29.10.2021 Views

Veraset, 4. Yıla Özel sayı.

Bu dergimizde Kemalizmin dini olarak ne açıdan incelenmesi gerektiğini, Mustafa Kemal'in Çanakkale'deki rolünü, milliyetçiliği ve daha bir çok konuyu okuyacak yeni ufuklara gideceksiniz!

Bu dergimizde Kemalizmin dini olarak ne açıdan incelenmesi gerektiğini, Mustafa Kemal'in Çanakkale'deki rolünü, milliyetçiliği ve daha bir çok konuyu okuyacak yeni ufuklara gideceksiniz!

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.


''Milletin istiklalini, yine milletin azim ve

kararı kurtaracaktır!''

O azim ve karar

TÜRK

gençliğindedir!


Gazi'nin Vârisleri

Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal


ALLAH'ından utansın

dönenler geri;


cCc Emir

cCc

Volkan

cCc

Hüseyin



TASARIMDA

EMEĞİ GEÇENLER

cCc




Türk'ün Şeriatı Kemalizmdir!

Bu hem siyasi hem dini bir gerçektir.

Şeriat kelime olarak "tek doğruya giden

tek ve kutlu patika" [1] demektir. Mahmut

Esat Bozkurt'un da deyimiyle "Türkiye

için Kemalizm bir seçenek değil, tek

seçenektir!" [2]. Burada da biraz şeriat

konusunda beyin fırtınası yapacağız.

Şeriat gibi bir konu Kur'an'da sadece 5

yerde doğrudan geçer [3]. Peki buralarda

anlatılan şeriat nedir? Örneğin

Maide suresinin 48. Ayetinde ve o

necmde anlatılan olay şudur; Yehud

(Yahudi) ve Nasara (Hristiyan) kavimler

peygambere "bizim aramızda Kur'an ile

hükmet" diyor [4]. Bunun üzerine Tanrı

peygamberden hükmedersen aralarında

hükmet diyor [4]. Ancak Yahudilere de

Hıristiyanlara da kendi kitaplarıyla hükmedilmesi

için net vurgular yapıyor [5].

Sonrada peygambere bu toplumlar arasında

kendi kitaplarıyla hükmetmesi için

kesin bir emir veriyor; "İncil’e tâbi

olanlar da Allah’ın onda indirdikleriyle

hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile

hükmetmezse işte onlar fâsıkların kendileridir."

(Maide 47). Yani peygambere bu

-kitaplar arasında ortada durması söyleni

yor. Toplumları kendi dini, o dönemki

kültürleriyle yönetmesi isteniyor. Bu

da İslam Devriminin federatif bir laik

devlet kurduğunu gösteriyor. Bu konuya

ileride daha da değineceğiz. Ancak

Maide 48'den de bahsedelim biraz...

Maide 48'de Allah, kendinin de

sıfatlarından olan [6] muheyminen yani

"kollayıcı" sıfatını Kur'an'a veriyor. "Bu

Kitabı sana, önceki Kitapları onaylayıcı

ve koruyucu özellikte indirdik.(...)". Bu

ayetin tefsirini diyanet "Kur’an-ı Kerîm

bizzat Allah’ın korumasında olup

tahriften ve bozulmadan korunduğu gibi

(Hicr 15/9) diğer kitapların amel

edilmesi gereken bölümlerini de yok

olmaktan korumaktadır." [7] şeklinde

yapmakta. Tesfirden de anlaşıldığı üzere

diğer kutsal kitaplarla Kur'an ortak bir

ana noktada ilerliyor. Bu ana noktanın

dışında farklılıklar olabileceği ayetin

devamında açıklanıyor; "Her birinize bir

şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah

dileseydi sizi tek bir şeriatta ümmet

yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi

denemek istedi. Öyleyse hayırlı işlerde

birbirinizle yarışın''

Memleket Sevdasıyla...


Bu ana yolun ne olduğunu başka bir

"şeriat" kelimesi geçen ayetten anlayalım;

''Daha önce Nuh'a buyurduğu dini

size şeriat kıldık. Sana vahyettiğimiz

gibi İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da

öğütledik: "Bu dini doğru tutun ve onda

ayrılığa düşmeyin." [8]. Yani tanrının

"değiştirilmez şeriatı" İNCİL'DE

TEVRAT'TA VE KUR'AN'DA geçmesi

gerekiyor. Tevrat ve İncil değişse dahi

içindeki ana şeriatın değişmeyeceği,

buradan anlaşılmakta! Burada fosforlu

kalemlerle üzerinden geçmemiz gereken

konu şu ki; Tanrının iki tür şeriatı vardır.

Birincisi her topluma gönderdiği farklı ve

değiştirilebilir olan (Maide 48) ikincisi

ise değiştirilmez, net ve kesin olan.

Şura süresinde geçen şeriat işte budur,

kesin ve net olan. Daha surenin

başlarında [9] tanrının kendini tanıtırken

kullandığı sıfatlardan biri el-hakem

sıfatıdır. Yani, en iyi yasa koyucu ve

yasası değişmez olan. Bu durumda

tanrı surenin başında, "ben en iyi yasa

koyucuyum ve yasam değişmez"

diyor, 13. Ayette ise "benim yasam

Tevratta, İncilde ve Kur'an'da vardır"

diyor.

Efendiler! Bu şu anlama geliyor;

Kur'an'da bir suça karşılık verilmesi

istenen ceza eğer diğer kitap ve tabletler

de aynen yoksa o evrensel

şeriat değildir. Bu şeriat Ulul Emre [10]

yani o dönem peygambere verilen,

dönem durum ve şartları için uygun

olan şeriattır. Örnekleme yapacak

olursak. Kur'an zina (Nisa suresi 15.

Ayetteki الْفَاحِ‏ شَ‏ ةَ‏ fahişetun kelimesi bir

çok mealde ahlaksızlık ve fuhuş diye

çevrilir. Bu ikisinin yanında kelime

zinayı da net bir şekilde kapsar. Ebu

Müslim ise lezbiyen zina davranışların

kastedildiğini iddia eder (Nkl: Ravzi))

edenlere verilecek ceza olarak "çıkar yol

bulunana kadar evde tutun"(Nisa 15)

diyor. Ancak Nur suresinin başlarında (2.

ayet) bu kişilere verilecek ceza olarak

100 celde (sopa veya aşağılama)

vurmayı söylüyor. Bu halde, dönemin

şartları değiştikçe verilen ceza

değişmiştir. Eğer bu ayetteki fahişetun

kelimesini, çoğu mealdeki gibi fuhuş

olarak alsak bile bu sefer devreye diğer

kitaplar girer. Biraz önce anlattığımız

üzere, yüz celde gibi peygamber

dönemi için özel vahyedilen cezaları

evrensel kabul etmemiz için diğer kutsal

kitaplara bakmamız gerekiyor. Eğer

Kur'an zina için yüz celde diyorsa [11]

İncil'de ceza vermiyor, aksine İsa recm

edilecek zinakar kadını koruyor [12]

Tevrat (Talmut) ise recm edin diyor [13]

Memleket Sevdasıyla...


Bu durumda Tanrı farklı dönemler ve

kültürler için farklı kurallar

koymuştur. Önlenmesi gereken suç

aynıdır, fakat uygulama metodu farklıdır.

Peygamberin uygulamalarına bakacak

olursak ise kişileri kendi

kültürlerinin hukukuna göre yargıladığını

görürüz. Örneğin; peygamber,

celdelenmiş ve kömüre bulanmış bir

yahudi görünce, Yahudileri sonra da

yahudi alimini çağırıp sordu; «Siz zina

eden kimsenin haddini (cezasını)

kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?»

bunun üzerine alim "Hayır, biz de recm

buyurulur" der. Bu sefer peygamber

Yahudiye recm kararı verir [14].

Çünkü: yahudi kültüründe recm cezası

sabitken bu uygulanmamıştır.

Bunları gelin bir de günümüze uygulayalım.

Örneğin emeğe zarar, hırsızlık

günümüzde de var. Peki buna karşılık

çözüm el kesme mi? Ve ya el kesme

çözüm oluşturur mu? Hayır, çünkü bu

3 kitapta da geçen evrensel bir şeriat

değildir ama suç aynıdır. Ki El kesme

ayeti[15]ni, güçlerini kesin diye çevirmek

daha doğru olacaktır. Ancak bu

ayeti böyle çevrilmeme nedeni bazı ilginç

hadislerdir. Bu ayetteki eyd (Güç, el)

ifadesini somut anlamıyla çevirenlerin ilk

gösterdiği hadis; peygambere bir hırsız

geliyor. Peygamber, hırsızın sağ elinin

kesilmesi için emir veriyor. Hırsız bir

kez daha geliyor bu sefer sol bacağı

kesiliyor. Bu böyle toplam 4 kez devam

ediyor ve artık adamın el ve ayakları

olmamasına rağmen adam hırsızlık

yapabiliyormuş ki peygamberin

önüne takrar getiriliyor; bu sefer de

öldürülüyor [16]. Tabi bir kişinin el ve

ayakları yokken hırsızlık yapabileceği

iddiası komiktir. Bunun yanı sıra el

kesme cezası bu hadise göre caydırıcı

bir ceza değildir. Bu vb. nedenlerle bazı

hadis alimleri bu hadisin sahihliği

konusunda şüpheli olsa da ayet

meallerinde ve bazı tefsirlerde

kullanılır. Çünkü: el kesme, yüz celde

gibi cezalar evrensel şeriat değildir!

Dinen şeriata nasıl bakılması gerektiğini

belirleyen en net ayet olan Şura

suresinin 13. ayetindeki şeriat ifadesinin;

evrensel hukuk kuralları olduğunu,

umuyoruz yeterince anlatabilmişizdir.

Şura suresinin bir benzerini

Casiye suresinde de görmekteyiz.

Surede öncelikle (14. Ayet) mahşere

inanmayanları çekeceği azaptan

bahsedip iyi/kötü işler yapanların yaptıkları

kendinedir diyor. Konuya cezalandırma

metodlarından değil doğrudan

iyilikten giriyor.

Memleket Sevdasıyla...


Ondan sonra 16-7. Ayetlerde İsrail

oğullarına da nimetler verildiğini ancak

İsrail oğullarının sapkınlığa girdiğini

söylüyor. Bu sapkınlıkta günümüz CIA

gazlaması sözüm ona şeriatçıların

aklındaki gibi ceza metodu değiştirmeleri

değil! Birbirlerine olan saygı

yoksunluğundan dolayı çıkan anlaşmazlıklar

olduğu söyleniyor. 18'de ise

peygamberinde bunlardan üst bir yol,

şeriat ile gönderildiği söyleniyor.

19'da da bu saygı yoksunluğu ve kulak

asmayanlara zalimler (Kuran'a göre

affedilmeyen tek günah budur.) diyip

bunlardan uzak durulması gerektiği

vurgulanıyor [18]. Türk toplumunun esas

tesfirlerinden Kur'an yolu tesfiri de bu

konuda şunları yazmakta; "Din ve şeriat

ilk defa Hz. Muhammed’e gelmiş

değildir, daha önce gelip geçmiş binlerce

peygamber vasıtasıyla Allah özü

aynı, detayları farklı dinler göndermiş,

bir yoruma göre aynı olan öze din

(hatta İslâm), farklı olan detaylara,

amelî hükümlere, kulluk şekillerine

sosyal ve hukukî düzenlemelere de

şeriat denilmiştir. Son peygambere ve

ondan sonra gelecek olan bütün

insanlara gönderilen İslâm dini ve

şeriatı, bütün diğer dinleri vahyeden

Allah’tan gelmiştir."[19]

Dönem şeriatı, yani değişen ve değiştirilebilir

olan şeriat için inen ayetlerden

Maide 48'deki kast ise; özünde yine bu

hukuk kurallarıdır, adalettir. Zira

ayetin öncesinde devamla adaleti bir

tut vurgusu yapılır [17]. İsra suresinin

84. Ayetinden de biz, her toplum farklı

kök ve kültürden anlayıştan geldiğini

ve bir sorgulanamaz olduğunu anlıyoruz.

Bu kıstası ancak Allah kendi

katında yapabilir. Bu durumda biz,

farklı kökten gelmiş bir topluma

hukuk kuralı dayatamayız. Ancak; o

toplum tartışır, toplantılar (şura) yapar,

demokrasi yapar ve bir hukuk düzeni

yapabilir. Bunu ise Kur'an'da bir sureye

ad vermiş olan Şura sisteminden

biliyoruz. Şura kelimesi; konsey, meclis,

danışma gibi anlamlara gelir [20].

Yani Kur'an'da şeriatı açıklayan

ayetlerin çoğunun yer aldığı sure,

Meclis Suresidir. Oldukça garip değil

mi? Peki ya surede şura nasıl kullanılıyor?

"Rablerinin çağrısına cevap

verirler, duayı yerine getirirler.

Yönetimleri, aralarında bir «şûradır».

Kendilerine verdiğimiz rızıklardan

infak ederler." Şura suresi 38. Ayet

böyledir. Tanrı şurayı bir yükümlülük

olarak vermiştir. Dua/Namazın

yanında bir zorunluluk olarak koymuş

Memleket Sevdasıyla...


hatta sure şura adını almıştır. Bununla

kalmamış, peygamberden özel olarak

işlerini şura ile halletmesi istenmiştir;

"Onları affet, onlara mağfiret dile, işler

için onlarla şura yap, fakat karar verdin

mi Allah'a güven, doğrusu Allah

güvenenleri sever." (Ali İmran 159.).

Kur'an şurayı sadece yönetim kararlarında

vs. de değil, çocuklar üzerinde

bir karar alınacağı zaman anne ve

babaya da yükümlülük olarak verir

[21]. Bir çok işte demokrasi yükümlülüğü

olduğunu görüyoruz. Burada ek parantez

açalım, Nisa suresinin 59. Ayetinden

anlıyoruz ki yöneticiler bir demokrasi

ile seçilir ve bu kişiye uyulur. Diğer

surelerdeki şura vurgusu düşünülünce

yasa yapılırken 1- şura yapılır, 2-

yöneticiye değer verilir. "Ey iman

sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve

sizin içinizden olan/sizin seçtiğiniz

hüküm ve yetki sahiplerine de itaat

edin."[22]. Şura ve Kur'an'da işlenen

bu demokrasi kavramını gördüğümüze

göre şunu söyleyebiliriz; Kur'an'ın

dönem için sunduğu örnek ceza ve

suçu önleme metodlarının işe

yaramadığı bir gün gelirse, toplum

şura ederek yeni metodlar bulur. Bu

durumda Kur'an zaten her çağ ve

duruma işaret etmiş, hem de

yatsınamaz hale gelir. Dinen işin en

özet hali budur.

Şimdiye kadar anlattıklarımızdan

Kur'an'ın, dönemin en uygun

sistemini seçmek için insanları şuraya

(Demokrasiye, meclise) çağırdığını

anladık. Peki bu sistem neden

Kemalizm olsun? Hemen açıklayalım.

Kemalistler diye anılan [23] vatan sever

Türk ulusu; vuruşa vuruşa, kanıyla

dişiyle bir cumhuriyet kurmuştur. Bu

cumhuriyet kurulmasaydı olacaklar Türk

kırımıdır [24]. Zira 40 yıldır İngiliz

parlamentoları Türklere katliam

nidaları atmaktadır [25]. En az 600

yıldır planlanan Türk kırımını [26]

durduran kişi Mustafa Kemal ve

etrafındaki Kemalistlerdir. Kemalistlerin

ilk gündeme geldiğinde

Kemalizmin şeriat olması bundandır.

Sonraki dönemlerde başlayan Amerikancı

İslamcılık modelinin bir numaralı

düşmanı da budur.

İngiliz İstihbaratı kurtuluş savaşı'nın

başlaması ile "Kemalist'lere", "Kemal'cilere"

(bu isimleri vatanını savunanlara

İngiliz İstihbaratı takmıştır.) karşı

mücadele vermeye başlamıştır. O dönem

de İngiliz, Fransız ve Amerikan

(daha sonra aralarına Alman istihbaratı

da katılacak) Kemalistlere, Kemalizm'e,

Memleket Sevdasıyla...


Kemalist Cumhuriyet'e ve Atatürk'e

karşı her zaman mücadele vermiş,

alçakça saldırmıştır. Özellikle kurtuluş

savaşı'nın başlaması ve kazanılması ile

bir çok emperyalist devletce ezilen

uluslar Atatürk'ü lider kabul ederek [27]

emperyalizm'e karşı savaş'a girmiştir.

Bu nedenle MI5 (İngiliz İstihbaratı demek

bundan sonra bu kısaltımı kullanacağız.)

yayılmasını engellemek için bir çok

psikolojik harekat yapmıştır.

Alman Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke

(Hitler' in propaganda şefi), 1930'da

yayımlanan "Die Neue Turkei" adlı

kitabında emperyalistlerin Türkiye'ye

karşı uyguladığı stratejiyi şöyle

açıklamıştı:

"İngilizler Musul'da hedeflerine ulaşmak

için bir yandan Türkiye'deki ayrılıkçı

hareketlere destek verirken, diğer

yandan da Kemalist akımın yayılmasını

engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır.

(...) Yapılması gereken, Kemalist

Cumhuriyet'in hem din düşmanı hem

de Kürt düşmanı olduğu temasını

gündeme getirip işlemektir." [28]

Kurt Ziemke'nin de belirttiği gibi MI5

ayrılıkçı hareketlere destek vermiştir.

Genelkurmay'ın Kürt isyanları konusundaki

iç yazışma ve raporlarında dış kışkırtmalar

önemle belirtilmiştir. Genelkurmay

yayınlarında, Musul meselesi

nedeniyle "İngiltere Intellicens

Service'in Doğu'ya özel bütün

metodlarını kullanarak Türkiye içinde

karışıklıklar çıkarmaktan bir an geri

kalmadığı" vurgulanmaktadır. Kürt Bağımsızlık

Komitesi'nin silah ve cephaneyi

İngiliz hâkimiyetinde bulunan

Musul'da depo ettiği ve ayaklanmanın

birinci aşamasından sonra da fiili İngiliz

yardımının başlayacağı saptanmıştı.

Komite, ayrıca ayaklanma geliştikten

sonra İstanbul'da Kürtlerin silahlı bir

harekete girişmesini, hareket dinci

olduğu için Istanbul halkının da

katılımını, İngiltere'nin silah ve para

yardımıyla Cumhuriyet hükümetinin

devrilmesini ve İngiltere'nin Vahdettin'i

Istanbul'a getirip tahta oturtmasını da

düşünmüstü. [29] Şeyh Sait İsyanı

sırasında yayımlanan gazeteler, "İngiliz

parmağı"nı vurgulamışlardır. [30] Bağdat'taki

Fransız Komiserliği'nin raporu

da, isyancıların İngiliz ilişkisine işaret

etmektedir. [31] bu tespitler daha da

uzatılabilir ama gerek görmüyorum.

İngiliz İstihbaratı'nın silah ile

mücadeledesinden yanı sıra Atatürk'e

ve Kemalizm'e tam anlamıyla bütün

imkanlarını psikolojik harekat'a sefer-

Memleket Sevdasıyla...


ber etmesi bir İngiliz İstihbarat subayı

olan H.C Armstrong'un [32] "Grey

Wolf (Bozkurt) " kitabı ile başlamıştır.

Bu kitap da, Atatürk'ün cinsel hayatında

hangi pozisyonları kullandığına kadar

iftiralar atılmaktadır (verdiğim örnek

için kusura bakmayınız, ama konumuz

açısından önemli). Bu alçak kitabı bir

çok sözde "Aydın'ın" önermesi hatta

en iyi biyografi demesi her baskı da

sayfa sayıları artan sözde anılara da

Atatürk adına sözler uydurulması da

MI5'in işi midir? Tartışılır. Ancak

bağımsız olmadıkları nettir!

Günümüzdeki iftiralarının çoğunun

kökeni bu kitaptır, yani İngiliz İstihbaratıdır.

(Günümüzdeki iftiraları

çürüten kitap önerileri: Turgut Özakman,

"Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele.

Sinan Meydan, "El-Cevap" , "Panzehir",

"Cumhuriyet Tarihi Yalanları". Osman

Selim Kocahanoğlu "Atatürk-Karabekir

kavgası".)

MI5 ve CIA'nın o zaman ki psikolojik

harekat'ının asıl hedefi Kemalizm'in

sömürülen uluslara rol model olmasını

engellemekti ama şimdi ki asıl

hedefi Türkiye'yi ABD tipi İslam

Devleti yapmak, bölmektir. (detaylı

bilgi için bkz. Cengiz Özakıncı, "İblisin

Kıblesi", "Türkiye'nin Siyasi İntiharı

Yeni Osmanlı Tuzağı". Mustafa

Yıldırım, "Sicil Örümceğin Ağında")

Hatta öyle ki bunu kendileri de "Türkiye

için iyisi" kılıfına sokarak kitaplarında

yazıyorlar, demeç veriyorlar, mesela

CIA'nın ve ABD savunma bakanlığı

görevlilerinden olan Samuel P.

Huntington şöyle diyor:

"Türkiye İslamın çekirdek devleti

olmak için gerekli tarihe, nüfusa, orta

düzey bir ekonomik gelişmisliğe,

ulusal birliğe, askeri yetenek ve

geleneğe sahiptir.

Gelgelelim, Atatürk'ün Türkiye'yi net

bir şekilde laik bir toplum olarak

tanımlaması. Türk Cumhuriyetinin bu

rolü Osmanlı imparatorluğundan devralmasını

önlemiştir. Türkiye, anayasasındaki

laiklik ilkesine bağlılığından

ötürü OIC'in kurucu üyesi bile

olamamıştır. Türkiye kendisini laik bir

ülke olarak tanımladığı sürece İslamın

liderliğine soyunma olasılığı yoktur.

(...) Batı'nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp

görmüş olan Türkiye de en az onun

kadar, İslama liderlik etme vasfını

kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek

için Atatürk'ün mirasını, Rusya'nın

Lenin'in mirasını reddedişinden

daha eksiksiz bir şekilde reddetmek

zorunda kalacaktır." [33]

Memleket Sevdasıyla...


Ne hikmetse Samuel'in dediklerini günümüz de Atatürk düşmanları bol bol

tekrar ediyor!

Bitti mi? Bitmedi! CIA ajanı Paul Henze:

"Atatürkçülük öldü: Nakşiler, Nurcular İlericidir!" [35]

CIA Türkiye istasyon şefi Graham Fuller:

"Kemalizm'e son; Osmanlı'yla Övünün, Fettullahçı olun" [36]

Evet, Atatürk 1938'de ölmüştür ama fikirleri ve ruhu (metafiziksel olarak tartışılan

diğer dünya'ya gittiği inanılan ruhtan bahsetmiyorum. En zor Ankara günlerinde

yılmadan savaşan Türk'ün son başbuğunun direncinden bahsediyorum!) bizimledir.

Zaten bu yüzden CIA psikolojik harekat'ı da aşıp sahte belgelerle Tayyip

Erdoğan'ı, Abdullah Gül'ü, Zekeriya Öz'ü yanına alıp Kemalistlere "Ergenekon"

adı altında kumpas kurdu. Silivri duvarları "öldü" denilen Kemalist ruh ile yıkıldı.

bir zamanlar Ergenekon kumpaslarının "savcısı" Tayyip Erdoğan şimdi içeri

attırdığı adamların safına geçti, sonuçta yenilen CIA oldu. (Kitap Önerisi: Doğu

Perinçek, "Gladyo ve Ergenekon" ) Bu gün ülkemiz de hala psikolojik harekat

devam etmektedir, ama CIA silahlı harekat yapamamaktadır. Bu psikolojik harekata

karşılık vermemiz TÜRK gençliği olarak boynumuzun borcudur en başta

geleceğimiz içindir. Kemalizm ölmedi hala ayakta! Ben göğsümü kabartarak

söyleye bilirim ki: Ben Mustafa Kemal'im! Hepimiz Mustafa Kemal'iz bu ülke de

Mustafa Kemaller ölmez!

Biz Ergenekon dağını ve aynı adla kurulan kumpasları yıkan

Türk Ulusunun gençleriyiz! Biz cumhuriyet için and içtik!

Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyet'i,

Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız!

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

[1] Ali İbn Cürcani, Tarifat, s.132.

[2] Atatürk İhtilali, c.2, s.65.

[3] Şura 13, şura 21, Hac 67, Maide 48, Casiye

18.

[4] Maide 41-2.

[5] Maide 43-4-5-6.

[6] Haşr 23.

[7] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 285.

[8] Şura 13.

[9] Şura 1-4.

[10] Yönetici, Nisa 59.

[11] Nur 2.

[12] Yuhanna 8:1-7.

[13] Tesniye 22:22-4.

[14] Sahihi Müslim 1700-1702; İbn-i Mace 2552-

3.

[15] Maide 38.

[16] Ebu Davud, Hudud 20, (4410); Nesai, Sarik

15, (890, 91)

[17] "Aralarında Adaletle hükmet" Maide 42,

[18] Casiye, Maide ve şûra sureleri; Diyanet

meali, Mehmet Okuyan meali, Mustafa

İslamoğlu meali, Edip Yüksel meali, Yaşar Nuri

Öztürk meali, Gölpınarlı meali, Elmalılı meali,

Süleyman Ateş meali, Süleymaniye vakfı meali,

Hakkı Yılmaz meali, Hüseyin Atay meali, İhsan

Eliaçık tefsir/meali, Ahmet Varol meali,

Bayraktar Bayraklı meali. Bu mealler yazıyı

yazarken kullandığımız meallerden bazılarıdır.

[19] Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 17

[20] El- Isfahani, Ragib, Mucemu Müfredati

elfâzi'l-Kur'ân, Därü'l-Fikr, Beyrut, tarihsiz, "ş-v-r"

maddesi, s. 277; Attila Yargıcı, Kur'an'a göre

Şura ve Demokrasi.

[21] Bakara 223.

[22] Yaşar Nuri Öztürk meali, Nisa 59.

[23] Bilal Şimşir, İngiliz belgelerinde Atatürk, cilt

1.

[24] Türk Tarih Tezi yazımızda detaylı anlatım

mevcuttur.https://www.instagram.com/p/CM7oZL

4hoKy/?utm_source=ig_web_copy_link

[25] 1876-1914 ingiliz meclis konuşmaları. 1914

11 kasım Daily Mail gazetsi. Agm..

[26] Trandafir G. Djuvara, Türk

İmparatorluğunun Paylaşılması Hakkında Yüz

Proje (1281-1913).

[27] Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar,

Pozitif yay.

[28] Cengiz Özakıncı, Türkiye'nin Siyasi İntiharı

Yeni Osmanlı Tuzağı, Otopsi yay., 33.bas., s.

379.

[29] Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C.

1, Kaynak yay., s. 114, 118 naklen; Doğu

Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu Kaynak

yay., 5.bas., s. 42.

[30] Tevhidi Efkar, 24 ve 28 Şubat 1925 naklen;

Perinçek, age.

[31] Perinçek, age., s. 44.

[32] Bilal N. Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, Bilgi yay, 3.bas., s. 301.

[33] Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya

Düzeninin Yeniden Kurulması, Okuyanus yay., 6.bas., s. 263,264.

[34] Huntington, age., s. 206.

[35] Ahmet Taner Kışlalı, 30.11.1997, Cumhuriyet Gazetesi

[36] 02.11.2004 Yeni Asya Gazetesi

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


A

tatürk’ün Çanakkale’deki rolü sonradan

mı büyütüldü?

Yalçın KÜÇÜK:

“Çanakkale Direnişi’nde Mustafa

Kemal’in rolü, daha sonraki zamanlarda,

çok fazla abartılıyor…

Yaptıklarından dolayı, zamanında, bir

kahraman sayılmıyor; kahramanlığının

ilanı çok sonraki yıllara denk düşüyor.

(…) Kemal’in Anafartalar Kahramanlığı,..

ilk kez, hevesli ve genç bir gazeteciyazar

olan Ruşen Eşref tarafından,

1918 yılı Mart ayında ortaya atılıyor.

1919 yılı yaz ortalarına gelindiği

zamanda bile, kahraman susuzluğu

yaşayan ülkede, bunun fazla tutmadığı

anlaşılıyor.”[1]

Mustafa Armağan:

“Türkiye’deki şartlar gereği M. Kemal’in

Çanakkale’deki rolünün abartıldığı

açık.”[2]

Vehbi Vakkasoğlu:

“(1919’da) Halk ve hatta münevver

zümre (aydınlar), Mustafa Kemal

Paşa’yı tanımamaktadır.”[3]

Yalçın Küçük ve Mustafa Armağan,

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki

rolünün sonradan büyütüldüğünü;

Vehbi Vakkasoğlu da 1919’da halk ve

hatta aydınların Mustafa Kemal’i tanımadığını

iddia ediyor.

Peki Mustafa Kemal, bu yazarların

yazdığı gibi, Çanakkaleʼde yaptıklarından

dolayı zamanında bir kahraman

değil miydi?

Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolü,

daha sonra ki zamanlarda mı

abartıldı?

Mustafa Kemal’in Çanakkale

kahramanlığı ilk kez Mart 1918’de

Ruşen Eşref tarafından mı ortaya

atıldı?

1919’da halk ve hatta aydınlar, Mustafa

Kemal’i tanımıyor muydu?

Bunu anlamak için muharebeler

sırasında ve sonrasında Mustafa

Kemal’in halk arasındaki şöhretine, yerli

ve yabancı basına ve tanıkların

söylediklerine, yazdıklarına bakalım.

MUSTAFA KEMAL’İN HALK

ARASINDAKİ ŞÖHRETİ

Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarından

hemen sonra Ocak 1916’da kısa

Memleket Sevdasıyla...


bir Sofya ziyaretine çıkmış ve Sofya’da

iken Çanakkale cephesinden Edirne’ye

dönmekte olan 16. Kolordu Komutanlığına

atanmıştır.[4] Bu nedenle

ordusunun başına geçmek için 27 Ocak

1916’da Karaağaç’a gelmiştir.[5]

Ertesi günü Mustafa Kemal’in onuruna

Edirne’de büyük bir tören düzenlenmiş,

Edirne halkı onu gösterilerle karşılamıştı.

Kentin caddeleri süslenmiş, Abacılar

Caddesi’ne, üzerinde, “Yaşasın Arıburnu

ve Anafartalar kahramanları” ve

“Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar

Kahramanı Mustafa Kemal Bey” yazılı

iki büyük levha asılmıştır. 12. Tümen’in

Rumeli Kahvesi önünde başlayan tören

1.5 saat sürmüştür.[6]

Atatürk’ün Çanakkale’de ve sonrasında

Kurmay Başkanlığını yapan İzzettin

Çalışlar, günlüğünde bu karşılamayı

şöyle anlatıyor: “28 Ocak 1916

…Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş,

bütün mektepler öğrencileri karşılama

için özel yerlere yerleştirmişlerdi. Şehir

süslenmiş, birçok zafer takları yapılmıştı.

Abacılar Caddesi’nde biri “Yaşasın

Arıburnu ve Anafartalar Kahramanları”

diğeri “Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar

Kahramanı Mustafa Kemal

Bey” yazılı iki büyük levha asılmıştı…

Memleketin ve vilayetin ileri gelenleriyle

konsolosların hepsi oradaydı… Bütün

şehir, heyecan ve sevinçle karşıladı.

Çiçek buketleri takdim ettiler. Alkışlar,

her türlü gösteri, tezahürat,

beklediğimizden daha çok

görkemliydi…”[7]

Atatürk’ün yaveri Şükrü Tezer ise bu

karşılamayı şöyle anlatıyor:

“…Çanakkale’den kara yoluyla yürüyüşe

geçen ve yol üstü uğranılan köy ve kasaba

halkı tarafından hararetle selamlanmış olan

askerlerimiz, Edirne’ye girişinde de kadın,

erkek, yaşlı ve genç halkın sevinç

gözyaşları içinde doldurduğu ana

caddelerde, muzaffer orduya yakışır bir

şekilde büyük tezahüratla karşılanmıştır. Bu

karşılaşmanın en önemli özelliklerinden biri

de; birliklerimizin, o muazzam kalabalığın

en müsait bir yerinde, maiyeti erkaniyle

birlikte hazır bulunan Anafartalar zaferinin

yaratıcısı ve şanlı kahramanı 16. Kolordu

Kumandanı Miralay Mustafa Kemal

Bey’in önünden -ayağının tozuyla- ve

büyük zaferin verdiği sevinç içinde canlı

ve dik adımlarla geçerek şehre girmiş

olmasıdır. İşte, Mustafa Kemal’i ilk defa bu

geçit resminde ve fakat halkın, o coşkun ve

içten gelen tezahüratının husule getirdiği

umumi heyecanın tesiri altında bulunmak

sebebiyle hayal meyal görebilmiştim.” [8]

Memleket Sevdasıyla...


Mustafa Kemal’in Çanakkale’de

kazandığı zaferin halk arasında nasıl

bir coşku yarattığının somut

kanıtlarından biri de 1917’de Urfa’da

dikilen anıttır. Anıt, Urfa Mutasarrıfı

Nusret Bey tarafından, I. Dünya

Savaşı’nda Çanakkale’de, Mustafa

Kemal ve komutasında savaşan Urfalı

şehit ve gazilerin anısına yaptırılmıştır.

1917’de önce Urfa’da, şehrin kuzey

kesimini Karakoyun deresine bağlayan

bir cadde açılmıştır. Bu yeni caddeye

“Mustafa Kemal Paşa Caddesi” adı

verilmiştir. Sonra bu caddenin ortasına,

hükümet konağının karşısına bir anıt

çeşme yapılmıştır. Bu anıt çeşme

“Mustafa Kemal Paşa Anıt Çeşmesi”

diye adlandırılmıştır.

Anıt, 9 m. yüksekliğindedir ve abidenin

üzerinde “Kafkas Yolu”, “Ankara Yolu”,

“Bağdat Yolu” ve şehir merkezine giden

“Mustafa Kemal Paşa Caddesi”ni

gösteren yazılar ve ok işaretleri yer

almaktadır.

Urfa’da dikilen “Mustafa Kemal Paşa

Anıt Çeşmesi”, Mustafa Kemal’in adını

taşıyan ilk anıt kitabedir.[9]

Mustafa Kemal, 1919’da Anadolu’ya

geçtiğinde; Havza, Amasya, Erzurum,

Sivas, Ankara’da hep kahraman gibi

karşılanmıştır. Örneğin, 12 Haziran

1919’da Amasya’ya geldiğinde Amasyalılar

tarafından büyük bir coşkuyla

karşılanmıştır.[11] Amasya Müftüsü Hacı

Tevfik Efendi, Mustafa Kemal’e

“Çanakkale’den sonra memleketi

ikinci defa kurtarmaya ahdettiniz (söz

verdiniz)” demiştir.[12]

Erzurum Kongresinde Atatürk ile birlikte

çalışan, sonrasında ölümüne kadar

Atatürk’ün yakınında olan Mazhar Müfit

Kansu, 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a

gelecek olan Atatürk’ün halk arasındaki

şöhretini şöyle anlatıyor:

“…Görüştüğüm bütün Erzurum’lular aynı

fikir, aynı azim, aynı karar ve milli iradeyi bir

his, görüş, şuur ve milli müdafaa bütünlüğü

halinde belirtirlerken, Mustafa Kemal

Paşa’yı da, o anda benden çok daha iyi

tanıdıklarına şüphe yoktu. Türk çocuğunun

asker doğup, asker ölmesi milli gelenek

olduğuna göre, çoğu yeni terhis edilmiş,

harpten çıkmış erler olan köylüler Mustafa

Kemal’in şahsiyetini bana ve birbirlerine

şöyle ifade ediyorlardı:

– Yaman kumandandır. Sert muharebe

eder. Üzerine atıldığı düşmanı kırmadan

bırakmaz.

Bu teşhisi koyan ve hükmü sağlayanların

çoğu ‘Bitlis’ muharebelerinde ve

‘Çanakkale’de onunla beraber döğüşen

veya döğüş şöhretini duyanlardı.”[13]

Memleket Sevdasıyla...


Tarihçi Yusuf Hikmet Bayur, Çanakkale

Savaşı’nda Arıburnu, Anafartalar ve

Conkbayırı zaferlerinin, Mustafa Kemal’e

büyük bir ün kazandırdığını ve bu ünün,

Milli Mücadele’ye katılımı arttırdığını

belirtiyor:

“Nisan ve Ağustos 1915’te Arıburnu,

Anafartalar ve Conkbayırı vuruşmaları

sonucunda Gelibolu Yarımadası

düşman eline düşüp İstanbul yolu

açılabilirdi. Bu iki yerde de talih, genç

ancak büyük bir komutan

bulundurmuş ve düşmanın tasarıları

boşa çıkmıştı. Mustafa Kemal’in bu

yüksek başarıları ona öyle bir ün

kazandırmıştır ki, O 1918’den sonra

yurdu kurtarmaya kalkıştığı vakit her

Türk general ve subayı onun bu işi

yapabileceğine inanmış ve onun

yanına güvenle koşmuştu. Mustafa

Kemal, Çanakkale kahramanı olmasaydı

Milli Mücadele herkese daha az güven

verebilir, dolayısıyla daha az yardım ve

dayanak bulabilirdi.”[14]

Dr. İsmet Görgülü de, Mustafa

Kemal’in Çanakkale’de kazandığı

şöhretin, Milli Mücadele’nin kazanılmasına

katkı sağladığını belirtiyor:

“Mustafa Kemal’in Çanakkale’de haklı

olarak kazandığı şöhret, halkın onu

masal kahramanı gibi algılaması, Milli

Mücadele’nin yapılmasına ve kazanılmasına

katkı sağlamıştır.”[15]

YERLİ VE YABANCI BASIN

Harp Mecmuası, 1915:

Birinci Dünya Savaşı sırasında askersivil

işbirliği ile çıkarılan “Harp

Mecmuası” dergisinin 1915 yılına ait 2.

ve 4. sayılarında Mustafa Kemal’e yer

verilmiştir.

Derginin 2. sayısında Birinci Dünya

Savaşı anlatılırken Mustafa Kemal’e yer

verilmiş ve bir resmi konulmuştur.

Resmin altına “Anafartalar Grubu

Kumandanı Miralay Mustafa Kemal

Bey” yazılmıştır.[16]

4. sayısında ise Çanakkale Kireçtepe’de

mermi kovanlarından yapılmış bir anıtın

önünde çekilmiş fotoğrafı, tam sayfa ve

dergi kapağı olarak yayınlanmış ve

altına şu yazılmıştır:

“Büyüklüğüne söz bulunamayan bir

levha-i şehamet (Akılla yaratılan bir

yiğitlik levhası) bizi yükseltmek için

feda-yı can eden mübarek şehitler

yatağı.”[17]

Dr. İsmet Görgülü, bu cümle ile ilgili şu

yorumu yapıyor:

“Bu cümle çok önemlidir. Daha o

dönemde, yüce Atatürk’ün kahramanlığı,

yiğitliği ve bunun akılla

yaratıldığıile büyüklüğü teslim edilmiş

Memleket Sevdasıyla...


ve bu büyüklüğünü ifade için söz

bulunamadığından yakınılmıştır. Bu

sözler herkes için söylenmemiştir ve

özellikle henüz albay rütbesindeki bir

komutan için bu sözler çok büyüktür.

Ama öyle değerlendirilmiş ve böyle

yazılmıştır.”[18]

Serveti Fünun, 24 Aralık 1915:

“Serveti Fünun” dergisinin 24 Aralık

1915 tarihli sayısının kapağında Mustafa

Kemal’in fotoğrafına yer verilmiş ve

altına “Anafartalar Kumandanı Miralay

Mustafa Kemal Bey ve maiyeti”

yazılmıştır.[19]

Tasvir-i Efkâr, 29 Ekim 1915:

“Çanakkale kara savaşlarında olağanüstü

yararlılıkları görülen ve

savunmadaki kudret ve becerisiyle

gerçekten şan ve şeref kazanarak

Boğazları ve Hilafet makamını kurtaran,

kumandanlarımızdan yaratılıştan

yiğitlik, kahramanlık ve

harikalar timsali Albay Mustafa Kemal

Beyefendi.”[20]

Yeni Gün, 14 Kasım 1918:

“Yeni Gün” gazetesi, Atatürk’ün

Adana’dan İstanbul’a gelişini, 14 Kasım

1918 tarihli sayısında manşetten şöyle

duyurmuştur:

“Anafartalar kahramanı Mustafa

Kemal bir gün önce İstanbul’a

geldi.”[21]

Tevhid-i Efkâr, 31 Ağustos 1921:

“Çanakkale’de iki defa İstanbul’u

kurtarmış olan Mustafa Kemal Paşa,

bu defa da vatanı kurtaracaktır.”[22]

Erzurum’da yayınlanan Albayrak, 14

Temmuz 1919:

“Anafartalar’da milli şerefi, tarihin

bugünkü nesilden beklemekte olduğu

kutsal görevi yükselten ve yücelten

bu saygıdeğer Komutanı, bugün de

Milli Mücadele’nin başında görmek,

mutlu bir görüntüdür.”[23]

Minber, 1918:

16 Kasım 1918: “Anafartalar kahramanı

olarak ün yapmış olan Mustafa Kemal

Paşa, önceki gün İstanbul’a geldi.”[24]

19 Kasım 1918: “İtiraf edelim ki vatanın

emsalini yetiştirmekte cömertlik gösterme

diği birkaç müstesna zekâdan

biri, hatta birincisi… Mustafa Kemal

Paşa’dır. Milletin ve memleketin en

ziyade hayırhah evladından oldu ğu

halde en az takdire mazhar olan yine

kendisidir… Anafartalar’ın yegâne

müdafii ve İstanbul’un kurtarıcısı

Memleket Sevdasıyla...


münhasıran kendisi olmasına rağmen

bu hakikati pek çok zaman ifşa

etmedi. Ve bu suretle bütün

muvaffakiyetin şan ve şerefleri çapulcuların

inhisarcı hisselerine kay dedildi…

Herhalde istiklal-i vatan Mustafa

Kemal Paşa’dan büyük hizmetler

beklemekte haklıdır.”[25]

Northern Herald, 8 Kasım 1922:

“Bir asker olarak şöhretini Gelibolu’da

kazandı. 19. Türk Tümeninin Komutanı

olarak bu harekata başlayarak,

yetenekleri ve inananlar arasında

meşhur olan değişmeyen şansıyla,

sonunda yarımadadaki tüm Türk-Alman

kuvvetlerinin komutasını aldı ve

Anafarta’dan önce İngilizleri geri atma

başarısı, askeri kariyerinin en parlak

başarısı olarak kabul edildi. Bu onu

Almanya’da bir kahraman yaptı ve

olay 1917’de anlatılıp Konstannopolis’te

yayınlandı…”[26]

Telegraph, 28 Kasım 1922:

“Ülkesi için savaştı. Gelibolu’da

komutanlık yaptı ve oradaki İngiliz

birliklerini muzaffer bir şekilde itti ve

onları apar topar gemilerine geri

gönderdi.”[27]

Toowoomba Chronicle and Darling

Downs Gazette, 25 Mayıs 1932:

“Mustafa Kemal Paşa, Gelibolu’da

Avustralyalılarla karşılaşan Türk

birliklerinin başkomutanıydı ve parlak

liderliği, İngiliz çabalarının başarısızlığından

büyük ölçüde sorumluydu.”[28]

Herald, 27 Aralık 1918:

“Kemal Paşa, Anafarta ve Anzak

bölgelerindeki Türklere tahliyeden iki

hafta öncesinde hastalanana kadar,

komuta etti.”[29]

Kalgoorlie Miner, 14 Ekim 1922:

“1914’te büyük savaşın patlak vermesiyle

Kemal, ülkesinin Almanya tarafına

girmesine karşı çıkan birkaç Türk’ten biriydi.

Ama Türkiye bir kez savaşa girdiğinde, kılıcı

onun emrin-deydi. Kişisel ve askeri

prestiji göz ardı edilemeyecek kadar

yüksekti; Enver onu Çanakkale’ye

gönderdi, bura-da askeri yetenekleri ve

meşhur olma şansını elde etti ve ona

Gelibolu’daki tüm Türk – Alman

kuvvetlerinin birliğini aldı. Suvla Körfezi

inişinden sonra İngilizleri Anafarta’dan

atma konusundaki kararlılığı onu Almanya’da

popüler bir kahraman yaptı; fakat

aynı zamanda Enver’in nefretini ve düşmanlığını

da arttırdı ve Kemal Gelibolu’dan

çıkarıldı ve Rus cephesine gönderildi.”[30]

Memleket Sevdasıyla...


Herald, 18 Ekim 1922:

“Gelibolu’da tekrar tekrar sergilenen

nitelikler. Anzak çıkartma gününde Türk

pozisyonunu kurtaran Kemal’in hızlı

kararlılığı ve kararıydı ve Kemal,

birliklerini -971- (Kocaçimen)

Tepesi’nde bir karşı saldırıya yönlendirdi.

Bundan sonra tekrar tekrar Kemal,

stratejisine ve kişiliğine saygı

duyulması gereken bir komutan

olduğunu gösterdi; ve en son eski

birliklerinin ordusunu bir kez daha

yükseltmek ve onu görünüşte zorlu

bir savaş makinesine dönüştürmek,

adamları ve halkı üzerindeki kavramasının

bir başka kanıtıdır.”[31]

Von Puttkamer, “Deutsche Allgemeine

Zeitung”, 27 Şubat 1922:

“İstanbul’un 1915 sonbaharında, Albay

Mustafa Kemal’in bir resmini gördüm. O

zamanlar daha, Anafartalar’da Ağustos

1915 tarihinde İngilizlere karşı kazanmış

olduğu zaferden haberim yoktu.

Resimdeki kartal bakışlı baş ile ikili bir

konuşma yaptım. Kendi kendime veya ona

dedim ki, “Burada istediğini bilen, daha

da fazlası ile emel sahibi biri görülmekte.

Belki kontrol edilemeyecek bir

kuvvet, belki de daha yüksekteki bir bütüne

ulaşabilmek için kabul edici bir kişilik.”

Bu şekil bir tanımlama, daha sonraları

Çanakkale Savaşlarını anlatan

Almanlar tarafından da tekrarlandı.

Aslında Almanlar, silah arkadaşlarını

övme konusunda son derece kısıtlı

davranıyorlardı. Fakat bu Türk için en

yüksek övgüyü yaptılar. Türkleri,

yeteneksiz bir komutanın (Liman von

Sanders) davranışları sonucu içine

düştükleri zor durumdan, kişisel tutumu

ile kurtarmayı başarmıştır.”[32]

L’ıllustration dergisi, 26 Şubat 1921:

“Kararlı, sert ama iman etmiş olan

Mustafa Kemal Paşa, dünyaya baş

kaldırmıştır. Meslekten askerdir.

Çanakkale’de, İngilizler karşısında

kazandığı büyük zafer, anılmaya

değer.”[33]

YERLİ VE YABANCI TANIKLAR

Esat Bülkat Paşa (Çanakkale’de 3.

Kolordu ve Arıburnu Kuzey Grubu

Komutanı):

“Bugün (11 Mayıs 1915) Enver Paşa,

yaveleri ve erkan-ı harbi (kurmayları) ile

karargâhına geldi. 19. Tümen

Kumandanı Mustafa Kemal Bey’in

karargahı hâlâ Kemal yerindeydi.

Oraya gittik. Enver Paşa, Mustafa

Kemal Bey’i kucakladı ve bugüne

Memleket Sevdasıyla...


kadar göstermiş olduğu kahramanlıklardan

dolayı takdirlerini bildirdi…”[34]

Fahrettin Altay Paşa (Çanakkale’de 3.

Kolordu Kurmay Başkanı):

“9 Ağustosta Mustafa Kemal,

Anafartalar’a gelen kuvvetleri, yeni

karaya çıkan düşmana karşı tertip

ettikten sonra, 10 Ağustosta Conk

Bayırı’na gelmiş, oradaki kuvvetleri de

düzenlemiş ve bir saldırı yaparak,

düşman kuvvetlerini geri atmaya

muvaffak olmuştu. İşte Mustafa

Kemal’in saati de bu savaşta

parçalanmıştı. İngilizlerin büyük

ümitlerle gelen kolorduları, artık

oldukları yerde mıhlanıp kalmış, zafer

tamamı ile bizim olmuştu. Mustafa

Kemal 10 Ağustosta yalnız İstanbulun

değil bütün bir memleketin işgalini

önlemişti, artık ümitleri kalmayan

İngilizler iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını

boşaltıp çekilip gitmeye mecbur

kalıyorlardı.”[35]

Ali Fuat Türkgeldi (Vahidettin’in

Mâbeyn Başkatibi):

“İngiliz ve Fransızlar Boğaza hücumda

sarf-ı nazar ederek karaya asker ihracı

ile arkadan zapt etmek teşebbüsünde

bulundular ve evvela Arıburun noktasına

ve sonra da Anafartalara kuvva-i külliyye

ile hücum eylediler. Anafarta hücumu,

Gazi hazretlerinin himmet-i

mahsusaları ile def olundu ve kendisi

“Anafartalar Kahramanı” unvanını

ihraz eyledi (kazandı).”[36] (Anıları ilk

defa 1924‘te yayınlandı.)

Mart 1918’de Mustafa Kemal Paşa ile

röportaj yapan [37] gazeteci Ruşen

Eşref Ünaydın, 28 Mart 1918:

“…Memleketin en tehlikeli zamanlarında

can verircesine vazife başına atılan bu

kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı

derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu

ruhuyla derin bir şükran olduğu halde

yanından ayrıldım.”[38]

Lütfi Simavi (Sultan Reşad’ın

Başmabeyincisi):

“Bu gezide (Almanya gezisi), o sırada

İstanbul’da bulunan Çanakkale kahramanlarından

Mustafa Kemal Paşa ile

Miralay Naci Bey (Eldeniz) de

bulunmaktaydı. (...) Çanakkale’deki

övünç ve gurur verici hizmetleriyle,

herkes gibi ben de kendisini gıyaben

tanıyordum. Hizmetlerinden ve başarılarından

dolayı kendisini orada tebrik

ettim. Tanışmaktan duyduğum şeref

ve iftihar duygularımı bildirdim.”[39]

Memleket Sevdasıyla...


kadar göstermiş olduğu kahramanlıklardan

dolayı takdirlerini bildirdi…”[34]

Fahrettin Altay Paşa (Çanakkale’de 3.

Kolordu Kurmay Başkanı):

“9 Ağustosta Mustafa Kemal,

Anafartalar’a gelen kuvvetleri, yeni

karaya çıkan düşmana karşı tertip

ettikten sonra, 10 Ağustosta Conk

Bayırı’na gelmiş, oradaki kuvvetleri de

düzenlemiş ve bir saldırı yaparak,

düşman kuvvetlerini geri atmaya

muvaffak olmuştu. İşte Mustafa

Kemal’in saati de bu savaşta

parçalanmıştı. İngilizlerin büyük

ümitlerle gelen kolorduları, artık

oldukları yerde mıhlanıp kalmış, zafer

tamamı ile bizim olmuştu. Mustafa

Kemal 10 Ağustosta yalnız İstanbulun

değil bütün bir memleketin işgalini

önlemişti, artık ümitleri kalmayan

İngilizler iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını

boşaltıp çekilip gitmeye mecbur

kalıyorlardı.”[35]

Ali Fuat Türkgeldi (Vahidettin’in

Mâbeyn Başkatibi):

“İngiliz ve Fransızlar Boğaza hücumda

sarf-ı nazar ederek karaya asker ihracı

ile arkadan zapt etmek teşebbüsünde

bulundular ve evvela Arıburun noktasına

ve sonra da Anafartalara kuvva-i külliyye

ile hücum eylediler. Anafarta hücumu,

Gazi hazretlerinin himmet-i

mahsusaları ile def olundu ve kendisi

“Anafartalar Kahramanı” unvanını

ihraz eyledi (kazandı).”[36] (Anıları ilk

defa 1924‘te yayınlandı.)

Mart 1918’de Mustafa Kemal Paşa ile

röportaj yapan [37] gazeteci Ruşen

Eşref Ünaydın, 28 Mart 1918:

“…Memleketin en tehlikeli zamanlarında

can verircesine vazife başına atılan bu

kahramanın elini sıktım. İçimde ona karşı

derin bir hürmet, bir İstanbul çocuğu

ruhuyla derin bir şükran olduğu halde

yanından ayrıldım.”[38]

Lütfi Simavi (Sultan Reşad’ın

Başmabeyincisi):

“Bu gezide (Almanya gezisi), o sırada

İstanbul’da bulunan Çanakkale kahramanlarından

Mustafa Kemal Paşa ile

Miralay Naci Bey (Eldeniz) de

bulunmaktaydı. (...) Çanakkale’deki

övünç ve gurur verici hizmetleriyle,

herkes gibi ben de kendisini gıyaben

tanıyordum. Hizmetlerinden ve başarılarından

dolayı kendisini orada tebrik

ettim. Tanışmaktan duyduğum şeref

ve iftihar duygularımı bildirdim.”[39]

Memleket Sevdasıyla...


İsmail Hakkı Okday (Vahidettin’in

damadı):

“Vahideddin Efendi bu seyahate

(Almanya seyahati) çıkarken, kendisine

refakat etmek üzere, o zaman

“Anafartalar Kahramanı” diye anılan

Mustafa Kemal Paşa’yı da yanına

almıştı.”[40]

Rıza Tevfik Bölükbaşı, 19.8.1918:

“Aşiyan’da Tevfik Fikret’e yapılan ilk

anma töreni için… geldiği zaman

kendisini kapıda karşılamış ve ihtifale

başlamadan evvel, orada bulunanlara ve

Tevfik Fikret’in eşine, “Anafartalar

kahramanı meşhur Miralay Mustafa

Kemal Beyefendi” diye takdim

etmiştim.”[41]

M.Z. (M. Zekeriya Sertel), “Büyük

Mecmua”, 20 Mart 1919:

“Osmanlı tarihinin en şerefli bir

sayfasını işgal edeceğine şüphe

olmayan Çanakkale başarısı, orada

çarpışan Türklük ruhunu, Türklük

fedakârlığını ispat ettiği gibi bir de

Mustafa Kemal gibi büyük bir

kahramana malik olduğumuzu gösterdi.

Tarih Çanakkale vakasını kaydederken

hiç şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevat

Paşaların isimlerini de altın harflerle

yazacaktır… Büyüklerini tanımak

mecburiyetinde olan gençlik, Mustafa

Kemal adını da belleklerine eklemeli

ve kurtarıcılarımızdan birinin de o

olduğunu unutmamalı.”[42]

Yahya Kemal, “İleri gazetesi”, 6 Mayıs

1921:

“Fatih’te, Aksaray’da küçük dükkanlarda,

Eminönü’ne kadar bütün vitrinlerde,

muzaffer kumandanlarımızın yanında

Mustafa Kemal Paşa’nın da resmi

bulunurdu, hatta köprüde, şapkalı

satıcıların Mustafa Kemal Paşa’nın

alçıdan küçük heykellerini sattıkları

bilinmektedir.”[43]

21 Ekim 1915’te cephede Mustafa

Kemal’i ziyaret eden Uryanizade Ali

Vahid’in, 1915’te yazdığı, 1916’da

basılan kitabından:

“…Anafartalar Grubuna gitmek üzere sabah

erken hareket olundu. O grupta bu heyet bir gün

yaşadı ki dünyada anlatımı mümkün olmaz.

Karşılama, iyi muamele, ağırlama, mihmandarlık

olsa da Allah için bu kadar olur… Bu grubun

kahramanı Mustafa Kemal Bey’e, bu büyük

kumandana, bütün Müslümanlar ve müttefiklerimiz

şükran borçludurlar. Anafartalar’ın en

nazik bir zamanında Mustafa Kemal Bey’in

aldığı tertibat ve tertip ettiği bir hücum

sayesinde Boğaz büyük bir tehlikeden

kurtulmuştur.”[44]

Memleket Sevdasıyla...


Çanakkale Muharebelerine katılan H.

Cemal adlı subayın, 1915’te yazdığı

“Ulu Cenk” isimli Çanakkale

Muharebeleri’ni anlatan kitabından:

“Çanakkale’ye bir zafer heykeli dikmek

şerefi ile Türkler şeref kazanacaklarsa o

heykelin, Çanakkale’yi kurtaran

Mustafa Kemal Bey olması lazımdır.

Başkası olamaz. Bu hak kimseye

verilemez.”[46]

Veliaht Vahidettin (15 Aralık 1917‘de

Almanya seyahatinin ilk günü trende):

“Afedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç

dakika evveline kadar kiminle seyahat

etmekte olduğumu bana izah

etmemişlerdi. Ancak trenin hareketinden

sonra aldığım malumat üzerine gıyaben

çok iyi tanıdığım ve takdir ettiğim bir

kumandanımızla beraber bulunduğumu

anladım. Ben sizi çok iyi bilirim.

Arıburnu’nda ve Anafartalar’da

yaptığınız bütün icraat, kazandığınız

muvaffa-kiyetler

tamamen

malûmumdur. Siz İstanbul’u ve her şeyi

kurtarmış bir kumandanımızsınız,

beraber seyahat etmekte olduğum için

çok memnun ve bundan müftehirim

(övünç duyuyorum).”[47]

Mehmed Emin, Ordunun

Destanı, Matbaa-i Ahmed

İhsan ve Şürekası, İstanbul,

1331 (1915), sayfa 38.

[45]

Ey bugüne şahit olan Sarphisarlar

Ey kahraman Mehmet Çavuş

Siperleri

Ey Mustafa Kemallerin aziz yeri

Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler

Ali İhsan Sabis Paşa, 5. Ordu Komutanı

Liman Von Sanders’in Gelibolu

yarımadasına düşmanın asker çıkarması

ihtimalini zayıf ve düşmanın esasen

Bozcaada karşısındaki sahillere çıkarma

yapacağı tahmininden dolayı Gelibolu

yarımadasındaki kuvvetlerin büyük bir

kısmını Anadolu tarafına nakletmek

istediğini belirtiyor. Bunun, “bereket versin

ki” diyerek Mustafa Kemal tarafından

önlendiğini şu sözlerle anlatıyor:

Memleket Sevdasıyla...


“19. fırka (tümen) kumandanı olan

Mustafa Kemal, kendi fırkasıyla

Anadolu’ya geçmek emrini almış iken,

düşman o esnada Arıburnu’na asker

ihracına başladığından 19. fırka

kumandanı kendiliğinden pek takdire

şayan bir karar vererek bu tehlikeli

düşmana dönmüş, karşıya geçmek

hakkındaki ordu emrini, yani Liman

Paşanın emrini yapmamış; bu suretle

mağrur Alman Generalinin hatasının önü

alınmış ve Çanakkale müdafaası

harikası vücuda gelmiştir. Eğer

Gelibolu yarımadasındaki kuvvetler

evvelce Anadolu’ya geçirilmemiş olsaydı

düşmanın Arıburnu’nda tutunmasına bile

imkan kalmaz ve ilk günü hepsi denize

dökülürdü.”[48]

Rauf Orbay (Hamidiye Kahramanı):

“İngilizlerin (Seddülbahir) ve (Arıburnu)

civarına asker çıkarmaya başladıklarını

haber alan Mustafa Kemal Bey, emir

beklemeksizin, tümenini Arıburnu’na

tahrik etmiş ve (Kocaçimen) tepesini

zapt için ilerlemekte olan düşmanı,

taarruzla mağlup ve perişan ederek,

sahile kadar sürüp, Gelibolu

Yarımadasının güney kısmını düşmekten

kurtarmıştı. İngilizler, bu taarruzlarında

muvaffak olamayınca, (Anafarta) sahiline

çıkardıklan kuvvetlere Seddülbahir

istikametinde ilerlemeye başlamışlardı.

Bunlara karşı sevkedilen kuvvetlerimizin

kumandanı, taarruz’da tereddüt edince,

yerine memur edilen Mustafa Kemal Bey,

kumandayı üstüne alır almaz, giriştiği

şiddetli mukabil taarruzlarla, boğaza

hâkim tepelere kadar ilerleyen İngilizleri

tekrar mağlup ederek, sahile sürmüştü.

Mustafa Kemal Bey, bu suretle; Boğazın

düşman eline geçmesine mâni olarak,

Çanakkale muharebelerinin o andan

itibaren siper savaşına çevrilmesini ve

nihayet İngilizlerin aman deyip

çekilişleriyle Yarımadanın ve dolayısıyle

İstanbul’un kurtulmasını temin etmiş

oluyordu. Bizi Asya’ya atarak

müttefiklerimizden ayırdıktan sonra,

Ruslarla birleşmek hususundaki İngiliz

emellerine, isabetli kararı ve başarılı

taarruzu ile ilk mâni olan, şüphesiz ki

Mustafa Kemal Beydir.”[49]

Alman İmparatoru Kayzer II. Wilhelm,

19 Aralık 1917 (Mustafa Kemal’in

ağzından):

“…İmparator, diğer eliyle benim elimi tuttu ve

çok yüksek sesle, Almanca olarak, ’16.

Kolordu, Anafarta’ sözlerini telaffuz etti.

Bütün hazır bulunanlar, İmparator’un bu

ihtarı (uyarısı) üzerine bana teveccüh

ettiler (döndüler). Ben Kayzer’in ne demek

Memleket Sevdasıyla...


istediğini anlamadığımdan biraz sıkıldım

ve önüme baktım. İmparator, benim bu

mahcup ve mütevazı vaziyetimden

şüphelenerek, yanlış bir hitapta

bulunmuş olması ihtimalini düşünmüş

olsa gerek, bana sordu:

‘Siz 16. Kolordu Kumandanlığını ve

Anafartaları yapmış olan Mustafa Kemal

değil misiniz?’

Almanca sorulan bu suale Fransızca

cevap verdim:

‘Evet Ekselans’.”[50]

Kont Sforza (İtalya Yüksek Komiseri):

17 Aralık 1918: “Çanakkale kahramanı

Kemal Paşa…”[51]

1919: “Kemal’in şöhreti halk arasında

yaygındı…”[52]

1927: “Çanakkale müdafaasının

kahramanı olarak Türkiye’de maruf

(tanınmış) olan Mustafa Kemal

Paşa…”[53]

Amiral Calthorpe (İngiliz Yüksek

Komiseri), 23 Haziran 1919:

“Çanakkale Savaşı’nda ün yapmış

bulunan ve Samsun’a Ordu Müfettişi

olarak gönderilen Mustafa Kemal

Paşa…”[54]

Amiral Webb (İngiliz Yüksek Komiseri),

28 Haziran 1919:

“Çanakkale Savaşı’nda bir hayli şöhret

yapan Mustafa Kemal, Başbakan

(Sadrazam) tarafından Samsun’a

müfettiş olarak gönderildi…”[55]

İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee

(1926‘da yayınlanan “Turkey” adlı

kitabından):

“Mustafa Kemal parlak bir asker, başına

buyruk bir kişi idi… Çanakkale Seferi’nde

Anafartalar da İngiliz kuvvetlerini

durdurunca; hem Almanya’da, hem de

Türkiye’de askerî bir kahraman oldu.

Bundan sonra da, Alman Yüksek

Komutanlığı ile Türk Başkomutanı Enver

Paşa tarafından sevilmesine rağmen,

askeri ünü pekleşti…”[56]

Eski İngiliz Başbakan Winston Churchill,

1920:

“Kaderin adamı.”[57]

“İngiliz stratejik planlarını boşa çıkartan.”[58]

Liman von Sanders (Osmanlı Mareşali):

1915 (Enver Paşa’ya yazdığı mektup):

“Albay Mustafa Kemal Bey’i, vatanın bu

büyük savaşta hizmetlerine muhakkak

surette muhtaç olduğu, çok müstesna,

kaabiliyetli, yetkili ve cesur bir subay olarak

tanıdım ve takdir etmeyi öğrendim. Albay

Mustafa Kemal Bey,.. (düşmanın) ilk karaya

Memleket Sevdasıyla...


çıkış hareketinden beri 19. Tümen’in

başında parlak şekilde savaşmış…

Albay Mustafa Kemal Bey, burada da

görevini büyük bir cesaret, iyi ve açık

tertibat alarak ifa etmiştir. Öyle ki

kendisine -vazifem gereği olaraktakdirimi

ve şükranımı tekrar tekrar ifade

ettim.”[59]

29 Eylül 1922 (“Evening Star”

gazetesinde yayınlanan röportajı): “Mart

1915’te onunla ilk tanıştığımda Kemal 5.

Türk Ordusu’nun komutasındaydı. Daha

sonra İngilizlerin ilk birliklerini oraya

indikten sonra Anafarta bölgesinde bir

birliği komuta etti. 9 Ağustos’ta

Kemal’in kendisi Anzaklara saldırdı,

bir mermi kalbine yakın bir yere

çarptı, ama altın saati tarafından

durduruldu. İngilizlerin çekilmesiyle

sonuçlanan savaştan sonra, bana

kurşunun açtığı çukurlu saati gösterdi,

Bunun karşılığında ona kendiminkini

verdim (yani kendi saatini Mustafa

Kemal’e verdiğini kastediyor)… Askerleri

arasında yağmalamaya veya zorbalığa

asla tahammül etmedi… O büyük bir

devlet adamı ve aynı zamanda büyük bir

general ve ayrıca çok iyi

görünüşlüydü.”[60]

Liman von Sanders’in yayınlanan demecinde,

Mustafa Kemal’in 9 Ağustos’ta

yaralandığını ve saatinin parçalandığını

yazılmış, fakat bu tarih 9 değil 10

Ağustos’tur. Bu bir günlük tarih hatası

Liman Paşa’dan mı yoksa gazeteden mi

kaynaklanıyor, bilemiyoruz.

C.F. General Aspinal Oglander

(Çanakkale askeri tarihi yazarı), 1932:

“Gazi Hazretlerinin Çanakkale’de,

Çanakkale muharebelerinde göstermiş

olduğu çok yüksek sevk ve idare,

fedakârlık ve feragat her türlü övgünün

üzerindedir. Ve bu hususta ne söylense

azdır… Gazi Hazretleri Çanakkale

Savaşlarının kaderinde tek tayin edici

rolü oynamış, Çanakkale’nin kaderini

tayin etmiştir. Bir tümen komutanının tek

başına cephenin üç ayrı yerinde yaptığı

ayrı, ayrı hareketlerle Çanakkale

savaşlarının kaderi Türkler lehine

değişmiştir. Bu suretle komutan

askerlerine büyük bir zafer

kazandırmakla kalmamış tarihte çok

ender rastlanabilen azim ve kararlılıkla

birlikte komuta etmek sanat ve

yeteneğini de göstermiştir. Mustafa

Kemal, o tarihte bir tümen komutanı

olarak olağanüstü yetenekleri ve

dehasıyla durumu kavrayarak yaptırdığı

Memleket Sevdasıyla...


hareketlerle yalnız büyük bir

muharebenin mecrasını ve kaderini

değiştirmekle kalmamış savaşın sonuda

ve hatta İmparatorluğun kaderini de

değiştirmiştir. Kısaca Gelibolu

muharebeleri bütünüyle Gazi Mustafa

Kemal’in üstün deha ve zekasıyla

etkili olduğu bir tarihi anlatır…”[61]

MUSTAFA KEMAL’İ CEPHEDE

ZİYARET EDENLER

Çanakkale Savaşı’nda Arıburnu,

Anafartalar ve Conkbayırı zaferlerinin

komutanı Mustafa Kemal’in başarılarını

neredeyse duymayan kalmamış;

Osmanlı Harbiye Nazırı’ndan, cephedeki

erlere, yerel yöneticilerden, milletvekillerine,

yerli ve yabancı basın

mensuplarından, sivil halka kadar

herkes, Mustafa Kemal’in “Çanakkale

kahramanı” olduğunu öğrenmiş ve

herkes, ilk fırsatta “Çanakkale

kahramanı” Mustafa Kemal’i kutlamak

için cepheye gidip, ziyaret etmişti.

İşte gün gün, Çanakkale’de Mustafa

Kemal’i ziyaret edenler:

11 Mayıs 1915: Başkomutan Vekili

Enver Paşa, öğleden sonra, 3. Kolordu

Komutanı Esat Paşa’yla beraber

Kemalyeri’nde Mustafa Kemal’i ziyaret

etmişlerdir.[64]

1 Temmuz 1915: İstanbul’dan gelen

Ajans Müdürü Hüseyin Tosun ile

Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nden Ali

Ekrem (Bolayır) Bey, 19. Tümen

Karargahı’nda Mustafa Kemal’i ziyaret

etmiştir.[65]

10 Temmuz 1915: Tasvir-i Efkâr gazetesi

muhabiri Ferit Bey, 19. Tümen

Karargahı’nda Mustafa Kemal’i ziyaret

etmiştir.[66]

16 Temmuz 1915: Gazeteci, yazar ve

şairlerden oluşan bir edebi heyet, harp

alanını ziyaret etmek üzere, İstanbul’dan

Çanakkale’ye gelmiştir. Hamdullah Suphi

(Tanrıöver), Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip

(Yöntem), Ömer Seyfettin, Mehmet Emin

(Yurdakul), İbrahim Alâettin (Gövsa),

Hakkı Süha (Gezgin), Enis Behiç

(Koryürek)’in de içinde bulunduğu heyet,

Çanakkale cephesine gelerek 5. Ordu ve

3. Kolordu Karargahlarını ziyaret etmiş,

Arıburnu ve Seddülbahir harp bölgelerini

gezmiştir. Heyet, Cesarettepesi’ne giden

yolun düşman kontrolünde ve tehlikeli

olduğu nedeniyle Mustafa Kemal’i ziyaret

edememiş, ancak telefonla konuşarak

başarılarını kutlamışlardır.[67]

Memleket Sevdasıyla...


17 Temmuz 1915: Gelibolu Mutasarrıfı

Süreyya (Yiğit) Bey’le Maydos (Eceabat)

Kaymakamı Rahmi Bey, 19 Tümen

Karargahı’nda Mustafa Kemal’i ziyaret

etmişler ve geceyi karargahta

geçirmişlerdir.[68]

30 Temmuz 1915: 3. Kolordu Komutanı

Esat (Bülkat) Paşa ve Kurmay Başkanı

Fahrettin (Altay) Bey, 19. Tümen

Karargahı’na gelerek Mustafa Kemal’i

ziyaret etmişlerdir.[69]

20 Ağustos 1915: 1. Ordu Komutanı

Mareşal von der Goltz, karargahının

bulunduğu Gelibolu’dan Anafartalar

Grubu Komutanlığına Karargahı’na

gelmiş, Mustafa Kemal ile görüşmüş,

daha sonra onunla birlikte Anafartalar

cephesine giderek gözetleme yerine

çıkmıştır.[70]

21 Ağustos 1915: Mareşal Liman von

Sanders, sabah, Çamlıtekke’de Anafartalar

Grubu Komutanlığı Karargahı’na

gelmiş ve Mustafa Kemal ile

görüşmüştür.[71]

Polonyalı bir bayan gazeteci, Mustafa

Kemal ile görüşmek için Kemalyeri’ne

gelir ve 2. Anafartalar Zaferi’nin coşkusunu

Mustafa Kemal’le birlikte yaşar.[72]

22 Ağustos 1915: Mareşal Liman von

Sanders, sabah, tekrar Çamlıtekke’de

Anafartalar Grubu Komutanlığı

Karargahı’na gelmiş ve Mustafa Kemal ile

görüşmüştür.[73]

24 Ağustos 1915: Polonyalı bayan

gazeteci, 24 Ağustos’ta tekrar Mustafa

Kemal’i ziyarete gelmiştir.[74]

2 Eylül 1915: Bir Alman gazeteci,

Mustafa Kemal’i ziyarete gelmiştir.[75]

8 Eylül 1915: Türkiye’nin ilk filmcisi

Necati Bey, Mustafa Kemal’i ziyarete

gelmiş ve 3 gün çekim yapmıştır.[76]

10 Eylül 1915: Tanin gazetesi ve tarih

yazarı Ekrem Bey, Mustafa Kemal’i

ziyarete gelmiştir.[77]

21 Ekim 1915: Esat Essefit Efendi

başkanlığında Suriye edebi (yazar ve

şairler) heyeti, Anafartalar Grubu

Karargahı’nda Mustafa Kemal’i ziyaret

etmişler, heyet üyeleri daha sonra

cepheleri dolaşmıştır.[78]

Memleket Sevdasıyla...


21 Ekim 1915: Esat Essefit Efendi başkanlığında Suriye edebi (yazar ve şairler)

heyeti, Anafartalar Grubu Karargahı’nda Mustafa Kemal’i ziyaret etmişler, heyet

üyeleri daha sonra cepheleri dolaşmıştır.[78]

31 Ekim 1915: Başkomutan Vekili Enver Paşa, beraberinde Ahmet İzzet Paşa,

Yarbay Feldmann ve Başyaver Kazım (Orbay) Bey, Anafartalar Grubu

Karargahı’nı ziyaret etmişler ve Mustafa Kemal ile görüşmüşlerdir.[79]

3 Kasım 1915: İstanbul’dan Gelibolu’ya gelen Ayan ve Mebusan Heyeti,

Anafartalar Grubu Karargahı’na giderek Mustafa Kemal’i ziyaret etmişler ve

beraber cepheyi gezmişlerdir.[80]

Hani Mustafa Kemal Çanakkale’de yaptıklarından dolayı zamanında bir

kahraman değildi?

Hani Mustafa Kemal’in Çanakkale kahramanlığı ilk kez Mart 1918’de

Ruşen Eşref tarafından ortaya atılmıştı?

Hani Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolü, daha sonra ki zamanlarda

abartılmıştı?

Hani 1919’da halk ve hatta aydınlar, Mustafa Kemal’i tanımıyordu?

Hepsinin yalan olduğunu gördük!

Memleket Sevdasıyla...



KAYNAKÇA

[1] Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler, 5. Cilt, 1. baskı, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1992, sayfa 248, 398.

[2] Mustafa Armağan, “Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolü abartıldı mı?”, mustafaarmagan.com.tr, 15 Mart 2015. (Son erişim tarihi: 2 Mayıs 2021.)

[3] Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, 3. Cilt, 2. baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, sayfa 19, dipnot.

[4] Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921 Tarihleri Arasında Ait 106 Belge), T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Ankara, 1982, sayfa 10,

belge 9/a.

Ayrıca bakınız; Askeri Yönüyle Atatürk, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Atatürk Serisi Yayınları, Ankara, 1981, sayfa 45, 148.

Em. Alb. Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk, “Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle”, 2. baskı, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı

Yayınları, Ankara, 1988, sayfa 70, 71, 707.

Hazırlayan: Em. Kur. Alb. Nusret Baycan, Atatürk’ün Nişan ve Madalyaları, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1986,

sayfa 5, 177.

Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Kafkas Cephesi, 2. Ordu Harekatı 1916-1918, Cilt 2, Kısım 2, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı

Askeri Tarih Yayınları, Ankara, 1978, sayfa 39.

Prof. Dr. Afet İnan, M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, 4. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2020, sayfa 12, 21, 63.

Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, 7. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2019, sayfa 41.

Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 3. baskı, Rafet Zaimler Yayınevi, İstanbul, 1958, sayfa 156, 618.

Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1990, sayfa 106.

İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 8. baskı, Kronik Kitap, İstanbul, 2019, sayfa 132, 133.

Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayii A. Ş. Basımevi, İstanbul, 1969, sayfa 95.

Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970, sayfa 114.

Uluğ İğdemir, Atatürk’ün Yaşamı, 1. Cilt, 2. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, sayfa 77.

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, Cilt 1, 47. baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2020, sayfa 252.

Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, (Yeni baskıya hazırlayan: Arı İnan), 20. baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2019, sayfa

11, 462.

Şevket Beysanoğlu, Mustafa Kemal Atatürk’ün Diyarbakır’daki Kafkas Cephesi Komutanlığı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt II, Mart 1986, Sayı 5,

sayfa 487.

Belgelerle Atatürk, Milli Savunma Bakanlığı, Ankara, 1999, sayfa 15, 48.

Veli Değirmenci, “Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938)”, Din, Bilim, Uygarlık ve Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007, sayfa 15.

Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbuldaki Çalışmaları (1899-16 Mayıs 1919), 2. baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998, sayfa 86, 277.

Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 5. baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2017, sayfa 13, 67.

Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, 2. baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2007, sayfa

69.

Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk, 1. baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987, sayfa 12, 222.

Prof. Dr. Yücel Özkaya, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hayatı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2003, sayfa 93, 639.

Yusuf Çotuksöken, Atatürk Antolojisi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1982, sayfa 5.

Turgut Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl, 5. baskı, Gürer Yayınları, İstanbul, 2007, sayfa 36 ve

devamı.

Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik, 3. baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2017, sayfa 144, 146.

Celal Erikan, Komutan Atatürk (Cilt I-II), 2. baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1972, sayfa 184, 868.

Ahmet Yavuz, Başkomutan / Emsalsiz Lider, 2. baskı, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2021, sayfa 117.

Fethi Naci, 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970, sayfa 7.

Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, 1. baskı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1996, sayfa 145.

Muvaffak İhsan Garan, Milletlerin Sevgilisi Atatürk, 1. baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1982, sayfa 13.

Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, 1. baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975, sayfa 129.

Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi Gazi Mustafa Kemal, 8. baskı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2010, sayfa 341.

Turgut Özakman, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, 1. baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, sayfa 24.

Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, 6. baskı, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2017, sayfa 132.

[5] Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, 2. baskı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2007,

sayfa 69.

Ayrıca bakınız; Hazırlayan: İzzeddin Çalışlar, On Yıllık Savaş, Org. İzzettin Çalışlar’ın Not Defterlerinden Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları,

(Gözden geçirilmiş ve eklerle genişletilmiş) 1. baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, sayfa 174.

Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik, 3. baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2017, sayfa 144.

Askeri Yönüyle Atatürk, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Atatürk Serisi Yayınları, Ankara, 1981, sayfa 45.

Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1990, sayfa 106.

YAZININ KAYNAKÇASININ DEVAMI İÇİN YAZARIMIZ VOLKAN AKSOY'UN BU YAZISINA BAKABİLİR:

https://ataturkkaynakcasi.wordpress.com/2021/04/05/ataturk-parlak-bir-asker-degildi-yalani/

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a Millî Mücadele’yi başlatan Mustafa

çıkmadan evvel Karakol Cemiyeti’nin Kemal Paşa, Damat Ferit kabinesinin

kurucu unsurlarıyla görüşmüştü. Sadece istifa etmesi için faaliyetlerde

görüşmekle de kalmayan Mustafa bulunmuştu. Ancak ülke içindeki birtakım

Kemal, bu görüşmede birtakım eylem hadiseler Mustafa Kemal’i rahatsız

planları dahi hazırlamıştı. Bunlara Ali

Fethi Bey ve Rauf Bey de şahitlik etmişti.

[1]

ediyordu. Millî Mücadele’de aktif bir rol

oynayan Karakol Cemiyeti’nin lideri Kara

Vasıf Bey, Ağustos 1919’da tüm ordu

1919’da Karakolcular marifetiyle birimlerine bir tebliğ göndererek, hem

Anadolu’ya geçen subay sayısının Karakol’un varlığını ilan etmiş hem de

artmasıyla direniş hareketi de kendini başkumandanı olan bir teşkilat olarak

göstermeye başlamıştı. Harekete liderlik Karakol Grubu’nu tanımlamıştı. Bu

edecek otorite sahibi ve ismi lekesiz olan durumu İttihat ve Terakki’nin yeniden

birine ihtiyaç söz konusu olmuştu. canlandırılması olarak algılayan Mustafa

Karakolcuların, Talât Paşa’dan sonra

sadrazamlık yapan Ahmet İzzet (Furgaç)

Kemal Paşa, Sivas Kongresi’ne delege

sıfatıyla katılan Kara Vasıf Bey’e bu

Paşa’ya müracaat ettiğini biliyoruz. durumu izah etmesi istikametinde

Paşa’nın İttihatçı olmamasına rağmen meselenin iç yüzünü anlamak için birkaç

sağlam bir vatansever olduğu için soru sormuştu. Mustafa Kemal Paşa,

İttihatçıların itimat ettiği biriydi. Anlaşma Kara Vasıf Bey’in izahatından memnun

sağlanamayınca Karakolcuların önde olmamıştı. Bunun üzerine Kara Vasıf

gelenleri Mustafa Kemal’e başvurdular.

Bir başka ifadeyle Karakolcular, Mustafa

Bey ile Kara Kemal Bey, Karakol’u

Mustafa Kemal Paşa’nın emrine vermeyi

Kemal Paşa’ya direnişin lideri olmaya düşünmüştü. Tüm bu gelişmeler

ikna etmişlerdi. Nitekim Mustafa Kemal

başından itibaren İttihat ve Terakki

yaşanıyorken Mustafa Kemal Paşa, bir

taraftan iç meseleleri bir diğer taraftan da

üyesiydi ve siyasal anlamda da dış meseleleri kontrol altında tutmaya

yıpranmamış bir isimdi. [2]

çalışmaktaydı.[3]

Memleket Sevdasıyla...


Millî Mücadele’nin başından zaferle

sonuçlanmasına kadar, mutlak surette

vatansever bir çizgide hizmet etmiş olan

Karakolcular ve devamı niteliğindeki

örgütlenmeler; fedakâr kadrosuyla çetin

görevleri başarıyla sonuçlandırmıştı.

Ancak, Karakolcular içindeki bir kısım

unsurların yanlış tutumları üzerine

kapatılarak, buradaki unsurlar Müdafaa-i

Milliye Teşkilatı ve MİM MİM gruplarına

geçiş yapmışlar ve Millî Mücadele’ye

katkılarını sürdürmüşlerdi.

Anadolu merkezli direniş hareketinin,

1918 ve 1919 yıllarında gerçekleştirilen

yerel bölgesel kongrelerinden, 1922’deki

zafere kadar olan kısmı Mustafa

Kemal’in ulusal direnişin mutlak lideri

olarak ortaya çıkmasının hikâyesini

kapsamaktadır. Unutmamak gerekir ki

kongreler, yerel direniş hareketlerinin

teşkilatlanmasında kilit bir rol oynamıştır.

Bu anlamda Karakolcuların da

sahadaki faaliyetlerinin, ulusal direniş

hareketinin başarıya ulaşmasında önemli

katkıları olmuştu. Karakol’un merkezinde

ve sahada kullandığı personelin İttihatçı

olması, Mustafa Kemal’e gözü kapalı

bağlı olmadıkları anlamına gelmekteydi.

Ocak 1920’de Karakolcuların kendi

başlarına Bolşevik temsilcilerle yürüttüğü

müzakereler buna örnek teşkil

etmektedir.[4]

Mustafa Kemal’in inisiyatifi dışında

kurulan Karakol Cemiyeti, Mustafa

Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i

Hukuk Cemiyeti’nin teşekkül ettiği

andan itibaren kapatılması yönündeki

emrini 16 Mart 1920’ye kadar

uygulamaya koymamıştır.[5]

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

[1] AKAL, Emel, Mustafa Kemal, İttihat Terakki

ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, s.184.

[2] ZÜRCHER, Eric jan, Modernleşen

Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, s.213.

[3] AKAL, Emel, Mustafa Kemal, İttihat Terakki

ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, s.85.

[4] ZÜRCHER, Eric jan, Modernleşen

Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, s.233.

[5] AKAL, Emel, Mustafa Kemal, İttihat Terakki

ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, s.191.

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


Büyük Türk ulusunun asil evlatları, ulu

ataların yiğit ahfadları ve sarı börklü

Gazi’nin, vârisleri; dergimizin ikinci ve

özel sayısında Atatürk’ün İslam’a

hizmetlerinden ve akılcı, bedevi

kültüründen uzak olan gerçek İslam’a

yani dinde öze dönüş projesinden

bahsedeceğim. Büyük deha Gazi Paşa

onca sene düşmanla çarpışmış ancak en

büyük tehlikenin cehalet olduğunu

anlamıştır. O cehalet, Arap kültürünü

güzel İslam sandığından bizi vurmak,

bitirmek, sömürmek isteyenler bu

yönümüzden vuruyor. Bunu Ruhbanlar,

sahte din adamları, şeyhler, tarikatlar

gibi 1. Sayıda bahsettiğimiz şeytan

evliyaları ve ordularını kullanarak

yapıyorlar. Atatürk bu oyunu bozmak

istemiş ve isteğini de gerçekleştirmiştir.

Kur’an’da Sizden her biri için bir yol/

şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah

dileseydi sizi elbette bir tek ümmet

yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla

sizi imtihana çeksin diye öyle

yapmamıştır. O halde hayırlarda

yarışın.[1] derken o cehalet uçurumuna

düşenler tek bir ümmete göre düşünüp

“Peygamber Efendimiz böyle yapmış,

derken o cehalet uçurumuna düşenler

tek bir ümmete göre düşünüp

“Peygamber Efendimiz böyle yapmış,

böyle olacaktır.” diye konuşup kaynak

gösteremeden, Kur’an ile çelişerek bu

bedevi kültürüne bağlanıyorlar. Bundan

da Türk ulusunu sömürmek, yok etmek

isteyenler faydalanıyor. “Şeriat

istiyoruz” demenin “İslam isteriz”

demek ile hiçbir alakası yoktur.

“Şeriat Kuranın getirdiği dinin adı

değildir, Kuranın getirdiği dinin adı

İslam’dır, Sadece İslam. Başka adı yok.

Neden İslam demezler de şeriat derler

Çünkü İslam derlerse iddialarını

Kur’an’la ispat etmeleri gerekir. Oysaki

Allah ile aldatanların din dediklerinin

Kur’an’dan onay alması mümkün

değildir. Şeriat diyerek meseleyi her

yana çekilebilir hale getirmekte sıkışınca

da 'Ulemanın kavli budur, icma bu

yoldadır, ecdadımız böyle karar

vermiştir, asırlardır Müslümanların

uygulaması böyledir.' gibi dayatmalarına

uygun bir dini öne çıkarma yoluna

gitmektedirler. İslam’ın olmazsa

olmazlarını Kur’an belirler. Ne

ulemanın ne icmaın ne de ecdadın böyle

Memleket Sevdasıyla...


bir yetkisi vardır. Onların belirledikleri

‘dün öyleydi ‘ Onların belirledikleri dün

açısından saygın olabilir. Bu ayrı bir

şeydir. Bu saygınlık onları bugün için

dokunulmaz yapmanın gerekçesi

olmamalıdır.”[2] Şeriat, bu nedenle Allah

ile aldatanların oyuncağı hâline gelmiştir.

Halbuki Kur’an Allah ile aldatmanın

önünü kapatan tek ilahî kitaptır.[3]

Kur’an-ı Kerim’de o sahte din

adamlarının dini kullanarak halkı

sömürdüğünü söylenmiştir. Siz ey iman

edenler! Bilin ki hahamlardan ve

rahiplerden birçoğu insanların

mallarını, (ürettikleri) batıl inanç

karşılığı boğazlarına geçiriyorlar;

böylece (onları) Allah’ın yolundan

çeviriyorlar. Hem altın ve gümüş

toplayarak servet yapıp, hem de onu

Allah yolunda sarf etmeye

yanaşmayan kimseler var ya: işte

onları can yakıcı bir azap ile müjdele.

[4] diye geçer. İslam’da hiç kimsenin

Allah’ın dinini temsil etme yetkisi yoktur.

Allah hiçbir kişi ya da grubu temsilcisi

olarak tayin etmemiştir. “Din, insanların

ortak paydasıdır. Kimse din konusunda

bir diğerinden daha fazla hak ya da yetki

sahibi değildir. Şüphesiz Allah’ın dinini

en doğru ve güzel şekilde anlayarak

yaşamak her inananın en öncelikli

vazifesidir. Bilmediğini öğrenmek,

bildiğini düşündüğü kişilere danışmak,

herkesi ve her görüşü değerlendirmek ve

sonuçta, aklına, yaratılışına ve pek tabi

Allah’ın vahyine ve vahiy ile hareket

ederek inananlar için örnek olan

peygamberlerin hayatlarına göre inanç

ve kabullerini gözden geçirmek

durumundadır. Bu noktada meseleye

meşhur âlim Muhammed Abduh’un

düşünceleri üzerinden bakmakta yarar

vardır: 'Abduh şunu çok net bir üslupla

ortaya koymuştur ki İslam, dini otoriteyi

reddetmekle kalmamış onun izlerini

kökünden silmiştir. Hatta İslam’ın

getirdiği en önemli esas bu ilkeyi

yıkmaktır. İslam Allah ve Resulü’nden

sonra hiç kimseye başka birinin

inancına egemen olma ve imanına

baskı uygulama hakkı vermemiştir.

Resulullah bile denetleyici ve baskı

kuran biri değil, sadece tebliğ edici ve

uyarıcıdır. İslam’da iyiliği tavsiye edip

kötülükten uzaklaştırmaya çalışmaktan

başka bir otorite yoktur. Bu otorite de

belli bir sınıfa tahsis edilmemiş, bütün

Müslümanlara birlikte verilmiştir. Bu

yüzden bir kimsenin nasihat ve irşattan

başka yeryüzünde veya gökyüzünde

‘bağlama’ ve ‘çözme’ gibi bir yetkisi

bulunmamaktadır. Dolayısıyla dinin

Memleket Sevdasıyla...


görevlisi olmaz. Dinin gönüllüsü olur.

Görevli, sorumlu olduğu görev tanımına,

yapılması ve yerine getirilmesi gereken

bir iş olarak bakar. Gönüllü ise adanmış

bir ruh, ihlas ve samimiyet ile hareket

eder. İçinde din ve inanç olan her işte

gönüllülük, ihlas, samimiyet, adanmışlık

olmasının ve karşılığın sadece Allah’tan

beklenmesinin gerekliliğinde şüphe

yoktur.”[5] Bunların hepsini iyice

kavrayan Atatürk, kendisine göre

“lüzumlu bir müessese”[6] olan dini bir

an önce siyaset gibi kirli işlerden ayırmış

ve Türk Laikliğini getirmiştir. Atatürkçü

düşünce sistemi için çok önemli olan

bu “Laiklik”e mazisi binlerce yılı geçen

Türk milleti zaten kendisinden çıkma bu

prensibe alışmış ve bununla İslam gibi

temiz bir din yalanların hatsafada olduğu

siyasetin kirli emellerinden kurtarılmıştır.

“Laiklik nasıl Türklere ait?” dediğinizi

duyar gibiyim.

“Laik devlet, Türklere yabancı bir devlet

sistemi değildir. Devletlerarası hak

yazarlarından Nys(Droit İnternational)

meşhur eserinin başlangıcında bu

sistemin turanlı bir kurum olduğunu

kaydetmektedir ki, reddi imkânı olmayan

birçok deliller ve uygulama bu görüşü

teyit etmektedir. Nys'e göre laiklik

Türklerden Hıristiyanlara geçti.

Cengizliler devletinde bu cihet apaçık

görülmektedir. Örneğin, Cengiz

hanedanına mensup kadın ve

erkeklerden bazıları Şaman, bazıları

Hiristiyan bulunuyorlardı. Papazlara,

lamalara, imamlara vesaireye eşit bir

saygı göstereliyordu. (Tarihi

Muhtarasüddüvel.) Hatta Cengiz'in,

Holâgû'nun boş zamanlarında

Hıristiyan, Budist, İslam alimlerini bir

araya toplayarak, huzurlarında din

söyleşileri yaptırdıkları pek meşhurdur.

Bu bilginlerin Moğol sarayı usul ve

âdetlerine göre uymak zorunda oldukları

bir nokta vardı. O da Kaan'ın huzurunda

fazla bağırmamaktı. Aksi hareket eden

kim olursa olsun dışarı alınır ve temiz bir

sopa atılırdı. Cengiz'e ön gelen büyük

Asya'daki Türk devletlerinde geçer

sistemin laiklik olduğunda şüphe

yoktur. İslamdan sonra; doğuda ve

batıda kurulan Türk devletleridir ki,

dünya işlerinden halifenin elini kestiler.

Ve hilafet otoritesini sırf moral bir kurum

haline koydular. Holâgû Bağdat'ı

fethettikten ve halife Mustasaim'ı

öldürdükten sonra, Abbasi hilafeti 35 yıl

açık kalmıştı... İslam milletleri kendi

başlarının kaygusuna düştüklerinden

hilafet meselesiyle uğraşmadılar ya da

uğraşamadılar. Holâgû'nun bütün Abbasi

Memleket Sevdasıyla...


hanedanından olduğunu söyledi. Bir alay

adamlarla bunu ispat etti. Tarih vakayı

şöyle anlatıyor: ‘35 seneden beri

meydanda halife unvanını haiz bir zat

olmadığı halde 609 yılında Mısır'a

Araptan bir cemaat geldi. Yanlarında

siyahi bir adam olup anın Ahmed Ibni

Imam Elzahiriddinimam Elnasır idiğini

söylediler. ‘Sultan Baypars, Devlet ileri

gelenlerinden kurulu bir meclis akt ile

Araplar, minval meşruh üzere anın

nesebine şehadet eylediler! Anların

ifadelerine göre bu zat Imam Müsteferin

biraderi ve Müstansırın ammi olmak

lazım gelip kadı dahi şuhut ile anın Beni

Abbas'tan olduğuna hükmetti. Bu hüküm

bir nevi tevatür beyyinesine dayanıyordu.

Anin üzerinde Müstansını billah

Ebulkasım Ahmed deyu telkip

olunarak Baypars ve sair nas, ana

hilafetle biat eylediler. O dai kafei

umuru müslimini ala melainnas

Baypars'a tevfiz eyledi.'(Cevdet Paşa,

Kısası Enbiya, C. II, S. 905-906.) İkinci

defa olarak, Abbasi hilafeti bu suretle

kurulmuş oluyordu. Fakat yine Cevdet

Paşa diyor ki: ‘Nas bunca yıllardan beri

Hülefayi Abbasiyeye alışmış

olduklarından bu halifei nev cah, canibi

Irak'a giderse halk onun başına toplanır

ve Bağdat istilâs olunur diye Baypars

onun ordusunu tanzim ile ânî canip Irak'a

gönderdi. O dahi Aneye kadar gitti. Lakin

bir fırka Tatar askeri gelip onu ve

maiyyetindeki kalabalığın ekserini

katlettiler.’ Dikkat ediliyor mu, hilafet ne

hale düşmüş bulunuyor? Türk Sultanı

Baypars, halifeye bir ordu hediye ediyor

ve onu Irak üzerine memur ediyor. Tarih

bundan sonrasını daha dikkati çeker bir

tarzda anlatıyor: "Baypars Mısır'a

avdetinde yine Ali Abbasdan halife

Müsterişte müntehi olduğu mervi olan

Ahmed namında biri zuhur ile 660

senesi evahirinde ispati nesep etti ve

hâkim biemrillah Ahmed deyu telkip

olunarak ona da hilafet ile biat olunduysa

da Baypars onu kalenin bir burcunda

iskan ile dairesinin tanzimi için masraf

etmedi. Fakat hutbelerde namı Baypars

namıyla beraber zikrolunurdu. ‘Devleti

Fatimiye munkariz ve Mısır'da Galatı Şia

mezhebi zail olmuş ise de gerek

Mısır'da, gerek diyarı Afrikiyede şia

bakayası mevcut olduğundan onların

zuhuruna mani olmak üzere Mısır'da

resmi bir halifei Abbassi bulunmaması

kölemenlerin efkarı siyasiyelerine

muvafik idi. Lakin halifei Nevcahin

adamları şehre inip umuru devlete dair

söz söyler oldularından iki sene sonra

Baypars onu Nas ile ihtilâttan

Memleket Sevdasıyla...


menetmiştir. Bu zat ise çok yaşadı. Kırk

sene halife namını taşıdı. Andan sonra

Mısır'da halife unvanını alan Abbasiler,

hep onun neslindendir.’ İşte Selim l'e

hilafeti teslim ettiği söylenen Mütevekkil

Alellah III, bu ne idüğü belli olmayan

adamın soyundandır. Tarih diyor ki;

‘Mısır'da resmi bir halife bulunması

kölemenlerin efkârı siyasiyelerine

muvafık idi.’ Belki de bu zaruret

yüzünden Abbasi hilafeti ikinci defa

uyduruverilmiş bir şeydi. Çünkü,

Müstansını billah Ebulkasım Ahmed

zamanında böyle bir adam böyle bir

adam ortada yoktu. Yine dikkate değer

ki, halife, devlet işlerine dair söz

söyleyince Baypars'ın emriyle hapis

edilivermişti. Önemi bu kadardı. Şu cihet

de kayda değer ki, Türkler İslamı kabul

ettikten ve devlet işlerini ellerine aldıktan

sonra hilafetle saltanatı daima ayırt

etmişlerdir. Denebilir ki, hilafeti sırf moral

bir kurum haline koymuşlardır. Bu hal

Kısası Enbiya yazarı Cevdet Paşa

tarafından da teyit olunarak deniyor ki:

‘Mütevekkil hadisesinden sonra hilafet

sözde Abbasi halifelerde idi. Fakat

hüküm ve hükümet Türk beylerinin eline

geçmişti.’ Mütevekkil I hadisesi şu idi:

Mütevekkilin oğlu Müstansir ile

aralarında bir hakaret işinden dolayı

dehşetli bir düşmanlık baş göstermişti.

Bu hal nihayet Mütevekkilin

öldürülmesiyle sonuçlandı. Bu işi, Türk

beylerinden Vasif ve Boğa ve Küçük

Boğa gibi kimseler ilzerlerine almışlardı .

Bir çarşamba gecesi Mütevekkil sarhoş

iken cellatlar üzerine hücum ederek

halifeyi öldürdüler ve oğlu Müstansır’i

hilafete geçirdiler. İşte bu hadiseden

sonradır ki, Hicret yılının 250'sine doğru,

artık Abbasi devlet işleri Türklere

geçmiş bulunuyordu. Halife Müstansır 6

ay hilafetten sonra öldü. Ya da

zehirlendi. Müstansır'dan sonra hilafete

gelen Mutez askerin maaşını

vermediğinden Türkler tarafından

hakaretle hilafetten kovuldu. Hapsedildi.

Ve nihayet öldürüldü. Bu ve bundan

sonraki halifeler zamanında şurada

burada boyuna hilafet davası güden

adamlar da eksik olmuyordu. Hicret

yılının 325 senelerinde üç hilafet kurumu

mevcut bulunuyordu.

1) Bağdat'ta, Türkler idaresinde Abbasi

halifeler.

2) Endülüs'te, Emevi halifeler.

3) Fas'ta Alevi halifeler.

Halife Müstekfi'nin atılmasından ve

Mutîullah'ın hilafete getirilmesinden

sonra vaziyeti Cevdet Paşa şu yolda

izah eder: 'Müstekfi'nin bervechi bâlâ

Memleket Sevdasıyla...


hali günü muktedirin oğlu Mutiullaha

biat olundu. Lâkin Müstekfi'nin hiç

olmazsa resmen bir veziri vardı. Muti'de

o da yoktu. Yalnız bazı havayicine

karşılık olmak üzere Mazeldule

tarafından tahsis olunan mutad işlerini

görmek ve dairesinin irat ve masraf

defterini tutmak için bir kâtibi vardı ve

artık halifenin şan ve itibarı kalmayıp bir

hususta kendisine müracaat olunmaz

oldu."[7] Atatürk'ün laiklik uygulaması

da Fransız laikliğinden çok Selçuklu

laikliğinden esinlenmedir.

“Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055

tarihinde güçlü bir orduyla Şii

Büveyhoğullarının elindeki Bağdat

önlerine gelmiştir. Büveyhoğullarının

zulmünden bıkmış olan Halife Kaim

Biemrillah, Tuğrul Bey adına hutbe

okutarak onun hükümdarlığına

sığınmıştır. Böylece 15 Aralık 1055

tarihinde Halife’nin emri üzerine

Bağdat'ta adına hutbe okunan Tuğrul

Bey, Bağdat'ın yeni hâkimi olmuştur.

Tuğrul Bey, halifenin siyasi yetkilerini

elinden alarak onu sadece din

işlerinden sorumlu hale getirmiştir.

Böylece İslam dünyasında ilk kez din

işleriyle dünya işleri birbirinden

ayrılmıştır.”[8] “Selçuklu döneminde

hiçbir zaman laiklik diye bir kavram söz

konusu olmasa da din ve devlet işleri

birbirinden ayrıldığı için uygulamada bir

laiklik söz konusudur.” [9] Atatürk’ün

dinde öze dönüş projesi için çok önemli

bir husus olan bu Laiklik meselesinin aslı

böyledir. Aynı şekilde dinde öze

dönülmesi için din dilinin

Türkçeleştirilmesi de önemli bir adım

olarak görülmüştür zira dinimiz

İslam’ı batıldan kurtarmak için önce

dini anlamamız gerekiyor, bunun için

Kur’an Türkçeye tercüme edilmiştir.

(Cemal Said Beyin Kur’an tercümesi.

1924. Kutuphane.ttk.gov.tr)

Memleket Sevdasıyla...


Bunu yapmak isteyen Atatürk şüphesiz

büyük Türkçü Ziya Gökalp’i örnek

almıştır. Ziya Gökalp;

“Dini Türkçülük, din kitaplarının ve

hutbelerle vaazların Türkçe olması

demektir. Bir millet, dini kitaplarını

okuyup anlayamazsa, tabiidir ki, dininin

hakiki mahiyetini öğrenemez. Hatiplerin,

vaizlerin ne söylediklerim anlamadığı

surette de ibaretlerden hiçbir zevk

alamaz. İmami Azam hazretleri, hatta

namazdaki surelerin bile milli lisanda

okumasının caiz olduğunu beyan

bulunmuşlardır. Çünkü ibadetten

alınacak vecd, ancak okunan duaların

tamamıyla anlaşılmasına bağlıdır.

Halkımızın dini hayatım tetkik edersek

görürüz ki, ayinler arasına en ziyade

vecd duyanlar namazdan sonra, ana

diliyle yapılan deruni ve samimi

münacatlardır. Müslümanların camiden

çıkarken büyük bir vecd ile iç huzuruyla

çıkmaları, işte her ferdin kendi vicdanı

içinde yaptığı bu mahrem münacatların

neticesidir. Türklerin namazdan aldıkları

ulvi zevkin bir kısmı da yine ana diliyle

inşat ve terennüm olunan ilahilerdir.

Bilhassa, teravih namazlarını

canlandıran amil, şiir ile musikiyi cami

olan Türkçe ilahilerdir. Ramazanda ve

sair zamanlarda Türkçe irad olunan

vaazlar da halkta dini duygular ve

heyecanlar uyandıran bir amildir.

Türklerin en ziyade vecd aldıkları ve

zevk duydukları bir ayin daha vardır ki, o

da mevlidi şerif kıraatinden ibarettir. Şiir

ile musikiyi ve canlı vakaları cem eden

bu ayin, dini bir bit'at suretinde, sonradan

hadis olmakla beraber, en canlı ayinler

sirasina geçmiştir. İşte, bu misallerden

anlaşılıyor ki, bugün Türklerin ara sıra

dini bir hayat yaşamasına temin eden

amiller, dini ibadetlerin arasından

eskiden beri Türk lisaniyle icrasına

müsaade olunan ayinlerin

mevcudiyetidir. O halde, dini

hayatımızda daha büyük bir vecd ve

inşirah vermek için, gerek-tilavetler

müstesna olmak üzere Kur'anı Kerimin

ve gerek ibadetlerle ayinlerden sonra

okunan bütün dualarla münacatların ve

hutbelerin Türkçe okunması lazım

gelir.”[10] Kur’an’a göre zaten din

dilinin Türkçeleştirilmesinde bir sakınca

yoktur, Arapça kutsal değildir! Kur’an

“Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur'an

yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi:

"Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil

miydi?/Arap'a yabancı dil mi?/ister

yabancı dilde, ister Arapça!" De ki:

"O, iman edenler için bir kılavuz, bir

şifadır. İnanmayanlara gelince, onların

Memleket Sevdasıyla...


kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve

Kur'an, onlar için bir körlüktür.

Böylelerine, çok uzak bir mekândan

seslenilmektedir."[11] der. Vel hasıl

yeni kurulan devletimizde hemen daha

ilk yıllardan din dilinin Türkçeleştirilmesi

için bir çaba mevcuttur.

[İsmail Hakkı İzmirli, Kur’an

Tercümesi(yaygınlaştırılmıştır.)

Letgo.com]

(Süleyman Tevfik, Tercüme-i şerife.

Kitantik.com)

“Kur’an tefsir tercümesi konusunda 1924

yılındaki meclis kararından sonra

çalışmalar hızlanmıştır. Diyanet İşleri

Başkanlığı, Atatürk'ün isteği üzerine

Kur'an'ın tefsir ve tercüme görevini, çok

usta bir din âlimi olan Elmalılı Hamdi

Yazır ile dine hâkim bir dil ustası olan

Mehmet Akif Ersoy'a vermiştir.

Memleket Sevdasıyla...


Bu doğrultuda 1925 yılında Diyanet İşleri

Başkanlığı, Elmalili Hamdi Yazır ve

Mehmet Akif Ersoy ile bir “Kur'an tefsir

ve tercüme sözleşmesi” yapmıştır. Bu

sözleşme, araştırmacı yazar Übeydullah

Kısacık’ın ulaşıp “Bir İstiklâl Âşığı

Mehmet Akif adlı kitabında yayımladığı

10 Ekim 1925 tarihli orijinal belgeye göre

Beyoğlu 4. Noteri'nde yapılmıştır.

Sözleşmede Mehmet Akif ve Elmalılı

Hamdi Yazır'ın yanı sıra Diyanet İşleri

Riyaseti adına Aksekili Ahmed Hamdi

Efendi'nin imzaları vardır. Sözleşmeye

göre Diyanet İşleri Başkanlığı'nca,

Mehmet Akif ve Elmalılı Hamdi Yazır’a

Kur'an tefsir ve tercümesi karşılığında

1000'er lirası peşin olmak üzere 6000 lira

ödeme yapılması taahhüt edilmiştir.

Sözleşmenin aşağıda yer verdiğim

maddelerine göz atılacak olursa

TBMM’nin (dönemin CHP Hükümeti'nin)

ve Atatürk'ün bu Kur'an tefsiri ve

tercümesi işine ne kadar bürük önem

verdikleri çok açık bir şekilde

görülecektir.

İşte orijinal diliyle o sözleşme:

1. Kur'an-ı Kerim'in tercümesiyle

muhtasar bir surette tefsirini Mehmet Akif

Bey ile Hamdi Efendi deruhde

etmişlerdir.

2. Riyaset-i müşarunileyha Hamdi Efendi

ile Mehmet Akif Bey'den her birine altışar

bin lira te'diye edecektir.

3. İşbu meblağın te’diyesi şu suretle

olacaktır: Her birine biner liradan cem'an

iki bin lirası peşin verilecek ve mütebaki

miktar birinci cüz nihayetinde yüz seksen

altışar, diğer cüzlerden beheri

nihayetinde yüz altmış altışar lira

verilmek suretiyle muksitan te’diye

edilecektir.

4. Tarz-1 tahrir şekl-i atide olacaktır.

Ayet ve âyât-ı kerime yazılarak altına

meal-i şerifi ve bunu müteakip tefsir ve

izah kısmı yazılacaktır.

5. Tefsir ve izah kısmında bervech-i ati

nukat nazar-ı dikkate alınacaktır.

a) âyât-ı kerime nisbetindeki münasebat,

b) Esbab-ı nüzul,

c) Kıraat ‘Ki aşereyi tecavüz etmemek

lazımdır.

Memleket Sevdasıyla...


d) İktizasına göre terkib ve hükemanın

izahat-ı lisaniyesi,

e) İtikatça Ehl-i Sünnet mezhebine ve

amelce Hanefi mezhebine riayet

olunarak ayatın mütazammın olduğu

ahkam-ı diniye, şer'iyye ve hukukiyye,

ictimaiyye ve ahlakıyye işaret veya

alakadar bulunduğu mübahis-i hikemiyye

ve ilmiyeye müteallik izahat bilhassa

tevhid ve tezkir-i meva’ıza müteallik

ayatın mümkün mertebe basit izahı,

alakadar veyahut münasebattar olduğu

bazı tarih-i İslam vukuatı, ...

Müelliflerince yanlış veya tahrif yollu

şeyler dermeyan edildiği görülebilen

noktalarda tenbihat-ı muhtevi notlar,

g) İnde’l-iktiza nasih ve mensuh ve

muhassas,

h) Baş tarafa mühim bir mukaddime

tahririyle bunda hakikat-i Kur'an'ın ve

Kur'an'a müteallik mesail-i mühimmenin

izahı

6. Peyderpey takarrür eden müsveddeler

üçer nüsha olarak tebyiz edilerek biri

Hamdi Efendi'de, biri Akif Bey'de, diğeri

de riyaset namına heyet-i müşavere

azasından Aksekili Hamdi Efendi'de

bulunacaktır.

7. Müsveddelerin tebyiz ve inde'l-iktiza

kütüphanelerden bazı eserlerin istinsah

ettirilmesi için mumaileyhimin emrinde

ucret-i maktu'a ile güzel yazılı bir yahut

icab ederse iki 2 istihdam olunacak ve

bunlara takdir edilecek ücret riyasa ten

te 'diye kılınacaktır.

8. ilk tab'ın Diyanet İşleri Riyaseti'nin

hakkı olup on bin aber olarak güzel

kâğıda ve nefis bir surette tab ettirilecek

ve fa. kat yüzde yirmisi mielliflere ait

olacak ve tabın şeklini mü. ellifler tayin

edecektir.

9. Eser-i mezkûrun esna-yı tabında

formaların tashih ve tabına müteallik

bütün iştigalat riyaset-i müşarunileyhaya

aittir.

10. Sahifelerin istertopisi alınacak ve bila

bedel müelliflere verilecektir.

11. Birinci tabından sonra hakkı tab

yalnız müelliflere ait bra lunduğu cihetle

müellifler dilediği miktarda eser-i

mezkúru tab edilecektir.'

Yukarıdaki Kur'an tefsiri ve tercümesi

sözleşmesinde görül düğü gibi, bu işin

nasıl yapılacağı sözleşme taraflarına en

ince ayrıntısına kadar maddeler halinde

yazılı olarak anlatılmıştır. Bu durum her

Memleket Sevdasıyla...


şeyden önce genç Cumhuriyet'in bu işe

ne kadar büyük önem verdiğini

göstermektedir. Çok daha ilginci,

sözleşmede yer alan bu teknik

ayrıntıların (bu maddelerin)

hazırlanmasında Atatürk doğrudan etkili

olmuştur. Şöyle ki, Kur'an tercümesine

büyük önem veren Atatürk, nasıl bir tefsir

ve tercüme istediğini 7 maddeyle

açıklamıştır. Atatürk'ün belirlediği bu 7

madde, daha sonra -yukarıda orijinal

belgesini verdiğim- Diyanet İşleri

Başkanlığı ile Elmallı Hamdi Yazır ve

Mehmet Akif Ersoy arasında imzalanan

protokole şöyle yansımıştır:

1. Ayetler arasındaki ilişkiler

gösterilecektir.

2. Ayetlerin iniş (nüzul) sebepleri

kaydedilecektir.

3. Kırâat-i Aşereyi (10 okuma tarzını)

geçmemek üzere kıratlar hakkında bilgi

verilecektir.

4. Gerektiği yerlerde sözcük ve

terkiplerin dil açıklaması yapılacaktır.

5. İtikat ta ehlisünnet, amelde Hanefi

mezhebine bağlı kalınmak üzere

ayetlerin içerdiği dini, şer'i, hukuki,

ve ahlaki hükümler açıklanacaktır.

Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi

ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek,

özellikle ‘tevhid’ konusunu içeren, ibret

ve öğüt özelliği taşıyan ayetler genişçe

açıklanacak, konuyla doğrudan ve

dolaylı ilgisi bulunan İslam tarihi olayları

anlatılacaktır.

6. Batılı tarihçilerin yanlış yaptıkları

noktalarla okuyucunun

dikkatini çeken noktalarda gerekli

açıklamalar yapılacaktır.

7. Eserin başına Kur’an gerçeğini

açıklayan ve Kur'an'la ilgili bazı

önemli konuları anlatan bir önsöz

(mukaddime) yazılacaktır.) Kur’an tefsir

ve tercümesi görevini kabul eden

Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmet Akif

Ersoy hemen çalışmalara başlamıştır,

ancak çalışmalarını Mısır'a giderek

orada sürdüren Mehmet Akif, zaman

içinde Kur'an'ı hakkıyla Türkçeye

tercüme edemeyeceğini anlayarak

tercüme işini yarım bırakmıştır. Ancak

Elmalılı Hamdi Yazır, Kur'an tefsir ve

tercümesini 1935 yılında yapıp bitirmiştir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın “Hak Dini

Kur'an Dili” adını verdiği bu tefsir ve

Memleket Sevdasıyla...


tercüme 9 ciltlik 6433 sayfalık dev bir

eserdir. Bu eser, 1936-1939 yılları

arasında Diyanet İşleri Başkanlığı

tarafından 10.000 takım olarak bastırılıp

Türkiye'nin her yerine ücretsiz olarak

dağıtılmıştır.”[12] (ilki ilk basım normalde

9 cilt fakat ben 8 ciltlik fotoğrafını

bulabildim. İkncisi sonraki basımlar.)

(Kitantik.com)

Nadirkitap.com

Atatürk yalnızca Kur’an’ı değil

Hadisleri de Türkçeye çevirmiştir.

“Atatürk, Türk toplumunun İslam dinini

daha iyi anlayabilmesi için Kur'an'ın

yanında sağlam bir Hadis kaynağına da

ihtiyaç olduğunu görmüştür. Hz.

Peygamberin hadisleri, belli temel

kaynaklarda toplanmıştır. Bu

kaynaklardan söz edildiğinde ilk akla

gelen Buhari'nin 'Sahih'idir. Aslen

Buharalı bir Türk olan ve esas adı

EbuAbdullah Muhammed b. İsmail b.

İbrahim el-Cu'fi el-Buhari olan

Muhammed b. İbrahim Buhari, Kur'anı

Kerim'den sonra en güvenilir kitap

kabul edilen "el-Cfuni'u's-Sahih" adlı

eseriyle tanınmış büyük bir muhaddis

(Hadis alimi) idi. Buhari'nin 600.000

hadis rivayeti arasından seçerek

hazırladığı hadis kitabı bir bütün olarak

veya bir kısmını içerecek şekilde birçok

yerde ve tarihte basılmıştır. Atatürk 'ün

emriyle ve TBMM kararıyla Türkçeye

çevrilen Buhari'nin Hadis külliyatı;

"Muhtasar" (kısaltılmış) baskılarından

birisi olan "et-Tecridü's-Sarih" ismiyle

Ahmed b. Ahmed ez-Zebidi'nin (ö.

893/1 488) hazırladığı eserdir. Zebidi'nin

bu meşhur eseri Bulak'ta (1287) ve

Kabire' de (1312).basılmış, üzerinde

muhtelif çalışmalar yapılmış idi.

Memleket Sevdasıyla...


Zebidi, Buhari'nin el-Cami'u's-

Sahih'indeki mevcut 9.082 rivayetten et-

Tecrid'e 2.230 hadisi almıştır. Atatürk'ün

talimatıyla bu konudaki çalışmalara 1925

yılı Şubat ayında başlandı. Türkçeye

çevrilen ve toplam 12 cilt olan Sahilı-i

Buhari {Tecrid-i Sahih), 1928-1950 yılları

arasında 60.000 adet basılarak bütün

Türkiye' de ücretsiz dağıtılmıştır.

Buhari'nin bu Hadis kitabının

Babanzade Ahmet Naim tarafından

hazırlanan ilk üç cildi Atatürk'ün özel

kütüphanesinde bulunmaktadır. Atatürk

bu eseri satırlarını çizerek ve

paragraflara dikey işaretler koyarak

okumuştur. Atatürk'ün çizerek ve not

alarak okuduğu Sahilı-i Buhari şu anda

Anıtkabir Atatürk Özel Kitaphğı'nda

muhafaza edilmektedir”[13]

Türkçe İbadet için ise Kemalist devrimin

manifestosunu yazan Mahmut Esat

Bozkurt “Türk milleti İslamiyeti kabulü

günlerinden bu ana kadar 13 asırdır

kendi öz anadiliyle Allah'ına anlayarak

bilerek içini açamadı. Onunla doğrudan

doğruya temasa gelemedi. Bütün

dualarını, bütün ibadetlerini kendine

yabancı bir dille, anlamadığı, bilmediği

Arap diliyle yaptı. Neden?

Çünkü sarıklı yobazlarla birtakım yalancı

dindarların engellemeleriyle karşılaştı.

Neden?

Çünkü 'din'in 'dal'nı bilmeyen bu cahil

yalancılar Türk milletini din namina

istismar etmek, onu soymak isterler de

ondan!..

Nasıl?

Bakınız nasıl?! Türk milleti yabancı bir

dille, yani Arapçayla kendisine din telkin

edildikçe, şüphe yok ki onu

anlamayacaktır. Kendisine ne biçim

söylenirse, ne tarzda anlatılırsa öyle

kabul edecek ve anlatanlara ekseriya

layık olmadıkları payeleri vererek onları

besleyecektir. Bu gibiler patlayasıca

kursaklarını doldurmak için Türk

milletinin dinini anlamamasını bir geçim

vasıtası olarak candan isterler. Milletin,

dinini anlamak teşebbüslerinin önüne

'gâvurluktur, kâfirliktir' gibi yaygaralarla

geçmekten, bu yolda çalışan idealistlerle

elleri biçaklı katiller halinde uğraşmaktan

çekinmezler. Esasen Kur'an'ı ve dini

kendileri de anlamazlar; cahildirler.

Bütün bir Türk yenilik tarihi bu cahil

yobazlarla sahte dindarların eşkıya

baskınlarını andıran tecavüzleriyle

doludur. Fakat bunlarla amansız

mücadelelere girişmek Cumhuriyet

neslinin milli, vatani borçlarındandır; ta ki

Türk milleti yobazların, sahtekârların

haraçgüzarlığından kurtulsun dinini,

Memleket Sevdasıyla...


kurtulsun, dinini, diyanetini kendi

anadiliyle anlasın, bilsin. Millet

üfürükçülerin, sihirbazların oyuncağı

olmak istemiyor.

Hiçbir din, anlamadan, bilmeden

samimiyetle, vicdanla benimsenemez.

Onu önce anlamak, bilmek lazımdır.

İslam dini de zaten bunu emrediyor. Öyle

ayetler var ki, bunlara göre İslamiyeti

kabul eden her milletin ibadetini kendi

anadiliyle yapması farzdır denebilir.

(Kur’an’dan referans alıyor; İlgili ayetler

için bkz. Yusuf Suresi, ayet 2; Ra'd

Suresi, ayet 37; Fussilet Suresi, ayet

44. Bkz. Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı

Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,

Ankara, 1993, s.234, 253, 480.) Dini, bir

dilenci keşkülü? gibi kullanan yalnız

bizim bazı cahil yobazlar, ikiyüzlü

dindarlar olmadı. Hıristiyanlıkta da,

Musevilikte de böyle din bezirgânları

görüldü. Hele Katolik papazları cennetin

anahtarlarını satacak, parayla günah

çıkaracak kadar ileri vardılar. Milletleri

bundan kurtarmanın tek çaresi, onlara

mensup oldukları dinleri kendi

anadilleriyle anlatmak, bildirmektir. Türk

milleti için Kur'an'ı Türkçe okumak,

camilerde bütün ibadeti, Türkçe yapmak,

yalnız dini bilip anlamak noktasından

değil, fakat milli bakıma

fakat milli bakıma göre de bir zarurettir. Din

Arapça telkin edildikçe Türk milliyetçiliği

için daima bir zaaf olacaktır. Bunu

halletmek lazımdır. Alman milliyetçiliğine en

büyük hizmet edenlerden biri de Luther

olmuştur. Çünkü İncil'i Almanca okutmuştur.

Güzelyalı'da (Reşadiye'de) İzmir gençliği,

saltanat, hilafet izlerini hâlâ yaşatan

levhaları ayakları altında parçaladığı gece,

Türk ihtilal tarihinde Türkçe ibadet dileğini

en önce ileri sürmek şerefini de kazandı.

Benim, o büyük dileğin bir gün, hem de

yakın bir günde yerine getirileceğinde

şüphem yoktur. O tezahüratı hafiflikle

karşılamış olanlar varsa hakikatin saati

çaldığında elbette mahcup olacaklardır . Bu

mahcubiyet onlara mukadderdir . Biz,

Allah'ın evinde de anadilimizin hâkim

olduğunu görmek ve duymak istiyoruz.

Türkiye'de her yere öz Türkçe hâkim

olacaktır. Hayır diyenler mağlubiyetlerini

görmekte geç kalmayacaklardır.” [14] diyor.

Anlayacağınız Kur’an’ı Türkçeye çevirmek,

Din dilini Türkçeleştirmek Türk milletini

dininden uzaklaştırmak için değil aksine

Türk milletinin dinini anlaması ve anlatması,

dinini gerçekten yaşaması için yapılmıştır.

Dinde öze dönülmek, halkı din ile

sömürenleri engellemek için yapılmıştır.

Okurlar üzülmesin, diğer sayıda yine

Atatürk’e ve Türklüğe atılan çamurları

kökünden kesmek amacıyla yine burada

olacağız!..

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

1- Maide Suresi, 48. Ayet.

2- Yaşar Nuri Öztürk, Allah İle Aldatmak, İstanbul, 2016, S. 118.

3- Fâtır Suresi, 5. Ayet.

4- Tevbe Suresi, 34. Ayet.

5- Emre Dorman, İslam Ne Değildir, İstanbul, 2018, S. 504-505.

6- Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1998, S. 137.

7- Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, İstanbul, 1995, S. 260-263.

8- Emre Kongar, Tarihimizle Yüzleşmek, 4. bas., İstanbul, 2006, s.

20-25. 220 Turan, Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar,

Düşünürleri Kitaplar, s. 83; Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, C. I,

İstanbul, 2014, S. 150.

9- Sinan Meydan, a.g.e. S. 150.

10-Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ankara, 2011, S. 151-152.

11-Fussilet Suresi, 44. Ayet.

12-Sinan Meydan, Akl-ı Kemal C. IV, İstanbul, 2014, 207-214.

13-Ali Güler, Atatürk Ve İslam, İstanbul, 2016, S. 190-192;

Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C. 8, Ankara, 2001, S. 469-489.

14-Mahmut Esat Bozkurt, Toplu Eserler C IV, İstanbul, 2015, S. 272-

273.

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


Solculuk maskesi altında, emperyalizme 3-“Kurtuluş Savaşı bir Türk-Yunan

hizmet eden gruplar Türkiye’nin savaşıdır. Emperyalist ülkeler, Kemalist

aydınlıkçı yapısını oluşturan Kemalizm’e, iktidarla anlaşıp Yunanlıları

ve Türk milletinin Kurtuluş Savaşına ait yendirmişti.”[4]

bilgileri cımbızlayarak ve kendilerine

göre anlamlar vererek iftira atmaktadırlar.

4-“Kemalistleri SSCB ve Lenin niçin

destekledi? Bunun cevabı gayet basittir:

TİKKO (Türkiye İşçi Köylü …SSCB ve Lenin yoldaş gericiler

Kurtuluş Ordusu) bunun başında gelir. arasındaki çelişmeden ustalıkla

Partinin kurucusu İbrahim Kaypakkaya yararlandılar. Mesele budur.”[5]

ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşımıza 5-“Kurtuluş Şavaşı’mız…’Asya’nın

ve Cumhuriyet Devrimimize asılsız ezilen halklarına’ değil Asya’nın korkak

iftiraları vardır. Hâlbuki iftiralarının burjuvazisine ve bir de emperyalist

solculuk ile değil direkt Amerikan ülkelerin malî oligarşisine ‘cesaret ve

istihbaratına dayandığını bilinmektedir. umut vermiştir’.”[6]

CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu 6-“Kemalizm, kurtuluş savaşının içindeyken

Graham Fuller 1990 yılı başında

emperyalizm ve feodalizm ile

Kemalizm’in bittiğini söylemektedir. [1]

İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının

uzlaşarak karşı devrimciliğe gitmiştir.”[7]

Bu tip iftiralar bulunmakta. TİKKO

iftiralarına gelecek isek bir sürü iftira liderleri genellikle benimsedikleri

vardır:

1-“Millî Kurtuluş Savaşı’nın önderliği, ta

liderlerin yorumlarını cımbızlayarak bu

tip iftiraları oluşturmuşlardır.

başından itibaren İttihat ve Terakki Antiemperyalist Savaş Yunan

içindeki Türk komprador büyük Başbakanı Venizelos, Lozan

burjuvazisinin , toprak ağalarının ve Konferansında Yunan ordusunun

tefecilerin eline geçmiştir.”[2]

kimlerin aleti olduğunu söylemiştir:

2-“Tabii ki revizyonistler , ‘kurtuluş’

savaşının komprador bürokrat burjuvazinin

ve toprak ağalarının bir devrim’i

olduğunu reddederler.”[3]

“Yunan ordusunun, kendi teşebbüsüyle

değil, müttefiklerin daveti üzerine ve

Yunanistan’ın özel menfaati için değil,

müttefiklerin menfaati için İzmir’e çıkmış

Memleket Sevdasıyla...


“Türkler millî kurtuluşları için

savaşıyorlar…Emperyalistler Türkiye’yi

soyup soğana çevirdiler, hâlâ da

soyuyorlar. Gerek Doğu halkları gerek

biz, emperyalist kuvvetlere karşı

savaşıyoruz.”[8]

1922 yılında Ankara’yı ziyaret eden

Komünist Enternasyonal gözlemcileri

Leonid ve Friedrich de , Kurtuluş Savaşı’nı

“İngiliz Emperyalizmine şahlanışı”

olarak değerlendiriyorlardı.[9]

“Türk Ulusal Devrimi meyvelerini

veriyordu.”[10] “Bizi geri olmaya mahkûm

bir kavim olarak tanımakla yetinmemiş

olan Batı, haraplığımızı çabuklaştırmak

için ne yapmak lazımsa yapmıştır. Batı ve

Doğu zihinlerinde yekdiğeriyle çatışan iki

prensip söz konusu olduğu vakit, bunun

en mühim kaynağını bulmak için

Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da

devamlı olarak mücadele ettiğimiz bu

zihniyet mevcuttur.”[11]

Kazım Karabekir Ermenilerin yaptığı

katliamlara karşı belgeler vermişti [12]

Maraş, Antep ve Urfa’dan önce Dörtyol

mıntıkasında direniş başlamıştı [13][14]

Aynı esnada Karadeniz’de Pontus

hareketlerine karşı huzursuzluk

yaşanıyordu. Bir merkezden başlayan bu

mahalli direnişler, Millî Mücadele

hareketine ilham vermiştir.[15]

Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşa’ların

Mustafa Kemal’i yine kumandanları olarak

“İşte efendiler, yeni Türkiye Devleti de

cihana hâkim o büyük ve kudretli fikrin

Türkiye’de tecellisidir, tahakkukudur.”[18]

Atatürk devrimi bütün mazlum doğu

milletlerine emanet etmiştir.

“(…)Kahraman Türkiye ordularının da

büyük bir iftihar payı olan Büyük Doğu

İnkılabı, mazlum Doğuluları günden

güne sıklaşan, sağlamlaşan bağlarla

birbirine bağlamaktadır.”[19]

Ulus egemenliği, kayıtsız ve şartsız halk

egemenliğidir.(…)Türk demokrasisinin

anlamı budur.[20]

Faşizm, hükümranlığı kabul eder.

Kemalizm cumhuriyetçidir.[21]

Böylece maskeli emperyalist uşaklarının

iddiaları teker teker çürümekte.

Her zaman, her yerde Cumhuriyet

Devrimimizi, Kemalist düşüncemizi,

önderlerimizi koruyacağız.

“Son Türk ihtilali Atatürk’ün kafasının bir

fotoğrafisinden başka bir şey değildir.”[22]

Mahmut Esat Bozkurt

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

1-Ufuk Güldemir “ABD İslamla Çatışmamalı”, Cumhuriyet 6.02.1990

2-İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazılar I, Tufan Yayınları s.102

3-Gabris Altınoğlu’nun “Sandık Cinayesi Davasın”daki dilekçesinden

4-Hikmet Şenses’in TİKKO davasındaki dilekçesinden.

5-İbrahim Kaypakkaya, s.147-148

6-İbrahim Kaypakkaya, s.131

7-İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar

8-Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları Burçak Yayınları İstanbul,

1967 s.37-38

9-Leonid-Friedrich, Ankara 1922 1.Basım Kaynak Yayınları s.9

10- Doğu Perinçek, Komitern Belgelerinde Kemalist Cumhuriyet s.14

11-Doğu Perinçek, Asya Çağının Öncüleri 21. Yüzyılda Lenin, Atatürk ve Mao;

Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE) c.16 s.118

12- Kazım Karabekir, Ermenilerin Yaptığı Soykırım 1917-1920 Truva Yayınları

s.322

13- İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk s.157

14- İsmail Özçelik Milli Mücadelede Güney Cephesi

15-Mücteba İlgürel, Milli Mücadele’de Balıkesir Kongreleri, Atatürk Araştırma

Merkezi,Ankara 1999

16-Cemallettin Taşkıran, Milli Mücadele’de Kazım Karabekir Paşa

17-Doğu Perinçek, Asya Çağının Öncüleri 21. Yüzyılda Lenin, Atatürk ve Mao

s.87

18- ATABE c.16 s.80

19- ATABE c.12 s.213

20-Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli s.257

21- Atatürk İhtilâli s.220

22-Bozkurt ve Peker’in Devrim Tarihi Dersi, Sina Akşin

Vâris Özdemir

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


NAMIK KEMAL’İN HAYATI:

Gümrük Kalem’inde görev almaya

Namık Kemal, 21 Aralık 1840 tarihinde,

Tekirdağ’da doğmuştur. Babası Mustafa

Asım Bey, annesi ise Fatma Zehra

başladı. Şiirlerinin bir kısmını Sofya’da

yazan Namık Kemal, ilk şiirlerini divan

edebiyatının izlerini taşıyacak bir şekilde

Hanım’dır. Annesinin babası olan yazmıştır.

Abdüllatif Paşa’nın yanında 1863’ten sonra Tercüme Odası’nda

büyümüştür. Dedesi aynı zamanda Kars işine devam etti. Namık Kemal’in bir

Mutasarrıfı olması nedeniyle takım fikirleri ve “Batı” edebiyatı

çocukluğunun ve gençliğinin bir bölümü hakkındaki görüşleri şair İbrahim Şinasi

burada geçmiştir. Burada çeşitli ile tanıştıktan sonra benimsemiştir.

şairlerden etkilenmiştir. Sonrasında 1855 Namık Kemal bu işinden sonra 1859’da

– 1857 yılları arasında hayatını Sofya’da Gümrük Kalemi’nde görev almaya

sürdürmüştür. Burada Nesimi Hanım ile başlamıştır. Şiirlerinin bir kısmını

evlenmiş, bu evlilikten 3 tane de çocuğu Sofya’da yazan Namık Kemal, ilk

olmuştur. Sonrasında ise İstanbul’da şiirlerini divan edebiyatının izlerini

tercüme odasında çalışmaya taşıyacak bir şekilde yazmıştır. Şinasi ile

başlamıştır. Namık Kemal bu işinden tanıştıktan sonra milliyetçilik fikirleri

sonra 1859’da Gümrük Kalem’inde görev gelişmiş; “vatan, millet, hürriyet,

almaya başladı. Şiirlerinin bir kısmını meclis” gibi kavramları dile getirmiştir.

Sofya’da yazan Namık Kemal, ilk Namık Kemal, İttifakı Hamiyet adlı bir

şiirlerini divan edebiyatının izlerini örgüte katılmış (sonra yeni Osmanlılar

taşıyacak bir şekilde yazmıştır.

olarak değişecektir), aydın sıfatını

1863’ten sonra Tercüme Odası’nda

işine devam etti. Namık Kemal’in bir

taşıyan kişilerle memleket meselelerine

yoğunlaşmıştır.

takım fikirleri ve “Batı” edebiyatı 1865’te Şinasi, Tasvir-i Efkar

hakkındaki görüşleri şair İbrahim Şinasi gazetesini Namık Kemal’e bırakmıştır.

ile tanıştıktan sonra benimsemiştir. 1867’de “Şark Meselesi” üzerine yazdığı

Namık Kemal bu işinden sonra 1859’da bir makalesinden dolayı gazetesi

Memleket Sevdasıyla...


Namık Kemal, bu olaya müteakiben

Erzurum’a sürülmüştür; fakat o, Ziya Paşa

ile Fransa’ya kaçmıştır. Namık Kemal,

1868’de Ziya Paşa ile “Hürriyet”

gazetesini çıkarmıştır. Bir süre sonra

tekrardan İstanbul’a geri dönen Namık

Kemal, ünlü “Vatan Yahut Silistre” adlı

eserini yazmıştır. Namık Kemal, bu tiyatro

metinin tiyatroya uyarlanmasının ardından

1873’de yargılanmadan sürgüne

gönderilmiştir. İlk sürgün yeri Kıbrıs’ın

Mağusa bölgesidir. Burada yaklaşık 3 yıl

sürgün kalmıştır. Sürgünden sonra

İstanbul'a geri dönmüş; İstanbul'da da

Sultan Hamid'in kurdurduğu Anayasa

Komisyonu'nda yer almıştır. Bu

komisyonda anlaşmazlıklar çıkmış, Namık

Kemal de okuduğu bir beyit yüzünden

yargılanmış ve Midilli’ye sürülmüştür.

Midilli’de 1887 yılına kadar mutasarrıflık

vazifesini yerine getirmiştir. 1887’de ise

Sakız Adası’nda göreve başlamıştır. 1888

tarihinde ise Sakız Adası’nda hayata veda

etmiştir(Kaplan, 1948).

Namık Kemal birçok kitabını ve

makalesini sürgünde yazmıştır. Yazdığı

şiirlerde, kitaplarda, yazılarda

milliyetçiliği ve vatanseverliği coşkulu

bir dille anlatmıştır. Onun bu yanı yeni

yetişen nesline örnek olmuştur. Hürriyet

fikrini savunan gençler, onun kitaplarını

okumuş, açtığı yolda yürümüştür.

Namık Kemal’in Eserleri: Vatan

Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif

Bey, Celaleddin Harzemşah,

Karabela, İntibah,Cezmi ,Tahrib-i

Takip, Renan Müdafaanamesi, İrfan

Paşa'ya Mektup Mukaddeme-i Celal,

Devr-i İstila, Barika-i Zafer, Evrak-ı

Perişan, Kanije, Silistre Muhasarası,

Osmanlı Tarihi(ölümünden sonra),

Büyük İslam Tarihi( ölümünden

sonra), Türk Tarih Kurumundan

çıkan 4 ciltlik “Namık Kemal’in

Hususi Mektupları”.

NAMIK KEMAL’İN DÜŞÜNCE YAPISI

Namık Kemal’in fikirlerinin belirleyici

unsuru, romantizm olmuştur. Namık

Kemâl gibi bir Türk aydını, birçok aydın

gibi Fransız İhtilali’nden sonra gelişen

romantizm akımından etkilenmiştir.

Milliyetçiliği benimseyen Namık Kemal,

birçok eserinde bunu göstermiştir.

Namık Kemal, “vatan, hürriyet,

özgürlük” gibi kavramları

yerlileştirmiştir. Namık Kemal, hayatı

boyunca milli bütünlüğü ve vatanı

sevmeyi öğütlemiştir. Onun fikirleri, Jön

Türkleri ve birçok grubu etkilemiş; 1908

İhtilali’nin temel fikirleri de Namık

Kemal’in bir nesle (Jön Türklere)

Memleket Sevdasıyla...


aşıldığını fikirlerdir.

Namık Kemal’in fikirlerini incelediğimiz

zaman “hürriyeti” ne kadar çok

benimsediğini görüyoruz. Namık Kemal’in

hayat sürdüğü dönem, sıkı bir istibdadın,

zulmün devriydi. Namık Kemal ise bu

zulmü ses çıkarmış, hürriyetin gür sesi

olmuştur. Onun fikirleri, Türk edebiyatında

Voltaire ve Rousseau etkisi yaratmıştır.

Namık Kemal’in fikir sahası, Türkçülük ve

Türk milliyetçiliğini de etkilemiştir.

Rasyonel milliyetçiler onu benimsemiş,

onun yolundan gitmiştir. Her ne kadar

Namık Kemal, Osmanlılık fikrini savunsa

da milliyetçi görüşleri ile bulunduğu nesli

etkilemiştir.

NAMIK KEMAL’İN TÜRK EDEBİYATINA

KATKILARI

Namık Kemal, Türk edebiyatına büyük

katkılar sunmuştur. Birçok alanda ilkler

gerçekleştirmiştir: ilk edebî roman(İntibah),

ilk tarihi roman(Cezmi), ilk sahnelenmiş

tiyatro (Vatan Yahut Silistre)gibi eserleri

vardır. Namık Kemal’in özgürlük ve

vatanseverlik fikri yazdığı eserlerde

açıkça görülmektedir. Özellikle yazdığı

Vatan Yahut Silistre eseri, vatanseverlik

babında oldukça değerli bir yapıttır. Namık

Kemal’e ait olan bir diğer muktedir eser

ise “Vatan Şarkısı”dır. Namık Kemal, bu

şiirini kaside şeklinde yazmıştır. Vatan

Şarkısı’nın artık şu beyti bir slogan

hâline gelmiştir:

Ecdâdımızın heybeti ma’rûf-u

cihândır,

Fıtrat değişir sanma bu kan yine o

kandır!

Namık Kemal geçimini makale yazarlığı

ve gazetecilik ile sürdürmüştür. Yazarlık

kariyerinde de birçok yazıya imza

atmıştır. Türk edebiyatı hakkındaki

görüşlerini “Lisanı Osmani Hakkında

Bazı Mülahazatı Şamildir” adlı

makalesinde belirten Namık Kemal,

eski edebiyat (divan) yerine batı tarzını

savunmuştur. Namık Kemal’e göre yeni

edebiyat ‘tarz-ı cedid’tir” yani yeni tarz

ve edebiyattır(Mutluay, 1988).

Namık Kemal çoğu eserinde

romantizm akımını yansıtmıştır. Yaşamı

boyunca birçok eser veren Namık

Kemal neredeyse her eserini fikirlerini

savunmak için bir araç olarak

görmüştür.

Namık Kemal’in yazdığı eserler artık

edebiyatımızda kalıplaşmış; artık

edebiyatımızın klasiklerinden olmuştur.

Memleket Sevdasıyla...


NAMIK KEMAL’İN TÜRK

MODERNLEŞMESİNE KATKILARI

Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğunun

dağılış dönemlerinde yaşamını sürdürmüş

bir aydındır. Onun gördüğü ve âdeta bir

kamera gibi şahit olduğu bu dönemde

Namık Kemal, devletin modernleşmesini

savunmuş, bunun hakkında çalışmalar

yapmıştır. Özelikle savunduğu hürriyet

fikirleri dönemin nesline örnek olmuştur.

Namık Kemal hayatı boyunca idealist bir

şekilde yaşamış; asla zulme boyun

eğmemiştir. Bu yüzdendir ki onun

yaşantısı Türk gençlerine örnek

olmuştur. Söyleyebiliriz ki Namık Kemal

devrinin gür ve korkusuz sesi olmasıyla da

kendinden sonraki birçok nesle yol

göstermiştir.

Batının ve modernliğin gerisinde kalan

ve âdeta çürümüş bir devlet olan Osmanlı

İmparatorluğu’nu kurtarmak amacıyla

“Osmanlıcılık” fikrini benimsemiştir. Her

ne kadar bu fikir başarısız olsa da, Namık

Kemal “Osmanlılık” fikrini “milli bir

şekilde” benimsemiştir. Yazılarında ve

romanlarında ateşli bir anlatıma sahip olan

Namık Kemal, vatanperverliği işaret

etmiştir.

Modernleşme safhasında, Osmanlı

Devleti’nde geri kalan “gazeteciliği” de

üstlenen Namık Kemal, Şinasi’nin “Tasviri

Efkar” gazetesini bir süre çıkarmıştır.

1868 tarihinde yurt dışında “Hürriyet”

gazetesini Ziya Paşa ile çıkaran Namık

Kemal, 1872 tarihinde de “İbret”

gazetesini çıkarmıştır (Özön, 1938).

Yenileşme safhasında birçok yenilikler

ve naçizane çalışmalar yapan Namık

Kemal, 1908 İttihatçı devriminin de

temel fikirlerini oluşturmuştur. İttihatçı

devrim ile gelen Meşrutiyet yönetimi,

Osmanlı Devleti’ne yeni bir soluk

getirmiş, 30 yıllık istibdat dönemini

yıkmıştır.

(Wikipedia.com)

Memleket Sevdasıyla...


ATATÜRK VE NAMIK KEMAL

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, açık bir şekilde Namık Kemal’den etkilenmiştir. Onun

fikirleri, Atatürk de cereyan etmiş ve onun gibi büyük bir hürriyet savaşçısı olmuştur.

Mustafa Kemal daha lise yıllarında ondan etkilenmiş; hatta onun için “Türk ulusunun

yüzyıllardan beri beklediği sesi” olarak bir tanımda bulunmuştur (Gündüz, 1973;

Cebesoy, 1967; Turan, 2019) Şunu söyleyebiliriz ki devrin bütün önemli subayları

Namık Kemal’den etkilenmiştir. Onun yolunu yol bilmişler, onun hedefleri için uğraşlar

vermişlerdir.

13 Ocak 1921 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk meclis kürsüsünden Namık

Kemal’in şu sözlerine nazire yapmıştır:

“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”

Ve büyük Atatürk şöyle demiştir:

“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.” (Tuncel, 2020).

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

Cebesoy, A. F. Sınıf Arkadaşım Atatürk:

İstanbul, 1967.

Gündüz, A. Hatıralarım: İstanbul, 1973.

Kaplan, M. Namık Kemal: Hayatı ve Eserleri:

İbrahim Horoz Basımevi: İstanbul, 1948.

Mutluay, R.100 soruda Tanzimat Ve

Servetifünun Edebiyatı: Gerçek Yayınevi:

İstanbul, 1988.

Özön, M., N. Namık Kemal Ve İbret Gazetesi:

İstanbul, 1938.

Tuncel, B. Atatürk Ve 30 Ağustos Zaferi’nin İlk

Kez Kutlanışı: Türk Tarih Kurumu Yayınları:

Ankara, 2020.

Turan, Ş. Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen

Olaylar, Düşünürler, Kitaplar: Türk Tarih

Kurumu Yayınları: Ankara, 2019.

Memleket Sevdasıyla...


Memleket Sevdasıyla...


Fransız İhtilali, on dokuzuncu yüzyılın çıkmış, hürriyet fikirleri gelişmeye

sonlarına doğru patlak veren ve dünya

tarihine derin izler bırakacak olan çok

uğramış, çok uluslu devletler için sıkıntılı

süreçler yaşanmış ve meşruti yönetimin

kapsamlı bir ihtilaldir. İhtilal hem temelleri bu ihtilale atılmıştır. İhtilalin

Fransızlar için hem diğer ülkeler için

önemli sonuçlar doğurmuştur. Aslında

bakacak olursak bu ihtilal birden patlak

veren toplumsal bir olay değildir. Uzun

yıllar boyunca biriken ve taşmak üzere

olan bazı toplumsal olayların sonucudur.

Sözü bağlamak gerekirse Fransız İhtilali

öncesi Fransa, kaynamakta olan bir

kazana benzetilebilir.

Bir çağı kapatan ve yeni bir çağ açan bu

parlak isimlerinden bir subay vardır ki

kendisi Avrupa’yı savaşa sürükleyecek

olan Napolyon’un ta kendisidir.

Bu ihtilalle birlikte hayatımızda bugün bile

önemli yer işgal eden milliyetçilik fikri

doğmuştur. Keza yine bu fikir yıkıcı

etkilere sebep olmakla birlikte günümüzün

ulus devletlerinin kuruluş sürecini de

başlatmıştır. Bunun hakkında yazımızın

ileriki safhasında konuşacağız.

toplumsal hareket bahsettiğimiz gibi İHTİLAL ÖNCESİ FRANSA

yalnızca Fransızları ilgilendirmemektedir. Fransa giderek bozulan bir ekonomiyle

İhtilal sonucunda çıkan bazı toplumsal ve boğuşuyordu. Halk sefillik ve kıtlık

siyasi fikirler evvela Avrupa olmak üzere

tüm dünyaya hızlıca yayılmış ve dünya

tarihini yeni bir sekteye sokmuştur. Yusuf

Akçura bu durumu şöyle anlatmıştır:

“Fransız İhtilali’nin, bu pek mühim vak’a-ı

tarihîyenin iki nevi ehemmiyeti vardır:

Birisi hususidir, mahallidir, millidir, yani

Fransa’ya hastır; diğeri umumidir, bütün

içindeyken öbür bir tarafta soylular ve saray

kısmı harcamalarından taviz vermiyor, lüks

ve şatafat içinde refah bir yaşam sürüyordu.

Diğer taraftaysa gelişen sanayi inkılabı ile

yeni çıkan burjuva sınıfı ise soylular ve

saray tebaası tarafından hor görülüyor, ülke

gündeminde söz sahibi olmak istiyorlardı.

Halk ise bir aydınlanma ve fikir devrimi

Avrupa’ya şamildir. Avrupai’dir, hatta içindeydi. Fransız halkı ve bilhassa

denilebilir ki cihanşümuldür: Bütün aydınları Jan Jak Rousseau, Voltaire,

dünyaya müessir olmuştur.” Bu yeni çıkan Montesquieu gibi insanların fikirlerini

fikirlerle imparatorluklar içinde isyanlar benimsemişlerdi.

Memleket Sevdasıyla...


Ekonominin bozulmasıyla birlikte çözüm

vergilerin arttırılmasında arandı. Elbette bu

çözüm halkın sefilliğine sefillik katacak ve

ihtilale giden yolu açacaktı. Fransa yakın

bir zaman içinde kan ve barut kokan

sokaklarıyla kendini büyük bir ihtilalin

bizzat içinde bulacaktı.

İHTİLALİN BAŞLANGICI

1789 yılında toplanan parlamento üç

sınıftan oluşmaktaydı. Bunlar soylular, din

adamları ve bizzat halk adına seçilmiş

üyelerdi. Burjuva sınıfı ve halktan oluşan

üyeler vergilerin düşürülmesini, Fransa

içindeki iç gümrük vergilerinin kaldırılmasını

ve mutlak monarşinin sona ermesini talep

ettiler. Bu talepler Fransa Kralı 16. Louis

tarafından reddedilince halk Bastille

Hapishanesi’ne hücum ederek buradaki

tüm suçluları serbest bıraktı. Bunun

üzerine Fransa’yı genel bir ayaklanma takip

etti. Ardından kurucu bir meclis ilan edilerek

bu meclis tarafından ilan edilen bir

anayasayla monarşinin yetkilerinin

sınırlandırıldı. Bu anayasa ile birlikte İnsan

ve Yurttaş Hakları Bildirgesi yürürlüğe girdi.

Ayrıca bu anayasa halk tarafından

seçilecek bir meclisinde varlığını içeriyordu.

Kanunları hazırlamak, bütçeyi tasdik etmek

ve hükümetin icraatını kontrol etmek

görevleri meclise verildi. Bu anayasayla

birlikte Fransa’da uzun yıllardır hâkim

olan feodal yönetim sona erdi. Soyluların

birçoğu diğer Avrupa ülkelerine kaçmak zorunda

kaldı. Öte yandan Fransa’da çıkan

özgürlük, eşitlik ve meşrutiyet gibi fikirler

diğer Avrupa ülkelerinin dikkatinden

kaçmamış, onları huzursuzluğa itmişti.

İHTİLAL SIRASINDA FRANSA

Gelişen olaylar sonucunda kral 16. Louis

ve ailesi tahtan indirildikten sonra

tutuklandı. Öfkeli halk kitleleri bunu

yetersiz gördü. Yıllarca onları açlığa

mahkûm eden ve fahiş vergilerle halkı

ezen bu canileri tutuklamak

yetmeyecekti. Akabinde önce kral,

sonra kraliçe olmak üzere tüm saray

ahalisi giyotinlerin keskin bıçaklarıyla

kısa ve öz saniyeler yaşadı.

Kral ve kraliçenin idamı elbet yeterli

olmayacaktı. Fransa’da o tarihlerde sürekli

idamlar baş gösterdi. Soylular başta olmak

üzere kral ve kral taraftarları birer birer

idam edildi. Söylenen sayılara göre idam

edilen ve çatışmalar sürecinde ölen toplam

insan sayısı on beş bin ila kırk bin

arasındadır.

Daha sonra bu çatışmalar yerini

Cumhuriyet yönetimine bıraktı. Tabi bu

cumhuriyetin ömrü de kısa olacaktı. Çünkü

Napolyon sağ olsun, başta olmasa da

ilerleyen yıllarda kendini imparator ilan

edecek ve Fransız halkını kendiyle birlikte

cephe hattına sürükleyecekti. Tabi burası

bir başka yazının konusu olduğu için bu

detaylara girmeyeceğim.

Memleket Sevdasıyla...


İHTİLAL SONRASI GELİŞMELER

Tüm dünyada özellikle Avrupa’da baş

gösteren mutlak monarşi yönetimlerinin

yıkılamayacağı algısı bu ihtilalle sona erdi.

Eşitlik, özgürlük, adalet, gibi ilkeler önce

Avrupa’da sonra diğer ülkelerde yayılmaya

başladı. Milliyetçilik fikirlerinin gelişmesi ve

sistemleşmesiyle birlikte siyasi bir kimlik

kazandı ve bu çok uluslu imparatorlukların

temellerini yıkacak ilk darbeyi vurdu. ABD’de

görülen demokrasi Avrupa’da gelişmeye

başladı ve bu Avrupa’nın vazgeçilmez bir

parçası olarak kaldı. Bazı dağınık etnik grup

ve milletler teşkilatlanarak birleşmek adına

girişimlerde bulundular bu da yeni ulus

devletlerini ortaya çıkardı. İnsan Hakları

Bildirisi, Fransızlar tarafından dünya çapında

bir bildiriye dönüştürüldü. Arkasında halkı ve

güçlü bir ordusu bulunan Napolyon,

Avrupa’yı savaşa sürükleyerek tarihe

Napolyon Savaşları olarak geçecek

savaşların fitilini yaktı.

Ve hepimizin bildiği üzere Yeni Çağ

kapanmış, Yakın Çağ açılmış oldu.

MİLLİYETÇİLİK FİKRİ VE ETKİLERİ

Milliyetçilik, bir bireyin doğduğu, sahip

olduğu ülkenin veya etnik grubun çıkarlarını,

egemenliğini korumayı ve bunu sonsuza

kadar sürdürmeyi amaçlayan bir fikir

hareketidir. Milliyetçilik, her ulusun dışarıdan

gelecek tehditlere ve düşmanca hareketlere

karşı kendini koruma ve güvence altına alma

politikası da denilebilir. Ayrıca milliyetçilik

beraberliği, örgütlenmeyi ve ulusun

devamlılığını da amaçlamaktadır.

Milliyetçiliği iki kavramda ele almak

gerekmektedir. Birinci kavramı

birleştirici milliyetçiliktir. İkinci kavramı

ise yıkıcı ve ayrıştırıcı, totaliter

milliyetçiliktir. Birinci kavram gayet

masum olmakla birlikte bir ülke için

olmazsa olmaz bir milli beraberliği

sağlamaktadır. Bu milliyetçilik etnik kökenden

çok vatandaşlık milliyetçiliği yani

ulusun her ferdinin bir bayrak altında

toplanmasıdır. Dediğimiz gibi bu milliyetçilik

kavramı birleştirici olmakla

birlikte ikinci kavramdaki milliyetçiliğe

göre çok ılımlıdır.

Atatürk’ün milliyetçilik fikirleri de bu

milliyetçilik kavramı ile uyuşmaktadır. Bu

fikir doğrultusunda bu memleketin her bir

ferdinin genel adı Türk’tür ve Türkiye

Cumhuriyeti bu milyonlardan oluşan bu

fertlerin içinde yaşadığı bir Türk

Cumhuriyeti’dir. Bu ülkenin ferleri daima

Cumhuriyet ve ulus için çalışmalı, bu

yolda her tehlikeyi göze almalıdır.

Ayrıca belirtmek isterim ki günümüzde bile

halen bu milliyetçilik fikri gerçek Atatürkçü

düşünceye sahip insanların bünyesinde

bulunmakta ve yeri geldiğinde kullanıma

hazır bir şekilde beklemektedir. Günümüz

şartlarında milliyetçilik bir fikirden ziyade

fertlerin içinde bulunan bir savunma

Memleket Sevdasıyla...


mekanizmasına dönüşmüştür. Bir hayvanın kendini koruma iç güdüsü gibi

çalışmakta ve bir tehlike karşısında milletimiz tek bir vücut halinde tehlikeye

göğüs germektedir.

İkinci kavramdaki milliyetçiliğimiz ise ayrıştırıcı ve sert bir bünyeye

sahiptir. Bu daha çok ırk kavramı üzerine kurulan ve daha çok tarihteki

imparatorlukların yıkılmasında etkisi olan milliyetçilik kavramıdır. Osmanlı’nın

Balkan isyanları da bu milliyetçilik sonucunda baş göstermiştir. Keza Osmanlı

bünyesinde bulunmak istemeyen Balkan milletleri birer birer milliyetçilik ve

dış kuvvetlerin etkisiyle Osmanlı’ya karşı ayaklanmalar çıkarmıştır. Bu

milliyetçiliğin sonucunda daima bir yıkım bulunmaktadır ve bu daha çok siyasi

ve ideolojik fikirlerin ele aldığı milliyetçilik kavramıdır.

GENEL ANLAMDA MİLLİYETÇİLİK

Genel anlamda milliyetçilik bir ulusa sahip bir kişinin ulusunu sevmesi,

ulusunun gelişmesi için çalışması ve ulusunun fertlerini benimsemesidir. Bu

doğrultuda olduğu zaman milliyetçilik zararsız ve etkili bir çizgide

ilerleyecektir. Irkçılık potansiyeli taşımaması da gereklidir milliyetçiliğin. Aksi

taktirde bahsettiğimiz gibi ikinci kavramdaki milliyetçiliğe kaymış oluruz ve bu

ülkenin ayrışmasına, parçalanmasına sebep olur.

Unutulmamalıdır ki Mustafa Kemal Atatürk bir Türk milliyetçisidir. O,

hayatını ulusu ve ülkesi için çalışarak harcamış, bu yolda onu kimse

durduramamıştır. Millî Mücadele’nin ilk ilanı sırasında Avrupa gazeteleri “Bir

avuç milliyetçi Türk” olarak nitelendirilen paşamız milliyetçiliği bizlere miras

bırakmıştır.

Memleket Sevdasıyla...


KAYNAKÇA

Çıvgın, İzzet ve Yardımcı, Remzi (2009), "Çağdaş Dünya

Tarihi" Ankara:Eğiten Kitap

Armaoğlu, Fahir, (Son baskı: 2016) 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi

1789-1914, İstanbul: Timaş Yayınları

Sander, Oral (1.baskı 1989 Son baskı:2016) Siyasi Tarih 1.

Cilt (İlk Çağlardan 1918e), İstanbul:İmge kitabevi Yayinlari

Yusuf Akçura Tarih-i Siyasi 1926-27-28 Ders Notları Ötüken

Yayınları s. 60-61

A. D. Smith, ‘Milliyetçilik ve Kültürel Kimlik’, (Millî Kimlik),

Türkiye Günlüğü, Mart-Nisan 1998, s. 76.

Memleket Sevdasıyla...


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!