You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
32
NE ZAMAN BITECEK,
İLELEBET SÜRECEK
Furkan Kaplan - TLB Genel Sekreteri
Atatürk Üniversitesi - İşletme Yüksek Lisans
Her hafta iple çektiğimiz Mehmet hocanın
dersindeydik. Mehmet hoca,
diğer hocalardan farklı olarak dersi
sohbet havasında işlerdi. Derse başlamadan
mutlaka halimizi hatırımızı
sorardı. Hem de öylesine değil, bir
sonraki hafta “Senin o iş ne oldu?”
diye takip eder, hepimizin derdini-sevincini
tek tek aklında tutardı.
Derse bazen topla gelir, soru
soracağı öğrencilerin kucağına top
atardı. Uyuklayanların da kafasına
atarak uyandırırdı. Kafasından vurduğu
yetmezmiş gibi topu getirmesini isterdi.
Bazı ders çıkışlarında da mevlit çikolatasının
kutusunu çekmecesinden çıkarır,
birimizin eline tutuşturur: “Dağıt bakalım
arkadaşlarına” diye bize küçük sürprizler
yapardı.
O günleri özlüyorum…
Bu satırları yazarken Nilüfer’in Caddelerde
Rüzgâr şarkısını dinliyorum:
“Deli dolu günler hayat güzeldi
Kahkahalarıyla günler geçerdi
Ellerim uzanmaz dokunamam ki
Özlediğim şimdi çok uzaklarda…”
Halimi başka hangi şarkı tarif edebilirdi
ki? Kafama top atıp uyandırdığı dersin son
dersim olduğunu bilseydim uyuklar mıydım?
Gerçi keyfimden uyuklamamıştım,
dün gece topluluk dergisinin tasarımı sabaha
kadar sürmüştü. Ertesi gün baskıya
girecekti.
İple çektiğimiz o dersteydik. Espriler,
komiklikler, şakalar havada 3 saat asılı kalıyordu
(Belki de 4). Ancak o son espriyi
yapmayacaktık… Sınıfta kahkaha tufanı
kopmuştu. Öyle böyle kahkaha değil; küçük
dillerimiz dışarı doğru perende atıyordu.
Gözümüzden yaş gelmişti. Gökhan arkadaş,
adeta para vermiş gibi hepimizden
daha çok gülüyordu, tabiri caizse yarılıyordu.
Diyaframının ağrısından hacıyatmaz
gibi bir sağa bir sola yatıyordu, kıvranıyordu.
Yattığı sırada toz kapmış olacak ki küçük
dili dışarıdayken parça tesirli bir hapşırık savurdu.
Ağzından ve burnundan eşzamanlı
olarak çıkan şeylere partikül ya da molekül
demek komik kaçardı; hepsi, gözümüzle
görebildiğimiz birer şarapnel parçasıydı.
Üstelik siper almaya fırsatımız olmamıştı
çünkü Gökhan dâhil herkes hazırlıksız yakalanmıştı.
Öğlen yediği yemek, teneffüste
içtiği çay, çocukluk anıları, acısı, sevinci ve
gelecek hayalleri… Normalde de içi dışı bir
olan Gökhan arkadaş hakkında artık daha
çok şey biliyorduk. Sınıfın orta koridorunda
Gökhan’ın silueti oluşmuştu. Haliyle sınıfın
atmosferi değişti. Perende atan küçük diller
başını öne eğip yerine geçti. Gülüşü
yarım kalanların diyaframında buruk
bir uyuşma hissedildi. Gülmekten
kızaran yanaklarımız, ev hanımlarının
bir numaralı tercihi, sıradan olmayan
deterjanlarla yıkanmışçasına
beyazlamıştı. Gökhan da bu
sırada hapşırığına karışıp giden
iç organlarını topluyor, peçetesini
adeta bir paspas gibi kullanarak
kurulanmaya çalışıyordu.
Hocamızı ilk kez böyle görüyorduk,
yutkunma sesi sınıfta ufak bir yankı oluşturmuştu.
Hoca: Gökhan, oğlum, ağzını kapatsaydın
keşke, malum, salgın var, korona morona
olmayasın.
Gökhan: Af edersiniz hocam, boşluğuma
geldi. İçiniz rahat olsun, düzenli olarak
kelle paça içiyorum hocam, bana bir şey
olmaz.
Gökhan bunu söylerken pişkinlikle sağa
sola bakıp düşük bütçeli esprisine alıcı arıyordu.
Hoca: Ne yiyip içtiğini söylemene gerek
yok, az önce hepimiz öğrendik ama dikkat
et oğlum, hastalığın şakası olmaz, millet
kırılıyor.
Diyerek babacan bir tavırla toparlamaya
çalıştı ve sınıfımızda korona gündemi açıldı.
Arka sıralardan Fırat: “Hocam bu Çinliler
köpek, böcek möcek ne varsa yiyorlar. Bu
virüs de yarasadan çıkmış duyduğum kadarıyla.
Yarasanın çorbası mı olur gözünü-