04.01.2015 Views

Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...

Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...

Adrenal ve Gonadal Hastalıklar Kılavuzu - Türkiye Endokrinoloji ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ISBN: 978-605-4011-12-4<br />

GENİŞLETİLMİŞ VE GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ 5. BASKI


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR<br />

KILAVUZU<br />

HAZIRLAYANLAR<br />

(Soyad alfabetik sırasına göre)<br />

Ersin Akarsu<br />

Hulusi Atmaca<br />

Mustafa Kemal Balcı<br />

Erol Bolu<br />

Ramis Çolak<br />

Berrin Demirbaş<br />

Rıfat Emral<br />

Melek Eda Ertörer<br />

Gül Gürsoy<br />

Ayşe Nur İzol<br />

Pınar Kadıoğlu<br />

Nur Kebapçı<br />

Fahrettin Keleştemur<br />

İlhan Tarkun<br />

Fatih Tanrı<strong>ve</strong>rdi<br />

Kürşad Ünlühızarcı<br />

Murat Yılmaz<br />

<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.<br />

2011 - ANKARA


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU<br />

© Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma Derneği • 2011<br />

ISBN: 978-605-4011-12-4<br />

TÜRKİYE ENDOKRİNOLOJİ <strong>ve</strong><br />

METABOLİZMA DERNEĞİ<br />

Meşrutiyet Cad., Ali Bey Apt. 29/12<br />

Kızılay 06420, Ankara<br />

Tel. (0312) 425 2072<br />

Faks (0312) 425 2098<br />

E-posta: president@temd.org.tr<br />

www.temd.org.tr<br />

Grafik Tasarım <strong>ve</strong> Yayın Hizmetleri<br />

BAYT Bilimsel Araştırmalar<br />

Basın Yayın <strong>ve</strong> Tanıtım Ltd. Şti.<br />

Ziya Gökalp Cad. 30/31<br />

Kızılay 06420, Ankara<br />

Tel. (0312) 431 3062<br />

Faks (0312) 431 3602<br />

Baskı<br />

Miki Matbaacılık San. <strong>ve</strong> Tic. Ltd. Şti.<br />

Matbaacılar Sitesi 560. Sk. No: 27,<br />

İ<strong>ve</strong>dik, Ankara<br />

Tel. (0312) 395 21 28<br />

Baskı Tarihi: Ekim 2011


“BÜYÜK İŞLER, MÜHİM TEŞEBBÜSLER;<br />

ANCAK, MÜŞTEREK MESA-İ İLE KABİL-İ TEMİNDİR.”<br />

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, 1925


SUNUM<br />

5<br />

Değerli Meslektaşlarım,<br />

Tanı <strong>ve</strong> tedavi rehberleri, özellikle günümüz çalışma koşullarında güncel literatürü<br />

devamlı <strong>ve</strong> ayrıntılı izleme fırsatı bulamayan meslektaşlarımıza, kanıta dayalı <strong>ve</strong>rilerin<br />

değerlendirmesiyle ülkemiz koşullarına da uygun olabilecek bir öneriler paketi<br />

sunmayı hedeflemektedir.<br />

Her hasta için ayrılan sürenin kısıtlı olduğu çalışma şartlarında bu rehberlere başvurmak<br />

işlerimizi çoğu zaman kolaylaştırmakta <strong>ve</strong> hata riskini azaltmaktadır.<br />

Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma Derneği Çalışma grupları üyelerinin öz<strong>ve</strong>rili çalışmaları<br />

ile hazırlanan bu rehberler, tamamen derneğimiz olanakları ile hazırlanmış<br />

<strong>ve</strong> yayımlanmış bulunmaktadır. Gıda <strong>ve</strong> ilaç endüstrisi gibi başka bir kaynaktan destek<br />

alınmadığından bir çıkar çatışması bulunmamaktadır.<br />

Yararlı olması dileği ile katkıda bulunan tüm üyelerimize teşekkür ederim.<br />

Saygılarımla,<br />

Prof. Dr. A. Sadi Gündoğdu<br />

TEMD Başkanı


6 ÖNSÖZ<br />

Değerli Meslektaşlarım,<br />

<strong>Adrenal</strong> bezler <strong>ve</strong> gonadlar hayati öneme sahip <strong>ve</strong> neslin devamıyla ilgili hormonların<br />

sentez <strong>ve</strong> salınım yerleri olmaları nedeniyle hiç şüphe yok ki endokrinolojinin<br />

en ilgi çekici <strong>ve</strong> önemli salgı bezlerindendir. Öte yandan sekonder hipertansiyonun<br />

endokrin nedenleri denince ilk akla gelen organ da adrenal bezlerdir. Son yıllarda<br />

endokrinolojinin her alanında olduğu gibi adrenal bez <strong>ve</strong> gonad hastalıkları ile ilgili<br />

konularda da pek çok yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Özellikle rastlantısal saptanan<br />

adrenal kitlelerin klinik pratikte giderek daha sık görülmeye başlaması, diğer yandan<br />

bu kitlelerin düşük düzeylerde hormon salgılayarak subklinik sendromlara neden olabildiklerinin<br />

anlaşılması, konuyu daha da karmaşık ama bir o kadar da ilgi çeker hale<br />

getirmiştir. Yine gonad hastalıkları çeşitlenmiş, örneğin transseksüalizm <strong>ve</strong> transseksüel<br />

kişilerin seks hormon tedavilerinin de endokrinoloji tarafından yönlendirilmesinin<br />

zorunluluğu, bu alandaki perspektifi de ister istemez değiştirmiştir.<br />

Bütün bu nedenlerden ötürü, artık adrenal bez hastalıkları denildiğinde yalnız Addison<br />

hastalığı, feokromositoma, Conn sendromu ya da adrenal Cushing sendromundan, <strong>ve</strong>yahut<br />

gonad hastalıkları denildiğinde yalnız hipogonadizmden bahsediyor değiliz. Konular<br />

hem farklılaştı, hem de karmaşık hale geldi. Bu yüzden her konuyu kendi başlığı<br />

altında konunun uzmanlarından dinlemek de gereklilik oldu. İşte bu <strong>Adrenal</strong> Bez <strong>ve</strong><br />

Gonad Hastalıkları Kılavuzu da bu gereklilikten hareketle çalışma grubumuzun değerli<br />

üyelerinin katkılarıyla hazırlandı. Elbette eksik bırakılan konular olmuştur. Zaman içinde<br />

konulara yenileri eklendikçe <strong>ve</strong> gerektikçe kılavuz da Türkiye <strong>Endokrinoloji</strong> <strong>ve</strong> Metabolizma<br />

Derneği’nin katkılarıyla yenilenecektir. Bu <strong>ve</strong>sileyle kılavuzun hazırlanmasında<br />

katkı sağlamış olan tüm <strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu üyelerine teşekkür<br />

ediyorum. Saygı <strong>ve</strong> sevgilerimle.<br />

Prof. Dr. Rıfat EMRAL<br />

<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong> <strong>Gonadal</strong> Hastalıklar Çalışma Grubu Başkanı


İÇİNDEKİLER<br />

7<br />

HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-ADRENAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİ 9-11<br />

ACTH STİMULASYON TESTLERİ 12-15<br />

UZUN SÜRELİ GLUKOKORTİKOİD TEDAVİSİNİN KESİLMESİ 16<br />

PRİMER ADRENAL YETMEZLİK (ADDİSON HASTALIĞI) 17-20<br />

ADRENAL İNSİDENTALOMALAR 21-29<br />

MİNERALOKORTİKOİD HİPERTANSİYON (MH) 30-35<br />

CUSHİNG SENDROMU 36-44<br />

FEOKROMOSİTOMA 45-59<br />

ADRENAL KARSİNOMA 60-62<br />

HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-GONADAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE<br />

TANISAL YAKLAŞIM 63-67<br />

ERKEK HİPOGONADİZMİ 68-75<br />

ANDROJEN YETMEZLİĞİ DÜŞÜNÜLEN ERKEK OLGUNUN TANI VE<br />

DEĞERLENDİRMESİ 76-80<br />

KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİ 81-84<br />

POLİKİSTİK OVER SENDROMU 85-93<br />

İNFERTİLİTE 94-113<br />

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI VE TRANSSEKSÜALİZM 114-119<br />

JİNEKOMASTİ 120-124


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

9<br />

HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-ADRENAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

Hipotalamus-hipofiz-adrenal (HHA) aksın değerlendirilmesinde farklı testler kullanılmaktadır. Her<br />

bir testin kendisine göe avantajları <strong>ve</strong> dezavantajları vardır. Hipotalamus-hipofiz-adrenal aksın uygun<br />

zamanda uygun test ile değerlendirilmesi hastanın gerekli replasman tedavisini almasında <strong>ve</strong>ya<br />

gereksiz glukokortikoid tedaviden korunmada son derece önemlidir. Hipotalamus-hipofiz-adrenal<br />

aksı değerlendiren en önemli test insulin hipoglisemi testidir, bu testindışında HHA aksı değerlendiren<br />

diğer testler ise ACTH stimulasyon testleri (1 <strong>ve</strong> 250 mg), glukagon testi, metirapon testi <strong>ve</strong><br />

CRH testidir.<br />

İnsulin hipoglisemi testi (IHT)<br />

İnsulin tolerans testi olarak da adlandırılır <strong>ve</strong> altın standart test olarak kabul edilmektedir. İnsulin<br />

hipoglisemi testi hastalar tarafından tolerasyonu bazen zor olan, test sırasında sağlık personeli tarafından<br />

gözlem gerektiren, iskemik kalp hastalığı, aritmi, epilepsi hastalarında uygulanmaması gereken,<br />

yaşlılarda ise çok dikkatli olunması gereken komplike bir testir. Ancak HHA aksı bir bütün olarak<br />

değerlendirmesi nedeni ile de önemli bir testtir. Bir diğer avantajı ise aynı zamanda büyüme hormonu<br />

(GH) aksını da değerlendirmeye imkan <strong>ve</strong>rmesidir. Hastada suni olarak oluşturulan hipogliseminin<br />

CRH, ACTH <strong>ve</strong> kortizol salınımını uyarması prensibine dayanır. Hipotalamus-hipofiz-adrenal<br />

aks için hipoglisemi oldukça kuv<strong>ve</strong>tli bir uyarıcıdır.<br />

Testin hazırlığı <strong>ve</strong> uygulanması: Gece yarısından sonra hastanın aç kalması gerekir, hasta su içebilir.<br />

Sabah damar yolu açılır, 0.1-0.15 U/kg kristalize insulin intra<strong>ve</strong>nöz yolla uygulanır, Cushing sendromu,<br />

akromegali gibi insulin direnci ile seyreden hastalıklarda insulin dozu 0.3U/kg’a kadar çıkılabilir.<br />

Hipogliseminin belirtileri gözlemlenirken 15 dakikada bir kan şekeri ölçülür. Kan şekeri 40 mg/<br />

dl (2.2mmol/l) altına indiği an başlangıç anı (0. dakika) kabul edilerek 30-45-60-75-90. dakikalarda<br />

kortizol (<strong>ve</strong> gerekirse GH ölçümü) için kan alınır. İlk insulin enjeksiyonundan 45 dakika sonra hipoglisemi<br />

meydana gelmez ise başlangıçta <strong>ve</strong>rilen doz kadar insulin tekrar <strong>ve</strong>rilir. Test süresince bu<br />

konuda tecrübeli bir sağlık personelinin hastayı gözlem altında tutması gerekir, hastada ciddi hipoglisemi<br />

semptomları çıkarsa oral <strong>ve</strong>ya parenteral glukoz <strong>ve</strong>rilebilir, glukoz <strong>ve</strong>rmek testin gü<strong>ve</strong>nilirliğini<br />

etkilemez, çünkü hipoglisemi ile HHA aksı uyarılmış durumdadır. Test bittikten sonra hasta birkaç<br />

saat gözlemlenmelidir.<br />

Testin yorumlanması: Hipoglisemik değer elde edilmiş hastada hipoglisemi anı sıfırıncı dakika olarak<br />

alınmalıdır <strong>ve</strong> bu süreçte HHA aks uyarılmış durumdadır. Test sırasında 20 mg/dl (550 nmol/L)<br />

üzerinde kortizol seviyesi aksın yeterli olduğunun göstergesi kabul edilir. Bazı yayınlar ise 18 mg/dl<br />

(500 nmol/L)’yi normal cevap olarak kabul ederler.<br />

ACTH Stimulasyon testleri<br />

<strong>Adrenal</strong> yetmezliğin değerlendirilmesinde en yaygın kullanılan testtir. Kullanılan sentetik ACTH analoğu,<br />

insan ACTH 1-39 molekülünün 1-24 aminoasid dizilimine sahiptir <strong>ve</strong> ACTH 1-39 molekülünün<br />

tüm biyolojik aktivitesini oluşturur. Uzun yıllardır dünyada kullanılan, İHT’inde görülen yan etkilerin<br />

olmaması <strong>ve</strong> daha kolay olması nedeni ile sık kullanılan bir test olmuştur. Özellikle son 10 yılda<br />

250 mg ACTH uyarımının farmakolojik dozda bir uyarı olduğu, 1 mg ACTH ile uyarımın ise daha<br />

fizyolojik düzeylerde ACTH uyarımını taklit ettiği gösterilmiştir <strong>ve</strong> günümüzde bu iki doz ile de testler<br />

yapılmaktadır. Bunun dışında uzun ACTH stimulasyon testi de nadir bazı durumlarda kullanılabilir.


10 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Standard (250 mg) ACTH stimulasyon testi: Test öncesi açlık şart olmamakla birlikte yaygın olarak<br />

açlık <strong>ve</strong> sabah saatleri tercih edilir. 250 mg ACTH intra<strong>ve</strong>nöz yolla kullanılır <strong>ve</strong> bunun öncesi ile<br />

enjeksiyondan 30-60-90 dakika sonra kortizol ölçümü yapılır. Bazı araştırıcılar 30 <strong>ve</strong>ya 60 dakikalık<br />

testin yeterli olduğunu düşünürler ama son yıllarda yapılan çalışmalar göstermiştir ki 60 dakikada<br />

testi sonlandırmak %11 vakada yanlış olarak adrenal yetmezlikle uyumlu sonuçlar <strong>ve</strong>rebilmektedir.<br />

Düşük (1 mg) doz ACTH testi: Son yıllarda yaygın bir şekilde kulanılmaya başlanmıştır. Bir microgram<br />

ACTH’nın adrenal bezi maksimal uyaracak kapasitede olduğu gösterilmiştir. Testin yapılma<br />

şekli standard doz ACTH testi ile aynıdır. En önemli endikasyonu (hipofiz cerrahisi sonrası erken<br />

dönem gibi) erken dönemdeki sekonder adrenal yetmezliklerdir. Önemli problem hazır 1 mg ACTH<br />

yokluğudur, 250 mg ACTH’dan dilusyonla hazırlanmaktadır. Hazırlanan solusyon buzdolabında 4<br />

ay kadar muhafaza edilebilmektedir.<br />

Yorum: Düşük doz <strong>ve</strong> standard doz ACTH stimulasyon testi ile adrenal yetmezlik tanısı konabilir, ancak<br />

olayın primer mi yoksa sekonder mi olduğu ise plazma ACTH düzeyi ile belirlenir. ACTH stimulasyon<br />

testlerinde herhangi bir anda kortizol düzeyinin 18-20 mg/dl’den büyük olması yeterli cevap olarak<br />

kabul edilir. Ancak düşük doz ACTH testi için kortizol cut-off değerinin 12 mg/dl olduğunu gösteren<br />

ülkemizde yapılmış yayınlar da vardır. Standard doz <strong>ve</strong>ya düşük doz ACTH testine yeterli cevap <strong>ve</strong>ren<br />

bir kişi çeşitli stres olayları karşısında glukokortikoid ihtiyacı göstermez, ancak ACTH eksikliği yeni<br />

başlamışsa (erken dönem hipofiz cerrahisi gibi), adrenal bezlerin atrofiye uğraması için yeterli zaman<br />

geçmemiş olacağından standard doz ACTH testi yanlış olarak normal cevap ortaya çıkarabilir. Böyle<br />

durumlarda düşük doz test <strong>ve</strong>ya (kontendikasyon yok ise) İHT daha uygundur.<br />

Glukagon testi<br />

Subkutan <strong>ve</strong>ya intramuskuler kullanımı ile HHA aksı değerlendirmede kullanılan bir testtir. Bir<br />

gecelik açlığı takiben intramuskuler olarak 1 mg glukagon uygulanır <strong>ve</strong> uygulama öncesi ile enjeksiyondan<br />

sonraki 90-120-180-210-240. dakikalarda kortizol için kan alınır. En sık yan etki olarak<br />

bulantı görülebilir, oldukça gü<strong>ve</strong>nilir bir testtir. Sağlıklı gönüllülerde yapılan çalışmalarda glukagon<br />

testi ile en düşük kortizol değerinin 9.1 mg/dl olduğu gösterilmiştir.<br />

Metirapon test<br />

Metirapon, hipofiz <strong>ve</strong> adrenal rezervi birlikte değerlendirebilen, bu nedenle primer <strong>ve</strong> sekonder adrenal<br />

yetmezlik tanısında kullanılabilen bir testtir. Metirapon 11 beta hidroksilaz enzimini inhibe<br />

ederek kortizol biyosentezini azaltır, buna bağlı olarak ACTH uyarımı olur <strong>ve</strong> inhibe olan 11 beta<br />

hidroksilaz enziminin proksimalindeki hormon (11 deoksikortizol) artar. Metirapon testine normal<br />

cevap alınması kişinin stresi kaldırabileceğini gösterir. Primer adrenal yetmezlik şüphesi kuv<strong>ve</strong>tli olan<br />

hastalarda metirapon testi yapılmamalı, ACTH testi tercih edilmelidir. Metirapon testinin en çok<br />

tercih edildiği yer sekonder adrenal yetmezlik düşünülen ama ACTH testine normale yakın cevap<br />

<strong>ve</strong>ren hastalardır.<br />

Testin yapılışı: Gece tek doz 30 mg/kg metirapon az bir gıda ile alınır, sabah saat 08:00’da 11 deoksikortizol<br />

<strong>ve</strong> kortizol için kan alınır. Normal hipofiz adrenal aksı olanlarda sabah plazma 11 deoksikortizol<br />

düzeyi > 7 mg/dl olur. Fenitoin kullananlar, metiraponu hızlı metabolize edenler <strong>ve</strong> %4 kadar sağlıklı<br />

insanlarda yeterince enzim inhibisyonu olmamasına bağlı yanlış sonuç çıkabilir, bunu önlemek için eş<br />

zamanlı kortizol ölçümü yapılır. Sabah kortizolünün < 10 mg/dl olması yeterli inhibisyon demektir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

11<br />

CRH testi<br />

İnsan <strong>ve</strong>ya ovine CRH kullanılır, ovine CRH yarı ömrünün uzun olması nedeni ile tercih edilir.<br />

Doğrudan hipofizi uyararak ACTH <strong>ve</strong> kortizol ölçümü prensibine dayanır. Genel olarak adrenal yetmezlik<br />

tanısında uygun bir test değildir, bu konuda bazal kortizol, ACTH ölçümü <strong>ve</strong> ACTH testleri<br />

daha faydalıdır. Daha ziyade Cushing sendromu’nun farklı etiyolojilerin araştırılmasında kullanılır<br />

(Detaylar için bakınız Cushing sendromu).<br />

Kaynaklar<br />

1. Grinspoon SK, Biller BM. Clinical review 62: laboratory assessment of adrenal insufficiency. J Clin Endocrinol<br />

Metab 79: 923-931, 1994.<br />

2. Hurel SJ, Thompson CJ, Watson MJ, Harris MM; Baylis PH, Kendall-Taylor P. The short Synacthen test<br />

and insulin stress test in the assessment of the hypothalamic-pituitary-adrenal axis. Clin Endocrinol 44:<br />

141-146, 1996.<br />

3. Dickstein G, Shechner C, Nicholson WE, Rosner I, Shen-Orr Z, Adawi F, Lahav M. Adrenocorticotropin<br />

stimulation test: effects of basal cortisol le<strong>ve</strong>l, time of day, and suggested new sensiti<strong>ve</strong> low dose test. J Clin<br />

Endocrinol Metab 72: 773-778, 1991<br />

4. Dökmetaş HS, Çolak R, Keleştimur F, Selçuklu A, Ünlühızarcı K, Bayram F. A comparison between the<br />

1 mg adrenocorticotropin (ACTH) test, the short ACTH (250 mg) test, the insulin tolerance test in the<br />

assessment of hypothalamo-pituitary adrenal axis immediately after pituitary surgery. J Clin Endocrinol<br />

Metab 85: 3713-3719, 2000<br />

5. Can basal cortisol measurement be alternati<strong>ve</strong> to the insulin tolerance test in the assessment of the<br />

hypothalamic-pituitary-adrenal axis before and after pituitary surgery. Eur J Endocrinol 163: 377-382,<br />

2010.<br />

6. Karaca Z, Lale A, Tanrı<strong>ve</strong>rdi F, Kula M, Ünlühızarcı K, Keleştimur F. The comparison of low and standard<br />

dose ACTH and glucagon stimulation tests in the evaluation of hypothalamo-pituitary-adrenal axis in<br />

healthy adults. Pituitary 14: 134-140, 2011


12 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

ACTH STİMULASYON TESTLERİ<br />

Hipokortizolizm şüphesi olan hastaları değerlendirmek için en yaygın olarak kullanılan test ACTH<br />

stimulasyon testidir. Bu testte kullanılan sentetik ACTH analoğu, insan ACTH 1-39 molekülünün<br />

1-24 aminoasid dizisine sahiptir <strong>ve</strong> ACTH 1-39 molekülünün tüm biyolojik aktivitesini oluşturur.<br />

ACTH stimulasyon testi uzun yıllardır tüm dünyada kullanılmaktadır <strong>ve</strong> nispeten iyi standardize<br />

edilmiştir. İnsülin hipoglisemi testine (İHT) kıyasla etkilerinin olmaması, daha ucuz <strong>ve</strong> daha kolay<br />

olması, ACTH stimulasyon testini İHT’ye alternatif bir test haline getirmiştir.<br />

Sabah saat 08.00’deki kortizol düzeyi tanı için yeterli olabilir. Kortizol sekresyonunun sirkadyen<br />

ritmisitesi sebebiyle standardizasyonu sağlamak için günün belli saatlerinde kan örneği alımı önemlidir.<br />

Eğer saat 08.00’deki kortizol düzeyleri tekrarlanan örnekte 80-110 nmol/L’den düşükse adrenal<br />

yetmezlik ihtimali yüksek demektir <strong>ve</strong> destek tedavisi önerilmesi doğru olur. Bunun aksine 500<br />

nmol/L’nin (18μg/dl) üzerindeki değerler adrenal yetmezliği ekarte eder. Eğer ölçülen değer bu sınırlar<br />

arasında ise o zaman uyarı testlerine ihtiyaç duyulur. Fizyolojik reaksiyon için eşik değer; cerrahi,<br />

myokard infarktüsü <strong>ve</strong>ya sepsis sırasında ulaşılan maksimal kortizol değerine kıyaslanarak türetilmiştir.<br />

Çoğu yayınlar eşik değer olarak pik kortizol seviyesini 500nmol/L olarak da kabul eder, fakat<br />

hastalığın kronik seyriyle kortizol cevabının fonksiyonu arasındaki ilişki belirsizdir.<br />

Testin Yapılışı<br />

ACTH testinde, 250 mikrogram ACTH 1-24 intra<strong>ve</strong>nöz olarak <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> serum kortizol seviyesi<br />

30-60 dakika sonra ölçülür.<br />

ACTH stimulasyon testi üç şekilde uygulanabilir:<br />

1. Standard, kısa <strong>ve</strong>ya hızlı ACTH stimulasyon testi (SDT)<br />

2. Düşük doz <strong>ve</strong>ya fizyolojik doz ACTH stimulasyon testi (DDT)<br />

3. Uzun ACTH stimulasyon testi<br />

Standard doz ACTH stimulasyon testi<br />

Test öncesi açlık şart olmamakla birlikte, genel olarak açlık durumu tercih edilir. Test sabah yapılmalıdır.<br />

250 μg Synacten i.v. <strong>ve</strong>ya i.m. olarak uygulanabilir. Ancak en çok i.v. yol kullanılmaktadır.<br />

Synacten <strong>ve</strong>rilmeden önce (0. Dakika) <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rildikten 30 dakika <strong>ve</strong> 60 dakika sonra plazma kortizol<br />

ölçümleri yapılır. Bazı araştırıcılar sadece 30. Dakika kortizol ölçümünün yeterli olduğunu kabul<br />

ederler. Ancak bazı vakalarda en yüksek kortizol cevabına 60. Dakikada ulaşılabileceği unutulmamalıdır.<br />

SDT’de kullanılan ACTH dozu farmakolojiktir.<br />

Düşük doz ACTH stimulasyon testi (DDT)<br />

Son yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. DDT’de kullanılan 1 μg’lık ACTH’nın adrenal<br />

bezi maksimal bir şekilde uyaracak en düşük fizyolojik doz olduğuna inanılmaktadır. Testin<br />

yapılması SDT ile aynıdır. Bu test SDT kadar iyi standardize edilmemiştir. Testin en önemli endikasyonu<br />

erken sekonder adrenal yetmezlik düşünülen vakalardır ( hipofiz cerrahisinden hemen<br />

sonraki erken dönem gibi). Bu vakalarda DDT’nin İHT <strong>ve</strong> SDT’den daha iyi sonuçlar <strong>ve</strong>rdiği<br />

bildirilmiştir. En önemli problemlerden birisi henüz 1μg’lık dozun 250 μg’lık ACTH’dan hazırlanması<br />

gerekmesidir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

13<br />

Uzun ACTH stimulasyon testi<br />

Günümüzde kullanım alanı çok azdır. Verilen doz aşırı farmakolojik bir dozdur. Bu yöntemle 1 mg<br />

Synacten i.m. olarak yapıldıktan sonra (yapılmadan hemen önce bazal kortizol tayini için kan alınır)<br />

30, 60,120. Dakikalarda <strong>ve</strong> daha sonra 4,8,12 <strong>ve</strong> 24 saatlere kortizol ölçümleri yapılır. Nadiren test<br />

48 hatta 72 saate kadar uzatılabilir. Primer adrenal yetmezlikte kortizol düzeyi düşüktür <strong>ve</strong> yükselme<br />

göstermez. Fakat sekonder adrenal yetmezlikte 1. Saatte normal kortizol düzeyi elde edilmediği halde<br />

4. Saatte artış tespit edilebilir.<br />

Normal Değerler<br />

Radyoimmunasssay yöntemle yapılan plazma kortizol ölçümlerinde test esnasında herhangi bir anda<br />

18 <strong>ve</strong>ya 20 μg/dl üzerinde değerler normal adrenal fonksiyonu gösterir. Testin beklenmeyen yan etkileri<br />

yoktur. Bazı olgularda enjeksiyon yerinde kızarıklık, kaşıntı, ürtiker, dispne <strong>ve</strong> fenalık hissi oluşabilir.<br />

Yorum<br />

Bir saatlik ACTH stimulasyon testine subnormal kortizol cevabı adrenal yetersizlik için tanı koydurucudur.<br />

Normal cevaplar adrenal yetersizliği ekarte ettirir. Bu testler primer <strong>ve</strong>ya sekonder adrenal<br />

yetersizlik arasında ayırıcı tanı yapılmasını sağlamaz. Ama teste cevap yetersizse, bazal plazma ACTH<br />

düzeyinin ölçülmesi yardımcı olabilir. ACTH seviyesi yüksekse hastada primer adrenal yetersizlik<br />

mevcuttur; tersine ACTH düşükse, bu durumda tanı sekonder ya da tersiyer adrenal yetersizliktir.<br />

Ancak birçok vakada ACTH düzeyi yardımcı olmayabilir.<br />

Bir saatlik standart ACTH testinin, strese (ör; major cerahi) yeterli cevabın olup olmayacağını ortaya<br />

koymadaki gü<strong>ve</strong>nilirliliği halen tartışma konusudur. SDT ile parsiyel adrenokortikal yetmezliği maskeleyebilen<br />

suprafizyolojik uyarı oluşturulmaktadır. Bu durumdaki bazı hastalar ACTH stimulasyon<br />

testine normal yanıt <strong>ve</strong>rirler, buna karşılık bu hastalarda İHT <strong>ve</strong> DDT ile alınan cevap ise yetersiz<br />

bulunacaktır.<br />

SDT <strong>ve</strong> DDT’e normal cevap <strong>ve</strong>ren bir kişi, cerrahi <strong>ve</strong>ya bir başka stres karşısında glukokotrikoid<br />

desteğine ihtiyaç göstermez. Bunun bir istisnası , hipofizektomi yapılan bir hastada olduğu gibi<br />

akut olarak ACTH eksikliği oluşan kişidir. ACTH sekresyonu kesildikten sonraki birkaç gün içinde<br />

adrenaller farmakolojik dozlarda eksojen ACTH’ ya normal olarak cevap <strong>ve</strong>rebilirler, ama İHT <strong>ve</strong>ya<br />

DDT’e ise yetersiz cevap alınır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda SDT’e gü<strong>ve</strong>nmek gerekir.<br />

Glukagon stimülasyon testi<br />

Glukagon subkutan(sk) <strong>ve</strong> intramuskuler (i.m.) yollardan uygulandığında ACTH salgısını etkin bir<br />

şekilde artırarak HPA aksın değerlendirilmesini sağlamaktadır. Teste cevap olarak ACTH salgılanmaktadır.<br />

ACTH salgılanma mekanizması halen bilinmemekle birlikte glukagona bağlı katekolamin<br />

salgısı ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.<br />

Prosedür <strong>ve</strong> teste bağlı yan etkiler<br />

Hastaya bir gecelik açlıktan sonra 1 mg Glukagon im. (90 kg’dan ağır hastalara 1,5 mg glukagon)<br />

olarak uygulanır. Glukagon enjeksiyonundan önce (0. Dk) <strong>ve</strong> enjeksiyon sonrası 90,120, 150, 180<br />

<strong>ve</strong> 240. dakikalarda kortizol ölçümü için kan alınır.


14 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Glukagon stimülasyon testinin tolerabilitesi iyidir <strong>ve</strong> teste bağlı önemli bir kontrendikasyon <strong>ve</strong> yan<br />

etki bildirilmemiştir. En sık bildirilen yan etkiler bulantı( yaklaşık %20 hastada bildirilmiş) <strong>ve</strong> daha<br />

az sıklıkta kusma <strong>ve</strong> karın kramplarıdır. Sık olmamakla birlikte testin ilk 3 saatinde rebound hipoglisemi<br />

yönünden dikkatli olmak gereklidir.<br />

Sonuçların yorumlanması<br />

Literatürdeki çalışmalar temel alındığında pik kortizol düzeyi 500 nmol/l (18 μg/dl) <strong>ve</strong>ya 550 nmol<br />

(20 μg/dl) altında ise yetersiz cevap olarak değerlendirilir. Her ne kadar çalışmalarda cut-off değerler<br />

önerilse de ideal olanı her merkezin kendi laboratuarında <strong>ve</strong> kendi normallerinden elde ettiği değerleri<br />

kullanmasıdır.<br />

Non klasik konjenital adrenal hiperplazide ACTH testi<br />

1) Tanım: Kortizol biyosentez basamağındaki enzim ( en sık 21 hidroksilaz <strong>ve</strong> 11 beta hidroksilaz)<br />

aktivitelerinde meydana gelen defektler sonucu artan ACTH’ya bağlı olarak adrenal andojenlerin<br />

dolaşımda yükselmesi ile karakterize genetik bir hastalıktır.<br />

2) Pre<strong>ve</strong>lans: Farklı toplumlarda 21 hidroksilaz <strong>ve</strong> 11 beta hidroksilaz eksikliği için değişik rakamlar<br />

bildirilmiştir. Ortalama olarak hirsut populasyonun %1-8’ini oluşturmaktadır.<br />

3) Klinik bulgular: Peripubertal başlangıçlı hirsutizm, oligo-amenore, akne, infertilitenin bir <strong>ve</strong>ya<br />

bir kaçı bir aradadır.<br />

4) Hormonal tanı: Sabah aç olarak test yapılmalıdır. Bazal kan örneği alınmalı, ardından 250 μg<br />

ACTH i.v. uygulanmalı <strong>ve</strong> 30 <strong>ve</strong> 60 dakika kan öreği alınmalıdır.<br />

4a) 21 hidroksilaz eksikliği : Bazal 17-OHP düzeyi >2 ng/ml olanlarda genellikle ACTH stimulasyon<br />

testi (250 μg i.v.) önerilir. Test sırasında herhangi bir dakikada 17-OHP düzeyi >30<br />

nmol/L olması hormonal olarak 21 hidroksilaz eksikliği için tanı koydurucudur.<br />

4b) 11 b hidroksilaz eksiklği: ACTH stimulasyon testinde 11-deoksikortizol cevabı kontrol grubunda<br />

elde edilen değerin 95 persentilinden 3 misli <strong>ve</strong>ya daha fazla artış göstermesi ile tanı konur.<br />

Türk toplumunda ACTH stimulasyon testine 11-deoksikortizol cevabının 95 persentili 12.2<br />

nmol/L olarak bulunmuştur. Test sırasında herhangi bir dakikada 11-deoksikortizol düzeyi >36<br />

nmol/L olması hormonal olarak 11 b hidroksilaz eksikliği için tanı koydurucudur.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

15<br />

Kaynaklar<br />

1. Erturk E, Jaffe CA, Barkan AL. Evaluation of the integrity of the -hypothalamic-pituitary-adrenal axis by<br />

insulin hypoglycemia test. J Clin Endocrinol Metab. 1998;83:2350–2354.<br />

2. Hagg E, Asplund K, Lithner F. Value of basal plasma cortisol assays in the assessment of pituitary-adrenal<br />

insufficiency. Clin Endocrinol (Oxf) 1987;26:221–226.<br />

3. Jones SL, Trainer PJ, Perry L, et al. An audit of the insulin tolerance test in adult subjects in an acute in<strong>ve</strong>stigation<br />

unit o<strong>ve</strong>r one year. Clin Endocrinol (Oxf) 1994;41:123–128.<br />

4. Keleştimur F, Sahin Y, Ayata D, Tutuş A.The prevalence of non-classic adrenal hyperplasia due to 11<br />

beta-hydroxylase deficiency among hirsute women in a Turkish population. Clin Endocrinol (Oxf). 1996<br />

Oct;45(4):381-4.<br />

5. Lindholm J. The insulin hypoglycaemia test for the assessment of the hypothalamic-pituitary-adrenal function.<br />

Clin Endocrinol (Oxf) 2001;54:283–286.<br />

6. Pfeifer M, Kanc K, Verho<strong>ve</strong>c R, Kocijancic A. Reproducibility of the insulin tolerance test (ITT) for assessment<br />

of growth hormone and cortisol secretion in normal and hypopituitary adult men. Clin Endocrinol<br />

(Oxf) 2001;54:17–22.<br />

7. Vestergaard P, Hoeck HC, Jakobsen PE, Laurberg P. Reproducibility of growth hormone and cortisol<br />

responses to the insulin tolerance test and the short ACTH test in normal adults. Horm Metab Res.<br />

1997;29:106–110.<br />

8. Borm K, Slawik M, Beuschlein F, et al. Low-dose glucose infusion after achieving critical hypoglycemia<br />

during insulin tolerance -testing: effects on time of hypoglycemia, neuroendocrine stress -response and<br />

patient’s discomfort in a pilot study. Eur J Endocrinol. 2005;153:521–526.<br />

9. Maghnie M, Uga E, Temporini F, et al. Evaluation of adrenal function in patients with growth hormone<br />

deficiency and hypothalamic–pituitary disorders: comparison between insulin-induced hypoglycemia, lowdose<br />

ACTH, standard ACTH and CRH stimulation tests. Eur J Endocrinol. 2005;152:735–741.<br />

11. Abdu TA, Elhadd TA, Neary R, Clayton RN. Comparison of the low dose short synacthen test (1 microg),<br />

the con<strong>ve</strong>ntional dose short synacthen test (250 microg), and the insulin tolerance test for -assessment<br />

of the hypothalamo-pituitary-adrenal axis in patients with pituitary disease. J Clin Endocrinol Metab.<br />

1999;84:838–843.<br />

12. Nye EJ, Grice JE, Hockings GI, et al. Adrenocorticotropin stimulation tests in patients with hypothalamicpituitary<br />

disease: low dose, standard high dose and 8-h infusion tests. Clin Endocrinol (Oxf) 2001;55:625–<br />

633.


16 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

UZUN SÜRELİ GLUKOKORTİKOİD TEDAVİSİNİN KESİLMESİ<br />

Cushing sendromu <strong>ve</strong>ya eksojen glukokortikoid kullanımına bağlı olarak HPA aksın baskılandığı<br />

durumlar görülebilmektedir. Pratikte en sık karşılaşılan durum farklı nedenlerle (romatolojik hastalıklar,<br />

astma bronşiale vb.) steroid kullanımı sonrasında steroidin nasıl kesileceğidir. HPA aksın baskılanması<br />

kullanılan steroid dozuna <strong>ve</strong> süresine bağlıdır. Kullanılan doz <strong>ve</strong> süre arttıkça HPA aksının<br />

baskılanma olasılığı da artmaktadır. Bir diğer önemli faktör kullanılan glukokortikoid preparatıdır.<br />

Deksametazon gibi uzun etkili steroidler, prednisolona göre daha kuv<strong>ve</strong>tli baskılanma yaparlar. Kortizol<br />

salgılayan adrenal adenomalar da diğer adrenal bezin atrofiye uğraması nedeniyle, adenomun<br />

cerrahi olarak çıkarılmasını takiben çok uzun süreler (bazen 1 yıla kadar) HPA aks baskılanması<br />

gösterebilirler. Baskılanan HPA aksın geri dönüşümü (reco<strong>ve</strong>ry) de sırayla (hipotalamus-hipofizadrenal)<br />

olmaktadır. Bu nedenle aksın normale gelmesi düşüncesi ile ACTH enjeksiyonu yapmanın<br />

faydası yoktur.<br />

Steroid Kesilme Sendromu klasik adrenal yetmezlik semptomlarını gösteren bir klinik tablodur. En<br />

sık iştahsızlık, bulantı, halsizlik, kas <strong>ve</strong> eklem ağrıları olabilir. Bununla birlikte steroid tedavisinin<br />

<strong>ve</strong>rilmesine <strong>ve</strong>sile olan hastalığın semptomları kliniği komplike hale getirebilir.<br />

Steroid kesilme protokolü<br />

a) Hastanın aldığı toplam steroid dozu günlük azaltılarak fizyolojik dozlara kadar inmesi sağlanır.<br />

Bu süreçte steroid tedavisi <strong>ve</strong>rilmesine <strong>ve</strong>sile olan hastalığın nüksü yönünden de dikkat edilir.<br />

b) Bazal koertizol < 3 mg /dl : adrenal yetmezliktir, fizyolojik replasman dozuna devam edilir <strong>ve</strong> 4-6<br />

hafta sonra bazal kortizol tekrarlanır.<br />

c) Alınan toplam günlük doz 20-30 mg hidrokortizon (<strong>ve</strong>ya 5-7.5 mg prednisolon) olduğunda<br />

HPA aksı değerlendirilmelidir. Bu amaçla sabah dozunu almadan bazal kortizol ölçülmelidir:<br />

Bazal kortizol > 10 mg/dl ise günlük hayatta steroid desteğine ihtiyaç yoktur, ancak cerrahi öncesi<br />

gibi durumlarda ACTH testi yapma imkanı yoksa perioperatif koruyucu steroid <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

d) ACTH stimulasyon testine normal cevap var ise aks normal çalışmaktadır. Bu durumun istisnası<br />

hipofizer Cushing nedeniyle opere olan vakalar <strong>ve</strong> yakın zamanda hipofiz cerrahisi geçirenlerdir.<br />

Bu vakalarda ACTH testi sonucu yanıltıcı olabilir <strong>ve</strong> bu vakalarda kontendike değilse insülin<br />

hipoglisemi testi yapılmalıdır.<br />

Literatür<br />

1) Doherty JM, Nieman LK, Culter GB et al. Time to reco<strong>ve</strong>ry of the hypothalamic pituitary adrenal axis<br />

following curati<strong>ve</strong> resection of adrenal tumors in patients with Cushing’s syndrome. Surgery 108: 1081090,<br />

1990<br />

2) Gomez MT, Magiakou MA, Mastorakos G et al. The pituitary corticotroph is not the rate limiting step in<br />

the postoperati<strong>ve</strong> reco<strong>ve</strong>ry of the hypothlamic pituitary adrenal axis in patients with Cushing’s syndrome. J<br />

Clin Endocrinol Metab 77: 173-178, 1993


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

17<br />

PRİMER ADRENAL YETMEZLİK (ADDİSON HASTALIĞI)<br />

Kronik primer adrenal yetmezlik (Addison Hastalığı) ilk kez 1855 yılında Thomas Addison tarafından<br />

tarif edilmiştir. Hastalığın yaygınlığı batı ülkelerinde milyonda 40-120 olarak bildirilmektedir. Thomas<br />

Addison hastalığı tarif ettiğinde en sık neden tüberküloz iken, günümüzde otoimmünite hastalığın en<br />

sık nedenidir. Primer adrenal yetmezlik (PAY) nedenleri Tablo 1’ de gösterilmiştir. İmmün mekanizma<br />

çoğu kez adrenal bezlerle birlikte diğer endokrin bezlere de karşı akti<strong>ve</strong> olur (poliglandüler otoimmün<br />

sendromlar). Poliglandüler sendromların bir parçası olarak adrenal yetmezlik kadınlarda daha sık görülür,<br />

izole otoimmün adrenal yetmezlik ise genç erkeklerde daha sıktır. Streoid sentezinde rol alan<br />

enzimlere karşı gelişen antikorlar (en sık 21 hidroksilaz) genellikle adrenal bezin üç histolojik katmanını<br />

da etkiler. İnfeksiyöz nedenler içinde tüberküloz hala gelişmekte olan <strong>ve</strong> az gelişmiş ülkelerde önemini<br />

korumaktadır. Yaygın tüberküloz saptanan vakarlın %10’ unda adrenal yetmezlik gelişebilir. Tüberküloza<br />

bağlı gelişen adrenal yetmezlikte, sürrenal bezler adrenal BT’ de büyük <strong>ve</strong> kalsifiye görülür.<br />

Klinik<br />

Kronik primer adrenal yetmezlik tanısı alan hastalarda glukokortikoid, mineralokortikoid <strong>ve</strong> androjen<br />

hormonların eksikliğine bağlı çeşitli belirti <strong>ve</strong> bulgular gelişir. Sık görülen belirti, bulgu <strong>ve</strong><br />

laboratuar anormallikleri ile sıklıkları Tablo 2’de gösterilmiştir.<br />

Hastaların hemen tümünde kronik yorgunluk, halsizlik, isteksizlik, iştahsızlık <strong>ve</strong> kilo kaybı gibi özgül<br />

olmayan belirtiler mevcuttur. Bulantı, mide-bağırsak sistemiyle ilgili en sık rastlanan belirtidir. Bazı<br />

hastalarda kusma <strong>ve</strong> karın ağrısı da gözlenebilir. Birçok hastada kan basıncı düşüktür ancak bazılarında<br />

sadece postural hipotansiyon saptanır. Hipotansiyon çoğunlukla aldosteron eksikliğine bağlıdır.<br />

Tablo 1. Primer adrenal yetmezlik nedenleri<br />

Otoimmün<br />

- Sporodik<br />

- Otoimmün poliglandüler sendrom tip 1(OPS tip1): Addison hastalığı, hipoparatiroidizm,<br />

mukokütanöz kandidiazis, primer gonadal yetmezlik, malabsorbsiyon<br />

- Otoimmün poliglandüler sendrom tip 2 (OPS tip 2, Schmidt sendromu): Addison hastalığı<br />

otoimmün tiroid hastalıkları, primer gonodal yetmezlik, hipoparatiroidizm, tip 1 diabetes mellitus<br />

İnfeksiyonlar<br />

- Tüberküloz<br />

- Yaygın mantar enfeksiyonları<br />

- HIV<br />

Metastatik tümörler (Akciğer, meme, gastro-intestinal, vb.)<br />

Bilateral adrenal kanama (meningokoksemik sepsis, anti-koagulan kullanımı)<br />

İlaçlar ( aminoglutatamide, etomidate, ketakonazol, metyropone, mitotone)<br />

İnfiltratif hastalıklar (amiloidoz, sarkoidoz)<br />

Adrenolökodistrofi<br />

ACTH direnç sendromları<br />

Konjenital adrenal hiperplazi<br />

Bilateral adrenalektomi


18 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Hiponatremi hastaların % 85–90’ nında saptanır. Bazı hastalarda aşırı tuz yeme isteği belirgindir.<br />

Hastaların % 60–65’ inde ise hafif bir hiperkloremik asidoz ile birlikte hiperkalemi saptanır. Hipoglisemi<br />

genellikle uzun açlık dönemlerinden sonra görülür. Erişkinlerde enfeksiyon, ateş <strong>ve</strong>ya alkol<br />

alımı gibi kolaylaştırıcı bir etken olmaksızın hipoglisemi nadiren görülür.<br />

Hiperpigmentasyon kronik primer adrenal yetmezlikli hastaların hemen tümünde saptanan karakteristik<br />

bir fizik muayene bulgusudur. Ciltte melanin artışına bağlıdır. En sık güneşe maruz kalan<br />

bölgelerde (yüz, boyun, ellerin arka yüzleri) <strong>ve</strong> sürtünmeye maruz kalan bölgelerde (dirsekler, dizler,<br />

bel <strong>ve</strong> omuzlar) saptanır. Ayrıca dudakların iç yüzlerinde <strong>ve</strong> bukkal mukozada da hiperpigmente<br />

alanlar saptanır. Bunun dışında ariola, perineum, aksilla <strong>ve</strong> umbilikus bölgeleride pigmentasyonun<br />

belirgin olduğu alanlardır.<br />

Özellikle kadın hastalarda androjen eksikliğine bağlı koltuk altı <strong>ve</strong> pubik kıllarda dökülme <strong>ve</strong> libido<br />

kaybı görülür. Erkeklerde androjen üretimi esas olarak testislerde gerçekleştiğinden bu belirtiler belirgin<br />

değildir. Yaygın myalji <strong>ve</strong> artralji sık rastlanan bir bulgudur. Erkek hastalarda auriküler kartilaj kalsifikasyonu<br />

görülebilir. Hastaların pek çoğunda unutkanlık, depresyon <strong>ve</strong> psikoz gibi psikiyatrik belirtiler<br />

saptanır. Otoimmün nedenli adrenal yetmezlikli hastaların %10-20’ sinde vitiligo görülebilir.<br />

Tanı<br />

1. Serum kortizol düzeyi: Sağlıklı kişilerde sabah serum kortizol düzeyi genellikle 10–20 μg/dl düzeyindedir.<br />

Sabah kortizol düzeyinin 3 μg/dl’ nin altında bulunması adrenal yetmezliği düşündürür<br />

ancak testin tanıdaki duyarlılığı düşüktür. Benzer şekilde, sabah kortizolünün 18–20 μg/dl<br />

(500–550 nmol/L) üzerinde bulunması da tanıdan uzaklaştırır.<br />

2. ACTH uyarı testi: <strong>Adrenal</strong> yetmezlik düşünülen her hastada, bazal kortizol seviyesi 20 μg/dl<br />

üzerinde saptanmadığı sürece, uygulanması gereken bir testtir. Sentetik ACTH (1,24) 250 μg<br />

şeklinde IV <strong>ve</strong>ya IM olarak uygulandıktan sonra, 30 <strong>ve</strong> 60. dakikalarda kan kortizol düzeyi ölçülür.<br />

Zir<strong>ve</strong> kortizol düzeyi, 18-20 μg/dl üzerinde saptanırsa primer adrenal yetmezlik tanısı dışlanır.<br />

Testin 1 μg ACTH ile uygulanmasının, özgünlüğü <strong>ve</strong> duyarlılığı artırdığına dair çalışmalar<br />

vardır. Ancak bu dozda ticari formun olmayışı, klinik uygulamaya girmesini zorlaştırmaktadır.<br />

Uzun ACTH uyarı testi <strong>ve</strong> ACTH tayini, genellikle primer-sekonder adrenal yetmezlik ayırıcı<br />

tanısında kullanılır.<br />

3. İnsülin tolerans testi: Hipofizer-adrenal aks değerlendirilmesinde “altın standard” test olarak<br />

kabul edilmektedir. Ancak yaşlı hastalarda, koroner kalp hastalığı <strong>ve</strong>ya serebro-vasküler olay<br />

hikâyesi bulunan kişilerde ciddi yan etkilere neden olabilir. Test 8–10 saat açlık sonrası 0.1-0.15<br />

U/kg insülinin IV yoldan <strong>ve</strong>rilmesi sonrası oluşacak hipoglisemi esnasında ölçülen serum kortizol<br />

düzeylerinin değerlendirilmesi esasına dayanır. Hipoglisemi esnasında kortizol düzeylerinin<br />

18–20 μg/dl üzerine çıkması beklenir.<br />

Bunların dışında günümüzde metyropone testi, CRH uyarı testi gibi tanısal testlere nadiren gerek<br />

duyulmaktadır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

19<br />

Tablo 2. Primer adrenal yetmezlikte görülen belirti, bulgu <strong>ve</strong> laboratuar anormallikleri <strong>ve</strong> görülme<br />

sıklıkları<br />

Belirti, bulgu <strong>ve</strong> laboratuar anormallikleri Sıklık ( % )<br />

Güçsüzlük, çabuk yorulma, halsizlik 100<br />

İştahsızlık 100<br />

Mide-bağırsak sistemi belirtileri 92<br />

Bulantı 86<br />

Kusma 75<br />

Kabızlık 33<br />

Karın ağrısı 31<br />

İshal 16<br />

Tuz açlığı 16<br />

Baş dönmesi 12<br />

Kas <strong>ve</strong> eklem ağrısı 6-13<br />

Kilo kaybı 100<br />

Hiperpigmentasyon 94<br />

Hipotansiyon (sistolik kan basıncı < 110 mm Hg) 88-94<br />

Vitiligo 10-20<br />

Auriküler kalsifikasyon 5<br />

Elektrolit bozuklukları 92<br />

Hiponatremi 88<br />

Hiperkalemi 64<br />

Hiperkalsemi 6<br />

Azotemi 55<br />

Anemi 40<br />

Eozinofili 17


20 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Tedavi<br />

Tedavide yaklaşım, eksik olan glukokortikoid, mineralokortikoid <strong>ve</strong> gerekirse androjenleri yerine<br />

koymaktır. Primer AKY tedavisinde ideal bir glukokortikoid tedavisi;<br />

- endojen kortizol ritmini taklit edebilmeli,<br />

- metabolizması esnasında, bireyler arası değişkenlik az olmalı,<br />

- kolay doz ayarlaması yapılabilmeli,<br />

- yan etkileri mümkün olduğunca az olmalıdır.<br />

Kısa etkili (hidrokortizon) <strong>ve</strong> uzun etkili (prednizolon, dekzametazon) glukokortikoid replasman<br />

tedavilerinin başa baş karşılaştırmalı çalışmaları ne yazık ki yoktur. Ülkemizde kısa etkili glukokortikoid<br />

ürünleri bulunmadığından, tedavide uzun etkili glukokortikoidler tercih edilmektedir. Hastalar<br />

genellikle günlük 2.5-7.5 mg prednizon <strong>ve</strong>ya 0.25-0.75 mg dekzametazona ihtiyaç duyarlar. Diurnal<br />

ritmi taklit etmek amacıyla, günlük dozun ⅔ si sabah, ⅓ ü öğleden sonra uygulanır. Glukokortikoidlerin,<br />

osteoporoz gibi yan etkilerini engellemek için mümkün olan en düşük doz tercih edilmelidir.<br />

Doz ayarının ACTH <strong>ve</strong>ya idrar serbest kortizolüne bakılarak yapılması önerilmez. <strong>Adrenal</strong> yetmezlik<br />

belirtilerinde düzelme dozun yeterli olduğunu, cushingoid bulguların oluşmaya başlaması ise aşırı<br />

dozu işaret eder. Uzun süreli tedaviyle hiperpigmentasyonda azalma beklenir. Yerine koyma tedavisi<br />

esnasında araya giren üst solunum yolu enfeksiyonu, gastro-enterit gibi hafif hastalıklarda kullanılan<br />

glukokortikoid dozu 2-3 misline çıkılmalıdır. Ancak ciddi enfeksiyonlar <strong>ve</strong>ya ameliyatlar esnasında<br />

doz 10 misline kadar artırılır <strong>ve</strong> paranteral tedaviye geçilir.<br />

Mineralokortikoid replasmanında genellikle sentetik bir mineralokortikoid olan fludrokortizon<br />

0.05-0.2 mg/gün dozunda kullanılır. Aşırı terleme nedeniyle su <strong>ve</strong> tuz kaybının olduğu yaz aylarında<br />

mineralokortikoid dozunu artırmak gerekebilir. Tedavi etkinliği, postural hipotansiyon bulgularının<br />

olmaması, ayakta <strong>ve</strong> yatarak ölçülen kan basınçlarının normal seviyede bulunması, serum K düzeylerinin<br />

normal sınırlarda olması ile değerlendirilir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

21<br />

ADRENAL İNSİDENTALOMALAR<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentaloma, belirgin adrenal hastalık kuşkusu yok iken, çeşitli sebepler ile yapılan batın<br />

görüntüleme yöntemleri <strong>ve</strong>ya abdominal laparotomi esnasında tesadüfen saptanan adrenal kitlelere<br />

denilir. <strong>Adrenal</strong> insidentalamo radyolojik muayene sırasında tesadüfen bulunan 1 cm’den daha büyük<br />

kitle lezyonlarıdır. Görüntüleme yöntemlerindeki teknolojik gelişmeye <strong>ve</strong> bu yöntemlerin yaygınlaşmasına<br />

bağlı olarak insidentalomalar giderek artan oranda karşımıza çıktığından, günümüzde<br />

klinik endokrinologların sıklıkla karşılaştığı- problemlerden biri olmuştur. Bu kitlelerin büyük çoğunluğu<br />

fonksiyon özelliği göstermeyen adenomlar oluşturmasına rağmen, potansiyel letal bir kanser<br />

<strong>ve</strong>ya fonksiyon gösteren endokrin bir tümör olabilir. <strong>Adrenal</strong> kitleli bir kişi ile karşılaşıldığında<br />

çözülmesi gereken temel iki problem vardır. <strong>Adrenal</strong> kitle benign mi yoksa malign midir Hormon<br />

aktif mi yoksa değil midir<br />

Prevalansı<br />

<strong>Adrenal</strong> kitle prevalansı, çalışmaya alınan grubun özelliklerine <strong>ve</strong> kabul edilen tanı kriterlerine göre<br />

değişiklik gösterebilmektedir. Otopsi serilerinde %1 ile 8.7 olarak bildirilmektedir. Klinik çalışmalarda<br />

ortaya yaş grubunda %4 civarında olduğu, yaşlı populasyonda %10’un üzerinde olabileceği<br />

tahmin edilmektedir. . Uygulanan tekniğin yanı sıra adrenal insidentaloma vakalarında prevalans yaş<br />

ile birlikte artmaktadır. Genç yaşlarda % 0,2, orta yaşlarda %3, ileri yaşlarda %10 kadardır. İnsidental<br />

adrenal kitleler otopsi serilerinde daha fazladır. 739 otopsilik bir seride 2 mm ile 4 cm arasında<br />

adrenal kitle normotensif hastaların % 9’unda <strong>ve</strong> hipertansif hastaların % 12’ sinde bildirilmektedir.<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomalar 5. <strong>ve</strong> 7. dekadlarda en fazla tespit edilir. Adranal kitleler vakaların %50-<br />

60’ında sağ adrenal bezde, %30-40 sol adrenal bezde <strong>ve</strong> %10-15 bilateral olarak tespit edilir. Cinsiyet<br />

farkı genel olarak yoktur.<br />

Etiyoloji<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentaloma vakalarında tanısı cevaplanması gereken en önemli soru kitlenin malign benign<br />

ayırımı <strong>ve</strong> fonksiyonel olup olmadığıdır. <strong>Adrenal</strong> insidentalomaların çoğunluğu benign kitlelerdir.<br />

Farklı çalışmalarda Feokromositoma sıklığı %1.5-23 olarak bildirilirken, Adrenokortikal<br />

karsinom %1.2-12 olarak bildirilmektedir. <strong>Adrenal</strong> bezlerde akciğer kanseri, meme kanseri, böbrek<br />

kanseri, melanoma <strong>ve</strong> lenfoma gibi değişik primer kanserler metastazları görülebilir. Onkoloji serilerinde<br />

adrenal metastazlar %50-75 olarak bildirilmektedir. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların %15 kadarı<br />

bilateral adrenal kitlelerdir. Bunların çoğunluğu adrenal bezlerin metastatik <strong>ve</strong>ya infiltratif hastalıkların<br />

tutulumu, konjenital adrenal hiperplazi, bilateral kortikal adenomalr <strong>ve</strong> ACTH bağımsız makronodüler<br />

adrenal hiperplazilerdir. .<strong>Adrenal</strong> insidentaloma nedenleri Tablo 1’de gösterilmektedir.<br />

Benign non fonksiyone adenomlar<br />

Benign non fonksiyone adenomların prevalansı onkoloji dışı <strong>ve</strong> genel hasta populasyonunda %36-<br />

94 gibi geniş bir aralıkta bildirilmektedir. 3868 vakalık adrenal insidentalamo serisinde non fonksiyonel<br />

kitle oranı %71.2 olarak bulunmuştur. 1004 vakalı İtalyan serisinde kitlelerin %85’i non<br />

fonksiyone,%9.2’i subklinik Cushing, % 4.2’ü feokromositoma <strong>ve</strong> %1.6’i aldosteronoma tespit<br />

edilmiştir. <strong>Adrenal</strong>ektomi uygulanan 380 vakanın %52’si kortikal adenom, %12 kortikal karsinom,<br />

%11 feokromositoma bulunmuştur.


22 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

A. Adrenomedüller Tümörler: Feokromositoma<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomalı hastaların yaklaşık % 3-10’unda feokromositoma bulunabilir. <strong>Adrenal</strong> kitlesi<br />

olanlarda klinik olarak sessiz feokromositoma olabileceğinden bütün hastalarda feokromositoma<br />

endokrin testlerle mutlaka ekarte edilmelidir. Feokromositoma vakarlının çoğunluğu (%86) sporadiktir.<br />

%14 ailesel sendromlarla birlikte olabilir.<br />

%10 vakada bilateral yerleşimli olabilir. Feokromositoma tanısı 24 saatlik idrarda serbest katokolaninler<br />

(norepinefrin <strong>ve</strong> epinefrin) <strong>ve</strong>ya katokalamin metabolitlerinin (vanilmandelik asit (VMA), serbest <strong>ve</strong>ya<br />

total metanefrinler) artmış seviyeleri ile gösterilebilir. Sensivitesinin düşüklüğü <strong>ve</strong> yanlış pozitif sonuç<br />

oranının yüksekliği nedeniyle plazma katokalamin ölçümü önerilmemektedir. Görüntüleme yöntemlerinde<br />

subklinik feokromositoma şüphesi yüksek, fakat 24 saatlik idrar analizlerinde sonuç normal<br />

geliyorsa fraksiyone serbest plazma metanefrinlerinin ölçümü faydalı olabilir. Yüksek plazma fraksiyone<br />

metanefrinlerinin feokromositoma için sensivitesinin yüksek olmasına rağmen (%98–100) spesivitesi<br />

düşüktür (%85–89). Fraksiyone plazma metanefrin ölçümü sadece yüksek feokromositoma şüphesi<br />

olan hastalarda, yanlış pozitif sonucu en aza indirmek amacıyla önerilmektedir.<br />

Feokromositomalar sporadik olabilecekleri gibi herediterde olabilir. Herediter feokromositomalar<br />

Multibl Endokrin Neoplazi Tip 2, nörofibromatozis <strong>ve</strong> von Hippel Lindau birlikte olabilir. Bu nedenle<br />

aile hikâyesi dikkatli bir şekilde alınmalıdır.<br />

B. <strong>Adrenal</strong> korteks lezyonları<br />

<strong>Adrenal</strong> korteks lezyonları non-fonksiyone olabildiği gibi kortizol, aldosteron salgılayabilir. Androjen<br />

salgılayan adrenal insidentalomalar nadir görülür <strong>ve</strong> genellikle maligndir. Asemptomatik insidental<br />

adrenal kitlelerin büyük çoğunluğunu adenomlar oluştururlar.<br />

1. Primer aldosteronism<br />

<strong>Adrenal</strong> korteksin aldosteron salgılayan tümörleri genellikle 2 cm.den küçüktür. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların<br />

%1.6–3.8’nün oluşturur. <strong>Adrenal</strong> kitlesi olan hipertansiyonlu hastalarda primer hiperaldosteronizm<br />

araştırılmalıdır. Hipertansiyonu olan vakalarda plazma K <strong>ve</strong> renin aldosteron düzeyine<br />

bakılmalıdır. Plazma aldosteron/plazma renin aktivitesi oranı 30 <strong>ve</strong> üzerinde <strong>ve</strong> plazma aldosteron<br />

düzeyi 0,5 nmol/l <strong>ve</strong> üzerinde olan vakalarda otonom aldosteron salınımı olduğu düşünülmelidir.<br />

2. Kortizol aşırı yapımı: Subklinik Cushing Sendromu<br />

Cushing sendromunun (CS) klinik bulguları olmaksızın hafif hiperkortizoleminin olduğu bir durumdur.<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomalarda tespit edilen fonksiyonel anormalliklerin en sık olanıdır (%5–<br />

8). Subklinik CS da biyokimyasal olarak CS vardır, ancak klinik olarak bulgu yoktur. Subklinik CS’li<br />

hastalarda Cushing sendromunun yaygın belirtilerinin çoğunun olmamasına rağmen devamlı endojen<br />

kortizol salgılanmasının bazı klinik yansımaları vardır. Subklinik CS hastalarda hipertansiyon<br />

obezite, dislipidemi, Diabetes Mellitus, ateroskleroz gibi metabolik durumlar aynı yaş <strong>ve</strong> cins normal<br />

popülâsyona göre daha fazla görülür. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoya bağlı subklinik CS tespit edilen 28 vakanın,<br />

100 normal hasta ile karşılaştırıldığı bir çalışmada; Subklinik CS’li hastalarda hipertansiyon,<br />

dislipidemi, bozulmuş glikoz toleransı <strong>ve</strong>ya Tip 2 Diabetes Mellitus <strong>ve</strong> aterosikleroz bulguları daha<br />

fazla bulunduğu bildirilmektedir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

23<br />

Tanı: Asemptomatik adrenal insidentalomalı hastalarda idrar serbest kortizolü, gece tükrük kortizolü<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya deksametazon süpresyon testi (1 mg <strong>ve</strong> 2 mg) tarama olarak kullanılır. Bazı otörler baskılanmış<br />

plazma kortizol seviyesi için limit değerini 5 alırken, hassasiyeti artırmak için diğer bazıları<br />

1,8 μg/dl sınırını tercih etmektedirler. DST sonrası kortizol 5 μg/dl Sub klinik Cushing düşünülebilir. Eğer DST sonrası kortisol 1.8-5<br />

μg/dl arasında gelmişse klinik bulgulara göre değerlendirmek gerekir. Subklinik Cushing şüphesi<br />

varsa ila<strong>ve</strong> testler yapmak gerekir. Bazı merkezler yanlış pozitifliği azaltmak için daha yüksek doz<br />

deksametazon (3 mg) kullanmaktadırlar. Bu durumda kortizol sınırını 3 μg/dl alınması önerilmektedir.<br />

Cushing sendromu tanısı için henüz bir görüş birliği yoktur. Eğer test sonucu pozitif çıkmış ise<br />

otonomiyi doğrulamak içim düşük (2 gün 2 mg) <strong>ve</strong> yüksek doz (8 mg tek doz) supresyon testlerinin<br />

de yapılması gerekir. <strong>Adrenal</strong> insidentalomalı geniş bir seride; subklinik CS’lu hastaların hormonal<br />

değerlendirmede: %79’unda düşük bazal ACTH sekresyonu, %73’ünde 1 mg deksametazondan<br />

sonra kortizolda yetersiz baskılanma, %75’inde subnormal üriner kortizol sekresyonu, % 43 ünde<br />

bozulmuş kortizol sirkadiyen ritmi <strong>ve</strong> %55’ inde CRH’ya körelmiş ACTH cevabı bildirilmektedir.<br />

Subklinik Cushingli hastalar unilateral adrenaloktomiye <strong>ve</strong>rilmeli midir Subklinik CS’lu hastaların<br />

ameliyatları konusunda mutlak bir fikir birliği yoktur. Hiperkortizoleminin uzun süreli komplikasyonlarından<br />

korumak için hastaların opere edilmeleri düşünülebilir. Ancak hangi hastaların ileride<br />

aşikâr CS’na dönüşeceğini belirlemek mümkün değildir. Farklı görüşler olmakla birlikte genç<br />

hastalarda <strong>ve</strong> otonom glukokortikoid sekresyonununa katkıda bulunacak hastalığı (son zamanlarda<br />

başlayan hipertansiyon, diyabet, obesite <strong>ve</strong> düşük kemik kitlesi gibi) olanlar <strong>ve</strong> gecelik deksametazon<br />

süpresyon test <strong>ve</strong> iki günlük yüksek doz deksametazon süpresyon testinde yetersiz baskılanması olanlarda<br />

adreneloktemi düşünülebilir.<br />

Subklinik CS’lu hastalar adrenal yetmezlik, hemodinamik krizler <strong>ve</strong> ölüm riskleri nedeniyle perioperatif<br />

glukokortikoid koruması yapılmalı <strong>ve</strong> hipotalamo hipofizer adrenal aksı toparlanıncaya kadar<br />

izlenmelidir.<br />

3. Adrojen salgılayan adrenal tümörler<br />

Oldukça nadirdir. Benign <strong>ve</strong>ya malign olabilir. Klinik olarak virilizasyon bulguları vardır. Dehydroepiandrosteron<br />

sulfat adrenal androjen salınımını gösteren en önemli testtir. <strong>Adrenal</strong> insidentsaloma<br />

vakalarında DHEAS düzeyinin mutlaka ölçülmesi gerektiği düşünülmektedir.<br />

4. <strong>Adrenal</strong> Karsinom<br />

Normal populasyonda insidansı milyonda 0,6–2’ dir. Tedavi edilmeyen adrenal karsinomun prognozu<br />

kötüdür (5 yıllık yaşam beklentisi %20’ den azdır) Tüm kanser nedenleri ile ölümlerin % 0.02–0.22’sini<br />

oluşturur. Tedavi seçenekleri sınırlıdır. Bu nedenle bu tümörlerin erken evrede tanınması önemlidir. Birinci<br />

<strong>ve</strong> beşinci dekadlarda pik yapar. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülür (2.5/1). Adrenokortikal<br />

karsinom hormon sentezi <strong>ve</strong> klinik özelliklerine göre fonksiyonel <strong>ve</strong> non-fonksiyonel olabilir. Adrenokortikal<br />

karsinomların %80’i fonksiyoneldir. Yaklaşık %45’i sadece glukokortikoid, %45’i glukokortikoid<br />

<strong>ve</strong> androjenler <strong>ve</strong>ya sadece androjenleri salgılar. İzole mineralokortizolizm nadirdir (


24 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Tablo 1. <strong>Adrenal</strong> İnsidentalona nedenleri <strong>ve</strong> sıklığı<br />

Ortalama( %)<br />

Dağılım<br />

Klinik Çalışmalar<br />

Adenom 80 33-96<br />

Non fonksiyone 75 71-84<br />

Kortizol sekrete eden 12 1.0-29<br />

Aldosteron sekrete eden 2.5 1.6-3.3<br />

Feokromositoma 7.0 1.5-14<br />

Karsinoma 8.0 1.2-11<br />

Metastaz 5.0 0-18<br />

Cerrahi Çalışmalar<br />

Adenom 55 49-69<br />

Non fonksiyone 69 52-75<br />

Kortizol sekrete eden 10 1.0-15<br />

Aldosteron sekrete eden 6.0 2.0-7.0<br />

Feokromositoma 10 11-23<br />

Karsinoma 11 1.2-12<br />

Miyelolipom 8.0 7.0-15<br />

Kist 5.0 4.0-22<br />

Ganglionöroma 4.0 0-8.0<br />

Metastaz 7.0 0-21<br />

Metaztatik hastalıklarda adrenalleri etkileyebilir. Lenfoma, akciğer, meme karsinomları adrenal metastazların<br />

çoğunu oluşturur. Böbrek, melanom, o<strong>ve</strong>r karsinomları da adrenal beze metastaz yaparlar.<br />

6. Bilateral <strong>Adrenal</strong> insidentalomalar<br />

İki tane geniş adrenal insidentalamo serininin analizlerinde (887 <strong>ve</strong> 202 hastalık) bilateral adrenal kitle<br />

vakaların %10-15’inde bildirilmektedir. Bilateral adrenal kitleler metastatik hastalık, konjenital adrenal<br />

hiperplazi, kortikal adenomlar, lenfoma, infeksiyon (tüberküloz, fungal), hemoraji, ACTH-bağımlı<br />

Cushing, feokromositoma, amiloidozis, adrenal bezin infiltratif hastalıkları <strong>ve</strong> ACTH-bağımsız bilateral<br />

makronodular adrenal hiperplazi olabilir. Bir çalışmada, 208 adrenal insidentalomalı hastanın<br />

19’unda adrenal metastaz tespit edilirken, bunlarında 10 tanesinde bilateral tutulum mevcutmuş.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

25<br />

Tanısal Yaklaşımlar<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomalar için henüz en uygun tanısal yaklaşımda fikir birliği yoktur. Bununla beraber<br />

tanıya dikkatli bir hikâye <strong>ve</strong> fizik muayene ile başlanmalı, adrenal hiperfonksiyone <strong>ve</strong>ya malign<br />

hastalıklara odaklanmalı <strong>ve</strong> hormonal testler yapılmalıdır.<br />

Klinik değerlendirme: Dikkatli bir klinik değerlendirme ile insidentaloma hakkında önemli bir fikir<br />

sahibi olunabilir. Klinik değerlendirmede detaylı bir anamnez ile altta yatan feokoromositoma <strong>ve</strong>ya<br />

kortizol fazlalığına bağlı semptomlar tespit edilebilir. Ailesel geçişli hastalıklar için aile hikâyesine<br />

odaklanılmalıdır. Dikkatli bir fizik muayene yapılmalıdır.<br />

Fonksiyonel değerlendirme: <strong>Adrenal</strong> insidentaloma vakalarında değerlendirilmesi gereken diğer bir<br />

soru da ise kitlenin fonksiyonel olup olmadığıdır. <strong>Adrenal</strong> insidentalamoların büyük çoğunluğu non<br />

fonksiyonel iken, %15 kadarı fonksiyoneldir. <strong>Adrenal</strong> adenomlar feokromasitoma, aldosteronoma,<br />

Cushing sendromu, hiperandrojenizm klinik tabloları oluşturacak hormon aktivitesi gösterebilirler.<br />

Retrospektif çok merkezli bir çalışmada, 1096 adrenal insidentelamo vakasında kitlelerin %85’i nonfonksiyonel<br />

iken, % 9 kortizol sekrete eden <strong>ve</strong> subklinik CS’na neden olan adenom, %4 feokromasitoma,<br />

%2 aldosteronoma bulunduğu bildirilmektedir. İnsidentalomalı bir olguda bu klinik tablolar<br />

araştırılmalıdır ancak hormonal aktivitesine karar <strong>ve</strong>rmek için yapılacak araştırmaların cost-effecti<strong>ve</strong><br />

olması gerekir. Bu nedenle insidentalomalı hastalara adrenal bez ile ilgili tüm laboratuar testleri<br />

yerine klinik şüphe durumuna göre hormonal değerlendirme yapılmalıdır. Bu amaçla öncelikle 24<br />

saatlik idrarda kortizol, katekolaminler, plazma aldosteron <strong>ve</strong> renin ölçümleri genellikle yeterlidir.<br />

Klinik bulgulara <strong>ve</strong> bazal hormon sonuçlarındaki şüphe durumuna göre Cushing sendromu, feokromositoma,<br />

aldosteronoma, androjen salgılayan adenoma tanıları için daha hassas dinamik testler<br />

yapılmalıdır. <strong>Adrenal</strong> metastazlı hastalar eğer vasküler değilse <strong>ve</strong>ya feokromositoma kliniği yoksa<br />

rutin 24-saatlik idrar fraksiyone metanefrinlerin <strong>ve</strong> katokolominlerin ölçülmesi önerilmiyor<br />

Malignite için değerlendirme<br />

Primer adreno kortikal karsinom oldukça nadirdir. Fakat diğer kanserler, özellikle akciğer kanserler,<br />

adrenal beze metastaz yapabilir. Kitlenin boyutu <strong>ve</strong> görüntü özellikleri tümörün malign <strong>ve</strong>ya benign<br />

olup olmadığını belirlemede yardımcı olabilir.<br />

Boyut: <strong>Adrenal</strong> kitlenin maksimum çapı malignensi için belirleyici olabilir. 887 adrenal insidentalamolu<br />

hastanın değerlendirildiği bir çalışmada; kitle boyutunun 4 cm’den daha fazla olması adrenokortikal<br />

karsinomlarları %90 sensisivite ile tespit ettiği görülürken daha düşük spesifisiteye sahip olduğu<br />

bildirilmektedir. Bu nedenle, adrenal kitle boyutu, tedavi kılavuzu olarak tek parametre olarak<br />

kullanılmamalıdır. Özellikle, kitlenin radyolojik özellikleriyle birlikte değerlendirilmelidir.<br />

Radyolojik bulgular: — Malign-benign ayırımında görüntüleme yöntemlerinden elde edilen bulgulardan<br />

yararlanılmalıdır<br />

Bilgisayarlı Tomografi (BT), Magnetik Rezonans (MR): MRI <strong>ve</strong>ya BT de 3 <strong>ve</strong>ya 5 mm’ lik kesitler<br />

adrenal tümörün histolojik tipini tespitinde kullanılabilir. BT adrenal bezi görüntülemede ideal bir yöntemdir.<br />

Tomografide kontur düzensizliği, komşu dokulara invazyon, retroperitoneal lenf nodu varlığı<br />

adrenal karsinom için önemli ipuçlarıdır. Tespit edilen kitlenin yağ oranı tomografik dansiteyi belirler.<br />

Yağ oranı arttıkça tomografik dansite düşer (Hounsfield ünitesi, HU). Benign kitlelerde yağ oranı yüksek,<br />

malign oluşumlarda ise yağ içeriği oldukça düşük olur; bu gerçekten yola çıkarak yapılan analizlerde,<br />

literatürde bugüne kadar 0 HU dansitesinin altında hiç bir adrenal malignansinin rapor edilmediği<br />

dikkat çekmiştir. Kitlenin dansitesi ortalama 10 HÜ’den küçük ise; “adenom” olarak kabul edilir.


26 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

10 HÜ sınır değer; %71 sensitivite, %98 spesifiteye sahiptir Adenomların %30’u 10 HÜ’den fazla<br />

dansitededir. Bu nedenle; diğer lezyonlardan ayırımı yapılamaz. Kontrastsız BT’de; 10 HÜ <strong>ve</strong> altındaki<br />

dansitede olan homojen lezyonlar %98 oranında benigndir. Yapılan çalışmalarda dansitesi 20 HU’nun<br />

üzerinde olan adrenal kitleleri malign kabul etmek gerektiği görüşü savunulmaktadır. Fakat bazı benign<br />

adrenal kitlelerde (kanamalar, özellikle akut fazda) tomografik dansite oldukça yüksek olabileceği unutulmamalıdır..<br />

Bugün için net bir görüş birliği olmamakla birlikte radyologlar tomografik dansitesi 4<br />

-20 HU arası vakaları şüpheli olarak değerlendirmekte <strong>ve</strong> MR önermektedirler. MR’ da doku özgüllüğü<br />

daha yüksektir. MR ile adrenal-karaciğer, adrenal-dalak, adrenal- kas kitlesi sinyal intensite oranları<br />

hesaplanabilir. Bu oranlar adrenal kitlenin natürü hakkında bilgi <strong>ve</strong>rebilir. Fakat genelde kitle boyutu<br />

4–6 cm olan vakalarda malign-benign ayırımında görüntüleme yöntemleri hassas değildir. Daha büyük<br />

kitleler için ise görüntüleme bulgularından bağımsız olarak cerrahi tavsiye edilmelidir.<br />

Görüntüleme özellikleri<br />

Benign adenomlar: Oval <strong>ve</strong>ya yuvarlak, genellikle soliter, unilateral, homojen yapıda, düzgün konturlu,<br />

sınırları belirgin, 4 cm den küçük kitlelerdir. Kontrastsız BT’de lezyon < 10 HU ise lipitten<br />

zengin adenom olduğu düşünülür. Kontrastsız BT’de dansite >10 HU ise %10–40 olasılıkla lipitten<br />

fakir adenom olabilir <strong>ve</strong>ya adenom dışı bir kitledir. Bu durumda ayırıcı tanı için kontrastlı BT<br />

gereklidir. İntra<strong>ve</strong>nöz kontrast madde sonrası dansite 20 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’dir. Hipervaskularizasyon nedeni ile<br />

kontrastı yoğun olarak tutar. BT’ nin adrenal feokromositoma tayininde sensitivitesi % 93-100’ dür.<br />

MR’ da sinyal kaybına uğramaz. T2’de karaciğere göre hiperintenstir.<br />

Adrenokortikal Karsinomlar: Yoğun, soliter, unilateral, heterojen, düzensiz konturlu, büyüklüğü<br />

genellikle 4 cm büyük kitlelerdir. Komşu dokuları invaze edebilir. Kalsifikasyon, nekroz <strong>ve</strong> hemoraji<br />

görülebilir. Dansitesi; kontrastsız BT’de >10 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’ dir. MR’<br />

da T2’ de karaciğere göre hiperintenstir <strong>ve</strong> MR’ da sinyal kaybına uğramazlar<br />

Metastazlar: Düzensiz <strong>ve</strong> homojen olmayan yapıya sahiptirler. Sıklıkla 3cm’den küçük <strong>ve</strong> bilateraldir.<br />

Dansitesi; kontrastsız BT’de >10 HU, 30. dakikadaki geç çekimlerde >40 HU’ dir. MR’da sinyal<br />

kaybına uğramaz. T2’ de karaciğere göre hiperintenstir.<br />

Ultrasonografi (USG): Sensitivitesi BT <strong>ve</strong> MR’ a göre düşüktür. Altmış bir hastadan oluşan bir seride<br />

3 santimetreden büyük olan tüm adrenal kitleler USG ile saptanmış, 3 cm’den küçük olanların ise<br />

% 65’i saptanabilmiştir. <strong>Adrenal</strong> kitlenin çap ölçümü USG <strong>ve</strong> BT’de korelasyon gösterir. Bu nedenle<br />

adrenal kitlelerin büyüklüğünün takibinde kullanılabilir.<br />

Sintigrafi: Adrenokortikal morfoloji <strong>ve</strong> fonksiyonel durumun değerlendirilmesinde131; I-6-β (-iodomethylnorcholesterol<br />

(NP-59) <strong>ve</strong> 75 Se-Selonomethyl-19- norcholesterol kullanılır. 123I-MIBG<br />

<strong>ve</strong> 131I-MIBG, 111In Octreotid; feokromositoma <strong>ve</strong> diğer sempatomeduller hastalıkların tanımlanması<br />

<strong>ve</strong> lokalizasyonunda kullanılır. MIBG’nin feokromositomayı taramadaki sensitivitesi % 80–90,<br />

spesifitesi % 90-100’dür. <strong>Adrenal</strong> insidentalomalarda sintigrafik tetkikler malign <strong>ve</strong>ya bilateral feokromositoma<br />

şüphesi olan vakalarla sınırlandırılmalıdır.<br />

Positron Emisyon Tomografisi (PET): Malign tümörlerde deoxyglucose tutulumunun artması ne-


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

27<br />

deni ile glikolitik metabolizma hızlanmıştır. <strong>Adrenal</strong> kitlede tutulumun fazla olması testin pozitif<br />

olduğu anlamına gelir <strong>ve</strong> benign/malign ayrımı için faydalı bir testtir. BT <strong>ve</strong> MR bulguları ile karar<br />

<strong>ve</strong>rilemeyen vakalarda değerlidir.<br />

İğne Aspirasyon Biyopsisi (İAB) Benign adrenal kitlerle adrenal karsinom ayırımını yapamaz. <strong>Adrenal</strong><br />

tümör ile adrenal metastaz ayrımını yapabilir. İAB adrenale dışarıdan metastaz şüphesi olduğunda<br />

<strong>ve</strong>ya bilinen bir kanserin evrelendirmesinin yapılmasında endikasyonu vardır. Maligniteyi<br />

göstermedeki sensitivitesi % 81–100, spesifisitesi %83–100’ dür. Feokromositoma ekarte edilmeden<br />

önce İAB yapılmamalıdır.<br />

Tedavi<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomada cerrahi tedavi kararı lezyonun malignite risk faktörleri <strong>ve</strong> fonksiyonel durumuna<br />

göre karar <strong>ve</strong>rilir (Şekil 1).<br />

Tek taraflı adrenal kitleler: Feokromositomalı <strong>ve</strong> primer aldosteronizmli bütün hastalar cerrahiye<br />

<strong>ve</strong>rilmelidir. Subklinik Cushingli hastaların ameliyatları konusunda mutlak bir fikir birliği yoktur.<br />

Hiperkortizoleminin uzun süreli komplikasyonlarından korumak için hastaların opere edilmeleri<br />

düşünülebilir. Ancak hangi hastaların ileride aşikâr CS’na dönüşeceğini belirlemek mümkün değildir.<br />

Farklı görüşler olmakla birlikte genç hastalarda <strong>ve</strong> otonom glukokortikoid sekresyonununa katkıda<br />

bulunacak hastalığı olanlar (son zamanlarda başlayan hipertansiyon, diyabet obesite <strong>ve</strong> düşük<br />

kemik kitlesi gibi) <strong>ve</strong> gecelik deksametazon süpresyon testi <strong>ve</strong> iki günlük yüksek doz deksametazon<br />

süpresyon testinde yetersiz baskılanması olanlarda adreneloktemi düşünülebilir. Şüpheli görüntüleme<br />

imajı bulunan <strong>ve</strong>ya 4 cm den büyük olan adrenal kitlerde adrenokortikal karsinom ihtimali<br />

nedeniyle rezeksiyon düşünülmelidir. Klinisyenlerin çoğu adrenal insidentalomada cerrahi kararında<br />

hastanın yaşı <strong>ve</strong> 4 cm’yi cut off değeri alarak tedavi planını belirlemektedir. Örneğin 23 yaşında bir<br />

kadın hastada 2,7 cm uniform hipodens kitlede cerrahi rezeksiyonu önerirken, 83 yaşında 4,7 cm<br />

hipodens bir kitlesi olan hastada seri görüntüleme yöntemleri ile takibi önermektedir. Cerrahiden<br />

önce bütün hastalara fonksiyonel tümörler için uygun testler yapılmalıdır.<br />

4 cm’ den küçük nonfonksiyonel kitleli vakalar benign bir görüntüleme imajına sahipse, bu konuda<br />

yeterli <strong>ve</strong>ri olmamasına rağmen ilk yıl üç <strong>ve</strong>ya altı aylık aralarla izlenmeleri, tümörde boyut artışı<br />

yoksa yılda bir tekrarlayan taramalar önerilmektedir.<br />

Takiplerde tümör boyutunda herhangi bir büyüme tespit edilirse cerrahi olarak çıkartılmalıdır. 75<br />

hastanın dört yıllık takip edildiği bir seride kitledeki büyümenin kümülatif riski birinci yılda %8 <strong>ve</strong><br />

beş yılda %18 bulunurken, karsinoma hiçbir hastada gelişmemiştir. Bu hastalarda hiperfonksiyone<br />

durum gelişme riski %4 <strong>ve</strong> 10 bulunmuştur.<br />

Bilateral adrenal kitleler: Bilateral adrenal kitlelerin tedavisi unilateral kitlelerden farklıdır. Örnek<br />

subklinik ACTH bağımsız bilateral makronodüler adrenal hiperplazili vakada boyut cerrahi için<br />

endikasyon değildir.<br />

<strong>Adrenal</strong> kitlelerin rezeksiyonu için acık <strong>ve</strong>ya laporaskopik adrenaloktomi kabul edilebilir bir işlemdir.<br />

Takip<br />

<strong>Adrenal</strong> insidentalomalo hastaların nasıl takip edileceği tartışmalıdır.<br />

Radyolojik değerlendirme: Cerrahi olmayan vakalar tanıdan sonraki 3-6. ayda <strong>ve</strong> daha sonra 1-2 yıl


28 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

boyunca yılda bir radyolojik olarak izlenmelidir. Günümüzde stabil kalan non fonksiyone kitlelerin<br />

5 yıl sonraki takiplerinin nasıl olması gerektiği konusu netlik kazanmamıştır.<br />

Hormonal inceleme: Tanı anında <strong>ve</strong> sonra yılda bir (5 yıl),1 mg DXM supresyon testi, Katekolaminler<br />

<strong>ve</strong>ya metabolitleri (24 saat idrarda) bakılmalıdır. Tümörün 3-4 yıldan sonra hipersekresyon<br />

riski plato çizer. NIH 4 yıl yıllık idrar katekolemin <strong>ve</strong> metabolitlerinin ölçümü <strong>ve</strong> 1 mg DST gecelik<br />

taranmasını öneriyor. Tanı anındn sonra 6-12 ay sonra CT tekrarlanır lezyonda büyüme gözlenmezse<br />

lezyonun radyolojik değerlendirlmesi kesilebileceğini öneriyor. AACE/AAES klavuzlarında cerrahi<br />

kriterleri tam karşılamayan hastalarda radyolojik tekrar değerlendirmeyi 3-6 ay sonra <strong>ve</strong> 1-2 yıl için<br />

yıllık olarak yapılmasını önermektedir. Hormonal değerlendirmeyi tanıdan sonra 5 yıl yıllık olarak<br />

yapılamasını önermektedir. Bazı ötörler tekrar görüntülemeyi 6-12 <strong>ve</strong> 24. ayda yapılmasını önermektedir.<br />

Küçük (


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

29<br />

· Nieman KLApproach to the Patient with an <strong>Adrenal</strong> Incidentaloma J Clin Endocrinol Metab, September<br />

2010, 95(9):4106–4113<br />

· Terzolo M, Bovio S, Reimondo G Management of adrenal incidentaloma Best Practice & Research Clinical<br />

Endocrinology & Metabolism 23 (2009) 233–243


30 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

MİNERALOKORTİKOİD HİPERTANSİYON (MH)<br />

Gerçek sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Esansiyel hipertansiyonun % 10’nunda MH olduğu<br />

tahmin edilmektedir. Mineralokortikoid fazlalığının prematür vasküler hastalıklar oluşturduğunun<br />

gösterilmesi (serebrovasküler hastalıklar, kardiyak fibrozis, <strong>ve</strong> vasküler inflamasyon) önemini daha<br />

da arttırmıştır. MH’da distal nefrondan Na geri emilimi artar, sonucunda da volum homeostasisi<br />

nedeniyle plazma renin aktivitesi suprese olur. Primer hiperaldosteronizmde(PH) hipokalemi varken<br />

hipertansiyon olmaması nadir görülür.<br />

Beş tipi vardır;<br />

· Aldosteron üreten adenom (APA; Conn Sendromu); Sıklık MH içinde % 65’tir.. Tek taraflı<br />

aldosteron sekrete eden adonom varlığıdır. Hastaların % 50’sinde hipokalemi vardr. Familyal<br />

hiperaldosteronizm tip II’nin bir kısmında görülebilir. Tedavisi cerrahidir.<br />

· Bilateral adrenal hiperplazi (BAH); MH’nun %30-40’nı oluşturur. Familyal hiperaldosteronizm<br />

tip II’nin bir kısmında görülebilir. Normal düzeydeki angiotensin II’ye karşı adrenal kortekste artmış<br />

bir yanıt vardır. <strong>Adrenal</strong> korteksteki angiotensin 2 reseptör mutasyonları ile gelişebileceği ileri<br />

sürülmektedir. Tek adrenal <strong>ve</strong>ya her iki adrenal etkilenebilir. Hipokalemi oranı %17’dir.<br />

· Glukokortikoid ile düzeltilebilir hiperaldosteronizm (GDH): (Sıklık % 1-3) (Ailesel hiperaldosteronizm<br />

tip 1); 11 beta hidroksilaz geninin aldosteron sentetaz geni ile füzyonu sonrası,<br />

aldosteron sentezinin ACTH ile uyarılabilmesinden gelişir. Plazma renin aktivitesi supresedir.<br />

Ailede 35 yaşın altında gelişen serebral kanama hikâyesi vardır..<br />

· Unilateral adrenal hiperplazi (UAH); BAH’nin tek adrenalde görülen şeklidir.<br />

· <strong>Adrenal</strong> karsinom (AK); Genellikle teşhis anında 5 cm’den büyüktür.<br />

· Ektopik aldosteron üreten tümörler<br />

Cushing sendromu, renovasküler hipertansiyon, renin sekrete eden tümörlerde hipertansiyon <strong>ve</strong> hipokalemi<br />

yanında diğer klinik <strong>ve</strong> laboratuvar özellikleriyle tanı konabilir.<br />

Diğer renin supresyonu ile giden hiperaldosteronizm nedenleri<br />

Liddle sendromu sodyum geri emilimini sağlayan renal tübüllerin apikal yüzeyindeki sodyum pompasındaki<br />

otozomal dominant mutasyonla sürekli sodyum emilmesiyle gelişir. Tedavisi triamterene<br />

<strong>ve</strong>ya amiloridtir.<br />

Mineralokortikoid reseptör mutasyonu ile sürekli akti<strong>ve</strong> olmuş reseptör gelişebilir.<br />

Görüntüde mineralokortikoid fazlalığı; 11 beta hidroksisteroid dehidrogenaz tip 2 (11B-HSD2)<br />

enziminde gelişen, otozomal resesif olarak geçen fonksiyon kaybıdır. Bu enzim mineralokortikoid<br />

reseptörlere (nonselektiftir) kortizolün bağlanmasını önlemek için kortizolü böbrekte inakti<strong>ve</strong> eder.<br />

Licorice alımıda benzer etki gösterir. Tedavi kortizolü suprese etmek için deksametazon, <strong>ve</strong>ya yüksek<br />

doz spironolakton/amiloride dir.<br />

Konjenital adrenal hiperplazisi ;(KAH), KAH’ta beraberinde kadınlarda virilizasyon vardır.<br />

MH araştırılacak hastalar<br />

A) Hipertansiyonla birlikte hipokalemi varlığı; Spontan <strong>ve</strong>ya diüretik ile uyarılmış aşırı hipokalemi<br />

(O andaki tedavi de kullanılan düşük doz diüretik varlığında dahi)


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

31<br />

B) Şiddetli, dirençli <strong>ve</strong>ya nispeten akut hipertansiyon; 3’lü antihipertansifle kontrol edilemeyen hipertansiyon<br />

(Sistolik kan basıncı≥160 mmHg <strong>ve</strong>ya diyastolik kan basıncı ≥100mmHg)<br />

C) Hipertansiyonla birlikte adrenal insidentaloma varlığı,<br />

D) 30 yaşın altında; obezitesi olmayan, ailevi hipertansiyonu olmayan genç hastalarda hipertansiyon<br />

varlığında,<br />

E) Hipertansiyonu olanlarda; aile üyelerinde erken yaşta hipertansiyon <strong>ve</strong>ya 40 yaş altında stroke<br />

gelişmiş ise,<br />

F) Primer hiperaldosteronizmi olan kişilerin 1.derece yakınlarında,<br />

Hipertansiyon hastalarında MH oranı % 1,3- 10 arasındadır. Her hastada plazma aldosteron<br />

düzeyi(PAD) <strong>ve</strong> plazma renin aktivitesine (PRA) bakarak oranlar uygunsa araştırma gereksinimi<br />

duyulması yukarıda bahsettiğimiz kriterlerin bazı MH vakalarında yeterli olmamasındandır. Bu<br />

oranlara bakılarak yapılan değerlendirmeler sonrası PH tanı oranı hipertansif hastalarda % 5-10’lara<br />

çıkmıştır. Bunlara rağmen yaşlı, antihipertansif tedavi ile kan basıncı kontrol altında olan normokalemik<br />

hastalarda <strong>ve</strong> tedavi seçeneği değişmeyecek hastalarda araştırma yapılmamalıdır.<br />

Teşhis<br />

Rastgele, aynı anda PAD’nin PRA’ne oranına bakarak ilk değerlendirme başlar. Normalde PAD (ng/<br />

dl) ‘nin PRA ‘ne (ng/ml/saat) oranı 20/1 <strong>ve</strong>ya altında olmalıdır (Tablo 1, Şekil 1). Bu oranın yüksekliği<br />

yanında PAD’nin 20 ng/dl’nin üzerinde olması PH tanısı için yüksek belirleyiciliğe sahiptir.<br />

PAD’nin normal aralıkta fakat üst çeyrekte olması yanında PAD/PRA oranının 20’nin üzerinde<br />

olmasıyla primer hiperaldosteronizm (PH) belirleyicilik oranı % 90’nın üzerindedir. PAD/PRA düzeyinin,<br />

Na alımına <strong>ve</strong> antihipertansif kullanıma hiç bakılmaksızın PH belirleyicilik oranı % 70’in<br />

üzerindedir. PRA’nin


32 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Hipertansiyon <strong>ve</strong><br />

Hipokalemi<br />

PAD/PRA<br />

(ng/dl)/(ng/ml)<br />

Oran>20<br />

PAD>15 ng/dl<br />

PAD <strong>ve</strong> PRA düşük<br />

Primer<br />

Hiperaldosteronizmi<br />

Araştır<br />

Araştırılması Gerekenler 2<br />

PAD <strong>ve</strong> PRA yüksek,<br />

oran


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

33<br />

Araştırılması Gerekenler 1<br />

a) Renovasküler hipertansiyon<br />

b) Diüretik kullanımı<br />

c) Renin sekrete eden tümörler<br />

d) Malign faz hipertansiyon<br />

e) Aorta koarktasyonu<br />

Araştırılması Gerekenler 2<br />

a) Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi<br />

b) Eksojen mineralokortikoid<br />

c) DOC üreten tümör<br />

d) Cushing Sendromu<br />

e) 11 beta OHSD eksikliği<br />

f) Aldosteron metabolizma değişiklikleri<br />

g) Liddle sendromu<br />

Testler öncesi <strong>ve</strong> sonrası<br />

Tarama testi öncesi <strong>ve</strong> test yorumunda öneriler<br />

· PAD <strong>ve</strong> PRA oranına bakmak için yapılan ilk taramada sabah 8-10 arası yapılacak örnek alımı<br />

yeterlidir. Bu test için postur değişimi önemli değildir. Mineralokortikoid reseptör antagonistleri<br />

(spiranolakton <strong>ve</strong> eplerenon), renin inhibitörleri <strong>ve</strong> yüksek doz amiloride alımı(5 mg/gün üzerinde)<br />

PH tanısı tarama testi değerlendirmesinde önemlidir <strong>ve</strong> 6 hafta önce kesilmelidir. Yalnız bu<br />

orana bakılırken hastaların hipopotasemileri düzeltilmelidir.<br />

· ACE inhibitörleri(ACEi), Anjiotensin reseptör blokörleri (ARB) <strong>ve</strong> diüretikler PRA’ni yükseltebilirler.<br />

Bu ilaçları kullanırken elde edilen PRA daha yüksek olabilir, PAD/PRA bu nedenle daha düşük<br />

olabilir. Fakat bu ilaçları alırken PRA’nin düşük olması PH tanısı olasılığını arttırır. PAD/PRA<br />

oranı adrenerjik inhibitör kullananlarda yüksek çıkabilir, fakat PAD düzeyi 15 ng/dl’nin altındadır.<br />

· PH’li hastaların tamamına yakınında PRA düzeyi 1 ng/ml-saatin altındadır,<br />

· Sekonder Hiperaldosteronizmde oran 10’un altındadır.<br />

Ayırıcı tanı testleri için öneriler<br />

· PAD/PRA oranı sonrası PH düşünülen tüm hastalarda ayırıcı tanı <strong>ve</strong> kesinleştirici testler yapılmalıdır.<br />

· Hastaların tamamını testleri etkileyebilecek ilaçlardan arındırmak mümkün değildir,<br />

· Aldosteron <strong>ve</strong> renin sekresyonunu değiştiren ilaçlar kullanılmamalıdır,<br />

· Hipokalemi aldosteron sekresyonunu inhibe eder, düzeltilmelidir,<br />

· Etkileyecek ilaçlar; ACEI, Beta blokörler, spironolaktone, <strong>ve</strong> eplerenone renin inhibitörleri, yüksek<br />

doz amiloride; (6 hafta önce kesilmelidir),<br />

· Etkisi olmayan antihipertansifler; Alfa blokörler, kalsiyum kanal antagonistleri(<strong>ve</strong>rapamil),


34 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Primer Hiperaldosteronizmde ayırıcı tanı<br />

Dinamik testler<br />

A) İV. serum fizyolojik supresyon testi; Bir gece açlık sonrası test yapılır. % 0.9 NaCl, 2 lt, 500<br />

cc/saatde, 4 saat süresiyle, hasta yatar pozisyonda iken İV infüze edilir. Hastaların kardiyak fonksiyonları<br />

normal olmalı, test sırasında kan basıncı <strong>ve</strong> kalp hızı izlenmelidir. Test bitiminde PAD<br />

ölçümü için kan alınır. Normal kişilerde PAD 139 pmol/L (5 ng/dl) altına düşer, otonomik aldosteron<br />

üretimi varlığında PAD 277 pmol/L (10 ng/dl) üzerindedir. Ara değerler ise şüphelidir,<br />

fakat PH için yüksek oranda şüphe oluşturur.<br />

B) Oral tuz yükleme testi; Oral olarak 3 gün, 218 mmol sodyum <strong>ve</strong>rilmesi <strong>ve</strong>ya 3x1 gram (12.8<br />

gr. NaCl’e eş) tuz <strong>ve</strong>rilmesi ile uygulanır. Şiddetli hipertansiyonu olan hastalarda artmış sodyum<br />

alımının riskleri <strong>ve</strong> potasyum kaybına dikkat edilmelidir. Testin 3. günü 24 saat idrar toplanır.<br />

Toplanan idrarda aldosterone, kreatinin, <strong>ve</strong> sodyum düzeyine bakılır. 39 nmol/gün (14 mikrogram/gün)’den<br />

fazla aldosteron varlığı yanında idrar Na atılımının 200 mmol/24 saatde olması<br />

yeterli sodyum alımını gösterir. İdrar aldosteron düzeyinin 2 mikrogram/24 saat (>33nmol/gün)<br />

üzerinde olması otonom aldosteron sekresyonunu gösterir. PH tanısı için % 96 sensitif, % 93<br />

spesifiktir. Ayaktan yapılması nedeniyle daha kolaydır. Kan basıncı yükselme riski, <strong>ve</strong>ya hipokaleminin<br />

uyarılma riski varsa hasta yatırılarak izlenmelidir.<br />

C) Kaptopril Uyarı testi; Kaptopril 25-50 mg <strong>ve</strong>rildikten 60-90 dakika sonra PAD/PRA oranına<br />

bakılır.<br />

D) Fludrokortizon supresyon testi, Postür değişimine PAD <strong>ve</strong> PRA yanıtlarıda uygulanabilen<br />

testlerdir. Fakat ayırıcı tanıda doğrulukları tartışmalıdır.<br />

Etiyolojik tanının belirlenmesi<br />

PH tanısı kesinleşince etiyoloji belirlenmelidir.<br />

APA, BAH <strong>ve</strong> GRA ayırımı mutlaka yapılmalıdır. Cerrahi tedavinin APA’da hipertansiyonu düzeltmesi<br />

oranı %30–69 arasındadır, beraberinde hipokalemide düzelir, bu nedenle cerrahi tercih edilir.<br />

BAH’da ise cerrahi sonrası hipertansiyonda kür oranı % 19’dur. Bu nedenle cerrahi tercih edilmez,<br />

medikal tedavi <strong>ve</strong>rilir.<br />

APA’yı düşündürenler<br />

· 50 yaştan küçük olma,<br />

· Şiddetli hipokalemi ( 700 pmol/L <strong>ve</strong>ya 25 ng/dl<br />

· Yüksek idrar aldosteron yüksekliği> 30 mikrogram/24<br />

· 18 hidroksikortikosteronun düzeyinin 100 ng/dl üzerinde olması (% 82 sensitivite)<br />

· <strong>Adrenal</strong> CT; 3 mm’den ince kesitlerle; APA’yı göstermesi açısından önemli (1/3-1/2 hastada,<br />

biyokimyasal tanı olsada görüntü negatiftir). Biyokimyasal tanı yanında 1 cm’den büyük tek<br />

taraflı lezyon varlığında, diğer adrenal normalse cerrahi uygulanabilir. CT 1cm’den küçük<br />

lezyon <strong>ve</strong>ya patoloji gösteriyorsa, ya da hiçbir patoloji yoksa <strong>ve</strong> hastaya cerrahi düşünülüyorsa<br />

adrenal <strong>ve</strong>n örneklemesi yapılmalıdır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

35<br />

<strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong>n örneklemesi<br />

Sağ <strong>ve</strong> sol adrenal <strong>ve</strong>n örnekleri, inferior <strong>ve</strong>na kava örnekleri ile kıyaslanır; Aldosteron <strong>ve</strong> kortizole<br />

bakılır. <strong>Adrenal</strong> <strong>ve</strong>nden alındığının göstergesi <strong>ve</strong>na kavaya göre 10 kat daha yüksek kortizol oranı varlığıdır.<br />

Sürekli ACTH infüzyonu sonrası ölçümlerin tanıda daha etkili olabileceği ifade edilmektedir.<br />

Sağ <strong>ve</strong> sol adrenal <strong>ve</strong>nden alınan aldosteron oranlarınının 4’den fazla olması APA’yı düşündürürken,<br />

3’den düşük olması BAH’ı düşündürür.<br />

Tedavi<br />

Amaç hipertansiyon, hipokalemi <strong>ve</strong> kardiyovasküler hasarı ortadan kaldırmaktır. Sadece kan basıncının<br />

düşürülmesi yeterli değildir. Aldosteron düzeyide düşürülmelidir (Aldosteronun kardiyovasküler<br />

toksik etkisi; Fibrozis arttırıcı etkisi nedeniyle).<br />

1) APA <strong>ve</strong> UAH’de ilgili taraf adrenalektomisi, cerrahi sonrası hipertansiyon devam ediyorsa 1.basamak<br />

antihipertansif tedavi,<br />

2) BAH <strong>ve</strong> GDH’de medikal tedavi; Tedavi seçiminde spironolakton mutlaka olmalıdır. Fakat jinekomasti,<br />

impotants <strong>ve</strong>ya menstrual düzensizlikler sorun oluşturabilir. Eplerenone bu konuda<br />

çalışmaların sonucuna göre bir alternatif olabilir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Young FW, Kaplan NM, Rose BD; Bölüm editörleri Lacroix A, Bakris GL Approach to the patient with<br />

hypertension and hypokalemia; UpToDate 19.3; 2011<br />

2. Increased diagnosis of primary aldosteronism, including surgically correctable forms, in centers from fi<strong>ve</strong><br />

continents. Mulatero P; Stowasser M; Loh KC; Fardella CE; Gordon RD; Mosso L; Gomez-Sanchez CE;<br />

Veglio F; Young WF Jr; J Clin Endocrinol Metab 2004 Mar;89(3):1045-50<br />

3. Steward PM; Mineralocorticoid hypertension; Meet the professor handouts;27; ENDO 2006<br />

4. Funder JW, Carey RM, Fardella C, et al. Case detection, diagnosis, and treatment of patients with primary<br />

aldosteronism: an endocrine society clinical practice guideline. J Clin Endocrinol Metab 2008; 93:3266.<br />

5. Young WF; Primary Hiperaldosteronism; Meet the professor& case management forum handouts 2010;<br />

p33.


36 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

CUSHİNG SENDROMU<br />

Tanım, etiyoloji <strong>ve</strong> patofizyoloji<br />

Çeşitli sebeplere bağlı olarak gelişen kronik glukokortikoid fazlalığı Cushing Sendromu (CS) olarak<br />

adlandırlır (1). CS’nun yıllık insidansı milyonda 2 olarak bildirilmiştir (2). Ancak bu düşük insidans<br />

normal populasyon taramaları sonucu ortaya çıkmıştır. Oysa yüksek riskli (obezite, kötü kontrollü<br />

diyabet <strong>ve</strong> adrenal insidentaloma) populasyonların taranması sonucunda %2 gibi daha yüksek oranlar<br />

bulunmuştur (3).<br />

Egzojen glukokortikoid kullanımı dışlandığında CS kortikotropin (ACTH) bağımlı <strong>ve</strong>ya ACTH bağımsız<br />

olarak sınıflandırılır. ACTH bağımlı CS olguların %60-80’inde neden hipofizer bir mikroadenomdur<br />

<strong>ve</strong> buna Cushing hastalığı denir. Bir diğer neden çeşitli tümörlerden salgılanan ACTH’ya bağlı<br />

olarak gelişen ektopik ACTH sendromudur (EAS). EAS’a en sık neden olan hastalık küçük hücreli<br />

akciğer kanseridir. EAS olgularının hipofizer hastalıkla karışması tanısal bir sorun teşkil eder. ACTH<br />

bağımsız CS ise genelde adrenalden kaynaklanır <strong>ve</strong> adrenal CS’nun sebepleri ise adrenal adenom, karsinom<br />

<strong>ve</strong> nadiren primer nodüler adrenal hiperplazidir. Bir diğer CS nedeni ise kronik glukokortikoid<br />

kullanımına bağlı gelişen iyatrojenik CS’dur <strong>ve</strong> glukokortikoid tedavisi kesilince tablo geriler.<br />

Cushing sendromunda belirti <strong>ve</strong> bulgular<br />

Yüksek riskli gruplarda CS insidansının normal topluma göre daha yüksek bulunması, riskli grupların<br />

CS açısından taranması gerektiğini göstermiştir. Bu nedenle bazı semptom <strong>ve</strong> bulgular ile bazı<br />

klinik tanılar söz konusu ise CS’nun taranması önerilmektedir (Tablo 1).<br />

1) Cushing Sendromuna spesifik bulgu <strong>ve</strong> semptomlar: En önemlisi santral tipte obezitedir. Santral<br />

obezite çok sık görülmektedir <strong>ve</strong> olguları klinik olarak CS’dan ayırmak güç olduğundan bu olguların<br />

taranması önerilmektedir. Bunun dışında steroidlerin katabolik etkisine bağlı olarak cilt <strong>ve</strong> cilt<br />

altı dokunun incelmesi <strong>ve</strong> sonucunda gelişen pletorik yüz <strong>ve</strong> kolay berelenme, aynı mekanizmayla<br />

gelişen menekşe-mor strialar da dikkati çekmelidir.<br />

2) Hiperkortizolizmle ilişkili olabilecek klinik tablolar: CS metabolik sendromun obezite, hipertansiyon,<br />

diyabet <strong>ve</strong> gonadal bozukluk gibi tüm özellikleriyle karşımıza çıkabilir. Glukokortikoidlerin<br />

glukoz kullanımını bozması nedeniyle insülin direnci ortaya çıkar. CS olgularının %30-60’ında<br />

bozulmuş glukoz toleransı görülürken, aşikar diyabet görülme oranı %25-50’dir (5). Özellikle kötü<br />

kontrollü diyabet olgularında klinisyen uyanık olmalıdır (3). CS’da hipertansiyon genelde hafif derecelidir.<br />

Metabolik sendromda olduğu gibi CS’da da LDL yüksek, HDL düşüktür <strong>ve</strong> bunun sonucunda<br />

total kolesterol <strong>ve</strong> trigliserit düzeyleri yüksektir.<br />

CS hastalarında da polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu (PKOS) olgularında olduğu gibi adet düzensizliği <strong>ve</strong><br />

infertilite görülebilir. Altmışbeş yaşın altında, nedeni açıklanamayan osteoporoz olgularında da CS<br />

olasılığı düşünülmelidir. <strong>Adrenal</strong> insidentaloma olgularında %6-10 oranında subklinik endojen hiperkortizolizm<br />

görüldüğünden, bu grup hastalarda da CS taranmalıdır (6).<br />

3) Cushing Sendromu ile ilişkili olabilecek, spesifik olmayan belirti <strong>ve</strong> bulgular:<br />

CS’da depresyon, anksiyete <strong>ve</strong> mani dahil olmak üzere birçok nörokognitif fonksiyon bozukluğu<br />

görülebilir. Retro-orbital yağ birikimine bağlı egzoftalmus da nadir rastlanan bulgular arasındadır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

37<br />

Tablo 1: Cushing sendromu açısından taranması gereken olgular (4).<br />

Bulunduğu yaşa göre anormal özellikleri olan hastalar<br />

Erken başlayan osteoporoz<br />

Genç yaşta başlayan hipertansiyon<br />

Cushing Sendromuna daha spesifik özellikleri olan hastalar<br />

Kolay berelenme<br />

Pletorik yüz<br />

Mor renkli stria<br />

Proksimal kas güçsüzlüğü<br />

Çocuklarda kilo artışı ile beraber büyüme hızında yavaşlama<br />

Çok sayıda <strong>ve</strong> ilerleyici özelliği olan hastalar<br />

Örneğin santral tipte obezite ile beraber;<br />

Supraklaviküler <strong>ve</strong> dorsoservikal yağ dokuda artış<br />

Artmış lanugo tipi kıllarda artış<br />

Spesifik klinik tanısı olan hastalar<br />

İnsidental adrenal kitle<br />

Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu<br />

Vertebral fraktürün eşlik ettiği osteoporoz<br />

Cushing sendromunda tarama <strong>ve</strong> tanı<br />

CS şüphesi durumunda hastaların ilk değerlendirmesinde yüksek sensitivitesi olan testlerden bir ya<br />

da ikisi ile tarama yer alır. Ancak CS nadir bir hastalık olduğundan tarama testleri ile gerçek pozitif<br />

sonuçlardan daha fazla yanlış pozitif sonuç alma olasılığı akılda tutulmalıdır. Tanı için ise spesifitesi<br />

yüksek olan testlere gereksinim vardır. Başlangıç tarama testlerinden birinde anormallik olan hastanın<br />

bir endokrinoloji uzmanına yönlendirilmesi gerekir.<br />

Tarama testleri<br />

Yenilenmiş kılavuzlar taramaya gece tükürük kortizolü, deksametazon supresyon testi <strong>ve</strong> 24 saatlik<br />

idrar serbest kortizolü testlerinden biri ile başlanmasını önermektedir (7).<br />

a) Gece tükürük kortizolü: Normal bir uyku düzenine sahip hastalarda tarma için kullanılan sensitivite<br />

<strong>ve</strong> spesifitesi oldukça yüksek bir testtir. Tükürük akımının özelliklerinden, bağlayıcı protein<br />

düzeyini etkileyen durumlardan <strong>ve</strong> yaştan etkilenmemesi önemli avantajdır. Örnekler özel tüpler<br />

aracılığı ile alınır. Ülkemiz için laboratuvar olarak yaygın çalışılmaması bir dezavantajdır. Gece<br />

çalışan kişiler, gebelik, alkol bağımlılığı <strong>ve</strong> psikiyatrik bozukluğu olan kişilerde yanlış pozitiflik<br />

olasılığı artar (4).


38 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

b) Supresyon testleri: Yeterli <strong>ve</strong> düşük dozda deksametazon normal hipofiz dokusundan ACTH<br />

salınımını baskılar. Ancak kortikotrop adenom, ektopik ACTH <strong>ve</strong> adrenal kaynaklı endojen kortizol<br />

fazlalığı olgularında bu baskılanma söz konusu değildir. CS olgularını dışlamakta iki günlük<br />

<strong>ve</strong> diğer düşük doz deksametazon supresyon testleri (DDDST) de yetersiz kalabilmektedir (8).<br />

Buna rağmen en yaygın kullanılan tarama testidir. 1 mg deksametazon için sınır 1.8 mg/dL (50<br />

nmol/L) kabul edilmiştir <strong>ve</strong> baskılanma izlenmeyen olgularda ileri değerlendirme önerilmektedir.<br />

c) İdrar serbest kortizolü: CS’da idrar serbest kortizolünün arttığı yönündeki öngörü “Endojen hiperkortizolizm<br />

varsa kortizolün renal atılımı da artacaktır.” savına dayanmaktadır (9). Bu nedenle<br />

CS olgularında 24 saatlik idrar kortizolü de artacaktır. Bu testte en önemli tanısal sorun yetersiz<br />

idrar toplanması <strong>ve</strong> gece olan hafif kortizol yüksekliklerini saptayamamasıdır. Ölçüm için altın<br />

standart yüksek performanslı likit kromatografi (HPLC) yöntemidir. Ancak, hastaların çapraz<br />

reaksiyon <strong>ve</strong>ren karbamazepin <strong>ve</strong> fenofibrat gibi ilaçları kullanıp kullanmadığı yönünden dikkat<br />

edilmelidir. Bir diğer sorun idrar kortizolünün psödo-Cushing koşullarında (alkol bağımlılığı,<br />

yeme bozuklukları, depresyon) da artmasıdır (10). Diğer tarama testleriyle karşılaştırıldığında<br />

idrar kortizolünün sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi ideal değildir (11).<br />

d) Kortizol sirkadyan ritmi: Gece kortizolünün yüksek saptanması, etiyoloji ne olursa olsun CS için<br />

spesifite <strong>ve</strong> sensitivitesi oldukça yüksek bir testtir (11). Sınırlayıcı en önemli sorun rutin uygulama<br />

zorluğudur. Bu nedenle gece tükürük kortizolü ölçümü önerilmiştir (9). 24 saatlik idrarın sensitivitesinden<br />

kuşku duyulduğunda tükürük kortizolü tarama amacı ile kullanılabilir (11).<br />

e) Stimülasyon testleri: ACTH salgısı başlıca kortizolün negatif kontrolü altında olsa da, hipotalamustan<br />

salınan CRH <strong>ve</strong> vazopressin tarafından da uyarılır. Buradan yola çıkılarak, ACTH<br />

bağımlı hafif CS olgularının ayırt edilmesinde CRH <strong>ve</strong> desmopressin testleri kullanılmıştır (12,<br />

13). Kortikotrop adenomlar CRH’ya abartılı yanıt <strong>ve</strong>rir, ancak testin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi<br />

ideal oranlarda değildir.<br />

f) Testlerin birlikte kullanılmasının tanısal değeri: Testlerin her birinin tanısal değeri sınırlı olduğundan,<br />

DDDST ile CRH testi <strong>ve</strong> gece yarısı tükürük kortizolü ile DDDST birlikte yapılarak<br />

sensitivite <strong>ve</strong> spesifite arttırılmaya çalışılmıştır. CRH <strong>ve</strong> DDDST’nin beraber uygulanma nedeni,<br />

hafif CS olgularını ayırt etmede her iki testin de tanısal potansiyelini arttırmaktır. Kortikotrop<br />

adenom söz konusu ise bu adenom deksametazonla suprese olsa bile CRH’ya anormal yanıt <strong>ve</strong>rir.<br />

CS olan hemen tüm olgularda tükürük kortizolü artsa da psödo-CS olgularında da yükselebilir.<br />

DDDST’nin sensitivitesi düşük olsa da spesifitesi daha iyidir. DDDST sonrası alınan tükürük<br />

kortizol ölçümü, serum kortizol ölçümünden daha iyi sonuçlar <strong>ve</strong>rmektedir (11).<br />

Mevcut testler karşılaştırılacak olursa en sensitif <strong>ve</strong> spesifik olanı gece yarısı tükürük kortizolüdür.<br />

24 saatlik idrar kortizolünün tanısal değeri DDDST’den daha iyidir. Tüm bu <strong>ve</strong>riler ışığında CS’da<br />

önerilen güncel tanısal yaklaşım Şekil 1’de özetlenmiştir.<br />

Cushing sendromunda ayırıcı tanı<br />

Endojen bir kortizol yüksekliği kanıtlandıktan sonra tanının ikinci aşaması kortizol yüksekliğinin<br />

kaynağının tespit edilmesidir. Bunun için çeşitli testler <strong>ve</strong> laboratuvar yöntemleri kullanılabilir.<br />

Bazal plazma ACTH düzeyi: ACTH bağımlı CS olgularını ACTH bağımsız olgulardan ayırmakta


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

39<br />

kullanılır (11). ACTH baskılanmış ise (15<br />

pg/mL) düzeyleri ise ACTH bağımlı CS lehinedir. Orta derecede ACTH düzeyleri (5-15 pg/mL) de<br />

ACTH bağımlı CS’nu gösterir, ancak baskılanmamış bir ACTH düzeyi Cushing hastalığı ile EAS<br />

ayırıcı tanısında tek başına yeterli değildir.<br />

ACTH bağımlı CS olgularında ayırıcı tanıda kullanılan testler<br />

Hipokalemi: Hipokalemi EAS tanısını destekleyen bir bulgudur. Hipokaleminin nedeni kortizolü<br />

inakti<strong>ve</strong> eden renal tubuler 11-b-hidroksisteroid dehidrogenaz tip 2 (11-bHSD2) enziminin doygunluğa<br />

ulaşması <strong>ve</strong> sonucunda biriken kortizolün mineralokortikoid etkisidir (14).<br />

Yüksek doz deksametazon supresyon testi (YDDST): Kortikotrop hücreler yüksek doz deksametazona<br />

rağmen negatif kontrol yanıtını korur, ancak EAS’da bu yanıt yoktur. İki gün 8 mg deksametazon<br />

supresyon testinin Cushing hastalığını %65-100 sensitivite ile yakalayabildiği <strong>ve</strong> EAS <strong>ve</strong>ya<br />

adrenal hastalık için spesifitesinin ise %67-100 olduğu bildirilmiştir (15). Ancak YDDST’nin EAS<br />

ile hipofizer olguları ayırt etmekte tek başına kullanılması uygun değildir.<br />

CRH stimülasyon testi: Hipofiz adenomuna bağlı Cushing hastalığında CRH ile stimülasyona<br />

yanıt alındığı halde, EAS olguları bu teste yanıt <strong>ve</strong>rmez. Değişik çalışmalarda kullanılan kriterin<br />

ACTH ya da kortizol olmasına göre testin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi farklılık gösterir (13, 16, 17). EAS<br />

<strong>ve</strong> hipofizer olguları ayırt etmekte tek başına önerilmemektedir.<br />

İnferior petrozal sinüs örneklemesi (İPSÖ): ACTH bağımlı CS ayırıcı tanısında tek başına en iyi<br />

testtir (18). Her iki petrozal sinüs kateterize edilip, CRH uygulaması öncesi <strong>ve</strong> sonrasında her iki<br />

sinüs <strong>ve</strong> periferik kandan örnek alınarak ACTH gradiyenti hesaplanır. Cushing hastalığında santralperiferik<br />

gradiyent yüksek iken, bu yüksek gradiyent EAS’da görülmez. Başlıca komplikasyonları<br />

arasında <strong>ve</strong>nöz tromboz, pulmoner emboli, kraniyal sinir felci <strong>ve</strong> beyin sapı vasküler yapılarında<br />

zedelenme sayılabilir. Gradiyent üçten büyük ise Cushing hastalığı lehinedir. Hipofiz görüntülemesinde<br />

tümörü olan, CRH testi Cushing hastalığı ile uyumlu olan <strong>ve</strong>ya yüksek doz deksametazon <strong>ve</strong><br />

CRH testi Cushing hastalığı ile uyumlu olan olgularda İPSÖ gereksizidir. Bunun dışında ACTH<br />

bağımlı tüm CS olgularında İPSÖ önerilmektedir. Ancak İPSÖ’nün tümörü lateralize etmede yeterli<br />

olmadığı bildirilmiştir.<br />

Jugüler <strong>ve</strong>nöz örnekleme (JVÖ): İPSÖ’ye göre daha gü<strong>ve</strong>nli bir alternatiftir. CRH testiyle beraber<br />

tanısal doğruluğunun artacağı bildirilmektedir (19). İPSÖ tanısal değeri daha yüksek olan bir testtir,<br />

ancak deneyimsiz merkezlerde JVÖ önerilmektedir. JVÖ negatifse, deneyimli bir merkezde İPSÖ<br />

yapılması önerilmektedir.<br />

Ka<strong>ve</strong>rnöz sinüs örneklemesi (KSÖ): Ka<strong>ve</strong>rnöz sinüsler hipofize petrozal sinüsten daha yakındır.<br />

Bu nedenle ACTH bağımlı CS ayırıcı tanısı için KSÖ’de CRH testi gerekmeksizin daha yüksek bir<br />

santral-perifer ACTH oranı elde edilebilir. Ancak tanısal açıdan İPSÖ’ye üstün değildir.<br />

Görüntüleme yöntemleri<br />

Hipofiz: Tüm ACTH bağımlı CS olgularında hipofiz manyetik rezonans görüntüleme (MRG) önerilmektedir.<br />

Tipik kortikotrop adenomlar MRG’de hipodenstir <strong>ve</strong> kontrast tutmaz. Klasik klinik<br />

bulgu <strong>ve</strong> dinamik testlerin hipofizer hastalığı gösterdiği, 6 mm’den büyük adenomu olan olgularda<br />

invaziv testler gereksizdir <strong>ve</strong> MRG tek başına tanısaldır (11).


40 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

<strong>Adrenal</strong>: ACTH’dan bağımsız CS’da, adrenalin ince kesitli bilgisayarlı tomografi (BT) <strong>ve</strong> MRG ile<br />

görüntülenmesi tanının son aşamasıdır (11). <strong>Adrenal</strong> karsinom ayırıcı tanısında her iki yöntem de<br />

yararlıdır. Otonom bir tümör varsa karşı taraf adrenal bez atrofiktir.<br />

Ektopik ACTH sendromu: Tümörün lokalizasyonu için BT, MRG <strong>ve</strong> nükleer tıp yöntemleri kullanılır.<br />

EAS’a en sık neden olan tümörler akciğer, bronş, pankreas <strong>ve</strong> timusun karsinoid tümörleridir.<br />

Ayırıcı tanıda medüller tiroid kanseri, feokromasitoma <strong>ve</strong> küçük hücreli akciğer kanseri de düşünülmelidir.<br />

Bu tümörlerin çoğu somatostatin reseptörü taşır <strong>ve</strong> somatostatin reseptör sintigrafisi<br />

(SRS) ile görüntülenebilir. Ancak SRS’nin 1 cm çapın altındaki tümörlerde sensitivitesi sınırlıdır <strong>ve</strong><br />

saptanan en küçük tümör çapı 0.6 cm olarak bildirilmiştir (20).<br />

Cushing sendromunda tedavi<br />

Tedavi yaklaşımı etiyolojiye göre değişir <strong>ve</strong> tedavi alternatifleri cerrahi tedavi, radyoterapi <strong>ve</strong> medikal<br />

tedavidir.<br />

Hipofizer adenomektomi: Etiyoloji hipofizer Cushing hastalığı ise ilk tercih trans-sfenoidal adenomektomidir<br />

<strong>ve</strong> ilk kez Hardy tarafından uygulanmıştır. Cerrahi öncesi endokrin testlerle hiperkortizoleminin<br />

kaynağının hipofiz olduğunun mutlaka doğrulanması gereklidir. Selektif adenomektomi<br />

ile Cushing hastalığı olgularında tam remisyon başarısı %64-93 olarak bildirilmiştir <strong>ve</strong> başarı oranları<br />

mikroadenomlarda daha yüksektir (21).<br />

Hipofizer radyoterapi: Persistan <strong>ve</strong>ya rekürren Cushing hastalığı olgularında bir tedavi alternatifi<br />

olup en önemli avantajı invaziv olmamasıdır (22). Günümüze kadar en yaygın radyoterapi yöntemi<br />

geleneksel bölünmüş dozlarla yapılırken, günümüzde başlıca lineer akseleratör <strong>ve</strong> gamma knife olmak<br />

üzere stereotaktik radyocerrahi yöntemleri yaygınlaşmıştır.<br />

Medikal tedavi: Kortizol sentezini önlemek amacıyla ketokonazol, metirapon, mitotan, aminoglutetimid,<br />

trilostan <strong>ve</strong> etomidat gibi ajanlar kullanılabilir. Küçük bir hasta gurubunda bromokriptin,<br />

kabergolin, siproheptadin, valproat <strong>ve</strong> oktreotid gibi ACTH’yı baskılayan ajanların da yararı gösterilmiştir<br />

(23). Tüm bu ilaçlarla adrenal yetmezlik gelişme riski vardır <strong>ve</strong> dikkatli doz titrasyonu,<br />

gerekirse kortikosteroid replasmanı önerilmektedir.<br />

<strong>Adrenal</strong> kökenli CS’da tedavi: Tüm adrenal otonom kortizol sekresyonu durumlarında adrenalektomi<br />

(unilateral adenom ya da karsinomda tek, bilateral mikronodüler <strong>ve</strong> makronodüler hastalıkta<br />

iki taraflı adrenalektomi) endikasyonu vardır. Deneyimli merkezlerde laparoskopik adrenalektomi de<br />

uygulanmaktadır. Tek taraflı adrenalektomi olgularına hipofiz-adrenal aks düzelinceye dek, bilateral<br />

adrenalektomi olgularına ise ömür boyunca kortikosteroid replasman tedavisi gerekir.<br />

Endojen hiperkortizolemi kaynağı ortadan kaldırıldıktan sonra hastalar sıklıka kendilerini daha kötü<br />

hissederler. Operasyon sonrasında ciltte soyulma, eklem ağrıları, letarji <strong>ve</strong> mood değişiklikleri görülebilir<br />

<strong>ve</strong> bu rahatsız edici semptomların düzelmesi haftalar hatta bazen aylar sürebilir.<br />

Cushing sendromu olgularında remisyonun tayin edilmesi <strong>ve</strong> takip<br />

CS olgularında remisyonun tayininin zamanlaması <strong>ve</strong> remisyonun tayininde kullanılması gereken<br />

testler konusu halen tartışmalıdır. CS nadir bir hastalık olduğundan, remisyonun tayini için değişik<br />

merkezlerde farklı zamanlarda, farklı değerlendirme yöntemleri uygulandığından, bu değişen yaklaşımlardan<br />

yola çıkılarak ortak bir değerlendirme testi <strong>ve</strong> zamanlaması belirlemek oldukça güçtür.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

41<br />

Hastaların tedaviden yarar görüp görmediğinin belirlenmesinde hipofiz-adrenal aksı farklı merezlerde<br />

kortizol <strong>ve</strong> ACTH diürinal ritmi, deksametazon supresyon testleri, 24 saatlik idrar serbest kortizol<br />

düzeyleri, CRH stimülasyon testi <strong>ve</strong> loperamid testi ile değerlendirilmiştir (24-26). Postoperatif 48.<br />

saatte bakılan erken dönem serum kortizol düzeyleri büyük ölçüde fikir <strong>ve</strong>rse de, yanlış pozitif <strong>ve</strong><br />

negatif sonuçları nedeniyle hastanın remisyona girip girmediğinin tayininde geç dönemde tekrarlanan<br />

ölçümlere ihtiyaç vardır (26). Hastanın postoperatif altıncı ayda halen kortikosteroid replasman<br />

tedavisine ihtiyaç duyması, steroid replasman ihtiyacı olmayan hastalarda ise endojen hiperkortizoleminin<br />

olmadığının gösterilmesi hastanın tamamen iyileştiğini gösteren bir kriter olarak kabul edilmektedir.<br />

Ancak yine de erken postoperatif dönemde bakılan kortizol değerinin


42 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

takip sırasında fonksiyonunu yitirebildiği de bildirilmiştir. Tüm bu <strong>ve</strong>riler kortizol salgı özelliğinin<br />

zaman içerisinde değişiklik gösterebileceğine işaret etmektedir. Günümüzde yıllık deksametazon<br />

supresyon testi ile takip önerilmektedir (20).<br />

Tedavi yaklaşımı<br />

Metabolik olarak etkilenmiş olgularda cerrahi seçeneği gündeme gelmelidir (31). Hastaların adrenal<br />

yetmezlik riski nedeniyle steroid tedavisi ile operasyona <strong>ve</strong>rilmesi <strong>ve</strong> adrenalektomi sonrası kortizol<br />

ekseninin düzeldiği gösterilene dek steroid replasmanına devam edilmesi gerekir (20). Cerrahi tedavi<br />

mümkün değilse metabolik etkilere yönelik agresif ilaç tedavisi önerilir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Boscaro M, Barzon L, Fallo F <strong>ve</strong> ark. Cushing’s syndrome The Lancet 2001(357);783-91.<br />

2. Lindholm J, Juul S, Jorgensen JO <strong>ve</strong> ark. Incidence and late prognosis of Cushing’s syndrome: a population<br />

based study. J Clin End Metab 2001;86(1):117-23.<br />

3. Findling JW, Raff H. Diagnosis and differential diagnosis of Cushing’s syndrome. Endocrinol Metab Clin<br />

N Am 2001; 30(3):729-47.<br />

4. Caroll TB, Findling JW. The diagnosis of Cushing’s syndrome. Rev Endocr Metab Disord 2010;11:147-<br />

153.<br />

5. Biering H, Knappe G, Gerl H <strong>ve</strong> ark. Prevalence of diabetes in acromegaly and Cushing’s syndrome. Acta<br />

Med Austriaca 2000;27(1):27-31.<br />

6. Invitti C, Giraldi FP, de Martin M <strong>ve</strong> ark. Diagnosis and management of Cushing’s syndrome: results of an<br />

Italian multi-centre study. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology of<br />

the Hypotalamic-Pituitary-<strong>Adrenal</strong> Axis. J Clin Endocrinol Metab 1999;84(2) 440-8.<br />

7. Nieman LK, Biller BM, Findling JW <strong>ve</strong> ark. The diagnosis of Cushing’s syndrome: an Endocrine Society<br />

Clinical Practice Guideline. J Clin Endocrinol Metab 2008;931526-40.<br />

8. Findling JW, Raff H, Aron DC. The low-dose dexamethasone suppression test: a reevaluation in patients<br />

with Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2004; 89(3):1222-6.<br />

9. Raff H. Salivary cortisol: a useful measurement in the diagnosis of Cushing’s syndrome and the evaluation<br />

of the hypothalamic-pititary-adrenal axis. Endocrinologist 2000;10:9-17.<br />

10. Papanicolaou DA, Yanovski JA, Cutler GB Jr, Chrousos GP, Nieman LK. A single midnight serum cortisol<br />

measurement distinguishes Cushing’s syndrome from pseudo-Cushing states. J Clin Endocrinol Metab<br />

1998;83(4):1163-7.<br />

11. Findling JW, Raff H. Screening and diagnosis of Cushing’s syndrome. Endocriol Metab Clin N Am<br />

2005;43:385-402.<br />

12. Raff H, Homar PJ, Burns EA. Comparison of two methods for measuring salivary cortisol. Clin Chem<br />

2002;48(1):207-8.<br />

13. Pecori Giraldi F, Invitti C, Cavagnini F. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology<br />

of the Hypothalamic-pituitary-adrenal axis. The corticotropin-releasing hormone test in the<br />

diagnosis of ACTH-dependent Cushing’s syndrome: a reappraisal. Clin Endocrinol 2001;54(5):601-7.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

43<br />

14. Torpy DJ, Mullen N, Ilias I <strong>ve</strong> ark. Association of hypertension and hypokalemia with Cushing’s syndrome<br />

caused by ectopic ACTH secretion: a series of 58 cases. Ann N Y Acad Sci 2002;970:134-44.<br />

15. Aron DC, Raff H, Findling JW. Effecti<strong>ve</strong>ness <strong>ve</strong>rsus efficacy: the limited value in clinical practice of high<br />

dose dexamethasone suppression testing in the differential diagnosis of adrenocorticotropin-dependent<br />

Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 1997;82(6):1780-5.<br />

16. Invitti C, Giraldi FP, de Martin M <strong>ve</strong> ark. Diagnosis and management of Cushing’s syndrome: results of an<br />

Italian multi-centre study. Study Group of the Italian Society of Endocrinology on the Pathophysiology of<br />

the Hypotalamic-Pituitary-<strong>Adrenal</strong> Axis. J Clin Endocrinol Metab 1999;84(2): 440-8.<br />

17. Newell-Price J, Morris DG, Drake WM <strong>ve</strong> ark. Optimal response criteria for the human CRH test in the differential<br />

diagnosis of ACTH-dependent Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol Metab 2002;87(4):1640-5.<br />

18. Lindsay JR, Nieman LK. Differential diagnosis and imaging in Cushing’s syndrome. Endocrinol Metab<br />

Clin N Am 2005;34:403-21.<br />

19. Ilias I, Chang R, Pacak K <strong>ve</strong> ark. Jugular <strong>ve</strong>nous sampling: an alternati<strong>ve</strong> to petrosal sinus sampling for the<br />

diagnostic evaluation of adrenocorticotropic hormone-dependent Cushing’s syndrome. J Clin Endocrinol<br />

Metab 2004;89(8):3795-800.<br />

20. Grumbach MM, Biller BM, Braunstein GD. Management of the clinically inapparent adrenal<br />

mass(incidentaloma). Ann Inern Med 2003;138(5):424-9.<br />

21. Laws ER, Reitmeyer M, Thapar K <strong>ve</strong> ark. Cushing’s disease resulting from pituitary corticotrophic microadenoma.<br />

Treatment results from transsphenoidal microsurgery and gamma knife radiosurgery. Neurochirurgie<br />

2002;48: 294-299.<br />

22. Vance ML. Pituitary radiotherapy. Endocrinol Metab Clin N Am 2005;34:479-87.<br />

23. Miller JW, Crapo L. The medical treatment of Cushing’s syndrome. Endocr Rev 1993;14(4):443-58.<br />

24. Cannavo S, Almoto B, Dall’Asta C <strong>ve</strong> ark. Long-term results of treatment in patients with ACTH-secreting<br />

pituitary macroadenomas. Eur J Endocrinol 2003;149(3):195-200.<br />

25. Chee GH, Mathias DB, James RA <strong>ve</strong> ark. Transsphenoidal pituitary surgery in Cushing’s disease: can we<br />

predict outcome Clin Endocrinol 2001;54:617-626.<br />

26. Yap LB, Turner HE, Adams BT <strong>ve</strong> ark. Undetectable post-operati<strong>ve</strong> cortisol does not always predict long<br />

term remission in Cushing’s disease, e<strong>ve</strong>n in good surgical hands. Clin Endocrinol 2002; 56:25-31.<br />

27. Patil CG, Pre<strong>ve</strong>dello DM, Lad SP <strong>ve</strong> ark. Late reccurences of Cushing’s disease after initial successful transsphenoidal<br />

surgery. J Clin Endocrinol Metab 2008;93:358-62.<br />

28. Romanholi DJ, Machado MC, Pereira CC, et al. Role for postoperati<strong>ve</strong> cortisol response to desmopressin<br />

in predicting the risk for recurrent Cushing’s disease. Clin Endocrinol (Oxf). 2008;69:117–22.<br />

29. Carrasco CA, Coste J, Guignat L et al (2008) Midnight Salivary Cortisol Determination for Assessing the<br />

Outcome of Transsphenoidal Surgery in Cushing’s Disease. J Clin Endocrinol Metab.<br />

30. Terzolo M, Bovio S, Reimondo G <strong>ve</strong> ark. Subclinical Cushing’s syndrome in adrenal incidentalomas. Endocrinol<br />

Metab Clin N Am 2005; 34: 423-39.<br />

31. Mansmann G, Lau J, Balk E <strong>ve</strong> ark. The clinically inapparent adrenal mass: update in diagnosis and management.<br />

Endocr Rev 2004;25(2):309-40.


44 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

CS şüphesi<br />

Egzojen glukokortikoid kullanımının dışlanmasından sonra<br />

1) Gece tükürük kortizolü<br />

2) 1 mg deksametazon supresyon testi<br />

3) 24 saatlik idrarda serbest kortizol testlerinden biri ile tarama<br />

(-) (+)<br />

CS dışlanabilir<br />

Fizyolojik hiperkortizolemi<br />

nedenlerinin dışlanması<br />

(+) çıkan testin tekrarı ile doğrulama <strong>ve</strong> bir <strong>ve</strong>ya iki başka test ile<br />

endojen hiperkortizoleminin desteklenmesi<br />

CS dışlanabilir<br />

CS tanısı<br />

CS ayrıcı tanısına yönelik testler


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

45<br />

FEOKROMOSİTOMA<br />

<strong>Adrenal</strong> medüllanın kromaffin dokusundan kaynaklanan tümörlerdir. Paraganglioma ise adrenal dışı<br />

yerleşimli sempatik <strong>ve</strong>ya parasempatik zincirin kromaffin hücreli tümörüdür. Parasempatik kökenli<br />

paragangliomalar nadiren (%5’ten az) aşikar katekolamin sentezi yaparak klinik belirtilere yol açarlar.<br />

Bu nedenle feokromositoma <strong>ve</strong>ya paraganglioma denildiğinde genellikle sırasıyla adrenal medülla <strong>ve</strong><br />

ekstra adrenal sempatik ganglia kaynaklı tümör akla gelir. Klinik tanı <strong>ve</strong> tedavi yaklaşımı genellikle<br />

benzer olduğu için bu bölümde her iki antite “feokromositoma” olarak anılacaktır. Katekolamin<br />

(başlıca epinefrin <strong>ve</strong> norepinefrin) salgılayan feokromositoma <strong>ve</strong> paragangliomalar çeşitli belirtilere<br />

<strong>ve</strong> ciddi hipertansif krizlere neden olabilirler. Tümörlerin yaklaşık %95’i intra-abdominaldir. Bunların<br />

%85-90’nı intra-adrenal yerleşimlidir. %5-10’nu multipldir. Ayrıca %10-15’i ekstra adrenal<br />

yerleşimlidir (paraganglioma).<br />

Sempatik paragangliomalar sıklıkla göğüs, karın <strong>ve</strong> pelviste lokalizedirler. Malignite sıklığı feokromositomalara<br />

göre daha yüksektir. Parasempatik paragangliomalar başlıca baş <strong>ve</strong> boyunda (karotid<br />

cismi, glomus vagale gibi) bulunurlar. Malignite sıklığı %10’dan azdır. Retroperitoneal paragangliomalarda<br />

malignite ihtimali artar.<br />

Epidemiyoloji<br />

Hipertansiyonun %0,5’inden sorumlu <strong>ve</strong> tedavi edilebilir bir sebebidir. Yıllık insidansı 2-8/1.000.000<br />

(yetişkin) kişidir. Otopsi serilerine göre prevalans %0.1’dir. Hipertansif popülasyondaki prevalansı<br />

%0.2-0.6’dır. Erkek <strong>ve</strong> kadında sıklığı eşittir. Her yaşta görülebilmesine karşılık ortalama tanı yaşı<br />

40’tır. Feokromositomalar için bilinen yüzde onlar kuralı (%10 bilateral, %10 ekstra-adrenal, %10<br />

malign) sporadik vakalar için geçerlidir. Ailesel feokromositomda malignite %26-35’tir. Tümörün<br />

daha erken yaşlarda ortaya çıkması, bilateral, ekstra-adrenal, multifokal olma <strong>ve</strong> rekürrens sıklığı<br />

sporadik vakalara göre genellikle (farklı ailesel tiplerine göre değişmekle beraber) artmıştır. Malignbenign<br />

ayrımında gü<strong>ve</strong>nilir histolojik kriterler yoktur. Maligniteyi belirleyen en önemli bulgu metastaz<br />

varlığıdır. Metastaz tümörün rezeksiyonundan yıllar sonra bile oluşabilir. Ayrıca çevre dokuya<br />

invazyon <strong>ve</strong> tümörün büyük (>5 cm) olması malignite riskini artırır.<br />

Etyoloji <strong>ve</strong> Genetik<br />

Vakaların yaklaşık %15-20’sini ailesel feokromositoma oluşturur. Geri kalanlar sporadik vakalar olarak<br />

bilinir. Bu zamana kadar otozomal dominant geçiş gösteren 6 gen mutasyonu tanımlanmıştır:<br />

RET, VHL, NF1, SDHB, SDHC, SDHD genlerinde germline mutasyonları.<br />

1. Multipl Endokrin Neoplazi Tip 2 (MEN): RET proto-onkogen aktivasyonu mevcuttur. MEN-<br />

2’de sadece %25 vakada feokromositoma ilk prezentasyon şeklidir. Geri kalan vakalardaher zaman<br />

tiroid medüller kanser (TMC) daha önce tanı alır. On yaşından önce genellikle feokromositoma<br />

tanısı konmaz. Feokromositoma hemen daima adrenal bezde lokalizedir, hastaların yarısına<br />

yakınında bilateraldir <strong>ve</strong> sıklıkla asenkronik gelişirler. İster profilaktik ister hastalık (TMC) varlığı<br />

nedeniyle total tiroidektomi yapılacaksa öncesinden mutlaka feokromositoma ekarte edilmelidir.<br />

Malign feokromositoma nadirdir. Diğer herediter feokromositoma vakalarından farklı olarak<br />

baskın olarak epinefrin salgılanır.


46 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

MEN Tip 2A<br />

TMC (%100) +Feokromositoma (%50)+Paratiroid hiperplazi/adenom (%10-20)<br />

MEN Tip 2B<br />

TMC (%100)+Feokromositoma (%50)+Mukozal/intestinal nörinomlar (%95-100) (7)<br />

2. Von Hippel-Lindau Hastalığı (VHLH): VHL gen mutasyonu mevcuttur. Feokromositoma sıklıkla<br />

2. dekatda ortaya çıkar, ilk <strong>ve</strong> tek belirtisi de olabilir. O halde VHL taşıyıcıları görünüşte<br />

sporadik vaka olarak ortaya çıkabilir. Feokromositomaların yarısı bilateraldir <strong>ve</strong> çoğu norepinefrin<br />

salgılar.<br />

Retinal anjiomlar + Hemanjioblastom (MSS) + Renal kistler + Epididimal kistadenom + Feokromositoma<br />

(% 20)<br />

Tanı: Aile öyküsü+ SSS hemanjioblastoma+ Feokromositoma <strong>ve</strong>ya Renal karsinoma<br />

Aile öyküsü yoksa;<br />

-İki <strong>ve</strong>ya daha fazla sayıda SSS hemanjioblastoma <strong>ve</strong>ya<br />

-Bir adet SSS hemanjioblastoma +Visseral tümör (kistler hariç)<br />

3. Nörofibromatozis tip 1 (NF1) (Von Recklinghausen Hastalığı) : NF1 gen mutasyonu mevcuttur.Feokromositoma<br />

sıklığı % 1 civarındadır. Fakat hipertansif NF1’li hastalarda feokromositoma<br />

sıklığı %20-50’dir. Feokromositomaların %90’nı benigndir, %84’ü tektir <strong>ve</strong> sıklıkla yetişkinde<br />

görülür. Baskın olarak norepinefrin salgılanır. NF1 tanısı için aşağıdakilerden ikisinin varlığı<br />

gereklidir:<br />

- Altı <strong>ve</strong>ya daha çok Cafeau-lait lekeleri<br />

- İki <strong>ve</strong>ya daha çok kutanöz nörofibroma/pleksiform nörofibroma<br />

- İki <strong>ve</strong>ya daha çok benign iris hamartomu (Lish nodülü)<br />

- En az 1 tane optik sinir glioması<br />

- İnguinal/aksiler çillenme<br />

- Sfenoid kemiğin displazisi <strong>ve</strong>ya psödoartrozu<br />

- Birinci derecede akrabada NF1 tanısı<br />

4. Familyal feokromositoma /paraganglioma sendromları: Mitokondri kompleksi II’ye ait suksinat<br />

dehidrogenaz subünitini kodlayan genlerdeki (SDHB, SDHC, SDHD) mutasyonlar sonucu<br />

oluşurlar. SDHB ile ilişkili tümörde malignite riski artmıştır. Otozomal dominant geçiş<br />

gösterirler. Katekolamin sekresyonu tümörün lokalizsyonu ile ilişkilidir. Baş <strong>ve</strong> boyun paragangliomalarının<br />

%5’i <strong>ve</strong> abdominal paragangliomaların %50’sinden fazlası katekolamin sekresyonu<br />

yapar. Paraganglioma saptanan tüm hastalara mutasyon analizleri yapılmalıdır: Analize; baş <strong>ve</strong><br />

boyun paragangliomasında SDHD <strong>ve</strong> SDHC mutasyonları ile, boyun altındaki paragangliomalarda<br />

ise SDHB mutasyonları ile başlanır.<br />

Kimlere genetik tarama yapılmalıdır <br />

Herediter feokromositoma <strong>ve</strong> paraganglioma bu tanımlanan germline mutasyonlarından birinin sonucu<br />

olarak meydana gelebilir. Vakaların %7.5-27’sinde aşikar sendromik bir belirti olmadan <strong>ve</strong>ya<br />

aile öyküsü yokken germline mutasyonları saptanır. Bu nedenle özellikle 50 yaşın altında olan tüm<br />

hastalara sendromik <strong>ve</strong>ya familyal özellik gösterip göstermediğine bakılmaksızın mutasyon analizi


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

47<br />

yapılması gerektiği ileri sürülmüştür. Buna rağmen çoğu otör aşağıda sıralanan kriterlerden birine<br />

<strong>ve</strong>ya daha fazlasına sahip olan hastalara genetik test yapılması gerektiği konusunda hemfikirdir:<br />

• Ailede feokromositoma <strong>ve</strong>ya paraganglioma öyküsü olması: Familyal vakalar otozomal dominant<br />

(değişen penetranslarıyla) geçiş gösterdiği için etkilen bireyin çocuklarında mutasyon<br />

şansı %50’dir. Aile öyküsü yoksa ailede ani ölüm öyküsü dikkatle sorgulanmalıdır.<br />

• Bilateral feokromositoma<br />

• Paraganglioma<br />

• Feokromositomanın erken yaşta prezentasyonu (


48 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Asemptomatik vakalar<br />

Görüntüleme tekniklerinin daha yaygın kullanılmasıyla vakaların bir kısmı adrenal insidentaloma<br />

olarak tespit edilmektedir. <strong>Adrenal</strong> insidentalomaların yaklaşık %5’inin feokromositoma olduğu<br />

tespit edilmiştir. Ayrıca herediter formların tanınmasıyla diğer aile bireylerinde yapılan taramalar<br />

sayesinde vakalar henüz semptomatik olmadan erken safhada yakalanabilmektedir. Diğer bir gözlem<br />

de VHLH <strong>ve</strong> MEN-2 sendromlu hastaların yarısına yakının asemptomatik olabileceğidir. Klinik olarak<br />

sessiz feokromositomalar da tehlikeli olabilir. Bu nedenle adrenal insidentalomalı tüm vakalarda<br />

feokromositoma açısından biyokimyasal tarama yapılmalıdır.<br />

Kimler feokromositoma için araştırılmalıdır <br />

• Feokromositoma belirti <strong>ve</strong> bulgusu olanlarda (hiperadrenerjik ataklar)<br />

• Dirençli hipertansiyon<br />

• Ailede feokromositoma <strong>ve</strong>ya MEN-2, VHL sendromu, NF 1 öyküsü<br />

• <strong>Adrenal</strong> insidentaloma varlığı<br />

• Anestezi, entübasyon, cerrahi, gebelik, anjiografi sırasında hipertansif atak <strong>ve</strong> açıklanamayan<br />

şok<br />

• Genç yaşta hipertansiyon (


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

49<br />

rinin spesifitesi plazma metanefrin ölçümüne göre belirgin düşüktür (%69 a %89) . plazmada serbest<br />

metanefrin ölçümü bazı avantajlar sunar. Bunlar; üriner örnek toplamak için 24 saate ihtiyaç duymaz,<br />

sempatoadrenal uyarıdan daha az etkilenir <strong>ve</strong> diğer tanısal biyokimyasal parametrelerden daha yüksek<br />

bir sensitiviteye sahiptir. Bu avantajlarının yanında plazmada serbest kortizol ölçümünün sorunları<br />

da vardır. Bunlar; plazmada serbest metanefrin konsantrasyonlarının çok düşük olması <strong>ve</strong> serbest<br />

metanefrinin yapıca diğer katekolaminlerden rahatlıkla ayrılacak benzersiz bir yapısal karakteristiğinin<br />

olmaması olarak özetlenebilir. Metanefrinler plazmada çok düşük konsantrasyonlarda bulunurlar<br />

<strong>ve</strong> genel olarak likid kromatografi ile ölçülürler. Göreceli olarak geniş örnek volümü gerektirirler <strong>ve</strong><br />

örnek hazırlanması uzun sürer <strong>ve</strong> yine kromatografik analiz zamanı da uzundur. Bu sorunlar günümüzde<br />

kullanım alanı bulan tandem MASS spektrometri ile likid kromatografinin birlikte kullanımıyla<br />

(LC-MS/MS) büyük ölçüde giderilmiştir. LC-MS/MS <strong>ve</strong> offline solid phase extraction (SPE)<br />

un birlikte kullanımı diğer testlerden kaynaklanabilecek analitik kusurların çözümünü sağlamaktadır.<br />

Böylece plazmadaki serbest metanefrinlerin sensitivite <strong>ve</strong> spesifitesi artırılmıştır. SPE <strong>ve</strong> LC-MS/MS<br />

nin kullanımı endojen plazma bileşenlerinden gelen matriks etkisinden kaçınılmada kritik bir öneme<br />

sahiptir. LC-MS/MS ile kombine edilebilen isopropanol protein presipitasyon yöntemi de kullanışlı<br />

olduğu düşülen ancak klinik geçerliliği tam olarak test edilmemiş bir yöntemdir. Son dönemde tam<br />

otomatize online SPE sistemi ile LC-MS/MS ile kombinasyon, offline SPE sistemindeki kısıtlamaları<br />

(örneğin geniş volüm ihtiyacı, sol<strong>ve</strong>nt evoporasyon gibi) ortadan kaldırmaktadır.<br />

Uygun şartlarda yapıldığında günümüzde mevcut olan testlerle %95’ten fazla vakada tanı konabilmektedir.<br />

Hormon sekresyon özellikleri <strong>ve</strong> metabolizmaları farklı olan heterojen tümörler olduğundan<br />

tanısal doğruluğu yüksek olan multipl testler uygulanmalıdır. Tümörün hormonal aktivitesi<br />

fluktuasyonlar gösterir <strong>ve</strong> bu durum seri katekolamin ölçümlerinde önemli değişikliklere yol açar.<br />

Kriz sırasında <strong>ve</strong>ya hemen sonrasında yapılan ölçümler daha değerlidir. Farklı testlerin kombinasyonu<br />

sensitivite <strong>ve</strong> spesifiteyi artırır. Fraksiyone katekolaminler (epinefrin, norepinefrin, dopamin) <strong>ve</strong><br />

fraksiyone metanefrinler (metanefrin, normetanefrin) günümüzde HPLC (high-performance liquid<br />

chromatography) <strong>ve</strong>ya tandem mass spectroscopy ile oldukça gü<strong>ve</strong>nilir şekilde ölçülmektedir. Bu<br />

teknikler sayesinde (örneğin ilaçlara bağlı meydana gelebilen) yanlış pozitif <strong>ve</strong> yanlış negatif sonuç<br />

riski azalmıştır. Hangi metotla ölçülürse ölçülsün değerlerde 2-3 katı yükselme tanı için çok anlamlıdır.<br />

Fraksiyone metanefrinlerin idrar <strong>ve</strong>ya plazmada ölçümü katekolaminlere göre daha yüksek sensitiviteye<br />

sahiptir. İdrarda (24 saatlik) fraksiyone metanefrinlerin <strong>ve</strong> katekolaminlerin ölçümlerinin<br />

sensitivitesi <strong>ve</strong> spesifitesi %98’dir. Plazma fraksiyone metanefrinlerin sensitivitesi %96-100 <strong>ve</strong> spesifitesi<br />

%85-89’dur (60 yaşından sonra spesifite %77’lere düşer). Ayrıca hipertansif hastalarda yanlış<br />

pozitif sonuç riski yüksektir. O halde normal plazma fraksiyone metanefrin düzeyi feokromositoma<br />

tanısından uzaklaştırmakla beraber yüksek değerler aynı derecede yönlendirici olamaz.<br />

İdrar testleri sıklıkla başlangıç testi olarak kullanılan testlerdir. Yeterli idrar biriktirildiğinden emin olmak<br />

için birlikte idrar kreatinin ölçümü yapılır. Ancak plazma testleri ölçümü daha kolay <strong>ve</strong> pratiktir.<br />

İdrar VMA ölçümü en yüksek yanlış negatif oranına (%14) sahiptir <strong>ve</strong> tarama testi olarak önerilmez.<br />

Bununla birlikte tüm bu testler yükseldiklerinde mükemmel spesifiteye sahiptirler.<br />

Yanlış pozitiflik sıklığı yeni ölçüm metotları ile azalmış olmasına rağmen stres (egzersiz, akut MI, hipoglisemi<br />

gibi), ilaçlar (levodopa, labetolol, trisiklik antidepressanlar, sempatomimetikler gibi), uygunsuz<br />

örnekleme hataları <strong>ve</strong> diyet faktörleri gibi katekolamin artışı durumlarına dikkat edilmelidir.<br />

Antihipertansifler içinde ölçümlerle en az etkileşen selektif α 1<br />

-bloker (doksazosin) <strong>ve</strong> kalsiyum kanal<br />

blokerleridir. Bu testlerde sınırda yükseklik genellikle yanlış pozitifliği gösterir. Böyle durumlarda test


50 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

özellikle farklı metotlarla tekrar edilir. İdeal olarak test sırasında ölçümleri etkileyebilecek ilaçlar kesilir<br />

(Tablo 4).<br />

Böbrek yetmezliğinde plazmada serbest metanefrinlere bakılır. Yükselen katekolaminin tipi lokalizasyonda<br />

yardımcıdır. Çoğunlukla epinefrin <strong>ve</strong> norepinefrin kombine sekrete edilir. Bazen tümör<br />

baskın olarak norepinefrin <strong>ve</strong> çok daha nadir olarak epinefrin sekrete eder. Epinefrin/metanefrin<br />

predominant bir tümör adrenal medüllada <strong>ve</strong>ya Zuckerkandl organında lokalize olacaktır. Norepinefrin/<br />

normetanefrin predominant bir tümör ise hem adrenal medülla hem ekstra-adrenal kaynaklı<br />

olabilir. Dopamin sekrete eden tümörler genellikle normotansif seyrederler. Bu tümörler nadirdir<br />

<strong>ve</strong> genellikle ekstra-adrenaldir. Tanı için idrar dopaminine bakılmaz. Plazma serbest metoksitiramin<br />

<strong>ve</strong>ya dopamin ölçülür. Dopamin için alınan kan buz içinde taşınıp hemen santrifüje edilmelidir.<br />

Provakatif (glukagon, histamin <strong>ve</strong> metoklopramid testleri) <strong>ve</strong>ya supresyon (klonidin testi) testleri<br />

gibi farmakolojik testler artık uygulanmamaktadır.<br />

Normotansif <strong>ve</strong> asemptomatik bir hastada normal plazma katekolamin düzeyleri feokromositoma<br />

tanısını ekarte ettirmez, fakat hipertansif <strong>ve</strong> semptomatik bir hastada tanıdan büyük ölçüde uzaklaştırır.<br />

Diğer bir deyişle, tipik ataklar tanımlayan bir hastada söz konusu atakların sebebi feokromositoma<br />

ise o hastada biyokimyasal testlerin normale göre çok (örneğin >10 kat) artmış olması gereklidir.<br />

Ayrıca semptomatik bir hastada tümör çapı tipik olarak 4.5 cm’in üzerindedir. Semptomatik bir<br />

hastada tümör lokalize edilemiyorsa tanı tekrar gözden geçirilmeli <strong>ve</strong> biyokimyasal anormallikler için<br />

diğer sebepler araştırılmalıdır. İnsidentalomalı asemptomatik bir hastada (henüz prebiyokimyasal<br />

safhada iken) tüm biyokimyasal tester normal olabilir.<br />

Serum kromogranin-A (CgA) feokromositoma tanısında alternatif bir test olarak önerilmiştir. Antihipertansif<br />

ilaç kullanımı CgA ölçümlerini etkilemez. Klirensi böbrekler yoluyla olduğu için orta<br />

derecede renal bozukluk anlamlı derecede artışına neden olur. Bu nedenle CgA rölatif olarak sensitif<br />

(%86) olmasına rağmen tanısal spesifitesi düşüktür. Diğer nöroendokrin tümörlerde de artar.<br />

Kreatinin klirensi > 80 ml/dk olanlarda artmış plazma katekolaminlerle birlikte kombine edildiğinde<br />

tanısal spesifitesi artar.<br />

B) Lokalizasyon çalışmaları<br />

Feokromositoma biyokimyasal olarak kanıtlandıktan sonra lokalize edilmelidir. Bunun için anatomik<br />

görüntüleme bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR) <strong>ve</strong> fonksiyonel görüntüleme<br />

(nükleer tıp metotları) uygulanır. Tümörün lokalizasyonunda hastaya ait bilgiler çok önemlidir.<br />

Altmış yaş üstü olanlarda tümörler nadiren ekstra-adrenal olur. Familyal sendromlarda bilateral <strong>ve</strong>ya<br />

multipl olabilirler. Tümörün katekolamin sekresyon özellikleri de dikkate alınabilir.<br />

Anatomik görüntüleme<br />

En sık BT <strong>ve</strong> MR kullanılır. Sensitiviteleri yüksek (%95-100) fakat spesifiteleri daha düşüktür (%50-<br />

70). Feokromositomaların %90’dan fazlası adrenal bezlere lokalizedir <strong>ve</strong> %98’i abdomen <strong>ve</strong> pelviste<br />

yer alır. Bu nedenle ilk önce abdomen görüntüleme yapılır. Paragangliomaların çoğu paraaortik<br />

alanda <strong>ve</strong>ya renal hilum çevresinde olur. Sporadik tümörlerin çoğu 3 cm’den büyük oldukları için<br />

BT <strong>ve</strong>ya MR ile kolaylıkla saptanabilirler. Yuvarlak <strong>ve</strong>ya oval görünümde <strong>ve</strong> çevre dokudan ayrılmalarını<br />

sağlayan belirgin sınırları vardır. Ayrıca hemorarjik <strong>ve</strong> kistik alanların yaygın olduğu heterojen<br />

görüntüye sahiptirler.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

51<br />

BT: Radyokontrast ajan krizi presipite edebileceğinden işlem öncesi α-blokajı sağlanmalıdır. Düşük<br />

osmolar kontrast kullanımının gü<strong>ve</strong>nli olabileceği belirtilmiştir. Batın <strong>ve</strong> pelvis BT normalse göğüs<br />

<strong>ve</strong> boyun BT çekilir. Küçük toraks tümörlerini saptamak için spiral BT tercih edilir. Kontrassız<br />

BT’de dansite 10 Haunsfield (genellikle >25) üstündedir. Kontraslı BT’de genellikle vaskülerdirler<br />

<strong>ve</strong> kontrast <strong>ve</strong>rildikten 10 dakika sonra washout %50’nin altında (adrenal adenomların aksine) kalır.<br />

MR: Ekstra-adrenal feokromositoma tanısında BT’ye göre daha değerlidir. Radyasyon maruziyetinin<br />

olmaması çocuklarda <strong>ve</strong> gebelerde tercih nedenidir. Kontrast madde gerektirmez. Feokromositoma<br />

T2-ağırlıklı görüntülerde karaciğere göre belirgin hiperintens görüntü <strong>ve</strong>rir.<br />

Fonksiyonel görüntüleme<br />

Biyokimyasal olarak feokromositoma tanısı konan bir hastada BT <strong>ve</strong>ya MR ile tek taraflı adrenal<br />

kitle tespit edildiğinde (metastaz <strong>ve</strong>ya multifokal tümör şüphesi yoksa) kitlenin fonksiyonel olarak<br />

görüntülenmesine gerek yoktur. Ancak abdominal görüntülemeler negatif ise <strong>ve</strong>ya malignite,<br />

metastatik hastalık <strong>ve</strong>ya multipl tümör şüphesi (büyük kitle, paraganglioma, familyal feokromositoma<br />

gibi) varsa <strong>ve</strong>ya böyle durumların ekarte edilmesi gereken bir vaka söz konusu ise fonksiyonel<br />

görüntüleme yapılarak tüm vücut feokromositoma spesifik taramaya tabi tutulur. En çok tercih<br />

edilen metaiodobenzylguanidine (131I-MIBG <strong>ve</strong> 123I-MIBG) sintigrafileri <strong>ve</strong> positron emission<br />

tomografi (PET) yöntemleridir. 123I MIBG sintigrafinin sensitivitesi %83-100 <strong>ve</strong> spesifitesi %95-<br />

100’dür. 131I MIBG’nin ise sensitivitesi %77-90 <strong>ve</strong> spesifitesi %95-100’dür. MIBG negatifse PET<br />

görüntüler kullanılır. Özellikle 18F-fluorodeoxyglucose tarama metastatik alanların saptanmasında<br />

yardımcı olur. 123I-MIBG normal adrenal doku tarafından <strong>ve</strong> genellikle asimetrik olarak tutulur.<br />

Tecrübesiz bir nükleer tıp uzmanı sol adrenali (sol adrenal daha kolay görünür) şüpheli olarak rapor<br />

edebilir. Böyle bir yorum BT <strong>ve</strong>ya MR ile desteklenmedikçe adrenalektomi yapılmamalıdır. Şekil<br />

1.de tanı algoritması yer almaktadır.<br />

Tedavi<br />

Feokromositomada temel tedavi tümörün cerrahi rezeksiyonudur. Tümörlerin çoğu benigndir <strong>ve</strong><br />

eksize edilebilirler.<br />

Medikal Tedavi: Feokromositomada cerrahi öncesi hazırlık için, akut hipertansif krizde <strong>ve</strong> metastatik<br />

hastalıkta primer tedavi olarak medikal tedaviden yararlanılır. Preoperatif tedaviden amaç; kan<br />

basıncı, kalp hızı, kan volümü <strong>ve</strong> diğer organ fonksiyonlarının normalleştirilmesidir. Böylece hasta<br />

anestezi <strong>ve</strong>ya cerrahinin neden olabileceği katekolamin krizinden korunmuş olur. Preoperatif hazırlık<br />

sadece feokromositoma cerrahisini kapsamaz. Başka bir sebeple hasta cerrahiye <strong>ve</strong>rilecekse, biyopsi,<br />

endoskopi <strong>ve</strong> radyofrekans ablasyonu gibi aşırı katekolamin salınımına neden olabilecek durumlar<br />

öncesinden de gerekli hazırlıklar yapılmalıdır.<br />

Cerrahi Tedavi: Tanı konan vakalarda tümör lokalize edildikten sonra uygun hazırlık sonrası tümörün<br />

çıkarılmasıdır. Cerrahi tedavi ile sıklıkla kür sağlanır.<br />

Medikal Tedavi<br />

1) Kan basıncı kontrolü<br />

• Fenoksibenzamin (Dybenzyline): İrre<strong>ve</strong>rsibl, uzun etkili nonspesifik α-adrenerjik antagonistidir.


52 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

• 2x10 mg oral başlanır. Kan basıncı kontrolleri yapılarak doz 2-3 günde bir 10-20 mg olarak artırılır.<br />

Günlük ortalama doz 20-100 mg’dır. Tedaviye cerrahiden 7-10 gün önce başlanır. Ancak<br />

yeni miyokard infarktüsü geçiren, katekolamin kardiyomiyopatisi olan, barsak hareketi disfonksiyonu<br />

<strong>ve</strong> katekolaminlere bağlı vasküliti olan hastalarda tedaviye daha önce başlanır. Doz ayarlanırken<br />

ortostatik hipotansiyon <strong>ve</strong> refleks taşikardi açısından dikkat edilir. Diğer yan etkiler;<br />

miyozis, nazal konjesyon, ejakulasyon inhibisyonu, diyare <strong>ve</strong> yorgunluktur.<br />

• α-bloker tedavisinden 2-3 gün sonra (kalp <strong>ve</strong>ya böbrek yetmezliği yoksa) volüm ekspansiyonunu<br />

sağlamak <strong>ve</strong> α-blokerlere bağlı gelişebilecek ortostazisi önlemek amacıyla yüksek sodyum<br />

diyeti (> 5000 mg/gün) başlanır.<br />

• Selektif α 1<br />

-antagonistleri: Prazosin, Doksazosin, Terazosin<br />

• Fenoksibenzaminin aksine refleks taşikardi yapmazlar <strong>ve</strong> etki süreleri daha kısadır. Bu sayede daha<br />

hızlı doz ayarı yapılabilir <strong>ve</strong> postoperatif hipotansiyon süresini azaltırlar. Günde tekdoz kullanılır.<br />

İlk doz hipotansiyon etkisinden kaçınmak için gece tedaviye başlanır. Yan etki profili açısından<br />

daha iyi olmaları nedeni ile metastatik feokromositoma gibi uzun kullanım endikasyonlarında<br />

tercih edilirler. Fakat preoperatif hazırlıkta yetersiz α blokajı nedeniyle bu ajanlar tercih edilmez.<br />

• Sonuç olarak etkili α blokajı ile refleks taşikardi <strong>ve</strong> hipotansiyon oluşturmaksızın kan basıncı kontrol<br />

edilir <strong>ve</strong> aşırı α-adrenerjik vazokonstruksiyon önlenerek kan volümü ekspansiyonu sağlanır.<br />

• Kalsiyum kanal blokerleri yeterli kontrol sağlanamayan hastalarda tek başlarına <strong>ve</strong>ya selektif<br />

α 1<br />

-antagonistleri ile kombine kullanılırlar. Katekolaminlerin neden olduğu koroner vazospazmda<br />

da etkilidirler. Preoperatif hazırlıkta en sık kullanılan kalsiyum kanal blökeri nicardipindir,<br />

başlangıç dozu 2x30 mg’dır. Ayrıca amlodipin 10-20 mg/gün, nifedipin 30-90 mg/ gün <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rapamil<br />

180-540 mg/gün <strong>ve</strong>rilebilir.<br />

• Kombine α+β adrenoreseptör antagonistleri: Bu ajanların tercih edilebilmesi için α/β antagonist<br />

aktivitesinin en az 4:1 (etkili antihipertansif etki için) olması gereklidir. Bu nedenle gerek labetolol<br />

<strong>ve</strong> gerekse car<strong>ve</strong>dilol mecbur kalınmadıkça preoperatif adrenoreseptör blokaji için önerilmezler.<br />

• Katekolamin sentez inhibitörü: α-Metil tirozin (Demser); Tirozin hidroksilaz enzimini bloke<br />

ederek katekolamin sentezini önlerler. Yeterli α <strong>ve</strong> β blokaji sağlanamayan durumlarda bu ilaçtan<br />

yararlanılabilir. α <strong>ve</strong> β -blöker tedaviye bağlı yan etki gelişirse, hasta tolere edemezse <strong>ve</strong>ya<br />

kan basıncı kontrolü sağlanamazsa <strong>ve</strong>ya intraoperatif olarak tümörün fazla manipulasyonu yapılacaksa<br />

α-Metil tirozin başlanabilir. Ayrıca metirozin tedavisi; rezeksiyon güç olacaksa (malign<br />

feokromositoma) <strong>ve</strong>ya destrüktif tedavi planlanıyorsa (hepatik metastazların radyofrekans ablasyonu)<br />

α <strong>ve</strong> β -blöker tedavi ile kombine edilebilir. Preoperatif hazırlık için; 1. gün:4x250 mg,<br />

2. gün 4x500 mg, 3. gün: 4x750 mg, 4. gün (operasyondan önceki gün): 4x1000 mg <strong>ve</strong> 5. gün<br />

(operasyon sabahı) son doz olarak 1000 mg metirozin <strong>ve</strong>rilir. Bu kısa süreli tedavide başlıca yan<br />

etkisi aşırı uyuklama halidir. α-Metil tirozin kan-beyin bariyerini kolay geçtiği için sedasyon,<br />

somnolans, ekstrapiramidal belirtiler, kabus görme, anksiyete <strong>ve</strong> depresyona neden olabilir. Ayrıca<br />

diyare, galaktore, kristalüri <strong>ve</strong> ürolitiazis yapabilir.<br />

• Hipertansiyon kontrol edilemediğinde ACE inhibitörü ila<strong>ve</strong> edilebilir<br />

• Normotansif hastalara da preoperatif α-adrenoreseptör <strong>ve</strong>ya kalsiyum kanal blöker tedavi <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Ancak katekolamin üretmeyen parasempatik kökenli baş <strong>ve</strong> boyun paragangliomalarında<br />

<strong>ve</strong> sadece dopamin salgılayan tümörlerde α-blokaj tedavisine gerek yoktur.<br />

2) Hidrasyon<br />

• Serum fizyolojik <strong>ve</strong>rilerek intravasküler volüm artırılır, çünkü aşırı katekolamin etkisiyle hipovolemi<br />

vardır. Hidrasyonla α-blokerlere bağlı postural hipotansiyon önlenir. Diğer taraftan


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

53<br />

yüksek katekolaminlerin neden olduğu α-adrenerjik vazokonstruksiyonun α-blöker tedavisi ile<br />

önlenmesi de kan volümünün düzelmesine katkıda bulunur. Katekolamin fazlalığının neden<br />

olduğu vazokonstriktör etki operasyon sonrası ortadan kalktığı için cerrahi öncesinde olduğu<br />

gibi cerrahi sonrası da plazma volüm ihtiyacı artmıştır.<br />

• Bunu önlemek amacıyla operasyon öncesi başlanarak hidrasyona devam edilir.<br />

3) Taşikardi <strong>ve</strong> aritmi tedavisi<br />

• Taşikardi <strong>ve</strong> aritmilerin önlenmesi için yeterli α-blokajından sonra (aksi halde α hiperstimulasyon<br />

sonucu ciddi hipertansif kriz gelişir) b bloker tedavisi başlanır (α-blöker tedavisinden<br />

2-3 gün sonra). Astım <strong>ve</strong>ya kalp yetmezliği olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Uzun dönem<br />

katekolamin fazlalığı miyokardiyopatiye neden olabilir <strong>ve</strong> böyle hastalarda b-blöker tedavisi akut<br />

pulmoner ödeme neden olabilir. Bu nedenle çok düşük dozla başlanır. Örneğin ProHPA KILA-<br />

VUZU 2009 33 pranolol (α-blöker tedavisinden 4-7 gün sonra) 3-4x10 mg başlanır <strong>ve</strong> günlük<br />

60 mg doz genellikle yeterli olur (hedef kalp hızı 60-80/dk. dir).<br />

• Aritmi için ayrıca lidokain (50-100 mg IV) <strong>ve</strong>ya esmolol (50-200 mg/kg/dk İV) kullanılabilir.<br />

4) Glukoz intoleransını tedavi etmek<br />

• Katekolamin fazlalığının neden olabileceği hiperglisemi açısından operasyon öncesi <strong>ve</strong> intraoperatif<br />

takip yapılır <strong>ve</strong> gerekli önlemler alınır. Postoperatif hipoglisemi riski açısından da takip<br />

yapılır.<br />

5) Hipertansif kriz tedavisi<br />

• Gerek operasyon öncesi gerek intraoperatif (entübasyonda, tümörün manipulasyonu ile) hipertansif<br />

kriz olabilir.<br />

• Fentolamin (Regitine amp. 10 mg/ml) (α1+α2 adrenerjik bloker): Kısa etkili non selektif<br />

α-adrenerjik blökeridir. Test dozu 1 mg yapıldıktan sonra gerekli olursa 2.5-5 mg i.v. bolus<br />

yapılır. Yarı ömrü kısa olduğu için hipertansiyon kontrol altına alınana kadar bu doz 5 dk.da bir<br />

tekrarlanır. Bolus enjeksiyonundan sonra ilaca maksimal yanıt 2-3 dk. içinde olur <strong>ve</strong> ilacın etkisi<br />

10-15 dk. sürer. Veya sürekli infüzyon yapılır: 100 mg fentolamin+500 ml %5 Dekstroz olarak<br />

kan basıncına göre doz ayarlanır.<br />

• Na-nitroprussid alternatif olarak kullanılır: 500 ml %5 Dekstroz içine 100 mg konarak 0.5- 5<br />

μg/kg/dk İV infüzyonla <strong>ve</strong>rilebilir. Tiyosiyanat toksisitesi riski nedeniyle infüzyon süresi uzayacaksa<br />

doz 3 μg/kg/dk’dan fazla olmamalıdır.<br />

• Nicardipin İV infüzyon kullanılabilir. İnfüzyon hızı 5 mg/saat olarak başlanır <strong>ve</strong> 15 dakikada bir<br />

doz 2.5 mg/saat artırılır. Maksimum doz 15 mg/saattir.<br />

• Şekil 2. de preoperatif tedavi özetlenmiştir.<br />

Cerrahi Tedavi<br />

Operasyon öncesi 1-3 gün süreyle 1-2 L/gün %0.9 NaCL ile hidrasyon yapılır. Geçmişte açık cerrahi<br />

ile rezeksiyon yapılırken günümüzde tek taraflı adrenal feokromositomalarda laparoskopik adrenalektomi<br />

tercih edilen prosedürdür (8-10 cm’den küçük tümörlerde). Böyle bir prosedür için postoperatif<br />

hospitalizasyon süresi ortalama 2-3 gündür. Tümör adrenal glandın içinde ise adrenal bez<br />

tümüyle çıkarılır. Zor diseksiyon, invazyon, adezyon <strong>ve</strong>ya cerrahın tecrübesizliği söz konusu ise işlem<br />

açık adrenalektomiye dönüştürülür. Tümör malign ise mümkün olduğu kadar çıkarılır. Özellikle


54 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

bilateral adrenal feokromositomada adrenal korteksin korunduğu cerrahi yaklaşım da uygulanmaktadır.<br />

Ancak MEN-2 hastalarında olduğu gibi rezidü adrenal medülla dokusunun kalabileceği <strong>ve</strong><br />

böylece rekürrens riskinin artabileceği endişesi de vardır. Böyle bir prosedür uygulanmışsa operasyon<br />

sonrası ACTH stimülasyon testi yapılmalıdır. Cerrahiden hemen sonra hipotansiyon gelişebilir.<br />

Sıvı tedavisi <strong>ve</strong> gerekirse aralıklı olarak düşük dozlarda pressör tedavi <strong>ve</strong>rilebilir. Preoperatif yeterli<br />

α-blokajı yapılan <strong>ve</strong> volüm ekspansiyonu sağlanan hastalarda postoperatif hipotansiyon gelişme riski<br />

azdır. Cerrahi esnasında her iki adrenal bez manipüle edilmişse <strong>ve</strong> operasyon sonrası hipotansiyon<br />

gelişmişse adrenal yetmezlik te akla gelmelidir. Postoperatif dönemde geçici hipoglisemi riski olduğundan<br />

kan şekerleri takip edilmeli <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rilen sıvılar %5 dekstroz içermelidir. Başarılı bir operasyon<br />

sonunda genellikle kan basıncı normale döner. Fakat bazı hastalarda 4-8 hafta kadar hipertansiyon<br />

devam eder. Persistan hipertansiyon; nüks <strong>ve</strong>ya rezidü tümör değilse, baroreseptörlerin yeniden regülasyonuna,<br />

hemodinamik değişikliklere, kan damarlarındaki yapısal değişikliklere, renal fonksiyonel<br />

<strong>ve</strong>ya yapısal değişikliklere <strong>ve</strong>ya eş zamanlı var olan esansiyel hipertansiyona atfedilir.<br />

Takip<br />

Postoperatif 1-2 haftadan sonra 24 saatlik idrar fraksiyone metanefrinler <strong>ve</strong> katekolaminler ölçülür.<br />

Ölçümler normal çıkarsa tümörün tam olarak çıkarıldığı anlaşılır. Aksi halde rezidü tümör, ikinci<br />

bir odak <strong>ve</strong>ya metastaz düşünülür. Bilateral adrenalektomi yapılırsa ömür boyu glukokortikoid <strong>ve</strong><br />

mineralokortikoid replasman tedavisi gereklidir. Daha sonra ömür boyu yıllık idrar metanefrinleri<br />

<strong>ve</strong> katekolaminleri <strong>ve</strong> plazma metanefrinleri ile hasta takip edilir. Bu şekilde hasta metastaz, multipl<br />

primer tümörün gecikmiş prezentasyonu <strong>ve</strong>ya rekürrens açısından takip edilir. Familyal hastalıkta <strong>ve</strong><br />

paragangliomada rekürens riski en fazladır. Katekolaminler <strong>ve</strong> metanefrinler yüksek saptanmadıkça<br />

<strong>ve</strong> orijinal tümör fonksiyone ise takipte BT <strong>ve</strong>ya MR gerekli değildir. Eğer biyokimyasal iyileşme sağlanmadıysa<br />

123I MIBG sintigrafisi yapıldığında uzak metastaz saptanabilir (primer tümörün daha<br />

yüksek metabolik aktivitesi nedeniyle cerrahi öncesi olası metastatik odağın MIBG uptake’i maskelenebilir).<br />

Benign feokromositomada prognoz genellikle mükemmeldir <strong>ve</strong> hastaların yaşam beklentisi<br />

sağlıklı kontrollerle aynıdır. Fakat feokromositoma tekrarlayabildiği için hastalar ömür boyu takip<br />

edilmelidir. Familyal hastalıkta, ekstra-adrenal, bilateral, sağ yerleşimli <strong>ve</strong>ya büyük tümörlerde tekrarlama<br />

riski artar. Malign feokromositomada 5 yıllık sürvi %30-60’tır.<br />

Gebelikte feokromositoma<br />

Feokromositoma hem anne hem de fetüs için çok risklidir. Pre-eklamsi ile karıştırılabilir. Tanı, preoperatif<br />

hazırlık <strong>ve</strong> hipertansif kriz tedavisi gebe olamayanlardaki gibidir. Ancak görüntülemede MR<br />

tercih edilir. Ayrıca gebelere nitroprussid <strong>ve</strong>rilmemelidir. Fenoksibenzamin genel olarak fetüs için<br />

gü<strong>ve</strong>nli kabul edilir. En uygun tedavi konusunda farklı görüşler olmasına rağmen, feokromositoma<br />

1. <strong>ve</strong> 2. trimestirde tespit edilmişse cerrahi olarak çıkarılmalıdır. Eğer medikal tedavi tercih edilmişse<br />

<strong>ve</strong> hasta 3.trimestirde ise sezeryan <strong>ve</strong> kitlenin çıkarıldığı tek operasyon uygulanır. Spontan vaginal<br />

doğumdan kaçınılmalıdır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

55<br />

Tablo 1. Feokromositomada atakları başlatan faktörler<br />

Spontan<br />

Mesane kateterizasyonu <strong>ve</strong>ya miksiyon<br />

Mesane paragangliomalarında<br />

Anestezi indüksiyonu<br />

Operasyon<br />

Emasyonel stres, anksiyete<br />

Doğum<br />

Pozisyonla (tümörde bası etkisi ile)<br />

Diyet (tiraminden zengin gıdalar)<br />

İlaçlar<br />

Eğilmek, egzersiz, yük kaldırma<br />

Defekasyon<br />

Batın palpasyonu<br />

Peynir, şarap, bira, et<br />

Histamin, morfin, saralasin, apresolin, Droperidol,<br />

amfetamin, glukagon, Metoklopramid, iyonik kontraslar<br />

Guanetidin, tiramin, kokain, opiatlar<br />

Trisiklik antidepresanlar MAO inhibitörleri,<br />

Dekonjestanlar, β-blokerler<br />

Tablo 2. Feokromositomada klnik bulgular<br />

Kan basıncı değişiklikleri (%<br />

98)<br />

Kardiyak bulgular<br />

Nörolojik Bulgular<br />

Diğer bulgular<br />

Sürekli HT (% 50)<br />

Paroksismal HT (%45) (Hipotansiyon ataklarıyla)<br />

Ortostatik hipotansiyon<br />

Fiziksel manevraların HT’ na yol açmaları<br />

Bazı antihipertansif ilaçlara paradoksal cevap<br />

Anesteziye ciddi pressör cevap<br />

Normotansif (%5-15)<br />

Şok (vasküler tonusun kaybı, aritmi, düşük plazma volümü <strong>ve</strong>ya<br />

kardiyak hasar sonucu olur)<br />

Miyokardit<br />

Dilate <strong>ve</strong>ya hipertrofik kardiyomiyopati<br />

Kardiyak aritmi (atrial <strong>ve</strong>ya <strong>ve</strong>ntriküler )<br />

Pulmoner ödem (kardiyak <strong>ve</strong>ya non-kardiyak)<br />

Akut miyokard infarktüsü<br />

Taşikardi, bradikardi<br />

Mental durum değişikliği<br />

Strok (serebral infarkt, emboli <strong>ve</strong>ya intrakranial hemorarjilere bağlı)<br />

Fokal nörolojik belirtiler<br />

Hipertansif ensefalopati<br />

Yüzde solgunluk daha nadir olarak flushing<br />

Tremor<br />

Hipertansif retinopati<br />

Endişeli / panik görünüm<br />

Li<strong>ve</strong>do retikularis, raynaud fenomeni


56 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Tablo 3. Feokromositoma ayırıcı tanısı<br />

Endokrin sebepler<br />

Tirotoksikoz<br />

Menopoz<br />

Medüller tiroit kanseri<br />

İnsulinoma<br />

Hipoglisemi<br />

Kardiyovasküler sebepler<br />

Labil esansiyel hipertansiyon<br />

Kalp yetersizliği<br />

Pulmoner ödem<br />

Senkop<br />

Ortostatik hipotansiyon<br />

Paroksismal kardiyak aritmi<br />

Anjina<br />

Renovasküler hastalık<br />

Psikolojik<br />

Anksiyete <strong>ve</strong> panik atak<br />

Somatizasyon bozuklukları<br />

Hiper<strong>ve</strong>ntilasyon<br />

Factitious (bazı ilaçlar, valsalva)<br />

Farmakolojik<br />

Adrenerjik inhibitörlerin kesilmesi<br />

MAO-inhibitör + dekonjestan<br />

Sempatomimetikler<br />

İllegal ilaç kullanımı (kokain, PCP, LSD)<br />

Klorpropamid-alkol flush<br />

Vankomisin (“red man syndrome”)<br />

Nörolojik<br />

Postural ortostatik taşikardi sendromu (POTS)<br />

Otonomik nöropati<br />

Migren<br />

Diensefalik epilepsi (autonomic seizures)<br />

İnme<br />

Serebrovasküler yetmezlik<br />

Diğer<br />

Açıklanmayan flushing nöbetleri<br />

Mast hücre hastalığı<br />

Karsinoid sendrom<br />

Rekküren idiopatik anaflaksi<br />

Tablo 4. Katekolamin <strong>ve</strong> metanefrinlerde artışa yol açabilecek ilaçlar<br />

Trisiklik antidepresanlar<br />

Levodopa<br />

Adrenerjik reseptör agonisti içeren ilaçlar (dekonjestanlar)<br />

Amfetaminler<br />

Buspiron <strong>ve</strong> psikoaktif ajanların çoğu<br />

Proklorperazin<br />

Rezerpin<br />

Klonidin kesilmesi<br />

Etanol<br />

Asetaminofen


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

57<br />

Sonuçları etkileyebilecek şüpheli<br />

ilaçlar kesilir<br />

Klinik şüphe<br />

Yüksek<br />

Düşük<br />

24 saat idrar:<br />

-Fraksiyone metanefrinler<br />

-Fraksiyone katekolaminler<br />

Plazma fraksiyone metanefrinler<br />

24 saat idrar:<br />

-Fraksiyone metanefrinler<br />

Normal<br />

Atak sırasında<br />

tekrarla<br />

Normal<br />

Diğer etyolojileri<br />

araştır<br />

İdrar katekolaminlerde > 2 kat ↑ <strong>ve</strong>ya<br />

İdrar metanefrinlerde ↑ (NM>900μg, MN>400 μ <strong>ve</strong>ya<br />

Fraksiyone plazma metanefrinlerde anlamlı artış<br />

Tipik adrenal <strong>ve</strong>ya<br />

para-aoritik kitle<br />

Lokalizasyon:<br />

-Abdominal MR <strong>ve</strong>ya<br />

-Abdominal CT<br />

Negatif<br />

Normal<br />

123I-MIBG sintigrafi istenir<br />

(Aşağıdaki durumlar varsa)<br />

- >10 cm adrenal kitle<br />

-Paraganglioma<br />

Tanıyı gözden geçir<br />

Aşağıdaki tetkikler yapılır:<br />

-123I-MIBG sintigrafi<br />

-In-III pentetreotid tarama<br />

-Tüm vücut MRI taraması<br />

-PET tarama<br />

Genetik tarama açısından değrelendirilir<br />

Preoperatif α <strong>ve</strong> β adrenerjik blokaj tedavisi<br />

Tümör tespit<br />

edilir<br />

Şekil 1. Feokromositomada tanı algoritması<br />

Kitlenin cerrahi rezeksiyonu


58 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

α-adrenoreseptör blöker<br />

(tercihen fenoksibenzamin)<br />

Doz kan basıncına göre ayarlanır<br />

Taşikardi varsa<br />

β-adrenoreseptör eklenir<br />

(α-blokajından 2-3 gün sonra başlanır)<br />

α-Metil tirozin<br />

(gerekirse ila<strong>ve</strong> edilir)<br />

Ayaktan takip<br />

(7-14 gün)<br />

Kalsiyum kanal blöker eklenir<br />

(hala kan basıncı kontolü sağlanamazsa)<br />

Kan basıncı <strong>ve</strong> kalp hızı monitörizasyonu<br />

Sıvı replasmanı<br />

Antihipertansif ilaçlara devam edilir<br />

Hospitalizasyon<br />

(1-3 gün)<br />

Sıvı replasmanına devam edilir<br />

Preoperatif son doz ilaçlarını alır<br />

(sabah erken saatte)<br />

Operasyon<br />

Şekil 2. Feokromositomada preoperatif hazırlık algoritması


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

59<br />

FEOKROMOSİTOMA<br />

(VHL, RET, SDHB, SDHC, SDHD)<br />

Test önceliği<br />

Ekstra-adrenal<br />

<strong>Adrenal</strong><br />

Multipl<br />

Malign<br />

⇓<br />

⇓<br />

⇓<br />

⇓<br />

SDHB<br />

RET, VHL<br />

SDHD, VHL<br />

SDHB<br />

PARAGANGLİOMA<br />

(SDHB, SDHC, SDHD)<br />

Test önceliği<br />

Tek<br />

⇓<br />

SDHB<br />

Multipl<br />

⇓<br />

SDHD<br />

Malign<br />

⇓<br />

SDHB<br />

Şekil 3. Feokromositoma <strong>ve</strong> paragangliomalı hastalarda genetik taramaya şekildeki önceliğe<br />

göre başlanır <strong>ve</strong> ilgili tarama negatif çıkarsa hastanın klinik özelliklerine göre spesifik gen<br />

mutasyonları taramasına devam edilir.


60 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

ADRENAL KARSİNOMA<br />

Primer adrenal kortikal karsinoma nadir, genellikle kötü prognozlu yüksek derecede malign bir tümördür.<br />

Tüm kanser ölümlerinin %0.2’sinin nedenidir. İnsidansı yaklaşık olarak yılda milyonda 1-2<br />

civarındadır. Vakaların çoğu 30-50 yaş arası ortaya çıkmakla birlikte bimodal yaş dağılımı gösterir:<br />

5 yaş öncesi <strong>ve</strong> 4.-5. dekatlar arası. Hastaların hayat beklentisini başlıca erken tanı <strong>ve</strong> tedavi belirler.<br />

Genel olarak erişkinlerde çocuklardan daha agresif seyreder.<br />

Patogenez= <strong>Adrenal</strong> kanserin etyolojisi belli olmamakla birlikte bazı vakalarda adrenal tümöregenez<br />

için önemli bir faktör olan tümör baskılayıcı genlerde mutasyon olduğu <strong>ve</strong> herediter kanser sendromlarıyla<br />

birliktelik gösterdiği saptanmıştır. Li-Fraumeni sendromu, Beckwith-Wiedemann sendromu,<br />

MEN tip 1 bu sendromlardandır. Bu vakalarda çeşitli genotipler tespit edilmiş <strong>ve</strong> hastalık hem<br />

erişkinlerde hem de çocuklarda bulunmuştur.<br />

Klinik prezentasyon= Adrenokortikal karsinomaların yaklaşık %60’ı fonksiyonludur. Fonksiyonlu<br />

adrenokortikal karsinomanın erken tanısı steroid hormon üreten tümöre bağlı ortaya çıkan klinik<br />

tablonun tanınmasına dayanmaktadır. Bunların ortaya kıçarttıkları metabolik tablolar nedeniyle tanınmaları<br />

daha kolaydır. Bilgisayarlı tomografi (BT) <strong>ve</strong> manyetik rezonans görüntüleme (MRG)<br />

tümörü lokalize etme, lokal <strong>ve</strong>ya uzak metastazlarının varlığını ortaya koyma bakımından yardımcı<br />

yöntemlerdir. Geri kalan %50 fonksiyonsuz tümörler ise karın bölgesinden kaynaklanan özgün<br />

olmayan şikayetlerin araştırılması sırasında rastlantısal olarak saptanırlar. Ya da tümör çok büyük<br />

boyuta ulaştığı <strong>ve</strong>ya metastaz yaptığı için saptanmaları mümkün olabilir.<br />

Cushing sendromu erişkin hastalarda en sık gözlenen klinik prezentasyondur (%45). Genel olarak<br />

bu hastalarda kortizol fazlalığına bağlı klinik bulgular 3-6 ay gibi oldukça kısa bir sürede ortaya çıkar.<br />

Bu vakalarda sıklıkla artmış androjen salgısı da görülmektedir. Bunun sonucunda kadınlarda hirsutizm,<br />

akne, düzensiz mensler <strong>ve</strong>ya amenore ortaya çıkarken androjenlerin artışı hiperkortizoleminin<br />

katabolik etkilerini maskeleyebileceğinden bu vakalarda cilt <strong>ve</strong> kaslarda atrofi daha hafif olabilir.<br />

Metastatik hastalığı olanlarda ise kilo alımından ziyade anoreksi <strong>ve</strong> kilo kaybı gözlenir. Seks hormonu<br />

üreten karsinomlar her iki cinsde farklı bulgulara yol açar. Erkeklerde androjen fazlalığı daha az<br />

dikkat çekicidir. Prepubertal erkek çocuklarda ise testis büyümesi olmaksızın erken puberta gelişebilir.<br />

Kadınlarda androjen artışı virilizasyonla seyredebilir. Östrojen salgılayan tümörler kadınlarda<br />

memelerde gerginlik <strong>ve</strong> disfonksiyonel uterus kanamalarına, erkeklerde ise jinekomasti, memelerde<br />

gerginlik, testiküler atrofi <strong>ve</strong> libido azalmasına neden olmaktadır. Prepubertal kız çocuklarında erken<br />

menarş görülebilir.<br />

Hormonal değerlendirme= Adrenokortikal tümörü olan hastalarda tümörün sekretuvar kapasitesini<br />

değerlendirmek için sırasıyla şu testler yapılmalıdır: açlık kan şekeri, serum potasyum, 24 saatlik idrar<br />

serbest kortizolu, dekzametazon baskılama testleri, serum östradiol <strong>ve</strong> adrenal adrojenler, plazma<br />

aldosteron <strong>ve</strong> renin düzeyleri. Fonksiyonsuz görülen adrenokortikal karsinomalarda da hormonal<br />

profile bakılmalıdır, zira bu tümörlerden bazıları progesteron <strong>ve</strong> 11-deoksikortizol gibi steroid hormon<br />

ara ürünlerini salgılayabilirler. Bunların tedavi öncesi tespitleri, daha sonra takipte biyokimyasal<br />

belirteç olarak kullanılmalarına olanak <strong>ve</strong>rir.<br />

Rastlantısal olarak saptanan adrenal kitlelerin benign mi malign mi olduklarının ortaya konulmasında<br />

birkaç önemli nokta vardır. Özellikle kitlenin boyutu bu açıdan yol göstericidir. Ebadı 3 cm.nin altında<br />

olan kitleler genel olarak benign kabul edilirler. Kitlenin boyutu özellikle 6 cm. <strong>ve</strong> üstündeyse malign<br />

olma olasılığı ciddi olarak artmıştır. Malign kitleler BT’de genellikle 5 cm.nin üstünde, nekroz alanları


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

61<br />

da içerdikleri için iç yapısı non-homojen yapıda olan tümörlerdir. Tümör sıklıkla yandaş böbreğin üst<br />

polüne <strong>ve</strong> alt kaval <strong>ve</strong>ne invazyon gösterir. Lipid zengin bir doku olan adrenal bezin tümörleri benign<br />

ise bu özelliklerini koruyacakları için düşük yoğunluğa sahip olacaklardır. Bu amaçla Hounsfield ünitesi<br />

(HU) kullanılır. Benign tümörlerde HU +10’un altındadır. Rakkam ne kadar büyür ise malignite olasılığı<br />

o kadar artmaktadır. Kontrast madde <strong>ve</strong>rilerek yapılan ölçümlerde HU’nun +30 üstünde olması<br />

malign bir kitle olduğunu %95 duyarlılık <strong>ve</strong> %100 özgünlükle ortaya koyar. Ultrason her ne kadar bu<br />

kitlelerin değerlendirilmesinde uygun değilse de karışık eko yapısına sahip, nekroz, hemoraji <strong>ve</strong> kalsifikasyon<br />

alanları içeren kitlelerin malign oldukları söylenebilir. Malign adrenal kitleler MRG’de T-1 ağırlıklı<br />

kesitlerde karaciğere göre hipointens, T-2 ağırlıklı kesitlerde ise hiperintens olarak görülür. Ayrıca<br />

MRG ile lokal organ invazyonu <strong>ve</strong> karaciğer metastazları gösterilebilir. Malign adrenal kitlelerin ayırıcı<br />

tanısı için bir başka yöntem de 131 I–6β-iyodometilnorkolesterol sintigrafisidir. Çoğu adrenokortikal<br />

karsinomalar bu radyonüklidi almadıklarından sintigrafide tümörlü taraf gözlenmez. Fluorodeoksiglukoz<br />

ile yapılan PET skan de bu açıdan yeni <strong>ve</strong> değerli bir yöntemdir.<br />

Evreleme= Adrenokortikal karsinoma, tümörün boyutu <strong>ve</strong> bölgesel ya da uzak tümör tutulumuna<br />

dayanılarak yapılmış MacFarlane sınıflamasının Sullivan tarafından modifiye edilmiş formuna göre<br />

evrelendirilebilmektedir. Bu sınıflama aşağıdaki tablo 1’de gösterilmiştir. En sık metastaz yerleri akciğer,<br />

karaciğer, lenf nodları <strong>ve</strong> kemiktir.<br />

Tablo 1. Adrenokortikal karsinomada MacFarlane sınıflandırması<br />

Evre Boyut Lenfadenopati Lokal invazyon Metastaz<br />

I 5 cm - - -<br />

III Tüm boyutlar + + -<br />

IV Tüm boyutlar + + +<br />

İnce iğne aspirasyon biyopsisi= Sitoloji adrenal tümörlerde benign-malign ayırımında yararlı değildir.<br />

Fakat adrenal tümörü metastatik tümörlerden ayırt etmede kullanılabilir. Dolayısıyla adrenal<br />

beze metastaz düşünülen durumlarda uygulanması söz konusudur.<br />

Prognoz= Kanserin evresi prognozu da belirler. Evre I, II <strong>ve</strong> III için 40 aylık sağkalım oranı %50 iken<br />

evre IV tümörü olanlarda bu oran sadece %10’dur.<br />

Tedavi <strong>ve</strong> izlem= Adrenokortikal karsinomlu hastanın tedavisinde halen geçerli yöntemler cerrahi,<br />

radyoterapi <strong>ve</strong> özgün olmayan kemoterapi rejimiyle mitotanı içermektedir. Cerrahi tedavide hedef<br />

tümör kitlesinin mümkün olduğunca tümünün çıkarılmasıdır. Yandaş dokulara lokal yayılımın olduğu<br />

vakalarda tümörün tamamen çıkarılması mümkün değilse bile olabildiğince tümör dokusunun<br />

çıkartılmasına çalışılmalıdır. Tümörün üst böbrek kutbuna komşuluğu <strong>ve</strong> bu nedenle sıklıkla böbreğe<br />

invazyonu nedeniyle yandaş böbreğin de tümörlü adrenal bezle birlikte çıkarılması sıklıkla gerekmektedir.<br />

Karaciğer metastazlarında kısmi lobektominin uzun dönem remisyon şansını arttırdığı<br />

gösterilmiştir. Adrenokortikal karsinomun radyoterapiye dirençli olduğu bilinmektedir. Bu yüzden<br />

ancak lokal hastalıkta geçici küçülmeye yarar. Özgün olmayan kemoterapötiklerin kullanımı sınırlı<br />

yarar sağlamaktadır. Bu amaçla adriamisin, sisplatin, etoposid, taksol, 5-florourasil, onkovin, siklo-


62 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

fosfamid <strong>ve</strong> suramin kullanılabilmektedir. Özellikle adrenal korteks üzerinde özgün etkinliğe sahip<br />

adrenolitik bir ajan olan mitotan metastatik adrenal kortikal karsinomanın tedavisinde kullanılmaktadır.<br />

Mitotanla adrenal kanserli hastaların %33’ünde kısmi <strong>ve</strong>ya tam cevap alındığı tespit edilmiştir.<br />

Primer tümör ekzisyonu <strong>ve</strong>ya lokal yayılım ya da metastazdan önce adjuvan mitotan tedavinin<br />

sağkalımı uzattığı gösterilmiştir. Mitotanın suramin ile kombine kullanımı her iki ilacın tek başına<br />

yaptıkları etkilerden daha büyük yarar sağlamaktadır.<br />

Adrenokortikal karsinomada uzun dönem tedavi sonuçları= Adrenokortikal karsinomada medikal<br />

tedavinin etkinliği sınırlıdır. Medikal tedaviyle kombine uygulanan cerrahi tedavi ise özellikle lokalize<br />

tümörü olanlarda, evre I-III hastalarda daha başarılı sonuçlar <strong>ve</strong>rmektedir. Cerrahi tedaviyle 70<br />

aylık sağkalım oranı %50 iken, yalnız medikal tedavi alanlarda bu oran %10 kadardır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

63<br />

HİPOTALAMUS-HİPOFİZ-GONADAL AKSIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE<br />

TANISAL YAKLAŞIM<br />

1. Tanım<br />

Hipotalamus-hipofiz-gonadal (HHG) aksta herhangi bir seviyede oluşan patoloji sonucu erkek <strong>ve</strong><br />

kadında seks steroidlerin (testosteron <strong>ve</strong>ya östrojen) sentezlenememesi durumu hipogonadizm olarak<br />

tanımlanır.<br />

Hipogonadizm hipotalamus <strong>ve</strong>ya hipofiz düzeyinde oluşan fonksiyonel <strong>ve</strong>ya anatomik bir bozukluk<br />

sonucu ortaya çıkarsa hipogonadotropik hipogonadizm (sekonder hipogonadizm) olarak adlandırılır.<br />

Hipogonadizm testis <strong>ve</strong>ya o<strong>ve</strong>rde yani gonadlarda oluşan fonksiyonel <strong>ve</strong>ya anatomik bir bozukluk<br />

sonucu ortaya çıkarsa hipergonadotropik hipogonadizm (primer hipogonadizm) olarak adlandırılır.<br />

2. Klinik belirti <strong>ve</strong> bulgular<br />

Erkek hastalar<br />

Primer <strong>ve</strong>ya sekonder hipogonadizmin klinik belirti <strong>ve</strong> bulguları erkekte androjen eksikliğine bağlıdır.<br />

Ayrıca hipogonadizmin puberte öncesi <strong>ve</strong>ya sonrası başlaması klinik bulguların en önemli belirleyicisidir.<br />

Başlıca belirti <strong>ve</strong> bulgular Tablo-1 de özetlenmiştir. Özellikle erişkin hastada başlayan<br />

hipogonadizmin fizik muayene bulguları belirgin olmadığı için tanısı gecikebilir <strong>ve</strong> hastalar genellikle<br />

infertile <strong>ve</strong>ya impotans şikayeti ile başvururlar. Ayrıca hipofiz-hipotalamus patolojilerine bağlı<br />

sekonder hipogonadizmi olan hastalarda diğer hipofizer hormon eksikliklerine bağlı klinik bulgular<br />

hakim olabilir. Klinefelter sendromu erkeklerde en sık görülen primer hipogonadizm nedenlerinden<br />

biridir. Son yılarda kafa travmasına bağlı hipofiz yetmezliği görülme sıklığı %15-20 civarlarında<br />

gösterilmiştir <strong>ve</strong> kronik dönemde gonadotrpin eksikliği bu hastaların bir kısmında tanımlanmıştır.<br />

Bu nedenle özellikle ağır kafa travması hikayesi olan tüm hastalarda bu durumun hipogonadotropik<br />

hipogonadizm nedeni olabileceği akılda tutulmalıdır.<br />

Tablo 1. Erkek hastalarda hipogonadizmin başlıca klinik özellikleri:<br />

Puberte öncesi başlayan hipogonadizmdeki belirti <strong>ve</strong> bulgular:<br />

· Küçük testis hacmi (


64 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Kadın hastalar<br />

Primer <strong>ve</strong>ya sekonder hipogonadizm, kadınların çoğunda oligo/amenore <strong>ve</strong>ya infertilite şikayetlerine<br />

neden olur. Eğer puberte öncesi herhangi bir seviyede HPG aksta bir patoloji gelişmiş ise hastalarda<br />

sekonder seks karakterlerinde gelişmeme (özellikle meme gelişimi olmaması <strong>ve</strong>ya yetersiz olması) <strong>ve</strong><br />

amenore ile başvurabilirler.<br />

Onaltı yaşa kadar menarş olunmaması primer amonore, önceden menstruasyon olan bir kadında<br />

3 siklüsten fazla amonore olursa sekonder amenore olarak tanımlanır. Primer amenorenin başlıca<br />

nedenleri olarak gonadal disgenezis (kromozal anomalilere bağlıdır <strong>ve</strong> hipergonadotropik hipogonadizm<br />

grubunda sınıflanır) <strong>ve</strong> fonksiyonel hipotalamik amenore (hipogonadotropik hipogonadizm<br />

grubunda sınıflanır) görülmektedir. Sekonder amenore ile gelen bir kadında öncelikle gebeliğin betahCG<br />

düzeyine bakılarak ekarte edilmesi gereklidir. Yine fonksiyonel hipotalamik amenore sekonder<br />

amenorenin en sık sebeplerinden biridir. O<strong>ve</strong>r disfonksiyonu <strong>ve</strong> hiperprolaktinemi de önemli<br />

sekonder amenore nedenlerindendir. “Hiperprolaktinemi” her iki cinste de GnRH sekresyonunu<br />

baskılayarak sekonder hipogonadizme neden olur.<br />

Meme gelişimi östrojen etkisini göstermesi bakımından ayırıcı tanıda önemli bir göstergedir. Ayrıca<br />

uterus <strong>ve</strong> o<strong>ve</strong>rler gibi internal genital organların görüntüleme yöntemleriyle tespit edilip edilememesi<br />

özellikle kromozom anomalilerine bağlı primer amenore nedenlerinin ayırıcı tanısında yol göstericidir.<br />

Her iki cinste de HPG aksın değerlendirilmesinde hikaye <strong>ve</strong> klinik bulgular tanı <strong>ve</strong> ayırıcı<br />

tanıda önemli bir yere sahip olmakla birlikte, kesin tanı <strong>ve</strong> ayırıcı tanı için periferik kandan<br />

yapılan <strong>ve</strong> aşağıda ana hatlarıyla özetlenen hormonal analizler gereklidir.<br />

3. Tanısal yaklaşım <strong>ve</strong> dinamik endokrin testler<br />

Bazal hormon düzeyleri<br />

HPG aks hastalıklarının tanısı <strong>ve</strong> ayırıcı tanısında son yıllarda önerilen ilk yaklaşım bazal gonadotrpinlerin<br />

(FSH <strong>ve</strong> LH) <strong>ve</strong> hedef organlardan (erkekte testis, kadında o<strong>ve</strong>r) salgılanan seks steroidlerinin<br />

(erkekte testosteron <strong>ve</strong> kadında östrojen) ölçümü şeklindedir. Klinik pratikte erişkin<br />

hastada HPG hastalıklarının çoğunun tanısı <strong>ve</strong> primer-sekonder hipogonadizm ayırımı bu şekilde<br />

bazal hormonların ölçümü ile yapılabilmektedir. Bazı özel durumların ayırıcı tanısı dışında, dinamik<br />

testler (özellikle GnRH uyarı testi) günümüzde çok sık kullanılmamaktadır.<br />

** Serum seks steroidleri düzeyleri referans aralığın alt sınırından düşük iken FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH düzeyleri<br />

üst sınırdan yüksek ise primer hipogonadizm (hipergonadotropik hipogonadizm), serum seks<br />

steroidleri düzeyleri referans aralığın alt sınırından düşük iken FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH düzeyleri normal<br />

referansın alt sınırından düşük <strong>ve</strong>ya uyumsuz olarak normal referans aralıkta ise sekonder hipogonadizm<br />

(hipogonadotropik hipogonadizm) tanısı konur.<br />

** Klinikte dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta gonadotropin <strong>ve</strong> seks steroid normal değerleri her<br />

iki cinste yaşa, uygulanan laboratuar yöntemine, <strong>ve</strong> kadınlarda menstrual siklusun evrelerine <strong>ve</strong> menopoz<br />

durumuna göre değişkendir. Bazal hormon yorumları yapılırken bu farklılıklara dikkat edilmelidir.<br />

** Klinik pratikte erkekte seks steroid olarak genellikle total testosteron ölçümü yeterlidir. Diurnal<br />

bir ritmi olduğu için sabah saat 11.00’den önce ölçülmelidir <strong>ve</strong> tanı mutlaka ikinci bir ölçüm ile<br />

teyit edilmelidir. Ancak seks hormon binding globulin (SHBG) düzeyini etkileyen obezite gibi bir


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

65<br />

hastalık <strong>ve</strong>ya ilaç kullanımı hikayesi gibi bir durum var ise serbest testosteron ölçümü de gerekebilir.<br />

** Ayırıcı tanıda önemli olan <strong>ve</strong> HPG aksı etkileyen “prolaktin <strong>ve</strong> TSH” serum düzeylerinin her iki<br />

cinste de ilk planda ölçülmesi uygun olur.<br />

** Düzenli menstruasyon olan kadınlarda HPG aksın normal olduğu kabul edilir <strong>ve</strong> herhangi bir<br />

hormonal ölçüm gerekli değildir.<br />

Dinamik testler<br />

a. GnRH (gonadotrophin releasing hormone) uyarı testi<br />

Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması<br />

Daha önce de bahsedildiği gibi GnRH testi erişkin hipogonadizmi tanısında çok nadiren kullanılmaktadır.<br />

Bazal hormonlarla tanı netleşmediği zaman kullanılabilir. Pediatrik endokrinoloji kliniklerinde<br />

en sık puberte prekoks tanısında kullanılmaktadır . Ayrıca sekonder hipognadizm <strong>ve</strong> gecikmiş<br />

puberte ayırımının yapılamadığı durumlarda GnRH testi kullanılabilir ancak ayrıcı tanıda her zaman<br />

yeterli olmayabilir.<br />

GnRH uyarı testinin temel prensibi hipofizdeki gonadotrop hücreleri uyararak rezervi belirlemektedir.<br />

GnRH testi ile hipogonadizm tanısı konmaz. Ayrıca bu test HPG aks patolojisinin yerini (özellikle<br />

hipofizer <strong>ve</strong>ya hipotalamik hasar ayırımını) değerlendirmekte yetersiz kalabilir. Normal yanıt hipogonadizmin<br />

hipofizer olmadığını düşündürür ancak reddettirmez çünkü hafif hipogonadotropik<br />

hipogonadizmi olan hastada normal yanıt olabilir. Teste yanıt alınamaması gonadotrop hücrelerde<br />

harabiyeti <strong>ve</strong>ya uzun süreli GnRH eksikliğini gösterir. Primer hipogonadizmi olan hastalarda ise aşırı<br />

FSH/LH cevabı gözlenir.<br />

Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />

· Test insulin hipoglisemi testi <strong>ve</strong> TRH testi ile kombine edilebilir. Kombine edilmeyecek ise açlık<br />

gerekli değildir. GnRH testinin herhangi bir yan etkisi yoktur <strong>ve</strong> kontrendikasyon bildirilmemiştir.<br />

· Test öncesi FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır (0. dakika) <strong>ve</strong> 100 mg GnRH iv olarak <strong>ve</strong>rilir.<br />

Ardından 30, 60, 90 <strong>ve</strong> 120. dakikalarda FSH/LH ölçümü için kan alınır.<br />

· FSH, GnRH uyarısı sonrası LH’dan daha geç <strong>ve</strong> daha az uyarılır.<br />

· Normal yanıt: Kadınlarda folliküler fazda LH pikinde bazal değere göre 2 kattan fazla artış (LH<br />

piki > 2 x bazal), FSH piki ise >1.5 x bazal olarak kabul edilmektedir. Erkeklerde ise LH piki ><br />

3-6 x bazal, FSH piki >1.5-2 kat bazal değerler normal yanıt olarak kabul edilmektedir.<br />

b. Klomifen sitrat çekilme testi<br />

Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması<br />

Klomifen testi rutin uygulamada sık kullanılmayan bir testtir. Klomifen sitrat günümüzde sıklıkla<br />

ovülasyon indüksiyonu için kullanılmaktadır. Klomifen sitrat zayıf östrojenik aktivite sahiptir <strong>ve</strong><br />

hipotalamusta anti-östrojenik etki ile endojen östradiolün negatif feedback etkisinin ortadan kalkmasına<br />

neden olur. Sonuçta GnRH <strong>ve</strong> FSH/LH artışı gözlenir. Erkeklerde testis kaynaklı androjenler<br />

feedback kontrolde östradiole dönüşerek etki ettiği için bu test her iki cinste de kullanılabilir.


66 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Klomifen testi HPG akta özellikle hipofizdeki gonadotrop hücre rezervi konusunda bilgi <strong>ve</strong>rir. Bu<br />

nedenle muhtemel gonadotropin eksikliği tanısı olan hastada tanıyı netleştirmek için kullanılabilir.<br />

En sık adolesan dönemde kilo ile ilişkili hipogonadizm <strong>ve</strong> idiopatik gecikmiş puberte ayırımında<br />

kullanılmaktadır.<br />

LH <strong>ve</strong> FSH yanıtının olmaması hipofiz <strong>ve</strong>ya hipotalamus hasarına bağlı gonadotropin eksikliğini düşündürür.<br />

Ağır anorektik kişiler klomifene yanıt <strong>ve</strong>rmeyebilir fakat kilo alımı sonrası yanıt normale<br />

geri döner. Bazı kaynaklarda klomifen testine testosteron <strong>ve</strong>ya östrojen cevabı bakılması önerilmişse<br />

de, genel yaklaşım seks steroid cevabı bakılmaması yönündedir. Çünkü Klomifen sitrat her iki hormonun<br />

serum düzeylerini SHBG’yi etkileyerek yükseltir <strong>ve</strong> yanlış yorumlara neden olabilir.<br />

Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />

· Depresif hastalarda kullanılması kontrendikedir. En önemli yan etkisi ilaç kullanırken görme<br />

alanında santral holalar oluşabilir ancak ilaç kesilince düzelir.<br />

· Test öncesi (0. gün) serum FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır.<br />

· Kadında 100 mg/gün dozunda 5 gün (adet gören kadında siklusun 5. günü başlanır) klomifen<br />

sitrat <strong>ve</strong>rilir. Erkekte ise 100 mg, günde 2 kez 7-10 gün klomifen sitrat <strong>ve</strong>rilir.<br />

· Testin sonunda tekrar FSH/LH düzeyi ölçümü için kan alınır.<br />

· Normal yanıt: kadında klomifen alımının 5. gününde FSH/LH düzeylerinin normal referans<br />

değerin üzerine çıkması, erkekte ise ilaç alımından 1 hafta sonra LH düzeyinin bazale göre 2 kat<br />

artması olarak kabul edilir. (erkekte FSH, LH’ya göre daha az artış gösterir)<br />

c. Human Koryonik Gonadotropin (hCG) uyarı testi<br />

Testin kullanımı <strong>ve</strong> yorumlanması:<br />

hCG, LH benzeri aktivite gösteren glikoprotein yapıda bir homondur. HCG testi erkeklerde özellikle<br />

primer hipogonadizmin ayırıcı tansında halen klinik kullanımı olan bir testtir. Primer hipogonadizm<br />

tanısında yeri yoktur çünkü yukarıda bahsedildiği gibi primer hipogonadizm tanısı bazal hormonal<br />

değerler ile konulabilmektedir. Uygulamasını takiben Leydig hücrelerinde LH reseptörüne bağlanır<br />

<strong>ve</strong> testosteronun sentezi <strong>ve</strong> salınımını uyarır.<br />

Genellikle testiküler fonksiyonu değerlendirmek amacıyla bu test uygulanır. En önemli kullanım<br />

yerlerinden birisi anorşi <strong>ve</strong> kriptorşidizm ayırıcı tanısıdır. Anorşide hCG’ye testosteron cevabı hiç<br />

olmaz, kriptorşidzm de ise subnormal ya da normal yanıt alınabilir. Primer hipogonadizmi olan<br />

erkeklerde test sonrası testosteron yanıtı olmaz , ancak sekonder hipognadizmi olan hastada normal<br />

yanıt beklenir. Ancak uzun süreli sekonder hipoonadizmi olan bir hastada leydig hücrelerinde atrofi<br />

gelişebileceği için kısa süreli hCG uyarısına testosteron yanıtı bir miktar azalmış olabilir, hCG uyarı<br />

süresi uzayınca cevap normale döner. Gonadotropin tedavisi planlanan sekonder hipogonadizmli bir<br />

erkek hastada hCG’ye testosteron yanıtının iyi olması tedavinin uygunluğunun indirekt bir göstergesidir,<br />

fakat bu amaçla rutinde her hastaya tedavi öncesi test uygulanması gerekli değildir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

67<br />

Testin yapılışı <strong>ve</strong> normal değerler<br />

Testin yapılış protokolü faklı şekillerde tanımlanmıştır <strong>ve</strong> en sık kullanılan 2 protokol şu şekildedir:<br />

· Dört gün boyunca günde 2000-4000 IU hCG i.m. uygulanır. Öncesi <strong>ve</strong> sonrasında testosteron<br />

düzeyi ölçüm için kan alınır; <strong>ve</strong>ya<br />

· Erişkinlerde 5000IU/1.7 m 2 (1500-5000 IU), çocuklarda 100 IU/kg tek doz i.m. olarak uygulanır.<br />

Test öncesi, <strong>ve</strong> hCG’den 72 <strong>ve</strong> 96 saat sonra serum testosteron düzeyi için kan alınır.<br />

· Normal yanıt: Bazal serum testosteron düzeyinin en az 2 kat artmasıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Williams Textbook of Endocrinology, 11th edition, Eds: Kronenberg H.M., Melmed S.<br />

2. Greenspan’s Basic & Clinical Endocrinology, 8th edition, Eds: Gardner D.<br />

3. Hipogonadizm Tanı <strong>ve</strong> Tedavisi, Bolu E., Türkiye Klinikleri J Endocrin-Special Topics, 2011; 4(1): 43-56.<br />

4. High Risk Of Hypopituitarism after Traumatic Brain Injury: A Prospecti<strong>ve</strong> In<strong>ve</strong>stigation of Anterior Pituitary<br />

Function In The Acute Phase and 12 Months after Trauma, Tanri<strong>ve</strong>rdi F. et al., J Clin Endocrinol<br />

Metab, 2006; 91: 2105-2111.<br />

5. The Bart’s Endocrine Protocols, Trainer PJ., 1995 (Churchill Livingstone)


68 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

ERKEK HİPOGONADİZMİ<br />

Endokrin cemiyeti erkek hipogonadizmini; hipotalamo – hipofizer –gonadal aksta bir <strong>ve</strong>ya daha çok<br />

seviyede bozukluk sonucu testisin fizyolojik düzeyde testosteron sentezleyememesi <strong>ve</strong> spermatozoa<br />

sayısında azalma ile karakterize bir sendrom olarak belirlemiştir.<br />

AACE (American Association of Clinical Endocrinologists) <strong>ve</strong> Avrupa androloji <strong>ve</strong> üroloji derneği<br />

farklı şekillerde tanımlamışlardır. Bu nedenle farklı görüşlere göre erkek hipogonadizme bir çok<br />

isimler <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Erkek hipogonadizm de terminoloji<br />

· Andropoz<br />

· ADAM (androgen deficiency in the ageing male)<br />

· Androjen eksikliği sendromu<br />

· Geç başlayan hipogonadizm (late onset hypogonadism)<br />

· Erkek menopozu<br />

· Yaşla birlikte parsiyel androjen düzeyinde azalma (partial androgen decline in the ageing<br />

male=PADAM)<br />

· Testosteron eksikliği sendromu<br />

Ögonadal bir erkekte testosteron regülasyonu<br />

Androjen, erkekte seksüel fonksiyonun sağlanması <strong>ve</strong> devamı için gerekli hormondur. Ögonadal erkekte<br />

testosteron üretiminin regülasyonu hipotalamo hipofizer gonadal aksa (HPG) dayanır (Şekil1).<br />

Hipotalamustan gonadotropin releasing hormon (GnRH) salgılanır <strong>ve</strong> ön hipofizden LH <strong>ve</strong> FSH<br />

salgılatır. LH testisin interstisyel Leydig hücrelerinden testosteron üretimini sağlar, FSH ise spermatagonezi<br />

<strong>ve</strong> sertoli hücre fonksiyonunu uyarır.<br />

Testosteronun %95’ i hipofizer LH <strong>ve</strong> lokal parakrin faktörlerin etkisi ile testiste sentezlenir. Testosteronun<br />

sadece % 1-2’ si dolaşımda serbest halde bulunur. %98-99’u albumine (%40-50) <strong>ve</strong><br />

SHBG’ne (%50-60’ı) bağlanır. Testosteron SHBG’ne kuv<strong>ve</strong>tli bağlanır. Serbest fraksiyonu <strong>ve</strong> albumine<br />

bağlı testosteron biyolojik aktivite gösterir. Bu nedenle albumine bağlı testosteron <strong>ve</strong> serbest<br />

testosteron biyoyararlanımı olan testosteron olarak adlandırılır.<br />

HPG aks negatif feedback mekanizma ile regüle edilir. Testosteron GnRH nın hipotalamustan salınım<br />

sıklığını <strong>ve</strong> amplitüdünü inhibe eder. Ayrıca LH nın hipofizden sekresyonunu inhibe eder. Testisteki<br />

Sertoli hücreleri spermatogenezi stimule ederken glukoprotein hormon olan inhibin hormonu<br />

sentezlenir <strong>ve</strong> inhibin hipofiz üzerine negatif feedback etkilidir, FSH’ nın sekresyonunu inhibe eder.<br />

Testosteron hedef dokuda 5 alfa reduktaz enzimi ile dihidrotestosterona , aromataz enzimi ile estradiole<br />

döner. Testosteron <strong>ve</strong> dihidrotestosteron androjen reseptörüne bağlanarak biyolojik etkilerini<br />

gösterirler. Dihidrotestosteronun %20’si dolaşımda oluşurken %80’ni periferal dokuda testosterondan<br />

dönüşür.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

69<br />

HİPOTALAMUS<br />

GnRH<br />

ÖN HİPOFİZ<br />

FSH<br />

LH<br />

Sertoli hücrresi<br />

LEYDİG HÜCRELERİ<br />

TESTİS<br />

SEMİNÜFER TUBULUS<br />

SPERMATOZOA<br />

TESTOSTERON<br />

Prostat, üreme sistemi <strong>ve</strong> ciltte 5 alfa reduktaz enzimi vardır. Karaciğerde, yağ dokusunda <strong>ve</strong> beyinde<br />

aromataz enzimi bulunur.<br />

Androjen seviyesi 40 yaşından itibaren her yıl % 1 azalır <strong>ve</strong> SHBG ni yaşla birlikte artmakta <strong>ve</strong> biyoyararlanımı<br />

olan testosteronda azalma olmaktadır.<br />

Erkek hipogonadizmi testiküler fonksiyonda anormallikle (primer hipogonadizm) , hipotalamik<br />

<strong>ve</strong>ya hipofizer kusura bağlı ( sekonder hipogonadizm) <strong>ve</strong>ya androjenin hedef dokusunda yetersizlik<br />

sonucu (androjen insensitivite) oluşabilir.<br />

Primer hipogonadizm düşük testosteron, bozulmuş spermatogenez <strong>ve</strong> artmış LH <strong>ve</strong> FSH ile karakterizedir.<br />

Bu nedenle hipergonadotropik hipogonadizm olarak da bilinir.


70 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Sekonder hipogonadizm (hipogonadotropik hipogonadizm) hipotalamus <strong>ve</strong>ya hipofizer hastalıklar<br />

sonucu ortaya çıkar <strong>ve</strong> düşük testosteron <strong>ve</strong> düşük <strong>ve</strong>ya uygunsuz normal LH <strong>ve</strong> FSH konsantrasyonu<br />

ile seyreder. Androjen eksikliği primer <strong>ve</strong> sekonder olarak klasifiye etmenin klinik önemi vardır<br />

çünkü sekonder hipogonadizm de gonadotropin <strong>ve</strong>ya pulsatil GnRH tedavisi ile fertilite mümkündür.<br />

Buna karşılık primer testiküler yetersizlikte spontan fertilite mümkün değildir.<br />

Erkek hipogonadizmin nedenleri Tablo 1’de <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Tablo 1. Erkek hipogonadizmin nedenler<br />

Primer hipogonadizm (Testiküler)<br />

· Konjenital anorşizm<br />

· Kriptorşidizm<br />

· Kabakulak orşiti<br />

· Genetik <strong>ve</strong> gelişimsel durumlar<br />

o Klinefelter sendromu<br />

o Androjen reseptör <strong>ve</strong>ya enzim defektleri<br />

o Sertoli cell only sendromu<br />

o Radyoterapi/Kemoterapi<br />

o Testiküler travma<br />

o Otoimmün sendromlar (anti Leydig hücre hastalıkları)<br />

Sekonder hipogonadizm (hipotalamo-hipofizer)<br />

· Genetik durumlar<br />

o Kallmann’s sendromu<br />

o Prader-Willi sendromu<br />

· Hipofizer tümörler, granülomlar, abseler<br />

· Hiperprolaktinemi<br />

· Kranial travma<br />

· Radyoterapi<br />

· İlaçlar (Östrojenler, psikoaktif ilaçlar, metoklopramid, opioidler )<br />

Primer <strong>ve</strong> sekonder birlikte nedenler<br />

· Yaşlanma<br />

· Alkolizm<br />

· Kronik enfeksiyon (HIV)<br />

· Kortikosteroid tedavisi<br />

· Sistemik hastalıklar<br />

o Karaciğer yetmezliği<br />

o Üremi,<br />

o Orak hücre hastalığı<br />

· Hemokromatozis<br />

· Malnutrisyon<br />

Hipogonadizmde klinik bulgular <strong>ve</strong> tanı<br />

Hipogonadizm tanısında düşük testosteron konsantrasyonu ile ilişkili bir çok semptom <strong>ve</strong> bulgu<br />

vardır. Endokrin cemiyeti <strong>ve</strong> AACE bu konu ile ilgili klavuz hazırlamıştır. Hipogonadizm semptom<br />

<strong>ve</strong> bulgularından her birini gösteren hastada total testosteron düzeyine bakılması önerilmektedir.<br />

Hipogonadizm semptom <strong>ve</strong> bulguları<br />

Primer semptomlar<br />

· Libidonun azalması<br />

· PDES İinhibitörlerinin erektil disfonksiyonda etkili olmaması


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

71<br />

· Depresif mood<br />

· Enerjinin azalması, yorgunluk artışı<br />

· Osteoporoz <strong>ve</strong>ya düşük kemik kitlesi<br />

Düşük testosterona ait diğer semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />

· Yetersiz seksuel gelişim, önikoidizm, aspermi<br />

· Spontan ereksiyonda azalma<br />

· Memede rahatsızlık, jinekomasti<br />

· Vücut kıllarının azalması (aksiler <strong>ve</strong> pubik kıllar azalır, tıraş sıklığı azalır)<br />

· Çok küçük <strong>ve</strong>ya küçülmüş testis (özellikle


72 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Hipogonadotropik hipogonadizme neden olan diğer tüm nedenler ekarte edildikten sonra idyopatik<br />

hipogonadotropik hipogonadizm akla gelmelidir.<br />

Semptom <strong>ve</strong> bulgu +,<br />

anamnez <strong>ve</strong> FM<br />

Sabah total T ölçülür<br />

Total T< 250 ng/dl<br />

250


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

73<br />

· Formülasyona spesifik yan etkiler<br />

o Testosteron enantate , cypionate <strong>ve</strong>ya undeconat<br />

§ Mood <strong>ve</strong> libidoda fluktuasyon<br />

§ Enjeksiyon yerinde ağrı<br />

§ Özellikle yaşlı hastalarda ciddi eritrositozis<br />

o Transdermal patch<br />

§ Uygulama yerinde cilt reaksiyonu<br />

o Transdermal gel<br />

§ Partnere geçiş<br />

§ Ciltte irritasyon<br />

o Buccal testosteron<br />

§ Tad alma duyusunda değişme<br />

§ Diş eti irritasyonu<br />

o Pellet inplantı<br />

§ Enfeksiyon <strong>ve</strong> pelletten dışarı çıkma<br />

o Oral tablet<br />

§ Karaciğer <strong>ve</strong> kolesterol üzerine etki.<br />

Hipogonad erkekte testosteron tedavisi kontrendikasyonları<br />

· Prostat kanseri<br />

· Meme kanseri<br />

· Hematokritin > % 50<br />

· Ciddi alt üriner sistem semptomlarının olması<br />

· Prostat nodülü olan erkeklerde ürolojik muayene sonrası testosteron tedavisi düşünülür.<br />

· Kontrol altında olmayan konjestif kalp yetmezliği<br />

· Miyokard infarktüsü, akut koroner olaylar, koroner revaskularizasyon posedürü<br />

· Tedavi edilmemiş ciddi obstruktif uyku apnesi<br />

Testosteron tedavisi prostat kanseri olan grupta kontrendike olarak bilinirse de lokalize prostat Ca<br />

olup radikal prostatektomi olan <strong>ve</strong> PSA düzeyi 2 yıl boyunda ölçülemez düzeyde olan gruba <strong>ve</strong>rilmiş<br />

<strong>ve</strong> rekurrens çok düşük oranda tespit edilmiştir. Yine de bu konu ile ilgili randomize çalışma olmayıp<br />

prostat Ca sı olan hastaya testosteron tedavisi önerilmemektedir.<br />

Testosteron tedavisi alan hastanın takibi<br />

· Hasta yan etkileri açısından önce 3-6 aylık aralıklarla daha sonra yıllık takip edilir.<br />

· Tedavide hedef testosteron düzeyinin normal aralığın ortasında olması hedeflenir<br />

o Enjektabl testosteron enantat <strong>ve</strong>ya cypionate alan hastanın serum testosteron düzeyi her iki<br />

enjeksiyonun ortasında ölçülür. Eğer testosteron düzeyi > 700 ng/dl (24.5 nmol/L) <strong>ve</strong>ya<br />


74 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Testosteron (T) formulasyonlarının klinik farmakolojisi<br />

Formülasyon Rejim Farmakokinetik profil DHT <strong>ve</strong> E2<br />

T enantate<br />

150-200 mg/2 haftada<br />

bir <strong>ve</strong>ya 75-100 mg/hf<br />

Enjeksiyon sonrası serum<br />

T düzeyi suprafizyolojik<br />

düzeye çıkar, doz intervali<br />

sonunda hipogonadal<br />

düzeye iner<br />

T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />

değişmez.<br />

%1 transdermal<br />

gel<br />

5-10 gr T gel , her gün<br />

50-100 mg T uygulanır.<br />

Serum T <strong>ve</strong> E2 düzeyini<br />

fizyolojik düzeyde tutar.<br />

Serum DHT düzeyi artar,<br />

DHT:T oranı sağlıklı<br />

ögonadal erkeklerden daha<br />

yüksek düzeye çıkar.<br />

Transdermal T<br />

patch<br />

1 <strong>ve</strong>ya 2 patch , 5-10 mg<br />

T her gün uygulanır.<br />

Serum T, DHT <strong>ve</strong> E2<br />

düzeyini fizyolojik<br />

aralıkta tutar.<br />

T:DHT <strong>ve</strong> T: E2 oranını<br />

fizyolojik düzeyde tutar<br />

Buccal T tablet<br />

30 mg kontrollü<br />

salınım tab günde 2 kez<br />

kullanılır<br />

Buccal mukozadan emilir.<br />

Serum T <strong>ve</strong> DHT nu<br />

normalize eder.<br />

T pellet<br />

3-6 pellet SC inplante<br />

edilir<br />

Serum T 1. ayda pik<br />

yapar <strong>ve</strong> 3-6 ayda normal<br />

aralığa iner.<br />

T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />

değişmez<br />

17 α metil T 17 α alkile formu<br />

potansiyel karaciğer<br />

toksisitesi nedeni ile<br />

kullanılmamalıdır.<br />

Oral aktifdir.<br />

Oral T<br />

undeconate<br />

Yemeklerle birlikte<br />

günde 2-3 kez 40-80 mg<br />

kullanılır.<br />

T düzeyi normal düzeyde<br />

tutulur.<br />

DHT:T oranı artar.<br />

Enjectable<br />

uzun etkili T<br />

undeconate<br />

1000 mg IM <strong>ve</strong> 6 hafta<br />

sonra tekrarlanır <strong>ve</strong> daha<br />

sonra 10-14 haftada bir<br />

uygulanır.<br />

T düzeyi normal düzeyde<br />

tutulur<br />

DHT <strong>ve</strong> E2 düzeyi<br />

T düzeyi ile birlikte<br />

artar.T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />

değişmez.<br />

Adheziv matrix<br />

patch T<br />

2X60 cm2 patch 4.8<br />

mg/gün T sağlar.<br />

Serum T, DHT <strong>ve</strong> E2 yi<br />

fizyolojik aralıkta tutar.<br />

T:DHT <strong>ve</strong> T:E2 oranı<br />

fizyolojik düzeyde tutar.<br />

o Buccal testosteron kullananlarda testosteron düzeyi hemen uygulamadan sonra ölçülmelidir.<br />

o Transdermal jel kullananlarda testosteron düzeyi her an bakılabilir <strong>ve</strong> normal düzeyde tutulmalıdır.<br />

o Testosteron pellet kullanan hastanın testosteron düzeyine doz aralığının sonunda bakılır. Pellet<br />

sayısı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya doz intervali serum testosteron düzeyi normal olacak şekilde ayarlanır.<br />

o Oral testosteron undeconate kullanımında testosteron monütorizasyonu alımdan 3-5 saat<br />

sonra yapılır.<br />

o Enjektabl testosteron undeconat kullanımında serum testosteron düzeyi her enjeksiyon öncesi<br />

ölçümlenir <strong>ve</strong> normal aralıkta tutulur.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

75<br />

· Hematokrit değerine 3. <strong>ve</strong> 6. ayda , daha sonra yılda bir bakılır <strong>ve</strong> %54 üzerinde olursa tedavi<br />

hematokrit değeri gü<strong>ve</strong>nli aralığa inene dek sonlanır. Hastalar hipoksi, <strong>ve</strong> uyku apnesi açısından<br />

sorgulanır.<br />

· KMD ölçümü osteoporozu <strong>ve</strong>ya küçük travma fraktürü olan hastada tedavinin 1-2. yılında yapılr.<br />

· 40 yaş <strong>ve</strong>ya üstündeki hastalarda PSA ölçümü 0.6 ng/ml üzerinde ise , rektal tuşe yapılır. PSA<br />

düzeyi 3-6 . aylarda ölçülür. Daha sonra prostat kanser tarama kılavuzuna göre davranılır.<br />

· 12. ayda serum PSA konsantrasyonundaki artış >1.4 ng/ml <strong>ve</strong> FM de prostata anormallik varsa<br />

üroloji konsültasyonu istenir.<br />

· Her vizitte tedavi protokolü ile ilgili spesifik yan etkiler açısından hasta gözden geçirilir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Dandona P, Rosenberg MT. A practical guide to male hypogonadism in the primary care setting. Int Clin<br />

Pract may 2010, 64 (6); 682-696.<br />

2. Bhasin B, Glein R et al. Testosteron therapy in men with androgen deficiency syndromes: An Endocrine<br />

society clinical practice Guideline. J Clin Endocrinol Metab , June 2010, 95(6), 2536-2559.<br />

3. Bhasin S, Basaria S. Diagnosis and treatment of hypogonadism in men. Best practice & Research Clinical<br />

Endocrinology and Metabolism 2011, 25, 251-270<br />

4. Bhasin S. Williams Texbook of Endocrinology, 11th edition. Androgen deficiency syndromes. 2008, 653-<br />

670.<br />

5. Arianayagam R. Androgen deficiency in the aging man. Australian family physian vol 39, no: 10, october<br />

2010.<br />

6. Barkin J. Erectil dysfunction and hypogonadism. Can J urol 2011, apr, 18, suply 2-7<br />

7. Basil N, Morley JE. Late –life onset hypogonadism : a review. Clin Geriatr MED, 2010, May, 26 (2), 197-<br />

222.<br />

8. Robert I. McLachan. Certainly More Guidelines than rules. J Clin Endocrinol Metab, june 2010, 95 (6):<br />

2610-2613.<br />

9. Krausz C. Le infertility: Pathogenesis and clinical diagnosis.Best Pract Res Clin Endocrinol Metab, 2011<br />

apr 25 (2) 271-285.<br />

10. Wu FC, Tajar A et al. Identifıcation of late onset hypogonadism in middle aged and elderly men. The New<br />

England journal of medicine. 2010. 363, 2, 123-135.<br />

11. Umbas R, Sugiono M. Testosteron replacement therapy in prostate cancer. Acta Med Indones Inter Med ,<br />

2010; 42 (3): 171-175


76 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

ANDROJEN YETMEZLİĞİ DÜŞÜNÜLEN ERKEK OLGUNUN TANI VE<br />

DEĞERLENDİRMESİ<br />

1.1 Androjen yetmezliği tanısı uygun semptom <strong>ve</strong> bulgular ile uyumlu düşük testosteron düzeyleri<br />

varlığında yapılmalıdır. Tablodaki yakınmaları olanlarda serum testosteron düzeyleri bakılmalıdır.<br />

Tablo 1. Erkeklerde androjen yetmezliği düşündürecek semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />

A. Özgün semptom <strong>ve</strong> bulgular<br />

İnkomple <strong>ve</strong>ya gecikmiş seksüel gelişim, önokoidizm<br />

Libido <strong>ve</strong> seksüel aktivite azalması,<br />

Spontan ereksiyon azalması<br />

Jinekomasti, memede huzursuzluk<br />

Vücut kıllanmasında (aksiler <strong>ve</strong> pubik), traş olma sıklığında azalma,<br />

Küçük <strong>ve</strong>ya küçülmüş testis (


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

77<br />

Hipofiz kitlesi, hipofiz bölgesine radyoterapi <strong>ve</strong>ya sella bölgesinin diğer hastalıkları<br />

Testosteron yapım <strong>ve</strong>ya metabolizmasını etkileyecek ilaçlar ile yapılan tedaviler( Örn: glukokortikoid<br />

<strong>ve</strong> Opioidler)<br />

HIV’a bağlı kilo kaybı<br />

Son dönem böbrek yetmezliği <strong>ve</strong> devam eden hemodiyaliz tedavisi,<br />

Orta düzeyden- ilewri düzeye kronik obstrüktif akciğer hastalığı,<br />

Osteoporoz <strong>ve</strong>ya düşük travmalı fraktür özellikle genç erkeklerde<br />

Tip 2 diabetes mellitus.<br />

Tanı<br />

Adolesanlarda testosteron genellikle normalin alt sınırlarında <strong>ve</strong>ya daha da düşüktür. Normalin üzerindeki<br />

FSH <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya LH yükseklikleri primer hipogonadizmi, düşük <strong>ve</strong>ya uyumsuz olarak normal<br />

saptanması sekonder hipogonadizmi düşündürmelidir.<br />

Serum total testosteron ölçümü en önemli testtir. SHBG değişikliğine yol açan bir başka hastalık var<br />

ise (obezite gibi) serbest testosterone ölçülebilir. Total testosteronun genç erkeklerde saat 08.00’de<br />

en yüksek iken saat 20.00’de yaklaşık olarak %70 azalma gösteren diurnal bir ritmi olduğundan kan<br />

örneğinin sabah saatlerinde saat 11.00’den önce kan örneği <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Serum FSH <strong>ve</strong> LH konsantrasyonları hipogonadizmin primer mi sekonder mi olduğunu ortaya<br />

koyacaktır. GnRH uyarı testi pitüiter hipotalamik hastalık ayırıcı tanısını tam ortaya koyamaz. hCG


78 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

uyarı testi ise özellikle testislerin fonksiyon görüp göremeyeceği <strong>ve</strong> tedavinin gonadotropinler ile<br />

yapılabileceğini göstermesi nedeniyle sekonder hipogonadizmde önemli yeri olan bir testtir.<br />

Klinefelter sendromu tanısın da periferik lökosit karyotiplemesi, sekonder hipogonadizm düşünülen<br />

hastalarda sella <strong>ve</strong> hipotalamik bölgenin magnetik rezonans görüntülemesi yapılmalıdır.<br />

Özellikle erişkinlerde gözlenen hipogonadizmde spermiyogram ile hastanın değerlendirilmesi unutulmamalıdır.<br />

Tedavi<br />

Prepubertal <strong>ve</strong> yetişkin hipogonadizminde tedavinin hedefleri;<br />

· Seksüel fonksiyon, libido, sağlık durumu <strong>ve</strong> davranışının iyileştirilmesi<br />

· Virilizasyonun sağlanması <strong>ve</strong> sürdürülmesi<br />

· Kemik dansitesinin artırılması <strong>ve</strong> osteoporozun önlenmesi<br />

· Gelecekteki kardiyovasküler hastalık riskini azaltmak<br />

· Fertiliteyi sağlamak olmalıdır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

79<br />

Ülkemizdeki testosteron preparatları<br />

İLAÇLAR Doz Yan Etkiler<br />

Testosteron undecanoate (Virigen) 40 mg kaps. 3-4/gün/PO Hepatik yan etkiler, androjen yanıtı<br />

zayıf<br />

Testosteron (Testogel transdermal<br />

jel)<br />

Testosteron propiyonat 30mg<br />

Testosteron fenpropionat 60mg<br />

Testosteron izokaproat60mg,<br />

Testosteron dekanoat 100 mg<br />

(Sustanon 250)<br />

50 mg/5gr. 1-2 kez/gün Partnere geçiş riski,<br />

2-4 haftda bir İM Farmakokinetiği fizyolojik değil,<br />

ucuz<br />

Testosteron undecanoate (Nebido)<br />

250mg/ml /4 ml (1000 mg)<br />

8-12 haf. bir İM<br />

İnjeksiyonlar ağrılı, farmakokinetiği<br />

fizyolojik değil<br />

Metiltestosterone (Afro tb.) 25mg. Tb x2-3 kez/gün Lokal reaksiyonu, partnere geçiş<br />

Androjen eksikliğinde gonadotropin tedavisi<br />

• Başlangıç hCG rejimi genellikle bir haftada 2-3 kez İM. Uygulanan 1000-2000 İÜ dür.<br />

• Klinik yanıt takip edilir <strong>ve</strong> T düzeyleri her 2-3 ayda bir ölçülür.<br />

• hCG’nin T’na üstünlüğü bazı erkekler için önemli olabilen testiküler büyümenin uyarılmasıdır.<br />

• hCG kullanımı T düzeylerinin daha büyük oranda stabilizasyonuna <strong>ve</strong> hipogonadal semptomlarda<br />

daha az dalgalanmalara da neden olabilir.<br />

• İla<strong>ve</strong> olarak hCG tedavisi spermatogenezin başlaması için yeterli intratestiküler T’nun uyarımı<br />

için gereklidir.<br />

• hCG’nin dezavantajları daha sık enjeksiyonlardır.<br />

• Göreceli olarak fiyatları ucuzlamış olan bu preparatlardaki son yıllardaki en önemli problem ise<br />

bu ilaçların temininde yaşanan güçlüklerdir.<br />

Spermatogenezin uyarımı için gonadotropin tedavisi :<br />

• Prepubertal Hipogonadotropik hipogonadizmde<br />

• Kısmi gonadotropin eksikliği olan <strong>ve</strong>ya peripubertal hCG ile stimüle olan erkeklerde hCG tedavisi<br />

tek başına sperm üretimini başlatabilir,<br />

• Fertilite sperm sayısı fertil olduğunu düşündüren değerlerden çok aşağı olduğunda da mümkündür.<br />

• hCG ile tedavi genellikle 1000-2000 İÜ, 2-3 /hafta olarak başla, T aylık takip et-doz ayarla<br />

• Sperm sayısı da bir yıllık period boyunca aralarla ölç.<br />

• Tek başına yeterli olabilir.


80 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

• Başlangıç testis volümü başarıda etkendir.<br />

• hCG 6-12 ay kullandıktan sonra hMG (FSH) ekle,<br />

• Çalışmalar kombine pürifiye FSH <strong>ve</strong> T’nun LH <strong>ve</strong>ya hCG olmaksızın gerçek hipogonadotropik<br />

erkeklerde spermatogenezi stimüle edemeyeceğini gösterdi.<br />

• Eğer spermatogenez hCG <strong>ve</strong>ya LH ile tedavinin 6-12. ayları sonuna kadar başlamazsa hCG enjeksiyonları<br />

ile birlikte haftada 3 kez İM. 75 İÜ dozda FSH preperatları başlanmalıdır.<br />

• 6 ay sonra doz, diğer 6 ay için haftada üç kez İM. 150 İÜ ‘ye artırılmalıdır.<br />

• Tedavi rejimi, hamilelik oluşursa takip eden potansiyel hamilelikler için spermatogenezin devamını<br />

sağlamak için sadece hCG’e ile değiştirilmelidir.<br />

• hCG’ye karşı antikorlar oluşabilir <strong>ve</strong> tedaviye yanıtı önler.<br />

• hLH seçilmiş hastalarda kullanılabilir.<br />

Takip<br />

Testosteron replasman tedavisinin takibinde tavsiyeler:<br />

Başlangıç -Tavsiyeler<br />

Miksiyon hikayesini sorgula <strong>ve</strong>ya standart sorgulama yap, Uyku apnesi hikayesi sorgula,<br />

Dijital rektal muayene yap<br />

Bazal testosteron , PSA <strong>ve</strong> Hb, Hct seviyelerini ölç,<br />

PSA seviyeleri 4ng/ml den yüksek <strong>ve</strong>ya dijital rektal muayene anormal ise prostat biyopsisi uygula<br />

Takip-Tavsiyeler<br />

Suboptimal cevap varsa ilk 1-2 ay doz ayarlaması için iyi değerlendirme yap<br />

İlk yılda 6 ayda bir sonra yıllık kontrol testleri tekrarla<br />

Üriner semptomları değerlendir, jinekomasti <strong>ve</strong> uyku apnesinde artışı değerlendir.<br />

Dijital rektal değerlendirme yap,<br />

Testosteron , PSA <strong>ve</strong> Hb, Hct seviyelerini ölç,<br />

Dijital rektal muayenede değişiklik varsa <strong>ve</strong> PSA da anlamlı artış varsa prostat biyopsisi uygula.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

81<br />

KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİ<br />

Konjenital adrenal hiperplazi (KAH), bozulmuş kortizol senteziyle karakterize otozomal resesif geçişli<br />

bir hastalıklar grubudur. İnsidansı 1/10000-1/20000 dir. 21 hidroksilaz eksikliğinde <strong>ve</strong> 11 beta<br />

hidroksilaz (CYP11B1) eksikliğinde virilizasyon oluşurken, 3 beta hidroksisteroid dehidrogenaz tip<br />

2, 17 alfa hidroksilaz (CYP17) eksikliğinde kortizol <strong>ve</strong> seks steroidleri blokoja uğrar.KAH ın en yaygın<br />

formu CYP21A2 genindeki mutasyon nedeniyle olanıdır. Bu gen adrenal steroid 21 hidroksilaz<br />

enzimini (P450c21) kodlar. Bu enzim 17 alfa hidroksiprogesteronu, 11 deoksikoritozole <strong>ve</strong> progesteronu<br />

da deoksikortikosterona dönüştürür. Bu maddeler sırasıyla kortizol <strong>ve</strong> aldosteronun öncülüdür.<br />

Bu enzimin defekti KAH ın yaklaşık %95 inden sorumludur. Kortizol sentezinin blokajı ACTH<br />

salınmasına yol açar <strong>ve</strong> adrenal korteks ACTH ile uyarılır. Böylece kortizol öncüllerinin birikimi <strong>ve</strong><br />

seks hormon biyosentezinde farklı yöne kayma meydana gelir.<br />

21 hidroksilaz eksikliğinin tipleri, klinik özellikleri <strong>ve</strong> laboratuar özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.<br />

Tablo 1. 21 hidroksilaz eksikliğinin klinik <strong>ve</strong> laboratuar özellikleri<br />

fenotip<br />

özellik Klasik Tuz kaybettirici Klasik basit virilizan Non-klasik form<br />

Tanı yaşı Erkek: doğum- 6 ay<br />

Dişi: doğum -1 ay<br />

Erkek: 1,5-4 yaş<br />

Dişi: doğum -2 yıl<br />

Erkek: çocuk-erişkin<br />

Dişi: çocuk erişkin<br />

Genitalya<br />

Erkek: normal<br />

Dişi: ambigus genitalya<br />

Erkek: normal<br />

Dişi: ambigus genitalya<br />

Erkek: normal<br />

Dişi: ambigus+kliteromegali<br />

Aldosteron düşük Normal normal<br />

Renin yüksek Yüksek olabilir normal<br />

Kortizol düşük düşük normal<br />

17 oh >20 ng/mL >10-20 ng/mL 1,5-10 ng/mL<br />

progesteron<br />

Testosteron Erkek: sadece pübertede<br />

yüksek<br />

Dişi: yüksek<br />

Erkek: sadece<br />

pübertede yüksek<br />

Dişi: yüksek<br />

Erkek: sadece pubertede değişik<br />

derecelerdeyüksek<br />

Dişi: değişik decelerde yüksek<br />

tedavi<br />

Glukokortikoid+minera<br />

lokortikoid +sodyum<br />

Glukokortikoid+miner<br />

alokortikoid<br />

Semptomatikse Glukokortikoid<br />

Yeni doğan kızlarda klasik yada ciddi virilizan KAH’ın ana görünümü genital belirsizliktir. Eğer<br />

hastalık tanınmazsa <strong>ve</strong> tedavi edilmezse hem kız hem de erkek çocukta postnatal hızlı büyüme <strong>ve</strong><br />

seksüel prekoksisiteye gider <strong>ve</strong>ya ciddi enzim defekti olanlarda neonatal tuz kaybı <strong>ve</strong> ölüm oluşabilir.<br />

Klasik KAH’lıların yaklaşık %75’i tuz kaybettiren aldosteron eksikliği nedeniyle tonus kaybı <strong>ve</strong> potansiyel<br />

şok geliştirme eğilimindedirler. Klasik tuz kaybettiren <strong>ve</strong> basit virilizan KAH’ a ek olarak<br />

hafif non-klasik form vardır.Bunlar değişken derecelerde post natal anormallik gösteren fakat bazen<br />

de tamamen asemptomatik olabilen bir grubu oluşturur.<br />

Non-klasik KAH lı hastalarda hafif subklinik kortizol sentezi bozukluğu genelde addison krizine yol


82 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

açmaz. KAH’ın tipleri içinde non-klasik form daha sık görülür ( genel popülasyonda %0,1-0,2).<br />

Hastalığın ciddiyeti gendeki alel varyasyonunun varlığıyla koreledir. Farklı bireylerdeki genotipleme<br />

kromozom 6p21.3 deki CYP21A2 geninde bilinen 100 den fazla mutasyon nedeniyledir. Fakat<br />

enzim aktivitesini tahrip edecek kuv<strong>ve</strong>tteki büyük delesyonlar <strong>ve</strong> splicing mutasyonlar klasik KAH<br />

allellerinin yaklaşık %50 sini kapsar.<br />

Enzim fonksiyonunun yaklaşık %1-2 sini sağlayan ekson- 4 deki nonkonservatif aminodesteği (ıle-<br />

172Asn) basit virilizan KAH ile ilişkilidir. Enzim fonksiyonun %20-50 sini sağlayan ekson -7 deki<br />

nokta mutasyonu (Val281Leu) mutasyonu non-klasik KAH allellerinin yaklaşık %70 inden sorumludur.<br />

Birçok hasta iki <strong>ve</strong>ya daha fazla farklı CYP21A2 allel mutasyonu ile heterozigot olduğu için<br />

geniş bir fenotip spektrumu gözlenebilir.<br />

Non-klasik KAH da düzensiz mensi <strong>ve</strong> aknesi olan adelosan hastalarda semptomlar glukokortikoid<br />

tedavi ile genelde 3 ayda normale döner. Oysaki hirsutizmin remisyonunu elde etmek glukokortikoid<br />

monoterapisi ile daha zordur. Diğer androjenik hastalıklarda olduğu gibi hirsutizmin tedavisinde<br />

oral kontraseptif <strong>ve</strong> /<strong>ve</strong>ya antiandrojen desteği ile daha iyi sonuç alınmaktadır.<br />

Normal kadın <strong>ve</strong> erkeklerin yaklaşık %1-4 ünde adrenal bezde kitle tespit edilmektedir. Otopsi<br />

örneklerindeki adrenal kitle prevalansı yaşla birlikte artmaktadır ( genç erişkinde %0,2 iken ,70 yaş<br />

üzerinde %7 dir ).Özellikle yetersiz glukokortikoid tedavisi alan KAH lı erişkinlerde CT görüntülemelerde<br />

bening adrenal kitlelerin prevalansı yüksek gözlenmiştir. Erişkin KAH lı hastalarda adrenal<br />

karsinom son derece nadirdir. Dolayısıyla KAH lı hastalarda rutin adrenal görüntülemeyi önermek<br />

için yetersiz <strong>ve</strong>ri vardır. Eğer KAH a sahip olduğu bilinmeyen bir hastada adrenal insidentiloma<br />

tespit edilirse KAH ın tüm formları uygun testlerle taranmalıdır. 2-18 yaş arasındaki klasik KAH lı<br />

erkeklerde testiküler adrenal kitlelerin prevalansı %21-28 dir. Fakat non-klasik KAH lı hastalar için<br />

böyle bir <strong>ve</strong>ri yoktur. Testiküler adrenal rest tümörler genelde iyi huyludur <strong>ve</strong> sıkça suboptimal tedavi<br />

ile ilişkilidir <strong>ve</strong> bunların sıklığının glukokortikoid tedavinin yeterli miktarda <strong>ve</strong>rilmesiyle azaldığı<br />

saptanmıştır. KAH lı çocuklarda testiküler kitleler genelde bilateral <strong>ve</strong> 2 cm den küçük olduğundan<br />

elle palpe edilmesi zordur. Bu yüzden USG ile tetkikleri uygun olur. Yetersiz tedavi edilen klasik<br />

KAH lı kadınlarda irregüler menstrüel siklus sıktır. Non-klasik KAH da menstrüel düzensizlik tipik<br />

olarak önde gelen bulgulardan biridir. İyi kontrollü KAH lılarda ise irregüler menstrüasyonun Polikistik<br />

O<strong>ve</strong>r Sendromu kaynaklı olabileceği de hatırlanmalıdır. Bu bireylerde hiperandrojenizm <strong>ve</strong><br />

menstrüel düzensizlik için ila<strong>ve</strong> oral kontraseptif (OKS) tedavisinin faydası görülebilir.<br />

Erişkinde non-klasik KAH tanısı sabahın erken saatlerinde 17 alfa hidroksiprogesteron bakılarak<br />

<strong>ve</strong> gerektiğinde kısa ACTH stimulasyon testi ile konfirme edilmesi yoluyla konulmaktadır. Bazal<br />

foliküler faz erken sabah 17 alfa hidroksiprogesteron testi KAH tespitinde kullanılabilir fakat normal<br />

kesme değerleri kullanılan laboratuar yöntemlerine bağlı olarak 200-400 ng/dl arasında değişir.<br />

Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi’nin Tedavisi<br />

Önemli derecede hiperandrojenizmi <strong>ve</strong> infertilite problemi olanların tedavisi önerilmektedir.<br />

Non-klasik KAH lı erkeklerde günlük glukokortikoid <strong>ve</strong>rilmesi önerilmez. Non-klasik KAH ın değişik<br />

tedavi seçenekleri ile ilgili randomize <strong>ve</strong> kontrollü yayınlanmış bir çalışma yoktur. Fakat günlük<br />

0,25 mg deksametazon uygulanmasının aknenin <strong>ve</strong> düzensiz mensin düzeltilmesinde 3 ay içinde etkili<br />

olabildiği hirsutizm için ise bu sürenin 30 aya kadar uzadığı gözlenmiştir. Klasik KAH da fertilite<br />

azalmasına rağmen non-klasik KAH lı kadınlarda glukokortikoid tedavisinin hastanın gebe kalması<br />

için gerekli olmadığı düşünülmektedir. Klasik KAH lı tedavi edilmemiş <strong>ve</strong>ya yetersiz alan kadınlarda


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

83<br />

spontan abortus daha sık bulunmuştur. Sınırlı <strong>ve</strong>riler ışığında tüm non-klasik KAH lı kadınlarda<br />

glukokortikoid tedavinin gerekliliği hakkında sonuca varmak zor olsa da infertil <strong>ve</strong>ya düşük öyküsü<br />

olan non-klasik KAH lı kadınlarda glukokortikoid tedavinin faydası olabilir.<br />

Testiküler adrenal rest tümörler klasik KAH lılarda sık ancak non-klasik KAH lılarda nadirdir. Bu<br />

nedenle non-klasik KAH lı erkeklerde bu amaçla glukokortikoid tedavi <strong>ve</strong>rilmemelidir. Non-klasik<br />

KAH da klinik olarak belirgin kortizol defekti yoktur. Ciddi stres sırasında daha önceden tedavi<br />

<strong>ve</strong>rilmemiş hastalara glukokortikoid tedavi ancak ACTH uyarı testinde bozukluk varsa <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Klasik KAH lı hastalarda kadınlarda hiperandrojenizm, ses değişiklikleri <strong>ve</strong> infertilite varlığında,<br />

erkeklerde ise testiküler adrenal tümör varlığında hidrokortizon yada uzun etkili glukokortikoidlerle<br />

tedavi önerilir. Klasik KAH lı hastalarda her iki cinste adrenal kortikal yetmezliğin semptomlarından<br />

kaçınmak için tedavi <strong>ve</strong>rilir. Bununla birlikte glukokortikoidlerle aşırı tedavi cushingoid görünüm,<br />

mineralokortikoidlerle tedavi ise hipertansiyona neden olabilir.<br />

Erişkin KAH lıların glukokortikoid tedavi dozları için Avrupa pediatrik endokrinologlarının %36 sı<br />

hidrokortizonu ortalama 13,75 mg/m2 dozda, %14 ü prednizolon u ortalama 4,75 mg/gün <strong>ve</strong> %33<br />

ü de deksametazonu ortalama 0,5 mg/gün dozunda kullanmaktadır. Çocuklarda tercih edilmeyen<br />

uzun etkili glukokortikoidler erişkinde kullanılabilmektedir.<br />

Glukokortikoidlerle aşırı tedavi osteoporoza yol açabilir. Osteopeni <strong>ve</strong>ya osteoporozun ciddiyeti<br />

KAH ın fenotipi <strong>ve</strong>ya genotipi ile ilişkili değildir <strong>ve</strong> muhtemelen aşırı tedavi ile ilişkilidir. Gestasyonel<br />

diyabet KAH lı kadınlarda kontrol grubuna göre artmış olarak bulunur. Genç kızlarda hiperandrojenik<br />

semptomların kontrolü antiandrojenik ilaçlar <strong>ve</strong> OKS gibi ek tadaviler gerektirebilir.<br />

İnfant <strong>ve</strong> çocuklarda olduğu gibi erişkinlerde de fludrokortizonun optimal dozu net olarak belli<br />

değildir. Mineralokortikoid ihtiyacı yaş ile azalır. Çünkü serum aldosteronu yaşla yükselir <strong>ve</strong> renal<br />

mineralokortikoid reseptör mRNA sı doğumda düşüktür <strong>ve</strong> yaşla artar. Mineralokortikoid <strong>ve</strong> /<strong>ve</strong>ya<br />

tuz desteğinin derecesi kan basıncı <strong>ve</strong> kandaki renin ölçümü ile izlenmelidlir.<br />

Takip<br />

Glukokortikoid <strong>ve</strong> mineralokortikoid monitörizasyonu en az yılda bir defa fizik muayene <strong>ve</strong> hormon<br />

ölçümleri ile yapılmalıdır. Erişkin KAH lı hastalarda glukokortikoid desteği virilizasyonun baskılanmasını<br />

<strong>ve</strong> menstrüal bozukluğun düzelmesini hedeflemelidir. Erkekler de ise testislerdeki adrenal rest<br />

tümörün süpresyonu tedavinin amacıdır. Yine her iki cinste gonadotropin sekresyonundaki düzensizliğin<br />

giderilmesi de bir diğer amaçtır. Aşırı tedavi cushingoid semptomlara yol açarken yetersiz<br />

tedavi ise adrenal yetersizlik benzeri semptomlara yol açar. Erişkin KAH lı hastalarda glukokortikoid<br />

monitörizasyonun esasları çocuklardaki gibidir. 17 alfa hidroksi progesteron <strong>ve</strong> androstenedionun tedavi<br />

ile olması gereken optimal düzeyleri tanımlanmamıştır. Testesteron düzeyleri erkeklerde normal<br />

olarak adrenal fonksiyondan ziyade gonadal fonksiyonları gösterdiğinden tedavinin takibinde değeri<br />

yoktur. 17 alfa hidroksi progesteron gece yükselebilir dolayısıyla mutlaka sabah ki düzeyi ölçülmelidir.<br />

Dolayısıyla tükürükte 17 alfa hidroksiprogesteronun evde monitörizasyonuyla ölçülmesi daha<br />

fazla bilgi <strong>ve</strong>rici olabilir. Testislerde büyük adrenal kitlesi olan erkeklerde zayıf leyding hücre fonksiyonu<br />

sebebiyle düşük sabah testesteron düzeyleri olabilir. KAH kadınlar sıklıkla aşırı kiloludur <strong>ve</strong><br />

kardiyovasküler risk faktörlerine sahiptir. 30 yaş üstü KAH lı kadınlarda bel/kalça oranı kontrollere<br />

göre daha fazladır.<br />

KAH lılarda en belirgin metabolik anormallik gestasyonel diyabet olup pre<strong>ve</strong>lansı %20 dir.


84 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Genetik Danışma<br />

KAH lı çocuk doğuran ebe<strong>ve</strong>ynlere <strong>ve</strong> adelosandan erişkine geçen hastalara genetik danışma <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

KAH otozomal resesif bir hatalıktır. Klasik KAH lının 1/120 olasıkla klasik KAH lı bir çocuğu<br />

olacaktır. KAH lı kardeşler genellikle benzer semptomlar <strong>ve</strong> virilizasyon derecesine sahiptirler. KAH<br />

lının kardeşinde %25 olasılıkla KAH olacaktır <strong>ve</strong> %50 oranında da asemptomatik taşıyıcılık olasılığı<br />

vardır. Non-klasik KAH lıların ise yaklaşık 2/3 ünde heterozigotluk vardır. Bunlar bir klasik KAH a<br />

birde non-klasik KAH a neden olacak allel taşırlar <strong>ve</strong> burada hafif mutasyon fenotipi belirler dolayısıyla<br />

non-klasik KAH lı bir çiftin klasik KAH lı bir çocuk doğurma riski 1/240 dır. Genetik danışma<br />

gelecekte çocuk sahibi olmak isteyenler için önemlidir. KAH lı erkeklerde testiküler adrenal rest tümör<br />

varlığı yaşla birlikte artar <strong>ve</strong> fertiliteyi bozabilir. Tespit edilmemiş adrenal rest tümörler büyüyerek<br />

seminifer tubulleri tıkayıp infertiliteye yol açabilirler. Bu tümörler steroid tedavisine yanıt <strong>ve</strong>rmez<br />

ise testis koruyucu cerrahi yaklaşım gerekir. Ancak bu durumda fertilite belirsiz olduğundan semen<br />

sprem bankasında koruma altına alınmalıdır. Eğer yeterli dozda glukokortikoid <strong>ve</strong>rilmezse fertilite<br />

adrenal steroidler tarafından gonodotropin sekresyonunun süpresyonu nedeniyle de bozulabilir.<br />

Gebelikte Konjenital <strong>Adrenal</strong> Hiperplazi<br />

Gebelik <strong>ve</strong> doğum oranları KAH lılarda düşüktür. KAH lı kadından doğan çocuk sayısı KAH genotipi<br />

ile ilişkilidir. Gebelik sırasında seks hormonu bağlayan globulin <strong>ve</strong> kortizol bağlayan globulinler<br />

arttığı için gebelik boyunca androjen <strong>ve</strong> kortizol düzeyleri artar. Bağlayıcı globulinlerin yüksek miktarı<br />

<strong>ve</strong> plasental aromatizasyon tipik olarak fetüsü maternal androjenlerin virilizan etkisinden korur.<br />

Maternal 17 alfa hidroksiprogesteron gebelikte yüksek olduğundan tedavinin monitörizasyonunda<br />

kullanılamaz. Yine gebelikte yüksek progesteron düzeyleri mineralokortikoid reseptörüne bağlanmada<br />

mineralokortikoidlerle yarışır <strong>ve</strong> fludrokortizon dozunun yükseltilmesini gerektirebilir. Plasental<br />

11 beta hidroksi steroid dehidrogenaz 2 tarafından inakti<strong>ve</strong> edilemeyen deksametazon <strong>ve</strong> benzeri diğer<br />

steroidler KAH lı gebe kadınların tedavisinde kullanılmamalıdır. <strong>Adrenal</strong> yetmezlik klasik KAH<br />

lı kadınlarda nadiren gelişir. Eğer böyle bir durum oluşursa glukokortikoid dozları artırılmalıdır. Travay<br />

<strong>ve</strong> doğum boyunca glukokortikoidler stres dozda <strong>ve</strong>rilmelidir. Gestasyonel diyabet riski yüksek<br />

olduğundan glukoz değerleride monitörize edilmelidir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Ambroziak U, Bednarczuk T, Malinowska M G et al. Congenital adrenal hyperplasia due to 21 hydroxylase<br />

deficiency-management in adults.Polish Journal of Endocrinology 2010;61:144-154<br />

2. Congenital adrenal hyperplasia due to steroid 21 hydroxylase deficiency.An Endocrine Society Clinical<br />

Practice Guideline.JClin Endocrinol Metab 2010;95:4133-4160<br />

3. Auchus R J. Management of the Adult with Congenital adrenal hyperplasia. İnternational Journal of Pediatric<br />

Endocrinology 2010;10:1-9


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

85<br />

POLİKİSTİK OVER SENDROMU<br />

PKOS kadınlarda görülen en yaygın endokrinopati olup reprodüktif dönemdeki kadınların % 5-10’unu<br />

etkiler. PKOS infertiliye yola açan anovulatuvar bozuklukların yaklaşık % 75’ini, oligomenoreli kadınların<br />

% 90’ınını, hirsutismuslu olguların % 90’dan fazlasını <strong>ve</strong> kalıcı akneli olguların % 80’inden sorumludur.<br />

Hirsutismus, adet düzensizliği, obezite <strong>ve</strong> klasik polikistik o<strong>ve</strong>rlerin görüntülenmesiyle tanı<br />

kolaylıkla konulur. PKOS tanımı için günümüzde 3 tane farklı tanı ölçütü konulmuştur.<br />

1990 yılında NIH tarafından tanımlanan ölçütlere göre PKOS tanısı<br />

Oligomenore yada anovulasyonlu adet düzensizliği<br />

Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />

Hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanmasıyla konulur<br />

2003 yılında Rotterdam’da yapılan toplantıda farklı tiplerde PKOS fenotipleri tanımlanmıştır.<br />

Bu tanımlama ölçütlerinde<br />

1. Oligo yada anovulasyon<br />

2. Polikistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />

3. Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />

<strong>ve</strong> hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanması<br />

Rotterdam tanı ölçütlerinde 3 bulgudan 2 tanesinin olması PKOS tanısını koydurur.<br />

Androjen Excess Society PKOS tanısındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak için 2006 yılında yeni bir<br />

tanı ölçütü tanımlamıştır.<br />

Hiperandrojeniminin klinik (hirsutismus, akne, erkek tipi saç dökülmesi) yada laboratuar bulguları<br />

Oligo / anovulasyon <strong>ve</strong> / yada Polikistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />

Hiperandrojeniminin diğer nedenlerinin dışlanması<br />

Öneri<br />

PKOS tanısı için AES ‘in tanımladığı tanı ölçütleri kullanılması uygundur<br />

Klinik<br />

Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromunun 3 ana özelliği vardır:<br />

1) Ovulatuvar <strong>ve</strong> menstruel disfonksiyon<br />

2) Hiperandrojenemi <strong>ve</strong> hiperandrojeneminin klinik bulguları<br />

3) Polikistik o<strong>ve</strong>rler<br />

1. Ovulatuvar <strong>ve</strong> Menstruel disfonksiyon<br />

PKOS’lu olguların yaklaşık %75-85’inde menstruel disfonksiyon vardır. Sıklıkla oligomenore (yılda<br />

9 dan az menstruel siklus) <strong>ve</strong> amenore şeklinde görülür. Polimenore sıklığı göreceli olarak azdır <strong>ve</strong><br />

sıklığı %1-5 oranındadır. Menstruel düzensizlik tipik olarak peripubertal dönemde başlar <strong>ve</strong> menarş


86 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

gecikebilir. Bazı olgularda menarşla beraber kısa bir süre normal menstruel siklus vardır <strong>ve</strong> daha<br />

sonra oligomenore ya da amenore görülür. PKOS’lu olguların yaklaşık %20-%25’inde normal menstruel<br />

sikluslar görülebilir. Bununla beraber bu sikluslar genel olarak anovulatuvardır. Anovulatuar<br />

menstruel sikluslu PKOS’lu olgularda şişkinlik, duygu durum değişiklikleri <strong>ve</strong> göğüs hassasiyeti gibi<br />

premenstruel semptomlar bulunmaz. Ayrıca bu olgular menstruel siklusun 20-24. günleri arasında<br />

serum progesteron düzeyi ölçümüyle kolaylıkla tanınabilir. Laboratuvarlara göre değişiklik göstermekle<br />

beraber serum progesteron düzeyi 3-4 mg/ml den düşük ise bu siklus anovulatuvar olarak<br />

değerlendirilir. Arka arkaya iki siklus anovulatuvar ise kronik anovulasyon olarak kabul edilir.<br />

2. Hiperandrojenemi <strong>ve</strong> hiperandrojeneminin klinik belirtileri<br />

PKOS’lu olguların çoğunda klinik yada biyokimyasal hiperandrojenemi vardır. Hirsutismus, akne<br />

<strong>ve</strong> erkek tipi saç dökülmesi hiperandrojenimin en önemli klinik bulgularıdır, virilizm oldukça ender<br />

görülür.<br />

a)Serum androjen düzeyleri<br />

PKOS’lu olguların %50-90 ında androjen düzeyleri artmıştır. Serbest testosteron düzeyinin yüksek<br />

olması hiperandrojenemi varlığını ortaya koyan en duyarlı testdir. Bununla beraber bir çok serbest testosteron<br />

ölçüm yöntemi gü<strong>ve</strong>nli değildir. % %60- 70 olguda serbest testosteron düzeyi <strong>ve</strong> %20-30 olguda<br />

ise DHEA-S düzeyi artmıştır. %20-40 olguda ise serum androjen düzeyleri normal olarak saptanır<br />

b) Hiperandrojeneminin klinik bulguları<br />

Hirsutismus: PKOS’lu olguların % 65-75’ inde F-G skoru 8 <strong>ve</strong> üzeri tanı ölçütü olarak alındığında<br />

hirsutismus saptanır<br />

Akne: PKOS’lu olguların %15-%25’inde akne vardır<br />

Androjenik alopesi: PKOS’lu olguların %10-40’ında androjenik alopesi saptanır<br />

3. Polikistik o<strong>ve</strong>rler<br />

PKOS’lu olguların % 80’in den fazlasında pokistik o<strong>ve</strong>r saptanır. USG de polistik o<strong>ve</strong>r görünümü<br />

her bir o<strong>ve</strong>rde 2-9 mm çapında 12 yada daha fazla periferik yerleşimli folikül olması <strong>ve</strong>/yada o<strong>ve</strong>r volümünün<br />

artması > 10 ml olması olarak tanımlanır. Bir o<strong>ve</strong>rdeki PKO görünümü tanı için yeterlidir.<br />

Transvajinal olarak yapılan ultrasonografide folikül dağılımı, stromal ekojenitenin artması <strong>ve</strong> volüm<br />

artışı tanı ölçütü olarak kullanılır.<br />

Etiyoloji-fizyopatoloji<br />

PKOS’un etyolojisi <strong>ve</strong> fizyopatolojisi tam olarak bilinmiyor. KVH, tip 2 DM gibi kompleks genetik<br />

kalıtım gösterir. Sorumlu olarak gonadotropin sekresyonunu <strong>ve</strong> etkisini düzenleyen genler, insülin<br />

salgısını <strong>ve</strong> etkisini düzenleyen genler, kilo <strong>ve</strong> enerji düzenleyen genler, androjen biyosentez <strong>ve</strong> etkisini<br />

düzenleyen genler düşünülmektedir. Bununla beraber sorumlu olabilecek tek gen olarak 19.<br />

kromozomda fibrilin 3 genindeki mutasyon gösterilmiştir. PKOS bazı ailelelerde yoğunlaşmaktadır,<br />

PKOS’lu olguların birinci derece akrabalarında PKOS sıklığı normal topluma göre 6 kat daha yüksektir.<br />

Genetik yatkınlık söz konusu olmakla beraber çevresel etkenler de söz konusudur. Olgular<br />

fertil dönemin herhangi bir zamanında yüksek androjen düzeyine maruz kalabilirler. Kız fetüsün<br />

intraabdominal dönemde yüksek androjene maruz kalması önem kazanan bir etyolojik hipotezdir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

87<br />

PKOS’un fizyopatolojisinde hiperandrojenminin mi yoksa insülin direncinin mi birincil sorumlu<br />

olduğu tartışma konusu olmakla beraber, birincil rolün hiperandrojenemide olduğu görüşü ağırlık<br />

kazanmaktadır.<br />

Anormal ovaryan morfoloji<br />

PKOS’lu olguların o<strong>ve</strong>rlerinde normal o<strong>ve</strong>rlere göre pre-antral <strong>ve</strong> küçük antral foliküller 6-8 kat daha<br />

fazladır. Gelişimleri sırasında 2-9 mm boyutunda arrest olurlar, düşük atrezi hızına sahiplerdir <strong>ve</strong><br />

egzojen FSH ‘a oldukça duyarlıdırlar. Stromal volüm artmıştır <strong>ve</strong> toplam o<strong>ve</strong>r volümü 10 ml’nin üzerindedir.<br />

Androjen düzeyindeki artış anormal o<strong>ve</strong>r morfolojisinde ana rol oynar. Androgenler primer<br />

foliküllerin preantral <strong>ve</strong> küçük antral foliküllere gelişimine neden olur <strong>ve</strong> bu durum normal o<strong>ve</strong>rlere<br />

göre daha hızlıdır. Buna ek olarak follistatin, epidermal growth faktör, <strong>ve</strong> anti müllarian hormon gibir<br />

FSH’ın endojen aktivasyonunu inhibe eden etkenlerin düzeyi de artmıştır. Çeşitli antiapoptotik<br />

(BCL-2) maddelerin düzeyi de PKOS’lu olgularda artmıştır. Bütün bu etkenler polikistik o<strong>ve</strong>rlerin<br />

tipik görünümünün oluşmasına katkıda bulunurlar.<br />

O<strong>ve</strong>rlerde androjen sentezinin artması<br />

Hiperandrojenizm PKOS’un ana özelliğidir. Hiperandrojeniminin kaynağı birincil olarak o<strong>ve</strong>rdir<br />

bununla beraber adrenal korteksde de androgen sentezi artmıştır. PKOS’da hiperinsülinizm hiperandrojenizmle<br />

ilişkili olsada insülin direnci tek başına PKOS gelişimi için yeterli değildir. O<strong>ve</strong>rlerde<br />

artmış androjen sentesi PKOS gelişiminde çok önemli rol oynar. Polikistik o<strong>ve</strong>rlerdeki her enzimatik<br />

reaksiyon androjen sentezini arttırır. Hem insülin hem de LH androjen üretimini hızlandırır.<br />

PKOS’lu olguların yaklaşık %50-75 inde serum total- serbest testosteron düzeyi <strong>ve</strong> DHEAS düzeyi<br />

yüksektir. PKOS’da ovaryan androjen sentezinin artmasının yanı sıra adrenal bezde de androjen<br />

sentezi artmıştır.<br />

Hiperinsülinemi <strong>ve</strong> insülin direnci<br />

İnsülin direnci <strong>ve</strong> hiperinsülinemi PKOS’lu olguların yaklaşık %60-80’inde bulunur, obez PKOS’lu<br />

olgularda ise %95 oranında bulunur. İnsülin direnci postreseptör düzeydedir <strong>ve</strong> PKOS için özgündür.<br />

PKOS’da postreseptör düzeyde insülin sinyal iletim bozukluğu adipozitlerde <strong>ve</strong> iskelet kası<br />

hücrelernde gösterilmiştir. Buna ek olarak deri fibroblast hücrelerinde postresptör düzeyde insülin<br />

tirozin kinaz reseptör aktivitesindeki bozukluk <strong>ve</strong> serin kinaz aktivitesinin artması sonucu insülinin<br />

metabolik etkilerinde selektif direnç oluşur. İnsülin direnci obezite ile doğru orantılı olarak artar.<br />

İnsülin teka hücrelerinde androjen salgısını arttırır <strong>ve</strong> KC de SHBG sentezini engeller, bunun sonucu<br />

olarak androjen düzeyi artar. PKOS’lu o<strong>ve</strong>r teka hücrelerinin insülinin androjen üzerine etkisine<br />

duyarlığı artmıştır Anovulasyon <strong>ve</strong> hiperandrojenemi oluşumunda önemli rol oynar. PKOS’unda insülin<br />

direncine ek olarak pankreas beta hücre fonksiyonunda bozukluk gösterilmiştir, bunun sonucu<br />

olarak glukoz intoleransı <strong>ve</strong> tip 2 DM gelişir.<br />

Gonadotropin salgı bozuklukları<br />

PKOS’lu olguların yaklaşık % 70’inde serum LH düzey, LH puls sıklığı <strong>ve</strong> amplitüdü artmıştır.<br />

Bununla beraber serum FSH düzeyi genellikle normal olmasına karşın FSH’un intrinsik etkisinde<br />

azalma vardır. O<strong>ve</strong>rlerde LH’ın etkisi artmıştır, polikistik o<strong>ve</strong>rlerin ganüloza <strong>ve</strong> teka hücrelerinde LH


88 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

reseptörü o<strong>ve</strong>reksprese olur. PKOS’lu olgularda LH beta subünitin genetik varyantları gösterilmiştir.<br />

Normal kilolu kadınlarda obez olgulara göre serum LH düzeyi daha yüksektir. Serum PRL düzeyi<br />

hafif düzeyde artmıştır. Normal koşullar altında teka hücrelerinde androjen üretimi LH’un kontrolü<br />

altındadır. Androjenler aromataz enzim aracılığı ile birincil olarak östradiole aromatize olurlar. FSH<br />

granüloza hücrelerinde folikül oluşumunu <strong>ve</strong> aromataz etkisini uyarır. PKOS’ta ise LH düzeyindeki<br />

artış teka hücrelerinde androjen salgısını arttırır, Asiklik FSH salgısı nedeniyle folikül gelişimi duraklar<br />

<strong>ve</strong> aromataz aktivitesi azalır, androjenlerin östradiole aromatizasyonu azalır.<br />

Çevresel etkenler<br />

Yaşam şekli PKOS’un fenotipik ekspresyonunda önemlidir. Kilo alımı PKOS’unda metabolik <strong>ve</strong><br />

reproduktif anormalillikleri kötüleştirir.Total <strong>ve</strong> abdominal obezite insülin direnci menstruel düzensizlik<br />

<strong>ve</strong> hiperandrojenemi şiddetini arttırmaktadır.Puberteden sonra abdominal obezite <strong>ve</strong> kilo artışı<br />

PKOS gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. Kilo kaybı ile serum androjen <strong>ve</strong> insülin düzeyleri azalırken,<br />

hirsutismus, menstruel <strong>ve</strong> ovulatuvar bozuklukta düzelmeye neden olur. Bisfenol A gibi yaygın olarak<br />

kullanılan östrojenize endüstriel plastik maddesi gibi endokrin sistemi bozan çevresel etkenlerde<br />

PKOS oluşumuna neden olabilirler. PKOS’lu olgularda bisfenol A birikimi karaciğerde androjen<br />

klirensini azaltarak serum androjen düzeyini arttırırlar.<br />

İlişkili metabolik hastalıklar<br />

Diabetes Mellitus<br />

PKOS’lu olgularda glukoz intoleransı <strong>ve</strong> tip 2 DM sıklığı normal topluma göre artmıştır. PKOS’lu<br />

olguların yaşamlarının dördüncü dekatlarında tip 2 DM yada bozulmuş glukoz toleransı geliştirme<br />

olasılığı yaklaşık %40’dır. Bir çalışmada klasik PKOS’lu olguların 8 yıl içinde tip 2 DM geliştirme<br />

olasılığı yaklaşık 5 kat artmıştır, normal kilolu olgularda ise BGT gelişme olasılığı ise yaklaşık %12<br />

dir.<br />

Öneriler<br />

1. PKOS’lu tüm olgular 75 gr OGTT ile glukoz intoleransı yönünden taranmalıdır<br />

2. OGTT sonrası normal saptanan olgular risk faktörü yoksa 2 yılda bir tekrar glukoz intoleransı<br />

yönünden taranmalıdırlar.<br />

3. Glukoz intoleranslı olgular Tip2 DM gelişimi açısından yılda bir taranmalıdırlar<br />

Dislipidemi<br />

PKOS’lu olgularda dislipidemi sıklığı %70’ e kadar çıkmaktadır. Trigliserit, Total <strong>ve</strong> LDL-K düzeylerinde<br />

artma <strong>ve</strong> HDL-K düzeyinde azalma saptanır.<br />

Metabolik sendrom<br />

PKOS’lu olgularda metabolik sendrom normal topluma göre daha yüksek bulunur. Toplumdan topluma<br />

farklılık göstermekler beraber sıklığı % 18-%43 arasındadır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

89<br />

Kardiyovasküler Hastalıklar<br />

PKOS’lu olgularda ilk yapılan çalışmalarda ölümcül yada ölümcül olmayan kardiyovasküler hastalık<br />

(KVH) hastalık sıklığında bir artış görülmemiştir, buna karşılık ölümcül olmayan serebrovasküler<br />

hastalık sıklığında artış saptanmıştır. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda PKOS’lu olgularda<br />

KVH sıklığının arttığı gösterilmiştir. WISE ( Women’s ischemi evaluation study) çalışmasında<br />

PKOS’lu olgularda KVH sıklığı %39 iken,PKOS’lu olmayan olgularda %25 bulunmuştur. Aynı<br />

çalışmada PKOS’lu olgularda inme sıklığında da artış saptanmıştır.<br />

PKOS’da KVH risk etkenleri<br />

Obezite (abdominal)<br />

Sigara içme<br />

Hipertansiyon<br />

Dislipidemi<br />

Subklinik KVH<br />

BGT<br />

Ailede erken KVH hastalık öyküsü ( erkek < 55 yaş, kadın 65 yaş


90 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Tanısal değerlendirme<br />

Hirsutismus, menstruel düzensizlik, rastlantısal olarak saptanan ultrasonografik polikistik o<strong>ve</strong>rler,<br />

alopesi ya da akneli olgular PKOS açısından değerlendirilmelidir. PKOS’un klinik özellikleri saptanmalı<br />

<strong>ve</strong> hiperandrojenizmin diğer nedenleri dışlanmalıdır.<br />

1) Hipotiroidi-hipertiroidi<br />

2) Hiperprolaktinemi<br />

3) Konjenital adrenal hiperplazi -21 OH laz eksikliği (NKAH)<br />

4) Cushing hastalığı<br />

5) Androjen salgılayan tümörler<br />

6) İdiopatik hirsutismus<br />

7) HAIR-An sendromu<br />

PKOS’unun labarotuvar incelemesinde mestruel siklusun 3-5 günleri arasında serum FSH,LH, 17<br />

–OHPG, serbest testosteron, DHEA-S düzeylerine bakılmalıdır. Obez olsun yada olmasın tüm olguların<br />

açlık kan şekeri düzeyi <strong>ve</strong> 75 gr OGTT testleri yapılmalıdır. Açlık lipid profiline bakılmalıdır.<br />

NKAH 17OH PG ölçümü ile dışlanır. NKAH foliküler dönemde sabah ölçülen 17 OH PG düzeyi<br />

ile dışlanır. 17 OHPG düzeyi 6 nmol/l den fazla ise kısa ACTH uyarı testi yapılır. Eğer 17 OH PG<br />

düzeyi 30 nmol/L den fazla ise NKAH tanısı konulur. Serum TSH düzeyi tiroid disfonksiyonunu,<br />

serum PRL düzeyi ise hiperprolaktinemiyi dışlamak için istenir. Luteal fazda 22-24. günlerde serum<br />

progesteron düzeyi normal menstruel sikluslu hirsutismuslu kadınlarda ovulasyonu değerlendirmek<br />

için istenir. Serum total testosteron düzeyi > 7 nmol /L ya da DHEAS düzeyi >16 μmol/L den fazla<br />

ise androjen salgılayan adenom araştırılmalıdır. Androjen salgılayan adenomlarda klinik belirtiler<br />

daha değerlidir. Eğer Cushing sendromunun klinik belirti <strong>ve</strong> bulguları var ise serum kortizol düzeyi<br />

<strong>ve</strong> 1 mg deksametazon supresyon testi yapılır<br />

Tedavi<br />

PKOS’lu olgularda tedavi bireyselleştirilmelidir. PKOS’lu olgularda tedavi anovulatuvar uterin kanama<br />

(endometrial hiperplazi, kanser <strong>ve</strong> anemi riski), dermatolojik belirtiler (hirsutismus, akne, alopesi),<br />

metabolik disfonksiyon (Artmış tip 2 DM <strong>ve</strong> KVH riski) <strong>ve</strong> anovulatuvar infertilite tedavilerini<br />

içerir.<br />

Menstruel düzensizlik<br />

Menstruel düzensizlik tedavisinde ilk basamak kilo kaybıdır. Yaşam tarzı değişikliği beraber eğer<br />

olgular beden ağırlıklarının % 5-10’unu kaybederlerse menstruel düzensizlikte düzelme saptanır.<br />

Anovulatuvar uterin kanama östrojen etkisinin progesteron tarafından karşılanamaması sonucu oluşan<br />

endometrial proliferasyonun neden olduğu kalın, frajil endometriumla ilişkilidir. Östrojen- progesteron<br />

için kombine oral kontraseptifler, siklik yada sürekli progestojenler medroksiprogesteron<br />

asetat 5-10 mg/g, noretindron asetat 2.5-10 mg/g, mikrojenize projesteron 200 mg, günde 2-3 kere)<br />

ile tedavi edilir. Metformin insülin duyarlılığını arttırarak <strong>ve</strong> o<strong>ve</strong>r teka hücrelerinde androjen sentezini<br />

azaltarak hem hiperinsülinemiyi hem de serum androjen düzeylerini azaltmaktadır. Metformin<br />

1500- 2000 mg/gün dozunda kullanılmalıdır. Gastrointestinal sistem ayn etkilerinden dolayı doz<br />

yavaş yavaş arttırılmalıdır. Randomize kontrollü çalışmalarda metformin menstruel düzensizlikte<br />

önemli oranda düzelmeye yol açtığı <strong>ve</strong> serum androjen düzeylerini azalttığı gösterilmiştir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

91<br />

Öneriler<br />

1. Menstruel düzensizlik tedavisinde ilk basamak kilo kaybıdır<br />

2. Kombine OKS <strong>ve</strong> metformin menstruel düzensizlik tedavisinde kullanılabilir<br />

Hirsutismus <strong>ve</strong> akne<br />

Normalden fazla kilolu <strong>ve</strong> obez olgularda ilk basamak kilo kaybıdır. %5-10’luk kilo kaybı ilk 6 ay<br />

içinde hirsutismusun düzelmesinde rol oynar.<br />

Ciproteron asetat (2 mg/gün) <strong>ve</strong> etinil östradiol (35 mg/g) siklik olarak kullanılır.Akne <strong>ve</strong> hirsutismusda<br />

3- 9 ayda azalma olur. Ağır hirsutismuslu olgularda 5 -100 mg/gün ciproteron asetatla<br />

kombinasyon daha etkilidir.<br />

Spironolakton 100-200 mg, flutamid 62.5-250 mg <strong>ve</strong> finasterid 2.5 -5 mg dozunda <strong>ve</strong>rilebilir. Antiandrojen<br />

ilaçlar OKS ile mutlaka kombine edilmelidirler. Metforminin çeşitli çalışmalarda hirsutismus<br />

skorunu düşürdüğü gösterilmiştir, ancak hirsutismus tedavisinde birincil olarak kullanılmamalıdır.<br />

%13.5 eflornithin hCL gibi topikal kıl büyümesini engelleyici ilaçlar kullanılabilir. Elektroliz <strong>ve</strong> lazer<br />

epilasyon <strong>ve</strong> diğer mekanik tedaviler öneriliebilir.<br />

Akne oral kontraseptif ilaçlar, lokal yada sistemik antibioterapi ile tedavi edilir.<br />

Androjenik alopesi antiandrojen tedavi <strong>ve</strong> minoksidil gibi topikal saç büyültücü ilaçlarla tedavi edilir.<br />

Öneriler<br />

1. Kilo kaybı hiperandrojeniminin klinik belirtilerinin tedavisinde birinci basamak tedavidir<br />

2. Hirsutismus tedavisinde oral kontraseptifler ilk seçenek ilaçtır.<br />

3. Spironolakton, flutamid <strong>ve</strong> finasterid gibi antiandrojen ilaçlar OKS kombine olarak kullanmalıdır.<br />

4. Metformin birincil olarak hirsutismus tedavisinde kullanılmamalıdır. Menstruel disfonksiyon<br />

nedeniyle kullanıldığında hirsutizm derecesinde azalmaya neden olur.<br />

Anovulasyon <strong>ve</strong> infertilite<br />

Ovulasyon indüksiyonu için ilk basamak kilo kaybıdır. Tıbbi beslenme tedavisi <strong>ve</strong> egzersizle yaşam<br />

tarzı değişikliği PKOS’lu olgularda kilo <strong>ve</strong>rmede önemlidir. % 5 yada daha fazla kilo kaybı hirsutismus<br />

<strong>ve</strong> akne şiddetinde azalmaya, menstruel disfonksiyonda <strong>ve</strong> anovulasyonda önemli oranda<br />

düzelmeye neden olur. Obez olgularda %5-10’luk kilo kaybı tip 2 DM gelişmesinin önlenmesinde<br />

<strong>ve</strong> dislipidemin düzelmesinde önemli rol oynar.<br />

Ovulasyon indüksiyonu için ilk seçenek klomifen sitratdır. Klomifen sitrat ilk 5 hün 50 mg/gün<br />

dozunda başlanır <strong>ve</strong> önerilen maksimum doz 150mg/gündür. FDA’ın önerdiği doz toplam her siklus<br />

başına 750 mg/dır. PKOS’lu olguların %75-80’inde ovulasyon meydana gelir. Tedavi genellikle 6<br />

siklusla sınırlanır ancak bireysel özellikler dikkate alınarak 12 aya kadar uzatılabilir. 6 siklusa kadar<br />

toplam canlı doğum başarı oranı %50-60’dır. Sıcak basması, baş ağrısı <strong>ve</strong> görme sorunları gibi yan<br />

etkileri olmakla beraber ilaç genellikle iyi tolere edilir.Çoğul gebelik oranı %10’ dan azdır <strong>ve</strong> hiperstimulasyon<br />

sendromu ender olarak görülür. USG yada progesteron takibi rutin olarak yapılmamalıdır.<br />

Klomifen sitrat tedavisi alan olgularda her siklus başına konsepsiyon oranı yaklaşık % 22 ‘dir.


92 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Klomifen sitrata yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda ikinci seçenek gonodatropin tedavisi yada LOS’dur. Her<br />

iki yönteminde avantaj <strong>ve</strong> dezavantajları vardır. Tedavi seçimi hastaya bırakılmalıdır.<br />

Gonadotropin tedavisi<br />

Gonadotropin tedavisi iki farklı şekilde <strong>ve</strong>rilebilir. Kronik düşük doz ya da step down yöntemleri<br />

uygulanır. Kronik düşük doz basamak tedavisinin amacı tek folikül yakalamaktır. Bu yöntem ile o<strong>ve</strong>r<br />

hiperstimulasyon sendromu (OHSS) riski azalır <strong>ve</strong> çoğul gebelik riski %6’ dan azdır. İlk siklusda ilk<br />

14 gün değişmeyen dozda 37.5-50 IU FSH <strong>ve</strong>rilir. Eğer human koriogonadotropin (hCG)<strong>ve</strong>rilmesi<br />

için gerekli olan koşul oluşmazsa folikül gelişimi başlayana kadar her 7 günde bir doz başlangıç dozunun<br />

%50’si kadar arttırılır. Bir folikül 10 mm’yi geçene kadar; hCG <strong>ve</strong>rilme koşulunu sağlayana<br />

kadar aynı dozda devam edilir. Çoğul gebelik riskini azaltmak için folikül 16 mm yi geçene kadar<br />

hCG <strong>ve</strong>rilmez. Bir diğer uygulamada ise fizyolojik ilkelerden yola çıkarak ortaya konulan step down<br />

yönteminde ise ilk 5 gün 150 IU FSH ile <strong>ve</strong>rilir, eğer gerekirse folikül 10 mm‘yi geçene kadar doz 3<br />

günde bir 37.5 mg arttırılır, daha sonra doz hCG <strong>ve</strong>rilene kadar 3 günde bir 37.5 IU azaltılır.<br />

Kronik düşük doz yöntemi step down protokolüyle karşılaştırıldığında OHSS riskinin düşük olması,<br />

monofoliküler ovulasyon oranının 2 kat yüksek olması <strong>ve</strong> yüksek ovulasyon oranı nedeniyle daha<br />

fazla tercih edilir. Düşük doz rejimde monofoliküler ovulasyon oranı %70, gebelik oranı %20 <strong>ve</strong><br />

çogul canlı doğum oranı %5.7 dir. OHSS ise %1 den azdır. Gonadotropin tedavisi en fazla 6 siklus<br />

<strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Laparaskopik o<strong>ve</strong>r cerrahisi (LOS)<br />

Ovulasyon indüksiyonu için cerrahi tedavi geleneksel wedge rezeksiyondan günümüze laparaskopik<br />

ovaryan diyatermi yada lazer gibi minimal invaziv tekniklere kaymıştır. Diyatermi yada lazerle o<strong>ve</strong>rde<br />

çok sayıda delik açılması ovaryan drilling olarak adlandırılır. LOS ta başarı oranı % 50 den azdır <strong>ve</strong><br />

eğer işlemden 12 hafta sonra ovulasyon gerçekleşmemişse tekrar ovulasyon indüksiyonu gerekebilir.<br />

LOS da monofoliküler ovulasyon oranı yüksektir, OHSS riski yoktur. Sık USG takibi olanağı olmayan<br />

olgular için uygun bir tedavi seçeneğidir. LOS infertilite dışı tedavilerde kullanılmamalıdır.<br />

Klomifen sitrat , gonadotropin tedavisi <strong>ve</strong> LOS tedavisine yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda ovulasyon indüksiyonu<br />

için üçüncü seçenek IVF tedavisidir.<br />

Ovulasyon indüksiyonunda alternatif tedavi selektif aromataz inhibitörleri (anastrazol , letrazol) ovulasyon<br />

indüksiyonu için kullanılmaktadırlar. Letrazol hipotalamus pituiter aksında östrojen sentezini<br />

inhibe ederek GnRH <strong>ve</strong> FSH salınımını uyarır. Yapılan çalışmalarda letrazolün ovulasyon indüksiyonunda<br />

klomifen sitrata yakın başarı oranı gösterdiği saptanmıştır. Ancak gebelik <strong>ve</strong> canlı doğum<br />

üzerine etkisini araştıracak güçlü çalışmalara gereksinim vardır.<br />

Metformin biguanid grubu bir oral antiyiabetik ilaçtır. KC de glukoz üretimini <strong>ve</strong> çevresel dokularda<br />

insülinin etkisini arttırarak etki eder.Bununla beraber metformin o<strong>ve</strong>rlerde teka hücrelerinde CYP<br />

17 enzim sistemi üzerinden insülin düzeyini azaltmasından bağımsız olarak androjen sentezini azaltmaktadır.<br />

PKOS’lu olgularda serum androjen düzeylerini azaltır,insülin direncini azaltır <strong>ve</strong> menstruel<br />

disfonksiyon - anovulasyonda düzelmeye neden olur. Metforminle yapılan çalışmalara ovulasyon,<br />

gebelik <strong>ve</strong> canlı doğum oranları ile ilgili olarak çelişkili sonuçlar elde edilmiştir. Bazı çalışmalarda klomifen<br />

sitratla kombine olarak kullanıldığında ovulasyon, canlı doğum <strong>ve</strong> gebelik oranlarını arttırdığı,<br />

bazılarında ise bir farklılık olmadığı gösterilmiştir. Aynı şekilde klomifen sitrata dirençli olgularda da


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

93<br />

benzer sonuçlar elde edilmiştir. 2008 yılında Selanik’te yapılan konsensus toplantısında metformin<br />

ovulasyon induksiyonunda birinci tercih ilaç olarak kullanılmayacağı bildirilmiştir. Metformin yakın<br />

zamanda gebelik isteği olmayan kadınlarda metabolik, kardiyovasküler olumlu etkilerinden dolayı<br />

yaşam tarzı değişikliği ile beraber ovulasyon induksiyonu için kullanılabilir. Ayrıca orta vade gebelik<br />

isteği olan kadınlarda klomifen sitrat tedavisinden önce kullanılabilir<br />

Öneriler<br />

1. Ovulasyon indüksiyonu için ilk basamak kilo kaybıdır.<br />

2. Klomifen sitrat ovulasyon indüksiyonu için ilk seçenek ilaçtır<br />

3. Klomifen sitrata yanıt <strong>ve</strong>rmeyen olgularda gonadotropin tedavisi <strong>ve</strong> LOS ikinci seçenektir.<br />

Tedavi seçimi hastaya göre planlanmalıdır<br />

4. Ovulasyon induksiyonu için üçüncü seçenek IVF tedavisidir.<br />

5. Metformin ovulasyon indüksiyonu için birincil amaçla kullanılmamalıdır,bununla beraber<br />

uzun sürede gebelik düşünen olgularla <strong>ve</strong> glukoz intoleranslı olgularda ovulasyon indüksiyonu<br />

için tercih edilebilir.<br />

Metabolik bozukluklar <strong>ve</strong> KVH tedavisi<br />

Tip 2 DM’un önlenmesi<br />

Tip 2 DM’un önlenmesinde birincil yöntem yaşam tarzı değişikliğidir. Glukoz intoleransı olan olgularda<br />

yaşam tarzı değişikliğine ek olarak 1700- 2000 mg metformin <strong>ve</strong>rilebilir.<br />

KVH önlenmesi<br />

KVH önlenmesinde birincil yöntem yaşam tarzı değişikliğidir. Bununla beraber kan basıncı <strong>ve</strong> serum<br />

lipid düzeyleri hedef değerlerde tutulmalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

1. Goodarzi MO, Dumesic DA, Chazenbalk G, Azziz R.Polycystic ovary syndrome: etiology, pathogenesis<br />

and diagnosis. Nat Rev Endocrinol. 2011;7:219-31.<br />

2. Thessaloniki ESHRE/ASRM-Sponsored PCOS Consensus Workshop Group Consensus on infertility treatment<br />

related to polycystic ovary syndrome. Hum Reprod. 2008;23:462-77.<br />

3. Homburg R.Polycystic ovary syndrome.Best Pract Res Clin Obstet Gynaecol. 2008 Apr;22:261-74<br />

4. Diamanti-Kandarakis E, Christakou CD, Kandaraki E, Economou FN.Metformin: an old medication of<br />

new fashion: evolving new molecular mechanisms and clinical implications in polycystic ovary syndrome.<br />

Eur J Endocrinol. 2010 ;162:193-212<br />

5. Salley KE, Wickham EP, Cheang KI, Essah PA, Karjane NW, Nestler JE.Glucose intolerance in polycystic<br />

ovary syndrome--a position statement of the Androgen Excess Society.J Clin Endocrinol Metab.<br />

2007;92:4546-56<br />

6. Azziz R, Carmina E, Dewailly D, Diamanti-Kandarakis E, Escobar-Morreale HF, Futterweit W, Janssen<br />

OE, Legro RS, Norman RJ, Taylor AE, Witchel SF; Androgen Excess Society. Positions statement: criteria<br />

for defining polycystic ovary syndrome as a predominantly hyperandrogenic syndrome: an Androgen Excess<br />

Society guideline.J Clin Endocrinol Metab. 2006 ;91:4237-45


94 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

İNFERTİLİTE<br />

İnfertilite 1 yıl süresince korunmasız, sık cinsel ilişkiye rağmen gebeliğin oluşmaması olarak tanımlanmaktadır.<br />

Bu deyim; 1 yıllık korunmasız koitustan sonra % 85-93’den fazla çiftte hamileliğin sağlanması<br />

gerçeğinden gelmektedir, böylece reprodüktif çağdaki çiftlerin %7-15’inde hamileliğin gerçekleşmediği<br />

ortaya çıkmaktadır. Yine de infertilite terimi, çiftlerin hiçbir zaman başarılı olamayacakları anlamına<br />

gelmemektedir, bu nedenle subfertilite teriminin daha doğru olacağı belirtilmektedir. Bir toplumda<br />

fertilite potansiyelinin gerçekliği için fekundabilite <strong>ve</strong>ya fekundite terimi de kullanılmaktadır. Bu terim;<br />

bir menstruel siklusta gebeliğin gerçekleşme ihtimalidir ki, normal çiftlerde bu oran %25’dir. Sterilite<br />

ise, re<strong>ve</strong>rzibl <strong>ve</strong>ya irre<strong>ve</strong>rzibl olarak hamileliğin sağlanmasındaki total imkansızlık halidir.<br />

İnfertilitenin %25’i erkek, %58’i kadın faktörlerine bağlanabilir; % 17’sinin nedeni bulunamamaktadır.<br />

Hem erkek, hem de kadına ait faktörlerin infertiliteden sorumlu olması az rastlanan bir durum<br />

değildir. İnfertilite nedenleri Şekil 1’de özetlenmiştir.<br />

İnfertilite ile müracaat eden çiflerde ilk değerlendirme, doğru zamanlama, sigara, alkol, kafein <strong>ve</strong><br />

obezite gibi modifiye edilebilir risk faktörlerinin tesbitini kapsar. Daha sonra yapılacak olan infertilitenin<br />

primer nedeninin kadına mı, erkeğe mi yoksa her ikisine mi ait olduğunun araştırılmasıdır.<br />

Ne yazık ki bazen gerçekleştirilen yoğun araştırmalar sonucunda spesifik bir neden saptanamayıp<br />

infertilite bilinmeyen nedenlere bağlanmaktadır.<br />

İnfertilite<br />

Kadına ait nedenler<br />

%58<br />

Erkeğe ait nedenler<br />

%25<br />

Bilinmeyen<br />

%17<br />

Primer<br />

hipogonadizm<br />

%30-40<br />

Sekonder<br />

hipogonadizm<br />

%2<br />

Sperm transport<br />

sorunları<br />

%10-20<br />

Bilinmeyen<br />

nedenler<br />

%40-50<br />

Amenore/<br />

ovulatuvar<br />

disfonksiyon<br />

%46<br />

Tubal defekt<br />

%38<br />

Endometriyozis<br />

%9<br />

Diğerleri<br />

%7<br />

Hipotalamik/<br />

pitüiter nedenler<br />

%51<br />

Polikistik o<strong>ve</strong>r<br />

sendromu<br />

%30<br />

Prematür ovaryen<br />

yetmezlik<br />

%12<br />

Uterus <strong>ve</strong>ya<br />

outflow traktus<br />

anomalileri<br />

%7<br />

Şekil 1. İnfertilite nedenleri


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

95<br />

Kadın infertilitesi<br />

Kadın yaşı ile fertilite arasında ters ilişki mevcuttur. 20-24 yaşlar arasında fertilite en yüksek düzeydedir.<br />

25-29 yaşlarda fertilite oranı % 4-8 azalırken, 30-34 yaşlarında %15, 35-39 yaşlarında %26-46,<br />

40-45 yaşlarında %95 azalmaktadır. Artan yaşla, azalan follikül sayısı ile birlikte yaşlı folliküllerin<br />

gonadotropin stimülasyonuna daha az duyarlı hale geldikleri gösterilmiştir.<br />

Kadın infertilitesinin en sık sebebi menstruel fonksiyon anormallikleridir. Ovulatuvar disfonksiyon<br />

uterus ile outflow traktus anormalliklerini kapsayan bu tip bozukluklar kendini amenore <strong>ve</strong>ya irregüler<br />

<strong>ve</strong>ya kısa menstruel siklus ile kendini gösterir. Dikkatli bir anamnez ile fizik muayene <strong>ve</strong> az sayıda<br />

laboratuvar tetkikleri ile aşağıdaki tanılar konabilir (Şekil 2):<br />

1) Hipotalamik <strong>ve</strong>ya pitüiter nedenler ( Artmış prolaktin (PRL) var/ yokken düşük follikül<br />

stimüle edici hormon (FSH), lüteinizan hormon (LH) <strong>ve</strong> östrojen)<br />

2) Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromu (Diğer aşırı androjen nedenleri olmadan hiperandrojenizm <strong>ve</strong> irregüler<br />

sikluslar )<br />

3) Ovaryen yetmezlik ( Artmış FSH ile düşük östrojen)<br />

4) Uterus <strong>ve</strong> outflow traktus anormallikleri<br />

Amenore/Oligomenore<br />

Normal<br />

Uterus <strong>ve</strong> outflow traktus<br />

Anormal<br />

Gebelik + β-HCG<br />

-<br />

Androjen<br />

insensitivitesi<br />

Mülleryen agenezis,<br />

servikal stenozis,<br />

vajinal septum,<br />

imperforat himen<br />

Asherman<br />

sendromu gibi<br />

uterusa ait<br />

nedenler<br />

Hiperandrojenizm<br />

↑ testosteron<br />

Tümör <br />

21 hidroksilaz<br />

eksikliği <br />

Polikistik o<strong>ve</strong>r<br />

sendromu<br />

Artmış<br />

İlaçlar, ↑TSH<br />

MRI<br />

FSH<br />

Normal / düşük<br />

PRL<br />

Normal<br />

Primer amenore,<br />

kısa boy<br />

Nöroanatomik anormallik/idyopatik hipogonadotropik<br />

hipogonadizm<br />

Artmış<br />

Primer ovaryen<br />

yetmezlik<br />

Sekonder<br />

amenore<br />

Diyet egzersiz,<br />

↑TSH, stres<br />

Hipotalamik<br />

amenore<br />

Şekil 2: Amenore/oligomenore değerlendirmesi. β-HCG: Human koryonik gonadotropin, PRL: prolaktin,<br />

FSH: Follikül stimüle edici hormn, MRI: magnetik rezonans görüntülemesi, TSH: tiroid stimüle edici<br />

hormon.


96 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Kadın infertilitesinin değerlendirilmesi<br />

Kadın infertilitesinin tanısı anamnez <strong>ve</strong> fizik muayeneden başlar, daha sonra sebebe yönelik değerlendirmelere<br />

geçilir.<br />

1) Ovulatuvar disfonksiyon<br />

Düzenli menstruel siklusu olan kadınlarda ilk yapılması gereken ovulasyon mevcudiyetinin araştırılmasıdır.<br />

Buna ek olarak oositlerin tükenmesi, yaşlanması <strong>ve</strong> prematür ovaryen yetmezliğin dışlanması<br />

için o<strong>ve</strong>r rezervi araştırılmalıdır.<br />

Ovülasyonun doğrulanmasında bazal vücut sıcaklığı basit bir testtir. Kadının vücut sıcaklığı, her<br />

sabah uyanınca herhangi bir aktivitede bulunmadan ölçülür. Ovülasyon sonrasında progesteron seviyesinin<br />

artması, hipotalamik termojenik etki ile bazal vücut sıcaklığını yaklaşık 0.22 derede C<br />

arttırmaktadır. Progesterondaki yükselme ovülasyondan 2 gün önce <strong>ve</strong> 1 gün sonraki dönemde herhangi<br />

bir zamanda ortaya çıkabileceğinden, sıcaklıktaki yükselme ovülasyon zamanını kesin olarak<br />

öngörmekten ziyade geriye dönük olarak ovülasyonun gerçekleştiğini doğrular. 11 günden daha kısa<br />

süren sıcaklık artışı, tanı koydurucu olmasa da luteal faz bozukluğunu düşündürmelidir.<br />

Midluteal dönemde progesteron düzeyi ovülasyonu değerlendirmede diğer bir testtir. 19-23. günler<br />

arasında alınan kan örneğinde konsantrasyonun 3.0 ng/ mL üzerinde olması ovülasyon ile uyumlu<br />

iken 10 ng/mL üzerinde olması yeterli luteal desteğin varlığını gösterir.<br />

İdrarda günlük LH takibi, evde kullanılabilen kitlerle ovülasyonun takibini sağlar. Konsantrasyon<br />

eşiği olan 40 mIU/mL esas alınarak değerlendirilen testin pozitif olması ovülasyonu tetikleyen LH<br />

dalgası ile korele olarak gösterilse de %7-8 yanlış pozitif sonuç <strong>ve</strong>rdiği belirtilmektedir.<br />

35 yaş üstündeki kadınlarda ovulatuvar siklus varlığında bile ovaryen rezervin değerlendirilmesi<br />

için siklusun 3. gününde <strong>ve</strong>ya östrojen antagonisti olan klomifene cevap olarak FSH tetkiki tavsiye<br />

edilmektedir. Siklusun 3. gününde


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

97<br />

3) Endometriyozis<br />

Endometriyozis, endometriyal kavite <strong>ve</strong> uterus kasları dışında endometriyal gland <strong>ve</strong>ya stromanın<br />

varlığıdır. Tanısı ağrılı ilişki hikayesi, sıklıkla mensten önce başlayan şiddetli dismenore, pelvik inceleme<br />

sırasında kalınlaşmış rektovajinal septum <strong>ve</strong> serviks deviasyonu ile konabilir. Endometriyozis<br />

ile ilişkili infertilite patogenezinde yapışıklıklar dışında normal endometriyum üzerine etkilerden de<br />

bahsedilmektedir. Klinik olarak sessiz olduğunda laparoskopi gerekebilir.<br />

4) Servikal faktör infertilitesi<br />

Servikal faktör infertilitesinin dışlanması için yapılan postkoital test (PCT) ya da Huhner testi, sperm<br />

ile servikal mukus etkileşiminin doğrudan değerlendirilmesine dayanır. Test 48 saatlik cinsel perhiz<br />

sonrası östrojen düzeyinin en üst düzeyde olduğu menstruel siklusun 12-14 <strong>ve</strong> 28-30 günlerinde<br />

yapılmalı, mukus 2-8 saat içinde incelenmelidir. Yorumlanması subjektif olduğundan değeri tartışılmaktadır.<br />

Her yüksek büyütme alanında 5-10 hareketli spermatozoanın <strong>ve</strong> Spinnbarkeit testinin (2<br />

lam arasında mukusun uzama derecesi) 8 cm olduğu asellüler mukusun bulunması genellikle servikal<br />

faktörü dışlamaktadır. Anormal PCT’nin en sık nedeni zamanlamanın hatalı olmasıdır. Servikal stenoz,<br />

hipoplazik servikal kanal, koital disfonksiyon <strong>ve</strong> erkek faktörleri neden olarak sayılabilir. Örnek<br />

ayrıca pH, mukusun hücre içeriği, lökosit <strong>ve</strong> ferning (eğrelti otu) testi açısından değerlendirilebilir.<br />

Spermlerin kümelenmesi <strong>ve</strong> ileri hareket etmeden sadece flagella hareketi yapması sıklıkla antisperm<br />

antikorlarının varlığını düşündürmelidir.<br />

5) Histerosalpingogram (HSG)<br />

Uterus <strong>ve</strong> tubaların sınırlarını <strong>ve</strong> tuba açıklığını değerlendirir, erken folliküler fazda mens kanamasının<br />

kesilmesinden itibaren bir hafta içinde uygulanır, böylece gebeliğin bozulma riski en aza indirilmiş<br />

olur. İşlem serviksten radyoopak madde enjekte edilmesiyle gerçekleşir, fluoroskopi altında<br />

çekilen grafilerde tubaların durumu görülür.<br />

6) Tanısal laparoskopi<br />

Endometriyozis, pelvik adezyonlar gibi peritoneal <strong>ve</strong> tubal faktörler değerlendirilir <strong>ve</strong> eş zamanlı cerrahi<br />

uygulanabilir. Laparoskopi folliküler fazda yapılmalıdır. HSG bulguları laparoskopi bulgularıyla<br />

%60-70 uyum gösterir. İndigo karmen boyası laparoskopi sırasında tubaların açık olup olmadığını<br />

gösterir.<br />

7) Endometriyal biyopsi <strong>ve</strong> luteal faz defekti<br />

Endometriyal biyopsi endometriyumun progesterona yanıtını değerlendirir. 28 günlük menstruel<br />

siklusun 24-26 günleri arasında <strong>ve</strong>ya beklenen adetten 2-4 gün önce yapılır. Biyopsi desudualize olan<br />

stromayı göstererek ovülasyon olduğunu kanıtlar, endometrit varlığını denetler <strong>ve</strong> endometriyumun<br />

siklusun kaçıncı gününde olduğunu belirler. Biyopsi artık pek tercih edilmemektedir.<br />

8) İmmünolojik faktörlere bağlı infertilite<br />

Bazı çiftlerde immünolojik uyumsuzluk mevcuttur. İnfertilite nedeni olarak kadında sperm aglütine<br />

edici <strong>ve</strong> immobilize edici antikorların <strong>ve</strong> erkekte otoimmünitenin varlığı sorumlu olabilir.


98 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

9) İleri tetkikler<br />

Transvajinal ultrasonografi <strong>ve</strong> sonohistografi, sonohisterosalpingografi, histeroskopi, transvajinal<br />

hidrolaparoskopi <strong>ve</strong> fertiloskopi ismi geçen ileri tetkiklerdir.<br />

Kadın infertilitesinin tedavisi<br />

Tedavi tüm infertilite faktörlerinin tesbitinden sonra düşük riskli müdahelelerden invaziv yüksek<br />

riskli müdahelelere geçiş şeklinde planlanmalıdır. Önce medikal tedavi, sonra intrauterin inseminasyon<br />

(IUI), daha sonra da in vitro fertilizasyon (IVF) gibi yardımlı üreme teknolojileri (YÜT)<br />

denenmelidir. İnfertilite tedavisi şu şekilde sıralanabilir;<br />

1) Ovulatuvar disfonksiyon<br />

Ovulasyon disfonksiyonunun tedavisi öncelikle mümkünse bozukluğun tayinine dayanır. Düşük<br />

<strong>ve</strong>ya yüksek vücut ağırlığı <strong>ve</strong>ya aşırı egzersiz ile stres hipotalamustan GnRH salınımını etkileyebileceğinden<br />

yaşam tarzı değişiklikleri tavsiye edilir. Hiperprolaktinemide bromokriptin gibi dopamin<br />

agonistleri kullanılır. 2-3 ay içinde yanıt beklenmekte, hastaların %80’inde gebelik görülmektedir.<br />

Tedaviye başladıktan sonra ovulasyon gerçekleşmezse klomifen eklenebilir. Hem hipo, hem hipertiroidi<br />

infertiliteye neden olabileceğinden uygun şekilde tedavi edilmelidir. Ovülasyon indüksiyonu<br />

için kullanılan medikasyonlar; klomifen sitrat, gonadotropinler <strong>ve</strong> pulsatil GnRH’ı kapsar.<br />

Klomifen sitrat hipotalamusta östrojenin negatif feed-back etkisini bloke edip GnRH ile FSH <strong>ve</strong> lüteinizan<br />

hormon (LH) seviyelerini arttıran nonsteroidal östrojen antagonistidir. Hipotalamus-hipofizo<strong>ve</strong>r<br />

aksının sağlam olduğu vakalarda en yararlıdır. Aşırı kilolu <strong>ve</strong> hiperandrojenik kadınlarda yanıt<br />

az olur. Polikistik o<strong>ve</strong>r sendromlu (PCOS) kadınların %60’dan fazlasında ovülasyonu sağladığı için<br />

ilk tedavi seçeneğidir. İnsülin seviyesini modifiye eden metformin ile kombine edilebilir. Hipogonadotropik<br />

hipogonadizmde daha az başarılıdır.<br />

Gonadotropinler, hipogonadotropik hipogonadizm, endometriyozis, PCOS’da <strong>ve</strong> sebebi belli olmayan<br />

infertilite ile yaşlı reprodüktif çağdaki kadınlarda multipl yumurta toplanmasında kullanılmaktadırlar.<br />

FSH esas ilaç olmasına rağmen LH <strong>ve</strong>ya insan koryonik gonadotropin (HCG) ila<strong>ve</strong>si ile en<br />

çok hipogonadotropik hastalarda olmak üzere, daha iyi sonuçlar alınmaktadır.<br />

Pulsatil GnRH, hipotalamik amenoreli hastalarda ovülasyonun sağlanmasında oldukça efektiftir. Gonadotropinlerle<br />

kıyaslandığında gebelik yüzdesi eşit olsa da multipl gebelik daha azdır <strong>ve</strong> ovaryen hiperstimülasyon<br />

riski yoktur. Bu metotların hiçbiri primer ovaryen yetmezlikte efektif değildir, donör<br />

oosit tavsiye edilmektedir.<br />

2) Tubal hastalık<br />

Tubal hastalık tanısı konduğunda rekonstrüksiyon olarak, tubanın kanülizasyonu, mikrocerrahi yoluyla<br />

tubokornual reanastomoz yapılabilir, ama sıklıkla IVF denenir. Düzeltici cerrahinin başarısı<br />

hastalığın yaygınlığına bağlıdır. Bu hastalar sıklıkla ektopik gebelik riski altındadırlar.<br />

3) Endometriyozis<br />

Hafif endometriyozisi mevcut olan kadınların % 60’ı tedavisiz 1 yıl içinde hamile kalsalar da laparaskopik<br />

rezeksiyon <strong>ve</strong>ya ablasyon gebelik ihtimalini arttırır. Endometriyozisin medikal tedavisinin,


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

99<br />

semptomların kontrolünde kullanılmakla birlikte fertiliteyi arttırdığı gösterilememiştir. Orta <strong>ve</strong> ciddi<br />

endometriyoziste konservatif cerrahi sırasıyla %50 <strong>ve</strong> %39 gebelik oranlarıyla sonuçlanmaktadır.<br />

Bazı hastalarda IVF tedavi seçeneği olabilir.<br />

4) Luteal faz defektleri<br />

Hem fertil, hem de infertil kadınlarda görülebilir <strong>ve</strong> tedavisi tartışmalıdır. Siklusun ovülasyon sonrası<br />

döneminde <strong>ve</strong> gebelik oluşursa luteoplasental geçiş sağlanana kadar intramüsküler <strong>ve</strong>ya intravajinal<br />

progesteron ile tedavi uygulanır.<br />

5) Uterin faktörler<br />

Submüköz leiyomyomlar, intrauterin sineşiler (Ashermen sendromu), uterin anomaliler <strong>ve</strong>ya septumların<br />

tedavisi cerrahidir.<br />

6)Genital traktus enfeksiyonları<br />

Kadın <strong>ve</strong> erkekte görülebilen enfeksiyonlardan Clamidya <strong>ve</strong> N. Gonore ana patojenlerdir. Ureaplasma<br />

urealitikum <strong>ve</strong> mikoplazma hominis minör patojenler olarak bildirilmektedirler. Uygun tedavilerinin<br />

fertiliteyi arttırdığı gösterilmiştir.<br />

7)İnseminasyon<br />

Semenin kadın genital sistemine özel bir kanül ile <strong>ve</strong>rilmesi işlemidir. İşlem servikal, uterin, tubal<br />

<strong>ve</strong>ya intraperitoneal lokalizasyonlara uygulanabilir, ama bugün tercih intrauterin inseminasyon yönündedir.<br />

Kullanılan sperm eşe ait olabileceği gibi donör spermi de kullanılabilir. Toplanan semen<br />

taze semen, split ejekülat ( ejekülatın ilk birkaç damlası) <strong>ve</strong>ya işlenmiş olarak (yıkama, fitrasyon <strong>ve</strong><br />

kullanıma uygun spermleri ayırma yöntemlerini kapsar) insemine edilir. İnseminasyonun zamanlaması<br />

önemlidir. Gebelik oranlarının en fazla artmış olduğu zaman peryodu, ovülasyon öncesi 3 gün<br />

ile ovülasyon sonrası ilk 24 saat içindeki dilim olarak gösterilmiştir. Seçilmiş olgularda ucuz, uygulanması<br />

kolay, üst düzeyde kalifiye ekip <strong>ve</strong> ekipman gerektirmeyen bir yöntem olup ileri teknoloji <strong>ve</strong><br />

donanım gerektiren tekniklere başvurmadan önceki bir adım olarak kabul edilmelidir.<br />

8) Yardımlı üreme teknolojileri<br />

İlk defa 1978 yılında gerçekleştirilen IVF sonrası başarılı doğumdan sonra infertilitenin üstesinden<br />

gelmek için pek çok teknik geliştirilmiştir.<br />

I) Tipleri<br />

a) Gamet intrafallopian transfer (GIFT): Oositlerin ekstraksiyonunun ardından laparoskopi yoluyla<br />

normal tuba uterina içine gametler (sperm <strong>ve</strong> oosit) transfer edilir. GIFT genel anestezi gerektir <strong>ve</strong><br />

fertilizasyonun gerçekleştiğinden görsel olarak emin olunamaz. Gebelik oluşmadığında başarısızlığın<br />

fertilizasyondan mı, yoksa implantasyondan mı kaynaklandığını ayırt etmek mümkün değildir.<br />

Başarı kriteri olarak değerlendirilen canlı doğum/ oosit toplama oranı %25.4 olarak <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

b) Zigot intrafallopian transfer (ZIFT): Oosit toplanması <strong>ve</strong> fertilizasyon sonrası laparoskopi yoluyla<br />

embriyoların tuba içerisine yerleştirilmesidir. Canlı doğum/ oosit toplama oranı %26.3 olarak<br />

<strong>ve</strong>rilmektedir.


100 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

c) IVF: Kontrollü ovaryen hiperstimülasyon <strong>ve</strong> ultrasonografi rehberliğinde oositlerin aspirasyonu<br />

sonrası, hazırlanan spermlerle laboratuar ortamında fertilizasyon, embriyo kültürü <strong>ve</strong> elde edilen<br />

embriyoların uterus içine transservikal transferi demektir. IVF yöntemlerinin çoğunda hastadan<br />

alınan taze oositlerin kullanılmasına rağmen donmuş oositlerin transferi <strong>ve</strong> donör oositlerin kullanılması<br />

de seçenekler arasındadır. İntrasitoplazmik sperm injeksiyonu (ICSI) kullanılmayan<br />

IVF’de canlı doğum/ oosit toplama oranı %34.4 olarak <strong>ve</strong>rilmektedir.<br />

ICSI, her oositin içine tek bir spermatozoaonın mikroskopik olarak enjekte edilmesi, oluşan embriyonun<br />

uterusa transservikal olar transferidir. ICSI’ın ortaya çıkışı IUI <strong>ve</strong> IVF’e refrakter erkek<br />

infertilitesinin mevcut olduğu çiftlerde devrim yaratmıştır.<br />

IVF endikasyonları şöyle sayılabilir:<br />

A) Tubal hastalıklar: Büyük hidrosalpinksler, fimbriaların yokluğu, ciddi yapışıklıklar, tekrarlayan<br />

ektopik gebelikler, başarısız rekonstrüktif cerrahi tedaviler.<br />

B) Endometriyozis<br />

C) Nedeni bilinmeyen infertilite<br />

D) Erkek faktör infertilitesi: Düşük sperm sayısı <strong>ve</strong> motilitesi, anormal morfoloji<br />

E) Uterin malformasyonlar: Dietilstilbesterole maruziyet<br />

F) HIV açısından uyumsuz çiftler: ICSI <strong>ve</strong>ya sperm yıkama yöntemi ile HIV negatif kadınlar HIV<br />

pozitif partnerlerinin spermleri ile gebe kalabilirler.<br />

G) Fertilite korunmasını isteyenler: Kemoterapi <strong>ve</strong>ya pelvik bölge ışınlanması sonrası fertilite korunması<br />

isteyen kadın <strong>ve</strong> erkekler gamet, embriyo <strong>ve</strong>ya o<strong>ve</strong>r dokularının, daha sonra kullanıllmak<br />

üzere dondurulmasını isteyebilirler.<br />

H) Preimplantasyon genetik tanı (PDG) isteyen çiftler: İlk defa 1990 yılında PDG kullanımı ile<br />

ebe<strong>ve</strong>ynlerin genetik bozukluklarının bebeklerine aktarımı önlenmiş, geleneksel prenatal tanı<br />

ile gebeliğin sonlandırılmasının yol açtığı kaygılar <strong>ve</strong> etik ikilemlerden kaçınılmıştır. PDG işlemi,<br />

IVF’teki bölünme evresindeki (2-3 gün) embriyonun 1-2 blastomeri, kontrollü ovaryen<br />

hiperstimülasyon sonrası metafaz evresindeki oositten alınan polar cisim biyopsisi <strong>ve</strong> blastokist<br />

evresindeki (5. gün) embriyodan alınan trofoektoderm dokusunun genetik analizini kapsar.<br />

Kistik fibrozis, musküler distrofi <strong>ve</strong> Huntington Hastalığı gibi tek gen hastalıkları tarandığı gibi, ileri<br />

reprodüktif çağda tekrarlayan gebelik kaybı hikayesi olan <strong>ve</strong> IVF uygulanan kadınlarda <strong>ve</strong>ya birçok<br />

başarısız IVF siklusu geçiren kadınlarda translokasyon, anöplodi <strong>ve</strong> kromozomal bozuklukların tayininde<br />

kullanılmaktadır. Fanconi anemisinden etkilenen kardeşiyle HLA eşleşmesi olan implantasyon<br />

öncesi bir embriyonun seçilmesinde kullanılmıştır. Y kromozomu için selektif tarama yapılarak cinsiyet<br />

seçimi mümkün olmuşsa da konunun ahlaki yönü tartışmaya açıktır.<br />

II) Kontrollü ovaryen stimülasyon <strong>ve</strong> IVF protokolleri:<br />

Bu amaçla arasında en sık klomifen, gonadotropinler, GnRH agonistleri <strong>ve</strong> GnRH antagonistleri<br />

kullanılmaktadır.<br />

Klomifen menstruel siklusun 5-9. günlerinde <strong>ve</strong>rilir. Yanıt, bazal vücut sıcaklığı ölçümü, ultrason <strong>ve</strong><br />

LH ile östrojen düzeylerinin tayini ile takip edilir. Ucuzdur <strong>ve</strong> ovaryen hiperstimülasyon sendromu<br />

açısından düşük risk oluşturur. Buna karşılık IVF’de iptale neden olan sık LH dalgaları <strong>ve</strong> siklus


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

101<br />

başına bir <strong>ve</strong>ya iki gibi az sayıda oosit elde edilmesi sonucu IVF’de düşük oranda gebelik oluşmasına<br />

neden olabilir. Human koryonik gonadotropin (HCG), LH dalgasını uyarmak için tedaviye eklenebilir.<br />

Gonadotropinler, klomifenle gebelik elde edilmediğinde ikinci tercih olmaktadır. Multipl gebelik <strong>ve</strong><br />

hiperstimülasyon sendromu gibi dezavantajları vardır. Human menapozal gonadotropin (HMG)<br />

LH <strong>ve</strong> FSH kombinasyonu olup genellikle 2-7 gün süreyle <strong>ve</strong>rilir. Klomifene oranla pahalıdır <strong>ve</strong><br />

ovaryen hiperstimülasyon sendromu riski fazladır. HMG’nin LH komponentinin zarar <strong>ve</strong>rme olasılığının<br />

en aza indirilmesi için yapılan girişimler, saflaştırılmış üriner FSH <strong>ve</strong> rekombinan FSH<br />

üretimini sağlamıştır. Kontrollü ovaryen hiperstimülasyon sırasında follikül maturasyonu ultrason<br />

<strong>ve</strong> seri östradiol düzeyleri ile takip edilir. Oosit matürasyonunu tamamlamak için HCG folliküller<br />

17-18 mm çapa ulaştığında <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

GnRH agonistleri, (GnRHa) Flare-up protokolü <strong>ve</strong>ya luteal faz protokolüyle kullanılır. Flare-up protokolü,<br />

ilk 4 günde FSH’da artışa yol açar, bu da oosit seçilmesini(recruitement) arttırır, 5 günlük<br />

uygulamadan sonra GnRHa prematür lüteinizasyon <strong>ve</strong> spontan LH dalgasını önlemek için hipofizi<br />

down-regüle eder. Lüteal faz protokolü, IVF’den önceki siklusta, menstrüasyonun 17-21. gününde<br />

GnRHa <strong>ve</strong>rilmesi ile başlar. GnRHa siklus başına elde edilen oositlerin sayısı, kalitesi <strong>ve</strong> senkronizasyonunu<br />

arttırır, böylece fertilizasyon oranı, embriyo sayısı <strong>ve</strong> gebelik oranı artar.<br />

GnRH antagonistleri; LH sekresyonunu <strong>ve</strong> siklus iptaline neden olan prematür LH dalgalarını bloke<br />

eder. Menstruasyonun 8. gününde tek doz <strong>ve</strong>ya 4 gün düşük doz uygulanır. Periovulatuvar LH<br />

dalgasını bloke ettiğinden ovülasyonu stimüle etmek için daha az gonadotropine ihtiyaç duyulur <strong>ve</strong><br />

yan etkileri daha azdır.<br />

III) Oosit toplanması, fertilizasyon <strong>ve</strong> transfer:<br />

Oosit toplanması ultrason rehberliğinde follikül aspirasyonu <strong>ve</strong>ya laparoskopik oosit toplanması şeklindedir.<br />

İlki en çok kullanılan yöntemdir.<br />

Oosit toplanması, HCG enjeksiyonundan 34-36 saat sonra gerçekleştirilir. Spermler seyreltildikten<br />

sonra santrifüj edilirler. İnkübe edilmeden önce 50,000-100,000 hareketli sperm her biri oosit içeren<br />

Petri kabına konur. Fertilizasyon, 2 pronukleus varlığı <strong>ve</strong> 24 saatte ikinci polar cisimciğin atılması<br />

ile kanıtlanır. Bu evrede embriyoların çoğu %75 sağkalım oranı ile sınırsız süreyle dondurulup saklanabilir.<br />

Embriyo transferi, en sık 4-10 hücre evresinde toplama işleminden 72 saat sonra gerçekleştirilir. Transfer<br />

edilen embriyoların asıl sayısı kişinin yaşına <strong>ve</strong> çoğul gebelik için diğer faktörlere bağlı olmakla birlikte<br />

çoğul gebelik riskini sınırlamak <strong>ve</strong> gebelik oranını optimize etmek için genellikle 2 embriyodan fazlası<br />

transfer edilmez. Genel uygulamada luteal faz, oosit salınımının başladığı günden gebeliğin 12. haftasına<br />

dek süren vajinal suppozituvar olarak uygulanan progesteron ile desteklenmektir.<br />

IV) YÜT’ün yan etkileri:<br />

a) Ovaryen hiperstimülasyon sendromu: Abdominal, şişkinlik, asit, idrar çıkışında azalma, hemokonsantrasyon,<br />

hiperkoagülabilite, hidrotoraks, respiratuvar distres sendromu, elektrolit dengesizliği<br />

<strong>ve</strong> çoklu organ yetersizliği ile kendini gösterebildiği gibi ölümle de sonuçlanabilir. Bu sendromun<br />

tetikte olmak ile tamamen önlenebilen iyatrojenik bir durum olduğu unutulmamalıdır.


102 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

b) Çoğul gebelik: Belirgin maternofetal <strong>ve</strong> yenidoğan sekellerine yol açabilir.<br />

c) Heterotopik gebelik: YÜT sonrası gebeliklerin %1’inde görülür.<br />

d) IVF etkileri: Yeni doğan morbidite riski, doğumsal bozuklular, gelişim bozuklukları <strong>ve</strong> çocukluk<br />

çağı kanserleri arasında ilişki olduğuna dair kanıtlar tartışılmaktadır. Düşük doğum ağırlığı riskinde<br />

artış konusu daha fazla taraftar bulmuş durumdadır.<br />

e) ICSI etkileri: Seks <strong>ve</strong> otozomal kromozom bozuklukları, Beckwith-Widemann, Angelman sendromu<br />

riskinde artıştan bahsedilmektedir.<br />

9) İmmünolojik faktörlere bağlı infertilite<br />

Kadına ait immunolojik faktörlerde. 2-6 aylık seksüel abstinens <strong>ve</strong>ya kondom kullanımının antikor<br />

titresini düşürdüğü gösterilmiştir. İntrauterin inseminasyon <strong>ve</strong> IVF esas tedavidir.<br />

10) Yeni tedaviler<br />

PKOS hastalarında bir B kompleks vitamini olan Myo-inozitolün <strong>ve</strong>rilmesi, hem insülin sensitivitesini<br />

arttırması sayesinde testosteron seviyesinin düşürülmesi hem de ovulatuvar fonsiyonda düzelme<br />

ile sonuçlanmıştır. IVF sonrası oosit kalitesinde <strong>ve</strong> toplanan oosit sayısında artma da gösterilmiştir.<br />

Hipotalamik amenorede leptin <strong>ve</strong> ovülasyon indüksiyonunda aromataz inhibitörü anastrozolun kullanımı<br />

tartışılmaktadır.<br />

Erkek infertilitesi<br />

Gebeliğin oluşması için spermatogenezin normal olması, kanallardan transport sırasında spermin<br />

maturasyonunu tamamlaması, volüm <strong>ve</strong> besleyici elementlerin sağlanması açısından seminal plazmanın<br />

yeterli miktarda eklenmesi <strong>ve</strong> erkeğin kadın serviksine semeni bırakmakta başarılı olması gerekir.<br />

Ayrıca spermatozoanın servikal mukusa penetre olabilmesi <strong>ve</strong> konsepsiyonun gerçekleşeceği uterusa<br />

varabilmesi de şarttır.<br />

Erkek infertilitesi nedenleri Tablo 1’de <strong>ve</strong>rilmiştir. Hipotalamus, pitüiter, adrenal <strong>ve</strong> tiroid hastalıkları<br />

erkek infertilitesi sebeplerinin %4’ünü kapsar. Seks kromozom anormallikleri, kriptorşizm, adult<br />

seminifer tübül yetmezliği <strong>ve</strong> diğer primer testiküler yetmezlik nedenleri %15 infertil erkekte saptanır.<br />

Konjenital <strong>ve</strong> akkiz duktal problemler %6 vakada, yetersiz koital teknik, seksüel disfonksiyon,<br />

ejekülasyon sorunları <strong>ve</strong> hipospadias gibi anatomik bozukluklar %4-5 vakada mevcuttut. %40’dan<br />

fazla vaka idyopatik infertilite tanısını alır. Bu hastaların bazılarında hafif androjen reseptör defektleri,<br />

Y kromozomun mikrodelesyonu <strong>ve</strong>ya kistik fibrozis geninde mutasyon saptanmaktadır. Sperm<br />

aglütinasyonu <strong>ve</strong>ya immobilizasyonuna neden olan otoimmün hastalıklar hastaların çok az bir kısmında<br />

görülür. İdyopatik infertilite olarak sınıflanan vakların %25-40’ında varikosel saptanmaktadır.<br />

Bu bulgunun önemi tartışılmaktadır, çünkü genel popülasyondaki erkeklerin %8-20’sinde de<br />

varikosel vardır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

103<br />

Tablo 1. Erkek infertilitesi nedenleri<br />

1) Endokrin<br />

- Hipotalamik pitüiter hastalıklar<br />

- Testiküler bozukluklar<br />

- Androjen aksiyon defektleri<br />

- Hipertiroidizm<br />

- Hipotiroidizm<br />

- <strong>Adrenal</strong> yetmezlik<br />

- Konjenital adrenal hiperplazi<br />

2) Sistemik hastalıklar<br />

3) Spermatogenez defektleri<br />

- İmmotil silia sendromu<br />

- İlaçlar<br />

- Adult seminfer tübül yetmezliği<br />

- Y kromozomunda mikrodelesyonlar<br />

4) Duktal obtrüksiyon<br />

- Konjenital<br />

- Akkiz<br />

5) Seminal <strong>ve</strong>zikül hastalığı<br />

6) Prostatik hastalık<br />

7) Varikosel<br />

8) Retrograt ejekülasyon<br />

9) Sperm <strong>ve</strong>ya seminal plazmaya karşı antikorlar<br />

10) Peniste anatomik defektler<br />

11) Yetersiz koital teknik<br />

12) Seksüel disfonksiyon<br />

13) İdyopatik<br />

Erkek infertilitesinin değerlendirilmesi<br />

İnfertilite açısından erkekte temel değerlendirme medikal <strong>ve</strong> üreme hikayesi alınması, fizik muayene<br />

yapılması <strong>ve</strong> bir aydan az olmayan aralıklarla semen analizinin yapılmasıyla başlamalıdır. Daha sonra<br />

sıra spesifik problemlere yönelik testlere gelmelidir.<br />

1) Anamnez<br />

Erkek faktör infertilitesi araştırılırken üreme hikayesi içinde şu konulara dikkat çekilmelidir:<br />

1) Cinsel ilişki sıklığı <strong>ve</strong> zamanlaması: Çocuk isteme süreleri, korunmasız koit süresi, koit sıklığı<br />

kaydedilmelidir. Seyahat gibi peryodik ayrılık, çiftlere ait stres nedenleri araştırılmalıdır. Kadının<br />

aynı <strong>ve</strong>ya önceki eşinden olan gebelik hikayesi <strong>ve</strong> bu nedenlerle aldığı tedavi önemlidir.<br />

2) İnfertilite süresi <strong>ve</strong> önceki fertilite durumu, varsa kullanılmış kontrasepsiyon metodları <strong>ve</strong><br />

süreleri<br />

3) Ailenin üreme hikayesi: Diğer aile bireylerinde hipogonadizm <strong>ve</strong> genetik hastalıklar sorulmalıdır.<br />

4) Çocukluk hikayesi:<br />

Çocukluk hastalıkları araştırılmalıdır. İn utero dietlstilbesterona maruziyet testiküler, epididimal<br />

<strong>ve</strong> penil anormalliklere neden olabilir.<br />

5) Puberte gelişimi: Pubertenin başlangıcı, ses değişiklikleri <strong>ve</strong> sakal çıkması kaydedilmelidir.<br />

İnmemiş testis hikayesi <strong>ve</strong> bunda kullanılan tedavi şekilleri önemlidir.


104 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

6) Geçirilmiş hastalıklar (Diyabet, hipertansiyon, karaciğer <strong>ve</strong> böbrek hastalıkları gibi), alerji <strong>ve</strong><br />

ameliyatlar soruşturmalıdır. Sık bronşit <strong>ve</strong> sinüzüt atakları Kartagener sendromu (situs in<strong>ve</strong>rsus<br />

ile birlikte silier defekt), Young sendromu (immotil silia sendromu) <strong>ve</strong> kistik fibrozisi akla<br />

getirir. Orşit, epididimit androjen yetmezliğine neden olabilir.<br />

7) Cinsel yaşam: Performans azalması, sakal çıkmaması <strong>ve</strong>ya traş sıklığının azalması, ereksiyon<br />

sıklığı <strong>ve</strong> rijiditesi, libido azalması araştırılmalıdır.<br />

8) Cinsel yolla geçen hastalıklar: Sifiliz, gonore <strong>ve</strong> AIDS <strong>ve</strong> tedavileri öğrenilmelidir.<br />

9) İlaç kullanımı: Sulfasalazin, siklofosfamid gibi alkilleyici ajanlar, arsenik, yüksek doz aspirin,<br />

simetidin, kolşisin, kurşun, medroksi progesteron, testosteron, nitrofurantoin, fenitoin, antihipertansifler,<br />

antibiyotikler, spironolakton, anabolik hormonlar, steroidler infertilite nedeni<br />

olabilir. Özellikle birden fazla ilaç alımı androjen eksikliği <strong>ve</strong> fertiliteye etkiyi arttırır.<br />

Her iki tarafta ağrılı ilişkiye neden olabilen lubrikasyon sorunları için kullanılan lubrikanların<br />

çoğu spermisiddir.<br />

10) <strong>Gonadal</strong> toksinlere maruziyet: Aşırı sıcak, hatta düzenli sıcak banyo, sauna <strong>ve</strong>ya buhar banyosu<br />

spermatogenezi etkileyebilir. Sigara, marihuana, kah<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> alkol alışkanlıkları araştırılmalıdır.<br />

Gonadotoksinler arasında pestisitler, organofosfatlar, DDT gibi organoklorokinler,<br />

fumigatlar, herbisitler <strong>ve</strong> fungisitler, diş hekimliğinde kullanılan nitrozoksit, erkek kontrasepsiyonunda<br />

kullanılan nifurtimoks, kuru temizleme <strong>ve</strong> çözücü olarak kullanılan perkloretin,<br />

kurşun, manganez, kobalt, kadmiyum sayılabilir.<br />

11) Cerrahi hikaye:<br />

İngüinal herniografi çocukta <strong>ve</strong> bilateral olduğunda vaz deferens zedelenmesi ile sonuçlanabilir.<br />

Ureter, mesane, mesane boynu <strong>ve</strong> uretra cerrahileri ejekülasyon sorunlarına, retroperitoneal<br />

cerrahi <strong>ve</strong> major pelvik müdaheleler retrograt ejekülasyona neden olabilir.<br />

12) Atletik aktiviteler <strong>ve</strong> özel alışkanlıklar:<br />

Aşırı bisiklete binme, aşırı egzersiz, sık masturbasyon sorgulanmalıdır.<br />

2) Fizik muayene<br />

Genel fizik muayeneye ek olarak şu konulara dikkat edilmelidir:<br />

a) Penis<br />

Hipogonadizm puberteden önce gelişmişse penis infantil kalır, puberteden sonra gelişmişse peniste<br />

boyut değişikliği gözlenmez. Normal ereksiyonda penis boyutları 11-15 cm’dir. Üretra ağzının açıldığı<br />

yere dikkat etmek gerekir, çünkü hafif hipospadias bile infertiliteye neden olur. Prepisyum geri<br />

çekilerek fimozis araştırılmalı, ilişkiye engel olabilecek penis eğriliklerine dikkat edilmelidir.<br />

b) Testisler<br />

FSH <strong>ve</strong> LH uyarımı kaybolduğunda normalde sıkı yoğunluğu olan testisler yumuşar <strong>ve</strong> küçülürler.<br />

Sert, küçük testisler Klinefelter sendromunu, flüktüasyonlu gevşek elastik testisler hidroseli düşündürmelidir.<br />

2 taraf arasında volüm farkı tümörü akla getirmelidir. Testis boyutları ultrasonografiyle<br />

(USG) ölçüldükten sonra 3 boyut 0.52 ile çarpılarak volüm hesaplanır. Normal testis 4x2.5 cm<br />

boyutlarındadır, volümü 18 ml olup, 12-30ml arasında değiştiği belirtilmektedir.<br />

İnmemiş testis <strong>ve</strong> anorşi tesbit edilmelidir. Kriptorşidizmde testisler karın içinde <strong>ve</strong> retroperitoneal<br />

bölgede ingüinal kanalın yukarılarında lokalize olup palpe edilemezler. Retraktil testisler ingüinal<br />

halka hizasında bulunup zaman zaman skrotuma inerler, cinsel ilişki sırasında <strong>ve</strong> soğukta iki yer


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

105<br />

arasında yer değiştiriler. İngüinal testisler ingüinal kanalda yerleşmiş olup, ektopik testisler normal<br />

iniş yolu dışında tesbit edilen testislerdir.<br />

Testisler hasta ayakta iken palpe edilmelidirler, palpe edilemiyor <strong>ve</strong>ya zor ediliyorsa supin poszisyonda<br />

muayene yapılabilir. Kremasterik reflekse neden olup testisleri yukarı kaçırmamak için ortamın<br />

soğuk olmasından <strong>ve</strong> hastayı irrite etmekten kaçınmak gerekir. Palpe edilemeyen testislerde USG,<br />

manyetik rezonans inceleme (MRI) <strong>ve</strong>ya anorşiyi ekarte etmek için anti-Mülleryen hormon (AMH)<br />

<strong>ve</strong>ya HCG testi yapılmalıdır.<br />

c) Vaz deferensler<br />

Vaz deferenslerin gelişmemesi obstrüktif tipte azospermiye neden olabilir. Bu tip azospermi infertilite<br />

kliniklerine başvuran erkeklerin %2’sine bulunmaktadır. Tanı için cerrahi eksplorasyon gerekebilir.<br />

d) Epididimler<br />

Normalde testislerin posterolateralinde yerleşmiş yumuşak bezdir, distal obstrüksiyonunda kistik<br />

distansiyon gelişir. Gonore <strong>ve</strong> epididimite bağlı obstrüksiyonda üzerinde sertlik palpe edilir. Spermatosel<br />

gergin, elastik, küresel oluşumlardır. Ağrılı epididim şişlikleri inflamasyonu, yumuşak tümöral<br />

oluşumlar tüberkülomu düşündürmelidir.<br />

e) Pampiniform pleksus<br />

Pampiniform <strong>ve</strong>nöz pleksusun dilatasyonu ile karakterize olan varikosel, sıklıkla sol tarafta ortaya<br />

çıkar. Hasta ayaktayken palpe edildiği gibi, Valsalva manevrası sırasında karın içi basıncın artmasıyla<br />

<strong>ve</strong>nlerde dilatasyon olduğunda daha belirginleşir.<br />

f) Prostat <strong>ve</strong> seminal <strong>ve</strong>ziküller<br />

Rektal muayenede prostat düzgün yüzeyli at kestanesi şekli ile palpe edilir. Hipogonadizmde bu<br />

organ küçük kalır. Hamur gibi yumuşak yoğunluğu prostatite, bütün halinde düzgün büyümesi benign<br />

hiperplaziye, düzensiz <strong>ve</strong> sert nodül palpasyonu prostat kanserine işaret eder. Prostat <strong>ve</strong> seminal<br />

<strong>ve</strong>ziküllerin detaylı tetkiki transrektal USG ile yapılır.<br />

g) Vücut oranları, iskelet yapısı <strong>ve</strong> yağ dağılımı<br />

Androjen eksikliğinde epifizlerin kapanması gecikeceğinden <strong>ve</strong> uzun kemikler insülin benzeri büyüme<br />

faktörü (IGF-1) <strong>ve</strong> diğer büyüme faktörleri sayesinde uzayacağından önükoid yapıda uzun<br />

ekstremitelere sahip bir vücut yapısıyla karşılaşılır. Üst ekstremite (kollar arası mesafe) boydan en<br />

aşağı 5 cm uzundur, ayrıca bacak boyu da gövdeden daha uzundur. Böylece oturur pozisyonda boy<br />

kısa, ayakta ise uzun olarak değerlendirilir (Oturan cüce, ayakta duran dev). Sağlıklı bir erkekte üst<br />

segmentin (baş-pubis) alt segmente (pubis- zemin) oranı 1’in üstündeyken bu hastalarda 1’in altındadır.<br />

Normalde 2 kol arası mesafenin boya oranı ortalama 0.96’dır. Patolojiye tiroid <strong>ve</strong> büyüme<br />

hormonları da eklenmişse boy kısadır, ama bu durumda da ekstremite oranları aynıdır. Androjen<br />

eksikliği puberte sonrası ortaya çıkmışsa vücut oranları değişmez ama kas atrofisi görülür.<br />

Uzun süreli androjen eksikliğinde osteoporoz, lumbago, <strong>ve</strong>rtebralarda eğrilik, kalça <strong>ve</strong> femur boynu<br />

kırıkları görülebilir. Cilt altı yağ dokusu artmadan kadın tipi yağ dağılımı görülür, kalça <strong>ve</strong> alt abdomen<br />

yağlanması artar, vücut kas kitlesi azalır.


106 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

h) Ses, koku algılaması, saç, deri değişiklikleri<br />

Puberteden önce hipogonadizm gelişmişse, larinks gelişimi de geri kalacağından, erkek ses tonu oluşmaz.<br />

Alın saç çizgisi düz kalır, sakal çıkmaz <strong>ve</strong>ya az çıkar. Pubik kıllanma kadın tipinde <strong>ve</strong>ya düz<br />

hat şeklindedir. Şakaklarda saç dökülmesi <strong>ve</strong>ya androjenik kellik ortaya çıkmaz. Sekonder seksüel<br />

kıllanma <strong>ve</strong> vücut kılları azalır.<br />

Ağız çevresi <strong>ve</strong> göz etrafında ince kırışıklıklar belirir, yağ bezlerinin uyarımı azaldığından cilt kurudur.<br />

Ciltte kan dolaşımında azalma nedeniyle hastalar solukturlar. Hiposmia ya da anosmia varlığında<br />

Kalmann sendromu akla gelmelidir.<br />

i) Jinekomasti<br />

Erkekte meme bezlerinin aşırı gelişimidir. Göğüsler dokunmakla hassas olabildikleri gibi genellikle<br />

bulgu <strong>ve</strong>rmezler. Normalde pubertede sıklıkla jinekomasti görülür <strong>ve</strong> 2-3 yılda kaybolur. Yaşlanan<br />

erkekte de görülebilir. Birlikte küçük sert testislerin varlığı Klinefelter sendromunu düşündürmelidir.<br />

Androjen eksikliğinde mevcuttur. Hiperprolaktinemideki jinekomasti, hormonun kendisinden çok<br />

hipogonadizme bağlıdır.<br />

Jinekomasti hızlı gelişmişse testis tümörü akla gelmelidir. Karaciğer sirozu, böbrek yetmezliği, hipertiroidizm<br />

<strong>ve</strong> bazı ilaçlar jinekomastiye neden olabilir.<br />

3) Semen analizi<br />

Hastanın değerlendirilmesi için en az 2 semen analizi gerekir. 2-3 günlük perhiz sonrası alınır. Masturbasyon<br />

sonrası <strong>ve</strong>ya sperme zararlı olduğu bilinen lateks kauçuk gibi maddeler içermeyen özel<br />

kondomlar kullanılarak toplanabilir. Bir saat içinde incelenmesi gerekir. Eğer transportu gerekiyorsa<br />

vücut ısısına yakın tutulması gerekir (Gömlek cebi gibi). Azospermi tanısı için 3000 hızda 15 dakika<br />

santrifüjden sonra hiç sperm hücresinin görülmemesi gereklidir. Semen analizinin minimal standartları<br />

Tablo 2’de <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />

Tablo 2. Semen analizinde yeterlilik için minimal standartlar:<br />

Ejekülat volümü<br />

1.5-5.0 ml<br />

Sperm dansitesi<br />

>20 milyon/mL<br />

Motilite > %50<br />

İleri hareket > 2.0 (0-4)<br />

Morfoloji<br />

> % 14 normal morfoloji<br />

<strong>ve</strong><br />

Önemli sperm aglütinasyonu yok<br />

Önemli piyospermi yok<br />

Hiperviskozite yok<br />

Semen analizi sırasında incelenen ek parametreler şunlardır:<br />

a) Renk: Normalde opal karakterde grimsi renktedir.<br />

b) Koagülasyon: Bu olay ejekülasyondan hemen sonra olur.<br />

c) Likefaksiyon: Ejekülasyondan 5-30 dakika sonra olur.<br />

d) Viskozite: Bu parametre koagülasyon <strong>ve</strong> likefaksiyon olduktan sonra semenin yoğunluğu ile<br />

ilgilidir. Eğer semen damla damla akıtılabiliyorsa vizkozite normaldir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

107<br />

e) pH: Normalde 7.2-8.0 arasındadır. Düşük pH seminal <strong>ve</strong>zikül ile ilgili bir sorunu düşündürür,<br />

sonuçta semen asidik prostatik sıvıdan ibarettir.<br />

f) Früktoz: Seminal <strong>ve</strong>zikül tarafından früktoz üretilmektedir. Früktozun yokluğu, vaz deferens<br />

<strong>ve</strong> seminal <strong>ve</strong>zikül yokluğuna, ejekülatör kanal obstrüksiyonuna <strong>ve</strong>ya seminal <strong>ve</strong>zikül disfonksiyonuna<br />

işaret eder.<br />

g) Sperm morfolojisi: Spermin baş, gövde <strong>ve</strong> kuyruk kısımlarının tam boyut <strong>ve</strong> şekil karakteristiği<br />

değerlendirilir. Ejekülattaki spermin %14’ünün normal olması, IVF başarısı ile koreledir.<br />

h) Sperm kromatin analizi: Sperm kromatin yapısı (DNA bağımlı proteinler) semen analizinden<br />

bağımsızdır. Bu test sperm DNA-kromatin kompleksine boyama <strong>ve</strong>ya asit uygulaması gibi<br />

kimyasal stres sonrası oluşan DNA fragmantasyonu derecesini değerlendirir. Fertil erkeklerde<br />

anormal fragmante DNA nadiren bulunur. Genelde re<strong>ve</strong>rsibl DNA fragmantasyon nedenleri;<br />

tütün kullanımı, hipertermi, hava kirliliği, enfeksiyonlar <strong>ve</strong> varikoseli içerir.<br />

i) Semene ait spesifik testler: Açıklanamayan infertilite olgularında erkek faktörünü ekarte etmek<br />

için bazı özel testlere gereksinim duyulabilir. Bunlar arasında; semende lokosit konsantrasyon<br />

tayini, sperm vitalite testleri, sperm-servikal mukus etkileşim testleri, antisperm<br />

antikor tayini, sperm yüzeyinde mannoz reseptör tayini sayılabilir.<br />

4) Hormonal inceleme<br />

Erkekte istenecek temel hormonlar FSH, LH, Testosteron, östradiol <strong>ve</strong> prolaktindir. Serum hormonları<br />

<strong>ve</strong> klinik durum arasındaki ilişki Tablo 3 de özetlenmiştir.<br />

Tablo 3. Serum hormonları <strong>ve</strong> klinik durum arasındaki ilişki<br />

Klinik durum FSH LH Testosteron PRL<br />

Normal N N N N<br />

Hipogonadotropik hipogonadizm ↓ ↓ N<br />

Spermatogenez bozukluğu ↑/N N N N<br />

Hipergonadotropik hipogonadizm ↑ ↑ N/↓ N<br />

Prolaktinoma N/↓ N/↓ ↓ ↑<br />

FSH: Follikül stimüle edici hormon. LH: Lüteinizan hormon, PRL: Prolaktin, N: Normal.<br />

Hipotalamo-hipofizer-gonadal yolun fizyolojisini kontrol etmek amacı ile dinamik testler uygulanabilir.<br />

Bu testler GnRH <strong>ve</strong> HCG testleridir. GnRH testinde 100 μg GnRH bolus tarzında enjekte<br />

edilir; 0,30,60,90 dakikalarda LH ölçülür, LH bazalin 2 katından fazla, FSH %50 artarsa test normal<br />

kabul edilir. Ayırımı yapılamadığında 4 saatlik GnRH testi uygulanabilir, bu sürede dakikada 0.25<br />

μg infüzyon şeklinde <strong>ve</strong>rilir <strong>ve</strong> LH ölçümleri yapılır.<br />

HCG testi ile testislerden testosteron salgılanması incelenir. İntramusküler 1500-5000 IU HCG uygulamadan<br />

önce <strong>ve</strong> 24, 48, 72, 120 saat sonra testosteron düzeyi ölçülür. Başka bir tetkik yöntemi 3<br />

günlük 1500 IU HCG enjeksiyonu <strong>ve</strong> son dozdan 24 saat sonra testosteron ölçümüdür. 2 kat fazla<br />

yükselme normal olarak değerlendirilir. Prepuberter çocuklarda testosteronun > 150ng/dL olması<br />

testiküler dokunun varlığına işaret eder.


108 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Yapılan hormonal tetkikler ile hiper <strong>ve</strong> hipogonadotropik hipogonadizm yanında nadir hastalıklara ait<br />

tanılar da konabilir. İzole LH yetersizliği, önükoid vücut yapısı, büyük testisler, az sayıda sperm içeren<br />

düşük ejakülat hacmi ile seyreder. İzole FSH yetersizliğine bağlı oligo <strong>ve</strong>ya azospermi gözlenebilir. Androjen<br />

fazlalığı; eksojen androjen alımı, testiküler <strong>ve</strong> adrenal androjen üreten tümörlerde, bazı konjenital<br />

adrenal hiperplazi tiplerinde görülebilir; aşırı androjen hipotalamus, hipofiz seviyesinde gonadotropinleri<br />

baskılar. Kısa boy, erken puberte görülebilir, penis hızla büyür ama gonadotropin eksikliği nedeniyle<br />

testisler küçük kalır. Sertoli <strong>ve</strong> Leydig hücreli testis tümörü olanlarda, obez <strong>ve</strong> karaciğer hastalığı<br />

olanlarda östrojen fazlalığına bağlı gonadotropin eksikliği gözlenebilir. Androjen sentezinde, testosteronun<br />

5α redüktaz yetersizliğine bağlı dihidrotestosterona dönüşümünde <strong>ve</strong> androjen reseptör anormalliklerinde<br />

infertilite görülebilir. Bu son durumlarda genital organ gelişim bozuklukları görülebilir.<br />

5) Ejekülasyon sonrası idrarda sperm aranması<br />

Bilateral vaz deferens agenezi <strong>ve</strong>ya hipogonadizm bulguları olmayan erkekte ejekülat volümü < 1ml<br />

ise ejekülasyon sonrası idrarda sperm aranır. Azospermi <strong>ve</strong>ya aspermik hastada idrar 300 hızda 10 dakika<br />

santrifüj edilir, 400 büyütmede mikroskopta sperm görülmesi retrograt ejekülasyona işaret eder.<br />

6) Transrektal ultrasonografi (TRUS)<br />

Vaz deferensleri palpe edilen, ejekülat volümü azalmış azospermik erkeklerde ejekülatör kanal tıkanıklığını<br />

araştırmak amacıyla TRUS uygulanır. Seminal <strong>ve</strong>ziküllerde, ejekülatör kanallarda dilatasyon<br />

<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya prostat içinde orta hatta kist saptanması parsiyel <strong>ve</strong>ya total ejekülatör kanal tıkanıklığını<br />

düşündürür.<br />

7) Skrotal USG/ renkli Doppler USG<br />

Testislerin yukarı pozisyonda lokalize olduğu, küçük skrotumu olan <strong>ve</strong> fizik muayene bulguları şüpheli<br />

durumlarda, skrotum <strong>ve</strong> spermatik kordon muayenesini engelleyen hidrosel <strong>ve</strong>ya diğer anatomik<br />

anormalliklerde <strong>ve</strong> testis kitlelerinde skrotal USG faydalıdır. Muayeneyle saptanamayan varikosellerde<br />

renkli Doppler USG’den faydalanılabilir.<br />

8) Vazografi<br />

İntraoperatif transkrotal vazografi, obstrüksiyon için cerrahi öncesi abdominal vaz deferens, seminal<br />

<strong>ve</strong>zikül <strong>ve</strong> ejekülatuar kanal açıklığını belirlemede kullanılır.<br />

9)Genetik araştırma<br />

Genetik bozukluklar sperm yapımını bozarak <strong>ve</strong>ya taşınmasını engelleyerek etkili olabilirler. Erkek<br />

infertilitesiyle ilgili 3 genetik faktör bilinmektedir:<br />

a) Konjenital vaz deferens agenezi nedeni olan kistik fibrozis gen mutasyonları<br />

b) Testis fonksiyonlarını bozan kromozom anomalileri<br />

c) Spermetogenez defekti yapan Y kromozom mikrodelesyonları.<br />

10) Testis biyopsisi<br />

Tanısal amaçlı testis biyopsisi, obstrüktif patoloji ile testiküler yetmezliğin ayırt edilmesinde <strong>ve</strong> ICSI<br />

için sperm varlığının araştırılmasında endikedir. Biyopsinin histopatolojik değerlendirilmesinde; nor-


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

109<br />

mal spermatogenez, matürasyon duraklaması, hipospermetogenez, tübüler hyalinizasyon, germ hücresi<br />

yokluğu (‘Sertoly cell only’ sendromu), germ hücre deskuamasyonu, intestisyel değişiklikler, intratübüler<br />

germ hücresi neoplazisi gözlenebilir. Tedavi amaçlı biyopsi ise ICSI’de kullanılmak üzere sperm elde<br />

etmek içindir. Obstrüktif olmayan azospermide testiste sperm matür <strong>ve</strong>ya immatür halde bulunabilir.<br />

Böyle olgularda sperm elde etmek için testiküler sperm ekstraksiyonu (TESE), ya da testiküler sperm<br />

aspirasyonu (TESA) işlemine başvurulur. Obstrüktif azospermide mikroskopik epididimal sperm aspirasyonu<br />

(MESA) <strong>ve</strong>ya perkutan epididimal sperm aspirasyonu (PESA) yöntemi ile epididimal sperm<br />

elde edilir. Obstrüktif vakalarda bu yöntemlerle sperm elde edilemezse TESE <strong>ve</strong>ya TESA kullanılabilir.<br />

11) Erkekte immünite<br />

Spermatazoa yapımının başlaması, immün sistemin matürasyonunu tamamlamasından çok sonradır.<br />

Testisler immünolojik olarak lenfosit <strong>ve</strong> makrofajların girişinin mümkün olmadığı korunmuş özel<br />

bir alandır. Böylelikle normalde erkek genital sistemi spermatozoaya karşı antikorların oluşumuna<br />

izin <strong>ve</strong>rmez. Spermin neden kadın <strong>ve</strong> erkekte normal genital sistemde immün yanıt ortaya çıkarmakta<br />

yetersiz kaldığı sorusu halen cevaplanamamıştır. Bununla birlikte sperme karşı immün yanıt<br />

oluştuğunda antijen spermin yüzeyindedir.<br />

Bazı infertil çiftlerde otoimmünite <strong>ve</strong> infertilite arasında korelasyon bulunmuş olmasına rağmen,<br />

sperme karşı antikorların varlığının her zaman fertiliteyi etkilemediği akılda tutulmalıdır. Bununla<br />

birlikte, antisperm antikorlar <strong>ve</strong> infertilite ilişkisi birkaç mekanizma ile açıklanmaktadır:<br />

1) Ejekülatta spermin spontan aglütinasyonu<br />

2) Servikal mukusun penetrasyonundaki yetersizlik<br />

3) Kompleman aktivitesi ile sperm yüzeyinin hasarlanması<br />

4) Spermin zona pellusidaya bağlanmasının bozulması<br />

5) Sperm oosit ilişkilerinde bozukluk<br />

Antisperm antikorların varlığı için direkt <strong>ve</strong> indirekt immunobead testi, mikst aglütinasyon testi<br />

(MAR) <strong>ve</strong> ELISA testi kullanılır.<br />

Bu erkeklerin çoğunda Klamidya, prostatit <strong>ve</strong> kabakulak orşiti gibi genital traktus enfeksiyonu, vazektomi<br />

<strong>ve</strong>ya vazektomi geri döndürücü cerrahiler, genital yolun obstrüktif lezyonları, testis travması,<br />

torsiyonu <strong>ve</strong> biyopsisi, otoimmün hastalıklar <strong>ve</strong> homoseksüalite raporlanmıştır<br />

Erkek infertilitesinin tedavisi<br />

Tedavi tanıya yöneliktir, düzeltilebilir lezyonların cerrahi müdahelesi <strong>ve</strong>ya infeksiyon varlığında antibiyotiklerin<br />

kullanılması gibi, ama idyopatik infertilitede ampirik tedavi uygulanabilir. Tedavi şekilleri<br />

şöyle sıralanabilir.<br />

1) Cerrahi<br />

Obstrüksiyonlar, anatomik bozukluklar gibi cerrahi tedavi gerektiren vakalarda uygulanır. Palpabl<br />

olmayan ultrasonla saptanan varikosel için varikoselektominin faydası olmadığı yayınlanmıştır.<br />

2) GnRH<br />

Eksojen GnRH gonadotropin yapımını arttırır <strong>ve</strong> spermatogenezi uyarır. Bu tedavi hipogonadotro-


110 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

pizmde <strong>ve</strong> idyopatik infertilitede kullanılmaktadır. Hipotalamus-pitüiter gonad aksının uyarılmasında<br />

gonadotropinlere göre daha fazla fizyolojik etkiye sahiptir. Kısa biyolojik yarı ömrü nedeniyle sık<br />

parenteral uygulama gerektirir. Tedavi, intranazal sprey, subkutan enjeksiyon <strong>ve</strong>ya pulsatil infüzyonlar<br />

için pompa ile yapılabilir. İntranazal kullanımında 0.1-0.5 mg/gün, subkutan olarak 6 ay süreyle<br />

haftada iki kez 1-10 μg, pompada 1-2 saatte 4-40 μg dozlarında <strong>ve</strong>rilir. Hipogonadotropik hipogonadizmdeki<br />

başarı oranları idyopatik oligospermik erkeklerdekinden daha yüksektir.<br />

3) Gonadotropinler<br />

İdyopatik oligospermide kullanımının mantığı, hipogonadotropik hipogonadizmli olgulardaki başarılı<br />

sonuçlara <strong>ve</strong> gonadotropik hormonların biyoaktivitesinin serum radyoimmünolojik aktiviteleri<br />

ile korele olmamasına dayanmaktadır. Eksojen gonadotropin tedavisi insan HCG <strong>ve</strong> HMG tedavisini<br />

içerir. HCG (Profasi, Pregnyl gibi) LH ile benzerdir, hem testosteron hem de östradiol sekrete<br />

eden Leydig hücrelerini stimüle etmesinin yanı sıra negatif feed back ile FSH’ı suprese etmektedir.<br />

3-6 ay süreyle haftada 2-3 kez IM <strong>ve</strong>ya SC 1000-5000 IU HCG <strong>ve</strong>rilir. HMG (Pergonal, Humegon<br />

gibi) hem LH, hem de FSH aktivitesine sahiptir. Dozu 3-6 ay süreyle haftada 2-3 kez 75-150 IU<br />

arasındadır. Rekombinan FSH yeni kullanıma başlanmış bir preperattır (Gonal F), günlük 150 IU<br />

dozda 12 hafta süreyle <strong>ve</strong>rilir.<br />

4) Düşük doz androjenler<br />

Androjenik aktivitenin azlığında sperm miktarı <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya niteliğinin bozulabileceği düşünülmektedir.<br />

Bu olası mekanizma göz önüne alınarak ampirik testosteron tedavisi denenmiştir, fakat eksojen androjen<br />

kullanımı hipotalamus <strong>ve</strong> hipofizde feed-back inhibisyona neden olabilir. Oral, suppozituvar,<br />

nazal sprey formları olduğu gibi testiküler implantasyon şekli de vardır. Semen parametreleri <strong>ve</strong><br />

gebelik oranlarına etkisi çok iyi değildir. Antiöstrojen ile androjen kombinasyonunun sonuçları biraz<br />

daha ümit vaat edici olarak bildirilmektedir.<br />

5) Testosteron rebound tedavisi<br />

Yüksek doz testosteron gonadotropin sekresyonunu <strong>ve</strong> testosteron üretimini durdurur <strong>ve</strong> spermatogenezi<br />

bozar. Bu tedavide testosteron enantat <strong>ve</strong> siprionat parenteral 5 ay, 20 günde bir <strong>ve</strong>rildikten<br />

sonra tedavinin birden bırakılmasıyla spermatogenezin tekrar başlaması amaçlanmaktadır. Tedavinin<br />

başarısı tartışmalı olduğu gibi %4-8 vakada kalıcı azospermi gözlenebilmektedir.<br />

6) Antiöstrojenler<br />

Tedavide kullanımlarındaki amaç steroidlerin negatif feed-back mekanizmasını baskılayarak FSH<br />

<strong>ve</strong> LH sekresyonunu arttırmaktır. Klomifen sitrat, tamoksifen sitrat <strong>ve</strong> testolakton <strong>ve</strong> anastrazol gibi<br />

aromataz inhibitörleri kullanılmaktadır.<br />

a) Klomifen<br />

Hafif östrojenik etkisi olmakla birlikte esas etkisini hipotalamus <strong>ve</strong> hipofizdeki östrojen reseptörlerine<br />

bağlanarak östrojen negatif feed back’ini önler <strong>ve</strong> GnRH, FSH, LH sekresyonunu arttırır. Günde<br />

15-50mg 3-6 ay kullanılır. Tedavi sırasında testosteronun normal olması gerekir, yüksek testosteron<br />

spermatogenezi baskılayabilir. Etkisinin sperm motilitesinden çok sayısına olduğu belirtilmektedir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

111<br />

b) Tamoksifen<br />

Etki mekanizması bakımından klomifene benzemekle birlikte östrojenik etkisi daha azdır. 12 satte<br />

bir 10-15 mg olarak 3-6 aylık kullanımı tavsiye edilmektedir. Sperm parametreleri <strong>ve</strong> gebelik üzerine<br />

pozitif etkisinden bahsedilmektedir.<br />

c) Aromataz inhibitörleri<br />

Testosteronun östrojene dönüşümünü sağlayan enzimin blokürleri, testosteronun serum <strong>ve</strong> intratestiküler<br />

seviyelerini arttırırlar. Testolakton günlük 2 gr dozunda 6-12 saatte bir kullanılır, anastrazol<br />

günde 1mg, lestrazol 2.5 mg kullanılmaktadır.<br />

7) Hiperprolaktinemi<br />

Prolaktinin GnRH salınımını bozduğu <strong>ve</strong> Leydig hücrelerine LH bağlanmasını inhibe ettiği düşünülmektedir.<br />

2,5-10mg dozda bromokriptin <strong>ve</strong>ya haftada 1 mg kabergolin tavsiye edilmektedir. PRL<br />

seviyesi normal olan vakalarda bile kullanılabileceği belirtilmekle birlikte başarısı tartışmalıdır.<br />

8) Konjenital adrenal hiperplazi<br />

21 hidroksilaz yetersizliği kortizol üretiminde azalmaya adreneokortikotropik hormon (ACTH) artışına<br />

neden olmaktadır. ACTH artışı adrenal androjenleri yükseltmekte <strong>ve</strong> hipofizer gonadotropin<br />

sanlımı azaltmakta, spermatogenezi baskılanmaktadır. Glukokortikoidlerle tedavi edilir.<br />

9) Anabolik steroid kullanımı<br />

Genç atletler tarafında sıkça kullanılan bu ilaç yüzünden LH salınımı baskılanmaktadır. İlacın kesilmesi<br />

ile düzelebilir <strong>ve</strong>ya gonadotropinler, klomifen sitrat, tamoksifen <strong>ve</strong>ya anastrozol tedaviye eklenebilir.<br />

10) Hipotiroidizm<br />

Erkek indfertilitesinin % 0.6’sından sorumludur, testiküler <strong>ve</strong> epididimal enzim üretimini bozduğundan<br />

bahsedilmektedir.<br />

11) Büyüme hormonu<br />

Büyüme hormonu, normal spermetogenez için otokrin <strong>ve</strong>ya parakrin büyüme faktörü olan IGF-1’in<br />

testislerden salınımını sağlar. Oligospermide 2-6 IU SC kullanılmakta olup etkinliğinin gösterilmesi<br />

için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

12) Lökospermi<br />

Semende yüksek konsantrasyonda lökositin görülmesi klamidya trakomatis, üroplazma ürealitikum<br />

<strong>ve</strong>ya mikoplazma, gonore gibi semen ile bulaşan infeksiyonların varlığını düşündürebileceği gibi immünolojik<br />

bir yanıt sonucu olabilir. En sık epididimit nedenlerinden biri olan gonorede tedavi, tek<br />

doz IM 250 mg seftriakson ile 10 gün günde 2 kez 100mg doksosiklin, ikinci neden olan klamidyada<br />

tedavi10 gün günde 2 kez 100mg doksosiklindir.<br />

İdyopatik infertilitede gizli enfeksiyon düşünülerek antibiyotikler <strong>ve</strong>rilebilir.


112 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

13) İmmünolojik infertilite<br />

Eşlerin siklusun 1-10. günleri arasında günde 4 kez 20-40 mg prednizolon <strong>ve</strong> 11-14. günleri arasında<br />

4 kez 4 mg prednizolon kullanımı önerilmektedir. Steroidlere alternatif olarak siklosporin kullanılabilir.<br />

İntrauterin inseminasyonda sperm yıkama tekniklerinin başarısı kısıtlı olduğundan ICSI’nın<br />

IVF ile birlikte daha etkili olduğu belirtilmektedir.<br />

14) Diğer tedavi şekilleri<br />

a) Antioksidanlar<br />

İdyopatik infertil erkeklerin %40’ının semeninde reaktif oksijen radikallerinin arttığı gösterilmiştir.<br />

Reaktif oksijen radikallerinin sperm membranına yapışarak lipid peroksidasyonuna yol açtıkları <strong>ve</strong><br />

spermatozoaya zarar <strong>ve</strong>rdikleri düşünülmektedir. Yüksek doz vitamin E <strong>ve</strong> C vitaminlerinin motiliteyi<br />

düzeltmediği görülmüş olmakla birlikte özellikle sigara tiryakilerinde sperm üzerindeki oksidatif<br />

stresi azalttığı gösterilmiştir. Oksidatif stres için glutatyon, selenyum, karoten, demir <strong>ve</strong> demir bağlayıcı<br />

proteinler denemektedir.<br />

b) Karnitin<br />

Asetil karnitin membran stabilizasyonunda, L-karnitin <strong>ve</strong> asetil karnitin yağ asidi oksidasyonu <strong>ve</strong> sentezinde<br />

önemlidir. Karnitinin motilite için spermatozoal enerji içerdiği düşünülmektedir. Epididimal<br />

sıvıda L-karnitin konsantrasyonu plazmadan 2000 kat daha fazladır. Seminal plazmada L-karnitinin<br />

%50’si asetil formdadır. 3gr/gün 4-6 ay <strong>ve</strong>rildiğinde sperm motilitesinde artış gözlenmiştir.<br />

c) Kallikrein<br />

Sperm motilitesinin uyarılması <strong>ve</strong> düzenlenmesinde, testis kan akımında artışta, Sertoli hücresi fonksiyonlarının<br />

stimülasyonunda, akesesuar seks bezlerinin sekresyonlarının artışında, spermin servikal<br />

mukusa penetrasyon <strong>ve</strong> migrasyonunda rolü gösterilmiştir. 6-12 ay günde 3 kez 200 IU tavsiye<br />

edilmektedir.<br />

d) Non-steroid antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ)<br />

Prostaglandinlerin testiküler steroidogenez <strong>ve</strong> sperm motilitesini inhibe ettikleri bilinmektedir.<br />

NSAİİ prostaglandin sentezini inhibe ederek sperm motilite <strong>ve</strong> kalitesini arttırabilirler. İndometazin<br />

<strong>ve</strong> ketoprofen 150/mg/ gün 3-4 ay tavsiye edilmektedir.<br />

e) Metil ksantin deri<strong>ve</strong>leri<br />

Kafein, teofilin <strong>ve</strong> pentoksifilin ejekülattaki spermi stimüle ettiği gösterilmiştir. En çok kullanılan<br />

pentoksifilin, fosfodiesteraz inhibitörüdür, cAMP’nin yıkımını önler, suda iyi çözüldüğünden bu<br />

tedaviler içinde sperm motilitesine en etkili ajan olduğu bildirilmektedir.Oral tabletlerinin 3 kez<br />

400mg/gün 3-6 ay kullanımı önerilmektedir.<br />

f) Alfa blokürler<br />

Arteryel düz kas duvarında rölaksasyon sağlayarak testis mikrosirkülasyonunu arttırdığı düşünülmektedir.<br />

Terazosin 2 mg/gün 6 ay <strong>ve</strong>rildikten sonra sperm motilitesinde artış gözlenmiştir.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

113<br />

g) Mast hücre blokürleri<br />

İnfertil erkeklerin testis dokularında mast hücrelerinin artışının gözlenmesi mast hücre blokürlerinin<br />

tedavide kullanımını gündeme getirmiştir. Mast hücre proliferasyonu ile kan testis bariyerinin<br />

disfonksiyonu arasında bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Mast hücre blokürleri histamin <strong>ve</strong> diğer<br />

vazoaktif ürünlerin salınımını inhibe ederler, ayrıca intaratestiküler fibrozisi önlerler <strong>ve</strong> interlökin 6<br />

<strong>ve</strong> triptaz gibi zararlı mast hücre ürünlerinin yapımını azaltırlar. Ketotifen günde 2 kez 1 mg, tranilast<br />

günde 300mg 3 ay tavsiye edilmektedir. Etkinlikleri halen tartışılmaktadır.<br />

g) Çinko, folinik asit, magnezyumun sperm motilitesi üzerine etkileri halen araştırılmaktadır.<br />

h)Non-medikal tedavi<br />

İdyopatik infertilitenin ampirik tedavisinde prostatik masaj tavsiye edilmektedir. Jokey şorttan boksör<br />

şorta geçişin semen paramatrelerini düzelttiği konusunda yayınlar vardır. Spesifik vitamin <strong>ve</strong> diyet<br />

alışkanlıklarının fertilite üzerine belirgin etkileri gösterilememiş olmakla birlikte kullanılmaktadırlar;<br />

i) Üremeye yardımcı tedavi yöntemleri<br />

İnseminasyon <strong>ve</strong> YÜT başarılı tedavi yöntemleri olarak kullanılmaktadırlar.


114 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

CİNSEL KİMLİK BOZUKLUKLARI VE TRANSSEKSÜALİZM<br />

Tanım<br />

Cinsel kimlik bireyin kendi bedeni <strong>ve</strong> kimliğini belli bir cinsiyet içinde algılayışı, kabullenişidir. Yani<br />

kişinin kendini erkek, kız, cinsiyetsiz ya da iki cinsiyetli olarak algılamasıdır. Cinsel kimlik gelişimi,<br />

doğumla başlayan, süt çocukluğu <strong>ve</strong> çocukluk dönemlerinde ebe<strong>ve</strong>ynleri, akranları <strong>ve</strong> çevreleriyle<br />

olan ilişkileriyle yetişkinliğe kadar devam eden bir süreçtir (1).<br />

Cinsel kimlik bozukluğu psikiyatrik bir tanımdır; günümüzde geçerli olan psikiyatrik tanılar sınıflama<br />

sisteminde (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-IV-TR: DSM-IV-TR) yer<br />

almaktadır (1). Cinsel kimlik bozukluğu kişinin kendisini karşı cinse ait hissetmesidir. Bu his sürekli<br />

<strong>ve</strong> çok güçlüdür. Kişi toplum içinde cinsiyetinin gerektirdiği cinsel rolü kendisine uygun görmediği<br />

için gerçekleştiremez, sahip olduğu cinsiyet <strong>ve</strong> bedenden kurtulma isteğiyle sürekli acı çekebilir.<br />

Transseksüel kişi kendisini karşı cinse ait olarak hisser, toplumun kendisini böyle kabul etmesini ister.<br />

Biyolojik olarak erkek olan ama kadın olarak yaşamak isteyen transseksüeller (E→K) <strong>ve</strong> biyolojik<br />

olarak kadın olup erkek olarak yaşamak isteyen transseksüeller (K→E) vardır (1,2).<br />

Tarihçe<br />

Bu durum 20 yy başlarında erkek <strong>ve</strong> kadınlarda “yanlış bedene hapsolma” gerekçesiyle sosyal bir<br />

uyanış, <strong>ve</strong> 1907’de Harry Benjamin <strong>ve</strong> Magnus Hirschfeld’in sorunlarına çare arayan olgulara tıbbi<br />

yaklaşımda bulunmalarıyla dikkati çekmiştir.<br />

1923’de Hirschfeld kişinin cerrahi tedaviyle kendini hissettiği cinsiyete uygun yaşam sürebilmesi,<br />

“transseksüalizm” tanımını ortaya konmuştur.<br />

Bu alanda ilk kez 1979’da kurulan dernek (The Harry Benjamin International Gender Dysphoria<br />

Association diğer bilinen adıyla World Proffesional Association of Transgender Health: WPATH)<br />

cinsel kimlik bozukluklarına ait takip <strong>ve</strong> tedavi standartlarını yine ilk kez 1979’da yayınlamıştır.<br />

Aynı dernek takip <strong>ve</strong> tedavi standartlarının 6. da yayınlanmak üzeredir. 2009 yılında Avrupa<br />

<strong>Endokrinoloji</strong> Derneği, Avrupa Pediatrik <strong>Endokrinoloji</strong> Derneği, Lawson Wilkins Pediatrik <strong>Endokrinoloji</strong><br />

Derneği <strong>ve</strong> WPATH transseksüel kişilerde endokrin tedavi konusunda bir kılavuz<br />

yayınlamışlardır (1,2).<br />

Etyoloji<br />

Prenatal androjenlere maruz kalanlarda cinsel kimliğin erkek yönünde gelişebileceği öne sürülmüştür.<br />

Ancak 46XY olup kız çocuk olarak büyütülenlerde <strong>ve</strong>ya prenatal androjenlere maruz kalanlarda<br />

cinsel kimlik gelişimi erkek yönünde olmamıştır. Diğer yandan 46XX olup prenatal androjenlere<br />

maruz kalan kızlarda erkeksi davranış görülse de sahip oldukları cinsiyetten dolayı huzursuzluk yoktur.<br />

Cinsel kimlik bozukluğu olan <strong>ve</strong> olmayanlar arasında hormon düzeyleri açısından fark bulunmamıştır.<br />

K→E transseksüellerde hiperandrojemiyle seyreden polikistik o<strong>ve</strong>r sendromunun daha<br />

sık görüldüğüne dair az sayıda yayın vardır (3,4). Özetle biyolojik değerlendirmelerde cinsel kimlik<br />

bozukluğuna neden olabilecek tatminkar bir sonuç elde edilmemiş, CKB psikiyatrik bir tanı halini<br />

almıştır.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

115<br />

Sıklık<br />

Batı dünyasında transseksüel erişkinlerde erkek: kadın oranı orijinal cinsiyetlerine göre 3:1’dir. Çocukluk<br />

döneminde puberteye kadar erkeklerde daha sık görülebilir. Puberte öncesi CKB tanısı alan<br />

çocukların pubertede %75-80 düzelebileceği, adolesan dönemde transseksüel olma taleplerinin ortadan<br />

kalktığı bildirilmiştir (1). Adolesan dönemde erkek: kadın oranı 1:1 olarak bildirilmiştir, erişkin<br />

dönmede erkek:kadın oranının artması geç ortaya çıkan cinsel kimlik bozukluklarının erkeklerde<br />

daha sık görülmesiyle açıklanmıştır (2).<br />

Tanı <strong>ve</strong> tedavi süreci<br />

Beş aşamadan oluşur <strong>ve</strong> multidisipliner yaklaşımı gerektirir:<br />

1- Tanı amaçlı değerlendirme<br />

2- Psikoterapi<br />

3- Gerçek yaşam deneyimi (GYD)<br />

4- Hormon tedavisi<br />

5- Cerrahi tedavi<br />

Cinsel kimlik bozukluklarında ideal olan bu özelliklere sahip olan bir merkezin olguları değerlendirmesidir.<br />

1-Tanı amaçlı değerlendirme <strong>ve</strong> 2- Psikoterapi<br />

CKB psikiyatrik problemlerle birlikte ortaya çıkabilir bu nedenle olguların ebe<strong>ve</strong>ynleriyle birlikte<br />

genel <strong>ve</strong> psikososyal gelişimleri, güncel durumları psikiyatri uzmanları tarafından değerlendirilmeli<br />

<strong>ve</strong> tanıları DSM-IV-TR <strong>ve</strong>ya ICD-10 kriterlerine göre konulmalıdır. Tanı konduktan sonra olgulara<br />

cinsiyet değişiminden dolayı karşılaşabileceği kısıtlamalar, tedavilerden gerçekçi olmayan sonuçların<br />

beklenmemesi gereği, tedavinin olası istenmeyen sonuçları anlatılmalıdır. Kişide saptanan bir psikopatoloji<br />

varsa öncelikle bu tedavi edilmelidir.<br />

3-Gerçek yaşam deneyimi (GYD)<br />

GYD, bireyin, hormonal <strong>ve</strong> geri dönüşümsüz fiziksel tedaviler başlamadan önce, tercih ettiği cinsel<br />

kimliğe uygun olan cinsel rolü yaşamasıdır. Süre 12 ay olarak önerilmektedir. GYD bireyin niyetini,<br />

tercih ettiği cinsiyete uyumlu fonksiyon görme kapasitesini sınamak için önemlidir. Bu deneyim süreci<br />

hem tanıyı koyan psikiatri uzmanı hem de hormonal tedaviyi <strong>ve</strong>recek olan endokrin uzmanına<br />

rehber olur.<br />

4-Hormon tedavisi<br />

Psikiyatri <strong>ve</strong> endokrinoloji uzmanlarınca GYD süreci sonunda bireyin cinsiyet değişimi için uygun<br />

<strong>ve</strong> hazır olduğuna kanaat getirilirse hormon tedavisi başlanmalıdır. Klinik kanıtlar pubertenin ilk<br />

bulgularının ortaya çıkmasından sonra CKB’ın daha gü<strong>ve</strong>nilir değerlendirilebileceği yönündedir, bu<br />

nedenle hormon tedavisi en erken 16 yaşından büyük adolesanlara başlanabilir. Tedavi öncesi bireye<br />

hormon tedavisinin geri dönebilen <strong>ve</strong> kalıcı etkileri anlatılmalı, fertilite açısından bilgi <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />

Hormon tedavisi adolesan <strong>ve</strong> erişkinde farklıdır. Erişkinlerde hormon tedavisi en az 3 ay GYD sürecini<br />

tamamladıktan sonra <strong>ve</strong>ya psikiyatri uzmanınca bireye ilk değerlendirmeyi takiben başlanan<br />

psikoterapiden sonra başlanması uygundur.


116 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

5-Cerrahi tedavi<br />

Transseksüel kişiler, endokrin geçiş dönemini takip eden endokrinoloji uzmanı <strong>ve</strong> psikiyatrist tarafından<br />

cerrahi girişim önerildiği takdirde operasyona <strong>ve</strong>rilmelidir. Operasyon en az 1 yıllık GYD’ini<br />

tamamlamış olan <strong>ve</strong> bunun en az 3 ayında hormon tedavisi kullanmış olan 18 yaşından büyüklere<br />

önerilebilir. Cerrahi tedavi geri dönülmez değişiklikler oluşturur. 18 yaş sınırı cerrahi girişim için<br />

bireyin uygun hale geldiğini ifade eder, cerrahi girişim indikasyonu değildir. Hormonal tedaviyle<br />

desteklenen GYD, bireyde yeterli bir sosyal rol değişikliği yapmadıysa, birey hormonal etkiden<br />

yeterince tatmin olmadıysa <strong>ve</strong> cerrahi girişim için kararsızsa, birey cerrahi tedavi için sevk edilmemelidir.<br />

Transseksüel cerrahi geçiren olguların uzun dönem takibinde intihar girişimi <strong>ve</strong> psikiyatrik<br />

morbiditeler daha sık görülebilir, K→E transseksüellerde suç oranı daha fazladır. Cerrahi girişimin<br />

sadece biyolojik cinsiyete olan öfkeyi ortadan kaldırdığı ama transseksüalizmin tedavisinde yeterli<br />

olmadığını bildirilmiştir (5).<br />

Transseksüel Erişkinlerde Hormon Tedavisi<br />

Hormon tedavisinin iki amacı vardır:<br />

1. Bireyde endojen hormon seviyesini azaltmak, dolayısıyla biyolojik cinsiyetine ait sekonder<br />

seks karakterlerini geriletmek,<br />

2. Bireyin olmak istediği cinsiyetin endojen seks hormonlarını hipogonadal hastalarda uygulandığı<br />

gibi uygulamak.<br />

Transseksüel birey eğer cerrahi tedavi istemiyorsa 3 aylık GYD sonrasında hormon tedavisi başlanabilir,<br />

takipte herhangi bir komplikasyon saptanmazsa ömür boyu kullanabilir.<br />

Cerrahi tedavi planlanan bireylerde ise 3 aylık GYD sonrasında hormon tedavisi başlanarak en az<br />

12 aylık GYD’ini tamamlamaları istenir. Bu süreç sonunda psikiyatri <strong>ve</strong> endokrinoloji uzmanları<br />

bireyin cerrahi tedaviye uygunluğunu <strong>ve</strong> ameliyata kendisini hazır hissedip hissetmediğini değerlendirmelidirler.<br />

Bireylerde endojen seks hormonlarının azalmasına bağlı <strong>ve</strong>ya karşı cinsin hormonunu kullanmakla<br />

ortaya çıkabilecek durumlar gözden geçirilmelidir (tablo 1). Hormon tedavisinde transseksüel bireyde<br />

hedeflenen hormon düzeyleri o cinse ait normal fizyolojik düzeylerdir.<br />

K→E Transseksüel Bireylerde Hormon Tedavisi<br />

Bu bireylerde maskülinizasyonu uyarmak sekonder seks karakterlerini değiştirmek amacıyla erkek hipogonadizm<br />

tedavisindeki genel ilkelere uygun olarak tedavi uygulanır (Tablo 2). Erkeklerdeki normal<br />

testosteron düzeyine (320-1000ng/dl) ulaşmak amacıyla parenteral <strong>ve</strong>ya transdermal preparatlar<br />

kullanılabilir. Androgen tedavisi hipogonad erkeklerde bindiği gibi kas kitlesini arttırır, yağ dokusunu<br />

azaltır, yüzde kıllanma artar, akne, erkek tipi saç dökülmesi <strong>ve</strong> libido artışı ortaya çıkar. K→E transseksüel<br />

bireylere has olarak kliteromegali, fertilitenin azalması, sesin kalınlaşması, menseslerin kesilmesi<br />

ortaya çıkar. Eğer mensesler kesilmezse testosteronun yanına progestin <strong>ve</strong>ya endometriumun ablasyonu<br />

düşünülebilir. Testosteron tedavisinden önce GnRH analogları <strong>ve</strong>ya depo medroksiprogesterone hem<br />

mensesleri kesmek hem de estrogeni erkeklerdeki düzeye indirmek için uygulanabilir.<br />

E→K Transseksüel Bireylerde Hormon Tedavisi<br />

Bu bireylerde antiandrogenler estrogenlerle birlikte uygulanabilir (tablo 2). Antiandrogenler endogen


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

117<br />

Tablo 1. Karşı cinsin hormonunu kullanmaya bağlı ortaya çıkabilecek tıbbi durumlar<br />

E→K Transseksüel: Estrojen<br />

-Çok yüksek riskli durumlar:<br />

Tromboemboli<br />

-Orta-yüksek riskli durumlar:<br />

Makroprolaktinemi<br />

Karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk (transaminazlar normalin 3 katına çıkabilir)<br />

Meme kanseri<br />

Koroner kalp hastalığı<br />

Serebrovasküler hastalık<br />

Şiddetli migren<br />

K→E Transseksüel: Testosteron<br />

-Çok yüksek riskli durumlar:<br />

Meme <strong>ve</strong>ya endometrium kanseri<br />

Eritrositoz (Htc>%50)<br />

-Orta-yüksek riskli durumlar:<br />

Karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk (transaminazlar normalin 3 katına çıkabilir)<br />

testosteron düzeylerini etkin olarak düşürür, dolayısıyla estrogen tam olarak etkisini gösterebilir. Antiandrogenik<br />

etkisi olan progestinler <strong>ve</strong> GnRH analogları kullanılır. Estrogen tedavisi, konjuge estrogenler,<br />

<strong>ve</strong>ya 17β-estradiol, transdermal estrogen <strong>ve</strong>ya parenteral estrogen esterleri olarak kullanılabilir.<br />

Tablo 2. Transseksüellerde Hormon Tedavisi<br />

Doz<br />

E→K Transseksüel<br />

Estrogen:<br />

Oral: estradiol<br />

Transdermal: estradiol peç<br />

Parenteral: estradiol valerate<br />

<strong>ve</strong>ya cypionate<br />

Antiandrogenler<br />

Spironolakton<br />

Cyproterone acetate<br />

GnRH Agonistleri<br />

K→E Transseksüel<br />

Testosteron<br />

Oral: testosterone undecanoate<br />

160-240 mg/gün<br />

Parenteral<br />

-Testosterone enanthate <strong>ve</strong>ya cypionate<br />

-Testosterone undeconate<br />

Transdermal<br />

- Testosterone gel %1 2.5-10 g/gün<br />

- Testosterone peç 2.5-7.5 mg/gün<br />

2.0-6.0 mg/gün<br />

0.1-0.4 mg, haftada 2 kez<br />

5-20 mg İM, 2 haftada bir<br />

2-10 mg İM, her hafta<br />

100-200 mg/gün<br />

50-100 mg/gün<br />

3.75 mg SC, ayda bir<br />

100-200 mg İM, 2 haftada bir<br />

100 mg, her 12 haftada bir


118 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Oral, transdermal <strong>ve</strong> İM estradiol <strong>ve</strong>ya esterlerinin takibinde serum esradiol düzeyleri ölçülebilir.<br />

Konjuge estrogen <strong>ve</strong>ya sentetik estrogen kullanımında kan testi ile takip yapılamaz. Serum estradiol<br />

düzeyi normal premenapozal kadınlardaki gibi olmalıdır (


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

119<br />

Tablo 4. Testosteron Kullanan K→E Transseksüel Bireylerin Takibi<br />

1- İlk yıl her 2-3 ayda bir, sonra yılda 1-2 kez uygun virilizasyon bulguları <strong>ve</strong> yan etki gelişimi açısından<br />

değerlendirilmeli<br />

2- Her 2-3 ayda bir serum testosteronu sağlıklı erkeklerdeki düzeye gelene kadar ölçülmeli<br />

-Testosteron enanthate/cypionate enjeksiyonu yapılanlarda serum testosteron düzeyi ortalarda olmalı,<br />

>700 ng/dl <strong>ve</strong>ya


120 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

JİNEKOMASTİ<br />

Jinekomasti erkekte glandular meme dokusunun iyi huylu gelişimini anlatır. Bu gelişim, lipomasti ya<br />

da psodöjinekomasti denen adipoz dokunun memedeki aşırı birikiminden ayırt edilmelidir. Histolojik<br />

olarak, fibröz bir konnektif dokunun içinde gelişmiş meme duktus proliferasyonu ile karakterizedir.<br />

Erişkin kadın memesinde izlenen gerçek terminal asini yapıları jinekomastide çok nadir olarak<br />

gözlenir, çünkü bu yapılar hem östrojene, hem de progesterona ihtiyaç gösterir.<br />

Jinekomasti, genellikle iki yanlı <strong>ve</strong> simetriktir, ancak tek yanlı da olabilir. Yenidoğanda, ergenlik döneminde<br />

<strong>ve</strong> yaşlılarda sıklıkla izlenebilir. Erkek çocuklarının %70 kadarında ergenliğe geçişte, geçici<br />

jinekomasti görülebilir. Bir çalışmada, 60 yaşın üzerindeki erkeklerin yaklaşık %20’sinde, 80 yaş üstü<br />

erkeklerin %50’sinde saptanmıştır. Otopsi serilerinde ise, erkeklerin yaklaşık yarısında jinekomasti<br />

izlenmiştir.<br />

Fizyopatoloji<br />

Östrojenler meme dokusunun gelişimini sağlarken, androjenler aksi yönde görev yapar. Jinekomasti,<br />

genellikle östrojen <strong>ve</strong> androjen hormonlarının ya oransal, ya etkinlik, ya da hem oransal, hem de<br />

etkinlik olarak östrojen lehine olan dengesizliğinden kaynaklanır. Bu dengesizlik; östrojenin meme<br />

dokusunda artmış etkisi ile olabilir, azalmış androjen etkisi ile gerçekleşebilir, meme dokusunun<br />

östrojen reseptörü sayısının artması ile artmış yanıt olarak izlenebilir, ya da ilaçlara <strong>ve</strong>ya reseptör<br />

mutasyonlarına bağlı olarak dokunun androjenlere azalmış yanıtıyla oluşabilir. Aynı olguda dengesizliğe<br />

sebep olabilecek birden fazla bozukluk bir arada bulunabilir. Yaşlılıkta izlenen jinekomasti<br />

bu durum için gösterilebilecek iyi bir örnektir. Artan yaşla, erkekte testosteron üretimi azalır, seks<br />

hormon bağlayıcı globülin (SHBG) düzeyleri artar, testosteronun SHBG’e bağlanma afinitesi artar.<br />

Erkekte, dolaşımdaki östradiolun (E 2<br />

) %85’inden fazlası, östronun (E 3<br />

) %95’ten fazlası testosteron<br />

<strong>ve</strong>ya androstenedionun yağ dokuda aromatizasyonu ile gerçekleşir. Androjenlerin östrojenlere aromatize<br />

olduğu ana organ yağ dokudur. İlerleyen yaşla birlikte yağlanma (adipozite) artar <strong>ve</strong> yaşlıda<br />

genç erkeklere oranla testosteronun periferik aromatizasyon hızı artar. Kural olarak, yaşlanma <strong>ve</strong><br />

vücut kütle indeksi artışına paralel olarak, adipoz dokuda aromataz aktivitesi artar <strong>ve</strong> jinekomasti<br />

prevalansı yükselir. Yaşlı erkekte, tüm bahsedilen faktörlere, kullanılan birtakım ilaçlar da eklenince<br />

(örneğin, bu yaş grubunda sık izlenen prostat kanserinin tedavisinde kullanılan anti-androjen ajanlar<br />

gibi..) klinikte çok faktörle oluşmuş jinekomasti izlenebilir.<br />

Plasenta yoluyla anneden geçen östrojen etkisi ile yenidoğan döneminde geçici meme büyümesi %20<br />

-30 oranında izlenmektedir. Testislerden testosteron üretimi tam olarak gerçekleşmeye başlamadan<br />

önce, ergenliğin erken dönemlerinde, yüksek östrojen/ androjen dengesine bağlı olarak erkek çocuklarında<br />

da jinekomasti izlenebilir. Pubertenin ilerlemesi ile jinekomasti genellikle geriler <strong>ve</strong> kaybolur.<br />

Tablo 1’de fizyopatolojik açıdan jinekomasti nedenleri sıralanmaktadır. Human koryonik gonadotropin<br />

(HCG) üreten trofoblastik tümörler östrojen öncüllerini östradiole dönüştürebilme yeteneğindedir.<br />

Jinekomasti böyle bir tümörün ilk bulgusu olabilir. Feminizan adrenokortikal tümörler <strong>ve</strong><br />

Leydig hücreli tümörler direkt olarak östrojen salgılayabilir. Leydig hücrelerinin hipofizer gonadotropinlere<br />

akut ya da kronik dönemde aşırı maruziyeti, steroidojenik yolakları değiştirir <strong>ve</strong> testosteron<br />

üretimi yerine östrojen <strong>ve</strong> östrojen öncüllerinin üretimini sağlar. Bu mekanizma, Kleinefelter sendromu<br />

<strong>ve</strong> erişkin Leydig hücre yetmezliğinde gözlenen jinekomastiden sorumludur. Malnütrisyonu ya<br />

da kronik hastalığı olan erkekler, yeniden beslenmeye başlayınca <strong>ve</strong>ya altta yatan hastalıkları tedavi


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

121<br />

edilince jinekomasti geliştirebilirler. Bu durumlar, gonadotropin salgısında azalma ile birliktedir <strong>ve</strong><br />

düzelme döneminde, artan gonadotropinler, Leydig hücrelerini aşırı bir şeklide uyararak testosterona<br />

göre daha fazla östrojen üretimine neden olurlar. Prolaktin salgılayan hipofiz tümörleri <strong>ve</strong> hiperprolaktinemi<br />

jinekomastiye neden olabilir, ancak mekanizma net olarak açıklanamamıştır.<br />

Jinekomasti histolojik olarak üç evreye ayrılır. İlk olarak izlenen florid fazda, memede tomurcuklanan<br />

duktus sayısında artma, duktal epitelde proliferasyon, periduktal ödem <strong>ve</strong> zeminde selüler<br />

fibroblastik bir stroma izlenir. Son olarak izlenen fibröz fazda, dilate duktuslar, duktus epitelde minimal<br />

proliferasyon izlenir, periduktal ödem kaybolmuştur <strong>ve</strong> tamamen aselüler fibröz bir stroma<br />

mevcuttur. Bu iki faz arasında her iki fazın özelliklerinin izlenebildiği “Ara faz” gözlenir. Patolojik<br />

görünümü belirleyen jinekomastinin süresidir. Zaman geçtikçe bağ doku daha yoğun <strong>ve</strong> fibrotik bir<br />

görünüm alır. Genellikle, dört ay <strong>ve</strong> altında jinekomasti sorunu olan olguların %75’i florid fazda, bir<br />

yıl <strong>ve</strong> daha fazla süredir sorunu olanların %90’ından fazlası fibröz fazdadır. Histolojik görünüm ile<br />

jinekomasti sebebi arasında bir ilişki yoktur. Florid faz geri-dönüşümlü iken, fibröz fazdaki jinekomasti<br />

medikal tedaviye yanıt <strong>ve</strong>rmez, ancak mastektomi ile yok edilebilir.<br />

Tablo 1. Fizyopatolojik açıdan jinekomasti nedenleri<br />

1. Östrojen fazlalığı<br />

a. Endojen sebepler; Östrojen öncüllerinin artmış üretimi<br />

-Testislerden östrojen salgılayan tümörler; Leydig hücreli, Sertoli hücreli tümörler<br />

- Östrojen salgılayan adrenal bez tümörleri<br />

b. Eksojen sebepler:<br />

-İlaçlar:<br />

-Direkt östrojenik aktivitesi olanlar: Oral kontraseptifler, fitoöstrojenler, dijital<br />

-Östrojen aktivitesini artıranlar: İzoniazid<br />

-Östrojenle beslenen hayvanların et, süt <strong>ve</strong> diğer ürünleri tüketimi<br />

-Östrojen içeren kremler, kozmetiklerle temas, farkında olmadan mesleki temas<br />

-Östrojene aromatize olan anabolizan steroidlerin kullanımı (vücut geliştirme için)<br />

2. Androjenlerden östrojenlere artmış aromatizasyona sebep olan durumlar<br />

Normal dokuda artmış aktivite: Yaşlılık, obezite<br />

Aromataz enzim regülasyonunda bozulma: Ailevi aromataz artış sendromu, Östrojen üretimi yapan<br />

neoplaziler: Sertoli hücreli tümör (izole, Peutz-Jegher’s sendromu, Carney kompleksi), HCG<br />

üreten trofoblastik tümörler, <strong>Adrenal</strong> feminizan karsinoma, Hepatoselüler karsinoma, Alkolik siroz,<br />

Hipertiroidizm<br />

3. Azalmış androjen üretimine ya da etkisine bağlı olarak testosteron/östrojen oranında dengesizlik<br />

a. Birincil/ikincil hipogonadizm (Travma, Hastalık, Radyasyon, İlaçlara bağlı Androjen duyarsızlık<br />

sendromu, 5-α-redüktaz eksikliği, Kleinefelter sendromu<br />

b. Androjen reseptörünün sayısı <strong>ve</strong>ya fonksiyonu ile ilgili farklanmalar<br />

c. Diğer: Ergenlik, Beslenme jinekomastisi, Renal yetmezlik, Siroz, Diyaliz, Hipertiroidizm, İlaçlar<br />

(Spironolakton, flutamid, siproteron asetat, ketokonazol, simetidin, gibi…)<br />

Klinik değerlendirme<br />

Hastanede yatan erkeklerin neredeyse yarısında bulunduğu <strong>ve</strong> etkilenen erkeklerin çoğunluğunda iyi<br />

huylu olduğu için jinekomasti ile kliniğe başvuran her olgunun detaylı irdelenmesi gerekmez. Asemptomatik<br />

sağlıklı bir erkekte, uzun zamandır bulunduğu ifade edilen durağan jinekomastinin, detaylı<br />

öykü <strong>ve</strong> fizik muayene sonrası, bulgular doğal ise, incelenmesi gerekmez. Benzer şekilde, yaşı ile uyumlu<br />

fiziksel <strong>ve</strong> cinsel gelişimi olan ergenlik döneminde bir erkek de, dikkatli bir öykü <strong>ve</strong> muayene sonrası,<br />

laboratuar incelemesi yapılmadan izlenebilir <strong>ve</strong> bunlarda jinekomasti sıklıkla kendiliğinden geriler.


122 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Jinekomastide meme dokusunun tek taraflı <strong>ve</strong>ya iki taraflı konsantrik büyümesi gözlenir. El muayenesinde<br />

meme serttir <strong>ve</strong> fibroz kordonlar içerir. Tek taraflı ele gelse de, histolojik incelemede genellikle<br />

diğer tarafın da etkilenmiş olduğu bulunacaktır. Meme başında, memede hassasiyet olabilir<br />

<strong>ve</strong> genellikle bir yıldan az sürer. Kronik dönemde, jinekomasti asemptomatiktir <strong>ve</strong> kozmetik sorun<br />

yaratır. Galaktore çok ağır jinekomastiye bile eşlik etmez.<br />

Her dört erişkin jinekomasti olgusunun birinde sorumlu faktör kullanılan ilaçlardır, bu nedenle<br />

detaylı bir öykü alınmalıdır. Öyküde ayrıca; jinekomastinin süresi, hassasiyetin varlığı, eşlik eden<br />

hastalık varlığı (hipertiroidi, kronik karaciğer <strong>ve</strong>ya böbrek hastalığı, hipogonadizm, prostat kanseri,<br />

gibi), olası kimyasal maruziyeti mutlaka sorgulanmalıdır. Sistemik fizik muayene, özellikle meme,<br />

testis <strong>ve</strong> sekonder seks karakterlerinin muayenesi mutlaka yapılmalıdır.<br />

Akut başlangıçlı, hızlı <strong>ve</strong> aşırı büyüyen, hassasiyeti olan <strong>ve</strong> zayıf erkeklerde izlenen jinekomasti incelenmelidir.<br />

Özellikle sert, asimetrik, cildi, cilt altı yapıları <strong>ve</strong>ya meme başını fikse eden kitleler, eşlik<br />

eden ülserasyon <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya meme başı akıntısı, koltuk altı lenf bezi varlığı maligniteyi işaret edebilir,<br />

değerlendirilmelidir.<br />

Ayırıcı tanıda lipom, nörofibrom, meme kanseri unutulmamalıdır. Bu kitleler genellikle tek taraflıdır.<br />

Jinekomasti gibi subaerolar bölgeden başlayıp konsantrik olarak büyümezler, genellikle asentriktirler.<br />

Bazen, jinekomastiyi obeziteye bağlı yağ dokusu artışından; lipomastiden ayırt etmek zor<br />

olabilir. Bu durumda hastayı sırtüstü yatar pozisyona getirerek başparmak <strong>ve</strong> işaret parmağı ile meme<br />

başını sıvazlamakla meme dokusu fark edilebilir.<br />

Laboratuar<br />

Pubertal <strong>ve</strong> ilaç ilintili jinekomasti dışlandıktan sonra incelemeye başlanmalıdır. Böbrek, karaciğer<br />

<strong>ve</strong> tiroid fonksiyon testleri yapılmalıdır. Serum testosteron, östradiol, androstenedion, luteinizan<br />

hormon (LH) <strong>ve</strong> HCG düzeyleri ölçülmelidir. Jinekomasti ile başvuran erkeklerin çoğunda hiperprolaktinemi<br />

izlenmediği gibi, hiperprolaktinemisi olan pek çok erkeğin de jinekomasti geliştirmediği<br />

bilinmektedir. Bu nedenle, serum prolaktin düzeylerinin ölçümünü rutinde tavsiye edenler <strong>ve</strong> etmeyenler<br />

bulunmaktadır. Östrojen/androjen düzeylerindeki değişiklik silik olabileceği için pek çok<br />

olguya tanı konamayabilir. Mevcut ticari östrojen kitleri normal sınırlar içinde olabilen bu değişiklikleri<br />

tespit edemeyebilir.<br />

Eğer testisler küçük ise, Kleinefelter sendromu’nu ekarte etmek için mutlaka karyotip analizi yapılmalıdır.<br />

Memede malignitesinden şüpheleniliyorsa, meme ultrasonografisi, mamografi yapılabilir.<br />

Rutin meme görüntülemesi önerilmemektedir. <strong>Adrenal</strong> kitle şüphesi varlığında, batın tomografisi,<br />

testis tümörü kuşkusunda testis ultrasonografisi yapılmalıdır.<br />

Meme büyümesi ile başvuran erkeğe yaklaşım algoritmi Şekil 1’de özetlenmektedir.<br />

Jinekomasti <strong>ve</strong> meme kanseri riski<br />

Kleinefelter sendromu’na eşlik eden jinekomastide meme kanseri riski normal erkeklere göre 20 kat<br />

artmıştır. Bu sendrom dışında, jinekomasti varlığı meme kanseri riskini artırmaz. Erkekte obezite<br />

yine meme kanseri için önemli bir risk faktörüdür.


ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR KILAVUZU 2011<br />

123<br />

Şekil 1. Meme büyümesi ile başvuran erkeğe yaklaşım algoritmi<br />

Tedavi<br />

Asemptomatik sağlıklı erkekte uzun süredir var olan jinekomastiyi tedavi etmek gerekli değildir.<br />

Etyolojik faktör varlığında, etken tespit edilip düzeltilirse, meme büyümesi genellikle birkaç ay içinde<br />

geriler. Ancak eğer jinekomasti 1 yıldan uzun sürmüşse, medikal tedavi ile tamamen düzelmesi<br />

mümkün değildir <strong>ve</strong> cerrahi gerektirir. Psikolojik <strong>ve</strong> kozmetik sorun yaratması, büyüme eğilimi,<br />

meme dokusunda devam eden hassasiyet <strong>ve</strong> malignite şüphesi operasyon için gerekçe olabilir.<br />

Pubertal jinekomasti, ağrılı ise, ergende endişe <strong>ve</strong> sosyal strese neden oluyor ise, anti-östrojenlerle, arotmataz<br />

inhibitörleri ile ya da androjenlerle (danazol gibi) tedavi edilmesi düşünülebilir. En iyi tecrübe,<br />

meme dokusuna anti-östrojenik etki yapan selektif östrojen reseptör modülatörü (SERM) olarak anılan<br />

tamoksifen <strong>ve</strong> raloksifen ile bulunmaktadır. Üç ile dokuz ay süresince, günde 10-20mg tamoksifen ya<br />

da 60mg raloksifen <strong>ve</strong>rilmesi ile olguların yaklaşık %90’ında belirgin düzelme bildirilmiştir.<br />

Cerrahi adayı olmayan ağrılı jinekomasti olgularında tamoksifen gibi antiöstrojen tedavinin olguların<br />

üçte ikisinde ağrıyı gerilettiği <strong>ve</strong> meme doku boyutunu azalttığı izlenmiştir. Tamoksifen,<br />

antiandrojen tedavi alması planlanan prostat kanseri olgularında da meme ağrısını <strong>ve</strong> büyümesini<br />

engellemiştir.<br />

Artmış aromataz aktivitesi olan olgular için aromataz inhibitörlerinin yararlı olabileceğine dair yayınlar<br />

mevcuttur. Testolakton ile pubertal jinekomastide meme boyutunda küçülme izlenmişse de, aynı<br />

başarı idiopatik jinekomastide izlenmemiştir. Bu ajanlar, jinekomastinin erken proliferatif fazında<br />

etkilidir, ancak ileri evrelerinde fibrozis geliştikten sonra meme boyutunu küçültmede etkili değildirler.<br />

Aromataz inhibitörleri ile ilgili çalışmaların küçük hasta grupları ile yapılmış olması önemli<br />

kısıtlayıcı faktörleridir.


124 ADRENAL VE GONADAL HASTALIKLAR ÇALIŞMA GRUBU<br />

Zayıf bir androjen olan danazol <strong>ve</strong>rilmesi ile gonadotropların baskılanmasına bağlı olarak, testiküler<br />

östrojen üretimi baskılanabilir, jinekomasti gerileyebilir. Ancak bazı olgularda tersi olabilir.<br />

Prostat kanseri için anti-androjen tedavi alması planlanan erkeklere, tedavi öncesi memeye proflaktik<br />

radyoterapi önerilebilir. Bu yöntem getirdiği radyasyona bağlı malignite riski nedeni ile genç olgulara<br />

pek önerilmemektedir.<br />

Kaynaklar<br />

1. Bhasin S. Gynecomastia. In: Williams Textbook of Endocrinology, (11th Edition/ Kronenberg HM, Melmed<br />

S, Polonsky KS, Larsen PR). Sauders Elservier, Philadelphia, USA, 2008; pp. 669-671.<br />

2. Narula Singh Harmeet, Carlson HE. Gynecomastia. Endocrinol Metab Clin North Am 2007; 36: 497-<br />

519.<br />

3. Carlson HE. Approach to the patient with gynecomastia. J Clin Endocrinol Metab 2011; 96: 15-21.<br />

4. Braunstein GD. Clinical practice. Gynecomastia. N Engl J Med 2007; 357: 1229-37.


NOTLAR<br />

125


126 NOTLAR


NOTLAR<br />

127


128 NOTLAR

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!