Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...
Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...
Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ISBN: 978-605-4011-12-4<br />
GENİŞLETİLMİŞ VE GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ 5. BASKI
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR<br />
KILAVUZU<br />
HAZIRLAYANLAR<br />
(Soyad alfabetik sırasına göre)<br />
Ersin Akarsu<br />
Hulusi Atmaca<br />
Mustafa Kemal Balcı<br />
Erol Bolu<br />
Ramis Çolak<br />
Berrin Demirbaş<br />
Rıfat Emral<br />
Melek Eda Ertörer<br />
Gül Gürsoy<br />
Ayşe Nur İzol<br />
Pınar Kadıoğlu<br />
Nur Kebapçı<br />
Fahrettin Keleştemur<br />
İlhan Tarkun<br />
Fatih Tanrı<strong>ve</strong>rdi<br />
Kürşad Ünlühızarcı<br />
Murat Yılmaz<br />
<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.<br />
2011 - ANKARA
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU<br />
© Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma Derneği • 2011<br />
ISBN: 978-605-4011-12-4<br />
TÜRKİYE ENDOKRİNOLOJİ <strong>ve</strong><br />
METABOLİZMA DERNEĞİ<br />
Meşrutiyet Cad., Ali Bey Apt. 29/12<br />
Kızılay 06420, Ankara<br />
Tel. (0312) 425 2072<br />
Faks (0312) 425 2098<br />
E-posta: president@temd.org.tr<br />
www.temd.org.tr<br />
Grafik Tasarım <strong>ve</strong> Yayın Hizmetleri<br />
BAYT Bilimsel Araştırmalar<br />
Basın Yayın <strong>ve</strong> Tanıtım Ltd. Şti.<br />
Ziya Gökalp Cad. 30/31<br />
Kızılay 06420, Ankara<br />
Tel. (0312) 431 3062<br />
Faks (0312) 431 3602<br />
Baskı<br />
Miki Matbaacılık San. <strong>ve</strong> Tic. Ltd. Şti.<br />
Matbaacılar Sitesi 560. Sk. No: 27,<br />
İ<strong>ve</strong>dik, Ankara<br />
Tel. (0312) 395 21 28<br />
Baskı Tarihi: Ekim 2011
“BÜYÜK İŞLER, MÜHİM TEŞEBBÜSLER;<br />
ANCAK, MÜŞTEREK MESA-İ İLE KABİL-İ TEMİNDİR.”<br />
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, 1925
SUNUM<br />
5<br />
Değerli Meslektaşlarım,<br />
Tanı <strong>ve</strong> tedavi rehberleri, özellikle günümüz çalışma koşullarında güncel literatürü<br />
devamlı <strong>ve</strong> ayrıntılı izleme fırsatı bulamayan meslektaşlarımıza, kanıta dayalı <strong>ve</strong>rilerin<br />
değerlendirmesiyle ülkemiz koşullarına da uygun olabilecek bir öneriler paketi<br />
sunmayı hedeflemektedir.<br />
Her hasta için ayrılan sürenin kısıtlı olduğu çalışma şartlarında bu rehberlere başvurmak<br />
işlerimizi çoğu zaman kolaylaştırmakta <strong>ve</strong> hata riskini azaltmaktadır.<br />
Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma Derneği Çalışma grupları üyelerinin öz<strong>ve</strong>rili çalışmaları<br />
ile hazırlanan bu rehberler, tamamen derneğimiz olanakları ile hazırlanmış<br />
<strong>ve</strong> yayımlanmış bulunmaktadır. Gıda <strong>ve</strong> ilaç endüstrisi gibi başka bir kaynaktan destek<br />
alınmadığından bir çıkar çatışması bulunmamaktadır.<br />
Yararlı olması dileği ile katkıda bulunan tüm üyelerimize teşekkür ederim.<br />
Saygılarımla,<br />
Prof. Dr. A. Sadi Gündoğdu<br />
TEMD Başkanı
6 ÖNSÖZ<br />
Değerli Meslektaşlarım,<br />
<strong>Adrenal</strong> bezler <strong>ve</strong> gonadlar hayati öneme sahip <strong>ve</strong> neslin devamıyla ilgili hormonların<br />
sentez <strong>ve</strong> salınım yerleri olmaları nedeniyle hiç şüphe yok ki endokrinolojinin<br />
en ilgi çekici <strong>ve</strong> önemli salgı bezlerindendir. Öte yandan sekonder hipertansiyonun<br />
endokrin nedenleri denince ilk akla gelen organ da adrenal bezlerdir. Son yıllarda<br />
endokrinolojinin her alanında olduğu gibi adrenal bez <strong>ve</strong> gonad hastalıkları ile ilgili<br />
konularda da pek çok yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Özellikle rastlantısal saptanan<br />
adrenal kitlelerin klinik pratikte giderek daha sık görülmeye başlaması, diğer yandan<br />
bu kitlelerin düşük düzeylerde hormon salgılayarak subklinik sendromlara neden olabildiklerinin<br />
anlaşılması, konuyu daha da karmaşık ama bir o kadar da ilgi çeker hale<br />
getirmiştir. Yine gonad hastalıkları çeşitlenmiş, örneğin transseksüalizm <strong>ve</strong> transseksüel<br />
kişilerin seks hormon tedavilerinin de endokrinoloji tarafından yönlendirilmesinin<br />
zorunluluğu, bu alandaki perspektifi de ister istemez değiştirmiştir.<br />
Bütün bu nedenlerden ötürü, artık adrenal bez hastalıkları denildiğinde yalnız Addison<br />
hastalığı, feokromositoma, Conn sendromu ya da adrenal Cushing sendromundan, <strong>ve</strong>yahut<br />
gonad hastalıkları denildiğinde yalnız hipogonadizmden bahsediyor değiliz. Konular<br />
hem farklılaştı, hem de karmaşık hale geldi. Bu yüzden her konuyu kendi başlığı<br />
altında konunun uzmanlarından dinlemek de gereklilik oldu. İşte bu <strong>Adrenal</strong> Bez <strong>ve</strong><br />
Gonad Hastalıkları Kılavuzu da bu gereklilikten hareketle çalışma grubumuzun değerli<br />
üyelerinin katkılarıyla hazırlandı. Elbette eksik bırakılan konular olmuştur. Zaman içinde<br />
konulara yenileri eklendikçe <strong>ve</strong> gerektikçe kılavuz da Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma<br />
Derneği’nin katkılarıyla yenilenecektir. Bu <strong>ve</strong>sileyle kılavuzun hazırlanmasında<br />
katkı sağlamış olan tüm <strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu üyelerine teşekkür<br />
ediyorum. Saygı <strong>ve</strong> sevgilerimle.<br />
Prof. Dr. Rıfat EMRAL<br />
<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu Başkanı
İÇİNDEKİLER<br />
7<br />
HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-ADRENAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİ 9-11<br />
ACTH STİMULASYON TESTLERİ 12-15<br />
UZUN SÜRELİ GLUKOKORTİKOİD TEDAVİSİNİN KESİLMESİ 16<br />
PRİMER ADRENAL YETMEZLİK (ADDİSON HASTALIĞI) 17-20<br />
ADRENAL İNSİDENTALOMALAR 21-29<br />
MİNERALOKORTİKOİD HİPERTANSİYON (MH) 30-35<br />
CUSHİNG SENDROMU 36-44<br />
FEOKROMOSİTOMA 45-59<br />
ADRENAL KARSİNOMA 60-62<br />
HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-GONADAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE<br />
TANISAL YAKLAŞIM 63-67<br />
ERKEK HİPOGONADİZMİ 68-75<br />
ANDROJEN YETMEZLİĞİ DÜŞÜNÜLEN ERKEK OLGUNUN TANI VE<br />
DEĞERLENDİRMESİ 76-80<br />
KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİ 81-84<br />
POLİKİSTİK OVER SENDROMU 85-93<br />
İNFERTİLİTE 94-113<br />
CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI VE TRANSSEKSÜALİZM 114-119<br />
JİNEKOMASTİ 120-124
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
9<br />
HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-ADRENAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />
Hipotalamus-hipofiz-adrenal (HHA) aksın değerlendirilmesinde farklı testler kullanılmaktadır. Her<br />
bir testin kendisine göe avantajları <strong>ve</strong> dezavantajları vardır. Hipotalamus-hipofiz-adrenal aksın uygun<br />
zamanda uygun test ile değerlendirilmesi hastanın gerekli replasman tedavisini almasında <strong>ve</strong>ya<br />
gereksiz glukokortikoid tedaviden korunmada son derece önemlidir. Hipotalamus-hipofiz-adrenal<br />
aksı değerlendiren en önemli test insulin hipoglisemi testidir, bu testindışında HHA aksı değerlendiren<br />
diğer testler ise ACTH stimulasyon testleri (1 <strong>ve</strong> 250 mg), glukagon testi, metirapon testi <strong>ve</strong><br />
CRH testidir.<br />
İnsulin hipoglisemi testi (IHT)<br />
İnsulin tolerans testi olarak da adlandırılır <strong>ve</strong> altın standart test olarak kabul edilmektedir. İnsulin<br />
hipoglisemi testi hastalar tarafından tolerasyonu bazen zor olan, test sırasında sağlık personeli tarafından<br />
gözlem gerektiren, iskemik kalp hastalığı, aritmi, epilepsi hastalarında uygulanmaması gereken,<br />
yaşlılarda ise çok dikkatli olunması gereken komplike bir testir. Ancak HHA aksı bir bütün olarak<br />
değerlendirmesi nedeni ile de önemli bir testtir. Bir diğer avantajı ise aynı zamanda büyüme hormonu<br />
(GH) aksını da değerlendirmeye imkan <strong>ve</strong>rmesidir. Hastada suni olarak oluşturulan hipogliseminin<br />
CRH, ACTH <strong>ve</strong> kortizol salınımını uyarması prensibine dayanır. Hipotalamus-hipofiz-adrenal<br />
aks için hipoglisemi oldukça kuv<strong>ve</strong>tli bir uyarıcıdır.<br />
Testin hazırlığı <strong>ve</strong> uygulanması: Gece yarısından sonra hastanın aç kalması gerekir, hasta su içebilir.<br />
Sabah damar yolu açılır, 0.1-0.15 U/kg kristalize insulin intra<strong>ve</strong>nöz yolla uygulanır, Cushing sendromu,<br />
akromegali gibi insulin direnci ile seyreden hastalıklarda insulin dozu 0.3U/kg’a kadar çıkılabilir.<br />
Hipogliseminin belirtileri gözlemlenirken 15 dakikada bir kan şekeri ölçülür. Kan şekeri 40 mg/<br />
dl (2.2mmol/l) altına indiği an başlangıç anı (0. dakika) kabul edilerek 30-45-60-75-90. dakikalarda<br />
kortizol (<strong>ve</strong> gerekirse GH ölçümü) için kan alınır. İlk insulin enjeksiyonundan 45 dakika sonra hipoglisemi<br />
meydana gelmez ise başlangıçta <strong>ve</strong>rilen doz kadar insulin tekrar <strong>ve</strong>rilir. Test süresince bu<br />
konuda tecrübeli bir sağlık personelinin hastayı gözlem altında tutması gerekir, hastada ciddi hipoglisemi<br />
semptomları çıkarsa oral <strong>ve</strong>ya parenteral glukoz <strong>ve</strong>rilebilir, glukoz <strong>ve</strong>rmek testin gü<strong>ve</strong>nilirliğini<br />
etkilemez, çünkü hipoglisemi ile HHA aksı uyarılmış durumdadır. Test bittikten sonra hasta birkaç<br />
saat gözlemlenmelidir.<br />
Testin yorumlanması: Hipoglisemik değer elde edilmiş hastada hipoglisemi anı sıfırıncı dakika olarak<br />
alınmalıdır <strong>ve</strong> bu süreçte HHA aks uyarılmış durumdadır. Test sırasında 20 mg/dl (550 nmol/L)<br />
üzerinde kortizol seviyesi aksın yeterli olduğunun göstergesi kabul edilir. Bazı yayınlar ise 18 mg/dl<br />
(500 nmol/L)’yi normal cevap olarak kabul ederler.<br />
ACTH Stimulasyon testleri<br />
<strong>Adrenal</strong> yetmezliğin değerlendirilmesinde en yaygın kullanılan testtir. Kullanılan sentetik ACTH analoğu,<br />
insan ACTH 1-39 molekülünün 1-24 aminoasid dizilimine sahiptir <strong>ve</strong> ACTH 1-39 molekülünün<br />
tüm biyolojik aktivitesini oluşturur. Uzun yıllardır dünyada kullanılan, İHT’inde görülen yan etkilerin<br />
olmaması <strong>ve</strong> daha kolay olması nedeni ile sık kullanılan bir test olmuştur. Özellikle son 10 yılda<br />
250 mg ACTH uyarımının farmakolojik dozda bir uyarı olduğu, 1 mg ACTH ile uyarımın ise daha<br />
fizyolojik düzeylerde ACTH uyarımını taklit ettiği gösterilmiştir <strong>ve</strong> günümüzde bu iki doz ile de testler<br />
yapılmaktadır. Bunun dışında uzun ACTH stimulasyon testi de nadir bazı durumlarda kullanılabilir.
10 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Standard (250 mg) ACTH stimulasyon testi: Test öncesi açlık şart olmamakla birlikte yaygın olarak<br />
açlık <strong>ve</strong> sabah saatleri tercih edilir. 250 mg ACTH intra<strong>ve</strong>nöz yolla kullanılır <strong>ve</strong> bunun öncesi ile<br />
enjeksiyondan 30-60-90 dakika sonra kortizol ölçümü yapılır. Bazı araştırıcılar 30 <strong>ve</strong>ya 60 dakikalık<br />
testin yeterli olduğunu düşünürler ama son yıllarda yapılan çalışmalar göstermiştir ki 60 dakikada<br />
testi sonlandırmak %11 vakada yanlış olarak adrenal yetmezlikle uyumlu sonuçlar <strong>ve</strong>rebilmektedir.<br />
Düşük (1 mg) doz ACTH testi: Son yıllarda yaygın bir şekilde kulanılmaya başlanmıştır. Bir microgram<br />
ACTH’nın adrenal bezi maksimal uyaracak kapasitede olduğu gösterilmiştir. Testin yapılma<br />
şekli standard doz ACTH testi ile aynıdır. En önemli endikasyonu (hipofiz cerrahisi sonrası erken<br />
dönem gibi) erken dönemdeki sekonder adrenal yetmezliklerdir. Önemli problem hazır 1 mg ACTH<br />
yokluğudur, 250 mg ACTH’dan dilusyonla hazırlanmaktadır. Hazırlanan solusyon buzdolabında 4<br />
ay kadar muhafaza edilebilmektedir.<br />
Yorum: Düşük doz <strong>ve</strong> standard doz ACTH stimulasyon testi ile adrenal yetmezlik tanısı konabilir, ancak<br />
olayın primer mi yoksa sekonder mi olduğu ise plazma ACTH düzeyi ile belirlenir. ACTH stimulasyon<br />
testlerinde herhangi bir anda kortizol düzeyinin 18-20 mg/dl’den büyük olması yeterli cevap olarak<br />
kabul edilir. Ancak düşük doz ACTH testi için kortizol cut-off değerinin 12 mg/dl olduğunu gösteren<br />
ülkemizde yapılmış yayınlar da vardır. Standard doz <strong>ve</strong>ya düşük doz ACTH testine yeterli cevap <strong>ve</strong>ren<br />
bir kişi çeşitli stres olayları karşısında glukokortikoid ihtiyacı göstermez, ancak ACTH eksikliği yeni<br />
başlamışsa (erken dönem hipofiz cerrahisi gibi), adrenal bezlerin atrofiye uğraması için yeterli zaman<br />
geçmemiş olacağından standard doz ACTH testi yanlış olarak normal cevap ortaya çıkarabilir. Böyle<br />
durumlarda düşük doz test <strong>ve</strong>ya (kontendikasyon yok ise) İHT daha uygundur.<br />
Glukagon testi<br />
Subkutan <strong>ve</strong>ya intramuskuler kullanımı ile HHA aksı değerlendirmede kullanılan bir testtir. Bir<br />
gecelik açlığı takiben intramuskuler olarak 1 mg glukagon uygulanır <strong>ve</strong> uygulama öncesi ile enjeksiyondan<br />
sonraki 90-120-180-210-240. dakikalarda kortizol için kan alınır. En sık yan etki olarak<br />
bulantı görülebilir, oldukça gü<strong>ve</strong>nilir bir testtir. Sağlıklı gönüllülerde yapılan çalışmalarda glukagon<br />
testi ile en düşük kortizol değerinin 9.1 mg/dl olduğu gösterilmiştir.<br />
Metirapon test<br />
Metirapon, hipofiz <strong>ve</strong> adrenal rezervi birlikte değerlendirebilen, bu nedenle primer <strong>ve</strong> sekonder adrenal<br />
yetmezlik tanısında kullanılabilen bir testtir. Metirapon 11 beta hidroksilaz enzimini inhibe<br />
ederek kortizol biyosentezini azaltır, buna bağlı olarak ACTH uyarımı olur <strong>ve</strong> inhibe olan 11 beta<br />
hidroksilaz enziminin proksimalindeki hormon (11 deoksikortizol) artar. Metirapon testine normal<br />
cevap alınması kişinin stresi kaldırabileceğini gösterir. Primer adrenal yetmezlik şüphesi kuv<strong>ve</strong>tli olan<br />
hastalarda metirapon testi yapılmamalı, ACTH testi tercih edilmelidir. Metirapon testinin en çok<br />
tercih edildiği yer sekonder adrenal yetmezlik düşünülen ama ACTH testine normale yakın cevap<br />
<strong>ve</strong>ren hastalardır.<br />
Testin yapılışı: Gece tek doz 30 mg/kg metirapon az bir gıda ile alınır, sabah saat 08:00’da 11 deoksikortizol<br />
<strong>ve</strong> kortizol için kan alınır. Normal hipofiz adrenal aksı olanlarda sabah plazma 11 deoksikortizol<br />
düzeyi > 7 mg/dl olur. Fenitoin kullananlar, metiraponu hızlı metabolize edenler <strong>ve</strong> %4 kadar sağlıklı<br />
insanlarda yeterince enzim inhibisyonu olmamasına bağlı yanlış sonuç çıkabilir, bunu önlemek için eş<br />
zamanlı kortizol ölçümü yapılır. Sabah kortizolünün < 10 mg/dl olması yeterli inhibisyon demektir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
11<br />
CRH testi<br />
İnsan <strong>ve</strong>ya ovine CRH kullanılır, ovine CRH yarı ömrünün uzun olması nedeni ile tercih edilir.<br />
Doğrudan hipofizi uyararak ACTH <strong>ve</strong> kortizol ölçümü prensibine dayanır. Genel olarak adrenal yetmezlik<br />
tanısında uygun bir test değildir, bu konuda bazal kortizol, ACTH ölçümü <strong>ve</strong> ACTH testleri<br />
daha faydalıdır. Daha ziyade Cushing sendromu’nun farklı etiyolojilerin araştırılmasında kullanılır<br />
(Detaylar için bakınız Cushing sendromu).<br />
Kaynaklar<br />
1. Grinspoon SK, Biller BM. Clinical review 62: laboratory assessment of adrenal insufficiency. J Clin Endocrinol<br />
Metab 79: 923-931, 1994.<br />
2. Hurel SJ, Thompson CJ, Watson MJ, Harris MM; Baylis PH, Kendall-Taylor P. The short Synacthen test<br />
and insulin stress test in the assessment of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis. Clin Endocrinol 44:<br />
141-146, 1996.<br />
3. Dickstein G, Shechner C, Nicholson WE, Rosner I, Shen-Orr Z, Adawi F, Lahav M. Adrenocorticotropin<br />
stimulation test: effects of basal cortisol le<strong>ve</strong>l, time of day, and suggested new sensiti<strong>ve</strong> low dose test. J Clin<br />
Endocrinol Metab 72: 773-778, 1991<br />
4. Dökmetaş HS, Çolak R, Keleştimur F, Selçuklu A, Ünlühızarcı K, Bayram F. A comparison between the<br />
1 mg adrenocorticotropin (ACTH) test, the short ACTH (250 mg) test, the insulin tolerance test in the<br />
assessment of hypothalamo-pituitary adrenal axis immediately after pituitary surgery. J Clin Endocrinol<br />
Metab 85: 3713-3719, 2000<br />
5. Can basal cortisol measurement be alternati<strong>ve</strong> to the insulin tolerance test in the assessment of the<br />
hypothalamic-pituitary-adrenal axis before and after pituitary surgery. Eur J Endocrinol 163: 377-382,<br />
2010.<br />
6. Karaca Z, Lale A, Tanrı<strong>ve</strong>rdi F, Kula M, Ünlühızarcı K, Keleştimur F. The comparison of low and standard<br />
dose ACTH and glucagon stimulation tests in the evaluation of hypothalamo-pituitary-adrenal axis in<br />
healthy adults. Pituitary 14: 134-140, 2011
12 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
ACTH STİMULASYON TESTLERİ<br />
Hipokortizolizm şüphesi olan hastaları değerlendirmek için en yaygın olarak kullanılan test ACTH<br />
stimulasyon testidir. Bu testte kullanılan sentetik ACTH analoğu, insan ACTH 1-39 molekülünün<br />
1-24 aminoasid dizisine sahiptir <strong>ve</strong> ACTH 1-39 molekülünün tüm biyolojik aktivitesini oluşturur.<br />
ACTH stimulasyon testi uzun yıllardır tüm dünyada kullanılmaktadır <strong>ve</strong> nispeten iyi standardize<br />
edilmiştir. İnsülin hipoglisemi testine (İHT) kıyasla etkilerinin olmaması, daha ucuz <strong>ve</strong> daha kolay<br />
olması, ACTH stimulasyon testini İHT’ye alternatif bir test haline getirmiştir.<br />
Sabah saat 08.00’deki kortizol düzeyi tanı için yeterli olabilir. Kortizol sekresyonunun sirkadyen<br />
ritmisitesi sebebiyle standardizasyonu sağlamak için günün belli saatlerinde kan örneği alımı önemlidir.<br />
Eğer saat 08.00’deki kortizol düzeyleri tekrarlanan örnekte 80-110 nmol/L’den düşükse adrenal<br />
yetmezlik ihtimali yüksek demektir <strong>ve</strong> destek tedavisi önerilmesi doğru olur. Bunun aksine 500<br />
nmol/L’nin (18μg/dl) üzerindeki değerler adrenal yetmezliği ekarte eder. Eğer ölçülen değer bu sınırlar<br />
arasında ise o zaman uyarı testlerine ihtiyaç duyulur. Fizyolojik reaksiyon için eşik değer; cerrahi,<br />
myokard infarktüsü <strong>ve</strong>ya sepsis sırasında ulaşılan maksimal kortizol değerine kıyaslanarak türetilmiştir.<br />
Çoğu yayınlar eşik değer olarak pik kortizol seviyesini 500nmol/L olarak da kabul eder, fakat<br />
hastalığın kronik seyriyle kortizol cevabının fonksiyonu arasındaki ilişki belirsizdir.<br />
Testin Yapılışı<br />
ACTH testinde, 250 mikrogram ACTH 1-24 intra<strong>ve</strong>nöz olarak <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> serum kortizol seviyesi<br />
30-60 dakika sonra ölçülür.<br />
ACTH stimulasyon testi üç şekilde uygulanabilir:<br />
1. Standard, kısa <strong>ve</strong>ya hızlı ACTH stimulasyon testi (SDT)<br />
2. Düşük doz <strong>ve</strong>ya fizyolojik doz ACTH stimulasyon testi (DDT)<br />
3. Uzun ACTH stimulasyon testi<br />
Standard doz ACTH stimulasyon testi<br />
Test öncesi açlık şart olmamakla birlikte, genel olarak açlık durumu tercih edilir. Test sabah yapılmalıdır.<br />
250 μg Synacten i.v. <strong>ve</strong>ya i.m. olarak uygulanabilir. Ancak en çok i.v. yol kullanılmaktadır.<br />
Synacten <strong>ve</strong>rilmeden önce (0. Dakika) <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rildikten 30 dakika <strong>ve</strong> 60 dakika sonra plazma kortizol<br />
ölçümleri yapılır. Bazı araştırıcılar sadece 30. Dakika kortizol ölçümünün yeterli olduğunu kabul<br />
ederler. Ancak bazı vakalarda en yüksek kortizol cevabına 60. Dakikada ulaşılabileceği unutulmamalıdır.<br />
SDT’de kullanılan ACTH dozu farmakolojiktir.<br />
Düşük doz ACTH stimulasyon testi (DDT)<br />
Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. DDT’de kullanılan 1 μg’lık ACTH’nın adrenal<br />
bezi maksimal bir şekilde uyaracak en düşük fizyolojik doz olduğuna inanılmaktadır. Testin<br />
yapılması SDT ile aynıdır. Bu test SDT kadar iyi standardize edilmemiştir. Testin en önemli endikasyonu<br />
erken sekonder adrenal yetmezlik düşünülen vakalardır ( hipofiz cerrahisinden hemen<br />
sonraki erken dönem gibi). Bu vakalarda DDT’nin İHT <strong>ve</strong> SDT’den daha iyi sonuçlar <strong>ve</strong>rdiği<br />
bildirilmiştir. En önemli problemlerden birisi henüz 1μg’lık dozun 250 μg’lık ACTH’dan hazırlanması<br />
gerekmesidir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
13<br />
Uzun ACTH stimulasyon testi<br />
Günümüzde kullanım alanı çok azdır. Verilen doz aşırı farmakolojik bir dozdur. Bu yöntemle 1 mg<br />
Synacten i.m. olarak yapıldıktan sonra (yapılmadan hemen önce bazal kortizol tayini için kan alınır)<br />
30, 60,120. Dakikalarda <strong>ve</strong> daha sonra 4,8,12 <strong>ve</strong> 24 saatlere kortizol ölçümleri yapılır. Nadiren test<br />
48 hatta 72 saate kadar uzatılabilir. Primer adrenal yetmezlikte kortizol düzeyi düşüktür <strong>ve</strong> yükselme<br />
göstermez. Fakat sekonder adrenal yetmezlikte 1. Saatte normal kortizol düzeyi elde edilmediği halde<br />
4. Saatte artış tespit edilebilir.<br />
Normal Değerler<br />
Radyoimmunasssay yöntemle yapılan plazma kortizol ölçümlerinde test esnasında herhangi bir anda<br />
18 <strong>ve</strong>ya 20 μg/dl üzerinde değerler normal adrenal fonksiyonu gösterir. Testin beklenmeyen yan etkileri<br />
yoktur. Bazı olgularda enjeksiyon yerinde kızarıklık, kaşıntı, ürtiker, dispne <strong>ve</strong> fenalık hissi oluşabilir.<br />
Yorum<br />
Bir saatlik ACTH stimulasyon testine subnormal kortizol cevabı adrenal yetersizlik için tanı koydurucudur.<br />
Normal cevaplar adrenal yetersizliği ekarte ettirir. Bu testler primer <strong>ve</strong>ya sekonder adrenal<br />
yetersizlik arasında ayırıcı tanı yapılmasını sağlamaz. Ama teste cevap yetersizse, bazal plazma ACTH<br />
düzeyinin ölçülmesi yardımcı olabilir. ACTH seviyesi yüksekse hastada primer adrenal yetersizlik<br />
mevcuttur; tersine ACTH düşükse, bu durumda tanı sekonder ya da tersiyer adrenal yetersizliktir.<br />
Ancak birçok vakada ACTH düzeyi yardımcı olmayabilir.<br />
Bir saatlik standart ACTH testinin, strese (ör; major cerahi) yeterli cevabın olup olmayacağını ortaya<br />
koymadaki gü<strong>ve</strong>nilirliliği halen tartışma konusudur. SDT ile parsiyel adrenokortikal yetmezliği maskeleyebilen<br />
suprafizyolojik uyarı oluşturulmaktadır. Bu durumdaki bazı hastalar ACTH stimulasyon<br />
testine normal yanıt <strong>ve</strong>rirler, buna karşılık bu hastalarda İHT <strong>ve</strong> DDT ile alınan cevap ise yetersiz<br />
bulunacaktır.<br />
SDT <strong>ve</strong> DDT’e normal cevap <strong>ve</strong>ren bir kişi, cerrahi <strong>ve</strong>ya bir başka stres karşısında glukokotrikoid<br />
desteğine ihtiyaç göstermez. Bunun bir istisnası , hipofizektomi yapılan bir hastada olduğu gibi<br />
akut olarak ACTH eksikliği oluşan kişidir. ACTH sekresyonu kesildikten sonraki birkaç gün içinde<br />
adrenaller farmakolojik dozlarda eksojen ACTH’ ya normal olarak cevap <strong>ve</strong>rebilirler, ama İHT <strong>ve</strong>ya<br />
DDT’e ise yetersiz cevap alınır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda SDT’e gü<strong>ve</strong>nmek gerekir.<br />
Glukagon stimülasyon testi<br />
Glukagon subkutan(sk) <strong>ve</strong> intramuskuler (i.m.) yollardan uygulandığında ACTH salgısını etkin bir<br />
şekilde artırarak HPA aksın değerlendirilmesini sağlamaktadır. Teste cevap olarak ACTH salgılanmaktadır.<br />
ACTH salgılanma mekanizması halen bilinmemekle birlikte glukagona bağlı katekolamin<br />
salgısı ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.<br />
Prosedür <strong>ve</strong> teste bağlı yan etkiler<br />
Hastaya bir gecelik açlıktan sonra 1 mg Glukagon im. (90 kg’dan ağır hastalara 1,5 mg glukagon)<br />
olarak uygulanır. Glukagon enjeksiyonundan önce (0. Dk) <strong>ve</strong> enjeksiyon sonrası 90,120, 150, 180<br />
<strong>ve</strong> 240. dakikalarda kortizol ölçümü için kan alınır.
14 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Glukagon stimülasyon testinin tolerabilitesi iyidir <strong>ve</strong> teste bağlı önemli bir kontrendikasyon <strong>ve</strong> yan<br />
etki bildirilmemiştir. En sık bildirilen yan etkiler bulantı( yaklaşık %20 hastada bildirilmiş) <strong>ve</strong> daha<br />
az sıklıkta kusma <strong>ve</strong> karın kramplarıdır. Sık olmamakla birlikte testin ilk 3 saatinde rebound hipoglisemi<br />
yönünden dikkatli olmak gereklidir.<br />
Sonuçların yorumlanması<br />
Literatürdeki çalışmalar temel alındığında pik kortizol düzeyi 500 nmol/l (18 μg/dl) <strong>ve</strong>ya 550 nmol<br />
(20 μg/dl) altında ise yetersiz cevap olarak değerlendirilir. Her ne kadar çalışmalarda cut-off değerler<br />
önerilse de ideal olanı her merkezin kendi laboratuarında <strong>ve</strong> kendi normallerinden elde ettiği değerleri<br />
kullanmasıdır.<br />
Non klasik konjenital adrenal hiperplazide ACTH testi<br />
1) Tanım: Kortizol biyosentez basamağındaki enzim ( en sık 21 hidroksilaz <strong>ve</strong> 11 beta hidroksilaz)<br />
aktivitelerinde meydana gelen defektler sonucu artan ACTH’ya bağlı olarak adrenal andojenlerin<br />
dolaşımda yükselmesi ile karakterize genetik bir hastalıktır.<br />
2) Pre<strong>ve</strong>lans: Farklı toplumlarda 21 hidroksilaz <strong>ve</strong> 11 beta hidroksilaz eksikliği için değişik rakamlar<br />
bildirilmiştir. Ortalama olarak hirsut populasyonun %1-8’ini oluşturmaktadır.<br />
3) Klinik bulgular: Peripubertal başlangıçlı hirsutizm, oligo-amenore, akne, infertilitenin bir <strong>ve</strong>ya<br />
bir kaçı bir aradadır.<br />
4) Hormonal tanı: Sabah aç olarak test yapılmalıdır. Bazal kan örneği alınmalı, ardından 250 μg<br />
ACTH i.v. uygulanmalı <strong>ve</strong> 30 <strong>ve</strong> 60 dakika kan öreği alınmalıdır.<br />
4a) 21 hidroksilaz eksikliği : Bazal 17-OHP düzeyi >2 ng/ml olanlarda genellikle ACTH stimulasyon<br />
testi (250 μg i.v.) önerilir. Test sırasında herhangi bir dakikada 17-OHP düzeyi >30<br />
nmol/L olması hormonal olarak 21 hidroksilaz eksikliği için tanı koydurucudur.<br />
4b) 11 b hidroksilaz eksiklği: ACTH stimulasyon testinde 11-deoksikortizol cevabı kontrol grubunda<br />
elde edilen değerin 95 persentilinden 3 misli <strong>ve</strong>ya daha fazla artış göstermesi ile tanı konur.<br />
Türk toplumunda ACTH stimulasyon testine 11-deoksikortizol cevabının 95 persentili 12.2<br />
nmol/L olarak bulunmuştur. Test sırasında herhangi bir dakikada 11-deoksikortizol düzeyi >36<br />
nmol/L olması hormonal olarak 11 b hidroksilaz eksikliği için tanı koydurucudur.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
15<br />
Kaynaklar<br />
1. Erturk E, Jaffe CA, Barkan AL. Evaluation of the integrity of the -hypothalamic-pituitary-adrenal axis by<br />
insulin hypoglycemia test. J Clin Endocrinol Metab. 1998;83:2350–2354.<br />
2. Hagg E, Asplund K, Lithner F. Value of basal plasma cortisol assays in the assessment of pituitary-adrenal<br />
insufficiency. Clin Endocrinol (Oxf) 1987;26:221–226.<br />
3. Jones SL, Trainer PJ, Perry L, et al. An audit of the insulin tolerance test in adult subjects in an acute in<strong>ve</strong>stigation<br />
unit o<strong>ve</strong>r one year. Clin Endocrinol (Oxf) 1994;41:123–128.<br />
4. Keleştimur F, Sahin Y, Ayata D, Tutuş A.The prevalence of non-classic adrenal hyperplasia due to 11<br />
beta-hydroxylase deficiency among hirsute women in a Turkish population. Clin Endocrinol (Oxf). 1996<br />
Oct;45(4):381-4.<br />
5. Lindholm J. The insulin hypoglycaemia test for the assessment of the hypothalamic-pituitary-adrenal function.<br />
Clin Endocrinol (Oxf) 2001;54:283–286.<br />
6. Pfeifer M, Kanc K, Verho<strong>ve</strong>c R, Kocijancic A. Reproducibility of the insulin tolerance test (ITT) for assessment<br />
of growth hormone and cortisol secretion in normal and hypopituitary adult men. Clin Endocrinol<br />
(Oxf) 2001;54:17–22.<br />
7. Vestergaard P, Hoeck HC, Jakobsen PE, Laurberg P. Reproducibility of growth hormone and cortisol<br />
responses to the insulin tolerance test and the short ACTH test in normal adults. Horm Metab Res.<br />
1997;29:106–110.<br />
8. Borm K, Slawik M, Beuschlein F, et al. Low-dose glucose infusion after achieving critical hypoglycemia<br />
during insulin tolerance -testing: effects on time of hypoglycemia, neuroendocrine stress -response and<br />
patient’s discomfort in a pilot study. Eur J Endocrinol. 2005;153:521–526.<br />
9. Maghnie M, Uga E, Temporini F, et al. Evaluation of adrenal function in patients with growth hormone<br />
deficiency and hypothalamic–pituitary disorders: comparison between insulin-induced hypoglycemia, lowdose<br />
ACTH, standard ACTH and CRH stimulation tests. Eur J Endocrinol. 2005;152:735–741.<br />
11. Abdu TA, Elhadd TA, Neary R, Clayton RN. Comparison of the low dose short synacthen test (1 microg),<br />
the con<strong>ve</strong>ntional dose short synacthen test (250 microg), and the insulin tolerance test for -assessment<br />
of the hypothalamo-pituitary-adrenal axis in patients with pituitary disease. J Clin Endocrinol Metab.<br />
1999;84:838–843.<br />
12. Nye EJ, Grice JE, Hockings GI, et al. Adrenocorticotropin stimulation tests in patients with hypothalamicpituitary<br />
disease: low dose, standard high dose and 8-h infusion tests. Clin Endocrinol (Oxf) 2001;55:625–<br />
633.
16 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
UZUN SÜRELİ GLUKOKORTİKOİD TEDAVİSİNİN KESİLMESİ<br />
Cushing sendromu <strong>ve</strong>ya eksojen glukokortikoid kullanımına bağlı olarak HPA aksın baskılandığı<br />
durumlar görülebilmektedir. Pratikte en sık karşılaşılan durum farklı nedenlerle (romatolojik hastalıklar,<br />
astma bronşiale vb.) steroid kullanımı sonrasında steroidin nasıl kesileceğidir. HPA aksın baskılanması<br />
kullanılan steroid dozuna <strong>ve</strong> süresine bağlıdır. Kullanılan doz <strong>ve</strong> süre arttıkça HPA aksının<br />
baskılanma olasılığı da artmaktadır. Bir diğer önemli faktör kullanılan glukokortikoid preparatıdır.<br />
Deksametazon gibi uzun etkili steroidler, prednisolona göre daha kuv<strong>ve</strong>tli baskılanma yaparlar. Kortizol<br />
salgılayan adrenal adenomalar da diğer adrenal bezin atrofiye uğraması nedeniyle, adenomun<br />
cerrahi olarak çıkarılmasını takiben çok uzun süreler (bazen 1 yıla kadar) HPA aks baskılanması<br />
gösterebilirler. Baskılanan HPA aksın geri dönüşümü (reco<strong>ve</strong>ry) de sırayla (hipotalamus-hipofizadrenal)<br />
olmaktadır. Bu nedenle aksın normale gelmesi düşüncesi ile ACTH enjeksiyonu yapmanın<br />
faydası yoktur.<br />
Steroid Kesilme Sendromu klasik adrenal yetmezlik semptomlarını gösteren bir klinik tablodur. En<br />
sık iştahsızlık, bulantı, halsizlik, kas <strong>ve</strong> eklem ağrıları olabilir. Bununla birlikte steroid tedavisinin<br />
<strong>ve</strong>rilmesine <strong>ve</strong>sile olan hastalığın semptomları kliniği komplike hale getirebilir.<br />
Steroid kesilme protokolü<br />
a) Hastanın aldığı toplam steroid dozu günlük azaltılarak fizyolojik dozlara kadar inmesi sağlanır.<br />
Bu süreçte steroid tedavisi <strong>ve</strong>rilmesine <strong>ve</strong>sile olan hastalığın nüksü yönünden de dikkat edilir.<br />
b) Bazal koertizol < 3 mg /dl : adrenal yetmezliktir, fizyolojik replasman dozuna devam edilir <strong>ve</strong> 4-6<br />
hafta sonra bazal kortizol tekrarlanır.<br />
c) Alınan toplam günlük doz 20-30 mg hidrokortizon (<strong>ve</strong>ya 5-7.5 mg prednisolon) olduğunda<br />
HPA aksı değerlendirilmelidir. Bu amaçla sabah dozunu almadan bazal kortizol ölçülmelidir:<br />
Bazal kortizol > 10 mg/dl ise günlük hayatta steroid desteğine ihtiyaç yoktur, ancak cerrahi öncesi<br />
gibi durumlarda ACTH testi yapma imkanı yoksa perioperatif koruyucu steroid <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
d) ACTH stimulasyon testine normal cevap var ise aks normal çalışmaktadır. Bu durumun istisnası<br />
hipofizer Cushing nedeniyle opere olan vakalar <strong>ve</strong> yakın zamanda hipofiz cerrahisi geçirenlerdir.<br />
Bu vakalarda ACTH testi sonucu yanıltıcı olabilir <strong>ve</strong> bu vakalarda kontendike değilse insülin<br />
hipoglisemi testi yapılmalıdır.<br />
Literatür<br />
1) Doherty JM, Nieman LK, Culter GB et al. Time to reco<strong>ve</strong>ry of the hypothalamic pituitary adrenal axis<br />
following curati<strong>ve</strong> resection of adrenal tumors in patients with Cushing’s syndrome. Surgery 108: 1081090,<br />
1990<br />
2) Gomez MT, Magiakou MA, Mastorakos G et al. The pituitary corticotroph is not the rate limiting step in<br />
the postoperati<strong>ve</strong> reco<strong>ve</strong>ry of the hypothlamic pituitary adrenal axis in patients with Cushing’s syndrome. J<br />
Clin Endocrinol Metab 77: 173-178, 1993
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
17<br />
PRİMER ADRENAL YETMEZLİK (ADDİSON HASTALIĞI)<br />
Kronik primer adrenal yetmezlik (Addison Hastalığı) ilk kez 1855 yılında Thomas Addison tarafından<br />
tarif edilmiştir. Hastalığın yaygınlığı batı ülkelerinde milyonda 40-120 olarak bildirilmektedir. Thomas<br />
Addison hastalığı tarif ettiğinde en sık neden tüberküloz iken, günümüzde otoimmünite hastalığın en<br />
sık nedenidir. Primer adrenal yetmezlik (PAY) nedenleri Tablo 1’ de gösterilmiştir. İmmün mekanizma<br />
çoğu kez adrenal bezlerle birlikte diğer endokrin bezlere de karşı akti<strong>ve</strong> olur (poliglandüler otoimmün<br />
sendromlar). Poliglandüler sendromların bir parçası olarak adrenal yetmezlik kadınlarda daha sık görülür,<br />
izole otoimmün adrenal yetmezlik ise genç erkeklerde daha sıktır. Streoid sentezinde rol alan<br />
enzimlere karşı gelişen antikorlar (en sık 21 hidroksilaz) genellikle adrenal bezin üç histolojik katmanını<br />
da etkiler. İnfeksiyöz nedenler içinde tüberküloz hala gelişmekte olan <strong>ve</strong> az gelişmiş ülkelerde önemini<br />
korumaktadır. Yaygın tüberküloz saptanan vakarlın %10’ unda adrenal yetmezlik gelişebilir. Tüberküloza<br />
bağlı gelişen adrenal yetmezlikte, sürrenal bezler adrenal BT’ de büyük <strong>ve</strong> kalsifiye görülür.<br />
Klinik<br />
Kronik primer adrenal yetmezlik tanısı alan hastalarda glukokortikoid, mineralokortikoid <strong>ve</strong> androjen<br />
hormonların eksikliğine bağlı çeşitli belirti <strong>ve</strong> bulgular gelişir. Sık görülen belirti, bulgu <strong>ve</strong><br />
laboratuar anormallikleri ile sıklıkları Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />
Hastaların hemen tümünde kronik yorgunluk, halsizlik, isteksizlik, iştahsızlık <strong>ve</strong> kilo kaybı gibi özgül<br />
olmayan belirtiler mevcuttur. Bulantı, mide-bağırsak sistemiyle ilgili en sık rastlanan belirtidir. Bazı<br />
hastalarda kusma <strong>ve</strong> karın ağrısı da gözlenebilir. Birçok hastada kan basıncı düşüktür ancak bazılarında<br />
sadece postural hipotansiyon saptanır. Hipotansiyon çoğunlukla aldosteron eksikliğine bağlıdır.<br />
Tablo 1. Primer adrenal yetmezlik nedenleri<br />
Otoimmün<br />
- Sporodik<br />
- Otoimmün poliglandüler sendrom tip 1(OPS tip1): Addison hastalığı, hipoparatiroidizm,<br />
mukokütanöz kandidiazis, primer gonadal yetmezlik, malabsorbsiyon<br />
- Otoimmün poliglandüler sendrom tip 2 (OPS tip 2, Schmidt sendromu): Addison hastalığı<br />
otoimmün tiroid hastalıkları, primer gonodal yetmezlik, hipoparatiroidizm, tip 1 diabetes mellitus<br />
İnfeksiyonlar<br />
- Tüberküloz<br />
- Yaygın mantar enfeksiyonları<br />
- HIV<br />
Metastatik tümörler (Akciğer, meme, gastro-intestinal, vb.)<br />
Bilateral adrenal kanama (meningokoksemik sepsis, anti-koagulan kullanımı)<br />
İlaçlar ( aminoglutatamide, etomidate, ketakonazol, metyropone, mitotone)<br />
İnfiltratif hastalıklar (amiloidoz, sarkoidoz)<br />
Adrenolökodistrofi<br />
ACTH direnç sendromları<br />
Konjenital adrenal hiperplazi<br />
Bilateral adrenalektomi
18 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Hiponatremi hastaların % 85–90’ nında saptanır. Bazı hastalarda aşırı tuz yeme isteği belirgindir.<br />
Hastaların % 60–65’ inde ise hafif bir hiperkloremik asidoz ile birlikte hiperkalemi saptanır. Hipoglisemi<br />
genellikle uzun açlık dönemlerinden sonra görülür. Erişkinlerde enfeksiyon, ateş <strong>ve</strong>ya alkol<br />
alımı gibi kolaylaştırıcı bir etken olmaksızın hipoglisemi nadiren görülür.<br />
Hiperpigmentasyon kronik primer adrenal yetmezlikli hastaların hemen tümünde saptanan karakteristik<br />
bir fizik muayene bulgusudur. Ciltte melanin artışına bağlıdır. En sık güneşe maruz kalan<br />
bölgelerde (yüz, boyun, ellerin arka yüzleri) <strong>ve</strong> sürtünmeye maruz kalan bölgelerde (dirsekler, dizler,<br />
bel <strong>ve</strong> omuzlar) saptanır. Ayrıca dudakların iç yüzlerinde <strong>ve</strong> bukkal mukozada da hiperpigmente<br />
alanlar saptanır. Bunun dışında ariola, perineum, aksilla <strong>ve</strong> umbilikus bölgeleride pigmentasyonun<br />
belirgin olduğu alanlardır.<br />
Özellikle kadın hastalarda androjen eksikliğine bağlı koltuk altı <strong>ve</strong> pubik kıllarda dökülme <strong>ve</strong> libido<br />
kaybı görülür. Erkeklerde androjen üretimi esas olarak testislerde gerçekleştiğinden bu belirtiler belirgin<br />
değildir. Yaygın myalji <strong>ve</strong> artralji sık rastlanan bir bulgudur. Erkek hastalarda auriküler kartilaj kalsifikasyonu<br />
görülebilir. Hastaların pek çoğunda unutkanlık, depresyon <strong>ve</strong> psikoz gibi psikiyatrik belirtiler<br />
saptanır. Otoimmün nedenli adrenal yetmezlikli hastaların %10-20’ sinde vitiligo görülebilir.<br />
Tanı<br />
1. Serum kortizol düzeyi: Sağlıklı kişilerde sabah serum kortizol düzeyi genellikle 10–20 μg/dl düzeyindedir.<br />
Sabah kortizol düzeyinin 3 μg/dl’ nin altında bulunması adrenal yetmezliği düşündürür<br />
ancak testin tanıdaki duyarlılığı düşüktür. Benzer şekilde, sabah kortizolünün 18–20 μg/dl<br />
(500–550 nmol/L) üzerinde bulunması da tanıdan uzaklaştırır.<br />
2. ACTH uyarı testi: <strong>Adrenal</strong> yetmezlik düşünülen her hastada, bazal kortizol seviyesi 20 μg/dl<br />
üzerinde saptanmadığı sürece, uygulanması gereken bir testtir. Sentetik ACTH (1,24) 250 μg<br />
şeklinde IV <strong>ve</strong>ya IM olarak uygulandıktan sonra, 30 <strong>ve</strong> 60. dakikalarda kan kortizol düzeyi ölçülür.<br />
Zir<strong>ve</strong> kortizol düzeyi, 18-20 μg/dl üzerinde saptanırsa primer adrenal yetmezlik tanısı dışlanır.<br />
Testin 1 μg ACTH ile uygulanmasının, özgünlüğü <strong>ve</strong> duyarlılığı artırdığına dair çalışmalar<br />
vardır. Ancak bu dozda ticari formun olmayışı, klinik uygulamaya girmesini zorlaştırmaktadır.<br />
Uzun ACTH uyarı testi <strong>ve</strong> ACTH tayini, genellikle primer-sekonder adrenal yetmezlik ayırıcı<br />
tanısında kullanılır.<br />
3. İnsülin tolerans testi: Hipofizer-adrenal aks değerlendirilmesinde “altın standard” test olarak<br />
kabul edilmektedir. Ancak yaşlı hastalarda, koroner kalp hastalığı <strong>ve</strong>ya serebro-vasküler olay<br />
hikâyesi bulunan kişilerde ciddi yan etkilere neden olabilir. Test 8–10 saat açlık sonrası 0.1-0.15<br />
U/kg insülinin IV yoldan <strong>ve</strong>rilmesi sonrası oluşacak hipoglisemi esnasında ölçülen serum kortizol<br />
düzeylerinin değerlendirilmesi esasına dayanır. Hipoglisemi esnasında kortizol düzeylerinin<br />
18–20 μg/dl üzerine çıkması beklenir.<br />
Bunların dışında günümüzde metyropone testi, CRH uyarı testi gibi tanısal testlere nadiren gerek<br />
duyulmaktadır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
19<br />
Tablo 2. Primer adrenal yetmezlikte görülen belirti, bulgu <strong>ve</strong> laboratuar anormallikleri <strong>ve</strong> görülme<br />
sıklıkları<br />
Belirti, bulgu <strong>ve</strong> laboratuar anormallikleri Sıklık ( % )<br />
Güçsüzlük, çabuk yorulma, halsizlik 100<br />
İştahsızlık 100<br />
Mide-bağırsak sistemi belirtileri 92<br />
Bulantı 86<br />
Kusma 75<br />
Kabızlık 33<br />
Karın ağrısı 31<br />
İshal 16<br />
Tuz açlığı 16<br />
Baş dönmesi 12<br />
Kas <strong>ve</strong> eklem ağrısı 6-13<br />
Kilo kaybı 100<br />
Hiperpigmentasyon 94<br />
Hipotansiyon (sistolik kan basıncı < 110 mm Hg) 88-94<br />
Vitiligo 10-20<br />
Auriküler kalsifikasyon 5<br />
Elektrolit bozuklukları 92<br />
Hiponatremi 88<br />
Hiperkalemi 64<br />
Hiperkalsemi 6<br />
Azotemi 55<br />
Anemi 40<br />
Eozinofili 17
20 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Tedavi<br />
Tedavide yaklaşım, eksik olan glukokortikoid, mineralokortikoid <strong>ve</strong> gerekirse androjenleri yerine<br />
koymaktır. Primer AKY tedavisinde ideal bir glukokortikoid tedavisi;<br />
- endojen kortizol ritmini taklit edebilmeli,<br />
- metabolizması esnasında, bireyler arası değişkenlik az olmalı,<br />
- kolay doz ayarlaması yapılabilmeli,<br />
- yan etkileri mümkün olduğunca az olmalıdır.<br />
Kısa etkili (hidrokortizon) <strong>ve</strong> uzun etkili (prednizolon, dekzametazon) glukokortikoid replasman<br />
tedavilerinin başa baş karşılaştırmalı çalışmaları ne yazık ki yoktur. Ülkemizde kısa etkili glukokortikoid<br />
ürünleri bulunmadığından, tedavide uzun etkili glukokortikoidler tercih edilmektedir. Hastalar<br />
genellikle günlük 2.5-7.5 mg prednizon <strong>ve</strong>ya 0.25-0.75 mg dekzametazona ihtiyaç duyarlar. Diurnal<br />
ritmi taklit etmek amacıyla, günlük dozun ⅔ si sabah, ⅓ ü öğleden sonra uygulanır. Glukokortikoidlerin,<br />
osteoporoz gibi yan etkilerini engellemek için mümkün olan en düşük doz tercih edilmelidir.<br />
Doz ayarının ACTH <strong>ve</strong>ya idrar serbest kortizolüne bakılarak yapılması önerilmez. <strong>Adrenal</strong> yetmezlik<br />
belirtilerinde düzelme dozun yeterli olduğunu, cushingoid bulguların oluşmaya başlaması ise aşırı<br />
dozu işaret eder. Uzun süreli tedaviyle hiperpigmentasyonda azalma beklenir. Yerine koyma tedavisi<br />
esnasında araya giren üst solunum yolu enfeksiyonu, gastro-enterit gibi hafif hastalıklarda kullanılan<br />
glukokortikoid dozu 2-3 misline çıkılmalıdır. Ancak ciddi enfeksiyonlar <strong>ve</strong>ya ameliyatlar esnasında<br />
doz 10 misline kadar artırılır <strong>ve</strong> paranteral tedaviye geçilir.<br />
Mineralokortikoid replasmanında genellikle sentetik bir mineralokortikoid olan fludrokortizon<br />
0.05-0.2 mg/gün dozunda kullanılır. Aşırı terleme nedeniyle su <strong>ve</strong> tuz kaybının olduğu yaz aylarında<br />
mineralokortikoid dozunu artırmak gerekebilir. Tedavi etkinliği, postural hipotansiyon bulgularının<br />
olmaması, ayakta <strong>ve</strong> yatarak ölçülen kan basınçlarının normal seviyede bulunması, serum K düzeylerinin<br />
normal sınırlarda olması ile değerlendirilir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
21<br />
ADRENAL İNSİDENTALOMALAR<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentaloma, belirgin adrenal hastalık kuşkusu yok iken, çeşitli sebepler ile yapılan batın<br />
görüntüleme yöntemleri <strong>ve</strong>ya abdominal laparotomi esnasında tesadüfen saptanan adrenal kitlelere<br />
denilir. <strong>Adrenal</strong> insidentalamo radyolojik muayene sırasında tesadüfen bulunan 1 cm’den daha büyük<br />
kitle lezyonlarıdır. Görüntüleme yöntemlerindeki teknolojik gelişmeye <strong>ve</strong> bu yöntemlerin yaygınlaşmasına<br />
bağlı olarak insidentalomalar giderek artan oranda karşımıza çıktığından, günümüzde<br />
klinik endokrinologların sıklıkla karşılaştığı- problemlerden biri olmuştur. Bu kitlelerin büyük çoğunluğu<br />
fonksiyon özelliği göstermeyen adenomlar oluşturmasına rağmen, potansiyel letal bir kanser<br />
<strong>ve</strong>ya fonksiyon gösteren endokrin bir tümör olabilir. <strong>Adrenal</strong> kitleli bir kişi ile karşılaşıldığında<br />
çözülmesi gereken temel iki problem vardır. <strong>Adrenal</strong> kitle benign mi yoksa malign midir Hormon<br />
aktif mi yoksa değil midir<br />
Prevalansı<br />
<strong>Adrenal</strong> kitle prevalansı, çalışmaya alınan grubun özelliklerine <strong>ve</strong> kabul edilen tanı kriterlerine göre<br />
değişiklik gösterebilmektedir. Otopsi serilerinde %1 ile 8.7 olarak bildirilmektedir. Klinik çalışmalarda<br />
ortaya yaş grubunda %4 civarında olduğu, yaşlı populasyonda %10’un üzerinde olabileceği<br />
tahmin edilmektedir. . Uygulanan tekniğin yanı sıra adrenal insidentaloma vakalarında prevalans yaş<br />
ile birlikte artmaktadır. Genç yaşlarda % 0,2, orta yaşlarda %3, ileri yaşlarda %10 kadardır. İnsidental<br />
adrenal kitleler otopsi serilerinde daha fazladır. 739 otopsilik bir seride 2 mm ile 4 cm arasında<br />
adrenal kitle normotensif hastaların % 9’unda <strong>ve</strong> hipertansif hastaların % 12’ sinde bildirilmektedir.<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomalar 5. <strong>ve</strong> 7. dekadlarda en fazla tespit edilir. Adranal kitleler vakaların %50-<br />
60’ında sağ adrenal bezde, %30-40 sol adrenal bezde <strong>ve</strong> %10-15 bilateral olarak tespit edilir. Cinsiyet<br />
farkı genel olarak yoktur.<br />
Etiyoloji<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentaloma vakalarında tanısı cevaplanması gereken en önemli soru kitlenin malign benign<br />
ayırımı <strong>ve</strong> fonksiyonel olup olmadığıdır. <strong>Adrenal</strong> insidentalomaların çoğunluğu benign kitlelerdir.<br />
Farklı çalışmalarda Feokromositoma sıklığı %1.5-23 olarak bildirilirken, Adrenokortikal<br />
karsinom %1.2-12 olarak bildirilmektedir. <strong>Adrenal</strong> bezlerde akciğer kanseri, meme kanseri, böbrek<br />
kanseri, melanoma <strong>ve</strong> lenfoma gibi değişik primer kanserler metastazları görülebilir. Onkoloji serilerinde<br />
adrenal metastazlar %50-75 olarak bildirilmektedir. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların %15 kadarı<br />
bilateral adrenal kitlelerdir. Bunların çoğunluğu adrenal bezlerin metastatik <strong>ve</strong>ya infiltratif hastalıkların<br />
tutulumu, konjenital adrenal hiperplazi, bilateral kortikal adenomalr <strong>ve</strong> ACTH bağımsız makronodüler<br />
adrenal hiperplazilerdir. .<strong>Adrenal</strong> insidentaloma nedenleri Tablo 1’de gösterilmektedir.<br />
Benign non fonksiyone adenomlar<br />
Benign non fonksiyone adenomların prevalansı onkoloji dışı <strong>ve</strong> genel hasta populasyonunda %36-<br />
94 gibi geniş bir aralıkta bildirilmektedir. 3868 vakalık adrenal insidentalamo serisinde non fonksiyonel<br />
kitle oranı %71.2 olarak bulunmuştur. 1004 vakalı İtalyan serisinde kitlelerin %85’i non<br />
fonksiyone,%9.2’i subklinik Cushing, % 4.2’ü feokromositoma <strong>ve</strong> %1.6’i aldosteronoma tespit<br />
edilmiştir. <strong>Adrenal</strong>ektomi uygulanan 380 vakanın %52’si kortikal adenom, %12 kortikal karsinom,<br />
%11 feokromositoma bulunmuştur.
22 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
A. Adrenomedüller Tümörler: Feokromositoma<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomalı hastaların yaklaşık % 3-10’unda feokromositoma bulunabilir. <strong>Adrenal</strong> kitlesi<br />
olanlarda klinik olarak sessiz feokromositoma olabileceğinden bütün hastalarda feokromositoma<br />
endokrin testlerle mutlaka ekarte edilmelidir. Feokromositoma vakarlının çoğunluğu (%86) sporadiktir.<br />
%14 ailesel sendromlarla birlikte olabilir.<br />
%10 vakada bilateral yerleşimli olabilir. Feokromositoma tanısı 24 saatlik idrarda serbest katokolaninler<br />
(norepinefrin <strong>ve</strong> epinefrin) <strong>ve</strong>ya katokalamin metabolitlerinin (vanilmandelik asit (VMA), serbest <strong>ve</strong>ya<br />
total metanefrinler) artmış seviyeleri ile gösterilebilir. Sensivitesinin düşüklüğü <strong>ve</strong> yanlış pozitif sonuç<br />
oranının yüksekliği nedeniyle plazma katokalamin ölçümü önerilmemektedir. Görüntüleme yöntemlerinde<br />
subklinik feokromositoma şüphesi yüksek, fakat 24 saatlik idrar analizlerinde sonuç normal<br />
geliyorsa fraksiyone serbest plazma metanefrinlerinin ölçümü faydalı olabilir. Yüksek plazma fraksiyone<br />
metanefrinlerinin feokromositoma için sensivitesinin yüksek olmasına rağmen (%98–100) spesivitesi<br />
düşüktür (%85–89). Fraksiyone plazma metanefrin ölçümü sadece yüksek feokromositoma şüphesi<br />
olan hastalarda, yanlış pozitif sonucu en aza indirmek amacıyla önerilmektedir.<br />
Feokromositomalar sporadik olabilecekleri gibi herediterde olabilir. Herediter feokromositomalar<br />
Multibl Endokrin Neoplazi Tip 2, nörofibromatozis <strong>ve</strong> von Hippel Lindau birlikte olabilir. Bu nedenle<br />
aile hikâyesi dikkatli bir şekilde alınmalıdır.<br />
B. <strong>Adrenal</strong> korteks lezyonları<br />
<strong>Adrenal</strong> korteks lezyonları non-fonksiyone olabildiği gibi kortizol, aldosteron salgılayabilir. Androjen<br />
salgılayan adrenal insidentalomalar nadir görülür <strong>ve</strong> genellikle maligndir. Asemptomatik insidental<br />
adrenal kitlelerin büyük çoğunluğunu adenomlar oluştururlar.<br />
1. Primer aldosteronism<br />
<strong>Adrenal</strong> korteksin aldosteron salgılayan tümörleri genellikle 2 cm.den küçüktür. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların<br />
%1.6–3.8’nün oluşturur. <strong>Adrenal</strong> kitlesi olan hipertansiyonlu hastalarda primer hiperaldosteronizm<br />
araştırılmalıdır. Hipertansiyonu olan vakalarda plazma K <strong>ve</strong> renin aldosteron düzeyine<br />
bakılmalıdır. Plazma aldosteron/plazma renin aktivitesi oranı 30 <strong>ve</strong> üzerinde <strong>ve</strong> plazma aldosteron<br />
düzeyi 0,5 nmol/l <strong>ve</strong> üzerinde olan vakalarda otonom aldosteron salınımı olduğu düşünülmelidir.<br />
2. Kortizol aşırı yapımı: Subklinik Cushing Sendromu<br />
Cushing sendromunun (CS) klinik bulguları olmaksızın hafif hiperkortizoleminin olduğu bir durumdur.<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomalarda tespit edilen fonksiyonel anormalliklerin en sık olanıdır (%5–<br />
8). Subklinik CS da biyokimyasal olarak CS vardır, ancak klinik olarak bulgu yoktur. Subklinik CS’li<br />
hastalarda Cushing sendromunun yaygın belirtilerinin çoğunun olmamasına rağmen devamlı endojen<br />
kortizol salgılanmasının bazı klinik yansımaları vardır. Subklinik CS hastalarda hipertansiyon<br />
obezite, dislipidemi, Diabetes Mellitus, ateroskleroz gibi metabolik durumlar aynı yaş <strong>ve</strong> cins normal<br />
popülâsyona göre daha fazla görülür. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoya bağlı subklinik CS tespit edilen 28 vakanın,<br />
100 normal hasta ile karşılaştırıldığı bir çalışmada; Subklinik CS’li hastalarda hipertansiyon,<br />
dislipidemi, bozulmuş glikoz toleransı <strong>ve</strong>ya Tip 2 Diabetes Mellitus <strong>ve</strong> aterosikleroz bulguları daha<br />
fazla bulunduğu bildirilmektedir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
23<br />
Tanı: Asemptomatik adrenal insidentalomalı hastalarda idrar serbest kortizolü, gece tükrük kortizolü<br />
<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya deksametazon süpresyon testi (1 mg <strong>ve</strong> 2 mg) tarama olarak kullanılır. Bazı otörler baskılanmış<br />
plazma kortizol seviyesi için limit değerini 5 alırken, hassasiyeti artırmak için diğer bazıları<br />
1,8 μg/dl sınırını tercih etmektedirler. DST sonrası kortizol 5 μg/dl Sub klinik Cushing düşünülebilir. Eğer DST sonrası kortisol 1.8-5<br />
μg/dl arasında gelmişse klinik bulgulara göre değerlendirmek gerekir. Subklinik Cushing şüphesi<br />
varsa ila<strong>ve</strong> testler yapmak gerekir. Bazı merkezler yanlış pozitifliği azaltmak için daha yüksek doz<br />
deksametazon (3 mg) kullanmaktadırlar. Bu durumda kortizol sınırını 3 μg/dl alınması önerilmektedir.<br />
Cushing sendromu tanısı için henüz bir görüş birliği yoktur. Eğer test sonucu pozitif çıkmış ise<br />
otonomiyi doğrulamak içim düşük (2 gün 2 mg) <strong>ve</strong> yüksek doz (8 mg tek doz) supresyon testlerinin<br />
de yapılması gerekir. <strong>Adrenal</strong> insidentalomalı geniş bir seride; subklinik CS’lu hastaların hormonal<br />
değerlendirmede: %79’unda düşük bazal ACTH sekresyonu, %73’ünde 1 mg deksametazondan<br />
sonra kortizolda yetersiz baskılanma, %75’inde subnormal üriner kortizol sekresyonu, % 43 ünde<br />
bozulmuş kortizol sirkadiyen ritmi <strong>ve</strong> %55’ inde CRH’ya körelmiş ACTH cevabı bildirilmektedir.<br />
Subklinik Cushingli hastalar unilateral adrenaloktomiye <strong>ve</strong>rilmeli midir Subklinik CS’lu hastaların<br />
ameliyatları konusunda mutlak bir fikir birliği yoktur. Hiperkortizoleminin uzun süreli komplikasyonlarından<br />
korumak için hastaların opere edilmeleri düşünülebilir. Ancak hangi hastaların ileride<br />
aşikâr CS’na dönüşeceğini belirlemek mümkün değildir. Farklı görüşler olmakla birlikte genç<br />
hastalarda <strong>ve</strong> otonom glukokortikoid sekresyonununa katkıda bulunacak hastalığı (son zamanlarda<br />
başlayan hipertansiyon, diyabet, obesite <strong>ve</strong> düşük kemik kitlesi gibi) olanlar <strong>ve</strong> gecelik deksametazon<br />
süpresyon test <strong>ve</strong> iki günlük yüksek doz deksametazon süpresyon testinde yetersiz baskılanması olanlarda<br />
adreneloktemi düşünülebilir.<br />
Subklinik CS’lu hastalar adrenal yetmezlik, hemodinamik krizler <strong>ve</strong> ölüm riskleri nedeniyle perioperatif<br />
glukokortikoid koruması yapılmalı <strong>ve</strong> hipotalamo hipofizer adrenal aksı toparlanıncaya kadar<br />
izlenmelidir.<br />
3. Adrojen salgılayan adrenal tümörler<br />
Oldukça nadirdir. Benign <strong>ve</strong>ya malign olabilir. Klinik olarak virilizasyon bulguları vardır. Dehydroepiandrosteron<br />
sulfat adrenal androjen salınımını gösteren en önemli testtir. <strong>Adrenal</strong> insidentsaloma<br />
vakalarında DHEAS düzeyinin mutlaka ölçülmesi gerektiği düşünülmektedir.<br />
4. <strong>Adrenal</strong> Karsinom<br />
Normal populasyonda insidansı milyonda 0,6–2’ dir. Tedavi edilmeyen adrenal karsinomun prognozu<br />
kötüdür (5 yıllık yaşam beklentisi %20’ den azdır) Tüm kanser nedenleri ile ölümlerin % 0.02–0.22’sini<br />
oluşturur. Tedavi seçenekleri sınırlıdır. Bu nedenle bu tümörlerin erken evrede tanınması önemlidir. Birinci<br />
<strong>ve</strong> beşinci dekadlarda pik yapar. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülür (2.5/1). Adrenokortikal<br />
karsinom hormon sentezi <strong>ve</strong> klinik özelliklerine göre fonksiyonel <strong>ve</strong> non-fonksiyonel olabilir. Adrenokortikal<br />
karsinomların %80’i fonksiyoneldir. Yaklaşık %45’i sadece glukokortikoid, %45’i glukokortikoid<br />
<strong>ve</strong> androjenler <strong>ve</strong>ya sadece androjenleri salgılar. İzole mineralokortizolizm nadirdir (
24 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Tablo 1. <strong>Adrenal</strong> İnsidentalona nedenleri <strong>ve</strong> sıklığı<br />
Ortalama( %)<br />
Dağılım<br />
Klinik Çalışmalar<br />
Adenom 80 33-96<br />
Non fonksiyone 75 71-84<br />
Kortizol sekrete eden 12 1.0-29<br />
Aldosteron sekrete eden 2.5 1.6-3.3<br />
Feokromositoma 7.0 1.5-14<br />
Karsinoma 8.0 1.2-11<br />
Metastaz 5.0 0-18<br />
Cerrahi Çalışmalar<br />
Adenom 55 49-69<br />
Non fonksiyone 69 52-75<br />
Kortizol sekrete eden 10 1.0-15<br />
Aldosteron sekrete eden 6.0 2.0-7.0<br />
Feokromositoma 10 11-23<br />
Karsinoma 11 1.2-12<br />
Miyelolipom 8.0 7.0-15<br />
Kist 5.0 4.0-22<br />
Ganglionöroma 4.0 0-8.0<br />
Metastaz 7.0 0-21<br />
Metaztatik hastalıklarda adrenalleri etkileyebilir. Lenfoma, akciğer, meme karsinomları adrenal metastazların<br />
çoğunu oluşturur. Böbrek, melanom, o<strong>ve</strong>r karsinomları da adrenal beze metastaz yaparlar.<br />
6. Bilateral <strong>Adrenal</strong> insidentalomalar<br />
İki tane geniş adrenal insidentalamo serininin analizlerinde (887 <strong>ve</strong> 202 hastalık) bilateral adrenal kitle<br />
vakaların %10-15’inde bildirilmektedir. Bilateral adrenal kitleler metastatik hastalık, konjenital adrenal<br />
hiperplazi, kortikal adenomlar, lenfoma, infeksiyon (tüberküloz, fungal), hemoraji, ACTH-bağımlı<br />
Cushing, feokromositoma, amiloidozis, adrenal bezin infiltratif hastalıkları <strong>ve</strong> ACTH-bağımsız bilateral<br />
makronodular adrenal hiperplazi olabilir. Bir çalışmada, 208 adrenal insidentalomalı hastanın<br />
19’unda adrenal metastaz tespit edilirken, bunlarında 10 tanesinde bilateral tutulum mevcutmuş.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
25<br />
Tanısal Yaklaşımlar<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomalar için henüz en uygun tanısal yaklaşımda fikir birliği yoktur. Bununla beraber<br />
tanıya dikkatli bir hikâye <strong>ve</strong> fizik muayene ile başlanmalı, adrenal hiperfonksiyone <strong>ve</strong>ya malign<br />
hastalıklara odaklanmalı <strong>ve</strong> hormonal testler yapılmalıdır.<br />
Klinik değerlendirme: Dikkatli bir klinik değerlendirme ile insidentaloma hakkında önemli bir fikir<br />
sahibi olunabilir. Klinik değerlendirmede detaylı bir anamnez ile altta yatan feokoromositoma <strong>ve</strong>ya<br />
kortizol fazlalığına bağlı semptomlar tespit edilebilir. Ailesel geçişli hastalıklar için aile hikâyesine<br />
odaklanılmalıdır. Dikkatli bir fizik muayene yapılmalıdır.<br />
Fonksiyonel değerlendirme: <strong>Adrenal</strong> insidentaloma vakalarında değerlendirilmesi gereken diğer bir<br />
soru da ise kitlenin fonksiyonel olup olmadığıdır. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların büyük çoğunluğu non<br />
fonksiyonel iken, %15 kadarı fonksiyoneldir. <strong>Adrenal</strong> adenomlar feokromasitoma, aldosteronoma,<br />
Cushing sendromu, hiperandrojenizm klinik tabloları oluşturacak hormon aktivitesi gösterebilirler.<br />
Retrospektif çok merkezli bir çalışmada, 1096 adrenal insidentelamo vakasında kitlelerin %85’i nonfonksiyonel<br />
iken, % 9 kortizol sekrete eden <strong>ve</strong> subklinik CS’na neden olan adenom, %4 feokromasitoma,<br />
%2 aldosteronoma bulunduğu bildirilmektedir. İnsidentalomalı bir olguda bu klinik tablolar<br />
araştırılmalıdır ancak hormonal aktivitesine karar <strong>ve</strong>rmek için yapılacak araştırmaların cost-effecti<strong>ve</strong><br />
olması gerekir. Bu nedenle insidentalomalı hastalara adrenal bez ile ilgili tüm laboratuar testleri<br />
yerine klinik şüphe durumuna göre hormonal değerlendirme yapılmalıdır. Bu amaçla öncelikle 24<br />
saatlik idrarda kortizol, katekolaminler, plazma aldosteron <strong>ve</strong> renin ölçümleri genellikle yeterlidir.<br />
Klinik bulgulara <strong>ve</strong> bazal hormon sonuçlarındaki şüphe durumuna göre Cushing sendromu, feokromositoma,<br />
aldosteronoma, androjen salgılayan adenoma tanıları için daha hassas dinamik testler<br />
yapılmalıdır. <strong>Adrenal</strong> metastazlı hastalar eğer vasküler değilse <strong>ve</strong>ya feokromositoma kliniği yoksa<br />
rutin 24-saatlik idrar fraksiyone metanefrinlerin <strong>ve</strong> katokolominlerin ölçülmesi önerilmiyor<br />
Malignite için değerlendirme<br />
Primer adreno kortikal karsinom oldukça nadirdir. Fakat diğer kanserler, özellikle akciğer kanserler,<br />
adrenal beze metastaz yapabilir. Kitlenin boyutu <strong>ve</strong> görüntü özellikleri tümörün malign <strong>ve</strong>ya benign<br />
olup olmadığını belirlemede yardımcı olabilir.<br />
Boyut: <strong>Adrenal</strong> kitlenin maksimum çapı malignensi için belirleyici olabilir. 887 adrenal insidentalamolu<br />
hastanın değerlendirildiği bir çalışmada; kitle boyutunun 4 cm’den daha fazla olması adrenokortikal<br />
karsinomlarları %90 sensisivite ile tespit ettiği görülürken daha düşük spesifisiteye sahip olduğu<br />
bildirilmektedir. Bu nedenle, adrenal kitle boyutu, tedavi kılavuzu olarak tek parametre olarak<br />
kullanılmamalıdır. Özellikle, kitlenin radyolojik özellikleriyle birlikte değerlendirilmelidir.<br />
Radyolojik bulgular: — Malign-benign ayırımında görüntüleme yöntemlerinden elde edilen bulgulardan<br />
yararlanılmalıdır<br />
Bilgisayarlı Tomografi (BT), Magnetik Rezonans (MR): MRI <strong>ve</strong>ya BT de 3 <strong>ve</strong>ya 5 mm’ lik kesitler<br />
adrenal tümörün histolojik tipini tespitinde kullanılabilir. BT adrenal bezi görüntülemede ideal bir yöntemdir.<br />
Tomografide kontur düzensizliği, komşu dokulara invazyon, retroperitoneal lenf nodu varlığı<br />
adrenal karsinom için önemli ipuçlarıdır. Tespit edilen kitlenin yağ oranı tomografik dansiteyi belirler.<br />
Yağ oranı arttıkça tomografik dansite düşer (Hounsfield ünitesi, HU). Benign kitlelerde yağ oranı yüksek,<br />
malign oluşumlarda ise yağ içeriği oldukça düşük olur; bu gerçekten yola çıkarak yapılan analizlerde,<br />
literatürde bugüne kadar 0 HU dansitesinin altında hiç bir adrenal malignansinin rapor edilmediği<br />
dikkat çekmiştir. Kitlenin dansitesi ortalama 10 HÜ’den küçük ise; “adenom” olarak kabul edilir.
26 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
10 HÜ sınır değer; %71 sensitivite, %98 spesifiteye sahiptir Adenomların %30’u 10 HÜ’den fazla<br />
dansitededir. Bu nedenle; diğer lezyonlardan ayırımı yapılamaz. Kontrastsız BT’de; 10 HÜ <strong>ve</strong> altındaki<br />
dansitede olan homojen lezyonlar %98 oranında benigndir. Yapılan çalışmalarda dansitesi 20 HU’nun<br />
üzerinde olan adrenal kitleleri malign kabul etmek gerektiği görüşü savunulmaktadır. Fakat bazı benign<br />
adrenal kitlelerde (kanamalar, özellikle akut fazda) tomografik dansite oldukça yüksek olabileceği unutulmamalıdır..<br />
Bugün için net bir görüş birliği olmamakla birlikte radyologlar tomografik dansitesi 4<br />
-20 HU arası vakaları şüpheli olarak değerlendirmekte <strong>ve</strong> MR önermektedirler. MR’ da doku özgüllüğü<br />
daha yüksektir. MR ile adrenal-karaciğer, adrenal-dalak, adrenal- kas kitlesi sinyal intensite oranları<br />
hesaplanabilir. Bu oranlar adrenal kitlenin natürü hakkında bilgi <strong>ve</strong>rebilir. Fakat genelde kitle boyutu<br />
4–6 cm olan vakalarda malign-benign ayırımında görüntüleme yöntemleri hassas değildir. Daha büyük<br />
kitleler için ise görüntüleme bulgularından bağımsız olarak cerrahi tavsiye edilmelidir.<br />
Görüntüleme özellikleri<br />
Benign adenomlar: Oval <strong>ve</strong>ya yuvarlak, genellikle soliter, unilateral, homojen yapıda, düzgün konturlu,<br />
sınırları belirgin, 4 cm den küçük kitlelerdir. Kontrastsız BT’de lezyon < 10 HU ise lipitten<br />
zengin adenom olduğu düşünülür. Kontrastsız BT’de dansite >10 HU ise %10–40 olasılıkla lipitten<br />
fakir adenom olabilir <strong>ve</strong>ya adenom dışı bir kitledir. Bu durumda ayırıcı tanı için kontrastlı BT<br />
gereklidir. İntra<strong>ve</strong>nöz kontrast madde sonrası dansite 20 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’dir. Hipervaskularizasyon nedeni ile<br />
kontrastı yoğun olarak tutar. BT’ nin adrenal feokromositoma tayininde sensitivitesi % 93-100’ dür.<br />
MR’ da sinyal kaybına uğramaz. T2’de karaciğere göre hiperintenstir.<br />
Adrenokortikal Karsinomlar: Yoğun, soliter, unilateral, heterojen, düzensiz konturlu, büyüklüğü<br />
genellikle 4 cm büyük kitlelerdir. Komşu dokuları invaze edebilir. Kalsifikasyon, nekroz <strong>ve</strong> hemoraji<br />
görülebilir. Dansitesi; kontrastsız BT’de >10 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’ dir. MR’<br />
da T2’ de karaciğere göre hiperintenstir <strong>ve</strong> MR’ da sinyal kaybına uğramazlar<br />
Metastazlar: Düzensiz <strong>ve</strong> homojen olmayan yapıya sahiptirler. Sıklıkla 3cm’den küçük <strong>ve</strong> bilateraldir.<br />
Dansitesi; kontrastsız BT’de >10 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’ dir. MR’da sinyal<br />
kaybına uğramaz. T2’ de karaciğere göre hiperintenstir.<br />
Ultrasonografi (USG): Sensitivitesi BT <strong>ve</strong> MR’ a göre düşüktür. Altmış bir hastadan oluşan bir seride<br />
3 santimetreden büyük olan tüm adrenal kitleler USG ile saptanmış, 3 cm’den küçük olanların ise<br />
% 65’i saptanabilmiştir. <strong>Adrenal</strong> kitlenin çap ölçümü USG <strong>ve</strong> BT’de korelasyon gösterir. Bu nedenle<br />
adrenal kitlelerin büyüklüğünün takibinde kullanılabilir.<br />
Sintigrafi: Adrenokortikal morfoloji <strong>ve</strong> fonksiyonel durumun değerlendirilmesinde131; I-6-β (-iodomethylnorcholesterol<br />
(NP-59) <strong>ve</strong> 75 Se-Selonomethyl-19- norcholesterol kullanılır. 123I-MIBG<br />
<strong>ve</strong> 131I-MIBG, 111In Octreotid; feokromositoma <strong>ve</strong> diğer sempatomeduller hastalıkların tanımlanması<br />
<strong>ve</strong> lokalizasyonunda kullanılır. MIBG’nin feokromositomayı taramadaki sensitivitesi % 80–90,<br />
spesifitesi % 90-100’dür. <strong>Adrenal</strong> insidentalomalarda sintigrafik tetkikler malign <strong>ve</strong>ya bilateral feokromositoma<br />
şüphesi olan vakalarla sınırlandırılmalıdır.<br />
Positron Emisyon Tomografisi (PET): Malign tümörlerde deoxyglucose tutulumunun artması ne-
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
27<br />
deni ile glikolitik metabolizma hızlanmıştır. <strong>Adrenal</strong> kitlede tutulumun fazla olması testin pozitif<br />
olduğu anlamına gelir <strong>ve</strong> benign/malign ayrımı için faydalı bir testtir. BT <strong>ve</strong> MR bulguları ile karar<br />
<strong>ve</strong>rilemeyen vakalarda değerlidir.<br />
İğne Aspirasyon Biyopsisi (İAB) Benign adrenal kitlerle adrenal karsinom ayırımını yapamaz. <strong>Adrenal</strong><br />
tümör ile adrenal metastaz ayrımını yapabilir. İAB adrenale dışarıdan metastaz şüphesi olduğunda<br />
<strong>ve</strong>ya bilinen bir kanserin evrelendirmesinin yapılmasında endikasyonu vardır. Maligniteyi<br />
göstermedeki sensitivitesi % 81–100, spesifisitesi %83–100’ dür. Feokromositoma ekarte edilmeden<br />
önce İAB yapılmamalıdır.<br />
Tedavi<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomada cerrahi tedavi kararı lezyonun malignite risk faktörleri <strong>ve</strong> fonksiyonel durumuna<br />
göre karar <strong>ve</strong>rilir (Şekil 1).<br />
Tek taraflı adrenal kitleler: Feokromositomalı <strong>ve</strong> primer aldosteronizmli bütün hastalar cerrahiye<br />
<strong>ve</strong>rilmelidir. Subklinik Cushingli hastaların ameliyatları konusunda mutlak bir fikir birliği yoktur.<br />
Hiperkortizoleminin uzun süreli komplikasyonlarından korumak için hastaların opere edilmeleri<br />
düşünülebilir. Ancak hangi hastaların ileride aşikâr CS’na dönüşeceğini belirlemek mümkün değildir.<br />
Farklı görüşler olmakla birlikte genç hastalarda <strong>ve</strong> otonom glukokortikoid sekresyonununa katkıda<br />
bulunacak hastalığı olanlar (son zamanlarda başlayan hipertansiyon, diyabet obesite <strong>ve</strong> düşük<br />
kemik kitlesi gibi) <strong>ve</strong> gecelik deksametazon süpresyon testi <strong>ve</strong> iki günlük yüksek doz deksametazon<br />
süpresyon testinde yetersiz baskılanması olanlarda adreneloktemi düşünülebilir. Şüpheli görüntüleme<br />
imajı bulunan <strong>ve</strong>ya 4 cm den büyük olan adrenal kitlerde adrenokortikal karsinom ihtimali<br />
nedeniyle rezeksiyon düşünülmelidir. Klinisyenlerin çoğu adrenal insidentalomada cerrahi kararında<br />
hastanın yaşı <strong>ve</strong> 4 cm’yi cut off değeri alarak tedavi planını belirlemektedir. Örneğin 23 yaşında bir<br />
kadın hastada 2,7 cm uniform hipodens kitlede cerrahi rezeksiyonu önerirken, 83 yaşında 4,7 cm<br />
hipodens bir kitlesi olan hastada seri görüntüleme yöntemleri ile takibi önermektedir. Cerrahiden<br />
önce bütün hastalara fonksiyonel tümörler için uygun testler yapılmalıdır.<br />
4 cm’ den küçük nonfonksiyonel kitleli vakalar benign bir görüntüleme imajına sahipse, bu konuda<br />
yeterli <strong>ve</strong>ri olmamasına rağmen ilk yıl üç <strong>ve</strong>ya altı aylık aralarla izlenmeleri, tümörde boyut artışı<br />
yoksa yılda bir tekrarlayan taramalar önerilmektedir.<br />
Takiplerde tümör boyutunda herhangi bir büyüme tespit edilirse cerrahi olarak çıkartılmalıdır. 75<br />
hastanın dört yıllık takip edildiği bir seride kitledeki büyümenin kümülatif riski birinci yılda %8 <strong>ve</strong><br />
beş yılda %18 bulunurken, karsinoma hiçbir hastada gelişmemiştir. Bu hastalarda hiperfonksiyone<br />
durum gelişme riski %4 <strong>ve</strong> 10 bulunmuştur.<br />
Bilateral adrenal kitleler: Bilateral adrenal kitlelerin tedavisi unilateral kitlelerden farklıdır. Örnek<br />
subklinik ACTH bağımsız bilateral makronodüler adrenal hiperplazili vakada boyut cerrahi için<br />
endikasyon değildir.<br />
<strong>Adrenal</strong> kitlelerin rezeksiyonu için acık <strong>ve</strong>ya laporaskopik adrenaloktomi kabul edilebilir bir işlemdir.<br />
Takip<br />
<strong>Adrenal</strong> insidentalomalo hastaların nasıl takip edileceği tartışmalıdır.<br />
Radyolojik değerlendirme: Cerrahi olmayan vakalar tanıdan sonraki 3-6. ayda <strong>ve</strong> daha sonra 1-2 yıl
28 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
boyunca yılda bir radyolojik olarak izlenmelidir. Günümüzde stabil kalan non fonksiyone kitlelerin<br />
5 yıl sonraki takiplerinin nasıl olması gerektiği konusu netlik kazanmamıştır.<br />
Hormonal inceleme: Tanı anında <strong>ve</strong> sonra yılda bir (5 yıl),1 mg DXM supresyon testi, Katekolaminler<br />
<strong>ve</strong>ya metabolitleri (24 saat idrarda) bakılmalıdır. Tümörün 3-4 yıldan sonra hipersekresyon<br />
riski plato çizer. NIH 4 yıl yıllık idrar katekolemin <strong>ve</strong> metabolitlerinin ölçümü <strong>ve</strong> 1 mg DST gecelik<br />
taranmasını öneriyor. Tanı anındn sonra 6-12 ay sonra CT tekrarlanır lezyonda büyüme gözlenmezse<br />
lezyonun radyolojik değerlendirlmesi kesilebileceğini öneriyor. AACE/AAES klavuzlarında cerrahi<br />
kriterleri tam karşılamayan hastalarda radyolojik tekrar değerlendirmeyi 3-6 ay sonra <strong>ve</strong> 1-2 yıl için<br />
yıllık olarak yapılmasını önermektedir. Hormonal değerlendirmeyi tanıdan sonra 5 yıl yıllık olarak<br />
yapılamasını önermektedir. Bazı ötörler tekrar görüntülemeyi 6-12 <strong>ve</strong> 24. ayda yapılmasını önermektedir.<br />
Küçük (
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
29<br />
· Nieman KLApproach to the Patient with an <strong>Adrenal</strong> Incidentaloma J Clin Endocrinol Metab, September<br />
2010, 95(9):4106–4113<br />
· Terzolo M, Bovio S, Reimondo G Management of adrenal incidentaloma Best Practice & Research Clinical<br />
Endocrinology & Metabolism 23 (2009) 233–243
30 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
MİNERALOKORTİKOİD HİPERTANSİYON (MH)<br />
Gerçek sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Esansiyel hipertansiyonun % 10’nunda MH olduğu<br />
tahmin edilmektedir. Mineralokortikoid fazlalığının prematür vasküler hastalıklar oluşturduğunun<br />
gösterilmesi (serebrovasküler hastalıklar, kardiyak fibrozis, <strong>ve</strong> vasküler inflamasyon) önemini daha<br />
da arttırmıştır. MH’da distal nefrondan Na geri emilimi artar, sonucunda da volum homeostasisi<br />
nedeniyle plazma renin aktivitesi suprese olur. Primer hiperaldosteronizmde(PH) hipokalemi varken<br />
hipertansiyon olmaması nadir görülür.<br />
Beş tipi vardır;<br />
· Aldosteron üreten adenom (APA; Conn Sendromu); Sıklık MH içinde % 65’tir.. Tek taraflı<br />
aldosteron sekrete eden adonom varlığıdır. Hastaların % 50’sinde hipokalemi vardr. Familyal<br />
hiperaldosteronizm tip II’nin bir kısmında görülebilir. Tedavisi cerrahidir.<br />
· Bilateral adrenal hiperplazi (BAH); MH’nun %30-40’nı oluşturur. Familyal hiperaldosteronizm<br />
tip II’nin bir kısmında görülebilir. Normal düzeydeki angiotensin II’ye karşı adrenal kortekste artmış<br />
bir yanıt vardır. <strong>Adrenal</strong> korteksteki angiotensin 2 reseptör mutasyonları ile gelişebileceği ileri<br />
sürülmektedir. Tek adrenal <strong>ve</strong>ya her iki adrenal etkilenebilir. Hipokalemi oranı %17’dir.<br />
· Glukokortikoid ile düzeltilebilir hiperaldosteronizm (GDH): (Sıklık % 1-3) (Ailesel hiperaldosteronizm<br />
tip 1); 11 beta hidroksilaz geninin aldosteron sentetaz geni ile füzyonu sonrası,<br />
aldosteron sentezinin ACTH ile uyarılabilmesinden gelişir. Plazma renin aktivitesi supresedir.<br />
Ailede 35 yaşın altında gelişen serebral kanama hikâyesi vardır..<br />
· Unilateral adrenal hiperplazi (UAH); BAH’nin tek adrenalde görülen şeklidir.<br />
· <strong>Adrenal</strong> karsinom (AK); Genellikle teşhis anında 5 cm’den büyüktür.<br />
· Ektopik aldosteron üreten tümörler<br />
Cushing sendromu, renovasküler hipertansiyon, renin sekrete eden tümörlerde hipertansiyon <strong>ve</strong> hipokalemi<br />
yanında diğer klinik <strong>ve</strong> laboratuvar özellikleriyle tanı konabilir.<br />
Diğer renin supresyonu ile giden hiperaldosteronizm nedenleri<br />
Liddle sendromu sodyum geri emilimini sağlayan renal tübüllerin apikal yüzeyindeki sodyum pompasındaki<br />
otozomal dominant mutasyonla sürekli sodyum emilmesiyle gelişir. Tedavisi triamterene<br />
<strong>ve</strong>ya amiloridtir.<br />
Mineralokortikoid reseptör mutasyonu ile sürekli akti<strong>ve</strong> olmuş reseptör gelişebilir.<br />
Görüntüde mineralokortikoid fazlalığı; 11 beta hidroksisteroid dehidrogenaz tip 2 (11B-HSD2)<br />
enziminde gelişen, otozomal resesif olarak geçen fonksiyon kaybıdır. Bu enzim mineralokortikoid<br />
reseptörlere (nonselektiftir) kortizolün bağlanmasını önlemek için kortizolü böbrekte inakti<strong>ve</strong> eder.<br />
Licorice alımıda benzer etki gösterir. Tedavi kortizolü suprese etmek için deksametazon, <strong>ve</strong>ya yüksek<br />
doz spironolakton/amiloride dir.<br />
Konjenital adrenal hiperplazisi ;(KAH), KAH’ta beraberinde kadınlarda virilizasyon vardır.<br />
MH araştırılacak hastalar<br />
A) Hipertansiyonla birlikte hipokalemi varlığı; Spontan <strong>ve</strong>ya diüretik ile uyarılmış aşırı hipokalemi<br />
(O andaki tedavi de kullanılan düşük doz diüretik varlığında dahi)
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
31<br />
B) Şiddetli, dirençli <strong>ve</strong>ya nispeten akut hipertansiyon; 3’lü antihipertansifle kontrol edilemeyen hipertansiyon<br />
(Sistolik kan basıncı≥160 mmHg <strong>ve</strong>ya diyastolik kan basıncı ≥100mmHg)<br />
C) Hipertansiyonla birlikte adrenal insidentaloma varlığı,<br />
D) 30 yaşın altında; obezitesi olmayan, ailevi hipertansiyonu olmayan genç hastalarda hipertansiyon<br />
varlığında,<br />
E) Hipertansiyonu olanlarda; aile üyelerinde erken yaşta hipertansiyon <strong>ve</strong>ya 40 yaş altında stroke<br />
gelişmiş ise,<br />
F) Primer hiperaldosteronizmi olan kişilerin 1.derece yakınlarında,<br />
Hipertansiyon hastalarında MH oranı % 1,3- 10 arasındadır. Her hastada plazma aldosteron<br />
düzeyi(PAD) <strong>ve</strong> plazma renin aktivitesine (PRA) bakarak oranlar uygunsa araştırma gereksinimi<br />
duyulması yukarıda bahsettiğimiz kriterlerin bazı MH vakalarında yeterli olmamasındandır. Bu<br />
oranlara bakılarak yapılan değerlendirmeler sonrası PH tanı oranı hipertansif hastalarda % 5-10’lara<br />
çıkmıştır. Bunlara rağmen yaşlı, antihipertansif tedavi ile kan basıncı kontrol altında olan normokalemik<br />
hastalarda <strong>ve</strong> tedavi seçeneği değişmeyecek hastalarda araştırma yapılmamalıdır.<br />
Teşhis<br />
Rastgele, aynı anda PAD’nin PRA’ne oranına bakarak ilk değerlendirme başlar. Normalde PAD (ng/<br />
dl) ‘nin PRA ‘ne (ng/ml/saat) oranı 20/1 <strong>ve</strong>ya altında olmalıdır (Tablo 1, Şekil 1). Bu oranın yüksekliği<br />
yanında PAD’nin 20 ng/dl’nin üzerinde olması PH tanısı için yüksek belirleyiciliğe sahiptir.<br />
PAD’nin normal aralıkta fakat üst çeyrekte olması yanında PAD/PRA oranının 20’nin üzerinde<br />
olmasıyla primer hiperaldosteronizm (PH) belirleyicilik oranı % 90’nın üzerindedir. PAD/PRA düzeyinin,<br />
Na alımına <strong>ve</strong> antihipertansif kullanıma hiç bakılmaksızın PH belirleyicilik oranı % 70’in<br />
üzerindedir. PRA’nin
32 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Hipertansiyon <strong>ve</strong><br />
Hipokalemi<br />
PAD/PRA<br />
(ng/dl)/(ng/ml)<br />
Oran>20<br />
PAD>15 ng/dl<br />
PAD <strong>ve</strong> PRA düşük<br />
Primer<br />
Hiperaldosteronizmi<br />
Araştır<br />
Araştırılması Gerekenler 2<br />
PAD <strong>ve</strong> PRA yüksek,<br />
oran
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
33<br />
Araştırılması Gerekenler 1<br />
a) Renovasküler hipertansiyon<br />
b) Diüretik kullanımı<br />
c) Renin sekrete eden tümörler<br />
d) Malign faz hipertansiyon<br />
e) Aorta koarktasyonu<br />
Araştırılması Gerekenler 2<br />
a) Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi<br />
b) Eksojen mineralokortikoid<br />
c) DOC üreten tümör<br />
d) Cushing Sendromu<br />
e) 11 beta OHSD eksikliği<br />
f) Aldosteron metabolizma değişiklikleri<br />
g) Liddle sendromu<br />
Testler öncesi <strong>ve</strong> sonrası<br />
Tarama testi öncesi <strong>ve</strong> test yorumunda öneriler<br />
· PAD <strong>ve</strong> PRA oranına bakmak için yapılan ilk taramada sabah 8-10 arası yapılacak örnek alımı<br />
yeterlidir. Bu test için postur değişimi önemli değildir. Mineralokortikoid reseptör antagonistleri<br />
(spiranolakton <strong>ve</strong> eplerenon), renin inhibitörleri <strong>ve</strong> yüksek doz amiloride alımı(5 mg/gün üzerinde)<br />
PH tanısı tarama testi değerlendirmesinde önemlidir <strong>ve</strong> 6 hafta önce kesilmelidir. Yalnız bu<br />
orana bakılırken hastaların hipopotasemileri düzeltilmelidir.<br />
· ACE inhibitörleri(ACEi), Anjiotensin reseptör blokörleri (ARB) <strong>ve</strong> diüretikler PRA’ni yükseltebilirler.<br />
Bu ilaçları kullanırken elde edilen PRA daha yüksek olabilir, PAD/PRA bu nedenle daha düşük<br />
olabilir. Fakat bu ilaçları alırken PRA’nin düşük olması PH tanısı olasılığını arttırır. PAD/PRA<br />
oranı adrenerjik inhibitör kullananlarda yüksek çıkabilir, fakat PAD düzeyi 15 ng/dl’nin altındadır.<br />
· PH’li hastaların tamamına yakınında PRA düzeyi 1 ng/ml-saatin altındadır,<br />
· Sekonder Hiperaldosteronizmde oran 10’un altındadır.<br />
Ayırıcı tanı testleri için öneriler<br />
· PAD/PRA oranı sonrası PH düşünülen tüm hastalarda ayırıcı tanı <strong>ve</strong> kesinleştirici testler yapılmalıdır.<br />
· Hastaların tamamını testleri etkileyebilecek ilaçlardan arındırmak mümkün değildir,<br />
· Aldosteron <strong>ve</strong> renin sekresyonunu değiştiren ilaçlar kullanılmamalıdır,<br />
· Hipokalemi aldosteron sekresyonunu inhibe eder, düzeltilmelidir,<br />
· Etkileyecek ilaçlar; ACEI, Beta blokörler, spironolaktone, <strong>ve</strong> eplerenone renin inhibitörleri, yüksek<br />
doz amiloride; (6 hafta önce kesilmelidir),<br />
· Etkisi olmayan antihipertansifler; Alfa blokörler, kalsiyum kanal antagonistleri(<strong>ve</strong>rapamil),
34 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Primer Hiperaldosteronizmde ayırıcı tanı<br />
Dinamik testler<br />
A) İV. serum fizyolojik supresyon testi; Bir gece açlık sonrası test yapılır. % 0.9 NaCl, 2 lt, 500<br />
cc/saatde, 4 saat süresiyle, hasta yatar pozisyonda iken İV infüze edilir. Hastaların kardiyak fonksiyonları<br />
normal olmalı, test sırasında kan basıncı <strong>ve</strong> kalp hızı izlenmelidir. Test bitiminde PAD<br />
ölçümü için kan alınır. Normal kişilerde PAD 139 pmol/L (5 ng/dl) altına düşer, otonomik aldosteron<br />
üretimi varlığında PAD 277 pmol/L (10 ng/dl) üzerindedir. Ara değerler ise şüphelidir,<br />
fakat PH için yüksek oranda şüphe oluşturur.<br />
B) Oral tuz yükleme testi; Oral olarak 3 gün, 218 mmol sodyum <strong>ve</strong>rilmesi <strong>ve</strong>ya 3x1 gram (12.8<br />
gr. NaCl’e eş) tuz <strong>ve</strong>rilmesi ile uygulanır. Şiddetli hipertansiyonu olan hastalarda artmış sodyum<br />
alımının riskleri <strong>ve</strong> potasyum kaybına dikkat edilmelidir. Testin 3. günü 24 saat idrar toplanır.<br />
Toplanan idrarda aldosterone, kreatinin, <strong>ve</strong> sodyum düzeyine bakılır. 39 nmol/gün (14 mikrogram/gün)’den<br />
fazla aldosteron varlığı yanında idrar Na atılımının 200 mmol/24 saatde olması<br />
yeterli sodyum alımını gösterir. İdrar aldosteron düzeyinin 2 mikrogram/24 saat (>33nmol/gün)<br />
üzerinde olması otonom aldosteron sekresyonunu gösterir. PH tanısı için % 96 sensitif, % 93<br />
spesifiktir. Ayaktan yapılması nedeniyle daha kolaydır. Kan basıncı yükselme riski, <strong>ve</strong>ya hipokaleminin<br />
uyarılma riski varsa hasta yatırılarak izlenmelidir.<br />
C) Kaptopril Uyarı testi; Kaptopril 25-50 mg <strong>ve</strong>rildikten 60-90 dakika sonra PAD/PRA oranına<br />
bakılır.<br />
D) Fludrokortizon supresyon testi, Postür değişimine PAD <strong>ve</strong> PRA yanıtlarıda uygulanabilen<br />
testlerdir. Fakat ayırıcı tanıda doğrulukları tartışmalıdır.<br />
Etiyolojik tanının belirlenmesi<br />
PH tanısı kesinleşince etiyoloji belirlenmelidir.<br />
APA, BAH <strong>ve</strong> GRA ayırımı mutlaka yapılmalıdır. Cerrahi tedavinin APA’da hipertansiyonu düzeltmesi<br />
oranı %30–69 arasındadır, beraberinde hipokalemide düzelir, bu nedenle cerrahi tercih edilir.<br />
BAH’da ise cerrahi sonrası hipertansiyonda kür oranı % 19’dur. Bu nedenle cerrahi tercih edilmez,<br />
medikal tedavi <strong>ve</strong>rilir.<br />
APA’yı düşündürenler<br />
· 50 yaştan küçük olma,<br />
· Şiddetli hipokalemi ( 700 pmol/L <strong>ve</strong>ya 25 ng/dl<br />
· Yüksek idrar aldosteron yüksekliği> 30 mikrogram/24<br />
· 18 hidroksikortikosteronun düzeyinin 100 ng/dl üzerinde olması (% 82 sensitivite)<br />
· <strong>Adrenal</strong> CT; 3 mm’den ince kesitlerle; APA’yı göstermesi açısından önemli (1/3-1/2 hastada,<br />
biyokimyasal tanı olsada görüntü negatiftir). Biyokimyasal tanı yanında 1 cm’den büyük tek<br />
taraflı lezyon varlığında, diğer adrenal normalse cerrahi uygulanabilir. CT 1cm’den küçük<br />
lezyon <strong>ve</strong>ya patoloji gösteriyorsa, ya da hiçbir patoloji yoksa <strong>ve</strong> hastaya cerrahi düşünülüyorsa<br />
adrenal <strong>ve</strong>n örneklemesi yapılmalıdır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
35<br />
<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong>n örneklemesi<br />
Sağ <strong>ve</strong> sol adrenal <strong>ve</strong>n örnekleri, inferior <strong>ve</strong>na kava örnekleri ile kıyaslanır; Aldosteron <strong>ve</strong> kortizole<br />
bakılır. <strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong>nden alındığının göstergesi <strong>ve</strong>na kavaya göre 10 kat daha yüksek kortizol oranı varlığıdır.<br />
Sürekli ACTH infüzyonu sonrası ölçümlerin tanıda daha etkili olabileceği ifade edilmektedir.<br />
Sağ <strong>ve</strong> sol adrenal <strong>ve</strong>nden alınan aldosteron oranlarınının 4’den fazla olması APA’yı düşündürürken,<br />
3’den düşük olması BAH’ı düşündürür.<br />
Tedavi<br />
Amaç hipertansiyon, hipokalemi <strong>ve</strong> kardiyovasküler hasarı ortadan kaldırmaktır. Sadece kan basıncının<br />
düşürülmesi yeterli değildir. Aldosteron düzeyide düşürülmelidir (Aldosteronun kardiyovasküler<br />
toksik etkisi; Fibrozis arttırıcı etkisi nedeniyle).<br />
1) APA <strong>ve</strong> UAH’de ilgili taraf adrenalektomisi, cerrahi sonrası hipertansiyon devam ediyorsa 1.basamak<br />
antihipertansif tedavi,<br />
2) BAH <strong>ve</strong> GDH’de medikal tedavi; Tedavi seçiminde spironolakton mutlaka olmalıdır. Fakat jinekomasti,<br />
impotants <strong>ve</strong>ya menstrual düzensizlikler sorun oluşturabilir. Eplerenone bu konuda<br />
çalışmaların sonucuna göre bir alternatif olabilir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Young FW, Kaplan NM, Rose BD; Bölüm editörleri Lacroix A, Bakris GL Approach to the patient with<br />
hypertension and hypokalemia; UpToDate 19.3; 2011<br />
2. Increased diagnosis of primary aldosteronism, including surgically correctable forms, in centers from fi<strong>ve</strong><br />
continents. Mulatero P; Stowasser M; Loh KC; Fardella CE; Gordon RD; Mosso L; Gomez-Sanchez CE;<br />
Veglio F; Young WF Jr; J Clin Endocrinol Metab 2004 Mar;89(3):1045-50<br />
3. Steward PM; Mineralocorticoid hypertension; Meet the professor handouts;27; ENDO 2006<br />
4. Funder JW, Carey RM, Fardella C, et al. Case detection, diagnosis, and treatment of patients with primary<br />
aldosteronism: an endocrine society clinical practice guideline. J Clin Endocrinol Metab 2008; 93:3266.<br />
5. Young WF; Primary Hiperaldosteronism; Meet the professor& case management forum handouts 2010;<br />
p33.
36 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
CUSHİNG SENDROMU<br />
Tanım, etiyoloji <strong>ve</strong> patofizyoloji<br />
Çeşitli sebeplere bağlı olarak gelişen kronik glukokortikoid fazlalığı Cushing Sendromu (CS) olarak<br />
adlandırlır (1). CS’nun yıllık insidansı milyonda 2 olarak bildirilmiştir (2). Ancak bu düşük insidans<br />
normal populasyon taramaları sonucu ortaya çıkmıştır. Oysa yüksek riskli (obezite, kötü kontrollü<br />
diyabet <strong>ve</strong> adrenal insidentaloma) populasyonların taranması sonucunda %2 gibi daha yüksek oranlar<br />
bulunmuştur (3).<br />
Egzojen glukokortikoid kullanımı dışlandığında CS kortikotropin (ACTH) bağımlı <strong>ve</strong>ya ACTH bağımsız<br />
olarak sınıflandırılır. ACTH bağımlı CS olguların %60-80’inde neden hipofizer bir mikroadenomdur<br />
<strong>ve</strong> buna Cushing hastalığı denir. Bir diğer neden çeşitli tümörlerden salgılanan ACTH’ya bağlı<br />
olarak gelişen ektopik ACTH sendromudur (EAS). EAS’a en sık neden olan hastalık küçük hücreli<br />
akciğer kanseridir. EAS olgularının hipofizer hastalıkla karışması tanısal bir sorun teşkil eder. ACTH<br />
bağımsız CS ise genelde adrenalden kaynaklanır <strong>ve</strong> adrenal CS’nun sebepleri ise adrenal adenom, karsinom<br />
<strong>ve</strong> nadiren primer nodüler adrenal hiperplazidir. Bir diğer CS nedeni ise kronik glukokortikoid<br />
kullanımına bağlı gelişen iyatrojenik CS’dur <strong>ve</strong> glukokortikoid tedavisi kesilince tablo geriler.<br />
Cushing sendromunda belirti <strong>ve</strong> bulgular<br />
Yüksek riskli gruplarda CS insidansının normal topluma göre daha yüksek bulunması, riskli grupların<br />
CS açısından taranması gerektiğini göstermiştir. Bu nedenle bazı semptom <strong>ve</strong> bulgular ile bazı<br />
klinik tanılar söz konusu ise CS’nun taranması önerilmektedir (Tablo 1).<br />
1) Cushing Sendromuna spesifik bulgu <strong>ve</strong> semptomlar: En önemlisi santral tipte obezitedir. Santral<br />
obezite çok sık görülmektedir <strong>ve</strong> olguları klinik olarak CS’dan ayırmak güç olduğundan bu olguların<br />
taranması önerilmektedir. Bunun dışında steroidlerin katabolik etkisine bağlı olarak cilt <strong>ve</strong> cilt<br />
altı dokunun incelmesi <strong>ve</strong> sonucunda gelişen pletorik yüz <strong>ve</strong> kolay berelenme, aynı mekanizmayla<br />
gelişen menekşe-mor strialar da dikkati çekmelidir.<br />
2) Hiperkortizolizmle ilişkili olabilecek klinik tablolar: CS metabolik sendromun obezite, hipertansiyon,<br />
diyabet <strong>ve</strong> gonadal bozukluk gibi tüm özellikleriyle karşımıza çıkabilir. Glukokortikoidlerin<br />
glukoz kullanımını bozması nedeniyle insülin direnci ortaya çıkar. CS olgularının %30-60’ında<br />
bozulmuş glukoz toleransı görülürken, aşikar diyabet görülme oranı %25-50’dir (5). Özellikle kötü<br />
kontrollü diyabet olgularında klinisyen uyanık olmalıdır (3). CS’da hipertansiyon genelde hafif derecelidir.<br />
Metabolik sendromda olduğu gibi CS’da da LDL yüksek, HDL düşüktür <strong>ve</strong> bunun sonucunda<br />
total kolesterol <strong>ve</strong> trigliserit düzeyleri yüksektir.<br />
CS hastalarında da polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu (PKOS) olgularında olduğu gibi adet düzensizliği <strong>ve</strong><br />
infertilite görülebilir. Altmışbeş yaşın altında, nedeni açıklanamayan osteoporoz olgularında da CS<br />
olasılığı düşünülmelidir. <strong>Adrenal</strong> insidentaloma olgularında %6-10 oranında subklinik endojen hiperkortizolizm<br />
görüldüğünden, bu grup hastalarda da CS taranmalıdır (6).<br />
3) Cushing Sendromu ile ilişkili olabilecek, spesifik olmayan belirti <strong>ve</strong> bulgular:<br />
CS’da depresyon, anksiyete <strong>ve</strong> mani dahil olmak üzere birçok nörokognitif fonksiyon bozukluğu<br />
görülebilir. Retro-orbital yağ birikimine bağlı egzoftalmus da nadir rastlanan bulgular arasındadır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
37<br />
Tablo 1: Cushing sendromu açısından taranması gereken olgular (4).<br />
Bulunduğu yaşa göre anormal özellikleri olan hastalar<br />
Erken başlayan osteoporoz<br />
Genç yaşta başlayan hipertansiyon<br />
Cushing Sendromuna daha spesifik özellikleri olan hastalar<br />
Kolay berelenme<br />
Pletorik yüz<br />
Mor renkli stria<br />
Proksimal kas güçsüzlüğü<br />
Çocuklarda kilo artışı ile beraber büyüme hızında yavaşlama<br />
Çok sayıda <strong>ve</strong> ilerleyici özelliği olan hastalar<br />
Örneğin santral tipte obezite ile beraber;<br />
Supraklaviküler <strong>ve</strong> dorsoservikal yağ dokuda artış<br />
Artmış lanugo tipi kıllarda artış<br />
Spesifik klinik tanısı olan hastalar<br />
İnsidental adrenal kitle<br />
Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu<br />
Vertebral fraktürün eşlik ettiği osteoporoz<br />
Cushing sendromunda tarama <strong>ve</strong> tanı<br />
CS şüphesi durumunda hastaların ilk değerlendirmesinde yüksek sensitivitesi olan testlerden bir ya<br />
da ikisi ile tarama yer alır. Ancak CS nadir bir hastalık olduğundan tarama testleri ile gerçek pozitif<br />
sonuçlardan daha fazla yanlış pozitif sonuç alma olasılığı akılda tutulmalıdır. Tanı için ise spesifitesi<br />
yüksek olan testlere gereksinim vardır. Başlangıç tarama testlerinden birinde anormallik olan hastanın<br />
bir endokrinoloji uzmanına yönlendirilmesi gerekir.<br />
Tarama testleri<br />
Yenilenmiş kılavuzlar taramaya gece tükürük kortizolü, deksametazon supresyon testi <strong>ve</strong> 24 saatlik<br />
idrar serbest kortizolü testlerinden biri ile başlanmasını önermektedir (7).<br />
a) Gece tükürük kortizolü: Normal bir uyku düzenine sahip hastalarda tarma için kullanılan sensitivite<br />
<strong>ve</strong> spesifitesi oldukça yüksek bir testtir. Tükürük akımının özelliklerinden, bağlayıcı protein<br />
düzeyini etkileyen durumlardan <strong>ve</strong> yaştan etkilenmemesi önemli avantajdır. Örnekler özel tüpler<br />
aracılığı ile alınır. Ülkemiz için laboratuvar olarak yaygın çalışılmaması bir dezavantajdır. Gece<br />
çalışan kişiler, gebelik, alkol bağımlılığı <strong>ve</strong> psikiyatrik bozukluğu olan kişilerde yanlış pozitiflik<br />
olasılığı artar (4).
38 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
b) Supresyon testleri: Yeterli <strong>ve</strong> düşük dozda deksametazon normal hipofiz dokusundan ACTH<br />
salınımını baskılar. Ancak kortikotrop adenom, ektopik ACTH <strong>ve</strong> adrenal kaynaklı endojen kortizol<br />
fazlalığı olgularında bu baskılanma söz konusu değildir. CS olgularını dışlamakta iki günlük<br />
<strong>ve</strong> diğer düşük doz deksametazon supresyon testleri (DDDST) de yetersiz kalabilmektedir (8).<br />
Buna rağmen en yaygın kullanılan tarama testidir. 1 mg deksametazon için sınır 1.8 mg/dL (50<br />
nmol/L) kabul edilmiştir <strong>ve</strong> baskılanma izlenmeyen olgularda ileri değerlendirme önerilmektedir.<br />
c) İdrar serbest kortizolü: CS’da idrar serbest kortizolünün arttığı yönündeki öngörü “Endojen hiperkortizolizm<br />
varsa kortizolün renal atılımı da artacaktır.” savına dayanmaktadır (9). Bu nedenle<br />
CS olgularında 24 saatlik idrar kortizolü de artacaktır. Bu testte en önemli tanısal sorun yetersiz<br />
idrar toplanması <strong>ve</strong> gece olan hafif kortizol yüksekliklerini saptayamamasıdır. Ölçüm için altın<br />
standart yüksek performanslı likit kromatografi (HPLC) yöntemidir. Ancak, hastaların çapraz<br />
reaksiyon <strong>ve</strong>ren karbamazepin <strong>ve</strong> fenofibrat gibi ilaçları kullanıp kullanmadığı yönünden dikkat<br />
edilmelidir. Bir diğer sorun idrar kortizolünün psödo-Cushing koşullarında (alkol bağımlılığı,<br />
yeme bozuklukları, depresyon) da artmasıdır (10). Diğer tarama testleriyle karşılaştırıldığında<br />
idrar kortizolünün sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi ideal değildir (11).<br />
d) Kortizol sirkadyan ritmi: Gece kortizolünün yüksek saptanması, etiyoloji ne olursa olsun CS için<br />
spesifite <strong>ve</strong> sensitivitesi oldukça yüksek bir testtir (11). Sınırlayıcı en önemli sorun rutin uygulama<br />
zorluğudur. Bu nedenle gece tükürük kortizolü ölçümü önerilmiştir (9). 24 saatlik idrarın sensitivitesinden<br />
kuşku duyulduğunda tükürük kortizolü tarama amacı ile kullanılabilir (11).<br />
e) Stimülasyon testleri: ACTH salgısı başlıca kortizolün negatif kontrolü altında olsa da, hipotalamustan<br />
salınan CRH <strong>ve</strong> vazopressin tarafından da uyarılır. Buradan yola çıkılarak, ACTH<br />
bağımlı hafif CS olgularının ayırt edilmesinde CRH <strong>ve</strong> desmopressin testleri kullanılmıştır (12,<br />
13). Kortikotrop adenomlar CRH’ya abartılı yanıt <strong>ve</strong>rir, ancak testin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi<br />
ideal oranlarda değildir.<br />
f) Testlerin birlikte kullanılmasının tanısal değeri: Testlerin her birinin tanısal değeri sınırlı olduğundan,<br />
DDDST ile CRH testi <strong>ve</strong> gece yarısı tükürük kortizolü ile DDDST birlikte yapılarak<br />
sensitivite <strong>ve</strong> spesifite arttırılmaya çalışılmıştır. CRH <strong>ve</strong> DDDST’nin beraber uygulanma nedeni,<br />
hafif CS olgularını ayırt etmede her iki testin de tanısal potansiyelini arttırmaktır. Kortikotrop<br />
adenom söz konusu ise bu adenom deksametazonla suprese olsa bile CRH’ya anormal yanıt <strong>ve</strong>rir.<br />
CS olan hemen tüm olgularda tükürük kortizolü artsa da psödo-CS olgularında da yükselebilir.<br />
DDDST’nin sensitivitesi düşük olsa da spesifitesi daha iyidir. DDDST sonrası alınan tükürük<br />
kortizol ölçümü, serum kortizol ölçümünden daha iyi sonuçlar <strong>ve</strong>rmektedir (11).<br />
Mevcut testler karşılaştırılacak olursa en sensitif <strong>ve</strong> spesifik olanı gece yarısı tükürük kortizolüdür.<br />
24 saatlik idrar kortizolünün tanısal değeri DDDST’den daha iyidir. Tüm bu <strong>ve</strong>riler ışığında CS’da<br />
önerilen güncel tanısal yaklaşım Şekil 1’de özetlenmiştir.<br />
Cushing sendromunda ayırıcı tanı<br />
Endojen bir kortizol yüksekliği kanıtlandıktan sonra tanının ikinci aşaması kortizol yüksekliğinin<br />
kaynağının tespit edilmesidir. Bunun için çeşitli testler <strong>ve</strong> laboratuvar yöntemleri kullanılabilir.<br />
Bazal plazma ACTH düzeyi: ACTH bağımlı CS olgularını ACTH bağımsız olgulardan ayırmakta
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
39<br />
kullanılır (11). ACTH baskılanmış ise (15<br />
pg/mL) düzeyleri ise ACTH bağımlı CS lehinedir. Orta derecede ACTH düzeyleri (5-15 pg/mL) de<br />
ACTH bağımlı CS’nu gösterir, ancak baskılanmamış bir ACTH düzeyi Cushing hastalığı ile EAS<br />
ayırıcı tanısında tek başına yeterli değildir.<br />
ACTH bağımlı CS olgularında ayırıcı tanıda kullanılan testler<br />
Hipokalemi: Hipokalemi EAS tanısını destekleyen bir bulgudur. Hipokaleminin nedeni kortizolü<br />
inakti<strong>ve</strong> eden renal tubuler 11-b-hidroksisteroid dehidrogenaz tip 2 (11-bHSD2) enziminin doygunluğa<br />
ulaşması <strong>ve</strong> sonucunda biriken kortizolün mineralokortikoid etkisidir (14).<br />
Yüksek doz deksametazon supresyon testi (YDDST): Kortikotrop hücreler yüksek doz deksametazona<br />
rağmen negatif kontrol yanıtını korur, ancak EAS’da bu yanıt yoktur. İki gün 8 mg deksametazon<br />
supresyon testinin Cushing hastalığını %65-100 sensitivite ile yakalayabildiği <strong>ve</strong> EAS <strong>ve</strong>ya<br />
adrenal hastalık için spesifitesinin ise %67-100 olduğu bildirilmiştir (15). Ancak YDDST’nin EAS<br />
ile hipofizer olguları ayırt etmekte tek başına kullanılması uygun değildir.<br />
CRH stimülasyon testi: Hipofiz adenomuna bağlı Cushing hastalığında CRH ile stimülasyona<br />
yanıt alındığı halde, EAS olguları bu teste yanıt <strong>ve</strong>rmez. Değişik çalışmalarda kullanılan kriterin<br />
ACTH ya da kortizol olmasına göre testin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi farklılık gösterir (13, 16, 17). EAS<br />
<strong>ve</strong> hipofizer olguları ayırt etmekte tek başına önerilmemektedir.<br />
İnferior petrozal sinüs örneklemesi (İPSÖ): ACTH bağımlı CS ayırıcı tanısında tek başına en iyi<br />
testtir (18). Her iki petrozal sinüs kateterize edilip, CRH uygulaması öncesi <strong>ve</strong> sonrasında her iki<br />
sinüs <strong>ve</strong> periferik kandan örnek alınarak ACTH gradiyenti hesaplanır. Cushing hastalığında santralperiferik<br />
gradiyent yüksek iken, bu yüksek gradiyent EAS’da görülmez. Başlıca komplikasyonları<br />
arasında <strong>ve</strong>nöz tromboz, pulmoner emboli, kraniyal sinir felci <strong>ve</strong> beyin sapı vasküler yapılarında<br />
zedelenme sayılabilir. Gradiyent üçten büyük ise Cushing hastalığı lehinedir. Hipofiz görüntülemesinde<br />
tümörü olan, CRH testi Cushing hastalığı ile uyumlu olan <strong>ve</strong>ya yüksek doz deksametazon <strong>ve</strong><br />
CRH testi Cushing hastalığı ile uyumlu olan olgularda İPSÖ gereksizidir. Bunun dışında ACTH<br />
bağımlı tüm CS olgularında İPSÖ önerilmektedir. Ancak İPSÖ’nün tümörü lateralize etmede yeterli<br />
olmadığı bildirilmiştir.<br />
Jugüler <strong>ve</strong>nöz örnekleme (JVÖ): İPSÖ’ye göre daha gü<strong>ve</strong>nli bir alternatiftir. CRH testiyle beraber<br />
tanısal doğruluğunun artacağı bildirilmektedir (19). İPSÖ tanısal değeri daha yüksek olan bir testtir,<br />
ancak deneyimsiz merkezlerde JVÖ önerilmektedir. JVÖ negatifse, deneyimli bir merkezde İPSÖ<br />
yapılması önerilmektedir.<br />
Ka<strong>ve</strong>rnöz sinüs örneklemesi (KSÖ): Ka<strong>ve</strong>rnöz sinüsler hipofize petrozal sinüsten daha yakındır.<br />
Bu nedenle ACTH bağımlı CS ayırıcı tanısı için KSÖ’de CRH testi gerekmeksizin daha yüksek bir<br />
santral-perifer ACTH oranı elde edilebilir. Ancak tanısal açıdan İPSÖ’ye üstün değildir.<br />
Görüntüleme yöntemleri<br />
Hipofiz: Tüm ACTH bağımlı CS olgularında hipofiz manyetik rezonans görüntüleme (MRG) önerilmektedir.<br />
Tipik kortikotrop adenomlar MRG’de hipodenstir <strong>ve</strong> kontrast tutmaz. Klasik klinik<br />
bulgu <strong>ve</strong> dinamik testlerin hipofizer hastalığı gösterdiği, 6 mm’den büyük adenomu olan olgularda<br />
invaziv testler gereksizdir <strong>ve</strong> MRG tek başına tanısaldır (11).
40 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
<strong>Adrenal</strong>: ACTH’dan bağımsız CS’da, adrenalin ince kesitli bilgisayarlı tomografi (BT) <strong>ve</strong> MRG ile<br />
görüntülenmesi tanının son aşamasıdır (11). <strong>Adrenal</strong> karsinom ayırıcı tanısında her iki yöntem de<br />
yararlıdır. Otonom bir tümör varsa karşı taraf adrenal bez atrofiktir.<br />
Ektopik ACTH sendromu: Tümörün lokalizasyonu için BT, MRG <strong>ve</strong> nükleer tıp yöntemleri kullanılır.<br />
EAS’a en sık neden olan tümörler akciğer, bronş, pankreas <strong>ve</strong> timusun karsinoid tümörleridir.<br />
Ayırıcı tanıda medüller tiroid kanseri, feokromasitoma <strong>ve</strong> küçük hücreli akciğer kanseri de düşünülmelidir.<br />
Bu tümörlerin çoğu somatostatin reseptörü taşır <strong>ve</strong> somatostatin reseptör sintigrafisi<br />
(SRS) ile görüntülenebilir. Ancak SRS’nin 1 cm çapın altındaki tümörlerde sensitivitesi sınırlıdır <strong>ve</strong><br />
saptanan en küçük tümör çapı 0.6 cm olarak bildirilmiştir (20).<br />
Cushing sendromunda tedavi<br />
Tedavi yaklaşımı etiyolojiye göre değişir <strong>ve</strong> tedavi alternatifleri cerrahi tedavi, radyoterapi <strong>ve</strong> medikal<br />
tedavidir.<br />
Hipofizer adenomektomi: Etiyoloji hipofizer Cushing hastalığı ise ilk tercih trans-sfenoidal adenomektomidir<br />
<strong>ve</strong> ilk kez Hardy tarafından uygulanmıştır. Cerrahi öncesi endokrin testlerle hiperkortizoleminin<br />
kaynağının hipofiz olduğunun mutlaka doğrulanması gereklidir. Selektif adenomektomi<br />
ile Cushing hastalığı olgularında tam remisyon başarısı %64-93 olarak bildirilmiştir <strong>ve</strong> başarı oranları<br />
mikroadenomlarda daha yüksektir (21).<br />
Hipofizer radyoterapi: Persistan <strong>ve</strong>ya rekürren Cushing hastalığı olgularında bir tedavi alternatifi<br />
olup en önemli avantajı invaziv olmamasıdır (22). Günümüze kadar en yaygın radyoterapi yöntemi<br />
geleneksel bölünmüş dozlarla yapılırken, günümüzde başlıca lineer akseleratör <strong>ve</strong> gamma knife olmak<br />
üzere stereotaktik radyocerrahi yöntemleri yaygınlaşmıştır.<br />
Medikal tedavi: Kortizol sentezini önlemek amacıyla ketokonazol, metirapon, mitotan, aminoglutetimid,<br />
trilostan <strong>ve</strong> etomidat gibi ajanlar kullanılabilir. Küçük bir hasta gurubunda bromokriptin,<br />
kabergolin, siproheptadin, valproat <strong>ve</strong> oktreotid gibi ACTH’yı baskılayan ajanların da yararı gösterilmiştir<br />
(23). Tüm bu ilaçlarla adrenal yetmezlik gelişme riski vardır <strong>ve</strong> dikkatli doz titrasyonu,<br />
gerekirse kortikosteroid replasmanı önerilmektedir.<br />
<strong>Adrenal</strong> kökenli CS’da tedavi: Tüm adrenal otonom kortizol sekresyonu durumlarında adrenalektomi<br />
(unilateral adenom ya da karsinomda tek, bilateral mikronodüler <strong>ve</strong> makronodüler hastalıkta<br />
iki taraflı adrenalektomi) endikasyonu vardır. Deneyimli merkezlerde laparoskopik adrenalektomi de<br />
uygulanmaktadır. Tek taraflı adrenalektomi olgularına hipofiz-adrenal aks düzelinceye dek, bilateral<br />
adrenalektomi olgularına ise ömür boyunca kortikosteroid replasman tedavisi gerekir.<br />
Endojen hiperkortizolemi kaynağı ortadan kaldırıldıktan sonra hastalar sıklıka kendilerini daha kötü<br />
hissederler. Operasyon sonrasında ciltte soyulma, eklem ağrıları, letarji <strong>ve</strong> mood değişiklikleri görülebilir<br />
<strong>ve</strong> bu rahatsız edici semptomların düzelmesi haftalar hatta bazen aylar sürebilir.<br />
Cushing sendromu olgularında remisyonun tayin edilmesi <strong>ve</strong> takip<br />
CS olgularında remisyonun tayininin zamanlaması <strong>ve</strong> remisyonun tayininde kullanılması gereken<br />
testler konusu halen tartışmalıdır. CS nadir bir hastalık olduğundan, remisyonun tayini için değişik<br />
merkezlerde farklı zamanlarda, farklı değerlendirme yöntemleri uygulandığından, bu değişen yaklaşımlardan<br />
yola çıkılarak ortak bir değerlendirme testi <strong>ve</strong> zamanlaması belirlemek oldukça güçtür.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
41<br />
Hastaların tedaviden yarar görüp görmediğinin belirlenmesinde hipofiz-adrenal aksı farklı merezlerde<br />
kortizol <strong>ve</strong> ACTH diürinal ritmi, deksametazon supresyon testleri, 24 saatlik idrar serbest kortizol<br />
düzeyleri, CRH stimülasyon testi <strong>ve</strong> loperamid testi ile değerlendirilmiştir (24-26). Postoperatif 48.<br />
saatte bakılan erken dönem serum kortizol düzeyleri büyük ölçüde fikir <strong>ve</strong>rse de, yanlış pozitif <strong>ve</strong><br />
negatif sonuçları nedeniyle hastanın remisyona girip girmediğinin tayininde geç dönemde tekrarlanan<br />
ölçümlere ihtiyaç vardır (26). Hastanın postoperatif altıncı ayda halen kortikosteroid replasman<br />
tedavisine ihtiyaç duyması, steroid replasman ihtiyacı olmayan hastalarda ise endojen hiperkortizoleminin<br />
olmadığının gösterilmesi hastanın tamamen iyileştiğini gösteren bir kriter olarak kabul edilmektedir.<br />
Ancak yine de erken postoperatif dönemde bakılan kortizol değerinin
42 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
takip sırasında fonksiyonunu yitirebildiği de bildirilmiştir. Tüm bu <strong>ve</strong>riler kortizol salgı özelliğinin<br />
zaman içerisinde değişiklik gösterebileceğine işaret etmektedir. Günümüzde yıllık deksametazon<br />
supresyon testi ile takip önerilmektedir (20).<br />
Tedavi yaklaşımı<br />
Metabolik olarak etkilenmiş olgularda cerrahi seçeneği gündeme gelmelidir (31). Hastaların adrenal<br />
yetmezlik riski nedeniyle steroid tedavisi ile operasyona <strong>ve</strong>rilmesi <strong>ve</strong> adrenalektomi sonrası kortizol<br />
ekseninin düzeldiği gösterilene dek steroid replasmanına devam edilmesi gerekir (20). Cerrahi tedavi<br />
mümkün değilse metabolik etkilere yönelik agresif ilaç tedavisi önerilir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Boscaro M, Barzon L, Fallo F <strong>ve</strong> ark. Cushing’s syndrome The Lancet 2001(357);783-91.<br />
2. Lindholm J, Juul S, Jorgensen JO <strong>ve</strong> ark. Incidence and late prognosis of Cushing’s syndrome: a population<br />
based study. J Clin End Metab 2001;86(1):117-23.<br />
3. Findling JW, Raff H. Diagnosis and differential diagnosis of Cushing’s syndrome. Endocrinol Metab Clin<br />
N Am 2001; 30(3):729-47.<br />
4. Caroll TB, Findling JW. The diagnosis of Cushing’s syndrome. Rev Endocr Metab Disord 2010;11:147-<br />
153.<br />
5. Biering H, Knappe G, Gerl H <strong>ve</strong> ark. Prevalence of diabetes in acromegaly and Cushing’s syndrome. Acta<br />
Med Austriaca 2000;27(1):27-31.<br />
6. Invitti C, Giraldi FP, de Martin M <strong>ve</strong> ark. Diagnosis and management of Cushing’s syndrome: results of an<br />
Italian multi-centre study. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology of<br />
the Hypotalamic-Pituitary-<strong>Adrenal</strong> Axis. J Clin Endocrinol Metab 1999;84(2) 440-8.<br />
7. Nieman LK, Biller BM, Findling JW <strong>ve</strong> ark. The diagnosis of Cushing’s syndrome: an Endocrine Society<br />
Clinical Practice Guideline. J Clin Endocrinol Metab 2008;931526-40.<br />
8. Findling JW, Raff H, Aron DC. The low-dose dexamethasone suppression test: a reevaluation in patients<br />
with Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2004; 89(3):1222-6.<br />
9. Raff H. Salivary cortisol: a useful measurement in the diagnosis of Cushing’s syndrome and the evaluation<br />
of the hypothalamic-pititary-adrenal axis. Endocrinologist 2000;10:9-17.<br />
10. Papanicolaou DA, Yanovski JA, Cutler GB Jr, Chrousos GP, Nieman LK. A single midnight serum cortisol<br />
measurement distinguishes Cushing’s syndrome from pseudo-Cushing states. J Clin Endocrinol Metab<br />
1998;83(4):1163-7.<br />
11. Findling JW, Raff H. Screening and diagnosis of Cushing’s syndrome. Endocriol Metab Clin N Am<br />
2005;43:385-402.<br />
12. Raff H, Homar PJ, Burns EA. Comparison of two methods for measuring salivary cortisol. Clin Chem<br />
2002;48(1):207-8.<br />
13. Pecori Giraldi F, Invitti C, Cavagnini F. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology<br />
of the Hypothalamic-pituitary-adrenal axis. The corticotropin-releasing hormone test in the<br />
diagnosis of ACTH-dependent Cushing’s syndrome: a reappraisal. Clin Endocrinol 2001;54(5):601-7.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
43<br />
14. Torpy DJ, Mullen N, Ilias I <strong>ve</strong> ark. Association of hypertension and hypokalemia with Cushing’s syndrome<br />
caused by ectopic ACTH secretion: a series of 58 cases. Ann N Y Acad Sci 2002;970:134-44.<br />
15. Aron DC, Raff H, Findling JW. Effecti<strong>ve</strong>ness <strong>ve</strong>rsus efficacy: the limited value in clinical practice of high<br />
dose dexamethasone suppression testing in the differential diagnosis of adrenocorticotropin-dependent<br />
Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 1997;82(6):1780-5.<br />
16. Invitti C, Giraldi FP, de Martin M <strong>ve</strong> ark. Diagnosis and management of Cushing’s syndrome: results of an<br />
Italian multi-centre study. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology of<br />
the Hypotalamic-Pituitary-<strong>Adrenal</strong> Axis. J Clin Endocrinol Metab 1999;84(2): 440-8.<br />
17. Newell-Price J, Morris DG, Drake WM <strong>ve</strong> ark. Optimal response criteria for the human CRH test in the differential<br />
diagnosis of ACTH-dependent Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2002;87(4):1640-5.<br />
18. Lindsay JR, Nieman LK. Differential diagnosis and imaging in Cushing’s syndrome. Endocrinol Metab<br />
Clin N Am 2005;34:403-21.<br />
19. Ilias I, Chang R, Pacak K <strong>ve</strong> ark. Jugular <strong>ve</strong>nous sampling: an alternati<strong>ve</strong> to petrosal sinus sampling for the<br />
diagnostic evaluation of adrenocorticotropic hormone-dependent Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol<br />
Metab 2004;89(8):3795-800.<br />
20. Grumbach MM, Biller BM, Braunstein GD. Management of the clinically inapparent adrenal<br />
mass(incidentaloma). Ann Inern Med 2003;138(5):424-9.<br />
21. Laws ER, Reitmeyer M, Thapar K <strong>ve</strong> ark. Cushing’s disease resulting from pituitary corticotrophic microadenoma.<br />
Treatment results from transsphenoidal microsurgery and gamma knife radiosurgery. Neurochirurgie<br />
2002;48: 294-299.<br />
22. Vance ML. Pituitary radiotherapy. Endocrinol Metab Clin N Am 2005;34:479-87.<br />
23. Miller JW, Crapo L. The medical treatment of Cushing’s syndrome. Endocr Rev 1993;14(4):443-58.<br />
24. Cannavo S, Almoto B, Dall’Asta C <strong>ve</strong> ark. Long-term results of treatment in patients with ACTH-secreting<br />
pituitary macroadenomas. Eur J Endocrinol 2003;149(3):195-200.<br />
25. Chee GH, Mathias DB, James RA <strong>ve</strong> ark. Transsphenoidal pituitary surgery in Cushing’s disease: can we<br />
predict outcome Clin Endocrinol 2001;54:617-626.<br />
26. Yap LB, Turner HE, Adams BT <strong>ve</strong> ark. Undetectable post-operati<strong>ve</strong> cortisol does not always predict long<br />
term remission in Cushing’s disease, e<strong>ve</strong>n in good surgical hands. Clin Endocrinol 2002; 56:25-31.<br />
27. Patil CG, Pre<strong>ve</strong>dello DM, Lad SP <strong>ve</strong> ark. Late reccurences of Cushing’s disease after initial successful transsphenoidal<br />
surgery. J Clin Endocrinol Metab 2008;93:358-62.<br />
28. Romanholi DJ, Machado MC, Pereira CC, et al. Role for postoperati<strong>ve</strong> cortisol response to desmopressin<br />
in predicting the risk for recurrent Cushing’s disease. Clin Endocrinol (Oxf). 2008;69:117–22.<br />
29. Carrasco CA, Coste J, Guignat L et al (2008) Midnight Salivary Cortisol Determination for Assessing the<br />
Outcome of Transsphenoidal Surgery in Cushing’s Disease. J Clin Endocrinol Metab.<br />
30. Terzolo M, Bovio S, Reimondo G <strong>ve</strong> ark. Subclinical Cushing’s syndrome in adrenal incidentalomas. Endocrinol<br />
Metab Clin N Am 2005; 34: 423-39.<br />
31. Mansmann G, Lau J, Balk E <strong>ve</strong> ark. The clinically inapparent adrenal mass: update in diagnosis and management.<br />
Endocr Rev 2004;25(2):309-40.
44 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
CS şüphesi<br />
Egzojen glukokortikoid kullanımının dışlanmasından sonra<br />
1) Gece tükürük kortizolü<br />
2) 1 mg deksametazon supresyon testi<br />
3) 24 saatlik idrarda serbest kortizol testlerinden biri ile tarama<br />
(-) (+)<br />
CS dışlanabilir<br />
Fizyolojik hiperkortizolemi<br />
nedenlerinin dışlanması<br />
(+) çıkan testin tekrarı ile doğrulama <strong>ve</strong> bir <strong>ve</strong>ya iki başka test ile<br />
endojen hiperkortizoleminin desteklenmesi<br />
CS dışlanabilir<br />
CS tanısı<br />
CS ayrıcı tanısına yönelik testler
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
45<br />
FEOKROMOSİTOMA<br />
<strong>Adrenal</strong> medüllanın kromaffin dokusundan kaynaklanan tümörlerdir. Paraganglioma ise adrenal dışı<br />
yerleşimli sempatik <strong>ve</strong>ya parasempatik zincirin kromaffin hücreli tümörüdür. Parasempatik kökenli<br />
paragangliomalar nadiren (%5’ten az) aşikar katekolamin sentezi yaparak klinik belirtilere yol açarlar.<br />
Bu nedenle feokromositoma <strong>ve</strong>ya paraganglioma denildiğinde genellikle sırasıyla adrenal medülla <strong>ve</strong><br />
ekstra adrenal sempatik ganglia kaynaklı tümör akla gelir. Klinik tanı <strong>ve</strong> tedavi yaklaşımı genellikle<br />
benzer olduğu için bu bölümde her iki antite “feokromositoma” olarak anılacaktır. Katekolamin<br />
(başlıca epinefrin <strong>ve</strong> norepinefrin) salgılayan feokromositoma <strong>ve</strong> paragangliomalar çeşitli belirtilere<br />
<strong>ve</strong> ciddi hipertansif krizlere neden olabilirler. Tümörlerin yaklaşık %95’i intra-abdominaldir. Bunların<br />
%85-90’nı intra-adrenal yerleşimlidir. %5-10’nu multipldir. Ayrıca %10-15’i ekstra adrenal<br />
yerleşimlidir (paraganglioma).<br />
Sempatik paragangliomalar sıklıkla göğüs, karın <strong>ve</strong> pelviste lokalizedirler. Malignite sıklığı feokromositomalara<br />
göre daha yüksektir. Parasempatik paragangliomalar başlıca baş <strong>ve</strong> boyunda (karotid<br />
cismi, glomus vagale gibi) bulunurlar. Malignite sıklığı %10’dan azdır. Retroperitoneal paragangliomalarda<br />
malignite ihtimali artar.<br />
Epidemiyoloji<br />
Hipertansiyonun %0,5’inden sorumlu <strong>ve</strong> tedavi edilebilir bir sebebidir. Yıllık insidansı 2-8/1.000.000<br />
(yetişkin) kişidir. Otopsi serilerine göre prevalans %0.1’dir. Hipertansif popülasyondaki prevalansı<br />
%0.2-0.6’dır. Erkek <strong>ve</strong> kadında sıklığı eşittir. Her yaşta görülebilmesine karşılık ortalama tanı yaşı<br />
40’tır. Feokromositomalar için bilinen yüzde onlar kuralı (%10 bilateral, %10 ekstra-adrenal, %10<br />
malign) sporadik vakalar için geçerlidir. Ailesel feokromositomda malignite %26-35’tir. Tümörün<br />
daha erken yaşlarda ortaya çıkması, bilateral, ekstra-adrenal, multifokal olma <strong>ve</strong> rekürrens sıklığı<br />
sporadik vakalara göre genellikle (farklı ailesel tiplerine göre değişmekle beraber) artmıştır. Malignbenign<br />
ayrımında gü<strong>ve</strong>nilir histolojik kriterler yoktur. Maligniteyi belirleyen en önemli bulgu metastaz<br />
varlığıdır. Metastaz tümörün rezeksiyonundan yıllar sonra bile oluşabilir. Ayrıca çevre dokuya<br />
invazyon <strong>ve</strong> tümörün büyük (>5 cm) olması malignite riskini artırır.<br />
Etyoloji <strong>ve</strong> Genetik<br />
Vakaların yaklaşık %15-20’sini ailesel feokromositoma oluşturur. Geri kalanlar sporadik vakalar olarak<br />
bilinir. Bu zamana kadar otozomal dominant geçiş gösteren 6 gen mutasyonu tanımlanmıştır:<br />
RET, VHL, NF1, SDHB, SDHC, SDHD genlerinde germline mutasyonları.<br />
1. Multipl Endokrin Neoplazi Tip 2 (MEN): RET proto-onkogen aktivasyonu mevcuttur. MEN-<br />
2’de sadece %25 vakada feokromositoma ilk prezentasyon şeklidir. Geri kalan vakalardaher zaman<br />
tiroid medüller kanser (TMC) daha önce tanı alır. On yaşından önce genellikle feokromositoma<br />
tanısı konmaz. Feokromositoma hemen daima adrenal bezde lokalizedir, hastaların yarısına<br />
yakınında bilateraldir <strong>ve</strong> sıklıkla asenkronik gelişirler. İster profilaktik ister hastalık (TMC) varlığı<br />
nedeniyle total tiroidektomi yapılacaksa öncesinden mutlaka feokromositoma ekarte edilmelidir.<br />
Malign feokromositoma nadirdir. Diğer herediter feokromositoma vakalarından farklı olarak<br />
baskın olarak epinefrin salgılanır.
46 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
MEN Tip 2A<br />
TMC (%100) +Feokromositoma (%50)+Paratiroid hiperplazi/adenom (%10-20)<br />
MEN Tip 2B<br />
TMC (%100)+Feokromositoma (%50)+Mukozal/intestinal nörinomlar (%95-100) (7)<br />
2. Von Hippel-Lindau Hastalığı (VHLH): VHL gen mutasyonu mevcuttur. Feokromositoma sıklıkla<br />
2. dekatda ortaya çıkar, ilk <strong>ve</strong> tek belirtisi de olabilir. O halde VHL taşıyıcıları görünüşte<br />
sporadik vaka olarak ortaya çıkabilir. Feokromositomaların yarısı bilateraldir <strong>ve</strong> çoğu norepinefrin<br />
salgılar.<br />
Retinal anjiomlar + Hemanjioblastom (MSS) + Renal kistler + Epididimal kistadenom + Feokromositoma<br />
(% 20)<br />
Tanı: Aile öyküsü+ SSS hemanjioblastoma+ Feokromositoma <strong>ve</strong>ya Renal karsinoma<br />
Aile öyküsü yoksa;<br />
-İki <strong>ve</strong>ya daha fazla sayıda SSS hemanjioblastoma <strong>ve</strong>ya<br />
-Bir adet SSS hemanjioblastoma +Visseral tümör (kistler hariç)<br />
3. Nörofibromatozis tip 1 (NF1) (Von Recklinghausen Hastalığı) : NF1 gen mutasyonu mevcuttur.Feokromositoma<br />
sıklığı % 1 civarındadır. Fakat hipertansif NF1’li hastalarda feokromositoma<br />
sıklığı %20-50’dir. Feokromositomaların %90’nı benigndir, %84’ü tektir <strong>ve</strong> sıklıkla yetişkinde<br />
görülür. Baskın olarak norepinefrin salgılanır. NF1 tanısı için aşağıdakilerden ikisinin varlığı<br />
gereklidir:<br />
- Altı <strong>ve</strong>ya daha çok Cafeau-lait lekeleri<br />
- İki <strong>ve</strong>ya daha çok kutanöz nörofibroma/pleksiform nörofibroma<br />
- İki <strong>ve</strong>ya daha çok benign iris hamartomu (Lish nodülü)<br />
- En az 1 tane optik sinir glioması<br />
- İnguinal/aksiler çillenme<br />
- Sfenoid kemiğin displazisi <strong>ve</strong>ya psödoartrozu<br />
- Birinci derecede akrabada NF1 tanısı<br />
4. Familyal feokromositoma /paraganglioma sendromları: Mitokondri kompleksi II’ye ait suksinat<br />
dehidrogenaz subünitini kodlayan genlerdeki (SDHB, SDHC, SDHD) mutasyonlar sonucu<br />
oluşurlar. SDHB ile ilişkili tümörde malignite riski artmıştır. Otozomal dominant geçiş<br />
gösterirler. Katekolamin sekresyonu tümörün lokalizsyonu ile ilişkilidir. Baş <strong>ve</strong> boyun paragangliomalarının<br />
%5’i <strong>ve</strong> abdominal paragangliomaların %50’sinden fazlası katekolamin sekresyonu<br />
yapar. Paraganglioma saptanan tüm hastalara mutasyon analizleri yapılmalıdır: Analize; baş <strong>ve</strong><br />
boyun paragangliomasında SDHD <strong>ve</strong> SDHC mutasyonları ile, boyun altındaki paragangliomalarda<br />
ise SDHB mutasyonları ile başlanır.<br />
Kimlere genetik tarama yapılmalıdır <br />
Herediter feokromositoma <strong>ve</strong> paraganglioma bu tanımlanan germline mutasyonlarından birinin sonucu<br />
olarak meydana gelebilir. Vakaların %7.5-27’sinde aşikar sendromik bir belirti olmadan <strong>ve</strong>ya<br />
aile öyküsü yokken germline mutasyonları saptanır. Bu nedenle özellikle 50 yaşın altında olan tüm<br />
hastalara sendromik <strong>ve</strong>ya familyal özellik gösterip göstermediğine bakılmaksızın mutasyon analizi
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
47<br />
yapılması gerektiği ileri sürülmüştür. Buna rağmen çoğu otör aşağıda sıralanan kriterlerden birine<br />
<strong>ve</strong>ya daha fazlasına sahip olan hastalara genetik test yapılması gerektiği konusunda hemfikirdir:<br />
• Ailede feokromositoma <strong>ve</strong>ya paraganglioma öyküsü olması: Familyal vakalar otozomal dominant<br />
(değişen penetranslarıyla) geçiş gösterdiği için etkilen bireyin çocuklarında mutasyon<br />
şansı %50’dir. Aile öyküsü yoksa ailede ani ölüm öyküsü dikkatle sorgulanmalıdır.<br />
• Bilateral feokromositoma<br />
• Paraganglioma<br />
• Feokromositomanın erken yaşta prezentasyonu (
48 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Asemptomatik vakalar<br />
Görüntüleme tekniklerinin daha yaygın kullanılmasıyla vakaların bir kısmı adrenal insidentaloma<br />
olarak tespit edilmektedir. <strong>Adrenal</strong> insidentalomaların yaklaşık %5’inin feokromositoma olduğu<br />
tespit edilmiştir. Ayrıca herediter formların tanınmasıyla diğer aile bireylerinde yapılan taramalar<br />
sayesinde vakalar henüz semptomatik olmadan erken safhada yakalanabilmektedir. Diğer bir gözlem<br />
de VHLH <strong>ve</strong> MEN-2 sendromlu hastaların yarısına yakının asemptomatik olabileceğidir. Klinik olarak<br />
sessiz feokromositomalar da tehlikeli olabilir. Bu nedenle adrenal insidentalomalı tüm vakalarda<br />
feokromositoma açısından biyokimyasal tarama yapılmalıdır.<br />
Kimler feokromositoma için araştırılmalıdır <br />
• Feokromositoma belirti <strong>ve</strong> bulgusu olanlarda (hiperadrenerjik ataklar)<br />
• Dirençli hipertansiyon<br />
• Ailede feokromositoma <strong>ve</strong>ya MEN-2, VHL sendromu, NF 1 öyküsü<br />
• <strong>Adrenal</strong> insidentaloma varlığı<br />
• Anestezi, entübasyon, cerrahi, gebelik, anjiografi sırasında hipertansif atak <strong>ve</strong> açıklanamayan<br />
şok<br />
• Genç yaşta hipertansiyon (
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
49<br />
rinin spesifitesi plazma metanefrin ölçümüne göre belirgin düşüktür (%69 a %89) . plazmada serbest<br />
metanefrin ölçümü bazı avantajlar sunar. Bunlar; üriner örnek toplamak için 24 saate ihtiyaç duymaz,<br />
sempatoadrenal uyarıdan daha az etkilenir <strong>ve</strong> diğer tanısal biyokimyasal parametrelerden daha yüksek<br />
bir sensitiviteye sahiptir. Bu avantajlarının yanında plazmada serbest kortizol ölçümünün sorunları<br />
da vardır. Bunlar; plazmada serbest metanefrin konsantrasyonlarının çok düşük olması <strong>ve</strong> serbest<br />
metanefrinin yapıca diğer katekolaminlerden rahatlıkla ayrılacak benzersiz bir yapısal karakteristiğinin<br />
olmaması olarak özetlenebilir. Metanefrinler plazmada çok düşük konsantrasyonlarda bulunurlar<br />
<strong>ve</strong> genel olarak likid kromatografi ile ölçülürler. Göreceli olarak geniş örnek volümü gerektirirler <strong>ve</strong><br />
örnek hazırlanması uzun sürer <strong>ve</strong> yine kromatografik analiz zamanı da uzundur. Bu sorunlar günümüzde<br />
kullanım alanı bulan tandem MASS spektrometri ile likid kromatografinin birlikte kullanımıyla<br />
(LC-MS/MS) büyük ölçüde giderilmiştir. LC-MS/MS <strong>ve</strong> offline solid phase extraction (SPE)<br />
un birlikte kullanımı diğer testlerden kaynaklanabilecek analitik kusurların çözümünü sağlamaktadır.<br />
Böylece plazmadaki serbest metanefrinlerin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi artırılmıştır. SPE <strong>ve</strong> LC-MS/MS<br />
nin kullanımı endojen plazma bileşenlerinden gelen matriks etkisinden kaçınılmada kritik bir öneme<br />
sahiptir. LC-MS/MS ile kombine edilebilen isopropanol protein presipitasyon yöntemi de kullanışlı<br />
olduğu düşülen ancak klinik geçerliliği tam olarak test edilmemiş bir yöntemdir. Son dönemde tam<br />
otomatize online SPE sistemi ile LC-MS/MS ile kombinasyon, offline SPE sistemindeki kısıtlamaları<br />
(örneğin geniş volüm ihtiyacı, sol<strong>ve</strong>nt evoporasyon gibi) ortadan kaldırmaktadır.<br />
Uygun şartlarda yapıldığında günümüzde mevcut olan testlerle %95’ten fazla vakada tanı konabilmektedir.<br />
Hormon sekresyon özellikleri <strong>ve</strong> metabolizmaları farklı olan heterojen tümörler olduğundan<br />
tanısal doğruluğu yüksek olan multipl testler uygulanmalıdır. Tümörün hormonal aktivitesi<br />
fluktuasyonlar gösterir <strong>ve</strong> bu durum seri katekolamin ölçümlerinde önemli değişikliklere yol açar.<br />
Kriz sırasında <strong>ve</strong>ya hemen sonrasında yapılan ölçümler daha değerlidir. Farklı testlerin kombinasyonu<br />
sensitivite <strong>ve</strong> spesifiteyi artırır. Fraksiyone katekolaminler (epinefrin, norepinefrin, dopamin) <strong>ve</strong><br />
fraksiyone metanefrinler (metanefrin, normetanefrin) günümüzde HPLC (high-performance liquid<br />
chromatography) <strong>ve</strong>ya tandem mass spectroscopy ile oldukça gü<strong>ve</strong>nilir şekilde ölçülmektedir. Bu<br />
teknikler sayesinde (örneğin ilaçlara bağlı meydana gelebilen) yanlış pozitif <strong>ve</strong> yanlış negatif sonuç<br />
riski azalmıştır. Hangi metotla ölçülürse ölçülsün değerlerde 2-3 katı yükselme tanı için çok anlamlıdır.<br />
Fraksiyone metanefrinlerin idrar <strong>ve</strong>ya plazmada ölçümü katekolaminlere göre daha yüksek sensitiviteye<br />
sahiptir. İdrarda (24 saatlik) fraksiyone metanefrinlerin <strong>ve</strong> katekolaminlerin ölçümlerinin<br />
sensitivitesi <strong>ve</strong> spesifitesi %98’dir. Plazma fraksiyone metanefrinlerin sensitivitesi %96-100 <strong>ve</strong> spesifitesi<br />
%85-89’dur (60 yaşından sonra spesifite %77’lere düşer). Ayrıca hipertansif hastalarda yanlış<br />
pozitif sonuç riski yüksektir. O halde normal plazma fraksiyone metanefrin düzeyi feokromositoma<br />
tanısından uzaklaştırmakla beraber yüksek değerler aynı derecede yönlendirici olamaz.<br />
İdrar testleri sıklıkla başlangıç testi olarak kullanılan testlerdir. Yeterli idrar biriktirildiğinden emin olmak<br />
için birlikte idrar kreatinin ölçümü yapılır. Ancak plazma testleri ölçümü daha kolay <strong>ve</strong> pratiktir.<br />
İdrar VMA ölçümü en yüksek yanlış negatif oranına (%14) sahiptir <strong>ve</strong> tarama testi olarak önerilmez.<br />
Bununla birlikte tüm bu testler yükseldiklerinde mükemmel spesifiteye sahiptirler.<br />
Yanlış pozitiflik sıklığı yeni ölçüm metotları ile azalmış olmasına rağmen stres (egzersiz, akut MI, hipoglisemi<br />
gibi), ilaçlar (levodopa, labetolol, trisiklik antidepressanlar, sempatomimetikler gibi), uygunsuz<br />
örnekleme hataları <strong>ve</strong> diyet faktörleri gibi katekolamin artışı durumlarına dikkat edilmelidir.<br />
Antihipertansifler içinde ölçümlerle en az etkileşen selektif α 1<br />
-bloker (doksazosin) <strong>ve</strong> kalsiyum kanal<br />
blokerleridir. Bu testlerde sınırda yükseklik genellikle yanlış pozitifliği gösterir. Böyle durumlarda test
50 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
özellikle farklı metotlarla tekrar edilir. İdeal olarak test sırasında ölçümleri etkileyebilecek ilaçlar kesilir<br />
(Tablo 4).<br />
Böbrek yetmezliğinde plazmada serbest metanefrinlere bakılır. Yükselen katekolaminin tipi lokalizasyonda<br />
yardımcıdır. Çoğunlukla epinefrin <strong>ve</strong> norepinefrin kombine sekrete edilir. Bazen tümör<br />
baskın olarak norepinefrin <strong>ve</strong> çok daha nadir olarak epinefrin sekrete eder. Epinefrin/metanefrin<br />
predominant bir tümör adrenal medüllada <strong>ve</strong>ya Zuckerkandl organında lokalize olacaktır. Norepinefrin/<br />
normetanefrin predominant bir tümör ise hem adrenal medülla hem ekstra-adrenal kaynaklı<br />
olabilir. Dopamin sekrete eden tümörler genellikle normotansif seyrederler. Bu tümörler nadirdir<br />
<strong>ve</strong> genellikle ekstra-adrenaldir. Tanı için idrar dopaminine bakılmaz. Plazma serbest metoksitiramin<br />
<strong>ve</strong>ya dopamin ölçülür. Dopamin için alınan kan buz içinde taşınıp hemen santrifüje edilmelidir.<br />
Provakatif (glukagon, histamin <strong>ve</strong> metoklopramid testleri) <strong>ve</strong>ya supresyon (klonidin testi) testleri<br />
gibi farmakolojik testler artık uygulanmamaktadır.<br />
Normotansif <strong>ve</strong> asemptomatik bir hastada normal plazma katekolamin düzeyleri feokromositoma<br />
tanısını ekarte ettirmez, fakat hipertansif <strong>ve</strong> semptomatik bir hastada tanıdan büyük ölçüde uzaklaştırır.<br />
Diğer bir deyişle, tipik ataklar tanımlayan bir hastada söz konusu atakların sebebi feokromositoma<br />
ise o hastada biyokimyasal testlerin normale göre çok (örneğin >10 kat) artmış olması gereklidir.<br />
Ayrıca semptomatik bir hastada tümör çapı tipik olarak 4.5 cm’in üzerindedir. Semptomatik bir<br />
hastada tümör lokalize edilemiyorsa tanı tekrar gözden geçirilmeli <strong>ve</strong> biyokimyasal anormallikler için<br />
diğer sebepler araştırılmalıdır. İnsidentalomalı asemptomatik bir hastada (henüz prebiyokimyasal<br />
safhada iken) tüm biyokimyasal tester normal olabilir.<br />
Serum kromogranin-A (CgA) feokromositoma tanısında alternatif bir test olarak önerilmiştir. Antihipertansif<br />
ilaç kullanımı CgA ölçümlerini etkilemez. Klirensi böbrekler yoluyla olduğu için orta<br />
derecede renal bozukluk anlamlı derecede artışına neden olur. Bu nedenle CgA rölatif olarak sensitif<br />
(%86) olmasına rağmen tanısal spesifitesi düşüktür. Diğer nöroendokrin tümörlerde de artar.<br />
Kreatinin klirensi > 80 ml/dk olanlarda artmış plazma katekolaminlerle birlikte kombine edildiğinde<br />
tanısal spesifitesi artar.<br />
B) Lokalizasyon çalışmaları<br />
Feokromositoma biyokimyasal olarak kanıtlandıktan sonra lokalize edilmelidir. Bunun için anatomik<br />
görüntüleme bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR) <strong>ve</strong> fonksiyonel görüntüleme<br />
(nükleer tıp metotları) uygulanır. Tümörün lokalizasyonunda hastaya ait bilgiler çok önemlidir.<br />
Altmış yaş üstü olanlarda tümörler nadiren ekstra-adrenal olur. Familyal sendromlarda bilateral <strong>ve</strong>ya<br />
multipl olabilirler. Tümörün katekolamin sekresyon özellikleri de dikkate alınabilir.<br />
Anatomik görüntüleme<br />
En sık BT <strong>ve</strong> MR kullanılır. Sensitiviteleri yüksek (%95-100) fakat spesifiteleri daha düşüktür (%50-<br />
70). Feokromositomaların %90’dan fazlası adrenal bezlere lokalizedir <strong>ve</strong> %98’i abdomen <strong>ve</strong> pelviste<br />
yer alır. Bu nedenle ilk önce abdomen görüntüleme yapılır. Paragangliomaların çoğu paraaortik<br />
alanda <strong>ve</strong>ya renal hilum çevresinde olur. Sporadik tümörlerin çoğu 3 cm’den büyük oldukları için<br />
BT <strong>ve</strong>ya MR ile kolaylıkla saptanabilirler. Yuvarlak <strong>ve</strong>ya oval görünümde <strong>ve</strong> çevre dokudan ayrılmalarını<br />
sağlayan belirgin sınırları vardır. Ayrıca hemorarjik <strong>ve</strong> kistik alanların yaygın olduğu heterojen<br />
görüntüye sahiptirler.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
51<br />
BT: Radyokontrast ajan krizi presipite edebileceğinden işlem öncesi α-blokajı sağlanmalıdır. Düşük<br />
osmolar kontrast kullanımının gü<strong>ve</strong>nli olabileceği belirtilmiştir. Batın <strong>ve</strong> pelvis BT normalse göğüs<br />
<strong>ve</strong> boyun BT çekilir. Küçük toraks tümörlerini saptamak için spiral BT tercih edilir. Kontrassız<br />
BT’de dansite 10 Haunsfield (genellikle >25) üstündedir. Kontraslı BT’de genellikle vaskülerdirler<br />
<strong>ve</strong> kontrast <strong>ve</strong>rildikten 10 dakika sonra washout %50’nin altında (adrenal adenomların aksine) kalır.<br />
MR: Ekstra-adrenal feokromositoma tanısında BT’ye göre daha değerlidir. Radyasyon maruziyetinin<br />
olmaması çocuklarda <strong>ve</strong> gebelerde tercih nedenidir. Kontrast madde gerektirmez. Feokromositoma<br />
T2-ağırlıklı görüntülerde karaciğere göre belirgin hiperintens görüntü <strong>ve</strong>rir.<br />
Fonksiyonel görüntüleme<br />
Biyokimyasal olarak feokromositoma tanısı konan bir hastada BT <strong>ve</strong>ya MR ile tek taraflı adrenal<br />
kitle tespit edildiğinde (metastaz <strong>ve</strong>ya multifokal tümör şüphesi yoksa) kitlenin fonksiyonel olarak<br />
görüntülenmesine gerek yoktur. Ancak abdominal görüntülemeler negatif ise <strong>ve</strong>ya malignite,<br />
metastatik hastalık <strong>ve</strong>ya multipl tümör şüphesi (büyük kitle, paraganglioma, familyal feokromositoma<br />
gibi) varsa <strong>ve</strong>ya böyle durumların ekarte edilmesi gereken bir vaka söz konusu ise fonksiyonel<br />
görüntüleme yapılarak tüm vücut feokromositoma spesifik taramaya tabi tutulur. En çok tercih<br />
edilen metaiodobenzylguanidine (131I-MIBG <strong>ve</strong> 123I-MIBG) sintigrafileri <strong>ve</strong> positron emission<br />
tomografi (PET) yöntemleridir. 123I MIBG sintigrafinin sensitivitesi %83-100 <strong>ve</strong> spesifitesi %95-<br />
100’dür. 131I MIBG’nin ise sensitivitesi %77-90 <strong>ve</strong> spesifitesi %95-100’dür. MIBG negatifse PET<br />
görüntüler kullanılır. Özellikle 18F-fluorodeoxyglucose tarama metastatik alanların saptanmasında<br />
yardımcı olur. 123I-MIBG normal adrenal doku tarafından <strong>ve</strong> genellikle asimetrik olarak tutulur.<br />
Tecrübesiz bir nükleer tıp uzmanı sol adrenali (sol adrenal daha kolay görünür) şüpheli olarak rapor<br />
edebilir. Böyle bir yorum BT <strong>ve</strong>ya MR ile desteklenmedikçe adrenalektomi yapılmamalıdır. Şekil<br />
1.de tanı algoritması yer almaktadır.<br />
Tedavi<br />
Feokromositomada temel tedavi tümörün cerrahi rezeksiyonudur. Tümörlerin çoğu benigndir <strong>ve</strong><br />
eksize edilebilirler.<br />
Medikal Tedavi: Feokromositomada cerrahi öncesi hazırlık için, akut hipertansif krizde <strong>ve</strong> metastatik<br />
hastalıkta primer tedavi olarak medikal tedaviden yararlanılır. Preoperatif tedaviden amaç; kan<br />
basıncı, kalp hızı, kan volümü <strong>ve</strong> diğer organ fonksiyonlarının normalleştirilmesidir. Böylece hasta<br />
anestezi <strong>ve</strong>ya cerrahinin neden olabileceği katekolamin krizinden korunmuş olur. Preoperatif hazırlık<br />
sadece feokromositoma cerrahisini kapsamaz. Başka bir sebeple hasta cerrahiye <strong>ve</strong>rilecekse, biyopsi,<br />
endoskopi <strong>ve</strong> radyofrekans ablasyonu gibi aşırı katekolamin salınımına neden olabilecek durumlar<br />
öncesinden de gerekli hazırlıklar yapılmalıdır.<br />
Cerrahi Tedavi: Tanı konan vakalarda tümör lokalize edildikten sonra uygun hazırlık sonrası tümörün<br />
çıkarılmasıdır. Cerrahi tedavi ile sıklıkla kür sağlanır.<br />
Medikal Tedavi<br />
1) Kan basıncı kontrolü<br />
• Fenoksibenzamin (Dybenzyline): İrre<strong>ve</strong>rsibl, uzun etkili nonspesifik α-adrenerjik antagonistidir.
52 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
• 2x10 mg oral başlanır. Kan basıncı kontrolleri yapılarak doz 2-3 günde bir 10-20 mg olarak artırılır.<br />
Günlük ortalama doz 20-100 mg’dır. Tedaviye cerrahiden 7-10 gün önce başlanır. Ancak<br />
yeni miyokard infarktüsü geçiren, katekolamin kardiyomiyopatisi olan, barsak hareketi disfonksiyonu<br />
<strong>ve</strong> katekolaminlere bağlı vasküliti olan hastalarda tedaviye daha önce başlanır. Doz ayarlanırken<br />
ortostatik hipotansiyon <strong>ve</strong> refleks taşikardi açısından dikkat edilir. Diğer yan etkiler;<br />
miyozis, nazal konjesyon, ejakulasyon inhibisyonu, diyare <strong>ve</strong> yorgunluktur.<br />
• α-bloker tedavisinden 2-3 gün sonra (kalp <strong>ve</strong>ya böbrek yetmezliği yoksa) volüm ekspansiyonunu<br />
sağlamak <strong>ve</strong> α-blokerlere bağlı gelişebilecek ortostazisi önlemek amacıyla yüksek sodyum<br />
diyeti (> 5000 mg/gün) başlanır.<br />
• Selektif α 1<br />
-antagonistleri: Prazosin, Doksazosin, Terazosin<br />
• Fenoksibenzaminin aksine refleks taşikardi yapmazlar <strong>ve</strong> etki süreleri daha kısadır. Bu sayede daha<br />
hızlı doz ayarı yapılabilir <strong>ve</strong> postoperatif hipotansiyon süresini azaltırlar. Günde tekdoz kullanılır.<br />
İlk doz hipotansiyon etkisinden kaçınmak için gece tedaviye başlanır. Yan etki profili açısından<br />
daha iyi olmaları nedeni ile metastatik feokromositoma gibi uzun kullanım endikasyonlarında<br />
tercih edilirler. Fakat preoperatif hazırlıkta yetersiz α blokajı nedeniyle bu ajanlar tercih edilmez.<br />
• Sonuç olarak etkili α blokajı ile refleks taşikardi <strong>ve</strong> hipotansiyon oluşturmaksızın kan basıncı kontrol<br />
edilir <strong>ve</strong> aşırı α-adrenerjik vazokonstruksiyon önlenerek kan volümü ekspansiyonu sağlanır.<br />
• Kalsiyum kanal blokerleri yeterli kontrol sağlanamayan hastalarda tek başlarına <strong>ve</strong>ya selektif<br />
α 1<br />
-antagonistleri ile kombine kullanılırlar. Katekolaminlerin neden olduğu koroner vazospazmda<br />
da etkilidirler. Preoperatif hazırlıkta en sık kullanılan kalsiyum kanal blökeri nicardipindir,<br />
başlangıç dozu 2x30 mg’dır. Ayrıca amlodipin 10-20 mg/gün, nifedipin 30-90 mg/ gün <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rapamil<br />
180-540 mg/gün <strong>ve</strong>rilebilir.<br />
• Kombine α+β adrenoreseptör antagonistleri: Bu ajanların tercih edilebilmesi için α/β antagonist<br />
aktivitesinin en az 4:1 (etkili antihipertansif etki için) olması gereklidir. Bu nedenle gerek labetolol<br />
<strong>ve</strong> gerekse car<strong>ve</strong>dilol mecbur kalınmadıkça preoperatif adrenoreseptör blokaji için önerilmezler.<br />
• Katekolamin sentez inhibitörü: α-Metil tirozin (Demser); Tirozin hidroksilaz enzimini bloke<br />
ederek katekolamin sentezini önlerler. Yeterli α <strong>ve</strong> β blokaji sağlanamayan durumlarda bu ilaçtan<br />
yararlanılabilir. α <strong>ve</strong> β -blöker tedaviye bağlı yan etki gelişirse, hasta tolere edemezse <strong>ve</strong>ya<br />
kan basıncı kontrolü sağlanamazsa <strong>ve</strong>ya intraoperatif olarak tümörün fazla manipulasyonu yapılacaksa<br />
α-Metil tirozin başlanabilir. Ayrıca metirozin tedavisi; rezeksiyon güç olacaksa (malign<br />
feokromositoma) <strong>ve</strong>ya destrüktif tedavi planlanıyorsa (hepatik metastazların radyofrekans ablasyonu)<br />
α <strong>ve</strong> β -blöker tedavi ile kombine edilebilir. Preoperatif hazırlık için; 1. gün:4x250 mg,<br />
2. gün 4x500 mg, 3. gün: 4x750 mg, 4. gün (operasyondan önceki gün): 4x1000 mg <strong>ve</strong> 5. gün<br />
(operasyon sabahı) son doz olarak 1000 mg metirozin <strong>ve</strong>rilir. Bu kısa süreli tedavide başlıca yan<br />
etkisi aşırı uyuklama halidir. α-Metil tirozin kan-beyin bariyerini kolay geçtiği için sedasyon,<br />
somnolans, ekstrapiramidal belirtiler, kabus görme, anksiyete <strong>ve</strong> depresyona neden olabilir. Ayrıca<br />
diyare, galaktore, kristalüri <strong>ve</strong> ürolitiazis yapabilir.<br />
• Hipertansiyon kontrol edilemediğinde ACE inhibitörü ila<strong>ve</strong> edilebilir<br />
• Normotansif hastalara da preoperatif α-adrenoreseptör <strong>ve</strong>ya kalsiyum kanal blöker tedavi <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Ancak katekolamin üretmeyen parasempatik kökenli baş <strong>ve</strong> boyun paragangliomalarında<br />
<strong>ve</strong> sadece dopamin salgılayan tümörlerde α-blokaj tedavisine gerek yoktur.<br />
2) Hidrasyon<br />
• Serum fizyolojik <strong>ve</strong>rilerek intravasküler volüm artırılır, çünkü aşırı katekolamin etkisiyle hipovolemi<br />
vardır. Hidrasyonla α-blokerlere bağlı postural hipotansiyon önlenir. Diğer taraftan
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
53<br />
yüksek katekolaminlerin neden olduğu α-adrenerjik vazokonstruksiyonun α-blöker tedavisi ile<br />
önlenmesi de kan volümünün düzelmesine katkıda bulunur. Katekolamin fazlalığının neden<br />
olduğu vazokonstriktör etki operasyon sonrası ortadan kalktığı için cerrahi öncesinde olduğu<br />
gibi cerrahi sonrası da plazma volüm ihtiyacı artmıştır.<br />
• Bunu önlemek amacıyla operasyon öncesi başlanarak hidrasyona devam edilir.<br />
3) Taşikardi <strong>ve</strong> aritmi tedavisi<br />
• Taşikardi <strong>ve</strong> aritmilerin önlenmesi için yeterli α-blokajından sonra (aksi halde α hiperstimulasyon<br />
sonucu ciddi hipertansif kriz gelişir) b bloker tedavisi başlanır (α-blöker tedavisinden<br />
2-3 gün sonra). Astım <strong>ve</strong>ya kalp yetmezliği olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Uzun dönem<br />
katekolamin fazlalığı miyokardiyopatiye neden olabilir <strong>ve</strong> böyle hastalarda b-blöker tedavisi akut<br />
pulmoner ödeme neden olabilir. Bu nedenle çok düşük dozla başlanır. Örneğin ProHPA KILA-<br />
VUZU 2009 33 pranolol (α-blöker tedavisinden 4-7 gün sonra) 3-4x10 mg başlanır <strong>ve</strong> günlük<br />
60 mg doz genellikle yeterli olur (hedef kalp hızı 60-80/dk. dir).<br />
• Aritmi için ayrıca lidokain (50-100 mg IV) <strong>ve</strong>ya esmolol (50-200 mg/kg/dk İV) kullanılabilir.<br />
4) Glukoz intoleransını tedavi etmek<br />
• Katekolamin fazlalığının neden olabileceği hiperglisemi açısından operasyon öncesi <strong>ve</strong> intraoperatif<br />
takip yapılır <strong>ve</strong> gerekli önlemler alınır. Postoperatif hipoglisemi riski açısından da takip<br />
yapılır.<br />
5) Hipertansif kriz tedavisi<br />
• Gerek operasyon öncesi gerek intraoperatif (entübasyonda, tümörün manipulasyonu ile) hipertansif<br />
kriz olabilir.<br />
• Fentolamin (Regitine amp. 10 mg/ml) (α1+α2 adrenerjik bloker): Kısa etkili non selektif<br />
α-adrenerjik blökeridir. Test dozu 1 mg yapıldıktan sonra gerekli olursa 2.5-5 mg i.v. bolus<br />
yapılır. Yarı ömrü kısa olduğu için hipertansiyon kontrol altına alınana kadar bu doz 5 dk.da bir<br />
tekrarlanır. Bolus enjeksiyonundan sonra ilaca maksimal yanıt 2-3 dk. içinde olur <strong>ve</strong> ilacın etkisi<br />
10-15 dk. sürer. Veya sürekli infüzyon yapılır: 100 mg fentolamin+500 ml %5 Dekstroz olarak<br />
kan basıncına göre doz ayarlanır.<br />
• Na-nitroprussid alternatif olarak kullanılır: 500 ml %5 Dekstroz içine 100 mg konarak 0.5- 5<br />
μg/kg/dk İV infüzyonla <strong>ve</strong>rilebilir. Tiyosiyanat toksisitesi riski nedeniyle infüzyon süresi uzayacaksa<br />
doz 3 μg/kg/dk’dan fazla olmamalıdır.<br />
• Nicardipin İV infüzyon kullanılabilir. İnfüzyon hızı 5 mg/saat olarak başlanır <strong>ve</strong> 15 dakikada bir<br />
doz 2.5 mg/saat artırılır. Maksimum doz 15 mg/saattir.<br />
• Şekil 2. de preoperatif tedavi özetlenmiştir.<br />
Cerrahi Tedavi<br />
Operasyon öncesi 1-3 gün süreyle 1-2 L/gün %0.9 NaCL ile hidrasyon yapılır. Geçmişte açık cerrahi<br />
ile rezeksiyon yapılırken günümüzde tek taraflı adrenal feokromositomalarda laparoskopik adrenalektomi<br />
tercih edilen prosedürdür (8-10 cm’den küçük tümörlerde). Böyle bir prosedür için postoperatif<br />
hospitalizasyon süresi ortalama 2-3 gündür. Tümör adrenal glandın içinde ise adrenal bez<br />
tümüyle çıkarılır. Zor diseksiyon, invazyon, adezyon <strong>ve</strong>ya cerrahın tecrübesizliği söz konusu ise işlem<br />
açık adrenalektomiye dönüştürülür. Tümör malign ise mümkün olduğu kadar çıkarılır. Özellikle
54 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
bilateral adrenal feokromositomada adrenal korteksin korunduğu cerrahi yaklaşım da uygulanmaktadır.<br />
Ancak MEN-2 hastalarında olduğu gibi rezidü adrenal medülla dokusunun kalabileceği <strong>ve</strong><br />
böylece rekürrens riskinin artabileceği endişesi de vardır. Böyle bir prosedür uygulanmışsa operasyon<br />
sonrası ACTH stimülasyon testi yapılmalıdır. Cerrahiden hemen sonra hipotansiyon gelişebilir.<br />
Sıvı tedavisi <strong>ve</strong> gerekirse aralıklı olarak düşük dozlarda pressör tedavi <strong>ve</strong>rilebilir. Preoperatif yeterli<br />
α-blokajı yapılan <strong>ve</strong> volüm ekspansiyonu sağlanan hastalarda postoperatif hipotansiyon gelişme riski<br />
azdır. Cerrahi esnasında her iki adrenal bez manipüle edilmişse <strong>ve</strong> operasyon sonrası hipotansiyon<br />
gelişmişse adrenal yetmezlik te akla gelmelidir. Postoperatif dönemde geçici hipoglisemi riski olduğundan<br />
kan şekerleri takip edilmeli <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rilen sıvılar %5 dekstroz içermelidir. Başarılı bir operasyon<br />
sonunda genellikle kan basıncı normale döner. Fakat bazı hastalarda 4-8 hafta kadar hipertansiyon<br />
devam eder. Persistan hipertansiyon; nüks <strong>ve</strong>ya rezidü tümör değilse, baroreseptörlerin yeniden regülasyonuna,<br />
hemodinamik değişikliklere, kan damarlarındaki yapısal değişikliklere, renal fonksiyonel<br />
<strong>ve</strong>ya yapısal değişikliklere <strong>ve</strong>ya eş zamanlı var olan esansiyel hipertansiyona atfedilir.<br />
Takip<br />
Postoperatif 1-2 haftadan sonra 24 saatlik idrar fraksiyone metanefrinler <strong>ve</strong> katekolaminler ölçülür.<br />
Ölçümler normal çıkarsa tümörün tam olarak çıkarıldığı anlaşılır. Aksi halde rezidü tümör, ikinci<br />
bir odak <strong>ve</strong>ya metastaz düşünülür. Bilateral adrenalektomi yapılırsa ömür boyu glukokortikoid <strong>ve</strong><br />
mineralokortikoid replasman tedavisi gereklidir. Daha sonra ömür boyu yıllık idrar metanefrinleri<br />
<strong>ve</strong> katekolaminleri <strong>ve</strong> plazma metanefrinleri ile hasta takip edilir. Bu şekilde hasta metastaz, multipl<br />
primer tümörün gecikmiş prezentasyonu <strong>ve</strong>ya rekürrens açısından takip edilir. Familyal hastalıkta <strong>ve</strong><br />
paragangliomada rekürens riski en fazladır. Katekolaminler <strong>ve</strong> metanefrinler yüksek saptanmadıkça<br />
<strong>ve</strong> orijinal tümör fonksiyone ise takipte BT <strong>ve</strong>ya MR gerekli değildir. Eğer biyokimyasal iyileşme sağlanmadıysa<br />
123I MIBG sintigrafisi yapıldığında uzak metastaz saptanabilir (primer tümörün daha<br />
yüksek metabolik aktivitesi nedeniyle cerrahi öncesi olası metastatik odağın MIBG uptake’i maskelenebilir).<br />
Benign feokromositomada prognoz genellikle mükemmeldir <strong>ve</strong> hastaların yaşam beklentisi<br />
sağlıklı kontrollerle aynıdır. Fakat feokromositoma tekrarlayabildiği için hastalar ömür boyu takip<br />
edilmelidir. Familyal hastalıkta, ekstra-adrenal, bilateral, sağ yerleşimli <strong>ve</strong>ya büyük tümörlerde tekrarlama<br />
riski artar. Malign feokromositomada 5 yıllık sürvi %30-60’tır.<br />
Gebelikte feokromositoma<br />
Feokromositoma hem anne hem de fetüs için çok risklidir. Pre-eklamsi ile karıştırılabilir. Tanı, preoperatif<br />
hazırlık <strong>ve</strong> hipertansif kriz tedavisi gebe olamayanlardaki gibidir. Ancak görüntülemede MR<br />
tercih edilir. Ayrıca gebelere nitroprussid <strong>ve</strong>rilmemelidir. Fenoksibenzamin genel olarak fetüs için<br />
gü<strong>ve</strong>nli kabul edilir. En uygun tedavi konusunda farklı görüşler olmasına rağmen, feokromositoma<br />
1. <strong>ve</strong> 2. trimestirde tespit edilmişse cerrahi olarak çıkarılmalıdır. Eğer medikal tedavi tercih edilmişse<br />
<strong>ve</strong> hasta 3.trimestirde ise sezeryan <strong>ve</strong> kitlenin çıkarıldığı tek operasyon uygulanır. Spontan vaginal<br />
doğumdan kaçınılmalıdır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
55<br />
Tablo 1. Feokromositomada atakları başlatan faktörler<br />
Spontan<br />
Mesane kateterizasyonu <strong>ve</strong>ya miksiyon<br />
Mesane paragangliomalarında<br />
Anestezi indüksiyonu<br />
Operasyon<br />
Emasyonel stres, anksiyete<br />
Doğum<br />
Pozisyonla (tümörde bası etkisi ile)<br />
Diyet (tiraminden zengin gıdalar)<br />
İlaçlar<br />
Eğilmek, egzersiz, yük kaldırma<br />
Defekasyon<br />
Batın palpasyonu<br />
Peynir, şarap, bira, et<br />
Histamin, morfin, saralasin, apresolin, Droperidol,<br />
amfetamin, glukagon, Metoklopramid, iyonik kontraslar<br />
Guanetidin, tiramin, kokain, opiatlar<br />
Trisiklik antidepresanlar MAO inhibitörleri,<br />
Dekonjestanlar, β-blokerler<br />
Tablo 2. Feokromositomada klnik bulgular<br />
Kan basıncı değişiklikleri (%<br />
98)<br />
Kardiyak bulgular<br />
Nörolojik Bulgular<br />
Diğer bulgular<br />
Sürekli HT (% 50)<br />
Paroksismal HT (%45) (Hipotansiyon ataklarıyla)<br />
Ortostatik hipotansiyon<br />
Fiziksel manevraların HT’ na yol açmaları<br />
Bazı antihipertansif ilaçlara paradoksal cevap<br />
Anesteziye ciddi pressör cevap<br />
Normotansif (%5-15)<br />
Şok (vasküler tonusun kaybı, aritmi, düşük plazma volümü <strong>ve</strong>ya<br />
kardiyak hasar sonucu olur)<br />
Miyokardit<br />
Dilate <strong>ve</strong>ya hipertrofik kardiyomiyopati<br />
Kardiyak aritmi (atrial <strong>ve</strong>ya <strong>ve</strong>ntriküler )<br />
Pulmoner ödem (kardiyak <strong>ve</strong>ya non-kardiyak)<br />
Akut miyokard infarktüsü<br />
Taşikardi, bradikardi<br />
Mental durum değişikliği<br />
Strok (serebral infarkt, emboli <strong>ve</strong>ya intrakranial hemorarjilere bağlı)<br />
Fokal nörolojik belirtiler<br />
Hipertansif ensefalopati<br />
Yüzde solgunluk daha nadir olarak flushing<br />
Tremor<br />
Hipertansif retinopati<br />
Endişeli / panik görünüm<br />
Li<strong>ve</strong>do retikularis, raynaud fenomeni
56 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Tablo 3. Feokromositoma ayırıcı tanısı<br />
Endokrin sebepler<br />
Tirotoksikoz<br />
Menopoz<br />
Medüller tiroit kanseri<br />
İnsulinoma<br />
Hipoglisemi<br />
Kardiyovasküler sebepler<br />
Labil esansiyel hipertansiyon<br />
Kalp yetersizliği<br />
Pulmoner ödem<br />
Senkop<br />
Ortostatik hipotansiyon<br />
Paroksismal kardiyak aritmi<br />
Anjina<br />
Renovasküler hastalık<br />
Psikolojik<br />
Anksiyete <strong>ve</strong> panik atak<br />
Somatizasyon bozuklukları<br />
Hiper<strong>ve</strong>ntilasyon<br />
Factitious (bazı ilaçlar, valsalva)<br />
Farmakolojik<br />
Adrenerjik inhibitörlerin kesilmesi<br />
MAO-inhibitör + dekonjestan<br />
Sempatomimetikler<br />
İllegal ilaç kullanımı (kokain, PCP, LSD)<br />
Klorpropamid-alkol flush<br />
Vankomisin (“red man syndrome”)<br />
Nörolojik<br />
Postural ortostatik taşikardi sendromu (POTS)<br />
Otonomik nöropati<br />
Migren<br />
Diensefalik epilepsi (autonomic seizures)<br />
İnme<br />
Serebrovasküler yetmezlik<br />
Diğer<br />
Açıklanmayan flushing nöbetleri<br />
Mast hücre hastalığı<br />
Karsinoid sendrom<br />
Rekküren idiopatik anaflaksi<br />
Tablo 4. Katekolamin <strong>ve</strong> metanefrinlerde artışa yol açabilecek ilaçlar<br />
Trisiklik antidepresanlar<br />
Levodopa<br />
Adrenerjik reseptör agonisti içeren ilaçlar (dekonjestanlar)<br />
Amfetaminler<br />
Buspiron <strong>ve</strong> psikoaktif ajanların çoğu<br />
Proklorperazin<br />
Rezerpin<br />
Klonidin kesilmesi<br />
Etanol<br />
Asetaminofen
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
57<br />
Sonuçları etkileyebilecek şüpheli<br />
ilaçlar kesilir<br />
Klinik şüphe<br />
Yüksek<br />
Düşük<br />
24 saat idrar:<br />
-Fraksiyone metanefrinler<br />
-Fraksiyone katekolaminler<br />
Plazma fraksiyone metanefrinler<br />
24 saat idrar:<br />
-Fraksiyone metanefrinler<br />
Normal<br />
Atak sırasında<br />
tekrarla<br />
Normal<br />
Diğer etyolojileri<br />
araştır<br />
İdrar katekolaminlerde > 2 kat ↑ <strong>ve</strong>ya<br />
İdrar metanefrinlerde ↑ (NM>900μg, MN>400 μ <strong>ve</strong>ya<br />
Fraksiyone plazma metanefrinlerde anlamlı artış<br />
Tipik adrenal <strong>ve</strong>ya<br />
para-aoritik kitle<br />
Lokalizasyon:<br />
-Abdominal MR <strong>ve</strong>ya<br />
-Abdominal CT<br />
Negatif<br />
Normal<br />
123I-MIBG sintigrafi istenir<br />
(Aşağıdaki durumlar varsa)<br />
- >10 cm adrenal kitle<br />
-Paraganglioma<br />
Tanıyı gözden geçir<br />
Aşağıdaki tetkikler yapılır:<br />
-123I-MIBG sintigrafi<br />
-In-III pentetreotid tarama<br />
-Tüm vücut MRI taraması<br />
-PET tarama<br />
Genetik tarama açısından değrelendirilir<br />
Preoperatif α <strong>ve</strong> β adrenerjik blokaj tedavisi<br />
Tümör tespit<br />
edilir<br />
Şekil 1. Feokromositomada tanı algoritması<br />
Kitlenin cerrahi rezeksiyonu
58 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
α-adrenoreseptör blöker<br />
(tercihen fenoksibenzamin)<br />
Doz kan basıncına göre ayarlanır<br />
Taşikardi varsa<br />
β-adrenoreseptör eklenir<br />
(α-blokajından 2-3 gün sonra başlanır)<br />
α-Metil tirozin<br />
(gerekirse ila<strong>ve</strong> edilir)<br />
Ayaktan takip<br />
(7-14 gün)<br />
Kalsiyum kanal blöker eklenir<br />
(hala kan basıncı kontolü sağlanamazsa)<br />
Kan basıncı <strong>ve</strong> kalp hızı monitörizasyonu<br />
Sıvı replasmanı<br />
Antihipertansif ilaçlara devam edilir<br />
Hospitalizasyon<br />
(1-3 gün)<br />
Sıvı replasmanına devam edilir<br />
Preoperatif son doz ilaçlarını alır<br />
(sabah erken saatte)<br />
Operasyon<br />
Şekil 2. Feokromositomada preoperatif hazırlık algoritması
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
59<br />
FEOKROMOSİTOMA<br />
(VHL, RET, SDHB, SDHC, SDHD)<br />
Test önceliği<br />
Ekstra-adrenal<br />
<strong>Adrenal</strong><br />
Multipl<br />
Malign<br />
⇓<br />
⇓<br />
⇓<br />
⇓<br />
SDHB<br />
RET, VHL<br />
SDHD, VHL<br />
SDHB<br />
PARAGANGLİOMA<br />
(SDHB, SDHC, SDHD)<br />
Test önceliği<br />
Tek<br />
⇓<br />
SDHB<br />
Multipl<br />
⇓<br />
SDHD<br />
Malign<br />
⇓<br />
SDHB<br />
Şekil 3. Feokromositoma <strong>ve</strong> paragangliomalı hastalarda genetik taramaya şekildeki önceliğe<br />
göre başlanır <strong>ve</strong> ilgili tarama negatif çıkarsa hastanın klinik özelliklerine göre spesifik gen<br />
mutasyonları taramasına devam edilir.
60 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
ADRENAL KARSİNOMA<br />
Primer adrenal kortikal karsinoma nadir, genellikle kötü prognozlu yüksek derecede malign bir tümördür.<br />
Tüm kanser ölümlerinin %0.2’sinin nedenidir. İnsidansı yaklaşık olarak yılda milyonda 1-2<br />
civarındadır. Vakaların çoğu 30-50 yaş arası ortaya çıkmakla birlikte bimodal yaş dağılımı gösterir:<br />
5 yaş öncesi <strong>ve</strong> 4.-5. dekatlar arası. Hastaların hayat beklentisini başlıca erken tanı <strong>ve</strong> tedavi belirler.<br />
Genel olarak erişkinlerde çocuklardan daha agresif seyreder.<br />
Patogenez= <strong>Adrenal</strong> kanserin etyolojisi belli olmamakla birlikte bazı vakalarda adrenal tümöregenez<br />
için önemli bir faktör olan tümör baskılayıcı genlerde mutasyon olduğu <strong>ve</strong> herediter kanser sendromlarıyla<br />
birliktelik gösterdiği saptanmıştır. Li-Fraumeni sendromu, Beckwith-Wiedemann sendromu,<br />
MEN tip 1 bu sendromlardandır. Bu vakalarda çeşitli genotipler tespit edilmiş <strong>ve</strong> hastalık hem<br />
erişkinlerde hem de çocuklarda bulunmuştur.<br />
Klinik prezentasyon= Adrenokortikal karsinomaların yaklaşık %60’ı fonksiyonludur. Fonksiyonlu<br />
adrenokortikal karsinomanın erken tanısı steroid hormon üreten tümöre bağlı ortaya çıkan klinik<br />
tablonun tanınmasına dayanmaktadır. Bunların ortaya kıçarttıkları metabolik tablolar nedeniyle tanınmaları<br />
daha kolaydır. Bilgisayarlı tomografi (BT) <strong>ve</strong> manyetik rezonans görüntüleme (MRG)<br />
tümörü lokalize etme, lokal <strong>ve</strong>ya uzak metastazlarının varlığını ortaya koyma bakımından yardımcı<br />
yöntemlerdir. Geri kalan %50 fonksiyonsuz tümörler ise karın bölgesinden kaynaklanan özgün<br />
olmayan şikayetlerin araştırılması sırasında rastlantısal olarak saptanırlar. Ya da tümör çok büyük<br />
boyuta ulaştığı <strong>ve</strong>ya metastaz yaptığı için saptanmaları mümkün olabilir.<br />
Cushing sendromu erişkin hastalarda en sık gözlenen klinik prezentasyondur (%45). Genel olarak<br />
bu hastalarda kortizol fazlalığına bağlı klinik bulgular 3-6 ay gibi oldukça kısa bir sürede ortaya çıkar.<br />
Bu vakalarda sıklıkla artmış androjen salgısı da görülmektedir. Bunun sonucunda kadınlarda hirsutizm,<br />
akne, düzensiz mensler <strong>ve</strong>ya amenore ortaya çıkarken androjenlerin artışı hiperkortizoleminin<br />
katabolik etkilerini maskeleyebileceğinden bu vakalarda cilt <strong>ve</strong> kaslarda atrofi daha hafif olabilir.<br />
Metastatik hastalığı olanlarda ise kilo alımından ziyade anoreksi <strong>ve</strong> kilo kaybı gözlenir. Seks hormonu<br />
üreten karsinomlar her iki cinsde farklı bulgulara yol açar. Erkeklerde androjen fazlalığı daha az<br />
dikkat çekicidir. Prepubertal erkek çocuklarda ise testis büyümesi olmaksızın erken puberta gelişebilir.<br />
Kadınlarda androjen artışı virilizasyonla seyredebilir. Östrojen salgılayan tümörler kadınlarda<br />
memelerde gerginlik <strong>ve</strong> disfonksiyonel uterus kanamalarına, erkeklerde ise jinekomasti, memelerde<br />
gerginlik, testiküler atrofi <strong>ve</strong> libido azalmasına neden olmaktadır. Prepubertal kız çocuklarında erken<br />
menarş görülebilir.<br />
Hormonal değerlendirme= Adrenokortikal tümörü olan hastalarda tümörün sekretuvar kapasitesini<br />
değerlendirmek için sırasıyla şu testler yapılmalıdır: açlık kan şekeri, serum potasyum, 24 saatlik idrar<br />
serbest kortizolu, dekzametazon baskılama testleri, serum östradiol <strong>ve</strong> adrenal adrojenler, plazma<br />
aldosteron <strong>ve</strong> renin düzeyleri. Fonksiyonsuz görülen adrenokortikal karsinomalarda da hormonal<br />
profile bakılmalıdır, zira bu tümörlerden bazıları progesteron <strong>ve</strong> 11-deoksikortizol gibi steroid hormon<br />
ara ürünlerini salgılayabilirler. Bunların tedavi öncesi tespitleri, daha sonra takipte biyokimyasal<br />
belirteç olarak kullanılmalarına olanak <strong>ve</strong>rir.<br />
Rastlantısal olarak saptanan adrenal kitlelerin benign mi malign mi olduklarının ortaya konulmasında<br />
birkaç önemli nokta vardır. Özellikle kitlenin boyutu bu açıdan yol göstericidir. Ebadı 3 cm.nin altında<br />
olan kitleler genel olarak benign kabul edilirler. Kitlenin boyutu özellikle 6 cm. <strong>ve</strong> üstündeyse malign<br />
olma olasılığı ciddi olarak artmıştır. Malign kitleler BT’de genellikle 5 cm.nin üstünde, nekroz alanları
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
61<br />
da içerdikleri için iç yapısı non-homojen yapıda olan tümörlerdir. Tümör sıklıkla yandaş böbreğin üst<br />
polüne <strong>ve</strong> alt kaval <strong>ve</strong>ne invazyon gösterir. Lipid zengin bir doku olan adrenal bezin tümörleri benign<br />
ise bu özelliklerini koruyacakları için düşük yoğunluğa sahip olacaklardır. Bu amaçla Hounsfield ünitesi<br />
(HU) kullanılır. Benign tümörlerde HU +10’un altındadır. Rakkam ne kadar büyür ise malignite olasılığı<br />
o kadar artmaktadır. Kontrast madde <strong>ve</strong>rilerek yapılan ölçümlerde HU’nun +30 üstünde olması<br />
malign bir kitle olduğunu %95 duyarlılık <strong>ve</strong> %100 özgünlükle ortaya koyar. Ultrason her ne kadar bu<br />
kitlelerin değerlendirilmesinde uygun değilse de karışık eko yapısına sahip, nekroz, hemoraji <strong>ve</strong> kalsifikasyon<br />
alanları içeren kitlelerin malign oldukları söylenebilir. Malign adrenal kitleler MRG’de T-1 ağırlıklı<br />
kesitlerde karaciğere göre hipointens, T-2 ağırlıklı kesitlerde ise hiperintens olarak görülür. Ayrıca<br />
MRG ile lokal organ invazyonu <strong>ve</strong> karaciğer metastazları gösterilebilir. Malign adrenal kitlelerin ayırıcı<br />
tanısı için bir başka yöntem de 131 I–6β-iyodometilnorkolesterol sintigrafisidir. Çoğu adrenokortikal<br />
karsinomalar bu radyonüklidi almadıklarından sintigrafide tümörlü taraf gözlenmez. Fluorodeoksiglukoz<br />
ile yapılan PET skan de bu açıdan yeni <strong>ve</strong> değerli bir yöntemdir.<br />
Evreleme= Adrenokortikal karsinoma, tümörün boyutu <strong>ve</strong> bölgesel ya da uzak tümör tutulumuna<br />
dayanılarak yapılmış MacFarlane sınıflamasının Sullivan tarafından modifiye edilmiş formuna göre<br />
evrelendirilebilmektedir. Bu sınıflama aşağıdaki tablo 1’de gösterilmiştir. En sık metastaz yerleri akciğer,<br />
karaciğer, lenf nodları <strong>ve</strong> kemiktir.<br />
Tablo 1. Adrenokortikal karsinomada MacFarlane sınıflandırması<br />
Evre Boyut Lenfadenopati Lokal invazyon Metastaz<br />
I 5 cm - - -<br />
III Tüm boyutlar + + -<br />
IV Tüm boyutlar + + +<br />
İnce iğne aspirasyon biyopsisi= Sitoloji adrenal tümörlerde benign-malign ayırımında yararlı değildir.<br />
Fakat adrenal tümörü metastatik tümörlerden ayırt etmede kullanılabilir. Dolayısıyla adrenal<br />
beze metastaz düşünülen durumlarda uygulanması söz konusudur.<br />
Prognoz= Kanserin evresi prognozu da belirler. Evre I, II <strong>ve</strong> III için 40 aylık sağkalım oranı %50 iken<br />
evre IV tümörü olanlarda bu oran sadece %10’dur.<br />
Tedavi <strong>ve</strong> izlem= Adrenokortikal karsinomlu hastanın tedavisinde halen geçerli yöntemler cerrahi,<br />
radyoterapi <strong>ve</strong> özgün olmayan kemoterapi rejimiyle mitotanı içermektedir. Cerrahi tedavide hedef<br />
tümör kitlesinin mümkün olduğunca tümünün çıkarılmasıdır. Yandaş dokulara lokal yayılımın olduğu<br />
vakalarda tümörün tamamen çıkarılması mümkün değilse bile olabildiğince tümör dokusunun<br />
çıkartılmasına çalışılmalıdır. Tümörün üst böbrek kutbuna komşuluğu <strong>ve</strong> bu nedenle sıklıkla böbreğe<br />
invazyonu nedeniyle yandaş böbreğin de tümörlü adrenal bezle birlikte çıkarılması sıklıkla gerekmektedir.<br />
Karaciğer metastazlarında kısmi lobektominin uzun dönem remisyon şansını arttırdığı<br />
gösterilmiştir. Adrenokortikal karsinomun radyoterapiye dirençli olduğu bilinmektedir. Bu yüzden<br />
ancak lokal hastalıkta geçici küçülmeye yarar. Özgün olmayan kemoterapötiklerin kullanımı sınırlı<br />
yarar sağlamaktadır. Bu amaçla adriamisin, sisplatin, etoposid, taksol, 5-florourasil, onkovin, siklo-
62 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
fosfamid <strong>ve</strong> suramin kullanılabilmektedir. Özellikle adrenal korteks üzerinde özgün etkinliğe sahip<br />
adrenolitik bir ajan olan mitotan metastatik adrenal kortikal karsinomanın tedavisinde kullanılmaktadır.<br />
Mitotanla adrenal kanserli hastaların %33’ünde kısmi <strong>ve</strong>ya tam cevap alındığı tespit edilmiştir.<br />
Primer tümör ekzisyonu <strong>ve</strong>ya lokal yayılım ya da metastazdan önce adjuvan mitotan tedavinin<br />
sağkalımı uzattığı gösterilmiştir. Mitotanın suramin ile kombine kullanımı her iki ilacın tek başına<br />
yaptıkları etkilerden daha büyük yarar sağlamaktadır.<br />
Adrenokortikal karsinomada uzun dönem tedavi sonuçları= Adrenokortikal karsinomada medikal<br />
tedavinin etkinliği sınırlıdır. Medikal tedaviyle kombine uygulanan cerrahi tedavi ise özellikle lokalize<br />
tümörü olanlarda, evre I-III hastalarda daha başarılı sonuçlar <strong>ve</strong>rmektedir. Cerrahi tedaviyle 70<br />
aylık sağkalım oranı %50 iken, yalnız medikal tedavi alanlarda bu oran %10 kadardır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
63<br />
HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-GONADAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE<br />
TANISAL YAKLAŞIM<br />
1. Tanım<br />
Hipotalamus-hipofiz-gonadal (HHG) aksta herhangi bir seviyede oluşan patoloji sonucu erkek <strong>ve</strong><br />
kadında seks steroidlerin (testosteron <strong>ve</strong>ya östrojen) sentezlenememesi durumu hipogonadizm olarak<br />
tanımlanır.<br />
Hipogonadizm hipotalamus <strong>ve</strong>ya hipofiz düzeyinde oluşan fonksiyonel <strong>ve</strong>ya anatomik bir bozukluk<br />
sonucu ortaya çıkarsa hipogonadotropik hipogonadizm (sekonder hipogonadizm) olarak adlandırılır.<br />
Hipogonadizm testis <strong>ve</strong>ya o<strong>ve</strong>rde yani gonadlarda oluşan fonksiyonel <strong>ve</strong>ya anatomik bir bozukluk<br />
sonucu ortaya çıkarsa hipergonadotropik hipogonadizm (primer hipogonadizm) olarak adlandırılır.<br />
2. Klinik belirti <strong>ve</strong> bulgular<br />
Erkek hastalar<br />
Primer <strong>ve</strong>ya sekonder hipogonadizmin klinik belirti <strong>ve</strong> bulguları erkekte androjen eksikliğine bağlıdır.<br />
Ayrıca hipogonadizmin puberte öncesi <strong>ve</strong>ya sonrası başlaması klinik bulguların en önemli belirleyicisidir.<br />
Başlıca belirti <strong>ve</strong> bulgular Tablo-1 de özetlenmiştir. Özellikle erişkin hastada başlayan<br />
hipogonadizmin fizik muayene bulguları belirgin olmadığı için tanısı gecikebilir <strong>ve</strong> hastalar genellikle<br />
infertile <strong>ve</strong>ya impotans şikayeti ile başvururlar. Ayrıca hipofiz-hipotalamus patolojilerine bağlı<br />
sekonder hipogonadizmi olan hastalarda diğer hipofizer hormon eksikliklerine bağlı klinik bulgular<br />
hakim olabilir. Klinefelter sendromu erkeklerde en sık görülen primer hipogonadizm nedenlerinden<br />
biridir. Son yılarda kafa travmasına bağlı hipofiz yetmezliği görülme sıklığı %15-20 civarlarında<br />
gösterilmiştir <strong>ve</strong> kronik dönemde gonadotrpin eksikliği bu hastaların bir kısmında tanımlanmıştır.<br />
Bu nedenle özellikle ağır kafa travması hikayesi olan tüm hastalarda bu durumun hipogonadotropik<br />
hipogonadizm nedeni olabileceği akılda tutulmalıdır.<br />
Tablo 1. Erkek hastalarda hipogonadizmin başlıca klinik özellikleri:<br />
Puberte öncesi başlayan hipogonadizmdeki belirti <strong>ve</strong> bulgular:<br />
· Küçük testis hacmi (
64 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Kadın hastalar<br />
Primer <strong>ve</strong>ya sekonder hipogonadizm, kadınların çoğunda oligo/amenore <strong>ve</strong>ya infertilite şikayetlerine<br />
neden olur. Eğer puberte öncesi herhangi bir seviyede HPG aksta bir patoloji gelişmiş ise hastalarda<br />
sekonder seks karakterlerinde gelişmeme (özellikle meme gelişimi olmaması <strong>ve</strong>ya yetersiz olması) <strong>ve</strong><br />
amenore ile başvurabilirler.<br />
Onaltı yaşa kadar menarş olunmaması primer amonore, önceden menstruasyon olan bir kadında<br />
3 siklüsten fazla amonore olursa sekonder amenore olarak tanımlanır. Primer amenorenin başlıca<br />
nedenleri olarak gonadal disgenezis (kromozal anomalilere bağlıdır <strong>ve</strong> hipergonadotropik hipogonadizm<br />
grubunda sınıflanır) <strong>ve</strong> fonksiyonel hipotalamik amenore (hipogonadotropik hipogonadizm<br />
grubunda sınıflanır) görülmektedir. Sekonder amenore ile gelen bir kadında öncelikle gebeliğin betahCG<br />
düzeyine bakılarak ekarte edilmesi gereklidir. Yine fonksiyonel hipotalamik amenore sekonder<br />
amenorenin en sık sebeplerinden biridir. O<strong>ve</strong>r disfonksiyonu <strong>ve</strong> hiperprolaktinemi de önemli<br />
sekonder amenore nedenlerindendir. “Hiperprolaktinemi” her iki cinste de GnRH sekresyonunu<br />
baskılayarak sekonder hipogonadizme neden olur.<br />
Meme gelişimi östrojen etkisini göstermesi bakımından ayırıcı tanıda önemli bir göstergedir. Ayrıca<br />
uterus <strong>ve</strong> o<strong>ve</strong>rler gibi internal genital organların görüntüleme yöntemleriyle tespit edilip edilememesi<br />
özellikle kromozom anomalilerine bağlı primer amenore nedenlerinin ayırıcı tanısında yol göstericidir.<br />
Her iki cinste de HPG aksın değerlendirilmesinde hikaye <strong>ve</strong> klinik bulgular tanı <strong>ve</strong> ayırıcı<br />
tanıda önemli bir yere sahip olmakla birlikte, kesin tanı <strong>ve</strong> ayırıcı tanı için periferik kandan<br />
yapılan <strong>ve</strong> aşağıda ana hatlarıyla özetlenen hormonal analizler gereklidir.<br />
3. Tanısal yaklaşım <strong>ve</strong> dinamik endokrin testler<br />
Bazal hormon düzeyleri<br />
HPG aks hastalıklarının tanısı <strong>ve</strong> ayırıcı tanısında son yıllarda önerilen ilk yaklaşım bazal gonadotrpinlerin<br />
(FSH <strong>ve</strong> LH) <strong>ve</strong> hedef organlardan (erkekte testis, kadında o<strong>ve</strong>r) salgılanan seks steroidlerinin<br />
(erkekte testosteron <strong>ve</strong> kadında östrojen) ölçümü şeklindedir. Klinik pratikte erişkin<br />
hastada HPG hastalıklarının çoğunun tanısı <strong>ve</strong> primer-sekonder hipogonadizm ayırımı bu şekilde<br />
bazal hormonların ölçümü ile yapılabilmektedir. Bazı özel durumların ayırıcı tanısı dışında, dinamik<br />
testler (özellikle GnRH uyarı testi) günümüzde çok sık kullanılmamaktadır.<br />
** Serum seks steroidleri düzeyleri referans aralığın alt sınırından düşük iken FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH düzeyleri<br />
üst sınırdan yüksek ise primer hipogonadizm (hipergonadotropik hipogonadizm), serum seks<br />
steroidleri düzeyleri referans aralığın alt sınırından düşük iken FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH düzeyleri normal<br />
referansın alt sınırından düşük <strong>ve</strong>ya uyumsuz olarak normal referans aralıkta ise sekonder hipogonadizm<br />
(hipogonadotropik hipogonadizm) tanısı konur.<br />
** Klinikte dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta gonadotropin <strong>ve</strong> seks steroid normal değerleri her<br />
iki cinste yaşa, uygulanan laboratuar yöntemine, <strong>ve</strong> kadınlarda menstrual siklusun evrelerine <strong>ve</strong> menopoz<br />
durumuna göre değişkendir. Bazal hormon yorumları yapılırken bu farklılıklara dikkat edilmelidir.<br />
** Klinik pratikte erkekte seks steroid olarak genellikle total testosteron ölçümü yeterlidir. Diurnal<br />
bir ritmi olduğu için sabah saat 11.00’den önce ölçülmelidir <strong>ve</strong> tanı mutlaka ikinci bir ölçüm ile<br />
teyit edilmelidir. Ancak seks hormon binding globulin (SHBG) düzeyini etkileyen obezite gibi bir
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
65<br />
hastalık <strong>ve</strong>ya ilaç kullanımı hikayesi gibi bir durum var ise serbest testosteron ölçümü de gerekebilir.<br />
** Ayırıcı tanıda önemli olan <strong>ve</strong> HPG aksı etkileyen “prolaktin <strong>ve</strong> TSH” serum düzeylerinin her iki<br />
cinste de ilk planda ölçülmesi uygun olur.<br />
** Düzenli menstruasyon olan kadınlarda HPG aksın normal olduğu kabul edilir <strong>ve</strong> herhangi bir<br />
hormonal ölçüm gerekli değildir.<br />
Dinamik testler<br />
a. GnRH (gonadotrophin releasing hormone) uyarı testi<br />
Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması<br />
Daha önce de bahsedildiği gibi GnRH testi erişkin hipogonadizmi tanısında çok nadiren kullanılmaktadır.<br />
Bazal hormonlarla tanı netleşmediği zaman kullanılabilir. Pediatrik endokrinoloji kliniklerinde<br />
en sık puberte prekoks tanısında kullanılmaktadır . Ayrıca sekonder hipognadizm <strong>ve</strong> gecikmiş<br />
puberte ayırımının yapılamadığı durumlarda GnRH testi kullanılabilir ancak ayrıcı tanıda her zaman<br />
yeterli olmayabilir.<br />
GnRH uyarı testinin temel prensibi hipofizdeki gonadotrop hücreleri uyararak rezervi belirlemektedir.<br />
GnRH testi ile hipogonadizm tanısı konmaz. Ayrıca bu test HPG aks patolojisinin yerini (özellikle<br />
hipofizer <strong>ve</strong>ya hipotalamik hasar ayırımını) değerlendirmekte yetersiz kalabilir. Normal yanıt hipogonadizmin<br />
hipofizer olmadığını düşündürür ancak reddettirmez çünkü hafif hipogonadotropik<br />
hipogonadizmi olan hastada normal yanıt olabilir. Teste yanıt alınamaması gonadotrop hücrelerde<br />
harabiyeti <strong>ve</strong>ya uzun süreli GnRH eksikliğini gösterir. Primer hipogonadizmi olan hastalarda ise aşırı<br />
FSH/LH cevabı gözlenir.<br />
Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />
· Test insulin hipoglisemi testi <strong>ve</strong> TRH testi ile kombine edilebilir. Kombine edilmeyecek ise açlık<br />
gerekli değildir. GnRH testinin herhangi bir yan etkisi yoktur <strong>ve</strong> kontrendikasyon bildirilmemiştir.<br />
· Test öncesi FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır (0. dakika) <strong>ve</strong> 100 mg GnRH iv olarak <strong>ve</strong>rilir.<br />
Ardından 30, 60, 90 <strong>ve</strong> 120. dakikalarda FSH/LH ölçümü için kan alınır.<br />
· FSH, GnRH uyarısı sonrası LH’dan daha geç <strong>ve</strong> daha az uyarılır.<br />
· Normal yanıt: Kadınlarda folliküler fazda LH pikinde bazal değere göre 2 kattan fazla artış (LH<br />
piki > 2 x bazal), FSH piki ise >1.5 x bazal olarak kabul edilmektedir. Erkeklerde ise LH piki ><br />
3-6 x bazal, FSH piki >1.5-2 kat bazal değerler normal yanıt olarak kabul edilmektedir.<br />
b. Klomifen sitrat çekilme testi<br />
Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması<br />
Klomifen testi rutin uygulamada sık kullanılmayan bir testtir. Klomifen sitrat günümüzde sıklıkla<br />
ovülasyon indüksiyonu için kullanılmaktadır. Klomifen sitrat zayıf östrojenik aktivite sahiptir <strong>ve</strong><br />
hipotalamusta anti-östrojenik etki ile endojen östradiolün negatif feedback etkisinin ortadan kalkmasına<br />
neden olur. Sonuçta GnRH <strong>ve</strong> FSH/LH artışı gözlenir. Erkeklerde testis kaynaklı androjenler<br />
feedback kontrolde östradiole dönüşerek etki ettiği için bu test her iki cinste de kullanılabilir.
66 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Klomifen testi HPG akta özellikle hipofizdeki gonadotrop hücre rezervi konusunda bilgi <strong>ve</strong>rir. Bu<br />
nedenle muhtemel gonadotropin eksikliği tanısı olan hastada tanıyı netleştirmek için kullanılabilir.<br />
En sık adolesan dönemde kilo ile ilişkili hipogonadizm <strong>ve</strong> idiopatik gecikmiş puberte ayırımında<br />
kullanılmaktadır.<br />
LH <strong>ve</strong> FSH yanıtının olmaması hipofiz <strong>ve</strong>ya hipotalamus hasarına bağlı gonadotropin eksikliğini düşündürür.<br />
Ağır anorektik kişiler klomifene yanıt <strong>ve</strong>rmeyebilir fakat kilo alımı sonrası yanıt normale<br />
geri döner. Bazı kaynaklarda klomifen testine testosteron <strong>ve</strong>ya östrojen cevabı bakılması önerilmişse<br />
de, genel yaklaşım seks steroid cevabı bakılmaması yönündedir. Çünkü Klomifen sitrat her iki hormonun<br />
serum düzeylerini SHBG’yi etkileyerek yükseltir <strong>ve</strong> yanlış yorumlara neden olabilir.<br />
Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />
· Depresif hastalarda kullanılması kontrendikedir. En önemli yan etkisi ilaç kullanırken görme<br />
alanında santral holalar oluşabilir ancak ilaç kesilince düzelir.<br />
· Test öncesi (0. gün) serum FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır.<br />
· Kadında 100 mg/gün dozunda 5 gün (adet gören kadında siklusun 5. günü başlanır) klomifen<br />
sitrat <strong>ve</strong>rilir. Erkekte ise 100 mg, günde 2 kez 7-10 gün klomifen sitrat <strong>ve</strong>rilir.<br />
· Testin sonunda tekrar FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır.<br />
· Normal yanıt: kadında klomifen alımının 5. gününde FSH/LH düzeylerinin normal referans<br />
değerin üzerine çıkması, erkekte ise ilaç alımından 1 hafta sonra LH düzeyinin bazale göre 2 kat<br />
artması olarak kabul edilir. (erkekte FSH, LH’ya göre daha az artış gösterir)<br />
c. Human Koryonik Gonadotropin (hCG) uyarı testi<br />
Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması:<br />
hCG, LH benzeri aktivite gösteren glikoprotein yapıda bir homondur. HCG testi erkeklerde özellikle<br />
primer hipogonadizmin ayırıcı tansında halen klinik kullanımı olan bir testtir. Primer hipogonadizm<br />
tanısında yeri yoktur çünkü yukarıda bahsedildiği gibi primer hipogonadizm tanısı bazal hormonal<br />
değerler ile konulabilmektedir. Uygulamasını takiben Leydig hücrelerinde LH reseptörüne bağlanır<br />
<strong>ve</strong> testosteronun sentezi <strong>ve</strong> salınımını uyarır.<br />
Genellikle testiküler fonksiyonu değerlendirmek amacıyla bu test uygulanır. En önemli kullanım<br />
yerlerinden birisi anorşi <strong>ve</strong> kriptorşidizm ayırıcı tanısıdır. Anorşide hCG’ye testosteron cevabı hiç<br />
olmaz, kriptorşidzm de ise subnormal ya da normal yanıt alınabilir. Primer hipogonadizmi olan<br />
erkeklerde test sonrası testosteron yanıtı olmaz , ancak sekonder hipognadizmi olan hastada normal<br />
yanıt beklenir. Ancak uzun süreli sekonder hipoonadizmi olan bir hastada leydig hücrelerinde atrofi<br />
gelişebileceği için kısa süreli hCG uyarısına testosteron yanıtı bir miktar azalmış olabilir, hCG uyarı<br />
süresi uzayınca cevap normale döner. Gonadotropin tedavisi planlanan sekonder hipogonadizmli bir<br />
erkek hastada hCG’ye testosteron yanıtının iyi olması tedavinin uygunluğunun indirekt bir göstergesidir,<br />
fakat bu amaçla rutinde her hastaya tedavi öncesi test uygulanması gerekli değildir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
67<br />
Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />
Testin yapılış protokolü faklı şekillerde tanımlanmıştır <strong>ve</strong> en sık kullanılan 2 protokol şu şekildedir:<br />
· Dört gün boyunca günde 2000-4000 IU hCG i.m. uygulanır. Öncesi <strong>ve</strong> sonrasında testosteron<br />
düzeyi ölçüm için kan alınır; <strong>ve</strong>ya<br />
· Erişkinlerde 5000IU/1.7 m 2 (1500-5000 IU), çocuklarda 100 IU/kg tek doz i.m. olarak uygulanır.<br />
Test öncesi, <strong>ve</strong> hCG’den 72 <strong>ve</strong> 96 saat sonra serum testosteron düzeyi için kan alınır.<br />
· Normal yanıt: Bazal serum testosteron düzeyinin en az 2 kat artmasıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Williams Textbook of Endocrinology, 11th edition, Eds: Kronenberg H.M., Melmed S.<br />
2. Greenspan’s Basic & Clinical Endocrinology, 8th edition, Eds: Gardner D.<br />
3. Hipogonadizm Tanı <strong>ve</strong> Tedavisi, Bolu E., Türkiye Klinikleri J Endocrin-Special Topics, 2011; 4(1): 43-56.<br />
4. High Risk Of Hypopituitarism after Traumatic Brain Injury: A Prospecti<strong>ve</strong> In<strong>ve</strong>stigation of Anterior Pituitary<br />
Function In The Acute Phase and 12 Months after Trauma, Tanri<strong>ve</strong>rdi F. et al., J Clin Endocrinol<br />
Metab, 2006; 91: 2105-2111.<br />
5. The Bart’s Endocrine Protocols, Trainer PJ., 1995 (Churchill Livingstone)
68 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
ERKEK HİPOGONADİZMİ<br />
Endokrin cemiyeti erkek hipogonadizmini; hipotalamo – hipofizer –gonadal aksta bir <strong>ve</strong>ya daha çok<br />
seviyede bozukluk sonucu testisin fizyolojik düzeyde testosteron sentezleyememesi <strong>ve</strong> spermatozoa<br />
sayısında azalma ile karakterize bir sendrom olarak belirlemiştir.<br />
AACE (American Association of Clinical Endocrinologists) <strong>ve</strong> Avrupa androloji <strong>ve</strong> üroloji derneği<br />
farklı şekillerde tanımlamışlardır. Bu nedenle farklı görüşlere göre erkek hipogonadizme bir çok<br />
isimler <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Erkek hipogonadizm de terminoloji<br />
· Andropoz<br />
· ADAM (androgen deficiency in the ageing male)<br />
· Androjen eksikliği sendromu<br />
· Geç başlayan hipogonadizm (late onset hypogonadism)<br />
· Erkek menopozu<br />
· Yaşla birlikte parsiyel androjen düzeyinde azalma (partial androgen decline in the ageing<br />
male=PADAM)<br />
· Testosteron eksikliği sendromu<br />
Ögonadal bir erkekte testosteron regülasyonu<br />
Androjen, erkekte seksüel fonksiyonun sağlanması <strong>ve</strong> devamı için gerekli hormondur. Ögonadal erkekte<br />
testosteron üretiminin regülasyonu hipotalamo hipofizer gonadal aksa (HPG) dayanır (Şekil1).<br />
Hipotalamustan gonadotropin releasing hormon (GnRH) salgılanır <strong>ve</strong> ön hipofizden LH <strong>ve</strong> FSH<br />
salgılatır. LH testisin interstisyel Leydig hücrelerinden testosteron üretimini sağlar, FSH ise spermatagonezi<br />
<strong>ve</strong> sertoli hücre fonksiyonunu uyarır.<br />
Testosteronun %95’ i hipofizer LH <strong>ve</strong> lokal parakrin faktörlerin etkisi ile testiste sentezlenir. Testosteronun<br />
sadece % 1-2’ si dolaşımda serbest halde bulunur. %98-99’u albumine (%40-50) <strong>ve</strong><br />
SHBG’ne (%50-60’ı) bağlanır. Testosteron SHBG’ne kuv<strong>ve</strong>tli bağlanır. Serbest fraksiyonu <strong>ve</strong> albumine<br />
bağlı testosteron biyolojik aktivite gösterir. Bu nedenle albumine bağlı testosteron <strong>ve</strong> serbest<br />
testosteron biyoyararlanımı olan testosteron olarak adlandırılır.<br />
HPG aks negatif feedback mekanizma ile regüle edilir. Testosteron GnRH nın hipotalamustan salınım<br />
sıklığını <strong>ve</strong> amplitüdünü inhibe eder. Ayrıca LH nın hipofizden sekresyonunu inhibe eder. Testisteki<br />
Sertoli hücreleri spermatogenezi stimule ederken glukoprotein hormon olan inhibin hormonu<br />
sentezlenir <strong>ve</strong> inhibin hipofiz üzerine negatif feedback etkilidir, FSH’ nın sekresyonunu inhibe eder.<br />
Testosteron hedef dokuda 5 alfa reduktaz enzimi ile dihidrotestosterona , aromataz enzimi ile estradiole<br />
döner. Testosteron <strong>ve</strong> dihidrotestosteron androjen reseptörüne bağlanarak biyolojik etkilerini<br />
gösterirler. Dihidrotestosteronun %20’si dolaşımda oluşurken %80’ni periferal dokuda testosterondan<br />
dönüşür.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
69<br />
HİPOTALAMUS<br />
GnRH<br />
ÖN HİPOFİZ<br />
FSH<br />
LH<br />
Sertoli hücrresi<br />
LEYDİG HÜCRELERİ<br />
TESTİS<br />
SEMİNÜFER TUBULUS<br />
SPERMATOZOA<br />
TESTOSTERON<br />
Prostat, üreme sistemi <strong>ve</strong> ciltte 5 alfa reduktaz enzimi vardır. Karaciğerde, yağ dokusunda <strong>ve</strong> beyinde<br />
aromataz enzimi bulunur.<br />
Androjen seviyesi 40 yaşından itibaren her yıl % 1 azalır <strong>ve</strong> SHBG ni yaşla birlikte artmakta <strong>ve</strong> biyoyararlanımı<br />
olan testosteronda azalma olmaktadır.<br />
Erkek hipogonadizmi testiküler fonksiyonda anormallikle (primer hipogonadizm) , hipotalamik<br />
<strong>ve</strong>ya hipofizer kusura bağlı ( sekonder hipogonadizm) <strong>ve</strong>ya androjenin hedef dokusunda yetersizlik<br />
sonucu (androjen insensitivite) oluşabilir.<br />
Primer hipogonadizm düşük testosteron, bozulmuş spermatogenez <strong>ve</strong> artmış LH <strong>ve</strong> FSH ile karakterizedir.<br />
Bu nedenle hipergonadotropik hipogonadizm olarak da bilinir.
70 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Sekonder hipogonadizm (hipogonadotropik hipogonadizm) hipotalamus <strong>ve</strong>ya hipofizer hastalıklar<br />
sonucu ortaya çıkar <strong>ve</strong> düşük testosteron <strong>ve</strong> düşük <strong>ve</strong>ya uygunsuz normal LH <strong>ve</strong> FSH konsantrasyonu<br />
ile seyreder. Androjen eksikliği primer <strong>ve</strong> sekonder olarak klasifiye etmenin klinik önemi vardır<br />
çünkü sekonder hipogonadizm de gonadotropin <strong>ve</strong>ya pulsatil GnRH tedavisi ile fertilite mümkündür.<br />
Buna karşılık primer testiküler yetersizlikte spontan fertilite mümkün değildir.<br />
Erkek hipogonadizmin nedenleri Tablo 1’de <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Tablo 1. Erkek hipogonadizmin nedenler<br />
Primer hipogonadizm (Testiküler)<br />
· Konjenital anorşizm<br />
· Kriptorşidizm<br />
· Kabakulak orşiti<br />
· Genetik <strong>ve</strong> gelişimsel durumlar<br />
o Klinefelter sendromu<br />
o Androjen reseptör <strong>ve</strong>ya enzim defektleri<br />
o Sertoli cell only sendromu<br />
o Radyoterapi/Kemoterapi<br />
o Testiküler travma<br />
o Otoimmün sendromlar (anti Leydig hücre hastalıkları)<br />
Sekonder hipogonadizm (hipotalamo-hipofizer)<br />
· Genetik durumlar<br />
o Kallmann’s sendromu<br />
o Prader-Willi sendromu<br />
· Hipofizer tümörler, granülomlar, abseler<br />
· Hiperprolaktinemi<br />
· Kranial travma<br />
· Radyoterapi<br />
· İlaçlar (Östrojenler, psikoaktif ilaçlar, metoklopramid, opioidler )<br />
Primer <strong>ve</strong> sekonder birlikte nedenler<br />
· Yaşlanma<br />
· Alkolizm<br />
· Kronik enfeksiyon (HIV)<br />
· Kortikosteroid tedavisi<br />
· Sistemik hastalıklar<br />
o Karaciğer yetmezliği<br />
o Üremi,<br />
o Orak hücre hastalığı<br />
· Hemokromatozis<br />
· Malnutrisyon<br />
Hipogonadizmde klinik bulgular <strong>ve</strong> tanı<br />
Hipogonadizm tanısında düşük testosteron konsantrasyonu ile ilişkili bir çok semptom <strong>ve</strong> bulgu<br />
vardır. Endokrin cemiyeti <strong>ve</strong> AACE bu konu ile ilgili klavuz hazırlamıştır. Hipogonadizm semptom<br />
<strong>ve</strong> bulgularından her birini gösteren hastada total testosteron düzeyine bakılması önerilmektedir.<br />
Hipogonadizm semptom <strong>ve</strong> bulguları<br />
Primer semptomlar<br />
· Libidonun azalması<br />
· PDES İinhibitörlerinin erektil disfonksiyonda etkili olmaması
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
71<br />
· Depresif mood<br />
· Enerjinin azalması, yorgunluk artışı<br />
· Osteoporoz <strong>ve</strong>ya düşük kemik kitlesi<br />
Düşük testosterona ait diğer semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />
· Yetersiz seksuel gelişim, önikoidizm, aspermi<br />
· Spontan ereksiyonda azalma<br />
· Memede rahatsızlık, jinekomasti<br />
· Vücut kıllarının azalması (aksiler <strong>ve</strong> pubik kıllar azalır, tıraş sıklığı azalır)<br />
· Çok küçük <strong>ve</strong>ya küçülmüş testis (özellikle
72 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Hipogonadotropik hipogonadizme neden olan diğer tüm nedenler ekarte edildikten sonra idyopatik<br />
hipogonadotropik hipogonadizm akla gelmelidir.<br />
Semptom <strong>ve</strong> bulgu +,<br />
anamnez <strong>ve</strong> FM<br />
Sabah total T ölçülür<br />
Total T< 250 ng/dl<br />
250
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
73<br />
· Formülasyona spesifik yan etkiler<br />
o Testosteron enantate , cypionate <strong>ve</strong>ya undeconat<br />
§ Mood <strong>ve</strong> libidoda fluktuasyon<br />
§ Enjeksiyon yerinde ağrı<br />
§ Özellikle yaşlı hastalarda ciddi eritrositozis<br />
o Transdermal patch<br />
§ Uygulama yerinde cilt reaksiyonu<br />
o Transdermal gel<br />
§ Partnere geçiş<br />
§ Ciltte irritasyon<br />
o Buccal testosteron<br />
§ Tad alma duyusunda değişme<br />
§ Diş eti irritasyonu<br />
o Pellet inplantı<br />
§ Enfeksiyon <strong>ve</strong> pelletten dışarı çıkma<br />
o Oral tablet<br />
§ Karaciğer <strong>ve</strong> kolesterol üzerine etki.<br />
Hipogonad erkekte testosteron tedavisi kontrendikasyonları<br />
· Prostat kanseri<br />
· Meme kanseri<br />
· Hematokritin > % 50<br />
· Ciddi alt üriner sistem semptomlarının olması<br />
· Prostat nodülü olan erkeklerde ürolojik muayene sonrası testosteron tedavisi düşünülür.<br />
· Kontrol altında olmayan konjestif kalp yetmezliği<br />
· Miyokard infarktüsü, akut koroner olaylar, koroner revaskularizasyon posedürü<br />
· Tedavi edilmemiş ciddi obstruktif uyku apnesi<br />
Testosteron tedavisi prostat kanseri olan grupta kontrendike olarak bilinirse de lokalize prostat Ca<br />
olup radikal prostatektomi olan <strong>ve</strong> PSA düzeyi 2 yıl boyunda ölçülemez düzeyde olan gruba <strong>ve</strong>rilmiş<br />
<strong>ve</strong> rekurrens çok düşük oranda tespit edilmiştir. Yine de bu konu ile ilgili randomize çalışma olmayıp<br />
prostat Ca sı olan hastaya testosteron tedavisi önerilmemektedir.<br />
Testosteron tedavisi alan hastanın takibi<br />
· Hasta yan etkileri açısından önce 3-6 aylık aralıklarla daha sonra yıllık takip edilir.<br />
· Tedavide hedef testosteron düzeyinin normal aralığın ortasında olması hedeflenir<br />
o Enjektabl testosteron enantat <strong>ve</strong>ya cypionate alan hastanın serum testosteron düzeyi her iki<br />
enjeksiyonun ortasında ölçülür. Eğer testosteron düzeyi > 700 ng/dl (24.5 nmol/L) <strong>ve</strong>ya<br />
74 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Testosteron (T) formulasyonlarının klinik farmakolojisi<br />
Formülasyon Rejim Farmakokinetik profil DHT <strong>ve</strong> E2<br />
T enantate<br />
150-200 mg/2 haftada<br />
bir <strong>ve</strong>ya 75-100 mg/hf<br />
Enjeksiyon sonrası serum<br />
T düzeyi suprafizyolojik<br />
düzeye çıkar, doz intervali<br />
sonunda hipogonadal<br />
düzeye iner<br />
T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />
değişmez.<br />
%1 transdermal<br />
gel<br />
5-10 gr T gel , her gün<br />
50-100 mg T uygulanır.<br />
Serum T <strong>ve</strong> E2 düzeyini<br />
fizyolojik düzeyde tutar.<br />
Serum DHT düzeyi artar,<br />
DHT:T oranı sağlıklı<br />
ögonadal erkeklerden daha<br />
yüksek düzeye çıkar.<br />
Transdermal T<br />
patch<br />
1 <strong>ve</strong>ya 2 patch , 5-10 mg<br />
T her gün uygulanır.<br />
Serum T, DHT <strong>ve</strong> E2<br />
düzeyini fizyolojik<br />
aralıkta tutar.<br />
T:DHT <strong>ve</strong> T: E2 oranını<br />
fizyolojik düzeyde tutar<br />
Buccal T tablet<br />
30 mg kontrollü<br />
salınım tab günde 2 kez<br />
kullanılır<br />
Buccal mukozadan emilir.<br />
Serum T <strong>ve</strong> DHT nu<br />
normalize eder.<br />
T pellet<br />
3-6 pellet SC inplante<br />
edilir<br />
Serum T 1. ayda pik<br />
yapar <strong>ve</strong> 3-6 ayda normal<br />
aralığa iner.<br />
T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />
değişmez<br />
17 α metil T 17 α alkile formu<br />
potansiyel karaciğer<br />
toksisitesi nedeni ile<br />
kullanılmamalıdır.<br />
Oral aktifdir.<br />
Oral T<br />
undeconate<br />
Yemeklerle birlikte<br />
günde 2-3 kez 40-80 mg<br />
kullanılır.<br />
T düzeyi normal düzeyde<br />
tutulur.<br />
DHT:T oranı artar.<br />
Enjectable<br />
uzun etkili T<br />
undeconate<br />
1000 mg IM <strong>ve</strong> 6 hafta<br />
sonra tekrarlanır <strong>ve</strong> daha<br />
sonra 10-14 haftada bir<br />
uygulanır.<br />
T düzeyi normal düzeyde<br />
tutulur<br />
DHT <strong>ve</strong> E2 düzeyi<br />
T düzeyi ile birlikte<br />
artar.T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />
değişmez.<br />
Adheziv matrix<br />
patch T<br />
2X60 cm2 patch 4.8<br />
mg/gün T sağlar.<br />
Serum T, DHT <strong>ve</strong> E2 yi<br />
fizyolojik aralıkta tutar.<br />
T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />
fizyolojik düzeyde tutar.<br />
o Buccal testosteron kullananlarda testosteron düzeyi hemen uygulamadan sonra ölçülmelidir.<br />
o Transdermal jel kullananlarda testosteron düzeyi her an bakılabilir <strong>ve</strong> normal düzeyde tutulmalıdır.<br />
o Testosteron pellet kullanan hastanın testosteron düzeyine doz aralığının sonunda bakılır. Pellet<br />
sayısı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya doz intervali serum testosteron düzeyi normal olacak şekilde ayarlanır.<br />
o Oral testosteron undeconate kullanımında testosteron monütorizasyonu alımdan 3-5 saat<br />
sonra yapılır.<br />
o Enjektabl testosteron undeconat kullanımında serum testosteron düzeyi her enjeksiyon öncesi<br />
ölçümlenir <strong>ve</strong> normal aralıkta tutulur.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
75<br />
· Hematokrit değerine 3. <strong>ve</strong> 6. ayda , daha sonra yılda bir bakılır <strong>ve</strong> %54 üzerinde olursa tedavi<br />
hematokrit değeri gü<strong>ve</strong>nli aralığa inene dek sonlanır. Hastalar hipoksi, <strong>ve</strong> uyku apnesi açısından<br />
sorgulanır.<br />
· KMD ölçümü osteoporozu <strong>ve</strong>ya küçük travma fraktürü olan hastada tedavinin 1-2. yılında yapılr.<br />
· 40 yaş <strong>ve</strong>ya üstündeki hastalarda PSA ölçümü 0.6 ng/ml üzerinde ise , rektal tuşe yapılır. PSA<br />
düzeyi 3-6 . aylarda ölçülür. Daha sonra prostat kanser tarama kılavuzuna göre davranılır.<br />
· 12. ayda serum PSA konsantrasyonundaki artış >1.4 ng/ml <strong>ve</strong> FM de prostata anormallik varsa<br />
üroloji konsültasyonu istenir.<br />
· Her vizitte tedavi protokolü ile ilgili spesifik yan etkiler açısından hasta gözden geçirilir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Dandona P, Rosenberg MT. A practical guide to male hypogonadism in the primary care setting. Int Clin<br />
Pract may 2010, 64 (6); 682-696.<br />
2. Bhasin B, Glein R et al. Testosteron therapy in men with androgen deficiency syndromes: An Endocrine<br />
society clinical practice Guideline. J Clin Endocrinol Metab , June 2010, 95(6), 2536-2559.<br />
3. Bhasin S, Basaria S. Diagnosis and treatment of hypogonadism in men. Best practice & Research Clinical<br />
Endocrinology and Metabolism 2011, 25, 251-270<br />
4. Bhasin S. Williams Texbook of Endocrinology, 11th edition. Androgen deficiency syndromes. 2008, 653-<br />
670.<br />
5. Arianayagam R. Androgen deficiency in the aging man. Australian family physian vol 39, no: 10, october<br />
2010.<br />
6. Barkin J. Erectil dysfunction and hypogonadism. Can J urol 2011, apr, 18, suply 2-7<br />
7. Basil N, Morley JE. Late –life onset hypogonadism : a review. Clin Geriatr MED, 2010, May, 26 (2), 197-<br />
222.<br />
8. Robert I. McLachan. Certainly More Guidelines than rules. J Clin Endocrinol Metab, june 2010, 95 (6):<br />
2610-2613.<br />
9. Krausz C. Le infertility: Pathogenesis and clinical diagnosis.Best Pract Res Clin Endocrinol Metab, 2011<br />
apr 25 (2) 271-285.<br />
10. Wu FC, Tajar A et al. Identifıcation of late onset hypogonadism in middle aged and elderly men. The New<br />
England journal of medicine. 2010. 363, 2, 123-135.<br />
11. Umbas R, Sugiono M. Testosteron replacement therapy in prostate cancer. Acta Med Indones Inter Med ,<br />
2010; 42 (3): 171-175
76 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
ANDROJEN YETMEZLİĞİ DÜŞÜNÜLEN ERKEK OLGUNUN TANI VE<br />
DEĞERLENDİRMESİ<br />
1.1 Androjen yetmezliği tanısı uygun semptom <strong>ve</strong> bulgular ile uyumlu düşük testosteron düzeyleri<br />
varlığında yapılmalıdır. Tablodaki yakınmaları olanlarda serum testosteron düzeyleri bakılmalıdır.<br />
Tablo 1. Erkeklerde androjen yetmezliği düşündürecek semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />
A. Özgün semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />
İnkomple <strong>ve</strong>ya gecikmiş seksüel gelişim, önokoidizm<br />
Libido <strong>ve</strong> seksüel aktivite azalması,<br />
Spontan ereksiyon azalması<br />
Jinekomasti, memede huzursuzluk<br />
Vücut kıllanmasında (aksiler <strong>ve</strong> pubik), traş olma sıklığında azalma,<br />
Küçük <strong>ve</strong>ya küçülmüş testis (
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
77<br />
Hipofiz kitlesi, hipofiz bölgesine radyoterapi <strong>ve</strong>ya sella bölgesinin diğer hastalıkları<br />
Testosteron yapım <strong>ve</strong>ya metabolizmasını etkileyecek ilaçlar ile yapılan tedaviler( Örn: glukokortikoid<br />
<strong>ve</strong> Opioidler)<br />
HIV’a bağlı kilo kaybı<br />
Son dönem böbrek yetmezliği <strong>ve</strong> devam eden hemodiyaliz tedavisi,<br />
Orta düzeyden- ilewri düzeye kronik obstrüktif akciğer hastalığı,<br />
Osteoporoz <strong>ve</strong>ya düşük travmalı fraktür özellikle genç erkeklerde<br />
Tip 2 diabetes mellitus.<br />
Tanı<br />
Adolesanlarda testosteron genellikle normalin alt sınırlarında <strong>ve</strong>ya daha da düşüktür. Normalin üzerindeki<br />
FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH yükseklikleri primer hipogonadizmi, düşük <strong>ve</strong>ya uyumsuz olarak normal<br />
saptanması sekonder hipogonadizmi düşündürmelidir.<br />
Serum total testosteron ölçümü en önemli testtir. SHBG değişikliğine yol açan bir başka hastalık var<br />
ise (obezite gibi) serbest testosterone ölçülebilir. Total testosteronun genç erkeklerde saat 08.00’de<br />
en yüksek iken saat 20.00’de yaklaşık olarak %70 azalma gösteren diurnal bir ritmi olduğundan kan<br />
örneğinin sabah saatlerinde saat 11.00’den önce kan örneği <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Serum FSH <strong>ve</strong> LH konsantrasyonları hipogonadizmin primer mi sekonder mi olduğunu ortaya<br />
koyacaktır. GnRH uyarı testi pitüiter hipotalamik hastalık ayırıcı tanısını tam ortaya koyamaz. hCG
78 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
uyarı testi ise özellikle testislerin fonksiyon görüp göremeyeceği <strong>ve</strong> tedavinin gonadotropinler ile<br />
yapılabileceğini göstermesi nedeniyle sekonder hipogonadizmde önemli yeri olan bir testtir.<br />
Klinefelter sendromu tanısın da periferik lökosit karyotiplemesi, sekonder hipogonadizm düşünülen<br />
hastalarda sella <strong>ve</strong> hipotalamik bölgenin magnetik rezonans görüntülemesi yapılmalıdır.<br />
Özellikle erişkinlerde gözlenen hipogonadizmde spermiyogram ile hastanın değerlendirilmesi unutulmamalıdır.<br />
Tedavi<br />
Prepubertal <strong>ve</strong> yetişkin hipogonadizminde tedavinin hedefleri;<br />
· Seksüel fonksiyon, libido, sağlık durumu <strong>ve</strong> davranışının iyileştirilmesi<br />
· Virilizasyonun sağlanması <strong>ve</strong> sürdürülmesi<br />
· Kemik dansitesinin artırılması <strong>ve</strong> osteoporozun önlenmesi<br />
· Gelecekteki kardiyovasküler hastalık riskini azaltmak<br />
· Fertiliteyi sağlamak olmalıdır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
79<br />
Ülkemizdeki testosteron preparatları<br />
İLAÇLAR Doz Yan Etkiler<br />
Testosteron undecanoate (Virigen) 40 mg kaps. 3-4/gün/PO Hepatik yan etkiler, androjen yanıtı<br />
zayıf<br />
Testosteron (Testogel transdermal<br />
jel)<br />
Testosteron propiyonat 30mg<br />
Testosteron fenpropionat 60mg<br />
Testosteron izokaproat60mg,<br />
Testosteron dekanoat 100 mg<br />
(Sustanon 250)<br />
50 mg/5gr. 1-2 kez/gün Partnere geçiş riski,<br />
2-4 haftda bir İM Farmakokinetiği fizyolojik değil,<br />
ucuz<br />
Testosteron undecanoate (Nebido)<br />
250mg/ml /4 ml (1000 mg)<br />
8-12 haf. bir İM<br />
İnjeksiyonlar ağrılı, farmakokinetiği<br />
fizyolojik değil<br />
Metiltestosterone (Afro tb.) 25mg. Tb x2-3 kez/gün Lokal reaksiyonu, partnere geçiş<br />
Androjen eksikliğinde gonadotropin tedavisi<br />
• Başlangıç hCG rejimi genellikle bir haftada 2-3 kez İM. Uygulanan 1000-2000 İÜ dür.<br />
• Klinik yanıt takip edilir <strong>ve</strong> T düzeyleri her 2-3 ayda bir ölçülür.<br />
• hCG’nin T’na üstünlüğü bazı erkekler için önemli olabilen testiküler büyümenin uyarılmasıdır.<br />
• hCG kullanımı T düzeylerinin daha büyük oranda stabilizasyonuna <strong>ve</strong> hipogonadal semptomlarda<br />
daha az dalgalanmalara da neden olabilir.<br />
• İla<strong>ve</strong> olarak hCG tedavisi spermatogenezin başlaması için yeterli intratestiküler T’nun uyarımı<br />
için gereklidir.<br />
• hCG’nin dezavantajları daha sık enjeksiyonlardır.<br />
• Göreceli olarak fiyatları ucuzlamış olan bu preparatlardaki son yıllardaki en önemli problem ise<br />
bu ilaçların temininde yaşanan güçlüklerdir.<br />
Spermatogenezin uyarımı için gonadotropin tedavisi :<br />
• Prepubertal Hipogonadotropik hipogonadizmde<br />
• Kısmi gonadotropin eksikliği olan <strong>ve</strong>ya peripubertal hCG ile stimüle olan erkeklerde hCG tedavisi<br />
tek başına sperm üretimini başlatabilir,<br />
• Fertilite sperm sayısı fertil olduğunu düşündüren değerlerden çok aşağı olduğunda da mümkündür.<br />
• hCG ile tedavi genellikle 1000-2000 İÜ, 2-3 /hafta olarak başla, T aylık takip et-doz ayarla<br />
• Sperm sayısı da bir yıllık period boyunca aralarla ölç.<br />
• Tek başına yeterli olabilir.
80 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
• Başlangıç testis volümü başarıda etkendir.<br />
• hCG 6-12 ay kullandıktan sonra hMG (FSH) ekle,<br />
• Çalışmalar kombine pürifiye FSH <strong>ve</strong> T’nun LH <strong>ve</strong>ya hCG olmaksızın gerçek hipogonadotropik<br />
erkeklerde spermatogenezi stimüle edemeyeceğini gösterdi.<br />
• Eğer spermatogenez hCG <strong>ve</strong>ya LH ile tedavinin 6-12. ayları sonuna kadar başlamazsa hCG enjeksiyonları<br />
ile birlikte haftada 3 kez İM. 75 İÜ dozda FSH preperatları başlanmalıdır.<br />
• 6 ay sonra doz, diğer 6 ay için haftada üç kez İM. 150 İÜ ‘ye artırılmalıdır.<br />
• Tedavi rejimi, hamilelik oluşursa takip eden potansiyel hamilelikler için spermatogenezin devamını<br />
sağlamak için sadece hCG’e ile değiştirilmelidir.<br />
• hCG’ye karşı antikorlar oluşabilir <strong>ve</strong> tedaviye yanıtı önler.<br />
• hLH seçilmiş hastalarda kullanılabilir.<br />
Takip<br />
Testosteron replasman tedavisinin takibinde tavsiyeler:<br />
Başlangıç -Tavsiyeler<br />
Miksiyon hikayesini sorgula <strong>ve</strong>ya standart sorgulama yap, Uyku apnesi hikayesi sorgula,<br />
Dijital rektal muayene yap<br />
Bazal testosteron , PSA <strong>ve</strong> Hb, Hct seviyelerini ölç,<br />
PSA seviyeleri 4ng/ml den yüksek <strong>ve</strong>ya dijital rektal muayene anormal ise prostat biyopsisi uygula<br />
Takip-Tavsiyeler<br />
Suboptimal cevap varsa ilk 1-2 ay doz ayarlaması için iyi değerlendirme yap<br />
İlk yılda 6 ayda bir sonra yıllık kontrol testleri tekrarla<br />
Üriner semptomları değerlendir, jinekomasti <strong>ve</strong> uyku apnesinde artışı değerlendir.<br />
Dijital rektal değerlendirme yap,<br />
Testosteron , PSA <strong>ve</strong> Hb, Hct seviyelerini ölç,<br />
Dijital rektal muayenede değişiklik varsa <strong>ve</strong> PSA da anlamlı artış varsa prostat biyopsisi uygula.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
81<br />
KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİ<br />
Konjenital adrenal hiperplazi (KAH), bozulmuş kortizol senteziyle karakterize otozomal resesif geçişli<br />
bir hastalıklar grubudur. İnsidansı 1/10000-1/20000 dir. 21 hidroksilaz eksikliğinde <strong>ve</strong> 11 beta<br />
hidroksilaz (CYP11B1) eksikliğinde virilizasyon oluşurken, 3 beta hidroksisteroid dehidrogenaz tip<br />
2, 17 alfa hidroksilaz (CYP17) eksikliğinde kortizol <strong>ve</strong> seks steroidleri blokoja uğrar.KAH ın en yaygın<br />
formu CYP21A2 genindeki mutasyon nedeniyle olanıdır. Bu gen adrenal steroid 21 hidroksilaz<br />
enzimini (P450c21) kodlar. Bu enzim 17 alfa hidroksiprogesteronu, 11 deoksikoritozole <strong>ve</strong> progesteronu<br />
da deoksikortikosterona dönüştürür. Bu maddeler sırasıyla kortizol <strong>ve</strong> aldosteronun öncülüdür.<br />
Bu enzimin defekti KAH ın yaklaşık %95 inden sorumludur. Kortizol sentezinin blokajı ACTH<br />
salınmasına yol açar <strong>ve</strong> adrenal korteks ACTH ile uyarılır. Böylece kortizol öncüllerinin birikimi <strong>ve</strong><br />
seks hormon biyosentezinde farklı yöne kayma meydana gelir.<br />
21 hidroksilaz eksikliğinin tipleri, klinik özellikleri <strong>ve</strong> laboratuar özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.<br />
Tablo 1. 21 hidroksilaz eksikliğinin klinik <strong>ve</strong> laboratuar özellikleri<br />
fenotip<br />
özellik Klasik Tuz kaybettirici Klasik basit virilizan Non-klasik form<br />
Tanı yaşı Erkek: doğum- 6 ay<br />
Dişi: doğum -1 ay<br />
Erkek: 1,5-4 yaş<br />
Dişi: doğum -2 yıl<br />
Erkek: çocuk-erişkin<br />
Dişi: çocuk erişkin<br />
Genitalya<br />
Erkek: normal<br />
Dişi: ambigus genitalya<br />
Erkek: normal<br />
Dişi: ambigus genitalya<br />
Erkek: normal<br />
Dişi: ambigus+kliteromegali<br />
Aldosteron düşük Normal normal<br />
Renin yüksek Yüksek olabilir normal<br />
Kortizol düşük düşük normal<br />
17 oh >20 ng/mL >10-20 ng/mL 1,5-10 ng/mL<br />
progesteron<br />
Testosteron Erkek: sadece pübertede<br />
yüksek<br />
Dişi: yüksek<br />
Erkek: sadece<br />
pübertede yüksek<br />
Dişi: yüksek<br />
Erkek: sadece pubertede değişik<br />
derecelerdeyüksek<br />
Dişi: değişik decelerde yüksek<br />
tedavi<br />
Glukokortikoid+minera<br />
lokortikoid +sodyum<br />
Glukokortikoid+miner<br />
alokortikoid<br />
Semptomatikse Glukokortikoid<br />
Yeni doğan kızlarda klasik yada ciddi virilizan KAH’ın ana görünümü genital belirsizliktir. Eğer<br />
hastalık tanınmazsa <strong>ve</strong> tedavi edilmezse hem kız hem de erkek çocukta postnatal hızlı büyüme <strong>ve</strong><br />
seksüel prekoksisiteye gider <strong>ve</strong>ya ciddi enzim defekti olanlarda neonatal tuz kaybı <strong>ve</strong> ölüm oluşabilir.<br />
Klasik KAH’lıların yaklaşık %75’i tuz kaybettiren aldosteron eksikliği nedeniyle tonus kaybı <strong>ve</strong> potansiyel<br />
şok geliştirme eğilimindedirler. Klasik tuz kaybettiren <strong>ve</strong> basit virilizan KAH’ a ek olarak<br />
hafif non-klasik form vardır.Bunlar değişken derecelerde post natal anormallik gösteren fakat bazen<br />
de tamamen asemptomatik olabilen bir grubu oluşturur.<br />
Non-klasik KAH lı hastalarda hafif subklinik kortizol sentezi bozukluğu genelde addison krizine yol
82 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
açmaz. KAH’ın tipleri içinde non-klasik form daha sık görülür ( genel popülasyonda %0,1-0,2).<br />
Hastalığın ciddiyeti gendeki alel varyasyonunun varlığıyla koreledir. Farklı bireylerdeki genotipleme<br />
kromozom 6p21.3 deki CYP21A2 geninde bilinen 100 den fazla mutasyon nedeniyledir. Fakat<br />
enzim aktivitesini tahrip edecek kuv<strong>ve</strong>tteki büyük delesyonlar <strong>ve</strong> splicing mutasyonlar klasik KAH<br />
allellerinin yaklaşık %50 sini kapsar.<br />
Enzim fonksiyonunun yaklaşık %1-2 sini sağlayan ekson- 4 deki nonkonservatif aminodesteği (ıle-<br />
172Asn) basit virilizan KAH ile ilişkilidir. Enzim fonksiyonun %20-50 sini sağlayan ekson -7 deki<br />
nokta mutasyonu (Val281Leu) mutasyonu non-klasik KAH allellerinin yaklaşık %70 inden sorumludur.<br />
Birçok hasta iki <strong>ve</strong>ya daha fazla farklı CYP21A2 allel mutasyonu ile heterozigot olduğu için<br />
geniş bir fenotip spektrumu gözlenebilir.<br />
Non-klasik KAH da düzensiz mensi <strong>ve</strong> aknesi olan adelosan hastalarda semptomlar glukokortikoid<br />
tedavi ile genelde 3 ayda normale döner. Oysaki hirsutizmin remisyonunu elde etmek glukokortikoid<br />
monoterapisi ile daha zordur. Diğer androjenik hastalıklarda olduğu gibi hirsutizmin tedavisinde<br />
oral kontraseptif <strong>ve</strong> /<strong>ve</strong>ya antiandrojen desteği ile daha iyi sonuç alınmaktadır.<br />
Normal kadın <strong>ve</strong> erkeklerin yaklaşık %1-4 ünde adrenal bezde kitle tespit edilmektedir. Otopsi<br />
örneklerindeki adrenal kitle prevalansı yaşla birlikte artmaktadır ( genç erişkinde %0,2 iken ,70 yaş<br />
üzerinde %7 dir ).Özellikle yetersiz glukokortikoid tedavisi alan KAH lı erişkinlerde CT görüntülemelerde<br />
bening adrenal kitlelerin prevalansı yüksek gözlenmiştir. Erişkin KAH lı hastalarda adrenal<br />
karsinom son derece nadirdir. Dolayısıyla KAH lı hastalarda rutin adrenal görüntülemeyi önermek<br />
için yetersiz <strong>ve</strong>ri vardır. Eğer KAH a sahip olduğu bilinmeyen bir hastada adrenal insidentiloma<br />
tespit edilirse KAH ın tüm formları uygun testlerle taranmalıdır. 2-18 yaş arasındaki klasik KAH lı<br />
erkeklerde testiküler adrenal kitlelerin prevalansı %21-28 dir. Fakat non-klasik KAH lı hastalar için<br />
böyle bir <strong>ve</strong>ri yoktur. Testiküler adrenal rest tümörler genelde iyi huyludur <strong>ve</strong> sıkça suboptimal tedavi<br />
ile ilişkilidir <strong>ve</strong> bunların sıklığının glukokortikoid tedavinin yeterli miktarda <strong>ve</strong>rilmesiyle azaldığı<br />
saptanmıştır. KAH lı çocuklarda testiküler kitleler genelde bilateral <strong>ve</strong> 2 cm den küçük olduğundan<br />
elle palpe edilmesi zordur. Bu yüzden USG ile tetkikleri uygun olur. Yetersiz tedavi edilen klasik<br />
KAH lı kadınlarda irregüler menstrüel siklus sıktır. Non-klasik KAH da menstrüel düzensizlik tipik<br />
olarak önde gelen bulgulardan biridir. İyi kontrollü KAH lılarda ise irregüler menstrüasyonun Polikistik<br />
O<strong>ve</strong>r Sendromu kaynaklı olabileceği de hatırlanmalıdır. Bu bireylerde hiperandrojenizm <strong>ve</strong><br />
menstrüel düzensizlik için ila<strong>ve</strong> oral kontraseptif (OKS) tedavisinin faydası görülebilir.<br />
Erişkinde non-klasik KAH tanısı sabahın erken saatlerinde 17 alfa hidroksiprogesteron bakılarak<br />
<strong>ve</strong> gerektiğinde kısa ACTH stimulasyon testi ile konfirme edilmesi yoluyla konulmaktadır. Bazal<br />
foliküler faz erken sabah 17 alfa hidroksiprogesteron testi KAH tespitinde kullanılabilir fakat normal<br />
kesme değerleri kullanılan laboratuar yöntemlerine bağlı olarak 200-400 ng/dl arasında değişir.<br />
Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi’nin Tedavisi<br />
Önemli derecede hiperandrojenizmi <strong>ve</strong> infertilite problemi olanların tedavisi önerilmektedir.<br />
Non-klasik KAH lı erkeklerde günlük glukokortikoid <strong>ve</strong>rilmesi önerilmez. Non-klasik KAH ın değişik<br />
tedavi seçenekleri ile ilgili randomize <strong>ve</strong> kontrollü yayınlanmış bir çalışma yoktur. Fakat günlük<br />
0,25 mg deksametazon uygulanmasının aknenin <strong>ve</strong> düzensiz mensin düzeltilmesinde 3 ay içinde etkili<br />
olabildiği hirsutizm için ise bu sürenin 30 aya kadar uzadığı gözlenmiştir. Klasik KAH da fertilite<br />
azalmasına rağmen non-klasik KAH lı kadınlarda glukokortikoid tedavisinin hastanın gebe kalması<br />
için gerekli olmadığı düşünülmektedir. Klasik KAH lı tedavi edilmemiş <strong>ve</strong>ya yetersiz alan kadınlarda
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
83<br />
spontan abortus daha sık bulunmuştur. Sınırlı <strong>ve</strong>riler ışığında tüm non-klasik KAH lı kadınlarda<br />
glukokortikoid tedavinin gerekliliği hakkında sonuca varmak zor olsa da infertil <strong>ve</strong>ya düşük öyküsü<br />
olan non-klasik KAH lı kadınlarda glukokortikoid tedavinin faydası olabilir.<br />
Testiküler adrenal rest tümörler klasik KAH lılarda sık ancak non-klasik KAH lılarda nadirdir. Bu<br />
nedenle non-klasik KAH lı erkeklerde bu amaçla glukokortikoid tedavi <strong>ve</strong>rilmemelidir. Non-klasik<br />
KAH da klinik olarak belirgin kortizol defekti yoktur. Ciddi stres sırasında daha önceden tedavi<br />
<strong>ve</strong>rilmemiş hastalara glukokortikoid tedavi ancak ACTH uyarı testinde bozukluk varsa <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Klasik KAH lı hastalarda kadınlarda hiperandrojenizm, ses değişiklikleri <strong>ve</strong> infertilite varlığında,<br />
erkeklerde ise testiküler adrenal tümör varlığında hidrokortizon yada uzun etkili glukokortikoidlerle<br />
tedavi önerilir. Klasik KAH lı hastalarda her iki cinste adrenal kortikal yetmezliğin semptomlarından<br />
kaçınmak için tedavi <strong>ve</strong>rilir. Bununla birlikte glukokortikoidlerle aşırı tedavi cushingoid görünüm,<br />
mineralokortikoidlerle tedavi ise hipertansiyona neden olabilir.<br />
Erişkin KAH lıların glukokortikoid tedavi dozları için Avrupa pediatrik endokrinologlarının %36 sı<br />
hidrokortizonu ortalama 13,75 mg/m2 dozda, %14 ü prednizolon u ortalama 4,75 mg/gün <strong>ve</strong> %33<br />
ü de deksametazonu ortalama 0,5 mg/gün dozunda kullanmaktadır. Çocuklarda tercih edilmeyen<br />
uzun etkili glukokortikoidler erişkinde kullanılabilmektedir.<br />
Glukokortikoidlerle aşırı tedavi osteoporoza yol açabilir. Osteopeni <strong>ve</strong>ya osteoporozun ciddiyeti<br />
KAH ın fenotipi <strong>ve</strong>ya genotipi ile ilişkili değildir <strong>ve</strong> muhtemelen aşırı tedavi ile ilişkilidir. Gestasyonel<br />
diyabet KAH lı kadınlarda kontrol grubuna göre artmış olarak bulunur. Genç kızlarda hiperandrojenik<br />
semptomların kontrolü antiandrojenik ilaçlar <strong>ve</strong> OKS gibi ek tadaviler gerektirebilir.<br />
İnfant <strong>ve</strong> çocuklarda olduğu gibi erişkinlerde de fludrokortizonun optimal dozu net olarak belli<br />
değildir. Mineralokortikoid ihtiyacı yaş ile azalır. Çünkü serum aldosteronu yaşla yükselir <strong>ve</strong> renal<br />
mineralokortikoid reseptör mRNA sı doğumda düşüktür <strong>ve</strong> yaşla artar. Mineralokortikoid <strong>ve</strong> /<strong>ve</strong>ya<br />
tuz desteğinin derecesi kan basıncı <strong>ve</strong> kandaki renin ölçümü ile izlenmelidlir.<br />
Takip<br />
Glukokortikoid <strong>ve</strong> mineralokortikoid monitörizasyonu en az yılda bir defa fizik muayene <strong>ve</strong> hormon<br />
ölçümleri ile yapılmalıdır. Erişkin KAH lı hastalarda glukokortikoid desteği virilizasyonun baskılanmasını<br />
<strong>ve</strong> menstrüal bozukluğun düzelmesini hedeflemelidir. Erkekler de ise testislerdeki adrenal rest<br />
tümörün süpresyonu tedavinin amacıdır. Yine her iki cinste gonadotropin sekresyonundaki düzensizliğin<br />
giderilmesi de bir diğer amaçtır. Aşırı tedavi cushingoid semptomlara yol açarken yetersiz<br />
tedavi ise adrenal yetersizlik benzeri semptomlara yol açar. Erişkin KAH lı hastalarda glukokortikoid<br />
monitörizasyonun esasları çocuklardaki gibidir. 17 alfa hidroksi progesteron <strong>ve</strong> androstenedionun tedavi<br />
ile olması gereken optimal düzeyleri tanımlanmamıştır. Testesteron düzeyleri erkeklerde normal<br />
olarak adrenal fonksiyondan ziyade gonadal fonksiyonları gösterdiğinden tedavinin takibinde değeri<br />
yoktur. 17 alfa hidroksi progesteron gece yükselebilir dolayısıyla mutlaka sabah ki düzeyi ölçülmelidir.<br />
Dolayısıyla tükürükte 17 alfa hidroksiprogesteronun evde monitörizasyonuyla ölçülmesi daha<br />
fazla bilgi <strong>ve</strong>rici olabilir. Testislerde büyük adrenal kitlesi olan erkeklerde zayıf leyding hücre fonksiyonu<br />
sebebiyle düşük sabah testesteron düzeyleri olabilir. KAH kadınlar sıklıkla aşırı kiloludur <strong>ve</strong><br />
kardiyovasküler risk faktörlerine sahiptir. 30 yaş üstü KAH lı kadınlarda bel/kalça oranı kontrollere<br />
göre daha fazladır.<br />
KAH lılarda en belirgin metabolik anormallik gestasyonel diyabet olup pre<strong>ve</strong>lansı %20 dir.
84 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Genetik Danışma<br />
KAH lı çocuk doğuran ebe<strong>ve</strong>ynlere <strong>ve</strong> adelosandan erişkine geçen hastalara genetik danışma <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
KAH otozomal resesif bir hatalıktır. Klasik KAH lının 1/120 olasıkla klasik KAH lı bir çocuğu<br />
olacaktır. KAH lı kardeşler genellikle benzer semptomlar <strong>ve</strong> virilizasyon derecesine sahiptirler. KAH<br />
lının kardeşinde %25 olasılıkla KAH olacaktır <strong>ve</strong> %50 oranında da asemptomatik taşıyıcılık olasılığı<br />
vardır. Non-klasik KAH lıların ise yaklaşık 2/3 ünde heterozigotluk vardır. Bunlar bir klasik KAH a<br />
birde non-klasik KAH a neden olacak allel taşırlar <strong>ve</strong> burada hafif mutasyon fenotipi belirler dolayısıyla<br />
non-klasik KAH lı bir çiftin klasik KAH lı bir çocuk doğurma riski 1/240 dır. Genetik danışma<br />
gelecekte çocuk sahibi olmak isteyenler için önemlidir. KAH lı erkeklerde testiküler adrenal rest tümör<br />
varlığı yaşla birlikte artar <strong>ve</strong> fertiliteyi bozabilir. Tespit edilmemiş adrenal rest tümörler büyüyerek<br />
seminifer tubulleri tıkayıp infertiliteye yol açabilirler. Bu tümörler steroid tedavisine yanıt <strong>ve</strong>rmez<br />
ise testis koruyucu cerrahi yaklaşım gerekir. Ancak bu durumda fertilite belirsiz olduğundan semen<br />
sprem bankasında koruma altına alınmalıdır. Eğer yeterli dozda glukokortikoid <strong>ve</strong>rilmezse fertilite<br />
adrenal steroidler tarafından gonodotropin sekresyonunun süpresyonu nedeniyle de bozulabilir.<br />
Gebelikte Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi<br />
Gebelik <strong>ve</strong> doğum oranları KAH lılarda düşüktür. KAH lı kadından doğan çocuk sayısı KAH genotipi<br />
ile ilişkilidir. Gebelik sırasında seks hormonu bağlayan globulin <strong>ve</strong> kortizol bağlayan globulinler<br />
arttığı için gebelik boyunca androjen <strong>ve</strong> kortizol düzeyleri artar. Bağlayıcı globulinlerin yüksek miktarı<br />
<strong>ve</strong> plasental aromatizasyon tipik olarak fetüsü maternal androjenlerin virilizan etkisinden korur.<br />
Maternal 17 alfa hidroksiprogesteron gebelikte yüksek olduğundan tedavinin monitörizasyonunda<br />
kullanılamaz. Yine gebelikte yüksek progesteron düzeyleri mineralokortikoid reseptörüne bağlanmada<br />
mineralokortikoidlerle yarışır <strong>ve</strong> fludrokortizon dozunun yükseltilmesini gerektirebilir. Plasental<br />
11 beta hidroksi steroid dehidrogenaz 2 tarafından inakti<strong>ve</strong> edilemeyen deksametazon <strong>ve</strong> benzeri diğer<br />
steroidler KAH lı gebe kadınların tedavisinde kullanılmamalıdır. <strong>Adrenal</strong> yetmezlik klasik KAH<br />
lı kadınlarda nadiren gelişir. Eğer böyle bir durum oluşursa glukokortikoid dozları artırılmalıdır. Travay<br />
<strong>ve</strong> doğum boyunca glukokortikoidler stres dozda <strong>ve</strong>rilmelidir. Gestasyonel diyabet riski yüksek<br />
olduğundan glukoz değerleride monitörize edilmelidir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Ambroziak U, Bednarczuk T, Malinowska M G et al. Congenital adrenal hyperplasia due to 21 hydroxylase<br />
deficiency-management in adults.Polish Journal of Endocrinology 2010;61:144-154<br />
2. Congenital adrenal hyperplasia due to steroid 21 hydroxylase deficiency.An Endocrine Society Clinical<br />
Practice Guideline.JClin Endocrinol Metab 2010;95:4133-4160<br />
3. Auchus R J. Management of the Adult with Congenital adrenal hyperplasia. İnternational Journal of Pediatric<br />
Endocrinology 2010;10:1-9
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
85<br />
POLİKİSTİK OVER SENDROMU<br />
PKOS kadınlarda görülen en yaygın endokrinopati olup reprodüktif dönemdeki kadınların % 5-10’unu<br />
etkiler. PKOS infertiliye yola açan anovulatuvar bozuklukların yaklaşık % 75’ini, oligomenoreli kadınların<br />
% 90’ınını, hirsutismuslu olguların % 90’dan fazlasını <strong>ve</strong> kalıcı akneli olguların % 80’inden sorumludur.<br />
Hirsutismus, adet düzensizliği, obezite <strong>ve</strong> klasik polikistik o<strong>ve</strong>rlerin görüntülenmesiyle tanı<br />
kolaylıkla konulur. PKOS tanımı için günümüzde 3 tane farklı tanı ölçütü konulmuştur.<br />
1990 yılında NIH tarafından tanımlanan ölçütlere göre PKOS tanısı<br />
Oligomenore yada anovulasyonlu adet düzensizliği<br />
Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />
Hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanmasıyla konulur<br />
2003 yılında Rotterdam’da yapılan toplantıda farklı tiplerde PKOS fenotipleri tanımlanmıştır.<br />
Bu tanımlama ölçütlerinde<br />
1. Oligo yada anovulasyon<br />
2. Polikistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />
3. Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />
<strong>ve</strong> hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanması<br />
Rotterdam tanı ölçütlerinde 3 bulgudan 2 tanesinin olması PKOS tanısını koydurur.<br />
Androjen Excess Society PKOS tanısındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak için 2006 yılında yeni bir<br />
tanı ölçütü tanımlamıştır.<br />
Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />
Oligo / anovulasyon <strong>ve</strong> / yada Polikistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />
Hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanması<br />
Öneri<br />
PKOS tanısı için AES ‘in tanımladığı tanı ölçütleri kullanılması uygundur<br />
Klinik<br />
Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromunun 3 ana özelliği vardır:<br />
1) Ovulatuvar <strong>ve</strong> menstruel disfonksiyon<br />
2) Hiperandrojenemi <strong>ve</strong> hiperandrojeneminin klinik bulguları<br />
3) Polikistik o<strong>ve</strong>rler<br />
1. Ovulatuvar <strong>ve</strong> Menstruel disfonksiyon<br />
PKOS’lu olguların yaklaşık %75-85’inde menstruel disfonksiyon vardır. Sıklıkla oligomenore (yılda<br />
9 dan az menstruel siklus) <strong>ve</strong> amenore şeklinde görülür. Polimenore sıklığı göreceli olarak azdır <strong>ve</strong><br />
sıklığı %1-5 oranındadır. Menstruel düzensizlik tipik olarak peripubertal dönemde başlar <strong>ve</strong> menarş
86 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
gecikebilir. Bazı olgularda menarşla beraber kısa bir süre normal menstruel siklus vardır <strong>ve</strong> daha<br />
sonra oligomenore ya da amenore görülür. PKOS’lu olguların yaklaşık %20-%25’inde normal menstruel<br />
sikluslar görülebilir. Bununla beraber bu sikluslar genel olarak anovulatuvardır. Anovulatuar<br />
menstruel sikluslu PKOS’lu olgularda şişkinlik, duygu durum değişiklikleri <strong>ve</strong> göğüs hassasiyeti gibi<br />
premenstruel semptomlar bulunmaz. Ayrıca bu olgular menstruel siklusun 20-24. günleri arasında<br />
serum progesteron düzeyi ölçümüyle kolaylıkla tanınabilir. Laboratuvarlara göre değişiklik göstermekle<br />
beraber serum progesteron düzeyi 3-4 mg/ml den düşük ise bu siklus anovulatuvar olarak<br />
değerlendirilir. Arka arkaya iki siklus anovulatuvar ise kronik anovulasyon olarak kabul edilir.<br />
2. Hiperandrojenemi <strong>ve</strong> hiperandrojeneminin klinik belirtileri<br />
PKOS’lu olguların çoğunda klinik yada biyokimyasal hiperandrojenemi vardır. Hirsutismus, akne<br />
<strong>ve</strong> erkek tipi saç dökülmesi hiperandrojenimin en önemli klinik bulgularıdır, virilizm oldukça ender<br />
görülür.<br />
a)Serum androjen düzeyleri<br />
PKOS’lu olguların %50-90 ında androjen düzeyleri artmıştır. Serbest testosteron düzeyinin yüksek<br />
olması hiperandrojenemi varlığını ortaya koyan en duyarlı testdir. Bununla beraber bir çok serbest testosteron<br />
ölçüm yöntemi gü<strong>ve</strong>nli değildir. % %60- 70 olguda serbest testosteron düzeyi <strong>ve</strong> %20-30 olguda<br />
ise DHEA-S düzeyi artmıştır. %20-40 olguda ise serum androjen düzeyleri normal olarak saptanır<br />
b) Hiperandrojeneminin klinik bulguları<br />
Hirsutismus: PKOS’lu olguların % 65-75’ inde F-G skoru 8 <strong>ve</strong> üzeri tanı ölçütü olarak alındığında<br />
hirsutismus saptanır<br />
Akne: PKOS’lu olguların %15-%25’inde akne vardır<br />
Androjenik alopesi: PKOS’lu olguların %10-40’ında androjenik alopesi saptanır<br />
3. Polikistik o<strong>ve</strong>rler<br />
PKOS’lu olguların % 80’in den fazlasında pokistik o<strong>ve</strong>r saptanır. USG de polistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />
her bir o<strong>ve</strong>rde 2-9 mm çapında 12 yada daha fazla periferik yerleşimli folikül olması <strong>ve</strong>/yada o<strong>ve</strong>r volümünün<br />
artması > 10 ml olması olarak tanımlanır. Bir o<strong>ve</strong>rdeki PKO görünümü tanı için yeterlidir.<br />
Transvajinal olarak yapılan ultrasonografide folikül dağılımı, stromal ekojenitenin artması <strong>ve</strong> volüm<br />
artışı tanı ölçütü olarak kullanılır.<br />
Etiyoloji-fizyopatoloji<br />
PKOS’un etyolojisi <strong>ve</strong> fizyopatolojisi tam olarak bilinmiyor. KVH, tip 2 DM gibi kompleks genetik<br />
kalıtım gösterir. Sorumlu olarak gonadotropin sekresyonunu <strong>ve</strong> etkisini düzenleyen genler, insülin<br />
salgısını <strong>ve</strong> etkisini düzenleyen genler, kilo <strong>ve</strong> enerji düzenleyen genler, androjen biyosentez <strong>ve</strong> etkisini<br />
düzenleyen genler düşünülmektedir. Bununla beraber sorumlu olabilecek tek gen olarak 19.<br />
kromozomda fibrilin 3 genindeki mutasyon gösterilmiştir. PKOS bazı ailelelerde yoğunlaşmaktadır,<br />
PKOS’lu olguların birinci derece akrabalarında PKOS sıklığı normal topluma göre 6 kat daha yüksektir.<br />
Genetik yatkınlık söz konusu olmakla beraber çevresel etkenler de söz konusudur. Olgular<br />
fertil dönemin herhangi bir zamanında yüksek androjen düzeyine maruz kalabilirler. Kız fetüsün<br />
intraabdominal dönemde yüksek androjene maruz kalması önem kazanan bir etyolojik hipotezdir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
87<br />
PKOS’un fizyopatolojisinde hiperandrojenminin mi yoksa insülin direncinin mi birincil sorumlu<br />
olduğu tartışma konusu olmakla beraber, birincil rolün hiperandrojenemide olduğu görüşü ağırlık<br />
kazanmaktadır.<br />
Anormal ovaryan morfoloji<br />
PKOS’lu olguların o<strong>ve</strong>rlerinde normal o<strong>ve</strong>rlere göre pre-antral <strong>ve</strong> küçük antral foliküller 6-8 kat daha<br />
fazladır. Gelişimleri sırasında 2-9 mm boyutunda arrest olurlar, düşük atrezi hızına sahiplerdir <strong>ve</strong><br />
egzojen FSH ‘a oldukça duyarlıdırlar. Stromal volüm artmıştır <strong>ve</strong> toplam o<strong>ve</strong>r volümü 10 ml’nin üzerindedir.<br />
Androjen düzeyindeki artış anormal o<strong>ve</strong>r morfolojisinde ana rol oynar. Androgenler primer<br />
foliküllerin preantral <strong>ve</strong> küçük antral foliküllere gelişimine neden olur <strong>ve</strong> bu durum normal o<strong>ve</strong>rlere<br />
göre daha hızlıdır. Buna ek olarak follistatin, epidermal growth faktör, <strong>ve</strong> anti müllarian hormon gibir<br />
FSH’ın endojen aktivasyonunu inhibe eden etkenlerin düzeyi de artmıştır. Çeşitli antiapoptotik<br />
(BCL-2) maddelerin düzeyi de PKOS’lu olgularda artmıştır. Bütün bu etkenler polikistik o<strong>ve</strong>rlerin<br />
tipik görünümünün oluşmasına katkıda bulunurlar.<br />
O<strong>ve</strong>rlerde androjen sentezinin artması<br />
Hiperandrojenizm PKOS’un ana özelliğidir. Hiperandrojeniminin kaynağı birincil olarak o<strong>ve</strong>rdir<br />
bununla beraber adrenal korteksde de androgen sentezi artmıştır. PKOS’da hiperinsülinizm hiperandrojenizmle<br />
ilişkili olsada insülin direnci tek başına PKOS gelişimi için yeterli değildir. O<strong>ve</strong>rlerde<br />
artmış androjen sentesi PKOS gelişiminde çok önemli rol oynar. Polikistik o<strong>ve</strong>rlerdeki her enzimatik<br />
reaksiyon androjen sentezini arttırır. Hem insülin hem de LH androjen üretimini hızlandırır.<br />
PKOS’lu olguların yaklaşık %50-75 inde serum total- serbest testosteron düzeyi <strong>ve</strong> DHEAS düzeyi<br />
yüksektir. PKOS’da ovaryan androjen sentezinin artmasının yanı sıra adrenal bezde de androjen<br />
sentezi artmıştır.<br />
Hiperinsülinemi <strong>ve</strong> insülin direnci<br />
İnsülin direnci <strong>ve</strong> hiperinsülinemi PKOS’lu olguların yaklaşık %60-80’inde bulunur, obez PKOS’lu<br />
olgularda ise %95 oranında bulunur. İnsülin direnci postreseptör düzeydedir <strong>ve</strong> PKOS için özgündür.<br />
PKOS’da postreseptör düzeyde insülin sinyal iletim bozukluğu adipozitlerde <strong>ve</strong> iskelet kası<br />
hücrelernde gösterilmiştir. Buna ek olarak deri fibroblast hücrelerinde postresptör düzeyde insülin<br />
tirozin kinaz reseptör aktivitesindeki bozukluk <strong>ve</strong> serin kinaz aktivitesinin artması sonucu insülinin<br />
metabolik etkilerinde selektif direnç oluşur. İnsülin direnci obezite ile doğru orantılı olarak artar.<br />
İnsülin teka hücrelerinde androjen salgısını arttırır <strong>ve</strong> KC de SHBG sentezini engeller, bunun sonucu<br />
olarak androjen düzeyi artar. PKOS’lu o<strong>ve</strong>r teka hücrelerinin insülinin androjen üzerine etkisine<br />
duyarlığı artmıştır Anovulasyon <strong>ve</strong> hiperandrojenemi oluşumunda önemli rol oynar. PKOS’unda insülin<br />
direncine ek olarak pankreas beta hücre fonksiyonunda bozukluk gösterilmiştir, bunun sonucu<br />
olarak glukoz intoleransı <strong>ve</strong> tip 2 DM gelişir.<br />
Gonadotropin salgı bozuklukları<br />
PKOS’lu olguların yaklaşık % 70’inde serum LH düzey, LH puls sıklığı <strong>ve</strong> amplitüdü artmıştır.<br />
Bununla beraber serum FSH düzeyi genellikle normal olmasına karşın FSH’un intrinsik etkisinde<br />
azalma vardır. O<strong>ve</strong>rlerde LH’ın etkisi artmıştır, polikistik o<strong>ve</strong>rlerin ganüloza <strong>ve</strong> teka hücrelerinde LH
88 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
reseptörü o<strong>ve</strong>reksprese olur. PKOS’lu olgularda LH beta subünitin genetik varyantları gösterilmiştir.<br />
Normal kilolu kadınlarda obez olgulara göre serum LH düzeyi daha yüksektir. Serum PRL düzeyi<br />
hafif düzeyde artmıştır. Normal koşullar altında teka hücrelerinde androjen üretimi LH’un kontrolü<br />
altındadır. Androjenler aromataz enzim aracılığı ile birincil olarak östradiole aromatize olurlar. FSH<br />
granüloza hücrelerinde folikül oluşumunu <strong>ve</strong> aromataz etkisini uyarır. PKOS’ta ise LH düzeyindeki<br />
artış teka hücrelerinde androjen salgısını arttırır, Asiklik FSH salgısı nedeniyle folikül gelişimi duraklar<br />
<strong>ve</strong> aromataz aktivitesi azalır, androjenlerin östradiole aromatizasyonu azalır.<br />
Çevresel etkenler<br />
Yaşam şekli PKOS’un fenotipik ekspresyonunda önemlidir. Kilo alımı PKOS’unda metabolik <strong>ve</strong><br />
reproduktif anormalillikleri kötüleştirir.Total <strong>ve</strong> abdominal obezite insülin direnci menstruel düzensizlik<br />
<strong>ve</strong> hiperandrojenemi şiddetini arttırmaktadır.Puberteden sonra abdominal obezite <strong>ve</strong> kilo artışı<br />
PKOS gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. Kilo kaybı ile serum androjen <strong>ve</strong> insülin düzeyleri azalırken,<br />
hirsutismus, menstruel <strong>ve</strong> ovulatuvar bozuklukta düzelmeye neden olur. Bisfenol A gibi yaygın olarak<br />
kullanılan östrojenize endüstriel plastik maddesi gibi endokrin sistemi bozan çevresel etkenlerde<br />
PKOS oluşumuna neden olabilirler. PKOS’lu olgularda bisfenol A birikimi karaciğerde androjen<br />
klirensini azaltarak serum androjen düzeyini arttırırlar.<br />
İlişkili metabolik hastalıklar<br />
Diabetes Mellitus<br />
PKOS’lu olgularda glukoz intoleransı <strong>ve</strong> tip 2 DM sıklığı normal topluma göre artmıştır. PKOS’lu<br />
olguların yaşamlarının dördüncü dekatlarında tip 2 DM yada bozulmuş glukoz toleransı geliştirme<br />
olasılığı yaklaşık %40’dır. Bir çalışmada klasik PKOS’lu olguların 8 yıl içinde tip 2 DM geliştirme<br />
olasılığı yaklaşık 5 kat artmıştır, normal kilolu olgularda ise BGT gelişme olasılığı ise yaklaşık %12<br />
dir.<br />
Öneriler<br />
1. PKOS’lu tüm olgular 75 gr OGTT ile glukoz intoleransı yönünden taranmalıdır<br />
2. OGTT sonrası normal saptanan olgular risk faktörü yoksa 2 yılda bir tekrar glukoz intoleransı<br />
yönünden taranmalıdırlar.<br />
3. Glukoz intoleranslı olgular Tip2 DM gelişimi açısından yılda bir taranmalıdırlar<br />
Dislipidemi<br />
PKOS’lu olgularda dislipidemi sıklığı %70’ e kadar çıkmaktadır. Trigliserit, Total <strong>ve</strong> LDL-K düzeylerinde<br />
artma <strong>ve</strong> HDL-K düzeyinde azalma saptanır.<br />
Metabolik sendrom<br />
PKOS’lu olgularda metabolik sendrom normal topluma göre daha yüksek bulunur. Toplumdan topluma<br />
farklılık göstermekler beraber sıklığı % 18-%43 arasındadır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
89<br />
Kardiyovasküler Hastalıklar<br />
PKOS’lu olgularda ilk yapılan çalışmalarda ölümcül yada ölümcül olmayan kardiyovasküler hastalık<br />
(KVH) hastalık sıklığında bir artış görülmemiştir, buna karşılık ölümcül olmayan serebrovasküler<br />
hastalık sıklığında artış saptanmıştır. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda PKOS’lu olgularda<br />
KVH sıklığının arttığı gösterilmiştir. WISE ( Women’s ischemi evaluation study) çalışmasında<br />
PKOS’lu olgularda KVH sıklığı %39 iken,PKOS’lu olmayan olgularda %25 bulunmuştur. Aynı<br />
çalışmada PKOS’lu olgularda inme sıklığında da artış saptanmıştır.<br />
PKOS’da KVH risk etkenleri<br />
Obezite (abdominal)<br />
Sigara içme<br />
Hipertansiyon<br />
Dislipidemi<br />
Subklinik KVH<br />
BGT<br />
Ailede erken KVH hastalık öyküsü ( erkek < 55 yaş, kadın 65 yaş
90 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Tanısal değerlendirme<br />
Hirsutismus, menstruel düzensizlik, rastlantısal olarak saptanan ultrasonografik polikistik o<strong>ve</strong>rler,<br />
alopesi ya da akneli olgular PKOS açısından değerlendirilmelidir. PKOS’un klinik özellikleri saptanmalı<br />
<strong>ve</strong> hiperandrojenizmin diğer nedenleri dışlanmalıdır.<br />
1) Hipotiroidi-hipertiroidi<br />
2) Hiperprolaktinemi<br />
3) Konjenital adrenal hiperplazi -21 OH laz eksikliği (NKAH)<br />
4) Cushing hastalığı<br />
5) Androjen salgılayan tümörler<br />
6) İdiopatik hirsutismus<br />
7) HAIR-An sendromu<br />
PKOS’unun labarotuvar incelemesinde mestruel siklusun 3-5 günleri arasında serum FSH,LH, 17<br />
–OHPG, serbest testosteron, DHEA-S düzeylerine bakılmalıdır. Obez olsun yada olmasın tüm olguların<br />
açlık kan şekeri düzeyi <strong>ve</strong> 75 gr OGTT testleri yapılmalıdır. Açlık lipid profiline bakılmalıdır.<br />
NKAH 17OH PG ölçümü ile dışlanır. NKAH foliküler dönemde sabah ölçülen 17 OH PG düzeyi<br />
ile dışlanır. 17 OHPG düzeyi 6 nmol/l den fazla ise kısa ACTH uyarı testi yapılır. Eğer 17 OH PG<br />
düzeyi 30 nmol/L den fazla ise NKAH tanısı konulur. Serum TSH düzeyi tiroid disfonksiyonunu,<br />
serum PRL düzeyi ise hiperprolaktinemiyi dışlamak için istenir. Luteal fazda 22-24. günlerde serum<br />
progesteron düzeyi normal menstruel sikluslu hirsutismuslu kadınlarda ovulasyonu değerlendirmek<br />
için istenir. Serum total testosteron düzeyi > 7 nmol /L ya da DHEAS düzeyi >16 μmol/L den fazla<br />
ise androjen salgılayan adenom araştırılmalıdır. Androjen salgılayan adenomlarda klinik belirtiler<br />
daha değerlidir. Eğer Cushing sendromunun klinik belirti <strong>ve</strong> bulguları var ise serum kortizol düzeyi<br />
<strong>ve</strong> 1 mg deksametazon supresyon testi yapılır<br />
Tedavi<br />
PKOS’lu olgularda tedavi bireyselleştirilmelidir. PKOS’lu olgularda tedavi anovulatuvar uterin kanama<br />
(endometrial hiperplazi, kanser <strong>ve</strong> anemi riski), dermatolojik belirtiler (hirsutismus, akne, alopesi),<br />
metabolik disfonksiyon (Artmış tip 2 DM <strong>ve</strong> KVH riski) <strong>ve</strong> anovulatuvar infertilite tedavilerini<br />
içerir.<br />
Menstruel düzensizlik<br />
Menstruel düzensizlik tedavisinde ilk basamak kilo kaybıdır. Yaşam tarzı değişikliği beraber eğer<br />
olgular beden ağırlıklarının % 5-10’unu kaybederlerse menstruel düzensizlikte düzelme saptanır.<br />
Anovulatuvar uterin kanama östrojen etkisinin progesteron tarafından karşılanamaması sonucu oluşan<br />
endometrial proliferasyonun neden olduğu kalın, frajil endometriumla ilişkilidir. Östrojen- progesteron<br />
için kombine oral kontraseptifler, siklik yada sürekli progestojenler medroksiprogesteron<br />
asetat 5-10 mg/g, noretindron asetat 2.5-10 mg/g, mikrojenize projesteron 200 mg, günde 2-3 kere)<br />
ile tedavi edilir. Metformin insülin duyarlılığını arttırarak <strong>ve</strong> o<strong>ve</strong>r teka hücrelerinde androjen sentezini<br />
azaltarak hem hiperinsülinemiyi hem de serum androjen düzeylerini azaltmaktadır. Metformin<br />
1500- 2000 mg/gün dozunda kullanılmalıdır. Gastrointestinal sistem ayn etkilerinden dolayı doz<br />
yavaş yavaş arttırılmalıdır. Randomize kontrollü çalışmalarda metformin menstruel düzensizlikte<br />
önemli oranda düzelmeye yol açtığı <strong>ve</strong> serum androjen düzeylerini azalttığı gösterilmiştir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
91<br />
Öneriler<br />
1. Menstruel düzensizlik tedavisinde ilk basamak kilo kaybıdır<br />
2. Kombine OKS <strong>ve</strong> metformin menstruel düzensizlik tedavisinde kullanılabilir<br />
Hirsutismus <strong>ve</strong> akne<br />
Normalden fazla kilolu <strong>ve</strong> obez olgularda ilk basamak kilo kaybıdır. %5-10’luk kilo kaybı ilk 6 ay<br />
içinde hirsutismusun düzelmesinde rol oynar.<br />
Ciproteron asetat (2 mg/gün) <strong>ve</strong> etinil östradiol (35 mg/g) siklik olarak kullanılır.Akne <strong>ve</strong> hirsutismusda<br />
3- 9 ayda azalma olur. Ağır hirsutismuslu olgularda 5 -100 mg/gün ciproteron asetatla<br />
kombinasyon daha etkilidir.<br />
Spironolakton 100-200 mg, flutamid 62.5-250 mg <strong>ve</strong> finasterid 2.5 -5 mg dozunda <strong>ve</strong>rilebilir. Antiandrojen<br />
ilaçlar OKS ile mutlaka kombine edilmelidirler. Metforminin çeşitli çalışmalarda hirsutismus<br />
skorunu düşürdüğü gösterilmiştir, ancak hirsutismus tedavisinde birincil olarak kullanılmamalıdır.<br />
%13.5 eflornithin hCL gibi topikal kıl büyümesini engelleyici ilaçlar kullanılabilir. Elektroliz <strong>ve</strong> lazer<br />
epilasyon <strong>ve</strong> diğer mekanik tedaviler öneriliebilir.<br />
Akne oral kontraseptif ilaçlar, lokal yada sistemik antibioterapi ile tedavi edilir.<br />
Androjenik alopesi antiandrojen tedavi <strong>ve</strong> minoksidil gibi topikal saç büyültücü ilaçlarla tedavi edilir.<br />
Öneriler<br />
1. Kilo kaybı hiperandrojeniminin klinik belirtilerinin tedavisinde birinci basamak tedavidir<br />
2. Hirsutismus tedavisinde oral kontraseptifler ilk seçenek ilaçtır.<br />
3. Spironolakton, flutamid <strong>ve</strong> finasterid gibi antiandrojen ilaçlar OKS kombine olarak kullanmalıdır.<br />
4. Metformin birincil olarak hirsutismus tedavisinde kullanılmamalıdır. Menstruel disfonksiyon<br />
nedeniyle kullanıldığında hirsutizm derecesinde azalmaya neden olur.<br />
Anovulasyon <strong>ve</strong> infertilite<br />
Ovulasyon indüksiyonu için ilk basamak kilo kaybıdır. Tıbbi beslenme tedavisi <strong>ve</strong> egzersizle yaşam<br />
tarzı değişikliği PKOS’lu olgularda kilo <strong>ve</strong>rmede önemlidir. % 5 yada daha fazla kilo kaybı hirsutismus<br />
<strong>ve</strong> akne şiddetinde azalmaya, menstruel disfonksiyonda <strong>ve</strong> anovulasyonda önemli oranda<br />
düzelmeye neden olur. Obez olgularda %5-10’luk kilo kaybı tip 2 DM gelişmesinin önlenmesinde<br />
<strong>ve</strong> dislipidemin düzelmesinde önemli rol oynar.<br />
Ovulasyon indüksiyonu için ilk seçenek klomifen sitratdır. Klomifen sitrat ilk 5 hün 50 mg/gün<br />
dozunda başlanır <strong>ve</strong> önerilen maksimum doz 150mg/gündür. FDA’ın önerdiği doz toplam her siklus<br />
başına 750 mg/dır. PKOS’lu olguların %75-80’inde ovulasyon meydana gelir. Tedavi genellikle 6<br />
siklusla sınırlanır ancak bireysel özellikler dikkate alınarak 12 aya kadar uzatılabilir. 6 siklusa kadar<br />
toplam canlı doğum başarı oranı %50-60’dır. Sıcak basması, baş ağrısı <strong>ve</strong> görme sorunları gibi yan<br />
etkileri olmakla beraber ilaç genellikle iyi tolere edilir.Çoğul gebelik oranı %10’ dan azdır <strong>ve</strong> hiperstimulasyon<br />
sendromu ender olarak görülür. USG yada progesteron takibi rutin olarak yapılmamalıdır.<br />
Klomifen sitrat tedavisi alan olgularda her siklus başına konsepsiyon oranı yaklaşık % 22 ‘dir.
92 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Klomifen sitrata yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda ikinci seçenek gonodatropin tedavisi yada LOS’dur. Her<br />
iki yönteminde avantaj <strong>ve</strong> dezavantajları vardır. Tedavi seçimi hastaya bırakılmalıdır.<br />
Gonadotropin tedavisi<br />
Gonadotropin tedavisi iki farklı şekilde <strong>ve</strong>rilebilir. Kronik düşük doz ya da step down yöntemleri<br />
uygulanır. Kronik düşük doz basamak tedavisinin amacı tek folikül yakalamaktır. Bu yöntem ile o<strong>ve</strong>r<br />
hiperstimulasyon sendromu (OHSS) riski azalır <strong>ve</strong> çoğul gebelik riski %6’ dan azdır. İlk siklusda ilk<br />
14 gün değişmeyen dozda 37.5-50 IU FSH <strong>ve</strong>rilir. Eğer human koriogonadotropin (hCG)<strong>ve</strong>rilmesi<br />
için gerekli olan koşul oluşmazsa folikül gelişimi başlayana kadar her 7 günde bir doz başlangıç dozunun<br />
%50’si kadar arttırılır. Bir folikül 10 mm’yi geçene kadar; hCG <strong>ve</strong>rilme koşulunu sağlayana<br />
kadar aynı dozda devam edilir. Çoğul gebelik riskini azaltmak için folikül 16 mm yi geçene kadar<br />
hCG <strong>ve</strong>rilmez. Bir diğer uygulamada ise fizyolojik ilkelerden yola çıkarak ortaya konulan step down<br />
yönteminde ise ilk 5 gün 150 IU FSH ile <strong>ve</strong>rilir, eğer gerekirse folikül 10 mm‘yi geçene kadar doz 3<br />
günde bir 37.5 mg arttırılır, daha sonra doz hCG <strong>ve</strong>rilene kadar 3 günde bir 37.5 IU azaltılır.<br />
Kronik düşük doz yöntemi step down protokolüyle karşılaştırıldığında OHSS riskinin düşük olması,<br />
monofoliküler ovulasyon oranının 2 kat yüksek olması <strong>ve</strong> yüksek ovulasyon oranı nedeniyle daha<br />
fazla tercih edilir. Düşük doz rejimde monofoliküler ovulasyon oranı %70, gebelik oranı %20 <strong>ve</strong><br />
çogul canlı doğum oranı %5.7 dir. OHSS ise %1 den azdır. Gonadotropin tedavisi en fazla 6 siklus<br />
<strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Laparaskopik o<strong>ve</strong>r cerrahisi (LOS)<br />
Ovulasyon indüksiyonu için cerrahi tedavi geleneksel wedge rezeksiyondan günümüze laparaskopik<br />
ovaryan diyatermi yada lazer gibi minimal invaziv tekniklere kaymıştır. Diyatermi yada lazerle o<strong>ve</strong>rde<br />
çok sayıda delik açılması ovaryan drilling olarak adlandırılır. LOS ta başarı oranı % 50 den azdır <strong>ve</strong><br />
eğer işlemden 12 hafta sonra ovulasyon gerçekleşmemişse tekrar ovulasyon indüksiyonu gerekebilir.<br />
LOS da monofoliküler ovulasyon oranı yüksektir, OHSS riski yoktur. Sık USG takibi olanağı olmayan<br />
olgular için uygun bir tedavi seçeneğidir. LOS infertilite dışı tedavilerde kullanılmamalıdır.<br />
Klomifen sitrat , gonadotropin tedavisi <strong>ve</strong> LOS tedavisine yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda ovulasyon indüksiyonu<br />
için üçüncü seçenek IVF tedavisidir.<br />
Ovulasyon indüksiyonunda alternatif tedavi selektif aromataz inhibitörleri (anastrazol , letrazol) ovulasyon<br />
indüksiyonu için kullanılmaktadırlar. Letrazol hipotalamus pituiter aksında östrojen sentezini<br />
inhibe ederek GnRH <strong>ve</strong> FSH salınımını uyarır. Yapılan çalışmalarda letrazolün ovulasyon indüksiyonunda<br />
klomifen sitrata yakın başarı oranı gösterdiği saptanmıştır. Ancak gebelik <strong>ve</strong> canlı doğum<br />
üzerine etkisini araştıracak güçlü çalışmalara gereksinim vardır.<br />
Metformin biguanid grubu bir oral antiyiabetik ilaçtır. KC de glukoz üretimini <strong>ve</strong> çevresel dokularda<br />
insülinin etkisini arttırarak etki eder.Bununla beraber metformin o<strong>ve</strong>rlerde teka hücrelerinde CYP<br />
17 enzim sistemi üzerinden insülin düzeyini azaltmasından bağımsız olarak androjen sentezini azaltmaktadır.<br />
PKOS’lu olgularda serum androjen düzeylerini azaltır,insülin direncini azaltır <strong>ve</strong> menstruel<br />
disfonksiyon - anovulasyonda düzelmeye neden olur. Metforminle yapılan çalışmalara ovulasyon,<br />
gebelik <strong>ve</strong> canlı doğum oranları ile ilgili olarak çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. Bazı çalışmalarda klomifen<br />
sitratla kombine olarak kullanıldığında ovulasyon, canlı doğum <strong>ve</strong> gebelik oranlarını arttırdığı,<br />
bazılarında ise bir farklılık olmadığı gösterilmiştir. Aynı şekilde klomifen sitrata dirençli olgularda da
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
93<br />
benzer sonuçlar elde edilmiştir. 2008 yılında Selanik’te yapılan konsensus toplantısında metformin<br />
ovulasyon induksiyonunda birinci tercih ilaç olarak kullanılmayacağı bildirilmiştir. Metformin yakın<br />
zamanda gebelik isteği olmayan kadınlarda metabolik, kardiyovasküler olumlu etkilerinden dolayı<br />
yaşam tarzı değişikliği ile beraber ovulasyon induksiyonu için kullanılabilir. Ayrıca orta vade gebelik<br />
isteği olan kadınlarda klomifen sitrat tedavisinden önce kullanılabilir<br />
Öneriler<br />
1. Ovulasyon indüksiyonu için ilk basamak kilo kaybıdır.<br />
2. Klomifen sitrat ovulasyon indüksiyonu için ilk seçenek ilaçtır<br />
3. Klomifen sitrata yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda gonadotropin tedavisi <strong>ve</strong> LOS ikinci seçenektir.<br />
Tedavi seçimi hastaya göre planlanmalıdır<br />
4. Ovulasyon induksiyonu için üçüncü seçenek IVF tedavisidir.<br />
5. Metformin ovulasyon indüksiyonu için birincil amaçla kullanılmamalıdır,bununla beraber<br />
uzun sürede gebelik düşünen olgularla <strong>ve</strong> glukoz intoleranslı olgularda ovulasyon indüksiyonu<br />
için tercih edilebilir.<br />
Metabolik bozukluklar <strong>ve</strong> KVH tedavisi<br />
Tip 2 DM’un önlenmesi<br />
Tip 2 DM’un önlenmesinde birincil yöntem yaşam tarzı değişikliğidir. Glukoz intoleransı olan olgularda<br />
yaşam tarzı değişikliğine ek olarak 1700- 2000 mg metformin <strong>ve</strong>rilebilir.<br />
KVH önlenmesi<br />
KVH önlenmesinde birincil yöntem yaşam tarzı değişikliğidir. Bununla beraber kan basıncı <strong>ve</strong> serum<br />
lipid düzeyleri hedef değerlerde tutulmalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
1. Goodarzi MO, Dumesic DA, Chazenbalk G, Azziz R.Polycystic ovary syndrome: etiology, pathogenesis<br />
and diagnosis. Nat Rev Endocrinol. 2011;7:219-31.<br />
2. Thessaloniki ESHRE/ASRM-Sponsored PCOS Consensus Workshop Group Consensus on infertility treatment<br />
related to polycystic ovary syndrome. Hum Reprod. 2008;23:462-77.<br />
3. Homburg R.Polycystic ovary syndrome.Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol. 2008 Apr;22:261-74<br />
4. Diamanti-Kandarakis E, Christakou CD, Kandaraki E, Economou FN.Metformin: an old medication of<br />
new fashion: evolving new molecular mechanisms and clinical implications in polycystic ovary syndrome.<br />
Eur J Endocrinol. 2010 ;162:193-212<br />
5. Salley KE, Wickham EP, Cheang KI, Essah PA, Karjane NW, Nestler JE.Glucose intolerance in polycystic<br />
ovary syndrome--a position statement of the Androgen Excess Society.J Clin Endocrinol Metab.<br />
2007;92:4546-56<br />
6. Azziz R, Carmina E, Dewailly D, Diamanti-Kandarakis E, Escobar-Morreale HF, Futterweit W, Janssen<br />
OE, Legro RS, Norman RJ, Taylor AE, Witchel SF; Androgen Excess Society. Positions statement: criteria<br />
for defining polycystic ovary syndrome as a predominantly hyperandrogenic syndrome: an Androgen Excess<br />
Society guideline.J Clin Endocrinol Metab. 2006 ;91:4237-45
94 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
İNFERTİLİTE<br />
İnfertilite 1 yıl süresince korunmasız, sık cinsel ilişkiye rağmen gebeliğin oluşmaması olarak tanımlanmaktadır.<br />
Bu deyim; 1 yıllık korunmasız koitustan sonra % 85-93’den fazla çiftte hamileliğin sağlanması<br />
gerçeğinden gelmektedir, böylece reprodüktif çağdaki çiftlerin %7-15’inde hamileliğin gerçekleşmediği<br />
ortaya çıkmaktadır. Yine de infertilite terimi, çiftlerin hiçbir zaman başarılı olamayacakları anlamına<br />
gelmemektedir, bu nedenle subfertilite teriminin daha doğru olacağı belirtilmektedir. Bir toplumda<br />
fertilite potansiyelinin gerçekliği için fekundabilite <strong>ve</strong>ya fekundite terimi de kullanılmaktadır. Bu terim;<br />
bir menstruel siklusta gebeliğin gerçekleşme ihtimalidir ki, normal çiftlerde bu oran %25’dir. Sterilite<br />
ise, re<strong>ve</strong>rzibl <strong>ve</strong>ya irre<strong>ve</strong>rzibl olarak hamileliğin sağlanmasındaki total imkansızlık halidir.<br />
İnfertilitenin %25’i erkek, %58’i kadın faktörlerine bağlanabilir; % 17’sinin nedeni bulunamamaktadır.<br />
Hem erkek, hem de kadına ait faktörlerin infertiliteden sorumlu olması az rastlanan bir durum<br />
değildir. İnfertilite nedenleri Şekil 1’de özetlenmiştir.<br />
İnfertilite ile müracaat eden çiflerde ilk değerlendirme, doğru zamanlama, sigara, alkol, kafein <strong>ve</strong><br />
obezite gibi modifiye edilebilir risk faktörlerinin tesbitini kapsar. Daha sonra yapılacak olan infertilitenin<br />
primer nedeninin kadına mı, erkeğe mi yoksa her ikisine mi ait olduğunun araştırılmasıdır.<br />
Ne yazık ki bazen gerçekleştirilen yoğun araştırmalar sonucunda spesifik bir neden saptanamayıp<br />
infertilite bilinmeyen nedenlere bağlanmaktadır.<br />
İnfertilite<br />
Kadına ait nedenler<br />
%58<br />
Erkeğe ait nedenler<br />
%25<br />
Bilinmeyen<br />
%17<br />
Primer<br />
hipogonadizm<br />
%30-40<br />
Sekonder<br />
hipogonadizm<br />
%2<br />
Sperm transport<br />
sorunları<br />
%10-20<br />
Bilinmeyen<br />
nedenler<br />
%40-50<br />
Amenore/<br />
ovulatuvar<br />
disfonksiyon<br />
%46<br />
Tubal defekt<br />
%38<br />
Endometriyozis<br />
%9<br />
Diğerleri<br />
%7<br />
Hipotalamik/<br />
pitüiter nedenler<br />
%51<br />
Polikistik o<strong>ve</strong>r<br />
sendromu<br />
%30<br />
Prematür ovaryen<br />
yetmezlik<br />
%12<br />
Uterus <strong>ve</strong>ya<br />
outflow traktus<br />
anomalileri<br />
%7<br />
Şekil 1. İnfertilite nedenleri
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
95<br />
Kadın infertilitesi<br />
Kadın yaşı ile fertilite arasında ters ilişki mevcuttur. 20-24 yaşlar arasında fertilite en yüksek düzeydedir.<br />
25-29 yaşlarda fertilite oranı % 4-8 azalırken, 30-34 yaşlarında %15, 35-39 yaşlarında %26-46,<br />
40-45 yaşlarında %95 azalmaktadır. Artan yaşla, azalan follikül sayısı ile birlikte yaşlı folliküllerin<br />
gonadotropin stimülasyonuna daha az duyarlı hale geldikleri gösterilmiştir.<br />
Kadın infertilitesinin en sık sebebi menstruel fonksiyon anormallikleridir. Ovulatuvar disfonksiyon<br />
uterus ile outflow traktus anormalliklerini kapsayan bu tip bozukluklar kendini amenore <strong>ve</strong>ya irregüler<br />
<strong>ve</strong>ya kısa menstruel siklus ile kendini gösterir. Dikkatli bir anamnez ile fizik muayene <strong>ve</strong> az sayıda<br />
laboratuvar tetkikleri ile aşağıdaki tanılar konabilir (Şekil 2):<br />
1) Hipotalamik <strong>ve</strong>ya pitüiter nedenler ( Artmış prolaktin (PRL) var/ yokken düşük follikül<br />
stimüle edici hormon (FSH), lüteinizan hormon (LH) <strong>ve</strong> östrojen)<br />
2) Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu (Diğer aşırı androjen nedenleri olmadan hiperandrojenizm <strong>ve</strong> irregüler<br />
sikluslar )<br />
3) Ovaryen yetmezlik ( Artmış FSH ile düşük östrojen)<br />
4) Uterus <strong>ve</strong> outflow traktus anormallikleri<br />
Amenore/Oligomenore<br />
Normal<br />
Uterus <strong>ve</strong> outflow traktus<br />
Anormal<br />
Gebelik + β-HCG<br />
-<br />
Androjen<br />
insensitivitesi<br />
Mülleryen agenezis,<br />
servikal stenozis,<br />
vajinal septum,<br />
imperforat himen<br />
Asherman<br />
sendromu gibi<br />
uterusa ait<br />
nedenler<br />
Hiperandrojenizm<br />
↑ testosteron<br />
Tümör <br />
21 hidroksilaz<br />
eksikliği <br />
Polikistik o<strong>ve</strong>r<br />
sendromu<br />
Artmış<br />
İlaçlar, ↑TSH<br />
MRI<br />
FSH<br />
Normal / düşük<br />
PRL<br />
Normal<br />
Primer amenore,<br />
kısa boy<br />
Nöroanatomik anormallik/idyopatik hipogonadotropik<br />
hipogonadizm<br />
Artmış<br />
Primer ovaryen<br />
yetmezlik<br />
Sekonder<br />
amenore<br />
Diyet egzersiz,<br />
↑TSH, stres<br />
Hipotalamik<br />
amenore<br />
Şekil 2: Amenore/oligomenore değerlendirmesi. β-HCG: Human koryonik gonadotropin, PRL: prolaktin,<br />
FSH: Follikül stimüle edici hormn, MRI: magnetik rezonans görüntülemesi, TSH: tiroid stimüle edici<br />
hormon.
96 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Kadın infertilitesinin değerlendirilmesi<br />
Kadın infertilitesinin tanısı anamnez <strong>ve</strong> fizik muayeneden başlar, daha sonra sebebe yönelik değerlendirmelere<br />
geçilir.<br />
1) Ovulatuvar disfonksiyon<br />
Düzenli menstruel siklusu olan kadınlarda ilk yapılması gereken ovulasyon mevcudiyetinin araştırılmasıdır.<br />
Buna ek olarak oositlerin tükenmesi, yaşlanması <strong>ve</strong> prematür ovaryen yetmezliğin dışlanması<br />
için o<strong>ve</strong>r rezervi araştırılmalıdır.<br />
Ovülasyonun doğrulanmasında bazal vücut sıcaklığı basit bir testtir. Kadının vücut sıcaklığı, her<br />
sabah uyanınca herhangi bir aktivitede bulunmadan ölçülür. Ovülasyon sonrasında progesteron seviyesinin<br />
artması, hipotalamik termojenik etki ile bazal vücut sıcaklığını yaklaşık 0.22 derede C<br />
arttırmaktadır. Progesterondaki yükselme ovülasyondan 2 gün önce <strong>ve</strong> 1 gün sonraki dönemde herhangi<br />
bir zamanda ortaya çıkabileceğinden, sıcaklıktaki yükselme ovülasyon zamanını kesin olarak<br />
öngörmekten ziyade geriye dönük olarak ovülasyonun gerçekleştiğini doğrular. 11 günden daha kısa<br />
süren sıcaklık artışı, tanı koydurucu olmasa da luteal faz bozukluğunu düşündürmelidir.<br />
Midluteal dönemde progesteron düzeyi ovülasyonu değerlendirmede diğer bir testtir. 19-23. günler<br />
arasında alınan kan örneğinde konsantrasyonun 3.0 ng/ mL üzerinde olması ovülasyon ile uyumlu<br />
iken 10 ng/mL üzerinde olması yeterli luteal desteğin varlığını gösterir.<br />
İdrarda günlük LH takibi, evde kullanılabilen kitlerle ovülasyonun takibini sağlar. Konsantrasyon<br />
eşiği olan 40 mIU/mL esas alınarak değerlendirilen testin pozitif olması ovülasyonu tetikleyen LH<br />
dalgası ile korele olarak gösterilse de %7-8 yanlış pozitif sonuç <strong>ve</strong>rdiği belirtilmektedir.<br />
35 yaş üstündeki kadınlarda ovulatuvar siklus varlığında bile ovaryen rezervin değerlendirilmesi<br />
için siklusun 3. gününde <strong>ve</strong>ya östrojen antagonisti olan klomifene cevap olarak FSH tetkiki tavsiye<br />
edilmektedir. Siklusun 3. gününde
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
97<br />
3) Endometriyozis<br />
Endometriyozis, endometriyal kavite <strong>ve</strong> uterus kasları dışında endometriyal gland <strong>ve</strong>ya stromanın<br />
varlığıdır. Tanısı ağrılı ilişki hikayesi, sıklıkla mensten önce başlayan şiddetli dismenore, pelvik inceleme<br />
sırasında kalınlaşmış rektovajinal septum <strong>ve</strong> serviks deviasyonu ile konabilir. Endometriyozis<br />
ile ilişkili infertilite patogenezinde yapışıklıklar dışında normal endometriyum üzerine etkilerden de<br />
bahsedilmektedir. Klinik olarak sessiz olduğunda laparoskopi gerekebilir.<br />
4) Servikal faktör infertilitesi<br />
Servikal faktör infertilitesinin dışlanması için yapılan postkoital test (PCT) ya da Huhner testi, sperm<br />
ile servikal mukus etkileşiminin doğrudan değerlendirilmesine dayanır. Test 48 saatlik cinsel perhiz<br />
sonrası östrojen düzeyinin en üst düzeyde olduğu menstruel siklusun 12-14 <strong>ve</strong> 28-30 günlerinde<br />
yapılmalı, mukus 2-8 saat içinde incelenmelidir. Yorumlanması subjektif olduğundan değeri tartışılmaktadır.<br />
Her yüksek büyütme alanında 5-10 hareketli spermatozoanın <strong>ve</strong> Spinnbarkeit testinin (2<br />
lam arasında mukusun uzama derecesi) 8 cm olduğu asellüler mukusun bulunması genellikle servikal<br />
faktörü dışlamaktadır. Anormal PCT’nin en sık nedeni zamanlamanın hatalı olmasıdır. Servikal stenoz,<br />
hipoplazik servikal kanal, koital disfonksiyon <strong>ve</strong> erkek faktörleri neden olarak sayılabilir. Örnek<br />
ayrıca pH, mukusun hücre içeriği, lökosit <strong>ve</strong> ferning (eğrelti otu) testi açısından değerlendirilebilir.<br />
Spermlerin kümelenmesi <strong>ve</strong> ileri hareket etmeden sadece flagella hareketi yapması sıklıkla antisperm<br />
antikorlarının varlığını düşündürmelidir.<br />
5) Histerosalpingogram (HSG)<br />
Uterus <strong>ve</strong> tubaların sınırlarını <strong>ve</strong> tuba açıklığını değerlendirir, erken folliküler fazda mens kanamasının<br />
kesilmesinden itibaren bir hafta içinde uygulanır, böylece gebeliğin bozulma riski en aza indirilmiş<br />
olur. İşlem serviksten radyoopak madde enjekte edilmesiyle gerçekleşir, fluoroskopi altında<br />
çekilen grafilerde tubaların durumu görülür.<br />
6) Tanısal laparoskopi<br />
Endometriyozis, pelvik adezyonlar gibi peritoneal <strong>ve</strong> tubal faktörler değerlendirilir <strong>ve</strong> eş zamanlı cerrahi<br />
uygulanabilir. Laparoskopi folliküler fazda yapılmalıdır. HSG bulguları laparoskopi bulgularıyla<br />
%60-70 uyum gösterir. İndigo karmen boyası laparoskopi sırasında tubaların açık olup olmadığını<br />
gösterir.<br />
7) Endometriyal biyopsi <strong>ve</strong> luteal faz defekti<br />
Endometriyal biyopsi endometriyumun progesterona yanıtını değerlendirir. 28 günlük menstruel<br />
siklusun 24-26 günleri arasında <strong>ve</strong>ya beklenen adetten 2-4 gün önce yapılır. Biyopsi desudualize olan<br />
stromayı göstererek ovülasyon olduğunu kanıtlar, endometrit varlığını denetler <strong>ve</strong> endometriyumun<br />
siklusun kaçıncı gününde olduğunu belirler. Biyopsi artık pek tercih edilmemektedir.<br />
8) İmmünolojik faktörlere bağlı infertilite<br />
Bazı çiftlerde immünolojik uyumsuzluk mevcuttur. İnfertilite nedeni olarak kadında sperm aglütine<br />
edici <strong>ve</strong> immobilize edici antikorların <strong>ve</strong> erkekte otoimmünitenin varlığı sorumlu olabilir.
98 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
9) İleri tetkikler<br />
Transvajinal ultrasonografi <strong>ve</strong> sonohistografi, sonohisterosalpingografi, histeroskopi, transvajinal<br />
hidrolaparoskopi <strong>ve</strong> fertiloskopi ismi geçen ileri tetkiklerdir.<br />
Kadın infertilitesinin tedavisi<br />
Tedavi tüm infertilite faktörlerinin tesbitinden sonra düşük riskli müdahelelerden invaziv yüksek<br />
riskli müdahelelere geçiş şeklinde planlanmalıdır. Önce medikal tedavi, sonra intrauterin inseminasyon<br />
(IUI), daha sonra da in vitro fertilizasyon (IVF) gibi yardımlı üreme teknolojileri (YÜT)<br />
denenmelidir. İnfertilite tedavisi şu şekilde sıralanabilir;<br />
1) Ovulatuvar disfonksiyon<br />
Ovulasyon disfonksiyonunun tedavisi öncelikle mümkünse bozukluğun tayinine dayanır. Düşük<br />
<strong>ve</strong>ya yüksek vücut ağırlığı <strong>ve</strong>ya aşırı egzersiz ile stres hipotalamustan GnRH salınımını etkileyebileceğinden<br />
yaşam tarzı değişiklikleri tavsiye edilir. Hiperprolaktinemide bromokriptin gibi dopamin<br />
agonistleri kullanılır. 2-3 ay içinde yanıt beklenmekte, hastaların %80’inde gebelik görülmektedir.<br />
Tedaviye başladıktan sonra ovulasyon gerçekleşmezse klomifen eklenebilir. Hem hipo, hem hipertiroidi<br />
infertiliteye neden olabileceğinden uygun şekilde tedavi edilmelidir. Ovülasyon indüksiyonu<br />
için kullanılan medikasyonlar; klomifen sitrat, gonadotropinler <strong>ve</strong> pulsatil GnRH’ı kapsar.<br />
Klomifen sitrat hipotalamusta östrojenin negatif feed-back etkisini bloke edip GnRH ile FSH <strong>ve</strong> lüteinizan<br />
hormon (LH) seviyelerini arttıran nonsteroidal östrojen antagonistidir. Hipotalamus-hipofizo<strong>ve</strong>r<br />
aksının sağlam olduğu vakalarda en yararlıdır. Aşırı kilolu <strong>ve</strong> hiperandrojenik kadınlarda yanıt<br />
az olur. Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromlu (PCOS) kadınların %60’dan fazlasında ovülasyonu sağladığı için<br />
ilk tedavi seçeneğidir. İnsülin seviyesini modifiye eden metformin ile kombine edilebilir. Hipogonadotropik<br />
hipogonadizmde daha az başarılıdır.<br />
Gonadotropinler, hipogonadotropik hipogonadizm, endometriyozis, PCOS’da <strong>ve</strong> sebebi belli olmayan<br />
infertilite ile yaşlı reprodüktif çağdaki kadınlarda multipl yumurta toplanmasında kullanılmaktadırlar.<br />
FSH esas ilaç olmasına rağmen LH <strong>ve</strong>ya insan koryonik gonadotropin (HCG) ila<strong>ve</strong>si ile en<br />
çok hipogonadotropik hastalarda olmak üzere, daha iyi sonuçlar alınmaktadır.<br />
Pulsatil GnRH, hipotalamik amenoreli hastalarda ovülasyonun sağlanmasında oldukça efektiftir. Gonadotropinlerle<br />
kıyaslandığında gebelik yüzdesi eşit olsa da multipl gebelik daha azdır <strong>ve</strong> ovaryen hiperstimülasyon<br />
riski yoktur. Bu metotların hiçbiri primer ovaryen yetmezlikte efektif değildir, donör<br />
oosit tavsiye edilmektedir.<br />
2) Tubal hastalık<br />
Tubal hastalık tanısı konduğunda rekonstrüksiyon olarak, tubanın kanülizasyonu, mikrocerrahi yoluyla<br />
tubokornual reanastomoz yapılabilir, ama sıklıkla IVF denenir. Düzeltici cerrahinin başarısı<br />
hastalığın yaygınlığına bağlıdır. Bu hastalar sıklıkla ektopik gebelik riski altındadırlar.<br />
3) Endometriyozis<br />
Hafif endometriyozisi mevcut olan kadınların % 60’ı tedavisiz 1 yıl içinde hamile kalsalar da laparaskopik<br />
rezeksiyon <strong>ve</strong>ya ablasyon gebelik ihtimalini arttırır. Endometriyozisin medikal tedavisinin,
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
99<br />
semptomların kontrolünde kullanılmakla birlikte fertiliteyi arttırdığı gösterilememiştir. Orta <strong>ve</strong> ciddi<br />
endometriyoziste konservatif cerrahi sırasıyla %50 <strong>ve</strong> %39 gebelik oranlarıyla sonuçlanmaktadır.<br />
Bazı hastalarda IVF tedavi seçeneği olabilir.<br />
4) Luteal faz defektleri<br />
Hem fertil, hem de infertil kadınlarda görülebilir <strong>ve</strong> tedavisi tartışmalıdır. Siklusun ovülasyon sonrası<br />
döneminde <strong>ve</strong> gebelik oluşursa luteoplasental geçiş sağlanana kadar intramüsküler <strong>ve</strong>ya intravajinal<br />
progesteron ile tedavi uygulanır.<br />
5) Uterin faktörler<br />
Submüköz leiyomyomlar, intrauterin sineşiler (Ashermen sendromu), uterin anomaliler <strong>ve</strong>ya septumların<br />
tedavisi cerrahidir.<br />
6)Genital traktus enfeksiyonları<br />
Kadın <strong>ve</strong> erkekte görülebilen enfeksiyonlardan Clamidya <strong>ve</strong> N. Gonore ana patojenlerdir. Ureaplasma<br />
urealitikum <strong>ve</strong> mikoplazma hominis minör patojenler olarak bildirilmektedirler. Uygun tedavilerinin<br />
fertiliteyi arttırdığı gösterilmiştir.<br />
7)İnseminasyon<br />
Semenin kadın genital sistemine özel bir kanül ile <strong>ve</strong>rilmesi işlemidir. İşlem servikal, uterin, tubal<br />
<strong>ve</strong>ya intraperitoneal lokalizasyonlara uygulanabilir, ama bugün tercih intrauterin inseminasyon yönündedir.<br />
Kullanılan sperm eşe ait olabileceği gibi donör spermi de kullanılabilir. Toplanan semen<br />
taze semen, split ejekülat ( ejekülatın ilk birkaç damlası) <strong>ve</strong>ya işlenmiş olarak (yıkama, fitrasyon <strong>ve</strong><br />
kullanıma uygun spermleri ayırma yöntemlerini kapsar) insemine edilir. İnseminasyonun zamanlaması<br />
önemlidir. Gebelik oranlarının en fazla artmış olduğu zaman peryodu, ovülasyon öncesi 3 gün<br />
ile ovülasyon sonrası ilk 24 saat içindeki dilim olarak gösterilmiştir. Seçilmiş olgularda ucuz, uygulanması<br />
kolay, üst düzeyde kalifiye ekip <strong>ve</strong> ekipman gerektirmeyen bir yöntem olup ileri teknoloji <strong>ve</strong><br />
donanım gerektiren tekniklere başvurmadan önceki bir adım olarak kabul edilmelidir.<br />
8) Yardımlı üreme teknolojileri<br />
İlk defa 1978 yılında gerçekleştirilen IVF sonrası başarılı doğumdan sonra infertilitenin üstesinden<br />
gelmek için pek çok teknik geliştirilmiştir.<br />
I) Tipleri<br />
a) Gamet intrafallopian transfer (GIFT): Oositlerin ekstraksiyonunun ardından laparoskopi yoluyla<br />
normal tuba uterina içine gametler (sperm <strong>ve</strong> oosit) transfer edilir. GIFT genel anestezi gerektir <strong>ve</strong><br />
fertilizasyonun gerçekleştiğinden görsel olarak emin olunamaz. Gebelik oluşmadığında başarısızlığın<br />
fertilizasyondan mı, yoksa implantasyondan mı kaynaklandığını ayırt etmek mümkün değildir.<br />
Başarı kriteri olarak değerlendirilen canlı doğum/ oosit toplama oranı %25.4 olarak <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />
b) Zigot intrafallopian transfer (ZIFT): Oosit toplanması <strong>ve</strong> fertilizasyon sonrası laparoskopi yoluyla<br />
embriyoların tuba içerisine yerleştirilmesidir. Canlı doğum/ oosit toplama oranı %26.3 olarak<br />
<strong>ve</strong>rilmektedir.
100 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
c) IVF: Kontrollü ovaryen hiperstimülasyon <strong>ve</strong> ultrasonografi rehberliğinde oositlerin aspirasyonu<br />
sonrası, hazırlanan spermlerle laboratuar ortamında fertilizasyon, embriyo kültürü <strong>ve</strong> elde edilen<br />
embriyoların uterus içine transservikal transferi demektir. IVF yöntemlerinin çoğunda hastadan<br />
alınan taze oositlerin kullanılmasına rağmen donmuş oositlerin transferi <strong>ve</strong> donör oositlerin kullanılması<br />
de seçenekler arasındadır. İntrasitoplazmik sperm injeksiyonu (ICSI) kullanılmayan<br />
IVF’de canlı doğum/ oosit toplama oranı %34.4 olarak <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />
ICSI, her oositin içine tek bir spermatozoaonın mikroskopik olarak enjekte edilmesi, oluşan embriyonun<br />
uterusa transservikal olar transferidir. ICSI’ın ortaya çıkışı IUI <strong>ve</strong> IVF’e refrakter erkek<br />
infertilitesinin mevcut olduğu çiftlerde devrim yaratmıştır.<br />
IVF endikasyonları şöyle sayılabilir:<br />
A) Tubal hastalıklar: Büyük hidrosalpinksler, fimbriaların yokluğu, ciddi yapışıklıklar, tekrarlayan<br />
ektopik gebelikler, başarısız rekonstrüktif cerrahi tedaviler.<br />
B) Endometriyozis<br />
C) Nedeni bilinmeyen infertilite<br />
D) Erkek faktör infertilitesi: Düşük sperm sayısı <strong>ve</strong> motilitesi, anormal morfoloji<br />
E) Uterin malformasyonlar: Dietilstilbesterole maruziyet<br />
F) HIV açısından uyumsuz çiftler: ICSI <strong>ve</strong>ya sperm yıkama yöntemi ile HIV negatif kadınlar HIV<br />
pozitif partnerlerinin spermleri ile gebe kalabilirler.<br />
G) Fertilite korunmasını isteyenler: Kemoterapi <strong>ve</strong>ya pelvik bölge ışınlanması sonrası fertilite korunması<br />
isteyen kadın <strong>ve</strong> erkekler gamet, embriyo <strong>ve</strong>ya o<strong>ve</strong>r dokularının, daha sonra kullanıllmak<br />
üzere dondurulmasını isteyebilirler.<br />
H) Preimplantasyon genetik tanı (PDG) isteyen çiftler: İlk defa 1990 yılında PDG kullanımı ile<br />
ebe<strong>ve</strong>ynlerin genetik bozukluklarının bebeklerine aktarımı önlenmiş, geleneksel prenatal tanı<br />
ile gebeliğin sonlandırılmasının yol açtığı kaygılar <strong>ve</strong> etik ikilemlerden kaçınılmıştır. PDG işlemi,<br />
IVF’teki bölünme evresindeki (2-3 gün) embriyonun 1-2 blastomeri, kontrollü ovaryen<br />
hiperstimülasyon sonrası metafaz evresindeki oositten alınan polar cisim biyopsisi <strong>ve</strong> blastokist<br />
evresindeki (5. gün) embriyodan alınan trofoektoderm dokusunun genetik analizini kapsar.<br />
Kistik fibrozis, musküler distrofi <strong>ve</strong> Huntington Hastalığı gibi tek gen hastalıkları tarandığı gibi, ileri<br />
reprodüktif çağda tekrarlayan gebelik kaybı hikayesi olan <strong>ve</strong> IVF uygulanan kadınlarda <strong>ve</strong>ya birçok<br />
başarısız IVF siklusu geçiren kadınlarda translokasyon, anöplodi <strong>ve</strong> kromozomal bozuklukların tayininde<br />
kullanılmaktadır. Fanconi anemisinden etkilenen kardeşiyle HLA eşleşmesi olan implantasyon<br />
öncesi bir embriyonun seçilmesinde kullanılmıştır. Y kromozomu için selektif tarama yapılarak cinsiyet<br />
seçimi mümkün olmuşsa da konunun ahlaki yönü tartışmaya açıktır.<br />
II) Kontrollü ovaryen stimülasyon <strong>ve</strong> IVF protokolleri:<br />
Bu amaçla arasında en sık klomifen, gonadotropinler, GnRH agonistleri <strong>ve</strong> GnRH antagonistleri<br />
kullanılmaktadır.<br />
Klomifen menstruel siklusun 5-9. günlerinde <strong>ve</strong>rilir. Yanıt, bazal vücut sıcaklığı ölçümü, ultrason <strong>ve</strong><br />
LH ile östrojen düzeylerinin tayini ile takip edilir. Ucuzdur <strong>ve</strong> ovaryen hiperstimülasyon sendromu<br />
açısından düşük risk oluşturur. Buna karşılık IVF’de iptale neden olan sık LH dalgaları <strong>ve</strong> siklus
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
101<br />
başına bir <strong>ve</strong>ya iki gibi az sayıda oosit elde edilmesi sonucu IVF’de düşük oranda gebelik oluşmasına<br />
neden olabilir. Human koryonik gonadotropin (HCG), LH dalgasını uyarmak için tedaviye eklenebilir.<br />
Gonadotropinler, klomifenle gebelik elde edilmediğinde ikinci tercih olmaktadır. Multipl gebelik <strong>ve</strong><br />
hiperstimülasyon sendromu gibi dezavantajları vardır. Human menapozal gonadotropin (HMG)<br />
LH <strong>ve</strong> FSH kombinasyonu olup genellikle 2-7 gün süreyle <strong>ve</strong>rilir. Klomifene oranla pahalıdır <strong>ve</strong><br />
ovaryen hiperstimülasyon sendromu riski fazladır. HMG’nin LH komponentinin zarar <strong>ve</strong>rme olasılığının<br />
en aza indirilmesi için yapılan girişimler, saflaştırılmış üriner FSH <strong>ve</strong> rekombinan FSH<br />
üretimini sağlamıştır. Kontrollü ovaryen hiperstimülasyon sırasında follikül maturasyonu ultrason<br />
<strong>ve</strong> seri östradiol düzeyleri ile takip edilir. Oosit matürasyonunu tamamlamak için HCG folliküller<br />
17-18 mm çapa ulaştığında <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
GnRH agonistleri, (GnRHa) Flare-up protokolü <strong>ve</strong>ya luteal faz protokolüyle kullanılır. Flare-up protokolü,<br />
ilk 4 günde FSH’da artışa yol açar, bu da oosit seçilmesini(recruitement) arttırır, 5 günlük<br />
uygulamadan sonra GnRHa prematür lüteinizasyon <strong>ve</strong> spontan LH dalgasını önlemek için hipofizi<br />
down-regüle eder. Lüteal faz protokolü, IVF’den önceki siklusta, menstrüasyonun 17-21. gününde<br />
GnRHa <strong>ve</strong>rilmesi ile başlar. GnRHa siklus başına elde edilen oositlerin sayısı, kalitesi <strong>ve</strong> senkronizasyonunu<br />
arttırır, böylece fertilizasyon oranı, embriyo sayısı <strong>ve</strong> gebelik oranı artar.<br />
GnRH antagonistleri; LH sekresyonunu <strong>ve</strong> siklus iptaline neden olan prematür LH dalgalarını bloke<br />
eder. Menstruasyonun 8. gününde tek doz <strong>ve</strong>ya 4 gün düşük doz uygulanır. Periovulatuvar LH<br />
dalgasını bloke ettiğinden ovülasyonu stimüle etmek için daha az gonadotropine ihtiyaç duyulur <strong>ve</strong><br />
yan etkileri daha azdır.<br />
III) Oosit toplanması, fertilizasyon <strong>ve</strong> transfer:<br />
Oosit toplanması ultrason rehberliğinde follikül aspirasyonu <strong>ve</strong>ya laparoskopik oosit toplanması şeklindedir.<br />
İlki en çok kullanılan yöntemdir.<br />
Oosit toplanması, HCG enjeksiyonundan 34-36 saat sonra gerçekleştirilir. Spermler seyreltildikten<br />
sonra santrifüj edilirler. İnkübe edilmeden önce 50,000-100,000 hareketli sperm her biri oosit içeren<br />
Petri kabına konur. Fertilizasyon, 2 pronukleus varlığı <strong>ve</strong> 24 saatte ikinci polar cisimciğin atılması<br />
ile kanıtlanır. Bu evrede embriyoların çoğu %75 sağkalım oranı ile sınırsız süreyle dondurulup saklanabilir.<br />
Embriyo transferi, en sık 4-10 hücre evresinde toplama işleminden 72 saat sonra gerçekleştirilir. Transfer<br />
edilen embriyoların asıl sayısı kişinin yaşına <strong>ve</strong> çoğul gebelik için diğer faktörlere bağlı olmakla birlikte<br />
çoğul gebelik riskini sınırlamak <strong>ve</strong> gebelik oranını optimize etmek için genellikle 2 embriyodan fazlası<br />
transfer edilmez. Genel uygulamada luteal faz, oosit salınımının başladığı günden gebeliğin 12. haftasına<br />
dek süren vajinal suppozituvar olarak uygulanan progesteron ile desteklenmektir.<br />
IV) YÜT’ün yan etkileri:<br />
a) Ovaryen hiperstimülasyon sendromu: Abdominal, şişkinlik, asit, idrar çıkışında azalma, hemokonsantrasyon,<br />
hiperkoagülabilite, hidrotoraks, respiratuvar distres sendromu, elektrolit dengesizliği<br />
<strong>ve</strong> çoklu organ yetersizliği ile kendini gösterebildiği gibi ölümle de sonuçlanabilir. Bu sendromun<br />
tetikte olmak ile tamamen önlenebilen iyatrojenik bir durum olduğu unutulmamalıdır.
102 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
b) Çoğul gebelik: Belirgin maternofetal <strong>ve</strong> yenidoğan sekellerine yol açabilir.<br />
c) Heterotopik gebelik: YÜT sonrası gebeliklerin %1’inde görülür.<br />
d) IVF etkileri: Yeni doğan morbidite riski, doğumsal bozuklular, gelişim bozuklukları <strong>ve</strong> çocukluk<br />
çağı kanserleri arasında ilişki olduğuna dair kanıtlar tartışılmaktadır. Düşük doğum ağırlığı riskinde<br />
artış konusu daha fazla taraftar bulmuş durumdadır.<br />
e) ICSI etkileri: Seks <strong>ve</strong> otozomal kromozom bozuklukları, Beckwith-Widemann, Angelman sendromu<br />
riskinde artıştan bahsedilmektedir.<br />
9) İmmünolojik faktörlere bağlı infertilite<br />
Kadına ait immunolojik faktörlerde. 2-6 aylık seksüel abstinens <strong>ve</strong>ya kondom kullanımının antikor<br />
titresini düşürdüğü gösterilmiştir. İntrauterin inseminasyon <strong>ve</strong> IVF esas tedavidir.<br />
10) Yeni tedaviler<br />
PKOS hastalarında bir B kompleks vitamini olan Myo-inozitolün <strong>ve</strong>rilmesi, hem insülin sensitivitesini<br />
arttırması sayesinde testosteron seviyesinin düşürülmesi hem de ovulatuvar fonsiyonda düzelme<br />
ile sonuçlanmıştır. IVF sonrası oosit kalitesinde <strong>ve</strong> toplanan oosit sayısında artma da gösterilmiştir.<br />
Hipotalamik amenorede leptin <strong>ve</strong> ovülasyon indüksiyonunda aromataz inhibitörü anastrozolun kullanımı<br />
tartışılmaktadır.<br />
Erkek infertilitesi<br />
Gebeliğin oluşması için spermatogenezin normal olması, kanallardan transport sırasında spermin<br />
maturasyonunu tamamlaması, volüm <strong>ve</strong> besleyici elementlerin sağlanması açısından seminal plazmanın<br />
yeterli miktarda eklenmesi <strong>ve</strong> erkeğin kadın serviksine semeni bırakmakta başarılı olması gerekir.<br />
Ayrıca spermatozoanın servikal mukusa penetre olabilmesi <strong>ve</strong> konsepsiyonun gerçekleşeceği uterusa<br />
varabilmesi de şarttır.<br />
Erkek infertilitesi nedenleri Tablo 1’de <strong>ve</strong>rilmiştir. Hipotalamus, pitüiter, adrenal <strong>ve</strong> tiroid hastalıkları<br />
erkek infertilitesi sebeplerinin %4’ünü kapsar. Seks kromozom anormallikleri, kriptorşizm, adult<br />
seminifer tübül yetmezliği <strong>ve</strong> diğer primer testiküler yetmezlik nedenleri %15 infertil erkekte saptanır.<br />
Konjenital <strong>ve</strong> akkiz duktal problemler %6 vakada, yetersiz koital teknik, seksüel disfonksiyon,<br />
ejekülasyon sorunları <strong>ve</strong> hipospadias gibi anatomik bozukluklar %4-5 vakada mevcuttut. %40’dan<br />
fazla vaka idyopatik infertilite tanısını alır. Bu hastaların bazılarında hafif androjen reseptör defektleri,<br />
Y kromozomun mikrodelesyonu <strong>ve</strong>ya kistik fibrozis geninde mutasyon saptanmaktadır. Sperm<br />
aglütinasyonu <strong>ve</strong>ya immobilizasyonuna neden olan otoimmün hastalıklar hastaların çok az bir kısmında<br />
görülür. İdyopatik infertilite olarak sınıflanan vakların %25-40’ında varikosel saptanmaktadır.<br />
Bu bulgunun önemi tartışılmaktadır, çünkü genel popülasyondaki erkeklerin %8-20’sinde de<br />
varikosel vardır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
103<br />
Tablo 1. Erkek infertilitesi nedenleri<br />
1) Endokrin<br />
- Hipotalamik pitüiter hastalıklar<br />
- Testiküler bozukluklar<br />
- Androjen aksiyon defektleri<br />
- Hipertiroidizm<br />
- Hipotiroidizm<br />
- <strong>Adrenal</strong> yetmezlik<br />
- Konjenital adrenal hiperplazi<br />
2) Sistemik hastalıklar<br />
3) Spermatogenez defektleri<br />
- İmmotil silia sendromu<br />
- İlaçlar<br />
- Adult seminfer tübül yetmezliği<br />
- Y kromozomunda mikrodelesyonlar<br />
4) Duktal obtrüksiyon<br />
- Konjenital<br />
- Akkiz<br />
5) Seminal <strong>ve</strong>zikül hastalığı<br />
6) Prostatik hastalık<br />
7) Varikosel<br />
8) Retrograt ejekülasyon<br />
9) Sperm <strong>ve</strong>ya seminal plazmaya karşı antikorlar<br />
10) Peniste anatomik defektler<br />
11) Yetersiz koital teknik<br />
12) Seksüel disfonksiyon<br />
13) İdyopatik<br />
Erkek infertilitesinin değerlendirilmesi<br />
İnfertilite açısından erkekte temel değerlendirme medikal <strong>ve</strong> üreme hikayesi alınması, fizik muayene<br />
yapılması <strong>ve</strong> bir aydan az olmayan aralıklarla semen analizinin yapılmasıyla başlamalıdır. Daha sonra<br />
sıra spesifik problemlere yönelik testlere gelmelidir.<br />
1) Anamnez<br />
Erkek faktör infertilitesi araştırılırken üreme hikayesi içinde şu konulara dikkat çekilmelidir:<br />
1) Cinsel ilişki sıklığı <strong>ve</strong> zamanlaması: Çocuk isteme süreleri, korunmasız koit süresi, koit sıklığı<br />
kaydedilmelidir. Seyahat gibi peryodik ayrılık, çiftlere ait stres nedenleri araştırılmalıdır. Kadının<br />
aynı <strong>ve</strong>ya önceki eşinden olan gebelik hikayesi <strong>ve</strong> bu nedenlerle aldığı tedavi önemlidir.<br />
2) İnfertilite süresi <strong>ve</strong> önceki fertilite durumu, varsa kullanılmış kontrasepsiyon metodları <strong>ve</strong><br />
süreleri<br />
3) Ailenin üreme hikayesi: Diğer aile bireylerinde hipogonadizm <strong>ve</strong> genetik hastalıklar sorulmalıdır.<br />
4) Çocukluk hikayesi:<br />
Çocukluk hastalıkları araştırılmalıdır. İn utero dietlstilbesterona maruziyet testiküler, epididimal<br />
<strong>ve</strong> penil anormalliklere neden olabilir.<br />
5) Puberte gelişimi: Pubertenin başlangıcı, ses değişiklikleri <strong>ve</strong> sakal çıkması kaydedilmelidir.<br />
İnmemiş testis hikayesi <strong>ve</strong> bunda kullanılan tedavi şekilleri önemlidir.
104 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
6) Geçirilmiş hastalıklar (Diyabet, hipertansiyon, karaciğer <strong>ve</strong> böbrek hastalıkları gibi), alerji <strong>ve</strong><br />
ameliyatlar soruşturmalıdır. Sık bronşit <strong>ve</strong> sinüzüt atakları Kartagener sendromu (situs in<strong>ve</strong>rsus<br />
ile birlikte silier defekt), Young sendromu (immotil silia sendromu) <strong>ve</strong> kistik fibrozisi akla<br />
getirir. Orşit, epididimit androjen yetmezliğine neden olabilir.<br />
7) Cinsel yaşam: Performans azalması, sakal çıkmaması <strong>ve</strong>ya traş sıklığının azalması, ereksiyon<br />
sıklığı <strong>ve</strong> rijiditesi, libido azalması araştırılmalıdır.<br />
8) Cinsel yolla geçen hastalıklar: Sifiliz, gonore <strong>ve</strong> AIDS <strong>ve</strong> tedavileri öğrenilmelidir.<br />
9) İlaç kullanımı: Sulfasalazin, siklofosfamid gibi alkilleyici ajanlar, arsenik, yüksek doz aspirin,<br />
simetidin, kolşisin, kurşun, medroksi progesteron, testosteron, nitrofurantoin, fenitoin, antihipertansifler,<br />
antibiyotikler, spironolakton, anabolik hormonlar, steroidler infertilite nedeni<br />
olabilir. Özellikle birden fazla ilaç alımı androjen eksikliği <strong>ve</strong> fertiliteye etkiyi arttırır.<br />
Her iki tarafta ağrılı ilişkiye neden olabilen lubrikasyon sorunları için kullanılan lubrikanların<br />
çoğu spermisiddir.<br />
10) <strong>Gonadal</strong> toksinlere maruziyet: Aşırı sıcak, hatta düzenli sıcak banyo, sauna <strong>ve</strong>ya buhar banyosu<br />
spermatogenezi etkileyebilir. Sigara, marihuana, kah<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> alkol alışkanlıkları araştırılmalıdır.<br />
Gonadotoksinler arasında pestisitler, organofosfatlar, DDT gibi organoklorokinler,<br />
fumigatlar, herbisitler <strong>ve</strong> fungisitler, diş hekimliğinde kullanılan nitrozoksit, erkek kontrasepsiyonunda<br />
kullanılan nifurtimoks, kuru temizleme <strong>ve</strong> çözücü olarak kullanılan perkloretin,<br />
kurşun, manganez, kobalt, kadmiyum sayılabilir.<br />
11) Cerrahi hikaye:<br />
İngüinal herniografi çocukta <strong>ve</strong> bilateral olduğunda vaz deferens zedelenmesi ile sonuçlanabilir.<br />
Ureter, mesane, mesane boynu <strong>ve</strong> uretra cerrahileri ejekülasyon sorunlarına, retroperitoneal<br />
cerrahi <strong>ve</strong> major pelvik müdaheleler retrograt ejekülasyona neden olabilir.<br />
12) Atletik aktiviteler <strong>ve</strong> özel alışkanlıklar:<br />
Aşırı bisiklete binme, aşırı egzersiz, sık masturbasyon sorgulanmalıdır.<br />
2) Fizik muayene<br />
Genel fizik muayeneye ek olarak şu konulara dikkat edilmelidir:<br />
a) Penis<br />
Hipogonadizm puberteden önce gelişmişse penis infantil kalır, puberteden sonra gelişmişse peniste<br />
boyut değişikliği gözlenmez. Normal ereksiyonda penis boyutları 11-15 cm’dir. Üretra ağzının açıldığı<br />
yere dikkat etmek gerekir, çünkü hafif hipospadias bile infertiliteye neden olur. Prepisyum geri<br />
çekilerek fimozis araştırılmalı, ilişkiye engel olabilecek penis eğriliklerine dikkat edilmelidir.<br />
b) Testisler<br />
FSH <strong>ve</strong> LH uyarımı kaybolduğunda normalde sıkı yoğunluğu olan testisler yumuşar <strong>ve</strong> küçülürler.<br />
Sert, küçük testisler Klinefelter sendromunu, flüktüasyonlu gevşek elastik testisler hidroseli düşündürmelidir.<br />
2 taraf arasında volüm farkı tümörü akla getirmelidir. Testis boyutları ultrasonografiyle<br />
(USG) ölçüldükten sonra 3 boyut 0.52 ile çarpılarak volüm hesaplanır. Normal testis 4x2.5 cm<br />
boyutlarındadır, volümü 18 ml olup, 12-30ml arasında değiştiği belirtilmektedir.<br />
İnmemiş testis <strong>ve</strong> anorşi tesbit edilmelidir. Kriptorşidizmde testisler karın içinde <strong>ve</strong> retroperitoneal<br />
bölgede ingüinal kanalın yukarılarında lokalize olup palpe edilemezler. Retraktil testisler ingüinal<br />
halka hizasında bulunup zaman zaman skrotuma inerler, cinsel ilişki sırasında <strong>ve</strong> soğukta iki yer
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
105<br />
arasında yer değiştiriler. İngüinal testisler ingüinal kanalda yerleşmiş olup, ektopik testisler normal<br />
iniş yolu dışında tesbit edilen testislerdir.<br />
Testisler hasta ayakta iken palpe edilmelidirler, palpe edilemiyor <strong>ve</strong>ya zor ediliyorsa supin poszisyonda<br />
muayene yapılabilir. Kremasterik reflekse neden olup testisleri yukarı kaçırmamak için ortamın<br />
soğuk olmasından <strong>ve</strong> hastayı irrite etmekten kaçınmak gerekir. Palpe edilemeyen testislerde USG,<br />
manyetik rezonans inceleme (MRI) <strong>ve</strong>ya anorşiyi ekarte etmek için anti-Mülleryen hormon (AMH)<br />
<strong>ve</strong>ya HCG testi yapılmalıdır.<br />
c) Vaz deferensler<br />
Vaz deferenslerin gelişmemesi obstrüktif tipte azospermiye neden olabilir. Bu tip azospermi infertilite<br />
kliniklerine başvuran erkeklerin %2’sine bulunmaktadır. Tanı için cerrahi eksplorasyon gerekebilir.<br />
d) Epididimler<br />
Normalde testislerin posterolateralinde yerleşmiş yumuşak bezdir, distal obstrüksiyonunda kistik<br />
distansiyon gelişir. Gonore <strong>ve</strong> epididimite bağlı obstrüksiyonda üzerinde sertlik palpe edilir. Spermatosel<br />
gergin, elastik, küresel oluşumlardır. Ağrılı epididim şişlikleri inflamasyonu, yumuşak tümöral<br />
oluşumlar tüberkülomu düşündürmelidir.<br />
e) Pampiniform pleksus<br />
Pampiniform <strong>ve</strong>nöz pleksusun dilatasyonu ile karakterize olan varikosel, sıklıkla sol tarafta ortaya<br />
çıkar. Hasta ayaktayken palpe edildiği gibi, Valsalva manevrası sırasında karın içi basıncın artmasıyla<br />
<strong>ve</strong>nlerde dilatasyon olduğunda daha belirginleşir.<br />
f) Prostat <strong>ve</strong> seminal <strong>ve</strong>ziküller<br />
Rektal muayenede prostat düzgün yüzeyli at kestanesi şekli ile palpe edilir. Hipogonadizmde bu<br />
organ küçük kalır. Hamur gibi yumuşak yoğunluğu prostatite, bütün halinde düzgün büyümesi benign<br />
hiperplaziye, düzensiz <strong>ve</strong> sert nodül palpasyonu prostat kanserine işaret eder. Prostat <strong>ve</strong> seminal<br />
<strong>ve</strong>ziküllerin detaylı tetkiki transrektal USG ile yapılır.<br />
g) Vücut oranları, iskelet yapısı <strong>ve</strong> yağ dağılımı<br />
Androjen eksikliğinde epifizlerin kapanması gecikeceğinden <strong>ve</strong> uzun kemikler insülin benzeri büyüme<br />
faktörü (IGF-1) <strong>ve</strong> diğer büyüme faktörleri sayesinde uzayacağından önükoid yapıda uzun<br />
ekstremitelere sahip bir vücut yapısıyla karşılaşılır. Üst ekstremite (kollar arası mesafe) boydan en<br />
aşağı 5 cm uzundur, ayrıca bacak boyu da gövdeden daha uzundur. Böylece oturur pozisyonda boy<br />
kısa, ayakta ise uzun olarak değerlendirilir (Oturan cüce, ayakta duran dev). Sağlıklı bir erkekte üst<br />
segmentin (baş-pubis) alt segmente (pubis- zemin) oranı 1’in üstündeyken bu hastalarda 1’in altındadır.<br />
Normalde 2 kol arası mesafenin boya oranı ortalama 0.96’dır. Patolojiye tiroid <strong>ve</strong> büyüme<br />
hormonları da eklenmişse boy kısadır, ama bu durumda da ekstremite oranları aynıdır. Androjen<br />
eksikliği puberte sonrası ortaya çıkmışsa vücut oranları değişmez ama kas atrofisi görülür.<br />
Uzun süreli androjen eksikliğinde osteoporoz, lumbago, <strong>ve</strong>rtebralarda eğrilik, kalça <strong>ve</strong> femur boynu<br />
kırıkları görülebilir. Cilt altı yağ dokusu artmadan kadın tipi yağ dağılımı görülür, kalça <strong>ve</strong> alt abdomen<br />
yağlanması artar, vücut kas kitlesi azalır.
106 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
h) Ses, koku algılaması, saç, deri değişiklikleri<br />
Puberteden önce hipogonadizm gelişmişse, larinks gelişimi de geri kalacağından, erkek ses tonu oluşmaz.<br />
Alın saç çizgisi düz kalır, sakal çıkmaz <strong>ve</strong>ya az çıkar. Pubik kıllanma kadın tipinde <strong>ve</strong>ya düz<br />
hat şeklindedir. Şakaklarda saç dökülmesi <strong>ve</strong>ya androjenik kellik ortaya çıkmaz. Sekonder seksüel<br />
kıllanma <strong>ve</strong> vücut kılları azalır.<br />
Ağız çevresi <strong>ve</strong> göz etrafında ince kırışıklıklar belirir, yağ bezlerinin uyarımı azaldığından cilt kurudur.<br />
Ciltte kan dolaşımında azalma nedeniyle hastalar solukturlar. Hiposmia ya da anosmia varlığında<br />
Kalmann sendromu akla gelmelidir.<br />
i) Jinekomasti<br />
Erkekte meme bezlerinin aşırı gelişimidir. Göğüsler dokunmakla hassas olabildikleri gibi genellikle<br />
bulgu <strong>ve</strong>rmezler. Normalde pubertede sıklıkla jinekomasti görülür <strong>ve</strong> 2-3 yılda kaybolur. Yaşlanan<br />
erkekte de görülebilir. Birlikte küçük sert testislerin varlığı Klinefelter sendromunu düşündürmelidir.<br />
Androjen eksikliğinde mevcuttur. Hiperprolaktinemideki jinekomasti, hormonun kendisinden çok<br />
hipogonadizme bağlıdır.<br />
Jinekomasti hızlı gelişmişse testis tümörü akla gelmelidir. Karaciğer sirozu, böbrek yetmezliği, hipertiroidizm<br />
<strong>ve</strong> bazı ilaçlar jinekomastiye neden olabilir.<br />
3) Semen analizi<br />
Hastanın değerlendirilmesi için en az 2 semen analizi gerekir. 2-3 günlük perhiz sonrası alınır. Masturbasyon<br />
sonrası <strong>ve</strong>ya sperme zararlı olduğu bilinen lateks kauçuk gibi maddeler içermeyen özel<br />
kondomlar kullanılarak toplanabilir. Bir saat içinde incelenmesi gerekir. Eğer transportu gerekiyorsa<br />
vücut ısısına yakın tutulması gerekir (Gömlek cebi gibi). Azospermi tanısı için 3000 hızda 15 dakika<br />
santrifüjden sonra hiç sperm hücresinin görülmemesi gereklidir. Semen analizinin minimal standartları<br />
Tablo 2’de <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Tablo 2. Semen analizinde yeterlilik için minimal standartlar:<br />
Ejekülat volümü<br />
1.5-5.0 ml<br />
Sperm dansitesi<br />
>20 milyon/mL<br />
Motilite > %50<br />
İleri hareket > 2.0 (0-4)<br />
Morfoloji<br />
> % 14 normal morfoloji<br />
<strong>ve</strong><br />
Önemli sperm aglütinasyonu yok<br />
Önemli piyospermi yok<br />
Hiperviskozite yok<br />
Semen analizi sırasında incelenen ek parametreler şunlardır:<br />
a) Renk: Normalde opal karakterde grimsi renktedir.<br />
b) Koagülasyon: Bu olay ejekülasyondan hemen sonra olur.<br />
c) Likefaksiyon: Ejekülasyondan 5-30 dakika sonra olur.<br />
d) Viskozite: Bu parametre koagülasyon <strong>ve</strong> likefaksiyon olduktan sonra semenin yoğunluğu ile<br />
ilgilidir. Eğer semen damla damla akıtılabiliyorsa vizkozite normaldir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
107<br />
e) pH: Normalde 7.2-8.0 arasındadır. Düşük pH seminal <strong>ve</strong>zikül ile ilgili bir sorunu düşündürür,<br />
sonuçta semen asidik prostatik sıvıdan ibarettir.<br />
f) Früktoz: Seminal <strong>ve</strong>zikül tarafından früktoz üretilmektedir. Früktozun yokluğu, vaz deferens<br />
<strong>ve</strong> seminal <strong>ve</strong>zikül yokluğuna, ejekülatör kanal obstrüksiyonuna <strong>ve</strong>ya seminal <strong>ve</strong>zikül disfonksiyonuna<br />
işaret eder.<br />
g) Sperm morfolojisi: Spermin baş, gövde <strong>ve</strong> kuyruk kısımlarının tam boyut <strong>ve</strong> şekil karakteristiği<br />
değerlendirilir. Ejekülattaki spermin %14’ünün normal olması, IVF başarısı ile koreledir.<br />
h) Sperm kromatin analizi: Sperm kromatin yapısı (DNA bağımlı proteinler) semen analizinden<br />
bağımsızdır. Bu test sperm DNA-kromatin kompleksine boyama <strong>ve</strong>ya asit uygulaması gibi<br />
kimyasal stres sonrası oluşan DNA fragmantasyonu derecesini değerlendirir. Fertil erkeklerde<br />
anormal fragmante DNA nadiren bulunur. Genelde re<strong>ve</strong>rsibl DNA fragmantasyon nedenleri;<br />
tütün kullanımı, hipertermi, hava kirliliği, enfeksiyonlar <strong>ve</strong> varikoseli içerir.<br />
i) Semene ait spesifik testler: Açıklanamayan infertilite olgularında erkek faktörünü ekarte etmek<br />
için bazı özel testlere gereksinim duyulabilir. Bunlar arasında; semende lokosit konsantrasyon<br />
tayini, sperm vitalite testleri, sperm-servikal mukus etkileşim testleri, antisperm<br />
antikor tayini, sperm yüzeyinde mannoz reseptör tayini sayılabilir.<br />
4) Hormonal inceleme<br />
Erkekte istenecek temel hormonlar FSH, LH, Testosteron, östradiol <strong>ve</strong> prolaktindir. Serum hormonları<br />
<strong>ve</strong> klinik durum arasındaki ilişki Tablo 3 de özetlenmiştir.<br />
Tablo 3. Serum hormonları <strong>ve</strong> klinik durum arasındaki ilişki<br />
Klinik durum FSH LH Testosteron PRL<br />
Normal N N N N<br />
Hipogonadotropik hipogonadizm ↓ ↓ N<br />
Spermatogenez bozukluğu ↑/N N N N<br />
Hipergonadotropik hipogonadizm ↑ ↑ N/↓ N<br />
Prolaktinoma N/↓ N/↓ ↓ ↑<br />
FSH: Follikül stimüle edici hormon. LH: Lüteinizan hormon, PRL: Prolaktin, N: Normal.<br />
Hipotalamo-hipofizer-gonadal yolun fizyolojisini kontrol etmek amacı ile dinamik testler uygulanabilir.<br />
Bu testler GnRH <strong>ve</strong> HCG testleridir. GnRH testinde 100 μg GnRH bolus tarzında enjekte<br />
edilir; 0,30,60,90 dakikalarda LH ölçülür, LH bazalin 2 katından fazla, FSH %50 artarsa test normal<br />
kabul edilir. Ayırımı yapılamadığında 4 saatlik GnRH testi uygulanabilir, bu sürede dakikada 0.25<br />
μg infüzyon şeklinde <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> LH ölçümleri yapılır.<br />
HCG testi ile testislerden testosteron salgılanması incelenir. İntramusküler 1500-5000 IU HCG uygulamadan<br />
önce <strong>ve</strong> 24, 48, 72, 120 saat sonra testosteron düzeyi ölçülür. Başka bir tetkik yöntemi 3<br />
günlük 1500 IU HCG enjeksiyonu <strong>ve</strong> son dozdan 24 saat sonra testosteron ölçümüdür. 2 kat fazla<br />
yükselme normal olarak değerlendirilir. Prepuberter çocuklarda testosteronun > 150ng/dL olması<br />
testiküler dokunun varlığına işaret eder.
108 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Yapılan hormonal tetkikler ile hiper <strong>ve</strong> hipogonadotropik hipogonadizm yanında nadir hastalıklara ait<br />
tanılar da konabilir. İzole LH yetersizliği, önükoid vücut yapısı, büyük testisler, az sayıda sperm içeren<br />
düşük ejakülat hacmi ile seyreder. İzole FSH yetersizliğine bağlı oligo <strong>ve</strong>ya azospermi gözlenebilir. Androjen<br />
fazlalığı; eksojen androjen alımı, testiküler <strong>ve</strong> adrenal androjen üreten tümörlerde, bazı konjenital<br />
adrenal hiperplazi tiplerinde görülebilir; aşırı androjen hipotalamus, hipofiz seviyesinde gonadotropinleri<br />
baskılar. Kısa boy, erken puberte görülebilir, penis hızla büyür ama gonadotropin eksikliği nedeniyle<br />
testisler küçük kalır. Sertoli <strong>ve</strong> Leydig hücreli testis tümörü olanlarda, obez <strong>ve</strong> karaciğer hastalığı<br />
olanlarda östrojen fazlalığına bağlı gonadotropin eksikliği gözlenebilir. Androjen sentezinde, testosteronun<br />
5α redüktaz yetersizliğine bağlı dihidrotestosterona dönüşümünde <strong>ve</strong> androjen reseptör anormalliklerinde<br />
infertilite görülebilir. Bu son durumlarda genital organ gelişim bozuklukları görülebilir.<br />
5) Ejekülasyon sonrası idrarda sperm aranması<br />
Bilateral vaz deferens agenezi <strong>ve</strong>ya hipogonadizm bulguları olmayan erkekte ejekülat volümü < 1ml<br />
ise ejekülasyon sonrası idrarda sperm aranır. Azospermi <strong>ve</strong>ya aspermik hastada idrar 300 hızda 10 dakika<br />
santrifüj edilir, 400 büyütmede mikroskopta sperm görülmesi retrograt ejekülasyona işaret eder.<br />
6) Transrektal ultrasonografi (TRUS)<br />
Vaz deferensleri palpe edilen, ejekülat volümü azalmış azospermik erkeklerde ejekülatör kanal tıkanıklığını<br />
araştırmak amacıyla TRUS uygulanır. Seminal <strong>ve</strong>ziküllerde, ejekülatör kanallarda dilatasyon<br />
<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya prostat içinde orta hatta kist saptanması parsiyel <strong>ve</strong>ya total ejekülatör kanal tıkanıklığını<br />
düşündürür.<br />
7) Skrotal USG/ renkli Doppler USG<br />
Testislerin yukarı pozisyonda lokalize olduğu, küçük skrotumu olan <strong>ve</strong> fizik muayene bulguları şüpheli<br />
durumlarda, skrotum <strong>ve</strong> spermatik kordon muayenesini engelleyen hidrosel <strong>ve</strong>ya diğer anatomik<br />
anormalliklerde <strong>ve</strong> testis kitlelerinde skrotal USG faydalıdır. Muayeneyle saptanamayan varikosellerde<br />
renkli Doppler USG’den faydalanılabilir.<br />
8) Vazografi<br />
İntraoperatif transkrotal vazografi, obstrüksiyon için cerrahi öncesi abdominal vaz deferens, seminal<br />
<strong>ve</strong>zikül <strong>ve</strong> ejekülatuar kanal açıklığını belirlemede kullanılır.<br />
9)Genetik araştırma<br />
Genetik bozukluklar sperm yapımını bozarak <strong>ve</strong>ya taşınmasını engelleyerek etkili olabilirler. Erkek<br />
infertilitesiyle ilgili 3 genetik faktör bilinmektedir:<br />
a) Konjenital vaz deferens agenezi nedeni olan kistik fibrozis gen mutasyonları<br />
b) Testis fonksiyonlarını bozan kromozom anomalileri<br />
c) Spermetogenez defekti yapan Y kromozom mikrodelesyonları.<br />
10) Testis biyopsisi<br />
Tanısal amaçlı testis biyopsisi, obstrüktif patoloji ile testiküler yetmezliğin ayırt edilmesinde <strong>ve</strong> ICSI<br />
için sperm varlığının araştırılmasında endikedir. Biyopsinin histopatolojik değerlendirilmesinde; nor-
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
109<br />
mal spermatogenez, matürasyon duraklaması, hipospermetogenez, tübüler hyalinizasyon, germ hücresi<br />
yokluğu (‘Sertoly cell only’ sendromu), germ hücre deskuamasyonu, intestisyel değişiklikler, intratübüler<br />
germ hücresi neoplazisi gözlenebilir. Tedavi amaçlı biyopsi ise ICSI’de kullanılmak üzere sperm elde<br />
etmek içindir. Obstrüktif olmayan azospermide testiste sperm matür <strong>ve</strong>ya immatür halde bulunabilir.<br />
Böyle olgularda sperm elde etmek için testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE), ya da testiküler sperm<br />
aspirasyonu (TESA) işlemine başvurulur. Obstrüktif azospermide mikroskopik epididimal sperm aspirasyonu<br />
(MESA) <strong>ve</strong>ya perkutan epididimal sperm aspirasyonu (PESA) yöntemi ile epididimal sperm<br />
elde edilir. Obstrüktif vakalarda bu yöntemlerle sperm elde edilemezse TESE <strong>ve</strong>ya TESA kullanılabilir.<br />
11) Erkekte immünite<br />
Spermatazoa yapımının başlaması, immün sistemin matürasyonunu tamamlamasından çok sonradır.<br />
Testisler immünolojik olarak lenfosit <strong>ve</strong> makrofajların girişinin mümkün olmadığı korunmuş özel<br />
bir alandır. Böylelikle normalde erkek genital sistemi spermatozoaya karşı antikorların oluşumuna<br />
izin <strong>ve</strong>rmez. Spermin neden kadın <strong>ve</strong> erkekte normal genital sistemde immün yanıt ortaya çıkarmakta<br />
yetersiz kaldığı sorusu halen cevaplanamamıştır. Bununla birlikte sperme karşı immün yanıt<br />
oluştuğunda antijen spermin yüzeyindedir.<br />
Bazı infertil çiftlerde otoimmünite <strong>ve</strong> infertilite arasında korelasyon bulunmuş olmasına rağmen,<br />
sperme karşı antikorların varlığının her zaman fertiliteyi etkilemediği akılda tutulmalıdır. Bununla<br />
birlikte, antisperm antikorlar <strong>ve</strong> infertilite ilişkisi birkaç mekanizma ile açıklanmaktadır:<br />
1) Ejekülatta spermin spontan aglütinasyonu<br />
2) Servikal mukusun penetrasyonundaki yetersizlik<br />
3) Kompleman aktivitesi ile sperm yüzeyinin hasarlanması<br />
4) Spermin zona pellusidaya bağlanmasının bozulması<br />
5) Sperm oosit ilişkilerinde bozukluk<br />
Antisperm antikorların varlığı için direkt <strong>ve</strong> indirekt immunobead testi, mikst aglütinasyon testi<br />
(MAR) <strong>ve</strong> ELISA testi kullanılır.<br />
Bu erkeklerin çoğunda Klamidya, prostatit <strong>ve</strong> kabakulak orşiti gibi genital traktus enfeksiyonu, vazektomi<br />
<strong>ve</strong>ya vazektomi geri döndürücü cerrahiler, genital yolun obstrüktif lezyonları, testis travması,<br />
torsiyonu <strong>ve</strong> biyopsisi, otoimmün hastalıklar <strong>ve</strong> homoseksüalite raporlanmıştır<br />
Erkek infertilitesinin tedavisi<br />
Tedavi tanıya yöneliktir, düzeltilebilir lezyonların cerrahi müdahelesi <strong>ve</strong>ya infeksiyon varlığında antibiyotiklerin<br />
kullanılması gibi, ama idyopatik infertilitede ampirik tedavi uygulanabilir. Tedavi şekilleri<br />
şöyle sıralanabilir.<br />
1) Cerrahi<br />
Obstrüksiyonlar, anatomik bozukluklar gibi cerrahi tedavi gerektiren vakalarda uygulanır. Palpabl<br />
olmayan ultrasonla saptanan varikosel için varikoselektominin faydası olmadığı yayınlanmıştır.<br />
2) GnRH<br />
Eksojen GnRH gonadotropin yapımını arttırır <strong>ve</strong> spermatogenezi uyarır. Bu tedavi hipogonadotro-
110 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
pizmde <strong>ve</strong> idyopatik infertilitede kullanılmaktadır. Hipotalamus-pitüiter gonad aksının uyarılmasında<br />
gonadotropinlere göre daha fazla fizyolojik etkiye sahiptir. Kısa biyolojik yarı ömrü nedeniyle sık<br />
parenteral uygulama gerektirir. Tedavi, intranazal sprey, subkutan enjeksiyon <strong>ve</strong>ya pulsatil infüzyonlar<br />
için pompa ile yapılabilir. İntranazal kullanımında 0.1-0.5 mg/gün, subkutan olarak 6 ay süreyle<br />
haftada iki kez 1-10 μg, pompada 1-2 saatte 4-40 μg dozlarında <strong>ve</strong>rilir. Hipogonadotropik hipogonadizmdeki<br />
başarı oranları idyopatik oligospermik erkeklerdekinden daha yüksektir.<br />
3) Gonadotropinler<br />
İdyopatik oligospermide kullanımının mantığı, hipogonadotropik hipogonadizmli olgulardaki başarılı<br />
sonuçlara <strong>ve</strong> gonadotropik hormonların biyoaktivitesinin serum radyoimmünolojik aktiviteleri<br />
ile korele olmamasına dayanmaktadır. Eksojen gonadotropin tedavisi insan HCG <strong>ve</strong> HMG tedavisini<br />
içerir. HCG (Profasi, Pregnyl gibi) LH ile benzerdir, hem testosteron hem de östradiol sekrete<br />
eden Leydig hücrelerini stimüle etmesinin yanı sıra negatif feed back ile FSH’ı suprese etmektedir.<br />
3-6 ay süreyle haftada 2-3 kez IM <strong>ve</strong>ya SC 1000-5000 IU HCG <strong>ve</strong>rilir. HMG (Pergonal, Humegon<br />
gibi) hem LH, hem de FSH aktivitesine sahiptir. Dozu 3-6 ay süreyle haftada 2-3 kez 75-150 IU<br />
arasındadır. Rekombinan FSH yeni kullanıma başlanmış bir preperattır (Gonal F), günlük 150 IU<br />
dozda 12 hafta süreyle <strong>ve</strong>rilir.<br />
4) Düşük doz androjenler<br />
Androjenik aktivitenin azlığında sperm miktarı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya niteliğinin bozulabileceği düşünülmektedir.<br />
Bu olası mekanizma göz önüne alınarak ampirik testosteron tedavisi denenmiştir, fakat eksojen androjen<br />
kullanımı hipotalamus <strong>ve</strong> hipofizde feed-back inhibisyona neden olabilir. Oral, suppozituvar,<br />
nazal sprey formları olduğu gibi testiküler implantasyon şekli de vardır. Semen parametreleri <strong>ve</strong><br />
gebelik oranlarına etkisi çok iyi değildir. Antiöstrojen ile androjen kombinasyonunun sonuçları biraz<br />
daha ümit vaat edici olarak bildirilmektedir.<br />
5) Testosteron rebound tedavisi<br />
Yüksek doz testosteron gonadotropin sekresyonunu <strong>ve</strong> testosteron üretimini durdurur <strong>ve</strong> spermatogenezi<br />
bozar. Bu tedavide testosteron enantat <strong>ve</strong> siprionat parenteral 5 ay, 20 günde bir <strong>ve</strong>rildikten<br />
sonra tedavinin birden bırakılmasıyla spermatogenezin tekrar başlaması amaçlanmaktadır. Tedavinin<br />
başarısı tartışmalı olduğu gibi %4-8 vakada kalıcı azospermi gözlenebilmektedir.<br />
6) Antiöstrojenler<br />
Tedavide kullanımlarındaki amaç steroidlerin negatif feed-back mekanizmasını baskılayarak FSH<br />
<strong>ve</strong> LH sekresyonunu arttırmaktır. Klomifen sitrat, tamoksifen sitrat <strong>ve</strong> testolakton <strong>ve</strong> anastrazol gibi<br />
aromataz inhibitörleri kullanılmaktadır.<br />
a) Klomifen<br />
Hafif östrojenik etkisi olmakla birlikte esas etkisini hipotalamus <strong>ve</strong> hipofizdeki östrojen reseptörlerine<br />
bağlanarak östrojen negatif feed back’ini önler <strong>ve</strong> GnRH, FSH, LH sekresyonunu arttırır. Günde<br />
15-50mg 3-6 ay kullanılır. Tedavi sırasında testosteronun normal olması gerekir, yüksek testosteron<br />
spermatogenezi baskılayabilir. Etkisinin sperm motilitesinden çok sayısına olduğu belirtilmektedir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
111<br />
b) Tamoksifen<br />
Etki mekanizması bakımından klomifene benzemekle birlikte östrojenik etkisi daha azdır. 12 satte<br />
bir 10-15 mg olarak 3-6 aylık kullanımı tavsiye edilmektedir. Sperm parametreleri <strong>ve</strong> gebelik üzerine<br />
pozitif etkisinden bahsedilmektedir.<br />
c) Aromataz inhibitörleri<br />
Testosteronun östrojene dönüşümünü sağlayan enzimin blokürleri, testosteronun serum <strong>ve</strong> intratestiküler<br />
seviyelerini arttırırlar. Testolakton günlük 2 gr dozunda 6-12 saatte bir kullanılır, anastrazol<br />
günde 1mg, lestrazol 2.5 mg kullanılmaktadır.<br />
7) Hiperprolaktinemi<br />
Prolaktinin GnRH salınımını bozduğu <strong>ve</strong> Leydig hücrelerine LH bağlanmasını inhibe ettiği düşünülmektedir.<br />
2,5-10mg dozda bromokriptin <strong>ve</strong>ya haftada 1 mg kabergolin tavsiye edilmektedir. PRL<br />
seviyesi normal olan vakalarda bile kullanılabileceği belirtilmekle birlikte başarısı tartışmalıdır.<br />
8) Konjenital adrenal hiperplazi<br />
21 hidroksilaz yetersizliği kortizol üretiminde azalmaya adreneokortikotropik hormon (ACTH) artışına<br />
neden olmaktadır. ACTH artışı adrenal androjenleri yükseltmekte <strong>ve</strong> hipofizer gonadotropin<br />
sanlımı azaltmakta, spermatogenezi baskılanmaktadır. Glukokortikoidlerle tedavi edilir.<br />
9) Anabolik steroid kullanımı<br />
Genç atletler tarafında sıkça kullanılan bu ilaç yüzünden LH salınımı baskılanmaktadır. İlacın kesilmesi<br />
ile düzelebilir <strong>ve</strong>ya gonadotropinler, klomifen sitrat, tamoksifen <strong>ve</strong>ya anastrozol tedaviye eklenebilir.<br />
10) Hipotiroidizm<br />
Erkek indfertilitesinin % 0.6’sından sorumludur, testiküler <strong>ve</strong> epididimal enzim üretimini bozduğundan<br />
bahsedilmektedir.<br />
11) Büyüme hormonu<br />
Büyüme hormonu, normal spermetogenez için otokrin <strong>ve</strong>ya parakrin büyüme faktörü olan IGF-1’in<br />
testislerden salınımını sağlar. Oligospermide 2-6 IU SC kullanılmakta olup etkinliğinin gösterilmesi<br />
için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />
12) Lökospermi<br />
Semende yüksek konsantrasyonda lökositin görülmesi klamidya trakomatis, üroplazma ürealitikum<br />
<strong>ve</strong>ya mikoplazma, gonore gibi semen ile bulaşan infeksiyonların varlığını düşündürebileceği gibi immünolojik<br />
bir yanıt sonucu olabilir. En sık epididimit nedenlerinden biri olan gonorede tedavi, tek<br />
doz IM 250 mg seftriakson ile 10 gün günde 2 kez 100mg doksosiklin, ikinci neden olan klamidyada<br />
tedavi10 gün günde 2 kez 100mg doksosiklindir.<br />
İdyopatik infertilitede gizli enfeksiyon düşünülerek antibiyotikler <strong>ve</strong>rilebilir.
112 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
13) İmmünolojik infertilite<br />
Eşlerin siklusun 1-10. günleri arasında günde 4 kez 20-40 mg prednizolon <strong>ve</strong> 11-14. günleri arasında<br />
4 kez 4 mg prednizolon kullanımı önerilmektedir. Steroidlere alternatif olarak siklosporin kullanılabilir.<br />
İntrauterin inseminasyonda sperm yıkama tekniklerinin başarısı kısıtlı olduğundan ICSI’nın<br />
IVF ile birlikte daha etkili olduğu belirtilmektedir.<br />
14) Diğer tedavi şekilleri<br />
a) Antioksidanlar<br />
İdyopatik infertil erkeklerin %40’ının semeninde reaktif oksijen radikallerinin arttığı gösterilmiştir.<br />
Reaktif oksijen radikallerinin sperm membranına yapışarak lipid peroksidasyonuna yol açtıkları <strong>ve</strong><br />
spermatozoaya zarar <strong>ve</strong>rdikleri düşünülmektedir. Yüksek doz vitamin E <strong>ve</strong> C vitaminlerinin motiliteyi<br />
düzeltmediği görülmüş olmakla birlikte özellikle sigara tiryakilerinde sperm üzerindeki oksidatif<br />
stresi azalttığı gösterilmiştir. Oksidatif stres için glutatyon, selenyum, karoten, demir <strong>ve</strong> demir bağlayıcı<br />
proteinler denemektedir.<br />
b) Karnitin<br />
Asetil karnitin membran stabilizasyonunda, L-karnitin <strong>ve</strong> asetil karnitin yağ asidi oksidasyonu <strong>ve</strong> sentezinde<br />
önemlidir. Karnitinin motilite için spermatozoal enerji içerdiği düşünülmektedir. Epididimal<br />
sıvıda L-karnitin konsantrasyonu plazmadan 2000 kat daha fazladır. Seminal plazmada L-karnitinin<br />
%50’si asetil formdadır. 3gr/gün 4-6 ay <strong>ve</strong>rildiğinde sperm motilitesinde artış gözlenmiştir.<br />
c) Kallikrein<br />
Sperm motilitesinin uyarılması <strong>ve</strong> düzenlenmesinde, testis kan akımında artışta, Sertoli hücresi fonksiyonlarının<br />
stimülasyonunda, akesesuar seks bezlerinin sekresyonlarının artışında, spermin servikal<br />
mukusa penetrasyon <strong>ve</strong> migrasyonunda rolü gösterilmiştir. 6-12 ay günde 3 kez 200 IU tavsiye<br />
edilmektedir.<br />
d) Non-steroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ)<br />
Prostaglandinlerin testiküler steroidogenez <strong>ve</strong> sperm motilitesini inhibe ettikleri bilinmektedir.<br />
NSAİİ prostaglandin sentezini inhibe ederek sperm motilite <strong>ve</strong> kalitesini arttırabilirler. İndometazin<br />
<strong>ve</strong> ketoprofen 150/mg/ gün 3-4 ay tavsiye edilmektedir.<br />
e) Metil ksantin deri<strong>ve</strong>leri<br />
Kafein, teofilin <strong>ve</strong> pentoksifilin ejekülattaki spermi stimüle ettiği gösterilmiştir. En çok kullanılan<br />
pentoksifilin, fosfodiesteraz inhibitörüdür, cAMP’nin yıkımını önler, suda iyi çözüldüğünden bu<br />
tedaviler içinde sperm motilitesine en etkili ajan olduğu bildirilmektedir.Oral tabletlerinin 3 kez<br />
400mg/gün 3-6 ay kullanımı önerilmektedir.<br />
f) Alfa blokürler<br />
Arteryel düz kas duvarında rölaksasyon sağlayarak testis mikrosirkülasyonunu arttırdığı düşünülmektedir.<br />
Terazosin 2 mg/gün 6 ay <strong>ve</strong>rildikten sonra sperm motilitesinde artış gözlenmiştir.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
113<br />
g) Mast hücre blokürleri<br />
İnfertil erkeklerin testis dokularında mast hücrelerinin artışının gözlenmesi mast hücre blokürlerinin<br />
tedavide kullanımını gündeme getirmiştir. Mast hücre proliferasyonu ile kan testis bariyerinin<br />
disfonksiyonu arasında bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Mast hücre blokürleri histamin <strong>ve</strong> diğer<br />
vazoaktif ürünlerin salınımını inhibe ederler, ayrıca intaratestiküler fibrozisi önlerler <strong>ve</strong> interlökin 6<br />
<strong>ve</strong> triptaz gibi zararlı mast hücre ürünlerinin yapımını azaltırlar. Ketotifen günde 2 kez 1 mg, tranilast<br />
günde 300mg 3 ay tavsiye edilmektedir. Etkinlikleri halen tartışılmaktadır.<br />
g) Çinko, folinik asit, magnezyumun sperm motilitesi üzerine etkileri halen araştırılmaktadır.<br />
h)Non-medikal tedavi<br />
İdyopatik infertilitenin ampirik tedavisinde prostatik masaj tavsiye edilmektedir. Jokey şorttan boksör<br />
şorta geçişin semen paramatrelerini düzelttiği konusunda yayınlar vardır. Spesifik vitamin <strong>ve</strong> diyet<br />
alışkanlıklarının fertilite üzerine belirgin etkileri gösterilememiş olmakla birlikte kullanılmaktadırlar;<br />
i) Üremeye yardımcı tedavi yöntemleri<br />
İnseminasyon <strong>ve</strong> YÜT başarılı tedavi yöntemleri olarak kullanılmaktadırlar.
114 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI VE TRANSSEKSÜALİZM<br />
Tanım<br />
Cinsel kimlik bireyin kendi bedeni <strong>ve</strong> kimliğini belli bir cinsiyet içinde algılayışı, kabullenişidir. Yani<br />
kişinin kendini erkek, kız, cinsiyetsiz ya da iki cinsiyetli olarak algılamasıdır. Cinsel kimlik gelişimi,<br />
doğumla başlayan, süt çocukluğu <strong>ve</strong> çocukluk dönemlerinde ebe<strong>ve</strong>ynleri, akranları <strong>ve</strong> çevreleriyle<br />
olan ilişkileriyle yetişkinliğe kadar devam eden bir süreçtir (1).<br />
Cinsel kimlik bozukluğu psikiyatrik bir tanımdır; günümüzde geçerli olan psikiyatrik tanılar sınıflama<br />
sisteminde (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-IV-TR: DSM-IV-TR) yer<br />
almaktadır (1). Cinsel kimlik bozukluğu kişinin kendisini karşı cinse ait hissetmesidir. Bu his sürekli<br />
<strong>ve</strong> çok güçlüdür. Kişi toplum içinde cinsiyetinin gerektirdiği cinsel rolü kendisine uygun görmediği<br />
için gerçekleştiremez, sahip olduğu cinsiyet <strong>ve</strong> bedenden kurtulma isteğiyle sürekli acı çekebilir.<br />
Transseksüel kişi kendisini karşı cinse ait olarak hisser, toplumun kendisini böyle kabul etmesini ister.<br />
Biyolojik olarak erkek olan ama kadın olarak yaşamak isteyen transseksüeller (E→K) <strong>ve</strong> biyolojik<br />
olarak kadın olup erkek olarak yaşamak isteyen transseksüeller (K→E) vardır (1,2).<br />
Tarihçe<br />
Bu durum 20 yy başlarında erkek <strong>ve</strong> kadınlarda “yanlış bedene hapsolma” gerekçesiyle sosyal bir<br />
uyanış, <strong>ve</strong> 1907’de Harry Benjamin <strong>ve</strong> Magnus Hirschfeld’in sorunlarına çare arayan olgulara tıbbi<br />
yaklaşımda bulunmalarıyla dikkati çekmiştir.<br />
1923’de Hirschfeld kişinin cerrahi tedaviyle kendini hissettiği cinsiyete uygun yaşam sürebilmesi,<br />
“transseksüalizm” tanımını ortaya konmuştur.<br />
Bu alanda ilk kez 1979’da kurulan dernek (The Harry Benjamin International Gender Dysphoria<br />
Association diğer bilinen adıyla World Proffesional Association of Transgender Health: WPATH)<br />
cinsel kimlik bozukluklarına ait takip <strong>ve</strong> tedavi standartlarını yine ilk kez 1979’da yayınlamıştır.<br />
Aynı dernek takip <strong>ve</strong> tedavi standartlarının 6. da yayınlanmak üzeredir. 2009 yılında Avrupa<br />
<strong>Endokrinoloji</strong> Derneği, Avrupa Pediatrik <strong>Endokrinoloji</strong> Derneği, Lawson Wilkins Pediatrik <strong>Endokrinoloji</strong><br />
Derneği <strong>ve</strong> WPATH transseksüel kişilerde endokrin tedavi konusunda bir kılavuz<br />
yayınlamışlardır (1,2).<br />
Etyoloji<br />
Prenatal androjenlere maruz kalanlarda cinsel kimliğin erkek yönünde gelişebileceği öne sürülmüştür.<br />
Ancak 46XY olup kız çocuk olarak büyütülenlerde <strong>ve</strong>ya prenatal androjenlere maruz kalanlarda<br />
cinsel kimlik gelişimi erkek yönünde olmamıştır. Diğer yandan 46XX olup prenatal androjenlere<br />
maruz kalan kızlarda erkeksi davranış görülse de sahip oldukları cinsiyetten dolayı huzursuzluk yoktur.<br />
Cinsel kimlik bozukluğu olan <strong>ve</strong> olmayanlar arasında hormon düzeyleri açısından fark bulunmamıştır.<br />
K→E transseksüellerde hiperandrojemiyle seyreden polikistik o<strong>ve</strong>r sendromunun daha<br />
sık görüldüğüne dair az sayıda yayın vardır (3,4). Özetle biyolojik değerlendirmelerde cinsel kimlik<br />
bozukluğuna neden olabilecek tatminkar bir sonuç elde edilmemiş, CKB psikiyatrik bir tanı halini<br />
almıştır.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
115<br />
Sıklık<br />
Batı dünyasında transseksüel erişkinlerde erkek: kadın oranı orijinal cinsiyetlerine göre 3:1’dir. Çocukluk<br />
döneminde puberteye kadar erkeklerde daha sık görülebilir. Puberte öncesi CKB tanısı alan<br />
çocukların pubertede %75-80 düzelebileceği, adolesan dönemde transseksüel olma taleplerinin ortadan<br />
kalktığı bildirilmiştir (1). Adolesan dönemde erkek: kadın oranı 1:1 olarak bildirilmiştir, erişkin<br />
dönmede erkek:kadın oranının artması geç ortaya çıkan cinsel kimlik bozukluklarının erkeklerde<br />
daha sık görülmesiyle açıklanmıştır (2).<br />
Tanı <strong>ve</strong> tedavi süreci<br />
Beş aşamadan oluşur <strong>ve</strong> multidisipliner yaklaşımı gerektirir:<br />
1- Tanı amaçlı değerlendirme<br />
2- Psikoterapi<br />
3- Gerçek yaşam deneyimi (GYD)<br />
4- Hormon tedavisi<br />
5- Cerrahi tedavi<br />
Cinsel kimlik bozukluklarında ideal olan bu özelliklere sahip olan bir merkezin olguları değerlendirmesidir.<br />
1-Tanı amaçlı değerlendirme <strong>ve</strong> 2- Psikoterapi<br />
CKB psikiyatrik problemlerle birlikte ortaya çıkabilir bu nedenle olguların ebe<strong>ve</strong>ynleriyle birlikte<br />
genel <strong>ve</strong> psikososyal gelişimleri, güncel durumları psikiyatri uzmanları tarafından değerlendirilmeli<br />
<strong>ve</strong> tanıları DSM-IV-TR <strong>ve</strong>ya ICD-10 kriterlerine göre konulmalıdır. Tanı konduktan sonra olgulara<br />
cinsiyet değişiminden dolayı karşılaşabileceği kısıtlamalar, tedavilerden gerçekçi olmayan sonuçların<br />
beklenmemesi gereği, tedavinin olası istenmeyen sonuçları anlatılmalıdır. Kişide saptanan bir psikopatoloji<br />
varsa öncelikle bu tedavi edilmelidir.<br />
3-Gerçek yaşam deneyimi (GYD)<br />
GYD, bireyin, hormonal <strong>ve</strong> geri dönüşümsüz fiziksel tedaviler başlamadan önce, tercih ettiği cinsel<br />
kimliğe uygun olan cinsel rolü yaşamasıdır. Süre 12 ay olarak önerilmektedir. GYD bireyin niyetini,<br />
tercih ettiği cinsiyete uyumlu fonksiyon görme kapasitesini sınamak için önemlidir. Bu deneyim süreci<br />
hem tanıyı koyan psikiatri uzmanı hem de hormonal tedaviyi <strong>ve</strong>recek olan endokrin uzmanına<br />
rehber olur.<br />
4-Hormon tedavisi<br />
Psikiyatri <strong>ve</strong> endokrinoloji uzmanlarınca GYD süreci sonunda bireyin cinsiyet değişimi için uygun<br />
<strong>ve</strong> hazır olduğuna kanaat getirilirse hormon tedavisi başlanmalıdır. Klinik kanıtlar pubertenin ilk<br />
bulgularının ortaya çıkmasından sonra CKB’ın daha gü<strong>ve</strong>nilir değerlendirilebileceği yönündedir, bu<br />
nedenle hormon tedavisi en erken 16 yaşından büyük adolesanlara başlanabilir. Tedavi öncesi bireye<br />
hormon tedavisinin geri dönebilen <strong>ve</strong> kalıcı etkileri anlatılmalı, fertilite açısından bilgi <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Hormon tedavisi adolesan <strong>ve</strong> erişkinde farklıdır. Erişkinlerde hormon tedavisi en az 3 ay GYD sürecini<br />
tamamladıktan sonra <strong>ve</strong>ya psikiyatri uzmanınca bireye ilk değerlendirmeyi takiben başlanan<br />
psikoterapiden sonra başlanması uygundur.
116 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
5-Cerrahi tedavi<br />
Transseksüel kişiler, endokrin geçiş dönemini takip eden endokrinoloji uzmanı <strong>ve</strong> psikiyatrist tarafından<br />
cerrahi girişim önerildiği takdirde operasyona <strong>ve</strong>rilmelidir. Operasyon en az 1 yıllık GYD’ini<br />
tamamlamış olan <strong>ve</strong> bunun en az 3 ayında hormon tedavisi kullanmış olan 18 yaşından büyüklere<br />
önerilebilir. Cerrahi tedavi geri dönülmez değişiklikler oluşturur. 18 yaş sınırı cerrahi girişim için<br />
bireyin uygun hale geldiğini ifade eder, cerrahi girişim indikasyonu değildir. Hormonal tedaviyle<br />
desteklenen GYD, bireyde yeterli bir sosyal rol değişikliği yapmadıysa, birey hormonal etkiden<br />
yeterince tatmin olmadıysa <strong>ve</strong> cerrahi girişim için kararsızsa, birey cerrahi tedavi için sevk edilmemelidir.<br />
Transseksüel cerrahi geçiren olguların uzun dönem takibinde intihar girişimi <strong>ve</strong> psikiyatrik<br />
morbiditeler daha sık görülebilir, K→E transseksüellerde suç oranı daha fazladır. Cerrahi girişimin<br />
sadece biyolojik cinsiyete olan öfkeyi ortadan kaldırdığı ama transseksüalizmin tedavisinde yeterli<br />
olmadığını bildirilmiştir (5).<br />
Transseksüel Erişkinlerde Hormon Tedavisi<br />
Hormon tedavisinin iki amacı vardır:<br />
1. Bireyde endojen hormon seviyesini azaltmak, dolayısıyla biyolojik cinsiyetine ait sekonder<br />
seks karakterlerini geriletmek,<br />
2. Bireyin olmak istediği cinsiyetin endojen seks hormonlarını hipogonadal hastalarda uygulandığı<br />
gibi uygulamak.<br />
Transseksüel birey eğer cerrahi tedavi istemiyorsa 3 aylık GYD sonrasında hormon tedavisi başlanabilir,<br />
takipte herhangi bir komplikasyon saptanmazsa ömür boyu kullanabilir.<br />
Cerrahi tedavi planlanan bireylerde ise 3 aylık GYD sonrasında hormon tedavisi başlanarak en az<br />
12 aylık GYD’ini tamamlamaları istenir. Bu süreç sonunda psikiyatri <strong>ve</strong> endokrinoloji uzmanları<br />
bireyin cerrahi tedaviye uygunluğunu <strong>ve</strong> ameliyata kendisini hazır hissedip hissetmediğini değerlendirmelidirler.<br />
Bireylerde endojen seks hormonlarının azalmasına bağlı <strong>ve</strong>ya karşı cinsin hormonunu kullanmakla<br />
ortaya çıkabilecek durumlar gözden geçirilmelidir (tablo 1). Hormon tedavisinde transseksüel bireyde<br />
hedeflenen hormon düzeyleri o cinse ait normal fizyolojik düzeylerdir.<br />
K→E Transseksüel Bireylerde Hormon Tedavisi<br />
Bu bireylerde maskülinizasyonu uyarmak sekonder seks karakterlerini değiştirmek amacıyla erkek hipogonadizm<br />
tedavisindeki genel ilkelere uygun olarak tedavi uygulanır (Tablo 2). Erkeklerdeki normal<br />
testosteron düzeyine (320-1000ng/dl) ulaşmak amacıyla parenteral <strong>ve</strong>ya transdermal preparatlar<br />
kullanılabilir. Androgen tedavisi hipogonad erkeklerde bindiği gibi kas kitlesini arttırır, yağ dokusunu<br />
azaltır, yüzde kıllanma artar, akne, erkek tipi saç dökülmesi <strong>ve</strong> libido artışı ortaya çıkar. K→E transseksüel<br />
bireylere has olarak kliteromegali, fertilitenin azalması, sesin kalınlaşması, menseslerin kesilmesi<br />
ortaya çıkar. Eğer mensesler kesilmezse testosteronun yanına progestin <strong>ve</strong>ya endometriumun ablasyonu<br />
düşünülebilir. Testosteron tedavisinden önce GnRH analogları <strong>ve</strong>ya depo medroksiprogesterone hem<br />
mensesleri kesmek hem de estrogeni erkeklerdeki düzeye indirmek için uygulanabilir.<br />
E→K Transseksüel Bireylerde Hormon Tedavisi<br />
Bu bireylerde antiandrogenler estrogenlerle birlikte uygulanabilir (tablo 2). Antiandrogenler endogen
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
117<br />
Tablo 1. Karşı cinsin hormonunu kullanmaya bağlı ortaya çıkabilecek tıbbi durumlar<br />
E→K Transseksüel: Estrojen<br />
-Çok yüksek riskli durumlar:<br />
Tromboemboli<br />
-Orta-yüksek riskli durumlar:<br />
Makroprolaktinemi<br />
Karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk (transaminazlar normalin 3 katına çıkabilir)<br />
Meme kanseri<br />
Koroner kalp hastalığı<br />
Serebrovasküler hastalık<br />
Şiddetli migren<br />
K→E Transseksüel: Testosteron<br />
-Çok yüksek riskli durumlar:<br />
Meme <strong>ve</strong>ya endometrium kanseri<br />
Eritrositoz (Htc>%50)<br />
-Orta-yüksek riskli durumlar:<br />
Karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk (transaminazlar normalin 3 katına çıkabilir)<br />
testosteron düzeylerini etkin olarak düşürür, dolayısıyla estrogen tam olarak etkisini gösterebilir. Antiandrogenik<br />
etkisi olan progestinler <strong>ve</strong> GnRH analogları kullanılır. Estrogen tedavisi, konjuge estrogenler,<br />
<strong>ve</strong>ya 17β-estradiol, transdermal estrogen <strong>ve</strong>ya parenteral estrogen esterleri olarak kullanılabilir.<br />
Tablo 2. Transseksüellerde Hormon Tedavisi<br />
Doz<br />
E→K Transseksüel<br />
Estrogen:<br />
Oral: estradiol<br />
Transdermal: estradiol peç<br />
Parenteral: estradiol valerate<br />
<strong>ve</strong>ya cypionate<br />
Antiandrogenler<br />
Spironolakton<br />
Cyproterone acetate<br />
GnRH Agonistleri<br />
K→E Transseksüel<br />
Testosteron<br />
Oral: testosterone undecanoate<br />
160-240 mg/gün<br />
Parenteral<br />
-Testosterone enanthate <strong>ve</strong>ya cypionate<br />
-Testosterone undeconate<br />
Transdermal<br />
- Testosterone gel %1 2.5-10 g/gün<br />
- Testosterone peç 2.5-7.5 mg/gün<br />
2.0-6.0 mg/gün<br />
0.1-0.4 mg, haftada 2 kez<br />
5-20 mg İM, 2 haftada bir<br />
2-10 mg İM, her hafta<br />
100-200 mg/gün<br />
50-100 mg/gün<br />
3.75 mg SC, ayda bir<br />
100-200 mg İM, 2 haftada bir<br />
100 mg, her 12 haftada bir
118 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Oral, transdermal <strong>ve</strong> İM estradiol <strong>ve</strong>ya esterlerinin takibinde serum esradiol düzeyleri ölçülebilir.<br />
Konjuge estrogen <strong>ve</strong>ya sentetik estrogen kullanımında kan testi ile takip yapılamaz. Serum estradiol<br />
düzeyi normal premenapozal kadınlardaki gibi olmalıdır (
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
119<br />
Tablo 4. Testosteron Kullanan K→E Transseksüel Bireylerin Takibi<br />
1- İlk yıl her 2-3 ayda bir, sonra yılda 1-2 kez uygun virilizasyon bulguları <strong>ve</strong> yan etki gelişimi açısından<br />
değerlendirilmeli<br />
2- Her 2-3 ayda bir serum testosteronu sağlıklı erkeklerdeki düzeye gelene kadar ölçülmeli<br />
-Testosteron enanthate/cypionate enjeksiyonu yapılanlarda serum testosteron düzeyi ortalarda olmalı,<br />
>700 ng/dl <strong>ve</strong>ya
120 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
JİNEKOMASTİ<br />
Jinekomasti erkekte glandular meme dokusunun iyi huylu gelişimini anlatır. Bu gelişim, lipomasti ya<br />
da psodöjinekomasti denen adipoz dokunun memedeki aşırı birikiminden ayırt edilmelidir. Histolojik<br />
olarak, fibröz bir konnektif dokunun içinde gelişmiş meme duktus proliferasyonu ile karakterizedir.<br />
Erişkin kadın memesinde izlenen gerçek terminal asini yapıları jinekomastide çok nadir olarak<br />
gözlenir, çünkü bu yapılar hem östrojene, hem de progesterona ihtiyaç gösterir.<br />
Jinekomasti, genellikle iki yanlı <strong>ve</strong> simetriktir, ancak tek yanlı da olabilir. Yenidoğanda, ergenlik döneminde<br />
<strong>ve</strong> yaşlılarda sıklıkla izlenebilir. Erkek çocuklarının %70 kadarında ergenliğe geçişte, geçici<br />
jinekomasti görülebilir. Bir çalışmada, 60 yaşın üzerindeki erkeklerin yaklaşık %20’sinde, 80 yaş üstü<br />
erkeklerin %50’sinde saptanmıştır. Otopsi serilerinde ise, erkeklerin yaklaşık yarısında jinekomasti<br />
izlenmiştir.<br />
Fizyopatoloji<br />
Östrojenler meme dokusunun gelişimini sağlarken, androjenler aksi yönde görev yapar. Jinekomasti,<br />
genellikle östrojen <strong>ve</strong> androjen hormonlarının ya oransal, ya etkinlik, ya da hem oransal, hem de<br />
etkinlik olarak östrojen lehine olan dengesizliğinden kaynaklanır. Bu dengesizlik; östrojenin meme<br />
dokusunda artmış etkisi ile olabilir, azalmış androjen etkisi ile gerçekleşebilir, meme dokusunun<br />
östrojen reseptörü sayısının artması ile artmış yanıt olarak izlenebilir, ya da ilaçlara <strong>ve</strong>ya reseptör<br />
mutasyonlarına bağlı olarak dokunun androjenlere azalmış yanıtıyla oluşabilir. Aynı olguda dengesizliğe<br />
sebep olabilecek birden fazla bozukluk bir arada bulunabilir. Yaşlılıkta izlenen jinekomasti<br />
bu durum için gösterilebilecek iyi bir örnektir. Artan yaşla, erkekte testosteron üretimi azalır, seks<br />
hormon bağlayıcı globülin (SHBG) düzeyleri artar, testosteronun SHBG’e bağlanma afinitesi artar.<br />
Erkekte, dolaşımdaki östradiolun (E 2<br />
) %85’inden fazlası, östronun (E 3<br />
) %95’ten fazlası testosteron<br />
<strong>ve</strong>ya androstenedionun yağ dokuda aromatizasyonu ile gerçekleşir. Androjenlerin östrojenlere aromatize<br />
olduğu ana organ yağ dokudur. İlerleyen yaşla birlikte yağlanma (adipozite) artar <strong>ve</strong> yaşlıda<br />
genç erkeklere oranla testosteronun periferik aromatizasyon hızı artar. Kural olarak, yaşlanma <strong>ve</strong><br />
vücut kütle indeksi artışına paralel olarak, adipoz dokuda aromataz aktivitesi artar <strong>ve</strong> jinekomasti<br />
prevalansı yükselir. Yaşlı erkekte, tüm bahsedilen faktörlere, kullanılan birtakım ilaçlar da eklenince<br />
(örneğin, bu yaş grubunda sık izlenen prostat kanserinin tedavisinde kullanılan anti-androjen ajanlar<br />
gibi..) klinikte çok faktörle oluşmuş jinekomasti izlenebilir.<br />
Plasenta yoluyla anneden geçen östrojen etkisi ile yenidoğan döneminde geçici meme büyümesi %20<br />
-30 oranında izlenmektedir. Testislerden testosteron üretimi tam olarak gerçekleşmeye başlamadan<br />
önce, ergenliğin erken dönemlerinde, yüksek östrojen/ androjen dengesine bağlı olarak erkek çocuklarında<br />
da jinekomasti izlenebilir. Pubertenin ilerlemesi ile jinekomasti genellikle geriler <strong>ve</strong> kaybolur.<br />
Tablo 1’de fizyopatolojik açıdan jinekomasti nedenleri sıralanmaktadır. Human koryonik gonadotropin<br />
(HCG) üreten trofoblastik tümörler östrojen öncüllerini östradiole dönüştürebilme yeteneğindedir.<br />
Jinekomasti böyle bir tümörün ilk bulgusu olabilir. Feminizan adrenokortikal tümörler <strong>ve</strong><br />
Leydig hücreli tümörler direkt olarak östrojen salgılayabilir. Leydig hücrelerinin hipofizer gonadotropinlere<br />
akut ya da kronik dönemde aşırı maruziyeti, steroidojenik yolakları değiştirir <strong>ve</strong> testosteron<br />
üretimi yerine östrojen <strong>ve</strong> östrojen öncüllerinin üretimini sağlar. Bu mekanizma, Kleinefelter sendromu<br />
<strong>ve</strong> erişkin Leydig hücre yetmezliğinde gözlenen jinekomastiden sorumludur. Malnütrisyonu ya<br />
da kronik hastalığı olan erkekler, yeniden beslenmeye başlayınca <strong>ve</strong>ya altta yatan hastalıkları tedavi
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
121<br />
edilince jinekomasti geliştirebilirler. Bu durumlar, gonadotropin salgısında azalma ile birliktedir <strong>ve</strong><br />
düzelme döneminde, artan gonadotropinler, Leydig hücrelerini aşırı bir şeklide uyararak testosterona<br />
göre daha fazla östrojen üretimine neden olurlar. Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri <strong>ve</strong> hiperprolaktinemi<br />
jinekomastiye neden olabilir, ancak mekanizma net olarak açıklanamamıştır.<br />
Jinekomasti histolojik olarak üç evreye ayrılır. İlk olarak izlenen florid fazda, memede tomurcuklanan<br />
duktus sayısında artma, duktal epitelde proliferasyon, periduktal ödem <strong>ve</strong> zeminde selüler<br />
fibroblastik bir stroma izlenir. Son olarak izlenen fibröz fazda, dilate duktuslar, duktus epitelde minimal<br />
proliferasyon izlenir, periduktal ödem kaybolmuştur <strong>ve</strong> tamamen aselüler fibröz bir stroma<br />
mevcuttur. Bu iki faz arasında her iki fazın özelliklerinin izlenebildiği “Ara faz” gözlenir. Patolojik<br />
görünümü belirleyen jinekomastinin süresidir. Zaman geçtikçe bağ doku daha yoğun <strong>ve</strong> fibrotik bir<br />
görünüm alır. Genellikle, dört ay <strong>ve</strong> altında jinekomasti sorunu olan olguların %75’i florid fazda, bir<br />
yıl <strong>ve</strong> daha fazla süredir sorunu olanların %90’ından fazlası fibröz fazdadır. Histolojik görünüm ile<br />
jinekomasti sebebi arasında bir ilişki yoktur. Florid faz geri-dönüşümlü iken, fibröz fazdaki jinekomasti<br />
medikal tedaviye yanıt <strong>ve</strong>rmez, ancak mastektomi ile yok edilebilir.<br />
Tablo 1. Fizyopatolojik açıdan jinekomasti nedenleri<br />
1. Östrojen fazlalığı<br />
a. Endojen sebepler; Östrojen öncüllerinin artmış üretimi<br />
-Testislerden östrojen salgılayan tümörler; Leydig hücreli, Sertoli hücreli tümörler<br />
- Östrojen salgılayan adrenal bez tümörleri<br />
b. Eksojen sebepler:<br />
-İlaçlar:<br />
-Direkt östrojenik aktivitesi olanlar: Oral kontraseptifler, fitoöstrojenler, dijital<br />
-Östrojen aktivitesini artıranlar: İzoniazid<br />
-Östrojenle beslenen hayvanların et, süt <strong>ve</strong> diğer ürünleri tüketimi<br />
-Östrojen içeren kremler, kozmetiklerle temas, farkında olmadan mesleki temas<br />
-Östrojene aromatize olan anabolizan steroidlerin kullanımı (vücut geliştirme için)<br />
2. Androjenlerden östrojenlere artmış aromatizasyona sebep olan durumlar<br />
Normal dokuda artmış aktivite: Yaşlılık, obezite<br />
Aromataz enzim regülasyonunda bozulma: Ailevi aromataz artış sendromu, Östrojen üretimi yapan<br />
neoplaziler: Sertoli hücreli tümör (izole, Peutz-Jegher’s sendromu, Carney kompleksi), HCG<br />
üreten trofoblastik tümörler, <strong>Adrenal</strong> feminizan karsinoma, Hepatoselüler karsinoma, Alkolik siroz,<br />
Hipertiroidizm<br />
3. Azalmış androjen üretimine ya da etkisine bağlı olarak testosteron/östrojen oranında dengesizlik<br />
a. Birincil/ikincil hipogonadizm (Travma, Hastalık, Radyasyon, İlaçlara bağlı Androjen duyarsızlık<br />
sendromu, 5-α-redüktaz eksikliği, Kleinefelter sendromu<br />
b. Androjen reseptörünün sayısı <strong>ve</strong>ya fonksiyonu ile ilgili farklanmalar<br />
c. Diğer: Ergenlik, Beslenme jinekomastisi, Renal yetmezlik, Siroz, Diyaliz, Hipertiroidizm, İlaçlar<br />
(Spironolakton, flutamid, siproteron asetat, ketokonazol, simetidin, gibi…)<br />
Klinik değerlendirme<br />
Hastanede yatan erkeklerin neredeyse yarısında bulunduğu <strong>ve</strong> etkilenen erkeklerin çoğunluğunda iyi<br />
huylu olduğu için jinekomasti ile kliniğe başvuran her olgunun detaylı irdelenmesi gerekmez. Asemptomatik<br />
sağlıklı bir erkekte, uzun zamandır bulunduğu ifade edilen durağan jinekomastinin, detaylı<br />
öykü <strong>ve</strong> fizik muayene sonrası, bulgular doğal ise, incelenmesi gerekmez. Benzer şekilde, yaşı ile uyumlu<br />
fiziksel <strong>ve</strong> cinsel gelişimi olan ergenlik döneminde bir erkek de, dikkatli bir öykü <strong>ve</strong> muayene sonrası,<br />
laboratuar incelemesi yapılmadan izlenebilir <strong>ve</strong> bunlarda jinekomasti sıklıkla kendiliğinden geriler.
122 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Jinekomastide meme dokusunun tek taraflı <strong>ve</strong>ya iki taraflı konsantrik büyümesi gözlenir. El muayenesinde<br />
meme serttir <strong>ve</strong> fibroz kordonlar içerir. Tek taraflı ele gelse de, histolojik incelemede genellikle<br />
diğer tarafın da etkilenmiş olduğu bulunacaktır. Meme başında, memede hassasiyet olabilir<br />
<strong>ve</strong> genellikle bir yıldan az sürer. Kronik dönemde, jinekomasti asemptomatiktir <strong>ve</strong> kozmetik sorun<br />
yaratır. Galaktore çok ağır jinekomastiye bile eşlik etmez.<br />
Her dört erişkin jinekomasti olgusunun birinde sorumlu faktör kullanılan ilaçlardır, bu nedenle<br />
detaylı bir öykü alınmalıdır. Öyküde ayrıca; jinekomastinin süresi, hassasiyetin varlığı, eşlik eden<br />
hastalık varlığı (hipertiroidi, kronik karaciğer <strong>ve</strong>ya böbrek hastalığı, hipogonadizm, prostat kanseri,<br />
gibi), olası kimyasal maruziyeti mutlaka sorgulanmalıdır. Sistemik fizik muayene, özellikle meme,<br />
testis <strong>ve</strong> sekonder seks karakterlerinin muayenesi mutlaka yapılmalıdır.<br />
Akut başlangıçlı, hızlı <strong>ve</strong> aşırı büyüyen, hassasiyeti olan <strong>ve</strong> zayıf erkeklerde izlenen jinekomasti incelenmelidir.<br />
Özellikle sert, asimetrik, cildi, cilt altı yapıları <strong>ve</strong>ya meme başını fikse eden kitleler, eşlik<br />
eden ülserasyon <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya meme başı akıntısı, koltuk altı lenf bezi varlığı maligniteyi işaret edebilir,<br />
değerlendirilmelidir.<br />
Ayırıcı tanıda lipom, nörofibrom, meme kanseri unutulmamalıdır. Bu kitleler genellikle tek taraflıdır.<br />
Jinekomasti gibi subaerolar bölgeden başlayıp konsantrik olarak büyümezler, genellikle asentriktirler.<br />
Bazen, jinekomastiyi obeziteye bağlı yağ dokusu artışından; lipomastiden ayırt etmek zor<br />
olabilir. Bu durumda hastayı sırtüstü yatar pozisyona getirerek başparmak <strong>ve</strong> işaret parmağı ile meme<br />
başını sıvazlamakla meme dokusu fark edilebilir.<br />
Laboratuar<br />
Pubertal <strong>ve</strong> ilaç ilintili jinekomasti dışlandıktan sonra incelemeye başlanmalıdır. Böbrek, karaciğer<br />
<strong>ve</strong> tiroid fonksiyon testleri yapılmalıdır. Serum testosteron, östradiol, androstenedion, luteinizan<br />
hormon (LH) <strong>ve</strong> HCG düzeyleri ölçülmelidir. Jinekomasti ile başvuran erkeklerin çoğunda hiperprolaktinemi<br />
izlenmediği gibi, hiperprolaktinemisi olan pek çok erkeğin de jinekomasti geliştirmediği<br />
bilinmektedir. Bu nedenle, serum prolaktin düzeylerinin ölçümünü rutinde tavsiye edenler <strong>ve</strong> etmeyenler<br />
bulunmaktadır. Östrojen/androjen düzeylerindeki değişiklik silik olabileceği için pek çok<br />
olguya tanı konamayabilir. Mevcut ticari östrojen kitleri normal sınırlar içinde olabilen bu değişiklikleri<br />
tespit edemeyebilir.<br />
Eğer testisler küçük ise, Kleinefelter sendromu’nu ekarte etmek için mutlaka karyotip analizi yapılmalıdır.<br />
Memede malignitesinden şüpheleniliyorsa, meme ultrasonografisi, mamografi yapılabilir.<br />
Rutin meme görüntülemesi önerilmemektedir. <strong>Adrenal</strong> kitle şüphesi varlığında, batın tomografisi,<br />
testis tümörü kuşkusunda testis ultrasonografisi yapılmalıdır.<br />
Meme büyümesi ile başvuran erkeğe yaklaşım algoritmi Şekil 1’de özetlenmektedir.<br />
Jinekomasti <strong>ve</strong> meme kanseri riski<br />
Kleinefelter sendromu’na eşlik eden jinekomastide meme kanseri riski normal erkeklere göre 20 kat<br />
artmıştır. Bu sendrom dışında, jinekomasti varlığı meme kanseri riskini artırmaz. Erkekte obezite<br />
yine meme kanseri için önemli bir risk faktörüdür.
ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />
123<br />
Şekil 1. Meme büyümesi ile başvuran erkeğe yaklaşım algoritmi<br />
Tedavi<br />
Asemptomatik sağlıklı erkekte uzun süredir var olan jinekomastiyi tedavi etmek gerekli değildir.<br />
Etyolojik faktör varlığında, etken tespit edilip düzeltilirse, meme büyümesi genellikle birkaç ay içinde<br />
geriler. Ancak eğer jinekomasti 1 yıldan uzun sürmüşse, medikal tedavi ile tamamen düzelmesi<br />
mümkün değildir <strong>ve</strong> cerrahi gerektirir. Psikolojik <strong>ve</strong> kozmetik sorun yaratması, büyüme eğilimi,<br />
meme dokusunda devam eden hassasiyet <strong>ve</strong> malignite şüphesi operasyon için gerekçe olabilir.<br />
Pubertal jinekomasti, ağrılı ise, ergende endişe <strong>ve</strong> sosyal strese neden oluyor ise, anti-östrojenlerle, arotmataz<br />
inhibitörleri ile ya da androjenlerle (danazol gibi) tedavi edilmesi düşünülebilir. En iyi tecrübe,<br />
meme dokusuna anti-östrojenik etki yapan selektif östrojen reseptör modülatörü (SERM) olarak anılan<br />
tamoksifen <strong>ve</strong> raloksifen ile bulunmaktadır. Üç ile dokuz ay süresince, günde 10-20mg tamoksifen ya<br />
da 60mg raloksifen <strong>ve</strong>rilmesi ile olguların yaklaşık %90’ında belirgin düzelme bildirilmiştir.<br />
Cerrahi adayı olmayan ağrılı jinekomasti olgularında tamoksifen gibi antiöstrojen tedavinin olguların<br />
üçte ikisinde ağrıyı gerilettiği <strong>ve</strong> meme doku boyutunu azalttığı izlenmiştir. Tamoksifen,<br />
antiandrojen tedavi alması planlanan prostat kanseri olgularında da meme ağrısını <strong>ve</strong> büyümesini<br />
engellemiştir.<br />
Artmış aromataz aktivitesi olan olgular için aromataz inhibitörlerinin yararlı olabileceğine dair yayınlar<br />
mevcuttur. Testolakton ile pubertal jinekomastide meme boyutunda küçülme izlenmişse de, aynı<br />
başarı idiopatik jinekomastide izlenmemiştir. Bu ajanlar, jinekomastinin erken proliferatif fazında<br />
etkilidir, ancak ileri evrelerinde fibrozis geliştikten sonra meme boyutunu küçültmede etkili değildirler.<br />
Aromataz inhibitörleri ile ilgili çalışmaların küçük hasta grupları ile yapılmış olması önemli<br />
kısıtlayıcı faktörleridir.
124 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />
Zayıf bir androjen olan danazol <strong>ve</strong>rilmesi ile gonadotropların baskılanmasına bağlı olarak, testiküler<br />
östrojen üretimi baskılanabilir, jinekomasti gerileyebilir. Ancak bazı olgularda tersi olabilir.<br />
Prostat kanseri için anti-androjen tedavi alması planlanan erkeklere, tedavi öncesi memeye proflaktik<br />
radyoterapi önerilebilir. Bu yöntem getirdiği radyasyona bağlı malignite riski nedeni ile genç olgulara<br />
pek önerilmemektedir.<br />
Kaynaklar<br />
1. Bhasin S. Gynecomastia. In: Williams Textbook of Endocrinology, (11th Edition/ Kronenberg HM, Melmed<br />
S, Polonsky KS, Larsen PR). Sauders Elservier, Philadelphia, USA, 2008; pp. 669-671.<br />
2. Narula Singh Harmeet, Carlson HE. Gynecomastia. Endocrinol Metab Clin North Am 2007; 36: 497-<br />
519.<br />
3. Carlson HE. Approach to the patient with gynecomastia. J Clin Endocrinol Metab 2011; 96: 15-21.<br />
4. Braunstein GD. Clinical practice. Gynecomastia. N Engl J Med 2007; 357: 1229-37.
NOTLAR<br />
125
126 NOTLAR
NOTLAR<br />
127
128 NOTLAR