Hani şuAğca işi tamamıyla kaçakçılara birbağlanıverse, pek çok kişi ve çevre rahatlayacak.Ama için siyasi bir temeledayanması sebebiyle buna uygun birmerkez bulunması da şart. NitekimIpekçi'nin öldürülmesi hakkında İngilizgazetecisi bakın neler yazmış :«Hafif ortanın solun da ibir demokratolan İpekçi öldürülmeden önceİstanbul mafyasının Bulgarlar ile kaçakçılıkilişkilerini sergileyecek olanbir seri makale yayınlama hazırlıklarıiçindeydi. Bu bilgi Papa'yı öldürmegirişiminde olduğu gibi. Ipekçi'nin öldürülmesindede işin içine Bulgaristan'nıngirdiği kuşkularını yaratmaktadır.»Yankı Dergisi'nden aynenalmanbu pasajlara, 1 Şubat 1983 tarihli HürriyetGazetesinde yayınlanan bir haberide ilâve edelim Haber şöyle :«Bulgaristan'dan Yunanistan'a otomobilleriningizli bölmelerinde çok miktardapatlayıcı ve bomba malzemesisokarken, Yunan polisince yakalananiki Filistinlinin, Papa suikasmda Bulgaristanhesabına çalıştıkları belirlendi. , İtalyan hükümeti teröristlerinİtalya'ya verilmesini iistedi.»İpekçi dosyası yeniden açılmalıdır,ama mesele gerçekten cesaretle elealmacaksa açılmalıdır. Baksanıza, bizdekiköstebeklerin gayretlerine rağmendış basın ve istihbarat merkezleri nelerortaya çıkarıyorlar. Mafya - Bulgaristanilişkileri hakkında Ipekçi'ninyazı hazırlığı; Papa suikast ile FilistinKurtuluş örgütünün ilişkileri, ve Ağca'nın İtalyan savcısına söylediği H.F. Güneş'inarkadaşı Aynur Aydan'm evindegizlendiği gibi hususlar çok ilginçdeğil mi?Ama telaşlı gazeteci nedense ilginçbulmuyor olmalı ki, bunlara bir türlügirmiyor. İstihbarat servislerinin bilmediklerini biliveren (!), kendindenmenkul delillerle (!) kendisi gibi düşünmeyenlerikolayca ve hudutsuzcasuçlayıveren Mumcu'nun mumununsöneceği günler de gelecek elbet. Bugünekadar hakikati gizlemeye kimseningücü yetmedi.Cinayetin kaynağında KGB görününce,DUUUR deyip kesin delil isteyenMumcu, Güneş için de herhalde«KESİN» delil bekliyor.Kısacası : kendi tarafı için kesindelil, başkaları için zan..HF. Güneş'in Filistin Kurtuluş Örgütüile yakın ilişkiler içinde olduğuiddiası;Bekleyelim., zaman herşeyi halleder..35


NATO TÜRKİYE'DENE ARIYOR ?..( ı )HüseyinMÜMTAZRusya'daki rejimin, yöneticilerin iddiasının aksine tahammül edilmezbir halde olduğu hakikatine nihayet inanan bir Sovyet vatandaşısınız. Rejimideğiştiremiyeceğinize göre ülkeyi değiştirmek istiyorsunuz. Her şeyi gözealdınız. Oturup nasıl kaçacağınızın plânını yapıyorsunuz. Haritayı alıpbaktınız, gördünüz ki mahut demirperde, onbinlerce kilometrelik Sovyethududu boyunca ancak iki yerde hür batı ile doğrudan temas halinde. KuzeyBuz Denizin'de çok zor ve gayri müsait bir arazi ve iklimle, Norveçhududu ve iyice güneyde çok müsait şartlarda Türkiye hududu..Hayat şartları canına tak eden sizin gibi iki kişi daha buldunuz, atladınızAeroflot'un iç hat seferleri yapan bir uçağına. Yanınızda silâh olarakkontroldan ancak geçirebildiğiniz tornavida, çatal, ekmek bıçağı gibi şeylervar.Uzatmayalım, uçağın rotasını zorla çevirtip inebileceğiniz en müsaityer, Sinop havaalanıdır.Ve bu yol, ccyol olursa», Sovyetler Birliği için Türkiye, evvelki ^lütünsebeplere ilâve olarak yeni ve başka bir sebep yüzünden daha, önemli halegelecektir.«SS-20'lere Karşı Deli Dumrul» adlı yazımızı okuyanlar hatırlayacaklardır,75 ambargosundan sonra Türk ordusunun gücünün zayıfladığı, NATOgörevlerini yapamaz halde bulunduğu hakkında batı kamu oyunda ve bizimbazı eski-tüfeklerde endişeler meydana geldiğini anlatmış, bütün bu iddialarakarşı cevap vermenin bizim işimiz olmadığını, yetkili ağızlardan cevapverilmesi icabettiğini belirtmiştik.Belirtmiştik ama, doğrusu en yetkili iki ağızdan birbiri ardına ve bukadar kesin, hiç bir tevile mahal bırakmayacak tarzda sert bir cevap geleceğinide hiç ümid etmiyorduk. Bizim zaten şüphemiz yoktu ama yüreğimizebir kere daha su serpildi, düşmanın da kulağına iyice kar suyu kaçtı.36


1. MGK Üyesi ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tüme?,«Nato's Fifteen Nations» adlı NATO Dergisi'nin «NATO'ınm 1980'lerdekiDeniz Gücü» <strong>konusu</strong>na ağırlık veren Ekim 1982 tarihli sayısında yayınlananyazısında, «Türkiye, Boğazlar sayesinde, Ortadoğu'ya müteveccih muhtemelbir Sovyet müdahalesini durduracak güçtedir.» dedi.2. MGK Üyesi ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya«Bu sınırlardan kimse geçemez..» dedi. (Tercüman - 3.11.1982)Kendilerine şükran borçluyuz..NATO Dergisi'nin kapağında iç tarafta her ne kadar, «..Bu dergideyer alan yazıların ne Kuzey Atlantik Konseyi'nin, ne de ayrı ayrı üye memleketlerhükümetlerinin görüşünü yansıttığı anlamına alınmamalıdır.» ibaresiolursa olsun, Sayın Nejat Tümer'in bu yazısı ve bazı batılı yayın organlarındason günlerde çıkan yazılar, Türk hükümetinin yalanlamaları SavunmaBakanı Bayülken'in demeçleri, bazı Bazı NATO Heyetlerinin veABD'li üst seviyedeki görevlilerin ziyaretleri NATO'yıı Türkiye'de son günlerdeçok aktüel hale getirmiştir ve bu fırsattan istifade ile dünya siyasetindekiyeni gelişmeleri de göz önüne alarak Türkiye-NATO münasebetlerinyeni bir değerlendirmesinin yapılmasını faydalı mülâhaza ediyoruz.NATO, 30 yıldır üyelerini Komünist silâhlı kuvvetlerinin tasallutundankorumuştur. Ancak, Rusya'nın daha güneye inmesine mâni olmak için VarşovaPaktı zincirinin hemen önüne çekilen bu set, kendi üyelerini korumaklakalmış, baraj görevi yapamamış, Sovyetlerin geri bölgelere indirme yapmasınamâni olamamıştır. Tehdit, Ittifak'm arkasına sarkmış, son 5 senezarfmda Güney Yemen, Afganistan, Etiyopya, Angola ve Nikaragua komünistolmuşlardır. Irak ve Suriye ise bu yolda oldukça mesafe katetmişlerdir.Diğer bir deyişle, meselâ Afganistan'ın bağımsız, bağlantısız ve tarafsızolması onu bu işgalden koruyamamış, fakat bu vahini hal hiç bir NATO ülkesininbaşına gelmemiştir. Demek ki NATO'ya üye olmak, NATO'nun halihazır stratejisi icabı, kâfi teminattır. Öte yandan Sovyetler bıkıp usanmadanbu direnci yıkacak yeni metod arayışları içindedir. Zaten Marksist ideolojiyegöre savaşlar, kapitalizm'in son safhası olan emperyalizm yüzündenmeydana gelmektedir. Ve özlenen barış da, bütün dünya devletleri sosyalistsistemi benimsemeden, gelmiyecektir.L. Brejnev, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 25'nci Kongresinde«Detand'ın sınıf kavgasına hiç bir menfî etkisi olamaz»; 24'ncü Kongredede «Dünyada Sosyalizm'in zaferi kaçınılmazdır. Bu zafere ulaşmak için olancagücümüzle çalışacağız» demiştir.Öte yandan, Fransa ve Yunanistan'dan sonra ispanya'da da (ki üçü deNATO üyesidir) «Gül Tutan Yumruk» iktidara gelmiştir. Böylece Akdeniz37


Avrupasında Yugoslavya ve Arnavutluk'un kendilerine has sosyalizmleri dahil,sosyalist ya da komünist olmayan bir italya ve bir de Türkiye kalmıştır.Türkiye'den bir adım sonra Iran vardır. Zincir, Afganistan'da birleşmektedir.(Burada uzun bir parantez açmakta fayda var.. Görüldüğü gibi NATOülkelerinde karşı fikirler iktidar bile olabilmektedir. Ama Varşova Paktıülkelerinde böyle bir ihtimalin gölgesi görülse, gündeme hemen meşhurBrejnev Doktrini gelmektedir. —Polonya Komünist Partisi'nin 5'nci KongresindeBrejnev, 12 Kasım 1968, «Bir Sosyalist ülkede kapitalizmi yenidencanlandırmak için iç ve dış güçleri harekete geçmesi diğer bütün sosyalistülkelere yönelik bir tehdittir» demiş ve Çekoslovakya'ya müdahaleye kılıfhazırlamıştı. Bu doktrinni bir diğer adı da «Mahdut İstiklâliyet»dir. KısacaVarşova Paktı bir gayya kuyusudur. Bir giren bir daha çıkamaz.. AmaNATO üyeleri istedikleri an NATO'dan, Askerî veya Siyasî kanattan ayrılabilir,sonra yeniden dönebilirler. Fransa ve Yunanistan gibi..)Bütün yeni enerji arayışlarına rağmen petrol, daha uzun bir süre dünyanıntek enerji kaynağıdır. Dünyada petrol çıkan yerler mahduttur ve yüzde80'i aşkın bölümü de Oradoğu'dadır. Sovyetler ise dünyanın petrol akıtanboğazı mesafesindeki Basra körfezine son Afganistan harekâtıyla 400kilometre kadar yaklaşmıştır. Niyetleri bellidir. Sadece Afganistan'ı işgaledip üzüm yemek değil, körfeze ulaşıp bağcıyı da dövmek istemektedirler.(ABD, ham petrol ihtiyacının yüzde 22'sini, Batı Avrupa yüzde 56'sini, Japonyayüzde 68'ini körfezden karşılamaktadır. Görüldüğü gibi Avrupa veJaponya, Amerika'dan daha fazla Körfez'e bağımlıdır.)Haritaya bakan herkes, Sovyetler'i şimdi bulundukları yerden Körfez'egötürecek en kısa yolun Afganistan'dan gelenle beraber Güney Azerbaycanüzerinden geçen olduğunu da görecektir. (Van'a 100 mil..)Sovyetler, 1 sene kadar önce, Türk sınırı ile Hazar Denizi arasındaİran'a müteveccihen üslendirdikleri C sınıfı Tümenlerinin tamamını A sınıfıtümenlerle değiştirmişlerdir. C sınıfı tümenler, genellikle yaşlı yedeklerdenkuruludur. Sayıları 24'e çıkarılarak bölgeye getirilen A sınıfı tümenler iseSovyetler Birliği'nin en modern silâhlarla donatılmış savaşa hazır birlikleridir.Bölgede ayrıca modern uçaklar da üslendirilmiştir. Batılı askerî uzmanlaragöre, Rus Hava İndirme Tümenleri 2 saat içerisinde Tahran ve çevresinikontrol altına alabilecektir. 24 Tümenin tamamının harekete geçirilmesiiçin iki haftalık kısa bir süre yeterlidir. Hareketin başlaması ile 24 tümeninBasra Körfezine inmesi en fazla üç hafta sürecek ve harekât bitecektir.Hayatiyetini devam ettirmesi Körfezden gelecek petrolün dakika aksamadanakıtılmaya devam etmesine bağlı olan batı ise Körfez'e çok uzaktır.Körfez'in Sovyetlerin eline geçmesi, batıyı tam manasıyla dizleri üzerineçökerterek Sovyet tehlikesine daha yakın hâle getirecek, bu hâl, muhte-38


mel bir üçüncü Dünya Harbi'ni kendi topraklarına mümkün olduğu kadaruzaktan, Avrupa'da karşılamayı plânlayan Amerika'nın hiç işine gelmeyecektir.Aynı zamanda Amerika, ekonomik çarkının mutlaka dönmesine enfazla fayda temin eden büyük bir pazardan, ham madde kaynaklarındanmahrum kalacaktır.Daha önceden muhtelif ihtimal hesapları yaparak muhtemel tehlikelerekarşı dünyanın çeşitli yerlerine olduğu gibi bu bölgeye de bir takım askerîüsler kuran Amerika, Afganistan hadisesinden sonra hesaplarında yanıldığınıgörmüştür. Sovyetlerin Azerbaycan ve Afganistan üzerinden Körfez'e inenyollarına tesir edebilecek en yakın Amerikan Üsleri, Diego Garcia Adası3000 mil, Mombasa'dan 2600 mil, Somali'den 1700 mil, nihayet Umman'-dan 1300 mil uzakta kalmışlardır. Uzaklık bir yana üsler, yeni durumunicabettirdiği güçte de değillerdir.Vaziyel bu hâli alınca Pentagon'daki mütehassıslar ve elektronik beyinlerhemen tesirli karşı tedbirler için çalışmaya başlamışlar ve bu çalışmalardandoğan yeni çocuğun adı da «Çevik Kuvvet» (Rapid DeploymentForce) olmuştur.1980 yılında kurulan ve karargâhı Florida'nm Tampa şehrinde olanRDF'nin misyonu, ABD Savunma Bakanı C. Weinberger'e göre şöyle :«— RDF, ancak çağrılırsa bir ülkeye gidecektir. Amaç Ortadoğu'yu yabancıgüçlerin istilâsından koruyacak güçlü Devletlerin meydana gelmesini temindir.»RDF, Florida'nm MacDill Hava Üssü'ne yerleşmiş 200.000 kişilik birhazır kuvvet durumunda ve şu Kara, Hava ve Deniz Birliklerinden meydanageliyor :Kara Kuvvetleri :2 Hava indirme Tümeni1 Piyade Tümeni1 Özel Tugayve bağlı birlikler ile destek birlikleri.Hava Kuvvetleri :En son savaş uçaklarıErken ikaz Uçakları (Awacs)Savaş HelikopterleriNakliye UçaklarıDeniz Kuvvetleri :3 Uçak gemisiSu üstü filosuSu altı filosuDeniz Piyade Tümenleri39


RDF için ABD Bütçesinden 1981 mâlî yılında 2 milyar dolar, 1982bütçesinden de 4,5 milyar dolar ayrıldı. Böyle bir birliğe bu kadar fazlameblağın ayrılmış ve imkânların sağlanmış olması bile görevin tam yapılabileceğihakkındaki endişeleri silmiş değil,Bir kere Amerika'dan uçakların en çabuk gelebileceği süre 15 saatcivarında.. 15 saatte ise Ortadoğu'da çoktan geri dönülemeyen noktaya gelinmiş,iş işten geçmiş olur.Savaşa derhal girebilecek nitelikte ve büyüklükte bir birliğin ABD'dengelmesi ise aşağı yukarı 48 saatlik bir zamana ihtiyaç gösteriyor. İlk Havaİndirme Tümeni 12-13 gün içinde, Deniz Piyade Tümeni ise bir ay civarındabölgeye yetişecek. En az 200.000 kişilik bu birliğin, 15 saat ile biray arasında değişen bir zaman aralığı ile (iş işten geçmemişse) bölgeye yetişmişolması tabiî hemen ikmal, konaklama, depolama hatta transit kolaylığıproblemlerini de beraberinde getiriyor.Amerika, imkânları ve imkânsızlıkları denemek için bu maksatla Aralık1981 içinde Mısır-Somali ve Umman'da bir seri tatbikat yaptı. (Aynıtatbikat 1982 Aralığında Umman'da tekrar edildi.)Yeri gelmişken RDF'nin kullanış felsefesine bir göz atmakta fayda var.Weinberger, Çevik Kuvvet'in çağrıldığı takdirde bir ülkeye gideceğini söylemişti.Peki, Afganistan'daki gibi bir hadise tekrar edildiği takdirde, Sovyetistilâsı altından ülke idarecileri RDF'yi davet edemeyeceklerine göre neolacak?Mısır, Somali, Umman ve İngiltere şimdiden tam destek vadetmiş haldeler.Mısır Savunma Bakanı Ebu Gazzala, «Mısır Silâhlı Kuvvetleri ülkemizive bölgeyi çok rahat savunabilecek kuvvettedir. Hangi ülke isterse yalnızveya Amerika ile beraber yardımlarına koşabiliriz. Amerika'dan tek isteğimiz,modern silâh, malzeme ve teçhizat bakımından yardımlarıdır.» dedi.(EKİM 1981)İngiltere'nin « İran Lady » si ise daha da sert çıktı. « Kuzey Atlantik ötesindeyeni bir savunma politikasına acele ihtiyaç vardır. İttifak üyelerininçıkarları için hayatî önemde olan bölgelere Sovyetler Birliği'nin askıntı olmasınıönlemeliyiz. Sadık bir müttefik olarak İngiltere elinden gelen herşeyiyapacaktır.» (Mart 1981)Ancak işin burasında başka bir takım dezavantajlar ortaya çıkmıştır :a. İngiltere de bölgeye Amerika kadar uzaktır. Doğrudan Birleşik KrallıkAmirallik dairesine bağlı olarak Hint Okyanusunda görev yapan İngilizFilotillası, böyle bir işe kalkışamıyacak kadar küçüktür. Kaldı ki, çok dahayakın meselâ Malta ve Kıbrıs'taki iki üssü bile İngiltere'ye altından kalkamayacağıkadar ağır faturalar ödetmektedir.


. Mısır, Umman, Somali her ne kadar şu an bu işe gönüllü iseler de,idarecilerinin ideolojik değişiklik kaprislerine, rejimin istikrar kazanmamışolması eklenince, üstelik silâhlı kuvvetlerinin ne kadar modern silâh, teçhizatyardımı yapılırsa yapılsın insan faktörü bakımından hiç bir zaman bellibir standarda ulaşabileceği garanti edilemiyeceğine göre, kabul edilebilir riskyüzdesi halâ çok yüksektir.Böylece Amerika, Körfez'deki menfaatlerinden vaz geçemiyeceğine göreyeni arayışlar içine girecektir ve girmiştir de.Amerika'nın bütün dünyada fakat en fazla Orta Avrupa'da askeri vardır.Bu yığınak, tehdidin en çok oradan geleceği faraziyesi üzerine yapılmıştır.Fakat NATO'nun güvenlik şemsiyesi ve caydırıcılığı, Orta Avrupa'dakidurumu statik bir hale getirmiştir. Öte yandan tehdit de yer değiştirmiş,kanatlara hatta NATO bölgesi dışına, Orta-Doğu'ya kaymıştır.O halde Amerika, Orta Avrupa'dan bir takım kuvvetlerini Orta-Doğu'­ya kaydırmalıdır. Bu kuvvetlerin ayrılmasından doğacak boşluğu da NATO'­nun Avrupalı müttefikleri doldurmalıdır.Bu andan itibaren problem iki bilinmeyenlidir :A. Orta Avrupa'da Amerikan kuvvetlerinin çekilmesiyle doğan boşluk,kim tarafından, nasıl, neyle doldurulacaktır?B. Orta - Doğu'ya kaydırılan Amerikan Kuvvetleri nerede üslenecektir?A. İkinci Dünya Savaşında yıkılan, ekonomik bakımdan güçsüz düşenAvrupa'nın Sovyet boyunduruğu altına düşmemesi için Amerika, her alandabüyük yardım programları uygulamıştı. Savunmasını da Amerika'ya ihaleeden Avrupa böylece savunma harcamalarından yaptığı tasarrufu ekonomikkalkınmasına harcayabildi, ekonomik bakımdan çok güçlü hale geldiktenbaşka lüks bir refah toplumu hâttâ tam manasıyla bir tüketim toplumu karakterinide kazandı.Amerika, biçim değiştiren Sovyet Tehdidi karşısında bir takım tedbirlerarayıp düzenlemeler yaparken, yeni kriz bölgesindeki yeni müttefiklerininsiyasî istikrarsızlığı, silâh, malzeme, teçhizat ve insan gücü, eğitim standartlarınınazlığı, transit, konaklama, depolama zorlukları ile karşılaşınca,30 yıldır üyelerini başarıyla Sovyet istilâsına karşı korumuş, her bakımdanbelli standartlara kavuşmuş, Silâhlı Kuvvetleri müteaddid tatbikatlarda denemişve birbiriyle kaynaşmış, haberleşme, nakliye, ikmal dahil bütün altyapı tesisleri yulardır denenmiş NATO Müttefiklerinin fikrini öğrenmek,hâttâ mümkünse NATO Kuvvetlerinin NATO sınırları dışında da kullanılabileceğininfelsefî arayışlarını yapmak istedi. Çünkü sınırların içinde güvenleoturup kalmak, dünyanın başka yerleriyle ilgilenmemek doğrudandeğil fakat dolaylı olarak ittifakın güvenliğini tehdit eder hale gelmişti. Birşeyler yapmak lâzımdı, durum vahimdi.41


42Koro halinde bir, «Yoo olmaz, yapamayız» sesiyle karşılattı.Hepsinin çeşitli ekonomik zorlukları vardı, hem kendi anayasaları, (AlmanAnayasası) hem NATO Statüsü, NATO hudutları dışında asker kullanmayamâni oluyordu, falan.. Hakikatte en mühim sebep, kesif komünistpropogandası altında batı insanı pasif ize edilmiş, ülkelerde silâhlanma, savaşaleyhtarı bir kamuoyu baskısı teşekkül etmişti. Batılı insan, rahatındankolay kolay vazgeçmeye niyetli değildir.İşi, «komisyona havale» etmek için NATO'nun bünye içi teknik huzursuzluklarıda bu dönemde ortaya atıldı ve deşildikçe durumun zannedilendençok daha vahim olduğu görüldü. Tehdit ve bünye içi zaaflar rasyonelbir tarzda incelenmeye başlandı.Son 15 yıldır Sovyet Askerî Gücü devamlı artmıştı. 60'lı yıllarda VarşovaPaktı ülkeleri, Stratejik Nükleer Kuvvetler ve Savaş Alanı NükleerKuvvetler <strong>konusu</strong>nda geri, Klâsik Kuvvetlerde ise sayıca ileri fakat teknolojikbakımdan geri idi. Kaynaklarını, insan ve araç gereç bakımından haizolduğu adedî üstünlüklerini korumak için kullanıyordu.70'li yıllarda Sovyetler, Gayri Safî Millî Hâsıla'larınin yüzde 12 ilâ13'ünü askerî masraflara tahsis ettiler ki, bu gerçek değer ile yılda yüzdeüçlük bir artık demekti. Sovyetler, bu harcamaların 70'li yılların sonunadoğru başlıca iki hedefe yöneltti. Adedî üstünlüklerini muhafaza ve batıyıteknolojik alanda da geçmek.Bugün Varşova Paktı, NATO'ya karşı şu üstünlüklere sahiptir: GeneralRogers - Eylül 1981)Savaş Alanı Taktik Uçak Sayısı — l'e karşı 2Tümen Sayısı — l'e karşı 2.3Savaş alanı Tank Sayısı — l'e karşı 2.5Top Sayısı — l'e karşı 3Denizcilikte, Baltık'ta — l'e karşı 3Akdeniz'de NATO umumiyetle hakimdir. Sovmedron,(Sovyet Akdeniz Donanması) mevziî üstünlüksağlayabilmektedir.Varşova Paktı en fazla teknolojik alanda büyük inkişâf göstermiştir.a. Birden çok nükleer başlıkları sayesinde Avrupa'da herhangi bir hedefesaldırabilecek muharrik SS-20 Balistik Füzesib. Bir öncekilerden üç misli gelişmiş, modern ateş idare gereçlerine sahipolan, iki misli cephane taşıyabilen taarruz uçakları.c. Dünya'nm en ağır silâhları ile mücehhez helikopterler (NATO'nunsahip olduklarının üç misli)


d. En son teknolojik ihtiyaçlara cevap veren T-64/T-72 tanklarıe. Orta ve Uzun menzilli, güdümlü Nükleer topçu silâhlarıf. Tanksavar füzelerg. Atlas Sınıfı denizaltılar (NATO'dakilerden hepsinden daha süratlidaha derine dalmaktadır.)h. Kirov sınıfı kruvazörler (250 mil süratte gemi savar füze ile mücehhez.)Bütün bu silâh sistemleri yüksek evsaf ve teknolojidedir.Sovyet Askerî Gücü'nün durmadan artışı ve modernleşmesi, VarşovaPaktı lehine muazzam bir kuvvet dengesizliği yaratmıştır. Stratejilerini tatbiketmek için, Stratejik Nükleer, Taktik Nükler ve Klâsik KuvvetlerdeNATO'yu geçmişlerdir veya geçmek üzeredirler. (General Rogers. AvrupaMüttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı. — Eylül 1981)Sovyet Stratejisi, teknolojik gelişmelerin yanısıra zihnî ilerlemeler, değişikliklerde göstermektedir.Moskova, gelişen askerî gücünü başka ülkelere (bizatihi Varşova Paktıülkelerine de) karşı kullanabileceğini 1953'de Doğu Berlin'de, 1956'daMacaristan'da, 1968'de Çekoslovakya'da göstermiştir. Polonya'ya her an girebilir.Yani Silâhlı Kuvvetlerini bir siyâsi baskı aracı olarak kullanabilmemantığına sahiptir. Ayrıca aynı kuvvetler Avrupa dışında dünyanın başkayerlerinde de (meselâ Afganistan'da) her an kullanılabilir. Ve bütün bunlardetant safhasında olmaktadır, yâni Sovyetlerin detant'ı değerlendirmeölçüleri bize göre çok değişiktir.Sovyetler, Afganistan'ı işgal ederken Doğu Avrupa'dan hiç kuvvet ayırmamışlardır,demek ki potansiyelleri-imkânları oldukça fazladır. Ve bu işgaligerçekleştirirken mevcut durum üstünlüklerinden azamî şekilde istifadeetmişler, Basra Körfezine müdahale safhasında da tekrar batıya göre durumüstünlüğüne sahip olmuşlardır.Sovyetlerin Batı Avrupa'da ise şöyle bir strateji tatbik etmeleri beklenmektedir:NATO'mm caydırıcılığı şimdi sadece Stratejik Nükleer Kuvvetler sahasındakalmıştır. Klâsik Kuvvetlerde çok üstün olan Varşova Paktı SilâhlıKuvvetleri şok etkisi yaratacak âni bir taarruzla Avrupa'nın derin gerisinesokulursa, NATO bu kuvvetlere karşı (hedefler Batı Avrupa şehirleri içerisindeolacağından) Taktik ve Stratejik Nükleer Gücünü kullanamayacaktır.Karşı tedbir olarak General Rogers, NATO'nun Taktik Nükleer Kuvvetlerlebirlikteki Pershing ve Cruise füzeleri bu bölümde mütalâa edilmektedir,)klâsik kuvvetlerin keyfiyet ve kemiyet yönünden süratle geliştirilmesiniöngören bir seri tedbirler, hedef değişiklikleri plânlamalarının yapılmasınıteklif etmiştir. Rogers'a göre, iki tarafın klâsik kuvvetleri eşit güçte43


olursa, şok tarzında bir Sovyet saldırısı olamayacak, dolayısı ile müttefikler,nükleer silâh kullanma zorunda kaldıklarında hedefler, Batı değil, DoğuAvrupa'da olacaktır.Herşeyden önce üye ülkeler, kuvvet hedeflerine ulaşabilmek için savunmabütçelerine gerçek değerden ortalama yüzde 4.5 bir ilâve yapmalıdırlar.Ayrıca müttefikler, Atlantik Bölgesinin dışındaki tehditlere karşı, bir tavırtakınabilme fikrine kendilerini alıştırmalı, siyasî kararlılıklarını bir ağızdanifade edebilmelidirler. Bunun için de ek kuvvet ve kaynak tahsis etmeli, ittifakdışındaki bölgelerde ortak hayatî menfaatleri koruyacak imkân ve kabiliyeteancak bazı üye devletlerin sahib olduğunu kabul etmelidirler. Bubir kaç devlet ise, dışarıya bağladıkları kuvvetleri NATO bünyesi içinde telâfietmek için müttefiklerine güvenebilmeli ve ilâve fedâkârlık bekleyebilmelidirler.ABD'nin bu maksatla kurduğu ÇEVÎK KUVVET'e bir takımkolaylıklar temiıi edebilmelidirler.Kolaylıklar temin edilebilmelidir denmiş ve akla eski, unutulmuş, sadıkbir dost ve müttefik gelmiştir, TÜRKİYE..B. Neden Türkiye?#1. Türkiye, Sovyetlerin Körfeze inerken kullanabilecekleri muhtemel istilâyoluna sadece 100 mil uzaklıktadır. (Van Hava alanı)2. Türkiye, stratejik durumu icabı ideal köprü ve tramplendir.3. Türkiye, hem Orta-Doğu, hem Akdeniz, hem müslüman, hem Rusyaile hem hudut ve aynı zamanda NATO ülkesi olan tek devlettir. Bölgeülkeleri ile, bu hususiy elerinden istifade ederek meselâ bir Amerika'dan çokdaha kolay irtibat-temas kurabilir.4. Türkiye, bütün bölge ülkeleri içinde en istikrarlı siyâsî ve ideolojikyapıya sahip olandır.5. Türkiye'de mevcut NATO ve Amerikan üslerinde ilâve depolama(silâh, teçhizat, akaryakıt, malzeme) büyük masrafa lüzum kalmadan yapılabilir,6. Türkiye'deki NATO haberleşme sistemleri ve alt yapı tesisleri kolaylıklakullanılabilir.7. Türk Kuvvetleri ambargonun bütün menfi tesirlerine rağmen NATOstandartlarını muhafaza etmektedir, ilâve yeni bir eğitime ihtiyaç göstermezler.Bu çok müsait şartlar yeniden (!) keşfedilince, Türkiye'ye kur yapılmayabaşlanmıştır. ABD Savunma Bakanı Weinberger, ((Ambargodan kalanyaraları saracağız» (Ekim 1981), NATO genel Sekreteri Luns, «NATO,güçlü Türkiye için elinden geleni yapacaktır.» (Eylül 1981), ve nihayet44/


NATO Güney Kuvvetleri Komutanı Amiral William Crove «ABD, Sovyetlerleçıkacak muhtemel bir savaşta, Türkiye'ye asker göndermek yerine*şimdiden NATO'nun merkezini Türkiye'ye taşıyarak, askerlerini burada üslendirmelidir.»demişlerdir. (Eylül 1982)Niyetler, sadece sözde kalmamış, hemen tatbikata da geçilmiş, Türkiyeile ABD arasında, «Savunma işbirliği Anlaşması» imzalanmış, hatta bu anlaşmanınuygulanmasını daha güçlü ve esirli bir şekilde yürütmek için «OrtakAskeri Konsey » kurulmuştur. ( New-york Times - Aralık 1981 ) AskerîKonseyde iki ülkenin Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının yüksek seviyedekigörevlileri yer alacaktır. Askerî Konsey, iki ülke arasındaki ortaksavunma faaliyetlerini üst düzeyde koordine edecek, uluslararası gelişmeleringerektirdiği savunma politikaları ile ilgili kararları alacak ve bunlarınuygulanmasını teminle görevli olacaktı. (Milliyet - 5 Aralık 1981)Amerika, aynı nitelikteki bazı anlaşmaları İsrail ve Mısır'da da yapıyor,Türkiye ile Suudî Arabistan'ın çok sıkı askerî, ekonomik, politik, kültürelfakat bilhassa Askerî Işbirliği'nin kuvvetlendirilmesini (Milliyet-28Ocak 1982) teşvik ediyor, (Burada bir uzun parantez daha.. Türkiye'nin,Arap Ülkeleriyle bilhassa, Mısır, S. Arabistan, ve son zamanlarda ÜRDÜNile bu tür münasebetler içine girmeye istek ve arzu göstermesi, hatta buarzunun uzun yıllar kendilerini, batı propogandasmın öğrettiği gibi Osmanlı'nınsömürdüğü ülkeler olarak görmenin ezikliğinden kurtaramamış Araplardangelmesi çok enteresan bir gelişmedir. Filistin anlaşmazlığında sonzamanlarda motor güç haline gelen Ürdün Kralı Hüseyin'in vakî ziyareti,arkasından Savunma Bakanı Bayülken'in Ürdün'e Askerî konuları görüşmeküzere gitmiş olmasının üzerinde dikkatle durmak icab eder.) öte yandan,Körfezdeki irili-ufaklı şeyhlikleri Suudî Arabistan liderliğinde KörfezinSavunması ile ilgili konularda organize ediyor hatta Mısır ve İsrail'e(NATO'lu Avrupa ülkelerinin bir türlü yanaşmadıkları) Pershing ve Cruisefüzelerinin yerleştirilmesi imkânlarını araştırıyordu.Kısaca Amerika, çöken Cento ve RCD'nm yerine Orta-Doğu'da yenibir hat kuruyordu. Arap ülkeleri ile Türkiye'nin İsrail'e karşı muhtemeltepkilerini de değerlendirip, ortaklığı Orta-Doğu'da değil, fakat münferitikili anlaşmalarla Washington'da tesis ediyordu.Hakikaten Türkiye'nin Mısır'la, S. Arabistan'la, Ürdün'le, Körfez ülkeleriile olan münasebetleri 82 başından itibaren sihirli bir değnek dokunmuşgibi umulmayan gelişmeler göstermiştir.Bölgedeki tek NATO üyesi Türkiye, Trakya, ılımlı Arap ülkeleri, Pakistan'danÇin'e kadar uzanan bir bölgede (ki hep bu sayılan ülkelerdekendi ırkından milyonlarca insan vardır,) güneye inmek isteyen Sovyettehdidine karşı yeni bir misyon mu yüklenmiştir? Ürdün Kralı'nın, Mısır45


Dışişleri Bakanı'nın, Alman Dışişleri Bakanı'nın, Endonezya Tarım Bakanı'nın,Çin Halk Cumhuriyeti'nin muhtelif Bakanlarının Türkiye'ye çokkısa bir zaman içine sığan ziyaretleri, arkasından Cumhurbaşkanı Evren'inUzak-Doğu ziyareti acaba sadece bir tesadüf müdür; Türkiye'ye karşı birdenartan bu alâkanın sebepleri nelerdir?Fakat her hâl ve kârda Türkiye'nin de bir takım istekleri olacaktır vebu, tabiî karşılanmalıdır.Bu âni ve büyük alâka tabiî hemen karşı alâkaları da üstüne çekmiştir,cc Kronik klinik vak'a Papandreu» Türkiye'ye karşı teminat istemiş, iki ülkeyeyapılan yardımlarda 7/10 oranının titizlikle muhafazasını temine çalışmüşSovyetler ise, geçtiğimiz aylarda Bulgaristan'da düzenlenen «Kalkan-82»Varşova Paktı tatbikatında temsilî hedef olarak Boğazlar'ı kabul etmişlerdir.(Hürriyet 9 Kasım 1982)Bütün bu tartışmaların komuoyuna sızması ise Türkiye'de hemen bütünezelî muhalifleri harekete geçirmiştir.Muhteliflerin iddiaları şu noktalarda toplanmaktadır :a. Türkiye, Sovyetler Birliği'nin hedef listesindeki sıralamada Öncelikalacak nükleer silahların hedef tahtası hatta «Bizim Radyo'nun» dediği giibiNükleer Mezarlık olacaktır.b. Türkiye, bölge ülkeleriyle münasebetlerini bir daha tamir edilemeyecekşekilde bozacak ve Şah zamanındaki İran'ın yerini doldurmaya istekliolduğu hissini uyandıracaktır.c. Amerika, üsleri, müsaade edilen amaç için değil, fakat münhasırankendi menfaatleri için de Türkiye'nin haberi olmadan kullanabilecektirBu çapsız iddialar, şu cevaplar verilerek hemen çürütülebilir :a. Türkiye, Çevik Kuvvet'e kolaylıklar sağlamasa da, hiç nükleer silâhbulundurmasa da coğrafî mevkii icabı Sovyetler'in baş hedefidir. İmparatorlukzamanındaki Türkiye'de ne NATO, ne nükleer silâh vardı, fakat Rusyaile aramızda harpsiz sene geçmiyordu. Üstelik, meselâ Afganistan'da ÇevikKuvvet ve nükleer silâh olmaması, onun Sovyetler tarafından işgaline mâniolabilmiş midir?b. Türkiye'deki üs ve kolaylıklardan faydalanacak olan Çevik KuvvetBölge ülkeleri aleyhine kullanılmayacaktır ki, bu ülkeler Türkiye'ye karşımuğber olsun.. Çevik Kuvvet, Sovyetler'e karşı, Sovyetler'in bölgeyi istilâederek, Batı'nın petrolünün yüzde yetmişini temin eden Körfez'e ulaşmagayretlerine karşı kullanılacaktır. Bunda da herkesten önce Bölge ülkelerininmenfaati vardır. Rusya'nın, kontrolundaki ülkelerin zenginliklerini nasılsömürdüğü herkesin malûmudur.


c. Türkiye artık 1950'lerin Türkiyesi değildir. Müttefikler arası işbirliğianlayışı, haberleşme ve konrol imkânları da o yıllardaki imkânlarla mukayeseedilemiyecek şekilde gelişmiştir.NETİCE,Türkiye'nin önünde iki yol vardır :1. Tası, tarağı toplayıp, Sovyetlerden dünyanın çok uzak bir köşesine,Güney Amerika, Güney Kutbu, (Kuzey Kutbu bile kâfi miktarda emin değildir,)Avustralya yahut Afrika'nın güneyine taşınmak ki bu takdirde öküzöleceği için, ortaklık, kavga bitmiş olacaktır.2. Yahut, bu ilk şık imkânsız olduğuna göre, şimdi bulunduğu mevkiinicaplarına göre kendini teçhiz ederek ayağını yere sağlam basmak.Türkiye'nin gidecek yeri yoktur ve kavga hayat kavgasıdır. Türkiye,tarihî tercihini de yaparak NATO'yu seçmiştir. 30 senede, duvarın ötesineyahut kapının arkasına geçmeye pek hevesli hükümetler de dahil pek çokhükümet gelip geçmiştir ama hiç biri NATO'dan ayrılmamıştır. Çünkü düşman,arzuları ve metodları ile bellidir. Türk insanı, Güney yarım küreninen dibinde olsa, « barış ve özgürlük türküleri » dinleyerek sigarasını tüttürebilirdibelki ama şimdi, bulunduğu yerde sırtı pek, karnı tok, elinde sonmodel silahıyla gözleri kuzeyde, durup dinlenmeden nöbet tutmak zorundadır.Bir anlık gaflet, son gaflet olacaktır.Türkiye, dış politik değerlendirmelerini şu iki süzgeçten geçirerek yapmalıdır:1. MÎLLÎ MENFAATTürkiye için hakikî ölçü, önce kendi menfaatidir. Menfaati öyle icabettiriyorsaistiklâline, otoritesine, haysiyetine halel getirmeden, düşmanınakarşı, herkesle müttefik olabilmeli ve ittifakın icabettirdiği iş bölümündeüstüne düşeni yerine getirmelidir.Tabiatıyla Türkiye ittifak manzumesi içinde, üstüne düşeni yaparken,müttefiklerinden de bir takım istekleri olacaktır.Müttefik bile olunsa, milletler bu alış verişte tabiî olarak önce kendimenfaatlerini düşüneceklerinden, Türkiye'nin genel politikasına ve bu politikanınbir parçası olan dış politikasına istikamet verme ve tatbik etme durumundaolanların hadiseleri çok fazla dikkatli ve «gözü kara» bir milliyetçiliksüzgecinden geçirerek incelemeleri gerekmektedir. Çünkü muhataplarımızönce Amerikan milliyetçisi sonra kapitalist (Reagan), önce Rus milliyetçisisonra komünist (Brejnev, Andropov), önce Yunan milliyetçisi sonrasosyalist (Papandreu) dirler.47


Meselâ Brejnev'in ölmesiyle hemen milletlerarası münasebetlerde birbahar havası esmeye başlamış, Reagan Sibirya - Batı Avrupa tabiî gaz boruhattına koyduğu teknolojik ambargoyu kaldırmış, Jaruzelski Walesa'yı serbestbırakmış, Çin, Rusya ile her alanda işbirliğine hazır olduğunu ilân etmiştir.Fakat bunların hiç biri de Polonya'daki Rus müdahalelerini, ne Afganistan'dakiRus işgalini, ne de diğer problemleri halletmeye yetmiştir. Demekki o anlık millî politika öyle istemiştir.2. AHDE VEFATürkiye, ikinci olarak münasebetlerinde karşılıklı verilen sözlere sadıkkalınmasına dikkat edebilmelidir. Rogers Plânı hadisesi, Yunanlılar açısından,bu alanda dünya literatürüne geçebilecek ve bir eşi daha olmayan birhaysiyetsizlik abidesidir. Bilindiği gibi 74 Kıbrıs hadisesiyle Yunanistan,NATO'nun askerî kanadından çekilmiş, tekrar geri dönmek istediğinde de(tek bir üyenin bile muhalefet etmemesi icabettiğinden,) Türkiye, Ege'dehava kontro İsistemlerinde 74 öncesi şartlara dönülmemesi, yeni bir düzenlemeyapılması şartıyla (74 öncesinde Ege hava sahasında uluslararası uçuşlarhemen tamamen Yunanistan'a bırakılmıştı) muvafakat etmişti. Yani önceTürkiye olur diyecek Yunanistan NATO'ya dönecek ve sonra EGE yenidendüzenlenecekti. Ve bu organizasyona Avrupa Müttefik Kuvvetleri YüksekKumandanı General Rogers kefil olmuştu. 12 Eylül 1980 öncesi sivilhükümetler bu çok kompleks plâna bir türlü evet demek cesaretini gösterememişti.12 Eylül sonrası asker bürokratların çoğunluğu teşkil ettiği Ulusuhükümeti, sempati toplamak, milletlerarası sahada izolasyondan kurtulabilmekve bu meseleyi bir an önce halletmek isteğiyle ve çok yüksek rütbelibir müttefik kumandanın da kefaletini görünce olur demişti.Sonuç malûm. NATO'ya tekrar giren Yunanistan, hâla EGE'deki yenidüzenlemeye yanaşmamıştır, Türkiye de bu oldu bitti'yi kabul etmek zorundakalmıştır : (Milliyet-14 Kasım 1982)ccTürkmen - Yunanistan ile bu konuda anlaşma olanağı yok galiba..Mehmet Ali Birand - Aman beyefendi, böyle şeyler (anlaşmadan cayma)belli kişiler arasında olur, ancak devletler arasında olur mu?Türkmen - Devletler arasında da olur. İşte oluyor.M.A.B. - Türkiye bu durumu eli kolu bağlı seyir mi edecek?Türkmen - Kimsenin eli kolu bağlı değil. Ege'de komuta kontrol sorumlulukbölgesi diye bir şey kalmadı. En ufak bir kaide yoktur. Enufak bir temel yoktur. Tamamen geçici önlemlerle idare ediliyor.»Faket artık Yunanistan NATO'ya dönmüştür ya..48


KALPÂFETLERİNevzat KÖSOĞLUMızraklı ilmihal diyor ki, ve dahi imansız gitmeye sebep olabilecek kırkkadar halden yirmincisi hased etmek, din kardeşini çekememektir.Bizim kültürümüz bu hâli, kalp âfetleri yahut kalbin hastalıkları başlığıaltında inceliyor. Kitaplarımızın söylediğine göre, her insanın kalbinde azveya çok hased vardır ve bu duygunun kalbe gelmesi insanın elinde değildir.Demek ki, hasudluk insan cinsinin mirası.Adem Baha'mızın oğlu Kabil, kardeşi Hâbil'i hasudluğundan öldürmüş.Tarihi bir hadise olarak biliyoruz ki, Mekke'nin bir kısım ileri gelenleri,sırf Efendimiz'e hased ettikleri için îslâmla şeref lenememişler.Kur'ân'ımız birçok âyetlerinde, hasedlerinden ötürü küfre sapan kavimlereve insanlara işaret ediyor.Sanırım, dünya edebiyatından örnekler vermeğe gerek yoktur; çünkü herkesinkendini şöyle bir yoklaması yeterli, biraz da faydalı olur.Nitekim, rivayet edilen bir hadiste, insanın hasedden kurtulamayacağınaişaret edilmekte ve «hased ettiğiniz kimseyi incitmeyiniz.» Duyurulmaktadır.Gazâlî, hasedin mertebelerini açıklıyor: Birincisi, «Haset ettiği kimseninelindeki nimetin yok olmasını istemek.» İkincisi, «Ondaki nimetin aynisininveya benzerinin kendisinde bulunmasını istemektir. Şayet, kendi eline onungibisi geçmey e cekse, onda da olmasın diye arzu etmektir.» Üçüncüsü, «Hasedettiği kimsenin elindeki nimetin kendi elinde bulunmasını istemek.» Yapılanaçıklamaya göre, burada maksat, o nimete sahip olmaktır. Başkası bu nimeteneden sahip, denilmiyor, ben neden sahip olamıyorum, deniliyor. Dördüncüsü,«Onda olan nimet gibi bir nimetin de kendi elinde bulunmasını arzuetmek ve fakat, onun elindeki nimetin zevalini istememektir.»49


Gazâlî, üçüncü hâle hased adını vermekte biraz genişlik vardır, diyor.Bu duruma göre, onun varlığı gibi bende de olsa arzusu kınanmamış, ondakibende olsa şeklindeki istek ise, pek hoş karşılanmamıştır.Ahlâkı Alâi'de, gıpta, hasedden daha açık olarak ayrılmıştır. «Hased, Allahûteâlânm bir kuluna ihsan ettiği nimetinin, ondan çıkmasını istemektir.»Gıpta ise imrenmek demektir; güzel huydur. İyi hallere, salih kişilere gıptaetmek vaciptir; ancak, «dünya nimetleri için gıpta etmek tenzihen mekruhtur.»Birgivi'ye göre, hased gönlünüze düşecek olsa ve buna karşı içinizde birhoşnutsuzluk duyacak olsanız, bunda bir beis olmadığında bütün ahlâkçılarmüttefiktir. «Ama, içinde ona karşı bir hoşnutsuzluk hissetmiyorsan veyakendi isteğinle böyle birşey gönlüne vâki oluyor ve ondaki nimetin zevaliniistiyor veya birkısım izleri azanda zahir oluyorsa, bu, haram olan haseddir.Yok eğer, muktezası ile amel etmiyor ve eseri azanda görülmüyorsa ve kalbdemevcut olan sadece hasedin kendisi ise, bu da haseddir» fakat haram değildir.Rivayet edilen bir başka hadis, hasedin insan şahsiyetini tahripteki büyük gücüne dikkat çekmektedir : «Hased etmekten sakınınız, Biliniz ki, ateşinodunu yakıp yak ettiği gibi, hased de hasenatı yok eder.» Hasenat, ibadetlerdahil, insanın bütün güzel ve iyi davranışları olarak düşünüldüğünde,hasedin tek başına, şahsiyeti nasıl kuruttuğunu, yozlaştırdığını anlamak kolay olur. Fiiller şahsiyetimizin tezahürleri olduğu gibi, aynı zamanda, insan,ameliyle şahsiyetini kurar. Dinî yönden salih, psikolojik bakımdan olgun insan,hasenatı olan kişidir. Hased hasenatı yok etmekle, dinen, kazanılan sevaplardanmahrum olunmakta, psikolojik açıdan ise şahsiyet tahrip olmakta, ruhî denge bozulmaktadır.Hased, insan cinsinin gönlünde kabiliyet olarak daima mevcut olmaklaberaber, sürekli kanayan bir ruh yarası haline gelmesi ve davranış olarak tezahürü,yaşanılan hayat tarzı ile yakından ilgilidir. Yaşanılan çevre, en genişanlamı ile kültür çevresi, bu kalp hastalığının artmasına, azalmasına veyayayılmasına sebep olmaktadır.Zamanımızda batı kültürünün — bizimkinin de — ekonomik yönden ferdiyarışmaya dayandığı ve bu yöndeki ilişkilerle oluşan yapının nevrotik yarışmayıhızlandırdığı, hasedleri artırdığı ifade edilmektedir. Çünkü, «Herkesherkesin gerçek ya da mümkün rakibidir.» Yarışma duygusunun, sosyal hayatınözellikle bazı safhalarında, sanki de bir yaşama zarureti halinde göründüğünüsöylemek mübalağa sayılmamalıdır. Meselâ eğitim hayatımız, her yılartan bir hızla, yarış sahalarına dönmektedir. — Tâbir kimindi hatırlamıyorum— Çocuk değil, yarış atları yetiştiriyoruz. Ve tabii, çok hasud oluyorlar.


Hangisi normalin çizgisinde durabilecek, şahsiyet dengesini kaybetmeden buduyguyu bir hamle enerjisi olarak kullanabilecek, hangisi, arzu edilen basanlaraulaşsa bile, nevrotik bir insan olarak ruh dengesini, mutluluğunu yitirecek,bilemiyoruz.Kalbin âfetlerinden birine dokunduk. Diğer kalp hastalıkları da bunabenzerler ve galiba, çağımız hayat tarzında hepsi de münbit bir zemîn bulmuşhaldeler.•Günümüzde, davranış bozukluklarını inceleyenler, farklı bakış açılarındanyola çıkıp, değişik isimlendirmeler yapsalar da, sonuçta bu âfetlere gelip dayanıyorlar.Olgun bir şahsiyete sahip, mutlu insan olabilmek için, kalbi buhastalıklardan temizlemek gerektiğinde, hemen herkes müttefik. Gerçi, olgunluk,mutluluk gibi kavramlar yaşanılan kültüre göre değişik muhtevalar kazanabiliyor;ancak, çağımızda insanla yakından ilgilenenlerin bu kavramlardamüşterek bir anlayışa yaklaşmakta olduğu gözlenebilmektedir. Bu anlayışın,bizim kültürümüze hiç de yabancı olmayan bir çizgide gelişmekte olduğunusöyleyebiliriz.Kitaplarımızın, «imansız gitmey e sebep olabilecek hallerdendir», diyeuyardıkları, haram mertebesindeki hasedin, zamanımızdaki psikolojinin nevrotikhased dediği hâl olduğu görülüyor. Psikanaliz için nevrotikkavramı,büyük bir ağırlıkla, sosyal çevre ile, diğer bir söyleyişle yaşanılan kültürçevresi ile uyumsuzluk anlamını taşımaktadır.Davranışların temsil ettiğideğerlerle ilgilenmeyen psikanaliz, hükümler vermeden, normal - anormaldavranış biçimlerini tesbit etmekle ve anormal, uyumsuz davranışların ferttekipsikolojik sürecini, gerçek sebeplerini aydınlatmaya çalışmaktadır.Bilindiği gibi, din ve ahlâk ise değerler sahasıdır. İnsandan, teklif ettiğideğerleri nefsinde gerçekleşirmesini ve davranış olarak ortaya koymasını ister.Eğer bu insan, kendi değerlerini paylaşmayan bir kültür ortamında yaşıyorsa,uyumsuzluk ahlâkî açıdan bir kahramanlık olur.Ancak, psikanaliz nevrotik durumları aynı zamanda tedavi etmek gayretindeolduğuna ve bizim kültürümüz de günahlardan arınmış bir olgun şahsiyetistediğine göre, bu açıdan, mukayeseli bakışlar faydalı olabilir. Ayrıcakültürümüzün kavramlarını, değişik açılardan ve yeniden kavramaya çalışmak,düşüncemize yeni imkânlar getirebilir.Bu hususa, gelecek yazımızda ve kalp hastalıklarının çareleri bahsindekısa dokunuşlar yapacağız.51


SELÂM— Hocam Hasan Burkay'a —SELÂMEğer Günlerden bir gün, huzur., bir lâhza durup,dinlenirse gönlümde, göz yaşlarımın her tanesindebir solgun ışıkla parlayan «tövbe» yüzündendir.Tövbe Yâ-Rabbi.SELÂMIBugün mutluyum.Bir gülce tebessüm armağanım olur. İhtar geldi :«Seni bir anda on, on beş yıl ileri götürmemi istiyorsun.»Hüküm : «Hiç olur mu!»«Kaldırabilecek misin sanki?» diye sormayacakkadar nazikti, fakat vâdeden emri verdi : «Çalış.»Bugün mutluyum.SELÂMUzaklardaydı...Ve sen, «Neden?» diye soruyordun, «Maddede kaybettiğiman, mânâda kavuşuyorum, neden?»«Mesafeler izafidir amma, diyordun, amma.. Fakat.,öyle mi, belki.»Artık sormuyorsunGaliba anladın!EMİNE IŞINSU52


SOSYAL TARİH veEDEBİYAT TARİHİ rIJacques PROUSTÇev. Bahaeddin YEDÎYILDIZBu topluluk önünde edebiyat tarihinden bahsederken, kendimi oldukçauzak ve her halükârda buradaki gibi son derece kesin ve açık bir dilinkonuşulmadığı bir bölgeden gelmiş yabancı gibi hissettim.Bir noktayı daha hemen açıklamalıyım : Size takdim edeceğim şey,esas itibariyle bir problematiktir. Bu problematik, edebiyat tarihçisinin sosyaltarihçiye sorduğu bir takım soruları ihtiva etmektedir. Sorularıma bâzıcevaplar verilebilirse sevineceğim. Nihayet, size takdim ettiğim bu düşüncelerin,yâni sÖz <strong>konusu</strong> problematikin, yalnız başıma benim tarafımdangeliştirilmediğini de açıklamak zorundayım. Bu çalışma, Montpellier EdebiyatFakültesi'nde yönettiğim XVIII. Asır Tetkikleri ve Araştırma semineri'ndekibir ekip çalışmasının neticesidir. Bu seminerin orijinalitesi,çoğunlukla edebiyatçıları, fakat aynı zamanda filozofları ve yalnız kalmayacağınıümit ettiğim bir tarihçiyi bir araya getirmiş olmsından ileri gelmektedir.(*) Bu yazı, 15-16 Mayıs 1965 9 te Fransa'da Saint-Cloud'da toplananSosyal Tarih — Kaynaklar ve Metodlar — konulu kollokyuma sunulan vetartışılan bir tebliğdir. Diğer tebliğlerle birlikte basılmıştır : UHistoiresociale — sources et methodes —, P.U.F., Paris 1967, s. 257-271. Türkiye'­de tarih metodolojisi hakkındaki eserlerin yok denecek kadar az olduğu bilinmektedir.Eğer, tarih araştırmaları sevdirilmek pe bu alanda genç tariharaştırıcıları yetiştirilmek isteniyorsa, bir taraftan soyut olarak tarih ilmininve diğer taraftan, kendi tarihimizin problematiklerini — yâni söz <strong>konusu</strong>alanların meselelerini ortaya koymakla görevli ilim ve sanatları — tartışacakmetodolojik incelemeler yapılmalı, bu sahalaj'daki önemli eserler tercümeedilmeli ve yayınlanmalıdır. Elinizdeki makalenin tercüme edilmesi fikri,değerli arkadaşım Sadık K. Tural ile sosyal tarih ve edebiyat tarihi arasındakiilişkilerle alâkalı meseleler jüzerinde yaptığımız sohbetler neticesindedoğmuştur. Böyle bir vesile teşkil etmesi, ayrıca tercüme müsveddelerinidil ve imlâ açısından kontrol etme lûtfunda bulunmasından dolayı kendisineteşekkür borçluyum. (B. Yediyıldız).53


Nazarî olarak, sosyal tarih, 1. bir edebî eseri okuyanları; 2. yazarın içtimaîdurumu ve edebî eserin yaratılışı arasındaki münâsebetleri; 3. muayyenbir toplumun diğerlerinden daha çok falanca edebî türden zevk duymalarınınsebeplerini belirlemeye yardım ederek edebiyat tarihini aydınlatabilir.Diğer taraftan, edebî eser de kendisine iktisadî ve içtimaî hayat hakkındabilgiler- aktararak, belki sosyal tarihi aydınlatabilir. Fakat ben nazariyeile uygulama arasında bir ayırım yapıyorum ve bu ayırımın ehemmiyetliolduğuna inanıyorum; zira, edebiyat tarihi sahasında, keyfiyetle meşgulolmak için umumiyetle kemmiyeti terkediyoruz ve umumiyetle fertlerive olayları nazarı dikkate alıyoruz.Dün yapılmış olan olay tarifini benimsediğimi ve bunun edebî yaratmadanibaret olan olaya mükemmelen uyduğunu belirtmeliyim.0 halde uygulamada eşya son derece karmaşıktır. Sosyal tarih ve edebiyattarihi arasındaki münâsebet kesinlikle basit ve doğrudan doğruyadeğildir. Şemalaştırmanın ve basitleştirmenin tehlikeleri, ele alınan meseleyegöre, az çok büyüktür. Sıralamış olduğum dört meselenin ilk ikisi içintehlikelerin daha az olduğunu sanıyorum: Bir taraftan meselemizde kullandığımızhalk kavramının tanımı, diğer taraftan yazarın sosyal durumununtanımı. Son iki mesele için tehlikeler çok daha büyük ve ehemmiyetlidir:Niçin falan toplumda falan edebî tür, diğerinden daha çok rağbetlidir? Diğertaraftan, edebiyat tarihi hangi ölçüde sosyal tarihi aydınlığa kavuşturabilir?Talî ve bir dereceye kadar olağan bir keyfiyet, «bir sebep olarak»ileri sürüldüğü zaman, orada basitleştirme ve şemalaştırma olacaktır, sanıyorum,j0 halde incelememizde birinci noktayı, edebî eserin halkı yâni okuyucularınıntamamı teşkil etmektedir. Burada, edebî eserin —başka herhangibirtüketim maddesi için yapılabilecek olan— tetkiki söz <strong>konusu</strong>dur. Eser,ihtiyaçlara cevap vermektedir; o, elden ele dolaşır, pazar kanunlarına tâbiolur, vs...Genel kaide olarak, yazarın edebî bir eser yarattığı zaman muayyenbir halka hitap ettiği açık bir gerçektir. En azından bu bir postüladır; zira,hiç olmazsa görünürde olan istisnalar vardır. Örneklerimden çoğunu, en iyitanıdığım ve en iyi sahayı oluşturduğu için XVIII. asırdan alacağım: Jean-Jasques Rousseau'nun Reveres du Promeneur Solitaîre (Yalnız GezicininHayalleri)'i gibi bir eser, prensip olarak, halka tahsis edilmemiştir. Hâlâ,bu «prensip olarak »m arkasında ne olduğuna bakmak gerekli midir?Yazar ve onun halkı arasındaki bu münâsebette, yazarın bu halk hakkındaortaya koyduğu tasvir yani ideal görüntü ile —burada zihniyetler sahasınagirmekteyiz;— gerçek yâni objektif halkı özenle biribirinden ayırmakda icap eder. Yazar ikinci, sonra üçüncü eserinde ister gerçek halka yaklaş-54


maya, ister aksine ondan uzaklaşmaya gayret etsin, zamanla gerçeklik vegörüntünün karışmasına yönelik temayülü de nazarı dikkate almalıdır. Ohalde burada da ihtiyatla ilerlenilmesi gereken kaliteyle ilgili bir saha, vardır.Edebî eserin halkı incelendiği zaman, tabiî olarak yazarın yaşadığı devreehemmiyet verip ölümünden sonrasını ihmâl etmemek gerekir; çünkü, sanateserinin kendisi, umumiyetle, onu yaratan kişinin ölümünden sonra yaşamayadevam etmektedir. O halde, edebî eserin halkı hakkındaki bir tetkik,kronolojik açıdan, yazarının hayat sınırlarını çok geniş bir ölçüde taşmakzorundadır. Eser, ardarda gelen nesillerin kendisi hakkında yaptıkları yorumiçinde yaşamaya devam eder; hattâ bu eserin anlaşılması, ardarda gelennesiller içinde hangi halkın söz <strong>konusu</strong> eserin halkı olduğunu bilmekle yakındanalâkalıdır. O halde, özetlenecek olursa, yazarın kendi etrafında toplananhalk hakkında edindiği görüntüyü tanımak; hayattayken eserlerininhangi gerçek halk arafından tanınmış olduğunu; eserinin daha sonra hangihalka hitap etmiş olduğunu bilmek gerekmektedir.Bu problematike göre, edebiyat tarihçisi, sosyal tarihçiden bâzı yardımlarbeklemektedir. Antr-parantez şunu belirtmeliyim ki, bugüne kadar Fransa'daedebiyat tarihçisi cemiyetler tarihçisinden büyük bir yardım görmemiştir.Bu yalnızlığa son vermenin zamanıdır; ve coğrafyacı meslektaşlarımızındileklerine katılıyor ve engellerin kaldırılmasını ve az çok kurulmuşbir işbirliğinin, cemiyetler tarihçisi ve edebiyat tarihçisi arasında tesis edilmesinitemennî ediyorum. Böyle bir işbirliğinin mevcut olmasından dolayı,edebiyat tarihçisinin zarurî olarak cemiyet tarihçisi rolüne girdiği oluyor.Böyle bir durum benim başıma gelmiştir ve bundan pişman değilim. Fakatmeslekten cemiyetler tarihçisi olunmadığı zaman zarurî olarak, az çok «brikolaj»yapılmaktadır, yâni, «her türlü mesleği icra etme» durumuna düşülmektedir.0 halde, cemiyetler tarihçisinden bizler için neyi araştırmasını istemekteyiz?Farklı sosyal yapılara mensup okuyucuların alışkanlıklarının ve bualışkanlıkların tekâmülünün incelenmesi gerekir. Meselâ sistemli bir şekilde,—Daniel Mornet'nin araştırmalarından daha farklı bir surette— kütüphanelerinmuhtevasının incelenmesi icap eder. Fakat bu muhtevanın tahlilinde,sırf kemmiyet ile ilgili bilgilerin araştırıcıyı yanıltmasından kaçınılmalıdır.Kütüphane raflarında hepimizin bildiği gibi okunmayan kitaplar vardır.Bir bölgede muayyen bir zaman kesitindeki okuma yazma ve okullaşmaseviyesini nazarı dikkate almak gerekir. Eneyclopedia ve Encylopedie' n indağıtımıyle meşgul olurken, bu meseleyle karşılaşmış, fakat onu halledememiştim.Encyclopedie'nin dağıtım, nüsha fiatı, vs., gibi sırf iktisadî meselelerortaya koymaktadır. Fakat bu dağıtım, XVIII. asır sonu, falan zamanda,falan bölgede, eseri maddî imkânlar açısından okuyabilen veya okuyamayanokuyucuların mevcudiyetine nazaran bir problem daha doğurmaktadır. Bu55


halk kütüphanelerinin muhtevasını ve bu halk kütüphanelerinin okuyucularınınalışkanlıklarını mümkünse sosyal menşe'lerine göre incelemek gerekmektedir.Diğer taraftan, basılı eserler veya yazmaların üretim ve dağıtımınınfarklı maddî cephelerini tetkik etmek gerekmektedir ki, bu husus araştırmanınbaşka bir sahasıdır. XVIII. asırda matbaacılığı, kitap ticaretini, baskısayısını, satış fiatlarını, dağıtım yollarını, okuma odalarının muhtevasını,seyyar satıcı küfelerinin muhtevasını incelemek; önemli eserlerle iktifa etmemek,fakat en azından onlar kadar, belki de daha fazla taklit eserlerle deilgilenmek icap eder. Bilhassa ihtilâl Öncesi dönem için müstensih atölyeleriylede ilgilenmek (bunun zor olduğunu çok iyi biliyorum, zira bunlar ekseriyayarı-kaçak kuruluşlardı), XVIII. asrın ilk yarısı için hiç yoksa maddeciliğisavunan gizli yazmaların yayılma şebekelerini, vs. incelemek gerekir;tabiî ki bu problem listesi sınırlayıcı değildir. Bu söylediklerimiz modernedebiyat tarihçisi tarafından vaz'edilen meseleler için yeterli değildir.Buna delil olmak üzere tek bir olay zikretmek istiyorum: Diderot, kitapçılıkticâreti hakkında, çok az bilinen, belli bir mektubu yazmak için gereklibütün zamanı kullanmıştı. Bu onun için şuurlu olarak ve çağdaşları olanbir takım kişiler için edebî faaliyetin temel bir problemiydi. Cemiyetler tarihçisininilgilenmek mecburiyetinde bulunduğu bir diğer saha da şudur:Tiyatro hayatını, dram sanatını ilgilendiren her şey için, meselâ, toplumhayatında tiyatro hayatının yerinin ne olduğunu bilmek icap eder. Halkıntemâşâ salonlarına devamını ölçmek, tiyatroların fiatını ve netice itibariyle,tiyatrosu ödenebilen sosyal grupları tanımak gerekir. Fakat burada da daimakaliteli tahlilinin, kemmiyet tahlilini gözetmesi ve onu yönetmesi gerekmektedir.Bir tiyotra piyesinin şöhreti, ona gösterilen ilgi, falan temsil için satılanbiletlerin sayısıyle ölçülemez; bilhassa XVIII. asır için bu söz <strong>konusu</strong>olamaz, zira bu dönemde, zorunlu olarak, temaşaya katılmaksızın tiyatroyaabone olunuyordu. Benim şehrim olan Montpellier'de, bu âdet hâlâ yürürlüktedir;öyle ki, bâzı oyunları seyretmek isteyen talebeler yer bulamadıklarıhâlde, temsil yarı boş bir salon Önünde yapılmaktadır; fakat boş yerler,abonelerin yeridir. Bu durum, XVIII. asırda son derece yaygındı.Tiyatroların maddî hayatını, şehirlere tiyatro binalarının yapılışını, butiyatroların mimarîlerini, sahneleri içinde tekâmülünü, onları sahneleyenekiplerin teşekkülünü ve hayatını, salonlar anlayışı, dekorasyon, oyun ile,diğer taraftan, resim, mîmârî, müzik sanatlarının tarihi, yâni dram yazarınınmüşahhas tecrübesini ve dolaylı ve duygulu bir yolla, bizzat ilk oynanışınızorunlu olarak şartlandıran bu karmaşık bütünlüğün tamamı arasındamevcut olan son derece karmaşık münâsebetleri incelemek de cemiyettarihçisine aittir. Ancak, sebepler ve netice arasında bizzat, bu ilk temsilolan, mekanik bir münâsebet tesis etmek gerekmez. Tiyatro yazarının ortayakoyduğu ilk eserinin, etrafında varolan ve kendisini tesir altında tutan56


maddî şartlardan beklenen vasatî normlara uygun olmaması, fakat, aksine,bu vasatî normlarla tezat teşkil etmesi mümkündür —şahsen ben en uygunhallerde bile bu durumun yaygın olduğunu düşünüyorum—. Bununla birlikte,bu izafî orijinaliteyi takdir etmek için, vasatî normları ve netice itibariyle,saymış olduğum bütün maddî şartları tanımak gerekir. Edebiyat tarihçisinin,sosyal tarih tarafından incelenmesini görmek isteyeceği araştırmaprogramının bir kısmı işte budur.Yazarın toplumdaki yeri ile ilgili olarak, edebî eser telifinin bazı bakımlardanbir hususî çalışma örneği olduğu söylenebilir. Her çalışmadaolduğu gibi, o, fert ile dünya ve toplum arasındaki münâsebetleri meselehaline getirmektedir. O halde edebî eser te'lifi, —bu te'lif ister söz <strong>konusu</strong>yazar için belli başlı bir geçim vâsıtası veya aksine zevki için yapılan fazladanyahut meccani ve diğer geçim vâsıtalarını gerektiren bir faaliyet olsun-— cemiyet tarihçesini ilgilendirmektedir. XVIII. asır için, bu temel birmeseledir; zira, XVIII. asırdır ki, yazarların içtimaî vaziyetinde derin vekesin değişmeler meydana gelmiştir. Bir örnek verecek olursak, bir Diderot'nunveya bir Beaumarchais'nin yazar haklarının tanınması için yaptıklarısavaşı zikredebiliriz. Zira hâlâ o devirde yazarın içtimaî vaziyeti ve onunedebî telifinin mâihiyeti arasında zarurî ve mekanik bir bağlantı yoktur. Bununlabirlikte takdir edilebilmesi gerekli muayyen bir şartlandırma vardırve onu takdir edebilmek için, şartların önceden bilinmiş olması gerekir. Ohalde, incelenen denemde edebiyatla iştigal edenlerin vaziyetini, bu kişilerineserlerinin satıştan bekleyebildiklerini, —eğer varsa— koruyucularıyla, eserleriyayımlayan kitapçılarla, —tiyatro yazarı iseler— tiyatro ekipleriyle, vs..tesis ettikleri münâsebetleri incelemek icap eder. Diğer taraftan, yazarıncemiyet —bu defa cemiyeti dar anlamda kullanıyorum— hayatındaki yerini,salonlarda, edebiyat meclislerinde, akademilerde oynayabildiği rolü incelemekgerekir. Bu rolde, zaruri olarak gelir ve servete bağlı bulunmayan,fakat, XVIII. asırda yazarların başarısında ekseriya ehemmiyetli bir unsurolan itibarın büyük payı vardır. Bilhassa, şu veya bu esnada işlenmiş edebîtürler hiyerarşisini, kariyer üzerindeki, hattâ incelenen yazarların zevkleriüzerindeki söz <strong>konusu</strong> mertebeleşmenin doğrudan veya dolaylı neticeleriniincelemek gerekir. Özellikle kendilerini tanıtmak için akademik bir yol seçmişolan yazarları incelemek için böyle bir yaklaşım doğrudur.Edebiyat hayatında kadının yerini de incelemek icap eder; —buradada yine bilhassa XVIII. asrı düşünüyorum— eğer kadının bizzat kendisi yazarsa,kadınlardan belli bir bölümünün yaratıcı faaliyeti ve diğer taraftan,^amanın cemiyetinde kendilerine ayrılım* nevkî hususunda söz <strong>konusu</strong> kadınlarıntepkileri arasında tayin edilecek bir münâsebetin var olduğu görülmektedir.Zâten bu yer, sırf yaratan kadınlar için değil, yazma ilhamıveren kadınlar için de nazarı dikkate alınmak zorundadır. Kendi şahsiyetindeher iki tipi de temsil eden bir Juie de Lespinasse'ı düşünüyorum.57


BİR BAŞKA ÖMER'İN ÇOCUKLUĞUMetîn Kayahan ÖZGÜLBî-akl ü bî-sitâre vü meflûs u mendeburYokdur cihanda bir dahî ehl-i kalem gibi.NECATİÖmer Seyfeddîn'le ilgili pekçok şey söylendi, yazıldı; fakat onun yazar,düşünür ve idealist kişiliğinin dışına pek çıkılmadı. Ömer Beyden artakalanve adetâ birer fıkra hüviyeti kazanan hâtıralar, edebiyat sohbetlerinde lâfabal katmada kullanılırken, yazarın asıl çehresi, insan oluşu unutuldu. Onun;çocukluk, zabitlik, esirlik, kocalık, babalık cübbeleri altındaki şahsiyetiyle;bütün kişilik zaaf, tezat ve çatışmalarıyle Ömer Seyfeddîn olduğu hiç düşünülmedi.«Herkesin İçtiğî Su»dan içmeyen tek kişi oluşunun Ömer Bey üzerindekivicdanî ve fikrî sorumluluklarının, yükümlülüklerinin ağırlığı; buağır görev altında ezilen insan yönünün, ruhunun fırtınaları hep gözardıedildi. Yazarımız hakkında biyografik incelemeler yapan araştırmacılar da birruh otopsisi yapmak lüzumunu hissetmediler. Bu açığı kısmen bile olsa kapatmakgerektiğine inandığımdan, Ömer Seyfeddîn'in hayatının ilk devresindeki,çocukluk yıllarındaki ruhî değişim ve gelişimini, hikâyelerine yansıdığıbiçimiyle ele alıp amatörce incelemek istedim :Ömer Seyfeddîn; «Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı»(KAŞAĞI) diye tanıttığı Yüzbaşı Ömer ŞevM Efendi'nin oğludur. Baba; sert,katı ve gerektiğinde acımasız olabilen bir kişidir. Çocuk eğitiminde peder -şâhî bir düzenden yanadır. Yazar, ona karşı sevgiden çok, korku duymaktadır.Hikâyelerinde babasından çok az bahsetmesi, onu ya da ona âit bazı şeylerihatırlamak istemediğini gösteriyor olabilir. Buna karşılık; anne FatmaHanım'dan defalarca sevgiyle bahsedilmiştir : «...şimdi muhît-i tesellisindenne kadar uzak bulunduğum annem, dünyâda en sevdiğim, dünyâdayegâne perestiş ettiğim bu vücûd-ı muhterem...» (İLK NAMAZ).Yazarın çocukluk yılları büyük bir sevgi ağı içinde geçer. Bilhassa Gönenyıllarında annesi hep yanındadır. Daima oğlunun sol kaşının ucundan öperekuyandırır; bir bebek gibi pencerenin kenarına oturtup Ömerinin dersini tekrarettirir, sütünü içirir; çömelirse, «öyle yorulursun» diye altına iskemle koyar;bir parça korksa, dualar okutup korku damarlarına bastırır. Bu büyükilgiye rağmen Ömer, yine de küçük, zararsız yalanlarla ilgi çekmeğe çalışır:«...zavallı anneme her sabah ayılı rüyalar uydurur, iri, kuzgun bir ayınınbeni kapıp dağa götürdüğünü, ormandaki inine kapadığını, kollarımıbağladığını, burnumu, dudaklarımı yediğini, sonra Bayramiç yolundakisu değirmeninin çarkına attığını söyler, ona birçok 'hayırdırinşallah' dedirtirdim» (AND). Bu ilgi uyandırma çabaları da yetmez


küçük Ömer'e. Annesinin daima kendisi ile meşgul olmasını ister. Bunu sağlamakiçin de dikkat çekici davranışlarda bulunur. Meselâ; küçük bir martıyavrusunu elleriyle boğar. Kuşu öldürmesinin sebebi, bir anlık ilgisizliktir:«...gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanındaki hanımla gülüşerek konuşuyorlar.Benimle meşgul değil. Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunuyavaşça elimle tutuyorum. Bütün kuvvetimle sıkmağa başlıyorum»(ÎLK CİNAYET).Bu örnekte küçük bir çocuğun işlediği cinayet, bir yetişkinin benzer birolaya sebep olması dolayısıyle düşündüreceklerinden daha farklı intibalaruyandırmalıdır. Herşeyden önce, dört yaşındaki bir çocuk için ölüm, uykuile aynı mânâdadır. (Ömer Seyfeddîn'in, Ölümü daha sonraları, kardeşiHasan'ın kuşpalazmdan ölümü ile tanıyacağını hatırlatalım). Bu sebeple deçocuğa öldürmek bir suç olarak görünmez. Hattâ, kuşu sıkmakla onu öldürebileceğinidahî düşünmemiştir. Bundan dolayıdır ki; kuşu öldürdüğü için değil,annesini üzdüğü ve kızdırdığı için ağlamağa başlar. Nitekim, hikâyeyi kalemealdığı sıralarda da kulaklarında hâlâ annesinin sesi yankılanmaktdır :«Ah insafsız! diye beni azarlayan anneciğimin ezelî tevbihini duyargibi olurum» (ÎLK CİNAYET).Bu olayın bir başka cebhesi daha olabilir. O da; şuur ile şuur dışının çelişmesidir.Misâl olarak; hikâyede vicdan ile şuursuz suçluluk duygusu (birsuç işlediğinin farkında olmayan Ömer Seyfeddîn, annesi tarafından insafsızlıklaitham edildiği için suçlu olduğunu düşünür) çelişir. Aynı şekilde, güçlüolma şuuru ile şuursuz çaresizlik ve güçsüzlük duygusu) (kuşa karşı gücünühissediş) çelişir. Annesine karşı ise, sevmek bilinci ile bilinçsiz nefret duygusu(kendisiyle ilgilenmediği için annesinden o anlık nefret edebilir ve fakat, bunefretinin farkına varmayabilir) çelişir. Küçük çocuğun, bu çelişkiler arasındakiçarpışmadan rahatsız olduğu muhakkak; ama, bu rahatsızlığın sebeplerinibilmediği de kesin. Burada, FreUd'ün «kişi kendisinin farketmediği tazyik vegüdülerin etkisi altındadır» tezini akıldan çıkarmamak gerek.Aynı hikâyede gözden ırak tutulmaması elzem olan bir küçük sahne dahavardır. Yazar, annesinden sigarasını tutturduğu gümüş maşayı ister. O da«— Al, ama ağzına sürme!» tembihiyle maşasını verir. Ömer, annesine inat,ağzına sokar, ısırır. Bu, otoriteye ilk karşı çıkıştır ve iki sebebi olabilir :İlk ihtimâle göre; Erich Fromm'un bir iddiası isbat edilmektedir : «Dörtyaşındaki çocuklar artık tam çocuk değillerdir, ama bir yetişkin desayılamazlar. Bu ikilem içerisinde yetişkin bir insan olabilmenin özlemi»(FreUd Düşüncesinin Büyüklüğü Ve Şuurları, İst. - 1981, s: 52)içindedirler. Ömer de aynı duygular içinde, yetişkinliğini annesine kabul ettirmemücâdelesi içinde olabilir.İkinci ihtimâl biraz daha olağanüstüdür. Batılı psikologların şu sıralarepeyce sık kullanmağa başladıkları bir kavram : Reaction Formation (Türkçede«tepki teşekkülü» mü demeli?). Bu kavram; aşırı davranışların zıt ihtimâl-59


îeri doğurması, şeklinde açıklanabilir. Hikâyemize adapte edersek, Ömer'in annesinekarşı olan aşırı sevgisi altında aşırı nefreti yatıyor olabilir. Eğer bu ihtimâldoğru ise; tıpkı maşayı, annesi «ağzına sokma» dediği için dişlediği gibi,martıyı da «Eve götürelim, belki yaşar, ama sakın sıkma yavrum» dediği içinsıkmış olabilir.Ömer Seyfeddîn'in çocukluğu ile ilgili dikkat çeken bir başka konu da baba-oğulilişkileridir. Memuriyet gereği yanlarında fazla kalamayan babası,Ömer'de psiko-sosyal yönün gelişimini istemeyerek yavaşlatır. Konunun otoritelerindenProf. Dr. Atalay Yörükoğlu'na göre; «Babanın evden kısave uzun süreli ayrılıklarının bile çocukları olumsuz yönde etkilediğini' gösteren gözlemler vardır. Örneğin, baba askerlik ya da iş gereği ailedenuzun süre ayrı düştüğünde, özellikle erkek çocukların oku] başarılarınındüştüğü, daha güvensiz ve anneye daha bağımlı olduklarıdavranışlarının bozulduğu saptanmıştır. Babanın ayrılığı okul öncesiyıllara rastlarsa, çocuk erkek kimliğini kazanmakta geri kalır» )ÇocukRuh Sağlığı, 3. bs. Ank. - 1980, s: 163). Hikâyeler içinde, bu iddiayıgüçlendirecek birkaç örnek varsa da biz bunlardan en çarpıcı olanını vermekleyetinelim. Seçtiğimiz örnek, Ömer'in kendine cinsî kimlik seçiminde annesinimodel alması bakımından ilginçtir :«O, iftitah tekbirini ellerini omuzlarına kaldırarak kadın gibi yaparken,ben de gayr-ı ihtiyarî onu taklit etmiştim. Sünneti bitirdiktensonra, bana gözlerinin nûşin ve nafiz bir tebessümüyle gülerek,— Yavrum — demişti — sen kadınj mısın?... Kadınlar öyle başlar,sen erkeksin, ellerini kulaklarına götüreceksin.Ve hararetli elleriyle benim küçük ellerimi kulaklarıma kaldırarak,«İşte böyle...» diyerek erkek iftitâhını öğretti. Ben de tekbiri öylealıp annemden farkımı, niçin erkek olduğumu, erkekliğin ne olduğunu,erkek olmanın yalnız küçük kızları dövmek ve onlara hâkim olmaktanbaşka da farkları olacağını düşünerek namazı bitirdim» (İLKNAMAZ).Görüldüğü gibi; çocuğun kafasında, cinsiyetine dâir çözemediği problemler,cevaplayamadığı sorular vardır. Bütün meseleleri, babayı izleyerek, erkeğive erkekliği öğrenerek halledebilecektir; fakat, baba ortada yoktur. Kadınlardankurulu anne — Hizmetçi Pervin — Âbil Ana üçgeni içinde kalan Ömer,onlardan etkilenmiş; kazandığı davranışlar arasından karşı cinse âit olanlarıannesi düzeltmeğe çalışmıştır. Yüzbaşı Ömer Şevkî Efendi ise; uzun takiplerden,zorlu görevlerden fırsat buldukça oğlunu gözler, gördüklerini eleştirir; fakat,doğru olanı göstermeğe kalkışmaz. Ömer Seyfeddîn büyüdükçe arkadaşlarını,Dadaruh'u diğer Çerkeş köylülerini, geldikçe de babasını izlemeğe ve onlargibi davranmağa çalışır. Köylüler yarı haydut, Dadaruh çok meşgul, baba serttir.Ev basmak, kız kaçırmak, dağa çıkmak, kan dâvası gütmek gibi olaylarınsıradan hâle geldiği bu ortamda Ömer Seyfeddîn, kişiliğinin hamurunu yoğu-


ur. Sonraları kendini tahlil etmeğe çalışırken o yılların ve o insanların ruhundabıraktıkları izleri farkedecektir : «Niçin dâima vurmak, kırmak, kapmak,kaçmak, karşı gelmek, öldürmek, isyan etmek isteyen bir temayülleyaşıyorum? îlk terbiyemin tesiri mi?» (NAKARAT).Yazarımızın üzerinde babasının ölümsüz etkisini bir başka yönde dahagörmek mümkündür ki; o da meslek seçimidir. Ömer Seyfeddîn, kelimenin tammânâsıyle «el bebek, gül bebek» büyütülmüş, hassas, duyarlılığı fazla bir çocuktur.Annesinin dîvanlarını karıştırmayı, Âbil Ana'dan masallar dinlemeyi,tabiate ve çevresine bakmayı — hem de görerek bakmayı — (üzerinden yirmisene geçtikten sonra, 4 - 5 yaşlarında iken hafızasına yerleşen Gönen'i en küçükayrıntısına kadar hatırlaması, onun görmeyi bildiğini göstermez mi?),şiirler karalamayı sevmesi, ondaki temayülleri yeteri kadar gösterir. Bunarağmen ; Ömer Şevki Efendi, oğlunun da kendisi gibi sert, disipline düşkün,mücadeleci bir zabit olmasını ister ve bu maksatla dokuz yaşındaki oğlunuEyûb Askerî Rüşdiyesi'ne yatılı olarak kaydettirir. Bu olay, Ömer'in ruh dünyasınıüç yönden karıştırır. İlki, asker olmak istemediği için ( İki defa askerliktenayrılması, bu isteksizliğin derecesini açıklamağa yeter. Buna rağmen;mükemmel bir asker olarak önemli yararlıklar gösterir); ikincisi, çok bağlıolduğu annesinden ilk defa, hem de daha dokuz yaşında ayrılmak zorundakaldığı için; sonuncusu da bir yatılı okulda adetâ mahpus hayatı yaşayacağıiçin (Daha etraflıca bilgi almak için bkz. Cezmi T. Berktin — Öğrenci Problemleri,Ank. - 1974) ... Çocuk, babasının arzusunu ön plâna almak için kendieğilimlerini, yatkınlıklarını, sevgi ve beğenisini bastırmağa çalışır. Kişinin,kendi yapısına ters bir karakter geliştirmek zorunda bırakılışı nevrozlarınkaynağıdır. Aynı tehlike Ömer Seyfeddîn için de başgösterir ve Ömer, içindekopan kasırgayı dışa vurarak deşarj olabileceği bir yol bulur; spora başlar.Kısa zamanda acı kuvvetini okula kabul ettirir. Bu arada şiir ve dram sanatıylede ilgilenmekten kendini alamamaktadır. O yıllardaki ruh kişiliğini sonralarıyazar da itiraf eder : Mektepte «İki benliğim vardı: Biri sanatkâr,şâir... Öteki: Mihaniki, hissiz bir adam! Bu mihaniki adam çok kuvvetliydi»(İLK DÜŞEN AK).Biri Ömer Seyfeddîn'in olmak istediği, olmağa çalıştığı benliği; diğeri,babasının istediği kişiliği.İşte Ömer Seyfeddîn'in çocukluğu. Dostoyevski'nin «Yazarı aramayın. O,kahramanların birinde gizlidir» sözünden yola çıkıp eserleri yardımıyle yazarımızınçocuk ruhunu görmeğe çalıştım. Görebildim mi, gösterebildim mi?Bilmiyorum.Hamiş : Yanlış birşeyler söydimse, yazdımsa, hakkımda kötü düşünmeyin can-Hamiş : Yanlış birşeyler söyledimse, yazdımsa, hakkımda kötü düşünmeyin cancağızım.Cahilliğime verin. Hiç insan, tanışının arkasından kötü konuşur mu?Evet, «tanış» dedim. Siz, Sadık Tural hocanın «Ömer Ağabeyi», benim Ukba'-dan dostum değil misiniz?61


ŞARKIArtık yetişir ey sevgi gül nâz ile kahrın,Zulmün ile diller yine viraneye döndü.Hor görme şu Ferhâd ile jMecnûnu sakın,Aşkın ile dağ, çöl deli dîvâneye döndü.Âşıklarının sinesi gamhâneye döndüNeyler ile meyler ile meyhaneye döndü.Aldandı yazık al yanağın nârına birdenHercai gönül boş yere (pervaneye döndüVuslat umarak (geçti yazık (günleri ısendenAşkın yine iellerdeki peymâneye döndü.Âşıklarının sinesi gamhâneye döndüNeyler ile meyler ile meyhaneye döndü.Nejat SEFERClOĞLIT


TÜRK DİLİHAKKINDADr. Bilge ERCİLASUN'laMülakat Tülin DENİZ— Sayın Hocam, sizin sahanız «Yeni Türk Edebiyatı» olduğundanTürkçeyle ilgili sorularımı bu alanda yoğunlaştırmakistiyorum. Konuya bir giriş yapmak için, Tanzimatsonrasından «Servet-i Fünûn»a kadar yazı dilimizin gösterdiğideğişiklikleri kısaca anlatır mısınız?— Tanzimatla birlikte edebiyatımız sosyal bir muhteva kazanır.Tanzimatın birinci nesli Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal; ikinci nesliRecaizade Ekrem, Abdülhak Hamid'ten ibarettir. Şinasi ile sade nesir başlar.Namık Kemal ve Hamid sanatkârane nesri geliştirdiler. Ahmet Mithat ise halkıokumaya alıştırmak gayesiyle sade bir dille yazar. Birinci nesil gazetecidir,geniş kitleye hitap eder, sosyal ve aktif bir edebiyat yaratırlar. İkinci nesilise edebiyatta ferdî ve estetik bir gaye ararlar. Fakat bütün hepsinin dilindebirçok müşterek unsur vardır. Bir kere hürriyet, vatan gibi sosyal kavramlardile girmiştir. Bu devrin edebî dili Divan Edebiyatının dilinden çok farklıdır.Çünkü hayata bakış değişmiştir. Düşünceler değişince dil de değişir. Dil düşüncelerinifadesidir. Bu devirde ferdî meseleler de geniş olarak ele alınır,însan üzerinde düşünüş başlar. Bütün bu yeni ve çeşitli düşünceler, edebî türlerdegörülür. Mazmunlar, mücerret benzetmeli ifadeler bırakılmış, cümlededüşünce ve duygu ön plâna geçmiştir. Nesir cümlesinin kurulmasında Şina-(*) Dr. Bilge Ercilasun 1945 de İstanbul'da doğdu. 1962'de İstanbul KızLisesini; 1967'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve EdebiyatıBölümünü bitirdi. 1968-1973 yılları arasında Erzurum Erkek Lisesinde ve AnkaraYüksek Öğretmen Okulunda edebiyat öğretmenliği yaptı. 1973'te HacettepeÜniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne Yeni Türk Edebiyatı Asistanıoldu. 1975'de Bilim Uzmanlığı (Master). 1979'da doktora derecesini aldı. 1976-1977 arasında A.B.D. Washington Üniversitesinde misafir araştırmacı olarakbulundu. «Servet-i Fünûn'da Edebî Tenkit» adlı doktora tezi 1981'de KültürBakanlığı tarafmdan neşredildi.63


si'nin rolü büyüktür. Edebiyatımız Servet-i Fünûn devrine sosyal ve ferdîkavramlar bakımından hazırlıklı olarak girer. Cemiyetle ve insanla ilgili bütünkavramlar artık edebiyatımıza girmiş, derinlemesine olmasa bile genişlemesinedüşünce başlamıştır. Bu devirde kavramlar ve düşünceler Batıdandoğrudan doğruya girmiştir.— Servet-i Fünûn dönemi sizin doktora çalışmanızdı. Budönemde yazı dilinin konuşma dilinden ayrıldığı görülüyor;bunun sebebleri nelerdir?— Servet-i Fünûn devrinde yazı dili konuşma dilinden tamamenayrılmıştır dersek bu yanlış olur. Çünkü bu devirde edebiyat sadeceServet-i Fünûn'dan ibaret değil, Yalnız Servet-i Fünun'cularm eserlerinde sunibir dil görülür. Bu devirde yalnız Servet-i Fünûncular varmış gibi gözükmesininsebebi onların kuvvetli bir edebiyat yaratmalarıdır.Servet-i Fünûn teferruata meraklıdır. Teferruat üzerinde düşünüş, ayrıntılarıişleyiş dili zengişleştirir. Servet-i Fünûncular kendi devirlerinde ve dahasonra benimsenmemelerine rağmen pek çok konuda haklı ve şuurludurlardil <strong>konusu</strong> hariç. Dilde yanlış bir yol tutmalarının birkaç sebebi var: Fransızsentaksının tesirinde kalmaları, dil <strong>konusu</strong>ndaki bilgilerinin yanlış olması...Yoksa hareket noktaları yine haklıdır. Onlar dilde zenginliği savundular, birkavramın birden çok adı olduğunu söylediler, bunlardan en ahenkli olanıseçmeye ve kullanmaya çalıştılar. Bunun için lügatlardan buldukları ölükelimeleri şiirlerinde kullandılar. (Dilde Arkaizm yanlış bir yoldur. Ancaksanatkâr dilediği kelimeyi seçmekte hürdür ve isterse, başarırsa kelimeyidiriltebilir de.) Fakat Arapça ile Farsça'yı da Osmanlıcanm kaynakları kabulettiler ve eski Arapça, Farsça kelimeleri kullanmakta bir mahzur görmediler.(Halbuki Osmanlıca Arapça, Farsça unsurları içine alsa da Türkçe'nin tarihidevrelerinden birisidir. Servet-i Fünûncular ise Osmanlıca'yı Türkçe, Arapça,Farsça'dan meydana gelmiş bir dil zannediyorlardı.) Böylece yanlış bir yoltutmuş oldular. Yalnız kendilerinin anlayabildiği ve zevk alabildiği kapalı biredebiyat yarattılar. Onun için söyledikleri arasında birçok haklı noktada gözdenkaçtı, anlaşılmadı. Fakat bu devir kısa sürdü: Beş yıl. 1901'den sonraServet-i Fünûncular'm yaşadıkları devrin diline uygun eserler verdiklerini görüyoruz.Yalnız Cenap Osmanlıca'da ısrar etti ve sadeleşmeye sonuna kadarmuhalif kaldı. Fakat onlar inhisarcı ve müdahaleci değildiler. Bu devirde birdenfazla edebiyatın varlığını kabul ediyorlardı, kimseyi tenkit etmiyorlar,hücumlar onlara karşı yapılıyordu, edebiyatın bir seviye meselesi olduğunainanıyorlar, bu seviyeyi üstün tutmaya çalışıyorlardı. Ayrıca teknik ve estetikyönden de çok kuvvetliydiler. Bundan dolayı yaptıkları yenilikler büyükyankılara yol açıyordu.64


— Efendim bilindiği gibi 1908lerden sonra konuşma dilinimodel alarak yazı dilini sadeleştirme hareketi olaraknitelendirebileceğimiz bir faaliyet başlamış ve tesirli deolmuştu. Bu hareketin de bir değerlendirmesini yapar mısınız?— Önce şunu belirtmek gerekir. Edebî dilde ölçü, hiçbirzaman yazı dili ile konuşma dilinin aynı olması değildir. Eğer böyle olursao edebiyat hiçbir şey kazanmaz Konuşma dili daima mahduttur, yazı diliise zengin, çeşitli ve çok yönlüdür. 1908'den sonraki dil hareketi gerekliydi vegerektiği gibi de oldu. Bu sadeleşme birinci derecede yabancı kuralların, ikinciderecede Türkçe'de karşılığı bulunan yabancı kelimelerin atılmasına dayanıyordu.İstenilen Türkçe'ye çok kısa zamanda ulaşıldı. Türkçe romanlar, hikâyeler,şiirler yazıldı. îknci Meşrutiyet devri edebiyatımızın en zengin devresioldu. En önemlisi cümleler birden bire kısaldı. Tanzimat, Servet-i Fünûndevri cümleleriyle 1908'den sonraki cümleler arasmda epey fark vardır. 1908'den sonraki cümleler uzunluk ve yapı bakımından bugünküne da,ha yakındır.Bu işin bu kadar çabuk olması dildeki yabancı unsurların, Türkçe'nin yapısına,âhengine, özelliklerine uygun olmayışındandır. 1908'de başlayan sadeleşmehareketinin birinci safhası hemen tamamlanmış, ikinci ve daha mühim safhayahâlâ geçilememiştir. Yapılacak ilk iş atmak ve ayıklamaktı, onu yaptık;bu iş o kadar hoşumuza gitti ki^ 60 yıldır hâlâ atmaktayız. Bir yazarımız «fazlalarıatalım, lâkin önce hangileri fazladır, bugün hepimizin kullandığı dildeneler fazla geliyor da atılmak isteniyor?» diyor. Bu söz bana çok dokunur. Bukadar yıldır kelime ayıklıyoruz, artık gençlerimiz konuşmasını unuttular, meramlarınıanlatamaz oldular, «bastığı yerde gül bitmek» gibi deyimlerimiziaçıklayamıyorlar, bilmiyorlar. İkinci yapılacak iş dilimizi zenginleştirmek, yânikelime türetmek ,kelime almak, dilimize maletmek olmalıdır.— Cumhuriyet devrinin bazı dönemlerinde devlet eliyledilde özleştirme faaliyetleri desteklenmiş, bazı dönemlerindeise Yaşayan Türkçe tercih edilmiştir. Yaşayan Türkçe'ninses ve mâna düzeninin yeni yetişen nesillere öğretilebilmesiiçin, Millî Eğitim Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklartarafından neler yapılabilir?— Dil nasıl zenginleşir? Bu konuda devlet, TRT ve basın,yazarlar ne yapabilirler? Bu konuda aklıma gelenleri şöyle özetleyebilirim :1 — Dilciler, ama yalnız dilciler, kelime ve terimleri incelemeli, Batıdangelen kelimelere, kavramlara karşılık aramalıdırlar; dilimiz üzerinde düşünmeli,dilimizin karşılaştığı problemlerin tahlüini ve yorumunu yapmalıdırlar.Onların kararlarını devlet de benimsemelidir,65^


2 — Dünya edebiyatının klâsik eserleri dilimize güzel bir Türkçe ile çevrilmelidir.3 — 1928'den önceki eserler kütüphanelerden taranmalı, tesbit edilmeli,bugünkü Türkçe ile yayınlanmalıdır. (Bunun için de tercüme için de genişbir ekip gerekir.) \4 — Sanatkârlar zengin ve geniş bir Türkçe kullanmalı, bol bol eser vermelidirler.Bu dediklerim uzun vadeli işlerdir öyle birkaç yılda bitecek şey değildir.Ama sağlam bir nesil yetiştirmek istiyorsak mutlaka bunları yapmalıyız. Ayrıcabu işleri sadece yapmak da yetmez. Meselâ Batıdan tercümeler yapılmıştırama bunları kaç kişi okumaktadır. Eserlerin basımını, dağıtımını kolaylaştırmak,bazılarını ders kitaplarına koymak, TV'de dizi filimler haline getirmekgibi... Yâni edebiyatımızı belki öğreniyoruz ama onu yaşamıyoruz, onuhayatımızın bir parçası haline getirmek lâzımdır.Dil edebî eserlerle zenginleşir ve ilerler. Dil zevki olmayan bir toplumdasanatkâr da yetişemez. Tabiî sanatkârın yetişmesini teşvik etmek, onu tanıtmak<strong>konusu</strong>nda devlet yardımcı olursa daha iyi olur.— Efendim bakanlıkların yaıusıra tesir güçlerini de dikkatealırsak TRTnin ve başta gazeteler olmak üzere basın'uı,Türkçe'nin geliştirilmesinde üzerlerine düşen bazıgörevler yok mudur?— Tabiî ki vardır. Türkçe bugün zayıf ve yetersiz bir dilhaline gelmiştir. Batıdan birçok kavram giriyor dilimize, karşılık bulamıyoruz,beğenmediğimiz Osmanlıca'da çoğunun karşılığı var. Dilimizi kullanmıyoruzki gelişsin, zenginleşsin. Asrın başında İngilizce bu kadar zengin miydi?Hayır. O kadar çok kullanıldı ki işlek ve zengin bir dil oldu. Her eserçıkar çıkmaz İngilizce'ye tercüme ediliyor. Başka dile hiç lüzum yok. Böylebir dil tabiî ki gelişecektir. Hiç değilse Türkçe için, İngilizce'nin bu gelişiminimodel alabilirdik; almadık, almıyoruz. Bugün artık doğruyu bilmek ve yazmakyetmiyor. Kısa zamanda yaygınlaştırmak, tanıtmak lâzım. Bu da TRTve basın gibi «kitle iletişim araçları»nm vazifesi.— Sizin de belirttiğiniz gibi basm-yayın organlarının dilingelişmesindeki yeri önemlidir. Acaba dilin gelişmesindesanatın ve sanatçının da ayrı bir yeri var mıdır? Sanatçınınbu alandaki misyonu nedir?— Bir cemiyet sanatla, sanatkârlarıyla yükselir. Herkessanatkâr olamaz. Ama herkes, sanattan anlayan, sanat zevki olan bir kişi ola-


ak yetiştirilebilir. Tabiî bu da eğitim ve öğretim yoluyla olur. Bir cemiyetinüstün ve çok edebiyatçısı varsa bile müdahaleye pek de ihtiyaç duyulmayacaktır.Çünkü zengin ve ahenkli dili zaten sanatkâr yaratacak, benimsetecektir.— Efendim, Nurullah Ataç bir yazısında (Dil Üzerine BirBeti, Aıık. 1962, s. 43) Divan edebiyatını, halk edebiyatınıbüsbütün bırakmalı, çocuklarımıza öğretmemeliyiz, bunadevam edersek doğulu olmaktan kurtulamayacağız diyor.Yâni Batılılaşmak için eski edebiyatımızdan kopmamızgerekiyormuş. Siz ne dersiniz?— Bu soru bana bir espriyi hatırlattı : Adamın biri «Muaviye'ninkızları Halep'te öldükleri zaman...» diye söze başlamış. Arkadaşı sözünükesmiş : «Ben bunun neresini düzelteyim? Bir kere Muaviye değil Ali, kızlarıdeğil oğulları, Halep değil Kerbelâ..» demiş. Ben de bu sorunun neresindenbaşlayacağımı şaşırdım. Bir kere Batılılaşmak ne demek? Bunu tam anlıyormuyuz? Batılılaştığımız zaman işler hallolacak mı? En önemlisi Batıyı biliyormuyuz, anlıyor muyuz? Bir cemiyet iki yüz sene Batılılaşmak istiyorum derde Batılılaşmazsa ne yapmalıdır? Bir kere kelime yanlış. Bir şey olmak istiyoruzama daha o şeyin adını koyamamışız. Batılılaşmak, yenileşmek, medenileşmek,çağdaşlaşmak... Bunların hangisi? Terimde, kavramda anlaşamayıncaneticeye de varamıyoruz tabiî. Mademki herkes bir başka şey söylüyor ben demodernleşmek diyeyim. Modern değil miyiz? Bence değiliz. Pek çok bakımdaneksik ve geriyiz.İkincisi, bir milletin meselâ edebiyatının falan devresini atması, yok farzetmesimümkün mü? Tabiî mümkün ama bu Nasrettin Hoca'nm abdestsiznamaz kılmasına benzer. İngiliz, Shakespeare'i yok farzetmiş midir? Japonya,kimonosonu atmış veya dinini değiştirmiş midir? Bukalemunluk ayrı şeydir,gerçekten ilerlemeyi istemek ayrı şey... Ayrıca taklitle hiçbir milletin yaşadığıçağa ayak uydurduğu, büyük devlet olduğu da görülmemiştir. Doğulu olmakilerlemeye, hamleye mâni midir? Biz bugün okullarımızda Divan ve Halk edebiyatınıöğretiyor muyuz? Yâni öğreniyorlar ve benimsiyorlar mı? Not almakiçin öğrenip hemen unutuveriyorlar. Yâni zaten bilmiyorlar.. Bugün biz Batılımıyız, Doğulu mu? Hiç biri değiliz. Çünkü ikisinin de bir görüşü, bir hayataakışı, felsefesi var. Biz boşlukta sallanıyoruz, inanacak, üzerinde düşünecekhiçbir şeyimiz kalmadı diyebiliriz. Belli bir seviyede olsaydık Atac'm yukardakisözünü bile tartışmak mümkündü.— Sayın Hocam, şöyle bir görüş var: «Edebiyat kitaplarındakiOsmanlıca terimler Türkçeye çevrilirse, metin eskihavasını yitirmez, zevki de kalır. Çünkü genç öğrenci Osmanlıcazevki ile yetişmediği için zaten metnin zevkinevaramaz» deniyor. (Cahit Öztelli) Bu ne derece doğrudur?67


— Bu söz doğru olabilir ama bir tek Osmanlıca yokturki... Evvelâ her devrin ayrı bir dili vardır, ikincisi yazarların dilleri de ayrıdır.Eski metinleri bugünün gençliğine nasıl vereceğiz? Bunun birkaç yolu var.Şartlara göre bunların hepsi kullanılabilir :1 — Kelimeleri değiştirip, cümleleri aynen bırakmak.2 — Kelimelerin bugünkü karşılıklarını sayfanın altına veya bir sonrakisayfaya yazmak. (Shakespeare'in! eserleri bazan okullarda öğrenciye bu şekildeveriliyor)3 — Kitabın sonuna bir sözlük koymak.— Son olarak, okullarımızda Türkçe öğretimini daha verimlihâle getirmek ve Türkçe'yi içinde bulunduğu kargaşadan(kurtarmak için neler yapılabilir diye soracağım. Busoru çok uzun cevap gerektirebilir; ana hatlarıyla belirtirsenizmemnun olurum*— Bu dediklerim yapılsa okullardaki Türkçede daha verimlive sevimli hâle gelecektir. Türkçe'yi içinde bulunduğu kargaşadan kurtarmakiçinse yapılması gereken birçok şey var. Bunların bir kısmına temasetmiş bulunuyorum. Temas etmediğimiz bir konu kaldı. Türkçe'nin meselelerinihâlletmek için yapılacak işlerden birisi de dil bilginlerinden meydana gelecekbir dil akademisi kurmaktır. Böyle bir akademinin kurulması Türkçe'niniçinde bulunduğu perişanlıktan kurtarılması ve zenginleştirilmesi yolunda atılmışçok büyük bir adım olacaktır.68


GAYE (*)İrademinağasıyam,Akidemin (1) kölesiyem.Akidemin yolunda da ölesiyem (2).Niçin, nece (3) yaşamağı o, öğredip (4),Hayatımı mânâ ile nakışladı.Meni mene tanıtdırıp (5),Meni böyük bir vetene bağışladı.Gaye ki var (6), kimi içün - hayat yolu.Kimi içün - tapmacadır (7).Bu dünyanı derk edençün (8)Hayatdan da o, ucadır (9).Başım üste dalgalananO bayrağınkölgesindeÖlüm bile hoştur mene.Ömrüm, günüm gurban olaÖlümü de hayat gadarMene güzel gösterene!(*)Şâirin, Açılan Seherlere Salam,(Baku, 1979) isimli kitabından yayınahazırlayan Ali Keskin.(1) İdealimin, Ülkümün.(2) Ölebilenim.(3) Niçin, nasıl.(4) Öğretmiş (belletti.)(5) Bana tanıştırdı.(6) «Gaye var ki,»(7) Bulmacadır.(8) Anlayan için.(9) Yüksektir.Mart, 1978Bahtiyar VAHABZADE69


70Babası Kıbrıs'ın Magosa Kazasının Büyük Konuk KöyündenSefer ve Dudu'nun oğulları Mehmet Ercilasun'dur. Annesi Kastamonu'nunDevrekani ilçesi, Şeydiler Nahiyesi, Demirciözü KöyündenHalil ve Şerife'inin kızları Cemile Hanım'dır.Ahmet Biean Ercilasun 8 Şubat 1943'te İzmir'de doğdu. 1948-1951 yılları arasında Kıbrıs'ta oturduklarından ilk tahsiline buradakiBüyük Konuk İlkokulunda başladı. 1951'de İzmir'e göçtüler. İlkokulun2.-5. sınıflarım İzmir'in Topaltı İlkokulunda okudu. 1955yılında İzmir İmam-Hatip Okulu'na girdi. 1956 Ekimin'de annesinikaybetti. İmam-Hatip Okulu'nun dört yıllık orta kısmını 1959'da,üç yıllık lise kısmını 1962'de bitirdi. Fark imtihanlarım vererek1963'te Edremit Lisesi'nden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi.1965-1967 yılları arasmda Ömer Lütfü Barkan'ın idaresindeki «Türkİktisat Tarihi Ensttiüsü»nde uzman olarak tahrir defterleri üzerindeçalıştı. 1967 Haziran'ında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdive aynı yıl Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, TürkDili ve Edebiyatı Bölümünde Türk Dili asistanı oldu. 1968 Nisan'mdaBilge Yolalan ile evlendi, 1967-1971 yılları arasında Atatürk ÜniversitesindeTürkiye Türkçesi, Orhun Türkçesi, Uygurca ve Osmanlıcadersleri verdi. Kars'ı köy köy dolaşarak derlediği malzemeleredayanan «Kars İli Ağızları - Ses Bilgisi» adlı doktora tezini de buüniversitede 1971 yılında tamamladı. 1971 Ağustosu sonunda Ha-


cettepe Üniversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, (şimdiEdebiyat Fakültesi) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olarakgeçti. Bir süre sonra öğretim görevliliğine tayin edildi. 1972Nisanı ile 1973 Eylülü arasında askerlik görevini yerine getirdi. Bugörev sırasında 1972-1973 ders yılında Ankara'da Jandarma AstsubatOkulu'nda edebiyat hocalığı yaptı. 1973 Eylülü'nde HacettepeÜniversitesindeki eski görevine tekrar tayin edildi. 1976 Haziranıile 1977 Ağustosu arasında ABD Waşington Üniversitesinde misafiraraştırıcı olarak bulundu. «Kutadgu Biligde Fiil» adlı tezi ile 1979da doçent oldu. 1971'den beri Hacettepe Üniversitesinde TürkiyeTürkçesi, Anadolu ve Rumeli Ağızları, Osmanlıca, Orta Türkçe(Karahanlı, Eski Anadolu, Harzem ve Kıpçak, Çağatay Türkçeleri),Türk Dili Tarihi, Türkçenin Yapısı, Azeri Türkçesi, Özbek Türkçesigibi dersler vermektedir. 1982 yılında Gazi Üniversitesi, GaziEğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü başkanlığına getirilmiştir.Ahmet B. Ercilasun'un basılmış iki eseri vardır. «Arpaçay KöylerindenDerlemeler», Prof. Dr. Selâhattin Olcay ve Dr. Ensar Aslan'labirlikte hazırlanmıştır. «Bugünkü Türk Alfabeleri» adlı ikiciltlik eseri ise 1977'de Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır. Çeşitlidergi, gazete ve ansiklopedüerde (Türk Kültürü, Türk KültürüAraştırmaları, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Töre, Millî Eğitimve Kültür, Yeni Sözcü, Yeni Düşünce, Doğuş, Türk Edebiyatı, OrtaDoğu, Tercüman, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi) Türk dili,edebiyatı ve kültürü ile ilgili yazı ve araştırmaları neşredilmiştir.İngilizce bilen Ercilasun'un eşi Yrd. Doç. Bilge Ercilasun, YeniTürk Edebiyatı öğretim üyesidir. Satuğ Buğra ve Konuralp adlıiki çocukları vardır.İlmî neticelerin millî şuurla yıkanmış bir tarzda sunulması <strong>konusu</strong>ndakihassasiyetiyle tanınan Ercilasun'un, öğrencilik yıllarıentellektüel muhitler içinde geçmiştir.Kısa cümelelerden oluşan üs lubu ile dikkati çeken Doç. Dr.A. B. Ercilasun'un, «Ercilasun» imzasıyle yayınlanmış şiirleri debulunmaktadır.İlmî ve fikrî yazılarında ciddi ve hattâ asık yüzlü bir araştırıcıhüviyetiyle karşımıza çıkan Doç. Dr. Ahmet B. Ercilasun, günlüksohbetlerinde nükteden hattâ alaydan hoşlanan canlı bir üslûp sahipliğiile şöhret bulmuştur.Değerli ilim ve fikir adamımıza nice başarılı yıllar diliyor;TÖRE olarak, bitmeyen enerjisi ile Ercüasun'un yazılarını beklediğimizitekrarlıyoruz.71


YUNUS'U TAHMtSBenden bunca zaman sonra geri kalan biçmiş gibiYakın varup eriştiğim uzaklara kaçmış gibiHep geriye dönmek ister guyâ gitmek güçmüş gibi«Geldi geçdi ömrüm benüm şol yil esüp geçmiş gibiHele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi»Ya bu kısa gelen işde hesabımuz kabarukdurBunda sen uyursun amma muhasibler uyanukdurEni sonu bir faniye beka isteyen alukdur«İş bu söze HAK tanukdur bu can gövdeye konukdurBir gün ola çıka gide kafesden kuş uçmış gibi»Virmesen de bedenini altun gümüş ya inciyeBu pazarlık katî durur geri kalmaz ikinciyeVakt olur sana sormadan teslim ederler sînciye«Miskin adem oğlanım benzetmişler ekinciyeKimi biter kimi yiter yire tohum saçmış gibi»Anlayanadur lafumuz duymayana yoktur sözümGönül gözü görmeyince buz keserken arsuz yüzümTefekkürün şiddetlinden kıp-kırmızı canlı közüm«Bu dünyada bir nesneye yanar içüm köynür özümYiğid iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi»Şol aklınla ölçüp-biçüp sen bu sırra erdün iseTâ içerden tevbe eyle bir günaha girdün iseİyilikle sevâb durur «ne götürem?» derdün ise«Bir hastaya vardun ise bir içim (su) verdün iseYarın anda karşu gele Hak şarabın içmiş gibi»Mustafa AYKUTLUĞ72


TÜRKLERİN ESKİ DİNİHANİFLIKDr. A. Vehbi ECERDünyanın birçok yerinde olduğu gibi —İslâm öncesinde— Hicaz bölgesindede Tanrı'nın birliğine inanan bazı kimseler ortaya çıkmış ve bunlarputlara tapmayışlarıyla dikkati çekmişlerdi. Faziletli yaşayışları ve Kabe'ninyapıcısı, Arapların en büyük atası olarak bilinen Hz. ibrahim Peygamberindinine bağlılıklarım iddia ile çevrelerinde saygı uyandırmışlardı. Bunlar kendiinançlarına Haniflik diyorlardı, Haniflik hakkında en eski dinler tarihikaynaklarından biri olan Abdülkerim eş-Şehristânî'nin «EL-MİLEL VE'N-NÎ-HAL» (Dinler ve Mezhepler) adlı kitabında şöyle bir cümleye rastlıyoruz :«Hz. ibrahim zamanında iki sınıf insan vardı. Bunlardan birincisi Sâbîî'-ler, ikincisi Hanif lerdi» (1).O halde en eski dinlerden olduğu kabul edilen Haniflik nedir? Hanif kelimesininlügat anlamı «muvahhid» yani tek Tanrıya inanandır. 1963 yılındabu konuda bir makalesi yayınlanan Prof. Dr. ismail Cerrahoğlu'na göre Hanif: « Esnam ve Evsân'a tapmaktan ve bâtıl akidelerden sakınarak bütünpeygamberlerin yaptıkları gibi tevhid, ihlâs ve doğruluktan aynlmayarak Allanındininde toplanmaya çalışmaktır. Türkçede bu kelime hakperest, doğruyayönelen... diye tercüme edilebilir. O halde Haniflik, Hz. İbrahim dini vemilleti vasfı olarak anlaşılmakla beraber yalnız ona mahsus değil, umumiyetlemüşrikliğin zıddı olarak bütün Peygamberlerin tevhid ve ihlâs dininin unvanıolmuştur (2)».Kur'an-ı Kerim'de Hanif dini ile ilgili birçok âyetler vardır (3). Bakarasuresinde : «Ey Muhammedi Hanif olan ve Ali aha eş koşanlardan olmayantbrahimin dinine uyarız, de. (Ayet/135)» âyetiyle Peygamberimizin hanif olduğubelirlenmiş oluyor. Hz. ibrahim araplarm saygı duydukları büyük atalarındanbiriydi. Ayrıca Kabe'nin, Hz. ibrahim tarafından yapıldığını da biliyorlardı.Kur'an-ı Kerimde Hz. ibrahim övülüyor. O'nun Hanif (doğruya yönelen)olduğu belirtiliyordu (Âl-i Imran/67). Gene Âl-i Imran Suresinde YüceAllah «Ey Muhammedi De ki : Allah doğru söyledi, doğruya meyleden(hanif olan) tbrahimin dinine uyun; o, puta tapanlardan değildi (Âyet/95) ».Haniflik islâm dinidir, bütün peygamberlerin getirdiği Tek Tanrıcılıktır. MerhumSeydişehirli Mahmut Esad, TARİH-İ DİN-İ İSLÂM adlı kitabında girişbölümünde şunları yazar :73


«Manif yalnız Allah-ı Vâhid'e (Tetk Tanrı'ya) inanıp Ö'nun iradesine razıolan bir kinişedir. İslâm dahi, bundan ibaret olup, irâde-i İlâhiyye'ye (İlâhîiradeye) tevekkül ve inkıyâd demektir. (4)»Görüldüğü gibi Hanîf kelimesi İslâm ile eş anlamlı kabul edilmekte vebelirgin vasfının ise, hiç bir şeye benzemeyen Yüceler Yücesi Tek Tanrı'yainanma olduğu anlaşılmaktadır. İslâm tarihçisi İbn Hişâm'ın verdiği bilgiyegöre Arabistan'daki Hanîf lerden biri olan Zeyd b. Amr'ın, sırtını Kabe'ye dayayarak: «Ey Tanrım! Sana ne şekilde ibadet edileceğini bilsem, o şekildeibadet ederdim, ama bilmiyorum.» dediği bilinmektedir. (5) Arabistan'daHz. İbrahim'in Kabe gibi bir eseri olduğu için adı bilinmekte idi, ancak sıkıştığızaman ellerini açıp : «Tek Ta^rı» diye yalvaran eski Türklerin kendipeygamberlerinin adı bilinmemekte idi. Çünkü Türkler kutsal bildikleri varlıklarınadını ağza almazlar, olur-olurmaz yerlerde söylemezlerdi. Bu âdetleriniMüslüman olduktan sonra da Peygamberimizin adı olan Muhammed(S.A.V.) kelimesini Mehmed biçimine sokmak suretiyle yürütmüşlerdir.Türkler öncesiz, sonrasız, şekilsiz, hiç bir şeye benzemeyen, yeri-göğüyaratan Yüceler Yücesi Tek Tanrı'ya inandıkları için onların dinlerinin adıHaniflik'tir. Haniflik, Hz. Âdem'den, son peygambere kadar bütün peygamberlerinAllah'tan aldıkları inanç esaslarının özü olan Tek Tanrı'ya inanma,âhiret ve iyi işlerin (amel-i sâîih'in) faydasını kabul etmedir. Bu itibarlaTürklerin eski dinlerinin adının Haniflik ve Hanif dini biçiminde düzeltilmesigerekmektedir. (6)1. Abdülkerim eş-Şehristanî, El-Milel Ve'n-Nihal, Mısır, ?, I, 230.2. Prof. Dr. İ. Cerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim ve Hanifler, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Ankara, 1963, C/XII, 81-92; Haniflik <strong>konusu</strong>nda ilmî bir araştırmanınErciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yar. Doç. Dr. ŞabanKuzgun tarafından yapılmakta olduğunu biliyoruz. Bu araştırmanın Haniflikdinine açıklık getireceği kanaatindeyiz.3. Hanif kelimesinin geçtiği âyetler için bakınız : Muhammed Fuad Abdülbâkî,el-Mu'sem ül-Müfehres li Elfaz il-Kur'an il-Kerîm, Mısır, 1945, 220.4. M. Esad Seydişehrî, Tarih-i Din-i İslâm (Medhal), İstanbul, 1329, 521.5. İbn Hişam, Hz. Muhammed'in Hayatı, Çev. : Prof. Dr. Neşet Çağatay -Prof. İ. Hasan, Ankara, 1971, 141 vd.6. Hanifler ve Haniflik ile ilgili olarak bak : İbn Hişam, a.g.e; Prof. Dr. Ne^şet Çağatay, İslâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara, 1963/147 vd.; Yüz Soruda İslâm Tarihi, İstanbul, 1972, 111; İsmail Hâmî Danişmend,İzahlı İslâm Tarihi Kronolojisi (Medhal), ?, İstanbul, 189; ElmalılıHamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, III, 2334; Dr. Hasan İbrahim Hasan,Tarih ül-İslâm, Mısır, 1964, I, 73 vd.; Seydişehrî, aynı eser.


KARANLIĞIN KOYNUNDASardım karanlığı ince yarama;Bilirim derdime dermandır akşam.Işık karanlığa ahenksiz yama;Su sesinde matem, böceklerde gam.Saat, kulağımda paslı çan gibi;Deliyor beynimi kaatil zemberek!Kimbilir zamanın nerdedir dibi?Arar o meçhûlk sancılı yürek.Böyle kıvrım kıvrım uzayan yollarSonsuza mı gider ordan mı gelir?Bir sevda ki beni meçhule yollar ;Öksüz ümitlerim kaybolur bir bir...Yâr... Başımda tüter ince bir duman,Beter yanmışım ben, bu nasıl elem?Bülbül, figâniyle coştuğu zaman,Girsem karanlığm koynuna, girsem!Bilmiyorum, esir miyim duyguma?Yanıyor yüreğim âh gaıib anam!Yıldızlar kaybolup esmedikçe sam...Üzülme, dalmam ben sonsuz uykuma:Hüseyin Bozok KILIÇASLAN


IHOPHOPNAMEVEProf, Dr. A. Mecit DOĞRUMevlüt Uluğtekin YILMAZMuhterem TÖRE okuyucuları.HOPHOPNAME gibi dev bir eserilâtin harfli Türkçeye çeviren; bizTürkiye Türklerine MİRZA ALÎEKBER SABÎR'İ tanıtan Prof. Dr.A. Mecit DOĞRU beyefendi ile SA­BIR ve Hophopname üzerine sohbetimizoldu. Her saniyesi millizevkle geçen bu güzel sohbete aitnotları yüksek dikkatlerinize arzediyorumefendim.— Muhterem Hocanı, önce kendinizdenbahsetmenizi istirham edeceğim.— Ardahanlıyım. Ulu atalarım1867 de Ahıska'dan gelmiştir. Doğumtarihim 23.12.1929... îlk veortaokulu Ardahan'da, Liseyi deKars'da bitirdim. 1954 yılında İstanbulÜniversitesi Tıp Fakültesindenmezun oldum. Bu tarihe kadarailemiz fiilen Ardahan'da bulunmuştur.Çocukluğum, babamın ve büyüklerimizinanlattıkları Kafkasyahatıraları ve olaylarının heyecanıiçinde geçmiştir.Cerrahi ihtisasımı Ankara TıpFakültesinde yaptım. Daha sonraGenel Cerrah olarak Fransa'da veAlmanya'da çalıştım.Evli ve iki çocuk babasıyım.Kızlarımın adı Güneş ve Deniz.Fransızca, İngilizce ve Almancabilirim. Toplam olarak 3000 sahifeyibulan Cerrahi kitaplarımız ilebazdan 3 dilde Batı mecmualarındave çoğu Türkiye'de olmak üzere yayınlanmış100 e yakın tıbbî makalemizvardır.Mesleğimin dışında olarak tarihve edebiyatla uğraşırım. Özellikle«yer adları» üzerine çalışmaktayım.Bütün Türk illerine ait müzikarşivim vardır. Dağcılığa gönül vermişbulunuyorum. Öyle ki, 4 defaAğrı'nın zirvesine, bir defa KafkasDağlarının Elbruz doruğuna (5644m) ve ayrıca Kırgızistan P amirinde6000 metreyi geçen Razdelninin zirvesinetırmandım.— Efendim, zât-ı âliniz Hophopname'yiçevirmeden önce Sabir'i ta76


inmiyorduk. Lütfettiniz ve bizleri Sabir'ekavuşturdunuz. Kitabmızm yaymladığı1975 yılından beri, Türk'ünöz evlâdı Mirza Ali Ekber SABİR'İöğrenmenin derin hazzını tadıyoruz.Size müteşekkiriz. Şunu öğrenmek istiyorum: Bu güzel hizmeti vermek;Hophopname'yi çevirmek düşüncesisizde nasıl doğdu; çevirmekteki gayenizne idi?— Memleketim olan Kars, kültür,tarih ve tabiat bakımından Kafkasya'nınbir uzantısıdır. Dünyayıburada gördüm. Gelişme çağımda ruhumuhep Kafkas'ın «Ceyran» veccMaral» havaları doldurdu. ZihnimKafkas ellerin edebiyatı ve güzelliğinakşcldu. Böyle olması tabiidir. ÇünküArdahan - Kars eline rüzgârKafkastan eser ve Hazer'den ıtır saçar...Biz de buna karşılık Araş nehrinebakarak şöyle deriz :Aman Araş Han AraşBingöl'den kalUan AraşAl sevdamı başımdanHazer'de çalhan Araş...Herhalde bu açıklama Hophopname'yiTürkiye'de neşretme fikrininbana nereden geldiğini izah etmeyeyeterlidir... Bunu yayınlamaktakiamacım Türk Dünyasında Kafkasyaedebiyatının yerini belirtmekve ediplerimizin dikkatini Türkiye'­deki büyük bir eksiğe çekmektir.— Efendim. Sabir'in hayatınıHophopname'nin başına almışsınız.Sağolunuz. Ben, burada, kitap olarakHophopname'den kısaca bahsetmeniziistirham ediyorum.— Sabir şiirlerini çeşitli gazetelerde«Hophop» mahlası ile yayınlamış,ancak sağlığında bunlar birkitap halinde toplanmamıştır. Ölümündensonra bunları Sabir'in dostuolan Dr. Abbas Sıhhat HOP­HOPNAME adı altında neşretmiştir.Azerbaycan'da derler ki : «Sabir'ingerçek dostu doktarlarmış. ÇünküAzerbaycan'da da, Türkiye'de deonun eserini ilk defa neşreden doktorlaroldu.— Muhterem Hocam, Sabir'deçok değişik bir hiciv görmekteyiz.Bildiğimiz hicvin dışında bir şey...Sabir'i bu konuda nasıl değerlendiriyorsunuz?— Sabir Türk edebiyatına yenibir hiciv getirmekle emsalsizdir. Şöyleki, Sabir şahısları hedef almaz;toplumu hicveder. Yalnız burada şuhususu önemle belirteyim ki : Sabir'inamacı cemiyeti kötülemek değil,geri kalmışlığı ortadan kaldırmaktır.Bunun için çok çaba gösterir.— Hophopname'den öğrendiğimizegöre Sabir'in başı Mollalarla hepdertte olmuştur. Öyle ki, mollalar Sabir'indinsiz olduğunu yayacak kadarileri gitmişlerdir. Sabir yine Hophopname'debunlara cevap vermektedir.Hophopname okunduğu zamanbu suçlamaların temelsizliği ortayaçıkmaktadır. Müsaadenizle şunu sorabilirmiyim : Sabir'in çevresi niçinböyle bir suçlamaya girmiştir? Buarada Sabir'in dinî ve millî duygularıüzerine de görüşlerinizi istirhamediyorum.— Sayın Yılmaz. Bir ortaçağvasatında Avrupa'da olsun, Asya'daolsun hangi mütefekkirin başı dinadamlarıyla belâya girmemiştiı ki,Sabir mollalardan çekmesin... Sa-77


hir'in bunlarla olan dâvasını anlayabilmekveya durumu değerlendirebilmekiçin zaman ayarlamasını yapmaküzere geçmişe inmek gerekir.0 zaman şimdiki gibi, aydın bir dinîortam yoktu. Sabir esasında dinin cahillerinelinden kurtarılmasını ister.Ancak softalar bu davranışı «dinekarşı gelmek» şeklinde nitelerler.Sabir'in milli duyguları muasırOsmanlı aydınlarından daha üstündür.Öyle ki, milli şiirlerinde Sabir'inağladığı hissedilir. Ne var ki,Sabir'in gözyaşları dışarıya değil, esaretsebebiyle içine akar...— Efendim. Sabir'de şu hususukesinlikle teshil etmek mümkündürzannediyorum : Ki siz de kısaca önsözdetemas etmektesiniz. Sabir, Türktarihinin devamlılığı ve bütünlüğü hususundason derece hassastır. Bu konudagörüşlerinizi almak istiyorum.— Sabir, Turan'ı ve Türk bütünlüğünüçeşitli şiirlerinde uzunuzadıya savunduktan başka, AbbasSıhhat'a yazdığı mektupta da AnadoluTürklerine çok muhabbet duyduğunubelirtir.Takdir edersiniz ki, Sabir ÇarlıkRusyasında bundan daha fazlasınıyapamazdı.— Muhterem Hocam. Sabir'in düşüncelerininbu günkü Türkiye Türklerinehâlâ hitap ettiğine inanıyormusunuz?— Sabiriıı düşünceleri elbetteki hâlâ Türkiye Türklerine hitabetmektedir.Çünkü Anadolu ve AzerbaycanTürkleri toplum olarak o kadaryakındır ki; bunları bıçakla kessenizayıramazsınız. Türkiye mecnûn,Azerbaycan ise Leylâdır...— Sabir ve Hophopname Türkiye'degereken ilgiyi gördü mü? Kitabınyayınlandığı 1975 yılından beriHophopname ve Sabir hakkında ülkemizdeçalışma yapıldı mı> yapıldıysayeterli midir?— Evet, Hophopname büyük ilgigördü, ilgiye büyük demenin sebebikitabın çok satılmasından değil,şu iki husustandır :a) Memleketin gerçek ve önemliedebiyatçıları ilgilendiler.b) Hophopname ile ilgilenenler;büyük, kudretli ve kültürlü milliyetçilerolmuştur.Hophopname Türk edebiyatçılarıiçin bir test yerine de geçti. Şöyleki, bu vesileyle milli kültürümüzedüşkün olanlarla; dış ülkelerden itibargören, ilericilik sevdasına kapılmış,başka dil konuşan ve internasyonalşöhretli edebiyatçılarımızı birbirindenayırmak mümkün oldu...Çünkü, sonuncu gruptakiler Sovyetleregittiklerinde davetli olarak Azerbaycan'ınekmeğini çok yedikleri vesuyunu içtikleri halde onun şairininHophopnamesi'ne hiç ilgi göstermediler.— Efendim, Sabir ve Hophopnamehakkındaki sohbetimize son olarakekliyeceğiniz bir husus var mıdır?Lütfediniz.— Sabir'in orta tedrisata konmasınıve Türkiyenin Kafkas Türkedebiyatına eğilmesini tavsiye ederim.78


EDEBİYATOkuyucularına indirimli Kitap Dağıtıyor LFİLOZOFLARINÖZELLİKLERİProf. Dr. Nihat Keklik350 TL.TÜRK - İSLÂM ÜLKÜSÜ* (İki Cilt)Her Cildi 400 TL.KUTLU TÖREAlper Aksoy350 TL.YALNIZLIKYavuz Bülent Bakiler70 Sh. 100 TL.MASAL ÇAĞIAli Akbaş150 TL.DAĞITIM ŞARTLARI :GEL BİRLİKTEAĞLAYALIMMehmet Delibaş100 TL.İSLAMİYET VEMİLLİYETÇİLİKYümni Sezen100 TL.AŞK ESTETİĞİBeşir Ayvazoğlu250 TL.DUVAKYavuz Bülent Bakiler100 TL.SAATLER VEÇEHRELERYahya Akengin150 TL.EDEBİYATIMIZINKİMLİĞİMuin Feyzioğlu200 TL.DİYALEKTİĞİMİZve ESTEDİĞİMİZS. Ahmet Arvasi200 TL.FELSEFENİNİLKELERİProf. Dr. Nihat Keklik350 TL.İSLÂMDA EĞİTİMBayraktar Bayraklı350 TL.AY ŞAFAĞIÇOK ÇİÇEKBahattin Karakoç150 TL.^ Her kitaptan birer adetlik siparişlere % 10, iki adetten beş adete kadar % 15,beş adetten dokuz adede kadar % 20, 10 adet ve daha yukarı siparişlerdeo/ 0 25 indirim.^ Kitapçılara ve DOĞUŞ abonelerine sipariş miktarlarına bakılmaksızın % 25indirim.NASIL TEMİN EDECEKSİNİZ :«^ Size en yakın bir PTT merkezinden temin edeceğiniz posta çekiyle kitap bedellerini«DOĞUŞ edebiyat Dergisi 128589» nolu posta çeki hesabımıza yatırınız.^ Posta çekinin arka yüzündeki «Alıcıya Notlar» kısmına veya PK. 329 Kızılay/ANKARA adresimize mektupla hangi kitapları istediğinizi yazarak bildiriniz.NOT : 1000 TL. nı aşan siparişler ÖDEMELİ gönderilir.79r


Muhterem Okuyucu1982, her sayımızla daha mükemmele doğru yol aldığımız hayırlıbir yıl oldu. Hiç bir maddî ve manevî fedakârlıktan kaçınmayarak,TÖRE'yi kapağından en son sayfasına kadar daha düzenlive doyurucu bir dlergi haline getirmeye çalıştık. Yeni yazarlar veyeni bölümlerle; fikir ve sanat sahasında sesimizi daha gür duyurmakistedik.1983'e ise ilmî bir heyet tarafından hazırlanan TÜRK DÜNYA­SI ANSÎKLOPEDİSFnin ilk fasîkülünü vererek girdik. Bu sene de,TÖRE'yi daha mükemmel bir dergi haline getirmek için çalışmalarımızadevam edeceğiz. Nisan sayımızda, okuyucularımızın çalışmalarınayer vereceğimiz bir bölüm açacağız. Bu bölümde yayınlanmaküzere, çeşitli konulardaki yazılarınızı ve şiirlerinizi bekliyoruz.Takdir edersiniz ki, bugüne kadar yapmış olduklarımız, bizebüyük bir maddî külfet getirmiştir. % 100'ün üzerinde bir artışgösteren abone kaydı ve satışlardan aldığımız güçle, bu külfeti uzunmüddet karşılamak niyetindeydik. Ancak, dergimizi 100 TL'ye çıkardığımızMart 1982'den bu yana kâğıt fiyatlarında % 60'a varan hızlıartış, bir kaç aydır zaten maliyetinin altında size sunulan dergimizinfiyatının 150 TL'ye çıkarılmasını zarurî kılmıştır.28 Şubat 1983 tarihine kadar abone kaydını yaptırmış ve ücretiniyatırmış olan okuyucularımız dergilerini eski fiyattan alacaklardır.1 Mart 1983 tarihinden itibaren abone ücreti 1500 TL. olaraktespit edilmiştir.Her zaman olduğu gibi, sizlerin desteği ve Yüce Allah'ın izniyledaha büyük hizmetler vermeye devam edeceğimizi ümid ediyoruz.


HAFTALIK DERGİNİZhamleher pazartesibayilerdeOKUYUNUZÖKÜTÜNÜZ


xÖÖZBEL AŞ.İNŞAAT TURJZM VE TİCARETDATÇA TATİL KÖYÜ• ÖZBEL A.Ş. DATÇA TATİL KÖYÜ, Belediye hudutları ve imar planı içindedir. Tatil Köyü*nün 70 bin metrekarelik bir arazi üzerinde kurulması planlanmıştır.• ÖZBEL A.Ş. DATÇA TATİL KÖYÜ arazisinin belediye hizmetleri, elektrik, su, yol gibi tümaltyapı sorunları çözümlenmiştir.I• ÖZBEL A.Ş. DATÇA TATİL KÖYÜ'nün arazisi, denize dönük bir hilal şeklinde ve % 10 meyil-jlidir. Arazi harika bir koya bakmaktadır ve bir tatil köyü için aranan tüm özellikleri haizdir.• Satışı planlanan bahçeli evler için deniz manzarası ve koya olan yakınlık, geniş bir deniz cephesindendolayı mümkün olmaktadır.• Evlerin konumu, deniz kenarında kurulacak olan spora ve eğlenceye yönelik tesisler ile bütünleşecekşekilde planlanmıştır.• ÖZBEL A.Ş. DATÇA TATİL KÖYÜ, müstakil bahçeli evler ve 200 yataklı motel olarak planlanmıştırve geniş plajı, kumsalı, yüzme havuzu, güneşlenme terasları, sualtı ve suüstü spor olanakları,cafe, disco, yat limanı ve ikmal tesisleri ile KOMPLE BİR EĞLENCE VE DİNLENMEMERKEZİ OLACAKTIR.MEŞRUTİYET CADDESİ No: 15/16 BAKANLIKLAR-ANKARA TEL: 17 28 82

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!