26.10.2023 Views

Atlas Tarih Özel Sayı

Atlas Tarih, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını özel bir sayıyla selamlıyor. Bu özel sayıyı, yarım asra yaklaşan tarihiyle cumhuriyetimizin köklü kurumlarından olan Sütaş iş birliğiyle hazırladık.

Atlas Tarih, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını özel bir sayıyla selamlıyor. Bu özel sayıyı, yarım asra yaklaşan tarihiyle cumhuriyetimizin köklü kurumlarından olan Sütaş iş birliğiyle hazırladık.

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

YEŞİL ATLAS<br />

İLBER ORTAYLI:<br />

29 EKİM ÖZEL SAYISI<br />

ATATÜRK BİR MEDENİYET SAVAŞI VERDİ<br />

SAYI: 2023-01<br />

<strong>Özel</strong> sayı<br />

SAYI: 2023-01<br />

FİYATI: 140.00 TL<br />

CUMHURİYETİN BİR ASRI 1923-2023<br />

CUMHURİYETİN<br />

BİR ASRI<br />

A’DAN Z’YE<br />

CUMHURİYET<br />

1923’TE NELER<br />

YAŞANDI?<br />

BİR NESİL<br />

YETİŞTİRMEK<br />

ULUS EKONOMİSİ<br />

YARATMAK<br />

KÖYLÜ MİLLETİN<br />

EFENDİSİDİR<br />

001_kapak.indd 1 20.10.2023 17:53


İçindekiler<br />

08<br />

46<br />

62<br />

06 Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşında<br />

08 A’dan Z’ye cumhuriyet<br />

14 Cumhuriyete adım adım:<br />

1923’te neler yaşandı?<br />

24 “Atatürk bir medeniyet savaşı verdi”<br />

Prof. Dr. İlber Ortaylı<br />

36 “Cumhuriyeti 100 yıldır yaşatan Harf Devrimi’dir”<br />

Necdet Sakaoğlu<br />

46 Bir nesil yetiştirmek<br />

50 Bir ulus ekonomisi yaratmak<br />

Murat Koraltürk<br />

62 “Köylü milletin efendisidir”<br />

Prof. Dr. Cemal Taluğ<br />

72 Cumhuriyetin Onuncu Yılı<br />

Feza Kürkçüoğlu<br />

82 Cumhuriyet ve bilim<br />

90 Cumhuriyet kadını<br />

Pelin Batu<br />

100 100 yılın sanatı<br />

Yeşim Pütgül<br />

112 Zeki, çevik ve ahlaklı:<br />

Türk sporunun unutulmazları<br />

122 Cumhuriyet Albümü:<br />

Olaylar, insanlar, mekânlar...<br />

ATLAS TARİH 3<br />

003_E-CF-icindekiler.indd 3 20.10.2023 17:17


Editör<br />

CEM FAKİR<br />

cemfakir@gmail.com<br />

Yayıncı<br />

Do ğan Bur da Der gi Ya yın cı lık ve Pa zar la ma A.Ş.<br />

YEŞİL ATLAS<br />

İcra Kurulu Başkanı<br />

Cem M. Başar<br />

Cumhuriyetin Bir Asrı<br />

<strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong>, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını özel bir sayıyla selamlıyor.<br />

Bu özel sayıyı, yarım asra yaklaşan tarihiyle cumhuriyetimizin köklü<br />

kurumlarından olan Sütaş iş birliğiyle hazırladık.<br />

100 yıl önce neler hedeflendi, neler başarıldı? İkinci yüzyıla girerken<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin temel meseleleri neler? Prof. Dr. İlber Ortaylı, en<br />

önemli olaylarıyla 100 yılın siyasi ve sosyolojik muhasebesini yaptı.<br />

Cumhuriyetin ilk yıllarında modern bir eğitim için seferberlik ilan edilmişti.<br />

On üç buçuk milyonluk ülkede yeni bir nesil yetiştirmek için birçok adım<br />

atıldı. Kuşkusuz en önemlisi, 1 Kasım 1928’de ilan edilen Harf Devrimi’ydi.<br />

Ömrünün 63 yılını Türk eğitimine hizmet ederek geçiren tarihçi ve öğretmen<br />

Necdet Sakaoğlu ile cumhuriyetin eğitim hamlesini konuştuk.<br />

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı<br />

miras, savaşlarla çökmüş bir ülkeydi. Cumhuriyeti kuran kadronun ortak ideali<br />

bağımsız bir milli ekonomi yaratmaktı. Murat Koraltürk, cumhuriyetin iktisadi<br />

adımlarını <strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong> için yazdı.<br />

100 yıl önce Türkiye nüfusunun büyük bölümü kırsalda yaşıyordu. Bu<br />

nedenle memleketi yeniden ayağa kaldırmaya köylerden başlandı. Ziraat<br />

Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Cemal Taluğ ile Atatürk dönemi tarım politikalarını<br />

konuştuk.<br />

Kadınların hak mücadelesi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 10 yılında hız<br />

kazandı. Pelin Batu, cumhuriyet kadınlarının mücadelesini <strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong> için<br />

kaleme aldı.<br />

“Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlamaları” özel bir anlam taşır. Tüm ülkenin büyük<br />

bir coşku içinde katıldığı kutlamalar üç gün üç gece sürer. Feza Kürkçüoğlu<br />

cumhuriyetin onuncu yılını yazdı.<br />

Bilime yön verenler, yüzyılın sanatçıları ve unutulmaz sporcuların hikâyesi<br />

100. yıl özel sayımız için hazırladığımız diğer dosyalar.<br />

Cumhuriyeti kuran fedakâr nesli saygıyla anıyoruz…<br />

4 ATLAS TARİH<br />

Yayın Yönetim Danışmanı<br />

Ferhan Kaya Poroy<br />

Ya yın Danışmanı<br />

Cem Fakir<br />

Görsel Yönetmen<br />

Koray Gökkaya<br />

Yazı İşleri Müdürü (Sorumlu)<br />

Ayşegül Uyanık Örnekal<br />

Yayın Kurulu<br />

Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Mesut Uyar,<br />

Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan, Kansu Şarman,<br />

Erol Üyepazarcı<br />

Kurumsal İletişim Müdürü: Funda Demirci Ayan<br />

An ka ra Tem sil ci si: Erdal İpekeşen<br />

0 312 577 31 56<br />

www.atlastarih.com / bilgi@atlastarih.com<br />

Yö ne tim<br />

Üretim Planlama Di rek tö rü (Tüzel Kişi Temsilcisi): Yakup Kurtulmuş<br />

Sa tış ve Dağıtım Di rek tö rü: Egemen Erkorol<br />

Fi nans Di rek tö rü: Didem Kurucu<br />

Dijital İçerik Direktörü: Eren Demir<br />

Rek lam<br />

Reklam ve Etkinlik Grup Başkanı: Ali Erman İLERİ<br />

Grup Başkan Yardımcısı: Seda Erdoğan Dal, Neyran Çınar<br />

Satış Koordinatörü: Burcu Kevser Karaçam - Hülya Hankendi<br />

- Şerife Dökmetaş<br />

Sa tış Mü dü rü: Mürvet Yılmaz<br />

Bölgeler Proje Mü dü rü: Şelçuk Ergenç<br />

Teknik Müdür: Ayfer Kaygun Buka<br />

Tel: 0 212 336 53 61 - 62<br />

Hedef Sayfalar Reklam Koordinatörü: Aysel Şener<br />

Tel: 0212 336 53 75<br />

Bölgeler Reklam Mü dü rü: Hülya Erdoğan<br />

Tel: 0 212 336 53 72<br />

Etkinlik Ve Marka Yönetimi<br />

Etkinlik ve Proje Koordinatörü NİHAL AYAN<br />

nayan@doganburda.com<br />

Marka Müdürü: Aslıhan Sever<br />

Marka Yönetmeni: Nil Özarpark<br />

Reklam Re zer vas yon<br />

Tel: 0 212 336 53 00 - 57 - 59<br />

Ankara Reklam Satış Koordinatörü<br />

Sezinur Balıkçıoğlu<br />

Ankara Reklam Satış Müdürü: Beliz Balıbey<br />

Tel: 0 312 577 31 56<br />

Uluslararası Reklam Satış Temsilcilerimiz<br />

ALMANYA: Julia Mund<br />

T +49 89 92 50 31 97, Julia.Mund@burda.com<br />

Michael Neuwirth<br />

T. +49 89 9250 3629, michael.neuwirth@burda.com<br />

İSVIÇRE: Goran Vukota<br />

T. +41 44 81 02 146, goran.vukota@burda.com<br />

FRANSA / LÜKSEMBURG: Marion Badolle-Feick<br />

T. +33 1 72 71 25 24, marion.badolle-feick@burda.com<br />

İTALYA: Mariolina Siclari<br />

T. +39 02 91 32 34 66, mariolina.siclari@burda.com<br />

İNGİLTERE / İRLANDA: Jeannine Soeldner<br />

T. +44 20 3440 5832, jeannine.soeldner@burda.com<br />

ABD / KANADA / MEKSİKA: Salvatore Zammuto<br />

T. +1 212 884 48 24, salvatore.zammuto@burda.com<br />

Yö ne tim Ye ri<br />

Kuştepe Mah. Mecidiyeköy Yolu Cad. No: 12<br />

Trump Towers Kule 2 Kat: 21 Pk: 34387 Şişli-İst.<br />

Tel: 0 212 410 32 00<br />

Bas kı: Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.<br />

Adres: Dudullu Organize San. Bölgesi 1.Cad.<br />

No:16 Ümraniye-İSTANBUL<br />

Tel: 444 44 03 Faks: Faks: (0216) 365 99 07<br />

www.bilnet.net.tr<br />

Sertifika No: 42716<br />

Da ğı tım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş.<br />

Ya yın Tü rü: Ulusal Sü re li İki Ayda Bir<br />

© Yeşil <strong>Atlas</strong> der gi si, Do ğan Bur da Der gi<br />

Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş. tarafından<br />

T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır.<br />

Yeşil <strong>Atlas</strong> der gi si nin isim ve ya yın hak kı Do ğan Bur da Der gi<br />

Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş.’ye aittir. Dergide yayımlanan yazı,<br />

fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır.<br />

İzinsiz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.<br />

DB Okur Hiz met le ri Hat tı: 0 212 478 0 300<br />

okurhizmetleri@doganburda.com<br />

DB Abo ne Hiz met le ri Hat tı: 0 212 478 0 300<br />

abo ne@doganburda.com - www.doganburda.com<br />

Üyeliği: FIPP<br />

Çalışma Saatleri: Her gün saat 09.00-22.00<br />

arasında hizmet verilmektedir.<br />

004_005_E-CF-editoykb.indd 4 20.10.2023 17:54


Değerli <strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong> Dergisi Okurları,<br />

Cumhuriyet;<br />

Her türlü yokluklar ve imkânsızlıklar içinde, büyük bir inanç,<br />

azim ve fedakârlıklarla yürütülen “Millî Mücadele”nin, İstiklal<br />

Savaşımızın sonucunda elde edilen başarının tacıdır, Cumhuriyet.<br />

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere “Millî Mücadele”<br />

kahramanlarımızın bizlere en büyük armağanı, en değerli<br />

emanetidir, Cumhuriyet.<br />

Siyasi, askeri ve diplomatik alanda yedi düvele karşı yürütülen<br />

amansız bir mücadelenin sonunda, “Lozan Antlaşması”nın<br />

imzalanmasıyla açılan yolda kurulan “Türkiye Cumhuriyeti”nin<br />

dünya milletler topluluğunun itibarlı ve saygın bir üyesi olarak<br />

kabulünün de anahtarıdır, mührüdür Cumhuriyet.<br />

Laikliğin, insan haklarının, kadın-erkek eşitliğinin, evrensel<br />

ilkelere bağlı hukuk sisteminin, yasalar önünde eşit vatandaşlığın,<br />

kuvvetler ayrılığının ve fırsat eşitliğinin temelini; katılımcı<br />

demokrasinin, refah ve mutluluğumuzun, uygarlık yolunda<br />

ilerlememizin en büyük güvencesini oluşturan Cumhuriyetimizin<br />

100. yılına ulaşmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duyuyorum.<br />

Bizler Cumhuriyet’le birlikte; siyaset, ekonomi, hukuk, eğitim<br />

ve kültür alanlarında atılan adımların ve Atatürk devrimleri ile elde<br />

edilen kazanımların sağladığı olanaklarla yetiştik ve bugünlere<br />

ulaştık. Ülkemizin gelişmesi, kalkınması ve dünya rekabetinde<br />

saygın bir yere ulaşması için var gücümüzle çalışmanın öncelikli<br />

sorumluluğumuz, bizim için canlarını vermiş atalarımıza,<br />

şehitlerimize olan borcumuz olduğunu düşünüyorum.<br />

Cumhuriyetimizin 100. yılına ithafen <strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong> Dergisi’nin<br />

hazırladığı “Cumhuriyetin Bir Asrı” özel sayısında; Türkiye’nin<br />

önemli tarihçileri ve usta kalemleri tarafından Cumhuriyet’e giden<br />

yolun, modern Türkiye’nin doğuşunun, iktisadi bağımsızlığın<br />

ilk adımlarının 100 yıllık fotoğraflar eşliğinde ele alınmasını çok<br />

değerli buluyorum.<br />

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın gururuyla,<br />

Cumhuriyetimizin 100. yılını coşkuyla kutluyor, Gazi Mustafa<br />

Kemal Atatürk önderliğinde Cumhuriyet’i bizlere armağan eden<br />

bütün kahramanlarımızı, şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet,<br />

minnet ve şükranla anıyorum.<br />

Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun!<br />

Muharrem Yılmaz<br />

Sütaş Yönetim Kurulu Başkanı<br />

ATLAS TARİH 5<br />

004_005_E-CF-editoykb.indd 5 20.10.2023 17:17


TÜRKİYE<br />

CUMHURİYETİ<br />

100 YAŞINDA<br />

ATLAS TARIH YAZARLARININ KALEMINDEN<br />

TÜRKIYE’DE SIYASET, EKONOMI, EĞITIM,<br />

BILIM, SANAT VE SPORUN SON YÜZ YILI.<br />

6 ATLAS TARİH<br />

006_007_K-E-CF_sunus.indd 6 20.10.2023 17:10


ATLAS TARİH 7<br />

006_007_K-E-CF_sunus.indd 7 20.10.2023 17:10


ATATÜRK SOYADI<br />

Mustafa Kemal<br />

Paşa’ya 24 Kasım<br />

1934’te verildi. Meclis,<br />

Soyadı Kanunu’nu 21<br />

Haziran’da çıkarmıştı. İsmet Paşa ve<br />

22 arkadaşının sunduğu tek maddelik<br />

kanun teklifiyle ulu önder o tarihten<br />

sonra Mustafa Kemal Atatürk olarak<br />

anılacaktı. 17 Aralık’ta Mustafa Kemal<br />

Paşa’dan başka kimsenin “Atatürk”<br />

soyadını kullanamayacağına dair kanun<br />

çıkarıldı.<br />

A’DAN Z’YE<br />

CUMHURİYET<br />

Önemli olaylar, kişiler, mekânlar, kavramlar<br />

ile cumhuriyetin alfabetik hikâyesi.<br />

8 ATLAS TARİH<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 8 20.10.2023 17:11


Başkent Ankara, 13 Ekim<br />

1923’te yeni Türk Devleti’nin<br />

merkezi olarak ilan edildikten<br />

sonra büyük değişim geçirdi.<br />

1927’de uluslararası bir yarışma<br />

açıldı. Berlinli mimar Hermann Jansen’in<br />

Ankara İmar Planı, 1932’de yürürlüğe girdi.<br />

Plana göre Atatürk Bulvarı kentin omurgasını<br />

oluşturuyordu. Ticari merkez Ulus’ta, yönetim<br />

merkezi Yenişehir’de olacak, Kale içindeki<br />

eski kent ise korunacaktı.<br />

Demiryolları, Cumhuriyet<br />

Türkiyesi’nin en önem<br />

verdiği konuların başında<br />

geliyordu. 10’uncu Yıl<br />

Marşı’nda geçen “Demir<br />

ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” sözü<br />

boşuna değildi. Cumhuriyetin ilk 20 yılında<br />

binlerce kilometre demiryolu hattı inşa<br />

edildi. Başvekil İsmet Paşa, 1930 yılında<br />

demiryolu politikasını şöyle açıklıyordu:<br />

“Şimendifer politikası milli devlete, bugün<br />

mü yarın mı mülahazasına tahammülü<br />

olmayan, ilk, gayri kabili tehir, milli vahdet,<br />

milli mevcudiyet, milli istiklal meselesi olarak<br />

teveccüh etmiştir.”<br />

Cumhuriyet kelimesi Türk<br />

Dil Kurumu’na göre “Milletin,<br />

egemenliği kendi elinde<br />

tuttuğu ve bunu belirli süreler<br />

için seçtiği milletvekilleri<br />

aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi”<br />

anlamını taşıyor. Arapça “halk” ve “topluluk”<br />

demek olan “cumhur” kelimesinden türetildi.<br />

Cumhur kelimesinin bir rejim, bir sınıflama<br />

olarak icadı Türklere aitti.<br />

Çankaya Köşkü, cumhuriyetin<br />

sembol mekânlarından biridir.<br />

Cumhurbaşkanlığı konutu olarak<br />

Ankara’ya hâkim bir tepede,<br />

Avusturyalı mimar Clemens<br />

Holzmeister’in yaptığı köşk,<br />

1932 yılında tamamlandı. Gazi Mustafa<br />

Kemal Paşa bu tarihe kadar, Ankara<br />

halkının kendisine hediye ettiği yeni köşkün<br />

yanındaki bağ evinde kalıyordu. Çankaya<br />

Köşkü, 2014 yılına kadar cumhurbaşkanların<br />

ikamet ettiği yer oldu.<br />

Egemenlik kayıtsız şartsız<br />

milletindir. Teşkilat-ı<br />

Esasiye’den bugüne Türkiye<br />

Anayasası’nda yer alan ifadedir.<br />

“Hâkimiyet bilâ kayd-u şart<br />

milletindir” sözünün Türkçe söylenişidir.<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsün<br />

arkasındaki duvarda yazılı olan ve Meclis’in<br />

temel dayanağını oluşturan ilkedir.<br />

ATLAS TARİH 9<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 9 20.10.2023 17:11


A’dan Z’ye<br />

Cumhuriyet<br />

Fırka, cumhuriyetin ilk yıllarında<br />

siyasi partilere verilen isimdi.<br />

Mustafa Kemal Paşa, 7 Aralık<br />

1922’de halkçılığa dayanan<br />

ve Halk Fırkası adını taşıyan<br />

bir siyasi parti kuracağını açıklamıştı.<br />

İkinci Dönem TBMM’nin 11 Ağustos 1923’te<br />

çalışmaya başlamasının ardından Halk Fırkası<br />

9 Eylül’de kuruldu.<br />

Kadınlar ilk siyasal haklarını<br />

1930 yılında elde etti. Buna<br />

göre belediye seçimlerinde<br />

oy kullanabilecek ve aday<br />

olabileceklerdi. Türk kadınları,<br />

genel seçimlere katılma, milletvekili seçme<br />

ve seçilme hakkını ise 5 Aralık 1934’te<br />

kazandı. Meclis, seçim yenileme kararı alarak<br />

23 Aralık’ta tatile girdi. 1935’in şubat ayında<br />

yapılan seçimlerde 18 kadın milletvekili<br />

Meclis’e girdi.<br />

Harf İnkılabı, cumhuriyet<br />

yönetiminin yaptığı en<br />

önemli reformlardan biridir.<br />

Mustafa Kemal Paşa, 8<br />

Ağustos 1928’de yaptığı<br />

konuşmada “Güzel dilimizi ifade etmek için<br />

yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim<br />

güzel, ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk<br />

harfleriyle kendini gösterecektir” dedi.<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1928’de<br />

onayladığı kanunla Arap harfleri yerine<br />

Latin temeline dayalı yeni Türk alfabesine<br />

geçilmesini kabul etti. Bütün ülkede<br />

yeni harfleri öğrenme ve okuma yazma<br />

seferberliği başlatıldı.<br />

Gazilik unvanı, Mustafa Kemal<br />

Paşa’ya Büyük Millet Meclisi<br />

tarafından verildi. 13 Eylül<br />

1921’de zaferle sonuçlanan<br />

Sakarya Muharebesi’nin<br />

ardından 19 Eylül’de Meclis’te yapılan<br />

görüşmelerde Başkomutan Mustafa Kemal<br />

Paşa’ya “mareşal rütbesi ve gazilik unvanı”<br />

verilmesi teklif edilmiş ve oy birliğiyle kabul<br />

edilmiştir. O tarihten sonra kendisinden<br />

“Halaskârgazi”, “Gazi Paşamız” olarak<br />

bahsedilmiş, Atatürk soyadı aldıktan sonra<br />

da “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” olarak<br />

anılmıştır.<br />

İstiklal Marşı, Kurtuluş Savaşı<br />

yıllarında, 12 Mart 1921’de Meclis<br />

tarafından milli marş olarak kabul<br />

edildi. Marşın güftesi Mehmet Akif<br />

Bey (Ersoy) tarafından yazıldı.<br />

Şiirin bestelenmesi için açılan yarışmanın<br />

sonucu 1924 yılına kadar açıklanmadı. Maarif<br />

Vekaleti’nde toplanan kurul, Ali Rıfat Bey’in<br />

(Çağatay) bestesini birinci olarak açıkladı.<br />

İstiklal Marşı, 1930 yılına kadar bu besteyle<br />

söylendi. Ancak 1930’da alınan kararla bu<br />

bestenin yerini bugün de kullanılan Osman<br />

Zeki Bey’in (Üngör) bestesi aldı.<br />

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

temel ilkelerinden biridir. Din<br />

ve devlet işlerinin birbirinden<br />

ayrılması; dini inançların devlet<br />

yönetiminde rol oynamaması<br />

esasına dayanır. Halk Fırkası’nın 1923<br />

tüzüğünde yer alan milliyetçilik ve halkçılık<br />

ilkelerine 1927’de cumhuriyetçilik ve adı<br />

belirtilmeden laiklik de eklenmiştir. 1931’de bu<br />

dört ilkenin yanına devletçilik ve inkılapçılık<br />

da eklenerek Altı Ok tamamlanmış, 5 Şubat<br />

1937’de yapılan anayasa değişikliğiyle devletin<br />

nitelikleri haline gelmiştir.<br />

10 ATLAS TARİH<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 10 20.10.2023 17:11


Medeni Kanun,<br />

cumhuriyetin ilk<br />

yıllarında çağdaşlaşma<br />

yolunda en önemli<br />

adımlardan biriydi.<br />

Aile yaşamı, miras ve eşya hukukunu<br />

düzenleyen Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat<br />

1926 tarihinde Meclis’te kabul edildi. Yeni<br />

kanunun hazırlıkları sırasında Batılı ülkelerin<br />

medeni kanunları incelenmiş ve İsviçre<br />

Medeni Kanunu’nun esas alınmasına karar<br />

verilmişti. 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren<br />

kanunla birlikte dine dayalı hukuk, yerini laik<br />

bir sisteme bıraktı. Tek eşlilik, boşanma,<br />

velayet ve miras işlerinde kadın-erkek eşitliği<br />

benimsendi.<br />

1926 yılında çekilen fotoğrafta<br />

bir Türk ailesi...<br />

Osmanlı borçlarının<br />

tasfiyesine ilişkin Paris’te<br />

imzalanan anlaşma 1<br />

Aralık 1928’de Meclis’te<br />

onaylandı. Anlaşmaya<br />

göre Türkiye, Osmanlı borçlarının Balkan<br />

Savaşı’ndan önceki kısmının yüzde 62’sini,<br />

sonraki borçların ise yüzde 76’sını kabul etti.<br />

Ödenecek toplam borç 107.5 milyon altın<br />

liraydı. Bu rakam 1929 milli gelirinin yüzde<br />

6,6’sına denk geliyordu. İlk taksit 1929’da, son<br />

taksit 1954 yılında ödendi.<br />

Öğretim Birliği, Türkiye<br />

Büyük Millet Meclisi’nin, 3<br />

Mart 1924’teki oturumunda<br />

kabul ettiği Tevhid-i Tedrisat<br />

Kanunu’yla sağlandı. Buna<br />

göre, medreselerin bağlı olduğu Şeriye ve<br />

Evkaf Bakanlığı kaldırıldı, eğitim kurumlarının<br />

tümü Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.<br />

Mektep ve medrese ikiliği ortadan kalktı.<br />

Hedef, laik ve ulusal bir eğitim sistemi<br />

kurmak, çağdaş nesiller yetiştirmekti.<br />

Nutuk, Mustafa Kemal<br />

Paşa’nın “1919 yılı<br />

mayısının 19’uncu<br />

günü Samsun’a çıktım”<br />

sözleriyle başlar.<br />

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, Milli<br />

Mücadele dönemini ve cumhuriyetin ilk<br />

yıllarını anlattığı nutkunu 15-20 Ekim 1927<br />

tarihleri arasında tamamlar. Büyük Nutuk,<br />

Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Gençliğine<br />

Hitabesi ile sona erer: “Ey Türk istikbalinin<br />

evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi<br />

vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini<br />

kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret,<br />

damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”<br />

Parlamento tarihimiz, 23 Aralık<br />

1876 tarihli Kanun-i Esasi ile<br />

kurulan Meclis-i Mebusan’la<br />

başlamıştır. Birinci ve İkinci<br />

Meşrutiyet dönemlerinde<br />

görev yapan bu meclis, son toplantısını<br />

12 Ocak 1920’de yaptı; işgal döneminde, 11<br />

Nisan 1920’de kapatıldı. Anadolu’da kurtuluş<br />

mücadelesini yürütecek Büyük Millet Meclisi,<br />

23 Nisan 1920’de Ankara’da kuruldu. Türkiye<br />

Büyük Millet Meclisi, cumhuriyetimizin ve<br />

demokrasimizin temel dayanağıdır.<br />

Reform mu, devrim mi?<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kuruluş sürecinde yapılan<br />

hamleler Atatürk Devrimleri,<br />

Atatürk İnkılapları gibi adlarla<br />

anılır. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması, milli<br />

egemenliğe dayalı cumhuriyet rejiminin ilan<br />

edilmesi, yeni harflerin kabulü gibi hamleler<br />

kuşkusuz “Türk Devrimi”dir.<br />

ATLAS TARİH 11<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 11 20.10.2023 17:11


A’dan Z’ye<br />

Cumhuriyet<br />

Ulus Meydanı, cumhuriyet<br />

mekânlarını merkezidir.<br />

Birinci ve İkinci Meclis<br />

binaları burada bulunur.<br />

Meydanda bulunan Zafer<br />

Anıtı, Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel<br />

tarafından tasarlanmış, 24 Kasım 1927’de<br />

açılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında resmi<br />

devlet törenlerinin ana mekânı olmuştur.<br />

Sanayileşme cumhuriyetin temel<br />

hedeflerinden biriydi. Birinci<br />

Beş Yıllık Sanayi Planı, 17 Nisan<br />

1934’te kabul edildi. Planın<br />

hazırlıkları 1932 yılında Profesör<br />

Orlov başkanlığındaki Sovyet heyetinin<br />

Türkiye’ye gelmesiyle başlamıştı. Orlov<br />

heyeti, Türkiye’de kurulması gereken sanayi<br />

tesisleriyle ilgili rapor hazırlamış, yapılacak<br />

yatırımları listelemişti. 1929 ekonomik<br />

buhranının etkileri hâlâ devam ediyordu.<br />

Ülkeyi kalkındırma süreci artık yeni bir<br />

evreye girmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında<br />

uygulanan serbest ekonomi politikası terk<br />

edilerek, devletin yatırımcı ve işletmeci<br />

olarak öne çıktığı bir politika izlenmeye<br />

başlanmıştı. Modern sanayinin temelleri<br />

atıldı. Tekstilden madenciliğe birçok tesis<br />

kuruldu.<br />

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu,<br />

20 Nisan 1924’te kabul<br />

edildi. Cumhuriyet ilan<br />

edildikten sonra hazırlanan<br />

ilk anayasaydı. Yasama<br />

Meclisi, sistemin temel organıydı. Meclis<br />

yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini<br />

ise cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle<br />

kullanıyordu. Bakanlar kurulu ve bakanlar<br />

Meclis’e karşı sorumluydu. Yargı yetkisi ise<br />

millet adına bağımsız mahkemelerdeydi.<br />

teşkilat-ı esasiye,<br />

cumhuriyetin<br />

ilanından sonra<br />

hazırlanan ilk<br />

anayasaydı.<br />

Şapka giyilmesi hakkındaki<br />

kanun, 25 Kasım 1925’te<br />

Meclis’te kabul edildi, 28<br />

Kasım’da yürürlüğe girdi.<br />

Mustafa Kemal Paşa, 23 Ağustos<br />

1925’te Ankara’dan Kastamonu’ya<br />

doğru yola çıkmıştı. Akşam şehre girişinde<br />

halk tarafından coşkuyla karşılanan Mustafa<br />

Kemal Paşa’nın elinde panama şapkası vardı.<br />

27 Ağustos’ta İnebolu Türkocağı’nda ünlü<br />

şapka konuşmasını yaptı: “Altı kaval üstü<br />

şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet<br />

ne millidir ne de beynelmileldir. Medeni ve<br />

beynelmilel kıyafet bizim için, milletimiz<br />

için layık bir kıyafettir. Onu alacağız. Ayakta<br />

iskarpin ya da fotin, bacakta pantolon,<br />

vücutta yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket<br />

ve bittabi bunların mütemmimi başta siper-i<br />

şemsli serpuş. Açık söylemek isterim ki bu<br />

serpuşun adına şapka denir.”<br />

12 ATLAS TARİH<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 12 20.10.2023 17:11


Ziraat, cumhuriyet ekonomisinin<br />

temeliydi. Nüfusun büyük<br />

bölümü köylerde yaşıyordu.<br />

Tarımsal geliri artırmak ve<br />

çiftçiyi güçlendirmek için çok<br />

sayıda reform yapıldı. Ziraat mektepleri açıldı,<br />

tarımda makineleşmenin sağlanması için<br />

adımlar atıldı.<br />

Üniversite reformu, 1933<br />

yılında Darülfünun’un<br />

kapatılıp yerine Milli Eğitim<br />

Bakanlığı’na bağlı yeni bir<br />

üniversite kurulmasıdır. 31<br />

Mayıs 1933’te Meclis’te kabul edilen kanunla<br />

İstanbul Darülfünunu ve ona bağlı kurumlar,<br />

kadro ve örgütleriyle birlikte lağvedildi. Milli<br />

Eğitim Bakanlığı, İstanbul Üniversitesi adıyla<br />

yeni bir üniversite kurmakla görevlendirildi.<br />

Vatandaşlık Kanunu 23<br />

Mayıs 1928’de kabul edildi.<br />

Yeni yasa, vatandaşlığın<br />

belirlenmesinde soy<br />

ya da kan bağı ilkesini<br />

esas almıştı. Türkiye’de ya da yurtdışında<br />

olmasına bakılmaksızın, Türk baba ya da<br />

ananın çocuğu Türk vatandaşı olarak kabul<br />

ediliyordu. Kanunda doğum yeri ve toprak<br />

bağı ilkesine de yer verilmişti.<br />

Yerli malı yurdun malı, herkes<br />

onu kullanmalı. Milli İktisat ve<br />

Tasarruf Cemiyeti, 18 Aralık<br />

1929’da TBMM Başkanı Kâzım<br />

Paşa (Özalp) başkanlığında<br />

kuruldu. Cemiyetin amacı halkı tutumlu<br />

yaşamaya ve tasarrufa alıştırmak, yerli<br />

malları tanıtmak, kullandırmaya özendirmek,<br />

kalitesini yükseltmek ve sürümünü artırmak<br />

olarak belirlendi. Cemiyetin kuruluşuyla<br />

birlikte Türkiye’de tasarruf ve yerli mallar<br />

seferberliği başlatıldı.<br />

İkinci tbmm binası<br />

18 ekim 1924’te<br />

hizmete açıldı.<br />

ATLAS TARİH 13<br />

008_013_K-E-CF-adanzyecumhuriyet.indd 13 20.10.2023 17:11


CUMHURİYETE ADIM ADIM<br />

1923’TE NELER<br />

YAŞANDI?<br />

1923 yılına girildiğinde Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun yerine yeni<br />

bir Türk devleti filizlenmişti.<br />

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması<br />

Osmanlı’nın sonu olmuştu.<br />

Ulusun egemenliğinin hâkim<br />

olduğu ülkede artık fiili bir<br />

cumhuriyet vardı. Ancak Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin resmen ilanı için<br />

yaklaşık bir yıl daha beklenecekti.<br />

Peki bu bir yılda neler yaşandı?<br />

14 ATLAS TARİH<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 14 20.10.2023 17:11


ATLAS TARİH 15<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 15 20.10.2023 17:11


LOZAN’DA İLK ANLAŞMALAR<br />

Kurtuluş Savaşı’nı sona erdiren Mudanya’daki ateşkes<br />

görüşmelerinde kalıcı barışın sağlanması için İsviçre’nin<br />

Lozan kentinde görüşmeler planlanmıştı. 20 Kasım<br />

1922’de başlayan görüşmeler, 1923 yılına girildiğinde<br />

tüm hızıyla devam ediyordu. Türk heyetine İsmet<br />

Paşa’nın başkanlık ettiği görüşmelerde bazı başlıklarda<br />

anlaşma sağlanabilmişti. Buna göre Ege’de Batı<br />

Anadolu kıyılarındaki adalar askerden arındırılacak,<br />

Gökçeada ve Bozcaada Türkiye’ye, Oniki Ada İtalya’ya<br />

bırakılacaktı. Türkiye’nin batı sınırı Meriç Nehri olacak,<br />

İstanbul ve Çanakkale boğazlarında 15 kilometrelik<br />

bir şerit askerden arındırılarak taraf ülkelerden oluşan<br />

bir komisyon kurulacaktı. Türkiye’nin Suriye sınırı ise<br />

Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması’nda belirlenen<br />

haliyle kalacaktı. Musul, kapitülasyonlar gibi konularda<br />

derin görüş ayrılıkları vardı. Görüşmeler bu nedenle<br />

4 Şubat 1923’te kesildi. Türk heyeti geri döndü. Meclis’te<br />

konferansın gidişi hakkında sert tartışmalar yapıldı.<br />

TÜRKIYE-YUNANISTAN NÜFUS MÜBADELESI<br />

Lozan’da anlaşma sağlanan konulardan biri de Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesiydi. 30 Ocak 1923’te<br />

imzalanan sözleşme ve protokol 19 maddeden oluşuyordu. Anlaşmaya göre, Türk topraklarında yerleşmiş Rum<br />

Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklularının,<br />

1 Mayıs 1923’ten başlayarak mübadelesi öngörülüyordu. Ancak mübadeleye Aralık 1923’te başlanabildi. İstanbul’daki<br />

Rumlar ve Batı Trakya’daki Türkler mübadele anlaşması kapsamı dışındaydı. Yunan ordusunun ardından gidenlerle<br />

birlikte 900 bin civarında Rum, 400 bin dolayında Yunanistan Müslümanı yollara düşecekti.<br />

16 ATLAS TARİH<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 16 20.10.2023 17:11


MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN BATI ANADOLU GEZISI<br />

Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923’te Ankara’dan ayrılarak Batı Anadolu gezisine<br />

başladı. Ertesi gün Eskişehir’de siyasilerle, 16 Ocak’ta İzmit’te gazetecilerle buluştu.<br />

Bursa ve Alaşehir’in ardından 27 Ocak’ta İzmir’e gitti. 7 Şubat’ta Balıkesir’e ulaştı. 10<br />

Şubat’ta İzmir’e dönen Mustafa Kemal Paşa bir hafta boyunca kentte kaldı. Mustafa<br />

Kemal Paşa’nın Batı Anadolu gezisi sırasında Lozan görüşmeleri, saltanat ve hilafet<br />

meseleleri, yeni Türkiye Devleti’nin esasları gibi konular gündemdeydi.<br />

ATLAS TARİH 17<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 17 20.10.2023 17:11


ZÜBEYDE HANIM’A VEDA<br />

Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde Hanım,<br />

14 Ocak 1923’te İzmir’de hayatını kaybetti. 1857 Selanik<br />

doğumlu olan Zübeyde Hanım, 66 yaşındaydı. Mustafa<br />

Kemal Paşa aynı gün Batı Anadolu gezisi için Ankara’dan<br />

ayrılmış, annesinin ölüm haberini Eskişehir’de almıştı.<br />

27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal Paşa,<br />

Karşıyaka’da annesinin mezarını ziyaret etti ve şöyle<br />

dedi: “Burada yatan valdem, zulmün cebrin bütün milleti<br />

felaket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı<br />

olmuştur.” Zübeyde Hanım, Karşıyaka’da 1940 yılında<br />

yaptırılan anıt mezarda yatıyor.<br />

MUSTAFA KEMAL PAŞA<br />

14 OCAK 1923’TE<br />

ANNESİNİ KAYBETTİ.<br />

İZMIR İKTISAT KONGRESI<br />

İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri<br />

arasında toplandı. Kongre, Mustafa Kemal Paşa,<br />

İktisat Bakanı Mahmut Esat Bey (Bozkurt) ve Kongre<br />

Başkanı Kâzım Paşa’nın (Karabekir) konuşmalarıyla<br />

açıldı. Esat Bey konuşmasında yeni devletin iktisat<br />

siyasetinin ana hatlarını şöyle anlattı: “Yeni Türkiye<br />

muhtelit (karma) bir iktisat sistemi takip etmelidir.<br />

İktisadi teşebbüs, kısmen devlet ve kısmen teşebbüs-i<br />

şahsi tarafından üstlenilmelidir.” 1135 delegenin<br />

katıldığı kongre 12 maddelik Misak-ı İktisadi esaslarını<br />

oy birliğiyle kabul etti. Tüccarlar, sanayiciler, çiftçiler<br />

ve işçilerin önerileri karar haline getirildi. Bunlar<br />

arasında aşar vergisinin kaldırılması, sanayinin<br />

teşvik edilmesi, çalışma süresinin günlük sekiz saate<br />

indirilmesi gibi hususlar yer alıyordu.<br />

18 ATLAS TARİH<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 18 20.10.2023 17:11


MUSTAFA KEMAL PAŞA<br />

TIME DERGISI KAPAĞINDA<br />

New York merkezli haftalık Time dergisi, Briton Hadden<br />

ve Henry Luce tarafından 3 Mart 1923’te yayımlanmaya<br />

başlanmıştı. Dergi, 24 Mart 1923 tarihli dördüncü<br />

sayısında kapağına yeni Türk Devleti’nin önderi<br />

Mustafa Kemal Paşa’yı taşımıştı. Derginin makalesi,<br />

o zamanlar popüler olan bir söze, Mustafa Kemal<br />

Paşa’nın verdiği yanıtla başlıyordu: “Bir Türk nerede<br />

kendisinin efendisidir” sorusuna önceleri “Cehennemde”<br />

diye cevap veriliyordu. Ancak Mustafa Kemal Paşa bu<br />

sözü “Türkiye’de” diye değiştirmişti. Mustafa Kemal<br />

Paşa dört yıl sonra, 21 Şubat 1927’de bu kez Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı unvanıyla Time<br />

dergisinin kapağını süsleyecekti.<br />

BIRINCI MECLIS’IN SEÇIM KARARI<br />

23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çok seslilik egemendi. Farklı görüşlerden ve geniş bir<br />

yelpazeden milletvekilleri aynı amaç ve tek bir hedef uğruna bir araya gelmişlerdi: Yurdun işgalden kurtarılması. 1923<br />

yılına gelindiğinde Kurtuluş Savaşı başarıyla sonuçlandırılmış, vatanın bağımsızlığı sağlanmıştı. Bu süreçte zaman<br />

zaman görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı. Meclis’te iki grup vardı. Mustafa Kemal Paşa, 10 Mayıs 1921’de, sonrada “Birinci<br />

Grup” olarak anılacak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu kurmuştu. Muhalif milletvekilleri ise Temmuz<br />

1922’de “İkinci Grup”u oluşturmuşlardı. 1922 sonu, 1923 yılı başlarında Mustafa Kemal Paşa’nın aklında Meclis’in<br />

yenilenmesi vardı. Bu düşüncesini nisan ayında hayata geçirdi. Birinci Meclis, 1 Nisan 1923’te oy birliğiyle seçime gitme<br />

kararı aldı. Birkaç ay sonra yapılacak seçimler, Meclis’teki İkinci Grup’un sonu olacaktı.<br />

ATLAS TARİH 19<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 19 20.10.2023 17:11


KADINLAR HALK FIRKASI<br />

Kurtuluş Savaşı’nda önemli rol oynayan Türk kadını,<br />

yeni devletin kurulma sürecinde hak arayışını sürdürdü.<br />

Nezihe Muhiddin, 4 Haziran 1923’te Vakit gazetesinde<br />

yayımlanan makalesinde siyasal hak taleplerini<br />

dile getiriyordu: “Fedakâr erkeklerimiz memleket<br />

için kanlarını akıtırken Anadolu’nun asil kadını, ele<br />

kazma kürek alarak çocuklarının nafakasını temin<br />

etti, onunla da kalmadı, aziz toprağını görür görmez<br />

tüfengini omuzlayıp hududa koşarak bu vatanın sadık<br />

evlatları olduğunu ispat etti. Bünye-i içtimaiyemizin her<br />

uzvunda bariz ve fiili bir rolü olan kadınlarımız hakk-ı<br />

siyasiyesinden de istifade etmeye hak kazanmıştır.”<br />

Nezihe Muhiddin ve arkadaşları 15 Haziran 1923’te<br />

Darülfünun Konferans Salonu’nda topladıkları şuranın<br />

ardından Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulacağını ilan etti.<br />

Ancak fırkanın kuruluşuna izin verilmedi. Bunun üzerine<br />

7 Şubat 1924’te Türk Kadınlar Birliği kuruldu.<br />

Lozan antlaşması<br />

24 temmuz 1923’te<br />

ismet paşa tarafından<br />

imzalandı.<br />

LOZAN’DA IMZALAR ATILDI<br />

Kasım 1922’de başlayan Lozan’daki barış görüşmeleri<br />

Musul, kapitülasyonlar gibi konularda yaşanan<br />

anlaşmazlıklar nedeniyle 4 Şubat 1923’te kesintiye<br />

uğramıştı. Taraflar 23 Nisan 1923’te masaya geri<br />

döndü ve Lozan görüşmelerinin ikinci bölümü<br />

başladı. Üç ay sonra Türkiye, İtilaf Devletleri ve diğer<br />

ilgili devletler arasında imzalar atıldı. Antlaşmayla<br />

bağımsız ve egemen Türkiye Devleti tanındı. Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girerken<br />

tek taraflı olarak kaldırdığı kapitülasyonların yeniden<br />

yürürlüğe girmesi girişimi engellendi. Lozan Antlaşması,<br />

Türkiye’nin kabotaj hakkını da tanıyordu. Türkiye’de<br />

yaşayan Müslüman olmayan azınlıkların hakları da<br />

güvence altına alındı. Buna göre Müslüman olmayan<br />

azınlıklar, Müslümanlar kadar özgür ve yasalar önünde<br />

eşit olacak ve ana dillerini konuşabilecekti. Musul ve<br />

Osmanlı borçlarının ödenmesi sorunlarının çözümü<br />

ileri bir tarihe bırakıldı. 24 Temmuz’da Lozan Boğazlar<br />

Sözleşmesi de imzalandı. 143 madde, 17 ek protokol<br />

ve sözleşmeden oluşan Lozan Antlaşması, 23 Ağustos<br />

1923’te TBMM tarafından onaylandı.<br />

20 ATLAS TARİH<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 20 20.10.2023 17:11


6 ekim 1923’te istanbul’a giren<br />

türk ordusu coşkuyla karşılandı.<br />

İSTANBUL’DA IŞGAL SONA ERDI<br />

Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de imzalandı. İki hafta sonra<br />

13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen İtilaf Devletleri kuvvetleri, 16 Mart 1920’de kenti resmen işgal etti. Türk halkının<br />

Anadolu’da işgalcilere karşı başlattığı Kurtuluş Savaşı, 30 Ağustos 1922’de zaferle sonuçlandı. Düşman işgali altındaki<br />

kentler tek tek kurtarıldı. 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından bir hafta sonra Refet Paşa,<br />

TBMM temsilcisi olarak İstanbul’a geldi. 24 Temmuz 1923’te Lozan’da imzalanan barış antlaşması, TBMM tarafından<br />

23 Ağustos’ta onaylandı. Antlaşma maddeleri uyarınca, İtilaf Devletleri onay tarihinden başlayarak altı hafta içinde<br />

İstanbul’u ve boğazları terk etmek zorundaydı. İşgalci güçlerin son birlikleri, 2 Ekim 1923’te İstanbul’u terk etti. Şükrü<br />

Naili Paşa komutasında 6 Ekim 1923’te kente giren Türk ordusu halk tarafından coşkuyla karşılandı. İstanbul’da yaklaşık<br />

beş yıl süren işgalci güçlerin varlığı artık tamamen sona ermişti.<br />

ATLAS TARİH 21<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 21 20.10.2023 17:11


ANKARA BAŞKENT ILAN EDILDI<br />

Kurtuluş Savaşı’nın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin merkezi olan Ankara, 13 Ekim<br />

1923’te başkent ilan edildi. İsmet Paşa (İnönü) ve arkadaşları, 9 Ekim’de Ankara’nın<br />

hükümet merkezi olmasına ilişkin yasa önerisi vermişti. TBMM Genel Kurulu, yasa<br />

önerisini kabul ederek, fiili olarak zaten hükümet merkezi olan Ankara’nın durumunu<br />

resmileştirdi. O tarihte Ankara, 20 bin nüfuslu küçük bir Orta Anadolu kentiydi.<br />

Cumhuriyet ile birlikte yeni bir Ankara doğdu. 1924 yılında çıkarılan yasayla Ankara<br />

Şehremaneti kuruldu. Apartmanlar, yollar, kamu binaları yapıldı. Şehrin çehresi değişti<br />

ve yeni rejimin sembolü haline geldi. Cumhuriyetin dördüncü yılına gelindiğinde<br />

başkent Ankara’nın nüfusu yaklaşık dört kat artmış, 74 bine ulaşmıştı.<br />

22 ATLAS TARİH<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 22 20.10.2023 17:11


“YARIN CUMHURIYETI ILAN EDECEĞIZ”<br />

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından işgale karşı Mustafa Kemal Paşa liderliğinde başlatılan<br />

Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştı. TBMM’nin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği Teşkilat-ı<br />

Esasiye Kanunu ile egemenlik “kayıtsız ve şartsız” millete verilmişti. 1 Kasım 1922’de saltanatın<br />

kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen tarihe karışmış, yeni devlet 24 Temmuz 1923’te<br />

imzalanan Lozan Antlaşması ile tüm dünya tarafından tanınmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 1923<br />

Eylül ayının son günlerinde Neue Freie Presse gazetesinin muhabiri Josef Hans Lazar’a verdiği<br />

röportajda “Cumhuriyet” kelimesini ilk kez dile getirdi. Bir ay sonra, 28 Ekim akşamı yakın çalışma<br />

arkadaşlarını Çankaya’da yemekte topladı ve o meşhur sözünü söyledi: “Yarın cumhuriyeti ilan<br />

edeceğiz!” Anayasanın birinci maddesinde değişiklik yapılarak “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti<br />

cumhuriyettir” ibaresinin konulması kararlaştırıldı. TBMM,<br />

“Türkiye devleti’nin<br />

şekl-i hükümeti<br />

cumhuriyettir.”<br />

29 Ekim 1923’te anayasa değişikliğini kabul etti ve Türkiye<br />

Cumhuriyeti ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa aynı gün<br />

cumhurbaşkanı seçildi. Başbakan olarak atanan İsmet<br />

Paşa’nın kurduğu hükümet, ertesi gün güvenoyu aldı ve<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hükümeti olarak göreve başladı.<br />

ATLAS TARİH 23<br />

014_023_K-E-CF-1923_Olaylar.indd 23 20.10.2023 17:11


İLBER ORTAYLI CUMHURİYETİN<br />

BİR ASRINI ANLATIYOR<br />

“ATATÜRK<br />

BİR MEDENİYET<br />

SAVAŞI VERDİ”<br />

24 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 24 20.10.2023 17:17


CUMHURİYETE GİDEN YOLDA NELER YAŞANDI?<br />

CUMHURİYET FİKRİ NASIL DOĞDU?<br />

100 YIL ÖNCE NELER HEDEFLENDİ, NELER BAŞARILDI?<br />

İKİNCİ 100 YILDA TÜRKİYE’Yİ NELER BEKLİYOR?<br />

ATLAS TARİH 25<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 25 20.10.2023 17:17


Mustafa Kemal<br />

Paşa’ya Sakarya<br />

Muharebesi’nden<br />

sonra mareşal<br />

rütbesi ve gazilik<br />

unvanı verildi.<br />

İlber Ortaylı, “Cumhuriyet’in Doğuşu:<br />

Kurtuluş ve Kuruluş Yılları” kitabında<br />

cumhuriyetin 100 yılının siyasi ve<br />

sosyolojik muhasebesini yapıyor. İlber<br />

Hoca’yla cumhuriyetin 100 yıllık yolculuğunu<br />

konuştuk.<br />

Birinci Dünya Savaşı sonrası nasıl bir<br />

yıkım var?<br />

Birinci Cihan Harbi bittiği zaman mağlup<br />

devletlerin orduları çok fena perişan oldu.<br />

Ordular milli iktisat açısından en mühim<br />

organlarıydı. Harbin sonunda iflaslar başladı.<br />

Cemiyet hayatı altüst oldu. Böyle bir<br />

dünyada Türkiye belki de en fazla baskıya<br />

maruz kaldığı için direniyor. Mondros<br />

Mütarekesi demek her şeyden evvel senin<br />

ordunun silahlarının, askeri üretim merkezlerinin<br />

kontrol altına alınması ve memleketin<br />

lüzum görüldüğü anda asayiş için<br />

işgal edilmesi demektir. Pontus’ta başlamış<br />

ayaklanma. Buraya şimdi müfettiş gidiyor.<br />

Kim? Mustafa Kemal Paşa. Çanakkale’de,<br />

Muş cephesinde, Filistin cephesinde tevarüs<br />

etmiş. İttihatçılarla ilişkileri son derece<br />

sınırlı olmuş. Onun için itimat edilen, bu işi<br />

yapar gözüyle bakılan biri. Vatanı kurtarma<br />

şu anlamda var: “Biz artık harp edecek<br />

durumda değiliz. Cihan harbi bir hataydı.<br />

Şimdi artık oturalım, düzenleyelim, toprağımızı<br />

elde tutalım, kaybettiğimizi almaya<br />

çalışalım, İngiltere’yle anlaşmaya bakalım”<br />

diyen bir kafa var.<br />

Anadolu’da işgal de başlamış.<br />

Amansız ve utanmaz bir işgal rejimi var.<br />

Mesela İzmir. Britanya taşeronluk görevini<br />

Yunanistan’a bırakıyor. Taze bir ordu Yunanistan,<br />

Birinci Cihan Harbi’ne geç girmiş.<br />

Macera seviyorlar, aralarında siyasi<br />

çekişmeler var subayların. Venizelos dedi<br />

ki: “Küçük Asya seferine siz komuta edin.”<br />

Metaksas, “Katiyen o maceradan vazgeçin,<br />

siz tanımıyorsunuz onları. Siz onları öldü<br />

zannediyorsunuz, yarın karşınıza çıkarlar”<br />

dedi. Öyle de oldu. Fransız işgal komutanı<br />

olan d’Esperey var, “Siz ihtiyar Türklere pek<br />

yüz vermeyin. Genç Türklerle arayı iyi tutmak<br />

zorundayız” diyor. Aralarındaki bu tip<br />

ihtilaf noktalarına rağmen bir konuda bunların<br />

hepsi müttefikler, o da kapitülasyonlar.<br />

Kapitülasyonlarla elde ettikleri yargı, tica-<br />

26 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 26 20.10.2023 17:17


et, ikamet alanındaki imtiyazları muhafaza<br />

etmek istiyorlar. Orada bitiyor kavga.<br />

Lozan görüşmelerinde de en önemli mesele<br />

kapitülasyonlar değil mi?<br />

Mudanya’dan sonra Lozan’a gidildiğinde<br />

biliyorsunuz Lord Curzon son derece küstah<br />

bir diplomat. Diyor ki: “Siz zaten bize<br />

Mondros’ta kapitülasyonları tekrar ele alacağınıza<br />

söz vermiştiniz.” “Bakalım” gibi<br />

bir laf etti orada Rauf Bey. Kapitülasyonları<br />

kaldırdık Birinci Harbe girerken. Mudanya’dan<br />

sonra oraya geldiği için İsmet Paşa<br />

“Ne Mondros’u, ben Mudanya’dan geldim”<br />

diyor. Curzon delirdi gitti, bir daha da<br />

dönmedi konferansa ikinci safhada. İkinci<br />

safhada artık Türkiye istediklerini empoze<br />

etmiştir. Efendim büyük zafer midir? Evet<br />

zaferdir ama zafer lafı kullanılmaz. Muahede<br />

masaları zafer alanı değildir. Türkiye ne<br />

kazandığından aşağısını verdi, toprak hiç<br />

alamadık ama aldığımızı da tuttuk. Ne de<br />

kendi kapitülasyonların kaldırılması gibi<br />

bağımsız bir devlet için ön şart olan konuda<br />

taviz verdi. Bu mesele çözülmüş değildir.<br />

Lozan’da elde edemedikleri şeyi bekliyorlar<br />

Türkiye’den hâlâ. Bu topraklarda maalesef<br />

istesek de istemesek de uyanık olmak zorundayız.<br />

Diyorsunuz ki: “Adı değişse de devlet<br />

devam etmiştir.” Bu devamlılığı bize anlatır<br />

mısınız?<br />

Devletin devamlılığı esastır yani devletin<br />

borçları devam eder, eğer alacaklarına<br />

sahip çıkmak ve almak istiyorsan. İkincisi<br />

devlet bir anda eski diplomalarını, eski<br />

kararlarını, eski tapularını iptal edemez.<br />

Devletin içinde lisanın değiştirilmesi hatta<br />

adının değiştirilmesi söz konusu değildir.<br />

Bizim eski lisanımızın Osmanlıca olduğu<br />

yanlış bir literatürdür. Osmanlıca diye bir<br />

şey yok. Bürokratik lisan, bürokratik jargon<br />

her zaman fark eder. Devletin kadroları değişmez.<br />

Eğitim sisteminin değişmesi, normalin<br />

haricinde sistem değişmez. Yani ben<br />

eskiden böyle asker yetiştiriyordum şimdi<br />

böyle olmaz. Zaman neyse ona uyacaksınız.<br />

Bu bir devamlılıktır. Milletin ismi de<br />

tartışılır. Bizde bir Osmanlı tebaası diye bir<br />

şey vardı, Osmanlılık vardı. Bu ismin çok<br />

eski olduğunu zannetmeyin. Bu 19. asrın<br />

“bu topraklarda uyanık olmak<br />

zorundayız. lozan’da elde<br />

edemediklerini hâlâ<br />

türkiye’den bekliyorlar.”<br />

pasaport ve tebaa dünyasında<br />

ortaya çıkan bir tabirdir.<br />

Bu benimsenmiştir de ama<br />

her zaman için bu memleketi<br />

bilhassa ecnebiler Türk<br />

derlerdi, L’empire Turc gibi.<br />

Bundan kurtulmanın imkânı<br />

yoktur. Sev sevme. Bu devam<br />

ediyor.<br />

Cumhuriyet fikri nasıl<br />

doğdu peki?<br />

Bu cumhuriyet tabiri kafada<br />

yaşıyor. Türklerin laik aydın<br />

sınıfı diyeceğimiz asker<br />

ve sivil bürokratlarda bile bir<br />

nevi bir takiye kültürü var.<br />

Yani öyle tabirler kullanıyorlar<br />

ki etrafta efendim “iradeyi<br />

milliye”. İşte “volantaire<br />

nationale”. Bunların çevirisi<br />

kullanılıyor ama bir türlü<br />

cumhuriyet lafı edilmiyor.<br />

Selanik’teki gazinoda, Beyaz<br />

Kule önündeki kahvede, İzmir’de, Beyrut’ta<br />

çok rahat olmasa bile İstanbul’da cumhuriyet<br />

rejiminin ne olduğunu, özlemin ne olduğunu<br />

kendi içlerinde lisanı-ı hal ile ifade<br />

etmeye alışmışlar.<br />

Atatürk ilk ne zaman dile getiriyor?<br />

İlk defa Ankara’ya yaklaşırken Mazhar<br />

Müfit Bey’e söylemiş “Devletin şekli cumhuriyettir,<br />

yaz defterine” demiş. Ankara’nın<br />

halkı, ayanı, sırf eşrafı değil, bürokrasisi<br />

bile belli ki bunları bekliyor ve orası merkez<br />

olacak bu anlaşılıyor. Oraya gelince, kurtuluşa<br />

selamete erdiği an söylüyor bunu.<br />

Aralık 1919. Sonra cumhuriyetin ilan edileceği<br />

gece de son yemek diyorlar ona, o<br />

yemekte “Artık rahat rahat konuş” demiş.<br />

Ankara Meclisi’nde bu çok tabu bir kelime<br />

değil ama zinhar kimse Meclis kürsü-<br />

İlber Ortaylı’nın<br />

“Cumhuriyet’in Doğuşu:<br />

Kurtuluş ve Kuruluş<br />

Yılları” kitabı Kronik<br />

Kitap’tan çıktı.<br />

ATLAS TARİH 27<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 27 20.10.2023 17:17


“BÜYÜK LİDERLER ARASINDA<br />

BUGÜNE KALAN BİR TEK MUSTAFA<br />

KEMAL’DİR. ÇÜNKÜ BİR MEDENİYET<br />

SAVAŞI VERDİ.”<br />

28 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 28 20.10.2023 17:17


süne çıkarak telaffuz etmemiş, açıktan açığa<br />

koridorlarda lafı ağzına almamış; çünkü<br />

muhalifler de var.<br />

Mustafa Kemal kuşağının içinde nasıl<br />

öne çıkıyor?<br />

Büyük liderler vardır. Biliyorsunuz kimler<br />

olduğunu. Kalan isim Mustafa Kemal’dir.<br />

Çünkü bir medeniyet savaşı verdi. Galipken<br />

ben mağlubum diye düşünüp iki kere galip<br />

oldu. Bırak Ortadoğu’yu birçok Balkan<br />

ülkesi için çok önemlidir Kemalist Türkiye<br />

birçok konuda. Bunların yerini bildiğimiz<br />

için bu yaşayan bir lider oluyor. Her zaman<br />

aman artık şu işi bitirelim diyorsun. Öyle<br />

olaylar oluyor ki gene herkes Mustafa Kemal<br />

diye, Atatürk diye sokaklara dökülüyor.<br />

Aranıyor çünkü dolduran bir lider yani<br />

ilkeleri itibarı ile. Bu öyle basit ideolojilerle<br />

filan değil. Bir tek şeye dikkat ediyor. İnsanları<br />

okutmak, kabiliyeti olana mutlaka fırsat<br />

vermek. Sağlık meselesini halletmek Ordusunu<br />

devamlı modernleştirebiliyor. Bunlar<br />

önemli.<br />

Şimdi biraz sizin tanıklık ettiğiniz dönemdeki<br />

cumhuriyeti konuşalım...<br />

Ben 1947’liyim. Türkiye sınırları dışında<br />

doğdum ve nüfus kaydım da üç sene<br />

sonrasıdır. Dolayısıyla girdiğim muhitlerde<br />

Ankara’da, İstanbul’da, çeşitli insan gruplarına<br />

İstanbul’da rastladım. Ailem Türkiye<br />

şartlarına göre oldukça renkli, bilgili bir ailedir.<br />

Gene o zamanın şartlarına göre lisan<br />

bilgisi bakımından çok renklidir. Evdeki<br />

konuşmalar bile tarih, coğrafya, edebiyat<br />

bilgimin artacağına şüphe yoktur. Bir ton<br />

kitap okuyarak elde etmeden evvel bunları<br />

gerçekten iyi bir öğretmen olan annemden,<br />

babamdan toparlayabildim. Müzelere götürüldüm,<br />

konserlere gittim. 1960’lardan<br />

itibaren amatör tercüman rehberdim; birçok<br />

kişi tanıma imkânım oldu. Bu tanımanın<br />

sınırları 1967 yılının sonunda Rize’den<br />

Tunceli’ye, Malatya’ya, Antep’e kadar gitti.<br />

Bu çizginin batısındaki vilayetlerin çoğunda<br />

gezebildim, görebildim. Zamanın şartları<br />

dolayısıyla bugünkü gibi uçak kullanmak<br />

bir lükstü. Birkaç kere kullanmışımdır. Pek<br />

de tercih etmezdim. Trenle gezerdim, otobüsle<br />

gezerdim. Eski zamanın ihtiyarlarını<br />

Birinci Cihan Harbi’nin ve İstiklal Savaşı’nın<br />

harp gazilerini tanımak, konuşmak kısmet<br />

oldu. Bunun dışında çocukluğumdan itibaren<br />

Rusya İhtilali’nin mültecileriyle de yetiştim.<br />

Bu bana cumhuriyeti de komşularıyla<br />

birlikte gezme ve gözleme imkânını verdi.<br />

Çalıştığım ve okuduğum zaman Ankara’da<br />

Türk <strong>Tarih</strong> Kurumu’ndaki hocalar ve<br />

yöneticiler, benim için Kemalist dönemin<br />

cumhuriyetçi kadroları için fikir verir. Uluğ<br />

İğdemir’i tanımıştım. Rahmetli hocamız<br />

Afet İnan’ı tanıdım. Fevkalade mütevazı bir<br />

insandı. Çok tedbirli bir insandı. Çok şeyleri<br />

konuşmazdı. Bazen de konuşurdu. Bu konuşması<br />

ve susması ne cumhuriyetle<br />

Dikiş atölyesinde<br />

çalışan kadınlar.<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk, yurt<br />

gezilerinden birinde.<br />

ATLAS TARİH 29<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 29 20.10.2023 17:17


ilgiliydi ne Osmanlılıkla. Eski Türk terbiyesi<br />

daima siyasi konularda dikkatli olmayı,<br />

tedbirli olmayı gerektiriyordu. Bunun dışında<br />

daha açık konuşulan çevreleri de biliyordum.<br />

Şevket Süreyya Aydemir’i tanıdım.<br />

Hatta o dönemin bazı büyükleri arasında<br />

Hikmet Bayur’u -ki çok enteresan bir eski<br />

bakan, politikacı ve tarihçiydi. Mesela Münir<br />

Hayri Egeli gibi çok ilginç birini tanıdım.<br />

Hani şu Atatürk’ün komünizm hakkındaki<br />

deyişini yazan ve imzaladığı iddia edilen,<br />

belki doğru, belki yanlış adamı. Sanatçıları<br />

tanıdım. Cumhuriyet tarihini anlatacak bir<br />

kitap henüz yoktu. Onların ifadesinden aldım.<br />

İstanbul hayatını 1920’ler ve 1960’lar<br />

arasını anlatan bir kitap o gün yoktu. Bugün<br />

de aslında Stefan Zweig gibi bir yazarımız<br />

olmadığı için biz 1920 ve 1960 arasındaki<br />

İstanbul’u bütün renkleriyle bilmiyoruz. Ben<br />

bunları dedikodu metoduyla öğrendim. Yani<br />

arkadaşlarımın anneleri, babaları hiçbir şekilde<br />

saçmalamayan, bazı şeyleri çok iyi<br />

hatırlayan insanlarla adeta o devrin İstanbul’unu<br />

ve önde gelenleri ezberledim. Bu tip<br />

arkadaşları sonradan da edindim. Bugünkü<br />

gençlere de tavsiyemiz lütfen yaşlılarla arkadaş<br />

olunuz ve öğreniniz. Bu benim için<br />

çok faydalı oldu. Türkiye tarihi yazılmamıştır.<br />

Sözlü kaynaklardan ve gazetelerden<br />

giderim. Yakın tarihin arşivleri henüz açık<br />

değildir. Bunu unutmayalım. Cumhuriyet<br />

tarihini bu şekilde anlayacağız. Tanıdığım<br />

insanlar içinde Uluğ İğdemir’in şüphesiz ki<br />

Kemalist dönem politikacıları içinde mesela<br />

Reşit Galip’e çok hayran olduğunu söyleyebilirim.<br />

Bu her Atatürk devrinin Atatürkçü<br />

adamı için geçerli bir ifade olmaz. Bazıları<br />

onu sevmezler. Atatürk devri üzerinde çok<br />

konuşan Enver Ziya Karal, kendinin de ifade<br />

ettiği gibi “Ben Atatürk’ü hiçbir zaman<br />

görmedim” demiştir. Onu görmeden tanıyıp<br />

ifade edenler vardır. Görmediği halde her<br />

gün sofrasında oturmuş gibi konuşanlar da<br />

vardı. Bunlara mitoman denirdi. Etraftaki<br />

insanlar bunları tespit edebilirdi. Çok ilginç<br />

bir şekilde Atatürk’ün politikasıyla yani verdiği<br />

burslarla eğitmenliğiyle yetişen hocaların<br />

arasında onu şöyle böyle yüzüyle görenlere<br />

rastladım. Avrupa’da okuyanlar böyle<br />

değildi, görmemişlerdi onu. Ancak Ankara’da<br />

okuyan Muazzez İlmiye Çığ ve Halil<br />

İnalcık gibi hocalar tabii ki Atatürk ile konu-<br />

30 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 30 20.10.2023 17:17


şup sohbet etmemişlerdir ama onu uzaktan<br />

görmüş, yüzünü, ifadesini almış, nutuklarını<br />

yakından dinlemişlerdir. Asıl önemlisi<br />

Atatürk devrinin köylerini, yaşamını ifade<br />

eden insanlar olmuştur. Zamanın askerleri,<br />

hukukçuları ve öğretmenleri bunu anlatırdı.<br />

Öğretmenler için Atatürk bir efsaneydi.<br />

Sıkıntılarını yaşamış olmak iftihar edilecek<br />

bir şeydi. Bir nevi köy ve köylüyü abartma<br />

siyaseti vardı üsluplarında. Askerler daha<br />

realistti. Bu vatana, bu orduya, Kemalizm’e<br />

çok bağlı bu adamların dönemlerini bu kadar<br />

açık ve realist bir şekilde tarif etmelerini<br />

her zaman takdir etmişimdir. Nihayet o dönemin<br />

doktor ve mühendislerini bilmek lazımdır.<br />

Bunlarla 1950’li ve 1960’ların doktor<br />

ve mühendisleri iki Türkiye’yi anlatırlar.<br />

İkincilerin anlatışı daha realist ve acımasızdır.<br />

O dönemleri ben de gördüm. Şunu size<br />

açıkça söyleyeyim. Türkiye çok değişti.<br />

Nasıl bir değişime tanıklık ettiniz?<br />

Benim gördüğüm Türkiye idare lambasının<br />

çok çok jeneratörlerin Türkiye’siydi.<br />

Halbuki 1970’lerden sonra elektrifikasyonu<br />

tamamlanmış bir Türkiye gördüm. İlk gördüğüm<br />

kitle 1952’dedir. Ankara’nın hemen<br />

yanında Gölbaşı yolundadır. Bir köy düğününe<br />

gidiyorduk. O yol bir gün evvel yağmur<br />

dolayısıyla geçemediğimiz bir yoldu. Yani<br />

Gölbaşı’ndan Konya’ya gitmek problemdi.<br />

Yıl 1952 olmalıdır. İlkokula başlamadığım<br />

bir sonbahardı. Hatırlıyorum. İkinci gün<br />

gittiğimizde köylüleri gördüm. Başbakanı<br />

bekliyorlardı. Benim başvekili tanımam<br />

mümkün değil. Gelen adamı tezahüratlarla<br />

karşıladılar. Adam ağlayarak aralarından<br />

geçti. Bu Adnan Menderes’ti. Çünkü<br />

köylünün haline acıyordu. Perişandılar. O<br />

köylüler ona teşekkür etmeye, alkışlamaya<br />

gelmişler, o onların durumundan çok rahatsız<br />

olmuştur. Üstlerinde doğru dürüst kılık<br />

yoktu. Kimi çarıklıydı, kimi patlak lastikliydi.<br />

Üstlerindeki mintanların renkleri birbirini<br />

tutmuyordu, yamalılar vardı. On sene sonra<br />

böyle köylü görmedim Orta Anadolu’da.<br />

Artık ucuz da olsa kalitesiz de olsa herkesin<br />

üstünde standart düzgün bir kıyafet bulunabiliyordu.<br />

O tarihten bu tarihe Türkiye çok<br />

değişti. Değişmeyen şeyler zihniyettir. Hâlâ<br />

daha bazı konularda inatçılık devam ediyor,<br />

sürüyor. O nasıl değişir bilmiyorum. Aslında<br />

dünyanın da kolay değişmediğini anladım.<br />

Zannediyor muyuz ki Avrupa, Amerika,<br />

Rusya, Hindistan ve Avustralya çok<br />

değişiyor. Hayır. Oralarda da hâlâ asırların<br />

gerisine giden kalıntılar, düşünceler var.<br />

Sosyal sınıflar arasındaki uçurum hâlâ çok<br />

büyük ve sosyal problemler her gün artış<br />

içinde. Eğitim hâlâ insanlara iddiaların aksine<br />

eşit olarak verilmiyor. Verilen eğitimin<br />

kendisi eşitsizliktir. 50 yıl evvel Avrupa’da<br />

bir üniversiteye gitmek standart bir fikri ve<br />

bilimsel üstünlük verdiği halde bugün herkes<br />

daha çok üniversiteye gidiyor ama aynı<br />

kültürü ve bilgiyi alamıyorlar. 70 yıl evvel<br />

Türkiye arkeolojik kazı yapıyordu, müzelerini<br />

kuruyordu, vatan topraklarına ve tarihine<br />

daha sıcak bakıyordu, onları kavrıyordu,<br />

benimsiyordu. Bugün aynı şey yok. 100 yıl<br />

evvel Türkiye başka bir savaştan çıkmıştı,<br />

bir savaşın içine giriyordu; ekonomik, kültürel<br />

ve maarif savaşı. Bugün böyle bir savaşın<br />

şuuru yok. Bunu nasıl elde edeceğiz?<br />

Ne yapacağız? Şüphesiz ki yeni Türkiye’nin<br />

gelişmelerini tıptaki, mühendislikteki, tabiat<br />

bilimlerindeki, askerlikteki ve ekonomik<br />

yönetimdeki gelişmelerini derleyip toplamamız<br />

lazım. Şüphesiz artık çok partili yoldan,<br />

zihniyetten ayrılmayacak Türkiye’de<br />

partilerimizi daha şık düzenlememiz, daha<br />

çok ilgilenmemiz ve partileri bugünkü korkunç<br />

yapısından kurtarmamız gere-<br />

“100 yıl önce savaştan çıkan<br />

türkiye; eğitim, ekonomi ve<br />

kültür savaşına girdi.”<br />

Tarımda<br />

makineleşme en<br />

büyük hedeflerden<br />

biriydi.<br />

ATLAS TARİH 31<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 31 20.10.2023 17:18


“eğitimde köy hedeflendi.<br />

harf devrimi bunun için yapıldı.”<br />

1946 yılında<br />

kurulan Ankara<br />

Üniversitesi’nin<br />

girişinde öğrenciler.<br />

kiyor. Bunu ben 100. yılın meselesi olarak<br />

düşünüyor ve görüyorum.<br />

100 yılda neleri hedefledi Türkiye? Neleri<br />

başardı, neleri başaramadı?<br />

Türkiye Cumhuriyeti birinci harpten sonra<br />

İstiklal Savaşı’nı verdi. Bir daha da harp<br />

etmemeye yemin etti. Devletin kurucuları,<br />

devletin yöneticileri iyi askerler ve kahramanlar<br />

oldukları halde zaferin asıl maarif ve<br />

iktisat alanında kazanılması konusu üzerinde<br />

ısrarla duruyorlardı. İktisadi şartlar yani<br />

zirai verim 1920’lerde iyileşti. Bu önemlidir.<br />

Sınai bakımdan çok önemli şeyler düzelmedi<br />

ama yapı değişikliği başladı. Yani halkın<br />

en çok kullanacağı mübrem maddelere<br />

devlet el attı. İktisat Kongresi’nin liberal bir<br />

iktisadi doktrin öngörmesine rağmen özel<br />

sektörün aynı başarıyı gösteremediği devlet<br />

desteğinin de bu yüzden sükutu hayale<br />

uğradığı açıktır. Yapılacak çok şey yoktu.<br />

1929 iktisadi buhranı Türkiye’yi duraklattı.<br />

Kamu iktisadi teşebbüslerinin daha çok<br />

desteklenmesine sebep oldu ama ikinci bir<br />

dönem de başladı. Devletin eli ve sanayinin<br />

artığıyla filizlenmeye çalışan bir özel sektör<br />

ortaya çıktı. Bazı hizmetlerde gelişme<br />

görüldü ama yurtiçi taşımacılığı elan devletin<br />

becerebileceği ve nasyonalize edilen<br />

demiryolları vasıtasıyla oldu. 10. Yıl Marşı<br />

o yüzden “Demir ağlarla ördük ana yurdu<br />

dört baştan” diye devam eder. Bu ortam<br />

içerisinde maarifte şaşılacak gelişmeler<br />

oldu. Eğitimde köy hedeflendi. Harf devrimi<br />

bunun için yapıldı. Köy hedeflenince<br />

köyden münevver çıkmaya başladı. Köyden<br />

okuyan insan çıkmaya başladı ve bu<br />

sonunda köy enstitülerinin kurulmasına sebep<br />

oldu. Daha hızlı köyü eğitimi diye köylü<br />

çocuklarını öğretmen yapma fikri. Aynı<br />

partinin ikinci iktidar döneminde yani İsmet<br />

Paşa döneminde bu proje inkitâ uğramıştır.<br />

Yani köy enstitüleri projesinin dejenere<br />

edilmesi durdurulması ve nihayet gene o<br />

partinin içinden çıkan başka bir partinin<br />

iktidarı devrinde, Demokrat Parti devrinde<br />

tamamıyla bugünkü ilk öğretmen okullarına<br />

çevrilmesi faslı başlamıştır. O proje<br />

durmuştur. Binaenaleyh biz köy enstitüle-<br />

32 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 32 20.10.2023 17:18


inin çıkardığı öğretmenlerin sadece köyde<br />

değil her yerde istihdam edildiğini gördük.<br />

Mesela ben Ankara’da Atatürk Lisesi’ndeydim.<br />

Orta tahsil kısmında oradaki matematikçiler,<br />

Türkçeciler vardı. Bir de eğitim<br />

enstitüleri vardı. Eğitim Enstitüleri eski<br />

Türkiye’nin Tanzimat’tan beri devam eden<br />

ve cumhuriyette Mustafa Necati devrinde<br />

yenilenen öğretmen profilini çizer, mükemmeldir.<br />

Onu Türkiye Cumhuriyeti muhafaza<br />

edemedi.<br />

İktisadi durum nasıldı peki?<br />

İktisadi hayatımızda savaş sonrası, savaşa<br />

girmediğimiz için ithalat yapamıyorduk,<br />

ihracatımız da en saçma madde dallarında<br />

bile artabiliyordu. Birikimle daha büyük<br />

yatırımlar yapabildik. Aşağı yukarı 1950’li<br />

yılların ortasına kadar ziraatın da gelişmesinin,<br />

mekanize olmasının tesiriyle değişik<br />

bir Türkiye ortaya çıktı. Bu durum muhafazakar<br />

sınıfın bundan sonra Halk Partisi<br />

dışında kalmasına, berikilerin de kendi ilkeleriyle<br />

devam etmesine yol açtı. Bizim<br />

1960’lardan sonra sandık demokrasisine<br />

rağmen devam etmesi, yapılan 27 Mayıs<br />

darbesinin bile bir buçuk yılda çekilmesi<br />

yeni anayasayı hazırlayarak bunu gösterir.<br />

Gene 1961’den sonra mevcut siyasi<br />

gerilimin yok edilmesi, İsmet Paşa ve Demirel’in<br />

ortak iktidarıdır. Birinin muhalefet<br />

partisinin geçmesi, öbürünün başbakanlığa<br />

devam etmesi uzun bir süreden sonra<br />

Türkiye’yi bir felaketten kurtardı ve planlı<br />

döneme girdi. 1960’lı yıllar Türkiye’de kim<br />

ne derse desin toz pembe bir dönemdir. İnsanlar<br />

yeni doktrinlere, yeni siyasi mücadelelere<br />

girdiler, gözleri açıldı. İyi üniversiteler<br />

kuruldu. Bu dönemin en büyük kazancı<br />

Türkiye’de ODTÜ, Hacettepe ve İstanbul<br />

ile Ankara üniversitelerinin yenilenmesidir.<br />

Bundan dolayı bir atılım meydana geldi. Bir<br />

kardeşlik havası içinde ODTÜ, İTÜ’nün doğurduğu<br />

bir yavru, Ankara Üniversitesi’nin<br />

doğurduğu müesseseler var. İstanbul’un<br />

yarattığı müesseseler var. Türkiye’de yüksek<br />

tahsilde bir değişiklik meydana gelmeye<br />

başladı. Yol politikası demiryollarını<br />

değiştirdi, karayollarına inkılap etti. Deniz<br />

yolları elan istediğimiz gibi inkişaf edemedi<br />

ve havacılık durgundu. Zaten 1970’lere<br />

kadar dünyada havacılık Amerika’nın tekelindedir.<br />

Böyle bir Türkiye’de insanların<br />

demokrasi ve sandık demokrasisi üzerindeki<br />

kavgası da değişik oldu. Ancak biz 100<br />

yılı problemlerine rağmen geri göremeyiz.<br />

Burada arkeoloji akademik bir dal oldu.<br />

Burada tiyatro kuruldu devlet eliyle daha<br />

evvelki cüceydi. Burada opera kuruldu asıl,<br />

orkestralar kuruldu ve bir kültürel dünya<br />

meydana geldi. Bu önemli ve burada başka<br />

türlü bir gençlik ortaya çıkmaya başladı.<br />

100 yılın en önemli başarısı eski 200 yıllık<br />

tıbbımızın yola devam etmesi, yeni bir tıp<br />

ekolü, mühendisliğimizin 200 yıllık yoluna<br />

devam etmesi ve gelişmesi ile iş idaresinin<br />

değişmesidir.<br />

Bugünden sonra ikinci yüzyılda nasıl bir<br />

Türkiye olmalı?<br />

Bu 100 yıldan sonra yapılacak iş herhalde<br />

bu dönemin tıkanıklıklarının aşılması, en başta<br />

çevre kirliliği, çok yanlış değişen bü-<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk, Cumhuriyet<br />

Bayramı<br />

törenlerinde.<br />

ATLAS TARİH 33<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 33 20.10.2023 17:18


Mustafa Kemal<br />

Atatürk ve Serbest<br />

Cumhuriyet<br />

Fırkası’nı kuran Fethi<br />

Okyar.<br />

yük şehirleşme, yanlış yapılanmanın düzenlenmesi<br />

olmalıdır. Gelecek için gördüğümüz<br />

budur. Kirlenme en büyük problemimizdir. Biz<br />

büyüyen şehir düzenimizde sadece Ankara<br />

ve civarını kurmakla cumhuriyette daha büyük<br />

bir faciayı önledik, geciktirdik daha doğrusu.<br />

Bugün Trakya mıntıkası ve Marmara’da<br />

yığılan sanayi ve anormal şehirleşme şiddetle<br />

ıslaha muhtaçtır. Anadolu’ya kaydırılmalıdır;<br />

nüfus da sanayi de. Bunun zaten başka çaresi<br />

yoktur. Bu gelecek için bir hedef olmalıdır.<br />

Gene Batı Anadolu’nun ziraati başta zeytincilik<br />

olmak üzere geliştirilmelidir. Çukurova<br />

gibi bereketli bir ovada mevcut sistemin<br />

şiddetle tasfiyesi gerekir. İcabında yabancı<br />

sermaye ve teşvik yoluyla yeni bir sanayi ve<br />

zirai yapıyı ortaya çıkarmalıyız. Aksi takdirde<br />

bu bereketli ovalar oradaki yapıyla ve nüfusla<br />

Türkiye’ye yararlı hale getirilemez. Bunların<br />

üzerinde de düşünmemiz gerekiyor. <strong>Özel</strong><br />

eğitimin tek başına Türkiye’yi kurtaramayacağı<br />

açık; maarif okullarında ihtisaslaşmayla<br />

geniş kitlenin daha iyi bir eğitim görmesine<br />

zemin hazırlamamız lazım. Bunu yapamadığımız<br />

takdirde bugünkü eğitim yapısıyla feci<br />

durumdaki bir gençliği hayata atarız. Buna<br />

hakkımız olmadığının hepiniz herhalde farkındasınız.<br />

Bu düşünceler üzerine çok iyi bir<br />

gelecek 100 yıl diliyorum. Her şeyden evvel<br />

sağlıklı düşünen, sağlıkla cemiyeti inceleyen,<br />

Türkiye’yi bilen bir nesil bırakarak hayatımıza<br />

devam etmemiz gerekiyor. l<br />

Atatürk: Türk Mareşali<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk mareşalidir. Meclis<br />

kararıyla unutmayın bunu ve “Gazi” unvanıyla<br />

birlikte verildi. Bu, Sakarya Muharebesi’dir.<br />

26-30 Ağustos’taki Başkumandanlık Meydan<br />

Muharebesi’nde bu unvanı bir kez daha hak<br />

etti. Fakat kıdemce kendinden önde olan ve<br />

ters fikirde olsa bile alınan kararları takip eden,<br />

uyumlu bir asker olan Fevzi Çakmak Paşa’ya verdi.<br />

Türkiye mareşali o oldu. Kendisi tabii o rütbeyle<br />

ordudan ayrıldı. Bu önemli. Mesela Mareşal<br />

Pilsudski ayrılmadı Polonya’da, Mannerheim<br />

Finlandiya’da ayrılmadı, taşıdılar o unvanı.<br />

Türkiye mareşalidir. Devleti Aliyye’nin adı da artık<br />

Türkiye olmuştur. Meclis’in kararıyla verilmiştir<br />

bu; kalıcıdır ve doğrudur. Stratejide değişiklikler<br />

yaptı. Bizim ordu ricat durumunda bozguna<br />

uğrar. Dönmeyi yani resesyon bilmiyoruz. Halbuki<br />

İstiklal Savaşı baştan sona bu resesyon, ricat<br />

taktiğini tutunma ve galibiyete çevirme savaşıdır.<br />

Yunan ordusunu mahveden de bu oldu. Yoksa<br />

namütenahi imkânları var bize göre değil mi? Bu<br />

unvanı hak etmiştir onun için.<br />

“mustafa kemal atatürk<br />

türkiye tarihini ve<br />

toplumunu değiştirdi.”<br />

34 ATLAS TARİH<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 34 20.10.2023 17:18


Tek partiden<br />

çok partili hayata<br />

1919’da Ankara’ya gelişten 23 Nisan’da Meclis’in kurulup<br />

çalışmaya başlaması ve 1924 Anayasası’na kadar beş<br />

yılın içinde 50 tane proje kurucuların bile kafasından<br />

geçmiştir. Buradaki cumhuriyetin, muasır medeniyette<br />

moda olan parlamenter demokrasiye avdeti görülür.<br />

Türkiye’nin tek parti rejimi, bu tek partinin uygulamaları<br />

hiç de o kadar rahatsız edici değildir. O dönemde<br />

Cemiyet-i Akvam iç meselelere, kavgalara müdahale<br />

etmezdi. İkincisi dünya bugünkü dünya değildi. Onun<br />

için Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısı devrinde de anormal<br />

görülmüyordu. Bu tek partili rejim, tek partili demokrasi<br />

hem demokrasi lafı telaffuz ediliyor hem de öyle bir<br />

hava yoktu. Sandık demokrasisine gerçek olarak geçiş<br />

1946’dır. Bütün tenkitlere rağmen 1946’daki sandık<br />

seçimi bir başlangıçtır, 1950’de bu düğümlenmiştir ve<br />

devam etmiştir. Zaman zaman çok ilginç bir şekilde her<br />

tip parti çıkmıştır. 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet<br />

Fırkası, bilhassa 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası<br />

sağın da solun da yuvalandığı bir partidir. Solun çok sesi<br />

çıkmıyor, sağcılar daha çok yükseliyorlar ama partiyi<br />

kuranlar o tip insanlar değiller. 1946’da ise Tarık Zafer<br />

Tunaya Hoca’nın bilinen eseri “Türkiye’de Siyasal Partiler”<br />

o renkliliği veriyor. Bizim neslin dünyada olmadığı veya<br />

henüz dünyada olduğu bir yıl Türkiye demokrasisi sonraki<br />

30 yılın içinde görmeyeceği bir renkliliğe sahip. Ne var ki<br />

1965’te Marksist parti meclise giriyor bir grup kurarak,<br />

ondan sonra istenmeyen bir milliyetçi parti ve ümmetçi<br />

parti giriyor. Bunlara tahammül eden bir Türkiye var<br />

ve koalisyona girildi değil mi? Demek ki 1946’daki şekli<br />

demokrasi patlaması ki bunun silinmesi için hem iktidar<br />

CHP hem de ana muhalefet olan CHP’nin doğurduğu<br />

çocuk Demokrat Parti el birliği yapmışlardı. Bundan<br />

sonra artık bir başka Türkiye gelişiyor. Onun için bu yeni<br />

Türkiye demokrasisinin oluşumunu böyle bir toptan<br />

değerlendirmeyle ele almak lazım.<br />

CUMHURIYETIN MERKEZI NEDEN ANKARA OLDU?<br />

İmparatorluk dağılmış. 1912 yılında büyük harpten iki yıl evvel<br />

Balkan faciası dolayısıyla bugünkü Trakya sınırlarındayız. Bütün<br />

o Rumeli coğrafyası, oradaki insan birikimi, zirai gelişme koptu<br />

Türkiye’den. 1918’den itibaren Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıyıları,<br />

Lübnan koptu elimizden. Ortada kalan bir Türkiye vardı ve başkenti<br />

İstanbul. İstanbul’un ne askeri savunma bakımından ne de ideolojik<br />

bakımdan güvenilmez bir merkez olduğu, cumhuriyeti kuranlar için<br />

sır değildi. Gazi Paşa, 1919’dan itibaren sekiz yıl hiç uğramıyor. Bu,<br />

tamamen şehre ideolojik küskünlüğü. Çünkü İstanbul basınından<br />

sadece birkaç kalem mütarekede mücadeleyi savunmuş. Asıl<br />

enteresanı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulup kapatılması<br />

arasındaki dönemde şehirde bir muhalif hava var. Onu görüyorlar.<br />

Dolayısıyla Ankara artık bir merkez olmak durumundaydı. Şimdi<br />

Ankara’dan müteşebbis sınıf çıkıyor. Kayseri de Ankara’nın<br />

sancağıydı. Bu yetmez. Ankara, devletin kültürel merkezi, insan<br />

yetişmesi için merkez<br />

olarak kullanılıyor.<br />

Bu çok önemli.<br />

Ziraatçi yetiştirecek,<br />

mühendis<br />

yetiştirecek, tabip<br />

yetiştirecek ve<br />

ideolojik kültürel<br />

yapıyı, tarihçiyi<br />

yetiştirecek. 50 sene<br />

geçtikten sonra<br />

Konya birden fırladı<br />

ve artık sanayi<br />

bölgesi oldu. Çorum,<br />

Kayseri gelişti,<br />

Eskişehir ortaya<br />

çıktı. Bu mekânsal<br />

organizasyonda<br />

cumhuriyetin Orta<br />

Anadolu’ya ve<br />

doğuya kayması çok<br />

normal ve istenen<br />

bir gelişmeydi.<br />

Böyle bir ideoloji vardı. Fakat şu konuda bir aksilik dikkatimizi<br />

çekiyor. İstanbul’un bu hali ne? Fonksiyonlarını bu tarafa devretmesi<br />

lazımken bunu yapamıyor. Nüfusu 20 milyon ama Kocaeli’ni nasıl<br />

ayıracaksın bugün İstanbul’dan? Bandırma’ya kadar dolanan bir<br />

megapol var. Trakya’ya da taşmış. Bu çevre kirleten, dar bir köprü<br />

üzerinde gelişmesi mümkün olmayan bir kitle. İstanbul diye bir köprü<br />

var iki deniz arasında. Bu köprünün üzerinde bir yığılma, çevre<br />

sorunları yaratan bir nüfus. Ona göre de hiç birbiriyle bağlantısı,<br />

simbiyotik yapısı hesaplanamamış bir ziraat, sanayi, sanayilerin<br />

arası ilişkilerin kurulduğu bir memleket çıkmış. Bunu tabii cumhuriyeti<br />

kuranlar hiç öngöremezlerdi. Onlardaki İstanbul aleyhtarlığı bazı<br />

halde sanayinin kontrolüne kadar gidiyordu ama şimdi öyle değil.<br />

1946’dan sonra, 1950’lerde yeni birikim kullanarak, Marshall yardımı<br />

ama onu da çok abartmamak lazım. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci<br />

harpteki tarafsızlığı, muharip olmaması ve ithalatı ile ihracatı<br />

arasındaki zoraki dengesizlik dolayısıyla birikimi yansımıştır.<br />

1960’tan sonra da başka bir gelişme söz konusudur. Şimdi böyle<br />

bir dengesiz Türkiye var. İkinci 100 yılında Türkiye halkının,<br />

bürokrasisinin, özel sektörünün en büyük problemi İstanbul’u bir nevi<br />

adeta boğmak, inceltmek, normale avdet ettirmek ve Anadolu’ya<br />

doğru olan akımı kuvvetlendirmek. Aksi takdirde ülkenin çevre<br />

sorunlarından tutunuz, gelir dağılımına ve yaşamına kadar büyük<br />

sorunlardan kurtulması mümkün değil.<br />

ATLAS TARİH 35<br />

024_035_E-CF-ilberortayli.indd 35 20.10.2023 17:18


NECDET SAKAOĞLU, ATLAS TARİH’E ANLATTI<br />

“CUMHURIYETI<br />

100 YILDIR YAŞATAN<br />

HARF DEVRIMI’DIR”<br />

36 ATLAS TARİH<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 36 20.10.2023 20:08


Cumhuriyetin ilk yıllarında modern bir eğitim sisteminin<br />

temelleri atıldı. Bu dönemde en köklü adım, 1 Kasım 1928’de<br />

ilan edilen Harf Devrimi’ydi. Ömrünün 63 yılını Türk<br />

eğitimine hizmet ederek geçiren tarihçi ve öğretmen<br />

Necdet Sakaoğlu ile cumhuriyetin eğitim hamlesini<br />

konuştuk.<br />

Röportaj: Cem Fakir<br />

cemfakir@gmail.com<br />

ATLAS TARİH 37<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 37 20.10.2023 20:08


Mustafa Kemal<br />

Atatürk yeni<br />

harflerle ilgili<br />

çalışmaları<br />

inceliyor.<br />

Yeni harfleri öğretmek için basılan<br />

alfabe kitapları, titizlikle hazırlanan<br />

ders kitapları, köy öğretmenleri<br />

için rehber kitaplar,<br />

cumhuriyet ile birlikte başlatılan<br />

eğitim seferberliğinin birer parçasıydı. On üç<br />

buçuk milyonluk ülkeyi çağdaş bir eğitimle<br />

ayağa kaldırmak için birçok adım atıldı.<br />

Necdet Hoca ile sohbetimize bir asır önce<br />

devralınan mirasla başladık.<br />

100 yıl önce nasıl bir manzara vardı nüfus<br />

ve eğitim açısından?<br />

Cumhuriyetin kurulduğu zamanki Türkiye<br />

ortamı, tarihinin en zor koşullarındaydı.<br />

Başta beslenme, sonra eğitim, giyim kuşam<br />

ve sağlık. Bütün bunlar büyük sorunlardı.<br />

Türkiye’yi bu sorunlardan kurtaracak orta<br />

kuşak nüfus da tükenmiş, çoğu ya savaşlarda<br />

ya da veba, tifo, dizanteri, sıtma gibi<br />

hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmişti.<br />

Her hastalık o zaman için birer cellat gibiydi<br />

“1923 öncesi sözlüklerde<br />

cumhuriyet kelimesi bulunmuyor.”<br />

Anadolu koşulları yaşama umudu vermeyen<br />

bir evreyi yaşıyordu. Çünkü Osmanlı Devleti’nin<br />

Anadolu halkına gönenç, sağlık götürmek<br />

gibi bir düşüncesi yoktu. Benim çocukluğumda<br />

bile kasabada bir pratisyen hekim,<br />

iki üç sağlık memuru vardı. Divriği ilçe<br />

merkezinin ve 45 köyünün insanları, bu yetersiz<br />

kadronun gözüne bakıyordu. Hastaları<br />

uzak köylerden şehre getirmek zordu. Yazık<br />

Anadolu’nun bu gerçeği yeterince incelenip<br />

yazılmamıştır. Kurtuluş Savaşı ve izleyen<br />

çeyrek yüzyılın gerçeklerini Halide Edib’in,<br />

Yakup Kadri’nin daha geç evre için Mahmud<br />

Makal’ın, Yaşar Kemal’in, Fakir Baykurt’un<br />

ve çağdaşlarının roman ve öykülerinden öğrenebiliyoruz.<br />

1910’lardan 1950’lere toplum<br />

yaşamı için kaç kaynak gösterebiliriz. Ne<br />

yenirdi ne içilirdi, nasıl yaşarlardı? Bunlar<br />

unutuluşa terk edildi. Cumhuriyetin getirdiği<br />

coşkuyla törenler önemsenerek birer resmî<br />

bayram kabul edildi ama evde aile ortamında<br />

ulusal bayram kutlamaları gelenekleşmedi.<br />

Çoçukluğumda resmi bayram günlerinde<br />

belediye zabıtalarının açık veya bayrak<br />

asmamış dükkanları uyardığını hatırlarım.<br />

38 ATLAS TARİH<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 38 20.10.2023 20:08


Cumhuriyetin ilanını bir öğretmen olarak<br />

değerlendirir misiniz?<br />

1923’te “Cumhuriyet”in ne olduğunu o<br />

dönemde kimse bilmiyor. Osmanlı sözlüklerine<br />

cumhuriyet diye bir sözcük yoktur.<br />

Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türki adlı<br />

büyük sözlüğünde ve Kamusu’l Âlam adlı<br />

ansiklopedisinde de “cumhuriyet” maddesi<br />

yoktur. Montesquieu’nün “republique” dediği<br />

demokrasi yönetiminin karşılığı olarak<br />

Türkiye’nin yeni yönetimi için kullanan,<br />

dolayısıyla mucidi Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

kurucusu Atatürk’tür. Demokrasinin gücü<br />

ve gerekliliğini, rejiminin de cumhuriyet<br />

olduğunu ilan eden Atatürk’ün başucu kitabı,<br />

Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu”<br />

adlı demokrasi kitabı olmuştu. Cumhuriyeti<br />

önceleyen aylarda TBMM Hükümeti Maarif<br />

Vekaleti bu kitabı Türkçeye çevirterek bastırmıştı.<br />

Atatürk’ün “Cumhuriyet fazilettir”<br />

sözü de Montesquieu’dendir. 1919’da bir akşam<br />

başbaşa otururlarken Mazhar Müfit ‘in<br />

“Paşam ne yapacaksınız?” sorusuna sıraladığı<br />

hedefler arasında en önemlisi ve sonuncusu<br />

“Cumhuriyeti ilan edeceğiz” olmuştu.<br />

Cumhuriyet kurulmadan önce okuma-yazma<br />

oranı neden çok düşüktü?<br />

Okuma-yazma Arap elifbasıyla olduğundan<br />

zor, halkın büyük kesimi de yaşamını<br />

okumak yazmak gereksinimi duymadan<br />

sürdürüyordu. Ben, ortaokul sıralarındayken<br />

-1950’lerde- Arap harfleriyle basılı kitapları<br />

şöyle böyle okumayı annemden öğrendim.<br />

70 yıldır okurum, tarih kaynaklarımın çoğu<br />

Arap harflidir. Yazabilirim ama işlek değil,<br />

duraksamalı. Arapçada 3 “s” var. Siirt, süt,<br />

sultan, sinek... hangisini hangi “s” ile yazacaksınız?<br />

Yazdığınızı beğenmez zaman geçince<br />

okuyamazsınız. Bir mektup yazacak<br />

olsanız, kimi kelimelere takılır kalırsınız.<br />

Arap harfleriyle Türkçe yazmak da okumak<br />

da zordur. Arağça ünsüzlerden oluşan bir alfabedir.<br />

Kalıpları vardır. Sözcükler kalıplara<br />

sokularak türetilir. Şekil, teşkil, teşkilat...<br />

Bunların kökü “ş-k-l’dir. başına başka ortasına<br />

başka sonuna başka ek getirilir. Arap<br />

elifbası ile Türkçe yazmak ve okumak için<br />

ilk sınıflarda özel dersler veriliyordu. Ancak<br />

öyle yazılabiliyordu. Göz, köz, güz aynı harflerle<br />

yazılır, cümle içinde okunuş ve anlam<br />

kazanırdı.Okumayı duraksatan sözcük yazılımları<br />

vardır. Örneğin mucur ve mücver,<br />

yazılışları aynıdır. “Mücvere gidiyorum” veya<br />

“mucur yedim” okuyuşlarına gülünür. Yani<br />

Arap harfleriyle Türkçe okur yazarlık zordu.<br />

Okuma yazma oranı Osmanlı maarifinin son<br />

evrelerinde bile yüzde 3 idi deniyor ki iyimserlik<br />

payı vardır. En özenli kişisel yazılarda<br />

bile yazılım yanlışları bulunabilir. Yazanın<br />

okur yazarlığını sorgulatabilir yazılım yanlışları<br />

bulunabilir veya biriktirdiği mektup ve<br />

yazılar arasında öyleleri vardır ki, Hitit yazısını<br />

okumak daha kolaydır dedirtir!<br />

Peki medrese eğitimi nasıldı?<br />

Medreselerde bu kuruluşların düzeylerine<br />

göre programlarda yer alan kolaydan zora<br />

dili de yazısı da Arapça olan kitaplar ezberlenirdi.<br />

Tetimme dene alt basamaklarda Arapça<br />

okur yazarlık öğrenenler, alt basamak<br />

medreselerine yazılır, müderrisin önerdiği ilk<br />

kitaplardan birini ezberlemeye başlar, muid<br />

denen bir asistan ona yardım eder, ezberini<br />

tamam edince müderrisin huzurunda yer<br />

yer ezberden okur, sorulanları yanıtlar, bir<br />

üst basamak kitabını ezberlemeye başlardı.<br />

Medrese öğretisini ayrıntılı öğrenmek isteyenler<br />

Cevdet Paşa’nın Tezâkir adlı yapıtının<br />

Tettimme bölümünü okuyabilirler. Medrese<br />

insanı yüksek derecede okur yazar yapan<br />

bir kurum değildi.<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk ve<br />

öğrenciler.<br />

ATLAS TARİH 39<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 39 20.10.2023 20:09


40 ATLAS TARİH<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 40 20.10.2023 20:09


Denizli Lisesi’nde<br />

Cumhuriyet<br />

Bayramı töreni,<br />

29 Ekim 1932.<br />

ATLAS TARİH 41<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 41 20.10.2023 20:09


Yeni Türk<br />

harflerini<br />

öğretmek<br />

amacıyla kurulan<br />

millet mektepleri<br />

1 Ocak 1929’da<br />

açıldı.<br />

Cumhuriyet yönetimi buna karşılık ne yapıyor?<br />

O zaman Atatürk’e destek veren bir Maarif<br />

Vekilimiz vardı; Mustafa Necati Bey. Keşke<br />

daha uzun yaşasaydı. 1925’in sonuyla<br />

1929’un başına kadar bakanlığı var. Harf<br />

Devrimi, millet mektepleri bu dönemdedir.<br />

Mustafa Necati Bey, cumhuriyeti ilelebet<br />

yaşatacak en büyük devrim olan Harf Devrimi’nin<br />

hazırlayıcılarındandır. Ben öğretmenliğe<br />

başlayışımın 63. yılındayım. Harf<br />

Devrimi Türkiye’yi de, cumhuriyeti de, Anadolu’daki<br />

varlığımızı da, Avrupa dünyasına<br />

bakışımızı da, Avrupa’nın bize bakışını da<br />

değiştiren tek devrimdir. Türkiye Cumhuriyeti<br />

ancak yeni Türk diliyle, alfabesiyle sonsuza<br />

dek yaşayacaktır. Eğer o devrim yapılmasaydı<br />

çoktan geriye dönmüştük. Çünkü<br />

çok denemeler oldu. Saltanatı özleyenler,<br />

hilafeti özleyenler, başkenti İstanbul yapmak<br />

isteyenler bugün de vardır, olabilir Herkesin<br />

kendi düşüncesidir, olabilir Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

temel direği Harf Devrimi’dir.<br />

Türkiye’de okuryazarlık okul açmakla artmadı.<br />

Okuma oranı en çok yüzde üçtü deniyor,<br />

kadınlarda belki yüzde bir bile değildi.<br />

Okuma yazma oranı Harf Devrimi’nin yapılmasıyla,<br />

millet mekteplerinin açılmasıyla<br />

birdenbire yüzde 1o’lara çıktı. Benim annem<br />

de babamda millet mekteplerine gitmişler.<br />

Babam bir akşamda öğrenmiş. Çünkü yeni<br />

harflerle yazmak da okumak da çok kolay.<br />

Eski yazı öyle değildi. Annemin ve teyzemin<br />

-ben istediğim için- bana Arap harfleriyle<br />

yazdıkları Türkçe mektuplara arada bakarım.<br />

İyi okur yazar olduklarını, Keskin Hoca<br />

dedikleri öğretmenlerini de çok beğendiklerini<br />

söylerlerdi. Ama mektupları öyle demiyor.<br />

Annem de “Oğlum isteme benden. Yeni<br />

yazı daha kolay!” derdi. Yeni yazıyı birkaç<br />

günde gecede öğrenmiş ve kolayına geliyor.<br />

Bunu nasıl geri döndürebilirsiniz? Şimdi eski<br />

yazıyı okullara kadar sokmak isteyenler var.<br />

Bana geliyorlar gençler “Eski yazıyı öğrendim”<br />

diye. Bilmiyor, öğrendik bildik sanıyorlar,<br />

bilmiyor tabii. Eskiler bize “Gençler<br />

sakın eski yazıyı biliyorum demeyin karşınıza<br />

öyle bir kelime çıkar mahcup olursunuz”.<br />

derlerdi.<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli yeni Türk<br />

harfleridir. Bizi Avrupa toplumuna kabul<br />

ettiren ilk etken de budur. Ortadoğu, Doğu<br />

ülkeleri arasında Avrupa’da kullanılan Latin<br />

alfabesi kökenli alfabeyi kullanan tek ulus<br />

çoğunluğu Müslüman ülke Türkiye’dir.<br />

Harf Devrimi’nden önce Tevhid-i Tedrisat<br />

Yasası var. O ne getiriyor?<br />

Tevhid-i Tedrisat öğretim birliği dediğimiz<br />

yasa. Cumhuriyetin önemli devrimlerindendir.<br />

Önceki dönemde, eğitim programı<br />

olarak her dilde inanışta okul açılmasına,<br />

öğretim programına izin verilmiş. Bunun sakıncalarını<br />

sıralamaya gerek yok. Öğretim<br />

Sivas Öğretmen Okulu mezunu olan Necdet<br />

Sakaoğlu, 1961’de Çapa Eğitim Enstitüsü Edebiyat<br />

Bölümü’nü tamamladı. Sakaoğlu’nun “Osmanlı’dan<br />

Günümüze Eğitim <strong>Tarih</strong>i” adlı kitabı bulunuyor.<br />

42 ATLAS TARİH<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 42 20.10.2023 20:09


Birliği Kanunu kabul edilmiş.<br />

Bu ve diğer devrimler 1924’te<br />

Cumhuriyet devrimlerinin en<br />

köklü ve yaşamsal olanı Harf<br />

Devrimi Cumhuriyet’in beşinci<br />

yılında, Türkiye’yi uygar uluslar<br />

safına taşıyan devrimlerin<br />

sonuncusu, en etkili ve kalıcı<br />

olanıdır.<br />

Yeni harflere geçiş süreci nasıl<br />

olmuş?<br />

Yeni harflere geçişte bir süre<br />

tanınmıştı, 1928 ile 1929 iki yılı arasında.<br />

Gazetelerin, kitapların yeni baskıları bütün<br />

kamusal işlemler, eğitim aşamaları için. Bu<br />

süreç ve okul tam yeni harflerle çıkması için<br />

bir yılda tamamlandı. Basında ilk önce Cumhuriyet<br />

gazetesi kısa haberleri, ilanları, resim<br />

altlarını yeni harflerle vererek öncülük etti.<br />

Haziran 1929’dan başlayarak eski harflerle<br />

yayın yasaklandı. Türkiye’nin tamamında<br />

bütün resmi işlemler, eğitim, yargılamalar,<br />

banka ve ticaret işlemleri, ilanlar yeni harflere<br />

dönüştü.<br />

Müfredat değişiyor mu?<br />

Müfredat da değişiyor tabii. Avrupa’daki<br />

okulların sistemleri incelenerek Türkiye’ye<br />

ve ulus bilincine ve kültürüne uygun ders<br />

programları ve kitapları yazıldı. Doğal ki bu<br />

çalışmalar bir zaman gerektirdi. Türkiye doğası,<br />

coğrafyasının kültür katmanları özenle<br />

dikkate alındı. Sonraki yıllarda da ayrıntılarda<br />

düzeltmeler yapıldı. Örneğin uzun zaman<br />

1940’lara kadar yürürlükteki yasalar gereği<br />

“Türkiye Cümhuriyeti”, “cümhurreisi” yazılıyordu.<br />

Gelişmeler, kendiliğinden değişimler<br />

getirdi, Atatürk ölünceye kadar cümhurreisi<br />

idi.<br />

Yeni Türk alfabesi bize gelişme yolunu<br />

da açtı dilde özellikle. Halide Edib’in, Halid<br />

Ziya’nın, Hüseyin Rahmi’nin eski harflerle<br />

yayımlanmış eserleriyle yeni Türk harfleriyle<br />

çıkanları karşılaştırıldığında Türkçe<br />

anlatıdaki yenilik ve gelişmeler izlenebilir.<br />

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eski harfli, yeni<br />

harfli eserlerini toplamışımdır. Eski yazıyla<br />

olanı bir haftada okuyorsam, yeni basımını<br />

üç günde ve çok akıcı okuyorum. Kim artık<br />

eski yazıya heves etsin ki? Bugün “Eski<br />

yazı eğitim yapalım. Eski yazı gelsin”<br />

Kız sanat okulu<br />

mezuniyet<br />

belgesi, 1936.<br />

Köy öğretmenleri ve<br />

öğrencileri için<br />

hazırlanan kitaplar.<br />

Halk<br />

dershanelerine<br />

mahsus Türk<br />

alfabesi, 1928.<br />

Alfabe kapağında Atatürk<br />

ve manevi kızı Ülkü<br />

(solda). İlkokullar için<br />

müzik kitabı (üstte).<br />

ATLAS TARİH 43<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 43 20.10.2023 20:09


1930’lu yıllarda<br />

İstanbul’da<br />

öğrenciler.<br />

diyenlerin önüne eski bir roman koyun, okumakta<br />

zorlanır, durur, şaşırır, heceler. Bilmeden,<br />

çalışmadan söylüyorlar. Ben bu işlere<br />

uzun zaman harcadım, kitap yazdım. 1928<br />

öncesi ve sonrası okul kitaplarının çoğunu<br />

toplamışımdır.<br />

Peki o dönem çocuklara neler öğretiliyor?<br />

Öğretilen konuların müfredatı var ve o<br />

müfredata göre yazılmış ders kitapları var.<br />

Milli Eğitim Bakanlığı bir kısmını heyet kurarak<br />

yazdırırdı. Daha objektif değerlendirmeler<br />

yapılması için örneğin tarih kitapları için,<br />

iki veya üç yazar seçilmiştir. 1928’deki Harf<br />

Devrimi’nden önce 1926 yılında Talim Terbiye<br />

Kurulu oluşturulmuştu. Okul programlarının<br />

hazırlanması, ders kitaplarının okunup<br />

onaylanması bu kurulun görevlerindendi.<br />

Benim son görevim bu kurulun üyeliğidir.<br />

Yeni Türkiye’nin gelişmesinde, bireylerin yetişmesinde<br />

yapılması gereken her şey zamanında<br />

ve gerektiği düzeyde planlanıyordu.<br />

Kurulda iken kuruluş yıllarındaki kasa gibi<br />

sağlama alınmış kalamozalarda saklanan<br />

kararları inceledim. El yazısıyla yazılmış dört<br />

dörtlük karar metinleri. Benim üye olduğum<br />

1994-1998 dönemi öncesi resmi yazılar ve<br />

kararlarsa giderek yalınlığın/sıradanlığın<br />

başladığını gösteriyor.<br />

Bir de şöyle bir tezat yaşanmış. Harf Devrimi,<br />

yeni Türkçe uzun bir gelişme süreci<br />

geçirmiş, yerleşmiş, oturmuş. Nurullah Ataç<br />

gibi “Daha da yenileştirelim” diyenler çıkmış.<br />

Yaşar Kemal gibi romancılar bambaşka<br />

kelimeler bulmuşlar, anlatılar denemişler.<br />

Reşat Nuri Güntekin de denemiş bunu, Halit<br />

Ziya Uşaklıgil kısmen denemiş. Şairlerle,<br />

yeni romancılar çok denemeler yapmışlar.<br />

Bütün bunların tortusu ile mükemmel bir<br />

Türkçe gelmişti bize. Fakat son 30-40 yıldır<br />

Türkçede yeni bir bozulma başladı. Bunda<br />

bilgisayarın da rolü var, ona alışanlar el yazısıyla<br />

yazmak istemiyorlar.<br />

Sizin öğrencilik yıllarınız nasıldı?<br />

Ben 1946’da okula başladım. Babam<br />

bana bir alfabe almıştı. Bir de defter ve kalem.<br />

Okul evimize yakın. Annem: “Oğlum<br />

haydi zihnin açık olsun okula git, okul açıldı<br />

bugün” dedi. Ben kendi başıma okula gittim,<br />

diğer çocuklar da öyle gelmiş. Velilerin<br />

bizimle okula geldiğini hatırlamıyorum. Bizden<br />

büyük öğrenciler İstiklal Marşı’nı okudu,<br />

sonra bizi sırayla sınıflara götürdüler. Öğretmen<br />

geldi hemen derse başladı. Harflerde<br />

Faytonun<br />

üstündeki<br />

levhada, eski<br />

harflerle yazılmış<br />

üç kelimenin yeni<br />

harflerle yazılışı.<br />

44 ATLAS TARİH<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 44 20.10.2023 20:09


kullanılabilecek boyutta yatay, düz, eğik<br />

çizgiler çizdi tahtaya ve “Yazın bunları” dedi.<br />

Velilerin çocuklarını okula kaydettirmesi zorunluydu.<br />

Nüfus idaresi, kaymakamlığa o<br />

sene okuma yaşına gelenlerin adlarını, baba<br />

adlarını, okul baş öğretmeni de kaydolan<br />

öğrencilerin adlarını iletirdi. Bu listeler maarif<br />

memurluğunda karşılaştırılır, çocuklarının<br />

yaşı geldiği halde okula göndermeyen<br />

ailelerin kapısına evvela muhtar, sonra polis<br />

veya jandarma giderdi. Zorlama vardı. Haklıydı,<br />

doğruydu. Çünkü o günün insanları bu<br />

şekilde uyarılır ve kurallara uyarlardı.<br />

Benim eğitim öğretim hayatım 1946 ile<br />

1961 yılları arasındadır. İlkokul tek katlı, yeni<br />

yapılmış bir binaydı. Biz de ilk öğrencileriydik<br />

okulun. Bu binanın girişinde içeride, koridorda<br />

karşınıza muhteşem bir portre çıkardı.<br />

Milli Şef, Cumhur Reisi İsmet İnönü’nün<br />

heybetli bir yağlı boya tablosu. Okula girerken<br />

ona selam verir sınıflarımıza giderdik.<br />

Sınıfın içinde yine birbirine bakan Atatürk<br />

ve İnönü portreleri vardı. Birinin altında Milli<br />

Şef, öbürünün altında Ebedi Şef yazılıydı.<br />

Atatürk döneminden sonra İnönü, 1950’de<br />

de Demokrat Parti dönemlerine geçişler Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin önemli aşamalarıdır.<br />

Örneğin paralara Atatürk’ün portresi yerine<br />

Milli Şef İsmet İnönü’nün reminin konulması<br />

bir vefasızlık sayılarak eleştirilmişti. Oysa bu<br />

İkinci Dünya Savaşı yıllarında zorunluluktu.<br />

“Atatürk gibi bir liderden sonra ikinci sınıf bir<br />

lider başa geçti. Türkiye yeniden bir zayıflık<br />

dönemine giriyor” gibi bir eleştiri muhaliflerce<br />

yayılıyordu. Giderek posta pullarına Milli<br />

Şef İsmet İnönü’nün resimleri basıldı.<br />

Ben 1943 yılında İnönü’yü gördüm. Beyaz<br />

Tren ile Divriği’den geçiyordu. Babamın<br />

omzundaydım. Beyaz Tren’in penceresinde,<br />

elinde bir fötr şapka halkı selamladı.<br />

Sivas’ta öğretmen okulunda okurken bizi<br />

istasyona götürdüler. Demokrat Parti dönemi<br />

Cumhurbaşkanı Celal Bayar artık Beyaz<br />

Tren’de değil, bir eksprese bağlanmış özel<br />

vagonun arka sahanlığında gülümseyerek<br />

selamlamıştı. Başbakan Adnan Menderes’i<br />

İstanbul’da İzmit’te bir çok kez gördüm. Eski<br />

yöneticiler çok daha halkın içindeydiler,<br />

okullara da gelirlerdi. İlkokuldayken -1949<br />

yılı olmalı - Başbakan Şemsettin Günaltay<br />

“TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN<br />

TEMELİ YENİ TÜRK DİLİDİR.”<br />

arkasında başkaları bizim sınıfa girmişti.<br />

“<strong>Tarih</strong> kitabınız var mı? Çıkarın bakayım”<br />

dedi. Bir arkadaşımıza birkaç cümle okutturup<br />

sınıfa soru yöneltti, tam ne sorduğunu<br />

hatırlamıyorum. Sonraki yıllarda İstanbul’da<br />

bir konferansta dinlediğim Günaltay’ın tarih<br />

kitapları yazdığını o yıllarda artık biliyorduk.<br />

Müderris (profesör), fizikçi ve tarihçi bir aydının<br />

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olması<br />

ziyaret ettiği kasaba ilkokulunda derse girip<br />

tarih okutması, soru yöneltmesi bugün bir<br />

masal gibi geliyor bana.<br />

Peki yüksek öğrenim nasıldı?<br />

İstanbul’da okudum. Çapa’daki<br />

okul ve benzerleri Türkiye’nin bir<br />

daha yakalayamayacağı ortamlardı.<br />

Edebiyat grubu iki şubede<br />

toplam 35 kişiydik. Öğretmenlerimiz<br />

de farklı branşlarda deneyimli<br />

seçkin öğretmen ve yazarlardı. Nihat<br />

Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay,<br />

Çağatay Uluçay, Niyazi Akşit,<br />

Behçet Necatigil, Rauf Miral daha<br />

başkaları...Şimdilerde öğrenci<br />

yurdu meselesi var. O yıllarda öğrenci<br />

sayıları devletin bakabileceği<br />

sayıdaydı. Yatılı okuyorduk. Öğle<br />

ve akşam öğünlerinde yemekhanede<br />

restoranvari üç çeşit yemek<br />

servisi yapılırdı. Takım elbiseli ve<br />

kravatlıydık. Kumaş ve dikiş parasını devlet<br />

veriyordu. Yıllar sonra Orhan Şaik Bey’e<br />

sordum: “Hocam o nezaket, kibarlık, lokanta<br />

vari servisler neydi?” “Taşraya okullarına<br />

öğretmen gideceksiniz. Sofra nizamını<br />

öğreneceksiniz ki gittiğiniz yerlerde örnek<br />

olasınız” dedi. Okul hayatı çok önemlidir.<br />

Aile görgüsünden farklı kurallar okullarda<br />

kazanılır, kazanılmalıdır. Gezilere götürürdü<br />

öğretmenler bizi. Şimdi bunları yapan<br />

üniversiteler var mıdır bilmiyorum. Nihat<br />

Sami Banarlı bize “Yüksek tahsili İstanbul’da<br />

yapmayan taşraya hiçbir şey götüremez”<br />

derdi. Herhalde haklıydı ama şimdilerde o<br />

kültür donanımını İstanbul kazandırıyor mu?<br />

Önemli sorudur. Böyleydi okul hayatımız. l<br />

Cumhuriyetin<br />

eğitim hamlesinin<br />

mimarlarından<br />

Mustafa Necati<br />

Bey, 1929 yılında<br />

hayatını kaybetti.<br />

ATLAS TARİH 45<br />

036_045_K-E-CF-necdetsakaoglu.indd 45 20.10.2023 20:09


Mustafa Kemal Atatürk<br />

öğrencilerle birlikte.<br />

FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR<br />

Bir nesil yetiştirmek<br />

Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim en büyük meseleydi.<br />

Kısıtlı imkânlarla başta ilköğretim olmak üzere, yüksek<br />

öğretim ve mesleki eğitim alanlarında çok önemli<br />

adımlar atıldı. O yıllarda eğitimle birlikte en büyük sorun<br />

sağlıktı. Savaş yıllarında bir kuşağı hastalıklar sonucu<br />

yitiren cumhuriyetin kurucu kadrosu, bu meselenin<br />

çözümüne büyük önem verdi.<br />

Murat Koraltürk<br />

muratkoralturk@gmail.com<br />

46 ATLAS TARİH<br />

046_049_K-E-CF-birnesilyetistirmek_4.indd 46 20.10.2023 17:12


Uzun ve yıpratıcı savaşların<br />

neden olduğu kayıplar yüzünden<br />

Türkiye Cumhuriyeti<br />

kurulduğunda mevcut insan<br />

gücü ihtiyacı karşılayamaz<br />

durumdaydı. Başka bir ifadeyle nüfus, ülkenin<br />

ihtiyaçlarını görecek, iktisadi olarak<br />

kendi kendine yetebilecek, uzun vadede<br />

kalkınmış, sanayileşmiş bir ülkeye dönüşebilmesi<br />

için gerekli beceri ve donanımlara<br />

sahip değildi. Bu nedenle cumhuriyetin bu<br />

ilk yıllarından 1960’ların ortalarına kadar<br />

izlenen nüfus politikasının temelini nüfus<br />

artışını desteklemek oluşturdu. Bunu, artan<br />

nüfusu nitelikli iş gücüne dönüştürecek eğitim<br />

ve öğretim politikaları izledi. Bütün bu<br />

politikaları uygulamak içinse devletin nüfus<br />

bilgisine sahip olması gerekir. Bu bağlamda<br />

ilk kez 1927’de genel nüfus sayımı yapıldı.<br />

Nüfus artışını destekleyici politikanın<br />

somut yansımaları olarak çok çocuklu memur<br />

ailelerine devlet yardımı yapılması, çok<br />

çocuklu mükelleflerin yol vergisinden muaf<br />

tutulması, yoksul kadınların ücretsiz doğum<br />

yapmalarının sağlanması, çok çocuklu kadınların<br />

madalya ile ödüllendirilmesi gibi<br />

destek ve teşvikler gündeme geldi. Nüfus<br />

artışı açısından göçmenlerin iskânına önem<br />

verildi. Bu doğrultuda yasal düzenleme ve<br />

uygulamalar söz konusu oldu.<br />

Sağlığın önemine olan inançla daha<br />

cumhuriyet kurulmadan önce ve 23 Nisan<br />

1920’de TBMM’nin Ankara’da açılmasından<br />

dokuz gün sonra, yani 2 Mayıs 1920’de kabul<br />

edilen 3 sayılı kanunla Sağlık Bakanlığı<br />

kuruldu. Bu bile daha yolun başında sağlığa<br />

verilen öneme işaret eden bir adımdır. Bu<br />

ilk adımı doktor ve diğer sağlık çalışanlarının<br />

sayısını artırmak; numune hastaneleri,<br />

doğum ve bakımevleri açmak; sıtma, verem,<br />

trahom, frengi gibi hastalıklarla etkin<br />

mücadele etmek; sağlıkla ilgili konularda<br />

toplumu bilgilendirici çalışmalar yapmak;<br />

Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha<br />

Okulu kurmak gibi adımlar izledi.<br />

Her biri ülkenin kıt ve bu nedenle daha<br />

değerli olan insan kaynağını sağlıklı kılmak<br />

için önem taşıyan bu adımlar içerisinde koruyucu<br />

sağlık hizmetleri, özellikle 1930’da<br />

kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile<br />

daha etkin bir biçimde verilmeye başlandı.<br />

Örnek oluşturması açısından özellikle<br />

Dr. Refik Saydam’ın bakanlığı döneminde<br />

yürütülen sıtma ile mücadele dikkat çekici<br />

sonuçlar içerir. Bu dönemde neredeyse<br />

ülke nüfusunun tamamı sıtma taramasından<br />

geçti ve beş milyon sıtmalı insan tedavi<br />

edildi. Bu amaçla tonlarca kinin halka parasız<br />

dağıtıldı. Sıtmayla mücadelenin bir başka<br />

boyutu olarak 1.000 km uzunluğunda su<br />

drenaj kanalı açıldı ve 350 kilometrekare<br />

bataklık alan kurutuldu.<br />

Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında<br />

bu hizmetlerin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi<br />

amacıyla her türlü bilimsel ve teknik araştırma<br />

ve inceleme yapmak üzere 1928’de<br />

Hıfzıssıhha Müessesesi kuruldu. <strong>Özel</strong>likle<br />

yerli aşı geliştirme yolunda önemli adımlar<br />

atıldı. İlk olarak 1931 yılında, ağız yoluyla<br />

uygulanan BCG Aşısı üretimine başlandı ve<br />

bunları diğerleri izledi.<br />

Cumhuriyet kurulduğunda doğuşta beklenen<br />

yaşam süresi 35 yıl iken bugün bu<br />

süre 78 yılı aşmıştır. Bu gelişmede 1920’ler<br />

ve 1930’larda izlenen sağlık politikalarının<br />

rolü büyüktür.<br />

Cumhuriyeti kuran kadro akılcılık<br />

ve bilimselliğe mutlak inanan ve bu nedenle<br />

eğitim ve öğretimin öneminin farkında<br />

Sağlıklı nesiller<br />

yetiştirmenin<br />

başlıca yolu spordu.<br />

Cumhuriyet gençliği<br />

tören sırasında.<br />

ATLAS TARİH 47<br />

046_049_K-E-CF-birnesilyetistirmek_4.indd 47 20.10.2023 17:12


İlk mektep<br />

öğrencileri ders<br />

sırasında (üstte).<br />

Cumhuriyet<br />

tarihinin ilk sayımı,<br />

1927 Nüfus Tahriri<br />

(sağda).<br />

Refet Paşa’yı (Bele) İstanbul’da karşılamaya<br />

hazırlanan kız öğrenciler, 1922.<br />

olan kişilerden oluşuyordu. Bu bağlamda<br />

yapılan ilk iş olarak eğitimin seküler bir temele<br />

dayanması amacıyla 1924’de Tevhid-i<br />

Tedrisat Kanunu çıkartıldı. Ancak mesele<br />

bununla bitmiyordu. Bu bağlamda özellikle<br />

nüfusun büyük bir bölümünün yaşadığı kırsal<br />

kesimdeki öğretmen ihtiyacını gidermek<br />

için 1940’ta kurulan Köy Enstitüleri’nden<br />

önce Köy Muallim Mektepleri, Köy Eğitmen<br />

Kursları, Köy Öğretmen Okulları kurulması<br />

gündeme geldi.<br />

Cumhuriyet kurulduğunda okuma-yazma<br />

oranının yüzde 10’un altında olduğu tahmin<br />

edilen ülkede bu sorunu aşmak bir diğer<br />

önemli hedefti. Okuryazar oranını artırmak<br />

için 1927-1928 yıllarında Halk Dershaneleri’nde<br />

60 binden fazla kişi okuma-yazma<br />

öğrendi. Ancak okuma-yazma oranını artırmak<br />

için atılması gereken bir başka adım<br />

vardı. O da Türkçe okuma-yazmaya daha<br />

uygun olduğu düşünülen Latin harflerinden<br />

oluşan bir alfabenin 1928’de kabulüdür.<br />

Bu girişimle birlikte halkın yeni alfabe ile<br />

okuma-yazma öğrenmesini sağlamak için<br />

Millet Mektepleri açıldı. Millet Mektepleri sayesinde<br />

1927 yılında yüzde 10,5 olan okuryazarlık<br />

oranı 1935 yılına gelindiği zaman,<br />

yüzde 20,4’e yükseldi. Bugün okuryazarlık<br />

oranı yüzde 97’yi aşan Türkiye’de bu sonucun<br />

elde edilmesinde bütün bu adımların<br />

büyük rolü olduğu açıktır.<br />

Cumhuriyetin ilk yıllarında kozmopolit bir<br />

yapıya sahip Osmanlı İmparatorluğu’ndan<br />

bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne<br />

geçişte ülkenin ihtiyaç duyduğu teknik ve<br />

meslek insanı ihtiyacını içeriden karşılamak,<br />

bu konuda da kendi kendine yeter bir<br />

duruma gelmek bir diğer amaçtı. Bu bağlamda<br />

varlığı Osmanlı Devleti zamanına<br />

kadar dayanan mesleki ve teknik eğitim,<br />

günün ve ülkenin ihtiyaçlarına göre elden<br />

geçirildi. Böylece hem ülke ekonomisinin<br />

ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü elde etmek<br />

hem de yoğun yoksulluğun yaşandığı<br />

ülkede insanların bir meslek edinerek geçim<br />

koşullarını iyileştirme şansı bulmaları sağlanmış<br />

oldu.<br />

Yine bu dönemde yüksek eğitim alanında<br />

da önemli adımlar atıldı. Osmanlı Devleti’nden<br />

devralınan kurumların bazıları reforme<br />

48 ATLAS TARİH<br />

046_049_K-E-CF-birnesilyetistirmek_4.indd 48 20.10.2023 17:12


İstanbul’da nüfus<br />

sayım memurları<br />

kayıt defterleriyle<br />

birlikte.<br />

Adana, Aksaray,<br />

Afyonkarahisar,<br />

Ankara, Antalya,<br />

Artvin, Aydın ve<br />

Balıkesir’in nüfus<br />

sayılarını gösteren<br />

tablo.<br />

1927 yılındaki sayıma<br />

göre nüfusun yarısı<br />

gençler ve çocuklardan<br />

oluşuyordu.<br />

edildi, bazılarının ise yerine yeni kurumlar<br />

açıldı. Bu bağlamda 1925 yılında Ankara<br />

Adliye Hukuk Mektebi açıldı. İki yıl sonra<br />

bu okul Ankara Hukuk Fakültesi adını aldı.<br />

1926’da Konya’da açılan Orta Muallim<br />

Mektebi 1927’de Gazi Orta Muallim Mektebi<br />

adını aldı ve Ankara’ya taşındı. 1933’te Ankara’da<br />

Yüksek Ziraat Enstitüsü, 1936’da<br />

Dil ve <strong>Tarih</strong>-Coğrafya Fakültesi kuruldu.<br />

1936-1937 öğretim yılında İstanbul’daki<br />

Mülkiye Mektebi, Siyasal Bilgiler Okulu<br />

adıyla Ankara’ya nakledildi. Deyim yerindeyse<br />

parmakla sayılacak kadar az sayıda<br />

yeni okul, ülkenin nitelikli iş gücüne katkı<br />

yapmaya başladı. l<br />

ATLAS TARİH 49<br />

046_049_K-E-CF-birnesilyetistirmek_4.indd 49 20.10.2023 17:12


CUMHURİYETİN DEVRALDIĞI İKTİSADİ MİRAS<br />

Bir ulus ekonomisi y<br />

1923 yılında ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı<br />

İmparatorluğu’ndan devraldığı miras, savaşlarla çökmüş<br />

bir ülke, dış borçlar ve yitip giden insan kaynağıydı.<br />

Cumhuriyeti kuran kadronun ortak ideali, bağımsız bir<br />

milli ekonomi yaratmaktı.<br />

Murat Koraltürk<br />

muratkoralturk@gmail.com<br />

50 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 50 20.10.2023 17:13


yaratmak<br />

ATLAS TARİH 51<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 51 20.10.2023 17:13


Mustafa Kemal<br />

Atatürk,<br />

Gülcemal<br />

vapurunda<br />

geminin<br />

kaptanı ve<br />

mürettebatına<br />

teşekkür yazısı<br />

yazıyor.<br />

On altıncı yüzyılda yani sınırlarının<br />

en geniş olduğu dönemde<br />

Balkanlar, Doğu Avrupa’nın<br />

önemli bir bölümü,<br />

Karadeniz’in kuzeyi, Kafkasya,<br />

bugünkü Suriye ve Irak topraklarından<br />

başlayarak bütün Arabistan Yarımadası<br />

ve kuzey Afrika üzerinde egemenliğe sahip<br />

olan Osmanlı Devleti, 17. ve 18. yüzyıllarda<br />

çoğu yenilgi ile biten savaşlar ve isyanlarla<br />

sarsıldı. Siyasi, idari, mali ve askeri becerileri<br />

zayıflayan Osmanlı Devleti, bu durumla<br />

baş edebilmek için önce geçmişteki yani<br />

bu sorunlarla karşılaşmadan önceki düzeni<br />

yeniden kurmak ve ihya etmek çabası içine<br />

girdi.<br />

Değişen koşullarla geçmişi ihya etmenin,<br />

sorunların çözümüne çare olmadığı gerçeğiyle<br />

yüzleşen Osmanlı devlet adamları, bu<br />

kez çareyi sınırlarının dışında; Batı Avrupa<br />

ülkelerinin deneyimleri, kurum ve değerlerinden<br />

yararlanmakta buldu. Bu nedenle<br />

19. yüzyılda gerçekleşen bu reformlar veya<br />

modernleşme hareketleri aynı zamanda Batılılaşma<br />

hareketleri olarak da adlandırılır.<br />

OSMANLI TOPRAKLARI, BATI’DA<br />

ÜRETİLEN MALLAR İÇİN PAZAR<br />

HALİNE GELMİŞTİ.<br />

SANAYI DEVRIMI VE OSMANLI<br />

EKONOMISI<br />

18. yüzyılda, önce İngiltere ve ardından<br />

diğer Batı Avrupa ülkelerinde başlayan Sanayi<br />

Devrimi, 19. yüzyılda büyük değişikliklere<br />

yol açtı. Sanayi Devrimi ile Batı Avrupa<br />

ülkeleri dünya ekonomisi üzerinde egemen<br />

güç haline geldiler. Sanayileşmeyi başaran<br />

bu ekonomilerle dünyanın geri kalan ülkeleri<br />

ve dolaysıyla Osmanlı İmparatorluğu arasında<br />

ekonomik ilişkiler dengesi, Batı Avrupa<br />

ülkelerinin ekonomileri lehine büyük bir<br />

gelişme gösterdi.<br />

Sanayi Devrimi ile başlayan süreçte üretimin<br />

arttığı ekonomiler, bir yandan artan<br />

üretim için yeni pazarlar bulmak, diğer yandan<br />

üretim için gereksinim duydukları ucuz<br />

hammadde ihtiyacını karşılamak istediler.<br />

Endüstriyel kapitalizmin bu ilk yüzyılında<br />

liberal iktisadi düşüncenin bir yaklaşımı olarak<br />

gelişen uluslararası iş bölümü ve bunu<br />

hayata geçirmek için gereken araç olarak<br />

serbest dış ticaret politikası, sanayileşmiş<br />

ekonomilerle diğerleri arasındaki ilişkiyi<br />

düzenlemek üzere kullanılmaya başlandı.<br />

İmzalanan serbest ticaret anlaşmaları, bağımsız<br />

bir dış ticaret politikası izlemeyi imkânsız<br />

kıldı.<br />

Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu,<br />

Batı’da üretilen mallar için bir pazar haline<br />

gelirken; bu ekonomilerin ihtiyaç duyduğu<br />

52 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 52 20.10.2023 17:13


hammadde temini açısından da önem kazandı.<br />

Dünya ekonomisine açılan Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nun dış ticareti 1820 ile 1914<br />

yılları arasında otuz kattan fazla arttı.<br />

Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde<br />

gerçekleşen üretimin yaklaşık yüzde 12 ila<br />

14’ü ihraç edildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan<br />

hemen önceye ait rakamlara göre faal nüfusun<br />

yüzde 80’inin tarımla meşgul olduğu<br />

Osmanlı İmparatorluğu bir tarım ekonomisi<br />

görünümüne sahipti ve ihracatın yüzde<br />

90’ını tütün, pamuk, arpa, üzüm, incir, zeytinyağı,<br />

ham ipek ve ham yün gibi tarımsal<br />

ürünler oluşturmaktaydı. İthalatın bileşiminde<br />

ise pamuklu iplik ve kumaş, çeşitli makineler<br />

ve ara mallar bulunuyordu. <strong>Özel</strong>likle<br />

ulaşım imkânlarının yetersizliğinden dolayı<br />

başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin<br />

ihtiyacını karşılamak için buğday, un, kahve,<br />

şeker ve çay gibi gıda maddeleri de ithal<br />

edilmekteydi. Dış ticaretin dörtte üçünden<br />

fazlası Almanya, Fransa ve İngiltere başta<br />

olmak üzere sanayileşmiş Avrupa ile yapılıyordu.<br />

Lonca, gedik ve iç gümrüklerin ancak 19.<br />

yüzyılda kaldırılmış olması ve güçlü yabancı<br />

rekabeti karşısında yerli sanayiyi korumak<br />

ve büyümesini sağlamak mümkün olmadı.<br />

Sanayi üretimi, ihtiyacı karşılayacak boyutta<br />

değildi. Aksine Osmanlı İmparatorluğu’nda<br />

sanayi malı tüketiminde yüzde 60’a<br />

yakın bir oranda dışarıya bağımlılık söz konusuydu.<br />

Osmanlı ekonomisinin 19. yüzyıldaki performansını<br />

göstermesi açısından büyüme<br />

rakamlarına bakmak gerekir. 1820-1913<br />

yıllarını kapsayan yaklaşık 100 yıllık sürede<br />

1820’de kişi başına düşen gelirin 720 dolar<br />

ve 1913’te yüzde 60 oranındaki artışla<br />

1.150 dolar olduğu, yani bunun da yılda 0,5<br />

oranında kişi başına gelir artışı anlamına<br />

geldiğini söylemek mümkündür. Bu artışta<br />

19. yüzyılda tarımın ticarileşmesi rol oynadı.<br />

Demiryolları ve limanlar gibi ulaştırma<br />

imkânları ve altyapı yatırımlarının da benzer<br />

bir etki yaptığı söylenebilir. Ancak büyüme<br />

hızının düşük seyretmesi, tarımın pazara<br />

yönelişinin daha çok kıyı bölgeleriyle sınırlı<br />

kalması; ulaştırma imkânlarının kısıtlılığı ve<br />

tarıma dayalı bir büyüme modeliyle yüksek<br />

verimlilik ve gelir artışları elde etmenin zorluklarıyla<br />

ilgisi vardı.<br />

DIŞ BORÇLAR, YABANCI<br />

SERMAYE VE MALI DENETIM<br />

19. yüzyılın başından itibaren imparatorluğu<br />

ayakta tutmak için merkeziyetçi<br />

eğilimler hız kazandı. Bunun için güçlü bir<br />

orduya, İstanbul ve taşrada devlet gücünü<br />

temsil eden bürokrasinin yerel güç odaklarına<br />

karşı güçlendirilmesine ve bütün bunlar<br />

için vergi gelirlerinin artırılması ve devlete<br />

aktarılması gerekiyordu. Ayrıca bütün bu<br />

kapsamlı reformları hayata geçirmek için<br />

Avrupalı devletlerle iş birliği ve onların<br />

desteğine de ihtiyaç vardı. Avrupalı devletler<br />

ise askeri, siyasal ve finansal destek<br />

karşılığı Osmanlı ekonomisinin dışa açılmasına<br />

dair taleplerde bulundular ve bu<br />

yönde tavizler kopardılar. Serbest dış ticaret<br />

antlaşmalarıyla başlayan bu süreci mali-finansal<br />

bağımlılık ilişkisinin gelişimi izledi.<br />

Bu bağlamda para politikasını belirleyip yürütecek<br />

bir merkez bankasına sahip olmayan<br />

Osmanlı Devleti, bu imtiyazı İngiliz ve<br />

Fransız ortak sermayesiyle 1863’te kurulan<br />

Osmanlı Bankası’na tanıdı. Gelirleri ile giderlerini<br />

karşılayamaz hale gelen Osmanlı<br />

Devleti, 19. yüzyılın ortalarından itibaren diğer<br />

ülkelere göre daha yüksek faizlerle<br />

İzmir’de<br />

kuru incir<br />

fabrikasında<br />

çalışan kadınlar,<br />

1930.<br />

ATLAS TARİH 53<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 53 20.10.2023 17:13


Seyr-i Sefain İdaresi<br />

atölyesinde işçiler<br />

(üstte). Vinçlerin<br />

tamiratı (sağda).<br />

Adana Mensucat<br />

Fabrikası’nda kadın<br />

çalışanlar (sağda)<br />

ve fabrika<br />

memurları (altta).<br />

VE GERI KALMIŞLIK…<br />

1820-1913 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda<br />

ekonomi, dış ticarete ve<br />

yabancı sermayeye açılan tarım ağırlıklı bir<br />

yapıdır. Ancak kalkınma için sanayileşmek<br />

gerekir, kapitülasyonlar ve serbest dış ticaret<br />

rejimi devam ettiği sürece bunu başarmak<br />

mümkün değildi. Osmanlı Devleti’nin<br />

bu rejimi sona erdirecek siyasal gücü de<br />

bulunmamaktaydı. Gelirlerinin neredeyse<br />

yüzde 60’ı Düyun-u Umumiye İdaresi’ne ve<br />

askeri harcamalara gittiğinden, bütçe imkânları<br />

da kalkınmanın finansmanına yetosmanlı<br />

gelirlerinin<br />

büyük bölümü<br />

düyun-u umumiye<br />

idaresi’ne gidiyordu.<br />

dış borç almaya başladı. Osmanlı Devleti,<br />

bu paraları ekonomiyi canlandıracak, mali<br />

gelirleri artıracak üretken yatırımlar yerine<br />

büyük bir donanma oluşturmak, bürokrasinin<br />

maaşları gibi kalemler için kullandı.<br />

Alınan borçların neredeyse yüzde 80’i eski<br />

borç ödemelerine giderken, yatırıma yönelen<br />

kısım toplam tutarın yüzde 10’undan<br />

azdı. Borçlarını ödeyemez hale gelen Osmanlı<br />

Devleti, 1875’te moratoryum ilan etti.<br />

1881’de Düyun-u Umumiye İdaresi’nin faaliyete<br />

geçmesiyle Osmanlı Devleti üzerinde<br />

yeni bir denetim mekanizması kurulmuş<br />

oldu.<br />

Dış borçlanma süreci ile eşzamanlı olarak<br />

yine 19. yüzyılın ortalarından itibaren doğrudan<br />

yabancı sermaye yatırımları da gündeme<br />

geldi. Bu süreçte Avrupa finans kapitalinin<br />

75 milyon İngiliz Sterlini kadar doğrudan<br />

yatırımları gerçekleşti. Bu yatırımların üçte<br />

ikisi demiryolu ile ilgiyken kalanının ticaret,<br />

bankacılık, sigortacılık, liman işletmeciliği,<br />

gaz, su, şehir içi ulaşım işletmeciliği alanında<br />

gerçekleştiği ancak yüzde 10 kadar bir<br />

kısmının madencilik, tarım ve sanayi gibi<br />

üretim alanına yöneldiği; dış borçlanma ve<br />

demiryolları başta olmak üzere yabancı sermaye<br />

yatırımlarının dış ticareti geliştirmeye<br />

yönelik olduğu söylenebilir.<br />

Yabancıların Osmanlı ekonomisi üzerindeki<br />

artan rolleri ve yerinin yanı sıra verilen<br />

kapitülasyonlarla Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

sınırları içinde kendi mahkemelerinden<br />

postanelerine kadar çeşitli ayrıcalık ve<br />

imkânlara sahip olmaları da ayrıca dikkat<br />

çeken bir husustur.<br />

54 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 54 20.10.2023 17:13


Cibali Tütün Fabrikası’nda ihracat için<br />

paketleme yapılıyor, 1884.<br />

miyordu. Ayrıca doğumda yaşam beklentisi<br />

32-33 yıl, okuryazarlık oranı yüzde 10’un<br />

altında ve yetişkin nüfusun okul süresi 1<br />

yıldan az, yani insan kaynağı yetersizdir.<br />

Bilgi ve teknoloji üretilememekteydi. Bütün<br />

bu göstergeler Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

aynı zamanda geri kalmış bir ülke olduğuna<br />

da işaret eder.<br />

İMPARATORLUKLARA SON<br />

VEREN SAVAŞ<br />

1914-1918 yıllarında İngiltere, Fransa,<br />

Rus Çarlığı, Sırbistan, İtalya, Yunanistan,<br />

Portekiz, Romanya ve ABD’nin oluşturduğu<br />

İtilaf Devletleri ile Alman, Avusturya-Macaristan,<br />

Osmanlı İmparatorlukları ve Bulgaristan’dan<br />

oluşan İttifak Devletleri arasında<br />

yaşanan Birinci Dünya Savaşı sonrası, dünya<br />

bir daha eskisi gibi olmadı. İmparatorluklar<br />

yıkılarak tarih sahnesinden çekildiler;<br />

yerlerine irili ufaklı yeni devletler ortaya<br />

çıktı.<br />

Tank, uçak, zehirli gaz gibi silahların ilk<br />

kez kullanıldığı dünya savaşı, insanlığın<br />

yaşadığı en büyük trajedilerdendir. Savaşta<br />

65 milyon asker seferber oldu; 6,6 milyonu<br />

sivil olmak üzere 17 milyon kişi hayatını<br />

kaybetti; 21 milyon insan yaralandı.<br />

Asker-sivil yaklaşık 5 milyon kişiyi, yani<br />

nüfusunun dörtte birini yitiren Osmanlı Devleti,<br />

Birinci Dünya Savaşı’ndan en fazla<br />

insan kaybıyla çıkan devlet oldu. Yaşanan<br />

fiziki ve maddi yıkım ile savaş sırasında<br />

yıllık yüzde 300’lere kadar çıkan enflasyon<br />

yüzünden sağ kalanların en büyük sorunu<br />

iaşe ve geçim sıkıntısıydı.<br />

Savaş sürecinde dört imparatorluk<br />

yani Rus Çarlığı, Alman İmparatorluğu,<br />

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve<br />

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. Balkanlar,<br />

Kuzey ve Doğu Avrupa’da Çekoslovakya,<br />

Avusturya, Polonya, Litvanya, Eston-<br />

Cibali Tütün<br />

Fabrikası mekanik<br />

atölyesi.<br />

Bursa’da ipek<br />

fabrikasında çalışan<br />

kadınlar, 1875.<br />

ATLAS TARİH 55<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 55 20.10.2023 17:13


Kırklareli’nde kurulan<br />

Alpullu Şeker<br />

Fabrikası.<br />

Isparta Halı ve<br />

İplik Fabrikası’nda<br />

çalışanlar.<br />

ya, Ukrayna, Yugoslavya, Macaristan yeni<br />

devletler olarak ortaya çıktı. Ortadoğu’da<br />

İngiliz ve Fransız mandası altında veya<br />

şeklen bağımsız ancak İngiltere’nin veya<br />

Fransa’nın nüfuzu altında varlık göstermeye<br />

çalışan yeni devletler kuruldu.<br />

KALKINMAK IÇIN IKTISADI<br />

BAĞIMSIZLIK ŞART<br />

Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle<br />

çıkan Osmanlı Devleti için savaş sona ermedi.<br />

Osmanlı Devleti’nden geriye kalan<br />

son topraklar olan Anadolu ve Trakya’nın<br />

önemli bir kısmı Mondros Mütarekesi ile<br />

başlayan süreçte işgal edildi. 1919-1922<br />

yılları arasında ise Milli Mücadele ile bağımsızlık<br />

yeniden kazanıldı ve 29 Ekim 1923’te<br />

Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.<br />

Türkiye Cumhuriyeti, sanayisiz ekonomisi,<br />

dışa bağımlı ve geri kalmışlığın birçok<br />

göstergesine sahip olan Osmanlı Devleti’nden<br />

harap bir ülke ve enkaz halinde bir<br />

ekonomi devraldı. Dışa bağımlı, geri kalmış<br />

ülkenin refaha kavuşması yani kalkınması<br />

için yapılması gerekenlerin en başında iktisadi<br />

bağımsızlığını elde etmesi gelir. Nitekim<br />

Milli Mücadele’yi yöneten ve cumhuriyeti<br />

kuran kadronun önderi Gazi Mustafa Kemal<br />

Paşa, Milli Mücadele’nin hemen ardından<br />

1923’te iktisadi bağımsızlığın önemini<br />

“Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi<br />

haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde<br />

en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde<br />

bağımsızlıktan yoksun olmamızdır” diyerek<br />

vurgular.<br />

TÜRKIYE İKTISAT KONGRESI<br />

Henüz Milli Mücadele’nin sona erdiği, Lozan’da<br />

görüşmelere ara verildiği bir sırada,<br />

27 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan ve 4<br />

Mart 1923’e kadar süren İktisat Kongresi’ne<br />

1.135 kişi katıldı. Kongrede her kaza bir<br />

tüccar, sanayici, sanatkâr, işçi, şirket, banka<br />

ve üç çiftçi temsilcisi olmak üzere toplam<br />

sekiz kişiden oluşan heyetler tarafından<br />

temsil edildi.<br />

Kongrede ele alınan konular ve ardından<br />

alınan kararların hükümet nezdinde bir<br />

yaptırımı yoktu. Tavsiye niteliğindeki bu kararların<br />

Aşar Vergisi’nin ve Tütün Rejisi’nin<br />

kaldırılması, terli girişimciyi finanse etmek<br />

için bir ticaret bankasının yani Türkiye İş<br />

Bankası’nın kurulması, sanayinin teşviki<br />

için Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun çıkarılması;<br />

yerli malı kullanımının teşvik edilmesi<br />

gibi bazılarının hayata geçtiği; bu bağlamda<br />

56 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 56 20.10.2023 17:13


kongrenin, 1920’lerde izlenen milli iktisat<br />

politikasının genel çerçevesini çizdiği söylenebilir.<br />

Cumhuriyet dönemi ekonomisinin başlangıcı<br />

veya temellerinin atıldığı bir gelişme<br />

olarak değerlendirilmekle birlikte İkinci<br />

Meşrutiyet döneminde İttihatçıların izledikleri<br />

milli iktisat politikasının derin izlerini<br />

taşır. Bu yönüyle imparatorluktan cumhuriyete<br />

devamlılığı da temsil eder.<br />

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kongrenin<br />

açılışında yaptığı tarihi öneme sahip konuşmasında<br />

yer alan şu ifadeler iktisadi bağımsızlığın<br />

önemini yansıtır:<br />

“Efendiler, kılıç kullanan kol yorulur, sonunda<br />

kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o<br />

kında küflenmeye, paslanmaya mahkûm<br />

olur. Lâkin saban kullanan kol; gün geçtikçe<br />

daha fazla kuvvetlenir ve daha çok kuvvetlendikçe<br />

daha çok toprağa sahip olur.<br />

Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük<br />

olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile taçlandırılamazlarsa<br />

meydana gelen zaferler<br />

devamlı olamaz, az zamanda söner. Bu<br />

bakımdan en kuvvetli ve parlak zaferimizin<br />

bile sağlayabildiği ve daha sağlayabileceği<br />

yararlı kazançları belirlemek için ekonomimizin,<br />

iktisadî hâkimiyetimizin sağlanması<br />

ve sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekir.”<br />

29 Kasım 1922-4 Şubat 1923 ve 23 Nisan<br />

1923-24 Temmuz 1923 tarihleri arasında<br />

Lozan’da gerçekleşen barış görüşmelerinin<br />

ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan<br />

Lozan Antlaşması, Türkiye’nin yalnız siyasal<br />

bağımsızlığının tescili anlamına gelmez. Lozan’da<br />

aynı zamanda iktisadi bağımsızlığın<br />

önündeki iki engel, yani kapitülasyonlar ve<br />

dış borçlar da aşıldı. Ancak dış ticaret rejimi<br />

1929’a kadar aynen devam etti. Bu rejimin<br />

temel karakteristiği ise korumacı önlemlere<br />

başvurmayı mümkün kılmaması, yani içerdeki<br />

sanayileşme çabalarını dış rekabetten<br />

koruma imkânını vermemesiydi. Başka bir<br />

ifadeyle Osmanlı Devleti’nde egemen olan<br />

dış ticaret rejiminin 1929 yılına kadar sürmesi<br />

anlamına gelir.<br />

Lozan Antlaşması’yla kapitülasyonlara<br />

son verilmesinin önemini Gazi Mustafa Kemal<br />

Paşa “Bugün için düşündüğüm<br />

Kırklareli Alpullu tren istasyonu.<br />

Alpullu İspirto Fabrikası’nın açılış töreni, 28 Aralık 1928<br />

(üstte ve altta).<br />

ATLAS TARİH 57<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 57 20.10.2023 17:13


İzmir Yemiş<br />

Çarşısı’ndaki incir<br />

atölyesi, 12 Haziran<br />

1931.<br />

tek şey, kapitülasyonlardır. Maddeten, fiilen,<br />

kanla kaldırılmış olan kapitülasyonların, bir<br />

daha dirilmemek üzere ortadan kaldırılmasını<br />

sağlamaktır. Ticaretimizin de sanayimizin<br />

de her çeşit ekonomimizin de gelişme<br />

ve yükselmesi ancak buna bağlıdır” diyerek<br />

ifade eder.<br />

ÇIFTÇIYE BIR NEFES: AŞAR’IN<br />

KALDIRILMASI<br />

Sanayileşmek, genç cumhuriyetin başlangıçtan<br />

itibaren en önemli hedefleri arasında<br />

yer alır. Ancak Türkiye ekonomisinin<br />

tarıma dayalı bir ekonomi olduğu açıktır.<br />

Toplam nüfusun yüzde 75’inin kırsal alanlarda<br />

yaşadığı; toplam iş gücünün de yüzde<br />

90’ının tarımda istihdam edildiği; gayrisafi<br />

milli hasılanın yüzde 48’inin tarımdan sağlandığı;<br />

ihracatın yüzde 84’ünün tarımsal<br />

ürünlerden oluştuğu cumhuriyetin ilk yıllarında,<br />

köylü ilkel yöntemlerle mültezime<br />

çalışmaktaydı. Üretimi artırmak, ekonomiyi<br />

yeniden işler hale getirmek için bu kesimi<br />

teşvik etmek gerekiyordu. Bu bağlamda<br />

1925’te Aşar Vergisi kaldırıldı. Hakkında<br />

çeşitli tartışmaların yaşandığı bu düzenlemenin<br />

yorgun ve yılgın Anadolu köylüsüne<br />

biraz nefes aldırmak, bu geniş halk kitlesinin<br />

desteğini kuvvetlendirmek gibi gerekçeleri<br />

olduğu ileri sürülür.<br />

Aşar Vergisi’nin kaldırılmasından duyduğu<br />

memnuniyeti Gazi Mustafa Kemal Paşa<br />

“…Memleketin başında orta çağın en insafsız<br />

belası olarak hâlâ musallat duran aşarın<br />

kaldırılmasını yüce Meclis’e teklif edebilecek<br />

bir ekonomik seviyeye cumhuriyet idaresinin<br />

bir senede ulaşmış olması, cidden<br />

memnuniyet vericidir” ifadesiyle vurgular.<br />

Aşar Vergisi’nin kaldırılmasının yanı sıra<br />

tarım sektörünü deyim yerindeyse ayağa<br />

kaldırmak için eğitim, bilimsel faaliyetler ve<br />

numune çiftlikleri ki; ilk olarak Ankara’da<br />

Gazi Çiftliği veya bugünkü adıyla Atatürk<br />

Orman Çiftliği kuruldu.<br />

Köylü üreticilerin 1929 krizine kadar görece<br />

nefes almasında rol oynayan Aşar Vergisi’nin<br />

kaldırılması ve yerine istikrarlı bir<br />

mali düzenlemenin yapılamaması ise vazgeçilen<br />

gelirle finansmanı sağlanabilecek<br />

olan yatırım ve atılacak adımların hızını kesti,<br />

boyutunu küçülttü. Ayrıca aşarın kaldırılmasıyla<br />

nefes alan köylülerin daha üretken<br />

ve verimli hale gelmeleri ise sağlanamadı.<br />

Dolayısıyla Aşar Vergisi’nin kaldırılması en<br />

çok toplumun büyük bir bölümünü oluşturan<br />

köylü nüfusa nefes aldırtan büyük bir<br />

adım oldu.<br />

YERLI GIRIŞIMCI YARATMAK<br />

Osmanlı İmparatorluğu üzerinde Avrupa<br />

finans-kapitalinin denetimi ve büyük devletlerin<br />

nüfuzunun oluşumunda rol oynayan<br />

demiryollarını bir yandan millileştirmek,<br />

diğer andan yeni hatlar inşa ederek ulaşım<br />

ağını daha etkin ve işlevsel kılmak için<br />

1920’lerden başlayarak bir dizi adım atıldı.<br />

1930’ların sonuna gelindiğinde ise Osmanlı<br />

İmparatorluğu’ndan devralınan ve çoğu<br />

yabancı şirketlerce işletilen 4.100 km civarındaki<br />

demiryolu ağına ilave olarak 3.700<br />

km yeni hat inşa edildi. Böylece hem iç<br />

pazarın bütünleşmesi hem de çoğu yabancı<br />

ortaklarla da olsa inşaat faaliyetlerinde yerli<br />

müteahhitlerin rol oynaması, yerli girişimci<br />

sınıfın oluşumunda etkili oldu.<br />

İkinci Meşrutiyet’ten beri siyasal seçkinlerin<br />

özlemi olan bir yerli girişimci yaratmak<br />

cumhuriyetin kuruluşu, hatta daha Milli Mücadele<br />

sırasında dahi gündemdeydi. Gayrimüslim<br />

ve yabancıların ekonomideki yerini<br />

Müslüman-Türk unsurla doldurmak için atılan<br />

birçok adım bulunur. Ancak bu durum,<br />

kuruluş yıllarında cumhuriyetin yabancı<br />

sermayeye karşı olduğu anlamına gelmez,<br />

58 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 58 20.10.2023 17:13


kapitüler olamamak koşuluyla yabancı sermaye<br />

kabul görür.<br />

Osmanlı İmparatorluğu’ndan sanayisiz<br />

bir ekonomi devralan genç cumhuriyet,<br />

iktisadi bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik<br />

için sanayileşmenin ne kadar önemli<br />

olduğu bilincinde olan kadrolarca kuruldu<br />

ve daha 1930’larda gündeme gelecek olan<br />

devletçi sanayileşme politikasından önce<br />

Osmanlı’dan devralınan devlete ait sanayi<br />

işletmelerinin bir anlamda reorganizasyonu<br />

anlamına gelen ve bütün bu işletmeleri<br />

tek çatı altında toplayan Türkiye Sanayi ve<br />

Maadin Bankası kuruldu. Diğer yandan kamu-özel<br />

sektör ortaklıkları ve özel girişimlere<br />

sağlanan teşviklerle sanayileşmek için<br />

adımlar atıldı. Bu bağlamda dışa bağımlılığı<br />

azaltmak için şeker sanayiinin gelişme gösterdiğini,<br />

ülkenin imarı için önemli bir madde<br />

olan çimento gereksinimini karşılamak<br />

amacıyla çimento fabrikalarının kurulduğunu<br />

ifade etmek gerekir. 1927’de Teşviki<br />

Sanayi Kanunu ile özel sektör yatırımlarının<br />

önü açılmak istendi. Ancak gerek dış ticaret<br />

rejiminin korumacı tedbirlerle uygun olmaması<br />

ve bu nedenle ithal ikameci politika<br />

izleme imkânının elde olmaması nedeniyle<br />

1920’lerde ülkenin ihtiyaç duyduğu sanayileşme<br />

hızına ulaşılamadı.<br />

1929 BÜYÜK BUHRAN<br />

1928 dünya ekonomisi açısından durgunluğun<br />

başladığı bir yıldır. Fiyatlarda 1924<br />

yılının ikinci yarısında başlayan yükselme<br />

1928 yılında da devam etti. Hem bireysel<br />

yatırımcılar hem de şirketler fiyatların daha<br />

da yükseleceği düşüncesiyle hisse senedi<br />

satın aldılar. Hisse senedi alımlarının artmasıyla<br />

da fiyatlar yükselmeye devam etti.<br />

Satın alımların oldukça yüksek düzeyde devam<br />

ettiği borsada varılabilecek en yüksek<br />

noktaya ulaşıldı. Hatta şişme noktası<br />

Ankara-Sivas<br />

demiryolu hattının<br />

açılış töreni, 1930.<br />

Cumhuriyetin ilk<br />

yıllarında ulaşım<br />

politikasının merkezinde<br />

demiryolları vardı.<br />

ATLAS TARİH 59<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 59 20.10.2023 17:13


çoktan aşıldı. Bu duruma piyasanın daha<br />

fazla dayanamamasıyla Mart 1929’da hisse<br />

senedi satışları başladı. Hisse senedi satışlarında<br />

yaşanan bu hız, fiyatlara da yansıdı<br />

ve fiyatlar oldukça hızlı bir şekilde düştü.<br />

Küresel ekonomi hızla büyük bir krize doğru<br />

sürüklenmeye başladı. Haziran 1929’da<br />

“sanayi üretim endeksi”nde düşüşler yaşandı.<br />

Bu düşüşler spekülatörlerin büyük<br />

bir endişe ve panikle tekrar hisse senedi satışlarını<br />

artırmasına neden oldu. New York<br />

Borsası’nda 21 Ekim tarihinin en büyük<br />

satış miktarı gerçekleşti. <strong>Tarih</strong>e “Kara Perşembe”<br />

olarak geçen 24 Ekim 1929 günü<br />

ve devamında hisse senetlerinde olağanüstü<br />

büyüklükte düşüşler yaşandı. Döküm,<br />

kömür, çelik ve otomobil sanayileri başta<br />

olmak üzere tüm sanayi adeta durma noktasına<br />

geldi. Bankaların iflası, fabrikaların<br />

kapanması, işsizlik ortaya çıktı.<br />

BUHRAN EN ÇOK TARIMI<br />

ETKILEDI<br />

ABD’de başlayan ve dünyaya hızla<br />

yayılan bu kriz, tüm gelişmiş ekonomiler<br />

üzerinde olumsuz etkiler yaratırken, Türkiye<br />

ekonomisinin de bu ölçüde büyük bir<br />

krizden etkilenmemesi mümkün değildi.<br />

Türkiye ekonomisinde 1929 öncesinde<br />

durgunluk yaşamaktaydı. Ancak krizle<br />

birlikte Türkiye ekonomisinin zayıf olan<br />

bünyesi dünya ekonomisinde yaşanan bu<br />

olumsuz koşullardan dolayı daha da zayıfladı.<br />

Ekonomide kurumsal düzenlemelerin<br />

ve politika araçlarının henüz tamamlanmamış<br />

olması, Osmanlı Devleti’nden<br />

alınan bir dizi kurumun tasfiyesinin zorunluluğu,<br />

ekonomik ve toplumsal yapının<br />

yeniden inşası, iklim şartlarının kuraklık<br />

ve kıtlığa neden olması gibi faktörler 1929<br />

krizinin etkilerinin Türkiye’de daha derinleşmesinde<br />

rol oynadı. 1929 krizi Türkiye<br />

ekonomisinde en çok tarım kesimini etkiledi.<br />

Üst üste yaşanan kötü hasat yıllarının<br />

etkisiyle hububat üretiminde büyük gerileme<br />

oldu. 1927 ve 1928 yıllarında ortaya<br />

çıkan hububat açığı nedeniyle 1929<br />

yılında 18 milyon liralık hububat ithalatı<br />

yapılmak zorunda kalındı. Krizin dünya<br />

ölçeğinde olması ve Türkiye’den tarım<br />

ürünleri satın alan ülkelerin de ekonomilerinin<br />

bozulması, tarımsal ihraç ürünlerinin<br />

fiyatlarında yüksek düşüşlerin yaşanmasına<br />

neden oldu.<br />

60 ATLAS TARİH<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 60 20.10.2023 17:13


1930’lu yıllarda<br />

devletin yatırımcı ve<br />

işletmeci olarak<br />

öne çıktığı bir<br />

politika izlendi.<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk tarlada<br />

traktör üstünde.<br />

DEVLETÇILIĞE YÖNELIŞ<br />

Lozan’da imzalanan ve tıpkı Osmanlı<br />

Devleti zamanındaki gibi serbest dış ticaret<br />

rejimi izlenmesini zorunlu kılan sözleşmenin<br />

1929’da sona ermesiyle Türkiye korumacı<br />

ve devletçi iktisat politikalarına yöneldi; dış<br />

ticaret ve kambiyo denetimi, iç ticaret ve<br />

piyasalar üzerinde müdahale ve denetimde<br />

bulunmaya başladı. Bu bağlamda en önemli<br />

gelişmelerin başında Türk Parasının Değerini<br />

Koruma Kanunu ve Merkez Bankası’nın<br />

kurulması gelir.<br />

Osmanlı Devleti’nden sanayisiz bir ekonomik<br />

yapı devralan Türkiye Cumhuriyeti,<br />

1920’lerde atılan adımlara karşın sanayileşme<br />

sürecinde beklenen mesafeyi alamadı.<br />

Hem sermaye yetersizliği hem yabancı rekabetine<br />

karşı koruma kalkanından yoksun<br />

olan ekonomide, 1930’larda birçok alanda<br />

ortaya çıkan devlet müdahaleciliğinin en<br />

önemli yansımalarından biri de sanayi sektöründe<br />

kendini gösterdi. Sanayide dışa bağımlılığı<br />

azaltmak ve kendi kendine yetmek<br />

kaygı ve hedefleri doğrultusunda devlet eli<br />

ve öncülüğünde modern sanayinin temelleri<br />

atıldı. Sümerbank ve çatısı altında dokumadan<br />

kağıda toplanan işletmeler, yarattığı<br />

dışsallıkla özel sektörün gelişimi üzerinde de<br />

etkili oldu. Madencilik ve metalürji alanında<br />

ise Etibank önemli girişimleri çatısı altında<br />

topladı. Bütün bu gelişmeler iki sanayi planı<br />

çerçevesinde gündeme geldi.<br />

Yaklaşık 100 yıl zarfında yıllık büyüme<br />

oranı yüzde 5 olan Türkiye ekonomisi, 1923-<br />

1938 döneminde yüzde 7,8 oranında büyüme<br />

hızı gösterdi. Bu rakamın oluşumunda<br />

kuşkusuz ülkenin ve ekonominin toparlanma<br />

ve yeniden inşasının büyük rolü olduğu<br />

açıktır. Ancak bunda hem yeniden inşa hem<br />

kalkınma odaklı stratejinin mimarları yani<br />

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve cumhuriyeti<br />

kuran kadronun vizyonu da önem taşır. l<br />

Kaynakça<br />

• Ahmad, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, İstanbul 1999.<br />

• Boratav, Korkut, Türkiye’de Devletçilik, Ankara 2006.<br />

• Boratav, Korkut, Türkiye İktisat <strong>Tarih</strong>i 1908-2009, Ankara 2011.<br />

• Kazgan, Gülten, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul 2021.<br />

• Keyder, Çağlar, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), İstanbul 1993.<br />

• Kuruç, Bilsay, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi: Büyük Devletler ve Türkiye, İstanbul 2012.<br />

• Ökçün, A. Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi, 1923-İzmir Haberler Belgeler-Yorumlar, Ankara 1981.<br />

• Pamuk, Şevket, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi <strong>Tarih</strong>i: Büyüme, Kurumlar ve Bölüşüm, İstanbul 2014.<br />

• Sönmez, Mustafa, İşte Eseriniz!.. 100 Göstergede Kuruluştan Çöküşe Türkiye Ekonomisi, İstanbul 2004.<br />

• Tekeli, İlhan, - Selim İlkin, Uygulamaya Geçerken Türkiye’de Devletçiliğin Oluşumu, Ankara 1982.<br />

• Tekeli, İlhan, - Selim İlkin, 1929 Dünya Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, Ankara 1983.<br />

• Tezel, Yahya Sezai, Cumhuriyet Döneminin İktisadi <strong>Tarih</strong>i (1923-1950), İstanbul 2002.<br />

• Toprak, Zafer, Atatürk – Kurucu Felsefenin Evrimi, İstanbul 2020.<br />

• Yenal, Oktay, Cumhuriyet’in İktisat <strong>Tarih</strong>i, İstanbul 2003.<br />

ATLAS TARİH 61<br />

050_061_K-E-CF-ulusekonomisi.indd 61 20.10.2023 17:13


62 ATLAS TARİH<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 62 20.10.2023 17:13


100 YIL ÖNCE TARIM,<br />

HAYVANCILIK VE SÜTÇÜLÜK<br />

“KÖYLÜ<br />

MİLLETİN<br />

EFENDİSİDİR”<br />

Türkiye nüfusunun büyük bölümü<br />

kırsalda yaşıyordu. Bu nedenle<br />

memleketi yeniden ayağa kaldırmaya<br />

köylerden başlandı. İlk adımlar<br />

cumhuriyet ilan edilmeden önce<br />

atılmıştı. Ziraat Yüksek Mühendisi<br />

Prof. Dr. Cemal Taluğ ile Atatürk<br />

dönemi tarım politikalarını konuştuk.<br />

Gökhan Tarkan Karaman<br />

gokhanproject@gmail.com<br />

ATLAS TARİH 63<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 63 20.10.2023 17:13


1927 sayımına göre<br />

Türkiye nüfusunun<br />

yüzde 80’i kırsalda<br />

yaşıyordu ve<br />

yüzde 65’i tarımla<br />

geçiniyordu.<br />

Prof. Dr. Cemal Taluğ, Ankara Üniversitesi<br />

Ziraat Fakültesi’ndeki müzede.<br />

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin<br />

tarihi konferans<br />

salonundayız. 90 yıl önce<br />

Yüksek Ziraat Enstitüsü olarak<br />

açılan bu bina, Türkiye’de<br />

çağdaş ziraat eğitiminin başladığı yer. Ziraat<br />

yüksek mühendislerinin en kıdemli isimlerden<br />

Prof. Dr. Cemal Taluğ ile buluşuyoruz.<br />

“Burası benim en fazla konuşma yaptığım<br />

salon” sözleriyle bizi karşılıyor. Cemal Hoca,<br />

yarım asır önce öğrenci olarak girdiği bu kurumda<br />

asistanlık, hocalık ve dekanlık yapmış:<br />

“Burası Ernst Egli tarafından mimarisi<br />

yapılan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün rektörlük<br />

binası. Ne demek enstitünün rektörlüğü?<br />

Çünkü Yüksek Ziraat Enstitüsü gerçek bir<br />

üniversite olarak kurulmuştur.” Söyleşimize<br />

geçmeden önce kampüsü birlikte geziyoruz.<br />

Kurulduğu zamandaki mimarisi hemen<br />

hemen hiç bozulmamış ve bugüne taşınmış.<br />

Zengin kütüphanesindeki asırlık kitaplar, ülkemizdeki<br />

ziraat eğitiminin nasıl başladığını<br />

gösteriyor. Müzesindeki fotoğraflar, belgeler,<br />

üretim aletleri bizi zaman yolculuğuna<br />

çıkarıyor. Enstitünün nasıl kurulduğunu konuşacağız.<br />

Ancak önce Atatürk’ün nasıl bir<br />

köy ve çiftçilik tahayyül ettiğini konuşarak<br />

başlıyoruz.<br />

Cumhuriyetin ilk yıllarında köye ve tarıma<br />

bakış nasıldı?<br />

Bunun için iki referansım var. İkisi de<br />

Büyük Atatürk’ün daha cumhuriyet kurulmadan<br />

önce, cumhuriyetin şafağında yaptığı<br />

iki konuşmadır. Bunlardan ilki 1 Mart<br />

1922’de yaptığı Meclis açış konuşmasıdır.<br />

O zaman 1 Mart’ta açılıyordu Meclis. Büyük<br />

Önder “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi<br />

kimdir?” diye sorar ve “Türkiye’nin gerçek<br />

sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan<br />

köylüdür” der. Bu konuşmayı bazı insanlar<br />

şöyle algılar, “Köylüler yüzde 80’ini oluşturuyordu<br />

toplumun, onlara bir selamlama”<br />

gibidir. Halbuki hiç öyle değildir. Bu, çok<br />

64 ATLAS TARİH<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 64 20.10.2023 17:13


önemli bir konuşmadır. Çünkü burada Atatürk<br />

hiçbir zaman tek başına köylü dememiştir.<br />

“Üretici olan köylü” demiştir. Atatürk<br />

köylünün üretimde çok daha etkili olmasını,<br />

gerçek bir çiftçi olmasını daima düşünmüş,<br />

onu oluşturacak koşulları sağlamaya çalışmıştır.<br />

Tarımı meslek olarak kabul eden,<br />

ne ektiğini, ne yaptığını bilen, gelecekte ne<br />

yapacağını düşünen bir çiftçi. Bilinçli bir<br />

çiftçi. Bilgiye değer veren ve bilgiyi arayan<br />

bir insan. Bu çok önemlidir. Çünkü Atatürk<br />

tarımsal gelişmeyi, ekonomik gelişmenin<br />

can damarı olarak görür. O günün koşullarına<br />

baktığımızda, tarımsal gelişme dışında<br />

ekonomiyi ayağa kaldıracak, canlandıracak<br />

hiçbir olanak yoktur. Bu bakımdan çok<br />

önemlidir. Ancak bir de herkesin göremediği<br />

bir yüzü vardır bu sözün. Atatürk bilir<br />

ki, insanlık tarihi içinde üretim ve çalışma<br />

insanın özgürleşmesinin yolunu açan çok<br />

önemli değerlerdir. Cumhuriyetin sahiplenilmesi,<br />

cumhuriyetin kökleşmesi için özgürleşen<br />

insanlara ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle<br />

Büyük Atatürk, “Bu ülkenin gerçek sahibi,<br />

gerçek üretici olan köylüdür” demiştir.<br />

İkinci konuşma hangisi? İzmir İktisat<br />

Kongresi’nde yaptığı mı?<br />

Evet. İzmir İktisat Kongresi çerçevesinde<br />

Atatürk’ün yaptığı çok önemli bir konuşmadır<br />

yine. Bu konuşmasında “Siyasi ve askeri<br />

zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisat<br />

zaferleriyle taçlandırılamazlarsa elde edilen<br />

zaferler sürüp gidemez, az zamanda söner”<br />

der. Kılıç ve sabanı karşılaştırır. “Kılıç kullanan<br />

kol yorulur ama saban kullanan kol<br />

güçlenir ve toprağın gerçek sahibi olur” der.<br />

Atatürk’ün tarıma ve köylüye bakışı bu iki<br />

konuşmasında çok açık olarak ortaya çıkar.<br />

Atatürk köylüye ve tarıma çok büyük önem<br />

vermiştir. Tarımı bir can suyu; ekonomik<br />

kalkınmanın ve cumhuriyeti ayakta tutmanın<br />

bir can suyu olarak görmüştür. Bunu<br />

sağlamak için de kırsal alanda yaşayan<br />

insanların gerçek birer çiftçi, bilinçli birer<br />

çiftçiye dönüşmesinin koşullarını yaratmaya<br />

çalışmıştır.<br />

Peki bunun için neler yapılmıştır?<br />

Daha cumhuriyet kurulur kurulmaz ilk<br />

yapılanlardan biri, 1924 yılında Ziraat Vekaleti’nin<br />

kurulmasıdır. Yine 1924 yı-<br />

1929 ekonomik<br />

buhranının<br />

Türkiye’ye<br />

yansıması,<br />

tarımsal ürünlerin<br />

fiyatlarındaki<br />

düşüşle oldu.<br />

ATLAS TARİH 65<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 65 20.10.2023 17:13


1933 yılında kurulan yüksek ziraat enstitüsü’nün<br />

veterinerlik bölümü öğretmenleri ve öğrencileri...<br />

66 ATLAS TARİH<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 66 20.10.2023 17:13


ATLAS TARİH 67<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 67 20.10.2023 17:13


Ernst Egli tarafından<br />

mimarisi yapılan Yüksek<br />

Ziraat Enstitüsü binaları<br />

(en üstte). Enstitü<br />

öğrencileri ders sırasında,<br />

1935 (üstte ve sağda).<br />

68 ATLAS TARİH<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 68 20.10.2023 17:14


lında Köy Kanunu çıkarılmıştır. Köye kimlik<br />

veren, köyü demokrasinin hücreleri kabul<br />

eden, köyde demokrasinin canlanmasına,<br />

yer almasına olanak veren çok önemli bir<br />

yasadır. Köy Kanunu, Atatürk’ün dediği o<br />

bilinçli köylüyü, bilinçli çiftçiyi yaratmanın<br />

önemli koşullarından biri olarak çıkarılmıştır.<br />

Yine 1924 yılında yapılan bir başka düzenleme<br />

de İtibari Zirai Birlikler Yasası’nın<br />

çıkarılmasıdır. Böylece köylünün finansman<br />

için tefecilerin elinden, aracıların elinden<br />

kurtarılması sağlanmıştır.<br />

17 Şubat 1925’te vergi düzenlemesi de<br />

yapılıyor değil mi?<br />

Evet. Aşar Vergisi kaldırılıyor. Köylünün<br />

mültezimlerin elinden kurtarılması, özgürleşme<br />

yolunda çok önemli bir adımdır.<br />

Atatürk’ün istediği tarımsal gelişmeyi yaratacak<br />

önemli olanaklardan bir tanesidir.<br />

Atatürk yaptığı her şeyi bilimsel bilginin yol<br />

göstericiliğini esas alarak yapmıştır. Bilime<br />

ve bilimsel bilgiye çok önem vermiştir. Bu<br />

bakımdan yine 1925 yılında Türkiye’de ilk<br />

araştırma kuruluşlarının da oluşturulduğunu<br />

görüyoruz. İlki Eskişehir Sazova’da buğday<br />

ıslah istasyonudur. 1929’da kuru tarım istasyonu<br />

eklenecektir. Müthiş bir gelişmedir.<br />

Yine 1925’ten başlayarak Adana’da, Adapazarı’nda,<br />

Ankara’da çeşitli araştırma kuruluşları<br />

oluşur.<br />

1925 yılında o zamanki adıyla Gazi Orman<br />

Çiftliği de kuruluyor.<br />

Gazi Orman Çiftliği, bugünkü adıyla Atatürk<br />

Orman Çiftliği. 1925 yılında Ankara’nın<br />

hem de tarıma çok elverişli olmayan bir yerinde<br />

ve kendi parasıyla Atatürk’ün kurduğu<br />

muhteşem bir eserdir. Atatürk’e derler: “Paşam<br />

burada ya sabır biter ya para biter. Burasını<br />

ıslah etmek zor.” Atatürk’ün kısa bir<br />

cevabı vardır: “İyi de biz ıslah etmezsek kim<br />

gelip ıslah edecek?” Gerçekten Atatürk kararlıdır.<br />

Atatürk Orman Çiftliği yapılır. Orada<br />

bir süt işletmesi de açılır. Diğer çiftlikleriyle<br />

beraber daha sonra 1937 yılında halka<br />

armağan edilir Atatürk’ün büyük çiftliği.<br />

Aslında Atatürk, Ankara’yı bir cumhuriyet<br />

okulu, cumhuriyetin değerlerinin yeşerdiği<br />

bir okul olarak kabul etmiştir. Aynı şekilde<br />

Atatürk Orman Çiftliği’nde sadece tarımsal<br />

üretim yoktur. Yüzme havuzu vardır. Atatürk<br />

“1925 yılında kurulan<br />

Atatürk orman çiftliği’nde<br />

süt işletmesi bulunuyordu.”<br />

Orman Çiftliği’nde ailelerin birlikte oturacağı<br />

parklar vardır. Yani insanların şehir içinde<br />

rahatlayacakları, birlikte ailece gidecekleri<br />

yerleri oluşturur. Gerçekten hem tarım<br />

okuludur hem çağdaş yaşam okuludur Gazi<br />

Orman Çiftliği.<br />

Mustafa Kemal Atatürk kooperatifçiliğe<br />

de büyük önem veriyor değil mi?<br />

“Atatürk ve kooperatifçilik” deyince o<br />

kadar zengindir ki... Atatürk çok sayıda<br />

konuşma yapmıştır. Yazılar yazmıştır kooperatifçilik<br />

konusunda. Kurumsal yapılar<br />

ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yasalar çıkmıştır.<br />

Hatta Atatürk bizzat kendisi kooperatif<br />

kurmuştur çiftçilerle birlikte. Bir tarım<br />

kooperatifi 1936 yılında. Sahibi olduğu Tekir<br />

Çiftliği’nde. Civardaki 35 çiftçiyle birlikte<br />

Silifke Ziraat Bankası’na bir dilekçe vererek<br />

bir numaralı üyesi olarak kooperatifin, tarım<br />

kredi kooperatifi kurma başvurusunda<br />

bulunmuştur. Bu kooperatif bugün de<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk, Gazi Orman<br />

Çiftliği’nde.<br />

ATLAS TARİH 69<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 69 20.10.2023 17:14


Mustafa<br />

Kemal Paşa<br />

konuşmalarında<br />

köylerin<br />

kalkınmasına<br />

büyük önem verdi.<br />

yaşamaktadır aynı isimle. Gerçekten Atatürk’ün<br />

kooperatifçilikle ilgisi cumhuriyetin<br />

en başlarında başlar. Hatta 1920’de mesela<br />

Meclis kapanmadan gelen bir kanun vardır.<br />

Tasarısı verilir Meclis’e Atatürk’ün imzasıyla:<br />

Kooperatif Şirketler Kanun Yasası.<br />

Bakın 1920 yılında. Bunun beş maddesi<br />

aralık ayında görüşülür ama sonra düzenli<br />

ordunun kurulması, Kurtuluş Savaşı kritik<br />

zamanlara girmektedir. Bu kanunun görüşmesi<br />

devam edemez ve kadük olur. Ancak<br />

1920 yılında Atatürk’ün kooperatif şirketler,<br />

o zamanki unvanıyla İcra Vekilleri Heyeti<br />

Başkanı olarak imzaladığı ve verdiği bir<br />

kanun tasarısının beş maddesi Meclis’te görüşülmüş<br />

ve kabul edilmiştir. Özetle kooperatifçilik<br />

çok önemlidir Atatürk’ün gözünde.<br />

Eğitim alanında neler yapılıyor?<br />

Eğitim alanında Mustafa Necati Bey zamanında,<br />

1926’da köy muallimleri mektebi<br />

gelişmesi var. Bir başka gelişme tabii<br />

köy enstitülerinin yolunu açan köy eğitmenleri<br />

1937’de başlar. Mesela 1931’de<br />

büyük bir köy kalkınma kongresi vardır.<br />

1938’de 1. Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi<br />

vardır. 1931 ve 1938’deki bu kong-<br />

reler inanılmazdır. O dönemde nasıl olur?<br />

Son derece değerli çalışmalar ortaya çıkmıştır,<br />

planlar, raporlar hazırlanmıştır. Atatürk<br />

dönemi tarıma ve köye verilen önem<br />

açısından gerçekten olağanüstü çabalarla<br />

doludur. O günün olanakları içinde sanayide<br />

yapılanlar hep köylünün alın terine,<br />

tarımda sağlanan gelişmeye bağlı olarak<br />

yeşermiştir. Tabii ki insan kaynağı açısından<br />

da çok önemlidir.<br />

İçinde bulunduğumuz kurum o zamanki<br />

adıyla Yüksek Ziraat Enstitüsü, cumhuriyetin<br />

10. yılında açılıyor.<br />

Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün açılış bayramı<br />

diye müthiş bir açılış davetiyesi vardır.<br />

Bu davetiyenin içinde şöyle bir ifade kullanılıyor:<br />

“Yüksek Ziraat Enstitüsü cumhuriyetimizin<br />

halkımıza ve bilim âlemine<br />

armağanıdır.” Çok iddialı bir üniversitesidir.<br />

Türkiye’nin ilk kimya doktorası, ilk fizik<br />

doktorası, ilk jeoloji hatta farmakoloji<br />

doktoraları burada Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde<br />

yapılmıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsü,<br />

Alman hocalar tarafından kurulmuştur.<br />

Rektörü daha evvel Leipzig Üniversitesi’nin<br />

de rektörlüğünü yapan Profesör Friedrich<br />

Falke’dir. Her şey seçimle olur. Kurullarla<br />

ve kurallarla yönetilen bir üniversitedir. Seçimle<br />

iş başına gelinir ve bu seçimlere idari<br />

personelle öğrenci temsilcileri de katılır.<br />

Öğrenciler bu üniversitenin öznesi olarak<br />

görünürler. Hatta İsmet İnönü’nün açılışta<br />

söylediği bir söz vardır. “Buradaki müderrislere,<br />

hocalara başarılar dilerim. Buradaki<br />

öğrencilere çok gıpta ediyorum” der. Gerçekten<br />

onlar kayak yaparlar, hokey yaparlar.<br />

Çok uygulamaya dayalıdır. Burada her<br />

taraf araştırmadır, her taraf laboratuvardır.<br />

1810 yılında başlayan Alman Humbold Üniversitesi<br />

geleneğinin tam bir devamıdır. Çok<br />

önemli bir üniversitedir.<br />

Üniversite diyorsunuz, enstitünün nasıl<br />

bir yapısı var?<br />

Bu üniversitede Ziraat Fakültesi var ama<br />

dört fakülte daha var. Veteriner Fakültesi<br />

var o zamanki adıyla Baytar Fakültesi, Ziraat<br />

Sanatları Fakültesi var, Tabii Bilimler Fakültesi;<br />

bu kimya, fizik doktoralarının çıktığı<br />

fakülte. Bir yıl sonra da Orman Fakültesi<br />

kurulur. Bu fakültelerin hepsi enstitülerden<br />

70 ATLAS TARİH<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 70 20.10.2023 17:14


oluşur. Ziraat Fakültesi’nde yedi enstitü vardır.<br />

En büyük fakültesidir.<br />

Sütçülük bölümü de bu enstitülerden biri<br />

mi?<br />

Bu yedi enstitüden bir tanesi Zootekni ve<br />

Sütçülük Enstitüsü’dür. Yani hayvan yetiştiriciliği<br />

ve sütçülük tek bir enstitü altındadır<br />

ama iki ayrı özel binadadır. İşte bu Sütçülük<br />

Enstitüsü, Türkiye’de süt ve mamulleri<br />

alanında ilk bilimsel çalışmaların yapıldığı,<br />

ilk eğitim çalışmalarının yapıldığı yerdir.<br />

Gerçekten araştırmalar inanılmazdır ve çok<br />

sayıdadır. Bu fakültenin göz bebeğidir. Hatta<br />

Sütçülük Enstitüsü’nün başında bulunan<br />

hocamız Ekrem Rüştü İzmen Hoca, Alman<br />

hocalar 1939’da ülkelerine döndükten sonra<br />

Ziraat Fakültesi’nin ilk dekanı olmuştur.<br />

Uzun yıllar dekanlık ve Ankara Üniversitesi’nde<br />

de rektörlük yapmıştır. Süt ve mamulleri<br />

çalışmaları, bu fakültenin tarihinde<br />

daima çok önemli bir yer tutmuştur. Birçok<br />

öncelikler de Yüksek Ziraat Enstitüsü Ziraat<br />

Fakültesi’nden başlamıştır. Bu Zootekni<br />

ve Sütçülük Enstitüsü 1943-44 döneminde<br />

ikiye ayrılır; Zootekni Enstitüsü ve Sütçülük<br />

Enstitüsü. İsmi de Süt ve Mamulleri Enstitüsü<br />

olur. 1967 yılından itibaren bilimsel<br />

çalışmaları ve eğitim çalışmaları doğrudan<br />

bağımsız bir bölüm olarak Süt ve Teknolojisi<br />

bölümü olarak Ankara Üniversitesi Ziraat<br />

Fakültesi’nde devam eder. Türkiye’de süt<br />

alanındaki eğitimin başladığı yer burasıdır.<br />

Sütçülükle ilgili eğitim Ankara’dan tüm<br />

yurda yayılıyor diyebilir miyiz?<br />

Türkiye’de süt ve mamulleri konusunda<br />

bilimsel çalışmalar burada başlamıştır. Ancak<br />

bu çalışmalar tabii ki çok önemli ürünler<br />

vermeye ve bu fakültenin dışına hızla<br />

taşmaya başlamıştır. Konya’da, Bursa’da ilk<br />

süt tozu fabrikaları 1930’larda kurulmuştur.<br />

Köy Enstitüleri kurulduktan sonra Köy Enstitüleri<br />

içinde bazı tarım okullarında sütle<br />

ilgili birimler oluşmaya başlamıştır. Burada<br />

başlayan süt mamullerine bilimsel bakış,<br />

giderek ülkemize yayılmıştır. Bu bakımdan<br />

halen yaptığı bu görev son derece önemlidir<br />

diye düşünüyorum.<br />

Son olarak cumhuriyetimizin 100. yılıyla<br />

ilgili düşüncelerinizi sorayım.<br />

Cumhuriyetimizin 100. yılını coşkuyla ve<br />

gururla kutluyoruz. Cumhuriyetin kurucusu<br />

Büyük Önder Atatürk’ü ve dava arkadaşlarını<br />

içten bir saygı ve büyük bir minnetle<br />

anıyoruz. Tabii cumhuriyet bizim her şeyimiz.<br />

Cumhuriyetin değerlerinin ve kazanımlarının<br />

korunmasında, sahiplenilmesinde ve<br />

geliştirilmesinde bu ülkenin yurttaşlarının<br />

payına düşenleri en iyi biçimde yapacaklarına<br />

inanıyorum. l<br />

Atatürk<br />

Orman Çiftliği<br />

bünyesinde<br />

bulunan<br />

mandıra.<br />

“süt ve mamulleri<br />

konusunda<br />

bilimsel çalışmalar<br />

1930’lu yıllarda<br />

başladı.”<br />

ATLAS TARİH 71<br />

062_071_K-E-CF-cemaltalug.indd 71 20.10.2023 17:14


72 ATLAS TARİH<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 72 20.10.2023 17:14


KUTLAMALAR ÜÇ GÜN ÜÇ GECE SÜRDÜ<br />

CUMHURİYETİN<br />

ONUNCU YILI<br />

Yıl 1933… Cumhuriyetin kuruluşunun onuncu yılında<br />

genç cumhuriyet, gelecek on yıllara inancını gösterecek,<br />

on yıl içinde verdiği mücadeleyi anlatan büyük bir<br />

kutlama yapma kararı alır. Cumhuriyet için<br />

“Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlamaları” özel bir anlam<br />

taşımaktadır. Cumhuriyet kazanımlarının temel alındığı,<br />

tüm ülkenin büyük bir coşku içinde katıldığı 29 Ekim<br />

1933’te düzenlenen kutlamalar, üç gün üç gece sürer…<br />

Feza Kürkçüoğlu<br />

fkurkcuoglu@gmail.com<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından<br />

başlayarak önce Balkan<br />

Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve<br />

nihayetinde var olma mücadelesinin<br />

verildiği Kurtuluş Savaşı’nın<br />

ardından kurulan cumhuriyetin ilk yılları yine zorlu<br />

mücadelelerle geçer. Savaşlar nedeniyle nüfusunun<br />

bir kısmını, yetişmiş insan gücünü ve sermaye<br />

birikimini yitirmiş ülkenin yakılıp yıkılmış şehirlerinin,<br />

köylerinin imar edilmesi, yokluk ve yoksunlukla<br />

başa çıkılması hem de yeni bir rejimin varlığını<br />

sürdürebilme başarısını göstermesi gerekmektedir.<br />

Başkent Ankara’nın yeniden imarı, yapılan demir<br />

ve kara yollarıyla şehirlerin birbirine bağlanması,<br />

devlet eli ile sanayinin geliştirilmesi gerçekleştirilir.<br />

Etkileri 1930’lu yıllar boyunca devam eden “1929<br />

Büyük Dünya Buhranı” ile karşı karşıya kalan<br />

cumhuriyet, ülkeyi yeniden yaşanır kılmak hem de<br />

ekonomik krizle aynı zamanda mücadele etmek<br />

zorundadır.<br />

Çağdaşlaşma yolunda yapılan devrimlerin sürekliliği<br />

ve rejimin geleceği bu başarıya bağlıdır.<br />

Cumhuriyetin ilk 10 yılında yapılan ekonomik, sosyal<br />

ve toplumsal çalışmalar sonuçlarını verir. Genç<br />

cumhuriyet, 10 yıl içinde çağdaş bir yaşamı inşa<br />

ederek ulus-devlet yaratmayı, “yeni bir yaşam” ve<br />

“yeni bir ülke” kurmayı ve de bunun sürekliliğini<br />

sağlamayı başaracak, varlığını yurtiçinde ve de<br />

yurtdışında kanıtlayacaktır.<br />

Cumhuriyetin 100. yılını kutladığımız bugünden<br />

1933 yılına, Cumhuriyet Bayramı’na bakarken; o<br />

günlerin koşullarını, o günlere nasıl gelindiğini göz<br />

önüne alırsak 10 yıl gibi kısa bir zamanda, üstelik<br />

savaştan yeni çıkmış bir ülkenin vatandaşları olarak<br />

onların duydukları haklı gururu, coşkun sevinci<br />

daha iyi anlayabiliriz…<br />

ATLAS TARİH 73<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 73 20.10.2023 17:14


Bayram hazırlıkları<br />

Adapazarı İlkmektep<br />

önünde öğrenci ve<br />

öğretmenler…<br />

İstanbul,<br />

Alemdar’da<br />

Cumhuriyet<br />

Bayramı<br />

gecesi…<br />

Akşam gazetesinde<br />

tam sayfa olarak<br />

demiryollarının 10<br />

yıllık serüveni, 29<br />

Ekim 1933.<br />

“Cumhuriyetin 10. Yılı”, yıllar boyunca<br />

kutlamalar, şenlikler, balolar ile birlikte<br />

anılmıştır. Ancak kutlamalar için yapılanlar<br />

bunların kat kat ötesindedir. Dergi sayfalarının<br />

el verdiği ölçüde anlatmaya çalışalım…<br />

Cumhuriyet Bayramı’nın 10’uncu yılında<br />

daha önceki kutlamalardan daha büyük bir<br />

katılımla ve daha coşkulu kutlanması için<br />

çalışmalara başlanır. İlk olarak 11 Haziran<br />

1933’te “Cumhuriyetin İlanının Onuncu Yıl<br />

Dönümü Kutlama Kanunu” çıkarılır. Törenlerin<br />

düzenlenmesini dönemin tek partisi<br />

olan Cumhuriyet Halk Partisi, o zamanki<br />

ismiyle Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)<br />

üstlenir. Temmuz ayında kurulan komisyona<br />

CHF Genel Sekreteri Recep (Peker)<br />

başkan, Nafi Atuf (Kansu), Milli Savunma<br />

Bakanı Aziz Zekâi (Apaydın) ile İçişleri<br />

ve Milli Eğitim müsteşarları da komisyon<br />

üyeleri olarak seçilirler. “Kutlama Yüksek<br />

Komisyonu” şehir, kasaba ve köylerde alt<br />

komiteler kurarak bayram hazırlıklarını örgütlemeye<br />

çalışır. Kutlama Komisyonu, 29<br />

Temmuz’da bütün komitelere bir talimat<br />

gönderir. Komitelerden her şehir, kasaba<br />

ve köyde bütün nüfusun en az onda birinin<br />

bayram yerinde bulunması için hazırlıkların<br />

yapılması istenir. Törenler için en geniş<br />

meydanların seçilmesi ve buralara Cumhuriyet<br />

Meydanı isminin verilmesi; törenlerde<br />

resmi ve gayri resmi bando ve müzik<br />

takımlarından, köylerde de davul zurnadan<br />

faydalanılması; bütün resmi kurum,<br />

halkevi, okul binalarının gece ve gündüz<br />

donatılması; vatandaşların evlerine bayrak<br />

ve fener asmalarının teşviki; her şehir ve<br />

kasabada önemli caddelere cumhuriyeti<br />

anlatan levha ve afişlerin asılması; yine her<br />

şehir ve kasabada cumhuriyet sergilerinin<br />

açılması; tren, vapur, otobüs ve otomobillerin<br />

bayraklarla donanması; İstanbul<br />

ve Ankara radyolarının güçlerini bir arada<br />

kullanmak için bayram günlerinde Ankara<br />

radyosunun yayın yapması; radyo alıcıları<br />

ile halkın toplanabileceği salon ve meydanlara<br />

hoparlörler aracılığı ile yayın yapılması<br />

için çalışmaların yapılması talimatta bütün<br />

ayrıntılarıyla yer alır.<br />

74 ATLAS TARİH<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 74 20.10.2023 17:14


Ankara Harp Okulu, Cumhuriyet Bayramı gecesi…<br />

İstanbul’da<br />

Cumhuriyet<br />

Bayramı<br />

boyunca<br />

ışıklandırılan<br />

“Vagon-Li”<br />

binası…<br />

Bayram<br />

sırasında<br />

İstanbul<br />

caddelerinden<br />

gece bir tak:<br />

“En Büyük<br />

Kuvvet Milli<br />

Birliktir”...<br />

Cumhuriyet Bayramı için ışıklandırılan Taksim Meydanı…<br />

Çanakkale<br />

Belediyesi<br />

önündeki tak:<br />

“Dünü unutma<br />

bugünü iyi<br />

anlarsın”...<br />

Ankara’da Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından…<br />

Bayram<br />

boyunca gece<br />

ışıklandırılan<br />

Beyazıt Meydanı<br />

ve İstanbul<br />

Üniversitesi…<br />

İstanbul’da bayram boyunca denizden yapılan<br />

ışıklandırmalardan…<br />

ATLAS TARİH 75<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 75 20.10.2023 17:14


İstanbul, Bakırköy’de<br />

“Var Olsun Büyük Gazi”<br />

yazan takın altında<br />

bayramı kutlayanlar…<br />

“10. Yıl Hatırası”<br />

madalyon, 1933.<br />

Cumhuriyetin<br />

10. yılı için basılan<br />

hatıra pulu, 1933.<br />

Onuncu Yıl Marşı<br />

Kutlama çalışmaları arasında, halkın<br />

hep birlikte söyleyeceği şiirler ve marşların<br />

yanı sıra onuncu yıla özgü yeni şiir ve<br />

marşların hazırlanması da bulunmaktadır.<br />

Kutlamalardan önce çok sayıda şiir ve<br />

destan yayımlanırken, “10. Yıl<br />

Marşı” iki şairimiz Faruk Nafiz<br />

(Çamlıbel) ve Behçet Kemal<br />

(Çağlar) tarafından yazılır. Şiiri,<br />

Cemal Reşit (Rey) besteler.<br />

Marşın sözleri ve notaları 15<br />

bin adet basılıp bayramdan<br />

önce dağıtılarak ülkenin her<br />

yanında halkevlerinde, okullarda<br />

ve meydanlarda provalar<br />

yapılır. Bunlar arasında 13<br />

Ekim günü İstanbul’da Beyazıt<br />

Meydanı’nda binlerce kişinin<br />

şehir bandosu eşliğinde yaptığı<br />

bir saatlik prova, gazetelere<br />

haber olur. Yapılan kutlamalardan<br />

günümüze dek gelmeyi<br />

başaran o günlerin duygu ve<br />

düşüncelerini yansıtan “Onuncu Yıl Marşı”,<br />

daha sonraki yıllarda Cumhuriyet Bayramları<br />

ve cumhuriyet ile birlikte anılacaktır.<br />

Onuncu yıl kutlamalarının önemli yanlarından<br />

biri de çıkarılan Af Kanunu’dur. 26<br />

Ekim 1933’te TBMM’de kabul edilen Af Kanunu’ndan<br />

yararlananların çoğu Cumhuriyet<br />

Bayramı’ndan önce<br />

tahliye olarak bayramı<br />

dışarıda kutlar. Aynı gün<br />

Köy Kanunu’nda yapılan<br />

değişiklik ile “kadınlara<br />

köylerde muhtarlık<br />

ve köy ihtiyar heyeti<br />

seçimlerinde seçme seçilme<br />

hakkı” verilmiştir.<br />

Yapılan hazırlıklar<br />

içerisinde “10. Yıl” hatıraları<br />

olarak çıkarılan<br />

madalya ve pullar öne<br />

çıkar. Milli Eğitim Bakanlığı<br />

tarafından hazırlanan<br />

“10. Yıl Madalyaları”,<br />

28 Ekim günü<br />

satışa çıkarılmış, bir<br />

“Yeni bir İnkılâp: Köylü<br />

kadınlar muhtar oluyor.”<br />

Milliyet gazetesi,<br />

27 Ekim 1933.<br />

76 ATLAS TARİH<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 76 20.10.2023 17:14


yüzünde Mustafa Kemal’in resminin, diğer<br />

yüzünde de “Türkiye Cumhuriyeti 1923-<br />

1933” yazısının bulunduğu madalyalar<br />

aynı gün tükenmiş ve yeniden basılmıştır.<br />

“10. Yıl Kutlamaları” için Posta Genel<br />

Müdürlüğü tarafından 3.5 milyon adet anı<br />

pulu basılmıştır. Kutlamalar için yapılan<br />

bir başka çalışma ise tüm yurdun bayram<br />

boyunca ışıklandırılması olacaktır. Bayram<br />

boyunca meydanlar, caddeler, sokaklar ve<br />

evler ışıklar içindedir…<br />

Daha önceki bayramlardan çok farklı<br />

ve zengin içeriklerle kutlanacak bayramda,<br />

cumhuriyetin yaşamımızdaki yerini ve<br />

önemini anlatacak konferanslar düzenlenir.<br />

Yurt çapında yapılacak olan konferanslar<br />

daha önceden ilan edilir. Cumhuriyetin 10<br />

yıllık serüvenini kendi alanlarında anlatacak<br />

kişiler seçilmiş, mekânlar belirlenmiştir.<br />

Hedef bin konferans düzenlemektir.<br />

Şehir, kasaba ve köylerde yapılan konferanslara<br />

halkın ilgisi düşünülenden daha<br />

büyük olur…<br />

Bayram boyunca cumhuriyet temalı sergilerin<br />

açılmasının yanı sıra daha önceden<br />

kararlaştırılmış, temeli atılacak ya da açılışı<br />

yapılacak bütün kurum ve kuruluşların<br />

törenlerinin bayrama denk getirilmesi bayramın<br />

coşkusunu artırırken aynı zamanda<br />

da bu gururu ortaklaştırmayı sağlamıştır.<br />

Hemen her şehirde valilikler, belediyeler ve<br />

de kurumlar tarafından hazırlanan taklar<br />

meydanları süslerken, halkın duygularını<br />

dile getireceği halk kürsüleri kurulmuştur.<br />

Bayram boyunca şehitlikler ziyaret edilmiştir.<br />

Renkli görüntülerden birini oluşturan bir<br />

başka etkinlik ise tüm yurtta uçaklardan<br />

üzerlerinde cumhuriyet ile ilgili özdeyişlerin<br />

bulunduğu 50 milyon adet küçük kırmızı<br />

ve beyaz kâğıtların atılması olacaktır.<br />

Gazeteler bayram yaklaştıkça gün gün<br />

hazırlıkları yayımlamaya devam eder. 25<br />

farklı türde 200 bin duvar afişi basılır ve<br />

şehirlerin duvarları cumhuriyet afişleri ile<br />

donatılır. Törenlerde kullanılmak üzere 22<br />

bin bayrak köylere kadar gönderilir.<br />

Kutlama Komisyonu’nun bayram boyunca<br />

bütün yurtta 500 oyun sahnelenmesi<br />

hedefi için yaptığı çalışmalar sonucunda,<br />

aralarında “İnkılâp Çocukları”, “İstik-<br />

CUMHURİYET<br />

BAYRAMI BOYUNCA<br />

EVLER, SOKAKLAR,<br />

MEYDANLAR IŞIKLAR<br />

İÇİNDEYDİ.<br />

“Memleketi<br />

çelik ağla<br />

örüyoruz.”<br />

İhap Hulusi<br />

imzalı bir<br />

kartpostal...<br />

Adapazarı,<br />

Hendek’te 10. yıl<br />

kutlamaları…<br />

Çanakkale’de<br />

bayram günlerinde<br />

Halit Paşa Caddesi…<br />

ATLAS TARİH 77<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 77 20.10.2023 17:14


Kastamonu,<br />

Tosya’da bayram<br />

kutlamalarından…<br />

İstanbul’da<br />

üzerinde “Şirketi<br />

Hayriye” pankartı<br />

asılı olan ve<br />

bayram süresince<br />

aydınlatılan bir<br />

iskele…<br />

lâl”, “Kahraman”, “Yarım Osman” “On Yılın<br />

Destanı” isimli oyunların da bulunduğu çok<br />

sayıda oyun seçilerek provalarına başlanır.<br />

İstanbul Şehir Tiyatrosu, Halit Fahri<br />

(Ozansoy) tarafından yazılan beş perdelik<br />

“On Yılın Destanı” ile Reşat Nuri (Güntekin)<br />

tarafından yazılan bir perdelik “İstiklâl”<br />

oyunlarını sahneler.<br />

29 Ekim günü ve sonraki iki gün yapılan<br />

kutlamalara halkın katılımının yoğun<br />

olduğu Ankara’ya yollanan telgraflardan<br />

ve gazete haberlerinden anlaşılmaktadır.<br />

Şehir, kasaba ve köylerde gündüz yapılan<br />

törenler akşam 20.30’da 101 pare top atışı<br />

ve şehitler için yapılan bir dakikalık saygı<br />

duruşu ile başlayıp fener alayları ile devam<br />

eder.<br />

Ankara’da Halkevi, Orduevi ve Ankara<br />

Palas’ta, İstanbul’da ise Dolmabahçe Millet<br />

Sarayı’nda balolar düzenlenir. Diğer şehirlerde<br />

de düzenlenen Cumhuriyet Baloları<br />

bu bayrama renk katacaktır. İstanbul ve<br />

Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Baloları<br />

gazetelerin manşetlerine taşınır. Kutlamaların<br />

toplam maliyeti 125.463.56 lira olarak<br />

kayıtlara geçer…<br />

Çanakkale’de bayram kutlamalarına katılan köylüler…<br />

“10. Yıl Nutku”<br />

29 Ekim 1933’te Ankara’daki tören<br />

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in saat<br />

10.00’da Ankara Hipodrom Alanı’na gelmesi<br />

ile başlar. İstiklal Marşı’nın ardından<br />

Mustafa Kemal, “10. Yıl Nutku”nu okuduktan<br />

sonra halkın yoğun alkış ve tezahüratıyla<br />

birlikte hep bir ağızdan “Onuncu Yıl<br />

Marşı” söylenir. Yurtdışından gelen Yunanistan,<br />

Romanya, Bulgaristan, Macaristan<br />

ve Sovyetler Birliği heyetlerinin de katıldığı<br />

tören resmigeçit ile saat 14.30’a kadar devam<br />

eder. “10. Yıl Nutku”, ertesi gün bütün<br />

gazetelere manşet olur. Akşam gazetesi<br />

haberi “Anadolu orta yaylasında akisler<br />

uyandıran bir ses” başlığı ile verirken Hakimiyet-i<br />

Milliye gazetesi haberi Mustafa<br />

Kemal’in “Millî kültürümüzü, muasır medeniyet<br />

seviyesinin üstüne çıkaracağız…”<br />

sözünü başlığa çekerek verecektir.<br />

İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda yapılan<br />

tören ise 30 bin kişiden oluşan geçit töreni<br />

ile başlar. Gün içinde sinema ve tiyatrolar-<br />

78 ATLAS TARİH<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 78 20.10.2023 17:14


da konferanslar verilir. Gece de tüm semtlerde<br />

vatandaşların yoğun katılımıyla fener<br />

alayları düzenlenir.<br />

Kutlamalara basının ilgisi beklentilerin<br />

çok üzerindedir. 29 Ekim günü gazeteler<br />

normal sayfa sayılarını üç dört kat artırarak<br />

yayımlanmış, bazı gazeteler bayram<br />

ilaveleri vermiştir. Akşam gazetesi 32, Milliyet<br />

gazetesi 52, Cumhuriyet gazetesi 64,<br />

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ise 88 sayfa<br />

olarak çıkmıştır. Gazetelerde kutlama haberlerinin<br />

yanı sıra 10 yılda yapılanların<br />

fotoğraflar ve grafiklerle anlatıldığı sayfalar<br />

yer almıştır. Gazetelerin kutlama haberleri<br />

bayramdan sonraki bütün hafta boyunca<br />

da devam etmiştir.<br />

Dergilerde 10. yıl<br />

Cumhuriyetin 10. yılında dergilerin de<br />

birçoğu özel sayı olarak yayımlanır. Bu<br />

dergilerde cumhuriyetin 10 yılda neleri,<br />

nasıl başardığının anlatıldığı yazıların dışında<br />

dönemin ünlü kalemlerinin yazıları<br />

da yer alır. Bu dergilerden biri olan, 1932<br />

ile 1935 yılları arasında yayımlanan dönemin<br />

“fikir mecmuası” olan “Kadro”da Ekim<br />

1933’te yayımlanan bir yazıdan, Burhan<br />

Asaf Belge’nin, “Gazi Cumhuriyet” başlıklı<br />

yazısından birkaç satırı aktaralım. Burhan<br />

Asaf’ın cumhuriyetin 10 yılını ve<br />

“cumhuriyet” kavramını konu edindiği<br />

yazı şu satırlarla başlar: “Onuncu<br />

yıldönümü, Cümhuriyet’in. İlk<br />

günü bile, Cümhuriyet dediğimiz<br />

zaman, sultanlık rejiminin yerine<br />

gelen bir idare şeklini kastetmek<br />

hafifliğine düşmedik. Bunu, hiçbir<br />

Türk inkılâpçısı yapmadı. Hiçbir<br />

Türk inkılâpçısı, hâdisenin manasını,<br />

hukuku esasiye kitaplarına tefsir<br />

ettirmek gafletine düşmedi. İlk günü<br />

bile, Cümhuriyet derken, her Türk<br />

inkılâpçısı, Cümhuriyet sözünü,<br />

Cümhuriyet mefhumunu ve Cümhuriyet<br />

rejimini, bir sembol manasında<br />

ve bir bayrak makamında olarak<br />

benimsiyordu. Herkes biliyordu ki,<br />

Cümhuriyet başlığı, millî kurtuluş<br />

inkılâbının bölümlerinden birini adlandıran,<br />

millî kurtuluş inkılâbının<br />

muayyen hamlelerini vasıflandıran<br />

bir şiardı.”<br />

Daha sonra dünyadaki cumhuriyet<br />

ile yönetilen ülkelerden söz<br />

eden Burhan Asaf, yazısını şöyle<br />

noktalar: “Bizde, nasıl millet ‘gazi<br />

millet’ ve nasıl Mustafa Kemal ‘Gazi<br />

Mustafa Kemal’ ise Cümhuriyet de<br />

‘Gazi Cümhuriyet’tir. Bizim<br />

Dahiliye Vekâleti<br />

(İçişleri Bakanlığı)<br />

aylık mecmuası<br />

“İdare”nin<br />

“Fevkalâde<br />

Nüsha”sı…<br />

Yeni Türk<br />

dergisinin<br />

“Cumhuriyetin<br />

Onuncu<br />

Yıldönümü<br />

Nüshası”,<br />

Ekim 1933.<br />

29 Ekim 1933,<br />

Beyazıt Meydanı’nda<br />

yapılan törenden…<br />

ATLAS TARİH 79<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 79 20.10.2023 17:14


1 2 3<br />

4<br />

1 Akşam gazetesi,<br />

“Fevkalâde<br />

Nüsha.”<br />

29 Ekim 1933.<br />

2 “Cumhuriyetimiz<br />

11 Yaşına Bastı.”<br />

Cumhuriyet<br />

gazetesi,<br />

29 Ekim 1933.<br />

3 “Türk, Büyük<br />

Bayramın Kutlu<br />

Olsun!” Milliyet<br />

gazetesi,<br />

29 Ekim 1933.<br />

4 “Cumhuriyetin<br />

10’uncu Yılı.” Vakit<br />

gazetesi,<br />

29 Ekim 1933.<br />

“İkinci gün: Dün<br />

gene sabahlara<br />

kadar İstanbul<br />

coştu.” Vakit<br />

gazetesi,<br />

31 Ekim 1933.<br />

Cümhuriyet’imiz on değil, on üç - on dört<br />

yaşındadır. Onun ilânı günü, doğduğu gün<br />

değildir. Onun ilânı günü, kurtuluş inkılâbının<br />

cephe neferleri ve şefleri gibi, kendi ‘İstiklâl<br />

Madalyası’na hak kazandığı gündür.”<br />

İstanbul Eminönü Halkevi tarafından<br />

Ekim 1932’den Nisan 1943’e kadar 125<br />

sayı yayımlanan “Yeni Türk Mecmuası”, 29<br />

Ekim 1933 tarihli “Cümhuriyet’in Onuncu<br />

Yıldönümü” nüshası ile diğer dergilere katılır.<br />

“Millî şairimiz” diye anılan Mehmet Emin<br />

Yurdakul’un, “29 Teşrinievvel 1933” başlıklı<br />

yazısından bir bölümü birlikte okuyalım:<br />

“Vatandaşlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

son senelerdeki halini düşününüz, ondan<br />

sonra Gazi Mustafa Kemal Türkiye’sinin<br />

meydana getirdiklerine bakınız. Tam müstakil<br />

bir vatana sahibiz, her tarafta hürmet,<br />

takdir uyandıran bir devlet vatandaşıyız,<br />

insanlığın şahsiyetini alçaltan bir hukuk<br />

görüşünü gömdük, devleti tamamen dünya<br />

için kurulmuş bir müessese haline getirdik,<br />

ilerlememize engel olan ne varsa attık.<br />

2213 kilometro şimendifer (demiryolu),<br />

17,115 kilometro yol yaptık, 244,013 fazla<br />

talebe, 2,013,255 vatandaş okuttuk, memleketi<br />

millî sanayi devrine soktuk, bir asırda<br />

“Ankara eşsiz<br />

bir gün yaşadı.”<br />

Cumhuriyet<br />

gazetesi,<br />

30 Ekim 1933.<br />

ancak yapılabileceği zannolunan işleri on<br />

seneye sığdırdık… Onuncu Yıl Dönümü’nde<br />

duvarlara asılan levhalara bakınız, gazeteleri,<br />

mecmuaları okuyunuz, kendi kendinize<br />

düşününüz, atılan ilerleme adımlarını<br />

göz önüne getiriniz, bu yalnız medeniyet<br />

itibarile geri kalmış bir millet bakımından<br />

değil, ileri bir millet bakımından da bir harikadır,<br />

bu harika, bir millet ferdini büyük bir<br />

gurur ve iftihar içinde bırakır.”<br />

Onuncu yıl kutlamaları elbette ki bu kadarla<br />

sınırlı değil. Cumhuriyetin on yılının<br />

envanterinin çıkarılması, Osmanlı ve cumhuriyet<br />

dönemleri kıyaslamaları için istatistiksel<br />

verilerin toplanması gibi önemli<br />

çalışmalar yapılmıştır. 1933 yılında yayımlanan<br />

bu kitaplar arasında Kutlama Yüksek<br />

Komisyonu tarafından yayımlanan on yıllık<br />

cumhuriyet tarihini anlatan toplam 2155<br />

sayfalık “Onuncu Yıl Rehberi” de bulunmaktadır.<br />

Kutlamalar çerçevesinde 80 kitap<br />

ve 48 dergi özel sayısı yayımlanmıştır.<br />

Cumhuriyet tarihinin kilometre taşlarından<br />

biri olan “Cumhuriyetin 10. Yılı Kutlamaları”,<br />

kutlanan bütün cumhuriyet bayramları<br />

arasında yarattığı etkiyle, heyecan<br />

ve sevinçle öne çıkan tarihi anlardan biri<br />

olarak yaşamaya devam etmekte… l<br />

80 ATLAS TARİH<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 80 20.10.2023 17:14


Türk Milleti!<br />

Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on<br />

beşinci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin<br />

onuncu yılını doldurduğu en büyük<br />

bayramdır. Kutlu olsun!<br />

Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi<br />

olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin<br />

sevinci ve heyecanı içindeyim.<br />

Yurttaşlarım!<br />

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık.<br />

Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı<br />

ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye<br />

Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti,<br />

Türk milletinin ve onun değerli ordusunun<br />

bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine<br />

borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla<br />

kâfi göremeyiz; çünkü daha çok ve daha<br />

büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.<br />

Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en<br />

medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız.<br />

Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve<br />

kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü,<br />

muasır medeniyet seviyesinin üstüne<br />

çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman<br />

ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine<br />

göre değil, asrımızın sürat ve hareket<br />

mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen<br />

zamana nispetle daha çok çalışacağız,<br />

daha az zamanda daha büyük işler başaracağız.<br />

Bunda da muvaffak olacağımıza<br />

şüphem yoktur.<br />

Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir;<br />

Türk milleti çalışkandır, Türk milleti<br />

zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve<br />

beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.<br />

Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu<br />

terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve<br />

kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.<br />

Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim<br />

ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk<br />

milletinin tarihî bir vasfı da güzel sanatları<br />

sevmek ve onda yükselmektir. Bunun<br />

içindir ki, milletimizin yüksek karakterini,<br />

yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme<br />

bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve<br />

millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her<br />

türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf<br />

ettirmek millî ülkümüzdür. Türk milletine<br />

çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette,<br />

hakikî huzurun temini yolunda,<br />

kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta<br />

muvaffak kılacaktır.<br />

Büyük Türk Milleti!<br />

On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde<br />

muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin.<br />

Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde<br />

milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak<br />

bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı<br />

iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye,<br />

tam bir bütünlükle yürümekte olan<br />

Türk milletinin büyük millet olduğunu,<br />

bütün medenî âlem az zamanda bir kere<br />

daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki,<br />

Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı<br />

ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki<br />

inkişafı ile atinin yüksek medeniyet<br />

ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.<br />

Türk Milleti!<br />

Ebediyete akıp giden her on senede, bu<br />

büyük millet bayramını daha büyük şereflerle,<br />

saadetlerle, huzur ve refah içinde<br />

kutlamanı gönülden dilerim.<br />

Ne mutlu Türk’üm diyene!<br />

Ankara, 29 Ekim 1933<br />

Mustafa Kemal Paşa’nın<br />

10’uncu Yıl Nutku.<br />

“10. YIL NUTKU”<br />

ATLAS TARİH 81<br />

072_081_K-E-CF-onuncuyil.indd 81 20.10.2023 17:14


100 YILIN KURUMLARI VE BİLİM İNSANLARI<br />

CUMHURİYET<br />

VE BİLİM<br />

1923’te Cumhuriyetin ilanı; yeni bir ruhla yeni bir<br />

heyecanla bilim ve teknik adına yeni çalışmaların<br />

başlatıldığı bir dönem olmuştur. Şüphesiz burada en<br />

önemli destek Ulu Önder Atatürk’ten gelmiştir.<br />

82 ATLAS TARİH<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 82 20.10.2023 17:14


ATLAS TARİH 83<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 83 20.10.2023 17:14


Atatürk, 1920 tarihindeki konuşmasında<br />

şöyle diyordu:<br />

“Dünyada her şey için maddiyat<br />

ve maneviyat için ve<br />

muvaffakiyet için en hakiki<br />

mürşit bilimdir; fendir. Bilim ve fenden başka<br />

kılavuz aramak gaflettir; bilgisizliktir; doğru<br />

yoldan sapmadır.” Atatürk bu sözleriyle başarıya<br />

giden tek yolun bilim ve teknikte belli<br />

aşamalar kaydetmek suretiyle gerçekleşebileceğine<br />

işaret etmektedir.<br />

Cumhuriyet döneminde, yepyeni bir siyasi<br />

yapılanma ile birlikte, yeni bir araştırma<br />

ruhu doğmuştur. Başta devletin desteği ve<br />

milli eğitime verdiği önem ve destekle yeni<br />

ve yapıcı bir nesil, cumhuriyete sahip çıkarak<br />

ona, adeta kanat germiş ve onun yaşaması<br />

için birinci şart olan bilim ve tefekkürün<br />

yükselip gelişmesinde üstlerine düşün<br />

kutsal görevi yerine getirmeye çalışmışlardır.<br />

Böylece, ilkleri takip eden dönemde, zaman<br />

akışı içinde çağımızdaki değişikliklere<br />

ayak uyduracak ve onu yakalama yolunda<br />

yeni kurumlaşmalar ve yeni bilim adamları<br />

devreye girmiş; cumhuriyetin ilk nesli yerini<br />

savaşı tanımayan, cumhuriyet döneminde<br />

doğmuş nesil, kendinden öncekilerin bıraktığı<br />

yerden bu sorumlulukları üstlenmiş,<br />

yeni bir nesle yerini bırakmıştır. Onlar kadar<br />

heyecanlı olmasalar da çalışmalarıyla Türkiye’yi<br />

çağdaş bilim kulvarındaki koşuda bir<br />

yerlere getirme çabası devam etmiş ve halen<br />

bu çaba devam etmektedir.<br />

Refik Saydam Enstitüsü<br />

1888’de “Telkihhane” olarak kurulan<br />

kurum, daha çok ülkede görülen<br />

bulaşıcı hastalıklar ve özellikle de<br />

çiçek hastalığına karşı yapılan aşılama<br />

işlemleriyle görevli idi. Bu kurum, 1928<br />

yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir<br />

kurum haline getirilerek, sadece çiçek<br />

aşısı değil, bilinen hemen bütün bulaşıcı<br />

hastalık aşılarının yapıldığı; bunlarla<br />

ilgili aşıların üretildiği ve araştırmaların<br />

yapıldığı bir araştırma kurumu haline<br />

getirildi; daha önce ayrı olan kuduz<br />

aşısı ile ilgili kurum da buraya bağlandı.<br />

Ayrıca, zaman içinde görev alanı<br />

genişletildi; örneğin besin maddelerinin<br />

sağlıklı olup olmadığı konusundaki<br />

kontrolü bu kurum üstlenmiştir. Vermiş<br />

olduğu sağlık hizmetlerinin yanı sıra bu<br />

kurum, alanında bir okul görevini de<br />

üstlenmiştir.<br />

Refik Saydam Enstitüsü kuruluş yıllarında kimya, bakteriyoloji, immünoloji ve<br />

farmakodinami olmak üzere dört şubeden oluşuyordu.<br />

84 ATLAS TARİH<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 84 20.10.2023 17:14


kandilli gözlemevi<br />

cumhuriyet ile birlikte<br />

yeniden yapılandırma<br />

geçirmiş kurumlardan<br />

biriydi.<br />

Kandilli Gözlemevi<br />

1911 yılında İstanbul’da kurulan ve<br />

“Kandilli Rasathanesi” adını taşıyan<br />

bu kurum, her ne kadar başlangıçta<br />

daha çok meteorolojik çalışmalar<br />

için kurulmuşsa da daha sonra bu<br />

görevlerinin yanı sıra astronomi<br />

çalışmalarını yürütmek, Güneş, Ay<br />

tutulmaları, depremle ilgili çalışmaları<br />

ve de hemen bütün göksel olayları<br />

araştırmak ve halkı bilgilendirmekle<br />

görevlendirilmiştir. Cumhuriyetten<br />

sonra, gözlemevinin kurulmasını<br />

sağlamış olan Fatin Gökmen, ayrı bir<br />

gözlemevi oluşturulması gerektiğini<br />

ifade etmiştir. Belçika’daki Kraliyet<br />

Gözlemevi örnek alınarak, halihazırdaki<br />

Kandilli Gözlemevi’nin binaları<br />

yaptırılmıştır. 1926’da depremleri<br />

belirlemek üzere, ilk defa sismografik<br />

çalışma merkezi kurulmuştur.<br />

1935’te yeni teleskop ve bazı aletler<br />

getirtilmek suretiyle gözlemevi<br />

yenilenmiştir. 1982’de üniversiteler<br />

yeniden yapılanmaya tabi tutulduğunda,<br />

bu kurum Boğaziçi Üniversitesi’ne<br />

bağlanmış; bu kuruma ağlı olarak çeşitli<br />

astrofizik çalışmalarının yapılacağı<br />

birimler kurulmuştur.<br />

Maden Tetkik Arama (MTA)<br />

1935’te kurulan bu kurum, Türkiye’nin doğal kaynaklarının<br />

işletilmesi, araştırılması ve gerektiğinde korunması<br />

ile görevlendirilmiştir. Sadece mevcut madenlerin<br />

işletilmesi ve araştırması ile ilgili olmayıp, Anadolu’nun<br />

doğal yapısı ile ilgili her türlü malzemenin de korunması<br />

ve araştırmasından sorumlu bir kurum olarak, Türkiye’nin<br />

jeolojik ve coğrafik yapısının incelenmesinden de sorumlu<br />

tutulmuştur. Bu bağlamda olmak üzere, bir nevi okul<br />

görevini de üstlenmiştir.<br />

ATLAS TARİH 85<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 85 20.10.2023 17:14


Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma<br />

Kurumu (TÜBİTAK)<br />

Her ne kadar yasası 1963’te yürürlüğe<br />

girmişse de faaliyete geçmesi<br />

yaklaşık 3 yıl almıştır. Kurumun<br />

amacı, Türkiye’deki matematik,<br />

fizik, astronomi, kimya, biyoloji<br />

ve tıp alanlarındaki araştırmaları<br />

desteklemek, bu konulara ilişkin<br />

fatin gökmen<br />

kandilli gözlemevi’nin<br />

kurucusu ve<br />

ilk müdürüydü.<br />

bilimsel çalışma yapacaklara ya da<br />

eğitim göreceklere burs vermek ve bu<br />

konuda dünyada yapılan çalışmaları<br />

Türkiye’ye getirmek, duyurmak ve<br />

bu çalışmaları mümkün olduğunca<br />

sistematik ve en mükemmel şekilde<br />

gerçekleştirmektir.<br />

Türkiye Atom<br />

Enerjisi Kurumu<br />

Cumhuriyet sonrası kurumlar arasında<br />

şüphesiz Türkiye Atom Enerjisi Kurumu<br />

ayrıcalıklı bir yer taşır. 1956 yılında kurulmuş<br />

olup, barışçıl amaçlarla yararlanmak üzere ve<br />

ülkenin çıkarları doğrultusunda konuyla ilgili<br />

çalışmalar sürdürmektedir. Nükleer maddeler<br />

üzerindeki araştırmaların esaslarını belirlemek ve<br />

bu konudaki plan ve programları yönlendirmekle<br />

görevlidir.<br />

Fatin Gökmen ve astronomi<br />

Fatin Gökmen (1877-1955) Kandilli Gözlemevi’nin<br />

kurucusu ve de ilk gözlemevi müdürüdür. İlkin<br />

Sultan Selim Camii Muvakkithanesi’nde Hilmi Efendi’nin<br />

yanında çalışmış ve Salih Zeki’nin desteği ile 1901 yılında<br />

Riyaziyet Medresesi’ne girmiş ve 1904 yılında okuldan<br />

mezun olmuştur. Daha sonra astronomi ve geometri<br />

ile yoğun bir şekilde ilgilenen Fatin Gökmen, 1911 yılında<br />

Kandilli Gözlemevi’nde gözlem yapmaya başlamıştır.<br />

<strong>Özel</strong>likle Ramazan ayının başlangıcının belirlenmesi<br />

konusundaki çalışmalarıyla dikkati çeken Fatin Gökmen,<br />

bu çalışmalarının yanı sıra takvimle ilgili çalışmalar<br />

yapmış ve 1936 yılında bu çalışmalarını Türk Takvimi adlı<br />

eseriyle bize tanıtmıştır. Ayrıca, Eski Hitay Takvimi ve<br />

Eski Türklerde Heyet ve Takvim gibi eserler vermiştir. Bu<br />

eserlerinin yanı sıra Kandilli Gözlemevi adına Meteoroloji<br />

Bülteni çıkarmış (1911-1912) ve İlm-i Heyeti Riyaziyyede<br />

Hataya Nazariyesi (1927), Sismograf Nazariyesi, Rubu<br />

Tahtası, Nazariyatı ve Tersimi, Arz, Ecram-ı Semaviyyenin<br />

Hareketi gibi astronomi ile ilgili çeşitli eserler kaleme<br />

almıştır. Nispeten geç dönemde ise yukarıda adı geçen<br />

astronomlara Hüsnü Seçkin, Nüshet T. Gökdoğan; daha<br />

sonra Hakkı Akyol ve Mustafa Aytaç, Cankut Örmeci ve<br />

Orkan Altan’ın adlarını ilave edebiliriz.<br />

86 ATLAS TARİH<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 86 20.10.2023 17:14


Cahit Arf ve matematik<br />

Cahit Arf (1910-1997) matematik çalışmalarıyla dikkati<br />

çekmiştir. Bir süre Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik<br />

yapan Cahit Arf, Almanya’da Hasse’nin yanında çalışmış;<br />

daha sonra sırasıyla İstanbul Üniversitesi’nde ve<br />

daha sonra ODTÜ’de görev yapmıştır. Cebir alanındaki<br />

çalışmalarının özellikle 1938 yılında yoğunlaştığını<br />

söyleyebildiğimiz Arf, Hasse’in yanında çalışırken, cebirsel<br />

denklemler üzerinde yoğunlaşmış ve özeller “haller”<br />

problemini çözmüştür. Bu çalışmasıyla sayılar teorisine<br />

de önemli bir katkıda bulunmuştur. Arf, özellikle Fransız<br />

matematikçilerinden Galois’ya ilgi duymuş ve onun da<br />

ilgilendiği gruplar kavramı üzerinde çalışmıştır. <strong>Özel</strong>likle<br />

cebirsel geometri üzerinde çalışan Cahit Arf’ın çalışmaları<br />

arasında “Arf-halkaları” diye bilinen çalışması daha sonra<br />

daha genişletilerek kullanılmış; bu çalışmalar topolojide<br />

uygulama alanı bulmuştur. Arf’ın çalışmaları arasında<br />

daha çok uygulamalı matematiğe dönük olanları da vardır.<br />

Mühendislikle ilgili bazı konularda da çalışmıştır. Cahit<br />

Arf’ın çalışmaları arasında kuadratik formlar ayrıcalıklı bir<br />

yer taşır. Bu formlar üzerinde ondan önce çalışmış olan<br />

Alman matematikçi Witt’ten de yararlanmak suretiyle<br />

kuadratik formları sınıflandırmıştır. Onun bu çalışması<br />

dünya matematik literatürüne “Arf invaryantları” olarak<br />

geçmiştir.<br />

cahit arf’ın çalışmalarında kuadratik formlar<br />

ayrıcalıklı bir yer taşır.<br />

Feza Gürsey ve fizik<br />

Cumhuriyet sonrasında fizik çalışmaları yapanlar<br />

arasında Feza Gürsey’in (1921-1992) de adını<br />

zikretmek gerekir. Halen adına kurulmuş olan Feza<br />

Gürsey Araştırma Merkezi ile adı yaşatılan nadir bilim<br />

adamlarımızdandır. İstanbul Fen Fakültesi mezunu<br />

olan Feza Gürsey, Londra’da doktora yapmıştır. Daha<br />

sonra Amerika’da araştırmalarını sürdürmüştür. Bu<br />

çalışmalarını izleyen yıllarda ülkesine dönen Feza<br />

Gürsey, ODTÜ’de fizik kürsüsüne gelmiştir. Teorik<br />

fizik çalışmalarıyla tanınan Feza Gürsey, atomların<br />

çekirdeğindeki parçacıkların etkileşimi ve nötron,<br />

proton ve mezon gibi parçacıkların davranışlarındaki<br />

özellikleri incelemiştir. Bu çalışmalarıyla linear olmayan<br />

sigma modelleri adı verilen ikili simetri görüşünü<br />

geliştirmiştir. Simetrinin nasıl bozulacağını da inceleyen<br />

Gürsey, parçacıkların kütle farklarının ne oranda<br />

olacağını belirlemiştir. Daha sonraki yıllarda simetri<br />

konusundaki çalışmalarını sürdürmüş ve ona yeni bir<br />

boyut kazandırmıştır. Bu çalışmalarıyla Gürsey, ayrıcalıklı<br />

gruplardaki simetri üzerinde çalışmış; elektron, nötron<br />

gibi lemptomları bir araya toplayan E (6) grubunun<br />

içerdiği oktonyon cebrinin renk dinamiği ile ilgisini<br />

belirlemiştir. Einstein’ın Bileşik Alan Kuramı’na ayrıcalıklı<br />

grupların uyum gösterdiğini belirlemiştir. Onun belli başlı<br />

yayınları arasında yer alan Group Theoretical Concepts<br />

and Methods in Elementary Particle Physics çalışmalarını<br />

bize ana noktalarıyla tanıtmaktadır.<br />

ATLAS TARİH 87<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 87 20.10.2023 17:14


Kimya biliminin<br />

Türkiye’deki ilk<br />

kadın öncüsü<br />

Remziye Hisar<br />

doktora yıllarında.<br />

Remziye Hisar,<br />

cumhuriyetin kuruluş<br />

döneminde eğitim için<br />

Paris’e gönderildi.<br />

Remziye Hisar ve kimya<br />

Prof. Dr. Remziye Hisar, birçok ilke imzasını atmış<br />

bir Türk kadınıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın<br />

kimyacısı olmasının yanı sıra Fransa’daki Sorbonne<br />

Üniversitesi’nden mezun olan ilk Türk kadınıdır. 1992<br />

yılında ölen Remziye Hisar, dünyaca ünlü fizikçi Feza<br />

Gürsey ve Milletlerarası Psikoloji Cemiyeti’nin tek Türk<br />

azası psikiyatr Deha Hanım’ın annesi idi. Remziye Hisar,<br />

Sovyet Rusya’nın Azerbaycan’ın bağımsızlığına son<br />

vermesi ile orada tanışıp evlendiği eşi Doktor Reşit<br />

Süreyya Gürsey ile birlikte İstanbul’a dönmüştür. Remziye<br />

Hisar, eşinin tedavi için Paris’e gitmesinin ardından,<br />

bilgisini geliştirmek için Paris’e gitmiş; Sorbonne’da kimya<br />

bölümünde öğrenim görerek biyokimya sertifikası almıştır.<br />

1930 yılında yeniden Paris’e gitmiş, tezini tamamlamasının<br />

ardından Türkiye’ye dönmüştür. 1933-1936 yılları arasında<br />

İstanbul Üniversitesi’nde kimya ve fıziko-kimya doçenti<br />

olarak görev yapmış; daha sonra Ankara Hıfzıssıhha<br />

Müessesesi’ne farmakodinami şubesi kimya mütehassısı<br />

olarak atanmıştır. 1947 yılında İTÜ makine ve kimya<br />

doçentliği görevine başlayan Hisar, 1959 yılında profesör<br />

olduktan sonra 1973 yılında da emekliye ayrılmıştır.<br />

Remziye Hisar’ın önemli çalışmalarından birisi hayvani<br />

kömür vasıtasıyla petrol eterindeki cannabis resinin<br />

emilmesi konusundadır. Bu konudaki araştırmaları ve<br />

önerdiği yöntem, daha sonra Japon bilim adamı Takeuchi<br />

tarafından incelenmiştir.<br />

88 ATLAS TARİH<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 88 20.10.2023 17:14


Tevfik Sağlam, 1933 yılında üniversitenin yeniden<br />

yapılandırılmasından sonra tıp fakültesi<br />

dekanlığına atandı.<br />

Tevfik Sağlam ve tıp<br />

Tevfik Sağlam, cumhuriyete kanat gerenler arasında<br />

yer alan belli başlı hekimlerimizdendir. 1897 yılında<br />

tıp okulundan başarı ile mezun olan Tevfik Sağlam,<br />

Meşrutiyet döneminde, Birinci Dünya Savaşı sırasında<br />

ve Kurtuluş Savaşı sırasında cansiparane çalışmıştır.<br />

1919’da Veba Komisyonu’nda görev yapmış; 1920’den<br />

itibaren yeni hükümete bağlı olarak İzmir’de, daha sonra<br />

da Gülhane’de başhekim olarak görev yapmıştır. Tevfik<br />

Sağlam bir idareci olarak İstanbul Tıp Okulu’nun yeniden<br />

yapılanmasında gerçekten önemli bir rol üstlenmiştir.<br />

1933 yılında üniversitenin yeniden yapılanması sonucu<br />

Tıp Fakültesi Dekanlığı’na atanmıştır. Daha sonraki<br />

yıllarda Kızılay ve daha sonra da Verem Savaş Derneği’nin<br />

kurulmasında önemli rol oynamıştır. Bu konuda Prof. Dr.<br />

Nusret Karasu ile birlikte çalışmış ve 1946-1950 yılları<br />

arasındaki yoğun çalışmalar olumlu sonuç vermiş ve<br />

bunun sonucunda başarılı olmuşlardır. İyi bir dahiliyeci<br />

olarak 1963 yılındaki ölümüne kadar da bu konudaki<br />

çalışmalarını sürdürmüştür.<br />

Jeoloji üzerine<br />

çalışmalar<br />

Cumhuriyet döneminde yapılan jeoloji<br />

çalışmaları arasında Hamit Nafiz Pamir’in<br />

ayrıcalıklı bir yeri vardır. Hamit Nafiz Pamir,<br />

Ural Dağları ile ilgili çalışmaları ve buna bağlı<br />

olarak kayaçların oluşumu ile ilgili çalışmalarıyla<br />

dikkati çekmiş; Türkiye’de Bingöl civarı ve Ergani<br />

havzasının oluşum özelliklerini incelemiştir. Hamit<br />

Nafiz Pamir fosil tabakaları ve onların yaşını tayini<br />

konusunda bilgi vermiştir. Bu konudaki önemli<br />

çalışmalarından biri de İstanbul’un fosil yapısı ile<br />

ilgilidir. Pamir bu çalışmalarının paralelinde olmak<br />

üzere, jeolojik araştırmaların kurumlaşmasında da<br />

önemli rol oynamış; Jeoloji Enstitüsü ve MTA’nın<br />

kuruluşunda onun önemli rolü olmuştur. Bu<br />

noktada ismi sayılması gereken jeologlarımızdan<br />

biri de İhsan Ketin’dir. Devlet bursuyla Almanya’da<br />

eğitim gören Ketin yurtdışında, 1948 yılında Kuzey<br />

Anadolu Fay Hattı’nı ortaya koymuştur.<br />

Kaynak<br />

• Esin Kahya “Cumhuriyet’in Bilim Adına Kaydettiği Gelişmelerin Kısa<br />

Bir Değerlendirmesi”, Atatürk Kültür, Dil ve <strong>Tarih</strong> Yüksek Kurumu.<br />

ATLAS TARİH 89<br />

082_089_K-E-CF-cumhuriyetbilim.indd 89 20.10.2023 17:14


KADIN HAREKETİNİN HAK MÜCADELESİ<br />

CUMHURİYET<br />

KADINI<br />

Ülkemizde kadınların kazanmış olduğu hakların<br />

tümünü cumhuriyet dönemine atfetmek doğru olmaz<br />

fakat kadınların gerçek anlamda eşit birer birey<br />

olarak kabul görmesi cumhuriyetle sağlanmıştır.<br />

1930’lara kadar pek çok haktan mahrum edilmiş olan<br />

kadınlar, cumhuriyetle beraber her yerde kendini<br />

göstermiştir.<br />

Pelin Batu<br />

90 ATLAS TARİH<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 90 20.10.2023 17:20


ATLAS TARİH 91<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 91 20.10.2023 17:20


Mustafa Kemal<br />

Paşa’nın Haydarpaşa<br />

Garı’nda karşılanışı,<br />

1929.<br />

Türk kadınının tarih sahnesindeki<br />

rolü, mitolojik öykülere,<br />

menkıbe ve destanlara bakacak<br />

olursak pek ihtişamlıdır.<br />

Orta Asya panteonunun en<br />

önemli ilahlarından biri olan Umay, güneş<br />

sembolü ile simgelenmiş, en önemli dört<br />

tanrıdan biri olarak hayat bahşetmiştir.<br />

Tomris Hatun’un cesareti dillere destan olmuş,<br />

zamanların en namlı savaşçılarından<br />

biri olan Büyük Kiros’u alt edebilmiştir. VIII.<br />

yüzyılda Göktürklerin bıraktığı en kıymetli<br />

eserlerden biri olan Orhun Kitabeleri’nde<br />

Oğuzların hatunlarından ve prenseslerden<br />

büyük bir sitayişle bahsedilir, hanların yanı<br />

başında hüküm sürer, karar verirler. Gel gör<br />

ki, yerleşik düzene geçmiş olan pek çok<br />

kavim ve millette olduğu gibi, göçebe Türk<br />

boyları Anadolu ve periferisinde yerleşik düzene<br />

geçtikten sonra bulunduğu coğrafyanın<br />

bin yıllardır kemikleşmiş yasalarını ve sosyal<br />

yaşam normlarını kabul edip yasallaştırmıştır.<br />

M.Ö. 1760’lara dayanan Hammurabi<br />

Kanunları’nın katı şeriatı ile kadın, haklarından<br />

mahrum edilmiş, metalaştırılmıştır. Bu<br />

“kaybediş” hikâyesi 19. yüzyıla kadar böyle<br />

devam etmiş, kadınların büyük bir çoğunluğu<br />

eğitimsiz, yasal olarak her daim erkeğin<br />

boyunduruğu altında bırakılmıştır. Artık<br />

kaçınılmaz olan Tanzimat ve diğer reformist<br />

hareketlerle beraber, kadın birdenbire belli<br />

haklara kavuşmuş, eğitim imkânlarından<br />

yararlanma şansına erişmiştir. Bu dönem<br />

mücadelemizin başlangıcıdır. Cumhuriyetin<br />

ilanıyla beraber kadının adı konmuştur. Kadın,<br />

yüzyıllar boyunca görünmez bir varlıkken<br />

perdenin arkasından çıkmış, Meclis’te,<br />

üniversitede, şantiyede, sahnede, uçakta,<br />

ameliyatta yerini almış, meydanları doldurmuştur.<br />

Mustafa Kemal’in ifade ettiği gibi,<br />

cumhuriyetin temeli kültür iken, bu temeli<br />

sağlayacak olan kadın ve erkek eşit değilse,<br />

bu medeniyetin ilerlemesi mümkün değildir.<br />

Bugün biz, ülkemizde oy alıp verebiliyorsak,<br />

kanun nezdinde eşit, tek ve hür yaşayabiliyorsak<br />

cumhuriyetimizin ilk yıllarından<br />

itibaren verilen amansız mücadelenin sayesindedir.<br />

Hiçbir hak, gümüş tepsi üzerinde,<br />

kolay bir şekilde kazanılmamıştır. Gelin, bu<br />

zorlu mücadelenin hikâyesini anımsayalım.<br />

Ülkemizde kadınların kazanmış olduğu<br />

hakların tümünü cumhuriyet dönemine atfetmek<br />

doğru olmaz fakat kadınların gerçek<br />

anlamda eşit birer birey olarak kabul görmesi<br />

cumhuriyetle sağlanmıştır. 1930’lara<br />

kadar pek çok haktan mahrum edilmiş<br />

olan kadınlar cumhuriyetle beraber her yerde<br />

kendini göstermiştir. Ama bu başarıyı,<br />

“Mustafa Kemal istedi, oldu” diye okumak,<br />

1923’e kadar neredeyse 100 yıl boyunca<br />

savaş vermiş olan kadın hareketine ve<br />

1920’lerden itibaren Meclis’te ortamı hazırlayıp<br />

tüm menfi protestolara rağmen kadın<br />

hakları için didinmiş kişilere haksızlık etmek<br />

olur. Dolayısıyla “Cumhuriyetin Kadınları”nı<br />

kaleme alırken, Victoria Çağı’nın kadınları<br />

olan anneannelerinden bahsetmeden olmaz.<br />

Bununla beraber, Atatürk’ün Birinci Dünya<br />

Savaşı’ndan itibaren kadın meselesine nasıl<br />

eğildiği, günlüklerinde, konuşmalarında,<br />

verdiği röportajlarda kadın konusuna ne kadar<br />

ehemmiyet verdiği aşikârdır. Yani Mustafa<br />

Kemal kadınların öneminin altını çizmeyip<br />

hak kazandırma konusunda bu kadar<br />

92 ATLAS TARİH<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 92 20.10.2023 17:20


diretmese, kadın davasının uzayacağı bellidir.<br />

Kısacası, bizler bugün özgürce okuyup<br />

istediğimiz işi yapıyorsak, yüzyıl önce bizler<br />

için mücadele etmiş nice kıymetli kadına ve<br />

Mustafa Kemal ve güvendiği bir avuç arkadaşına<br />

müteşekkir olmamız gerekir.<br />

1839 tarihinden itibaren pek çok eserde<br />

kendini gösteren kadın hareketi “hareket-i<br />

nisvan” ya da Mehmet Cavid’in değimiyle<br />

“mesele-i isti’naiyye” zamane dergilerinde<br />

hicvedilmiş, kadınların güçlenme olasılığı,<br />

pek çok kalem tarafından büyük bir tehlike<br />

olarak resmedilmişti. Patriarkinin kalemleri,<br />

kadın tehdidine değinip dalga geçercesine<br />

mürekkep dökerken Fatma Aliye, Şair Nigar<br />

ve Zafer Hanım gibi yazar ve şairlerimiz,<br />

kadın konusunu cesur bir şekilde kitaplarında<br />

konu etmiş, kadının kamusal hayata<br />

katılması, iş sahibi olması, evlilik, kılık kıyafet<br />

gibi pek çok konuda fikir beyan etmişti.<br />

1800’lerden itibaren yayımlanmış olan kadın<br />

dergileri, kadın meselesini dillendirmek<br />

ve gündemden indirmemek gibi önemli bir<br />

misyona sahipti. Hanımlara Mahsus Gazete<br />

1868-1908 yılları arasında kesintisiz 609<br />

sayı yayımlandı ve ciddi tartışmaların önünü<br />

açtı. Fatma Aliye’nin Ünlü İslam Kadınları<br />

adlı makalesi Tercüman-ı Hakikat gazetesinde<br />

tefrika edildiğinde, eski çağdaki kadınların<br />

çağdaş kadınlardan daha ileri yerlerde<br />

olduğunu göstererek ezber bozmuştu. Aile<br />

(1880), İnsaniyet (1883), Hanımlar (1883),<br />

Şükûfezar (1886), Mürüvvet (1888), Hanımlara<br />

Mahsus Gazete (1895), Hanımlara<br />

Mahsus Malumat (1895), Alem-i Nisvan<br />

(1906) gibi yayımlar, kadınların sesi olmuş,<br />

taleplerini açık ederek cumhuriyetle beraber<br />

zirveye taşınmış olan kadın hakları mücadelesinin<br />

önemli bir aracı haline gelmişti.<br />

Kıymetli yazarlarımızın bu konuları deşmesiyle<br />

paralel olarak hukuki düzenlemelerin<br />

de önü açılmıştı. Gerek salonlarda gerek<br />

meydanlarda kadınlar ve kadın haklarını<br />

savunanların haklı talepleri herkes tarafından<br />

tartışılmaya başlanmıştı. 1860’lardan<br />

itibaren kadının kamusal hayata katılımı ve<br />

kadını alakadar eden yasal meseleler büyük<br />

şehirlerimizde sıkça tartışıldı. Bu bitmek<br />

bilmeyen mücadelenin sonucunda 1869<br />

yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile<br />

kadınlar, 1897’de ücretli işçi<br />

statüsüyle çalışma hakkını<br />

kazandı.<br />

kız çocuklarının eğitimi zorunlu hale getirildi.<br />

Kadınların ilk yüksek öğretim kurumu<br />

İnas Darülfünun, 1914 yılında açıldı. Aynı<br />

yıl Bedrâ Osman Hanım ilk devlet memuru<br />

olarak çalışmaya başladı. Osmanlı’da köle<br />

ticareti 1865 yılında yasaklanınca, romanlar,<br />

trajedilere konu edilen avrat pazarları<br />

da tarihe karıştı ve fakat kadınlar artık meta<br />

gibi alınıp satılmasa da kadınların kanuni<br />

haklarını elde etmesi için biraz zaman gerekiyordu.<br />

Sultanın 1847’de İrade-i Seniyye<br />

emriyle tüm kız ve erkek çocuklara eşit miras<br />

hakkı tanınmıştı. 1871’de Hukuk-i Aile<br />

Kararnamesi ile evlilik sözleşmesinin resmi<br />

bir memurun eşliğinde yapılması zorunlu kılındı.<br />

Evlilik yaşı ise Kanun-i Esasi ile kızlar<br />

için 17, erkekler için 18’e sabitlendi (1876).<br />

1897 yılında kadınlar ücretli işçi statüsüyle<br />

çalışma hakkını kazandılar. Cumhuriyetin<br />

ilanına kadar bu gibi ilerlemelerle kadınlar<br />

daha görünür, hakları tanınır oldu ama asıl<br />

zafer cumhuriyetle beraber geldi.<br />

Türkiye’de kadın meselesinin kazanı kaynarken,<br />

dünyadaki süfrajet hareketi ortalığı<br />

kasıp kavuruyordu. İngiltere, Yeni Zelanda,<br />

Amerikan Birleşik Devletleri’nde kadınlar<br />

fabrikalarda ve sokaklarda seçme<br />

Adana Mensucat<br />

Fabrikası’nda kadın<br />

ve erkek işçiler<br />

sırada.<br />

ATLAS TARİH 93<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 93 20.10.2023 17:20


Mustafa Kemal<br />

Atatürk, Türk<br />

Kadınlar Birliği<br />

temsilcileriyle.<br />

Mustafa Kemal<br />

Paşa ve Halide Edip<br />

(Adıvar), 1923.<br />

ve seçilme hakkını elde etmek için azılı bir<br />

savaş veriyorlardı. Amerika’da siyahi hareketle<br />

paralel giden mitingler ve protestolar<br />

meyvelerini vermeye başlamıştı. Süfrajetleri<br />

yakinen takip ve Batı’daki feminist öncülerle<br />

dirsek temasında olan Halide Edip Adıvar,<br />

Teali Nisvan Cemiyeti’ni nam-ı diğer “Kadınların<br />

Durumunu Yükseltme Derneği”ni<br />

1908 yılında kurdu. İlk feminist topluluklarımızdan<br />

biri kabul edilen bu dernek, evliliğin<br />

yasal bir çerçeveye oturtulup boşanma<br />

hakkı kazanılması konusunda müthiş bir<br />

mücadele verdi. Halide Edip’in 1913’te yayımlanan<br />

“Yirminci Asırda Kadınlar” başlıklı<br />

yazısı, tarihin seyrini değiştiren kadınları tarif<br />

ederken zamanın ruhunu yakalamıştı: “Her<br />

yerde kadınların uyanıp ilerlemeleri başka<br />

hareketler gibi yavaş ve zincirleme bir hareket<br />

olmuştur. Bugün bu saat ben size böyle<br />

hitap ederken, siz beni dinlerken, şüphesiz<br />

biz de tarih yapıyoruz demektir. Bu tarihçeyi<br />

torunlarımız bir konferans dolduracak kadar<br />

uzun ve iftiharla yaptıkları zaman bizim aciz<br />

fakat hüsn-i niyet (iyi niyet) ve samimiyetle<br />

dolu bin müşkülatla elde edilen mücadelemizden<br />

de bahsedeceklerdir.”<br />

Süfrajetlerle beraber Rusya’da gerçekleşen<br />

Bolşevik devrimi, kadının hak savaşlarındaki<br />

en büyük devrimdi. Batı çok kabul<br />

etmese de Lenin ve Clara Zetkin, Anna<br />

Kollontai gibi arkadaşları kadının sadece<br />

anneye indirgenemeyeceği, aile kavramın<br />

kutsallığını rafa kaldırıp kadınları bakan,<br />

büyükelçi gibi konumlara getirerek dünyada<br />

ilklere imza attılar. 8 Mart Emekçi Kadınları<br />

Günü’nün kutlanmasından tutun kadınların<br />

aktif bir şekilde siyasette yer almasına kadar<br />

pek çok konuda dünyaya ve bizim devrimcilerimize<br />

ilham verdikleri gibi önayak oldular.<br />

Birinci Dalga Cumhuriyetçi Feminizm Akımı<br />

olarak adlandırılan 1923-1935 yılları arasındaki<br />

dönem, tam da bu tarihsel süreçte ortaya<br />

çıktı ve ülkemizde imkânsız gibi görünen<br />

pek çok inkılap ardı ardına gerçekleşti. Elbette<br />

ki dünyadaki kadın hareketlerinin ivme<br />

kazanması, savaş sonrası ekonomik durumdan<br />

kaynaklı kadınların iş gücüne mecburi<br />

katılması vb. nedenlere de bağlanabilir. Ama<br />

bu demek değil ki müstesna kişiler tarihin<br />

akışını değiştirmedi ya da hızlandırmadı.<br />

Benim için döneme damgasını vuran ve<br />

Türkiye’de kadın hakları deyince ilk akla gelen<br />

kadınlardan biri Nezihe Muhiddin’dir (Tepedelengil).<br />

1923 yılında, Cumhuriyet Halk<br />

Fırkası kurulmadan evvel 13 kadınla beraber<br />

kurdukları “Kadın Halk Fırkası”, Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisidir. Her ne<br />

kadar valilik tarafından reddedilmiş olsa da<br />

bu, Nezihe Muhiddin’i yıldırmamış, kadınlara<br />

seçme ve seçilme hakkını kazanmak için<br />

yıllarca didinmiştir. “Maksadımız kadını yalnız<br />

hayırkâr bir kadın bırakmak değildir. Ona<br />

bir vatandaşa ait bütün vazife ve hakları da<br />

vermektir” demiştir. Ülkemizdeki kadınlar,<br />

Emmeline Pankhurst benzeri akranları gibi,<br />

seçme ve seçilmenin en önemli mevzulardan<br />

biri olduğunu düşünüyorlardı. Mustafa<br />

Kemal de 1923’ten itibaren pek çok mitingde<br />

kadın meselesine değiniyor ama Meclis’in<br />

ve halkın bu konuda hazır olmadığını da biliyordu.<br />

Nitekim, 1921 yılında kadın ve erkek<br />

öğretmenleri bir kongrede bir araya getiren<br />

94 ATLAS TARİH<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 94 20.10.2023 17:20


1930’ların<br />

Türkiyesi’nde<br />

Türk kadın pilotlar<br />

Etimesgut’ta.<br />

zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah<br />

Suphi Tanrıöver bu eşitlikçi tavrı yüzünden<br />

istifaya zorlanmıştı. 1924 yılında anayasanın<br />

onuncu ve on birinci maddelerinde “kadın”<br />

ve “erkek” ayrımının yapılmamış olması büyük<br />

sorun teşkil etmiş, sonunda metne “18<br />

yaşını bitiren her Türk’ün milletvekili seçimlerine<br />

katılabileceği” ve “30 yaşını bitiren<br />

her Türk’ün milletvekili seçilebileceği” “her<br />

erkek Türk” ibareleri yerleştirilerek onandı.<br />

1920’lerin başlarında Meclis’te Bursa Vekili<br />

Emin Erkul ve Tunalı Hilmi Bey gibi mebuslar,<br />

kadınların seçme ve seçilme hakkını telaffuz<br />

etmek bir tarafa, kadınların muayene<br />

edilme hakkından bile bahsedince fiziksel ve<br />

sözel şiddete maruz kalıyor, parlamentoda<br />

ciddi arbedeler yaşanıyordu.<br />

Buna mukabil, Mustafa Kemal röportajlarında<br />

ve konuşmalarında kadınların toplumda<br />

oynadığı önemli rolü, Kurtuluş Sa-<br />

1923 yılında kadınlar<br />

halk fırkası’nın<br />

kurulmasına izin<br />

verilmedi.<br />

Kadın hakları<br />

mücadelesinin<br />

öncülerinden Nezihe<br />

Muhiddin.<br />

ATLAS TARİH 95<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 95 20.10.2023 17:20


Nancy Astor, 1935<br />

yılında İstanbul’da<br />

düzenlenen<br />

Uluslararası Kadınlar<br />

Birliği Kongresi’nde<br />

konuşuyor.<br />

Türk Kadınlar<br />

Birliği’nin<br />

düzenlediği yürüyüş.<br />

vaşı’ndaki fedakârlıklarından dem vurarak<br />

zemini hazırlamaktaydı. 1923’te Söylev ve<br />

Demeçleri’nde, “Şuna inanmak gerekir ki,<br />

yeryüzünde gördüğümüz her şey kadınlarca<br />

yapılmıştır... Bir topluluk onu oluşturanlardan<br />

yalnız birinin çağdaş gereksinmelerinin<br />

kazanılması ile yetinirse, o topluluk yarıdan<br />

çok güçsüzlük içinde kalır... Kadınlarımız da<br />

bilgin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün<br />

öğretim derecelerinden geçeceklerdir.<br />

Sonra kadınlar toplumsal yaşamda erkeklerle<br />

birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı<br />

ve destecisi olacaktır...” diye yazarak 10 yıl<br />

sonra olacakları, okuma-yazma oranındaki<br />

müthiş yükselişi ve seçme/seçilme hakkının<br />

çıkartılmasının kaçınılmaz olduğunu elbet<br />

biliyordu.<br />

Aynı yıl 31 Ocak 1923’te İzmir mitinginde<br />

yaptığı konuşma ile Mustafa Kemal, Meclis’te<br />

dört kadınla evlilik kanun teklifinde<br />

bulunan, kadınları savunan vekillere “kızıl”<br />

yaftası yapıştıran vekillerinin inadına, kadın<br />

eşitliğini savunuyordu: “Bir toplum, cinsinden<br />

yalnız birinin zamanın gereklerini kazanmasıyla<br />

yetinirse o toplum yarıdan fazla<br />

eksiklik içinde kalır. Bir millet gelişmek ve<br />

medenileşmek isterse özellikle bu noktayı<br />

temel olarak kabul etmek mecburiyetindedir.<br />

Bizim toplumumuzun başarısızlığının<br />

nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik<br />

ve kusurdan doğmaktadır... Bundan<br />

dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen<br />

gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek<br />

hem de kadınlarımızın kazanmaları gerekir...<br />

Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya<br />

karar vermiştir. Bugünün gereklerinden biri<br />

de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini<br />

sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da<br />

bilgin ve ilme açık olacaklar ve erkeklerin<br />

geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir.<br />

Sonra kadınlar sosyal hayatta<br />

erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı<br />

ve destekçisi olacaklardır.”<br />

Böylece çok geçmeden, bir yıl sonra,<br />

1924 yılında “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” çıkartılarak<br />

medreseler kaldırılmış, herkes için<br />

laik, bilime dayalı milli bir eğitim programına<br />

geçilmiştir. Burada altı çizilecek kelime<br />

“herkestir.” Yüzyıllar boyunca eğitimden<br />

mahrum bırakılmış olan kadınlar için eğitime<br />

erişim engeli fiilen kaldırılmıştır. Bu yıllarda<br />

cumhuriyetimizde üniversiteler ilk kadın mezunlarını<br />

vermeye başlamıştır. Remziye Hisar<br />

Darülfünun’da kimya okumuş, ardından Madame<br />

Curie’nin yanında yüksek öğrenimini<br />

tamamlamıştır. Daha sonra Anıtkabir’in baş<br />

mühendisi olup yapıyı tamamlayacak olan<br />

Sabiha Rıfat, 1927 yılında Yüksek Mühendis<br />

Mektebi’ne kaydolan iki kadın öğrenciden<br />

biridir. Aynı zamanda ilk kadın voleybolcularımızdan<br />

Sabiha Rıfat, Fenerbahçe, 1929<br />

yılında şampiyon olduğunda, erkekler voleybol<br />

takımının kaptanlığını üstlenmiştir. İlk<br />

kadın klinik profesörümüz Müfide Küley, ilk<br />

96 ATLAS TARİH<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 96 20.10.2023 17:20


KANUN NEZDİNDE KADINLAR EŞİTLENDİ,<br />

EĞİTİM ALABİLMELERİNİN ÖNÜNDEKİ<br />

ENGELLER KALDIRILDI.<br />

Cumhuriyet gazetesi<br />

sayfalarında<br />

kadınların hak<br />

mücadelesi.<br />

kadın astrofizikçilerimizden Hatice Nüzhet<br />

Gökdoğan ve daha nice kıymetimiz, bu yıllarda<br />

üniversitelere yazılan, devlet bursu ile<br />

kıvılcım misali yurtdışına gidip bir meşale<br />

olarak gelen kadınlardır. Onlarca değerimiz,<br />

müthiş bir idealizm ile ilk defa edinmeye hak<br />

kazandıkları teorik eğitimi pratiğe geçirmiş,<br />

kendilerinden sonra gelen nesilleri yetiştirmiş,<br />

cumhuriyetin temellerini güçlendirmişti.<br />

Eğitimle beraber hukukta yapılan değişiklikler<br />

de kadının önünü açtı. 1925 yılında<br />

İsviçre Medeni Kanunu’ndan uyarlanan<br />

medeni kanunumuzda Türk kadını gerçek<br />

anlamda eşit bir birey olarak kabul edildi.<br />

Kolay olmadı. Meclis’te ve Meclis dışında<br />

bu hakların lütfedilir gibi verilmesine karşı<br />

bir muhalefet vardı. Ama hem Mustafa Kemal’in<br />

kararlılığı hem de çeşitli kadın hakları<br />

savunucularının amansız uğraşları sayesinde<br />

medeni kanun kabul edildi. Burada Mustafa<br />

Kemal’in kız kardeşi Makbule Hanım ve üye<br />

olduğu Halk Partisi Kadın Kolları ve Nuriye<br />

Ulviye Hanım tarafından kurulan “Müdafaa-i<br />

Hukuk-u Nisvan Cemiyeti” gibi kuruluşların<br />

önemli bir rol oynadığını belirtmek gerekir.<br />

Kadınları alakadar eden ve daha evvel olmayan<br />

pek çok madde kanuna eklenerek<br />

velayet, miras, boşanma, mallar üzerinden<br />

tasarruf hakkı gibi haklar tanındı. Medeni<br />

Kanun’a göre kız öğrencilerin (Harp Okulları<br />

haricinde) tüm okullarda okumasının da önü<br />

açılmıştı. Böylelikle, kanun nezdinde kadınlar<br />

eşitlenmiş, eğitim alabilmelerinin önündeki<br />

tüm engeller kaldırılmıştı.<br />

Medeni Kanun’un kabulünden birkaç ay<br />

sonra, Mustafa Kemal’in 30 Ağustos 1925<br />

yılında yaptığı Kastamonu konuşması, daha<br />

evvelki konuşmalara nazaran daha cesurdur.<br />

Halk da Meclis de mecbur, Mustafa Kemal ve<br />

onun vizyonuna sahip Modernistlere ya<br />

ATLAS TARİH 97<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 97 20.10.2023 17:20


Kadınlar ilk kez<br />

1930 yılındaki<br />

belediye<br />

seçimlerinde oy<br />

kullandı.<br />

uyacaktı, ya uyacaktı: “Bir toplum, bir millet<br />

erkek ve kadın denilen iki cins insandan<br />

oluşmaktadır. Olabilir mi ki, bir kitlenin bir<br />

parçasını ilerletelim. Diğerini gözardı edelim<br />

de kitlenin tamamı ilerlemiş olabilsin? Mümkün<br />

müdür ki bir toplumun yarısı topraklara<br />

zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere<br />

yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları,<br />

dediğim gibi iki cins tarafından beraber,<br />

arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında<br />

ve yenilikle birlikte mesafe almak gereklidir.<br />

Böyle olunca inkılâp başarılı olur… Herhalde<br />

daha cesur olma gereği çok açıktır.”<br />

Çok geçmeden yine 1925’te meşhur<br />

“Şapka Nutukları” İnebolu ve Kastamonu’nda<br />

yankılanmaya başlar. İzmir’de hem<br />

kadınların hem erkeklerin davet edildiği bir<br />

balo verilir. Takdir edilmesi gerekir ki şapka<br />

devrimi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının<br />

ülkenin istikametini Batı’ya dönmesi sadece<br />

şekilsel bir değişim değildi. Geçmişten<br />

gelen alışkanlıklardan radikal bir kopuşu<br />

simgeliyordu. Ve bu da kolay olmadı. Şapka<br />

ve kıyafet devrimlerine karşı pek çok ilde<br />

protestolar gerçekleşti, insanlar idam edildi.<br />

Malum, devrimler genellikle kadifeden değildir.<br />

Mustafa Kemal ve yönetici kadrosunun<br />

bu konudaki kararlılığı, Meclis’te dört eşle<br />

evlenmek için yasa teklifi veren vekillere<br />

karşı da bir hareketti. Çok geçmeden kadınlar<br />

hayatın içine çok daha aktif bir şekilde<br />

katılacak, işbu bahsi geçen “gerici vekillerin”<br />

homurtulara rağmen Meclis’te yerlerini<br />

alacaktı.<br />

Türk Kadınlar Birliği, 1927’de bir kongre<br />

düzenleyerek tüzüklerine kadınların siyasette<br />

seçme ve seçilme hakkına dair bir madde<br />

ekler. 1927 seçimlerinden evvel tertiplenmiş<br />

bu kongre, sadece seçme ve seçilmek hakkını<br />

değil, Medeni Kanun’da bazı maddelerin<br />

kadınların lehine değiştirilmesini de talep etmişti.<br />

Kongrenin ardından kadınların işte eşit<br />

ücret alması için kampanyalar yürütmüşlerdi.<br />

Feminist söylemi ve kelimesini dillendiren<br />

TKB de Kadınlar Fırkası’nın eski ve yeni<br />

üyeleri de hedef alınmış, basında ve sokakta<br />

ciddi eleştiri almışlardı. Haşa, kadınlar ne<br />

münasebetle seçilme hakkı isteyebilirlerdi?<br />

Mustafa Kemal ve kurmayları, kadın konusunda<br />

geri adım atmasalar da kadın birlikleri<br />

kullandıkları dili biraz yumuşatarak, hatta<br />

parti tüzüklerine “Türk Kadınlar Fırkası’nın<br />

siyasetle alâkası yoktur” ibaresini yerleştirmek<br />

zorunda kalarak şimşekleri üzerlerinden<br />

uzaklaştırmaya çalıştılar. Fakat bu demek<br />

değildi ki mücadelelerine son verdiler.<br />

1930 yılında İçişleri Bakanı Mehmet Şükrü<br />

Kaya, kadınların yakında mebus seçilebileceğini<br />

ifade etti ve kadınlar 3 Nisan 1930’da<br />

ilk kez belediye seçimlerinde seçme ve seçilme<br />

haklarını kullandılar. Bu seçimlerde<br />

Suat Derviş gibi kadınların ciddi mesai harcadığı,<br />

seçime giren iki partiye üye kadınların<br />

semt semt gezip konuşmalar yaptıkları,<br />

konferanslar verdiği biliniyor. 1930 Belediye<br />

Seçimiyle Belediye Meclisi’ne, Nebiye Necmettin<br />

Hanım, Ayşe Hanım İzmir Belediye<br />

Meclisi’ne, Nakiye Hanım, Safiye Hüseyin<br />

Hanım, Latife Bekir Hanım ve Rana Hanım<br />

İstanbul Belediye Meclisi’ne girmiştir. Cumhuriyet<br />

tarihimizin ilk kadın muhtarı Ayşe<br />

Hanım, Aydın Çine’de işbaşı yapmıştır. Ayşe<br />

Hanım, kahvehanelerde kumar oynamayı<br />

yasaklayan ilk muhtar olarak da nam salmıştır.<br />

Belediyelerde seçme ve seçim hakkını<br />

kazandıktan sonra 11 Nisan 1930’da<br />

adeta Kurtuluş Savaşı esnasında yapılan<br />

mitingleri andıran “büyük medeni zaferi”<br />

kutlamak için Kadınlar Birliği Sultanahmet<br />

Meydanı’nda ilk mitingini düzenlemiş ve “Siyasette<br />

biz de varız” sloganları atmıştır.<br />

5 Aralık 1934’te İsmet İnönü ve 191 ve-<br />

98 ATLAS TARİH<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 98 20.10.2023 17:20


kil anayasa değişikliği teklifi sundu ve kadınlara<br />

milletvekili seçme ve seçilme hakkı<br />

tanındı. Erkeklere 10 yıl önce tanınmış hak,<br />

anayasanın 10. ve 11. maddelerinde yapılan<br />

değişiklikle uygulamaya geçmişti. Böylece<br />

8 Şubat 1935 genel seçiminde ilk önce 17,<br />

bir sonraki seneki revizyon ile toplamda 18<br />

kadın milletvekili seçilmişti. Bu da bize, dünyada<br />

pek çok ülkeden önce bu hakkı kazandık<br />

söylemini ve gururunu doğurdu. Gerçi<br />

Birinci Dünya Savaşı esnasında ve akabinde<br />

kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan<br />

Kanada, Avusturya, Almanya, Polonya gibi<br />

pek çok Batı ülkesi vardı. İtalya, Fransa, İspanya<br />

gibi Katolik nüfusların olduğu ülkeler<br />

bu hakları armağan etmek için İkinci Dünya<br />

Savaşı’nı bekleyecekti. Medeni Kanun’una<br />

öykündüğümüz İsviçre ise kadınlarına<br />

federal düzeyde seçme ve seçilme hakkını<br />

ancak 1971’de verecekti. Kadınlarımızın kazandığı<br />

seçme ve seçilme hakkı, diğer Müslüman<br />

ülkelere de ilham verdi. Türkiye’deki<br />

gelişmeler dünya medyasında büyük yankı<br />

uyandırdı.<br />

Bugün tüm bu devrimlerin on sene içinde<br />

kararlı bir şekilde gerçekleşmiş olması bir<br />

mucize gibi gelse de bizlere büyük bir umut<br />

veriyor. Yıkık bir imparatorluğun küllerinden<br />

doğan cumhuriyetin en büyük başarısı ve<br />

kazancı, kadınların toplumdaki yerini almasıydı.<br />

Her ne kadar kadınlar hâlâ eşit değillerse<br />

de her üç kadından biri şiddete maruz<br />

kalıyor ve günbegün katlediliyorsa da cumhuriyet<br />

kadınlarının torunları olarak bizlerin<br />

onlardan daha cesur ve dirayetli olmamız lazım.<br />

Daha azı, onların vasiyetine yakışmaz.<br />

Kat edilecek uzun, ince bir yol olduğunu da<br />

unutmayalım. Ve cumhuriyet kadınının verdiği<br />

müthiş mücadeleden güç alalım. l<br />

Kaynakça<br />

• Halide Edip Adıvar, http://bianet.org/kadin/medya/78404-<br />

turkiyede-kadin-tarihi-calismalari<br />

• Gürcü, T24, 14 Aralık 2015.<br />

• Nermin Abadan Unat (der)., Türk Toplumunda Kadın, Ankara: Türk<br />

Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, s. 3.<br />

• Atatürk., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 452.<br />

• Songül Cantemur (2018): “Türk Kadınının İntihap Devrimi, 1930<br />

Yerel Seçimlerinde Kadın Faktörü” Yayımlanmış, Dokuz Eylül<br />

Üniversitesi <strong>Tarih</strong> Bölümü Yüksek Lisans Tezi, s. 9.<br />

Mustafa Kemal<br />

Atatürk,<br />

Dolmabahçe<br />

Sarayı’nın<br />

merdivenlerinde<br />

karşılanıyor.<br />

ATLAS TARİH 99<br />

090_099_K-E-CF_cumhuriyetkadini.indd 99 20.10.2023 17:20


SAZIYLA SÖZÜYLE, KALEMİYLE FIRÇASIYLA<br />

100 YILIN SANATI<br />

Cemal Reşit Rey’in 1936 yılında yazdığı<br />

“Maskara” operetini sahneleyen sanatçılar.<br />

100 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 100 20.10.2023 17:15


100 yıl önce imparatorluktan<br />

cumhuriyete atılan adımla yepyeni bir rota belirlendi genç<br />

Türkiye’nin kültür ve sanat hayatında. Yepyeni disiplinlerde<br />

var olma çabası gösteren öncüler neler yaşamadı ki…<br />

100. yılda kültür ve sanat hayatımızda<br />

birer dönemeç noktası olan olayları ve kişileri derledik.<br />

Yeşim Pütgül<br />

yputgul@hotmail.com<br />

ATLAS TARİH 101<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 101 20.10.2023 17:15


Tiyatro ve sinemanın<br />

öncüsü Muhsin Ertuğrul<br />

(solda). Yönetmen<br />

Muhsin Ertuğrul, “İstanbul<br />

Sokaklarında” filminin<br />

çekimlerinde (altta).<br />

Muhsin Ertuğrul:<br />

Tiyatro ve sinemada ilkler<br />

Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat<br />

yaşamının ilk yıllarına, “Yarın<br />

kıyamet kopacağını bilsem, bugün<br />

tiyatro açardım” diyecek kadar işine<br />

âşık bir ismin; Muhsin Ertuğrul’un<br />

damga vurduğunu söylemek yanlış<br />

olmayacaktır. 7 Mart 1893’te İstanbul’da<br />

doğan Muhsin Ertuğrul, koyduğu kurallar<br />

ve özverisiyle o güne dek hor görülen<br />

bir sanatı, gerçek kimliğine kavuşturma<br />

yolunda önemli başarılar elde etmiş bir<br />

sanatçı. Cemal Nadir, Muhsin Ertuğrul’u<br />

“Kendisi tiyatroda bulunmadığı<br />

zamanlarda palto veya şapkasını askıda<br />

bırakarak asayişi muhafaza eder”<br />

sözleriyle tanımlıyor. Gökhan Akçura<br />

ise Muhsin Ertuğrul’u, “Türkiye’nin ilk<br />

şehir tiyatrosu olan ‘Darülbedayi’ onun<br />

ellerinde büyüdü. Tiyatroda eğitimin<br />

önemine her zaman inandı ve ilk tiyatro<br />

okulunu kurdu. Yarının seyircisini<br />

yaratmanın bugünün çocuklarına<br />

tiyatroyu sevdirmekten geçtiğini anladı<br />

ve ilk ‘çocuk tiyatrosunu’ hayata geçirdi.<br />

Dünya klasiklerini Türk seyircisine<br />

tanıtmanın en önemli görevlerden<br />

biri olduğunu kanıtladı. Rejisörlüğün<br />

önemini hatırlattı. Devlet Tiyatrosu’nun<br />

kurucusu oldu ve ilk genel müdür olarak<br />

görev aldı” sözleriyle anlatıyor.<br />

Muhsin Ertuğrul sinema dünyasına<br />

adım attığında ülkede henüz bir<br />

film endüstrisi kurulmamıştı. Tıpkı<br />

tiyatroda olduğu gibi sinemada da<br />

sıfırdan başlayarak işe koyuldu ve ilk<br />

film stüdyosunu kurdu. 1923’te Halide<br />

Edip Adıvar’ın aynı adlı romanından<br />

uyarladığı “Ateşten Gömlek”, Kurtuluş<br />

Savaşı’nı konu alan ilk filmdi. Bedia<br />

Muvahhit ile Neyyire Neyir (Ertuğrul),<br />

“Ateşten Gömlek” ile ilk Müslüman Türk<br />

kadın sinema oyuncuları olarak sinema<br />

tarihine geçtiler. İlk sesli Türk filmi<br />

olan 1931 yapımı “İstanbul Sokaklarında”<br />

filminde de Muhsin Ertuğrul imzası<br />

vardı.<br />

“darülbedayi<br />

onun ellerinde<br />

büyüdü.”<br />

Cumhuriyetin<br />

operetli yılları<br />

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte canlanan sanat yaşamı, müzikli sahne oyunları ve operetlerle daha<br />

da renklendi. Aslında operetler Tanzimat Dönemi’nde yabancı topluluklar aracılığıyla İstanbul’un<br />

eğlence yaşamına girmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra halktan büyük ilgi görmeye başladı. Dönemin<br />

ilk telif opereti, Vedat Örfi Bengü’nün 1925’te metnini yazıp müziklerini yaptığı “Balo Kaçakları”dır.<br />

1928’de ilk özel operet topluluğu olarak kurulan Süreyya Opereti, kadrosu ve repertuvarıyla<br />

diğerlerinden ayrılır. Semiha Berksoy, Nezahat ve Avni Dilligil, Lütfullah ve Celal Sururi, Reşit Gürzap ve<br />

Toto Karaca gibi isimler kadrosunda yer almıştır. Ancak Ekrem Reşit ve Cemal Reşit (Rey) kardeşlerin<br />

“Lüküs Hayat”ı, yıllar içinde Türk tiyatrosunun en başarılı ve kalıcı klasiklerinden biri haline geldi.<br />

Bedia Muvahhit<br />

ve Vasfi Rıza<br />

Zobu, Yalova<br />

Türküsü’nde.<br />

102 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 102 20.10.2023 17:15


Nâzım Hikmet ve 835 Satır<br />

Yirminci yüzyılın önde gelen şairleri<br />

arasında gösterilen Nâzım Hikmet,<br />

Türkiye’deki ilk kitabı “835 Satır”ı<br />

1929 yılında yayımladı. Geleneksel<br />

şiirimizde rastlanmayan öğeler taşıyan<br />

“835 Satır”, mısra ve kafiye düzeni,<br />

benzetme ve eğretileme anlayışı<br />

açısından geleneksel şiir anlayışının tüm<br />

değerlerini yıkmıştı. Kitap, edebiyatçılar<br />

ve aydınlar arasında büyük ses getirdi.<br />

Ahmet Haşim kitabı kıyasıya eleştirirken<br />

Yakup Kadri, “Türk şiirindeki hatta<br />

Türk dilindeki inkılabın ilk satırı” olarak<br />

tanımlamıştı.<br />

Nâzım Hikmet’in 1932 yılında<br />

yayımladığı “Benerci Kendini Niçin<br />

Öldürdü?” kitabı da büyük ilgi gördü.<br />

Aynı yıl ilk tiyatro oyunu “Kafatası”<br />

Darülbedayi’de sahnelendi. 1936’da<br />

başyapıtlarından olan “Simavne<br />

Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı”nı<br />

yayımladı.<br />

İlki 1928 ve ikincisi 1933’te olmak<br />

üzere iki kez tutuklanan Nâzım<br />

Hikmet’in uzun sürecek cezaevi yaşamı<br />

ise 1938 yılında başladı. Komünizm<br />

propagandası yapmak ve askeri isyana<br />

teşvik etmekle suçlandı ve 28 yıl 4<br />

ay hapse mahkûm edildi. İstanbul,<br />

Bursa ve Çankırı cezaevlerinde 12<br />

yıl 7 ay hapis yattı. “Memleketimden<br />

İnsan Manzaraları” eserini cezaevi<br />

yıllarında yazdı. Cezaevinde açlık<br />

grevine girdi, Demokrat Parti’nin<br />

çıkardığı Af Yasası kapsamına alınması<br />

için kampanya düzenlendi. Temmuz<br />

1950’de özgürlüğüne kavuştu. 1951’de<br />

askere sevk edileceğini öğrenince<br />

Romanya üzerinden Moskova’ya kaçtı<br />

ve vatandaşlıktan çıkarıldı. 3 Haziran<br />

1963’te Moskova’da hayatını kaybeden<br />

Nâzım Hikmet’in eserleri, 1965’te<br />

yayın yasağının kaldırılmasıyla birlikte<br />

Türkiye’de yayımlanmaya başlandı.<br />

2009 yılında vatandaşlığı geri verildi.<br />

“Memleketimden İnsan Manzaraları”, Milli<br />

Eğitim Bakanlığı’nın okullara önerdiği<br />

“100 Temel Eser” arasına alındı.<br />

Alaturka: Radyoda yasak, sofrada serbest<br />

Cumhuriyetin 10. yılı kutlanırken<br />

gazetelerde Türk müziğinde<br />

alaturka-alafranga tartışmaları<br />

yaşanmaktadır. 1931’de Türkiye’ye gelen<br />

Viyanalı besteci Joseph Marx’ın Türk<br />

müziğinde Batı teknikleri uygulaması<br />

konusundaki görüşleri etrafında<br />

gelişen tartışmaları Peyami Safa,<br />

“Musikimiz Nasıl Garplılaşmalı?” başlıklı<br />

bir ankette toparlar. Katılımcıların<br />

bir kısmı Türk müziği melodisinin<br />

kendi kendine yetebileceği ve Batı<br />

armonisiyle zenginleştirilmeye ihtiyacı<br />

olmadığını savunurken, diğer kısmı da<br />

Batı müziği formlarının kabul edilerek<br />

uluslararası bir müzik dili yakalanması<br />

yönündedir. Tartışmalar Yeşilhilal<br />

(bugünkü Yeşilay) Cemiyeti’ne kadar<br />

taşınır. Cemiyet yöneticileri alaturka<br />

müziğin içki içmeyi teşvik ettiği<br />

gerekçesiyle yasaklanmasını isterler.<br />

1 Kasım 1934’te İstanbul ve Ankara<br />

radyolarında Türk müziği yasaklanır.<br />

Böylece eğitim kurumlarından 1926<br />

yılında çıkartılan Türk müziğine<br />

radyonun da kapısı kapanır. Her ne<br />

kadar “alaturka” yasağı dense de<br />

kapsamı, Dede Efendi’den Saadettin<br />

Kaynak’a saz semai peşrevlerine<br />

kadar uzanan yasak, iki yıla yakın<br />

sürdü, 1936’nın eylül ayında tamamen<br />

kaldırıldı.<br />

Kararın dayanağı, Mustafa<br />

Kemal’in 1 Kasım 1934’te yaptığı Meclis<br />

açılış konuşmasına dayanıyordu:<br />

“Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü,<br />

musikide değişikliği alabilmesi,<br />

kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye<br />

yeltenilen musiki yüz ağartacak<br />

değerde olmaktan uzaktır. Bunu<br />

açıkça bilmeliyiz. Ulusal ince duyguları,<br />

düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri,<br />

söyleşileri toplamak, onları bir gün<br />

önce son musiki kurallarına göre<br />

işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde<br />

Türk ulusal musikisi yükselebilir,<br />

evrensel musikide yerini alabilir. Kültür<br />

İşleri Bakanlığı’nın buna değerince özen<br />

vermesini, kamunun da ona yardımcı<br />

olmasını dilerim.”<br />

Atatürk’ün bu görüşlerinin<br />

kişisel beğenisini yansıtmadığının<br />

en açık ifadesi Falih Rıfkı Atay’ın<br />

“Çankaya”sındaydı: “Sevdiği musiki<br />

alaturka, inandığı garp musikisi idi.<br />

Evinden alaturka musikiyi eksik<br />

etmemişken, milli eğitimde yalnız Batı<br />

musikisini tutmuştur.”<br />

Türk müziğine<br />

damga vuran<br />

sanatçılardan<br />

Safiye Ayla.<br />

ATLAS TARİH 103<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 103 20.10.2023 17:15


âşık veysel sazıyla, sözüyle ses<br />

verdiği türküleri gelecek<br />

kuşaklara taşıdı.<br />

Âşık Veysel: Dostlar Beni Hatırlasın<br />

Halk şiiri geleneğinin büyük ozanı Âşık<br />

Veysel, Sivas Şarkışla’nın Sivrialan<br />

köyünde 1894 yılında doğdu. Yedi<br />

yaşında çiçek hastalığı nedeniyle sol<br />

gözünü, ardından bir kaza sonucu sağ<br />

gözünü kaybetti. 13 yaşında saz çalmaya<br />

başlayan Âşık Veysel, 5-7 Kasım<br />

1931’de Ahmet Kutsi Tecer ve Muzaffer<br />

Sarısözen’in düzenlediği 1. Sivas Halk<br />

Şairleri Bayramı’na katıldı. Cumhuriyetin<br />

onuncu yılı için yazdığı “Cumhuriyet<br />

Destanı” şiirinin Hakimiyet-i Milliye<br />

gazetesinde yayımlanmasıyla adı tüm<br />

ülkeye yayıldı. Tercüman gazetesinde<br />

Ahmet Kabaklı’nın yazdığı gibi “Sağca,<br />

solca, devletçe, milletçe, halkça,<br />

aydınca üzerinde birleştiğimiz son<br />

kıymetlerden birisi” idi. Ruhi Su ise onu,<br />

“Karacaoğlan Sünni bir ozandı fakat<br />

Alevi halk tarafından da sevilirdi. Âşık<br />

Veysel ise Alevi bir ozandı fakat Sünni<br />

halk tarafından da sevilirdi. İkisi de<br />

inançlarında bağnazlıktan kurtulmuştu”<br />

sözleriyle anlatmıştı.<br />

“Güzelliğin On Par’etmez”, “Uzun İnce<br />

Bir Yoldayım”, “Benim Sadık Yarim Kara<br />

Topraktır” gibi eserleriyle bilinen Âşık<br />

Veysel’in şiirleri Ümit Yaşar Oğuzcan’ın<br />

düzenlemesiyle “Dostlar Beni Hatırlasın<br />

1970-1971” adlı kitapta toplandı. Yaşamı,<br />

senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun<br />

yazdığı ve Metin Erksan’ın çektiği “Âşık<br />

Veysel’in Hayatı/Karanlık Dünya” adıyla<br />

1952’de filme alındı. Sonunda Veysel<br />

gitti, adı kaldı, dostları onu Hümeyra,<br />

Fikret Kızılok, Selda, Esin Avşar, Ersen,<br />

MFÖ plaklarıyla hatırlamaya devam<br />

etti…<br />

Bedri Rahmi<br />

Eyüboğlu<br />

yurt gezileri<br />

kapsamında<br />

Edirne ve<br />

Çorum’a<br />

gitmişti.<br />

Ressamların yurt gezileri<br />

CHP’nin 28 Temmuz 1938’de milli<br />

sanat bilincini geliştirmek amacıyla<br />

başlattığı atılım, resim sanatında bir<br />

dönüm noktası oldu. Alınan karar gereği<br />

dönemin ünlü ressamları yurt gezilerine<br />

çıkacak ve gerçekleştirdikleri yapıtları<br />

belirli dönemlerde “Yurt Sergisi” adıyla<br />

sergileyeceklerdi. Güzel Sanatlar<br />

Akademisi’nin sanatçıları belirleyip çağrı<br />

yapmasıyla karar uygulanmış oldu.<br />

1938’den 1943’e kadar altı yurt gezisi<br />

düzenlendi ve aralarında Hikmet Onat,<br />

Abidin Dino, Feyhaman Duran, Elif Naci,<br />

Zeki Faik İzer, Nurullah Berk, Bedri Rahmi<br />

Eyüboğlu’nun da bulunduğu ressamlar,<br />

Edirne’den Konya’ya, Antalya’dan<br />

Gaziantep’e, Erzurum’dan Bursa’ya<br />

yurdun çeşitli bölgelerine gönderildi,<br />

böylelikle yerelle bağ kurmaları sağlandı.<br />

Bu girişimi, “Devlet Baba ile ressamlar<br />

arasındaki en hayırlı alışveriş” diye<br />

niteleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu,<br />

1938’de Edirne’ye, 1942’de de Çorum’a<br />

gitti. El baskı, yazma, gravür, seramik,<br />

heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi,<br />

litografi gibi birçok formlarda eserler<br />

üretmesi, geleneksel süsleme ve halk el<br />

sanatlarında seçtiği motifleri yapıtlarında<br />

Batı’nın teknikleriyle birleştirerek<br />

kullanmasıyla öne çıktı.<br />

Abidin Dino bu gezilere katılan en<br />

genç ressam olarak 1939’da Balıkesir’e<br />

gittiğinde 26 yaşındaydı. Balıkesir’de<br />

kaldığı bir buçuk ay boyunca sadece<br />

resim yapmadı, maniler ve türküler<br />

dinledi, ciğerlerine halk kültürü çekti.<br />

Balıkesir dönüşü getirdiği resimler<br />

arasında bulunan ‘ibrik’ resimleri, Türk<br />

resim tarihinin en tartışılan resimleri<br />

oldu. Bir grup bu ibriklerin kitlelere resim<br />

hazzını vermekten uzak olduğunu, Orhan<br />

Veli’nin şiirindeki nasırın karşılığı olduğunu<br />

söylerken diğerleri de bu kişileri resimlerin<br />

güzelliğini anlamamakla suçluyordu. Ama<br />

her koşulda bu tartışma, yurt gezilerinin<br />

amacına ulaştığının kanıtıydı.<br />

104 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 104 20.10.2023 17:15


Bir Garip Orhan Veli<br />

arip”, Orhan Veli Kanık’ın 1941<br />

“Gyılında yayımlanan ilk kitabı.<br />

Kitabın asıl özelliği, “Şiir Hakkında<br />

Düşünceler” adıyla yayımladığı önsöz.<br />

Kitabın, adını vermemesine karşın<br />

hem Nâzım Hikmet’in siyasal içerikli<br />

toplumcu şiirine hem de geleneksel<br />

hece şiirine karşı çıkan “Önsöz”ü<br />

edebiyat çevrelerinde tartışma yarattı.<br />

Orhan Veli yazısında ölçü ve uyağın<br />

şiiri yozlaştırdığını, şiirin çoğunluğa<br />

seslenmesi gerektiğini, bu nedenle<br />

egemen sınıfların beğenilerine seslenen<br />

kalıplaşmış öğelerin kaldırılmasını<br />

savunuyordu. Orhan Veli, Melih Cevdet<br />

Anday ve Oktay Rifat’ın serbest<br />

nazmı kullanan ve konularını gündelik<br />

yaşamdan alan şiirlerinin ortak havası<br />

onların “Garipçiler” adıyla anılmalarına<br />

yol açtı. Şiir dili konuşma diline yöneldi<br />

ve sokaktaki adamın yaşantısı şiire girdi.<br />

Garip şiirde hızlı bir evrim başlatınca,<br />

geleneksel edebiyat çevrelerinde<br />

büyük tepkiyle karşılandı. Örneğin<br />

Yusuf Ziya Ortaç “Akbaba” dergisinde,<br />

“Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti.<br />

Türk şiirinin berceste mısraı diye ‘Yazık<br />

Oldu Süleyman Efendiye’ rezaletini<br />

alkışladılar. Sanatın darülacezesi<br />

ile tımarhanesi el ele verdi, birkaç<br />

mecmuanın sahifesinde saltanat<br />

kurdular. Ey Türk gençliği! Sizi bu<br />

hayasızlığın suratına tükürmeye davet<br />

ediyorum” sözleriyle kışkırtıcı bir yazı<br />

yazdı.<br />

Şair Orhan Veli<br />

Kanık, 1950<br />

yılında, 36<br />

yaşında hayatını<br />

kaybetti.<br />

Aziz Nesin ve Marko Paşa<br />

Aziz Nesin’i anmadan<br />

1940’ların edebiyat<br />

dünyası eksik kalır. 1995’te<br />

ölümünün ardından Zeynep<br />

Oral, “Örnek İnsan, Örnek<br />

Aydın” başlıkla yazısında<br />

Aziz Nesin’i şöyle anlatmıştı:<br />

“100’ü aşkın kitap, öykü,<br />

deneme, anı, roman, oyun,<br />

şiir… Çevrildiği diller 34…<br />

<strong>Sayı</strong>sız ödül… 200 takma<br />

ad… Yaklaşık 250 kez<br />

yargılanmak… Toplam<br />

5,5 yıl hapis… Toplam 36<br />

çocuk… Gerisi insan onurunu<br />

sonuna dek savunma,<br />

insanlara onurlu bir yaşam<br />

benimsetme çabası. Gerisi<br />

bol kavga, bol coşku, bol sevgi, yine bol<br />

kavga...”<br />

1946’da Sabahattin Ali ile birlikte<br />

“Marko Paşa” mizah gazetesini<br />

çıkaran Aziz Nesin, dergide dönemin<br />

politikacılarını sözünü esirgemeden<br />

eleştirmiş, tüm baskı ve defalarca<br />

kapatılmanın getirdiği zor koşullara<br />

karşın hedeflediği satış rakamlarına<br />

ulaşmayı başarmıştı. Ancak davalar ve<br />

suçlamalar dergi yazarlarına oldukça<br />

zor dönemler yaşatmıştır. 1946’dan<br />

itibaren yazdığı “Toros Canavarı”,<br />

“Deliler Boşandı”, “Fil Hamdi”, “Ah Biz<br />

Eşekler” gibi öyküleri, “Şimdiki Çocuklar<br />

Harika”, “Tatlı Betüş”, ”Yaşar Ne Yaşar Ne<br />

Yaşamaz” gibi romanların yanı sıra şiirler,<br />

tiyatro oyunları hatta çizgi romanlar<br />

kaleme aldı. Ve bu yapıtlarıyla Altın<br />

Palmiye, Altın Kirpi, Krokodil Birincilik<br />

Ödülü, Lotus Asya-Afrika Yazarlar<br />

Birliği Ödülü, Tolstoy Altın Ödülü, CPJ<br />

Uluslararası Basın Özgürlük Ödülü gibi<br />

yerli ve yabancı kuruluşlardan pek çok<br />

ödül kazandı. 1993’te Pir Sultan Abdal<br />

Kültür ve Sanat Etkinlikleri’ne katılmak<br />

üzere Sivas’a giden Aziz Nesin’in kaldığı<br />

Madımak Oteli, 2 Temmuz’da fanatik<br />

dincilerce ateşe verildi. Nesin, 33 kişinin<br />

yanarak can verdiği Sivas Katliamı’ndan<br />

kıl payı kurtuldu. Hep izlendi, birçok<br />

kez tutuklandı, yargılandı, sürgüne<br />

gönderildi, hapis yattı… Hep çok çalıştı.<br />

Kendi deyimiyle “Boyu kadar kitap yazdı.”<br />

1972’de kimsesiz çocukları okutmak<br />

için Nesin Vakfı’nı kurdu, kitaplarının<br />

tüm gelirlerini vakfa bağışladı. 1995’te<br />

öldüğünde, vasiyeti gereği hiçbir tören<br />

yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak<br />

şekilde bu vakfın bahçesine gömüldü.<br />

ATLAS TARİH 105<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 105 20.10.2023 17:15


İdil Biret<br />

Suna Kan<br />

Sinemacılar<br />

kuşağı başlıyor<br />

1950’li yıllarla birlikte Türk sinemasında<br />

tiyatrocuların etkisi son bulur ve<br />

sinemacılar dönemi başlar. Yıllık film ve<br />

seyirci sayılarında büyük artış görülür.<br />

Lütfi Ömer Akad’ın 1952 yazında çektiği<br />

“Kanun Namına” filmi Türk sineması<br />

açısından bir dönüm noktası olarak kabul<br />

edilir. İstanbul’da yaşanan gerçek bir<br />

cinayet vakasından yola çıkarak çekilen<br />

“Kanun Namına”, sinema dili ve anlatımı<br />

bakımından yenilik getirir. Filmde oto<br />

tamircisi Nazım Usta’yı canlandıran<br />

Ayhan Işık, sinemamızın ilk yıldızı<br />

olarak parlar. Sinemacılar döneminin<br />

ilk temsilcilerinden Lütfi Ömer Akad,<br />

“Hudutların Kanunu”, “Vesikalı Yarim” gibi<br />

unutulmaz filmlere, “Gelin”, “Düğün” ve<br />

“Diyet” üçlemesine imza atar.<br />

Kanun Namına, 1952.<br />

Müziğin harika<br />

çocukları<br />

21 Ekim 1936’da Adana’da dünyaya gelen<br />

Suna Kan, ilk keman derslerine babası<br />

Nuri Kan ile başladı. İlk resitalini 1946’da<br />

Ankara Devlet Konservatuvarı’nda veren<br />

Suna Kan, Mozart’ın 5. Keman Konçertosu’nu<br />

seslendirdiği bu resital nedeniyle “Harika<br />

Çocuk” olarak anıldı. 1948’de “Harika Çocuk<br />

Yasası” ile yurtdışına gönderildi. 1952’de Paris<br />

Konservatuvarı’nı birincilikle bitirdi. Türk<br />

sanatına katkı ve hizmetlerinden dolayı 1971’de<br />

“Devlet Sanatçısı” unvanına layık görülen Suna<br />

Kan, 11 Haziran 2023’te hayatını kaybetti.<br />

Diğer “Harika Çocuk” İdil Biret, 8 yaşında<br />

Fransa’ya gönderildi ve 15 yaşında Paris<br />

Konservatuvarı’ndan birincilikle mezun oldu.<br />

Hiçbir piyano yarışmasına katılmayan İdil<br />

Biret, 16 yaşından itibaren Boston Senfoni,<br />

Leningrad Filarmoni, Londra Senfoni, Dresden<br />

Filarmoni gibi dünyanın büyük orkestraları<br />

ile beş kıtada 2 bine yakın konser verdi, 80<br />

plak çıkarttı. Aralarında Chopin Büyük Ödülü,<br />

Yüksek Liyakat Madalyası, Altın Diyapazon gibi<br />

ödüllerin de bulunduğu pek çok ödül ve nişan<br />

aldı.<br />

Yaşar Kemal: Çukurova’dan yükselen isyan<br />

cı, korku, nefret, sevinç veren<br />

“Arealist levhalarla örülü bir<br />

memleket romanı...” Cumhuriyet<br />

gazetesi, Yaşar Kemal’in ilk romanı “İnce<br />

Memed”i tefrika halinde yayımlamaya<br />

31 Ocak 1954’teki bu duyuruyla başladı.<br />

Yaşar Kemal, romanın 50. yılında Doğan<br />

Hızlan’a verdiği röportajda İnce Memed’i<br />

nasıl yazdığını şöyle anlatıyor: “İnce<br />

Memed’i yazdığımda Cumhuriyet’te<br />

çalışıyordum ve hemen hemen hiç<br />

param yoktu, öyle ki Serencebey’de<br />

oturduğum ev sobalıydı ama odun<br />

alamıyordum. 1953’te muazzam bir kış<br />

olmuştu, hatırlarsınız Boğaz’ı buzlar<br />

kaplamıştı, odunum olmadığı için<br />

birkaç ceketi üst üste giyip eldivenlerle<br />

yazdım İnce Memed’i.” 1955’te Çağlayan<br />

Yayınları tarafından kitap olarak basılan<br />

İnce Memed, ertesi yıl Varlık Roman<br />

Armağanı’nı kazandı. Nobel Edebiyat<br />

Ödülü’ne Türkiye’den aday gösterilen<br />

ilk yazar Yaşar Kemal’di. Eserleri 40’tan<br />

fazla dile çevrildi. Yaşar Kemal, 2014’te<br />

Bilgi Üniversitesi’nin kendisine fahri<br />

doktora vermek için düzenlediği törene<br />

sağlık sorunları nedeniyle katılamamış,<br />

okurlarına şöyle seslenmişti: “Bir,<br />

benim kitaplarımı okuyan katil olmasın,<br />

savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı<br />

sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi<br />

aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile<br />

edemesin. İnsanları asimile etmeye can<br />

atan devletlere, hükümetlere olanak<br />

verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar<br />

bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin<br />

kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden<br />

uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı<br />

okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar,<br />

yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.<br />

Benim kitaplarımı okuyanlar cümle<br />

kötülüklerden arınsınlar.”<br />

106 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 106 20.10.2023 17:15


Ara Güler: Bir Türkiye mozaiği<br />

1950’li ve 1960’lı yılların İstanbul’unu<br />

Ara Güler’in çektiği ölümsüz karelerle<br />

hatırlıyoruz. 1950 yılında Yeni İstanbul<br />

gazetesinde mesleğe başlayan Ara<br />

Güler, Nezih Tavlaş’ın hazırladığı<br />

biyografi kitabında şöyle anlatıyor: “Bir<br />

gazeteci için zaman çok mühimdir. Bir<br />

fotoğraf yarım saat içinde işe yaramaz<br />

hale gelebilir. Ben bütün bunları<br />

yavaş yavaş öğrendim.” 1954’te Hayat<br />

dergisinin fotoğraf bölüm şefi oldu.<br />

Time-Life, Paris-Match ve Der Stern<br />

dergilerinin yakın doğu foto-muhabirliği<br />

görevlerini üstlendi. British Journal<br />

of Photography Yıllığı, 1960 yılının yedi<br />

yıldız foto muhabirinden biri olarak Ara<br />

Güler’i seçti. 1962’de Master of Leica<br />

unvanını kazandı.<br />

Picasso’dan Salvador Dali’ye, Indra<br />

Gandi’den Winston Churchill’e ve Alfred<br />

Hitchcock’a pek çok ünlünün fotoğrafını<br />

çekmişti. 2018’de yaşamını yitirdiğinde<br />

Türk Ermeni Cemaati Episkoposu<br />

Sahak Maşalyan onu, “Kilise tıklım, insan<br />

almıyor. Herkes burada… Ermeni’si,<br />

Rum’u, Süryani’si, Keldani’si, Yahudi’si,<br />

Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ı, Arnavut’u,<br />

Gürcü’sü, Laz’ı, Hemşinlisi, Boşnak’ı, tüm<br />

Türkiye mozaiği burada… Çünkü o, bu<br />

yaşamın her kıvrımını, detayını takdir<br />

etti. Yaşam denen mucizeyi anlamaya<br />

çalıştı” sözleriyle uğurlamıştı.<br />

“DERTLİ<br />

GÖNÜLLERE<br />

GİREN<br />

İŞTE BENİM<br />

ZEKİ MÜREN.”<br />

En İyi Film: Susuz Yaz<br />

Metin Erksan’ın Necati Cumalı’nın<br />

hikâyesinden sinemaya uyarladığı “Susuz<br />

Yaz” filmi, 14. Berlin Film Festivali’nde En İyi<br />

Film seçilerek “Altın Ayı” ödülünü kazandı. 1963<br />

yapımı olan filmde başrolleri Hülya Koçyiğit,<br />

Erol Taş ve Ulvi Doğan oynuyordu.<br />

Film Türkiye’de yasaklıydı ve sakıncalı<br />

olduğu gerekçesiyle yurtdışına çıkarılmasına<br />

izin yoktu. Berlin’e kaçırılarak festivale katılan<br />

“Susuz Yaz” filmi, uluslararası bir festivalde<br />

büyük ödülü alan ilk Türk filmi olarak sinema<br />

tarihimize geçti.<br />

Zeki Müren: Sanat Güneşi<br />

1950’li ve 1960’lı yıllarda sahnelerde<br />

Zeki Müren fırtınası esiyordu.<br />

1951’de İstanbul Radyosu’nda ilk canlı<br />

konserini veren Zeki Müren, ilk plağı<br />

“Bir Muhabbet Kuşu”nu aynı yıl çıkardı.<br />

1953’te “Beklenen Şarkı” filmiyle<br />

sinemaya adım atan Zeki Müren,<br />

ertesi yıl ilk kez İzmir Fuarı’nda gazino<br />

sahnesine çıktı. “Beklenen Şarkı” adlı<br />

film büyük bir ticari başarı kazandı. Bu<br />

filmden sonra Zeki Müren, 18 filmde<br />

daha oynadı. 1955’te “Manolyam” adlı<br />

şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen<br />

“Altın Plak” ödülünü kazandı. 1960<br />

yılıyla birlikte Maksim Gazinosu<br />

günleri başladı. Sesi, sahnesi ve<br />

kostümleriyle dönemin en büyük<br />

ikonuydu. Saz heyetine tek tip kıyafet<br />

giydirmek ve “T” podyum kullanmak<br />

gibi sahne hayatına çeşitli yenilikler<br />

getirdi. 600’den fazla plak ve kaset<br />

doldurdu. 1991 yılında Devlet Sanatçısı<br />

seçildi. 24 Eylül 1996’da hayatını<br />

kaybetti.<br />

ATLAS TARİH 107<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 107 20.10.2023 17:15


Altın Mikrofon ve Cem Karaca<br />

Hürriyet gazetesi 1965’te Batı müziğinin<br />

zengin teknik ve şekillerinden<br />

faydalanılarak yine Batı müziği aletleriyle<br />

çalınmak suretiyle Türk müziğine<br />

yeni bir yön vermek amacıyla “Altın<br />

Mikrofon” adlı bir yarışma düzenledi. Bu<br />

yarışma, popüler müziğin Anadolu’ya<br />

yayılmasında, pek çok grubun ve<br />

şarkıcının ortaya çıkmasında önemli<br />

bir rol oynadı. Cem Karaca, Haramiler,<br />

Siluetler, Mavi Işıklar, Selçuk Alagöz,<br />

Moğollar, Edip Akbayram gibi sanatçı<br />

ve topluluklar önce “Altın Mikrofon”<br />

yarışmasında isimlerini duyurdular ve<br />

bu yarışmayla ivme kazanan popüler<br />

müzik hızlı bir gelişme sürecine girdi.<br />

1960’larda taş plakların yerini 45’likler<br />

almaya başladı, taşınır pikaplar moda<br />

oldu ve nihayet “LP”lere geçildi. İlk<br />

olarak popüler müzik parçalarına Türkçe<br />

sözler yazılarak yapılan aranjmanlar<br />

gündeme geldi. Bu dönemle özdeşleşen<br />

sanatçı, yıllarca yerli bestelere dudak<br />

büken Ajda Pekkan oldu. Ancak<br />

Pekkan’ın yanı sıra Erol Büyükburç’tan<br />

Alpay’a, Tanju Okan’dan Ayla Dikmen’e,<br />

Kamuran Akkor’dan Şenay’a pek çok isim<br />

aranjmanlar söylediler. Bu sıralarda Barış<br />

Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Selda<br />

Bağcan, Üç Hürel, Hümeyra, Erkin Koray,<br />

Edip Akbayram gibi isimler, geleneksel<br />

türküleri ve enstrümanları kullanarak<br />

müzik yapmaya başladılar. 1967’deki “Altın<br />

Mikrofon” yarışmasında grubu Apaşlar<br />

ile birlikte “Emrah” adlı parçayı söyleyen<br />

Cem Karaca, bu akımın öncülerinden<br />

biri. Sözleri Erzurumlu Emrah’tan alınan<br />

parça, aranjman anlayışına karşı “ulusal”<br />

denebilecek bir yaklaşımı benimseyen<br />

Anadolu pop/rock akımının öncü<br />

girişimlerinden biri olarak kabul edildi.<br />

Kardaşlar, Moğollar, Dervişhan gibi<br />

gruplarla rock müziğin yetkin örneklerini<br />

veren Cem Karaca, giderek şarkılarında<br />

ideolojik bir söylem geliştirdi. 1980’deki<br />

askeri darbeden sonra yedi yıl boyunca<br />

vatandaşlık haklarından mahrum<br />

bırakılan Karaca, Türkiye’ye döndükten<br />

sonra da müzik çalışmalarına devam etti,<br />

2004 yılında yaşamını yitirdi.<br />

Oğuz Atay<br />

“Tutunamayanlar”<br />

Oğuz Atay’ın, 1970 yılında TRT<br />

Sanat Ödülleri Yarışması’nda<br />

başarı ödülü kazanan,<br />

“Tutunamayanlar” kitabı (ilk<br />

kez 1972’de basıldı), özellikle<br />

1980’lerden sonra gençlerin<br />

başyapıtı haline geldi. Eserleri<br />

birçok edebiyat eleştirmeni<br />

tarafından incelenen Atay, 43<br />

yıllık yaşamında sadece beş eser<br />

(İkinci romanı “Tehlikeli Oyunlar<br />

1973”, psikolojik çözümlemelere<br />

ağırlık verdiği öykü kitabı “Korkuyu<br />

Beklerken 1975”, mekanik<br />

profesörü Mustafa İnan’ın yaşam<br />

öyküsünü anlattığı romanı “Bir<br />

Bilim Adamının Romanı 1975” ve<br />

Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen<br />

oyunu “Oyunlarla Yaşayanlar<br />

1979-1980”) üretmesine rağmen<br />

Türk edebiyatının en tartışılan<br />

yazarları arasına girmeyi başardı.<br />

Tutunamayanlar’la küçük burjuva<br />

düzeninin ve Türk aydınının<br />

acıklı güldürüsünü cesur biçim<br />

denemeleriyle anlatan Oğuz Atay,<br />

Türk romanında yeni bir açılımın<br />

öncüsü olmuştur.<br />

Devekuşu Kabare Tiyatrosu<br />

1967 yılında Haldun Taner<br />

öncülüğünde Metin Akpınar, Zeki<br />

Alasya ve Ahmet Gülhan tarafından<br />

kurulan Devekuşu Kabare, Türk<br />

tiyatrosunun 25 yılına damgasını<br />

vurdu. “Vatanını Kurtaran Şaban”<br />

adlı oyunla perdelerini açan<br />

Devekuşu Kabare, önceleri küçük<br />

salonlarda dar bir kitleye hitap<br />

ediyordu. Haldun Taner kabare<br />

tiyatrosunu, “Avrupa’ya her gidişte<br />

önce kabarelere uğrarım. Bir<br />

ülkenin nabzı kabare tiyatrolarında<br />

atar. Zekâ ve hoşgörü seviyesi de<br />

en çok oralarda belli olur” sözleriyle<br />

açıklıyordu. 1978 yılında Haldun<br />

Taner ve Ahmet Gülhan ayrıldı.<br />

Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın<br />

yönetiminde daha geniş kitlelere<br />

ulaşan Devekuşu Kabare, etkisi<br />

günümüze kadar devam eden<br />

bir efsane haline geldi. “Beyoğlu<br />

Beyoğlu”, “Yasaklar”, “Aşk Olsun”<br />

gibi unutulmaz oyunlara imza atan<br />

Devekuşu Kabare, 1988 yılında<br />

sahne hayatına son verdi.<br />

108 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 108 20.10.2023 17:15


Barış Manço ve<br />

Kurtalan Ekspres<br />

Anadolu rock müziğinin en önemli isimlerinden<br />

Barış Manço, uzun saçları, kıyafetleri ve<br />

yüzükleriyle büyük popülarite kazanmıştı. 1971<br />

baharında Moğollar ile yollarını ayırır ayırmaz yeni bir<br />

grup kurdu. Bu gruba “Kurtalan Ekspres” ismini ertesi<br />

yıl koydu. 1979’da çıkardıkları “Yeni Bir Gün”, Türkiye’nin<br />

rock tarihinin en iyi plakları arasında gösteriliyordu.<br />

Manço, albümün çıkış şarkısı “Sarı Çizmeli Mehmet<br />

Ağa”yı ilk kez 1979’un yılbaşı gecesi seslendirdi.<br />

“Dönence”, “Dağlar Dağlar” “Kol Düğmeleri” gibi<br />

unutulmaz şarkılara ses verdi. Barış Manço, 1988’de<br />

TRT’de başlayan ve yaklaşık 10 yıl süren “7’den 77’ye”<br />

programıyla televizyon yıldızı oldu. 31 Ocak 1999’da<br />

evinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu, arkasında<br />

200’den fazla şarkı, pek çok altın ve platin plak ödülü<br />

bırakarak yaşama veda etti.<br />

Şahları da Vururlar<br />

1980 yılında “Ortaoyuncular” adıyla<br />

kendi tiyatrosunu kuran Ferhan<br />

Şensoy’un “Şahları da Vururlar” oyunu<br />

üç yılda 586 kez sahnelendi. 1979’da<br />

dini lider Ayetullah Humeyni’nin<br />

İran’a dönmesinden sonra gelişen<br />

olaylar yazdırmıştır oyunu. İran’daki<br />

gelişmeleri günbegün gazetelerden<br />

takip eden Şensoy, bir küçük sahil<br />

kasabasında yazar oyunu ve şarkı<br />

sözlerini… “Herkes bilir az biraz /<br />

Mefailün failün/ Şiraz’da vardır kiraz/<br />

Failatun failün…” yazdıkça besteler.<br />

Besteledikçe de oyun tamamlanır.<br />

Aslında “Şahları da Vururlar”ın esas<br />

bestecisi Fuat Güner’dir ve Güner<br />

şovun kadrosunda da yer alacaktır.<br />

<strong>Tarih</strong>sel perspektifle İran’ı sahneye<br />

getiren oyunda satranç da oynanır,<br />

tavla da. Karakterler otururken oyunun<br />

dili de yavaş yavaş ortaya çıkar. “Biraz<br />

farizi, hafif aruz bir dil yakaladım.<br />

Ben yerine men kullanıyorum. Bu<br />

mantıkla başka sözcükleri de b harfiyle<br />

başlattım: Min atlı akınlarda mocuklar<br />

gibi mendik/Mak tolgalı meylermeyi<br />

maykırdı…”<br />

Oyuna Haldun Taner de katkı sağlar.<br />

Birinci perdenin sonunda Şah Rıza,<br />

Ömer Hayyam’ı ipe göndermekte,<br />

Hayyam ise “Şiirler ölmüyor ki şairler<br />

öldürülse” demektedir. Taner,<br />

Hayyam’ın son arzusunun sorulmasını<br />

önerir. Hayyam’ın son arzusu İran’ın<br />

veliahdını görmek olacaktır. Daha<br />

ortada bir zevce yokken hangi veliaht?<br />

Hayyam “Valla menim acelem yok, men<br />

beklerim” deyip ipten dönecektir.<br />

Daha sonra “Keşanlı Ali Destanı”,<br />

“Muzır Müzikali”, “Kahraman Bakkal<br />

Süpermarkete Karşı” ve “Ferhangi<br />

Şeyler”in de aralarında bulunduğu<br />

onlarca oyun sahneleyen, sinema<br />

filmleri ve dizilerde de rol alan, kitaplar<br />

ve senaryolar yazan Ferhan Şensoy<br />

2021 yılında yaşama veda etti.<br />

Yılmaz Güney’in “Yol”u<br />

35. Cannes Film Festivali, 14-26 Mayıs 1982 tarihleri arasında<br />

düzenlendi. Yılmaz Güney’in “Yol” filmi “Altın Palmiye” ödülünü,<br />

Costa Gavras’ın Missing (Kayıp) filmiyle paylaştı. Çekimlerini Şerif<br />

Gören’in yönettiği filmde Tarık Akan, Halil Ergün, Şerif Sezer,<br />

Meral Orhonsay gibi isimler rol alıyordu. İmralı Açık Cezaevi’nden<br />

bayram iznine çıkan beş mahkûmun hikâyesini anlatan “Yol”, Türk<br />

sinemasının başyapıtlarından biri sayılıyor.<br />

“YOL” FİLMİ<br />

BAYRAM İZNİNE<br />

ÇIKAN<br />

BEŞ MAHKûMUN<br />

HİKâYESİNİ<br />

ANLATIYOR.<br />

ATLAS TARİH 109<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 109 20.10.2023 17:15


Çok korkuyorum Eşkıya<br />

Yavuz Turgul’un senaryosunu yazıp yönettiği,<br />

Şener Şen ve Uğur Yücel’in başrollerde<br />

oynadığı “Eşkıya” filmi 1996 yıl sonunda<br />

gösterime girdi. Türk halkını sinemasıyla<br />

yeniden buluşturan Eşkıya, 1996-1997<br />

sezonunda 2 milyon 571 bin 474 kişi tarafından<br />

izlendi. Gişe istatistiklerinin tutulmaya<br />

başlandığı 1989’dan sonraki dönemde,<br />

gösterime girdiği 1996’dan 2001 yılına kadar<br />

en yüksek gişe hasılatı elde eden film oldu.<br />

Eşkıya’nın bu başarısı, 1980’li yıllardan itibaren<br />

üretim ve seyirci sayısı bakımından büyük<br />

bir çöküş yaşayan Türk sinemasının kaderini<br />

değiştiren bir dönüm noktası sayılıyor.<br />

Sezen Aksu ve pop çağı<br />

İlk kez 1975’in yılbaşı gecesi<br />

televizyonda izleyici karşısına çıkan<br />

Sezen Aksu, seslendirdiği “Kusura<br />

Bakma” ve “Yaşanmamış Yıllar” adlı<br />

besteleriyle kısa sürede popüler<br />

müziğin önde gelen isimlerinden biri<br />

oldu. “Ağlamak Güzeldir”, “Sen Ağlama”<br />

gibi albümlerle 1980’lere damgasını<br />

vuran Aksu, 1990’larda zirvedeki<br />

yerini pekiştirdi. “Minik Serçe” adını,<br />

Hollywood’da birkaç kez çevrilen “A<br />

Star Is Born-Bir Yıldız Doğuyor” filminin<br />

Türkçe uyarlamasına adını veren<br />

şarkısıyla kazandı.<br />

Aksu, popüler müziğin “kült<br />

isimlerinden” biri oldu. Naim Dilmener’in<br />

“örtülü arabesk”, Murat Meriç’in ise<br />

“alternatif arabesk” diye nitelendirdiği<br />

“Firuze”, hem Sezen Aksu’nun hem<br />

de Türk popunun tarihinde ikinci<br />

bir evreyi; alaturkalı, arabeskli çağı<br />

başlatan şarkı olarak kabul edilir. Aysel<br />

Gürel ile Sezen Aksu’nun yazdığı, Atilla<br />

Özdemiroğlu’nun bestelediği 1982<br />

çıkışlı şarkı, dönemin müzik dergileri<br />

tarafından eleştirilse de kısa sürede<br />

hit olur.<br />

Sezen Aksu’yu “Solcuyu, sağcıyı,<br />

Türk’ü, Kürt’ü, dinciyi, laiki birleştiren<br />

bir ortak payda” olarak nitelendiren<br />

Mehmet Y. Yılmaz, şöyle anlatır<br />

sanatçıyı: “İlk plağını çıkardığı 1975<br />

yılından beri Türkiye’de yaşayıp da<br />

Sezen’in şarkılarıyla ilgili bir anısı<br />

olmayan kaç kişi vardır acaba içimizde?<br />

Sanıyorum bu sorunun yanıtı ‘Hiç<br />

kimse’ olmalı. Kim bilir kaç âşık,<br />

sevgilisinden ayrıldıktan sonra Sezen’in<br />

şarkılarıyla gözyaşı döktü, geçip giden<br />

yıllara ağladı. Kim bilir kaç aşka tanıklık<br />

etti şarkıları? Kaç âşığın dilinde ‘bizim<br />

şarkımız’ oldu şarkıları? Sezen Aksu,<br />

benzerine çok az toplumda çok az<br />

rastlanabilecek bir sanatçı. Büyüklüğü,<br />

bestelediği, yorumladığı şarkıların<br />

neredeyse tümünün yaşamlarımıza<br />

bir şekilde dokunmuş olmasından<br />

kaynaklanıyor.”<br />

Sertab<br />

Erener’in<br />

Eurovision<br />

birinciliği<br />

1975 yılından itibaren Eurovision<br />

Şarkı Yarışması’na katılan Türkiye,<br />

makus talihini 24 Mayıs 2003’te kırdı.<br />

Sertab Erener, Letonya’nın başkenti<br />

Riga’da düzenlenen 48. Eurovision Şarkı<br />

Yarışması’nda “Every Way That I Can” adlı<br />

şarkısıyla birinci oldu.<br />

110 ATLAS TARİH<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 110 20.10.2023 17:15


Orhan Pamuk’a<br />

Nobel ödülü<br />

Yazar Orhan Pamuk, 12 Ekim<br />

2006’da edebiyat dünyasının en<br />

büyük ödülü sayılan Nobel Edebiyat<br />

Ödülü’nü kazandı. Nobel komitesi<br />

ödülü, “2006 Nobel Edebiyat Ödülü<br />

‘Kentinin melankolik ruhunun izlerini<br />

sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması<br />

ve örülmesi için yeni simgeler bulan’<br />

Orhan Pamuk’a verilmiştir” açıklamasıyla<br />

duyurdu.<br />

Ödülü aldığını ABD’de öğrenen yazar<br />

Orhan Pamuk, “Ödülün, temsilcisi olduğu<br />

Türk kültürü ve edebiyatı için bir onur<br />

olduğunu” söyledi. Ödül töreni 10 Aralık<br />

2006’da yapıldı.<br />

“TUTKUYLA<br />

SEVDİĞİM YALNIZ<br />

VE GÜZEL ÜLKEME<br />

İTHAF EDİYORUM.”<br />

Nuri Bilge<br />

Ceylan, 2014’te<br />

Altın Palmiye<br />

ödülünü<br />

aldı (üstte).<br />

2023’te En İyi<br />

Kadın Oyuncu<br />

seçilen<br />

Merve Dizdar<br />

(sağda).<br />

Cannes’da peş peşe<br />

ödüller<br />

Türk sinemasının son yirmi yılına Nuri Bilge<br />

Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde aldığı<br />

ödüller damgasını vurdu. 2003’te “Uzak”<br />

filmiyle “Grand Prix” ödülünü kazanan Nuri<br />

Bilge Ceylan, 2008 yılında “Üç Maymun” filmiyle<br />

“En İyi Yönetmen” ödülünün sahibi oldu. Ceylan<br />

ödül töreninde yaptığı konuşmada “Bu ödülü,<br />

tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme<br />

armağan ediyorum’’ dedi. 2011’de “Bir Zamanlar<br />

Anadolu’da” filmiyle “Büyük Jüri Ödülü”nü<br />

kazanan Nuri Bilge Ceylan, 2014 yılında<br />

“Kış Uykusu” filmiyle büyük ödül olan “Altın<br />

Palmiye”yi aldı.<br />

Merve Dizdar, 76. Cannes Film Festivali’nde<br />

“Kuru Otlar Üstüne” filmindeki performansıyla<br />

“En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü aldı. Nuri Bilge<br />

Ceylan’ın yönettiği filmde “Nuray” öğretmen<br />

karakterine hayat veren Dizdar, Cannes’da<br />

ödül kazanan ilk Türk kadını olarak tarihe<br />

geçti. Dizdar ödül törenindeki konuşmasında<br />

“Bu ödülü, ‘Nuray’ ve onun gibi kadınların<br />

mücadelesine güç verebilmek için ve bu ödülü<br />

kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip<br />

eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan ve<br />

ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen<br />

güzel tüm kız kardeşlerim ve Türkiye’de hak<br />

ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm<br />

mücadeleci ruhlara armağan ediyorum”<br />

sözleriyle duygularını dile getirdi.<br />

Kaynakça<br />

• 100. Yılında Türkiye’nin Popüler Kültür Haritası, Derya<br />

Bengi, Erdir Zat<br />

• Sazlı Cazlı Sözlük, Derya Bengi<br />

• Muhsin Ertuğrul, Gökhan Akçura<br />

• Cumhuriyetin 75 Yılı, Yapı Kredi Yayınları<br />

ATLAS TARİH 111<br />

100_111_K-E-CF-cumhuriyetsanat.indd 111 20.10.2023 17:15


TÜRK SPORUNUN UNUTULMAZLARI<br />

ZEKİ, ÇEVİK VE<br />

AHLAKLI<br />

112 ATLAS TARİH<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 112 20.10.2023 17:16


milli futbol takımımız ilk maçını cumhuriyetin ilanından<br />

üç gün önce yaptı. ertesi yıl türk sporcular olimpiyatlarda<br />

boy gösterdi. türk kadınları ilk kez 1936’da olimpiyatlara<br />

katıldı. onlardan bayrağı devralan kadın voleybolcularımız<br />

cumhuriyetin 100. yılında türkiye’yi dünya birinciliğine taşıdı.<br />

ATLAS TARİH 113<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 113 20.10.2023 17:16


Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı<br />

heyeti, 30 Temmuz 1926’da<br />

Çankaya’da Mustafa Kemal<br />

Paşa tarafından kabul edilmişti.<br />

Reisicumhurun, ittifak heyetini<br />

kabulünde yaptığı konuşma, Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin spora yaklaşımını ortaya<br />

koyuyordu. “Efendiler; cihanda spor hayatı,<br />

spor âlemi çok önemlidir. Bunu siz mütehassıslara<br />

açıklamaya gerekli görmem. Bu<br />

kadar önemli olan spor hayatı, bizim için<br />

daha önemlidir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın<br />

iyileştirilmesi ve güzelleştirilmesi meselesidir<br />

ve hatta biraz da medeniyet meselesidir…<br />

İşte bu kıymetli, bu yüksek, bu yüce<br />

kuvvetin huzurunda size hitap ediyorum ki,<br />

bütün ulus ve bütün yurt evlatlarını sportmen<br />

yapmak için sarf edilen çalışmaların<br />

ehemmiyet ve kutsiyeti, aynı derece kıymetli<br />

ve önemlidir… Bu sayede Türk sporculuğu<br />

beynelmilel sahnede layık olduğu<br />

mevkiyi görecektir.”<br />

Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı resmen<br />

22 Mayıs 1922’de kurulmuş ve başkanlığına<br />

Ali Sami Bey (Yen) seçilmişti. İttifakın<br />

hedeflerinden biri “uluslararası müsabakalarla<br />

milli hisleri harekete geçirmek” idi.<br />

Türk Milli Futbol Takımı, ilk maçına Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin ilanından üç gün önce<br />

26 Ekim 1923’te çıktı. Taksim Stadı’ndaki<br />

özel maçta Romanya ile karşılaşan Milli Takım,<br />

mücadeleden 2-2’lik beraberlikle ayrıldı.<br />

Millilerin iki golünü de Zeki Rıza Bey<br />

(Sporel) atmıştı. Türk Milli Futbol Takımı<br />

ilk resmi maçı için 1924 yazında Paris’te<br />

düzenlenecek Olimpiyat Oyunları’nı bekleyecekti.<br />

türkiye, olimpiyatlara<br />

ilk defa 1924 yılında<br />

paris’te katıldı.<br />

Türk sporcuları olimpiyatlarda<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin spor alanında<br />

katıldığı ilk uluslararası organizasyon<br />

1924 yazında Paris’te düzenlenen<br />

olimpiyatlardı. Modern olimpiyat<br />

oyunlarının ilki 1896’da düzenlenmiş,<br />

1912’de Stokholm’de gerçekleştirilen<br />

altıncı oyunlardan sonra Birinci Dünya<br />

Savaşı nedeniyle olimpiyat etkinlikleri<br />

kesintiye uğramıştı. Osmanlı döneminde<br />

Yorgo Alibrantis, Aleko Mulos, Vahram<br />

Papazyan ve Mıgırdıç Mıgıryan gibi<br />

sporcular olimpiyatlara katılmışlardı.<br />

Birinci Dünya Savaşı sonrası<br />

ilk olimpiyat oyunları Paris’te<br />

düzenlenecekti. Aslında Milletler<br />

Cemiyeti üyesi olmayan ülkelerin<br />

olimpiyatlara dahil edilmemesi koşulu<br />

vardı. Ancak cemiyete üye olmayan yeni<br />

Türk devleti bu koşuldan muaf tutuldu.<br />

Paris Olimpiyat Oyunları Komitesi<br />

Başkanlığı, Türkiye temsilcisi Selim<br />

Sırrı Bey’e (Tarcan) yolladığı 20 Şubat<br />

1923 tarihli mektupla Türk sporcularını<br />

olimpiyat oyunlarına davet etti. 16 Ocak<br />

1924 tarihinde Mustafa Kemal Paşa<br />

başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu,<br />

Türk gençlerini olimpiyatlara hazırlamak<br />

için Avrupa’dan antrenör getirilmesini,<br />

sporcuların Paris’e gitmesini sağlayacak<br />

17 bin liralık bütçenin Türkiye İdman<br />

Cemiyetleri İttifakı’na verilmesini<br />

kararlaştırdı. Savaş sonrasının kısıtlı<br />

imkânlarına rağmen Türk sporcularının<br />

uluslararası arenada boy göstermesi için<br />

gerekli kaynak sağlanmıştı.<br />

Türkiye olimpiyatlara güreş,<br />

atletizm, futbol, halter, eskrim ve<br />

bisiklet branşlarında olmak üzere 40<br />

sporcu ile katıldı. Olimpiyatlardaki<br />

futbol müsabakaları açılıştan önce<br />

mayıs ayında başlamıştı. Türk futbol<br />

takımından oluşan ilk kafile 8 Mayıs’ta<br />

İstanbul’dan coşkuyla uğurlanmıştı.<br />

Turnuvaya Billy Hunter antrenörlüğünde<br />

hazırlanan Türk Milli Futbol Takımı, 25<br />

Mayıs 1924’te Paris’te Çekoslovakya<br />

karşısına çıktı. Bu maç, 26 Ekim 1923’te<br />

oynanan Romanya karşılaşmasından<br />

sonra futbol tarihimizin ikinci maçıydı.<br />

Milliler, Çekoslovakya’ya 5-2 mağlup<br />

oldu. Milli takımımızın iki golünü o<br />

dönem Almanya’da forma giyen Bekir<br />

Refet Bey atmıştı.<br />

Milli takım futbolcularından Alaattin<br />

Bey, olimpiyat tecrübesini Spor<br />

Alemi dergisine şöyle anlatıyordu:<br />

“Saniyen isimlerini işittiğimiz dünya<br />

futbolcularının oyunlarını görerek<br />

futbolun bugünkü yüksek inceliğini<br />

takdir ettim. Zannediyorum ki Türk,<br />

futbolunu bugünden itibaren daha<br />

bilerek oynayacaktır.”<br />

114 ATLAS TARİH<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 114 20.10.2023 17:16


Basketbol<br />

Milli Takımı<br />

Berlin’de Şili<br />

karşısında.<br />

Berlin’de ilk madalyalar<br />

Türk sporcular, 1928 yılında<br />

Amsterdam’da düzenlenen<br />

olimpiyatlarda da ülkelerini temsil<br />

ettiler. Ancak 1932 Los Angeles<br />

Olimpiyatları’na “yolun uzaklığı<br />

ve giderlerin fazlalığı” nedeniyle<br />

gidemediler. 1936 yılında Berlin’de<br />

düzenlenen 11. Yaz Olimpiyat Oyunları<br />

ise Türk sporu için bir dönüm<br />

noktası oldu. Oyunların resmi açılışı<br />

1 Ağustos 1936’da yapıldı. Nazi<br />

Almanyası’nın gölgesinde düzenlenen<br />

olimpiyatlara Türkiye 59 sporcuyla<br />

katıldı. Cumhuriyet gazetesi, Türk<br />

sporcuların açılış törenindeki geçişini<br />

okuyucularına şöyle aktarıyor: “Nihayet<br />

Türk ekibi göründü. Takımımızın<br />

önünde güreşçi Nuri’nin (Boytorun)<br />

taşıdığı şanlı bayrağımız dalgalanıyor,<br />

onu takiben de yağız yüzlü<br />

sporcularımız Türk’e has bir vakarla<br />

ve muntazam adımlarla ilerleyerek<br />

şiddetle alkışlanıyorlardı.”<br />

Türkiye, tarihinin ilk olimpiyat<br />

madalyasını serbest güreşte kazandı.<br />

79 kiloda Mersinli Ahmet Kireççi<br />

olimpiyat üçüncüsü olarak bronz<br />

madalya aldı. İlk olimpiyat altın<br />

madalyası ise 61 kilo grekoromende<br />

Yaşar<br />

Erkan’dan<br />

geldi. 9<br />

Ağustos<br />

1936’da<br />

kazandığı<br />

zaferle spor<br />

tarihimize<br />

geçen Yaşar<br />

Erkan,<br />

Cumhuriyet<br />

gazetesi<br />

muhabirine<br />

duygularını şöyle aktarıyordu: “Arkamda<br />

bütün Türk milletinin bulunduğunu<br />

ve vazifemin çok zor olduğunu<br />

biliyordum. Sevgili bayrağımızı birincilik<br />

direğine çektirmek ve marşımızı<br />

yüz bin kişiye dinletmek için çalışıp<br />

muvaffak olduğumdan çok memnun<br />

ve bahtiyarım. Aziz milletimin alasına<br />

minnettarlıkla teşekkürler ederim.”<br />

Berlin’de basketbol, kano ve hentbol<br />

branşları da ilk kez olimpiyatlara dahil<br />

edilmişti. Türkiye Basketbol Milli Takımı<br />

da turnuvada yer aldı. Ancak milliler, 7<br />

Ağustos 1936’da oynanan karşılaşmada<br />

Şili’ye 30-16 yenilerek turnuvaya ilk<br />

turda veda ettiler.<br />

İlk kadın sporcular<br />

1936 Berlin Olimpiyatları, spor<br />

tarihimiz açısından bir ilke de<br />

sahne oldu. Eskrim branşında yarışan<br />

Suat Fetgeri Aşeni ve Halet Çambel,<br />

olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın<br />

sporcular oldular. Suat Fetgeri Aşeni,<br />

Beşiktaş kulübünün kurucularından<br />

Ahmet Fetgeri’nin kızıydı. Halet Çambel<br />

ise sonraki yıllarda Türkiye’nin en<br />

önemli arkeologlarından biri olacaktı.<br />

İki Türk kadın sporcusu olimpiyatlardan<br />

madalya alamadan döndü. Almanlar,<br />

Halet Çambel ve arkadaşlarına Hitler’le<br />

tanıştırmayı teklif etti ama onlar bu<br />

teklifi reddetti. Halet Çambel nedenini<br />

“1936 yılında Hitler’in faşistliği belliydi,<br />

o yüzden görüşmeyi kabul etmedim”<br />

sözleriyle açıkladı.<br />

Türk kadınının olimpiyat sahnesine<br />

ilk kez çıkışından 56 yıl sonra ilk<br />

madalya geldi. 1992 Barselona<br />

Olimpiyatları’nda judocu Hülya Şenyurt<br />

bronz madalya kazandı. 2004 yılında ise<br />

halterci Nurcan Taylan olimpiyatlarda<br />

altın madalya kazanan ilk Türk kadın<br />

sporcu olarak tarihe geçecekti.<br />

Berlin’de<br />

Türkiye’yi temsil<br />

eden iki kadın<br />

eskrimci Halet<br />

Çambel ve Suat<br />

Aşeni Fetgeri<br />

müsabakalar<br />

öncesinde.<br />

ATLAS TARİH 115<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 115 20.10.2023 17:16


Ruhi Sarıalp<br />

olimpiyatlardan<br />

dönüşünde<br />

Cumhurbaşkanı<br />

İsmet İnönü ile<br />

birlikte.<br />

Ruhi Sarıalp olimpiyat üçüncüsü<br />

1936 yılında Berlin’de düzenlenen<br />

olimpiyatlarından sonra İkinci Dünya<br />

Savaşı nedeniyle 1948 yılına kadar<br />

turnuva düzenlenemedi. Olimpiyat<br />

meşalesi, 12 yıllık aranın ardından<br />

Londra’da yandı. Ruhi Sarıalp,<br />

atletizmde Türkiye’nin adını dünyaya<br />

duyurdu. Üç adım atlama yarışmalarına<br />

katılan Ruhi Sarıalp, 15.25 metrelik<br />

derecesiyle olimpiyat üçüncüsü<br />

olarak bronz madalya kazandı. Sarıalp<br />

bronz madalyanın öyküsünü şöyle<br />

anlatıyordu: “Sabah 6’da kalkarak<br />

Wembley Stadı’na gittik. Hocam Naili<br />

Moran’la kum havuzun yanındaydık,<br />

stadın boş olması heyecanımızı daha<br />

da artırmıştı. Yanımıza bir İngiliz<br />

yaklaştı. Kendisini stat görevlilerinden<br />

Bay John olarak tanıttıktan sonra<br />

Ruhi Sarıalp üç adım<br />

atlamada 15.25<br />

metrelik atlayışıyla<br />

bronz madalya<br />

kazandı (sağda).<br />

‘Ne o Türk, heyecanlı mısın yoksa?’<br />

diye sordu. Cevap vermeme fırsat<br />

vermeden ‘Beni dinle. Babamın dedesi,<br />

Kırım Savaşı sırasında Türklerle omuz<br />

omuza silah arkadaşlığı yapmış. Savaşa<br />

girecekleri sırada büyük dedem de çok<br />

heyecanlıymış. Bunu fark eden bir Türk<br />

askeri, cebinden çıkardığı küçük bir<br />

madeni parayı dedeme vererek, savaşa<br />

başlayacakları anda bu parayı dilinin<br />

altına koymasını söylemiş. ‘Bu para hem<br />

senin heyecanını önleyecek hem de seni<br />

koruyacaktır’ demiş. Dedem de askerin<br />

söylediğini yapmış ve salimen yurda<br />

dönmüş’ diyerek büyük dedesinin anısını<br />

anlattıktan sonra, cebinden çıkardığı<br />

bir penilik meteliği bana uzattı ve parayı<br />

yarış sırasında dilimin altına koymamı<br />

istedi. Ben de öyle yaptım.”<br />

Türk gibi güçlü<br />

Türk serbest güreş milli takımı, 29 Temmuz-14<br />

Ağustos 1948 tarihleri arasında İngiltere’nin<br />

başkenti Londra’da düzenlenen 14. Olimpiyat<br />

Oyunları’nda fırtına gibi esti. 57 kiloda Nasuh<br />

Akar, 62 kiloda Gazanfer Bilge, 67 kiloda Celal<br />

Atik, 73 kiloda Yaşar Doğu altın madalya aldı. 52<br />

kiloda Halit Balamir ile 79 kiloda Adil Candemir<br />

ise sıkletlerinde ikinci olarak gümüş madalya<br />

kazandılar. Serbest güreş milli takımımız dört<br />

altın, iki gümüş madalyayla olimpiyat şampiyonu<br />

oldu. Grekoromen milli takımı ise beş madalyayla<br />

olimpiyatları ikincilikle tamamladı.<br />

Türkiye güreşteki başarısını sonraki yıllarda<br />

da sürdürdü. Güreşçilerimiz katıldıkları 23<br />

olimpiyatın 18’inde madalya almıştı. Türkiye’nin<br />

olimpiyatlarda kazandığı 104 madalyanın 66’sı<br />

güreşçilerden gelmişti. Bu madalyaların 29’u<br />

altındı. Mustafa Dağıstanlı, Ahmet Ayık, Hamza<br />

Yerlikaya, Taha Akgül gibi isimler kürsüde ilk<br />

sırada yer aldılar.<br />

Yaşar Doğu<br />

Gazanfer Bilge<br />

116 ATLAS TARİH<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 116 20.10.2023 17:16


Türkiye ve Almanya sahaya çıkıyor.<br />

Turgay Şeren ve Fritz Walter en önde.<br />

TÜRKİYE, TARİHİNDE<br />

İKİ KEZ TURNUVAYA<br />

KATILABİLDİ.<br />

Türkiye, Dünya Kupası’nda<br />

1954 Dünya Kupası’na katılmak<br />

için İspanya ile mücadele eden<br />

Türkiye, Madrid’de 4-1 yenildiği rakibini<br />

İstanbul’da 1-0 yendi. Roma’da yapılan<br />

üçüncü karşılaşma 2-2 berabere<br />

sonuçlandı. Kurada kazanan Türkiye<br />

finallere gitme hakkını elde etti.<br />

Türkiye, İsviçre’de düzenlenen<br />

turnuvada ilk maçını 17 Haziran 1954’te<br />

Almanya’ya karşı oynadı. Suat’ın<br />

(Mamat) golüyle öne geçen milliler,<br />

karşılaşmayı 4-1 kaybetti. İkinci<br />

maçlarda Macaristan Almanya’yı 8-3,<br />

Türkiye Güney Kore’yi 7-0 mağlup<br />

etti. Türkiye ve Almanya, gruptan<br />

çıkmak için 23 Haziran’da bir kez daha<br />

karşılaştı. Rakibine 7-2 yenilen Türkiye<br />

turnuvadan elendi.<br />

Türkiye Milli Futbol Takımı, Dünya<br />

Kupası’na katıldıktan iki yıl sonra 19<br />

Şubat 1956’da dönemin ünlü takımı<br />

Macaristan’la karşılaştı. Milliler Lefter’in<br />

iki ve Metin Oktay’ın golleriyle Puşkaşlı<br />

Macaristan’ı 3-1 mağlup etti. Macaristan<br />

zaferi uzun yıllar konuşuldu, Türk<br />

futbolunun 30 yıl süren başarısız<br />

döneminde hep hatırlandı. Türk futbolu<br />

1980’lerin ortalarına kadar sessizdi.<br />

1984 yılında Alman antrenör Jupp<br />

Derwall’in Türkiye’ye gelişiyle Rönesans<br />

devrine girdi. Galatasaray, Derwall’in<br />

yanında yetişen Mustafa Denizli’nin<br />

teknik direktörlüğünde 1989’da Avrupa<br />

Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final<br />

oynadı. Aynı dönemde Tanju Çolak,<br />

Avrupa Gol Krallığı yarışmasında birinci<br />

oldu ve Altın Ayakkabı ödülünü kazandı.<br />

Türk futbolunun yükselişi 1990’larda da<br />

devam etti. Ancak futbolumuzun altın<br />

çağı 2000’lerde başlayacaktı.<br />

ATLAS TARİH 117<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 117 20.10.2023 17:16


NAİM SÜLEYMANOĞLU<br />

1988, 1992 VE 1996’DA<br />

OLİMPİYAT ŞAMPİYONU<br />

OLARAK TARİHE GEÇTİ.<br />

Cep Herkülü: Haydi Naim!<br />

Bulgaristan’da doğan halterci Naim Süleymanoğlu, 1986 yılında Melbourne’deki Türk<br />

Konsolosluğu’na sığınarak Türkiye’ye iltica etti. 1988 Seul Olimpiyatları’nda Türkiye adına<br />

yarışan Naim Süleymanoğlu altı dünya rekoru kırarak zafere ulaştı. Güreş dışındaki bir branşta<br />

Türkiye’ye ilk olimpiyat altın madalyasını kazandıran Naim Süleymanoğlu, yurda dönüşünde<br />

coşkuyla karşılandı. 1992 Barselona ve 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda da rekorlarına devam eden<br />

Naim Süleymanoğlu, halter tarihinin en büyüklerinden biri olarak kabul ediliyor.<br />

118 ATLAS TARİH<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 118 20.10.2023 17:16


Euroleague<br />

Şampiyonu<br />

Fenerbahçe<br />

(üstte).<br />

Dünya ikincisi<br />

Milliler (sağda) ve<br />

Koraç Kupası’nı<br />

kazanan Efes<br />

Pilsen takımı<br />

(altta).<br />

Basketbolun Dev Adamları<br />

Aydın Örs antrenörlüğündeki Efes<br />

Pilsen Basketbol Takımı, 13 Mart<br />

1996’da Türkiye’ye takım sporlarındaki ilk<br />

Avrupa Şampiyonluğu’nu yaşattı. Koraç<br />

Kupası finalinde İtalya’nın Stefanel<br />

Milano takımıyla karşılaşan Efes, ilk maçı<br />

İstanbul’da 76-68 kazandı. İtalya’daki<br />

rövanşta yedi sayılık mağlubiyet bile<br />

kupayı almaya yetiyordu. Karşılaşmayı<br />

77-70 kaybeden Efes Pilsen, Koraç<br />

Kupası’nı müzesine götürdü. Petar<br />

Naumoski, Tamer Oyguç, Ufuk Sarıca,<br />

Volkan Aydın ve Conrad McRae gibi<br />

isimlerden oluşan Efes kadrosu, Türk<br />

basketbolunun unutulmazları arasına<br />

girdi.<br />

Türkiye Basketbol Milli Takımı,<br />

2001 yılında ev sahibi olduğu Avrupa<br />

Basketbol Şampiyonası’ndan itibaren<br />

“12 Dev Adam” olarak anılmaya başlandı.<br />

Milliler, Athena’nın şarkısıyla coşan<br />

tribünler önünde turnuvayı ikincilikle<br />

tamamladı. Bu başarıdan 9 yıl sonra<br />

Türkiye bu kez Dünya Şampiyonası’na<br />

ev sahipliği yaptı. 12 Dev Adam, C<br />

Grubu’ndaki beş maçını da kazandı.<br />

Sonrasında sırasıyla Fransa, Slovenya<br />

ve Sırbistan’ın eleyen Milliler, finalde<br />

NBA oyuncularından kurulu ABD’nin<br />

rakibi oldu. Karşılaşmayı 81-64 kaybeden<br />

Türkiye gümüş madalyanın sahibi oldu.<br />

Basketbolda 2017 yılı Euroleague<br />

Dörtlü Final maçları 19-21 Mayıs<br />

tarihlerinde İstanbul’da düzenlendi.<br />

Fenerbahçe ilk maçında Real<br />

Madrid’i 84-75 mağlup etti ve finalde<br />

Olimpiakos’un rakibi oldu. Maçı 80-64<br />

kazanan Fenerbahçe, Euroleague<br />

Şampiyonu olan ilk Türk takımı<br />

olarak tarihe geçti. Anadolu Efes aynı<br />

başarıyı 2021 ve 2022’de Euroleague<br />

Şampiyonluğu’na ulaşarak tekrarladı.<br />

ATLAS TARİH 119<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 119 20.10.2023 17:16


Türkiye A Milli Futbol Takımı 2002’de dünya, 2008’de<br />

Avrupa üçüncüsü oldu (üstte). Galatasaray, 2000<br />

yılında UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı kazandı.<br />

2000’ler futbolun altın çağı<br />

Galatasaray, 17 Mayıs 2000’de<br />

Kopenhag’da oynanan UEFA<br />

Kupası finalinde Arsenal’i penaltılarla<br />

yenerek şampiyon oldu. Galatasaray’ı<br />

büyük zafere götüren yol, Şampiyonlar<br />

Ligi’nde Milan’a karşı son dakikada<br />

atılan penaltı golüyle açılmıştı. Milan’ı<br />

3-2 yenen Galatasaray yoluna UEFA<br />

Kupası’nda devam etti. Sırasıyla<br />

Bologna, Borussia Dortmund, Real<br />

Mallorca ve Leeds United’ı eleyerek<br />

finale çıktı. Arsenal maçının 90 dakikası<br />

ve uzatma devreleri golsüz beraberlikle<br />

sonuçlandı. Seri penaltıların<br />

sonuncusunu gole çeviren Popescu<br />

kupayı Türkiye’ye getirdi. Galatasaray,<br />

UEFA zaferinden bir yıl sonra bu kez<br />

Real Madrid’i 2-1 yenerek UEFA Süper<br />

Kupası’nı da müzesine götürdü.<br />

Türk Milli Futbol Takımı, 2002 yılında<br />

Japonya ve Güney Kore’de düzenlenen<br />

Dünya Kupası’nda tarihinin en büyük<br />

başarısına imza attı. Grup maçlarında<br />

Brezilya’ya 2-1 yenilen milliler, Kosta<br />

Rika ile 1-1 berabere kaldı ve son maçı<br />

3-0 kazanarak gruptan çıktı. İkinci<br />

turda ev sahibi Japonya’yı 1-0 yenen<br />

Türkiye, çeyrek finalde Senegal’i İlhan<br />

Mansız’ın altın golüyle eledi. Yarı finalde<br />

bir kez daha Brezilya ile karşılaşan<br />

Türkiye, rakibine 1-0 mağlup oldu.<br />

Güney Kore ile üçüncülük maçına çıkan<br />

milliler, 3-2 kazanarak Dünya Kupası’nı<br />

Brezilya ve Almanya’nın ardından<br />

üçüncü bitirdi.<br />

2002 Dünya Kupası’nda üçüncü<br />

olan Türkiye, 2008 Avrupa Futbol<br />

Şampiyonası’nda bu başarısını<br />

tekrarladı. İlk maçında Portekiz’e 2-0<br />

yenilen Türkiye, ikinci maçında İsviçre’yi<br />

2-1, son maçında Çek Cumhuriyeti’ni<br />

3-2 mağlup ederek gruptan çıktı.<br />

Çeyrek finalde Hırvatistan’ı penaltılarla<br />

eleyen Türkiye, yarı finalde Almanya’nın<br />

rakibi oldu. Maçı 3-2 kaybeden Türkiye,<br />

turnuvayı üçüncü tamamladı.<br />

Tokyo 2020: İlklerin olimpiyatı<br />

Japonya’nın başkenti Tokyo’da<br />

düzenlenen 32. Yaz Olimpiyat<br />

Oyunları, Türkiye’nin 13 madalya ile en<br />

fazla madalya kazandığı olimpiyatlar<br />

olarak spor tarihimize geçti. Klasik yay<br />

bireysel kategoride mücadele eden<br />

Milli Okçu Mete Gazoz, finalde İtalyan<br />

rakibi Mauro Nespoli’yi 6-4 yenerek<br />

altın madalyayı kazandı. Mete Gazoz, 6<br />

Ağustos 2023’te Berlin’de düzenlenen<br />

Dünya Okçuluk Şampiyonası’nda birinci<br />

olarak başarısını sürdürdü.<br />

Kadınlarda ilk kez katıldığımız<br />

boksta Busenaz Sürmeneli<br />

kazandığı altın madalya ile olimpiyat<br />

tarihimizin ilk şampiyon boksörü<br />

olurken, Buse Naz Çakıroğlu gümüş<br />

madalya elde ederek kadınlar<br />

bokstaki ilk olimpiyat madalyamızı<br />

kazanmış oldu. Cimnastikte<br />

Ferhat Arıcan paralel aletinde<br />

kazandığı bronz madalya ile<br />

olimpiyat tarihimizdeki ilk cimnastik<br />

madalyamızı elde etti.<br />

Mete Gazoz<br />

120 ATLAS TARİH<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 120 20.10.2023 17:16


Kadın voleybolcular zirvede<br />

Türkiye, cumhuriyetin 100. yılında<br />

kadınlar voleybolunda dünya<br />

sıralamasının ilk sırasına yükseldi. Kadın<br />

voleybolcuların zirve yürüyüşü, uzun<br />

yıllar süren sabır, emek ve istikrarın<br />

sonucu başarıya ulaşmıştı.<br />

Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı,<br />

ilk uluslararası karşılaşmasını 1957’de<br />

Romanya’ya karşı oynamış, ilk galibiyetini<br />

ise 1961’de Batı Almanya’ya karşı almıştı.<br />

Milliler, 1963 yılında Romanya’da ilk<br />

kez Avrupa Şampiyonası’na katıldı. Bir<br />

sonraki şampiyona 1967’de Türkiye’de<br />

düzenlendi. Türkiye 1981, 1989 ve<br />

1995 yılında düzenlenen Avrupa<br />

şampiyonalarına da katıldı.<br />

2003 yılı Türk voleybolu için bir<br />

dönüm noktası oldu. Türkiye, ev<br />

sahibi olduğu turnuvada Avrupa<br />

ikinciliğine imza attı. Voleyboldaki<br />

sıçrama 2000’li yıllar boyunca devam<br />

etti. Türkiye tarihinde ilk kez 2006’da<br />

Dünya Şampiyonası’na, 2012 yılında<br />

olimpiyatlara katıldı. 2020 Tokyo<br />

Olimpiyatları’nda beşinci olan Türkiye<br />

Kadın Milli Voleybol Takımı, 2023’te ise<br />

peş peşe tarihi başarılara imza attı.<br />

Milliler, 17 Temmuz 2023’te, ABD’nin<br />

Teksas eyaletindeki Arlington kentinde<br />

oynanan 2023 FIVB Milletler Ligi<br />

finalinde Çin’i 3-1 yenerek tarihinde ilk<br />

kez şampiyon oldu. Milliler bu zaferin<br />

ardından ilk kez dünya sıralamasında<br />

birinci sıraya çıktı. Bu zaferin<br />

ardından Avrupa Kadınlar Voleybol<br />

Şampiyonası finalinde Sırbistan’ı<br />

deviren voleybolcularımız, tarihinde<br />

ilk kez Avrupa Şampiyonluğu’na ulaştı.<br />

Türkiye, Tokyo’da düzenlenen olimpiyat<br />

elemelerinde yedi maçını da kazanarak<br />

2024 Paris Olimpiyatları’na katılma hakkı<br />

elde etti.<br />

Filenin Sultanları,<br />

cumhuriyetin 100. yılında<br />

dünya voleybolunun<br />

zirvesine çıktı.<br />

Kaynakça<br />

• Atatürk’ün Hayatı, Konuşmaları ve Yurt Gezileri, 1985, Necati Çankaya<br />

• Türkiye Cumhuriyeti’nin Katıldığı İlk Uluslararası Organizasyon: 1924<br />

Paris Olimpiyatları, Yrd. Doç. Dr. Nuray Özdemir<br />

• Olimpiyatlarda Türkler, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi<br />

• Spor <strong>Tarih</strong>imizde İlkler, <strong>Atlas</strong> <strong>Tarih</strong>, 2016<br />

ATLAS TARİH 121<br />

112_121_K-E-CF-sporzaferleri.indd 121 20.10.2023 17:16


Cumhuriyet Albümü<br />

olaylar, insanlar, mekânlar...<br />

günlük yaşamdan karelerle<br />

zaman yolculuğu...<br />

Cumhuriyet ilan edildikten dört ay<br />

sonrası. Evde gramofon eşliğinde dans<br />

edenler. Fotoğraf 4 Şubat 1924 tarihinde<br />

çekildi. Cengiz Kahraman’ın arşivinden...<br />

23 Haziran 1924. Çapa Kız Öğretmen<br />

Okulu öğrencileri. 1924’te kız liselerinde<br />

yalnız onuncu sınıfı bitirenlere diploma<br />

verilecektir. Bu hanımlar eskiden olduğu<br />

gibi yüksek mekteplerle, Darülfünun’a<br />

kabul edileceklerdir.<br />

Başkent Ankara’da 1930’lu yıllar.<br />

Ankara Hipodromu’nu dolduran<br />

binlerce kişi heyecan içinde at<br />

yarışlarını izliyor.<br />

122 ATLAS TARİH<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 122 20.10.2023 17:16


Öğrenciler 1951 yılında yaptıkları<br />

eylemde, “Atatürk ruhlarımızın<br />

ebedi meşalesi” ve “Heykelini<br />

kırdın, inkılaplarını yıkamazsın”<br />

pankartlarıyla Atatürk<br />

karşıtlarını protesto ediyor.<br />

Üç asker çarşı izinlerinde İstanbul hatırası fotoğrafı çektiriyor. Eminönü, Mısır Çarşısı, 1959.<br />

ATLAS TARİH 123<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 123 20.10.2023 17:17


İstanbul Beyoğlu’nda müziğin<br />

susmadığı yıllar. 1977 senesinde<br />

Çiçek Pasajı’nda kemancı ve pasajın<br />

müdavimleri aynı karede.<br />

1 Aralık 1930. Harf Devrimi’nden iki yıl sonra Anadolu’da bir köy. Türkçe öğretmeni, köylülere yeni harfleri öğretiyor.<br />

124 ATLAS TARİH<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 124 20.10.2023 17:17


Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde<br />

trafik polisi. Sinemada “Kaplan<br />

Kadın” ve “Cehennem Kuşları”<br />

filmleri gösteriliyor. Türkçe, 25<br />

kısım tekmili birden.<br />

ATLAS TARİH 125<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 125 20.10.2023 17:17


Sahibinin Sesi...<br />

Alaturka müziğin<br />

revaçta olduğu<br />

yıllarda saz<br />

heyeti.<br />

Ağrı Dağı’nın<br />

eteklerinde bir<br />

çoban, 1965.<br />

126 ATLAS TARİH<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 126 20.10.2023 17:17


1948 yılında, İstanbul<br />

Eminönü’nde Yeni Camii<br />

önünde arıza yapan<br />

otomobilini tamir eden bir<br />

dolmuş şoförü ve meraklı<br />

kalabalık.<br />

1960’lar... Atatürk<br />

portresi önünde ders<br />

anlatan öğretmen<br />

ve dikkatle dinleyen<br />

öğrenciler.<br />

ATLAS TARİH 127<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 127 20.10.2023 17:17


Beyoğlu’nda gezersin... 1940 yılında İstiklal Caddesi’nde alışverişe çıkmış birbirinden şık hanımefendiler...<br />

128 ATLAS TARİH<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 128 20.10.2023 17:17


İstanbul Boğazı’nda balığın<br />

bol olduğu yıllar. Bir zamanlar<br />

Boğaz’ın efendisi sayılan<br />

orkinoslardan artık eser<br />

kalmadı. Bir hamal orkinosu<br />

sırtlamış, yokuşu çıkıyor.<br />

ATLAS TARİH 129<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 129 20.10.2023 17:17


“Bugün<br />

Türkiye’de<br />

yegâne<br />

yükselen<br />

ses!..” Cemal<br />

Nadir,<br />

Akşam<br />

gazetesi,<br />

29 Ekim 1933.<br />

130 ATLAS TARİH<br />

122_130_K-E-CF-fotoalbum.indd 130 20.10.2023 17:17

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!