KADIKÖY SANAT DERGİSİ SAYI 1
- No tags were found...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Yıl: 1 | Sayı: 1 | Ocak-Şubat-Mart 2020
Fiyatı: 20 TL
KÜLTÜR & SANAT DERGİSİ
BÜLENT TURAN
SANAT NEDIR,
SANATÇI KIMDIR?
İLLÜSTRASYONA
HAYAT VEREN SANATÇI
GÜRBÜZ DOĞAN EKŞIOĞLU
HEYKELDE YENI BIR DIL
HANDE ŞEKERCILER
MIMAR GÖZÜNDEN
İSTANBUL VE SORUNLARI
İSTANBUL KIMLIĞINI
KAYBEDIYOR
ANDY WARHOL ILE
SANATA HERKES
DOKUNSUN
DİLARA DOLU KÖKSAL
SANAT KİM İÇİN OLMALI?
MÜZECI, RESSAM, EĞITIMCI
KADIKÖY’ÜN İLK BELEDİYE BAŞKANI
OSMAN HAMDİ BEY
En yüksek beklentilerinizi karşılama sanatı
Görülmeye değer nefes kesici Adalar ve deniz manzarası ile sahil ve Bağdat Caddesi’nin kesiştiği bir lokasyonda yer alan
Hotel Suadiye, Anadolu Yakası’nın merkezinde olmanın avantajlarını huzurlu bir ortamla buluşturarak konuklarına sunuyor
olmanın ayrıcalığını yaşatıyor.
İstanbul Hotel Suadiye’nin konukları, iş veya tatil amacıyla konakladıkları otelimizde gitmek istedikleri birçok noktaya uzun
mesafeler kat etmeden ulaşabiliyor. Otele girdikleri anda ise her şeyin arkalarında kaldığı bir dünyaya adım atıyorlar. Aynı
anda hem uzaklaşmanın hem de evdeki kadar rahat olmanın keyfini yaşayan konuklar, çoğu kez yaptıkları yorumlarda
beklentilerinin fazlasıyla karşılandığını dile getiriyor.
Hotel Suadiye’nin bir başka özelliği ise İstanbul’un, Anadolu Yakası’nın ve Bağdat Caddesi’nin gözde restaurant, kulüp
ve mağazalarıyla iç içe olması. Otelden tren, deniz otobüsleri, dolmuş, alışveriş merkezleri, sinemalar, seyahat acenteleri
sadece yürüme mesafesinde bulunuyor. Sizleri yeni bir dünya keşfetmeye ve unutulmaz izlenimlere davet ediyoruz.
Bağdat Caddesi Plaj Yolu Sokak No:25 Suadiye - Kadıköy
Tel: +90 216 445 84 24 Web: www.hotelsuadiye.com E-mail: info@hotelsuadiye.com fSuadiyeHotel ihotelsuadiye
2
8
18 34
İÇİNDEKİLER
26
38
20
22 36
İçindekiler
28
6-17
18-19
Etkinlikler ve
Sergiler
Hande Şekerciler’den
Geleneksel ile Günceli Birleştiren
Heykeller
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
20-21
22-25
26-27
28-33
34-35
Kadıköy Sanat Turunun ilk Durağı
Antikacılar
Mimar Gözünden İstanbul ve Sorunları
İstanbul Kimliğini Kaybediyor
Andy Warhol ile
Sanata Herkes Dokunsun
Aydınlanma Döneminin Baş Aktörlerinden
Osman Hamdi Bey
Arkeolog Ayşe Övür:
İstanbul Bir Arkeoloji ve Tarih Cenneti
46 55
3
40
42
52
58
İÇİNDEKİLER
44
48
50
56
60
36-37
İstanbul Art Show
‘Hakikat Askıda’ Temasıyla Gerçekleşti
50-51
Kadıköy Binalarında
Sanatçı İzleri
38-39
Dr. Dilara Dolu Köksal
Sanat Kim İçin Olmalı?
52-53
Prof. Dr. Cemil Ata:
Yaşanabilir Bir Kent İçin Doğru Peyzaj Şart
40-41
42-43
44-45
46-47
48
Tasarım Parkı’nda
Her Tasarım Bir Aşk Yolculuğu
İllüstrasyona Hayat Veren Sanatçı:
Gürbüz Doğan Ekşioğlu
Doğu-Batı İlişkilerine Yeni Bir Yorum:
Oryantalizm
Vecdi Uzun
“Her İşin Başı Felsefe”
Bülent Turan
Sanat Nedir, Sanatçı Kimdir?
55
56
58
60
Beykoz Kundura Fabrikası
Sinemaya Adandı
Feyza Hepçilingirler:
Yazmak Büyükannelik Görevim
2020 Takvimine Yansıyan
Sanatsal Fotoğraflar
47 Yıllık Hikâye:
Seven Sanat Galerisi
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
4
EDİTÖR
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Kadıköy Sanat’ın sanata
hizmet serüveni başladı...
İlkler heyecanlıdır her zaman. İlk adımlar, ilk kelimeler, ilk aşk, ilk sanat yapıtı...
Dergimizin ilk sayısı da aynı heyecanla başladı. Daha önce sektörel bir
derginin Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmıştım, ancak bu kez konu sanat
olunca daha başka bir heyecanla çıktım yola.
İlk sayımızda ilklere imza atmış bir Türk ressamımızla başlayalım istedik.
Kadıköy söz konusu olunca hem Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olmuş, hem
sanata ve kültüre katkılar sağlamış ve üstelik ressam olan Osman Hamdi Bey,
kapak konumuz olarak yerini aldı. Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı, İstanbul
Arkeoloji Müzesi kurucusu, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu, eğitmen,
arkeolog olmasıyla bilim, sanat ve müzecilik anlamında önemli atılımlar yaparak
Osmanlı Batılılaşma ve yenileşme sürecinde önemli bir aktör olan Osman
Hamdi Bey’in, resim sanatına olan tutkusu ve sanatçı kimliği de tüm yaşamına
eşlik eden bir tema olarak karşımıza çıkar. Ressam Osman Hamdi Bey’i sanat
ve kültürümüze hizmetleri ve resimlerinden örneklerle ilk sayımız sayfalarında
bulacaksınız.
Diğer konularımıza ise Kadıköy’de yaşayan ve üreten görsel sanatlar, mimari,
sahne sanatları gibi alanlarda Türk kültür ve sanatının gelişimine katkı sağlayan
sanatçılar, sanat yöneticileri ve sanatın şövalyeliğini üstlenmiş figürlerle başladık
ve bu buluşmalar her yeni gelecek sayımızda devam edecek.
Görsel Sanatlar ağırlıklı olmak üzere mimari, tasarım, antika, arkeoloji, peyzaj
mimari, edebiyat, müzik, sinema ve tiyatro alanlarına da az da olsa değindik.
Yeni sergi duyuruları, sanat haberleri sayfalarımızda yerini aldı. Siz sanat
takipçisi okuyucularımızdan da yorumlar ve katkılar bekliyor olacağız.
Bizler de kültür ve sanata katkı sağlamayı, sanatın sesini duyurabilmeyi
hedefliyoruz ve bu yolda siz sanatseverlerle uzun bir yolculuğa başlamanın
heyecanıyla sizlere MERHABA diyoruz.
Saygılarımla,
Ebru Özgüz Çelik
YAYINCI
K-İletişim Basın Yayın Hizmetleri
İMTİYAZ SAHİBİ
Fatma Canan Toprakkaya
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Ebru Özgüz Çelik
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Av. İrem Babalık
YAYIN DİREKTÖRÜ
Cenay Toprakkaya
EDİTÖRLER
Pınar Baltacı, Esra Açıkgöz, Sedef Turan, Eren İnan
GÖRSEL YÖNETMEN
Kubilay Şenyiğit
KAPAK RESMİ
Yasemin Elçiçek
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Cemil Ata, Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp,
Prof. Dr. Marcus Graf, Bülent Turan, Mine Gülener,
Ahmet Erkurtoğlu, Mete Fırıncıoğlu, Dr. Dilara Dolu Köksal
REKLAM YÖNETMENİ
Benusen Sağdan
RENK AYRIMI / BASKI
Ege Reklam ve Basım Sanatları A.Ş.
Sertifika No: 12468
Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4 Ataşehir - İstanbul
Tel: (0216) 470 44 70
www.egebasim.com.tr
YAYIN TÜRÜ
Yerel Süreli Yayın
DAĞITIM
Arıksoy Basın Yayın Dağıtım
KADIKÖY SANAT DERGİSİ
İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki kültürel ve sanatsal
faaliyetlerin duyurulmasına yönelik olarak her üç ayda bir
olmak üzere yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan tüm
yazıların sorumluğu yazarına aittir. Gönderilen yazılar
iade edilmez. Kadıköy Sanat Dergisi’nde yayımlanan yazı
ve görsellerden alıntı yapmak, paylaşmak ancak kaynak
gösterilmek kaydıyla mümkündür.
ABONELİK
Kadıköy Sanat Dergisi’ne abone olmak için
0532 266 82 43 nolu telefonu aramanız yeterlidir.
İLETİŞİM
Kuşdili Caddesi Misk-i Amber Sokak No:44/6
Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216 550 11 17 - 0532 266 82 43 - 0532 470 73 05
kadikoysanatdergisi@gmail.com
www.kadikoysanatdergisi.com
ISSN: 2687-6264
Ocak - Şubat - Mart 2020
Yıl: 1 Sayı: 1 Fiyat: 20 TL
Basım Tarihi: 31 Ocak 2020
Yazar
Kadir Toprakkaya
Neden Kadıköy?
Neden Kadıköy Sanat?
5
BAŞLARKEN
20. yüzyıl edebiyatının en önemli figürlerinden
biri olarak kabul edilen Franz Kafka’nın “Milena’ya
Mektuplar” adlı eserinde geçen bir cümle,
yıllardır hiç aklımdan çıkmadı: “Yükselme isteğin
bitmedikçe bitmez basamaklar, sen çıktıkça yeni basamaklar
çıkar önüne...” Kadıköy Sanat Dergisi projesi de işte bu
basamaklardan biri olarak karşımıza çıktı.
“Kadıköy Modern” neden olmasın?
Bu kararı geçtiğimiz yıl bizlere sürekli yöneltilen “İstanbul
Modern var da neden Kadıköy Modern yok?” soruları
ile karşılaşmamız sonrasında aldığımıza değinmem gerek.
Dünyada en çok görülmesi gereken metropoller içinde ilk
sıralarda yer alan İstanbul’a, barındırdığı kültür düzeyi en
yüksek kitlesiyle katkı veren Kadıköy’ün, Kadıköy Modern’i
elbette olmalıydı. İşte, Kadıköy Sanat dergisinin yayın hayatına
başlarken misyonlarımızdan birinin de “Kadıköy Modern”
olduğunun altını çiziyorum.
Kadıköy Life kapak konusu yaptı
Bu amacımızın ilk damlasını, geçtiğimiz yıl yayınlar grubumuz
içerisinde yer alan Kadıköy Life dergisine kapak
konusu yaparak gerçekleştirdik. Yayın kurulumuzda görev
almayı kabul eden başta Marcus Graf olmak üzere sanat
çevrelerinden pek çok dostumuz, bunun harika bir fikir
olduğunu ve mutlaka hayata geçirilmesi gerektiğini dile getirdi.
Kadıköy Belediye Başkanımız Şerdil Dara Odabaşı ise;
“Sanat merkezleri yönünden yeteri kadar zenginiz, ne gerek
var?” değerlendirmesinde bulundu. Hep birlikte yaşayacağız,
göreceğiz ve sizlerin de katkısı ile bizler bunun gerçekleşmesi
yolunda çaba harcayacağız.
Marka değerine katkı
Kadıköy Sanat Dergisi’ni yayınlama nedenlerimizden biri
de Kadıköy’ün marka değerine katkı vermek, ileride yayınlayacağımız
İngilizce sayfalarımızla Kadıköy’ü ve Kadıköylü
sanatçılarımızı yurt dışında tanıtmak, tabi ülkemiz dışından
sanatçılarla sanatçılarımız arasında sanat köprüsü kurmak
da olmazsa olmazlarımızdan.
Sanata, sanatçıya, geçmişe saygı
Bir başka görevimiz ise şöhreti dünyaya yayılmış olan sanatçılarımızı
hatırlamak, eserleri ve düşüncelerini gelecek
nesillere örnek olması adına aktarmak, bir yandan da unutulmaya
yüz tutmuş geleneksel Türk sanatlarını tanıtmak.
Bizim sanatçılarımız
Bağrımıza bastığımız, övünç kaynağımız olan “bizim” sanatçılarımızı
ve eserlerini haykıra haykıra tanıtmanın ise
en olmazsa olmazlarımızdan olduğunu buradan not düştüğümüzü
bildiriyoruz. Kesinlikle biliyor ve inanıyoruz ki,
koleksiyonerlerin eserlerine sahip olabilmek için birbirleriyle
yarıştığı çok değerli sanatçılarımız var. İşte bizler onları
hem siz değerli okurlarımıza hem de yurt dışına tanıtacağız.
Yayınlaması bizden, yaşatması sizden
Kadıköy Sanat dergisi için “Yayınlaması bizden, yaşatması
sizden” diyoruz. Çünkü, dünyada ve ülkemizde pek çok gazete
ve dergi kapanma kararı alırken, bizler büyük bir risk
alarak “Mutlaka basılı yayın” diyor ve sizleri mürekkep kokusu
eşliğinde okuma lezzetinden mahrum bırakmak istemiyoruz.
Tabi gelecek nesiller için yazılı belge de bırakmak
istiyoruz.
Sanat galerilerinde, dergi satış noktalarında
Dergimizin başta Kadıköy olmak üzere, Anadolu Yakası’ndaki
sanat galerilerinde bulunmasını arzu ediyoruz. Ayrıca,
Turkuvaz Dağıtım aracılığı ile dergi satış noktalarında da
olacak. Fakat biz daha fazla sanatçımıza, sanata ilgi duyanlara
ve sanatseverlere ulaşmasını istiyoruz. Bu konuda sizlerin
desteğine ihtiyacımız söz konusu olup, esirgememenizi
ricamız olarak sizlerle paylaşıyoruz.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
6
ETKİNLİK
Sanat dünyasında
galeriler ve sanatçı ilişkileri
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi, Sanat ve Kültür Yönetimi
Bölümü’nün sürekli düzenlediği
Sanat Konuşmaları Dizisi kapsamında
aralık ayında gerçekleşen konuşmanın
konusu “Sanat Dünyasında Galeriler ve
Sanatçı İlişkileri” idi.
Konuşmacı olarak Pi Artworks Galerisi’nin
Direktörü Eda Derala’nın davet
edildiği oturumu, Sanat ve Kültür Yönetimi
Bölüm Başkanı Prof. Marcus Graf
ve Eda Derala soru cevap şeklinde sürdürdüler. Pi
Artworks’ün Türkiye’nin ilk 3’e girebilecek bir galeri
olduğunu belirten Graf’ın ilk sorusu galeri-sanatçı
ilişkilerinin nasıl yürütüldüğü oldu. Derala, sanatçı
temsiliyeti üzerinden çalıştıklarını, sanatçılara aynı
zamanda menajerlik yaptıklarını ve sorumluluklarının
sanatçının kariyerini geliştirmek, dünyaya açılımını
sağlamak üzerine kurulduğunu belirtti. Düzenli
atölye ziyaretleri yaptıklarını belirten Derala,
sanatçı seçimi yaparken galerinin çizgisi içerisinde,
konu ve malzeme sınırlaması olmadan, kuşak farkı
gözetmeden seçim yaptıklarını dile getirdi.
Pi Artworks’ün çizgisinin nasıl tanımlanacağı sorusuna,
“Sanatçının işleri ne kadar iyi olursa olsun
sanatçıyla doğru enerjiyi yakalamak çok önemli. Sanatsal
anlamda baktığımızda da, ifadesini çok kuvvetli
şekilde sunan sanatçılar var, kendini yenileyen
sanatçılar ve diğer yandan politik, cinsiyet, kimlik,
göç gibi konuları kuvvetli şeklide işleyen sanatçılarımız
var” şeklinde cevapladı.
Graf’ın “Sanatçı galeriden ne bekler, galerinin fonksiyonu
nedir?” sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Bulunduğumuz
koşullara göre değişiyor ancak galerinin
sorumlulukları, sanatçının sergisine yer vermek ve
sergileri izleyiciye, koleksiyonere ve basına en iyi şekilde
ulaştırabilmektir. Uluslararası arenada da fuarlara,
yabancı koleksiyonerlere, müzelere sanatçılarımızı
nasıl ulaştırabilirizi bulmak sorumluluklarımız
arasında. Genç bir sanatçı ise, uygun bir misafir
sanatçı programına yerleştirmek olabilir.” Yurt dışı
fuarlara da katıldıklarını belirten Derala, en aktif ve
yoğun katılımı son zamanlarda Hong Kong Fuarı’nda
yakaladıklarını söyledi.
Görevleri arasında koleksiyoneri yönlendirmek,
araştırma yapmasını, okumasını, gözlemlemesini
teşvik etmek olduğunu söyleyen Eda Derala, yurt
dışında tüm koleksiyonerlerin danışmanlarıyla hareket
ettiklerini, ancak ülkemizde bu görevin çoğu
zaman galericiye düştüğünü belirtti.
Gençlerden
sanatta özgürlük teması
7
SERGİLER
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
Resim Öğretmenliği öğrencilerinden
sıradışı bir sergi Kahverengi Sahne’de açıldı.
Ressam Dagmar Göğdün’ün konuk olduğu
etkinlik yoğun ilgiyle karşılandı.
Böylesine bir organizasyona nasıl karar verdikleri sorusuna
aldığımız yanıt şöyleydi: “Sanat piyasasının son zamanlarda
belli bir kesime hitap etmesi, eğitimde sanat anlayışının
katı kurallara dayandırılması, biz genç sanatçı adaylarını rahatsız
etti. Bu fikirler ışığında sorunlarımızı gündeme getirmek
için bir araya gelip, sanatta özgürlük teması adı altında
karma bir sergi açmayı düşündük.”
Dagmar Göğdün’ün ve otuz sekiz gencin eserlerinin yer
aldığı sergi; akrilik, yağlıboya, suluboya, karakalem, kolaj
resimler, gravür, özgün baskı, heykel ve fotoğraflardan
oluştu. Hüseyin Şener serginin küratörü olarak yer alırken,
manifestosu ise hayli çarpıcıydı: “Sanatçının kendi yaşamından
izler taşıdığı yapıtı, oluşturma sürecinde eyleme geçmiş
olan zihnin imgelerinin yerleştiği bu eserler, olabildiğince
özgür bir alana ulaşmayı hedeflemiştir.”
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
8
halka sanat projesi’nden
“Süreci Kutlamak”
SERGİLER
Dokuzuncu yılında halka sanat projesi kültürel
yaşama emek vermeye devam ediyor. halka’nın
katkısı, doğuştan gelen ve her zaman
var olan sanatsal yeteneğe değer vermek ve
hem yeni sanatçılara görünür olup seslerini duyurmaları
için alan açarak cesaretlendirmek hem de deneyimli sanatçılarla
kurduğu iş birlikleri aracılığıyla farklı bakış açılarını
paylaşmak bağlamında kendini gösteriyor. halka’nın bu çok
yönlü perspektifi kendisini “Süreci Kutlamak” adlı sergi ile
ortaya koyuyor.
Sergi, halka sanat projesi’nin uzun soluklu proje ortağı San
Francisco merkezli sanat inisiyatifi Artship Initiatives’in
Sanat Direktörü Slobodan Dan Paich’in ortaya attığı fikir
etrafında, aynı zamanda güncel halka ekibinin de bir üyesi
olan, İstanbul merkezli genç sanatçı Sevda Bad’ın ilk sergisi
olma özelliğini taşıyor.
Sergide Sevda Bad’ın halka-Artship ortaklığının bu yılki son
etkinliği olarak arkaik, geleneksel, yerel, yeniden inşa edilmiş
ve özgün müzik ve şarkılarla beslenen, sözlü anlatım
geleneği ruhundan gelen “Güz Yaprakları Tutununca Toprağa
Geleceği Besler” başlıklı hikaye anlatımlı performansın
provalarından anlara odaklanan çizimleri yer alıyor.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
“Süreci Kutlamak” birbiri içine geçmiş
olan bir kaç süreci birden kelimenin
gerçek anlamıyla kutluyor. Bu süreçler
şöyle sıralanabilir: Bu yılın hikaye
anlatımlı performansı için hareket temelli
parçalar geliştirme süreci, yeni
bir sanatçının bu sürece yanıt niteliği
taşıyan bir dizi çizim üretme süreci ve
Artship’in 40 yılı aşan Uluslararası Kamusal
Alanda Sanat deneyimi etrafında
şekillendirdiği projeler geliştirme,
iş birlikleri kurma, uygulama ve paylaşma
süreçlerine ev sahipliği yapma
süreci.
Kısacası, bu sergi ve ardından gelen
performans aracılığıyla halka’nın İstanbul’a
kattığı, hem çağdaş hem de zamansız
olanı sunarak sanat dünyasının
güncel paradigmalarını zenginleştiren
bir süreç ve vizyon….
9
SERGİLER
Dilşad Atasoy & Günsu Saraçoğlu’ndan
Sır’ların tuvallere
gizlendiği sergi
Resim sanatında farklı arayışların peşinden koşan
iki kadın ressam Dilşad Atasoy ve Günsu
Saraçoğlu, uzun süreden beri devam eden dostluklarını
bu kez ortak bir sergide buluşturdu.
“Sergi, sergileme alanı, sergilenecek eserler ve katılımcıları
dahil farklı olsun” diyen sanatçılar, hem büyük bir başarı
elde ettiler hem de sanat adına önemli bir misyonu da yerine
getirdiler.
Dilşad Atasoy ve
Günsu Saraçoğlu’na
ait çeşitli boyutlarda
20’şer eserin yer
aldığı sergi, 13
Şubat 2020 tarihine
kadar Sapanca A
Diamond Otel’de
görülebilir.
İkili; İstanbul, Ankara, İzmir gibi merkezlerdeki sanat galerileri
yerine bu merkezlerin dışında ama yakınında bir
bölgede eserlerini sanatseverlerle buluşturdular. Turizmde
yeni bir destinasyon olma hedefiyle her geçen gün aşama
kaydeden Sapanca’nın sevimli butik otellerinden A Diamond
Otel’de açılan sergi büyük ilgi gördü. Serginin Sapanca’da
açılmasından dolayı mutlu olduklarını belirten katılımcılar,
eserlerle tek tek ilgilendi ve bilgi aldı.
Dere şırıltısı, kuş cıvıltısı, göl ve ormanın
buluştuğu doğa harikası bir tesis olarak
yorumlanan Sapanca A Diamond
Otel, bundan sonra da kültür sanat
etkinliklerine ev sahipliği yapacak.
Sır’ların tuvallere
gizlendiği sergi
Küratörlüğünü bölgenin
sanat merkezi konumundaki
Portakal
Çiçeği Plastik Sanatlar
Kolonisi CEO’su Hakan
Körpi’nin üstlendiği
serginin izleyenler tarafından
“SIR’ların Tuvallere
Gizlendiği Sergi”
olarak yorumlanması,
ilgiyi daha da arttırması
beklentisi yarattı.
“Amacımız sanatı yaygınlaştırmak”
Sergide toplam 40 parçadan oluşan çalışmalarının bulunduğunu
belirten Atasoy ve Saraçoğlu; “Gün boyu gelen konukların
ilgisi ve sürekliliği, bizleri hem mutlu etti hem de
şaşırttı. Her resmi merak edip, ayrı ayrı sorular sordular.
Sapanca gibi sanata çok da kolay ulaşılamayan bir bölgede
sergi açmaya karar vermekle ne doğru bir seçim yapmışız
diye düşündük. Herkesin amacı, sanatı yaygınlaştırmak ve
yurdun dört bir yanına ulaştırmak olmalı. Bu yolda küçücük
bir katkı da biz yapabildiysek mutluyuz” şeklinde açıklama
yaptılar.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
10
SERGİLER
Güneş Acur Mihriban Mirap Şenay Ulusoy Uğur Yurdakul
‘Devridaim’ doğum,
yaşam ve ölümü sorguladı
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Seda Yavuz’un küratörlüğünde Caddebostan Kültür
Merkezi’nde düzenlenen karma sergi ‘Devridaim’,
aralık ayında izleyiciyle buluştu. Serginin
küratörü Seda Yavuz, dergimize sergiyi ve sergide
yer alan işleri anlattı.
Sergi, kesin sınırları olmayan üç alandan oluşur. Bu alanlar
doğum-yaşam-ölüm döngüsünün içiçe geçmişliğini hissettirir.
Kutsal ve gizemli bir üçlü yoktur; serginin içeriği, bilinen
ve yaşanan gerçekliktir. İzleyici, bir serginin içinde üç sergiye
şahitlik edecektir. Bu sergilemeler birbirleriyle bağlantılıdır
ve başı-sonu yoktur, devridaim gibi... Sergilemeyi doğumla
başlatmak genel geçer sistemi devam ettirmek anlamına geliyor,
tam tersinden düşünerek ölümle başlatarak zihinlerdeki
başlangıç-sonuç ilişkisini kırmak daha zorlaşacaktı.
Sonsuzluk sınırlı mıdır?
Bu soruyu, doğumun bir başlangıç, yaşamın bir süreç ve
ölümün bir son olduğunu düşünenler “evet!” diye cevaplayacaklardır.
Oysa sürekli devam eden bir döngünün durdurulamaz
varlığına inananlar onaylamayacaktır. Mutlak ve
ideal olanın alışkanlık yaratan hissizliği, sıradan olmanın
durağanlığıyla birleşerek insana kendi hissini yaşatmayacaktır.
Önceden belirlenmiş sevinçler, mutluluklar ve hüzünlerle
sarılı hayatı, yaşadığını sanacaktır insan.
Gökhan Deniz, kendi çocuğu doğduğunda bebeğin eskizlerini
yapar. Bebek dünyayla anne-baba da bebekle karşılaşmaktadır.
İdeal güzel gerçek değildir, üzerinde oynanmış ve
değiştirilmiş olandır. Çocuk büyür, temas eder, taklit eder
ve öğrenir.
Şenay Ulusoy, sanat-gerçek ilişkisine farklı bir gönderme
yapar. Sanattan beklentimiz hoşagiden, mutluluk veren bir
alan kurmasıdır. Ulusoy’un Yabancı, Haydan Gelen, Huya
Giden ismini verdiği heykelleri de bakmakla yetinen izleyici
için korunaklı bir alan yaratırlar.
İlgen Arzık, doğum ve yaratım fikrini özdeş kılar. ‘Karanlık
Çağlar’ adlı serisinde mikro-kozmos, makro-kozmos karşılaşmasını
hissettirir. Doğa filozoflarından Pitogoras’a göndermeyle,
mikronun yani insanın bilgisi makronun yani evrenin
bilgisine ulaştırır. Fakat insan bu bilgilenme evresini
hızla geçmeyi, hatta yok saymayı tercih eder. Çünkü doğal
olan her şey bir göreve dönüşmüştür. Dolayısıyla doğmak
ve doğurmak da birer görev gibidir.
Özgül Arslan; ‘Yarık’, ‘Başlangıç Noktası’ ve ‘Anka’ olarak
isimlendirdiği üç resminde de doğum metaforuyla kadın
bedeninin ve doğurma eyleminin gerçekten uzaklaşan algısını
betimler.
Güneş Acur, Gözde Başkent, Gülen Eren ve Uğur Yurdakul,
yaşamanın ‘her şeye rağmen’ umut dolu, tekil ama çoğulu
kavrayan imgelerini yarattılar. Güneş Acur, Gözde Başkent
ve Gülen Eren’in işleri otobiyografik göndermeli, fakat insanın
hallerine bir duvar yarığından bakmak gibi, Uğur
Yurdakul halleri ortaklaştırarak yaşayan bu duvarı yaşamın
kendisine bakarak kurguladı.
Mihriban Mirap, ‘İsimsiz’ serisinde yaşamın sürekliliğini
yaş almış, “ölmeye yaklaşmış” kadın portrelerini ve zaman
içinde kullanmak zorunda olduğu yaşamı kolaylaştırıcı nesneleri
kullanıyor. Çerçeveler de eski ve kullanılmış, dolayısıyla
süreklilik vurgusu, tekrar kullanıma giren nesnenin
sona ermeyen yaşam serüvenine benzerliğiyle vurgulanıyor.
Hüseyin Rüstemoğlu, ‘Birçok Sondan Biri’ adlı üçlemesinde
ilk bakışta trajik gibi görülen ancak olağan, sade ve hiyerarşisiz
bir ölme haline dem vuruyor. Öznel olan evrensel, sanatçıya
göre. Mekansız ve zamansız resimler, aynı zamanda
her türlü süsten de arınmış. Çünkü ölmeyi düşlemek süslenemez
ki...
Rugül Serbest, oto-portreleriyle ifadesini yansıtan bir sanatçı.
‘Başlamalı Yeniden, Daha Derin, En Derin’ ismini verdiği
üçlemede ölümün doğayla bütünleşme ve dolayısıyla
bir sonsuzluk hali olduğunu söylüyor.
Mustafa Özbakır’ın ‘Ruh’ serisi, sanatçının etkilendiği bir
başka sanatçı İngmar Bergman’ın 1963 yılında yönetmenliğini
üstlendiği ‘Sessizlik’ filminden iki sekansın yorumu.
Sevdiği bir insanın ölü bedenine bakmakta olan çocuk figürü
tanımlayamadığı hisleriyle derin bir dinginlik içinde,
bir çocuktan beklenmeyecek bir dinginlik. Çocuk bilmiyor
ki ölüm bir son değil, çocuk biliyor ki çözüm yok, döngü var.
11
SERGİLER
Eva Sanat’ta “Denge”
Sanat eğitmeni Rezzan Peynircioğlu önderliğinde çalışmalarını
sürdüren RPart Sanat Topluluğu, “Denge” konulu
sergisini 11 Ocak Cumartesi günü Eva Sanat Galerisi’nde
açtı. Uzun zamandır çalışmalarını birlikte sürdüren topluluk,
daha önceki sergilerinde de olduğu gibi, bu sene belirledikleri
“Denge” konusunu çeşitli tekniklerle, içsel duygularını katarak
anlattıkları eserlerle sanatseverlerin karşısına çıktı.
Amaçları, sanat aracılığı ile karanlıkta kalan, görmek istemediklerimize
ya da görmezden geldiklerimize dokunarak
gerçekle yüzleşmeyi sağlamak. Sanat görünenin ötesindeki
gerçeği anlamamızı ne kadar sağlıyor? Bu gerçekliklerin
içinde denge, hayatımızda nasıl bir yer tutuyor?
İnsanın tüm hayatı dengeyi aramakla geçiyor. Kah duygular
galip geliyor, kah mantığımız. Sürekli bir denge durumundan
söz etmek mümkün değil. Evrende madde kararsızdır,
insan da kararsızdır. Tıpkı evren gibi... İdeal insan, mantık
ve duygularını eşit oranda kullanabilenlerdir. Ama uygulamada
böyle olamıyor. Çünkü sistem ısrarla mantık eksenli
bir dünyada yaşamamızı şart koşuyor. Bu yüzden bugün,
duygularımız hiç olmadığı kadar acı çekiyor. Oysa dengesizlik
nasıl ki bu hayatın doğal bir parçası ise, denge arayışı da
doğal bir sonucudur. Dengesizliğin kendisi de dengenin bir
parçası değil mi? Sonuçta...
Galeri 5’in
10. yıl sergisi ‘Devir’
Gizem Karakaş’ın inisiyatifiyle gerçekleşen proje süresince,
her ay bir sanatçı olmak üzere toplam 12 sanatçı,
sergi mekânını bir atölye olarak kullanarak mekâna özgü
işler üretecekler. Sanatçılar, atölye sürelerini doldurduktan
sonra ürettikleri işleri mekâna yerleştirecekler ve bir yılın
sonunda Ocak 2020’de sergi aynı isimle açılacak. Sergi, aynı
zamanda Galeri 5’in 10. Yıl Sergisi niteliğinde olacak.
“Devir” projesi bireysel ve kolektif üretim, izleyici ve üretici,
sınırlar ve özgürlük alanları arasındaki dinamikleri araştırıyor.
Bu bağlamda projede yer alan sanatçıların seçimi, bir
“devir” sistemi ile belirleniyor olacak: Ocak ayında projeyi
başlatmak üzere seçilen sanatçı, Şubat ayında mekânı kendisinden
devralacak sanatçıya karar verirken; Şubat ayında
çalışacak sanatçı, Mart ayında kendisi takip edecek olanı belirleyecek
vs... Projeyi başlatmak üzere Ocak ayı için Gizem
Karakaş tarafından seçilen ilk sanatçı ise Merve Ünsal...
Sanatçılar üretimlerini içinde bulundukları mekânı, onu çevreleyen
insanları, ilişkileri, dinamikleri sorgulayarak ve kendilerinden
önce yapılan işlerin devamlılığını düşünerek ele
alıyor olacaklar. Her ay başında bir sanatçı mekândan ayrılıp,
bir diğeri mekâna girerken, bir devir teslim söyleşisi düzenlenecek.
İzleyiciye açık olarak yapılacak bu söyleşide ayrılan
sanatçı, işi ve süreci ile ilgili bir sonraki sanatçıyı bilgilendirirken,
yeni gelen sanatçı ona sorularını iletiyor olacak.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
12
SERGİLER
Zahit Büyükişliyen’den
İstanbul Sergisi
Türk soyut resminin önde gelen isimlerinden
Zahit Büyükişliyen, farklı bir
konseptle ürettiği eserlerini Kaş Sanat Galerisi’nin
Kalamış’taki yeni mekânında sanatseverlerle
buluşturdu.
Bu Şehr-i İstanbul
Usta sanatçının “Bu Şehr-i İstanbul” adını
verdiği çalışmalarında İstanbul’un simgelerinden
yola çıkarak tuvallere aktardığı resimleri,
Kalamış Galeri Kaş’ta düzenlenen bir
kokteyl ile ziyarete açıldı. Serginin açılışına
iş ve sanat çevrelerinden çok sayıda davetli
katıldı.
İstanbul tutkusu tuvallere
yansıdı
Orhan Veli’den Bedri Rahmi’ye, Ziya Osman
Saba’dan Özdemir Asaf’a, Yahya Kemal’dan
Turgut Uyar’a, İstanbul’u anlatan ozanların
yapıtlarından ilham alan Zahit Büyükişliyen’in
İstanbul tutkusunu tuvallere yansıttığı
30 yağlıboya tablosu, 20 Ocak 2020 tarihine
kadar Galeri Kaş’ta görülebilecek.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
“Yine Yeniden”
Galeri FE, yeni yılı “Yine Yeniden”
isimli grup sergisiyle karşıladı.
“Yine Yeniden”, Türk ve yabancı modern
ve çağdaş sanatçıların işlerini sunuyor.
Sergiye katılan sanatçılar, farklı
sanatsal ve kültürel birikimlerden gelmekle
birlikte bireysel sanat uygulamaları,
benzersiz stil ve bu stilin sürekliliği
ile ortak noktada buluştular.
Bitmeyen sanatsal yaratımlar ve
hayal gücünün işleyişine değinen
“Yine Yeniden”, çağdaş ve modern
sanatı uyum içinde harmanlıyor. Sanatın
çeşitli üslup ve perspektifinden üretimlerini
sunarken, farklı dönem sanatçılarını aynı
platformda bir araya getiriyor. Tuval, duralit,
baskı, seramik ve bronz heykel gibi çeşitli
medyumlarda üretimlerin yer aldığı sergide,
sanat tarihindeki değişim, dönüşüm ve stil
farklılıklarını gözlemlemek mümkün oluyor.
Sergide işleri yer alan sanatçılar; Ahmet Kemal
Akıncı, Seyit Mehmet Buçukoğlu, Barış
Cihanoğlu, Nurten Deniz, Gül Derman,
Devrim Erbil, Angel Gescheff, Dilek Işıksel,
Gülten İmamoğlu,
Memduh Kuzay, Pemra
S. Pilevneli, Mustafa
Özkan, Mehmet Pesen,
Belmin Pilevneli, Mustafa
Pilevneli, Sema Ilgaz
Temel, Adnan Turani,
Burhan Uygur, Adil
Ocak, Olca Uzunokur,
Yavuz Pilevneli.
13
SERGİLER
Türkiye modern
resminden bir kesit:
‘Kesişmeler’
Gallery 11.17, Türkiye modern resminden bir kesit sunan “Kesişmeler”
isimli karma sergisi ile Türk resim sanatının usta
isimlerini ağırladı. 5 Aralık’ta sanatseverler ile buluşan ve 12 Ocak’a
dek süren, Türkiye modern sanatının önemli isimlerinin yer aldığı
sergide Leopold Levy’den Burhan Uygur’a, Avni Arbaş’tan Bedri
Rahmi Eyüboğlu’na, Nejad Devrim’den Mübin Orhon’a dönemin
öne çıkan birçok ismi sanatseverlerin karşısına çıktı.
Türk resminde 1945 sonrası girilen yeni döneme şahitlik yapan
sergi, dönemin ressam kuşağı ve onun kendini yenilemekten çekinmeden
güncelleyen ardıllarından bir seçki sundu. “Kesişmeler”,
Türk resim sanatının önemli uğraklarına şahitlik etmemizi sağladı.
Tüze’nin 20. sanat yılı
sergisi
Tüze Galeri - Sema Tahincioğlu
Tüze Sanat Galerisi,
“Yeni Yılı
Karşılarken” adlı 20.
Sanat Yılı Sergisi’nde
Zeynep Sarıoğlu,
Ayşen Erte, Züleyha
Akbaş, Tülin Demiray,
Ferhan Atalay,
Ümit Doğan, Tahsin
Çorbacı ve Sema
Tahincioğlu’nun
kozmopolit yaşamın
renkli dünyaları adlı
eserlerini sergiledi.
Seven Sanat
Galerisi’nde
Devrim Erbil
sergisi
Devrim Erbil’in serigrafi sergisi, Seven
Sanat Galerisi’nde izleyiciyle buluştu.
Erbil’in 1960’lı yıllarda doğadan/ağaç motiflerinden
yola çıkarak başlayan çizgisel karakterli
resimleri, giderek bir kısmı minyatür
sanatımızın kompozisyon düzenlerinden de
etkilenerek, kuş bakışı bir görüş açısından
bakışla yüzeye indirgenmiş çizgisel ağırlıklı
bir kompozisyon düzenine ulaşır.
Doğada, gerçek yaşamda, sınırlanmış boyutuyla
algılayıp gördüğümüz nesneler, Devrim
Erbil’de salt çizgiler ye de çizgisel bir
yapılanma içinde doğanın ritmik yapısında
yeniden kurgulanmaktadır. 1960’ların sonlarına
doğru bu anlatım biçimleri, İstanbul’un
kent görünümlerine odaklanır. Daha
sonra 1976’da “Anadolu Kasabası”, 1977’de
“Anadolu İzlenimleri” ve “İstanbul” dizisi
resimleriyle 1977’den sonra kent, insan ve
doğa görünümlerinin yanı sıra mavinin egemen
olmaya başladığı “Kuşlar” konulu resimlerini
gerçekleştirir. Çizgi, Erbil’in sanatında
başından beri hep varlığını koruyan bir
ögedir. Seven Galeri’deki serigrafi işlerinde
de Devrim Erbil’in farklı dönem konularından
örnekler izlendi.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
14
SERGİLER
100. Yılında Bauhaus Sergisi
sanat ve tasarım
severleri ağırladı
Bauhaus’un kuruluşunun 100. yılı, “Türkiye’de Bir
Bauhaus Ekolü: Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar
Yüksek Okulu’ndan Sanatçılar Sergisi” ile anıldı.
Sergi, Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
ev sahipliğinde, Berlin’deki Türk Alman Toplumu Derneği
katkısıyla gerçekleştirildi. Küratörlüğünü Fatma Batukan
Belge ile Erkan Özdilek’in üstlendiği sergi, sanatı yaşamın
her alanına yayma amacı taşıyan özgün bir üretim çizgisini
vurguladı. Ayrıca, Türkiye ve Almanya arasındaki önemli bir
kültürel dostluk bağını ortaya koymak amacını da taşıdı.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Sergide DTGSYO’nun tüm disiplinlerinden yetişmiş, sanatsal
üretimlerini ve eğitim pratiklerini bugün de Bauhaus felsefesine
dayanarak sürdüren 30 sanatçının yapıtlarından bir
seçki yer aldı. Sergi süresince İstanbul’daki Goethe Enstitüsü’nün
arşivindeki Bauhaus filmleri de gösterildi. Güzel bir
rastlantı ile Berlin-İstanbul kardeşliğinin 30. yılına rastlayan
serginin, 2020 yılında Almanya’nın Berlin kentinde de sergilenmesi
için çalışmalar sürdürülüyor.
Sergide yapıtları yer alan sanatçılar: Ali İsmail Türemen, Aydın
Erkmen, Ayşegül Türedi Özen, Barbaros Gürsel, Berna
Türemen, Cemile Tuna, Ergin İnan, Erkan Özdilek, Erol Eti,
Fatma Batukan Belge, Fevzi Karakoç, Filiz Başaran, Güler Ertan,
Günay Atalayer, Güngör Güner, Gürbüz Doğan Ekşioğlu,
Hamdi Ünal, Kadri Özayten, Kerim Kılıçarslan, Mehmet
Özer, Mustafa Aslıer, Mustafa Pilevneli, Mümtaz Işıngör,
Nazan Erkmen, Reyhan Kaya, Selahattin Ganiz, Selahattin
Yıldız, Sema Ilgaz Temel, Seyit Mehmet Buçukoğlu, Tayfun
Erdoğmuş, Yüksel Güner, Zehra Çobanlı.
Modern mimarlık ve tasarımın ilk okulu Bauhaus,
kapanmasından yaklaşık 25 yıl sonra Türkiye’deki
en önemli sanat okullarından biri olan Devlet Tatbiki
Güzel Sanatlar Yüksek Okulu (DTGSYO)’na
örnek oldu. DTGSYO, 1957 yılında Stuttgart Güzel
Sanatlar Akademisi öğretim üyelerinden Prof.
Adolf Schneck ile İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim
üyelerinden Prof. Sabri Oran tarafından aynı felsefeye
dayanarak kuruldu. Türkiye’deki bu okul,
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da açılan en
büyük Bauhaus okuludur.
16
Bahariye Sanat Galerisi’nde
Uluslararası karma sergi
“Boyut”
GELECEK SERGİLER
Artev Sanat Galerisi’nde
“Renklerle Gelen”
20. sanat yılını kutlayan ARTEV Sanat Galerisi, 8-25
Şubat 2020 tarihleri arasında Alp Bartu’nun yağlıboya
eserlerinden oluşan “Renklerle Gelen” adlı 84. kişisel
resim sergisine ev sahipliği yapıyor.
Bahariye Sanat Galerisi, 16-28 Ocak 2020 tarihleri arasında
20 sanatçının katılımıyla Boyut Uluslararası Karma Sergisi’ne
ev sahipliği yapıyor. Özgün resim, seramik, heykel ve baskı çalışmalarıyla
sergiye katılan sanatçılar arasında Benan Çokokumuş, Domenico
Severino (İtalya), Halim Çeliker, Gülay Özkan, Iliya Ivanov
(Bulgaristan), Jenifer Kim (Amerika Birleşik Devletleri), Michel
Della Vedova (Fransa), Murat Ağçiçek, Mustafa Aslıer, Nihal Sağlam,
Nuran Hazan, Nurdan Arslan, Perihan Ata, Polyanskiy (Rusya),
Ramiz Aydın, Sevinç Karaca, Suna Sönmezalp, Ümit Gezgin,
Yasemin Topçuoğlu ve Ziynet Özdoğan yer alıyor.
Sanatçının resimlerinde uyumlu ve dengeli bir biçimde bir
araya getirilen insanlarının özellikle öne çıkmayışları, birbirinin
arkasında yok olmayışları çok önemli bir özellik olarak
göze çarpıyor. Bütünlük parça için değil, parçalar bütünlük
içinde görevlendiriliyor. Resme bakan izleyiciler de dansçıların,
balıkçıların, eğlenen, bisiklete binen gençlerin, çalgıcıların
bir parçası oluyor. Her şeyin bu kalabalıkların dengesi
içinde bulunması çok önemli...
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Alp Bartu, çalışmalarında insan yüzlerini belirsizleştiren,
kendine özgü kişisel bir biçem oluşturacak sanatsal anlatıma
vararak, yüzlerin beyaz bir leke ile kapanmasını yeterli
bulmuş. Yüzlerde detay yok, mimik yok, bütünlük içindeki
hareketlerde izleyicinin dikkatini başka yere çekecek ayrıntı
yok. Figürlerin hareketleri bizleri büyük bir etkiyle dikkatimizi
iyice resme toplamaya, özellikle olayların içine sürüklemeye
zorluyor.
İstanbul Sanat ve Antika Fuarı
ziyaretçilerini bekliyor
Ülkemize yeni bir uluslararası sanat
fuarı kazandırmayı hedefleyen İstanbul
Sanat ve Antika Fuarı, plastik ve
görsel sanatlara ilişkin üretim yanı sıra
antikayı kapsıyor. Sanatseverler, İstanbul
Kongre Merkezi’nde 20-23 Şubat
2020 tarihleri arasında gerçekleşecek
fuarda katılımcı kurumların özenle
oluşturduğu resim, heykel, baskı, fotoğraf
ve antika objeleri görmenin yanı
sıra sahibi oldukları eser ve objelerin değerlemesi
hususunda yardımcı olmayı
hedefleyen ‘ekspertiz bürosu’ aracılığıyla ücretsiz hizmet alabilme
şansı da bulabilecekler.
Eva Sanat Galerisi
Ceylan Mutlu ve
Gülay Yüksel’i
ağırlıyor
Eva Sanat Galerisi, 1-17 Şubat 2020 tarihleri
arasında Ceylan Mutlu’nun “Spontan
Enstantaneler” adlı sergisini sanatseverler ile
buluşturacak. Sergide Mutlu’nun tuval üzerine
yağlıboya 25 eseri yer alacak. 17. solo sergisini
açacak olan sanatçı, 2017-2019 yılları
süresince yaptığı çalışmalarından konu başlığı
altında bütünleşen bir kesiti paylaşacak. Eva
Sanat Galerisi, 26 Şubat-11 Mart 2020 tarihleri
arasında ise Gülay Yüksel Resim Sergisi’ne
ev sahipliği yapacak.
Venüs Sanat Galerisi’nde
suluboya resim sergileri
Venüs Sanat Galerisi, önümüzdeki dönemde suluboya ağırlıklı resim
sergilerine devam ediyor. 29 Şubat-11 Mart 2020 tarihleri arasında
Tülay Sayılgan Suluboya Resim Sergisi’ne ev sahipliği yapacak olan galeri,
21 Mart-27 Mayıs 2020 tarihleri arasında ise Hasan Kırdı Suluboya Resim
Sergisi’ni sanatseverlerle buluşturacak.
17
GELECEK SERGİLER
Hush Gallery’de
paralel solo sergi
Kadıköy
Yeldeğirmeni’nin
aktif sanat mekânlarından
Hush Gallery, Didem Hazinedar
ve Soyhan Baltacı’nın paralel
solo sergisini sanatseverlerle
buluşturdu. Direktörlüğünü
Dramaturg Zelihan Nesanır’ın
üstlendiği sergide sanatçı Didem
Hazinedar ve Soyhan Baltacı’nın
eserleri, paralel solo sergi konseptinde
9 Şubat tarihine kadar
ziyaretçilere sunulacak.
Gallery 11.17’de
“Geçişler”
Gallery 11.17, resim sanatının önde
gelen isimlerinden Fevzi Karakoç’un
eserlerine ev sahipliği yapıyor. Geçmiş
Kültürden Modernizme: “Geçişler” başlıklı
sergi, 16 Ocak-16 Şubat 2020 tarihleri
arasında izlenebilecek. 1968 yılında
akademiye giren sanatçı, sürekli resme
yenilik getiren mantığı ve duyguyu harmanlayan
üretkenliğiyle çalışmalarını
sürdürüyor.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
18
HEYKEL
HEYKELDE
YENİ BİR DİL
OLUŞTURUYOR
Yazar
Esra Açıkgöz
Geleneksel ile günceli
birleştiren heykeller…
Geleneksel tarzla günümüzde olanı birleştiren Hande Şekerciler’in heykelleri,
daha iyi bir dünyanın da izlerini taşıyor. Şekerciler, mart ayında İstanbullu
sanatseverlerin karşısına bir solo sergiyle çıkacak. Ayrıca Londra’da açacağı
sergisinin de hazırlıklarına devam ediyor.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Hande Şekerciler, annesi sayesinde
girdiği resim bölümünde
okurken, asıl aşkı olan heykelle
tanıştı. Bu aşk, onu uluslararası
sanat dünyasına taşıdı. Mart 2018’de
New York’ta Residency Unlimited’de misafir
sanatçı programına katıldı. Mayıs 2019’da
da Los Angeles’ta 18th Street Arts Center’a
davetli olan misafir sanatçılardan biri oldu.
Mart ayında iki büyük solo sergiyle sanatseverlerin
karşısına çıkacak. İstanbul’da son
dönem heykellerinin toplandığı bir sergi
açılacak. Bir de Arda Yalkın’la oluşturdukları
kolektif ha:ar’ın Gaye Su Akyol’la beraber yapacağı
solo sergisi var. Yakın tarihlerde ha:ar,
Lizbon’da da bir sergiye katılacak. Ayrıca
Londra’da açacağı solo sergisi için hazırlıkları
da sürüyor. Geleneksel formla güncel olanı
birleştirdiği heykelleriyle, hayallerini bizimle
paylaşıyor Şekerciler. “Ecstasy” adını verdiği
seri de böyle bir amacın sonucu. Sanatçı; “Bu
serideki heykeller, kendini kabulleniş ve sevişin
verdiği mutluluğu anlatıyor” diyor.
Heykelle ilk tanışmanız nasıl oldu? Sizi
heykele yönlendiren, çeken neydi?
Annemin teşvikiyle güzel sanatlara hazırlanmaya
karar verdim. Ben böyle bir dünya
kurabileceğim gerçeğinin farkında değildim.
Gerçi o da iç mimar olayım istiyordu ama resim
seçince de destekledi. Kısacası, aslında
resim okumak üzere başladım bu maceraya.
Sonrasında okulda heykel atölyesinde vakit
geçirdikçe asıl sevdiğim şeyin malzemeyle
uğraşmak, çok yönlü düşünebilmek olduğunu
anladım. Çünkü heykel yapabilmek için
bir nesneye, konuya çok yönlü bakabilmeniz
gerekiyor. Annem ve okulun yapısı sayesinde
hayatta yapmayı en sevdiğim şeyi bulmam,
benim şansım.
Geleneksel tarzı günümüz teknolojisiyle
birleştirerek heykeller oluşturuyorsunuz.
Bu fikir nereden çıktı? Eklektik durabilme
tehlikesi olduğu halde bunu aşmayı nasıl
başarıyorsunuz?
Eklektik olmanın kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum
ki. Aksine tam olarak yapmaya
çalıştığım şey. Geleneksel olanla güncel olanı
birleştirebilmek... Bir sentez yaparak yeni bir
dil kurmak.
Nasıl oluşuyor sizin için konu belirleme
süreci?
Oturup “Şimdi neyin heykelini yapayım?”
diye düşünmüyorum. Özelikle Türkiye gibi
coğrafyalarda konu bitmiyor zaten. Her an
kafanıza takılan yeni bir mesele var. Ben de
herkes gibi hayattan ve yaşadıklarımdan
besleniyorum. Sosyal medya ve internet
sayesinde dünyadaki sanatçılar neler yapıyor
takip ediyorum ve bu da beni besleyen
diğer şey.
Ecstasy heykel serisinde hazzı da görmek
mümkün, acıyı da... Sergiye neden Ecstasy
adını verdiniz?
“Ecstasy”, çok yoğun bir hazzı anlatıyor.
Vecd dediğimiz, kendinden geçercesine yaşanan
mutluluk... Bu serideki heykeller de kendini
kabulleniş ve sevişin verdiği mutluluğu
anlatıyor. O yüzden bu ismi seçtim.
Akyol’la beraber gerçekleştireceğimiz büyük bir solo sergiye hazırlanıyoruz.
Yine martta Lizbon’da bir sergiye katılıyoruz. Hem
teknik hem içerik anlamında etkileniyoruz birbirimizden. Beraber
ürettiğimiz işlere bakınca bunu benim anlatmamdan daha iyi gözlemleyebilirsiniz
aslında.
19
Ecstasy, tüketim toplumundan “proje çocuk” algısına,
kalıplaşmış güzellikten cinsel kimlik dayatmalarına kadar birçok
konuya dair söz söylüyor. Nedir sizi bu seriyi yapmaya iten?
Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, insanlar kendi hayatlarına bakacaklarına
komşusunun ne giydiği, kimle beraber olduğu, eve saat kaçta
gelip gittiğiyle daha çok ilgileniyor gibi. Bu sadece bizim toplumumuza
özgü bir şey de değil. Ortadoğulu olmanın getirdiği ekstra bir
sınır tanımazlık olsa da bu kitle Amerika’da da farklı şekilde var.
Orada da mevzu kadınların giysisi değil de cinsel tercihleri farklı
olan insanların giyimi mesela. Ya da kadın-erkek tercihleri dışına
çıkmış insanların evlenip evlenemeyecekleri.
Bense insanların arkadaşının, komşusunun hayatına müdahale etmeden,
herkesin kendini olduğu gibi kabullendiği ve başkasının da
cinselliğiyle, cinsel yönelim ve tercihleriyle ilgilenmediği bir yaşamın
mümkün olduğuna inanıyorum. Ecstasy, böyle bir dünyanın hayalini
paylaşma niyetiyle ortaya çıktı. Kendini seven ve derinden bir mutlulukla,
aşkla kabul etmiş insanların tasvirinden oluşan heykeller...
Video, 3D modelleme ve ses teknolojisi üzerine çalışmaları
olan Arda Yalkın’la oluşturduğunuz ha:ar isimli bir kolektifiniz
de bulunuyor. Nasıl başladı bu birliktelik, birbirinize ne gibi
katkılarınız oluyor?
Biz on yıl hep aynı mekânda çalıştık ama beraber bir eser üretme
gibi fikrimiz olmadı. İkimizin kullandığı medyumlar, dünyanın iki
ayrı ucu. 2018’de New York’ta Residency Unlimited’de bu iki farklı
dünyayı birleştirmeye karar verdik ve çalışmaya başladık. Yaklaşık
iki yıl gibi kısa sürede de ha:ar, New York’ta bir solo yaptı. Çok
önemli sergi ve fuarlara katıldı. Mart ayında İstanbul’da Gaye Su
Mart 2018’de New York’ta Residency Unlimited’de misafir
sanatçı programına katıldınız. Mayıs 2019’da da Los Angeles’ta
18th Street Arts Center’a davetli olan misafir sanatçılardan
biriydiniz. Bunlar yolculuğunuzda size fikirsel ve kariyer
anlamında nasıl kapılar açtı?
Amerika ve Türkiye arasındaki bu git-gelli yaşamdan çok besleniyorum.
Birbirinden çok farklı iki kültür ve bir süre diğerinden uzak kalmak
kendimi, hayatı daha iyi değerlendirmemi sağlıyor. Aynı şekilde
üretimlerimi de... İnternetten de takip edebiliyorsunuz dünyadaki
sanatçıları ama orada bulunup güncel sergilere gitmek, sergileme
biçimlerini, trend eğilimlerini görmek, dünyadaki sanatçılardan hiç
geride olmadığımı, uluslararası çalışan sanatçılar arasında bir yerim
olduğunu anlamama yardımcı oldu. Sanatçı misafir programlarına
katılmak ise, o ülkedeki sanat ortamına girmenizi sağlıyor. Zira,
“Hadi ben geldim” diye oraya gitmekle bu köklü kurumların davetlisi
olarak gitmek arasında fark var. Müze yöneticileri, galericiler ve diğer
sanatçılarla bu kurumlar sayesinde bağlar kurdum.
Bu yıl sizin için baya hızlı geçti. Martta İstanbul’da, nisanda Los
Angeles’ta sergiler açtınız. İlk serginizden bugüne bakınca ne
görüyorsunuz?
Her şey gibi heykel yapmak da zamanla, çalıştıkça beceri ve
tekniklerinizi geliştirdiğiniz bir alan.
Ben hem bu alanda çok çalışıyorum
hem de heykel üretimimi destekleyip
besleyecek yan alanlarda çalışıp, sürekli
yeni bilgiler ediniyorum. 3D modelleme,
karakter animasyonu gibi...
Dolayısıyla beceri ve teknik anlamda
ilk sergiden beri çok fazla yol aldım.
Öte yandan teknik beceri ve bilgi arttıkça
duyguları, fikirleri ifade etmek
konusunda da daha yetkin olmaya
başladığımı düşünüyorum.
Peki, hedefiniz nedir?
Uzun vadede hem solo olarak hem de
ha:ar ile uluslararası sanat dünyasında
yer edinmeye çalışıyorum. Bu uzun ve
zorlu bir süreç... Sadece yetenekli olmanız
yetmiyor. İnsanlara ne yaptığınızı anlatabilmeniz,
dünya çapındaki bağlantıları kurabilmeniz
gerekiyor. Bu da sürekli seyahat
etmenizi gerektiren ayrı bir iş... Kısa vadeli
projelere gelirsek, martta iki büyük solo sergiye
birden hazırlanıyorum. Hem son dönem
heykelleri derli toplu bir sergiyle İstanbul’da ilk
defa göstereceğim solo sergim, hem de ha:ar’ın
Gaye Su Akyol’la beraber yapacağı solo... Her
ikisi de aynı mekânda olacak ve beni Londra’da
çalıştığım galeri olan JD Malat Galeri tarafından
temsil edecek. Yaklaşık tarihlerde ha:ar,
Lizbon’da da bir sergiye katılacak. Hemen sonrasında
da yine New York macerası başlıyor.
Bu arada Londra’daki galerimle de solo hazırlıklarına
devam ediyoruz.
HEYKEL
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
20
ANTİKA
Yazar
Eren İnan
Kadıköy’ün her sokağı sanata açılıyor
Sanat turumuzun
ilk durağı antikacılar
değil; eski bir gramofon, bir pikap ya da küçük bir objeyi
dahi saklıyor gizli çekmecelerinde... Kadıköy kent kültürüne
antikacı dükkânlarının yanı sıra küçük çay evleri, kitapçılar
ve kendine has barlarıyla farklı bir kimlik kazandıran Antikacılar
Sokağı’nın Arnavut kaldırımlı yollarını arşınlarken,
dükkânların camlarından geçmişi uzun uzun seyre daldık.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Eski eşyaların gölgesinde ve izinde yaşanmışlıkları
hissettiğiniz antikacılık, bugünlerde bir tutku
hâline geldi. Bir felsefenin, hikâyenin, nostaljinin
peşindeyseniz, bazen tek çare antika...
İlçemiz Kadıköy de koleksiyonerler ve vintage tutkunları
için adeta bir cennet... Özellikle Antikacılar Sokağı olarak
hafızalarımıza kazınan Tellalzade Sokak sadece antikaları
“Antikacılık tutkuyla yapılan bir iş”
İlk durağımız, antikacılığı
tam 25 yıldır
büyük bir tutkuyla
hayata geçiren Orhan
Akar’ın hikâyelerle
dolu dükkânı
oluyor. Günümüzde
antikacılık yerine
ikinci el eşya dükkânı
kavramının kullanılması
gerektiğinin
altını çizen Akar’a
göre, ülkemizde
antikacılık kavramı
çok farklı ve yanlış
algılanıyor: “Bugün,
1960 tarihli Osmanlı’yı
anlatan bir
dergiyi antika eşya
olarak getirebiliyorlar.
Osmanlı gideli
60 yıl mı oldu?
Hayır! Demek ki bu antikacılık değil, ikinci el eşya satmak
oluyor. Ben bu işe başladığım yıllarda Sovyetler’in de son
dönemlerine denk geliyordu ve malzeme temini çok daha
kolaydı günümüze göre. Hurdacılardan, evlerden eşyalar geliyordu
dükkânlara, fakat günümüzde mal akımı çok daha
daralmış vaziyette. Bu işe yeni başlayacaklar için zorlu bir
meslek hâlini aldı.”
“Yeni çağ koleksiyonerler yaratmıyor”
Günümüzde gençlerin daha çok teknolojik ürünlerle meşgul
olduğunu ve koleksiyonerlik kültürünün bitmeye yüz tuttuğunu
ifade eden Orhan Akar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günümüz
dünyası yeni koleksiyonerler yaratmıyor, genç nesli
elektronik eşyalar daha çok cezbediyor. Bununla beraber
bazı sahtekârlar yüzünden bizlere olan bakış değişti. Eski eşyanın
üzerine sahte imzalar atılarak insanlar kandırıldı. Keşke
önüne geçebilsek de herkes bu işe gönül vererek yapsa.
21
ANTİKA
Osman
Yağmurkaya,
150-200
yıllık, Sultan
Abdülhamit
tuğralı bu
aynanın
köşkten çıkma,
tamamen
orijinal bir
parça olduğunu
söylüyor.
Sokağımızla ilgili belirtmek istediğim bir diğer husus; Selami
Öztürk yıllar önce başkan olduğu dönemde İngiltere’deki
ünlü antikacılar sokağı Portobello Road’u örnek göstererek,
burayı da o üne kavuşturmak istediklerini söyledi ve bizden
bunun için birtakım tadilatlar yapmamızı istedi. Bizler bu iş
için heveslendik ve gerekli onarımları yaptık. Ama tüm sokak
esnafı olarak bir baktık ki alkollü mekânlar gelmeye başladı.
Belediye buraya ruhsat vermese bu mekânlar açılabilir
miydi? Günümüzde benim
dükkânımı da bara çevirmek
için çok teklif geliyor,
ancak direniyoruz.”
“Antikacılığın ana
beşiği Asmalımescit”
Osmanlı Yaldız Sanat Galerisi’nin
sahibi Osman
Yağmurkaya da küçük yaşlardan
bu yana altın varak
işiyle uğraştığını söyleyerek,
antikacılığın ana beşiğinin
Asmalımescit olduğunu
belirtti. Yağmurkaya; ‘’25
yıldır Kadıköy’de bu işi yapıyorum.
Asmalımescit’te
bizi çok iyi ustalar yetiştirdi.
Ancak bugün ne o ustalar
kaldı, ne de müşteriler.
Geriye kalanlar olarak bizler
de Kadıköy’de son çabalarımızla
tutunmaya çalışıyoruz. Antika eşya konusunda Kadıköy,
esnafı ve müşterisiyle çok farklı bir noktada olmasının
yanında Avrupa yakasını da besliyor. Anadolu’dan gelen
mallar ilk Kadıköy’de toplanıyor ve tüm İstanbul piyasasına
buradan dağıtılıyor. Antikacılar olarak bilinen sokağımızın
bugünlerde alkollü mekânlarla yapısı bozulmaya başladı.
Yüksek kiralar ödeyebildikleri için bizim dükkânlarımıza
kolayca yerleşebiliyorlar. Ancak biz geriye kalan dört, beş
esnaf sonuna kadar direnmeye devam edeceğiz. Çünkü sanat
her geçen gün bitiyor. Antikacılar bu sokağa gelmeye
başladıktan sonra Tellalzade Sokak’ın oldukça nezih bir alan
hâline geldiğini de söylemeden geçemeyeceğim” şeklinde
konuştu.
“Sokağımızdaki insan profili değişmeli”
Sokağın Avrupa’daki örnekleri gibi olumlu anlamda değişime
uğraması gerektiğini vurgulayan Yağmurkaya, bu konudaki
önerilerini şu sözlerle sıraladı: “Keşke sokağımıza gelen
insan profili değişse. Sadece antika eşyalar için gelen ziyaretçileri
ağırlasak ve kahvelerini içerek mutlu ayrılsalar. Eskiden
semtimizde neredeyse 80 civarında antikacı varken,
günümüzde sayılarımız 20’yi geçmez. Ben sık sık yurt dışına
ziyaretlerde bulunuyorum. Orada antikacıların bulunduğu
sokaklara gittiğimde hakikaten çok etkileniyor ve oturup
bir kahve içmek, alışveriş yapmak istiyorum. Her dükkânın
kendine has ayrı bir güzelliği var Avrupa’da. Yurt dışına gidip
imrendiğimiz sokaklar neden burada da olmasın?”
“100 yıllık bir ağaç, sanat ile
antikaya dönüşebilir”
Sokağın tek gramofon
dükkânı Gramofon
Antik’in işletmecisi
Mustafa Özkan da
uzun süredir Antikacıları
Sokağı’nın sakini.
Dijital platform ve
aletlere meydan okuyarak
gramofon kültürünü
yaşatmayı çabalayan
Özkan, antika
eşyalara dair şu açıklamalarda
bulundu:
“Antika eşya, üzerinde
bir sanat ve işçilik
olan, kendini gösteren
bir nesnedir. Yüz yıllık
bir ağacın üzerine bir işçilik yaptıysanız, yani ortada sanat
varsa bu antikaya dönüşür. İnsanların çoğu Osmanlıyı
sevmez ama Osmanlı eşyalarına hastalar. O dönemlerden
kalan gümüş, ahşap eşyalar, fotoğraflar herkes tarafından
toplanıyor.”
“Sokağımızın Belediye tarafından
destelenmesi lazım”
Tellalzade Sokağı’nın hikâyesinin 1950’lere dayandığını da
aktaran Mustafa Özkan; “ Ben 20 senedir her gün Kocaeli’nden
Kadıköy’e geliyorum. Antika eşya yoğun olarak burada
çıktığı için, antikacılar da zamanla Kadıköy’de toplanmış
Sokağın en başta belediye tarafından desteklenip, korunması
lazım... Buranın sanat sokağı olarak ilan edilip, bu
yönde çalışmalar yapılmalı. Alkollü mekânlara ruhsat vermeyerek
veya araç giriş çıkışını kontrol altına alarak bunu
gerçekleştirebilirler” dedi.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
22
İSTANBUL MİMARİSİ
Yazar
Esra Açıkgöz
Mimar
gözünden
İstanbul ve
sorunları
İstanbul kimliğini
kaybediyor
İstanbul, yüzölçümü açısından Türkiye’nin sadece 5461 kilometrekaresini kaplasa da, ülkenin gündemini
o belirliyor. Kent kimliğini hiçe sayan büyük mimari projeler, şehrin yüzüne uymayan kamu yapıları,
bilim kurgu filmlerini aratmayan binalar… Bütün bunlar, sihirli şehir İstanbul’un siluetini bozuyor. Biz
de alanında uzman mimarlara; Saltuk Yüceer, Arif Atılgan, Ahmet Erkutoğlu ve Mete Fırıncıoğlu’na,
İstanbul’u ve mimarisini sorduk.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
SORULAR
- Bir mimar olarak İstanbul’a bakınca ne görüyorsunuz?
- İstanbul’un, özellikle de Anadolu yakasının en önemli mimari sıkıntısı ne sizce?
- Şehrin kimliğine uymayan, estetik değeri de olmayan birçok yapı görüyoruz.
Neden estetik binalar yapılamıyor?
- Çözüm için atılması gereken en acil adım nedir?
23
İSTANBUL MİMARİSİ
Mimari bizim işimiz,
siyasilerin değil
Mete Fırıncıoğlu / Yapür Yapı Kurucusu
s İstanbul’a ilk baktığımda şehircilik kurallarından uzak,
sadece parsellerin büyüklüğüne göre oluşturulmuş ve
kentsel dönüşüm adı altında yola çıkılarak karmaşa
içine itilmiş bölgeler görüyorum. Kentsel dönüşüm bilimsel
bir kavram, ancak bunu rantsal dönüşüme doğru
ittiler. Bir şehri düşününce sadece bina olarak göremezsiniz.
Binada oturanların yaşam biçimini, onları mutlu
edecek dönüşümü düşünmeniz lazım. İnsanların ihtiyacı
olan yeşil alan, trafik sorunun çözülmesi, güven
duyulması... İstanbul’da artık bunları göremiyorum ve
rahatsız oluyorum.
s En büyük sıkıntı, şehircilik kurullarına uyulmaması... Şehircilik,
binayı her yerde parsel bazında vurgulamıyor; bir
ahenk, fonksiyon yaratmak istiyor. Anadolu yakasında
hiçbirini göremiyorum. Gitgide insanları rahatsız eden
bir şekillenme var. Fikirtepe çok korkunç bir yoğunluğa
itildi mesela.
s Kimliğe uygun, estetik binalar yapılamamasının temelinde
rant anlayışı yatıyor. İyi bir mimari oluşturabilmek
için bunu rantın ötesinde sanatsal bir ortama taşımak
lazım. İnsanlara mimar olarak en güzelini vurgulamak
istediğimde, diyorlar ki “Biz bundan para kazanacağız.
Ondan kazanamayız.” Böyle bir sistemde olduğumuz için
istediğimiz, mutlu olacağımız kenti göremiyoruz.
s Atılacak en acil adım, siyasetin bilimin yanından çekilmesi.
Karar vericiler siyasi unsurlar genelde; belediyeler,
bakanlıklar... Siyaset, işi bilim ve ilim şehircilik boyutu ne
diyorsa onlara bırakmalı. Kendi adamlarının çıkarı için
yeşil alanları azaltıyor, insanın mutluluğu için gereken
bütün unsurları feda edebiliyorlar.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
24
İSTANBUL MİMARİSİ
İnsani ölçüler
kayboluyor
Arif Atılgan / Yazar, mimar
s İstanbul’un tepeden videoları alınsa her 10 yılda, ‘Kabartma
tozu atılmış kek gibi kabardığı’ görülür. Devamlı
yüksek, daha yüksek binalar yapılıyor. Önceleri 3 kat,
sonra 5, sonra 7, sonra 17… En kötüsü de insanlar buralarda
yaşamaya alıştırılıyor. İnsani ölçü, bina ile ağaçların
boyunun yarışır pozisyonda olması. İnsanların mutlu
yaşadığı mahalleler, bu ölçüdeki binalardan meydana geliyor.
Tarihten gelen siluetler yok oluyor. Heybetli cami
minareleri; köprülerin, kavşakların ve yüksek binaların
altında eziliyor. Tarihi mahalleler, yeme-içmeci çarşısına
dönüştürülüyor. İstanbul da artık yeşil görünmüyor. En
önemlisi, İstanbul hiçbir zaman bitmiş bir şehir olamıyor.
İstanbullu devamlı şantiyede yaşıyor. Yine de İstanbul, sihirli
bir şehir olma özelliğini sürdürüyor.
s Yöneticiler ille de inşaat yapılmasını istiyor, çünkü devamlı
nüfus artıyor. Bu durumda doğal olarak mimaride
idealistlik aranmıyor. Plan tadilatları, emsal artışları,
kentsel dönüşüm, kentsel yenileme... Hepsi bir öncekinden
daha büyük binalar yapılması için kitabına uydurulma
usulleri oluyor. Anadolu yakasındaki durum ise
denizden bakıldığında daha net görünüyor. Özellikle Kadıköy’deki
inşaatlar, Avrupa yakasıyla yarışıyor. 1980’lerde
gökdelen gözüyle bakılan 10 katlı binalar, yeni yapılan
30-50 katlıların yanında köy evi gibi kalıyor.
s Bir mimar meslektaşım, en zenginlerin bile “En iyi mimar,
bir metrekare fazla inşaat alanı çıkarandır” dediklerini
anlatmıştı. Bu anlayış bütün toplumda var. Ayrıca
mimar projesini belediyeye soktuktan sonra öyle bir iş
takip psikolojisine giriyor ki mimariyi filan unutuyor.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
s Çözüm için mimarların anahtar teslimi iş yapmaları sağlanmalı.
Türkiye’de bir yılda alınan toplam inşaat ruhsatı
metrekaresini toplam mimar sayısına bölersek, kişi başına
1.000-2.000 metrekare inşaat ruhsatı düşüyor. Yani
10-20 daireli bir apartman projesi bu. Bir yılda bir apartman
projesi yapan mimarın geçinmesi olanak dışı... Fakat
anahtar teslimi, yani projesi, ruhsatı ve inşaatıyla yaparsa
geçinebilir. O zaman işverenine estetik, fonksiyonel çözümler
önerebilir. Belediyede iş takip ederken bir an önce
ruhsatımı alayım paniğinde olmaz. Oradakilere projesini
savunur, tartışır. En önemlisi, mimar uygulamanın içinde
olur.
En önemli konu
yönetmelikler
25
Ahmet Erkurtoğlu / AE Mimarlık Kurucusu
s Maalesef biz mimarların da katkısıyla beton yığınları görüyoruz.
Özellikle 2000’lerin başında hızlanan ve adına
kentsel dönüşüm denilen, riskli binaların depreme karşı
yenilenmesi dışında katkısı olmayan, aksine yük bindiren
ve ada bazlı değil parsel bazlı yapılan binasal dönüşümle
devam eden süreçte güzel İstanbul’umuzu mahvettik,
ediyoruz.
s Bence en önemli konu yönetmelikler. Bakanlıklarda uygulamayı
bilmeyen teorisyenlerin hazırladıkları yönetmeliklerle
projeleri çiziyoruz.
s Sınır tanımayan inşaat etkinliği, planlamaya yönelik saygı
eksikliği, eski kentin kültürel değerlerini hiçe sayma, araç
trafiğine tanınan öncelik, deniz yollarının olanaklarını
göz ardı etmek, politik çıkarlar uğruna verilen tavizler,
İstanbul’u süratle kültürel tüketime göre biçimlenmiş bir
kent hâline getirdi. En dikkat çeken olumsuz yönü, artan
nüfusun da etkisiyle betonlaşması ve İstanbul’un bağrına
hançer gibi saplanan gökdelenleri... Ulaşım sistemiyle
ilişki kurulmadığından bugün gökdelenler, özellikle trafik
yoğunluğunun arttığı saatlerde çözülmez düğüm noktas
Her ne kadar çok geç kalsak da şehirlerin anayasası olan
ve hiçbir şekilde delinmeyecek 1/100.000 ölçekli master
planlarının yapılması öncelik olmalı. İstanbul’umuzu katleden
ve hâlâ geç kalmadığımız parsel bazlı dönüşümü
acilen durdurup, ada ve alan bazlı dönüşüme geçilmeli.
Tabii ki de olmazsa olmaz, mimarları tasarımlarında yönetmeliklerle
kısıtlayıp özgürlüğünü alarak, mimara hırsız
gözüyle bakılmamalı. Binaya estetik katmak için bir
formu ranta çeviren müteahhite ve izin veren mimara yönelik
bir cezai yaptırım rantın önüne geçecek ve şehirde
estetik bina sayısı her geçen gün artacaktır.
İSTANBUL MİMARİSİ
s Yerel idarelerin tasarım odaklı proje önerilerini rant
odaklı olarak algılamaları ve binaya estetik katan herhangi
bir formu, yönetmelikleri öne sürerek kabul etmemelerinin
yanı sıra dönüşüm sürecinde özellikle Anadolu
yakasında; Avrupa yakasından ve Anadolu’dan değişik
sektörlerdeki iş insanlarının rant hesabı yaparak müteahhitlik
işine girmeleri de bu çirkin yapılaşmaya neden
oluyor.
Çözüm için önce
gerçek kabullenilmeli
Saltuk Yüceer / Kadıköy Kent Konseyi Başkanı
s İstanbul, hem tarihin üç önemli imparatorluğuna başkentlik
yapmış, hem de fiziksel ve sosyal açıdan özgün
yapıya sahip bir metropol. En yalın anlamıyla “ana kent”.
Gelişmekte olan tüm ülke kentlerinde olduğu gibi, İstanbul’da
da yoğun göç dalgasının yarattığı hızlı büyüme,
plansız gelişim sürecini beraberinde getirdi. Gecekondu,
ulaşım, altyapı ve çevre sorunlarına neden oldu. Sonuçta
İstanbul, imar için değil rant için planlanan ve yapılaşan
bir metropol kimliği ve görüntüsü içinde büyüdü ve büyüyor.
ları oluşturuyor. Köprüler, gökdelenler, büyük alışveriş
merkezleri, fabrikalar, yeni apartmanlar, yeni büro binaları,
ulaşım araçları, hepsi ithal ya da dünyanın geri kalanıyla
paylaşılan ortak biçimler. İstanbul’un sadece yüzde
5’inin büyük tarihin tanığı niteliğini taşıması gerçekten
çok üzücü... Kadıköy’ü de İstanbul’dan farklı düşünmek
mümkün değil.
s Neden estetik binalar yapılamıyor sorusunun türlü sebepleri
var. Dünyada örneği olmayan bir sistem, kat karşılığı
inşaat sistemi baş etken. Kat maliki ve müteahhidin
tek amacının mümkün olduğunca büyük metrekarede
mekânlara sahip olma tercihi, maalesef birçok binada estetiğin
önüne geçiyor. Bir diğeri, imar yönetmeliklerinin
kısıtlayıcı hükümleri, zira binadaki estetik bir hareket
öyle veya böyle yönetmelikteki bir maddeye takılabiliyor.
s Sorunların çözümü için atılması gereken ilk adım, günümüz
İstanbul gerçeğinin kabullenilmesi. Ancak ondan
sonra öneriler getirilebilir.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
26
PLASTİK SANATLAR
Yazar
Dr. Pınar Ceylan // Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi
Andy Warhol ile
sanata herkes dokunsun
“- Süpermarketlerin yeni müzeler olduğunu düşünüyorum!”
Andy Warhol
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
İstanbul Maslak Uniq Expo, 7 Kasım 2019 /29 Mart
2020 tarihleri arasında ‘Andy Warhol ile Pop Sanatı’
sergisine ev sahipliği yapıyor. Begüm Alkoçlar’ın
küratörlüğünü yaptığı sergi, Odeabank’ın ana sponsorluğunda
ve McArt.ist işbirliğiyle gerçekleşiyor. Kendinizi
dünya müzelerinin birinde hissettiğiniz, pop sanatının
öncülerinin başyapıtlarının bir araya geldiği bu kapsamlı
sergiyi, Türkiye sanat ortamında görmek heyecan vericiydi.
Sergiye adımınızı attığınızda Andy Warhol’un sanat görüşlerinin,
çalışmalarının gösterildiği ve sloganlaşmış
ünlü sözlerini sanatçının ağzından dinleyeceğiniz video
ile karşılaşıyorsunuz. Sergi salonuna girdiğinizde ise Andy
Warhol’un fabrikasında olduğu gibi gümüş renkli duvar dekorları
dikkat çekerken, kendinizi pop sanatının öncüleri
ve başyapıtlarıyla başbaşa kalmış buluyorsunuz. Pop sanatının
1960’lı yılların başlarında ilk ortaya çıktığında gelip
geçerliliği ve sıradanlığı sanat çevresinde kuşkuyla karşılanmış
olsa da, bütün bu kuşkulara rağmen pop sanatının
gelişip patlak vermesi çok hızlı gerçekleşmiştir. Pop sanatı
hayatın içindendir. Pop sanatçıları reklamcılık, meşhur insanlar,
tüketim ürünleri, siyaset, ev hayatı gibi sıradan konular
üzerine çalıştılar. Yüksek ve ulaşılmaz görülen sanata
karşı bir görüş sundular. Dada sanatçıları hazır nesnelerin
estetiğini yok etmek isterlerken, pop sanatçıları hazır nesnelerde
yeni bir estetik aradılar.
Sergide Andy Warhol’un
90 orijinal resmi yer alıyor
Uniq Expo’da gerçekleşen sergide Andy Warhol’un serigrafi
tekniği ile üretilmiş Coca Cola, Campbell Soup, Elektrikli
Sandalyeler, Flowers, Marilyn Monroe, Brigitte Bardot,
Brillo kutuları, Che Guevara ve Mao’nun da aralarında bulunduğu
90 orijinal resmi yer alıyor. Andy Warhol, 1967 yılında
Gene Swenson’la yaptığı söyleşide serigrafi tekniğini
resimlerinde kullanmasıyla şu sözlerle bahseder: “Keşke
daha çok kişi serigrafi tekniğini kullansa da böylece kimse
resmin bana mı başkasına mı ait olduğunu bilmese. Bu
şekilde resim yapmamın nedeni makina olmayı istemem
ve bunu ne yaparsam yapayım hissediyorum, makina gibi
yapabilmeyi istiyorum.” (Harrison&Wood, 2011, Sf: 791).
Andy Warhol, çalışmalarında kullandığı serigrafi tekniği
ile sanattaki kabul gören üsluplaşmaya ve estetik anlayışına
meydan okudu. Onun için sanat eserinde üslup önemli
olmamalıydı. Warhol, sanatta özgünlüğün esas alınmadığı,
seri üretilen sanat eserlerinin de olabileceği düşüncesini
savundu. Sergide yer alan Coca Cola eseriyle ilgili görüşlerini
Uniq Expo’daki serginin yazı metninde sloganlaşmış şu
sözleriyle bahseder: “Amerika’yla ilgili en harika şey, varsılla
yoksulun özünde aynı şeyleri tüketebilme geleneği başlatmış
olmasıdır. Düşünün ki Amerikan Başkanı da Liz Taylor ve
kim olursanız olun siz de Coca Cola içiyorsunuz. Coca Cola,
Coca Cola’dır ve ne kadar para öderseniz ödeyin, sokakta bir
serserinin de içmekte olduğu bir Cola’dan daha iyi bir Cola
yoktur. Bütün Cola’lar aynıdır ve bütün Cola’lar iyidir. Liz
Taylor da Amerikan Başkanı da sokaktaki serseri de bunu
bilir.” (Andy Warhol ve Pop Sanatı Sergisi, 2019para. 1-10).
27
PLASTİK SANATLAR
Andy Warhol sanatta
üslubu kabul etmiyordu
Andy Warhol, sanatta üslubu kabul etmeyerek üslupsuz,
birbirinin aynı seri olarak makinalar ile çoğaltılmış eserleri
ve ünlüden ünsüze, fakirden zengine herkesin içtiği Coca
Cola’yı da eserinde kullanarak, hem konu olarak hem de uygulama
biçimi olarak sanatta standartlaşmayı ortaya atmıştır.
Ona göre herkes ve her şey eşit, sıradan ve basitti. Sergide
yer alan Marilyn Monroe ve meşhur insanları resmettiği
eserleriyle ilgili Warhol; “Günümüzün önde gelen seks
sembollerini temsil ettiğim duygusunu taşımıyorum. Ben
Monroe’yu sıradan bir kişi olarak görüyorum. Monroe’yu
böylesi şiddetli renklerle resmetmenin neyi simgelediğini
sorarsanız, güzelliğini simgeliyor derim. Çünkü o çok güzeldi,
güzel olan şeyleri de insan renklerle anlatır. Monroe
resmini çalıtığım sırada ölüm serisini yapıyordum, bu resim
de onun bir parçasıydı. Ama o ölüm serisini yapmamın öyle
yüce bir anlamı yoktu, yani ben resmettiklerimi yaşadıkları
zamanların kurbanı olarak görmüyordum. Herhangi bir nedeni
yoktu yani, yüzeysel nedenlerden başka...” (Antmen,
2014, Sf: 167) diyerek, sıradanlığa vurgu yaparak bahseder.
Sergide yer alan Warhol’a ait bir diğer meşhur çalışma
Campbell’s Çorbaları ise, Warhol’un 20 yıldır her gün hiç
aksatmadan öğle yemeklerinde tükettiği çorbadır. İlk kez
Los Angeles’ta sergilediği bu resimleri alay konusu olmuş,
izleyiciler sanat galerisinden satın alamadığı Andy Warhol’un
Campbell’s çorbaları konservelerini süpermarketlerden
alınan gerçek Campbell’s çorbalarını satan sanat
galerilerinin ortaya çıkmasıyla onlara yöneldi. Bu durum
karşısında Los Angeles’ta eserinin sergilediği galeri, süpermarketlerde
satılan tüm Campbell’s çorbaları satın aldı.
Gerçek eserin yanında süpermarketten aldığı Campbell’s
çorbalarıyla birlikte satmaya başlayarak iyice satışlarını
arttırmıştı (Frigeri, 2019).
Roy Lichtenstein, Keith Haring,
James Rosenquist ve Robert Indiana’nın
toplam 40 eseri bu sergide
Pop sanatının öncü sanatçılarından Roy Lichtenstein’in en
ünlü eserlerinden Whaam, As I Opened Fire, Bedroom at
Arles yerleştirmesi, Hopeless ve Maybe, Keith Haring’in
Best Buddies isimli eseri, James Rosenquist’in ve Robert
Indiana’nın da eserlerinin aralarında bulunduğu toplam
40 eser, bu sergide yer alıyorlar. Lichtenstein’ın resimlerini
incelersek, çoğunlukla benday noktacıkları tekniğiyle çalışmıştır.
Bu teknik, ticari baskılardaki noktalı efektin boyayla
yapılmış simülasyonudur (Frigeri, 2019, Sf:109). Lichtenstein’ın
imgelerinde cinsiyet ayrımlarını vurguladığını
ve erillik ile dişillik arasındaki karşıtlığı kutuplaştırdığını
belirtmek önemlidir. Toplumsal cinsiyeti, yüksek sanat ile
tüketim kültürü arasındaki ilişkinin özüne oturtur. Lichtenstein’ın
erkek figürlerinin tattığı başarı, doğal sonucunu
kadınların başarısızlıklarında bulur (Beaty, 2017, Sf:73).
Lichtenstein’ın kadınlara bakış açısı -idealize edilmiş aşk
nosyonu ve bununla ilişkilendirilen muhtaç kadın temasıpembe
dizilerde, kadın edebiyatında ve kitle iletişim araçlarında
sergilenen dominant hikayelerle uyum içindedir
(Frigeri, 2019, Sf:110). Sergide yer alan çizgi roman tekniğinde
oluşturduğu eserlerinde Lichtenstein, savaş sahnelerini
resmettiği resimlerinde erilliği, ağlayan ve çoğunlukla
aşk acısı çeken kadın imajları ise kadınsılığı temsil ettiğini
söyleyebiliriz. Lichtenstein’ın Vincent van Gogh’un 1988
yılında Fransa’nın güneyinde yer alan Arles kasabasında
kaldığı kendi yatak odasını resmettiği resminden yola çıkarak
oluşturduğu üç boyutlu bir enstalasyonu da sergide
yer alıyor. Sanatçının yeniden uyarladığı üç boyutlu bu çalışmada
Lichtenstein, çalışmasını çizgi roman noktalama
tekniğinde çalışmış. Mobilyaları ve giysi askılıklarını yaşadığı
döneme uyarlanmış eserini kalın konturlarla çizerek,
expresyonistlerin sert kalın konturlu resimlerine gönderme
yaptığı düşünülebilir.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Kaynaklar:
• Antmen, A. (2014). 20.yüzyıl Batı Sanatında Akımlar. İstanbul, Sel Yayıncılık.
• Beaty, B. (2017). Sanat Karşısında Çizgi Roman. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
• Frigeri, F. (2019). Pop Sanat. İstanbul, Hep Kitap Yayınları.
• Harrison, C. & Wood, P. (2011). Sanat ve Kuram. İstanbul, Küre Yayınları.
• Andy Warhol. (Sanatçı). (2019). Andy Warhol ve Pop Sanatı Sergi Metni, İstanbul : Uniq Expo
28
Yazar
Ebru Özgüz Çelik
KAPAK
Aydınlanma sürecinin baş aktörlerinden
Osman Hamdi Bey
Türk resim sanatında önemli bir figür olarak yer alan
Osman Hamdi Bey, çok yönlü kişiliği ve kültürümüze
getirdiği katkıların yanı sıra Kadıköy’ün ilk Belediye
Başkanı olarak da dikkat çeker.
Kadıköy Sanat Dergisi’nin ilk sayısında yer vereceğimiz
sanatçı elbette Türk kültür-sanat alanına
katkıları olmuş, aynı zamanda ilk sayımıza yakışır
şekilde birçok alanda ilk olma ve öncü olma rolüyle
önemli bir figür olan Osman Hamdi Bey olabilirdi.
Üstelik Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olması da dergimiz için Osman
Hamdi Bey’i bir o kadar önemli kılabilirdi.
Osman Hamdi Bey’in yaşamı ve 19. yüzyıl kültür-sanat ortamındaki
etkinliği üzerine yoğunlaştığımızda, onun çok yönlü kişiliği
dikkat çeken bir unsurdur. Kimi zaman bir arkeolog, kimi zaman
müzeci, bazen ressam ya da uluslararası bir serginin komiseri, bir
tiyatro yazarı, belediye başkanı, kimi zaman da oryantalist bir
romanın kahramanı olarak karşımıza çıkar. Osman Hamdi Bey
ile ilgili kesin bir tespit, Osmanlı’nın Batılılaşma ve yenileşme
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Osman Hamdi
Yeşil Cami’de Kuran Dersi
29
KAPAK
sürecinde önemli bir aktör olduğudur. Arkeoloji, müzecilik,
sanat eğitimi gibi kültür-sanat alanının birçok yerinde
önemli roller üstlenmiştir. Resim sanatına olan tutkusu ve
sanatçı kimliği, tüm yaşamına eşlik eden bir tema olarak
karşımıza çıkar.
Paris’te hukuk eğitimini sürdürürken resme olan tutkusu
sebebiyle Paris Güzel Sanatlar Okulu’na (École des Beaux
Arts) devam etmiş, zamanın ünlü ressamları olan Gérôme
(1824-1904) ve Boulanger’den (1824-1888) dersler almıştır.
1869 tarihinde İstanbul’a dönüşünde, Bağdat Yabancı
İşleri Müdürlüğü’ne (Vilayeti Umur-u Ecnebiye Müdürlüğü)
getirilmiştir. 1871 yılında yeniden İstanbul’a dönen
Osman Hamdi Bey, sarayda yabancı elçilerin protokol işleri
ve çeşitli devlet görevlerinde çalışmıştır.
Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı
1875 yılında Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı olarak görevlendirilir.
1881’de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi)
Müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine padişahın şahsi
emri ile müze müdürlüğüne atanır. Osman Hamdi Bey, belediyelerin
sadece yol inşa etmek, çöp toplamak gibi somut
görevlerle sınırlandırıldığı bir dönemde, bu görev tanımına
ilk kez sosyal konuları, kültürü, sanatı, resmi, kent tarihini
koruma gibi konuları da eklemiş, Kadıköy’deki ilk sanatsal
ve arkeolojik çalışmalara önem vermiştir.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
30
KAPAK
En önemli arkeolojik kazısı,
Sayda (Sidon-Lübnan) kazısından
kral mezarlığı kazılarıdır.
Bu lahitlerin arasında İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen
dünyaca ünlü İskender Lahiti’nin
bulunması, Osman Hamdi Bey’e
uluslararası bir ün kazandırmıştır.
Arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey
Nemrut Dağı Tümülüsü’nde, Lagina’da bulunan Hekate
Tapınağı’nda kazılar yapmıştır. En önemli arkeolojik kazısı,
Sayda (Sidon-Lübnan) kazısından kral mezarlığı kazılarıdır.
Bu lahitlerin arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen
dünyaca ünlü İskender Lahiti’nin bulunması, Osman
Hamdi Bey’e uluslararası bir ün kazandırmıştır. Fransız,
Alman, Yunan, İspanyol çevrelerince madalya ve nişanlarla
ödüllendirilmiştir. 1881 yılında Müze-i Hümayun’a müdür
tayin edilmesiyle Türk müzeciliğinde yeni ve verimli bir
devre açılmıştır. Müzeciliğimizi ilk kez modern anlamda ele
almaya başlayan Osman Hamdi Bey, Müze-i Hümayun’da
gerçekleştirdiği ilk işlerden birisi olarak, yürürlükte bulunan
1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni 1883 yılında yeni
baştan düzenleyerek, eserlerin yurt dışına çıkarılmasını
yasaklayan maddeler koydurmuştur. Böylece Batılı ülkelere
Osmanlı topraklarından eser akışını engellemiştir. Eserlerin
kaydedilmesi, onarılması, nem ve rutubetten uzak ve
sağlıklı bir şekilde korunup sergilenebileceği gerçek anlamda
bir İmparatorluk Müze Binası yapılması için, bugünkü
İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni üç kademede 1899, 1903 ve
1907 yılında tamamlayarak ziyarete açmıştır.
Türkiye’de müzeciliğin kurucusu
Türkiye’de müzeciliğin kuruluşu, bir Osmanlı aydını olan
Osman Hamdi Bey ile anılır. Tanzimat’la birlikte başlayan
Osmanlı aydınlanması, Avrupa’daki aydınlanmaya benzer
biçimde bilim, sanat ve müzecilik alanında önemli atılımlar
gerçekleştirilmesine neden olmuştur. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni
kurmuş ve 29 yıl boyunca müzenin müdürlüğünü yaparak,
müzeyi dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmuştur.
Osman Hamdi Bey’i çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu sayanlar,
bunu Osmanlı dönemindeki ilk Türk müze yöneticisi
olmasıyla ve müzeyi geliştirmesiyle gerekçelendirirler.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Osman Hamdi Bey, ülkede yapılan arkeolojik
çalışmaları sistemli bir şekilde kontrol eden
mekanizmaları oluşturmuş ve ilk Türk bilimsel
kazılarını başlatmıştır. Kendisi Adıyaman’da
Nemrut Dağı kazılarını yürütmüş, Komagene
Krallığı’na ait eserlerin ortaya çıkmasında büyük
katkı sunmuştur.
Kaplumbağa Terbiyecisi
Osman Hamdi, resimlerinde Türk sanatı,
kültürü, mimarisi, çinili panoları, duvarlar,
halılar, süslemeli objeler, örtüler, kandiller,
rahleler, türbe mekânları, hat levhaları, aile
portreleri, insan figürlerini kullanmış, Osmanlı
kadınının iç ve dış mekânlardaki yaşayışını
resmetmiş; Doğu/Batı, inanç/aşk, yaşam/ölüm
gibi ikilemlerin izini sürmüştür.
Güzel sanatlar kurucusu ve
ressam Osman Hamdi
1 Ocak 1882’de Sultan II. Abdülhamid tarafından
Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Müdürlüğü’ne
atanmıştır. Bugünkü Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin temeli sayılan
Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’ni 1883 yılında
kurmuştur. Ressam Osman Hamdi Bey olarak
bildiğimiz eserlerinden “Kaplumbağa Terbiyecisi”,
“Arzuhalci”, “Kur’an Okuyan Hoca”,
“Silah Taciri”, “Leylak Toplayan Kız“, “Şehzadebaşı
Camisi Avlusunda Kadınlar“, “Feraceli
Kadınlar“, “Mimozalı Kadın”, ”Ab-ı Hayat Çeşmesi”,
“Mihrap” gibi tabloları en ünlü yapıtları
arasındadır. Resimlerinde Türk sanatı, kültürü,
mimarisi, çinili panoları, duvarlar, halılar,
süslemeli objeler, örtüler, kandiller, rahleler,
türbe mekânları, hat levhaları, aile portreleri,
insan figürlerini kullanmış, Osmanlı kadınının
iç ve dış mekânlardaki yaşayışını resmetmiş;
Doğu/Batı, inanç/aşk, yaşam/ölüm gibi
ikilemlerin izini sürmüştür.
Farklı bir oryantalist
Türk resim tarihi açısından, bir düşünceyi
ortaya koymak ya da bir kültürel durumu görünür
kılmak için Avrupa resmi anlamında
insan figürünü merkeze alarak ve sahneleyerek
kurgulayan ilk ressam Osman Hamdi
Bey’dir. Onun resimlerinde mimari giysi ve
eşyalara ait detaylar, çoğu Batılı oryantalistin
aksine gerçeğe uygundur. Oryantalist
resimlerde kimi zaman uyuşuk, durağan, bazen
şehvet düşkünü ya da şiddet uygulamaktan
çekinmeyen doğulu figür, Osman Hamdi
Bey’in resimlerinde kitap okuyan, tartışan,
müzik yapan insanlara dönüşür. Bu sahnelerde
geleneksel Osmanlı mekânlarında, geleneksel
giysiler içindeki figürler gösterilir.
Osman Hamdi’nin yaklaşımı geleneğe tamamen
sırt çevirmeden gerçekleştirilen bir tür
modernleşme önerisi ve tipik oryantalist bakış
açısının eleştirisi olarak okunabilir.
Kur’an Okuyan Kız
31
KAPAK
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
32
KAPAK
Gebze ve Eskihisar’dan manzaralar
Osman Hamdi Bey, oryantalist resimler ve portrelerin yanı
sıra Gebze ve Eskihisar’dan görünümleri konu alan resimlere
de imza atmıştır. Bunlar yurt dışındaki sergilere gönderilmek
üzere yapılan, her bir detayın incelikle işlendiği oryantalist
tuvallerden farklıdır. Çoğunlukla serbest bir fırça
tekniğinin hâkim olduğu küçük boyutlu işlerdir. Sanatçının
Gebze ve Eskihisar’dan görünümleri sıklıkla manzara resimlerine
konu etmiş olması, bahçe işleriyle haşır neşir olarak,
balık tutarak dinleneceği köşkü için Eskihisar’ı seçmiş
olması, bu bölgeyle olan gönül bağını gösterir.
Gebze’de Çoban Mustafa Paşa
Külliyesi, 1880’ler. (Suna-İnan
Kıraç Vakfı Koleksiyonu)
Gebze’den Manzara, 1881.
(M.S.G.S.Ü İstanbul
Resim Heykel Müzesi
Koleksiyonu)
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Osman Hamdi Bey’in 1884 yılında yaptırdığı ve bir dönem yaşadığı Gebze Eskihisar’daki köşkü,
1987 yılından bu yana Osman Hamdi Bey Müzesi olarak ziyaretçilere açık.
Pembe Başlıklı Kız
Osman Hamdi Bey’in Haziran 1904’te yaptığı
yağlıboya tablo. Tabloda Batılı tarzda giyinmiş
Pembe bir başlık ve başlık ile yakın tonda bir
elbise giyen kız çocuğu açık bir alanda ayakta
durmaktadır. Resimde Osman Hamdi Bey’in,
4 Eylül 1893 – 1 Ağustos 1958 yılları arasında
yaşamış olan kızının 11 yaşındayken yaptığı
portresi görülmektedir. Nazlı, Osman Hamdi
Bey ile Mary/ Naile Hanım’ın son çocuğudur.
Eser, yapıtlarında model olarak kendisi, ailesi ve
yakınlarını kullanan Osman Hamdi Bey’in aile
portreleri arasında yer almaktadır. Osman Hamdi
Bey’in akrabası olan Edhem Eldem’in aktardığına
göre; Osman Hamdi Bey’i 1908 ihtilalinden
hemen sonra ziyaret eden Maurice de Sorgues
adlı Fransız gazeteci o zamanlar 15 yaşında olan
Nazlı’ya dair bilgiler vermiştir.
33
KAPAK
“Bir öğleden sonra Hamdi Bey’i evinde
Renan’ın bir cildini tekrar okurken bulma
şansına sahip oldum, bir de Madame Hamdi Bey
ile babasının karakterine sahip olan ve büyük bir
sanatçı gibi Chopin ve Beethoven yorumlayan
zarif Nazlı’yı da görebildim”.
Leylak Toplayan Kız
Eserde genç bir kız leylak ağacından çiçekler toplamaktadır. Kızın
yüzünde hüzünlü ifade vardır. Çiçeklere uzanmak için ayaklarını hafifçe
kaldırmaktadır. Leylakların canlılığı, bahar mevsiminde bulunduğun
izlenimini verir. Kız, altın sarısı renkli bir bindallı elbise giymiştir.
Bahçeyi kapatan ahşap paravanda altıgen motifler yer alır.
Halı Satıcısı
“Doğu-Batı karşıtlığı” konusuna bir örnek teşkil eder. Kolonyal şapkalı, bir sete oturmuş
Avrupalı ile sarıklı yere oturmuş Osmanlı satıcısı karşı karşıya resmedilmişlerdir.
Annesinin küçük bir modeli olan kız çocuğu merakla bu değişik insanı incelerken, eşi de
daha temkinle kocasının az gerisinde yaşlı Osmanlı’nın yanında ayakta durmaktadır.
Arka plandaki zengin işlemeli duvar, nişlerindeki Çin vazoları, tombak kahvedanlık,
miğfer, havan şamdanı ile işlemeli tüfek ve çok sayıda halı, Doğu’nun Batı’yı cezbeden
zenginliklerini örneklemektedir. Arka plandaki nişin ekseninde iki farklı dünya kafa
kafaya resmedilmiştir.
Kaynaklar:
• Osman Hamdi Bey, Bir Osmanlı Aydını, Pera Müzesi Küçük Kitaplar Dizisi, 2019, İstanbul
• Ferit Edgü, Osman Hamdi: Bilinmeyen Resimleri, 1986, İstanbul.
• İslam Eserleri Ansiklopedisi
34
ARKEOLOJİ
Yazar
Pınar Baltacı
Arkeolog Ayşe Övür:
İstanbul bir arkeoloji ve
tarih cenneti
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Yüzyıllar boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı gibi
üç büyük medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul,
adeta bir arkeoloji cenneti. Son zamanlarda
özellikle metro inşaatıyla beraber birçok arkeolojik
bulgunun ortaya çıkarıldığı İstanbul’un tarihi, Neolitik
ve Kalkolitik Çağ’a kadar dayanıyor.
Yenikapı, Çatalca ve Beşiktaş kazılarının ardından Kadıköy
Haydarpaşa’da da bir süredir hummalı bir çalışma sürdürülüyor.
Katmanlı olarak süren çalışmalar Haydarpaşa Garı
peronlarından Ayrılıkçeşme’ye kadar uzanan binlerce metrekarelik
alanda devam ederken; bu zamana kadar Roma,
Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemine ait tarihi
bulgular çıkarıldı. Erken Bizans
dönemine tarihlenen
mimari kalıntıların yanı
sıra Geç Osmanlı dönemine
ait olduğu düşünülen bir
çeşme ile yine Klasik-Hellenistik,
Roma, Erken Bizans
ve Osmanlı dönemlerine ait
pişmiş toprak kandil, sikke
ve çanak çömlek parçaları
da bulunmuştu.
Tüm İstanbullularca merak
konusu olan arkeolojik gelişmeleri,
daha önce Psidia
yüzey araştırmaları, Troia,
Assos ve Foça gibi birçok
kazı çalışmasında aktif olarak bulunmuş arkeolog, yazar
Ayşe Övür ile konuştuk. İstanbul’un bir arkeoloji ve tarih
cenneti olduğunu belirten Övür, her yeni kent çalışmasında
ortaya çıkan buluntuların en doğru şekilde yorumlanıp değerlendirilmesi
açısından belediyeler bünyesinde bir arkeoloji
biriminin olması gerektiğini vurgulayarak, sanat tarihçisi
ve arkeologların bu birimde hizmet vermesi gerektiğinin
altını çizdi.
“İstanbul’un kazı alanlarına
müzeler yapılmalı”
İstanbul tarihi için yeni bir sayfa açan Yenikapı kazılarının
semt tarihini daha da eskilere götürdüğünü aktaran Ayşe
Övür, bu bağlamda buluntuların ortaya çıktığı noktada
bir arkeoloji müzesi yapılması gerektiğini ifade ederek, şu
değerlendirmede bulundu: “Yenikapı kazıları tamamlandı.
Elde edilen buluntularla Yenikapı’ya bir müze yapılması
şart... Hâlâ daha sürmekte olan Beşiktaş ve Haydarpaşa
kazılarından da bir hayli ilginç sonuçlar elde edildi. Kazılar
sürdükçe, özellikle Haydarpaşa’da alt tabakalara inildikçe
hangi döneme kadar gidileceğini tam kestiremiyoruz. Ancak
bu zamana kadar farklı dönemlere ait buluntuların elde
edildiği, kamuoyu ile paylaşılan bilgilerden. Özellikle bin
yaşında olduğu düşünülen ve boynunda bir koku kolyesi
olan iskelet, tarihsel olarak daha eskilere gidilebileceğine
dair ipuçları verdi. Ben eserlerin müzelere taşınmasından
ziyade bulundukları alanlarda korunmaları taraftarıyım.
Çünkü eserler bulundukları ve yapıldıkları topografik
yapının ruhunu taşıyor. O yüzden bulundukları yerlerde
muhafaza edilmelerinin şehre de büyük katkısı olduğunu
düşünüyorum. Aynı zamanda yapılma nedenlerine daha
uygun olarak koruma altına
da alınabilirler. Tüm
bu sebeplerden dolayı
mümkün olursa Haydarpaşa’daki
kazıların sonunda
da alana bir müze
yapılmasını önerebilirim.
Ancak öncesinde arkeologlara
biraz daha zaman
tanıyıp, yeni gelişmeleri
görmek gerekiyor.”
Roma, Bizans ve
Osmanlı kalıntıları
Türkiye’de arkeolojik kazıların
oldukça nitelikle
arkeolojik ekiplerce yürütüldüğünü
de dile getiren Övür, arazi ve şehir kazıları
arasındaki farklara da değinerek; “Çok konuşulan Göbeklitepe
kazılarının ardından yakın zamanda Karahan Tepe
kazıları da başladı. Karahan Tepe kazılarının bizleri Göbeklitepe’den
de daha eski bir döneme götüreceğini öngörüyoruz.
Tabii oralarda kazılar İstanbul’a nazaran çok
daha hızlı ve kolay şekilde ilerliyor, çünkü arazi kazıları ile
şehir kazıları arasında büyük farklar var. Şehirlerde yerin
üstünde büyük bir yerleşim olduğu için o yerleşimi kaldırıp,
altını görmek pek mümkün olmuyor. Bunun yanında
İstanbul’un çok katmanlı bir şehir olduğunu söyleyebilirim.
Her kazdığınızda daha da geçmişe, Neolitik Çağ’a kadar
inme ihtimaliniz var. Ardından Roma, Bizans ve Osmanlı
gibi büyük imparatorlukların kalıntıları bulunuyor.
Katmanlardan aşağıya inmek böyle büyük bir şehirde hiç
de kolay değil. Metro kazıları yapılırken bazı buluntuların
ortaya çıktığına şahit olduk. Ne yazık ki ancak tesadüfler
üzerinden bulunabiliyor” şeklinde konuştu.
“İstanbul’da artık büyük kazılar yapmak
mümkün değil”
İstanbul için ne yazık ki çok geç kalındığını da kaydeden Arkeolog
Ayşe Övür, sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul için
geç evet, ancak biraz önce de bahsettiğim gibi artık İstanbul’da
bir araziyi tamamen boşaltmak mümkün değil. En
azından yapmamız gereken, sahip olduğumuz kalıntıları
korumak. Bunun yanında arkeoloji size illa bütün kültürel
kazılarda bulunan eserleri gün yüzüne çıkarmanız gerektiğini
söylemiyor. Eğer kazı yaptığınız alanı bulguları ortaya
çıkardıktan sonra koruyamayacaksanız, o bölgeyi daha fazla
kazmayarak üstünü kapatabilirsiniz. Bunun örnekleri var.
Buluntuyu elde eder, envantere geçirir ve üzerini kapatırsınız
ki sonradan zarar görmesin. Sonuç olarak, İstanbul’da
artık şehir içinde büyük kazılar yapmam mümkün değil. Bu
nedenle hiç olmazsa karşımıza çıkan eserleri, tarihi yapıları
koruyarak şehre katkı sunabiliriz.”
35
ARKEOLOJİ
“Son zamanlarda Göbelitepe’yi anlatan Atiye dizisiyle
arkeoloji yeniden insanların gündeminde. Dizide bazı
eksik ve yanlış bilgiler olsa da bu tarz projeleri destekliyorum.
Belki de bu diziler sayesinde halkın arkeolojik
çalışmalara ilgisi ve duyarlılığı artar.”
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
36
ETKİNLİK
İstanbul Art Show
‘Hakikat Askıda’ temasıyla gerçekleşti
Bu yıl ikincisi düzenlenen İstanbul Art
Show, “Hakikat Askıda: Post-truth Çağında
Sanat” temasıyla 19-22 Aralık 2019
tarihlerinde Hilton Kongre ve Sergi Merkezi’nde
sanatseverlerle buluştu. Fuar Organizatörü
TG Expo’nun Proje Direktörü Gökhan Büyükataman,
fuarın açılışında yaptığı konuşmada ABD ve Asya
ülkeleri dışında yükselen sanat pazarının Türkiye’de
de oluşmasından dolayı heyecanlı olduklarını, fuarın
bu yılki temasının “Post-truth” olarak seçilmesini son
derece değerli bulduklarını söyledi.
Fuarın “post-truth” odasını hazırlayan sanatçı
Mercan Dede de sanatın geniş kitlelere yayılması
konusunda hassas olduğunu belirterek, böyle bir
organizasyonun parçası olmaktan dolayı mutlu olduğunu
kaydetti. Mercan Dede, hayatta ve sanatta
samimiyete önem verdiğinin altını çizerek, şu değerlendirmelerde
bulundu: “Samimi olmayan bir sanat,
benim çok ilgimi çekmiyor. Çünkü zeki insanlar
çalışarak, işin formülünü öğrenerek, belli modaları,
trendleri takip ederek bir şeyler yaratabilirler. Ancak
gönülden gelen şey, sizi gönülden çarpabilir. Bu resim
için de müzik için de böyledir. O yüzden samimi
olarak da bunun hayata doğal yansımasına inanan
bir insanım. Bu noktada hakikatin askıda olduğu bir
dönem beni çok çekiyor.”
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Ebru Özgüz Çelik
37
Prof. Devrim Erbil ve Mercan Dede
ETKİNLİK
şan, eğitimci, müzeci ve ressam olarak... Çünkü benim zamanımda
küratörler, sanat yöneticileri yoktu. Her işi bize
yüklüyorlardı. Mimar Sinan Üniversitesi’nde 50 yıl kaldım.
Bütün bunları severek yaptım, hâlâ da severek yapıyorum”
değerlendirmesinde bulundu.
İstanbul Art Show için özel olarak hazırlanan yapıtlar
arasında, Devrim Erbil’in 40 parçadan oluşan ve postmodernizmin
parçalanma, bölünme, dağılma ve saçılma alt
başlıklarına gönderme yapan tablosu, fuar boyunca sanatseverlerin
beğenisine sunuldu. Fuar süresince gerçekleştirilen
“Art Talks – Sanat Sohbetleri” etkinliklerine Selim
İleri, Nedim Gürsel, Ekrem Kahraman, Dr. Fırat Arapoğlu,
Prof. Dr. Uğur Batı, Prof. Tülin Onat, Prof. Fevzi Karakoç,
Prof. Dr. Aylin Seçkin, Marc Ottavi gibi ünlü isimler konuşmacı
olarak katıldılar.
Dergimizin Genel Yayın Yönetmeni Ebru Özgüz Çelik de
‘Ütopik Zamanlar’ isimli sergisiyle İstanbul Art Show’daydı.
Teksin Sanat Galerisi ile fuara katılan Çelik, sergisinde
ifade ettiklerini şöyle dile getirdi: “Kurgu olmayan ve kurgu
arasında gidip gelebilme yeteneğimiz, benzer bir değişimin
ilerleme mi yoksa gerileme mi olduğuna bakmadan başka
dünyalar hayal etmekte, yaratıcı olmakta, ortaya farklı toplumsal
modeller koymakta veya ekolojik konuları ele almakta
yaşamsal bir önem taşır. Hayali bir dünyayı deneyleyerek
‘gerçek’ kılmak, hem gündüzdüşçülüğüne hem de en ütopik
tasarıların şekillendirilmesine izin verir. Resimlerimde
yansıttığım kurgu ile kurgu olmayan arasında gidip gelen
görüntüler de hayal kurmayı ve bu hayalden yaratıcılığa ve
başka dünyalara ulaşmayı amaçlıyor. Sandro Boticelli’nin
dediği gibi ‘Sanat aslında dünyayı bir kez daha ifade etmektir.
Dünyaya hem benzer hem de benzemez.”
İstanbul Art Show için 40 parçalık özel bir eser hazırlayan
Devrim Erbil; “Her zaman her yerde ‘Ben sanatın bir neferiyim’
diyorum. Sanat için çaba gösteren, onun için uğra-
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
38
PERSPEKTİF
Yazar
Dr. Dilara Dolu Köksal
Sanat kim için
olmalı?
Herkese merhaba,
Bu ilk yazıma bir hikâye ile başlamak istiyorum. Bu hikâye,
1991 yılında dünyaca ünlü koleksiyoncu ve reklamcı
Charles Saatchi’nin, bugün dünyanın en çok kazanan modern
sanatçılarından biri olan Damien Hirst’e 50 bin sterlin
karşılığında kendisine benzersiz bir sanat eseri yapmasını
istemesiyle başlıyor. Hirst, bu isteği yerine getirmek adına,
ismini “Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Fiziksel İmkansızlığı”
koyduğu 4,3 metrelik içi doldurulmuş bir köpekbalığı
ile çağdaş sanat dünyasına gösterişli bir giriş yapıyor. Elbette
ki bu tartışmalı sanat eseri, o zaman medyada büyük
ses getiriyor. Ve elbette ki sanat camiasından fazlasıyla da
negatif eleştiri alıyor. Ama...
Jeff Koons’un “Balon Köpek” (1993) adlı eseri
38,8 milyona Euro’ya alıcı buldu.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
“Yaşayan Birinin Zihninde Ölümün Fiziksel İmkânsızlığı” (Damien Hirst)
Köpekbalığı ve Hirst bu yolculuğa
nasıl devam ediyor?
Öncelikle hatırlatmam gerekir ki ilk eser (!) 1996 yılında
tamamen çürümüş olduğu için yenisiyle değiştirilmek zorunda
kalınıyor. Öncesinde derisini yüzüyorlar, ancak çürümeyi
durduramıyorlar. Üstelik Damien, köpekbalığının
eskisi kadar korkutucu olmadığını da düşünüyor ve sonunda
balıkçılara yeni bir sipariş veriyor. Böylelikle yeni bir
balık ağlara takılıyor. Her ne kadar bu durum beraberinde
özgünlük tartışmasına neden olsa da devreye yetenekli Bay
Saatchi ve reklam süper güçleri giriyor. Sonuç, 1991’de 50 bin
sterlin karşılığında almış olduğu bu tartışmalı sanat eserini
Saatchi, yoğun bir reklam ve markalama çalışmasının ar-
dından temsilcisi Gagosian aracılığı ile 2004’te Steven Cohen’e
tam olarak açıklanmayan bir fiyata (8 ila 12 milyon
dolar arası olduğu söyleniyor) satmayı başarıyor. Yalnız
söylemeden geçemeyeceğim, Cohen’den önce balığı Londra
Tate Modern’e getirmek için Nicholas Serota’dan Gagosian’a
2 milyon dolar teklif geldiği de söylentiler arasında. Bu rakam
belli ki Gagosian için yeterli olmamış.
Acaba, o tarihlerde kimse sanat için iki köpekbalığını öldürmek
ne kadar etik diye düşünmüş müdür? Ya da Hirst’in
sonraki eserlerinde kullandığı çiftlik hayvanları, deniz canlıları
ile sanat yapmak konusunda ne düşünmemiz gerekir?
Neyse, bu başka bir tartışma konusu. Devam eden günlerde
sanat için ne kadar sınırımız var ya da belki de yok, bunu da
konuşabiliriz.
Konumuza devam edecek olursak, 2004’ten bu yana uluslararası
çağdaş sanat piyasalarında gerçekleşen satışlar,
özellikle 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan küresel ekonomik
krize rağmen hızla yükselmeye devam etti. Özellikle,
Jeff Koons’un “Balon Köpek” (1993) eserinin 38,8 milyon
Euro’ya alıcı bulması, uluslararası sanat piyasası için oldukça
spekülatif bir dönemi başlatmış oldu. Ve bu tarihten
itibaren belki de sanat artık estetik bir değer olarak değil,
olup olmadığına bakmaksızın üstlenmek zorunda olduğu
maliyetlerdir. Bu maliyet onlar için sanatçıya yapılan bir
yatırımdır ve kaynaklarını satış yapıp yapmayacağı şüpheli
olan birine harcamaktansa satışı görece daha garanti olan
sanatçıyı seçmek istemeleri de aslında mantıksız değildir.
Dolayısıyla, müşterilerini (koleksiyoncu ya da sanat alıcısı)
bu sanatçılara yönlendirmeleri de mantıksız değildir.
Çağdaş sanat tamamen reklam üzerine mi kurulu? Yetenek,
eğitim, estetik kaygılara önem verilmiyor mu? Mutlaka
veriliyor ama önemli olan kaç kişi yoluna sanatıyla devam
edebiliyor? Özgün, müdahalesiz ve şartsız...
39
PERSPEKTİF
Üzücü mü ? Kesinlikle! Peki çözümsüz mü?
Elbette ki hayır!
Günümüz sanat piyasalarında ağ etkisi veya aracıların etkisi
kaçınılmaz olsa da alternatifsiz değil. 2000’li yıllardan
itibaren hayatımızın içine hızla giren, çok önemsediğimiz,
kendimizi her gün bir şekilde içinde bulduğumuz bir dünya
var. Internet dünyası, sosyal medya dünyası, sanal pazarlar...
Online sanat pazarları dediğimiz, sanatçılara kendilerini
ve eserlerini bizzat tanıtmalarına imkân veren ve hatta
izleyicileri ile doğrudan iletişim kurmalarına olanak sağlayan
bu platformlar, özellikle yeni mezun olmuş ya da henüz
tanımadığımız sanatçılara bir fırsat kapısı aralıyor. Çünkü
artık her şeyi bir tıkla satın aldığımız bir dünyada yola devam
etmek isteyen her bir işletmenin kendisini sanal dünyaya
adapte etmek zorunda olduğu gerçeği gibi galerilerin,
müzayede evlerinin ya da adına her ne dersek, genel olarak
sanat aracılarının da kendilerini bu dünyaya adapte etmek
zorunda olduklarını yadsıyamayız.
Jeff Koons
bu değerin sanatçıdan alıcısına nasıl ulaştığıyla değer kazanan bir
yapıya evirildi. Bu arada yine söylemeden geçemeyeceğim, Jeff Koons’un
“Tavşan” eseri (1986), Mayıs 2019’da Christies’te tam 91
milyon dolara satıldı. Unutmamak gerekir ki bugün dünya sanat
piyasasında gerçekleşen toplam satış hacmi 67,4 milyar dolar!
Peki ama bir sanat eserinin değerini belirleyen şey nedir? Sanatçının
kendisi mi? Eserin kendisi mi? Sanata ya da topluma ne kattığı
mı? Yoksa aracıların yaptığı reklam ve pazarlama faaliyetleri mi? Ya
da nasıl bir sosyal ağın içinde var olduğunuz mu? Belki burada akıllara
şu soru gelebilir: Reklam ve pazarlama aktiviteleri 90’lara gelinceye
kadar sanat kurumlarınca hiç mi kullanılmıyordu? Elbette
ki kullanılıyordu. Ancak günümüzden çok farklı bir amaçla. Amaç,
sanat tüketicisini sanatla, sanatçıyla, sanat kurumlarıyla buluşturmaktı.
Bunu yaparken de sanatçıya ya da sanatsal değere müdahale
pek söz konusu değildi. Peki ya şimdi?
Aracılar ve aracıların rolü...
Çağdaş sanat ekonomisi üzerine çalışan akademisyen Don Thompson’ın
ilk kitabında dikkatimi çeken bir bilgiyi paylaşmak istiyorum.
Thompson diyordu ki, yeni mezun olmuş ya da henüz yeteri
kadar tanınmamış bir sanatçının ana akım bir galeri ile görüşme
şansı neredeyse yok denecek kadar azdır. Bunun nedeni ise, aracıların
yani galerilerin ya da müzayede evlerinin sanatçının tanınır
Bunun en büyük kanıtı da sanırım ArtTactic, Hiscox, Art
Basel gibi sanat organizasyonlarının küresel düzeyde gerçekleşen
online sanat ticaretine ilişkin her yıl düzenli olarak
yayınladıkları raporlarda görülebilir. Online platformlar
üzerinden gerçekleşen sanat ticareti, 2018 yılında dört
buçuk milyar doları geçti. 2013’e göre neredeyse üç kat
büyüdü. ArtTactic’in bu sene 706 sanat alıcısına uyguladığı
online sanat ticaretine ilişkin anketin bulgularından çarpıcı
bir bilgi vererek yazımı sonlandırmak istiyorum. Öncelikle,
ankete katılanların yüzde 65’i sanatla ilgili tüm işlerini,
yani sanatçıları, sanat haberlerini, açılış ve fuarları takip etmek,
sanat satın almak gibi tüm aktivitelerini sosyal medya
platformları üzerinden gerçekleştirdiğini söylemiş. Bu platformlardan
en popüleri ise Instagram. Katılımcıların yüzde
80’i, Instagram’ı yeni sanatçıları keşfetmek için tercih ediyor.
Yüzde 75’i ise sanat satın almak için kullanıyor.
Bir önemli detay daha var, bu ankete galeriler de katılıyor.
Ankete katılan galerilerden yüzde 89’u, satış amacı ile
sosyal medyayı aktif şekilde kullanıyor. Yüzde 75’i ise Instagram’ı
sanatçılarını ve sergi programlarını tanıtmak için
kullanıyor. Ve son olarak, galerilerin yüzde 54’ü Instagram’i
doğrudan satış talepleri oluşturmak ve satış yapmak için en
önemli araç olarak görüyor. O halde toparlamak gerekirse;
“İyi ki varsın internet, çok yaşa sosyal medya ve seni seviyoruz
Instagram” demek yeterli gibi görünüyor bana.
Tekrar görüşmek dileğiyle...
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
40
TASARIM
Yazar
Esra Açıkgöz
Bu oyuncağın sınırı, sizin hayal gücünüz!
Her tasarım bir aşk yolculuğu
“Box”, İç Mimar Nursema Öztürk’ün en önemli tasarımlarından
biri. 2014’te kendisine uluslararası bir ödül kazandıran tasarımı,
şimdi oyuncak hâline getirdi. Sonsuz ihtimallerle istediğiniz
her şeyi yaratabileceğiniz bu oyuncağın tek sınırı, sizin hayal
gücünüz. Ama gelin önce sizi Nursema Öztürk’le tanıştıralım...
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Nursema Öztürk, 32 yıldır tasarım dünyasında olan bir
iç mimar. İşle hayatın iç içe geçtiği bir yaşam onunki.
Doğurur doğurmaz hemen işe dönüp, bebeğini
inşaatlarda emzirmeyi göze alacak kadar işine âşık.
Bu tutkusu ona uluslararası başarılar kazandırmadı değil; “Box”
tasarımıyla 2014’te Hollanda/Frame-GOODS kitabında yer alan
tek Türk tasarımcı oldu, üstelik de kapaktan! Şimdi bu tasarımı bir
oyuncak hâline dönüştürdü. İki yaşındaki çocuktan 100 yaşındaki
yaşlılara kadar herkese hitap ediyor. Öztürk’ün 2010’da kurduğu
Tasarım Parkı ise, tasarımcılarla meraklılarını bir araya getiriyor.
Biz de Nursema Öztürk ile tasarımı, Box oyuncağını, Tasarım Parkı’nda
yaptıklarını ve yapacaklarını konuştuk.
Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı-İç Mimarlık
mezunusunuz. Yüksek lisans ve doktora derken 32 yıldır
sektördesiniz. Mobilya ve mekân tasarlıyorsunuz. Bu yolculuk
sizin için nasıl başladı?
Bu öncelikle yaratıcı bir çocuk olmamla alakalı... Her çocuk gibi
masa altında evcilik oynuyordum ama objeleri yeniden kurgulardım.
Seramik mezunu ablamın rol modelim olması da yaratıcılığımı
körükledi. Babamın erkek evladı yok, beni işinin başına geçirmek
istiyordu. İç mimarlık yazdım, ancak bundan kaçmak için daha
birinci sınıfta, Bostancı’dan Kızıltoprak’a kadar mobilya mağazalarını
“Beni iç mimar olarak işe alır mısınız?” diye dolandım. Ücret
istemiyordum, derdim mesleğimi anlayıp deneyim kazanmaktı.
Daha okurken çalıştığım için mezun olunca sudan çıkmış balığa
dönmedim. Babamdan kaçış serüveni kendimi ispatlamamı, mesleğimi
daha sevmemi ve iyi yapmamı sağladı. 2000’de kızım dünyaya
geldi. O dönem AVM işi almıştık, kızımı orada emziriyordum. Çalışmayı
hep çok sevdim.
John Berger, “Bakmak bir seçme edimidir” der Görme Biçimleri
kitabında. Siz bakacağınız noktayı, dönüştüreceğiniz şeyi
neye göre belirliyorsunuz?
Tasarım çok göreceli bir olay. Gördüklerimizden elde ettiklerimiz,
hepimizin içinde bambaşka boyutlara ulaşıyor. Zaman, ortam,
kültür ve eğitim buna katkı sağlıyor. İnsan aslında kendi yaratımını
doğduğu günden itibaren ortaya koyuyor. Ben tasarımlarımda
çevremden besleniyorum. Mesela “Loniss” bankım, annemin hep
koşturmasıyla özdeşleştirdiğim bir tasarım. “Loni” adlı taburesi
ise kök diş şeklinde, göçebelikten kurtulup yerleşikliğe geçişimizin
hikâyesi... Her anlam, tasarımın kimliğini oluşturuyor. “Leman”
adlı bir lambam var, yine annemden ilham aldım. Leman, parlayan
ışık demek. Annem beni aydınlattı, ben de kızımı. İç içe geçen bir
aydınlatma... Ben tasarımda sürdürülebilirliği önemsiyorum. Estetiği
fonksiyonla buluşturuyorum.
Sürdürülebilirlik bence de çok önemli. Tüketim toplumunda
yaşıyoruz. Artık her şey çok hızlı eskiyor ve hep “yeni”nin peşinde
olmak öğretiliyor. Bir tasarımcı olarak bununla nasıl başa
çıkıyorsunuz?
Dünyaya adım attığımız andan itibaren tüketmeye başlıyoruz.
“Black Friday” çılgınlıklarıyla yaşam döngüsünün sadece bir parçası
olduğumuzu unutuyoruz. Bunun önüne geçmek için tasarımlarımın
birçok fonksiyona sahip olmasını, böylece atılmadan sürekli
kullanılarak sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışıyorum. Örneğin;
“Box” tasarımım birleşip büyük kütüphane oluyor, tek göz kullanılabiliyor,
yatak olabiliyor. İstediğiniz her şeye çevirebilirsiniz, sonsuz
ürüyor. Sıkılınca boyayıp kendinizi de katabilirsiniz. Enerjim
olduğu sürece bu ilkeyle tasarımlar üreteceğim.
2014’te Goods kitabına giren tek Türk tasarımcı olmanızı
sağlayan “Box”u şimdi oyuncak hâline getirdiniz.
Bu fikir nereden çıktı?
En iyi tasarımların yer aldığı 500 sayfalık kitapta kapak olduğumda
bunu pek dillendiremedim, ayıp geldi. Yeni yeni “Hakikaten ne kadar
güzel” diyebiliyorum, ürünün herkese ulaşması için paylaşmak
gerektiğini anlıyorum. Box, sonsuz sayıda varyasyonlar üretebilen
bir tasarım. İki yaşından 100 yaşına kadar kullanılabilir. Yaşlılarda
demans, çocuklarda hiperaktivite, otizm gibi hastalıklar için iyi.
Çünkü yaratıcılığı geliştirdikçe nöronları çoğaltıyor. Basmakalıp düşünmeyi
yücelten, “Eski köye yeni adet getirme” gibi lafları olan bir
toplumuz. Oysa toplum olarak yaratıcı, yenilikçi düşünmeye çok
ihtiyacımız var.
Tasarım, biri tarafından kullanıldıkça anlam buluyor.
Box bu noktada önemli, çünkü alan kişiye kendi
yaratıcılığını katma şansı veriyor.
Tasarlarken ben bir çeşit aşk yaşıyorum. Tasarım biraz da bebeğiniz
gibi oluyor. İnsanların dokunup kullanabileceği bir ürüne dönüşmesi,
birine faydalı olması çok mutlu edici... Geçen bir fuarda 7’den
70’e herkes yoğun konsantrasyon içinde Box’la oynadı. Anlatılamaz
bir duyguydu bunu
görmek. Box’un hem mobilyasında
hem de oyuncağında
sonsuz varyasyon
yaratma şansınız var. Yani
onu alan da bir tasarımcı
oluyor. Yaratım çok büyük
bir mutluluk veriyor, yaşama
bağlıyor.
Gelelim Tasarım
Parkı’na… Aslında o
da paylaşım isteğiniz
sonucunda ortaya çıkıyor.
Burası yeni ortaklık ve
fikirlerin gelişmesine
yardımcı oluyor. Nasıl
gelişti kuruluş hikâyesi?
2002’de üniversitede ders
vermeye başladım, Alman
İç Mimarlar Birliği’nin
Türkiye temsilcisiydim.
Mesleki sosyal sorumluluk projelerinde yoğrulurken, yeni bir
enerji ve mutlulukla tanıştım. Almanya’daki üniversitelerle köprü
oluşturulması, ortak workshoplar yapılması muazzam bir sinerji
yaratıyordu. En sonda bir sergi açıyorduk, ancak bağımsız mekân
bulmakta zorlanıyorduk. Bu sırada 1996’dan beri işyerimizin olduğu
Yoğurtçu Parkı’nın sanat ve kültürün konuşulacağı bir yere
dönüşeceğini düşünürdüm. 2010’da kafam netleşince hayalimi gerçekleştirip,
Tasarım Parkı’nı açtım. Hem binada hem parkta sergiler,
seminerler yapıyoruz.
Dokuzuncu yılı devirdiniz. Kalıcı olmayı nasıl başardınız?
Başta alt katı kendi ofisimiz gibi kullandığımız için masrafları çok
gözümüze batmıyordu. Ancak iki yıl önce ofisimizi kendi binamıza
taşıdık. Burayı döndürmek zorlaştı, yaptığımız binalarla bir takas
oluşunca mekânın yarısını aldım. Yine de masraflar oluyor tabii ki.
Gelirini ufak kafesinden, mekânı kiraya vererek, sergiler için alınan
cüzi ücretlerden sağlamaya çalışıyoruz. Bir dönem öğrencilere burslar
verdik, ancak devam ettiremedik. Son üç yıldır kadınları destekleyen
çalışmalar içindeyiz. Örneğin, kafenin bir köşesinde kadın
ürünlerine yer veriyoruz. Birlikte büyüyebileceğimize inanıyoruz.
Genç yetenekler için de bir fırsat kapısı burası...
Gençlere kapımız hep açık. Elimden geldiğince onlara mentörlük
yapıyorum. Öğrenciler geldiğinde çok heyecanlanıyoruz. Gelip burada
kendilerini yetiştirebilirler. Ayrıca kapıdan içeri girdiklerinde
birisiyle tanışıp network kurmaları da mümkün...
Yeni yılda Tasarım Parkı’nda sanatseverleri neler bekliyor?
2020 için çok güzel projelerimiz var. Daha heyecan verici, dolu
dolu etkinlikler olacak. Bu ay Nihal Ökçetin Atölyesi’ne dört yıl
boyunca devam eden 13-14 yaş grubundaki küçük sanatçı adaylarının
farklı tekniklerle yaptıkları resimlerden oluşan bir sergi
olacak. 3-17 Mart’ta Marmara Üniversitesi Tekstil Bölümü Başkanı
Prof. Biret Tavman önderliğinde bir grup sanatçı, “Aperion/
Sınırsız” temasıyla 2011’den beri Türkiye’de örme tekniğini sanat
çalışmalarında kullanmayı destekleyen Ters Yüz Örme Sergisi
açacak. Duvarlarda bir sanat eseri varken etkinlikler yapıyoruz,
toplantılar, eğitimler... Burası sürekli sanat, tasarım kokan, bilge
ile çırağın iletişiminin sürdürüldüğü bir mekân. Bu, 2020’de de
dolu dolu gerçekleşecek.
41
TASARIM
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
42
İLLÜSTRATÖR
Yazar
Esra Açıkgöz
İllüstrasyona hayat veren sanatçı:
Gürbüz Doğan Ekşioğlu
Gürbüz Doğan Ekşioğlu, illüstrasyonlarıyla
uluslararası basında yer alan, 72 ödül sahibi
bir sanatçı. Kitap illüstrasyonlarından oluşan
43. sergisini Schneidertempel Sanat Merkezi’nde
açtı, sonraki durağı ise Belçika...
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
İllüstrasyonlarıyla New Yorker Dergisi’ne yedi kere,
Forbes’e bir kere kapak oldu. Çizimleri The New York
Times, The Atlantic Monthly gibi dergilerde yer aldı.
Ulusal-uluslararası 72 ödülün sahibi, grafik tasarımcı
Gürbüz Doğan Ekşioğlu, kitap illüstrasyonlarından oluşan
43. sergisini Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açtı. Ekşioğlu,
12 Nisan’da ise “Benim Kedilerim” sergisiyle Belçika’daki
sanatseverlerin karşısına çıkacak.
Hâlâ tanımayanlar için sizi biraz geçmişe götüreceğim;
güzel sanatlara girmek için üniversiteye başvuruyor,
ancak ikinci elemeyi geçemeyince inşaat mühendisliğine
giriyorsunuz. İki yıl okuduktan sonra yine sanata
dönüyorsunuz. Mühendislik gibi “iş garantili” bir bölümü
bırakma cesareti nereden geliyor?
Resim tutkusundan... Kendimi bildim bileli bu tutku var. Lisedeki
resim öğretmenim, “Senin mutlaka akademiye gitmen
Serginiz kitap illüstrasyonlarından oluşuyor.
Bu sergi fikri nasıl gelişti?
Schneidertempel bir sinagogmuş, Terzi İbadethanesi... Sayıları azalınca
Musevi yurttaşlarımız sanat merkezi yapmış. Sanırım
bu Kadıköylü karikatürist, entelektüel İzel Rozental’ın önerisiyle
oldu. Zaten sanat direktörü de kendisi. “Sana burada
sergi yapalım” diye bir iki kere söyledi. Ben de “Tamam, kitaplarla
ilgili bir sergi açayım” dedim.
43
Neden kitaplarla ilgili olsun istediniz?
Konumu biraz da mekânı ele alarak belirledim. Mekânın
kültürel anlamına, tarihi atmosferine en uygun olanı kitap
illüstrasyonlarıydı.
Sergi ziyaretçilerini neler bekliyor?
12 Eylül sonrası kitap içinde saklanan kuş yapmıştım, o
dönemde özgürlük temasını da saklamak gerekiyor çünkü.
Onun gibi eski çizimlerim de yer alıyor. Milliyet’in kitap eki
için her hafta kapağı ben yapıyordum. Oradaki işlerim de
var. Sergi için 10’a yakın yeni iş çizdim. Hayal de var, gerçeklik
de, farklılık da, zanaat da...
İLLÜSTRATÖR
İşleriniz sade ama çok da vurucu. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Yaradılışın getirdiği bir bakış açısı var. Benim kendi tercihim
de işin içinde oluyor tabii ki. Eserlerimi çocuklar da anlar,
entelektüeller de. Köylü de, şehirli de, ev kadını da...
gerekiyor” diye çok söylerdi. Akademi’ye girecekken tesadüfen biri,
“Tatbiki Güzel Sanatlar daha iyi” dedi. Ordu’dan gelmişiz, bilmiyoruz.
Bu şans mı, şansızlık mı bilemiyorum. Bazen, “Akademi’ye gitseydim
nasıl bir ressam olurdum?” diye düşünüyorum. Tatbiki’de grafik bölümüne
girdim. Grafiğin görsel iletişim alanı olması, resim tutkumla
güzel uyum sağladı. Kendime ait bir biçim oluşturdum. Yaptıklarımı
yarışmalara yollayınca karikatür olarak değerlendiriliyor. Bir dergide
çıkarsa illüstrasyon, galeride sanat eseri oluyor.
Ulusal ve uluslararası 72 ödüle sahipsiniz. Bu 43. kişisel serginiz.
23 ülkede ortak sergilerde yer aldınız. Bugün sergi açarken hâlâ
aynı heyecanı hissediyor musunuz?
Evet, hissediyorum. Mesela “Uçan Adamlar” çizimini, sergi açılışından
bir gece önce bitirdim. Sabah çerçeveletip, getirip astım. Çok
heyecanlandım ve yoruldum gerçekten.
10 yaşındaki bir çocuk, 2016’daki serginizin defterine
“İlk defa gittiğim bir sergiyi anladım, çok teşekkür
ederim” diye yazmış. Bence bu çok değerli...
Evet, “Sizinle aynı dönemde yaşadığım için çok mutluyum”
diye mesajlar da çok geliyor. Okullarda işlerimi öğrencilere
çok yaptırırlar, bana da yollarlar.
Yeni projeleriniz var mı?
Belçika’da bir Karikatürcüler Derneği var. Kedi sergimi görmüşlerdi,
onu Belçika’da açmak istediler. 12 Nisan’da Belçika’da
70 kedi işinden oluşan bir sergi açacağız.
Nedir bu heyecanı diri tutan?
Sergi açmak için sergi yapmam, en yüksek performansı göstermek
isterim. Bu sanatıma, kendime, sanatseverlere, galeriye olan saygımdandır.
Bunun karşılığını izleyici verir, çok gezilir, beğenilir. Bu
benim 2019’daki dördüncü kişisel sergim.
Nerelerden besleniyorsunuz?
Yaşadığım ortamdan, olaylardan, gözlem gücümden, her şeyden etkileniyorum.
Kafamda şuraya ev yaptırayım, bir yere gideyim, gibi
şeyler yoktur. İşlerin biri biter, biri başlar.
42 yıldır bilfiil üretmek, hele de yaratıcılıkla ilgili olunca
kolay değil. Yorgunluğunuzu nasıl atıyorsunuz?
Bazen bir gün belki tembellik yapıyorum, belki de çalışırken dinleniyorum.
Ben de bilmiyorum ki tam olarak. Konformist bir hayatı
sevmiyorum. Tatilde açık büfe, deniz, otelde yatmak filan istemem,
sıkılırım. Bir şey yapmam lazım. Eğlencem, benim üretim
biçimime dönüştü.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
44
Yazar
Ebru Özgüz Çelik
SANAT TARİHİ
Doğu-Batı ilişkilerine yeni bir yorum:
Oryantalizm
amacını gerçekleştirmek adına hayali bir Doğu üretmiştir.
“Ben ve diğerleri” ayırımından hareketle dünyanın merkezine
kendisini koyan Batı, Ortaçağ’dan itibaren Doğu
kültürleri, medeniyetleri ve inançları etrafında başlattığı
şarkiyat çalışmalarıyla kendi Doğu’sunu oluşturmuş, bu
çalışmalar neticesinde ortaya çıkan ve akla gelen bütün
olumsuzlukların yüklendiği Doğu imajını günlük hayattan
siyasete, sosyal bilimlerden güzel sanatlara kadar hemen
hayatın her alanında kullanıma sokmuştur. Bu bilgiye
göre, Batı ile Doğu arasında her alanda derin farklılıklar
vardır ve Batı kendini Doğu üzerinde vesayet ve tasarruf
hakkına sahip görür.
Frederick Arthur Bridgman, Tunus
Hem kendinden önceki tartışmayı içine alan hem de
yeni bir tartışma başlatan Said’in çalışması, oryantalizmi
eleştirel olarak anlamada büyük önem arz eder. Diğer
çalışmaların çoğu Marksist çerçevede biçimlendirilirken
ve evrenselci bir eleştiri getirirken; Said materyalist analizden
kaçınarak, edebi eleştirel metodolojiyi uygulamaya
ve Doğu diye adlandırılan kategoriye özel bir analiz
sunmaya çalışır.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
19. yüzyılda gelişen bir bilim dalı olan Oryantalizm,
başlangıçta Doğu insanlarının dinlerinin,
dillerinin ve tarihlerinin incelenmesi amacıyla
kullanılmıştır. Yüzyılın ortasında özellikle Theophile
Gautier’nin yazıları yoluyla bu terim, Doğu dünyasını
konu alan bir resim türü için kullanılmaya başlanmıştır. O
zamandan beri oryantalizm, Batılıların İslam dünyası karşısındaki
tavırlarını belirten genel bir terim olarak benimsenmiştir.
Günümüzde oryantalizm, kendisine yöneltilen eleştirilerin
artmasıyla Batı’nın Doğu üzerinde sistematik algı oluşturması
ve Doğu’yu sömürgeleştirmenin temelini oluşturma
faaliyetleri şeklinde tanımlanmaktadır. Şüphesiz bu tanımın
geliştirilmesinde Edward Said, “Oryantalizm” eseriyle
öncü rol oynamıştır.
Yirminci yüzyılın önemli entelektüellerinden biri olan
Edward Said, 1978 yılında yayınladığı ‘Oryantalizm’ adlı
eseriyle Doğu-Batı ilişkilerine yeni bir yorum getirmiştir.
Said’e göre Batı, bilgi-iktidar ilişkisinden hareketle kendini
tanımlamak, sömürgeci niyetlerini haklı göstermek ve bu
John Frederick Lewis,
Kahire Pazarı
Oryantalizmin kısa özeti
Edward Said’in Oryantalizm eserinde, dönemin ünlü oryantalist
yazarlarının metinleriyle Doğu’nun Batı’da temsil konusu
ele alınmıştır. Oluşturdukları çalışmalar modernliğin,
kapitalizmin, emperyalizmin kaynağı olarak eleştirel bir gözle
irdelenmiştir. Genel itibariyle oryantalizm, bu yazarların
çalışmalarında ötekileştirici, değilleyici ve ön yargılı yorumlarla
işlevini yerine getirmiştir. Edward Said’in Foucault’tan
etkilenerek post yapısal bir anlayışla ele aldığı kitapta, sorunsallaştırıcı
tarih anlayışı göze çarpıyor ve eleştiri olarak da
Batı’nın Doğu üzerinden düalist bir ayırım oluşturduğu dile
getiriliyor. Aslında bu ayırımın temelinde de sık sık kullanılan
“doğal doğaüstücülük” ibaresinden de anlaşılacağı üzere Batı
metafizik geleneği yer alıyor. Said’in temel eleştirisi, düalist
tutumun iki terim oluşturması, ikinci terimin ise ilk terimin
meşruiyetini sağlamak için var olmasıdır. İlerici-geri, gelişmiş-gelişmemiş,
akıl-hikmet gibi sınıflandırmalarda oluşturulmaya
çalışılan bir gücün yansımasıdır. Belirleyici olan
Batı’dır, belirlenen Doğu... En nihayetinde bu ikili tasnifle
Batı kendisini Doğu’yu bilmeye muktedir bir özne olarak konumlandırır.
Böylece güçlü olan Batı imajinasyonunu, hem
Avrupalı hem Doğulu zihinlere gerçeğin ta kendisi olarak sunar.
Bu açıklamalarıyla Said, Müchel Faucault’un ‘bilgi ve güç’
ilişkisine dair düşüncelerine atıf yapmaktadır.
45
SANAT TARİHİ
Oryantalist söylem basitçe sabit bir merkeze değil de merkezleme
işlemine dayanır. Farklı birçok toplumun ve kültürün
“İslam” ve “Doğu” gibi soyut özler altında homojenleştirilmesi
metaforik bir işlemdir. Oryantalizm hiç de kendini
sunduğu gibi, basitçe “Doğu üstüne bir söylem” değildir.
“Doğu” diye başka bir yer üzerine bir söylemin ortaya çıkışıdır.
Oryantalizm böyle bir yanılsamanın adıdır, hegemonik
bir işlemdir, bir merkez kurma veya merkezleşme işlemidir.
Ludwig Deutsch, Satranç, 1896
Jean Leon Gerome,
Fas Hamamı
Said, oryantalizme karşı üç ana argüman geliştirir. Birinci
olarak, oryantalizmin kendisini Doğu’nun şeffaf bir okuması
olarak sunan iddiasına karşı çıkar. İkinci olarak, oryantalistlerin
kendilerini politik olarak tarafsız ilan eden yaklaşımlarını
reddeder. Üçüncü olarak da Said, oryantalizmin
ancak emperyalizmin Müslüman toprakları işgal etmesinden
sonraki süreçte geliştiğine ve bununla birlikte oryantalizmin
de emperyal genişlemeyi meşrulaştırıp ona nasıl
disipliner bilgi zemini sağladığına dikkat çeker.
Özetle, Oryantalizm’de geçtiği üzere, oryantalistlerin dört
ana mesajı şudur:
Batı ile Doğu arasında ‘mutlak ve sistematik bir fark’ vardır.
Doğu’nun temsili, “modern oryantal gerçeklerden” ziyade
metinsel yorumlara dayalıdır.
Doğulu olan değişmezdir, tek biçimlidir, kendini tanımlama
yetisine sahip değildir.
Doğu, korkulacak veya kendisine efendilik yapılacak olandır.
Yirminci
yüzyılın önemli
entelektüellerinden
biri olan Edward
Said, 1978
yılında yayınladığı
‘Oryantalizm’ adlı
eseriyle Doğu-Batı
ilişkilerine yeni bir
yorum getirmiştir.
Said’e göre Batı,
bilgi-iktidar
ilişkisinden hareketle
kendini tanımlamak,
sömürgeci niyetlerini
haklı göstermek
ve bu amacını
gerçekleştirmek
adına hayali bir Doğu
üretmiştir.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Kaynak:
Harrison Charles ve Wood Paul, Sanat ve Kuram, 1900-2000 Değişen
Fikirler Antolojisi (2011), Küre Yayınları, İstanbul.
46
Yazar
Vecdi Uzun
Her işin başı
FELSEFE
Felsefe
Felsefe ve sanat, dünyayla birlikte evrene de anlam
vermeye çalışır. Bu aşamada filozofta var olması
gereken usa ilaveten sanatçı imgeleminin değişik
bir biçimi de felsefecide bulunur. Düşünsel eylem
temelinde çalışan sanat ve felsefenin bütünleştirme ve anlam
verme çabası, bunu daha iyi yapan bir filozof ve sanatçı
gelene kadar var ve yeterli kabul edilir. Bu nedenle sanat ve
felsefe, katman katmandır. Çalışma sürecinde hayal etmeyi
felsefeyle yapabilenin ortaya koydukları ile felsefeden uzak
bir şekilde sanat yaptığını sananların farkı, çalışmalarında
çok rahat görülebilir.
Felsefe, disiplinli bir şekilde düşünme ve bu düşüncelerle
yüksek düzeyde hayal kurma ve bu kurulan hayalleri test
ederek soyutlama yapma yeteneği gerektirir. Her türlü
düşünsel eylem, düşünmenin çalışma alanına bağlı olarak
mutlaka ‘varlık, bilgi ve değer’ parametreleri ile çalışır. İnsan,
ruhsal varlık olarak sadece görünenleri algılamakla
Marcel Duchamp,
Bisiklet Tekerleği, 1913
yetinmeyip, görünenlerle oluşan görünüşlerin arkasına
geçerek, dünyayı anlamaya ve anlamlandırmayı bilim, din,
felsefe ve sanat üzerinden gerçekleştirmeye çalışır.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Sanat ve felsefe, ilk bakışta bazı yönleriyle birbirine çok
uzak görülürken, konuyla az bile ilgisi olan sanatseverlerce
aralarında sıkı bir ilişki ve ortaklıklarının bulunduğu çok
kolayca sezilebilir. Burada konu olan sanat ve felsefenin
farklılıkları değil, her birinin diğerine ve bireyin onu anlama,
anlamlandırmaya olan katkısıdır.
İlişkiye girdiklerinin sınırlarını açan ve genişleten felsefe,
sanat çalışmasının içinde yoksa, sanat dar ve
donuk alana sıkışır. Bu çalışmalarda vasata razıysanız,
sanat adına sanatseverlere hiçbir şey anlatılmaz.
Ortada olmayan sanat eserinin varlığının
yarattığı kısır döngü, sanat yaptığını
iddia ile sanatsever cephesinde artarak devam
eder. Bunun sonucunda gerçek sanat
ile gerçek sanatçı, sanat eseri olmayan sanat
eseri karışır ve bunları yapan
da sanatçı olarak adlandırılmaya
başlar. Bizim plastik sanatımızın
en önemli sorunu budur.
Sanatta yaratıcılık sınırsız ve sonsuzdur
Sanat; kişisel hissetmeye, durumdan başkalık yaratmaya ve
yaratıcılığa dayanır. Mühendisin yaratıcılığı nasıl ideal tekrara
ve tek sonuca dayanıyorsa, sanatta yaratıcılık sınırsız
ve sonsuzdur. Sanatçının biricik ve teke ulaşma çabası, mühendis
mantığından farklıdır. Yaratıcılık, bilgi bombardımanı
altında sürekli kirlenip, temizlenmeyi gerektirir. Sanat,
temizlenmenin öznel duyguyla yansıtılmasıdır.
Kavramsal sanatçı Maurizio Cattelan, bir duvara bantla
muz yapıştırdı, herkes ayağa kalktı. Deli saçması diyenler
de oldu, konuyu ti’ye alanlar da. Çok az sayıda ortada gezinenler
oldu. Bu yansıma bana göre gayet doğal bir sonuçtur.
Her sanat akımı, ilk ortaya konulmaya başlanıldığında değil,
yıllarca tepki görmüş ve/veya reddedilmiştir. İçlerinde
kendisini anlatabilenler, sanatçıları üzerinden ayakta kalmıştır.
Bir kısmı da birkaç hamlede yok olmuştur.
Bu muz konusuna bakmak için sanatseverin önünde birkaç
tane yol var. İlk yolda, esere deli saçması denilir. Bu ve benzeri
tüm çalışmalar yok sayılır. İşte tam bu aşamada, ‘Kavramsal
sanat diye bir şey var mı, yok mu’ sorularına cevap
vermek gerekir. Vereceğiniz cevap, sizin sanat konusundaki
yerinizi de tespit edecektir.
Bir ve Üç Sandalye, Joseph Kosuth, 1965
Maurizio Cattelan, Comedian, 2019
Hemen hemen herkese bir
sanatın sanatçısı unvanının
uygun görüldüğü ortamda
Prof. Dr. Ali Osman
Gündoğan; sanatı sadece
boya sürmekten ibaret
sayan, felsefenin varlığı
ve önemini anlayamamış
olandan sanatçı olmayacağını
özellikle vurgulamaktadır:
“Bilim, sanat ve
felsefeyle tanışmayanlar ve
bu alanlara kapalı olanlar;
hamasete dayalı milliyetçilik,
efsaneye dayalı dindarlık,
romantik bir solculuk
ile hiçbir yere varamazlar.
Hatta bilimi laboratuvardan,
sanatı enstrüman çalmak
ya da boya sürmekten
ibaret görenler de ancak
teknisyen seviyesinde
kalırlar, bilim insanı ve
sanatkâr olamazlar. Kendi
odasının dışına çıkamayan
ve hayata dokunamayan
felsefecinin de filozoflukla
ilgisi olamaz.” Prof. Dr. Ali
Osman Gündoğan (*)
(*) Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan:
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü
/ Sistematik Felsefe ve Mantık
Anabilim Dalı...
İkinci yol, eseri sanat olarak kabul eder. Kavramsal sanatlar
içinde yer alır. Kavramsal sanatları; “Bu sanatlarda eğer bir
yapıt aranıyorsa, bu ancak sanatçının iletmek istediği düşünce
ve kavramdır. Kavramsal sanat, ortaya koyduğu sanatsal
üretimi alımlayıcısının seyrine sunulmuş üstün bir
meta veya fetiş olmaktan kurtarmayı amaçlayan köktenci
bir girişim olarak da tanımlanabilir. Buna göre sanat, düşünsel
bir süreçtir ve bunu görünür kılmak için fetişleşmiş
bir nesneye ihtiyaç yoktur. Düşünce nesnenin önüne geçer,
bu öyle bir ileri gidiştir ki yapıtın somut bir biçimde gerçekleşmesine
gerek kalmayabilir.
Bu bağlamda kavramsal
sanat, sanat nesnesinin
üretimini bütünüyle terk etmeyi
amaçlayan bir akımdır.
Aslında kavramın sanattaki
önemi yeni değildir” şeklinde
yorumlar ve karşımıza iki
farklı yol çıkarır: Kavramsal
sanata yapılan eleştirilere
cevap vermemeye çalışırsınız. Susar ve bir sanatsever
olarak izlemeye devam edersiniz. Yapılan eleştirilere kendinizce
açıklama getirmeye çalışarak, doğrudan kavramsal
sanat adına yapılan eleştirilere önde hedef, sonra heder
olursunuz.
Üçüncü yolda ise, kavramsal sanatı bilmeyebilir ve saçma
bulabilirsiniz. Zamanın sizin haklı olup olmadığınızı ortaya
çıkarması için kenara çekilin ve izleyin. Bu oyun yeni bir
oyun ve keskin kuralları yok. Ota da ipe de muza da sanat
dendiği ve dünyanın parasının verildiği bir algı size ters gelebilir.
Bu muzcular zaten “Mona Lisa” yaptıklarının iddiasında
değil. Onlar kendilerince kavramlar üzerinden sanat
yapıyor. Serbest bıraksalar, bu sanatçılardan kendilerine
filozof bile diyenler çıkabilir.
Bu kişileri ve yapmak istediklerini anlayabilmek için temel
felsefe, felsefe kavramları ve “Kavram Kavramı”nı birazcık
sorgulamakta yarar olduğu düşüncesindeyim. Reddedilse
bile o pisuar hâlâ zihinlerde, bu muzun kalıcılığını zaman
belli edecek. Yaşım ve bugüne kadar yaşadıklarım, bana her
şeyi reddetmek yerine esnek ve geniş düşünmeyi, sanata
ilgim ise sonsuz hayali ve yaratıcılığı birlikte götürmeyi
öğretti. Son söz; felsefe, yol, yöntem ve dil olmadan sanat
adına yapılan tüm çabalar patinajdan ibarettir.
47
FELSEFE
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
48
PLASTİK SANATLAR
Mona Lisa, Leonardo da Vinci
Galarina, Salvador Dali
Yazar
Bülent Turan
Sanat nedir,
sanatçı kimdir?
İnsanlar yıllardır bu soruları sormaktalar. Şimdiye kadar
tam aydınlatıcı bir cevap aldılar mı, bilmiyorum. Her
sanat kitabının başında bu soruyu cevaplamaya çalışan
yazarın yeni ufuklar açtığını düşünürüm, ama belki de
tek bir cevap yoktur. Bu yazımda da niyetim cevabı bulmak
değil, sanatın uçsuz bucaksız serüvenine kısaca katılmak.
kaybolan repliklerdir bir sahnede. Leonardo da Vinci Mona
Lisa’yı ömrü boyunca yatağının altında sakladı, Raffaello La
Fornarina’sını kimseye göstermedi, Salvador Dali karısı Gala’nın
resmi Galarina’yı onbeş yıl yatağının altında gizledi,
kimseye göstermedi. Sanat gerçekleştiği ve doruğuna ulaştığı
zaman sanatçıyı esir eder, güzellikleri saklar hatta.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
La Fornarina,
Raffaello
Sanat kişide önce çok özel bir yetenek ister ve sonra ölesiye
çalışmak ve hiç bir şey beklememek. Kuğu gibi güzel bir
balerinin program sonunda ayaklarının parçalanması, bir
orkestra şefinin ya da solistin ezberlediği on binlerce nota ve
işareti bir saatlik bir gösteride izleyicilere hatasız duyurması
sanatın zalim yapısındandır. Bir ressam en güzel yapıtını
kimseyle paylaşmamak için sanatın katı kurallarına uymak
zorundadır. Bir yazar, bir şair sosyal hayatını sanatın esiri
olarak ast üst edebilir. Bunların karşılığının uçup giden alkışlar
ve belki mutsuzluk olacağının garantisidir sanat. Sonunda
Sanat güzeldir. Özensizlik, baştan savma ve uydurmayı kabul
etmez. Yirminci yüzyılın başlarında Birinci Dünya Savaşı’ndan
hemen önce başlayan ekonomik krizde sanatın
güzel olma niteliği bir kenara bırakılmış ve sanayi ürünü
gibi üretilerek kısa bir süre de olsa bir takım kazanç kapıları
açılmış ve magazin isimlere sanatçı kimliği yapıştırılmıştır.
Günümüzde de dünyanın en büyük resim dahilerinden biri
olarak kabul edilen Alma Tadema’nın resimleri o dönemde
80.000 Sterlin’den 800 Sterlin’e kadar düşmüştü. Devrin
magazin sanatçıları (!) ise yeteneksizliklerinin ve sanata
saygısızlıklarının kısa süreli getirisi ile keyifli bir hayat sürmüşlerdi.
Ancak bugün gerçek güzel sanatlar insanın duygu
dünyasının baştacı olarak her şeyi ile yanımızdadır.
Kadıköy Sanat Dergisi’ni hayata geçirebilmek için ne kadar
endişeli ve ne kadar ümitli olduğumuzu anlatmak güçtür.
Elden kaçırmamıza ramak kalan muhteşem İstanbul’un son
güzel köşesi Kadıköy’ümüzün ayrıcalıklarına bir sanat dergisiyle
katkımız olsun istedik. Yalnızca dergi değil, bir eylem
planımız da olacak. Ciddi boyutlarda jürili, ödüllü sergiler,
çeşitli sanat ve edebiyat yarışmaları, sanatçılarla eğitim olasılıkları
ve sergi mekânı bunlar arasındadır.
Sevgili Kadıköylüler, kararlıyız, elimizi tutun.
50
MİMARİ
Yazar
Pınar Baltacı
Kadıköy binalarında
Sanatçı izleri
Kadıköy’ün gün geçtikçe gelişen sanatçı kimliğinin
en güzel yansımalarından biri, sanatçıların
yaşadıkları ve isimlerinin verildiği o eski
binalar ve sokaklar. Kentin entelektüel silueti
her ne kadar sanatçı eserleriyle şekillense de, binaların bu
şekillenmedeki payı kentsel yaşam dinamikleri açısından da
oldukça önemli.
Büyük sanatçıların yaşadıkları ve çalıştıkları ortamları görmek,
yer yer onların ruhsal dünyalarını yakından tanımaya
ve eserlerini daha derinden kavramaya olanak tanıyabiliyor.
Monet’ten Rodin’e, Jackson Pollock’tan Salvador Dali’ye
dünyanın en ünlü sanatçılarının bugün artık müzeye dönüştürülmüş
ev ve atölyeleri nasıl her yıl farklı ülkelerden sanatseverleri
ağırlıyorsa, ülkemizin dünyada tanınan sanatçıları
da bu müze evleriyle yerli ve yabancı birçok turiste kapılarını
açıyor. Geçmişte ve günümüzde sanatçıların evi olarak
adlandırılan Kadıköy, müze evlerinin en iyi örneklerinden
sayılabilecek iki köşkle karşımızda...
Moda’da Barış Manço Evi
Kadıköy’deki ev müzelerin en eski örneği, sevilen sanatçı
Barış Manço’ya ait. Kendine has tarzı ve samimiyetiyle
dünyayı dolaşan bu çocuk ruhlu adam, üretirken kuşkusuz
Moda’nın nostaljik esintilerinden de faydalandı. Adam
Olacak Çocuklar, dünya seyahatleri, dilimize dolanmış eski
parçalar… Barış Manço ile büyüyen bir nesil, şimdilerde çocuklarıyla
ziyaret ediyor sanatçının evini ve tüm yaşanmışlıklarını.
Manço’nun ölümünden sonra Halk Bankası’nın
desteğiyle Kadıköy Belediyesi tarafından alınarak restore
edilip, 2010 yılında “Barış Manço Evi” olarak yeniden açılan
evi sadece bir yılda ortalama 40 bin kişi ziyaret ediyor. Yurt
içi ve yurt dışından birçok Manço hayranını ağırlayan köşk,
sık sık duygusal anlara da sahne oluyor.
Köşkün Barış Manço izleri
19. yüzyıldan kalan tarihi köşk içindeki Barış Manço Evi’nin
kapısında sizleri Manço’nun gülümseyen yüzü karşılıyor,
hemen akabinde de çok iyi bildiğimiz parçaları… Köşkün
giriş katında dikkat çeken ilk obje, Barış Manço’nun Avusturya’dan
aldığı ve “O benim rüyam” dediği piyanosu… Bunun
yanında sanatçının birbirinden ilginç ve kendine has
kıyafetleri de yine giriş katta sergileniyor.
Girişin ardından iki kata daha sahip olan müzenin
birinci katı, yatak odası ve misafir odalarından oluşuyor.
51
MİMARİ
Unutulmaz sanatçının diş fırçası ve tıraş takımı, yatak ve
armut ağacından yapılmış özel gardırobu bu katta meraklılarını
beklerken, ikinci kat çocuk odalarına ayrılmış.
Doğukan ve Batıkan Manço’nun odalarının yer aldığı bu
katta Batıkan Manço’nun odası, “Adam Olacak Çocuk”
teması ile döşenmiş ve sanatçının çekimlerde kullandığı
ekipman buraya yerleştirilmiş. Odayı gezerken diğer yandan
duvara yerleştirilmiş bir ekrandan programın geçmiş
bölümlerini izleme olanağınız da bulunuyor. Köşkün en
çok dikkat çeken kısmı ise alt kat. Burası bir Şövalye Odası
olarak düzenlenmiş. Döneme ait eşyaların bulunduğu
odada Belçika Kraliyet Ailesi tarafından şövalyelik unvanı
verilen Barış Manço’nun resim yaparken kullandığı malzemeleri
görebilirsiniz.
Feneryolu’nun yeni konuğu Haldun Taner
Kadıköy Belediyesi, Kadıköy’ün binalarında iz bırakan
sanatçıların anısını Haldun Taner’in Feneryolu’ndaki
evini müzeye dönüştürerek yaşatmaya devam ediyor.
Türk tiyatrosunun duayeni, Türkiye’de epik tiyatro türü
ve kabare tiyatrosunun öncüsü Haldun Taner’in müzeye
dönüştürülen evi ziyaretçi akınına uğrarken, tiyatro
duayenlerine yeni bir buluşma alanı da yarattı.
Kadıköy Belediyesi’ne ait olan, Fenerbahçe Mahallesi’ndeki
ikinci derece tarihi eser niteliğindeki bina, restorasyonu
yapılarak müze evi hâline getirildi. Usta yazarın 103. yaş
gününde açılışı yapılan Haldun Taner Müze Evi, büyük yazarın
eşi Demet Taner, yakın dostları Metin Akpınar, Gülriz
Sururi, Can Gürzap, Mustafa Pilevneli, Salih Kalyoncu ve
Kadıköylülerin katılımıyla hizmete girdi.
Hikâye ve oyun yazarlığı kursları
Fenerbahçe Mahallesi’nde 117 yıllık tarihi binada yer alan
Haldun Taner Müze Evi’nde, yazarın kişisel eşyaları ve eserlerinden
örnekler sergileniyor. Haldun Taner’in kitapları,
daktilosu, meşhur şapkası, atkısı gibi eşyaların görülebildiği
binada, edebiyat ve tiyatro sanatına dair etkinlikler de
gerçekleştiriliyor. Müze Evi’nde özellikle genç yazarlar için
hikâye ve oyun yazarlığı kursları düzenleniyor.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
52
Doğru peyzaj, mutlu yaşanacak şehirler kurmanın anahtarlarından biri.
Ancak İstanbul bu konuda parlak bir karneye sahip değil. Azalan yeşil alanlar,
yetersiz altyapı, bakımı yapılmayan parklar… Prof. Dr. Cemil Ata, yaşanabilir bir
İstanbul için peyzaj konusunda yapılması gerekenleri anlatıyor.
MİMARİ
Yazar
Esra Açıkgöz
Yaşanabilir bir kent için
Doğru peyzaj şart
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Prof. Dr.
Cemil Ata
İstanbul; Boğaz’ı, ormanları, koruları, tarihe meydan okuyan
yapıları, birçok kültürü üzerinde taşıyan mimari kimliğiyle
dünyanın en güzel şehirlerinden biri... Ancak her geçen gün
azalan yeşillikleriyle insanların daha çok betona sıkıştığı bir
kent hâlini alıyor. Yağmur yağmayadursun, yollar su taşkınlarıyla
kapanıyor. Bu gidişata dur demek mümkün. Bunun en önemli yollarından
biri ise doğru peyzajdan geçiyor. Kent ve peyzaj üzerine
araştırmalar yapan, kitaplar yazan, son 20 yıldır İstanbul peyzajını
inceleyen Yeditepe Üniversitesi Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı
Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Ata, bunun için
yapılabilecekleri bakın nasıl anlatıyor...
İnsanların mutlu yaşayacakları mekânlar oluşturma çabasında
peyzaj önemli bir yere sahip. Ancak Türkiye’de ne yazık ki pek de
önem verilmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Peyzaj mimarlığı mesleğinin en önemli görevi, “insanları daha
53
bakışımızı değiştirmek için öncelikle çok şey değiştirmemiz
gerekir. Ortaöğretimdeki dünya sıralamasında alt sıralardan
ortanın epeyce üzerine çıkmadıkça, din eğitimini öne
çıkarıp fen ve matematik eğitimini geri attıkça, dünya üniversitelerinde
ilk 100’e veya 500’e giren üniversitelerimizin
sayısını arttırmadıkça, insan haklarını ve demokrasimizi
güçlendirmeye gayret etmedikçe, peyzaj alanlarına önem
veren bir ülke olamayız.
MİMARİ
mutlu mekânlarda yaşatmak...” Yaşam alanlarını çok iyi tasarlamak,
planlamak, uygulamak, bu alanlarda güzellikler
oluşturmak ve devamını sağlamak için de bakımını yapmak.
Ancak Türkiye’de mekânları tasarlama ve planlama
konusunda başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değil.
Planlanan alanlarda, başarılı bir uygulama konusunda da
çok iyi olmadığımızı hemen her yerde görüyoruz. En kötü
olduğumuz konu ise peyzaj bakım teknikleri. İyi tasarlanmış,
planlanmış ve güzel uygulama yapılmış alanlarda bile
devamlılığı sağlamamız mümkün olamıyor.
Neden?
Birincisi, peyzaj bakım tekniklerini yeterince bilmiyoruz.
İkincisi ve en önemlisi de devamlılığı sağlayacak iyi eğitimli
teknik ekibimiz yok. Peyzaj bakım ekibi asgari ücret bile alamayan,
en az eğitimli insanlardan oluşur. Peyzaj mimarlığı
bölümlerinin çoğunda, peyzaj bakım teknikleri veren ders
bile bulunmuyor. Ağaçlar, çalılar, güller ne zaman budanır,
çim nasıl yapılır, toprak nasıl hazırlanır, sulama-gübreleme-istenmeyen
otlarla nasıl mücadele edilir... Tüm bunların
eğitimini yeterince almamış, bir ders bile görmemiş bir peyzaj
mimarının başarılı bakım yapamayacağını anlamamız
zor değil. Yollarımız, trafiğimiz, binalarımız, kentlerimizi
planlamamız, sinema ve tiyatrolarımız, eğitim düzeyimiz,
okullarımız ve üniversitelerimiz, hastanelerimiz, eğlence
alanlarımız, sanayiimiz, fabrikalarımız, politikacılarımız,
peyzaj alanlarımız, özetle her şeyimiz birbirine benzer düzeyde
ve kalitede.
Bu nasıl değiştirilebilir?
5-10 seçim kaybettiği hâlde parti başkanlığını bırakmayan
politikacıların olduğu bir ülkede, tüm kanunların en üst düzeyde
çıkarılması mümkün mü? Üniversite eğitimi boyunca
“çim” dersini almamış bir peyzaj mimarının çok kaliteli bir
çim yapabilmesi beklenebilir mi? Eğitimsiz bahçıvanlardan
çok iyi peyzaj bakım çalışmasını beklemek doğru mu? Yani
her şey birbirine bağlı ve benzer... Kentlerimizin ve yollarımızın
planlanmasına, ulaşım ve trafik düzenlemesine,
eğitim düzeyimize ne kadar önem veriyorsak, peyzaj alanlarımıza
da o kadar önem veriyoruz. Bu nasıl değiştirilebilir
diye soruyorsunuz. Çok zor... Ülkemizde peyzaj alanlarına
Yıllarını bu işe vermiş Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı
olarak, İstanbul’u bu konuda nasıl değerlendirirsiniz?
Olması gereken düzeyin çok çok altında. Tasarım ve planlaması
yetersiz, birçok yanlış var. Şevlerde ve refüjlerde yanlış
bitkilendirme ve sulama yapılıyor, bu nedenle trafik kazalarına
ve ölümlere neden olunuyor. Çim alanlarda kalite çok
düşük. Uygun çim türleri seçilemiyor, sulamalar ve diğer
bakım teknikleri hatalı. Budamayla bitkiler güzelleştirilir,
bizde güzel ağaçlar katlediliyor. Yüzeysel drenaj baştan sona
hatalı... Aşırı yağışlarda arabalar alt geçitlerde sular içinde
kalıyor, ana yollarda dereler gibi sular akıyor ve trafik felç
oluyor. Bunun sonucunda mal ve can kayıpları yaşanıyor.
Kent korularında bakım çalışmaları tamamen yanlış... Peyzaj
alanlarının sulama çalışmaları uygun teknikle yapılamıyor.
Kentsel yeşil alanların genişletilmesi gerekirken, her
geçen gün azaltılıyor ve kentler beton yığınına dönüşüyor.
“Yeşil Kuşak Alanları”, “Botanik Bahçeleri” ve “Arboretumlar”
oluşturmanın önemi üzerinde durulmuyor. Yeşile hasret
kent insanlarının her geçen gün sağlığı bozuluyor, stresli
ve mutsuz bir yaşama itiliyorlar.
Bu sorunları çözmek için ne yapılmalı?
Bu hataları düzeltmek zor veya imkânsız değil, bu peyzaj mimarlarının
görevi. Bilim ve tekniğe uyarak çalışmak yeterli...
İYİ BİR KENT PEYZAJI İÇİN…
Prof. Dr. Cemil Ata’ya göre, iyi bir kent peyzajı için
geniş yeşil alanlar şart. Özellikle kentsel dönüşümlerde
bunun yaratılması ve sokakların park alanı
olmaktan kurtarılması gerektiğini söylüyor. Tabii ki
bu kadar değil, geri kalan birkaçını da şöyle sıralıyor:
- Her şiddetli yağıştan sonra yollarda dereler gibi sel
suları akmamalı, arabalar sular içinde kalmamalı.
- Kent ağaçları sürekli gençleştirilmeli. Budama
adı altında ağaçlar öldürülmemeli. Fırtınayla
devrilme ihtimali olanlar temizlenmeli.
- Çim alanlar bakımlı, gerçekten güzel görünüşlü
yani sağlıklı çim olmalı.
- Renkli ve çiçekli bitkilere özenle yer verilmeli.
- Yeşil alanlarda spor sahaları da olmalı.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
55
SİNEMA
Yazar
Pınar Baltacı
Beykoz Kundura Fabrikası
sinemaya adandı
Buse Yıldırım
Endüstriyel kültür mirasını koruma
politikasına güzel bir örnek
olarak Anadolu yakasının
kültür-sanat kimliğine büyük
katkılar sunan Beykoz Kundura, deri ve
ayakkabı fabrikası geçmişinin ardından günümüzde
modern bir sanat merkezi olarak
faaliyet gösteriyor. Beykoz Kundura’nın
kültür-sanat kimliğini oluşturmak üzere fikir
üreten bir kültür girişimcisi ve belgesel
sinema/video sanatçısı olan Buse Yıldırım,
2014 yılından bu yana Beykoz Kundura’da
birbirinden yeni projelere imza atıyor.
Mekânın kazan dairesinin düzenlenmesini
sağlayarak bu alanda Kundura Sinema’nın
kurulması fikrini geliştiren Yıldırım, aynı
zamanda Beykoz Kundura’nın geçmişine
dair bilgi ve anıları canlı tutmak adına bir
de hafıza projesini hayata geçirmiş.
Festival tadında tematik film
günleri, Kundura Sinema’da!
Geçmişinde deri ve ayakkabısı fabrikası olarak
kullanılan Beykoz Kundura Fabrikası binası,
bugünlerde endüstriyel kültürün simgesi
olarak kültür ve sanata adanıyor. Uzun
uzadıya bir hikâye olan Beykoz Kundura’nın
kahramanlarından biri olan Kundura Sinema’nın
tarihinin de eskilere dayandığını ifade
eden Buse Yıldırım, yeni sinema projesine
ilişkin şu bilgileri verdi:
“Kazan dairesinin, fabrikanın dönüşüm
sürecinde uzun bir süre aslında fabrika çalışanlarının
özellikle katılım gösterdiği bir
sinemasının olduğunu yeniden keşfettik.
Beykoz halkının da heyecanla katıldığı bu
gösterimlerde, özellikle Amerikan Western
filmlerinin izlendiğini öğrenmek bizleri epey
heyecanlandırdı. Yeni hikâyeler kurarken aslında
geçmişi keşfetmek, Kundura olarak ne
kadar doğru yolda ilerlediğimizi hissettirdi.
Bir yandan kazan dairesinin restorasyon
çalışmaları devam ederken, festival tadında
Tematik Film Günleri düzenledik. Her ayın
son cuma günü, Hollywood klasiklerini özel
ikramlar eşliğinde seyrediyoruz. Sanatçı
filmleri seçkilerimiz veya animasyon gösterimlerimiz
de programda yer alabiliyor. Önümüzdeki
aylarda görsel antropoloji sinemasını
tanıtan ücretsiz seminer ve film dizimiz
olacak. Ayrıca, 90’lı yılların bir televizyon
klasiği olan Pazar Sinema Kulübü konseptinde,
o dönemden filmleri seyredeceğiz.”
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
56
KİTAP
Yazar
Esra Açıkgöz
Feyza Hepçilingirler:
Yazmak büyükannelik görevim
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Feyza Hepçilingirler,
20 yılını Türkçe’nin
kötü kullanımını
engellemek
için mücadeleyle geçirdi.
Öyküden incelemeye, şiirden
denemeye birçok türde eser
verdi. Ancak son zamanlarda
tüm vaktini çocuklara
ayırıyor. Onların dünyasına
renk kattığı son kitabı “Bay
Baykuş ile Bilge Kuş”, İthaki
Yayınları’ndan çıktı. Çünkü
ona göre, yazmak biraz da
büyükannelik görevi. Bakın
kendisi kitabını ve yazma sürecini
nasıl anlatıyor...
Kitap, önyargılar yüzünden sevilmediğini
düşünüp başkası olmaya çalışan bir baykuşla ilgili.
Bilge Kuş, ona özel ve biricik olduğunu gösteriyor.
Bu hikâyeyi nasıl buldunuz?
Bazı batıl inançları çocuklardan uzak tutmak, yersiz düşüncelere
kapılmalarını önlemek istedim. Ayrıca çocuklara; “Senin
benzerin yok. Adını taşıyan birçok kişi de olabilir ama sen
biriciksin” mesajını vermeyi amaçladım. Her birinin farklı
özellikleri var ve onun algılanmasını istiyorlar. Onlar, sanıldığının
aksine çok dikkatli okuyor, büyüklerden iyi algılıyor.
Son yıllarda hep çocuk kitabı yazmanızın nedeni bu mu?
Son altı yıldır 20-25 çocuk kitabı yayımladım. Yazarken insanın
kendini çocuk yerine koyması, onun gözüyle bakmaya
çalışması çok eğlenceli. Belki de çocuk kitabı yazmaktan
vazgeçemeyişimin nedeni bu. Öykülerim ve Türkçe ile ilgili
çalışmalarımdan sonra tekrar çocuk kitaplarına yönelmemi,
çocuklarla iletişimimi sağlayan torunlarım oldu. Onlar ilham
kaynağım. Onlara bir şeyler anlatırdım, tekrar isterlerdi.
Bunları yazmam lazım dedim. Bir büyükanne olarak anı bırakmak
istiyorum, torunlarımın beni unutmamalarını sağlamayı
arzuluyorum.
İnsanlar çocuk kitabı yazmanın kolay olduğunu sanıyor.
Oysa her kelimenin seçimi çok önemli... İçinde ensesti,
şiddeti olumlayan birçok kötü örneği görüyoruz.
Sizin dikkat ettiğiniz ilkeler neler?
Öncelikle kendimi öğretmenlikten uzak tutmaya çalışıyorum,
çünkü 41 yıl öğretmenlik yaptım. Sonra onları küçümsemiyorum,
çocukların zekâsına güveniyorum. Zihinlerine
bir soru ekmeye çabalıyorum. Biliyorum ki o tohum büyüyecek.
Belki benim bulduğumdan daha kapsamlı yanıtlar
bulacaklar. Ayrıca dile çok önem veriyorum. Çok kısa, basit
cümleler kullanmıyor, Türkçe’nin olanaklarını fark ettirmeye
çalışıyorum. Masallarda kız çocukları hırpalanıyor. Buna
yönelik bilincin yaygınlaşmasına yardımcı olmayı görev sayıyorum.
“Masal Bozan Feride Teyze” ile prens bekleyen kız
çocuklarına “Kalk, ayakların üzerinde dur” diyorum.
Yeni projeleriniz neler?
Türkiye’nin yöreleri pek
bilinmiyor. İstiyorum ki çocuklar
hem mektup diye bir
türle tanışsın, hem de farklı
kültürlerin nasıl bir araya
gelebileceğini görsün. Mesela
torunuma Ardahan’dan
bir mektup arkadaşı buluyormuş
gibi bir kitap yazdım.
Kolej çocukları da Ardahan’da
nasıl yaşanıldığını
anladı. “Ayvalık’tan Gelen
Mektup” da çıktı. Bunu yedi
bölgeye yaymak istiyorum.
DOĞRU KİTABI
SEÇMEK İÇİN...
Çocuk kitabı seçiminde
büyüklere görev düşüyor. Öğretmen
de veli de okumadan
çocuğun eline kitabı tutuşturabiliyor.
Önce büyükler, çocuğun
duyarlılıklarını dikkate
alarak kitabı okumalı. Çocuğu
hayata hazırlıyoruz, tabii ki
bütün konuları öğrenecek
ancak yaşı geldiğinde. Yayınevlerinde
pedagog, psikolog
çalıştırılabilir. Ben de bazen
ihtiyaç duyuyorum.
DAVET EDİYORUZ...
Alanında uzman,
öğrenmeyi ve öğretmeyi seven bir ekip ile
sizleri de üretmeye davet ediyoruz…
Paylaşmayı ve dayanışmayı esas alan; sanatla ve edebiyatla yoğrulmuş zamanlar yaratmak,
yaşadığımız hayata bir anlam katmak amacıyla açtığımız Kadıköy Atölye’de
felsefe, edebiyat, sinema, tiyatro ve sanatla buluşmak için bir aradayız.
0216 338 03 38
0554 168 01 68
Caferağa Mah. Kadife Sokak
No: 40 Moda/Kadıköy/İstanbul
Kadıköy Atölye
kadikoy_atolye
bilgi@kadikoyatolye.com
58
AKTÜEL
2020 takvimine yansıyan
Sanatsal fotoğraflar
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Dünyaca ünlü Hahnemühle Fineart kâğıtlarının
Türkiye distribütörü Art Boya, 2010’dan
bu yana gelenekselleşen takvimlerine bu yıl
da devam ediyor. Ülkemizin tanınmış sanatçılarının
eserlerini hazırladığı takvimler
aracılığıyla sanatseverlerle paylaşan Art Boya’nın
Hahnemühle 2020 Takvimi, ocak ayı
itibariyle sanatseverlerle buluştu.
Art Boya-Hahnemühle takvimleri; içeriğinin
zenginliği, sıradışılığı ve Hahnemühle özel
kâğıda Fineart baskısıyla koleksiyon değeri
taşıyor. Art Boya Eğitim Koordinatörü Neşe
Köymen, konuyla ilgili açıklamada şunları
ifade etti: “2020 yılı takvimimiz, ülkemizin
ve dünya fotoğrafının önemli isimlerinden
Sedat Pakay’ın 13 fotoğrafından oluşmakta.
Fotoğraflar dünyanın önemli fotoğrafçı, edebiyatçı,
ressam, yazar ve sinema oyuncularına
aittir. Bir kapak fotoğrafı ile yılın 12 ayı
için her sayfada ayrı bir fotoğraf kullanılmıştır.
Yayın koordinatörlüğü, önemli fotoğraf
sanatçılarımızdan Tahsin Aydoğmuş tarafından
yapılan ve 1050 adet basılan takvime sanatseverlerin
gösterdiği ilgiye teşekkür eder,
herkesin yeni yılını kutlarız.”
Sedat Pakay’ın 2020 takviminde
yer alan fotoğraflar şu şekilde:
• KAPAK – Edward Steichen (Fotoğrafçı) 1967
• OCAK – Jane Alexander (Aktrist) 2009
• ŞUBAT – Andy Warhol (Ressam-Film Yapımcısı) 1974
• MART – Gordon Parks ve Oğulları (Fotoğrafçı) 1970
• NİSAN – Mark Rothko (Ressam) 1968
• MAYIS – André Kertész (Fotoğrafçı) 1968
• HAZİRAN – Doris Lessing (Yazar) 1991
• TEMMUZ – Robert Motherwell (Ressam) ve
eşi Helen Frankenthaler (Ressam) 1967
• AĞUSTOS – Walker Evens (Fotoğrafçı) 1967
• EYLÜL – James Baldwin (Yazar) 1970
• EKİM – Ara Güler (Fotoğrafçı) 1965
• KASIM – Saul Steinberg (Karikatürist-Ressam) 1968
• ARALIK – Aliye Berger (Ressam) 1964
SEDAT PAKAY HAKKINDA
Sedat Pakay, 1945 yılında İstanbul’da doğdu.
ABD’de Yale Sanat Okulu’nda eğitim gördü. Bir
süre Türkiye’de reklamcılıkla uğraştıktan sonra
1966 yılında New York’a yerleşti. 80’li yılların
sonunda Hudson Film Works adlı yapım şirketini
kurdu. Amerika’da fotoğrafçılığın yanı sıra
PBS için filmler çekmeye başladı. Amerika’nın
en önemli fotoğraf sanatçılarından biri olarak
kabul edilen Walker Evans’ın hayatına ilişkin tek
belgeseli çeken kişi olarak tarihe geçti. MoMA,
Metropolitan Müzesi gibi dünyanın en saygın
sanat kuruluşlarının koleksiyonlarında eserleri
bulunan fotoğraf sanatçısı, film yapımcısı Sedat
Pakay, 71 yaşında uzun yıllardır yaşadığı New
York’ta yaşama veda etti.
Mercan Selçuk Dans Topluluğu’ndan
‘Babamın Şarkıları’
Mercan Selçuk, üç nesil sanat yolculuğunu
‘Babamın Şarkıları’ isimli sahne performansıyla
yaşatıyor. Dedesi Üstat Münir
Nurettin Selçuk ve babası Timur Selçuk’un
eserlerini Mercan Selçuk Dans Topluluğu aracılığıyla izleyicilerle
buluşturan sanatçı, bu vesileyle ailesinden gelen geleneği
gözler önüne seriyor.
59
PERFORMANS
‘Babamın Şarkıları’ bale gösterisinde, Klasik Türk Musikisi’nde
devrim yapmış bir üstat olan Münir Nurettin Selçuk’un
yanı sıra bu kaynaktan hafif müzik, reklam ve film
müzikleri, tiyatro müziği, müzikal, opera ve bale müziği,
Batı müziği ile Türk musikisinin doğal ruhlarını bozmadan
eserlerini oluşturan Timur Selçuk’un üretimlerini dansla
harmanlayan Mercan Selçuk, tüm bu manevi sanatsal birikime
de sahip çıkarak, yeni bir modern dans eserini seyirciyle
buluşturuyor. Zorlu PSM’de 2 Mart’ta prömiyerini
yapacak olan ve 16 Mart 2020 tarihinde Kadıköy Belediyesi
Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek gösterinin
tüm koreografisi Mercan Selçuk’a ait.
“Bale nefes almak, su içmek gibi”
‘Babamın Şarkıları’ sahne performansının yanı sıra dans
yolculuğunun başladığı yılları da değinen Mercan Selçuk,
Mercan Selçuk Dans Topluluğu’nun ortaya çıkış sürecini
de dergimize şu sözlerle anlattı: “İstanbul Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü ile başladı bale yolculuğum.
Kısa bir yurt dışı deneyiminin ardından Türkiye’ye
dönerek, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda
eğitmenliğe başladım. Yıllar sonra ise tüm birikimimi bir
araya getirerek, Mercan Selçuk Modern Dans Topluluğu’nu
kurdum. Bale sanatı, fiziksel ve ruhsal olarak zor bir
iş... Çok ciddi bir motivasyon gerekiyor ama öyle bir aşk
ki nefes almak, su içmek gibi... Nasıl su içmeden yaşayamıyorsak,
gerçek bir sanatçı için de bu böyle. Hangi dalı
seçerseniz seçin durum böyle...”
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
60
GALERİLER
Yazar
Pınar Baltacı
47 yıllık hikâye:
Seven Sanat Galerisi
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Tam 47 yıl önce Kadıköy’de kapılarını açan Seven
Sanat Galerisi, geçen yıllara ve değişen Kadıköy
profiline inat Moda Caddesi’ndeki yerini koruyor.
Babasından kendisine miras kalan çerçevecilik
işini zamanla sanat galericiliğine evrilten İsmail Hakkı
Seven ile Seven Sanat Galerisi’nin Kadıköy’ün bugünki
misyonuna olan katkılarını konuştuk. Kadıköylüleri resimle
tanıştırmak gibi bir görev de üstlenen galeri, hâlâ sanatın
kapısını Kadıköy’de açan önemli bir merkez...
İsmail Hakkı Seven’in kendisini yeniden yaratmak adına
çıktığı yolculuk Kadıköy’e doğru evrilirken, 2020’li yıllarda
görüyoruz ki Kadıköy’ün yaratımına da büyük katkılar
sunan önemli adım olmuş: “Babam Avrupa yakasında, Osmanbey’de
çerçeve işleriyle ilgileniyordu. Askerden dönünce
babamın işinde çalışmak yerine kendi kendimi yeniden
yaratmayı tercih ettim. O dönemler Boğaz Köprüsü dahi
henüz yapılmamıştı. Radikal bir kararla mesleki yaşantıma
Kadıköy’de devam ettim. Babamdan öğrendiklerimle
Kadıköy Moda Caddesi’nde önce çerçevecilik işine giriştim,
ardından bunun doğal sonucu olarak Seven Sanat Galerisi
hayata geçti. Çünkü dönemin
önemli sanatçılarından
Bedri Baykam,
Nuri İyem, Arif Çelebi
gibi isimlerin tablolarına
çerçeveler yapmaya
başlamıştık. Bir süre
sonra o resimleri galeride
sergileyerek sayılı
galeriler arasında yerimizi
aldık ve Kadıköylülerle
buluştuk. Ve tam
47 yıldır aynı sokakta
çalışmalarımızı sürdürüyoruz.”
Yıllarca sanatseverleri resimle buluşturdular
Seven Sanat Galerisi’nin yanı sıra Dudullu’da çerçeve imalatına
yönelik fabrikalarının da bulunduğunu ifade eden Seven,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Çerçeve satışlarımız devam
ediyor. Aynı zamanda resim dersleri verdiğimiz bir de dershanemiz
var Moda Caddesi’nde. İlk kurulduğumuz zamandan
bu yana Libya, Dubai gibi çok çeşitli ülkelerin krallarına
özel işler yaptık. Türkiye’de o zamanlar imalatçı çerçeveci olmadığı
için sektörel bir boşluğu doldurduğumuzu söyleyebilirim.
Sanat galerisi işine girişmemizin ardından toplumda
resim satın alma algısının olmadığını fark ettim. Böylelikle
halkı resimlerle tanıştırmak gibi bir misyon da yüklenerek,
ressamlar ile sanatseverleri buluşturmaya başladık.”
“Geçmişin galerileri bugünün
Kadıköy’üne yön verdi”
Bugün bir hayli kalabalık olan Moda Caddesi’nden 40 yıl
önce tüm gün parmakla sayılacak kadar az kişi geçtiğini
ifade eden İsmail Hakkı Seven, günümüzün Kadıköy’ünü
şu sözlerle yorumladı: “Bizlerin yıllar önce hayata geçirdiği
galeriler, bugünkü Kadıköy’e yön verdi. Günümüzde çok sayıda
sanatçı, çalışma ve yaşam alanı olarak Kadıköy’ü tercih
ediyor. Ancak bazı sanatçılar eserlerini galeri aracılığıyla değil,
direkt kendi atölyelerinden satışa çıkarıyor. Bu dünyanın
hiçbir yerinde olmayan bir sistem... Çünkü sanatçının
parayla işi olmaz, olmamalıdır da… Doğru olan herkesin bir
ya da birkaç galeriye anlaşması...”
Seven Sanat Galerisi, bugünlerde Moda Deniz Kulübü’nde
yepyeni sergilere imza atıyor. Bünyesindeki sanat
eserlerini Moda Deniz Kulübü’nde sergileyen galeri, böylelikle
mekânı ziyaret eden İstanbullulara harika bir sanat
ziyafeti de sunuyor.
70’li yıllar Bağdat Caddesi’nin havasını solumuş bir kuşağın temsilcisi olarak,
Kadıköy ve İstanbul’umuz gündemindeki sergi/sanat faaliyetlerini konu alıp,
binlere ulaşmış üyesi ile beş senedir sanal platformda hizmet veren grup;
Cadde “Sanat 70” Grubu
61
AKTÜEL
“Sanat 70” grubu
üyelerinin kendi
aralarında ve “Öz
Kadıköylüler” grubu
üyeleri ile yaptıkları
ortak toplantı
görünümleri, 2017-
2019 (Fotoğraflar:
Emin Küçükserim)
Kadıköy’de doğmanın ve de Kadıköylü olmanın
ayrıcalığına sahip, 70’li yılların cadde havasını
solumuş, caddenin tadını çıkarma şansı bulmuş
bir kuşağın temsilcisi olarak, Kadıköy ve
İstanbul’umuzda gündemde olan sergi/sanat faaliyetleri
başta olmak kaydıyla; edebiyat, felsefe, sanat, sanat tarihi,
Yunan ve Roma mitolojileri konulu gönderilere genişçe yer
verilmek amacı ile kurulmuş olan “Sanat 70” grubu, yaklaşık
5 senedir sanal platformda sayısı 1100’lere ulaşmış üyesi ile
hizmet vermekte.
Eski bir Kızıltoprak/Kalamış’lı olarak gençliğini buram buram
Bağdat Caddesi’nde yaşamış olan şiir ustamız, kendi
tanımıyla “şiircimiz” Mustafa Semih Uzuner tarafından
7 Haziran 2014 tarihinde kurulan grubun adı da, bu nedenle
kurucu yöneticinin 70’li yıllar Bağdat Caddesi genci olmasından
gelmekte. Grubun başında yer alan bir diğer yönetici
Gülcihan Üstüner Ergüngör, kuruluşun altıncı ayından bu
yana sayfanın işleyiş ve faaliyetlerini takip etmekte.
Sanatkâr ve sanatsever birçok üyeden oluşan “Cadde Sanat
70” Facebook sayfasında; plastik sanatlar ve çeşitli dallarda
koleksiyon sergileri kapsamında etkinliklerin açılmasına özen
gösterilmesinin yanı sıra yöredeki her türlü sanat faaliyetlerine
toplu olarak katılış da yine bu grubun ana aktiviteleri
arasında yer almakta. Alışılmış klişe ve ritüellerden
uzak, sanata, sanatçıya ve işlediği konulara duyarlı,
özenli, saygılı, rafine paylaşımların yapılması ise, gruba
özel bu sayfanın olmazsa olmaz prensiplerinden.
Devrim Öztaş, Serap Mutlu Akbulut, Uğur Akdora,
İstanbul Filarmoni Derneği Başkanı Alp Altıner, Tenor-Devlet
Opera Balesi Sanatçısı Efe Kışlalı, Piyanist
Eğitmenler; Görol Başol, Hüseyin Sermet, Sibel
Tanju, Şevki Karayel, Çellist Mehmet Mestçi, Klasik
Türk Musikisi Sanatçıları Mehmet Bülent Çimentepe,
Hilal Çalıkoğlu, Seramik Sanatçısı Dr. Bülent
Şavkın, Görsel Sanatlar Vakfı (GÖRSAV) Başkanı
Levent Çizer, Seramik Sanatçısı/Artist Designer Seran
Kayserilioğlu Otterson, Heykel Sanatçısı Maria
Dimitrova Kılıçlıoğlu Baraz, Ressamlar; Füsun Sun
Kuseyrioğlu, Filiz Işılay, Türkan Gündoğdular, Selçuk
Toğul, Mine Çallıoğlu, Fotoğraf Sanatçısı Emin
Küçükserim, Gezgin/Belgesel Gezi Fotoğrafçısı Deniz
Dağaşan ile Araştırmacı Yazar/Koleksiyoner Dr.
R. Sertaç Kayserilioğlu ve Şair Mustafa Semih Uzuner,
bu gruba gönül vermiş olan ilk değerli sanatçı
üyelerden sadece bir bölümü.
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Sayfaya üyelik müracaatı için:
www.facebook.com/groups/274541402725929/?ref=bookmarks
62
INDEX
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Anadolu Yakası
Sanat Galerileri
ADALAR
Büyükada Anadolu Kulübü
Tel: 0216 382 68 30
Adres: 23 Nisan Caddesi No: 44
Büyükada
www.anadolukulubu.com
BEYKOZ
Beykoz Belediyesi Ahmet Mithat
Efendi Kültür Merkezi
Tel: 0216 465 88 21
Adres: Anadolu Hisarı
MMM Migros Yanı, Beykoz
www.beykoz.bel.tr
KADIKÖY
Artev Sanat Galerisi
Tel: 0216 449 46 75
Adres: Fenerbahçe Mh.
Kuru Kahveci Sk.Onur Ap. No:3 D:11
Asfalt Sanat Galerisi
Tel: 0216 418 08 06
Adres: Bahariye Cad.
Canan Sok. No: 51 Kat:-1 Kadıköy
www.asfaltartgallery.com
Bahariye Sanat Galerisi
Tel: 0216 414 55 06
Adres: Caferağa Mah. Kadife Sok.
Kızıltunç Apt. No:1/1 Kadıköy
www.bahariyesanat.com
Bakraç Sanat Galerisi
Tel: 0216 362 18 26
Adres: Kozyatağı Mah. Sinan Ercan
Cad. Öztor Sitesi No:38 Kadıköy
www.bakrac.com
Barış Manço Kültür Merkezi
Tel: 0216 418 16 46
Adres: Caferağa Mah. Moda Cad.
Nailbey Sok. Kadıköy
www.kadikoy.bel.tr
Büyük Kulüp Sanat Galerisi
Tel: 0216 302 42 72
Adres: Cemil Topuzlu Cad. No:42
Çiftehavuzlar - Kadıköy
www.buyukkulup.org.tr
Caddebostan Kültür Merkezi
Tel: 0216 386 26 81
Adres: Bağdat Caddesi Haldun Taner
Sk. No: 11 Caddebostan - Kadıköy
www.kadikoy.bel.tr
Bilim Sanat Galerisi
Tel: 0216 349 26 10
Adres: Moda Cad. Lütfü Bey Sok.
No: 5/A Moda - Kadıköy
Dega Sanat Galerisi
Tel: 0216 373 32 00
Adres: Bağdat Caddesi No:436
Suadiye - Kadıköy
www.degasanat.com
Eva Sanat Galerisi
Tel: 0216 356 15 39
Adres: Suadiye Mahallesi
Küçükağa Sk. No:4 Kadıköy
www.evasanat.com
Galeri Mod
Tel: 0532 644 10 42
Adres: Cemal Süreya Sokak No:39 Kadıköy
www.galerimod.com
Gallery 11.17
Tel: 0216 803 44 17
Adres: Gökçe Sok. No:11/A
Caddebostan - Kadıköy
www.gallery1117.com
Galeri ARK
Tel: 0216 369 49 00
Adres: Cemil Topuzlu Cad. Kaya Apt.
No:49 Göztepe - Kadıköy
www.galeriark.com
Galeri FE
Tel: 0216 368 03 78
Adres: Cemil Topuzlu Cad. Kutmen Apt.
No:60/2 D:4 Çifteheavuzlar - Kadıköy
www.galerife.com
Halka Sanat Projesi
Tel: 0530 601 90 05
Adres: Caferağa Mah. Dr. Esat Işık Cad.
Ruşenağa Sok. No:8 Moda - Kadıköy
www.halkaartproject.net
Hush Sanat Galerisi
Tel: 0532 285 49 04
Adres: Rasimpaşa Mah. İskele Sok.
46/2 Yeldeğirmeni-Kadıkoy
Halis Kurtça Kültür Merkezi
Tel: 0216 357 28 36
Adres: Ressam Salih Ermez Caddesi
Merdivenköy - Kadıköy
www.kadikoy.bel.tr
Kaş Sanat Galerisi
Tel: 0532 213 86 66
Adres: Fener Kalamış Caddesi
No:53 Kadıköy
www.kassanat.com
Kızıltoprak Sanat Galerisi
Tel: 0216 418 38 06
Adres: Fenerbahçe Mahallesi
Rüştiye Sok. No: 47/1 Kadıköy
www.kiziltopraksanatgalerisi.net
Kozyatağı Kültür Merkezi
Tel: 0216 658 00 15
Adres: Bayar Caddesi Buket Sokak
No:16 Kozyatağı - Kadıköy
www.kadikoy.bel.tr
Mine Sanat Galerisi
Tel: 0216 467 26 77
Adres: Caddebostan Mah.
Gökçe Sok. No:14/8 Kadıköy
www.minesanat.com
NOKS Bağımsız Sanat Alanı
Adres: Talimhane Sokak No:19B
Yeldeğirmeni - Kadıköy
www.noksart.space
Olcay Art
Tel: 0216 411 17 13
Adres: Cemil Topuzlu Cad. No: 90/B
Caddebostan Kadıköy
www.olcayart.com
RED Art İstanbul
Tel: 0216 414 10 57
Adres: Fenerbahçe Mah. Hacı
Mehmetefendi Sok. No:12 Kadıköy
www.redartistanbul.com
63
INDEX
Seven Sanat Galerisi
Tel: 0216 345 56 16
Adres: Moda Cad. No: 42/A Kadıköy
www.sevensanatgalerisi.com
Şirket-i Hayriye Sanat Galerisi
Tel: 0216 405 27 78
Adres: Yeni Kadıköy Vapur İskelesi
1. Kat
Teksin Sanat Galerisi
Tel: 0216 385 32 66
Adres: Prof. Dr. Hulusi Behçet Cad.
No: 2/13 Gürkan Apt. D: 2 Göztepe -
Kadıköy
www.teksinozguz.com
Tüze Sanat Galerisi
Tel: 0216 380 85 80
Adres: Bağdat Cad. Yazarlar Sok.
Kırlangıç Apt. 6/2 Suadiye
UKKSA İstanbul Sanat Galerisi
Tel: 0532 177 68 06
Adres: Fenerbahçe Mahallesi Itridede
Sok. No:17/1 Kızıltoprak - Kadıköy
www.ukksa-istanbul.business.site
Ürün Sanat Galerisi
Tel: 0216 363 12 80
Adres: Sarıgül Sok. Arzu Apt. No: 2/5
Caddebostan - Kadıköy
Venüs Sanat Galerisi
Tel: 0216 565 35 72
Adres: Mustafa Kaya Sokak No:2
Göztepe Kadıköy
www.venussanatgalerisi.blogspot.com
Yurt & Dünya Sanat Galerisi
Tel: 0216 349 26 10
Adres: Moda Cad. Aylin Apartmanı
No:270 Kadıköy
PENDİK
Pendik Atatürk Kültür Merkezi
Tel: 0216 444 81 80
Adres: Doğu Mah. Ankara Cad.
No:201 Pendik
www.pendik.bel.tr
ŞİLE
Galeri Işık Şile
Tel: 0216 712 14 60
Adres: Meşrutiyet Köyü Üniversite
Sokak No:2 Şile
www.isikun.edu.tr
TUZLA
Sabancı University Kasa Galeri
Tel: 0216 483 90 97
Adres: Sabancı Üniversitesi,
Orhanlı - Tuzla
kasagaleri.sabanciuniv.edu
ÜMRANİYE
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Sanat Galerisi
Tel: 0216 443 01 06
Adres: Namık Kemal Mah.
Dr. Rüstem Eyüboğlu Sok. No:8
Ümraniye
Galeri 5
Tel: 0216 636 20 00
Adres: Saray Mah. Site Yolu Cad. Anel
İş Merkezi No:5/4 Ümraniye
www.galeri5.com.tr
ÜSKÜDAR
Nar Art Sanat Galerisi
Tel: 0216 557 72 07
Adres: Burhaniye Mah. Beybostanı
Sok. No:41 A Blok Beylerbeyi - Üsküdar
Imoga Art Space
Tel: 0535 608 87 09
Adres: İcadiye Caddesi No:42/A
Kuzguncuk - Üsküdar
www.imoga.org
Altunizade Kültür ve Sanat
Merkezi
Tel: 0216 474 24 78
Adres: Sırma Perde Sok. No:11
Üsküdar
www.uskudar.bel.tr
Mona Art Galerisi
Tel: 0216 532 13 21
Adres: İcadiye Cd. No:57
Kuzguncuk - Üsküdar
www.monaartgalleryistanbul.com
IAC Istanbul
Tel: 0216 310 83 94
Adres: Gazi Cad. Görümce Sok. No:5
Bağlarbaşı - Üsküdar
Kadıköy Sanat | Ocak / Şubat / Mart 2020 / 01
Kadıköy’ün Yakın Tarihine Işık Tutan
KADIKÖY’DE ZAMAN
YAYIMLANDI
Kadıköy’ün tarihsel mekanlarında yepyeni bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?
Yazar Arif Atılgan’ın yeni kitabı “Kadıköy’de Zaman” ile her gün sokaklarında
dolaştığınız Kadıköy’ü yeniden keşfedeceksiniz.
Yazar ve mimar Arif Atılgan’ın yeni kitabı K-İletişim Yayınları’ndan çıktı.
“Kadıköylü, yıllardır Kadıköy’e geldiğinde kendisini köyündeymiş gibi hisseder”
sözleriyle raflarda yerini alan kitapta, Kadıköy’ün binaları ve bugünlere taşınan
kültürel değerleri birbirinden ilginç hikâyelerle anlatılıyor.
“Kadıköy’de Zaman” kitabı
Remzi, Nezih, Gergedan, Penguen, Mephisto ve Tarihçi Kitabevlerinde…
Ayrıca, 0532 266 82 43 nolu telefondan istekte bulunabilirsiniz.
Burhan Özer
Merve Turan
Mehmet Kıratlı
Ünsal Bahtiyar
Sanem Tufan
Süleyman
Çağlayan
Javad Soleimanpour
Ercan Paya
Jasmine Art House’da
ATÖLYE ÇALIŞMALARI
DANIŞMANLARIMIZ: Süleyman Saim Tekcan, Ahmet Kuseyrioğlu
PAZARTESİ Desen, Yağlıboya, Pastel, Kuruboya: Süleyman Çağlayan // SALI Suluboya Desen: Burhan Özer
ÇARŞAMBA Yağlıboya, Akrilik, Desen: Ünsal Bahtiyar // PERŞEMBE Pastel, Boya, Desen: Javad Soleimanpour
CUMA Heykel: Sanem Tufan - Fotoğrafçılık: Mehmet Kıratlı // CUMARTESİ Baskı: Merve Turan - Suluboya: Ercan Paya
Jasmine Art House
Bağdat Caddesi No: 317 Da. 7 Caddebostan - Kadıköy // Tel: 0216 356 10 07 // Gsm: 0533 165 49 70
E-Posta: info@jasminearthouse.com // Web: www.jasminearthouse.com