10.07.2015 Views

edebiyat

edebiyat

edebiyat

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Sayı: 29 Mayıs 1985200 TUkdv dahil)<strong>edebiyat</strong>EĞİLMEZ BAŞIN GİBİ DAĞLAR BULUTLU EFEM


# Tamamı*&^hazır,hemen alabilirsiniz.(peşin yada taksitle)* " * ' < > - . * .^ıtt»fi*.. Ü» 11 12ansiklopedisiYeni Türk Ansiklopedisi tercümeyedayanmaz. Bütün maddeleri Türkiye'de ve Türk,ilim adamları tarafından hazırlanmıştır.Yeni ve çağdaştır. Her madde günümüzünen yeni bilgileriyle donatılmış, ilmin en sonverilerine dayandırılmıştır.Herkese hitâb eder. İlkokuldan üniversiteyebütün öğrenciler! Öğretmenler! Velîler!Aydınlar!... Yeni Türk Ansiklopedisi'ndearadığınızı bulabilirsiniz.Tamamlanmıştır. Artık yıllarca fasikül tâkibetmek zorunda değilsiniz! İster peşin, istertaksitle, tamâmını bir defada alabilirsiniz.Ucuzdur ve her türlü ödeme kolaylıklarıylate'min etmek mümkündür.Fizik • Kimya • Astronomi • Matematik • GeometriBotanik • Zooloji • Tıb • İktisat • Türk ve DünyâTârihi • Türk ve Dünyâ Edebiyaü • Türk ve DünyâCoğrafyası • Felsefe • Mantık • Din • DinlerTârihi• Ahlâk• Sanat Târihi • Müzik• TürkMûsikisi # Hukuk • Eğitim • Biyografi • Spor •• Folklor* Aile... gibi ihtiyaç duyulan her konudabinlerce madde.... En geniş şekilde...Ansiklopedik boyda 12 büyük cilt, 12.000madde, 5000 sayfa, 6000'den fazla resim, şekil veharita. Ayrıca renkli sayfalar, 90 gram I. hamurkâğıda nefis bir ofset baskı.Peşin: 50.000 TL.Taksitle: 66.000 TL.(6600 TL. Peşin 6600 TL.Taksitle - 9 ay)Her konuda güvenerek başvurabileceğiniz YeniTürk Ansiklopedisi, üniversitelerimize, eğitim veilim hayâtımıza mensup seçkin, tecrübeli,değerli bir grup aydının dört yıllık emeğininürünü olarak hazırlandı. Her türlü bilginin Türkkamu oyuna, düşünce istiklâli, ilmî zihniyet veformasyon sahibi, millî dikkat vehassasiyetlerine güvenilir aydınlarımızınkaleminden berrak bir Türkçe ile sunulmasıbaşlıca prensibimiz oldu. İfâde ve muhtevaolarak ilmî ve millî bir ahenk ve bütünlüksağlayabildiğimizi sanıyoruz. Böyle bir kaynağıkültürümüze kazandırabilmiş olmaktan dolayıkıvançlıyız.ötüken Neşriyat A.S-YeniTürkAnsiklopedisi"Yazarıyla, muhtevasıylabizim ansiklopedimiz"Sipariş adresi:"DOĞUŞ DergisiP.K. 329 Kızılay/ANKARA"


İÇİNDEKİLERDOĞUŞDOĞUŞERDOĞAN ÇAKIRDOĞUŞPEYAMÎ ÇELtKCANİBRAHİM ŞAHİNOĞUZ ÇETİNHÜSEYİN TUNCERALAINİBRAHİM ŞAHİNCEMAL KILINÇDOĞUŞLATİF TAŞDEMİRNİHAT GENÇ39141633374042454649515457MÜSLÜMANCA DÜŞÜNMEA. YALÇIN İLE TENKİD ÜZERİNEBİR ŞİİR ÜZERİNETÖRE DERGİSİ MUHTEVA ANALİZİOKUYUCU BÖYLE İSTİYOR MU?TÜRK FİLMİ GİBİ BİR ŞEYSENİ KALBİME GÖMDÜMÇİÇEKLER BÜYÜRZAHMETE KATLANMAKÜÇ KİTAP ETRAFINDAYENİ TÜRK ANSİKLOPEDİSİYENİ DERGİLER ve ERGUVANANALİZ Mİ YERME Mİ?MİLLİYETÇİLİĞİMİZDOĞUŞtki Aylık Fikir ve Sanat Dergisi/Mayıs 1985/Sayı: 29SahM ve Sorumlu Yazı İşleri/Tayyar AKSOYMuhteva Sorumlusu: Nihat GENÇ/Peyami ÇELİKCANYayın Kurulu: Oğuz ÇETİN. İbrahim ŞAHİN, Ahmet ARSLAN,Oğuz HAMŞIOĞLU, Cemal KILINÇHaberleşme Adresi: P.K. 329 Kızılay-ANKARAidare Yeri: Mithatpaşa Cad. 46/10, Kızılay ANKARADizgi, Baskı: ŞAFAK MATBAASI, 29 57 84Abone Bedeli: Yıllık 1000 TL.Abone bedellerini yalnız «DOĞUŞ Edebiyat Dergisi 19 85 89»No'lu Posta Çeki Hesabımıza yatınınız.îlan Tarifesi: Arka Kapak, 4 renk 75.000/Kapak içleri, Tam sayfa:50.000/Yarım Sayfa: 30.000 TL.


Hayatı sloganlarla tarif etmekten kaçınmamız gerektiğini herzaman söyleriz. Fakat yine de sloganlarla konuşmanın verdiği«kolaycı» tavırdan kendimizi kurtaramayız. Fikrî, felsefî edebîdergilerimizden herbiri bu kolaycılıktan kendini kurtaramıyor,Türkiye platformunda dalga dalga yayılan birçok fikir ve düşünceyisadece, o fikir ve düşüncenin odaklanmış şahiislarıyla veyahutgündelik hayatımızda çok kullandığımız klişelik, özetlenmiş birkaçkelime etrafında anlamaya çalışırız. Veya bizlere böyle anlatılmayaçalışılır. Her fikri, her düşünce biçimini bütün derinliklerinekadar bilmemiz, kendi fikrî sıhhatliliğimiz için haysiyetlibir tavır için, kaçınılmaz bir gerektir. Bütün düşünce ve fikirlerienine boyuna tartmak, düşünmek, «bu adamlar ne diyor?», «bukitaplar ne anlatıyor?» diye sormak, araştırmak gerekir. Şüphesizo fikri kendi bütünlüğü içinde eleştirmek, tartışmak genç neslinen büyük kaygusu olmalıdır. Yeni yetişen nesil sloganların arkakapılarını açmak zorundadır. Kendini hiçbir şekilde kaypak, siluetlerle,gölgelerle anlatılan bir dünyaya hapsedemez. Açık, doğru, dürüstve inançlı olmak karakterini ayakta tutmak istiyorsa, herşeydenönce çevresinde konuşan bütün insanların düşüncelerine karşısaygılı olmak, en azından o insanları dinlemek, anlattıklarınıanlamaya çalışmak zorundadır. Yani itildiğimiz dünyaların önünüve arkasını kurcalamak, yediğimiz ekmeğin hakkı için, dünün,ötenin hakkı için, diz çöktüğümüz mutlak doğruların hakkı için,mutlaka gereklidir. Ve bunu şiar edinmenin zamanı çoktan gelmiştir.Tertemiz, pırıl pırıl kalabilmenin mücadelesini veren yeni yetişengenç nesil, etrafında dört dönen hayata, -kitapçı raflarından,sekizotuz haberlerine kadar- gözlerini ve yüreğini bütün samimiyetleaçmalıdır.Bu kaygularla, yine sınırlı sayfalarımızda bu minvalde küçükbir denemeye girişiyoruz. Bir düşünceyi tahlile çalışacağız. Ve sesimiziduyurabileceğimiz dergiler olduğu müddetçe de bu tahlilanlayışını bütün fikrî hareketlere genelleştireceğiz. Bunda kararlıyız.


«MÜSLÜMANCADÜŞÜNMEÜZERÎNEDENEMELER»KitapTahliliRasim özdenören'in İnsan Yayınları arasında çıkan «Müslümanca DüşünmeÜzerine Denemeler» adlı kitabı onun anlatımını, fikrini, dilini, vebakış tarzını gayet güzel bir şekilde ortaya koyuyor.Belli bir zaman dilimi koymak mümkün değil; fakat bu ifade tarzı sayınyazarın, Mavera dergisinden tanıdığımız ilk yıllarındaki uslûbunuda ve bakışaçısında, «dil» olarak dahi, gözle görülür bir değişme olduğunu gösteriyor.Bu kitap fikir dünyamızda üstünde durulması gereken özellikler taşıyor.Bir köşetoaşı veya bir dönüm noktasını işaretliyor da diyebiliriz. Kitabınyüzellibeş sayfalık küçük boy ebadında göze çarpan gayet hassas noktalarıntek tek üzerinde durulması gerekir. Şöyle ki, kitabı okuduğunuzda, Tanzimattanbugüne islâm düşüncesinin dışında bir bakış açısını, doğru veya yanlışyakalıyorsunuz. Tefsir, fıkıh, tasavvuf vs. bir çok islâm düşüncesine mâlikkonular kitabın deneme çizgisinin dışında -titizlikle- bırakıldığını sezdiriyor.Müdafaa geleneği, anlatmak istediği dünyayı tarih zinciri içinde bir «senet»aramıyor. Bu bakış tarzının üstüne çıkıldığını görüyoruz. Yani, her ne kadarbatılı zihnî kalıplar dışlanmaya çalışılmışsa da» başlığıyla garip bir bütünlükarzeden Denemeler kitabı, gerçekte yeni bir ifade tarzının ilk denermeleri.Tebliğ yeni yeni kendi safiyetiyle hiçbir literatürün dilini kullanmadankendini takdime çalışıyor. Arındırılmış bir zihinin ilk çalışmaları, arındırılmışbir tefekküre kapı aralamak için yola çıkıyor.Samimi bir gönül, bu kitabı önce kalbinin üzerine koymalı, sonra beynineyerleştirmeli. Bu tatlı ve samimi girizgâhımız, kitabın muhtevasındagösterilen hassas endişeye dikkati çekmek içindir.Bir kitabta özetlenmeye çalışılan yeni uslûibu, herşeyden önce kendibütünlüğü içinde değerlendirmek, tartmak gerekir. Bu yüzden eleştiri geleneğininve terbiyesinin oturmadığı bir mekânda, önce bir fikrin tanıtılmasına,geniş kitlelere anlatılmasına taraftarız.Bir fikri tanıyabilmemiz için, o fikrin eşya karşısındaki tavırlarına bakmamızicâp eder. însan, tabiat, dünya, siyasî rejimler, ideolojiler, vs. hemenherşey burada bir cevap bulur; bir tarife ulaşır. Tarif edilen eşyanın aldığıyeni yorum, bütünüyle bu fikrin hayat tarzıdır.Herşeyden önce gündelik dilde «kullandığı dil», diye kısaca izah ettiğimizşey, -kelimenin tam manâsıyla «literatür», büyük önem taşır. Literatürkaygusu, o fikrin şemasını ve muhtevasını ortaya koymak, sınırlarını çizmekiçin yardımcı ve önemli bir unsurdur. Meselâ, yazarımız, Kur'anı anlamakbahsinde, özellikle ve üstüne basarak «derûnî» ve bu kelimenin etrafında«irfan», «hikmet» gibi tâbirler kullanmaktadır. Ve bu «derûnî» kelimesi buradaözel bir anlam kazanıyor. Kelime, zihnî sınırlarını aşarak kendi içindeyürek gibi, gönül gibi vs. bir boyut yakalıyor. Bu kelime, bir nevî yazarınveya bu ifâde tarzında oturtulmaya çalışılan literatürün, anahtar kelimelerindenbiridir. Bunun gibi, yine sık sık «teslim olmak», «samimiyetle eğilmek»gibi, dışladığı zihnî kalıpların ötesinde kendi fikriyle anlam bulan, ifâdelerveya kavramlar kullanmaktadır. Bu «teslim olma» ifâdesi de yine literatürününözel bir anlam kazanan; ancak, kendiyle bütünleşen, içice olanmüslümanca bir hikmet arzeden, anahtar kelimelerden diğeridir.«Bir fikri tanıyabilmemiziçin, o fikrineşya karşısındakitavırlarına bakmamızicap eder. Tarifedilen eşyanın aldığıyeni yorum, bütünüylebu fikri ahayat tarzıdır...»


«İslâm bizatihi bütünmüesseseleriyleküllî olarak telâkkiedilmeli ve kendibütünlüğü içindedeğerlendirilmelidir.Yani «birşeyin»islâmî olabilmesiiçin önce herşeyinislâmi olması icabeder.Herşey islâmîdeğilse, birşey deislâmi olamaz..»Günümüzde hemen her müslümanın, yakmen tanıdığı bu ifâdelere ısrarladikkat çekmek, okuyucuda egzotik bir fikir anlatılıyormuş imâsı yaratabilir.Biraz garip olacak fakat, egzotik bir düşünceyi anlatıyoruz. Yani, yenibaştan, onu yeni bulmuş gibi, sayın yazarın endişelerine bu satırlarda cevapvermek gerekir. Devam edelim :«cMüslümanca düşünme» bizatihi müsteşrik kafasının giremiyeceği biryerdir. Hikmetini arama veya «irfân»m bilgi sınırlarının üstüne eklediğiboyut, batılı müsteşrik kafasının zihnî kalıplarının üstüne çıkar. Kitab'damüsteşrik kafasından kastedilen batılı zihnî kalıplardır. Yani, derûnî olmayan,yani teslîm olmadan, samimiyetle içine girmeden anlamaya çalışan.Günümüz müslümanı da asırlarca süren dindışı unsurlardan, veyahutbatılı hayat tarzının kafalarımıza koyduğu tabulardan ötürü, bir müsteşrikgibi Kur'anı anlamaya çalışmaktadır. Yazar, Müslüman için en büyük güçlüğü,işte bu zihnî kalıplara aldanmakta buluyor. Bu itibarla, «derûnî» veyahut«teslim olma» kavramları bir nevi batılı zihniyeti ve onun alışkanlıklarınıterketmek anlamını taşımaktadır. Yani Kur'anı anlamak için Kur'anmamentüsüyle düşünmek gerektiği ifade edilmek isteniyor.«Teslîm olarak» anlamak, «derûnî» anlamıyla anlamak, «hikmetini araştırmak»vs. ısrar ettiği bu anahtar kelimelerin yanma, yine çok önem verdiğive belki de düşüncesinin mihverini oluşturan yeni bir kavram ekler: «Bütünüyleanlamak». Meselâ, bugünkü dünyâyı düşündüğümüzde İslâmî bir tiyatronasıl mümkün olabilir? Veyahut, faiz olmadan iktisadî bir hayat mümkünmüdür? Sorularını sormak ve onlara başka bir dünyada cevap aramak,günümüz müslümânlarını bir çeşit hokkabazlıklara kadar götürür düşüncesindedir.Çünkü tslâm, bizatihi bütün müesseseleriyle kullî olarak telakkî edilmeli,ve kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmelidir. Yani «bir şeyin» îslâmîolabilmesi için, önce «herşeyin» îslâmî olması şarttır. Herşey islâmî değilsepek tabiî bir şey de îslâmî olamaz, sakattır. Bu sakatlığı bu kitap toptanreddeder. Ve çoğu müslümanların zaafı da bu noktada toplanmaktadır. Buyüzden kitabın yazarı bu soruları kendine sorduğu her makalede, önce böylebir îslâmî toplumun içine girelim, sonra o kendiliğinden anlaşılacak, veyahutortaya çıkacaktır gibi, cevâplar verir.Bunun gibi, müslümân ülkelerde çok tartışılan hatta uygulanmaya çalışılanve hatta îslâmî nasslardan çıkış noktası arayan sosyalizm, liberalizm,demokratizm düşünceleri gibi anlayışlar yine bu yanlış bakış açısının kurbanıolurlar. îslâm bütün bunların ötesinde bambaşka bir şeydir. Günümüzmantığı içinde oturtulmuş literatürün veyahut paradigmaların veyahut kabullerinötesinde düşünülmelidir. Bunların hiçbirini telif mümkün değildir,îslâm bizatihi bütünüyle düşünülmeli, bütünüyle telakkî edilmeli, bütünüyleanlaşılmaya çalışılmalıdır.Eğer faizsiz bir iktisadî hayat düşünülüyorsa,toplum düşünülmeden bu mümkün değildir.herşeyiyle müslümân birRasim Özdenören'in ifâdesinde tespit edebildiğimiz en önemli anahtar kelimelerdenbir tanesi de «Niyet»tir. îslâmî düşüncenin gayet, yakından tanıdığıbu kavramlar «Denemeler» kitabında oturtulmaya çalışılan yeni ifâdetarzının baş tacı kelimelerdir. Bu kelimeler bu düşüncenin unutulmuş ve sonradanbüyük bir heyecanla cepheye taşınmış yeni toplarıdır. Bu kelimeler, buifâde tarzında elmas gibi ortadadır. Aydınlık, kendi ışığını kendi yansıtır.Çünkü başka süslemelere ihtiyâç yoktur, başka zihnî kalıplara gerek yoktur.Bu kelimeler çok şey -ifâde ediyorlar, müslümân düşünce bunun yeni tâlimleriniyapıyor.Müslümânca düşüncenin birçok uzantıları pekâla batılı veyahut batılbirçok düşünceyle veya olgularla aynîleşebilir. Yani, bizlerin hayatı birçokyerdeki algılama tarzımız, «şekil» olarak batılı bir anlayışla örtüşebilir, veyaparalellik arzedebilir, bu mümkündür. Lâkin burada «niyet» çok önemlidir.


Bizim «niyetimiz», Allah rızası içindir. Ve herşeyin başında sorgusuz sualsizbu niyet vardır. Bugünkü teknoloji yarin bizim elimizde de olabilir, fakatbizim elimize geçecek bugünkü şekliyle teknolojik olgular, müslümanmelinde başka bir «niyetle» kullanılacak. Niyet, insanın elinden çıkan bütünhadiselerin seyrini değiştirecektir.Yukarıda izah etmeye çalıştığımız kavramlar kendi bütünlüğüyle anlaşıldığında«Müslümanca Düşünce Üzerine Denemeler» kitabının muhtevasıve yeniliği ortaya çıkmaktadır.Hemen hemen bütün deneme yazıları belli kavramları, belli kavramlardantecrit etme anlayışı üzerine oturtulmuş. Yani, İslâm üzerine konuşmakisteyen yazar; tslâm nedir? İslâm'da ne, nasıldır? sorularını bulmak için, öncelikle«İslâm ne değildir» anlayışından yola çıkıyor. Bütün makalelerin bakıştarzı, konuyu açıklamaya veya ortaya çıkarma gayreti gizli veyahut gayrîihtiyarîbir «tslâm ne değildir?» sorusuna bağlı kalıyor. Şöyle ki, -İslâm rasyonalistdeğildir? İslâm'da Üstün İnsan yoktur, İslâm Batılı anlamda gelenekçideğildir, İslâm batılı mânâda spritüalist değildir, İslâm'da Hristiyanlıktakianlamıyla riyazet usûlü yoktur, Islâmî yaşayış Batılıların anladığsmânâda mistik bir tecrübe değildir. İslâm kurumsal ve zihinsel bir oiay de.ğildir, Din ve felsefe ayrı ayrı şeylerdir. İslâm'da orta yol yoktur (vasat)olanla bugünkü anlamıyla orta yol ayrı şeylerdir. İslâm'da sosyalizm, demokrasi,kapitalizm vs." yoktur, (bunları İslâm'a isnat etarsk haksızlıktır),Alt yapının temeli iktisat değil, hukuktur vs.- birçok misallerle daha çoğaltmakmümkün. Görüldüğü üzere bir tecrit mekanizması deneme yazılarınınana mihverini oluşturuyor. Yani, bugünkü anlamıyla kavramlar, ideolojiler,vs. herşey islâmî yorumdan geçirilmeden önce, kendi kabulleriyle elektengeçiriliyor. Batılı zihnî kalıpların yırtılması için kitabın yazarı bu tecritl başmesele sayıyor. Bu yüzden yüzellibeş sayfalık kitap belki de daha çok ciltlerçıkacak, lâkin bu tecrit anlayışı uzun bir müddet devam edecek. Böyleliklemüsluman düşünür herşeyden önce kavramlardan veyahut kelimelerden veanlaşıldığı mânâlarından «bir arınma merkezi» kurmaya çalışıyor. Kitabınen Önemli hususiyeti bu çaba doğrultusunda inşa edilmiş olması. Bizatihi bukitap müsluman düşünceyi dışardan çepeçevre saran bu zihnî kalıpların birdışlanma denemesi olarak da görülebilir. Yani bir temizlik ameliyesi. İleridehatırlatacağımız gibi kitaptaki bu anlayış okuyucuya gayet basit ve yalın görünümverebilir, fakat buna aldanmamak gerekir.özdenören bu tecrit etme, veyahut «soyutlanma» çatısını kurarken, batılıher zihnî olgunun karşısında acımasız ve radikaldir. Batı tek kelimeylecanidir, katildir ve bu katilliğin zihni kalıplara bulaştığı ortadadır. Bu yüzden,saflığı ve pırıl pırıl düşünceyi ortaya çıkarmak için, ameliyatımızı çokince ayrıntılarına kadar vardırmalıyız. Hiçbir kelime yabancı bir litaratürüçağrıştırmaman. Zaman zaman bu «soyutlama» mantığı, yazara değil, fakat,okuyucuya gelişigüzel ve hatta ciddîliği endişe götürür, serseri bir mizaç telkinedebilir. Batı tek kelimeyle kapatılır: bâtıl. Bat) öylesine bir düşmandırki onun karşısında samimi ve hoşgörülü tavrımızı unuturuz, ve acımasızbir topçu oluruz; tepelerin ardından şehri ve köyleri topa tutarız; haklıyız,orda düşman var. Batıyı eleştirirken hertürlü mantığı ve istidlali tilki ııyanıklığıylakavrarken ve karşı oyunları bozmağa çalışırken çok aceleciyiz. Tabiiki bu, hazmetmeyle alâkalıdır, hazmedenler, böylesine aceleci davranmaktahaklıdırlar.Batıyı karşımıza aldığımızda, ona sadece küfredilir. Çünkü o küfürdür.Çağdaş putların patronudur. Taguti rejimlerin büyükbabasıdır. Putpereşitlereve putlarına karşı saygılı ve hoşgörülü olamayız. Bu hümanist mantığı İslâmreddeder. Bu anlayış imanımızla çelişir. O şeytanın meyvecidir; işte müsluman,bilmeden bu meyveyi yemekte ve günlük hayatın hazzıyla imanı arasındaköprü kurmaya çalışarak, yeni ve daha büyük bir kaosa yuvarlanmaktadır.Bu yüzden bilinçli bir batılı, sonradan olmuş bir batılıya yeğdir.«Bizim niyetimiz,Allah rızası içindir.Bugünkü teknolojibizim elimizdede olabilir, fakatbizim elimize geçecekbugünkü şekliyleteknolojikolgular, müslümanmelinde başkabir niyetlekullanılacak.»


Batı hayranına göre batı puttur, dogmadır; ona İslâm'ı anlatmak Batılıyaanlatmaktan daha zordur.Denemeler kitabının en önemli yanı, bir müsteşrik (!) gözüyle, sosyolojik,psikolojik, politik vs. kelimelerden, kavramlardan, tariflerden velhasılliteratürden kaçınılmış olmasıdır. (Bu kitabda yazarın kabullenip dışladığızihnî kalıplara ait tekbir kavram zikredilmemiştir.) Herhangi bir vesileylebu kalıpları hatırlatır bir ifâde kullanılmamıştır. Yani, faraza, «müslümamnpsikolojisi» veya, «müslümanm siyaseti» diye, veyahut buna benzer veya andırır;bir cümle, yüklomiyle, öznesiyle, hağlacıyl'a mevcut değildir. Herhangibir şekilde yine dışlanan literatürü çağrıştıran, akademik diyebileceğimiz bukavramlar kullanılmadığı gibi, anlam darlığına düşüp «telmih» dahi yapılmamıştır,tşte yazar, düşmanı bildiği içindeki dünyanın dışına kaçabilmekiçin, özel ve ihtisas konusu bir beceri kullanır. Sınırlı ve orijinal bir gayrettir.Bu becerinin garipliğini, don kişsotluğunu, veyahut haklılığını ise, bugöreli dünyada bir tahlil yazısında oturtmak mümkün değildir, abestir. Yazar,kendi sazını kendi türküsüyle söylemeye çalışır. Başka sazlarda türküsöyleyenleri dışlar. Başka bir ifâdeyle kendi inşa ettiği gemiye kendisi binmekteve gemiyle bütünleşen bir irfan ve derûnî anlamlar yüklü yolculuğunaöyle veya böyle tek başına çıkmaktadır, isteyen biner, isteyen mendil sallar.Yazar, «günümüz müslümanı nasıl olmalı?» sorusuna karşılık olarak, şuanahtar cümleleri kullanmaktadır: «Bir lokma bir hırka», «Yemediğinizitoplamayın», «Önce hakikatm ne olduğunu kavramak», «hikmetini araştırmak»,«Allah rızasını kazanmak», «ölmeden önce ölmek», «Amel-Müslümancayaşamak» vs. Günümüz müslümanm nasıl olması ve ne yapması hususundaen önemli makalesi «Bilgi ve bilinçlilik». önce hangi bilginin, nasıl müslümanmişine yarayacağını anlatıyor. İslâm nosyonu içinde düşünmeyenin, kafasınıbirçok bilgiyle donatmış olsa dahi, fayda sağlamayacağını söylüyor:«Bilinçli Müslüman, dünyada edilgin bir durum alışı reddeder. Başkalarınınaleti olarak kullanılmasına, istismar edilmesine göz yummaz. En önemlisi,nerede, nasıl istismar edildiğini veya edilebileceğini bilir. Bu yüzden etkendir.Dünyanın gidişatına Mtislümanca bir tavırla müdahale eder. Müdahaleedemediği zaman yahut müdahale etme imkânını elinde bulunduramadığızaman, bunun da farkındadır. Haksızlığa karşı eliyle, olmazsa diliyle, olmazsakalbiyle karşı koyar. Allah'ın düşmanlarına, gene Allah'ın rızası içinbuğz eder. Her haliyle etkin bir tavır alış içindedir.»«R. Özdenören,kendi türküsünü,kendi sazıylasöylemeye çalışır.Başka sazlardatürkü söyleyenleridışlar. Başka birifadeyle kendi inşaettiği gemiye kendisibinmekte veyolculuğuna tekbasma çıkmaktadırİsteyen biner,isteyen mendilsallar...»Yazar, bütün kitabında ve izah etmeğe çalıştığı kendine has uslübu içindeçok genel ve soyut konuşur. Belki böyle konuşmak «zorundadır», belkide günümüz müslümanm içinde bulunduğu güç durumu dile getiriyoruz.Veyahut «samimiyetle eğilinmediği» için bizler genel ve soyut anlıyoruz.Fakat, îslam düşüncesinin belli başlı birçok meselesinin ısrarla dışına çıkmak,veyahut bütün bu geçmişe ait problemlerin böyle bir anlayışla problemolmayacağını anlatmak ister.Yazar, müslümanm tavrını ortaya koyarken, onu «bilinçli bir don kişot'a»benzetir. «Don kişot safiyetiyle İslam'ı yaşayabilen insanlara imrenilmelidir»,der. Realitenin farkında bir Don Kişot! Yani, bilinçli bir yabancılığımüslüman bir bütünlük içinde yaşayabilmen. Sonra bu tavrımızla reel dünyayayukarıdaki satırlarda ifadesini bulan «anlamlar» içinde «etken» olabilmeli,karşı koyabilmeliyiz. Peki, kötü bir dünyada iyi bir müslüman olunabilirmi? Asr-ı Saadet'te bunun mümkün olduğunu söylüyor. Fakat bu mümkünlüğüAsr-ı Saadet'e veren, kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincindeolarak, o kötülüklere müdahale etmeleriydi. Günümüzde ise belli bir kısımmüslümanlar, henüz kötü bir dünyada yaşadıklarının farkında değildirler.Velhasıl,'«nasibi gizli, can alıcı cümleler: iyi bir ımlslümanm ibadetlerininyanısıra aynı zamanda kötülüklerin ortadan kaldırılabilmesi için mücadeledebulunması gerekir.


Müslüman düşünür ilerleyen satırlarda bütün tarihi geçmişine bir noktakoymakta ve üstünden atlayarak Asr-ı Saadet'e ulaşmaktadır. Yazarın tariheait veya îslâm düşüncesinin geçmiş evrelerine dair tek bir cümlesi yoktur.Tarihte yaşanmış îslâm toplumlarının hayat ve kültürleri de itinayla kullanılancümleler arasında terazinin herhangi bir tarafına alınmamıştır.Rasim Özdenören, belki de kendi ifadesiyle «ruh prensibine» varmış bir anlayışolarak genel bir espri etrafında konuşmaktadır. Ustalığı da bizatihi denemelerininöylesine genel prensipler içinde vaazedilişidir. Bu düşünce içintarihin anlamı, yok denecek kadar alıştığımız zihnî kalıpların dışındadır.Bu düşünce için îslâm kültürü alıştığımız zihni kalıpların «kültür» tarifidışında kendisiyle has bir anlama ulaşır. îslâm kültürü denince akıllara veyagönüllere böyle bir kültür tarifi gelmek zorundadır. Yazar, bütün denemeleriniişte İslâm'ın ruhuna bağlı genel prensiplerden çıkarır. Bu yüzden tatlıyatuzluya karışmaz görünen değişik bir tebliğin denemelerini yazar.Müslüımamn cemaat hayatı övülmekte, şüphesiz öngörülmekte, lâkin cemaathayatına ilişkin geçmişte ve günümüzde bir müslümanm pratik diyebileceğimizprensipler yakalayabilmesi bu kitabın anafikri içinde çok geneldir.Bu satırlarda hemen belirtmek gerekir ki «anlaşılmada» herhangi birvuzuhsuzluk varsa, bunun müsebbibi teslim olmamaktır. Teslim olan müslümanmbugünkü bazda hiçbir problemi yoktur. Bunlar sahte problemlerdir.Bunu teslim olunca gayet iyi ve yakından anlayacağımızı belkide bütünmakalelerinde biteviye söyler.Özdenören'in gelişme, ilerleme, değişme üzerine söyledikleri belki deTürkiye "de düşünce tarihinin müstesna bir köşesini işgal edecek ve alâkayı,yıllarca egzotik niteliğiyle üzerinde toplayacak özelliktedir. Şaşkınlığımız buradatoplanmaktadır. Yazarın olağanüstü genel ve yine olağanüstü mücerretdünyasına girmek, şimdilik mümkün olmadığı için, bu mevzuuyu hiç değilsekoklayarak geçmekte fayda var. Yazar, «değişme» kelimesinin etrafındanassların değişeceği korkusuyla garip ve ilkel bir inat içindedir. Sosyal değişmeninaldığı hız, estirdiği fırtınanın nassları hedef. aldığı zannmdadir.Böyle düşündüğü ve böyle yorumladığı için batı literatürünün veya günlükhayatta çok kullanılan kültürel ve sosyal değişme vs. gibi kavramların altındankalkabilmek için, bu hadiseyi tuhaf bir şekilde reddeder. Der ki, batılıhayatın saiikleri bu değişmeye sebeptir, o halde bu değişmenin de üstündenbatılı düşünce gelsin. Müslüman düşünürün «değişme» karşısında çok tabiikarşı .koyan, reddeden refleksleri için hâlâ otomatik çalışmaktadır. Sosyalve kültürel değişmenin nassları hedef aldığı zannı müslüman düşünceninhâlâ vazgeçilmez dogmasıdır. Şimdi bu enteresan münazarayı birlikte izleyelim:Reddiyeoi veya apolojik bir sıfat yakıştıramayız. Düşüncemiz Kur'an veSünnet'le başlıyor ve orada bitiyor. Batı karşısında yarı ütopiğiz, biraz donkişotuz, biraz da küsüz. Yazar, sislerin içinde bir trene biner. Bir müsteşrikbu trenin rengini dahi göremez. Şimendifer ve vagonlar ve yolculuğun nereyeolduğu yolcu için mahfuzdur, sırdır. Trene binmeden neyin ne olduğunukavramak mümkün değildir. Trene binen binmiştir. Berrak bir tebliğin «genelruh prensiplerine» bağlı denemeler kitabi bu yolcunun kitabıdır. Herşeytrenin içinde kavranır. Müslümanları anlamak istiyorsanız, trene binmek zorundasınız.Mendil sallamaya gelenler ne treni, ne yolcuyu, ne şimendiferi,ne vagonları anlayabilir. Bu islâm'ın hayat karşısında bütün insanlığa mesajıdır.Esrarengiz sırlarla yüklü bu mesajın ne olduğunu anlamak bugünküzihni kalıpların yırtılmasıyla mümkün olacaktır. Batılı hayatın köşebaşlarındaçok gezinmiş bir düşünür olarak Sayın Rasim Özdenören bu sefer arkasınabakmadan bu kitabıyla trene binmiştir. Bu kitap trende satılmakta.dır, çünkü trendekiler tarafından anlaşılacaktır.Müslüman! Mucize yolculuğun hayırlı olsun.«R. Özdenören,sisler içinde birtrene biner.Şimendifer, vagonlarve yolculuğunnereye olduğuyolcu için sırdır.Trene binenBinmiştir. Herşeytrenin içindekavranır. Müslümanlarıanlamakistiyorsanız trenebinmek zorundası-mz..»


Gençliğe, aydına...Çanakkale deniz ve kara savaşlarının üzerinden geçen kocayetmiş yıla rağmen,Çanakkale savaşlarını konu edinen, -M. Akif Ersoy'un ünlüÇanakkale şiiri dışında- her yıldönümünde kendinden sözettirecekveya hatırlayabileceğimiz, veya yeni nesle takdim edebileceğimiz,BİR TİYATRO ESERİBİR ROMANBİR FİLM bulmak mümkün değildir.Bunca adına üniversite demlen okullara rağmen,Bu kadar derginin yıllarca süren yayınlarına rağmen,Hergün kitle haberleşme araçlarının baş köşesinden inmeyenyüzlerce aydına rağmen,Ve bunca muhafazakâr, milliyetçi fikirlere, hareketlere rağmen,Dedelerimizin zaferleriyle daha ne kadar «idare» edeceğiz?Gerçekte şanlı geçmişimize ait olan, hiçbir zaman hakkıyla bizimolmayan bu tarihî mirasın daha ne kadar miras yedileri olacağız?Yılın hemen her haftasında televizyonumuzun karşısında koltuğumuzagömülüp, adını Arıburnu ve Çonkbayır'dan çok daha iyibildiğimiz NORMANDIYA ÇIKARTMASINI daha kaç zaman izleyeceğiz.Artık ailemizden bir parça olan General Montgomery, GeneralPatton'm kahramanlık dizileri daha ne kadar tanıyamadığımız AliÇavuşların, Mehmet Çavuşların yerini alacak?Yeni yetişen genç nesil mesuliyet senindir!


Alemdar Yalcın :«Türk Edebiyatı'ndaTeorik ve Pratik olarak TenkidYoktur!...»TenkidÜzerineDoğuş — Sizinle Tenkid üzerinekonuşmak istiyoruz. Günümüz dergilerindeeksikliğini hissettiğimiz enönemli husus bu. Tenkid yok denecekkadar az. Öncelikle Edebiyatdünyamızda Tenkid hadisesinin çokaz oluşuna katılıyor musunuz?Alemdar Yalçın — Tenkid çokyönlü bir hadise, öncelikle bunusöyleyeyim. Bir bütün olarak değerlendirirsekTanzimat'tan bu yanasanat dergilerini incelediğimizzaman şöyle bir değerlendirmeylekarşı karşıya kalıyoruz: Türk Edebiyatındateori ve pratik olarak tenkidyoktur. Hemen hemen hangisosyal ve siyasî görüşte olursa olsunbütün yazarlar Türık Edebiyatınınkendi münekkidini yetiştirmediğinisöylüyor. Bu sözlerin en tipiklerindenbirisi olarak Tanpınar'mşu sözlerini söyleyebiliriz: «EdebiyatımızdaTenkid methiye ve mersiyeölçüsündedir? Bunun dışında gelişmemiştir.Fakat bu değerlendirmeyerağmen onyıllık süreler halindeCumhuriyet döneminde yaklaşıkdörtbine yakın makale yayınlanmıştır.Bu dörtbin makalenin birkısmı kitab tanıtma ve kendi arkadaşımövme şeklinde diyebiliriz.Bir kısmı da şiiri bir bütün olarakya da edebi eseri bir bütün olarakalıp teorik tartışmalara girmektedir.Ancak en büyük kusur bu işekendisini adamış imzaların bulunmamasıdır.Doğuş — Bu teorik tartışmalardanörnek vermek mümkün mü?Alemdar Yalçın — Sürekli aynısahada çalışmayan bir çok yazarınşiir üzerine roman üzerine yada hikâye üzerine yazıları vardır.Bunlardan yüzlerce örnek vermekmümkündür. Ancak önemli olan şudur:Tenkidi önemli bir iş olarakbenimsemek. Bu tarz bir iki isimvar ki bunlar da Tanzimattan buyana değişik sahalarda olduğu gibitenkid sahasında eserler vermiştir.Namık Kemal gibi. hattaMithat Efendi gibi- Ve hatta ServetiFûnun'da birkaç imza ki bukonu üzerine uzman Bilge Ercilasun'dur.Onun «Serveti Fûnun'daEdebî Tenkid» isimli eserinde derinlemesinebilgi bulunmaktadır-Ataç'a gelince Ataç üzerine iki <strong>edebiyat</strong>çımızıngörüşlerini zikredeceğim;bunlardan birisi Suut KemalYetkin- Suut Kemal DenemlerindeAtaç'm subjektifizmini şiddetle tenkidetmektedir. Ve tenkidin böyleolmayacağını söylemektedir- CahitKülebi de Ataç'm bulunduğu birtoplantıda onun Türk Edebiyatındaiki isim tanıdıklarını bunlardan birisininYahya Kemal, öbürünün deNazım Hikmet olduğunu- bunlarındışındaki isimlerdense istediklerimmeşhur edeceklerini söylemiştir-Görüldüğü gibi ne kadar keyfi vesorumsuzca sarfedilen bir sözdür.Türk Edebiyatı için talihsizliktir.Doğuş — Öyle veya böyle, siyasiağırlığın çoğu zaman bu anlayışızedelediğini görüyoruz, lâkin,sosyal gerçekçilik adı altında toplayacağımızbirçok şairin <strong>edebiyat</strong>dünyamıza kattığı zenginliği gözardıedebilir miyiz?Alemdar Yaçlm — Bu düşünceye şunu ekleyeyim; dünyanın heryerinde <strong>edebiyat</strong>ta aktüel ve modaolan eserler ve anlayışlar vardır-Ve yüzlerce şair yüzlerce hikayecibu anlayıştan eserler verir. 1965'lerdeKemal Tahir'in köy romanı me-A. Yalçın:«Hemen hemenhangi siyasîgörüşte olursaolsun, bütünyazarlar TürkEdebiyatınınkendi münekkidiniyetiştirmediğinisöylüyor...»


A Yalçın:«Asıl önemli olan,Türkiye'de siyasîyelpazeyi birkenara bırakaraktemelde estetikdüşünceyi esasalan büyük birtartışmaya girmektir...»selesine karşı çıkan yazılarını görüyoruz.Yaygın bir köy <strong>edebiyat</strong>ıyapılmıştır. Birkaç ustanın dışındabu <strong>edebiyat</strong>ı yapanların çoğu silinipgidecektir ve büyük bir çoğunluğuda gitmiştir- Bugünü ele alalım, bugündepsikolojik gerçekçilik adıylaucuz itiraf romancılığı başlamıştır.Bu batının kötü bir kopyasıdır. Şuanda belki birçok okuyucunun kafasındakalacakmış gibi görünüyorsada ustaca yazılmışları dışındamutlaka yok olacaklardır. Tekrar46'ya dönüyorum; bu dönemdekisanat dergilerini ben incellettirdim:Türkiye'de ne kadar sanat dergisivarsa dikkatle takip ettim- Onbinlerceşiir yazılmış. Orhan Veli'yibenimseyenlerin büyük bir çoğunluğununonu taklit ettiklerini görüyoruz.Bugün bunların hiçbirisinibiz hatırlamıyoruz. Orhan Veli nedenkalmıştır öyleyse? Orhan Veli,bir: ustadır; iki: insanımımızı iyitanımıştır- Ve bir senteze gitmiştir-Nedir bu sentez? Halk <strong>edebiyat</strong>ı,batı şiiri ve kendisine has bir lirizmki bu lirizm, «lirizme karşı lirizmdir?.»Doğuş — Moda, olsun, taklit olsun,bir iki ustayı gerçekten görüyoruz.Fakat zamanla bu moda anlayışıyer yer yırtılıyor. ÖzellikleYön dergisinin verdiği fikri heyecanetrafın da bir toparlanma, bircanlılık görüyoruz. Ve bu canlılıkgeniş kitlelerde karşılığını buluyor.Bunun karşısında diyebileceğimiz<strong>edebiyat</strong> anlayışı ise o zamanki tavrıyla«tenkidsiz», «tartışmasız» havasınıhâlâ. sürdürüyor desek, bunakatılıyor musunuz?Alemdar Yalçın — Bence <strong>edebiyat</strong>ımızdaher zaman tartışma olmuştur.Sosyalist Yön Dergisindeileri bir tenkitin yapıldığı doğru değildir.Tanzimat'tan bu yana süreklitartışma olmuştur. 1980'den sonrabir tenkidçimiz şöyle söylüyor: «Benimnazarımda Türk Edebiyatmdayirmi roman vardır» Bu bir tartışmadır.Yirmibir mi? Ondokuz muhavası bir tartışmadır- Ama <strong>edebiyat</strong>ımızınyeni ve kendisine has birufka ihtiyacı vardır. Bu tartışmalarbunu hazıırlıyor mu? Hazırlamıyor?Son üç yıl içerisinde tartışmalarışöyle gruplandırabiliriz: romandaolay olmalı mı? Türk romanındacinsellik! Türk romanında üslûp...gibi. Bu tartışmaların hepsininkupürleri var bende. Hiçbirininde özlü ve kendine has bir mantığıyok- Öyleyse asıl önemli olan Türkiye'desiyasî yelpazeyi bir kenarabırakarak temelde estetik düşünceyiesas alan büyük bir tartışmayagirmek gerekmektedir.Doğuş — Tenkid hadisesinin temelindefikrî tartışmaların veyahutfikrî arayışın eksikliğini söyleyebilirmiyiz?Alemdar Yalçın — Şöyle söyleyeyim,Türk <strong>edebiyat</strong>ının birtakımzaafları var- Bu zaaflar insandankaynaklıyor- Siyasî yelpazesi neolursa olsun, Türkiye'de <strong>edebiyat</strong>çı,insanımızın zaaflarını bünyesindetaşıyor' Garipçilerden sonra Türkiye'detenkid tartışması olduğunakatılmıyorum- Şu anda ismini hatırılıyamadığımbir yazarımızın sanıyorumSuut Kemal Yetkin Denemelerdekullanıyor, «sadece batılılarbunalmaz ya, biz de bunalırız,»sözü son derece ilgi çekicidir.İki dünya savaşı sonunda Batılınındeğişmez sandığı değerler yıkılmıştır- Bunun sonucu olarak Batılı aydınciddî bir bunalıma düşmüştür.Bunun kökünde Batı medeniyetinintarihi gelişmesi yatmaktadır. Onlarbunalıyor diye bizim bunalmamızbir kopyacılıktır- Türkiye'de batıdangelen hiçbir şey sağlıklı gelmemiştir-Realizm, romantizm- naturalizmvs- hiçbiri Türkiye'de tam olarakanlaşılmamıştır.Doğuş — Fakat, bugünkü anlamıylaroman, şiir, hikâye de batıdangelmiştir. Batının malı değil mibunlar?.Alemdar Yalçın — Edebiyattaşekil ve görünüş ne olursa olsun özinsandır, önemli olan insanı anlatmaktır.Batıdan gelmiş ama, biziminsanımızı anlatamamıştır. Batıdanalman realizmin ya da sizin deyiminizlesosyal gerçekçilik kavramının1980'lere kadar romantik birşekilde değerlendirildiğini söylersemşaşmamak gerek- Çünkü sos-


yal gerçekçilik kavramının temelindeçıplak göze dayanan ve onungözlemlerine dayanan bir sistemvardır- Kendisine bu yolu benimsediğinisöyleyen sanatçıların şiirlerineromanlarına ve yazılarına baktığımızzaman son derece hissi veson derece tek taraflı değerlendirmelergörüyoruz, örnek vereceğim:Üniversite gibi, objektif olunmasıgereken bir kurumdaki öğretim üyesi,Türkiye'de roman ve hikâyeyi değerlendirirkenkalitesi ne olursa olsunüçbin eseri değerlendirmesinindışında tutuyorsa, böyle bir ortamdatenkid olmadığı gibi sosyal gerçekçilikde olamaz.Bu tartışmaya Türk Edebiyatındailk giren Tanpmar'dır. Ancak buiş onunla kalmıştır- Devam ettirilememiştir-Benim görüşüme göreTürk <strong>edebiyat</strong>ında uzun bir süre aktüalitesinisürdürecektir- Ve <strong>edebiyat</strong>tarihine kalacaktır-Doğuş — Tanpmar'dan sonradevam etmedi diyorsunuz, niçin devametmedi, devam etmeyişinin sebeblerineler olabilir?Alemdar Yalçın — Tanpmar'­dan öncesini büyük yazarlarımızdeğerlendiriyorlar ve tenkidçi olmadığınısöylüyorlar. Ben buradaTiyatroda Selim Nusret Gerçek'i ayırarakbu görüşe katılıyorum- Tanpmar'dansonra gelişmemesine gelinceyine insana bağlıdır- Bütünhatıraları okuduğumuzda devrindekimoda fikirlerin peşinde gidenyazarları çok okuduğu için Tanpınar'a«Kırtipil Hamdi» dediklerinibiliyoruz. Burada önemli birgerçek yatıyor ki Tanpmar işinözüne gitmeğe çalışmıştır- Diğerleriise aktüel ve moda düşüncelerleuğraşmışlardır. Benim kanaatimegöre şu anda da moda düşüncelerinpeşinden gitme sürmektedir. Gençlerimizhangi düşüncenin kalıcı hangidüşüncenin moda olduğunu bilebirbirinden ayıramamaktadır. Siyasîyelpazedeki yeri ne olursa olsun,bu ayırımı yapamayan aydın, büyükeser meydana getiremez. Vegetiremiyecektir- Bu iki kavramı,yani kalıcı ve modayı tenkidçilerbirbirinden ayırırlar. Bugün toplumumuzdatenkidçilik ayrı bir meslekolarak görülmemektedir- Bu böylemi devam edecek? Bu böyle devametmeyecek- Anlayışlarla birliktetenkidçüikte öyle sanıyorum kiülkemizde kendi mecrasına oturacaktır.Doğuş — Buradan hareket ettiğimizde,bazı <strong>edebiyat</strong>çılarımız zamanlaedebî olmayan bir zemineoturuyorlar. Bu kaypak bir zemin.Şöyle ki, yazdığı eserin değerlendirmesiniyine kendi yapıyorMeselâ bu roman çok genel tabiriyle«millî bir roman» bu şiir eskiyebağlı yeni anlayışıyla yazılmış birşiirdir, vs. diyor. Bunları çoğaltmakmümkün: Yani münekkidin dışındaoturtulan bir <strong>edebiyat</strong> anlayışı... isteristemez bir sıhhatsizliği peşindengetiriyor... Buna dikkatiniziçekmek istiyor ve soruyorum... Buncadergimizin bunca sanatımızınadına şimdi ne diyeceğiz? Birçoksanatçıyı ve eseri nasıl takdim edeceğiz?Yani adlarına ne diyeceğiz?Türk <strong>edebiyat</strong>çısı için bu ne kadarmümkün?Alemdar Yalçm — Geçmişte birtakım eserler var ki, bunlar, zamanındaçok fazla abartılmış, belirliçevreler birbirlerini desteklemekamacıyla bir şiir üzerinde, bir hikâyeüzerinde bir roman üzerinde hattabir piyes üzerinde büyük gürültükoparmışlardır. O dönemdeki sanatdergilerini okuduğumuz zamanTürk Edebiyatının en büyük meselesininbu eserler olduğunu sanmakmümkündür. Ancak yıl 1985hiç kimse onları isim olarak bilmiyor.Bilse bile ne anlattığını anlamıyor-Bir de bunun yanında Türk<strong>edebiyat</strong>ının (ben vefakârlık olarakdeğerlendiriyorum) gerçekten kıymetlieserleri var. Bunlar bugün yenidenkendileri üzerinde tartışılmasınısağlıyorlar, örnek olarak Aşk-ıMemnu, 1980'den sonra çok tartışılanromanlardan Tanpmar'm Huzur'u,on yıl kadar unutulduktansonra 1971'de üzerinde en çok sözedilen romanlardan birisi olmuştur.Bu şunu gösteriyor: Bir kıymet nekadar ihmal edilirse edilsin aslaunutulmamaktadır. Mutlaka <strong>edebiyat</strong>tarihimizdeki yerini almaktadır-A Yalçın:«Üniversite gibi,objektif olunmasıgereken birkurumdaki öğretimüyesi Türkiye'deroman ve hikâyeyideğerlendirirken,kalitesi ne olursaolsun üçbin eserideğerlendirmesinindışında tutuyorsa,böyle bir ortamdatenkid olmadığıgibi sosyal gerçekçilikde olamaz...»


A Yalçm:«Tanzimattan sonrabiz buzdağınıngörünen kısmınıaynen almışız.Ve bir fikrisancımız olmamıştır.Tartışmaortamı ancakbugünlerde rayınaoturacak ve Türk<strong>edebiyat</strong>ı felsefîve sosyal tabanınınkendisine has olansancılarını çektiğisanat ekollerinimeydanagetirecektir...»Tenkidin yokluğunun bu eserlerebüyük bir etkisi olmuyorı. Tenkidinyoklusu <strong>edebiyat</strong>ımızda verimli tarlalarınoluşmasını engelliyor-Yani, <strong>edebiyat</strong>çı, tenkidçi tarafındangüzellikleri tesbit edilmiş,sürülmüş, gübrelenmiş bir tarladayetişiyor. Batıda klasizmi tek başınaayakta tutan bir sanatçının <strong>edebiyat</strong>ınkendi sahasında yetiştiğinisöylersek, şaşmamak gerek- Bu daBoilau'dur- Fransız kralı, «Edebiyatımızdaen büyük tiyatrocu kimdir»dediği zaman Boileao Moliere'isöylemiş, bunun üzerine kral onason derece kızmış. Çünkü Molieresalaş tiyatrosu adı verilen ve o dönemdeküçük görülen CommediaD'larte'de çalışıyordu- Boileao kralınöfkesine rağmen görüşlerindeısrar etmiş, onun sarayda piyessahnelemesine sebep olmuştur- Görüldüğügibi, güzeli ve kalıcı olanıgörüp anlayan ve bunda ısrar edenbüyük tenkidçiler büyük sanatçılarıyetiştiriyorlar. Batıdan başkaörnekler vermek isterim: AlmanEdebiyatından Lessing. Alman <strong>edebiyat</strong>ındaestetik konusunda yenibir ufuk açmış, bu ufuktan 19- yüzyılınen büyük Alman <strong>edebiyat</strong>çılarıyetişmiştir. Fransız <strong>edebiyat</strong>ındaFoquette roman sahasında en büyükotorite olarak tanınmış ve Fransızromancılığında çok önemli etkilermeydana getirmiştir. Bugüne geldiğimizzaman Avrupa'nın tanınmışsanat dergileri ve gazetelerinin sadecetenkidle para kazanan ve köşesindeyazdığı kitap «bestseller»eyükselen eleştiricileri vardır. Ülkemizdeböyle bir ortam oluşmamıştır-Eğer böyle bir ortam oluşursa<strong>edebiyat</strong>ımız şahsiyetini bulacak vekendine has bir söyleyiş tarzıyladünyaya kendisini kabul ettirecektir-Bu arada bir hatıramı anlatmakisterim. Hollanda'da LeydenÜniversitesinde Türkoloji öğrenimigörmüş Haneke isimli bir hanımdostumuz Türkiye'ye geldi. Ve buradaderslerimize girerek yeni Türk<strong>edebiyat</strong>ı sahasındaki gelişmeleritakip etti- Kendisine değerlendirmelerikonusunda önceden hiçbir tetkininolmadığı halde» Hollanda'dabastırdığı kitabında yeni Türk <strong>edebiyat</strong>ısahasını Türklerin «yabancılaşma<strong>edebiyat</strong>ı» olarak değerleridirmektedir.Bu bir tesadüf değildir.Çünkü yabancı Türkologların birkısmı da aynı değerlendirmeyi yapmaktadır-Kendisine yabancılaşanbir insan, toplumunu da yabancılaşmışdemektir- Ve bu yabancılaşmayıancak tenkidçiler bir sentez,vasıtasıyla ortadan kaldırabilirler.Doğuş — Bizde özellikle romanve tiyatronun batılı mânâda birklasiği yok, Az da olsa tenkidinoturmayışında bunun payı olabilirmi?Alemdar Yalçın — Bu bir çıkışnoktası değil. Rus Edebiyatının birroman klasiği- tiyatro klasiği yoktur,yani bir nevi 17- asrı yoktur-19- yüzyıl Rus <strong>edebiyat</strong>ının doruğu­dur-Doğuş — Öyleyse, kısaca Tenkidhadisesinin fikrî veyahut felsefîtabanının kurcalanması, aranmasıgerektiğini söyleyebilir miyiz?Alemdar Yalçın — tşin püf noktasızaten burada- Romantizmin Avnupa'dageçirdiği yüzyıllık serüvenromantizmin tarihi adı altında yayınlanmıştır-Bunun yanında Hugo'-nun, Rouseassu vb- yazarların romantizminteoriği olarak kabul edilenkitapları elli cildi bulmaktadır.Aynı şekilde realizm de bu tarz genişbir platformda tartışılmış fikrive sosyal tabanı olan bir buzdağınadönüyor. Tanzimattan sonrabiz buzdağının görünen kısmını aynenalmışız. Ve bir fikri sancımızolmamıştır- Tartışma ortamı ancakbugünlerde rayına oturacak veTürk <strong>edebiyat</strong>ı felsefî ve sosyal tabanınıkendisine has olan, sancılarınıçektiği sanat ekollerini meydanagetirecektir. Rus <strong>edebiyat</strong>ıylakarşılaştırırsak sanayileşmeyi Rusaydmı birtakım güzelliklerin de yokolması olarak görmüş, en natüralistyazarlarda bile bu sancı derindenhissedilmiştir. Çehov'un VişneBahçesi, Rus toplumundaki gelenektengelen insan sevgisininolmasına bir ağıttır.yok


Doğuş — Yani fikir endişesindenuzak bir <strong>edebiyat</strong> anlayışı...Anlaşıldığı üzere bu fikri bina edecekyeni ve genç nesle büyük görevlerdüşüyor. Genç nesile bu çizdiğiniztablo karşısında ne gibi görevlerdüşüyor?Alemdar Yalçın — Benim görüşümşu, Türkiye'de felsefeciler, sosyologlar,ve <strong>edebiyat</strong>çılar arasındabir işbirliği doğmamıştır. Örnek verecekolursak, <strong>edebiyat</strong>la en çok ilgilenenbir felsefe doçentimiz haftalıkbir dergiye verdiği beyanattaseksen yıl önce öne sürülmüş felsefibir görüşü çok yeni ve karmaşıkbir görüş olarak takdim ediyor.Böyle bir ortamda bazılarınınAmerika'yı keşfetmek dediği işigençlerimizin yemden yapmak zorundaolduğuna inanıyorum. Bizülke olarak bölgemizde bir elini doğuyabir elini batıya açmış bir insangibiyiz. Her iki taraftan da etkilenmelervar. Ve her iki tarafada bakmak zorundayız. Bu yüzden,çok geniş bir kültür coğrafyasımgenç <strong>edebiyat</strong>çının yoklamasıgerekmektedir. Bu arayış bana kalırsatenkid konusu üzerinde çalışacakgençlerimizin işidir. Böylece,binlerce çiçekten topladığı usareyi<strong>edebiyat</strong>ın sanat kısmına aktaracakve sanatçılar bundan faydalanarakpeteklerini dolduracaklardır.Doğuş — Konuyla biraz çelişecekfakat, çok önemli bir noktayıbelirtmek istiyoruz. Genç <strong>edebiyat</strong>çı,tenkid babında birşeyler söylemeyeçalışıyor. Lakin, bu yukarıdatablosunu çizmeye çalıştığımız biredebi anlayışın aksatmadığı çevrelerde«saygısız», «terbiyesiz» «ukala»olarak kabul ediliyor- Akıl almayacakbir şey lakin, edebi eserinkıymetlendirilmesiyle şahsiyetlerinkimlikleri her zaman karıştırılıyor.Bu gibi sıkıntılar içinde genç <strong>edebiyat</strong>çıya kendi yolunu kendi çizecekbir dergi arıyor, ya da yukarıdaoluşturulan taltif çemberindekimliğin garip bir şekilde ezdirerekveya kaybettirerek yoluna devamediyor. Genç <strong>edebiyat</strong>çının bu sıkıntısıkarşısında ne söyleyebilirsiniz?Alemdar -Yalçın — Bizim problemlerimizdenbirisi gençliğimizi yitirmektir.Ben beş yıla yakın bir süredirüniversitede şunu görüyorum:Birinci sınıfa gelen genç gelişmelereson derece açık- Birşeyler yapmakisteyen gözleri ışıl ışıl ve gelişmecibir insan olarak göze çarpıyor. İkinciyıldan sonra aynı öğrencinin psikolojikbir huzursuzluk içerisindeolduğunu, ışıl ışıl bakışlarının yeriniboş bakışların aldığım bir <strong>edebiyat</strong>hocası olarak ğöıüyorum. Bununsebebi nedir? Bunun sebebigence yön verememektir. Ona moraldeğerleri aşılıyamamaktır- Buarada kendiliğinden yetişmiş birgenç çıkıyor. Bunlar bazı doğrularıyanılma yoluyla buluyor...İşte bu gençlerin çabalarmdakiiyi niyeti gözardı edip düştüklerihataları abartıyoruz. Bu bizim birazda şarklı yanımızdan kaynaklanıyor.Türkiye'de her sahada olduğugibi, <strong>edebiyat</strong>ta da mesele insanınzaaflarından kaynaklanmaktadır.Şu anda hepimizin zaafları ön planda,ve bu zaaflar bizi yönlendirmektedir.Eğer böyle olmasaydı bugünsanat ve <strong>edebiyat</strong>ta bulunduğumuzyer bu çizgi olmazdı... Oysageleneğimizde hep insan denilmişhep insanı anlamak denilmiş hepnefsi eğitmek denilmiş ve biz budeğerleri hergün konuşur ve söylerizama yaşamayız. Bu yalnız bizimiçin mi geçerli... Bütün insanlıktarihinde insanların bile bile yanlışyaptığını görmek mümkündür. Bugünde insan bile bile yanlış yapmaktadır,örmekleri çoğaltmakmümkün. Nuh tufanı insanlarınbaşına bile bile gelmiştir. Medeniyetlerinneden çöktüklerini bilimadamları bugün araştırıyorlar. Vesebeplerini biliyorlar- Ama yine insanbile bile o medeniyetlerin düştüğüyanlışa düşüyor. Nükleer silahlanma,ve cinsel serbestlik işteinsanın bu cinnet halinin en tipik'örneklerindendir- însan kendisininbu zaaflarını aştığı zaman yücelmekteve yüceltmektedir. Sanıyorumtenkidin genel anlamıyla esasıbudur.— Çok teşekkür ederiz.A. Yalçın:«Biz ülke olarakbir elini doğuya,bir elini batıyaaçmış bir insangibiyiz. Her ikitaraftan etkilenmelervar. Ve heriki tarafa da bakmakzorundayız. . 13


BİRŞİİRÜZERİNEŞiiri ezilmiş insanların çığlığısayanlar ve onu çeşitli siyasî görünümleraltında sunanlar- taşıdıklarıçelişkiyi kısa sürede unutularaködüyorlar. Aslında şiirin ve şairinbolluğu; sosyal, psikolojik ve çokyönlü insanî ilişkilerin/etkileşimlerin,Türkiye'de şiir için gerekli ortamıoluşturduğunu göstermez. Çünkütam tersi biz, bu şiirlerin kendisineyabancılaşmış olduklarınıgörüyoruz. Şiirin özüne aykırı birürünler silsilesi ortada olanlar. Çoknâdir görünen pırıltılı ürünlerse,bu bollukta kayboluyor. Hafızadabıraktığı bir iki izle kalıyor.Derûnî rabıta, şairle olur; şiirlezaman arasındaki ince dokudur.Kuralı, tanımı yoktur fakat; şiirlenesneler arasında işleyen o'dur-Şiiri geleceğe bırakan ve erbabınatanıtan bu bağdır.Üzerinde konuşulmadığı, etkileri/tepkileritartışılmadığı için dergiköşelerinde kaybolan şiirlerdenbiri de aylar önce bu derginin sahifeleriarasında idi- Birkaç meraklınınzihninde bir süre oyalandıktansonra, unutulan bu şiir; bizesosyal ve insanî açıdan çok şeylerçağrıştırmıştı (").Eşkâli Müeccel Biri- gittikçekangrenleşen toplum yapımıza; buyapı içerisinde eriyen bir bireyinkarşı çıkışıdır- (Karşı duramayışıdırdaha doğrusu.) İnsanın kişiliksizleşmesine,kimliksizleşmesinepsikolojik ve spontane bir tepkidir.Coşkun Çokyiğit'in belirlenme iste­ği-«bazan» kelimesiyle başlayanşiir, bu tek kelimelik ilk mısradabir düşünme platformuna çeker(") Eşkâli Müeccel Biri, CoşkunÇokyiğit, Doğuş Dergisi, Sayı;16.okuru. Bu, muhayyileye yönelmeninilk işaretidir. Çünkü, çoğu zaman«bazan...» diye düşünür insanoğlu-Bu şiirin genel havası;Coşkun Çokyiğit'in diğer şiirlerindekiimge, çağrışım ve ifadelerinuzağmdadır- Yaşanmış/yaşanan birgerçekliğin -objektif realitenin- üzerindebiçimleniyor şiir; kırılmışlığın,yalnızlığın ve kimliksizliğin ifadelerinitaşıyor-Çokyiğit'in, şiirin başında, okurukaranlık bir zemine çekmesi gelişigüzelolmamıştır- «gecenin sesleri...»mısraıyla yapılan zamanbelirlemesi; daha sonra şiirin genelmuhtevasının ortaya çıkmasıyla,mekânı ve sosyal ve psişik yapıyısomutlayan bir ifâde olacaktır-Karanlık bir atmosfere hazırlanmaktadırokuyucu- Gece ve sarhoştasvirleri; iki çizgi arasındaki mısraile yer -mekân- belirtilirken, birdüğümü beraberinde getirirler. Şiirinomurgasında hiç vurgulanmayacak,kelimelerle çağrıştırılmayacak,fakat kendini -erbabına- hissettirecekbir düğüm: İstiklâl- Bircaddenin ismi olarak, sarhoşlarıngeçtiği ve şiirdeki öznenin üzerindeyürüdüğü -İstiklâl Caddesi-, şiirdesadece bir adres belirteci olarak yeralmaz. Daha sonraları; «kurşun gibiiçime akar gözyaşlarını» derken,«kurşun» benzetmesinin, sadece birsıfat olarak yer almadığı gibi.Edebî esere çağın aynası olarakbakan düşünceden yola çıkarak, buşiirin içinde yaşanan zamanın; sosyalçalkantılar, psikolojik rahatsızlıklarve kanlı olaylar devri olduğusöylenebilir. Şiir, siyasî tercihlerinherşeyden önemli olduğu devirlerihissettirmektedir. Yalnız bunu değilelbet; korkuların- heyecanlarınvahşetin, acıların yanında, bunlardansorumlu insanı da, şiirin öznesiolarak buluruz burada-


Kuruluşunda bir olamama taşıyanşiirin fiilleri olumsuz karakterarzeder. Bu olumsuzluk şiirin bütününeegemen olan kişiliksizliği.kimliksizliği pekiştirmektedir- Şairneden sert ve olumsuz fiilleri seçmişBunun cevabı son üç mısradaverilmiştir. Tanımsız, belirsiz, yokolmaktan korkan özne; son mısralardaüç kez tekrarlanan «eşkalibelirlenmiş bir siyasî olsaydım keşke»mısrasıyla; baştan beri geliştirdiğiolumsuzluğun tepkisini, psikolojikbir bozukluğu da hissettirerekverir.Yabancılaşma, -bir birey olarakşiirinöznesini-«çok yakın bir zamanı hatırlarağlarağlarağlar...» bir durumasürüklemiştir- Geçmiş çok uzakbir zaman değildir. O'nun için. Bulunduğuyer de, onaylayarak geldiğibir yer değildir. Fakat bu durumudeğiştirecek gücü yoktur-Yorgun bir halet-i ruhiye içinde isteği;sadece tanımlanmış, belirsizlikiçinde yok olmaktan kurtulmuş biriolmaktın- Bunu yerine getirebilecekkadar tasarrufu yoktur hayatüzerinde. Ve sayıklamayı andırırcasınatekrarlar;Eşkali belirlenmiş bir siyasiolsaydım keşke»Şiiri okunur kılan dili ve sunuluşudur-Çok somut bir arabesksöyleyiş temelinde oturan ilk mısralar,yaşanılan hayatın ifadesidirki, bu gerçeklik -sunulmuş biçimiylede- acıdır- Yozlaşmanın reddi bumısralarda yaşanan meyhaneli, içkilihayat kadar barizdir. Şiir, dilinen yoğun olduğu ve kelimeleringünlük mantığın uzağmda anlamlaryüklendiği bir türdür. Bu sebeblehikâye ve tasvir diliyle şiir yazmakbir şey ifâde etmemekte. Yaşanangerçekliğin üstünde bir romantizmesahip olan C Çokyiğit'te debu tarz mısralar olması, şürinde geliştirmeyeçalıştığı imaj örgüsününkapalı bir söyleyişi reddetiğindenolmalı.Coşkun Çokyiğit, şiirle kurulmasıgereken rabıtadan haberli; buda O'nun ilerde, -şiirin isterleriyle,günlük okurun isterleri çatışacağından-dili daha tasarruflu kullanacaınadelil oluyor-EŞKÂLİMÜECCELBİRİbazan,ürkek birşeylersöyleyerekgecenin tüm sesleri perde perde yükselirsarhoşlar sabun köpüğü gibi dağılırlar— İstiklâl caddesinde—yürürüm/serseri serseriçıldırmış sesleri dökülür yağlı-kara sokaklara darbukalarınbir üçüncü sınıf meyhanede olduğumuerkek kırması /arabesk sesler savrulunca anlarımsen bu yerlerin adamı değilsin/der o sesbirşeyler kopar içimdengider/gelmezsonra çok yakın bir zamanı hatırlarağlarağlarağlarımkurşun gibi içime akar gözyaşlarınıve uçuşurgözlerimde karanlığın şekilsiz kelebeklerişarkısı çınlar kulaklarımda yalnızlığınmütehayyile bir mekânda eşyalar çırpmıro kurt içime düşer/bir biçim tutsaklığısebepsiz gelip oturur göğsümeartıkne ellerimde billur kadehlerden kalma pırıltılarne uzayıp giden kahkahalar danslar boyuncane de kristal avizelerle donanmış bir yerdeerkekçe kurulan hayaller/ağlamalar avutamaz benibulduğumu Mçbirşeye benzetemem deuzatır/uzatır/uzatırımboşluğa ellerimibulduğumu hiçbirşeye benzetemem dearar dururum kendimi—'içilmiş su gibi yorgun soluğumu-—beyhude alırım ellerimebir eşkâl belirir avuçlarımdasöylenir kendi kendine«eşkâli belirlenmiş bir siyasî olsaydım,keşke, tanınmaktan korkmasaydımürperseydim kapı zillerimdenayak seslerindeneşkali belirlenmiş bir siyasî olsaydım keşkeelimde üçüncü defa sönmüş bir sigaradudaklarımda vahşi titremeleri içimingözlerime kan kan oturmuş hatıralarım olsaydı keşkeböyle belirsiz, tanımsız olmafctansabeyoğlu sokaklarında veya yok olmaktansaeşkâli belirlenmiş bir siyasî olsaydım keşke...Coşkun ÇOKYİĞÎTekim 1982/heyoğlu 15


KÖrolasın Halep Şehri!TÖRE DERGİSİ, —DERGİMİZ—Yetmişli yılların, kimliğimizi ve şahsiyetimizi bulduğumuzen güçlü fikir dergisi, fikir dergimiz.Nefes aldığımız, büyüdüğümüz dergi.Hem gönlümüze, hem alnımıza yazdığımız dergi.Bu kelimeyi yüzlerce defa çarpıyoruz: DERGİMİZ.Hangi öğrenci eski öğretmenlerini unutur, ve hangi çocukannesinin sütünü inkâr eder!Delikanlı olduk, ve seninle dertleşecek çağdayız. Bak, nekadar büyüdük; yakana yapışıp hesap sorarsak, vefasızlığımızaverme!Evet, kapına geldik! Bizi inandır... Yakana yapışıyoruz:evini ve okulunu gerçekten maddî sebeplerden mi terkettin?Bunu anlamak istiyoruz. Ortada altından kalkamayacağımızkadar büyük bir «trajedi» yatıyorsa, biz çok daha büyüktrajedilerin ne büyük kahramanları olduk, 11 Eylüllerde görmüşsündür.Koltuğumuzun altına ekmek misali, yeni «ev erkeği» olmuş,şiiri, hikâyesi, makalesiyle eve geliyoruz, evi arıyoruz.Lâkin, yoksun. Yaramaz çocuklar gibi, şiirimiz, hikâyemiz yayınlanmıyordiye, «camlarım kırsak» keşke diyoruz. Yok ama;Karşımızda tarihî ve turistik bir harabe mi var? Yoksa rehabilitasyondakokana hemşirelerle iğnesi gözlerinden saplanarakverilen serumlarla yaşayan bir hasta mı? Yoksa bir mezarlıktamıyız... Bir hayletle mi konuşuyoruz... Yoksa herşeyhayal veyahut bir gençlik hatırası mıydı? Yoksa, bütün büyüdüğümüz,gezindiğimiz fikrî mekânlar birkaç kişinin birkaçgünlük zevklerinin gayrîmeşru meyveleri miydi? Ne kadar cesur,ne kadar serseri; İşte sokakta kimliğimizi böyle arıyor,böyle hesap istiyoruz!Ses vereceksen, Dündar Taşer gibi, Erol Güngör gibi, YetikOzan gibi, çağır ocağına, söyle, anlat, konuş; evimiz olsun, okulumuzolsun. Değilse, alkolik ve sapık babalar gibi hergünmahallede rezalet çıkarıp utandırma bizi, çekil git!Nihat GENÇ/Peyami ÇELİKCAN


TÖREDERGİSİMUHTEVAANALİZİDergilerimizin fikrî/edebîgörüntülerini bir muhtevaanalizi boyutlarında tartışmakmaksadıyla başladığımızaraştırma serisini Töre Dergisiile devam ettiriyoruz. TöreDergisi üzerinde yaptığımızaraştırmada, önemli sayılabilecekgüçlüklerle karşılaştı K.Bu güçlükler araştırmanın metodundaaz çok değişiklikleresebeb olduğu için, üzerindedurmakta fayda görüyoruz:14 yıllık Töre sayıları arasındabugün için anlamlı olabilecekbir sınırlama getirememekkarşılaştığımız en önemligüçlük oldu. Türk EdebiyatıDergisini incelerken, alanımızı,derginin bugünkü şekliyleçıkmaya başladığı sayılarlasınırlamış ve bunun içinde son üç yıllık sayıları araştırmakonusu yapmıştık. Töresayıları, meselâ üç yıllık birzaman dilimi içinde, gerek &4kil gerekse muhteva açısındanbelli bir bütünlük taşımadığıiçin, yukarıda belirttiğimiz şekildebir sınır koymak mümkündeğildi. Töre'nin ciltleriarasında olduğu gibi, tek teksayıları arasında da farkedilirbir istikrarsızlık mevcuttur. Bubakımdan biz, Töre'nin; uzuncabir süre suskun kaldıktansonra, hareketlenmeye başladığıHaziran 82 sayısı ile alanımızısınırladık. Bu sayı, aynızamanda Töre'nin 12. cildininilk sayısı da oluyordu. Dolayısıyla,araştırmamız; TürkEdebiyatı Dergisinde yaptığımızınaksine yılları değil,Töre'nin kendisine göre bir düzeniçinde çıkan ciltlerini esasalarak yapıldı.Derginin istikrarsızlığı sebebiyle,araştırma sahamızagiren 12, 13, 14. ciltleri kapsayangenel sonuçlara ulaşmakmümkün olmadığı için, değerlendirmelerimiziher cilt içinayrı ayrı yapmak zorunda kaldık.Bunun bir sebebi muhtevadakikararsızlık ise diğeri deşekildeki istikrarsızlık olmuştur.Meselâ 14. ciltte dergin 1 :!ebadları büyümüştür. Bu datespit ettiğimiz sayfa tutarlarıarasında bir dengesizlik yarattığıgibi, ele alman konularınüç yılık ortalamalarını vermemizede engel oldu. Sonuçolarak, her cildi, birbiriyle olanilişkilerini gözönünde tutmakkaydıyla, ayrı ayrı değerlendirmişolduk. Fakat, değerlendirmelerokunduğu zaman derginindurumu hakkında genelbir sonuç çıktığı görülecektir.Analizimizi yaparken,Türk Edebiyatı Dergisi'nde olduğugibi, önce derginin elealdığı konuları tespit ettik veher konu için birer kart hazırladık.Daha sonra her üçciltte yer alan yazıları okuya-


ak, her yazıyı konusuna göreilgili karta; sayfa tutarı yazarınve yazının ismi, yazı hakkındaözet bilgiler ihtiva edecekşekilde kaydettik. Bu işlemiher cilt için ayrı ayrıtatbik ettik. Böylece, ciltlerinherhangi birinde meselâ «eğitim»konusunda çıkan yazılarınsayfa toplamını, ele aldığımeseleyi vs. bir bütün olaraktespit imkânını elde etmiş olduk.Yazıları konularına göreayırıp, kartlara işledikten sonrabir çizelge hazırlayarak, herkonunun ayrı ayrı ciltlerde işgalettiği yeri ve bunun biryıllık toplam dergi sayfası içindekioranını hesapladık. Bununsonuçlarını «konularınagöre Töre Dergisi'nin Dağılımı»çizelgelerinde bulacaksınız.Töre Dergisi muhteva analizininTürk <strong>edebiyat</strong>ı Dergisi'ndendikkati çekecek farklıbir tarafı da şu oldu: TürkEdebiyatı Dergisi'nden beklenilenile Töre Dergisi'ndenbeklenilenler farklı olduğu içinTürk Edetoiyatı'nm daha çoksanat/<strong>edebiyat</strong> ile özel, Töre'-nin ise fikir/siyaset/<strong>edebiyat</strong>ile genel olan ilgisine'bakaraktenkidlerimizi yaptık. Ve Tö-RE'nin bugünkü ve gelecektekitavrını temsil ettiği içinde son cilt üzerinde diğerlerindendaha fazla durmayı uygunbulduk.Samimî bir gayret ve yorucubir çalışma temposuyla hazırladığımızbu araştırmayıbilgilerinize sunarken, özellikleokuyucularımızdan meselelerimizüzerinde düşünmelerinive dergi sayfalarındaki butartışmalara katılmalarını istiyoruz.Yanlışı görmek vegöstermek hepimizin görevidir.Konularına GöreTöre Dergisinin Dağılımı12. CİLT Haz. 82/May. 83KONULARSayfaEĞİTİM29SOSYAL/KÜLTÜRELMESLELERTARİHSİYASET5646185. FİKİRTÜRK DİLİDIS TÜRKLERTÜRK MÜZİĞİTENKİD/TANITMAEDEBİYATŞİİRHİKAYE83564812381375735HABERLEŞME ARAÇLARI 37DENEMEHABERLERMİZAHSEYAHATJENERİK/İÇİNDEKİLERREKLAM/RESİM vs.TOPLAM38483—2931968Oran% 3.0% 5.8% 4.7% 19.1% 8.6% 5.7% 5.0% 1.2% 4.0% 141% 5.9% 3.6% 3.8% 4,0% 5.0% 0.3—% 3.0% 3.2% 10013. CİLT Haz. 83/May 34KONULAR Sayfa OranEĞİTİM 21 % 2.3SOSYAL/KÜLTÜRELMESELELER 65 % 7.1TARİH 57 % 6.3SİYASET 60 % 6.7FİKİR 79 % 8.6TÜRK DİLİ 20 % 2.2DIŞ TÜRKLER 70 % 7.7TÜRK MÜZİĞİ 37 % 4.0TENKİD/TANITMA 20 % 2.2EDEBİYAT 107 % 11.7ŞİİR 104 % 11.4HİKAYE 45 % 5.0HABERLEŞME ARAÇLARI 69 % 7.6DENEME 29 % 3.2HABERLER 37 % 4.0MİZAH 8 % 0.9SEYAHAT 15 % 1.6JENERİK/İÇİNDEKİLER 32 % 3.5REKLAM vs. 37 % 4.1TOPLAM 912 % 100


12. CİLT :Haziran 1982den Mayıs 1983'ekadar çıkan 12 sayıyı kapsayanbu ciltte; Töre Dergisi'nin süreklibir arayış içinde olduğu ilk bakıştadikkati çekmektedir. Haziran 82sayısmsan itibaren, önce dergininklasik bazı teknik hususiyetlerideğiştirilmeye başlanmıştır. Kapakdüzeni ve «Töre» başlığı birkaç dafayenilenmiş fakat Kasım 82 sayısınakadar bir istikrar kazanamamıştır.Kasım 82 sayısında kapağıofset basılmaya başlanan Töre'nin,muhtevasında da önemlibazı değişiklikler yapılma yolunagidilmiştir. Derginin şeklî özellikleriuzun müddet aynı kalırken,muhtevada istikrar tam manâsıylasağlanamamıştır. Bu ciltte, dergininsiyasî kimliği öne çıkarken, zamanzaman <strong>edebiyat</strong> da ağırlık kazanabilmiştir.Denilebilir ki, budönemde dergi adeta iki farkh14. CİLT Haz.KONULAREĞİTİMSOSYAL/KÜLTÜRELMESELELERTARİHSİYASETFİKİRTÜRK DİLİDIŞ TÜRKLERTÜRK MÜZİĞİTENKİD/TANITMAEDEBİYATŞİİRHİKAYEHABERLEŞME ARAÇLARIDİNHABERLERMİZAHGENÇ KALEMLERTÖRE KİTAPJENERİK/İÇİNDEKİLERREKLAM/RESİMTOPLAM84/Mayıs 85Sayfa59499655495219216438314433341214283036728Oran% 8.1% 6.7% 13.1% 7.5% 6.7% 0.6% 2.8% 1.2% 2.3%


14. CİLT :Geçen cildin son sayısı olan Mayıs 84 sayısından itibaren dergi,yayıncılık sahasında faaliyet gösteren ve bir müddet haftalıkHamle dergisini çıkaran Mayaş A.Ş.'ne geçmiştir. Fakat sözkonususayı, Töre'nin eski ekibi tarafından hazırlanmıştır. 14 Ciltinilk sayısında derginin el değiştirdiğini belli edecek bir takımdeğişiklikler yapma yoluna gidilmiş ve 14 yıldır küçük boy dergiebadında çıkan Töre'nin ebadı büyütülmüştür. Muhtevadaise, belli olayların birbirini takip etmesi dolayısıyla Haziran veTemmuz 84 sayılarında önemli bir değişiklik olmamıştır. Fakat,yukarıda belirttiğimiz bölümler kaldırılmıştır. Geçen ciltte açılanŞiir Yarışmasının sonuçlarının ilânı münasebetiyle Haziran84 sayısının, Töre'nin kurucusu rahmetli H. Nusret Zorlutuna'-nın vefatı dolayısıyla da Temmuz 84 sayısının ağırlıklı konuları<strong>edebiyat</strong>la ilgili olmuştur. Ağustos 84 sayısından itibaren ise,12. Ciltte olduğu gibi, derginin siyasî kimliği ön plâna geçmeyebaşlamıştır. Mayaş ekibinin haftalık siyasî dergi tecrübesi olduğuiçin, bu değişmeyi normal karşılamak icab eder. Tabiî bu değişmesonucu dergiden kopan <strong>edebiyat</strong>çıların tavrını da. Buciltte, derginin teknik yönlerini düzeltmek için yoğun çaba sarfedilmişlâkın henüz bir istikrar sağlanamamıştır. Meselâ hemenher sayıda derginin künyesinin yer aldığı bölüm değiştirilmiştirhâlâ da değiştirileceğe benziyor, mizanpaj tarzındada olduğu gibi.Mayaş'taki Törede yapılan en önemli değişiklik zannediyoruz,künyede derginin kurucuları olarak belirtilen «H. Nusret Zorlutuna/EmineIşmsu» isimlerinin çıkarılması olmuştur. Bilindiğigibi, Töre bu isimlerle varolmuş ve özellikle Emine Işınsu'nunher zaman takdirle karşıladığımız samimî gayretleri ile yayınınıdevam ettirmiştir.Bir zamanlar E. Işınsu gitmiş, adı yadigâr kalmıştı, şimdi adıda gidince Töre'yi 14 yıllık bir dergi olarak değil, yeni bir dergiolarak değerlendirmek gerekecektir. Çünkü, sadece Işınsu'nunisminin çıkarılması sebebiyle değil diğer pek çok sebeblerle deTÖRE geleneğinden koparılmıştır. Derginin bu dönemdeki faaliyetleriise şunlar olmuştur: Temmuz 84 sayısında Sevinç Çokum'unson romanı «Hilâl Görününce» ile ilgili olarak bir tenkidyarışması» açılmış fakat bugüne kadar bu konuda herhangibir açıklama yapılmamıştır. Ne yarışmanın sonuçları hakkındave ne de iptal edilip edilmediği hakkında bilgi verilmemiştir.Bunun gibi sonuca ulaşamayan diğer bir konu da Türk DünyasıAnslklopedisi'nin fasikülleri ile ilgilidir. Töre Mayaş ageçtikten sonra da fasiküllerin verileceği taahhüt edilmesinerağmen hâlen yerine getirilmemiştir. Bu meselenin bir çözümokavuşturulması hem okuyucu açısından hem de derginin ciddiyetiaçısından büyük bir önem taşımaktadır. Bunların dışında,sonuca ulaştığını zannettiğimiz, «Töre Kitap Ocağı» faaliyetegeçmiştir.Önemli Not • 14. Cildin son sayısı olan Mayıs 85 sayısı araştırmayadahil değildir.


SORULARLATÖREDERGİSİEĞİTİM konusuna ne kadar yer ayrılmıştır?12. CİLT: Bu ciltte eğitime ayrılan 29 sayfanın tamamı YÖK ile ilgilidir.Ocak-Şubat 83 sayılarında ağırlık kazanan konuyla ilgili olarak A. Gökdemir,M. Has-er ve İ. Doğramacı ile yapılan mülakatlar ve değerlendirme yazılarıneşredilmiştir. Mesele, genel olarak Millî Eğitim politikasının tenkidi şeklindeele alınmış ve YÖK'e fazlaca dokunulmamıştır. Zannederiz, YÖK hakkındahüküm vermek için henüz enken olduğu kanaati bunda etkili olmuştur.13. "CİLT: Bu ciltte ise, yukarıda belirtilen hakim kanaat aynen devaıoetmiş olacak ki eğitim ve YÖK ile ilgili kayda değer bir yazı neşredilmemiştir.Bu dönemde her zaman olduğu gibi, yazıların büyük bir kısmında dolaylıolarak eğitim üzerinde durulmuş fakat, geçen cildin aksine, konuyaözel bir önem ve ağırlık verilmemiştir. Yüksek öğretimin yeniden şekillendiğibir dönemde, diğer basın araçlarının aksine, «suskun» kalmayı terciheden TÖRE'nin tavrını izah edebilmek oldukça güç. Bu tavrı, TÖRE'ninmevcut uygulamaları onayladığına mı yoksa bir takım endişeleri yüzünden«hassası» bulduğu bu konu üzerinde tartışmayı «mahzurlu» bulduğuna mı yormakgerekir bilmiyoruz. Eğitim konusunda bu Ciltte en fazla üzerinde durulankonu: Okul öncesi çocuk eğitimi olmuştur. Kreş yöneticileri ile yapılangörüşmeler ve yorumlara toplam 19 sayfa ayrılmıştır.14. CİLT: Bu ciltte derginin eğitim konusuna ayırdığı sayfa tutarı, 59*.dur. Eğitim hakkında Tana Akyol ile yapılan mülakat derginin önemli yazılarından.Ekim 84 ve Kasım 84 sayılarında yaklaşık 10 sayfa ayrılan bu mülakatta,eğitim ile ilgili meselelerin, bir eğitimci olmamasına rağmen T. Akyoltarafından tutarlı bir şekilde dile getirilmesine eğitimcilerimiz adına üzülmekgerekir herhalde. Bu mülakatın dışında M. Özcan'm Japonya'da Eğitim»başlıklı tercümesi oldukça uzun olmasına rağmen derginin ilgi çekici yazılarıarasında yer almaktadır. Kasım 84 sayısında ise, YÖK'e toplam 8 sayfa ayrılmıştır.TÖRE'den yazısında «Binlerce üniversiteli arkadaşlarımızı yakındanilgilendiren YÖK meselesini, Töre Araştırma Servisi sizin için ayrıntılarıylainceledi.» denilirken, zannediyorsunuz ki, YÖK uygulamaları «üniversitegençliği» açısından enine boyuna tartışılacak. Fakat yazıyı okuyunca görüyorsunuzki, 8 sayfalık YÖK raporu «öğretim üye ve yardımcıları» nın meselelerinigündeme getiriyor ve «ne için, kim için eğitim» konusunda YÖK'etavsiyelerde bulunuyor. TÖRE Araştırma Servisi, konuyu tek yönüyle incelendiğinifarkederek, Rapor'unun sonuna küçük bir «ilân» koymuş ve YüksekÖğrenim Öğrencilerine «Hoca yetersizliği, ders notu ve kitap yetersizliği,barınak yetersizliği vs.» konularında «çevrenizde gördüğünüz ve kendinizin yaşadığışartları tenkid ve tahlil eden teklifler ileri süren mektuplarınızı bekliyoruz»demiştir. Bu, biz «öğretim üye ve yardımcıları» olarak kendi meselelerimizidile getirdik, ama sizinkileri bilemiyoruz ve bu görevi size devrediyoruzmânâsını taşıyor. Fakat Aralık 84 sayısına baktığımızda, bu görevikimsenin devralmak istemediğini görüyoruz. «Töre Dergisi» imzalı 1,5 sayfalıkyazıda belirtildiğine göre, «Bursa'dan, Samsun'dan, Elazığ'dan ve Anka-


a'dan yazılan sekiz mektupta doçentlik ve profesörlük sırasında girilen yabancıdil sınavlarına temas edilmektedir», «fakat bu mektupları yazanlarınbazıları kimliklerinin açıklanmasını istemedikleri için dergi eîe alman meselelerimadde başlıkları haline getirerek ilgililere arz etmektedir.» Her iki sayıda da dile getirilen isteklerin aynı kalemden çıktığı hemen anlaşılıyor. Bunarağmen, TÖRE, Aralık 1984 sayısının kapağına «YÖK ARAŞTIRMAMIZINYANKILARI» başlığını atarak, olmayan bir şeyi var gibi gösterme gayretiiçine giriyor. YÖK konusu «öğretim üye ve yardımcılarının meseleleri açısındanincelenerek kapatılıyor. Üniversite Gençliğinin konuyla ilgili meseleleriise birkaç mektupla geçiştiriliyor. Üniversite Gençliği'nin konuya, dergininbeklediği ilgiyi göstermemesini bir «sessiz protesto» olarak değerlendirmekyanlış olmasa gerek. YÖK konusunda, TÖRE'nin bahsedilen sayılardaaldığı tavır; derginin «niçin satamadığı, niçin etkili olmadığı» gibi, üzerindesık sık durulan fakat izahı yapılamayan, soruların cevabını en iyi şekildevermektedir.KÜLTÜR, KÜLTÜR POLİTİKALARI ve KURUMLARIyazı yayınlanmıştır?hakkında ne kadar12. CİLT : Kültür konuları ile ilgili olarak yayınlanan yazıların ekseriyetiAralık 1982 sayısında toplanmıştır. Millî Kültür hakkında A.B. Ercilasun ileyapılan 3 sayfalık, T. Akyol ile yapılan 16 sayfalık iki mülakat bu konununönemli yazılarmdandır. Kültür konusuna toplam 22 sayfa yer ayrılmış olmasıve konuyla ilgili yazıların tamamının «Millî Kültür Şûrası» dolayısıyleaynı sayıda toplanmış olması konuyla sürekli bir ilginin olmadığınıgöstermektedir. Meselelerin çözümünde «millî kültürün korunmasnmı temel birprensip olarak kabul eden bir derginin, milliliğin ne olduğunu, kültürün neolduğunu ve millî kültürden ne anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturacakyazılara, tenkidlere, araştırma ve tartışmalara daha fazla yer vermesi gerekirdi.13. CİLT: Bu ciltte kültür meseleleri «Şehirleşme», «


SOSYAL KONULARDA NE KADAR YAZI YAYINLANMIŞTIR?12. CİLT: Sosyal meselelerle ilgili olarak 34 sayfa yazı neşredilmiştir. Bukonuyla ilgili yazılar daha çok anarşi ve istihdam meseleleri ile ilgilidir.Anarşi konusu Mart 83 sayısında ayrılan 15 sayfa içinde incelenmiş ve değişikşahısların anarşinin önlenmesi konusundaki düşüncelerine yer verilmiştir.İstihdam meselesi ise Nisabı 83 sayısında incelenmiş ve meselenin boyutları ileçözüm yollarına oldukça sınırlı bir şekilde yer verilmiştir. Bunun dışında«rüşvet», «insan erozyonu» gibi konularda da birer yazı neşredilmiştir. Sosyalmeselelerle ilgili yazılarda dikkati çeken husus; konuların genellikle «hükümete»yönelik bir bakış açısı ile incelenmiş olmasıdır. Yani meseleler devlet yada hükümet bazında ele alınmış ve çözümü de, yolları belirtilmek kaydıyla,üst makamlara bırakılmıştır.13. CİLT: Bu ciltte sosyal meselelere ayrılan sayfa toplamı 43'e yükselmiştir.Haziran 83 sayısında «Avrupa'daki Türk işçileri» konusuna ağırlıkverilerek, Avrupa'daki Türk Derneklerinin yöneticileri ile yapılan mülakatlararacılığı ile meselenin boyutları ve çözüm yolları tartışılmıştır. Bu konuyatoplam 13 sayfa ayrılmıştır. Mart 84 sayısında ise «şehirleşme» konusu değişikboyutları ile toplam 26 sayfa içinde incelenmiştir. Türk-îslâm toplumlarında«şehirleşmeMiin tarihi yönünü ele alan yazıların yanı sıra Sağlıksız şehirleşmeningetirdiği sosyal/kültürel meselelerin incelendiği yazılar da dikkatiçekmektedir. Konuyla ilgili yazılar içinde, T. Akyol'un şehirleşmeninkültürel sonuçları hakkındaki incelemesi kayda değerdir. Bu ağırlıklı konulardışında, M. ErkaPin «Alkol Alışkanlığı» hakkında bir yazısı da Mayıs 84sayısında neşredilmiştir. Sosyal meselelerle ilgili olarak bu ciltte neşredilenyazıların daha kapsayıcı olduğu ve bakış açısının «hükümetten», «topluma»yöneldiğini söylemek nispeten mümkündür.18. CİLT: Derginin bu cildinde sosyal meselelerle ilgili yazılara 36 sayfaayrılmıştır. Bu yazıların hemen hemen tamamı «Gençlik Yılı» dolayısıylagençliğin meselelerini işlemeye çalışan yazılardan ibarettir. Konuyla ilgiliolarak, D. Bahçeli, N. Kösoğlu ve M. Özcan'm katıldığı bir açık oturum ilegençlerin kendi aralarında düzenlediği bir başka açık oturum Ocak 85 sayısında15 sayfalık bir hacimle yayınlanmıştır. Ayrıca D. Selim'in 3 sayfalık bir


yazısı Şubat 85 sayısında, E. Ünver ile yapılan bir mülakatta Mart 85 sayısındaneşredilmiştir. Bu konuda derginin yer verdiği yazılar içinde en fazla üzerindedurulması gereken, gençlerin kendi aralarında yapmış okluğu açık oturumdur.Bu oturumda Gençlik Yılı ile ilgili olarak düşüncelerini açıklayangençler, bu gibi yılların ikâme problemler gündeme getirdiğini, Türkiye'degençliğin toplum genelinden farklı, özel problemleri olmadığını kısacası«gençlik yllı»nm ve bununla ilgili faaliyetlerin gereksiz olduğunu belirtmişlerdir.Bu söylenenler sağlıklı bir tavır ortaya koyması açısından olduğu kadar,«Gençlik Yılı»na muhalefet eden ilk ses olması açısından da önemlidir.Derginin gençlik yılı konusundaki yaklaşımı ise daha farklı olmuştur. Gençlikmeselelerini konu edinen yazıların yanı sıra dergi, «Gençlik Yılı» münasebetiylebir de «Genç Kalemler» köşesi açmıştır. Bu köşede gençlere toplam 15sayfa ayrılmıştır. Bilindiği gibi daha evvel Töre'nin sanat/<strong>edebiyat</strong>la ilgilenengençlerin çalışmalarına yer vermek amacıyla yayınlanan «Kıvılcım» adlıbir bölümü vardı. Bu bölüm derginin MAYAŞ'a geçmesi ile kaldırılmış veBirleşmiş Milletler 1985'i Gençlik Yılı ilân edene kadar böyle bir bölüme gerekj§ duyulmamıştır. Sonunda «Gençlik Yılı» kutlama faaliyetlerinden olarak,«Genç Kalemler» başlıklı bir bölüm dergide yer almıştır. «Gençliğin BaşlıcaDert ve Meseleleri» konulu bir de kompozisyon yarışması açıldığı takdirde,derginin gençliğimizin ve ona bağlı olarak toplumumuzun meselelerini çözmeyolunda gösterdiği gayretler hedefine ulaşmış sayılacaktır. Burada dikkatedilmesi gereken en önemli husus sadece TÖRE'nin değil diğer dergile,rin de «kendi gündemlerini» oluşturamamalan ve başkalarının gündeme getirdiklerikonular üzerinde yoğunlaşarak gerçek meseleleri istemeyerek deolsa gözardı etmeleridir. 1985 Türkiye'sinde üzerinde tartışılacak daha ciddîsosyal meseleler vardır ve TÖRE Birleşmiş Milletlerin tespit ettiği meselelerile ilgilenmek mecburiyetinde değildir herhalde.FİKİR Yazılarına ne kadar yer verilmiştir?12. ClLT: Bu ciltte fikir yazılarına 83 sayfa ayrılmıştır. TÖRE'nin başlangıcındanbu yana fikir dergisi olma özelliği dikkate alınırsa, fikir yazılarınaayrılan bu sayfa tutarı yetersiz görünmektedir. Fikir yazılarının büyükbir çoğunluğu T. Akyol ve N. Kösoğlu'na aittir. Bu, TÖRE'nin fikrî kimliğininbu dönemden başlayarak N. Kösoğlu ve daha da çok T. Akyol tarafındantayin edildiğini göstermektedir. Fakat bu dönemde derginin siyasî kimliği önplâna geçtiği için, sözkonusu yazarların tavrı derginin bütünlüğüne yansıyamamıştır.Yani dergide çeşitliliğin sağlanmasına yardımcı olmuşlardır. Buciltte ayrıca N. Atsız hakkında A. Ayda'nm ve Mao hakkında î. Kurban'myazıları dikkat çekmektedir.13. ClLT: Fikir yazılarına aynı oranda yer ayrılmıştır. Fakat siyasî yorumniteliğindeki yazıların oranı çok büyük bir düşüş gösterdiği için, derginin<strong>edebiyat</strong> bölümü dışında fikrî ve sosyal meselelerle ilgili yazıları ön plânageçmiştir. Bu ciltteki fikir yazıları içinde M. Bayraktar'm üç sayı çıkanMarksizm hakkındaki incelemesi dikkati çekmektedir. Bunun dışında, O. Düzgüneş'inMuhafazakârlık hakkında, R. Oğuz Türkkan'm da Türk Milliyetçiliğihakkındaki görüşlerini yansıtan yazılar yer almaktadır. TÖRE'nin E. Işmsudönemindeki sayıları dikkate alındığında, derginin fikrî plânda çok büyükyetersizlikler içinde olduğunu söylemek mümkündür. Bunun, TÖRE'nin özelliklefikrî meselelerde dışa kapalı tutumundan mı, yoksa genel olarak' fikirsahasındaki durgunluğun dergiye yansımasından mı kaynaklandığını tartışmakgerekir. Derginin bu cildinde fikir adamlarımızdan E. Güngör, Z. GÖkalp,R. O. Arık ve N. Fazıl hakkında muhtelif sayılarda 20 sayfa yazı çıkmıştır.Ayrıca Gandi hakkında toplam 9 sayfalık iki yazıda yer almıştır.14. ClLT: TÖRE bu dönemde fikir dergisi olma iddiasında bulunduğuhalde fikir yazıları dergide 49 sayfalık bir yer işgal etmektedir. Böylece, sayıdaortalama 5 sayfalık fikir yazısı neşredilmiş olmaktadır. Buna karşılık siyasîyorum, değerlendirme niteliğindeki yazılar daha fazla yer tutmaktadır.(Bu konuyla ilgili teferruatlı bilgiye siyaset bölümünde yer verilmiştir).Demek ki, fikrin pratiğe dönük kısmını teşkil eden siyasî yazılara daha fazlaönem verilmektedir. TÖRE'den yazılarına bakarsak, bu, derginin fikir dergisiolması için yeterli görünmektedir. Akla hemen şu soru geliyor; «fik-


imizMn teoriğini oluşturabildik mi ki, pratiğine ağırlık veriyoruz? Bunaolumlu cevap verebilmek mümkün değildir. Mevcut siyasî mekanizmanın işleyişihakkında yorum yapmak için yeterli fikrî formasyona sahip olmanıngerektiği açıktır. Buna rağmen, fikir sahasında söyleyecek sözü olmayanlariçin yapılacak en kolay iş, dergi sayfalarında temelsiz ve tutarsız siyasî yorumlaryapmak olmaktadır. E. Işınsu dönemindeki TÖRE sayılarında «siyasî»olanla «fikrî» olanın arasındaki fark anlaşılmış ve ikisi arasındaki dengeoldukça sağlıklı bir şekilde kurulmuştu. Bu denge E. Işmsu'nun «Eyvallah»ıile bozulmuş ve «siyasî olan»ın ağırlığı 12. cilt ile doruğa ulaşmıştır. Şimdi,okuyucuya aynı film bir kere daha gösterilmek istenmektedir. Okuyucununbu «traji-komik» filmi tekrar seyretme konusunda niyetli olduğunu söylemekmümkün değildir. TÖRE, başlangıçta olduğu gibi, ciddî ve seviyeli birdergi olarak bir fikrin inşaasında etkili olmak istiyorsa, bunu; ben «şuyum»diye bağırarak «mirasyedilik» yaparak değil; düşünerek, araştırarak, mevcudfikir potansiyelini aşarak gerçekleştirebilir. Dergide bu söylediklerimize örnekteşkil edecek yazılar yok değil. Örnek olarak, T. Akyol'un t. Öksüz ile«İslâm, ilim, ideolojb) üzerine yaptığı 9 sayfalık mülakatı (Temmuz - Ağustos84) ve yine T. Akyol'un «Jakobenizm» konusundaki araştırmasını verebiliriz.Ne var ki bu yazılar derginin genel tavrını değiştirmemektedir. T. Akyol'un«Jakobenizm» hakkında söylediklerinden herkes payına düşeni almadığı müddetçede mevcut tavır değişmeyecektir.SİYASET hakkında ne kadar yazı yayınlanmıştır?12. CÎLT: Daha evvel de yeri geldikçe belirttiğimiz gibi bu ciltte siyasîyorum ve değerlendirme yazılan ağırlık kazanmıştır. Bu konudaki yazılar 185sayfa yer işgal etmektedir, özellikle Aralık 82 sayısında başlayan «Aydın Yorumu»bölümü ile giderek artan bir oranda yer verilen siyasî yazıların üzerindedurduğu konuların belli başlıları şunlardır : Anarşi, yeni Anyasa, SiyasîPartMer ve Seçim Kanunu ile Demokrasi. Bu konularla ilgili görümler genellikle«Ayın Yorumu» bölümünde imzasız olarak neşredilmiştir. Bu yorumlar,siyasî aktüaliteyi takibte geciktiği gibi (dergi aylık olduğu için) o dönemdekisınırlamalar sebebiyle söylemek istenileni de söyleyememiştir. Haftalıkbir dergide bile yadırganabilecek bir uslûb ve bakış açısı ile kaleme alınanve dergide önemli bir ağırlığı olan siyasî yorum ve değerlendirme yazılarıhakkında TÖRE'den yazılarında verilen mesaj oldukça ilginçtir : «AyınYorumu bölümünde, ayın önemli olaylarının milliyetçi gözle değerlendirilmesinive bu konularda, nniyüklerinıiz ne düşünüyor?* sualinin cevabını bulacaksınız».Bu cümleden de anlaşılabileceği gibi, amaç; kendi kendine düşünemediğivarsayılan bir kitleye «büyüklerimizin» ne düşündüklerini iletmek suretiylememleketin siyasî sosyal meseleleri karşısında alacakları tavın belirlemektir.Bu «kabile zihniyeti»ni nasıl bir milliyetçilik anlayışı ile bağdaştıracağız?Siyasî konularla ilgili olarak H. Mümtaz'm yazılarını ise ayrı bir kategoridedeğerlendirmek gerekir. H. Mümtaz, Töre okuyucusunun artık aşinasıolduğu bakış açısı ve üslûbu ile dış politika ve özellikle Batı Trakya Türklüğühakkında yazılar yazmaktadır. Son derece hassas dikkati ile gözlerdenkaçan pek çok konuyu gündeme getiren H. Mümtaz'ın «Kıbrıs» ve «ÇevreTürklere Tesir Etmeye Çalışan Cereyanlar» başlıklı yazı serileri kayda değerdir.13. CtLT: Bu ciltin en önemli özelliklerinden birisi, yukarıda belirtti.ğimiz yanlış yoldan çıkılmış olmasıdır. Siyasî yorum ve değerlendirme türündekiyazılar bu ciltte, 60 sayfaya düşmüştür. Bu sayfaların hemen hemen yarısıH. Mümtaz'm yukanda bahsettiğimiz yazı serilerinin devamına ayrılmışolup geri kalanı aylık yorumlarla ilgilidir. Bu yorumlara her sayıda ortalamaiki sayfa ayrılmak suretiyle derginin ağırlıklı bölümü olmaktan çıkarılmıştır.Bu bölümün kısalitılmasıyla sağlanan sayfalar ise kültürel ve sosyal meselelereayrılmıştır.


£2>SERDAR14. CİLT : Bu ciltte, siyasî yorum ve değerlendirme türündeki yazılarınoranında yine büyük bir artış gözlenmektedir. Demek ki, «bu konuda milliyetçilerne düşünüyor?», «Bu konuda büyüklerimiz ne diyor» sorularına cevapbulmak endişesi tekrar hakim olmaktadır. Bu endişenin içinde ileriye dönükbir takım yatırımların saklı olduğunu inkâr etmek de mümkün olmasa gerek.Sürekli olarak aynı eksen etrafında dönüp dolaşan kendi kendini teyidetmekten öte bir fonksiyonu olmayan yorum ve değerlendirmeleri ön plânaalmakla, «partileşme süreci»nin devam ettiğini vurgulamak arasında herhangibir ilişki olduğunu ve TÖRE'nin buna hizmet aracı olduğunu düşünmekistemiyoruz. «Bütün dergiler bizim çatımız altında toplansın» temenisinin de«bütün milliyetçiler bizim çatımız altında toplansın» anlamına gelmediğineinanmak istiyoruz. Hitap ettiği kütleyi «idraksiz» zanneden, kendilerini iseherşeyi bilen, yetkili ve etkili olarak gören bu «Jakoben»(!) tavrın artık vâdesinidoldurması gerektiğini belirtmekte fayda görüyoruz.Mayaş'taki Töre'nin bundan sonra nasıl bir yayın politikası izleyeceğiyolunda son sayılara bakarak bir tespitte bulunmak mümkün olmakla beraber,daha açık ve kesin görüntüyü önümüzdeki aylarda çıkacak sayılarda gör.mek mümkün olacaktır.YURTDIŞI TÜRKLERİ'NE ne kadar yer verilmiştir?12. CİLT: Yurtdışı Türklüğüne ayrılan 48 sayfanın 34 sayfası î. Kurban'm «Türkistan Hatıraları» başlıklı yazı serisine aittir. Ayrıca M. Sarıtaş'mVahapzâde hakkında 5 sayfalık bir incelemesi Ekim 82 sayısında neşredilmiştir.Bu dönemde yurtdışı Türklüğü ile genellikle siyasî açıdan ilgilenılmiştir.13. CİLT : Bu ciltte yurtdışı Türklüğüne ayrılan sayfa toplamı büyük birartış göstererek 70 sayfaya çıkmıştır. Bu konuyla ilgili yazıların yarıdanfazlası birlikte çıkan Temmuz/Ağustos 83 sayısında neşredilmiştir. Sözkonüsusayıda yurtdışı Türklüğüne siyasî/sosyal meseleleri ve <strong>edebiyat</strong>ları ile yerverilmiştir. Değişik Türk topluluklarına mensup <strong>edebiyat</strong>çıların şiirleri vehikâyeleri neşredilmiştir. Bu sayı dışındaki yazıların hemen hemen tamamıM. K. Özergin'e ait olup, Türkistan Edebiyatı'nı tanıtıcı mahiyettedir.14. CİLT: Yurtdışı Türklerine toplam 21 sayfa ayrılmıştır. Bu oiltte konuylailgili olarak «Mazlum Milletler veya Emperyalizm» başlıklı, A. Güngör'eait 5 sayfalık yazı dışında yurtdışı Türklüğü hakkında değişik yazarlarınmuhtelif yazıları neşredilmiştir.


TARİH ile ilgili yazılarda hangi konulara ağırlık verilmiştir?12. CİLT: Haziran 82/Mayıs 83 sayılarını kapsayan 12, ciltte Tarih'e toplam46 sayfa yer ayrılmıştır. Tarih kitapları hakkında tarih öğretmenlerininiki yazısı, M. Tevfiikoğlu'nun «Ağustos Günleri» ve «Atatürk» konulu başyazılarınınve benzerlerinin dışında B. Yediyıldız'ın J. Proust'tan çevirdiği«Sosyal Tarih» başlıklı toplam 15 sayfalık yazı dikkati çekmektedir. Gerektarih ile ilgili yazılar içinde, gereikse derginin bütünlüğü içinde oldukça«lüks» sayılabilecek bu yazı dışında, TÖRE'nin tarih ile ilgisinden değil ilgisizliğindenbahsedilebilir. Bir tarafta Okullardaki Tarih Kitaplarını tenkidederken, diğer tarafta «doğru» olanı ortaya koymak gerekmez mi? Bu yapılmadığıgibi, tenkid edilen tarih anlayışının yazıların bir kısmında devam ettiğide görülmektedir. Tarih ile ilgili yazılar içinde V. Ecer'in «TürklerinEski Dini» hakkında 4 sayı devam eden toplam 10 sayfalık yazısı derginin tektarih araştırmasıdır.13." ClLT : Haziran 83/Mayis 84 sayılarını kapsayan 13. ciltte Tarih'e 57sayfa ayrılmıştır. Bu ciltte yer alan tarih yazılarında genel olarak, tarihimizinbatılılaşma döneminden başlayarak, bugüne uzanan ve son yıllarda sıksık tartışma konusu yapılan çizgisi üzerinde durulmaktadır. Nisan 84 sayısında,yer alan 24 sayfalık «Millî Hakimiyet» konusu «ansiklopedik» bilgileriçermekle beraber dikkati çeken yazılardan oluşmaktadır. Batılılaşma döneminitutarlı ve gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendiren T. Akyol ve E.Güngör'ün yazıları ise bu cildin önemli yazıları arasında yer almaktadır.14. ClLT: Bu ciltte, tarih ile ilgili sürekli bir bölüm açılmıştır. (TarihinIşığında) ve tarih yazıları dergide giderek artan oranda yer almaya başlamıştır.Derginin, Temmuz 84 ve Ağustos 84 sayılarında Fırat Üniversitesi'nindüzenlediği «Tarih Kollokyumü»nda sunulan tebliğlerden bir kısmı yayınlanmıştır.Bu yazılar içinde B. Yediyıldız'ın «ÇaSdaş Tarihçilik» başlıklı tebliğidikkat çekmektedir. Toplam 96 sayfa tutan tarih yazıları içinde R. Akdemir,B. Kodaman, M.S. Kaptan, N. Kösoğlu'nun ve T. Gök-Alp'in yazd'klarıağı> nğı oluşturmaktadır.TÜRK DİLİ hakkında ne kadar yazı yayınlanmıştır?12. ClLT: Türk dili ile ilgili konulara toplam 56 sayfa ayrılmış olup,bunun 44 sayfası bu (konuda yapılmış olan mülakatlar dizişine aittir. A.B.Ercilasun, S.K. Tural, E. Bilgiç, Y.B. Bakiler, B. Ercilasun ve S. Sakaoğluile yapılan ortalama 7'şer sayfalık mülakatlarda Türk DiTi'min meseleleri birbütün olarak tartışılmıştır. Ayrıca A.B. Ercilasun'un Dil Akademisi ve GüneşDil Teorisi hakkındaki 9 sayfalık iki yazısı dikkati çekmektedir.13. ClLT: Bu ciltte dil hakkında yayınlanan yazılarda önemli bir düşüşgörülmektedir. Eylül 83 sayısında neşredilen toplam 20 sayfalık A.K.D.T.Y.K.hakkındaki anketten başka bu dönemde Türk Dili hakkında başka bir yazıçıkmamıştır. Sözkonusu anket, yeni kurumun görevleri ile ilgili olarak ilimadamları ve <strong>edebiyat</strong>çılar arasında düzenlenmiştir. Bu anketle TÖRE Dergisi,Türk Dilii'nin meselelerinin çözüldüğüne inanmış olacak ki, başkacabir yazı neşretımeıriiştir.14. CÎLT: Türk Dili'nin meseleleri hakkında çıkan yazılara dergide toplam5 sayfalık yer ayrılmıştır. Konuya duyulan ilgide geçen ciltte görülendüşüş bu dönemde de devam etmektedir. Bu ciltte en fazla dikkati çekenyazı, R. O Türkkan'm Aralık 84'te neşredilen «Yanlışları Düzeltmek» başlıklıyazısıdır. Sözkonusu yazıda Türkkan, başka konularla beraber dil konusundada takınılan yanlış bir takım tavırların düzeltilmesi gerektiğini belirterek,dilimize artık yerleşmiş bulunan bir takım «uydurma» kelimelerikullanmamakta direnmenin, mânâsız olduğunu İddia etmektedir. Bu da,TDK'nun «Yasayan Türkçeciler»e karşı kazandığı bir zafer olsa gerek.


konulara ağırhk veril­EDEBİYAT ile ilgili yazılarda hanffi dönemlere vemiştir?12. CİLT: Genel olarak <strong>edebiyat</strong>a ayrılan sayfa toplamı 137'dir. Bir <strong>edebiyat</strong>dergisi olmamasına rağmen, TÖRE'nin <strong>edebiyat</strong>a % 14 oranında yerayırması dikkat çekicidir. Bu, derginin daha sonraki dönemde izleyeceği yayınpolitikası açısından bir işaret olarak değerlendirilebilir. B>u dönemde yayınlananyazılarda, günümüz <strong>edebiyat</strong>ına ağırlık verildiğini görüyoruz. Yazılarınbüyük bir kısmı Emine Işınsu ile ilgili olup, Aralık 83 sayısında neş.redilmiştiir. Bu sayıda, Emine Işmsu'nun <strong>edebiyat</strong>ımızdaki yeri değişik kalemlertarafından incelenmiştir. Dolayısıyle, 12. ciltte «roman» konusunun daağırlık: kazandığını söyleyebiliriz. E. Işmsu'nun romanları üzerine yazılanyazılar içinde şüphesiz en çok dikkati çeken Turan Bozkurt müstearı ile yazılmışolan, «Mehmet ve Ben» başlıklı yazıdır. Işmsu'nun son romanı Canbazile ilgili olan bu yazı, romandaki tiplerden hareketle bir fikrî yönelişi üs -tü kapalı şekilde tenkid etmektedir. Gerek TÖRE'nin, gerekse E. Işmsu'nunfikrî kimliği hakkında bu yazının Önemli ip uçları vereceği kanaatindeyiz.Bu bakımdan, T. Bozkurt imzalı sözkonusu yazı üzerinde ayrıca durmak gereklidir.12. ciltte E. Işınsu dışında o zamanlar hayatta olan merhum H. NusretZorlutuna'nm hayatı ve eserleri hakkında R. Cenşiz'in 13 sayfalık bir araştırmasıEylül 83 sayısında neşredilmiştir. TÖRE'nin günümüz <strong>edebiyat</strong>ınaağırlık vermesi memnuniyet verici olmakla beraber, bu ilginin TÖRE ailesinemensup olan <strong>edebiyat</strong>çılarla sınırlı kalması derginin kendine yakm veyauzak dış dünya ile olan ilişkisinin zayıflığını göstermektedir.Divan <strong>edebiyat</strong>ı ile ilgili yazılar, «Şem'ide Aşk» ve «Üç Sakinâme Tercümesi»gibi TÖRE için oldukça «akademik» sayılabilecek konuları ele almaktadır.Bu ciltte dikkate değer yazılardan bir tanesi de M. Kayman Özgül'ünMart 84'te neşredilen «Bir Başka Ömer'in Çocukluğu» başlıklı yazısıdır.13. ClLT: Bu ciltte <strong>edebiyat</strong>a 107 sayfa ayrılmıştır. Bu dönemde TÖ­RE'de en fazla yer işgal eden konu «Gençlik ve Sanat» olmuştur. Aralık 83sayısında bu konu genç sanatçılar [şair, hikayeci, ressam) arasında düzenlenenbir ankete verilen cevaplar ve bu cevaplar üzerine yapılan değerlendirmelerleişlenmiş. Ağırlık bu sayıda olmakla beraber, daha sonraki sayılardada aynı konuda yazılar devam etmiş ve bu konu için toplam 33 sayfa ayrılmıştır.Yine bu konuyla ilgili sayabileceğimiz bir açıdan «Şiir» ile ilgili olarak20 sayfa yazı neşredilmiştir. Bu konuda, E. Çakır ve D. Cebeci ile yapılanmülakatlar ile Y. Tunalı'nın bir yazısına yer verilmiştir.Bunun dışında Roman konusuna da 10 sayfa ayrılmıştır. Konuyla ilgiliolarak, Alemdar Yalçın'm şehirleşme olgusunun <strong>edebiyat</strong>a yansımasını eloalan «Türk Romanında Şehirleşme» başlıklı yazısı ve T. Buğra ile yapılanmülakat neşredilmiştir. Edebiyat tarihi ile ilgili yazılar ise Y. Kemal üzerindeyoğunlaşmaktadır. Genel olarak Kasım 83 sayısında toplanan bu yazılar,Y. Kemal'in hayatı ve eserlerini incelemektedir.Divan <strong>edebiyat</strong>ı hakkındaki yazılar ise Mevlâna, Y. Emre, A. Sermestefendi ve Kemal Ümmi ile ilgili olup toplam 11 sayfa yer tutmaktadır. Görüldüğügibi 13. ciltte <strong>edebiyat</strong>la ilgili yazıların ağırlığını günümüz <strong>edebiyat</strong>ıoluşturmaktadır. Ayrıca geçen ciltte görüldüğünün aksine ağırlık «şahıslardan»,«konulara» kaymış olmaktadır.14. CÎLT: Bu ciltte <strong>edebiyat</strong>a toplam 64 sayfa ayrılmıştır. Derginin düzenlediğiŞiir Yarışması, H. N. Zorlutuna'nm vefatı ve Y. Kemal dolayısıyle<strong>edebiyat</strong>la ilgili yazıların ekseriyeti «Şiir» üzerinedir. Şiir yarışması sonuçlarınınilân edildiği Haziran 84 sayısında şiir ile ilgili yazılar 15 sayfalık yertutmaktadır. Bu yazılar içinde M. Tevfikoğlu'nun 5 sayfalık «Şiiri DeğerlendirmeKıstasları» başlıklı yazısı dikkati çekmektedir. Y. Tunalı ve A. Yalçın'myazıları dışında yarışmada derece alan şairlerle de şiir üzerine yapılanmülakatların yer aldığı bu sayıyı «H. N. Zorlutuna» ağırlıklı Temmuz 84


sayısı takib etmektedir. Bu sayıda H. N. Zorlutuna'nın sanatı değişik açılar,dan incelenmiştir. Konuyla ilgili olarak Bilge Ercilasun'un «Halide Nusret'inŞiiri» başlıklı incelemesi dikkati çekmektedir. Bu iki sayıdan sonra dergininAralık 84 sayısına kadar <strong>edebiyat</strong>a fazla ağırlık ve önem vermediği dikkatiçekmektedir. Sözkonusu sayıda Y. Kemal hakkında T. Akyol, M. Tevfikoğluve S. K. Tural'tn katıldığı bir açıkoturum toplam 8 sayfada yayınlanmıştır.Yine bu sayıda Y. Kemal ile ilgili çeşitli yazılara yer verilmiştir.Bu dönemde derginin bazı sayılarında <strong>edebiyat</strong>la ilgili hiç bir yazı neşredilmemişve yukarıda üzerinde durduğumuz sayılar dışında <strong>edebiyat</strong> yazılarıbirer «çeşni» olarak kalmışlardır. Bunlar içinde dikkati çeken iki mülakatvar: Birincisi O. Çeviksoy ile «hikâye», ikincisi de Y. Özaslan ile «şiir» üzerineyapılmış. Derginin özellikle son iki sayısı (Mart 85/Nisan 85) sanat/<strong>edebiyat</strong>ile ilgili yazıların yok denecek kadar azaldığı sayılar olmuştur. Zannediyoruzdevam eden sayılarda derginin muhtevası fikir değil ama siyaset çizgisindeağırlık kazanmaya devam edecektir. Sözkonusu sayılarda dikkati çekendiğer bir husus TÖRE'nin bilinen yazar kadrosunun dergide artık görünmediğidir.Meselâ TÖRE'nin sanat/<strong>edebiyat</strong> ile ilgili yazılarında uzun zamandırağırlıkları bulunan; Y. Tunalı, A. Yalçın, B. Ercilasun gibi isimlerartık dergide görünmemektedir. Şu anda derginin idaresinde sanat/<strong>edebiyat</strong>lailgili kimse olmadığı gibi, yazar kadrosu içinde de bu sahayla ilgilibölümü ayakta tutabilecek çapta yazar ismine rastlamlmamaktadir. îstan-• bul'dan bir takım genç arkadaşların samimi gayretleri ise derginin çehresinideğiştirebilecek güçte olmamaktadır. Bundan sonra TÖRE, sanat/ adeöiyatlaolan ilişkisini siyasî endişeleri elverdiği ölçüde devam ettirmeye çalışacaktır:«Osmancık» sahnelenmeye başladığı zaman «tiyatro»' önem kazanacak,A. Nihat, M. Akif, N. Fazıl'm «ölüm yıldönümlerinde» «<strong>edebiyat</strong>» gündemegelecektir.TENKÎD/TANITMA yazıları ne kadar yer tutmaktadır?12. CİLT: Dergide 38 sayfalık tenkid/tanıitma yazılarının çoğu kitaplarile ilgilidir. Aslında bu yazıları, tenkidden çc-k tanıtma yazıları olarak değerlendirmekdaha isabetli olur. Bu ciltte kitap tanıtma yazıları 29 sayfalık biryer tutmaktadır. 29 sayfa içinde toplam 10 adet kitap okuyucuya tanıtılmıştır.Halbuki, bu dönemde TÖRE, okuyucularına küçük listeler halinde birçokkitap tavsiye etmiştir. Fakat bunların hemen hemen hiçbirini tanıtmamıştır.Dergide tenkid. başlığı altında toplayabileceğimiz yazıların büyük bir kısmıE. Işınsu sayısında yer almaktadır. Bunun dışında F. Gözlerin «M. Tevfikoğlu'nunHikâyeleri» başlıklı, tenkidden çok inceleme sayılabilecek bir yazısıve E. FTomm'un eserleri ile ilgili bir yazı yer almaktadır. Ayrıca, bu dönemdedeğişik dergilerde tartışması yapılan tenkid/münekkid konusundaM, Yunus'un «Bizde münekkîd yok mu» diye başlayıp «Bizde münekkid vardır»diye devam eden bir yazısı Eylül 82 sayısında neşredilmiştir. M. Yunus'agöre, «eline kalemi alan herkes 'bizde tenkid yoktur', 'bizde münekkid yoktur'diye döktürmeye» başlamaktadır. Yine M. Yunus'a göre bu hükümler,«kolaycılık, hissilik ve aşağılık duygusuyla malûldür». «Namık Kemal'denbu yana Türk cemiyeti tenkid işini lâyıkıyla yapan başka münekkidîer de yetiştirmiştir»diyen M. Yunus, örnak olarak sadece Doç. Dr. U.K. Tural'ı verebiliyor.Bu da, yazının, «Bizde münekkid yoktur» diyenlerin unuttuklarıbir ismi hatırlatmak amacıyla kaleme alındığını gösteriyor. Zannediyoruz,T. Bozkurt imzalı «İlhan, Mehmet ve Ben» başlıklı yazıdan (bu konudakiaçıklamalar <strong>edebiyat</strong> bölümünde yapılmıştı.) sonra 12. ciltte yer alan en ilginçyazılardan bir tanesi de M. Yunus'un sözkonusu yazısı olmaktadır. Yerigelmişken, M. Yunus'un münekkidimiz olarak takdim ettiği s, K. Tural'm budönemde bir tek tenkid yazısı çıkmamıştır. Sadece, E. Işınsu sayısında ikincibaskısını yapan (daha evvel Töre'nin Ekim 1977 sayısında da neşredilen)«Bir Yürek Satıldı» hakkında bir yazısı çıkmıştır.


13. CİLT: Bu ciltte 20 sayfada toplam 7 adet kitap okuyuculara tanıtılmıştır.Bunun dışında tenkid başlığı altında toplayabileceğimiz yazılar Y. Kemalsayısında ağırlık kazanmaktadır. Tenkld/tanıtma konusunda bu ciltteyer alan yazıların geçen cilde göre artması gerekirken azaldığı dikkati çekmaktedir.Her iki ciltte de gördüğümüz ortak bir özellik var: Tenkid yazılarıyılda birer kere çıkan özel sayılarda yer almakta ve belli şahısların eserleriile ilgili olmaktadır. Bunun faydalarını inkâr etmemekle beraber, derginindiğer sayılarında da, değişik sanatçıların eserleri üzerine tenkidlerinyer almasının, gerekli olduğunu belirtmek isteriz. Birilerinin eserleri üzerinetenkid yazmak için mutlaka geniş hacimli «Özel Sayı»larm çıkması şartdeğil herhalde. Bu iki ciltte, tenkide ayrılan sayfaların sınırlılığı M. Yunus'-un belirttiğinin aksine «Bizde münekkid yoktur» hükmünü doğrulamıyormu?-14. CİLT: Bu ciltte, B. Ercil&sun'un daha önce <strong>edebiyat</strong> bölümündebahsettiğimiz «H. N. Zorlutuna'nm Şiiri» başlıklı yazısından başka tenkidyazısı bulmak mümkün değil. Tanıtma yazılarına ise, toplam 21 sayfa ayrılmışve 10 adet kitap okuyucuya tanıtılmıştır. Halbuki, Ağustos 84 sayısındanbu yana «TÖRE KİTAP VE KÜLTÜR OCAĞI»na toplam 28 sayfa ayrılmıştır.Bu sayfalarda Ocağın kitap listeleri, üyelik şartları ve faaliyetleriile ilgili bilgiler neşredilmiştir. Bu ciltte tenkid hakkında T. Güven'in yazmışolduğu «Tenkid Yazısı» (Kasım 84) dikkat çekmektedir. Bu yazıda tenkiddenne anlaşılması gerektiği ve tenkid yaparken dikkat edilecek şartlarüzerinde duruluyor: «İnsaflı ve Allah için yapılan bir tenkid ve değerlendirmeinsanı nura götürür...». T. Güven, tenkid ve değerlendirme «ilerleme vegelişmenin» sağlanmasında en iyi metöddur derken, yazının büyük bir bölümündede tenkid yaparken insaflı olunması gerektiğini sık sık vurguluyor.«Töre'nin Yazı İşleri Müdürü sayın A. Güngör, bundan böyle, her sayıdagerek derginin bütünü hakkında, gerekse dergide çıkam yazılara dair tenkidve değerlendirmelere özel bir bölüm ayrılacağını» söyleyince T. Güven «çoksevinmiş» fakat böyle bir yolun kötü de kullanılabileceği endişesini duymuşolacak ki yazısında tenkid yaparken «insafın» elden bırakılmaması gerektiğinitemel hareket noktası olarak ele almış. Bunun da örneğini TÖRE hakkındakitenkidinde oldukça güzel bir şekilde vermiş. T. Güven'e göre meselâ,dergideki teknik hatalar fazla olmakla beraber, dergi idarecilerinin bunaüzülmemesi gerekir, çünkü diğer dergilerde de buna benzer hatalar olmaktadırve «birşey umumileşirse, üzülmeye değmez!» T. Güven'in anlayışı ilemeselâ dergisinin Mart 85 sayısında yaklaşık 10 sayfanın montajda yanlışbağlanmasını ve basılmasını, Nisan 85 sayısında da derginin bu «vahim» hataüzerine hiç bir açıklama yapmamasını insaf ölçülerimiz içinde «makûl» karşılamakgerekiyor. T. Güven'in «bir TÖRE yazarı ve okuyucusu olarak» kalemealdığı bu yazıdan da anlaşılacağı üzere, derginin «edebi tenkid» ile ilgilibir endişesi bulunmamaktadır. Tenkidden, daha çok değerlendirme ve şikayotanlatılmaktadır herhalde: «Münekkidlik hemen her insanın ortak vasfıdır.Evde, sokakta, işyerinde birçok şeyi tenkid etmekteyiz. Arabamız bir çukuradüşse, belediye reisini... tenkid ettiğimiz olmuştur...»MÜZİK konusuna ne kadar yer ayrılmıştır?12. CİLT: Töre'nin üzerinde pek fazla durmadığı konulardan bir taneside müziktir. Bu Ciltte, müzik ile ilgili sayabileceğimiz iki yazı ftoplam 12sayfa) neşredilmiştir. Bu yazılardan birisi «Hikmetinden Sual Olunmaz»başlıklı O. Karaçay'a ait olup, Barış Manço'nun «Dönence» isimli şarkısıüzefine yazılmış. İkincisi ve önemlisi ise, M. K. Özgül'ün «Türk Müzik AletlerindeBatılılaşma» konulu 8 sayfalık incelemesidir. M. K. Özgül, sözkonusuyazısında musikimiz açısından batılılaşma dönemini devrin edebî eserlerindenhareketle açıklamaya çalışıyor ve musikiye yaklaşımları açısından üççeşit insan tipini romanlardan örnekler vermek suretiyle şu şekilde belirtiyor:1. Batı müziğini kabullenmişler, 2. Hamuru millî musiki ile yoğrulanlar,3. Araftakiler...


13. CÎLT: Bu ciltte müziğe ayrılan sayfalarda önemli bir artış görülmektedir.Bunun sebebi, C. Tannkorur ve TÜMATA'nın konserleri dolayısıylamüziğin TÖRE açısından aktüel hâle gelmesidir. Çünkü müziğe ayrılan37 sayfanın tamamı Tannkorur ve Tümata ile ilgilidir. Y. Tunah'nmEylül 83 sayısında neşredilen, toplam 15 sayfalık «C. Tannkorur ile Mülakat»yazısından sonra Kasım 83 ve Nisan 84 sayılarında Tümata ile ilgiliolarak toplam 14 sayfa yazı neşredilmiştir. Bunların dışında ise, C. Tanrıkorur'unmuhtelif sayılarda, «çok sesli müzik» ve «konserler» dolayısıyla kalemealdığı toplam 8 sayfalık yazıları çıkmıştır, Görüldüğü gibi Töre'nin müzikile ilgili yazıları, C. Tannkorur ve Y. Tunalı'ya aittir. Çıkan yazılarda,müziğin daima «üst seviyedeki» meseleleri tartışılmıştır. «Çok sesli Müzik»tenbaşka, klasik müziğin dışındaki akımlar üzerinde fazlaca durulmamıştır.Tartışmalar, «klasik müzik», «çok sesli müzik» ekseninde yapılmıştır. Bu meselenin,özellikle C. Tannkorur gibi yetkili bir isim tarafından incelenmesifaydalı olmuşsa da, gündelik hayatımızdaki müziğin meselelerine temas edilmemesiönemli bir boşluk bırakmıştır.14. CİLT: Bu ciltte müziğe ayrılan sayfa toplamı 9'dur. Konuyla ilgiliyazıların çoğunluğu yine C. Tannkorur tarafından yukarıda belirttiğimiz meselelerleilgili olarak yazılmıştır. Bunun dışında M. Nakip'in «Arabesk müzik»hakkında iki sayfalık bir yazısı dikkat çekmektedir. M. Nakip, sözkonusuyazısında, arabesk musikiyi sosyo-ekonomik faktörlerle izah etmeye çalışanlarakarşı çıkıyor ve «arabesk musiki türü, 1970'lerden sonra şiddetlenengecekondulaşmadan daha önce meydana gelmiştir. 1970 yılından sonra haberleşmeimkânlarının daha da artması, çarpıcı reklâmlann giderek yaygınlaşmasıbu tür musikinin yayılmasını kolaylaştırmıştır...» diyor. Yani yinesosyo-ekonomik faktörlerle meseleyi izah etmeye çalışıyor. Haberleşme araçlarınıngelişmesi, reklâmların artması sosyc-ekonomik faktörlerden bağımsızmıdır sorusu gibi bu faktörlerin niçin arabesk musiki türünü yaygınlaştırdığısorusu da cevapsız kalıyor. M. Nakip, «arabesk musikisi gibi, soyu-sopubelli olmayan gayr-i meşru sanat ürünleri» nin çoğalmasının, millî eğitim,TRT ve diğer resmî kuruluşlarının «millî bir kültür politikası» takip etmesiyleönlenebileceğini belirtmektedir. Herşeye çözüm yolu olarak ileri sürülenbu «millî kültür politikası» üzerinde ise fazla durulmamaktadır. Fakatanlaşılan odur ki, meselâ TRT millî kültürü yansıtacak bir araç hâline gelirse,herkes «soyu-sopu belli», «meşru sanat ürünlerini» dinleyecektir. «Herşeyiizah ettiğini sanıp, hiçbirşeyi izah edemeyen» bu türdeki yazılara M.Nakip'in yazısı iyi bir örnek teşkil etmektedir. Sosyal olayları bu şekildemuğlâk çözüm yolları ve tutarsız bakış açıları ile ele alan yazılar dergidemaalesef sık sik yer almaktadır.KİTLE HABERLEŞME ARAÇLARI hakkında ne kadar yazı neşredilmiştir?12. CİLT: Bu konuda ağırlık yazılı basında olmak üzere.toplam 37 sayfalıkyazı neşredilmiştir. Bunların içinden H. Mümtaz'm «Diyelim Beşiktaşlısınız»başlıklı toplam 4 sayfalık oldukça ilginç bir yazısı çıkmıştır. H. Mümtaz,bu yazısında dergilerimizin hal-i pür melalini güzel bir şekilde dile getirmiş:«Bu yaptığınız yayıncılık değil, üç kâğıtçılıktır, bezirgânlıktır. BE-ŞÎKTAŞ'a olan aşın sevgimizi sömürerek her sayıda -eh, kusura bakmayın,malî imkânsızlıklar, teknik zorluklar, personel giderleri fazlalığı hem biliyorsunuz,diğer klüpler dergimizi dağıttırmıyor, dağıtım güçlüğümüz de var.İyisi mi sizler temsilci olun, siz satın dergimizi de. Hem biraz mevcutla iktifaetmek zorundasınız da. Ama en kısa zamanda düzelteceğiz, öbür TA­KIMLARIN parası var. Yurtdışındaki taraftarları ile de irtibat kurup yardımsağlıyorlar. Ama biz, biliyorsunuz büyük fedakârlıklarla... ağızlarını bırakın...».H. Mümtaz bu yazdıkları ile «cenahımıza mensup yazar taifesi arasındayazılı olmayan, fakat herkesin kendini uymaya mecbur hissettiği centilmenleranlaşması»nı ihlâl ederek, «afaroz edilme» tehlikesini göze alma yürekliliğinigöstermiştir. (Sözkonusu yazı Ağustos 82 sayısında neşredilmiştir.)Dergiler dışında TRT ile ilgili olarak 10 sayfalık, tiyatro ile ilgili olarakda 4 sayfalık yazı neşredilmiştir.


13. CÎLT: Bu ciltte, kitle haberleşme araçlarından Televizyon üzerindeağırlıklı olarak durulmuş ve konuya 49 sayfa ayrılmıştır. Televizyon yayınlarıile ilgili genel değerlendirme yazılarının yer aldığı Şubat 84 sayısın-* dan sonra, Mayıs 84 sayısında «Küçük Ağa» dolayısıyla dergi, televizyon filmciliğiüzerinde durmuştur. Bu sayıda Yücel Çakmaklı hakkında yeterli sayılabilecekbilgiler içeren yazılar da yer almaktadır. Bir filmin ve bir yönetmeninilk defa bu çapta dergide yer almasını önemli bir aşama olarak görmekmümkündür. Yine ilk defa, bir «artist» dergiye kapak olabilmiştir. Tabiibütün bunlar T. Buğra'nm Küçük Ağa'sı hatırına yapılmıştır. Yani süreklibir ilgi sözkonusu olmamıştır.Televizyon dışında dergiler ve tiyatrolara ise 20 sayfa yer ayrılmıştır.14. ClLT : Bu ciltte kitle haberleşme araçlarına toplam 44 sayfa ayrılmıştır.Bu dönemde, Video üzerine R. O. Türkkan ile, Sinema üzerine İ. Güneşiîe yapılan mülakatlarla beraber, Tiyatro hakkında «Osmancık» dolayısıyleyapılan değerlendirmelere yer verilmiştir. Ayrıca, Ekim 84 sayısında«Yayın Dünyamız»ın meselelerine 8 sayfa ayrılmıştır. Konuyla ilgili olarak,Töre Araştırma Servisi'nin «Yayın hayatımız magazinleşiyor» başlıklı değerlendirmesi,«magazinleşmenin» sebeblerinl tahlilden çok, olayı ortaya koymayaçalışıyor. «Kitabı Kaybeden Toplum» başlıklı yazısında i. Sezai ise,geçmiştekinin aksine Türk toplumunun «kitapsız toplum» hâline getirildiğiniileri sürerken «kitaba sahip çıkan bir toplumu yeniden yaratmak için devletinyüklenmesi gereken» vazifeler olduğunu belirtiyor. SezaTa göre, ilgilibakanlıklar, «bir türlü beceremedikleri ve hiçbir fonksiyonu yerine getirmeyendergi ve kitap yayıncılıklarını bırakıra ve «ciddî, seviyeli, fikir, düşünce,sanat ve <strong>edebiyat</strong> yayınlarından 2000'den az olmayarak satın alır» ise «kitapdünyası şevkli, zevkli ve zengin bir hareketliliğe kavuşacaktır.» Ayrıca, eğitimsistemi ve TRT «kitab»a dönerlerse kısa bir sürede «Kitap sevdasının Türkiye'dekök saldığını görmek zor olmayacaktır.!» Bu tür yazıları yazanlar vebasanlar varolduğu müddetçe kitap sevdasının kök salmasını beklemek hayâlolacaktır.VEFAT VE BAŞSAĞLIĞIArkadaşlarımızdan Muzaffer Salih'in babası, Camiamızındeğerli mensuplarından, muhterem büyüğümüz, Kahramanmaraşemekli savcılarından,Muzaffer Tarhan Salih(Tarhan Baba)8.4.1985 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ailesine vecamiamıza başsağlığı diler, müteveffaya Allah'tan rahmet niyazederiz.DOĞUŞ EDEBİYAT


"OKUYUCUBÖYLEİSTİYOR,, MU ?Peyami ÇEÜKCANTapluım hayatında, .insanların karşılıklı ilişkilerini ve rollerini ifade edensosyal davranışlar, sosyal yapının belirlediği ortak kültür tarafından düzenlenmekte;sosyal yapının değişmesi, ortak kültürün ve ona bağlı olarak dasosyal davranışların değişmesine yol açmaktadır. Sosyal olayların birbirleriyleolan bu yakın ilişkisinden dolayıdır ki, toplum hayatı uyumlu bir bütünlüğesahip olmaktadır.Sosyal değişme süreci içindeki toplumlarda ise, bu uyumlu bütünlük çeşitlisebeplerle sağlanamamaktadır. Çünkü, sosyal değişme tabiî seyri içindedeğil, bir takım müdahalelerle ve güdümlü olarak gerçekleştirilmek istenmektedir.Bu güdümlü değişim, sosyal yapıyı siyasî/iktisadî açıdan olduğukadar kültürel açıdan da «dışa bağımlı» hâle getirmekte ve gelişme hamlelerinihiçbir zaman çıkışı bulunmayacak labirentler içine yönlendirmektedir,insanların tutum ve davranışları, kanaatleri; sosyal davranışları ve onun İaötesinde «zihniyeti» bu bağımlılığı sürdürecek hatta rasyojıelize edecek tarzdaşekillendirilmektedir. Bunun malûm sebeplerini bir tarafa bırakıp «nasılsağlandığı üzerinde durmak, oynanan oyunların kuralları üzerinde düşünmekfırsatı vereceği için daha faydalı olacaktır.Bugün, tarihin her döneminden belki de daha fazla, insanların ve toplumların«daha huzurlu, daha adaletli, daha insanca» bir hayat için duyduklarıözlem ve bunu gerçekleştirmede kullanılabilecek potansiyel güç bir takımmetodlar ile ya eritilmekte ya da başka yönlere kanalize edilmektedir.Bunda, çağtmızdaki teknolojik gelişmelerle etkisi ve gücü büyük boyutlaraulaşan kitle haberleşme araçlarının önemli bir payı olduğu muhakkaktır.Kitle haberleşme araçları tek başlarına elbette belirleyici bir faktör değildir,fakat belirleyici faktörlerin etkisini en üst düzeye çıkaran ve yukarıdabelirtmeye çalıştığımız, sosyal davranışlardaki güdümlü değişmelerin sağlanmasınayardımcı olan «katkıcı» bir faktördür. J.T. Klapper'in de belirttiğigibi, günümüzde ekonomik, siyasî ve sosyal faktörler kitle haberleşmesinikatkıcı bir faktöre indirgeyebilmektedir. Aslında, kitle haberleşmesinin önemi,belirleyici olup olmamasında değil, programlanmış mesajlar yoluyla kitlelerebelirli bir «yaşama üslûbu» kazandırmaktaki gücünde saklıdır.«yaşama üslûbu» sürekli değişmesline rağmen, «zihniyetsin hiç değişmemesiüzerinde dikkatle durulması. gereken asıl problematiktir: Dün, bir şeyhekapılanarak, «ikbâl basamakları»nı tırmanmaya çalışan zihniyetle, bugündemokratik (!)/lâik (!) bir toplumda siyasî otoritelere aynı imanla bağlanarak«kapalı kapıları» açmaya çalışan zihniyet aynıdır. Dün, «define anyarak»umulmadık servetlere sahip olmayı amaçlayan zihniyetle, bugün «köşeyi dönmek»için «şans oyunlamna veya «ayak oyunları»na ümid bağlayan zihniyetaynıdır. Dün, herhangi bir tarikatta, geleceğin endişesinden ve sorumluluğundanuzakta zikr ve ibadetle meşgul olurken «kurtuluş» bekleyen zihniyetle,bugün tarihin herhangi bir dönemine kendini hapsederek, bütün meseleleriçözebileceğini zanneden, gününe yabancılaşan ve geleceğe hiç bir zamanuzanamaıyan zihniyet de aynıdır. Ama dünkü «yasama üslûbu» ile bugünküarasında her yönüyle büyük farklılıklar vardır. Sosyal yapıdan, ortak


«Bugün, tarihin herdöneminden belkide daha fazla,insanların 'dahahuzurlu, dahaadaletli, dahainsanca' bir hayatiçin duyduklarıözlem ve bunugerçekleştirmedekullanılabilecekpotansiyel güç yaeritilmekte ya dabaşka yönlerekanalizeedilmektedir...»kültüre, sosyal davranışlara kadar herşey değişmekte fakat zihniyet hiç olmazsatemelleri itibarıyla aynı kalmaktadır. Bunun bir sebebi, değişmeninçarpık olması dolayısıyla zihniyetin de çarpık olması ise, diğer sebebi de bütüneğitim kurumları ve haberleşme araçlarının elbirliği ederek zihniyetindonuklaştırılmasma katkıda bulunmalarıdır, işin ilginç tarafı bu fonksiyonunsadece 'kitle basını tarafından değil, memleket meseleleri karşısında radikaltavırlar (!) sergilemeye çalışan fikir basını tarafından da yerine getiriliyorolmasıdır. Ele aldıkları konular, kullandıkları dil, meseleye yaklaşımve değendirme tarzı vs. ne kadar farklı olursa olsun, sık sık ahlâksızlığın,seviyesizliğin örneği olarak gösterilen yayınlar ile maneviyatçı, ciddî yayınlararasında fonksiyonları açısından ayrılıklardan çok benzerlikler olduğunusöylemek fazla iddialı olmasa gerek.Sadece yayınlanmakta olan dergileri gözönüne alsak bile, bu benzerlikleribulmak fazla zor olmayacaktır. Doğuş'un iki dergi üzerinde yaptığı muhtevaanalizlerinin sonuçları ve hepimizin yakından takip ettiği birbirine yakınçizgideki diğer dergiler üzerinde dikkatle durduğumuz zaman, ortayaçıkacak sonuçları şu şekilde sıralamak mümkündür :• Kitle basını gibi, mevcut dergilerimiz de yaşanılan meselelerinkavranmasına şu veya bu şekilde engel olmakta ve herbiri farklı sahalarda okuyucuları ikâme meselelerle oyalamaktadırlar.Gerçeğin korkulu yüzünden doğacak tedirginliği ortadankaldıran dergilerimiz, «herşey yolunda gidiyor, bir takımyanlışlar var ama onları da biz düzeltiriz...» şeklindeki mesajlarıile mevcut sosyal sistemin süreklilik kazanmasına yardımcıolmaktadırlar.• İkâme meselelerin çözüm yolları da ikâme kalmakta ve gelecekile ilgili özlemler sürekli olarak ileri bir tarihe ertelenerekinsanlar oyalanmaktadırlar. Muhayyel bir geleceğin uğrunda,karşılık alınacağı şüpheli gayretler sarfetmektense, geçmişinşanlı dönemlerinden birine takılıp kalmak daha pratik ve faydalıgösterilmek istenmektedir adeta. İdeal sosyal düzenler veinsan tipleri daima geçmişte aranmakta; geleceği ideal ölçüleriçinde şekillendirecek bilgi ve kültür formasyonundan kitlelermahrum bırakılmaktadır.• Kitle basını; yaşanılanı meşrulaştırarak, dergilerimiz ise;yaşanılanı söz de reddedip, inanç, duygu, düşünce dünyasınıkabullenilmeyen «yaşama üslûbu»nun kurallarıyla meşrulaştırarak,toplum hayatındaki tezatların ortadan kaldırıldığınızannetmektedirler.• Günümüzün en becerikli reklâmcılarına bile parmak ısırttıracakmetodlar kullanılmaktadır dergilerimizde, bilerek ya dabilmeyerek: «tercihiniz doğrudur, üzerinde tartışmaya, düşünmeyelüzum yoktur. Gerçi, hayat sizin tercihlerinizin aksi istikametindedevam edip gidiyor. Fakat, işte bakın; batılı ilimadamları, marksist düşünürler hatta şarkıcılar bile sizin saflarınızakatılıyor...», «Teknolojik gelişmeler de gözünüzü korkutmasın,bunlar yaratılanın taklidinden başka bir şey değildir.Uçaklar, vinçler vs. bütün teknolojik harikalar sineklerin, böceklerintaklidinden başka nedir ki? Sen bunları biliyor ve tanıyorsun.İstersen sen de yapabilirsin.» diyerek ilmî ve teknolojikgelişme sürecini uçaktan-böceğe indirgeyebilen dergilerle«biz Ötüken'de iken, biz Fatih döneminde iken cihan impara-


torlukları kurmuştuk. Bugünkü durumumuza bakma, biz hertürlü güçlüğün üstesinden gelebilecek güce muktedir kahramanbir milletiz» diyerek değişen sosyal şartlara intibak etmektegüçlük çeken dergiler: belli bir inancın, düşüncenin anlatılmasıve anlaşılmasını, tartışılması ve tahlil edilmesini değil, «rasyonelize»edilmesini sağlayacak fonksiyonlar yerine getirmektedir.9 Okuyucu kitleleri «çocuklaştırılarak», kendi kendine düşünmesi,karar vermesi engellenmekte, bir türlü irâde serbestisitanınmamaktadır. Mevcut sosyal sistemin mantığında olduğugibi, dergilerimizin mantığında da; düşünen, araştıran, soran,soruşturan, tartışan insanlar «tehlikeli» bulunmaktadır adeta.Çünkü «uysal çocuklara» masallar anlatarak, uyutmak kazanılmış(!) statülerin korunması için tek çıkar yoldur. t• Mcluhan'm deyişiyle, okuyucularına «sultanların hadımlarınadavrandığı gibi» davranan basın organları aracılığı ile kitleler;pasifize edilmiş, her türlü «iktidar» dan yoksun bırakılmış«muhafız alayları»na dönüşmektedir. «Başyazarların» vearkalarındaki güçlerin emir komutasındaki bu alaya daima,mevcut düzenin işleyişini değiştirmeyecek değerlerin muhafazaedilmesi görevi verilmektedir.Okuyucunun «kafasını ve gönlünü» bir daha iade edilmemek üzere «emanet»alan ve üzerinde istediği gibi sormadan, danışmadan tasarrufta bulunandergilerle, kitaplarla, gazetelerle geleceğe ümidle bakabilmemiz, herşeye rağmenbir zerre de olsa muhafaza edildiğine inandığımız «insanî» özelliklerimizikoruyabilmemiz mümkün görünmemektedir. Siyasî hesap ve çıkarlarınherşeyin üzerinde tutulduğu; dürüstlük namus, samimiyet gibi insanca duygularınayaklar altında çiğnendiği; malini satmak isteyen bir tüccarın başvurduğuyollar ile düşüncelerin (!) tercihlerin kitlelere itirazsız benimsetilmekistenildiği dergi sayfalarında, ümldlerimizin çiçek açmasını beklemiyoruz.Seviyesizliklerini meşrulaştırmak ya da okuyucuya mâletmek isteyenler,«okuyucu böyle istiyor» diyerek sorumlu olmaktan kurtulduklarını zannetmektedirler.Okuyucuyu hiç bir zaman dikkate almayan, okuyucuyla çocukgibi ilgilenen; «bu doğrudur, şu yanlışdır... benim dediğimden dışarı çıkma,yaramazlık yapma ve benim bilgim dışımda herhangi bir *iş' ile uğraşma»diyecek kadar okuyucu üzerinde hakimiyet kuran dergicilerin, yazarların hâlâokuyucu böyle İstiyor demeleri haksızlık olmuyor mu? Zaten kuralları, işleyiştarzı belirlenmiş olarak sunulan kurulu dünyalar üzerinde okuyucununne kadar etkisi oluyor ki, yetersizlikler okuyucuya yükleniyor?«Okuyucu böyle istiyor» demek ile «Biz böyle istiyoruz» demek arasındasıkı bir İlişki olsa gerektir. Okuyucu gibi, sınırsız, tanınmayan mücerret birkavramla bu meseleyi çözüme kavuşturmak mümkün değildir aslında. Okuyucuya«tek renkli» bir dünya sunan ve «önündeki vadilerden daha başka vadilerde olduğunu» hiçbir zaman belirtmeyerek kendi tercihlerini kabule zorlayanlarınbundan sonra yapacakları pek fazla bir şey kalmamıştır.Çünkü, yanlışın yerine doğruyu, riyakârlığın yerine samimiyeti, tembelliğinyerine çalışmayı, dogmaların yerine şüpheyi, kabulcü zihniyetin yerinSilmî zihniyeti ve nihayet siyasî arayışlar yerine fikrî arayışları tercih edenyeni bir soluk dergi sayfalarında verilen mücadeleye katılmıştır.Bütün olumsuzluklara rağmen, el ele, gönül gönüle vererek geleceğeuzanabileceğimiz ufku geniş insanların hâlâ varolabilmesi; bizi umutla yarmabağlayan ve direncimizi artıran tek teselli kaynağımızdır.«'Okuyucu böyleistiyor' demek ile'biz böyle istiyoruz'demek arasındasıkı bir ilişki olsagerektir.Okuyucuya'tek renkli' birdünya sunan ve'önündeki vadilerdendaha başkavadiler deolduğunu' hiç birzaman belirtmeyerekkenditercihlerini kabulezorlayanlarınbundan sonrayapacakları pekfazla bir şeykalmamıştır...»35


Genç nesil!Üzerinde yaşadığın toprakların tarihini, kültürünü, insanlarını,savaşlarını, evliyalarını, camilerini, savaşlarını, her ne pahasınaolursa olsun mutlaka öğrenmelisin.Kendi tarihinle, kültürünle sınırlı kalmayıp gözlerini ve yüreğinibütün coğrafyalara, medeniyetlere açmalısın.Yaşadığın topraklarda senden önce gezinen bütün insanlarınaşklarını, türkülerini, çini vazolarını, mezarlarını, atlarını, ve bizekadar uzanan kucaklarını, gönüllerini gayet yakından tanımalısın.Her dilden, her medeniyetten, her çağdan bir türkün olmalı.Karacaoğlan misâli her köyden bir sevdan olmalı. Bu kendini tanımada,kimliğini ortaya koymada sana yardımcı olacaktır, öğrenmeninsınırı ve dogmaları yoktur.Lâkin,Ülkemizde genel ve yaygın ilim anlayışının ve yine genel veyaygın ilim adamlarının elinde bazı »müfredat programları» dün*yanın hiçbir yerinde eşi benzeri görülmedik bir uygulamanın kurbanıolmaktadır.İnkılâp Tarihi dersleri, yakın tarihimizin belli bir döneminiele almakta ve meslek dersleri dışında bütün okullarda son sınıflarakadar okutulmaktadır. Yukarıda izah etmeğe çalıştığımız şekildeşüphesiz okutulmalı;Lâkin,Bugüne kadar hiçbir tarihçimiz, hiçbir aydınımız bu konudatek bir satır yazı yazmamış, yorum yapmamıştır.Genç Nesil,Kendini tanımada, kültürünü kavramada ve yaşamada bu hadiselerinnasıl yorumlanmasını gerektiğini çok iyi bilmelisin. Busenin öğrenmeye çalıştığın başı dik, araştırıcı, sonsuzu kucaklayıcıve korkusuz kültürünün gereğidir.


WSinemaİbrahim ŞAHİN«TÜRK FİLMİ GİBİ BİRŞEY!...»Bugün Yeşilçam'la uzaktan yada yakından ilgisi olan hemen herkessinemamızın bir çıkmazda olduğunaişaret etmektedir- Türk Sineması'nmiçine düştüğü acınacakhali anlamak ve yarın nasıl bir sinemayıgündeme getirebileceğimizitesbit edebilmek için sinema tarihimizingelişimi içinde yapılan yanlışlarınortaya çıkarılması gerekir-Sinemamızın prototipi niteliğindekiilk çalışma Fuat Uzkmay'myüz elli metrelik belgesi olarak gösterilir.Bu çalışma doğrudan doğruyabir film özelliği taşımadığı gibisan'at endişesiyle uzaktan yakındanbir alâkası da yoktur. Uzkınay'ın«Ayastefanos Abidesinin Yıkılışındanüç yıl sonra çekilen, SimavFnin«Pençe» ve «Casus»u bizimsinemamızın başlangıcı olarakele alınmalıdır- (1917) Muhsin Ertuğrul'un1922 yılında sinemaya geçişiise sinema tarihimizde yeni birdevri başlatır; Tiyatrocular Devri.Yedinci san'at adına bir yığın kaybıda beraberinde getiren ErtuğruR'unDarül-i Bedia'nin kadrosunu kamerakarşısına çıkarması; her şeyerağmen Türkiye'de «sinema» adındabir san'atm olduğunu duyurmasıbakımından faydalı olmuştur-Ayrıca yaklaşık on yedi yıl sürenbu dönem içerisinde, tiyatrocularıniçinde yetişen fakat tiyatrodan çoksinemacı olanların bulunması. TürkSineması'nın bir an evvel sinemacılaraverilmesine sebep olmuştur.Bizim sinema tarihimiz, profesyonelsinemacılık bilgilerinden mahrum,ün, para ve heveslerini tatmin peşindekoşan bir çok insanla doludur.Bunların en büyük faydaları«kötünün ne olduğunu gösteren»yapımları gerçekleştirmiş olmalarıdır.Cumhuriyet'ten sonra dışaaçılan sinema sanayimiz- ithal edilenABD ve Arap (özellikle Mısır;Çünkü Vedat örfi'nin Mısır'dakifilm şirketi 1926 yılında kurulur)filmleriyle piyasayı doldurur. Çokpartili dönemin sinema açısından enmühim faydası hiç şüphe yok ki,bir yönüyle serbest rekabet ma'nasmagelebilecek çalışmaların yapılmasınazemin hazırlamış olmasıdır-Kurulan yeni şirketler ve ortaya çıkanher yeni yapımla, sinemamızdabugün bile etkisini devamettirenbir takım alışkanlıkların pekiştirilmesi;Dünün star sistemi bugün bilesürüp giden bir alışkanlık olarakkalır- Beyaz perdeyi; iyi ve kötününçatışma mekânı yapan sinemacılarımız,bir insanın iyi ve kötü yönlerininolabileceğini nedense birtürlü görmek istemezler- Hepinsanlar ve karşıtları...iyiKadın oyuncularımıza angajeedilen tipleme sistemi ise, daha en-«Beyaz perdeyi iyive kötünün çatışmamekânı yapansinemacılarımızbir insanın iyi vekötü yönlerininolabileceğini nedensebir türlügörmek istemezler.Hep iyi insanlarve karşıtları...» 37


«Şimdiye kadarverilen örneklerdedaha ziyade Türktarihini gündemegetiren MillîSinema anlayışıbundan sonra,Türk insanınınyarınki tavrını datespit etmelidir.Düşülen çıkmazlarınaltmda yatanher realite ortayaçıkarıldığı sürecebir kötülük unsuruolmaktan kurtulur.terasan değişiklikler gösterir. Birdönemin en çok tutulan yıldızları,erkeğini her ne pahasına olursa olsunseven ve uğrunda can verenşarkıcılar, türkücüler ya'da oyuncukadınlar; elli'lere doğru yerlerinidaha cazip; bir bakışta yürek yakanhem cinslerine bırakırlar. Uğrunacinayetler işlenen, yuva yıkan,iyi aile babalarını yoldan çıkarankadın tipi. kısa zaman evveline kadarsinemamızın vazgeçilemeyenkarakterleridir. 60.'tan sonraki yenianayasanın sağladığı imânlarlasinemamız, şuurlu bir çalışmayla.artık, insanların gündelik hayatlarınagirmeye, onları yönlendirmeyebaşlar. Estetizmi daha ziyâde dönemin<strong>edebiyat</strong>ı gibi, köy ve köylü iletoplumun belli bir kesiminde (özelliklegecekondu, kenar mahalle, işçi)gören bu devir sinemacılarımız;kaba bir realizmle Türk toplumunabir ideolojinin yerleştirilmesi içinçalışıyorlardı- Yılanların Öcü (1962),Susuz Yaz (1963), Suçlular Aramızda,Yarın Bizimdir (1964) vb. filmlerdedaima aynı hedefi işaretederler. Fakat bunların ideolojik tavırları,1968'den sonra ortaya çıkanve az çok devamları olanlar kadarşuurlu değildir. Sadece şekil olarakyoksulluk, aşağılanmak gibi temalarıişleyerek amaçlarına ulaşmakgayesinde görünürler. 68'den sonrakileriise asıl çıkış yolunun nasılbulunacağını, eylemin ne demekolduğunu, birlik ve beraberlik, sömürüve sömürü düzeni gibi temalarlaçok daha etkili olmayı başarmışlardır.Bu tarz çalışmalar yapılırkensinema tekniği, sinemanınbütünüyle bir san'at olduğu gerçeğidaima gözden kaçmış, arka plânaitilmiştir. Bunun değişik sebepleriolabilir- Fakat estetizmin sadecekaba realizmle sağlanmak istendiği,hatta bunun dikkate dahi alınmadığıtartışılmaz bir gerçektir-Çok partili döneme geçilen yıllardanbaşlayarak, günümüze kadarolan zaman diliminde Türk Sinemasıen hızlı değişimini yaşamıştır.Elli'li yıllara kadar büyük birdeğişikliğin görülmesi mümkün değil.Tiplerde olsun, anlayışlarda olsun,az ya da çok farklarla bir takımdeğişimler olmuş, bütün budeğişikliklerin neleri getirip nelerigötüreceği hiç dikkate alınmamıştır-Halbuki Türk insanı altı asırlık birimparatorluğun enkazından, Tanpınar'ındeyimleriyle «genç TürkiyeCumhuriyetimi yaratmıştır. Köklübir kültürü ve medeniyeti olmayanmilletlerin yeni hamleler yapmasıgüçtür. Bu macerayı ortaya koyabilecekbir tek anlayış görülür sinematarihimizde; Millî Sinema.Toplumsal Gerçekçiler'den ziyâde68' sonrası Militarist Sinema'nınkarşıtı olarak beyaz perdeye yansıyangörüşün temelleri, İslâm! motiflerlesüslü Türk insanının dününeve bugününe dayanıyordu- Dahaaçığı; tarihin bir misyonu vardı; bumisyon ancak günümüze bir takımyollarla aktarılarak gerçekleştirilebilirdi-Yarının sağlıklı toplumları,ancak tarihlerinden güç alarak ortayaçıkardı- Geçen yazımızda dadeğindiğimiz gibi. Milli Sinema'cılarkavramların gerçek ma'nâlarıyla,bir TÜRK SİNEMASI ortaya koymakistiyorlardı, örneklerini 70-75arasında görebildiğimiz Millî Sinema,sonraki yıllarda televizyondadaha bariz şekilde ortaya çıkar. Şimdiyekadar verilen örneklerde dahaziyade Türk tarihini gündemegetiren Millî Sinema anlayışı, bundansonra, Türk insanının yarınkitavrını da tesbit etmelidir. Düşülençıkmazların altında yatan her realiteortaya çıkarıldığı sürece, birkötülük unsuru olmaktan kurtulur.Biz, dünü yaşadık, bugünü yaşıyoruzve yarını yaşayacağız- Ferdîya da içtimaî bir takım mes'elelerimizdün vardı, bugün var ve yarında olacaktır- Ve Millî Sinemayarma nasıl bakıyor?1960-70 arasında dikkati çekenbir başka sinema akımı kendilerine«Ulusal Sinemacılar» adını verenve Kemal Tahir'in Osmanlı devletdüzeni ile ekonomik yapısındankaynaklanan tarih görüşünü benimseyenHalit Refiğ- Metin Erksanekilisidir. ilk çalışmalarını «ToplumsalGerçekçiler» arasında verenbu iki yönetmen, sonraki yıllardakendi başlarına, daha çok görüntüyedayanan bir sinema estetiğinden


yola çıkarlar. Türk Sineması o zamanakadar ki görüntüsüyle böylebir endişeden uzak, tamamen tipedayalı bir özellik gösteriyordu- Seyircininyabancı olduğu bu estetizm,ister istemez zamansız bir çıkışolarak kaldı- «Sevmek Zamanı»bu anlayışın en güzel örneklerindendir-Metin Erksan'ın televizyoniçin sonraki yıllarda çektiği «BeşHikâye» yine aynı doğrultuda elealınabilir- Bu hikayelerdeki dialogkıtlığı- vurdulu-kırdılı star sisteminealışmış seyirci için anlamsız oluyordu-«Geçmiş Zaman Elbiseleri»gibi belli bir estetik görüşün mahsulüolan hikâye, aynıyla televizyonaaktarılınca netice fiyasko olarakkalacaktır- kalmıştır da- Canım SanaFeda, Erkek ve Dişi, Sensiz Yaşayamamgibi filmler bu anlayışıngöstergeleridir-1975'den sonra sinemamız, birseks dalgasının ortasına atılırken-kasıtlı ya da kasıtsız-sinemacılarımızTürk insanının bağlı bulunduğubir takım değerlerin olduğunudüşünmezler- Her şeyden evvel ekonomikyapıyı suçlayan ve seyircininseks filmlerini tuttuğunu ilerisüren yapımcılarımız aynı yıllarda,halkı afişlerin önünden dahi geçemezhale getirirler. Alçalıp yükselenbir sinema sanayi, yozlaşmış,kendi kendini ölüme mahkûm etmişstar sistemi- hatta dublajda bilebellli isimlere bağlı kalan Yeşilçam,bugün artık çırpmıyor- Seksenliyıllara gelindiğinde, işletmeciler büyükbir telaş içindedir artık- Televizyonunve videonun normal fonksiyonunuyerine getirmesi bile sinemamızınölümüne sebep olarakgösterilebiliyor- Artık günlük hayatınhemen her safhasında, halkımızkomik olaylar için «Türk filmi gibi»cümlesini sarfediyor- Peki sinemacılarımızınyeni çıkış yollarıararken başvurdukları çareler neler?Bunlardan bir ikisine buradadeğinelim:Birincisi; basından da yararlanarak,sinemamızın yeni bir atılımiçinde olduğunu kabul ettirmek-Bu fikri görünce aklımıza hemenSpengler'in cümleleri geliyor: «Basınınbuyrukları istediği gerçekleriortaya koyar, dönüştürür ve değiştirir-Üç haftalık bir basın çalışmasıyapılmaya görsün, herkes gerçeğit!) kabul eder (...)» Üzerindedüşünmeyi okuyucuya bırakıyoruzikincisi;starlara seks filmleriyaptırmak ve o yolla seyirciyi çekmek-Bugün piyasaya çıkan -ve çekimleriyapılan-bir çok film bu yollatutunmak iddiasındadır- Fakatbunu yaparken de «yeni bir cinsellik»sloganının ucuzluğuna sığınılmaktadır-«Bir Yudum Sevgi» örneğindeolduğu gibi... Kadının ekonomiközgürlüğünden ziyâde, sırf cinsîarzularına tatmin için yeni eylemleregirişebileceği Markist literatürçerçevesinde ele alınıyor- Veeğer böyle giderse seyircinin dahauzun zaman sinema salonlarına itibaretmiyeceğini ister istemez sinemamızadına bir kayıp olarak düşünüyorinsan- Kaliteyi bir kenara bırakanve sloganlarla yaşamaya çalışanbir anlayışın çağdaş dünyasineması seviyesinde eserler vermesibeklenemez. Ayrıca her ülkeninkendine has kültürel yapısı onunsan'atlarını ortaya çıkarır. Bugünbir Amerikan Sineması'ndan bahsedilebiliyorsabunun sebebi her yönüyle-Western'lerdahil-Amerikanhalkının endişelerinin sahneye aktarılmasındandır.Evet! «Türk filmi gibi bir şey!»Selim İleri sinemamızla ilgili biryazısına «Genel Görünümüyle TürkSineması Melodramatik Bir Romandır»başlığını seçmiş- Biz ise «genelgörünümüyle Türk Sineması trajikomikbir romandır» diye düşünüyoruz.Sırası geldikçe endişelerimizive tekliflerimizi yazmaya devamedeceğiz-1. Türk Sineması Kronolojisi, 1895-1966, Nijat özen, Bilgi YayıneviAnk; 1968-2. Türk sinemasında ideoloji, MesutUçakan, Düşünce Yay- ist- 1077-3- Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri.Zorakiş Gemi, MeteTuncay Bilgi Yay. Ankara, 1972-4- Milliyet Sanat Dergisi,Ağustos 1983-S- 77, 1«Kaliteyi birkenara bırakıpsloganlarla yaşamayaçalışan biranlayışın çağdaşdünya sinemasıseviyesinde eservermesibeklenemez...»


«SENİ KALBİME GÖMDÜM»YA DASEVGİ ÜZERİNESORULAR— Çiğnenirken, bir gün doğratacağımı biliyordum.— Gidelim buralardan, daha az güçlü olunacak bir dünyaya...— Zengin doğdun, zengin büyüdün sen.Altı Nisan akşamı televizyonda bir film vardı, seyrettiniz mibilmiyorum, «Seni Kalbime Gömdüm». Filmin artistlerinin, dedikodularının,şu duymaktan gma getirdiğimiz salon sosyalistlerininfakirlik <strong>edebiyat</strong>ının ötesinde birşeyler vardı ekranda. Gözyaşları,fakir delikanlı-zengin kız bunlara da eyvallah, ama başka birtakımşeyler.Sevgi isteyen bir kadın. Erkeğine birşeyler anlatmak isteyen,beni anlamıyorsun diyen bir kadın. Gerçekte sadece sosyetenin rezaletlerini,iş dünyasının dolaplarını değil, sarsılan dünyamızınçatlayan kirişlerini, yamulup bükülen kolonlarını da görebiliyorduk.Şöyle objektif, üstünkörü düşününce «Eylül»ü haksız bulabiliriz.Bir kadının «dişilik kompleksi» kaynaklı «kaprisleri» diyebiliriz.«Erkek çalışmalı, güçlü olmalı, para kazanmalı ve kadınının da bunoktada anlayışlı olması gerek» diyebiliriz. «Bu nokta» derken, onungerçekten bir nokta olduğunu düşünmek saflığına düşersek eğer,onun günümüzde bir nokta değil, hayatın tüm safha ve bölgelerinibütün yoğunluğuyla kaplayan kopkoyu bir alan, ağırlığı birimlendirilemeyecekbir hacim olduğunun farkına varamayız kesinlikle.Günümüzde aileleri dağıtan, gençliği amaçlarından, hedeflerindensaptıran, insanlığın başına türlü belalar açan birçok sebebiniçerisinde «sevgisizlik» zannettiğimizden de fazıla bir yer işgaletmiyor mu?Eğitiminin ilk gününden, mesleğini belgeleyen üniversite çıkışınıaldığı son güne kadar, kendisine öğretilenlerin tek mesnetiniteşkil eden üretim-tüketim ilişkilerinin beynini tamamen dol-


durduğu insanın tabiata ve insana «önce sevgi» anlayışı ile bakmasınınasıl isteyebiliriz?Medenileşmek, ilerlemek, büyümek, gelişmek ve bunun gibibirçok yalancı yaftanın parlaklığı arkasında, bize ve diğerlerine azgelişmiş, geri kalmış, ilkel suçlamaları arasında, «Yaratıcımızaimanla», yarattığı tabiatla «barışık olmak» felsefesi ile, «tevekkül»ile dolu kalıblerimizin kapılarına mühür vurulup, kapasitesihacmi ve gramaj ıyla sınırlı beyinlerimize enjekte edilen materyalistöğretiler ve bunların süfli tutkuları, inançsız, sevgisiz, vicdansız,kapkara bir dünyanın içine atmadı mı bizi?Biz sevgiye mesnetlenerek yaratılmış bir kainat kavramınainanmıyormuyduk? Ben bu soruları size sorarken, sizde sorunkendinize ve herkese...Neden ormanlar sülfürik asit ya da bilmem hangi kimyasalzehirin yağmuru altında yok oluyor? Neden balıklar zehirlenerekölüyorlar? Neden kuşlar şehirlerde kışın ortasında soğuktan değildehava kirliliğinden ölüyorlar? Neden bir anne yavrusunukendi sevgi dolu, şevkatli kollarından kopararak kreşlerin, yuva-,ların beslenme, eğlence formüllerine terkederek kendisini tezgâhların,büroların streslerine gömüyor?Onlar yani bize bunları öğretenler Yaratıcıya sevgiyi Papa'lardan,yar'a sevgiyi Romeo Jüliy et'ten, baba sevgi-sini Kral Lear'dan,memleket, halk sevgisini Machierel'den, insan ye tabiat sevgisiniAdam Smith'ten, Kari Marks'tan öğrendiler. Ama maalesef bize deaynı şeyleri öğrettiler ve hâlâ da öğretiyorlar.Fakat bizim imanımız vardı hani? Mevlâna'mız, Yunus'umuz,Kerem ile Aslı'mız, Ferhat ile Şirin'imiz vardı hani?Erkeğinden bir yudum sevgi isteyen kadınlar kapris mi yapıyorlargerçekten, aynı soruyu Emine'sinden, Ayşe'sinden, Fatma'­sından bir süzgün bakış bir tebessüm bekleyen delikanlı için desoralım, haksız mı istediklerinde, beklediklerinde?Çağımızda kadın ile erkek arasındaki tezatlaşmanm bir sebebide acaba, günümüzün materyalist anlayış kaynaklı izafî, temelsizgerçekleriyle erkek kadar sıkı bir biçimde muhatap olmayan kadının,yaratılış esas ve özelliklerine duygusal bazda daha sıkı sarılmışolması mıdır?«Sevgi ile kuşatılmış bir dünyada yaşamıyoruz» diyordu bufilmde artist. Doğru, maalesef böyle bir dünyada yaşamıyoruz. Amavarlığımızın sebeplerinden biri de böyle bir dünya teşkil etmek değilmidir? Bu özlem Avrupa'da Mavi Tuna'lı valslerle dolu pembebulutlu zamanların bir özlemi değildir, bir hippinin, bir çevre korumacınınütopik hayalleri hiç değildir.Kanla, barutla, nefret ve kinle, sömürü ve baskıyla, açlık vekorkuyla, haksızlık ve ölümle, adaletsizlik ve işkence ile kuşatılmışbir dünyada yaşıyoruz. Ama Alemlerin Nur'u bütün bunları değiştirmekiçin gönderilmedi mi? Bizim de insan olarak görevimizbunlar değil midir öyleyse? Sevgi ile kuşatılmış bir dünya için vardeğil miyiz?


RomanİncelemesiHüseyin TUNCER"AZAP TOPRAKLARI„nda"ÇİÇEKLER BÜYÜR,,IŞINSU'nun «Azap Topraklarındansonra, «Çiçekler Büyür» ünüokuyanlar, aradaki sıkı bağı göreceklerdir.«Azap Toprakları» nda büyüyen«akçiçekler», iki eser için desöz konusu. Tutsak yaşayan Türklerinçilesini dile getirişi bakımından«Çiçekler Büyür» ü, «Azap Toprakları»nın ikinci bir halkası olarak değerlendiriyoruz.Su sebeple, «AzapTopraklarında Çiçekler Büyür» diyoruz.«Azap Toprakları»nda mekân.Yunanistan, özellikle Gümilcine'dir.Vak'a, Batı Trakya'da yaşayanTürkleri, Yunan zulmünden kurtarmakmücadelesi üzerine hareketlisahneler gelişmektedir. Konu, BatıTrakya'da yaşayan Türklerin hertürlü baskıya rağmen, Türklük veMüslümanlıklarını unutmayışlarıdır.«Çiçekler Büyür»de ise, mekân,Bulgaristan, özellikle Razgart ileŞumnu'dur. Vak'a. Bulgaristan'dayasayan soydaşlarımızın komünistrejimin baskı ve zorlamalarına karşıverdikleri yoğun mücadelelerdir.Konu- Bulgaristan'da yaşayan Türklerin«özerklikle kavuşabilmeleri,Türklük ve Müslümanlıklarım yaşatabilmeleridir.Her iki romana yapı bakımındaniyice bakılırsa, ortak yan: Soydaşlarımızıntutsaklığı, acımasız işkenceve zulüm görüşleri, din vemilliyet uğruna verdikleri savaş ileözlerinden kopmamaları şeklindegörülecektir. Ayrıca mücadele verenkişilerin kimliklerinin gizliliği, aynıhayatı paylaşanların meçhulakıbetleri acıyla izlenecektir.Bu kısa açıklamalardan sonra,asıl üzerinde durmak istediğimiz«Çiçekler Büyür»e geçebiliriz.«ÇİÇEKLER BÜYÜR»«Akça bardaklara sevdalıyım,karın altından uzatıp başlarını, hertürlü kıyım ihtimaline karşı, boyunlarınıdik tutabilmeleri vardıya... Bir yanda yok olma, bir yandakoparılıp yok olma, fakat bir kısmıda büyümeğe devam ediyor» (s- 86)Eser, dört bölümden oluşmaktadır.«Çiçekler Büyür» adı, güzel veince bir imajın ürünüdür. Romanınkahramanı Ilay, (ülküdaşlan: Fatma,Arif, Rıza, Mehmet...) kardelen(akçabardak, ak çiçek) gibi düşünülmüştür.Akçabardak çiçeği,kar'ı delip çıkan, güçlü ve inatçı birçiçek olarak tanıtılıyor. Bu özelliğiylede, Bulgarlara karşı mücadeleeden Türklerin öldükçe dirildikleri,yaşadıkça savaştıkları arasında yakınve sıkı bir ilgi kurulmak istenmiştir-Kısaca, akçabardaklar, Bulgaristan'dakiTürklere benzetilmiştir-Türklerin güç şartlar altındamücadele verişleri yılmayışları, a-yakta durmaya çalışmaları; akçabardaklarmkarı delerek ortaya çıkışlarıylaeşdeğerde tutulmuştur.Eserde, Bulgaristan Türklerinin kurtuluşu,akçabardaklarla sembolleştirilmiştir.«Akçabardaklar güzel çiçeklerdir,piek güzel ...nazlı... beyaz.Hem baharın, yazın ilk muştusuduronlar, bilmez misin?» (s- 23) Yazar,şairin «Her donduran kışın bahardırsonu» demek ister gibidir- Ayrıca."İlay'm ağzından boynu büküktakımım, annesiyle sembolleştirir.


Romanda, Türklerle Bulgarlararasındaki çatışma ve İlay ile MehmetAli arasındaki aşk macerası,asıl çatıyı oluşturmaktadır- Yukarıdavermeğe çalıştığımız bölümler,Türk - Bulgar ilişkileriyle komünistdüzenin işleyişteki görüntüleriydi-Şimdi, İlay ile M- Ali arasındakiilişkilere bakalım-«— Köpeklik etmek değil, kendiniBulgar kabul etmek İlay, yokbaşka çare, yok! canı cehennememilliyetin bilmem neyin, bana Bulgarsındiyorlar, tamam mı, kabulediyorum; çünkü bana fayda sağlayacakolan Bulgar görünmektir,aslında hiç biri umurumda değil!-»(s. 76) diyen M- Ali, başlangıçtaîlay'la aynı doğrultuda görülürsede, romanın tümünde, yukarıdakianlayış içerisinde kendisini eritir gider-Bir Bulgar'ın sahip olduğu haklarıelde edebilme uğruna, gerçekkişiliği yok olur; varlığını kendisineadayan İlay'm elinde olur-İlay, yaşma göre çok bilmiş- zekive hareketli bir tiptir. Onu olumsuzyönde etkileyen faktörlerin başında.yaşı ve yaşadığı çevre gelir.İdeal bir tip olmamakla beraber,mücadelesini elden bırakmayan- dâvaarkadaşlarına bağlı mizacın inşamolarak görülüyor- Romandabaş kahraman olarak, M- Ali'den etkinrol oynamaktadır- Romanın tabiîhavası ve akışı dışından bakıkıhrsa,yazarın kadınlara vermişolduğu değer açığa çıkar. Adeta,İlay'in kadınlar adına erkekleremeydan okuyuşu sezilir. Kadınınvarlığını ortaya koyusu çabasıdırbu- Yazarın eserlerinde erkekleregüvensizlik duygusu, «Çiçekler Büyür»de Mehmet Ali ile İlay arasındakiilişkiler nedeniyle de açığa vurulmaktadır-Kadının kocası tarafındanaldatılması, başkalarıyla ilişkikurması- «Çiçekler Büyür» de devar- Nitekim Mehmet Ali; Vera, Nona,Mariya ve Anuşka ile yaşamıştır-«Tutsak»ta ise, Ceren, kocası Orhantarafından aldatılmış, başkalarıylailişki kurmuştur- IŞINSU «KüçükDünya», «Tutsak», Bir YürekSatıldı» gibi eserlerinde olduğu gibi-«Çiçekler Büyür» de de, kadının tutsaklığıüzerinde durmuştur. Bu, kadınınekonomik özgürlüğünden çok,sosyal ve manevî özgürlüğüdür. Genelanlamda IZŞINSU, erkeği sömüren,kadım sömürülen grub olarakgörmektedir. Ayrıca, kadınınerkeğin rahatını sağlayan bir vasıtaolduğu düşüncesini de «ÇiçeklerBüyür» de görüyoruz, (s 234 - 235)IŞINSU'nun eserlerine dikkatle bakılırsa-güvenilir bir erkek tipinerastlamak mümkün olmayacaktır-«Çiçekler Büyür» de M- Ali, bununen açık ve canlı örneğidir. «Bir YürekSatıldı» da, Genç Kadının fedakârlığınakarşı, Genç Adam'm vefasızlığıile Kadının zayıf yaradılışlıbir varlık olduğu söz konusudur.«Çiçekler Büyür»de, «Kız doğuracağına-geberse iyiydi; yerin dibinegirsin kendi de- kızı da!» (s 22)deniliyor. Toplumumuzda kız çocuğunadeğer verilmediği gerçeği karşımızadikiliyor. Erkekler için söylenensözlere birlikte bakalım :«— Aldırma ona uşaam... dedi...erkek değil mi, hepsi biribirine benzer,hepsi aynı soydan!» (s- 229)«Yani bir sürü erkekle geziptozan, onlarla yatıp kalkan... pekionunla bu işi yapan erkekler içinde var mıydı bir kelime... olmasıgerekirdi, aksi haksızlıktı- (s- 31)Yazar, haklı olarak erkeğin imtiyazlıtutumuna baş kaldırmaktave bu eşitsizliği yermektedir. Buyüzden, «Küçük Dünya» da Nur,«Tutsak» ta Ceren, «Bir Yürek Satıldı»da Genç Kadın, adeta yazar adınaerkeklere «dur» demektedirler.Kadının varlığını ispatlamak için,baş köşededirler.İlay, uzun yıllar ayrı kaldığınişanlısı M. Ali'nin son yıllarınıkuşkuyla izlemiş ve ona:«Rodoplar'daki Türkler'e işkenceyapılırken, köylerin üzerinden tanklargeçerken, evler ateşe verilirken,evet nerdeydüi; çocuklar ağaçlaraasılırken, kızın ,kadının ırzına geçilirkennerelerdeydin? Hem bütünbunlar niçin, biliyor musun? OradakiTürk isimlerini, Bulgar yapmadıdiye, İslâm dinini bırakıp, OrtodoksHıristiyan olmadı diye!...» (s- 412)böylesine işlenen ürpertici vahşetihaykırmıştır. İlay'ın dâva arkadaşlarınabağlılığı- nişanlısına bağlılığındanön plânda yer almış, tüm«E. IŞINSU, haklıolarak erkeğinimtiyazlı tutumunabaş kaldırmakta vebu eşitsizliğiyermektedir...»43


«Çiçekler Büyür'dederinlemesineve başarılıtahliller vardır.Konuşmalar vekişi tasvirleriiyice verilmiş.Yalnız çevre tasvirlerinde,bir boşlukhissedilmektedir.Bunu, olaylarıngeçtiği ve yaşandığıyerlerinbizzat yazar tarafındangörülmeyişinebağlamakmümkündür.»işkence ve zorluklara karşı ülküsündenuzaklaşmamıştır- O'nun toprakve taş toplama kamplarındaki mücadelesi,sağlam bir inanca ve iradeyedayanıyor.«Çiçekler Büyür» realist açıdanyazılmış, kapsamı geniş ve dolu birromandır. Çünkü yaşanılan gerçekhayat, bütün çıplaklığı ile ortayaserilmiştir. IŞINSU'nun «ÇiçeklerBüyür'ü 1978 Ağustos'ta bitirdim-İlay ancak şu günlerde (1979 Mart)beni bıraktı» ifadesi, okuyucu olarakbizleri de kapsamaktadır. Gerçektengünlerce îlay'ı yaşadığımızıitiraf etmek zorundayız. Bundaîlay'ınyaşadığı hayat kadar, yazarınbaşarılı gözlem ve anlatımınında etkisi var...Romandaki tâli şahıslar içindeArif, sağlam ve güvenilir bir tipolarak belirmektedir. Gizli teşkilâtınadamı olmasına rağmen, davranışlarındaaçık vermeden çalışmıştır.Daima mantıklı ve makul oluşuylailgi toplamıştır.Romanda, tartışma konusu olabilecekbir durum çıkıyor ortaya.Kemal Eminofa, babası kadar bilinçliolamamanın ve kız sahibi olmanınezikliğinden dolayı mı, minareyebayrak çekiyor; yoksa, kendivarlığını göstermek için mi?Romanın akışı içerisinde birinciyekatılmak gerekiyor. Ne var ki. IŞIN-SU bu konuda, «Kemal'in bu işi.sırf varlığını ispat etmek için insiyakiolarak yaptığını» söyler.«Çiçekler Büyür» de, derinlemesineve başarılı tahliller vardır. Konuşmalarve kişi tasvirleri iyice verilmiş.Yalnız çevre tasvirlerindebir boşluk hissedilmektedir. Bunu,olayların geçtiği ve yaşandığı yerlerin,bizzat yazar tarafından görülemeyişinebağlamak mümkündür.Meselâ, M. Ali bulunduğu okulumektuplarında yüzeyden tanıtırözellikleRazgart'a açık bir şekildenüfuz edilemediği görülüyor- Bunlarınyanı sıra, toprak ve taş kamplarındakiçalışma tasvirleri iyiceverilmiştir. İşkence odası ile tlay'mhırpalanış sahnesi, oldukça etkiliyicive başarılıdır. Romanın genel havasıiçerisinde, üçüncü bölümün seçkinbir yeri olduğunu belirtmeliyiz.Çok etkileyici ve sürükleyici bir anlatımkarşısında buluyoruz kendimizi.Belki bunda olayın can alıcıyanları da etkili olmaktadır- Kısacümleler yanında, özellikle tahlil vetasvir bölümlerinde, uzun cümleleryer almakta. Kurallı cümleler ağırlığıteşkil ediyor, ancak devrik cümlelerde az değil... Soru ve ünlemcümleleri, anlatımdaki ahengi sağlayanetkenlerden biri olarak belirmekte-Çoğu yende, sıra noktalardanyararlanılarak cümleler yarımbırakılmış- Bu tutum, bir boşluk yaratmadığıgibi, genel tabloyu da etkilememektedir.Fikir paragraflarındaçok güzel ve düzgün bir kompozisyon,ruhları okşamaktadır. Örnekbir paragrafta bunu görelim:«Pek hoştur be uşaam duvarörmek; emeğe sabrı katık katık etmektir.Bir bir tuğlaları» kerbiçletuttura tuttum... İşin başında iyneylekuyu kazacaksın sanırsın, olmayacak,bitmeyecek sanırsın- Amatek tek İlay ve dahi dikkatli ilerledinmi bi gün, bi bakarsın ki kocaduvar çıkmış karşına, sapa sağlam-Sen yapmışsındır onu, hevesingelir. Şöyle ellerini beline koyupgeçersin karşısına... Ohh, sabrınsonu selâmet, amma çalışırken sabır,oturup beklerken değil ha!»(102)«Roman yazmayı, içtenlikle,var oluş sebeplerinden biri olarakgörüyorum- Bu yolda çile çekiyorum,ve bu yolda belirli bir olgunluğave derinliğe ulaşmaya çalışıyorum»diyen IŞINSU'nun «ÇiçeklerBüyür» ile arzuladığı olgunlukyolunda olduğunu belirtmek istiyoruz.«Çiçekler Büyür» romancılığımızdabir merhaledir. Varılmasıgüç bir noktaya erişilmiştir. Sanatınıülküsüyle birleştiren IŞINSU'nun«Çiçekler Büyür» ü. Nebi Hezrî Babayev'in«Ağ Çiçek» şiirini yaşatti bizlere!Soğuk soğukBoylanırsanSöyle n6çin, ağ çiçek?De, sen de miHasretlisenAğ ellerçin, ağ çiçek?»


TercümeZAHMETEKATLANMAKLÂZIM/AlainM. Fikret GÖKDEMİRŞu çocuk bahçelerine ve eğlendirerek birseyler öğretme amacınıgüden diğer buluşlara fazla itimadım yok. Halen yetişkin insanlarauygulanan metod da mükemmel sayılmaz. Kültürlü geçindiğihalde «Parme Manastırı»nı veya «Vadideki Zambak»ı okurkensıkılan pek çok insan gösterebilirim. Bu gibileri, herşeyi dahailk bakışta hoşa gidecek şekilde takdim eden ikinci sınıf eserleriokurlar sadece. Fakat ucuz zevklere kapılarak, biraz azim ve dikkatsayesinde elde edebilecekleri daha yüksek bir zevkten kendilerinimahrum ederler.İnsanı biraz zahmet çekmeden asla tanımayacağı üstün birzevkin keşfinden daha çok yetiştiren başka bir tecrübe yoktur.«Montaigne»i okuyup anlamak zordur; bunun için önce onu tanımalı,eserlerini okumalı ve bu eserlerde kendimizden birseylerbulmalıyız. O'nu ancak o zaman anlayabiliriz. Aynı şekilde, birleştirilmişkartonlardan elde edilen geometrik şekiller insana hoş gelebilir.Fakat, daha zor problemlerin verdiği zevkte daha canlıdır.Keza, bir piyano eserini okumanın verdiği zevk, ilk derslerde hiçte duygulu değildir, önce sıkılmayı göze almak lâzım. Bunun içindirki, çocuğa, ilmi ve sanatı meyve şekerini tadar gibi tattıramazsınız.İnsan meşakkatle olgunlaşır. Gerçek zevklere ulaşması vebunlara lâyık olması; alabilmek için vermesi icâbeder. Bu işin kanunubu.Bilhassa, enerji "dolu, doymak bilmez bir merak içindeki çocuklaracevizin iç olarak verilmesinden yana değilim. Aksine, yetiştirmesanatı dediğimiz şey, çocuğun zahmet çekmesini ve yetişkinlerseviyesine ulaşmasını sağlamaktan ibarettir. Burada eksikolan arzu değildir. Arzu, çocuk zihninin itici gücüdür.Çocukluk, içinde uzun zaman kalamıyacağımızı hissettiğimizfarklı bir dönemdir. Yaş ilerledikçe yavaşlayacak olan büyüme,bu kendini aşma hareketini ister istemez hızlandırır. Yetişkin insan,çocuğun kendisinden daha makul ve daha ciddi bir istikamettakibettiğini itiraf etmelidir. Şüphesiz her çocuk, biraz havaî oluphareket etme ve gürültü yapma ihtiyacını duyar. Bu da, çocuk hayatındaoyunların payıdır. Ancak, çocuğun, oyundan işe geçtiğizaman, büyüdüğünü hissetmesi de gerekir. Çocuğu duygusuzlaştırmaklahiçbir ilgisi bulunmayan bu güzel geçişin, belirli ve gösterişliolmasını arzu ederim. İleride, kendisini zorladığımız için çocuk,size minnettar kalacak, şımarttığınız için sizi suçlayacaktır.Çıraklık, gelişmiş, mükemmel rejimlerin eseridir. Bu yolla çocuk;işin ciddiyetini kavrar.


KitapTanıtmaİbrahim ŞAHİNÜCKİTAPETRAFINDAÜzerinde durmak istediğimiz kitaplardanbirincisi: Sürgün Sevdalan...Genç şâir Sefa Kaplan'm ilkşiir kitabı-SÜRGÜN SEVDALARIŞiir estetiğimiz, asıl değişimini40'lardan sonra gösterdi, -öncekişiirimiz bir tarafıyla daima eskiyebağlıydı-Garipçiler'in estetiği-şiir esteğini-yorumlayışları,evvelkileri temeldenreddediyordu- îster istemeziçlerinde bir nesil yetişecek ve sonrakiyıllarda, Türk Şiiri'nin iç yapısındaönemli bir değişimi kaçınılmazyapacaktı- 60'ların Türkiyesi,siyâsî hareketlerin yanında, san'athareketlerini de yeni kanallara çekti-Romanda köy <strong>edebiyat</strong>ı hız kazanırken,şiirde oldukça ontolojikimagelar gündeme geliyordu- Şiirdünyâmız. Marksist dialektiği dışlamadankendini kabule zorladı- Oyıllardan bugüne bütün şiirlerin hissîlikdozajı düşerken, yerine pozitivistbir taban ikâme oluyordu-Dış yapıda serbest, açık, hatta berrakanlatımın yerini imageli bir anlatımalmaya başladı- 40larda Türkşiirindeki yenilik muhtevada ve şekildetam bir serbestlikti. Üstelikbunun şiirin asliyetiyle bağlantısıda düşünülmemişti- İhtilâl-60 ihtilâli-sonrasınmşiirinde şekil serbestliğikökenini Garipçiler'den büyükölçüde, çünkü önceki dönemde buserbestliğin görüntüleri vardı-almasmarağmen, muhtevanın anlatımbiçimindeki kapalılık, aynı gruptangelmiyordu. Bunun köklerini şâirlerinyeni anlatım biçimi arayışlarındagörmek mümkün... Yönelişinkaynağı, san'atkârların, siyâsî vefelsefî tavırlarında yatmakla beraber,ortada bir reddediş görülüyordu-Daha ziyâde anlatım biçimindeyepyeni bir yol bulmak... Sonrakişâirlerimizde -ister muhafazakâr isterMarksist olsun-bu yeni anlatımınte'sirlerini görmemek mumgündeğil. O yıllardan bugüne, azçok geleneğe bağlı -bariz taraflarışeklen «millî» kelimesinin etrâfında-birşiir ortaya koymak isteyenşâirlerimiz, II. Yeni'nin anlatım tarzınınderinden te'sirini hissediyorlar.Bunun sebebleri neler olabilir?Günümüzde, Türk toplumunundurumu da göz önüne alınarak,«millî» lik vasfı olan değerler şiirvasıtasıyla korunabilir yahut yerleştirilebilirmi? İkinci sorunun gerekçesi,bunu yapmaya çalışan şairlergörmüş olmamızdır- Bütün busöylediklerimizin Sürgün Sevdalanile yakın alâkası var- Peşinen-bilinenşeyler olmalarına rağmen-şunlarıda ekleyelim:Türk Şiir'i -genelde-bugünçıkmazdadır.birGelenekli şiir estetiği tüm mahsullere-çünkü çalışma yok-rağmenkurulamamıştırözellikleyerleşik değerlerin korunmasıve ideolojik tavıırlarm şiireyansıması, asıl yapılması gerekenigözardı ettirmektedir.Şâirlerimiz, evvelkilerin derinetkilerini hissetmekten kendilerinikurtaramıyorlar.Bunları Sürgün Sevdaları dahilindebiraz açalım:özellikle Yahya Kemal ve sonrakilerdenbir kaç usta dışında, geleneklişiirin güzel örnekleri ortayakonmamıştır- Bunda, ortaya çıkanyeni şiir anlayışlarının payıbüyüktür. Diğerleri ise deneme olmaktanöte gidememişler, «millî»ligi, şekilden ibaret farzetmişlerdir.Yani, ideolojik yansımalar- şiirinşiir lik dozajını aşmış, ortaya nesrindeğişik bir tarzı çıkmıştır- Türkiye'degelenekli şiir yeniden gündemegetirilmek isteniyorsa, bununfikrî ve felsefî temelleri tartışılmalıdır.Sefa Kaplan'm şiirinin asıl örgüsübu doğrultuda görülüyor. Es-


ki Bayramlar. İhtiyarlar Sokağı,hatta Sürgün Sevdalan ve KaranfilKokusu'nda nostaljik yan ağır basar.Reel olandan kaçış- Sefa Kaplan'men mühim malzemesi görünümündedir.II- Yeni'nin bariz te'sirleri iseSefa Kaplan'm image dünyasında-Dili kullanış biçimi, özellikle, CinnetÇarşısı. Geç Kalan ve Çığlık'taadıgeçen gruba yaklaşır.Sen vakitsiz leylâ parmakları enuzunBen çoktan mecnûn sen vakitsizleylâ (Cinnet Çarşısı)Ne kadar çok ampul kirli sarıİstanbul (Geç Kalan)Gözlerin nedenıslak bir meydansaatinde (Çığlık)gibi mısraları çoğaltmak mümkündür.Kaplan'ın şiirlerinde konular-hemen hemen hepsi-bir uyuşmazlığınürünleri. Gecekondu. AlmanyaMektubu- Almanya Trenleri vs-Felsefî endişeden uzak, kendi içinderahat ancak şekilde huzursuz birşâirin seslenişi Sürgün Sevdalarıikincikitabımız bir akademisyeneait: Roman Sanatı ve Roman İncelemesineGiriş. Doç- Dr. Şerif Aktaş'mroman tahliline dair yaptığıbir çalışma-ROMAN SANATI VE ROMANİNCELEMESİNE GİRİŞİntibai tenkid ve tahlil tarzınıngünümüzde artık geçerliliğini kaybettiğibilinmektedir. Tahkiyelieserlerin tahlilinde, ilmî metodlanıuygulamaya çalışanlar çoğunlukta.Fakat bu çalışmaların bir metodolarak gelişebilmesi, yaygmlaşabilmesi.akademik çalışmaların tartışılmasıve dışa tasmasıyla mümkündür.Türkiye'deki zihniyet bunu birtürlü başaramamıştır- Hiç bir akademisyenAktaş'ın çalışmasını tartışmagündemine getirmemiştir. Yanlışlıkburada yatıyor- Ortaya konaneserlerin her yönüyle tartışılmasıgerekmektedir. Tartışılmayan,eserlerin tatbiki de sadece akademikseviyede kalacak, eserden beklenenfonksiyon yerine gelmeyecek­tir-Bir başka husus: bugün az daolsa geçerliliğini koruyan intibâitenkidin, roman ve hikâye-hattaşiir-tahlilinde oynadığı roldür. Eserinmükemmeliyet derecesini belirleyecekkıstas, bir teori kitabınınortaya koyduğu esâslar mıdır, yoksaokuyucuda uyandırdığı te'sir derecesimidir?Şerif Aktaş, roman san'atınıntemel özelliklerini verirken bunlarıbir kaç örnekle de desteklemeyeçalışmış. Ancak bu örneklerinbütünlük arzetmemesi okuyucununkafasmda bir takım soru işaretleribırakıyor. Meselâ yazarın şahsîliğindengelen tarafları nasıl değerlendireceksiniz?Özellikle yaygın birşekilde kullanılan ve daha çok estetiğinizafîliğinden kaynaklanan«kendi estetiği» şeklindeki ibarelerinçözümlemeleri nasıl yapılacaktır?Bu anlayış çerçevesinde, klasik ü-kelere bağlı kalınmadan meydanagetirilmiş eserler Aktaş'ın ortayakoyduğu ilkeleri yahut herhangi birinitaşımasa değerinden ne kaybeder?Tanzimat'ın ikinci yarısındanitibaren, Talim-i Edebiyât'a kadarArap belagâtinin etkisinde kalannesrimiz, Talim-i Edebiyatla yolunuayırırken bir takım temel mes'eleleride bebâberinde getirir. Gündemegelen husus; Batı'dan gelenlermes'elesidir... Bunlar cümle kuruluşlarıçerçevesinde üslup arayışlarınakadar iner- Batılı san'atkar vedüşünürlerin te'sirlerini taşımayabaşlarız- Devirler ve ekollerle birliktehemen her konuda olduğu gibi,ortada anlayışın çıkış merkezi yabancıolmakla beraber- yerli olduğunuiddia eden birer örnek buluruz.Psikolojik roman endüstrisi veburadan yazara açılan kapı... Balzac'tanDostoyevsky'e hatta Kafka'-ya kadar hüküm süren bu tarz romanartık dünyâ <strong>edebiyat</strong>ında geçerliliğinikaybediyor. Bizde devamederken Aktaş'ın eserinde şöyleözetlenebilecek cümlelere rastlıyoruz:Roman kahramanından yolaçıkılarak, yazarın psikolojik yapısınave husûsî hayatına gidilemez,itibarî mekândan hareketle bir haritaçizilemeyeceği gibi... Halbukipiyasada gördüğümüz tahlil ve tenkid-özellikle teori-kitaplannda yazarınhusûsî hayatı ve sosyal çevresöz konusu edilmektedir. Yukarıdasarfettiğimiz sözleri buraya da alalım,bugün sadece şiirimiz değil,san'atımız (roman, hikaye vb-) birROAAAN SANAT!:,:. OMUşeıif;«Ş. Aktaş, romansan'atınm temelözelliklerini verirken,bunlarıbirkaç örneklede desteklemeyeçalışmış. Ancak buörneklerin bütünlükarzetmemesiokuyucunun kafasındabir takımsoru işaretleribırakıyor.»


çıkmazın içindedir- Bunun sebepleriarasında hiç şüphesiz san'at dünyâmızıyönlendirecek teorisyenlerinbulunmayışı da sayılabilir. Üstelik-ortaya çıkan çalışmalar, tartışmazeminine dahi çekilmemektedir.Doç. Dr. Şerif Aktaş'm eseri, teori-metod kitabı olması bakımındanönemli bir eser. Dileğimiz eserinyeni örneklerle zenginleşmesi.KUŞKU ÇAĞIEserin yazarı, daha önce Türkçe'deYönelişler ve Martereau adlıkitaplarıyla tanıdığımız NathalieSarraute. Sarraute, bilindiği gibiklasik roman anlayışındaki, yazarınfonksiyonunu reddeden, romanve psikoloji arasındaki temel farklaraişaret ederek ortaya, bakış açısıve dialog gibi iki önemli unsuruçıkaran Yeni Ronıan anlayışınıntemsilcilerinden Klasik romanınkemâl devirlerinde, insanların ihtiyâçlarınıkarşılama yollarıyla, günümüzinsanının ihtiyâçlarını karşılamayolları arasında fark olduğunu,düşünüşlerin hayat tarzlarıylabağlantılı olarak ortaya yenibiçimler çıkardığını ve çıkaracağınısavunan yazar, Balzac'tan bu yanaklasik roman tarzına yeni yorumlargetirir. Kitap dört ana bölümdenoluşuyor: Dostoyevsky'denKafka'ya, Çağı, Konuşma ve Alt-Konuşma, Kuşların Gördüğü- Klasikromanda gördüğümüz biçimiyle-eserde konuyu reddeden yazar,ilk. makalesinde, klasik romanıngelişimini ve psikolojinin bu gelişmedeoynadığı role değiniyor.Yazarın önemle üzerinde durduğunoktalardan bir tanesi de sinemave klasik roman arasındaki ilişkidir:-Eskimiş tekniklere olan inatçıbağlılığı yüzünden önemsiz birsanat haline gelen roman, resmingelişimini andıran bir gelişim izleyerek,bugün, sadece kendisine özgüolan yöntemlerle, sadece kendisininolan bir alana artık girmişbulunuyor; kendi özüne ait olmayanşeyleri başka sanatlara-özelliklede sinemaya-bırakıyor. Nasıl kifotoğraf, resmin elinden çıkardığıalanlara yerleşip bunları değerlendiriyor,sinema da romanın alanlarınıele geçirip bunları değerlendiriyor.Okuyucu, bütün iyi romanlarınkendisinden esirgemiş oldukları kolayeğlenceyi, romandan beklemekyerine, canlı kişi ve konulara olanözlemini sinemada, zaman harcamadankolaylıkla giderebiliyor-Gelgeldim artık sinema da romangibi tehlikede... Romanın hastalığıolan kuşku ona da bulaştı-Yoksa, romancının ardından bazıyönetmenleri de saran endişe, -vebu endişenin, yönetmeni filme birtanığın ya da bir anlatıcının sesinieklemeye zorlaması-başka nasılaçıklanabilir »Daha önce Türkçe'de Yeni Romanlailgili, Alain Robbe-GrillefinYeni Roman» isimli kitabı yayınlanmıştı-Bu aynı konuda dilimize çevrilenikinci eser.«VUR EMRİ HAKKINDA DAVA AÇILDI»Daha önce toplatıldığmı duyurduğumuz halk şiirimizingünümüzde ki en büyük ismi ABDURRAHIM KARAKOÇ'un«VUR EMRİ» adlı kitabı hakkında dava açıldı.Bilirkişi raparundan hareket edilerek açılan davada AbdurrahimKarakoç ve Alper Aksoy Ankara 2. Asliye ceza hakimliğinde T.C.K.'nın 312/1'e muhalefetten (Neşren Halkı itaatsızlığatahrik) 8 Mayıs'ta yargılanacaklar. Davanın açılmasınasebep olan şiir'in de «Vur Emri» nin 25. sayfasında bulunan«İLAN» şiiri olduğu belirtildi. Davanın ilerleyen safhalarındabilgi verilecektir.


A. GOKDEMIR: «Yeni Türk Ansiklopedisi Türk kültürve irfanına kuvvetli bir mesned olabilecektir...»Niçin bir Ansiklopedi çıkarmaihtiyacını duydunuz?— Türkiye son birkaç yılda«ansiklopedi patlaması» denilebilecekbir hâdiseyi yaşadı.Tamâm ma yakını tercüme,adapte ve sol kanat eseri olanansiklopediler, büyük reklâmlarlaüst üste piyasaya sürüldü.Zannediyorum her biri deküçümısenemiyecek ölçüde alıcıbuldu, iş yaptı. Demek ki kitapre kültür piyasamızda ciddîbir ihtiyaç ve talep bahiskonusu idi. Bu durumu değerlendirenötüken Yayınevi, benimsorumluluğumda yerli -millî bir ansiklopedi çıkarmakistediğini bildirdi. Bence deihtiyaç aşikârdı. Teklîfi kabulettim ve Yeni Türk Ansiklopedisfnihazırlamağa başladık.Hareket noktamız, böyle biransiklopedinin millî bir ihtiyaçolduğu gerçeği idiAnsiklopediyi çıkarırkenne gibi güçlüklerle karşılaştınız?Ansiklopediyi ne kadarzamanda hazırladınız?— Yeni Türk Ansiklopedisi,maddî bakımdan inanılamıyacakderecede mütevazışartlarda hazırlanmış ve çıkartılmıştır.Yayınevinin de bizimde devamlı olarak mukavemetimizi,sabır ve tahammülümüzüzorlayan birincigüçlük para sıkıntısı olmuştur.Bu aynı zamanda eleman sıkıntısı,yardımcı ve teknik personelsıkıntısı demektir. Çalıştığımızşartlarda ancak biz çalışabilirdik.Çalıştık ve hamdolsun,zannediyorum ki utanılmıyacakbir eser meydanagetirebildik. Birbirimize inancımız,güvenimiz ve ortaya konulacakeserle ilgili müşterekheyecanımız güçlüklerin aşılmasındaen büyük dayanağımızoldu. ilminden, emeğindenistifâde ettiğimiz bütünarkadaşlara, anlayış, müsamaha,gayret ve fedakârlıklarındandolayı minnet ve şükranborçluyuz.işin doğrudan kendi bünyesiile ilgili olarak en baştadil ve imlâ mes'elesinin bütünfecaati ile her ân önümüzden ien büyük mes'eleyi teşkil ettiğinisöyliyebilirim. Türkçe'ninuğradığı tahribatın hangi ölçülerevardığını; doğru, isabetli,güzel, açık ve nüanslı anlatmaihtiyâcı ile günün şart-


larında anlaşılabilir olma zaruretiarasında çekilen sıkıntıları,böylesine hacimli ve kesîfbir çalışmanın içinde olancadehşeti ile gördük, yaşadık.İmlâmızın istikrarsızlığı veherkesçe kabul edilebilir ölçülerininortaya konulmamış olmasıise tam bir rezalettir, itirafetmeliyim ki bundan bizde payımızı aldık. Ansiklopedikçalışmanın alt yapısınıoluşturacak tasnif edilmiş, kolaybulunur bilgi kaynaklarınınyetersizliği ise diğer mühimbir güçlüktür. En basitmisâli ile, bir vak'anın, bir doğumveya ölümün doğru târihinibulmak, 30-40 yıllık birisim listesini temîn etmek ciddenmes'eledir. Bu bilgi alt yapısındakiyetersizlik, tercümeansiklopedi kolaylığına yöneltenen mühim sâiktir zannediyorum.Yeni Türk Ansiklopedisi'niyaklaşık 3,5 senede tamamladık.Yeni Türk Ansiklopedisibugün piyasadadır. Sizce eksiklerivar mıdır?— Eksiksiz ansiklopediolabilir mi? Yeni Türk Ansiklopedisindede pek çok eksikliklerçok tabiî olarak vardır.Mühim olan birinci basımınsür'atle hazırlanıp ortaya konulmuşolmasıdır. Elimizdehiçbir model yoktu. Biz hazırbir modeli işleyip geliştirmişdeğiliz. Şimdi kendi modelimizelimizin altındadır. Nasîb olursabunun üzerinde her türlüişleme, tashîh, ikmâl mümkünolabilecektir. Biz yanhşsız olabilmeyeîtinâ ettik. Fakat itirafederim ki şu veya bu sebebleyanlışlarımız da olmuştur.Yeni Türk Ansiklopedisi'-nin mevcut Ansiklopedilerdenfarklı tarafları nelerdir?— Yeni Türk Ansiklopedisi,orijinal te'lif, yerli vemillî bir ansiklopedidir. Dünyâgörüşü, bakımından hernoktası foirbiri ile ahenkli vebütününde tutarlı bir eserdir.Dili, ifâdesi ve imlâsı Türkçe'­nin asaletine sâdık kalmayaçalışan samîmi bir gayreti ifâdeetmektedir. 3,5 sene gibi kısabir sürede 12 cildi birdentamamlanarak piyasaya çıkartılmıştır.Okuyucu, başını sonunubir arada görerek satınalacaktır. Fasikül tâkîbi gibibir zahmeti yoktur. Bütün buözellikleri ile Yeni Türk Ansiklopedisigerçekten emsallerindenfarklıdır.Sizce, Türkiye'de Ansiklopedilerinne gibi fonksiyonlarıvardır?— Ansiklopedi, millî veevrensel bir bilgi ve kültür çevresiveya çerçevesidir. Büyükbir meşherdir. İlim ve kültüryoluyla insanlar üzerinde negibi tesirler hâsıl edilebilir,hangi neticeler istihsâl edilebilirse,ansiklopedinin fonksiyonlarıda onlardır. Bunlar temelkaynak eserlerdir. Hizmetömürleri uzundur. Çerçevelerigeniştir. Bu bakımdan da tesirve fonksiyonları herhangibir kitaptan çok fazladır.Yeni Türk Ansiklopedisi'­ni asgarî bir Türk neslininterbiyesine millî ve müsbet istikamettetesir edebilecek,Türk kültür ve irfanına en az15-20 sene kuvvetli bir mesnedolabilecek mahiyette bir eserolarak gördüğümü söyleyebilirim.


DergiTanıtmaYENİDERGİLERVEERGUVANYaklaşık bir sene öncesine kadar,Ankara'da değişik dergiler çevresindetoplanan gençler, fikir vesanat dünyamızın canlanmasındave renklenmesinde etkili olmuşlardı-1980'den sonra, dergi yazıhanelerini«mekân» olarak seçen gençler;Doğuş, Töre, Hamle, Bizim Ocakdergileri ile Genç Sanat Kitabexr i'nde okuduklarını, düşündüklerinirahatça tartışabilecekleri bir ortamoluşturmuşlardı- Tartıştıklarımeseleler ve istekler dergi sayfalarınapek fazla yansımıyordu ama- isteristemez dergilerin yayın politikalarınıetkilemeye başlayan bir«baskı grubu» olmak durumundaydılar.Genç Sanat Kitabevi'nin kapanması,Doğuş'un yayınma aravermesi Hamle'nin kadro değiştirmesi(sonra da kapanması), BizimOcak'ın Timbay AŞ'ne, Töre'ninMayas A-Ş-'ne geçmesi gençlerin,bir araya gelebildikleri mekânlarıteker teker kapatırken, dergilerüzerindeki etkilerini de ortadankaldırııyordu- «Şirketlerin» dergi«kurtarma operasyonları» ile susturulan»gençler, bunun üzerine aralarındabirleşerek seslerini duyurabilecekleri«kendi» dergilerini çıkarmayabaşlıyorlardı-Bunlardan ilki, Hamle'den; A.Çiğdem. N- Gedik, Töre'den; E. Çakır,Ç. Zeren, S. Oral ile Genç Sanat'tan;H. Arslan, t- Atmaca vediğerlerinin bir araya gelmesi ileçıkan Ütopya olacaktı. Ne var ki,Ütopya fazla uzun ömürlü olmayacakve dört sayı çıktıktan sonra,söyleceklerini tamamlamadan yayınınaara verecekti-Daha sonra, Töre'den; H. B. Kılıçaslan,S. C Öztaş, H- S. Bekâr,A. Konak, Doğuş'tan; M- Şeker, CSayan, N- TaÜUeşme, A. Bircan vedaha başka isimler birleşerek Mart85'te Erguvan'ı çıkarmaya başlayacaktı.Erguvan'ı Nisan 85'te Nilüfertakib edecek ve her iki dergi de<strong>edebiyat</strong> ağırlıklı olacaktı. Erguvanve Nilüfer ile, bahar önce dergilerdeçiçek açıyor ve bu dergilerlekavgasız, gürültüsüz, sakin bir dünyanıntemelleri atılmak isteniyorduadeta- Bunun içinde isimlerindenbaşlayarak bu dergiler üzerindedurmak gerekmektedir.Nilüfer; Bizim Ocak'ı çıkaranlararasında yer alan M. Sarıçiçek,E- Tanrıöven ve Beytepe'den bu dergiyekatkıda bulunan arkadaşlarınsaflarım genişletmesi sonucu doğmuştu.Aym günlerde, İstanbul'dabir zamanlar Dağarcık Dergisi'niçıkaran genç ekip de Yurttan Dünyadanisimli dergiyi çıkarmaya baş­layacaklardı-Bütün bu gelişmeler, yeni «kurtarmaoperasyonları» nı da beraberindegetirecek miydi? Bunu dergilerinmuhtevaları ve zaman gösterecekfakat biz, bu sayıdan başlayarakbu yeni dergileri sizlere tanıtmayaçalışacak ve ilginizi isteyece­ğiz-Erguvan Dergisi'nin henüz ikisayısı çıktı- Bu iki sayıda, dergiyiçıkaran gençlerin daha çok şiir, hikâyeve denemeleri yer alırken«ustalar» m da yazı ve şiirleri ağırlıkkazanıyordu- Ve Erguvan'm ilksayısı, uzun süren bir hazırlık dönemininertesinde çıkmış olmasınarağmen «beklenilen»i veremeyecek-«Şirketlerindergi kurtarmaoperasyonları ilesusturulan gençler,aralarındabirleşerek sesleriniduyurabileceklerikendi dergileriniçıkarmayabaşladılar...»


ti- İkinci sayı ise birinciye nazarandaha zengin ve seviyeli olacaktı-Fakat her iki sayıda da <strong>edebiyat</strong>atemel teşkil edecek araştırma, incelemeile fikir yazılarının eksikliğigöze batacaktı- Bu da Erguvan'ınbir «<strong>edebiyat</strong> dergisi» değil, edebîürünlere cömertçe yer ayıran bir«derleme dergisi» olduğu kanaatinipekiştirecekti- Ama bu, Erguvan'ınsürekli olarak bu şekilde çıkacağıanlamına gelmezdi- îleriki sayılarda,<strong>edebiyat</strong>ın ve <strong>edebiyat</strong>çının«gökden zenbille inmediği» ni gösterecekyazılara yer verilecekti. Yani,derginin ayaklan yere basacaktıbundan sonra-Erguvan'ı çıkaran arkadaşlarıtebrik etmek ve dergi için kısa birgörüşme yapmak üzere Dışkapı'yadoğru yola çıktık- Nur Sineması'-nın «karateci» ve «yosma» resimleriile «bezenmiş» dev afişleri önündengeçerek, «köhne» bir binanın ikincikatma çıktık- Apartmanın «kasvetli»havası içinde, kapının açılmasınıbeklerken, «acaba adresi yanlışmı aldık?» diye düşünüyorduk- Neyseki, karşımızda tanıdık simalarıgördük ve rahatladık- Yazıhanenin,penceresi «Ata sanayi» ye bakan vederme çatma atölyelerden yükselenmotor, makina seslerinin «fon müziği»oluşturduğu «sohbet odasınagirdik. Arkadaşların söyleğinegöre, bu odanın «dekorasyonduAnkara'nın meşhur «hergele meydanı»ndan satın alman «elden düşme»eşyalarla yapılmış. Henüz birçalışma masası temin edememişlerama, şimdilik sehpalar üzerinde«idare» ediyorlarmış- Bu şartlar altında,harçlıklardan yapılan tasarruflarlaçıkan Erguvan'ın eksikliklerini,«rahat ve emin kucaklardaki»dergilerin dunumuna bakarakmakûl karşılamamak mümkün değil.Kaldı ki, yazıhanede bulunanarkadaşlarla yaptığımız sohbette,her biri «yaptıklannın yeterli olmadiğini ve daha iyisini, daha güzeliniortaya koymak azminde olduklarını»belirtiyorlardı.Erguvan'ın Yazı işleri MüdürüMehmet Şeker ile yaptığımız mülakatErguvan ve geleceği hakkındansizlere fikir verecektir:— Yeni bir <strong>edebiyat</strong> dergisi çıkardınızve «söyliyecek sözünüz»olduğunu belirttiniz. Neler söylemekistiyorsunuz?. Bu söyliyecekleriniziçinde <strong>edebiyat</strong>ı nasıl bir temeleoturtuyorsunuz?M. Şeker - Erguvan'ın çıkmasıgerektiğine inanarak kollarımızısıvadık- Piyasayı gördüğümüz, malikülfetini bildiğimiz halde... Türlüsebepleri vardı çıkışın- Bunların başmda, güzel bir <strong>edebiyat</strong> dergisineihtiyaç olması geliyor- Sonra, gençsanatçıların yetişmesi meselesi-Gençlere sayfa ayırmak yerine, ustave çırağın birarada olduğu birdergiydi istediğimiz. Siz Doğuş'tadergileri tenkid ediyorsunuz. Geçensayıda Türk Edebiyaü'nı ele aldınız-Anlaşılan odur ki, netice müspetdeğil- Bu ayki sayıda Töre'yi değerlendireceğinizisöylediniz. Pek farklıbir neticeye varılacağını zannetmiyorum.Bu böylece sürer gider-Doğuş'u. Hisarı ve diğerlerini deele alsanız, bugün bir boşluk olduğuortaya çıkacaktır- Boşluk, eşyanıntabiatına aykırıdır. Suyun çekildiğiyere hava dolar, vs- Diyeceğim, yeni dergiler çıkıyor son zamanlarda;Doğuş, kendini yenilemegayretinde... Sebep hep aynı değilmi? Söyleyecek sözümüz olduğunagelince, hiç bir dergi durup dururkençıkmaz şüphesiz- Bir evveliyatıvardır. Sancısını çekersin, nasılolur-nasıl olmaz diye oturup hesapkitapyaparsın, falan- Esas konu,neyin nasıl söyleneceğidir. Bizimiçin, inandığımızı söylemek, güzeli,doğruyu söylemek, sanata ve sanatçıyabirlikte değer vermek, <strong>edebiyat</strong>ısevdirmek, kısacası <strong>edebiyat</strong>ımızahizmet etmek diyebiliriz.Bahattin Ağabey'in sözüyle, «dinamik bir potansiyelin fosiller müzesindemum yakarak avunmamasıiçin» yayın hayatına başladı Erguvan-Günümüz Türkiyesinde «Edebiyatda neyin nesidir?» şeklindedüşünecekler çoğunluktadır maalesef-Başta, bir kısım <strong>edebiyat</strong> hocalarısevmez. TV'de polisiye dizi yoksa,büyük ihtimalle Amerika'nın tarihine ait bir film vardır. Yahut<strong>edebiyat</strong>ın dışında kalan başka şeyler...Edebiyatçı deyince, işi gücü


olmayan kimse gelir çoğunun aklına-Gazetelerin bu konudan uzaklaşması-yirmi otuz yıllık bir zamaniçinde oldu- Bütün bunlar biraraya gelince, <strong>edebiyat</strong>ın lüzumsuzbir şey olduğunu düşünüyor vatandaş-Burada, Bracco'nun bir sözütam onikiden isabet ediyor- «Birmilleti hiç bir şey <strong>edebiyat</strong>ı kadaretrafıyle tanıtamaz» Erguvan dergisiolarak ortaya yepyeni bir fikir,bir iddia atmıyoruz. Büyük vaadlerde bulunmanın doğru olmayacağınıbelirtmiştik. Yeni bir ekolden sözetmemizise. bugün için tamamenbir nükte olacaktır. Her yeni dergibir ekol veya yeni bir fikir olsaydı,şu anda ortalık harman yerinedönerdi- îyi mi olurdu, kötü mü, ohaşata bağlı. Edebiyatı toplum hayatındanayrı düşünmediğimiz gibi,kahve köşesinde hikâye yazmakla,geceyansı kalkıp şiirler döktürmekle<strong>edebiyat</strong>çılık, sanatçılık da olmazdiyoruz- Bunlar lüzumsuz diyemeyiz.Ama, <strong>edebiyat</strong>ı toplumdanve tarih, fizik, sosyoloji, psikolojiile fikirden, dolayısiyle siyasettenve diğer ilimlerden ayrı düşünmekmümkün değil- Eğer böyle olsaydı,<strong>edebiyat</strong>çılık çok pasif bir vazifeolurdu- Evet, vazife dedim, çünküher ne kadar kabul edilmese de,<strong>edebiyat</strong>çı olmak, başlıbaşına birvazifeye tâlib olmak demektir.— Çıkan iki sayınızda da mevcudun dışına, çıkmadığınız gibi,mevcut edebî anlayışlara karşı birtavır da ortaya koymuyorsunuz. Yukarıdabelirttiğiniz hedeflerle dergiyeyansıyan görüntü arasında birtezat yok mu?M. Şeker - Tezad olduğu fikrinekatılmıyorum. Mevcudun dışınaçıkmak da gerekmez yeni bir dergiiçin. Daha doğrusu her yeni dergi,böyle bir mecburiyet taşımamaktadır.Mevcut edebî anlayışlara karşıtavır koymak deyince, muhalefetyapmanın şart olmadığını, müsbetde olabileceğini düşünüyorum. Ekoliddiası olmadığım söylemiştim. Sırffarklı olmak, ilgi çekmek için deorijinalite arayışlarını yersiz buluyoruz.Ayrıca, bunun karşılığı olarakbir taklitten söz etmek bu durumdapek akıl kârı değil. Zatenkim diğerini taklide kalkışırsa, aynısınıyakalayamayacağı malum, öyleyse, mesele güzeli güzelce söylemek...Mevcut anlayışlara karşıçıkmayışımız hepsini kabul ettiğimiz anlamına gelmiyeceği gibi, toptankarşı olduğumuzu da göstermez.Yeni bir derginin çıkması başlıbasma bir iddia değil midir? Aslındao kadar çeşitlilik var ki, ortalık«sormagir m ahallesine» dönmüş.«Edebiyatın patronları vs-»ben tanımıyorum öyle bir şey. Birsürü adam gelmiş, yazmış-çizmiş vegitmiş. Sekiz hececiler, veya dördüncüyeniler, beşinci eskiler vs.bunlara hiç lüzum yok kanaatimce-Ortaya eser koymak en doğrusutsimbulmak şart olmadığı gibi,mesele de değildir hiçbir zaman.Y. Kemal, «Bana şimdiki <strong>edebiyat</strong>ımızınsahası, eskiden bozulmuş Yeniçeriordumuzun manzarasını verir-Yeniçeri ordumuz bozulduktansonra ikiyüz sene sonra bir türlüdüzelemedi. Çünkü içine yabancıunsurlar karışmıştı.» dediğinde, henüz1920li yıllardı- Ya bir de bugünküerozyon manzarasını görseydi?Yenilik hevesleriyle ortalığı karıştırmanınâlemi yok bence. Sonra,böyle bir mecburiyet olmadığınısöylemiştik. Ama, söyleyeceğin farklıdır,gerçekten de yenidir veya illede ortalığı biraz kurcalayalım dersin,sesini bu yolla duyurmaya kararverir ve dergi çıkarırsın- Buna kimsebir şey diyemez.— Türk kültür ve sanatının diğermilletlerin kültür ve sanatlarıarasında müstesna bir yere sahipolduğunu ilk sayımzdaki sunuş yazısındabelirtiyorsunuz-M- Şeker Türk kültür ve sanatınınmüstesna bir yere sahip olduğunusöylerken, aynı zamanda üstünlüğünüde ifade etmiştik. Bu bizimtespitimiz değil- Yâni ilk defabiz, söylemiyoruz. Bu konuda birleşenfikir adamlarımızın, <strong>edebiyat</strong>çılarımızınhissi davrandıklarınıdüşünsek bile, dostu - düşmamylayabancıların yaklaşımı, kültür vesanatımızın üstünlüğünü ortaya koymaktadır.Tabii aleyhte gösterilenfaaliyetleri de bir kenara bırakmamaklâzım. Esasen onlar bile birERGUVAN :«ortaya yepyenibir fikir, bir iddiaatmıyoruz...»


ölçü olabilir. Aleyhimizde ortayakonan çalışmalar, meyvesi olmayanağaç taşlanmaz dedirtiyor insana.Burada Türk kültürünün üstünlüğünüispatlamaya çalışmanın lüzumsuzolduğuna inanıyorum. Zaten kabuledilmiş bir gerçektir. Her şeygün gibi ortadayken, Türk kültürve sanatının müstesna bir yere sahipolduğunu ispatlamaya çalışmamız»Amerika'yı yeniden keşfetmeyekalkışmak kadar tuhaf olur.— «Yeni mecralar aramak bizimİşimiz değildir» diyorsunuz. Yenimecralar aramayı niçin reddediyorsunuz?Doğruyu bulmak süreklibir arayışla mümkün değil midir?M- Şeker Evet, doğruyu bulmakiçin aramak gerekir çoğu zaman.Çünkü her insana nasibolmaz aramadanbulmak. Fakat bu «arayış.yeni mecralar» sözleri havada kaldığısürece ifadelerimiz muğlâk olmaktanöte gidemez. İnsanın arayışiçinde olmasını reddettiğimiz yok.Yeni mecra'yı da- Öyle bir biçimdeele alırsınız ki bu sözü, yenimecralar aramak yüzde - yüz gerekliolur. Erguvan'm ilk sayısındakibahsettiğiniz yazı, zannediyorumkısalığından ötürü farklı anlamayayol açmış olabilir- Bu sözlerdenkasdımız nedir? Bence arayışdediğimiz hadise, başkasının kümesindekendi tavuğunu aramak şeklindeolmamalıdır- Doğruyu arıyorsak,güzeli arıyorsak bulmak pekzor değil. Doğru olan gösterilmiştirbize, güzel olan işaret edilmiştir.Yolu bellidir, izi bellidir. Mesele özde.Şimdi hangi yol, hangi öz diyençıkar mı bilmiyorum ama, bununtarifini ben vermiyeyim burada-Madem ki arayıştan sözediyoruz,varsa böyle düşünen buyursun arasın.Arayan bulur diyorlar- Kimseyeders vermek maksadında değilim.Ama hepimizin bildiği bir sözü hatırlatayım: Kendimize dönmemiz lâzım.Nasıl mı? Buyrun, onu da beraberarayalım-•Erguvan'm arayışına genç <strong>edebiyat</strong>çılarında katılmasını ve derginindaha iyi şekilde çıkmasınayardımcı olmalarını diliyoruz- Erguvanilgi ve desteğinizi bekliyor.(Erguvan Dergisi PK- 1026Ulus - ANKARA)OkuyucudanANALİZ Mİ,Y6RME Mİ?LKadife kapak boş bir dergininokuyucuya yarar yerine zarar verdiğidüşüncesiyle yola çıkıp, dergilerhakkındaki (ANALİZ) yazı serisinihazırlamanızı ilgiyle takip etmeyidüşündüm- Çünkü yeni şeylerhep dikkatimi çeker- Derginin ilksayısından beri takipçisiyim dememeherhalde gerek yok- Ama sizintabirinizle (faydası olur) babındanbelirtmek istedim... Bir önceki sayıda(27) çıkan Nihat Genç imzalı«İç dökme» yazısını okuyunca dabir tartışma vesilesi olsun istemiştim-Derslerin sıkışıklığı sebebiylebuna fırsat bulamadım- Ancak çokentrasan bir duırumla karşılaşıncayazmayı bir vazife bildim- Çünkü«Edebî» sahada (Dile kolay) tamon üç yıl aralıksız hizmet etmeyibir vazife sayan TÜRK EDEBİYATIDergisinin analiz adı altında yerilmesinetahammül edemedim. Sebebiniaşağıda açıklayacağım için şimdi«Kendi gözündeki merteği görmeyipkomşunun gözündeki çöpe binlaf söyleyen» bir tutumun neredenkaynaklandığını sorarak söze başlamakistiyorum.Türk-Islâm adına yola çıkankişilerin birbirinin eksiğini tamamlamasıgerektiği inancım sanırımsiz de takdir edersiniz- «Müslümanmüslümanın aynasıdır» düsturuylahareket etmiş olmanızı dilerdim-Ama yazıyı okuyunca bundan nekadar uzak olduğunuzu üzülereköğrendim. Bu da beni şaşırttı doğrusuSanırım (bu ifade tarzını kullanmakistemezdim) dergi sayfalarınıdoldurmak, tiraj mızı artırmakiçin diğer dergileri analiz adı altındayerme taktiğini deniyorsunuz.


Belki bu ağır bir ithamdır- Lâkinbaşka türlü izahı mümkün değildir -Eğer öyle olsa idi bu analizi okuyucununtakdirine bırakıp tespit etmişolduğunuz eksiklikleri boş birdergi çıkarma yerine doldurmayaçalışırdınız. Oysa bu sayınızda Köseoğluile yapılan röportaj ve analizyazısını okumaya değer buldum-Şimdi meselenin diğer tarafına gelelim.Analizin hangi ölçülerin kullanılarakyapıldığı ve geçerliliği meselesiüzerinde duralım-Türk Edebiyatı Dergisi'nin geçmişsayılarım bir daha gözden geçirmefırsatı doğurduğu için yararlıbuldum. Ama «belli isimler etrafındakiçok yüksek bilgiler, sanatçınınruh ikliminden ve yaşadığısosyal ortamdan yoksun anlatılıp,günümüz gerçeğinin rüzgârıyla yoğrulmadıkça,aktarılmak istenen bütünbilgiler Türk Edebiyatı Dergisi'­nin sayfalarında yahut Hacıbayramveya sahaflarda bir kitapçı vitrinindekalmış ne fark eder?» ithamıylayapılan taarruzu yersiz ve boş buldum-Mevlâna, Mehmed Akif, YahyaKemal... gibi kültür hayatımızıntemel taşlarına ayrılan sütunlarsizleri neden rahatsız ediyor? Doğrusumerak ediyorum. Çünkü aynıfikre hizmet için yola çıktığınızıbelirtiyorsunuz. Fakat yazılarınızdabundan eser yok. Bu da banabirkaç ay evvel yaşadığımız enteresanbir olayı hatırlattı. Admauygun kafadarların toplanıp piyasayasürdüğü -sözüm ona» kültürelbir dergi olaymı yani ÜTOPYA'yihatırlatıyor. Herşeye yeni bir yorumgetirme, kendini çok bilmiş havalarlasokma... ilh. Fakat takdir etdiğimbir yanları vardı: -


ülkemin saygıdeğer aydını...ülkemin ısaygıdeğer aydını, Cumhuriyetten günümüze, yaptığıbütün konuşmalarda, yazdığı bütün makalelerde, çağrıldığı bütüntoplantılarda, sıkıntılarını dile getirirken, hep şu cümleleri kullanıyordu:«imanlı ve millî nesiller yetişecek ve bütün problemlerionlar çözecek, aydınlık yarınlar için imanlı ve millî nesiller yetiştirmeliyiz.»Bugün yine, dergilerden, gazetelerden, basından gözlüyoruz.Yine bütün problemlerin ve güçlüklerin üstünden nasıl gelineceksorusu aynı cümlelerle karşılanmaktadır: «İmanlı ve millî nesileryetişecek» ...Peki, nasıl yetişecek? îşte ülkemin saygıdeğer aydını,bu soruya rasyonel (!) çözümler bulabilmek için inancından,doğrularından dahi taviz vermek zorunda kaldı. Çok geçmedi;Ve bugün,Türk Dil kurumunun yönetimindeBakanlıklarda, üniversitede, devlet tiyatrolarında, TRT'de görevde,Öğretmen, dekan, rektör,Yayıncı, başyazar,Kültür müeseselerinin yürütücüsü, başkanı, v.s. oldu.Aynı problemleri, aynı güçlükleri bir masa başı toplantısındayetkili olarak tartışırlarken hâlâ aynı çözüm yolunu tekrarlıyorlar:«İmanlı ve millî nesiller yetişecek. Bütün problemleri imanlıve millî nesiller çözecek, aydınlık yarınlar onlarla mümkün.»Ülkemin saygıdeğer aydını bu ve benzeri konuşmalarını yaparken,yetişen nesiller, kitapçı vitrinlerinde, üniversite yayınlarıarasında, kütüphanelerde, gazete haylilerinde, televizyon programlarındakendi güçlüklerine, problemlerine ve fikrî sıkıntılarınadâir «eserler» arıyordu. Ve hâlâ yeni yetişen nesil «eser» arıyor.Ve ülkemin saygıdeğer aydını, listeler delen politikacılar aynıkonuşmasına devam ediyor...


MİLLİYETÇİLİĞİMİZNihat GENÇFotoğraf ve alt yazılarla, bizim hikâyemiz. Ve biz bize konuşuyoruz.Duygularımızla, fikirlerimizi hâlâ ayırtedebiliyor muyuz?İnsandan, fikirden, • sokaktan, camiden, manevî değerlerden, kültürdenvs. cinayetin ve katlin her türlüsünü yaşadık.Önümüzde upuzun uzanan koca bir ovaya terkedilmiş üç dört kelime;bütün bir ovayı, balta girmemiş bir orman kadar, her yönüyle vahşi ve esrarengizyapmaya yetiyor. Kültür; belki de üzerinde en çok konuşulan bir kavram.Teknoloji, medeniyet, batılılaşma; artık düşüncemizin beynimizle ilettiğişeyler değil, ses tellerimizin hemen yanma yerleştirilmiş otomatik, mekanik«sesler oldular. Siyasî, sosyal her sahada rahatça kullanılan, rahatçaçalımlar atılabilen ve herkesin üstadı olduğu kavramlar. Kültür denilincehâlâ hiçbir sosyal antropolog altından kalkamıyor, lâkin her yazar herkonuşmacı kendi icadı kuklalar gibi; ağzını, burnunu istediği şekilde rendeleyip,çizmeleriyle bu kavramların boğazlanmış cesetlerinin üstüne çıkıp, hemenher siyasî ve sosyal tartışmada, kahramanlı, hazlı ifdelerle ne kadarrahat kullanıyor.«Millî» kavrami da aynı kahramanın üzerine çıktığı bir başka plastisitaedilmiş kelimelerden diğeri. Batılılaşma karşısında hemen her fenomeni değerlendirirkenbolca cümlelerin ve makalelerin başına serpiştirdiğimizde, herşeyin«milî» renge bürünüp millîleşeceğine şahit olabilirsiniz. Meselâ, eğitimnasıl düzeltilir? Cevap: Millî eğitimle. Televizyon? Millî programlarla.. Sinemanasıl düzeltilir? Cevap: Millî Sinema anlayışıyla.. Peki, roman, pekişiir., vs. çoğaltmaya gerek yok. Millî kelimesi her kalemi eline alan veya herağzını mikrofona dayayan aydın için, tılsımlı, sihirli, batının dehşet ahlakîbuhranlarını saniyede halleden maymuncuğumuz.Peki, «millî» olan nedir? Neyin adına «millî» diyoruz? 1985 Türkiye'sindesosyal hayatta pratik karşılıkları olan bir şekliyle ifâde edebilir misiniz?Siyasî yapılanmaların uygun gördüğü davranış kodlarının ışığında lütfentercümesini yapar mısınız? Bu açıklamalarınızı yaparken, kitabî bilgilerimizide unutmayalım, yani, kıymet hükümlerinizle, şen'iyet hükümlerinizi karıştırmadancevap vermelisiniz. Duygularımızla fikirlerimizi ayırtedemediğimizbir dünyada bu kelimenin üstadları bizlere, Sait Halim Paşa'nm ve Gökalp'-in sözlerini zihin dairelerimizden biri yapmayı _öyle veya böyle başardılarçünkü...23 Nisan çocuk, bayramında sembolik bir şekilde bakanlık koltuklarındanbirini de birkaç dakika biz oturalım. Şu bir dakikada Mevlâna HazretlerininMesnevîsi'ne başladığı ilk beyitte «Ayrılıktan müştekiyim» dediği gibi,bizler hem «ayrılıktan müştekiyiz» ham de bu kelimelerin arka plânlarınıbilmeyen, açıklayamayan, anlatamayan, yaşayamayan aydından, ilim adamındanmüştekiyiz, deyip söze başlayalım.Sonra, Rönesans'ın hâlâ çözülemeyen, anlaşılamayan ünlü ressamıBosch gibi cennet ve cehennemlerimizi atalım ortaya. Görün maymunlarımızı,görün meleklerimizi..FOTOĞRAFLARHerşey Gökalp'in şu sözleriyle başladı: «Batılılaşacağız, lâkin millî de.ferlerimizi muhafaza edeceğiz»..Ve öncelikle zihnimizdeki fotoğraflarla başlayalım.Belki Mohaç'ta savaşamadık, belki Enver Paşa'yla Türkistan'a kadar gidemedik,belki Suriye cephesinde, Yemm'de ülkemiz için, toprağımız içinkan dökemedik, belki.. Lâkin bütün bir gençliğimiz, «milliyetçi» duygularla«...Osmanlı asırlarınadayalı birmedeniyetin hayattelakkisi herşeyiyle,nokta, virgülyayınlanmayaçalışıldı. Fakat,dürüstlük, doğruluknamus anlayışıdevlet anlayışıvs.; fert ailetoplum üçgenindehemen her değerinpratik yansımalarınınortaya konulmasındaçok eksikkalınmıştır...» 57


«Belki Mohaç'tasavaşmadık, belkiEnver Paşa ileTürkistan'a kadargitmedik, belkiSuriye cephesinde,Yemen'de ülkemiziçin, toprağımıziçin kandökmedik... Lâkinbütün birgençliğimiz«milliyetçi»duygularla tarihimizinbütün noktalarından,yaşadığımızdünyanınbütün coğrafyalarınayayılmış,her ırktan herülkeden istiklâlve kurtuluşsavaşlarına kadaruzandı...»tarihimizin bütün noktalarından, yaşadığımız dünyanın bütün coğrafyalarınayayılmış, her ırktan, her ülkeden istiklâl ve kurtuluş savaşlarına kadaruzandı.Ho Chi Minh istediği kadar solcu olsun, bizim gözümüzde Amerika veFransa'ya, dolayısıyla batı emperyalizmine karşı mücadelesinde bizden biriydi.Bin Bella, üstelik müslüman kardeşimiz; bütün türkülerini dinledik.Cezayir hep kalbimizin bir köşesinde öylesine kımıldadı, durdu. Arap Birliği'nin büyük mucidi ve kahramanı Abdülmasır; her zaman dikkatimizi çekti.«Biz İslâm'dan önce de Mısırlıydık, ondan önce de firavunlarla vardık» sözleri,sanki bizlere «birşeyleri» hatırlatıyormuş gibi geldi. Ama Nasır, ülkesindekiislamcı hareketlere karşı son tavırlarında gözümüzden düşse de, bugünküOrta-Doğu haritasının en büyük müsebibiblerinden biri olarak, «milliyetçi»çizgi içinde hep konuşmalarımızda, tartışmalarımızda, yarı aptal,yarı bizden yerini aldı. Bütün Baas Hareketleri ve batıcı rejimlere kurbanoluşlarının hikâyelerinden ise hep korktuk. Biz de mi bu garip milliyetçilerindüştüğü fukara siyasî sistemlerin ve güdümlü ideolojilerin kurbanı olacaktık?Bu soruyu ne kadar sorduk. Enver Hoca, Titö, Çin vb. kendine has,kendi kendine yeten, dışarıya kapalı, her siyasî hareket, aslında biraz «milliyetçi»kokuyordu, ve anılmaya, sözü edilmeye değerdi. Ve bütün bu siyasîtavırlar bizim tezimizi destekliyordu. Tabii ki, türküleriyle, posterleriyle,marşlarıyla, şiirleriyle tuhaf ittifaklar çizgimizin içine girebilirlerdi.Fotoğraflarımıza kend dünyamızdan devam edelim: îttihatçılardaft, Ça.kırcalı Efe'ye, Hamidiye Zırhlısından Rauf Orbay'a.. Namık Kemal'den şimditercih sıramızda kaçıncı sırayı alacağı şüpheli M. Emin Yurdakul'a kadar,oradan Arif Nihat Asya'ya çizilen yolda hep bizim düşlerimiz, slaytlarımız,hayallerimiz doluydu. Belki bizim türkümüzü, sahiden ve erkekçe, günümüzünbüyük halk şâiri Abdurrahim Karakoç «hep bizden havalarla» söylüyordu,ve uzaktan uzağa ne kadar seviyorduk.. Bizler «milliyetçi» idik.Ülkesi için dövüşen, ülkesi için aç kalan, ülkesi için horlanan, hangi ırktan,hangi ülkeden olursa olsun, bizden biriydi. Biliyorduk ki, bir kültürün çocuklarıbaşka bir kültüne karşı tavırlarında, kendi kültürlerinin derinliğindeyatan temiz niyetlerle dolu olmalı ve samimiyetle uzanmalı, samimiyetlekucaklaşmalıydı... Zenci ırkçı hareketin en keskin lideri Marcus Garvey'in«Bizim tanrımız siyahtır» sözleri dahi, o zamanlar, bizim için; köleliği, baskıya,zulme bir başkaldırıyı ifâde ettiği için, biraz olsun


Gökalp'in «fert yok cemiyet var», «gözlerimi kaparım vazifemi yaparım»vs. gibi fikirlerini büyük heyecanla karşılamamız, diğer tarafta tarih şuurununoturtulması gayretleriyle yayımlanan Türklerin İslâmlaşması dönemineait kitapları okuduğumuzda yarıda kaldı. Fert ve cemiyet öylesine birbirinefeda edilecek şeyler miydi? Veyahut flertin vatanda bütünleşip yokolmasını,yani ferdin ortadan kalkacağı bir cemiyeti inançlarımızla bağdaştıramadık.İmam Maturidi'nin Ehl-i Sünnet akaidinin mutlak hürriyetle, insan hürriyetiylealâkalı iman bahsini teşkil eden hususları okudukça, zamanla büyük birayrılığın kapısına geldiğimizi düşünüyorduk. «Gözlerimi kaparım» bkyiti isebizi çok ürkütüyor, beyni ve yüreği alınmış, robotlu, otomat şeyleri hatırlatıyordu.Oysa ferdi ön plâna çıkaran Prens Sabahattin'den öte tek alternatifimizvardı, islâm telâkkisi.. îslâmın uygun gördüğü bir şahsiyet. Ve böyleliklebelki de garip bir dualizmin içine yuvarlanmıştık.Cemil Meriçln tercüme ettiği daha sonra Kültür Bakanlığı yayınlarındanKadir Günay* imzasıyla yayınlanan Uriel Heyd'in bizim için o ünlü kitabındagözümüzü kamaştıran, (beynimlizi karıştıran) bu dualizmi hadsafhaya çıkaran bazı şeylerin söylendiğini gördük.. «Gökalp vatanı tanrılaş.*tırıyor muydu?» Bu gerçekte doğru muydu? Gerçekte «milliyetçi» düşüncemiz,millî karakterin, millî şuurun iyice netleşmediği bir ortamda vatanı tanrılaştırmagibi tedayiHerde bulunabiliyordu, öyle olacak ki, Cemil Meric'ingayretleriyle de felsefî, kavramlar dünyasına giriyor, kelimelerin batıda oluştuğuideal formların kendisine gidiyorduk. Fert gerçekten ortadan kalkıyor,herşeyiyle pustlaşan bir cemiyet telâkkisi mi geliyordu? Bu dualizmin kapılarınıkırmak genç beynimizin sınırlarını aşıyordu. Lâkin, herşey «Türk MilletininBekası» içindir, diye izah edilen ideolojik bir sloganlar dünyasında,Herşey islâm içindir şeklinde bir düzeltime bize daha kolay, daha anlaşılır,daha «bizden» geliyordu. Gökalp'in vatanını «put» konumundan alıp, tevhidçizgilerine çekmeye çalıştık.Tabiî, bu bizi ister istemez, Yeni Mecmua'dan, Genç Kalemler'den Sırat-ıMustakim'e ve Sebilürreşad'a yavaş yavaş çekiyordu. Tarih çizgimiz kaymıyorlâkin daha zengin kaynaklara yöneliyordu. Bu İslamcı düşünceye yakınlığımızbir a/ile içinde annesine küsüp babasının kollarına koşan bir çocukgibi, anneden babaya, babadan anneye bugüne kadar devam etti. Hemen hatırlatmakisterim ki, son dönemde «milliyetçi» fikrin ifâdesini tamamen İslâmiyetkenalan bir bakış açısını (başkalarını bilmem) lâkin bizler; S. AhmetArvasi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç'la öğrendik. Milliyetçi düşünce ve kahramanlardanmüslüman dünyaya geçişimrale, bir köprü oldular diyebilirim.Gazali'yle, girdiğimiz bu ülkede Seyid Kutup'tan, Mevdudi'ye, MüslümanKardeşler'den günümüz Türkiye'sindıeki tarikatlara kadar birçok düşünce bütüntartışmalarımızda, konuşmalarımızda yerini aldı. Gözlerimiz büyüyordu.Fakat, müslüman pratiğin munis, kendinden geçmiş, ayağım, tırnağınıeski bir hamamda saatlerce karıştırır görüntüsü, bizlerin başkaldıran, kar-Şikoyan, direnen «milliyetçi» duygularanızla bağdaşmıyordu. Koşan, kavgaeden, hakkını söke söke alan millî bir karakterin ta kendileri olmaya dahaçok yakışıyorduk ve böyle bir karakter ruhumuza işlemişti.Gökalp'le çok şey öğrenmemize rağmen hiçbir zaman onunla bir bayramsabahının neşe ve canlılığıyla kucaklaşamadık. O nasıl İslâm'a hayran kalıpsaygtyla karşısında eğildiyse, bizde Gökalp'e hayran kalıp saygıyla karşısındaeğildik. Fakat hiçbir zaman onun lâiklikle çizdiği sının kabullenemedik.Ve bir gün, işaret parmağımızın üstüne orta parmağımızı getirerek «küs»dedik. Babamıza küser gibi.. Sonra kendimizi çok garip tartışmalarda bulduğumuzda oldu... Babanzâde Naim Efendi'nin hâlâ garipliğini koruyan kavmiyetçidüşüncelerinden, -M. Akif, acaba «millet» derken, Gökalp'in bahsettiğini«milletMen mi bahsediyor, yoksa îslâmiyetıte anlaşıldığı şekilde «ümmeti»mi kastediyor.- Şeklindeki tartışmalara kadar.(Gün gelip bir şeyhin dizine çökecektik, fakat «gök düşse mızraklarımızlatutarız» diyen bu şimşek sözlerle ifadesini bulan, bu hudutlara sığmayanbörteçinenin ruhunda hiç de dize gelecek «düze inecek» emareler görül-«Zenci ırkçı hareketinen keskinlideri MarcusGarvey'in 'Bizimtanrımız siyahtır'sözleri dahi, ozamanlar bizimiçin; köleliğe,baskıya, zulme birbaşkaldırıyı ifâdeettiği için, birazolsun 'hoş karşılanıyordu'*.


«Müslüman pratiğinmûnis,kendindengeçmiş,ayağını, tırnağınıeski bir hamamdasaatlerce karıştırırgörüntüsü,bizlerin başkaldıran,karşı koyan,direnen 'milliyetçi'duygularımızlabağdaşmıyordu.»«Dünyanın çokyerinde olduğugibi siyasi milliyetçilerhâlâ batıcıdeğerlerin karşısındaeski hissiyatlarıylave yinesosyal realitenininadına hergünbiraz daha renklerinikaybetmektedirler.1985Türkiyesindeteknolojinin getirdiğideğerler karşısındabütün budeğişmeyi kontrolaltına alabileceğinisöyleyenler niçinhâlâ politikacılarve particileroluyor...»müyordu. Birgün düşlerimize giren Çinli çaşıt kızları çadırdan kovup, Türklerinüç asırda gerçekleştirdiği bu müslümanlaşmayı, islâmlaşmayı Gazali'nin,Rabbaninin kitaplarına sarılarak gerçekleştirmeye çalıştık. «Nalları altın,dan» bu küheylana yeri geldi börg, yeri geldi takke aynı güzellikte yakıştı...)TEKNOLOJİ'Yİ NASIL ALACAĞIZ?Evet, Batı tekniğini alacağız, lâkin yanma kendi millî değerlerimizi koyarak.Bu soruyu 1950lerde birçok dergi baş mesele yaptı. Mümtaz Turhan'ınGarplılaşmanın Neresindeyiz? kitabı Gökalp'in eslerlerinden sonra didik didikettiğimiz bir başka temel kitabımız. Mümtaz Turhan Türk Düşüncesi Dergİsi'-nin bu suale benzer bir tartışmasına verdiği cevapta, Gökalp'in iddiasını devamettirir. Ve bütün hayatı bu iddianın devam ettiğinin göstergesidir.Türk milletinin millî değerleri diğer milletlerle kıyaslanmayacak kadar derinve güçlü saiıklere bağlıdır. Batılılaşma garpçı zihniyet eliyle nereye kadar götürülmüştü?Bütün bir millî kültür, millî benlik yok mu oluyordu? MümtazTurhan oevap veriyor : «Hakikatte gerek tarih, gerek sosyal antapoloji, bir cemiyetinbaşka bir medeniyete mensup bir millet tarafından işgal edilip, biyolojikve içtimai bakımdan tamamiyle temessül edilmedikçe onun kültürünü bütünüylebenimsemesi mümkün değildin) ...«Şu halde bütün dava, daima taklitçibir merhalede -kalmadan, içtimaî inhilâle uğramadan, yaratıcı bir terkiplekendimize has orijinal bir kültür meydana getirmektir. Bu da ancak buterkipte kullanmak üzere garpten alacağımız unsurlarla kendimizden kata.cağımız kıymetlerin., tam, doğru ve kafi bir şekilde tayin edilmesiyle mümkündür.»Evet, bu kendimize has orijinal kültür veya kendimizden katacağımızkıymetler 19#5 Türkiyesinde ne kadar mümkün oldu?.Mümtaz Turhan'ın bu iddiaları ve bütün fikirleri belki de 70'li yıllardayayın hayatına başlayan Töre dergisinde kendini buldu. Töre dergisinin ilkyıllarında seri yazılar yazan Erol Güngör Bey'in bütün fikrî endişesi de bunoktada toplanmakta, ve siyasî bir aksiyonun heyecanı da bu fikirleri dahayere basar bir hâle getiriyordu. Erol Güngör, kendi millî kültürü gibi ağırbaşlıvakar sahibi, gerçek bir ilim adamına yakışır bir üslûpla bizi cezbediyordu.Bu cazibe halen devam ediyor. Ve ısrarla, teknolojiyi milliyetçi düşünceninfikrî ve siyasî çabalarıyla kontrol altına alabiliriz, alınabilir gibisineyazıyordu. Bu mümkündür diyordu.Erol Güngör'den çok şey Öğrendik. Tarih şuuru, millî karakterin önemi,millî kültür, manevî kültür.. Millî tutumların ve millî davranışların şekillenmesindeona çok şey borçluyuz.Erol Güngör'ün kitapları Türkiye'de her ilim adamına nasip olmayan baskılarve trajlar yaptı.MİLLİYETÇİLİĞİMİZMilliyetçi düşünce çok geçmedi, çok güçlü bir tarih şuurunu inşa etmeyeçalıştı. Buna başlı başına bir tarih cereyanı diyebilirmiyiz, bilemiyorum. Bubize has değil, dünyanın her yerinde hemen böyle olmuştur. 1850lerde kurulanAlman Tarih Okulu'nun tarih incelemelerinde ve dolayısıyla bir kültürünanlaşılmasında ve oturtulmasında ne kadar ehemmiyetli bir yeri olduğunubiliyoruz.Fikrimizin temeline tarih şuurunu oturttu. Fikrimiz bizatihi tarihin ken.dişiydi.Erol Güngör bey, bir başka ifâdeyle de «milliyetçiliği», tarih karşısında biryorum ve bu yorumların hayata geçirilmesi djye izah etmektedir. Milliyetçiiçin tarih şuuru, bir Marksist için sınıf şuurunun aksi yönde benzeridir. Sınıfşuuru insanın sınıfıyla bütünleşen, onunla siyasallaşan ve onunla düşünen birduyguyu, bir fikri, bir mizacı da peşinden getirir. Aynı şekilde tarih şuuru, hemenher milliyetçi fikir sahibinin tarihiyle özdeşleşmesini belli şartlarda şartkoşar. Ve bir millî karakter zihinlerde yavaş yavaş şekilleniyor.


Hâkimin mesleğiniz nedir sorusuna bir komünistin «profesyonel devrimciyim»dediği gibi, bu tarih şuurunun insanı da aynı soruya aslında, «Alp -eren»im cevabını sözlü değil, kültürünün gereği davranışlarıyla vermek ister.Yani davranış ve tutumlarımızın ideal formlarını tarihten alıyoruz. Neslimizininsan ve hayat karşısındaki tavrı, bizim için vazgeçilmez senettir. Buanlayış bu gün müşteki olduğumuz «millî» kelimesi etrafında yaygın görüşleridüşündürsün isterim. Garpçı, batıcı anlayış ne kadar kendi kimliğini belirtmeğeçalışırken kurduğu tamlamanın ikinci kelimesinde «milliyetçiliği»kullanımalktaysa da, böyle bir tarih şuurunun ve böyle bir kültürün farkındaolmadığı için bu tamlama şüphesiz sosyolojik olarak da yanlıştı, ve bizlerlearalarında çok büyük derin ayrılıklar vardı.. Halen de.Bu tarih şuurunun oturtulmasında sözünü ettiğimiz milliyetçi düşünce,diğer bütün frekanslarda manşete çekilen «milliyetçilik»ie farklı bir yapıyasahip olmuşlardır. Bu belirginliğin dozajı bizler için çok önemlidir. Bugünbu kelimelerin arka plânları sosyal hayatımızda irdelenirken bir hayâl kırıklığınıyaşıyorsak, bu belirginliğin zaman içinde erimesi, siyasî aksiyonuntemel şartı olan sosyal karşılıklarının bir türlü inşa edilememesi ve bulunamamasışeklinde olmuştur. Çünkü batılılaşma karşısında tutunabilmek içinkendi şahsiyetimizde ve günlük hayatımızda karşılıkları olan kültür değer-'lerimizde ifâdesini bulan «milliyetçilik» çok önemliydi. Ve hâlâ bu öneminisürdürmektedir. Biz bu, soruları hep «müslüman olup» cevapladık. Tarih şuurununyukarıdaki yorumu karşısında milliyetçi düşünce ister istemez heptek, hep yalnız ve siyasî şemanın ve sosyal hayatın dışında kaldı. (Ama,Allah şahidimizdir, bir nesil hakkıyla bu şuurun her nesle nasip olmayankaranlık gecelerin ender görülen kuyruklu yıldızları gibi ifâdesi olmuşlardır.Şimdi kaydıkları başka gecelerde alınları ak, yürekleri o kadar temizdir.}Bizim için çok önemli olduğu için tekrar ediyorum: Aynı ülkede, aynıkavram altında, aynı kelimeyle ifâde edilen bir başka ülkenin çocukları gibiydik.Bolşevikler ve menşevikleri andırıyorduk. Çünkü, ısrar ediyorduk, milliyetçiliğinsosyal hayatta mutlaka fertten topluma karşılıkları olmalıdır. Bubizim batılılaşma, teknoloji, sanayileşme vs. karşısında en çok güven duydu-.ğumuz ana fikirdir. Ama bu böyle olmadı. Bu farklılaşma üniversitede vesosyal hayatta belirgin bir şekilde ortaya konulabildi mi? Şimdi, bu karakterinçizilmesine mâni olan hem kavramları hem şahsiyetleri içice özetleyerek,yani zihinle yüreğin macerasını vermeye çalışarak bunu anlatmayaçalışıyoruz.Fakat, bu farklılaşmanın dışardan net bir şekilde görülemeyişinin müsebbibiniöyle zannediyorum, siyasî aksiyonun büründüğü siyasî kimliğin tarifindearamak gerekir. Aksine, zaman içinde alabildiğince «eklektik» ve «genelanlayışlarla» birlik çabast güden siyasî aksiyoner düşünce bize göre tarihî yanlışlarındanen büyüğünü yapıyordu. Ve bu yüzden, bugün, «millî», «millî kültür»,«Millî değerler» gibi kavramların siyasî karşılıkları vardır, lâkin sosyalhiçbir alanda karşılıkları reel ölçeklerle oluşmamıştır.Milliyetçi fikrin «millî kültür» etrafında verdiği eserler bugün dahi dikkatleincelenirse, ne büyük tarihî yanlışların veya aceleci ve siyasî tutumlarınkurbanı olduğunu görürüz, öyle zannediyorum, Emine Işınsu bu idealkimliğin oturtulmasında, milli karakterin yaygınlaşmasında öncülük eden romanlarınınen sonuncusu olan Cambaz'da dikkate değer bir çizgiye gelmiştir.Aslında, yazımızın başından beri sorduğumuz «millî» ve «millî kültür»ünarka plânında yer alan sosyal karşılıkları bir tarafa bırakıp bu romanın coğ..rafyasma girmek gerekir. Çünkü Işınsu'nun millî karakter tipinde yaptığırötuşlar dikkate değerdir. Karakterlerini tercih ederken, bütün edebî ve fikrîKavgasını adadığı tipin dışına çıkması veyahut öyle bir intiba uyandırmasıbu tartışmamızı aslında çok yakından ilgilendiriyor. (TÖRE'nin Emine Işmsuöze Sayısında Turan Bozkurt müstear ismiyle yazılan bîr yazıda bu endişeninüstünde esrarengiz bir üslûpla Emine Işınsu'nun yakalarına yapışarak sorulmuşbirçok soru vardır, dikkatle okunmasını tavsiye ederim.)«Erol Güngör,bir başka ifâdeylede de milliyetçiliğihayat karşısındabir yorumve bu yorumlarınhayata geçirilmesidiye izahetmektedir.Milliyetçi içintarih şuuru birMarksist içinsınıf şuurununaksi yöndebenzeridir...»«Milliyetçiliğinsosyal hayattamutlaka ferttentopluma karşılığıolmalıdır. Bubizim batılılaşma,teknoloji, sanayileşmevs.karşısında ençok güvenduyduğumuz anafikirdir. Ama buböyle olmadı...»


«Allahaşkına,muhafazakâr düşünceyitemsilençıktığınız yolda,attığmız nutuktayazdığınız makaledeneyin muhafazasındanbahsediyorsunuz?Bunun günümüzdavranış bilimlerindensiyasîteorilerine, idarehukukundan, personelyönetiminekadar karşılıklarınıbekliyoruz...Milliyetçi düşüncenin fikrî kavgasında siyasî kanadı temsil eden birçokyorum ışığında yazılan eserler büyük bir cılızlığın örneği olarak halen kitaplıkvitrinlerinde durmaktadır. «Ocak» dergisinin o günkü ciddiyetininyanında, aynı meselelere vakıf Necmettin Hacıeminoğlu'nun hiçbirilim adamına nasip olmayan trajlar yapan kitablarım incelediğimizde, bütünmeselelerin ve problemlerin, başına «millî» kelimesi getirilerek halledildiğinigörürüz. Bu anlayış ister istemez şöyle doğrudur : «Bu (millî) kelimesinindilinden anlayan kadrolar vardır, bu kadrolar siyasî cehdlere dönüşecek, veeğitim meselelerini halledecek». Bunu, bu ifâdelerle açıklarsak doğrudur. Lâkin,hiçbir kültür kodu sosyal hayatta ve üniversite dilinde karşılıkları verilerekortaya konulamamıştır. Yine eğitim meselesini millî davranış ve tutumlarıslstematize eden bir bakış açısından yoksundur. Bu genelde birçok eserdeböyledir. Yaygın bir kanaattir. İşte bunlardan müştekiyiz.Bu arada hemen belirtmek istiyorum ki, «milliyetçi» fikrin girdiği dehlizlerdenen büyüklerinden biri de Ayhan Tuğcugil'in meşhur TMSF kitabıdır.Çağın gözleri önünde milliyetçiliği Aristo mantığından matematiğe kadarsoktuk, çıkardık. Fakat, reel dünyamızın sınırlarının genişlemesinde enbüyük katkıyı Taha Akyol beyin Hergün gazetesindeki yazılarıyla gördük.Bizler «Büyük millet», «Herşey Türk Milletinin Bekası İçindir» diye sevdalı olduğumuzgünlerde, Taha Akyol'un gayet sakin ve ince perdeden ve fakat ısrarla,bölge ve mezhep farklılıklarından», «gecekondulardan», «sanayileşmenin getirdiğikültür ve ahlâk değerlerinin parçalanmasına dair günlük istatistik! veaktüel örneklerden» vs. söz etmekteydi. Evet, şimdi «millî» kelimesini alıp,bütün bu problemlerin önüne geçmeyi nasıl başaracaktık..Zamanla millî karakterin çizilmesinde en önemli unsur şüphesiz İslâmiyetolmuştur, islâm dinine bakış tarzı bir nevî erime noktası hâline geldi.Fakat bugün, yukarıda izah etmeğe çalıştığımız kavramlara siyasî karşılıklarverenler, hâlâ «millî» kalesinin arkasındaki trübünde otururken, aynı kavramlarahayatlarında ifâdelerini bulan «kültür» kodlarıyla cevap vermek isteyenler«îslâm» kalesinin ardındaki tribünlere kayarak, kimliklerini oturtmayaçalışmaktadırlar.Tabela değiştirilirgibi kavramlardeğiştirilemez.İnandığımızkavramların bedeliinancımızdır.Ve bir kereinandık mı bütünhayatımızı bukavramlar etrafındadeğiştirmeyeiman biliriz...»Bu arada, şüphesiz, millî karakterin oturtulmasında birçok tarihî menkıbelergün ışığına çıkarılmış ve yeni nesle takdim edilmeye çalışılmıştır. Osmanlıasırlarına dayalı bir medeniyetin hayat telâkkisi, herşeyiyle nokta,virgül yayınlanmaya çalışıldı. Fakat, dürüstlük, doğruluk, namus anlayışı,devlet anlayışı, vs.; fert, aile toplum üçgeninde hemen her değerin pratik yansımalarınınortaya konulmasında çok çok eksik kalınmıştır. Kültür kodlarımızınortaya çıkartılmasında bütün bu mücadeleye rağmen Ömer Seyfettinkavganın daha başından beri yalnız ve tek büyük temsilci olarak kalmıştır.Aynı frekansta tarihi bugünün nesline, elekten geçirilmiş değerlerle takdimeden bir tek devamcısını bulmak zordur. Şiirde, hikâyede, romanda, piyesteyeni yetişen nesillere takdim edilecek millî değerler karşılıksız kalırken üniversitecamiasından beklenen ses hiçbir zaman çıkmadı.Ve bir zaman sonra, «batılılaşan» hayat karşısında ne kadar şansınız vardenildiğinde topluca «ne kadar mUslümansak o kadar» şeklinde cevap verilmektedir.Diğer kalenin arkasındakiler ise, hâlâ, siyasî kadrolarla, türlü ça.lımlarla hiçbir kültür probleminden habersiz kahramanlık savaşma Pal SokağıÇocukları romanındaki «Macun Biriktirenler Derneği» şeklinde devametmektedirler. Nemeçek (romanın kahramanı) hasta yatağında iken Millîkültür, millî değerler, millî karakter (karşıkoyan, başkaldiran, direnen, kendideğerlerini sosyal hayatta herşeye rağmen yaşayan şahsiyet) gitmiş, yerine«uzlaşan», «üste delen», «particilik» oynayan, «ne yapalım demokrasiningözü kürolsun» diyen anlayışlar oturmuştur.Ve kaç yıldır «milî», «kültür» vs. kelimeleri bu düşünce tarafından yetimve öksüz bırakılmıştır. Lâkin yine de bütün hesaplar bu kelimeler üzerineyapılmaktadır. İşte müşteki olduğumuz husus budur. Sosyal anket ve sosyalçalışmaların yapılmadığı bir mekânda, üniversite yayınlarına, TV'deki temsilcikadrolara, resmî ve özel yayınlara, gazete sütunlarına, dergi sayfalarına,


adliye koridorlarına bakarak bir değerlendirme yapıyoruz, şüphesiz objektifliğişüphe götürür.MÎLLÎ DERKEN?!Şimdi, çok sesli konuşabiliriz :«Millî» ve «kültür» ve «medeniyet» ve "batılılaşma" ve "teknoloji" gibikavramlar etrafında çok rahat konuşanlara sesleniyorum: Bizim neslimizbunun acısını yeterince çekti. Şimdi «millî» derken, «milliyetçi» derken neyianlatmak istiyoruz? Hangi, direnen, başlkaldıran, karşı koyan bir kültürü,kimler ve biz ne kadar temsil ediyoruz? Bu kelimelerin fert ve toplum hayatındakarşıladığı davranışlar var mı? bunları kitapta ve günlük hayatta karşılıklarınıyaşıyormuyuz, yazıyor muyuz? Bugünün Türkiye'sinde kapitalistinbaşına «namuslu», (onilliyetçi» ekini koyarak kendi düşüncemizi hayata geçirdiğimizimi sanıyoruz? Çağdaş Sağ, Yeni sağ, millî nesiller, derken, artıkbizler birer sosyal antropolog kadar, bir sosyolog kadar titiz ve hassasız, sizlerde lütfen o kadar net ve açık konuşun. Herhangi bir siyasî kadronun başınave sonuna aynı kelimeleri ekleyerek yine kendi kültürümüzün hangi unsurlarınıkendimize ve kitlelere tekrar ettirmek istiyoruz?Allahaşkına, «muhafazakâr» düşünceyi temsilen çıktığınız yolda, attığınıznutukta, yazdığınız makalede, neyin muhafazasından bahsediyorsunuz? Bunun,günümüz davranış bilimlerinden, siyasî teorilerine, idare hukukundan,Personel yönetimine kadar karşılıklarını bekliyoruz? Genç nesil, nedense zihniyleyüreğini hep bir düşündü. Bu yüzden tabela değiştirir gibi kavramlardeğiştirilmez. Yukarıdan beri bahsettiğimiz kavramların bedelleri inancımızdırve bir kerre inandık mı bütün hayatımızı bu kavramlar etrafında değiştirmeyi«iman» biliriz.«...Zaman içindealabildiğince 'eklektik've 'genelanlayışlarla' birlikçabası güdensiyasi aksiyon erdüşünce hizegöre tarihî yanlışlarındanenbüyüğünü yapıyordu.Ve buyüzden bugün,'millî' 'millîkültür', 'millîdeğerler' gibikavramlarınsiyasî karşılıklarıvardır, lâkinsosyal hiçbiralanda karşılıklarıreel ölçeklerleoluşmamıştır...»Tamamen zihnimizin sınırları içinde kalan, baştan aşağı, dürüst kültürümüzünson çığlıklarını, hangi politik anlayışlara benzetmeye, veya araçlı,tiîkili oyunlarda rulet misali şans denemeye çalışıyoruz? Millî değer derkenartık yaşanıImaİL, artık konuşulmamalı. Millî değer derken artık alt yazısıolsun istiyoruz.Dünyanın çok yerinde olduğu gibi siyasî milliyetçiler hâlâ batıcı değerlerinkarşısında eski hissi>yatlarıyla ve yine sosyal realitenin inadına hergünbiraz daha renklerini kaybetmektedirler. 1985 Türkiye'sinde teknolojinin getirdiğideğerler karşısında bütün bu değişmeyi kontrol altına alabileceğinisöyleyenler, niçin hâlâ politikacılar ve particiler oluyor. Bu kelimelerin bizatihidoğduğu yer üniversite olduğu halde, hiçbir aydınımızda niçin karşılıklarıyoktur.Evet, Modernleşme her türlü değeri kâğıt gibi yırtınıştır. Bütün kültürdeğerlerimiz teknolojinin veya sanayileşmenin getirdiği değerler karşısındahallaç pamuğu gibi atılmıştır. Yeryüzünde hiçbir millî kültür, aynı siyasî endişelerleyola çıktığı için bu engeli aşamamıştır. Teknoloji kendi değerlerinide birlikte getirerek ve hatta ülke siyasasına kendi varlığının şart olan yapılanmalarıda mecbur kılmıştır. Bu Arjantin'ten, Güney Kore'ye böyle olmuştur,ve böyle olmaya devam ediyor.Türkiye'de fikrî hareketlerin hemen hepsinin çekirdeğini oluşturan, batıteknolojisini, nasıl alalım, neresini alalım sorusu henüz sosyoloji kitapla.rında tartışılmadan, anlaşılmadan, iktisat kitaplarındaki tartışmalar galipgeldi. Millî olacak, montaj olacak, şöyle transfer edilmeli, böyle plânlanmahdemeden, şehrin göbeğine yüzbinlerce gecekondu çakıldı. Bütün kültür değerlerimizcan havliyle yırtma yırtma çağın en büyük katlinin göstergeleriolarak halen gazete sütunlarında, adliye koridorlarında gözlerimizin önündedir.Aziz Nesin'in Medeniyet'in Yedek Parçası adlı hikâyesindeki Hamit Ağa'nın oğlunun traktör macerası; siyasî, sosyal, kültürel bütün bu çelişkilerimuazzam bir espriyle anlattığı için olacak bu facianın karşısında «değişme»


«Tamamen zihnimizinsınırlarıiçinde kalan baştanaşağı dürüstkültürümüzünson çığlıklarını,hangi politikanlayışlara benzetmeyeveyaaraçlı, tilkilioyunlarda ruletmisali şans denemeyeçalışıyoruz.Millî değer derken,artık yaşanılmalı,artık konuşulmamak.Millî değerderken, artık altyazısı da olsunistiyoruz...» ,gibi, kültür» gibi kavramlarla uğraşan uzmanlarınhâlâ entelleiktüel bir komedi zevki vermektedir.damağında trajik değil,Ve hâlâ milliyetçi birçok yazar hemen her fasılda bu sorular karşısındaJaponya Örneğini ortaya atmaktadırlar: «Bakınız, bu ülke teknolojik, iktisadi,sosyal kakınmasını tamamladı. Ve kültür değerleri zeval görmedi».Bu koca yalana, evinde gelenekli giysileriyle geyşaların güleryüzlü takvimposterlerini asan birçok aydınımız hâlâ inanmaktadır. Ve «millî» derken,«milli kültür» derken neyi kastettikleri daha da berraklaşıyor sanırım (!).Ne demiştik, Milliyetçi fikir, teorisini inşa ettiği günden bu yana tekrarlıyor»Avrupalılaşmaya gerek yok. Batılı tekniği alacağız, lâkin kendimize hastarzda kullanacağız. Evet, hiçbir sosyal anket ve sosyal çalışmaların yapılmadığıbir zeminde de olsa, soralım; iddiamız ne kadar ayakta?Sosyal değişme karşısında, dünyanın dehşet siyasî dengesinin, mantıkîve mecburî bir şekilde oturtulan siyasî yapılarının rengi, şeması bu kadar netbu kadar aşikâr ortaya çıkmışken, hâlâ hangi kuzulu, kanişli, finolu düşüncelerlegarip kuyrukları, garip siyasî anlayışlara karşi sallamaktayız?.Bütün bu soruları niçin soruyoruz? «Millî» ve «Millî kültür» kavramlarına1985 Türkiye'sinde reel cevaplar alamadığımız için. Siyasî kimliğiylebu kavramların temsilcileri şüphesiz, bu yazının genel havası için, «kimlikbuhranı geçiriyor», «değerler bunalımı» içinde gibi ileri eleştirilerde bulunabilir.Oysa, istiyoruz ki, yeni yetişen nesle biraz da lezzeti acılarına saklanmışurfalı yemekler verelim. Sosyal hayatta ve sosyal dünyada karşılıkları olmadıktansonra «kültür» gibi, «millî» gibi kelimeleri kullanmaktan çekmelim.Şayet bütün dünyamız, bu kavramların içinde gömülüyse, o zaman, baş.kaldıran, karşı koyan, kabullenmeyen, direnen, yaşayan, yaşayan, yaşayanifâdelerde karşılığını bulan, kültürümüzün derûnî yapısına girip, batılı tarzhayat karşısında silikleşen, bohemleşen, kaypaklaşan karakter ve kavranılanterkederek işe başlamalıyız.Yoksa, 1985 Türkiye'sinde televizyonla, günlük basınla, içinde bulunduğumuzdehşet şeması hiçbir şekilde bizleri siyasî karizmaların oyununagelmemeyi öğütlüyor. Tek yol Üniversite, tek yol yaşadığımız hayat olmalı.Bu yazılan çok daha yazacağız.Fikri maceramızı çok daha anlatacağız.Fakat her defasında sorularımızın dozajını santim santim artırarak...Kültürümüzün diğer bir adının «Cesaretimiz», «Samimiyetimiz» olduğunudüşünerek.Erol Güngör beyin çok işaret ettiği, ve çok tartışılanşüphe edelim, sonra iman.düşüncesi: önceKaybolmuş bir ülkede, kültür şokunun en kesif saatlerinde yaşıyoruz.Kendimizi bulana ve kültürümüzü kavrayana kadar yazacağız!Fotoğraflı, alt yazılı, biraz zihinden, biraz gönülden; daha net konuşabileceğimizyarınlar ümidiyle...


DOĞUŞ Edebiyat TAKDİM EDER:1920 ÎİOBEL ARMAĞANI SAHİBİKnut liAMSUN'un ESERLERİ'DÜNYÂNİMETİiSON BÖLÜM424 5h. 050 TL.%jo indirimle 595 TLDÜNYA NİMETİjea Sh. eoo TL.%3o indirimle 560 TLBENONİ2ze Sh. 500 TL.%jo indirimle 350 TLPAN152 sh. 4oo TL.%3o indirimle 200 TL.VİCTORİA120 Sh. 350 TL.%3o indirimle 245 TL.Çeviren: Behçet NecatigilTakım halinde %36 indirimle 1850 TL.KNUT HAMSUN KİMDİR?Norveç Edebiyatının dünyaya kazandırdığı en büyük yazarlardanbiri olan Knut HAMSUN ilk kitabını on sekizinde son kitabınıdoksanında yazdı... Gezdi, yaşadı, sevdi yaşadı..."— Mektep mi! Hayır hayır. Mektep kitap... Vahşinin biriyimben.""Herkes bir şey olmak istiyor.Ben mi?... Hayır, hayır. Ama korkacak bir şey yok. Hayatyaşıyor.""Knut HAMSUN, erkekliğin gerçek temsilcisidir. Zorla eldeedilmiş bir zerafet; sert, buruk gem vurulmuş bir ihtiras; saf veöğrenilmesi zor olan bir hamiyet ve mahcubiyet., ki her gerçekerkeklik sanatında vardır bunlar..."Stefan ZVVEIG"HAMSUN'un eserlerinde tabiatla sanat barış halindedir. Ustalığınınnereden geldiğini v eya bizi nereye sürükleyeceğini sormayınız...Ender olanı kutlayalım. Yani bir yazarın çağını."Oîkar LORKE"Çağımızın yazarian arasında orijinal yaratıcılık yönünden HAM-SUN'u kenara itebilecek tek bir kişi bile göremiyorum."Maksim GORKİKMUT HAMSUN İÇİN NE DEDİLER?.."Hamsun'u çevirmek benim için şiir yazmak gibi bir şey."BEHÇET NECETİGİL"HAMSUN insanın duygu ve düşüncelerini dumlu yönde etkileyenyazarlardan biridir. Oher büyük yazar gibi Kâinatı sırlarını,görünüşte dar bir çerçeveye sığdırmıştır."J. VVASSERMANN"Taknik üstünlük, şiirli yoğunluk, sırlı ve içten ürpertiler vedurmaksızın akıp giden büyülü bir hava sanatının sırrıdır Hamsun'un."Thomas MANN"Dağlardan kopup gelen bir bahar fırtımasıdır HAMSUN...Hamsun adı har zaman bir tabiat olayını işaret eder.Erich KAİSTNER


o FİYATLARIMIZA KDV DAHİLDİRFATURA OÖIİDERİÜRSAHİPSİZLERLHJUUS<strong>edebiyat</strong> mP.K. 329 Kızılay-ANKARASEZONUN YEN! KİTAPLARINI İNDİRİMLİ DAĞITIYORUZ*1500 TL.dan az siparişler ödemeli gönderilmez. * 1500-3000 TL.lık siparişlere % 15, 3000-5000Tl.Uk siparişlere % 20 indirim. * 5000-10000 TL.lık siparişlere % 25 indirim. * 10.000'dan fazlasiparişlere % 30 indirim. * Kitapçılara % 30 indirim. * ödemeli siparişlerde posta masrafının yarısıödeme bedeline ilave edilir. * Kitap bedelleri "DOĞUŞ EDEBİYAT 128589nolu posta çeki hesabımızayatırılarak verilecek ödemesiz siparişlerde posta masrafının tamamı dergimizce karşılanır.ABDIRRAHtMKARAKOCKAN YAZISIABDIRRAHIMKARAKOCİSUUUt! ISUTAHUUIIMABDURRAHIMKARAKOCİDOSTA DOĞRUBEYLER AMANGurbetçilerin hikâyeleriYaban ellerde sahipsizbir neslin dramı.350 TLMilli hassasiyeti yüksekbir öfkenin şiiri..Yakın dönemin rnesulleriyleyiğitçe hesaplaşma.Ann JLBüyük şairin "İmana, irfana,zindana selamı..Yeni çıkan ikinci baskışı..4M T LŞairin aşk ve tabiatşiirlerininyenilerini veöncekilerini bir arayagetiren kitap ^ ^Sevinci kederi, çilesiylebizim sedamız, bizimsevdamız.400 TLH.Kayıhan'ın yeni romanıCumhuriyet dönemindebürokrasi halkmünasebetleri ,»„ _..600 TL.*9* -Milli romantizmin örnekeseri. Gönüllere dolanTürklük Şuurunu300 TL.töresinin soyluKaşkaylarındağlarındakinücadelesi 7S0 JLYaşadığımız karanlıkgünlerin, Ümraniye'deşehit edilen 5 isçininromanı ^ j LKırım kahramanı Sü- ülküler, yalnızlıklar veyüm Bike'nin destani iç çekişlerle dolu birmücadelesinin roma- hayat. Onbinlerin yasanıin/ı Tl dığı "Kafes" günleri.İ w ' L 300 TL.ESENDALEV ONA YAKIŞTIDAĞLAR ARDIŞİİRLERİAhmet TeufikOZANNecmettin HscıemmojtoBir neslin çilesinin şiirleriGenç ve başarılışair A.T.Ozan'm kitabı.; ProtDrNihal KeklikI FELSEFENİNİLKELERİHer <strong>edebiyat</strong>şinasın severekokuyacağı edebidenemeler. 350 TLTürk hikayeciliğinin büyükismi Esendal'ın kitabK400 TL.DİVANLARARASINDA350 TL.!'r,»r. Dr. Mftımc! Kro.TÜRKİYE*" NEDENMİLLÎKÜLTÜRÜMÜZveMESELELERİMİZFİLOZOFLARINÖZELLİKLERİ"1983 Milli Kültür VakfıArmağanı"nı kaznananeserler.. Herbiri600 TLYazarın 5 ciltte tamamlanacakserisinin 3. kitab1,600 TL.El atılmamış yeni konular,yeni tartışmalar,derin tahliller.,450 TL350 TL.Fikir Savatımızın ufukeseri. Sahasının otoritesiMehmet" ERÖZyazdı.Fikri cihazlarımamızdaönemli bir yeri olacakilmi bir eser.Buhran çağındaki insanlığaIslamın teblirÖftfl il , 80,1TOPUZBOMBAYALNIZ EFEGİZLİ MABET.KAŞAĞIEFRUZBEYYÜZ AKIHAREMPERİLİ KÖŞKBEYAZ LALEr350 TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!