23.03.2014 Views

yerel ve global krizlerin dış ticaretimiz üzerine etkileri

yerel ve global krizlerin dış ticaretimiz üzerine etkileri

yerel ve global krizlerin dış ticaretimiz üzerine etkileri

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

MYO-ÖS 2010- Ulusal Meslek Yüksekokulları Öğrenci Sempozyumu<br />

21-22 EKĐM 2010-DÜZCE<br />

YEREL VE GLOBAL KRĐZLERĐN DIŞ TĐCARETĐMĐZ ÜZERĐNE<br />

ETKĐLERĐ: KARŞILAŞTIRMALI BĐR ANALĐZ<br />

Okt. Fatmanur Çubukcu 1 Özgür Naycı 1 Şeyma Akpınar 1 Ahmet Ayyıldız 1<br />

1 Erzurum Meslek Yüksekokulu – Atatürk Üni<strong>ve</strong>rsitesi - ERZURUM<br />

fibcubukcu@hotmail.com<br />

ozgur_fenerli_1907@hotmail.com papatya_152@hotmail.com<br />

ay-yildiz-ahmed@hotmail.com<br />

ÖZET<br />

1929 Büyük Bunalımından beri dünya ülkeleri birçok ekonomik krizle karşı karşıya gelmiştir.<br />

Küreselleşen, dolayısıyla giderek birbirine daha bağımlı hale gelen ülkeler yaşanan her kriz döneminden az ya da<br />

çok etkilenmektedirler. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra yaşanan <strong>krizlerin</strong> yayılmacı etkisi yeni teorilerin ortaya<br />

atılmasına neden olacak kadar öneme sahip olmuştur. Tüm bunların yanında, ülkelerin kendi iç ekonomik <strong>ve</strong><br />

siyasal çalkantıları da krizlere neden olmaktadır. Özellikle yabancı sermayenin bu tür iç istikrarsızlıklara karşı<br />

duyarlı olması nedeniyle, böyle bir durumda kolayca ülkeyi terk etmesi, yaşanan <strong>krizlerin</strong> etkisini<br />

derinleştirmektedir.<br />

Çalışmamızda, <strong>krizlerin</strong> her iki kaynağı üzerinde de durulmaya çalışılmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: Kriz; Kriz Modelleri; Global Kriz; Türkiye Ekonomisi ; Yerel Kriz<br />

1.Giriş<br />

Özellikle son yıllarda Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizler,<br />

ekonomi üzerinde derin etkiler yaratmış <strong>ve</strong> bu nedenle ekonomistler <strong>ve</strong> politika yapıcıları<br />

dikkatlerini bu yöne çekmişlerdir. Yapılan birçok teorik <strong>ve</strong> ampirik çalışma, <strong>krizlerin</strong> ortaya<br />

çıkış nedenleri, türleri, ekonomiye <strong>ve</strong> sosyal hayata <strong>etkileri</strong> <strong>ve</strong> sonuçları üzerine<br />

yoğunlaşmıştır.<br />

Krizlerin ortaya çıkış nedenlerine bakıldığında, bu konuda birçok etkenin rol aldığı<br />

söylenebilir. Reel ekonomide <strong>ve</strong> finansal sektörde meydana gelen krizler, birbirlerini tetikler<br />

mahiyettedir. Ekonomik hayat içinde var olan değişkenlerin bağımlılığı, herhangi bir alanda<br />

ortaya çıkan negatif bir durumun diğer alanlara da zincirleme bir etkiyle yansımasına neden<br />

olmaktadır.<br />

Ülkemizde yaşanan krizlere bakıldığında genel olarak iç <strong>ve</strong> dış etkenlerin birlikte rol<br />

aldığı söylenebilir. Ancak bazı <strong>krizlerin</strong> daha yoğun şekilde iç, bazılarının ise dış faktörlerden<br />

kaynaklandığı açıktır. Buna göre, dış etkenlerin en önemli rol oynadığı krizler öncelikle 1978<br />

<strong>ve</strong> onu yakından izleyerek de 1929 <strong>ve</strong> 1991 yıllarındakilerdir; en az etkili olduklarıysa 1988-<br />

89 ile 1999 <strong>ve</strong> 2000 yılı krizleridir.<br />

1


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Bu çalışmada, öncelikle <strong>krizlerin</strong> nedenleri, türleri <strong>ve</strong> kriz modelleri üzerinde<br />

durulacak, daha sonra iç faktörlerin daha yoğun etkili olduğu 2001 krizi ile son yaşadığımız<br />

Global Finansal Kriz karşılaştırmasına gidilecektir.<br />

2.Kriz Kavramı<br />

Yunanca “krisis” kelimesinden türeyen kriz, günlük dilde, zor seçim, bunalım, buhran<br />

karşılığı olarak kullanılmakta; farklı kullanım alanlarında, dengesiz, olumsuz <strong>ve</strong> istenmeyen<br />

duruma geçişi ifade etmektedir. Bir ekonomi-finans terimi olarak kriz, mal, hizmet, faktör,<br />

para <strong>ve</strong> döviz piyasalarında, tolere edilebilir düzey ötesinde yaşanan dalgalanmayı anlatır. [1]<br />

Ekonomik kriz, insan ihtiyaçlarının çeşitlenmeye <strong>ve</strong> bunu karşılayacak kaynakların<br />

yetersiz olmaya başladığı dönemden itibaren üretimde düşüşler <strong>ve</strong> buna bağlı olarak refah<br />

seviyesinde azalmalar şeklinde kendini gösteren bir olgudur. Bu çerçe<strong>ve</strong>de kriz olgusu da<br />

üretim <strong>ve</strong> tüketim kalıplarında meydana gelen değişmelere bağlı olarak evrim göstermiştir.<br />

Temelde üretim <strong>ve</strong> tüketimde farklılaşma ise sanayi inkılabı öncesi <strong>ve</strong> sonrası olarak ele<br />

alınabilir. Ancak sanayi inkılabı sonrasında yaşanan kriz olgusunda 1929 Büyük Bunalımı,<br />

yaşanan krizlerden farklılık göstermiştir. Diğer taraftan, 1950’li yıllardan sonra az gelişmiş<br />

ülkelerin kalkınmalarını finanse etme amacıyla borçlanmaya başlamaları <strong>ve</strong> 1970’li yıllarda<br />

yaşanan maliyet enflasyonu şokları <strong>ve</strong> buna bağlı stagflasyon olgusu da bilinen kriz<br />

literatüründe değişime yol açmıştır. Bu süreçte ilk defa 1982’de Meksika’nın borç<br />

ödeyemezlik sorununu gündeme getiren finansal kriz <strong>ve</strong>ya bankacılık krizi ile dış ödeme<br />

dengesizliğinden kaynaklanan ödemeler bilançosu <strong>ve</strong>ya para krizleri, günümüzde giderek ilgi<br />

odağı haline gelmiştir.[2]<br />

En geniş anlamıyla “ulusal ekonomilerin dünya piyasalarına eklemlenmesi <strong>ve</strong> iktisadi<br />

karar süreçlerinin giderek dünya piyasalarının dinamikleriyle belirlenmesi” olarak tanımlanan<br />

küreselleşme sürecinin, ulusal mal, hizmet <strong>ve</strong> finans piyasalarının serbestleştirilmesi <strong>ve</strong><br />

uluslararası sermayenin önündeki idari <strong>ve</strong> yasal engellerin kaldırılarak ulusal üretim <strong>ve</strong> emek<br />

piyasalarının kuralsızlaştırılması kanallarından oluştuğu görülmektedir. Bu süreç dış<br />

dünyadan bağımsız ekonomi politikaları takip etmeyi sınırlandırdığı <strong>ve</strong>ya ortadan kaldırdığı<br />

için ülke ekonomilerini de dış etkilere açık hale getirmektedir. Ülkelerin birbirlerine karşı<br />

bağımlılığının arttığı, birinde yaşanan bir olumsuzluğun diğerini kolayca etkilediği bir<br />

ortamda, <strong>krizlerin</strong> oluşum süreçleri <strong>ve</strong> nedenleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. [3]<br />

3.Kriz Türleri<br />

Krizlerin sınıflandırılması konusunda genel bir uzlaşma olmamasına karşın, IMF’nin<br />

tasnifi sıkça kullanılmaktadır. Buna göre krizler üç genel kategoriye ayrılmaktadır:<br />

1. Kur krizleri: Beklenmedik bir olay <strong>ve</strong>ya kura yönelik spekülatif bir harekete bağlı<br />

olarak ortaya çıkan kuru koruma çabalarının, faiz oranlarını önemli ölçüde yükseltmesi<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya rezervlerin erimesine yol açması ile yaşanan kur devalüasyonunu nitelendirmektedir.<br />

2. Bankacılık krizleri: potansiyel <strong>ve</strong>ya fiili bir bankacılık başarısızlığı ile bankaların<br />

sorumluluklarını yerine getirememesi <strong>ve</strong> böylece hükümetlerin sisteme geniş ölçekte<br />

müdahale etmesiyle yaşanan krizlerdir.<br />

3. Dış borç krizleri: Kamu <strong>ve</strong>ya özel, bir ülkenin dış borç ödemelerini yerine<br />

getirememesiyle meydana gelen krizleri nitelemektedir. [4]<br />

2


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Diğer bir sınıflandırmaya göre ise, makroekonomik krizler genel olarak reel sektör<br />

krizleri <strong>ve</strong> finansal krizler olarak iki başlık altında incelenebilir. Bunlardan reel sektör krizleri,<br />

mal, hizmet <strong>ve</strong> emek piyasalarında üretimde <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya istihdamda daralmalar (durgunluk ya da<br />

işsizlik) biçiminde ortaya çıkar. Finansal krizler ise ekonominin reel kesiminde tahrip edici<br />

etkiler doğurabilen <strong>ve</strong> piyasaların etkin işleyişini bozan finansal piyasa çöküşleridir. Özellikle<br />

yükselen piyasalarda yaygın olarak görülen finansal krizler ana hatlarıyla; para, bankacılık,<br />

dış borç <strong>ve</strong> sistematik krizler olmak üzere dört grupta toplanmaktadır. Birbirlerini takip eden<br />

bu krizler arasında kesin bir ayrım yapabilmek oldukça zordur.[5]<br />

4.Krizlerin Nedenleri<br />

4.1 Reel ekonomide kriz<br />

Reel krizler mal-hizmet <strong>ve</strong> işgücü piyasalarındaki üretim <strong>ve</strong> istihdamda yaşanan ciddi<br />

daralmalar olarak ortaya çıkar.[6]<br />

Her toplum sahip oldukları kaynaklarla en yüksek refah düzeyine ulaşmak ister.<br />

Amaç; refah düzeyini sadece yükseltmek değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir büyümeyi<br />

sürekli <strong>ve</strong> düzenli kılmaktır. Ancak, gözlemler ekonomideki kaynakların bazen aşırı bazende<br />

eksik kullanıldığını göstermektedir. Diğer bir deyişle, bir ekonomide ekonomik faaliyet<br />

hacminin “milli gelir, istihdam, fiyatlar, yatırım vb.” belli bir düzeyi muhafaza ederek<br />

kesintisiz bir şekilde gelişmediği <strong>ve</strong> zaman zaman dalgalanmalar gösterdiği görülmektedir.<br />

Đktisatta denge gibi kavramların aksine, konjonktür dalgalanmalarının özünde tarihsel<br />

gelişmelere dayalı ampirik bir olay olduğu konusunda genel bir kanı vardır. Ülkelerin<br />

sanayileşmeleriyle ortaya çıkan konjonktürel dalgalanmaları, iktisatçılar yaklaşık bir asır önce<br />

incelemeye <strong>ve</strong> ölçmeye başlamışlardır. Marks <strong>ve</strong> Engels 1848 tarihli kominist<br />

manifestolarında konjonktürü “ticari kriz” olarak adlandırmışlardır.<br />

Genel olarak bir ekonomide görülen konjonktürel dalgalanmaların dört devreden<br />

oluştuğu kabul edilmektedir. Bu devreler;<br />

a) Boom (refah devresi)<br />

b) Gerileme (daralma, resesyon devresi)<br />

c) Kriz (çöküş, bunalım, buhran devresi)<br />

d) Genişleme (iyileşme, canlanma)<br />

devresinden oluşmaktadır.<br />

Bir tam konjonktür döneminin süresi yaklaşık bir yıldan, Bir tam konjonktür döneminin<br />

süresi yaklaşık bir yıldan, 10 yıla <strong>ve</strong>ya 12 yıla kadar yayılabilir. Genel olarak genişlemeler, en az 10 ay ile<br />

108 aylık bir süreyi kapsamasına karşın, daralmalarda bu süre, 7 ile 65 aylar arasında değişmektedir.<br />

Ekonomik faaliyetlerdeki bir genişleme, bir taraftan ekonomide üretim <strong>ve</strong> toplam talep artışı<br />

vasıtasıyla toplum refahının artmasına katkıda bulunurken, ekonomik faaliyetlerdeki bir daralma ise, başta<br />

Đşsizlik olmak üzere üretim <strong>ve</strong> tüketim azalmalarına yol açmakta <strong>ve</strong> bu durum ekonomide çözümlenmesi<br />

zor problemleri beraberinde getirmektedir. Durgunluk döneminde reel GSMH'da en az 6 ay süren bir<br />

azalma trendi görülmektedir. Genel olarak uzun süreli devam eden daralma <strong>ve</strong>ya durgunluk<br />

dönemlerinde işletmelerin kârlılığı azalmakta, işsizlik oranı yükselmekte <strong>ve</strong> üretim kapasitesi tam olarak<br />

kullanılamamaktadır. Durgunluk çok daha uzun süreli <strong>ve</strong> çok fazla şiddetli ise bu durum kriz olarak<br />

adlandırılmaktadır. Kriz deyimi yerine bazen bunalım, çöküş, buhran <strong>ve</strong>ya depresyon kelimelerinin de<br />

kullanıldığı görülmektedir.<br />

3


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Kriz aşamasında yatırımlar düşmekte <strong>ve</strong> hatta atıl kapasiteler nedeniyle yenileme<br />

yatırımları bile yapılamaz hale gelmektedir. Bu devrede firmalar aldıkları kredileri <strong>ve</strong> yüksek<br />

ücretleri ödemekte güçlük çekerler. Nakit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için alacak senetlerini<br />

düşük faizle kırdırmaya, borç senetlerini yüksek faizle konsolide etmeye çalışırlar. Kredilerin<br />

ödenmeme riski artar, bu sebeple bankalar faizleri yüksek tutarlar <strong>ve</strong> yeni kredilerde isteksiz<br />

davranırlar. Yine bu aşamada, firmaların küçülmesi <strong>ve</strong> iflasların artması işsizliği artırıcı bir<br />

faktör olmaktadır. Bu sebeple talep daha da düşerek ekonomiyi daraltmaktadır. Okun yasası<br />

çerçe<strong>ve</strong>since, milli gelirdeki düşme işsizliği artırmaktadır. Çünkü üretim azaldıkça milli gelir<br />

azalmakta, milli gelir azaldıkça da işsizlik artmaktadır. Đşsizliğin artması, ücret gelirlerinin<br />

azalmasına, ücret gelirlerinin azalması da toplam talebin azalmasına yol açar. Toplam talep<br />

azalınca yatırım, üretim <strong>ve</strong> istihdam tekrar azalacak <strong>ve</strong> bu durum ekonomiyi eşanlı olarak<br />

krize sokacaktır. [3]<br />

4.2. Finansal Krizler<br />

Finansal krizler, finans piyasalarındaki şiddetli fiyat dalgalanmaları <strong>ve</strong>ya bankacılık<br />

sektöründe geri dönmeyen kredilerin aşırı artması sonucunda yaşanan ciddi ekonomik<br />

sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır. [6]<br />

Finansal <strong>krizlerin</strong> diğer bir şekli döviz krizleridir. Döviz krizleri genelde sabit kura<br />

dayalı dezenflasyon programları sonucunda ortaya çıkar. Döviz kuru çıpasına dayanan bu<br />

sistemde enflasyon konusunda olumlu gelişme ile birlikte, yerli paranın değer kazanması<br />

sonucu, cari işlemler dengesindeki açık büyür. Buna rağmen sabit kurdan çıkamayan ülkeler, ister<br />

istemez bir finansal krize sürüklenir.<br />

Đki ayrı şekilde ortaya çıkan finansal <strong>krizlerin</strong>, ortaya çıkış nedenleri ise aynıdır. Bunlar:<br />

• Makro ekonomik yapıda sürdürülemeyen dengesizlik,<br />

• Ters seçim <strong>ve</strong> Ahlaki yapıdaki bozulma,<br />

• Finansal serbestleşme,<br />

• Sürü psikolojisi olmaktadır.<br />

4.2.1. Sürdürülemeyen Makro Ekonomik Yapı<br />

1990’lı yıllardan itibaren gelişen ülkeler büyümelerini dış kaynağa dayandırmışlardır. Bu<br />

sermaye hareketlerinin özendirilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ülkelerin bağımsız<br />

para <strong>ve</strong>ya maliye politikası uygulama şansı ortadan kalkmaktadır. Çünkü ülkeler uzlaşmaz<br />

üçlü gereği, sermaye hareketliliğinin serbest olması durumunda ya faiz oranlarını yada döviz<br />

kurlarını kontrol ederler.<br />

Son yıllarda gelişen ülkelerde döviz kurunu kontrol altına alarak serbest faiz politikası<br />

uygulaması yaygınlık kazanmıştır. Bunun bir sebebi de sıcak para politikası uygulanmasına<br />

imkan tanımasıdır.<br />

1990’lı yıllardaki deneyimler, yumuşak sabit kur izleyen <strong>ve</strong> sermaye hareketlerine açık<br />

olan gelişmekte olan ekonomilerde parasal <strong>krizlerin</strong> arttığını göstermiştir. Đzlenilen sabit<br />

kurda hedeflenen oranın inandırıcılığı politik hatalardan <strong>ve</strong> istikrarsızlıktan, üretim<br />

şoklarından, finansal sektörün zayıflığından <strong>ve</strong> borçların artmasından yara alır.<br />

Đzlenilmeye başlanılan yumuşak sabit kur politikası ile ülkelere geniş sermaye akımları<br />

da<strong>ve</strong>t edilmeye çalışılır. Aşırı kısa vadeli borçlanma, varlık fiyatlarını reel ekonomiden kopuk<br />

4


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

bir şekilde şişirmeye başlar. Mali birikim zamanla reel birikimden ayrılmaya <strong>ve</strong> kendi kendini<br />

sürdürebilme kapasitesini yok etmeye <strong>ve</strong> böylece finansal sektörü zayıflatmaya başlar. Sabit<br />

kur nedeniyle sermaye akımlarının sterilize edilememesi reel kuru aşırı değerli hale getirir.<br />

Piyasanın zayıfladığını <strong>ve</strong> reel kurun aşırı değerlendiğini sezen yabancı yatırımcı<br />

ekonominin belirsizlikler içermeye başladığını görmeye başlayınca, daha önceki dönemlerde<br />

ülke ekonomisine giren sermaye, hızla yurt dışına çıkar. Bu hedeflenen büyüklüklerin<br />

değişmesi anlamına gelir. Böylece program çöker <strong>ve</strong> ülke krize sürüklenir. Sabit döviz kuru<br />

politikası yerine uygulanacak esnek kur politikasının, finansal krizleri absorbe yeteneğinin<br />

olmasına karşılık, istikrarı bozma riski de yüksektir. Buna karşılık sabit döviz kuru sisteminde<br />

de temel sorun, sabit kurdan “çıkış zamanını” iyi tespit etmektir. Bunun için en iyi zaman<br />

merkez bankası tarafından hedeflenen net döviz pozisyonunun gerçekleştiği <strong>ve</strong> bu konuda en<br />

üst noktaya ulaşıldığının algılandığı andır.<br />

4.2.2. Ters Seçim <strong>ve</strong> Ahlaki Yapının Yozlaşması<br />

Genelde bankaların kredi müşterileri arasında asimetrik bilgi problemi vardır.<br />

Bankalar gü<strong>ve</strong>nli borç alıcılar ile gü<strong>ve</strong>nsiz borç alıcıları ayırt edemezler. Bankacılık sektörü<br />

iyi müşteri ile kötü müşteriyi birbirinden ayıramadığından bütün müşterilerine yüksek faiz<br />

uygular. Bu tür uygulama sonucunda ters seçim ortaya çıkar. Kötü müşteri bu yüksek faizi<br />

karşılamaya istekli olur. Böylece geri dönmeyen kredilerin oranı artar. Kredi riskine sahip<br />

olanlar, kredi alabilmek için daha istekli <strong>ve</strong> ısrarcı olurlar. Bu tutumları sonucu krediyi alan<br />

bu kesim olur.<br />

Ahlaki tehlike günümüz finansal <strong>krizlerin</strong> en önemli nedenidir. Ahlaki tehlike finansal<br />

kurumların “nasıl olsa kurtulacağım” inancından doğmaktadır. Bu terim işlerin kötü gitmesi<br />

halinde bedeli ödeyecek olan başkası ise, riski alacak kişinin, alacağı riskin ne kadar<br />

olacağına karar <strong>ve</strong>rmesi gereken her durum için kullanılır. Finans kesimdekiler, başlarına bir<br />

şey gelirse hükümetin kendilerini kurtarmak zorunda olduğunu bildiklerinden her türlü riskli<br />

pozisyonları almaya başlar. Açık pozisyonlar artarak yabancı yatırımcı için kriz beklentisinin<br />

doğmasına neden oluyor. Ahlaki tehlike, tasarruf sahiplerinin, bankaların devlet gü<strong>ve</strong>ncesinde<br />

olduğu mantığı ile mevduatları izlememesi <strong>ve</strong> bu konuda tedirginlik duymaması ile de iyice<br />

artmaktadır. Böylece bankalar devlet gü<strong>ve</strong>ncesi altında riskli projeleri destekleyerek<br />

ekonomiyi genel bir krize sokarlar.<br />

Ahlaki tehlike sadece bankacılık sektöründen kaynaklanmaz, aynı zamanda kamudan<br />

da kaynaklanabilir. Gelişen ülkelerin dış kredilere (özellikle IMF kredilerine) gü<strong>ve</strong>nerek<br />

yüksek maliyetli yapısal tedbirleri almamaları kamunun ahlaki tehlikesini yansıtır.<br />

4.2.3. Finansal Serbestleşme<br />

1990’lı yıllarda yaşanan finansal <strong>krizlerin</strong> belki de en temel sebebi sermaye<br />

hareketlerinde yaşanan sınırsız serbestleşmedir. 1990’lı yıllardan itibaren yoğunlaşan<br />

küreselleşme çabaları, sermaye hareketlerinin geleneksel (doğrudan yatırım) işlevlerinin<br />

değişmesine neden olmuştur. Kısa vadeli spekülatif bir hal alan sermaye hareketleri, resmi<br />

kanallardan özel kanallara inerek ülke ekonomileri üzerinde son derece büyük oynaklıklara<br />

neden olmaktadır. Gelişen bir ekonominin, gerekli makro ekonomik şartları (denk bütçe, fiyat<br />

istikrarı, adil bir gelir dağılımı, katma değeri yüksek olan malların üretimi, denetimli<br />

5


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

bankacılık kesimi, derinliği olan finansal kesim, reel büyümeyi sağlayan bir ekonomik<br />

yapılanma) sağlamadan, finansal serbestleşmeye geçmesi, ülkeye yarardan çok zarar<br />

getirebilmektedir. Uzun dönemli sermaye hareketlerinden yararlanmak isteyen bir<br />

ekonominin istikrarlı bir reel büyüme oranına sahip olması gerekmektedir. Yapısal <strong>ve</strong><br />

kurumsal zayıflıklar taşıyan bir ekonomide sermaye hareketlerini etkileyecek imkanlar sınırlı<br />

olduğu için, kısa vadeli sermaye akımları, ancak yüksek faizler sunularak cezp edilmeye<br />

çalışılır. Bu durum da kriz riskini artırır.<br />

Kısa vadeli sermaye hareketleri sonucunda finans piyasaları, genellikle kaynakların<br />

risk <strong>ve</strong> kazançlarını doğru yansıtma, tasarruf <strong>ve</strong> yatırımları dengeleme gibi geleneksel<br />

işlevlerden uzaklaşarak, aşırı oynak değerlerden para kazanmaya çalışan kurumlar haline<br />

gelmektedir. Bu oynaklık istikrarsızlığı da beraberinde getirmektedir.<br />

4.2.4. Sürü Psikolojisi<br />

Ekonomik büyüklükleri sürekli kötüye giden bir ülkenin krize girmesi doğaldır.<br />

Đktisadi birimler ülke ekonomisi ile ilgili bu bilgileri rasyonel olarak değerlendirdiğinde<br />

spekülatif ataklar krizi tetiklemektedir. Fakat ülke ekonomisinin <strong>ve</strong>rileri normal olduğu halde,<br />

iktisadi birimlerin bu bilgileri rasyonel şekilde kullanmamaları da, (yani ekonomide bir<br />

bozukluk varmış gibi hareket etmeleri de) krizin bir başka nedeni olmaktadır. Burada krizin<br />

çıkmasına <strong>ve</strong>ya spekülatif atak olmasına neden olan sürü psikolojisidir. Finansal piyasalarda<br />

herkes birbirinin ortalama fiyatını tahmin etmeye çalıştığından iktisadi birimler diğer iktisadi<br />

birimlerin ne yaptıklarına dikkat ederler. Örneğin Latin Amerika <strong>krizlerin</strong>de iktisadi<br />

birimlerin, ekonomik göstergelere göre değil sadece diğerleri öyle yapıyor diye borç<br />

<strong>ve</strong>rdikleri ortaya çıkmıştır. Durum böyle olunca ekonominin iyi ya da kötü dengesi iktisadi<br />

beklentilere bağlı olmaktadır.<br />

Bu tür krizlerde kritik nokta para <strong>ve</strong> maliye politikalarının sonuçları değil, bu<br />

politikaların iktisadi birimler tarafından nasıl algılandığı önemlidir. Bütün iktisadi birimler<br />

aynı anda aynı bilgiye sahip olmadığından, diğer iktisadi aktörlerin davranışlarını izlerler.<br />

Örneğin bir spekülatörün otoritelerinin <strong>ve</strong>ya bankaların mali durumlarıyla <strong>ve</strong>ya kararlarıyla<br />

ilgili önemli bir bilgiye sahip olduğunu varsayalım. Buna bağlı olarak portföyünde bir<br />

değişmeye giderse, diğer yatırımcılar da bu spekülatörün kendilerinin bilmediği bir bilgiye<br />

sahip olduğunu düşünüp, aynı eğilimi gösterirler. Belli bir süre sonra bu katlanarak devam<br />

eder. Bu tür bir eylem sürü psikolojisi olarak adlandırılmaktadır.[7]<br />

5.Kriz Teorileri<br />

Dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan iktisadi krizler, bu <strong>krizlerin</strong> nedenlerini <strong>ve</strong><br />

krizle ilgili politika önerilerini içeren teorilerin geliştirilmesini sağlamıştır. Kriz teorileri,<br />

<strong>krizlerin</strong> ortaya çıktığı dönemler açısından üç grupta toplanmaktadır. Birinci grupta 1980’li<br />

yıllarda Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan krizleri açıklamak amacıyla geliştirilen<br />

teoriler yer alırken, ikinci grupta 1990’lı yıllar boyunca Türkiye’de dahil olmak üzere<br />

dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen krizleri açıklayan teoriler ele alınmaktadır.<br />

5.1. Birinci Nesil Teoriler<br />

1980’li yıllarda geliştirilen teoriler, birinci nesil kriz teorileri olarak bilinmekte <strong>ve</strong><br />

1970’lerin sonunda batı Amerika’nın güneyinde yer alan Arjantin, Şili <strong>ve</strong> Uruguay’da<br />

6


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

yaşanan kriz deneyimlerine dayanmaktadır. Bu krizlere dayalı olarak geliştirilen geleneksel<br />

Ortodoks görüşe göre krize yol açan temel neden kamu maliyesindeki açıklardır. Bu açıklar,<br />

dış ticaret bilançosu <strong>ve</strong> buna bağlı olarak cari işlemler bilançosunda açığa yol açmaktadır. Pek<br />

çok ülkede olduğu gibi ülkemizde son yıllarda ortaya çıkan krizlerde cari işlemler dengesinin<br />

bozulması önemli bir neden olmuştur.[8]<br />

5.2. Đkinci Nesil Teoriler<br />

Đkinci nesil modeller, özel sektör davranışlarında değişme meydana geldiği zaman bu<br />

değişime hükümetlerin reaksiyon göstermeleri durumunda ne gibi bir sonucun ortaya<br />

çıkacağına <strong>ve</strong>ya hükümetlerin sabit döviz kuru politikası ile diğer hedefleri arasında tercih<br />

yapmak zorunda kalırlarsa ortaya nasıl bir sonuç çıkacağına açıklık getirmeyi<br />

hedeflemektedirler. Đkinci nesil modellere göre izlenen makroekonomik politikalar döviz kuru<br />

politikası ile tutarlı olsa bile, piyasa beklentilerinde meydana gelen bir değişme hükümetlerin<br />

tercihlerini değiştirebilir <strong>ve</strong> ekonomi bu şekilde kendiliğinden oluşan, (kendi kendini<br />

besleyen) bir krize girebilir. Dolayısıyla ikinci nesil modellere göre, ekonomi, spekülatif<br />

hareketlerin olmadığı denge durumunda iken, beklentilerin değişmesine <strong>ve</strong> spekülatif<br />

atakların başlamasına neden olan herhangi bir gelişme, birdenbire krizi başlatabilir. Buna göre<br />

birinci nesil modellerde olduğu gibi makroekonomik göstergelerin sürekli bozulma<br />

göstermesi krizin oluşması için gerekmeyebilir, temel ekonomik göstergeler sürekli bozulma<br />

göstermese de ödemeler dengesi krizi başlayabilir. Đkinci nesil modellerin ortaya koyduğu<br />

<strong>krizlerin</strong> kendi kendini beslemesi (selffulfilling) şeklinde isimlendiren ilk iktisatçı Obstfeld<br />

(1986) olmuştur. Daha sonra yapmış olduğu çalışmalar, ikinci nesil kriz literatüründe önemli<br />

bir yer almaktadır.[9]<br />

5.3. Üçüncü Nesil Teoriler<br />

Birinci <strong>ve</strong> Đkinci Nesil Krizlerden farklı bir karakter arz eden Asya krizi sonrası<br />

yaygınlaşan <strong>ve</strong> Üçüncü Nesil Kriz Modelleri olarak anılan kategori içinde, farklı ülkelerde ard<br />

arda yaşanan <strong>krizlerin</strong> oluşum dinamiğini açıklamayı amaçlayan Bulaşma (contagion)<br />

Modellerine göre, krizler, benzer kırılganlıklara sahip ülkelerin ortak şoklara maruz kalması<br />

<strong>ve</strong>ya farklı mekanizmaların etkisiyle yakın <strong>ve</strong>ya benzer ülkelere yayılır. Bulaşmadan kasıt, bir<br />

ülkede başlayan krizin, bulaşıcı hastalıklar gibi, bir başka ülke için kriz ihtimalini<br />

doğurmasıdır. Bu modellere göre bulaşma için, bir ülkede başlayan krizin başka bir ülkenin<br />

makroekonomik temellerini <strong>ve</strong>ya piyasa aktörlerinin beklentilerini etkilemelidir. Birinci<br />

durumda taşma (spillo<strong>ve</strong>r), ikinci durumda saf bulaşmadan (pure contagion) söz edilir.<br />

Ülkeler arası ticari <strong>ve</strong> finansal bağlantılar, krizin bulaşma kanalları olmaktadır. Mesela bir<br />

ülkede yaşanan <strong>ve</strong> devalüasyonla sonuçlanan kriz, rekabet avantajını yitiren rakip ülkeyide<br />

devalüasyona zorlar. Yatırımcıların asimetrik bilgi yüzünden, borç çevirme sorunu yaşayan<br />

bir ülkeden hareketle bir başka ülke enstrümanlarından çekilmesi krizi bulaştırır.[1]<br />

Özetle, kriz teorileri ile ilgili bu açıklamalar, <strong>krizlerin</strong> esas olarak iki nedenden<br />

kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi, kamu <strong>ve</strong> özel sektör tarafından<br />

yapılan sınırsız harcamalar <strong>ve</strong> bunların neden olduğu bütçe açıkları, dış ticaret bilançosu<br />

açıkları <strong>ve</strong> ulusal paranın değer yitirmesidir. Đkincisi ise, uluslar arası spekülatif sermaye<br />

akımlarının yol açtığı problemlerdir.[8]<br />

7


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

6. Türkiye’de Yaşanan Ekonomik Krizler<br />

1929 yılında yaşanan Büyük Bunalım <strong>ve</strong> sonrasında Türkiye’de gerek iç ekonomik<br />

gelişmelere, gerekse uluslararası ekonomik konjonktüre bağlı olarak birçok kriz dönemi<br />

yaşanmıştır.<br />

Son 30 yılda ekonomide iç <strong>ve</strong> dış kaynaklı çeşitli krizlerle karşılaşılmıştır. Bazı krizler<br />

sonucunda, ekonomide tam anlamıyla yapısal bir yenilenme yaşanırken, bazılarında krize yol<br />

açan <strong>ve</strong>ya krizin etkisini derinleştiren içsel sorunlara karşı önlemler alınmıştır. Ekonomide<br />

yaşanan kriz <strong>ve</strong> bunun sonucunda geniş kapsamlı yeniden yapılanma süreci 1980 krizinde<br />

gözlenmiştir. 1977 yılından itibaren ekonomide gittikçe belirginleşen <strong>ve</strong> 1979 yılındaki ikinci<br />

petrol şoku ile derinleşen krize karşı “24 Ocak Kararları” olarak bilinen bir dizi yapısal<br />

düzenleme 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.[10]<br />

1980’e gelinirken, 1971 <strong>ve</strong> 1973 petrol şoklarının da yansıması olarak enflasyonda üç<br />

haneli seviyelere ulaşılması, ihracatın tıkanması <strong>ve</strong> ödemeler dengesinde rekor açıklar, döviz<br />

rezervlerinde azalma <strong>ve</strong> buna bağlı ithalatta kısıtlamalar, büyümede duraklama <strong>ve</strong> dövize<br />

çevrilebilir mevduat hesaplarında kur garantisinin kaldırılması <strong>ve</strong> yurt dışı çıkışlarına<br />

sınırlandırmalar getirilmesi, vadesi gelen dövize çevrilebilir mevduat borçları <strong>ve</strong> bunların<br />

faizlerinin ödenememesi gibi sorunlar bulunuyordu.<br />

1980’lerde dışa açılma <strong>ve</strong> serbest kur rejimi ile ihracatta çok önemli sıçramalar<br />

kaydedilmiş; dış ticaret fazlasının GSMH içindeki payında 1980-1984 döneminde fazla<br />

iyileşme görülmemiş, ancak 1985’ten sonra bu oranda lehte sonuçlara ulaşılabilmiştir. Đstikrar<br />

politikasının temel amaçlarından olan yüksek enflasyonu düşürme hedefinin<br />

gerçekleştirilememiş olması, ekonomideki sonradan ortaya çıkacak dengesizliklerin kaynağı<br />

olmuştur.<br />

Türkiye ekonomisinde kırılmanın olduğu finansal liberalizasyon sonrası dönemde, yani<br />

1991, 1994, 1999 <strong>ve</strong> 2001 yıllarında, fert başına milli gelirde düşüşler gözlemlenmiştir. Bu<br />

dönemde Türkiye ekonomisi 1994 <strong>ve</strong> 2000-2001 yıllarında ağır ekonomik krizler yaşamış;<br />

1994, 1999 <strong>ve</strong> 2001 yıllarında IMF ile Stand-by anlaşmaları yapmak durumunda kalmıştır. [2]<br />

Şubat 2001 Krizinin ardından Nisan ayı ortasında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”<br />

kapsadığı önlemler <strong>ve</strong> yasal düzenlemeler ile birilikte kamuoyuna açıklanmıştır. Program<br />

yapısal reformlar <strong>ve</strong> yasal düzenlemelere öncelik <strong>ve</strong>rmiştir. Program çerçe<strong>ve</strong>sinde, mali<br />

sektörün yeniden yapılandırılması, Merkez bankasının bağımsızlığının sağlaması, devlette<br />

şeffaflığın artırılması, kamu finansmanının güçlendirilmesi <strong>ve</strong> ekonomide rekabetin <strong>ve</strong><br />

etkinliğin artırılması amaçlanmıştır.<br />

2001 sonrası dönemde, ekonomide yaşanan iç <strong>ve</strong> dış kaynaklı dalgalanmalar genelde kısa<br />

süreli, reel büyüklükler üzerine <strong>etkileri</strong> sınırlı <strong>ve</strong> çoğunlukla döviz kuru kaynaklı olmuştur.<br />

Dalgalanma dönemlerinde, özellikle para politikası kararları devreye sokulmuş <strong>ve</strong> beklenti<br />

yönetimine öncelik <strong>ve</strong>rilmiştir. 2006 yılı Mayıs-Haziran döneminde yaşanan döviz kuru<br />

dalgalanması hem piyasa göstergeleri hem de reel büyüklükler üzerine önemli ölçüde etkili<br />

olmuş <strong>ve</strong> para politikası önceki dalgalanmalardan daha sert tepki <strong>ve</strong>rmiştir.<br />

ABD’de başlayan “Mortgage Kredileri” kaynaklı kriz, 2008 yılı Eylül ayından itibaren<br />

“Global Finansal Krize” dönüşmüş <strong>ve</strong> tüm ülkeleri etkisi altına almıştır. Başta gelişmiş<br />

ülkeler olmak üzere tüm ülkeler para politikalarını gevşetmişler, ekonomideki daralmayı<br />

hafifletmek için genişlemeci maliye politikası uygulamalarına başlamışlardır. 2008 yılı son<br />

çeyreğinde, hemen hemen tüm ülkelerde ekonomik daralma yaşanmış, sanayi üretimi,<br />

istihdamı <strong>ve</strong> dış ticareti büyük ölçüde gerilemiştir.<br />

8


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Türkiye ekonomisine ilişkin gerek piyasa göstergeleri gerek reel ekonomik büyüklükler,<br />

ekonominin <strong>global</strong> krizden 2008 yılının son çeyreğinden itibaren önemli ölçüde olumsuz<br />

etkilendiğini göstermektedir. Bu dönemde, GSYĐH yüzde 6.2 oranında gerilemiş, işsizlik<br />

oranı yükselmiş, imalat sanayi üretimi <strong>ve</strong> dış ticaret hızla daralmıştır. Başlangıçta döviz<br />

kurları <strong>ve</strong> faiz oranlarının hızla yükselmesine rağmen, ekonomideki hızlı daralmayı<br />

yavaşlatmak için Merkez Bankası tarafından politika faizlerinin önemli ölçüde düşürülmesi <strong>ve</strong><br />

döviz <strong>ve</strong> tl. likiditesine yönelik önlemler alınması, döviz kurları <strong>ve</strong> faiz oranlarının tekrar<br />

gevşemesini sağlamıştır. Ayrıca üretim <strong>ve</strong> istihdamı teşvik etmek amacıyla geçici <strong>ve</strong>rgi<br />

indirimleri yürürlüğe konulmuş, kredi maliyetlerini düşürücü bazı düzenlemeler yapılmıştır.<br />

Đç <strong>ve</strong> dış talepte hızlı daralma <strong>ve</strong> uluslar arası temel mal fiyatlarındaki düşüş enflasyonda da<br />

gerilemeyi beraberinde getirmiştir. Zaman içinde piyasa göstergelerinde kısmen olumlu<br />

gelişmeler gözlenmesine karşın, üretim, istihdam <strong>ve</strong> ihracat alanlarında sorunlar önemini<br />

korumaktadır.[10]<br />

Bu genel bilgilerin ışığı altında Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler aşağıdaki şekilde<br />

sıralanabilir.<br />

1929 Krizi<br />

Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik krizle ilk kez 1929 yılında tanıştı. 1929’da bütün<br />

dünyada büyük bir ekonomik bunalım patladı. Buna Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları <strong>ve</strong><br />

ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da eklenince ciddi bir “kambiyo krizi”<br />

yaşandı. Türk parasının değeri düştü.<br />

1948 Krizi<br />

Đkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1944 yılında bütçe açık <strong>ve</strong>rmeye başladı. Savaş, tüm<br />

dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin dengeleri sarstı. Türkiye devalüasyonla da bu<br />

dönemde tanıştı. 1946 yılında, bütçe fazla <strong>ve</strong>rmesine rağmen ihracatı artırmak için<br />

devalüasyona gidildi. Ancak hedefe ulaşılamadı.<br />

1954 Krizi<br />

Dış sermayeye açılma <strong>ve</strong> serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi 1950-1954 yıllarında<br />

başladı. 1951 yılında bütçe açık <strong>ve</strong>rmeye başladı <strong>ve</strong> bu durum 1963’e kadar 12 yıl boyunca<br />

devam etti. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı. Kredili<br />

ithalat uygulamasına geçildi. Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale<br />

geldi. Dış borç yükü <strong>ve</strong> kamu açıkları arttı. Enflasyon yüzde 20’lere çıktı <strong>ve</strong> Türkiye<br />

ekonomisi krize girdi.<br />

1958 Krizi<br />

1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı<br />

1958 krizini hazırladı. 1958’e gelindiğinde Türkiye’nin günü gelmiş 256 milyon dolar<br />

tutarında dış borcu <strong>ve</strong> de kucağında bir “kambiyo krizi” bulunuyordu. Ağustos ayında Türkiye<br />

IMF ile bir istikrar programı uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. Dış ticaret açığı<br />

büyüdü.1958 yılında 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara<br />

yükseldi. Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünya ikincisi idi.<br />

9


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

1969 Krizi<br />

1969’da Türkiye hafif bir krizle sarsıldı. IMF programı yürürlüğe kondu. Türk parası<br />

devalüe edildi. 1971’de darbe yapıldı.<br />

1974 Birinci Petrol Krizi<br />

1974 yılında petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz<br />

etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik<br />

ambargosu başladı. Petrol fiyatlarındaki artış ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da<br />

tırmandırdı. Dış ticaret açığı büyük oranda artış gösterdi. Türkiye o yıl 303 milyon dolarla<br />

rekor bir bütçe açığı <strong>ve</strong>rdi. Turizm <strong>ve</strong> işçi gelirleri düştü. Đstihdam sorunu büyüdü.<br />

1978 Krizi<br />

Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Bu<br />

borçlar bir yandan tüketimi <strong>ve</strong> ithalatı pompalarken bir yandan da sabit yatırımları <strong>ve</strong> buna<br />

bağlı ithalatı pompaladı. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz, 1977 yılında 10 milyar<br />

dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52’ye ulaştı.<br />

1978’de kriz patladı. [11] Diğer bir ifadeyle, “Petro-dolarları” dolaşıma döndürme<br />

politikasının yarattığı aşırı kısa vadeli borçlanmanın, Türkiye ile birlikte bir dizi gelişmekte<br />

olan ülkeyi de birlikte krize götürmesi, uluslararası bankaların gelişmekte olan ülkelere<br />

kredileri kısıp faizleri yükseltmeleri. [12]<br />

1979-1980 Đkinci Petrol Krizi<br />

OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 <strong>ve</strong> 1980’de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu<br />

şok Türkiye’yi yoğun ekonomik kriz yaşarken yakaladı. Đşsizlik oranı yüzde 20’lere yaklaştı.<br />

Enflasyon yüzde 63.9’a yükseldi. 1979-1980 petrol krizi, halkı 1974 petrol krizinden daha<br />

fazla etkiledi. Hükümet enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak <strong>ve</strong><br />

ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için “24 Ocak Kararları”nı yürürlüğe koydu. 24 Ocak<br />

kararlarıyla birlikte TL % 48,6 oranında devalüe edildi.<br />

1986 Krizi<br />

Alınan tedbirler sonucunda 1978’de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983’te 5.7 milyar<br />

dolara çıktı. Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar olarak<br />

gerçekleşti. Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150 artışı işaret<br />

ediyordu. 1986 yılında kamu harcamalarının artması nedeniyle ekonomik dengesizlik yaşandı<br />

<strong>ve</strong> devalüasyon yapıldı.<br />

1988-1989 Krizi<br />

Kamu açıklarındaki artış <strong>ve</strong> mali piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi.<br />

Döviz rezervi azaldı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık serbest piyasa<br />

ekonomilerinden biri oldu. Đstikrar politikaları uygulanırken ortalama 17.4 milyar dolar olan<br />

dış borç stoku, 1989 yılında 41.7, 1990 yılında ise 49 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli borçlar,<br />

toplam borçların yüzde 19’unu buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü. Stagflasyon<br />

sürecine girildi.<br />

10


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

1991 Krizi<br />

1991 krizini Körfez krizi tetikledi. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar dolar oldu.<br />

Bunun 3 milyar doları kısa vadeli idi. Dış borç stoku 8 milyara dolara yakın artış gösterirken<br />

kısa vadeli borçlardaki artış 4 milyar dolara yaklaştı. Cari işlemler bilançosu, tarihi bir<br />

sıçramayla açığını 2.6 milyar dolara çıkarmıştı. Büyük çaptaki sermaye girişi TL’yi aşırı<br />

değerlendirirken ihracatı caydırdı, ithalatı pompaladı. 1991’de Körfez krizi çıktı <strong>ve</strong> Türkiye’yi<br />

riskli bir ülke konumuna getirdi. Sermaye kaçışa geçti. 2.6 milyar doları aşan sermaye kaçışı<br />

ekonomiyi durgunluğa soktu. TÜFE yüzde 52.4 artarken TEFE artışı yüzde 64’e ulaştı.<br />

Büyüme hızı yüzde 0.3’e düştü. Kriz etkisini bir yıl gösterdi.<br />

1994 Krizi<br />

Kısa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994’te patladı. Đçeride<br />

zaten üstüste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para<br />

piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi. Cari açık da 1 milyar dolardan 6.4 milyar<br />

dolara fırladı. Dış borç stoku 12 milyar dolar artış gösterdi. Kısa vadeli borçlar 18.5 milyar<br />

dolara fırlayarak tarihi bir rekor kırdı. 1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye<br />

çıkışı 4.2 milyar dolara vardı. Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400’ü aşarken TEFE<br />

yüzde 121, TÜFE yüzde 106’e yani üç haneli rakamlara sıçradı. GSMH’da yüzde 6’ya varan<br />

daralma olurken işsizlik yüzde 20’ye vurdu. Krizde yarım milyon kişi işinden atıldı.<br />

1998-99 Krizi<br />

1998’de Asya-Rusya krizi, Türkiye’yi, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı<br />

<strong>ve</strong> istikrar programı uyguladığı sırada yakaladı. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan<br />

sıcak para çıkışı oldu. Mali kuruluşlar dışında bütün kesimler yüzde 5-6 daralmaya girdi.<br />

GSMH’da yüzde 6.4 düşüş oldu. TEFE yüzde 63’e fırladı. Reel faizler yüzde 37’ye ulaşarak<br />

rekor kırdı. Dış borç stoku 103 milyar dolara, iç borç stokunun GSMH’ya oranı yüzde 32’ye<br />

çıktı. Faizi yüksek, vadesi kısa borç birikimi 1999 sonunda Hazine’yi iç borçları artık<br />

döndüremediği noktaya sürükledi. Aralık 1999’da hükümet IMF ile stand-by anlaşması<br />

imzaladı.<br />

2001 Krizi<br />

Stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük<br />

çöküşün baş sorumlusuydu. Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa<br />

girdi. Cari işlemler açığı giderek büyüdü <strong>ve</strong> yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir<br />

rekor kırdı. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış<br />

borç stoku 114.3 milyar dolara çıktı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri<br />

çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı <strong>ve</strong> Türkiye tarihine “Kara Çarşamba”<br />

olarak geçen 22 Kasım 2000’de para krizi patladı. 13 banka <strong>ve</strong> çok sayıda aracı kurum battı.<br />

Kasım kriziyle artan faizler <strong>ve</strong> ödeme güçlüğe düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri<br />

geri çağırması, iç pazarın daha da daralması bunda büyük rol oynadı. 3.5 milyar dolarlık net<br />

sermaye çıkışıyla döviz fiyatları <strong>ve</strong> faizler tırmanışa geçti. Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar<br />

Nisan’da 1 milyon 161 bine tırmandı. IMF programı çökmüştü. [11]<br />

11


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

2008 Global Finansal Kriz<br />

2007-2008 dünya ekonomik krizinin çıkış noktası ABD bankalarının portföyünde her<br />

zaman önemli yer tutan ipotekli konut kredileridir. Bu ortamda “subprime” konut kredisi<br />

olarak da adlandırılan <strong>ve</strong> ABD’ de düşük gelir grubuna açılan konut kredilerinin toplam konut<br />

kredileri içindeki payı artmıştır. Bu payın 2003’te yüzde 8.5’ten, 2006’da yüzde 20.1’çıkması<br />

sistemin barındırdığı riski artırmıştır. Kredi ödemelerinde yaşanan problemler, geri çağrılan<br />

krediler <strong>ve</strong> sonrasında teminatların (konutların) satışı, konut fiyatlarında dikkate eğer bir<br />

düşüşe neden olmuştur. Banka sermayelerindeki erime süreci böylelikle tetiklenmiş <strong>ve</strong> bir<br />

kısırdöngü içine girilmiştir.[13] Daha sonra ardı ardına gelen iflaslar <strong>ve</strong> finansal sistemin<br />

çökmesiyle derinleşen kriz, dünyanın diğer bölgelerine de hızla yayılmıştır.<br />

7. 2001 Yerel <strong>ve</strong> 2008 Global Finansal Krizlerinin, Genel Ekonomik Göstergeler <strong>ve</strong> Dış<br />

Ticaretimiz Üzerine Etkileri<br />

Yerel ekonomik krizler, bir ülkede politik <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ekonomik nedenlerle ortaya çıkan<br />

<strong>ve</strong> ülkenin temel ekonomik yapısını ciddi bir şekilde sarsan olaylardır. Global ekonomik kriz<br />

ise, uluslararası ekonomide aniden <strong>ve</strong> beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların makro<br />

açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda etkileyecek sonuçlar ortaya<br />

çıkarması, bunun da sonradan yansıma etkisi ile diğer ülkeleri etkisi altına almasıdır.<br />

Ekonomik krizler genelde reel olamayan ekonomide çıkıp reel ekonomiyi etkisi altına alır.<br />

Diğer bir deyişle finansal sektör <strong>ve</strong> reel sektör arasındaki farkın açılması yaşadığımız son<br />

<strong>global</strong> krizi de içine alacak şekilde ekonomik <strong>krizlerin</strong> kaynağı olarak görülmektedir. Reel<br />

ekonomi, mal <strong>ve</strong> hizmet üretimi, reel olmayan ekonomi (finansal ya da mali sektör), parasal<br />

hareketler <strong>ve</strong> göstergeler demektir. Krizler, mali piyasalardaki balonun patlamasından çıkar.<br />

Türkiye gibi, ekonomisi büyük ölçüde “dış sermaye girişlerine bağlı” ülkelerde kriz,<br />

devalüasyonla başlar. Devalüasyon, para kaçışına sebep olur. Para kaçınca mali sektör çöker,<br />

mali sektör çökünce, reel ekonomi işleyemez hale gelir, üretim düzeyi düşer, istihdam düzeyi<br />

azalır <strong>ve</strong> işsizlik oranı artar. Ekonomi darboğaza girer.<br />

Küreselleşmenin yarattığı uluslararası anlamda birbirine bağımlı ekonomik yapılar,<br />

yaşanan olumsuzlukların dünya genelini sarmasına neden olmaktadır. Özellikle 1940’lı<br />

yıllardan beri yaşanan liberalizasyon <strong>ve</strong> entegrasyon çabaları ile birlikte gelişen dünya<br />

ticareti, ülkelerin dış ticarete bağımlı bir yapıya ulaşmalarına sebep olmuştur. Gerek ülke<br />

içinde <strong>ve</strong> gerekse uluslar arası alanda ortaya çıkan <strong>krizlerin</strong> en önemli etkisi dış ticaret<br />

akımları üzerine olmaktadır. Ortaya çıkan her kriz, ülkelerin dış ödemeler bilançosu değerleri<br />

<strong>ve</strong> dengesi üzerinde dikkate değer etkiler bırakmaktadır.<br />

Çalışmanın bu bölümünde, birçok kriz dönemleri yaşamış olan Türkiye ekonomisinin,<br />

bu krizlerden etkilenme derecesi, <strong>yerel</strong> <strong>ve</strong> <strong>global</strong> kriz ayrımı yaparak ortaya konulmaya<br />

çalışılacaktır. Farklı kriz dönemlerinde iç <strong>ve</strong> dış unsurların <strong>etkileri</strong>ni birbirinden ayırmak<br />

aslında kolay değildir. Ancak tüm bu kriz dönemleri içerisinde, ekonomimiz üzerinde ciddi<br />

yaralar açan 2001 krizinin, diğerlerine oranla daha fazla yurt içi dinamiklere bağlı olarak<br />

ortaya çıktığı söylenebilir. Son yaşadığımız <strong>ve</strong> dünyanın büyük bölümünde az ya da çok<br />

<strong>etkileri</strong> hissedilen 2008 Global Finansal Krizini ise bu anlamda daha çok dış etkenlerden<br />

kaynaklanan bir kriz olarak yorumlamak mümkündür. Bu bağlamda bu iki kriz dönemlerinin<br />

karşılaştırılması, <strong>krizlerin</strong> yarattığı <strong>etkileri</strong>n araştırılması yönünden farklı bir bakış açısı<br />

sunacaktır.<br />

12


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

7.1. 2001 <strong>ve</strong> 2008 Krizlerinde Temel Ekonomik Göstergeler<br />

Bu bölümde, 2001 <strong>ve</strong> 2008 kriz dönemlerinde, temel ekonomik göstergelerdeki<br />

değişmeler incelenirken, kriz öncesi <strong>ve</strong> sonrası dönemleri de bir ölçüde değerlendirebilmek<br />

amacıyla <strong>ve</strong>riler mümkün olduğunca krizden bir önceki <strong>ve</strong> bir sonraki yılları da kapsayacak<br />

şekilde derlenmeye çalışılmıştır. Temel ekonomik göstergeler olarak GSYH, GSYH büyüme<br />

hızı, KBGSYH, TÜFE değerleri, işsizlik oranı, Bütçe dengesi/GSYH, FaizDışıFazla/GSYH,<br />

Vergi Gelirleri/GSYH, Toplam Kamu Net Borç Stoku/GSYH, Kamu Kesimi Borçlanma<br />

Gereği (KKBG)/GSMH rakamlarına yer <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Tablo1. 2001 <strong>ve</strong> Global Finansal Kriz Dönemlerinde Temel Ekonomik Göstergeler<br />

GÖSTERGELER 2001 Krizi Global Finansal Kriz<br />

2000 2001 2002 2007 2008 2009<br />

GSYH(Milyon TL) 166.658 240.224 350.476 950.534 950.534 953.974<br />

GSYH (Milyon $) 265.384 196.736 230.494 648.754 742.094 617.611<br />

GSYH Büyüme Hızı<br />

6.8 -5.7 6.2 4.7 0.7 -4.7<br />

KBGSYH ( $ )<br />

4.146 3.006 3.492 9.234 10.440 8.590<br />

TÜFE(Yıl Sonu) 39.0 68.5 29.7 8.39 10.06 6.53<br />

Đşsizlik oranı 6.5 8.4 10.3 10.3 11.0 14.0<br />

Bütçe dengesi/GSYH<br />

(%)<br />

-8.0 -12.1 -11.5 -1.6 -1.8 -5.5<br />

FaizDışıFazla/GSYH<br />

(%)<br />

4.3 5.0 3.3 4.2 3.5 0.1<br />

VergiGelirleri/GSYH<br />

(%)<br />

15.9 16.5 17.2 18.1 17.7 18.1<br />

Toplam Kamu Net<br />

Borç Stoku/GSYH<br />

66.3 61.4 29.5 28.2 32.5<br />

(%)<br />

KKBG/GSYH (%) 8.9 12.1 9.83 0.07 1.62 5.27<br />

2001 krizi <strong>ve</strong> Global Finansal Kriz dönemlerinde GSYH <strong>ve</strong>rileri incelendiğinde, 2001<br />

Krizinde TL <strong>ve</strong> Dolar bazındaki farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu dönemde yaşanan yüksek<br />

enflasyon olgusu ile birlikte, TL bazında artmış gibi görünen GSYH, dolar bazında önemli bir<br />

düşüş göstermiştir. 2000 yılından 2001 yılına gelinirken GSYH yüzde 5.7 gibi önemli bir<br />

oranda azalış göstermiş, kriz sonrası toparlanma döneminde de tekrar 6.2’lik bir büyüme<br />

rakamına ulaşılmıştır. 2007-2009 döneminde ise GSYH’da yaşanan değişiklikler, önceki kriz<br />

dönemine göre farklılık arz etmektedir. Krizin başladığı dönem olarak kabul edilen 2008’de<br />

büyüme rakamları azalmasına rağmen negatif değerlere inmemiş, ekonomik büyüme<br />

anlamında etkiler daha çok 2009 yılında kendini göstermiştir. Ancak orta vadeli planlarda<br />

2010 <strong>ve</strong> sonrası dönemlerde toparlanmanın devam edeceği öngörülse de, 2003 sonrasında<br />

yaşanan ortalama %7.5’lik büyüme rakamlarına ulaşılamayacağı açıktır. Bu açıdan<br />

bakıldığında Global Finansal Krizin GSYH <strong>ve</strong> büyüme üzerindeki <strong>etkileri</strong>nin daha derin<br />

olduğu söylenebilir.<br />

13


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Đşsizlik oranlarına bakıldığında, 2007 yılına gelindiğinde, önceki kriz dönemlerinden<br />

miras kalan işsizlik oranının azaltılamamış olması nedeniyle bu orandaki artış sürmüş <strong>ve</strong> 2009<br />

yılında %14 oranına ulaşmıştır. 2009 sonrası dönemde de bu oranda azalış görülmeyeceği<br />

tahmin edilmektedir.<br />

Kamu bütçesi ile ilgili <strong>ve</strong>rilere bakıldığında, 2001 yılı sonrasında izlenen sıkı maliye<br />

politikası sonucu gözlemlenen iyileşmenin Global krizle birlikte sekteye uğramasına rağmen,<br />

2001 krizine göre kamu maliyesi <strong>ve</strong>rilerinin daha olumlu bir seyir izlediği söylenebilir.<br />

Toplam Kamu Net Borç Stoku/GSYH <strong>ve</strong>rilerinde gözlemlenen anlamlı gelişme bu söyleme<br />

delil teşkil eder mahiyettedir. Vergi gelirleri ile ilgili <strong>ve</strong>rilere bakıldığında, 2001 krizinde<br />

düşüş yaşanmamasına rağmen Global Krizde yaşanan düşüşün, ekonomiyi canlandırmak<br />

adına yapılan <strong>ve</strong>rgi indirimleri <strong>ve</strong> istisnalarından kaynaklandığı söylenebilir.<br />

7.2. 2001 Ve 2008 Krizlerinin Dış Ticaretimiz Üzerine Yansımaları<br />

Kriz dönemlerinde yaşanan özellikle sermaye hareketleri <strong>ve</strong> döviz kuru hareketlerine<br />

bağlı olarak dış ticaret dengesinde de önemli değişikler meydana gelmekte, bu da ülke<br />

ekonomisini önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle ülkenin dışa bağımlılığının arttığı bir<br />

ortamda bu ekiler daha da derinden hissedilebilmektedir. Bu bağlamda araştırmanın bu<br />

kısmında iki kriz döneminde dış ticaret <strong>ve</strong>rilerinde meydana gelen değişmeler otaya<br />

konulmaya çalışılmıştır.<br />

Aşağıda yer alan tablo 2 <strong>ve</strong> tablo 3’te cari işlemler dengesi <strong>ve</strong> sermaye hesabı ile ilgili<br />

bazı <strong>ve</strong>riler derlenmeye çalışılmıştır.<br />

Tablo 2. 2001 <strong>ve</strong> Global Finansal Kriz Dönemlerinde Mal ticareti <strong>ve</strong> Denge Değerleri<br />

GÖSTERGELER 2001 Krizi Global Finansal Kriz<br />

2000 2001 2002 2007 2008 2009<br />

Đhracat (FOB)<br />

(Milyon $)<br />

27.775 31.334 36.059 107.272 132.027 102.135<br />

Đthalat (CIF) (Milyon<br />

$)<br />

54.503 41.399 51.554 170.063 201.964 140.919<br />

Dış Ticaret Dengesi<br />

(Milyon $)<br />

-22.057 -3.363 -6.390 -62.791 -69.936 -38.784<br />

Cari Đşlemler Dengesi<br />

(Milyon $)<br />

-9.920 3.363 -626 -38.311 -41.946 -13.959<br />

Kaynaklar: www.tüik.gov.tr , www.tcmb.gov.tr , www.maliye.gov.tr , www.sgb.gov.tr<br />

2001 <strong>ve</strong> 2008 kriz dönemleri dış ticaret <strong>ve</strong>rileri açısından değerlendirildiğinde,<br />

öncelikle cari işlemler dengesi ile ilgili <strong>ve</strong>riler Tablo 2’de özetlenmiştir. Kriz ortamının kur, iç<br />

<strong>ve</strong> dış talep <strong>ve</strong> rekabet gücü üzerindeki <strong>etkileri</strong> bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında, aslında<br />

kriz sonrası dönemin ihracatı artırıcı <strong>etkileri</strong> de beraberinde getirdiği 2001 krizinde kendini<br />

göstermektedir. Kriz sonrası dönemde artan ihracat hacmi, ithalatta önce bir düşüş sonra yine<br />

belirli ölçüde bir artışa rağmen, cari işlemler dengesinde iyileşmelere yol açmıştır.<br />

Buna rağmen Global Finansal Kriz döneminde bu duruma ters bir sonuçla karşı<br />

karşıya kalmaktayız. Global Finansal Krizde cari işlemler dengesindeki açık, özellikle krizin<br />

<strong>etkileri</strong>nin en yoğun hissedildiği 2008 yılında önemli ölçüde büyümüştür. Bu durumu uluslar<br />

arası piyasalardaki ciddi talep daralmalarına bağlamak mümkündür. Tablo 2’den de<br />

izlenebileceği gibi, 2008 yılından 2009 yılına geçerken, ithalat hacminde yaşanan önemli<br />

daralmaya rağmen, dış ticaret açığı önemini korumuştur.<br />

14


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

Tablo.3 2001 <strong>ve</strong> Global Finansal Kriz Dönemlerinde Sermaye Hesabı Hareketleri<br />

GÖSTERGELER 2001 Krizi Global Finansal Kriz<br />

2000 2001 2002 2007 2008 2009<br />

Doğrudan Yabancı<br />

Sermaye Girişi<br />

982 3.352 1.082 22.047 18.269 7.860<br />

(Milyon $)<br />

Sıcak Para Akımı<br />

(Net) (Milyon $)<br />

-538 -12.443 -559 -1.679 3.144 -3.988<br />

TCMB Brüt Döviz<br />

Rezervleri(Milyon$)<br />

22.172 18.787 26.807 73.317 71.008 70.689<br />

Kaynaklar: www.tüik.gov.tr , www.tcmb.gov.tr , www.maliye.gov.tr , www.sgb.gov.tr<br />

Sermaye hesabı rezervlerde yaşanan gelişmeler Tablo 3’te özetlenmeye çalışılmıştır.<br />

Bu açıdan bakıldığında, her iki kriz döneminde de doğrudan yabanı sermaye girişlerinde önce<br />

artış, sonra bir azalış olduğu gözlenmektedir. Tablo 3’teki en çarpıcı gelişme ise sıcak para<br />

akımı değerlerinde görülmektedir. 2001 kriz döneminde yurt dışına çıkan büyük miktardaki<br />

sıcak para, krizi derinleştiren en önemli faktör olmuştur. Global Finansal Kriz döneminde ise<br />

önce bir artış sonra da bir azalış görülmektedir.<br />

2001 Krizinde döviz rezervlerine ilişkin <strong>ve</strong>rilere bakıldığında ihracat hacminin<br />

artmasının izleri kendini göstermektedir. Buna bağlı olarak döviz rezervlerinde artış meydana<br />

gelmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz Global Finansal Kriz döneminde meydana gelen ihrcat<br />

hacmindeki daralma döviz rezervlerine de yansımış Global Finansal Kriz dönemine döviz<br />

rezervlerimizde azalmalar yaşanmıştır.<br />

8.Sonuç<br />

Türkiye ekonomisinde makroekonomik politikalarda gözlemlenen istikrarsızlık <strong>ve</strong><br />

kamu maliyesindeki bozukluklar, Global Finansal Kriz hariç olmak üzere genel olarak kriz<br />

öncesi dönemlerin özelliği haline gelmiştir. Bu yüzden her kriz döneminin ardından<br />

makroekonomik dengeleri yerine oturtabilmek adına önlem paketleri devreye sokulmuştur.<br />

Daha sonra da programlara gü<strong>ve</strong>n ortamını oluşturmak <strong>ve</strong> ek finansman ihtiyacını karşılamak<br />

için IMF ile anlaşmalar imzalanmıştır. Ancak halen içinde bulunduğumuz kriz ortamında<br />

henüz bu tür bir gelişme yaşanmamıştır. Đç makroekonomik dengelerin, önceki kriz<br />

dönemlerine göre daha sağlam <strong>ve</strong> sağlıklı olması buna sebep olarak gösterilebilir. Buradan<br />

hareketle ister <strong>yerel</strong> isterse dış dünyadan kaynaklanan <strong>global</strong> bir kriz olsun, yaşanan <strong>krizlerin</strong><br />

<strong>etkileri</strong>nin derinleşmesinde iç dinamiklerin yoğun etkisinin olduğu açıktır.<br />

2001 Krizi <strong>ve</strong> öncesinde yaşanan diğer kriz dönemlerinin çoğunda, göze çarpan bir<br />

diğer özellik eksi ekonomik büyüme ile enflasyonda artışın aynı anda yaşanmasıdır. Ancak<br />

diğer kriz dönemlerinin aksine, Global Finansal kriz döneminde enflasyon oranında azalış<br />

görülmüştür. Bu olguda yine sağlıklı bir ekonomik yapının yanında, talepteki <strong>ve</strong> uluslar arası<br />

fiyatlardaki düşüş <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rgi indirimi önlemlerinin önemli rolü olmuştur.<br />

Kriz dönemlerinin dış <strong>ticaretimiz</strong> üzerine <strong>etkileri</strong> incelendiğinde genel olarak şu<br />

yargıya ulaşılır. Kriz öncesi dönemlerde yaşanan yüksek oranlarda cari açık, hızlı sermaye<br />

girişi <strong>ve</strong> kurun aşırı değerlenmesi söz konusu iken ortaya çıkan krizlerden sonra ani sermaye<br />

çıkışları ile başlayan süreçte ulusal para değer kaybetmekte, buda cari işlemler açığını giderici<br />

etkiler doğurmaktadır. Özellikle kurun değer kaybetmesiyle artan ihracat hacmi bu konuda en<br />

15


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

önemli etkendir. Đhracatın artmasına iç talepteki daralma <strong>ve</strong> rekabet gücünün iyileşmesinin de<br />

etkisinin olduğu söylenebilir. Bu gelişme 2001 Krizi sonrası da yaşanmıştır. Ancak Global<br />

Finansal Kriz dönemi <strong>ve</strong>rileri incelendiğinde yukarıda bahsi geçen gelişmelerin tersine, cari<br />

işlemler dengesi açıklarının önemini koruduğu gözlemlenmiştir. Global Kriz döneminde,<br />

krizin dünya çapında hızla yayılması <strong>ve</strong> bir çok ülkenin ciddi yaralar alması sebebiyle dış<br />

talepte yaşanan büyük düşüşler ihracatın azalmasına neden olmuş, önceki kriz dönemlerinde<br />

yaşanan gelişmeler yaşanmamıştır. Đthalat hacminde meydana gelen önemli daralmaya<br />

rağmen cari açığın devam etmesi, dışa açık bir ekonomik yapının bu konuda etkili olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

Özetle, yaşanan <strong>krizlerin</strong> tümünde iç <strong>ve</strong> dış etkenlerin birlikte rol oynadığını söylemek<br />

mümkündür. Ancak son yaşanan kriz tecrübesi, dış kaynaklı krizler sonrası özellikle dış<br />

ticaret <strong>ve</strong>rilerinde ortaya çıkan negatif tablonun düzelmesinin çok daha fazla zaman<br />

gerektirdiğini ortaya koymuştur.<br />

9. Kaynaklar<br />

[1] Bayraktutan, Y., “ Küresel Finansal Krizler <strong>ve</strong> IMF”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı<br />

Sistemleri, Makale Derlemesi, Arıkan Yayınları,Đstanbul, 2006.<br />

[2] Emsen, Ö.S., “Ekonomik Krizler <strong>ve</strong> Türkiye Deneyimi”, Beta Basım Yayım, Đstanbul,<br />

2003.<br />

[3] Kar, M., Taban, S., “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi Göstergeleri”,<br />

Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Makale Derlemesi, Arıkan Yayınları,<br />

Đstanbul, 2006.<br />

[4] Uzun, A. M., “Latin Amerika’da Yaşanan Finansal Krizlerin Kriz Erken Uyarı<br />

Göstergeleri Açısından Değerlendirilmesi”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri,<br />

Makale Derlemesi, Arıkan Yayınları,Đstanbul, 2006.<br />

[5] Işık, N.,Alagöz, M., Yıldırım, M., “1990 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Krizler: 1994, 2000<br />

<strong>ve</strong> 2001 Krizleri”, “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi Göstergeleri”,<br />

Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Makale Derlemesi, Arıkan Yayınları,Đstanbul,<br />

2006.<br />

[6] Ekşi, Đ. H., Akçacı, T., “Ekonomik Kriz Perspektifinde Kamu Ve Özel Sektör<br />

Performansları”, Finans Politik Ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Ekim, 2009, Sayı:536<br />

[7] Eren A., Süslü B., “Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye’de Yaşanan Krizlerin Genel<br />

Bir Değerlendirmesi”, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:41, Yıl:7, Eylül-Ekim 2001,<br />

[8] Atik, H., “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Dış Ticaret Hareketleri”, Ekonomik Kriz<br />

Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Makale Derlemesi, Arıkan Yayınları,Đstanbul, 2006.<br />

[9] Doğanlar, M., Bal, H., Özmen, M., “Döviz Krizi Modelleri” ÇÜ., Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Dergisi, Cilt 16, Sayı 1, 2007<br />

16


Çubukcu, F., Naycı, Ö., Akpınar, Ş., Ayyıldız A.<br />

[10] Yükseler, Z., “Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik Gelişmeler <strong>ve</strong> Ödemeler<br />

Dengesi Uyumu”, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları, Temmuz, 2009.<br />

[11] ATO Krizler tarihi. http://www.atonet.org.tr/yeni/index.php?p=276&l=1<br />

[12] Kazgan, G., “Türkiye’de Ekonomik Krizler:1929-2001 Nedenleri <strong>ve</strong> Sonuçları Üzerine<br />

Karşılaştırmalı Bir Đrdeleme”, DEGEV- Türkiye Đş Bankası, Đstanbul, 2002.<br />

[13] Akmeşe, H., Çetin H., “2008 Dünya Ekonomik Krizinin Türkiye Ekonomisi <strong>ve</strong> Türk-<br />

Azeri Ekonomik Đlişkileri Üzerindeki Etkileri”, Journal of Azerbaijani Studies<br />

[14] www.tüik.gov.tr ,<br />

[15] www.tcmb.gov.tr ,<br />

[16] www.maliye.gov.tr ,<br />

[17] www.sgb.gov.tr<br />

17

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!