Yaptığı işi tam olarak anlamadan etkilendiğiniz insanlar vardır. Osman Koç pek çok insan için öyle görünse de aslında her şey daha basit... Biz onun, hayatı basitleştirmenin peşine düşmüş tarafıyla tanıştık ve gördük ki hayatında, sayborglar, robotlar, sibernetikler bir tarafa, oyuncaklar, hayaller ve anime kahramanlar da var... OSMAN KOÇ Röportaj: Bahar Türkay Fotoğraf: Gökhan Polat 126
Yaptığın işi beş yaşında bir 1 çocuğa nasıl anlatırdın? İnteraktif işlerle ilişkimiz oyuncakla olan ilişkimize çok benziyor. Ben de yaptığım çoğu işe oyuncak gibi yaklaşıyorum. Hem oynuyorum, hem de başkalarına oynatıyorum. Oyunu keşfettiğin andaki heyecanı uzatmaya ve oyundan aldığın zevki artırmaya çalışıyorum. Aldığım oyuncakları bozup yeni baştan yaptığım projeler de var. Atölyede geçirdiğim vakit ve Ar-Ge süreçleri benim için oyun oynamak gibi. Dolayısıyla, beş yaşındaki çocuğa, yaptığım işi, ‘oyuncaklarım var, onlarla oynuyorum, oynayarak yeni oyuncaklar üretiyorum, türetiyorum’ gibi anlatırdım, muhtemelen. Ürettiğin, üzerine kafa 2 yorduğun projeler olası bir gelecek senaryosunu çağrıştırıyor. Böyle bir senaryon var mı? Çok uzak bir gelecek için senaryolarım yok. Ne zaman kurmaya başlasam kurgumu bozan bir durum oluşuyor. Öte yandan hala gerçekleşebilecek şeyler var içinde. Tahminlerim günlük hayat senaryolarından daha çok sistem düzeyinde aslında. Yani gezegenler arası dolaşmak veya her şeyi düşünerek kontrol etmek gibi şeylerden ziyade, hukukun veya hükümetin otomasyonla yürütülmesi gibi senaryolar üzerine düşünüyorum. Tabii bu biraz hayalperest bir senaryo... Aslında insanın dikkat süresinin kısalığı, tekrarlamalardaki hata oranı veya bilişsel yönelimlerimiz gibi sebepler yüzünden iyi yapamadığımız işlerin otomatikleşmesi sonucu bir özgürleşme ihtimali söz konusu. Bununla, otomasyonun sınır-durumlardaki katılığının getirdiği bir cam fanus arasında gidip geliyorum. Yıllarca robotlar geldi geliyor 3 diye bekledik durduk ve artık aramızda olduklarını söylemek yanlış olmaz. Kontrol bizde mi onlarda mı? Bu, robot ve sayborg tanımlarımızla çok alakalı. Mesela ailemde ilk ben sayborglaşacağım zannediyordum. Ama geçtiğimiz günlerde annemin dişine implant takıldı, dolayısıyla bence ailenin ilk sayborgu annem oldu. Robotlar aramızda ve algoritmalar hem kişisel hem toplumsal düzeyde psikolojimizle oynayıp, bizi yönlendiriyorlar. Ancak ne yaptıklarına dair farkındalıkları olmadığı için, henüz tüm kontrolü ele geçirmediler. ‘Keşke ben akıl etseydim’ 4 dediğin bir tasarım oldu mu? Matt Mets ve Kyle McDonald’ın ‘Blind Self Portrait’ işi, Chris O’Shea’nın Audience projesi ve Antonin Fourneau’nun ‘Water Light Graffiti’ çalışması ilk aklıma gelenler... Görselleştirme, sibernetik 5 organizma, ses dalgaları ve hareket arasında nasıl bir ilişki var? Ben de bu sorunun cevabını arıyorum. Farklı alanlar deneyip, bazılarından daha çok zevk aldığımı fark ettikçe oralara daha çok yöneliyorum. Tüketmeyi sevdiğim, zihnimi açan alanlara karşı bir yönelimim, eğilimim oluyor. Ama günün sonunda hepsi verdiğimiz tepkiler üzerinden insanı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Tüm bunlarla uğraşmadığını 6 varsayalım... Hayat sıkıcı olur muydu? Olmazdı elbette, ama bu kadar eğlenceli de olmayabilirdi. Sanırım benim peşinde koştuğum şey insanın kendini kaptırma hissiyatı. Bu, bir enstrüman çalarken de olabiliyor, dans ederken de, sohbet ederken de, oyuncaklarınla oynarken de... Üzerine uğraştığın, üç 7 boyutlu sistemler veya yazıcılar gibi bazı süreçler, uluslararası camiada önemli etik tartışmalara konu oluyor. Tasarımın geldiği noktadaki bu etik tartışmalarla ilgili ne düşünüyorsun? Bu tartışmalar genelde birkaç ana başlık altında toplanıyor. Biri fikir ve telif hakları mevzusu, diğeri de teknolojinin insan hayatına olan kötü etkileri... Bunlar hep tartışılacak, çünkü iki tarafın varlığı birbirini besliyor. Yani fikri ve telif hakları konusunda, özel ve genel, sahiplenme ve paylaşma ikiliği hep olacak. Bu konuyla alakalı tartışırken aklıma hep Internet’s Own Boy belgeselinden Quinn Norton’un lafı geliyor. Aaron Swartz’ın JStor’daki akademik makaleleri herkesin erişimine açmak için indirdiği davanın avukatına, tarihin yanlış yerinde durduğunu söylemişti. Teknolojinin insan hayatına kötü etkilerine gelince, üç boyutlu yazıcılarda silah basılabiliyor, malum. Ancak o zaman kullanımını yasaklamak gibi savlar yine özgürlüğü kısıtlamaya giriyor. Dolayısıyla bu tartışmaların olması bile yeterli bence. Zira belli teknolojilerin belli kesimlerin himayesinde olması her zaman daha tehlikeli. Bununla ilgili diğer bir konu da dijital üretim metotlarının bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde benzersiz bir şey üretebilme illüzyonu. Velhasıl günün sonunda benim durduğum yerde, üretme imkanım, yeteneğim, bilgim ve isteğim olan herhangi bir şeyi üretmemem için bir sebep yok. Gerisi kişisel tercihe kalıyor. 127