06.02.2020 Views

KADIKÖY SANAT DERGİSİ SAYI 1

  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Yıl: 1 | Sayı: 1 | Ocak-Şubat-Mart 2020

Fiyatı: 20 TL

KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ

BÜLENT TURAN

SANAT NEDIR,

SANATÇI KIMDIR?

İLLÜSTRASYONA

HAYAT VEREN SANATÇI

GÜRBÜZ DOĞAN EKŞIOĞLU

HEYKELDE YENI BIR DIL

HANDE ŞEKERCILER

MIMAR GÖZÜNDEN

İSTANBUL VE SORUNLARI

İSTANBUL KIMLIĞINI

KAYBEDIYOR

ANDY WARHOL ILE

SANATA HERKES

DOKUNSUN

DİLARA DOLU KÖKSAL

SANAT KİM İÇİN OLMALI?

MÜZECI, RESSAM, EĞITIMCI

KADIKÖY’ÜN İLK BELEDİYE BAŞKANI

OSMAN HAMDİ BEY


En yüksek beklentilerinizi karşılama sanatı

Görülmeye değer nefes kesici Adalar ve deniz manzarası ile sahil ve Bağdat Caddesi’nin kesiştiği bir lokasyonda yer alan

Hotel Suadiye, Anadolu Yakası’nın merkezinde olmanın avantajlarını huzurlu bir ortamla buluşturarak konuklarına sunuyor

olmanın ayrıcalığını yaşatıyor.

İstanbul Hotel Suadiye’nin konukları, iş veya tatil amacıyla konakladıkları otelimizde gitmek istedikleri birçok noktaya uzun

mesafeler kat etmeden ulaşabiliyor. Otele girdikleri anda ise her şeyin arkalarında kaldığı bir dünyaya adım atıyorlar. Aynı

anda hem uzaklaşmanın hem de evdeki kadar rahat olmanın keyfini yaşayan konuklar, çoğu kez yaptıkları yorumlarda

beklentilerinin fazlasıyla karşılandığını dile getiriyor.

Hotel Suadiye’nin bir başka özelliği ise İstanbul’un, Anadolu Yakası’nın ve Bağdat Caddesi’nin gözde restaurant, kulüp

ve mağazalarıyla iç içe olması. Otelden tren, deniz otobüsleri, dolmuş, alışveriş merkezleri, sinemalar, seyahat acenteleri

sadece yürüme mesafesinde bulunuyor. Sizleri yeni bir dünya keşfetmeye ve unutulmaz izlenimlere davet ediyoruz.

Bağdat Caddesi Plaj Yolu Sokak No:25 Suadiye - Kadıköy

Tel: +90 216 445 84 24 Web: www.hotelsuadiye.com E-mail: info@hotelsuadiye.com fSuadiyeHotel ihotelsuadiye



2

8

18 34

İÇİNDEKİLER

26

38

20

22 36

İçindekiler

28

6-17

18-19

Etkinlikler ve

Sergiler

Hande Şekerciler’den

Geleneksel ile Günceli Birleştiren

Heykeller

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

20-21

22-25

26-27

28-33

34-35

Kadıköy Sanat Turunun ilk Durağı

Antikacılar

Mimar Gözünden İstanbul ve Sorunları

İstanbul Kimliğini Kaybediyor

Andy Warhol ile

Sanata Herkes Dokunsun

Aydınlanma Döneminin Baş Aktörlerinden

Osman Hamdi Bey

Arkeolog Ayşe Övür:

İstanbul Bir Arkeoloji ve Tarih Cenneti


46 55

3

40

42

52

58

İÇİNDEKİLER

44

48

50

56

60

36-37

İstanbul Art Show

‘Hakikat Askıda’ Temasıyla Gerçekleşti

50-51

Kadıköy Binalarında

Sanatçı İzleri

38-39

Dr. Dilara Dolu Köksal

Sanat Kim İçin Olmalı?

52-53

Prof. Dr. Cemil Ata:

Yaşanabilir Bir Kent İçin Doğru Peyzaj Şart

40-41

42-43

44-45

46-47

48

Tasarım Parkı’nda

Her Tasarım Bir Aşk Yolculuğu

İllüstrasyona Hayat Veren Sanatçı:

Gürbüz Doğan Ekşioğlu

Doğu-Batı İlişkilerine Yeni Bir Yorum:

Oryantalizm

Vecdi Uzun

“Her İşin Başı Felsefe”

Bülent Turan

Sanat Nedir, Sanatçı Kimdir?

55

56

58

60

Beykoz Kundura Fabrikası

Sinemaya Adandı

Feyza Hepçilingirler:

Yazmak Büyükannelik Görevim

2020 Takvimine Yansıyan

Sanatsal Fotoğraflar

47 Yıllık Hikâye:

Seven Sanat Galerisi

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


4

EDİTÖR

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Kadıköy Sanat’ın sanata

hizmet serüveni başladı...

İlkler heyecanlıdır her zaman. İlk adımlar, ilk kelimeler, ilk aşk, ilk sanat yapıtı...

Dergimizin ilk sayısı da aynı heyecanla başladı. Daha önce sektörel bir

derginin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmıştım, ancak bu kez konu sanat

olunca daha başka bir heyecanla çıktım yola.

İlk sayımızda ilklere imza atmış bir Türk ressamımızla başlayalım istedik.

Kadıköy söz konusu olunca hem Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olmuş, hem

sanata ve kültüre katkılar sağlamış ve üstelik ressam olan Osman Hamdi Bey,

kapak konumuz olarak yerini aldı. Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı, İstanbul

Arkeoloji Müzesi kurucusu, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu, eğitmen,

arkeolog olmasıyla bilim, sanat ve müzecilik anlamında önemli atılımlar yaparak

Osmanlı Batılılaşma ve yenileşme sürecinde önemli bir aktör olan Osman

Hamdi Bey’in, resim sanatına olan tutkusu ve sanatçı kimliği de tüm yaşamına

eşlik eden bir tema olarak karşımıza çıkar. Ressam Osman Hamdi Bey’i sanat

ve kültürümüze hizmetleri ve resimlerinden örneklerle ilk sayımız sayfalarında

bulacaksınız.

Diğer konularımıza ise Kadıköy’de yaşayan ve üreten görsel sanatlar, mimari,

sahne sanatları gibi alanlarda Türk kültür ve sanatının gelişimine katkı sağlayan

sanatçılar, sanat yöneticileri ve sanatın şövalyeliğini üstlenmiş figürlerle başladık

ve bu buluşmalar her yeni gelecek sayımızda devam edecek.

Görsel Sanatlar ağırlıklı olmak üzere mimari, tasarım, antika, arkeoloji, peyzaj

mimari, edebiyat, müzik, sinema ve tiyatro alanlarına da az da olsa değindik.

Yeni sergi duyuruları, sanat haberleri sayfalarımızda yerini aldı. Siz sanat

takipçisi okuyucularımızdan da yorumlar ve katkılar bekliyor olacağız.

Bizler de kültür ve sanata katkı sağlamayı, sanatın sesini duyurabilmeyi

hedefliyoruz ve bu yolda siz sanatseverlerle uzun bir yolculuğa başlamanın

heyecanıyla sizlere MERHABA diyoruz.

Saygılarımla,

Ebru Özgüz Çelik

YAYINCI

K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri

İMTİYAZ SAHİBİ

Fatma Canan Toprakkaya

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Ebru Özgüz Çelik

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Av. İrem Babalık

YAYIN DİREKTÖRÜ

Cenay Toprakkaya

EDİTÖRLER

Pınar Baltacı, Esra Açıkgöz, Sedef Turan, Eren İnan

GÖRSEL YÖNETMEN

Kubilay Şenyiğit

KAPAK RESMİ

Yasemin Elçiçek

DANIŞMA KURULU

Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp,

Prof. Dr. Marcus Graf, Bülent Turan, Mine Gülener,

Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Dr. Dilara Dolu Köksal

REKLAM YÖNETMENİ

Benusen Sağdan

RENK AYRIMI / BASKI

Ege Reklam ve Basım Sanatları A.Ş.

Sertifika No: 12468

Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4 Ataşehir - İstanbul

Tel: (0216) 470 44 70

www.egebasim.com.tr

YAYIN TÜRÜ

Yerel Süreli Yayın

DAĞITIM

Arıksoy Basın Yayın Dağıtım

KADIKÖY SANAT DERGİSİ

İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki kültürel ve sanatsal

faaliyetlerin duyurulmasına yönelik olarak her üç ayda bir

olmak üzere yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan tüm

yazıların sorumluğu yazarına aittir. Gönderilen yazılar

iade edilmez. Kadıköy Sanat Dergisi’nde yayımlanan yazı

ve görsellerden alıntı yapmak, paylaşmak ancak kaynak

gösterilmek kaydıyla mümkündür.

ABONELİK

Kadıköy Sanat Dergisi’ne abone olmak için

0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.

İLETİŞİM

Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6

Kadıköy - İstanbul

Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05

kadikoysanatdergisi@gmail.com

www.kadikoysanatdergisi.com

ISSN: 2687-6264

Ocak - Şubat - Mart 2020

Yıl: 1 Sayı: 1 Fiyat: 20 TL

Basım Tarihi: 31 Ocak 2020


Yazar

Kadir Toprakkaya

Neden Kadıköy?

Neden Kadıköy Sanat?

5

BAŞLARKEN

20. yüzyıl edebiyatının en önemli figürlerinden

biri olarak kabul edilen Franz Kafka’nın “Milena’ya

Mektuplar” adlı eserinde geçen bir cümle,

yıllardır hiç aklımdan çıkmadı: “Yükselme isteğin

bitmedikçe bitmez basamaklar, sen çıktıkça yeni basamaklar

çıkar önüne...” Kadıköy Sanat Dergisi projesi de işte bu

basamaklardan biri olarak karşımıza çıktı.

“Kadıköy Modern” neden olmasın?

Bu kararı geçtiğimiz yıl bizlere sürekli yöneltilen “İstanbul

Modern var da neden Kadıköy Modern yok?” soruları

ile karşılaşmamız sonrasında aldığımıza değinmem gerek.

Dünyada en çok görülmesi gereken metropoller içinde ilk

sıralarda yer alan İstanbul’a, barındırdığı kültür düzeyi en

yüksek kitlesiyle katkı veren Kadıköy’ün, Kadıköy Modern’i

elbette olmalıydı. İşte, Kadıköy Sanat dergisinin yayın hayatına

başlarken misyonlarımızdan birinin de “Kadıköy Modern”

olduğunun altını çiziyorum.

Kadıköy Life kapak konusu yaptı

Bu amacımızın ilk damlasını, geçtiğimiz yıl yayınlar grubumuz

içerisinde yer alan Kadıköy Life dergisine kapak

konusu yaparak gerçekleştirdik. Yayın kurulumuzda görev

almayı kabul eden başta Marcus Graf olmak üzere sanat

çevrelerinden pek çok dostumuz, bunun harika bir fikir

olduğunu ve mutlaka hayata geçirilmesi gerektiğini dile getirdi.

Kadıköy Belediye Başkanımız Şerdil Dara Odabaşı ise;

“Sanat merkezleri yönünden yeteri kadar zenginiz, ne gerek

var?” değerlendirmesinde bulundu. Hep birlikte yaşayacağız,

göreceğiz ve sizlerin de katkısı ile bizler bunun gerçekleşmesi

yolunda çaba harcayacağız.

Marka değerine katkı

Kadıköy Sanat Dergisi’ni yayınlama nedenlerimizden biri

de Kadıköy’ün marka değerine katkı vermek, ileride yayınlayacağımız

İngilizce sayfalarımızla Kadıköy’ü ve Kadıköylü

sanatçılarımızı yurt dışında tanıtmak, tabi ülkemiz dışından

sanatçılarla sanatçılarımız arasında sanat köprüsü kurmak

da olmazsa olmazlarımızdan.

Sanata, sanatçıya, geçmişe saygı

Bir başka görevimiz ise şöhreti dünyaya yayılmış olan sanatçılarımızı

hatırlamak, eserleri ve düşüncelerini gelecek

nesillere örnek olması adına aktarmak, bir yandan da unutulmaya

yüz tutmuş geleneksel Türk sanatlarını tanıtmak.

Bizim sanatçılarımız

Bağrımıza bastığımız, övünç kaynağımız olan “bizim” sanatçılarımızı

ve eserlerini haykıra haykıra tanıtmanın ise

en olmazsa olmazlarımızdan olduğunu buradan not düştüğümüzü

bildiriyoruz. Kesinlikle biliyor ve inanıyoruz ki,

koleksiyonerlerin eserlerine sahip olabilmek için birbirleriyle

yarıştığı çok değerli sanatçılarımız var. İşte bizler onları

hem siz değerli okurlarımıza hem de yurt dışına tanıtacağız.

Yayınlaması bizden, yaşatması sizden

Kadıköy Sanat dergisi için “Yayınlaması bizden, yaşatması

sizden” diyoruz. Çünkü, dünyada ve ülkemizde pek çok gazete

ve dergi kapanma kararı alırken, bizler büyük bir risk

alarak “Mutlaka basılı yayın” diyor ve sizleri mürekkep kokusu

eşliğinde okuma lezzetinden mahrum bırakmak istemiyoruz.

Tabi gelecek nesiller için yazılı belge de bırakmak

istiyoruz.

Sanat galerilerinde, dergi satış noktalarında

Dergimizin başta Kadıköy olmak üzere, Anadolu Yakası’ndaki

sanat galerilerinde bulunmasını arzu ediyoruz. Ayrıca,

Turkuvaz Dağıtım aracılığı ile dergi satış noktalarında da

olacak. Fakat biz daha fazla sanatçımıza, sanata ilgi duyanlara

ve sanatseverlere ulaşmasını istiyoruz. Bu konuda sizlerin

desteğine ihtiyacımız söz konusu olup, esirgememenizi

ricamız olarak sizlerle paylaşıyoruz.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


6

ETKİNLİK

Sanat dünyasında

galeriler ve sanatçı ilişkileri

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar

Fakültesi, Sanat ve Kültür Yönetimi

Bölümü’nün sürekli düzenlediği

Sanat Konuşmaları Dizisi kapsamında

aralık ayında gerçekleşen konuşmanın

konusu “Sanat Dünyasında Galeriler ve

Sanatçı İlişkileri” idi.

Konuşmacı olarak Pi Artworks Galerisi’nin

Direktörü Eda Derala’nın davet

edildiği oturumu, Sanat ve Kültür Yönetimi

Bölüm Başkanı Prof. Marcus Graf

ve Eda Derala soru cevap şeklinde sürdürdüler. Pi

Artworks’ün Türkiye’nin ilk 3’e girebilecek bir galeri

olduğunu belirten Graf’ın ilk sorusu galeri-sanatçı

ilişkilerinin nasıl yürütüldüğü oldu. Derala, sanatçı

temsiliyeti üzerinden çalıştıklarını, sanatçılara aynı

zamanda menajerlik yaptıklarını ve sorumluluklarının

sanatçının kariyerini geliştirmek, dünyaya açılımını

sağlamak üzerine kurulduğunu belirtti. Düzenli

atölye ziyaretleri yaptıklarını belirten Derala,

sanatçı seçimi yaparken galerinin çizgisi içerisinde,

konu ve malzeme sınırlaması olmadan, kuşak farkı

gözetmeden seçim yaptıklarını dile getirdi.

Pi Artworks’ün çizgisinin nasıl tanımlanacağı sorusuna,

“Sanatçının işleri ne kadar iyi olursa olsun

sanatçıyla doğru enerjiyi yakalamak çok önemli. Sanatsal

anlamda baktığımızda da, ifadesini çok kuvvetli

şekilde sunan sanatçılar var, kendini yenileyen

sanatçılar ve diğer yandan politik, cinsiyet, kimlik,

göç gibi konuları kuvvetli şeklide işleyen sanatçılarımız

var” şeklinde cevapladı.

Graf’ın “Sanatçı galeriden ne bekler, galerinin fonksiyonu

nedir?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Bulunduğumuz

koşullara göre değişiyor ancak galerinin

sorumlulukları, sanatçının sergisine yer vermek ve

sergileri izleyiciye, koleksiyonere ve basına en iyi şekilde

ulaştırabilmektir. Uluslararası arenada da fuarlara,

yabancı koleksiyonerlere, müzelere sanatçılarımızı

nasıl ulaştırabilirizi bulmak sorumluluklarımız

arasında. Genç bir sanatçı ise, uygun bir misafir

sanatçı programına yerleştirmek olabilir.” Yurt dışı

fuarlara da katıldıklarını belirten Derala, en aktif ve

yoğun katılımı son zamanlarda Hong Kong Fuarı’nda

yakaladıklarını söyledi.

Görevleri arasında koleksiyoneri yönlendirmek,

araştırma yapmasını, okumasını, gözlemlemesini

teşvik etmek olduğunu söyleyen Eda Derala, yurt

dışında tüm koleksiyonerlerin danışmanlarıyla hareket

ettiklerini, ancak ülkemizde bu görevin çoğu

zaman galericiye düştüğünü belirtti.


Gençlerden

sanatta özgürlük teması

7

SERGİLER

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi

Resim Öğretmenliği öğrencilerinden

sıradışı bir sergi Kahverengi Sahne’de açıldı.

Ressam Dagmar Göğdün’ün konuk olduğu

etkinlik yoğun ilgiyle karşılandı.

Böylesine bir organizasyona nasıl karar verdikleri sorusuna

aldığımız yanıt şöyleydi: “Sanat piyasasının son zamanlarda

belli bir kesime hitap etmesi, eğitimde sanat anlayışının

katı kurallara dayandırılması, biz genç sanatçı adaylarını rahatsız

etti. Bu fikirler ışığında sorunlarımızı gündeme getirmek

için bir araya gelip, sanatta özgürlük teması adı altında

karma bir sergi açmayı düşündük.”

Dagmar Göğdün’ün ve otuz sekiz gencin eserlerinin yer

aldığı sergi; akrilik, yağlıboya, suluboya, karakalem, kolaj

resimler, gravür, özgün baskı, heykel ve fotoğraflardan

oluştu. Hüseyin Şener serginin küratörü olarak yer alırken,

manifestosu ise hayli çarpıcıydı: “Sanatçının kendi yaşamından

izler taşıdığı yapıtı, oluşturma sürecinde eyleme geçmiş

olan zihnin imgelerinin yerleştiği bu eserler, olabildiğince

özgür bir alana ulaşmayı hedeflemiştir.”

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


8

halka sanat projesi’nden

“Süreci Kutlamak”

SERGİLER

Dokuzuncu yılında halka sanat projesi kültürel

yaşama emek vermeye devam ediyor. halka’nın

katkısı, doğuştan gelen ve her zaman

var olan sanatsal yeteneğe değer vermek ve

hem yeni sanatçılara görünür olup seslerini duyurmaları

için alan açarak cesaretlendirmek hem de deneyimli sanatçılarla

kurduğu iş birlikleri aracılığıyla farklı bakış açılarını

paylaşmak bağlamında kendini gösteriyor. halka’nın bu çok

yönlü perspektifi kendisini “Süreci Kutlamak” adlı sergi ile

ortaya koyuyor.

Sergi, halka sanat projesi’nin uzun soluklu proje ortağı San

Francisco merkezli sanat inisiyatifi Artship Initiatives’in

Sanat Direktörü Slobodan Dan Paich’in ortaya attığı fikir

etrafında, aynı zamanda güncel halka ekibinin de bir üyesi

olan, İstanbul merkezli genç sanatçı Sevda Bad’ın ilk sergisi

olma özelliğini taşıyor.

Sergide Sevda Bad’ın halka-Artship ortaklığının bu yılki son

etkinliği olarak arkaik, geleneksel, yerel, yeniden inşa edilmiş

ve özgün müzik ve şarkılarla beslenen, sözlü anlatım

geleneği ruhundan gelen “Güz Yaprakları Tutununca Toprağa

Geleceği Besler” başlıklı hikaye anlatımlı performansın

provalarından anlara odaklanan çizimleri yer alıyor.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

“Süreci Kutlamak” birbiri içine geçmiş

olan bir kaç süreci birden kelimenin

gerçek anlamıyla kutluyor. Bu süreçler

şöyle sıralanabilir: Bu yılın hikaye

anlatımlı performansı için hareket temelli

parçalar geliştirme süreci, yeni

bir sanatçının bu sürece yanıt niteliği

taşıyan bir dizi çizim üretme süreci ve

Artship’in 40 yılı aşan Uluslararası Kamusal

Alanda Sanat deneyimi etrafında

şekillendirdiği projeler geliştirme,

iş birlikleri kurma, uygulama ve paylaşma

süreçlerine ev sahipliği yapma

süreci.

Kısacası, bu sergi ve ardından gelen

performans aracılığıyla halka’nın İstanbul’a

kattığı, hem çağdaş hem de zamansız

olanı sunarak sanat dünyasının

güncel paradigmalarını zenginleştiren

bir süreç ve vizyon….


9

SERGİLER

Dilşad Atasoy & Günsu Saraçoğlu’ndan

Sır’ların tuvallere

gizlendiği sergi

Resim sanatında farklı arayışların peşinden koşan

iki kadın ressam Dilşad Atasoy ve Günsu

Saraçoğlu, uzun süreden beri devam eden dostluklarını

bu kez ortak bir sergide buluşturdu.

“Sergi, sergileme alanı, sergilenecek eserler ve katılımcıları

dahil farklı olsun” diyen sanatçılar, hem büyük bir başarı

elde ettiler hem de sanat adına önemli bir misyonu da yerine

getirdiler.

Dilşad Atasoy ve

Günsu Saraçoğlu’na

ait çeşitli boyutlarda

20’şer eserin yer

aldığı sergi, 13

Şubat 2020 tarihine

kadar Sapanca A

Diamond Otel’de

görülebilir.

İkili; İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezlerdeki sanat galerileri

yerine bu merkezlerin dışında ama yakınında bir

bölgede eserlerini sanatseverlerle buluşturdular. Turizmde

yeni bir destinasyon olma hedefiyle her geçen gün aşama

kaydeden Sapanca’nın sevimli butik otellerinden A Diamond

Otel’de açılan sergi büyük ilgi gördü. Serginin Sapanca’da

açılmasından dolayı mutlu olduklarını belirten katılımcılar,

eserlerle tek tek ilgilendi ve bilgi aldı.

Dere şırıltısı, kuş cıvıltısı, göl ve ormanın

buluştuğu doğa harikası bir tesis olarak

yorumlanan Sapanca A Diamond

Otel, bundan sonra da kültür sanat

etkinliklerine ev sahipliği yapacak.

Sır’ların tuvallere

gizlendiği sergi

Küratörlüğünü bölgenin

sanat merkezi konumundaki

Portakal

Çiçeği Plastik Sanatlar

Kolonisi CEO’su Hakan

Körpi’nin üstlendiği

serginin izleyenler tarafından

“SIR’ların Tuvallere

Gizlendiği Sergi”

olarak yorumlanması,

ilgiyi daha da arttırması

beklentisi yarattı.

“Amacımız sanatı yaygınlaştırmak”

Sergide toplam 40 parçadan oluşan çalışmalarının bulunduğunu

belirten Atasoy ve Saraçoğlu; “Gün boyu gelen konukların

ilgisi ve sürekliliği, bizleri hem mutlu etti hem de

şaşırttı. Her resmi merak edip, ayrı ayrı sorular sordular.

Sapanca gibi sanata çok da kolay ulaşılamayan bir bölgede

sergi açmaya karar vermekle ne doğru bir seçim yapmışız

diye düşündük. Herkesin amacı, sanatı yaygınlaştırmak ve

yurdun dört bir yanına ulaştırmak olmalı. Bu yolda küçücük

bir katkı da biz yapabildiysek mutluyuz” şeklinde açıklama

yaptılar.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


10

SERGİLER

Güneş Acur Mihriban Mirap Şenay Ulusoy Uğur Yurdakul

‘Devridaim’ doğum,

yaşam ve ölümü sorguladı

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Seda Yavuz’un küratörlüğünde Caddebostan Kültür

Merkezi’nde düzenlenen karma sergi ‘Devridaim’,

aralık ayında izleyiciyle buluştu. Serginin

küratörü Seda Yavuz, dergimize sergiyi ve sergide

yer alan işleri anlattı.

Sergi, kesin sınırları olmayan üç alandan oluşur. Bu alanlar

doğum-yaşam-ölüm döngüsünün içiçe geçmişliğini hissettirir.

Kutsal ve gizemli bir üçlü yoktur; serginin içeriği, bilinen

ve yaşanan gerçekliktir. İzleyici, bir serginin içinde üç sergiye

şahitlik edecektir. Bu sergilemeler birbirleriyle bağlantılıdır

ve başı-sonu yoktur, devridaim gibi... Sergilemeyi doğumla

başlatmak genel geçer sistemi devam ettirmek anlamına geliyor,

tam tersinden düşünerek ölümle başlatarak zihinlerdeki

başlangıç-sonuç ilişkisini kırmak daha zorlaşacaktı.

Sonsuzluk sınırlı mıdır?

Bu soruyu, doğumun bir başlangıç, yaşamın bir süreç ve

ölümün bir son olduğunu düşünenler “evet!” diye cevaplayacaklardır.

Oysa sürekli devam eden bir döngünün durdurulamaz

varlığına inananlar onaylamayacaktır. Mutlak ve

ideal olanın alışkanlık yaratan hissizliği, sıradan olmanın

durağanlığıyla birleşerek insana kendi hissini yaşatmayacaktır.

Önceden belirlenmiş sevinçler, mutluluklar ve hüzünlerle

sarılı hayatı, yaşadığını sanacaktır insan.

Gökhan Deniz, kendi çocuğu doğduğunda bebeğin eskizlerini

yapar. Bebek dünyayla anne-baba da bebekle karşılaşmaktadır.

İdeal güzel gerçek değildir, üzerinde oynanmış ve

değiştirilmiş olandır. Çocuk büyür, temas eder, taklit eder

ve öğrenir.

Şenay Ulusoy, sanat-gerçek ilişkisine farklı bir gönderme

yapar. Sanattan beklentimiz hoşagiden, mutluluk veren bir

alan kurmasıdır. Ulusoy’un Yabancı, Haydan Gelen, Huya

Giden ismini verdiği heykelleri de bakmakla yetinen izleyici

için korunaklı bir alan yaratırlar.

İlgen Arzık, doğum ve yaratım fikrini özdeş kılar. ‘Karanlık

Çağlar’ adlı serisinde mikro-kozmos, makro-kozmos karşılaşmasını

hissettirir. Doğa filozoflarından Pitogoras’a göndermeyle,

mikronun yani insanın bilgisi makronun yani evrenin

bilgisine ulaştırır. Fakat insan bu bilgilenme evresini

hızla geçmeyi, hatta yok saymayı tercih eder. Çünkü doğal

olan her şey bir göreve dönüşmüştür. Dolayısıyla doğmak

ve doğurmak da birer görev gibidir.

Özgül Arslan; ‘Yarık’, ‘Başlangıç Noktası’ ve ‘Anka’ olarak

isimlendirdiği üç resminde de doğum metaforuyla kadın

bedeninin ve doğurma eyleminin gerçekten uzaklaşan algısını

betimler.

Güneş Acur, Gözde Başkent, Gülen Eren ve Uğur Yurdakul,

yaşamanın ‘her şeye rağmen’ umut dolu, tekil ama çoğulu

kavrayan imgelerini yarattılar. Güneş Acur, Gözde Başkent

ve Gülen Eren’in işleri otobiyografik göndermeli, fakat insanın

hallerine bir duvar yarığından bakmak gibi, Uğur

Yurdakul halleri ortaklaştırarak yaşayan bu duvarı yaşamın

kendisine bakarak kurguladı.

Mihriban Mirap, ‘İsimsiz’ serisinde yaşamın sürekliliğini

yaş almış, “ölmeye yaklaşmış” kadın portrelerini ve zaman

içinde kullanmak zorunda olduğu yaşamı kolaylaştırıcı nesneleri

kullanıyor. Çerçeveler de eski ve kullanılmış, dolayısıyla

süreklilik vurgusu, tekrar kullanıma giren nesnenin

sona ermeyen yaşam serüvenine benzerliğiyle vurgulanıyor.

Hüseyin Rüstemoğlu, ‘Birçok Sondan Biri’ adlı üçlemesinde

ilk bakışta trajik gibi görülen ancak olağan, sade ve hiyerarşisiz

bir ölme haline dem vuruyor. Öznel olan evrensel, sanatçıya

göre. Mekansız ve zamansız resimler, aynı zamanda

her türlü süsten de arınmış. Çünkü ölmeyi düşlemek süslenemez

ki...

Rugül Serbest, oto-portreleriyle ifadesini yansıtan bir sanatçı.

‘Başlamalı Yeniden, Daha Derin, En Derin’ ismini verdiği

üçlemede ölümün doğayla bütünleşme ve dolayısıyla

bir sonsuzluk hali olduğunu söylüyor.

Mustafa Özbakır’ın ‘Ruh’ serisi, sanatçının etkilendiği bir

başka sanatçı İngmar Bergman’ın 1963 yılında yönetmenliğini

üstlendiği ‘Sessizlik’ filminden iki sekansın yorumu.

Sevdiği bir insanın ölü bedenine bakmakta olan çocuk figürü

tanımlayamadığı hisleriyle derin bir dinginlik içinde,

bir çocuktan beklenmeyecek bir dinginlik. Çocuk bilmiyor

ki ölüm bir son değil, çocuk biliyor ki çözüm yok, döngü var.


11

SERGİLER

Eva Sanat’ta “Denge”

Sanat eğitmeni Rezzan Peynircioğlu önderliğinde çalışmalarını

sürdüren RPart Sanat Topluluğu, “Denge” konulu

sergisini 11 Ocak Cumartesi günü Eva Sanat Galerisi’nde

açtı. Uzun zamandır çalışmalarını birlikte sürdüren topluluk,

daha önceki sergilerinde de olduğu gibi, bu sene belirledikleri

“Denge” konusunu çeşitli tekniklerle, içsel duygularını katarak

anlattıkları eserlerle sanatseverlerin karşısına çıktı.

Amaçları, sanat aracılığı ile karanlıkta kalan, görmek istemediklerimize

ya da görmezden geldiklerimize dokunarak

gerçekle yüzleşmeyi sağlamak. Sanat görünenin ötesindeki

gerçeği anlamamızı ne kadar sağlıyor? Bu gerçekliklerin

içinde denge, hayatımızda nasıl bir yer tutuyor?

İnsanın tüm hayatı dengeyi aramakla geçiyor. Kah duygular

galip geliyor, kah mantığımız. Sürekli bir denge durumundan

söz etmek mümkün değil. Evrende madde kararsızdır,

insan da kararsızdır. Tıpkı evren gibi... İdeal insan, mantık

ve duygularını eşit oranda kullanabilenlerdir. Ama uygulamada

böyle olamıyor. Çünkü sistem ısrarla mantık eksenli

bir dünyada yaşamamızı şart koşuyor. Bu yüzden bugün,

duygularımız hiç olmadığı kadar acı çekiyor. Oysa dengesizlik

nasıl ki bu hayatın doğal bir parçası ise, denge arayışı da

doğal bir sonucudur. Dengesizliğin kendisi de dengenin bir

parçası değil mi? Sonuçta...

Galeri 5’in

10. yıl sergisi ‘Devir’

Gizem Karakaş’ın inisiyatifiyle gerçekleşen proje süresince,

her ay bir sanatçı olmak üzere toplam 12 sanatçı,

sergi mekânını bir atölye olarak kullanarak mekâna özgü

işler üretecekler. Sanatçılar, atölye sürelerini doldurduktan

sonra ürettikleri işleri mekâna yerleştirecekler ve bir yılın

sonunda Ocak 2020’de sergi aynı isimle açılacak. Sergi, aynı

zamanda Galeri 5’in 10. Yıl Sergisi niteliğinde olacak.

“Devir” projesi bireysel ve kolektif üretim, izleyici ve üretici,

sınırlar ve özgürlük alanları arasındaki dinamikleri araştırıyor.

Bu bağlamda projede yer alan sanatçıların seçimi, bir

“devir” sistemi ile belirleniyor olacak: Ocak ayında projeyi

başlatmak üzere seçilen sanatçı, Şubat ayında mekânı kendisinden

devralacak sanatçıya karar verirken; Şubat ayında

çalışacak sanatçı, Mart ayında kendisi takip edecek olanı belirleyecek

vs... Projeyi başlatmak üzere Ocak ayı için Gizem

Karakaş tarafından seçilen ilk sanatçı ise Merve Ünsal...

Sanatçılar üretimlerini içinde bulundukları mekânı, onu çevreleyen

insanları, ilişkileri, dinamikleri sorgulayarak ve kendilerinden

önce yapılan işlerin devamlılığını düşünerek ele

alıyor olacaklar. Her ay başında bir sanatçı mekândan ayrılıp,

bir diğeri mekâna girerken, bir devir teslim söyleşisi düzenlenecek.

İzleyiciye açık olarak yapılacak bu söyleşide ayrılan

sanatçı, işi ve süreci ile ilgili bir sonraki sanatçıyı bilgilendirirken,

yeni gelen sanatçı ona sorularını iletiyor olacak.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


12

SERGİLER

Zahit Büyükişliyen’den

İstanbul Sergisi

Türk soyut resminin önde gelen isimlerinden

Zahit Büyükişliyen, farklı bir

konseptle ürettiği eserlerini Kaş Sanat Galerisi’nin

Kalamış’taki yeni mekânında sanatseverlerle

buluşturdu.

Bu Şehr-i İstanbul

Usta sanatçının “Bu Şehr-i İstanbul” adını

verdiği çalışmalarında İstanbul’un simgelerinden

yola çıkarak tuvallere aktardığı resimleri,

Kalamış Galeri Kaş’ta düzenlenen bir

kokteyl ile ziyarete açıldı. Serginin açılışına

iş ve sanat çevrelerinden çok sayıda davetli

katıldı.

İstanbul tutkusu tuvallere

yansıdı

Orhan Veli’den Bedri Rahmi’ye, Ziya Osman

Saba’dan Özdemir Asaf’a, Yahya Kemal’dan

Turgut Uyar’a, İstanbul’u anlatan ozanların

yapıtlarından ilham alan Zahit Büyükişliyen’in

İstanbul tutkusunu tuvallere yansıttığı

30 yağlıboya tablosu, 20 Ocak 2020 tarihine

kadar Galeri Kaş’ta görülebilecek.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

“Yine Yeniden”

Galeri FE, yeni yılı “Yine Yeniden”

isimli grup sergisiyle karşıladı.

“Yine Yeniden”, Türk ve yabancı modern

ve çağdaş sanatçıların işlerini sunuyor.

Sergiye katılan sanatçılar, farklı

sanatsal ve kültürel birikimlerden gelmekle

birlikte bireysel sanat uygulamaları,

benzersiz stil ve bu stilin sürekliliği

ile ortak noktada buluştular.

Bitmeyen sanatsal yaratımlar ve

hayal gücünün işleyişine değinen

“Yine Yeniden”, çağdaş ve modern

sanatı uyum içinde harmanlıyor. Sanatın

çeşitli üslup ve perspektifinden üretimlerini

sunarken, farklı dönem sanatçılarını aynı

platformda bir araya getiriyor. Tuval, duralit,

baskı, seramik ve bronz heykel gibi çeşitli

medyumlarda üretimlerin yer aldığı sergide,

sanat tarihindeki değişim, dönüşüm ve stil

farklılıklarını gözlemlemek mümkün oluyor.

Sergide işleri yer alan sanatçılar; Ahmet Kemal

Akıncı, Seyit Mehmet Buçukoğlu, Barış

Cihanoğlu, Nurten Deniz, Gül Derman,

Devrim Erbil, Angel Gescheff, Dilek Işıksel,

Gülten İmamoğlu,

Memduh Kuzay, Pemra

S. Pilevneli, Mustafa

Özkan, Mehmet Pesen,

Belmin Pilevneli, Mustafa

Pilevneli, Sema Ilgaz

Temel, Adnan Turani,

Burhan Uygur, Adil

Ocak, Olca Uzunokur,

Yavuz Pilevneli.


13

SERGİLER

Türkiye modern

resminden bir kesit:

‘Kesişmeler’

Gallery 11.17, Türkiye modern resminden bir kesit sunan “Kesişmeler”

isimli karma sergisi ile Türk resim sanatının usta

isimlerini ağırladı. 5 Aralık’ta sanatseverler ile buluşan ve 12 Ocak’a

dek süren, Türkiye modern sanatının önemli isimlerinin yer aldığı

sergide Leopold Levy’den Burhan Uygur’a, Avni Arbaş’tan Bedri

Rahmi Eyüboğlu’na, Nejad Devrim’den Mübin Orhon’a dönemin

öne çıkan birçok ismi sanatseverlerin karşısına çıktı.

Türk resminde 1945 sonrası girilen yeni döneme şahitlik yapan

sergi, dönemin ressam kuşağı ve onun kendini yenilemekten çekinmeden

güncelleyen ardıllarından bir seçki sundu. “Kesişmeler”,

Türk resim sanatının önemli uğraklarına şahitlik etmemizi sağladı.

Tüze’nin 20. sanat yılı

sergisi

Tüze Galeri - Sema Tahincioğlu

Tüze Sanat Galerisi,

“Yeni Yılı

Karşılarken” adlı 20.

Sanat Yılı Sergisi’nde

Zeynep Sarıoğlu,

Ayşen Erte, Züleyha

Akbaş, Tülin Demiray,

Ferhan Atalay,

Ümit Doğan, Tahsin

Çorbacı ve Sema

Tahincioğlu’nun

kozmopolit yaşamın

renkli dünyaları adlı

eserlerini sergiledi.

Seven Sanat

Galerisi’nde

Devrim Erbil

sergisi

Devrim Erbil’in serigrafi sergisi, Seven

Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluştu.

Erbil’in 1960’lı yıllarda doğadan/ağaç motiflerinden

yola çıkarak başlayan çizgisel karakterli

resimleri, giderek bir kısmı minyatür

sanatımızın kompozisyon düzenlerinden de

etkilenerek, kuş bakışı bir görüş açısından

bakışla yüzeye indirgenmiş çizgisel ağırlıklı

bir kompozisyon düzenine ulaşır.

Doğada, gerçek yaşamda, sınırlanmış boyutuyla

algılayıp gördüğümüz nesneler, Devrim

Erbil’de salt çizgiler ye de çizgisel bir

yapılanma içinde doğanın ritmik yapısında

yeniden kurgulanmaktadır. 1960’ların sonlarına

doğru bu anlatım biçimleri, İstanbul’un

kent görünümlerine odaklanır. Daha

sonra 1976’da “Anadolu Kasabası”, 1977’de

“Anadolu İzlenimleri” ve “İstanbul” dizisi

resimleriyle 1977’den sonra kent, insan ve

doğa görünümlerinin yanı sıra mavinin egemen

olmaya başladığı “Kuşlar” konulu resimlerini

gerçekleştirir. Çizgi, Erbil’in sanatında

başından beri hep varlığını koruyan bir

ögedir. Seven Galeri’deki serigrafi işlerinde

de Devrim Erbil’in farklı dönem konularından

örnekler izlendi.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


14

SERGİLER

100. Yılında Bauhaus Sergisi

sanat ve tasarım

severleri ağırladı

Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılı, “Türkiye’de Bir

Bauhaus Ekolü: Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar

Yüksek Okulu’ndan Sanatçılar Sergisi” ile anıldı.

Sergi, Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi

ev sahipliğinde, Berlin’deki Türk Alman Toplumu Derneği

katkısıyla gerçekleştirildi. Küratörlüğünü Fatma Batukan

Belge ile Erkan Özdilek’in üstlendiği sergi, sanatı yaşamın

her alanına yayma amacı taşıyan özgün bir üretim çizgisini

vurguladı. Ayrıca, Türkiye ve Almanya arasındaki önemli bir

kültürel dostluk bağını ortaya koymak amacını da taşıdı.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Sergide DTGSYO’nun tüm disiplinlerinden yetişmiş, sanatsal

üretimlerini ve eğitim pratiklerini bugün de Bauhaus felsefesine

dayanarak sürdüren 30 sanatçının yapıtlarından bir

seçki yer aldı. Sergi süresince İstanbul’daki Goethe Enstitüsü’nün

arşivindeki Bauhaus filmleri de gösterildi. Güzel bir

rastlantı ile Berlin-İstanbul kardeşliğinin 30. yılına rastlayan

serginin, 2020 yılında Almanya’nın Berlin kentinde de sergilenmesi

için çalışmalar sürdürülüyor.

Sergide yapıtları yer alan sanatçılar: Ali İsmail Türemen, Aydın

Erkmen, Ayşegül Türedi Özen, Barbaros Gürsel, Berna

Türemen, Cemile Tuna, Ergin İnan, Erkan Özdilek, Erol Eti,

Fatma Batukan Belge, Fevzi Karakoç, Filiz Başaran, Güler Ertan,

Günay Atalayer, Güngör Güner, Gürbüz Doğan Ekşioğlu,

Hamdi Ünal, Kadri Özayten, Kerim Kılıçarslan, Mehmet

Özer, Mustafa Aslıer, Mustafa Pilevneli, Mümtaz Işıngör,

Nazan Erkmen, Reyhan Kaya, Selahattin Ganiz, Selahattin

Yıldız, Sema Ilgaz Temel, Seyit Mehmet Buçukoğlu, Tayfun

Erdoğmuş, Yüksel Güner, Zehra Çobanlı.

Modern mimarlık ve tasarımın ilk okulu Bauhaus,

kapanmasından yaklaşık 25 yıl sonra Türkiye’deki

en önemli sanat okullarından biri olan Devlet Tatbiki

Güzel Sanatlar Yüksek Okulu (DTGSYO)’na

örnek oldu. DTGSYO, 1957 yılında Stuttgart Güzel

Sanatlar Akademisi öğretim üyelerinden Prof.

Adolf Schneck ile İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim

üyelerinden Prof. Sabri Oran tarafından aynı felsefeye

dayanarak kuruldu. Türkiye’deki bu okul,

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da açılan en

büyük Bauhaus okuludur.



16

Bahariye Sanat Galerisi’nde

Uluslararası karma sergi

“Boyut”

GELECEK SERGİLER

Artev Sanat Galerisi’nde

“Renklerle Gelen”

20. sanat yılını kutlayan ARTEV Sanat Galerisi, 8-25

Şubat 2020 tarihleri arasında Alp Bartu’nun yağlıboya

eserlerinden oluşan “Renklerle Gelen” adlı 84. kişisel

resim sergisine ev sahipliği yapıyor.

Bahariye Sanat Galerisi, 16-28 Ocak 2020 tarihleri arasında

20 sanatçının katılımıyla Boyut Uluslararası Karma Sergisi’ne

ev sahipliği yapıyor. Özgün resim, seramik, heykel ve baskı çalışmalarıyla

sergiye katılan sanatçılar arasında Benan Çokokumuş, Domenico

Severino (İtalya), Halim Çeliker, Gülay Özkan, Iliya Ivanov

(Bulgaristan), Jenifer Kim (Amerika Birleşik Devletleri), Michel

Della Vedova (Fransa), Murat Ağçiçek, Mustafa Aslıer, Nihal Sağlam,

Nuran Hazan, Nurdan Arslan, Perihan Ata, Polyanskiy (Rusya),

Ramiz Aydın, Sevinç Karaca, Suna Sönmezalp, Ümit Gezgin,

Yasemin Topçuoğlu ve Ziynet Özdoğan yer alıyor.

Sanatçının resimlerinde uyumlu ve dengeli bir biçimde bir

araya getirilen insanlarının özellikle öne çıkmayışları, birbirinin

arkasında yok olmayışları çok önemli bir özellik olarak

göze çarpıyor. Bütünlük parça için değil, parçalar bütünlük

içinde görevlendiriliyor. Resme bakan izleyiciler de dansçıların,

balıkçıların, eğlenen, bisiklete binen gençlerin, çalgıcıların

bir parçası oluyor. Her şeyin bu kalabalıkların dengesi

içinde bulunması çok önemli...

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Alp Bartu, çalışmalarında insan yüzlerini belirsizleştiren,

kendine özgü kişisel bir biçem oluşturacak sanatsal anlatıma

vararak, yüzlerin beyaz bir leke ile kapanmasını yeterli

bulmuş. Yüzlerde detay yok, mimik yok, bütünlük içindeki

hareketlerde izleyicinin dikkatini başka yere çekecek ayrıntı

yok. Figürlerin hareketleri bizleri büyük bir etkiyle dikkatimizi

iyice resme toplamaya, özellikle olayların içine sürüklemeye

zorluyor.

İstanbul Sanat ve Antika Fuarı

ziyaretçilerini bekliyor

Ülkemize yeni bir uluslararası sanat

fuarı kazandırmayı hedefleyen İstanbul

Sanat ve Antika Fuarı, plastik ve

görsel sanatlara ilişkin üretim yanı sıra

antikayı kapsıyor. Sanatseverler, İstanbul

Kongre Merkezi’nde 20-23 Şubat

2020 tarihleri arasında gerçekleşecek

fuarda katılımcı kurumların özenle

oluşturduğu resim, heykel, baskı, fotoğraf

ve antika objeleri görmenin yanı

sıra sahibi oldukları eser ve objelerin değerlemesi

hususunda yardımcı olmayı

hedefleyen ‘ekspertiz bürosu’ aracılığıyla ücretsiz hizmet alabilme

şansı da bulabilecekler.


Eva Sanat Galerisi

Ceylan Mutlu ve

Gülay Yüksel’i

ağırlıyor

Eva Sanat Galerisi, 1-17 Şubat 2020 tarihleri

arasında Ceylan Mutlu’nun “Spontan

Enstantaneler” adlı sergisini sanatseverler ile

buluşturacak. Sergide Mutlu’nun tuval üzerine

yağlıboya 25 eseri yer alacak. 17. solo sergisini

açacak olan sanatçı, 2017-2019 yılları

süresince yaptığı çalışmalarından konu başlığı

altında bütünleşen bir kesiti paylaşacak. Eva

Sanat Galerisi, 26 Şubat-11 Mart 2020 tarihleri

arasında ise Gülay Yüksel Resim Sergisi’ne

ev sahipliği yapacak.

Venüs Sanat Galerisi’nde

suluboya resim sergileri

Venüs Sanat Galerisi, önümüzdeki dönemde suluboya ağırlıklı resim

sergilerine devam ediyor. 29 Şubat-11 Mart 2020 tarihleri arasında

Tülay Sayılgan Suluboya Resim Sergisi’ne ev sahipliği yapacak olan galeri,

21 Mart-27 Mayıs 2020 tarihleri arasında ise Hasan Kırdı Suluboya Resim

Sergisi’ni sanatseverlerle buluşturacak.

17

GELECEK SERGİLER

Hush Gallery’de

paralel solo sergi

Kadıköy

Yeldeğirmeni’nin

aktif sanat mekânlarından

Hush Gallery, Didem Hazinedar

ve Soyhan Baltacı’nın paralel

solo sergisini sanatseverlerle

buluşturdu. Direktörlüğünü

Dramaturg Zelihan Nesanır’ın

üstlendiği sergide sanatçı Didem

Hazinedar ve Soyhan Baltacı’nın

eserleri, paralel solo sergi konseptinde

9 Şubat tarihine kadar

ziyaretçilere sunulacak.

Gallery 11.17’de

“Geçişler”

Gallery 11.17, resim sanatının önde

gelen isimlerinden Fevzi Karakoç’un

eserlerine ev sahipliği yapıyor. Geçmiş

Kültürden Modernizme: “Geçişler” başlıklı

sergi, 16 Ocak-16 Şubat 2020 tarihleri

arasında izlenebilecek. 1968 yılında

akademiye giren sanatçı, sürekli resme

yenilik getiren mantığı ve duyguyu harmanlayan

üretkenliğiyle çalışmalarını

sürdürüyor.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


18

HEYKEL

HEYKELDE

YENİ BİR DİL

OLUŞTURUYOR

Yazar

Esra Açıkgöz

Geleneksel ile günceli

birleştiren heykeller…

Geleneksel tarzla günümüzde olanı birleştiren Hande Şekerciler’in heykelleri,

daha iyi bir dünyanın da izlerini taşıyor. Şekerciler, mart ayında İstanbullu

sanatseverlerin karşısına bir solo sergiyle çıkacak. Ayrıca Londra’da açacağı

sergisinin de hazırlıklarına devam ediyor.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Hande Şekerciler, annesi sayesinde

girdiği resim bölümünde

okurken, asıl aşkı olan heykelle

tanıştı. Bu aşk, onu uluslararası

sanat dünyasına taşıdı. Mart 2018’de

New York’ta Residency Unlimited’de misafir

sanatçı programına katıldı. Mayıs 2019’da

da Los Angeles’ta 18th Street Arts Center’a

davetli olan misafir sanatçılardan biri oldu.

Mart ayında iki büyük solo sergiyle sanatseverlerin

karşısına çıkacak. İstanbul’da son

dönem heykellerinin toplandığı bir sergi

açılacak. Bir de Arda Yalkın’la oluşturdukları

kolektif ha:ar’ın Gaye Su Akyol’la beraber yapacağı

solo sergisi var. Yakın tarihlerde ha:ar,

Lizbon’da da bir sergiye katılacak. Ayrıca

Londra’da açacağı solo sergisi için hazırlıkları

da sürüyor. Geleneksel formla güncel olanı

birleştirdiği heykelleriyle, hayallerini bizimle

paylaşıyor Şekerciler. “Ecstasy” adını verdiği

seri de böyle bir amacın sonucu. Sanatçı; “Bu

serideki heykeller, kendini kabulleniş ve sevişin

verdiği mutluluğu anlatıyor” diyor.

Heykelle ilk tanışmanız nasıl oldu? Sizi

heykele yönlendiren, çeken neydi?

Annemin teşvikiyle güzel sanatlara hazırlanmaya

karar verdim. Ben böyle bir dünya

kurabileceğim gerçeğinin farkında değildim.

Gerçi o da iç mimar olayım istiyordu ama resim

seçince de destekledi. Kısacası, aslında

resim okumak üzere başladım bu maceraya.

Sonrasında okulda heykel atölyesinde vakit

geçirdikçe asıl sevdiğim şeyin malzemeyle

uğraşmak, çok yönlü düşünebilmek olduğunu

anladım. Çünkü heykel yapabilmek için

bir nesneye, konuya çok yönlü bakabilmeniz

gerekiyor. Annem ve okulun yapısı sayesinde

hayatta yapmayı en sevdiğim şeyi bulmam,

benim şansım.

Geleneksel tarzı günümüz teknolojisiyle

birleştirerek heykeller oluşturuyorsunuz.

Bu fikir nereden çıktı? Eklektik durabilme

tehlikesi olduğu halde bunu aşmayı nasıl

başarıyorsunuz?

Eklektik olmanın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum

ki. Aksine tam olarak yapmaya

çalıştığım şey. Geleneksel olanla güncel olanı

birleştirebilmek... Bir sentez yaparak yeni bir

dil kurmak.

Nasıl oluşuyor sizin için konu belirleme

süreci?

Oturup “Şimdi neyin heykelini yapayım?”

diye düşünmüyorum. Özelikle Türkiye gibi

coğrafyalarda konu bitmiyor zaten. Her an

kafanıza takılan yeni bir mesele var. Ben de

herkes gibi hayattan ve yaşadıklarımdan

besleniyorum. Sosyal medya ve internet

sayesinde dünyadaki sanatçılar neler yapıyor

takip ediyorum ve bu da beni besleyen

diğer şey.

Ecstasy heykel serisinde hazzı da görmek

mümkün, acıyı da... Sergiye neden Ecstasy

adını verdiniz?

“Ecstasy”, çok yoğun bir hazzı anlatıyor.

Vecd dediğimiz, kendinden geçercesine yaşanan

mutluluk... Bu serideki heykeller de kendini

kabulleniş ve sevişin verdiği mutluluğu

anlatıyor. O yüzden bu ismi seçtim.


Akyol’la beraber gerçekleştireceğimiz büyük bir solo sergiye hazırlanıyoruz.

Yine martta Lizbon’da bir sergiye katılıyoruz. Hem

teknik hem içerik anlamında etkileniyoruz birbirimizden. Beraber

ürettiğimiz işlere bakınca bunu benim anlatmamdan daha iyi gözlemleyebilirsiniz

aslında.

19

Ecstasy, tüketim toplumundan “proje çocuk” algısına,

kalıplaşmış güzellikten cinsel kimlik dayatmalarına kadar birçok

konuya dair söz söylüyor. Nedir sizi bu seriyi yapmaya iten?

Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, insanlar kendi hayatlarına bakacaklarına

komşusunun ne giydiği, kimle beraber olduğu, eve saat kaçta

gelip gittiğiyle daha çok ilgileniyor gibi. Bu sadece bizim toplumumuza

özgü bir şey de değil. Ortadoğulu olmanın getirdiği ekstra bir

sınır tanımazlık olsa da bu kitle Amerika’da da farklı şekilde var.

Orada da mevzu kadınların giysisi değil de cinsel tercihleri farklı

olan insanların giyimi mesela. Ya da kadın-erkek tercihleri dışına

çıkmış insanların evlenip evlenemeyecekleri.

Bense insanların arkadaşının, komşusunun hayatına müdahale etmeden,

herkesin kendini olduğu gibi kabullendiği ve başkasının da

cinselliğiyle, cinsel yönelim ve tercihleriyle ilgilenmediği bir yaşamın

mümkün olduğuna inanıyorum. Ecstasy, böyle bir dünyanın hayalini

paylaşma niyetiyle ortaya çıktı. Kendini seven ve derinden bir mutlulukla,

aşkla kabul etmiş insanların tasvirinden oluşan heykeller...

Video, 3D modelleme ve ses teknolojisi üzerine çalışmaları

olan Arda Yalkın’la oluşturduğunuz ha:ar isimli bir kolektifiniz

de bulunuyor. Nasıl başladı bu birliktelik, birbirinize ne gibi

katkılarınız oluyor?

Biz on yıl hep aynı mekânda çalıştık ama beraber bir eser üretme

gibi fikrimiz olmadı. İkimizin kullandığı medyumlar, dünyanın iki

ayrı ucu. 2018’de New York’ta Residency Unlimited’de bu iki farklı

dünyayı birleştirmeye karar verdik ve çalışmaya başladık. Yaklaşık

iki yıl gibi kısa sürede de ha:ar, New York’ta bir solo yaptı. Çok

önemli sergi ve fuarlara katıldı. Mart ayında İstanbul’da Gaye Su

Mart 2018’de New York’ta Residency Unlimited’de misafir

sanatçı programına katıldınız. Mayıs 2019’da da Los Angeles’ta

18th Street Arts Center’a davetli olan misafir sanatçılardan

biriydiniz. Bunlar yolculuğunuzda size fikirsel ve kariyer

anlamında nasıl kapılar açtı?

Amerika ve Türkiye arasındaki bu git-gelli yaşamdan çok besleniyorum.

Birbirinden çok farklı iki kültür ve bir süre diğerinden uzak kalmak

kendimi, hayatı daha iyi değerlendirmemi sağlıyor. Aynı şekilde

üretimlerimi de... İnternetten de takip edebiliyorsunuz dünyadaki

sanatçıları ama orada bulunup güncel sergilere gitmek, sergileme

biçimlerini, trend eğilimlerini görmek, dünyadaki sanatçılardan hiç

geride olmadığımı, uluslararası çalışan sanatçılar arasında bir yerim

olduğunu anlamama yardımcı oldu. Sanatçı misafir programlarına

katılmak ise, o ülkedeki sanat ortamına girmenizi sağlıyor. Zira,

“Hadi ben geldim” diye oraya gitmekle bu köklü kurumların davetlisi

olarak gitmek arasında fark var. Müze yöneticileri, galericiler ve diğer

sanatçılarla bu kurumlar sayesinde bağlar kurdum.

Bu yıl sizin için baya hızlı geçti. Martta İstanbul’da, nisanda Los

Angeles’ta sergiler açtınız. İlk serginizden bugüne bakınca ne

görüyorsunuz?

Her şey gibi heykel yapmak da zamanla, çalıştıkça beceri ve

tekniklerinizi geliştirdiğiniz bir alan.

Ben hem bu alanda çok çalışıyorum

hem de heykel üretimimi destekleyip

besleyecek yan alanlarda çalışıp, sürekli

yeni bilgiler ediniyorum. 3D modelleme,

karakter animasyonu gibi...

Dolayısıyla beceri ve teknik anlamda

ilk sergiden beri çok fazla yol aldım.

Öte yandan teknik beceri ve bilgi arttıkça

duyguları, fikirleri ifade etmek

konusunda da daha yetkin olmaya

başladığımı düşünüyorum.

Peki, hedefiniz nedir?

Uzun vadede hem solo olarak hem de

ha:ar ile uluslararası sanat dünyasında

yer edinmeye çalışıyorum. Bu uzun ve

zorlu bir süreç... Sadece yetenekli olmanız

yetmiyor. İnsanlara ne yaptığınızı anlatabilmeniz,

dünya çapındaki bağlantıları kurabilmeniz

gerekiyor. Bu da sürekli seyahat

etmenizi gerektiren ayrı bir iş... Kısa vadeli

projelere gelirsek, martta iki büyük solo sergiye

birden hazırlanıyorum. Hem son dönem

heykelleri derli toplu bir sergiyle İstanbul’da ilk

defa göstereceğim solo sergim, hem de ha:ar’ın

Gaye Su Akyol’la beraber yapacağı solo... Her

ikisi de aynı mekânda olacak ve beni Londra’da

çalıştığım galeri olan JD Malat Galeri tarafından

temsil edecek. Yaklaşık tarihlerde ha:ar,

Lizbon’da da bir sergiye katılacak. Hemen sonrasında

da yine New York macerası başlıyor.

Bu arada Londra’daki galerimle de solo hazırlıklarına

devam ediyoruz.

HEYKEL

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


20

ANTİKA

Yazar

Eren İnan

Kadıköy’ün her sokağı sanata açılıyor

Sanat turumuzun

ilk durağı antikacılar

değil; eski bir gramofon, bir pikap ya da küçük bir objeyi

dahi saklıyor gizli çekmecelerinde... Kadıköy kent kültürüne

antikacı dükkânlarının yanı sıra küçük çay evleri, kitapçılar

ve kendine has barlarıyla farklı bir kimlik kazandıran Antikacılar

Sokağı’nın Arnavut kaldırımlı yollarını arşınlarken,

dükkânların camlarından geçmişi uzun uzun seyre daldık.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Eski eşyaların gölgesinde ve izinde yaşanmışlıkları

hissettiğiniz antikacılık, bugünlerde bir tutku

hâline geldi. Bir felsefenin, hikâyenin, nostaljinin

peşindeyseniz, bazen tek çare antika...

İlçemiz Kadıköy de koleksiyonerler ve vintage tutkunları

için adeta bir cennet... Özellikle Antikacılar Sokağı olarak

hafızalarımıza kazınan Tellalzade Sokak sadece antikaları

“Antikacılık tutkuyla yapılan bir iş”

İlk durağımız, antikacılığı

tam 25 yıldır

büyük bir tutkuyla

hayata geçiren Orhan

Akar’ın hikâyelerle

dolu dükkânı

oluyor. Günümüzde

antikacılık yerine

ikinci el eşya dükkânı

kavramının kullanılması

gerektiğinin

altını çizen Akar’a

göre, ülkemizde

antikacılık kavramı

çok farklı ve yanlış

algılanıyor: “Bugün,

1960 tarihli Osmanlı’yı

anlatan bir

dergiyi antika eşya

olarak getirebiliyorlar.

Osmanlı gideli

60 yıl mı oldu?

Hayır! Demek ki bu antikacılık değil, ikinci el eşya satmak

oluyor. Ben bu işe başladığım yıllarda Sovyetler’in de son

dönemlerine denk geliyordu ve malzeme temini çok daha

kolaydı günümüze göre. Hurdacılardan, evlerden eşyalar geliyordu

dükkânlara, fakat günümüzde mal akımı çok daha

daralmış vaziyette. Bu işe yeni başlayacaklar için zorlu bir

meslek hâlini aldı.”

“Yeni çağ koleksiyonerler yaratmıyor”

Günümüzde gençlerin daha çok teknolojik ürünlerle meşgul

olduğunu ve koleksiyonerlik kültürünün bitmeye yüz tuttuğunu

ifade eden Orhan Akar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günümüz

dünyası yeni koleksiyonerler yaratmıyor, genç nesli

elektronik eşyalar daha çok cezbediyor. Bununla beraber

bazı sahtekârlar yüzünden bizlere olan bakış değişti. Eski eşyanın

üzerine sahte imzalar atılarak insanlar kandırıldı. Keşke

önüne geçebilsek de herkes bu işe gönül vererek yapsa.


21

ANTİKA

Osman

Yağmurkaya,

150-200

yıllık, Sultan

Abdülhamit

tuğralı bu

aynanın

köşkten çıkma,

tamamen

orijinal bir

parça olduğunu

söylüyor.

Sokağımızla ilgili belirtmek istediğim bir diğer husus; Selami

Öztürk yıllar önce başkan olduğu dönemde İngiltere’deki

ünlü antikacılar sokağı Portobello Road’u örnek göstererek,

burayı da o üne kavuşturmak istediklerini söyledi ve bizden

bunun için birtakım tadilatlar yapmamızı istedi. Bizler bu iş

için heveslendik ve gerekli onarımları yaptık. Ama tüm sokak

esnafı olarak bir baktık ki alkollü mekânlar gelmeye başladı.

Belediye buraya ruhsat vermese bu mekânlar açılabilir

miydi? Günümüzde benim

dükkânımı da bara çevirmek

için çok teklif geliyor,

ancak direniyoruz.”

“Antikacılığın ana

beşiği Asmalımescit”

Osmanlı Yaldız Sanat Galerisi’nin

sahibi Osman

Yağmurkaya da küçük yaşlardan

bu yana altın varak

işiyle uğraştığını söyleyerek,

antikacılığın ana beşiğinin

Asmalımescit olduğunu

belirtti. Yağmurkaya; ‘’25

yıldır Kadıköy’de bu işi yapıyorum.

Asmalımescit’te

bizi çok iyi ustalar yetiştirdi.

Ancak bugün ne o ustalar

kaldı, ne de müşteriler.

Geriye kalanlar olarak bizler

de Kadıköy’de son çabalarımızla

tutunmaya çalışıyoruz. Antika eşya konusunda Kadıköy,

esnafı ve müşterisiyle çok farklı bir noktada olmasının

yanında Avrupa yakasını da besliyor. Anadolu’dan gelen

mallar ilk Kadıköy’de toplanıyor ve tüm İstanbul piyasasına

buradan dağıtılıyor. Antikacılar olarak bilinen sokağımızın

bugünlerde alkollü mekânlarla yapısı bozulmaya başladı.

Yüksek kiralar ödeyebildikleri için bizim dükkânlarımıza

kolayca yerleşebiliyorlar. Ancak biz geriye kalan dört, beş

esnaf sonuna kadar direnmeye devam edeceğiz. Çünkü sanat

her geçen gün bitiyor. Antikacılar bu sokağa gelmeye

başladıktan sonra Tellalzade Sokak’ın oldukça nezih bir alan

hâline geldiğini de söylemeden geçemeyeceğim” şeklinde

konuştu.

“Sokağımızdaki insan profili değişmeli”

Sokağın Avrupa’daki örnekleri gibi olumlu anlamda değişime

uğraması gerektiğini vurgulayan Yağmurkaya, bu konudaki

önerilerini şu sözlerle sıraladı: “Keşke sokağımıza gelen

insan profili değişse. Sadece antika eşyalar için gelen ziyaretçileri

ağırlasak ve kahvelerini içerek mutlu ayrılsalar. Eskiden

semtimizde neredeyse 80 civarında antikacı varken,

günümüzde sayılarımız 20’yi geçmez. Ben sık sık yurt dışına

ziyaretlerde bulunuyorum. Orada antikacıların bulunduğu

sokaklara gittiğimde hakikaten çok etkileniyor ve oturup

bir kahve içmek, alışveriş yapmak istiyorum. Her dükkânın

kendine has ayrı bir güzelliği var Avrupa’da. Yurt dışına gidip

imrendiğimiz sokaklar neden burada da olmasın?”

“100 yıllık bir ağaç, sanat ile

antikaya dönüşebilir”

Sokağın tek gramofon

dükkânı Gramofon

Antik’in işletmecisi

Mustafa Özkan da

uzun süredir Antikacıları

Sokağı’nın sakini.

Dijital platform ve

aletlere meydan okuyarak

gramofon kültürünü

yaşatmayı çabalayan

Özkan, antika

eşyalara dair şu açıklamalarda

bulundu:

“Antika eşya, üzerinde

bir sanat ve işçilik

olan, kendini gösteren

bir nesnedir. Yüz yıllık

bir ağacın üzerine bir işçilik yaptıysanız, yani ortada sanat

varsa bu antikaya dönüşür. İnsanların çoğu Osmanlıyı

sevmez ama Osmanlı eşyalarına hastalar. O dönemlerden

kalan gümüş, ahşap eşyalar, fotoğraflar herkes tarafından

toplanıyor.”

“Sokağımızın Belediye tarafından

destelenmesi lazım”

Tellalzade Sokağı’nın hikâyesinin 1950’lere dayandığını da

aktaran Mustafa Özkan; “ Ben 20 senedir her gün Kocaeli’nden

Kadıköy’e geliyorum. Antika eşya yoğun olarak burada

çıktığı için, antikacılar da zamanla Kadıköy’de toplanmış

Sokağın en başta belediye tarafından desteklenip, korunması

lazım... Buranın sanat sokağı olarak ilan edilip, bu

yönde çalışmalar yapılmalı. Alkollü mekânlara ruhsat vermeyerek

veya araç giriş çıkışını kontrol altına alarak bunu

gerçekleştirebilirler” dedi.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


22

İSTANBUL MİMARİSİ

Yazar

Esra Açıkgöz

Mimar

gözünden

İstanbul ve

sorunları

İstanbul kimliğini

kaybediyor

İstanbul, yüzölçümü açısından Türkiye’nin sadece 5461 kilometrekaresini kaplasa da, ülkenin gündemini

o belirliyor. Kent kimliğini hiçe sayan büyük mimari projeler, şehrin yüzüne uymayan kamu yapıları,

bilim kurgu filmlerini aratmayan binalar… Bütün bunlar, sihirli şehir İstanbul’un siluetini bozuyor. Biz

de alanında uzman mimarlara; Saltuk Yüceer, Arif Atılgan, Ahmet Erkutoğlu ve Mete Fırıncıoğlu’na,

İstanbul’u ve mimarisini sorduk.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

SORULAR

- Bir mimar olarak İstanbul’a bakınca ne görüyorsunuz?

- İstanbul’un, özellikle de Anadolu yakasının en önemli mimari sıkıntısı ne sizce?

- Şehrin kimliğine uymayan, estetik değeri de olmayan birçok yapı görüyoruz.

Neden estetik binalar yapılamıyor?

- Çözüm için atılması gereken en acil adım nedir?


23

İSTANBUL MİMARİSİ

Mimari bizim işimiz,

siyasilerin değil

Mete Fırıncıoğlu / Yapür Yapı Kurucusu

s İstanbul’a ilk baktığımda şehircilik kurallarından uzak,

sadece parsellerin büyüklüğüne göre oluşturulmuş ve

kentsel dönüşüm adı altında yola çıkılarak karmaşa

içine itilmiş bölgeler görüyorum. Kentsel dönüşüm bilimsel

bir kavram, ancak bunu rantsal dönüşüme doğru

ittiler. Bir şehri düşününce sadece bina olarak göremezsiniz.

Binada oturanların yaşam biçimini, onları mutlu

edecek dönüşümü düşünmeniz lazım. İnsanların ihtiyacı

olan yeşil alan, trafik sorunun çözülmesi, güven

duyulması... İstanbul’da artık bunları göremiyorum ve

rahatsız oluyorum.

s En büyük sıkıntı, şehircilik kurullarına uyulmaması... Şehircilik,

binayı her yerde parsel bazında vurgulamıyor; bir

ahenk, fonksiyon yaratmak istiyor. Anadolu yakasında

hiçbirini göremiyorum. Gitgide insanları rahatsız eden

bir şekillenme var. Fikirtepe çok korkunç bir yoğunluğa

itildi mesela.

s Kimliğe uygun, estetik binalar yapılamamasının temelinde

rant anlayışı yatıyor. İyi bir mimari oluşturabilmek

için bunu rantın ötesinde sanatsal bir ortama taşımak

lazım. İnsanlara mimar olarak en güzelini vurgulamak

istediğimde, diyorlar ki “Biz bundan para kazanacağız.

Ondan kazanamayız.” Böyle bir sistemde olduğumuz için

istediğimiz, mutlu olacağımız kenti göremiyoruz.

s Atılacak en acil adım, siyasetin bilimin yanından çekilmesi.

Karar vericiler siyasi unsurlar genelde; belediyeler,

bakanlıklar... Siyaset, işi bilim ve ilim şehircilik boyutu ne

diyorsa onlara bırakmalı. Kendi adamlarının çıkarı için

yeşil alanları azaltıyor, insanın mutluluğu için gereken

bütün unsurları feda edebiliyorlar.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


24

İSTANBUL MİMARİSİ

İnsani ölçüler

kayboluyor

Arif Atılgan / Yazar, mimar

s İstanbul’un tepeden videoları alınsa her 10 yılda, ‘Kabartma

tozu atılmış kek gibi kabardığı’ görülür. Devamlı

yüksek, daha yüksek binalar yapılıyor. Önceleri 3 kat,

sonra 5, sonra 7, sonra 17… En kötüsü de insanlar buralarda

yaşamaya alıştırılıyor. İnsani ölçü, bina ile ağaçların

boyunun yarışır pozisyonda olması. İnsanların mutlu

yaşadığı mahalleler, bu ölçüdeki binalardan meydana geliyor.

Tarihten gelen siluetler yok oluyor. Heybetli cami

minareleri; köprülerin, kavşakların ve yüksek binaların

altında eziliyor. Tarihi mahalleler, yeme-içmeci çarşısına

dönüştürülüyor. İstanbul da artık yeşil görünmüyor. En

önemlisi, İstanbul hiçbir zaman bitmiş bir şehir olamıyor.

İstanbullu devamlı şantiyede yaşıyor. Yine de İstanbul, sihirli

bir şehir olma özelliğini sürdürüyor.

s Yöneticiler ille de inşaat yapılmasını istiyor, çünkü devamlı

nüfus artıyor. Bu durumda doğal olarak mimaride

idealistlik aranmıyor. Plan tadilatları, emsal artışları,

kentsel dönüşüm, kentsel yenileme... Hepsi bir öncekinden

daha büyük binalar yapılması için kitabına uydurulma

usulleri oluyor. Anadolu yakasındaki durum ise

denizden bakıldığında daha net görünüyor. Özellikle Kadıköy’deki

inşaatlar, Avrupa yakasıyla yarışıyor. 1980’lerde

gökdelen gözüyle bakılan 10 katlı binalar, yeni yapılan

30-50 katlıların yanında köy evi gibi kalıyor.

s Bir mimar meslektaşım, en zenginlerin bile “En iyi mimar,

bir metrekare fazla inşaat alanı çıkarandır” dediklerini

anlatmıştı. Bu anlayış bütün toplumda var. Ayrıca

mimar projesini belediyeye soktuktan sonra öyle bir iş

takip psikolojisine giriyor ki mimariyi filan unutuyor.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

s Çözüm için mimarların anahtar teslimi iş yapmaları sağlanmalı.

Türkiye’de bir yılda alınan toplam inşaat ruhsatı

metrekaresini toplam mimar sayısına bölersek, kişi başına

1.000-2.000 metrekare inşaat ruhsatı düşüyor. Yani

10-20 daireli bir apartman projesi bu. Bir yılda bir apartman

projesi yapan mimarın geçinmesi olanak dışı... Fakat

anahtar teslimi, yani projesi, ruhsatı ve inşaatıyla yaparsa

geçinebilir. O zaman işverenine estetik, fonksiyonel çözümler

önerebilir. Belediyede iş takip ederken bir an önce

ruhsatımı alayım paniğinde olmaz. Oradakilere projesini

savunur, tartışır. En önemlisi, mimar uygulamanın içinde

olur.


En önemli konu

yönetmelikler

25

Ahmet Erkurtoğlu / AE Mimarlık Kurucusu

s Maalesef biz mimarların da katkısıyla beton yığınları görüyoruz.

Özellikle 2000’lerin başında hızlanan ve adına

kentsel dönüşüm denilen, riskli binaların depreme karşı

yenilenmesi dışında katkısı olmayan, aksine yük bindiren

ve ada bazlı değil parsel bazlı yapılan binasal dönüşümle

devam eden süreçte güzel İstanbul’umuzu mahvettik,

ediyoruz.

s Bence en önemli konu yönetmelikler. Bakanlıklarda uygulamayı

bilmeyen teorisyenlerin hazırladıkları yönetmeliklerle

projeleri çiziyoruz.

s Sınır tanımayan inşaat etkinliği, planlamaya yönelik saygı

eksikliği, eski kentin kültürel değerlerini hiçe sayma, araç

trafiğine tanınan öncelik, deniz yollarının olanaklarını

göz ardı etmek, politik çıkarlar uğruna verilen tavizler,

İstanbul’u süratle kültürel tüketime göre biçimlenmiş bir

kent hâline getirdi. En dikkat çeken olumsuz yönü, artan

nüfusun da etkisiyle betonlaşması ve İstanbul’un bağrına

hançer gibi saplanan gökdelenleri... Ulaşım sistemiyle

ilişki kurulmadığından bugün gökdelenler, özellikle trafik

yoğunluğunun arttığı saatlerde çözülmez düğüm noktas

Her ne kadar çok geç kalsak da şehirlerin anayasası olan

ve hiçbir şekilde delinmeyecek 1/100.000 ölçekli master

planlarının yapılması öncelik olmalı. İstanbul’umuzu katleden

ve hâlâ geç kalmadığımız parsel bazlı dönüşümü

acilen durdurup, ada ve alan bazlı dönüşüme geçilmeli.

Tabii ki de olmazsa olmaz, mimarları tasarımlarında yönetmeliklerle

kısıtlayıp özgürlüğünü alarak, mimara hırsız

gözüyle bakılmamalı. Binaya estetik katmak için bir

formu ranta çeviren müteahhite ve izin veren mimara yönelik

bir cezai yaptırım rantın önüne geçecek ve şehirde

estetik bina sayısı her geçen gün artacaktır.

İSTANBUL MİMARİSİ

s Yerel idarelerin tasarım odaklı proje önerilerini rant

odaklı olarak algılamaları ve binaya estetik katan herhangi

bir formu, yönetmelikleri öne sürerek kabul etmemelerinin

yanı sıra dönüşüm sürecinde özellikle Anadolu

yakasında; Avrupa yakasından ve Anadolu’dan değişik

sektörlerdeki iş insanlarının rant hesabı yaparak müteahhitlik

işine girmeleri de bu çirkin yapılaşmaya neden

oluyor.

Çözüm için önce

gerçek kabullenilmeli

Saltuk Yüceer / Kadıköy Kent Konseyi Başkanı

s İstanbul, hem tarihin üç önemli imparatorluğuna başkentlik

yapmış, hem de fiziksel ve sosyal açıdan özgün

yapıya sahip bir metropol. En yalın anlamıyla “ana kent”.

Gelişmekte olan tüm ülke kentlerinde olduğu gibi, İstanbul’da

da yoğun göç dalgasının yarattığı hızlı büyüme,

plansız gelişim sürecini beraberinde getirdi. Gecekondu,

ulaşım, altyapı ve çevre sorunlarına neden oldu. Sonuçta

İstanbul, imar için değil rant için planlanan ve yapılaşan

bir metropol kimliği ve görüntüsü içinde büyüdü ve büyüyor.

ları oluşturuyor. Köprüler, gökdelenler, büyük alışveriş

merkezleri, fabrikalar, yeni apartmanlar, yeni büro binaları,

ulaşım araçları, hepsi ithal ya da dünyanın geri kalanıyla

paylaşılan ortak biçimler. İstanbul’un sadece yüzde

5’inin büyük tarihin tanığı niteliğini taşıması gerçekten

çok üzücü... Kadıköy’ü de İstanbul’dan farklı düşünmek

mümkün değil.

s Neden estetik binalar yapılamıyor sorusunun türlü sebepleri

var. Dünyada örneği olmayan bir sistem, kat karşılığı

inşaat sistemi baş etken. Kat maliki ve müteahhidin

tek amacının mümkün olduğunca büyük metrekarede

mekânlara sahip olma tercihi, maalesef birçok binada estetiğin

önüne geçiyor. Bir diğeri, imar yönetmeliklerinin

kısıtlayıcı hükümleri, zira binadaki estetik bir hareket

öyle veya böyle yönetmelikteki bir maddeye takılabiliyor.

s Sorunların çözümü için atılması gereken ilk adım, günümüz

İstanbul gerçeğinin kabullenilmesi. Ancak ondan

sonra öneriler getirilebilir.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


26

PLASTİK SANATLAR

Yazar

Dr. Pınar Ceylan // Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi

Andy Warhol ile

sanata herkes dokunsun

“- Süpermarketlerin yeni müzeler olduğunu düşünüyorum!”

Andy Warhol

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

İstanbul Maslak Uniq Expo, 7 Kasım 2019 /29 Mart

2020 tarihleri arasında ‘Andy Warhol ile Pop Sanatı’

sergisine ev sahipliği yapıyor. Begüm Alkoçlar’ın

küratörlüğünü yaptığı sergi, Odeabank’ın ana sponsorluğunda

ve McArt.ist işbirliğiyle gerçekleşiyor. Kendinizi

dünya müzelerinin birinde hissettiğiniz, pop sanatının

öncülerinin başyapıtlarının bir araya geldiği bu kapsamlı

sergiyi, Türkiye sanat ortamında görmek heyecan vericiydi.

Sergiye adımınızı attığınızda Andy Warhol’un sanat görüşlerinin,

çalışmalarının gösterildiği ve sloganlaşmış

ünlü sözlerini sanatçının ağzından dinleyeceğiniz video

ile karşılaşıyorsunuz. Sergi salonuna girdiğinizde ise Andy

Warhol’un fabrikasında olduğu gibi gümüş renkli duvar dekorları

dikkat çekerken, kendinizi pop sanatının öncüleri

ve başyapıtlarıyla başbaşa kalmış buluyorsunuz. Pop sanatının

1960’lı yılların başlarında ilk ortaya çıktığında gelip

geçerliliği ve sıradanlığı sanat çevresinde kuşkuyla karşılanmış

olsa da, bütün bu kuşkulara rağmen pop sanatının

gelişip patlak vermesi çok hızlı gerçekleşmiştir. Pop sanatı

hayatın içindendir. Pop sanatçıları reklamcılık, meşhur insanlar,

tüketim ürünleri, siyaset, ev hayatı gibi sıradan konular

üzerine çalıştılar. Yüksek ve ulaşılmaz görülen sanata

karşı bir görüş sundular. Dada sanatçıları hazır nesnelerin

estetiğini yok etmek isterlerken, pop sanatçıları hazır nesnelerde

yeni bir estetik aradılar.

Sergide Andy Warhol’un

90 orijinal resmi yer alıyor

Uniq Expo’da gerçekleşen sergide Andy Warhol’un serigrafi

tekniği ile üretilmiş Coca Cola, Campbell Soup, Elektrikli

Sandalyeler, Flowers, Marilyn Monroe, Brigitte Bardot,

Brillo kutuları, Che Guevara ve Mao’nun da aralarında bulunduğu

90 orijinal resmi yer alıyor. Andy Warhol, 1967 yılında

Gene Swenson’la yaptığı söyleşide serigrafi tekniğini

resimlerinde kullanmasıyla şu sözlerle bahseder: “Keşke

daha çok kişi serigrafi tekniğini kullansa da böylece kimse

resmin bana mı başkasına mı ait olduğunu bilmese. Bu

şekilde resim yapmamın nedeni makina olmayı istemem

ve bunu ne yaparsam yapayım hissediyorum, makina gibi

yapabilmeyi istiyorum.” (Harrison&Wood, 2011, Sf: 791).


Andy Warhol, çalışmalarında kullandığı serigrafi tekniği

ile sanattaki kabul gören üsluplaşmaya ve estetik anlayışına

meydan okudu. Onun için sanat eserinde üslup önemli

olmamalıydı. Warhol, sanatta özgünlüğün esas alınmadığı,

seri üretilen sanat eserlerinin de olabileceği düşüncesini

savundu. Sergide yer alan Coca Cola eseriyle ilgili görüşlerini

Uniq Expo’daki serginin yazı metninde sloganlaşmış şu

sözleriyle bahseder: “Amerika’yla ilgili en harika şey, varsılla

yoksulun özünde aynı şeyleri tüketebilme geleneği başlatmış

olmasıdır. Düşünün ki Amerikan Başkanı da Liz Taylor ve

kim olursanız olun siz de Coca Cola içiyorsunuz. Coca Cola,

Coca Cola’dır ve ne kadar para öderseniz ödeyin, sokakta bir

serserinin de içmekte olduğu bir Cola’dan daha iyi bir Cola

yoktur. Bütün Cola’lar aynıdır ve bütün Cola’lar iyidir. Liz

Taylor da Amerikan Başkanı da sokaktaki serseri de bunu

bilir.” (Andy Warhol ve Pop Sanatı Sergisi, 2019para. 1-10).

27

PLASTİK SANATLAR

Andy Warhol sanatta

üslubu kabul etmiyordu

Andy Warhol, sanatta üslubu kabul etmeyerek üslupsuz,

birbirinin aynı seri olarak makinalar ile çoğaltılmış eserleri

ve ünlüden ünsüze, fakirden zengine herkesin içtiği Coca

Cola’yı da eserinde kullanarak, hem konu olarak hem de uygulama

biçimi olarak sanatta standartlaşmayı ortaya atmıştır.

Ona göre herkes ve her şey eşit, sıradan ve basitti. Sergide

yer alan Marilyn Monroe ve meşhur insanları resmettiği

eserleriyle ilgili Warhol; “Günümüzün önde gelen seks

sembollerini temsil ettiğim duygusunu taşımıyorum. Ben

Monroe’yu sıradan bir kişi olarak görüyorum. Monroe’yu

böylesi şiddetli renklerle resmetmenin neyi simgelediğini

sorarsanız, güzelliğini simgeliyor derim. Çünkü o çok güzeldi,

güzel olan şeyleri de insan renklerle anlatır. Monroe

resmini çalıtığım sırada ölüm serisini yapıyordum, bu resim

de onun bir parçasıydı. Ama o ölüm serisini yapmamın öyle

yüce bir anlamı yoktu, yani ben resmettiklerimi yaşadıkları

zamanların kurbanı olarak görmüyordum. Herhangi bir nedeni

yoktu yani, yüzeysel nedenlerden başka...” (Antmen,

2014, Sf: 167) diyerek, sıradanlığa vurgu yaparak bahseder.

Sergide yer alan Warhol’a ait bir diğer meşhur çalışma

Campbell’s Çorbaları ise, Warhol’un 20 yıldır her gün hiç

aksatmadan öğle yemeklerinde tükettiği çorbadır. İlk kez

Los Angeles’ta sergilediği bu resimleri alay konusu olmuş,

izleyiciler sanat galerisinden satın alamadığı Andy Warhol’un

Campbell’s çorbaları konservelerini süpermarketlerden

alınan gerçek Campbell’s çorbalarını satan sanat

galerilerinin ortaya çıkmasıyla onlara yöneldi. Bu durum

karşısında Los Angeles’ta eserinin sergilediği galeri, süpermarketlerde

satılan tüm Campbell’s çorbaları satın aldı.

Gerçek eserin yanında süpermarketten aldığı Campbell’s

çorbalarıyla birlikte satmaya başlayarak iyice satışlarını

arttırmıştı (Frigeri, 2019).

Roy Lichtenstein, Keith Haring,

James Rosenquist ve Robert Indiana’nın

toplam 40 eseri bu sergide

Pop sanatının öncü sanatçılarından Roy Lichtenstein’in en

ünlü eserlerinden Whaam, As I Opened Fire, Bedroom at

Arles yerleştirmesi, Hopeless ve Maybe, Keith Haring’in

Best Buddies isimli eseri, James Rosenquist’in ve Robert

Indiana’nın da eserlerinin aralarında bulunduğu toplam

40 eser, bu sergide yer alıyorlar. Lichtenstein’ın resimlerini

incelersek, çoğunlukla benday noktacıkları tekniğiyle çalışmıştır.

Bu teknik, ticari baskılardaki noktalı efektin boyayla

yapılmış simülasyonudur (Frigeri, 2019, Sf:109). Lichtenstein’ın

imgelerinde cinsiyet ayrımlarını vurguladığını

ve erillik ile dişillik arasındaki karşıtlığı kutuplaştırdığını

belirtmek önemlidir. Toplumsal cinsiyeti, yüksek sanat ile

tüketim kültürü arasındaki ilişkinin özüne oturtur. Lichtenstein’ın

erkek figürlerinin tattığı başarı, doğal sonucunu

kadınların başarısızlıklarında bulur (Beaty, 2017, Sf:73).

Lichtenstein’ın kadınlara bakış açısı -idealize edilmiş aşk

nosyonu ve bununla ilişkilendirilen muhtaç kadın temasıpembe

dizilerde, kadın edebiyatında ve kitle iletişim araçlarında

sergilenen dominant hikayelerle uyum içindedir

(Frigeri, 2019, Sf:110). Sergide yer alan çizgi roman tekniğinde

oluşturduğu eserlerinde Lichtenstein, savaş sahnelerini

resmettiği resimlerinde erilliği, ağlayan ve çoğunlukla

aşk acısı çeken kadın imajları ise kadınsılığı temsil ettiğini

söyleyebiliriz. Lichtenstein’ın Vincent van Gogh’un 1988

yılında Fransa’nın güneyinde yer alan Arles kasabasında

kaldığı kendi yatak odasını resmettiği resminden yola çıkarak

oluşturduğu üç boyutlu bir enstalasyonu da sergide

yer alıyor. Sanatçının yeniden uyarladığı üç boyutlu bu çalışmada

Lichtenstein, çalışmasını çizgi roman noktalama

tekniğinde çalışmış. Mobilyaları ve giysi askılıklarını yaşadığı

döneme uyarlanmış eserini kalın konturlarla çizerek,

expresyonistlerin sert kalın konturlu resimlerine gönderme

yaptığı düşünülebilir.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Kaynaklar:

• Antmen, A. (2014). 20.yüzyıl Batı Sanatında Akımlar. İstanbul, Sel Yayıncılık.

• Beaty, B. (2017). Sanat Karşısında Çizgi Roman. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

• Frigeri, F. (2019). Pop Sanat. İstanbul, Hep Kitap Yayınları.

• Harrison, C. & Wood, P. (2011). Sanat ve Kuram. İstanbul, Küre Yayınları.

• Andy Warhol. (Sanatçı). (2019). Andy Warhol ve Pop Sanatı Sergi Metni, İstanbul : Uniq Expo


28

Yazar

Ebru Özgüz Çelik

KAPAK

Aydınlanma sürecinin baş aktörlerinden

Osman Hamdi Bey

Türk resim sanatında önemli bir figür olarak yer alan

Osman Hamdi Bey, çok yönlü kişiliği ve kültürümüze

getirdiği katkıların yanı sıra Kadıköy’ün ilk Belediye

Başkanı olarak da dikkat çeker.

Kadıköy Sanat Dergisi’nin ilk sayısında yer vereceğimiz

sanatçı elbette Türk kültür-sanat alanına

katkıları olmuş, aynı zamanda ilk sayımıza yakışır

şekilde birçok alanda ilk olma ve öncü olma rolüyle

önemli bir figür olan Osman Hamdi Bey olabilirdi.

Üstelik Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olması da dergimiz için Osman

Hamdi Bey’i bir o kadar önemli kılabilirdi.

Osman Hamdi Bey’in yaşamı ve 19. yüzyıl kültür-sanat ortamındaki

etkinliği üzerine yoğunlaştığımızda, onun çok yönlü kişiliği

dikkat çeken bir unsurdur. Kimi zaman bir arkeolog, kimi zaman

müzeci, bazen ressam ya da uluslararası bir serginin komiseri, bir

tiyatro yazarı, belediye başkanı, kimi zaman da oryantalist bir

romanın kahramanı olarak karşımıza çıkar. Osman Hamdi Bey

ile ilgili kesin bir tespit, Osmanlı’nın Batılılaşma ve yenileşme

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Osman Hamdi

Yeşil Cami’de Kuran Dersi


29

KAPAK

sürecinde önemli bir aktör olduğudur. Arkeoloji, müzecilik,

sanat eğitimi gibi kültür-sanat alanının birçok yerinde

önemli roller üstlenmiştir. Resim sanatına olan tutkusu ve

sanatçı kimliği, tüm yaşamına eşlik eden bir tema olarak

karşımıza çıkar.

Paris’te hukuk eğitimini sürdürürken resme olan tutkusu

sebebiyle Paris Güzel Sanatlar Okulu’na (École des Beaux

Arts) devam etmiş, zamanın ünlü ressamları olan Gérôme

(1824-1904) ve Boulanger’den (1824-1888) dersler almıştır.

1869 tarihinde İstanbul’a dönüşünde, Bağdat Yabancı

İşleri Müdürlüğü’ne (Vilayeti Umur-u Ecnebiye Müdürlüğü)

getirilmiştir. 1871 yılında yeniden İstanbul’a dönen

Osman Hamdi Bey, sarayda yabancı elçilerin protokol işleri

ve çeşitli devlet görevlerinde çalışmıştır.

Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı

1875 yılında Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olarak görevlendirilir.

1881’de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi)

Müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine padişahın şahsi

emri ile müze müdürlüğüne atanır. Osman Hamdi Bey, belediyelerin

sadece yol inşa etmek, çöp toplamak gibi somut

görevlerle sınırlandırıldığı bir dönemde, bu görev tanımına

ilk kez sosyal konuları, kültürü, sanatı, resmi, kent tarihini

koruma gibi konuları da eklemiş, Kadıköy’deki ilk sanatsal

ve arkeolojik çalışmalara önem vermiştir.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


30

KAPAK

En önemli arkeolojik kazısı,

Sayda (Sidon-Lübnan) kazısından

kral mezarlığı kazılarıdır.

Bu lahitlerin arasında İstanbul

Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen

dünyaca ünlü İskender Lahiti’nin

bulunması, Osman Hamdi Bey’e

uluslararası bir ün kazandırmıştır.

Arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey

Nemrut Dağı Tümülüsü’nde, Lagina’da bulunan Hekate

Tapınağı’nda kazılar yapmıştır. En önemli arkeolojik kazısı,

Sayda (Sidon-Lübnan) kazısından kral mezarlığı kazılarıdır.

Bu lahitlerin arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen

dünyaca ünlü İskender Lahiti’nin bulunması, Osman

Hamdi Bey’e uluslararası bir ün kazandırmıştır. Fransız,

Alman, Yunan, İspanyol çevrelerince madalya ve nişanlarla

ödüllendirilmiştir. 1881 yılında Müze-i Hümayun’a müdür

tayin edilmesiyle Türk müzeciliğinde yeni ve verimli bir

devre açılmıştır. Müzeciliğimizi ilk kez modern anlamda ele

almaya başlayan Osman Hamdi Bey, Müze-i Hümayun’da

gerçekleştirdiği ilk işlerden birisi olarak, yürürlükte bulunan

1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni 1883 yılında yeni

baştan düzenleyerek, eserlerin yurt dışına çıkarılmasını

yasaklayan maddeler koydurmuştur. Böylece Batılı ülkelere

Osmanlı topraklarından eser akışını engellemiştir. Eserlerin

kaydedilmesi, onarılması, nem ve rutubetten uzak ve

sağlıklı bir şekilde korunup sergilenebileceği gerçek anlamda

bir İmparatorluk Müze Binası yapılması için, bugünkü

İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni üç kademede 1899, 1903 ve

1907 yılında tamamlayarak ziyarete açmıştır.

Türkiye’de müzeciliğin kurucusu

Türkiye’de müzeciliğin kuruluşu, bir Osmanlı aydını olan

Osman Hamdi Bey ile anılır. Tanzimat’la birlikte başlayan

Osmanlı aydınlanması, Avrupa’daki aydınlanmaya benzer

biçimde bilim, sanat ve müzecilik alanında önemli atılımlar

gerçekleştirilmesine neden olmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni

kurmuş ve 29 yıl boyunca müzenin müdürlüğünü yaparak,

müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmuştur.

Osman Hamdi Bey’i çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu sayanlar,

bunu Osmanlı dönemindeki ilk Türk müze yöneticisi

olmasıyla ve müzeyi geliştirmesiyle gerekçelendirirler.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Osman Hamdi Bey, ülkede yapılan arkeolojik

çalışmaları sistemli bir şekilde kontrol eden

mekanizmaları oluşturmuş ve ilk Türk bilimsel

kazılarını başlatmıştır. Kendisi Adıyaman’da

Nemrut Dağı kazılarını yürütmüş, Komagene

Krallığı’na ait eserlerin ortaya çıkmasında büyük

katkı sunmuştur.


Kaplumbağa Terbiyecisi

Osman Hamdi, resimlerinde Türk sanatı,

kültürü, mimarisi, çinili panoları, duvarlar,

halılar, süslemeli objeler, örtüler, kandiller,

rahleler, türbe mekânları, hat levhaları, aile

portreleri, insan figürlerini kullanmış, Osmanlı

kadınının iç ve dış mekânlardaki yaşayışını

resmetmiş; Doğu/Batı, inanç/aşk, yaşam/ölüm

gibi ikilemlerin izini sürmüştür.

Güzel sanatlar kurucusu ve

ressam Osman Hamdi

1 Ocak 1882’de Sultan II. Abdülhamid tarafından

Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Müdürlüğü’ne

atanmıştır. Bugünkü Mimar Sinan

Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin temeli sayılan

Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’ni 1883 yılında

kurmuştur. Ressam Osman Hamdi Bey olarak

bildiğimiz eserlerinden “Kaplumbağa Terbiyecisi”,

“Arzuhalci”, “Kur’an Okuyan Hoca”,

“Silah Taciri”, “Leylak Toplayan Kız“, “Şehzadebaşı

Camisi Avlusunda Kadınlar“, “Feraceli

Kadınlar“, “Mimozalı Kadın”, ”Ab-ı Hayat Çeşmesi”,

“Mihrap” gibi tabloları en ünlü yapıtları

arasındadır. Resimlerinde Türk sanatı, kültürü,

mimarisi, çinili panoları, duvarlar, halılar,

süslemeli objeler, örtüler, kandiller, rahleler,

türbe mekânları, hat levhaları, aile portreleri,

insan figürlerini kullanmış, Osmanlı kadınının

iç ve dış mekânlardaki yaşayışını resmetmiş;

Doğu/Batı, inanç/aşk, yaşam/ölüm gibi

ikilemlerin izini sürmüştür.

Farklı bir oryantalist

Türk resim tarihi açısından, bir düşünceyi

ortaya koymak ya da bir kültürel durumu görünür

kılmak için Avrupa resmi anlamında

insan figürünü merkeze alarak ve sahneleyerek

kurgulayan ilk ressam Osman Hamdi

Bey’dir. Onun resimlerinde mimari giysi ve

eşyalara ait detaylar, çoğu Batılı oryantalistin

aksine gerçeğe uygundur. Oryantalist

resimlerde kimi zaman uyuşuk, durağan, bazen

şehvet düşkünü ya da şiddet uygulamaktan

çekinmeyen doğulu figür, Osman Hamdi

Bey’in resimlerinde kitap okuyan, tartışan,

müzik yapan insanlara dönüşür. Bu sahnelerde

geleneksel Osmanlı mekânlarında, geleneksel

giysiler içindeki figürler gösterilir.

Osman Hamdi’nin yaklaşımı geleneğe tamamen

sırt çevirmeden gerçekleştirilen bir tür

modernleşme önerisi ve tipik oryantalist bakış

açısının eleştirisi olarak okunabilir.

Kur’an Okuyan Kız

31

KAPAK

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


32

KAPAK

Gebze ve Eskihisar’dan manzaralar

Osman Hamdi Bey, oryantalist resimler ve portrelerin yanı

sıra Gebze ve Eskihisar’dan görünümleri konu alan resimlere

de imza atmıştır. Bunlar yurt dışındaki sergilere gönderilmek

üzere yapılan, her bir detayın incelikle işlendiği oryantalist

tuvallerden farklıdır. Çoğunlukla serbest bir fırça

tekniğinin hâkim olduğu küçük boyutlu işlerdir. Sanatçının

Gebze ve Eskihisar’dan görünümleri sıklıkla manzara resimlerine

konu etmiş olması, bahçe işleriyle haşır neşir olarak,

balık tutarak dinleneceği köşkü için Eskihisar’ı seçmiş

olması, bu bölgeyle olan gönül bağını gösterir.

Gebze’de Çoban Mustafa Paşa

Külliyesi, 1880’ler. (Suna-İnan

Kıraç Vakfı Koleksiyonu)

Gebze’den Manzara, 1881.

(M.S.G.S.Ü İstanbul

Resim Heykel Müzesi

Koleksiyonu)

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Osman Hamdi Bey’in 1884 yılında yaptırdığı ve bir dönem yaşadığı Gebze Eskihisar’daki köşkü,

1987 yılından bu yana Osman Hamdi Bey Müzesi olarak ziyaretçilere açık.


Pembe Başlıklı Kız

Osman Hamdi Bey’in Haziran 1904’te yaptığı

yağlıboya tablo. Tabloda Batılı tarzda giyinmiş

Pembe bir başlık ve başlık ile yakın tonda bir

elbise giyen kız çocuğu açık bir alanda ayakta

durmaktadır. Resimde Osman Hamdi Bey’in,

4 Eylül 1893 – 1 Ağustos 1958 yılları arasında

yaşamış olan kızının 11 yaşındayken yaptığı

portresi görülmektedir. Nazlı, Osman Hamdi

Bey ile Mary/ Naile Hanım’ın son çocuğudur.

Eser, yapıtlarında model olarak kendisi, ailesi ve

yakınlarını kullanan Osman Hamdi Bey’in aile

portreleri arasında yer almaktadır. Osman Hamdi

Bey’in akrabası olan Edhem Eldem’in aktardığına

göre; Osman Hamdi Bey’i 1908 ihtilalinden

hemen sonra ziyaret eden Maurice de Sorgues

adlı Fransız gazeteci o zamanlar 15 yaşında olan

Nazlı’ya dair bilgiler vermiştir.

33

KAPAK

“Bir öğleden sonra Hamdi Bey’i evinde

Renan’ın bir cildini tekrar okurken bulma

şansına sahip oldum, bir de Madame Hamdi Bey

ile babasının karakterine sahip olan ve büyük bir

sanatçı gibi Chopin ve Beethoven yorumlayan

zarif Nazlı’yı da görebildim”.

Leylak Toplayan Kız

Eserde genç bir kız leylak ağacından çiçekler toplamaktadır. Kızın

yüzünde hüzünlü ifade vardır. Çiçeklere uzanmak için ayaklarını hafifçe

kaldırmaktadır. Leylakların canlılığı, bahar mevsiminde bulunduğun

izlenimini verir. Kız, altın sarısı renkli bir bindallı elbise giymiştir.

Bahçeyi kapatan ahşap paravanda altıgen motifler yer alır.

Halı Satıcısı

“Doğu-Batı karşıtlığı” konusuna bir örnek teşkil eder. Kolonyal şapkalı, bir sete oturmuş

Avrupalı ile sarıklı yere oturmuş Osmanlı satıcısı karşı karşıya resmedilmişlerdir.

Annesinin küçük bir modeli olan kız çocuğu merakla bu değişik insanı incelerken, eşi de

daha temkinle kocasının az gerisinde yaşlı Osmanlı’nın yanında ayakta durmaktadır.

Arka plandaki zengin işlemeli duvar, nişlerindeki Çin vazoları, tombak kahvedanlık,

miğfer, havan şamdanı ile işlemeli tüfek ve çok sayıda halı, Doğu’nun Batı’yı cezbeden

zenginliklerini örneklemektedir. Arka plandaki nişin ekseninde iki farklı dünya kafa

kafaya resmedilmiştir.

Kaynaklar:

• Osman Hamdi Bey, Bir Osmanlı Aydını, Pera Müzesi Küçük Kitaplar Dizisi, 2019, İstanbul

• Ferit Edgü, Osman Hamdi: Bilinmeyen Resimleri, 1986, İstanbul.

• İslam Eserleri Ansiklopedisi


34

ARKEOLOJİ

Yazar

Pınar Baltacı

Arkeolog Ayşe Övür:

İstanbul bir arkeoloji ve

tarih cenneti

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Yüzyıllar boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı gibi

üç büyük medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul,

adeta bir arkeoloji cenneti. Son zamanlarda

özellikle metro inşaatıyla beraber birçok arkeolojik

bulgunun ortaya çıkarıldığı İstanbul’un tarihi, Neolitik

ve Kalkolitik Çağ’a kadar dayanıyor.

Yenikapı, Çatalca ve Beşiktaş kazılarının ardından Kadıköy

Haydarpaşa’da da bir süredir hummalı bir çalışma sürdürülüyor.

Katmanlı olarak süren çalışmalar Haydarpaşa Garı

peronlarından Ayrılıkçeşme’ye kadar uzanan binlerce metrekarelik

alanda devam ederken; bu zamana kadar Roma,

Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet

dönemine ait tarihi

bulgular çıkarıldı. Erken Bizans

dönemine tarihlenen

mimari kalıntıların yanı

sıra Geç Osmanlı dönemine

ait olduğu düşünülen bir

çeşme ile yine Klasik-Hellenistik,

Roma, Erken Bizans

ve Osmanlı dönemlerine ait

pişmiş toprak kandil, sikke

ve çanak çömlek parçaları

da bulunmuştu.

Tüm İstanbullularca merak

konusu olan arkeolojik gelişmeleri,

daha önce Psidia

yüzey araştırmaları, Troia,

Assos ve Foça gibi birçok

kazı çalışmasında aktif olarak bulunmuş arkeolog, yazar

Ayşe Övür ile konuştuk. İstanbul’un bir arkeoloji ve tarih

cenneti olduğunu belirten Övür, her yeni kent çalışmasında

ortaya çıkan buluntuların en doğru şekilde yorumlanıp değerlendirilmesi

açısından belediyeler bünyesinde bir arkeoloji

biriminin olması gerektiğini vurgulayarak, sanat tarihçisi

ve arkeologların bu birimde hizmet vermesi gerektiğinin

altını çizdi.

“İstanbul’un kazı alanlarına

müzeler yapılmalı”

İstanbul tarihi için yeni bir sayfa açan Yenikapı kazılarının

semt tarihini daha da eskilere götürdüğünü aktaran Ayşe

Övür, bu bağlamda buluntuların ortaya çıktığı noktada

bir arkeoloji müzesi yapılması gerektiğini ifade ederek, şu

değerlendirmede bulundu: “Yenikapı kazıları tamamlandı.

Elde edilen buluntularla Yenikapı’ya bir müze yapılması

şart... Hâlâ daha sürmekte olan Beşiktaş ve Haydarpaşa

kazılarından da bir hayli ilginç sonuçlar elde edildi. Kazılar

sürdükçe, özellikle Haydarpaşa’da alt tabakalara inildikçe

hangi döneme kadar gidileceğini tam kestiremiyoruz. Ancak

bu zamana kadar farklı dönemlere ait buluntuların elde

edildiği, kamuoyu ile paylaşılan bilgilerden. Özellikle bin

yaşında olduğu düşünülen ve boynunda bir koku kolyesi

olan iskelet, tarihsel olarak daha eskilere gidilebileceğine

dair ipuçları verdi. Ben eserlerin müzelere taşınmasından

ziyade bulundukları alanlarda korunmaları taraftarıyım.

Çünkü eserler bulundukları ve yapıldıkları topografik

yapının ruhunu taşıyor. O yüzden bulundukları yerlerde

muhafaza edilmelerinin şehre de büyük katkısı olduğunu

düşünüyorum. Aynı zamanda yapılma nedenlerine daha


uygun olarak koruma altına

da alınabilirler. Tüm

bu sebeplerden dolayı

mümkün olursa Haydarpaşa’daki

kazıların sonunda

da alana bir müze

yapılmasını önerebilirim.

Ancak öncesinde arkeologlara

biraz daha zaman

tanıyıp, yeni gelişmeleri

görmek gerekiyor.”

Roma, Bizans ve

Osmanlı kalıntıları

Türkiye’de arkeolojik kazıların

oldukça nitelikle

arkeolojik ekiplerce yürütüldüğünü

de dile getiren Övür, arazi ve şehir kazıları

arasındaki farklara da değinerek; “Çok konuşulan Göbeklitepe

kazılarının ardından yakın zamanda Karahan Tepe

kazıları da başladı. Karahan Tepe kazılarının bizleri Göbeklitepe’den

de daha eski bir döneme götüreceğini öngörüyoruz.

Tabii oralarda kazılar İstanbul’a nazaran çok

daha hızlı ve kolay şekilde ilerliyor, çünkü arazi kazıları ile

şehir kazıları arasında büyük farklar var. Şehirlerde yerin

üstünde büyük bir yerleşim olduğu için o yerleşimi kaldırıp,

altını görmek pek mümkün olmuyor. Bunun yanında

İstanbul’un çok katmanlı bir şehir olduğunu söyleyebilirim.

Her kazdığınızda daha da geçmişe, Neolitik Çağ’a kadar

inme ihtimaliniz var. Ardından Roma, Bizans ve Osmanlı

gibi büyük imparatorlukların kalıntıları bulunuyor.

Katmanlardan aşağıya inmek böyle büyük bir şehirde hiç

de kolay değil. Metro kazıları yapılırken bazı buluntuların

ortaya çıktığına şahit olduk. Ne yazık ki ancak tesadüfler

üzerinden bulunabiliyor” şeklinde konuştu.

“İstanbul’da artık büyük kazılar yapmak

mümkün değil”

İstanbul için ne yazık ki çok geç kalındığını da kaydeden Arkeolog

Ayşe Övür, sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul için

geç evet, ancak biraz önce de bahsettiğim gibi artık İstanbul’da

bir araziyi tamamen boşaltmak mümkün değil. En

azından yapmamız gereken, sahip olduğumuz kalıntıları

korumak. Bunun yanında arkeoloji size illa bütün kültürel

kazılarda bulunan eserleri gün yüzüne çıkarmanız gerektiğini

söylemiyor. Eğer kazı yaptığınız alanı bulguları ortaya

çıkardıktan sonra koruyamayacaksanız, o bölgeyi daha fazla

kazmayarak üstünü kapatabilirsiniz. Bunun örnekleri var.

Buluntuyu elde eder, envantere geçirir ve üzerini kapatırsınız

ki sonradan zarar görmesin. Sonuç olarak, İstanbul’da

artık şehir içinde büyük kazılar yapmam mümkün değil. Bu

nedenle hiç olmazsa karşımıza çıkan eserleri, tarihi yapıları

koruyarak şehre katkı sunabiliriz.”

35

ARKEOLOJİ

“Son zamanlarda Göbelitepe’yi anlatan Atiye dizisiyle

arkeoloji yeniden insanların gündeminde. Dizide bazı

eksik ve yanlış bilgiler olsa da bu tarz projeleri destekliyorum.

Belki de bu diziler sayesinde halkın arkeolojik

çalışmalara ilgisi ve duyarlılığı artar.”

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


36

ETKİNLİK

İstanbul Art Show

‘Hakikat Askıda’ temasıyla gerçekleşti

Bu yıl ikincisi düzenlenen İstanbul Art

Show, “Hakikat Askıda: Post-truth Çağında

Sanat” temasıyla 19-22 Aralık 2019

tarihlerinde Hilton Kongre ve Sergi Merkezi’nde

sanatseverlerle buluştu. Fuar Organizatörü

TG Expo’nun Proje Direktörü Gökhan Büyükataman,

fuarın açılışında yaptığı konuşmada ABD ve Asya

ülkeleri dışında yükselen sanat pazarının Türkiye’de

de oluşmasından dolayı heyecanlı olduklarını, fuarın

bu yılki temasının “Post-truth” olarak seçilmesini son

derece değerli bulduklarını söyledi.

Fuarın “post-truth” odasını hazırlayan sanatçı

Mercan Dede de sanatın geniş kitlelere yayılması

konusunda hassas olduğunu belirterek, böyle bir

organizasyonun parçası olmaktan dolayı mutlu olduğunu

kaydetti. Mercan Dede, hayatta ve sanatta

samimiyete önem verdiğinin altını çizerek, şu değerlendirmelerde

bulundu: “Samimi olmayan bir sanat,

benim çok ilgimi çekmiyor. Çünkü zeki insanlar

çalışarak, işin formülünü öğrenerek, belli modaları,

trendleri takip ederek bir şeyler yaratabilirler. Ancak

gönülden gelen şey, sizi gönülden çarpabilir. Bu resim

için de müzik için de böyledir. O yüzden samimi

olarak da bunun hayata doğal yansımasına inanan

bir insanım. Bu noktada hakikatin askıda olduğu bir

dönem beni çok çekiyor.”

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Ebru Özgüz Çelik


37

Prof. Devrim Erbil ve Mercan Dede

ETKİNLİK

şan, eğitimci, müzeci ve ressam olarak... Çünkü benim zamanımda

küratörler, sanat yöneticileri yoktu. Her işi bize

yüklüyorlardı. Mimar Sinan Üniversitesi’nde 50 yıl kaldım.

Bütün bunları severek yaptım, hâlâ da severek yapıyorum”

değerlendirmesinde bulundu.

İstanbul Art Show için özel olarak hazırlanan yapıtlar

arasında, Devrim Erbil’in 40 parçadan oluşan ve postmodernizmin

parçalanma, bölünme, dağılma ve saçılma alt

başlıklarına gönderme yapan tablosu, fuar boyunca sanatseverlerin

beğenisine sunuldu. Fuar süresince gerçekleştirilen

“Art Talks – Sanat Sohbetleri” etkinliklerine Selim

İleri, Nedim Gürsel, Ekrem Kahraman, Dr. Fırat Arapoğlu,

Prof. Dr. Uğur Batı, Prof. Tülin Onat, Prof. Fevzi Karakoç,

Prof. Dr. Aylin Seçkin, Marc Ottavi gibi ünlü isimler konuşmacı

olarak katıldılar.

Dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Ebru Özgüz Çelik de

‘Ütopik Zamanlar’ isimli sergisiyle İstanbul Art Show’daydı.

Teksin Sanat Galerisi ile fuara katılan Çelik, sergisinde

ifade ettiklerini şöyle dile getirdi: “Kurgu olmayan ve kurgu

arasında gidip gelebilme yeteneğimiz, benzer bir değişimin

ilerleme mi yoksa gerileme mi olduğuna bakmadan başka

dünyalar hayal etmekte, yaratıcı olmakta, ortaya farklı toplumsal

modeller koymakta veya ekolojik konuları ele almakta

yaşamsal bir önem taşır. Hayali bir dünyayı deneyleyerek

‘gerçek’ kılmak, hem gündüzdüşçülüğüne hem de en ütopik

tasarıların şekillendirilmesine izin verir. Resimlerimde

yansıttığım kurgu ile kurgu olmayan arasında gidip gelen

görüntüler de hayal kurmayı ve bu hayalden yaratıcılığa ve

başka dünyalara ulaşmayı amaçlıyor. Sandro Boticelli’nin

dediği gibi ‘Sanat aslında dünyayı bir kez daha ifade etmektir.

Dünyaya hem benzer hem de benzemez.”

İstanbul Art Show için 40 parçalık özel bir eser hazırlayan

Devrim Erbil; “Her zaman her yerde ‘Ben sanatın bir neferiyim’

diyorum. Sanat için çaba gösteren, onun için uğra-

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


38

PERSPEKTİF

Yazar

Dr. Dilara Dolu Köksal

Sanat kim için

olmalı?

Herkese merhaba,

Bu ilk yazıma bir hikâye ile başlamak istiyorum. Bu hikâye,

1991 yılında dünyaca ünlü koleksiyoncu ve reklamcı

Charles Saatchi’nin, bugün dünyanın en çok kazanan modern

sanatçılarından biri olan Damien Hirst’e 50 bin sterlin

karşılığında kendisine benzersiz bir sanat eseri yapmasını

istemesiyle başlıyor. Hirst, bu isteği yerine getirmek adına,

ismini “Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Fiziksel İmkansızlığı”

koyduğu 4,3 metrelik içi doldurulmuş bir köpekbalığı

ile çağdaş sanat dünyasına gösterişli bir giriş yapıyor. Elbette

ki bu tartışmalı sanat eseri, o zaman medyada büyük

ses getiriyor. Ve elbette ki sanat camiasından fazlasıyla da

negatif eleştiri alıyor. Ama...

Jeff Koons’un “Balon Köpek” (1993) adlı eseri

38,8 milyona Euro’ya alıcı buldu.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

“Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Fiziksel İmkânsızlığı” (Damien Hirst)

Köpekbalığı ve Hirst bu yolculuğa

nasıl devam ediyor?

Öncelikle hatırlatmam gerekir ki ilk eser (!) 1996 yılında

tamamen çürümüş olduğu için yenisiyle değiştirilmek zorunda

kalınıyor. Öncesinde derisini yüzüyorlar, ancak çürümeyi

durduramıyorlar. Üstelik Damien, köpekbalığının

eskisi kadar korkutucu olmadığını da düşünüyor ve sonunda

balıkçılara yeni bir sipariş veriyor. Böylelikle yeni bir

balık ağlara takılıyor. Her ne kadar bu durum beraberinde

özgünlük tartışmasına neden olsa da devreye yetenekli Bay

Saatchi ve reklam süper güçleri giriyor. Sonuç, 1991’de 50 bin

sterlin karşılığında almış olduğu bu tartışmalı sanat eserini

Saatchi, yoğun bir reklam ve markalama çalışmasının ar-

dından temsilcisi Gagosian aracılığı ile 2004’te Steven Cohen’e

tam olarak açıklanmayan bir fiyata (8 ila 12 milyon

dolar arası olduğu söyleniyor) satmayı başarıyor. Yalnız

söylemeden geçemeyeceğim, Cohen’den önce balığı Londra

Tate Modern’e getirmek için Nicholas Serota’dan Gagosian’a

2 milyon dolar teklif geldiği de söylentiler arasında. Bu rakam

belli ki Gagosian için yeterli olmamış.

Acaba, o tarihlerde kimse sanat için iki köpekbalığını öldürmek

ne kadar etik diye düşünmüş müdür? Ya da Hirst’in

sonraki eserlerinde kullandığı çiftlik hayvanları, deniz canlıları

ile sanat yapmak konusunda ne düşünmemiz gerekir?

Neyse, bu başka bir tartışma konusu. Devam eden günlerde

sanat için ne kadar sınırımız var ya da belki de yok, bunu da

konuşabiliriz.

Konumuza devam edecek olursak, 2004’ten bu yana uluslararası

çağdaş sanat piyasalarında gerçekleşen satışlar,

özellikle 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan küresel ekonomik

krize rağmen hızla yükselmeye devam etti. Özellikle,

Jeff Koons’un “Balon Köpek” (1993) eserinin 38,8 milyon

Euro’ya alıcı bulması, uluslararası sanat piyasası için oldukça

spekülatif bir dönemi başlatmış oldu. Ve bu tarihten

itibaren belki de sanat artık estetik bir değer olarak değil,


olup olmadığına bakmaksızın üstlenmek zorunda olduğu

maliyetlerdir. Bu maliyet onlar için sanatçıya yapılan bir

yatırımdır ve kaynaklarını satış yapıp yapmayacağı şüpheli

olan birine harcamaktansa satışı görece daha garanti olan

sanatçıyı seçmek istemeleri de aslında mantıksız değildir.

Dolayısıyla, müşterilerini (koleksiyoncu ya da sanat alıcısı)

bu sanatçılara yönlendirmeleri de mantıksız değildir.

Çağdaş sanat tamamen reklam üzerine mi kurulu? Yetenek,

eğitim, estetik kaygılara önem verilmiyor mu? Mutlaka

veriliyor ama önemli olan kaç kişi yoluna sanatıyla devam

edebiliyor? Özgün, müdahalesiz ve şartsız...

39

PERSPEKTİF

Üzücü mü ? Kesinlikle! Peki çözümsüz mü?

Elbette ki hayır!

Günümüz sanat piyasalarında ağ etkisi veya aracıların etkisi

kaçınılmaz olsa da alternatifsiz değil. 2000’li yıllardan

itibaren hayatımızın içine hızla giren, çok önemsediğimiz,

kendimizi her gün bir şekilde içinde bulduğumuz bir dünya

var. Internet dünyası, sosyal medya dünyası, sanal pazarlar...

Online sanat pazarları dediğimiz, sanatçılara kendilerini

ve eserlerini bizzat tanıtmalarına imkân veren ve hatta

izleyicileri ile doğrudan iletişim kurmalarına olanak sağlayan

bu platformlar, özellikle yeni mezun olmuş ya da henüz

tanımadığımız sanatçılara bir fırsat kapısı aralıyor. Çünkü

artık her şeyi bir tıkla satın aldığımız bir dünyada yola devam

etmek isteyen her bir işletmenin kendisini sanal dünyaya

adapte etmek zorunda olduğu gerçeği gibi galerilerin,

müzayede evlerinin ya da adına her ne dersek, genel olarak

sanat aracılarının da kendilerini bu dünyaya adapte etmek

zorunda olduklarını yadsıyamayız.

Jeff Koons

bu değerin sanatçıdan alıcısına nasıl ulaştığıyla değer kazanan bir

yapıya evirildi. Bu arada yine söylemeden geçemeyeceğim, Jeff Koons’un

“Tavşan” eseri (1986), Mayıs 2019’da Christies’te tam 91

milyon dolara satıldı. Unutmamak gerekir ki bugün dünya sanat

piyasasında gerçekleşen toplam satış hacmi 67,4 milyar dolar!

Peki ama bir sanat eserinin değerini belirleyen şey nedir? Sanatçının

kendisi mi? Eserin kendisi mi? Sanata ya da topluma ne kattığı

mı? Yoksa aracıların yaptığı reklam ve pazarlama faaliyetleri mi? Ya

da nasıl bir sosyal ağın içinde var olduğunuz mu? Belki burada akıllara

şu soru gelebilir: Reklam ve pazarlama aktiviteleri 90’lara gelinceye

kadar sanat kurumlarınca hiç mi kullanılmıyordu? Elbette

ki kullanılıyordu. Ancak günümüzden çok farklı bir amaçla. Amaç,

sanat tüketicisini sanatla, sanatçıyla, sanat kurumlarıyla buluşturmaktı.

Bunu yaparken de sanatçıya ya da sanatsal değere müdahale

pek söz konusu değildi. Peki ya şimdi?

Aracılar ve aracıların rolü...

Çağdaş sanat ekonomisi üzerine çalışan akademisyen Don Thompson’ın

ilk kitabında dikkatimi çeken bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.

Thompson diyordu ki, yeni mezun olmuş ya da henüz yeteri

kadar tanınmamış bir sanatçının ana akım bir galeri ile görüşme

şansı neredeyse yok denecek kadar azdır. Bunun nedeni ise, aracıların

yani galerilerin ya da müzayede evlerinin sanatçının tanınır

Bunun en büyük kanıtı da sanırım ArtTactic, Hiscox, Art

Basel gibi sanat organizasyonlarının küresel düzeyde gerçekleşen

online sanat ticaretine ilişkin her yıl düzenli olarak

yayınladıkları raporlarda görülebilir. Online platformlar

üzerinden gerçekleşen sanat ticareti, 2018 yılında dört

buçuk milyar doları geçti. 2013’e göre neredeyse üç kat

büyüdü. ArtTactic’in bu sene 706 sanat alıcısına uyguladığı

online sanat ticaretine ilişkin anketin bulgularından çarpıcı

bir bilgi vererek yazımı sonlandırmak istiyorum. Öncelikle,

ankete katılanların yüzde 65’i sanatla ilgili tüm işlerini,

yani sanatçıları, sanat haberlerini, açılış ve fuarları takip etmek,

sanat satın almak gibi tüm aktivitelerini sosyal medya

platformları üzerinden gerçekleştirdiğini söylemiş. Bu platformlardan

en popüleri ise Instagram. Katılımcıların yüzde

80’i, Instagram’ı yeni sanatçıları keşfetmek için tercih ediyor.

Yüzde 75’i ise sanat satın almak için kullanıyor.

Bir önemli detay daha var, bu ankete galeriler de katılıyor.

Ankete katılan galerilerden yüzde 89’u, satış amacı ile

sosyal medyayı aktif şekilde kullanıyor. Yüzde 75’i ise Instagram’ı

sanatçılarını ve sergi programlarını tanıtmak için

kullanıyor. Ve son olarak, galerilerin yüzde 54’ü Instagram’i

doğrudan satış talepleri oluşturmak ve satış yapmak için en

önemli araç olarak görüyor. O halde toparlamak gerekirse;

“İyi ki varsın internet, çok yaşa sosyal medya ve seni seviyoruz

Instagram” demek yeterli gibi görünüyor bana.

Tekrar görüşmek dileğiyle...

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


40

TASARIM

Yazar

Esra Açıkgöz

Bu oyuncağın sınırı, sizin hayal gücünüz!

Her tasarım bir aşk yolculuğu

“Box”, İç Mimar Nursema Öztürk’ün en önemli tasarımlarından

biri. 2014’te kendisine uluslararası bir ödül kazandıran tasarımı,

şimdi oyuncak hâline getirdi. Sonsuz ihtimallerle istediğiniz

her şeyi yaratabileceğiniz bu oyuncağın tek sınırı, sizin hayal

gücünüz. Ama gelin önce sizi Nursema Öztürk’le tanıştıralım...

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Nursema Öztürk, 32 yıldır tasarım dünyasında olan bir

iç mimar. İşle hayatın iç içe geçtiği bir yaşam onunki.

Doğurur doğurmaz hemen işe dönüp, bebeğini

inşaatlarda emzirmeyi göze alacak kadar işine âşık.

Bu tutkusu ona uluslararası başarılar kazandırmadı değil; “Box”

tasarımıyla 2014’te Hollanda/Frame-GOODS kitabında yer alan

tek Türk tasarımcı oldu, üstelik de kapaktan! Şimdi bu tasarımı bir

oyuncak hâline dönüştürdü. İki yaşındaki çocuktan 100 yaşındaki

yaşlılara kadar herkese hitap ediyor. Öztürk’ün 2010’da kurduğu

Tasarım Parkı ise, tasarımcılarla meraklılarını bir araya getiriyor.

Biz de Nursema Öztürk ile tasarımı, Box oyuncağını, Tasarım Parkı’nda

yaptıklarını ve yapacaklarını konuştuk.

Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı-İç Mimarlık

mezunusunuz. Yüksek lisans ve doktora derken 32 yıldır

sektördesiniz. Mobilya ve mekân tasarlıyorsunuz. Bu yolculuk

sizin için nasıl başladı?

Bu öncelikle yaratıcı bir çocuk olmamla alakalı... Her çocuk gibi

masa altında evcilik oynuyordum ama objeleri yeniden kurgulardım.

Seramik mezunu ablamın rol modelim olması da yaratıcılığımı


körükledi. Babamın erkek evladı yok, beni işinin başına geçirmek

istiyordu. İç mimarlık yazdım, ancak bundan kaçmak için daha

birinci sınıfta, Bostancı’dan Kızıltoprak’a kadar mobilya mağazalarını

“Beni iç mimar olarak işe alır mısınız?” diye dolandım. Ücret

istemiyordum, derdim mesleğimi anlayıp deneyim kazanmaktı.

Daha okurken çalıştığım için mezun olunca sudan çıkmış balığa

dönmedim. Babamdan kaçış serüveni kendimi ispatlamamı, mesleğimi

daha sevmemi ve iyi yapmamı sağladı. 2000’de kızım dünyaya

geldi. O dönem AVM işi almıştık, kızımı orada emziriyordum. Çalışmayı

hep çok sevdim.

John Berger, “Bakmak bir seçme edimidir” der Görme Biçimleri

kitabında. Siz bakacağınız noktayı, dönüştüreceğiniz şeyi

neye göre belirliyorsunuz?

Tasarım çok göreceli bir olay. Gördüklerimizden elde ettiklerimiz,

hepimizin içinde bambaşka boyutlara ulaşıyor. Zaman, ortam,

kültür ve eğitim buna katkı sağlıyor. İnsan aslında kendi yaratımını

doğduğu günden itibaren ortaya koyuyor. Ben tasarımlarımda

çevremden besleniyorum. Mesela “Loniss” bankım, annemin hep

koşturmasıyla özdeşleştirdiğim bir tasarım. “Loni” adlı taburesi

ise kök diş şeklinde, göçebelikten kurtulup yerleşikliğe geçişimizin

hikâyesi... Her anlam, tasarımın kimliğini oluşturuyor. “Leman”

adlı bir lambam var, yine annemden ilham aldım. Leman, parlayan

ışık demek. Annem beni aydınlattı, ben de kızımı. İç içe geçen bir

aydınlatma... Ben tasarımda sürdürülebilirliği önemsiyorum. Estetiği

fonksiyonla buluşturuyorum.

Sürdürülebilirlik bence de çok önemli. Tüketim toplumunda

yaşıyoruz. Artık her şey çok hızlı eskiyor ve hep “yeni”nin peşinde

olmak öğretiliyor. Bir tasarımcı olarak bununla nasıl başa

çıkıyorsunuz?

Dünyaya adım attığımız andan itibaren tüketmeye başlıyoruz.

“Black Friday” çılgınlıklarıyla yaşam döngüsünün sadece bir parçası

olduğumuzu unutuyoruz. Bunun önüne geçmek için tasarımlarımın

birçok fonksiyona sahip olmasını, böylece atılmadan sürekli

kullanılarak sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışıyorum. Örneğin;

“Box” tasarımım birleşip büyük kütüphane oluyor, tek göz kullanılabiliyor,

yatak olabiliyor. İstediğiniz her şeye çevirebilirsiniz, sonsuz

ürüyor. Sıkılınca boyayıp kendinizi de katabilirsiniz. Enerjim

olduğu sürece bu ilkeyle tasarımlar üreteceğim.

2014’te Goods kitabına giren tek Türk tasarımcı olmanızı

sağlayan “Box”u şimdi oyuncak hâline getirdiniz.

Bu fikir nereden çıktı?

En iyi tasarımların yer aldığı 500 sayfalık kitapta kapak olduğumda

bunu pek dillendiremedim, ayıp geldi. Yeni yeni “Hakikaten ne kadar

güzel” diyebiliyorum, ürünün herkese ulaşması için paylaşmak

gerektiğini anlıyorum. Box, sonsuz sayıda varyasyonlar üretebilen

bir tasarım. İki yaşından 100 yaşına kadar kullanılabilir. Yaşlılarda

demans, çocuklarda hiperaktivite, otizm gibi hastalıklar için iyi.

Çünkü yaratıcılığı geliştirdikçe nöronları çoğaltıyor. Basmakalıp düşünmeyi

yücelten, “Eski köye yeni adet getirme” gibi lafları olan bir

toplumuz. Oysa toplum olarak yaratıcı, yenilikçi düşünmeye çok

ihtiyacımız var.

Tasarım, biri tarafından kullanıldıkça anlam buluyor.

Box bu noktada önemli, çünkü alan kişiye kendi

yaratıcılığını katma şansı veriyor.

Tasarlarken ben bir çeşit aşk yaşıyorum. Tasarım biraz da bebeğiniz

gibi oluyor. İnsanların dokunup kullanabileceği bir ürüne dönüşmesi,

birine faydalı olması çok mutlu edici... Geçen bir fuarda 7’den

70’e herkes yoğun konsantrasyon içinde Box’la oynadı. Anlatılamaz

bir duyguydu bunu

görmek. Box’un hem mobilyasında

hem de oyuncağında

sonsuz varyasyon

yaratma şansınız var. Yani

onu alan da bir tasarımcı

oluyor. Yaratım çok büyük

bir mutluluk veriyor, yaşama

bağlıyor.

Gelelim Tasarım

Parkı’na… Aslında o

da paylaşım isteğiniz

sonucunda ortaya çıkıyor.

Burası yeni ortaklık ve

fikirlerin gelişmesine

yardımcı oluyor. Nasıl

gelişti kuruluş hikâyesi?

2002’de üniversitede ders

vermeye başladım, Alman

İç Mimarlar Birliği’nin

Türkiye temsilcisiydim.

Mesleki sosyal sorumluluk projelerinde yoğrulurken, yeni bir

enerji ve mutlulukla tanıştım. Almanya’daki üniversitelerle köprü

oluşturulması, ortak workshoplar yapılması muazzam bir sinerji

yaratıyordu. En sonda bir sergi açıyorduk, ancak bağımsız mekân

bulmakta zorlanıyorduk. Bu sırada 1996’dan beri işyerimizin olduğu

Yoğurtçu Parkı’nın sanat ve kültürün konuşulacağı bir yere

dönüşeceğini düşünürdüm. 2010’da kafam netleşince hayalimi gerçekleştirip,

Tasarım Parkı’nı açtım. Hem binada hem parkta sergiler,

seminerler yapıyoruz.

Dokuzuncu yılı devirdiniz. Kalıcı olmayı nasıl başardınız?

Başta alt katı kendi ofisimiz gibi kullandığımız için masrafları çok

gözümüze batmıyordu. Ancak iki yıl önce ofisimizi kendi binamıza

taşıdık. Burayı döndürmek zorlaştı, yaptığımız binalarla bir takas

oluşunca mekânın yarısını aldım. Yine de masraflar oluyor tabii ki.

Gelirini ufak kafesinden, mekânı kiraya vererek, sergiler için alınan

cüzi ücretlerden sağlamaya çalışıyoruz. Bir dönem öğrencilere burslar

verdik, ancak devam ettiremedik. Son üç yıldır kadınları destekleyen

çalışmalar içindeyiz. Örneğin, kafenin bir köşesinde kadın

ürünlerine yer veriyoruz. Birlikte büyüyebileceğimize inanıyoruz.

Genç yetenekler için de bir fırsat kapısı burası...

Gençlere kapımız hep açık. Elimden geldiğince onlara mentörlük

yapıyorum. Öğrenciler geldiğinde çok heyecanlanıyoruz. Gelip burada

kendilerini yetiştirebilirler. Ayrıca kapıdan içeri girdiklerinde

birisiyle tanışıp network kurmaları da mümkün...

Yeni yılda Tasarım Parkı’nda sanatseverleri neler bekliyor?

2020 için çok güzel projelerimiz var. Daha heyecan verici, dolu

dolu etkinlikler olacak. Bu ay Nihal Ökçetin Atölyesi’ne dört yıl

boyunca devam eden 13-14 yaş grubundaki küçük sanatçı adaylarının

farklı tekniklerle yaptıkları resimlerden oluşan bir sergi

olacak. 3-17 Mart’ta Marmara Üniversitesi Tekstil Bölümü Başkanı

Prof. Biret Tavman önderliğinde bir grup sanatçı, “Aperion/

Sınırsız” temasıyla 2011’den beri Türkiye’de örme tekniğini sanat

çalışmalarında kullanmayı destekleyen Ters Yüz Örme Sergisi

açacak. Duvarlarda bir sanat eseri varken etkinlikler yapıyoruz,

toplantılar, eğitimler... Burası sürekli sanat, tasarım kokan, bilge

ile çırağın iletişiminin sürdürüldüğü bir mekân. Bu, 2020’de de

dolu dolu gerçekleşecek.

41

TASARIM

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


42

İLLÜSTRATÖR

Yazar

Esra Açıkgöz

İllüstrasyona hayat veren sanatçı:

Gürbüz Doğan Ekşioğlu

Gürbüz Doğan Ekşioğlu, illüstrasyonlarıyla

uluslararası basında yer alan, 72 ödül sahibi

bir sanatçı. Kitap illüstrasyonlarından oluşan

43. sergisini Schneidertempel Sanat Merkezi’nde

açtı, sonraki durağı ise Belçika...

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

İllüstrasyonlarıyla New Yorker Dergisi’ne yedi kere,

Forbes’e bir kere kapak oldu. Çizimleri The New York

Times, The Atlantic Monthly gibi dergilerde yer aldı.

Ulusal-uluslararası 72 ödülün sahibi, grafik tasarımcı

Gürbüz Doğan Ekşioğlu, kitap illüstrasyonlarından oluşan

43. sergisini Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açtı. Ekşioğlu,

12 Nisan’da ise “Benim Kedilerim” sergisiyle Belçika’daki

sanatseverlerin karşısına çıkacak.

Hâlâ tanımayanlar için sizi biraz geçmişe götüreceğim;

güzel sanatlara girmek için üniversiteye başvuruyor,

ancak ikinci elemeyi geçemeyince inşaat mühendisliğine

giriyorsunuz. İki yıl okuduktan sonra yine sanata

dönüyorsunuz. Mühendislik gibi “iş garantili” bir bölümü

bırakma cesareti nereden geliyor?

Resim tutkusundan... Kendimi bildim bileli bu tutku var. Lisedeki

resim öğretmenim, “Senin mutlaka akademiye gitmen


Serginiz kitap illüstrasyonlarından oluşuyor.

Bu sergi fikri nasıl gelişti?

Schneidertempel bir sinagogmuş, Terzi İbadethanesi... Sayıları azalınca

Musevi yurttaşlarımız sanat merkezi yapmış. Sanırım

bu Kadıköylü karikatürist, entelektüel İzel Rozental’ın önerisiyle

oldu. Zaten sanat direktörü de kendisi. “Sana burada

sergi yapalım” diye bir iki kere söyledi. Ben de “Tamam, kitaplarla

ilgili bir sergi açayım” dedim.

43

Neden kitaplarla ilgili olsun istediniz?

Konumu biraz da mekânı ele alarak belirledim. Mekânın

kültürel anlamına, tarihi atmosferine en uygun olanı kitap

illüstrasyonlarıydı.

Sergi ziyaretçilerini neler bekliyor?

12 Eylül sonrası kitap içinde saklanan kuş yapmıştım, o

dönemde özgürlük temasını da saklamak gerekiyor çünkü.

Onun gibi eski çizimlerim de yer alıyor. Milliyet’in kitap eki

için her hafta kapağı ben yapıyordum. Oradaki işlerim de

var. Sergi için 10’a yakın yeni iş çizdim. Hayal de var, gerçeklik

de, farklılık da, zanaat da...

İLLÜSTRATÖR

İşleriniz sade ama çok da vurucu. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?

Yaradılışın getirdiği bir bakış açısı var. Benim kendi tercihim

de işin içinde oluyor tabii ki. Eserlerimi çocuklar da anlar,

entelektüeller de. Köylü de, şehirli de, ev kadını da...

gerekiyor” diye çok söylerdi. Akademi’ye girecekken tesadüfen biri,

“Tatbiki Güzel Sanatlar daha iyi” dedi. Ordu’dan gelmişiz, bilmiyoruz.

Bu şans mı, şansızlık mı bilemiyorum. Bazen, “Akademi’ye gitseydim

nasıl bir ressam olurdum?” diye düşünüyorum. Tatbiki’de grafik bölümüne

girdim. Grafiğin görsel iletişim alanı olması, resim tutkumla

güzel uyum sağladı. Kendime ait bir biçim oluşturdum. Yaptıklarımı

yarışmalara yollayınca karikatür olarak değerlendiriliyor. Bir dergide

çıkarsa illüstrasyon, galeride sanat eseri oluyor.

Ulusal ve uluslararası 72 ödüle sahipsiniz. Bu 43. kişisel serginiz.

23 ülkede ortak sergilerde yer aldınız. Bugün sergi açarken hâlâ

aynı heyecanı hissediyor musunuz?

Evet, hissediyorum. Mesela “Uçan Adamlar” çizimini, sergi açılışından

bir gece önce bitirdim. Sabah çerçeveletip, getirip astım. Çok

heyecanlandım ve yoruldum gerçekten.

10 yaşındaki bir çocuk, 2016’daki serginizin defterine

“İlk defa gittiğim bir sergiyi anladım, çok teşekkür

ederim” diye yazmış. Bence bu çok değerli...

Evet, “Sizinle aynı dönemde yaşadığım için çok mutluyum”

diye mesajlar da çok geliyor. Okullarda işlerimi öğrencilere

çok yaptırırlar, bana da yollarlar.

Yeni projeleriniz var mı?

Belçika’da bir Karikatürcüler Derneği var. Kedi sergimi görmüşlerdi,

onu Belçika’da açmak istediler. 12 Nisan’da Belçika’da

70 kedi işinden oluşan bir sergi açacağız.

Nedir bu heyecanı diri tutan?

Sergi açmak için sergi yapmam, en yüksek performansı göstermek

isterim. Bu sanatıma, kendime, sanatseverlere, galeriye olan saygımdandır.

Bunun karşılığını izleyici verir, çok gezilir, beğenilir. Bu

benim 2019’daki dördüncü kişisel sergim.

Nerelerden besleniyorsunuz?

Yaşadığım ortamdan, olaylardan, gözlem gücümden, her şeyden etkileniyorum.

Kafamda şuraya ev yaptırayım, bir yere gideyim, gibi

şeyler yoktur. İşlerin biri biter, biri başlar.

42 yıldır bilfiil üretmek, hele de yaratıcılıkla ilgili olunca

kolay değil. Yorgunluğunuzu nasıl atıyorsunuz?

Bazen bir gün belki tembellik yapıyorum, belki de çalışırken dinleniyorum.

Ben de bilmiyorum ki tam olarak. Konformist bir hayatı

sevmiyorum. Tatilde açık büfe, deniz, otelde yatmak filan istemem,

sıkılırım. Bir şey yapmam lazım. Eğlencem, benim üretim

biçimime dönüştü.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


44

Yazar

Ebru Özgüz Çelik

SANAT TARİHİ

Doğu-Batı ilişkilerine yeni bir yorum:

Oryantalizm

amacını gerçekleştirmek adına hayali bir Doğu üretmiştir.

“Ben ve diğerleri” ayırımından hareketle dünyanın merkezine

kendisini koyan Batı, Ortaçağ’dan itibaren Doğu

kültürleri, medeniyetleri ve inançları etrafında başlattığı

şarkiyat çalışmalarıyla kendi Doğu’sunu oluşturmuş, bu

çalışmalar neticesinde ortaya çıkan ve akla gelen bütün

olumsuzlukların yüklendiği Doğu imajını günlük hayattan

siyasete, sosyal bilimlerden güzel sanatlara kadar hemen

hayatın her alanında kullanıma sokmuştur. Bu bilgiye

göre, Batı ile Doğu arasında her alanda derin farklılıklar

vardır ve Batı kendini Doğu üzerinde vesayet ve tasarruf

hakkına sahip görür.

Frederick Arthur Bridgman, Tunus

Hem kendinden önceki tartışmayı içine alan hem de

yeni bir tartışma başlatan Said’in çalışması, oryantalizmi

eleştirel olarak anlamada büyük önem arz eder. Diğer

çalışmaların çoğu Marksist çerçevede biçimlendirilirken

ve evrenselci bir eleştiri getirirken; Said materyalist analizden

kaçınarak, edebi eleştirel metodolojiyi uygulamaya

ve Doğu diye adlandırılan kategoriye özel bir analiz

sunmaya çalışır.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

19. yüzyılda gelişen bir bilim dalı olan Oryantalizm,

başlangıçta Doğu insanlarının dinlerinin,

dillerinin ve tarihlerinin incelenmesi amacıyla

kullanılmıştır. Yüzyılın ortasında özellikle Theophile

Gautier’nin yazıları yoluyla bu terim, Doğu dünyasını

konu alan bir resim türü için kullanılmaya başlanmıştır. O

zamandan beri oryantalizm, Batılıların İslam dünyası karşısındaki

tavırlarını belirten genel bir terim olarak benimsenmiştir.

Günümüzde oryantalizm, kendisine yöneltilen eleştirilerin

artmasıyla Batı’nın Doğu üzerinde sistematik algı oluşturması

ve Doğu’yu sömürgeleştirmenin temelini oluşturma

faaliyetleri şeklinde tanımlanmaktadır. Şüphesiz bu tanımın

geliştirilmesinde Edward Said, “Oryantalizm” eseriyle

öncü rol oynamıştır.

Yirminci yüzyılın önemli entelektüellerinden biri olan

Edward Said, 1978 yılında yayınladığı ‘Oryantalizm’ adlı

eseriyle Doğu-Batı ilişkilerine yeni bir yorum getirmiştir.

Said’e göre Batı, bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle kendini

tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu

John Frederick Lewis,

Kahire Pazarı


Oryantalizmin kısa özeti

Edward Said’in Oryantalizm eserinde, dönemin ünlü oryantalist

yazarlarının metinleriyle Doğu’nun Batı’da temsil konusu

ele alınmıştır. Oluşturdukları çalışmalar modernliğin,

kapitalizmin, emperyalizmin kaynağı olarak eleştirel bir gözle

irdelenmiştir. Genel itibariyle oryantalizm, bu yazarların

çalışmalarında ötekileştirici, değilleyici ve ön yargılı yorumlarla

işlevini yerine getirmiştir. Edward Said’in Foucault’tan

etkilenerek post yapısal bir anlayışla ele aldığı kitapta, sorunsallaştırıcı

tarih anlayışı göze çarpıyor ve eleştiri olarak da

Batı’nın Doğu üzerinden düalist bir ayırım oluşturduğu dile

getiriliyor. Aslında bu ayırımın temelinde de sık sık kullanılan

“doğal doğaüstücülük” ibaresinden de anlaşılacağı üzere Batı

metafizik geleneği yer alıyor. Said’in temel eleştirisi, düalist

tutumun iki terim oluşturması, ikinci terimin ise ilk terimin

meşruiyetini sağlamak için var olmasıdır. İlerici-geri, gelişmiş-gelişmemiş,

akıl-hikmet gibi sınıflandırmalarda oluşturulmaya

çalışılan bir gücün yansımasıdır. Belirleyici olan

Batı’dır, belirlenen Doğu... En nihayetinde bu ikili tasnifle

Batı kendisini Doğu’yu bilmeye muktedir bir özne olarak konumlandırır.

Böylece güçlü olan Batı imajinasyonunu, hem

Avrupalı hem Doğulu zihinlere gerçeğin ta kendisi olarak sunar.

Bu açıklamalarıyla Said, Müchel Faucault’un ‘bilgi ve güç’

ilişkisine dair düşüncelerine atıf yapmaktadır.

45

SANAT TARİHİ

Oryantalist söylem basitçe sabit bir merkeze değil de merkezleme

işlemine dayanır. Farklı birçok toplumun ve kültürün

“İslam” ve “Doğu” gibi soyut özler altında homojenleştirilmesi

metaforik bir işlemdir. Oryantalizm hiç de kendini

sunduğu gibi, basitçe “Doğu üstüne bir söylem” değildir.

“Doğu” diye başka bir yer üzerine bir söylemin ortaya çıkışıdır.

Oryantalizm böyle bir yanılsamanın adıdır, hegemonik

bir işlemdir, bir merkez kurma veya merkezleşme işlemidir.

Ludwig Deutsch, Satranç, 1896

Jean Leon Gerome,

Fas Hamamı

Said, oryantalizme karşı üç ana argüman geliştirir. Birinci

olarak, oryantalizmin kendisini Doğu’nun şeffaf bir okuması

olarak sunan iddiasına karşı çıkar. İkinci olarak, oryantalistlerin

kendilerini politik olarak tarafsız ilan eden yaklaşımlarını

reddeder. Üçüncü olarak da Said, oryantalizmin

ancak emperyalizmin Müslüman toprakları işgal etmesinden

sonraki süreçte geliştiğine ve bununla birlikte oryantalizmin

de emperyal genişlemeyi meşrulaştırıp ona nasıl

disipliner bilgi zemini sağladığına dikkat çeker.

Özetle, Oryantalizm’de geçtiği üzere, oryantalistlerin dört

ana mesajı şudur:

Batı ile Doğu arasında ‘mutlak ve sistematik bir fark’ vardır.

Doğu’nun temsili, “modern oryantal gerçeklerden” ziyade

metinsel yorumlara dayalıdır.

Doğulu olan değişmezdir, tek biçimlidir, kendini tanımlama

yetisine sahip değildir.

Doğu, korkulacak veya kendisine efendilik yapılacak olandır.

Yirminci

yüzyılın önemli

entelektüellerinden

biri olan Edward

Said, 1978

yılında yayınladığı

‘Oryantalizm’ adlı

eseriyle Doğu-Batı

ilişkilerine yeni bir

yorum getirmiştir.

Said’e göre Batı,

bilgi-iktidar

ilişkisinden hareketle

kendini tanımlamak,

sömürgeci niyetlerini

haklı göstermek

ve bu amacını

gerçekleştirmek

adına hayali bir Doğu

üretmiştir.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Kaynak:

Harrison Charles ve Wood Paul, Sanat ve Kuram, 1900-2000 Değişen

Fikirler Antolojisi (2011), Küre Yayınları, İstanbul.


46

Yazar

Vecdi Uzun

Her işin başı

FELSEFE

Felsefe

Felsefe ve sanat, dünyayla birlikte evrene de anlam

vermeye çalışır. Bu aşamada filozofta var olması

gereken usa ilaveten sanatçı imgeleminin değişik

bir biçimi de felsefecide bulunur. Düşünsel eylem

temelinde çalışan sanat ve felsefenin bütünleştirme ve anlam

verme çabası, bunu daha iyi yapan bir filozof ve sanatçı

gelene kadar var ve yeterli kabul edilir. Bu nedenle sanat ve

felsefe, katman katmandır. Çalışma sürecinde hayal etmeyi

felsefeyle yapabilenin ortaya koydukları ile felsefeden uzak

bir şekilde sanat yaptığını sananların farkı, çalışmalarında

çok rahat görülebilir.

Felsefe, disiplinli bir şekilde düşünme ve bu düşüncelerle

yüksek düzeyde hayal kurma ve bu kurulan hayalleri test

ederek soyutlama yapma yeteneği gerektirir. Her türlü

düşünsel eylem, düşünmenin çalışma alanına bağlı olarak

mutlaka ‘varlık, bilgi ve değer’ parametreleri ile çalışır. İnsan,

ruhsal varlık olarak sadece görünenleri algılamakla

Marcel Duchamp,

Bisiklet Tekerleği, 1913

yetinmeyip, görünenlerle oluşan görünüşlerin arkasına

geçerek, dünyayı anlamaya ve anlamlandırmayı bilim, din,

felsefe ve sanat üzerinden gerçekleştirmeye çalışır.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Sanat ve felsefe, ilk bakışta bazı yönleriyle birbirine çok

uzak görülürken, konuyla az bile ilgisi olan sanatseverlerce

aralarında sıkı bir ilişki ve ortaklıklarının bulunduğu çok

kolayca sezilebilir. Burada konu olan sanat ve felsefenin

farklılıkları değil, her birinin diğerine ve bireyin onu anlama,

anlamlandırmaya olan katkısıdır.

İlişkiye girdiklerinin sınırlarını açan ve genişleten felsefe,

sanat çalışmasının içinde yoksa, sanat dar ve

donuk alana sıkışır. Bu çalışmalarda vasata razıysanız,

sanat adına sanatseverlere hiçbir şey anlatılmaz.

Ortada olmayan sanat eserinin varlığının

yarattığı kısır döngü, sanat yaptığını

iddia ile sanatsever cephesinde artarak devam

eder. Bunun sonucunda gerçek sanat

ile gerçek sanatçı, sanat eseri olmayan sanat

eseri karışır ve bunları yapan

da sanatçı olarak adlandırılmaya

başlar. Bizim plastik sanatımızın

en önemli sorunu budur.


Sanatta yaratıcılık sınırsız ve sonsuzdur

Sanat; kişisel hissetmeye, durumdan başkalık yaratmaya ve

yaratıcılığa dayanır. Mühendisin yaratıcılığı nasıl ideal tekrara

ve tek sonuca dayanıyorsa, sanatta yaratıcılık sınırsız

ve sonsuzdur. Sanatçının biricik ve teke ulaşma çabası, mühendis

mantığından farklıdır. Yaratıcılık, bilgi bombardımanı

altında sürekli kirlenip, temizlenmeyi gerektirir. Sanat,

temizlenmenin öznel duyguyla yansıtılmasıdır.

Kavramsal sanatçı Maurizio Cattelan, bir duvara bantla

muz yapıştırdı, herkes ayağa kalktı. Deli saçması diyenler

de oldu, konuyu ti’ye alanlar da. Çok az sayıda ortada gezinenler

oldu. Bu yansıma bana göre gayet doğal bir sonuçtur.

Her sanat akımı, ilk ortaya konulmaya başlanıldığında değil,

yıllarca tepki görmüş ve/veya reddedilmiştir. İçlerinde

kendisini anlatabilenler, sanatçıları üzerinden ayakta kalmıştır.

Bir kısmı da birkaç hamlede yok olmuştur.

Bu muz konusuna bakmak için sanatseverin önünde birkaç

tane yol var. İlk yolda, esere deli saçması denilir. Bu ve benzeri

tüm çalışmalar yok sayılır. İşte tam bu aşamada, ‘Kavramsal

sanat diye bir şey var mı, yok mu’ sorularına cevap

vermek gerekir. Vereceğiniz cevap, sizin sanat konusundaki

yerinizi de tespit edecektir.

Bir ve Üç Sandalye, Joseph Kosuth, 1965

Maurizio Cattelan, Comedian, 2019

Hemen hemen herkese bir

sanatın sanatçısı unvanının

uygun görüldüğü ortamda

Prof. Dr. Ali Osman

Gündoğan; sanatı sadece

boya sürmekten ibaret

sayan, felsefenin varlığı

ve önemini anlayamamış

olandan sanatçı olmayacağını

özellikle vurgulamaktadır:

“Bilim, sanat ve

felsefeyle tanışmayanlar ve

bu alanlara kapalı olanlar;

hamasete dayalı milliyetçilik,

efsaneye dayalı dindarlık,

romantik bir solculuk

ile hiçbir yere varamazlar.

Hatta bilimi laboratuvardan,

sanatı enstrüman çalmak

ya da boya sürmekten

ibaret görenler de ancak

teknisyen seviyesinde

kalırlar, bilim insanı ve

sanatkâr olamazlar. Kendi

odasının dışına çıkamayan

ve hayata dokunamayan

felsefecinin de filozoflukla

ilgisi olamaz.” Prof. Dr. Ali

Osman Gündoğan (*)

(*) Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan:

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi,

Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü

/ Sistematik Felsefe ve Mantık

Anabilim Dalı...

İkinci yol, eseri sanat olarak kabul eder. Kavramsal sanatlar

içinde yer alır. Kavramsal sanatları; “Bu sanatlarda eğer bir

yapıt aranıyorsa, bu ancak sanatçının iletmek istediği düşünce

ve kavramdır. Kavramsal sanat, ortaya koyduğu sanatsal

üretimi alımlayıcısının seyrine sunulmuş üstün bir

meta veya fetiş olmaktan kurtarmayı amaçlayan köktenci

bir girişim olarak da tanımlanabilir. Buna göre sanat, düşünsel

bir süreçtir ve bunu görünür kılmak için fetişleşmiş

bir nesneye ihtiyaç yoktur. Düşünce nesnenin önüne geçer,

bu öyle bir ileri gidiştir ki yapıtın somut bir biçimde gerçekleşmesine

gerek kalmayabilir.

Bu bağlamda kavramsal

sanat, sanat nesnesinin

üretimini bütünüyle terk etmeyi

amaçlayan bir akımdır.

Aslında kavramın sanattaki

önemi yeni değildir” şeklinde

yorumlar ve karşımıza iki

farklı yol çıkarır: Kavramsal

sanata yapılan eleştirilere

cevap vermemeye çalışırsınız. Susar ve bir sanatsever

olarak izlemeye devam edersiniz. Yapılan eleştirilere kendinizce

açıklama getirmeye çalışarak, doğrudan kavramsal

sanat adına yapılan eleştirilere önde hedef, sonra heder

olursunuz.

Üçüncü yolda ise, kavramsal sanatı bilmeyebilir ve saçma

bulabilirsiniz. Zamanın sizin haklı olup olmadığınızı ortaya

çıkarması için kenara çekilin ve izleyin. Bu oyun yeni bir

oyun ve keskin kuralları yok. Ota da ipe de muza da sanat

dendiği ve dünyanın parasının verildiği bir algı size ters gelebilir.

Bu muzcular zaten “Mona Lisa” yaptıklarının iddiasında

değil. Onlar kendilerince kavramlar üzerinden sanat

yapıyor. Serbest bıraksalar, bu sanatçılardan kendilerine

filozof bile diyenler çıkabilir.

Bu kişileri ve yapmak istediklerini anlayabilmek için temel

felsefe, felsefe kavramları ve “Kavram Kavramı”nı birazcık

sorgulamakta yarar olduğu düşüncesindeyim. Reddedilse

bile o pisuar hâlâ zihinlerde, bu muzun kalıcılığını zaman

belli edecek. Yaşım ve bugüne kadar yaşadıklarım, bana her

şeyi reddetmek yerine esnek ve geniş düşünmeyi, sanata

ilgim ise sonsuz hayali ve yaratıcılığı birlikte götürmeyi

öğretti. Son söz; felsefe, yol, yöntem ve dil olmadan sanat

adına yapılan tüm çabalar patinajdan ibarettir.

47

FELSEFE

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


48

PLASTİK SANATLAR

Mona Lisa, Leonardo da Vinci

Galarina, Salvador Dali

Yazar

Bülent Turan

Sanat nedir,

sanatçı kimdir?

İnsanlar yıllardır bu soruları sormaktalar. Şimdiye kadar

tam aydınlatıcı bir cevap aldılar mı, bilmiyorum. Her

sanat kitabının başında bu soruyu cevaplamaya çalışan

yazarın yeni ufuklar açtığını düşünürüm, ama belki de

tek bir cevap yoktur. Bu yazımda da niyetim cevabı bulmak

değil, sanatın uçsuz bucaksız serüvenine kısaca katılmak.

kaybolan repliklerdir bir sahnede. Leonardo da Vinci Mona

Lisa’yı ömrü boyunca yatağının altında sakladı, Raffaello La

Fornarina’sını kimseye göstermedi, Salvador Dali karısı Gala’nın

resmi Galarina’yı onbeş yıl yatağının altında gizledi,

kimseye göstermedi. Sanat gerçekleştiği ve doruğuna ulaştığı

zaman sanatçıyı esir eder, güzellikleri saklar hatta.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

La Fornarina,

Raffaello

Sanat kişide önce çok özel bir yetenek ister ve sonra ölesiye

çalışmak ve hiç bir şey beklememek. Kuğu gibi güzel bir

balerinin program sonunda ayaklarının parçalanması, bir

orkestra şefinin ya da solistin ezberlediği on binlerce nota ve

işareti bir saatlik bir gösteride izleyicilere hatasız duyurması

sanatın zalim yapısındandır. Bir ressam en güzel yapıtını

kimseyle paylaşmamak için sanatın katı kurallarına uymak

zorundadır. Bir yazar, bir şair sosyal hayatını sanatın esiri

olarak ast üst edebilir. Bunların karşılığının uçup giden alkışlar

ve belki mutsuzluk olacağının garantisidir sanat. Sonunda

Sanat güzeldir. Özensizlik, baştan savma ve uydurmayı kabul

etmez. Yirminci yüzyılın başlarında Birinci Dünya Savaşı’ndan

hemen önce başlayan ekonomik krizde sanatın

güzel olma niteliği bir kenara bırakılmış ve sanayi ürünü

gibi üretilerek kısa bir süre de olsa bir takım kazanç kapıları

açılmış ve magazin isimlere sanatçı kimliği yapıştırılmıştır.

Günümüzde de dünyanın en büyük resim dahilerinden biri

olarak kabul edilen Alma Tadema’nın resimleri o dönemde

80.000 Sterlin’den 800 Sterlin’e kadar düşmüştü. Devrin

magazin sanatçıları (!) ise yeteneksizliklerinin ve sanata

saygısızlıklarının kısa süreli getirisi ile keyifli bir hayat sürmüşlerdi.

Ancak bugün gerçek güzel sanatlar insanın duygu

dünyasının baştacı olarak her şeyi ile yanımızdadır.

Kadıköy Sanat Dergisi’ni hayata geçirebilmek için ne kadar

endişeli ve ne kadar ümitli olduğumuzu anlatmak güçtür.

Elden kaçırmamıza ramak kalan muhteşem İstanbul’un son

güzel köşesi Kadıköy’ümüzün ayrıcalıklarına bir sanat dergisiyle

katkımız olsun istedik. Yalnızca dergi değil, bir eylem

planımız da olacak. Ciddi boyutlarda jürili, ödüllü sergiler,

çeşitli sanat ve edebiyat yarışmaları, sanatçılarla eğitim olasılıkları

ve sergi mekânı bunlar arasındadır.

Sevgili Kadıköylüler, kararlıyız, elimizi tutun.



50

MİMARİ

Yazar

Pınar Baltacı

Kadıköy binalarında

Sanatçı izleri

Kadıköy’ün gün geçtikçe gelişen sanatçı kimliğinin

en güzel yansımalarından biri, sanatçıların

yaşadıkları ve isimlerinin verildiği o eski

binalar ve sokaklar. Kentin entelektüel silueti

her ne kadar sanatçı eserleriyle şekillense de, binaların bu

şekillenmedeki payı kentsel yaşam dinamikleri açısından da

oldukça önemli.

Büyük sanatçıların yaşadıkları ve çalıştıkları ortamları görmek,

yer yer onların ruhsal dünyalarını yakından tanımaya

ve eserlerini daha derinden kavramaya olanak tanıyabiliyor.

Monet’ten Rodin’e, Jackson Pollock’tan Salvador Dali’ye

dünyanın en ünlü sanatçılarının bugün artık müzeye dönüştürülmüş

ev ve atölyeleri nasıl her yıl farklı ülkelerden sanatseverleri

ağırlıyorsa, ülkemizin dünyada tanınan sanatçıları

da bu müze evleriyle yerli ve yabancı birçok turiste kapılarını

açıyor. Geçmişte ve günümüzde sanatçıların evi olarak

adlandırılan Kadıköy, müze evlerinin en iyi örneklerinden

sayılabilecek iki köşkle karşımızda...

Moda’da Barış Manço Evi

Kadıköy’deki ev müzelerin en eski örneği, sevilen sanatçı

Barış Manço’ya ait. Kendine has tarzı ve samimiyetiyle

dünyayı dolaşan bu çocuk ruhlu adam, üretirken kuşkusuz

Moda’nın nostaljik esintilerinden de faydalandı. Adam

Olacak Çocuklar, dünya seyahatleri, dilimize dolanmış eski

parçalar… Barış Manço ile büyüyen bir nesil, şimdilerde çocuklarıyla

ziyaret ediyor sanatçının evini ve tüm yaşanmışlıklarını.

Manço’nun ölümünden sonra Halk Bankası’nın

desteğiyle Kadıköy Belediyesi tarafından alınarak restore

edilip, 2010 yılında “Barış Manço Evi” olarak yeniden açılan

evi sadece bir yılda ortalama 40 bin kişi ziyaret ediyor. Yurt

içi ve yurt dışından birçok Manço hayranını ağırlayan köşk,

sık sık duygusal anlara da sahne oluyor.

Köşkün Barış Manço izleri

19. yüzyıldan kalan tarihi köşk içindeki Barış Manço Evi’nin

kapısında sizleri Manço’nun gülümseyen yüzü karşılıyor,

hemen akabinde de çok iyi bildiğimiz parçaları… Köşkün

giriş katında dikkat çeken ilk obje, Barış Manço’nun Avusturya’dan

aldığı ve “O benim rüyam” dediği piyanosu… Bunun

yanında sanatçının birbirinden ilginç ve kendine has

kıyafetleri de yine giriş katta sergileniyor.

Girişin ardından iki kata daha sahip olan müzenin

birinci katı, yatak odası ve misafir odalarından oluşuyor.


51

MİMARİ

Unutulmaz sanatçının diş fırçası ve tıraş takımı, yatak ve

armut ağacından yapılmış özel gardırobu bu katta meraklılarını

beklerken, ikinci kat çocuk odalarına ayrılmış.

Doğukan ve Batıkan Manço’nun odalarının yer aldığı bu

katta Batıkan Manço’nun odası, “Adam Olacak Çocuk”

teması ile döşenmiş ve sanatçının çekimlerde kullandığı

ekipman buraya yerleştirilmiş. Odayı gezerken diğer yandan

duvara yerleştirilmiş bir ekrandan programın geçmiş

bölümlerini izleme olanağınız da bulunuyor. Köşkün en

çok dikkat çeken kısmı ise alt kat. Burası bir Şövalye Odası

olarak düzenlenmiş. Döneme ait eşyaların bulunduğu

odada Belçika Kraliyet Ailesi tarafından şövalyelik unvanı

verilen Barış Manço’nun resim yaparken kullandığı malzemeleri

görebilirsiniz.

Feneryolu’nun yeni konuğu Haldun Taner

Kadıköy Belediyesi, Kadıköy’ün binalarında iz bırakan

sanatçıların anısını Haldun Taner’in Feneryolu’ndaki

evini müzeye dönüştürerek yaşatmaya devam ediyor.

Türk tiyatrosunun duayeni, Türkiye’de epik tiyatro türü

ve kabare tiyatrosunun öncüsü Haldun Taner’in müzeye

dönüştürülen evi ziyaretçi akınına uğrarken, tiyatro

duayenlerine yeni bir buluşma alanı da yarattı.

Kadıköy Belediyesi’ne ait olan, Fenerbahçe Mahallesi’ndeki

ikinci derece tarihi eser niteliğindeki bina, restorasyonu

yapılarak müze evi hâline getirildi. Usta yazarın 103. yaş

gününde açılışı yapılan Haldun Taner Müze Evi, büyük yazarın

eşi Demet Taner, yakın dostları Metin Akpınar, Gülriz

Sururi, Can Gürzap, Mustafa Pilevneli, Salih Kalyoncu ve

Kadıköylülerin katılımıyla hizmete girdi.

Hikâye ve oyun yazarlığı kursları

Fenerbahçe Mahallesi’nde 117 yıllık tarihi binada yer alan

Haldun Taner Müze Evi’nde, yazarın kişisel eşyaları ve eserlerinden

örnekler sergileniyor. Haldun Taner’in kitapları,

daktilosu, meşhur şapkası, atkısı gibi eşyaların görülebildiği

binada, edebiyat ve tiyatro sanatına dair etkinlikler de

gerçekleştiriliyor. Müze Evi’nde özellikle genç yazarlar için

hikâye ve oyun yazarlığı kursları düzenleniyor.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


52

Doğru peyzaj, mutlu yaşanacak şehirler kurmanın anahtarlarından biri.

Ancak İstanbul bu konuda parlak bir karneye sahip değil. Azalan yeşil alanlar,

yetersiz altyapı, bakımı yapılmayan parklar… Prof. Dr. Cemil Ata, yaşanabilir bir

İstanbul için peyzaj konusunda yapılması gerekenleri anlatıyor.

MİMARİ

Yazar

Esra Açıkgöz

Yaşanabilir bir kent için

Doğru peyzaj şart

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Prof. Dr.

Cemil Ata

İstanbul; Boğaz’ı, ormanları, koruları, tarihe meydan okuyan

yapıları, birçok kültürü üzerinde taşıyan mimari kimliğiyle

dünyanın en güzel şehirlerinden biri... Ancak her geçen gün

azalan yeşillikleriyle insanların daha çok betona sıkıştığı bir

kent hâlini alıyor. Yağmur yağmayadursun, yollar su taşkınlarıyla

kapanıyor. Bu gidişata dur demek mümkün. Bunun en önemli yollarından

biri ise doğru peyzajdan geçiyor. Kent ve peyzaj üzerine

araştırmalar yapan, kitaplar yazan, son 20 yıldır İstanbul peyzajını

inceleyen Yeditepe Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı

Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Ata, bunun için

yapılabilecekleri bakın nasıl anlatıyor...

İnsanların mutlu yaşayacakları mekânlar oluşturma çabasında

peyzaj önemli bir yere sahip. Ancak Türkiye’de ne yazık ki pek de

önem verilmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Peyzaj mimarlığı mesleğinin en önemli görevi, “insanları daha


53

bakışımızı değiştirmek için öncelikle çok şey değiştirmemiz

gerekir. Ortaöğretimdeki dünya sıralamasında alt sıralardan

ortanın epeyce üzerine çıkmadıkça, din eğitimini öne

çıkarıp fen ve matematik eğitimini geri attıkça, dünya üniversitelerinde

ilk 100’e veya 500’e giren üniversitelerimizin

sayısını arttırmadıkça, insan haklarını ve demokrasimizi

güçlendirmeye gayret etmedikçe, peyzaj alanlarına önem

veren bir ülke olamayız.

MİMARİ

mutlu mekânlarda yaşatmak...” Yaşam alanlarını çok iyi tasarlamak,

planlamak, uygulamak, bu alanlarda güzellikler

oluşturmak ve devamını sağlamak için de bakımını yapmak.

Ancak Türkiye’de mekânları tasarlama ve planlama

konusunda başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değil.

Planlanan alanlarda, başarılı bir uygulama konusunda da

çok iyi olmadığımızı hemen her yerde görüyoruz. En kötü

olduğumuz konu ise peyzaj bakım teknikleri. İyi tasarlanmış,

planlanmış ve güzel uygulama yapılmış alanlarda bile

devamlılığı sağlamamız mümkün olamıyor.

Neden?

Birincisi, peyzaj bakım tekniklerini yeterince bilmiyoruz.

İkincisi ve en önemlisi de devamlılığı sağlayacak iyi eğitimli

teknik ekibimiz yok. Peyzaj bakım ekibi asgari ücret bile alamayan,

en az eğitimli insanlardan oluşur. Peyzaj mimarlığı

bölümlerinin çoğunda, peyzaj bakım teknikleri veren ders

bile bulunmuyor. Ağaçlar, çalılar, güller ne zaman budanır,

çim nasıl yapılır, toprak nasıl hazırlanır, sulama-gübreleme-istenmeyen

otlarla nasıl mücadele edilir... Tüm bunların

eğitimini yeterince almamış, bir ders bile görmemiş bir peyzaj

mimarının başarılı bakım yapamayacağını anlamamız

zor değil. Yollarımız, trafiğimiz, binalarımız, kentlerimizi

planlamamız, sinema ve tiyatrolarımız, eğitim düzeyimiz,

okullarımız ve üniversitelerimiz, hastanelerimiz, eğlence

alanlarımız, sanayiimiz, fabrikalarımız, politikacılarımız,

peyzaj alanlarımız, özetle her şeyimiz birbirine benzer düzeyde

ve kalitede.

Bu nasıl değiştirilebilir?

5-10 seçim kaybettiği hâlde parti başkanlığını bırakmayan

politikacıların olduğu bir ülkede, tüm kanunların en üst düzeyde

çıkarılması mümkün mü? Üniversite eğitimi boyunca

“çim” dersini almamış bir peyzaj mimarının çok kaliteli bir

çim yapabilmesi beklenebilir mi? Eğitimsiz bahçıvanlardan

çok iyi peyzaj bakım çalışmasını beklemek doğru mu? Yani

her şey birbirine bağlı ve benzer... Kentlerimizin ve yollarımızın

planlanmasına, ulaşım ve trafik düzenlemesine,

eğitim düzeyimize ne kadar önem veriyorsak, peyzaj alanlarımıza

da o kadar önem veriyoruz. Bu nasıl değiştirilebilir

diye soruyorsunuz. Çok zor... Ülkemizde peyzaj alanlarına

Yıllarını bu işe vermiş Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı

olarak, İstanbul’u bu konuda nasıl değerlendirirsiniz?

Olması gereken düzeyin çok çok altında. Tasarım ve planlaması

yetersiz, birçok yanlış var. Şevlerde ve refüjlerde yanlış

bitkilendirme ve sulama yapılıyor, bu nedenle trafik kazalarına

ve ölümlere neden olunuyor. Çim alanlarda kalite çok

düşük. Uygun çim türleri seçilemiyor, sulamalar ve diğer

bakım teknikleri hatalı. Budamayla bitkiler güzelleştirilir,

bizde güzel ağaçlar katlediliyor. Yüzeysel drenaj baştan sona

hatalı... Aşırı yağışlarda arabalar alt geçitlerde sular içinde

kalıyor, ana yollarda dereler gibi sular akıyor ve trafik felç

oluyor. Bunun sonucunda mal ve can kayıpları yaşanıyor.

Kent korularında bakım çalışmaları tamamen yanlış... Peyzaj

alanlarının sulama çalışmaları uygun teknikle yapılamıyor.

Kentsel yeşil alanların genişletilmesi gerekirken, her

geçen gün azaltılıyor ve kentler beton yığınına dönüşüyor.

“Yeşil Kuşak Alanları”, “Botanik Bahçeleri” ve “Arboretumlar”

oluşturmanın önemi üzerinde durulmuyor. Yeşile hasret

kent insanlarının her geçen gün sağlığı bozuluyor, stresli

ve mutsuz bir yaşama itiliyorlar.

Bu sorunları çözmek için ne yapılmalı?

Bu hataları düzeltmek zor veya imkânsız değil, bu peyzaj mimarlarının

görevi. Bilim ve tekniğe uyarak çalışmak yeterli...

İYİ BİR KENT PEYZAJI İÇİN…

Prof. Dr. Cemil Ata’ya göre, iyi bir kent peyzajı için

geniş yeşil alanlar şart. Özellikle kentsel dönüşümlerde

bunun yaratılması ve sokakların park alanı

olmaktan kurtarılması gerektiğini söylüyor. Tabii ki

bu kadar değil, geri kalan birkaçını da şöyle sıralıyor:

- Her şiddetli yağıştan sonra yollarda dereler gibi sel

suları akmamalı, arabalar sular içinde kalmamalı.

- Kent ağaçları sürekli gençleştirilmeli. Budama

adı altında ağaçlar öldürülmemeli. Fırtınayla

devrilme ihtimali olanlar temizlenmeli.

- Çim alanlar bakımlı, gerçekten güzel görünüşlü

yani sağlıklı çim olmalı.

- Renkli ve çiçekli bitkilere özenle yer verilmeli.

- Yeşil alanlarda spor sahaları da olmalı.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01



55

SİNEMA

Yazar

Pınar Baltacı

Beykoz Kundura Fabrikası

sinemaya adandı

Buse Yıldırım

Endüstriyel kültür mirasını koruma

politikasına güzel bir örnek

olarak Anadolu yakasının

kültür-sanat kimliğine büyük

katkılar sunan Beykoz Kundura, deri ve

ayakkabı fabrikası geçmişinin ardından günümüzde

modern bir sanat merkezi olarak

faaliyet gösteriyor. Beykoz Kundura’nın

kültür-sanat kimliğini oluşturmak üzere fikir

üreten bir kültür girişimcisi ve belgesel

sinema/video sanatçısı olan Buse Yıldırım,

2014 yılından bu yana Beykoz Kundura’da

birbirinden yeni projelere imza atıyor.

Mekânın kazan dairesinin düzenlenmesini

sağlayarak bu alanda Kundura Sinema’nın

kurulması fikrini geliştiren Yıldırım, aynı

zamanda Beykoz Kundura’nın geçmişine

dair bilgi ve anıları canlı tutmak adına bir

de hafıza projesini hayata geçirmiş.

Festival tadında tematik film

günleri, Kundura Sinema’da!

Geçmişinde deri ve ayakkabısı fabrikası olarak

kullanılan Beykoz Kundura Fabrikası binası,

bugünlerde endüstriyel kültürün simgesi

olarak kültür ve sanata adanıyor. Uzun

uzadıya bir hikâye olan Beykoz Kundura’nın

kahramanlarından biri olan Kundura Sinema’nın

tarihinin de eskilere dayandığını ifade

eden Buse Yıldırım, yeni sinema projesine

ilişkin şu bilgileri verdi:

“Kazan dairesinin, fabrikanın dönüşüm

sürecinde uzun bir süre aslında fabrika çalışanlarının

özellikle katılım gösterdiği bir

sinemasının olduğunu yeniden keşfettik.

Beykoz halkının da heyecanla katıldığı bu

gösterimlerde, özellikle Amerikan Western

filmlerinin izlendiğini öğrenmek bizleri epey

heyecanlandırdı. Yeni hikâyeler kurarken aslında

geçmişi keşfetmek, Kundura olarak ne

kadar doğru yolda ilerlediğimizi hissettirdi.

Bir yandan kazan dairesinin restorasyon

çalışmaları devam ederken, festival tadında

Tematik Film Günleri düzenledik. Her ayın

son cuma günü, Hollywood klasiklerini özel

ikramlar eşliğinde seyrediyoruz. Sanatçı

filmleri seçkilerimiz veya animasyon gösterimlerimiz

de programda yer alabiliyor. Önümüzdeki

aylarda görsel antropoloji sinemasını

tanıtan ücretsiz seminer ve film dizimiz

olacak. Ayrıca, 90’lı yılların bir televizyon

klasiği olan Pazar Sinema Kulübü konseptinde,

o dönemden filmleri seyredeceğiz.”

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


56

KİTAP

Yazar

Esra Açıkgöz

Feyza Hepçilingirler:

Yazmak büyükannelik görevim

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Feyza Hepçilingirler,

20 yılını Türkçe’nin

kötü kullanımını

engellemek

için mücadeleyle geçirdi.

Öyküden incelemeye, şiirden

denemeye birçok türde eser

verdi. Ancak son zamanlarda

tüm vaktini çocuklara

ayırıyor. Onların dünyasına

renk kattığı son kitabı “Bay

Baykuş ile Bilge Kuş”, İthaki

Yayınları’ndan çıktı. Çünkü

ona göre, yazmak biraz da

büyükannelik görevi. Bakın

kendisi kitabını ve yazma sürecini

nasıl anlatıyor...

Kitap, önyargılar yüzünden sevilmediğini

düşünüp başkası olmaya çalışan bir baykuşla ilgili.

Bilge Kuş, ona özel ve biricik olduğunu gösteriyor.

Bu hikâyeyi nasıl buldunuz?

Bazı batıl inançları çocuklardan uzak tutmak, yersiz düşüncelere

kapılmalarını önlemek istedim. Ayrıca çocuklara; “Senin

benzerin yok. Adını taşıyan birçok kişi de olabilir ama sen

biriciksin” mesajını vermeyi amaçladım. Her birinin farklı

özellikleri var ve onun algılanmasını istiyorlar. Onlar, sanıldığının

aksine çok dikkatli okuyor, büyüklerden iyi algılıyor.

Son yıllarda hep çocuk kitabı yazmanızın nedeni bu mu?

Son altı yıldır 20-25 çocuk kitabı yayımladım. Yazarken insanın

kendini çocuk yerine koyması, onun gözüyle bakmaya

çalışması çok eğlenceli. Belki de çocuk kitabı yazmaktan

vazgeçemeyişimin nedeni bu. Öykülerim ve Türkçe ile ilgili

çalışmalarımdan sonra tekrar çocuk kitaplarına yönelmemi,

çocuklarla iletişimimi sağlayan torunlarım oldu. Onlar ilham

kaynağım. Onlara bir şeyler anlatırdım, tekrar isterlerdi.

Bunları yazmam lazım dedim. Bir büyükanne olarak anı bırakmak

istiyorum, torunlarımın beni unutmamalarını sağlamayı

arzuluyorum.

İnsanlar çocuk kitabı yazmanın kolay olduğunu sanıyor.

Oysa her kelimenin seçimi çok önemli... İçinde ensesti,

şiddeti olumlayan birçok kötü örneği görüyoruz.

Sizin dikkat ettiğiniz ilkeler neler?

Öncelikle kendimi öğretmenlikten uzak tutmaya çalışıyorum,

çünkü 41 yıl öğretmenlik yaptım. Sonra onları küçümsemiyorum,

çocukların zekâsına güveniyorum. Zihinlerine

bir soru ekmeye çabalıyorum. Biliyorum ki o tohum büyüyecek.

Belki benim bulduğumdan daha kapsamlı yanıtlar

bulacaklar. Ayrıca dile çok önem veriyorum. Çok kısa, basit

cümleler kullanmıyor, Türkçe’nin olanaklarını fark ettirmeye

çalışıyorum. Masallarda kız çocukları hırpalanıyor. Buna

yönelik bilincin yaygınlaşmasına yardımcı olmayı görev sayıyorum.

“Masal Bozan Feride Teyze” ile prens bekleyen kız

çocuklarına “Kalk, ayakların üzerinde dur” diyorum.

Yeni projeleriniz neler?

Türkiye’nin yöreleri pek

bilinmiyor. İstiyorum ki çocuklar

hem mektup diye bir

türle tanışsın, hem de farklı

kültürlerin nasıl bir araya

gelebileceğini görsün. Mesela

torunuma Ardahan’dan

bir mektup arkadaşı buluyormuş

gibi bir kitap yazdım.

Kolej çocukları da Ardahan’da

nasıl yaşanıldığını

anladı. “Ayvalık’tan Gelen

Mektup” da çıktı. Bunu yedi

bölgeye yaymak istiyorum.

DOĞRU KİTABI

SEÇMEK İÇİN...

Çocuk kitabı seçiminde

büyüklere görev düşüyor. Öğretmen

de veli de okumadan

çocuğun eline kitabı tutuşturabiliyor.

Önce büyükler, çocuğun

duyarlılıklarını dikkate

alarak kitabı okumalı. Çocuğu

hayata hazırlıyoruz, tabii ki

bütün konuları öğrenecek

ancak yaşı geldiğinde. Yayınevlerinde

pedagog, psikolog

çalıştırılabilir. Ben de bazen

ihtiyaç duyuyorum.


DAVET EDİYORUZ...

Alanında uzman,

öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir ekip ile

sizleri de üretmeye davet ediyoruz…

Paylaşmayı ve dayanışmayı esas alan; sanatla ve edebiyatla yoğrulmuş zamanlar yaratmak,

yaşadığımız hayata bir anlam katmak amacıyla açtığımız Kadıköy Atölye’de

felsefe, edebiyat, sinema, tiyatro ve sanatla buluşmak için bir aradayız.

0216 338 03 38

0554 168 01 68

Caferağa Mah. Kadife Sokak

No: 40 Moda/Kadıköy/İstanbul

Kadıköy Atölye

kadikoy_atolye

bilgi@kadikoyatolye.com


58

AKTÜEL

2020 takvimine yansıyan

Sanatsal fotoğraflar

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Dünyaca ünlü Hahnemühle Fineart kâğıtlarının

Türkiye distribütörü Art Boya, 2010’dan

bu yana gelenekselleşen takvimlerine bu yıl

da devam ediyor. Ülkemizin tanınmış sanatçılarının

eserlerini hazırladığı takvimler

aracılığıyla sanatseverlerle paylaşan Art Boya’nın

Hahnemühle 2020 Takvimi, ocak ayı

itibariyle sanatseverlerle buluştu.

Art Boya-Hahnemühle takvimleri; içeriğinin

zenginliği, sıradışılığı ve Hahnemühle özel

kâğıda Fineart baskısıyla koleksiyon değeri

taşıyor. Art Boya Eğitim Koordinatörü Neşe

Köymen, konuyla ilgili açıklamada şunları

ifade etti: “2020 yılı takvimimiz, ülkemizin

ve dünya fotoğrafının önemli isimlerinden

Sedat Pakay’ın 13 fotoğrafından oluşmakta.

Fotoğraflar dünyanın önemli fotoğrafçı, edebiyatçı,

ressam, yazar ve sinema oyuncularına

aittir. Bir kapak fotoğrafı ile yılın 12 ayı

için her sayfada ayrı bir fotoğraf kullanılmıştır.

Yayın koordinatörlüğü, önemli fotoğraf

sanatçılarımızdan Tahsin Aydoğmuş tarafından

yapılan ve 1050 adet basılan takvime sanatseverlerin

gösterdiği ilgiye teşekkür eder,

herkesin yeni yılını kutlarız.”

Sedat Pakay’ın 2020 takviminde

yer alan fotoğraflar şu şekilde:

• KAPAK – Edward Steichen (Fotoğrafçı) 1967

• OCAK – Jane Alexander (Aktrist) 2009

• ŞUBAT – Andy Warhol (Ressam-Film Yapımcısı) 1974

• MART – Gordon Parks ve Oğulları (Fotoğrafçı) 1970

• NİSAN – Mark Rothko (Ressam) 1968

• MAYIS – André Kertész (Fotoğrafçı) 1968

• HAZİRAN – Doris Lessing (Yazar) 1991

• TEMMUZ – Robert Motherwell (Ressam) ve

eşi Helen Frankenthaler (Ressam) 1967

• AĞUSTOS – Walker Evens (Fotoğrafçı) 1967

• EYLÜL – James Baldwin (Yazar) 1970

• EKİM – Ara Güler (Fotoğrafçı) 1965

• KASIM – Saul Steinberg (Karikatürist-Ressam) 1968

• ARALIK – Aliye Berger (Ressam) 1964

SEDAT PAKAY HAKKINDA

Sedat Pakay, 1945 yılında İstanbul’da doğdu.

ABD’de Yale Sanat Okulu’nda eğitim gördü. Bir

süre Türkiye’de reklamcılıkla uğraştıktan sonra

1966 yılında New York’a yerleşti. 80’li yılların

sonunda Hudson Film Works adlı yapım şirketini

kurdu. Amerika’da fotoğrafçılığın yanı sıra

PBS için filmler çekmeye başladı. Amerika’nın

en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak

kabul edilen Walker Evans’ın hayatına ilişkin tek

belgeseli çeken kişi olarak tarihe geçti. MoMA,

Metropolitan Müzesi gibi dünyanın en saygın

sanat kuruluşlarının koleksiyonlarında eserleri

bulunan fotoğraf sanatçısı, film yapımcısı Sedat

Pakay, 71 yaşında uzun yıllardır yaşadığı New

York’ta yaşama veda etti.


Mercan Selçuk Dans Topluluğu’ndan

‘Babamın Şarkıları’

Mercan Selçuk, üç nesil sanat yolculuğunu

‘Babamın Şarkıları’ isimli sahne performansıyla

yaşatıyor. Dedesi Üstat Münir

Nurettin Selçuk ve babası Timur Selçuk’un

eserlerini Mercan Selçuk Dans Topluluğu aracılığıyla izleyicilerle

buluşturan sanatçı, bu vesileyle ailesinden gelen geleneği

gözler önüne seriyor.

59

PERFORMANS

‘Babamın Şarkıları’ bale gösterisinde, Klasik Türk Musikisi’nde

devrim yapmış bir üstat olan Münir Nurettin Selçuk’un

yanı sıra bu kaynaktan hafif müzik, reklam ve film

müzikleri, tiyatro müziği, müzikal, opera ve bale müziği,

Batı müziği ile Türk musikisinin doğal ruhlarını bozmadan

eserlerini oluşturan Timur Selçuk’un üretimlerini dansla

harmanlayan Mercan Selçuk, tüm bu manevi sanatsal birikime

de sahip çıkarak, yeni bir modern dans eserini seyirciyle

buluşturuyor. Zorlu PSM’de 2 Mart’ta prömiyerini

yapacak olan ve 16 Mart 2020 tarihinde Kadıköy Belediyesi

Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek gösterinin

tüm koreografisi Mercan Selçuk’a ait.

“Bale nefes almak, su içmek gibi”

‘Babamın Şarkıları’ sahne performansının yanı sıra dans

yolculuğunun başladığı yılları da değinen Mercan Selçuk,

Mercan Selçuk Dans Topluluğu’nun ortaya çıkış sürecini

de dergimize şu sözlerle anlattı: “İstanbul Üniversitesi

Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü ile başladı bale yolculuğum.

Kısa bir yurt dışı deneyiminin ardından Türkiye’ye

dönerek, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda

eğitmenliğe başladım. Yıllar sonra ise tüm birikimimi bir

araya getirerek, Mercan Selçuk Modern Dans Topluluğu’nu

kurdum. Bale sanatı, fiziksel ve ruhsal olarak zor bir

iş... Çok ciddi bir motivasyon gerekiyor ama öyle bir aşk

ki nefes almak, su içmek gibi... Nasıl su içmeden yaşayamıyorsak,

gerçek bir sanatçı için de bu böyle. Hangi dalı

seçerseniz seçin durum böyle...”

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01


60

GALERİLER

Yazar

Pınar Baltacı

47 yıllık hikâye:

Seven Sanat Galerisi

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Tam 47 yıl önce Kadıköy’de kapılarını açan Seven

Sanat Galerisi, geçen yıllara ve değişen Kadıköy

profiline inat Moda Caddesi’ndeki yerini koruyor.

Babasından kendisine miras kalan çerçevecilik

işini zamanla sanat galericiliğine evrilten İsmail Hakkı

Seven ile Seven Sanat Galerisi’nin Kadıköy’ün bugünki

misyonuna olan katkılarını konuştuk. Kadıköylüleri resimle

tanıştırmak gibi bir görev de üstlenen galeri, hâlâ sanatın

kapısını Kadıköy’de açan önemli bir merkez...

İsmail Hakkı Seven’in kendisini yeniden yaratmak adına

çıktığı yolculuk Kadıköy’e doğru evrilirken, 2020’li yıllarda

görüyoruz ki Kadıköy’ün yaratımına da büyük katkılar

sunan önemli adım olmuş: “Babam Avrupa yakasında, Osmanbey’de

çerçeve işleriyle ilgileniyordu. Askerden dönünce

babamın işinde çalışmak yerine kendi kendimi yeniden

yaratmayı tercih ettim. O dönemler Boğaz Köprüsü dahi

henüz yapılmamıştı. Radikal bir kararla mesleki yaşantıma

Kadıköy’de devam ettim. Babamdan öğrendiklerimle

Kadıköy Moda Caddesi’nde önce çerçevecilik işine giriştim,

ardından bunun doğal sonucu olarak Seven Sanat Galerisi

hayata geçti. Çünkü dönemin

önemli sanatçılarından

Bedri Baykam,

Nuri İyem, Arif Çelebi

gibi isimlerin tablolarına

çerçeveler yapmaya

başlamıştık. Bir süre

sonra o resimleri galeride

sergileyerek sayılı

galeriler arasında yerimizi

aldık ve Kadıköylülerle

buluştuk. Ve tam

47 yıldır aynı sokakta

çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”

Yıllarca sanatseverleri resimle buluşturdular

Seven Sanat Galerisi’nin yanı sıra Dudullu’da çerçeve imalatına

yönelik fabrikalarının da bulunduğunu ifade eden Seven,

sözlerini şöyle sürdürdü: “Çerçeve satışlarımız devam

ediyor. Aynı zamanda resim dersleri verdiğimiz bir de dershanemiz

var Moda Caddesi’nde. İlk kurulduğumuz zamandan

bu yana Libya, Dubai gibi çok çeşitli ülkelerin krallarına

özel işler yaptık. Türkiye’de o zamanlar imalatçı çerçeveci olmadığı

için sektörel bir boşluğu doldurduğumuzu söyleyebilirim.

Sanat galerisi işine girişmemizin ardından toplumda

resim satın alma algısının olmadığını fark ettim. Böylelikle

halkı resimlerle tanıştırmak gibi bir misyon da yüklenerek,

ressamlar ile sanatseverleri buluşturmaya başladık.”

“Geçmişin galerileri bugünün

Kadıköy’üne yön verdi”

Bugün bir hayli kalabalık olan Moda Caddesi’nden 40 yıl

önce tüm gün parmakla sayılacak kadar az kişi geçtiğini

ifade eden İsmail Hakkı Seven, günümüzün Kadıköy’ünü

şu sözlerle yorumladı: “Bizlerin yıllar önce hayata geçirdiği

galeriler, bugünkü Kadıköy’e yön verdi. Günümüzde çok sayıda

sanatçı, çalışma ve yaşam alanı olarak Kadıköy’ü tercih

ediyor. Ancak bazı sanatçılar eserlerini galeri aracılığıyla değil,

direkt kendi atölyelerinden satışa çıkarıyor. Bu dünyanın

hiçbir yerinde olmayan bir sistem... Çünkü sanatçının

parayla işi olmaz, olmamalıdır da… Doğru olan herkesin bir

ya da birkaç galeriye anlaşması...”

Seven Sanat Galerisi, bugünlerde Moda Deniz Kulübü’nde

yepyeni sergilere imza atıyor. Bünyesindeki sanat

eserlerini Moda Deniz Kulübü’nde sergileyen galeri, böylelikle

mekânı ziyaret eden İstanbullulara harika bir sanat

ziyafeti de sunuyor.


70’li yıllar Bağdat Caddesi’nin havasını solumuş bir kuşağın temsilcisi olarak,

Kadıköy ve İstanbul’umuz gündemindeki sergi/sanat faaliyetlerini konu alıp,

binlere ulaşmış üyesi ile beş senedir sanal platformda hizmet veren grup;

Cadde “Sanat 70” Grubu

61

AKTÜEL

“Sanat 70” grubu

üyelerinin kendi

aralarında ve “Öz

Kadıköylüler” grubu

üyeleri ile yaptıkları

ortak toplantı

görünümleri, 2017-

2019 (Fotoğraflar:

Emin Küçükserim)

Kadıköy’de doğmanın ve de Kadıköylü olmanın

ayrıcalığına sahip, 70’li yılların cadde havasını

solumuş, caddenin tadını çıkarma şansı bulmuş

bir kuşağın temsilcisi olarak, Kadıköy ve

İstanbul’umuzda gündemde olan sergi/sanat faaliyetleri

başta olmak kaydıyla; edebiyat, felsefe, sanat, sanat tarihi,

Yunan ve Roma mitolojileri konulu gönderilere genişçe yer

verilmek amacı ile kurulmuş olan “Sanat 70” grubu, yaklaşık

5 senedir sanal platformda sayısı 1100’lere ulaşmış üyesi ile

hizmet vermekte.

Eski bir Kızıltoprak/Kalamış’lı olarak gençliğini buram buram

Bağdat Caddesi’nde yaşamış olan şiir ustamız, kendi

tanımıyla “şiircimiz” Mustafa Semih Uzuner tarafından

7 Haziran 2014 tarihinde kurulan grubun adı da, bu nedenle

kurucu yöneticinin 70’li yıllar Bağdat Caddesi genci olmasından

gelmekte. Grubun başında yer alan bir diğer yönetici

Gülcihan Üstüner Ergüngör, kuruluşun altıncı ayından bu

yana sayfanın işleyiş ve faaliyetlerini takip etmekte.

Sanatkâr ve sanatsever birçok üyeden oluşan “Cadde Sanat

70” Facebook sayfasında; plastik sanatlar ve çeşitli dallarda

koleksiyon sergileri kapsamında etkinliklerin açılmasına özen

gösterilmesinin yanı sıra yöredeki her türlü sanat faaliyetlerine

toplu olarak katılış da yine bu grubun ana aktiviteleri

arasında yer almakta. Alışılmış klişe ve ritüellerden

uzak, sanata, sanatçıya ve işlediği konulara duyarlı,

özenli, saygılı, rafine paylaşımların yapılması ise, gruba

özel bu sayfanın olmazsa olmaz prensiplerinden.

Devrim Öztaş, Serap Mutlu Akbulut, Uğur Akdora,

İstanbul Filarmoni Derneği Başkanı Alp Altıner, Tenor-Devlet

Opera Balesi Sanatçısı Efe Kışlalı, Piyanist

Eğitmenler; Görol Başol, Hüseyin Sermet, Sibel

Tanju, Şevki Karayel, Çellist Mehmet Mestçi, Klasik

Türk Musikisi Sanatçıları Mehmet Bülent Çimentepe,

Hilal Çalıkoğlu, Seramik Sanatçısı Dr. Bülent

Şavkın, Görsel Sanatlar Vakfı (GÖRSAV) Başkanı

Levent Çizer, Seramik Sanatçısı/Artist Designer Seran

Kayserilioğlu Otterson, Heykel Sanatçısı Maria

Dimitrova Kılıçlıoğlu Baraz, Ressamlar; Füsun Sun

Kuseyrioğlu, Filiz Işılay, Türkan Gündoğdular, Selçuk

Toğul, Mine Çallıoğlu, Fotoğraf Sanatçısı Emin

Küçükserim, Gezgin/Belgesel Gezi Fotoğrafçısı Deniz

Dağaşan ile Araştırmacı Yazar/Koleksiyoner Dr.

R. Sertaç Kayserilioğlu ve Şair Mustafa Semih Uzuner,

bu gruba gönül vermiş olan ilk değerli sanatçı

üyelerden sadece bir bölümü.

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Sayfaya üyelik müracaatı için:

www.facebook.com/groups/274541402725929/?ref=bookmarks


62

INDEX

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01

Anadolu Yakası

Sanat Galerileri

ADALAR

Büyükada Anadolu Kulübü

Tel: 0216 382 68 30

Adres: 23 Nisan Caddesi No: 44

Büyükada

www.anadolukulubu.com

BEYKOZ

Beykoz Belediyesi Ahmet Mithat

Efendi Kültür Merkezi

Tel: 0216 465 88 21

Adres: Anadolu Hisarı

MMM Migros Yanı, Beykoz

www.beykoz.bel.tr

KADIKÖY

Artev Sanat Galerisi

Tel: 0216 449 46 75

Adres: Fenerbahçe Mh.

Kuru Kahveci Sk.Onur Ap. No:3 D:11

Asfalt Sanat Galerisi

Tel: 0216 418 08 06

Adres: Bahariye Cad.

Canan Sok. No: 51 Kat:-1 Kadıköy

www.asfaltartgallery.com

Bahariye Sanat Galerisi

Tel: 0216 414 55 06

Adres: Caferağa Mah. Kadife Sok.

Kızıltunç Apt. No:1/1 Kadıköy

www.bahariyesanat.com

Bakraç Sanat Galerisi

Tel: 0216 362 18 26

Adres: Kozyatağı Mah. Sinan Ercan

Cad. Öztor Sitesi No:38 Kadıköy

www.bakrac.com

Barış Manço Kültür Merkezi

Tel: 0216 418 16 46

Adres: Caferağa Mah. Moda Cad.

Nailbey Sok. Kadıköy

www.kadikoy.bel.tr

Büyük Kulüp Sanat Galerisi

Tel: 0216 302 42 72

Adres: Cemil Topuzlu Cad. No:42

Çiftehavuzlar - Kadıköy

www.buyukkulup.org.tr

Caddebostan Kültür Merkezi

Tel: 0216 386 26 81

Adres: Bağdat Caddesi Haldun Taner

Sk. No: 11 Caddebostan - Kadıköy

www.kadikoy.bel.tr

Bilim Sanat Galerisi

Tel: 0216 349 26 10

Adres: Moda Cad. Lütfü Bey Sok.

No: 5/A Moda - Kadıköy

Dega Sanat Galerisi

Tel: 0216 373 32 00

Adres: Bağdat Caddesi No:436

Suadiye - Kadıköy

www.degasanat.com

Eva Sanat Galerisi

Tel: 0216 356 15 39

Adres: Suadiye Mahallesi

Küçükağa Sk. No:4 Kadıköy

www.evasanat.com

Galeri Mod

Tel: 0532 644 10 42

Adres: Cemal Süreya Sokak No:39 Kadıköy

www.galerimod.com

Gallery 11.17

Tel: 0216 803 44 17

Adres: Gökçe Sok. No:11/A

Caddebostan - Kadıköy

www.gallery1117.com

Galeri ARK

Tel: 0216 369 49 00

Adres: Cemil Topuzlu Cad. Kaya Apt.

No:49 Göztepe - Kadıköy

www.galeriark.com

Galeri FE

Tel: 0216 368 03 78

Adres: Cemil Topuzlu Cad. Kutmen Apt.

No:60/2 D:4 Çifteheavuzlar - Kadıköy

www.galerife.com

Halka Sanat Projesi

Tel: 0530 601 90 05

Adres: Caferağa Mah. Dr. Esat Işık Cad.

Ruşenağa Sok. No:8 Moda - Kadıköy

www.halkaartproject.net

Hush Sanat Galerisi

Tel: 0532 285 49 04

Adres: Rasimpaşa Mah. İskele Sok.

46/2 Yeldeğirmeni-Kadıkoy

Halis Kurtça Kültür Merkezi

Tel: 0216 357 28 36

Adres: Ressam Salih Ermez Caddesi

Merdivenköy - Kadıköy

www.kadikoy.bel.tr

Kaş Sanat Galerisi

Tel: 0532 213 86 66

Adres: Fener Kalamış Caddesi

No:53 Kadıköy

www.kassanat.com

Kızıltoprak Sanat Galerisi

Tel: 0216 418 38 06

Adres: Fenerbahçe Mahallesi

Rüştiye Sok. No: 47/1 Kadıköy

www.kiziltopraksanatgalerisi.net

Kozyatağı Kültür Merkezi

Tel: 0216 658 00 15

Adres: Bayar Caddesi Buket Sokak

No:16 Kozyatağı - Kadıköy

www.kadikoy.bel.tr

Mine Sanat Galerisi

Tel: 0216 467 26 77

Adres: Caddebostan Mah.

Gökçe Sok. No:14/8 Kadıköy

www.minesanat.com

NOKS Bağımsız Sanat Alanı

Adres: Talimhane Sokak No:19B

Yeldeğirmeni - Kadıköy

www.noksart.space

Olcay Art

Tel: 0216 411 17 13

Adres: Cemil Topuzlu Cad. No: 90/B

Caddebostan Kadıköy

www.olcayart.com

RED Art İstanbul

Tel: 0216 414 10 57

Adres: Fenerbahçe Mah. Hacı

Mehmetefendi Sok. No:12 Kadıköy

www.redartistanbul.com


63

INDEX

Seven Sanat Galerisi

Tel: 0216 345 56 16

Adres: Moda Cad. No: 42/A Kadıköy

www.sevensanatgalerisi.com

Şirket-i Hayriye Sanat Galerisi

Tel: 0216 405 27 78

Adres: Yeni Kadıköy Vapur İskelesi

1. Kat

Teksin Sanat Galerisi

Tel: 0216 385 32 66

Adres: Prof. Dr. Hulusi Behçet Cad.

No: 2/13 Gürkan Apt. D: 2 Göztepe -

Kadıköy

www.teksinozguz.com

Tüze Sanat Galerisi

Tel: 0216 380 85 80

Adres: Bağdat Cad. Yazarlar Sok.

Kırlangıç Apt. 6/2 Suadiye

UKKSA İstanbul Sanat Galerisi

Tel: 0532 177 68 06

Adres: Fenerbahçe Mahallesi Itridede

Sok. No:17/1 Kızıltoprak - Kadıköy

www.ukksa-istanbul.business.site

Ürün Sanat Galerisi

Tel: 0216 363 12 80

Adres: Sarıgül Sok. Arzu Apt. No: 2/5

Caddebostan - Kadıköy

Venüs Sanat Galerisi

Tel: 0216 565 35 72

Adres: Mustafa Kaya Sokak No:2

Göztepe Kadıköy

www.venussanatgalerisi.blogspot.com

Yurt & Dünya Sanat Galerisi

Tel: 0216 349 26 10

Adres: Moda Cad. Aylin Apartmanı

No:270 Kadıköy

PENDİK

Pendik Atatürk Kültür Merkezi

Tel: 0216 444 81 80

Adres: Doğu Mah. Ankara Cad.

No:201 Pendik

www.pendik.bel.tr

ŞİLE

Galeri Işık Şile

Tel: 0216 712 14 60

Adres: Meşrutiyet Köyü Üniversite

Sokak No:2 Şile

www.isikun.edu.tr

TUZLA

Sabancı University Kasa Galeri

Tel: 0216 483 90 97

Adres: Sabancı Üniversitesi,

Orhanlı - Tuzla

kasagaleri.sabanciuniv.edu

ÜMRANİYE

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Sanat Galerisi

Tel: 0216 443 01 06

Adres: Namık Kemal Mah.

Dr. Rüstem Eyüboğlu Sok. No:8

Ümraniye

Galeri 5

Tel: 0216 636 20 00

Adres: Saray Mah. Site Yolu Cad. Anel

İş Merkezi No:5/4 Ümraniye

www.galeri5.com.tr

ÜSKÜDAR

Nar Art Sanat Galerisi

Tel: 0216 557 72 07

Adres: Burhaniye Mah. Beybostanı

Sok. No:41 A Blok Beylerbeyi - Üsküdar

Imoga Art Space

Tel: 0535 608 87 09

Adres: İcadiye Caddesi No:42/A

Kuzguncuk - Üsküdar

www.imoga.org

Altunizade Kültür ve Sanat

Merkezi

Tel: 0216 474 24 78

Adres: Sırma Perde Sok. No:11

Üsküdar

www.uskudar.bel.tr

Mona Art Galerisi

Tel: 0216 532 13 21

Adres: İcadiye Cd. No:57

Kuzguncuk - Üsküdar

www.monaartgalleryistanbul.com

IAC Istanbul

Tel: 0216 310 83 94

Adres: Gazi Cad. Görümce Sok. No:5

Bağlarbaşı - Üsküdar

Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01



Kadıköy’ün Yakın Tarihine Işık Tutan

KADIKÖY’DE ZAMAN

YAYIMLANDI

Kadıköy’ün tarihsel mekanlarında yepyeni bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

Yazar Arif Atılgan’ın yeni kitabı “Kadıköy’de Zaman” ile her gün sokaklarında

dolaştığınız Kadıköy’ü yeniden keşfedeceksiniz.

Yazar ve mimar Arif Atılgan’ın yeni kitabı K-İletişim Yayınları’ndan çıktı.

“Kadıköylü, yıllardır Kadıköy’e geldiğinde kendisini köyündeymiş gibi hisseder”

sözleriyle raflarda yerini alan kitapta, Kadıköy’ün binaları ve bugünlere taşınan

kültürel değerleri birbirinden ilginç hikâyelerle anlatılıyor.

“Kadıköy’de Zaman” kitabı

Remzi, Nezih, Gergedan, Penguen, Mephisto ve Tarihçi Kitabevlerinde…

Ayrıca, 0532 266 82 43 nolu telefondan istekte bulunabilirsiniz.


Burhan Özer

Merve Turan

Mehmet Kıratlı

Ünsal Bahtiyar

Sanem Tufan

Süleyman

Çağlayan

Javad Soleimanpour

Ercan Paya

Jasmine Art House’da

ATÖLYE ÇALIŞMALARI

DANIŞMANLARIMIZ: Süleyman Saim Tekcan, Ahmet Kuseyrioğlu

PAZARTESİ Desen, Yağlıboya, Pastel, Kuruboya: Süleyman Çağlayan // SALI Suluboya Desen: Burhan Özer

ÇARŞAMBA Yağlıboya, Akrilik, Desen: Ünsal Bahtiyar // PERŞEMBE Pastel, Boya, Desen: Javad Soleimanpour

CUMA Heykel: Sanem Tufan - Fotoğrafçılık: Mehmet Kıratlı // CUMARTESİ Baskı: Merve Turan - Suluboya: Ercan Paya

Jasmine Art House

Bağdat Caddesi No: 317 Da. 7 Caddebostan - Kadıköy // Tel: 0216 356 10 07 // Gsm: 0533 165 49 70

E-Posta: info@jasminearthouse.com // Web: www.jasminearthouse.com

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!