12.07.2015 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA UNIVERSITESI ILÂH İ YAT FAKULTESIYAYINLARICXHICumhuriyetin 50. y ıl dönümüne arma ğanİSLAM HUKUK FEISEFES İ(1Imu Usüli'l-F ıkh)Abdulvahhâb HALL'AFKahire <strong>Üniversitesi</strong>Hukuk Fakültesi, İslam Hukhku ProfesörüGiri ş ve Notlar ekleyerek ÇevirenDoç. Dr. Hüseyin ATAY


ANKARA ÜN İ VERS İ TES İİ L.A.H İ YAT FAKÜLTESIYAYINLARICXIIICumhuriyetin 50. y ıl dönümüne armağanİ SLAM HUKUK FELSEFES İ( İ lmu Usüli'l-F ı kh)Abdulvahhâb HALLÂFKâhire <strong>Üniversitesi</strong>Hukuk Fakültesi, İslam Hukûku ProfesörüGiriş ve Notlar ekleyerek ÇevirenDoç. Dr. Hüseyin ATAY


Bu eseri,Küçücük ya şımdan beri tahsilim uğrunda her türlü s ıkıntıyagö ğüs germi ş, senelerce ayr ıhk özlemine katlanmış bulunan, 28 Ocak1972 Cuma günü, Hacc ını ifa ettikten sonra, seher vaktinde vefatedip Mekke-i Mükerreme'de "Cennetu Mualla" mezarl ığına defnedilensevgili annem Ay şe ATAY'm f aziz rahuna ithaf ediyorum.


ONSÖZÜç yıl önce Fakültemiz Profesörler Kurulunca " İslam Hukuku"dersini okutmakla görevlendirilmi şdim. Daha önceleri yazd ığım birmakalede, memleketimizde İslam Hukuku nas ıl okutulursa faydal ıolacakt ır konusunda dü şündüklerimi belirtirken, "usûlü '1-F ıkh"ınarzetti ği önemi göstermeye çah şmışdım. Bu dersi okutmaya ba şlayıncaönerdiğim metodu uygulama fırsat ını elde etmi ş oldum. İslam hukukuhalen bizde yürürlükte olmad ığından, onun k ılı kırk yarar teferruât ı-na inmekte amen bir fayda olmadığı a şikârdır. Bu bakımdan İslamhukukunun ilkeleri, felsefesi, gâyesi, kaynaklar ı, kaynaklar ının kullanılması ve hüküm ç ıkarma metodlar ı üzerinde durulmas ı şübhesiz çokdaha faydal ı olacakt ır. Ancak bu huldikun baz ı önemli bahisleriningenel olarak okutulmas ında da fayda vard ır.İşte bu sebeblerle, sand ığım ilimleri bünyesinde toplayan ve ayn ızamanda İslam Huldikunu da sistemle ştiren Usûlü '1-F ıkhı okutmayakarar verdim. Kütübhânemde Usülü '1-F ıkh dalında mevcud k ırkbe şcivarında eserden talebeye not ç ıkarmak yerine, içlerinden birisiniseçip ökutmay ı daha elveri şli buldum veKâhire <strong>Üniversitesi</strong>nin HukukFakültesinde senelerce bu ilmi okutmu ş ve bu sâhada üniversite ö ğrencileriiçin bir de eser vermi ş bulunan merlıtım Prof. Abdülvehhâb HA-LAF' ın Usülü '1-F ıkh' ını seçtim. Bu arada arabça bilmeyen türk okuyucusunafaydal ı olabilmek ümidiyle eseri türkçeye çevirmi ş bulunuyorum.Baş tarafma, " İslam Hukuk Felsefesi" diyebilece ğimizdoğu şundan bahseden bir bölüm ekledim Bunun yan ı sıra, onuntamamlay ıc ısı mahiyetinde olan ve şimdiye kadar yap ılmamış olduğunusandığım bir "Islam Hukuk Felsefesi bibliyo ğrafyas ı" koyarak, ilerdebunu tekâmül ettirecek olanlara yard ımcı olmak istedim. Bizzatgörüp tesbit etti ğim kitablar ı almış bulunduğum bu bibliyografyadaorjinal eserleri esas ald ım ve numaralad ım. Târîhî s ıraya göre s ıralananbu eserlerden herbirisini, onlarla ilgili şerh, hâ şiye, ta'lik vetelhisler takib etmektedir. Ayr ıca temel eserler, müelliflerinin ifade-V


leriyle tan ıtılmaya çalışılmış, imkân buldukça her eserin ba şmdanve sonundan bir kaç kelime nakledilmi ştir.Hernekadar bu çal ışmamızın teknik bir çabadan ileri gitmedi ğisöylenebilirse de, pek çok eserin müellifini, zaman ını, müellifine aidiyetinido ğru tesbit edebilmenin pek uzun çal ışmaları gerektirdiği nekadar uğraşılsa yine de yanh ştan kurtulmanın mümkün olmadığı aşikârdır.Bu bakımdan sayın okuyucunun rastlayaca ğı yanlışlar olursa,iyi niyyetimize vermesini, ve bildirmek lutfunda bulunmas ını bilhassarica ederiz.Prof. Abdulvehhâb Hallâf, Us alül-F ıkh'ına Mısır'ın modernkanunlanndan da misaller almış, maddelerini zikretmi ştir. Ben bunlarınbizim yürürlükteki kanunlar ımızda hangi maddelere tekâbül ettiklerinintesbitini, <strong>Ankara</strong> Hukuk Fakültesi Doçentlerinden Say ın YahyaZEBUNO ĞLU'ndan rica ettim, kabul buyurdular. Dipnotlarda geçen"Y.Z." harfleri say ın Doçente i şârettir. Kendilerine bu emeklerindendolayı sonsuz te şekkürler ederim. Merhûm müellife âid dipnotlar ınıbiz de kaydetmi ş bulunuyoruz. Ancak müellif hadis-t şeriflerin kaynaklarınızikretmemi ş olduğu için, biz bunlardan bulabildiklerimizinotlarda göstermiye çal ıştık ve ayetlerin numaralar ını kaydettik, baz ılüzum gördüğümüz yerlere kendimizden notlar ekledik.Tercümemiz, eserin 1954 y ılındaki 6. baskısından yap ılmıştır. Bubaskının sahife numaralar ım tercemeye de koyduk ki, aslına bakmakisteyenler kolayca bulabilsinler.Bu eserin Faklültemiz yay ınları arasında çıkmasını sağlayanYayın Komisyonunun muhterem üyelerine, provalar ı titizlikle gözdengeçiren ve indeksleri hazırlayan Sayın Dr. Cihad TUNÇ'a ve basımındaemekleri geçen <strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Matbaasinm ilgili zatlannasonsuz teşekkürler ederim.Allah ba şarıya ulaştırs ın.Doç. Dr. Hüseyin ATAYVI


İ Ç İ NDEKILERG İ R İ ŞSayfaİSLAM HUKUK FELSEFES İNE G İRİŞ 1-75Sosyolojik Hata 3Başlık Parası 5Vçten Dokuza Şart 7Tekrar Evlenme 9Bo şanmada İki Şahit 11Din Sorunu 14İslam Dininin Evrenselliği 17Fıkıh Usulü İlmi = Islam Hukuk Felsefesi 20İslam Hukuk Felsefesinin Do ğuşu 26Hukuk Kavramımn Doğuşu 33Arapların Durumu 37Hz. Muhammed'in Hukuka Mesnet Te şkil Eden Söz ve Davranışları 38Şeriat Kelimesinin Men şei 44Kelime ve Terim Olarak Fıkıh 47İslam Hukukunda Otorite Men şei 52İslam Hukuk Felsefesine ait İlk Yazılı Vesika 56Hukuk 57İslam Hukukunun Men şei veya Kaynağı 60İctihad 63İctihadın Meşruiyeti 65İctihad Bölünmez Bir Melekedir 69Usalcülerin ve Faklhlerin af Edilmez Bir Hatas ı 70Kazuist ve Mucerred Metod 71Taklid 73İSLAM HUKUK FELSEFES İ B İBL İYOGRAFYASI 75-149İmami Şafi'inin Risâlesi 76-81İmami Cessasın Usulü 82Kadı Abdulcebbar'ın Şeriyyatı 83Ebul Hüseyin Muhammed'in Mutemedi 86İbn Hazm'in, Usulü 87Ali b.Muhammed Pezdevrnin Usulü 90Ebu Bekir Muhammed Sarahsrnin Usulü 92Ebu Hamid Gazali'nin Usulü 94Fahreddin Razl'nin Usulü 95Seyfuddin Ali Amidrnin Usulü 101VII


SayfaAhsiketi'nin Usulü 104İbn Hacib'in Usulü 106Karafrnin Umumi Kaideleri 112Kadı Beyzavrnin Usulü 114Habbazrnin Usulü 116İbn Saatrnin Usulü 119Ebul-Berekât Nesefi'nin Usulü 121Sadru ş- şeria'nin Usulü 130Tacuddin Sübkrnin Usulü 134şatıbrnin Muvafakat ı 135Molla Fenarrnin Usulü 136İbn Humam' ın Usulü 138Molla Husrev'in Usulü 140Muhammed Ali şevkânrnin Usulü 143İSLAM HUKUK FELSEFESİGiriş 151Fıklun Tarifi 151Konusu 152Usûlül-Fıkıh 152Fıkılı ve Usûlün Amacı 154BİRİNCİ KISIMşer'i. Deliller 161B İRİNCİ DELİL KUR'AN 165İcaz ın Manası ve Unsurları 167Kur'an' ın İcaz ımn Yönleri 1701- Manas ımn, Ibaresinin Düzeni ve Hükümleri 1702- Kur'an' ın İlmi Nazariyelere Uygun Olmas ı 1713- Gayıpları Haber Vermesi 1734- Kur'an' ın Fes1h, Belig Olmas ı 175Kur'an' ın Delâletinin Kesin ve Zann1 Olu şu 177IKINCI DELİL: St:TNNET 181-1901- Sünnetin Tarifi 1812- Sünnetin Delil Olması 1823- Kur'an'a Göre Mertebesi 1844- Sünnetin Senedine Göre K ıs ımları 1865- Sünnetin Kesin ve Zanni Olu şu 187Hz. Peygamber'in Söz ve Fiillerinden Din Olmas ı Gerekmiyenler 188tIONCİ:1" DELİL: İCMA 191-1981- Tarifi 1912- Rükünleri 1913- Delil Olu şu 1924- İmkâm 1945- İcmaın Fiilen Vukubulmas ı 1966- İcmaın Türleri 197VIII


SayfaDÖRDÜNCÜ DELİL: KIYAS 199-2251—Tarifi 1992—Delil Olu şu 2013—Kıyasın Rükünleri 206a) Asıl 207b) Feri 207e) Aslın Hükmü 207d) Neden (İllet) 2071—Nedenin Tarifi 2102—Nedenin Şartları 2143—Nedenin Kısımları 2174—Nedenin Bilinme Metodu 221BEŞINCI DEL İL: ISTIFİSAN 227-2301—Tarifi 2272—Çe şitleri 2273—İstihsanın Delil Olu şu 229ALTINCI DEL İL: KAMU YARARI (Mesallh Mursele) 231-2351—Tarifi 2312—Taraftarlarımn Delili 2323—Delil Olmas ımn Şartları 2334—Karşı Olanların Şüpheleri 234YED İNCİ DEL İL: ÖRF 237-2391—Tarifi 2372—Çe şitleri 2373—Hükmü 238SEKIZINCI DEL İL: İSTİSHAB 2411—Tarifi 2412—Delil Olu şu 241DOKUZUNCU DELİL: BIZDEN ÖNCEK İLERİN ŞERİATI 245-246ONUNCU DELİL: SAIIABE YOLU 247-248İKiNCİ KISIMŞer'i iliikürnler 249I— HAKIM 249Hakimin Kim Olduğunda1—Eşari Mezhebi 2502—Mutezile Mezhebi 2513—Maturidi Mezhebi 252II— HÜKÜM1—Tarifi 2532—Hükmün Çe şitleri 254a) Teklifi Hüküm 254h) Vazi Hüküm 255IX


SayfaTeklifi Hükümlerin Kısımları 258-2691—Vacib 259-2642—Mendub 2643—Haram 2664—Mekruh 2675—Mübah 268Vaz•i Hiikümlerin Kısımları 270a) Sebeb 270b) Şart 271c) Engel (mani) 273d) Ruhsat ve Azimet 273e) S ıhhat ve Butlan 277III— HÜKÜM KONUSU(Mahküm Fih) 279-285IV— HÜKÜM GIYEN(Mahlıfım Aleyh) 285a) Vücub Ehliyeti 286b) Eda Ehliyeti 287Vücub Ehliyetine Göre Insanın Durumlar ı 287Eda Ehliyetine Göre Insan ın Durumları 288Ehliyetin Anzalan 289ÜÇÜNCÜ KISIMUsulle Ilgili Dil Kuralları 291Giriş 291Birinci KuralMETNIN DELALET TARZI 2931—Sözün ibaresi 2942—Sözün I şareti 2953—Sözün Delâleti 2984—Sözün Gere ği 300Ikinci KaideZIT ANLAM 303-309Üçüncü KaideDELALET/ AÇIK OLAN 3101—Zâhir (Açık) 3112—Kasıtlı Söz (Nass) 3123—Açıklanmış (mufesser) 3154—Değişmez (muhkem) 316Dördüncü KaideDELALET/ AÇIK OLMAYAN 3181—Kapalı (hafi) 3182—Müşkil 319


Sayfa3—Mucmel 3214—Mute şabih 323Beşinci KaideMÜŞTEREK (e şanlamh) 325Altına KaideUMUM 328Tarifi 329Umum Ifade Eden Sözler 329Delökti 330Umumun Çe şitleri 332Umumun Tahsisi 333Tahsis Etme Delilleri 334Yedinci KaideÖZEL (Husus) 338Emir Sigası 341Nehy Sigas ı 343DÖRDÜNCÜ KIMITEŞRİ'İN PRENS İP KAİDELERİ 344Birinci KaideTEŞRİİN GENEL MAKSADI 344-352Şer'l Hükümlerin Maksatlara Göre S ıralanmas ı 352Birkaç Genel Kaide 353İkinci KaideALLAH'IN HAKKI, MÜKELLEFIN HAKKI 356-361Üçüncü KaliteİCTİHADIN CAIZ OLDU ĞU HUSUS 361İctihad ın Şartlar ı 362Dördüncü KaideH UKÜMLERIN NESH İ 365Neshin Felsefesi 366Neshin Türleri 366A) Neshi Kabul Etmeyen Söz 369B) Neshi Kabul Eden Söz 370Beşinci KaideÇATIŞMA ve TERCIH 372XI


İSLAM HUKUK FELSEFESİNE GİRİŞDÜNYA HUKUK SISTEMLERIBugün dünyada ya şıyan çe şitli milletlerin ve kurulu bulunan devletlerindeği şik hukuk sistemleri vard ır. Her bir devlet kendi hukuk sistemi ile di ğerindenayr ılır. Bir memlekette olan partiler de kendi parti tüzükleri ile birbirlerindenayr ılmaktadırlar. Devletler her ne kadar hukuk sistemleri ile özellikarzediyorlarsa da hukuk sistemleri daha büyük hukuk sistemlerine irca edilmektedir.Bu hususta üç büyük hukuk sisteminden söz edilmektedir: Men şeiörf ve âdet olan İngiliz hukuk sistemi, Amerika bu sisteme tabidir; Romahukukuna dayanan Avrupa devletlerinin hukuk sistemi ki, Türkiye bu sistemedahildir; Sovyet Rusya'n ın dayandığı sosyal hukuk sistemi, ki bütünsosyalist devletler de bu hukuk sistemine tabidirler'.Bu bilgiyi kendisinden nakletti ğimiz Prof. Dr. Erdo ğan Göger, ya şayanhukuk nizamlarım sayarken dünyamn bütün milletlerindeki sistemlere temasetmemiştir. Mesela, Japonya, Hindistan ve İslam devletlerinin nas ıl bir hukuknizamına tâbi olduklarını zikretmedi ği gibi, bu devletlerin kendisinin sözünüettiği nizamlardan hangisine girdiklerini de belirtmemi ştir. Ayr ıca Afrikadevletlerinden de hiç söz etmemi ştir. Nüfuslar ı az olmakla beraber ikibinküsur yıllık bir da ğınıklıktan sonra milli ideoloji haline soktuklar ı dinlerinebağhlıkları sonucunda bir devlet kuran Yahudilerin hukuk nizamlar ınııı hangikategoriye girdi ğini öğrenme ihtiyac ı ister istemez insan ın zihnini kurcalamaktadır.İslam devletleri içinde yaln ız Türkiye'nin hukuk sisteminin hangi kategoriyegirdiğinin zikredildi ğini gördük. Ancak, burada kulland ığımız islamDevletleri tabirinin hangi anlamda ele al ınacağı söz konusu olacakt ır. ÖnceTürkiye'ye Islam devleti demenin, bugünkü mevzuat kar şısında suç say ılıpsayılmayaca ğı incelenmeye tâbidir. Veyahut bundan önce İslam Devletideyiminin manasını açıkladıktan sonra, bunun Türkiye için kullan ılıp kullamla- layaca ğı hususu, mevzuat kar şısında tart ışılacakt ır. Biz, hemen buradaaklımıza gelen üç manay ı zikredelim ve sonra onlar üzerinde hüküm yürütelim.1 Bak. Prof. Dr. Erdo ğan Göger, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, s. 49-52, <strong>Ankara</strong>, 1972.1


şehirlerde buna ba şka bir şekil verilmektedir. O da kız tarafının erke ği birazzorlayacak şekilde a ğır bir hediye istemesidir. Mesela birkaç bin liral ık biryüzük veya ta ş, ya da saat vesaire takmalar ı, evlenme masraflar ından önceni şanlanma esnas ında istenir. Sonra dü ğün gecesi erke ğin kıymetli bir hediyevermesi de gene ba şlığın ba şka bir şekli değil midir?İşte bu âdet kanunla yasaklanm ış olup da devam eden hadiselerin binindenbir tanesidir. Anadolu hukuk ve sosyoloji bak ımından ba ştan sona bir incelemeyetabi tutulsa, on sene önce bir Nahiye Müdürünün, o nahiyesi hakk ındaCumhuriyetin C'si buraya girmemi ştir, demesini haklı ç ıkaracak neler bulunmaz.Bunlar ın sebebi hukukun, dışta yaz ılmış kitaptaki sosyolojiye uygunolduğu halde memleketin sosyolojisi yap ılıp ona uydurulmam ış olmas ıdır.Bu ba şlık meselesini ele alal ım. Bu sadece bir âdet de ğildir. Aynı zamandadinin koymuş olduğu mehir ile bağdaşmış ve birle şmiştir. S ırf bir âdet olsayd ı,belki daha kolay at ılabilirdi. Ama yukarda de ğindiğimiz gibi sosyal kurumlarbirbirinin tarih boyunca deste ğini kazanm ış oldu ğu için birini incelerken diğerlerininonun üzerindeki tesirini de incelemek laz ımd ır. Ba şlığı din yönündeninceleyecek olursak, her ne kadar dinin mehir dedi ğine halk ba şhk adını veriyorsada veya diğer bir tabirle ba şlık âdetinin arkas ında dinin mehir dedi ğinesne sakh ise de, dinin ön gördü ğü mehir ile ba şlık aras ında fark vard ır.Bunlar k ısaca şöyledir:1- Mehirin âzamisine s ınır konmu ş de ğildir; ba şlık ile bu noktada birle şir.2- Mehir, s ırf kız ın hakkıdır. Ana baba ve koca bunda katiyen hak talebedemezler.3- Başlık babaya verilmekte ve ona baba mâlik olmaktad ır.4- Baba başhğa mâlik olunca, bu ba şlığı da kızını vermesi kar şılığındaalmış olduğundan, kızını satm ış ve paras ını almış durumuna dü şmüş olur.Islâmiyette haramlar ın en büyüğü hür bir kimseyi sat ıp paras ını yemektir.Buna göre ba şhk ahp yiyen baba, kat ıksız bir haram yemi ştir.5- Baz ı kimseler ba şlığı mehir yerine koyarak al ınmas ını caiz gösterirler.Bu durumda paraya hiç dokunmadan onu k ıza vermeleri gerekir.6- Baz ıları da mehir diye ba şlık al ıp kıza harcad ığını ileri sürerek tasarruflarını me şru göstermek isterler. Bu da do ğru de ğildir. Mehir diye al ınanparaya ancak k ız tasarrufta bulunabilir, maddi veya manevi bask ı altındakızın parayı babas ına vermesi me şru say ılmazsa da, aslında kız parayı istediğikimseye verme hakkına sahiptir. Ama r ızas ı bizce meçhul kalmaktad ır.Şimdi mehrin sosyal felsefesine gelince, Kur'an- ı Kerim'de bu husustafariza, meta', sedak kelimeleri kullan ılmakta olup bunlar ın her birinin özelmanası vardır. Fariza, söz kesilmi ş, belli edilmiş ve tayin edilmi ş mehir anla-6


mındadır. Meta' da faydalanma, fayda, istifade, geçinme anlam ında olduğugibi sedak, kelimesi de sadakat, do ğruluk ve dürüstlük, ba ğlılık bildirir. Bukelimelerden birincisi kesinle şmi ş mehiri gösterir. Sedak, evlenmeden önce,evlenme esnasında verilmekde kullan ılmışt ır. Bunun sebebi kocan ın karısınasadık ve bağlı olmas ını temin eden bir hediye ve ba ğlılık alâmeti olmas ıdır.Meta', mut'a da bo şanma s ıras ında verilen gönül al ıc ı, ayrılığın acısını unutturanherkesin gücüne göre verece ği bir bah şiş ve avutma hediyesidir. Her neolursa olsun, mehir nikâh akdine giren bir unsur de ğildir. Mehirsiz evlenmenincaiz olmas ında şüphe yoktur. Mehir söylense de verilmemi ş olsa bile, hiç sözkonusu edilmeden de nikâh akdi me şru ve sahihdir. K ızın yeni gelen eve ısınmasını,ünsiyet peyda etmesini, yabanc ılığının giderilmesini sağlayacak birdostluk ni şanesi ve hediye verilmesi dini bir hüküm say ılarak herkese gücünegöre te şmil edilmesinde psikolojik bir fayda mülahaza edilmi ştir. Bununmutlaka para olmas ı gerekli de ğildir.İslam aile hukukunda ve memleketimizde hala yayg ın olan ve tarih boyuncada birçok ailenin bedbahtl ığına sebeb olan "üçten dokuza şart" diye birbo şanma yolu vard ır. Bu, fıkıh kitaplar ında üç rakam ın zikrederek bir andaüç defa bo şamak şeklinde anlat ılarak üzerinde titizlikle durulmu ştur. Bu yoldabo şamak, bo şamaların en kötü şekli olmakla beraber en çok yayg ını olmuştur.İslam Hukukunda (fıkıh) bo şanma hakkı sadece erke ğe ve tek tarafh olaraktanınmıştır. Bununla birlikte kad ının da bo şanma hakk ı vardır; fakat buzamanın âdet ve gelenekleri, daha do ğrusu toplumlar ın o zamanki sosyalyap ısı kadının bo şanma hakkının erke ğinki gibi e şit derecede i şlenmesine mâniolmu ştur. İslam Hukukunda hul' denilen bo şanma tarz ı kadının bo şanmayıisteme hakk ıdır. E ğer bu hususta nazil olan ayeti kerimenin ini şinin sebebigözönünde tutulsayd ı, kadın için bo şanma hakkına yeter ve artard ı bile.Bakara süresinin 229. âyetinin tefsirinde de ği şik rivayetlerden biri Sehl k ız ıHabibe, Sabit b. Kays' ın karısıdır. Habibe, Sabit'in arkada şları aras ında evegelirken kara, kısa boylu ve çirkin yüzlü oldu ğunu görüyor. Ahlakından, geçimindenhiç bir şikayeti olmadığı halde bo şanmak için Peygamber'e gidiyor,durumu anlat ıyor; bir yast ığa ba şlarını koyamıyacağını söylüyor ve bo şanmasınaHz. Peygamber emir veriyor'. Bu olay, kad ının her halukârda istedi ğizaman ve iste ğinde mus ır olduğu zaman en basit bir geçimsizlik bile söz konusude ğilken bo şanmaya imkan tan ıdığı halde; bir tak ım süni şartlarınortaya sürülmesine bizce ihtiyaç yoktur. Buna ister hul' densin, ister bo şanmadensin önemli olan kar ının kocas ından ayr ılmas ıdır. Diğer meseleler ikinciderecede kal ır. Rivayetlerden de anla şıldığına göre mehir hakk ı ise tarla,bahçe vesaire gibi ise, geri verilir; de ğilse, kadın hiç bir şey veremiyecek durumdaise, hiç bir şey vermez 4.3 Taberi Tefsiri 2 /461-2, Kad ı Beydavi 1 /159.4 Ebu Bekir Razi: Cassas, (ü. 370), Alıkgımul-Kuran 1 /396.7


o şanma zorunda kahrlarsa, art ık bu üçüncü bo şanmadan sonra tekrar pi ş-man olup evlenmeleri me şru say ılmamıştır. Çünkü üç defa uzun bir süreyikaplayan tecrübe ile art ık geçinmelerinin mümkün olmad ığı sabit olmuştur.Her ayba şı bitiminde mi yoksa, her iddet -ki bir iddet üç ayba şı halidir- bitimindemi boşanmanın dine uygun olduğu münaka şa edilmi ş ve her iddetinbitiminde bo şanmanın dine uygun oldu ğu ön görülmü ştür7 .Bu durumdaki üç defa bo şanmış iki e şin tekrar birle şebilmeleri ve evlenebilmeleriiçin Kur'an- ı Kerim'in Bakara sûresinin 230 uncu âyeti şu şartıbildirmektedir. Yukarda anlatt ığımız şekilde cereyan etmi ş olmak şartiyle,danışıklı (muvazaa) olmaks ız ın bo şanan kadın, normal seyir içinde ba şka birerkekle evlenir. Her hangi bir surette me şru bir şekilde ayrıldıktan sonra(kocanın ölümü veya bo şanma yoluyla) ilk kocas ı ile evlenmesi caiz say ılmıştır.Bunun sebebi, koca ve kandan her biri ba şkalar ı ile evlenmi ş vehayat tecrübeleri artm ıştır. Böylece eski evlilikleri ile bir mukayesede bulunaraktekrar geçinebilecek ve huzurlu aile yuvas ı kurabileceklerine Manmalanşartiyle tekrar evlenebilirler. Kad ının ikinci erkekle evlenmeden sonrabirinci kocas ı ile evlenmesine cevaz verildi ği için, bu ikinci erkekle evlenme,birinciyle evlenmeyi helâl k ılmış ve onu me şrula ştınmşt ır."Hülle" oyununa sap ılmasımn sebebi, üç defa bo şanmamn bir anda vukubulduğunu kabul etmekten ileri gelmi ştir Çünkü bu şuursuz ve dü şünmedenbütün evlilik ba ğlarının, me şru bir şekilde dönü şü olmayacak bir tarzda kapatılmas ı sonucu, o erkek kendine gelip öfkesi gidince ve dü şünme fırsat ını eldeedince, hemen pi şman olmakta ve kar ısından ayrılmamak için çareler aramaktadır.Neticede de kendisine gayri me şru yollarla i şin içinden ç ıkabilece ği yolgösterilmi ştir ki, bu da yabanc ı bir erkekle gizliden anla şıp karıs ının onunlaevlenmesine ve sonra bo şamp kendisine gelmesine raz ı olmak gibi haysiyetkırıcı bir oyundur. İnsana en çok ac ı veren şey, yüksek tahsilli kimseler içinde,karısiyle bütün evlilik ba ğlarını, dönüşü olmayacak (yani hülle gerektiren)kesin bir şekilde kesti ğini ve art ık dinen me şru kar ı koca hayat ı ya şayamıyacaklanmanlatmak üzere kar ısını "üç" sözü ile bir anda bo şayanlarınbulunmasıdır. Oysa bu bo şama tarz ı bid'att ır yani me şru de ğildir. Me şru olmayanbir bo şama ile de kad ın bo şanmış olmaz.Her şeyden önce bunun onur ve haysiyet k ırıcı olduğunu kavrayamayancahiller, bu yüz k ızart ıcı olayı tekrar etmi ş durmu şlar ve hâlâ dadevam etmektedirler. Bir müslüman ın onur ve haysiyetinin de ğerini bilemeyenmünafıklar hülleye giderek insan ın onuruyla oynuyorlar. Bunun sadeceonur ve haysiyet kırıcı olması bile "hülleyi" gerektirecek "üç"lü bo şamamnhükümsüz kıhnmasına yeter. Çünkü "izzet ve şeref Allah' ın, Peygamberininve müminlerindir; ama münafıklar bu gerçe ği bilmezler" s ve onur kırarlar.7 Cassas, Ahkâm ul-Kuran, 1 /379.8 Munafikm Suresi, 8.9


Bu "hülle" denilen yüz k ızart ıcı oyunun me şru olmadığım uzun uzadıyaanlatacak de ğiliz. Ancak İbn Teymiye'nin evlenme hakk ındaki fikri, dininevlilikteki hikmeti göstermesi bak ımından zikre de ğer. İbn Teymiye'ye göre,evlilik ebediyete kadar uzanan bir niyete dayanmand ır. Evlenme niyetindeebedilik yoksa, o evlilik me şru de ğildir. Bunun için her hangi bir erkek, ba şkasınıntelkini olmaksızın do ğrudan do ğruya bo şanmış bir kad ının tekrar kocasınahelal olması niyetiyle onunla evlenirse, bu evlenmesi ebedilik niyetinitaşımadığından bat ıldır ve nikah sahih olmaz; nikâh sahih olmay ınca dabirinci kocas ına tekrar dönemez. Tekrar dönebilmesi için sahih nikahla evlenmesigerekir. Art ık buna göre muvazaah evlenmenin me şruluğundan bahsedilemez.Hülle de yap ılsa, birinci kocaya eski kar ısı helal olamaz.Bunun önüne geçmek üzere yap ılacak i ş, önce "üç" sözünün bo şamadabir rolü olmadığını anlatmak olmalıdır. Zaten Hz. Ömer'in hilafetinin ilk ikiyılına kadar, ne söylenirse söylensin, bir bo şama olayının meydana geldi ğiniİbn Abbas nakleder ve Ömer'in hilafeti zaman ında millet "üç" sözünü a ğzınadolamış, işi çığırından çıkarmış, Ömer de onlara ceza olsun diye, biz de busözlerini kendilerine uygulayahm da görsünler diyerek bo şamamn içinde zikredilensay ıyı hesaba katm ış ve uygulamıştır9. Hanefiler, Hz. Ömer'in bu ictihadınasıkı sıkıya bağlanmışlar ve bir sürü ihtimalli meselelerle kitaplar ı doldurmuşlardır. Neticede ise yüz k ızart ıcı "hülle" ortaya ç ıkmışt ır. Oysa böyle birbo şamanın doğru olmadığına dair,di ğer mezhepler ve özellikle ilk devirdeki mezhepkurmam ış müctehitler daha kuvvetli delillere sahiptirler. İşte bundan dolayıher hukuk sisteminde oldu ğu gibi İslam Hukukunda da tarihi metod uygulanmalı, tarihi olu ş içinde meselenin geçirmi ş olduğu merhaleler mukayeselibir şekilde incelenip ortaya konmand ır. "Bizim eski İstanbul Medreseleri veOsmanh idaresi Hanefi fıkhına dayandığı için tek bir mezhebin dar çerçevesiiçinde s ıkışıp kalm ış ve birçok meselelerde toplumu buhrana sürüklemi şti.Bunun için, medreseli ve kudat mezunu eski hoca ve hukukçular ımız İslam hukukununbütün mezheplerini ihatal ı bir şekilde bilmezlerdi", demek öyle samlacağı kadar cesaretli bir söz de ğildir. Medreseliler Hanefi f ıkhım ve Kudatmezunu olanlar da Mecelleyi bilirlerdi. Onlar ın İslam hukukuna ait bilgileri ozamanki mevzuat idi. Mecelle İslam hukukunun de ğil, Hanefi mezhebinin pekkısa bir özetidir.Birinci çözüm olarak üç sözüyle bo şamanm bir tek bo şama say ılmasıgerekti ğini ve bunu İslam mezhep ve fakihleri aras ında söyleyenlerin çokolduğunu söyledik. Bunu, bo şamamn erke ğin elinde oldu ğunu kabul edengörüşe göre söylüyoruz.9 Sahih Muslim 10 /70 vd. (Nevevi Şerhi ile) daha geni ş bilgi için Bak. Ali Hafif, Furak ez-Zevacfil-Mezahibel- İslamiyye, 32 vd. Mısır 1958, İbn Ruşd, Bidayet el-Muctehid ve Nihayet el-Muktas ıd,2/50, İstanbul 1333.10


İkinci çözüm yolu da, nikah akdi nas ıl iki şahitle inikad ediyorsa,gene iki şahitle çözülmü ş olmas ıd ır. Bir akit nas ıl vücut buluyorsa, gene öyleceizale edilir, kaidesine uymak en isabetli ve tutarl ı bir yoldur. Kur'an- ıKerim'in Talak sûresinin ikinci âyetindeki emir bunu aç ıkça göstermektedir:"Kadınların iddetleri bitece ğinde, onlar ı ya uygun bir şekilde tutun veyauygun bir şekilde onlardan ayr ılın; içinizden de iki Mil şâhit getirin ve şahitliğide Allah için yap ın".Bu ayet hakk ındaki muctehitlerin görü şünü iki noktada özetleyelim.a) Ço ğunluk bu ayette değişik yaz ıyla belirtilen emri menduba yormu ş-lard ır. Bo şarken şahit getirmenin daha uygun ve münasib oldu ğunu ileri sürmüşlerdir. Buna delil olarak da Hz. Peygamber ve sonra sahabe devrindebo şanmalara şahit getirilmedi ği gösterilmi ştir. E ğer şahit getirilmi ş olsaydıbize nakledilirdi Madem ki böyle rivayet yoktur, öyle ise âyetteki " şâhitgetirin" emri farz bildirmez, bir tavsiye ve ö ğüt manas ına gelir ve böylecebo şanmanın vukuunda şahit getirmek şart olmaktan ç ıkar ve şahitsiz bo şvukubulur 10, demi şlerdir.b) Müctehitlerin bir k ısmı ise, ayetteki emrin farziyet ifade etti ğini ilerisürer. Zira emirden ilk akla gelen manâ budur. Bu emrin farziyet manas ınıkaldıracak bir delil de mevcut de ğildir" İbn Abbas da ayeti böyle anlamaktadır.Şah% ise, " şahit getirmeyi" bo şamadan yaz geçme ğe yani reca'ya farzolarak yüklemekte ve bo şamaya mendub olarak vermektedir'. Oysa onunböyle bir ay ırıma gitmesine sebeb yoktur. Emir, bo şamaya yakın olduğu içinona gitmesi daha uygun olur. Caferiye mezhebine göre, bo şamaya şahit getirmekşart olup, şahit olmazsa bo şama vuku bulmaz. İbn Hazm da dedi ğimizgibi müracaatta yani bo şamaktan yaz geçme halinde şahidi şart ko şmanınbo şamada da farz oldu ğunu ifade eder. Ali Hafif, bo şamaya şahit getirmeninmaslahata daha uygun, k ızgınlık ve öfke neticesinde bo şamaya mani olmas ıdolayısiyle da bo şama dairesinin daralaca ğını ileri sürerek" şahit getirmeninlüzumunu belirtmektedir.Bizim görüşümüze göre evlenmeye oldu ğu gibi bo şanmaya da şahit getirmeningerekli oldu ğudur. Daha do ğrusu, evlenmeye şahit getirmek Hadis ilesabit oldu ğu halde bo şanmaya şahit getirmek âyetle sabit olmu ş oluyor. Hz.Peygamber ve sahabe devrinde bo şanmaya şahit getirildi ğine dair bir rivaye-10 Cassas, Ahlânıul-Kuran, 3 /455; Ali Hafif, Ayn ı Eser, 129.11 Ali Hafif, Aynı Eser, 129 vd.12 Şevkani, Fethul-Kadir, 5 /235.12 Ali Hafif, Ayn ı Eser, 131.11 Ali Hafif, Ayn ı Eser, 129 vd.12 Şevkâni, Fethul-Kadir, 5/235.13 Ali Hafif, Ayn ı Eser, 131.1 1


tin bulunmamas ı, âyetteki emrin farziyetten dü şmesini gerektirmez. Bu,o zamanın örf ve Metine uyularak vuku buldu ğunu ve Peygamberin huzurundaşahit getirme ğe ihtiyaç olmad ığını gösterir. Di ğer bir nokta da bo şamaerke ğin elinde oldu ğu için istediği zaman bo şayabiliyordu. Olay ancak anormaldurumlarda Hz. Peygambere intikal ediyordu. Ilerde de ğinece ğimiz gibi henüzmeseleler hukuki bir forma göre karara ba ğlanmıyordu. Di ğer bir deyimlepozitif bir hukuk düzeni mevcut de ğildi. Ahlaki, örfi, geleneksel ve hukukimeselelerin hepsi dini bir mesele olarak hüküm giyiyordu. Bunlar ın aras ınabugün kesin bir s ınır koymak bazan zor olmas ına ra ğmen, o zaman hukukibir ay ırım düşünülmüyordu. Çünkü topluma hiç bir zaman hukuki sistemhakim olup şekil vermi ş değildi. İşte bundan dolay ı sonra gelen miictehitlerinanlay ışı, hükümlerin sınıflanmas ında rol oynamıştır. Bugün hukukiforma girmesi gereken, fakat müctehitler taraf ından hukuki form verilmeyenhükümler çoktur. Bo şanmaya şahit getirme ğe dair ayet aç ık bir hüküm ifadeetti ği halde görüldü ğü gibi ço ğunluk buna hukuki bir şekil vermemi ştir. Amahukuki bir mâna verenler de bulunmu ştur. Buraya kadar anlatmak istediğimiziözetleyecek olursak, arzumuz, memleketimizde hala ya şayan örf, âdetve eski hukuki hükümleri sosyolojik ve psikolojik yönden incelemek vepozitif hukukumuzu jastifike etmektir. Merhum Sabri Şakir Ansay buna şusözleriyle i şaret etmi ştir: "itiraf etmek laz ımdır ki hukuki müesseselerimizhayat ın ve olayların gelişmesi ile el ele de ği şmi ş ve tekâmül etmi ş değildir.-Hukukumuz 'makabil ve mabaidden mahrum' durumda kalm ıştır.- bat ıyadöndük ve medeni bir hayata ve nizama kat ılma emelleri ile ba şlıca hususihukuk alanında Avrupa kanunlar ın aynen almak zorunda kald ık. Bizim içingene yepyeni olan bu hukuku, olu şunda kendi hukuk ilim tarihimizle izahedememek durumundayız... Profesör Schwarzj, hukuk ilmi, hukukun sistematikbir tarzda tetkik ve izahnu yaparken daima tarihi esaslara müracaatetmek mecburiyetindedir. Zira hiç bir hukuk ona takaddüm eden esas tekâmüllerbilinmeksizin tam surette anla şılamaz. Burada bize her zaman tarihrehberlik edecektir. Fakat, Türk Hukukunun tarihi, ecnebi yani Roma, Cermen,İsviçre, Almanya gibi hukuklar ın tarihine müracaatla olabilecektir,diyor"."... Genç Türk Hukukçusu, eski cemiyet hayat ımızı öğrenmek, hala ayaktaduran baz ı müesseselerimizi anlamak, bahsetti ğimiz dönü şün manas ını,sebeblerini yak ından görmek için... Islam Hukuku ve devrim tarihimiz hakkındada bir bilgiye muhtaçt ır...' ,14 .Burada Prof. Schwarzj Türk Kanuni Medenisini iyi anlamak için onunesas aldığı kanunların tarihi olu şumunu incelemeyi önerirken merhum Sabri14 Sabri Şakir Ansay, Hukuk Bilimine Ba şlangıç, 23, <strong>Ankara</strong> 1958, (<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong> HukukFakültesi yayınları).12


Şakir Bey de hakl ı olarak cemiyetimizin tarih boyunca idare edilmi ş olduğuve hâlâ toplumumuzda tesiri devam eden islâm hukukunun iyi bilinmesigerekti ğini ileri sürüyor. Oysa islâm Hukuku ile ilgili verilen bilginin orta o-kullardaki Yurtta şlık bilgisi seviyesinde, belki de hiç olduğu, okunan kitaplaramüracaat etmekle anla şılacak kadar aç ıktır.Burada, 12 Mart muht ıras ına sebeb olan olaylar ın nedenini ke şfetmekmümkündür. Bu hususta görü şümüze göre, Türk milleti bugünkü görüntüsüile iki önemli karakter arzetmektedir. Biri fakir olu şu, di ğeri dinini bilmemesidir.Fakirliğini solcular, dinini bilmemesini a şırı sağcılar istismar ederek memleketiiki a şırı uca bölmü şlerdir. Bu iki faktör yak ın geçmişden de ğil, uzak geçmiştentevarüs edilip gelmektedir. Din şekli bir görüntüden ibaret kalm ış,ruhu, derin manas ı insanlar ın kafa ve kalplerine inmemi ştir. Diğer taraftanyeni kurulan hukuki sistem ve müesseseler, hükümet dairelerinin ve ö ğretimmüesseselerinin içinde hapsolup kalm ış, milletin hayatına intikal edip de milletleberaber ya şama yolunu tutamam ıştır. Zaten eskiden beri gelen idaretarz ına göre idareciler ve halk olarak millet ikiye bölünmü ş, milletin sesinindinlenmezliği sürüp gelmiştir. Fakat tarih şuuru ve imparatorluk onuru milletesinmi şti. Birinci Cihan harbinde imparatorluk çökünce, tarih şuuru iledolu olan fakir ve yoksul millet aya ğa kalkmış ve silkinmi ş dü şmanı peri şanetmişti. Atatürk'ün ıslahat devrinde de, millet e şkiyayı temizlemekte devleteyardımc ı olmu ştur. Milletin kafas ında bir devlet mefhumu vard ı , ve bu otoriteyeeskiden beri dinin destekledi ği Ulul-Emr'e itaat kavram ı çok yard ımc ıolmuştu. Bu, 1950 yılına kadar bütün, camilerde, hutbelerde CumhuriyetHükümetine dua edilerek sürdürülmü ştü. Millet bununla beraber kaderiyleba şba şa b ırakılmıştı. 1950 den sonra memlekete demokrasi girince hükümetve devlet adamlar ının geli şi güzel tenkidi ba şladı ve bu, millete olumsuz yöndenbir ufuk açt ı. Demek ki bu adamlar hiç dokunulmaz de ğillerdi. Bu, 1960dan sonra biraz daha ileri gitti ve devletin kuvvetlerine sayg ısızhk yayılmayaba şladı. Burada ba ş rolü oynayan yabanc ı ve y ıkıcı ideolojilerdi. Bunlar ınbaşarı şansları, yeni ilim ve hukuk düzenini halka indirmelerinde idi. Bunuyaparken kanunlardan halk ın yararlanma= ileri sürüyorlar ve halk ın kanunlardanyararlanmamas ını devletin suçu olarak a şıhyorlar ve böylecedevletin otoritesini y ıkmağa çalışıyorlardı . Şimdiye kadar ilim ve hukuk adamlarınınmemleketin gerçek ya şantılarına eğilmemi ş olmalar ından meydanagelen uçurumlar' y ıkıcı ideolojiler kendi lehlerine dolduruyorlard ı ve bunda daepeyce ba şarıya ula şmışlard ı. Sorumlu kimseler de kendi aç ılarından hareketederek memleketteki devlet otoritesi ile millet aras ındaki ve milletin kendi içindekidengesizli ğe tutumlar ı ile dolaylı yardım ediyor, en az ından buna seyircikalıyorlardı . İşte, bunun s ıkıntısıdır ki, devlete aç ıkça ve resmen ba ş kaldıranlarımilletin içinde besleyenler ve destekleyenler ve onlar ı devlete kar şı koruyanlarresmen ortaya ç ıkmıştı.Bu millet eskiden böyle davranmazd ı. Ne oldu?13


Bize göre, as ırlarca ve senelerce ihmal edilmi ş olan millet, hükümetten so ğumu şve ona kar şı ayakland ırılmışt ı. Bu kar şı koymaya gene devletin getirmi ş olduğuyeni hukuki düzenler fırsat vermi ştir. Bunlar halkın lehinde halka indirilipona mal edilmedi ğinden şimdi i ş tersine dönmü ştü. Ilim adamlar ı vehükümet adamlar ının milleti yabanc ı gibi idare etti ği, derdine ve sevincineortak olmad ığı şuuruna yerle şmi şti. Vergi derdi bunun tipik misâlidir. Din deaynı durumdad ır. Dini idare edenler de böyledir. Halk ın en çok inandığı dinadam ı kendi aras ından hudai nahit olarak yeti şen din adamıdır. Yüksek tahsillidin adamı da halka memur gibi yüksekten bakmaktad ır. Millet kendisiile beraber oturup yiyen, sohbet eden, derdine çare bulan, sevincine sevinçkatan ilim, din ve hükâmet adam ına susamıştır. Bu üç gurup insan memleketinmukadderat ını istedikleri şekilde etkilerler. El ele olumlu yolda çal ışır vemillete e ğilirlerse memleket tez elden kurtulur. Yoksa bu kar ışıklıkların kanunla,emirle sonu gelmez. Kanun ve emir önce insan ın vicdanında mekanbulmalıdır, sonra onun uygulanmas ı çok kolayla şır.DIN SORUNUBizim ıı.eslimiz ve bizden sonra gelen nesiller ne kadar olursa olsunlar,bir din ö ğretimine tabi tutulmam ışlard ır. Bunun için bu nesilleriresmen din e ğitimi görmemi ş ve böylece din kültüründen mahrum saymakgerekecektir. Ana babas ından görenek halinde ve ana baban ın tuttu ğu bir dinö ğreticisi vas ıtasiyle dini ö ğrenenler elbette mevcuttur. Ama bunlar ınortak bir seviyeleri olmad ığı gibi, bunu yapmayan ana baba da çoktur. Bugünküdurumu ile pek yetersiz olan okullardaki din dersi gene ana baban ıniste ğine ba ğlı olduğu için, okullardan mezun olan gençlere de din ö ğretimi görmüş nazar ı ile bak ılamaz. Ancak okul müdürlü ğüne yap ılan bir müracaatlakaç ki şinin din öğretimi gördü ğünü tesbit etmek mümkündür. Bunun için bizbuna da seviyeli bir din ö ğretimi diyemiyoruz. Seviyeli sözünü iki şekildeanlamak mümkündür. Biri yeterli, di ğeri herkese e şit seviyede tatbik edilenbilgi demek olur. Birinci anlam yani asl ında okullarda okutulan din derslerininyetersiz oldu ğu münaka şas ına ve daha iyisinin temennisine bir geli şmedenebilerse de, buna gene de seviyeli diyelim. Ama bu din dersi programıherkese uygulanmad ığı ve yeti şen gençlik e şit surette din ö ğretiminetâbi tutulmad ığı için, gençliğin din bilgisi seviyeli yani ayn ı seviyededeğildir. Kimi okuldaki resmi program ı okumu ş oldukça seviyeli bilgi eldeetmi ştir. Kimi bu programa kat ılmamış din bilgisi görenek halinde kalm ışt ır.Kiminin de hiç bir din bilgisi yoktur. Bu durum kar şısında Hukuk Fakültelerininbaz ı ders kitaplar ında, mesela, ba şlangıç kitaplar ında din ve ahlak ilehukuk aras ındaki münasebet belirtilirken ve hukukun her ikisinden ayr ılışıanlatılırken, talebenin din hakk ındaki bir bilgiye sahib olmas ı akla geldi ği gibi14


lu şmas ı tarih noktay ı nazar ından mümkündür. Aralarında yukarda nakletti ğimizşekilde bir konu şman ın geçmesi de çok muhtemeldir. Çünkü, 1— Halife,tek ba şkandır ve bütün insanlar ı tek bir kanun alt ına toplayıp kanun yönündende bir birli ğe gitmeyi dü şünmesi en normal bir dü şüncedir. 2— İmamMalik'in şöhreti buna müsaittir, belki de bu şöhret halifeyi böyle dü şünmeyesevketmi ştir. 3— İmamı Malik, müslümanların kutsal sayd ıkları iki şehirdenbiri olan Medine'de yerle şmi ştir. Zaten İmparatorlu ğa göre di ğer kutsal şehirMekke de ona yak ındır. 4— Halife dahil gücü yeten her müslüman bu kutsalşehirlere ömründe bir defa olsun gitmekle dini ödevlerinden birini yapacakt ırve böylece oralar ın imamı, en şöhretli ilim ve din adam ına ba ğlanmas ı dahacaziptir. 5— İmamı Malik'in bunu reddetmesi de din anlay ışının neticesidir.Hicaz' ın saf ve temiz din anlay ışını hala temsil etmekte oldu ğunu görüyor,fakat buna ra ğmen o, fen meselelerde ihtilâftan ba şını kaldıramıyordu. 6— Sahabeninbir kısmı Irak'ta, bir kısmı Mısır'da ve di ğer yerlerde idi. Elbetteonların bildikleri birçok hadisler vard ı. Onları bilmeden İslam namına kesinbir hüküm verilemezdi. 7— İmamı Malik gibi zatlar dini bir mesele hakk ındaverecekleri hükmün vicdani mesuliyetini çok iyi kavram ış ve Allah'a kar şıbu sorumluluk duygusu onlara hâkim olmu ştu. Bunun için, hem ilmi şahsiyetlerinikorumu şlar ve hem de vicdanlarımn sesine uymu şlardır. Bugün böylebir olayla kar şıla şıldığı takdirde, aram ızda İmam Malik gibi hareket edenbulunur mu bulunmaz m ı, sorusu bizleri dü şündürmelidir. Bunun bizce enbüyük önemi, bir müslüman âliminin ilim anlay ışım, dini müsamahas ını vefikir hürriyetine sayg ısını göstermesidir. Bu hikaye İmamı Malik'in ba şınagelmemi ş olsa dahi, şu gerçek gözden kaçmamand ır ki, bunu nakleden İmamıMalik'in ça ğdaşlarından biridir ve böyle bir hikayenin o zaman kaleme ahn ıpkitaplara geçmesi, toplumu o yolda etkilemekte ve ona istikamet vermektedir.Bundan dolayı bu hikâyenin o zamanki toplumda ya şayan ilim adamlarınınkarakterini gösterdi ğini kabul etmek daha do ğrudur. Burada daha önemlibir noktaya da i şaret etmek iyi olacakt ır. Bu olay da gösteriyor ki, bir tekşahıs Islam'da yegane otorite olarak görülmez, yani o, papa gibi dinin biriciktemsilcisi de ğildir.Bu mesele ile ilgili bir olay ı dinlerin mukayesesi bak ımından zikretmektefayda vard ır. 1968 yılında İsrail'den Yahudi olan Prof. Uriel Heyd <strong>Ankara</strong>'yagelmi şti. Konu şmamızda, kendisi İsrail'de genel dini bir kongre toplanmalive bu kongre bugünkü toplumda dini meselelerin yeni bir yoruma tabi tutuluptutulmayaca ğını ve bu i şin ne dereceye kadar yap ılaca ğını münaka şa etmelidirdedi ve şöyle devam etti: "Islam dini ile Yahudilik bu hususta paralellik gösteriyor.H ıristiyanlık ayrı bir karakterdedir. Zira H ıristiyanlıkta dini birotorite olarak papa vard ır. O nas ıl yorumlarsa kimsenin itiraz hakk ı olmadığıgibi, yorumları da din demek olur. Fakat Islam'da ve Yahudilikte böyle bir16


demektedir: "Elbette, inananlar, Yahudiler, Sabiiler, H ıristiyanlar, Mecusikrve puta tapanlar aras ında, Allah kıyamet günü hüküm verecektir. ÇünküAllah herşeyi bilir".İlk iki âyette zikredilen dinlere mensup olanlar ın da inanç ve i ş bakımındanele al ındığı ortaya ç ıkıyor. Buna göre kim Allah'a ve ahiret gününe inan ırve yararli i ş yaparsa, o kimse Allah kat ında iyi ve hay ırlı bir kimsedir. Bu ikiiman esas ına inanan kim olursa olsun; ister yahudi, ister h ıristiyan, isterba şka bir dinden olsun, nerede ve ne zaman olursa olsun islâmiyetten önceve sonra Islamiyeti do ğru ö ğrenmek imkan ı olmadıkça dünya ve ahirettekurtulmu ş ve saadete ermi ştir. Aslında bu konunun yeri Kelâm ilmidir veorada islam dini kendisine ula şmayan kimsenin, sorumlu tutulup tutulmayacağımünaka şa edilir Mutezileye göre ak ıl ilkelerinin gösterece ği kadar sorumlututulur. E şariye göre, Peygamberin tebli ği gitmedikçe sorumlu tutulmaz.İlk bakışta sorumlu olmamak ho şa gider ve E şarinin görü şü kabuleşayan görülürse de akh tamamen iptal etti ği için, -insan sorumlu da olsa- akhilke kabul eden Mutezilenin görü şü daha uygundur. Bizim bu konuya buradade ğinmemizin sebebi, Islam dini kendisine ula şmayan kimsenin de uymas ıgereken genel ilkelerin ne oldu ğuna dikkati çekmek içindir. Tezin bu şekildeyaz edili şini bizden önce ele alana rastlamad ık. Usul-ül-Fıkıh ilminin Kelâmilmi ile mü şterek i şlediği konulardan biri de budur. Fakat as ıl yeri Kelâmdır.Islam' ın evrensel ilkelerinin yeri Kelâm ilmi olmakla beraber, bu yukardakiâyette ikinci ilke olarak konan yararli i ş (salih amel), Islam hukuku çerçevesinegirer. Bu yararl ı i ş, bütün insanlara her nerede olursa olsun, kim olursaolsun, uygulanan bir ilkedir. Buna bir iki misal verelim. Adâletle hareketetmek, adil davranmak insano ğlunun uymas ı gereken bir ilkedir. İster müslüman,ister yahudi, budist, putperest olsun, adil davranmaktan, ve hem dehiç bir din, ırk farkı gözetmeden, sorumludur. Nahil Sûresinin 90 ıncı ayeti buhususta alt ı ilkeyi göstermektedir. 1) Adalet, 2) iyilik yapmak, 3) Yak ınlarabakmak, bu ilk üçü yap ılmas ı gereken yararl ı işlerdir. Geri kalan son üçü deyapılmas ı zararlı ve kötü olan i şlerdir. Onlar da, 1) Fuhu ş, 2) Kötülük, 3) Tecavüzetmektir. 4) Dördüncü ilke olarak da adaletin üzerine dayand ığı doğruşâhitlik yapmayı zikredebiliriz. Bunun için adaleti yan ıltacak yalan söz söyleme,puta tapmakla beraber tutulmu ştur. Sahitlik yaparken ana baba, yak ınakraba ve hatta fakire ac ımak bile şahitliği yaparken yalan söylememeyiemreder. Bu ilke de insano ğlunun din, dil ve ırk, zaman ve mekân fark ı gözetilmedendinden önce ve sonra insan ın uyması gereken bir ilkedir. Bunlar ıözel bir şekilde ele alıp Islâm'a göre iyi insan veya iyi insan ın yapaca ğı işlerolarak incelemek gereklidir. Ne yaz ık ki bugün insanlığa bu evrensel ilkelerigetiren Islam dinini kendi mensuplar ı kale almamaktad ırlar.18Bu evrensel ilkeler ister inanç, ister i ş olsun, bütün insanlara şâmildir.


Ancak Islam dini, kendisini benimseyen ve kabul eden fertler için de bir tak ımözel hükümler vazetmi ştir. Bunlar ilk bak ışta evrensel ilkelerle çat ışır olduğusanılırsa da, gerçekte çat ışmaz. Bu özel hükü ınler ve ilkelere misal vermekgerekirse, cihad (sava ş), insan öldürme, müslümanlara baz ı durumlarda dahaüstün salahiyet ve sorumluluk yüklemek gibi. Buna şöylece itiraz edilmektedir.Madem ki Islam dini dünyan ın yarat ıc ısı ve hakimi Allah tarafındangönderilen bir dindir, niye bu dini kabul etmeyenlerle sava şmayı müslümanlarafarz k ılıyor. Kendisi isteseydi hepsini iman ettirirdi ve bu u ğurda ölmenin,iyi insan olmanın en yüksek mertebelerine ç ıkmak için esas sebeb olduğunusöyleyerek insanlar ı öldürmeye te şvik etmezdi. Zira böyle, bir gurup insanadiğerlerine tecavüz etme ve onlarla sava şma hakkı ve sava şta ölenlere yüksekderece vererek insanlar aras ında bir ayr ılık yaratmak bir grup insan ın menfaatına gönderilmiş bir din durumunu göstermez mi?Doğrusu, aslında bu itiraz bütün dinlere ve böyle hareket edenideolojilere yönelen bir itirazd ır. Her din ve ideoloji bu ve bunun gibisorulara istedi ği şekilde cevap vermi ş ve vermektedir. Ne var ki, bizimbirkaç kelime ile verme ğe çalışacağımız cevap ancak şu olabilir: Islam' ınevrensel ilkeleri ile müslümanlar ı bir insan topluluğu olarak ele almak suretiyleonlara hitaben vazedilen ilkeler ve hükümler görünürde onlar ın menfaatına ise de, gerçekten böyle bir dine inanmalar ı neticesinde di ğer dinve ideolojilerin hücum ve taarruzundan korunmalar ını sağlayan hükümve ilkelerdir. Önce böyle bir din, ne kadar evrensel ilkeleri olursa olsun,bunun Yüce Allah tarafından vazedilmesi, mensuplanm koruyacak hiç birhüküm ta şımamas ı o dinin müeyyidesiz kalmas ını ve ona mensub olmanınzararl ı olmas ını intac eder ve din revaç bulamaz. Di ğer ikinci önemli noktaher ne kadar bu din Allah taraf ından bütün insanlara gönderilmi şse de, insanaYüce Allah irade hürriyeti vermi ştir. Gönderdi ği din, fizik kanunlar ı gibi insanızorunlu olarak itaat ettirmez veya itaat etmedi ği zaman onu yoketmez. Yüce Allah bir lütuf ve merhamet olarak insanlar ın daha iyi yaşamalarınıve mesut olmalar ını ö ğütlemek, tavsiye etmek ve buna te şvikedecek baz ı maddi ve manevi müeyyide koymak yolunu seçmi ştir. Üçüncüönemli nokta müslümanlara sava şmak, adam öldürmek için emir verilmemişve bu i ş onların mutlaka yapmalar ı gereken bir mükellefiyet olaraktayin olunmamıştır. Müslümanlara hücum eden ve onlarla sava şanlarakar şı, onların da sava şmas ına izin verilmi ştir ki, bu, kendi varlıklarını korumalarını sağlamak içindir. Kur'an- ı Kerim'deki emirler, izin verme anlamınadır.Zira böyle emirler dü şmanların tecavüz etmelerinin neticesindeverilen emirlerdir. Bu hususta da vazedilen sava ş ve sulh ilkeleriislam dininin evrensellik ilkelerine ayk ırı dü şmemektedir. Elini silahındançeken dü şmana silah çekilmemesi buna bir misâldir. Ama, müslüman-19


ların bu ilkelere tam uymad ıkları ileri sürülecek olursa, o da insano ğlununkendi hatas ı kabul edilmelidir. Insano ğlu, Islam dininin ondan bekledi ğiniyapamam ışsa kabahat dinin de ğildir. Sonra, insano ğlu dini ne kadar iyi anlamışolursa olsun ve dinin evrensel ilkelerinin terbiyesinde ne kadariyi yetişecek olursa olsun, onun her an içinde bulunaca ğı fiziki ve sosyal şartlarıntesirinde kalmamas ına imkân yoktur. Asl ında insan hatadan masunYukarda zikretti ğimiz üçüncü âyet, anlatt ığımız bu ilk iki âyetin manasmaaykırı ve z ıt değildir. İlk iki âyet hangi dinden olursa olsun Allah'a veAhiret gününe inanmay ı ve iyi i ş yapmayı kabul edenlerin sonuçlar ının iyiolacağını bildiriyor. Üçüncü (Hacc Süresinin 17 nci) âyet, k ıyamet günü say ı-lan ve sayılmayan dinler içinde bu ilk iki âyetin gösterdi ği esaslara kimin uyupkimin uymadığına Yüce Allah' ın hüküm verece ğini bildirir. Böylece aralar ındabir çat ışma olmadığı anlaşılır.FIKIH USULÜ ILMI= Hukuk Felsefesi ?= Hukuk Metodolojisi ?= Hukuk Ba şlangıcı ?= Hukuk Kaynaklara?= Hukukun Umumi Esaslara?Buraya kadar Islam Hukuku hususunda Islam memleketlerinin islâmhukukuna nisbetine nazari olarak de ğindik. Sonra memleketimizde ya şayanhem islâm dinine ve hukukuna ayk ırı ve hem de bugünkü pozitif hukukçayasaklanmış olaylara dikkati çektik. Ve Islam dininde insan varl ığını kapsayanevrensel esaslar ın bulunduğuna ve bunun yan ında da bir toplumun fertleriolan müslümanlarla ilgili olan hükümlerin varl ığının evrensel ilkelerleçelişiklik te şkil etmeyece ğine örnek verdik. Şimdi "Fıkıh Usulü İlmi" adı verilenilmin doğu şunu ve geli şmesini inceleyece ğiz. Fakat daha önce bu ad alt ındazikredilen ilmin bugünkü Hukuk Fakültelerinde okutulan ilimlerden hangisineuygun veya yak ın olduğuna temas edece ğiz.Hukuk felsefesi eserlerine ba şvurdu ğumuzda, Hukuk felsefesinin şutariflerine rastl ıyoruz.1— Del Vecchio'nun tarifi:"Hukuk felsefesi, hukuku, mant ıki bütünlüğünde kavrayan, men şelerinive tarihi teketmülünün umumi karakterlerini araştıran ve onu mahz ak ıldançıkarılan adalet idealine göre ölçen ilimdir".20


Bu tarif üç ara ştırma sahas ını ele almaktad ır:a) Hukukun mant ıki bütünlü ğü ile kavranması ve mefhumlar aras ındakimantıki münasebeti inceler.b) Hukukun menşeini ve tarihi tekâmülünün umumi karakterlerini ara ş -tırır.c) Tecrübeden müstakil olarak nazari bir muhakeme yani öz akla göreadaletin idealine ula şma ve ona göre k ıymet biçmeyi ara ştırır° 7 .2—Ahrens'in tarifi:"Hukuk felsefesi veya tabii hukuk, insan ve insan cemiyetinin mahiyetindenhukukun en yüksek prensip veya idesini ç ıkararak özel ve kamu hukukusahalarına ait umumi prensipler sistemini kuran ilimdir".Görüldü ğü gibi burada hukuk felsefesi ile tabii hukuk aynile ştiriliyor.Birinci tarif ile bu tarif aras ındaki fark muhteva bak ımından olmay ıp ifadebakımındandır".3—Stammler'in tarifi:"Hukuk felsefesi, hukuka ait hususlarda mutlak surette meri olan ın bilgisidir".Bu tarif çok k ısa ve sanki bir şeyi anlatmak için de ğil de onu daha mübhemkılmak için yap ıdmıştır. Ancak mevzuu hukukun, tecrit edilmi ş genelprensiplerin mutlak surette meriyeti alt ında olmas ını anlatmakla aç ıklığakavuşur° 9 .Hukuk felsefesinin tarifleri bu sayd ıklarımızdan elbette çoktur. Hukukfelsefesiyle me şgul olan düşünürler kendi felsefi görü şlerine göre de ğişik tariflerileri sürmü şlerdir. Bunu, kimi insan ın tabiat ını merkez olarak tarif etmi ş,kimi hukukun genel ilkelerini ve kaidelerini esas tutarak tarif etmi ş, kimi deebedi hakikat ve Allah mefhumunu esas alarak tarif etmi ştir.Hukuk felsefesi onyedinci as ırda bütün hatlar ı ile kurulmaya ba şlamış -tır". Hukuk felsefesi bir manada hukuk ilminden daha eskidir. Daha ba şkadeyimle fikir hayat ının başlangıcında hukuka ait görü şler daha ziyade felsefibir mahiyeti haizdi. Ancak hukuk felsefesinin tatbiki veya ameli guruba dahilbağımsız bir sistem halinde ortaya ç ıkışı, hukuk ilmine göre çok yenidir.17 Abdulhak Kemal Yörük, Hukuk Felsefesi Dersleri, 1. k ısım, 30, İstanbul 1958; Yavuz Abadan,Hukuk Felsefesi Dersleri, 60, Ank. 1954.18 Abdulhak Kemal Yörük, Ayn ı eser, 24; Yavuz Abadan, Aym eser.19 Abdulhak Kemal Yörük, Ayn ı eser, 25; Yavuz Abadan, Ay ın yer; Sabri Maksudi Arsal, HukukunUmumi Esaslar ı, I, 18, <strong>Ankara</strong> 1937.20 Abdulhak Kemal Yörük, Aym eser, 35.21


Hukukun meriyet kayna ğı, aynı zamanda onun hükmetme hususundakiotoritesinin hangi sebebe dayand ığını gösterir".Islam'da da F ıkıh Usulü İlminin doğuşunu aç ıklarken fıkıhtan öncebulunduğunu ve ancak müstakil bir ilim olarak ortaya ç ıkmasının fıkıhlaaynı zamanlara rastlad ığım görece ğiz.Hukuk felsefesinin as ıl rolü, ideali tetkik etmek ve mevcut hukuku idealbakımından değerlendirmektir. Hukuk felsefesinin hikmeti vücudu olan burolünü kabul etmemek varl ığının hakiki illetini görmemek olur22. Hukukfelsefesi mutlak surette muteber olan ana hatlar ı bulmaya çah şır. Bu sebeblehukuk felsefesine esaslar nazariyesi de denebilir23. Hukuk felsefesi daha evvelhukuk ilmi tarafından ortaya ç ıkarılmış olan mefhumlardan faydalanacak,bunları tenkit ve kıymetlerini takdir ederek hukuk ilminde hakim olmas ılaz ım gelen ana prensipleri bulacakt ır24 .Hukuk felsefesi, hukuk materiyeli üzerinde belli ba şlı üç şekilde ara ştırmayapar.a) Mantıki ara ştırma suretiyle hukuku mant ıki mükemmeliyetle idraketmek, bütün hukuk sistemlerinde mü şterek olan esas unsurlar ı meydanaç ıkarmak.b) Hukukun fenomenolojik bir hadise olarak tetkikinde müsbet hukuku,bütün milletlerde her zaman mü şterek vas ıfların tezahürü şeklinde kavramak.c) Hukukun deontolojik bakımdan mütalaas ı, yani olmas ı laz ım gelenhukuka teveccüh etmek 25 .Sadri Maksudi Bey, hukuk felsefesine iki tarif sunmaktad ır. Biri geni şanlamdaki tarif ki şudur: "Hukuk felsefesi, hukuki mefhum ve müesseselerinmahiyet, men şe ve gayelerinden, mevzu hukuk sistemlerinin istinat etti ğiumumi prensiplerden ve hukuku ıslah yollarından bahseden bütün yaz ı veeserlere şamildir".İkinci tarif dar manadad ır ve şudur: "Hukuk felsefesi, hukukun metafizikmefhumlarından, kabli esaslar ından bahseden metafizik mahiyeti haizbir ilimdir"26 .Geni ş manada olan hukuk felsefesinin tarifi, "hukukun umumi esaslar ınada uygulanabilir. Bu durumda bu hukukun umumi esaslar ı ilmi, vuku bulmu ş21 Yavuz Abadan, Ayn ı eser, 53, 54.22 Abdulhak Kemal Yörük, Ayn ı eser, 37.23 Abdulhak Kemal Yörük, Aym eser, 38.24 Abdulhak Kemal Yörük, Ayn ı eser, 39.25 Yavuz Abadan, Aynı eser, 59.26 Sadri Maksudi Arsal, Hukukun Umuml Esasları, c. I, 15, <strong>Ankara</strong> 1937.22


hukuki hadiseleri tetkik suretiyle esaslar tesbit eder. Ve bu istikrai (Inductif)metodla elde edilmi ş esaslar ı izah eder. Bu ilim, muhakemelerinde azimetnoktası olarak daima tecrübe, mü şahede ve şe'n1 hadiselerden ç ıkarılmış hakikatlerikabul eder. Bu suretle "hukukun umumi esaslar ı" ilmi tamamileba'di (a posteriori), müsbet bir ilimdir. Metodu da istikrai, indüktiftir" 27 .Ilerde anlataca ğımız gibi bu yol ve metod Hanefilerin F ıkıh Usulü İlmi'niyazma metodlar ıdır. O halde buna göre "F ıkıh esaslar ı ilmi" dediğimiz takdirdehem mana ve hem de metod bak ımından tamamen Hanefilere göre Usulül-Fıkıhanlatm ış oluruz."Dar manada hukuk felsefesi hukukun umumi esaslar ı ilminden farkhbir ilimdir. Hukuk felsefesinin mevzular ı metafizik mefhum ve esaslard ır.Metodu kabli (apriori) ve münhas ıran istidlali (deductif)dir. Hukuk felsefesişe'ni hukuki malzemeyi tetkikten yüksek esaslara do ğru de ğil, tersine, yüksekesasları ve metafizik mefhumlar ı tahlil ve tetkik yolu ile şe'ni hukuk mevzularına doğru yürür" 28 .Bu dar manada hukuk felsefesi Şâfillerin di ğer deyimle Kelamc ılarınUsul ül-Fıkıh ilmine uygun düşmektedir. Buna dair ilerde aç ıklamalardabulunacağız.Hukukun umumi esaslar ı ile hukuk felsefesi aras ında şu farklar gözeçarpmakt ad ır.a) Hukuk felsefesi, hukuki mefhumlar ı nazari, kabli muhakemelerletesbit eder. Hukukun Umumi Esaslar ı ise, bunları mevzu hukuk malzemesinitetkik yolu ile tesbit eder. Her ikisi aras ında metod farkı vardır.b) Hukukun Umumi esaslar ı ilminin metodu indüktif olduğu gibi bumetodla elde edilen esaslar da şe'ni hayattan ç ıkan şe'nî ve mevzu hukuk sistemlerindendo ğan hayati meselelerdir. Hukuk Felsefesinin nazari yolla tesbitetti ği esaslar, zaman, mekân kaydinden azade mücerret hukuktur.c) Hukuk felsefesi hukuki müesseselerin vücudu sebebi olan şe'ni, içtimaihayat,hadiseleri ile hemen hiç alakadar olmaz. "Hukukun Umumi Esasları"ilmi ise hukukun içtimai hayat kaideleri oldu ğunu hiç bir zaman unutmaz29.Yukardan beri hukuk felsefesinin tariflerini ve aç ıklamalarını, bu aradageniş ve dar manada ortaya at ılan değişik açıdan, metod fark ından do ğantarifleri de gördük. Şimdi buna göre islâm'da "Usulül-F ıkıh İlmi" diye anılanilme Hukuk Felsefesi diyebilir miyiz ? Evet, Usulül-F ıkıh İlmi'ne hukuk fel-27 Sadri Maksudi Arsal, Ayn ı eser, 17.28 Sadri Maksudd Arsal, Aym yer.29 Sadri M. A., Aynı eser, 19-20.23


sefesi veya yeni bir ad verebilmemiz için bu kadar yorulmak bizce yeterlideğildir. Çünkü ortaça ğ toplumunda ve hukuk sistemi ba şka olan bir hukuknizam ının önemli bir ilmine yeni bir ad koymak veya eski ad ını yeni dile tercümeetmek için eski ad ile yenisi aras ında baz ı benzerlikler bulmak gerekmektedir.Yukarda hukuk felsefesine dair nakletti ğimiz tarif ve izahlardanşu sonuçlar ı ç ıkarabiliriz.a) Hukuk Felsefesi, hukuku mant ıki bir tutarl ık içinde kavrar.b) Hukukun prensiplerinin men şelerini inceler.c) Müsbet hukuku adalet idealine göre de ğerlendirir.d) En yüksek prensip ve ideye dayal ı umumi prensipler sistemini kurma-Ya çal ışır.e) Hukukun umumi mefhum ve kaidelerini ö ğretir.Bu bentlerde zikredilen esaslara bak ılacak olursa "Usul ül-Fıkh İlmi"nede hukuk felsefesi denecektir. Ancak yukardaki hukuk felsefesi tariflerineuyan Usulü Fıkhın baz ı konularıdır. Bunlar (mekas ıdişşarı) safin' maksat vegayeleri kısmı ile illetleri inceleyen konulard ır. Bunlar ın yanında genel ilkelerde yer almaktad ır. Usulül-Fıkh İlmi genel ilkelerden sadece ilke olarak bahsetmez,onlar ı ayrıca temellendirir ve men şelerini inceler. Buna eskiden HikmetiTe şri ad ı verilirdi ki, Usulül-F ıkhın ba şka konuları ihtiva etmesi bak ı-mından, onun zikredilen konular ı ihtiva eden k ısmına denmi şti. Dr. SubhiMahmasani, yazm ış olduğu bir esere "Felsefetut-Te şri"" yani hikmeti te şrive şimdiki Türkçe ile "Islam'da Hukuk Felsefesi" demi ştir. Fakat Mahmasani,eski Usul ül-F ıkhın bütün konularını içine almadığı gibi basit tarihi bilgiler deilave etmi ştir. O halde biz şimdilik "Islam'da Hukuk Felsefesi" demeyi uygungörüyoruz. Ama bunun içinden geri kalan konular ın alınarak ve ba şka ilavelerleyeni adlar alt ında müstakil ilim olmalar ını bugünkü kültürün gere ğigörüyoruz.Geri kalan "Metodoloji" ad ına gelince, Hukuk metodolojisine bir gözatt ıktan sonra buna isabetli karar vermemiz mümkün olacakt ır.Hukuk Metodolojisi hukuk ilminin mantığıdır. Bu itibarla hukuk felsesininmuayyen bir sahas ını te şkil eder". Realiteyi kültür alemi ve tabiatalemi tarz ında ay ırdığımıza göre bu tasnife tekabül etmek üzere kültür ilimlerininmetodu ve tabiat ilimlerinin metodu tarz ında bir tefrik yapmak zaruridir.Metod akl ın, daha do ğrusu nazari akl ın gerek maddi, gerek manevirealiteyi kavrarken takip etmek mecburiyetinde oldu ğu yoldur. İşte metod30 1946 da bas ılmış, İngilizce Tercümesi de 1961 Leiden de bas ılmıştır.31 Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Metodolojisi Dersleri, 1, İstanbul 1952.24


u yollar ın ilmidir. Metodoloji ilimlerin mant ığıdır. Her ilmin ba şlangıcındametod bulunur".Aslı Yunanca Methodus kelimesinden al ınan metod, terim olarak "hedefevarmak için ara ştırma yolu" manas ını ifade etmektedir. Hukuk sahas ındakiilmi ve felsefi ara ştırmalarımız ın da hedefi hukuki hadise ve realitelerdehakikatı bulmak, do ğruyu bilmek, hukukun mahiyetini idrâk etmek olacaktır.Şu halde metod, ilmi sahada muayyen bir hedefe ula şmak için planlı,rab ıtalı, insicamlı bir faaliyet ve hareket tarz ıdır".Hukuk metodu hakkında derledi ğimiz bu sözlere göre Usul ül-F ıkh İlminemetodoloji demek biraz daha mandut olacakt ır. Aslında metod eserinele almış ve konunun i şleniş tarz ıdır. Hukuk metodolojisinin değinmi ş olduğu,mesela, tahlili, terkibi, endüktif, dedüktif, mant ıki, tefsiri metod 34 gibi metodlarUsulül-F ıkhta i şlenmektedir. Bunun için, metodoloji Felsefenin bir koluolduğu gibi Hukuk felsefesinin de bir kolu olur.Usulül-Fıkh ilminin, Hukuk Ba şlangıcı olarak adland ırılmasıyle ilgiliolarak da ayn ı yolu takip edelim.Prof. Dr. Erdo ğan Göger, hukuk ba şlangıcı ö ğreniminde izlenecek yollar ınher memlekete ve memleketin gerçeklerine göre de ği şiklik göstermesi gerekeceğinihesaba katarak şu yolların izlenebilece ğini öneriyor: Yollardan ilki,hukuk ba şlangıc ını hukukun soyut ana kavramlar ına giri ş olarak anlamakt ır.Diğer yol, hukuk ba şlangıcını hukukta metod olarak kabul etmektir.Bir üçüncüyol da, hukuk ba şlangıcının hukuk ilmini tarihi geli şim içerisinde ele almas ıve zamanımız müesseselerini izah etmesidir 35. Buna kar şılık Prof. Dr. O. M.Çağıl, Hukuk ba şlangıcını, üç kısma ayırır. a) Hukukun temelleri, b) Hukukuntarihi tekâmülü, c) Müsbet hukukun münferit sahalar ı'.Buna göre Erdo ğan Göger Beyin üç bentli aç ıklamas ının birinci ve ikinciyollarına uygun dü şen konular Usul ül-F ıkıhta da söz konusu olmaktad ırdiyebiliriz. Ama bundan dolayı bugünkü muhtevas ı ile eski klasik Usul ül-Fıkıh ilmine Hukuk Ba şlangıcı demek çok müsamahalı bir isim olur. İslamhukuku kaynaklar ı adını vermekte bir mahzurun olmas ı şöyle dursun, belkihukuk felsefesi k ısmı ayrılınca en isabetli bir isim olur.Burada haddimizi a şan bir i şe giriştik. Bunun için sadece hukuk eserlerindentariflerini alarak mukayeseye giri ştik. Evet tarifler ile yetinmemizinsebebini de aç ıklamamız gerekmektedir. Birkaç sebebden Hukuk Felsefesi,32 Orhan Münir Ça ğıl, Aynı eser, 5.33 Yavuz Abadan, Ayn ı eser, 61.34 Orhan Münir Ça ğıl, Aynı eser, 119-128.35 Erdoğan Göger, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 2. <strong>Ankara</strong> 1972.36 Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, I, III, İstanbul 1961.25


Ba şlangıc ı ve Metodolojisi ve saireden hangisi olursa olsun, muhteva ve konubakımından Usul-ül-Fıkh ilmi ile aralar ında çok fark vard ır. Bunun birkaçsebebine i şaret edelim.1—Dr. Abdurrazzak Senhuri., İslam hukukunun müstakil kendine hasbir sanat ı olan büyük hukuk sistemlerinden biri olmakla di ğer kanun sistemlerindenuslöbu bakımından ayrılır37 der.2—Usulül-F ıkh ortaça ğda ve o zaman ın kültürü ve sosyal durumunu veproblemlerini ele al ır. Yakın zamanlarda yeni metodla ele alınmış bir Usulül-Fıkh eserine raslamad ık.3—Usul ül-Fıkh İlmi yalnız İslam hukukunun felsefesi, metodolojisi veyabaşlangıcına dair konular ı işler. Dünya hukuk sistemlerini ele almaz. Ancakbaz ı konularda, meselâ neshetmede Yahudilere temas eder. Bunu da normalsaymak löz ımdır. Çünkü, Usulül-F ıkh ilmi do ğup ve en yüksek tekâmül devresinegeldi ği zamana kadar, -ki bu 11 ve 12 nci as ır sayılır- dünya hukuksistemleri ortaya ç ıkmış, gelişmi ş değildi. Ancak bizde bugünkü Hukuk Felsefeside tek tarafl ı, sadece Roma Hukuk sisteminin felsefesini yapmaktad ır.Bütün dünya hukuk sistemlerini ve di ğer bir deyi şle insanoğlunun yaptığıHukukun felsefesini meydana getirmedi ği görülmektedir.İSLAM HUKUK FELSEFES İNİN DO ĞUŞUİslam hukukunun ve hukuk felsefesinin do ğu şunu aç ıklayabilmek içiniçinde do ğduğu toplumda hüküm süren hukuk sistemine bir göz atmak gerekmektedir.Ancak bunu yapmadan önce de hukukun do ğu şuna dair ileri sürülennazariyelerin bilinmesi zorunlu ğu ortadad ır. Hukukçular, hukukun menşeiniveya kayna ğını diğer bir deyimle hukukun meriyetinin, otoritesinin dayanağını ara ştırmışlardır. Bu hususta hukuk kitaplar ında yayg ın olan ve hukukunne olduğuna dair olan nazariyenin üç devre veya üç gurup alt ında elealındığını görüyoruz. Ne var ki bu üç devre veya gurup denen hukuk anlay ışıaslında tek bir nazariyenin zamanlara göre de ğerlendirilmesidir. Bu nazariyezaman ve ça ğlara göre her de ğerleni şinde ayrı ayrı isim almıştır. Ancak ana fikirve etrafında döndüğü gerçeklik ve özlük her birinde kendini muhafaza etti ğindentek bir nazariye diyoruz. Hukuk kitaplar ında bu, tabii hukuk adı altında zikredilir.Bu üç devreli tabii hukukun nazariyesi, ad ını eski Yunanda ortaya ç ıkantabiat felsefesinden. almaktad ır. Yunanda tabiat ilimleri ve felsefesi çal ışmalarıilerlediği ve tabiat kanunlar ına nüfuz edildi ği zaman bu kanunlar ın kesin-37 Prof. Dr. Abdurrazzak Senhuri, Mesaakrul-Hak fil F ıkh il-islam 1 /6, (Eser alt ı cilttir) Mısır1967.26


liği ve şaşmazlığı anlaşılmağa başlamış ve böylece tabiata bu kanunlar ın hakimolduğu görü şü yerle şmi ştir. Tabiatta hâkim olan bu kanunlar ın tabiat ınher varh ğına Şamil olduğu genellemesi yap ılınca, insanın da tabiat varl ıklarındanbir varlık olmas ı bakımından onun da bu tabiat kanunlarma tabiolduğu görüşü doğmuştur. Burada insan, tabiat varl ıklarından biri olmas ındandolayı, tabiat kanunlarma di ğer maddi varl ıklar gibi uyma mecburiyetindeolduğu gibi diğer varl ıklardan ayr ıldığı iradi ve ihtiyari i şler ve davran ışlarındada gene tabiat kanunlar ı gibi hakim ve hareketlerini düzenleyen sosyalkanunlar vard ır ve bu kanunlara da uymakla mükelleftir. Görülüyor ki, tabiat ıve onun kanunla= her şeyin üstünde tutan tabiat felsefesi burada iki i şyapmaktad ır. Biri tabiat ı kainat ın düzenleyicisi durumuna yükseltmek,diğeri de insan ı bu düzenleyicinin kanunlar ına ba ğlamak. Böylece tabiatç ılarıninsanı kendilerinden a şkın ve üstün (transcendent) bir varl ığın nüfuzunasokmak çabalar ı ortaya ç ıkıyor ve bir varh ğm kanunlar ına insanın içtenlikleboyun eğmesi sa ğlanmak isteniyor. Tabii hukukun ilk ça ğdaki otoritesive meriyeti bundan do ğuyor. Tabii hukukun birinci devresi, bu ilk ça ğdevresidir.İkinci devresi ortaça ğ devresidir. Ancak bu ça ğda H ıristiyan diniortaya ç ıkmış ve Roma Imparatorlu ğunun hakim olduğu yerlerde oldukçayayılmış ve o zamanın resmi dini ve münevverinin ço ğunluğunun dini olmuştu.Böylece eski ça ğda tabiata verilen Tanr ısal nitelikler, bu sefer do ğrudan do ğ-ruya tanr ıya veriliyor ve tabii hukuk kanunlar ı yerine ilahi emirler ve vahy,hukukun kanunlar ı ve kuralları oluyor. Nas ıl tabiat kanunlar ı bütün kâinatahâkim idiyse, Tanrının emirleri ve vahyi bütün insanl ığa ve hatta kâinattakitabii kanunlara da hakimdir. Ortaça ğa damgas ını vuran ilahi kanun vedini otorite karakter itibariyle ilk ça ğdaki tabii hukukla birle ştiği için ilahikanun tabii hukukun bir tezahür şekli ve onun bir devresi say ılmıştır. Yeniçağlarda ortaya at ılan tabii hukukun yeni bir anlay ışı vard ır. Bu, akla önemverildiği aydınlanma devrinin hukuk anlay ışıdır. Gene bu devrede de tabiihukukun temelindeki karakter ba şka bir tezahür alt ında kendini göstermektedir.Ayd ınlanma devrinde h ıristiyanlık âleminde hüküm sürmekte olan dinitaassub ve bask ıya kar şı gelinerek dini otorite ve ilahi kanunlar sars ılmıştır.Ancak, bunu yapabilmek için de ayn ı şekilde tabii hukukun ezelilik ve ebedilikkarakterinden hareket edilmi ş ve bu sefer bunlar ı ke şfetmek, aç ıklamak ortaçağda oldu ğu gibi dini otoriteden ahn ıp akla verilmi ştir. İşte bunun için tabiihukukun bu devresine akli tabii hukuk devresi ad ı verilmi ştir ".38 Bak. Prof. Dr. Erdo ğan Göger, Hukuk Ba şlangıcı, 35, 1972, <strong>Ankara</strong>; Prof. Dr. R. Honig, HukukFelsefesi, 85, 86, İstanbul 1935, Hukukun Ba şlangıcı ve Tarihi, 57, 58, 59, 60, İstanbul 1935; Prof. Dr.Yavuz Abadan, Hukuk Felsefesi Dersleri, 118, 119, <strong>Ankara</strong> 1954; Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, HukukBa şlangıc ı Dersleri, 247 vd. İstanbul 1961; Ord. Prof. Abdulhak Kemal Yörük, Hukuk Felsefesi Dersleri,79 vd. İstanbul 1958.27


Tabii hukuk nazariyesini savunan tabii hukuk Okulu G. Rodbruch'unifadesine göre ikibin be ş yüz yıllık bir maziye sahiptir 39. Her ne kadar tabiihukuk okulu üç tarihi devreye ayr ılmış ve bu üç ça ğa hâkim olan kâinat görü şüfelsefesinin karakterine göre yön alm ış ise de her devrenin kendine has birtakım devre ve görü ş hatta metod ayr ılıklarına kadar ayr ılıklar göstermi ştir.Türkiye'nin Hukuk sistemi Avrupa hukuk sistemine ve onun da Roma veOrtaça ğ Hıristiyan tabii hukuk sistemine 40 ve bunların mazisinin eski Yunankültür ve tabii felsefe ve tabii hukuk sistemlerine dayand ığı için, hukuk kitaplarımıztabii hukuk okuluna münasebet dü ştükçe temas etmekte ve onu aç ıklamakihtiyac ını duymaktad ırlar. Bunun için Hukuk felsefesi, Hukuk Ba şlangıcıderslerinde bu hususa gereken önem verilmektedir. Bu tabii hukuk okulunakar şı gelen iki hukuk okulu daha vard ır. Bunlar Tarihi hukuk okulu vePozitiv hukuk okuludur.Tarihi hukuk okulunun kurucusu "Gustav Hugo (1764-1844)" olupbaşlıca savunucusu "Savigny" (1779-1861)dir. Savignyye göre hukuk,milli hayatla her milletin hayat ında mevcuttur. Onun kökü bir milletincanli bütünü içindedir. O, bir gece içinde do ğmaz, nesiller boyunca milliruhun derinliklerinden fışkırır. Bu, şu demektir ki, o, ilk önce örflerdenve teamüllerden, sonra hukuk ilminden do ğar. Hukuku do ğuran deruni kuvvetlerdir, yoksa vazii kanunun iradesi de ğildir 41 . Yani hukuk, milli ruhtansessizce, adeta bir binan ın yava ş yava ş büyümesi gibi do ğar ve geli şir. İlminvazifesi hukukun bu geli şmesini tetkik ve mü şahede etmektir. Bu hukuk,“teamüli" karakterdedir 42 . Bu görü ş s ırf teamüle ve milli inanca istinat etmekletabii hukuktan ayr ılmaktad ır. Tarihi hukuk okulunun, tabii hukuk okuluile idealde birle ştikleri ileri sürülüyorsa da bunun do ğru olmadığı belirtiliyorve iki hukuk telâkkisi aras ında bir mü şterek nokta aran ıyor ve şu nokta tesbitedilmek isteniyor. Bu mü şterek noktay ı tarihi hukuk mektebinin de, bir do ğruhukuk aramas ın da, bir do ğru hukuka imanında aramak laz ımdır. Yaln ız budo ğru hukuk ak ıldan veyahut e şyamn tabiat ından de ğil de, muhtelif ve müşahhasinsan cemiyetlerinin ma' şeri ruhundan istihrac edilmek icab eder" ".Yukarda anlat ılan tabii hukuk ile bu ifadede anlat ılmak istenen ilke ve dahado ğrusu bu ifadede ortaya konan iki hukuk, kaynaklar ı birbirine irca edilemiyecekderecede aç ıkt ır. Birinin kayna ğı akıl ve e şyamn tabiat ı, diğerininkicemiyetlerin toplum ruhudur. Tarihi hukuk okulu Pozitif hukuk okulu kadarmüessir ve temelli olamam ıştır.39 R. Honig, Hukuk Felsefesinde yanl ışlıkla ikibin sene denmi ştir, 85; Yavuz Abadan, HukukFelsefesi Dersleri, 118; Prof. Dr. Hamide Topçuo ğlu, 20nci yüzyılda Tabii Hukuk Rönesansı, 175, Garbhukukunun dört temeli vard ır: Tabii Hukuk, Roma Hukuku, Cermen Hukuku, H ıristiyan dini.40 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 246.41 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Adı geçen eser, 280,281.42 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Adı geçen eser, 282.43 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Adı geçen eser, 283-284; Bak. Yavuz Abadan, Hukuk Felsefesi,264 vd.28


August Comte, ondokuzuncu asr ın ba şında Pozitivcili ği, ilimlere ve düşünceyeuygulamak hususunda bir sistem olarak ortaya sürünce, zaten FransisBacon'den beri geli şmekte olan tecrübe ve mü şahede metodu, büsbütün kuvvetkazanm ış ve asra damgas ını vurmu ştu. Bu pozitivcilik cereyan ı diğermanevi ilimlere ve özellikle hukuka da s ırayet etmi şti. Pozitivcilik (pozitivizm)mevcut olan ı, fiilen var olan ı, elde bulunan inceleme ve ara ştırma konusuyapan, aç ıklama ve izahlar ını bu verilere, bilfiil var olanlara istinat ettiren,onların meydana geli şlerini tasvir eden felseri ve ilmi bir metod ve istikamettir.Bu metod, tabiat ilimlerine öncelikle uyguland ığı ve müsbet ilimlerinkonuları da bilfiil var olan, gerçek olan, her zaman kontrol edilen, denenenve görülüp tecrübe edilen somut varl ıklar oldukları için onlara kolayl ıkla vebaşarı ile uygulanmış ve iyi, faydalı neticeler al ınmıştı. Pozitivcili ğin tabiatilimlerinde bu başarısı, onun be şeri ilimlere de tatbik edilmesi fikrini do ğurmuştur. Be şeri ilimler içinde her ferdi, hem ferd ve hem de toplum olarak heran ilgilendiren hukuka da tatbik edilmesi temayülü kuvvet bulmu ş ve böylecepozitif hukuk ak ımı do ğmuştur.Hayat ın ve toplumun her safhas ına uygulanmas ına geçilen bu pozitifmetod, siyasete, ahlaka ve felsefeye de te şmil edildi ". Tabiat ilmi metodunadayanan bu pozitifcilik, hukuku sadece tecrübe edilebilir bir veri veyatecrübe edilecek şeyde nas ılsa öylece ele al ıyor ve meriyette olan, henüz eldebulunan hukuk maddelerini inceliyor ve onlar ın dışına ç ıkmıyor; hukukunmahiyetinin kavranmas ında mutlak surette ele al ınması gerekli olan meriyettekihukukun d ışındaki veya hukuk üstü unsurlar ı ihmal ediyordu 45 . Aslındapozitif hukuku haz ırlayan, ayd ınlanma devresindeki akli pozitif hukukunifrata ve a şırılıklara gitmi ş olması sebeb gösterilmektedir. Bunun pe şindentarihi hukuk okulu gelmekte ve sonrada tecrübe ile ispat edilebilen hâdiseleredayanan pozitif hukuk görü şü ortaya ç ıkmaktadır ". Hukuki pozitifcilik tabiihukuka kar şı gelmede tarihi okuldan daha da ileri gitmi ştir. Böylece bizimburada dikkati çekmek istedi ğimiz önemli bir noktaya gelmi ş oluyoruz.Prof. Dr. Hamide Topçuo ğlu "Yirminci yüzyılda Tabii Hukuk Rönesansı"ad ını verdi ği müstakil bir eserde tabii hukuk hakk ında çok faydal ıfikirleri ileri süren tabii hukuk filozoflarm ın deği şik metod ve yön arzedentabii hukuk hakk ındaki savunmalar ını kendi sözlerine dayanarak iyi bir suretteokuyuculara sunmu ştur. Ancak insan, böyle bir eseri veren bir ilimerbab ının tabii hukuku savundu ğu ve ondan yana oldu ğu zann ına kap ılabilirsede say ın Hamide Topçuo ğlu, tabii hukukun tarihte kendine dü şen baz ı44 Ord. Prof. Abdulhak Kemal Yörük, Ayn ı eser, 36; Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı,285 vd.45 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Başlangıcı Dersleri, 289.46 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Aynı eser, 290.29


vazifeleri yap ıp art ık hem fikir ve hem de uygulama sahasmdan çekilmesigerekti ğini ifade ederek, tabii hukuka kar şı ç ıkar. Demek oluyor ki bu tabiihukuk Rönesans ı, son bir ç ırpım ş oluyor ve tarihe gömülüyor. Onun yerinipozitif hukuk alm ış oluyor."Tabii hukuk bugüne kadar aksiyon sahas ında çok mühim roller oynamıştır(S. 197). Biz, tabii hukukçular gibi bunun yegâne hukuk nazariyesiolduğunu da zannetmiyoruz (S. 200). Kanaat ımızca, monist pozitivistlerinbu hususta serdettikleri iddialar oldukça yerindedir. Hukuk, ahlak murakabesinetabi olabilir ve sosyolojik bak ımdan buna uymaya mecburdur da.Bunu ifade için tabii hukuk davas ına hiç lüzum yoktur. Bugünkü ahlak tel:akkilerimizeba şka türlü cevaplar bulmally ız (S. 215). Ne kanun vazilerine, nehukuk süjelerine, hatta ne pratik ne de teorik sahada hiç bir yard ımı dokunmayacakolan objektif tabii hukuk davas ından yaz geçmenin zaman ı geldiğinizannediyoruz (S. 216) 47 .Oysa sayın Hamide Topçuo ğlunun karşıs ında yer alan say ın Prof. Dr.Orhan Münir Ça ğıl tabii hukuku savunur ve ondan vazgeçilemiyece ğini açıkçabelirtir. Pozitif hukukun faydas ını kabul etmekle beraber yetersiz oldu ğunu,hukukun sosyolojisinin do ğmas ına sebeb oldu ğunu itiraf eder. Ancak tabiihukuk, müsbet ve mevzu hukukun bir ölçüsüdür. Say ın O. M. Çağılın kendiifadeleri ile bunlar ı söyleyelim: "Mevzu hukuk, Pozitif hukuk, hukuki şeniyetsahasının bir tezahürüdür. Fakat hukuki şeniyet sahas ının yanında ve hattafevkinde bir de hukuki k ıymet sahas ı vardır. Bu hukuki kıymet sahas ı hukukidesinin, adalet idesinin ve nihayet tabii hukuk idesinin aktüalite kesbettiklerisahad ır. Şunu da söyleyelim ki tabii hukuk, müsbet hukukun ölçüldü ğü,değerlendirildi ği bir ölçü olmak vasfını daima muhafaza etmi ştir ve edecektir48 . Nas ıl ki münferit ilimler felsefeden feragat edemezlerse, hukuk ilmi deöylece hukuk felsefesinden feragat edemez. Bunun gibi hukuk felsefesi detabii hukuk idesinden vazgeçemez Çünkü tabii hukuk idesi hukuk felsefesininruhudur. Görülüyor ki tabii hukuk tarihi seyri içinde büyük bir inat ve ısrarlamevcudiyetini muhafaza etmekte. Pozitivistlerin darbelerine ra ğmen hayatiyetindenzerrece kaybetmemi ştir." İnsanın, gerek meriyet gerek k ıymet bakımından müsbet hukuk nizamı=fevkinde bulunan ba şka bir hukuk nizam ı aramas ını!' iki sebebi vard ır.Biri pratik, di ğer metafiziktir. Birinci sebeb, münferit müsbet hukuk nizamları=kifayetsizli ği ve bu kifayetsizli ğin insanlar tarafından idrak edilmesidir.Müsbet hukuk nizamlar ı hayat ın her safhas ında veya hayat ın arzettiğiher durumda ihtiyaca kafi gelmemektedir. (Her zaman)... bulunan hal47 Doç. Dr. Hamide Topçuo ğlu, Yirminci Yüzy ılda Tabii Hukuk Rönesans ı, <strong>Ankara</strong> 1953.48 Doç. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Metodolojisi, 77, 80-81, İstanbul 1952.30


çaresi tatmin edici de ğildir. İşte bu noktadan itibaren daha iyi, daha yüksekve daha adil nizam, daha adil bir prensip aran ır İkinci sebeb, insan ın bizzatmanevifikri varl ığında mündemiç tabii bir kabiliyet ve zaruretten do ğmaktadır.Biz, insandaki bu tabii kabiliyete metafizik şuur veya felsefi şuurdiyoruz. Bir tarafta müsbet hukuk veya müsbet hukuk nizamlar ı, diğer taraftamüsbet hukuk nizamm ın kıymet ölçüsünü te şkil eden bir prensip. Demek kitekmil tabii hukuk sistemlerinin ihtiva etti ği esas fikir- tabii hukuk ve müsbethukuk tezad ına dayan ır. Bu da tabii hukukun düalist bir metoda istinat ettiğinigösterir" 49 . Sayın O.M. Ça ğıl, tabii hukuk hakkında ileri sürülen itirazlarıbenimsemi ş ancak bu itirazlar ın herbirine yap ıldığı ve dolayısiyle hernazariyenin bu itirazlardaki hakl ılık derecesine göre kendini diizeltti ğini ifadeetmektedir. Tabii hukuk idesi "zaten tarihi hukuk mektebi ile pozitivizmtarafından bir kontrol ve tenkide tabi tutulmu ştur. Kontrol edilen sadecetabii hukuk de ğildir. Bilakis her biri di ğeri tarafından kontrol ve tenkit edilir"5°.Tabii hukuk, tarihi seyir içinde hangi ad alt ında tezahür ederse etsinikili (düalist) esasa dayanan bir hukuk nazariyesi olarak ortaya ç ıkmaktadır.İlk çağda, tabiat ve nizam, ortaça ğda ilahi hukuk ve be şeri hukuk, yeniçağda hukuki cebir ve ferdi ak ıl münasebetlerinde ikili bir karakter arzetmektedir".Görülüyor ki memleketimizde iki hukuk otoritesi kar şı kutuplarda bulunuyorlar.Ancak savunduklar ı nazariyelerin karakterlerine göre kendilerinebir nitelik vermemiz gerekmektedir. Buna göre tabii hukukun karakteristi ğiikili (düalist) bir nazariye olmas ından dolayı onun taraftan olan say ın O. M.Ça ğıl hukuk sisteminde düalist bir görü ş sahibi oluyor. Say ın HamideTopçuo ğlu da sadece pozitivizmi kabul edip onun kar şısında olan tabii hukukokulunun nazariyesini reddetti ği için monist (birlikçi) bir hukuk nazariyesitaraftar ı olduğu anla şılıyor. Bu Türkiye'de okutulan Hukuk Felsefesi ile ilgilieserlerin sadece Roma ve Yunana dayanan hukuk sistemlerinin felsefesiniyaptığını göstermektedir. Hukuk felsefesi, tabii hukuk nazariyesi, tarihtegelmi ş geçmiş ve hala devam etmekte olan fakat zamanlara göre isim vemuhtevas ı değişen yegane bir hukuk sistemi, idesi veya nazariyesi olarak elealınıyor. Oysa bu nazariye insan o ğlunun tarihine ışık tutmadığı gibi birmilletin (eski Yunan) de bütün hukuk süjesini izah etmemektedir. Hukukmefhumunun veya hukuki sistemin do ğuşu hemen Yunanda tabii ilimlerinortaya ç ıkıp etrafa ün sald ığı bir zamanda insani münasebetlerin de bu tabiat49 Aynı eser, 81, 82; Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 252, 287, İstanbul1961.50 Prof. Dr. Orhan Münir Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 242, 256.51 R. Honig, Hukuk Felsefesi, 85; Yavuz Abadan, Hukuk Felsefesi Dersleri, 118.31


kanunlarının tesirinde kalmas ı ile izah edilmeye ba şlaması, bize göre hukukundoğu şunu de ğil, belki tabiat ilimlerinin sosyal olaylara ve insan ili şkilerine olantesirini göstermesi aç ıs ından incelenme ğe tabi tutulabilir. Yine ayn ı milletiele alırsak, tabii ilimlerin ne zaman insan dü şüncesine hâkim oldu ğunu biliyoruz.Bu Milattan önce en çok be ş yüz yıllarından öteye geçmemektedir.Öyle ise, ondan önce nas ıl bir hukuk kavram ı veya düzeni vard ı ? As ılhukukun do ğuşunu bunda araman ın gerekti ğine inanıyoruz. Bilgimizin yetipyetmemesi meseleyi o şekilde vaz etmemize mani olmasa gerektir. Bir de butabii hukuk nazariyesinin aç ıklanması ile uğra şan hukuk felsefesi ve di ğerkonular tek bir kanal ve istikamette!" gelen tek bir hukuk sistemi içinde kalandiğer sistemlere kapah ve ba şlang ıcı kesik bir manzara arzetmektedir. İlkçağa tabii hukukun, ortaça ğa dini hukukun hâkim olmas ı nazariyesinin sosyolojik,antropolojik incelemeler neticesinde yanl ış olduğunun anla şılaca ğmakaniyiz. Bu, belli bir hukuk sisteminin do ğuşuna temas etmeden belli bir devredensonra tekâmülünü aç ıklamak olarak kabul edilebilir. Ama as ıl hukukundo ğu şunu ilk ve ilkel toplumlardan ele almak laz ım gelir ve ilkel (iptidai)toplumlarda hakim olan din, örf, adet ve ahlak kurallar ının biribirinden ayrılmazşekilde bir bütün te şkil etmeleri veya insicamh olarak birbirini tamamlamaları gerçe ği öne sürülebilir. Bunlar içinde hangisinin ötekilerini formüleetti ği münaka şa edilmeye müsait olmas ı yanında o zamanki insan ın ba şınagelen olayların sebebini bilemedi ği ve onları görünmez kuvvete atfetti ğigörüşüne dayanarak, her şeye kutsallık ve dokunulmazl ık verenin din oldu ğusöylenebilir. Böylece, dinin ortaça ğa değil, ilk çağdaki toplum düzenini vesosyal ili şkileri etkilemekte ve onlara uyulmas ı gereken kaideler formunuvermekte oldu ğu anlaşıhr.Tabii hukukun en haklı tenkitlerinden biri muhtevas ının olmamas ıdır.Yani tabii hukuk nedir? sorusuna verilecek cevab ın olmamas ıdır. Tabii hukukbu soruya cevap verme ğe çalışır; ancak tatmin edici bir cevap verebilmek içinzorlukla kar şılaşır. Mulıteva diye geni ş anlamlı bir kelime kulland ık. Bu durummuhtevan ın büsbütün bo ş olduğunu anlat ır. Fakat daha ba şka bir deyimletabii hukukun üzerinde ittifak edilen veya edilmeyen ilkelerinin ne oldu ğu şeklindesoruyu de ği ştirirsek gene ayn ı cevapla kar şıla şılır. Şüphesiz tabii hukukçuların her biri kendi zaman ının gere ğine göre bir takım ilkeler ileri sürmü şlerdir.Ancak bunlar devaml ılık sağlayamam ışt ır. Bununla beraber tabii hukukhakkında şunu anlamış olduğumuzu ifade edelim. Toplumlar ın durumlarına vezamanlar ının şartlar ına göre, insanl ık yarar ına ve onuruna yara şan her hangibir hakkı istemek veya kanunda ıslahat ı yapmak için ba şvurulan ve bu husustabüyük rol oynayan bir idedir.Ne var ki pozitif ve müsbet hukukun her zaman de ğerlendirilmesi veölçülmesi görevini yapacak daha üstün bir idenin, tabii hukukun tesbit edil-32


mesi, belli, aç ık ve seçik olması laz ımdır. Açık ve seçik olmayan bir ölçü birimiile nasıl bir ölçme yap ılacak veya ölçmede nas ıl ba şarı sa ğlanacakt ır ? Tabiihukukun bo şluğu böyle açık ve belli ilkeler verememi ş olmas ındadır. Pozitifhukuktaki eksiklik ba şka yöndedir. Pozitifcilik olan ı, meriyette bulunan ıtetkik ise bundan gelece ğe hükmedecek kanunlar ı koymak veya o husustadüşünmek kendi karakterine z ıd dü şecektir. Olan ı inceleyip olmas ı gerekenikanunla ştırmak ise bu daha çok tarihi okul demek olacakt ır ve pozitifcili ğintasvir edici karakterinden uzakla şıp nedenleyici (ta'lil) bir karaktere bürünmesigerekecektir. Çünkü hükümleri, genellemek için nedenlerini bilme ğe ihtiyaçvard ır. Eğer Pozitifcilik kendi karakterine sad ık kahrsa, olan ı tasvir edecekve böylece olduğu yerde sayacakt ır. Ya da olan ı tasvir edecek, bu tasvirleriba şka bir ilkeler sistemine veya ilme devredecek ve o ilim bu tasvirlerdenhükümler ç ıkarıp gelece ği ve olmas ı gerekeni gösterecektir.İlerdeki izahlar ımız sakh kalmak üzere ortaça ğın tabii hukukuna vurulanilahi karakter hususunda deriz ki, Ilahi ve özellikle vahye dayanan hukuktabii hukukun muhtevas ını te şkil eder. Onun ilkeleri tabii hukukun ilkelerinimeydana getirir. Bu ayn ı zamanda mevzu ve pozitif hukuk durumunu gösterir.Akıl ve kültürün bu pozitif ve mevzu hukuku inceleyerek gelece ğe veolmas ı gerekene ait hükümleri ve kanunlar ı vazeder. Böylece elde mevcutilkeleri ve muhtevay ı zamanın ihtiyac ına göre yorumlamak mümkün olur vevazedilecek hukuk kaideleri de ölçüsüzlükten kurtulurlar. Onlar ın insanlariçin de ğer ta şıyabilmeleri ancak bir ölçüye göre vazedilmeleri ile orant ıhdır.Ölçü, insan nazar ında ne kadar do ğru ve sa ğlam ise, onunla ölçülen nesneninde de ğeri o derece sa ğlam ve do ğru olur. İşte hukukun do ğru (sahih) hukukolabilmesi için ölçüye tabi tutulmas ı gerekir. Ama bu ölçünün şüphesiz hertoplumun bünyesine göre de ği şecek tarafı oldu ğu gibi değişmeyecek tarafı dabulunmalıdır. Diğer bir deyimle vazedilecek kanunlar ın kamu oyunda (ma şerivicdanda) me şruiyet kazanacak bir esasa istinat etmesi uygulanmalar ını sağlayacaken müessir âmildir.HUKUK KAVRAMININ DO ĞUŞUYukarda de ğindiğimiz gibi hukukun do ğu şunun, tabii hukukçularm tabiihukuk devirlerine göre olmad ığını, gene hukukçular ın ifadelerinde bulmakmümkündür. Toplum üyelerinin hareketlerini ilgilendiren kaidelerle toplumunhayatını düzenlemesi hukukun gayesidir 52. Toplumun bir düzen içinde ya şamasınıtemin eden çe şitli kurallar vardır. Bu kurallar içiçe girmi ş bir bütünte şkil ederler. Ancak toplum bu kurallara de ği şik adlar verir. Kimine örf,52 R. Honig, Hukuk Ba şlangıcı, 57; Yavuz Abadan, tercümesi 1935, İstanbul.33


kimine adet, kimine ahlak ve kimine de dini kural der. Öyle anla şılıyor ki dinikaideleri di ğerlerinden ay ırmak daha kolay oluyordu. Zira dini kaideler dinimerasim esnas ında ve tanr ıya kar şı bir sorumluluk duyularak uyulmas ı gerekenkaideler ve yap ılmas ı laz ım olan hareketleri içinde toplamas ı gerekir. Bunitelikler dini adetler ve kaideleri di ğer sosyal olan örf ve adetlerden kolaycaayırır. Ama ba şlangıçta hangi hareketin dini, ahlaki, örfi veya âdete ait olduğunubilmek hukuk aç ısından bugün bile zordur. Men şe itibariyle örf, ahlak,hukuk ve dini adetler birbirinden ayr ılmayacak derecede tek bir kültür sahasınıilgilendirirler. Bunlardan herhangi birine göre yap ılmas ı caiz olan bir hareket,diğerlerine göre de caiz olur. Birine göre yasak olan di ğerine göre de yasakolur. R. Honig bunu aç ıklarken şunu ilave eder: "bizce malum en eski hukukadetleri, dini şekillerden alınmışlard ır. Nitekim kaza salahiyeti de önce ruhbanın(papaziar) elinde bulunuyordu. Bu kültür sahalar ının birbirinden ayr ılmasına sebeb olan şeyin, adet ile kaide (norm) aras ındaki fark şuurunun gittikçekuvvetlenmesi oldu ğu kabul edilebilir. Adetin kökü mazidedir. O, kuvvetini veme şruiyet sebebini geçmi şten al ır. :Adete esas olan dü şünce, şimdiye kadar böyleolduğu için gelecekte de yine böyle olmas ı laz ımdır fikridir. Halbuki kaideninme şruiyeti, gayeye uygunluk bilgisinden ç ıkar. Maksada uygunlu ğu sabitolan şeyin istikbalde de oldu ğu gibi kalması laz ımdır. Halbuki maksada uygunolmayan kaidenin de ği ştirilip bir diğeri ile itmam edilmesi icab eder.Umumiyetle kabul edilen telakkiye göre "örf" kaide şuurunun en eski ifadesidir.Hukuk ve ahlak müstakil kültür sahalar ı halinde daha sonralar ı örftenayrıllyorlar" ".Bu açıklamayı tasvip edilmeye şayan bulmak yan ında tercümeyi yapanmerhum Yavuz Abadan da adet ve örf kelimelerini çok yerinde kullanmıştır.Almancas ını kar şıla ştırdığımızdan de ğil, Türkçedeki adet ve örf kelimelerininmuhtevas ına uygunluğu bakımından bu kanaata var ıyoruz. Adetkelimesi ile örf kelimesi arapçad ır. Adet itiyad'dan gelir. Bu kelimenin kökü"Avdet", "avd" mastar ından türemi ştir. Türkçede de kulland ığımız gibi"avdet" dönüp gelmek demektir. Bir nesnenin "adet" olabilmesi için defalarcagidip gelinmesi, yani yap ılması gerekir ki insan o i şi şuur altına yerle ş-tirsin ve böylece şuur alt ından gelen bir (dürtü ile) saik ile o i şi kendiliğindenyaps ın. Böylece adet tekrar edilerek al ışkanlık haline gelmi ş ve seciyye durumunualm ış olur'''. İşte bu suretle adetin geçmi şte tekrarlanmas ı ile gelecektealışkanlık ve seciye haline gelmesi bu demektir. Sonra vuku bulurken herkestarafından görülür, be ğenilir ve övülür, bu onun tekrar edilmesine sebeb olur53 R. Honig, Hukuk Ba şlangıcı, 68.54 nın Faris, Mu'cem Mekayis el-Luga 4 /181-183 M ısır 1368 Hicri.34


ve görenler de be ğenerek yapmaya koyulurlar, neticede yayg ın ve be ğenilenbir adet haline gelir."Örf"e gelince bu kelime "marife" kökünden türemi ş bir isimdir. Marifetürkçede kullan ıldığı gibi aslında tanımak, bilmek anlam ındadır. Fakat bununlabilmek anlamında olan "ilim" ile aralarında fark vard ır. "Marife"yalnız cüzi, ferdi şeylerde kullan ılır ve daha önceden bir geçmi şlik bulunmasınıihtiva eder ki, tan ımak anlam ına uygun düşer. Bir şey bilinir sonraaraya fas ıla girer ve unutulur veya insan ondan gafil olur, bundan sonra ikincikarşılaşmada bilinmesine marifet denir. Bu "marife" kökünün ikinci bir manasıdaha vard ır. Bu da, ardarda, ard ısıra tevali etmek, bir biri pe şinden gelmektir."Örf"e kökünün her iki as ıl manasını bir arada vermek mümkündür.Kelimede hem bilme ve hem ard ısıra olduğundan tekrarla bilinen veya ö ğrenilennesne örf = bilinen olur".Burada di ğer önemli bir farka da biz i şaret edelim: "Adet"de i ş ,hareket, olay söz konusu iken "örf"te bilmek, bilgi, anlamak, tan ımak yanizihni bir kavram söz konusudur. Buna göre "adet" hareketle örf bilgi ile ilgilidir.Bunun için önce âdet sonra örf gelmelidir. Sonra örf kültürdür de. Böyleceanla şılıyor ki hareketlerin ad ı âdet, ve hareket cinsinden olmayan şeylerinadı da örf oluyor. Bu bir ay ırım demektir ve bilgiye dayand ığı için artık kaidemefhumunun ba şlangıcı sayılır. İşte bu kaideler zamanla ço ğalacak ve onlarda bir tasnife tabi tutulacakt ır."Ahlak" kelimesi "huluk" veya "halk" in ço ğuludur. "Halk" kelimesiashnda mastar olup ölçüp biçmek, oranlamak, ölçümlemek ve ikinci bir manasıda örne ği olmadan bir nesne yapmak, yaratmak; isim olarak "halk"insanın dış varlığının yarat ılmas ı, vücudunun, bedeninin, yani maddi varlığınınyarat ılmas ıdır. Huluk ise insanın iç aleminin, duygular ının yarat ılmas ıdır.Aslında huluk ve halk' ın huy manas ına geldiği de söylenmi ştir. Ancak Kamusmütercimi As ım Efendi "Halk" kelimesinin göz ile görülen insan ın şekil, suretve heyetiııi ifade etti ğini, "Huluk"un ise iç görü ş (basiret) ile kavranan insanınkuvvet ve seciyesine dendiğini ileri sürer. Bu, insandan fiillerin külfetsiz,zahmetsiz meydana gelmesine sebeb olan bir melekedir. Sanki insan bu huydaolmak üzere ölçülüp biçilmi ştir. İnsanın iç karakteri, ruhunun inceliklerinigösterir".Görüldüğü üzere ahlak hem d ış ve hem iç davran ış ve hareketleri ihtivaetmekte ve böylece insan ın varlığını bir bütün olarak ele almaktad ır. Bu kelimeninkökünde yaratma manas ı da mündemiç bulunmas ından ötürü insan ın55 İbn Faris, Aynı eser, 4 /281, Kulliyat Ebil-Beka, 249, Bulak 1253 Hicri.56 ibri Faris, 2/213-214; As ım Efendi, Kamus Tercümesi, 3/838, İstanbul 1305, Lane, ArabicEnglish Lexicon, 2 /801.35


iç ve dış yarat ılışı anlamını vermektedir. Buradaki iç kelimesi ruhu ve nefsiifade eder. Böylece bir tak ım iç ve dış hareketleri yapma kabiliyetinin insanailk yaratıhşında verildiği öne sürülmü ş olur. Bunlara olan kabiliyeti sayesinde,doğduktan sonra onlar ı kuvveden fiile ç ıkarır ve icraat sahas ına kor. Asl ındaahlak filozoflar ı aras ında ahlaki davranışların do ğu ştan olup olmadığındabir karara var ılmış de ğildir. Doğu ştan olmadığını kabul eden görü şe göre deahlak kelimesinin kökünden gelen yarat ılış anlamını sonradan kazan ılan veelde edilen ahlaki davran ışlara te şmil etmek mümkündür. Yani ahlakidavranışlar insana nüfuz etmi ş .ve onun yarat ılıştan birer karakteri halinegelmi ş ve sanki ikinci bir yarat ılış siferi has ıl etmişlerdir. Öyle anla şılıyorki, âdet ve örfte toplum merkez oluyor ve hâkim unsur rolünü oynuyor.Ahlâkda ise ferd merkez oluyor. Yani bu suretle toplum düzenini hem toplumyönünden ve hem de onu te şkil eden fertler yönünden kucaklayacak kaidesistemlerine ba ğlıyor.İlk insan cemiyetlerini te şkil eden sosyal düzenlerin içinde din de roloynayan bir müessesedir. Din kelimesi kök itibariyle tek bir mana ta şımaktadır.Bu mana boyun e ğmek, itaat etmek, alçatmak, kibrini k ırmaktır. Bukökten "Medine" kelimesi türemi ştir. Bugün şehir dediğimiz bu kelime eskiden"site" anlam ına gelmi ş olup, insanlar ın toplu olarak bulundukları yerdeboyun e ğdiklĞri bir ba şkanın bulunduğu yer kasdedilmi ştir. Aynı ana dil olanSami diline mensub İbrancada bugün "medine" devlet manas ında kullan ılmaktadır.Böylece eskiden "medine" demek, "devlet" demekti. Bu kelimeninkökünde itaat etme ve boyun e ğme anlamı vardır. Bundan türeyen kelimeleregöre de bu esas mana hâkimdir. Ayn ı mana ile ilgili olarak "din" kelimesine"ceza, mükâfaat, hüküm" de denmi ş olduğunu görüyoruz. Bunun için Allah'a"Deyyan" yani hükmeden, hâkim, cezaland ıran ve boyun e ğdiren denir".Bunlar gösteriyor ki "din" kelimesindeki boyun e ğme ve itaat anlam ışunu ifade ediyor: İnsan yapt ığı hareketleri bir varl ığa itaat olsun diye yap ı-yor. Öyle olunca dini merasim ve hareketlerde insan kendinden üstün, kendivarlığını a şkın bir yüce varh ğa yönelmek, ona itaat etmek ve onun emirlerineboyun e ğmek şuuruna varmış oluyor. Ilkel toplumlar ı da din duygusundanve şuurundan yoksun addetmek mümkün olmad ığına göre, insan böyle üstbir mercie ve onun emirlerine uymay ı kavramış bulunuyor. Bu, sonraları hukukkavram ının ortaya ç ıkmas ına ve geli şmesine ve hatta bugün bile hukukunmeriyetine bir men şe te şkil etmektedir. Hukuka, kanunlara itaat veboyun e ğmenin, dini emirlere boyun e ğmek gibi üst bir otoriteye olan bir ihtiyacdandoğduğu görülmektedir.57 Hn Faris, 2/319, As ım Efendi, Kamus Tercümesi, 1 /622; Lane, Arabie English Lexicon,3/942 vd. A Hebrew English Lexicon of the old Testement, 192; Dictionary of Talmud Babl ı...,M. Jastrow 1/30136


Biz adet (töre), örf, ahlak ve dinin ilkel (ibtidai) insanlarda nas ılvar olduklar ını ve hangi amaca ve gayeye yöneldiklerini "semantik" birşekilde aç ıklamağa çalıştık. Yoksa bunlar hakk ında filozoflardan sosyologlarakadar ilim adamlar ının, ilmi veya felsefi görü şlerine yer vermek imkanınaburada sahib de ğiliz. Sonra ayn ı şekilde biz bu "semantik" izah ımızıda sadece arapçada ve ondan dilimizde kullan ılan kelimelere inhisar ettirdik.Zira araplar ın ilkel ve bedevi hayatlar ını yaşarken kullanmış oldukları arapçadili bize kadar intikal etmi şdir ve o dil yard ımı ile onların bedevi hallerindekianlayışlarını tesbit etme imkan ını bir dereceye kadar buluyoruz. İslam dinibu arap cemiyetine geldi ği için, islam' ı daha iyi anlamak, kavramak ve onungayesine nüfuz edebilmek için içine indi ği andaki cemiyeti iyi ö ğrenmek gerekmektedir.Bu suretle İslam hukuk ve hukuk felsefesinin do ğuşunu açıklamakfırsat ını bulaca ğız.İslam hukukunun ve hukuk felsefesinin tarihini yazarken Macdonald' ındediği gibi ara ştırmalarımızı ilkel aileye kadar götürme ğe ihtiyac ımız olmadığıgibi, as ırlar boyunca s ırf parça parça vesika ve i şaretler üzerinde çah ş-maya da muhtaç de ğiliz. Bizim konumuz, tarihin ayd ınlattığı bir devirdedoğmuş fakat bize gelene kadar sadece as ırlar geçmi ştir".Arapların durumu - İslamiyet do ğduğu zaman- ilkel (ibtidai) insanlargibi olmamakla beraber şehirle şmiş59 durumda da de ğillerdi. Her ne kadarHicazda, Mekke, Medine ve Taif gibi şehire benzer, halk ın yerle ştiği ve toplubulundu ğu yerler var idi ise de bunlar, ça ğdaşları olan komşu devletlerdekişehir anlam ında birer şehir sayılmazlar. Araplar göçebe halinde kabile, a şiretvesaire guruplar ı te şkil eder ve bu birliklerle beraber göçer ve konarlard ı .Bulunduklar ı bölgede tarih boyunca bir devletin kuruldu ğu sabit olmamıştır.Arap yar ımada.mın ortas ı, bu kabilelerin devlet hükümranh ğnun korkusundanazade olmalar ını sağlamış, yarımadanın karaya biti şik oldu ğu bölgelerde büyükimparatorluklar kurulmu ş, fakat hiç biri, kendine has bir tabiat ı olanbu yarımadayı istilaya cesaret edememi şti. Güneyde, Yemende kurulmu şolan devletler de kuzeydekilerden daha cesur say ılmazlardı Bunun yanında58 D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology, Jurisprudence and ConstitutionalTheory, s. 65, Newyork 1965.59 Şehirle şmekten medenile şmeyi kasdediyoruz. Asl ında medenile şmek sözü de Medine'den gelmektedirve şehir anlamınadır Yukarda "Medine" devlete dendi ğini söylemi ştik. Gene de iki kelimearasında fark sezmekteyiz. Medeniyet çok yönlü bir geli şmedir. Içinde edebiyat ve kültür de vard ır.Şehirle şmede daha çok teknik ve idari yön kuvvetlidir. Medeni kelimesinin iki anlamda kullan ıldığınıgörüyoruz. Mecellei Ahkâm Adliyenin "insan medeniyyutabi' oldu ğundan hayvanat gibi münferidenyaşayamayıp basit bisat medeniyet ile" sözündeki medeni kelimesini Prof. Mehas ım, bedevi olmayanmanada anlamış, Dr. Subhi Mahmasani da maddenin kendisinin ifadesinden giderek ilkel olmayan,yalnız yaşamayan manas ım anlamış ve buna göre medeni toplu halde ya şayan hem bedeviye ve hemşehirliye dendiğini ileri sürmü ştür.37


güneyde, Yemendeki araplar ın devlet kurmalar ı ve kuzeyde arap yar ımadasınınkaraya biti ştiği yerlerde baz ı arap kabilelerin k ısa süreli de olsa devletkurduklar ı tarihe geçmi ş bulunmaktad ır. Hicazda ve arap yar ımadas ının genişiç bölgesinde yaşayan araplar kabile hayat ı ya şamaya devam etmi şlerse dekom şularıyla temasta olduklar ından devlet kavram ından uzak de ğillerdi.Ancak böyle bir otoriteye ömürleri boyunca boyun e ğmemi şlerdi. Yegânebirlik kabile birli ği idi, ama fert de serbestçe hareket edebilir ve ferdin kabileyesormadan yapt ığı şahsi sözle şmeleri kabile oldu ğu gibi benimser ve kendi ferdininşerefini korumak için sava şı göze ahrdı.Devletin olmay ışından maksat, hiç bir zaman devlet otoritesini hissetmemişve devletin gerektirdi ği kanun sistemine ve düzenine ah şmamış olmalarıve böyle kanuna dayanan bir nizama hayatlar ında rastlamam ış olmalarınıanlatmakt ır. Birer şehir manzaras ı arzeden Mekke, Yesrib (Medine) ve Taif'dede bir ba şkanın idaresinde bir şehir anlam ı yoktu. Kabileler kendi aralar ındabir nevi sulh aktederek ya şıyorlard ı ve bunlarda da hâkim olan kabile fikriidi.Baz ılarının deyimiyle ifade edersek araplar suni bir toplum yani devlethalinde değil, tabii toplum yani aile, akraba, kabile, a şiret halinde ya şıyorlardı .Bunların, bu durumlarda da tâbi olduklar ı bir takım kaideler vard ı. Bunlaryukarda aç ıkladığımız örf, adet, ahlak ve din kaideleri idi. Anla şmazhğa düştükleriherhangi bir i şte veya içlerine dert olan bir i şin neticesini anlamak istediklerizaman ya kâhine (din adam ı), ya bilgi ve tecrübesi ile ün yapm ış bir kişiye(hakem) gider, i şlerini danışır ve onun fikrini ahrlard ı. Kavgal ı işlerdehaks ız olana maddi bir ceza verme salâhiyetini haiz bir mevki yoktu. Haks ızsadece yerilir, zemmedilir ve kötülü ğü ilan edilmekle kahrd16°.Böyle bir toplumda, Mekkede Hz. Muhammed do ğuyor ve k ırk ya şınakadar onlarla beraber ya şıyor ve kırk ya şında kendisine vahiy geliyor, kendiniPeygamber ilan ediyor. On üç y ıl Mekkede kal ıyor ve sonra Yasribe (Medine)gitmek zorunda kal ıyor ve burada toplumun ba şına geçiyor ve bir toplumbaşkanına böylece ilk defa Hz. Muhammed'le rastlan ıyor. O, iki düşman kabileyibirle ştirip ba şa geçiyor. Burada toplumla ilgili i şler ön plana geçiyor.Zaten Mekke'de inançla ve akideyle ilgili meseleler üzerinde durulmu ş ve onlaraçıklığa kavuşmuştur. Nas ıl ki eskiden kavgalar ı, muhasameleri ve ba şa gelenolayları çözüme ba ğlamak için bir hakeme başvuruluyordu ise, bu sefer de bütünişlerde çözümlenemeyen meseleler Hz. Peygambere sorulur ve bu husustaona ba ş vurulurdu. Burada dikkat edece ğimiz noktalar ı sıralayahm.a) Hz. Muhammed Peygamber oldu ğu için her hangi bir olay hakk ındadaha önce yerle şmiş bir örf ve adet olmu ş olsa bile, Allah'a inanmış müslü-60 Ahmed Emin, Facrul- İslam, 222-226, Mıs ır 1955; Joseph Schacht, An Introduction to IslamicLaw, 7-8 Oxford 1966.38


manlar, o mesele hakk ında Allah' ın gerçek hükmünü ö ğrenmek ihtiyac ındandolayı Peygambere sorduklar ı gibi, inanmayanlar da denemek ve saire içinsoruyorlard ı .b) Hz. Muhammed artık bir hakem de ğil, bir Peygamber olmas ındanötürü verdi ği hükümler Allah' ın tasvibine dayandığı için, verilen hükümhavada, infazs ız kalmıyor ve hüküm infaz ediliyordu. Burada bir kanunizorunluk ortaya ç ıkmaya ba şlamışsa da, bu kanuni formalitenin gere ği değil,dinin, verilen hükmün Allah' ın hükmü olmas ının gere ğidir ki, Allah'a inanankimsenin, Ondan daha üstün hiç bir otorite kabul etmeyece ği için, Onunhükmüne uymas ını sağlayacak fiziki bir zorlamaya ihtiyaç olmaz. Zaten Hz.Peygamberin ba şında bulunduğu toplumun havas ı, onun verdiği hükme kar şıgelmeğe müsait de ğildi 6'.c) Diğer önemli nokta Hz. Peygamber, bütün insanlar ın her türlü hareketve davranışlarına dair hüküm veriyordu. İster kendisi muttali olduktan sonra,ister kendisine arzedildikten sonra olsun verdi ği hükümlerde bir tefrik yap ılmıyordu.Hepsi, Allah' ın veya Allah' ın elçisinin hükmü idi. Do ğrudan Allah' ınhükmü olmasa bile, O, elçisinin verdi ği hükümden haberdar idi ve yamldığızaman onun hükmünü do ğrultur ve hazan da do ğru olanı tasdik edecekvahyi indirirdi. Gelen vahyin hükümleri itikadi, ahlaki ve ameli olarak ayrilmazdı. Hepsi Allah' ın şeriat]. yani Allah' ın hükümleri olarak bilinir ve ilkmüslümanlar ona göre davran ırdıd) İlk müslümanlar baz ı durumlarda Hz. Peygamberin her i şinin ve sözününvahye dayanmad ığını biliyorlardı. Bunu baz ı münasebetlerle ö ğreniyoruz.Mesela Bedir sava şında kondu ğu yerin sava şa elveri şli olmadığını gören sahabeHz. Peygambere bunun vahy ile olup olmad ığını soruyor ve vahy olmad ığınıöğrenince Hz. Peygambere yeri de ğiştirmeyi teklif ediyordu. E ğer Hz. Peygamberinoraya konmas ı vahiyle olsayd ı sahabenin itiraz ına imkan olmayacaktı.Zira Yüce Allah bir şeyi bildirmi ş ise onun neticesinin art ık kesin olduğunahükmetmek gerekir. Hz. Peygamber, oraya konman ın kendi fikri oldu ğunusöylemesi üzerine sahabe de fikre kar şı fikir beyan etme ğe cesaret etmi ş ve Hz.Peygamber de onlar ın fikrini kabul etmi ştir. Bu gibi olaylar bize şunu gösteriyorki, Hz. Peygamber zaman ında sahabe (Peygamberin arkada şları) Hz.Peygamberin aldığı vahy ile kendi ictihadı ve fikri olan hükümleri iyice ay ırtediyordu. Sahabe, ne gibi vahyin Kur'an ve ne gibi vahyin hadis oldu ğunave neyin de Hz. Peygamberin fikir ve içtihad ı olduğuna kesinlikle vakıftıHendek harbinde de Hz. Peygamber Uyeyne b. H ısn ile Medinenin hurmas ınınüçte birini vererek sava ştan vazgeçmesini temin etmek üzere iken Medinelilerbunun gökten gelen bir emir olup olmad ığını sormuşlar ve Hz. Peygam-61 Onun emrini tutmay ıp da yalan söyleyenlerin durumu için bak: Teybe Sliresi, 42-47, 116-121.39


erin kendi fikri oldu ğunu bildirmesi üzerine •Hz. Peygamberi fikrinden vazgeçirmi şlerdi 62 .e) Bir rivayette Hz. Peygamber Medineye gelince hurma a ğaçlarımnaşılanmas ına mâni olmu ş, o yıl hurma olmam ış ve sebebini sordu ğu zaman,kendilerinin a şılamaya mâni olduklar ı hatırlatılmca "siz dünya i şinizi dahaiyi bilirsiniz, istediğiniz gibi yap ın" demi şti ". Bu da gösteriyor ki, Hz. Peygamberşahsi tecrübelerine dayanarak da hüküm veriyor ve harekette bulunuyordu.Bunlardan bir tanesini "g ıyle" hadisi göstermektedir. Bu Hadis, Hz.Peygamberin emzikli kad ınlarla temasta bulunmay ı menetmeyi dü şündüğünü,sonra İranlılara ve Bizansl ılara bakıp onların bunu yapt ıkları halde çocu ğabir zarar gelmedi ğini görünce yasaklamaktan vazgeçti ğini anlat ır 64.Önemli noktalardan birine daha dikkati çekmek istiyoruz. Hz. Peygamberdünya i şleri tâbirini kullanmakla din i şleri ile dünya i şleri aras ında birfark koymu ş oluyor. Ancak İslam alim ve dü şünürlerinin, bunlar ın neler olaca ğıve dünya i şlerinin din i şlerinden nas ıl ve ne şekilde ayrılaca ğına dair fikirlerinerastlamak bizim için mümkün olmam ıştır. Bu sorun onlar ın zamanındaortaya ç ıkmadığı için olmalı ki bu konuda bir şey yazmamış olabilirler.f) Bütün âlimler Hz. Peygamberin sünnetini üçe ay ırırlar. Söz, fiil, ikrar(tasvib). Söz, bizzat Hz. Peygamberin bir hükmü bildirmesi ve söylemesidir.Fiili de her hangi bir i şi bizzat kendisinin yapmas ıdır. İkrar da sahabedenbirinin yaptığı bir i şi öğrendikten sonra onu ikrar etmesi yani onu de ğiştirecekbir hüküm beyan etmeyip susmas ıdır.Bizim dikkati çekmek istedi ğimiz nokta önce, Hz. Peygamber ictihadedebilece ğine göre ve ictihad ının da bizzat vuku buldu ğuna göre bu üç türsünnetle ictihad ı, yani fikri ile bir söz söylemesi, bir i ş yapmas ı veya ikrardabulunmas ıdır. Bunlar ı ictihadla yapmas ı ile onlarda do ğrudan do ğruya vahyedayanmas ını birbirinden ayırmam ışlar ve hepsini vahye dayand ırmışlardır.Ancak alimler Hz. Peygamberin ictihad yapmas ında ikiye ayr ılmışlar, bir kısmıictihadın yamlmaya ihtimali oldu ğunu ileri sürerek, ictihad etmesini do ğrubulmamışlard ır. Diğer bir kısm ı, Ebu Hanife bunlar aras ındadır, ictihad etmesinimahzurlu bulmamış ve buna vahyı batılı (dü şünme) demi şler ve yanılmaihtimali hakkında, eğer yamlacak olursa, Yüce Allah' ın onu vahy ile ikazedece ğini ileri sürmü şlerdir ki bunun birkaç defa vuku buldu ğunu yani Hz.Peygamberin yan ıldığını Kur'an bize bildirmektedir. Madem ki Allah Pey-62 Ahmed b. Ali el-Makrizi, Imta el-Esma, 235-236, Tarih Taberi 2 /144, M ıs ır 1939.63 Muslim 15 /117-118 (Nevevi Şerhi ile) Suyuti, Cami Sa ğır 1 /108; İbn Ilazm, ihkâmıll-Ahkam1 /68.64 Müslim 10 /15-16 (Nevevi ile).40


gamberi yanlış' üzerinde b ırakmıyor ve onu do ğrultuyor, o halde ictihadyapmas ının bir mahzuru kalmıyor demektir.Buras ı böylece do ğrudur. Biz gene de Hz. Peygamberin söz, fiil ve ikrarlarındado ğrudan vahyin kaynak olmas ı ile fikrinin ve dü şüncesinin kaynakolmas ı arasında fark görmek istiyoruz. Bunlar şimdiye kadar ayr ılmamış isede onları ayırmanın bir dereceye kadar mümkün oldu ğuna inand ıracak delillermevcuttur. Bunun neticesinde ictihad ile verilen hükümler biraz dahamusamahalı kar şılanıp daha geni ş bir tefsire ve yoruma tâbi tutulmu ş ve onlarınzaman ında birer tatbild hüküm oldu ğu ve zaman ın gere ği ve şartınıngözönünde bulundu ğu hesaba kat ılmış olur. Hz. Peygamberin ikrarlar ınabakacak olursak, ço ğu kez her iki tarafın fikrini de kabul etti ğini yani her ikişekilde de olabilece ğini göstermektedir. Hz. Peygamberin ictihadlarm ı da kısurılaraay ırmak lâz ımd ır. Gerçekten yan ılmışsa ve bu yan ılmasında haki ılıktek tarafta ise, o zaman uyar ılması gerekir ve Yüce Allah onu prensipler yönündenikaz ederek yanl ışını gösterir. Ama, Hz. Peygamberin ictihad ı mubaholan ve fikir yürütme ğe müsait olan, hakhl ık tek tarafta inhisar etmemi şolan ve yan ılmakta bir mahzur olmayan, ilkelere ve ilkelerin ruhuna ayk ırıdüşmeyen bir yan ılmadan dolayı Yüce Allah elçisini uyarmayabilir ve bu gibidurumlar her zaman tekerrür edece ğinden uyarmaya da ihtiyaç yoktur. Bugibi durumlar yap ılmış olan ictihad ın önemini gösterece ği için, nas ıl ki Hz.Peygamber de ğişik fikir ve i ş yapanlara kar şı susmuşsa, Yüce Allah da elçisineaym muameleyi yapar. Şüphesiz bu da bir tasdik say ılır, ancak ba şkaşekilde olmas ına da cevaz veriliyor demek olur.Islam hukukunda böylece be şer' bir unsurun bulundu ğu Hz. Peygamberinzamanında bile sabit olmaktadır. Ilerde bu daha çok aç ıklığa kavu şacaktır.Yalnız burada şu kadarını işaret edelim ki Hz. Peygamberin ikrarlar ı yanisahabenin yapt ıkları şeylere sükfıt etmelerinin neticesinde sabit olan hükümlersahabenin, Hz. Peygamberin tasdikinden geçmi ş ictihadlar ı sayılır.Bu ve öteki dünyaya hâkim olan Yüce Allah'a inanan insanlar, Allahlado ğrudan do ğruya temasta oldu ğuna inandıkları için, elçisine art ık gizli a şikârher şeylerini gelip soruyor ve onun tasvibini alarak öbür dünyadaki i şlerinide teminat alt ına almağa çah şıyorlard ı. Daha önceki kabilevi hayatlar ındaher hangi bir hususta ba ş vuracaklar ı emin ve otoriter bir mevki yokken,şimdi bunu her şeylerini danışacaklar ı ve aynı zamanda hükmünü infaz edenbir kimsede, Hz.Peygamberde bulmu ş oluyorlardı.Böylece hayattaki her türlüdavran ış merkezle şmişti. Hz. Muhammedin verdi ği hükümler aras ında farkgözetilmeden hepsi oldu ğu gibi yerine getiriliyordu. Hz. Peygamberden ç ıkanher söz ve fiil din olarak kabul ediliyordu. Böylece din bütün hayatta hâkimrol oynuyordu. Hz. 1V1uhammed Allah' ın elçisi oldu ğuna göre, onun her sözününve i şinin Allah' ın nezaretinde oldu ğunda şüphe yoktu. Allah' ın bu neza-41


eti yaln ız elçisine kar şı de ğil, bütün insanlara şâmildi. Ne var ki elçisine talimatveriyor ve kendi kendine yapt ığı işlerde yamld ığı zaman onu uyard ığıiçin elçisinin bütün söz ve i şleri ilahi tasdike mazhar oluyor ve bu mazhariyettenaldığı kutsallık ve yamlmazhkla din olduğunda şüpheye mahal kalm ı-yordu. Buras ı böyle olmakla beraber, sahabe akl ını, tecrübesini ve zekas ımtamamen bir tarafa at ıp dumura u ğratm ış de ğildi. İslam dini, insanın aklınahitap etti ği ve onun varh ğını sorumluluk başlangıcı yapt ıgı için, onunilkelerine dayanmay ı objektif bir mü şterek nokta kabul etmi ştir.Islam dini, insan ın dünya ve ahiret saadetini temin etmek üzere gelmi şve her iki dünya hayat ım tanzim etme ği hedef alm ıştır. Aslında bütün gayesi,insanın bu dünyada insan olarak, kendisinin ne oldu ğunu ve bir yaratanbulunduğunu bilerek hayat ını tanzim etmesini istemekten ba şka bir şey de ğildir.İnsan sorumlu tutuldu ğu, ba şına buyruk ve hür iradeli oldu ğu bu dünyadakihayat ını tanzim edecektir. Öteki dünyadaki nimetler ve saadet, bu dünyadakiba şarısına kar şılık mükâfat olarak verilecektir.Islâm Dini bunu bildirir.° aynızamanda ölümsüzlük alemi olan öteki dünyada en iyi bir hayat seviyesineyükselebilmesi, bu dünyada da üstün bir hayat nizam ı içinde ya şamayı sağlayabilmesiiçin insana baz ı ilkeler ve kaideler vermeyi üzerine alm ıştır. İslamDini, titiz ana-baba gibi çocu ğunu altı yönden so ğuk ve s ıcağa karşı,aman, tozland ın, yan bast ın, ayakkab ının ba ğının demiri dü ştü, yok saçınyana dü ştü diye s ıkıdan s ıkıya, inceden inceye, nefes ald ırmazcas ına, insan ı,yetişmemiş, hiç bir şey beceremez, âciz, sölpük bir varhk olarak görüp, onunher şeyine karışmaz. İslam Dini, insan ı yaratan ve ona ak ıl, zeka, irade vekudret veren Yüce Allah taraf ından konan bir dindir. İnsan akıl, zekâ veirade aras ındaki kav şak noktalar ında şa şırabilir. İşte böyle kav şak ve karanl ıknoktalarda İslam Dini insana ışık tutmay ı ve ona do ğru yolu göstermeyi üzerinealm ışt ır. Bundan ötürü ortaya koydu ğu ilkeler ve kaideler, insan ın nazarive ameli akıl melekelerine yard ımda bulunacak kadar genel ve geni ş anlamhdır.Geri kalan cüz'i, ferdi ve fer'i meseleleri insan ın kendisine b ırakmıştır.İşte, sahabe bu genel ve geni ş anlamli ilkeleri Hz. Peygamber'den dinliyorve onlar ı Allah sözü olarak da Kur'an'da okuyordu. Bunlar ın ışığındasahabe kendi akl ını, zekas ım ve hayat tecrübesini kullan ıyordu. Yukardai şaret etti ğimiz gibi insan akl ı Hz. Peygamber zaman ında bile diğer bir deyimlevahiy inerken de dini hükümlere katk ıda bulunuyordu. Zaten vahiyinsamn aklına ve mant ığına hitap ettiğinden ak ıl ve mantıkla çatışmıyordu.Akıl ve mantık sahibi olan insan da vahyin dayand ığı akıl ve mantık ilkelerinikendine ölçü alıyor, vahyin sükat geçti ği yerleri bu ölçüye göre anliyor vehüküm ve kaideler koyuyordu. Asl ında vahyin getirdi ği ilkelerde insan ı düşürmeyesevkeden ve bunu yapmay ı ona bir görev olarak yükleyen gaye veruh mevcuttu. Ne var ki, insanlar ın akıl, zekâ ve bilgilerinin de ği şik olmas ı,42


anlayışlarının de ğişik olmasını intac ediyordu. Bu ihtilaf elbette ki nas ıl akılve mant ığın ana ilkelerinde olmazsa, dinin ana ilkelerinde de ğil, ancak onlarıntatbikat ındaki fer'i meselelerde olabilirdi.Yukarda hukuk felsefesi ve hukuk ili şkisinde geçti ği gibi Islam'da Hukukfelsefesi de fikir bak ımından Hukuktan önce gelir. Söyle ki, önce islam hukukfelsefesinin ilkeleri ve kaideleri vard ır, ondan sonra hukuk meseleleri onlardanteferru etmi ştir. Bunu izaha çal ışahm. Bir hükmün gayesi fikir olarak kendindenönce gelir. Hüküm gayeye ula şmak için konur. Ama d ış dünyada öncehüküm tahakkuk eder ve sonra gaye tahakkuk eder. Mesela, masa yapmafikrini meydana getiren, üzerinde yaz ı yazmad ır. Yaz ı yazma fikri önce, masasonradır. Fakat varl ık âleminde önce masa vard ır, sonra üzerinde yaz ı yazmak.Dış dünyada, gerçekler âleminde hüküm önce, gaye sonra gerçekle şir. Islamhukuk felsefesi de böyledir. Önce gaye vard ır ve sonra ona uygun hüküm gelir.Dediğimiz gibi önce hüküm ve sonra gaye gerçekle şir. Islam'da gayeyi bildirenilkeler ve kaideler önce, sonra onlardan ç ıkarılan hükümler gelir. Mesela, Hz.Peygamber diyor ki, "Ikindi namaz ını Kureyze o ğullarında kılacaksınız".Yolda akşam olmak üzeredir. Sahabeden kimi bu sözün gayesini dü şünüyorve bu söz acele etmemiz için söylenmi ştir, buna göre ikindiyi yolda k ılmamızamâni de ğildir, diyor. Diğer bir k ısmı da Peygamber ne söylerse dindir, Onun dediğininaynın ı yapmak laz ımdır, buna göre ikindi yolda k ılınamaz diyorlar. Heriki grup kendi fikrine göre hareket ediyor ve Hz. Peygamber'e anlatt ıklarında,her iki tarafı da tasvib ediyor". Bu tam Hukuk Felsefesi ile ilgili bir münakaşadır.Birinci grup önce sözün gayesini ke şfetmi ş sonra üzerinde hükümbina etmi ştir.Medine'den on günlük mesafede bulunan "Zatusselasil" denilen yereAmr b.As bir birliğin başında gönderilmi şti. So ğuk bir gecede ihtilam olmu ş ,sabah namaz ını yıkanmadan abdest ve teyemmüm ederek k ıldırmıştı. Emrindeileri gelen sahabe de vard ı. Su bulunduğu halde y ıkanmadan teyemmümlenamaz kıldırması Hz. Peygamber'e şikayet edilmi şti. Amr b.As verdi ği cevaptayıkanmış olsa soğuğun şiddetinden ölece ğini söylemi ş ve , "kendinizi tehlikeyeatmay ın"" âyetini okumu ştu. Hz. Peygamber gülmü ş ve bir şey söylememişti67. İşte burada da Amr b.As su bulunmad ığı zaman teyemmüm etmeyecevaz veren ayetin manas ının geni ş kapsamından giderek su bulundu ğuhalde so ğuk veya susuzluk korkusundan kullan ılmaması lazımsa, gene teyemmümedilir", gayesinden hareket ederek hüküm ç ıkarmış ve Hz. Peygamber'-den de bu anlayışında tasvib görmü ştür. Bu gösteriyor ki Amr b.As akl ı ve65 İbn Kayyim Cevziyye, İlâm ıll-Muvakkiin, 1 /244-245, Mısır (Ilactil-Ervah ile).66 Nisa, 29.67 Makrızi, Imta ul-Esma, 1 /355-356.68 İbn Kayyim Cevziyye, İlâm ul-Muvakkıln, 1 /251.43


zekas ı ile Hukuk Felsefesi (Hikmeti Te şriiye) ilkesini uygulam ış ve böyleceşeriata be şeri bir katk ıda bulunmu ştur. Hz. Peygamber zaman ında vukubulan bu gibi misâller az de ğildir.Artık Hz. Peygamber zaman ındaki İslam Hukuk Felsefesinin kaynaklarınıtesbit etmek gerekti ği zaman bunları üçe inhisar ettirmek gerekli görülmektedir.a) Kur'an, ki bugünkü deyimi ile pozitif, mevzu hukuk ilkeleri durumunugösterir.b) Hz. Peygamber'in bizzat kendisi hem kanun koyucusu ve hem yorumcusudurumundad ır.c) Ameli akıl ilkeleri. Zira nazari ak ıl ilkeleri Kelam ilminde kullan ılırBu ameli (pratik) ak ıl ilkelerine örfler, âdetler, hayat tecrübeleri, bilgilerve kültür ile beraber hukuk bilgileri de girer. Ancak bunlarla vanlan hükümHz. Peygamberin tasvibinden geçmi şse o fikir sadece bir ictihad olarak kalmazvahyin tasdikinden geçti ği için her ne kadar do ğrudan do ğruya vahiydeğilse de yukarda geçti ği gibi bu batın bir vahiy olur. Çünkü yanlış olsaydıtashih edilirdi.Böylece Islam hukuk felsefesinin ilkeleri ve muhtevas ı belli olduktansonra onun bir ilim olarak tedvinine gelince, bu hususta kendi özel anlay ışımızladiğerlerinin hilafına diyece ğiz ki, ilk İslam Hukuk Felsefesi Hz. Peygamberzaman ında yaz ıldı ve bu da Kur'an'd ır. Do ğrusu Kur'an' ın. sadeceİslam Hukuk Felsefesinden ibaret olmad ığı herkesce kolayca anla şılır. AmaKur'an' ı Kerim'de bulunan Hukuk ilkeleri ve kaidelerine hukuk hükümlerinintahlilleri (sebebleri) onun bir hususta ilk İslam hukuk felsefesi say ılmas ınıgerekli kılar. Amr b. As gibi birçok sahabenin. Hz. Peygamberin hayat ında veondan sonra bugüne kadar ortaya at ılan hükümlerin dayana ğı olduğundaşüphe yoktur. O, ayn ı zamanda ilk hukuk kitab ı sayılsa da Hukuk felsefesiadı, muhtevas ı ve ihtiva etti ği ilkeler ve gayelerini gösterme bakımından onadaha çok uygun dü şmektedir. İnsan emeği ile meydana gelmi ş eserlere benzememesiyönünden bu ad biraz yad ırganırsa da, bizim demek istedi ğimiz Usulül-F ıkh ( İslam Hukuk Felsefesi) nin müctehitler taraf ından ele almışlar' gibi birhukuk felsefesi de ğildir. Daha do ğrusu, o, Hukuk Felsefesinin kayna ğını te ş-kil eden bir ana ilkeler kitab ıdır.ŞERIAT KEL İMES İNİN MENŞEİMüslümanlar içinde Hukuk Felsefesi dedi ğimiz hukuki esas ve ilkelerleilgili yaz ılı risale veya eser yazanlar ın tarihine geçmeden önce İslam HukukFelsefesinde önemli bir konuya temas etmemiz gerekmektedir. Bu, Islam ın44


hukuk men şeini aramakt ır. Bunu yaparken önce şeriat, fıkıh ve hukuk kelimeleriniaç ıklığa kavuşturmak ve aralar ındaki münasebeti belirtmek yerindeolur."Şeriat" ın birçok kimse tarafından söz konusu edilmesi ho ş kar şılanmamaktaise de, konumuz gere ği bunun kendi dilinde kullanıldığı etimolojik manaların've terimsel mânâs ım anlamaktan kaç ınmamak lâz ımdır. Bu kelimeKur'an' ı Kerim'de çe şitli şekillerde kullan ılmıştır. " Şeriat, şer'i" sözlerininsözlük anlam ı aç ık, do ğru ve düz yol demektir ". Bu kök tek anlam üzerindekurulmuş olup "uzunlamas ına açılmak veya bir istikamette uzanmak" manasınıta şır. Bundan dolayı geminin yelkeni yukar ı doğru uzat ıldığı için ayn ıkökten ona yelken " şıra" denmi ştir. Ayn ı şekilde devenin boynunu uzatmasınada bu kelime uygulan ır 70. " Şaria" caddeye bakan, kapusu ç ıkmaz olmayansokağa aç ılan eve denir. Bundan "Kap ıları camiye aç ık" ifadesi kap ı-lardan çıkınca yol camiye uzan ır ve varır demektir. Türkçede "Suvat" denilensu alacak ve içecek yer manas ına da " Şeria" yani su yolu kullan ılır 71 . Bu köktentüretilen. "Te şri" sözü yolu aç ık ve geni ş yapmak, davar ı su içecek suvat'agötürmek ve zahmetsiz su içirmek anlamlar ına gelir 72 . Bugün de büyük vegeniş aç ık caddelere " şâri" denmesi eski manan ın yaşamakta olmas ındandır.Kur'an' ı Kerim'de " şeriat" kelimesinin geçti ği üç âyetteki manalar ınıtesbit etme ğe çahşahm.Câsiye sûresinin 18 inci âyetinde Cenab ı Hak, Hz. Muhammed'e "EyMuhammed, sonra, seni bir i ş hususunda bir şeriat üzerine k ıldık, onu izle"demiştir. Genellikle müfessirler, buradaki " şeriat" sözüne, sözlük anlam ınıbelirtti ğimiz yol, cadde, aç ık ve doğru yol anlamlar ını vermektedirler. Sonrabu " Şeriat"' Hz. Peygamberin peygamberlik durumunun gere ği olarak buradaki"yolu" eski peygamberlerin yoluna benzer ve dinle ilgili bir yol ve şeriatdiye yorumlarlar 73 .İkincisi Şûra sûresinin 13 üncü âyetinde geçmektedir: "Allah din hususundaNuh'a ö ğütlediği şeyleri size de şeriat olarak koymu ştur. Ey Muhammedsana vahyettik, Ibrahim'e, Musa'ya ve Isa'ya da "dini do ğru olarak yerinegetirin ve onda ayr ıhğa düşmeyin" diye ö ğütledik".Herkes bu âyeti kerimedeki "din hususunda şeriat koymak"tan dinin de ği ş-meyen, neshe u ğramayan temel ve itikadi ilkelerinin kasdedildi ğini anlamıştır69 Ragib İsfehani, Mufredatul-Kur'an, 259; As ım Efendi, Kamus Tercümesi, 3 /302; MuhammedAli Sayis ve Arkada şları, Tarihut-Te şri el- İslami, 4, Mıs ır 1946.70 İbn Faris, Mucem Makay ıs el-Luga 3 /262.71 İbn Faris, Aynı yer; As ım Efendi, Aynı yer; Lane, Arabic Lexicon, 4 /1536.72 Asım Efendi, Aynı eser 3 /304.73 Taberi Tefsiri, 25 /146; Tefsir ul-Mera ğı 25 /149 vd. Tefsir Fahreddin Razi, 1 /486, Tefsi Ebis-Suud, aynı cild 485.45


Buna sebeb de Hz. Muhammed'le beraber be ş büyük peygambere üğütlenen,vahyedilen dinden ve şeriattan bahsedilmesidir. Bunlar, ancak de ğişmeyen itikadi,ahlaki ve din ilkelerinde birle şirler. Yoksa dinin ameli ve fer'i hükümlerindeayrılırlar. Zira bu sonrakiler zamana göre de ğişirler. Bu de ğişmeyen itikadiesaslar Allah'a, ahirete, peygamberlere, meleklere iman etmek, ahlaki esaslarda doğruluk, ande veya emanete sadakat, s ılaı rahim; insanlara eziyet etmenin,zina etmenin haram k ılınması gibi esaslar ve Allah'a ibadeti halis k ılmaktır 74 .Üçüncüsü Maide süresinin 48 inci âyetidir. "Her birinize bir yol ve biryöntem verdik" Kur'an'da "yol" olarak kullan ılan kelime " Şir'at" kelimesiolup bu " şeriat" anlam ında ve ayn ı kökten türemi ştir. Yöntemin kar şılığındaKur'an'da "Minhaç" kelimesi vard ır ki bu metod, yöntem demektir. Alimleringene ittifakla bu âyetten anlad ıkları mana her peygamberin getirmi şolduğu ameli ve fer'i hükümlerin her birinin zaman ına ve mekanına göre değişikolmasıdır.Bu ikinci ve üçüncü âyetlere göre " şeriat" kelimesinin terim manas ıortaya çıkmaktadır ve bunun için Tehanuvi, şeriat' ı şu şekilde tarif etmi ştir:Şeriat, her hangi bir peygamberin Allah taraf ından insanlara getirdi ği hükümlerdir.Bunlar pratikle ilgili ise bunlara fer'i ve ameli denir ve bunlar için f ıkıhilmi yaz ılmıştır. E ğer bu hükümler itikadla ilgili ise bunlara itikadi ve aslidenir ve bunlar için de Kelâm ilmi yaz ılmıştır".islâm Hukuk Tarihi adlı eserinde Muhammed Ali Sayis da Fakihlere göreşeriat, insanların inandıkları ve yaptıkları takdirde dünya ve ahirette mesutolmalarını sağlamak üzere Allah' ın koyduğu hükümlere dendi ğini söyliyerekşeriat denmesinin sebebini de şöyle açıklar: Bu hükümlerin, do ğru, düz caddegibi gayelerinden sapmaz, nizamlar ında inhiraf bulunmayacak suretle do ğruve sağlam temelleri vard ır'''. Prof. Dr. M. Yusuf Musa, M ıs ır Üniversitelerinde"İslam Şeriat ı"na " İslam Fıkhı" denmekte ve hatta ona e ş anlamda tutulmaktadırdemektedir. Oysa, şeriat fıkıhtan daha umumidir. Çünkü o, itikadada şamildir. Bazan şeriat mecazi olarak fıkha da söylenir".Şeriat kökünden gelen te şri, şeriat koymak, yapmak, hükümleri aç ıklamakve kanun koymak oldu ğuna göre, İslâm'da şeriat koymak sadece Hz.Peygamberin hayat ında olmu ştur. Zira Yüce Allah, şeriat koyma salâhiyetiniHz. Peygamberden ba şka kimseye vermemi ştir. Sahabenin içtihad ve74 Taberi Tefsiri, 25 /14-15; Tefsir Fahreddin Razi 7 /397; Ebus-Suud tefsiri, ayn ı eild 393; Tefsirel-Merag ı 25/24-25; Refsir Beydavi 2 /395.75 M. Yusuf Musa, el-Emval ve Nazariyyet el-Akd, 10.76 Tarih et-Ta şrt el- İslami, M. Ali Sayis ve Arkada şları, 4.77 M. Yusuf Musa, Aym eser, 10-11.46


fikirleri ile sabit olan şeriat de ğildir. Öyleyse Kur'an ve 8 ünnetten ba şka te şri'inkayna ğı yoktur".Görülüyor ki, şeriat asl ında geni ş, düz ve do ğru yol demektir. Bu anlamdaterim olarak: a) Dinin itikat ve ahlak ın değişmeyen temel ilkelerine,b)Dinin her peygambere göre de ğişen ameli hükümlerine, ve c) Mecaz olarak dasahabe dahil bütün müctehitlerin ictihatlarma denmektedir. Ancak MuhammedAli Sayis sahabe ve müctehitlerin içtihadlarma şeriat ve te şri denmeyeceğiniileri sürmektedir. Biz de bu kanaatteyiz. Buna f ıkıh denir ve bunufıkıh kelimesinde aç ıklayaca ğız.KELIME VE TERIM OLARAK FIKIHFıkıh kelimesi ve türemi şleri Kur'an'da yirmi yerde geçmektedir.Bu kelimeninüç manada kullan ıldığını görüyoruz. Birincisi bilmek, ilim manas ında kullanıhr.NitekimKur'an'da (Hud süresi ayet 91) "Ey Şuayıb, dediğin birçok şeyinhakikatini bilmiyoruz" şeklinde geçmektedir 79 İkincisi mutlaka anlamakmanas ındad ır. Kehif Süresi 93 de "Nerde ise laf anlamayacak bir kavim buldu".8° Üçüncüsü de kavramak, idrak etmek, zeka ve f ıtnatla anlamak, akletmekdemektir. Bu hususta Nisa Süresinin 78 inci âyetini zikretmek mümkündür."Bu insanlara ne oluyor ki hiç bir söz kavram ıyorlar". 81 Bu ayeti kerimelerdegeçen fıkıh kelimesinin genellikle Türkçeye anlamak manas ındatercümesi görülmektedir. Bu üç manaya gelen bu ayeti keriineleri tefsir kitaplarınadayanarak zikretmi şsek de as ıl bu manaları belirten lügat kitaplar ıd ır".Fıkıh kelimesi söylenen sözden, söyleyenin gaye ve maksad ım anlamaya dadenmiştir". Ancak bu kelimenin, Hz. Peygamberin devrinde ve hatta sahabenindevrinde sözlük manas ının dışında çok kullanıldığına rastlan ılmamaktad ır.Bu devirde daha çok "kaza", "re'y" ve "içtihad" kelimelerinin kullan ıldığıgörülmektedir. Hz. Ebu Bekir ve Ömer ve di ğer sahabe olsun, birinin fikrinisormak istedikleri zaman "re'yin" yani fikrin nedir veya "sen nas ıl göriirsün" ?gibi sorularla kar şısındaki kimsenin bir mesele hakk ındaki kanaat ını ve fikrinisorard ı. "Sen nas ıl anlıyorsun, anlay ışın nedir" ? gibi sorular ın kar şılıklarmdakullan ılmas ı gereken "fıkıh" ve "Fehm" kelin ıelerine rastlan ılmamaktadır.İbn Haldun da buna i şaret ediyor ve "sahabenin hepsi fetva sahibi de-78 M. Ali Sayis, Aym eser, 5-6.79 Taberi Tefsiri 12 /105, Tefsir Mera ğı 12 /76.80 Taberi Tefsiri 16 /16, Beyzavi Tefsiri 2 /27, Tefsiri Mera ğı 16 /18.81 Tefsiri Merağı 5 /96; Tefsiri Mubassat, Meclisil âlâ li suunil- İslamiye, Mısır 1 /233.82 Külliyat Ebil Beka, 276; Lane, Arabic Lexicon 6 /2429; İbn Faris, Mucem 4 /442; As ım Efendi,Kamus Tercümesi, 4 /823.83 M. Mustafa Şelebi, el-Madhal lidirasetil f ıklul-İslarni, 11.47


ğildi, din bilgisi de hepsinden ö ğrenilmezdi. Bu ancak Kur'an' ı hamil olan veonu anlayanlara mahsustur. Bunun için Kur'an' ı okuyanlara "Kurra" denirdi.Çünkü araplar okumak bilmeyen bir millet idi. Kur'an' ı okuyanlara bu isimverilmiştir. Ba şlangıçta böyle olup sonra Islam' ın şehirleri ço ğalıp, araplardan.ümmilik (okumamazlık) kalkınca, istinbata kadir olmu şlar, fıkıh (anlay ış)ilerleyince bu bir sanat olmu ş, "Kurra" ismini b ırakıp onun yerine fukaha(fakihler) ve ulema (âlimler) isimlerini koymu şlardı ". Hz. Peygamberin vesahabenin devri sona erip fıkıh mezhepleri te şekkül etmeye ba şlayınca fıkıhkelimesi de yaygın olmaya ba şlamıştır.Biz burada psikolojik bir durum daha sezmekteyiz. Hz. Peygamberve sahabe devrinde "Re'y" yani fikir yürütenlere kimse tarizdebulunmuyor ve onlara ç ıkışmıyordu. Öyle anhyoruz ki, "Re'y"sözünün Kur'an'da çok geçmesi, fikretmek, dü şünmek ve "bilmek"manasının verilmesi 85, "Re'y" kelimesine "bilgi" manas ının verilmesini hakimkılmış ve bu manayı ruha daha yak ın hissettirmi ştir. Ba şlangıçta hadiseleraz ve bunlar ı karşılayacak Kur'an ve hadis hükümleri mevcut bulundu ğuiçin arada bir ç ıkan, baz ı tatbiki meselelerdeki hükümleri Kur'an'a ve hadishükümlerine irca etmek daha kolayd ı. Bu hususta "bilmek" anlam ında olan"re'y" kelimesini kullanmak sak ıncalı görünmüyor ve ona kar şı çıkılmıyordu.Zaman ilerledikçe, Islam toplumu geni şledikçe hadiseler ço ğalmış ve onlarıhükme bağlamak için daha çok "re'y"e ve fikir yürütmeye ihtiyaç duyulmu ştu.Bu ihtiyacı karşılamak isteyenler "re'y"i ve fikir yürütmeyi fazla kullanmakzorunda kalm ışlardır. Bunu en çok hisseden yeni te şekkül eden ve çabuk değişenIslam şehirlerinde oturan alimlerdir. Buralardaki Islam cemiyetleribirden bire büyük ve Islam'da benzeri geçmemi ş olaylarla kar şıla şmıştır. Elbettekibu olaylara kar şı bir hüküm vermek gerekiyordu. Bu ani patlay ışlaIslam şeriat ında da çok çabuk bir şekilde tes/4'in ilerlemesi ve at ılım yapmas ıicabetmi şti. Oysa aynı anda ya şamakta olan Mekke ve Medine toplumlar ı herne kadar dışardaki bu geni şleme ve de ğişme olaylarına muttali oluyor idiysede onlar ın içinde ya şamadığı için Hz. Peygamberden ve sahabeden gelmekteolan örf, adet ve sünnet (gelenek)e göre hareket etme ği uygun buluyor ve onudestekliyor ve cemiyetin ihtiyaçlar ı bakımından da "re'y"in fazla kullan ılmasına ihtiyaç duyulmuyordu. Kendilerinin ihtiyaç duymad ıkları bu "re'y"hususunda fazla ileri gidenleri k ınamak lüzumunu hissetmi şler ve "re'y"inaleyhinde bulunmaya ba şlamışlard ı .Bunun ba şka bir sebebi ise sosyaldir. Çünkü Mekke ve Medine'debulunan insanlar daha çok hadis ve sünnet bildikleri ve Hz. Peygamberzaman ına kadar uzanan gelenekleri oldu ğu halde dışardakişehirlerde bunlar yoktu. Sonra Mekke ve Medine halk ı oldukça en azkarışık bir toplumdu ve hem de küçüktü. Herkes birbirini soydan tan ırdı .4884 bn Haldun, el-Mukaddime, 243, M ıs ır 1322.85 Mufredat el-Rag ıb, 208 vd.


Oysa öbür şehirler çe şitli milletler ve dinlerle kar ışıktı. Kimse kimseyi kolaybilemezdi. Böyle bir toplumda yalanc ıhk, hilebazhk çok revaçta olur. Bununiçin Hz. Peygambere isnad edilen her sözün kimden geldi ğini tesbit sıkı kontroletâbi tutulmu ştu ve bu da "re'y"in daha çok kullan ılmasına yol açtı .Artık "re'y" sözü böylece kar şı tarafın hücumlarına u ğraya u ğraya yerini"fıkıh" kelimesine b ırakarak kendisinin dini bir kelime olması tarihe kar ıştı.Oysa "fıkıh" kelimesinin aç ıkladığımız lügat manas ımn dışında sonralarıterimle şmiş manasmın başlangıcı olan "dini bilme"ye dendi ğini hem Kur'an'ıKerim'de ve hem de hadisi şerifte görmekteyiz. "Her toplulukta bir taifenindını ıyi öğrenmek (dinde fakih olmak) ve geri döndüklerinde milletleriniuyarmak için sava şa gitmemeleri gerekmez mi ?" ". Hz. Peygamber de"Allah kime bir iyilik murad ederse onu dinde bilgin (fakih) yapar" buyurmuştur".Bu hadiste geçen f ıkıh sözü lügat manasmda bilmek demektir."Fıkıh" kelimesi mutlak anlayıştan dini anlay ışa tahsis edilmi ş olduğuhalde ilk devirlerde gördü ğümüz gibi bu manada kullan ılmamıştır. İkincihicri yüz yılda bu kelimenin kullanılmas ının yaygın hale geldi ği ve bugünfıkıh dediğimiz terimsel manay ı aldığım görüyoruz. Tesbit edebildi ğimize görebunu Hasan Basrrnin (O. 110 =- 782) Farkad Sebhi'ye (ü. 131 = 748) vermi şolduğu cevapta görüyoruz. "Fakih, ancak dünyaya ra ğbet etmeyip ahiretiarzulayan, dinini iyi bilen, Rabbinin ibadetine devaml ı olan, kendini müslümanlarınırzlar ından geri tutan, mallarına karşı iffetli olan ve onlara ö ğüt verenkimsedir".." Gazali de bu tarifte kendi zaman ında-ki bize kadar gelmi ştirfıkhın, fetva kitaplar ındaki meseleleri ezberlemeye denmedi ğini, ancak onlaraşamil olmamas ı gerekti ğini de kendisinin anlatmak istemedi ğini kaydeder.Gazali'nin nakletti ği bu tarifin gerçekten "ahlaki" anlamda bir tarif oldu ğuaçıktır. Bundan da anla şılıyor ki fıkhın içinde insanın davranışına tesir edenpsikolojik bir mana mündemiç bulunuyor veya ona öyle bir mana veriliyordu.Bunu en iyi ifade edecek İmam- ı Azam Ebu Hanifenin (O. 150 = 767) f ıkhıtarifidir. Ona göre fıkıh, insamn lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir90 .Biz bu tarifi şu şekilde ifade etmek istiyoruz: "F ıkıh, insanın yapaca ğı ve yapmayacağışeyleri bilmesidir". İmamı Azam'ın bu tarifi dinin bütün itikadi,ahlaki ve ameli emir ve yasaklar ını, içine almaktad ır. Bu tarif Hasan Basrrninkindendaha şumüllü ve terim olmaya daha elveri şlidir.Fıkhm terim olarak yani bugün İslam Hukuku denilen ihnin ad ı olarak86 Teybe, 122.87 Buhari 1 /25, 4/49, 8 /149, İstanbul 1315; Muslim Nevevi 7 /128, 13 /67; Tertib Musned Ahmedb.Hanbel, 1 /147.89 Ebu Hamid Gazali, Ihya 1 /48-49 M ısır 1967.90 Abdul Aziz b.Ahmed b.Muhammed Buhari, Şerh Usulül Pezdevi, 1 /5.49


tarifine gelince bu hususta birkaç tarif zikretmek suretiyle aralar ındaki farkıgöstermi ş olacağız.1— a) Fıkıh, İmam Haremeyne (478 = 1085) göre, İctihad yolu ile eldeedilen hükümleri bilmektir".b) Gazaliye (505 = 1111) göre, F ıkıh, yalnız mükelleflerin fiillerine sabitolan şer'i hükümleri bilmekten ibarettir 92.c) Fahreddin Raziye (606 = 1209) göre, F ıkıh, dinden olduğu zorunluolarak bilinmeyen bizzat istidlalle elde edilen ameli şefi hükümlerin bilinmesindenibarettir".d) Seyfuddin Âmidiye (631 = 1233) göre, f ıkıh, istidltil ve fikir yoluylaelde edilen fer'i, şer'i hükümlerin tümünden meydana gelen ilimdir 94 .e) İbn Hacib (646 = 1284), Ebil Berekât Nesefi (710 = 1310) ve Şevkâni(1255 = 1839) ye göre, fıkıh, istidlâl yoluyla ayr ı ayrı delillerinden elde edilenfer'i şer'i hükümleri bilmektir".2— a) Ali b.Muhammed Pezdevi (482 = 1089) ve Ebu Sehl Serehsiye(490 = 1096) göre, ilim iki kıs ımdır. Tevhid ilmi ve şeriat ilmi• Birinci k ısımiçin asil olan Kur'an ve sünnettir. İkinci kısım fıkıh ilmi olup üç kısma ayr ılır.a) Hükümlerin sadece kendilerini bilmek, b) Nass'lar ı delilleriyle bilmek vemeselelerle kaideleri zabtetmek, c) O hükümlerle amel etmek ki sadece bilmeninkasdedilmi ş olduğu anlaşılmasm96 .b) Abdülaziz Buhari (730 = 1329) ve Sadru ş Şaria (747 = 1346) İmamAzam' ın yukarda geçen tarifini tercih ediyor. "F ıkıh", insanın lehine ve aleyhineolan şeyleri bilmektir. Buna "amel yönünden" sözü eklenerek itikat vevicdanla ilgili ilimler istisna edilir"".c) Beyzaviye (685 = 1286) göre f ıkıh, ayrı ayrı delillerden amelî şer'ihükümleri bilmek demektir".91 Imamul Ilarameyn, el-Verekat 13, ( İr şadul-Fuhul Kenar ında), Bak. M. Yusuf Musa, el-Emvalve Nazariyetul-Akd fil-F ıkhıl İslami, 11.92 Gazali, el-Mustasfa 1 /4; Safiyuddin Ba ğdadi (739 = 1338) Kavaidul Usul 82, Mecmu MütünUsuliyye, Mısır, Mektebe Haşimiyye.93 Fahreddin Razi, el-Mahsul, 1—b, 292, Reisul-Küttab; el-Karafi (684 =1285) Şerh Tenkihul-Fusul 9, Mısır, 1306; Külliyat Ebil-Beka, 276.94 Seyfuddin Amidi, Ihkamul-Ahlaun 1 /4, M ıs ır 1347.95 İbn Hacib, Muhtesar Munteha (Adud Şerhi ile) 4, İstanbul 1307; Muhammed b.Ali Şevkâni,İrşadul-Fuhul, 3, Mısır 1347; Ebul-Berekât Nesefi, Ke şful Esrar Şerhul-Menar 1 /6, Mısır 1306.96 Ebul Hasan Ali b.Muhammed Pezdevi, el-Usul 1 /7, 12 (Ke şful-Pezdevi Kenar ında), Usul el-Serahsi 1 /10.97 Ubeydullah b Mesud Sadrus şaria, 1 /19; Abdulaziz b.Ahmed Buharl, Ke şful Esrar1 /5.98 Kadı Beyzavi, Mınhacul—Vusul ila İlmil Usul 1 /12 (Tahririn Kenar ında); M. Mustafa Şelebi,el-Madhal, Usulül-F ıkıh, 31; Külliyat Ebil Beka 276; İbn Subki, Cemul-Cevami 1 /22 (Ha şiyeti BennaniKenarında) Teftazan ı, el-Telvih, 1 /22.50


d) Kemal b. Human kendine mahsus bir tarif getiriyor: “F ıkıh, inançgerektirmeyen mükelleflerin i şlerine ait şer'i kesin olan hükümleri istinbatetmek gücüne sahib olarak tasdik etmek (yani kesinlikle bilmektir)" 99 .Buraya nakletti ğimiz tarifler hasredici de ğildir. Bunlar ın dışında ba şkatarifler de olabilir. Bunlar ı zikretmekten maksad ımız fıkıh (hukuk) kavram ınınterim olarak ne zaman nas ıl anlaşıldığını göstermektir. Bunun için tariflerininakletti ğimiz Usulcülerin ölüm tarihlerini de verdik ki, kimin kimdenetkilendi ği kolayca anla şıls ın. Ne var ki elde mevcut Usul eserlerinde "f ıkıh" ıntarifini ilk defa İmamı Azam'da (150 = 767) buluyoruz. Ondan sonra HanefilerinUsulcüsü Pezdevi de, İmamı Azam' ın tarifinin tekrar ını ve sanki onunaçıklanmas ı anlam ında fıkhın bölümleri ile tarifini vermi ştir. İkisi aras ındaa şa ğı yukarı üç buçuk as ır vard ır. Pezdevi'ye muas ır olan İmamul Haremeyn'dedaha teknik bir tarif bulmaktay ız. O zamana kadar yaz ılmış Usul eserlerininhepsi bize kadar intikal etmedi ği gibi gelenlerin önemli bir kısmı da yazmalarhalinde kütüphanelerde bulunmaktad ır. Bu tarifleri kendilerinden naklettiğirnizbakacak olursak de ği şik mezheplere mensub olduklar ın ıgörürliz. Mezheplerin birbirine aç ık olmas ının en bariz delili bu ise de, istisnateşkil edenler de yok de ğildir. Mesela 2—b) de zikretti ğimiz Sadru şşeria'nmeserine aldığı ve üzerinde durdu ğu tarif İmam ı Azam' ın tarifidir ve Taftazani'nin 2—c) deki tarifi şafiilerin tarifi olarak ileri sürülmektedir.Bütün bunlar ın yanında bizim üzerinde durmak istedi ğimiz ve bu kadartarifi vermekteki maksad ımız fıkıh ile şeriat aras ında ortaya konmak istenenfarka dikkati çekmektir. Yukarda " şeriat" kelimesini aç ıklarken bu farkıngösterildi ğine temas etmi ştik. Zikretti ğimiz tariflerin şerhlerinde şu iki noktabilhassa münaka şa edilmektedir.1— Fıkhın, istidlal ve istinbat, ictihad ile elde edilen hükümlerin bilinmesiolmasıdır. Birinci guruptaki tariflerde altlar ım çizdiğimiz kelimeler bunoktay ı gösterdiklerini belirtmektedir. Usul ül-F ıkıh otoritelerinin böyle birfark ı ortaya koymalar ı "dinde dinden oldu ğu zorunlu olarak bilinen" -ki buKur'an ve Sünnetle bilinir- şeriat ı, fıkıhtan ay ırmaktır. Zira F ıkıh ancakistidlal ile, ictihad ile bilinen hükümlere denir. Bu da f ıkhın insanın beşerigücü ve akli kabiliyeti ile ortaya koymu ş olduğu hükümler demektir. Onuniçin insanlar fıkıh meselelerinde ihtilaf ederler, çünkü herkesin akli kabiliyetive anlay ışı ba şkadır. Böylece zaman ın şartlar ına ve ihtiyaçlar ına göre, ilimlerinilerlemesine göre insanlar ın akli kabiliyetleri ve anlay ışları deği şece ğinden,fıkh ın da değişece ği görü şü ortaya ç ıkmaktadır. Büyük Usulcüler bu gerçe ğiifade etme ği kasdettikleri için tariflerinde altlar ını çizdi ğimiz ifadeleri kullanmışlarve böylece şeriat ın fıkıhtan ayr ılmasını münasib görerek onun dinin99 Kehıal b Hamam, el-Tahrir, 1 /17 (bn Emir Hac şerhi ile birlikte).51


kayna ğı olarak kalmas ını gerekli görmü şlerdir. Öyleyse bu durum kar şısındaşöyle söylemeyi uygun görenler vard ır. Fıkıh tenkit edilir, çünkü müctehitleriniçtihadlar ıdır. Şeriat yani Kur'an ve Sünnet tenkit edilmez, fakat yorumlamryani tevil edilir Yorumlanmas ı tenkit de ğildir. Ancak sünnetin nakledilişve rivayet tarz ı da tenkit edilebilir, zira ona insan faktörü kar ışmaktadır.2— İkinci nokta bu tariflerde "ilim" kelimesinin kullan ılmas ı ile ilgilidir.Ilim kesinlikle bilmeğe denir, oysa fıkıh içtihadlardan meydana gelmektedirki bunlar zannidir. Yani kesinlik ifade etmezler. Zira kesinlik ifade etmi şolsalard ı müctehitler ihtilaf etmezlerdi. Bunun için tariflerde ilim kelimesideğil, zan kelimesinin kullan ılması gerekti ğini ileri sürenlere cevaplar verilmiştir İlmin kullanılması fıkhın aynı zamanda şeriata da şamil olduğunu yanifıkhın hepsinin ictihad olmay ıp Kur'an ve Hadise do ğrudan do ğruya dayananbilhassa ibadetleri bildiren hükümleri de içine ald ığın ı göstermektedir şeklindecevap verilmi ştir. İkinci olarak, ictihad istidlâl ile yap ıhr. istidlâ1 her zamanzanniyi ifade etmez, bazan kesinli ği anlatır.Böylece ictihad bazan kesinlik vebazan zan ifade eder. Üçüncü cevap ictihad ın da mutlaka kesinlik bildirmesidir.İctihadda zan ancak müctehidin delili kullanma tarz ından gelir. Fakat müctehidinelde etmi ş olduğu hükümdeki kendi kanaat ı kesindir. Bu kesinlik bak ı-mından ictihad neticesi elde edilen hükümlerin heyeti mecmuas ını te şkil eden"fıkh"a ilim denmektedir. Bu üçüncü cevab ı verenler, müctehidin ictihad ıııınkesinliğini ileri sürer ve kendisinin vard ığı hükme uymas ımn gereklili ğiniifade ederler.Bizce burada önemli olan bu üçüncü cevab ın muhtevas ıdır. Önce, Usulcüleriçtihad ın zan ifade etti ğini ve bundan dolay ı içtihad ın içtihadı bozmadığınıkaideye ba ğladıklarım görüyoruz. Bir müctehidin iki ictihad ı olsabunlardan ikinci ictihad birinci ictihad ı nakzetmez. Çünkü ikisi de zannidir;Zannî olan zanniyi götürmez. İki ayrı müctehid için durum elbette daha aç ıktırve onlar ın ictihadlar ı da birbirini nakzetmez. Bu böyle iken ictihadlar ınhiç olmazsa sahiblerince bir kesinlik ifade etti ği ve bu kesinlikten doğan onauymanın gereklili ğini savunmanın bizce sebebi budur.İSLAM HUKUKUNDA OTORITE MEN ŞEİİslâm'da hüküm men şei Allah't ır ve Peygamber onun arac ısıdır. Bununyanında hüküm otoritesi yani verdi ği hükme uyulmas ı, itaat edilmesi zorunluolduğu bildirilen otorite Kur'an' ı Kerim'de aç ıklanmıştır. "Allah'a itaat edin,Peygambere ve sizden buyruk sahibi (Ululemr) olanlara itaat edin".'oo Buâyeti kerimeye göre kimlerin hükümlerine uyulmas ının farz oldu ğu bildirili-100 Nisa Suresi, 59.52


yor. Allah, Peygamber ve Ululemr. Her ne kadar ayetin devammda "herhangi bir meselede anla şmazhğa düşerseniz onu Allah' ın ve Peygamber'inhükümlerine irca edin" deniyorsa da Ululemre itaat etme otoritesi de yazedilmiş oluyor. İlk müslümanlar devlet ba şkanının yeni deyimiyle Cumhurbaşkanının,eski ve tarihi deyimiyle halifenin seçilmesini münaka şa ederkenkimlerin bu seçim i şlerine kat ılacağını da münaka şa etmi şlerdir. BilhassaEbu Bekir ve Ömer hilafetleri zaman ında yeni do ğmu ş meselelere çözüm yolubulmak ve onlar ı yeni bir hükme bağlamak için ileri gelen insanlara dam şırlardı.Ve sonra mevkilerinin yani devlet ba şkanhğımn verdiği otoriteye dayanarakvar ılan hükmü yürürlü ğe kor ve onu infaz ettirirlerdi. Bu durum, Islam'daotoriteyi tayin etti ği gibi böyle bir otoritenin bulundu ğunu da ortayakoymaktad ır. Ancak bu devlet ba şkanh ğı otoritesi Hz. Osman'm hilafetizamanında sarsılmış ve Hz. Osman' ın halife olmas ına rağmen şehit edilmesinemüncer olmu ştu. Böylece do ğan anar şi içinde devlet ba şkanhğım üzerine alanHz. Ali otoriteyi sa ğlayamamış ve ondan sonra gelen Muaviye ise yeti ştirdiğiaskeri birlikler sayesinde kuvvet kullanarak zahirde duruma hâkim olmu ştu.Muaviye devlet ba şkanlığı (hilafet) otoritesini kurma ğa çalışmamış ve sadecekendi idaresine kar şı olanları bertaraf edip idareye önem vermi ş, kaza'ya,yani adalet müessesesine ald ırış etmemişti. Halk hükümleri ün yapm ışilim, fıkıh ve hadis adamlar ına danışıyor ve işlerini görüyordu. Valiler sadecekendi idareleriyle ve kar ışıklığa ait meselelerdeki hükümlerle ilgileniyorlard ı.Böylece Islam'da kaza yani adalet sisteminde bir anar şi havas ı esiyordu. Herkad ı ve müctehit Kur'an ve hadise ba ğli kalarak bunun dışında kendi fikirve ictihad ına göre hükmediyordu. Bir şehirde ayn ı mesele hakk ında de ği şikkarar ve hüküm veren müctehitler bulunuyordu.Bundan anla şılıyor ki ya müslümanlar Iran'da, Suriye'de ve M ısır'dadaha önce bulunan kaza (yarg ı) müesseselerinden istifade etmemi şlerdir veyaböyle müesseseler onlarda da yoktu. Yukarda de ğindiğimiz gibi Harun Re şidve ondan önceki baz ı Abbasi halifeleri, İmamı Malikten devletin her tarafındatatbik edilecek bir eser yazmas ım veya yazdığı "el-Muvatta" adh kitab ıyaymas ını istemi şlerdi. İmamı Malikin buna raz ı olmamas ının sebeblerinetemas etmi ştik.Yargı (kaza) organ ındaki bu anar şiyi ilk görenin -Ahmed Eminin fikrinegöre- Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz oldu ğu ve bu anarşiyi önlemek maksadiyle"hadisler"in toplanmas ını emretti ği ileri sürülmektedir. Bu, aymzamanda Emevilerin içinde yarg ı (bu devirde din olarak anla şılmaktadır,zira hükümler Kur'an ve Sünnete göre veriliyordu) organ ı ile ilgilenenin sadeceÖmer b. Abdulaziz oldu ğunu göstermektedir. Daha aç ık ve belirli bir halegelen yarg ı orgammn yan ında diğer müesseselerdeki anar şiyi önlemek içinbunları merkeze ve devlet ba şkanının tasdikinden geçirerek her hususta ve53


u arada yarg ı organını tek kanun ve otorite alt ına almayı tavsiye eden birmuht ırayı (risale) Abdullah İbn Mukaffa (143 = 760) ın Ebu Cafer Mansur'averdi ğini görüyoruz °°°. Bu risalenin fikir olarak tesir etti ği ve Harun Re şidinbuna binaen İmamı Malike bu işi yüklemek istediği tarihçe sabittir. Ne yaz ıkki, bu fikir gerçekle şememiş ve yargı (kaza) organ ındaki anar şi devam etmiştir.Harun Re şid teknik bakımdan bir hata yapm ıştır. Birkaç ilim adam ımbir araya toplay ıp onlardan bir kanun tedvinini istemi ş olsayd ı, belki muvaffakolurdu ve İslam hukukunun tarihinde büyük rol oynard ı .Idari ve siyasi otoritenin yarg ı orgamndaki anar şiye çare bulamad ığı vebunu yapabilece ğine de belirti kalmad ığı için fıkıh otoritelerinin kendileri bunabir çare buldular. Bu zamana kadar mezhepler te şekkül etmi ş ve her birininprensipleri aç ıklık kazanmıştı. Anar şiyi önlemek için merkezi bir otorite tesbitetmek gerekti. İşte mezhep bu anda imdada yeti şti. Her fakih ve kad ı istedi ğigibi hüküm veremiyecek, ancak tâbi oldu ğu mezhebin verdi ği hükümleriuygulayacak, e ğer mezhebin o hususta bir hükmü yoksa, mezhebin prensiplerindenhareket ederek bir hüküm verecekti. Yarg ı organındaki anar şiyi böyleceictihad kap ısını kapayarak ve onu mezhebin ba ğlarıyla ba ğlayarak i şlemezhale getirmi şlerdi. Do ğrusu biz, ictihad meselesine ba şka bir münasebetleyer ay ırmak niyetindeyiz. Burada sadece ictihad ın ve onun kaynak te şkiletti ği fıkhın ilzam edici olmad ığı halde müslümanları ona s ıkıdan s ıkıya ba ğ-lamanın sebeblerini arama pe şindeyiz. Ebu Bekir ve Ömer zaman ında onlarıniradesi ictihadi meselelere inz ıman ediyor ve kanuniyet kazan ıyordu. Onlarıntayin ettikleri kad ıların iradesi de ictihadi hükümlere inz ımam ederek kanuniyetkazan ıyordu. Bundan sonraki devirlerde devlet ba şkanlarının ehemmiyetvermemeleri yüzünden tayin ettikleri kad ıların otoritesi de olmuyordu.Mezhep hareketi ilim adamlar ının ictihad ını s ıkı bağlarla mezhep otoritesinebağlamış, bu F uretle hem onlar ictihaddan menedilmi ş ve hem de mezhepkuvvet kazanm ıştı İkinci merhale halk ın bu mezheplerden birine uymakmecburiyetine tutulmalar ıdır. Halk bir mezhebe ba ğli olmakla o mezhebinhükümlerini yerine getirmek zorunda oldu ğunu kabul etmi ş oluyordu. Halkiçin mezhep de ğiştirmek, din de ği ştirmekten daha zor hale getirilmi şti. İşteislâm'da hukuk otoritesinin, böyle gayri resmi bir şekilde psiko-sosyal ihtiyaçlaralt ında mezhep merkez olmak üzere tesis edilmi ş olduğu söylenebilir.Yukardanberi Usulcülerin ifadelerinden istifade ederek belirtme ğe çalıştığımızşeriat ve fıkıh ayırımı üzerinde burada da bir noktay ı i şaretlemekzorundayız. İşte mezheplerin, fıkıh ve ictihadlarm halk üzerinde bir otoritekurabilmeleri için fıkh ın şeriatla aynile ştirilmesi gerekmişti. Bunun için fıkha101 Bu risalenin adı "Rısaletus-Sahabe"dir. Buradaki sahabenin mânas ı devlet ba şkanının etrafındabulunan müste şarları ve yard ımcıları ki bugünkü deyimiyle bakanlard ır. Bak: Ahmed Emin,Dubai-islam 1 /205-211, Mısır 1933.54


şeriat demek icab etmi şti. Zira şeriat Kur'an ve hadisteki hükümler ise, f ıkıhda onlara ve onlar ın sebeb ve nedenleri göz önünde tutularak verilen hükümlerdenibarettir. Kur'an ve hadis as ıl olduğuna göre onlara dayand ırılan hükümlerde onlar ın tasvibine mazhar olmu ş ve art ık dini otoriteye sahib k ılınmışlardı.Be şeri ve insani anlay ışlarm ve temayüllerin neticesi olan fıkıh hükümlerininböylece infaz edilmesini gerekli k ılan bir otoriteye daha ba ğlanmalarısağlanmışt ı .Fıkıh ile şeriat (din) aras ında eskiden konan farkı ortaya koyma ğa çalışmamızınbirkaç faydas ını burada zikretmeyi uygun buluyoruz. Zira bu meseleüzerine bu kadar e ğilmemizin sebebi zaten budur.a) Son asırlarda ve bilhassa günümüzde fıkhın, âniden geli şen olaylaracevap veremedi ği, zaten as ırlarca donduruldu ğundan bu durumda vermeimkanı da görülmedi ği için Osmanlı Imparatorlu ğunun son devrinde ve onaparalel olarak M ısır'da Avrupa kanunlar ından istianeye gidilmeye ba şlanmıştı.Fıkhın şeriat oldu ğunu kabul edenlere göre bu, dinden uzakla şma olarak damgalanmıştı. Avrupa kanunlar ını alan ve alanlar ı destekleyen taraf da din( şeriat) ile fıkh ı birbirinden ayıracak durumda olmad ıklarından aldıkları kanunlardafıkhı tenkit ederken dini tenkit etme durumuna dü şmüşlerdi. Böyleceyeni hukukçular aras ında şeriat sevimsiz bir kelime oluvermi şti Fıkhıntenkitlerinden din de zarar gördü Dinin kutsall ığını tenkitten masun tutmakiçin fıkıh ile şeriat ı (din) birbirinden ay ırmak gereklidir. Bu, şimdiki durumkarşısında zorunluluk arzediyorsa da, asl ında yukarda gösterildi ği gibi ihtiyaçolunmayan devirlerde de ay ırımına gidildiğini gösterdik.b) Fıkhın şeriat oldu ğuna inanan ve onu bugüne uygulamak emelindeolanlara veya fıkhın uygulanmamas ından ötürü kalblerinde bir suçluluk veeziklik bulunan kimselere eskilerin dillerinden f ıkıh ile şeriat aras ındaki farkıortaya koyarak dine olan samimiyetlerine devam etmelerine, f ıkhın değişenşartlara göre de ği şmesi gerekmesinden dinin de ği şmeye tâbi tutulam ıyacağındanemin olmalar ına ışık tutmak istedik.c) Fıkhın aleyhinde olup dindar kalmaya veya olmaya devam etmek isteyenlerinfıkhı tenkit ederken onu dinle birle ştirmemeleri gerekti ğinin ve herikisi aras ında fark oldu ğunun bilinmesini temin etmek suretiyle onlara yard ımcıolmak istedik.d) Yukarda temas etti ğimiz gibi birçok Islam memleketleri fıkıh hükümlerindenuzakla şmışlard ır Bunun için bugün, mezheplerin ictihadlar ına dayananfıkıh hükümlerini yerine getirmeyen kimsenin dinsizlikle itham edilmesinindoğru olmayaca ğının anla şılmasını sağlamaya çalıştık.e) Islam dinine inanmayanlar ın, fıkhı ve her hangi bir müctehidin ictihadınıtenkit ederken -ki bunu inananlar da yapar- f ıkhı dinden arrmalar ı ve55


dine tenkit yönelterek ço ğunluğun vicdanım incitmekten uzak durmalar ıilmi ara ştırmalarına mani te şkil etmez.İSLAM HUKUK FELSEFES İNE AIT İLK YAZILI VES İKAHz. Ömer halife oldu ğu zaman kad ılar tayin etmek ihtiyac ını duymuş veKindeli Şureyh'i Kûfe kad ıh ğına, Osman b. Kays b. Ebil-As' ı Mısır kadıhğmave Ebu Musa E ş'ariyi Basra Kad ılığına tayin etmi ş ve Ebu Musa'ya sonradanbir mektup yazmış ve bu mektupta baz ı Usul kaideleri dercetmi ştir. Bunuöneminden ötürü para ğraflara ay ırıp çe şitli kitaplardaki farklar ım birle ştirerektam tercümesini verme ğe ve i şaret etti ği prensipleri k ısaca aç ıklamayaçalışaca ğızi°2."Rahman ve Rahim Allah ad ıyla.Allah'ın Kulu, emir ul-Müminin Hattabo ğlu Ömer'den Abdullah b.KaysEbu Musa E şari'ye"İmdi,1) Yargı (kaza) ifas ı gerekli sa ğlam bir esas ve uyulan bir sünnettir.2) Sana bir dava geldi ğinde onu anla ve dinle, çünkü infaz edilmeyengerçek söz söylemenin faydas ı yoktur.3) Yanına almakta, duru şmada ve adalet esnas ında taraflara e şit muameleet ki, kuvvetli zulmedece ğini ummasın ve zay ıf olan da adaletindenümidini kesmesin.4) Delil getirme davac ıya ve yemin etmek de daval ıya (inkar edene)aittir.5) Müslümanlar aras ında haram olan ı helal yapmayan ve helal olan ıharam yapmayan bir sulh yapmak caizdir.6) Kayıp bir hakkı veya delili olduğunu iddia eden kimseye belirli birmüddet ver. E ğer delilini getirirse hakk ını alır verirsin, delil getirmektenaciz olursa, aleyhine hükmetme hakk ına sahib olursun. Çünkü şüpheyi izaleetmek ve cahilli ği (körlük) kald ırmak ve mazur görülme hususunda tutulmasıen uygun yol budur.102 Ibn Kayy ım Cevziye (751 = 1350), Ilâm ul-Muvakk ıin, 1 /99, Mısır 1326 (Uzunca şerh edilmiştir);Kâmil 1i1 Muberrid 1 /14, M ısır 1927. (Baz ı ibareleri aç ıklanmıştır); Muhammed Seyyid, Usulül-Fıkılftan birinci cüz Madhal, 20, İstanbul 1333. (Serahsinin Mebsutuna ve İbn Kayynnın Ilâm'madayanarak tercümesini vermi ştir); Dr. Subhi Salih, el-Nuzum el- İslâmiyye 322,(de bir k ısmım almıştır);Cahiz, el-Beyan, 2 /48, Mısır 1968, (tamam ı); Ebu Bekir Muhammed b.Ebi Sehl el-Sarahsi,16 /60-65, Ebu Bekir b. Mesud Kasani. Beday ıus-Sanay ı, 7/9, Ali Himmet Berki, İslamda KazaTarihi, ilâhiyat Fakültesi Dergisi, 1969, 143-169.56


7) Bugün hiikmetti ğin bir meseleyi, sonra tekrar dü şünüp do ğrusunu bulmuşsan,önceden vermi ş olduğun hüküm, seni hak olana dönmekten aslaahkoymas ın. Zira hak eskidir (kadimdir). Hakka dönmek bat ılda ısrar etmektendaha iyidir.8) a— Kur'an ve Sünette olmayan meselelerde zihnine gelen fikirleriiyi tesbit et.b— Benzeyen ve benze şen şeyleri ö ğren, sonra birbiriyle mukayese etve Allah' ın hükmüne en yak ın ve hakka en çok benzeyeni almaya dikkat et.9) Sayacaklarmuz ın dışında müslümanlar birbirlerine kar şı âdildirler:a) Yalanc ı şahitliği sabit olan ın, b) Kur'an ve Hadiste belirtilen cezalardanbirine çarp ılmış olanın, c) Kendisine bir menfaat ın gelmesini temin etmekleitham edilenin, ve d) Akrabanın akrabaya şahitliği (itham edilmi şse) kabuledilmez.Çünkü Allah kullarm ın gönüllerinden geçeni üzerine alm ış, delil ve yeminolmadıkça hüküm vermeyi menetmi ştir.10) Duruşma esnas ında sakın kızma, söz kesme, usanç getirme, yüz çevirmeve incinir olma Çünkü adalet (hak) aranan yerlerde hak ile hükmetme ğeAllah büyük mükâfat verir ve onunla insan ın şanını yükseltir. Hak u ğrundaniyeti halis olana, Allah yeter. Kalbinde olmayan şeyle kendini süslemek isteyenkimseyi Allah rezil eder. Allah insanlar ın i şlerinden ancak halis olan ıkabul eder. Allah' ın pe şin rızkı ve rahmetinin hazinelerine göre onun kat ındasevab ın nas ıl olaca ğını zannedersin ? Allah' ın Rahmeti ve selam ı sana olsun".Bu mektubun uzun izah ı Şemseddin Sarahsi ve İbn Kayyiıııı Cevziyetarafından yap ılmış ve daha uzunu da yap ılabilir. Her maddenin Kur'an veHadise dayan ıp dayanmamas ı yönünden incelenmesi mümkündür. Fakat verdiğimizmetnin tercümesi bir hukukçuya yetecek derecede aç ık olduğu içinbuna lüzum görmüyoruz. Yaln ız bu mektubun İslam Hukuk Felsefesinindo ğuşunda ilk yaz ıh vesikayı te şkil etmesi bakımından ilmi öneminin yanındatarihi bir de ğeri de vard ır.HUKUKHukuk kelimesi arapçada iki şekilde kullanılmaktadır. Biri mastar olup"gerçek, hak, sabit olmak" manasmad ırm. Ezheri, bunun "vacib olmak" yanivücubluk derecesinde sabit olmak anlam ında oldu ğunu kaydeder°". Kur'an- ı103 İbn Manzur, Lisan el-Arab, 10 /49 Beyrut; Lane, Arabic English Lexican 2 /605; Ahmet R ıza,Mu'cem Metnilluğa, 2 /132.104 Ezheri, Tehzib el-Luga.57


Kerim'de Yasin 7 de "Söz ço ğunun aleyhinde gerçekle şti" bu manadad ır."Şöyle yapmak zorundas ın" gibi ifadelerde arapçada çok kullan ılmaktad ır.Diğeri, "hukuk" kelimesinin "hakk" ın ço ğulu olmas ıdır. "hakk" kelimeside aslında masdard ır. Birinci masdarla ayn ı anlamı ta şırlar. Do ğrusu hukukve hakk kelimelerinin her biri ayn ı fiilin masdarlarıdır. Zira arapçada bir filinharfleri üç olursa onun masdarlar ı deği şik olur. "Hakka" gerçekle şti, anlamındakiüç harfli fiilin masdarlar ı "hakk ve hukuk" gelmektedir. Bu filoverdi ğimiz mana bu her iki masdara da aynen şamildir. Ancak, bu ikincikısımda incelemek istedi ğimiz "hukuk" kelimesi "hakk" ın çoğulu olaca ğındanönce "hakk" ın manas ını biraz daha inceleyelim. "Hakk" (gerçek) hem s ıfatve hem isim olur. S ıfat oldu ğu zaman karşıtı "bat ıl" (gerçek olmayan) ve"gerçeklik" anlam ında isim oldu ğu zaman kar şıtı "butlan" haksızlık = gerçeksizlikdemek olur. "Hakk" ın bir de kar şıtı "yalan"d ır ve bu durumda anlamı "do ğru" sözü olur, ki "sad ık" sözünün yerine kullan ılır. "Hakk" (gerçeklik)ile "s ıdk" (do ğruluk) aras ında fark gözetilmektedir. Vak ıaya uygun olanhükme "hakk", denmekle beraber buna "s ıdk" da denir. Ancak do ğruluk(s ıdk)ta hüküm yönü nazar ı itibare al ınır ve bir hükmün do ğruluğu, onunvakıaya uymas ı olarak kabul edilir Fakat (hakk) ın gerçekte vak ıa yönü nazariitibara al ınır ve bir hükmün gerçekli ği, vâkıamn kendisine uygun olarakvuku bulmas ıdır " 5. Doğruluk (s ıdk)ta merkez vâk ıa, hüküm ona uyacak,gerçeklik (hakk) te merkez hüküm, vâk ıa ona uygun olarak vuku bulacakt ır.Rag ıb Isfehani, hak kelimesinin mutabakat ve uygunluk olup dört şekildekullanıldığını anlatır. a) Hikmetin gere ğine göre bir şey yapana hakk denir.Bu anlamda Allah' ın bir ad ı da Hak't ır. "Sonra (hakk) gerçek Mevlâlalannadönerler" (Enam 62). b) Hikmetin gere ğine göre yap ılmış olan nesneye vebundan ötürü öncelikle Allah' ın i şlerine hakk denir. "Allah bunlar ı ancakgerçe ğe göre yaratm ıştır" (Yunus 5). c) İnançta, bir nesne ne ise ona oldu ğugibi in anmaya da hakk denir. d) Gereken zamanda, gerekti ği kadar ve gerektiğişekilde bir i şi yapmaya veya sözü söylemeye de hakk denir 113'. İbn Faris da"Hakk" kelimesinin bir nesnenin sa ğlam yap ılmas ına ve onun sahih oldu ğunadelâlet etti ğini ve bütün türemi şlerinin bu manaya irca edilece ğini ifade eder m.Bu yaptığımız semantik inceleme göstermi ştir ki, "hak" sabit olan, d ışardavarlığı mevcut olan, vakıadan daha kuvvetli ve gerçeklik yönünden ondanönce gelip ona tesir eden bir kavram ın adıd ır. Her ikisi de masdar olan hukukile hakk masdar manalar ında birle şirler, fakat sadece "hakk" kelimesinin ismifail veya s ıfatı müşebbehe olmas ında masdar manas ı ile mü şterektir. O, isim105 Curcan ı, Tarifat, 42, İstanbul 1308; Bak: Külliyat Ebil-Seka, 161, M ısır 1253 IL106 Ragıp İsfehani, Mufrdatul-Kur'an, 124.107 İbn Faris, Mucem Mekayis el-Luga 2 /15 vd.58


veya s ıfat olmas ına göre, ço ğul olmaktadır ve ço ğulu "hukuk" ve "h ıkak"şeklinde gelir.Öyle anla şılıyor ki "fıkıh" ilminin yeni bir adı olan "hukuk" kelimesi"sübut" manas ında masdar olmay ıp "bat ır ın karşıtı "sabit" anlamında"hakk"ın ço ğuludur. Hakk' ın ço ğulu olan "hukuk" İslam fıkh ına yabancıbir kelime olmay ıp "hukukullah" ve "hukukulibad" gibi deyimlerde terimleştiği gibi "hukukunnas" veya falUncan ın "hakkı" diye de kullan ıla gelmi ştir.Ancak "hukuk"un fıkıh ilminin ad ı olu şu son yenile şme devirlerine rastlar veAvrupa'n ın tesirinde tercüme ile İslam memleketlerine girmi ş bir terimdir.Önce araplar ın mı yoksa Osmanl ıların mı bunu iktibas ettikleri üzerinde durmayacağız."Hukuk" kelimesinin bugün Türk dilinde kullan ıldığı manaları şöylecesıralayahm: Hukuk:a) Bir ülkede yürürlükte olan bütün hukuk kaideleri,b) Belli bir konudaki hukuk kaideleri, mesela i ş hukuku gibi.c) Dünya ölçüsündeki münasebetleri düzenleyen hukuk kaideleri, meselaİslam hukuku.d) Olmas ı gereken hukuk kaideleri, mesela ideal hukuk.e) Bir hak iddia etmeyi veya hakka tecavüzü halinde cezalanm ay ı tayineden ceza ve ticaret hukuku d ışında kalan gene adli mahkemelerde görülendavalarla ilgili hukuk kaideleri, mesela hukuk Usulü.f) Milletler arası bir te şkilat ın bağlı olmas ı gereken kaideleri ihtiva eden,mesela, Panamerikan hukuku gibi yerlerde kullamhr ıosBugün fıkıh yerine İslam hukuku kullan ılmaktadır. Fakat fıkıh ibadetlerdende bahsetmektedir. İtikad yönünden olmay ıp s ırf ameli yönündenfıkhı ikiye ayırmak do ğrudur. Biri Allah'Ia olan ili şkileri düzenleyen kaideler-ki bunlar ibadetlerdir, di ğeri de insanlar aras ındaki ili şkileri düzenleyenkaidelerdir. Buna göre hukuk, ibadetlerle ilgilenmedi ği için fıkhın yalmzibadetler dışında kalan kısmına Şamil olmaktad ır.Eskiler fıkhın bu kısmını muamelat, munakehat ve ukubat diye ay ırmış -larsa da elbette ki bu daha çok bölümlere ayr ılabilecek konular ı ihtiva etmektedir.F ıkhı hukuk'a e ş anlamda kullan ırsak o zaman fıkıh ibadetleri içinealmayacakt ır. Bu manada olmal ı ki Abdurrazzak Senhurt garb hukukuna da"el-fıkh al-garbi" '® demektedir. Böylece f ıkıh hukuk yerine ve hukuk f ıkıhyerine kullan ılabilecektir.108 Prof. Dr. Erdo ğan Göger, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 6, <strong>Ankara</strong> 1972.109 Dr. Abdurrazzak Senhurl, Mesad ırul-Hakk diraseten Mukareneten bil-F ıkhıl-Garbi,alt ı cilt, Mısır 1954.59


İSLAM HUKUKUNUN MENŞE İ VEYA KAYNAĞIMenşe ve kaynak sözlerinin bugünkü hukuk kitaplar ında biribirinin yerinekullanıldığı görülmektedir. Men şe arapça bir kelime ve kaynak Türkçedir.İkisi ayrı dilden olmakla beraber kendi dillerinde ayn ı anlamda kullan ılırlar.Böyle olmakla beraber men şe ile kaynak aras ını Prof. Dr. O. M. Ça ğılayırmaya çal ışır. Ancak bu, kapahl ığını muhafaza etmektedir. Do ğrusu Islâmhukuku da böyle bir ay ırımdan istifade edecektir. Bunu oldu ğu kadarıile anlamaya çal ışalım. Nehirler, dereler hukuk sistemine benzerler. Nas ıl kinehir ve dereleri meydana getiren kaynaklar ve p ınarlar ise, hukuku da meydanagetiren kaynaklar vard ır. Hukuku do ğuran kaynaklar da: a) Yasama(kanuni hukuk) ve kanunlara dayanan tüzükler, b) teamül, c) kaza" hukukveya kazai tatbikat, d) ilmi istidlâller ıı o dir. Hukukun kaynaklar ı hakkındaProf. Dr. E. Göger daha toplu ve sistemli bilgi vermekte ve pozitif hukuk(mevzu hukukun kaynaklar ı olarak, a) kanunlar, b) tüzük ve yönetmelikler,c) örf ve âdet, d) ictihadlar ve e) doktrin'i zikretmektedir ııı . Spencer'e görehukuk kaidelerini do ğuran kaynaklar: a) ecdad ruhunun direktifleri, b) Şefruhlarının direktifleri, c) hayatta olan şeflerin direktifleri, d) cemiyetin umumiefkâr ı'dır 112 . Ord. Prof. H. V. Velidedeo ğlu bu kaynak dediklerimize hukukunşekli tezahür şekilleri demekte ve ancak klasik hukuk kitaplar ına uyarak kaynakdediğini ve onlar ı 1) kanun, 2) örf ve adet, 3) ictihad ve doktrin olaraküçe indirmektedir " 3. Bunlar ın izahları verdi ğimiz kaynaklarda mevcuttur.Ancak bunlar, hukuk kaynaklar ının belli ve herkesce ayn ı değerde tutulmadığınıgösterir. Asl ında hukuk kayna ğı hususunda da de ğişik görü şler vard ır.Hukuk kayna ğı deyince hukuki kaziye olarak anla şıldığı gibi hukuki kaziyelerido ğuran bir keyfiyet olarak anlayanlar da vard ır. Hukuk kaynaklar ıtabiriyle bir normlar sistemi olan hukuku, yani objektif hukuku do ğuranfenomenlerin heyeti mecmuas ı kasdolunur " 4 .Hukukun men şeine gelince, bu p ınarları meydana getiren tabiat kuvvetleriolup da ğların derinliklerinde aran ır Nas ıl ki tabiat kuvvetleri ve da ğlarınderinliklerinde olan su yataklar ı kaynak ve p ınarların men şelerini te şkil ediyorsave nereden do ğduklarını gösteriyorsa yukarda sayılan hukuk kaynaklarıda do ğdukları daha önceki bir kaynak ve men şe tarafından meydana110 Prof. Dr. O. M. Ça ğıl, Hukuk Ba şlangıcı 84; Prof. Dr. Yavuz Abadan, hukuk kayna ğı olarak,kanunu, teamülü ve mukaveleyi zikretmi ştir. Hukuk Felsefesi Dersleri, 97.111 Prof. Dr. E. Göger, Hukuk Ba şlangıcı Dersleri, 53-70, <strong>Ankara</strong> 1972.112 Doç. Dr. Hamide Topçuo ğlu, 19. Yüzyıl Sosyologlar ında Hukuk Anlay ışı, 109-110, <strong>Ankara</strong>1961.113 Ord. Prof. Dr. H. V. Velidedeo ğlu, Türk Medeni Hukukunun Umumi Esaslar ı 91, İstanbul1951.114 O. M. Çağıl, Aynı yer.60


getirilirler. Bunlara kayna ğm kayna ğı veya birinci derecede kaynak ve ikinciderecede kaynak demek de mümkündür. Hukuk'un men şeini, diğer deyimle,birinci derecede kayna ğını te şkil eden ve kayna ğı meydana getiren tabiatkuvvetlerine benzeyen yatak, hukuki inanç, hukuki idrâk, hukuki vicdan vehukuk idesi olduğu kabul edilmektedir " 5 Bunlar, hukukun metafizik ve di ğerdeyimle felsefi aç ıdan incelendi ğinde kaynak te şkil ederler. Sosyolojik aç ıdanda hukukun kaynaklar ını göstermek mümkündür. Burada sosyolojik aç ıdankasdetti ğimiz tarihi olu şum ve fiili durumlar neticesinde hukukun do ğmasınıintaç eden tezahüri olaylard ır. Bu da herkese göre ayr ı izah tarz ına maruzkalmaktadır. Sosyologlar tarafından hukukun men şei devlet veya devletidoğuran siyasi ve sosyal sebebler gösterilirken ıı 6 hukukçular tarafından dahukukun men şei bugünkü hukuki durum kar şısında devletin iradesi olduğuileri sürülmektedir l". Memleketimizde devletin bu iradesinin ortaya ç ıkışı,ya hükumet tarafından veya millet vekili tarafından yap ılan teklifle vukubulurve böylece kanun yapma meclise intikal ettirilir 118 ve resmi gazetedeyayınlandıktan sonra bir kanun tasar ısı, uyulmas ı herkese gerekli olan birkanun olmu ş olur.Islam hukukunda, hukukun men şeini Allah' ın iradesi olarak anlamaklâzımdır. Ancak Allah' ın iradesinin tezahür şekli Islâm hukuk filozoflarmagöre ikiye ayr ılır. Birinci kısım kaynaklar, do ğrudan do ğruya hükmü ispateder yani hüküm in şa eder ve koyar. Bunlar Kur'an' ı Kerim ve Sünnettir.İkinci kısım kaynaklar hükmü ke şif ve izhar eder, ortaya kor ve aç ıklar.Birinci çe şit kaynaklar ile ikinci çe şit kaynaklar aras ında önemli olarak ilerisürülen fark birinciler in şa, hiç yokken yeniden bir hüküm vazederler, ki buduruma göre Islam Hukuku'nun men şeini te şkil ederler. Bunlar bir yandan dabilfiil hukuki hükümler ve yasalar getirmi ş olduklar ından hukuk kayna ğı dasayılırlar. İkinci çe şit kaynaklar, -ki bunlar, ictihad (k ıyas), kamu yarar ı,istihsan, örf ve âdet vesaire- sadece hukuki hükümlere kaynak olurlar vebunların in şa ve hüküm vazetme kabiliyetleri yoktur. Bunlarla ortaya konanhükümler aç ıklayıcı ve ke şfedici durumdad ırlar. Ashnda hüküm mevcutturama bilinmemektedir. Dinin, di ğer deyimle Kur'an ve Sünnetin koymu ş olduğubaz ı prensip ve âlâmetlerle hüküm bulunup ç ıkarılmaktadır. Tabiatkanunlarmda oldu ğu gibi, nasıl ki fizikçiler tabiat kanunlar ın koymayıpbulup ve ke şfedip aç ığa vuruyorlarsa fakihler ve müctehitler de öyle yaparlar,aslında dinde prensip ve emarelerin arkas ında bulunan hükümleri anlay ıp ortayakoyarlar. İşte bu prensip ve emareler birer hukuki hüküm kayna ğıdır.115 O. M. Çağıl, Aym yer.116 Bak: Doç. Dr. Hamide Topçuo ğlu, 19. yüzyılda Hukuk Anlayışı, 122 vd, 138 vd.117 O. M. Ça ğıl, Aym eser, 85.118 Kanun yapma sanat ı ve tekniği için Bak. Prof. S. Şakir Ansay, Hukuk Bilimin Ba şlangıç,73 vd. <strong>Ankara</strong> 1958.61


Yukarda aç ıkladığımız gibi bundan dolay ı müctehitlerin ç ıkardıkları hükümlerde şeriat hükmü ve din ahküm ı sayılmışlard ır. Anlatt ığımız bu görü ş,islâm hukukçular ında (fukaha) hâkim olan bir görü ştür. Fakat ikinci çe şitkaynaklar hakk ında mezhepler aras ında ittifak yoktur. Bunlar ın bir kısmıbaz ı mezheplerce hukuk kayna ğı kabul edilmemi ş ise de, onlara bedel kendileriba şka yol takip etmi şlerdir.Islam hukukunun men şeinin Allah' ın iradesi olduğunu söylemi ştik. Allah'ınbir şeyi emretmesi onun iyi ve güzel olmas ının sebebi ve bir şeyi deyasaklamas ı o şeyin kötü olmas ının sebebi oldu ğu ehli sünnetin baz ı fakihlerinegöre kabul edilmi ştir. Bu görü şe göre Allah' ın iradesinden ötede ve dahaönce gelen ba şka bir ide men şei olmadığı için Allah' ın iradesi ve onun neticesiolan fiillerine neden ve sebeb aranamaz. Bunun eski deyimi "Allah' ın fiilleribir garaza mebni olarak tülil edilemezler" sözüdür. İkinci bir görü şe göreAllah' ın emirleri ve yasaklar ı bir sebebe ve hikmete dayan ır. İşte onlardanötürü Allah bir şeyi emreder veya yasak k ılar. Ancak buradaki sebebin faydası insana aittir ve bu görü şe göre de Allah' ın fiilleri bir sebeb ve neden neticesindezorunlu olarak meydana gelmez. Sadece Allah' ın fiillerinin bo şuna olmadığıve bir hikmete dayand ığı ifade edilir Yine bu görü şe göre şeriat' ınkayna ğı olan Allah' ın iradesinin ötesinde onun da dayand ığı bir men şe vard ır.Bu da iyi veya kötü, faydal ı veya zararlı ilkesidir. Allah bir şey iyi olduğu içinonu emreder ve kötü oldu ğu için de yasaklar. Şeylerin iyi veya kötü olu şuAllah' ın iradesinin onlara taallük etmesinden önce gelir. Bu görü şe göre deşüphesiz olan, Allah' ın iyi ve kötü şeyleri yaratm ış olmas ıdır. Aslında bütünşeyler Allah'a döner. Allah önce iyi ve kötü şeyi yarat ır. Bu, i şin varlık, sosyolojikveya tarihi vâk ıa yönüdür. Bir de iyi ve kötünün me şru veya gayrimeşru, buyurulmu ş olmas ı veya yasaklanmış olmas ı vardır ki, burada onaAllah' ın iradesinin taallûk etmesi ile hukuk normu, kaidesi do ğmaktadır.Yüce Allah' ın şeyleri yarat ırken iyi ve kötü olarak yaratmas ı sonra onlarairadesinin taalluku ile hukukun do ğmasının tezahür etmesinin şöyleceaçıklanmağa müsait oldu ğuna inanıyoruz. Allah' ın iradesinin iki şekilde tezahüretti ğini ifade etmek mümkündür. Biri sözlü ve yaz ılı şeriat (kanun) ki,bu Kur'an ve Sünnettir. Biz, Kur'an ve Sünette bulunan hükümlerle Allah' ıniradesinin ne istikamette ve nas ıl olduğunu ö ğreniriz. Di ğeri de yaz ılı olmayanşeriat olup bu prensipler olarak insan ın zihnine verilmi ş olan manalardır.Bunu tek bir kelime ile ifade edersek akıl ad ını al ır. Bu akıl, hukukçularmtabii hukuk tâbirleri yerini almaktad ır. Böylece biz şu noktaya gelmi ş oluyoruz.Hukukçular ın İMiti Hukukun ortaça ğda tabii hukuk yerini ald ığı fikirlerinekar şı diyece ğiz ki, İlahi hukuk (yaz ılı şeriat) tabii hukuk yerini almam ış,o kendi sahas ında bir yenilik olarak devam etmi ş, fakat tabii hukuk (ak ılprensipleri) onun yan ında ve onun tamamlay ıcısı olarak ayr ıca bir hukuk62


kayna ğı olmuştur. Yaz ılı şeriata bakt ığımız zaman, kendisinin daimaumumi kalmak istedi ğini ve cüziyata ait meselelere inip hüküm vermek istemediğini,onları insanların anlay ışlarına ve akli kabiliyetlerine b ıraktığınıgörüyoruz 119. Burada kasdedilen mutlaka ak ıl prensipleri oldu ğu için hemnazar': ve hem ameli (pratik) ak ıl prensiplerini içine al ır.Müctehit dedi ğimiz islâm hukuk filozoflar ı önce yaz ılı şeriat' gözdengeçirir ve onlarda istedi ği hükmü bulamazsa akli meleke ve prensiplere ba şvurup onlar ı yaz ılı şeriat olan Kur'an ve Sünnetle mukayese ederek yeni birhükme var ır. Burada Kur'an ve Sünnet şeriat ın yaz ılı kısmını te şkil ederkenonun yaz ısız kısmını akli prensiplerin te şkil etti ğini söylemi ştik. Ancak akliprensipler eskidenberi kullan ılmadığından eskidenberi kullan ılagelen ictihadıonun yerine kullanmak daha iyi anla şılmayı sağlayacakt ır. Öyle ise yaz ısızşeriat'a ictihad dememiz do ğru olur. Yaz ıh şeriat, kasden insanlar ın zaman vemekâna göre bulunacaklar ı şartlar alt ında muhtaç olacaklar ı hüküm ve müesseseleribulup kurmalar ını kendilerine b ırakm ışt ır. İnsanlar bunu ictihad'layapacaklard ır. Yalnız biz burada ictihad ın Kur'an ve Sünnetin d ışında tek birhukuk ve hüküm kayna ğı olmasında öncekilere uymu ş değiliz. Ancak öncekilerinKur'an ve Sünnetin d ışında zikretmi ş oldukları edillei şeriyyeyi (hükümkaynaklarını) ictihad ın delilleri ve kaynaklar ı kabul ediyoruz. Bunlara ilerdetemas edece ğiz.İ C T İll A Dİslâm Hukukunun Yaz ısız Kaynağı :İctihad kelimesinin kökü "cehd" olup zorluk, me şakkat anlam ına gelir.Bundan gelen "cühd" takat, güç demektir, "mechud" ya ğı çıkarılan süt, kizahmetle ç ıkarılır, "cehad" pur, sert yer'e denirm. Bu kökten türemi ş olanictihad, herhangi bir i şi incelerken zahmet çekerek bütün gücü sarfetmekanlamına gelir. Bunun terim olarak manas ı bundan farklı değildir. O da şudur:Daha fazlas ını yapmaktan aciz oldu ğunu hissedecek surette, şer' İ hükümlerdenbirini zanni olan derecede elde etmek için, bütün gücü sarfetmeye ictihad ı "ve bunu yapan kimseye de müctehit denir. İctihadın terim manas ı ile lügatmanası aras ındaki fark sadece, bu çal ışmanın her hangi bir şeye değil de dinîbir hükmü, yollar ına ba şvurarak ö ğrenme ğe tahsis edilmi ş olmas ıdır. Bundan119 Bak: Tefsiri Taberi 7/82 vd; M. Ali Say ıs ve arkada şları, Tarih et-Te şri el-Islâmi, 52, Mısır1946; Ibn Hazm, Ihkam ul-Ahkâm, 4 /47.120 Ibn Faris, Mu'cem Mekay ıs el-Luga 1 /486-487; Hüseyin Atay, Arapça Türkçe Büyük Lugat304; As ım Efendi, Kamus Tercümesi 1 /1111 vd.121 Amidi, ihkftm 3/139; Ke şful-Pezdevi 4/13; Ibn Humam, et-Tahrir, 3/291; Beydavi, el-Minhaç3/284 (Tahririn kenar ında); 'bn Hazm, Ihkâm ul-Ahkâm 8 /133.63


anla şılıyor ki Hz. Peygamber ictihad ederken ve sahabeyi de ictihada te şvikederken bu anlam mevcut idi. Ancak sonradan ilimler te şkil edilip geli ştikçeterimler ve birtak ım şartlar ileri sürülmü ştür. İctihad ın da sonradan şartlarabağlandığını görüyoruz. Elbette ki bir tak ım şartların ortaya ç ıkması zorunluidi. Dini ilgilendiren bir konuda söz sahibi olmak şüphesiz di ğer sahalardakikadar serbest ve alabildi ğine olamazdı. Her tabakadan her şahsi ayr ı ayrıilgilendiren bir konu olan dinde bir hüküm ortaya koyabilmek daha a ğır şartlaraba ğlandı. Usul ül-Fıkh kitaplar ında ileri sürülen şartlar ictihad aleyhindeolanlar tarafından o kadar zorla şt ırılmışlardır ki, bu şartlar İmamı Azamave İmam ı Şafiiye uygulansa onlar ın ictihadlar ı şüpheye dü şer.Hz. Peygamber sahabeyi ictihada te şvik ederken bu şartlar ın hiç biriniaklına getirmemi şti. Şunu da ilave etmek gerekir ki, lalettayin bir kimseyi deiçtihad etmeye te şvik etmemi ş ve bir yere hâkim veya kad ı tayin etmemi ştirZekâ ve anlay ışta, tecrübede bir üstünlü ğü olan, dilde edebi incelikleri anlayanve akl ını çalışt ıran kimselere bu gibi i şleri vermişti.İçtihadın verdi ğimiz tarifinde bile biraz i şi sıkıya almak ve içtihad ıdaha tarif ederken mübala ğaya ba ş vurmak göze çarpmaktad ır. Herne kadar içtihad ın kök kelimesi zorluk, zahmet ve güç, takat anlamındaise de ayn ı kökten türeyen içtihad sözü kendini zorlamak, e-mek sarfetmek anlamlar ına gelir. Yoksa can ına tak dedirtecek, âcizkaldığım hissedecek derecede zahmet çekmek ve güç sarfetmek anlamınagelmez. Bu, dile fikirlerin yükledi ği bir manadır. Ama aynı köktengelen " ıchad" gücü, takat ı izale etmek ve bitirmek, son gücüne kadardayand ırmak anlam ına gelir. Fakat her iki kelime ayr ı s ıgalardad ırlar, birinidiğerinin yerine kullanmak do ğru de ğildir. Hz. Ömer bir mesele hakk ında ikideği şik ictihad yapm ış ve kendisine, falan sene ba şka şekilde ve şimdi başkaşekilde ictihad edip hüküm veriyorsun diye itiraz edilince, o zaman fikrimizöyle idi, şimdi böyledir, cevab ını vermi şti 122. Yukarda tam metnini ald ığımızEbu Musa E şari'ye hitabeden risalesinde birinci ictihad ının, ikinci ictihadı ilehükmetmesine mani te şkil etmemesini tavsiye etmi ştir. E ğer, Hz. Ömer bütüngücünü sarfetse ve aciz kal ıncaya kadar çal ışsayd ı, belki de fikrini kolaycadeğiştiremiyecek bir hükme varacakt ı. Demek ki, ictihad etti ği günde bilgisinibir derleyip toparlayarak varaca ğı hüküm ictihad say ılacakt ır. Bir süresonra ba şka bilgilerin eklenmesi ile veya ba şka dü şüncelerle fikrini de ğiştirebilirve bu da ikinci ictihad say ılır. Daha önceki ictihadla verilen hükümnakzedilmez O yürürlü ğe konmu ş ise, art ık o bitmi ştir. Bunun için Usulcülerictihad' ın ictihad ı bozmayaca ğı kaidesini koymu şlardır. Taberinin rivayetinegöre adam ın biri Hz. Ömer'e rastlar ve mes'eleme Ali şöyle hüküm verdi de.yince, Ömer ben olsam şöyle hükmederdim diye kar şılık verir. Adam sen hali-122 bn Kayyım Cevziye, 1 /131.64


fesin, öyle hüküm vermekten seni al ıkoyan nedir? diye sormu ş, Ömer de e ğerKur'an ve Sünnette mevcut olan bir hüküm olsayd ı, dediğini yapardım. Amabenimki de bir fikir ve ictihadd ır, bu ise mü şterektir. Hangisinin Allah kat ındado ğru olduğunu bilmem, demi şti' 23 .İCT İHADIN MEŞRU İYETİDediğimiz gibi İslâm Hukukunun iki kayna ğı vard ır. Biri yaz ıh (şeriat)diğeri yaz ısız olan akıl prensipleri (ictihad)d ır. İctihadın İslam hukukununkayna ğı sayılması, İslam dinini getiren Hz. Muhammed'e dayan ır Madem kiO, bu dinin sahibidir, Onun dedi ği şeriat olur, şeriat ın nasıl elde edildi ğini vene olduğunu bildirmesi de onun hakk ıdır. Öyle ise şeriatta (Kur'an ve Sünnette)olmayan hükümlerin nereden ve nas ıl öğrenilece ğini de bildirme hakkı onaaittir. O, hem kendisi ictihad etmi ş ve hem de sahabenin ictihad etmesinecevaz vermi ş ve hatta kendisinin haz ır bulundu ğu olaylarda bile sahabeyehüküm vermesini teklif etmi ş ve sahabe sizin yan ınızda da mi? diye soruncaHz. Peygamber evet, benim yan ımda da, isabet edersen bire on milkafaat(ecr), yamhrsan tek bir mükâfaat al ırsın buyurmu ştu ' 24 .Böylece İslam hukuku iki karakter ta şımaktadır. a) Din olarak Allah'Iainsanların ilişkilerini düzenleyen hükümleri teferruata kadar vazetmi ş olmas ı-dır. Bunlar Kur'an ve Sünnette ayr ı ayrı anlatılmıştır. Bunlara taabbudidenir. Usulül-Fıkıh âlimleri bunun için ibadetlerde k ıyas ve icmaın caiz olmadığınısöylemi şler ve bundan da ictihad ve k ıyasla her hangi bir çe şit ibadetiihdas etmeye hiç bir müctehidin hak ve salâhiyeti olmad ığını belirtmi ş-lerdir. Ibadet şekillerinde her hangi tarzda bir de ği şiklik yapmak ve onlar ıçoğaltmak veya azaltmak hususunda ictihada yer yoktur. Böylece Kur'anveya sahih sünnete dayanmayan ibadetler bât ıldır. Ama ibadetlerle ilgili hükümlerdeictihad yap ılabilir. İslâm dininin bu kısmı deği şmez. Değişirsebaşka bir din olur.b) islâm hukukunun fert ve toplum olarak insanlar aras ındaki ilişkileriilgilendiren hükümler hususunda iki ana kayna ğı vard ır. Biri nass(Kur'an ve Sünnet) olup bu hususta ta şımış oldukları hükümler genel prensipolmayı aşmış olmamakla beraber pek mandut say ıhrlar. Diğeri ictihad yaniakıl ilkeleridir. Bu ictihad sahas ı çok geni ş olup zaman ve mekân'a göre değişen hükümler bu kaynak tarafından verilece ği için zamana ve medeniyetlerebu kaynakla ayak uyduracak ve onlar ın ihtiyaçlarına cevap verecektir. İslamdininin deği şen ve de ğişmeyen kıs ımlarını böylece dayand ıkları kaynaklarlatesbit etmek mümkündür. E ğer Hulefa-i Ra şidinin (dört halife) tasarruflar ına123 M. A. Sayıs, Kitab el-Mutemer el-Rabi' 95, M ısır, 1968.124 Abdulaziz Buhari, Ke şful Pezdeyi 4 /22; Ebu Bekir Muhammed Sarahsi, el-Usul 2 /130.65


dikkat edilecek olursa, nasslarda aç ıklanmış olan genel prensipleri ne kadargeniş bir anlayışla tatbik ettikleri görülür ve şimdi içinde s ıkışıp kaldığımızdar görü şlülük çerçevesini çok iyi anlar ız. ,Dedik ki mademki dinle ilgilidir, ictihadın yap ılıp yap ılamıyacağına dinsahibi Hz. Peygamber hüküm verir. O, ictihad yap ılmas ına yaln ız cevaz vermemiş,emir vermi ştir ' 25. Vermi ş olduğu "ictihad yap", "aklını kullan" emriile islam hukukunun ebedili ğini sağlamak istemi ştir. Filozof İbn Ru şd bunuşöyle ifade eder. "Hz. Peygamberden hükümleri ö ğrenme yollar ı cins itibariyleüçtür: a) Lafız, b) fiil, c) Tasvib'dir. Şari'in sükût geçti ği hükümleri ö ğrenmeninyolu, ço ğunluk alimlere göre, k ıyastır (yani ictihad). Bunun akli delilişudur: İnsanlar aras ındaki olaylar sonsuzdur. (Peygamberin) nass'lar ı (sözleri),fiilleri ve tasvibleri sonludur. Sonlu ile sonsuz olana cevap vermek imkansızdır" '26. Sonsuz olanlara ancak ictihadla cevap verilir. Hz. Peygamber'inictihadı, yasaklamadığı, ictihad kap ıs ını kapamad ığı kendinden sonraki as ırlardameydana gelen ictihad faaliyetinden anla şılır. Peygamberin açma vekapama hakk ı olduğu bir şeyi, hiç kimse onun yerine aç ıp veya kapama salâhiyetinihaiz olamaz. Esefle söylemek laz ımdır ki, ictihad kap ısının kapandığınısöyleyenler ç ıkmıştır. Bunun bir iki sebebi üzerinde yukarda durmu ştuk.Aslında aç ık olan bu ictihad kayna ğını i şletip islamiyeti ya şanılan bir din halinegelecek şekilde anlamad ıkça İslam aleminin hayat ında bir yenilik zor olur.İctihad konusu çok konu şulmaya ve üzerinde tart ışılmaya de ğer bir konudur.Bu hususta bol materiyal mevcut ise de biz ancak önemli gördü ğümüzbaz ı noktalar ına de ğiniyoruz. İctihad yapmak laz ımdır ve ya şamak isteyenşahs ın uymak zorunda oldu ğu bir meseledir, demek, bilir bilmez herkesin birfikir ortaya at ıp ictihad yapmaya kalkmas ı anlam ında de ğildir. Önce her hangibir kimsenin bir konuda bir fikir sahibi olmas ı, o sahada biraz bir şeyler oku.,yup üzerinde dü şünmesi laz ımdır. Yoksa iki üç kelimeyi bir araya getirip bircümle yapan kimsenin cümlesi bir fikir de ğildir. Sonra fikrin tutarl ı ve kıymetliolması kendisini benimsetmeye ve savunmaya kifayetli olmas ı ile ölçülür.İctihadın önemli iki şartı vard ır. Gazali bunlar ı zikretmi ştir. Biri, şeriat ınalındığı dört kayna ğı (medarik el- Şer') bilmektir: Kur'an, Sünnet, icma veakıl. Burada dikkati çekmek isteyece ğimiz husus, "kıyas"a akıl demiş olmasıdır,ki buna biz akli ilkeler veya ictihad demi ştik. İkinci şart da müctehidinadil olmas ı ve adalette leke kabul edilen günahlardan sak ınmas ı laz ımdır.Bu adalet 127, ictihad ının ba şkalarınca kabul edilmesinin şartıdır. Yoksa ilmi125 Bir önceki kaynaklara bak.126 İbn Ruşd (596 H. 1198 M.), Bidayet ul-Muctehid ve Nihayetul Muktas ıd, 1 /2, İstanbul 1333 H.127 Adaletin tarifinde ihtilaf vard ır. Şunu takdim ediyoruz. Adaletin dört şartı vardır: a) taatadevam, b) günahtan sakmmak, c) dine dokunacak küçük günahlardan sakmmak, d) Şeriatm esaslar ınaaykırı bir şeye inanmamaktır Bak. Muhammed b. Ali Şevköni, Irşadul-Fuhul 45-46, Mısır 1347 H.66


ictihad kabiliyeti bu şarta ba ğlı olmadığı için kendi şahsi için adaletsizlikengel de ğildir"."Kur'an'da ahkâmla ilgili olan be şyüz âyeti ezberden de ğil, ihtiyaç anındanerede oldu ğunu bilmesi kâfidir Sünnetten de yaln ız hükümler ihtiva edenleribilmesi gerekir. Bunlar hakk ında da Buhari, Muslim, Süneni Ebi Davud, vediğer sahih hadis kitaplar ında müracaat edilecek yerlerini bilmesi yeterlidir.Akıl ise nass' ın dayana ğı ve hem de asil bir dayanak (mustened)t ır. Doğrusuictihad için zikredilen ilimleri üçe inhisar ettirir. Bunlar hadis, dil ve Usulül-Fıkıhtır" 128. Gerçekten ictihadda lâz ım olan biraz ilim ve bol samimiyettir.Günümüze kadar gelen ilk Usulül-F ıkıh kitab ı olan İmamı Sâfiin (204H. — 819 M.) "el -Risale" adlı eserinde "ictihad" hakkındaki fikirlerini ö ğrenmemiz çok önemlidir. Zira bu eser "Hadis" kitaplar ından da önce yaz ılmıştır.a) İctihad ve k ıyas aynı manadad ır. Bir müslüman ın başına gelen birolayda belli bir hüküm yoksa ictihadla, ki k ıyastır, o hususta do ğru olan hükümara ştırıhr 129 .b) K ıyas iki şekilde olur. Biri, bir şey asil manada bulunur ve bundaihtilâf olmaz. Di ğeri, bir nesnenin temelinde benze şen şeyler olur. Bunlariçinde bir şey daha uygun ve daha çok benzerine ilhak edilir ve bunda k ıyasyapanlar ihtilâf ederler 180 .e) Hükmü gerekli bir nass (söz) bulunmayan yerde k ıyas ictihadı ile onuarar ız ve bunda bize dü şen bize göre gerçek olan ı elde etmektir " 1 .d) K ıbleyi bilmeyen iki kimsenin k ıbleyi ö ğrenmek için ictihad etmelerigerekir. E ğer, tam olarak bilmedikçe namaz k ılmamaları gerekir dersen, hiçbir zaman gayib olanı tam bilemiyeceklerinden "2 ya namaz ı terk edecekler veyakıble farziyeti kalkacak ve istedikleri gibi k ılacaklard ır. Bu ikisini de ön göremem.0 halde "her biri nas ıl görürse (ictihad ederse) öyle namaz k ılarlar vebundan ba şkası ile de sorumlu tutulmazlar veya görünü şte ve gerçekte isabetetmekle sorumlu olup gerçekteki (ğizli) hataları af edilir, görünüştekihatalar ı af edilmezi".128 Abdul Aziz Buhari (730 H. 1329 M.), Ke şful-Pezdevi, 4 /15-16, Ir şadul-Fuhul, 222.129 M. b.Idris el- Şafii, el-Risale, 477, Mısır 1940.130 Aynı eser, 479.131 Aynı eser, 483.132 Görülüyor ki ictihad ederken her şeyi ihata edecek bir ilim şart de ğildir. Yoksa ictihaddanmaksat fevt olur.133 Aynı eser, 489 ve görünü şte (zahirde) yan ılmamaya dikkat etmek gerekir. Allah kat ında(batan) gerçe ğin ne olduğunu aramakta sorumluluk vard ır, ama isabet etmemekte sorumluluk yoktur.Bu affedilmi ştir Bu sözden aç ıkça şu anla şılıyor. "Her müctehid isabet eder" nazariyesi zahirdeki delilleregöre isabet eder ve böylece görünü şte hak taaddud eder. Ama gerçekte hak birdir ve bunda her müctehidisabet edemez.67


e) Amr b. As'dan rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber diyor ki:"Hâkim hükmederken ictihad eder, isabet ederse iki kat mükâfaat ı vardır,hükmederken ictihad eder de hata ederse bir mükâfaat ı vard ır" 134 .1- Hz. Peygamber iki durumdaki mükâfaatlardan birinin di ğerinden çokolduğunu zikretmi ştir. Oysa gücü olmayan hususta mükâfaat olmamal ı ve kaldırılmışolan hataya da mükâfaat olmamal ıdır. Çünkü hata ihtimaline ra ğmen"ictihad yap" anlam ında olarak emrolundu ğu gibi zahire göre ictihad etmi şve af olmu ş bir hata yapm ışsa bu hatadan dolay ı cezalanmas ı do ğru olur, nevar ki bunun çok musamahal ı bir konu oluşu bu hatas ının af olunmas ıylaneticelenir, yoksa gücü alt ında olmayan bir hataya mükâfaat almas ına benzemez'.f) İctihatta görünü ş ile gerçek (zâhir ve bât ın) aras ındaki hükmü ayırmışlar,hata etmi ş olsa da, zahire göre ictihad eden müctehidden günaln la ğ-vetmi şler, ama kas den yap andan günahi kald ırmamışlard ır" 6 .ğ) 1- Yüce Allah insanlara ak ıl ihsan etmi ştir ve onunla muhtelif olanlarıayırt etmelerini sa ğlamıştır; ve gerçe ğe sözle (nass) ve istidlâlle varanyolu göstermi ştir137.2- İnsanlar, Allah' ın yardım ve tevfikini dileyerek ak ılları ile ve delillereait bilgileri ile ictihad ederek hükümleri elde etme ğe çalışırlarsa, kendilerinedü şeni yapm ış olurlar'"".Bu son madde, bizim İslâm hukuk kaynaklarını (nass) yaz ılı ve akıl (ictihad)olarak ay ırmamızda birle ştiğimizi gösteriyor.İctihadın üç kısım olduğu ileri sürülür: 1) Farz ı ayın, 2) Farz ı kifaye,3) Men dub.1) a- Muctehidin kendi ba şına gelen bir hâdisede kendisi için ictihadetmesi ferdi farz (farz ı ayırı)dır Çünkü müctehid kendisi ve ba şkas ı hakkındabaşkalarını taklit edemez.b- Vuku bulan bir hâdisede ba şkası hakkında hüküm vermek gerektiğindeve zaman da yoksa hemen ictihad etmesi müctehide ferdi farzd ır.2) a- Birinin ba şına bir i ş gelmiş olsa da âlimlerden birine sorsa, alimlerinhepsinin ve özellikle sorulan kimsenin ictihad etmesi yeterli (kifai) farzd ır.E ğer cevap verilirse, hepsinden sorumluluk dü şer. E ğer cevap vermezlerse,-cevab ı bulduklar ı halde- günâhkâr olurlar, cevab ı bilmedikleri takdirde134 Aynı eser, 494.135 Aynı eser, 496-497.136 Aynı eser, 500.137 Aynı eser, 501.138 Aynı eser, 503.68


mazar say ıhrlar, ama cevap verme sorumlulu ğu onlardan dü şmez. Bu fertleraras ında yayg ın olan farzd ır.b) Sözde mü şterek olan iki kad ı aras ında hüküm dola şsa, hangisi cevapverirse ötekinden sorumluluk dü şer.3) o— Bir hadise vuku bulmadan önce hakk ında hükmün ne oldu ğunubilmek üzere ictihad yapmas ı mendubdur.b— Birinin ba şına henüz gelmemi ş bir hadisenin hükmünü soran kimseyecevap vermek için ictihad yapmak da mendubdur° 39 .İCTİHAD BÖLÜNMEZ B İR MELEKED İR.Usulcüler ictihad ın tecezzi edip etmiyece ğini münaka şa ederler. Bundadayandıkları iki nokta vard ır. Biri, önce müctehidleri tabakalara ay ırmalarıdır.Mutlak müctehid ve mukayyed müctehit, yani mezheb kuran, usul veprensip vazeden müctehit, bir de mezhebin prensiplerine ba ğlı olan müctehitve sonra ictihad bölümlenir veya bölümlenemez diye söz ederler. Do ğrusuböyle müctehitleri iki veya daha çok dereceye ay ırmanın faydal ı olup olmadığınıdü şünmek laz ımdır. Bu derecelendirmeden sonra elbette ictihad ınbölümlenip bölümlenemiyece ği sorunu kendili ğinden ortaya ç ıkar. İkincisebeb de müctehit olan bir kimsenin her meselede ictihad etmesi sorumluluğunukendisine yüklemekten do ğmaktadır. Demek oluyor ki müctehit müctehiditaklit edemez, ictihad yapmad ığı bir meselede ba şkas ına uyamaz, uyarsamüctehitli ği mutlak olamaz. Bu görü şü savunanlar mezhepcilikte fayda görenlerdir.İctihad bölümlenemez diyenlere göre, bir konuda müctehit olanbaşka bir konuda di ğer bir müctehidin fikrini ve ictihad ını kabul eder, bukendi ictihad ına halel getirmez. Do ğrusu budur. İctihad bir melekedir. Melekedernek, elde etmi ş olduğu bilginin kaidelerini bilmek ve uygulamak insan ınalışkanlığı haline gelmesidir. Meleke "mâlik" olmaktan gelir ki, o ilme mâlikve sahiptir, art ık onun ilmidir, derne ği anlatır. Burada söz konusu olan ictihadmelekesi, bilfiil ictihad de ğildir. Müctehid bu meleke ile istedi ği zaman ictihadedebilir. Bir konuda bilfiil ictihad ederken ba şka bir konu ile u ğra şmamışolabilir, ama o anda da bu melekeyi kullanabilir. Elbetteki bu elektrik fi şini birprizden alıp ötekine koyma ğa benzemez. İctihad melekesi olduğu için her hangibir meselede prensip ve kaynaklar ın ne olduğunu bilir ve onlara müracaatederek meseleye hüküm ç ıkarır. Buna malik olan herkes müctehit olmaklamüctehitler aras ında fark olmas ını gerektirmez ' 4°. İmamı Malik'e kırk mesele139 Abdul-Aziz Buhar", Ke şful-Pezdevl 4 /14-15 (Kavat ı el-Edille'den nakletmi ştir. Ke şfuzzun2 /1357 de bildirdiğine göre bu eser Ebul-Muzaffer Mansur b. M. Saman" Şafilnindir (Ö. 489 H. 1095 M.);İrşadul Fuhul, 223.140 Müctehitlerin tabakalanna dair yaz ılan ve birbirinin isabetsizliklerini ortaya koyan şu eserlerebak: Muhammed Zahid Kevser", Husnuttekad ı fi sireti el- İmam Ebi Yusuf el-Kad ı, 24-28,83-91,Mısır 1948; Kad ı Zade Şerif b. Kad ı Abdurrahim Buhar", Kuhustan ı Mukaddimesi 4-16, İstanbul1299 H.69


sorulmu ş, otuzalt ısına cevap verememi ştir. Sahabeden de hemen cevap veremeyenlervardır "°. Ama o anda cevap veremedi diye ictihadma halel gelmemiştir.Zira sonra onlar ı inceleyip hükmünü verebilirdi elbet.USULCÜLERİN VE FAK İFILERIN AF ED İLMEZ B İR HATASIBu ba şlıktan ho şlanmayanlar bulunacakt ır. Yalnız bizim sahada de ğilmemleket çap ında her sahada al ışamadığımız kötü bir tutumumuz vard ır.Tenkit edilmeye dayanamamak. Tenkidi ilmin gere ği diye bilmek ama hiç birzaman tatbik edememek ve benimsememek. Tenkit edilen kimse mutlakadü şman kesilir. En mutedil ve normal tenkitleri, tenkit edilenin aleyhinde birpropaganda kampanyas ına dönü ştürmek ola ğandır. Yalnız tenkit edilenintenkide tahammülü olmamas ı problem de ğil, tenkit edenin de ve bunu duyanınve okuyanın da suçta ortaklığı vardır. Birinin bir fikrini tenkit etmemiz,başka bir fikrini be ğenmemiz insanlar ı şa şkına çevirir. Bizim memlekettebirini tenkit etmi şseniz art ık hiç bir şeyini be ğenmeyiz, e ğer bir fikrini be ğenmişseniz art ık ona bir daha itiraz etmeniz çeli şik görülür. Böyle fikir toptancılığıveya önce hangi fikir ahnm ışsa, onun tesirini icra etmesi ve pe şin hükümbizi yıkıp tüketmektedir. Şimdi burada usulcülerin bir hatas ım ortaya at ıyoruzya, art ık bir daha onlar ın beğendiğimiz bir sözleri bulundu ğunu söyleme hakkınıbize tanun ıyacak pek çok kimse ç ıkacakt ır. Ama bunu yapanlar, bizimdediğimizi de onlar ın dediklerini de anlamaktan uzakt ırlar; anlamak içindüşünmezler bile, dü şünmek art ık günah olunca, böyle olur.Şimdi konuya girdim. Kur'an ve Hadiste mevcut olan ve her mezhep dü şünürleri,usulcü ve fakihleri taraf ından kabul edilen Usuli F ıkıh (Islam HukukFelsefesi) kaidesi vard ır. Bir hüküm ö ğrenilmek istendi ği zaman önce Kur'an'a,onda bulunmazsa Sünnete, onda bulunmazsa k ıyasa (ictihad) gidilir. Bu kaideİslam Hukuk felsefesinin ilk kaidesidir ve ayn ı zamanda kaynaklar ı kullanmanınmetodunu veriyor. Buna göre meydana gelen bir hadise hakk ında dininhükmünün ne olaca ğının ö ğrenilmesi istendi ğinde önce Kur'an'a, yoksa sünneteba şvurmak laz ım. Her ikisinde de yoksa ictihad yap ılır.Bizim hata dedi ğimiz bu kaidenin kendisi de ğil, bu kaidenin terkedilmesidirve kaideyi tam tersine uygulamalar ıdır. Sonraki mezheb taassubunakap ılan Usulcüler imamlarının ictihadlar ını birinci dereceye alm ışlar ve onlarımerkez kabul etmi şler, Kur'an' ı ve Sünneti mezheplerinin fikirlerine veictihatlar ına göre tevil etmi şlerdir"2. Bütün mezhepler bu durumdan kurtulamamışlardır.Ancak biz Hanefi oldu ğumuz için hanefilerden misal verece ğiz:141 Keşful Pezdevi 4 /17.142 Buna İbn Kayyım Cevziye, Ilamul Muvakkiin de (1 /87) temas eder.70


"a) Bizimkilerin sözüne muhalif olan her âyet onun ya mensuh oldu ğunaveya tercihe u ğradığma yorumlan ır. Uzla ştırmayı temin için yorumland ığıınahükmetmek ise daha uygundur.b) Bizimkilerin (arkada şlarımız) sözüne muhalif olarak gelen her haber(hadis) onun ya mensuh oldu ğuna veya bir benzeri ile tearuz etti ğine veya bizimkilerinonu tercih yollar ından biri ile tercihe tâbi tuttuklar ına hamledilir,ya da uzla ştırılmaya gidilir"." 3Bu sözler Ebu]. Hasan Kerhi'nindir ve hanefi müctehitlerinden say ılır°44.Artık bundan sonra gelen fakihler, kar şılarına bir mesele ç ıkınca imamlanmnve kendilerinden öncekilerin kitaplar ına bakıp hükmetmi şler ve fetva vermişlerdir.Bugünkü durum eskisinden, İslam dini namına, daha iyi de ğildir.Oysa İmam Azam Ebü Hanife, hiç bir zaman yukarda zikretti ğimiz kaideyeaykırı hareket etmemi ş ve şöyle dedi ğini aynı ayarda bir müctehid olanSufyan Seyri (161 H. 777 M.) naklediyor. Ebü Hanife'nin insaf ve delil olanşu sözünü duydum: "Allah' ın kitab ında bulursam al ırım, orada bulamazsamAllah' ın elçisinin sünnetini ve güvenilir kimselerin ellerinde dola şan sahihhaberleri al ırım. Eğer Kur'an'da ve Allah' ın elçisinin sünnetinde bulamazsamsahabenin sözlerinden be ğendiğimi alırım ve istediğimi terkederim, ama onlarınsözlerinin dışına ç ıkmam. Fakat i ş, İbrahim Nahai (95 H. 913 M.) Sa'bi(Ebü Amr b. Şurahil, 104 H. 722 M.), Hasan Basri (110 H. 728 M.), Muhammedİbn Sirin (110 H. 728 M.), Said b.Musayy ıb (94 H. 712 M.) ve ictihadetmi ş baz ı adamlara kal ırsa, onlar ictihad ettikleri gibi benim de ictihad etmehakkımdır" 145 .Ebu Hanife ba şka bir zaman, Hz. Peygamberden hadis gelirse ba şkas ınagitmem, sahabeden gelirse, seçeriz, tâbiinden gelirse onlar ı s ıkıştırırız demi ş-tir."6KAZUİST VE MÜCERRET METODEbü Hanife ve emsali müctehitlerin hiç birinde kaidelerin tersine i şletildiğinerastlanmaz. Onlar yukarda zikretti ğimiz temel kaideyi tam uyguladıklarıiçin kendi ayarlar ında, Hz. Peygamberin d ışında herkesle kendilerinie şit görmü şler, kendilerinden önce gelip geçenlerin fikirlerinden istifade143 Abdullah b.Hüseyin b.Delal Ebul Hasan el-Kerhi, (340 H. 951 M.) Risalet fi el-Usul, 84,Ebu Zeyd Debbusinin "Tesis el-Nazar" adl ı eserinin sonunda, Mısır; Aynı fikir için şu esere de bak:Ahmed b. Yahya Harid Harevi Şafü (906 H. 1500 M.) el-Durran Nadid 178, M ısır 1322 H.144 M. Zahid Kevseri, Ad ı geçen eser, 89, 26 ha şiye.145 Ebul-Muayyed el-Muvaffak b. Ahmed el-Mekki (568 H. 1172 M.), Menak ıb İmam AzamEbi Hanife, 1 /80, 89, Haydar Abad 1321.146 Aym eser, 1 /77.71


etmi şler, fakat kendilerini onlara ba ğlı saymamışlardır. Bunun için her zaman,Kur'an ve Hadise ve akla ba şvurarak geni ş ufukluluklarm ı ve serbestdü şünü şlerini kullanm ışlardır. Onlardan sonra gelenler önce Kur'an'a veHadise ba şvuracaklar ı yerde, onlar ı tamamen terkedip mezheplerini öne geçirmişlerdir.Böylece kazuist bir fikir do ğmu ştur. Oysa Kur'an ve Hadislerinhükümleri kazuist de ğildir147 .Kazuist hukuk, olmu ş ve olacak her hâdiseye ayr ı ayrı hüküm koyanhukuktur. Yukarda ictihad ın me şruiyeti bahsinde sonlu ifadelerin sonsuzolayları karşılayamıyaca ğı söz konusu edilmi şti Bugün ne kadar teferruatl ıve ihtimalli hükümler konursa konsun, yarinki olaylar ihtimallerin d ışındacereyan eder ve onlara da yeni hükümler koymak gerekir. Kazuist tâbiri,fıkıh ilmini derinliğine bilmeyip kulaktan dolma ona ba ğh olanlar tarafındanho ş karşılanmaz. Ama yine onlar derler ki "yeni ictihada ihtiyaç yoktur, zirafıkıh her ihtimale cevap vermi ştir". İşte onlar ın bu sözü fıkhın kazuist olduğununen kuvvetli delilidir.Ama İslam Hukuku deyince sadece fıkhı saymak do ğru de ğildir. F ıkhınüzerine dayandığı Usulül-F ıkıh mikerret metodun en iyi tatbiki say ılır.Islam Hukukçular ı başlangıçta iki görü şe göre hareket ediyorlard ı. Kimi aslafiilen vuku bulmayan ve ihtimalli olan sorulara cevap vermezlerdi. Farazimeseleler üzerinde fikir beyan etmekten sak ınanlardan biri de İmam ı Malik'ti" 8Şunu söylemek zorunday ız ki kazuist fıkıh, buna cüziyat üzerine kurulmuşfıkıh deniyor, mezhepler te şekkül ettikten sonra ortaya ç ıkmaya ba şlamıştı.Aslında büyük mü ctehitler önce kaideleri vazeder ve sonra ortaya ç ıkanmeselelere tatbik ederlerdi. Tatbik edemedikleri bir meseleyle kar şılaşınca,o mesele için ayr ı bir kaide koyarlard ı. Bunun en aç ık misâli "K ıyas" konusudur.Önce k ıyasın kaidelerini koymu şlar ve gelen meseleye k ıyas ederekcevap vermi şlerdi. Ortaya ç ıkan meselelerden kıyas'a göre cevap verilemiyecekolunca, o gibi meselelere istihsan (gizli k ıyas) kaidesine göre cevap yerlimiştir149 . Bu kaidelerden Usul ül-F ıkıhta bahsedildi ği içindir ki, miicerretmetoda göre yaz ıldığını söyledik. Burada daha belirli bir fikre varabilmemizhususunda İslâm Hukukuna ait eserleri dört k ısma ay ırmak mümkündür.Usulül-Fıkıh, Hilâfiyat, Külli kaideler ve f ıkıh kitaplarıdır. Kazuist metodutakip eden sadece fıkıh kitaplarıdır. Usul eserleri fıkıhla beraber her zamanokutula gelmi ş ama hilâfiyat ve külli kaideler her zaman beraber yürümemi ş-tir. İslam Hukuk Felsefesi (Usulül-F ıkıh)nin do ğu şunun fıkıhtan önce oldu ğunatemas etmi ştik. Sonra mezhepler te şekkül edince bu usul kaidelerine göre147 Kazuist metod için bak: Sabri Şakir Ansay, Hukuk Bilimine Ba şlangıç, 80, 1958; Erdo ğanGöger, Hukuk Ba şlangıc ı Dersleri, 88, <strong>Ankara</strong> 1972.148 Muhammed Ali Sayıs ve Arkada şları, Tarih et-Te şri el-İslâmi, 257.149 Muhammed Mustafa Şelebi, el-Madhal lidirasetil-F ıkhıbishimi, 185 vd.72


ihtimal ve faraziyeye çok yer verilmi ş ve büyük fıkıh eserleri meydana gelmiştir. Bundan sonra bu cüziyattan tekrar kaidele şmeye ihtiyaç duyulmu ş vekülli kaidelere ait eserler vücude getirildi ği gibi gene külli kaidelere dayananmezhepler aras ındaki mukayeselere ait eserler meydana getirilmi ş ve bunlara"Hilâfiyat" denmi ştir ki, mezhepler aras ındaki ihtilaf edilen noktalar ı gösteriyordu"°.Şunu söylemekte insafl ıhk vardır. İslam Hukukçuları zamanlarına göregerekeni yapnu şlardır. Ancak zaman ın değişmesine önem vermeyenler i şehâkim olunca, bugünkü hukukta gördü ğümüz ve fıkıhta göremedi ğimizmesleler ortaya ç ıkmıştır. Bugünkü ilmin ve ihtiyaçlar ın gerektirdi ği meselabir "akit nazariyesi" ve "mülkiyet nazariyesi" şeklinde genel nazariyeleredair eser vermediklerini bir kusur saymak laz ımdır.Usulül-Fıkıh'da hukuk kaynaklar ının Kitap, Sünnet, İcma ve K ıyas(akıl)ın ittifak edilen ve bunun d ışında ihtilâfh olan kaynaklar zikredilirAma biz bunların hepsini tümü ile ikiye ay ırdık. Bir tarafta yaz ılı olan Kur'anve Sünnet, diğer tarafta sadece "ictihad ı" koyduk. Kur'an ve Sünnetin d ışındaolan bütün hukuk kaynaklar ı ictihad'a mesnet te şkil ederler ve onlar hukukişekillerini ictihadla yani hukukçunun ifadesi ile kazan ırlar. Bunlar ın sayılarımüelliflere göre de ğişir.1) Vmmetin icmai, 2) Medinelilerin icmai, 3) K ıyas, 4) Sahabenin sözü,5) Kamu Yarar ı (Mesalih Mursele), 6) İstishab, 7) Beraeti asliye, 8) Adetler,9) Ist ıkra, 10) Vesileleri önleme (Sedduzzerai), 11) istidlal, 12) İstihsan,13) Hafif olan ı almak, 14) Neshedilmeyen bizden öncekilerin şeriat ı (bunabaşkalarınıni hukuku demekte bir sak ınca yoktur), 16) öd, 17) Teamül, 18) ihtiyathdavranma, 19) Kur'a çekme, 20) Mevcut durumu hakem yapma, 21)Umumi musibet (belva). Bunlar ı kırkbe şe kadar sayan vard ırim.TAKLIDİctihada ait sözümüzü burada bitirmeden önce taklid'in caiz olmad ığınıda Muhiddin b.Arabi'den naklen zikredelim. Der ki "Bize göre ölüyü de diriyide Allah' ın dininde taklid etmek caiz de ğildir. Insanlara gereken, ilim adamlarınaAllah' ın hükmünü sormaland ır"2.150 KM' kaideler hakkında eser verenler. Ebu Tahir Debbas Hanefi (3-4 as ır), yukarda ad ı geçenEbul Hasan Kerhi, (340 1-1.) Necmeddin Omer Nesefi, (538 H.) Hanefi, Izzübni Abdusselam (660 H.)Şafii, Rarafi, (684 H.) Maliki Abdurrahman b Receb (795 H.) Hanbeli, Şafii olan Subki ve Suyut ıyı,Hanafi olan Ibn Nuceym (970 H.) Mecellenin yüz kaidesini ve 1307 de ölen Hanbeli Muhammed HasanŞattı'yi zikretmek gerekir.151 Bak: Necmeddin Tut.' Hanbeli (716 H. 1316 M.), Risale fil-Mesalih el-Mursele 39 vd. (MecmuuResail fi Usulül-Fıkh, 1324 IL Beyrut).152 Muhiddin Muhammed b. Arabi (638 H. 1240 M.), Risale fi Usulül-Fıkh 31, Mecmuu Resailfi Usulil-Fıkh, Beyrut 1324 İL73


İSLAM HUKUK FELSEFESİ BİBLİYOĞRAFYASI(Usiilü'l-Filuh Eserleri)Şimdi Usulül-Fıkıh eserlerini tarih s ıralar ına göre tan ıtmaya çal ışaca ğız.Usillül-Fıkıh ilim olarak ortaya ç ıktıktan sonra, onun da ilimlerde takip edilenmetodlara göre ele al ındığı görülmektedir. İlimde kullanılan metodlar özellikleiki metoda inhisar etmektedir. Biri yeni terimiyle tüme var ım, yani istikra(induction), di ğeri de tümden gelim, yani tabi (deduction) dir. İstikra,cüz'i, ferdi hükümlerden tümel (külli) ve genel (umumi) bir kaideye ve hükmegitmektir. Bu, tecrübe ve deney metodu oldu ğu için görgüye, mü şahedeye dayanıyor.Bu şekilde elde edilen genel bir hüküm ve kaidenin fertleri daha sa ğlamve kolayca bilinir Zira teker teker fertler üzerine verilmi ş olan hükümler, birleştirilerek,aralar ında bulunan ortak nitelik tesbit edilerek o ortak niteli ğegöre genel bir kaide alt ına toplanır. Böylece elde edilen bir kaidenin üzerindentatbik ve uygulama geçti ği için, onu ba şka fert ve cüzilere uygulamak dahakolay olur.Tümden gelim metodunda önce kaide ve genel bir hüküm konur veyatesbit edilir, sonra o kaidenin veya kanunun alt ına giren fertlere ve cüzileretatbik edilir ve uygulan ır. Ancak bunu yaparken fertleri ayr ı ayrı inceleyipkaidenin alt ına hangi yönden ve nas ıl gireceklerini tesbit etmek gerekir. Tümdengelimin tenkide u ğramış bir metod olmaya hak kazanmas ının sebeblerindenbiri şudur; bizce, insano ğlu önce kaideyi elde edince art ık tembelle şiyor, onutatbik etti ği fertleri gere ği gibi incelemiyor ve böylece fertler ve cüziler hakkındakibilgisi kıs ırla şıyor ve tatbikinde de çok yan ılıyor. Bunun için bu metodislam âlemini çökertmi ştir. Zira ba şlangıçta her ilme uygulanan istikra (tecrübe)metodu ile ula ştığı kaide ve kanunlarla yetinmi ş ve talil metoduna geçmiş,tecrübe metodunu terketmi ştir. Hâlâ tümden gelim (talil) metodununbaskısı alt ındayız. Bundan dolay ı pe şin hüküm veriyoruz. Incelemeye, tecrübeyeönem vermeden i şittiğimiz, duyduğumuz veya ö ğrendiğimiz bir kaideve hükmü hemen her şeye te şmil ediyoruz ve hüküm veriyoruz. Oysa her ikimetodu gerekti ği yerde kullanmak lâz ımdır. İşte bu i şini önce bilip ve sonrayerlerini tesbit edip kullanmak bugün oldu ğu gibi eskiden beri de ilmin meto-75


dudur. Müslümanlar bu metodlar ı eskiden her ilimde kullanm ış olduklar ındanUsulül-Fıkıhda da kullanm ışlardır. İlk önceleri istikra ve tecrübe metodunuUsulde Hanefiler ve tümdengelim, (tabi) metodunu Sâfiller kullanm ışlar amasonralar ı her iki mezhep sahipleri bu iki metodu da kullanm ışlard ır. Baz ı müelliflerHanefilerin metoduna fukaha'n ın metodu ve Safülerin metoduna daMütekellimlerin metodu demi şlerdir.İbn Haldân (808 H. 1405 M.) bu hususta şöyle der."Sonra Hanefi fakihleri Usul'e dair eser yaz ıp kaidelerini tetkik etmekteuzun uzadıya sözler söylediler.Mütekellimler de yazd ı. Ne var ki, fakihlerin yaz ı-ları fıkha daha çok yak ınd ı, verdikleri misâller, getirdikleri deliller ve meselelerifıkhın ince ve felsefi manalar ı üzerine kurmalar ından ötürü fer'i meseleleredaha lay ıktı. Mütekellimler, fıkıhtan mesele şekillerini tecrid edip mümkünolduğu kadar aklı istidlâle yönelmi şlerdi, zira mesleklerine hâkim olan vemetodlar ının gere ği olan bu metoddu. Hanefi Fakihlerinin fıkhın derin manalarınainmekte, mümkün oldu ğu kadar Usul'ün kanunlar= f ıkhın meselelerindenç ıkarıp almakta meharetleri vard ı".'"İslâm Hukuk Felsefesi eserlerini tan ıtırken eserlerden a) yazma veyamatbu olarak gördüklerimi verece ğim. b) İster yazma ve ister matbu olsun,eserin ba şından ve sonundan birer cümle nakledece ğim. c) İmkânım olduğunisbette ve gerekli gördüklerimin plan ını ve metodunu mümkün oldu ğu kadarmüelliflerin kendi ifadelerine dayanarak verme ğe çalışaca ğım.İslam Hukuk Felsefesine ait bize kadar gelen ilk tam ve toplu bir eserİmamı Sâfiin Risalesidir.c:)Vc:r. L7.,,ı ) .51 a 4.1'11-1:p j ı l —Ebu Abdillah Muhammed b. İdris b.Abbas b.Osman b.Sâfii (150-204767-819).(siJIao 4:74L:Ai L4-1 C.),,Ç.);İN,İ.WA. zz;Her ne kadar Ebu Yusuf ve Muhammed Hasan Seybanrnin Usul'e daireser yazd ıkları söyleniyorsa ' 54 da bize kadar ilk gelen eserin Sâfiin Risalesi153 İbn Haldun, Mukaddime, 248.154 Mustafa Abdurraz ık, Temhid Tarih el-Felsefe el. Islamiye, 235, 236; Ahmed Emin, Dulıfil-Islam 2 /229; Fihrist İbn Nedim 300, Mısır tarihsiz.76


olduğunda şüphe yoktur. İmam Fahreddin Râzi imam Şâfii hakk ındaşöyle der:"Şâfiin Usul ilmine nisbeti Aristonun mant ık ilmine ve Halil b.Ahmed'inaruz ilmine nisbeti gibidir. İnsanlar Aristo'dan önce, s ırf sâlimtabiatlarma göre delil getirir ve itiraz ederlerdi, tarifleri ve delilleri s ıralayacakkeyfiyeti bildiren bir kanunlar ı yoktu. Şüphesiz sözleri kar ışık veçapra şık idi. Çünkü sadece yarat ılış, külli bir kanunla yard ımlaşmazsanadiren muaffak olur. Aristo, insanlara mant ık ilmini çıkard ı, tarif ve delillerikendileriyle bilecekleri külli bir kanun koydu. Ayn ı şekilde şairler Halilb. Ahmed'den önce tabiatlar ına dayanarak şiir söylüyorlard ı. Halil aruz ilminiçıkardı ve bu, şiirin iyisini ve kötüsünü bildiren külli bir kanun olmu ştu.Bunun gibi İmamı Şâfirclen önceki insanlar da Usulül-F ıkh meselelerihakkında konuşuyorlard ı, delil getiriyor ve itiraz ediyorlard ı. Şeriat ın delillerini,onların taaruz ve tercih keyfiyetlerini bilmeleri hususunda ba şvuracaklarıkülli bir kanunlar ı yoktu. İmam ı Şâfii Usulül-F ıkh ilmini çıkarmışve şeriat ın delillerini!' s ıras ını bilecekleri bir külli kanun vazetmi ştir"" 5 .Imam Şafiin " İslâm Hukuk Felsefesi" dedi ğimiz "Usulül-F ıkh ilm"ininvân ı olduğu için bu husustaki "Risale" adl ı eserini tahlil etmek sonrakieserlere ışık tutmas ı bakımından faydand ır.Risaleyi biz on dört bölümde incelemek istiyoruz. Bu hususta biz, kitabıniçindeki ba şlıklara dikkat etme ğe çalıştık, ama onlara uymad ık.I— Birinci bölüm "hutbe" ba şlığı yani giri şi ihtiva etmektedir. Bu bölümüüçe ayırmak mümkündür.a) islâmın do ğu şunda insanlar ın akide bakımından iki kıs ım oldukları,putperestlerle, dinlerini tahrif eden yahudi ve h ıristiyanlar hakk ında birkaçâyetin kısaca aç ıklanmasıdır.b) Yüce Allah' ın Hz. Muhammed'e peygamberlik verip vahyederek onlarıbulunduklar ı durumdan kurtarm ış olmas ıdır.c) Hz. Peygambere önünden ve ard ından hiç bir yönden çürütülemeyenKur'an Kerim'in verilmesi ve bunun insanlar ın hayrına ve iyiliğine bir kitapolduğunun aç ıklanmas ıdır.II— Be ş kırma ayr ılmış olan bu bölüm (beyan) aç ıklama hakk ındadır.Ancak burada Mustafa Abdurrâz ık'm mant ıki tarifleri ilk defa verenin İmamıŞâfii olduğu sözünü destekleyecek 156 , Mantıktaki tariflerden had, resim gibi155 Mustafa Abdurraz ık, Aynı eser, 233; Ahmed Emin, Ayn ı eser, 228.156 Mustafa Abdurraz ık, Temhid Tarih el-Felsefe el-Islamiye 245; 13u zat ın Mıs ır'da bir çal ışmacereyan meydana getirmi ş olduğu söylenirse de bu, yandmasma mâni de ğildir. Bizim metodumuz kimolursa olsun, herhangi bir kimse veya eser hakk ında bir fikir beyan edecek olursak, o fikri isnad etti ğimüellifin eserlerinde bulmad ıkça ona tam kanaat getiremiyoruz. Bu bizi o fikri terke veya tenkide götürüyor.E ğer o fikri zikretme zorunda kahrsak, söyleyene isnad etme adetimizdir.77


tariflere rastlamad ığımız ı belirtmemiz gerekmektedir. İmam' ın zamanındabugün bildiğimiz mantıkın teknik tarifleri şuyu bulmamış olduğundan veilk zamanlarda muhaddis ve fakihler felsefe ile mant ık'a kar şı cephe almışolduklarından, onlarda böyle teknik tarifleri de aramak yerinde de ğildir.Yukarda ald ığımız Fahreddin Râzrnin şafii hakkındaki ifadesinde sâlim fıtratadayanan istidlâllerin nadiren başarıya ulaştıkları sözü de tam isabetli de ğildir.Zira İmam' Şafiin salim fıtrat mant ığına göre hareket etti ğini, bugün elimizdekieserinden kolayca anlamak mümkündür ve istidlalleri de ba şarıya ula ş -mış ve büyük başarı sağlamışt ır.İmamı Şafiin verdiği tarifler, misallerle anlatma ve bölerek yap ılan tariflerdir.Do ğrusu bunlar da mant ık tariflerinden say ılmışsa da fıtrat mant ığınagöre yap ılmış olup teknik mant ığa göre de ğil, manalar ı, fonksiyon ve neticebakımından tarif ediyor. Fakat dil bak ımından tefsir diyece ğimiz tariflereçok raslan ır. Mesela, nesh'e terk etme, şatr'e cihet demek gibi.Yukarda Kur'an ve Hadis'e dayal ı Usulün bir temel kaidesini zikretmi ş-tik. İmam ı Şafii Risalesinde bu kaideyi her zaman uygular. Önce a) Kur'an' ınkoyduğu ve aç ıkladığı hükümleri zikreder, b) Kur'an' ın koydu ğu ve sünnetinaç ıkladığı hükümleri beyan eder, c) Kur'an' ın koyduğu ve ictihad ile bu hükümlerinaç ıklandığını ve bu arada Kur'an'a dayanarak ictihadm me şruluğunu vebir delil olduğunu anlatır. İctihad ın yalnız din hükümlerinde olmay ıp dünyai şlerinde de gerekli oldu ğu ve özellikle dünya i şlerinde ispat edildikten sonradin i şlerine geçti ği ve bunun akl ı kullanmak oldu ğu yaptığı istidlallerdenanla şılmaktadır.Yukarda ictihad bahsinde "kıyas" ın ictihad oldu ğunu görmü ştük. İşteKur'an' ın açıklamas ında kıyas da aç ıklayıcı ilkelerden biridir ve k ıyas ı ikikısma ay ırmaktadır. Burada k ıyas Kur'an' ı iki şekilde aç ıklar. Kur'an' ın yazetti ği hükmün bir manaya (sonraları buna vas ıf ve illet denecek) göre olmas ı-dır. K ıyasla bu mananın bulunaca ğı nesneye hüküm geçi şli kılınır. Diğeri deKur'an' ın vazetti ği hükmün bir benzeri olur ve böylece benzerine hükümgeçi şli kılınırBurada bu münasebetle ictihad bahsinde zikretmedi ğimiz önemli birnoktayı aç ıklamak yerindedir. İmamı şafiin bu anlatt ığımız fikir ve hareketindende aç ıkça ortaya ç ıkıyor ki, ictihadm iki rolü vard ır. Biri Kur'an ve hadis'iaç ıklama, di ğeri de Kur'an ve Hadis'te hakk ında hüküm bulunmayanmeselenin hükmünü bulma. İctihad birinci durumda aç ıklama ilkesi, ikincidurumda hüküm kayna ğıd ır.III— Bu bölümde umum ve husustan bahsedilir. Kur'an'da gelen umum a)ya umum üzere MU kal ır, b) ya gene Kur'an sünnet taraf ından tahsis edilir vebazan tahsis eden ak ıl olur, yani ak ılları kemale ermi ş olanların ermeyenlerden78


ayrılması suretiyle olur. e) Kur'an' ın zahir manas ı umum olur, fakat hâdise,hususi manasmın kasdedildi ğini gösterir. Bu hâdiseyi etrafh bilme ğe bağhdır.d) Kur'an' ın hükmünün mevcud olanlara tatbiki halinde Kur'an'dakiumumiliğin kasdedilmediği ve böylece husus' bir gurubun murad edildi ği anlaşılır. e) S ırf sünnetin Kur'an' ın umumiliğini tahsis etti ği birçok misallerleanlatılır. Bunun böyle olmas ının sebebini Hz. Peygambere itaat ın Yüce Allah'aitiaatla beraber farz oldu ğu Kur'an'a dayamlarak anlat ılır. Sünnetin üçtürlü rolü oldu ğu, a) Kur'an' ı aynen destekledi ği, b) Kur'an' ı aç ıklad ığı, c)müstakillen hüküm yaz etti ği belirtilir.IV- Nâsih ve Mensuh meselesinin incelendi ği bu bölümde a) Kur'an' ınneshini anlat ırken Kur'an'dan çok güzel istidlallerde bulunuyor ve teferruatainerek aç ıklıyor. Burada hay ızlı kadının namaz kılmasını ve temizlendi ğizamanda namazlar ı kaza etmemesini Kur'andan ictil ıadla ispat ediyor. Şöyleki"Allah namaz k ılana temizliği (abdest ve güslu) farz k ılmıştır. Hayızlıkadın temiz de ğildir, bunun için temizlenmedikçe kocalanyla temasta bulunmalarını menetmi ştir. Bundan anla şılıyor ki, onların temizlenme imkanlar ıancak hay ızdan kurtulduklar ı zaman olur. Ve bunda da bir kabahatlar ı yoktur,zira bu kendi iradelerinin d ışında tabii bir özürdür. Öyle ise namaz, gusledip abdest alarak temizlenen kimseye farz oldu ğuna göre, harzh kad ın gusledip abdest alsa bile temizlenemiyece ğine göre onlara namaz k ılmak farzdeğildir."b) İmamı şafii hakkında, Âmidi'nin el-Ihkam'da verdi ği bilgiye göre° 57ğine kesin fikir sahibidir.kendisi sünnetin miitevatir de olsa Kur'am neshetmediOysa İmam Şâfirnin Risalesinde sünnetin Kur'an' ı neshetmesini iki şekildeanlattığını görüyoruz. Biri do ğrudan sünnetin Kur'an' ı neshetti ği meselesi ki,Maiz'in recmi meselesinin "hür dul zânilere tatbik edilmesinin, Kur'an'dakideğnek (celde) cezas ını neshetti ğini hiç bir itiraz ve yoruma tâbi tutmadananlatmaktad ır. Bu, onun sünnetin Kur'an' ı neshettiğini benimsediğini gösteriyorsada (s. 221) sünnetin nesih anlam ında Kur'an'a muhalif olam ıyacağımifade ediyor ve Kur'an' ın da sünneti neshetmiyece ğine inanıyor (s. 222).Recm meselesinde sünnetin Kur'an' ı neshetti ğini muhtelif sayfalarda beyanetmesine rağmen (s. 224) bunun nesih olmay ıp tahsis olduğunu ileri sürüyor.Bundan anlaşılıyor ki İmamı Safii bu noktada epeyce s ıkışıyor, sünnet lı k-kında koyduğu kaidelerde tahalluf vard ır" 8.Diğeri de âyetin iki manaya delâletihalinde birinin mensuh olduğuna karar vermek için ya Kur'an'a gidilir, bulunmazsasünnete gidilir, sünnette olan ın Kur'an'da demek oldu ğu anlat ılır. Bundanda sünnetinKur'an' ı neshini anhyoruz.En az ından bunların muvacehesindeİmamı sünnetin Kur'an' ı neshetmeyece ğine dair kesin bir fikir sahibi157 Araidi, el-Rakam 2/185.158 Şafii, Risale, 132, 248, 250, 1940, Ahmet Şakir tetkiki.79


olmadığı anla şılıyor. Amidi'ye büyük bir Usulcü olmas ı dolayısiyle hürmetimizvard ır, kendisi de Sâfil olmas ı hasebiyle İmam ının fikrini her halde daha iyibilmesi gerekti ği kanaatımıza ra ğmen bu noktada daha ayr ınt ılı bilgi vererekmeseleyi vazetti ğimiz şekilde münaka şa ettikten sonra karar ını bildirmesiniistemek hakk ımızdır. Bu da gösteriyor ki, kim olursa olsun yap ılan nakil veisnatlarda daima ikinci elden de ğil, as ıl ana kaynaklara müracaat etme zorunluğuvardır. Usul kitaplarında geçen Sâfilye göre sünnetin Kur'an' ı neshetmemesifikri böylece en az ından şüpheye dü şüyor ve yeniden derin birtetkike ihtiyaç gösteriyor.e) Sünnet sünneti nesheder. Peygamberin nehyetti ği şey de haram olur.Haram olmadığım gösteren bir delil varsa, haram olmaz.V— Kur'an- ı Kerim'de Yüce Allah' ın bildirmi ş olduğu hükümlerin tahliliniVI—Burada Hadiste vazedilen hükümlerden bahseder. Sonraki bölümlerinbir tatbiki sayılabilir. Kitab ın büyük bir k ısmını te şkil eden bu bölümde zekât,hac, aile hukukundaki mahremler, yiyeceklerden haram olan, iddet gibi hükümlerinKur'an, Sünnet ve İctihadla nas ıl vazedilip aç ıklandıkları, aralarındakiumum ve husus manalarının izahı yap ılır.VII— Bu bölümde hadis bütün yönleri ile incelenmektedir. Kur'an'auygun olan ve Kur'an'dan fazla bir hüküm getiren, birbirini nesheden hadislerele alınmaktadır. Kitab ın büyük bir k ısmı bu konuya hasredilmi ştir.VIII— Bu bölüm "ilim" adı altında i şlenmekte olup dinde herkesin bilmesigerekli olan ana prensiplerden, farzlardan ve nehiylerden bahseder.Farz ı kifaye ve farz ı ayin güzelce anlat ılır.IX— Bu bölüm tek ki şinin (haberi Vâhid) haberinin dinde delil olup olmaması ve hangi şartlarla delil olabilece ğini inceler ve Hz. Peygamberin hayatındakitatbikattan uzun uzad ıya misâller verir.X— İcma tetkik edilir. İcmanın, insanların bedenen bir araya gelmeleriolmayıp fikren bir araya gelmeleri oldu ğunu aç ıklar ve onun delil oldu ğunuileri sürer. Buna dair ifadesi "müslüman cemaati" tâbiridir.XI— K ıyas' ın ictihad olduğu, Kur'an'da bulunan hükmün herkesce bilindiğiancak kıyasın, mutehass ıslarca bilinmesi hususunun yukarda geçti ği gibi,iki çe şit olduğu anlat ılır.XII— Bu bölümde ictihadın cevaz ı hakkında âyet ve hadislerden delilgetirilir ve ictihadın nas ıl yap ılaca ğı gösterilir.XIII— İstihsan bölümünde istihsan ın caiz olmad ığına ve bunun delilsizsöz söylemek oldu ğuna hükmeder. K ıyas ve ictihat ise bir delile göre hüküm80


eyan etmek oldu ğuna göre delilsiz olan istihsamn caiz olmas ı asla me şruolamaz. Bu, uzun boylu anlat ılır.XIV— Bu bölümde ihtilafın sebeblerinden ve hangi hususta ihtilafedilip veya edilemiyece ği misalleri ile anlat ılır.XV— Sonuncu bölüm sahabenin sözleri konusudur. Burada sahabeninsözlerinin Kur'an, sünnet, icma'a uygun ve k ıyas'a yak ın olursa*; bunlardanbirinde bulamazsa, sahabeden birinin sözünü benimseyece ğini** anlatır. Amidide, İhkam'da Şafiin sahabe hakk ında iki sözü oldu ğu, birine göre, sözlerinindelil olmadığı ki bunu Risalede bula ınadık, diğeri de sahabenin sözünün delilsayılacağıdır 159 .İmamı Şafiin ilk Usulcü olmas ı hasebiyle eserini tahlile çal ışt ık. Şafiisonralar ı mant ıki tarifleri yap ılan birçok teknik kelime kullanm ışsa da bunlarateknik tarif vermemi ştir. Elbetteki ilk olan eseri sonralar ı tekâmül etmi ş,terimler, konular hem ço ğalmış ve hem de daha çok teferruata inmi ş olmaklaberaber i şaret etti ğimiz gibi Şafii daima Kur'an ve hadisleri münaka şa etmi şve bunlarda yap ılan ictihad ın yönlerini göstermi ştir. Bunun için Şafii'n "Risale"sine,yukarda ilk "Usul" eserinin "Kur'an- ı Kerim" olduğuna dair sözümüzüsanki ispat için yaz ılmış olarak bakma imkan ı vardır. Kur'an s ırf Usulül-Fıkhkayna ğı olmayıp aynı zamanda kendisin de bir usul kitab ı gibi bir "Usul"kitab ı olarak mütalasnun mümkün oldu ğunu İmamı Şafiin "Risale"sinin eniyi şekilde ortaya koyaca ğına inan ıyoruz.Risalenin baskıları şunlardır.1312 Matbaa İlmiyye, Mısır.1315 Matbaa Şerefiyye, M ısır.1321 Matbaa Bulak (Kitab el-Umm ile beraber).1358 (1940 M.) Mısır Ahmet Şakir Tetkiki.2— jğ 1el-Usul, Ebul Hasan Ubeydullah b.Hasan el-Kerhi (260-340 = 873-951)Irakta Hanefilerin reisi say ılır ve kendisi müctehittir. Sekiz sayfa tutan burisalesi, Ebiı Zeyd Debbusrnin M ısır'da tarihsiz bas ılmış olan "Tesis el-Nazar"adlı eserinin sonunda bulunmaktad ır. "As ıl" adı altında otuz dokuz kaidedenibaret olup Eki Hafs Ömer Nesefi de bu kaidelerin şerhini yaparcas ına tatbikimisâllerini vermiştir.Bu eserin önemi: İmamı Şafiiden sonra bu zata kadar her hangi bir kimseninUsul'e dair eser yazd ığından haberdar de ğiliz. Her ne kadar Şafiin Risalesinibundan önceki tarihlerde şerh edenlerin bulundu ğu fakat onlar ın bize* Risale, 597** Risale, 598159 Amicli, Ihkamul-Ahkâm, 3 /133.81


intikal etmediği zikrediliyorsa da "° onlar da müstakil müellif say ılmazlar.Imamı Şâfiiderı bir buçuk as ır sonra ancak Ebul-Hasan Kerhi'de yeniden birUsul eserine rasl ıyoruz.3— LçjlJy 1 c Ji,,,,')/1el-Usul, Ebu Bekir Ahmed b.Ali Razi el-Cessas (305-370 = 917-980)Ebul Hasan Kerhi'nin talebesi olup ondan sonra Ba ğdat'ta hanefilerin reisiolmuş müctehitlerden say ılır. Istanbul'da 1335 H. de bas ılmış Ahkâm ul-Kur'an adli eseri üç cilttir. Ba şka eserleri de vard ır. Usule dair olan eseriniMısır'da Darul-Kütub M ısrıyede gördüm. Ancak orada bulunan üç nüsha daeksiktir.26 numarada kay ıdlı olan bu eser 165 varak olup 749 da Şam'da yaz ılmışve 390 da yaz ılmış bir nüsha ile mukabelesi yap ılmıştır. Fakat bunun ba ş-tan çok eksik oldu ğu anla şılıyor. Zira mevcut olan k ısmı!' ba şı :C:.)T,*J1olup gene ba şı eksik olan 229 numaradaki nüshan ın mevcut olan kısmın 211—bsayfas ına tekabül etmektedir.191 numaradaki nüsha hem ba ştan ve hem sondan eksiktir. 229 numaradakinüshanın 3—b sayfas ından başlar ve aynı nüshanın 160 varakında biter.229 numaralı nüshaya gelince bu 748 H. de Mescidi Aksa'da yaz ılmış olupbaşı eksik oldu ğu halde 329 varakt ır. Bu nüshan ın hepsi de büyük hacimdedir.229 un mevcut olan k ısmının ba şı :(5‘:1; Jt.a.; L,1_3 -01LçjLe4,3 jPıp ı Jj„..1,>- ı ı :ubBize kadar ula şan Usul ül-Fıkh eserleri içinde en hac ımh olan ilk eserinbu olduğu anla şılıyor. Mikrofilimlerini şimdiye kadar elde edemedi ğim içinmuhtevas ı hakkında bir fikir verme imkân ından mahrumuz. Ama hanefilerinilk "Usul" eseri olmas ı hasebiyle üzerinde durulmas ı gerekti ğine inanıyorum.Yukarda anlatt ığımız gibi herhalde bu, hanefilerin metoduna göre yaz ılmıştır.Zaten elimizde bulunan Ahkâm ul-Kur'an da buna delil olabilir.160 Ahmed Muhammed Şakir, Şafiin Risalesinin Onsözü, s. 15.82


c 4;z.4- 11 CjA Z•-l;14Mukaddime fi Nüket min Usulil-F ıkh, Ebu Bekir Muhammed b.Hasanb.Furek (406 = 1015). K ıfri, İnbah ul-Ruvat (2 /110) ve İbn İmad, Şezerat'ta(3 /181) "Hasan" ın oğlu dediği halde, Beyrutta 1324 deki eserin bask ısında"Hüseyin o ğlu" geçmektedir. Eser cep ebad ında 14 sayfa tutmaktad ır. Mutekellimlerinmetodunda yaz ılmış, ancak bunda terimle şmi ş kelimelere ve mantıkibölümlere, tariflere ve tasnife, küçük hacmine ra ğmen Şafii'de olmayanbaz ı delillere mesela " İstishab"a raslamaktay ız.ubu,,,_ 42;211 t;_,S LubBu eser, 1324 H. de Beyrutta "Mecmuur-Resail fi Usulil-Fikh ad ı altındabas ıldı .(3" OU; OtP.11,3 U.5— 1,3";,..1 *,P ',1el- Şeriyyat, Ebul-Hasan Abdulcebbar b.Ahmed el-Esterabach. (415 =1024). Nas ıl Zahirilerin İbn Hazmi, Sunnilerin Gazalisi varsa, Mutezilenin deAbdulcebbarı vardır. İtikadda Mutezili olan Abdulcebbar amelde Şafii idi.Ehli Sünneti tesir alt ında b ırakan Kelam ilmine dair külliyat denen "Mugn ı"siolduğu gibi Usulül-F ıkh'a dair de "el-Nihaye fi Usulil-F ıkh" 161 ve "el-Umed"" 2ır. Ancak bu eserlerin bize kadar intikal etti ğini tesbit etmeadli eserleri vardimkanını bulamadık. Şuras ım söylemek lazımsa burada ad ını zikretti ğimiz"el-Şeriyyat" ın. "Muğni." külliyat ından bir cilt olup ötekilerin hülasas ı olduğunuanhyoruz. Zira Usul eserlerine at ıf yap ıyor. Bunun için bu eseri Usul eserleriarasında zikrediyoruz. Ancak dört yüz sayfa civar ında olan bu eser, tam kelamcılarmmetoduna göre kaleme al ınmışt ır. Bu hususta ilk ve hacimli eserolma özelliğini ta şımaktadır. Her halde müellifin el- Şeriyyat ad ını vermesininnedeni külliyatının içine amel ile ilgili olan Usul'ü idhal etmek istemesidir.Fakat. Kelâma uygun bir metodla i şlemesini de kasdetmi ş olmas ı bu husustarol oynar. Böylece üç usul eseri ortaya ç ıkmış oluyor.161 Abdulcebbar, el- Şeriyyat, 102, M ıs ır 1963; A. b.Yahya Murteda, Tabakatul-Mutezile, 113,Beyrut 1961.162 Müellifin kendisi, el- Şeriyyat, 113 de " " şeklinde zikretnıiş olduğu gibi, İbn Murtada,Tabakat 113 de ayn ıs ını zikretmi ş, fakat Karafi, Nefais 2—b de el-Umde, demi ştir. Biz de el-Umde'nin çoğulu kabul etti ğimiz "" el-Umed olarak okuduk. Ne var ki İbn Haldun, Mukaddime248 ve ona uyan M. Abdurraz ık 249, el-Ahd demesi tashif de ğilse yanlış olduğunda şüphe yoktur. M.Hamdullah el-Mutemedin ne şrinde sayfa 7 de yazmaları yanlış okuyarak olmalı ki, "el-Ahd" olaraktesbit etmi ş, ama geri kalan bütün sayfalarda "el-Umed" olarak bizce do ğru okumuştur.83


Karafi, Nefais'de (2—b) (Topkap ı, 1353), Fahraddin Râzinin, el-Mahsuladlı eserinin çok faydal ı olmas ının sebebinin, onu ehli sünnetin ve Mutezileninen iyi ve faziletli kitaplar ından telif etmesi oldu ğunu söyler. Bunlar ın dasünnilerin el-Burhan' ı ve el-Mustasfa's ı ile mutezilenin el-Mutemed ve Şerh ulUmde'si olduklar ını ve bu dört eserin as ıl olduğunu İbn Haldun da onauyarak aynen zikreder.el-Nihaye ve el-Umed' ın elimizde olmamas ından dolay ı onların hülasas ısaydığımız el- Şeriyyatın hiç olmazsa ba şlıklarını zikretmemiz faydal ı olacaktır. Zira matbuunda da fihrist olmamas ı, bu işi daha zorunlu kılmaktadır.Ancak kitab ın başında ve sonunda bir iki şer sayfada bo şluklar vard ır. Bunlaryazmada eksikmi şS: 12-24 Umum umum üzere, husus husus üzre kal ır.S: 25-38 Umum ve hususun çe şitleri ve birbiri yerine kullan ılması .S: 39-58 Allah' ın kitab ının çe şitleri ve aç ıklanmas ı ayrı ayrı fas ıllarhalinde.S: 59-64 Hitab edilenlerin kimler olduğu ve muhatablar ın durumlarınagöre ayr ılmaları .S: 65-70 Hitaptan kasdedilen manan ın, hitap vaktinden fiil vaktinekadar tehirinin caiz olmamas ı .S: 71-80 Allah' ın hitab ının tahsisinin ve istisnas ının işitme an ındansonraya tehirinin caiz olup olmamas ı .S: 81-86 Allah' ın hitab ı geldiği zaman onun tesbiti ve dizisi.S: 87-92 Umumun tahsis edildi ği deliller.S: 93-103 Nakli delillerle bilinen hükümler.S: 104-106 Şefi fiillerin farz oldu ğunu bildiren delillerin çe şitleri.S: 107-115 Emirler ve 116-129 Emirlerin hükümleri.S: 130-137 Yasaklanm ış Şefi işler ve çirkinlikleri ve yasa ğın hükümleriS: 138-143 Haram ve helal ın fiile veya zata taalluku.S: 144-152 Mubah ın naklen bilindi ği e şyada as ıl olanın haram veyamubah olduğu ve bununla ilgili, sebeb, şart, illet.S: 153-223 İcma, delil olu şu, çe şitleri, tarifleri.S: 224-235 İcmaın kıyas, istidlâl, haberi vahide dayanmas ı veya delilsizoluşu.S: 236-245 Ummetin ihtilafımn yayg ın olup olmamas ı ve icmaın sabitolduğu yollar.84


S: 246-275 Hz. Peygamberin filleri ve çe şitleri, sözleri, ikrarlan ayr ı ayrıfas ıllarla.S: 276-348 K ıyas ın şekli, ictihad, mezhepler aras ındaki ortak şartlar,Kıyas ve ictihadla ibadet edilip edilmeyece ği, Kıyas ın yeri, K ıyasın dayana ğı(ash), kıyas ın illeti ve illet yollar ı, çe şitleri.6—S: 249-354 İlletlerin tercih meseleleri.S: 255-379 İctihad, her ictihad ın isabet edip etmediği.S: 380-386 Haberi vahid ve onunla ibadetin cevaz ı meselesi.el- Şeriyyat, Mısır'da 1963 de tetkikli şekilde bas ılmıştır.Takvim el-Edille, Ebu Zeyd Ubeydullah b.Ömer el-Debbusi (430 =1038).Buhara ve Semerkant aras ında Debbusiye denen yerde do ğmu ş olan EbüZeyd hanefi kad ılığı yapmış; delil getirmekte ve tetkik etmede örnek gösterilirdi.Baz ı kaynaklar ismini Ubeydullah " 3 ve baz ıları Abdullah olarak vermektedir164 . Müelliflerin yalnız Usule dair eserlerini al ıyoruz. Bu eser çe şitlikütüphanelerde de ğişik isimle zikredilir. Eserin ba şı :Lul! j Jj,,As.); (.11; sii• (:)..rn L",::*.9J 1Hanefilerin tarih yönünden ikinci say ılan bu eserleri bas ılmamış tır, a şağıdakikütüphanelerde yazmalar ım tesbit ettik.Laleli, No: 690 4;1/1 (4.01Yeni Cami, No: 310, (;17Atıf Efendi, No: 660,238 varak, yanl ış]. 966 H.Köprülü II, 71, 166 varak, orta boy, yaz ıhşı 723 H. (Zor okunuyor)Carullah Veliyuddin, No: 447.163 Yakiit Hamevi, Mucemul-Buldan 2 /437, Tesis el-Nazar adl ı eserinde ad ı "Ubeydullah" geçer;Kâtip Çelebi, Ke şfuzzunun 1 /467.164 Laleli nüshasmda, M. Iludarmuı Tarih el-Te şri 298, İbn İmad Şezerat 3 /246 da "Abdullah"olarak geçer.85


7-el-Mutemed, Ebul-Huseyin Muhammed b.Ali b.Tayyib el-Basri (436 =1044).Kâdı Abdulcebbar ın talebesi olan Ebul Huseyin de hocas ı gibi Mutezileninreisi idi. Ancak verdi ği eserlerden daha çok İslâm Hukuk Felsefesi ile me ş-gul olduğu anla şılıyor. Karafinin, Nefais'de bildirdi ğine göre, bu el-Mutemedeserinden ba şka el-Umde şerhi, el-K ıyas el-Kebir ve el-K ıyas el-Sa ğiri 65 adlıUsul eserleri de vard ır. Baz ı yerde müellifin künyesi yanl ış olarak "EbulHasan" diye geçmektedir. Eserin ba şı :Sonu ;;.11Laleli nüshas ında matbuda 60 sayfal ık ziyade var, onun sonu S: 1050, 240-aJP 45.J...LJ- I j 1 .),- 1 j5":5 9,..,7,11 44> vA 435: 1Usulcülerin Hanefi ve Şâfii veya Fukaha ve Mütekellimin diye iki metodagöre eser verdiklerini anlatm ıştık. Mütekellimin metodunda ilk defa eserverenin Kâd ı Abdulcebbar oldu ğunu Ebul Huseyin Basrrnin "el-Mutemed"kitab ının ön sözünde Abdülcebbar ın "el-Umed" eserini tarif etmesinden anlıyoruz.Zira "el-Umed" bize kadar intikal etmedi ği için onu göremedik veo zamana kadar da öyle bir esere raslamad ık.Kadı Abdulcebbarın talebesi olan ve kitab ı "el-Umed"i şerh eden Ebul-Huseyin "el-Mutemed"in önsözünde şöyle der:"Sonra Usulül-F ıkıhta" Kitab el-Umedi (Hamidullah "al-and" olarakyanlış okumu ştur) şerhettikten sonra, bu kitab ı beni yazmaya sürükleyen şey," şerh"te kitab ın bablar ımn tertibinde, bir meselenin tekrar ında Usulül-F ıkhayara şmıyan ince kelâmi meselelerde, ilimlerin k ısımlarında, zaruri olan veistidlâli olan, istidlâlin (nazar) ilmi gerektirip gerektirmemesinde vesaire,kitab ın yolunu tuttum, kitab da uzad ıkça uzadı. Bunun üzerine bablar ı tekraretmeyen tertibli ve Usulül-F ıkh'a yara şmıyan Kelâmi meseleleri atarak, bukitab ı yazmak istedim. O meseleler ba şka bir ilme ait oldu ğu için bu ilimleuzaktan alakas ı varsa, buna kar ıştırılmas ı do ğru de ğildir. Usulül-Fıkh okuyanKelâm biliyorsa, onlar ı tekrar etmesi ona b ıkkınlık verir, bilmiyorsa, onaanlatmak zor olur. Her ne kadar şerhedilmiş olsa da, bütün himmetini vezaman ını onları ö ğrenmeye verir ve bu ilimden gayesine eri şemez. Bunun içinbu babları Usul ül-Fıkıhtan hazfetmek gerekti".165 Karafi, Nefais, 2-b, Topkap ı 1353. el-Mutemed'in Veliyyuddin'de "Umdenin" şerhi oldu ğusöylenir (Kesfuzzunun 2 /1732).86


"Usul ül-Fıkh" terimine ve onun tafsilâth tarifine ilk defa "el-Mutemed"de raslıyoruz. Müellif eserinin hangi konular ı içine alaca ğını da beyan eder vegenel ba şlıklar olarak şunları zikreder:Hakikat, mecaz, edatlar, emir, nehiy, umum, husus, mucmel, mubeyyen,fiiller, nâsih, mensuh, icma, ahbar, k ıyas, haram, mubah, hüküm yollar ı,istidlâl keyfiyeti, müftü, müstefinin s ıfatı, müctehidlerin isabeti."el-Mutemed" iki cilt halinde 1964 de Şam'da bas ıldı. Istanbul'dakiyaz ınaları .Topkap ı, No: 1318, birinci cilt, 223 varakLaleli, No: 788, İkinci cilt,Veliyuddin, No: 952 (Nizami'mn Umdesi)8- c (.5 .t.


ibtali, taklidin ibtali, k ıyasın ibtali, kıyasc ıların ileri sürdükleri illetlerin ibtali,ictihad ve tarifi, kimin ictihad yapmaktan mazur say ılaca ğı ve kimin sayılmayacağı .Görüldüğü gibi art ık Usulül-Fıkh tekâmül etmi ş ve bütün konular ıiçine almıştır. Eserin ba şı :-bk.> (.411(s); Z.,:1—;`51 1Sonu: jp j1A3 L111 I 14 j1 r51ğ ,,,A Jic.J.jk.:. Ut.l:,1 LA5T (:...11% w ıy? Li L.31(Eseri müellif sekiz cüze bölmü ş ama sekiz cüz olarak iki cilt halindebas ılmıştır. Mıs ır, 1345 H.9— a) c (.54"el-Luma', Ebu İshak İbrahim b.Ali b.Yusuf el-Firuzâbâdi (476 = 1083).Sirazi ad ı ile ün yapan Ebu İshak 83 ya şına kadar ya şamış büyük bir SâfiiUsulcüsü olup ayr ıca el-Tabsira ad ında usule dair bir eseri daha vard ır. Basıldıklarınamuttali olamad ık, ama yazmalar ını İstanbul Kütüphanelerindetesbit etmi ş bulunuyoruz. Her ikisi de orta hacimde olan eserlerdir.Atıf Efendi, No: 657, (95-140 Varak)Şehit Ali Pa şa, No: 666b) et-Tabs ıra f. Usulil-F ıkh, At ıf Efendi, No: 657, (1-94 Varak)4;11.- 7 L .14.4 J.P &Tl ylv, ,LP- 42;:11c) el-Muhtasar fi Usulil-Mezhebe ş - Şafii JimplTopkap ı, No: 1218, 225 varak, 18 sat ır.ıo- a) I Cr 1 ..1■ •c 41;111 J,4 ı cj JlmJJlel-Burhan fi Usulil-F ıkh, Abdul Melik b.Ebi Muhammed b.Yusuf el-Cuveyni(419-478 = 1028-1085) Yukarda zikredildi ği gibi Usulil-Fıkhın dörtana kaynağından biridir. Bas ılmış değildir.88Topkap ı, 1322, 282 varak, 25 sat ırdır.I j


) el - Verekat,İmam Haremeyn yani Cuveynrnin el-Verekat ad ı ile bir eseri daha vardır.Çok küçük olan bu eserin, gerçekten Usulün ilim haline geldi ği, kullandığıterimlerden ve onlar ın tarifinden anla şılmaktadır. Ne var ki gayet kolaycaanla şılan bu eser üzerine de şerh ve şerhin üzerine de ayr ıca şerh yap ılmıştır; veböylece bundan sonra art ık ilim şerhler içinde kaybolma ğa yüz tutacakt ır.Şüphesiz şerheden şârihkr içinde ictihat derecesinde büyük usulcülerinyetiştiğine inanıyoruz. Ancak şerh yazacaklar ına müstakillen eser yazm ışolsalar, şerhte söylediklerini kendi eserlerinde söyleme fırsat ını daha çok bulmuşolacaklar ında şüphe yoktur. Bize göre şerh yapman ın iki önemli mahzuruvardır. Biri, şârihin zihniyeti eserini şerh etti ği müellifin zihniyeti ileşartlanmas ı ve tandid edilmesidir. İkincisi, lüzumsuz ifade ve aç ıklamalaramecburiyetin has ıl olmas ıdır. Kitab ın aslı ceb kitab ı boyunda 28-38 sayfaolan esere ciltler dolusu şerh üzerine şerh yazmak niye.• • •(:):?.,;,. J j,41 j. Jimai ciP 0.1>sonu• 4-5.f."1a 9.o J :st l )Metin 1324 Hicride Şam'da, Mecmu Mutun Usuliyye ad ı altında bas ılmıştır.Yazmas ı, Laleli, No: 3687 (mecmua içinde). Eser bas ılmış olduğu içinyazmalarını tesbite vakit harcamad ım. Şerhlerine gelince bunlarda İbn Kasımınkibas ılmış bulundu ğundan ve eser de küçük oldu ğundan birkaç tanesinintesbitini kâfi gördük. Verekat' ın Şerhleri:1— Tacuddin Abdurrahman b. İbrahim (690 = 1291) ' 66 Ba şı :Ayasofya, No: 4786Esad Efendi, No: 507 (mukerrer)2—Celaleddin Muhammed b.Ahmed el-Mahalli (864 = 1459). Bas ılmışolan İbn Kasımın şerhinde mundemiçtir.3—Kemaleddin Muhammed b. Muhammed (874 = 1469). Ba şı :Atıf Efendi, No: 724Topkap ı, No: 536Süleymaniye (Dar Mesnevi), No: 96166 ölüm tarihleri ve bas taraflar ı Kesfezzunundan alındı 2 /2006.89


4— Ahmed b.Kas ım el-Abbadi (992-1584). Bunun büyük küçük iki şerhiolup bas ılmış olan ında "Verekat' ın ve Mahallrnin yazd ığı şerh üzerine yazd ı-ğım şerhten hulasa ettim" demekte oldu ğundan küçük şerhinin bas ılmış ol- ,ğu anla şıhyor.dua) 1306 H. Mısır'da, Karafrnin şerh Tenkih' ın kenar ında bas ılmıştır.b) 1347 H. Mısır'da bas ılan Şevkâni'nin " İrşad ul-Fuhul" kenar ında tekrarbas ılmıştır.5— Ali b. Şeyh Nas ır el-Mekki (915 = 1509).Ayasofya, No: 997.6— Nihayetul Memul fi Şerhil-verekat jLaleli, No: 77511— J.,...011el-Usul, Ali b.Muhammed el-Pezdevi (482 = 1089).Pezdevi, Ebu Bekir Cessastan sonra en büyük hanefi usulcülerinden say ı-hr. Usul'e dair eseri fukaha metodu üzerinde yaz ılmış, ancak Cessas ınkinigörmediğimiz için bu eser gerçekten Usul'ün bir ilim clarak te şekkül etti ğinive terimlerinin yerle ştiğini gösteriyor. Esere çok şerhler yaz ılmıştır. Ba şı :ISonu: 43 L)„2,:-.), (..j t.ı Ö j io; j_91a4 cJ,lâ ‘"U^ -3 • • •; 4;4:11308 H. de Istanbul'da Ke şf ul-Pezdevi ad ı altında ne şredilen şerhininkenarında "Usul"ün metni bulunmaktad ır. Yazmalar ının bir kısmı da şukütüphanelerdedir:Fatih ( İbrahim Efendi) No: 258.Fatih, No: 1219Şehit Ali Pa şa, No: 597Carullah (Veliyuddin) No. 506 Yaz ılışı 616 H. ; No: 436 Yaz ılışı 787 H.Halet Ef. No: 144.Yusuf Ağa (Muhmud P. Medresesi), No: 175, Yaz ılışı 762 H.; No: 174,Yanlış]. 754 H.90Mahmud Pa şa, No: 146-149 dört nüsha


Ragıp Pa şa, No: 364, 226 Varak, 18 sat ır metin ve az ha şiye; No: 365,190 varak, 17 sat ır, yanlış! 750 ha şiyeli.Atıf Efendi, No: 653, 654 (ha şiyeli)Nuru Osmaniye No: 1292Köprülü, No: 70, 176 varak, ha şiyeli, okundu ğu hocalar (sema ve k ıraet)Turhan Hadice Sultan, No: 82, 83.Pezdevrnin Usulüne yap ılmış şerhler:1- Hamid b.Ali b.Muhammed el-Darir (666 = 1267).Fatih, No: 1319.2- JP c cy.tKafi, Usul Pezdevi Şerhi, Husameddin Huseyin b.Ali Sa ğnaki (710 =-1310)Atıf Efendi, No: 691.Yeni Cami, No: 324Carullah (Veliyuddin Ef.) No: 490, 491. (1-2). Bu eser 704 H. de telifedilmiştir.3- ,:y J11,A7 L.:(0.2TKeşful-Esrar, Abdulaziz b.Ahmed b.Muhammed Buhari (730 = 1329)Sayfa dörtte şöyle der: Amcam ve hocam, Muctehitlerin sonu, Muhammedb.Muhammed b. İlyas Elmaymurgrden, bu kitab ı (Pezdevinin usulunu)Melekiyye Abbasiyye medresesinde Şarahs'da okudum. 0 da Muhammedb. Abdussettar b. Muhammed Kerderrden, kitab ın ba şından "Esbabu ş-şera"'i"a kadar, geri kalamm Hahar zade olarak tan ınan Muhammed b. Muhammedb. Abdul Kerim Kerderrden okudum. O da Burhanuddin Ali b.EbiBekir b.Abdulcelil Ri ştanrden okudu. O da Necmuddin Ebu Hafs Ömer b.AhmedNesefrden, bu da müellifin kendisinden okudu". Ba şı :Sonu: ‘,...51L:‘ ‘:,5tğ -. İ. İ.JI J3J (.1541,Dört büyük cilt halinde Istanbul'da 1308 H. de bas ılan bu eser gerçektençok faydal ı bir külliyat gibidir. Bir iki yazmas ı .Fatih, No: 1325.91


Halet Ef. No: 143.3— j„olel-Tahrir, Usulü Pezdevi Şerhi, Musannifek (775 = 1373). Yazmas ı :Fatih, No: 1324.4— cji c cr:zel-Takrir, Usulü Pezdevi Şerhi, Ekmeluddin Muhammed b.MahmudBabirti (786 = 1384) Yazmas ı .Damad İbrahim Pa şa, No: 459.5— c ()....,Lİ..P JAP 4w}3Tekmile, Usulü Pezdevi Şerhi, Vecihuddin, Ömer. b.Abdulmuhsin, yazması :Carullah (Veliyuddin) No: 492, 493 (1-2); No: 4946— L3lItf11 1 (jI jUı./1 cj ..t1I (.1j; J.AU/1el- şamil Pezdevi şerhi eksik, Emir Katip K ıvamıddın Farabi ItkanîYazmas ı :Carullah (Veliyuddin) No: 489, Be şinci cüz. Yaz ılışı 660 H. Kahire, 188varak. Baz ı yapraklarda yenikler vard ır.No: 500, sekizinci cüz (defter), 287 varak, 25 sat ırbaşı :Z..11sonuNo: 487, dördüncü defter, 213 varak, 25 sat ır, yaz ılışı 754 H.Sonu 44 (j12— (j1 Lly,41Usulüs-Sarahsi, Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed b.Ebi Sahl Sarahsi,(490 = 1096)° 67 .Sarahsi bu eserini Özgend'de 479 da yazm ıştır. Muctehidlerden sayılanEbu Bekir Sarahsrnin "Usul" eseri Fukaha metodunda yaz ılmış en iyi ve ha-167 483 11. de vefat etti ğini kaydedenler de vard ır. Eserin Na şiri Ebul-Vefa Efgani 490 y ılınıtercih etmi ştir.92


cimli kitaplardan biridir. Orijinal olmas ı hasebiyle gerçekten hür dü şünce vemetodla yaz ılmışt ır. Pezdevrnin Usulü buna göre daha çok teknild yani klasikbir eser tarz ında yaz ılmış olduğu halde Sarahsi Usulünü daha serbest bir metodlayazmış ve muhtemel itirazlar yap ıp cevaplar vermi ştir.Eserin önemine binaen muhtevas ı ve plan ı hakkında bir fikir verebilmekiçin genel ba şlıkları zikretmeyi gerekli buluyoruz.Genel ba şlık olarak kitab ı bablara ve bablar ı da fas ıllara ayırmıştır.Ön sözünde kitab ın yaz ılmas ının sebebini anlatırken "Muhammed b.Hasanınkitaplarını şerhedince, onlardan iktibasta bulunacaklara bu kitaplar ınşerhlerinin hangi esaslara göre yap ıldığım anlatmak istedim ki böylece esaslar ıö ğrenmekle fen meselelerde gerçe ği anlamalarına yard ımcı olsun ve fen meselelerianlat ırken vaki olan yanl ışları bulmakta kendilerine bir rehber bulunsun.Zira esaslar say ılacak kadar azd ır, hadiseler ise çoktur" demi ştir. Bundansonra birinci babda -ama müellif bir, iki diye bablar ı ayırmamıştır- emir, onuntarifi, kısımları, kaç türlü manaya geldi ği, zamanla alakas ı ve zaman ın fıkhagöre nevileri, emredilenin hükmünün neyi gerektirdi ği anlatılır. İkinci babdanehiy (yasaklama), tarifi, neyi gerektirdi ği, nevileri ve bu bab ın içinde "esbabuşşerayı" adı altındaki fas ılda hükümlerin sebebleri ve illetleri anlat ıldıktansonra üçüncü babda "hitap s ıgaları" ki bunların içinde umum, husus, mü ş-terek, muevvel, mucmel ve onlar ın lâfızları ve hükümleri de alınır. Dördüncübabda fukahan ın kullanışına göre hitap s ıgalarında geçen zâhir, nass, mufesser,muhkem, mü şkil, hafi, hakikat, mecaz, sarih, kinaye bunlar ın tarifleriçe şitleri ve hükümleri anlat ıhr. Be şinci babda arapçada kullan ılan edatlar ınfakihlere göre manalar ı ele ahnır Altıncı babda nass ile aç ıkça sabit olan hükümler.Yedinci babda şefi delilin kitab, sünnet, icma ve k ıyas olarak ayr ıhpher birinin hükümleri, şart ve rükünleri. Sekizinci bab haberi ahad hakk ındakiihtilaflar ve herbir taraf ın delilleri, şartlar ı, ravilerin durumlar ı ve bununlasabit olan hükümler Dokuzuncu bab nesih, tarifi, çe şitleri, icma ve k ıyaslanesih yap ıhp yap ılmayaca ğı ve fakihlerin ihtilaflar ı, Onuncu bab peygamberinfiillerine aittir. Seri hükmü aç ıklamadaki yolu, ictihad ı, bizden öncekilerinşeriat ı, sahabeyi taklid. Onbirinci bab k ıyas, cevaz ı, şartlar ı, ihtilaflar ı,rükünleri, hükmü, istihsan, istishab, tarifleri, şartlar ı. Onikinci bab tercih,hükümler ve deliller aras ında tearuz ve onlar ın çözümlenmesi. Onüçüncü balohükümlerin kısımları, sebeb, illet, şart ve alametleri ve çe şitleri. Ondördüncühah insan ın lehine ve aleyhine sabit olacak hükümlere ehliyeti, sorumlulukve mükellefiyeti, bunu tam veya eksik olarak kald ıran sebebler, şartlara dair-dir. Ba şı : I Lıı ...ı...4-1Sonu: (.1i 14193


Usul üs-Sarahsi iki cilt halinde 1372 H. de M ısır'da Ebul-Vefa Efganinintetkikiyle bas ılmışt ır. Ancak Efgani Hind'de üç yazmaya dayand ığını bildiriyor.Mısır ve Istanbul'daki yazmalarla mukayeseye muhtaç oldu ğu haldeimkân olmadığım kaydediyor. İstanbul kütüphanelerindeki yazmalardanşunları tesbit edebildik. Ancak Efgani yazmalarda kitab ın ismine "Bulu ğel-Sül fil-Usul" ve musannifin "Siyer Kebir şerhinde" Temhid el-Fusül filUsul" diye zikretti ğini belirttikten sonra insanlar aras ında "Usul üs-Sarahsi"olarak bilindiği için bu ad ı tercih etti ğini söylüyor.Fatih, No: 1235, 1236.Carullah (Veliyuddin) No: 437, 722 H. de yaz ılmıştır.Nuru Osmaniye, No: 1293Şehit Ali Pa şa, No: 598Selim Ağa Üsküdar, No: 247, 193 varak, 29 sat ır.Topkap ı Sarayı, No: 341, 351 varak, 21 sat ır.Damad İbrahim Pa şa, No: 434, 629 (Kürderinin el yaz ısı ile)13— c j1 .;;JI cel-Mustasfa min İlmil-Usul, Ebu Hamid Muhammed b.Muhammed b.Muhammedel-Gazali (450-505 = 1058-1111). Imam]. Gazali'nin, yazd ığı herilimde bir filozof gibi yazd ığında şüphe yoktur. Yaln ız felsefi ilimlerle de ğilfikıh ve onun usulü ile de me şgul olmuş ve Islam Hukuk Felsefesinde ana kaynakte şkil edecek bir eser yazm ıştır.Gazali, "Mustasfa" eserini dört kutba ay ırır ve di ğer bölümlerin bu kutuplaranas ıl girdi ğini mant ıki bir şekilde izah eder. Bu dört kutba ayr ılmasıııdada mantıki bir işlemde bulunur. Şimdiye kadar gördü ğümüz Usul eserlerindeböyle mant ıki bir plana raslamad ık. İlk defa Gazali eserinin plan ınımantıki bir sisteme oturtmu ş oluyor. Birinci kutub, hükümler hakk ında oluphükümle ilgili ne varsa hepsi bunun içindedir, ikinci kutub deliller hakk ındaolup bunlar ın esas ının kitab, sünnet, icma oldu ğu ve bunlarla ilgili bütünkonuların burada ele ahndığı, üçüncü kutub ise delillerden hüküm ç ıkarmakeyfiyetine aittir. Dördüncü kutub hüküm ç ıkaran müctehit ve onun şartlar ıvesairesi incelemnektedir. Ancak Gazali, bu eserin ba şına elli küsür sayfal ıkbir felsefe ve mant ık ilkeleri önsözü koymas ına ra ğmen Abdülcebbarm el-Umed'inin çok felsefi oldu ğunu Ebul Huseyin Basrrnin tenkit etmesinin Gazalryietkilemi ş olduğu anla şıhyor. Zira Gazali, Ebu Zeyd'i f ıkıh meselelerini misâldiye çok zikretmekten, kelâmc ıları da mahir olduklar ı kelâm ı bu ilme karıştırmaktan ve baz ı nahiv ve lugatc ıları da fazla dil meselelerine yer vermektendolayı tenkit eder.94


"el-Mustasfa" M ıs ır'da 1322 H. y ılında iki büyük cilt halinde bas ılmışsada sayfaları ortadan bölünmü ş ve altta "Musellemussubut" adli eserin şerhibasılmıştır. Ba şı : isb ja,12,JJ ..),,o1:,51 LL,JI Lç_9:211Eserin birkaç yazmas ı şunlardır:Topkap ı, No: 1256, 254 varak, 23 sat ır.Topkap ı, No: 1258, 301 varak, 21 sat ır.Fatih, No: 1465Carullah (Veliyuddin), No: 560, (1-2) yaz ıh şı 708 H.(.9,;;Gazali'nin el-Mustasfa'dan ba şka Usul'a dair iki eseri daha vard ır. "el-Menhul man Talikat el-Usul" Beyrut, 1970. Muhammed Hasan H ıta tarafındantetkik edilmi ştir. Ancak İstanbul topkap ı III. Ahmet Kütüphanesi No:1255 de bulunan ve 607 H. de yaz ılan ve Veliyuddin (Beyazit) No: 1018 debulunan ve 527 H. de yaz ılan nüshalar ı görmemi ştir. Biz kar şıla ş tırdık, nüshafark ından ba şka as ıl'da büyük bir fark görmedik. Ayr ıca eserin Gazali'ninolduğunda da şüpheler ileri sürülmü ş, fakat tetkik eden bunlara cevap verme ğeçah şmıştır. Ben burada onun görmedi ği bir delil daha verece ğim. Gazali,"Mustasfa"y ı yazma sebebini anlat ırken bir taifenin kendisinden Usul'a dairbir eser yazmas ını ve bunun çok uzun olmamas ını, orta bir kitap olmas ını ve"el-Menhurun ' 68 çok kısa ve muhtasar olmas ından onun üstünde olmas ınıistemiş olmalarıdır."Şifa el-Alil (veya) Gafil fi Mesali el-Talil" diye bir eseri dahaBağdat'ta bas ılmışt ır (1390-1971). Bir önsöz ve be ş rükün üzerine tesbit edilmiştir.573 H. de yaz ılmıştır. Darul-Kutub el-M ısriyye, No: 154.13— J4 " (:)-tN3kP c J9:a**11Mizanul-Usül fi Netaieil-Ukul, Alaeddin Ebi Bekir Semerkandi(533? = 1138). 669 H. de yaz ılmış bir niishad ır.1209)Damat İbrahim Pa şa, No: 485, 290 varak, sonu eksik.14— c (.5 jl ‘7„..32.;..SIA— el-Mahsul, Fahraddin Muhammed b.Omer Hatip el-Râzi (606 =Fahraddin Râzi bu eserini dört kitaba dayanarak meydana getirmi ştir:168 Gazali, el-Mustasfa, 1 /4, M ıs ır 1322.95


Abdulcebbar' ın el-Umed'i, Ebul-Huseyin Basrrnin el-Mutemed'i " 9, ImamulHarameynin, el-Burhan' ı ve Gazali'nin el-Mustasfa's ıd ır. "el-Mahsul" bas ılmamıştır.Ama yazmalar ı az de ğildir. Pezdevinin Usulünden sonra en çoküzerinde çal ışılan, hulasas ı, şerhi büyük usulcüler tarafından yap ılan eserleraras ında el-Mahsul'u görmekteyiz.Ne var ki,Fahreddin Râzrnin, eserini el-Mustasfave el-Mutemed'den ald ığını, ço ğu kez sayfa sayfaya uyan k ısımları on-lardan nakletti ğini Esnevi söyler 170. Ba şı : (.5L


Laleli, No: 705, 253 varak, 15 sat ır.2—Nihayet el-Vusul fi Şerhil-Mahsul, Şemseddin Muhammed b.Huseyinel-Huseyni el-Urmevi ( ). Ba şı: jy.is ir ts,.,..1 Ç-J LS- . Lik,4 0.51:PTopkap ı, No: 1252, 205 varak, 25 sat ır, cilt 1.Topkap ı, No: 1252, 240 varak, 26 sat ır, cilt 2, yaz ıh şı 694.3—El-Tahsil minel-Mahsul, Ebus-Sena Mahmud b.Ebi Bekir el-Urmevl'(682 172 = 1283).Bu eser de ği şik adlarla zikredilmektedir. El-Tahsil fil-Usul, el-Tahsilşerh el-Mahsul, Tahsil ul-Muhassal, Tahsil Muhtasar el-Mahsul. Ba şı :Topkap ı, No: 1314, 158 varak, 23 sat ır.Nuru Osmaniye, No: 1330,Atıf Efendi, No: 658Damad İbrahim Pa şa, No: 682, Yaz ıhşı 684 H., 182 varak, okunu şu kolayorta boy.Damad İbrahim Pa şa, No: 436,Carullah (Veliyuddin), No: 444, Yaz ılışı 707 H.Yeni Cami, No: 319.4—el-Kâ şif Şerh el-Mahsul, Ebu Abdullah Muhammed b.Mahmud b.Muhammedel-Isfehani, (688 = 1289).Hamidiye, No: 430 (Mükerrer)Köprülü, No: 498,Darul Kütüb M ısrıyye, 473, üç ciltDarul Kütüb M ısrıyye, 134, üç cilt. Birinci ciltte güve yenikleri vard ır.5—Tenkih el-Mahsul fil-Usul, Emin Muzaffer b.Muhammed Tebrizi(621 = 1224) ' 73. Ba şı : 4,


Topkap ı, No: 1249, 168 varak, 23 sat ır, telifi 611 H., yaz ılışı 617 H.6— (Muhtasar el-Mahsul) Muntahab el-Mahsul, Ziyaeddin b.Huseyin. Ba şı :▪ ‘5_31.)J1 / a as Jli cip öj1,,211 ) (jkp• . • J.,^42. 1 j^¥0 t-4-. dam, J,.¥2>* 11 LA:Ç Cjıı L34bBu eserin kime ait oldu ğu yazmas ından anla şılmıyor. Yazmadaki ifadeyegöre Fahreddin. Râzrnin kendi ihtisar ı gibi görünüyor. Oysa Karafi Nefaisul-Usul fi Şerh il-Mahsul adl ı eserinde (7—a) Şemsuddin Husrev Şahinin şöyledediğini nakleder: İmam Fahraddin el-Mahsulden iki kürrase ihtisar yapm ışsonra Ziyauddin Huseyin onu tamamlam ış, bitirdiği zaman kendi ibaresininiki kürraseye uymadığını görünce onlar ın ibaresini kendi ifadesine göre de ğiştirmiştir. İşte "Muntahab" budur ve bu da Ziyauddin. Huseynin'dir. Baz ınüshalarda Fahreddin Razrye i şaret olarak "Muhammed b.Ömer dedi" ifadesininbulunmas ı vehimdir.i ınam Fahreddin'in bu hususta bir ihtisar ı yoktur".Buna göre (5) rakam ında olan Tenkih ile Topkap ı, No: 1334 de bulunanMuhtasar el-Mahsul (187 varak, 29 sat ır) ve Fatihte No: 1464 (166 varak,17 sat ır, yaz ıhşı 604 H.) de bulunan "Muntahab el-Mahsul"ün ilmi bir mukayeseyetabi tutulmas ı gerekmektedir.7— Telhis el-Mahsul li tankih el-Usul, 44'51 1Ba şı : ;L:i....1;,11 ri1.11 C.74 4:(22 .&t»Al 4.J j ..k ı?` - lolSonu:j W,,.1.1 j4J; 11. J, il L..rız,„:2JJBu eserin müellifini de tesbit etme imkan ını bulamadık. Ancak müellifinönsözde sarfetti ği şu sözlerinden ötürü ilmi şahsiyeti bulunan serbest dü şüncelive tenkit kafas ı olan bir kimse olduğu anla şıhyor. "Bu ilimde yaz ılmış veme şhur olmu ş kitapları gerçekten inhiraf etmemi ş ve doğrudan sapmamışbulmadım. Bilhassa kitaplar ın ba ştaraflar ında yaz ılan önsözler. Bu kitaplar ınen iyi örne ği Ebul Hasan (Huseyin olacak) Basrrnin"el-Mutemed" adl ı eseridir.O, bu gibi önsözlerde i şi uzatmış de ğildir. Fakat zamamm ızda ellerde dola şanRazrnin"el-Mahsur kitab ıdır. Her ne kadar yazd ığının ço ğunu el-Mutemed,Mustasfa ve el-Burhan kitab ından nakletmi şse de ondaki inhiraf daha çoktur.Bu ilme önem vermek ve onda mevcut olan inhiraf ı ortaya koymakistedim. Günümüzün insanlar ı aras ında en çok dola şan "Mahsur kitab ı olduğundanonu konuya tahsis ettim. İnhiraf gördü ğüm yerde ibaresini oldu ğugibi naklettim ve mü şkilini, cihetini aç ıklad ım. Sonra benzerinde gerçe ğin neolduğunu özetledim".98A■11


Topkap ı, No: 1250, 218 varak, 24 sat ır.8— Nefais el-Usul fi Şerh el-Mahsul, Şihabuddin Ahmed b. İdris MalikiKarafi (684 = 1285).Karafrnin bu eserinin önemini kendi ifadesinden ö ğrenelim. Bu eseriyazarken ba şvurduğu usul eserlerinin listesini vermesi tarihi bir ehemmiyetde arzeder ve bize ne gibi Usul eserlerinin mevcut oldu ğunu bildirmi ş olur.Bundan dolay ı önsözünden bu k ısmın tercümesini buraya almay ı faydal ıbuluyoruz."Ebu Abdullah Muhammed b.Ebi Hafs Ömer Râzrnin "Mahsul" adl ıeserinin öncekilerin kaidelerini ve sonrakilerin iyiliklerini en güzel ifade velâtif i şaretlerle bir araya getirdi ğini ve insanlar ın ondan çok faydaland ığınıgördüm. Zira onu ehli sünnetin en güzel ve Mutezilenin en iyi kitaplar ındanmeydana getirdi: Ehli Sünnetin Burhan, Mustasfa's ı ve Mutezilenin Mutemed,Şerhul-Umdesi. Bu dört eser imam ın iyi tasarruf ve tertibinin, onun tenkihive ibaresinin düzgünlü ğünün aslına ilave edilmi ştir. Buna bir şerh yapmakiçin Allah'a istiharede bulundum, ehli sünnet ve Mutezilenin dört mezhebinönceki ve sonrakilerin "Usulül-F ıkh"a dair otuz eserini toplad ım. Bunlarşunlardır: 1) Burhan, 2) Mustasfa, 3) Seyfuddin Amidrnin İhkam' ı, 4) Onun"Tercihat" kitab ı, 5) Onun Munteha el-Sül'u, 6) Ebul-Huseynin "Mutemed"i,7) Onun "Umde" şerhi, 8) onun "K ıyas Kebir"i, 9) "K ıyas Sa ğır"1, 10) Ebyarinin"Burhan Şerhi", 11) Mazerinin "Burhan Şerhi", 12) Kad ı Abdulvahhab'm"el-ifade"si iki cilt,13) ve onun kendisi taraf ından hülasas ı, 14) Bacininel-Fusul'u iki cilt, 15) kendisinin "el- İşare"si, 16) Ebi Ishak' ın el-Luma' ı,17) ve onun el-Tebs ıra's ı ve kendisinin el-Luma'a şerhi, 18) Mealim ve Tilimsa'mnona şerhi, 19) İbn Arabrnin "el-Mahsul"u, 20) Ebi Ya'la'n ın el-Umde"si21) Ebu Ubeyd'in "el-Vaz ıh" ı iki cilt, 22) (3-a) Ebu Hattab' ın "el-Temhid"iiki cilt, 23) Suhreverdrnin "el-Tenkihat"1, 24) İbn Burhan' ın "el-Evsat" ı ikicilt, 25) İbn Hemdan Harranrnin "el-Vafr'si iki cilt, 26) İbn Yunus Musullunun"Talik alal-Mahsul"u, 27) Nak şavanrnin " Şerhul-Mahsul"u, 28) İbn Kadı'nınKitab ı,29) İbn Hazm' ın "el- İhkam" ı,30) Muvaffakaddrnm "el-Ravda"s ı,31) Gazali'nin " Şifaul-Alil' ı ve Usulül fıkıhta de ğerli alimlerin notlar ı (talikleri)ki onları zikrederek sözü uzatmayay ım. Bunlardan ba şka, "el-Mahsul"unyanında a) Ziyauddin Huseyin'in "el-Muntahab' ını, b)Tacuddrnin"el-Has ıl'ım,e) S ıracuddrnin "el-Tahsil"ini, d) Tebrizinin "el-Tenkih"m ı de yanımdan ayırmadımHer sözü sahibine isnad ettim ki, bu şerhi okuyan kimse nakledilenkitablara kolayca müracaat etsin ve nakilde yapt ığım hatay ı aslina müracaatederek tashih etme imkanlar ı bulmuş olsun".Burada şuna dikkati çekmek yerindedir. (7) rakam ında "Telhis ul-Mahsul"eserinin Fahraddini Razrnin Mahsulu hakk ındaki fikirleri ile Karafrnin99


fikri aras ında bir mukayese yap ıhrsa her iki müellifin ters görü şte oldu ğugörülür.Nafais el-Asl fi Şerh el-Mahsul bas ılmamıştır. Yazmalardan tesbit etti ğimiznüshalar şunlardır: Ba şı : .,=.3kx11 J-11 .).)k; (.5..U1Topkapı, No: 1253Birinci Cilt, 202 varak, büyük harfli kolay okunu şludur.İkinci cilt, 259 varak, 21 P atır, ba şı Be şinci bab,Z1"2„,i1J1Üçüncü cilt ba şı, jiY ;i:L .11 JAU.I• • • lift 4tADarul Kütüb M ısrıyye, No: 472, yaz ılışı 1325 H. fakat 709 H. de yaz ılmışbir nüshadan yaz ılmıştır.Birinci cilt, 293 varak,İkinci cilt, 288 varak ba şı :Üçüncü cilt, 206 varak ba şı : p1ğ 19- Şerh Tankih el-Fusül fil-Usul. J9,pyl jŞihabuddin Ebul-Abbas Ahmed b. İdris Karaff,Karafi, el-Mahsul ad ında Fahreddin Râzrnin Usulül-F ıkh'a dair olaneserini "Tankih el-Fusul fi İhtisar el-Mahsul" ad ı ile özetlemi ştir. Ancak kendiifadesine göre bu eseri çok ra ğbet görmü ş ve onun şerh edilmesi gerektiğinekanaat getirmi ş, yazdığı eseri kendisi şerhetmi ştir. Şerhederken bir çok önemlikaideler ve güzel faydal ı şeyler kataca ğını zikreder. "Mahsul"u özetlemi şolmas ından dolayı eser kendisinin olup kendisinin onu daha iyi şerhetmesigerekece ğini söyler. Eser incelendiği zaman görülür ki, gerçekten eser bir şerhmanzaras ı arzetmez, şerhlerde raslanan s ıkıcı ifade ve gereksiz ekler ve aç ıklamalardanuzakt ır. Eserin uslubu kolay ve lüzumlu kaidelerden bahsetmektedir.Eser, "Mahsul"ün özeti oldu ğu için çat ı ve plan itibariyle ona tabidir.Eser 1306 y ılında Mısırda 208 sayfa olarak bas ılmıştır. Bas ılmış olanın sonundaeserin 677 Hicri yılında yaz ılmış olduğu söylenmektedir.10- Necm el-Usul fi Mesail el-Mahsul, Cemaluddin Muhammed b.Muhamc(.5;41 c), -14.4 Ly LA cjmed b.Muhammed el-Makkari.100


Kitab dört kutub, bir bab ve sonuç olmak üzere tertiblenmi ş ve "Mahsul"de bulunan ana meseleleri içine alm ışt ır. 673 tarihinde yaz ıldığı anlaşılıyor.Fatih Kütüphanesi, No: 5441, 35 varak, küçük boy, harfleri büyük, 13satır, (84 varakh bir mecmuada).B— Fahreddin Razrnin Usulül-F ıkh'a dair bir eseri daha vard ır. FahreddinRazi İslam İlimlerine dair "Mealim" ad ı altında be ş kitap yazm ıştır.Birincisi el-Mealim fi Usuliddin (bu ilmi kelamd ır) diğeri el-Mealim fi Usulil-Fıkh adını ta şır. Üçüncüsü Ahlak, dördüncüsü, Cedel, be şincisi Fıkıh'a dairdir.Ancak Kelâm kısmı bas ılmıştır. Ayrıca yazmalar ı da vard ır. Fakat Usulül-Fıkhbas ılmamıştır. Yazmalar ı şunlardır:Topkap ı, No: 1301, Metindir. 102 varak, küçük boydur.Köprülü, No: 529 (Usuluddin ve Usulul-F ıkh)Damad İbrahim Pa şa, No: 463, (1-170) Tilfinsani şerhi (171-342, Usuliddinkısmı şerhi) yaz ılışı 737 H. 25 sat ır, büyük harfli okunu şu kolaydır.Topkap ı, No: 1353, 162 varak, 23 sat ır, Tilimsaninin şerhi ile beraberolup şarih metni tam zikretmez.Süleymaniye, No: 370, 354 varak, 21 sat ır, hacmi kalın ve sonu eksik,Kutbiddin. M ısrrnin şerhi olup Şarih önce metni zikredip sonra şerhetmi ştir.15— a) v JP.el-ihkam fi Usul il-Ahkam,Seyfuddin Ebil-Hasan Ali b.Ebi Ali b.Muhammed el-Amidi (551-631 =1156-1233).Bu eser birkaç defa M ısır'da bas ılmıştır. Eser üç cilt olup usula dair yaz ı-lan büyük eserlerdendir. Amidi, hem ilmi kelâm ve hem Usulul-F ıkıhta önemlive ana kaynak eserler meydana getiren İslam dü şünürlerinden biridir. Bizburada en önemlisi olan bu eserin plan ve metoduna dair bir iki söz söyliyeceğiz.Eserin dayand ığı ana kaynak Fahreddin Razi'nin kaynaklar ı olup Amididaha çok teferruata dalm ış. Oysa Razi daha çok delille ve istidlalle me şgulolmuştur. Eser dört kaide alt ında toplanm ıştır. Birinci kaide üç k ısma ayrılmış,birinci kısımda mant ık ilkelerinin Usul ül-F ıkıhta kullanılan delil türlerindenpek kısaca bahsetmi ştir. İkinci kısımda dil kural ve ilkelerinden bahsetmi ştir.Üçüncü kısımda Fıkıh ilkelerinden ve hükümlerden bahsetmi ştir. Fıkhın(Hukukun) men şeinden yani hüküm koyman ın kime ait olmas ının münakaşasıve hükmün çe şitleri de bu kısımda yap ılmıştır İkinci kaide alt ında hukukkaynakları ( şeri delil) ve çe şitleri incelenmi ştir. Ancak, Amidi bunu iki k ısmaayırmış, birinci kısımda ( şefi delil) hüküm kayna ğı olmasından şüphe olmayan101


delilleri ele al ır ve bunlar ın Kur'an, sünnet, icma, k ıyas ve istidlal oldu ğunusöyler.Âmidi, baz ı usulcülerin yapt ığı gibi Kur'an' ın Allah'tan gelen bir vahiyeseri oldu ğunun ispat ı üzerinde durmaz, do ğrudan Kur'an' ın Kur'an'l ığınınteslim edilmi ş ve kabul edilmiş görü şünden hareket ederek onu incelemeyekoyulur. Önce terim, lügat manalar ını sonra terminolojik tarifleri verir sonrada onların tam bir tarif olup olmad ığını münaka şa eder. Tarifler olsun, üzerindekonu şulan nasslar veya ba şkalar ının fikirleri olsun önce onlar ı zikredersonra kelâmi (diyalektik) bir şekilde onlar ın münaka şasım yapar, lehte vealeyhte olan ihtimalleri ileri sürerek kendisinin benimsedi ği manayı veyafikri belirtir.b) Sünnet delilinde peygamberlerin masum olduklar ı hakkındaki kelâmc ı-larm görü şlerinin münaka şas ı yap ılır. Peygamberlerin uyulmas ı gerekli birinsan örne ği olduğu ispatlan ır, sünnetin çe şitleri ve her bir çe şidin hükmüdiyalektik, tez, antitez yoluyla neticelere gidilire) İcma' ın İslam Hukuku kaynaklar ından ( şeri delil) olmas ının, akli venakli delillerini ileri sürerek icma ı kabul etmeyen Sia, haricilere ve Nazzam'akarşı icman ın me şru bir kaynak oldu ğunu savunur.d) Kur'an, sünnet ve icman ın birer hukuk do ğması (nass ı) olarak onlar ınyorumlanmas ı için uyulmas ı gereken naklin s ıhhat ı, zaafı ve bunlar ın hükümlerisonra bu yolda elde edilen nass ın manas ı üzerinde durulur ve anlama vetefsir metodlar ı, dil ve akıl ilkelerine göre çe şitleri, nitelik ve nitelikleri veböylece elde edilen hükümlerin de ğerleri üzerinde durulur.e) İslam hukukunda k ıyastan ve bunun bir kaynak (delil) olup olmamasındanuzun uzun akli, nakli deliller getirilerek bahsedilir ve bir kaynak olmasımüdafaa edilir, onunla sabit olan bir hükme uyman ın ibadet oldu ğubenimsenir.f) istidlal da Âmidi tarafından bir delil (kaynak) olarak ileri sürülmü şsede bunu kanaat ımızca fazla i şlememi ştir. Daha çok nazara kalm ıştır. istidlaldenmaksadın, nass (Kur'an ; sünnet), icma' ve kıyas olmayan hususlarda istidlalyoluyla hüküm elde etmektir. Yapt ığı tenvi'den (çe şitleme) bunun sonrakiUsulcülerin vaz'i hüküm dediklerinin ayn ı olduğu anla şılıyor. Mesela,sebeb, hükmün delili bulunmamas ı, hükmün bulunmas ının delili yayılması vebu konuya "haldeki durumun devam ının" delil sayılmasını ekleyerek bunu istidlâldensaym ış olmas ıyla Âmidi'nin " İhkam ul- Ahkam" adlı eserinin ikincikaidenin bu birinci kısmından ibaret oldu ğu meydandad ır.İkinci kaidenin ikinci kısmında hukuk kayna ğı (seri delil) oldu ğu zannedilenfakat kaynak olmayan, bizden öncekilerin şeriat', sahabenin mezhebi,istihsan, kamu yarar ı (Mesalih Mursele)den bahsetmi ştir.102


Üçüncü kaidede, müctehid, müftü ve taklitten bahsetmi ştir.Dördüncü Kaidede deliller aras ında tearuz oldu ğu zaman tutulmas ıgerekli olan yolun ne oldu ğu açıklanmıştır.LL,.211., Li; ibiı;r ı 311>-f4,4-1 j%T j›:-1 C.J 0.1> V.


17— j j.,41 jJ j.,o1el-Muntahab fil-Usul (Muntahab fi Usulil-Mezheb, Muntahab Ahsiketifi Usul il-Fıkh, Usulü Ahsiketi) Husameddin Muhammed b.Muhammed Ahsikati(644 = 1246). Ahsiket, Maveraunnehirde onuncu as ırda Fergan'eninmerkezi ve Babur zaman ındaki büyük şehirlerin ikincisidir. Orada büyükalimler yeti şmiş ve onlardan biri de Hanefi fakihi ve Usulcüsü burada eserinitanıttığımız zatt ır.Üzerinde yaz ılmış olan şerhler ve İstanbul kütüphanelerindebulunan çokça yazma nüshalar ı bu eserin zaman ında okunan ve okutulanönemli bir eser oldu ğunu gösterir. Ne var ki, buna ra ğmen şimdiye kadarbas ıldığına raslamad ık. Değişik isimlerde kütüphanelerdeki yazma nüshalardaadı geçmekte ise de, hepsinden de ayn ı eserin adı oldukları anla şılmaktadır.5k.411) 411j;4.1,p J:»IYazmaları :4".Be şirağa, No: 187, 32 varak, büyük boy, okunakh.Ayasofya, No: 1009, 2312,Yusuf Ağa (Mahmut Pa şa Medresesi), No: 166, Yaz ılışı 785 H.Esat Efendi, No: 487Damat İbrahim Paşa, No: 484, 77 varak, eski bir ka ğıt üzerine, talikat ıçok, küçük boy.Nuru Osmaniye, No: 1370, 113 varak, 8 sat ırh ve ha şiyeli, yanlış]. 847 H.Yeni Cami, No: 304.Topkapı Sarayı, III. A. No: 1058, 112 varak, 9 sat ır, No: 695 de bir nüshadaha vard ır. 76 varak, 13 sat ır.Nafiz Pa şa, No: 215; Carullah, No: 562, 563.Şehit Ali Pa şa, No: 679;Valide Camii, No: 245, Yaz ılışı 879 H.Hüseyin Mayın hususi kitapl ığındaki yazma 690 H. y ılında yaz ılmış .tır. Kenarı haşiyelidir.Şerh edenler ve Şerhleri:a) Ahsiketi'nin Usulünün. şerhi, Abdullah b.Ahmed b Muhammed el-Nesefi (710=1310) Ls.;:,...01 c . 1L104


Topkap ı Sarayı, III. A, No: 1319, 214 varak, 17 sat ır.Laleli, No: 750Şehit Ali Pa şa, No: 660Fatih, No: 1318, 165 varak, 25 sat ırb) Elvan, Ahsiketinin Usulünün Şerhi,j L;,„.2.1IHuseyin b.Ali el-Sa ğnaki (711 = 1311), telif tarihi 710 H..Cu..ı.J-et-Tahkik, Ahsiketi'nin Usulünün şerhi, Abdulazi z b.Ahmed el-Buhari(730=1329). Ba şıe) c5)t;.-) 1 ^,JI (-)9^4 Cf:."Damad İbrahim Pa şa, No: 468, 239 varak, büyük boy.Topkap ı Sarayı III. A, No: 1228, 221 varak, 35 sat ır.Laleli, No: 749.F.,1, Jell:aSIBulundu ğu Kütüphaneler:llJJcs,:ı31‘1,-J-Topkap ı Sarayı III. A, No: 1298, 209 varak, 28 sat ır. No: 1226, 412 varak,19 satır. No: 1227 deki nüsha ba ştan eksik mevcut olan ın başı :Atıf Efendi, No: 703.Esat Efendi, No: 502, 503, defterin sonunda 60 da da bir nüsha vard ır.Yeni Cami, No: 345, 346.Turhan Hadice Sultan, No: 86.Şehit Ali Pa şa, No: 658.Süleymaniye, No: 372.Damat İbrahim Pa şa, No: 469.Laleli, No: 746.Hamidiye, No: 434.Fatih, No: 1313-1317 kadar be ş nüsha vard ır.d) Et - Tebyin, Ahsiketi'nin Usulünün şerhi105


Emir Katip b.Emir Ömer Amid el-Itkani (685-758 = 1286-1356). Buzat ın as ıl adı Lutfullah olup arapçada da Mahir idi. Lakab ı K ıvamuddin'dir.Bu eserini 716 H.de yazm ıştır.Ba şı : . .. eABulunduğu Kütüphaneler:Topkap ı Sarayı, III. A, No: 342, 194 varak, 25 sat ır.Laleli, No: 745.Fatih, No: 1311, 271 sayfa, 19 sat ır.Çarullah, No: 508, (511 nodaki eksik).Yeni Cami, No: 339-341 (üç nüsha).Atıf Efendi, No: 707, 693.e) cAhsiketi'nin. Usulünün Şerhi, Muhammed Semerkandi.Fatih, No: 1310.01.4'N .111


Muhtasar el-Munteha, Osman b. Ömer b.Ebi Bekir Maliki, İbn Hacibdiye tanınır (570-646 = 1174-1248). Müellif eserini yazmas ının sebebini anlatırkender ki, "gayretlerin azald ığını ve çalışmaların sözleri k ısaltmaya veözetlemeye yüz tuttu ğunu görünce, Usulül-F ıkh'a dair muhtasar bir eser yazdım,sonra onu, öyle güzel bir şekilde ve yolda tekrar k ısaltt ım ki, hiç bir zekikimse onu okumamazhk edemez ve hiç bir anlay ışlı kimsenin de anlamas ınaengel olamaz". Adeta bilmece kadar k ısa olan bu eser, Muntehal-Stil yel-Emelfi İlmeyil Usul yel - Cedel J,. 1, Lo,ip Jadındaki eserden hulasad ır. Usulcüler aras ında çok tutulmu ş eserlerden biriolmasının sebebi, kendisinin bizzat bu eseri tedris etmesi ve böyle eserin medreselerdeklasik eser haline gelmesi olmal ıdır. Tesbit edebildiğimiz mevcutşerhlerini de tarih s ıras ına göre kaydedece ğiz. c5,1, 45! Ij u.S- '51 • ij,z;(-1Eserin müstakillen bas ıldığına raslamad ık, ama Kâdi Adud'un şerhi içindebas ılmıştır. 1307 H. İstanbul.Birkaç yazmas ı şunlardır:Topkap ı Sarayı III. A, No: 1243, 79 varak, 21 sat ır.Fatih, No: 1435-1440 alt ı nüsha1) j.,41 Ji-J ıMirsadul- İfham fi Mebadiil-Ehkâm, Serhas-Sû1Nas ıruddinAbdullah b.Ömer Beydavi (685 = 1286).3.4-1 ..21.b.,4 L52 ,11"» ITopkap ı Sarayı III. A, No: 770.2) c3 (jAyl, J9-11 fal cf.4j9.^3 jAi S1jP Cr -kcKâşıf ur-Rumuz ve Muzhirul-Künüz, Şerh Muhtesar Muntehus-S ıll vel-Emel fi İlmil-Usul, Ziyauddin Abdulaziz b.Muhammed b. Ali et-Tisısi (706 =1306).lt 1P Jijo..1I; 4.-1;Fr--' •(s..131 £1.1«rL-1 cj,4107


Topkap ı Saray ı III. A, No: 1232, 210 varak, 25 sat ır.Karaçelebi Zade, No: 88.3) j1 L:12; cMuhtesarul Munteha Şerhi, Kutbuddin Mahmud b.Mesud el- Şİrazi(710 = 1310). L,u1Topkap ı Sarayı III. A, No: 1310, 399 varak, 34 sat ırCarullah, No: 522-523, Yaz ılışı 741 H.4) I .411 Lst:;11 J*4.;..4 .* 3)11Vafi, Muhtesarul Munteha Şerhi, Hafıziddin Abdullah b.Ahmed Nesefi(710 = 1310). . . Z: L:2,31 .. IFatih, No: 1363.Carullah, No: 527, telifi 692 H. Ba şı eksik.Nuru Osmaniye, No: 1337, 72 varak, 18 sat ır, yaz ılışı 711 H. Zor okunur.5) (:) PJ11 ...k,,c2P L L5.4.Z.0Muhtesarul Munteha Şerhi, Adudiddin b.Ahmed el-Iel (756 = 1355).tel, şerhinin ba şında der ki, "her ne kadar ileri gelen faziletli zatlardan birçokkimse bu "Muhtasar" ı şerhetmi ş, inceliklerini ve derin manalar ını açıklamışise de, bizim de aç ıklayaca ğımız noktalar, incelikler kalm ıştır. Kendimi bunaverdim ve bana art ık gizli bir şey kalmam ıştır. Bunu farkeden arkada şlarınısrar ı üzerine bu şerhi yazd ım". Eserini yazdığı tarih 734 H. 1333 M. olarakkaydedilmektedir. Kâdi Adud'un şerhi çok tutuldu ğundan ayr ıca onun daşerhi yani ona "ha şiye" yap ılmıştır.r 5LJI Jb


Laleli, No: 726 (63-83) varaklar ı ,Mahmud Pa şa, No: 159, 160, 161.Kadı Adud Şerhinin Ha şiyeleri:o) Sadeddin Taftazam ha şiyesi j(s.:111 LÜ-Lo..4-Aj j Ji.„41Sadeddin Taftazam (793=-1371), İbn Hacibin Muhtasar ının, Allah tarafındanyüksek bir mertebeye ç ıkarıldığını ve onun şerhi olan Adudiddin'in şerhinide uzun uzad ıya övdükten sonra kendisinden bu şerhin daha aç ıklanması istendiğinive bir takım özürler beyamndan sonra buna karar verdi ğini anlat ırBu ha şiye 1316 H. yılında Mıs ır'da bas ılmıştır.Yazmaları :Topkap ı Sarayı III. A. No: 1339, 332 varak, 19 sat ır.b) Seyyid Şerif Curcaninin Ha şiyesi,r5kğ1Aj Z".,..111 j ı Aii;)S. Şerif Ali b.Muhammed Curcaninin (816 = 1413) bu eseri de M ısır'da1316 H. yılında bas ılmıştır.Yazmaları :Topkap ı Sarayı III. A., No: 1276, 141 varak, 19 sat ır.Fatih No: 1366.Laleli, No: 726 (128-154) varak.(1) Hasan Harevrnin, S. Şerif Curcanrnin ha şiyesi üzerine olan ha şiyeside aynı cilt içinde 1316 H. y ılında Mısır'da bas ılmışt ır.(2) Curcani ha şiyesi üzerine olan ha şiye Laleli 728 de (70 varak, 21 sat ır)bulunmaktadır. 4.7„1,,_,IJ Lto I 0 aiMüellifi zikredilmemi ştir.(3) Curcani ha şiyesi üzerine, Muhammed b.Hac Hamid Kefevrnin de birhaşiyesi vard ır. Laleli, No: 723 (1-126 varaklar), 29 sat ır. Bir nüsha da 726nolu mecmuamn içinde vard ır.0.1,1:11 c.j JI J j.; v l t..11 .1.«ıı109


(4) S. Şerif CurcanNin ha şiyesine Hamid Efdal zadenin (903 = 1497)yazdığı ha şiye üzerine müellifi me şhul bir "Talık" eseri Topkap ı Sarayı, III. A,1260 numaradad ır. Bu zat ın eserin ba şındaki ifadesinden eserini Fatih SultanMehmed'e ithaf etti ğini öğreniyoruz. jl iyi")S. Şerif Curcanrnin ha şiyesi üzerine Halil b.Hasan el-Ayd ınrnin bir haşiyeside Nuru Osmaniye 1327 numarada bulunmaktad ır.(5) Seyfuddin Ahmed EbherVnin (800 = 1397) Kad ı Adud'un şerhi üzerineha şiyesi r t.‹,-y ı ti,t, 42 .ıl-LA-Topkap ı sarayı III. A., No: 1330, 330 varak, 21 sat ırLaleli, No: 725, 204 varak, 31 sat ır, yaz ıh şı 826 H. Bu nüshada müellifinad ı Esıruddin el-Ebheri olarak geçer.(6) Hasan b.Abdussamad Samsunn ıin haşiyesi, Laleli 726 numaral ı mec-muadadır. .. J* 1! 0.111 .t1,-La-1Müellif Bâli pa şanın talebesi olup eserini Sultan Mehmet Han'a (Fatih)ihda etti ğini zikreder. Ayr ıca At ıf Efendi No: 681 ve Nafiz Pa şa No: 225 de denüshaları vard ır.6) c j Z.0bloc5—>" Al2.11J L"'.Gayet ni-Yasin ve İzahus-Subul, Muhtasar Muntehas-Sül vel-EmelinŞerhi, Cemaluddin b.Mutahh ır b.Hasan b.Yusuf el-H ılli (727 = 1326).JL.0.....11 :;',11 *** J5k.4.1 *c; j,e1 L5.5 .C/1Topkap ı Sarayı, No: 1244, 242 varak, 25 sat ır.7) Ljt4,..Y cf—tBeyanul-Muhtasar, Muhtasarul-Munteha Şerhi, Şemsuddin Mahmud b.Abdurrahman b.Ahmed el-isbehant110(4I;:.11 JP A; tP.,:,402,4 j4.1:71 (..5.:XSÎ 411Topkap ı Sarayı III. A., No: 1309, 284 varak, 25 sat ır.Carullah, No: 524, yanl ış! 738 H.


8) ,—> lr4 fil, ,y. 1 1 4::*4 cipReful-Hacib an Muhtasar, İbnil Hacıb, Tacuddin Ebû Nasr Abdulvehhabb.Ali b. Abdilkâfi es-Subki (727-771=1326-1370) 41,31 jl Ifw. .1:1).1,4--J P1,41 1.7,42::*4Topkap ı Sarayı III. A., No: 1247, 312 varak, 7 sat ır, birinci cilt, No: 1248,352 varak, 23 sat ır, ikinci cilt.Carullah, No: 526, telifi 765 H.9) (. ..4 J-5- 1 c ut:;11en-Nakud ver-Rudud, Muhtasar Munteha Şerhi, Ekmeluddin Muhammedb.Mahmud el-Babirti (71— ?-786 = 131— ?-1384).. . . c.Ji 1 3 jsj Iy..11 e19;1 L.p.;Topkapı Sarayı III. A., No: 1346, 297 varak, 31 sat ır; No: 1246, 266 varak,23 sat ır.Carullah, No: 518.Şehit Ali Pa şa, No: 669.At ıf Efendi, No: 702.Fatih, No: 1364-1365.Süleymaniye, No: 375.Yeni Cami, No: 347.Hamidiye, No: 442, 113 varak, 33 sat ır, ince yaz ı fakat okunur, üzerindeYusuf Kirman yaz ılmıştır.10) c c.„?, Sz.11.3 JrRuknuddin Hasan b.Muhammed el-Alevi el-Esterabadi (717 = 1317).j,„411ZulBa ştarafında Melik Muzaffer Karaarslan b.Said'in ad ını zikretmektedir.684 H. yılında telif edilmi ştir.Karaçelebizade, No: 85.111


11) Z■11-t.PMuhtesarul-Munteha Şerhi, Ebu Muhammed Abdullah.Fatih, No: 1362.12)Muhtesarul-Munteha Şerhi, Çarperd ı,Fatih, No: 1351.13) ut;:..d1Muhtesarul-Munteha Şerhi, Mensun b.Ahmed Harezmi,Mahmud Pa şa Kütüphanesi, No: 162.14) ( J,4pMuhtesarul-Munteha Şerhi, Abdulaliy b.Muhammed b.Hüseyin,Yusuf Ağa (Mahmud Pa şa Medresesi), No: 186.15) J,yl , LJc .t cLiı lİzahul-Muşkil ve Hall'ul-Mukfal Şerh Muntehâ's-Sül Vev-Emelj (:)P o:P 4:11J-1.4:- 2‘P. 4i 4. J.41 ., cs rC.A 'i vtSTopkap ı Sarayı III. A., No: 1343, 146 varak, 27 sat ır.16) ‘s..1,4/1 c Lorzil J.;,*Adud'un Muhtesar'ul-Munteha şerhi üzerine Ha şiye, Ebü Bekir Amidl,Küçük Ahmed zade olarak ça ğrıhrdı.Laleli, No: 721, 61 varak, 21 sat ır.19— j1)11 ,:/ -01‘.4;.' (jj.j J1.) 1 .,;1Envar'ul-Buruk fi enva'il-Furük, Şihabuddin Ahmed b. İdris el-Karaf ı"(684 = 1285), Karafrnin usul çal ışmalarına Fahreddin Razi.'nin Usul eserinihulasa edip şerhetmesinde yer vermi ştik. Burada yazm ış olduğu eser müstakilbir eser ve Usul'un umumî kaideler bölümünün konusunu te şkil etti ği içinayrıca zikrediyoruz. Takip etti ğimiz metod orijinal eser verenleri tarih s ırasınagöre zikretmek ve bu eserlere yap ılan şerh ve ha şiyeleri o eserlerin alt ındazikretmektir. Şerh yazan müelliften de büyük alim olsa, onu ve eserini şerhet-112


tiği eserin içinde ele ahyoruz. E ğer ayrıca müstakil eseri varsa, onu da tarihsıras ına göre s ıraya koyuyoruz. Burada da öyle oluyor. Bu eser, öncesi olmamayanbir eser olmas ı hasebiyle onu müstakillen ele almam ız metodumuzungereğidir. Müellif eserini şöyle tarif eder: " Şeriat Usul ve Furuu ihtiva eder.Usulü iki kısımdır. Birine Usulül-Fıkıh denir, ikincisine F ıkhın Umumi kaideleridenir ki bunlar şeriat ın inceliklerini ihtiva ederler. Her bir kaidenin şeriatınfen kısmında say ılmayacak hükümleri vardır. Bu kaidelerden Usulül-Fıkıhta hiç bahsedilmez Ancak burada şurada rasgele i şaret edilen müstesnakaideleri ö ğrenen birçok cüzi meseleleri ö ğrenme ğe muhtaç olmaz. "el-Zehire"kitab ını yazarken fıkhın çe şitli konularına göre kaideler koymu ştum. SonraCenab ı Hak, bu kaideleri bir yerde toplamam ı ilham etti ve birçok kaidelerdaha ilâve ederek bu eseri yazd ım".Burada bir noktay ı belirtmekte fayda vard ır. Karâffnin dedi ği gibi eskiUsulcüler böyle umumi kaidelere ayr ı bir konu ay ırmazlard ı. Fakat sonraları,belki Karâfrnin ve ba şka usulcülerin tesiriyle umumi kaidelere de müstakillenyer verilme ğe ve bu hususta müstakil eserler de yaz ılmağa ba şlandı .Hanefilerden. İbn Nuceym buna misal verilebilir.c31/4„.2.11cy. 1.5;,11 j;e1Furûk Karâfi diye me şhur olan ve be şyüz kırk kaideyi ihtiva eden bueser Mısır'da 1344 H. y ıhnda bas ılmıştır.Yazmalar ı :Laleli, No: 776.Bu eser üzerine tenkitli ve daha tertibli eserler yaz ılmıştır.a) JoUzi ■ ybv,,.1.1(s .;31 c ‘3_,Idrar'u ş-Şurük alâ Enva ul-Furûk, Kas ım b.Abdıllah el-Ensâri, ibn'u ş-Şât diye bilinir (723 -= 1323). Eserini yazmas ını iki sebebe dayamaktad ır.Karâtrnin Furûk adl ı eserini yazarken inceleme ve isabet etmeye dikkat etmemişolmas ı ve tertib ve ay ıklamayı iyi yapmamas ıdır.;p *5,1 ı .>,;d1j1 .)211Bu eser de ayn ı eser içinde bas ılmıştır ve bunun üzerine de MuhammedAli b.Huseyin, İbn Şât' ın bu eserini hulasa etmi ş ve adına "Tehzib el-Furûk"adım vermiş olup aynı cilt içinde 1344 de M ısır'da bas ılmıştır.113


j 1j,.)/1,i zy-11j 1.);1 c). U'20— JMinhacul-Vus ıll ilâ İlmil-Usul, Nas ıruddin Abdullah b.Ömer el-Beydâvi(685 = 1286).Küçük bir risale olan bu eser çok veciz surette kaleme al ınmışt ır. Mustakillenbas ılmıştır. Bunun üzerine birçok şerh ve ha şiyeler de yaz ılmış bulunmaktadır.Eser çok tenkidi bir suretle kaleme al ınmış olup en iyi ve kısa klasikeserlerden biri say ılır. Müellif eserini şöyle tan ıtmaya çal ışır: "Bu kitab ımız"Mınhacul-Vusül ilâ İlmil-Usul" yani Usul ilmine ulaşma yoludur, dernekleUsul ül-Fıkh ilmine bir giri ş olduğunu söylüyor. "Bu eser akli ile şer'iyi biraraya getirir, Usul ile furu aras ında tavassut eder, hacmi küçükse de ilmi büyüktür,faydas ı çoktur"...5j;i.; 4:74e:7'J) J514.-Mısır'da küçük boyda 106 sayfa olarak 1326 H. y ılında bas ılmıştır.a) -14,4 ci J j!IiveJI(jU jizJIŞerh Minhac ıl-Vusfıl, Burhanuddin Ubeydullah b.Muhammed Fergani.el-ibri (743 = 1342).f.t.11 L; ii, ‘5.111 LuTopkapı Sarayı III. A., 1340, 119 varak, 29 sat ırlı; No: 1348, 180 varak,27 satırlı .T. Hadice Sultan, No: 89.Laleli, No: 772.Damad İbrahim Pa şa, No: 470, 242 varak, ortaboy, yanl ış' 839 H.b) clıeSırac'ul-Vehhâc, Şerh Mınhacul-Vusfil ila İlmil-Usul, EbUl-Mekâr ımAhmed b.Hasan Tebrizi. Çârperdi (746 = 1345).114


eıi; ı‘s.1.11Topkap ı Saray ı III. A., No: 1345, 138 varak, 20 sat ırlı ; No: 1349, 199varak, 21 sat ırh; No: 1350, 187 varak, 17 sat ırlı .Fatih, No: 1432, 1433, 1434.Laleli, No: 773.Bu şerh üzerine İzzuddin b.Cemae Zpt„p:bir ha şiyesi vard ır.Topkap ı Saray ı III. A., No: 1336, 203 varak, 22 sat ırlı.c):701? (767 = 1366) ninc) ,:x..111 L,...4."' cştŞerh Minhacil-Vus ıll ilâ İlmil-Usul, Şemsuddin Mahmud b. Abdurrahmanel- İsfehani (749 = 1348).Ayasofya, No: 996.d) L3) c>: c]. c ctt:-Hakaikul-Usul Şerh Mınhacil-Vusul, Nuruddin Ferec b.Muhammed b.EbilFerec el - Erdebili (749 = 1348) c),,,,,„,z;,ı r5k...N ■ ■.X.G L;9. 152,:;,—J1 .3,s5k; cj) *0',At.J1 CJ1f51 1Topkap ı Sarayı III. A., No: 1342, 89 varak, 25 sat ırlı.Turhan Hadice Sultan, No: 90.e) [ Ji-J1 Ztr:,:y )1Nihayetul-Sül, Şerh Mınhacil-Usul, Abdurrahman b.Hasan Esnevi(772 = 1307). Lkj/1Müellif eserini şöyle takdim eder. Ça ğda şlarının ifadesi ho ş ve hacmiküçük olan Beydâvrnin"M ınhac"ına kendilerini vakfettiklerini görünce birkaçnesneye dikkati çekmi ştir. 1) Cevaps ız kalan sualleri zikretmek, 2) Nakildekihatalar ı göstermek, 3) Özellikle Şâfirnin mezhebini belirtmek, 4) Mezhebininteferruat ına kaidenin faydas ını zikretmek, 5) Beydâvrnin, Râzi, Âmidî, İbnHâcib gibi imamlara muhalefet etti ği yerleri göstermek vesairedir.Topkap ı Sarayı III. A., No: 1341, 283 varak, 24 sat ırh.115


f) j Cşt )5,»İzahul-Esrar Şerh Minhacil-Vusul, Zeynuddin el-HanciYusuf Ağa (Mahmud Pa şa Medresesi), No: 190.Kâtib Çelebinin ifadesine göre vezir Şemseddin'e ihda edilmi ştir.g) [ j11] J yi cıt:, cMenahicul-Ukul, Şerh Mınhacil-Usul,Damad İbrahim Paşa, No: 472.Fatih, No: 1430, 1431.h) Lp1.—J1 ;14.".;Kâdis Beydâvnain, "Minhacul-Vusul" adli eserine yap ılan itirazlara cevapveren bir eser.Topkap ı Sarayı III. A., No: 770.el-Muğni fil-Usul, Celaluddin Ömer b.Muhammed b.Ömer Habbazi Hucendi(691 = 1291). İbnul-Imad, Şezeratuz-Zeheb'de 691 H. y ılında altmışikiyaşında iken vefat etti ğini kaydeder. Kâtib Çelebi, Ke şfezzunun'da (2 /1749)671 H. de vefat etti ğini gösterir ise de 691 olarak tashih edilmi ştir.• • • J* `k;i•>J,6 tal ı J.);JAJoYazmalarm ın bulunduğu kütüphaneler:Nuru Osmaniye, No: 1366, 107 varak, ha şiyeli.15.:11Ragıb Pa şa, No: 439, 246 varak, 7 sat ırh, büyük harflerle, yaz ılışı 830 H.Şehit Ali Pa şa, No: 676.Turhan Hadice Sultan, No: 95.Ayasofya, No: 1007, 1008.Karaçelebi Zade, No: 90, (Ba ştan eksik).Süleymaniye, No: 373.Reisulküttab, No: 293.116


Yusuf Ağa (Mahmud Pa şa Medresesi), No: 192.Esad Efendi, No: 488, 492.Esad Efendi, No: 64, Yaz ıh şı 1025 H.Atıf Efendi, No: 721, Ha şiyeli.Be şir Ağa, No: 203, 140 varak, küçük boy (660 H. de Kudüs'te yaz ılmıştır),harekeli.Damad İbrahim Pa şa, No: 433, yaz ılışı 876 H. ha şiyeli.Şimdi Şerh ve Ha şiyelerinin bulunduklar ı Kütüphaneleri i şaret edelim:Eser tam bir talebenin muhtaç olaca ğı, yani İslam Hukuk Felsefesine bir giri şmahiyetini haiz olduğu için tutunmu ş ve şerhleri çok istinsah edilmi ştir.a) Lj cŞerhul-Muğni, Ebu Muhammed Mans ıır b.Ahmed b.Mueyyed el-Kaant(705 = 1305). o.>L;P jr.JJ L5.111Ragıp Pa şa, No: 420, 233 varak, 25 sat ırlı .Bu nüshada kitab ın konularımn fihristi oldu ğu için asıl kitab olan "el-Mu ğ-nr hakkında bir fikir verece ği için buraya fihristi almay ı uygun buluyoruz.c..:.2,11 Ân,o j 4 .7:51 1;6,5?-3 ul, c ‘7,1; ç 4.4..-.)fi jpile i1 ;.:11 JvL c c t,.j c j j.a.; .Valide Cami, No: 241.Süleymaniye, No: 371, 371 M.Atıf Efendi, No: 706.Laleli, No: 742.L:JtJ.Selim Ağa Üsküdar, No: 264, 195 varak, yaz ıhşı 798, zor okunur.Fatih, No: 1364-1377 (11 nüsha).Ragıp Pa şa (yeni Medrese), No: 83.Esat Efendi, No: 489.Carullah, No: 528, 530, 531, 532.117


) b.k.?' I G (.5..it1.1 cjı c Ls.el-Feth'ul-Mecni, Şerhul-Muğni, Ahmed b. İbrahim b İsmail b.Eyyub(?)Kâtib Çelebi'nin kayd ına göre eserini 803 H. y ıhnda bitirmi ştir (Ke şf.2 /1749).Çorlulu Ali Pa şa, No: 166.Atıf Efendi, No: 705.c) ( 5 j t>....31 cel-Felhul-Munci, Şerhul-Muğni, Ahmed Buhâri.Fatih, No: 1380, 427 sayfa, 25 sat ırl ı .d) 4sin.4.-1 jp.11.1 j j i.j.>J1 c 4 ;41Şerhul-Muğni, Muhammed b. Şerefiddin Hac Harezmi,Canevrnin y ıldızıdiye ça ğrılır.Fatih, No: 1378.e) 4.5..ı...11 jg,11 301 ;;e11Şerhul-Mu ğni, Siracuddin Ebu Hafs Ömer b.Ishak b.Ahmed Şibli Hindi(773 = 1371). j j-Lo ji;Fatih, No: 1381, 261 sayfa, 22 sat ırlı .Esat Efendi, No: 84.Laleli, No: 743.Atıf Efendi, No: 704.J.Jif) ‘jtAiğ lFethul-Mecniy, Şerhul-Muğni,Kıvamuddin b.Mesud b.Ibrahim Kirmani (748 -= 1347)Carullah, No: 529, yanl ısı 740 H.g) ).";j1 `k4'. J.,"'42';'. 4 CS .3 J..raŞerh Usul il-Habbazi, Mensur b.Ahmed Harezmi.Nafiz Pa şa Kütüphanesi, No: 241, 840 H. yaz ılmıştır.118


h) Muğni Şerhi c 4..4;;k11Ragıp Pa şa Kütüphanesi, No: 438, 120 varak, telifi 839 yaz ılışı 1081.i) Muğni Şerhi, İbn Melek (.7 1 c 4s:.;41 c.?Mahmut Paşa, No: 167, 168j) Şerhul-Mostar ı 4.;;,1.1 (ip L5 j1;,'.,•ji.1Halit Efendi, No: 146,k) Haşiyet Usulil-F ıkıh lil-Habbazi 5_314 AZ11Halet Efendi, No: 141.1)Mecme ul-Fevaid, Şerhul Muğni.Fatih, No: 1384.22— :: (.31T c:ry rwijlP1-31J^I tipBedi un-Nizam el-Cami' beyne Kitabeyil Pezdevi vel- İhkâm, MuzafferuddinAhmed b.Ali, İbn Saati diye maruf (694 = 1294).veya•de denmektedir. Şarihler buna göre eserlerine isim vermi şlerdir.Bu eserin ad ı böyle uzunca zikredildi ği gibi sadece r 11i.:11 ,04,Eserin uzun ad ından da anla şılaca ğı gibi müellifin kendisi de önsözündePezdevrnin "Usulü" ile AmidVnin " İhkâmı", Usulleri bir araya getiren ikideniz oldu ğunu ve her ikisini hülasa ederek eserini k ıymetli cevherlerle süslediğiniifade eder. Bu eser böylece hem Hanefilerin ve hem de Şâfirlerin yanifakihlerin ve Kelâme ıların metodunu birle ştirmi ş olduğundan her iki tip alimlertarafından şerhedilmi ştir.Müellif eserini dört kaide üzerine tertibledi ğini zikreder: Birincisi ilkeler(Mebadi), ikincisi, Nakli deliller (edille-i Semiyye), Üçüncüsü, ictihad ın müftüve müsteftinin hükümleri, dördüncüsü, tercih etme metod ve yollar ı'dır.Yazmalar ının bulundu ğu kütüphaneler:Damad İbrahim Pa şa, No: 435, 229 varak, orta boy, sonunda müellifinkızkarde şi tarafından müellifin yazmas ından 711 H. y ılında yaz ıldığı kaydedilmektedir.e4.1J1119


Be şir Ağa, No: 186, 107 varak, büyük boy.Fahreddin İlyas bu eseri Ali b.Muhammed Kanevrden 746 tarihindeokuduğu kaydı vardır.Topkapı Sarayı III. A., No: 1241,Laleli, No: 686.Ayasofya, No: 948.Nuru Osmaniye, No: 1294.Atıf Efendi, No: 656.Carullah, No: 565, 178 varak, 17 sat ırh, yaz ılışı 724 H. Bu nüshada eserinad ı j '51 1 Ç4IL. Zlr: olarak geçiyorsa da bu isim müellifin önsözündeki şu ibareden al ınmışt ır. ‘.. 1 Ztr: 11,.1Şerhlerin bulunduklar ı kütüphaneler:a) c cştLır. J j,,,011er-Raft Şerhul-Bedi, Emirul-Hac Musa b.Muhammed Tebrizi (736 = 1335).Yeni Cami, No: 331.Şehit Ali Pa şa, No: 634.b) Li4a..0"111 5 (il". (:)1.;Beyan Meanil-Bedi, Şerhul-Bedi, Şemsuddin Mahmud b.AbdurrahmanIsfehani (749 =- 1348). Bu Şerholarak da geçmektedir. Telifi 733 H. y ıhdır.r5Lil jb JI eAlp.5 .3 431;,11Topkap ı Saray ı III. A., No: 1307, 126 varak, 25 sat ırlı .Beyan Mu şkilil-BediRagıp Pa şa, No: 411, 334 varak, 27 sat ır, yaz ıhşı 935 H.; No: 410, 390varak, 25 satır, yanlış]. 751 H.Fatih, No: 1345.Hasan Hüsnü Pa şa, No: 532.j..P 0£:1 j‹,.tA yil., ciJ..11(.5.3;;;,1 (s-uffi JoefKâşıf Meanil-Bedi ve Beyan Mu şkilil-Meni, Sıracuddin Ebu Hafs Omerb.Ishak Gaznevi Hindi (773 = 1371).120


Atıf Efendi, No: 694, 380 varak, büyük boy, 820 H. y ıl ında yaz~ ştır.Hasan Hüsnü Pa şa, No: 531.23—,; -ZilMenar ul-Envar, Ebul-Berekât Abdullah b.Ahmed, Haf ızuddin Nesefidiye tanınır (710 -= 1310).Hafızuddin Nesefrnin bu eseri, küçük bir hülasadan ibarettir. Ifadesio kadar tekniki de ğilse de Usulün her konusuna de ğinmesi ona Usul'e bir giri şhüviyetini kazand ırmıştır. Çetrefilli ifadeleri vard ır. Buna ra ğmen çok şöhretyapmış ve çok kimse tarafından şerhedilmi ştir. Şüphesiz müellifin kendisiilk şerhi yapmıştır. Burada dikkatimizi çeken bir nokta şudur. "Menar" ınmetnine hem müellif ve hem de ba şkaları şerh yapmıştır. Ancak müellifinşerhine bir ha şiye (tekrar şerh) ve bir talik yap ılmamış, fakat di ğer şarihlerinşerhlerine ha şiyeler yaz ılmıştır. Tesbit edebildiklerimizi a şa ğıya kaydedece ğiz.Müellif şerhinin önsözünde şöyle der: Akli ve nakli delillere dayanan, münaka şametodlarını en iyi ortaya koyan, dini ilimlerin en yücesi Usul ül-F ıkh ilminegayretlerin yöneldi ğini görünce, Buhara ve di ğer Islam memleketlerindeâlimlerin Fahrul-Islâm Pezdevi ile Şerahsi'nin usullerine meyillerini mü şahedeedince, bu iki eseri hulasa ettim. Fakat, deliller ve hükümleri (furu')işaret ederek bütün kaideleri (Usul) zikretmeye ve zaruret olmay ınca Pezdevinintertibini takip etmeye gayret ettim. Sonra baz ı kimseler bana gelerek,bunun zor yerlerini aç ıklamam ı, Pezdevideki kapahhkları açmamı Muntehabel-Mahsul'de olan ın iyisini aktarmam ı istediler, ben de onlar ın iste ğini kabulettim ve buna "Ke şful-Esrar fi Şerhil-Menar" ad ını verdim. Eser Kâdi Beydâvrnin"Mınhac"ı gibi bablara ve k ısımlara ayrılmamış tasnifsiz yaz ılmıştır.Menarul-Envar küçük bir risale olarak müstakillen bas ıldığı gibi ayr ıcaşerhler içinde de metin olarak bulunur. Ba şı :e■}1A 1 cji;JIJ ö511 1,1.,.21 ı j ı i_ıft,j„ Ij ta'St ı 11.A-) Z.-Jtj 45k, tj.J1Istanbul'da 1326 hicri y ılında mustakillen, ince yaz ı, orta boyda 34 sayfahalinde bas ılmıştır.İstanbul kütüphanelerinde bulunan baz ı yazmalar ı :Topkap ı Sarayı III. A., No: 1264, 70 varak, 11 sat ırh; No: 1265, 50 varak,15 satırh; No: 1263, 144 varak, 7 sat ırh; No: 1266, 82 varak, 11 sat ırh; No:160, 70 varak, 11 sat ırh; No: 521, 90 varak, 9 sat ırh; No: 699, 47 varak, 11satırh.121


Fatih, No: 1452-1463 (11 nüsha).Laleli, No: 757, 792-795.Yusuf Ağa (Mahmud Pa şa), No: 193.Ayasofya, No: 1010 M.Carullah, No: 538.Şerhlerin bulunduklar ı kütüphaneler:a) Lsa—,:■ 11 ,:y atil .t.:p c _):.1.1Ke şful-Esrar Şerhul-Menar, Abdullah b.Ahmed Nesefi (710 = 1310).Bu şerh, müellifin kendi şerhidir. 1316 H. y ılında birkaç şerh ve ha şiyeile birlikte Mıs ır'da bas ılmışt ır. Ba şı :Yazmalar ı :. Sirel;i1 ö jx11, Sisel;s11 Lı*ı lTopkap ı Saray ı III. A., No: 1278, 201 varak, 25 sat ırlı .Laleli, No: 761, 762.Fatih, No: 1390-1397 (yedi nüsha).Carullah, No: 542, 777 H. y ılında yaz ılmıştır.b)el-Muktebesul-Muhtar min Nuril-Menar, Tahir b.Hasan b.Ömer b.Habib(740-808 = 1339-1405).Bu eser "Menarul-Envar" ın hulasas ıdır. Şerhi a şa ğıda gelecektir. Burisale Muhtasarul-Menar ad ı altında "Mecmuu Mutun Usuliyye" mecmuas ı .içinde Şam'da 1324 H. de bas ılmıştır.L.>tzğı(ip zwjLaleli, No: 791.c) ,:f7t11> c j l:JAİktibasul-Envar Şerhul-Menar, Cemaluddin Yusuf b.Kumari el-Unkuri,el-Harrâti 01,WI (s.1114-.1Kâtib Çelebi, müellifin "el-Tenkih" ve "el-Mu ğni" ve bunların ha şiye-122


lerinden istifade ederek eserini teknik ifadeye koyma ğa çalıştığını zikreder veeserini (752 = 1351) de yazd ığını kaydeder. Yazmalar ı :Laleli, No: 757.Fatih, No: 1412, 1413.Ç) -1?-1 J1:11 j um-ıics); j.aJIKudsul-Esrar fi İhtisaril-Menar, Nas ıruddin b.Rabve Muhammed b.Ahmedb.Abdulaziz el-Konevi (764 = 1362).Şehit Ali Pa şa, No: 662.Laleli, No: 3658 (Mecmuada).d) J1;1,1 cf;el-Envar Şerhul-Menar, Ekmeluddin Muhammed b. Mahmud b.Ahmedel-Babirti (786 = 1384).2i, ı;„i ıTopkap ı Saray ı III. A., No: 522, 228 varak, 27 sat ırh.Yeni Cami, No: 337.e) c): cşta.z.t., :71„Mebarıkul-Ezhar fi Şerh Menaril-Envar, Abdullatif b.Abdulaziz b.el-Melek, Ibn Feri şte diye me şhur (885 = 1480).ny jp £13Bu şerh me şhur olmu ş ve üzerine ayr ıca haşiye de yaz ılmıştır. 1315 H.yılında Istanbul'da baz ı haşiyeleri ile birlikte bas ılmıştır. Yazmalar ı :Topkap ı Saray ı III, A., No: 1268, 204 varak, 21 sat ırh; No: 1275, 217varak, 25 satırlı; No: 1281, 117 varak, 35 sat ırh; No: 138, 164 varak, 21 sat ırh;No: 703, 343 varak, 25 sat ırlı; No: 700, 377 varak, 17 sat ırh; No: 701, 132varak, 22 sat ırlı ; No: 523, 212 varak, 23 sat ırlı .Laleli, No: 754-556.Fatih, No: 1399-1409.1- j I J U.1 cş!.; (ip I j 19;1123


Envarul-Halek alâ Şerhil-Menar, İbnil-Melek, Muhammed b. İbrahim(971=1563). 4.1.;: ;111315 H. yıhnda İbn Melek'in şerhinin kenar ında olmak üzere Istanbul'dabas ılmıştır ve İbn Melek'in şerhi üzerine yaz ılmış bir ha şiye (şerhin şerhi)dir.2- t.5.3 1+4_P ‘!..111 cyy c c>.İ bn Melek'in Menar şerhine Ha şiye, Şerefuddin Yahya Ruhavi (949 =1542). 141 ...t.11 (.51ı.,«1 Lıı[ ja,,12.1.111315 H. yıhnda, İbn Melek'in şerhi ile beraber Istanbul'da bas ılmıştır.Yazmaları :Topkap ı Sarayı III. A., No: 1272, 360 varak, 25 sat ırh.Laleli, No: 730, 299 varak, 25 sat ırh; No. 731, 248 varak, 30 sat ırlı, büyükboy, 1058 H. de yaz ılmıştır.3- c 7.'51 c JL1.1 Cşjt, J1


faydalı hususlar! hocam ız Abdulaziz Ahmed Buhâri (730) ve Menar ve Kentsahibi Hafızuddin Nesefi (Ö.710) den toplad ım" der. Ba şı :o L9,-1 3 o j 1.1 .,• • • J*4 "*) LsL•. 11 41P L:3%12"U d 31 j..o ı 4:>1 ‘.y t.. cs.),1 JlsNuruosmaniye, No: 1354, 316 varak, 17 sat ırh, yaz ıh şı 1146 H.Laleli, No: 753.Kâtip Çelebi bu eserin 749 H. de vefat eden K ıvamuddin Muhammed b.Muhammed b.Ahmed el-Kâkrye ait oldu ğunu kaydeder. Ke şfuzzun'ün 2 /1824.g) -L.4 -14. ry! . "L"'İfadetul-Envar Şerh Menaril-Envar, Sadaddin Ebul-Fedail Muhammedb.Muhammed Dehlevi (790 ? 891 ?).. . .(11,,A t..ai (_411 Lt)Selim Ağa (Üsküdar), No: 266, 82 varak, orta boy, okunur. Yaz ılışı 740 H.Atıf Efendi, No: 655.Fatih, No: 1410-1411.Nuru Osmaniye, No: 1353.Ayasofya, No: 988.Yeni Cami, No: 308.h)tsLt....01 .f...ı11.5k. jUi j .A/ .4L;WIfadetul-Envar Şerhul-Menar, Alaeddin Dimışki ( 9)Laleli, No: 751; No: 752, yaz ıh şı 716 H.CJ:`,14'41j ıiN ı j ı ii•sl ı J1;1(3 ı.,1.4.;5/Envarul-Efkâr Ha şiye fi Tekmilet İdaetil-Envar, İsa b. İsmail b.Husrevşah Aksarayli (?)jIA/Ijp..),J101Fatih, No: 1414.Katip Çelebi'nin ifadesine göre 727 H. de ölmü ştür.i) Ls.c.iiı11c‘5: JtS- c): cf.t125


Şerh Menaril-Envar, Şerefuddin b.Kemal b.Hasan b.Ali K ırimi (810 =-1407).Topkap ı Sarayı III. A., No: 702, 330 varak, 23 sat ırh.Fatih, No: 1422.1)7‹.! L31c't_•, % /1 e); 4.4 ,C.L.L3-1j19:9 4 cy::*JŞerh Menaril-Envar, Zeynuddin Abdurrahman b.Ebi Bekir b.Ayni(892 = 1487).Katip Çelebi'nin ifadesine göre 867 H. de telif edilmi ştir.&,› J Ly:›Wi J.J4. jj"D j^?•• L41 £iTopkap ı Sarayı III. A., No: 525, 109 varak, 21 sat ırh.Fatih, No: 1423, 1427, 1428.i)Şerh Muhtasar ıl-Menar, Kas ım b.Kutlubağa (802-879 = 1399-1474).CiUBu eser yukarda (b) de geçen metnin şerhidir.Topkap ı Sarayı III. A., No: 527, 109 varak, 19 sat ırh.Laleli, No: 765; No: 766.Selimiye Pertev Pa şa, No: 154.Mihri Şah, No: 95.k) j jl,«*Şerh Menaril-Envar, Zeynuddin b. İbrahim b Muhammed, İbn Nuceymdiye me şhurdur (970 = 1562). Bu eserini Ezherde ders verdi ği esnada 965 H.yılında yazmıştır. Ba şı :126Nuruosmaniye, No: 1352, yaz ısı güzeldir.Süleymaniye, No: 368.


Atıf Efendi, No: 708, (Mecmuad ır 60 dan 343 varaka kadard ır). 986 y ı-hnda istinsah edilmi ştir.I) 44)1.) .,) iLl.1 j!/...N1 öaijZubdetul-Esrar Şerh Muhtasaril-Menar, Ebus-Sena Ahmed b.MuhammedZiyli sonra S ıvash (1009 = 1600)...14t.i ol;..:11y) . ..)V3 k.. L4,1 2_11974 H. yılında yaz ıldığını Katip Çelebi kaydeder. Fakat ayn ı eseri ŞemseddinSiyasi (Ö. 1049) ye de atfeder.Topkapı Sarayı III. A., No: 1286, 62 varak, 21 sat ırlı .m) (£.1:,..g ' 4111...kt....c v a L4i 44'4 c JU.1 ji;Nurul-Envar fi Şerhıl-Menar, Ahmed b.Ebi Said b.Ubeydullah Hindi,Mollaciyun diye me şhur (1047-1130 = 1637-1717)-)00 j *.u1,111 J j„,01 (s..1J1 43,ı41441 j .)L1.1Bu şerh Mısır'da 1316 H. y ıhnda Müellifin şerhi Ke şful-Esrar ile ayn ıciltte bas ılmıştır. Matbu ıaüshanın sonunda müellif bu şerhi 1105 yılındabitirdiğini ve o anda 58 ya şında olduğunu kaydeder.Bu esere Muhammed Abdulhalim b.Muhammed Eminullah Laknavi) şu adla bir ha şiye yazmıştır. jt:„Il j; cip J LI')11 )Kamerul-Akmar alâ Nuril-Envar fi Şerhil-Menar. Bu ha şiye şerhi ile birlikte1316 da Mıs ır'da bas ılmıştır.j1:11 o-1AMüellif bu ha şiyesini 1276 H. y ılında yazdığını matbu nüshamn sonunda ifadeeder.n) )11 (.5‘.1 44..4 c J•I.1 JU .2.3 i; )2;Nazratul-Enzar Şerhul-Menar, Muhammed Emin b.Muhammed Üsküdarlı(1151 = 1738).Selim Ağa Kemanke ş (Üsküdar), No: 106, 388 sayfa; No: 107.o) J•1.1(jI127


Mecamml-Esrar Şerhul-Menar, Muhammed Att&vis. (?).Fatih No: 1415-1421 (yedi nüsha).ö) jl.ço.):4; cj I.•11 crtŞerhul-Menar, Abdullah Nokrekar.Laleli, No: 760.Yusuf a ğa (Mahmud Pa şa), No: 187.el-Fevaid u ş - Şemsiye Şerhul-Menar, Şemsuddin Muhammed Koçhisari (?)Fatih, No: 1398.r) c59i I ts jt;:1 , c cf.jMuteberul-Medar fi Şerh Muhtasaril-Menar li İbn Habib, Ali b.SultânMuhammed el-Kari el-Herevi (1014 = 1605). Yukarda (b) bendinde zikredilenTahir b.Habibin hülasas ının şerhidir.Laleli, No: 763.el-Muhtar fi Muhtasaril-Menar, Muhammed b.Ahmed D ımi şki (756=1355).Laleli, No: 764.ş),1:111 -t"4 j1;11 cıt., JP zig,*;Talikat Şerhul-Menar, Muhammed Hibetullah.Laleli, No: 3654.Katip Çelebi, j1::„.„5;11 »4 ,15,A 733) nın *** ajJL.1 Cr'


u) . ı as ülÇ c ^1^11 ^'s c19 oi^l l^lEsasul-Usul, Muhtasarul-Menar, Ali b.Muhammed (?) ba şı :k*) ı ,t.. -Ayni müellif bu eserini mezcederek şerhetmi ştir. Ba şı :Laleli, No: 733, Telif tarihi 976 H. nüshanin yaz ılışı 1060 H, y ılıdır.24- ^,Ia! I IC,s ..ı Ç ^c,^11 a.z J l^ l ^,, ^! I,, I c â l ^J1 l ^LQ£ 1 JRisale fil-Mesalih el-Mursele, Ebur-Rabî b.Süleyman b.Abdulkavî b.Abdulkerim et-Tufî (67?-716 = 127?-1316).Küçük bir risale olan bu eser, Beyrutta 1324 de küçük "Mecmu' Resail"adındaki eserde bas ılan birkaç risaleden üçüncüsüdür.25— c t bl -) .ts r a. L$n.v c J,^yl^Ç ^IJ9 o'!f ' rNihayetil-Vusûl il â ilmil-Usul, Safiyuddin Muhammed b.AbdurrahimHindi (644-715 = 1246-1315). Subkî ve ba şkas ı iyi bir eser oldu ğunu söylüyor.lt;l .j.ı II ^1 lp; U a^ ^yl ^^ al1.1,3-ITopkap ı Sarayı III. A., No: 1204-1, 380 varak, 25 sat ırlı .Carullah, No: 566, 165 varak, telifi 704 H. yaz ıhşı 909 H. Bu nüshaninbulunan k ısmının ba ştarafı :JI .IDI jşılıyor ki bu eserin ba ştarafında eksiklik vardır.26— ç..,n üı ı '-' P , ı1i J ı, ot yi ^, o ,,,>,Bu ibareden anlaTopkapı Saray ı III. A. No: 1271, 471 varak, 23 satirl ı .27—el-Usul, Bedreddin Mahmud b.Zeyd, Lam ış diye bilinir ()•Carullahta 438 no. daki mecmuan ın içinde 101 varakt ır. 13 sat ırlıdır.129


B a şı ' Cy4 ;k. 4 ■ L:J • 4,4 j


olduğundan onlar ı okumaya gerekli vakit ayr ılmıyordu. Küçük eserler, bugünküdeyimiyle makaleler (risaleler) ra ğbet görüyor, ama onlar ın da anla şılmasıiçin ayr ıca tekrar, i şi uzatıp onları şerhetme ğe ihtiyaç oluyordu. Bu durumyirminci asra kadar devam etmi ştir. Şimdi tekrar konumuza dönelim.a)Sadruşşerianın kendi eserine yazd ığı şerhin "et-Tavzih" ın baştarafı :Atl ı. ı2J ı y ı>, j ı.; zu ı• • z-?.Sadruşşerian ın hem "et-Tenkih" ı ve hem de "et-Tavzih" ı ayrı ayr ı basıldıklarıgibi bir arada da bas ılmışlardır. Bundan ba şka ha şiyeler içinde debasılmışlardır.1304 ve 1360 hicri y ıllarında Taftazani'nin "el-Telvih" kenar ında Istanbul'dabas ılmışlardır. Aynı şekilde anlataca ğımız birkaç şerh ve ha şiye birarada olarak 1306 da M ısır'da bas ılmışt ır. Tavzih'in yazmalar ı :Topkap ı Sarayı III. A. No: 1315, 169 varak, 23 sat ır; No: 1296, 266 varak,17 satır; No: 1297, 185 varak, 23 sat ır; No: 1294, 147 varak, 23 sat ır;No: 684, 177 varak, 23 sat ır; No: 528, 221 varak, 19 sat ır.b) Lil_31;;;;;II j,,Pel-Telvih Şerhut-Tavzih, Saduddin Mesud b.omer Taftazani (792 .1300).Büyük bir Kelamc ı olan Taftazanrnin "Tavzih"e dair yazm ış olduğuşerhin önemi vard ır. Gönül isterdi ki böyle büyük âlimler ba şkas ının ifadesinianlatarak onun içinde s ıkışıp kalmas ın, müstakil orijinal eserler versinler.Tarih, gönlün isteğine aykırı akmıştır. Şimdi, Taftazanrnin şerhindeki birsözünden şunları okuyahm."Akıl ile nakli cemeden Usul ilmi şeriat ın hükümlerini ispat etmekteen yüksek ilimdir. "Tenkih" ve onun şerhi "Tavzih'' kitaplar ı, her geni ş kitab ınhülasas ına şamil, fer'in esaslar ını ö ğrenmede ve temellerini düzeltmede sonderece iyi bir eserdir. Müellif örne ği geçmemi ş bir metod takip etmi ş, müfekkirlerinellerinin değmediği ve kulaklarının ç ınlamadığı ince nükteleri eklemiştir.Bundan dolay ı her tarafta ö ğle güne şi gibi yayılıp şöhret kazanm ışt ır.Maveraunnehr bölgesinden geçti ğim esnada zaman ın birçok faziletli kimselerininbu esere gönül verdi ğini ve dü şünürlerin onun önünde diz çöktü ğünü,bineklerinin onun yan ında durduklarını ve onun s ırlarını çözmeğe ve incilerinisedeflerinden ç ıkarmaya çal ıştıklarını gördüm. Metnin şerhedilmesi ve şerhin131


daha çok aç ık olmas ı için bana dü şeni yapmam aklıma geldi"..1);,! ı .;;;,11 J J.,41Jjkl ı Ğ..L>.11 J j„.0 .1304-1310 H. tarihinde Istanbul'da iki cilt halinde ve 1306 da M ısır'daüç cilt halinde bas ılmıştır. Kitab ın sonunda 758 Hicri y ılında bitirdiğini kay-deder. Önsözünde kitaba ja,..a5"« adını vermi şolduğu görülüyorsa da ashnda "Tavzih"in yani "Tenkih"in şerhi olan "Tavzih"inşerhidir. Zira "Tavzih"in ibaresini s ırayla ahp izah etmektedir. Yazması:Halet Efendi, No: 163, ( İbn Kemal'in yaz ısı ile)Topkap ı Sarayı, III. A., No: 1258, 240 varak, 27 sat ırh; No: 1284, 382varak, 27 sat ırh; No: 1287, 248 varak, 29 sat ırlı ; No: 1291, 258 varak, 27 sat ır;No: 1292, 1233, 1288, 529, 713, 649 numarada bulunan nüshalar.1) Lsc.i.:111 cet-Tavşih haşiyetut-Telvih, Şihabuddin Ahmed b.Ataullah K ırımh(849 = 1445) j fl Lı 41)Topkap ı Sarayı III. A. No: 1290, 163 varak, 27 sat ırh.2) JUJI cj—›- 514 cHa şiye alât-Telvih, Molla Hasan b.Muhammed Şah Fenari (886 = 1481).İsminden anla şıldığı gibi Taftazanrnin şerhine ha şiyedir. Ancak müellifbunu Sultan Fatih'in zaman ında oğlu ikinci Beyazıda ithaf etmi ştir. KâtipÇelebi, bundan dolay ı Sultan Fatihin onu sevmedi ğini zira kendi isminin ebedileşmesini arzu etti ğini kaydediyor. Eser (885 = 1480) y ıhnda telif edilmi ştir.j;,.;4'.U1JA L:AT . J9nil Jj2JI 1AIBu eser 1306 y ıhnda Mıs ır'da bas ılmıştır.L.41Topkap ı Sarayı III. A. No: 1289, 261 varak, 27 sat ırh; No: 1320, 191varak, 20 st ırlı .3) cj -1~4 c JP132


Haşiye alât-Talvih, Muhammed b.Firamuz, Molla Husrev diye me şhurdur(885 = 1480).Müellif eserinde önce Telvih'in ibaresini aynen "dedi" diye nakleder vesonra "diyorum" diye şerheder.J),, ı cb tam,G>-1 Jl;


Ilâmul-Muvakkıin an Rabbil-Alemin, Şemsuddin Muhammed b.EbuBekir b.Eyyub, İbn Kayy ım el-Cevziyye diye me şhurdur (691-751 = 1291—1350). Bu eser müteaddit defa bas ılmıştır. Usulül-F ıkıh meselelerini ba şka birifade ve uslüpla ele almaktad ır. Bilhassa kıyas bahsi önemlidir.29— ‘..5,J1 c J9„4.51 1 Ğ„,?.-Cemul-Cevami fil-Usul, Tacuddin Abdulvehhab b.Ali b.Abdulkâfi es-Subki (727-771 = 1326-1369). Bu eser çok tutulmu ş eserlerden biri olup öncemüellif ve sonra ba şkaları tarafından şerhedilmi ş, ha şiyeler ve Talik'ler yap ılmıştır.K ılasik metinler içinde (Mecmu min Muhimmatil-Mutun el-Mustamele,Mısır 1328, S. 99-187) bas ılmıştır. Eser yedi kitap ve Mukaddimelereayrılmıştır. Takriben yüz kitaptan toplad ığını ifade eder. Ba ştarafı :;(.41 ‘szla) J.tRt.it ıçd.111... J1a) 4.5.;.T.) .;11 4311.kp :f GTe şnif ul-Mesami, Şerh Cemil-Cevami, Bedruddin Ebu Abdullah Muhammedb.Abdillah Ezzerke şi (745-794 = 1344-1391).. . . c.:4)):A j L;) 11,114—> .) ;..0Topkap ı Sarayı III. A. No: 1236, 204 varak, 27 sat ırlı .b) c),:ı11510:-Şerh Cemul-Cevami, Celaluddin Muhammed b.Ahmed el-Mahalli (791—864 = 1388-1459). Bu şerh üzerine ha şiyeler yaz ılmış me şhur şerhlerdenbiridir. Mısır'da 1318 H. Bennani'nin ha şiyesi ile birlikte iki cilt halinde bas ıl-mıştır. Ba şı : 1,:ub J .1"u41;linTopkap ı Sarayı III. A. No: 598, 233 varak, 19 sat ır.1) Bu şerh üzerine BennanVnin bir ha şiyesi vardır. Zikredilen cilttebas ılmıştır. Ba şı : ( 4.1i; )ci Lt.31 (4J J. A3); )., Z.1.41 js.• • • 1134


Bu ha şiye üzerine de ayn ı ciltte mevcut Abdurrahman Şirbrnin bir"Takrirat% vard ır. Ba şı : 4;21,:,,, 4.:i (L)....:4. ti2) (S.,L,Q;yI LjSj L9.4:y. 1)71 -.1•• JPHaşiye alâ Cemil-Cevami, Ebu Yahya Muhammed b.Zekeriya el-Ensari(926 = 1520) c. j5J 4.5.4 • 1 JI;. .Topkap ı Sarayı III. A. No: 539, 232 varak, 21 sat ırlı; No: 539 M.c) ef- )1 cel-Gays ül-Ham ı' Şerh Cemil-Cevami', Ebu Zer'a Ahmed b.Abdurrahim(762-826 = 1360-1422). Kâtip Çelebi'nin ifadesine göre Ebu Zer'a bu eseriniZerke şi'nin şerhinden hulasa etmi ştir. Ba şı :ı4ı JI ∎ -kod 14 1Topkap ı Saray ı III. A. No: 18, 187 varak, 29 sahili.d) cs.)L,,,,11 e.,,t211 CJIfYIel-Ayatul-Beyyinat, Ha şiye Cemil-Cevami, Ahmed b.Kas ım el-Abbadi(994 = 1584). (.5Lili rl; ...J1+3. . . JL, .)4 1 (.51 jpTopkap ı Sarayı III. A. No: 549, 517 varak, 21 sat ırh; No: 599, 464 varak,21 sat ırh.30-el-Muvafakat fi Usuli ş - Şeria, Ebu İshak İbrahim b.Musa Şatıbi (790 =1388). Bu eser dört cilt halinde M ısır alimlerinden Merhum Abdullah Diraztarafından tashih edilerek yeniden ne şredilmiştir. Abdullah Diraz ın önsözündenbaz ı cümleleri buraya alman ın faydas ı vardır."şer'i hükümlerin istinbat ı için iki unsurun mevcut olduğu ortaya ç ıkıyor.Biri, arap dilini bilmek, di ğeri şeriat ın esasını ve gayesini bilmektir. Birinciunsur sahabe ve tabiinde do ğu ştan var idi, ikinci unsuru da Hz.Peygamberleolan arkada şlıkları esnas ında öğrenmiş ve bu hususta meleke sahibiolmuşlardı. Fakat sonradan gelenler bu iki vasfa haiz olmad ıklarından heriki unsur için de kaidelere ihtiyaç duydular ve kaidelerle i şi zabt rapta al-135


almağa çalıştılar. Ancak birinci unsur (arap dili) için gereken çal ışmayı fazlasiyleyapmışlar ve bunu Usul'e maletmi şlerdi. Ne çare ki ikinci unsuru (Şerinmaksat ve gayesini) ihmal etmi şlerdir. Sadece K ıyas bahsinde illeti (neden)taksim ederken Şari'in maksad ına i şaret kabilinden dokunulur. Asl ında birinciunsur için yap ılan çalışmalar be şinci hicri as ırdan beri duraklam ış, yaz ılaneserler, hulasa etmek ve şerhetmekten ibaret kalm ıştır.İşte sekizinci Hicri as ırda Allah Ebu İshak Şat ıbiyi göndermi ş ve o dabu ikinci unsuru, Şariin maksat ve gayesinin hükümlerdeki rolünü ortayakoymak üzere bu eseri yazm ıştır. Çok defa birinci unsurla yani Usulül-F ıkıhlauğraşanlara itiraz edilerek bu ilmin ancak ictihad derecesinde olanlara faydas ıolup başkas ına olmadığı ileri sürülürdü. Usulül-F ıkıhta ihmal edilen ve Şatibininbu eserde ele ald ığı kısım aslında dini ö ğrenmek, şeriat ın nizammı bilmekve Te şri'in esaslar ına vakıf olmak gibi yetenekleri insana verir."Burada iki noktaya, yukarlarda da de ğinmi ştik, dikkati çekerek biz deuyarma vazifemizi yapal ım. Usulül-F ıkh muçtehitlere faydal ı ise ve ancakonların okumalar ı lâz ımsa, o halde hiç kimse müctehit olamayacakt ır Çünkü,Usulül-Fıkıh okumayan müctehit olam ıyacağına göre, müctehit olmayan daUsul okumayacakt ır. İşte bu kısır döngüyü günümüzde bulmak zor de ğildir.Diğer nokta da Şariin (kanun koyucunun) gaye ve maksad ım bilmenin önemidir.Şatibinin açmış olduğu yolu takip eden olmadığını gene Abdullah Dirazifade ediyor. Biz de deriz ki zaman ımızda yeni usul eserleri yazanlar şariinmaksadına biraz önem ve yer verme ğe ba şladılar. Ancak bu çok daha i şlenmeğemuhtaçt ır. Eserin Ba ştarafı : ‘.:74 ^,,J I > J..., U.121 (.41 43,ı1,:trNLyi31— .5ı 1 j^^c) , y. 1 .12?,11 j>41el-Bahr el-Muhit, Bedruddin Ebu Abdillah Muhammed b.Bahadir b.AbdillahZerkeşi (794 = 1392).L9 1 ..1"1-41 . .APYI (sW1Topkap ı Saral III. A. No. 1044, 213 varak, 55 sat ırh; No: 721, 259 varak,27 sat ırh.32— L; j l:s2 *0...;?` C; .X.0.4 ..rti Jyo l (jFusul ül-Bedayi fi Usuli ş - Şerai', Muhammed b.Hamza b.MuhammedFenari (751-834 = 1350-1430). Eserin me şhurluğu dolayısıyle hiç olmazsaplanını verelim. Kitap önce bir giri ş ve matlab (esas) olmak üzere ikiye ayr ılır.136


Sonra giri şin dört maksada ayr ıldığını ve matlab' ın da iki mukaddime, ikiana konu (maksad) ve bir sonuç olarak taksim edildi ğini görüyoruz. Ancakbunların konularının adlarını vermekle plan daha aç ık ortaya ç ıkacakt ır.Birinci CiltI— 4) Giriş (Fatiha) dört maksada ayr ılır5) Birinci maksat, mahiyetin bilinmesi10) İkinci maksat, Usul ilminin faydas ı11) Üçüncü maksat, konuyu tesbit etme15) Dördüncü maksat, Kelam ilminden, arapçadan ve mant ıktanistifade etmesi.II— 16) Matlab (Esas Konu)a) Birinci Mukaddime konunun çe şitliliği,b) 18— İkinci mukaddimede üç maksat vard ır.A) 18-69— Kelam ve Mant ık ilkeleriB) 69-159— Dilbilgisi K aideleriC) 159-324— Hükümle ilgili ilkelerİkinci Ciltc) 2— Birinci maksat dört şeri delil hakkında olup dört k ısımdır.1—2-198— Kur'an' ı Kerim'le ilgili bütün konular burada zikredilir2— 198-254— Peygamberin sözleri, fiilleri ve tasvibleri (Sünnet ir-resul)tamamen aç ıklanır.3—254-274— İcma ve çe şitleri, hükümleri4— 274-367— K ıyas hükmü şartlar ı, illetleri367-382— Esbabu şşerai (kanunlar ın gerekçeleri)382-391— Dört şeri delilden başka olan şeri deliller.d) İkinci maksat da iki k ısımdır.1—392-400— Delillerin birbirine kar şı olmas ı (tearuz)2—400-412— Deliller aras ında birini di ğerine tercih etme meselesi.Sonuç415-436— İctihada dair olup ictihad ve şartlar ı, hüküm, taklid, fetva incelenir.Kitab Istanbul'da 1289 H. y ılında iki cilt olmak üzere bas ılmıştır. Üze-137


inde ha şiye yaz ıldığı gibi Fenarinin o ğlu tarafından da hülasa edilmi ştir.Fusul ül-Bedayi' ın başı : r ts„,... ■ (.5:01 ,CtıYazmaları :Fatih ( İbrahim Efendi), No: 226Laleli, No: 732, 223 varak, 19 sat ırh.Topkap ı Sarayı III. A. No: 1231, 131 varak, 25 sat ırlıa) O ğlu Muhammed Şah' ın (839 = 1439) hülasas ıepr ıç‘,„1 iUgLaleli, No: 691, 91 varak, 21 sat ırhb) I Z..US-(.3 }eliGayetut-Tahrir el-Cami ve Kifayetut-Tahrir el-Mani el-Mubtasar minFusül il-Beday', Yusuf b. İbrahim el-Magribi. Fusul ül-Beday' ın bu muhtasarınımüellifi 838 H. de yazm ışt ır. ‘:),;;;;:,11Jik,11, (.42,41Topkap ı Sarayı III. A. No: 1277, 149 varak, 26 sat ırlı .33— r LII cet-Tahrir fi Usulil-F ıkh, Kemaluddin Muhammed b.Abdulvahid, İbnHumam diye me şhurdur (861 = 1261).Müellifin eserini kaleme al ırken ileri sürdü ğü sebeb ayn ı konuda eser verenve yukarda zikredilen'04..11 kitab ının sahibi İbn Saati'nin ba şlamış ol-duğu i şi eksik b ırakmas ıdır. İbn Saati, Usul'de tutulan iki metodu yani kelamcıların metodu ile fakihlerin metodunu birle ştirmi şti. İbn Humam bu husustagördüğü eksikli ği tamamlamak üzere bu eseri yazarak kelamc ı ile fakih veyadiğer deyimle Şafii ile Hanefi metodunu mezcederek hülasa bir eser yazd ığınıifade eder. Zira zaman ında insanlar ın Usule dair hülasa eserleri tercih ettiklerioysa bu eserinin de büyük oldu ğunu anlat ır. Eserini giri ş ve üç makale üzerinetertiblemi ştir. Giri şte ilim konusu ve di ğer ilimlerle münasebeti, birinci makaledil ilkeleri, ikinci makale Usul ilkeleri (ahkâm konular ı), üçüncü makale138


ictihad hakk ındadır. Ba şı : (11,J1 U. t.t;I (5.111j.."11 4:" ZinipJ:Ş 12.01313 H. y ıhnda şerhi ile bir arada üç cilt halinde M ısır'da bas ılmıştır.Şerhleri:a) et-Takrir vet-Tahbir şerhut-Tahrir, Muhammed b.Muhammed b.EmirHac Halepli (879 = 1474).( 1.4-1 C.; C .7 G.L..4 G cyfZ, J:, j;d1Bu eserin 1316 da metinle beraber üç cilt olarak M ısır'da bas ıldığını söyledik.Şarih müellifin talebesidir ve 871 y ılında eserini bitirmi ştir.Başı : 44.IP ‘.5.4 L.? r yl t:i (.52r,,ıp j› ı ı54 ı ., kulTopkapı Sarayı III. A. No: 1323, 347 varak, 31 sat ırlıb) ‘s.»..;11 ot,!:44 j ab j^11 ‘:>A1Teystr ıt-Tahrir, Muhammed Emin, Emir Padi şah Buhar!. Kendisindenönceki şarihlerin sahas ı olmadığını ifade ederek onlar ı tenkit eder. Yazmas ı :Çorlulu Ali Pa şa, No: 160.Topkap ı Sarayı III. A. No: 343e) j,,4)11Lubbul-Usul, Zeynulabidin Ömer b. İbrahim b.Nuceym (970 = 1562).İbn Nuceym, "et-Tahrir"i hülasa etmi ş ve onu kendine göre tertipleyip baz ıilavelerde bulunmu ş olup 951 H. y ıhnda telifini bitirmi ştir.. 14: j .; 4.51i c jpTopkap ı Sarayı III. A. No: 714, 108 varak, 19 sat ırDamad İbrahim Pa şa, No: 429Atıf Efendi, No: 708, (1-58 varaklar ı), (986 = 1578) de yaz ılmıştır.Laleli, No: 780.139


34— L:9j J*1.1 '3'1; JAMirkatul-Vusül ila İlmil-Usul, Muhammed b.Firamuz, Molla Husrev diyebilinir (885 = 1480) 4:).1,1 ut1L Api.); (:)1.J, 0.4; ..Molla Husrev'in bu eseri İstanbul medreselerinde ders kitab ı olduğundanmetin olarak, şerhli ve notlu (kay ıtlı) olarak çok bas ılmıştır. Aslında eser 40sayfa civarında bir eserdir. Bir giri ş, iki maksat ve sonuç olarak düzenlenmi ş-tir. Yazmalar ından:Topkap ı Sarayı III. A. No: 704, 30 varak, 23 sat ır.Esere ilk şerhi müellifin kendisi yapm ış, ancak esbab ı mucibesini çe şitlisebeblere dayam ışt ır. Haset edenlerin tenkidi ile ashnda izaha muhtaç olanyerlerinin bulunmas ı bu sebebler aras ındadır. Do ğrusu eser klasik bir derskitab ı olacak şekilde kaleme al ınmıştır. Ba şı :-tik?twl . . . 4;£29 .,.; J22. LtA, r .›1 (..„5" 4s .1114:u..s j ı ı„. cip! ji t .)t;•Bu şerh de İstanbul'da müteaddit defalar bas ılmıştır.Haşiyelerinden:j.1211 JA cş.t .31-JA JPHaşiye alâ Miratil-Usul Şerh Mirkatil-Vusul, Muhammed b.Ahmed Tarsuslu(1117 = 1705). ,.4.„1,Topkap ı Saray ı III. A. No: 542, 186 varak, 17 sat ırh.2) ST, JP :ı2;,l>-Ha şiye alâ Miratil-Usul''"*Z4•;.1Topkap ı Saray ı III. A. No: 716, 400 varak, 35 sat ırlı.3) LkIr > J (.9;,u1 ı b. C .i.C4yl (j .4.5TP cştŞerhul-Mirat fil-Usul, Hamid b.Mustafa Konyah Rumeli Kad ıaskeri(1098 = 1686). Bu eser bas ılmıştır.140


4) •os.), cı:;4,Miftahul-Husul alâ Miratil-Usul, Şerh Mirkatil-Vusul, Mustafa b.Yusufb.Murad Mostari Bosnal ı (1119 = 1707). Müellifin ölümüne 1110 H. diyenlerde vard ır. Eserini 1103 H. de bitirmi ştir. Yazmas ı :.D ı J,iti;1SlaosHamidiye, No: 440, 341, varak, 29 sat ırh.C__J* 1135 —a) :-:,,L,Ş .A1 cZubdetul-Vusül ilâ İlmil-Usul, Yusuf b. Hüseyin Kirmasti (906 = 1500).Bu eserin ad ı Zubdetul-Fusül fi İlmil-Usul olarak da geçmektedir. Nesefinin"Fusul" adlı eserinin şerhi oldu ğu (Osmanl ı müellifleri 2 /53) zikredilmektedir.Eserin kendisinden bunun tetkiki gerekir. Ba şı :Per' 4JL.t;1 -u%Topkap ı Sarayı III. A. No: 1270, 69 varak, 17 sat ırli; No: 698, 73 varak,19 sat ırh.b)el-Veciz fil-Usul, Yusuf b.Hüseyin Kirmasti (906 = 1500). Müellifin(a) daki "Zubde"yi yazd ıktan sonra bunu ondan hulasa etti ği söylenir. (Ke ş -.fuzzunun 2 /2001). Bunu da eserin kendisinden tetkike ihtiyaç vard ır. Başı :Damad İbrahim Pa şa, No: 483, 37 varak, orta boy, üzerindeki tahrirat(not) çoktur. 942 H. tarihinde yaz ılmıştır.Bu el-Veciz'in bir şerhi vard ır. O da şudur: jo.>1 .3 L1P G 4.3.3.4.1el-Vasit, şerhul-Veciz fil-Usul, Ömer b.Hüseyin b.Ali Amidî , Buzcuzadediye bilinir (1200 = 1785). Ba şı :.ikı "141


Yazmas ı :Topkapı Sarayı III. A. No: 715, 361 varak, 19 sat ırlı .36- c.9,;1;z11c*J'Tahkik ul-Esrar ve Tenvirul-Ahkâm, Ahmed pa şa b.Hız ır Bey, b.Kad ıCelaluddin b.Sadreddin (927 = 1520)Yazmas ı :Ayasofya, No: 949.37—LAS— c.),Tağyırut-Tankih, Ahmed b.Suleyman b.Kemal Pa şa (940 = 1533).İbn Kemal Pa şa bu eserini Sadru şşeria'n ın "et-Tankih" adli eserininibaresinde basit de ği şiklikler yaparak yazm ış ve kendisi şerhetmi ştir. Ba şı :-t^" c.. 1 1;1...ub (5..:ı11J-L.0


middun Ep şari Ba şı : j9514 C.)Llse. ı j1.;40— 4:44..P C.; ‘.112.41,4 y. İ CMecami'ul Hakaik, Ebu Said Muhammed b.Mustafa b.Osman Had ımi(1176 = 1762) j," ,I,y1;211 0,4;Basıhşı, (1308 = 1809) İstanbul, orta boy 46 sayfa.(3,1j)1Yazmas ı : Topkap ı Saray ı III. A. No: 96, 79 varak, 15 sat ırlı; No: 97,72 varak, 15 sat ırlı .Şerhi: 3itSt.4-1 Ğ cıiı. jMenafiud-Dekaik fi şerh Mecami'ul-Hakaik, Mustafa b.Muhammed Güzelhisarlı.Telif tarihi 1246 H.dir. Istanbul'da metnin sonunda ayn ı cilt içinde336 sayfa olarak bas ılmıştır.41— P JJW- o.> G ‘.1 .,,01Neticetul-Usul, Nakib zade Halid AyniTopkapı Saray ı III. A. No: 697, 59 varak, 21 sat ırlı ; No: 770, 59 varak21 satırlı, yanlış]. 1195 H.42—Ljt5:,..t.11 jr. ct.P. ‘3.224. III (-4›.2İrşadul-Fuhul ilâ tahkik Muhammed b.Ali b.Muhammed b.Abdillah(1255=1839).ölüm tarihini 1250=1834 gösteren de vard ır.Eserini 1231=1815 de bitirmi ştir. Doğrusu, müellif son asr ın müstakil ve mutlak müctehitlerindenolduğu için hiç bir mezheb taassubu göstermeden her mezhebi ve kendincedo ğru olanı veciz bir şekilde ifade ederek anlat ır.Eser büyük boy 250 sayfa olarak 1347 = 1928 de M ısır'da bas ılmıştır.Başı : Ç,IP cy. ı!jg"..up ;), ı O.uI99, .c; )211 '„.olSon zamanlarda ilk defa eski tarz eserlerin yeni bir ifade ve metodla elealındığı bu eserin önemini müellifin önsözünden ö ğrenmek yerindedir."Usul ül-Fıkh ilmi büyük alimlerin ba ş vurdu ğu ve hükümlerin delillerinigöstermede kaynak oldu ğu bir ilimdir. Yaz ılmış kaideleri ve tesbit edilmi şCJA143


meseleleri, bu filmle u ğraşanların ço ğuna göre milsellemattan oldu ğu kabuledilmektedir. Bu, musanniflerin eserlerinde, ara ştırıc ıların araşt ırmalar ındagörülmektedir. Bunlardan her hangi biri, usulcülerin, sözlerinden kendi sözünüdestekleyen bir söz nakledince art ık münazaac ılar, büyük ilim adamı daolsalar, hemen teslim olmaktad ırlar. Çünkü, onlar bu ilmin kaidelerinin kabulemazhar olmu ş gerçekler üzerine kurulduklar ına, akli ve nakli ilmi delilleredayand ıklarına, büyük ilim adamlar ının tenkidinden uzak olduklar ınainanırlar. Bu sebeble birçok ilim erbab ı, kendisi fikir sahibi oldu ğu haldebu ilimde bilgisinin rivayetten öne geçemedi ğini zanneder. İşte bunlar benibu eseri yazma ğa sürükledi. Burada, ben bu ilmin kaidelerinden hangisinintercih edilmesi gerekece ğini, do ğrusu ve sakat ın ın hangisi olduğunu anlatacağım."Bu eserin hülasas ı, Muhammed S ıddık Hasan Han tarafından 1288 =-1871 de yap ılmış ve 1296 = 1878 de Istanbul'da bas ılmıştır.43— 41;111 Ji .olUsulül-Fıkh, Muhammed Hudari Bey (1927). Bu eserin M ısır'da 1933yılındaki ikinci bask ısı elimdedir. Orta boy 474 sayfad ır. İzmirli İsmail Hakk ıgibi Türk ve Arap alimlerince be ğenilen bir eserdir. Müellif, uzun zamanUsulül-Fıkıh okuttu ğunu, meseleleri talebeleri ile münaka şa etti ğini ve yazdığınotlar ı Muhammed Abduh'a gösterdi ğini ve onun Sat ıbrnin "el-Muvafakat"eserini tavsiyesi üzerine bu eseri okuyup çok istifade etti ğini kaydettiktensonra metodunu şöyle anlatır."Önce kaideyi bana göre do ğru olan şekilde zikredece ğim, sonra onuyeteri kadar izah edece ğim, daha sonra kaidenin do ğrulu ğuna delil getireceğim.Bundan sonra muhalif olanların ihtilaflarının bir de ğeri varsa onlar ıanlataca ğım. Ve bunu yaparken ka ğıda ac ımayaca ğım.44—a)İlm Abdulvahhab Hallaf (1955). Bu eserin ilk tabi 1942yılı olup bendeki tab' ı 1954 y ılındaki altıncı baskısıdır. Burada tercümesinisunduğumuz son asr ın kılasik Usulül-F ıkh eserleri aras ında önemli bir yenilik,uslilb ve ifadesi ile İslam Hukuk Felsefesine bir giri ş sayılır. Ortaboy 275sayfadır.b) Abdulvehhab Hallaf ın Usul ile ilgili 4,i 4.."43'Mesadirut-Te şri il- İslami fi malanasse fih, ad ında 1955 de Mısır'da bas ılmışbir eseri daha vard ır.144ç‘lp


45— Büyük Ali Haydar Efendi (1321 =- 1903) Usulül-F ıkh, eski yaz ı ile1326 = 1908 de Hac ı Adil Bey tarafından 558 sayfa olarak bas ılmıştır. Türkçedebelkide ilk ve mufassal olarak yaz ılmış Usulül-Fıkh eseridir. Yeni yaz ı ilede bas ılmıştır.46— Muhammed Seyyid, Usulül-F ıkh, Bu eserin yalnız Madhal (giri ş)kısmı matbudur. Müellif önsözünde eserin bir giri ş ile üç esas kısım olduğunuve giri şin (madhal) üç fas ıla ayrıldığını anlat ır. 330 sayfa tutan Madhal oldukçageniş tutulmuş, uzak ve yakın münasebetle önemli konulara temas edilmi ştir.Onsözünde müellif şöyle der:Bu ilme yalnız muctehidlerin, fıkıhc ıların de ğil, zamanımız erbab ı hukukununda ihtiyac ı vard ır. Çünkü fıkıh, hukuku İslamiye demek olduğundanİlmi Usulü Fıkıhda, hukuku islamiyenin mübteni oldu ğu esaslardan, hikmetite şri'den, mekas ıd şari'den bahsolunur. Ve pek şümüllü mesaili lisaniyeyedair mühim bahisler dahi bu ilme mahsus olan mebahis cümlesindendir. Builim, kısmen hukuku islamiyenin Us ül ve esasat ı te şriiyyesinden kısmen deher lisana şamil ve tatbiki kabil umumi ve gayet metin kavaidi asliyyei lisaniyyedenbahseder.Bu sebebe mebni ilmi hukukta ve betahsis hukuku islamiyede sahibihtisas olmak arzusunda bulunanlar için bu ilmi etrafiyle tahsil etmek şart ıevveldi". Eser okunmaya lay ıktır. 1333 = 1914 de İstanbul'da 330 sayfahkmadhal k ısmı bas ılmıştır.47— Usulül-Fıkıh, Mahmut Esat, Türkçe bas ılmış hülasa bir eserdir.Bunun özelli ği konuları maddele ştirerek özet bir şekilde ele almas ıdır.48— Usul ül-Fıkıh Dersleri, İzmirli İsmail Hakkı (1868 = 1946). Bu eserIstanbul'da k ısım kısım eski yaz ı ile bas ılmıştır. Usulül-Fıkıh ilmi ile uğraşıpTürkçe eser verenler aras ında İzmirli de isim yapmıştır.49— J9:z5"-k1 c jFelsefetut-Te şri fil-Islam, Dr. Subhi Mahmasani, 1946 Beyrut.İngilizcesi Leiden'de 1961 y ılında bas ılmıştır.50— a)Talilül-Ahkâm, Muhammed Mustafa Şelebi, Mısır 1947. Müellif önsözündehükümlerin sebeblerini ve hikmetlerini ara ştırmada Usulcülerin metodunueksik görerek i şe Kur'an ve Hadisteki hükümlerin sebeblerini gösteren âyetve hadislerden ba şlayarak tarihi metoda göre Usulcülere ve asr ımıza kadarhükümlerin nedenlerini bulmaya çal ışmıştır.b)145


el-Madhal lidirasetil-Fıkhil- İslami, Muhammed Mustafa Şelebi, Mısır1956. Bu eserin isminden anla şılaca ğı gibi Usulül-F ıkh' ı İslam hukukuna ba ş-langıç te şkil edecek şekilde kaleme alm ış olmas ıdir.51— JA r51...75r ıjel-Emval ve Nazariyetul - Akd fil - İslam, Dr. Muhammed YusufMusa, Mısır 1952. Bu eser de İslam Hukukuna ve Hukuk Felsefesine bir giri şmahiyetindedir.52— j5L G Zeı.


leri tatbik etmi ştir. Müellifin "Mecellenin Külli kaideleri ve Hukukun AnaPrensipleri" ad ında İslam Hukuk Felsefesi ile ilgili güzel bir eseri daha vard ır.58— Usulü-Fıkh, Manastırlı İsmail Hakkı, İstanbul 1328.59—The Origins of Muhammadan Law Jurisprudence, Joseph Schacht,Oxford 1953. Bat ı dillerinde yaz ılan en önemli İslam Hukuk ve Felsefesi ileilgili eserdir.Müellifin "An Introduction to Islamic Law" ad ında olan eseri de İslamHukuku ve Felsefesine giri ştir. Oxford 1966.60— 4).1el-Murşid fi Ilm Usulil-F ıkh, Hac ı Hamdi Azami (1971), Ba ğdad 1949,Bağdad Hukuk Fakültesinin dördüncü s ınıfı ve külliyetuşşarian ın talebesiiçin yaz ılmıştır.61— :e...JI j>1 ı . ı o ı (4,41 L c.2.$1).,1,14Muhadarat fi Usulil-F ıkh ala Mezahib Ehlis-Sünne vel- İmamiyye,Bedrul-Mutevelli Abdulbas ıt, Bağdad, 1954. Ba ğdad <strong>Üniversitesi</strong> HukukFakültesi ve Ilahiyat Fakültesi Ders Kitab ı .62— Si.z_jy 1 c ..,12 Usul ül-Fıkh, Muhammed Ebu Zeh-ra. Bu eser, Dr. Abdulkadir Şener tarafından tercüme edilmi ş olup ilâhiyatFakültesince bas ılmaktadır.63— Usulul-Fıkh il-Islami 4...41.4-1js l c ,ı;i:4111 j...9,,,o 1 Şakir Han-beli, Şam, 1947.147


İSLAM HUKUK FELSEFES İ(İlmu Fıkh)Abdulvahhâb HallâfKâhire <strong>Üniversitesi</strong>Hukuk Fakültesi, İslâm Hukûku ProfesörüNotlarla birlikte ÇevirenDoç. Dr. Hüseyin ATAY


G İ R İŞ7 Her birini tarif etmek suretiyle Fık ıh İlmi ile Usulül-Fık ıh ilmi arasında genel bir karşılaştırma, konusunu,gayesini, doğuş ve geli şmesini aç ıklama :Fıkh ın Tarifi : İslam bilginleri mezheplerinin ayr ı olmas ına ra ğ-men, insanın sözleri ve i şleri, ister ibadet, muamele, yahut suç, veyaşahsi durumlar olsun, isterse herhangi bir akit ve tasarruf olsun, hepsininİslam dininde bir hükmü olduğunda birle şmi şlerdir. Kur'an ve hadisnasları bu hükümlerin bir kısmını aç ıklamış, diğer bir kısmını açıklamamıştır.Ama şeriat bu aç ıklanmamış hükümler için birtakım deliller koymuş ve bir takım emareler göstermi ştir. Müctehit, bu delil ve emarelervasıtas ıyla kasdedilen hükümlere ula şabilir ve onlar ı anlayabilir.Fıkıh, insan ın sözleri ve i şleriyle ilgili hususta nass bulundu ğuzaman, onlardan anla şılan, nass bulunmadığı zaman di ğer şer'i delillerdençıkarılan şer'i hükümlerin toplam ından meydana gelir.Buna göre şer'i terim olarak F ıkıh ilmi: Ameli (bedeni) i şlerle ilgilihükümleri ayrı ayrı delillerinden elde edilen ilimdir; ya da işlerle ilgilişerl hükümlerin toplam ıdır.8 Bilginlerce i şlerle ilgili şer'i hükümlerin kaynaklarının dört olduğuistikra yoluyla ortaya konmu ştur: Kur'an, Sünnet, İcma ve K ıyas. Bukaynakların esas ı ve ilk te şri kayna ğı Kur'an'dır. Sonra gelen Sünnet,Kur'an' ın özet olan ını açıklar; genel olan ını tahsis eder; mutlak olan ınıtayin (takyid) eder ve böylece onun aç ıklayıeısı ve tamamlay ıcısı olur.Bundan dolayı Usulcüler, bu delillerin her birinin insanlar için birdelil olduğunu ve hükümlerine uymalar ı gereken birer te şri kayna ğı olduğunuve bunlarla delil getirmenin şartlarını, külli olan türlerini ve butürlerden her birinin gösterdi ği külli şer'i hükümlerin ne oldu ğunu ara ş-tırdılar ve ispatlama ğa çah ştılar.151


152Aynı şekilde delillerden ç ıkarılan şer'i külli hükümleri ve ayr ıca,bu delillerin nass'lardan ve nass' ın dışında olan dil ve te şrii kaidelerdennas ıl ahndığını incelediler. Bunun gibi hükümleri delillerinden kiminanlayaca ğım da ara ştırdılar, ki buna, muctehid denir, böylece ictihad ı,şartlar ını ve taklidin ne oldu ğunu ve hükmünü aç ıkladılar.Usalül-Fıkıh, hükümlere delil olmalar ı bakımından şer'i deliller vedelillerden anla şılmaları bakımından hükümlerle ilgili olan ara ştırmalarve kaidelerden ba şka, her ikisine ait ek ve tamamlay ıc ı konulardan te şekküleder.Buna göre, şer'i terim olarak Us Cılül-Fıkıh ilmi, şudur: Ayrı ayrıdelillerinden i şlerle ilgili şer'i hükümlerin anla şılmas ına yarayan ara ştırmave kaidelerin tümü...9 Konusu: F ıkıh ilminde ara ştırma konusu, şer'i hükümlerin sabitolması bakımından, mükellefin (fiilidir) i şidir. Fakih, mükellefin al ışverişinde,kiralamas ında, rehin vermesinde, vekalet vermesinde, namaz,oruç ve hacc ında, öldürülmesinde, iftira (Kazf) etmesinde, çalmas ında,itirafında ve (bir nesneyi) vakfetmesinde, bütün bu i şlerin her birindeşer'i hükmün ne oldu ğunu ara ştırır.Ama, Usulül-F ıkıh ilminde ara ştırma konusunun ne oldu ğuna gelince,bu külli hükümlerin sabit olmas ı itibariyle külli şer'i delillerdir.Usulü, kıyastan ve onun delil olmas ından, genel (âmme) bir sözden veonun neyi ifade etti ğinden, emir s ıfat ından ve onun neye delâlet etti ğindenve saire bahseder. Bunu aç ıklamak üzere a şa ğıdaki misali verece ğim:Kur'an, hükümleri gösteren ilk şer'i delildir. Onun ifadeleri (nasslar ı)tek bir tarzda gelmemi ş olup bir kısmı emir s ıgas ı ile gelmiş, bir kısmınehy (yasaklama) s ıgas ıyla gelmi ş, bir kısmı umumi bir sıga ile veyamutlak s ıga ile gelmi ştir. Emir s ıgas ı, nehy s ıgas ı, umum s ıgası ve mutlaksıgas ı, genel şer'i delilin -ki bu Kur'an'd ır- türlerinden kii111 olan birertürdür.Usulcü, bu türlerin herbirini ara ştırır. Böylece ara ştırmas ında,arapçamn ifade tarzlar ını (uslap) ve şer'i kullan ılışları, ve istikra etmektenfaydalanarak külli hüküm türünün neye delâlet etti ğini bulur. E ğer,ara ştırması sonunda, emir s ıgas ının gerekli kılmaya (icab), nehy s ıgas ınınharam kılmaya, genellik (umum) s ıgas ının genelin bütün fertlerine kesinolarak Şamil olduğuna delâlet etti ğine, mutlak sigas ının mutlak olarakhükmün subiltune delâlet etti ğine ula şmışsa, şu kaideleri koyar: Emirgerekli kılmak içindir. Nehy (yasaklama) haran ı kılmak içindir; genelbütün fertlerini kesin olarak içine al ır; mutlak, kay ıtsız olarak yaygmbir ferde delâlet eder.


sUsulcünün, ara ştırmas ı sonucu koyduğu bu ve diğer külli kâideleri,fakih, müsellem kaideler olarak al ır ve külli delili, cüz'ilerine uygular;böylece muayyen (tafsili) i şle ilgili şer'i hükmü elde eder. Mesela,"emir gerekli k ılmak içindir" kaidesini, Allah TeaWn ın şu sözüne uygular:"Ey inananlar, akitleri yerine getirin' ve bu emre dayanarak akitleriyerine getirmenin vacib oldu ğuna hükmeder. "Nehiy haram k ılmak içindir"kaidesini Allah Teala'n ın şu sözüne uygular: "Ey inananlar, hiç birtopluluk bir toplulukla alay etmesin" 2 ve buna dayanarak bir toplulu ğun10 bir toplulukla alay etmesinin haram oldu ğuna hükmeder. "Genel (âmm)kesin olarak bütün fertlerini içine ahr" kâidesini Allah Teala'mn "Annelerinizsize haram ktl ınd1"3 sözüne uygular ve bundan her annenin haramolduğuna hükmeder. "Mutlak herhangi bir ferde delâlet eder" kaidesiniAllah Teala'n ın zıhar kefareti hakk ında olan "bir köleyi hür !alma"sözüne uygular ve kefaret vermede, ister müslüman olsun ister olmas ın,herhangi bir boynu (köle) hür k ılmanın kâfi gelece ğine hükmeder.Bu misâllerden, külli delil ile cüz'l delil, külli hüküm ile cüz'i hükümaras ındaki fark anla şılmış olur.Emir, nehiy, genel (âmm), mutlak, tam (sarih) icma ve k ısmi(sükûti) icma, nedeni, nass ile belirtilen k ıyas ve nedeni, istinbatla bilinenkıyas gibi, alt ında birçok cüzilerin bulundu ğu deliller, külli delilin birertürüdür. Emir, külli olup buna emir s ıgas ı ile gelen bütün s ıgalar girer.Nehiy (yasaklama) de külli olup nehiy s ıgas ı ile gelen bütün s ıgaları içineahr, diğerleri de böyledir. Emir külli delil ise de, emir s ıgas ı ile gelen ifade(nass), cüz'i delildir. Nehiy külli delildir, ancak nehiy suretinde gelen ifade(nass)nin kendisi cüz'i delildir.Külli hükme gelince, bu, gerekli k ılma (icab), haram klima, sahihve bat ıl olma gibi alt ında birçok cüz'ilerin bulundu ğu hükümlerin geneltürüdür. Gerekli k ılma da ayrıca külli bir hüküm olup bunun içine akitleriyerine getirme gerekli ği, evlenmede şahitlerin gerekli ği ve her hangibir gerekli'nin (vacib) gerekli ği girer. Haram k ılma da külli bir hükümolup zinanın, hırs ızh ğın haram kılınmas ı ve her hangi bir haram olan birnesnenin haram k ılınması onun içine girer. Sahih ve bat ıl olma da böyledir.Gerekli (farz) k ılma külli bir hüküm olup belli bir i şin gerekli kılınmasıcüz'i bir hükümdür.Usulcü, cüz'i delillerden ve cüz'i delillerin delâlet etti ği cüz'i hükümlerdenbahsetmez. 0 ancak külli delilden, onun delâlet etti ği külli hükümden1 Maide, âyet 1.2 Hucurat, âyet 11.3 Nisa, âyet 23.4 Mucadele, âyet 3.153


ahseder ki, böylece, fakihin muayyen (tafsili) bir hükmü elde etmesiiçin cüz'i delillere uygulayaca ğı delillerin delil olmas ı için külli kaidelerkor. Fakih de külli delilleri ve onlar ın delâlet etti ği külli hükümleri ara ş-tırmaz. O, ancak cüz'î delili ve onun gösterdi ği cüz'i hükmü ara ştırır.Her ikisinden umulan amaç:Fıkıh ilminden umulan amaç, insanlar ın sözlerine ve i şlerine şer'ihükümlerin uygulanmas ıdır. Fıkıh, kadının hükmetmesinde, müftününfetva vermesinde ba ş vuraca ğı yol, her mükellefin sözleri ve i şleri, hakkındaser'î hükmü bilmesi için ba ş vuraca ğı yerdir. Hangi millette olursaolsun, kanunlar ın hepsinde kasdedilen gaye budur. Bundan, ancak maddelerinive hükümlerini, insanlar ın i şlerine ve sözlerine uygulama ve hermükellefe gerekeni ve yasak olan ı ö ğretme kasdedilirUsulül-F ıkıh ilminden kasdedilen gayeye gelince, bu gösterdikleri şer'ihükümleri elde etmek için, kaidelerini ve nazariyyelerini delillere ayr ı ayrıuygulamakt ır. Onun kaideleri ve ara ştırmaları ile şer'i nasslar (metinler)anla şılır ve gösterdikleri hükümler bilinir, ayn ı şekilde içlerinde gizli(hafi) kalan ın gizliliğinin aç ıklanmas ı, birbiriyle çat ıştıkları vakit nas ıltercih yap ılacağı ö ğrenilir Usulül-Fıkhın kaideleri ve ara ştırmaları neticesinde,kıyas, istihsan, istishab vesaire delillerle hükmü bilinmeyen olaylarhakkında hüküm ç ıkarılır. Bu kaide ve ara ştırmalarla müctehid imamlarmçıkardıkları hükümler gere ği gibi anla şılır ve tek bir olay ın hükmünedair çe şitli mezheplerin görü şleri kar şılaştırılır. Çünkü gere ği gibi hükmüanlamak ve iki de ği şik hükmü kar şılaştırmak, ancak hükmün deliline vehükmü delilinden ç ıkarma yöntemine vak ıf olmakla mümkündür. İştebu, ancak Usulül-F ıkıh ilmi ile olur, bu da mukayeseli fıkhın temelidir.Her birinin doğuşu ve geli şmesi:Fıkhın hükümleri Islam ile beraber do ğmu ştur. Çünkü Islam,inançlar (âkaid), ahlak ve i ş (amel) hükümlerin toplam ından ibarettir.12 İş hükümleri, Hz. Peygamber'in zaman ında, Kur'an'da geçen hükümlerden,bir olay hakk ında Hz. Peygamber'in fetvas ı, bir muhasama hakkındakikarar ı veya sorulan soruya verdi ği cevap şeklindeki hükümlerdenmeydana gelirdi. Buna göre fıkıh hükümlerinin yektinü ilk devirde Allah' ınve Elçisi'nin hükümlerinden te şekkül edip kaynaklar ı : Kur'an ve Sünnetti.Sahabe devrinde, Peygamber zaman ında olmayan , bir takım olaylarve hadiseler ortaya ç ıkmış, müslümanlar, bunlarla kar şılaşınca ictihadaehil olanlar, bu hadiselere kar şı ictihad etmi ş, karar ve fetva vermişve te şri'de bulunmu şlardır. Böylece ictihad ederek ortaya koyduklarıbirçok hükümleri ilk hükümler yekiinuna eklediler. İkinci devredefikıh hükümleri mecmuas ı Allah' ın ve elçisinin hükümleri ile sahabenin154


fetva ve kararlar ından te şekkül etmi ş olup, kaynaklar ı Kur'an, Sünnetve Sahabenin ictihad ı idi. Bu iki devrede bu hükümler tedvin edilip yazılmamışt ı. Farazi olaylar için hüküm vazedilmemi şti, yalnız fiilen vukubulmuş olay ve hadiseler için hükümler veriliyordu. Bunun için, buhükümler, ilmi bir şekil almamış olup fiilen vukubulmu ş olayların sırfcüz'i çözümlerinden ibaret idi. Bu hükümler mecmuas ına Fıkıh İlmidenmedi ği gibi onların sahiplerine de Fakih denmemi ştir.Sahabeden sonra birbiri ard ından gelen iki nesilde (tâbiin ve tebeitabiin) ve müctehid imamlar devrinde, -ki yakla şık olarak ikinci ve üçüncüas ırdır-, islâm Devleti geni şlemi ş ve arap olmayan çok kimseler Islâm'agirmiştir. Müslümanlar bir tak ım yeni durumlar, problemler, ara şt ırmalar,nazariyeler, fikri cereyan ve imar hareketleri ile kar şıla şmışlar vebütün bunlar ve birçok olaylar müctehitleri geni ş çapta ictihada ve hükümkoymaya (te şri) sevketmi ş, onlara inceleme ve dü şünme kap ılarıaçmıştır.Böylece fıkıh hükümlerinin te şri alanı genişlemi ş ve bu sefer farazihadiseler için birçok hükümler de konup ilk iki hükümler mecmuas ı'na13 çok miktarda hüküm ilâve edilmi ştir. Neticede, fıkıh hükümleri mecmuas ı,üçüncü devrinde, Allah' ın ve elçisinin hükümlerinden, sahabenin fetvave kararlar ı ile müctehidlerin fetvalar ı ve ç ıkardıkları hükümlerden teşekkületmiş olup kaynaklar ı : Kur'an, Sünnet, Sahabe ve müctehid imamlarmictihadlar ı idi.Bu devirde Sünnetin yaz ılmaya ba şlamas ı ile bu hükümler yaz ılmayave hükümler ilmi bir şekil almaya ba şlamıştı. Çünkü hükümlerleberaber delilleri, illetleri (nedenleri) ve tabi olduklar ı genel ilkeler zikrediliyordu.İşte bunu yapanlara fakih ve yapt ıkları ilme de Fıkıh ilmidendi.Bu hususta bize ula şanlar içinde ilk yaz ılmış olan eser, Enes'in o ğluİmam Malik'in yazdığı, "el-Muvatta" adl ı kitaptır. Halife Mensur'un isteğine göre bu kitapta, Sünnetten, sahabenin ve onlar ın pe şinden gelenbirinci ve ikinci neslin (tabiun ve tabiu't-tabiin) fetvalarmdan senetçedoğru bulduklar ını toplamıştır. Bu suretle o, hem Hadis ve hem f ıkıh kitab ıve Hicazhlar ın Fıkhının esas ı olmuştur. Sonra Eh -ii Hanife'nin talebesiİmam Ebil Yusuf F ıkha dair çe şitli kitaplar kaleme alm ış olup, bunlardaIrakhlarm fıkhının esas ını te şkil eder. Ebû Hanife'nin talebesi Hasanoğlu İmam Muhammed de Zahiri'r-Rivaye olan alt ı kitap yazmış olupHâkim Şehid (334 H. 945 M.) bunlar ı "el-kâfi" adlı kitab ında toplamış,Sarahsi bunu, "el-Mebsut" kitab ında şerhetmi ş olup, bu Hanefi mezhebifıkhının kayna ğını te şkil eder.155


İdris oğlu Muhammed Şafii de Mısır'da "el-Umm" ad ındaki kitab ını yazdırmıştır.Bu, Şafii mezhebi fıkhının temel kitab ıdır.Usulül-F ıkıh, birinci asırda kendisine ihtiyaç bulunmad ığından ancakikinci as ırda ortaya ç ıkmıştır. Hz. Peygamber, Rabbi kendisine Kur'an'-dan vahyetmi ş olduğu ve sünnetten ilham edilen ile sonradan konanictihad ve istinbat kaide ve ilkelerine muhtaç olmadan, akl ı selimiyleictihad ederek hüküm ve fetva verirdi.Sahabe, dini metinleri (Nass = Kur'an ve Hadis) anlamaya yard ımedecek dil ilmi kaidelerine muhtaç olmadan arapça maharetleri sayesindepürüzsüz anladıkları metinlere göre hükmeder ve fetva verirlerdi. Hz.Peygamberle olan arkada şhklarından ruhlarına nüfuz eden kanun koymamaharetleri ile de metin (nass) olmayan hususlara dair hükümler ç ıkarırlardı.Bunda ayetlerin ini ş ve Hadislerin söyleni ş sebeplerini bilmelerine,şâriin maksad ını ve hüküm koyma (te şri) ilkelerini anlam ış olmalarınadayamyorlardı .14 İslam fetihleri geni şleyince, araplar ba şkaları ile karışmış ve birbirineyaz ışmaları ve konuşmaları yabancıların tesirinde kalm ıştır. BöyleceArapçaya yabanc ı kelimeler ve ifade tarzlar' girmi ş, dil melekesininarıkhğı kalmamış, nasslar ı (Kur'an ve Hadis) anlamada ihtimaller ve şüphelerço ğalmış olunca, bir arab ın, kendi dilinde olan nasslar ı anlamas ıgibi nasslarm ba şkalarınca anla şılabilmesi için, dil kaideleri ve disiplinlerikoymaya ihtiyaç do ğmuştur. Aynı sebep, doğru söyleyebilmek için(sentez) Nahiv kaidelerini koymaya sevketmi ştir.156Böylece, şeriatın do ğusundan uzaklaştıkça,Hadis taraftar ı ile fikir taraftarlarıarasında tartışma kızıştı. Bazı hevesliler delil olmayacak şeyleridelil göstermeye ve delil olacaklar ı da inkâr etmeye yeltenince, bütünbunlar, kaideler koymaya, şer'i delilleri kullan ılma şartlarını ve delilgetirme durumlar ını incelemeye sevketti. İşte delil ile ilgili bu ara ştırmalarve dil kaidelerinden Usulül-F ıkıh ilmi meydana geldi.Her do ğan ilk anda küçük do ğduğu gibi, bu ilim de küçük olarak ba ş-ladı, sonra büyümeye devam etti; öyleki yüzlerce eserler yaz ılmış ve Fıkıhhükümleri aras ında da ğınık ve yayılmış bir şekilde ba şlamıştı. Çünküdört imamdan her birinin yapt ığı gibi ve diğer her bir müctehid, hükmündelilini ve delil getirme tarz ını gösteriyordu. Muhalif olan herkes de muhalifolduğuna karşı bir takım deliller ileri sürüyordu. Bütün bu delilgetirmeler ve hüccetleri ileri sürmeler usul kaidelerini içine ahr.İbn Nedim'in, el-Fihrist'te zikretti ğine göre, bu dağnukhkları ilk kitaphalinde toplayan Ebil Hanifenin talebesi İmam Ebıl Yusuf'tur. Fakatyazdığı eser bize kadar ula şmamıştır.


Bu ilmin kaidelerini ve ara ştırmaların, müstakil bir mecmua halinde,tertipli, her kaidesini, delil ile ve görü ş tarz ı ile desteklemiş olarak15 ilk defa yazan İdris o ğlu İmam Muhammed Şafi'dir ki hicretin 204/819(miladi) yılında ölmüştür. Bu hususta, talebesi Rabi` Muradi'nin nakletti ğiUsule dair "el-Risale"sini yazm ışt ır 5. Bildiğimize göre, bu ilimde bizeulaşan ilk eser budur. Bundan dolay ı alimlerin dillerinde Usulül-F ıkıhilmini İmam Şafrnin vazetti ği me şhur olmuştur.Alimler, bu ilimde uzun ve kısa eser yazmakta yar ıştılar. Kelâm â-limleri bu ilimde bir yol tutmu ş, Hanefi alimleri bunda ba şka bir yol tutmuştur.Kelâm alimlerinin yolu şu şekilde ayr ılır: Onlar bu ilmin kaidelerinive incelemelerini mant ıklı ve nazar' olarak ara ştırmış ve delilin desteklendiğiniispat etmi şler; ancak müctehit imamlar bu kaideleri ç ıkardıklarıhükümlere uygulamaya önem vermemi şlerdi ve o kaideleri ferimeselelere ba ğlamamışlardır. Aklın destekledi ği ve delili bulunan kaide,mezhebin feri meselelerine uysun veya uymas ın şer'i ilke kabul edilmi ştir.Şafii ve Maliki Usuleülerin çoğu bu yolu izlemi ştir. Bu tarzda yaz ılan usulkitaplar ının en me şhurlar ı Şafii olan 505 (= 1111) yılında vefat eden ElraHamid Gazzali'rlin "el-Mustasfa" kitab ı. 631 (= 1233) y ıhnda vefat edenŞafii olan Eini Hasan Amicirnin "el- İhkam" kitab ı ve 685 (= 1286)yılında ölen şafri olan Beydavinin "el-Minhac" kitab ı ve bunun şerhlerininen iyisi Ermevrnin şerhidir.Hanefi alimlerinin yolu ise şöyle ay ırdedilir• Bunlar, imamlarınıniçtihatlar ını, üzerinde kurmu ş olduklarını gördükleri usul kaidelerini vearaştırmaları tesbit etmi şler, kaide ve ara ştırmaları nazari olarak ispat etmeyip,imamlarının hükümlerin, kendilerinden elde edilen ameli (pratik) kaideler koymu şlardır. Bu kaidelerin incelenmesindeki rehberleri,imamlarının bunlara dayanarak ç ıkarmış oldukları hükümler olup nazaridelil değildir. Bundan dolayı eserlerinde fer'i meseleleri çokça zikrederler.16 Bazan bu fer'i meselelere uyacak şekilde usul kaidelerini ifade etmi şlerdir.Bunların yöntemi, imamlar ının Usulül-Fıkıh İlmini, onların fer'i meselelerindenç ıkarma olmuştur. Bu yolda yaz ılan usul kitaplarının en me ş -huru, 430 H. (= 1038) de vefat eden Ebu Zeyd DebbusVnin "Usul",483 (-= 1090) y ılında vefat eden Fahrul İslam Pezdevinin "Usul"ü ve710 1310) da vefat eden Haf ız Nesefi'nin "el-Menar" kitab ı olup bununen iyi şerhi "Mişkat el-Envard ır".Alimlerin bir k ısmı bu ilimde eser yazmada bu iki yolu birle ştirenbir yol tutmu ştur. Usul kaidelerini incelemeye ve onlar ı ıspatlamaya5 Bu risale, Mısır'da Endriyye ve Halebiyye Matbaalar ında bauhıuştır.157


önem verdi ği gibi bu kaideleri de fıkıh meselelerine uygulamaya ve onabağlamaya önem vermi şlerdir.Bu ikili yolda yaz ılan Usul kitaplar ının en me şhurları, el- İhkâmile Usul'ü Pezdeviyi birle ştiren, 694 yılında ölen Ba ğdadlı Hanefi Muzafferuddin'in"Bediun-Nizam" Kitab ı, Sadru ş - Şarianm "el-Tavzih" kitab ı,Kemal b Hummam ın "et-Tahrir"i ve İbn Subkrnin, "Cem'ul-Cevamreserleridir.Bu ilimde faydal ı olarak yaz ılan birkaç yeni eser:1255 H. 6 de vefat eden İmam Şevkâni'nin, İrşadul-Fuhul ilâ Tahkikil-Hakk man İlm'il-Usul,1927 yılında vefat eden, merhum Şeyh Muhammed Hudarı Beyin"Usurül-F ıkıh" kitab ı ile,1920 yılında vefat eden merhum Şeyh Muhammed Abdurrahmanİyd el-Mehlevrnin "Teshil'ul-Vusül ilâ ilmil-Usul" kitab ıdır.Bu kitaplar ın ço ğuna bizi muttali k ılan ve pek aç ık şekilde İslamTe şrP ıain kaynaklarını açıkladığımız yeterli bu özete bizi hidayet edenAllah'a hamd olsun. Burada kaynaklar ın elâstikiyetini, verimlili ğini vegeni şli ğini ortaya koyduk. Hüküm bahislerinin anla şılmas ını kolayla ş-17 tıracak, şeriat sahibinin koydu ğu kanunlardaki felsefesini aç ıklığa kavu ş-turacak şekilde bu eseri yazd ık. Dil ve Te şri bahislerini, kolay anla şılmalarıve uygulanabilmeleri için, kaide şeklinde ifade ettik. Bu ilimde amelbakımından nas ıl faydalan ılaca ğının bilinmesini sağlamak için uygulananmisallerin şer'i nasslardan, be şeri kanunlarnınzdan olmas ına dikkat ettik.Birçok yerlerde şer'i hükümlerin temelleriyle be şeri kanunlarınıntemelleri aras ında mukayeseye i şaret ettim ki her ikisinin maksad ının birolduğu anlaşıls ın. Bu, hükümleri kaynaklar ından do ğru anlamaya ula ş -mak, ve Şari'in koydu ğu şeriatteki maksad ını incelemek ve kanunlar ınmetinleriyle oynanmas ının önüne geçmek içindir. En önemlisi Usulü-Fıkıh ilminin bahislerinin ve kaidelerinin, ibadet edilen kaide ve bahislerolmayıp onlar bir tak ım alet ve vas ıtalard ır ki, şeriat koyan kamu maslahatına uyarak, şeriat koyarken ilahi hududda durmas ına dikkat ediponlardan yararlanaca ğı gibi, hâkim de hükmederken adaleti ara ştırmadave gerekti ği gibi kanunu uygulamada bu kaidelerden istifade eder. Bunlar,yalnız şer'i nass'lara ve şer'i hükümlere mahsus de ğildir.Tenbih:İlmin tarifi, konusu, gayesi ve do ğu şu, diğer ilimlere nisbeti, koyan ı6 Arapça as ılda 1355 yaz ılıdır, yanlıştır, do ğrusu metne ald ığımız 1255 H. 1840 M. yılında vefatetmi ş olmasıdır.158


(vaz ıı), şeriatm ona dair hükmü gibi meselelerinin hepsine, ilmin ilkeleridenir. Bunlar, bir ilmin plân özetini te şkil eder ve onu okumaya ba şlayanhaberdar etmi ş olur. Bunun için, yazarlar eserlerine ilmin ilkelerini aç ıklayacakbir giri ş yaparlar.Birçok ilimler, ilimlerin ilkelerine dair özel risaleler yazm ışlardır.Bunlar içinde de, merhum Şeyh Ali Receb Salihrnin "Onbir ilmin ilkelerinitahkik" adı alt ında çok faydal ı küçük hacimde bas ılmış bir eseri vard ır.İbn Haldun, el-Mukaddime"sinin son kısmında, Şeriat ilimleri,dil ilimleri ve aklî ilimlere dair faydah bölümler yazm ış, her ilmin tarifini,doğu şunu ve tekâmülünü aç ıklamıştır.159


BIRINCI KISIM18 ŞER'İ DELILLERDelilin Tarifi:Arapçada delilin manas ı, hissi veya manevi, iyi veya kötü olsun birşeye götüren demektir. Usulcülerin ıstılahına gelince, delil, kendisini, doğrubir düşünme ile kesin veya zanni olarak, ameli şer'i bir hükme götürenşeydir. Hükümlerin delilleri, hükümlerin temelleri ve hükümlerin şer'ikaynaklar ı, mânaları, e ş anlamlı lâfızlardır.Kimi usulcüler, denli, kesin olarak şer'i ameli bir hükmün kendisindenelde edilen nesne diye tarif etmi ştir ama, zanni olarak şer'i hükmünelde edildiği nesne delil olmay ıp belirti (emare)dir. Fakat usulcülerin ıstılahındame şhur olan, delilin, mutlak surette, ister kesin yollu, ister zanyollu olsun, şer'î ameli bir hükmün elde edildi ği nesnedir. Bundan dolay ıdelili, kesin delâletli, zann ı delâletli diye ikiye ay ırırlar.Kısaca şer'i deliller:İstikra ile, ameli hükümlerin kendilerinden elde edildikleri delillerindört oldu ğuna varılmıştır. Kur'an, Sünnet, İcma, K ıyas. Müslümanlarınço ğunluğu bu dört delilin, delil gösterilebilece ğinde birle şmişlerdir.Kur'an, pe şinden sünnet, ardından İcma ve sonra K ıyas. Bu şudemektir:Bir olay ortaya ç ıktığı zaman, önce Kur'an'a bak ılır, o olayın hükmübulunursa yürürlü ğe konur. E ğer hüküm Kur'an'da bulunmazsa, sünnetebakılır. Olayın hükmü bulunursa, yürürlü ğe konur. E ğer hüküm sünnettede bulunmazsa, her hangi bir as ırda müctehitlerin bu olay hakk ında bir19 hükümde birle şip birleşmediklerine bakılır. Hüküm bulunursa infaz edilirE ğer onda da bulunmazsa, nass'ta (Kur'an ve Hadis) bulunan bir hükmekıyas ederek bir hükme varmaya çal ışıhr.Bu s ıraya göre delil getirmenin delili, Nisa Süresinde Allah Teala'-ma şu sözüdür: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygambere ve Ulül.161


Emre itaat edin. Bir şeyde anlaşamazsanız -Allah'a ve Ahiret gününeinanıyorsanız- onu, Allah'a ve Peygamber'e irca edin. Bu en iyi ve engüzel yorumdur 7 .Allah'a itaat et, Peygamber'e itaat et demek, Kur'an ve Sünneteuy demektir. Müslümanlara âmirlerine itaat ı emretmek, müetehitlerininbirle ştikleri hükme uyma ğa emirdir. Çünkü onlar müslümanlar ınte şri i şine sahiptirler. Tart ışılan olaylar ı Allah'a ve Peygamber'e götürmeyiemretmek, nass ve icman ın olmadığı yerlerde K ıyas'a uyulmas ımemirdir. Zira k ıyas tart ışılan meseleyi Allah'a ve Peygamber'e irca etmedir.Kıyas ise, hükmüne dair nass olmayan bir olay ı hükmüne dairnass bulunan bir olaya ilhak etmektir.Nass'ın getirdi ği hükmün nedeninde (illet) iki olay e şit olmalıdır.İşte ayet bu dört delile uymay ı gösterir.Delillerin bu s ıraya konarak delil olaca ğı, Bagavinin Muaz b.Cebel'-den nakletti ği bir hadis'e de dayan ır. Hz. Peygamber -Allah ona Salatve Selâm etsin-, Muaz ı Yemen'e gönderdi ği zaman ona şöyle demi şti:Hz. Peygamber: Bir olay karşına çıkt ığı zaman nasıl hükmedersin?Muaz: Allah' ın Kitab ı ile hükmederim.Hz. Peygamber: Allah' ın Kitab ı'nda bulamazsan?Muaz: Allah' ın Elçisinin Sünneti ile.Hz. Peygamber: Allah' ın Elçisinin sünnetinde de bulamazsan?Muaz: İctihad ederim ve özenmeyi ihmal etmem "Yani İetihaddaeksiklik yapmamağa çalışırım". Allah' ın elçisi göğsüne vurdu ve dedi ki:Allah'a hamd olsun, Allah' ın Elçisinin elçisini, Allah' ın elçisinin razıolacağı şeye muvaffak k ıldı."*Bagavi'nin Mihsano ğlu Meymundan nakletti ği hadiste şöyle der:20 "Has ımlar Ebu Bekir'e geldikleri zaman, Allah' ın Kitab ını incelerdi.Aralar ındakine hükmedecek bir şey bulursa onunla hükmeder. Kitaptabirşey yoksa bu mesele hakk ında Allah' ın elçisinden bir sünnet biliyorsa,onunla hükmederdi. Allah' ın elçisinin sünnetinde bir şey bulmaktan âeizkalırsa, insanlar ın iyilerini ve reislerini toplay ıp onlara dan ışır bir hükümdefikir birliği etmi şlerse onunla hükmederdi. Ömer de böyle yapard ı".Bu ikisinin bu yolunu, sahabenin büyükleri ve müslümanlar ın ilerigelenleri onaylard ı ve aralar ında bu s ıraya kar şı ç ıkanın bulundu ğu bilinmemektedir.7 Nisa, âyet 59.* Tertib Musned Ahmed b.11anbel, 15/208, Tirmizi, 6/69.162


Bu dört delilden ba şka müslümanlar ın çoğunluğunun delil getirmektebirle şmediği deliller de vard ır Kimi bu delillerle şer'i bir hükmevarmay ı kabul etmi ş, kimi bunlarla delil getirmeyi reddetmi ştir. Delilgetirilip getirilmemesinde ihtilâf edilen delillerin en me şhurları altıdır:1— İstihsan, 2— Kamu yarar ı, 3— İstishab, 4— öd, 5— Sahabimezhebi, 6— Bizden öncekilerin şeriât ı. Buna göre ser'î delillerin yekünuon olup dördü ile delil getirmekte müslümanlar ın ço ğu birle şmi ş, alt ı-s ı= delil olmas ında ihtilâf etmi şlerdir.Şimdi hepsinin ayrınt ıları ile incelenmesine ba şlıyahm:163


1—Özellikleri.2—Delil olmas ı .3—Hükümlerinin çe şidi.Birinci DelilKUR'AN4— Kesin veya zanni olarak âyetlerinin delâleti.1 — Özellikleri :Kur'an', Peygamberin peygamber oldu ğuna delil, insanlar ın doğru21 yolda gitmeleri için bir düstur, okunmas ı ibadet say ılacak bir yakınlaşma(kurbet) olmak üzere, arapça sözleri ve gerçek manalar ı ile Ruh'ul-Eminin,Allah' ın elçisinin kalbine indirdi ği Allah sözüdür. Kur'an, Fatiha süresiile başlar. Nas süresi ile son bulur ve mushafm iki kapa ğı arasmda yazılıolup hiçbir değişikliğe uğramadan ve tebdil edilmeden nesilden nesileyazılı ve sözlü olarak Yüce Allah' ın şu: (Zikri), Biz indirdik ancak onunkoruyucusu biziz" 9 sözünü doğrulayarak tevatür yoluyla bize gelen kitaptır.Kur'an' ın sözlerinin ve manalar ının Allah katından olmas ı, Arabçasözleriyle Allah elçisinin kalbine indirilmesi Kur'an' ın özelliklerindendir. ı o8 Kur'an sözü Arap dilinde "Karee" = okudu'nun mastar ıdır. Nitekim "Gufrân" "gafere" =mağfiret etti'nin mastar ıdır. Çekiminde Karee = okudu, K ıraat ve Kur'an = okumak, okuma'd ır.Allah Teâlâ'n ın şu sözü buna delildir. "Ey Muhammed, Kur'an sana okunurken unutmamak için, aceleacele dilini hareket ettirme. Doğrusu onun toplanması ve okunmas ı bize dü şer, biz onu okdu ğumuz zamanokumastna (Kur'an) uy." (Kıyamet Süresi, 16-18).9 Ili«, âyet, 9.10 Kur'an' ın inişinin keyfiyeti hususunda de ğişik görüşler vardır. Önce, Hz. Peygamber, Buhörrdekibir Hadise göre Cibril vas ıtasıyla ve bir de vas ıtasız olarak vahyin geldi ğini anlatmıştır. Sfira suresinin51. âyetinde de elçili veya vas ıtasız olarak vah'yederek konu ştuğu açıklanmıştır. Müslümanlarınbir kısım Cibril'in Levh' ı Mahfuz'dan al ıp Hz. Peygambere getirdi ğim, kimi de böylece yaz ılı olarakgeldiğine inamr Ancak önemli olan ihtilâf Ehli Sünnet ile Mutezile aras ında Kur'an' ın yaratılıp yarat ıkmadığı meselesi olup bu ihtilâfa Kur'an' ın lafız ve manas ımn Allah'tan nas ıl çıktığı keyfiyetinin sebebolduğunu sanıyoruz. Ehli Sünnet ile Mutezile arasmda Kur'an' ın lafız ve manâ bak ımından Allah'tanolduğunda ihtilâf olmadığını belirtmeliyiz, ve her iki mezheb de Kur'an' ın lafız ve manas ımn Allah'tan165


Hz. Peygamber onu okur ve tebli ğ ederdi. Buradan a şağıdaki sonuçlarçıkar.a) Allah' ın elçisine ilham etti ği manalar ın lâfızlarını da vermedi ği, veonları kendi lâfızları ile ifade etti ği manalar Kur'an say ılmaz. Ve onlaraKur'an hükmü sabit olmaz; onlar sadece Peygamberin sözleri (hadis)olurlar.Kudsi hadisler de böyledir. Bunlar, Hz. Peygamberin Rabbi'ndennakletti ği hadisler olup Kur'an say ılmazlar ve onlara Kur'an hükmüsabit olmaz ve delil olmakta Kur'an mertebesinde olamazlar, onlarlanamaz kılınmaz ve okunmalar ı ibadet say ılmaz.b) Bir âyet veya sureyi tefsir ederken Kur'an' ın lâfz ımn delâletetti ği manaya delâlet eden ve ona e ş manada kullanılan arapça bir lâfız,Kur'an' ın kelimesine ne kadar uygun olursa olsun, Kur'an say ılmaz.Çünkü, Kur'an Allah'tan gelen özel arapça sözlerdir.olduğunda birdirler. Ancak, lifız ve manas ımn Allah'tan nas ıl çıktığı hususunda ihtilâf etmi şlerdir.Ehli sünnetin, bunun keyfiyetini aç ıklayan bir görü ş ileri sürdü ğüne rastlamad ık. Mutezile, Kur'an' ınlafız ve mana bak ımından Allah'tan oldu ğunu, Allah'ın, Kur'an' ı lafız ve mana olarak yaratmak suretiylemeydana koyduğunu kabul etmiştir. Çünkü insanın konuştuğu gibi Allah' ın konuşması imkânsızda•.O halde Allah Cibrile nas ıl söylemi ştir? Bu meseleye Mutezile, Allah' ın Kur'an' ı yaratmak suretiylebildirmi ş olduğunu söyliyerek cevab verir. Meselâ Kur'an'da Musa'ya A ğaç tarafından seslenilmesi,Allah'ın seslenmeyi a ğaçta yaratmas ıd ır. Böylece Allah istedi ğini ba şka bir yerde yaratarak bildirmi ştir.Hz. Muhammed'e do ğrudan do ğruya olan vahiy de böyle olmu ştur. Allah, lafz ı ve manayı Hz. Muhammed'inkalbinde yaratm ıştır.Mutezileden olan Abdul Cebbar' ın (Ölümü: E. 415, M. 1024) Kur'an' ın yaratılmas ına dair (Halkel-Kur'an) adlı (Mısır da 1960 da basılmıştır) eseri bu konunun önemini göstermektedir.Kur'an' ın hem lâf ız ve hem de mana olarak Allah'tan geldi ğini şöyle açıklamak ta mümkündür:İnsanın zihninde olan mana aç ık ve kesin, parlak oldu ğu zaman ile, kapalı, bulanık, belli belirsiz olduğuzaman aras ında ifade ve anlatma bak ımından büyük fark vard ır. Açık, seçik, parlak fikir ve manalar ıanlatmak için insan, hem zahmet çekmez ve hem de kuvvetli ifadelerle onu aç ıklamaya kâdir olur.Burada manan ın açıklığı ve aydınlık-1 insanın onu nas ıl ifade edece ğine yön verir ve adeta mana, kelimelerive uslûbu tayin eden bir durum al ır. Ama insanın bulanık, kapah ve belirsiz bildi ği manalar ıanlatmas ı pek zor olduğu gibi ifadesi de öyle çapra şık, dolambaçlı ve yavand ı •. Bu iki derece aras ındainsanların anlatış ve anlayışlarına göre bir çok derece bulunur. İşte Allah Hz. Peygambere bir nesneyiVahy ettiği zaman, o mana Hz. Peygamberin zihninde o kadar aç ık ve belli olurdu ki, mananın parlakhğıve aydınlığı hangi kelime ve ushibla ifade edilece ğini, manamn kendisi gerektirir. Bu da Allah onamanayı vahyettiği gibi hangi kelime ve uslûbla anlatılaca ğım da vahyeder demektir. Her iki durumdada mana ve lâfz ın tayini Allah tarafından yap ılmış olur. Böylece Kur'an' ın mana ve lâfz ının Allah'tanolmasının, Allah' ın insanın konuşmas ına benzer bir konu şmaya muhtaç olmadan, anla şılması ortayakonmuş olur.Hz. Peygamber'in sözleri her ne kadar vahye dayamyorsa da, onlar ın lafızları Allah tarafındantayin edilmemi ştir. Oysa Hadislerin herkesce üstün manal ı söz olduğu kabul edilmiştir. Onlardaki açıkhkve belirlilik ve kolay anlatma niteli ği de kimsenin dikkatinden kaçm ış değildir. Buna rağmen Kur'anile Peygamber'in sözleri (Hadisler) mukayese edildi ği zaman, Hadisler insan sözü ise, Kur'an, mutlakainsan üstü bir varl ığın sözü oldu ğu açıkça belli olur. Hadisler Peygamber sözü ise, Kur'an' ın Allah sözüolduğu her ikisinin karakteristi ğinden anlaşılır. (Çeviren).166


c) Yabanc ı bir dile tercüme edilen bir âyet veya süre ne kadardikkatle tercüme edilirse edilsin, gösterilen manaya tam uygunluk olsada tercüme Kur'an say ılmaz. Zira Kur'an, Allah kat ından gelen arapçasözlerdir. Evet Kur'an' ın tefsiri veya tercümesi, dinine, ilmine, eminolunduğuna, meharetine güvenilen biri taraf ından tercüme yap ılmışsa,böyle bir tefsir veya tercüme Kur'an' ın açıklanmas ı ve Kur'an' ın getirdiğininmerci-i olabilir, ama, Kur'an olmaz ve Kur'an hükümleri onasabit olmaz. Ibaresinin uslübu, lüfz ının umumiliği ve mutlakliğı ile delilgetirilemez. Çünkü, lâfızları, ibareleri, Kur'an lâfz ı ve ibaresi de ğildir.Onunla namaz kılinmaz" ve okunmas ı ibadet olmaz.23 hazin manas ı ve unsurları:Arapçada, icaz, âcizli ği başkas ına nisbet ve isnat etmek, demektir.Adam, karde şini âciz kıldı, demek, bir şeyden âciz oldu ğunu ispat etti,demektir. Kur'an insanlar ı âciz kıldı demenin manas ı, benzerini getirmekteâciz ve güçsüz olduklar ını ispat etti demektir.Icaz, aczi ba şkas ına ispat etme, ancak üç şart bir araya geldi ği zamangerçekle şir. 1— Meydan okuma, kar şı gelmeye, çeki şmeye ve yar ış -maya davet. 2— Kendisine meydan okunan kimseyi çeki şme ve yarış -maya sürükleyecek amilin bulunmas ı. 3— Bu yarışmaya mani olacak birengelin bulunmamas ı .Herhangi bir sportmen spor çe şitlerinden birinde üstün oldu ğunuiddia eder ve ba şka bir sportmen de onun iddias ını reddederse, üstünlük( şampiyonluk) iddia eden, onu reddedene meydan okur ve kendisine kar şıçıkmas ına davet eder veya kendisiyle çeki şecek birini getirmesini ister.Böyle bir iddiay ı reddeden, ve bunu çürütme ğe pek hırslı olduğu halde11 İmam Ebû Hanifeden Farsça ile Namazda Kur'an okuman ın cevaz ına dair nakledilen sözü,tercümenin Kur'an oldu ğunu göstermez ve Kur'an' ın hükümleri tercümeye verilmez. Çünkü Ebû Hanifenamazda Farsça okumay ı Arapça bilmeyene ve okuyamayana caiz görmü ştür. Bu durumda Kur'anokuma farz ıyeti ondan düşer. Kendi dili ile okuduğu zaman, o da Allah' ı zikir olup buna bir engelyoktur. Ebû Hanife'nin bundan döndü ğü nakledilir. Di ğer Imamlarm mezhebi Arapçay ı söyleyemeyenâciz biri Kur'an okumakla yükümlü olmadan sessiz namaz k ılabileceği fikrine gitmi ştir. Zira insankudret yetirilemeyen ile yükümlü olmaz. Nitekim, aya ğa kalkamayan kimse, oturarak namaz k ılar.(Muellif).Burada bir noktay ı belirtmeyi faydal ı buluyoruz. Ebû Hanife tercüme ile namaz kdmacağınaister fetva versin, ister vermesin, verdikten sonra ister dönsün ister, dönmesin, ictihad sahibindenbaşkasını ilzam etmez. İctihad ictihad ı çürütmez. Bu iki kaideye göre, Ebû Hanife'nin ictihad ı biziilzam etmez. İkinci ictihad ı birinciyi çürütmez. Zira her ikisi de ictihad oldu ğu için ictihadda kesinlikolmadığına göre ikinci ve birinci ictihaddan hangisini!' do ğru ve gerçek olaca ğı üçüncü bir ictihadile de ispat edilemez. Çünkü o da kesinlik ifade etmez. Bu duruma göre yap ılacak hareket tarz ı şudur:Aynı zaman ve şartları ya şayan ilim adamları tarafından ictihad yap ılmas ı gerekir. Ama hiç birzaman ictihad ın değeri zikrettiğimiz iki kaideyi a şamaz. İctihad ictihad ı nakzetmez, Mecelle'nin kaidesidir.(Çeviren).167


onunla çeki şmekten, kar şısına çıkmağa engel olacak hastalik veya herhangibir özrü olmadığı halde, iddialıya kar şı ç ıkmaz ve çeki şmeye at ılmazsaart ık kendi aczini itiraf etmi ş ve hasmının üstünlük iddias ını kabuletmi ş demektir.Kur'an' ı Kerim'in meydan okumas ında bu unsurlar bir araya gelmişdi. Meydan okudu ğu kimselerin ona kar şı çıkmaları için gerekli âmilbulunmu ştu, alıkoyacak bir engelleri de yoktu. Bununla beraber ona kar şıç ıkamadılar ve bir benzerini getiremediler.Meydan okumaya gelince, Hz. Peygamber: "Insanlara ben Allah' ınelçisiyim. Allah' ın elçisi olduğumun delili, size okudu ğum bu Kur'ân'd ır.O, Allah tarafından bana vahyolundu." Onun bu davas ını reddettikleri24 zaman, onlara "Onun, Allah' ın katından olduğunda bir şüpheniz varsa,ve onun insan yap ıs ı olduğu akhnıza geliyorsa, bir benzerini veya on suresininbenzerini ve benzer bir suresini getirin" dedi. Çeki şmeye sürükleyecek,tahrik edecek i ğneleyici üslûpla ve k ırıcı sözlerle, alayl ı ifadelerleonları karşı gelmeye ça ğırdı .Bir benzerini getiremediklerine, yapamayacaklar ına, cevap veremeyeceklerineve bir benzerini getiremeyeceklerine yemin etti.Allah Teâla Kasas Suresinde: "Eğer doğru sözlü iseniz, Allah kat ından,bu ikisinden daha doğru, bir kitap getirin de ona uyayım. Ey Muhammed,sana cevap veremezlerse, sadece heveslerine uyduklar ını bil'"2 buyurdu.Allah Teâla İsra Suresinde "Deki : İnsanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak bu Kur'an'ın bir benzerini getirebilmek için toplansalar, andolsun ki, bir benzerini getiremezler'" 3 dedi.Allah Teâla Hud Suresinde "Yahut senin için "O'nu uydurdu" diyorlar.De ki : Öyle ise onun benzeri uydurma on sure getirin. İddianızdasamimi iseniz, Allah'tan ba şka gücünüzün yettiklerini ça ğırın'"4 dedi.Bakara Sûresinde "Kulumuz Muhammed'e indirdi ğimiz Kur'an'danşüphe ediyorsan ız benzeri bir süre getirin. Doğru sözlü iseniz, Allah'tanbaşka güvendiklerinizi yard ıma çağırın. Yapamazsan ız -ki yapamayacaksulu-öyle ise, inkâr edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olanateşten sak ıntn'"5 buyurdu.Tûr Sûresinde "Yahut "O'nu kendi uydurdu" diyorlar. Hay ır inan-12 Kasas, âyet, 49-50.13 İsra, ayet, 88.14 Had, ayet, 1314 Had, ayet, 1315 Bakara, ayet, 23-24.168


m ıyorlar. Eğer iddialarında samimi iseler, Kur'an'ın benzeri bir söz meydanakoysunlar" 16 dedi.Meydan okunan kimselerde kar şı gelme ve yar ışmaya ç ıkmak içingerekli sebebin bulunmasına gelince, bu aç ıklamaya muhtaç olmayacakkadar aç ıktır. Çünkü Hz. Peygamber Allah' ın elçisi olduğunu iddia etti.Dinlerini çürüten, babalar ının üzerinde bulunduklar ı gelenekleri y ıkan,akıllarını beyinsizlikle itham edip, putlar ıyla alay eden bir din getirmi şti.Ve davas ına delil olarak Kur'an' ın Allah kat ından olduğunu ileri sürdü vebir benzerini getirmeleri için onlara meydan okudu. Art ık Kur'an' ıntümünün veya bir k ısmının, bir benzerini getirmeye h ırslan ve ihtiyaçlarıbundan çok olamazd ı .25 Böylece, Kur'an' ın Allah katından olduğunu çürütecekler, Hz.Muhammed'in Allah' ın elçisi olmas ı delilini iptal edecekler ve bununlatanr ılarına yardım edecekler, dinlerini savunacak ve sava ş çağrılarınıbertaraf etmi ş olacaklard ı .Karşı koymalanna bir engelin bulunmadığına gelince, Kur'an arapça'dır.Sözleri Arap alfabesinin harfleridir. Ifadeleri arapça üslübundad ır.Kendileri de edebiyatç ı olup düzgün söz söylemede (fesahat) kurallar ı,uygun söz söylemede (Belagat) önderleri vard ır.Yarışma meydanlarında şâirler, hatipler ve çe şitli söz sanatlar ındafesahatç ılar vard ır. Bu, söz yönüdür. Mana yönüne gelince, şiirleri, hutbeleri,hikmetleri, münazaralar ı, akıllarının olgun, olaylar ı görme gücleritecrübelere vak ıf olduklarını anlatır. Kur'an onlara meydan , okurkeneksikliklerini tamamlayacak, haz ırlıklarını bitirecek içlerinde bulunankitaphlar ve kâhinlerden istediklerinden yard ım istemelerine ça ğırmıştır.Zaman yönüne gelince, Kur'an bir anda inmi ş de ğilki, kar şı gelmeyevakitleri olmadığını ileri sürsünler. Kur'an yirmi üç senede indirilmi ştii.Güçleri yetmi ş olsaydı, karşı gelmeğe, bir benzerini ortaya koyma ğa yetecekzaman ayr ı ayrı inen âyetlerin aras ında mevcut idi. Şüphe yok ki,Yüce Allah, elçisinin dili ile birçok âyetlerde insanlara Kur'an' ın bir benzerinigetirmeleri için meydan okudu. Bir benzerini getirmelerine şiddetlihırsları olduğu ve bunu gerektiren âmiller bulundu ğu halde, bir engelleride yokken, bir benzerini getiremediler. E ğer bir benzerini getirmi ş olsalardıve ona karşı çıkabilselerdi, tanrılarına yard ım etmi ş olacak, kendileriylealay edenin delilini çürütmü ş ve senelerce, vuru şma, öldürü şme ve sava şınkötülüklerinden kendilerini koruyacaklard ı. Sözle kar şı gelme yerinesava şa baş vurmalan, Kur'amn bir benzerini getirmek üzere birle şme16 bir, ayet, 33-34.169


yerine, Peygamber'i öldürmek için komple kurmalar ı Kur'an'a kar şıgelmekten âciz olduklar ını itiraf ile Kur'an' ın insan düzeyinin üstündeolduğunu kabul etmelerinin ve Allah kat ından oldu ğunun delilidir.26 Kur'an'm icazmm yönleri:Öyleyse niçin aciz oldular ve icaz ın yönleri nelerdir?Bilginler, Kur'an' ın, insanları, kendisinin bir benzerini meydanagetirmek hususunda âciz b ırakmas ının tek yönlü olmadığında birle şmişlerdir.O, insanlar ı, birbirini destekleyen ve bir araya gelen ruhi, manevi,lafzi birkaç yönden aciz b ırakm ış, insanlar da kar şı çıkmaktan âciz kalmışlardır. Yine ak ıllarının şimdiye dek icaz ın bütün yönlerini kavramakve onlar ı sayılı birkaç çe şide hasretmek imkâmna ula şmadığında birle ş-mi şlerdir. Kur'an' ın âyetlerini dü şündükçe, ilmi ara ştırmalar kainat ıns ırlarını ve kanunlar ın ke şfettikce, y ıllar döndükce, canlı ve cans ız var-Ula= acaipliklerini ortaya koydukca icaz ın yönlerinden baz ıları ortayaç ıkmış ve Allah katından oldu ğuna delil olmu ştur.Aklın ula şabildiği icaz ın yönlerinin baz ıları şunlardır:1 — Manasmm ve ibaresinin düzeni, hükümleri ve nazariyeleri:Kur'an 6000 âyetten ibarettir. Maksad ını türlü ibareler ve çe şitliüslaplarla anlat ır. İnanç, ahlak ve te şri olarak müteaddid konular üzerindedurmu ş, tabii, içtimai ve vicdani birçok nazariyeler kurmu ştur. İbareleriaras ında tenakuz bulamazs ın. Bir âyetin üslabu beli ğ, diğerinin üs-Filim gayri beli ğ değildir. Bir söz fasih olup öteki söz fesahats ız de ğildir.Hiç bir ibareyi belagatçe ötekinden daha üstün bulamazs ın. Do ğrusuher ibare, u ğrunda geldi ği durumun gere ğine uygundur. Her söz, olmas ıgerekti ği yerdedir.27 Nitekim bir manan ın diğerine kar şıt olduğunu, bir hükmün diğerininakzetti ğini, bir ilkenin diğerini yıktığını ve bir gayenin di ğerine uymadığınıgöremezsin; ibareleri ile sözleri aras ında çeli şiklik olmadığı gibimanalar ı ile hükümleri, ilkeleri ile nazariyeleri aras ında da çeli şiklik yoktur.Ayr ı ayrı veya toplu olarak Allah'tan ba şka biri tarafından olsayd ı,ibareleri birbirine çeli şik, manalar ı birbirinden de ğişik olmaktan kurtulamazdı.170Ne kadar olgun ve yeti şmi ş olursa olsun, bir 'ayeti di ğerinden belagatbakımından farklı olmayan hiç bir âyeti içerdi ği manada diğerine z ıtolmayan, 6000 âyeti 23 senede ortaya koymas ı, insan aklı= i şi değildir.İcaz ın bu yönüne Yüce ve münezzeh olan Allah, Nisâ saresindeki şu sözü


ile işaret etmi ştir. "Kur'an'', iyiden iyiye dü şünmüyorlar m ı ? Allah'tanbaşkas ının kat ından olsaydı, onda çok çeli şiklik bulurlardı " ".Baz ı âyetler aras ında üslûp bakımından bulunan ihtilâf veya belagatdüzeyi bakımından âyetlerin üslûbundaki ihtilâfm men şei belâgatdüzeyinde âyetlerin üslûp ihtilâf ı değildir. Onun men şei âyetlerin konularınınde ği şik olmas ıdır. Konu, kanun koymak ve bo şanan kadının bekleyeceği süreyi bildirmek veya vârisin mirasta olan pay ını veya zekâtverilecek yerleri vesaire hükümleri aç ıklamak ise, bunda tesir edici hitabibir üsliibun yeri yoktur. Buna gereken, dikkatli, belirli sözlerin kullan ılmasıdır.Ama, konu, putperestlerin beyinsizli ğini ortaya koymak, Tufanıntaşmasını açıklamak, Allah' ın kudretine delil getirmek, kullar ına olannimetlerini hat ırlatmak, âhiret gününün şiddetleri ile korkutmak ise,bunlarda vicdan ı harekete geçirecek tesirli hitabi üsliiba ihtiyaç vard ır.Kanun koymada, hükümleri aç ıklamada, tesirli hitabi bir üslûpkullanmak belâgat say ılmaz. Belli, s ınırlandırılmış sözleri, hitabi üslû bugerektiren yerde kullanman ın belâgat ile alâkas ı yoktur Çünkü belâgat,sözün, durumun gere ğine uygun olmas ıdır. Her yerin, kendine uyan birsözü vard ır.Baz ı âyetlerin delâlet etti ği mana ile ba şka âyetlerin delâlet etti ğimana aras ında görünü şte bir çeli şme bulunursa da, müfessirler bunundü şünmeyen kimseye öyle göründü ğünü, aslında bir çat ışma olmadığınıaçıklamışlardır. Dü şünüldüğünde çat ışmanın olmadığı görülür. Bunamisal, Allah Teâla'n ın "Başına bir iyilik gelirse Allah'tandır. Başına birkötülük gelirse kendindendir" sözü ile Yüce Allah' ın "Hepsi Allah Kat ındandır'"8sözü ve Allah Teâla'n ın "ve biz bir karyeyi itelâk etmek istedi ğimizzaman, bolluk içinde yüzenlere emrederiz de onlar orada yoldan ç ıkarlar,söz aleyhlerine gerçekle şir, biz de onu yerle bir ederiz"" sözü ile Allah Teâlanınkötülüğü, fuh şu emretmiyece ğine delâlet eden âyetlerin bulunmas ıdır.Kur'an' ın görünü şte çat ışma olan her âyetinde derin inceleme yap ıhrsaçelişik olmas ından çok bir insicam ve uzla şma olduğu görülür. "Allah'tanbaşkas ının kat ından olsa idi, onda çok çelişiklik bulurlardı"20 .2— Kur'an'ın âyetlerinin filmin ke şfettiği ilmi nazariyelere uygunolması:Allah Kur'an' ı elçisine, kendisine delil, insanlara düstur olsun diye17 Nisa, âyet, 82.18 Nisa, âyet, 78.19 İsra, âyet, 16.20 Rum Suresi: 1-3.171


indirmiştir. Asla gayesi, göklerin, yerin, yarat ılmas ına, insanın yaratılmasına, y ıldızların ve diğer varl ıkların hareketlerine dair ilmi nazariyeleranlatmak de ğildir. Fakat bunlardan bahsetmesi, Allah' ın varlığına vebirliğine delil getirme, ve insanlara nimetlerini ve iyiliklerini hat ırlatmagayesindedir. Bu gibi gayeleri getiren âyetlerden var olu ş kanunlar ı, tabiatkanunlar ı anlaşılır ki, her as ırdaki yeni ilim onlar ın delillerini ke şfetmişve onlara dikkati çekmi ş, âyetlerin Allah kat ından oldu ğunu göstermi ştir.Zira insanlar daha önce onlar ı bilmiyorlard ı. Ve onların hakikatine henüzula şmış de ğillerdi. İnsanlar ancak olu ş görünü şleri ile delil getiriyorlar.Ilmi ara ştırma, varlık kanununu ke şfettikçe Kur'an'dan bir âyet bu kanunaişaret etmi şse, Kur'an' ın Allah katından olduğuna yeni bir delilortaya ç ıkmış olur.İşte bu türlü icaza Yüce Allah Fuss ılet sûresinde şu sözü ile i şaretetmiştir:"De ki, görüyor musunuz? Allah Kat ından ise sonra onu inkâr etmişiseniz, bir ayrılıkta olandan daha sapık kim olur ? Içlerinde ve d ış dünyada29 delillerimizi onlara göstereceğiz ki gerçek oldu ğunu anlasınlar. Rabbininher şeye şahid olduğu sana yetmez mi?" 21 .Buna benzer Neml sûresinde Allah' ın kudretine delil getirme ve dikkatieserlerine çekme hususunda şöyle buyurulmu ştur: "Dağları, her şeyisağlam yapan Allah' ın işi olarak donup kalm ış sanırsın, oysa onlar bulutlarınsüzülü şü gibi süzülürler22 . Hicr sûresinde: "Rüzgârlan aşılay ın olarakgönderir" 23 .Enbiya sûresinde: "Inkör edenler, gökler ve yer yap ışıkken onlarıay ırdığım ız ı ve bütün canl ıları sudan yarattığım ız ı, bilmezler mi?" 24buyurulmu ştur.Rahman sûresinde ise Allah şöyle demi ştir: "Birbirine kavu şuparalarındaki bir engelden dolay ı birbirinin sınırını aşmayan iki denizisalıverdi"25 .Muminun sûresinde de şöyle buyurdu: "Andolsun ki insan ı süzmeçamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerle ştirdik.Sonra nutfeyi donmu ş kana çevirdik, donmu ş kanı bir çiğnemlik et yapt ık,21 Feth suresi, 27.22 Nem!, 88.23 Iner, 22.24 Enbiya, 30.25 Rahman, 19-20.172


ir çiğnemlik etten de kemikler yaratt ık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onubaşka bir yaratık yapt ık. Yaratanların en iyisi olarak Allah ne güzeldir" 26.Bilginlerin bir k ısmı Kur'an âyetlerini, ilmin ortaya koydu ğukanun ve nazariyelere göre yöneltme ğe raz ı değillerdir. Delilleri şudur:Kur'an' ın âyetlerinin de ğişmeyen sabit, yerle şik delâletleri vard ır Ilminazariyeler de ğişir. Yeni ara ştırma eski bir nazariyenin yanl ışım ortayakoyabilir. Fakat ben bu görü şte değilim. Zira Kâinat ın kanunlarındanilmin ke şfetti ği biri ile Kur'an' ın bir âyetini tefsir etmek, ilmin ışığında,âyetin gösterdi ği yerlerden birini anlamaktan ba şka bir şey değildir.Bu, âyetin ancak bu şekilde anla şılacağı manas ında olduğunu göstermez.30 E ğer, nazariyenin yanl ış olduğu ortaya ç ıkarsa, o şekilde âyetin anla şılmasmınyanlış olduğu anla şılır; yoksa âyetin kendisinin yanl ış olduğuanla şılmaz. Nitekim, bir âyetten bir hüküm anla şılır, sonra bu anlaman ınyanlış olduğu, o yanh şı gösteren bir delilin ortaya ç ıkmas ı ile belli olur.3— Gayıpları Bilen Allah'tan ba şkas ının bilemiyeceği haberleribildirmesi:Kur'an, gelecekte hiç bir kimsenin bilemiyece ği olaylardan bahsetmiştir. Yüce Allah "Elif, Lam, Mim. Rumlar en yak ın bir yerde yenildiler; onlar bu yenilgilerinden sonra üç ile dokuz yıl arasında yeneceklerdir"27Ey inananlar. Allah dilerse, güven içinde Mescidi Haramagireceksiniz" 28 .Kur'an izleri kalmam ış ve haberlerine ait bir belge bulunmayan,yok olup gitmiş milletlerin k ıssalarım anlatmıştır. Bu da, geçmi ş , şimdive gelecekte kendisine gizli hiç bir şey bulunmayan Allah kat ından olduğunundelilidir.haz ın bu şekline Allah Teâla şu sözü ile i şaret etmi ştir: "Bunlarsana vahyettiğimiz gayb haberleridir. Daha önce bunları ne sen bilirdin ne deulusun"29.26 Muminun 12-14. Sadrazam Ahmet Muhtar Pa şa, Mısırda Sab ık Yüksek Osmanl ı Komiseri,"Serair el-Kur'an fi Tekvinin ve Fenain ve ladetil-Ekvan" adını verdiği, 90 âyeti ilme incelikle uyguladığıbir eser yazmış, Seyyid Muhibbiddin Hatip tarafmdan türkçeden arapçaya çevrilmi ş ve EmirŞekip Arslamn, içinde "Bu kitap gibi bir kitapla Kur'an'a şimdiye kadar hizmet edilmemi ş" dediğibir önsözle bast ırmıştır.27 Rum Suresi: 1-328 Feth Suresi: 2729 Hud, âyet 49. Burada gayba verilen ınisâller iki grupta toplan ır.a) Gelece ğe ait gayb ı da ikiye ayırmak mümkündür. Biri yak ın gelecek ki bu dünyada gerçekleşecektir.Bunlar ilmi ke şifler ve sosyal olaylard ır. Diğeri uzak gelece ğe ait haberlerdir ki bunlar ötekidünyada gerçekle şeceklerdir. Burada önemle belirtmek istedi ğimiz bir nokta vard ır. Ulema bir takım173


5— Kur'an' ın sözlerinin düzgün (fasih), ibarelerinin helagath vetesirinin kuvvetli olmas ı:Kur'an'da kula ğa ho ş gelmeyen, bir öncesi ve sonras ı ile uyu şmayansöz yoktur. İbarelerinin, durumlar ın gere ğine uygun olması en üstünbelağat düzeyindedir. Bu, benzetmelerinde (te şbih), misâllerinde, delillerinde,tart ışmalar ında, gerçek inançlar ı ispat etmekte ve bât ılc ıları"Ebced" hesab ı gibi keyfi hesaplarla Kur'an' ın harflerinden ç ıkarılan gaybden haberlere yervermemektedir. Onlar ın ilmi bir de ğeri olsayd ı onları da elbette gaybten haber vermekte Kur'an' ınmucizesi sayarlard ı, zira "Ebced" Yahudilerin "Alfabe"si dir. Alfabe harflerinin dizisi bu hesaptarol oynamaktad ır. Her milletin alfabesindeki harflerin s ırası aynı de ğildir. Kur'an bir gurupinsanın rasgele kulland ığı bir takım işaretleri, önce bütün insanlara mal etmez, sonra da i şaretler vas ı-tasıyla onlara gerçe ği anlatmaz. Böyle hareket eden Kur'an' ın gayesini anlamam ış ve onu gayesindenuzakla ştırmış olur. Bu da insanın Kur'an' ın gayesini anlayıp ona göre hareket edece ği yerde, onu kendiemellerine alet etmesinin delilidir. Baz ıları böylece Kur'an'a hizmet ettikleri ve onun büyüklü ğünü ortayakoyduklann ı zannederler. Oysa Kur'an'a mant ık dışı bir yolla hizmet etmek, Kur'an' ın mantığıile nas ıl bağda şır? Kur'an, kendisi Arapça olacak, sonra İbranice alfabeyi kullanacak, kendi dilininalfabesini kullanmayacak, mant ık bunun neresindedir? Bilmek gerekir ki, Kur'an bütün insan o ğlununortak duyu verilerine ve akl ı selimine hitap eder.b) Geçmi şe ait gaybe dair verdi ği haberleri şu esaslar alt ında düşünmenin do ğru olacağına inanıyoruz.1 — Kur'an' ın geli şinden on dört as ır sonra Kur'an öncesine ait baz ı kazılarda ç ıkan bilgilerinKur'an'a uymas ı halinde Hz. Muhammed'in bu haberleri onlardan nakletti ğini ileri sürenler, tarih karşısındailmi hata içindedirler. Zira bu gibi bilgiler Hz. Muhammed'in yeti ştiği çevrede de ğil, diğer medenimemleketlerde de mevcut de ğildi. Hz. Muhammed'in o kaynaklar ı gördüğünü ileri sürmek delilden yoksundur.Kaz ılarda çıkan bilgilerin Kur'an'a uymamas ı halinde ise, Kur'an' ın yanlış olduğunu, Allahsözü olmadığını ileri sürenler de yan ılmaktadır. Kur'an insan o ğlunun tarih bilgisini artırmayı ve yanl ış -larını düzeltmeyi gaye edilmi ş değildir. Onun gayesi ö ğretmek istedi ği gerçe ği öğretmektir. Her nekadar tarihten baz ı sahneler alm ışsa da, onlarda kronolojik bir tarih bilgisini asla gaye edinmemi ştir.Te şbihte hata olmazsa bunu şöyle açıklayaca ğız: Nas ıl bir romandan bir tiyatro eseri ortaya konurkentiyatro sahnelerinde de ğişikliğe uğrarsa, bir roman ı sahnede canland ırarak seyircilere belli bir gayeninanlatılmas ı ve bütün di ğer nesneler gayeyi anlatacak ve aksettirecek şekilde ayarlanmışsa, Kur'an' ıntarihten aldığı sahnelerde de kendisinin ana gayesi anlat ılmaktadır. Bu gaye hak ile bat ılın çarpışmasımve her ikisinin sonuçlar ını vermektedir. Bu gayeye hizmet edecek şekilde insanların bildiği olaylarısahnele ştirmi ş ve bunda da ö ğretim ve e ğitim metodlar ını en tesirli şekilde kullannu ştır2—Tarihten böyle sahneler vermesi, insan o ğlunun tarih boyunca geçirmi ş olduğu mücadelelerigözler önüne koyup anlatmak gerçe ğin nas ıl bir tarihi tecrübeye dayand ığını göstermek içindir.3— İnsan o ğluna i şte senin geçmi şin ve mahiyetin budur diyerek böylece insana kendini tan ıtmaktır.4 — A şılamak istedi ği fikri kar şıs ındakine hitap ederek, onun yolunun yanlış olduğunu söyleyipkendi yoluna girmesini istemekten kaç ınıp ona üçüncü şahısların hikayesini anlatarak muhatab ını gerçektenyana kazanmakt ır, ki bu Kur'an' ın münazara metodlar ından biridir. Muhatab ı ile do ğrudan doğruyakar şılaşıp mücadele etmekten kaçmak suretiyle onunla k ıs ır çeki şmeye girmeden ona anlatmakistediği gerçe ği, bir hikâye veya bir misal ile ya da bir ata sözü ile hatulatmakt ır. Böylece muhatab ınıkendi vicdan ı ile ba şbaşa b ırak ır, ona dü şünme imkâm verir. Her zaman kendisine lâz ım olacağı için,onu incitmez, şahsiyetini ve onurunu k ırmaz. Bu metodlardan biridir. Ancak yaraya ne şter vurmakgerektiği zaman onu da yerinde kullan ır ve onu vurmaktan çekinmez. (çeviren.174


susturmada, anlatt ığı her mana ve güttü ğü her gayede Arap dilinin zevkinevarmış olanlarca anla şılır. Buna dair bize yeter olan delil, dü şmanlarınınbilginlerinin şahitliği ve has ımlarından bela ğat ve üstün ifadesahiplerinin ifadesidir.İki imam, Zamah şeri, "Keşşaf" tefsirinde ve Abdul K ahir,Delail'ill- İeâz ve Esrar'ül-Belaga kitablar ında, Kur'an' ın âyetlerindefesahat ve belagat ın birçok yönlerini aç ıklamayı üzerlerine alm ışlardır".Ama ruhlara tesir etme gücüne, gönüllere olan ruhi hâkimli ğinivicdan sahibi her insafl ı kimse duygulanarak alg ılar.dir.Bunun delili, dinlenmesinin usand ırmadığı, yeniliğinin eskimediği-31 Velid b.Mugire ki Hz. Peygamberin en şiddetli dü şmanıdır." Şüphesiz bir tathli ğı revnakh ğı vardır. Aşağıs ı kök salar, yukar ısımeyve verir, bunu insan söyliyemez" demi ştir. Do ğrusu dü şmanlar ınşahitliği daha çok muteberdir."KUR'ANIN HÜKÜMLERININ TÜRLERIKur'an' ı Kerim'in getirdi ği hükümlerinin çe şiti üçtür.I— İnanç hükümleri:Allah, Melekler, <strong>Kitaplar</strong>, Peygamberler ve Ahiret günü hakk ındamükellefin inanmas ı ile ilgili gerekli hükümler.II— Ahlaki Hükümler-Bunlar, mükellefin zinetlenece ği faziletler ve sak ınaca ğı kötülüklerleilgilidir.III— İş (amel) Hükümleri:Bunlar mükellefin söz, i ş, akit yönetimlerinden meydana gelenlerleilgilidir. Bu üçüncü tür Kur'an'n ın fıkhı (hukuku)dır. Usul ül-F ıkh filmiyleula şılmak istenen de budur.Kur'an'daki ameli hükümler iki tür alt ında dizilir30 Kad ı Abdulcebbarın "İcgiz el-Kur'an" ad ında bir eseri yazar ın ölümünden sonra Mısır'dabasılmıştır. Abdulcebbar 415 H. ölmü ştür (Çeviren).31 Kur'an' ın Iclız ına dair çok bilgi isteyen, merhum Mustafa Skl ık Kafrnin " İea'z'ül-Kur'an"kitab ını okusun. Merhum Sad Zalul Pa şa, onu şöyle niteleyen bir önsöz yazm ıştır. "Sanki ilham edilenbir eser veya Kur'an- ı liaklm nurundan bir k ıvılcımdır."175


a) Ibadet hükümleri:Namaz, oruç, zekât, hac, adak, yemin gibi ibadetler ki, bunlarlainsanın Rabbi ile olan ili şkisini düzenler.b) Muamele hükümleri:32 İbadetin d ışında kalan akitler, yönetimler (tasarruflar), cezalar,cinayet vesairedir. Bunlarla, ister fertler, ister toplumlar ve isterse milletlerolsun, mükelleflerin birbirleri ile olan ili şkilerini düzenlemek kasdedilirİbadetin dışında olan hükümlere din ıst ılahına (terminoloji) göre"muamele hükümleri" denir. Yeni terime göre, muamele hükümleri ilgilendiklerikonuya ve kendilerinden kasdedilen gayeye göre a şağıdakitürlere ayr ılırlar:1—Aile Hukuku": Bunlar şahs ın durumlar ı ile ilgili hükümlerdir.Aile oca ğının kurulmas ının ba şındanberi kar ı koca, akrabamn birbirleriile olan ili şkilerini düzenlemeyi gaye edinirler ve Kur'an da yetmi ş kadarâyet buna aittir.2—Medeni Hukuk": Bunlar, insanlar ın muameleleri ile ilgili medenihükümler olup insanlar ın deği ş toku ş, alışveri ş, kiralama, rehin, kefalet,ortaklık, borçlanma ve taahhütleri gibi fertler aras ındaki mali ilişkileridüzenlemeyi ve hak sahibi herkesi korumay ı amaç edinir. Kur'an'da buözellikteki âyetler yetmi ş kadard ır.3—Ceza Hukuku: Bu, mükelleften ç ıkan suçlar ve bunlardan ötürüonun çarp ılmas ı gereken ceza ile ilgili cinayet hükümlerinden bahsedip,insanlar ın canlar ını, mallarını namuslarını ve haklar ını korumay ı, cinayeteuğrayan ın câni ile ve milletle olan ili şkilerini suurlandırmayı gayeedinir. Kur'an'da bunun âyetleri otuzdur.4— Duruşma Hükümleri 34 : Bunlar, hüküm (kaza), şahitlik ve yeminile ilgili hükümler olup insanlar aras ında adaleti gerçekle ştirmek içingerekli icraat ı düzenlemeyi amaç edinir.5—Anayasa: Bu, hükmetme düzeni (rejim) ve onun ilkeleri ileilgili düstur hükümleridir. Bunlarla, yöneten ile yönetilen ili şkisinin s ı-nırlanmas ı, fertlerin ve toplumlar ın haklarımn tesbit edilmesi kasdedilirBunlarla ilgili âyetler on'dur.33 6— Devletler Hukuku: Bunlar Islâm devletinin di ğer devletlerleolan muamelesi ve Islam devletinde bulunan gayri müslimlerle ilgili32 Şahıs ve Aile Hukuku (Doç. Dr. Yahya Zebuno ğlu).33 Borçlar Hukuku (Y.Z.)34 Ceza ve Hukuk Usulü Hukuklan (Y.Z.).176


hükümler olup sava şta ve sulhta Islam Devletinin di ğer devletlerle olanilişkisini tayin etmek ve İslam Devletlerinde olan gayr ı müslimlerle müslümanlarınilişkisini tayin etmek gayesini güder. Bunlar ın âyetleri yirmibe ştir.7— Iktisat ve Mal Hukuku ": Bunlar, zenginin malinda yoksul vefakirin hakkı, gelir ve giderin düzenlenmesi ile ilgili hükümler olup bunlarlazenginlerle fakirler ve devlet ile fertler aras ındaki mali ili şkileridüzenlemek kasdedilir Bunlar ın âyetleri on'dur.Kur'an'da hüküm âyetlerini gözden geçirenler görürler ki, Kur'an' ınhükümlerinin ibadetler ve onlara ek olarak şahsi hukukla mirasa ait planlarınınteferruatl ı olduğudur Çünkü bu tür hükümlerin ço ğu ibadet sayılır.Aklın bu hususta yeri yoktur ve bunlar cemiyetlerin de ği şmesi ile deği şmezler.Ibadetin ve aile hukuku (ahval ı şahsiyye)nun d ışında kalan MedeniHukuk (Medeni hükümler), Ceza Hukuku (Cinai hükümler) Anayasa(düstur) hükümleri, Devlet Hukuku (Devletlerle ilgili hükümler), İktisad'lailgili hükümlerle ilgili genel kurallar ve temel ilkeler vard ır.Kur'an bunlarda nadiren cüz'i tafsilata inmi ştir. Çünkü bu hükümlercemiyetlerin ve maslahatlar ın de ğişmesiyle de ğişirler. Kur'an- ı Kerim'in,bunlarla genel kurallara ve temel ilkelere ba ğlı kalmas ımn sebebi, her as ırdayönetimi ellerinde bulunduranlar, Kur'an' ın esasları çerçevesindecüz'i bir hükümle çat ışmadan maslahatlar ına göre kanunla= tafsilâtholarak yapma imkan ına sahip olsunlar, diyedir.KUR'AN AYETLERİN İN DELÂLET İNİN KESIN VEZANN İ OLUŞUKur'an' ın bütün sözleri, Hz. Peygamberden bize kadar nakledilmesi,sabit olmas ı ve geli şi bakımından kesindir. Yani, biz, kesin olarak bilirizve kesin hüküm veririz ki, Kur'an'dan okudu ğumuz her söz, Allah' ın,Hz. Peygamber'e indirdi ği ve yanılmaz (ma'sum) peygamberin de üm-34 mete de ğiştirmeden ve bozmadan bildirdi ği sözün ayn ısıdır. Çünkü birsüre veya bir âyet, ya da birkaç ayet yan ılmaz peygambere indi ği zaman,onları ashab ına bildirir, onlara okurdu, vahy kâtipleri de onlar ı yazard ı.Ashab ından bunlar ı kendisi için yaz ıp ezberleyen de çoktu.Onları n.amazIar ında okurlar, diğer vakitlerde de okuyarak ibadetederlerdi. Hz. Peygamber ölmeden Kur'an' ın her ayeti, araplarm yazmayaalışık oldukları şekilde yaz ılmış ve birçok müslüman ın ezberinde idi.35 iktisadi ve Mali Hukuk (Y.Z.).177


Ebû Bekir S ıddik, Zeyd b.Sabit ile ezber ve yazma hususundame şhur olan bir k ıs ım sahabenin vas ıtas ıyla bu yaz ıları toplam ış, Peygamberin onları okuduğu ve sahabenin de onun sa ğlığında okumu ş olduğutertip üzerine onlar ı bir araya getirmi ştir. Toplanılan bu mecmua ve hafizlarmezberinde olanlar, müslümanlar ın Kur'an' ı nakledip almas ında,kaynak olmu ştur. Ebu Bekir sa ğlığında bu mecmuay ı muhafaza etti, veonun yerine geçen Ömer o mecmuay ı muhafazaya devam etti. Ömer deonu kız ı, müminlerin annesi Hafsa'n ın yanında bırakt ı. Osman, hilafetizaman ında o mecmuayı Hafsa'dan al ıp adı geçen Zeyd b.Sabit ve ilerigelen Muhacir ve Ensar ın baz ılar ı vas ıtas ıyla birkaç nüsha yazd ırıp müslümanşehirlerine gönderdi. Ebu Bekir, hiç biri zayi olmayacak şekildeKur'an' ın yaz ıh her âyetini veya âyetlerini muhafaza etti. Osman, müslümanları,bu yaz ılı olandan tek bir Mecmua üzerinde birle ştirip onumüslümanlar aras ına yayd ı ki, hiç bir lafizda ihtilaf etmesinler.Müslümanlar Kur'an' ı bu yaz ılı mushaftan yazm ış ve hafızlardanda as ırlarca nesilden nesile a ğızdan nakledilmi ş olduğundan, Kur'an' ınyaz ılı olanı ile ilk ezberlenmi ş olanı birbirine ayk ırı dü şmemi ştir, hiç birsözünde, ne Çinli, ne Fasl ı ve Polonyal ı ve ne de Sudanlı ihtilaf etmi şdeğildir. Muhtelif kitablarda onüç as ır ve altm ış küsur sene milyonlarcabu kadar müslüman ın hepsi onu okumakta olup fertten ferde, millettenmillete, art ık, eksik, de ği şme veya de ğiştirme, ya da tertip bak ımından birihtilaf vaki olmam ışt ır. Bu, Yüce Allah' ın sözünü gerçekle ştirmektir. Zira,Sanı Yüce Allah şöyle dedi: "Kur'an'', indiren biziz, onu biz koruyacağız”".35 Kur'an sözleri (nass), ihtiva etti ği hükümlere delâlet yönündeniki kısma ayr ılır:a) Hükme delâleti kesin olan sözler,b) Hükme delâleti zanni olan sözler.a) Dei:aleti kesin olan söz, anla şılan belli bir manaya delâlet edipyorum ihtimali olmaz ve ondan ba şka bir mana anla şılmasına da imkânbulunmaz.Allah Teala'n ın şu sözü buna misaldir: "Karıların ız ın çocuklarıyoksa, b ıraktıklarının yarısı sizindir 37 . Bu ayet, bu durumda kocan ınhissesinin yar ımdan ba şka olmadığına kesin delildir.Zina eden kad ın ve erkek hakk ında Allah Teala'nın şu sözü de misaldir:"Her birine yüzer değnek ( celde ) vurun"". Bu ayet, daha çok ve36 Iner, ayet, 937 Nisa, ayet, 12.38 Nur, ayet, 2.178


daha az olmamak üzere zinan ın cezas ının yüz de ğnek olduğuna kesinolarak delâlet eder.Mirasta takdir edilmi ş hisseye veya cezada belli bir s ınıra, ya dasınırı belli bir nisaba delâlet eden her söz böyledir.b) Delâleti zanni olan söz ise, bir manay ı gösterip, fakat yorumlanmaya,bu manadan çevirip ba şka bir manayı kasdetme ğe müsaitolur.Allah Tealâ'mn şu sözü buna misâldir: "Bo şanmış kadınlar kendikendilerine üç aybaşı beklerler' 39 . Kar' sözü Arapçada iki manada ortaktır. Dil bakımından temizli ğe söylenir, ay ba şına da söylenir. Ayet, boşanmışkadınların üç kar' beklemelerine delâlet eder. Bu, üç ayba şınave üç temizlik haline ihtimal verir.Allah Tealâ'nın şu sözü de bir misâldir: "Size ölü ve kan haramk ılındı'"°. Ölü sözü geneldir. Âyet her ölünün haram oldu ğunu gösterir.Deniz ölüsünden ba şkas ının haram k ılındığına tahsis etmeye ihtimalolabilir. Ortak (mü şterek) söz, genel söz, mutlak söz ve bunlara benzeyenlerinbulunduğu âyetin delâleti zannidir. Çünkü bir manaya delâletediyor ama ba şkasına da ihtimali vard ır.39 Bakara, âyet, 228.40 Maide, âyet, 3.179


36 İKINCI DELIL SÜNNET "1—Tarifi2—Delil olması3—Kur'an'a göre mertebesi4— Sened itibariyle dereceleri5—Manaya delâletinin kesinli ği ve zanni oluşu.1 — Sünnetin Tarifi: Din terminolojisinde sünnet, Allah' ın elçisinin-Allah' ın salât ı ve selamı ona olsun- ya sözü ya fiili veya tasvibi (ikrar ı )olur.Sözlü sünnet Peygamberin türlü gaye ve münasebetlerde söylediğisözlerdir. Mesela, Hz. Peygamber'in (S.A.) şu sözleri: "Zarar vermekve zarara, zarar ile karşı koymak da yoktur"" ve "Otlatılan hayvanlardanzeldıt verilir * ve deniz hakk ında "Suyu temiz, ölüsü helüldir ** vesaire.Fiili sünnet, Hz. Peygamber'in (S.A.) i şleridir. Şekil ve şartları ilebeş vakit namaz ı eda etmesi, hac ibadetlerini ifâ etmesi, mali i şlerde birşahit ve yeminle hükmetmesi *** gibi.Tasvibi (ikrarl ı) sünnet, sahabenin bir k ısmından meydana gelensözler ve fiilleri inkâr etmeden süküt ederek veya muvafakat edip be ğendiğinigöstererek kar şılamas ıdır. Bunların böyle bir tasvib ve muvafakat-41 "Sünnet" sözü Arapçada "yol" manasma gelir. Allah telân ın "Allahin yolunda değişme bulamazsın" (Fatır, 43), iyi yola dendiği gibi kötü yola da denir. Bu mankla şöyle bir hadis gelmi ştir. "Güzelbir yol açana onun sevabı ve k ıyamete kadar ondan gidenin sevabı vardır.Kötü bir yol açan da onun sorumluluğunuve k ıyamete kadar ondan gidenlerin sorumluluğunu yiiklenir." yazar. (Muslim, 16/226, Neveviserhiyle (Ç.)).43 Bu hadis, Mecellenin yüz genel kaidesinden ondokuzuncu kaide olarak al ınmıştır. Suyuti, CamiSağır 2 /202 (Çeviren).• Tertib Musned Ahmed b. Hanbel, 8 /214.** /bn Maceh, 1 /136 yeni baskı .• ** Tirmizi, 6 /189-91.181


tan geçmeleri, Peygamber'in kendisinden ç ıkmış olarak kabul edilirler.Nitekim şöyle rivayet edilmi ştir: İki sahâbî yola ç ıkmış, namaz vaktigelmi ş su bulamam ışlar, teyemmüm edip namazlar ını kılmışlar. Sonrasu buldukları zaman, biri namaz ı tekrar k ılmış, öbürü kılmamış ; durumuPeygamber'e anlatt ıkları vakit, Peygamber her ikisini de yapt ıkları i şte37 do ğrulamıştır. Tekrar k ılmayana, sünnete isabet ettin ve namaz ın sanakafidir dedi. Tekrar k ılana da senin sevabın iki katt ır buyurdu.Gene rivayete göre; Hz. Peygamber Muaz b.Cebel'i Yemen'e gönderdiğizaman, ona neye göre hükmedeceksin? dedi. Allah' ın kitab ınagöre hükmedece ğim, bulamazsam, Allah' ın elçisinin sünneti ile bulamazsam,fikrimi kullan ırım dedi: Peygamber'de onu do ğrulayıp "Allah' ınelçisinin elçisini, Allah' ın elçisinin razı olacağı şeye muvaffak k ılan Allah'ahamd olsun. dedi ****.2 — Sünnetin delil olmas ı: Müslümanlar te şri'i ve uyulmas ı kastedilenve bize do ğru bir senet ile gelip kesinli ği, veya do ğruluğu üstün birzan ifade eden beygamber'in söz, fil, veya takriri'nin müslümanlar içindelil ve müctehitler de, mükelleflerin i şlerine şer'î hüküm ç ıkard ıklarıte şri'î kaynak oldu ğunda ittifak etmi şlerdir. Yani bu sünnetlerdebulunan hükümler Kur'an'da bulunan hükümlerle beraber uygulamas ıgereken bir kanun olur.Sünnetin delil oldu ğuna türlü deliller vard ır:Birincisi: Kur'an' ın nass'lar ı : Yüce Allah Kur'an' ın birçok âyetlerindepeygamber'e itaat ı emretmi ş ve elçisine olan itaat ı kendisineitaat saym ıştır. Müslümanlara, herhangi bir şeyde ihtilâf ettikleri zaman,onu Allah'a ve Peygamber'e götürmelerini emretmi ş, Allah' ın ve elçisininverdiği bir hüküm için mü'minlere seçme hakk ı tanımamıştır. Hz.Peygamber'in hükmüne teslim olup gönül vermeyen kimseden imannefyedilmi ştir. Bunlar ın hepsi, Hz. Peygamber'in koydu ğu şeriat ın uyulması gereken ilâhî bir te şri olduğunun Allah tarafından gösterilen delilidir.Allah Tealâ şöyle dedi:"Allah'a ve Peygamber'e itaat edin" 44 ve"Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" 45 ."Ey inananlar Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve içinizden söz sahibiolanlara itaat edin. Eğer bir nesnede ihtilâf ederseniz onu Allah'a ve elçiçisinegötürünüz" 46 .**** Tertib Musned Ahmed b. Hanbel, 15 /208; Tirmizi, 6 /69.44 İmran, âyet, 3245 Nisa, âyet, 80.46 Nisa, âyet 59.182


"Eğer onu Peygamber'e ve kendilerinden söz sahibi olanlara götürmüşolsalardı, ondan mana çıkarabilecekler onu anlardı".47"Allah ve elçisi bir şeye hükmettikleri vakit erkek ve kad ın hiç birmü'mine i şlerini seçme hakk ı yoktur".""Senin Rabbine and olsun ki aralarındaki anlaşmazlığa seni hakemtayin ettikten sonra senin verdiğin hükümden ötürü içlerinde bir sık ıntıbulmay ıp tam teslim olmad ıkça inanm ış olmazlar" 49 ."Peygamber size ne verirse onu alın ve sizi neden ahkoyarsa ondanuzak durun" 50 .Bu ayetler bir arada ve birbirlerini destekleyerek, Allah' ın koyduğuhükümler hususunda Peygamber'e uymay ı gerekli k ıldığına kesin olarakdelâlet eder.İkincisi: Peygamber'in (S.A.) hayat ında ve ölümünden sonra sahabenin,onun sünnetine uymak gerekti ğinde birle şmeleridir. Peygamber'inhayat ında, onun hükümlerini yürütüyor, buyruklar ına, yasaklar ına,helal kılmas ına ve haram yapmas ına uyuyorlard ı. Kur'an'da kendisinevahyolunan hüküm ile peygamberin kendisinden ç ıkan hüküm aras ındaher ikisine uyman ın gerekmesi hususunda bir fark gözetmiyorlard ı . İştebunun için Muaz b.Cebel: "Allah' ın kitab ında verilmiş bir hüküm bulmazsamAllah' ın elçisinin sünneti ile hüküm veririm". dedi. Peygamber'invefat ından sonra, Allah' ın kitab ında kendilerine inmi ş bir hüküm bulmadıkları zaman, Allah' ın elçisinin sünnetine ba ş vurdular. Ebubekir,bir olay hakk ında bir sünnet ezberinde yok idiyse, ç ıkıp müslümanlara,bu i ş hakkında Peygamberimizden bir sünnet bilen var m ı diye sorardı .Ömer, fetva ve hüküm vermekle kar şıla şan diğer sahabe ve onlar ın yolundangiden sonraki nesil (Tabii) ve daha sonraki nesil (Tabei Tal ıiin)aynen öyle yaparlard ı. Artık Allah' ın elçisinin sünnetinin nakli do ğruolduğu zaman, de ğer verilen her hangi bir kimsenin ona uyulman ın gerekliğinekarşı ç ıktığı görülmemi ştir.Üçüncüsü: Allah, Kur'an'da aç ıklanmamış hükümler ve yap ıhştarzlar ı ayrı ayrı belirtilmemi ş mücmel olan farzlar- ı insanlara yükledi.Mesela Allah Tealâ şöyle dedi: "Namaz ı k ıhn, zekât ı verin" 51, "Üzerinizeoruç yaz ıldı' 52 "Allah için insanların Kâbeyi ziyareti farzd ır"".47 Nisa, âyet 84.48 Ahzab, âyet 26.49 Nisa, 65.50 Ifişr, 7.51 Bakara, 110.52 Bakara, 182.53 İmran, 97.183


Fakat namaz ın nas ıl kılmaca ğım, zekât ın nas ıl verilece ğini, orucunnas ıl tutulaca ğını ve hacmn nas ıl yapılaca ğını açıklamadı. Peygamberbunları sözlü ve fiili sünneti ile aç ıkladı. Zira yüce Allah ona şu sözü ilebu aç ıklama salâhiyetini vermi şti. "insanlara gönderileni onlara açıklayasındiye sana Kur'an'ı indirdik"."E ğer bu aç ıklayıcı sünnetler, müslümanlara bir delil ve uyulmas ıgereken bir kanun olmasayd ı, Kur'an' ın farzlar ım yerine getirmek ve hükümlerineuymak mümkün olmazd ı. Bu aç ıklayıcı sünnetlere uyulman ıngerekli olmas ı, Peygamberden ç ıkmış olmalarının kesinlik veyazannı galib ifade eden yolla rivayet edilmi ş olmalarıdır. Peygamberdenç ıktığı doğru olan, şeriatle ilgili her sünnet delil olup ona uyulmas ı gereklidir.Isterse Kur'an'da bulunan bir hükmü aç ıklasm, isterse Kur'an' ındokunmadığı bir hükmü vazetsin. Çünkü, hepsinin kayna ğı Allah'ınaç ıklama ve şeriat koyma selâhiyetini verdi ği yanılmaz (masum) kimseolan Peygamberdir.3— Kur'an'a göre mertebesi:Sünnetin delil getirilmesi ve şer'i: hükümlerin istinbat ı için kendisineba şvurulmas ı yönünden Kur'an'a nisbeti ikinci derecededir Çünkü müctehitbir olay için ö ğrenmek istedi ği hükmü Kur'an'da bulamazsa sünnettearar. Zira Kur'an şeri'at ın ad ı ve ilk kaynağıdır. Bir hükmü aç ıkladığızaman, ona uyulur. Bir olay ın hükmünü söylememi şse sünnete gidilirve onda bulunursa, uygulan ırAma sünnetin, getirdi ği hükümler yönünden Kur'an'a olan nisbetinegelince, şu üç durumdan öteye geçmez.40 a) Sünnet, Kur'an'da bulunan bir hükmü destekler ve kuvvetlendirirve böylece hükmün iki kayna ğı ve iki delili olmuş olur. Biri, Kur'an' ınâyetleri ile ispat eden delil, di ğeri Peygamberin sünneti ile destekleyendelil.Namaz kılmakla, zekât vermekle, oruç tutmakla, Kâbeyi ziyaretetmekle emretmek, Allah'a ortak ko şmaktan, yalanc ı şahitlikten, anababaya isyandan, haks ız yere insan öldürmekten menetmek gibi Kur'anınâyetlerinin delâlet etti ği ve Peygamberin sünnetleri ile desteklenenemirler ve yasaklar Kur'an ve Hadis taraf ından delil getirilen hükümlerdir.b) Kur'an'da mücmel gelen bir hükmü tefsir eden, aç ıklayan, veyaonda mutlak geleni kay ıtlayan ya da genel olarak gelen bir hükmütahsis eden bir sünnet olur. Sünnetin yapt ığı bu tefsir veya kay ıtlama54 Nabi, 44.184


ya da tahsis Kur'an'da gelmi ş olandan maksad ın ne olduğunu açıklamakolur. Çünkü Yüce Allah şu sözü ile Kur'an' ın sözlerini (nass) aç ıklamahakkını elçisine vermi ştir. "Ve Sana, insanlara gönderileni onlara açıklayasındiye Kur'an' ı indirdik' 55 . İşte Nama= k ılınmas ını zekat ın verilmesini,Kâbenin ziyaret edilmesini tafsilath anlatan sünnetler bu türdendir.Her ne kadar Kur'an namaz k ılmayı, zekât vermeyi, Kâbeyiziyaret etmeyi emretmi ş ise de namaz ın rekatlarm ın sayıs ını, zekat ınmiktarlar ın, hacmi merasimlerini aç ıklamamıştır. Sözlü ve fiili sünnetlerbu gibi mücmel olanlar ı açıklamıştır.Aynı şekilde Allah alış veri şi helal ve faizi haram k ılmıştır. Sünnetalış veri şin doğru ve yanlış olanını, haram olan faizin türlerini aç ıklamıştır.Allah, le şi haram k ılmışt ır Sünnet ise denizde ya şayanların ölüsünün d ı-şında kalan ın kasdedildi ğini aç ıklamıştır. Buna benzer sünnet, Kur'an' ınmücmelinden, mutlak ından, genelinden, neyin murad edildi ğini aç ıklarve Kur'an' ı tamamlay ıc ı ve ona ek say ılır.c) Sünnet, Kur'an' ın söz konusu etmedi ği bir hükmü yeniden koyupisbat eder. Bu hüküm sünnet ile sabit olmu ş bulunur ve Kur'an'dahiç bir söz ona delâlet etmi ş bulunmaz. Karısının halas ıyla veya teyzesiyleevlenilerek her ikisini, bir nikâh alt ında birle ştirmenin haram kıhnması,41 az ı dişli yırt ıc ı hayvanlar ın ve pençeli kuşların etlerinin haram k ılınmas ı,erkeklere alt ın takman ın ve ipekli giymenin haramlanmas ı ve "neseb ileharam olan süt ile de haram olur"* yasa ğı hadiste gelmi ştir. Bunlar gibibaz ı hükümler yaln ız sünnetle şeriat k ıhnmıştır. Sünnetin kayna ğı yaAllah' ın Elçisine ilham" veya Peygamberin ictihad ıdır.İmam-ı Şafii Usule dair "Risale"sinde şöyle der: Peygamberin(S.A.) sünnetlerinin üç türlü oldu ğuna muhalif olan bir ilim adam ı bilmiyorum:Birincisi, Allah Tealâ bir nesne hakk ında Kur'an nass' ı indirir.Allah' ın elçisi, kitab ın nassına benzer sünnet koyar. Di ğeri, Yüce Allah' ınindirdiği mücmel olur, Peygamber Allah nam ına onun ne kastetti ğiniaçıklar. Üçüncü tür, kitab ın, nass' ı olmayan hususta Allah' ın elçisininkoyduğu sünnettir.'" 6 .55 Nahl, 44* Muslim 9 /22, Nevehi şerhiyle.56 İmam-ı Şafi'in Risalesi 1309 M ısır, Ahmed Muhammed Şakir tetkiki sayfa 91-93 deki as ılifadesi şöyledir: "Ilim ehlinden hiç birinin, Peygamberin sünnetlerinin üç türlü oldu ğunda muhalefetetmiş olduğunu bilmiyorum. Bunlar ın ikisinde birle şmişlerdir. 1— Bu ikisinden birincisi şudur: Allah,Kitabı hakkında nass indirdiği husustur. Allah' ın elçisi Kitab ın bildirdiğini olduğu gibi aç ıklamıştır.2— Diğeri Allah' ın Kitab ında ınucmel olarak indirdi ği husus olup Allah' ın elçisinin Allah' ın kasdetti ğimanayı açıklamasıdır. Bu ikisinde ihtilaf etmemi şlerdir. 3— Üçüncüsü, Allah' ın elçisinin Kitab ın Nass'ıolmayan hususta hüküm koymas ıdır a) Kimi, Allah' ın, Peygambere itaat ı farz kılmas ı ve kendi rızasınauygun olacağını bilmesinden dolayı, Peygambere Kitab ın nass' ı olmayan hususta hüküm koyma selâ-185


Dikkat edilmesi gereken, peygamberin dinde (te şri) ictihad ınınesas ı, Kur'an ın ve te şri' ilkelerinin ona verdi ği ruhtur. O, hüküm koymada,Kur'an'daki hükümlere k ıyas etme ğe veya Kur'an' ın şeriat koymahususunda ön gördü ğü genel ilkelerini uygulama ğa dayan ırdı. Bununiçin sünnetin hükümlerinin kayna ğı Kur'an' ın hükümleri olur.Yukarıda anlatt ıklarımız ın Özeti;Sünnette bulunan hükümler, ya Kur'an' ın hükümlerini destekleyenhükümlerdir, ya da onlar ı açıklayan hüküm veya Kur'an' ın de ğinmedi ğiama onda bulunana k ıyaslayarak, veya genel ilke ve kaidelerini uygulalayarakvar ılan hükümlerdir. Bundan da anla şılır ki, Kur'an hükümleriile sünnet aras ında çat ışma ve çeli şiğin bulunmas ı mümkün değildir.4— Sünnetin Senedine göre k ısımları":Sünnet, Peygamberden rivayetine göre üç k ısma ayrılır.a— Miitevatir Sünnet,42 b— Me şhur Sünnet,e— Birerler (ahad) Sünneti.a) Mütevatir sünnet, bir toplulu ğun Peygamberden nakletti ğisünnettir. Bunlar ın fertleri, çokluklar ı, do ğrulukları, cemiyetlerinin vegörü şlerinin de ği şik olmas ından ötürü, normal olarak (adeten) yalanüzere birle şmeleri imkâns ızdır. Bu topluluktan, benzeri bir topluluk veondan da benzer bir topluluk rivayet etmi ş olup bize kadar gelen hertabakan ın senedi Peygamberden al ısın ın ba şından bize ula şan ucunakadar rivayet eden topluluk yalan üzerine birle şmezler. Namaz ın edas ında,oruç, hac, ezan ve di ğer dini fenomenler ( şeair) hakk ında müslümanların,Peygamberden görerek veya i şiterek hiç bir as ırda ve hiç bir bölgedehiyeti vermi ştir, demiştir. b) Kimi de koyduğu sünnetin kitabda mutlaka bir asl ı olduğunu söylemi ştir.Nitekim namazm asi ı farzedilmi şken sayısını ve yap ılışını açıklamas ına dair sünnetleri vard ır. Aynışekilde alışveri ş ve şeriat ın diğer hususlar ında sünnetler koydu. Zira Allah (Nisa 29): "Malların ız ı aranızda ',ataya yemeyin" buyurdu ve (Bakana 275) "Allah, al ışveri şi helal, ribayt haram kılm ıştır" dedi.Peygamberin haram ve helal k ıldığı hususlar, namaz ı açıklamas ı gibi, Allah 'tamına, yapmış olduğuaçıklamalard ır.c) Kimi de, bunu ortaya koyan Allah' ın elçi göndermesidir. Peygamberin sünneti Allah' ın farzkılmasıyla sabittir.d) Kimi, sünnet koydu ğu her nesneni ıı onun kalbine ilham edildi ğini söylemi ştir. Sünnet, Allahtarafından kalbine at ılan hikmettir. Böylece kalbine at ılan onun sünneti olmu ştur." (Çeviren).57 Sünnetin senedinden maksat Peygamberden onu bize kadar nakleden ravilerin zinciri olupsünnetin metninden murad da nakledilen hadisin kendisidir.186


ihtilâfa dü şmeden alageldikleri ameli (pratik) sünnetler bu k ısma girer.Sözlü sünnetlerde mütevatir bir hadis'in bulunmas ı nadirdir.b) Me şhur Sünnet, Peygamberden bir veya iki ya da tevatür derecesinevarmayan bir topluluk taraf ından rivayet edilen sünnettir. Sonrabu tek veya birkaç ki şiden tevatür derecesinde bir topluluk nakletmi ş ,bu topluluktan benzeri bir topluluk ve ondan benzeri bir topluluk nakletmişolup bize ula şan senedin ilk tabakas ında Peygamberin sözünü i şitenveya i şini gören, bir veya iki ki şi ya da tevatür toplulu ğuna varmayan birkaç ki şidir. Ancak di ğer tabakalar tevatür derecesindedir. Bu gibi hadislerinbir kısmı Ömer b.Hattab' ın, Abdullah b.Mesud'un ve Ebu Bekir'inPeygamber'den naklettikleri hadislerdir. Sonra bunlardan, yalanda birleşmeyen bir topluluk nakletmi ştir. "Işler niyete göredir" hadisi "İslâmbeş esas üzerine kurulmu ştur" hadisi ve "Zarar vermek ve zarara zararlakarşılık vermek yoktur" hadisi buna misâldir.Mütevatir sünnet ile me şhur sünnet aras ındaki fark şudur. Mütevatirsünnette Peygamberden al ıştan ba şlıyarak bize ula şana kadar gelensenedin zincirinde her halka tevatür toplulu ğudur. Me şhur Sünnetin43 senedindeki birinci halka tevatür toplulu ğu olmayıp Peygamber'den ilkalan, bir, iki ki şi veya tevatür derecesinde olmayan bir topluluktur, amadiğer halkalar tevatür toplulu ğu gibidir.e) Birerler (ahad) sünneti, tevatür topluluklar ı olmayan tek tekkimseler tarafından nakledilmi ştir. Peygamberden bir ki şi veya iki ki şiya da tevatür derecesinde olmayan bir topluluk nakletmi ştir. Ancak birki şiden de gene bir ki şi nakletmi ş olup bize kadar ula şan senedindekiki şiler, hiçbir zaman tevatür toplulu ğu olmamışt ı" Sünnet kitaplar ındatoplanm ış bulunan hadislerin ço ğu bu kısma ait olup, bunlara tek ki şininhaberi (Haberi Vahid) denir.5— Sünnetin Kesin ve Zanni oluşları:Nakil yönünden mütevat ır sünnetin Peygamberden nakli kesindir.Zira, tevatür şeklinde nakil, yukarda anlatt ığımız gibi, haberin do ğruluğuna,kesinliğine katiyet verir. Me şhur sünnetin, Peygamberden alanbir sahabe veya bir gurup sahabeden nakli kesindir. Zira, onlardan mütevatır olarak nakledilmi ştir. Ama Peygamberden nakli kesin de ğildir.Çünkü, Peygamberden ilk alanlar, tevatür toplulu ğu te şkil etmez. AmaHanefi faldhleri onu mütevatir hükmünde say ıp, Kur'an' ın genel olanıonunla tahsis edilir ve mutlak olan ı onunla kayıtlan ır. Zira, sahabedennakli kesindir. Sahabe de Peygamberden nakletmekte delil ve güvenilirkimsedir. Bunun için Hanefilerde bunun mertebesi mütevat ır ile haberivahid aras ındadır.187


Birerler sünnetinin Peygamberden geli şi zannidir. Çünkükesinliği ifade etmez. Ama delâlet bak ımından bu üç kısım sünnetleti kesin olabilir. Bu, onun metninin ba şka bir yoruma ihtimalmadığı zaman olur. E ğer metin bir yoruma tutulabilirse, delilolur.44 Kur'an' ın ve sünnetin nasslar ı aras ında kesinlik ve zannimmdan bir kar şıla şt ırma yap ılınca, Kur'an- ı Kerim'in bütün mnakli kesin olup, bir k ısmının delâleti kesin ve bir k ısmının delinidir. Sünnetin de bir k ısmının nakli kesin ve bir kısmının nakliBunların her birinin delâleti kesin ve zanni olabilir.Mütevatir, me şhur ve birerli (Haberi ahad) sünnetlerindan biri delil olup uyulmas ı ve yap ılmas ı gereklidir. Ama, 1111A.,,,Peygamberden ç ıkışı ve geli şi kesindir, me şhur ve birerli (ahâd) sünnetlerise, her ne kadar Peygamberden geli şleri zanni ise de bu zan, ravilerdebulunan, adalet, tam fazilet ve iyice bilme şartlar ı ile tercih edilir Zanninintercih edilmesi, i şlenmesinin (amel olunmas ının) gerekmesi için kâfidir.Bundan dolay ı kâdi, şahidin şahitliği ile hükmeder ki bu da şahidlikedilen nesnenin zan ile tercih edildi ğini ifade eder. K ıbleyi ara şt ırmaklanamaz ın sahih olmas ı zannın üstün kılınmas ına bağlıdır. Hükümlerinço ğu zan üzerine kurulmu ştur. E ğer her i şte kesinlik ve katiyet gerekliolsaydı, insanlar s ıkıntıya uğrard ı58 .Peygamberin söz ve fiillerinden din (yani şeriat) olmas ı gerekmiyenler:Peygamberin (S.A.) sözlerinin ve fiillerinin müslümanlara delil veonlara uyulmas ının gerekli olmas ı, Allah' ın elçisi olmak s ıfatı ile ondan çıkmışve onlarla şeriat konmas ı ve uyulmas ı kasdedilmesi şartı iledir. Peygamber(S.A.) di ğer insanlar gibi insan olup Allah onu insanlara elçi olarak58 Amelde (Pratikte) zanni delile ve zanni delâlete dayamhr Ama itikatta kesin olmayana itibaredilmez Aradaki fark ın şu sebeplere dayand ığını anlamak kolaydır.a) İtikat meseleleri manduttur. Bunun için bunlarda kesinli ği aramak ve gerçekle ştirmek mümkündür.Oysa insan ın zaman ve mekana göre hareketleri, i şleri ve davram şları sonsuzdur. Bunlar ın herbirini kesin hükmü gerektiren kesin bir delile dayand ırmak çok zamanı gerektirir. İnsanın, her biri içinuzun zaman harcamas ı anında hayat durur.Bunun için ameli hükünilerde kesinli ği elde etmek imküns ızd ır.b) İtikat meseleleri de ğişmez, de ğişmeyece ği için kesinliğe dayanmaktad ır. Zira onlar zaman üstüolduklarından zaman a şımına uğramazlar. Ancak geçerli olmalar ı için gerçek olmalar ı gerekir. Gerçekolmaları da ancak kesin delile dayanmakla olur. İnsanın hareket, i ş ve davranışları zaman ve mekânagöre değişeceğinden onlarda kesinlik aramaya ihtiyaç yoktur. Kesinlik ta şımadıklarmdan dolay ı da değişmelerikolayla ştırılmış ve bunun için onlar ın konmas ı ve kald ırılmasmda musamaha gösterilmi ştir.(Çeviren).188


göndermi ştir. Nitekim Yüce Allah: "De ki ben ancak sizin gibi bir insan ım,ama bana vahyolunuyor" buyurmu ştur.1) Peygamberin insanl ık tabiat ı gere ği olan, oturma, kalkma,yürüme, uyuma, yeme ve içme gibi i şleri şeriat de ğildir. Çünkü bunların45 ç ıkış noktas ı Peygamberliği olmayıp insanh ğıdır".Fakat, Peygamberden insani bir i ş meydana gelip, uyulmas ı kasdedilmesinebir delil varsa, o delil vas ıtas ıyla o fiil şeriat olur.2) Peygamberin insanl ık, tecrübe, dünya i şlerinden olan ticaret,ziraat, ordu tanzimi, sava ş idaresi, bir hastal ığa ilaç tavsiyesi gibi insanlıktecrübesi, maharet ve dünya i şlerindeki tecrübeleri neticesinde yapt ığıi şler şeriat de ğildir. Zira bunları Peygamberlik s ıfatı ile yapmamıştır.Bunların çıkış noktas ı O'nun dünyevi tecrübe ve şahsi takdiridir. İştebundan dolayıdır ki, baz ı sava şlarda askeri belli bir yere yerle ştirince,baz ı sahabe kendisine: Bu Allah' ın vahyetti ği bir yer midir, yoksa, fikir,sava ş takti ği ve bir harp hilesinin gerektirdi ği bir yer midir? diye sorunca;hayır, bir fikir, sava ş ve harp hilesi gere ğidir, cevab ını verdi, vebunun üzerine sahabe: Öyle ise buras ı uygun bir yer de ğildir, deyip sava şsebeplerini Peygamber'e anlat ıp, ba şka bir yere askerin yerle ştirilmesinitavsiye etti. Peygamber Medinelilerin hurmalar ı a şıladıklarmı görünce,onlara a şılamamalar ını söyledi. Onlar da a şılamadılar ve meyve olmad ı.Bu sefer "onları aşılayın, dünya i şlerini siz daha iyi bilirsiniz dedi'.3— Peygamberin yapt ığı bir i ş , şer'i bir delil onun s ırf kendisine aitolduğunu gösterir ve o hususta örnek olmayacak ise, bu da şeriat say ılmazNitekim, Allah Teâla: "Iki şer üçer veya dörder evlenebilirsiniz"59 Dz. Peygamber'in (S.A.) sakal b ırakmas ı da bu türlü insanl ık tabiatmın iktizas ıdır. Dini yöndenuyulmas ı gerekli bir sünnet ve adet de ğildir. Yani te şri edilmi ş olmadığından dini bir emrin yerine getirilmesisonunda bir sevaba nail olma da söz konusu olmasa gerektir. Ama Dz. Peygamber'in (S.A.)"B ıy ığt kesin, sakal ı uzat ın" sözleri hususunda geni ş izahat verme ğe yerimiz müsait de ğildir; AncakUsulül-Fıkıh'da vaz edilen bir kaide şöyledir: Baz ı hükümler mevcut olan ı, yani vakıayı ilgilendirir,yoksa şeriat olsun diye bir gaye ta şımaz. Meselâ, saçlar ı dağınık biri Peygamberin huzuruna girincePeygamberin ona: "Ç ık saçların ı düzelt" demesi o anda bir vak ıayı düzene koymak içindir Kimse buhadisten, saçlar ın uzatılmas ı/un sünnet olduğunu ortaya koymanu ştır. İslâmda kölelik meselesi de bunamisâldir. islâmiyet köleli ği te şri etmemi ş, yani bir şeriat olsun diye vazetmemi ştir. Ama cereyan etmekteolan kölelik ili şkilerini düzenleyen hükümler vazetmesi de vak ıaları düzeltmektir.İşte bunun gibi, Peygamberin "b ıy ığı kesin, sakal ı b ırakın" sözü de toplumda adet halinde olan saç,sakal ve b ıyığın var oldukları takdirde nas ıl ho ş görüleceklerini anlatmak olup, yoksa saç ı düzeltmenin,bıyığı kesmenin, sakal ı uzatmanın dini ve şeri bak ımdan bir değeri yoktur. Bugün de türlü saç, sükalkıyafetleri içinde birini tercih edip de ötekini b ıraktıracak bir ifadede bulunman ın kanuni veya te şriyönden bir de ğeri yoktur. Olabilir ki 1-1z.(Çeviren).* Muslim 15 /118, Nevevi şerhiyle.Peygamber (S. A.) acaib k ılıkları düzene koymak istemi ştir.189


(Nisa: 3) dedi ği ve bu, han ımların en çok say ısının dört oldu ğunu gösterdiğihalde, O, dörtten fazlas ı ile evlenmi ştir.Aynı şekilde nass'lar ın delil olarak iki şahidin olmas ını belirtmesinerağmen yalnız Huzeyme'nin şahitli ği ile davayı ispat etmekle yetinmi ş -tir. Bu da Peygamberin husumet hususunda verdi ği hükümde iki noktaya46 önem verdi ğini gösterir. Biri; vak ıalar ın tesbiti, ikincisi: vak ıaların sübutuhalinde verdi ği hükümdür. Vak ıalar ın tesbiti kendisine ait bir takdir(de ğerlendirme)dir, şeriat koymak de ğildir. Ama vakıaların sübutu halindeverdiği hüküm şeriat koyma (te şri)d ır. Böyle olmas ından dolayıdır ki,Buhâri ve Müslim, Ummü Selemeden şöyle bir hâdise rivayet ederler.Peygamber, odas ının kap ıs ında bir münaka şanın yap ıldığını duydu vedışarı çıktı : "Ben elbette bir insan ım bana hasımlar gelir, kiminiz kiminizdendaha iyi konu şabilir ve onun doğru oluduğunu zannederim ve lehine hükmederim.Kime bir müslüman ın hakk ını vererek hükmedersem o ate ştenbir parçadır, isterse onu alsın isterse onu biraks ın" demi ştir.Hülasa:Peygamberin anlatt ığımız üç halde, sözleri ve fiilleri onun sünnetiolup te şri ve uyulmas ı gerekli kanun de ğildir. Ancak Peygamber olaraksöylediği ve yaptığı i şlerden genel te şri ve müslümanlar ın uymas ı kastedilirsebu müslümanlara delil olup, uyulmas ı gereklidir.E ğer sünnetten, Peygamberin yolu ve hayat ındaki davran ışlarıkastedilirse, bunlar onun bütün sözleri, i şleri ve ikrarlar ıdır. E ğer sünnetten,müslümanlara delil ve uyulmas ı gerekli kanun kayna ğı kastedilirse,bunlar, Peygamberin, Peygamber olarak, sözleri, i şleri ve ıkrarlar ıolup bunlarla şeriat koymak ve insanlar ın do ğru yolda olmaları için uymaları kastedilmi ştir.190


-ÜÇÜNCÜ DELIL İCMA "1—Tarifi2—Rükünleri3—Delil oluşu4—Mümkün oluşu5—Fiilen vuku bulu şu6—Türleri.47 1- Tarifi: Usulcülerin ıst ılahına göre icma, Peygamberin vefatmdansonra herhangi bir as ırda müslüman müctehitlerinin bir olay hakk ındaşer'i bir hükmün üzerinde birle şmeleridir. Bir olay meydana geldi ğitakdirde, o olay, vukuu an ında bütün müslüman milletlerin müctehitlerinearzedilmi ş ise, ve o hususta bir hükümde ittifak etmi şlerse, onlar ınbu ittifak ına icma denir ve olayda bir hüküm üzerine ittifaklar ı o hükmüno olayda şer'i hüküm oldu ğuna delil olur. Tarifte Peygamberin vefatından sonra denmesi, Peygamberin te şri kayna ğının yalnız kendisi ololduğundanşer'i bir hükümde ihtilâf ve ittifak dü şünülemez. Zira ittifaksayısız gerçekle şemez.2- Rükünleri:İcmanın Tarifinde "herhangi bir as ırda şer'i bir hüküm üzerine bütünmüslüman müctehidlerin ittifak ı" ifadesi kullan ılmıştır ve bundanicmanın dört rüknü (unsuru) oldu ğu ortaya ç ıkar ki, icma onlars ız gerçekleşemez.Birincisi : Olayın vuku buldu ğu asırda bir kaç müctehidin bulunması gerekir. Zira ittifak her biri di ğerine uyan birkaç fikrin aras ındaolduğu dü şünülür. Hiç bir müctehidin bulunmadığı ve tek bir müctehidin60 icma sözü Arapçada azmetmek anlam ındad ır. Yüce Allah "Ortakların ızla işinize azmedin" (Yunus71) demi ştir. Muctehidlerin birle şmesine icma denmesi, bir hüküm üzerine azimle birlesmelerindendolayıdır. (Müellif)191


ulundu ğu zamanda icma şeran tahakkuk etmez. Bundan dolay ı Peygamberzaman ında icmanın olmamas ı yegane müctehidin sadece Peygamberinolmas ıdır 6iİkincisi : Bir olayda şer'i hüküm için memleketleri, ırkları, Vadelerinazar ı itibare alınmadan olayın vuku bulduğu anda bütün müslümanmüctehitlerin birle şmeleridir. Bir olaydaki şer'i hükmün üzerine yaln ızMekke ve Medine müctehidleri ya da yaln ız Irak müctehidleri veya sadeceHicaz müctehidleri yahut yaln ız Ehlü'l-Beyt müctehitleri veya Şiimüctehidleri d ışında kalan ehli sünnet müctehidleri birle şmi ş olsalar,böyle özel bir anla şma ile icma şeran te şekkül etmez. Çünkü icma, olayzamanında İslam dünyas ının bütün müctehidlerinin genel ittifak ı ilemeydana gelir. Müctehid olmayanlar nazar ı itibare al ınmaz.48 Üçüncüsü : Olay hakkında müctehidlerden her biri fikrini aç ıkcaortaya koyarak birle şeceklerdir. Herhangi biri fikrini o olay hakk ındafetva vererek veya o hususda bir hüküm (Kaza) vermek suretiyle ortayakoymuş olduğu gibi, aynı şekilde, her bir müctehid yaln ız ba şına fikriniaçıklayıp fikirleri bir araya toplad ıktan sonra birle ştikleri anla şılmışolur veya, olay ın vuku bulduğu zamanda mevcut bütün İslam Dünyasının müctehidleri toplan ıp mesele kendilerine anlat ıldıktan sonra görü şmübadelesinde bulunur, fikirlerini toplu olarak aç ıklarlar ve o olay hakkındatek bir hüküm üzerinde birle şirler.Dördüncüsii : Bütün müctehidlerin hükümde birle şmeleri gerçekleşmelidir. E ğer ço ğu birle şmiş olsa her ne kadar muhaliflerin say ısı azve birle şenlerin sayısı çok olsa da, ço ğunluğun ittifakı ile icma olmaz.Çünkü, ihtilaf bulundukça bir tarafta yanl ışhk ihtimali, öteki taraftadoğruluk ihtimali mevcut olaca ğından, ço ğunlu ğun birle şmesi şer'i kesinve ilzam edici bir hüccet olamaz.3— Delil Oluşu:İcma' ın dört unsuru gerçekle şince, bu, üzerinde birle şme olan hükümuyulması geçerli, şer'î bir kanun olup ona kar şı çıkmak caiz de ğildir.Sonraki as ırda bulunacak müctehidler bu olay ı tekrar ictihad konusuyapamazlar Çünkü, o olay hakk ında bu icma ile sabit olan hüküm, kar şı61 Peygamber zaman ında icmaın olmamas ı tek bir müctehidin bulunmas ından dolayı değil, Peygamberevahyin gelmekte olmas ındandır. Çünkü Peygamber zamamnda çok müctehit vard ı. En açıkmisali yukarda geçen Muaz b. Cebel hadisidir. "Bir as ırdaki bütün müctehitlerin bir araya gelmesi demek"olayın tek müctehidin ictihad ı ile çözülmesinin kanaat verici olmamas ından ötürü olur ki icmabüyük ve önemli bir olayda ortaya ç ıkar. Böyle insanl ık üzerine tesir edecek ve bir ilkenin yazma sebepolacak olay hakk ındaki seri hüküm Peygamberin, di ğer sahabeni ıı ictihadına bırakılmazdı. Ilk andankendisi bir ictihad etmi ş olsa bile sonradan vahy ile desteklenir veya düzeltilirdi.) (Çeviren).192


çıkılamayan ve nesh olmayan şer'i ve kesin bir hi,ikümdür. Bu da Peygamberinvefat ından sonra her hangi bir as ırda memleketleri, ırkları ve taifelerimuhtelif olan bütün müslüman müctehidlerin say ıhp olay hakkındakişer'î hükmün bilinmesi için onlara sunulmas ı, her biri ayr ı ayrı veyatoplu olarak sözle veya fikirle hüküm hakk ındaki fikrini aç ıkça bildirmelerive bu olay hakk ında hepsi tek bir hüküm üzerinde birle şmeleri ileolur.İcmaın delil olmas ının delili şöyledir:o— Yüce Allah, Kur'an' ı Kerim'de, müminlere, kendisine itaat veelçisine itaatla emretti ği gibi buyruk ellerinde (Ulul-Emr) olanlara daitaat etmelerini emretmi ştir. Allah Tealâ "Ey inananlar, Allah'a itaat edinPeygamber'e ve içinizden buyruk sahiplerine itaat edin"" buyurdu. "Emr"sözü iş ( şan) manas ında genel anlamda hem din i şine ve hem dünya i şineŞamil olur. Dünya i şlerine sahip olanlar, kumandanlar ve valilerdir. Dini şlerine sahip olanlar müctehidler ve fetva verenlerdir.İbn Abbas' ın başta olduğu baz ı müfessirler bu âyetteki "Ulul-emre'i"alimler olarak tefsir eder. Di ğerleri de onlar ı kumandanlar ve valiler olaraktefsir ediyor. Do ğrusu, şudur ki hepsine Şamil olacak ve herbir mesle ğebulunduğu hususta itaat ı gerekli kılacak bir şekilde anlamakt ır. işe sahipolanlar (Ulul Emr), ki bunlar müctehidler, bir hüküm üzerine birle şirlerseona uyulmak ve onlar ın hükmünü tenfiz etmek Kur'an' ın sözüne görezorunludur. Bunun içindir ki Yüce Allah "Onu Peygamber'e ve i şlerindensöz sahiplerine (Ulu'l emr ) götürmüş olsalar, içlerinden istinbat edenler,onu bilmi ş olacaktır" 63 buyurdu. Yüce Allah Peygamber'den yan çizipmü'minlerin yolundan ba şkas ına uyanları tehdid etmek için şöyle buyurdu:"Kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber'e muhalefet ederekmüminlerin yolundan başkas ına koyulan kimseyi köyuldu ğu yolda yürütürsonra onu cehenneme sokarız, ne kötü bir yerdir" 64 . Mü'minlerin yolundanayrılan, Peygamber'e muhalefet edenle bir tutulmu ştur.b— Müslüman milletlerin bütün müctehidlerinin fikirlerinin birle ş -tikleri bir hüküm, müctehidleri tarafından temsil edilen İslam ümmetininhükmüdür.Peygamberden ve sahabiden gelen birçok hadis ümmetin hatadanmasun oldu ğunu göstermektedir.Mesela, Peygamber (S.A.) "Ummetim hata üzerinde birle şmez"*62 Nisa, 59.63 Nisa, 83.64 Nisa, 115.* Tırmizi, 9/11, İbn Maceh 2/1203.193


ve "Allah ümmetimi sap ıklık üzerinde birle ştirmez" ve "Müslümanlarıniyi gördüğü Allah Kat ında da iyidir" buyurmu ştur. Bu böyledir, zira bütünbu müctehidler, görü ş ve anlayışlarının içinde bulunduklar ı çevrelerindeğişik olması ve ihtilaf etmeleri için birçok sebebin mevcut olmasınara ğmen, bir olay hakkında bir hüküm üzerinde birle şmi şlerdir. Ger-50 çeğin ve do ğruluğun birliği onların fikirlerini birle ştirmi ştir ve ihtilafsebeplerini ortadan kald ırmıştır.c— şer'i bir hükmün üzerine icma etmek için icma' ın mutlaka şer'ibir dayanak üzerine bina edilmesi şartt ır. Çünkü, Islam müctehidinin,ictihad ederken bir tak ım hududları vardır ki onlardan öteye a şamaz. Olayhakkında nass (aç ık söz) varsa müctehidin ictihad ı nass ı anlamak ve gösterdiği manayı bilmekten ba şka bir şey de ğildir ". Olay hakk ında bir nassyoksa, ictihad, onun hükmünü, nass ı olan hükme kıyashyarak veya şeriatkaidelerine ve genel ilkelerine uygulayarak ya da istihsan, istishab gibişeriat ın koyduğu deliller ile delil getirerek yahut ta örfe veya kamu yararına(meslahat- ı mürsele) riayet ederek, ç ıkarmaktan ötede bir şey değildir.Müctehidin ictihadının mutlaka şer'i bir delile dayanmas ı gerekiyorsa,bütün müctehidlerin bir olay için bir hükümde birle şmeleri, hükmün buolduğuna kesinlikle delâlet eden şer'i bir dayana ğın bulundu ğunu gösterir.Çünkü, eğer dayandıkları zanni bir delil olsayd ı, normal olarak bir anlaşmanınmeydana gelmesi imkans ız olurdu Zanni olan nesne elbettezihinlerin ihtilaf etmelerine f ırsat verir.Bir olay için bir hükümde birle şmek mümkün olduğu gibi, bir nass' ınyorumlanmas ı veya izah ı ya da nass' ın hükmünün nedeni (illet) bulmakta,ve ona bağlı sıfat ın açıklanmas ı üzerinde de olabilir.4— icin= İmliânı:Nazzam ve baz ı Şüler gibi bir kısım alimler, esasları bildirilenbu icma'n ın normal olarak vukuunun imkans ız oldu ğunu söylemişlerdir.Zira esaslar ının gerçekle şmesi imkans ız gibidir. Bir kimseninictihad mertebesine ula şıp ulaşmadığını bilmek için bir ölçü bulunamaz.Her hangi bir kimsenin müctehid olup olmad ığına dair verilecek hükümiçin ba şvurulacak bir esas yoktur. Buna göre müctehid olanlar ı olmayanlardanayırmak pek zordur. Olay meydana geldi ği zaman Islam dünyasındamevcut olan müctehidlerin bilindi ği farzedilse olay hakk ında hepsininfikrine kesinlik veya kesinli ğe yakın bir derecede vak ıf olmak im-51 kans ız gibidir. Çünkü hepsi muhtelif k ıtalarda uzak memleketlerde cinlerive tabiyetleri muhtelif oldu ğundan, hepsine ula şmak, toplu olarak65 Bu, nazara olarak do ğrudur. Biraz sonra ve bir çok yerlerde aç ıklandığı gibi en açık ve kesinbilinen nasslarda bile fiilen ictihad edilmi ştir (Çeviren).194


fikirlerini almak ve güvenilecek şekilde her birinin fikrini nakletmekkolay de ğildir.E ğer müctehidler şahısları ile tanınmış olsa, ve güvenilecek şekildefikirlerini bilmek mümkün olsa, bir olay hakk ında fikrini aç ıklamış olanmüctehidin, diğerlerinin fikrini alana kadar ayn ı fikirde kalaca ğını kimtemin edebilir? Di ğerlerinin fikirlerini almadan kar şısına çıkan bir şüphedenötürü fikrinden caymas ına ne mani olabilir? İcma' ın icma olmasınınşart ı bir olay hakkında bir hüküm üzerine bütün müctehidlerin biranda birle şmi ş olmasıdır.İcma' ın vuku bulmayaca ğını teyid eden şey, eğer vuku bulmuş olsa,mutlaka vuku buldu ğunun bir delili olmas ı gerekir. Zira müctehid, şüphesizictihad ederken bir delile dayanacakt ır. bina edeceklerin dayanaca ğıdelil kesin bir delil ise, normal olarak gizli kalmas ı imkans ızdır. Bununiçin kesin şer'i bir delil müslümanlara gizli kalmaz ki, müctehidlere veonların icma' ına ihtiyaç has ıl olsun. E ğer dayan ılan delil zanni ise, zanniolan bir delilin. normal olarak icmaya götürmesi müstahildir. Zira zannidelil, mutlaka ihtilafa sebeb olur.İbn Hazm "El-ihkftm" adlı kitab ında Ahmed b.Hanbel'in o ğluAbdullah'tan şu sözü nakletmi ştir. Babam ın şöyle dedi ğini duydum."Birinin icmay ı iddia etmesi de yalan, ve icma oldu demesi de yaland ır.Ne bilir, belki insanlar ihtilaf etmiştir de kendisine ulaşmam ıştır. Öyle isebilmiyorum insanlar ihtiffif halindedir, desin".klimlerin çoğu icma' ın normal olarak vuku bulabilece ğine gitmiştir.İcma' ın imkanını inkâr edenlerin anlatt ıkları vuku bulan bir mesele hakkındaşüphe uyandırmaktan ba şka bir şey de ğildir. Mümkün olduğunun52 en açık delili fiilen vuku bulmu ş olmasıdır. İcma' ın vuku bulduğunun sabitolduğuna birkaç misal vermi şlerdir: Mesela Ebû Bekir'in hilafeti, domuzyağının haram olmas ı, ninelere alt ıda bir miras verilmesi, o ğulun, o ğlunoğlunu mirastan menetmesi gibi bir tak ım cüz'i ve külli hükümlerdir.Bana göre do ğrusu, tarifi ve rükünlerini aç ıkladığımız icma'ın normalolarak bulunmas ı, e ğer İslam milletlerinin ve uluslar ının fertlerinebırakılırsa imkans ız olur. Ama muhtelif olmalar ına ra ğmen İslam hükümetlerii şi ele alırsa o zaman icma' ın vukuu mümkün olur. Her Hükümet,ki şilerin ictihad mertebesine ula şmas ını temin edecek şartları tayin ederve bu şartlar kendisinde bulunan kimseye içtihad etme iznini verir. Busuretle her hükümet kendi müctehidlerini ve bir olay hakk ındaki fikirlerinibilir. E ğer her hükümet bir olay hakk ında kendi müctehidlerininfikirlerini bilirse, ve bu olay hakk ında bütün İslam hükümetlerinde müc-195


tehidlerin fikirleri de birle şmi şse, i şte bu icma olur ve üzerinde birle şilenhüküm, şer'i, bütün müslümanlar ın uymas ı gerekli bir hüküm olur 66 .5— icma' ın fiilen vuku bulmas ı:Anlatılara manada, Peygamberin vefat ından sonra her hangi biras ırda bir icma olmu ş mudur? Buna verilecek cevap, hay ırdır. Sahabeninhüküm verdiği ve hükümlerinin icma say ıldığı olaylara ba şvuran kimse,bu manada bir icma' ın olmadığını, olan icma' ın ilim ve fikir sahiplerinden,mevcut olanlar, ortaya gelen olay için bir hükümde birle şme olduğunave gerçekten bunun da ferdin fikrinden de ğil, Şura cemaat ından çıktığınıanlar.Rivayet edildi ğine göre Ebû Bekir'e has ımlar ba ş vurdu ğu zaman,aralarında verebilece ği bir hükmü Allah' ın kitab ında ve Peygamberinsünnetinde bulamam ışsa insanlar ın ileri gelenlerini ve seçkinlerini toplaronlara dan ışırdı. E ğer bir fikirde birle şmi ş iseler, onu yürütürdü. Ömerde öyle yapard ı . Şüphesiz, Ebû Bekir'in husumetin arz ı vaktinde topla-53 mış olduğu insanların ileri gelenleri ve seçkinleri müslümanlar ın ilerigelenleri ve seçkinlerinin bütünü de ğildi. Büyük bir miktar Mekkede,Şamda, Yemende ve sava ş alanlar ında bulunuyordu. Ebû Bekir'in birmuhasamada hükmü, muhtelif yerlerde olan sahabenin bütün müctehidlerininfikrini ö ğrenene kadar geciktirmi ş olduğu duyulmam ıştır. Haz ırbulunanlar bir cemaat olduklar ı için ve cemaatin fikrinin ferdinkindengerçe ğe daha yakın olacağı için, onların birle ştikleri hükmü yürütürdü.Ömer de ayn ı şekilde yapard ı. Fukahanın icma dedi ği i şte budur. Bu gerçekten,cemaatin te şri'i olup ferdin te şri'l. değildir. Böyle bir cemaatsahabe devrinde ve ikinci hicri as ırda Endülüste baz ı Emevi devirlerindeşeriat hususunda dan ışılan âlimlerden bir cemaat meydana getirdiklerizaman bulunabilmi şti. Bundan ötürü baz ı Endülüs âlimlerinin tercüme-ihallerinde, ştira ulemas ından oldukları çok defa zikredilirSahabe zaman ından sonra ve Endülüste Emevi devletinin bu devresindenba şka yerde icma olmam ış, te şri için müctehidlerin ço ğunun bir-66 Yazarın bu görü şünün gerçekle şmesi fiilen imkâns ızd ır Kimin müctehit oldu ğunu hükümetintayinine bırakmak çok sakat olur. Hükümet i şine geleni seçer, sahtekarlar kendilerini hükümete daha iyiempoze ederler. Gerçek ilim adam ını tayin etmek için henüz objektif bir miyar bilmiyorum. Sonra icmaKur'an ve hadiste bulunmayan bir meselede olaca ğı için ve bunun as ıl gayesi içtihadi bir meselenin müslümanlarınmechuri olarak itaat ını sağlamak olduğuna göre, her hükümetin parlementosu içtihadi birmeseleyi kanunlaştırıp itaat edilmesini mecburi k ılabilir. Müslüman milletlerin, haklarında nass olanmeselelerde birle şmeleri kâfidir. Bu kadar da ğınık yerlerde olan müslümanlar ı içtihadi meselelerdebirle ştirmek indrâns ızdır. Her birinin şartlar ı diğerine uymaz. Ama herhangi bir meselede mü şterek birprogram yap ıp beraber çal ışmaları mümkündür. Meclislerin çıkaracaklar ı kanun, daha a şağıda yazarınanlataca ğı şura ima' sayılır (Çeviren).196


le şmesi gerçekle şmemiş ve cemaattan bir te şri ortaya ç ıkmamıştır. Yalnızher bir müctehid bulundu ğu memleket ve çevrede müstakillen ictihadediyordu. Te şri, ferdi olup Sâra yoluyla olmuyordu. Bunun neticesi olarakbazan fikirler birle şiyor ve bazan ayr ılıyordu. Bir fakihin icma hakkındaen son diyebilece ği söz şu olabilirdi. "Bu olay ın hükmüne dair birihtilâf bilinmiyor".6— iema'm Türleri:İcma'm meydana geli şi iki türlüdür.a) Açık (Sarih) İcma:Bir asrın bütün müctehidlerinin, bir olay ın hükmü üzerinde herbirinin fikrini fetva veya hüküm şeklinde açıklayarak birleşmelerindenibarettir. Yani her müctehidden ç ıkan söz veya i ş (fili) onun fikrini aç ıkcaifade etmi ş olmalıdır.b) Kısmi İcma:Bir asrm bazı müctehidlerinin bir olay hakkında, fikirlerini fetvaveya bir hüküm ile aç ıkea ortaya koymalar ı ve geri kalanm, muvafıkveya muhalif olarak fikirlerini aç ıklamayıp susmalarıdır.54 a) Birinci tür aç ık icma, gerçek icmad ır. Çoğunluğun (Cumhur)mezhebine göre o şer'î bir hüccettir.b) İkinci tür kısmi (Sükılti) icma hükmi (itibari) bir icmad ır. Çünküsusan ın muvafakat etmesi kesin de ğildir. Birle şmenin gerçekle ştiğive inikad etti ği de kesin de ğildir. Bundan dolayı delil olmasında ihtilâfedilmiştir.Ço ğunluk delil olmadığına inanmış olup, o, baz ı müctehidlerinfikirlerinden ibaret olmaktan öteye gidemez. Hanefi âlimleri bu icma'mdelil olduğunu kabul etmi ştir. Ancak susan müctehide olay anlat ılmahve ona dair ortaya konan fikirler kendisine gösterilmeli, ara ştırmak vebir fikir elde edecek kadar zaman da geçmi ş olmalıdır. Bu durumda, korkudanveya yaranmadan, ya da beceriksizlikten veyahut alaya alinmaktandolayı sustuğunda şüphe olmamalıdır. Zira fetva istenen, aç ıklama yapmave te şri makamında olan kimse, ara ştırma ve inceleme süresi geçtiktensonra, muhalif olduğu takdirde fikrini aç ıklamaktan alıkoyacak bir engelinbulunmamas ına rağmen bir müctehidin susmas ı ortaya konan fikremuvafakat etti ğinin delili sayılır. Zira muhalif olsayd ı, susamayacakt ı .Çoğunluğun fikrini üstün görüyorum Çünkü müctehidlerden susanolursa, onun susmas ı ruhi ve maddi bir tak ım şartlar ve durumlar içinde197


olmuş demektir. Bu şartları ve çevreleri say ıp dökmeye ve susman ın,fikre muvafakat edip ona raz ı olduğunu kesinlikle ortaya koyma ğa imkânyoktur. Susan kimsenin fikri yoktur. Ona muvaf ık veya muhalifbir söz isnad edilemez. İcma denenlerden vuku bulanlar ın ço ğu, kısmi(sükûti) icma'd ır.iema'm hükme delâletinin kesin veya zanni olmas ına göre de ikitürlüdür: a) Delâleti kesin olan icma, aç ık icmadır, yani bunun delâletettiği hüküm kesindir. Bu olayda ba şka bir hükme gidilemez ve her hangibir olay hakkında şer'i hüküm üzerine icma vaki olduktan sonra o olayiçin ictihada imkan yoktur filb) İkincisi hükme delâleti zanni olan icma'd ır ki, bu da kısmi(sukûti) icma demektir. Yani bunun hükmü a ğır basan bir zanna dayanmaktadır.Olay hakk ında ictihada imkân vard ır. Çünkü bu, müctehidlerinhepsinin değil, bir gurubun fikrinden ibarettir.67 İcma' ın hangi çe şidi olursa olsun ister cemaat, ister ümmet, ister aç ık, ister kısmi icma olsun,icma, bir as ırda yani aynı anda bulunan ınüctehidlerin ictihadımn birbirine uymas ı ve iltihakı ile birhükümde birle şmeleriyle ancak o as ırda onunla amel etmek zorunlu olur. O as ırda bulunan müslümanlarıilzam edecek bir kuvvete sahip bulunur. Ama sonraki as ırlarda, cemiyet şartları değişeceğinden veilimler, anlayışlar tekâmül edece ğinden bir önceki icma şer'an ilzam edici olmaz. Nas ıl ki önceki icmamüctehidlerin anlayışına dayanmışsa, sonraki as ırda yeni şartlar alt ında ba şka şekilde anlamaya gitmeimkân ı olaca ğı için, sonraki asnn müctehidleri ayn ı olay hakkında ictihad etme salâhiyetini haiz olurlar.Flepsi aynı hükümde birle şir veya birle şmez, bu ayr ı konudur. Fakat icma edilen bir hükümde tekrarictihad edilebilir ve üzerinde icma vuku bulan her hangi bir meselenin tekrar ictihad konusu yap ılmasındaşer'l bir yasak ve sak ınca olduğuna dair bir söze (nass) rastlamad ık. (Çeviren).198


DÖRDÜNCÜ DELIL, KIYAS "1) Tarifi2) Delil oluşu3) Rılkünleri (Unsurlar ı: As ıl-Feri-Ashn hükmü-Hükmün nedeni).1— Tarifi:Usulcülerin istilâhlarma göre k ıyas; hakkında hüküm bulunmayanbir olayı, hükmün nedeninde birle ştikleri için, hakk ında hüküm bulunanbir olaya hükümde ilhak etmektir.Bir söz (nass) bir olay hakk ındaki hükmü gösterdiği vakit, bu hükmünnedeni, hükümlerin nedenleri bilinen yollardan herhangi biriyleortaya konur Hakk ında nass bulunan olaya, hükmün nedeninin kendisindegerçekle şmesinden dolay ı, eşit bir olay meydana geldi ği zaman,her ikisi hükmün nedeninde birle şmiş oldukları için bu yeni olay, hükmüaçıkça bilinen önceki olaya e şit kıhnır. Çünkü neden, nerede bulunur isehüküm de orada bulunur.56 Şu misâller bu tarifi aç ıklayacak şer'i ve be şer' kıyaslard ır:1) Şarap içmek ise, hükmü söz nass) ile sabit olan bir hükümdür.Bu hükümde Allahu Tealâ'n ın "Şarab (hamr), kumar, putlar ve zarlarşeytan işi pisliklerdir. Onlardan kaçının" 69 sözüne göre haramd ır. Buradakiharam olman ın nedeni sarho ş etmesidir. Bu nedenin bulundu ğu heriçki, hükümde şaraba e şit kılınır ve içilmesi haram olur.II) Vârisin kendisine miras b ırakan (muverrisi) öldürmesi aç ıksöz (= nass) ile hükmü sabit olan bir olayd ır. Bunun hükmü Peygam-68 Arapça'da KIYAS, bir şeyi benzeri bir şeye göre değerlendirmek, ölçmektir. Kuma şı metreyekıyasladığımızda metre ile ölçtü denir. K ıyas e şitlemeye de denir. Zira bir şeyi benzeri bir şeye göretakdir etmek demek aralar ında e şitlik bulmak demektir. Bunun için filan falana k ıyaslanamaz. (Yaniona e şit tutulamaz denir) (Müellif)69 Maide, 2.199


erin (S.A.V.) "katil veıris olamaz" sözünün gösterdi ğine göre, katil mirastanmahrumdur. Bunun nedeni; öldürmedir. Bir nesneyi zaman ındanönce elde etmeye yönelmi ş olmasıdır. Öldürmenin maks adı aleyhinedöner ve mirastan yoksun b ırakılarak cezaland ırıhr. Bu neden kendisinevasiyet edilenin, vasiyet edeni öldürmesinde bulunur. Bunun için varisinmüverrisini öldürmesine k ıyas yap ılarak vasiyet edeni öldüren de kendisineyap ılmış olan vasiyetten mahrum olur.III) Cuma günü, Cuma ezan ı vaktinde sat ış yapmak aç ık söz (nass)ile hükmü sabit bir olaydır. Bu hüküm Yüce Allah' ın "Cuma günü namazaçağırıldığı nız zaman ey inananlar Allah'ın zikrine ko şun ve satışı b ırakın""sözünün delâlet etti ği kerahettir. Bu hükmün nedeni insan ı namazdanahkoymas ıd ır. Cuma günü ezan vaktinde yap ılan kiralama, rehin ve herhangibir muamelede bu neden bulunur. Bu neden namazdan al ıkoymaolur. Bunun için bunlar, sat ışın hükmüne kıyaslanarak ezan vaktindemekruh olurlar.IV) Bir ka ğıdın üzerine imza atmak aç ık söz ile hükmü olan birolaydır. Bunun hükmü Medeni Kanunun aç ık ifadesine göre imza edenigöstermekte delil olmas ıdır". Nedeni ise: İmza edenin imzası onun şahsınıgösterir. Parmak bas ılan" ka ğıtta da bu neden bulundu ğundan bununhükmü imzalanan ka ğıda kıyaslanır ve parmak bas ılan ka ğıt, parmakbasan gösterir.57 V) Usul ile furu ve kar ı koca aras ında vukubulan hırs ızhğın mahkemesiCeza Kanunlar ına göre malı çalınan istemedikçe yap ılmaz.".Hırsızlığa, yankesicilik, tehdit ile mal gasbetmek 74 depozito almadançek çıkarmak, mal da ğıtmak suçlarının hepsi akrabalık ve kocalık alakasındandolay ı kıyas edilirBütün bu misâllerde, hakk ında açık söz (nass) olmayan bir olay,bildirilen hükmün nedeninde birle ştiklerinden, hükmü aç ıkca bildirilenolaya e şit kıhnmıştır.Hükmün nedeninde (illet) birle şmelerinden ötürü iki olay aras ındakibu e şitleme usulcülere göre k ıyast ır. Bir olay ı bir olaya e şitleme, birolayı başka bir olaya katma ilhak) veya hükmü bir olaydan öbürünegeçirmek manalar ı aynı olan e ş anlamh ifadelerdir.70 Cuma ayet, 971 Bkz. HUMK, Md. 297, 301, 302 (Y.Z.).72 Bkz. HUMK, Md. 297 (Y.Z.).73 Karşılaştırımz: TCK. Md. 491 vd (Y.Z.).74 Bakınız: TCK. 495 (Y.Z.).200


2— Delil oluşu:Islam âlimlerinin ço ğunluğunun mezhebi, k ıyasın i ş (amel) hükümlerihususunda delil olmas ıdır. K ıyas, hükümler dizisinde dördüncüs ıradad ır. Öyle ki bir olay hakk ında aç ıkca (= nass ile) veya icma ilebir hüküm yoksa ve hakk ında aç ıkca hüküm bulunan bir olay ın hükmününnedeninde birle şmişse hükmü bilinmeyen olay hükmü bilinenekıyaslanır. Ve aslın hükmü ona verilir. Bu hüküm de şer'i bir hükümolur. Mükellef bu hükme uyabilir ve onu i şleyebilir. İşte bunlara kıyascılar,kıyas ı isbatlayan derler.Nazzamiye, Zâhiriyye, baz ı Şia fırkaları kıyasın hükümler içinşer'i bir delil olmadığına kânidir. İşte bunlara da k ıyas ı reddedenlerdenir.Kıyas ı ısbatlayanlar ın delilleri: K ıyasc ılar, kıyas ın delil olduğunu;a) Kuran'la,b) Sünnetle,e) Sahâbenin söz ve fiilleri ile,d) Akıllaispat ettiler.58 a) Kuran'dan getirdikleri en aç ık delil üç âyettir.Birinci âyet; Nisa 59 da Yüce Allah;"Ey inananlar, Allah'a itaat edin, Peygamber'e ve buyruk elindeolanlarınıza itaat edin. Bir şeyde anlaşmazliğa düşerseniz onu Allah'a vePeygamber'e döndürün. Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bu dahaiyi ve en iyi yorumdur" buyurmu ştur. Bu âyetle istidlül etmenin yönüşudur: Yüce Allah, Allah' ın, Peygamberin ve içlerinden buyruk sahiplerininbir hükmü olmayan nesnede ayr ılığa ve anla şmazliğa düştükleritakdirde onu Allah'a ve Peygambere götürüp döndürmeleri onlara ircaolduğu denebilen her nesneye şâmildir. Şüphesiz nass ın hükmünün nedenindebirle ştiklerinden ötürü, hakk ında aç ıksöz bulunmayan nesneyi,hakkında açık söz bulunan nesneye katmak, hakk ında aç ık söz (nass)olmayan nesneyi Allah'a ve Peygambere götürmekdir. Çünkü bu hükümdeAllah'a ve Peygambere uymak mevcuttur.İkinci âyet Ha şr Süresinde Yüce Allah' ın,"Kitablılardan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaranO'dur.Oysa siz çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da kâlelerinin kendilerini,Allah'tan koruyacağını sandılar. Ancak, Allah beklemedikleri yerden geldi201


ve kalblerine korku saldı. Evlerini kendi elleri ile y ık ıyorlardı. Ey ak ıllılar(ak ıl ve basiret sahipleri) ibret alın"" buyurdu. Burada istidlâl edilenYüce Allah' ın "Ibret al ın" sözüdür. Bunun istidlâl şekli şöyledir:inkâr etmi ş olan Nadir o ğullarının yaptığını anlatt ıktan ve ummadıklanyerden onlar ı saranın ne oldu ğunu aç ıkladıktan sonra "Eygörebilenler ibret alın" demiştir. Yani siz de kendinizi onlara k ıyas edin,çünkü siz de onlar gibi insans ınız Onlar ın yaptığını siz de yapars ınız.Onların başına gelen sizin de ba şınıza gelir.Bu, Allah' ın nimetlerini musibetlerini ve bütün hükümlerini birtakım öncüllerin sonuçlar ı ve bir tak ım sebeblere gereken neticeler ol-59 duğu hakkında Allah' ın bir kanunu bulundu ğunu gösterir. Nerede öncüllerbulunursa sonuçlar ı meydana gelir ve sebepler bulununca onlar ınüzerine neticeler terettüp eder.Kıyas da Allah' ın bu kanunu üzerine dayal ı her bulundu ğu yerdeneticeyi sebebine dayamaktan ba şka bir şey de ğildir. İşte Yüce Allah' ın"ibret alın" sözü ve "burada bir ibret vardır" sözü "onların k ıssalarındaelbette bir ibret vardır" sözü de buna delâlet eder. "itibar" (Yani ibretalma) ister "ubur" bir yandan öbür yana "geçmek") manas ında,isterse "öğüt alma" olsun, Allah'ın insanlar için koydu ğu kanunlardanbir tanesini anlatmaktad ır. Bu da şudur: "Benzerine göre cereyan edenbenzerine göre yürütülür". Görülüyor ki, rü şvet aldığından dolay ı vazifedenbir memur at ıldığı zaman reis di ğer vazifelilere "bunda sizin için biribret vardır" yahut "ibret alan" der. Bundan şu anla şılır. Siz de onun gibisiniz,onun yapt ığını yaparsan ız onun cezas ına çarpt ınlırsınız.Üçüncü :Ayet:Yüce Allah Yasin sûresinde "Çürümüs kemikleri kim diriltecek"sorusuna verdi ği cevapta "De ki onları ilk defa yaratan diriltecek"" buyurmuştur.Bu âyet ile istidlâlin yönü şudur. Allah Tealâ, ha şrı inkâr edenlerininkânna kar şı kıyas ederek delil getirmi ştir. Yüce Allah, yarat ıklar yokolduktan sonra, onlar ın tekrar yarat ılmas ım ilk defa ve ba şlangıçta varedilip yarat ılmalarına kıyaslamışt ır. Böylece bir nesneyi ilk defa yaratmayave bir nesneyi ba şlangıç olarak var etmeye kâdir olan ın, onu tekrarlamasına da kâdir oldu ğunu ve daha do ğrusu bunu daha kolaylikla75 Ifaşr, 2.76 İmran, 13.77 Yusuf, 111.78 Yasin, 78-79.202


yapaca ğım, inkâr edenlere anlatmaktad ır. K ıyas ile böyle bir istidlâl"Kıyas" ın delil olduğunu ve onunla delil getirmenin do ğruluğunu kabuletmek olur.Kıyas' ın delil oldu ğunu gösteren bu âyetleri, Allah Tealâ, hükümâyetlerinin birço ğunda hükmü nedenine (illet) ba ğlamış olduğuâyetlerin delâleti ile desteklemi ştir. Meselâ kad ının, ayba şı halinde "Dekio bir ezadır, aybaşı halinde onlara yaklaşmay ın" 79 ve teyemmümün caizolmas ı hususunda "Allah size s ık ınt ı vermek istemez" " buyurmu ştur.İşte bu, hükümlerin yararliklara (mesalih) dayand ığını ve sebeblerebağlı olduğunu gösterir ve hükmün sebeble beraber ve hüküm ne üzerinebina kılmmışsa onunla beraber bulundu ğunu i şaretlemi ş olur.60 Birincisi:b) Sünnetten getirilen en aç ık delil ikidir.Muaz İbn Cebel'in hadisidir. Allah' ın elçisi Muaz ı (R.A.) Yemenegöndermek istedi ği zaman ona "Sana bir muhakeme (kaza) sunulduğuzaman nasıl hükmedersin? dedi, o da Allah' ın kitab ı ile, bulamazsam Allah'ınelçisinin sünneti ile hükmederim bulamazsam, fikrimi kullan ır vekusur etmeme ğe çalışırım" dedi.Allah' ın elçisi onun gö ğsüne vurup şöyle dedi "Allah' ın elçisininelçisini, Allah' ın elçisinin ho şnut olduğuna muvaffak k ılan Allah'a hamdolsun"*. Bu hadis ile delil getirmenin yönü şudur. Allah' ın elçisi, Muaz ıKitap ve Sünnette hükmedecek bir söz (nass) bulamad ığı durumda,ictihad etmesi fikrinde tasdik etti. İctihad, hükme ula şmak için gayretsarfetmektir. Bu, k ıyas ı içine alır, zira k ıyas bir çe şit ictihad ve istidlâldir.Hz. Peygamber, onun bir çe şit istidlâl yapmas ına izin vermi ş,başka çe şidini yasaklam ış değildir.İkincisi:Sahih sünnetlerde Peygambere ba şvurulan birçok olaylar ın bulunduğuve bunlar hakk ında kendisine vahy gelmedi ği anda Peygamberinkıyas yoluyla hüküm verdi ği sabittir. Bu genel bir durumda Peygamberinişi, ümmeti için bir te şri (kanun koyma)d ır. Bunun Peygambere mahsusolduğuna delili yoktur. Aç ık söz (nass) olmayan hususta k ıyas yapmakPeygamberin sünnetidir. Peygamber, müslümanlar ın uyaca ğı örnekbir önderdir.79 Bakara, 222.80 Maide, 6.* Tertib Musned Ahmed b. Ilanbel, 15/208, Tirmizi, 6/69.203


Has'amiyeli bir k ız ın Peygambere şöyle söylediği anlat ıhr:"EyAllah' ınelçisi, babam kötürüm bir ihtiyar iken hac ona farz oldu, hac yapamayacakdurumdadır. Ben onun yerine hac edersem, ona fayda verir mi?" Peygamberona, "Söyle bakal ım ! Baban ın borcu olsa da sen onu ödesen, ona bir faydaverir mi ?" "Evet" dedi, Peygamber de "Allah' ın borcu ödenmeğedaha lâyıkt ır" dedi*.Ömerin, Peygamber'e oruçlu kimsenin inzal olmadan öpmesinin hükmünüsorduğu anlat ılır. Peygamber de ona "söyle bakalım oruçlu iken,ağz ını su ile çalkalarsan; (ne olur). Ömer "hiç bir şey olmaz" dedi. Peygamber;"bu kadarla anla" demi ştir.61 Fezare kabilesinden bir adam ın karıs ının do ğurduğu siyah çocuğuinkâr etti ği (kendinden olmad ığını söylediği) anlat ılır. Peygamber ona"Senin develerin var m ıdır ?" "Evet" der. Peygamber "Renkleri nedir ?""Kırmız ı" dır. Peygamber "içlerinde boz renkli yok mudur ?" "Evet var"der, Peygamber "Nereden" (bu boz renkliler 9) Adam "Belki bir damardangelmi ştir." Peygamber "Bu da belki bir damardandır" demi ştir**.I'lamul - Muvakrin'in birinci cüzünde Peygamberin k ıyas ına aitçok misal vard ır.e) Sahabenin i şleri ve sözleri de k ıyas ın şer'î bir delil oldu ğunugösterir. Hakk ında aç ık söz olmayan olaylarda ictihad ederler ve hakkındaaç ık söz (nass) olmayan, hakk ında aç ık söz bulunana k ıyas ederlerdi.Benzeri benzerine vururlar& Halifeli ği namaz imamhğma kıyasladılar.Ebu Bekir'e bunun için biat ettiler ve k ıyası şöyle aç ıklad ılar.Allah' ın elçisi, dinimiz için ona raz ı oldu da, biz dünyam ız için ona raz ıolmayalım mi? Peygamberin halifesini Peygambere k ıyasladılar. Bununiçin zekat ı vermeyenlerle sava ştılar. Bunda dayanaklar ı Peygamberinonu almış olmas ıdır. (Madem Peygamber zeka-tl al ıyordu, onun halifeside onu almandır). San ı Yüce Allah' ın sözüne göre Peygamberin duas ıonları huzura kavu şturur. "Onları arıtıp temizleyecek zekât ı mallarındanal ve onlara dua et, Senin duan onlara huzur verir" 8°.Ömer İbni Hattab, Ebû Mrisa E şari'ye verdi ği ahidnamede: "Kur'anve sünnet bulunmayan hususta sana bir mesele intiktil ederse, anlamağadikkat et, sonra olaylar arasında k ıyas yap, benzerleri öğren. Sonra gördüğünfikirler arasında Allah'a en sevgili ve gerçeğe en çok benzer olan ını al" demişti.* Buhari, 2/141, 218; Mi şkatul Mesabih, 1 /391, Petersburg 1898.81 Teybe, 103.** Muslim, 10/134 Nevevi Şerhiyle.204


Ali İbni Ebi Talib de: "Ak ıl sahiplerine göre gerçek, mukayese ilebilinir." dedi.İbni Abbas'a, Peygamberin yiyecek nesnelerin kabzedilmesindenönce sat ılmas ını yasakladığı anlat ılınca, İbni Abbas: "Herşeyin böyleolduğunu sanıyorum" dedi.İbnul-Kayy ım, I'lamul-Muvakkıin'in ikinci cildinin 244 üncü sayfasından sonra Peygamberin sahabesinin k ıyas ve içtihatla verdikleri birsürü fetva nakletmi ştir.62 Peygamber sa ğlığında içtihad eden sahabesini azarlamad ı. Sahabede birbirini içtihad etmek ve benzerleri benzerlere k ıyaslamakta paylamadı.Öyle ise k ıyas ı inkâr etmek, sahabenin içtihadlar ında uyduklarınesnelerin, söz ve i şleri ile verdikleri kararlar ın yanlışhğını iddia etmektir.d) Akhn üç aç ık delili vardır:Birincisi, Allah Tealâ, maslahats ız bir esas koymam ıştır. İnsanlarınmaslahatları (yararlar ı) hüküm koymada gözetlenen bir gayedir.Hakkında aç ık söz bulunmayan bir olay, yararl ı olduğu zannedilen hükmünnedeninde, hakk ında aç ık söz bulunan olaya e şit ise, adalet ve hikmet,şeriat koyucunun hüküm koymaktaki maksad ı olan yararl ılıkı gerçekleştirmek için, hükümde ona e şit olmasını gerçekle ştirir.Allah'ın adaleti ve hikmeti insanlar ın akıllarını korumak için, sarhoş edici niteli ğinden dolayı şarap içmesini haram kılmas ı ile şarab ınsarho ş etme özelli ği kendinde bulunan ba şka bir içkiyi mübah b ırakmas ıbağdaşamaz. Bunun varaca ğı şu olur:Akılları bir sarho ş edenden koruyup ba şka bir sarho ş edenle yokolmayla kar şı karşıya b ırakmak.İkincisi:Kur'an ve sünnetin sözleri (Nass) s ınırlı ve sonludur. İnsanlarınolayları ve hükümleri s ınırs ız ve sonsuzdur. Sonlu olan sözler, sonsuzolanlar için yaln ız ba şına te şri kayna ğı olamaz K ıyas i şte yeniden yeniyevukubulacak olaylarla yürüyecek ve olacak hadiseler hakk ında şeriatınhükmünü aç ıklayacak ve te şri ile yararl ıkların (mesalih) aras ını birle ş -tirecek şeriat koyma (te şri) kayna ğıdır.Üçüncüsü:Kıyas, insanın bozulmamış (sâlim) tabiat ının ve do ğru mant ık'ınteyid etti ği bir delildir. Zira zehirli oldu ğu için yasak edilen bir içecek205


nesneye, her zehirli içecek k ıyaslamr. Ba şkas ına haks ızh ğı ve saldırıs ıvardır diye tasarruftan menedilen kimseye, ba şkasına zulum ve sald ırı63 olan her tasarruf k ıyaslamr. İnsanlar aras ında, benze şen iki nesnedenbiri hakkında cereyan eden hüküm, aralar ında fark yoksa ikincisi hakkındada cereyan edece ğine dair ihtilafın olduğu bilinmemektir.Kıyası red edenlerin baz ı şüpheleri:Kıyası inkâr edenlerin en aç ık şüpheleri şunlardır:Kıyas zan üzerine dayan ır. Bu, nass' ın hükmünün nedeni şöyledir,demekle aç ıklanırZan üzerine kurulan da zand ır. Oysa Yüce Allah, zanna uyanlar ıkınamışt ır ve "İlmin olmadığı şeye uyma" 82 buyurdu. Buna göre kıyaslahükmedilemez. Zira bu zanna uymad ır.Bu zay ıf bir şüphedir. Zira yasaklanan akide hakk ında zanna uymadır.Ama ameli hükümlerin delillerinin ço ğu zannidir. E ğer bu şüphenazar ı itibara ahnsayd ı, delâleti zanni olan sözlerle (nass) i ş görülmezdi.Çünkü o, zanna uymad ır. Bu ittifakla yanl ıştır. Çünkü sözlerin ço ğunundelâleti zannidir.En belirli şüphelerinden biri de şudur:Kıyas, hükümlerin nedenlerini bulmakta muhtelif görü şlere dayanır.Oysa bu, hükümlerin de ğişik ve çeli şik olmasının kayna ğıdır.Şeriat ın ise hükümleri aras ında çeli şiklik yoktur. Bu şüphe öncekindendaha zayıftır. Zira kıyasa dayanan ihtilaf, akidede veya dinin as ıllarındanbirinde ihtilaf de ğil, cüzi ameli hükümlerde ihtilaf olup bir fesada götürmez.Belki de insanlara rahmet ve onlar ın yararınadır.Diğer belli şüpheleri bir kısım sahabenin fikri ve fikir ile hükümlervermenin yerildi ğine dair nakledilen ifadelerdir. Mesela Ömer "Fikirsahiplerinden sakının, onlar sünnetlerin düşmanıdır. Hadisleri ezberlemekonları yorunca fikir ileri sürdüler, hem saptılar ve hem saptırdılar" demiştir.64 Bu nakillerin güvenilir olmamas ı yanında bunlardan maksat kıyas ıveya onu delil getirmeyi inkar etmek de ğildir. Bundan maksat, heveseuymaktan ve nassa dayanmayan fikirden menetmektir.3— Kıyasın rükünleri:Her kıyas dört rükünden (unsurdan) meydana gelir.82 Isra, 36.206


a) Asıl:Bu, hükmü hakk ında aç ık söz (nass) bulunan nesnedir. Buna, kendisinekıyaslanan (mekis aleyh), kendisine yüklem olan (mahmul aleyh),ve kendisine benzetilen (mü şebbeh bih) denir.b) Fefi:Bu, hükmü hakk ında açık söz bulunmayan nesnedir. Hilkümdeasıl'a e şit kılınmas ı arzu edilir Buna k ıyaslanan (mekis), yüklem (mahmul)ve benzetilen (mü şebbeh) de denir.e) Ashn Hükmü:Bu, as ıl hakkında açık sözü!' getirdi ği Şer'i hükümdür ve bu fer'inde hükmü olmas ı arzu edilird) Neden ( İllet):Ashn hükmünün üzerinde kuruldu ğu niteliktir. Bunun fer'idebulunmas ından ötürü feri, hükümde as ıl'a e şit kılınırŞarab içmek as ıldır. Zira hükmü aç ıkça belirtilmi ştir. Bu da YüceAllah' ın "Ondan sakının" sözü, içilmesinin haraml ığını gösterir. Bununnedeni sarho ş etmedir. Hurma biras ı fer'idir Çünkü bunun hükmü aç ıkça(nass ile) bildirilmemiştir. Ama sarho ş eder olmak hususunda şarabae şittir. Bunun için haram olmakta da ona e şit kılınmıştır.Altı nesne: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz, bunlar as ıldır.Çünkü bunların herhangi biri kendi cinsi ile sat ıldığı takdirde veresiyeve fazlalik halinde faizin haram oldu ğu açıkça (nass ile) bildirilmi ştir.Haram olman ın nedeni bunlar ölçülebilen nesneler olup miktarlar ı ölçüveya tart ı ile bilinerek cinslerinin birle şmesidir. Mısır, Pirinç ve Baklaferidir Çünkü bunlar ın hükmü aç ıkça bildirilmemiştir. Bunlar ölçülebilenolmakta, aç ık söz ile hükümleri bildirilen şeylere e şittir. Bunun için cinsleriile değiştirildikleri takdirde, öncekilerin hükmünde e şit kıhnırlar.65 Fakat bu dört rükünden ilk ikisi olan as ıl ile feri, ya birer olay, yada birer durumdurlar. Birinin hükmüne dair aç ık söz olup di ğerinin hükmünedair aç ık söz olmay ıp, hükmünün ne oldu ğu bilinmek istenmektedir.Bu ikisinde şundan ba şka bir şart aranmamaktad ır: Ashn hükmüaçıkça sabit olacak, fer'in hükmü aç ıkça sabit olmadığı gibi hakkındaicma da olmayacak ve ikisinin hükümde birle şmelerine engel olacak birfark da bulunmayacakt ır.Üçüncü rükün ashn hükmüdür. Bunun fer'e geçmesi için bir tak ımşartlar vard ır. Bir olay hakkında nass ile sabit olan her şer'î hüküm kıyas207


vas ıtas ıyla ba şka bir olaya geçmez. K ıyas ile fen'e geçecek olan hükümdeşu şartlar aran ır.Birinci şart:Açık söz ile sabit olmu ş şer'i ve ameli bir hüküm olmakt ır. Amaicma ile sabit olmu ş şer'i ve ameli bir hükmün k ıyas yolu ile geçi şli olmas ıhususunda iki fikir vard ır. Biri; bunun geçi şli olamayaca ğıdır. Benim deuygun gördüğüm budur. Çünkü icma, anlat ıldığına göre dayandığı kaynağınicma edilen hükümler birlikte zikredilmesini üzerine almaz. Dayanakzikredilmeden hükmün nedenini kavrama ğa imkân olmayaca ğı için,üzerinde icma edilen hükme k ıyas yap ılamaz. Bu, usulcülerin terminolojisinegöre üzerinde birle şilen hükmün varl ığı farzedilerek ic ına' ın bulunduğudurumdadır.İkincisi icman ın hükmü geçi şli olabilir. Şevkâni, bu görü şün, ikigörü şün do ğrusu olduğunu söyler. Ancak k ıyas ile sabit olan şer'i birhükmün geçi şli olması asla do ğru olmaz. E ğer fefi, kıyas ile sabit olanhükmün nedenine e şitse, aynı nedenin de aç ık sözün olayına e şit olmu şolur. Bu durumda kıyas ile geçi şli kılınan hüküm aslında aç ık söz ilesabit olan hüküm olur. E ğer neden de ona e şit de ğilse, hükümde ona e şitolmaz. Buna göre elma binas ı, şaraba kıyasen hükmü sabit olan hurma66 binas ına kıyas yap ılarak haram oldu ğu söylenemez. E ğer elma binas ı,sarho ş etmede hurma binas ına e şit ise o, şaraba e şit olur. Onun haramolmas ı hurma binas ına kıyaslanarak de ğil, şaraba k ıyaslanarak haramhhkhükmünü alır. E ğer sarho ş etmede ona e şit değilse haram olmaktada ona e şit olmaz.208İkinci şart:Aslın hükmünün nedeni ak ıl ile kavranabilmelidir. E ğer nedeniakıl ile bilinemiyorsa, k ıyas yoluyla geçi şli kılınamaz. Çünkü k ıyas ınesas ı, aslın hükmünün nedenini kavramak ve bu nedenin fer'ide gerçekleşmesini de kavramakt ır. Bu şart ın açıklanmas ı şöyledir:Bütün ameli, şer'i hükümler insanlar ın yararlıklan için konmuşturve bir tak ım nedenler üzerine bina edilmi şlerdir. Nedensiz bo şuna birhüküm konmamışt ır. Ancak hükümler iki türlüdür.Allah' ın nedenlerini bildirmedi ği hükümler. Bu, nedenlerin kavranılmasına yol vermemi ştir. Bu, insanlar ı hükmün üzerinde bina k ıhndığınedeni kavramad ıklan halde, hükümlere itaat, onlar ı tenfiz edipetmeyeceklerini imtihan ve tecrübe etmedin. Bu hükümlere taabbudveya manalar ı kavranılmayan hükümler denir. Meselâ: Be ş vakit namazı!' rekât say ılarının tandidi, zekât gereken mallarda nisab ın miktarlar ı-


nın ve ne kadar vermenin gerekti ği ve miktarının tayini, ceza ve keffaretlerinmiktarlar ının, mirasta hisse sahiplerinin hisselerinin tayini.Allah'ın nedenlerini bildirdi ği hükümler. Allah bu hükümlerin nedenlerinibildirmekle, aç ıkça veya koymu ş olduğu bir takım deliller vas ıtasiyleakla yol göstermi ştir. Bunlara manas ı kavran ılan hükümler denir.İşte bu hükümler kıyas yoluyla as ıl'dan ba şkasına geçebilir. Bunlar, ba ş-langıç hükümleri yani, genel hükümlerden hariç tutulmam ış olur. Mesela,şarab içmenin haram k ılmmasına kıyasen sarho ş edici her nesnenin haramkalınmas ı ve arpa ve bu ğdaydaki faizin haram kılınmas ına kıyasla misirve pirinçdeki faizin haram k ılmması. Bazan genel hükümlerden hariçtutulan hükümler olur. Cinsini cinsine fazlal ıkla satmaktan istisna edi-67 len "araya"" ya cevaz verilmesi gibi ki, bu hüküm, k ıyasla, asma üzerindeyaş üzümün kuru üzüm ile satılmas ına sirayet ettirilmi ştir, Bu kıyaslamalararas ında fark yoktur.Oruçlunun unutarak yemesi, oruçlunun midesine besinin Bitmesiyleorucun bozulmas ı hükmünden hariç tutularak orucun devam hükmü,zorla veya yanlışlıkla yiyen oruçluya da kıyasla sirayet ettirilmi ştir.Bu, namaz kılanın unutarak konu şmasına rağmen namazm bozulmadığınagötürmü ştür. Art ık, ashn hükmünün geçi şli kıhnabilmesi, manamnakılla anla şıhr olmas ı şartiyledir. Burada, genel hükümden hariç tutulmamışba şlangıç bir hüküm olmas ı ile genel hükümde hariç tutulan birhüküm olmas ı aras ında fark yoktur. Ancak, manas ı akıl ile kavranılmıyorsa,ister asli bir hüküm, isterse istisnai bir hüküm olsun geçi şlikıhnması doğru de ğildir. Bundan dolayı ibadetlerde, cezalarda (hudud),miras hisselerinde, zekatlarm say ılmasında kıyas olmaz.Üçüncü şart:Ashn hükmü asla mahsus olmamal ıdır. E ğer ashn hükmü kendisinemahsus ise kıyas yoluyla ba şkas ına geçi şli kılınamaz. Ashn hükmününkendine mahsus olmas ı iki durumda olur:Birinci durum:Hükmün nedeninin as ıldan ba şkasmda var oldu ğu dü şünülemez.Yolcunun namaz ı kısaltmas ı, mesela, bir hüküm olup Inanan ak ıl ilebilinir, bu da s ıkıntıya savmakt ır. Ama bu hükmün nedeni yolculuktur.Yolculuk ise yolcu olandan ba şkas ında bulunamaz. Ayn ı şekilde, mesüzerine mesh etmenin mubah olmas ı, manas ı akıl ile bilinen bir hüküm-83 "Araya" "ariyye"nin ço ğuludur. Ariyye a ğaçtaki ye şil hurmayı kuru hurma ile satmakt ır.(Buhari, 3 /33).209


dür ki bu da kolayl ık gösterme ve s ıkıntıyı kaldırmad ır. Fakat bununnedeni mes giymedir. Bu manan ın mes giymeyende varl ığı dü şünülemez.İkinci durum:Aslın hükmünün kendisine tahsis edildi ğini gösteren bir delil bulunduğuzamand ır. Sadece Hz. Peygambere mahsus oldu ğuna dair delilbulunan hükümler gibi. Onun dörtten fazla kad ınla evlenmesi, ölümündensonra kar ılarmdan hiç biri ile evlenilmemesi, Sabit o ğlu Hüzeyme'ninyalnız ba şına şahitliği ile yetinilmesi Peygamberin şu sözüne dayan ır:"Huzeyme kime şahitlik ederse, ona yeter". Çünkü Kur'an ve sünnettebulunan açık sözler dörtten fazla kad ın ile evlenmenin câiz olmad ığını,kocas ı ölen kad ının bekleme süresinin bitiminde evlenebilece ği, (mal ve68 borçlanma) şahitliğinde iki erke ğin veya bir erkek, iki kad ının şahit olmasını gösterir. Bunlar, hükmün Peygambere ve Hüzeymeye mahsusolduğunun delilleridir.210Dördüncü Rükün:Bu, kıyas ın nedenidir (illet). Bu rükünlerin en önemlisidir. Zirakıyas ın nedeni, k ıyas ın temelidir ve bunun incelenmesi, k ıyas ın incelenmesigereken en önemli konulard ır. Bu çok olmas ına rağmen burada sadecedört tanesi incelenecektir.1—Nedenin tarifi2— Nedenin şartlar ı3—Nedenin çe şitleri4— Nedenin bilinme yollar ı.1— Nedenin tarifi:Neden (illet), hükmün üzerinde bina k ılındığı as ırda bulunan birniteliktir. Bu nitelik ile, bu hükmün fer'ide bulundu ğu anla şılır. Sarho şetme, şarab ın haram k ıhnmasının üzerinde bina k ılındığı bir niteliktir.Bununla, sarho ş eden her biran ın haram oldu ğu bilinir Tecavüz, insan ınkendi karde şinin satın alışı üzerine sat ın almas ı niteliği olup haram kılınmasıbu niteliğe dayanmıştır. Bununla bir insan ın karde şinin (ba şka biri),kiralamas ı üzerine kiralamaya kalk ışmas ındaki haraml ık bilinir İşteusulcülerin "Neden hükmü tan ıt ır" sözlerinden kasdedilen mana budur.Neden'e hükmün yörüngesi (menat), sebebi ve belirtisi de denir.Islârn âlimlerinin ço ğunluğu, Yüce Allah' ın "ancak katlarının yararınahüküm koydu ğunda" birle şmi şlerdir. Bu yararhk, onlara ya birmenfaat Sağlar veya onlardan bir zarar sayar. Bunun için herhangi bir şer'i


hükmün te şrri, ya insanlara fayda getirir veya onlardan bir zarar ı sayar.Hüküm koymağa sürükleyen bu sebep, hüküm koymakta güdülen gayeyigösterir ve buna "hükmün hikmeti" denir. Ramazan'da, hastayaoruç tutmamas ına cevaz vermenin hikmeti, hastadan s ıkınt ıya saymaktır.Ortak veya kom şuya, kom şuluk ( şüf'a) hakk ı tanımak, ondan zarar ısavmakt ır. Kasten dü şmanlıktan ötürü adam öldürene k ısas yap ılmas ının69 hikmeti, insanlar ın hayat ını kurtarmakt ır. H ırs ız ın elinin kesilmesininhikmeti, insanların mallarının korunmas ıdır. Mal mübadelesine izin verilmesininhikmeti insanların, ihtiyaçlarını gidermeleri hususunda dü şecekleris ıkıntly ı savmakt ır. İşte, her şefi hükmün hikmeti bir yarar ı gerçekleştirmek veya bir zarar ı savmakt ır.Akla gelen şudur ki, her hükmün bir hikmet üzerine bina k ılınmasıve hükmün varlığı hikmetin varlığına, yokluğu da onun yoklu ğuna bağlanmasıdır. Çünkü hükmün hikmeti, hüküm koyma ğa sürükler ve hükümdegüdülen gaye de odur. Fakat ara şt ırma sonucunda görüldü ki,hükümlerin bir kısmını koyarken, hikmeti bazan kapal ı olur, aç ık olmaz.Yani dış duyulardan biri ile kavran ılmaz, var olup olmad ığı tesbit edilemez.Bunun için hüküm onun üzerine bina k ılınamaz, hükmün varl ığıonun varlığına, yoklu ğu da onun yokluğuna ba ğlanamaz. Mesela: Mübadeleyicaiz klima= hikmeti, insanlar ın ihtiyaçlarını gidermekteki s ıkıntıyı savmakt ır. Ancak, ihtiyaç gizli bir şeydir. Mübadelenin bir ihtiyaçiçin olup olmadığı bilinemez. Evlilik ile de nesebin sübutu böyledir. O-nun hikmeti kad ının yalnız kocas ından hamile olmas ına götüren cinsibirle şmedir. Bu, hiç kimsenin vak ıf olamadığı gizli bir iştir.Hikmet bazan da takdir' olur, yani mazbut olmaz. Hükmün onunüzerine bina kıhnmas ı yok ve varl ık yönünden ona ba ğlanmas ı bir kaidealtına alınamaz. Mesela: Ramazanda hastan ın oruç tutmamas ına cevazverilmesinin hikmeti zorlu ğu savmakt ır. Ama, bu takdire ba ğhdır,insanlar ın ve durumlar ının de ği şik olmas ına göre de ğişir. E ğer hükümbunun üzerine bina k ılı/Imi ş olsa, teklif bir kaide alt ına ahnmaz ve do ğruyürümez. Ayn ı şekilde, orta ğın ve kom şunun şüf'a hakkının hikmetizarar ı savmaktır. Bu, mazbut olmay ıp takdiridir.Bir kıs ım hükümlerle te şri hikmeti gizli oldu ğundan ve bir k ısmındabelli olmadığından, aç ık olan ve mazbut olacak ba şka bir nesneyiesas al ıp hükmün onun üzerine kurulmas ı, hükmün varlığı onun varlığına,yokluğu onun yokluğuna ba ğlanmas ı ve hikmetine de uygun olması gerekmi ştir. Hikmete uygun olmas ının manas ı hikmetin onunlabulunaca ğına ve hükmün onun üzerine kurulmas ı, hikmeti gerçekle ştirecekdurumda olaca ğına ihtimal verdirmesindendir. Hikmeti gerçekleştirmeğeve hükmün onun üzerine kurulmas ı ile hikmetin gerçekle şe-211


ceğine ihtimal verdi ğinderı ötürü, hükmün üzerine kuruldu ğu aç ık vebelli niteliğe, usulcülerin terminolojisine göre neden (illet) denir.70 Hükmün hikmeti ile nedeni aras ındaki fark şudur: Hükmün hikmeti,o hükmün konmas ına sürükleyici sebep ve ondan güdülen gayedir.Şânin, hüküm koymada gerçekle şmesini ve ikmal edilmesini istedi ği maslahat(yararhk) veya şâriin hüküm koyarken savmas ını veya azalt ılmasınıistedi ği kötülüktür. Hükmün nedeni ise, hükmün üzerine kuruldu ğu,hükmün varlığı onun varlığına, yokluğu, onun yokluğuna bağlanan aç ıkve belli bir niteliktir. Çünkü, hükmün onun üzerine kurulmas ı ve onabağlanmas ı, hükmün konmas ındaki hikmeti gerçekle ştirir.Dört rekâth namazlar ı yolcuların kısaltmas ımn hikmeti, hafifletmekve zorluğu savmakt ır. Bu hikmet, belirsiz, takdiri bir nesne olduğundanvarlık ve yokluk bakımından hükmün onun üzerine kurulmas ıimkâns ızdır. Şâri, yolculu ğu, hükmün yörüngesi (menat) saym ıştır. Çünkübu aç ık mazbut niteliktir ve hükmün yörüngesi k ılınmasında hikmetingerçekle şmesinin ihtimali vardır. Zira yolculukta baz ı zorluk ve s ıkıntılarbulunur. Yolcu için dört rekâth namaz, zorlu ğu saymak için kısaltılmıştır,bunun nedeni de yolculuktur.Ortakl ık ve kom şuluktan do ğan şüf'a hakkının hikmeti, ortak veyakom şudan zararı savmakt ır. Bu hikmet, belirsiz ve takdiridir. Bununiçin ortakhk ve kom şuluk, hükmün dönü ş noktas ı (yorüngesi) say ılmıştır.Çünkü her biri aç ık ve mazbut niteliktir. Onu hükmün yörüngesiyapmakta hikmetin gerçekle ştirilme ihtimali vard ır. Zira durum, zararorta ğa ve kom şuya dokunur. Şüf'a hakkının tan ınmasının hikmeti zarar ısavmaktır. Bunun nedeni ise ortakhk ( şirket) ve kom şuluktur.Mübalelenin caiz olmas ının hikmeti, insanlar ın ihtiyaçlar ını giderirkens ıkıntıyı savmakt ır. Bu hikmet gizli bir nesnedir. Bunun için akitsigası hikmetin yörüngesi sayılmıştır. Zira, akit sigas ı, açık ve bellidir,onu yörünge yapmakta hikmetin gerçekle şmesinin ihtimali vard ır. Çünküsiga, mübadele edenlerin mübadeleye raz ı olmalarının unvanıdır. İkisininmübadeleye raz ı olmas ı, her ikisinin ona muhtaç olmas ına dayan ır Satmakveya kiralamak suretiyle iki bedeldeki mülkiyeti nakletme hikmetiihtiyac ı gidermektedir. Bunun nedeni sat ış veya kiralama akdinin sigasıdır.71 Buna göre, bütün şer'i hükümler nedenleri üzerine kurulur. Yani,hükümler hikmetleri üzerine de ğil, nedenlere varl ık ve yokluk yönündenbağlıdır. Bunun manas ı, şer'i hükmün nedeni nerede varsa, hikmetibulunmasa da kendisi orada vard ır.212


Hikmeti bulunsa da nedeni olmayan yerde hükmü de yoktur.Çünkü hikmet, baz ı hükümlerde kapal ı olduğundan ve hükümlerinbaz ısında da mazbut olmad ığından hükmün varlığına veya yokluğunabelirti (emare) olamaz ve hükümler ona ba ğlandığı zaman, teklif vemuamelede ölçü doğru işlemez.Hikmet sahibi şari aç ık ve belirli olan nedeni her hüküm için mutehersayınca ki, hikmetin gerçekle şmesi hükmün ona ba ğlanmas ına ihtimalverir, teklifin do ğru yürümesi için muamele hükümlerinin düzenlenmesive sebeblere dayanan sonuçlar ın bilinmesi için hükümlerin yörüngesiolarak nedenleri k ılınmıştır. Hikmetin baz ı cüz'i şeylerde bulunmamasımn, tekliflerin do ğru gitmesi ve hükümlerin muttadd olmas ı yanında,bir tesiri görülmez. Bundan dolay ı Usulcüler şer'i hükümlerin varoluş ve yok oluş bakımından hikmetler ile de ğil nedenlerine göre cereyaneder, demi şlerdir. Diğer bir deyimle şer'i hükmün yörüngesi zanedildi ğiyer, belirtisi de ğildir. Ramazanda yolculukta olan kimsenin oruç tutmaması câizdir. Her ne kadar zorluk görmezse de bunun nedeni olan yolculukmevcuttur. Her ne kadar al ıcıdan bir zarar gelmesinden korkulmazsada, sat ılan gayri menkule ortak veya kom şu olan kimsenin onu şüf'aile almaya hakk ı vardır. Onun almaya hak kazanmas ının nedeni, ortaklık,veya kom şuluktur.Herhangi bir sebeble al ıcıdan kendisine zarar gelse de sat ılan birgayri menkule ortak veya kom şu olmazsa onu şüf 'a ile almaya hakk ıyoktur.Bir kimse ta ş oca ğında ve maden oca ğında çahşmış olsa ve oruçtutmakta çok s ıkıntıya düşse, Ramazanda hasta ve yolcu olmad ığındandolayı yemesine izin verilmez.Derslerini bilmeyen bir kimse imtihanda geçecek en az notu alsageçer. Dersleri bilen bir kimse geçecek en az notu almazsa geçemez.Madem ki, şer'i hüküm, hikmeti üzerine de ğil de nedeni üzerinde72 kuruluyor. Öyle ise k ıyas yaparken müctehide dü şen görev as ıl ile fer'inhikmette de ğil, nedende e şit olduklarını iyi bilmesidir. Hakime düşen,hikmeti bir yana b ırakıp nedenin bulunduğu nesneye göre hükmü vermesidir.Alıcıdan zarar görecekler diye kom şu ve ortak olmayan kimseyeşüf'a ile hükmederse, yamlm ış olur.Aym şekilde şu alıcıdan zarar gelmezdiye kom şu veya orta ğa şüf'a hakkına göre hükmetmezse yap ılmış olur.Baz ı hükümlerde nedenin bulundu ğu yerde hükmün bulunmad ığıgörülmüştür. Mesela: Fukaha zor alt ında satmanın batıl olduğuna kararvermişlerdir. Oysa neden olan akit sigas ı mevcuttur. Burada neden bulunmuş,hüküm bulunmam ıştır, bu mülkiyetin naklidir.213


1929 senesinin 25 No.lu kanunun 15 inci maddesine göre evlenmeakdi yap ıldığından beri bir araya gelmedikleri sabit olan bir kad ının çocuğunukocas ı inkar ederse neseb davas ına bakılmaz. Oysa evlenme bulunmuş, ama onun hükmü olan nesebin sabit olmas ı kabul edilmemi ştir.Küçük yirmi bir ya şına hassa, re şit olmadığına belirtiler bulunsa,üzerinden Yel:ayet kalkmaz. Oysa velâyetin son bulmas ının nedeni mevcuttur.Bu da olgunluk ça ğına ula şmas ıdır.Do ğrusu bu hükümler ve benzerleri ile yukarda anlat ılanlar arasındaz ıtlık yoktur. Demi ştik ki hikmetlerin nedenlerde gerçekle şmeihtimali üzerine hükümler aç ık ve mazbut olan nedenler üzerinde kurulur.Burada bulunma ihtimali, belirti yerine konmu ştur. Ama bu aç ıkve mazbut olan nesnenin, hükmün hikmetinin gerçekle şme ihtimali olannesne olmadığı görülürse, neden olma esas ını yitirmiş olduğu ve art ıkneden olmadığı anla şılır.Satmaya zorlama, sigan ın, ihtiyac ın delilinden raz ı olma ihtimalinikaldırmıştır. Buna göre zorlanan kimsenin sigas ı neden de ğildir. Evlenmeninakdedilmesinden beri birle şmeyen karı-kocan ın evliliği, karınınkocas ından hamile kald ığı ihtimali kalmamış olduğundan nesebin sübutuiçin art ık neden olamaz. Yirmi bir ya şı da olgunluk olmad ığı belirtileriyanında, mali tasarrufu iyi yapaca ğına ihtimal b ırakmam ışt ır.73 Dikkat edilmesi gereken bir husus şudur:214Usulcülerin bir k ısmı neden (illet) ile sebebi ayn ı manada e ş anlamlakabul etmi şlerdir. Fakat ço ğunluğa göre neden ve sebepten her birihükmün alametidir. Her birinin üzerine hüküm bina k ılınır ve varlığıve yoklu ğu onlara ba ğlanır. S'ari'in hükmü onlara ba ğlamas ı ve onlarınüzerine bina k ılmas ının bir hikmeti vard ır. Bu ba ğlantıdaki münasebetakılca anla şılan bir nitelik ise buna neden denir. Ama bu manada sebebde denir. Ancak ak ılca kavranmazsa, buna yaln ız sebep denir. Nedendenmez. Yolculuk, dört rekath namazlar ın kısaltılmas ı için, hem nedenve hem de sebeptir. Fakat güne şin batmas ı, ak şam namaz ımn farz k ılınması ; semt-i resten kaymas ı, ö ğle namaz ının farz k ıhnmas ı içindir. Ramazandabulunmak ramazan orucunun farz k ılınmas ı içindir. Bunlar ın herbiri sebeptir. Neden de ğildir. Bunun için şöyle denir. Her neden sebeptir,fakat her sebep neden de ğildir.Nedenin Şartları:Hakkında Nass' ın hükmü bulunan "as ıl" hazan birçok özellik venitelikleri ihtiva eder. As ıl'da bulunan her nitelik hükmün nedeni olamaz.Aslın hükmünün nedeni say ılacak nitelikte bir tak ım şartlann bulunmas ı


gereklidir. Usulcüler bu şartlar ı, aç ıkça (Nass ile) bildirilen nedenleriistikra ve nedenin tarifine göre uygulama yapmak suretiyle ç ıkarmışlardır.Neden bildirmekten maksat, hükmün fer'e geçmesini sa ğlamagayesini göz önünde bulundurmakt ır. Bu şartların bir kısmında usulcülerbirleşmi ş bir kısmında birle şmemişlerdir. Biz üzerinde birle ştikleri şartlar ıinceleyeceğiz.Birle şilen nedenin şartlar ı dört tanedir.1) Aç ık bir nitelik olmal ıdır: Aç ık olmas ının manas ı dış duyularlakavramlan bir nitelik olmas ıdır. Zira "neden" fer'de olan hükmü bildi-74 receği için, as ılda bulundu ğu duyu ile kavranan, fer'de var oldu ğu geneduyu ile kavranan aç ık bir nesne olmal ıdır. Şarapta duyu ile kavramlan,sarho ş etme, duyu vas ıtas ıyla sarho ş eden ba şka bir içkide var oldu ğuanla şılır. Cins ile miktar, alt ı faiz mallar ında bulundu ğu duyu ile kavran ılır,aynı şekilde miktarla ölçülen mallarda her ikisinin bulundu ğu duyu ileanlaşılır.Bundan ötürüdür ki, d ış duyu ile kavran ılmayan gizli bir nesne ileneden bildirilemez (tâtil yap ılamaz). Çünkü var veya yok oldu ğunu anlamakimkâns ızdır. Kocan ın nutfesinin karısının rahminde bulunmas ı ileneseb sabit olmaz. Ancak bunun bulunabilece ğine açıkça ihtimal verendelil me şru evlenme akdidir.Alıcı ve sat ıcının sigas ı iki bedelde mülkiyetin nakline delil olamaz.Mülkiyetin naklinin delili r ızalarının bulunmas ının açıklanmas ıdır ki, buda icab ve kabul (yani "ald ım verdim" sözleri ile) dür. Akhn olgunlu ğuda yetkin olman ın (buluğa ermenin) delili olmay ıp, aklın olgunla şmasımnaçık belgesi olan on be ş yaşıdır, veya daha önce yetkinlik belirtilerininmeydana ç ıkmas ıdır.2) Neden, mazbut bir nitelik olmand ır. Mazbut olmas ının manası,fer'ide tamam veya az farkla var oldu ğu tesbit edilebilecek belirli ve bellibir gerçekli ği olmas ıdır Çünkü kıyasın aslı, as ıl ile fer'in, aslın hükmününnedeninde birle şmeleridir. Bu e şit olma, nedenin belli mazbut olmas ınıgerektirir. Böylece iki olay ın nedende birle ştiğine hükmedilmi ş olur.Vârisin kasden dü şmanhkla murisini öldürmesi mazbut bir hakikat olup,bunun kendisine vasiyet edilenin, vasiyet edeni öldürmesinde gerçekle ş-mesi mümkündür. Insan ın, karde şinin ah ş veri şine tecavüzünün mazbutbir nesne olup bunun, kiralamada, bir insan ın diğerine tecavüz etmesindegerçekle şmesi mümkündür.Bundan dolay ıdır ki, elastiki olan, mazbut olmayan s ıfatlarla nedenlemeyegidilemez. Çünkü bunlar, fertler, durumlar ve yerlere göre büyük215


75 değişiklik gösterirler. Bunun için Ramazanda hasta veya yolcunun yemesineizin vermek s ıkıntıyı savmakla izah edilemez. Bu, ancak s ıkmtımnbulunmas ı muhtemel olan yolculuk veya hastal ıkla nedenlenebilirMil edilir).3) Neden, uygun bir nitelik olmal ıdır. Uygun bir nitelik olmas ınınmanası, hükmün hizmetini gerçekle ştirebilecek ihtimal olmal ıdır. Yanivar ve yok olarak, hükmün ona ba ğlanmas ı, şariin hükmü koymaktakigayesi, bir faydayı temin veya bir zarar ı savmayı gerçekle ştirmedir.Zira, hükmü koymağa sürükleyen gerçek sebeb ve hükümden as ılmaksat onun hikmetidir. Bunun için e ğer hikmet bütün hiikümlerde aç ıkve mazbut olsayd ı o, hükümlerin nedeni olurdu. Çünkü hükmün konmasına sürükleyen o'dur. Ancak hükümlerin bir k ısmında aç ık olmamas ıve diğer bir kısmında mazbut olmamas ı onun yerine uygun, belirli aç ıkniteliklerin konmas ını gerektirmi ştir. Bu niteliklerin, hükümlere nedenkabul edilmesi ve hikmetlerinin yerine geçmesi bu hikmetleri gerçekle ş-tireceklerine binâendir. E ğer nitelikler uygun ve münasip de ğilse, hükmünnedeni olamazlar.Sarho ş etme şarab ın haram kılmmasma uygundur. Zira haram ınonun üzerine dayand ırılmas ında akılları muhafaza etme vard ır. Kasdentecavüz ederek öldürme k ısas ın yap ılmas ına uygundur. Zira kısas ı, onunüzerine bina etmede insanlar ın hayat ım kurtarma vard ır. Hırsızlığınhırs ız ın elini kesmeyi gerektirmesi uygundur. Çünkü onun kesilmesi ileinsanların malları korunmuş olacaktır.dir.Bundan dolayı uygun olmayan niteliklerle nedenlemek do ğru de ğil-Bunlara tardi veya rasgele nitelikler denir ki hüküm ve hikmetleilişkisi olduğu aklen kavran ılamaz. Mesela, şarabın rengi, tecavüz ederekkasden öldürenin M ısırlı olmas ı hırs ızm esmer olmas ı, Ramazanda kastenyiyenin köylü olmas ı. Uygun niteliklere hükmün hikmetinin gerçekleşemeyeceğini kesin olarak ortaya koyan ve niteli ğin hükme uygunluğunukaldıran bir nesne ar ız olup meydana ç ıkarsa, bu uygun nitelikler deneden olmaktan ç ıkarlar.76 Mesela zor alt ında satış sigas ım söylemek mülkiyetin nakline nedenolamaz. Nikahlanandan beri birle şmedikleri sabit olanlar ın evliliği, nesebinsabit olmas ının nedeni olamaz. Deli olarak erginlik ça ğına girenin ya şıda üzerinde olan velâyetin kalkmas ının nedeni olamaz. Çünkü sat ış evlenmeve erginlik ya şı bu durumlarda uygun de ğil ve hizmetin gerçekle ş-mesi ihtimalini göstermemektedir.216


4) Neden, yalnız asılda olan bir nitelik olmamal ıdır. Bunun manas ı,asıldan ba şkas ında bulunacak ve birçok fertlerde gerçekle şmesi mümkünolan bir nitelik olmal ıdır. Çünkü asl ın hükmünün nedenini bulmaktankasdedilen gaye onun fer'e geçi şini sağlamakt ır. E ğer as ıldan ba şkas ındabulunmayan bir nedenle nedenlenecek olursa, k ıyasa esas olmaz. Bununiçin Peygamberin özellikleri olan hükümler Peygamberin kendisine aitolmakla nedenlendikleri zaman, onlara k ıyas yap ılamaz.Bunun için şarabın haram kıhnmas ının nedeni olarak üzüm suyununtahammur etmesi gösterilemez. Alt ı faizli malda faizin haramolmas ının nedeni de alt ın veya gümü ş olmaları de ğildir.Usulcülerin bir kısmı neden bu şart ı koymağa muhalefet etmi ş-lerdir. Do ğrusu maksat k ıyas ın rüknü ve esas ı olan nedenin şartları olursabu şart ın ko şulmasında ihtilâf olmamal ıdır Çünkü neden geçi şli olmadıkça-yani asla has olmamalı ve ba şkasında bulunabilmeli-, k ıyasa esas olamaz.NEDENIN (ILLETIN) KISIMLARIŞiirinin, nedeni nazarı itibara alıp almaması bakımından bölümü:Nedenin şartları bahsinde as ılda bulunan her niteli ğin hükmünnedeni olamayaca ğını ve nitelik aç ık mazbut uygun olmadıkça nedenolamayacağını anlatmıştık. Niteliğin hükme uygun olmas ından kasdedilen,onun hikmetinin kendisinde bulunmas ıdır. Öyle ki nitelik, hükmün77 onun üzerine kurulmas ı ve ona bağlanmas ı, hükmün konduğu gayeyigerçekle ştirebilecek durumda olmand ır. Anlaşılıyor ki, aç ık ve mazbutolmas ı ile beraber uygun bir niteli ği şâri her hangi bir şekilde olursa olsun,neden olarak saym ıştır.Şari'in uygun niteli ği sayıp saymamas ı bakımından usulcüler uygunniteliği dört kısma ayırmışlardır.a) Müessir uygun (münasib) nitelikb) Elveri şli (mülayim) nitelikc) Mutlak uygun nitelikd) Mülga uygun nitelikBu kısımlara ayırmayı şöyle temellendirmi şlerdir. Uygun (münasib)niteli ği şâri bir hükmün kendisi için neden saym ışsa, bu müessir uygunniteliktir. E ğer şâri niteliği, a şa ğıda aç ıklanacak üç türden birinegöre neden saymışsa bu elveri şli uygun nitelik olacakt ır. E ğer şâri niteli ğihiç bir şekilde nazar ı itibara almamış, ama hem de onu lağvetmemi ş ve217


ona uygun bir hüküm koymam ışsa, işte bu, mutlak (mursel) uygun niteliktir.E ğer safi niteli ği saymayıp onu ilga etmi şse bu la ğvedilmi ş biruygun (münasib) niteliktir. Usulcüler müessir uygun nitelik, elveri şliuygun niteli ği neden saymakta ve la ğvedilmi şi de neden saymamaktabirle şmişlerdir.Ancak mutlak uygun niteli ği neden say ıp saymamakta ihtilaf etmişlerdir.İşte bu dört k ısm ın misalleri ile aç ıklanmas ı şöyledir.1. Müessir uygun (münasib) nitelik:Ş'itri'in, kendisine göre hüküm koyduğu uygun bir nitelik olup bununkonduğu hükmün aynısına neden oldu ğu nass veya icma ile sabittir. Bununmisali Yüce Allah' ın şu sözüdür: "Sana aybaşı halinden sorarlar, de kio bir ezadır. Bunun için aybaşı halinde kadınlara yaklaşmay ın" 84 . Bu sözile sabit olan hüküm, ayba şı halinde kad ınlara yakla şılmamas ının gerekliolmas ıdır. Bu hüküm ayba şı halinin bir eza olmas ı üzerine dayand ırılmıştır. Sözün ifadesi, ezan ın bu hükmün nedeni olmas ında aç ıktır. Ezada ayba şı halinde kad ınlara yakla şılmamas ının gere ği için müessir uygunbir niteliktir.Hz. Peygamber'in şu sözü "Kâtil varis olamaz"* da bir misâldir. Busöz ile sabit olan hüküm müyerrisini (kendisinden miras alaca ğı kimseyi)78 öldüren mirastan mahrum edilir. Bu hüküm onun katil olmas ı üzerineterettüp etmi ştir. Sözün ifadesi bu menetmenin nedeninin öldürme (katl)olduğunu belirtiyor. Zira hükmü türemi ş (mü ştak) bir kelimeye ba ğlamakkök kelimenin (masdar i ştikak) neden oldu ğunu bildirir, öldürmeninmirastan menetmesi, müessir uygun (münasib) bir niteliktir.Yüce Allah' ın şu sözü de buna misaldir. "Evlenecek çağa gelince yetimlerideneyin, onlarda bir olgunluk bulursanız mallarını kendilerine verin"Bu nass ile sabit olan hüküm erginlik ça ğına ermemi ş yetimlerin mallarınabakma yelâyeti velilerinin hakk ı olmakta devam eder. icma ile sabitolmu ştur ki, küçü ğün üzerine mali velayetin sabit olmas ının nedeni,küçüklüğüdür. Küçüklük ise, mali yel:ayetin sabit olmas ı için müessiruygun bir niteliktir:Yerine uygun bir nitelik üzerine düzenlenen her şer'i hükümdeniteliğin hükmün nedeni oldu ğunu nass veya icma göstermi şse, bu nitelikmüessir uygun niteliktir. Bu, uygun niteli ğin nazarı itibara al ınmas ınınen yüksek derecesidir.84 Bakara, 222.85 Nisa, 6.* Termizi, 8 /259.218


2 . Elveri şli uygun nitelik:Bu, şarrin, hükmü kendisine göre düzenledi ği uygun bir niteliktir.Ancak bu nitelik, nass veya icma taraf ından, kendisine göre düzenlenenhükmün bizzat kendisinin nedeni sayılmamıştır. Fakat a) nass veya icma,bu niteliğin kendisine göre düzenlenen hükmün cinsinin nedeni kabuletmiştir: b) Yahut belli bir hükme niteliğin cinsi neden kabul edilmi ştir.e) Yahut da hükmün cinsine niteli ğin cinsi neden kabul edilmi ştir. Uygunnitelik, bu üç türden birine göre nazar ı itibara al ınırsa, bunun nedensayılması şari'in hüküm koymada ve neden bildirmedeki i şlemlerine uygunolur. Bundan dolayı, buna şari'in i şlemine elveri şli (mulayim) uygunnitelik denmi ştir. Bunun neden say ılmas ı ve onun üzerine k ıyas ın kurulmasındafakihler birle şmi şlerdir.a) Şari'in niteli ğin kendisine göre düzenledi ği hükmün cinsine nedenkabul etti ği uygun niteli ğeKüçüklük, baban ın küçük kız ını evlendirmedeki velâyetinin sübutuiçin delildir. Bu şöyledir: Baban ın küçük bâkire k ız ını evlendirme79 velâyeti nass ile sabittir. Buradaki hüküm, velâyetin sübütu k ızlık veküçüklük üzerine terettüp etmi ştir. Oysa ne nass ve ne de icma bu velâyetinsübutunun nedeninin k ızlık veya küçüklük oldu ğunu göstermemiştir. Ama, icma ile küçüklü ğün, küçük kız ın malı üzerine velâyetinnedeni oldu ğu kabul edilmi ştir. Evlendirme velâyeti insan (nefs) üzerineolan velfiyet, velâyet olma bak ımından aynı cinstir.Öyle anla şılıyor ki, şari, küçüklü ğü, küçük k ızın malı üzerine velayetiçin bir neden kabul etmekle, küçüklü ğü küçük k ız ın üzerine velâyetinbütün türlerine neden kabul etmi ş olur. Bu velâyetin türlerinden biri deevlendirmedir. Bu suretle baban ın küçük k ız ını evlendirme ğe dair velâyetininsabit olmas ının nedeninin küçüklük oldu ğu görülür. Küçüklük, küçükdul kızda da bulunan bir nitelik olmas ından ötürü, o, küçük bâkirekıza kıyaslanarak, onu evlendirme velâyeti de sabit olur. Buna da küçükkız hükmünde olan deli ve bunak k ızlar kıya şlanır.b) Şari vasfın cinsini ona göre düzenledi ği hükme neden sayd ığıuygun niteli ğe misal:Yağmur, iki namaz ı bir vakitte bir arada kilman ın cevazma sebebtir.Bu şöyledir: Ya ğmur yağarken iki namaz ın birle ştirilmesinin caiz oldu ğunass ile sabittir. İki namaz ı birle ştirmenin cevaz ına dair olan hükümyağmurlu duruma uygun konmu ştur. Bu hükmün nedeninin ya ğmur'olduğunu ne nass ve ne de icma göstermemi ştir. Fakat ba şka bir nass,namaz ın yolculukta birle ştirilmesine cevaz verildi ğini göstermektedir.İcma ile sabit olmu ştur ki yolculuk birle ştirmenin cevaz ının nedenidir.219


Yağmur ve yolculuk ayn ı cinstendir. Çünkü her ikisi de s ıkıntı ve darhkbulunan durumlard ır. Şari yolculu ğu iki namaz ı birle ştirmenin caiz olmasınınnedeni saymakla, bu cinsten olan her nesneyi bu cevaz ın nedenisaymış demektir. Öyle ise ya ğmur zaman ında iki namaz ı birle ştirmeninnedeni ya ğmurdur. Kar ve so ğuk buna kıyas edilire) şari niteliğin cinsini kendisine göre koydu ğu hükmün cinsineneden saydığı uygun niteliğe misal:80 Gece ve gündüzde namaz vakitlerinin tekrar etmesi, ayba şılı kimseden(haiz) namaz ın kaza edilmesinin kalkmas ının nedenidir. Ayba şıhkimsenin ayba şılı bulunduğu esnada namaz kalmamas ı ve oruç tutmamas ı,arıklandığı zaman, orucu kaza edip namaz ı kaza etmemesi nas ş ile sabittir.Ancak, namazlar ın kaza edilmemesinin nedeni nass ile gösterilmemi ş-tir. Fakat gece ve gündüzde namaz vakitlerinin tekrar etmesinden dolay ınamaz ın kaza edilmesinde s ıkıntı ve zorluk olaca ğı ihtimali görülmü ştür.Oysa safi, birçok nesnenin s ıkınt ı ve zorluk kayna ğı olduğundan onları,yükümlü (mükellef)den hafifletecek hükümlere neden saym ıştır. Meselahastalık ve yolculu ğu Ramazanda oruç tutmaman ın cevaz ına, yolculuğudört rekath namazlar ın kısalt ılmas ında; suyun yoklu ğunu teyemmümetmek için, selem ve ariyyeyi de s ıkınt ıya saymak için neden saymıştır.Namaz vakitlerinin de tekrar etmesi s ıkıntı verecek durumlard ır, namazlarınkaza edilmesinin ayba şılı kimseden kalkmas ı da hafifletme bulunanhükümlerden olmu ştur.220Bu türlü bir nazara itibara alma, uygun niteliklerle neden bulma ğayol açar. Çünkü safi kendisine göre hüküm koydu ğu her uygun nitelikşari'in hükmün cinsi için neden sayd ığı nitelik cinsinden ba şka bir şeydeğildir. Uygun bir niteli ğin cinsini hükmün cinsine neden saymak,kıyas ın kap ılarını genişliğine açar. Bunun manas ı şudur: Şari bir niteliğisıkıntı kayna ğa olduğundan dolay ı, hafifletici bir hükmün nedeni sayd ığıtakdirde, s ıkıntı verecek herhangi bir niteli ği, hafifletici ba şka bir hükmünnedeni saymak do ğru olur.şari'in, kendisine uygun olarak koydu ğu uygun bir niteli ği yukardageçen türlerden birini nazar ı itibare almadığı dü şünülemez. Niteli ğincinsini hükmün cinsine neden saysa bile, mutlaka safi onu nazar ı itibaraalmışt ır. Bunun için şari'in kendisine uygun olarak hüküm koydu ğuilişkin her nitelik ya müessir (do ğrudan do ğruya) veya elveri şli (dolayısıyle)olan bir nedendir. Ancak, usulcülerin bir k ısmının "garib ili şkin"dediklerinin varlığı tasavvur edilemez. Bunu şöyle tarif ederler: şari'inkendisine göre hüküm koydu ğu uygun bir nitelik olup her hangi bir şekildemuteber bir nitelik oldu ğu sabit olmayan niteliktir. Niteli ğin cinsini


hükmün cinsi için nazara itibara alarak geni ş davran ıldığı halde garib biruygunluk bulunamamıştır. Bundan ötürü Cem'ul eevami" sahibi "garibuygun'u" zikretmemi ş nitelik olan nedeni müessir, mülay ım ve murselkısımlarına ayırmış olup biz de bu bölümlemeyi tercih ettik.3: Mutlak (mursel) uygun (münasib) neden:Bu, şari'in kendisine göre bir hüküm koymad ığı niteliktir. Hiç birşer'i delil de yukardaki türlerden hiç birinin nazar ı itibara al ındığını veyalağvedildiğini göstermemi ştir. Bu, bir yararh ğı (maslahat) gerçekle ştirdiğiiçin uygundur. Fakat, la ğvedilmesini ve nazar ı itibara alındığını gösterenhiç bir delil olmamas ından dolay ı buna (mursel) mutlak denmi ştir. Usulcülerinterminolojisine göre buna, mutlak yararlık (maslahat ı mursele) denir.Bunun misalleri: Sahabenin zirai eraziye koydu ğu haraç (vergi), parabasılmas ı, Kur'an' ın toplatılmas ı ve yayılması ve buna benzer hükümlerikamu yararı (maslaha) ilkesi üzerine kurmu şlardır. Safi tarafından bunundelil sayılıp sayılmamas ına dair bir şey ortaya konmam ıştır.ilimler, bu kamu yararı ilkesinin (münasib mursel), hükümlerinşer'i bir kayna ğı olup olmamas ında ihtilaf etmi şlerdir. Kimi, bunu şari'innazan itibara almad ığına bakarak hükme kaynak olmayaca ğını söylemiştin. Kimi de şari'in bunu la ğvetmedi ğine bakarak, hükme kaynakolabileceğini söylemi ştin.Ilerde aç ıklanmas ı gelecek.4. Lağvedilmi ş ilişkin nitelik:Zahirde üzerine hüküm bina etmenin bir yararl ığı (maslahat ı) gerçekleştireceği sanılan bir niteliktir. Oysa şâfi ona uygun bir hüküm koymadığıgibi onun delil say ılmasını da la ğvetmiştir. Mesela kız ile oğulunyakınlıkta e şit olmaları irste e şit olmalar ını gerektirmez, ve Ramazandakasden yiyene mani olmak için ona özel bir ceza vermek, ki bununüzerine hüküm kurulamaz. Aç ıklanmas ı ilerde gelecek.NEDENİN (İLLET) BİLİNME METODU82 Nedenin yollarından (mesalik) maksat, onun bilinmesine götürenyollardır. Bunların en me şhuru üçtür:Birinci yol: Aç ık söz (Nass)Kur'an ve Hadis'te bir söz, bir niteli ğin neden olduğunu göstermi şise, bu nitelik nass ile sabit olan bir neden olur. Buna "açıkça belirtilmiş221


neden" denir. Buna yap ılan kıyas gerçekte nass ın uygulamas ıdır. Ancaksözün (nass), niteli ğin neden oldu ğunu göstermesi bazan apaç ık olur.Bazan i şaret ile yani apaç ık de ğil de, belirti ve ima ile olur.Niteli ğin neden oldu ğunun açıkça gösterilmesi şöyledir. Dil bakımındannass'da neden bildiren bir sözcü ğün (lafız) bulunmas ıdır. Meselanass'da " şu nedenden ötürü, şu sebebden dolay ı", " şunun için" sözlerininbulunmas ı neden bildirir. E ğer nass'da neden gösteren bir sözün, nedendenba şka bir nesneyi göstermesine ihtimal yoksa, nass ın niteliğin nedenolmasını göstermesi açık ve kesin say ılır. Yüce Allah' ın, Peygamberlergöndermesi nedenini bildirirken "Peygamberlerden sonra insanların Allahaleyhine bir delilleri olmaması için uyarıcı ve te şvik edici elçiler göndermiştir" 86 ve ganimetin be şte birinin fakir ve yoksullar için al ınmas ınıngere ğine dair şu sözü" "Malın zenginlerinizin arasında dolaşmamas ı için" 87Hz. Peygamberin "turistlerden dolayı Kurban ellerini saklamanız ı veyasaklam ıştım. Şimdi yeyin ve saklay ın" buyurmas ı* gibi, nedenler aç ıkve kesin olur.Nass'da nedeni gösteren söz, nedenden ba şka manaya da delâletetme ihtimali varsa, niteliğin neden olmas ını gösteren nass ifadede bulunmaklaberaber zanni olur. Yüce Allah' ın "güneş batmaya yüz tuttu ğundandolay ı namaz k ılın" 88 ve "Yahudi olanların zulümlerinden ötürü onlarahelâl k ılınm ış olan güzel şeyleri haram k ıldık'" 9 ve "ve sana aybaşı halindensorarlar, onun bir eza olduğunu ve bunun için ayba şı halinde kadınlarayaklaşmay ın, de" 90 ve Peygamberin kedi art ığının temiz oldu ğuna dair:83 "şüphesiz, di şi ve erkek kediler etraf ınızda dolaşan sınıftandır" sözlerindekiifadelerin nedeni göstermesi zannidir.Zira bu ifadelerde neden gösteren arapçada lam (L), ba (B), ta (T)ve "inne" harfleridir. Bunlar neder bildirdikleri gibi ba şka mana dabildirirler. Gerçi yukardaki ifadelerde neden bildirdikleri aç ıkt ır.Nass' ın nedeni i şaret ve belirti şeklinde bildirmesine gelince, bu,hükmün nitelik üzerine dayanmas ından ve niteli ğe biti şik olmas ındananla şılmak suretiyledir ki, bu beraberlikten niteli ğin hükme neden olmas ıakla gelmektedir. Yoksa beraber bulunmaman ın anlam ı kalmaz.Bunun misalleri Hz. Peygamberin şu sözleridir: "Hâkim k ızg ıniken hükmetmez" ve "Kâtil varis olmaz" ve "Savaşan yaya ise bir hisse,86 Nisa, 165.87 Haşr, 7.88 'ara, 78.89 Nisa, 160.90 Bakara, 222.* Muslim, 14/131, Nevev1 Şerhiyle.222


atlı ise iki hisse alır" ve bir bedevinin Ramazan günü e şimle kasten buluştum demesi üzerine Hz. Peygamber "Kefaret yap" demi şlerdir.Delilin aç ık veya belirti halinde olmas ı kesin ya da zanni olmas ıdilin kullanılışma ve sözün geli şMe ba ğlıdır.İkinci yol: İcmadır.Her hangi bir as ırda muctehidler bir niteli ğin şer'i bir hükmün nedeniolduğunda birle şirlerse, bu niteli ğin neden olmas ı icma ile sabitolmu ş bulunur. Bunun misali şudur. Küçük k ız ın üzerine mali velâyetinnedeninin "küçüklük" olmas ında birle şmişlerdir. Ancak, bunun do ğrusayılmas ı kıyas ı kabul edenlere göredir. K ıyası kabul etmeyenler, k ıyaslamazve neden ç ıkarmazlar, onlars ız icma' ın olmas ı nas ıl mümkünolur.Üçüncü yol: Bölme ve yoklama (Sebr)d ır."Sebr"in manas ı denemektir. Bundan (Misbar) deneme aleti türetilmiştir.Bölme ise, neden olabilecek nitelikleri as ırda s ınırlayıp hangisininneden olaca ğının ara ştırılmas ıdır. Mesela neden ya şu niteliktir veyabu niteliktir, denir. Bir olay hakk ında şer'i hükmü bildiren bir nass gelmişse,nass ve icma, bu hükmün nedenini göstermemi şse, muctehid birhükmün nedenini bulmak için bölme ve yoklama yoluna ba şvurur. Bunu84 şöyle yapar. Hükmün olay ında bulunup ve bir tanesinin neden olabilece ğinitelikleri tesbit eder. Ve nedende ve neden say ılacaklarda bulunmas ıgereken şartlar ın ışığında her bir niteli ği inceler. Bu deneme vas ıtasiyleneden olamayacak nitelikleri ç ıkarır ve neden olan ı geri b ırakır Bu ç ı-karma, ve geri b ırakma ile bir niteli ğin neden olmas ını bulur.Mesela, arpay ı arpaya de ği ştirirken fazlal ık ve veresiye faizininharam olduğuna dair nass vard ır. Fakat hiç bir nass ve icma bu hükmünnedenini göstermemi ştir. Müctehit bu hükmün nedenini bulmak içinyoklama ve bölme metodunu kullan ır ve şöyle der: Bu hükmün nedeniya arpan ın miktarının bilinir olmas ıdır. Çünkü ölçekle miktar ı bilinirya da yiyecek olmas ıdır. Veyahut saklanabilen az ık olmasıdır. Ama yiyecekolmas ı, neden olamaz. Çünkü haraml ık, altını alt ına de ği ştirmektede mevcuttur. Oysa, alt ın yiyecek de ğildir. Azık olmas ı da haram olmasınınnedeni olamaz. Zira haraml ık, tuzu tuzla de ği ştirmede de vard ır.Tuz ise az ık değildir. Öyle ise ölçülür olmas ının neden olduğu anla şılmışolur. İşte bundan dolay ı nass'da gelen hükme ölçülebilen ve tart ılanbütün miktarl ı olanlar k ıyas edilir Buna göre miktarl ı olan cinsi ile değişimefazlal ık ve veresiye faizi haram olur.Aynı şekilde baban ın küçük bâkire k ız ını evlendirmesine dair aç ıksöz (nass) vard ır. Bu velâyetin sabit olmas ının nedenine dair bir söz ve223


icma da yoktur. Müctehit nedeni, bâkire olmas ıyla küçük olmas ına tatbikeder. Ve bakireli ği çıkarır. Zira Safi, bakireli ği hiç bir surette nazanitibara almam ışt ır. Küçüklü ğü alıkor, çünkü Safi küçüklü ğü mal üzerineyel:ayetin nedeni saym ıştır. Bu ve evlendirme velayeti ayn ı cinstendir.Bundan dolay ı nedenin küçüklük oldu ğuna hükmeder. Küçük bâkirekıza küçük dul k ız, küçüklük ortak niteli ğine göre kıyas edilirAynı şekilde, Şarab içmenin haram oldu ğuna dair nass vard ır. Hükmünnedenini gösteren bir nass yoktur. Müctehit, neden olmay ı şarab ınüzümden olmas ına, s ıvı olmas ına ve sarho ş edici olmas ına uygular. Birinciyiçıkarır, çünkü o sirayet eden bir nitelik de ğildir. Ikinciyi de ç ıkarırzira münasib bir nitelik de ğil, tardi'd ır. Üçüncüyü b ırakır ve onun nedenolduğuna hükmeder.85 Bu metodun özeti şudur:224Müctehit, as ılda bulunan bütün nitelikleri incelemelidir. Onlariçinde neden olmayacaklar ı bir tarafa b ırakır. Kendi kanaat ına görehangisi neden olacaksa onu ahkor. Bir yana b ırakmak ve hesaba katmaktanedenin şartlar ının gerçekle şmesi rol oynar. Öyleki, aç ık mazbut geçi şlive herhangi bir surette itibar edilecek bir münasebeti olan bir nitelik olmalıdır.İşte müctehitlerin zekalan bu hususta rol oynar. Zira kimi buniteliği uygun bulur. Kimi ba şka niteli ği uygun bulur. Ilanefiler, faizcereyan eden mallarda haraml ığın nedeni ölçülebilir olmakla cinsin birleşmesidir, der. Şafiller yiyecek bir nesne olmas ını ve cinste birle şmesinineden saym ışlar, Malikiler, az ık ve saklanabilir olma bir nesnenin cinstebirle şmesini neden saym ışlar. Hanefiler Yel:ayetin küçük kız üzerinesabit olmas ının neden olan niteli ği olarak "küçüklü ğü" uygun görmü şler,Safüler ise, bekareti uygun görmü şlerdir.Usul alimlerinin bir k ısmı hükmün bağlantısının, bağlant ı olmayanlardananklanmas ım neden bulma hususlar ından saymışlardır. Bağlantınınhükmünün kendisine ba ğlandığı ve üzerine kuruldu ğunesnenin düzgünle ştirilmesinden maksat, hükmün nedenidir. Do ğrusu,bağlantının arıklanmas ı (Tenkih el menat), belli bir niteli ği neden olaraktayin etmeden, söz (nass), nedeni bildirdi ği zaman, olur. Bu, hükmünnedenini bulmağa götüren bir yol de ğildir. Çünkü hükmün nedeni sözdenanla şılmaktadır. Arıklama ise hükmün nedenini neden olmakta biretkisi olmayan, ona biti şik niteliklerden kurtarma ve temizlemedir. Bununmisali şudur.Sünnette rivayet edildi ğine göre, bir bedevi Allah' ın elçisine gelir veona, "yok oldum" der. Peygamber ona "ne yaptın der" o, Ramazan günü


isteyerek kartmla bulustum der. Peygamber ona "Kefaret ver" der*. Bu sözkefaret vermenin bedeviye gerekmesinin nedeninin, ondan meydanagelen olay olduğunu işaret ederek gösterir. Ancak ondan meydana gelenolay için kefareti gerektiren neden olmakta, bedevi olmas ının, kendisininöz karıs ı olmas ının, o senenin Ramazan günü vuku bulmas ının bir etkisiyoktur.86 Müctehid bu nitelikleri bir yana b ırakır Zira bunların, bu nedendebir etkisi yoktur. Bunun özeti şudur. Neden, Ramazan günü isteyerekmünasebette bulunmakt ır. Buna göre, kefaret, Ramazan günü yaln ızcinsi münasebette bulunmak suretiyle isteyerek orucu bozana gerekir.Bu, Şâfrilerin mezhebidir. Hanefiler ise orucu bozan herkesin durumu,münasebette bulunan gibidir, demi şlerdir. Bu benzerlik ilk anda anla şılırve Ramazan günü isteyerek, ister münasebette bulunmak, ister yemekle,ister içmekle veya ba şka bir şeyle orucu bozarsa, ona kefaret gerekir.Buna göre, Hanefilerce kefaretin gerekmesi, ba ğlantının (menat), ar ıklandıktansonra, orucu isteyerek (amden) bozma oldu ğu anla şılır. Nedenona biti şik olup neden olmada rolü olmayan niteliklerden ar ıklanmabağlantısını (menat) aç ıklığa kavu şturmadır. Bundan da anla şılır ki,bağlantıyı arıklama, yoklama ve bölmeden ba şkadır. Çünkü ba ğlantıyıarıklama, ancak, hükmün ba ğlandığı yeri nass' ın göstermesi ile olur.Ne var ki neden olmakda etkisi olmayanlardan ayr ılmamış ve arıklanmamışbulunur.Oysa yoklama ve bölme yaln ız, hükmün bağlandığı yeri gösterenbir nass'ın bulunmamasıdır. Yoklama ve bölme ile, nedenin, ba şka nesnelerdenar ıklanmas ına değil, bilinmesine gidilir Yoklama ve bölme veyanedeni bulma yöntemlerinden her hangi birisi vas ıtas ıyla hakkında aç ıksöz bulunmayan veya üzerine icma edilmemi ş olan bir neden ortayakoyı:aağa bağlantıyı ortaya koyma (Tahricel menat) denir. Bu, hakk ındaaçık söz bulunan şer'i bir hükmün nedenini aray ıp çıkarmadır. Bu nedenhakkında söz (nass) bulunmam ış ve neden oldu ğuna icma edilmemi şolacakt ır. Ama, ba ğlantıyı (menat) incelemek, aç ık söz veya icma ya daher hangi bir yol ile tek bir olay hakk ında sabit olan bir nedenin, hakk ındaaçık söz bulunmayan bir olayda gerçekle şip gerçekle şmediğini bilmektir.Nitekim ayba şılı halinde kad ınlara yakla şmamanın nedeninin ezâ olduğunadair açık söz var. Ezân ın lohusahkta olup olmad ığı incelenir. Şarabiçmenin haram olma nedeni sarho ş etme olduğuna göre ba şka bir meyvasuyunda sarho ş etmenin bulunup bulunmad ığı incelenir.* Bk: Buhari. 1/255-6, Tertib Musned Ahmed b. Hanbel 10/94, 'bn Maceh 1/534 yeni bask ı.225


87 BEŞİNCİ DELIL İSTİHSAN1—Tarifi2— Çe şitleri,3—Delil oluşu,4— Delil olu şunu kabul etmeyenlerin şüpheleri,1—Tarifi: Dilde istihsan güzel saymak ve bulmakt ır. Usulcülerinterminolojisinde müctehidin, zihnine çak ılıp tercih ettiği bir demdenötürü, açık kıyastan, kapalı kıyasa veya genel hükümden bir hükmü d ışardabırakmaya dönmesidir. Hakkında aç ık söz bulunmayan bir olay meydanagelse, buna iki ayr ı yönden bakılır. Biri aç ık olup bir hüküm gerektirir,diğeri gizli olup ba şka bir hüküm gerektirir. Müctehidin zihnindegizli görü şü tercih edecek bir delilin belirmesi ile aç ık görü şten vaz geçmesidirki buna şeriatta istihsan denir.Aynı şekilde hüküm genel olursa müctehidin zihninde belirip bugenel hükümden tek bir olay ı istisna ederek ona ba şka bir hüküm vermekde şer'an istihsan olur.2—Çeşitleri:İstihsanın şer'i tarifine göre iki türlü oldu ğu anla şılıyor.a) Bir delile dayanarak gizli k ıyas ı aç ık kıyasa tercih etme,b) Bir delile dayanarak genel bir hükümden tek bir olay ı istisnaetmedir.Birinci türe örnekler:1— Hanefi fakihleri, vakfeden, ekilecek bir yeri vakfetti ği zamansu yolu, içme ve geçme hakk ı da zikredilmeden istihsan delili ile vakfatâbi olarak girer. Oysa kıyasa göre al ış veri şte oldu ğu gibi zikretmedenvakfa girmemesi laz ım.227


88 İstihsan ın yönü, vakıftan maksat, kendilerine vak ıf yap ılanlarınyararlanmalar ıdır. Ekilecek bir yerden, içme, su yolu ve geçi ş olmazsa,yararlan ılmaz. Bunun için bunlar zikredilmeden vakfa girer. Çünkü, kiralamadaoldu ğu gibi bunlar olmadan maksat gerçekle şmez.Burada aç ık kıyas, vakfı alış veri şe katmakt ır. Zira her biri, mülkiyetimal sahibinin mülkiyetinden ç ıkarmad ır. Gizli kıyas ise, vakfıkiralamaya katmad ır. Çünkü her ikisinden maksat yararlanmad ır. Nas ılki sulama, içme ve geçi ş ekili yerlerin kiralanmas ına anılmadıkları haldegirerse, ekili yerlerin vakfedilmesinde de an ılmadıkları halde girerler.2— Hanefi fakihleri, alan ile satan, mal ele al ınmadan fiyatta ihtilafetseler, satan fiyat ın yüz lira oldu ğunu, alan da doksan lira oldu ğunuiddia etseler her ikisinin istihsana dayanarak yemin etmelerini, söylemişlerdir.Kıyasa göre satan yemin etmemelidir. Çünkü satan on lira bir fazlahkiddia ediyor, alan onu inkâr ediyor. Delil getirmek iddia edene dü şer,yemin de inkâr edene gerekir, satana yemin gerekmez.İstihsan ın yönü, görünürde satan da fazlal ık iddia ediyor ve alamndoksan lirayı verdikten sonra mal ı alma hakkını inkar ediyor. Alan dagörünürde, satan ın iddia etti ği on lira fazlah ğı inkâr ediyor ve doksanlirayı verdikten sonra mali alma hakk ı olduğunu iddia ediyor. Her biribir yönden davacı ve bir yönden inkarc ı (Davah) oldu ğundan ikisi deyemin eder.Açık kıyas, bu olayı davacı ve davalı aras ında olan her olaya katmaktırki böyle durumlarda davac ıya (iddia edene) delil getirme ve davahya(inkar edene) yemin etme dü şer.Gizli kıyas, bu olay ı iki davacı aras ında olan her olaya katmad ır ki,her biri aynı anda hem davac ı ve hem davalı olur ve yeminle şirler.89 3— Hanefi fakihleri, akbaba, karga atmaca, şahin, çaylak, kartalgibi yırtıc ı kuşların artıklarımn istihsan deliline göre temiz, k ıyasa görepis olduklarını söylediler.228K ıyas yönü, Pars, Kaplan, Aslan ve Kurt gibi y ırtıcı hayvanlar ınartığı kendi etleri gibi haramd ır. Hayvanın artığının hükmü etininhükmüne tabidir.istihsan yönü, yırt ıcı kuşların her ne kadar etleri haram ise de ancak,etinden meydana gelen salyas ı su artığına karışmamaktad ır. Çünkügagas ıyla içer, gagas ı temiz bir kemiktir Ama y ırtıcı hayvanlar, salyasınınbulaştığı dilleri ile içerler. Bundan dolay ı art ıkları pis olur.


Bu örneklerin her birindeki olayda iki k ıyas karşılaşmaktadır.Biri ilk anla şılan aç ık kıyas, diğeri ince anlayışı gerektiren gizli kıyastır.Müctehit gizli kıyas ı tercih edecek bir delil bulmu ş olup açık kıyastangeçmi ştir. İşte bu vazgeçi şi istihsan'd ır. Hükmü üzerine kurdu ğu delil deistihsamn yönüdür.İkinci türg örnekler:Sâri, yok olan ı satmayı ve yok üzerine sözle şmeyi yasaklam ıştır.Fakat selem'e, kiralama'ya yar ıcıhğ'a (muzaraa), ba ğ ve bahçe yarıcıhğına(Musaka), sanat i şi yaptırmaya (istisna') izin vermi ştir. Bunlar ınhepsi akit olup, akit zamanında üzerinde akit edilen nesne yoktur.istihsan yönü insanlar ın ihtiyacı ve aralarında örfün bulunmas ıdır.Fakihler, yanında emanet bulunan güvenilir kimse emaneti bildirmedenölürse, emaneti öder, çünkü onu bildirmemesi bir çe şit emanetetecavüz sayılır. Ama babanın, dedenin ve vasinin bildirmeden ölmelerihalinde istihsan deliline göre ödemezler. Bunun istihsan yönü şudur.Baba, dede ve vasi'den herbiri küçü ğe sarfediyor ve ihtiyac ını görüyor.Bildirmedi ği emaneti, nesneyi yerli yerine harcam ış olabilir.90 Yanında emanet b ırakılan güvenilir (Emin) kimsenin ancak, muhafazadakusur etti ği veya tecavüz etti ği zaman emanet b ırakılan nesneyiödeyece ğini açıkça bildirdiler. Bu hükümden istihsan yolu ile herkese i şyapanlar (ecir mü şterek) müstesnad ır. Yalnız, o yanında bulunan şeylerin,kendi gücünü a şkın bir olay sonucu yok olmas ı halinde ödemez,yoksa öder. Bunun istihsan yönü ücretle çalışanların (Temin) emniyetlei ş yapmalarım sağlamak (Sigorta)t ır. Sefahattan, israftan ötürü tasarrufunael konan kimse (mahcur) iyilik için de mal veremez. Fakat, hayatboyunca kendisi üzerine vakfetmesine istihsan yolu ile izin verilmi ştirBunun istihsan yönü şöyledir. Kendi üzerine vakfetmesi mallar ını zayiolmaktan korur. Bu ise onun tasarrufuna mani olma gayesi ile birle şir.Bu örneklerin her birinde tek bir hüküm genel bir hükümden birdelil vas ıtasiyle istisna edilmi ştir. İşte buna, terminoloji bak ımından istihsandenir.3— İstihsanın delil oluşu:İstihsan ın tarifinden ve iki çe şit olmasından gerçekte müstakil şer'ibir kaynak olmad ığı anlaşılır. İki çe şitten birincinin hükümlerinin deliligizli kıyastır. Bu, müctehidin içine do ğan tercih vas ıtasıyla açık kıyasatercih edilmesidir ki, bu da istihsan ın yönüdür. İkinci çe şidin hükümlerinindelili de genel hükümden tek bir hükmün ç ıkarılmasını gerektirenyararlık (maslahat)dır. Bu da bu çe şidin istihsan yönüdür.229


İstihsam delil getirenlerin ço ğu Hanefilerdir. Delilleri şudur:İstihsamn delil getirilmesi asl ında gizli kıyası açık kıyasa tercih etmeveya, tercihi gerektiren bir delil ile bir k ıyas ı diğerine tercih etmeyahut da, genel hükümden cüz'i bir hükmü ç ıkarmağa mutlak yararl ık(maslahat mursele) ile delil getirmedir.Bunların hepsi do ğru delil getirmedir.4— İstihsam delil getirmeyenlerin şüpheleri:91 Bir kısım müctehitler istihsan ı kabul etmemi ş ve onu heva ve hevesile şer'i hükümleri çıkarma saymışlardır. Bunlar ın ba şında imam Şafiigelir, onun şöyle söylediği nakledilir "İstihsan yapan şeriat koymuştur."Yani kendi kendine şeriat icat etti. Usule dair Risale'sinde bunu şöyleanlatır. "İstihsan ile hüküm ç ıkaran kimse, namaz k ılarken, Ktıbeyeyönelmeyi bildiren delillerinin hiç birini dikkate almadan beğendiğitarafa 1(übe deyip yönelen kimse gibidir." Gene orada şöyle demi ştir."İstihsan zevk almad ır" (telezzuz, e ğlenme). E ğer dinde istihsan muteberolsaydı, ilim sahibi olmayan akıl sahibleri için de caiz olurdu. Dinde, herkonuda şeriat koyma ve herkesin kendisine bir şeriat icad etmesi caizolurdu.Anladığıma göre her iki taraf istihsan ın manas ında birle şmemişlerdir.Onu delil kabul edenlerin kasdetti ği mana, delil kabül etmeyenlerinkasdettiği manadan ba şkadır. E ğer manasını tayin etmekte birle ş-miş olsalard ı, onu delil getirmekte ayr ılığa düşmezlerdi. Zira gerçekteistihsan, vazgeçmeyi gerektiren bir delilden ötürü, aç ık delilden ve genelhükümden vazgeçmedir, bu s ırf heva ile verilen bir hüküm de ğildir. Herhâkimin, kanunun açık maddesinin gerektirdi ği bir hükümden cüzi birhükümde vazgeçmesini gerektirecek gerçek bir yararlanma zihnindedoğuverebilir. İşte bu bir çe şit istihsandır.Bundan dolayı İmamı Şatibi el-Muvafakat' ında şöyle dedi: İstihsanyapan, s ırf zevkine ve arzusuna göre hareket etmi ş de ğildir. Do ğrusu,o, arzedilmi ş olan nesnelerin misâllerinde biraz, şariin ne kasdetti ğinibilmesine göre hareket eder. Mesela k ıyas bir hüküm gerektirir. Ancak,bu hüküm bir yönden bir maslahat ın kaybına veya ayn ı şekilde bir kötülüğüngötürebilir.230


92 ALTINCI DELILKAMU YARARI (MASLAHAT-I MURSELE)1—Tarifi,2—Bunu delil kabul edenlerin delilleri,3—Delil olmas ının şartları,4—Delil kabul etmeyenlerin en aç ık şüpheleri,1— Tarifi:Mutlak yararl ık (Maslahat ı mursele) Usulcülerin terminolojisine göre,Şari'in, gerçekleşmesi için bir hüküm koymamış, şer'ii bir delilin de onun mutebersayıhp sayılmamasmı göstermemiş olduğu nesnedir. Mutlak denmesisnin manası, itibare alınmas ı veya lağvedilmesini bildiren bir delile bağlan.-mamas ıdır. Bunun örnekleri, kamu yarar ına sahabenin hapishaneleryapılmasını, para bas ılmas ını, fethettikleri ekili yerleri eski sahiplerininelinde b ırakıp onlara haraç konmas ı ve bunun gibi zaruretlerin, ihtiyaçlarmveya güzelle ştirmelerin gerektirdi ği yararlıklar. Bunların meşrusayıhp sayılmadığına da şer'i bir şahit yoktur.Bu tarifin aç ıklanmas ı şöyledir. Hükümlerin konmas ından maksatinsanlara yararl ı olan nesneleri , temin etmek yani menfaatlar ını celbetmekveya zararlar ını saymak ve sıkıntılarını kaldırmaktır. İnsanlarınyararına olacak şeyler s ınırh de ğildir ve sayıları sonla da de ğildir. İnsanlarındurumlarının yenile şmesi ile yenile şir ve çevrelerinin de ğişmesi ilegelişir ve ilerler. Hüküm koymak bir vakit faydal ı ise başka bir vakittezararl ı olabilir. Bir anda bir çevrede fayda sa ğlar ve ba şka bir çevredezarar meydana getirebilir.Şari'in, gerçekle şmeleri için hüküm koyduğu ve koyduğu hükmünnedenlerini nazar' itibara ald ığı yararhklar Usulcülerin tabirine görebunlar şari tarafından dikkate al ınan kamu yararlar ıdır. Mesela, insanlarınhayatlar ının muhafazas ı için şan bilerek öldürenin öldürülmesinin231


gereğine hükmetmi ştir. Mallar ının korunmas ı için de hırsızhk yapan erkekve kad ına ceza tayin etmi ştir. Namuslarını korumak için (namuslukadınlara) iftira etme ğe, zina eden kad ın ve erke ğe ceza tesbit etmi ştir.93 Bilerek öldürme, h ırs ızhk, iftira, zina, bunlar ın hepsi uygun birer niteliktir,yani hükmün bunun üzerine kurulmas ı bir yarar saklar. Bu, şarrindikkate aldığı bir niteliktir. Çünkü şan hükmü onun üzerine kurdu.232şarrin dikkate ald ığı bu uygun nitelik, dikkate ald ığı türlere göreya müessir bir uygunluk, veya elveri şli (dolayısıyle) olan bir uygunluktur.Yukarda anlattığımız gibi hükmün bunun üzerine kurulmas ında ihtilafyoktur.Vahyin kesilmesinden sonra meydana gelen olaylar ın ve çevreleringerektirdi ği, şan de gerçekle şmeleri için hüküm koymad ığıve dikkate alınıp alınmamasına bir delil olmayan, kamu yararlar ınamutlak uygunluk diğer bir deyimle, kamu yarar ı (maslahat ı mursele)denir. Bunun örne ği, resmi bir vesikaya dayanmayan evlili ğin, inkarıhalinde davas ımn mahkemece görülmemesini gerektiren kamuyarar ı, diğer bir örnek de yaz ık olmayan ah ş verişin mülkiyetin intikaletmemesinin gerekmesinin kamuya olan yarar ı ki bunların hepsikamu yarar ı olup Şan. bunlar için hüküm koymam ış ve hiç bir delil debunların dikkate al ınıp ahnmadığını göstermemi ştir. İşte bunlar kamuyararlar ıdır. (Mesalih mursele)2— Bunu delil kabul edenlerin delilleri:İslam alimlerinin çoğunluğu, "kamu yaran''mn, hükümlerin üzerinekurulduğu şer'i bir delil oldu ğuna, nass, icma, kıyas veya istihsanyolu ile hakkında bir hüküm bulunmad ığına, "kamu yaran"n ın gere ğinegöre hakk ında hüküm verilen olay oldu ğuna ve bu kamu yarar ı= dikkateahndığma şeriattan bir şahit bulunmas ının şart olmadığına gitmi şlerdir.Buna dair iki delilleri vard ır.Birincisi: İnsanların yararlar ı (maslahatlar) günden güne yenile ş-mekte ve sonsuza do ğru gitmektedir. E ğer insanlar ın yeni i şlerine, gelişmeleriningere ğine göre hüküm konmas ı ve hüküm koymak yaln ız şarrindikkate ald ığı insanların i şlerine kısıtlanınış olsa, de ğişik zaman ve mekanlardainsanlar ın birçok i şleri durur ve .şeriat, insanların gelişmesine veişlerini takip etmesine ayak uyduramaz olur. Bu, şeriat (Kanun) koyman ınmaksadı olan insanlar ın yararlanmn gerçekle şmesini engeller.İkincisi: E ğer, sahabenin, onlardan sonra gelenlerin (tablin) vemiictehit imamlann, koyduğu hükümler teker teker ele al ınırsa, görülürki, onlar dikkate alind ığına hiç bir delil olmayan kamu yarar ına birçok


hükümler koydular. Eba Bekir, Kur'an- ı Kerim'in yaz ılı olduğu da ğınıksayfaları topladı, zekât vermeyenlerle sava ştı, Ömer b. Hattab' ı yerinetayin etti. Ömer de bir söz ile söylenen üç bo şamayı infaz etti, Müellefe-ikulabun zekâttan hisselerini vermedi, haraç vergisini koydu, sicil kütük-Teri (divan) düzenledi, hapishaneler kurdu, k ıthk yılında hırsızlık cezasınıninfazım durdurdu. Osman müslümanlar ı tek kitap üzerine birle ş-tirip, onu yaydı, öbürlerini yakt ı, karısını mirastan menetmek için kar ısınıboşayan ın karısına miras verdi. Ali azgın âsi şiilerden baz ılarım yaktı.Han efiler sefih müftüyü, cahil tabibi, hilebaz müflisi i şten menettiler.Malikiler, töhmetlinin hapsedilmesini ve ikrar etmesini sa ğlamak içindayak vurmayı caiz gördüler. Şafiiler, bir cemaat tek bir ki şiyi öldürdüğütaktirde, onlara k ısas yapılmasını gerekli gördü. Bütün bu kamu yarar ınaolan i şler için koydukları hükümler kamu yararlar ıdır (mesalihi murseledir).Bunlar yararl ı işler oldukları için bunlara hüküm koydular, Şaridenonların ilga edildiğine dair bir delil de gelmi ş değildir. Dikkate ahnan şer'iher şahidin şahitlik etmesi için kamu yarar ına olan hüküm koymaktangeri durmadılar. Bunun için Karafi şöyle demiştir. " Sahabe dikkate alındığınadair bir delil olmadan mutlaka kamu yararına olduğundan dolayı birçoki şler yaptılar "İbn Akil de şöyle demi ştir "Siyaset, insanların iyiliğeyak ın, kötülükten uzak olmas ını sağlayan her iştir. Isterse Peygamber bunukoymam ış olsun ve vahiy onu bildirmemi ş bulunsun; şeriatın söylediğindenbaşka siyaset yoktur diyen kimse, yan ılm ıştır ve Sahabeyi de şeriat koymaktayanlış yolda görmüş demektir.3— Kamu yararun (maslahat ı mursele) delil getirmenin şartları:"Kamu yararı"m delil kabul edenler, heva ve arzuya göre şeriatkoymağa kap ı açmasın diye onunla delil getirmek için ihtiyath davrand ı-lar. Bunun için üzerine şeriat kurulacak kamu yararlar ı hususunda üç95 şart ileri sürmü şlerdir:Birincisi, gerçek bir yarar olmal ıdır. Kuruntulu bir yarar olmamalıdır.Bundan maksat, bir olaya dair hüküm koyarken bir fayda sa ğ-lamasının veya zarar ı savmas ımn gerçekle şmesidir. Ancak şeriat koymanın,meydana getirece ği zarar hesaba kat ılmadan fayda sa ğlayaca ğı sırfkuruntu ise, bu kuruntu bir yarar üzerine kurulmu ş olur. Bu gibi yaramıörneği kocadan karısını bo şama hakkını alıp bütün durumlarda bo şamahakkını yalnız hakime vermeyi tevehhüm etmektir*.İkincisi, genel bir yarar olup şahsi bir yarar olmamas ıdır. Bundanmaksat ise, bir olay için konacak hükümde gerçekle şmesi sağlanacakfayda veya say ılacak zarar, büyük bir insan kitlesine Şamil olması, bir• Talak suresinin ikinci ayetinde bo şamanın iki şahidin huzurunda olaca ğına dair hükmedikkati çekmez isteriz. (Çeviren)233


ferdin veya birkaç ki şinin yararına olmamas ıdır. Hiç bir zaman bir kumandanve bir büyü ğün faydas ını gerçekle ştirmek için olup insanlarınçoğunluğu ve yararlar ı dikkate al ınmayan bir hüküm konamaz. İnsanlarınço ğunluğunun yararına olmas ı gereklidir.Üçüncüsü, böyle bir yarar için konan hüküm, nass veya icma ilesabit olan bir ilkeye veya hükme kar şı olmamalıdır. K ız ile oğulun irstee şit olmas ını gerektiren bir yarar ı dikkate almak do ğru de ğildir. Çünkübu yarar Kur'an' ın açık sözüne kar şı olduğundan lağvedilmiş sayılır.Bunun için İmam Malik b.Enes'in talebesi ve Endülüs bilgini Mâliki olanYahya o ğlu Yahya Leysi'nin fetvas ı yanlış olmu ştur. Bu şöyle der: Endülüshükümdarlar ından biri Ramazanda bilerek oruç bozmu ş , İmamYahya, kesintisiz iki ay oruç tutmas ından ba şka bir kefaret olmad ığınafetva vermi ş olup, bu fetvas ını, yarar ın bunu gerçekle ştirdi ği üzerinekurmu ştur. Zira kefaretten maksat suçluyu menetmek ve bir daha suçadö ıımeyecek şekilde onu önlemektir. Bu hükümdar ı bu cezadan ba şkasıönleyemez. Ama bir köle azad etmek kolay olup onu suçtan menedemez.Bu fetva bir faydaya dayand ırılmış ise de aç ık söze karşı gelmektedir.96 Çünkü nass, Ramazanda bilerek orucunu bozan ın kefaretinin köle azadetmek, bulamazsa, kesintisiz iki ay oruç tutmas ı, yapamazsa, altmışfakiri doyurmas ı olduğunu açıklamıştır. Burada orucu bozan hükümdarile orucu bozan fakir aras ında fark yoktur. Müftünün hükümdar ı ilzamiçin özellikle iki ay oruç tutma kefaretinde dikkate ald ığı yarar, bir yararise de bu mutlak bir yarar olmay ıp lağvedilmi ş bir yarard ır.234Bundan şu anla şılıyor. Yarar (maslahat) di ğer bir deyi şle uygunnitelik, şer'i bir delil onun dikkate al ınan tür niteliklerden biri oldu ğunugösteriyor ise, bu, şâri tarafından dikkate alınmış niteliklerden biri olur.Bu da ikiye ayr ılır. Ya uygun (münasib) bir nitelik veya elveri şli uygunbir nitelik olur. Şer'i bir delil dikkate al ınmas ını ilga etmi şse bu la ğvedilmişbir uygunluk olur. E ğer sayılmas ına veya lağvedilmesine şer'i birbelirti yoksa, bu, mutlak uygun (münasib mursel) di ğer bir deyi şle mutlakyarar (maslahat mursele) olur.4— Kamu yararını delil kabul etmeyenlerin en aç ık şüpheleri:İslam 'âlimlerinin bir k ısmı, şer'i bir belirtinin muteber say ılmasınıve lağvedilmesini belirtmedi ği "kamu yararı" (maslahat mursele) üzerine,hüküm bina edilemez, der.İki delilleri vard ır.Birincisi, şeriat, insanlar ın bütün yararlann ı nass'larla ve yol verdiğikıyas ile gözetlemi ştir. Şâri, insanları, ba şı bo ş bırakmamış ve nas ıl


hüküm konaca ğını işaret etmedi ği yararli bir i şi de ihmal etmemi ştir.Yararlı hiç bir iş yoktur ki, şârrin onu dikkate alm ış olduğuna bir belirtibulunmasın. Bunun için, şârrin dikkate almad ığı her hangi bir yararl ık(maslahat) gerçekte yararl ı değildir. O, sadece kuruntu kabilinden biryarar olup onun üzerine hüküm konamaz.İkincisi, mutlak yarar üzerine hüküm koymakta, valiler, kumandanlarve fetva adamlar ı içinde heva ve hevese uyanlara heves kap ısınıaçmak vard ır. Bunlar ın bir kısmı hevaları ve garazları kendilerine üstüngelerek kötülükleri iyilik olarak hayal edebilirler. Yararlar (mesalih)görü ş ve çevrelerin de ğişmesine göre de ği şen takdire ba ğlı şeylerdir. Mutlakyararlık için hüküm koymaya kap ı açmak, kötülü ğe kap ı açmaktır.Bence, bu mutlak yararl ık (kamu yararı) üzerine hüküm koymaktercih edilmelidir. Çünkü bu kap ı açılmazsa islâm şeriatı donup zamanve çevrelere göre yürümekten geri kal ır. Her hangi bir zaman ve çevredeolursa insanlar ın yararlarımn her birini , şârrin gözönünde bulundurdu ğunuve nass'larla ve genel ilkeleri ile onlar ı belirten ve onlara uygun olanlar ıkoyduğunu ileri süren kimsenin sözünü gerçekten vak ıa desteklememektedir.Şüphesiz yeniden olan bir k ısım yararlı nesnelerin bizzat dikkateahndığma şer'i bir belirti görülmemektedir.Mutlak yararlık (kamu yararı) namına hevaya uymak, zulüm yapmak,eğlenceye almaktan korkan kimsenin korkusunu şöyle izale etmekmümkündür. "Kamu yaran"na dayanarak hüküm koymak, ancak, aç ıkladığı=üç şart bulunduğu zaman, do ğru olur. Bu da genel ve gerçekbir maslahat olup şer'i bir söze ve şer'i bir ilkeye kar şı olmamalıdır.İbn Kayyım şöyle der. "Bir k ıs ım müslümanlar kamu yarar ına olanşeylere riayette eksiklik yapm ışlar ve şeriat ı, insanların menfaatleriniyerine getirmeyen ba şkas ına muhtaç, her şeye yeti şemeyen yapmışlarve kendilerine adalet ve hak yollar ından doğru olanlar ı kapamışlar. Birkısmı da a şırı gitmi ş, Allah' ın hükmüne z ıd düşen hükümleri câiz kılmışlarve uzunlu ğuna ve geni şliğine kötülük ve fenahk meydana getirmi ş-lerdir."235


Yedinci DelilÖ R F1—Tarifi2— Çe şitleri3—Hükmü1—Tarifi: İnsanların anlaştığı ve ona göre davrandıkları söz, iş veyaterketme olup buna adet (al ışkanlık) denir. Kanun koyuculara göre örfile adet aras ında fark yoktur. İş (ameli) örfü, insanlar ın "satt ım ve al-98 dım" sözlerini söylemeden malı ve parayı vermek sureti ile al ış veri ş etmeleridir.Sözlü örf, "veled" = do ğan" sözünü kıza değil, erkeğe söylemekteinsanların örfle şmeleridir. Aynı şekilde "et" sözünü bal ık'a söylememekteanlaşmalar ıdır. Örf, insanlar ın, bütün üst ve alt tabakalar ının anla ştığı,birle ştiği nesnedir. İcma, bunun hilafına, yalnız müctehitlerin birle şmelerindenmeydana gelir. Halk ın ic ına'm meydana geli şinde bir etkisiyoktur.2—Çeşitleri: Örf iki çe şittir: Muteber olan örf, muteber olmayan örf.Muteber olan örf, insanlar ın anla ştığı şer'i bir delile ayk ırı olmayan,haramı helal yapmayan, vacibi iptal etmeyen nesnedir. İnsanların sanatçıyaiş yaptırırken alışa geldikleri şekilde akit yapmalar ı ve mehrin, önceve sonra olmak üzere ikiye bölünmesine anla şmalar ı, gelinin kocas ındanmehrin bir kısmını almad ıkça kocas ına teslim edilmemesi, nışanlımnnişanlısına hediye olarak vermi ş olduğu elbise ve süs e şyas ının mehirdensayılmayaca ğına anlaşmalar ı, buna olan misâllerdendir.Muteber olmayan (fâsid) örf, insanlar ın anla ştıkları nesne şeriataaykırı olup haram ı helal yapan, vacibi iptal eden örftür. Mesela, insanlarınmevlitlerde, ölüm ihtifallerinde birçok yasak şeylere alışmış olmaları,faiz yemeleri ve kumar akitlerinde bulunmalar ıdır.237


3— Hükmü: Muteber say ılan örfe şer'an riayet etmek, mahkemedeönem vermek ve müctehidin de hüküm koyarken ona dikkat etmek vehakimin hükmederken ona riayet etmek mecburiyetinde olmas ıdır. Çünküinsanların anla ştığı ve ona göre davrand ıkları nesne art ık, onlarınihtiyaçlarından doğmuş ve menfaatlerine uygun olmu ş sayılır. Şeriataaykırı olmadıkça riayet edilmesi gerekir. Şari, araplar ın bir kısım örflerinido ğru saym ış, kabileye diyeti gerekli k ılmış, evlenmede seviyeyişart ko şmuş, velâyet ve mirasta akrabal ığı muteber saym ıştır.99 Bundan dolayı alimler "Met hakem kimmi ş bir şeriattır" 91 demişlerdir.Şeriat örfü muteber sayar. İmam Malik, hükümlerinin ço ğunuMedine halkının örfüne dayand ırmıştır. Ebû Hanife ve arkada şları (ö ğ-rencileri) örflerinin de ği şmesinden ötürü hükümlerde ihtilaf etmi şlerdir.Şafi'i Mıs ır'a gidince, Ba ğdat'ta iken verdi ği hükümlerin bir kısmını, örfdeği ştiğinden dolay ı, değiştirmiştir. Bunun için onun eski ve yeni diyeiki mezhebi vard ır. Hanefi fıkhında örfe dayanan çok hükümler vard ır.Mesela, iki davac ı ihtilaf ederse, ve hiç birinin delili de yoksa örf kiminlehine ise, onun sözü muteberdir. Kar ı koca önce ve sonraki mehirdeanla şamam ışlarsa, örf hakemlik eder. Et yemiyece ğine yemin eden kimsebahk yerse örfe göre yemini bozmu ş olmaz. E ğer örf varsa, menkul e şyavakfedilebilir. Akit, şeriat ın getirdiğine uygun, aktin gere ği veya örfeuygun ise, sahih olur. İbn :Abidin bir risale yazm ış ve adına "Örf üzerinedayanan hükümlere örfü yaymak" ne şrelurf fima buniye min'el-AhkamAlel-Urf" demi ştir. Me şhur sözlerdendir. ()den maruf olan şey şart kıhnmışgibidir92. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir".Fasid örfe gelince, ona riayet etmemek gerekir. Çünkü ona riayetetmekte şer'i bir delile kar şı gelme veya şer'i bir hükmü iptal vard ır.İnsanlar faiz akdi veya aldanma ve zarar olan bir akdi akdetmek gibifâsid akitler yapma ğa anla şmış olsalar, böyle bir örfün, bu gibi akdi caizkılmakta bir etkisi olmaz. Bundan dolay ı Anayasaya veya kamu düzenineaykırı olan bir örf koyan kanunlar da geçerli say ılmaz. Ancak, bugibi akde ba şka bir yönden bak ılır. Bu akit insanlar ın zorunlu kald ıklarışeylerden veya ihtiyaçlar ından say ılıp sayılmadığı incelenir ki bu akitiptal edilince insanlar ın hayat nizam ımn bozulup bozulmad ığı veya onlarınsıkıntı ve darlığa uğrayıp uğramad ıkları ara şt ırıhr. Eğer insanlarınzaruri ihtiyaçlar ından ise, bu akit mubah olur. Çünkü zaruretler yasaklar ı91 Mecelle 36. madde. (Çeviren)92 Mecelle 43 neü madde (Çeviren).93 Mecelle 45 nci madde (Çeviren).238


mubah kılar94. Bu hususta "Ihtiyaçlar kendi miktarlannca takdir olunur. 95ğer zaruri de ğil ve ihtiyaçlarından da değilse, böyle bir akdin hükümsüz 100 Eolduğuna hükmedilir. Buna dair örfün bulunmas ına önem verilmez.Örfe dayanan hükümler zaman ve mekan bak ımından örfün de ğişmesiylede ğişirler Çünkü feri ashn de ğişmesiyle de ği şir. Bunun için fakihlerbu gibi değişmeler hakk ında derler ki, bu, as ır ve zamanın değişmesidir.Yoksa delil ve burhan ın değişmesi de ğildir.Incelendiğinde örfün, müstakil şer'i bir delil olmadığı görülür. O,genellikle "kamu yarar ına riayet etmekten ibarettir. Buna, hükümlerinkonmas ında riayet edildi ği gibi sözlerin aç ıklanmasında da göz önündebulundurulur. Genel olan, örfle hususile ştirilir. Mutlak olan onunla kay ıtlanır.Ve kıyas örf kar şısında terk edilir Bunun içindir ki, örf bulundu-'Ondan bir sanatç ıya i ş yapt ırma akdi caiz olmu ştur. Oysa bu k ıyasagöre caiz değildir. Çünkü yok olan şey üzerine olan bir akittir.94 Mecelle, 21 nci madde (Çeviren).95 Mecelle, 22 nci madde (Çeviren).239


Sekizinci DelilİSTiSLIAB1—Tarifi:İstishab dilde, beraber bulunma ve beraberli ği dikkate almad ır.Usülcülerin terminolojisine göre, bir nesnenin daha önce bulunduğu durumdeğişmedikçe, o durumun olduğu gibi bal kalmasına hükmetmektir.Yahut geçmi şte sabit olan bir hükmü, de ğiştiğine delil olmadıkça,halde bâki kılmaktırMüctehide yap ılmış bir akit veya bir tasarrufun hükmünden sorulduğuzaman, müctehit de Kur'an'da, Sünnet'te bunun hükmünü gösterenşer'i bir delile raslamam ışsa "eşyada as ıl olan mubah olmak" ilkesinedayanarak bu akdin ve bu tasarrufun mubah oldu ğuna hükmedilebilir.Bu, Allah' ın yer yüzünde olan her nesneyi üzerinde yaratt ığı durumdemektir. De ği ştiğine delil bulunmad ıkça, şeyler, as ıl olan mübah olmahükmü üzerine bâki kal ır.101 Müctehide, bir, hayvan ın bir cans ız ın, bir bitkinin ve her hangi biryiyece ğin içeceğin veya herhangi bir i şin hükmünden sorulursa, bu hükmedair şer'i bir delil bulamamışsa, o nesnenin mubah olmas ına hükmeder.Çünkü mubahlık as ıldır. Onun de ği şmiş olduğuna bir delil yoktur.Şeylerde mubahh ğın as ıl olmas ının delili Yüce Allah' ın Kitab ında"Yerde olan her şeyi sizin için yaratm ış olan O'dur"." Birçok âyetlerde,göklerde ve yerde olan ın insanın emrine verdi ğini açıklamıştır. Yerdeolan şeyler insanlara mubah olmad ıkça, onlar için yarat ılmış ve onlarınemrine verilmi ş olmaz Çünkü onlar yasaklanm ış iseler, onlar ın değildir,demektir.2—Delil oluşu:İstishab, önüne gelen olay ın hükmünü bilmek için müctehidin ba ş-vuraca ğı son şer'i delildir. Bunun için Usulcüler şöyle demi şlerdir. Bu,96 Bakara, 29.241


fetvan ın son dönüm yeridir. De ği ştiren bir delil bulunmad ıkça bir şeyesabit olan nesne ile hükmetmektir. Bu, insanlar ın yarat ıh şında olan bütündavranış ve hükümlerinde üzerinde yürüdükleri bir delil getirme yoludur.Kim canlı bir insan tanırsa, onun diri oldu ğuna hükmeder. Ölümüne delilbulunana kadar onun bu hayat üzerine davran ışlarını dayandırır. Birkimse falancan ın filanın karısı olduğunu bilirse, evlili ğin son bulduğunabir delili olmazsa evlili ğin varlığına şahitlik eder. İşte böylece, bir nesneninvarlığını bilen herkes, onun yok oldu ğuna delil olmadıkça onun varolduğuna hükmeder. Bir şeyin yok oldu ğunu bilen bir kimse, onun varolduğuna delil olmad ıkça o şeyin yokluğuna hükmeder.Hüküm buna göre verilir. Her hangi bir insana her hangi bir yollasabit olan mülkiyeti kald ıracak bir delil bulunmad ıkça, o mülkiyet bâkisayılır. Evlenme akdi ile iki e şe sabit olan helâll ık, onu kald ıracak nesneninvar oluşuna kadar var say ılır. Borç veya her hangi bir akit ile yükümlüolan zimmeti kald ıracak nesne bulunana kadar, o zimmet me şgul (yükümlü)say ılır. Borç veya bir akitten ar ı (beri) olan zimmet, yükümlüolduğu sabit olana kadar ar ı sayılır. As ıl olanın değiştiği sabit olana kadar,102 bulundu ğu hal üzere bâki kalmas ıdır".Bu istishab esas ına göre, Şer'i Mahkemelerin Düzenlenmesi lây ı-hasımn 180 inci maddesinin ifadesi şöyledir: Her ne kadar borçlunun boynunda(zimmetinde) kald ığı açıklanmazsa da, şahitlik yapmak borcuispata yeter, mal için yap ılan şahitlik de böyledir" Ayn ı kanunun 181 ncimaddesinin ifadesi de şudur: "Vasiyet edenin ölüme kadar ısrar etti ğiaçıklanmışsa vasiyet veya vasi tayin etti ğine yap ılan şahitlik yeterlidir.istishab deliline göre a şa ğıdaki şer'i ilkeler kurulmu ştur:Bir şeyin, de ğiştireni bulunmad ıkça, bulunduğu durumda kalmas ıas ıldır97. E şyada as ıl olan mubahlıktır. Şek ile yakın zail olmaz". Insandaasıl olan beraettir 99 .Doğrusu, istishab ı bizzat hükme delil saymak, müsamahal ıdır.Zira gerçekte delil, geçmi ş hükmün kendisi ile sabit oldu ğu delildir.İstihsab ise, bu delilin hükme delâletini oldu ğu gibi b ırakmaktır. Hanefiâlimleri, istishab ın ispat eden bir delil olmay ıp sayan (defeden) bir delilolduğunu ileri sürerler.97 Mecelle, 5 nci madde.98 Mecelle 4 ncü madde99 Mecelle 8 inci madde (Çeviren). MK. Md. 3. (Y.Z.).242


Istishabtan maksatlar ı, bir şeyin bulunduğu durumda kalmasma vemuhalif olan ı ispat edecek bir delil bulunmad ıkça, bu muhalif durumusaymaya delil olmas ıdır.Yoksa sabit olmayan bir şeyi ispat etmek için delildeğildir. Bunu yitik olan nesne, yani yeri, sa ğhğı ve ölümü bilinmeyengayıp nesne hakkmda verdikleri hüküm aç ıklar. Bu kaybolan kimseninölümüne delil bulunmad ıkça, bilindi ği sağlık durumunun devam ı ile diriolduğuna hükmedilir. Diriliğine delâlet eden bu 'istishab, ölüm davas ını,kendinden mucip ahnması, kiralamalarm feshini ve kar ısının bo ş sayılmam-ılsavar (defeder) bir delil olmas ına rağmen ba şkasına vâris olmasınıispat eden bir delil de ğildir. Çünkü istishab yolu ile sabit olan hayat gerçekbir hayat olmayıp hükmi bir hayatt ır.243


103 Dokuzuncu DelilBIZDEN ONCEKİLERİN ŞERİATI (KANUNU)Kur'an' ı Kerim veya sahih sünnet, Allah' ın bizden önceki milletleriçin onlar ın dilleri ile koyduğu şer'i hükümlerden birini anlatm ışsa veonlara farz oldu ğu gibi bize de farz oldu ğunu ifade etmi şse, bunun bizimiçin de şeriat ımızın itirafına göre uyulmas ı gerekli bir kanun ve şer'i birhüküm olduğunda ihtilaf yoktur. Mesela Yüce Allah' ın "Ey İnsanlarsizden öncekilere farz !al ındığı gibi size de oruç tutmak farz lal ınm ıştır".' ooKur'an' ı Kerim veya sahih sünnet, bu gibi hükümlerden birinianlatsa ve şer'i bir delil onun neshedildi ğine ve bizden kald ırıldığma delilolsa, şeriat ımız ın nesheden delili ile onun bizim için şer'i bir hükümolmadığında da ihtilaf yoktur. Mesela Mûsa'n ın şeriatında günahkarıngünahını telafi etmesi için ancak, kendini öldürmekle kefaret verebilirdi,elbiseye bir pislik dokunursa, o yeri kesmekten ba şka şekilde temizlenemezdi.Buna benzer hükümler ki bizden öncekiler üzerine bir yük ikenAllah onlar ı bizden kald ırdı.ihtilaf edilen kısım Allah tealâ'mn veya elçisinin bize anlatt ıklarıgeçmi ş şeriatlerin hükümlerinin onlara yaz ıldığı gibi bize de yaz ıldığınaveya bizden kalkmış olduğuna, mensuh oldu ğuna Şariatımızda bir delilolmayan hükümlerdir. Mesela, Yüce Allah' ın "Bundan dolayı İsrail oğullarınayer yüzünde bir kötülük veya bir nefis kar şılığı olmadan bir insanöldüren bütün insanları öldürmüş gibidir".1 o ı ve "onlara nefse nefis gözegöz, buruna burun, kulağa kulak, di şe diş ve yaralamaya yaralama karşılıkolduğunu yazd ık". 102Hanefilerin ço ğunluğu Malik:1.1er ve şafülerin bir kısmı, bunun bizimiçin bir şeriat olduğunu ve bize ona uymamız ve onu uygulamam ız gerek-100 Bakara, 183,101 Maide 22.102 Maide, 45.245


tiğini söylemi şlerdir. Bize anlat ılmış ve şeriatımızda onu nesheden bir şeybulunmamıştır. Çünkü bunlar Allah' ın elçileri dili ile koydu ğu ve bize104 anlattığı, neshedildi ğine bir delil olmayan hükümler olup mükellef lerebunlara uymak gereklidir. Bunun için Hanefiler, zimmi kar şılığında birmüslümanın öldürülece ğine ve kadın karşılığında, erkeğin öldürülece ğineYüce Allah' ın "nefse kar şılık nefis" sözünün genelli ğini delil getirmi ştir.Alimlerin bir kısmı, şeriatımız ın kabul etmedi ği geçmi ş şeriatlarbize şeriat olmaz, çünkü şeriat ımız onu kaldırmışt ır, demi ştir. Do ğrusubirinci mezheptir, şeriatımız geçmi şlerden ancak muhalif olan ı kaldırmıştır.Zira Kur'an' ın geçmi ş bir şer'i hükmü neshetmeden bize anlatmas ıonu bizim için zimnen şer'i hüküm olarak koymas ı demektir. Çünkü oPeygamberlerin bize bildirdi ği ilahi bir hüküm olup bizden kald ırıldığınadair bir delil yoktur, ve Kur'an önce gelen Tevrat ve İncil'i kabul eder.Her ikisinden kald ırmadığı hükmü kabul etmi ş sayılır.246


Onuncu Delil:SAHABE YOLUHz. Peygamber'in ölümünden sonra fıkıh ilmiyle me şgul olup Peygamberleuzun süre bulunmalar ı sebebiyle, Kur'an' ı ve hükümlerini anlamaklatanınmış olan sahabeden bir cemaat, müslümanlara fetvaverip hüküm koyma ğa kendilerini verdiler. De ğişik olaylara müteadditfetvalar vermi şlerdir.Tabiinden daha sonra gelen ravilerin bir k ısmı bu fetvalar ı nakletmeğeve toplama ğa önem vermişlerdir. Bir k ısmı onlar ı Peygamberinsünnetleri ile beraber topluyordu. Bu fetvalar nass'a eklenen şer'i kaynaklardanm ı sayılırlar ki müctehit k ıyasa ba şvurmadan bunlara ba ş-vurmak mecburiyetindedir. Yoksa, bunlar s ırf ferdi ictihatlar olup müslümanlarabir delil te şkil etmezler mi?Bu hususta sözün özü, ak ıl ve fikirle anla şılmayan hususlarda sahabeninsözünün müslümanlara delil oldu ğunda ihtilaf yoktur. Mutlaka onuPeygamberden i şitip söylemi ş sayılır. Mesela, Hz. Ay şe'nin sözü "çocuk105 annesinin karnında iki seneden fazla i ğin gölgesinin düşeceği süre kadar bileduramaz. 1°3 Bu gibi hususta ictihad ve fikrin yeri yoktur. Bu do ğruise, onun kayna ğı Peygamberden i şitme olur. Zahirde her ne kadar sahabeninsözü ise de, o sünnetten say ılır.Sahabeden muhalif olan ın bilinmediği, sahabenin sözünün müslümanlaradelil oldu ğunda da ihtilaf yoktur. Çünkü Peygamber'e yak ınolmaları, hüküm koymanın inceliklerini bilmeleri ve birçok olayda ihtilafetmelerine ra ğmen bir olayın hükmünde birle şmeleri kesin bir deliledayandıklarının delilidir. Bundan dolayı ninelerin alt ıda bire varis olmalarmdabirle şmeleri uyulmas ı gerekli bir hüküm olmu ştur. Bunda müslümanlararas ında ihtilafın olduğu bilinmemektedir.103 Bak: Zeylai, Nasbur-Raye fi tahrie ebadIs el-Hidaye, 3 /265. (Çeviren).247


Ihtilaf ancak, sahabenin fikir ve ictihad ı ile söylemi ş olduğu sözhakkındadır ki sahabenin sözleri de bunda birle şmi ş değildir. Ebû Hanifeve ona uyanlar demi şlerdir ki, Allah' ın kitab ında ve elçisinin sünnetindebulamazsam istedi ğim sahabenin sözünü al ırım, istediğimi b ırakırım. Ancak,onlar ın sözlerinin dışına çıkmam. İmam Ebû Hanife belli bir sahabeninfikrini delil görmemektedir. Istedi ğinin fikrini almakta kendiniserbest görüyorsa da hepsinin fikrinden d ışarı çıkmayı caiz görmüyor.Sahabenin fetvas ı olan olayda k ıyasa gitmez. 0 hususta onlardan birininsözünü al ır. Belki görü şü şudur. Bir olayda sahabenin iki fikri varsa üçüncüsüolmadığına icma, üç fikir varsa, dördüncüsü olmad ığına icma vardemek olur. Hepsinin sözlerinden ç ıkmak icmalar ından çıkmak olur.İmami Safii'nin açık sözü şunu gösterir. Sahabeden belli birinin fikrinindelil olmadığını ve hepsinin fikrine muhalefet edilmesini caiz görür.Başka bir fikir çıkarmak için ictihad ı kabul eder. Çünkü bunlar ıntümü yan ılmaz olmayan &rdî ictihat ve fikirlerdendir.106 Sahabenin sahabeye muhalif olmas ının câiz olması gibi, onlardansonra gelen müctehitlerin de onlara muhalefet etmesi câizdir.Bunun için şafü "Hüküm ve fetva vermek, ancak gerektiren bir haberyönünden olur, bu da Kitap veya sünnet ya da ihtiltif etmeden ilim ehlininsöylediği yahut da bunların bir k ısm ına k ıyas etmedir." demiştir.248


İ kinci K ı s ı mŞER'İ HÜKÜMLERUsulül-Fıkıh ilminde hüküm dört konu şeklinde incelenir:I- Hâkim, hüküm kayna ğı, hükmü veren kimse.II- Hüküm, yükümlünün (mükellef) fiiliyle ilgili olarak Hâkiminiradesini bildiren karar ıdır.- III- Hükmün konusu (mahkum fih hakk ında hüküm verilen)hükmün taalluk etti ği yükümlünün fiilidir.IV- Hüküm giyen (mahkumun aleyh), fiiline hüküm taalluk edenyükümlünün kendisidir.a) Kimdirb) Hükmü ne ile bilinir ?I- HAK İMIslam bilginleri aras ında, yükümlülerin (mükellefler) bütün i şlerineait şer'i (dini) hükümlerin kayna ğının Yüce Allah olduğunda ihtilafyoktur. Yüce Allah' ın, yükümlünün fiiline ait hükmünü, Peygamberinevahyetti ği nass'larla aç ıklamas ı ile, hüküm ç ıkarmak için koyduğu delilve işaretler vas ıtas ıyla müctehitlerin yükümlünün fiiline dair Allah' ınhükmüne yol bulmaları aras ında fark bulunmamaktad ır. Bunun için,şer'i hükmün şu şekilde tarif edilmesinde birle şmişlerdir.Hüküm, ya istek, ya muhayyerlik veya ba ğlı kılmak yönünden yükümlülerinfülleriyle ilgili olan Allah' ın hitabıdır. Me şhur olan kaidelerindenbiri "Hüküm vermek ancak Allah' ın hakkıdır" -1â hükme illaLillah-. Bu kaide Yüce Allah' ın şu sözünün gerçek ifadesidir:249


"Hüküm ancak Allah' ındır, o, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeğianlatır". 104İslam alimleri, yükümlülerin (mükelleflerin) fiillerine dair Allah' ınhükümlerini, Allah' ın Peygamberleri ve <strong>Kitaplar</strong> ı olmadan akl ın kendikendine bilip bilemiyece ğinde ihtilaf ettiler. Mesela, kendisine hiç birPeygamberin ça ğrısı ulaşmayan kimse aklı ile fiillerine ait hükmü bilebilirmi? Yoksa, ak ıl, Allah' ın Peygamberleri ve <strong>Kitaplar</strong> ı olmadan,kendi kendine yükümlülerin fiilerine dair Allah' ın hükmünü bilemez mi?107 Hükmü verenin Allah oldu ğunda ihtilaf yoksa da, Allah' ın hükmünün neile bilinebilece ğinde ihtilaf mevcuttur. Bu ihtilaf hususunda İslam alim-'erinin üç türlü görü şü vardır.1— Ebul Hasan E ş'ari'ye uyanlar ın meydana getirdi ği E ş'ari mezhebinegöre, Allah' ın kitaplar ı ve peygamberleri olmadan, yükümlülerinfiilleriyle ilgili olan Allah' ın hükmünü akl ın bilmesine imkan yoktur.Çünkü akıl, fiillere dair verdi ği hükümlerde ap aç ık bir ihtilaf içindedir.Bir kısım akıllar baz ı i şleri güzel bulurken, bir k ısım akıllar da onlar ıçirkin görür. Do ğrusu, bir şahs ın aklı bile bir fiil hakkında deği şik hükümverir. Çok defa, heves akla üstün gelir, bir nesnenin be ğenilip beğenilmemesihevese ba ğlı olur. Bundan dolay ı aklın iyi gördü ğü nesnenin Allahkatında da iyi oldu ğunu ve Allah tarafından yap ılmasının istendi ğini veonu yapana Allah' ın sevap verece ğini ve aklın çirkin gördü ğünün Allahkatında da çirkin oldu ğunu, Allah tarafından yap ılmamas ının istendiğini,yapanın Allah tarafından ceza görece ğini ileri sürmek mümkündeğildir.Bu mezhebin esas ı :Yükümlülerin fiillerinden iyi olan ı, onun mübah k ılınmas ı veyayap ılması istenen nesnenin iyili ğe şari'in göstermesine ba ğlıdır. Çirkin de,şari'in, yap ılmamas ını istemek suretiyle çirkin oldu ğunu göstermesiylebilinir Buna göre akl ın iyi gördü ğü iyi olmadığı gibi, aklın çirkin gördü ğüde çirkin olamaz. Bu mezhebe göre güzellik ve çirkinlik ölçüsü din olup,akıl değildir. Bu ise baz ı ahlakcıların iyi ve kötiiniin kanun oldu ğunusöylemelerine uygun dü şer. Kanunun gerekli k ıldığı veya mubah k ıldığıiyidir, yasakladığı da kötüdür.Bu mezhebe göre, Peygamberin ça ğrısı ve Allah' ın şeriat' kendisineulaşmayan insan, Allah tarafından her hangi bir i şi yapmak veya yapmamaklayükümlü (mükellef) olamaz. Allah' ın elçileri tarafından neyinyap ılmas ı gerekti ği, neyin yap ılmaması gerekti ği bilinmedikçe, hiç birkimse, emredileni yapt ığında sevab alamad ığı gibi, yapmad ığından104 Enam, 57.250


dolayı da sorguya çekilemez. E ğer bir kimse bir Peygamberin ça ğrısı veyaşeriatı kendisine ula şmayacak surette tam bir inziva halinde ya şarsa, o,Allah tarafından hiç bir şeyle yükümlü tutulmayaca ğından ne sevaba nede azaba hak kazan ır.Fetret ehli, bunlar, bir Peygamberden sonra ve ba şka bir Peygam-108 berin gönderilmesinden önce ya şayanlard ır, hiç bir şeyle yükümlü değildirler.Bunlar sevaba ve azaba müstehak olmazlar. Bu mezhebin dayandığıAllah' ın şu sözüdür:"Biz Peygamber göndermedikçe azab etmeyiz"." 52— Vas ıl b.Ata'ya uyanlar ın meydana getirdi ği mutezile mezhebinde,Allah' ın Peygamberleri ve kitaplar ı olmasa da yükümlülerin fiillerinedair Allah' ın hükmünü bilmek mümkündür. Çünkü yükümlülerinher fiilinin bir tak ım nitelikleri ve neticeleri vard ır ki, bunlar i şi zararl ıveya faydah yapar. İşte fiilin o niteliklerine dayanarak, o fiilin meydanagetirece ği fayda ve zarara bakarak o i şin iyi veya kötü oldu ğuna hükmedilebilir.Demek ki fiillere dair Allah' ın hükmü akl ın, o fiillerin zararl ıveya faydal ı olanlarını kavramasına göredir. Yüce Allah, yükümlülerden,akıllarının faydas ını kavradığı şeyi yapmalar ını akıllarının zararh olduğunukavradığı şeyi de yapmamalar ını ister. Aklın iyi gördüğü nesne,Allah'ın yap ılmasını istediği ve onu yapana sevab verece ğini vadetti ğinesnedir. Akl ın çirkin gördü ğü nesne de Allah' ın, istemedi ği ve onu yapanaceza verece ğini bildirdiği nesnedir.Bu Mezhebin Esas ı :Fiillerin iyi olmas ı, onlarda bulunan faydadan dolay ı aklın onuiyi görmesidir; fiillerin çirkin olmas ı da onlarda buliman zarardan dolay ı,akl ın onu çirkin görmesidir. İşte yükümlülerin fiillerine dair Allah' ınhükümleri, insanlar ın akıllarının onlarda bulunan iyi veya çirkin niteliklerinikavramas ına uymaktad ır.Bu mezheb, ahlak alimlerinin ço ğunun ileri sürdü ğü hay ır ve şerrinölçüsü, fiilin neticesinin en büyük insan toplulu ğuna ulaştıraca ğı zararve faydan ın kavranmas ı şeklinde olan mezheblerine, uygun dü şmektedir.Bu mezhebe göre peygamberlerin ça ğrısı ve şeriatlan kendilerineulaşmayan kimseler, iyi oldu ğuna akıllarının erdiği bir i şi yapmak hususundaAllah tarafından sorumlu olup, o i şi yapt ıkları zaman Allah' ınsevab ına nail olacaklar, ayn ı şekilde, çirkin oldu ğuna akıllarının erdi ğibir işi de yapmamaları gerekmekte olup yapt ıklan zaman cezalanacak-109 lardır. Bu mezheb sahipleri akl ı ba şında olan kimsenin, her fiilin bir ta-105 İsra, 15.251


kım özellikleri oldu ğunu ve fiilin neticelerinin onu iyi veya çirkin k ıldığınıinkar edemeyece ğini ileri sürerler. Iyili ğe kar şı te şekkür etmenin,do ğrulu ğun, sözünde durmanın ve emin -güvenilir- olman ın iyi olduğunuve bunların her birinin z ıddının çirkin oldu ğunu akl ı ile kavramayacakkimdir? Aklı ba şında olan hiçbir kimse, Allah' ın, yükümlülerin fiillerineait hükümleri ancak onlarda bulunan fayda veya zarara göre, verdi ğiniinkâr edemez. Derler ki: Allah' ın şeriat! kendilerine ula şanlar, bu şeriat ıngere ğiyle yükümlü olurlar, ancak Allah' ın şeriat! kendilerine ula şmayankimseler, ak ıllarının erdi ği nesne ile Allah tarafından sorumlu tutulurlar.Buna göre ak ıllarının iyi gördüğünü yapmalar ı ve akıllarının çirkin gördüğünüyapmamalar ı kendilerine gerekli olur.3— EIA. Mansur Maturidiye uyanlar ın meydana getirdi ği Maturidiyemezhebine gelince, bu mezheb mutedil ve orta bir yol izlemi ştir.Bana göre do ğrusu da budur. Bunun özeti:Yükümlülerin işlerinin özellikleri, iyilik ve çirkinliklerini gerektirecekbir tak ım sonuçlar ı vardır. Akıl, bu özelliklere ve sonuçlara dayanarakbir i şin iyi veya çirkin olmas ına hükmedebilir. Aklı selim'in çirkingördüğü nesne çirkindir ve akl ı selim'in iyi gördü ğü nesne de iyidir. Ancakyükümlülerin fiilleri hakk ındaki Allah' ın hükmünün, onlarda ak ıllarımızın kavradığı iyilik veya çirkinli ğe göre olmas ı şart değildir. Ziraakıllar ne kadar olgunla şsa yan ılabilir ve çünkü baz ı i şler vardır ki akılonlarda şüpheye dü şer. Bunun için Allah' ın hükümleri ile akhn kavradığınesne aras ında bir lüzumluluk bulunmaz. Buna göre Allah' ın hükmüancak Peygamberleri vas ıtas ıyla bilinebilir.Bunlar, fiillerin iyili ği ve çirkinliği aklın onlarda kavrad ığı faydaveya zarara ba ğlı olduğunu söylemekle Mutezile ile birle şmi ş ve Allah'ınhükmünün mutlaka akl ın hükmüne uygun olmas ını ve aklın iyi gördü-'günün Allah tarafından yap ılmas ının istendi ğini ve akl ın çirkin gördüğününAllah tarafından yap ılmamas ının istendi ğini ileri sürmekte onlardanayr ılmışlardır.Allah' ın hükmünün ancak peygamberleri ve kitaplar ı vas ıtas ıylabilinebilece ği hususunda E ş'arilere muvafakat etmi şler, fakat iyilik veçirkinliğin akli olmayıp şer'i olmas ında bir i şin, ancak Allah' ın yap ıl-110 mas ım istemesi ile iyi olaca ğını ve Allah' ın yap ılmamas ını istemesi ilede çirkin olaca ğını iddia etmekte onlara muhalefet etmi şlerdir; çünkübunun do ğru olmadığı açıkça bilinir. Faziletlerin kendilerinde bulunanfaydalardan ötürü iyi olduklar ı, rezaletlerin de kendilerinde bulunanzararlardan dolay ı çirkin olduklar ı - şeriat tarafından bildirilmemi ş olsabile- ak ıl tarafından kavramr.252


Bu ihtilâfm faydas ı ancak Peygamberlerin şeriatlar ı kendilerineulaşmamış kimseler hususunda görülür." Peygamberlerin şeriatlerikendilerine ula şmış kimselerin i şleri hakkında iyilik ve çirkinli ğin ölçüsükendilerine ula şan şeriata göre olup ak ıllarının kavradığına göre olmadığındaittifak vard ır. Şâri'in ( şeriat koyan ın) emretti ği nesne iyi olupyapılması istenir ve yapan ına sevab verilir, şâri'in yasak k ıldığı nesneçirkin olup yap ılmamas ı istenir ve yapan ı cezaland ırılır.1—Hükmün Tarifi2— Hükmün Çe şitleri3—Her Çe şitin Derecesi.1— Hükmün Tarifi:II— HÜKÜMUsulcülerin terminolojisine göre şeri'i hüküm, yükümlülerin i şlerineait şâri'in, istek ya da muhayyerlik veyahut da şartlı olarak şâri'in (Allah'ın) hitabıdır.Yüce Allah' ın "akitleri yerine getirin" 107 sözü, yap ılmaları istenmeksuretiyle akitlerin yerine getirilmesi ile ilgili şâri'in hitab ıdır. Yüce Allah'ın "Kimse kimseyi alaya almas ın" 108 sözü terkedilmesi istenmek üzerealay etme ğe taallük eden şâri'in hitab ıdır. Yüce Allah' ın "Karı kocaAllah' ın hükümlerini yerine getirmekten korkarlarsa, kadının fidye vermemesindeher ikisine de bir sorumluluk yoktur."'" sözü, kar ısını bo şama karşılığındamuhayyer olmak üzere kocan ın bedel almas ı ile ilgili Şâri'inhitab ıdır. Peygamberin "Keıtil varis olamaz" sözü, irse mani olma ğa bağlıŞâri'in öldürme -katl- ile ilgili hitab ıdır.İşte, bir iste ği ya bir muhayyerli ği veya bir şartı gösteren Şâri'densudar eden sözün kendisi, usulcülerin terminolojisine göre şer'i hükümdür.Bu, bugün hukukçular ın terminolojisine uymaktad ır. Onlar, hükümile hâkimin ifadesinin metnini kasdederler. Bunun için, hükmün söylemek106 Yukarda üç madde halinde aç ıklanan ihtilaflar yazar ın dediği gibi yalnız Peygamber ça ğrısıkendilerine ula şmayanlar hakk ında faydalı değil, Peygamberler ça ğrıs ı kendilerine ula şmış ve özelliklebizler için de faydal ıd ır. Bu görü şlerin ışığı altında şeriatte hükmü bildirilmemi ş ve ictihat konusu olanbütün meseleler incelenir ve müctehitlerin rol oynad ıkları ve de ğişik fikir ileri sürdükleri meselelerinmenşeini bu görüşlerde aramak gerekir. Bugün en çok muhtaç oldu ğumuz ictihat bunlar ı bilmeğe dayanmandır.(Çeviren).107 Maide, 1.108 Hucurat, 2.109 Bakara, 230.253


111 istedi ği (mantık) şudur, derler, ve mahkeme hükmii bildirmek için tehiredildi, derler.Fakihlerin terminolojisine göre şer'i hükme gelince, fiilde vaciblik,haramlık, mübahlık gibi Şftri'in hitabmın gerektirdiği sonuçtur.Yüce Allah' ın "Akitleri yerine getirin" sözü, akitlerin yerine getirilmesininfarz oldu ğunu gerektirir. Sözün kendisi, usulcülerin ıstılahındahüküm say ılır; yerine getirmenin -ifa- vacibli ği de fakihlerin ıstılahınagöre hüküm say ılır. Yüce Allah' ın "Zinaya yaklaşmay ın" sözüusulcülerin ıstılah ında hüküm olup fakihlerin ıstılah ına göre zinayayakla şmanın haram olu şu hüküm sayılır.Her hangi bir kimse, usulcülerin ıstılahına göre şer'i hükmün, yükümlülerinfiilleri ile ilgili Sâri'in hitab ı olarak yap ılan tarifinden, şer'ihükmün nasslara -Kur'an'a Hadis- has oldu ğunu, zira yaln ız Sâri'inhitab ı bunlar olup icma, k ıyas ve di ğer şer'i delillere Şamil olmadığınısanmamal ıdır Çünkü, nas'lardan ba şka şer'i delillerin, gerçek bir incelemesonunda nas'lara dayand ıkları görülür. Onlar da gerçekten dolayli olarakSâri'in hitab ıdır. Istek, ya da muhayyerlik veya şartlı olarak yükümlülerini şlerine taallük eden her şer'i delil, usulcülerin ıstılahına göre şer'ihüküm dür.2— Hükmün Çeşitleri:Ser'i hükmün usulcülerin terminolojisine göre tarifinden onun tekbir çe şit olmadığı anla şılır. Zira hüküm, yükümlünün -mükellef- fiilineya istek yönünden, ya da muhayyer k ılma yönünden veya bir şeye Bağlamayönünden taallük eder. Usul âlimleri, yükümlünün fiiline, istekveya muhayyerlik yönünden, taallük eden hükme yükümlülük -Teklifihükmüdemekte ve ba ğ yoluyla yükümlünün fiiline taallük eden hükmeba ğıntılı vaz'i hüküm demekte söz birli ği etmişlerdir. Bunun için şer'i112 hükmün iki kısma ayr ıldığına karar verdiler:a) Yükümlü (teklifi) hüküm.b) Bağıntılı (vaz'i) hüküm.Yükümlü (Teklifi) hüküm, yükümlüden bir i şin yapılmasını istemeyiveya bir i şi yapmaktan kaçmmayı ya da yapıp yapmama arasındamuhayyer bırakmayı gerektirir.Yükümlüden bir i şin yap ılmasını istemeyi gerektirdi ğine misal:Yüce Allah' ın, "Mallarından sadaka al" 111 ve "Allah' ın insanlar110 lira, 22.111 Teybe, 102.254


üzerine hakk ı, evi ( Ktıbeyi ) ziyaret etmeleridir" 112 ve "Ey inananlar akitleriyerine getirin" 1" gibi sözleri yükümlüden bir tak ım işlerin yap ılmasınıistemektedir.Bir i şin yapılmamasını istemeyi gerektirene misâl:114 veYüce Allah' ın, "Hiç bir kimse (kavm ) di ğeri ile alay etmesin""Zinaya yaklaşmay ın"" 5 ve "Size le ş, kan ve domuz eti haram !al ındı" "6ım işleri yapmamas ını, onlardan geri gibi sözleri yükümlünün bir takdurmasını istemektedir.Yükümlünün bir işi yapmas ı ve yapmamas ı aras ında serbest olduğunugerektirene misâl:Yüce Allah' ın, "Hacdan çık ınca avlanın" 117 ve "Cuma namaz ı bitinceyer yüzüne dağılın"," 8 "Yer yüzünde dola şırken namaz ı k ısaltmanızda sizebir sorumluluk yoktur". 119 gibi sözleri yükümlüyü bir işi yapma ile yapmamaaras ında muhayyer b ırakmayı gerektirir.Bu çe şit hükme (teklifi) yükümlülük denmi ştir. Zira, bu, yükümlü(mükellef) nün bir i şle yükümlü kıhnmas ını, veya bir i şten uzak durmasını ya da onu yap ıp yapmamakta serbest b ırakılmasını içerir. Yükümlününbir i şi yapmas ını veya ondan uzak durmas ını istemek hususundabu ad ın (yükümlülük=teklifi hüküm) verilmesinin manas ı açıkt ır.Fakat, yükümlünün bir i şi yapmas ı ile ondan uzak durmas ı aras ında serbestb ırakılmas ına yükümlü (teklifi) denmesinin manas ı anla şılınamaktadır.Çünkü bunda bir yükümlülük (teklif) bulunmamaktad ır. Bununiçin, buna yükümlü hüküm denmesi, ötekine ilhak edilmesindenötürü oldu ğunu söylemi şlerdir.1— Bağıntılı (Vaz'i) hüküm, bir nesnenin bir nesneye sebeb veyaşart ya da engel konulınasmı gerektiren hiikümdür. Bir nesnenin bir nes-113 neye sebeb konmas ımn gerekti ğine misâl: Yüce Allah' ın, "Ey inanlarnamaza ka/kt ığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar kollar ınıny ıkay ın" ,120 sözü namaz ı kılmayı istemek, abdest alman ın farz k ılınmas ınasebeb olarak konulmas ını gerektirmi ştir.112 imran, 97.113 Maide, 1.114 Ilueurat, 11115 Isra, 22.116 Maide, 3.117 Maide, 2.118 Cuma, 10.119 Nisa, 101.120 Maide, 6.255


Yüce Allah' ın "Erkek h ırsız ve kad ın hırsız ın ellerini kesin. 12' sözühırs ızhğm, hırs ız ın elinin kesilmesinin gere ği için, sebeb konmas ını gerektirmiştir.Hz. Peygamberin "Savaşta bir kimseyi öldüren onun üzerinde bulunanlarahak kazanır.* sözü öldürülecek kimsenin öldürülmesi, üzerindensoyunacak şeylere hak kazan ılmas ına sebeb konmas ını gerektirmi ştir.İşte bu gibi sözler (nass) neticeler için sebebler konmas ını gerektirir.Bir nesnenin bir nesneye şart konmas ını gerektirene misâl:Yüce Allah' ın "Yol bulmaya gücü yetene evi ( Kâbeyi) ziyaret etmekAllah' ın insanlar üzerine hakkıdır.122 sözü hacc ın farz olmas ının şartı,oraya gitmeye gücün yetmesini gerekli k ılmıştır.Hz. Peygamberin, "İki şahit olmadan nikâh olamaz."" sözü evlenmeninmakbul olmas ı için iki şahidin bulunmas ının şart olmas ını gerektirmiştir.Hz. Peygamberin, "on dirhemden az mehir olamaz."*** sözü takdiredilen mehrin on dirhemden az olmamas ı şart ı ile me şru olaca ğını gerektirmiştir.Bu gibi sözler (nass) fiilin farz olmas ı için, aktin do ğru olması için,veya herhangi bir nesne için şart kılmmas ım gösterir.Bir nesnenin bir nesneye engel k ılmmas ım gerektirene misâl:Hz. Peygamberin, "Kâtile miras yoktur" sözü, vârisin miras alaca ğıkimseyi (murisini) öldürmesinin miras almas ına engel (mani) kılmmasımgerektirmi ştir.Bunlara ba ğınt ılı (vaz'i) hüküm denmesinin sebebi neticeler içinsebebler, şartlılar (me şrut) için şartlar ve engel olan hükümler gerektirmi şolmas ıdır.Yukardaki anlat ılanlarda yükümlü hüküm ile ba ğlant ılı hükümaras ında iki türlü fark ın olduğu anla şılır:114 1— Yükümlü hükümden maksat yükümlünün bir işi yapmas ınıveya yapmamas ını istemek, ya da yap ıp yapmamakta onu serbest b ırakmaktır. Ba ğınt ılı hükme gelince, bunda hükümlü k ılmak veya serbestbırakmak kasdedilmemi ştir. Onda kasdedilen bir nesnenin bir nesneye121 Maide, 38.122 İmran, 97.* Muslim, 12/59, Nevevl Şerhiyle.** Cami Sağır, 2/202, 3.** Buluğul- Meram, 184.256


sebeb olmas ı veya bir nesnenin bir nesneye şart olmas ı, ya da bir nesneninbir hükme engel olmas ıdır.2— Yap ılmas ı veya yap ılmamas ı istenen, ya da yap ılmas ı ve yap ılmamasında serbest k ılınan nesne, yükümlü hükmün gere ği olarak yükümlükimsenin yapabilece ği ve o i şi yapma ile ondan uzak durma kendi gücününalt ında olmalıdır. Zira güc yetirilemeyen nesne teklif edilmez. Serbestlikde ancak insan ın yapabilece ği şeyler aras ında olur.Ancak, şart ve sebeb veya engel olarak konan nesne bazan yükümlününgücü alt ında olur. Ve bu durumda onlardan birini meydana getirirse,sonucu kendisine gerekli olur. Bazan da yükümlünün gücününyetmiyece ği bir nesne olur. Bu durumda, o var oldu ğu zaman sonucunuyapmakla sorumlu tutulur.Sebeb:a— Yükümlünün gücü alt ında olup sebeb olarak konan nesneyemisal:Akitler, tasarruflarda kullan ılan sigalar, sözler ve cinayetler vecürümler, kabahatler ve muhalefetlerin hepsi dahil, yükümlü kimse birakti veya bir tasarrufu yaparsa onun hükmüyle sorumlu oldu ğu gibi birsuç i şlediği zaman da onun cezas ına müstehak olur.b— Yükümlünün, gücü alt ında olmayanın sebeb k ıhnmas ına misal:Akrabalık varis olman ın sebebidir, velilik ve varislik mülkiyetinsebebidir. S ıkıntılar (zaruretler) yasak olan şeylerin mübah olmasınasebebtir.Şart:a— Yükümlünün gücü alt ına giren nesnenin şart kıhnmasına misal:Aktin meşruluğu için evlenme aktinde iki şahidin getirilmesi, ad ıkonan mehrin me şru olmas ı için, adı konacak miktar ın on dirheme çıkarılması, aktin me şruluğu için, alış veri şte fiat ın ve müddetin tayin edilmesigibi.115 b— Yükümlünün gücü altında olmayan nesnenin şart k ıhnmasmamisal:Nefs velâyetinin son bulmas ı için buliiğa erme, mali görü şmelerdekiakitlerin geçerli olmas ı için olgunluk ça ğına yarma.Engel (mani):a— Yükümlünün gücü alt ında olan nesnenin engel (mani) k ılınmasmamisal:257


Varisin, vâris olaca ğı kimseyi öldürmesi.b- Yükümlünün gücü alt ında olmayan nesnenin engel kıhnmasınamis al :Kendisine vasiyet edilen kimsenin varis olmas ı .Be şeri kanunlar ın hükümleri de şer'i hükümler gibia) Yükümlü hükümler, ki bunlar yükümlünün bir i şi yapmasıveya yapmamas ı, ya da bir i şi yapma ve yapmama aras ında muhayyerbırakılmas ıdır.b) Bir nesnenin bir nesneye şart, sebeb veya engel k ıhnmasımgerektiren ba ğınt ılı (vaz'i) hükümlerdir.Medeni ve ticaret kanunlar ı veya ceza ve cinai kanunlar ının maddelerinebir göz at ıldığı zaman her iki türden birçok misallerin bulundu ğugörülür.İşte medeni kanundan kira konusunda birkaç misal:Madde 586: Kiracımn, kira ücretini taraflarca ittifak edilen zamanlardaödemesi gerekir.' 23Bu, yapmayı gerektiren yükümlü (teklifi) hükümdür.Madde 571: Mal sahibi, kiracının kiralanan maldan faydalanmasmaengel olacak her çe şit fiilden sak ınmandır.'24Bu, imtinai gerektiren yükümlülük hükmüdür.Madde 593: Kiracınm kiralamaktan veya kiraya vermektenvazgeçme hakkı vardır. Bu anlaşma, bundan ba şka bir nesneyi gerektirmedikçekiraladığı nesnenin hepsine veya bir k ısmına ait olur.'"Bu, muhayyerli ği gerektiren yükümlülük hükmüdür.Bağıntılı (Vaz'i) hükmün türlerine misal vermek daha kolayd ır.116 Çünkü ba ğıntılı kanunlar ın birçok metinleri, neticelerin sebeblerini, şarthlarm(me şrut) şartlarını bir takım oluşmalara engeller koymay ı gerektirir.Yükümlü (teklifi) Hükmün K ısımlarıYükümlü hüküm be ş kısma ayrılır:a- İcab (vâcib kılma)123 Buz. BK. Md. 257. (Y.Z.)124 Bnz. BK. Md. 249. (Y.Z.)125 Karşdaştırmız. BK. mad. 250 ve 252. (Y.Z.)258


— Nedb (mendub kılma)c) Tahrim (haram klima)d—Kerahet (mekruh görme)e—İbahe (mubah klima).Bu bölümlere ay ırmanın sebebi şudur:Teklif, bir işin yap ılmas ını gerektirirse:a—Bu gerektirme e ğer kesinlikle mecbur k ılınıyorsa buna icabil(vacib klima), meydana gelecek i şe de vâcib (farz) denir.b— E ğer teklifin bir i şi gerektirmesi kesinlikle mecbur k ıhnmıyorsa,buna nedb, meydana gelen esere de nedb ve bu yolla yap ılması istenen i şede mendub denir.c—E ğer teklif bir i şi yapmaktan uzak durmay ı gerektiriyorsa,bu gerektirme kesinlikle mecburi ise, buna tahrim (haram k ılma), meydanagelen i şe haram olma (hürmet) ve bu yolla yap ılmamas ı istenen i şede muharram (haram k ılınan nesne) denir.d—E ğer teklifin bir i şten uzak durmay ı gerektirmesi kesinlikle mechunideğilse buna kerahat (be ğenmeme), bunun eserine de kerahat ve buyolla yap ılmas ından uzak durulmas ı istenen i şe ise mekruh (be ğenilmeyen)denir.e—E ğer teklif, mükellefin (yükümlünün) bir i şi yapma ve onubırakma aras ında serbest olmas ını gerektiriyorsa, buna ibaha; meydanagelecek esere de ibaha ve yap ıp yapmamas ı aras ında muhayyer k ılınanişe de mubah denir.Buna göre yap ılmas ı istenen i ş iki kısımdır: Vâcib, mendub. Yap ılmaması istenen i ş de iki kısımdır: Haram, mekruh. Yap ılmas ı ile yap ılmaması aras ında muhayyer k ılınan be şinci kısım da mubah oland ır. Bube ş kısmın her birini ayrı ayrı açıklayalım:1— VacibTarifi: Şeriatta vadi), Şarrin mükelleften kesinlikle yap ılmasını istediğiiştir. Bu iste ğin kesin olduğunu gösteren bir delil bulunur.117 Bazan istek sigasmm bizzat kendisi bu kesinli ği ifade eder, veyayap ılmamas ı halinde cezan ın gerekece ğinin bildirilmesi ya da ba şkaşer'i belirtilerden her hangi biri bu kesinli ği gösterebilir.Mesela, oruç vacibtir (farz). Çünkü yap ılmas ını isteyen siga onunkesinliğine delâlet eder. Zira Yüce Allah "Üzerinize oruç yaz ıldı" 126. Zev-126 Bakara, 183.259


celere mehirlerini vermek vacibtir, zira Yüce Allah "Onlardan istifadeetmenize kar şılık farz olacak mehirlerini verin. 127 Namaz kılmak, zekâtvermek, haccetmek, anaya babaya iyilikte bulunmak gibi emir sigas ı ,bunların yap ılmasını mutlak surette emretmi ş ve bir çok aç ık sözlerdebunları terkedenin cezalanaca ğma dair hükümler bulunmas ı onların yapılmasının gerekti ğini gösterir. Şari bir i şin yap ılmas ını isteyip de belgeonun iste ğinin kesin oldu ğunu gösterirse, o i şi yapmak vâcib (farz) olur.Bu belge bazan emir sigas ının kendisi ve bazan onun d ışında bir şey olur.VÂCİBİN KISIMLARIVfıcib değişik yönlerle dörde taksim edilir.Birinci taksim: Yapılmas ı zaman bakımından vacibtir ki, ya vaktibildirilmiştir, veya vakti bildirilmemi ş mutlak tır.Vakti bildirilmiş vacib be ş vakit namaz gibi belli bir vakitte yap ılmasını Şariin kesin olarak istemi ş olduğu i ştir. Her namaz için belirli birvakit tayin edilmi ş ; o vakitten önce k ılınamayaca ğı gibi özürsüz ondansonraya bırakmakla da mükellef günah i şlemiş olur. Mesela Ramazanorucu ramazan ay ından önce farz olmad ığı gibi ondan sonra da eda edilmez.şariin yap ılmas ına vakit ay ırdığı her vacib (farz) böyledir.Vakti bildirilmemi ş mutlak vacib Şariin yap ılmas ını kesin olarakistedi ği fakat yap ılmas ı için bir vakit tayin etmedi ği nesnedir. Yeminedip yeminini bozan kimseye kefaret vermenin vâcib olmas ı buna misalolur. Bu vacibin yapılmas ı için belirli bir vakit yoktur. Yeminini bozan118 isterse bozmas ının pe şinden kefaret verir. Isterse daha sonra kefaret verir.Hac da bunun gibidir. Gücü yetene vacib (farz)d ır. Fakat bu vacibi yapmanınbelli bir yılı yoktur.' 28Mükellef vakti belirli vacibi zaman ında rükünlerini ve şartlarınıtam yerine getirerek yaparsa, buna eda, e ğer vaktinde eksik olarak yap ıpsonra ayn ı vaktinde tam olarak tekrar yaparsa, buna iade, vaktinden sonrayaparsa, buna da kaza denir.Mesela ö ğle namaz ını vaktinde tam olarak k ılan kimsenin namaz ıvacibi eda olur. Vaktinde suyun bulunmamas ından dolayı onu kılan127 Nisa, 24.128 Hacc, ömürde bir defa vacib ve yap ılmas ı için belli bir zaman olmamas ı yönünden bakılacakolursa, mutlak bir vacib olur. Yap ıldığı zaman ancak belli aylara münbas ır olması yönünden bakılırsa,vakti belirli bir vacib (farz) olmu ş olur. Çeviren.260


sonra ayn ı vakit içinde su bulup onu tekrar k ılarsa, bu i şi iaden', e ğervaktinden sonra k ılarsa, namaz ı kaza olur.Vakti belirli vacib için Sariin tayin etti ği vakit kendisini ve kendisindenbaşka bir vacibi için,e alabilirse bu vakte geni ş vakit ve zarfdenir. Sariin tayin etti ği vakit vacibin yaln ız kendisini içine ahyor kendicinsinden ba şkasını içine almazsa, o vakte dar vakit ve ölçülü (mi'yar)denir. Birinciye misal ö ğle namaz ı= yaktı ki bu ö ğle namazını ve başkaherhangi bir namaz ı kılmayı içine alacak geni ş bir vakittir. Mükellef ö ğleyivaktin her hangi bir an ında eda edebilir Ikinciye misal, Ramazan ay ıdır,ki Ramazan orucundan ba şkasını içine alacak kadar geni ş olmayıp dardır.E ğer vacibin vakti, bir yönden ba şkas ını içine alır ve ba şka biryönden alamayacak ise, bu vakte iki benzeyi şli (zü ş - Şebeheyn) denir.Mesela, hacc ın vakti-ki bu hacc aylar ıdır- mükellefin (yükümlünün)bir yılda bir hactan ba şkasını yapamamas ı bakımından, hactan ba şkas ını119 içine almaz. Di ğer bakımdan hacc ın ibadetleri hacc aylar ını doldurmamışolduğundan ba şka şeyleri içine alır.Vakti belirli vacibin, zaman ı geniş vacibe, zaman ı dar vacibe vezamanı iki yönlü vacibe ayr ılmasından do ğan meseleler:Zamanı geniş vâcibi, mükellef, vaktinde eda ederse, niyetle onubelirtmek mecburiyetindedir. E ğer niyetle onu tayin etmeyecek olursabelli vacibi eda etti ği anlaşılmaz, zira vakit o vacibi ve ba şkasını içinealır. Öğle vaktinde dört rekat namaz k ılsa, bununla ö ğlenin vacibin(farz ını) eda etme ğe niyet etmi ş ise, öğle namaz ını eda etmi ş olur. E ğeröğle namazını eda etme ğe niyet etmemi ş olsa, kıldığı namaz öğle namaz ısayılmaz, o nafileye niyet ederse nafile namaz olur.Zamanı dar vacibi, mükellef vaktinde eda etti ği zaman, niyetleonu belirtmek mecburiyetinde de ğildir. Zira vakit onun ölçüsündedir,kendi cinsinden ba şkasını içine almaz. S ırf niyet etmekle, yapt ığı niyet,vacib olana döner. Mesela, Ramazan ay ında mutlaka oruca niyet ederse,ve niyetle farz olan orucu tayin etmemi ş olsa, orucu farz olan oruçtansayılır. Öyle ki nafile oruca niyet etmi ş olsa, orucu nafile say ılmaz, farzolan oruçtan say ılır. Çünkü Ramazan ay ı başka orucu içine almaz.İki yönlü vakitle vakti belirtilmi ş vacibe gelince, mükellef, niyetimutlak yaparsa, farz olana gider, zira mükellefin durumundan anla şılannafile yapmadan önce kendisine vâcib olan ı yapmağa ba şlamasıdır. Buradakivakit dar vakit gibidir. E ğer nafile diye niyet etmi şse nafile olur.129 Teyemmüm misali yanl ıştır. Çünkü teyemmümle k ılman namaz eksik sayılmaz. Teyemmümde me şrudur. Onunla farz sak ıt olur. Eksik olsayd ı farz sakit olmazd ı, ve sakıt olan iade edilmez. K ıldiğınafile olur. (Çeviren).261


Çünkü vakte s ığacak olana niyet etmi ştir. Durumu zahire uymamaktaolmas ı bakımından geni ş zamana benziyor.Vacibin vakitli ve vakitsiz k ısımlarına ayrılmas ı üzerine bir tak ımmeseleler ortaya ç ıkar: Zaman ı tayin edilmi ş olan vacibi, mükellef, özürsüz,vaktinden geri b ırakmas ı ile günah i şlemiş olur. Vakitli vâcib ikivâcib demektir. Biri işin vâcib olmas ı, diğeri işi vaktinde yapma vâcib-120 liğidir. Kim vaktinden sonra vacibi yaparsa, iki vâcibden birisini yapmıştırki bu da yap ılmas ı istenen fiildir ve di ğer vâcibi terk etmi ştir, buise işi zamanında yapmad ır, bu vacibi özürsüz yere terketmesinden ötürügünah işlemiştir.Vakti belirtilmeyen mutlak vacibin, mükellef taraf ından yap ılmasıiçin belli bir vakit olmad ığından onu istedi ği zamanda yapabilir ve hangivakitte olsa, mükellefe bir günah gelmez.İkinci Taksim: Vacib, yap ılmas ı istenmesi bak ımından a— Vacibayni ve, b— Vacib kifarye ayr ılır.a) Ferdi farz (Vâcib ayni), şariin mükelleflerden her birinden i şinyapılmas ını istedi ği nesne olup bir mükellefin onu yapmas ı ile öbür mükelleftarafından yap ılmış sayılmaz. Mesela, namaz, oruç, hac, akitleriyerine getirme, içki ve kumardan sak ınma bu türdendir.b— ktimai farz (Kifai vâcib), şariin mükelleflerin her birinden değil,toplumdan yap ılmas ını istediği nesne olup mükelleflerin bir k ısmıtarafından yapılacak olsa, vâcib yerine getirilmi ş olur ve diğerlerindende sorumluluk kalkar; fakat hiç bir kimse taraf ından yap ılmayacak olursa,mükelleflerin hepsi, vâcibi ihmal etmelerinden ötürü günah i şlemiş olurlar.Mesela, iyili ği buyurmak, kötülüğü engellemek, cenaze namaz ı kılmak,hastahaneler yapmak, bo ğulanları kurtarmak, yang ın söndürmek,doktorluk (tababet) ve insanlar ın muhtaç oldukları sanatlar ı yapmak,hakimlik yapmak, fetva vermek, selam vermek, şahitlik yapmak, bu gibivâciblerin ümmet içinde yapanlar ının bulunmas ı şari tarafından istenmektedir,her kesin veya muayyen bir kimsenin bunlar ı yapmas ı şaritarafından istenmi ş değildir. Zira baz ı yükümlüler tarafından yap ılmas ıile onlarda aran ılan yararl ılık gerçekle şir, bu her ferdin onu yapmas ınabağlı değildir.121 Kifai vacibleri ümmetin fertlerinin topunun yapmas ı istenmektedir.Öyle ki ümmetin hepsi kifai vacibi yerine getirmek için çal ışma ve çabalamayamecburdurlar.262Malı ve canı ile gücü yeten kendine dü şen kifai vacibi yerine getirmekleyükümlüdür. Kendisi bunu yapamayacaksa, yapabileni te şvikedip onu yapmağa sürüldemekle sorumludur. Vacib yerine getirildi ği


zaman günah hepsinden dü şer; vâcib terkedilince hepsi günahkar olur.Gücü yeten, yapma ğa güc yetirdi ği vacibi terketmesinden ötürü günahişlemiş olur. Gücü yetmiyenin de, gücü yeteni te şvik etmemesi ve onu kudretialt ına olan vacibi yapmaya sürüklememesinden dolay ı günah işlemiştir. Vacibin eda edilmesinde yardımlaşmanın gere ği budur.Bir cemaat, bo ğulmakta olan ve kurtar ılmas ını isteyen birini görse,cemaatin içinde iyi yüzen ve onu kurtarabilecek olan ile yüzmeyi bilmeyenve onu kurtaramayacak bulunsa iyi yüzme bilenlere onu kurtarmak içinbazıları güçlerini sarfetmeleri gerekir; e ğer kendiliğinden bu vâcibi yapmağakoyulmuyorsa, diğerleri onu bu i şe te şvik edip vâcibi eda etme ğesürüklemeleri gerekir. Vacib yerine getirilince hiç kimseye günah isabetetmez, ama vâcib yerine gelmeyince hepsi günah i şlemiş olur.Kifai vacibi tek bir kimsenin yapmas ı teayyün etmi şse, onun üzerineferdi farz (vacibi ayni) olarak tahakkuk eder. Kurtar ılmasım isteyenbo ğulan birini, iyi yüzme bilen biri görse; olay ı yalnız bir şahıs görmüşolup şahitliğe çağrılırsa; şehirde yalnız bir doktor -tabib- olup da hastayaçağrılsa, i şte bunlar ın hepsi kifai vacibi eda etmeye tayin edilmi ş kimselerdir,vâcib bunlara göre, ferdi (ayni) yani tayin edilmi ştir.Üçüncü Taksim: Vacib yap ılmas ı istenen miktara göre a— s ınırlı veb— sınırsız olur.a—Sinirli (muhadded) vâcib, Şarrin belli bir miktar tayin etti ğivâcibtir. Öyle ki mükellefin sorumlulu ğu -zimmeti- bu vacibi Şariin tayinettiği şekilde yapmadıkça kalkmaz. Be ş vakit namaz, zekât, paraca borçlu122 olma bu tür vâciblerdendir. Be ş vakit namazdan her birinin rekâtlar ım,rükünlerini ve şartlar ını sayısına göre eda etmedikçe mükelefin boynuborçtan kurtulamaz. Zeka -t vâcib olan her malda, mevcut zekat ile mükellefin,o miktar ı yerine sarf edene kadar boynunun borcudur. Ayni şekildealıcının vereceği para, kirac ının verece ği ücret, belirli s ınırla belli birmiktar gereken her vâcib böyledir. Bir hay ır işine belli bir miktar vermeyiadayan kimseye adak dolayısıyla gereken de s ınırlı bir vacibdir.b—Sınırsız vâcib, Şarün miktar ını tayin etmediği vâcibdir, mükellefinvâcibi s ınırsız olarak yapmas ını istemi ştir. Allah yolunda infak etmek,iyilik uğrunda yard ımlaşmak, fakirlere sadaka vermek, ac ı doyurmak,bağırana yard ıma ko şmak.Şâriin s ınırlamadığı buna benzer vâcibler, bu türdendir. Zira bunlardanmaksat ihtiyac ı gidermek, ihtiyac ı giderecek miktar, ihtiyaçlarm,muhtaçların ve durumlar ın değişmesine göre de ğişir.Bu taksime göre ortaya ç ıkan meseleler: S ınırlı vâcib boyunda borçolur ve onun yerine öde şme caizdir. S ınırsız vâcib, boyunda borç olmaya-263


cağı için onun yerine öde şme olmaz Çünkü zimmet (boyun borcu) ancakbelli, muayyen. olana Şamil olur, öde şme ise yaln ız belli ve muayyenolana şamildir.Bundan dolay ı baz ı kimseler, kad ın ın kocas ı üzerine vâcib olannafakas ının ve yak ının yakını üzerine olan nafakas ının miktarı bilinmediğiiçin s ınırs ız vâcib oldu ğunu ileri sürüp kocanın veya yak ının zimmetinin,hükümden veya r ızadan önce olmad ığını söylediler. Kadınınveya yakının onu ancak hükümden veya r ızadan sonra isteyebilmehakkı vardır. Nafakayla hükmedildi ği veya iki taraf üzerinde anla ştığızaman, vâcib olan miktar hüküm veya riza ile s ınırlı olur ve bu taktirdeondan dava etmek do ğru olur.Bir kısım ilimler de nafakamn, kocan ın durumu veya yakma (akrabaya)yetecek kadar ile taktir edilip s ınırlı vâcib olaca ğını ileri sürüp,zimmette bulunan s ınırl ı bir vâcib oldu ğu için hükümden veya r ızadanönce ondan dava etmenin caiz oldu ğunu söylediler. Çünkü hüküm vacibinmiktarını ortaya kor, yoksa onu s ınırlamaz.Dördüncü Taksim: Bu taksime göre vâcib a— Belli ve b— Muhayyervaciblere ayr ılır.a—Belli vâcib, Ş 'llrün bizzat yapılmasını istediğidir; Mesela, namaz,oruç, almam fiyat ı, kirac ının kiras ı, gasbedilen nesnenin geri verilmesi kisorumlunun zimmeti ayn ısını vermedikçe bo şalmaz.b—Muhayyer vâcib, Şariin belli birkaç şeyden bir tanesinin yapılmasmıistediği nesnedir. Kefaretin özelliklerinden biri gibi, mesela, Allah,yeminini bozan kimseye on yoksulu doyurmas ını veya onları giydirmesini,ya da bir köle azat etmesini vâcib k ılmıştır. Vacib olan, bu üçnesneden her hangi biridir. Mükellefin muhayyerli ği birini fiilen tahsisetmelidir. Her hangi birini yapt ığında zimmeti borçtan kurtulur.2— MENDUBTarifi: Mendub, Şâriin yükümlüden kesin olmayan tarzda yapmas ınıistediği nesnedir. Bu ya isteme sigas ının kesinlik ifade etmemesi ile veyakesin olmadığını gösteren karineler iste ğe biti şmekle olur. şari, şöylekanun kor veya şunu uygun görür, ifadesi ile bir i şin yap ılmas ını isterse,bu ifade ile istenen mendub olur, e ğer i şin yapılmas ını emir sigası ile istemiş ve emrin de mendub olduğuna dair bir karine varsa, istenen mendubolur. Yüce Allah' ın "Ey inananlar belirli bir müddet için borçlanmışsanız, onuyaztn""° . Borcun yaz ılmasma dair emir, mendub yapmak içindir, vâcibkılmak için de ğildir. Aynı ayetin pe şindeki ayette bunun belirtisinin delili130 Bakara, 282.264


124 vardır. O da Yüce Allah' ın "Birbirinizden emin iseniz kendisine emanetedilen emaneti yerine ödesin." ı 31 Sözünü bu ayet alacakl ının borçlusunagüvenip ona, üzerindeki borcu yazmadan emin olabilece ğini gösteriyor.Yüce Allah' ın "Onlarda bir iyilik bilirsen onları şartlı azad eyle" 132 Bu ayet,mâlike mülkünde istedi ği şekilde tasarruf etme hakk ının bir belirti ilemâlikin kölesini şartlı azad etmesine i şaret ediyor.Yapılmas ı istenen nesnenin isteni ş sigas ımn bizzat kendisi kesinve gerekli oldu ğunu gösterirse bu vacibdir: Mesela üzerinize yazd ı, üzerinizefarz k ıldı, Rabbin hükmetti. E ğer isteme sigasm ın bizzat kendisikesin olmad ığını gösterirse bu mendubdur; Mesela', size mendub k ıldı(sizin için uygun gördü), size sünnet k ıldı. E ğer istek sigas ının kendisikesin bir iste ği veya kesin olmayan bir iste ği göstermezse, o zaman belirtilerleiste ğin vâcib veya mendub oldu ğunu gösterir. Belirti hazan, bir aç ıksöz (nas) olur ve hazan da şeriat ın genel ilkelerinden ve tümel (külli)kaidelerinden alınır. Bazan da i şin terkedilmesine cezan ın düzenlenmesiveya düzenlenmemesi olur. İşte bunun için, vâcibi terk eden cezaya müstehakolur, diye tarif edilmesi me şhur olmu ştur. Mendubun tarifi de, terkeden cezaya müstehak olmazsa da azarlanmaya müstehak olabilir.Mendub üçe ayr ılır:MENDUBUN KISIMLARIo— Yapılması peki ştirilerek istenen mendub ki, terkedeni cezayaçarp ılmaz, ama azarlanma ğa ve yerilme ğe layık olur. Bu tür mendublardankimi, ezan ve be ş vakit namaz ın cemaatle k ılınmas ı gibi vacibi şer'antamamlayıcı sayılır. Bir k ısmı da Hz. Peygamber'in din i şlerinden devamlıyaptığı, ancak kesinlikle gerekli olmad ığını göstermek üzere bir veya ikidefa terketti ği i şlerdir. Mesela, abdestte a ğıza su vermek ve namazdaFatiha (El-Hamd) dan sonra bir süre veya ayet okuma. Bu k ısma Sünnet-imüekkede veya sünnet-i hedy denir.b— Yapılması meşru olan mendub ki, yapana sevab verilir yapmamayancezaya çarp ılmaz, yerilme ğe de tutulmaz. Bu türden olanlar Hz.Peygamber'in devaml ı yapmadığı, birkaç defa yap ıp b ıraktığı i şlerdir.Bütün nafileler bu türdendir. Mesela, fakirlere sadaka vermek, her haftaperşembe günleri oruç tutma, farzda ııı ve sünnet-i müekkededen art ıknamazlar, bu kısma nafile veya sünnet-i zâide denir.e— Zâid mendub, yükümlü için kemali şeylerden say ılır. Bu türdenolan, Hz. Peygamberimizin bir insan olarak yemesi, içmesi, yürümesi,131 Bakara, 283.132 Bakara, 283.265


uyumas ı ve onun yapt ığı gibi yapmas ında olmak üzere adi i şlerde onauymadır. Bu ve buna benzer i şlerde Hz. Peygamber'e uyma keman biri ştir. Bu mükellefin iyiliklerinden say ılır, zira bu onun Peygamberi sevdiğinive ona fazla ilgi gösterdi ğini gösterir. Ama, bu gibi i şlerde Peygamberimizeuymayan kötülük yapmış sayılmaz. Çünkü bunlar Hz. Peygamberinşeriat ından sayılmaz. Bu kısma müstehab, nezaket ve fazilet denir.3— HARAM OLAN (MUHARREM)Tarifi: Şâri'in, yükümlüden kesinlikle bir i şten geri durmas ını istediğişeydir. Bazan geri durmay ı isteme sigas ının bizzat kendisi bununkesin olduğunu gösterir. Mesela Yüce Allah' ın "Size le ş, kan ve domuz etiharam kılındı" 133 , "De ki, gelin Rabbinizin size haram k ıldığını söyleyeyim""4, "Size helâl olmaz'"" sözleri. Veyahut yapmaktan menetmenin126 (nehy) kesin oldu ğunu gösteren bir şeye biti şik olur. Mesela, "Zinayayakla şmay ın çünkü o fahi şeliktir"'" Yahut da sak ınmaya dair olan emirbuna biti şik olur. Mesela, "Içki, kumar, putlar ve zarlar şeytan işi pisliklerdir; onlardan sakının.' 137, ya da işin yapılmas ında cezaya çarp ılmaolur. Mesela, "Iffetli kad ınlara iftira edenler dört şâhid getirmezlerse onlaraseksen değnek vurun." 138. Haram kılma, bazan haber sigas ınin delâletinden,hazan yasaklama olan nehiy (olumsuz emir) sigas ından, hazan dasakınmaya dair olan bir emir sigas ından anla şılır. Karine onun haramkılma olduğunu gösterir.Haram iki kısımdır:HARAMIN KISIMLARIa—Zatmdan dolayı haram olan, yani ba ştan şeriat ın haram oldu ğunahükmettiği bir fiildir. Mesela, zina, h ırs ızhk, abdestsiz namaz, haramolduğunu bilerek mahremden biri ile evlenme, le ş satma gibi işlerdir ki,bunlar zararlarmdan ve fenal ıklarından dolayı filin zat ı itibariyle haramkılınmıştır. Haramlık daha ba ştan fiilin özü üzerine gelmi ştir.b—Geçici bir nesneden (ariz) ötürü haram olan, yani şer'i hükümbaşlangıçta vücub, menduh olma, mubahl ık iken, sonradan kendisiniharam yapacak geçici bir nesne ile birlikte olan bir fiildir. Mesela, gas-133 Maide, 3.134 Enam, 151.135 Nisa, 19.136 İsra, 32.137 Maide, 90138 Nur, 4.266


edilmiş elbise içerisinde k ılınan namaz, içinde aldatma bulunan al ış veri ş,üç defada bo şanmış bir kad ını kocas ına s ırf helal kumakasdıyla yap ılanevlenme, gündüz ve gece orucu (visal orucu) 139 , gayr-i me şru (bidi) bo şama,gibi geçici bir nesneden (ariz) ötürü haram k ılınan işler. Bunlarda haraml ıkfiili özünden dolayı de ğildir, fakat dış bir nitelikten dolayıd ır, yani i şinözünde fenal ık ve zarar yoksa da onu fena yapacak ve zararl ı kılacak birnesne ona ariz olup onunla beraber bulunmu ştur.Bu taksim üzerine zati itibariyle haram olan asla me şru de ğildir.Bunun için, o me şru bir sebeb te şkil etmez, üzerine hiç bir şer'i hüküm127 terettüp etmez, o bat ıldır. Buna göre abdestsiz namaz bat ıldır, haramlığınıbilerek mahremle evlenme bat ıldır, le ş satma bat ıldır. Şeriata görebatıl olanın üzerine hüküm düzenlenemez.Ama geçici bir nitelikten ötürü haram olana gelince, o, özü bak ı-mından me şru olup şer'i bir sebeb te şkil eder ve üzerine hüküm düzenlenirÇünkü, haraml ık ona ariz olup öz bak ımından değildir. Bunun içingasbedilmiş elbise ile kılınan namaz sahih ve yeterli olup kendisi gasbetmekle günah i şlemiştir. İçinde aldatma bulunan al ış veri ş sahihtirGayr-i me şru (bidi) bo şanma vuku bulmaktadır. Bunun nedeni şudur:Bir (ariz) nitelikten ötürü olan haraml ık, rükünleri ve şartları yerine getirilmişoldukça niteliğinde ve sebebin asl ında bir bozukluk meydana getirmez.Ancak öz bakımından olan haraml ık, rüknün veya rükünlerdenbirinin şart ve şartlarının yokluğu ile niteliğinde ve sebebin aslında bozuklukmeydana getirebilir ve böylece me şru olmaktan ç ıkar.4— MEKRUHTarifi: Şfori'in, yükümbinfin bir i şten uzak durmas ını kesin olmayarakistediği nesnedir. Bu, sigamn kendisinin o mânaya delâlet etmesiyle olur.Mesela, "Allah şunu size kerih gördü", gibi ifade edilir Yahut yasaklanm ışolur, ancak yasaklanmanm (nehiy) haram k ılmak için olmayıp kerahetiçin olduğunu gösteren bir nesneyle birlikte bulunur. Mesela, "Hoşunuzagitmeyecek şeyleri sormaytn.' ,140 . Veyahut kaç ınmakla emredilmi ş, fakatbelirti kerih olduğunu göstermi ştir. Mesela, "Al ış veri şi b ırakın" 141.Eğer istek sigas ı, bu iste ği kesin gösteriyorsa, yap ılmamas ı istenenfiil haram olur. Mesela, "Size şunu haram kıldt". E ğer siganın kendisikesin olmayan bir istekse, bu mekruhtur. Mesela " şunu size mekruh gördü"139 Savm visal, iki günü oruçla birbirine ula ştırma, aynı oruç tuttu ğu günü ertesi güne ba ğlamak,orucu sürdürüp ertesi günü de oruç tutma, hiç bir şey yemeden içmeden üstüste iki gün oruç tutmad ır.(Çeviren).140 Maide, 101.141 Cuma, 9.267


gibi. E ğer siga mutlak yasaksa, veya mutlak sak ınmak için emir ise belirtilenleonun kesin veya kesin olmayan istek oldu ğuna delil getirilir. Belirtilerdenbiri i şin yap ılmas ına cezan ın terettüp edip etmemesidir. Bunadayanarak Usulcülerin kimisi, haram ı, yapam cezaya çarp ılan iş olaraktarif etmi şlerdir. Mekruh ise yapan ı cezaya çarp ılmaz ama yerilme ğelâyık olur.5— MCBAHTarifi: Mühah, Şari'in yükümlüyü yapma ile yapmama aras ındamuhayyer kıldığı fiildir. Şâri yükümlünün o fiili yapmas ını istemedi ğigibi ondan uzak durmas ını da istememi ştir.Bir i şin mübah olduğu hazan, mübahlığını bildiren aç ık şer'i birsöz (nas) ile sabit olur; meselâ Şâri o i şi yapmakta bir günah olmadığınısöyler, bu onun mubah oldu ğunu gösterir. Meselâ, Yüce Allah' ın, "Kankoca Allah' ın hükümlerini yerine getirmekten korkarlarsa, kad ının kocas ınafidye vermesinde bir günah yoktur.'" 42 sözü ve Yüce Allah' ın "Kadınlarınişanlamakta yapacağınız tekliflerde size günah yoktur." 143 sözü gibi. Şâri'bir i şin yap ılmas ını emreder, sonra belirtiler bu emrin mübah oldu ğunugösterir; nitekim Yüce Allah' ın "Hacdan çık ınca, avlanın" 144 ve "Cumanamaz ı !alınca, yer yüzüne dağılın"'45 ve "Yeyin ve için" 146, sözleri bunundelilidir.Bir i şin mubah olmas ı hazan adi bir ibahe ile sabit olur. Bir aktin,tasarrufun veya her hangi bir i şin hükmüne dair Şâri'den bir söz gelmemiş ise ve onun hükmüne ait şer'i bir delil de yoksa, bu akit, tasarruf veyafiil asli beraat ile mübah olur. Çünkü e şyada as ıl olan mübah olmad ır.Usulcülerin ço ğunun yaptığı yükümlü (teklifi) hükümlerin be ş kısmı iştebudur.129 Hanefi âlimlerine gelince, onlar hükmü be şe de ğil yedi kısma ayırdılar.Ve şöyle dediler: Şâri' bir i şin yap ılmas ını kesin olarak isterse, istemedelili Kur'an'dan bir âyet veya mütevatir hadis olarak kesin ise,bu farzdır, e ğer iste ğinin delili, mütevatir olmayan bir hadis veya k ıyasolarak zanni ise, o vâcibdir.Namaz kılmak farzd ır. Çünkü kesin bir delil ile kesin bir istektebulunmu ştur. Bu da Yüce Allah' ın "Namazı k ılın" 147 sözüdür. Namazda142 Bakara, 229.143 Bakara, 235.144 Maide, 2.145 Cuma, 10.146 Bakara, 187.147 Bakara, 6.268


Fatiha'y ı okumak vacibtir. Zira zanni bir delil ile istenen kesin bir istektir.Bu Hz. Peygamberin "Fatiha süresi olmadan namaz olmaz" sözüdür.Ama yap ılmas ı kesin olmayan bir istekle ise, bu mendubtur.Aynı şekilde, şari bir i şten uzak durmay ı kesin olarak istemi şse,eğer delili âyet veya mütevatir bir sünnet olarak kesin ise, bu haramd ır;mütevatir olmayan bir hadis olarak delili zanni ise, bu harama yak ın mekruhtur.Mesela, zina haramd ır, çünkü ondan uzak durma kesin bir delilile kesin bir istek olarak istenmi ştir. Bu da Yüce Allah' ın "Zinaya yaklaşmayin'""sözüdür.Erkeklerin ipek giymesi, alt ın yüzük takmas ı harama yak ın mekruhturlar,çünkü, bunlardan uzak durma zanni bir delil ile kesin olarakistenmiştir. Bu delil, Hz. Peygamberin "Bu iki nesne ümmetimin erkeklerineharam, kadınlarına hel(ildir" sözüdür. Ancak kesin olmayan biristekle uzak durulmas ı istenen iş tenzild mekruhtur.Hanefi alimleri yap ılmas ı istenen fiili üçe ayırmışlar:Farz, vacib, mendub.Yap ılmamas ı istenen de üçtür:Haram, harama yakın mehruh ve tenzihi mekruh.130 Yedinci kısım mubahtır:Daha önce, Kur'an' ın bütün sözlerinin (bize kadar) geli şinin kesinolduğunu söylemiştik. Bunun için Hanefilere göre Kur'an'la sabit olanfarz, haram, mendub ve mekruhtur. Sünnete gelince mütevatir olan ıngelişi kesindir, me şhur hadis de onun hükmündedir. Kur'an'la sabit olanbunlarla da sabit olur.Sünnetlerden geli şi zanni olan tek haberler (Haber-i Ahad) dir.Bunlarla farz ve haram sabit olmaz, ama ba şka yükümlü hükümler sabitolur.Tek bir fiile bazan bu hükümlerin hepsi ve bazan da bir k ısmı bulunduğuduruma göre nitelik olur. Mesela, evlenme bir müslümana, mehir,nafaka ve di ğer evlilik gereklerine gücü yetiyorsa, evlenmedi ği taktirdezina edece ğini kesinlikle anl ıyorsa, farzd ır. E ğer zikredilenlere gücü yetiyorve evlenmedi ği takdirde zina edece ğinden korkuyorsa evlenmesivacibtir. E ğer evlenmenin gereklerine gücü yetti ği zaman, evlenmedi ğindezina etme korkusu olmayacak dengeli bir durumda ise, evlenmesi mendubdur.E ğer evlendi ğinde karıs ına zulmedece ğine ve evlilik haklar ınıyerine getiremiyece ğine kesinlikle inan ıyorsa, evlenmesi haram 'olur.Eğer karısına zulmetmekten korkuyorsa evlenmesi harama yak ın mekruholur.148) İsra, 32.269


BAĞINTILI (Vaz'i) HÜKMÜN KISIMLARIBağıntılı hüküm be şe ayrırıhr:İstikra yolu ile bir şeyin bir şeye a— Ya sebeb, b— Ya şart c— Yaengel, d— Ya azimet yerine ruhsat koyma, e— Ya da sahih ve gayr-i sahiholmas ını gerektirdiği sabit olmu ştur.131 a) SEBEBTarifi: Sebeb, neticenin alâmeti k ıldığı ve neticenin varl ığınıkendi varlığma, yokluğunu da yokluğuna bağladığı şeydir. Sebebin varlığındanneticenin varlığı ve yokluğundan da yoklu ğu gerekir. Bu anlamaçık ve zabt ı mümkündür. Bu, nitelik oldu ğundan Şari, onu, neticesiolan şer'i hükme belirti (alamet) koymu ştur. Bunun varl ığından neticeninvarlığı ve yokluğundan da yoklu ğu laz ım gelir.K ıyas ın neden (illet) bahsinde hükmün her nedenine onun sebebidendiğini ve hükmün her sebebine nedeni denmedi ğini anlatt ık. Herikisi aras ında fark ı belirttik ve misâllerini verdik.Sebebin Çeşitleri: Sebeb bazan yükümlü (teklifi) bir hükmün sebebiolur. Mesela, şari vakti, namaz ın kılınmas ının vücubuna sebeb kılmışt ır.Yüce Allah "Namaz ı güneşin batıya edilmesi ile kı/ın'"49 Ramazan aylarını,şari Ramazan orucunun vücubuna sebeb tayin etmi ştir. Bu, Yüce Allah' ın"Sizden Ramazan ay ını gören onda oruç tutsun""° sözüne dayanır. Zeka-tsahibinin büyüyen nisab ı mülkiyeti, zekat ın verilmesinin vücubuna sebebkıhnmıştır. Hırs ızlık hırsızın elinin kesilmesinin vücubu için sebeb k ılınmıştır.Putperest bir kad ının putperestli ği, müslümanın onunla evlenmesininharam olmas ına sebeb kıhnmıştır. Hastal ık Ramazanda oruçtutmamanın mubah olduğuna sebeb kılmmıştır, vs.Sebeb, bazan bir mülkiyetin isbat ı veya helal olma yahut da herikisinin kalkmas ına sebeb olur. Mesela, al ış veriş mülkün isbatı ve kalkmasmın;azad etmek, vakfetmek mülkün ıskat ının; evlenme akti, helalolmanın; bo şama, evlenme aktinin kalkmasm ın; yakınlık (akrabalık),evlenme ile olan yak ınlaşma (musahere) ve köleye efendilik (veli) mirasahak kazanmanın; ba şkas ıııın malını yok etme, yok edene tazminat gerekmesinin,ortaklık ve kom şuluk (mülk) kom şuluğa hak kazanmanın sebe,bidir.132 Bazan sebeb yükümlünün kudreti alt ında bir i ş olur. Mesela, kastenöldürme, kısas ın gerekmesi için sebebtir. Al ış akti, evlenme, kiralama vebenzeri akitler, hükümlerinin sebebleridirler. Nisab miktarma malik olma,149 İsra, 78.150 Bakara, 185.270


zekatın kendisine vacib olmas ının sebebidir. Bazal' da sebeb yükümlününgücü altında olmayan bir nesne olan ve kendi fiillerinden say ılmayanbir iş olur. Mesela', namaz ın vacib olmas ı için vaktin gelmesi, miras ın vevelâyetin sübutu için yak ınlığın olmas ı, küçük üzerine velayetin sübutuiçin küçiikliiğiin niteliğinin bulunmas ı gibi.İster yükümlünün işi olsun ister olmas ın sebeb yaz olunca şartlarıbirle şip engelleri kalk ınca kesinlikle neticesi meydana gelir. Isterse neticesiyükümlü (teklifi) bir hüküm olsun, isterse mülkiyetin veya helallığınisbatı veyahut her ikisinin izalesi olsun; çünkü sebebe te şebbüs edenneticenin gelece ğini ister kasdetsin ister kasdetmesin şeriata göre neticesebebten geri kalmaz. Do ğrusu neticenin terettüp etmemesi kasdedilsebile gene terettüp eder. Ramazanda yolculuk yapan kimse mübah olmasınıistese de istemese de, oruç tutmamak kendisine mübah k ıhmr. Dönebilecekşekilde (ric'i) kar ısını bo şayan kimse: dönme hakk ım yoktur,dese de, dönme hakk ı vardır. Mehirsiz ve nafakas ız olmak üzere evlenenkimseye, evlendi ği zaman hem mehir ve hem de kar ısının nafakas ıvacib olur. Zira Şari bir akti ve tasarrufu hükme sebeb k ılmışsa, şeriatınhükmüne göre akt üzerine hüküm terettüp eder. Bu hiikmün terettüpetmesinde yükümlünün niyetine bak ılmaz. Yükümlünün, Şariin sebeblerve neticeler aras ında kurduğu ba ğı lağvetme hakkı yoktur.b— ŞARTTarifi: Şart, hükmün varlığı kendi varlığına dayanan, kendisininyokluğundan hükmün de yok olması gereken bir niteliktir. Burada kas-133 dedilen, üzerine hüküm düzer ılenebilecek şer'i varlığıdır. Şart, şartlının(me şrut) mahiyeti ayr ı bir şeydir; şartın yokluğundan şartlının dayokluğu gerekir, fakat varhğından şarthnın varlığı gerekmez. Evlenmeyoksa bo şanma da yoktur. Evlilik, bo şanmamn olabilmesinin şartıdır.Evliliğin var olmas ından bo şanmanın varlığı gerekmez. Abdest, namazkılmanın doğru olmas ının şartıdır. Abdest bulunmazsa namaz k ılmakdoğru olmaz. Ama abdestin varl ığından namaz k ılmak gerekmez.Hükümleri üzerine terettüp edecek şer'i evlenmenin varl ığı, akitanında iki şahidin bulunmas ına bağlıdır. Hükümleri üzerine terettüpedecek şer'i bir ah ş verişin varlığı iki bedeli bilme ğe bağlıdır. İşte böyleceŞariin kendisine şart ko ştuğu her nesne, şartlar ı bulunmad ıkça, onun daşer'i varlığı gerçekle şemez. Şartlarını yitirdiği zaman şer'an yok sayılır.Ancak şartın bulunmas ından şartlının bulunmas ı gerekmez.Şer'i şartlar sebebi tamamlar ve eserin, sebebinin üzerine düzenlenmesinisağlar. Öldürme kısas ı gerektiren bir sebebtir, fakat bu, kasten271


ve dü şmanca öldürme şartı iledir. Evlenme akti faydalanma mülkiyetininsebebidir, ancak akitte iki şahidin haz ır bulunmas ı şartt ır. İşte böyleceher akit ve tasarrufun şartlar ı bir araya gelmezse, hüküm onun üzerineterettüp etmez.Hükmün varlığı her birinin varl ığına bağlı olduğu halde rükün ileşart aras ında fark şudur: Rükün bir nesnenin mahiyetinden bir cüzdür.Şart ise bir nesnenin mahiyetinden ayr ı bir nesne olup onun cüzlerindendeğildir. Rüku' namaz ın rükrıüdür, çünkü onun hakikatinden bir cüzdür.Temizlik namaz ın şartıdır, zira onun hakikat ımn dışında bir şeydir.Aktin sigas ı, akteden iki ki şi ve akit yeri aktin rükünleridir. Zira bunlaraktin cüzleridir. Evlenmede iki şahidin bulunmas ı, alışveri şte iki bedelin134 tayini, hibede hibe edilen nesnenin teslimi şart olup rükün. de ğildir. Zirabunlar aktin cüzlerinden de ğildir. Bunun içindir ki, vakfın. rükünleri veşartları vard ır. Aynı şekilde alış veri ş ve diğer akit ve tasarruflarm rükünlerive şartlar ı vardır. E ğer rükünlerden birinde bir bozukluk olursa, akfinveya tasarrufun kendisinde de bir bozukluk olur. Şartlardan birindebozukluk olursa nitelikte yani mahiyetinden hariç bir şeyde bozuklukolur.Bazan şart ko şma Şâriin hükmüne göre olur ve buna şer'i şart denir.Bazan yükümlünün tasarrufu ile şart ko şulmu ş olur ve buna ko şulu şartdenir. Birinciye misal: Şari'irı, evlenme, al ış veri ş, hibe ve vasiyet için koyduğubütün şartlar be ş vakit namaz ın, zekat ın, orucun ve hacc ın vacibolmas ı için konan cezalar ın vesairenin yerine getirilmesi için konan şartlardır.İkinciye misal: Kocan ın karısını bo şamak için koydu ğu şartlar,efendinin kölesini azad etmek için koydu ğu şartlar, bo şanmayı bir yerebağlamanın ve azad etmeyi bir şarta bağlamanın gere ği bo şanma ve azadetmenin varl ığı şartın varlığına bağlıdır. Şart ın yokluğundan onun dayokluğu gerekir. Oysa bo şanmanm sigas ı tabii ki şart bulundu ğundabo şanmanın üzerine terettüp edece ği bir sebebdir.Ancak yükümlünün (mükellef) her hangi bir akti ve tasarrufu istedi ğibir şarta bağlama hakkı yoktur. Şart ın, aktin veya tasarrufun hükmünez ıt olmamas ı lazımdır. Buna göre şart aktin hükmüne z ıt ise akit bat ılolur. Zira şart sebebi tamamlar, e ğer hükme z ıt olursa, sebeb olmas ınıortadan kald ırınBuna misal: Tam mülkiyeti veya tam helal olmayı ifade eden akit-135 ler, mesela alış veri ş akti, evlenme akti bunlar ın şer'i hükmü her birineterettüp edecek eser, sigas ının bitiminden geri kalamaz. Yükümlü ah şveri ş veya evlenme akti yapt ığı zaman ve her birini gelecekte bulunacakbir şarta bağlarsa bu şart ko şmatım gereği şart bulunmad ıkça aktin ese-272


inin bulunmamas ıdır. Bu ise aktin gere ğine aykırıdır ki, o da hükmünakitten sonraya kalmayaca ğıdır. Bunun için şarta bağlı alış veriş batılolduğu gibi şarta bağlı bo şanma da bat ıldır. Ko şulu şart ı Şari mutebersayarsa şer'i şart gibi olur.c— ENGEL (MANI)Tarifi: Engel, varlığından hükmün yoklu ğu veya sebebin kalkmas ıgereken nesnedir. Bazan şer'i sebeb gerçekle şir ve bütün şartlar ı bir arayagelir, fakat hükmün gerekmesine bir engel bulunmu ş olur. Mesela, şer'i(sahih) evlilik veya yak ınlık bulunup birbirlerine vâris olmayı meneden,vâris ile vâris olunan kimsenin dinlerinin ayr ı oluşu, veya varisin vârisolacağı kimseyi öldürmesi gibi, bir engel bulunur. Ve aym şekilde dü ş-manca kasten öldürme bulunup katil, öldürülenin babas ı olmas ı kısasıgerekli kılmayı meneder.Usulcülerin terminolojisinde engel, sebebin gerçekle şmesi ve şartlarmbir araya gelmesi halinde bulunup sebebe neticenin terettüp etmesiniengelleyen nesnedir. Şartın bulunmamas ı onların terminolojisinde engelsayılmaz. Oysa onun da bulunmamas ı sebebe neticenin terettüp etmesiniengeller.Engel hazan şer'i sebebin gerçekle şmesini engeller, yoksa hükmünonun üzerine düzenlenmesini de ğil. Mesela, zekât mallar ından nisaba136 malik olanın borcu ki onun borcu, zekat ın kendisine vâcib olmasınınsebebinin gerçekle şmesini engeller Çünkü alacakl ılarının hakkına göre vefakirleri, yoksullar' zekât ile yard ımda bulunmaktansa kendi boynunuborçtan kurtarmas ı daha uygun olaca ğından elinde olan mala tam manasıylemalik sayılmaz. Do ğrusu, bu şer'i sebebte bulunmas ı şart ko şulanşeyi kald ırır ve bu şartın bulunmas ı cinsinden olur. Yoksa engelin bulunması türünden say ılmaz.d— RUHSAT VE AZ İMETTarifleri: Ruhsat, yükümlü için, hafifletmeyi gerektiren özel durumlardahafifletmek üzere Allah'm şeriat olarak koyduğu hükümlerdir.Ya da özel bir durumda zor bir özürden ötürü koydu ğu şeriat, haramdeliliniıı bulunmas ına rağmen haram olan ı bir delil ile mübah k ılmaktır.Azimete gelince, hiç bir yükümlüyü d ışarda bırakmadan ve hiç birduruma mahsus olmadan Allah' ın genel hükümleri şeriat olarak koymas ıdır.Ruhsatm Çeşitleri: Ruhsatlar ın bir kısmı, zaruretler veya ihtiyaçlaranında haramlar ın mübah kıhnmasıdır. Kelime-i küfrü söylemeye zor-273


laftan kimseye, kalbi imanla dolu olarak kolayl ık olsun diye onu söylemesimübah sayılmıştır. Ayni şekilde Ramazanda orucu bozma zorunda b ırakılanveya ba şkas ının malını telef etme ğe zorlanan kimseye zorland ığı haram,kolaylık olsun diye mübah k ılındı Fazla açl ık veya şiddetli susuzlukonu le şi yemeye ve şarab içme ğe zorlasa yemesi ve içmesi mübah k ılınırYüce Allah "Kalbi imanla dolu olmak şartıyla zorlanan kimse müstesnad ır"(Nahl, 106) buyurdu. Yüce Allah "Zorlanmanız dışında size haram kılınanlarbir bir anlatadı" (En'am, 119) ve "İstekli olmadan ve haddi aşmadanzorda olana günah yoktur." (Bakara, 173) buyurdu.137 Ruhsatların bir kısmı da vâcibi terketmeyi mübah kalmad ır. Bu,edas ı yükümlüye ağır gelecek bir özür bulundu ğunda olur. Ramazandahasta veya seferde olana oruç tutmamas ı için izin verildi. Yolcu olanadört rekâth namazlar ı iki rekât kalarak k ısaltmas ı mübah kılındı. YüceAllah "Sizden yolda olan veya hasta olan tutamadığı günler sayısınca başkagünlerde tutsun"'" ve "Yer yüzünde dola ştığınız zaman namaz ı kisaltmanızdasize bir günah yoktur."'" buyurdu.Bir kısım ruhsatlar da aktin ba ğlanmas ı ve s ıhhati için genel şartlarınbulunmadığı istisnai akitlerin bir k ısmını me şru kalmak (do ğrusaymak) t ır. Bu gibi i şler insanların yapageldikleri ve art ık ihtiyaçlarıhaline gelen muamelelerdir. Meselâ selem -para pe şin mal veresiye- akti,bu akit zaman ında yok olan ı satmakt ır. Ancak insanlar ın örfü onun üzerinecereyan edip onlar ın ihtiyaçlar ından olmuştur. Bunun için hadis-işerifde Hz. Peygamber "Insanın yan ında olmayan şeyi satman ın yasaklamışfakat seleme izin vermi ştir". Aynı şekilde sanat i şi yaptırma, kiralamave vasiyet akti de böyledir. Bunlar ın hepsi bir tak ım akitler ki akitlerinyap ılmas ı ve doğruluğu için akti yapan ve üzerinde akit yap ılan nesnedegenel şartlar tatbik edildi ği zaman do ğru olmamalar ı gerekir; fakat Şâriinsanların ihtiyaçlar ını görmek ve s ıkıntılarını saymak için bunlara ruhsatve izin vermi ştir.Ruhsatların bir kısmı da Allah' ın bizden kald ırıp neshetti ği hükümlerdir.Bunlar bizden önceki milletlere a ğır gelen yükümlülükler (teklifler)idi: Yüce Allah' ın şu sözü buna i şarettir: "Ey Rabbimiz bizden öncekilereyüklediğin gibi bize ağır yük yükleme'" 55 . Meselâ, elbisenin pislenmi şyerini kesme, zekâtta mal ın dörtte birini verme, kendini öldürme, günahtanteybe etme say ılmas ı, camiden ba şka yerde namaz kal ınmamas ı138 -bunlar ın hepsine ruhsat demekte- musamaha vard ır.153 Bakara, 185.154 Nisa, 101.155 Bakara, 286.274


Bu türlerden anla şılıyor ki, Şari'in yükümlülere kolayl ık olsun diyeizin vermesi, hazan zaruretten ötürü haram olan ı mübah kıma, hazanbir özürden dolay ı vâcibi terketmeyi mübah sayma, veya ihtiyaçtanötürü baz ı akitleri tümel (külli) hükümlerin d ışında b ırakmadır. Bunlarmhepsi neticede zaruret veya ihtiyaçtan dolay ı haram olan ı mübah kılınağa.kalır. Hanefi alimleri ruhsat ı ikiye ayırdılar.o— Sıkıntıyı giderme,b— Düşürme (ıskat) ruhsat ı, ikisi aras ında fark gözettiler. S ıkıntıyıgiderme (terfih) ruhsat ı yanında azimet hükmü bâki kal ır ve delili demevcuttur. Ancak yükümlüden s ıkan-tıp gidermek ve durumunu hafifletmekiçin terkedilmesine izin verilmi ştir. Buna kelime-i küfrü söyleme ğebaşkas ının malını telef etme ğe veya Ramazanda oruç tutma ğa zorlanankimseyi misal vermi şlerdir. Ve demi şlerdir ki, izin veren aç ık söz (nas)zorlanan kimsenin kelime-i küfrü söylemesinin haraml ığını kaldırmamış,fakat zorlanan kimseyi Allah' ın öfkesine uğramaktan ve azaba hak kazanmışolmaktan istisna etmi ştir. Yüce Allah "Kalbi imanla dolu olarak zoraltında olanın dışında Allah'a inandıktan sonra O'nu inkâr eden kimse vegönlünü küfre açan kimselere Allah'dan bir öfke gerekir'" 56 buyurdu.Yüce Allah' ın şöyle dediği de dikkate al ınmalıdır: "Açl ıktan darda kalangünaha kaymaks ız ın yiyebilir. Çünkü Allah ba ğışlayan ve merhametli olandır."157ve "İstekli olmadan haddi aşmadan darda kalana günah yoktur." ıssYüce Allah, s ıkıntıda olanı günahın dışında b ıraktığı gibi söyleme ğe zorlanan'da günah ın ve azaba lay ık olanın dışında tutmu ştur. Yüce Allah' ın"Allah şüphesiz bağıslayan ve acıyandır." sözü onun haram i ş yaptığım,ama Allah rahmetinden dolay ı onu cezaland ırmadığım bildirir. Aynışekilde zor altında kalma ba şkas ının malmın haramhhkım ve Ramazandaoruç tutman ın haramh ğım kaldırmaz. Do ğrusu zor alt ında kalmaklabile haraml ık sabittir. Ancak kasdedilen yükümlüyü s ıkmtıdan kurtarmaktır.Bu haraml ık:1n bâki kalmas ından ötürü demişlerdir ki, azimete139 göre i ş yapmak daha uygundur; azimete göre hareket edip, ve zora katlansada sonunda ölse, şehid olarak ölür.Kaldırma (ıskat) ruhsatma gelince, azimet hükmü onunla bakikalmaz. Doğrusu ruhsat ı gerektiren durum azimet hükmünü kald ınr veruhsat ı meşru hüküm kılar. Buna şu misalleri verdiler. Açl ık zamanındale ş yemenin, susuzluk zaman ında içki içmenin ve yolculukta namaz ıkısaltmanın mübah kılmmas ı. Leş yeme, içki içme zorunda kalan kimsedenzorluk halinde bu ikisinin haraml ık"' kendisine göre dü şer. Zira Yüce156 Nahl, 106.157 Maide, 3.158 Bakara, 173.275


Allah bu haramlar ı aç ıkladıktan sonra "Açl ık halinde günaha kaymadandarda kalana gelince, şüphesiz Allah bağışlayan ve acıyandır." buyurmuştur.Bu haram ı kaldırmayı gerektirir. E ğer yemez ve içmezse, günah i şlemişolur. Yolcudan dört rekât kalkm ıştır. E ğer dört rekât k ılarsa, son ikirekât ı nafile olur, farzdan say ılmaz.Doğrusu, ruhsat ı gösteren şer'i sözlerin aç ık anlamı bu ayrılığadelâlet etmez. Yüce Allah "Size ne oluyor ki Allah size darda kalman ız ındışında haram olanları size bir bir anlatmışken ad ının üzerine anıldığışeyden yemiyorsunuz."" 9 Zaruret halinde her haram mübah k ılınır, bundaharamlar aras ında fark yoktur. Ramazanda orucu bozmaya zorlama halindeorucun farz ı olan azimet hükmü bâki kal ır ve le ş yeme veya içkiiçme zorunda kahnma halinde haraml ık olan azimet hükmü bâki kalmaz,demek manas ı olmayan bir sözdiir. Çünkü zor alt ına bırakma (ikrah)bir nevi darda kalmad ır. Her iki durumda da zaruretten ötürü harammübah kılınmıştır.Nitekim Yüce Allah "Kalbi imanla dolu olarak zor altında bırakılanmüstesna"'60 ve "günaha kaymaks ız ın açlıktan darda kalana gelince şüphesizAllah bağışlayan ve acıyandır. 55161 buyurmuştur. Yüce Allah' ın"Yer yüzünde dola ştığınız zaman namazı k ısaltmanızda size bir günahyoktur." 162 sözü, kısaltmamn mübah olduğunu açıkça gösterir ve mübaholmamas ının gere ği azimete göre hareket etmek yani namaz ı dört rekâtklima da mübah olmad ır. Burada azimet hükmünün bulunmad ığı veburadaki ruhsat ın kaldırma ruhsat ı olduğu nas ıl söylenebilir?Naslardan (aç ık söz) anla şıldığına göre bütün ruhsatlar, yükümlününs ıkıntısını gidermek ve hafifletmek için haramlar ı mübah kılarak me şrulaştırmıştır. Haram ın hükmü ve bu hükmün delili gene de mevcuttur.Haramın ruhsat olarak mübah yap ılmas ının manas ı, onu yapmanın birgiinaln yok demektir. Yüce Allah' ın şu sözü "Şüphesiz Allah bağışlar,acar"'" buna işaret eder.Yükümlü kendisi için hafiflik olan ruhsata uymaya hakk ı olduğugibi, azimette olan s ıkıntıya katlanarak ona da uyabilir, ancak s ıkıntıyakatlanmas ından kendisine bir zarar gelecekse, zarardan sak ınmas ı veruhsata uymas ı lâz ımdır. Zira Yüce Allah "Kendinizi elinizle tehlikeyeatmay ın" 164 ve "Kendinizi öldürmeyin" 165 Yüce Allah, azimet hükümleri-159 Enam, 110.160 Nahl, 106.161 Maide, 3.162 Nisa, 101.163 Enam, 119.164 Bakara, 195.165 Nisa, 29.276


nin yerine getirilmesini sevdi ği gibi ruhsatlarm da yap ılmasını ister;Yüce Allah, dinde insanlar için bir s ıkıntı koymamıştır.Ruhsatın tarifinde ve çe şitlerinin aç ıklanmas ında anlatt ığımızdanbunun, bağıntılı (vaz'i) hükmün k ısımlarından oldu ğu ortaya ç ıkmaktadır.Çünkü me şru olan hüküm, "zaruretin haram ı mübah kılmas ı" için onusebeb yapmak ve vâcibi terkederek hafifletmek için sebeb olarak bir özürortaya ç ıkarmak, ya da insanlar ın aralar ında olan muamele akitlerinin birkısmını me şru kılmak için sebeb olan s ıkıntıyı savmakt ır. Gerçekten bu,neticeler için sebebler koymaktan ba şka bir şey de ğildir.141 e— S ıhhat ve ButlanŞari'in yükümlülerden istedi ği işler ve bu i şler için koydu ğu sebebve şartlara yükümlü te şebbüs etti ği zaman, Şari' hazan o i şlerin do ğruolduğuna ve hazan da bozuk oldu ğuna hükmeder.E ğer i şler, Şari'in istedi ği ve me şru kıldığı gibi yap ıhrsa, yani şer'irükünleri ve şartlar ı gerçekle şmiş ve bir araya gelmi ş ise, Şari' böyle i ş-lerin doğruluğuna hükmeder. E ğer Şari'in istedi ği ve me şru kıldığı gibiyap ılmamış yani rükünlerinden biri veya şartlarından biri bozuksa, Şari'onun bozukluğuna hükmeder.Şer'an do ğruluğunun manas ı şudur: Şer'i neticelerin üzerine terettüpetmesidir. Yükümlünün yapt ığı iş, namaz, oruç, zekât ve hac gibi, üzerinevâcib ise, yükümlü de onun rükün ve şartlarını tam olarak yapmışsa,ondan vâcib dü şer, boynu borçtan kurtulur, dünyada cezalanmayalayık olmayıp ahirette ise sevaba hak kazan ır.Yükümlünün. (mükellef) yapma ğa koyulaca ğı i ş , şer'i bir sebeb olur,mesela, evlenme, bo şanma, alış veri ş, hibe, diğer akit ve tasarruflara ba ş-larsa, yükümlü de şer'i rükün ve şartları bir araya getirmi ş ise, Şari'inüzerine dayand ırdığı helalin isbat ı veya izâlesi, iki nesnenin mülkiyetinideğiştirme, ya da kar şılıksız mülkiyetin ispat ı, bundan başka diğerneticeler ve şer'i do ğru sebeblere terettüp eden haklardan her birinin şer'ihükmü sebebine dayan ır.Yükümlünün yaptığı iş, temizliğin namaz için olduğu gibi şart iseve yükümlü de şartları ve rükünleri bir arada yapm ış ise, şartlının doğruolarak gerçekle şmesi mümkün olur.142 Doğru (sahih) olmamas ının manas ı şer'i neticelerin meydana gelmemesidemektir ki, ba şladığı i ş vacib ise üzerinden kalkmaz ve boynu(zimmeti) da borçtan kurtulmaz. E ğer şer'i sebeb ise üzerine hüküm düzenlenmez.E ğer şart ise şartlı (me şrııt) bulunmaz Çünkü Şari, neticelerifiiller, sebebler ve şartlar üzerine dayand ırmıştır. Bunun için Şari'in. is-277


tedi ği ve me şru kıldığı gibi olursa gerçekle şir, yoksa şer'an bir de ğeriyoktur.Bu aç ıklamadan anla şılıyor ki, yükümlüden meydana gelen filler,sebebler, şartlar, Şari'in istedi ğine ve me şru kıldığına uymazsa, şer'andoğru olmaz ve üzerine neticesi terettüp etmez. Do ğru olmamas ı, isterserükünlerinden birinin bozuk olmas ı, veya şartlarından birinin bulunmaması olsun, isterse yap ılan ibadet veya akit, ya da tasarruf olsun, bunlardahem ibadetlerde ve hem de muamelelerde bat ıl ile fasid aras ındafark yoktur. Bat ıl olan namaz, fasid namaz gibi olup yükümlüden vacibikaldırmaz ve onun boynu borçtan kurtulmaz. Bat ıl olan evlilik fasidolan evlilik gibi olup faydalanma mülkiyetini ifade etmez ve üzerineneticesi terettüp etmez. Bat ıl alış veri ş, fasid alış veriş gibidir, her ikibedelde de mülkiyetin naklini ifade etmez ve üzerine şer'i bir hükümkurulamaz. Bunun bölümlenmesi ikili olur, yani ister fiil, ister ak ıt veister tasarruf olsun, ya do ğru olur, üzerine hükümleri düzenlenir, veyado ğru olmaz, üzerine hiç bir şer'i hüküm kurulamaz. Bu ço ğunluğunfikridir.Hanefi alimleri bölümlemenin ibadetlerde ikili oldu ğunu söylemişlerdir.Buna göre ibadetler ya do ğrudur veya de ğildir. Mesela, orucunbatıl olanı ile fasid olanı aras ında fark yoktur, üzerine hiç bir hükümkurulamaz, bunun için vacib dü şmez, yükümlünün onu kaza etmesigerekir. Ama akitler ve tasarruflara gelince bölümleme üçlüdür. Ziradoğru olmayan akit bat ıl ve fasid olarak ikiye ayr ılır. E ğer bozukluk143 aktin ashnda yani rükünlerinden birinde olsa, sigada, akdeden şahıslardaveya üzerinde akit yap ılan nesnede ise, akit bat ıl olur, üzerine şer'i hükümdüzenlenemez. E ğer bozukluk aktin vas ıflarından birinde, maliyetin.denve rükünlerinden hariç bir şart ında olsa, akit fasid olur, üzerinebaz ı hükümler düzenlenir. Buna göre, delinin veya fark edemeyen (gayrimümeyyiz) in yapt ığı satış veyahut yok'u satmak bat ıldır. Fakat bilinmeyenbir fiatla sat ış yapmak fasittir. Fark edemeyen veya mahremlerdenbiriyle -haramh ğını bilerek- evlenmek bat ıldır. Fakat, şahitsiz evlenmefasittir. Hanefiler bat ıl üzerine hüküm düzenlemi şlerdir. Fasidin üzerinebaz ı neticeler tertip etmi şlerdir. Bundan dolay ı fasit evlenmede münasebet(duhul) vuku bulmu şsa, mehri, iddet'i gerekli görüp nesebi ispat etmi ş-lerdir. Fasid alışverişte, fiyat veya süre tayin edilerek mecliste fasidliksebebi kalkm ışsa, akdin üzerine hükümleri düzenlenir ki, bu da ele almaksuretiyle mülkiyeti ifade eder.278Yukarda anlatt ığımız do ğruluk (sıhhat) ve bozukluğun (butlan)manas ından, her iksinin de ba ğıntılı (vaz'1.) hüküm olduğu anla şılır. Çünküdoğru (s ıhhat), yükümlünün yaptığı fiiller, sebebler veya şartlar üzerine


şer'l neticelerin. düzenlenmesidir. Bozukluk da (butlan) bu neticeler4enhiç birinin terettüp etmemesidir. Al ış veri şin doğruluğuna hükmetmek,hükümlerinin sebebinin me şruluğuna hükmetmektir.III— HÜKÜM KONUSU(MAHKÜM FIH)Hüküm giyen, Şâri'in hükmünün ili şkisi olduğu yükümlünün işidir.Yüce Allah' ın "Ey inananlar akitleri yerine getirin. „166 sözünden144 anla şılan vâciblik yükümlülerin fiillerinden birine taaluk ediyor. O daakitleri yerine getirmedir ve onu vâcib yap ıyor.Yüce Allah' ın "Ey inananlar belirli bir süre için borçlandığınızda,onu yaz ın" 167 sözündeki hitaptan anla şılan mendubluk yükümlülerinfiillerinden birini ilgilendiriyor ki, bu da borcu yazmak olup onu mendubyapmakt ır.Yüce Allah' ın "Nefsi öldürmeyin. 5,168 sözündeki hitaptan anla şılanharam kılma, yükümlülerin fiillerinden birini ilgilendirir ki, bu da adamöldürme olup onu haram k ılmaktad ır.Yüce Allah' ın "Ondan kötü olanı vermeye niyet etmeyin.'" 69 sözündekihitaptan anla şılan mekruhluk yükümlülerin fiillerinden birini ilgilendirir,o da kötü olan mal ı infak etmek olup onu mekruh k ılmıştır.Yüce Allah' ın "Içinizde hasta veya yolda olan, say ısınca başka günlertutsun."170 sözü hastal ık ve yolculuğu ilgilendirmekte ve her birineoruç tutmamayı mübah kılmaktadır.Şâri'in her hükmü, yiikümlülerin fiillerinden birini ya istek, ya muhayyerklima veya ba ğıntılı (vaz'ı) olarak ilgilendirmek durumundad ır.Anlaşılıyor ki, yükümlülük (teklif) ancak fiilde olur, yani Şâri'in.yükümlülük (teklifi) hükmü yaln ız yükümlünün fiiline taallûk eder.Şâri'in hükmü vâcib k ılma veya mendub yapma ise, durum açıktır.Çünkü, vâcib k ılmanın (icab) ili şkin olduğu kesin şekilde vâcibin yap ılmasıdır,mendub kılmanın ili şkin oldu ğu, kesin ve gerektirici olmamaküzere mendubu yapmadır. Her iki durumda da yapmayı (fiili) yükümlükılmad ır.Şâri'in hükmü haram veya mekruh yapma ise her iki durumdayükümlü kıhnan yine fiildir. Zira bu ise haram veya mekruh olan ı yap-145 maktan, kendini al ıkoymaktır. Şu sözlerinin "Teklif ancak fiildir” manası,166 Maide, 1.167 Bakara, 282.168 Ima, 33.169 Bakara, 267.170 Bakara, 185.279


fiilin, bir işi yapmaktan kendini men etme ğe de şâmil olmas ıdır. Bunagöre bütün emirler ve yasaklar (nehiy) yükümlülerin fiilleri ile ilgili olur.Emirlerde yükümlü kılınan nesne ile emredilen nesnenin yap ılmasıdır,yasaklarda yükümlü k ılınan nesne yasaklanan nesneden al ıkonmad ır.Fiili Yükümlü Kilmamn Doğruluğunun Şartları:Bir filin şer'an yükümlü k ılmabilmesi için üç şart vardır:Birincisi: Fiil, yükümlü tarafından tam olarak bilinmeli ki, yükümlü,kendinden istendi ği şekilde onu yapabilsin.Buna mücmel yani neyin kasdedildi ği açıklanmayan Kur'an' ınsözlerine (nass) Hz. Peygamberin aç ıklamas ı katılmadıkça onlarla birkimse, yükümlü kılınamaz. Yüce Allah' ın "Namaz k ıltn"rn sözü namaz ınrükünlerini, şartlar ını ve nas ıl kılınaca ğını bildirmemi ştir. Rükünlerini,şartlar ını ve nas ıl eda edilece ğini bilmeyen nas ıl namaz kılmakla yükümlütutulur ? Bunun için Hz. Peygamber bu mücmeli aç ıklamış ve "Kıldığtmtgördüğünüz gibi kthn"* demi ştir.Hac, oruç ve zekât da ayn ıdır, Şâri'in hitab ının taallük etti ği herfiil mücmeldir; Şâri'in ondan neyi kasdetti ği bilinmezse, onunla teklifyap ılmaz ve onu aç ıklamadan onu yapmak yükümlülerden istenemez.Bunun için Allah elçisine aç ıklama selâhiyetini şu söz ile vermi ştir."Biz sana Kur'an'ı indirdik, insanlara, indirileni apklayastn diye". 172Hz. Peygamber de sözlü ve fiili sünnetleri ile Kur'an'da mücmel olan ıaç ıklamıştır. ilimler, aç ıklamanın ihtiyaçtan sonraya b ırakılmas ınıncâiz olmad ığında birle şmi şlerdir.146 Ikincisi, yükümlü kıhnanın (teklifin), yükümlü kılacak kudreti haizolandan ve yükümlünün, hükümlerine uyma mecburiyetinde oldu ğu birzattan sudur etti ği bilinmelidir. Zira böyle bir ilimden sonra o hükümlereiradesi yönelebilir. İşte her şer'i delilin yükümlüler için delil oldu ğunun ilkaraştırma sebebi budur; yani delil getirilen hükümler, yükümlülerin infazetmesi vâcib olan hükümlerdir. Bütün be şeri (vaz'i) kanunlar dameclisin uygun demesi ve bakanlar kurulunun sunmas ı üzerine k ıralıni"kanunu ç ıkardığını gösteren özel bir gerekçe ile bir önsöze de sebep, geneaynıdır. Böylece yükümlüler, kanunun, kanun yapma salâhiyetinde olankimseler tarafından ç ıkarıldığını ve (teklif) hükümleri yerine getirecekkimseler olduklar ını bilsinler de onlara uyma ğa. yönelsinler.171 Bakara, 110.172 Nabi, 44.173 Elimizde olan kitab, 1954 de yap ılan altıncı baskıdır. O zaman M ısır'da kırallık hüküm sürüyordu,oysa cumhuriyetle idare edilen memleketimizde B.M.M. ve C.S. undan sonra Cumhurreisinintasdiki ve resmi gazetede yay ınlanmasıyla kanunluk kazan ır. (Ç.).* Buhar?, 1/155, Bulu ğu'l-111eram, 55280


Öyle anla şılıyor ki yükümlünün bilmesinden kasdedilen, bilmesininmümkün olmasıdır, yoksa fiilen bilmesi de ğildir. İnsan kendi kendine veyabilenlerden sormak suretiyle şer'i hükümleri bilmeye kadir ve ak ıllı olmayaula şınca, yükümlü kılındığı nesneyi bildi ği kabul edilir ve hükümlerona uygulanır, neticeleri ile sorumlu tutulur ve onlar ı bilmemesi özürolarak kabul edilmezBunun için, fukaha, Islam memleketlerinde şer'i hükmü bihnemeyiözür olarak kabul etmez. Zira yükümlü k ılmanın (teklif) s ıhhat ıiçin yükümlünün yükümlü oldu ğu şeyi fiilen bilmesi şart ko şulsa, teklifinolmamas ı gerekir. Hükümleri bilmemekten ötürü özür dileme sahas ıgenişler. Bu be şeri kanun yapma esas ına göre insanlar ın kanunu bilmelerikolayla ştırılarak kanunu bildikleri kabul edilir; bu da kanun ç ıkarıldıktansonra kanuni yolla yay ınlanmas ı ile olur. Yükümlü her ferdin onufiilen bilip bilmemesine bak ılmaz. Bunun için Bölgesel Mahkemelerintertip tasar ısındaki Madde 22' de şöyle der. "Her hangi bir kimsenin kanunubilmemesi kabul edilmez'" 74 Aynı şekilde yükümlünün, teklif edildi ğinesnenin, hükümlerine riayet etmesi gereken kimseden ç ıktığını bilmesi,yani bunu bilmesinin imkanıdır, yoksa onu fiilen bilmesi de ğildir.147 Yükümlünün delilini bilmesi ve delilinin şer'i bir delil oldu ğunu bilmeimkanı olan her şer'i hükme yükümlülerce uyulmas ı gerekir. Bunu isterkendi kendine ö ğrenmiş, isterse bilenlere sorarak ö ğrenmi ş olsun.Üçüncüsü, yükümlü kılınan iş mümkün olmal ıdır. Yükümlünün biri şi yapma veya yapmama ğa gücü olmal ıdır. Bu şarta göre iki durum ortayaç ıkıyor:o— Birinci durum: Imkans ız olanın şer'an yükümlü k ılınması doğrudeğildir. Isterse, özünden dolay ı imkans ız olsun, isterse ba şkas ından dolayıimkans ız olsun. Özünden dolay ı imkans ız, yani aklen imkans ız ki, akılonun varlığını dü şünemez, iki kar şıtı birle ştirme, bir anda bir şahsa birişi hem haram ve hem vacib k ılmak gibi, ya da iki çeli şiği birle ştirmek,bir anda uyku ile uyan ıklık gibi.Başkas ından dolayı imkansız olan, yani al ışılmamış olan, ki akılonun var olabilece ğini dü şünür, ancak tabiat kanunlar ı ve kovala şanâdetler onun var oldu ğunu göstermemiştir. Mesela insan ın havada uçmas ıve tohumsuz ekinin var olmas ı. Zira akılca veya gelenek halinde olarakvarlığı düşünülemeyeni yükümlünün yapma imkan ı olmaz ve onun gücüaltmda bulunamaz. Allah hiç bir kimseyi gücünün d ışında bir şeyle yükümlükılmaz. O, bo şuna i ş yapmaktan ve yap ılamayacak bir şeyi yükümlükılmaktan münezzehtir. Usulcillerin şu sözü bundan do ğmaktadır."Bir şahıs bir anda bir şeyle hem emredilip hem nehyedilemez." Çünkü bu174 Kar şılaştınmz. TCK. Md. 44. (Y.Z.)281


iki çelişik nesneyi birle ştirme ile sorumlu tutmad ır. Bu iki nesne, bir andabir kimse tarafından bir şeyi yapmak ve terketmektir.b— İkinci durum: Yükümlünün ba şkas ına bir iş yaptırması veya onuyapmaktan al ıkoymas ı ile şer'an yükümlü k ılınmas ı doğru de ğildir.Çünkü ba şkas ının yapmas ı veya yapmamas ı kendi imkânında de ğildir.Buna göre hiç bir insan babas ının zekât vermesi veya karde şinin namazkılmas ı, ya da komşusunu hırs ızlıktan al ıkoymas ı ile yükümlü kılmamaz.148 Ba şkas ına ait olarak insan ın yükümlü kılınacağı husus, öğüt verme, iyiyiemretme ve kötüden nehyetme olup bu onun gücünün yetti ği nesnedir.Aynı şekilde insan tabii sebeblerin neticeleri olarak insan ın yapmas ınagiren ve insan, onlara sahip olmas ında bir eme ği geçmeyen ve seçme hakkıda olmayan, sebebleri mevcut iken öfke an ında müteessir olma veutanma halinde k ızarma, sevgi, kin, üzüntü, ne ş'e, korku, hazmetme, nefesalma, uzunluk, k ısalık, siyahlık, beyazlık ve insanın, üzerinde yarat ıldığıdiğer tabii durumlar ın hiçbiri ile şer'an yükümlü olamaz. Çünkübunların varlığı ve yokluğu yaratma konusuna ba ğlıdır. Yükümlünün(mükellef) iradesine ve seçmesine tâbi de ğildir. Bunun için onun gücünündışında olup onun imkâmndaNas'lar ın bir kısmında aç ık mânas ının, insanın gücü alt ında olmayanbu işlerden biriyle yükümlü oldu ğunu gösteriyorsa, onlar aç ık manalarındadeğildir. Onlar iyi incelendi ğinde güc yetirilen bir nesne ile teklifyap ıldığı anla şılır.Meselâ, Hz. Peygamberin "öfkelenme"* sözünün aç ık manası, insanınelinde olmayan tabii bir nesneden imtina etmekle teklif oldu ğudur,ki bu sebebi bulundu ğu zaman öfkedir; fakat, do ğrusu, öfkenin pe şindengelen ve öfkeliye kabarmas ı ve intikamımn görüntülerinden imtinaetme ğe teklif olur. Kasdedilen mana, öfke an ında kendine hakim ol ve nefsiniöfkenin kötü neticelerinden men et, demektir.Hz. Peygamber'in. "Allah' ın öldürülen kulu ol da, Allah' ın öldürenkulu olma"** sözünün aç ık manas ı, başkas ı tarafından öldürülmekle teklifolduğunun anla şılmas ıdır. Fakat, bu manan ın doğrusu zulmetmemeyive düşmanlık yapmamayı emretmektir. Kasdedilen mana: "Zulmetme".149 Hz. Peygamber'in "Allah' ı, size verdiği nimetlerden ötürü seviniz"sözünün aç ık manas ı, sevmekle tekliftir. Fakat do ğrusu, Allah' ın vermişolduğu nimetleri dü şünmekle tekliftir ki, daima Allah' ı anın ve ona şükredindemektir.Yüce Allah'ın "Ancak müslüman olarak ölün"'" sözünün açık manası, öldükleri zaman müslüman olmalar ıyla şimdi teklif ediliyorlar de-• Buhari, 7/100; Suyati, Cami Sa ğır, 2/201, Abdurra'uf Muntıvi, Kımuzu'd-Dekffik 2/185Bulugul- Meram, 227.175 İmran, 102.282


mektir. Ama do ğrusu, şimdi, onlar imanlar ını sağlamlaştırarak akidelerinikuvvetlendirerek, dinlerine ba ğlı olarak ölmelerine götürecek yolda yürümeleriile yükümlü tutuluyorlar.Yüce Allah' ın "Elinizden kaçanlara üzülmeyip size verdiği şeye desevinmeyin" 176 sözüyle insan ın elinden kaçan şeye üzülmemesi ve Allah'ınkendisine verdi ği şeye sevinmemesi teklif ediliyor, oysa bu insan ınelinde de ğildir. Do ğrusu, darg ınlıktan doğan üzüntü ve sevinçtendoğan şımarıklıktan ve böbürlenmekten kendini al ıkoymak teklif edilmiştir.Bu gibi sözlerde gelen her nesne yoruma tâbidir. Bunlardaki teklif,ya tabii bir durum üzerine gelir ve onun neticeleri üzerine terettüp eder,ya da önce geçen güdüler ve âmiller olur. Ancak bu önce ve sonra gelenlerinsanın elinde olup onun güc yetirece ği şeylerdir.Yükümlü k ılmanın şer'an do ğru olması için, fiilin yükümlünün gücyetirece ği nesne olma şart ından, yükümlüye fiilde hiç bir zorluk olmayacağınıngerekti ği asla akla gelmemelidir. Çünkü bir fiilin güc getirilennesne olmas ıyla zor olmas ı aras ında z ıtlık yoktur. İnsanın yükümlü kılmdığıher nesnede bir türlü zorluk bulunur. Zira yükümlü k ılma (teklif)aslında, külfet ve zorluk olan bir nesneyi lüzumlu k ılmadır.150 Ancak zorluk iki türlüdür:Birinci tür: İnsanlar ın katlanmaya al ıştıkları ve takatlar ının içindeolan zorluktur; e ğer insanlar bunlara katlanma ğa devam ettiklerindekendilerine bir eza, canlar ına, mallarına veya her hangi bir durumlar ınabir zarar gelmeyecek olan zorluktur. Meselâ, tarla sürme, ekip ekme,ticaret yapma vesaire gibi r ızıklarını kazanma.Yollarına devam ederek katland ıkları zorluklar; görevlilerin görevleriniyaparken ve her i şçinin i şini yaptığında kar şılaştığı zorluklar ileşer'i yükümlülükler (teklifler) in katlan ılacak zorluklar ı da aynı tür zorluklardır.Bunlara devam edene zarar ve eza gelmez. Şâri' yükümlülüklerleonlarda bulunan bu zorluklar ı kasdetmemi ştir, ancak bu yükümlülüklerüzerine düzenlenen faydalar ı kasdetmi ş ; yükümlünün kendi takat ıiçinde, kendi yarar ına olan bir tak ım faydalar için zorlu ğa katlanmas ınıgerekli kılmıştır. Nitekim doktor, hastay ı aldığı zaman iyile şece ği acıilâcı almağa zorlar. Hasta da hastal ığımdan kurtulaca ğım diye ilâcmacılığına katlan ır. Namaz, zekât, oruç vesaire gibi yükümlünün emredildiğiveya yasakland ığı yükümlülüklerin yap ılmas ında yükümlünün nefsinezor ve a ğır gelen bir çe şit zorluk vard ır, ancak bu zorluk katlanabilecekve takat yetirilebilecek türdendir. Bunlar, insanın yaşantısmın176 Hadid, 23.283


do ğru olmas ı için ona gerekli olan bir tak ım gaye ve yararlara götürür.Şari, yükümlüyü eleme dü şürmeyi ve ona zorluklar ı yükleme ği kasdetmez,tersine onun durumunu düzeltmeyi amaçlar. Nitekim doktor ilac ınac ılığı ile hastay ı eleme dü şürme ği istemez, onun iyile şmesini arzular.İkinci tür: İnsanlar ın alışkanlıkları dışında olan zorluk olup onadevamlı olarak katlanamazlar Çünkü ona devam ettikleri takdirde takatlarıkesilir, yorulur ve kendilerine, mallar ına ve her hangi bir durumlar ına151 zarar ve eza gelir. Aral ıks ız oruç tutma (visal orucu), gece namazlar ınadevam etme, ruhbanl ık etme, güne şte ayakta durarak oruç tutma, yürüyerekhacca gitme, kendisine gelecek zarara bakmadan ruhsat olan durumdaazimeti yapma gibi zorluklar ın bulunaca ğı yükümlülükler (teklifler)ile yükümlü kılmaz; yükümlüyü bunlara katlanma ğa mecbur tutmaz.Çünkü şeriat ın ilk maksad ı insanlardan zarar ı kaldırmadır. İnsanlarınkatlanamayacaklar ı bu tür zorlukta ise onlara zarar verme vard ırve onların güçlerinde olmayan şeyle yükümlü tutulmu ş olurlar. OysaAllah bu gibi zorluklar ı saymak için özür bulundu ğu zaman ruhsata hükümvermi ştir, hastaya veya yolcuya Ramazanda oruç tutmama ğa izinvermesi, su olmadığı zaman veya hastal ık halinde teyemmüm etme ğeizin vermesi zaruret ve ihtiyaçlar halinde haramlar ın mübah kılınması,ancak bu zorluklar ı saymak içindir. İşte bunun için Şari'in savulmasınıamaçladığı zorluklar bulunan hükümlerle yükümlü tutulamaz.Bu tür bir zorlu ğu, teklif edilen i şin kendisi gerektiriyorsa, Allahbunları ruhsatlar koyarak savm ıştır, e ğer yükümlünün kendisi bu gibizorluğu kendisine çektirmek istiyorsa Allah onu yasaklam ış ve öyle yapmayıyükümlüye haram k ılmıştır. İşte bunun içindir ki Hz. Peygamber aral ıksızoruçtan, bütün gece ayakta durmaktan, rahiblikten menetmi ş ve şöylebuyurmu ştur: "Ben sizden çok Allah'tan korkar ve O'nu sayarım. Ama, oruçtuttuğum olur, tutmadığım olur, namaz k ılar ve uyurum da ve kadınlarlaevlenirim, sünnetimden yüz çeviren benden de ğildir"*. Güne şte ayakta durarakoruç tutmay ı adayan kimseye "Orucunu tamamla ve güneşte durma"ve "Işlerden gücünüzün yetti ğini yap ın"**, "Orta yolu alın maksada ulaşırsınız"*** , " İfrata kaçanlar yok olmu ştur"****, "Bu din sağlamdır, orayayumu şakça gir, din kendini alt etmeğe çalışan herkesi yen ıniştir.", "Kervandangeri kalan ne yol alabilir ne de hayvanın s ırtını pek b ırakır."*****,buyurmu ştur.Ruhsatları b ırakıp da azimette bulunan zarara katlanarak onayap ışanın günahkar olduğuna hükmederek "Yolculukta oruç tutmak iyi* Buhari, 6 /116.** Buharl, 4 /244.*** &Mart, 7 /182.**** Muslim, 16 /220, Nevevl Şerhiyle.***** İbn Esb., ebNihayefi Orib'ibriadis 1/92.284


152 (Müslüman) olmak demek de ğildir" ve "Allah, azimet hükümlerinin yerinegetirilmesini istediği gibi ruhsatlarının da yapılmasını ister" buyurdu.IV— HÜKÜM GIYEN(Mahkfım aleyh)Hüküm giyen, Şüri'in hükmünü!' i şine taallük etti ği yükümlününkendisidir. Yükümlünün şer'an yükümlü k ılınabilmesi için iki şart vard ır.Birincisi: Yükümlü, yüküm (teklif) ün delilini anlama ğa gücü yetecekderecede olmal ıdır ki, Kur'an ve sünnetten kendisine yükletilen kanunsözlerini kendi kendine veya bir arac ı ile anlayabilsin. Çünkü yükümündelilini anlayamayacak kimse ise, yükümlü tutulacak' nesneyi nas ıl yerinegetirecek ve maksad ı o yöne nas ıl yöneltecektir. Teklifin delillerini anlamagücü ancak ak ılla gerçekle şir ve akıl sahiplerinin yükümlü k ılındıklansözler ak ıllarının anlama seviyesindedir. Çünkü ak ıl anlama vekavrama aletidir ve irade onun vas ıtas ı ile buyruğu tutmağa yönelir.Akıl dış duyu ile kavranacak bir nesne olmad ığı için Şüri' aklın bulunmaihtimali olan aç ık bir nesneye yükümlü k ılmayı bağlamışt ır ki, bu dabüluğa ermedir. Akl ın güçlerinde bir ür ıza olmadan bülu ğa eren kimse,yükümlü kıhnacak kudret kendisinde bulunuyor demektir.Buna göre deli ve çocuk olan teklifin delilini anlama ğa vas ıta olanaklın yokluğundan ötürü yükümlü tutulamazlar. Ayn ı şekilde gafletiçinde olan, uyuyan ve sarho ş olan; gaflet, uyku veya sarho şluk halindeanlama güçleri olmad ığı için yükümlü olmazlar, i şte bunun için Hz. Peygamberşu üç kimseden: "Uyanana kadar uyuyandan, büluğa erene ka-153 dar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden sorumluluk (yani kalem)kaldırılmıştır"* buyurmu ştur. Hz. Peygamber "Namazda uyuyor kalanveya onu unutan kimse namaz ı hatırladığı zaman k ılsın. Zira onun vaktio zamandır."** buyurmu ştur.Zekütın, nafakan ın ve tazmin etmenin çocuk ve deliye farz k ıhnmas ı onları yükümlü tutmak de ğildir. Bu sadece onlar ın mallar ındagereken hakkın ödenmesi için onlar ın velilerine teklif olup bir toprak veemlük vergileri gibidir.Yüce Allah' ın Ey inananlar ne söylediğinizi bilene kadar sarhoş ikennamaza yaklaşmay ın'"77 sözüne gelince, bu sarho şlara sarho ş olduklarızaman namaza yakla şmamaları için teklif de ğildir. Bu, müslümanlarayık oldukları zaman namaz vakti yakla şınca içki içmemeleri ve böylece* 1bn Maceh 1 /658, yeni bask ı.** İbn Maceh, 1 /227-8, Buhari, 1/146.177 Nisa, 43.285


sarho ş olarak namaza yakla şmamaları için onlar ı yükümlü kılmaktır.Yüce Allah sanki namaz vakti yakla şınca içki içmeyin demi ş gibidir.Fakat Hanefilere göre sarho şun bo şamas ının sahih oldu ğunu kabul etmekonun sarho şluğunun. cezas ıdır. Haram bir şeyi isteyerek içmekle sarhoş olmas ını cani olmas ına şart ko ştular.Arapçayı bilmeyen, Kur'an ve sünnetten yükümün (teklif) şer'idelillerini anlayamayan Japonlar, Hintliler, Caval ılar vs. ye gelincebunların yükümlü tutulmas ının şer'an do ğru olmas ı için, bunlarm arapçayıö ğrenip dini metinleri anlamalar ı veya yükümün (teklif) şer'i delillerikendi dillerine tercüme edilip Islam' ın onlara yapt ığı teklifi aç ıklayacakkendi dillerinde bir kitap bulunmas ı gerekir; veyahud da arapçay ı bilmeyenbu milletlerin dillerini ö ğrenip Islam' ın ö ğretilerini ve yükümlülükdelillerini onlara kendi dilleri ile hitap ederek anlatacak kimseler yeti ş -tirilmelidir. Bu üçüncü yol sa ğlam yoldur. Çünkü Hz. Peygamber VedaHacc ı hutbesinde kendi risaletini bildirdi ğine Allah'ı şahit getirdi vemüslümanlardan bulunanlar ın bulunmayanlara bildirmesini emretti. Ora-154 da bulunan ( şahit olan), islâm'a giren ve hükümlerini bilen herkese Şamilolur. Bulunmayan, (gaib olan) Kur'an dilini bilmeyen ve âyetlerini anlamayanherkese şamildir. Ama bu gaib olan, Kur'an dilini bilmeyipdelillerini anlamayacak halde b ırakılmışsa, Kur'an.' ın âyetleri kendi dilinede tercüme edilmemi ş ise, Kur'an' ın dilini bilen bir kimse taraf ından anladığıdille Kur'an'ın teklifi ona öğretilmemişse, o kimse şer'an yükümlü(mükellef) de ğildir. Zira Allah hiç bir kimseyi gücünün yetmedi ği ileyükümlü kılmaz. Bunu anlatmak için Yüce Allah Ibrahim Sûresinde"Biz her Peygamberi, milletine aç ıklasın diye kendi dili ile gönderdik'"buyurmu ştur.b— ikincisi, yükümlü kıhndığı şeye ehil olmas ıdır. Ehliyetin sözlükmanas ı salahiyet demektir. Falanca vakfa bakmaya ehil yani salâhiyetlidir,denir.Ama Usulcülerin terminolojisine göre ehliyet ikiye ayr ılır: a) Vücubehliyeti, b) eda ehliyeti.a— Vücub ehliyeti, insan ın bir takım haklarının sabit olmas ı veüzerine bir tak ım vâciblerin gerekmesine salahiyetli olmas ıdır. Bununesas ı, Allah' ın, insan üzerinde yaratt ığı özellik olup hayvanlar ın türleriarasından onu insana has k ılmıştır. Buna göre bir tak ım haklar ı sabitolur ve bir tak ım görevleri olur. Fakihler bu özelli ğe zimmet (boyun borcu)demişlerdir. Zimmet, insan ın başkalarına karşı bir takım haklarının vebaşkası için bir takım görevlerin kendisiyle sabit oldu ğu yaratıhştakiniteliğidir.178 İbrahim, 4.286


Bu vücub ehliyeti, kad ın erkek, cenin, çocuk, ergin, mümeyyiz,dürüst, sefih, ak ıllı, deli, hasta ve s ıhhatlı insan olarak nitelenen her in-155 san için vard ır. Çünkü bu ehliyet, insanda yarat ılışındaki özelliktenötürü bulunur. Ne olursa olsun her insan ın bir vücub ehliyeti vard ır.Vücub ehliyeti olmayan insan yoktur. Zira vücub ehliyeti olmas ı onuninsanlığının gere ğidir.b— Eda ehliyetine gelince, bu yilkümlünün sözlerinin ve işlerininşer'an muteber say ılma salâhiyetidir, öyle ki, ondan bir akit veya tasarrufçıktığı zaman o, şer'an muteber olur ve üzerine gerekli hükümleriterettüp eder. Namaz k ılarsa, oruç tutarsa, hac ederse veya her hangibir farz ı yaparsa, şer'an muteber olur ve üzerinden farz dü şer. Bir kimsenincanına, =ima, ırzına kar şı bir cinayet i şlerse, cinayetiyle sorumlututulur, beden veya mal bak ımından cezalanır. Eda ehliyeti sorumlulukdemek olup bunun insanda olan temeli ak ıllı olmakla ayırt edilmi ş olmaktır.VÜCUB EHLIYETINE GÖRE İNSANIN DURUMLARIİnsanın vücub ehliyetine göre yaln ız iki durumu vard ır:o— İnsanın vücub ehliyeti bazan nak ıs olur. Mesela, lehine haklarsabit olur da aleyhine görevler gerekmez, veya b- bunun tersi olur. Birinciyeannesinin karn ındaki cenini örnek verdiler. Zira o, varis olur, kendisinevasiyet edilir, vakfın gelirine hak sahibi olarak bir takım haklarısabit olur. Ama ba şkasının lehine üzerine hiç bir görev dü şmez. Bundasabit olan vücub ehliyeti noksand ır.ikinciye de borçlu olarak ölen kimseyi örnek verdiler. Zira onunüzerine alacakhlarm haklar ı bâki kalır Fakihlerin bir k ısmı, öldüktensonra bile tam vücub ehliyeti oldu ğunu kabul etti. E ğer alacakh ve borçluolarak ölmüşse alacakh olduğu kimseler üzerinde hakk ı ve borçlu olduğukimselerin de kendi üzerinde haklar ı olur. Bu sözün hiç bir anlam ı yoktur.Doğrusu, ölüm insanın özelliğine son vermi ştir. Onun zimmeti olmadığıgibi tam veya eksik vücub ehliyeti de yoktur. Ama alacakh olduğukimseler üzerinde olan borçlar ı isteme ğe gelince, bunlar varislerin.156 hakkı olmuştur. Varisler, lehinde ve aleyhinde olan nesnelere terikesininsınırları içinde onun yerine geçmi şlerdir. Diğer bir deyi şle başkas ındanolan alacaklarma varisler varis olmu ştur. Ve terike ba şkas ının borcuylame şgul olarak, kendilerine intikal etmi ştir.Bazan insan ın tam vücub ehliyeti olur. Bu, lehine haklar sabitolup aleyhine görevler gerekti ğinde, olur. Bu, insanda do ğduğu andan287


itibaren sabittir: Çocuklu ğumda, ay ırt etme ça ğında, erginlikten sonra,hayat ının hangi devirlerinde olursa olsun onun tam vücub ehliyeti vard ır.Anlattığımız gibi vücub ehliyeti olmayan insan yoktur.EDA EHLIYETINE GÖRE İNSANIN DURUMLARIEda ehliyetine göre insan ın üç durumu vard ır:1— Edaya ehliyeti olmayan as ıl olur veya eda ehliyetini yitirenas ıl olur. Bu, çocukluk zaman ında çocuk ve hangi ya şta olursa olsundelide bulunur. Her birinin akl ı olmadığı için eda ehliyeti de yoktur.Hiç birinde sözleri ve füllerin.e şer'i hükümler terettüp etmez. Akitleri vetasarruflar ı batıldır. Ancak bu ikisinden biri cana, mala kar şı cinayetişlerse, mal olarak sorumlu tutulur, beden olarak de ğil. Mesela, çocukveya deli öldürse veya ba şkas ının mal ını yok etse öldürülenin diyetiniveya yok ettiği mal ı tazmin eder. Fakat kendisine k ısas yap ılmaz Fakihlerirışu sözlerinin manas ı budur: "Çocuğun veya delinin kasdt hata sayıltr."Çünkü ak ıl bulunmadıkça kas ıd da yoktur, bilerek öldürme de yoktur.157 2— Bazal" eda ehliyeti eksik olur. Bu erginlik ça ğına yeti şmeyenayırt eden (mümeyyiz) in ehliyetidir. Bu, erginlikten önceki ay ırt etme devrindeolan çocu ğa do ğru dü ştüğü gibi, bunamış (matuh)a da do ğru düşer.Bunamışın aklı bozuk veya onu yitirmi ş kimse olmayıp aklı zayıf ve eksikkimse olmas ından ötürü (mümeyyiz) ay ırdedebilen çocuk hükmündesayılmıştır. Her birinin ay ırdetmekle eda elıliyetinin aslı sabit olup bulunduğundankendileri lehine s ırf menfaat olan tasarruflar ı, mesela velininizni olmadan hibeler ve sadakalar kabul etmeleri muteber say ılır.288Ama malma s ırf zarar olan teberru etme ve iskatlar ı gibi zararl ıtasarruflar ını velisi kabul etse bile do ğru sayılmaz. Hibesi, vasiyeti, vakfetmesi,bo şamas ı, azad etmesi gibi bütün tasarruflar ı hükümsüzdür.Velinin izni bunlarda cari de ğildir.Ancak zarar ve fayda aras ında dönü şen tasarruflar muteber say ılır.Fakat velinin iznine dayal ı olurlar. E ğer velisi akti veya tasarrufu kabulederse yürütülür, e ğer izin vermezse hükümsüz kal ır.Bunak ve mümeyyiz çocu ğun bu akit ve tasarruflar ımn as ıllarınınmuteber olmas ı eda ehliyetinin ashn ın sabit olmas ına dayanır Bunlarıvelinin iznine bağlamak bu ehliyetin eksik olmas ına dayanmaktad ır.Ancak velinin izni veya do ğru bulmas ı bu tasarrufa eklendi ği zamanondaki eksikli ği tamamlanmış olur. Ve böylece yap ılan akit veya tasarruftam ehliyeti bulunandanm ış gibi muteber say ılır.


3— Bazan eda ehliyeti tam olur. Bu da ak ıllı olarak ergin olandadır.Tam eda ehliyeti insan ın ak ıllı olarak erginlik ça ğına ula şması ile gerçekleşir. Aslında eda ehliyeti ak ıl iledir. Fakat erginlik ça ğına bağlanmas ı,erginliğe ula şmak aklın bulunmas ına ihtimal vermektedir. Hükümleraç ık ve mazbut nedenlere ba ğlanır. Erginliğe eren kimse, isterse erginli ği158 ya ş ile isterse belirtilerle olsun, akl ımn bozuk veya eksik oldu ğunu gösterenbir belirti olmad ıkça, ak ıllı veya tam ehliyetli olarak edaya ehilolur.EHLIYETIN ASIZALARIVücub ehliyetinin insanda insan olarak nitelenmesi halinde, sabitolduğunu anlatt ık. Ve o annesinin karn ında cenin oldu ğu zaman kendisineeksik vücub ehliyeti sabit olur. Do ğduktan sonra çocuklu ğunda,ayırt etme ça ğında, erginlikten sonra, uykusunda, uyamkl ığında, deliliginde,ayıklığnıda, beyinliğinde (rü şt), beyinsizli ğinde ona sabit olan tamvücub ehliyetidir. İnsan sa ğ olduğu sürece bu ehliyeti kald ıracak veyaeksiltecek hiç bir nesne ortaya ç ıkamaz.Eda ehliyetine gelince, bu yukarda anlatt ığımız gibi bir insan do ğ-madan önce cenin iken, yedi ya şına basmayan çocuk iken, ona sabitolmaz. Ay ırt etme ya şından yani yedi ya şından erginlik ça ğına yani onbeş ya şına kadar ona eksik eda ehliyeti sabit olur. Bunun için tasarruflarmbir kısmı do ğru sayılır ve bir kısmı do ğru say ılmaz. Bir k ısmı davelisinin iznine bağlı kal ır. Erginli ğe erdiğinden beri de tam eda ehliyetiona sabit olur. Ne var ki bu ehliyet bazan ar ızaya u ğrar. Bu ar ızalarm birkısmı insanın elinde olmayan göksel ar ızalard ır. Delilik, bunakhk, unutkanlıkgibi, bir k ısmı da insan ın iradesi ile elinden ç ıkmaktad ır. Sarho şluk,beyinsizlik (sefihl ık), borçluluk gibi.Eda ehliyetine ar ız olan bu ar ızalar ın bir k ısmı ortaya ç ıkar, delilikuyku ve bayg ınhk gibi, bu eda ehliyetini tamamen kald ırır. Delinin, uyuyanınve bayg ının asla eda ehliyeti yoktur. Tasarruflarma da şer'i hü-159 kümler terettüp etmez. Delinin vücub ehliyeti gere ği, üzerine dü şen mallailgili görevleri, velisi onun namma öder. Uyuyan ve bayg ın olana vücubehliyetinin gere ği üzerlerine dü şen malla ilgili veya bedenle ilgili görevleri,her biri uyand ıktan veya ay ıldıktan sonra terettüp eder.Bu ar ızalar ın bir kısmı insana gelir, eda ehliyetini kald ırmaz ammaeksiltir. Bunak ki bunun tasarruflar ının bir kısmı, ayırt eden çocuk gibi,muteber olur, bir k ısmı muteber say ılmaz.ikrızaların bir kısmı, insan ın ba şına gelir, ehliyetinin kalkmas ınaveya eksilmesine tesir etmez; ama, gaflet, sefihlik gibi ehliyetin yoklu-289


ğundan veya eksikli ğinden olmayan, ancak bir tak ım yazarlar ve yönlerbakımmdan meydana gelen bir de ğişikliğin gere ği olarak baz ı hükümlerde ğişir. Gaflet sahibi ve sefihden her biri ergin, ak ıllı olup tam eda ehliyetivardır. Ancak her birinin mal ını yok olmaktan korumak ve her birininbaşkas ına muhtaç olmas ının önüne geçmek için, malla ilgili tasarruflar ıyasaklanmıştır, bunun için malla ilgili de ğiş dokuş yapmaları ve teberrudağıtmalar ı muteber sayılmaz. Bu onların ehliyetlerinin yokluğundanveya eksikliğinden değil, onların malını korumak içindir.Borçlu da ayn ı şekilde ergin, ak ıllı olup tam eda ehliyeti vard ır.Fakat alacakl ılarının haklar ını korumak üzere, teberruda bulunma gibi,alacakhlar ının haklarına zarar veren malma ait tasarrufta bulunmas ındanmen edilirEda ehliyetinin temeli ak ıl ile temyiz (ay ırd etme) dir. Akl ın belirtisierginlik ça ğıdır. Akıllı olarak erginli ğe eren kimsenin tam eda ehliyetivard ır. Bir ar ızaya u ğrar da delilik gibi akl ını giderir, bunakl ık gibi onuzayıflatır, veya uyku ve bayg ınlık gibi anlamas ını önlerse, bu 'ar ızanın,edanın ehliyetine onu kald ırmak veya eksiltmek suretiyle tesiri vard ır.160 İnsana bir ar ıza gelip onun aklını gidermez onu zay ıflatmaz veanlamas ına engel olmazsa, bu ar ızamn, eda ehliyetine, onu kald ırmakveya eksiltmek suretiyle hiç bir tesiri yoktur. Her ne kadar sefihlik, gafletve borç gibi bir tak ım maslahatlar ın değişmesini gerektiren baz ı hükümlerininde ğişmesini gerektirse de. Bunun için Ebu Hanife bu üç nesneninhiç birinden ötürü hacri (tasarrufu yasaklamay ı) doğru bulmaz. Çünkübunların hiç birinin insan ın ehliyetine bir tesiri yoktur. Hacretme üzerineterettüp edecek yararlar ın, insanı tasarruftan men edip ehliyetsizsaymakla ona eri şecek zararla mukayese edilemiyece ğini ileri sürer.290


ÜÇÜNCÜ KISIMUSULLE İLGİLİ DIL KURALLARIG IRI ŞKur'an ve Hadis'in ifadeleri beli ğdir. Onların hükümlerini anlamak,arapçadaki ifade tarzlar ının (üslûb) ve delâlet çe şitlerinin, kelimelerinteker teker ve mürekkeb olarak gösterdikleri manan ın gere ğine riayetedildi ği zaman, do ğru bir anlama olur. Bundan dolay ı müslüman Usulül-Fıkıh âlimleri arapçan ın ifade tarzlar ını, ifadelerini ve kelimelerini incelemeğeönem verdiler. Bu incelemeden ve dil bilginlerinin söylediklerindenbir takım kurallar ve kanunlar elde ettiler, ki onlara riayet edilecek olursa,şer'i sözlerin, söylendikleri zamanda anla şılan manaya uygun düşecekdoğru anlamağa ula şıhr. Aynı şekilde, bu kurallarla sözlerde (nas) gizliolamn açıklanmasına, aralarında görülen çeli şikliğin kaldırılmasına,yorumlanmas ına delil olanın yorumlanmas ına ve bundan ba şka yükümlerinsözlerden anla şılmasına ula şılırBu kurallar ve kaideler arapça dilcilerinin kararla ştırdıkları kaidelerdenve arapça ifade tarzlar ı (üskıb)m incelemekten elde edilmi ş dille161 ilgilidir. Bunlar ın dini bir yönü yoktur. Bunlar arapça ifadeleri do ğruanlama kurallarıdır. Bunun için bunlarla arapça yaz ılmış her hangi birkanunun maddeleri de anla şılır. Zira arapça yazılmış kanunların maddeleride şer'i sözler (nas) gibidir. Hepsi de arapça kelimelerden meydanagelmi ş arapça ifade ve ibareler olup arap üslûbunda yaz ılmışlardır. Şer'isözlerin manas ını anlamak ve onlardan hüküm ç ıkarmak için ibareleri,kelimeleri ve üslûblar ı anlamada arapların yolunu izlemek gerekir.Kanun koyucunun bir dilde her hangi bir kanun koymas ı, sonramilletten, o kanunun maddelerinin sözlerini, ibarelerini ba şka bir diliniislûb ve kurallar ını ö ğrenmesini istemesi hem kanun ve hem de ak ılyönünden do ğru değildir. Çünkü bir kanunla teklif etmenin me şru olmasınınşartı yükümlülerin onu anlama gücünde olmalar ıdır. Bundan dolayıkanun, milletin kendi diline ve fertlerin hükümleri anlayabilecekleri kendi291


lisanlar ındaki ifade ve il ıslûba göre olmal ıdır. E ğer kanun ba şka bir dildeyaz ılmışsa veya anlama yolu yaz ıldığı dildeki anlama yolundan ayr ıtarzda ise böyle bir kanun millete delil olamaz. Yüce Allah "Her Peygamberi,milletine aç ıklas ın diye kendi dilinde gönderdik."'"Buna göre müslüman Usulül-F ıkıh âlimlerinin kararla ştırdıklarıkurallar ve kanunlar, sözlerin manalara delâlet etme yollarma, sigalar ınumumi bir manayı anlatmas ına, genelin, mutlak ve mü şterekin neyedelâlet etti ğine, yorumlamaya ihtimali olana ve olmayana, sebebin hususiliğinede ğil , sözün umumiliğine bakıldığına, atfetmesinin ayr ılığı gerektirdiğine,mutlak emrin vâcib k ılmayı gerektirdi ğine vs. hükümlerinkendilerinden ç ıkarılacağı ve naslar ın anla şılacağı dil kurallar ına aittir.Şer'i sözhrin (nass) anla şılmasında riayet edildi ği gibi medeni kanunun,ticaret kanununun ve duru şma, ceza kanunlar ının ve düsturun 149.maddesine "Devletin dini islâm, resmi dili arapçadtr"' 80 uygun olarakarapça ile yaz ılan devletin di ğer kanunlar ının naslarımla. da o dil kurallarınariayet edilir.Bu kanunların bir kısm ının frans ızca as ıldan tercüme edildi ği ve bu asl ıkoyanın arapçan ın üsliiplarım anlama bakımından bilmiyor ve kanununmaddelerini arapçaya göre anla şılmas ını da amaçlamam ışt ır, denemez.Zira deriz ki, yükümlü k ılındığımız kanun arapça ile ifade edilmi ş ve arapçanınüslUplarını anlayan kimseden ç ıkmış sayılır. Yükümlü kılmanındo ğru olabilmesi için yaz ı kalıb ına dökülmü ş olduğu dilin ifade tarzlar ınagöre anla şılmas ı kasdedilir. Kendisinden nakledildi ği dilin ifade tarzlarınabakılmaz. Buna göre frans ızca asl ıyla arapça metin aras ında çat ışmaolup da aralar ını uzla ştırma imkâm bulunmam ışsa arapça metningere ğine göre i şlem yap ılır. Çünkü insanlar ancak anlayacaklar ı ve aralarındayay ınlanan nesne ile yükümlü olurlar. 181 Ama arapça metnin iki163 şekilde anla şılmas ı ihtimali varsa ve sözleri iki manay ı gösterme ğe ihtimalveriyorsa, o zaman iki manadan birini tercih etme ve iki şekil anlamadanbirini seçmekte frans ızca as ıldan delil getirilebilir. Nitekim her hangibir yak ınlık (karine) ile buna delil getirilir. E ğer, be şeri (vaz'i) kanunun179 İbrahim suresi, 47.180 Resmi dil için Bnz. Türk A.Y. Md. 3, f ıkra 2 (Y.Z.).181 Mısır'da istinaf mahkemesi 30 /1 /1929 y ılında bu kaideye göre hareket ederek kanununkanun olabilmesi için fertler aras ında yay ınlanmas ı ve yayınlanmas ının da arapça ve frans ızca olmas ınahükmetmi ştir. Fertlerin ço ğu frans ızcayı bilmemektedir. Bunun için arapça metni ile i şlem yapılır vekanunlarda münaka şa dili arapçad ır. -Mecelle Muhökamat S: 529 yıl 9-, frans ızca as ıl alınamaz OysaMıs ır İstinaf Mahkemesi 29 /XII /1924 y ılında vermi ş olduğu hükümde frans ızca metninin maddelerininyazılmas ında as ıl olduğunu ileri sürerek ayr ıca frans ızcan ın kanun dili olduğunu kabul etmi ştir. (MecelleMuhâkamat S: 805, y ıl 6). Çünkü bunda insanlar anlamad ıkları ile yükümlü k ılınmakta ve ba şka bir dilegöre anlamalar ı ile yükümlü tutularak hitap edilmektedirler.292


usullerinde, ticaret örfünde (iisliiblarm) baz ı ifade tarzlar ının hükümleredelâlet etmesiyle, baz ı sözlerinin manalara delâletiyle veya gizliliklerinbaz ı türlerinin öZel yollarla kald ırılmas ı ile ilgili özel bir terim varsa, kanununörf ve teriminin gerektirdi ği nesne kanunun maddelerinin anla şılmasmauyulur. Dilin durumlar ının gerektirdi ği manaya bak ılmaz.Bunun için Usulül-Fıkıh âlimleri şer'i örfle şmi ş masalarda kullanılansalat (namaz), zekât, talak (bo şama) gibi sözler, dil manalarma görede ğil, örf manalar ına göre anla şılacaklar ına karar vermi şlerdir. Çünkükanun koyan ifadesinde kendi özel tabirini kullanma ğa riayet eder. E ğer,özel bir örfü yoksa, genel dil kullarnl ışına riyet eder.Birinci KuralMETNİN DECALET TARZIŞer'i (veya kanuni) sözün (nas) ibaresinden, i şaretinden, delâletindenveya gere ğinden ne anla şıllyorsa, ona göre hareket etmek vâcibolur. Bu dört yoldan birine göre sözden ne anla şıhyorsa, o, sözün gösterdiğimana, ve söz de onun delili olur."Bu yollardan biri ile anla şılan mana ile bu yollardan başka biri ileanlaşılan başka bir mana çat ışacak olursa, ibareden anlaşılan, işaretleanlaşılanın üzerine tercih edilir, bu ikisi ile anla şılan delâletle anla şılanüzerine tercih edilir".164 Bu kaidenin özet manas ı şudur: Şer'i veya kanuni söz, bazan müteadiddelâlet yollar ına göre müteaddid manaya delâlet edebilir. Onundelâleti ibaresinden ve harflerinden an.la şılana mahsus olmaz. Bazanişaretinden, delâletinden, iktizas ından anla şılan manalar ı da olabilir. Buyolların her hangi biri ile anla şılan mana sözün (nass) gösterdi ği manalardanolur ve söz de o manan ın delili ve onu gösteren söz olur ise, onunlai ş yapmak gerekli (vâcib) olur. Zira kanuni sözle yükümlü olan kimse,bu sözün dilce kararla ştırılan delâletlerin biri ile delâlet etti ği manayagöre i ş yapmakla yükümlü olur. E ğer, sözün delâlet yollar ının bir kısmınagöre gösterdi ği mana ile i ş yap ılır da ba şka bir yolla gösterdi ği mana ileiş yapma ihmal edilirse, söz baz ı yönleriyle kullan ılmamış olur. Bununiçindir ki, Usulcüler, sözün ibaresinin gösterdi ği, ruhunun gösterdi ği şeyve anla şılan nesneye göre i ş yapmak gereklidir, demi şlerdir. Bu yollar ınbir kısmının delâleti öbüründen kuvvetlidir. Bu farkl ılığın tesiri çat ışmazamanında ortaya ç ıkar.Bu kaidenin uzun aç ıklamas ına gelince, bu dört yoldan her birinindelâletiyle neyin kasdedildi ğini açıklama olup misâllerini şer'i ve be şerikanunların metinlerinden verece ğiz.293


1 — SÖZ C-N İBARES İ(ibaret el-Nass)Sözün ibaresi, onun sigasmı meydana getiren kelimeleri ve eümkleridemektir. Sözün ibaresinden anla şılan, sigasmdan ilk bakışta anlaşılanmana olup bu onun söyleni şinin gayesi olur. Mana açık olduğu zaman,sözün sigas ından anlaşılır. Söz de onu aç ıklamak ve anlatmak için söylenmiştir,(sevkedilmiştir) ki bu, sözün ibaresinin gösterdi ği manad ır ve bunasözün harfi man.as ı denir. Ibarenin delâleti sigamn ilk bak ışta anla şılan165 manayı göstermesidir. Bu, isterse do ğrudan do ğruya kasdedilen, istersedolayısıyle kasdedilen bir mana olsun, söyleni şinin gayesidir.Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü her kanuni(sözü) kanun koyan, koymas ını kasdetti ği özel bir hüküm söylemi ş, kelimelerinive ibarelerini aç ıkça o manayı göstersin diye döktürmü ştür.Her hangi şer'i veya be şeri kanunda bulunan her sözün ibaresinin gösterdiğibir manas ı vardır. Bazan bu manan ın yanında i şaretle, delâletle veyagerekle (iktiza) gösterdi ği bir mana daha bulunur ve bazan da bulunmaz.Sözün ibaresinin gösterdi ği manaya dair örnek zikretme ğe hacet yoktur.Ancak söyleni şten do ğrudan doğruya kasdedilen ile dolay ısıyle kasdedilenaras ındaki farkdan birkaç örnek verece ğiz:Yüce Allah "Allah alış verişi helgil ve ribayı haram kıldı . ,,182 buyurmuştur. Bu sözün (nass) sigas ı açıkça iki manay ı gösterir. Bunlar ın herbiri söyleni şinden (siyak) anla şılır. Birincisi alış veri ş riba gibi de ğildir.İkincisi alış verişin hiikmü helâl olma, ribamn hükmü haram olmadır.Bu iki mana sözün ibaresinden anla şılır ve her ikisi de söyleni şinin amacıdır.Fakat birinci mana, söyleni şinin doğrudan do ğruya amac ıdır. Çünküâyet "alış veriş elbette riba gibidir" diyenleri reddetmek için söylenmi ştir.İkinci mana, söyleni şinin dolayısıyle amac ıdır. Çünkü benze şmeyi kaldırmak,her birinin hükmünün aç ıklanmas ım gerektirmi ştir ki ikisininhükmünün ayrı olmas ından benze şmedikleri anla şılır. E ğer, yalnız söylenişindendo ğrudan do ğruya kasdedilen mana bildirilmek istenseydi,"alış veriş riba gibi değildir." derdi.Yüce Allah "Yetim k ızlara karşı âdil davranmamaktan korkuyorsanız,beğendiğiniz kad ınlardan ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın,âdil olamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir tane (alın) "183 buyurmuştur.Bu sözün (nass) ibaresinden üç mana anla şılır. o— Beğenilen kadın-166 Tarla evlenmenin mübah k ılınmas ı, b— kad ınların en çok dört sayısı ile182 Bakara, 275.183 Nisa, 3.294


sımrlanmış olması, c— kadınların müteaddit olmas ı halinde haksızlık yapmaktankorkulursa, bir kad ınla yetinilmesinin vâcib k ılmmasıdır. Zirasözün lafizlar ı açıkça bu manalar ı göstermekte olup hepsi de söyleni şinden(siyak) kasdedilmiştir. Ama birinci mana (a) dolay ısıyle kasdedilmiştir.İkinci ve üçüncü (b, c) manalar ı doğrudan do ğruya kasdedilmi ştir Çünküayet yetinalerin mallar ında haks ızlık yapma endi şesi ile vasiliği kabul etmektençekinen vasilerin münasebeti ile söylenmi ştir. Yüce Allah, onları,haksızlık yapma endi şesinin kendilerinin, sm ırsız ve kayıtsız müteadditkadın almamalarımn gerektiğine uyarmıştır.Öyle ise ikiye, ya üçe veya dörde inhisar ettirin. Kad ınların müteadditolmas ı halinde adaletsizlikten korkarsan ız, o zaman bir kadına inhisarettirin.. Ikiye, ya üçe veya dörde yahut da bire inhisar ettirme haks ızliktanendişe eden kimseye farzd ır. Ayetin söylenmesinden as ıl maksat budur.Bu ise evlenmenin mübah oldu ğunun açıklanmasını doğurmuştur. Öyleise evlenmenin mübahl ığı as ıl gaye olmayıp ikinci bir gayedir. Asil gayekadınları dörde veya bire inhisar ettirmedir. E ğer ayetin sevkinden kasdedilenmanayı göstermekle yetinilseydi şöyle denirdi: Yetimlere haks ızhkyapmaktan korkuyorsamz, dördü geçmemek üzere birkaç kad ınlayetininiz, e ğer birkaç kad ın aras ında da adaletsizlikten endi şe ederseniz,bir tane ile yetinin.2 — SÖZÜN IŞARETI(işaret el-Nass)Sözün işaretinden anlaşılanla kasdedilen, sözün (nass) söyleni şindenkasdedilmeyen ve lafızlarmdan anlaşılmayan, fakat lafızlardan ilkanlaşılan manaya gerekli olan bir manadır. Bu, gereksinme ( İltizam)yoluyla lafz ın gösterdiği manadır. Iltizami bir mana olu şu ve söylenmesinde(siyak) kasdedilmemi ş oluşu, sözün ona delâleti ibare ile de ğil işaretleolmayı gerektirdi. Bazan gereklilik aç ık olur, bazan da gizli olur.167 Bunun için demişlerdir Sözün i şaret etti ği nesnenin anla şılmas ı hazandikkat etme ğe ve çok dü şünme ğe muhtaç olur ve bazan da en az dü şünceile de anlaşıhr. İşaretin gösterdi ği mana, sözün (nass) gösterdi ği ve söylenişindenkasdedilmeyen ama ibarelerinden anla şılamn gere ği olan birmana olarak ayn ıdır. Bunun anla şılmas ı, gerekliliğin (telazüm) aç ık vegizli olu şuna göre, az çok bir dü şünmeye ihtiyaç gösterir.Bunun misali Yüce Allah'ın "Kadtnlartıt yiyeceklerini ve giyimlerini184sağlamak normal bir tarzda, çocuk kendisine doğurulana aittir". Bu184 Bakara, 233.295


sözün (nass) ibaresinden annelerin yiyecek ve giyecek nafakalar ın ın babalaravacib oldu ğu anla şılır. Zira ayetin kelimelerinden ilk anla şılan vesöyleni şinden (siyak) kasdedilen budur. Bu nass ın i şaretinden de çocuğununnafakas ırun kendisine ait olmas ında babaya hiç kimsenin ortakç ıolmadığı anla şıhr. Çünkü çocuk ba şkas ının de ğil, kendisinindir.E ğer baba Kurey şten ise, ana Kurey şten de ğil ise, çocuk babasınaait olarak Kurey şten olur. Zira kendi çocu ğudur, ba şkasının de ğildir.Babas ı muhtaç olduğu anda kar şılıks ız o ğlunun malından ihtiyac ını giderecekkadar ına sahip ç ıkabilir. Çünkü çocuk kendisinindir, çocu ğunmalı da onundur.Ne var ki, bu hükümler sözün (nass) i şaretinden anla şılmıştır.Nass ın lafızlarında ihtisas bildiren lam" harfi ile babas ına nisbet edilmiştir. "Çocuk kendisine do ğurulana" "ve alel mevrad lehu" denmi ştir."Sen ve mal ın, babanındır"* anlamında olan hadiste bu ihtisas ifade edilmiştir. Bu ihtisas ın gereklerinden olan yukardaki hükümlerin sabit olmasıdır.Bunlar sözün ibaresin.den anla şılan ve söyleni şinden kasdedilmeyenmanaya gereken hükümlerdir. Bunun için bunlar ın anla şılmas ısözün ibaresinden de ğil, i şaretindendir.Ba şka bir misal: Sava şsız ganimettel" hissesi olanlar ı aç ıklayan168 Yüce Allah' ın sözü "Yerlerinden ve mallar ından çıkarılan fakir muhacirlerAllah'dan fazl ve ho şnutluk isterler."'" Bu sözün ibaresinden, fakir muhacirlerinsava şsız ganimetten hisseleri oldu ğu anla şılır ve sözün i şaretindende bu muhacirlerin memleketlerinden ç ıkarıldıkları zaman b ırakt ıklarımallarının kendi mülkiyetlerinden ç ıkmış olduğu anla şılır. Zira nassonlardan fakirler sözü ile bahsetmi ştir. Fakirler olarak nitelenmelerimalları üzerinde olan mülkiyetlerinin baki kalmad ığını gerekli kılar. Bu,nass'ta bulunan bir lafz ın manas ının gere ği bir hüküm olup sözün söylenişinden de kasdedilmi ştir.Üçüncü misal: Yüce Allah' ın "Onları affet, onlar için mağfiret dileve i ş hakk ında onlara danış."7 I şaret yoluyla bu ayetler milletin içindenkendisini temsil edecek ve milletin i şlerinde danışılacak bir grup insan ınortaya ç ıkarılmas ını gerektirmektedir. İşin tenfiz edilmesi, millete dan ışmabunu gerekli kılar.Dördüncü misal: Yüce Allah' ın "Senden önce elbette kendisine vahyettiğimizbir tak ım erkekler gönderdik. Bilmezseniz ilim adamlar ına sorun." " 8185 Sava şsız ganimet -fey', müslümanlar ın sava şmadan müslüman olmayanlardan ald ıkları mallar:Sulh ile haraç ile al ınan mallar gibi.186 Haşr, 8.187 İmran, 159.* /bn Maceh, 2 /469, yeni bask ı .188 Enbiya, 7.296


Bu âyetten i şaret yoluyla milletin içinde ilim adamlari bulundurman ıngerekti ği anlaşılır.Ceza kanunundan bir örnek: Madde 274 "Zinas ı sabit olan evlikadının iki y ılı aşmamak üzere bir süre hapsedilmesine hükmedilir, fakatkocas ının kadınla geçinmeğe razı olarak hükmün tenfizini durdurma hakk ıvardır.""9Bu madde, ibaresiyle zinas ı sabit olan kad ının cezalanmas ım göstermektedir.Kocan ın da bu cezan ın tenfizini durdurma hakk ı vardır.Bu madde işaretiyle kad ının zinas ı, Mısır kanun koyucusuna göre, toplumakarşı bir cinayet de ğildir. O, sadece kocaya kar şı bir cinayettir. Bu,169 kocanın onun cezas ını kaldırma hakkını isbat için gereklidir. Zina, h ırsızlıkgibi topluma kar şı cinayet olsayd ı hiç kimsenin onu durdurma hakk ıolamazd ı."'"Lağvedilmiş Medeni Kanundan örnek: Madde 155. Furu'a ve kar ı-larma, evli kald ıkça, usul'a ve kar ılarma nafaka vermeleri vâcibtir.Madde 156. Aynı şekilde usulün furu'a nafaka vermesi gerekir.Furu'un kanlar ı ve kocalar ı da birbirlerine nafaka vermekte mecbutidirler"Madde 157. Nafakalarm takdiri, verilecek olanlarm ihtiyaçlar ı ileverecek olanlar ın zenginliği göz önünde bulundurularak yap ılır. Her neolursa olsun, nafakalar her ay önceden verilir 192.Bu maddelerin ibaresinden her birinden nafaka hükümlerine aitmevzui bir hüküm anla şılır. Ve i şaret yoluyla da bölgesel mahkemelerinbunlara hüküm verme ihtisas ında olduğu anlaşılır. Zira sözün kanundaüzerinde durmasmdan uygulamas ının gerekli oldu ğu lâz ım gelir. Bu ihtisas,bu maddelerin kanunda bulunmas ına gerekli olan bir mana olupmaddelerin söyleni şinde gaye de ğildir. Bu ancak i şaret yoluyla anla şılır.Birçok be şeri kanun metinlerinin ibareleri bir tak ım hiikümlergösterir ve bir tak ım hükümlere de i şaret eder. Kanun adamlar ı bunu,"Madde bu hususta aç ıktır ve işaret yoluyla şu anlaşılır" sözleri ile anlatırlar.I şaret yoluyla delil getirme ayr ılmayacak bir gereklilikle metninmanalarmdan birine lâz ım olana hasretmede ihtiyac ın bulunmas ı lâm ındır.Çünkü, metin buna delâlet eder. Zira melzii ına delâlet eden lâz ın ıa189 Kar şıla ştı/muz: TCK. Md. 440 ve 444 (Y.Z.).190 Bnz. TCK. Md. 444 (Y.Z.).191 (Bizdeki durum için Buz. MK. 315 ve 161) (Y.Z.).192 Bnz. MK 316, 150 ve 4) (Y.Z.).297


da delâlet eder. I şaret zam uyla metne, kendi manas ı ile aralarında mülazemetbulunmayan uzak manalar yükleme ğe gelince bu metinleri anla-170 mada haks ızl ık olur.Metnin i şaretinin gösterdi ği nesne ile bu kastedilmi ş3 — SÖZÜN DELALET İ(Delâlet el-Nass)Sözü,' delâletinden anla şılan şey sözüm ruh ve makulünden anlaşılanmana kasdedilir. Sözün ibaresi, hükmün üzerine kuruldu ğu bir nedendenötürü bir olaydaki hükme delâlet ederse ve hükmün nedeninde buolaya e şit veya daha elveri şli bir olay bulunacak olursa, bu e şitlik veelveri şlilik, kıyasa veya ictihada ihtiyaç olmadan sadece dil anlam ına göre,ilk olarak anla şılıyorsa dil yönünden söz (nass) her iki olay ı da içine alır.Söylenilene (Mantuk) sabit olan hüküm, -neden de ister e şit, ister dahaelveri şli olsun- ona uygun olarak anla şılana (mefhum) sabit olur.Bunun misali Yüce Allah' ın ana baba hakk ındaki "Ana ve babayaöf demeyin."" 3 sözüdür. Bu ayet, çocu ğun ana babas ına öf demesini menediyor. Bu yasaktaki neden böyle bir sözü onlara söylemekte onlaraolan eza ve onlar ı incitmedir. Oysa öf demekten çok daha şiddetli ezaveren ve inciten vard ır. Mesela dövme, sövme gibi. Akla ilk gelen, yasa ğınbunları içine almas ı ve böylece öf demeyi yasaklayan söz ile o da yasaklanmışolur. Zira dil bak ımından öf demenin haram olmas ında, ondandaha çok anay ı babayı inciten nesnenin haram olmaya daha yak ın olduğuaçıkça anla şılır. Burada sükût geçilmi ş uygun (mefhum- ı muvafık)anlayış söylenilenden (mantuk) daha çok hükme yak ındır.Diğer bir misal de Yüce Allah' ın şu sözüdür: "Haksız yere yetimlerinmalını yiyet ıler karınlarında ancak ateş yerler."194Bu sözün (nass) ibaresinden vasilerin haks ız yere yetimlerin mallarınıyemelerinin haram oldu ğu anla şılır. Sözün delâletinden de onlar ıba şkalarına yedirmelerinin haram oldu ğu, onları yakmanm, dağıtmanın,yok etmenin -ne çe şit bir yok etme olursa olsun- haram oldu ğu anla şılır.Çünkü bu nesneler o mallar ı haks ız yere yeme ğe e şittir. Her biri, tecavüzüsavamayan aciz güçsüzün mal ına tecavüz say ılır. Bu suretle ibaresiylehaks ız yere yetimlerin mallar ının yenmesini haram k ılan söz, delâletyoluyla da da ğıtılıp yakılmalarnu haram kılanBurada sükût geçilen uygun anlam söylenilene (mantuk) e şittir.Kıyas ile sözüm delâleti aras ındaki fark, uygun anlamın (mefhum- ı muva-193 İsra, 23.194 Nisa, 10.298


fık) nass ın söylediğine (mantuk) e şit olduğu ictihada ve istinbata dayanmadansadece dili anlamakla anla şılır. Ama k ıyaslanan nesnenin, kendisinekıyas yap ılan nesneye e şit olmas ı s ırf dili anlamakla anla şılmaz. Elbettekendisine kıyas yap ılamn hükmündeki nedeni bulup ç ıkarmak için veonun kıyaslanan nesnede gerçekle ştiğinin bilinmesine bir çal ışma (ictihat)gereklidir.Lağvedilmi ş Medeni Kanundan bir örnek: 370 nci maddenin metnişöyle dir: "Kiraya veren, akitte yap ılması şart koşulmayan bir tamiri yapmaklayükümlü olmaz". Bu sözün delâletinden, mesela bir oda yapmas ıiçin ev sahibi yükümlü tutulamaz. Çünkü bu, yükümlü tutamamaktakinedenin gerçekle şmesinde tamir etmekten daha çok yak ındır. Akit zamanındaüzerinde akit yap ılan nesnede iki tarafın rızas ı olması lazımdır.'"Ceza Kanunundan bir örnek:Madde 274 ün metni şöyledir: "Zina sabit olan evli bir kad ımn ikiyılı geçmemek üzere bir siire için hapsolunmas ı ile hüküm giyer, ancakkocası eskisi gibi onunla geçinme ğe rıza göstermesi halinde bu hükmüntenfizini durdurabilir.'" Bu metinin delâletinden kocan ın hükümden öncezina davas ını durdurma hakkı olduğu anla şılır. Zira verilen hükmün tenfizinidurdurma hakk ı olanın aynı hükümle ilgili davanın yürütülmelerinide durdurma ğa daha çok sahib olur.Madde 237 şöyledir: Karısına zina halinde aniden rastlay ıp karısmı172 hemen öldüren kimse, 234, 236. maddelerde tayin edilmi ş cezalarm yerinehapsedilmekle cezalamr."' 97Bu sözün delâletinden, e ğer kar ıyı ve onunla zina yapan adam ıdövüp neticede devaml ı bir sakatlık meydana getirecek olsa, bu sakatl ığıncinayet de ğil, bir yaralama suçu oldu ğu anla şılır. Zira, öldürmekten dahaçok hafifletilme ğe layıktır.Beni Suveyf sorgu hakimli ğinin 9 /12 /1922'de ç ıkan hükmünde(Rakam 213, sayfa 243, Mecelle el-Muhakamat 4). "Zirai arazilerin kiralananindirmek için kanun koyucuyu heyet te şkil etme kanunu koymağasevkeden sebeb, pamu ğun fiyatının ve hububat gibi di ğer mahsullerinfiyatlarının artmasına bakarak kira ücretlerini takdir etmekte kirayaverenlerin aşırı gitmeleridir. Zirai yerlerin pamuk ekildi ği sene fiyat ı düşürmeyigerektiren neden bu olunca, ayn ı şekilde zirai yerlerin pamukekmeyip hububat ekti ği senede fiyat indirimi yapmay ı gerektirmesi dahauygundur."'"195 Karşılaşurnuz: BK. 251 (Y.Z.).197 Karşılaşunnız: TCK, 440, 449/1 ve TCK 51, 59.196 TCK 440-444. (Y.Z).198 Benzer uygulama için Buz. 6570 S.h kan ını "musahhaf" gayr ımenkulların kiraları hk. (Y.Z.)299


Bu delâlet yoluna, sözün delâleti dendi ği gibi aç ık kıyas da denir.Zira söylenilen (mantuk) ile uygun anlam aras ındaki e şitlik veya dahaelveri şliliğin anla şılmas ı aç ıktır. Bunun hükmüne uygun anlam yanisöylenenin (mantuk) hükmüne uygun anlam denir. Çünkü s ırf dil anlayışınagöre bile neden de ona uygundur. Buna, hitab ın maksadı, yaniruhu ve manas ı denir. Zira, bir illetten ötürü bir yerde bir hükmün bulunduğunadelâlet eden her söz, bu illetin bulundu ğu ilk bakışta anlaşılanveya illetin orada bulunmas ı daha kuvvetli olan her yer bu hükmün sabitolduğunu gösterir.4 — SOZÜN GERE ĞI(Nassın iktizas ı)Sözün gere ğinden anlaşılan kendisi olmadan söz düzgün olmayanmana demektir. Sözün içinde o marıayı gösteren bir kelime bulunmaz.173 Ne var ki sözün kal ıb ının do ğru olmas ı ve manas ının düzgün olmas ı omallar gerektirir, ya da do ğrulu ğu ve gerçe ğe uygunluğu onu gerektirir.Bunun misali Hz. Peygamberin şu sözüdür "Ümmetimden yan ılma,unutma ve zorland ıkları nesne kaldırılm ıştır." Bu sözden aç ıkça anla şılan,bir fiil yanl ış olarak, unutarak veya zorlanarak yap ılmışsa onun kalkacağınıgösteriyor. Bu mana gerçe ğe uygun de ğildir. Çünkü bir i ş yap ı-lın.ca kalkmaz. Öyle ise bu ibarenin manas ın ın do ğru olmas ı için gereklibir nesnenin takdir edilmesi (var say ılması) gerekmektedir. Burada şöyletakdir edilir. "Ümmetimden yan ılmanın günahı kald ırılm ıştır." Günahburada hazfedilmi ştir. Bunun gösterilmesini (var say ılmas ını) ibareninmanasmın do ğru ç ıkmas ı gerektirmi ştir. Bu kelime, sözün gere ğinin gösterdiği bir kelime olarak itibar edilir.Yüce Allah' ın "Analarınız, k ızlarınız... size haram kimdi," 199 yani199 Mahremleri bildiren âyet Nisa suresinde 23. âyettir. "Size analar ımz, k ızlarınız, kız karde ş-leriniz, halalar ınız, teyzeleriniz, karde şlerinizin k ızları, kız karde şlerinizin kızları, sizi emziren analar...haram k ılındı". Bu âyetten dört delâlet yoluna göre Şer'i hükümler ç ıkarılır.Analar ın, kızların, kız karde şlerin, halalar ın, teyzelerin ve di ğer adı geçenlerin haraml ılığı âyetteaçıkça vard ır. Bu, sözün ibaresinden anla şılır. Çünkü bunlar ibarenin sözlerinden ilk anla şılan mânalarolup bunlar sözün (nass) söyleni şinden kasdedilmi ştir.Süt halalar ın, süt teyzelerin, süt baban ın haram olmas ı sözüm ibaresinden anla şılır. Çünkü Allahemzirenlere ana demi ştir. Emzirenin emen kimseye ana yap ılmas ından, emzirenin k ız karde şinin de teyzeolmas ı, kocas ının baba ve kocas ının kızkarde şinin de hala olmas ı lâz ım gelir.Zira anal ık bağına bubağlar da gerekir.Halalar ın ve teyzelerin haraml ığından sözün delâleti yoluyla minderin haraml ığı anlaşılır. Ziranine haladan daha yak ındır. Hala nine vas ıtas ıyla yak ın olur, yakının haramlığı, daha yakın olanın haraınhliğını daha lâyıkryle gerektirir."Size analarımz haram k ıhndı" sözü "analann ızla evlenme"nin mahzuf oldu ğunu gerektirir. Çün-300


evlenmeleri sözü ve "Size le ş, kan, domuz eti haramland ı . 99200, yani yemesive faydalan ılmas ı, sözü de misaldir Çünkü zata haraml ık taalla etmez.Haram sadece yükümlünün i şine taallûk eder ve her sözde uygun dü şen,var say ılır (takdir edilir).Vakfedenlerin ibarelerinden buna misal vakfedenin şu sözüdür:Vakfıma bakacak olan kimse için on şart koydum. Bu, gerek (iktiza)yoluyla o şartlar ı kendisine kılaca ğım gösterir. Çünkü kendisi onlaramalik olsayd ı, ba şkas ına onları temlik edemezdi. On şart ın vakfın a bakanaait olmas ı sözün ibaresi ve kendisine ait olmas ı sözün gere ği iledir.Kölesi olan insana şu sözü söylemek de bu türdendir: "Kölenibenim nam ıma bin liraya azad et". Bu, onun kölesini sat ın aldığın ı,gerektirmek (iktiza) yoluyla bildirir. Çünkü, kendisini azad etmedevekalet edebilmesi için önce onu sat ın almal ıdır. Alış, bu sözün sigasm ıngere ği ile sabit olur.174 Bu uzunca anlat ışla daha özet olarak anlatt ığımız ispatlanm ış olur.Bu dört yoldan biri ile sözden anla şılan her mana, sözün (nass) delâletetti ği mana olur ve söz ona delil olur. Çünkü ibaresinden al ınan manasöylenili şinden kasdedilen ve lafızlarından ilk anla şılan manad ır. İşaretindenalınan mana, ibaresinin manas ına ayr ılmaz surette gerekli olanmanad ır. Bu iltizam yoluyla gösterilen mana olur. Sözün delâletindenalman mana, sözün ruhu ve anlam ının gösterdiği manad ır. Gerek (iktiza)yoluyla anlaşılan, sözün ibaresinin do ğruluğu ve manasnun düzgün olmasını sağlayan varsayımı (takdiri) gerektiren zorunlu bir manad ır.Ibare yolu i şaret yolundan daha kuvvetlidir. Çünkü birincisi söylenişi kas ıtlı ilk anlaşılan bir manad ır. İkincisi söyleni şi kas ıtlı olmayangerekli bir manaya delâlet eder. Her ikisi delâlet yolundan daha kuvvetlidir.Her biri sözün (nass) söyledi ği, sigas ı ve lafızları ile gösterdi ği manadir.Ama delâlet yolu ise, sözden anla şılan, ruhu ve anlam ı ile gösterdiğimanadır. Bu farktan ötürü çat ışma halinde, ibareden anla şılan, i şa-175 retten anla şılana tercih edilir Her ikisinden biri ile anla şılan delâlettenanlaşılana tercih edilir.kü anaların zatlarma haramlik isnad ının mânas ı çıkmaz, bunun için isnad ın do ğru bir anlam vermesibu takdiri (varsay ımı) gerektirir.Aynı şekilde Ceza Kanununun 247 nci maddesinden ibare, i şaret ve delâleti vas ıtasıyla mânalaranla şılabilir. Yukarda anlat ılanlardan bu anla şılır.Aynı şekilde Yüce Allah' ın "Analann kad ınların yiyecek ve giyece ği uygun bir şekilde çocuk kendisinedoğrulana aittir." Bakara, 233, sözü ibare yoluyla analar ın nafakalarımn babaya gerekti ğinigösterir. i şaret yoluyla çocu ğun nafakas ının yalnız babas ına vacib ve nesebinin de babas ına ait olduğunugösterir ve babas ının oğlunun mal ında hisse şüphesi olduğunu da gösterir. Delâlet yoluyla analann ilâçve tedavi paralar ının da gerekli ğini gösterir. Zira analar buna yiyecek ve giyecekten daha çok muhtaçtırlar.301


Ibareden. anla şılan ile i şaretle anla şılan aras ında olan çat ışmayaşer'i sözlerden örnek:Yüce Allah' ın "Öldürülenler hakkında size k ısas farz k ılındı"2°'176 sözü ile "Bir mü'mini kasden öldürenin cezas ı cehennemdir 7202 sözüne gelince,birinci ayet, ibaresi ile k ısas yap ılmasının vücubuna delâlet eder.İkinci ayet, i şareti ile kasden öldürene k ısas yap ılmamas ını gösterir. Ziracezamn cehenneme hasredilmesi bunu anlat ır. Açıklamak gereken yerdebu hasretmekten, ba şka cezan ın gerekli olmadığı laz ım gelir. Fakat ibareningösterdi ği mana i şaretin gösterdi ği manaya tercih edildi.Hz. Peygamberin "Hayz ın en az müddeti üç, en çok müddeti on gündür."*sözü ile Hz. Peygamberin kad ınların dininin noksanlığının nedeninianlatmakta "Kadınlardan biri ömrünün yarısını namaz k ılmadanoturur" sözüne gelince, birinci hadis ibaresi ile hay ız müddetinin en ço ğuon gün olduğunu gösterir. İkinci hadis i şareti ile hayız ın müddetinin onbeş gün oldu ğunu bildirir. Çünkü kad ınlar ömrünün yar ısında oturupnamaz kılmadığını söylemi ştir. Burada hay ız müddeti ay ın yarısı olmalıki, ömrünün yar ısında namaz k ılmaz olsun. Birinci metnin ibaresindenanla şılan ile ikinci metnin i şaretinden anla şılan çatışmca, ibare ile anla şılan,-ki bu hayz ın en çok müddetinin on gün olmas ıdır-, tercih edilmi ştir.Buna lağvedilmi ş Medeni Kanundan örnek: Nafaka maddelerinden155, 156, 157 nci maddeler i şaret yoluyla, bu nafakalarm muhakemelerinebakmak bölgesel mahkemelerin ihtisasma girer 203 . Çünkü bu, kanundakiilgili madde ile gösterilmi ştir. Lağvedilmiş bölgesel mahkemelerin düzenlenmesitasar ısının 16 nci maddesinde bu mahkemelerin nikâh ve onunlailgili nafaka ve mehir meselelerine bakma hakk ı olmadığı söylenmi ştir.Bu, ibare yoluyla vatani mahkemelerin nafaka meselelerine bakma ihtisası olmadığını gösterir. Birinciden i şaret yoluyla anla şılan ile ikinci-177 ciden ibare yoluyla anla şılan çatışınca, ibare yoluyla anla şılan tercih edilir.Buna göre vatani mahkemelerin nafaka i şlerine bakmas ı ihtisas ı dahilindede ğildir.Şer'i metinlerden delâlet yoluyla anla şılan ile i şaret yoluyla anla şılanaras ında çatışmaya örnek:Yüce Allah' ın "Yanl ışlıkla bir mü'mini öldürenin cezas ı mü'minbir köleyi hür yapmakt ır"2" sözünden delâlet yoluyla, bir mü'mini kas-200 Maide, 3.201 Bakara, 178.202 Nisa, 93.203 Bnz. MK. 315, 316 ve 161 (Y.Z.).204 Nisa, 92.* Tirmizi 1/206.302


ten öldürenin cezas ının mü'min bir köle azad etmesi olaca ğı anla şılır.Çünkü bu suçunun bu kefareti verme ğe yanlış yapan katilden dahalâyıktır. Köle azad etmek katilin suçunun kefaretidir. Kasten öldüren,yanlışlıkla öldürenden daha çok suçunun kefaretini verme ğe yakındır.Yüce Allah' ın "Kasten bir mli'mini öldürenin cezas ı temelli olarakcehennenıdir"2". Sözünden i şaret yoluyla ona köle azad etmek gerekmez.Çünkü ayet, dünyada suçunun kefareti olmad ığına i şaret ediyor. Çünküayet, onun cezas ını sadece cehennemde temelli kalmak olarak bildirmiştir. Bu iki ayet çat ışınca i şaret delâlet üzerine tercih edilmi ştir. Öyleise kasten öldürme köle azad etmek gerekmez.İ kinci KaideZIT ANLAM (Mefhum el-Muhalefe)"Şer'i sözün z ıt anlama ait bir hükmü yoktur."Şer'i söz, bir kayıtla mukayyet bir yerde bir hüküm gösterirse, meselabir nitelikle nitelenmi ş, bir şartla şartlanmış, bir gaye ile gayelenmiş,veya bir sayı ile smırlamınş ise, kaydın bulunduğu yerde sözüm (nass)hükmü, sözüm söylermi ş olduğu husustur. Ama kaydın bulunmadığı yerinhükmü, işte zıt olan anlamıdır.178 Bu kaidenin k ısa manas ı şudur. Şer'i sözün söylenene (mantuk)z ıt olan anlama dair her hangi bir hüküm bulundu ğuna delil yoktur.Zira dört delâletten hiç biri onun gösterdi ği manalardan say ılmaz. Z ıtanlam olan susulmu ş nesnenin hükmü adi ibaha olan şer'i delillerden biriile bilinirYüce Allah'ın "de ki, bana vahyolunanda leşten, akan kandanbaşka bir nesnenin tadacak tadıcıya haram olduğunu görmedim" 2"sözünün söylediği akan kanın haram olmas ıdır Akmayan kanın helalolması söylenene z ıt bir anlamdır. Bu ayet ona delâkt etmez. Do ğrusu bu,asil ibaha yani şer'i bir delil ile bilinir Meselâ, Hz. Peygamberin "Sizeiki le ş ve iki kan helal kimdi,. İki ölüden biri balık öbürü çekirgedir. İkikana gelince onlardan biri ciğer diğeri de dalaktır."Yüce Allah'ın "Hanginiz iffetli mii'min kad ınlarla evlenemiyeceksemü'min genç k ızlardan olan cariyelerinizle evlenin"207 sözünün söyledi ğihür kad ınlarla evlenme imkân ı olmayan mü'min cariyelerle evlenebilmesidir.Fakat hür kadınlarla evlenebileceklere gelince, bu ayette onun hükmünebir delil olmadığı gibi mü'min olmayan cariyelerle evlenme için de bu205 Nisa, 93.206 Enam, 145.207 Nisa, 25.303


âyette bir hüküm yoktur. Bu kaidenin uzun aç ıklanmas ı, z ıt anlam ıntürlerini aç ıklamay ı gerektirir.Bu anlam nass ın ifadesinin kayıtlandığı kayda göre be ş türe ayr ılır.1—Nitelik anlamı : Yüce Allah' ın mahremleri aç ıklama hususunda"Sulbunuzdan olan oğullarınız ın karıları"2" sözünün z ıt anlam ı oğluno ğlu ve süt o ğul gibi sulblarından olmayan o ğulların kar ılarıdır. Hz. Pey-179 gamberin "Otlayan hayvanda zekât gerekir"* sözünün z ıt anlamı otlamayanhaz ır beslenen hayvand ır. Ayn ı şekilde "Agit hurma ağacı satan meyvavasın ı alır"** sözüdür.2—Gaye anlamı: Yüce Allah' ın "Karıs ını boşarsa başkas ı ile evlenmedikçebir daha kendisine helöl olmaz" 209 sözünün z ıt anlam ı üç defa boşanankad ının, bo şayan kocas ından ba şkas ı ile evlenmesidir. Yüce Allah' ın"Tan yerinde beyaz ipliği siyah iplikten ay ırt edeceğiniz zamana kadaryiyin için" 210 sözünün z ıt anlam ı tan yerinde siyah ile beyaz ayr ılınca'd ır.3—Şart anlamı: Yüce Allah' ın "Eğer kadınlar hamile ise onlara nafakaverin „211 sözünün z ıt anlam ı hamile de ğilseler vermeyin demektir.Yüce Allah' ın "Eğer kadınlar mehirlerinden bir şey gönül ho şluğu ile bağış -larlarsa onu fıfiyetle yeyin." 2” sözünün z ıt anlam ı kadının gönül ho şluğuile mehrinden bir şey vermek istemeyi şidir.4— Sayı anlamı: Yüce Allah' ın "Onlara seksen değnek vurun'""sözünün z ıt anlam ı seksenden çok veya az oland ır. Yüce Allah' ın "Bulamayanüç gün oruç tutar."2" sözünün zıt anlam ı üçten az veya çoktur.5—Lakab anlamı: Yüce Allah' ın "Muhammed Allah' ın elçisidir"2"sözünün z ıt anlamı Muhammed'den ba şkas ıdır. Hz. Peygamberin "Buğdayınzekât ı vardır"*** sözünün z ıt anlamı buğday olmayandır. YüceAllah' ın "Analarınız size haram k ılındı" 216 sözünün zıt anlam ı ana olmayanlardır.Usulcüler, nass ın z ıt anlamını baz ı durumlarda delil kabul etmek208 Nisa, 23.209 Bakara, 230.210 Bakara, 187.* Tertib Musned Ahmed b.Hanbel 8/214.** İbn Maceh, 2/745.211 Talak, 6.212 Nisa, 3.213 Tur, 4.214 Maide, 89.215 Feth, 29.216 Nisa, 29.*** Terli% Musned Ahmed b.Hanbel 8/219.304


ve baz ılarında delil kabul etmemekte anla ştılar ve baz ı durumlarda dadelil olup olmayaca ğında ihtilâf ettiler.180 1— Delil olmayaca ğına ittifak ettikleri sözün (nass) z ıt anlamılâkab anlam ıdır. Lâkab ile kasdedilen sözün içinde geçen câmid bir lafz ınhükmün kendisine isnad edilen bir zat ın ismi ve özel ad ı olmas ıdır. "Buğdayın zekiit ı vardır" hadisinde buğday lafz ı zekât farz k ılınan, bilinentanenin ad ıdır. "Koyunun zeldit ı vardır" hadisinde koyun lafz ı, zekâtfarz kılınabilinen hayvan ın adıdır. Ne dil, ne şeriat ve ne de örf bak ımındanbuğdayın zikredilmesiyle ba şkalarının istisna edildiği anlaşılmaz.Koyunu zikretmekle de di ğer otlayan hayvanlardan sak ınılmış değildir.Buğdaya zekât ı farz k ılmakla mısır, arpaya v.s. hububata zekât olmad ığıanlaşılmaz. Koyunu zekât farz k ılmakla deve, s ığır gibi diğer hayvanlarazekât yok demek de ğildir.I şte bundan dolay ı Usulcüler lâkab ın z ıt anlam ı ile delil getirilemeyeceğinde anla ştılar. Çünkü onun zikredilmesiyle kay ıtlamak, tahsisetmek ve ba şkas ını dışarda b ırakmak kasdedilmemi ştir. Bu hususta şer'isözlerle, be şeri kanunun sözleri ve insanlar ın akitleri, tasarruflar ı ve diğersözleri aras ında fark yoktur. Muhammed Allah' ın elçisidir sözününMuhammed'den ba şkas ının Allah' ın elçisi olmadığı demek de ğildir. Ölününborcu, terikesinden ödenir deyince, gömülmesi, cenaze masraflar ı ve geçerlivasiyetleri terikesinden ödenmez demek de ğildir.Satış mülkiyeti nakleder sözünden, sat ıştan ba şkas ı nakletmezdemek de ğildir. Hayat kayd ıyla insanın terikesine ait haklar ı satmas ı,rızas ı ile de olsa bat ıldır. Bunun için Şevkâni "Lâkabda zıt anlamı kabuleden ne dil, ne akli ve ne de şer'i hiç bir delili yoktur. Arapçada bilinir kiZeydi gördüm diyenin sözünden ba şkasın ı görmediği anlaşılmaz. Ancakcüz'i bir olayda cari ise bu elbette bir (karine) belge ile olur." demiştir.181 2— Z ıt anlamla (Mefhum el-muhalefet) delil getirmekte birle ştikleriyerler nitelik, şart, sayı ve gaye anlamıdır. Bu şer'i söz (nass) bulunmayanyani akit yapanlar ın akitlerinde, tasarruflannda insanlar ın söz ve ifadelerinde,yazarlar ın ibarelerinde ve fakihlerin terimlerinde caridir. Meselâvakfeden bir kimse, "Benden sonra vakfım ın gelirini fakir yak ınlarımatahsis ettim" derse, bu sözünün sözlük anlam ı (mantuk) istihkak ın fakiryakınlarına sabit olduğunu ve z ıt anlamı da fakir olmayan yak ınlarınınhakkı olmadığını gösterir. Bu sözün metni her iki hükümde de de ğildir.Vakfeden bir kimse "Vakf ım ın gelir parasını benden sonra evlenmeyendul karıma tahsis ettim" derse, bu sözün sözlük anlam ı istihkakın evlenmemiş dul karısına sabit oldu ğunu ve z ıt anlam ı da evlendi ği taktirdehakk ı olmadığını gösterir, sözü her iki hükme delildir.305


Böylece akdeden, tasarrufta bulunan yazar, veya her hangi birkimse, bir nitelik, bir şart ile bir sözü kay ıtlarsa veya bir say ı ve gaye iles ınırlarsa kayd ın bulunduğu yerde kayda dayanan hüküm sabit olur veo kayıt bulunmadığı yerden hüküm kalkmış bulunur. Zira insanlar ın örflerive anla şma ve ifade etmede kulland ıkları kelimeler bunu gösterir.Eğer olumlu veya olumsuz hüküm anla şılmamış olsayd ı, kartlamanınbir manas ı kalmazd ı. Ancak kayd ın tahsis etmek için olmad ığına bir belgebulunursa bu zaman da bir hükmü ifade etmez.3— Usulcülerin z ıt anlamla delil getirilmesinde anla şamadıkları yerler,özellikle şer'i sözlerdeki nitelik, şart, gaye ve say ıda olan z ıt anlamd ır.Usulcülerin ço ğu şer'i söz bir olayla ilgili olarak bir nitelikle kartlanan,bir şartla şartlanan veya bir say ı ve gaye ile s ınırlanan bir hükmü gösterirsebu, nitelik, şart, gaye ve say ının bulunduğu olayda hükmün sabitolduğuna delil olduğu gibi nitelik, şart, sayı ve gayenin hükmünde zikredileninhilafına vuku bulan olaya da hükmün z ıddının sabit olduğunadelil olur.182 Birinci hükme sözlük anlam ı, ikinci hükme ise zıd anlam denir.Dökülen kanın haram kılınmas ı ve dökülmeyen kanın helal olmas ı ki,her biri Yüce Allah' ın "Veya akan kan" 217 sözünün gösterdi ği hükümdür.Hanefi Usulcüleri, şer'i sözün bir olaya dair gösterdi ği hüküm birnitelikle kayıtlandığı, bir şartla şartlandığı bir gaye veya sayı ile tandidedildiği zaman, ancak nitele ğin, şart ın, gaye ve sayının zikredildiği olayaait hükümde delil olur. Fakat hiç bir kayd ın bulunmadığı olaya ait birhükme delil olamaz. Do ğrusu nass o olay ın hükmünü aç ıklama hususundasusmu ş sayılır. Art ık onun hükmü ba şka bir şer'i delile göre aran ır;mesela', e şyada as ıl olan mubah olmakt ır, bu delillerden biridir.Ço ğunluktaki Usulcüler kendi görü şlerine dair müteaddit delillergetirmişlerdir. Bunların en açık olanı iki tanedir:Birincisi: Araplar ın ifade tarzlar ından ve kelimeleri kullanma adetlerin.denilk anla şılan şey, bir hükmü bir nitelik ve şartla kartlaman ınveya bir sayı ve gaye ile s ınırlamanın kaydın bulunduğu yerde hükmünsabit olmas ına ve kayd ın bulunmadığı yerde de hükmün bulunmamas ınadelâlet etmi ş olmasıdır. Mesela "Zenginin alacaklıy ı oyalaması zülumdur" 218diyen kimsenin sözünden fakirin öyle olmad ığı anla şılır. Bir kimse, o ğlunsınıfı geçerse ona bir saat hediye et derse, bu, s ınıfı geçmezse saat vermedemektir.Bunun içindir ki Hz. Ömer, insanlar ın namazları yolculukta kafirlerinfitne ç ıkarma korkusu olmadığı halde kısalttığım görünce hayret217 Enam, 145.218 Bu hadisi şeriftir Buharı 3/55 (Çeviren).306


edip Hz. Peygambere ne oluyoruz emniyet zaman ında namaz ı kısaltıyoruz? diye sordu. Hz. Peygamber de "Bu Allah' ın size verdiği bir sadakadırO'nun sadakasını kabul edin"* buyurdu. Bu hayretin men şei Hz. Ömer,183 Yüce Allah'ın "Yer yüzünde dola ştığınızda, kâfirin bir fitnesinden korkarsanız,namaz ı k ısaltmanızda bir günahınız olmaz" 219 sözünden, korkmadıklarızaman kısaltmayacaklar ını anlamıştı . İşte z ıt anlam budur.Hz. Peygamber O'na verdi ği cevapta ona anlay ışmda yanılmamış, ancakAllah'ın onlara geni şlik verdi ğini, emniyet halinde de onlara izin verdi ğinigösterdi.İkincisi: Sözlerde bulunan kay ıtlar bir hikmetten ötürüdür. ÇünküŞirr bir nitelik, şart, gaye ve say ı ile manas ız yere kayıtlamaz. Bundanilk anlaşılan şey bu hikmetin hükmünü, kayd ın bulunduğu şeye tahsis etmektir.Ve bu tahsis etme, kayd ın bulunmadığı yerde hükmün yokluğunugerektirir. Bu hususta şer'i söz ile insanlar ın sözleri aras ında farkyoktur. Yalnız bir belge, nitelik, şart ve di ğer ikisini kayıtlamak de ğil detazim, övme, yerme veya genel gelene ğe göre geldi ğini gösterecek olursa,o zaman z ıt anlamla (mefhum muhalefet) delil getirilemez.Hanefi Usulcüleri görü şlerine birkaç delil getirmi ş, fakat en aç ıkolanı iki tanedir.Birincisi: Arapçan ııı ifade tarzlarmda hükmün bir nitelik, şart ilekayıtlanmas ı veya bir gaye ve sayı ile s ınırlanmas ı kaydımn bulunduğuyerde hükmün bulundu ğunu, kaydın bulunmadığı zaman hükmün bulunmadığınıgöstermez. Çok defa ibare kay ıtlanınış olarak söylenir vedinleyici kayd ın bulunmadığı yerde hükmü anlatmakta tereddüt eder vesözü söyleyene sorar, o da sorucuyu tuhaf kar şılamaz. Mesela biri Sana"sabahleyin isterse, ihtiyacını gör" derse, onu dinliyen kimsenin "Ak şamleyinisteyen ne olacak ?" diye soru sormas ını yadırgamaz. Kayd ın bulun-184 madığı yerde hükmün bulunmadığına delâleti kesin de ğilse, şer'i söz onadelil olmaz. Çünkü şer'i sözlerle delil getirmekte ihtiyatl ı olmak gerekir.Sırf ihtimal ile delil olamaz.İkincisi, kayıtlanana ve hükümlere delâlet eden şer'i sözlerin çoğundakayıt bulunmayan yerden hükmü kalkmam ıştır. Doğrusu kaydınbulunduğu olaya da kayd ın bulunmadığı olaya da sözün (nass) hükmüsabit olur, yolculukta, namaz k ılanlar kafirlerin fitnesinden korksunkorkmas ın namaz ı kısaltırlar. Oysa nass "Kafirlerin fitnesinden korkarsanız"22° kısaltma şartını koymu ştur. Kar ısının kızı, anas ının kocas ınınevinde olsa da olmasa da anas ının kocas ına haram olur. Oysa ayet "Karı-Tertib Musned Ahmed b.ilanbel 5/94.219 Nisa, 101.220 Nisa, 101307


larınız ın yanıntzda olan k ızları '9,221 niteliği haram olmayı kayıtlamıştı.Şer'i sözün anla şılmasında kayıt bulunmadığı zaman, hükmün bulunmadığınadelil sayılamaz.Sözlerin bir ço ğu kayıtlı hükmü zikrettikten sonra ona z ıt anlamıda belirtmi ştir. Mesela, Yüce Allah' ın "Zifafa girdiğiniz .kad ınlarınız,eğer onlarla zifafa girmemişseniz size bir günah yoktur." 222 sözü ile "Temizlenmedikçekad ınlara yaklaşmay ın temizlendikleri zaman Allah' ın sizeemrettiği yerden onlara gelin' 223 sözü de z ıt anlam ın geçen sözden kesinolarak anla şılmadığının delilidir. Yoksa, Allah onu ikinci defa zikretmezdi.Bu ihtilafın tesiri Yüce Allah' ın ölenin kızlarının varis olmalarıhakkındaki sözünde ortaya ç ıkar. "ikiden çok kad ın iseler, bıraktığınızüçte ikisini ahrlar 95224 Hz. Peygamber Sa'd b.Rabrin karde şine "Sa'dıniki k ız ına üçte iki ve kar ısına sekizde bir ver, gerisi senindir" demişti.Çoğunluğun görü şüne göre ayetin z ıt anlam ı olan bir ve iki kız üçteikiyi alamazlar ile iki kız ın üçte ikiyi alaca ğını bildiren bu hadisin sözlükanlamı aras ında çatışma vard ır ve hadisin sözlük anlam ı tercih edilir. Hanefiler'inusulciilerine göre arada çat ışma yoktur. Çünkü hadis k ızlarınvaris olmas ına ait ayette susulmu ş olan olayın hükmünü aç ıklamıştır.Aynı şekilde Yüce Allah' ın yolculukta namaz ı kısaltma hakk ında "Kılliderinsizi fitneye dü şüreceğinden korkarsanız" 225 sözü ile Hz. Peygamberin,emniyet ve kâfirlerin fitnesinden korkulmad ığı halde namaz ı kısaltmasıda ayn ıdır. Çoğunluğun görü şüne göre z ıt anlam ile hadisin sözlükanlamı aras ında çatışma vard ır. Hanefiler'in Usulcülerine göre çat ışmayoktur.İki tarafın delillerini kar şılaştırıp mukayese etti ğimiz zaman şusonucu çıkarım. Sözde (nass) bulunan kayd ın, iyi incelenip dikkatletahkik edildikten sonra, onun ba şka bir sebebten dolay ı olmayıp yalnıztahsis ve ba şkasından ayrılmak için geldi ği sabit olursa ve bu anlama ba şkabir sözün sözlük anlam ı kar şı çıkmazsa şer'i sözün nitelik, şart, gaye veyasayı bakımından zıt anlama delil oldu ğu görülür.Ama kayd ın tahsis etme ve sak ınmak için olmadığma sadece alışıkörfe göre geldi ğine dair bir belge varsa mesela, "Karaarınız ın yanınızdabulunan k ızları"226 veya s ırf i şi büyütmek için gelirse mesela, Hz. Peygamberin"Allah'a ve âhirete inanan bir kadının yas tutmas ı helâ1 olmaz"221 Nisa, 23.222 Nisa, 25.223 Bakara, 222.224 Nisa, 11.225 Nisa, 101.226 Nisa, 23.308


ya da sözün geli şinin veya şer'i hikmetin gösterdi ği bir sebebten ötürü isebu takdirde sözün z ıt anlam ı delil olmaz.Bu ihtiyata şer'i sözlerde riayet edilmesi gerekti ği gibi be şer' kanunlarınsözlerinde de riayet edilmelidir. Bunun için temyiz (nakz) mahkemesi30 Mayıs 1935 yılında Medeni Kanunun 229. maddesinde geçen186 ispat vas ıtalar ının227, sadece onlardan ibaret oldu ğu anlam ına gelmediğinekarar vermi ştir. Bu ba şkas ında ispata vas ıta olmayaca ğının deliliolamaz. Buna göre bir meselede bir ka ğıt sunulur ve duru şma onu oturumdaele al ırsa bu sunulan ka ğıdın oturumda tarihini ispat hususundayeter sayılır.Şer'i söz ve be şeri kanun sözlerinin türlü anlamlarma örnekler:Nitelik anlamı : Yüce Allah' ın "Yanl ışlıkla bir mü'mini öldüreninbir mü'min köleyi hür yapmas ı ve öldürülenin ailesine diyet vermesi gerekir."(Nisa, 92) sözü örnektir.Kanuni mevzuat ı Medeninin 466. maddesi şudur: "Bir kimse malikolmadığı, bizzat belli bir şeyi satarsa müşterinin al ış verişi iptal etme hakkıvardır2".Şart anlam ına örnek: Yüce Allah' ın "Karıların ız ın mehirlerindengönülden size bir şey verirlerse, ho şça onu yeyin." (Nisa, 4).Medeni Kanunun 468. maddesi şudur: "Müşteri için alış veri şinbozulmasma hükmedilirse, sat ıcı satılan nesnenin sahibi olduğunu bilmiyoridiyse sat ım iyi niyetli de olsa mü şteri taviz isteyebilir 229 .Sayı anlamı, Yüce Allah' ın " B o şanmış kad ınlar üç hay ız kendi kendilerinebeklerler" (Bakara, 228) sözüdür.Medeni Kanunun 140. maddesi şudur: Uç sene içinde hak sahibihakkını kullanmazsa akti iptal hakk ı düşer.Lağvedilmi ş Düsturun 76. maddesi şöyledir: "Milletvekilinin üyeliksüresi be ş senedir 23°.Gaye anlam ı, Yüce Allah' ın "Karısını boşarsa, başka bir koca ilenikillılanmadıkça, boşayana heltd o/maz" 231 sözüdür. Bir çok kanunlardaşu söz bulunur: Bu kanuna muhalif olan kanun ç ıkana kadar bununlaişlem yap ılır.227 Bnz. HUMK. Md. 238-244 (Y.Z.).228 Kar şıla ştınmz: MK. 898, 899, 902, 904, 906, 907) (Y.Z.).229 Kar şıla ştınmz: MK. 907 (Y.Z.)230 A.Y.: md. 69 (Y.Z.).231 Bakara, 229.309


187 ÜÇÜNCÜ KAİDEDELALETI AÇIK OLAN VE MERTEBELER İSözlerin delâleti aç ık olan, başka bir şeye muhtaç olmadan kendisigas ı ile kasdedilen manay ı gösteren demektir. E ğer yorum (tevil) ihtimalivarsa, ve anla şılan mana söyleni şinden doğrudan doğruya gayeedilmiş değilse, buna (aç ık) zahir denir. Fakat yorum ihtimali olupancak anla şılan mana doğrudan doğruya kasdedilmi şse buna (kas ıtlısöz) nass denir. E ğer yorum (tevil) ihtimali olmaz ve yaln ız hükmü neshedilmeyikabul ederse, buna (aç ıklanmış) mufasser denir. E ğer yorumihtimali olmaz ve hükmü de neshi kabul etmezse, buna (değişmez) muhkemdenir.Delâleti aç ık olan her sözle delâleti aç ık olmas ı bakımından i ş yapmakvâcib olur. Bundan yorum ihtimali olan ın yorumlanmas ı ancakdelil ile olur.Bu üçüncü ve gelecek dördüncü kaide şer'i sözlerin manalar ınınaçık olup olmadığını ortaya koymağa, aç ık olanın açıklık mertebelerinive aç ık olmayamn gizlilik mertebelerini, hala gizlili ğin bulunup bulunmadığınıortaya koymağa mahsustur.Açık olanla açık olmayanın aras ını arrmanm esası, sözün, kendisi ile,anlatılmak isteneni göstermesinde yabanc ı bir şeye dayanmaması veyayabancı bir şeye dayanarak delâlet etmesidir. Yabanc ı bir şeye dayanmadansigamn kendisi ile istenilen mana anla şıhyorsa bunun delâletiaçıktır, ama ancak yabanc ı bir şeyle istenilen mana anla şıhyorsa bu isedelâleti aç ık olmayandır.Açıklık mertebelerindeki farkl ılığın esas ı, yorum (teyid) ihtimali olupolmadığıdır. Manas ı kendi sigasm dalı anla şılan ve ba şka bir mananınanlaşılmas ına ihtimal olmayan, kendisinden bir mana anla şılan ve ba şkabir mana anla şılmasına da ihtimali olandan daha aç ık sayılır.Gizlilik mertebelerinde farkl ılığın esas ı, gizliliği kaldırmağa kudretinolup olmamasıdır. Mallar göstermesinde bir gizlilik bulunan ve bu gizliliğikaldırmak ancak sözün kayna ğı olan Sari'a ba ş vurmakla anlaşılan188 manayı göstermesinde gizlilik olandan daha kapal ı sayılır. Bunun kapalılığımara ştırma ve ictihatla kald ırma imkanı mevcuttur.310Usul bilginleri delâleti aç ık olanı dört kısma ayırdılar. (Aç ık)zahir, (kas ıtlı söz) nass, (aç ıklanmış) mufasser, (de ğişmez) muhkem.Bunların delâletlerinin aç ık olması da bu s ıraya göredir. (De ğişmez)muhkem en açık anla şılandır. Bundan sonra (açıklanmış olan) mufasser,sonra (kas ıtlı söz) nass ve en sonra (aç ık) zahir gelir.


1— Zahir (aç ık): Usulcülerin terminolojisinde, zahir, istenilenmanasmın anla şılması yabancı bir nesneye dayanmadan kasdedilen manayıkendi sigasiyla gösteren sözdür. Anla şılan manası için söylenmişdeğildir, ve yorum ihtimali vard ır.Ne zaman istenilen mana bir belirtiye (karine) ihtiyaç olmadananlaşıhrsa ve söyleni şinden do ğrudan do ğruya kasdedilmemi şse böylebir söz aç ık sayılır.Yüce Allah' ın "Allah alış verişi helal ve ribayi haram kıld1"232 sözü,her alış verişi helal kılmada ve her ribayı haram kılmada aç ıktır Çiinkübu mana "helal kıldı ve haram k ıldı" lafızlarından ilk akla gelen, manaolup bir belirtiye ihtiyaç göstermez. Ama bu mana ayetin söylenmesininsebebi de ğildir. Zira ayet, anlatt ığımız gibi "Al ış veriş riba gibidir." 233diyenler! red için al ış veriş ile riba aras ındaki benzerli ği kaldırmak üzeresöylenmiştir. Yoksa hükümlerini bildirmek için gelmemi ştir.Yüce Allah' ın "Hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dördernikahlay ın, adedetten sapmaktan korkarsanız bir tane ile evlenin" 234 sözü,kadınlardan helal olanlarla evlenmenin mubah oldu ğunda aç ıktır. Çünkübu mana "Kadınlardan hoşunuza gidenlerle evlenin' sözünden belirtiyedayanmadan ilk anla şılan bir mana olup ayetin söylenmesinde do ğrudando ğruya kasdedilmi ş değildir. Çünkü ayetin as ıl söylenişinin sebebi yu-189 karda anlattığımız gibi sayıyı dörde veya bire inhisar ettirmektir.Yüce Allah' ın "Peygamber size ne verirse alın ve sizi nerden menederse siz de ondan imtina edin"235 sözü Peygamberin her emretti ği veyasakladığı her hususta O'na itaat etmenin vâcib olmas ında aç ık (zahir)dir. Çünkü âyetten ilk bak ışta anla şılan budur. Oysa ayet bu manay ıkasdetmek için söylenmemi ştir. Ayetin söylenmesinden as ıl maksatşudur: Peygamber size ganimetten taksim an ında ne verirse, onu alın ve sizinereden menederse, siz de ondan geri durun'dur.Hz. Peygamberin deniz hakk ındaki "Suyu temiz, ölüsü helt ıldir"sözü deniz ölüsünün hükmünde aç ıktır. Çünkü as ıl onun için söylenmemiştir.Zira soru sadece deniz suyuna aittir.Zahirin (aç ık) hükmü, aç ık anlamından ba şka bir anlam ı ileiş yapmanın gerekti ğini gösteren bir delil yoksa görünüründeki anlam ıile i ş yapmak vacib olur. Zira as ıl olan kaide sözü (aç ık) zahir manasındanba şkas ına çevirmemektir. Ancak delil olmas ı hali müstesnadır.Fakat yoruma yani görünür man.as ından çevirip ba şka bir mana kasdet-232 Bakara, 275.233 Bakara, 275.234 Nisa, 3.235 naşr. 4.311


me ğe ihtimali vard ır. Görünür anlam (zahir) umumi ise kısıtlanmağaihtimali olur. Mutlak ise kay ıtlanmağa ihtimali olur, hakikat ise mecazmanas ı kasdedilebilir ve bundan ba şka yorumlara ihtimali olur.Neshi kabul eder, yani aç ık hükmü Peygamberlik ve şeriat koymazamanında neshedilebilir ve yerine ba şka bir hüküm şeriat olur. Bu yararhklarmde ği şmesi ile de ğişen ve neshi kabul eden cüz'i, feshi hükümlerdeolur.2 — Kas ıtlı söz (nass):190 Usukülerin terminolojisine göre nass (kas ıtlı söz) kendi sigas ı ilesöylenişine sebeb olan as ıl manayı gösterir ve yorumlanma ihtimali olur.Ne zaman lâfızdan ilk bakışta anla şılan istenen mana olur ve onu anlamakyabanc ı bir şeye dayanmaz ve bu mana sözün söylenmesinin sebebi isebu lâfız o manayı kasdediyor demektir.Yüce Allah' ın "Allah alış verişi helâl ve ribayı haram kıldı"236 sözü,alış veriş ile riba aras ındaki benzerli ği kaldırm ad a nass'd ır (kas ıtlı sözdür).Zira bu mana ilk bak ışta lâfızdan anla şılan, ve söyleni şinden kasedilenbir manadır.Yüce Allah' ın "Hoşunuza giden kad ınlardan ikişer, üçer, dördernikahlay ın" 2" sözü kadınların say ısını en çok dörde hasretmeyi kasdenanlatan sözdür. Zira bu mana lâf ızdan ilk bakışta anla şılan ve söylenmesinesebeb olan bir manad ır.Yüce Allah'ın "Peygamber size ne verirse onu alın, ve sizi nerdenmenederse siz ondan imtina edin" 238 sözü, ganimet da ğıtmada vererekveya vermeyerek Peygambere itaat ın vâcib olduğuna nass (kas ıtlı birsöz) olup ayn ı zamanda söylenmesinden de bu kasdedilmi ştir. Kas ıtlısözün. (nass) hükmü görünürün (zahir) hükmü gibidir. Vurgulad ığı nesneninyap ılması vâcibtir ve yoruma yani vurgulanmayan manan ın kasdedilmesininmuhtemel oldu ğuna da ihtimal vard ır, aç ık (zahir) deaçıkladığımız gibi neshi kabul eder ve bunun için, Yüce Allah' ın şu sözünden"Hoşunuza gidenlerle nikahlanın", evlenmenin mubah olmas ı vekanlar ı bir veya dörde hasretme hükmü al ınmıştır. Aç ık (zahir) ve kas ıtlısözün (nass) her biri kendi manas ına aç ıkça bir nesneye del'âkt eder.Yani her birini anlamakta yabanc ı bir şeye ihtiyaç olunmaz. Her birinindelâlet etti ği nesnenin yap ılması vâcibtir. Yorumu gerektirecek bir nesnebuluunca, her birinin aç ık anlam ında ba şka bir mananm kasdedilmesiolarak yorumlanmağa ihtimal vard ır.236 Bakara, 275.237 Nisa, 4.238 Hasr, 7.312


191 Yorumlamamn sözlük manas ı işin varaca ğı şeyi açıklamaktır.Yüce Allah "O hayırl ıdır ve en iyi yorumdur" 239 buyurmu ştur. Meal detevilden var ılan nesne demektir.Usulcülerin terminolojisinde yorumun (tevil) manas ı, bir delil ilesözü aç ık (zahir) manas ından çevirmektir. Temel kaide, sözü görünürmanas ından çevirmemektir. Bir lafz ı görünür manas ından; dini söz,kıyas, te şri'in ruhu, veya te şri'in genel ilkeleri gibi şer'i bir delile dayanmadan,çevirmek do ğru olmaz. Yorum (tevil) do ğru, me şru bir delilede ğil de heva, heves ve arzuya, bir tak ım fikirleri desteklemek üzerinebina edilirse, bu doğru olmaz ve kanunun metni ile oynamak olur.Eğer yorum aç ık bir sözle çat ışır veya lafz ın ihtimal vermedi ği biryorum olursa, durum ayn ı olur.Doğru yoruma örnekler:Yüce Allah' ın "Al ış verişi hela k ıldı" 240 sözünde alış veri şin umiligi,aldatmaca satıştan, insan ın elinde olmayan şart manas ından, meyvaolgunlaşmağa ba şlamadan önce onu satmaktan men eden hadislerlekısıtlanmıştır. Bu görünür (zahir) ün yorumudur. Yukarda anlatt ığımızgibi âyet her al ış veri şin helal kılınmas ında aç ık anlaml ı, benzerli ği kaldırmadakas ıtlı sözdür. Aynı şekilde Yüce Allah "Gebe kad ınların bekleyeceklerisüre çocuklar ı doğana kadardır."2" sözünde bo şanmış kadınlarınumumiliğini kısıtlamışt ır. Yüce Allah' ın "Size le ş ve kan haram k ılındı"242 sözündeki mutlak olan kan, Yüce Allah' ın "veya dökülen kan" 243sözü ile kayıtlanmıştır. Kur'an ve sünnetin sözlerinde uzla ştırılan kayıtlamaveya her k ıs ıtlama böyledir.Aynı şekilde Hz. Peygamberin "Her kırk koyunda bir koyun"•sözündeki koyun sözü de böyledir. Kasten sa ğılmamış hayvana ait hadistekibir ölçek hurma da ayn ı şekildedir. "Memeleri bağlı bir koyun satınalan kimse, koyunu al ıkoymak ya da, bir ölçek hurma ile birlikte geri vermektemuhayyerdir"* * Birinci hadisin aç ık manas ı kırk koyunun zekat ındakoyundan ba şka bir şey vermek mesela k ıymetini vermek caiz de ğildir.İkinci hadisin aç ık manas ı, alıcı memesi ba ğlı koyunu geri verdi ği zaman,koyundan sa ğdığı sütün kar şılığı olarak sat ıcıya bir ölçek hurmadan ba şkabir şey vermesi caiz de ğildir.239 Nisa, 59.240 Bakara, 275.241 Talak, 4242 Maide, 3.243 Enam 145.• bn Maceh 1 /578, yeni bask ı .•• Buhari, 3 /26.313


Te şri hikmeti ve tazmin etmede genel ilkeler bu aç ık anlamın yorumununve açıkça görünür manas ından onu çevirmeyi ve her ikisiyle uyuşanba şka bir manan ın kasdedilmesini gerektirir. K ırk koyunda bir koyununzekât farz k ılınmasının gayesi fakirlerin ihtiyac ım savmakt ır. Fakirinihtiyacını saymak bazan koyunun k ıymetini vermekle daha çok gerçekleşir. Öyle ise koyundan murat koyun veya ona muadil olan k ıymetbiçilen her çe şit maldır. Bir ölçek hurmay ı vacib kılmanın gayesi satım.-cinin koyunun sütünden harcad ığının bedelini vermektir. Bazan herikisi, hurmadan ba şka şekilde sütün k ıymetini vermek veya ba şka birşey vermekle raz ı olurlar. Maksat telef olan ın mislini veya kıymetiniödemedir. Telef edilen şeyleri tazmin etmede, bu şer'an temel ve genel esastır.Aynı şekilde iki eksik olandan (garaveyn) birinde kar ı kocadan birininhissesinden geri kalamn üçte birinin anaya verilmesi ile yorumlamadada böylece mirastaki hissesinin baban ınkinden fazla olmas ının önlenmesigayesi güdülmüştür.Ceza Kanununda bunun örneklerinden biri, gece sözünü, hırsızlıksuçunda ve ekinleri tahrib etme suçunda şiddet sebebi bir zaman kılmaktır.Sözün görünür manas ı alınırsa gece ile güne şin batışından doğuşunakadar olan zaman kastedilir Fakat bu, belki Sari'in geceyi şiddetsebebi bir zaman tayin etmesinin hikmetine uymaz. Çünkü maksatkaranlığı, suç işlemek için fırsat kollayan ın cezas ını şiddetlendirmektir.Öyle ise geceden maksat, karanl ık bastığı zamandır ki bu belki güne şinbatmas ından hemen sonra olmaz.Düşünülme ğe de ğer yoruma misal: Yüce Allah' ın "Yemini bozma-193 nın kefareti on yoksulu doyurmakt ır'"" sözünü ya on yoksul veya biryoksulu on defa olarak yorumlamakt ır.Yüce Allah' ın "Altm ış yoksul yedirmek' 245 sözü ile altmış yoksulveya altmış defa bir yoksul kasdedilmi ş olmas ıdır. Yüce Allah' ın "Sizeselâm verildiği zaman siz de daha iyisi ile selâm ı verin veya onu aynentekrar edin"246 sözü ile hibe etme kasdedilmi ş ise, size biri, bir hibedebulunursa, siz de hibe edene daha iyisini veya bir benzerini kar şıhkverin, kasdedilmi ştir.Yorumlamanın bütün kap ılarını kapamak ve daima aç ık manayıalmak, Zahiriyye mezhebinde oldu ğu gibi, hazan te şriin ruhundan uzakdü şmeğe, ve genel ilkelerinden d ışarı çıkmağa ve sözleri (nass) çeli şikgösterme ğe sebeb olur.244 Maide, 39.245 Mucadele, 4.246 Nisa, 86.314


Yorumlama kap ısının iki kanadını da, ihtiyats ız ve sakınmadanaçmak, bozukluğa, sözlerle oynamaya, hevaya uymaya götürür. Do ğrusu,doğru yoruma ihtimali olan, sözden, k ıyastan veya genelliklerden birdelili bulunan yorum olup, sözün hakikat, veya mecaz yolu ile delâleteihtimali olmas ı, başka açık bir sözle çat ışmadan sözün kabul edece ği biryorum olmas ıdır.3— Açıklanmış (mufasser):Usulcülerin terminolojisinde, bu, yoruma ihtimal b ırakmayacakderecede, teker teker manasma bizzat delâlet eder. Bu, siganııı kendisitafsilâtla bildirilen manaya aç ıkça delâlet edip ba şka manaya ihtimalolmayan sözdür. Mesela, Yüce Allah' ın, namuslu kad ınlara iftira yapanlarhakkında "Onlara seksen değnek vurun" 247 sözünde belirtilen sayınınartık ve eksiğe ihtimali yoktur. Ve Yüce Allah' ın "Bütün puta tapanlarlasavaşın"2" sözündeki "bütün" lafz ı tahsis ihtimalini kald ırır. Belli suçlaracezalar koyan Ceza Kanununun maddelerinin ve bir tak ım borçlar veya194 haklar sayıp yoruma ihtimal vermeyecek şekilde teker teker anlat ılaraMedeni Kanunun maddelerinin ço ğu böyledir.Aynı şekilde, tafsilath anlat ılmadan özet bir söz söyleniptarafından kesin bir açıklama ile kapal ıhğı giderilip yoruma ihtimal vermeyecekşekilde anlat ılarak aç ıklanmış (mufasser) olabilir. Mesela, YüceAllah'ın "Namaz ı kalan, zekât ı verin"249 ve Yüce Allah' ın "İnsanlarınKâbeye hac etmeleri Allah için gereklidir" 250 ve Yüce Allah' ın "Allah alışverişi heled ve ribay ı haram kılm ıştır"2" sözlerinde geçen namaz, zeka -t,hac ve riba kapal ı (mücmel) olup şer'i manaları ayetin kendisinde aç ıklanmamıştır.Hz. Peygamber bunlar ı söz ve fiilen ile göstererek anlatmıştır.Namaz kılmış ve "Beni namaz k ılarken gördüğünüz gibi namazkalan" demiştir. Hac yapmış ve "Hac ibadetinizi benden öğrenin" demiştir.Haram olan ribayı da anlatmıştır.İşte Kur'an'da bulunan bütün özet (mücmel) sözlerin durumuböyledir. Sünnet onları yeteri derecede aç ıkça anlatm ış ve onlar aç ıklanmışduruma (mufasser) gelmi şlerdir. Bu anlatma (tafsil) anlat ılanlardan(mufsal) bir kısım olmuş, kesin olduğu için, onu tamamlam ıştır. Bunahadis terminolojisinde teşrii açıklama -yani bunun kaynağı Sari'inkendisidir- denir. Çünkü Yüce Allah, "insanlara indirileni onlara açıklayasındiye sana Kur'an't indirdik"252 sözü ile Hz. Peygambere aç ıklama(tefsir) ve anlatma (tafsil) salahiyetini vermi ştir.247 Nur, 4.248 Teybe, 36.249 Bakara, 43.250 İmran, 97.251 Bakara, 275.252 Nahl, 44.315


Aç ıklanmış (mufasser) ın hükmü, anlat ıldığı gibi ona göre i ş yapmakgerekir. Aç ık manas ından çevrilmesine ihtimal yoktur. Aç ık (zahir)yukarıda anlattığımız gibi de ği şmeyi kabul eden fer'i bir hüküm ise, nesholabilir.Yoruma ihtimali olmayan aç ıklama (tefsir) sigas ının kendisindenanlaşılan veya Şâri'in kendisinin ba şka bir sigas ına bağlı kesin bir aç ıkla-195 madara anla şılan (tefsir) aç ıklamad ır. Çünkü bu aç ıklama Kanundan say ı-lır. Ama şârihlerin, müctehidlerin aç ıklamalar ına gelince, bunlar kanunutamamlayan say ılmaz ve yorum ihtimalini de kald ırmaz. Şâri'in kendisindenba şkası yoruma ihtimali olan hakk ında ondan kasdedilen yaln ızbudur, bundan ba şkas ı de ğildir, diyemez.Açıklama ile yorumlama (tefsir ile tevil) nin kar şılaşt ırilmas ındanher birinin sözden (nass) ne kasdedildi ğini açıklamak olduğu anla şıllyorsada açıklama (tefsir) Şâri'in kendisi tarafından kesin bir delil ile kasdedilenmananın aç ıklanmas ıdır. Bunun içindir ki, ba şka manaya ihtimali yoktur.Yorumlama (tevil) ise ictihad vas ıtas ıyla da zanni bir delil ile kasdedilenmanay ı tayin etmekte kesin olmad ığı için, başka manan ın kasdedilmesineimkân verir.4— Değişmez (Muhkem):Usuleülerin terminolojisinde, de ği şmez (muhkem) yorumlanmayaihtimal vermiyeeek şekilde, kalthrılınayı ve değişmeyi kabul etmeden bizzatkendisi açık bir mana anlatan sözdür. "Ba şka manaya ihtimali olmaz"demek, kendisinden anla şılan bir manadan ba şka mana kasdedilmez,demektir. Çünkü kendisi yoruma yer vermeyecek şekilde aç ıklanmış vealdat ılmıştır. Muhkem ne Hz. Peygamber zaman ında, ne nazil olurken,ne de nazil olduktan sonra neshi kabul eder. Zira, ondan elde edilenhüküm, de ği şmeyen dinin temel kaidelerinden biridir, yaln ız Allah'atapmak, Peygamberlerine ve kitaplarma inanmak, ya da durumlar ındeğişmesiyle de ği şmeyen ana faziletlerden olur. Ana babaya iyilik yapmakve adalet yapmak gibi, yahut, feri cüzi bir hüküm olup Şâri'in onun ebediolarak yürürlükte kalaca ğını gösterdi ği hüküm olur. Yüce Allah' ın,namuslu kadınlara iftira yapanlar için "Onların ebediyyen şahitliğini kabuletmeyin" 2" sözü ile Hz. Peygamberin "Cihad k ıyamete kadar sürecektir"sözü gibi.Değişmez (muhkem) in hükmü, onunla i ş yapmak kesin olarak farzdır.Aç ık (zahir) manas ından ba şka manaya çevrilemez ve neshedilmez.Ancak, Peygamber zaman ında neshedilmez deyi şimizin sebebi,253 Nur, 4.316


196 Peygamberden sonra ve vahyin kesilmesinden sonra Kur'an ve hadistegelen bütün şer'i hükümler de ğişmez (muhkem) olup neshi ve iptal edilmeği kabul etmezler. Zira Peygamberden sonra onun getirdi ğini iptal edecekveya de ği ştirecek şeriat koyma salahiyetini kimse haiz de ğildir.Delaleti aç ık olan bu dört delil yukarda anlatt ığımız gibi kendilerindenkasdedilen manaya delâlet etmelerinde aralar ında farklar vardır.Bu farkl ılık çatıştıklan zaman ortaya ç ıkar.Aç ık (zahir) ile kas ıtlı söz (nass) 254 kar şılaşınca kas ıtlı söz (nass)tercih edilir Kas ıtlı söz, görünürden daha aç ık manalıdır. Çünkükasıtl ı sözün manas ı, sözün söyleni şinden do ğrudan do ğruya kasdedilmiştir.Aç ık' ın manas ı ise söyleni şinden do ğrudan do ğruya kasdedilmişde ğildir. Şüphesiz do ğrudan do ğruya manas ı kasdedilenin manası,başkas ından önce akla gelir. Bunun için kas ıtlı sözün gösterdi ği manaaçık'nn gösterdi ğinden daha aç ıktır. Yine bundan kar şılaştıklarmdaözel (hass) genele (aam) tercih edilir. Zira özeldeki söz hükümde do ğrudandoğruya kasdedilmi ştir ve lafız orada (nass) kas ıtlı sözdür. Oysagenelde (aam) do ğrudan kasdedilmi ş de ğil, fertlerinin içinde mevcuttur.Bunun misali Yüce Allah' ın kad ınlardan mahrem olanlar ı saydıktansonra "Bunların dışında kalanlar size helal ktlındı"2" sözü ile "Kadınlardan197 hoşunuza gidenleri ikişer, üçer, veya dörder nikiihlay ın" 2" sözü kar şılaş -tınlınca birinci ayette, beşinci kadın ile evlenmenin helal olmas ı açık (zahir)tır. Çünkü be şinci anlat ılanların dışında kalmaktad ır İkinci ayet, evlenmeninmubah oluşunu dört kad ınla kısıtlamakta nass (kas ıtlı söz)t ır.İkisi çatışınca, delâletinin aç ık olmas ındaki kuvvetten ötürü nass tercihedilmiş ve dört kad ından fazlas ı ile evlenmek haram kılmmıştır.Eğer nass ile mufasser kar şılaşırsa, mufasser tercih edilir Çünkü o,nass'dan daha aç ıktır. Zira aç ıklanması, yorumlanma ihtimali olmaktanonu çıkarmış ve kasdedilen manas ı tayin edilmi ştir.Bunun misali Hz. Peygamberin şu sözüdür: "Ay ba şı dışında kangören kadın her namaz için abdest alır" ile "Ayba şı dışında kan gören(mustahada ) kadın her namaz vaktinde abdest alar"*. Birincisi, her namaziçin abdest almay ı gerekli k ılmada nasst ır. Zira lafz ından bu anla şılırve söylenmesinden maksat da budur. İkincisi mufasser olup yoruma ihtimaliyoktur. Birincisi bir vakitte her namaz için abdest almay ı veya254 Nass iki mânada kullan ılır: Biri, aç ıkladığımız ve zahire, mufassere ve muhkeme kar şı olur.İkincisi her Kur'an âyeti ve Peygamberin hadisi demektir. Buna göre Kur'an' ın ve sünnetin nasslar ıyani metinleri söylenir ve bu zahiri, nass ı, mufasseri içine al ır. Meselö, hüküm nass ile sabittir, k ıyas iledeğil, derken buradaki nass, Kur'an veya hadisin kendisi demektir.255 Nisa, 24.256 Nisa, 3.• Tertib Musned Ahmed b.Hanbel, 2 /178, ib ıa Maveh, 1 /204-5, Tirmizi, 1 /197.317


ir vakitte müteaddit namaz k ılsa da her namaz vakti için abdest almay ıvacib kılmaya ihtimali vard ır. Ama ikincisi bu ihtimali kaldırdığı içintercih edilir. Böylece, Şer'i hüküm, vakit için abdest almay ı vâcib kılmakolur ve o vakitte istedi ği kadar farz ve nafile namaz k ılar.Dördüncü KaideDELALETİ AÇ İK OLMAYAN NASS VE MERTEBELERİDelâleti aç ık olmayan nass s ıgası, kasdedilen manay ı doğrudandoğruya göstermeyen söz demektir. Ondan kasdedilen mana kendi d ışındabaşka bir n.esrıeye dayanmaktad ır. Eğer ictihad ve ara ştırma ile onun kapa-1141 giderilebilecekse, buna mü şkil veya (hafi) kapal ı denir. Eğer, kapalılığıancak şeriat (kanun) koyandan soruhnakla giderilebilecekse buna198 mücmel denir. Eğer hiç bir surette kapal ılığın kaldırılmas ına imkan yoksa,buna müte şabih denir.Üçüncü kaidede, delâleti aç ık olanın aç ıklık bakımından mertebe-'erinin de ğişik olduğunu anlatt ık ve aynı kaidede delâleti aç ık olanınkısımlarım açıkladık. Bu kaidede delâleti aç ık olmayanın kısımlarım,kapalılık kısımlarmı ve kapalıh ğın ne ile giderilebilece ğini anlataca ğız.Usulcüler, delâleti açık olmayan da dört kısma ayırdılar: Kapal ı(hafi), müşkil, mücmel, müte şabih.Bu dört kısmın her birinin ıstılah manas ının ne olduğu, misallerive hükümleri ile beraber şöyledir:1— Kapalı (Hafi): Usulcülerin ıstılahına göre, kapalıdan kasdedilenanlam şudur: Açıkça manasma delâlet eden bir söz olmakla beraber,manasmın fertlerinin bir k ısmına intibak etmesinde, dü şiinmeğe ve incelemeğeihtiyaç gösteren bir kapahl ık ve gizlilik bulunur. Söz, fertlerininbu kısmına ,göre kapal ı sayılır. Bu kapahlığın men şei şudur: Fertte, di ğerlerindenya art ık bir nitelik veya eksik bir nitelik bulunur, ya da ferdinözel bir ismi olur. Bu artık veya eksik nitelik yahut da özel ad ının bulunması onu şüpheli bir mevkie kor. İşte sözün bu ferde delâleti kapal ıkalmış olur. Artık sözün kendisi bu ferdi de içine ald ığını göstermez olur.Buna ba şka bir nesnenin eklenmesi gerekir.Bunun misali hırsız sözüdür. Bu sözün manas ı açık olup başkasınınmütekavvim olan malını saklı bir yerden gizlice alan demektir. Fakatbu manamn mesela yankesici gibi baz ı fertlere intibakmda bir çe şit kapahlıkvard ır. Yankesici, uyanık bulunan bir kimseden, bir çe şit ustalık,199 el hafifli ği ve göz aldat ıcı yollarla, mal alan kimsedir. Bu, art ık bu niteliklehırs ızdan ayrılır ki bu nitelik, hırsızlığa cür'et etmesidir, bunun için özelbir ad olarak yankesici ad ını almıştır. Bu durumda, buna hırsız denir mi318


ki eli kesilsiıı, yoksa hırs ız denmez, ve tâzir olarak cezaland ırılmas ı mıgerekir? İctihadla nass ın delâleti yolu ile elinin kesilmesinin gerekti ğineittifakla var ılmıştır. Çünkü, kesmenin nedeni yankesicide daha çok bulunduğundanhükme daha çok lây ıktır.Kefeli soyan da böyledir. O, genellikle ra ğbet görmeyen bir mal ı,kefen ve diğer elbise gibi, kabirleri e şip alan kimsedir. Bu, sakl ı bir yerdensahip olunan bir mali almamış olmas ı yönünden hırs ızdan ayrılır ve bundanötürü kendisine özel bir ad vermi şlerdir. H ırsız sözü buna uygundü şüp eli kesilmeli mi, yoksa uygun dü şmediğinden, tazir olarak m ıcezaland ırılmalıdır? Şafii ve Ebu Yusuf'a göre, o h ırs ızdır, eli kesilmelidir.Hanefilerin di ğer imamlarına göre, o, h ırs ız de ğildir, eli kesilmez.Ama, suçundan yaz geçecek şekilde cezalan ır. Çünkü arzulanmayan,kimsenin mülkü olmayan bir mah sakl ı olmayan bir yerden almas ı,tam cezay ı (hadd) dü şürecek bir şüphe kabul edilmi ştir."Katil varis olamaz" hadisinde geçen kâtil sözü de bunun gibidir.Katil yanlışlıkla veya sebeb olarak öldüreni (katili) içine al ır mı almaz mı ?Satıc ı, müşteriden satt ığı malın bedelini al ıp gerisini vermek üzerebir miktar para ahp gözden kaybolsa, h ırs ız mı yoksa emanete hainlikeden mi sayılır? Aynı şekilde, manas ı açık olan her sözün manas ı fertlerinbir kısmına intibak etmesinde bir gizlilik ve şüphe varsa, o söz, bufertlere göre kapal ı (hafi) say ılır.Şer'i ve be şeri kanunlarda bunlar ın misâlleri çoktur. Bunlar ın içindeen açık olan, cinayet veya kabahat olup olmad ığında yani hangi sözünona intibak ettiğinde şüphe bulunan baz ı suçlardır.200 Bu kapahlığın kaldırılmasının yolu müctehidin dü şünmesi ve ara ş-tırmas ıdır. Bir sözün delâlet yolu ile de olsa, bir ferde şâmil olduğunugörünce, onu o sözün gösterdi ği fertlerden sayar ve hükmü ona da verir.E ğer, sözün o ferde hiç bir şekilde şamil olmadığını görürse, o ferdi, sözüngösterdi ği fertlerin içine sokmaz ve böylece hükmünü de almaz. İşte bunoktada müctehidlerin görü şü de ğişiklik gösterir. Bunun içindir ki, kimikefen soyanı hırs ız saymış, kimisi saymam ıştır. Bu kapahlığı kaldırmakiçin yaptıkları çalışmalarda (ictihad) ba şvurduklar ı esas, hükmün nedeni,hikmeti ve bu hususa dair bulunan Kur'an ve Hadis'tir. Bazan, neden bufertte daha kuvvetlice bulunur ve belki de onda gerçekle şmeyebilir, hazanonun hükmüne ba şka bir nass aç ıkça delâlet edebilir.2) Müşkil:Usulcülerin ıstılâhma göre müşkil, sigas ı ile sözün kendisinden nekasdedildiği anlaşılamayan ve kasdedilen manay ı açıklayacak bir başkabelirtiye ihtiyaç olan söz demektir. Bu belirti şimdi incelenecektir.319


Kapalı olanda (hafide) kapahl ık söziin kendisinde olmay ıp haricisebeblerden ötürü sözün manas ının fertlerin bir lusm ına intibak etmedekişüpheden geliyordu. Mü şkil'de kapal ılığın sebebi, sözün kendisidir. Bununnedeni, söz dilde birden çok manaya kar şılık konmu ştur. Bunun için söziinkendisinden ne kasdedildi ği anla şılmaz, ya da iki nass' ın manas ı aras ındaçatışma olur.Bir nass'daki zorluk (i şkâl) bazan onda bulunan mü şterek (e ş anlamlı)bir sözden meydana gelir. E ş anlaml ı söz dilde bir anlamdan çokmanaya konulmu ştur. Sigas ıyla konuldu ğu manalardan her hangi birinedelâlet etmez, manas ını belirtecek d ış bir belirtiye ihtiyaç vard ır. Misali,Yüce Allah' ın "Bo şanm ış kadınlar üç kar' beklerler"2" söziindeki kar'sözüdür. Bu, dilde hem temizlik ve hem de hayiz, (ayba şı), için konulmuştur.Ayette hangi mana kasdedilmi ştir ? Bo şanmış kad ının beklemesiüç hayız mı, yoksa üç temizlik süresi midir?201 Sâfii ve bir k ısım müctehidler, âyette kar' den kasdedilen manan ıntemizlik olduğuna gitmi şlerdir. Bunun belirtisi (karinesi) say ının müennesolmas ıdır. Çünkü dilde say ının müennes olmas ı, sayılanm müzekkerolmas ını gösterir ki, bu da temizlikler (ethar) olup ayba şılar (hayzat)de ğildir.Hanefiler ve di ğer bir kısım müctehidler âyetteki kar' ın aybaşı(hayz) manas ında olduğuna gitmi şlerdir. Belirtisine gelince:a) Beklemenin me şru olmas ının hikmeti, bo şanmış kad ının beklemesiningerekli olmas ının hikmeti, kadının gebe olup olmad ığını öğrenmedin.Bunu bildiren ayba şıdır, temizlik de ğildir.b) Yüce Allah' ın "kadınlarınızdan aybaşı görmekten kesilenler ilehenüz ayba şı görmemi ş olanların iddetlerinden, şüphe ederseniz onlarınbeklemesi üç ayd ır," 258 sözünde beklemenin aylarla say ılmasnam nedeniniayba şı görmemeyi yapm ıştır. Bu ise, ayba şına göre beklemenin as ıl olduğunugösterir.c) Hz. Peygamberin "cariyenin boşaıımas ı iki ve beklemesi iki aybaşıdır"*sözüdür. Cariyenin ayba şı ile beklemesinin belirtilmesi hür kad ı-nın beklemesindeki kar'den maksad ın ne olduğunu aç ıklar. Ancak sayınınmüennes olmas ı sayılan, yani kar', lafz ının müzekker olmas ından ötürüdür.Zorluk bazan nass'lar ın birbiriyle kar şılaşmasından do ğabilir. Herbir nass ın yalnız ba şına gösterdi ği mana aç ık olabilir. Ve bunda bir kapal ı-lık bulunmaz. Fakat zorluk (kapal ıhk) bu nass'lar ın aras ını bulmak ve257 Bakara, 228.258 Talak, 4.• İlın Maceh, 2/672, yeni bask ı.320


uzla ştırmaktan meydana gelir. Bunun misali, Yüce Allah' ın "Sana neiyilik gelirse Allah'tanchr, ne kötülük gelirse kendindendir" 259 sözü ile"De ki hepsi Allah'tand ır"26° ve Yüce Allah' ın "Allah kötü şeyi (fuh şu)emretmez "261, sözü ile Yüce Allah' ın "Bir kasabayı yok etmek istedi ğimizzaman, onun varlıkl ılarina emrederiz, onlar da yoldan çıkarlar ve artık oşehir yok olmay ı hak eder, biz de onu yerle bir ederiz." 262 Ve ilk bakıştaçatışma halinde olan nass'lar bu kabildendir.202 Mü şkilin zorluğunu kald ırma yolu ictihadd ır. Bir sözde e ş anlamlı(müşterek) söz gelmi şse, müctehide gereken Şari'in koyduğu deliller vebelirtilerle onun kapahl ığını kaldırmaya ve kasdedilen manay ı belirtmeyeçahşmasıdır. Nitekim bu, âyetteki kar' sözü ile kasdedileni belirtmede,müctehidlerin yapt ıkları ictihad ve manay ı belirtmede görü şlerinin değişikolmas ından anla şılmıştır. Görünü şte birbirine muhalif olan ve çat ı-şan nass'lar geldi ği zaman, müctehide gereken aralar ını bulacak şekildedoğru bir surette onlar ı yoruMlamak ve görünü şte olan ihtilaf' kaldırmğaçalışmaktır. Bu yorumlamada onun rehberi ya diğer nass'lar veya şer'inkaideleri, yahut da şeriat koymanın hikmetidir.3) Mucmel:Usulcülerin terminolojisine göre mucmel, sigas ı kendisinden kasdedilenmanayı göstermeyen, onu aç ıklayacak sözlü veya başka türlü belirtilerbulunmayan gözdür. Bundaki kapalıhğın sebebi sözün kendisine aittir,arızi de ğildir.Mucmel olan sözler, Şari'in sözlük manalar ından şer'i özel manalaranakletti ği sözlerdir. Namaz, zekat, oruç, hacc, riba ve saire gibiŞari'in, sözlük manas ını değil, şer'i özel manas ım kasdettiği her söz bunadahildir.Şer'i bir nass'da bu sözlerden biri gelirse, Şari' bizzat onu aç ıklayanakadar mucmel kal ır. Bunun içindir ki namaz ın açıklanmas ı, rükünlerinin,şartlarının ve şeklinin bildirilmesi ile ilgili sözlü ve amen sünnetgelmiştir. Hz. Peygamber "Beni namaz k ılarken gördüğünüz gibi namazk ılın"* buyurmu ştur. Zekat ı, orucu, hacc ı, ribayı da ve Kur'an' ın sözlerindegelen her mücmeli ayn ı şekilde açıklamıştır.Mucmelin bir kısmı da garib bir söz olup nass' ın kendisi onu özel birmana ile aç ıklamıştır. Mesela, Yüce Allah'm "Insanlar saçılm ış kelebekler259 Nisa, 79.260 Nisa, 78.261 Araf, 28.262 İsra, 17.• Buhari, 1/155, Bulugül-Mevani 55.321


gibi dağıldıkları gün küria nedir, kürianın ne olduğunu bilir misin ?" 263sözündeki kâria sözü ile Yüce Allah' ın "İnsan helise olarak yaratıldı, onafenalık dokunursa, sulanır, iyilik gelince ba şkas ından meneder"264 sözündekihelfı' sözü bu türdendir.203 Be şeri kanun metinlerinde mucmele misal, bölgesel mahkemelerindüzenlenmesine ait tasar ının 16 ncı maddesinde geçen "vak ıflarm ash"sözüdür. Kanun koyan bu sözle kasdetti ği manayı açıklamadan mucmelolarak b ıraktığı için yıllarca Mısır'da hakimler arasmda ihtilafa sebeboldu. 1927 yılında çıkan birle şik (muhtelit) mahkemelerin yarg ı yönündendüzenlenmesine ait tasar ının 28 nci maddesinin ikinci fıkras ında,Mısırlı kanun koyucu bunu biraz olsun şöyle diyerek aç ıkladı : "aynışekilde birle şik mahkemeler vakfm asl ı, ya sıhhatı veya tefsiri yahut daşartlarmm bir kısmının uygulanmas ı, ya da bakıcıların (niizır) tayini veazli ile ilgili, ister do ğrudan, ister vas ıta ile olsun, münazaalar ı görmeğemahsus değildir"2"Bölgesel mahkemelerin düzenlenmesine ait tasar ının 16 ncı maddesindegeçen "bundan başka aile hukukuna (ahval şahsiye) taalluk edenlerden..."sözünde geçen aile hukuku kelimesinden neyin kasdedildi ği demucmeldir 266 . Sonradan M ıs ırlı kanun koyucu bunu 1938 y ılınm 91 numaralıkanunun ikinci maddesinde aile hukuku (ahval şahsiye)den neyinkasdedildiğini açıklamıştır.Aynı şekilde şer'i mahkemelerin düzenlenmesine ait tasar ının 363ncü maddesinde geçen şahitliklerin zabt ı, senetlerin yaz ılmas ı ve onlarıntescilinde kullan ılan kelimelerin her birini kanun koyucu birer madde ileaçıklamıştır. Herhangi bir sözden neyin kasdedildi ği, dilde birçok manayakonmas ından ötürü, sözün kendisinden anla şılmayıp ancak, neyin kasdedildiğine ulaşılacak bir tak ım belirtilere ihtiyaç varsa, bu söz müşkildir.Her sözden neyin kasdedildi ğini tayin edecek belirtiler bulurımadıkçakendisinden neyin kasdedildi ği anla şılmıyorsa, buna mucmel denir.Bir sözün mucmel olmas ının sebebi, manalardan birini tayin edecek204 bir belirtisi (karine) bulunmayan a) e ş anlamlı (müşterek) bir söz olmas ıveya b) Sari'in sözlük manas ından ba şka bir mana kasdetmi ş olması,c) yahut da söz anla şılmamış ve kasdedilen manan ın kapal ı olmas ıdır.Bu üç sebebten herhangi biri olursa olsun, mucmeli açıklamaya veicmalini kaldırmaya ve neyin kasdedildiğini tefsir etme ğe, onu koyan263 el-Karia, 1-3.264 Mearıe, 19-21.265 Biz de yok! (Y.Z.).266 Bizde özel bir ayrım yok. Birden fazla Sulh Hukuk Mahkemesi olan büyük merkezlerde bunlardanbirine veya ikisine "ahvali şahsiye" i şleri veriliyor: <strong>Ankara</strong>'da 3. ve 6. Sulh Hukuk Mahkemeleriböyledir. (Y.Z.).322


kanun koyucuya başvurmadan imkan yoktur. Çünkü neyi kasdetti ğinikendisi mübhem b ırakmıştır. Sözün sigas ı ve dıştan belirtiler de neolduğunu göstermeyince, neyi mübhem b ıraktığını açıklamada kendisinebaşvurulur. E ğer kanun koyan mucmeli aç ıklarsa, bu yeter derecede vekesin bir aç ıklama olur ve böylece mucmel tefsir edilmi ş olarak mufasseradım alır. Zekât, namaz, hacc ve di ğerlerini açıklamada yap ılan açıklamabundan ba şka bir şey de ğildir.E ğer, Sari'den mucmeli aç ıklayan bir söz ç ıkmış, fakat icmali kaldırmayakâfi gelmemiş ise, böyle bir mucmel mü şkil olmuş olur. Artıkonun kapahh ğını kaldıracak ictihad ve ara ştırmağa yol açılmış demektir,onun açıklanmas ı şari'a başvurmaya bağlı de ğildir. Zira şaıi' mucmelbıraktığını biraz aç ıklayınca, ictihad ve dü şün.meyle aç ıklama yapmayakapı açmıştır. Bunun misali, riba sözüdür. Kur'an- ı Kerim'de mucmelolarak gelmi ştir. Hz. Peygamber onu alt ı riba malına ait hadisi ile aç ıklamıştır.267 Fakat bu aç ıklama yeter de ğildir. Çünkü bu hadisi ribayamahsus kılmamıştır. Böylece hadiste gelenlere k ıyas yaparak ribannı205 açıklan.mas ına kap ı açmıştır. "Vakfm ash" sözü kanunda mucmel olarakgeçmektedir. Kanun koyucu yarg ıçliğı düzenleyen tasar ının 28 nci maddesininikinci bendinde bunu aç ıklamış ise de, bu yeterli ve hasredici olmadığındansöz müşkil olmuş ve aç ıklanmasında ictihada yol açmıştır.4— Muteşabih:Usulcülerin terminolojisine göre muteşabih, sıgasınm kendisi kasdedilenmanaya delâlet etmeyen ve onu aç ıklayan dış belirtiler de bulunmayanbir gözdür. Sari'i onu tefsir etmemi ş, onu kendisinin bilmesini tercihetmi ştir.Bu manada olan mute şabih, şeriatla ilgili (nass) sözlerde olmad ığıgibi hüküm bildiren ayetler ve hadislerde, neyin kasdedildi ği bilinmeyenmute şabih bulunmaz. Bu, baz ı sürelerin ba şlarında bulunan ayrık harflerdir(huruf mukattaa), (elif, lam, mim, kaaf, saad, ha, mim) gibi. Zahir (aç ık)manaları, Allah'ın eli, gözü ve yeri olmas ı bakımmdan insana benzediğini gösteren ayetler de böyledir. Mesela, Yüce Allah' ın "Allah' ıneli onların elinin üstündedir"268 "gemiyi gözlerimizin önünde ve vahyimizleyap"2® ve "gizli toplanan üç ki şinin dördüncüsü Allah't ır, beş iseler altınmı O'dur, bundan ister az ister çok olsun ve nerede olurlarsa olsunlar onlarlaberaber bulunur"27° sözleri de müte şabihtir. Sürelerin ba şlarında bulunan267 Hadisin metni: "Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpa ile, tuz tuz ile,hurma hurma ile, benzeri benzerle e şit surette ve pe şin olarak, ama bu s ınıflar değişirse, peşin olmakşartıyla istediğiniz gibi satın". (Ibn Maceh 2/758, yeni bask ı. ç.).268 Feth, 10.269 Hud, 27.270 Mucadele 7.323


ayrık harflerinin manalan kendilerinden anla şılmamakla beraber,Allah da onlardan neyi kasdetti ğini bildirmemi ştir. Neyi kasdetti ğiniAllah' ın kendisi bilir.Aynı şekilde görünü ş manaları, yaratan, yarat ılana benzeten ayetlerinlafızlarımn sözlük manalanıun anla şılmas ı imkans ızdır. ÇünküYüce Allah, el'den, göz'den ve yer'den ve yarat ılana benzeyen her şeydenmünezzehtir. Gören ve i şiten olduğu halde hiç bir nesne O'na benzemez.şan', bunlardan neyi kasdetti ğini aç ıklamamıştır, neyi kasdetti ğini kendisibilir. Muteşabih hakkında ilk müslümanlar ın (Selef) fikri budur.Onlar bunlar ı bilmeyi Allah'a havale ederler, onlara inamrlar ve onları206 yorumunu yapmaya çal ışmazlard ı. Sonraki müslümanlar ın fikrine gelince,bu ayetlere sözlük (görünü ş-zâhir) manalar ını vermek imkans ızdır. ZiraAllah' ın ne eli var, ne gözü var, ve ne de yeri vard ır. Sözlük manas ı (zâhir)nın kasdedilmesi imkans ız olan her nesnenin yorumlanmas ı (te'vili) ve sözlükmanasından onu çevirip mecaz da olsa lafz ında ihtimal verece ği veyaratan yarat ılana benzetmeyen bir manay ı kasdetmek gereklidir. YüceAllah' ın "Allah' ın eli onların ellerinin üstündedir"2" sözünün yorumu,Allah' ın kudreti onlar ın kudretinden üstündür. Allah' ın "Gemiyi gözlerimizinönünde yap'"" sözünün yorumu, gemiyi bizim himayemizde kontrolümüzdeyap demektir. Yüce Allah' ın "Üç ki şinin gizli toplanmas ıyoktur ki Allah onlar ın dördüncüsü olmasın" sözünün yorumu, YüceAllah' ın, gizli toplantı yapan herkesi bilmesi ve ilminin onlar ı içine almas ı-d ır. Ve diğer mute şabihler de böyledir.Bu ihtilafın men şei, mute şabihlere ait Yüce Allah' ın "Onların( Mute şabih ) yorumunu ancak Allah bilir. ilimde derinleşmi ş olanlar :Ona inandtk, hepsi Rabbimizin kat ındandır, derler" 273 (Bu manayı vermekiçin altı çizili bilir sözünü türkçede Allah sözüne biti şik olarak zikretmekgerekir) ayetin asl ında, Allah lafz ı üzerinde cümleyi bitirirler ve bunagöre mute şabihin yorumunu Allah'tan ba şkası bilemez. Biz onainamnz ve bilinmesini Allah'a b ırakırız ve yorumunu yapmağa uğra ş-mayız derler. Ama ayette "el-ilm" sözü üzerinde duranlara göre(bilir sözünü türkçe "olanlar"dan sonraya almak laz ım ve manaşu olur) "mute şabihin yorumunu Allah ve ilimde derinle şmiş olanlar bilir"olur. Onlar lafz ın ihtimal verece ği bir manayı kasdetmek üzere, yaratanınyarat ılana benzemesini uzak tutarak tenzihe uygun yorumu bilirler.Buna göre do ğru olan Kur'an'daki mute şabihleri yorumlamasmdaihtilaf edilme ğe ihtimal olan mu ştebih yani ihtimalli ayet olarak tefsir271 Feth, 10.272 Hud, 27.273 İmran, 7.324


edilmelidir. Bunlar, açık ve kesin anlamlı, yoruma ihtimal ve imkanvermeyen muhkem âyetlere kar şıhktır. Buna göre Kur'an'da neyin kasdedildiğianlaşılmayan bir şey yoktur. Kur'an'da neyin kasdedildi ğidoğrudan doğruya anla şılan, yoruma ve ihtilafa ihtimal vermeyen veşüphe bırakmayan sözler vard ır ve bir manaya delâlet eden ve ba şkasınada ihtimal veren sözler vard ır. Bu, neyin kasdedildiğini tayin etmek,207 ihtimali kald ırmak için ara ştırma ve çal ışmaya (ictihada) imkan verir.Kur'an'da baz ı sözler de vard ır ki, kendi kendine neyin kasdedildi ğinigöstermez, ancak Safi' onlardan neyin kasdedildi ğini tefsir ederek aç ıklayacakbelirtiler ve karin.elerle etraf ını çevirmi ştir. Çünkü Allah, Kur'an' ıdüşünmek ve ders almak için göndermi ştir. Ayetleri içinde hiç anla şılmayanınbulunmas ı nas ıl mümkün olur? Sürelerin ba şlarında olan heceharfleri, insanlar ı aciz bırakan Kur'an' ın bilinmeyen garip harflerindende ğil, onun bu harflerden meydana geldi ğini göstermek için zikredilmi ş-lerdir. İşte bunun için Kur'an' ın hece harfleri ile ba şlayan sürelerinçoğunda bu harflerden hemen sonra kitap sözü zikredilmi ştir.Be ş inci KaideMÜŞTEREK (E Ş ANLAMLİ) VE DELALETİ"Şer'i nass'da e ş anlamlı bir söz gelmişse, eğer sözlük manas ı ileşer'i manası arasmda e ş anlamlı ise, şer'i manasnım alınması gerekir.Eğer iki veya daha çok sözlük manalar ı arasında eş anlamlı (müşterek)ise, delilin gösterece ği bir manamn alınması gerekir. E ş anlamlı (müşterek)iki veya daha çok manalarmı bir anda kasdetmek do ğru değildir.Bu be şinci kaide ve gelecek alt ınc ı ve yedinci kaideler, şer'i ve beşer'kanunlarla s ık sık geçen üç laf= aç ıklanmasına aittir. Bunlar: Mü ş-terek (e ş anlamlı) söz, genel (umumi) söz ve özel söz (lafz ı hass). Bunlarınher birinin zikredildi ği metinde, gösterdi ği manaların açıklanmas ı :Bu üç lafız aras ında as ıl fark mana yönündendir. E ş anlamlı (müş -terek) de ğişik durumlarda (vaz' ı) değişik manalara konmu ş olan bir sözdür.Mesela y ıl hem hicrî ve hem miladi yıllar için; el ise hem sa ğ ve hem208 sol el için; kuru ş da hem on ve hem bir kuru ş için kullan ılır.Umumi (genel) lafız (söz) tek bir manaya konmu ştur. Ama bu tekmana gerçek alemde her ne kadar say ıhr ise de, sözde say ısı belli olmayanbirçok fertlerde gerçekle şir, yani lügat (sözlük) kullaml ışı (konulu şu-Vaz'ı) bakımından fertlerden belli bir say ıya delâlet etmez, fakat bütünbu fertlerin tümüne Şamil olur. Mesela, ö ğrenciler sözü say ısız fertlerdegerçekle şir ve hepsine Şamil olur.325


Özel (hass)e gelince bu tek bir ferde veya say ısı belli fertlerde gerçekleşen bir manaya konmu ştur. Mesela, Mehmet sözü, ö ğrenci veyaon öğrenci, yüz veya bin gibi sözler böyledir.I ştirak (lafz ın mü şterek olmas ı) lafz ın (söz) müteaddit defa müteadditmanalara konulmas ı (vazedilmesi) ile gerçekle şir. Umumilik lâfzı,bütün fertlere, ay ırmamak üzere, Şamil olduğunu göstermek suretiylegerçekle şir.Özellik (husus% bir ferde veya Şamil olmamak üzere s ınırlı fertlerelaf= delâletini göstermekle gerçekle şir.E ş anlaml ı (müşterek) söz çe şitli durumlarda bir veya daha çokmanaya konmu ştur, kar şılığına konduğu manaya delâleti bedel yoluyladır.Yani bu manaya veya şu manaya (ayr ı ayrı, müstakilen) delâleteder. Mesela göz sözü, lagatte, insan ın gözüne kar şılık, su kayna ğına vesatılık mala kar şılık olmak üzere konmu ştur. Kar' sözü de temizli ğe veaybaşı haline, yıl sözü ve el sözü de ayn ı şekilde konmu ştur.Dilde e ş anlamlı sözlerin bulunmas ının sebepleri çoktur. En önemlileri,kabilelerin manalara delâlet etmek üzere kulland ıkları lafızlardaihtilaf etmeleridir. Bir k ısım kabileler eli,' bütün kol için kullan ır, bazıları,ön kol (dirsekle-bilek aras ındaki kısım) ve avuç için kullan ır, başka kabi-209 leler de sadece aynen kasdeder. Dilciler, el'in arapçada bu üç mana arasındae ş anlamlı olduğuna karar vermi şlerdir.326Diğer bir sebeb de, bir lafız önceden bir manaya hakikat olarakkonur, sonra bu mana= d ışında ama onunla ilgili bir manaya da mecazolarak konur. Sonra bu söz mecaz manas ında kullanıla kullanıla meş -hurlaşır ve mecaz oldu ğu unutulur. Dilciler bu sözün her iki manaya daayrı ayrı kovduğuna hükmeder. Seyyare (otomobil), derrace (bisiklet),miserre (telefon) sözleri böyledir.Başka bir sebeb de, bir lafız bir manaya konur, sonra şer'i veyakanuni: bir terim olarak ba şka manaya konur. Salt (namaz) sözü, ödeme(def'-verme) sözü gibi. Laf ızlarda hıgat bakımından meydana gelen e şanlamlığın sebebi ne olursa olsun, iki veya daha çok mana aras ında e şanlamlı (mü şterek) olan lafızlar dilde az de ğildir, bunlar Kur'an' ın ayetlerindeve Hz. Peygamberin sözlerinden ibaret olan şer'i metinlerde degeçmektedir. Yukarda anlatt ığımız gibi manalardan birini tercih etmeyegötürecek belirtiler bulun.dukça, bu mü şkil türündendir. Müctehide dü şenbunun zorluğunu kald ırmak, şer'i bir metinde geçti ği taktirde her birlafızdan neyin kasdedildi ğini tayin etmektir.E ş anlamlı (mü şterek), anlatt ığımız gibi bazen isim olur ve bazanda fiil olur, vacibli ği ve mendupluğu ifade eden emir s ıgas ı gibi, veyahut


harf (edat) olur, "ve" edat ı gibi ki bazan ba ğ ve bazan hal edat ı olur.Şer'i bir sözde geçen e ş anlamlı lafız sözlük manas ı aras ında e ş anlaml ıise, bundan şer'i terim manas ının kasdedilmesi gerekir. Salât (namaz)sözü dilde dua manas ına konmu ştur. Şeriatta özel ibadete denmi ştir.Yüce Allah' ın "Salettı (namaz ı) kıhn"274 sözünde, dua demek olan sözlükmanas ı de ğil, özel ibadet olan şer'i manas ı kasdedilir Talak sözü lügatteher hangi bir ba ğı çözmek için kullan ılır, şeriatta ise me şru olanevlilik bağını çözmekte kullan ılır Şimdi Yüce Allah' ın "Talak iki defadır"275 sözünde, lû'gat manas ı de ğil, şer'i manas ı kasdedilirİşte her söz böyledir. O, sözlük manas ı ile şer'i manas ı aras ında e şanlamlı ise, şer'i bir metinde geçmi ş ise, Sâri'in ondan kasdetti ği mana210 onun kar şısma koydu ğu manadır Çünkü, o, bu sözü sözlük manasmdan,kendisinin kullandığı özel manaya nakledince, bu söz Sâri'in dilinde, onunkoyduğu manada olduğu taayyün etmi ş sayılır. Be şeri kanunlarda dadurum böyledir. Metinde geçen sözün lûgatta bir manas ı ve kanun teriminegöre de bir manas ı olarak iki manas ı varsa, anlattığımız sebebtenötürü sözlük manas ı de ğil, kanuni manas ımn kasdedilmesi gerekir. Def'(ödeme) ve hulul (süresi gelme) ve di ğer sözlerden kasdedilen, kanunimanaları olup sözlük manaları de ğildir. Zapt ve tescil sözleri de böyledir.Şer'i metinde geçen e ş anlamlı (müşterek) bir söz birçok sözlük(higat) manalar ı aras ında müşterek ise, hangisinin kasdedildi ğini tayiniçin çalışmak (ictihad etmek) gerekmektedir. Zira Sari' o sözle sadecebir manayı kasdetmi ştir. Müctehide dü şen, belirti, emare ve delillerlekasdedilen manay ı tayine çal ışmas ıdır.Yüce Allah' ın "Bo şanmış kadınlar üç kar' beklesinler"276 sözündekikar' sözü temizlik ile ayba şı (hayız) aras ında e ş anlamlı (müşterek) birsözdür. Mü şkil bahsinde baz ı müctehidlerin bundan kasdedilenin temizlikve bazı müctehidlerin de kasdedilenin hay ız olduğunu delile dayanarakileri sürdüklerini anlatt ık.Yüce Allah'ın "Hırsız erkek ve kad ının ellerini kesin" 277 sözündegeçen el sözü, (parmaklar ın ucundan omuza kadar olan) kola, (parmakuçlarından dirse ğe kadar olan) pazu ile avuç aras ındaki kısma; (parmakuçlarından bileğe kadar olan) avuca, sa ğ ve sol el'e söylenir. Müctehidlerinço ğunluğu bunu anıeli sünnete dayanarak tayin etmi şlerdir. Bu da211 sondaki mana yani parmak uçlar ından bile ğe kadar olan kısımdır.274 Bakara, 43.275 Bakara, 229.276 Bakara, 228.277 Maide, 38.327


Yüce Allah' ın "Kadın veya erkeğe keletle olarak varış olunacak ise"2"sözünde geçen kelâle sözü, hIgatta çocuk ve baba b ırakmadan ölene, ölenlerinçocuğu veya babas ı olmayana, çocuk ve babamn d ışında kalanakrabaya söylenir. Müctehidlerin ço ğunluğu miras âyetlerin.i incelemeninsonunda âyette kelâle'den kasdedilen manan ın birincisi olduğuna varmışlardır.Yüce Allah' ın "Allah' ın adının üzerinde anılmadığı hayvanın etiniyemeyin ve o şüphesiz f ıskt ır" sözündeki ve ba ğ edat ı veya hal için kullamlmaktae ş anlamlı (mü şterek)dır. Burada ve'den hal manas ı kasdedilirseyasaklama (nehiy) (fıskı içine al ır ve mana) "fısk olduğu halde Allah' ınadının üzerinde anılmayan" olur. Yani, kesildiği anda Allah' ın adamdanbaşkası «almıştır. E ğer ve'den ba ğ edatı kasdedilirse, yasaklama,hayvan kesildiği anda üzerine mutlak surette Allah' ın adı anılmamıştırba şka bir ad ın anılıp anılmamas ı söz konusu edilmemiştir.Müctehidler âyette neyin kasdedildi ğini tayin etmekte iki k ısmaayrılmışlardır ve her birinin bir yönü vard ır.E ş anlamlı bir lafızdan iki veya daha çok manasmm bir anda kasdedilmesido ğru olmaz, ki nass'da bulunan hüküm bir anda birden çokmanaya taalla etsin. Çünkü, Şâri', bir sözüm manalarmdan ancak birinikasdeder. Çe şitli manalara konmas ı ancak bedel yoluylad ır. Yani, ya bunaveya şuna delâlet eder. Ama, bir anda, hem buna ve hem şuna delâletetmesi, ne hakikat ve ne de mecaz yoluyla sözün delâlet etmeyece ği şeyiona yüklemek olur. Ayette kar' sözü ile hem temizlik ve hem ayba şılık212 halini bir anda kasdetmek do ğru de ğildir. Öyle ki, bo şanmış kadm isterseüç temizlik hali ve isterse üç hay ız (ayba şı) beklemi ş olsun. Zira lafız,delâlet yollarından hiçbiri ile bunu göstermez.Be şeri kanunların metinlerinde de durum ayn ıdır. Metinlerde çe şitlilûgat manalar ı aras ında e ş anlaml ı bir söz geçerse ve kanun koyucu daondan hangisini kasdetti ğini açıklamazsa, kanunun di ğer metinleri vas ı-tas ıyla veya kanun koyma kaidelerine ba ş vurarak manan ın tayinineçalışmak gerekmektedir. Bir metinde bulunan e ş anlamlı bir sözden birdençok mana kasdetmek do ğru değildir. Çünkü mü şterek söz sadecebir manaya konmuştur, fakat iki veya daha çok aras ında dönmektedir.Alt ı nel KaideUMUM VE DELALETİŞer'i bir metinde genel (umumi) bir söz geçerse ve tahsis edildi ğinedair bir delil de yoksa, onu umumiliğine vermek ve hükmünü bütün fert-278 Nisa, 12.328


lerine kesinlikle isbat etmek gerekir. E ğer tahsis edildiğine bir delil varsa,tahsisten sonra geri kalan fertlerine geri verilmesi gerekli ise de, hükmünübu geri kalan fertlerine isnat etmek art ık kesin de ğil, zanni olur. Umumiolan, ona e şit veya kesinlik ve zannilikte tercih edilecek bir delil ile tahsisedilebilir.UMUMİNİN TARİFİGenel (umumi), sözlük kullan ılışma göre belli bir miktar ı dışardabırakmamak üzere manasmm içine giren bütün fertlere şâmil, onlar ıiçeren sözdür. Fakihlerin, "Her hangi bir aktin akit olabilmesi için, aktedenlerinehliyetli olmalar ı şarttır" sözlerinde geçen "her hangi bir" sözü213 genel bir söz olup belli bir veya birkaç akti d ışarda b ırakmamak üzereakit denilebilen her akte şâmil olduğunu gösterir. "Silâhnn b ırakana emanverilmiştir" hadisinde geçen "bırakan" sözü genel bir söz olup belli birveya birkaç ferdi kasdetmeksizin silâh ım bırakan her ferdi içine ald ığınadelâlet eder.Bundan, umumilik, lâ'fızların niteliği olduğu anlaşılır. Zira bu, sözünbütün fertleri içine ald ığını gösterir. E ğer söz, adam gibi bir ferde, iki ki şigibi ikiye, ki şiler, bir bölük, yüz, bin gibi s ınırlı bir miktarı gösterirse,bunlar genel anlaml ı (umunıt) sözlerden say ılmazlar. Umumi ile mutlakarasmdaki fark şudur:Umumi, fertlerin hepsine şâmil olduğunu gösterir. Mutlak ise, yaygınbir veya birkaç ferde, bütün fertlere şâmil olmamak şartı ile delâleteder. Umumi (genel), içine giren fertlere bir tek defada şâmil olur. Mutlakolan ise, bir defada fertlerden yaln ız yaygın bir ferde şâmil olur. Usulcülerinşu sözünden kasdedilen budur: Umuminin umumili ği şumullüdür,mutlakın umumîli ği bedellidir (teker tekerdir).Umumi (genel) Sözler:Arapçada kelimeler ve ibarelerin incelenmesi neticesinde sözlükkullaıuşlanna göre, bütün fertlerini içine alan ve umumilik gösteren sözler,(lâfız) şunlardır.1) Her (kül) ve bütün (cemi') sözleri. Her himaye eden himaye ettiğişeyden sorumludur.• Yerde olanların tümünü sizin için yarattım 279. Başkasınazarar veren her yanl ış, yapanma ödenmesini gerektirir.214 2) Cinsi tarif eden "el" belirtme tak ısmm müfredin ba şına gelmesi,"zina eden kadın ve erkek (el Zâniye vel-zâni) 2", (el-Sârık vel-Sârıka)• Buhari, 6 /152.279 Bakara, 29.280 Nur, 2.329


Hırstzhk eden erkek ve kad ın ) 2" "ve Ehallellah el-Bey'e ve harreme el.riba = Allah alışverişi helal, ribayı haram kılm ıştır"2"."El-Bey', Yenkul el-Milkiyye = Al ış veriş mülkiyeti nakleder".Çünkü cins, tek bir fertte veya ayr ılmış birkaç fertte de ğil, her birfertte gerçekle şir.3) Cinsi tarif eden "el" belirtme tak ıs ı olarak ço ğulun başına gelmesi."Vel-Mutallakat yeterabbasne = Bo şanmiş kadınlar bek/er" 283 ."Vel-Muhsanat minen-Nisa = Kadınlardan evli olanlar" 284.İzafetle marife olan ço ğullar:"Huz min emvalihim sadakat = Onların mallarından sadaka al"2""Hurrimet aleyküm ummehatuküm = Anneleriniz size haramk ılındı"2".4) İsmi mevsuller: ellezi, elleti ellâi, ma: ki o, ki onlar. "Ol kimselerki iffetli kad ınlara iftira ederler" 287, "Ol kadınlar ki aybaşı halinden kesildiler"288 , "Hamile olanların süresi doğurmalarıdır"289, "Bunların dışındakalanlar size hel(il kılındı".5) Şart isimleri: Men = Kim, her kim"Kim yanl ışlıkla bir mü'min öldürürse, mü'min bir köle azad eder""Kim Allah'a güzel bir ödünç verirse, onu ona kat kat öder''''.6) Olumsuz Nekre (Belirsiz) veya Menfiden sonra bulunan belirsiz(nekre). Zarar vermek yok, kar şılık olarak da zarara sokmak yok. Mekke'-nin fethinden sonra hicret mertebesi yok. Size günah yok.Bu sözlerin her biri dilde, gerçekten bütün fertlere Şamil olmaküzere konmu ştur. Bu şumüllük manas ının dışında kullanıldıkları taktirdemecazi olurlar ve mutlaka bir delile de ihtiyaç olur ki hakiki manay ımecazi manaya çevirmi ş olsun.Umumun Delftleti:Usulcüler aç ıklamış olduğumuz genel sözlerin her birinin söylenebileceği bütün fertleri içine almas ının sözlük kullan ılışı olduğunda ihtilaf281 Maide, 38.282 Bakara, 275.283 Bakara, 228.284 Nisa, 24.285 Teybe, 103.286 Nisa, 23.287 Nur, 4.288 Telek, 4289 Nisa, 24290 Nisa, 92.291 Bakara, 245.330


etmemi şlerdir. Ayn ı şekilde şer'i bir metinde biri geçecek olursa, fertlerininbir kısmının tahsis edildi ğine delil olmad ıkça içine giren bütünfertlere gösterdi ği hükmün sabit olduğunda da ihtilâf etmemi şlerdir.215 Ancak ihtilâf ettikleri tahsis edilmeyen umumun, bütün fertlerine deliletininkesin veya zanni olup olmadığında yani umumun delâlet etmesıfatındadır.Içlerinde şâfilerin de bulundu ğu bazı usulcüler, tahsis edilmeyenumumun., bütün fertlerini içermesini göstermesi zannidir, yani umumiliktekesin olmayıp görünür (zahir) bir delâlettir. Tahsis edildi ği zaman, tahsistensonra da geri kalan fertlerine delâleti zannidir, umumun buna göretahsisten önce ve sonra delâleti zannidir. Bunun neticesinde, umumunzanni bir delil ile isterse birinci, isterse ikinci tahsis olsun mutlak surettetahsis edilmesinin do ğru olacağı anla şılır. Çünkü zanni olan zanni iletahsis edilir Ve böylece umum ile kesin olan özel (hass) aras ında çat ışma(taaruz) olmaz. Zira iki delil aras ında ikisinin kesin veya ikisinin zanniolmas ıdır.Doğrusu, özelin (hass) gösterdi ği kadarına onunla hüküm verilir,umumun da, özelin gösterdi ğinin dışında kalana hükmü cari olur. Bu husustakifikirlerinin delili genel sözlerin geçti ği şer'i nass'ların incelenmesineticesinde tahsis edilmemi ş hiç bir umumun bulunmadığıdır. Umumiliğidevam eden bir umumun (genel) bulunmas ı çok seyrektir, umumili ğindevam ı da ancak onunla beraber bulunan bir belirti (karine)den anla şılabilir.Her umurni olanda durum ve üstün ço ğunluk, onun umumiliğininbâki kalmamas ı olduğuna göre, tahsis edildi ğini gösteren bir delil olmadanmutlak surette geçen bir umumun, ço ğunluk hükmüne göre tahsiseihtimali olur. Buna göre tahsis edildi ğini gösteren bir delil bulunmayanmutlak umumun umumili ğe delâleti kesin olmayıp görünü ştedir.Hanefilerin içlerinde bulundu ğu diğer bir kıs ım usulcüler de tahsisedilmemiş umumun, umumiliğinin kesin olduğuna gitmemi şlerdir. O,bütün fertlerini içine alma ğa kesin olarak delâlet eder. Tahsis edildi ğinde,tahsisten sonra geri kalana delâleti görünürde (zahir)dir, yani zannidir.Bu mezhebe göre tahsis edilmeyen umumun bütün fertlerini içine almas ını216 göstermekte kesindir. Tahsis edildi ği zaman, tahsisten sonra geri kalanfertlerine delâleti zannidir. Bunun neticesi şu olur: umum ilk defa zannibir delil ile tahsis edilemez. Zira zanni olan kesin olan ı tahsis edemez.Fakat ikinci ve üçüncü defas ında zanni delil ile tahsis edilebilir. Çünküilk tahsisten sonra zanni olmu ştur. Zanni ise zanniyi tahsis eder. Vetahsis edilmemi ş umum ile kesin olan özel (hass) arasında çatışma (taaruz)vuku bulabilir. Zira ikisi de kesindir. Bu husustaki fikirlerinin delili şudur:genel söz manas ına giren gerçekten bütün fertlerde kullan ılmaktadır.331


Bir söz, mutlak surette söylendi ğinde kesin olarak hakiki manasm ı gösterir.Tahsis edildi ğini gösteren bir belirtisi olmayan umum kesin olarakumumiliğe delâlet eder. Delil olmadan gerçek manas ından onu çevirmekolamaz. İşte bunun içindir ki, Sahabe, Tablin ve Müctehid imamlar tahsisedilmeden nasslarda geçen genel sözlerin umumili ği ile delil getirmi ş-lerdir, ve onlar delilsiz tahsisi kabul etmemi şlerdir. Umum bir delil iletahsis edildiği zaman, bu onun hakiki manas ı olan umumilikten çevrildiğinive hususî olan mecaz manas ında kullan ıldığım gösterir. Böylecebirinci tahsise kıyaslanarak ikinci tahsise ihtimali olur. Zira birinci tahsisinnedeni başka fertlerde gerçekle şmiştir, sanki birinci tahsis umumiliktebir gedik açmış gibidir. Ve ba şka gedikler açma ğa da yol yapmıştır.Bunun için tahsis edilen umum, tahsisten sonra geri kalan fertlerdedelâleti zanni olmu ştur.Bana göre her iki tarafın delillerini, misâllerini ve şahitlerini kar şılaştırdıktansonra, ameli bak ımdan her iki tarafın fikirleri arasmda esasl ıbir fark yoktur. Çünkü umumun tahsis edildi ğine bir delil olmad ıkçaumumiliği ile i ş yapmanın gerekli oldu ğu hususunda ihtilaf olmad ığı gibiumumun bir delil ile tahsis edilme ğe ihtimali olduğunda da hiç bir ihtilafyoktur ve delilsiz yorumlanmas ı (te'vili) makbul de ğildir. Tahsis edil-217 diğine delil olmayan umumun, umumili ğine deltdetinin kesin olduğunusöyleyenler bile, delâletinin kesin olmas ı ile hiç tahsis edilemiyece ğinikasdetmiş değillerdir. Kasdettikleri delilsiz tahsis edilemiyece ğidir.Umumun, delâletinin zanni oldu ğunu söyleyenler de mutlaka tahsis edileceğinikasdetmemi şler, ancak delil ile tahsis edilece ğini murad etmi ş-lerdir.Umumun (genel) Türleri:Nass'ları inceleme sonucu umumun üç tür olduğu anlaşılmıştır.a) Kesin olarak umumilik kasdedilen umum. Bu, tahsis edilme ihtimalinikaldıran bir belirtiye biti şik olan bir umumdur. Yüce Allah' ınYer yüzünde ruh Allah'a ait olmayan hiç bir canlı yoktur." 292 sözündekiumum ve "Her ya şayam sudan yaptık"2" sözündeki umum. Bu iki üyetinher birinde de ğişmeyen ve tahsis edilmeyen genel ilahi bir kanun(Sünnet) anlat ılmaktadır.Bunlardaki umum, kesin olarak umumili ği gösterir ve bundan aslahususi bir mana kasdedilemez.b) Kesin olarak özellik (husus) kasdedilen umum. Bu, umumiliğinin.devam ın ı kaldıran ve fertlerinin bir kısmının kasdedildiğini açıklayanbir belirti (karine) ile beraber bulunan umumdur.292 Hud, 6.293 Enbiya, 30.332


Misali Yüce Allah' ın "Allah için Ketbeyi ziyaret etmek insanlaradüşen bir ödevdir"294 sözündeki insanlar sözü geneldir, fakat hususi olarakyükümlüler (mükellef) kasdedilmi ştir. Zira ak ıl, çocuk ve delilerin,teklifin dışında b ırakılmas ını gerektirir. Yüce Allah' ın "Medine halk ınınve etrafında olan bedevilerin Allah'ın elçisinden geri kalmaları doğru değildir"295sözündeki Medine halkı ve bedeviler genel iki söz olup her biri ileözellikle gücü yetenler kasdedilmi ştir. Çünkü akıl, aciz olanların, hükmündışında bırakılmalarmı gerektirir. Bu da umumdur, ama bundanlaususî bir mana kasdedilmi ştir. Bununla genel bir mana kasdedilemez.e) Özel (hususi) umum: Bu, tahsis edilme ihtimalini kald ıran birbelirti (karine)'ye biti şik olmayan, umumiliğe delâletini de kald ıracakbir belirti bulunmayan mutlak bir umumdur. Bu, özel veya genel olduğunuaçıklayacak sözlü, akli veya örfi her hangi bir belirtiden yoksunnasslarııı çoğunda geçen umum s ıgalardır. Umuında görülen budur,218 hatta tahsis edildi ğine dair bir delil olana bir misal: "Bo şanan kadınlarbeklerler" 296 .Şevkani, özellik (husus) kendisinden kasdedilen umum ile özel(mahsus) olan umum aras ındaki farka dair şöyle söyledi: Kendisindenözellik kasdedilen umum söylendi ği anda kendisinden umumluk de ğilözellik kasdedildi ğini gösteren bir belirti (karine) onunla beraber bulunanumumdur. Teklifin genel hitaplar ı gibi. Kendinden özellik bulunanumumdan maksat, akıl, mükellef olmayanlar' ç ıkardığı için teklife ehilolanlardır. Mesela "Her şeyi Rabbinin emri ile yok eder" 297 sözünde kasdedilenyok olmayı kabul eden her şey demektir. Ama özel olan umum,baz ı fertlerinin kasdedildiğini gösteren bir belirti (karbıe)ye biti şik olmayanumumdur. Bunun, tahsis edildi ğine delil bulunmad ıkça umumugösterdiği artık açıktır.Umumun Tahsisi:Usuleülerin terminolojisine göre umumun tahsisi, daha ba şlangıçtaŞari'in, umumdan kasdetti ği, fertlerin hepsi olmay ıp bir kısmı olduğunuaçıklamaktır yahut da umuma taall'ilk eden hükmün, me şrukılınmasnun ba şından beri bir k ısım fertlerine ait oldu ğunu açıklamaktır."Dinarın dörtte birinden az olan hırsızlık için el kesmek yoktur" hadisiYüce Allah' ın "Hırsız erkek ve h ırsız kad ının ellerini kesin" 2" sözündekiumumiliği tahsis etmi ştir. Çünkü bu, kesme hükmünün her h ırsız erkek294 İmran, 97.295 Teybe, 120.296 Bakara, 228.297 Ahkaf, 25.298 Maide, 38.333


ve kadın için konmad ığını gösterir. "Öldürene miras yoktur" hadisi, mirasâyetlerinde geçen vârisli ğin umumiliğini tahsis eder. Zira bu, vârislikher yakın (akraba) için me şru kılınmadığını açıklar.Ancak ba şlangıçta hüküm umumun bütün fertlerini ilgilendirecekşekilde konmu ş ve maslahat da hükmü baz ı fertlere k ısıtlamayı gerektirmişve bu kısıtlamanın da bir delili varsa, buna usulcülerin terminolojisinegöre tahsis denmez, buna diz'i nesh etme denir. Çünkü bu, umumunhükmünü fertlerin bir k ısmına göre ibtal etme say ılır. Yüce Allah' ın219 "Karısına iftira edenlerin kendilerinden başka şâhidleri yoksa, onlardanbiri kendisinin doğru söyleyenlerden olduğunu Allah' ı şâhid gösterereksöyler" 299 sözü, Yüce Allah' ın "Iffetli kad ınlara iftira edip sonra dört şâhidgetirmeyenlere seksen deynek vurun" 300 sözündeki umumiliğin bir kısmınıneshetmi ştir. Çünkü bu ikinci âyetteki umumilik ister kendi kar ısıolsun, ister ba şka kar ı olsun, iftira eden her kese şâmildir. Hüküm başlangıçtagenel olarak konmu ş, sonra lanetle şme âyetleri deynek vurmanınkendi kar ısından başkas ına iftira edenlere ait oldu ğuna delil te şkiletmiştir. İbn Mesud'un hadisi de buna delildir ve şöyle dedi. Cuma gecesimescitte oturuyorduk, o anda ansardan biri içeri girdi ve ey Allah'ın elçisidedi, "Bana söyler misin, bir adam karısı ile bulduğu bir adamı öldürürse,siz de onu öldürürsünüz, konu şursa, ona deynek vurursunuz, susarsa bir kinüzerine susmu ş olur ; ey Allah'un "Bana bir kapı aç" dedi ve bunun üzerine1, 301Nur süresindeki Liân = lanetleşme ayeti "Kar ılarına iftira edenler...nazil oldu.Bundan şu netice ç ıkar: Usuleülerin ıstılahma göre, tahsis, umumunme şru kılınmas ına biti şik bir delil ile olmal ıdır. Bu beraberlikten anla şılırki daha ba şlangıçta umumdan maksat onun fertlerinin bir k ısmıdır.Fakat ondan sonra olursa, bu k ısmi bir nesih olur.Tahsis Etme Delili:Tahsis delili hazan umum ifadesine biti şik veya ondan bir cüz olaraklâfzen müstakil olmayabilir ve bazan da umumun ifadesinden müstakilve ayr ı olur. Müstakil olmayıp bitişik olana en çok misâller: istisna,şart, vas ıf ve gayedir.Borçlanma âyetindeki, istisnaya misal olan, Yüce Allah süreli borcuyazmayı emrettikten sonra, "Aran ızda döndiirdigiiniiz haz ır bir ticaretolma durumu müstesna, i şte bunu yazmazsan ız size bir günah yoktur'3°2.299 Nur, 6.300 Nur, 4.301 Nur 6.302 Bakara, 282.334


Şarta Misal: Yüce Allah "Yerde dola ştığınız zaman kâfirlerin sizifitneye düsürmelerinden korkarsan ız namaz ı k ısaltmanızda size bir sorumlu-220 luk yoktur" 3" sözüdür.Nitelik (vasfa) Misal: Yüce Allah' ın "Kendileriyle gerdeğe girdiğinizkarılarınızdan" 3" sözüdür.Gayeye Misal: Yüce Allah' ın "Dirseklerinize kadar kollarınız ı""5sözüdür.Ayrı ve müstakil tahsis delillerinin en me şhurları a) akıl, b) örf,e) nass, d) te şri felsefesidir (hikmet-i te şri'iyye).a) Akıl ile tahsise gelince, yukarıda Yüce Allah' ın "Allah' ın insanlarüzerine hakkı Kübe'yi ziyaret etmeleridir" 3" sözündeki insanlar sözünündeli ve çocuklar gibi ehliyeti olmayan ın dışında olanlarla tahsis etmeolduğunu anlatmıştık ve teklif bildiren her hitaptaki umumilik teklifeehil olanlara tahsis edilir. Medine halk ı ile etrafında olan bedevilerle Peygamberlesava şa gidebileceklere tahsis edilmi ştir. Çünkü ak ıl, hitab ınancak ehil olana yöneltilebilece ğini ve teklifin, teklif edileni yapmayaehliyetli olanlara tahsis edilece ğini gerektirir. Şeriat'da akl ın gerekligördüğü bu tahsisi destekler, be şeri kanunlar ın temelleri de buna göredir.b) öd ile tahsise gelince, buna misal Yüce Allah' ın "Anneler çocuklarınıtam iki y ıl emzirirler' 307 sözündeki anneler benzerlerinin adetinegöre çocu ğunu emzirmeye zorlanamayacak yüksek de ğerli annenin dışındaolanlara tahsis edilmi ştir. İmamı Malik bu görüştedir. Allah' ınelçisinin yenecek nesneyi kendi cinsi ile fazla olarak satmaktan men edenhadisteki yenecek nesne, te şri esnas ında yenecek nesne dernekle marufolan yenece ğe tahsis edilir. Yüce Allah' ın "Her şeyi Rabbisinin emri ilehele& eder'"" sözündeki her şey, helâk olabilecek her şeye tahsis edilir.Us ıdeülerin bir k ısmı, son misâldeki tahsisin delili ııiıı his olduğunu kabuletmişler, bazısı da akıl olduğunu ileri sürmü şse de sonuç ayn ıdır. Bunagöre be şeri kanunların prensiplerinde çok defa kanun maddelerinde geçengenel sözlerin bir k ısmını örf tayin eder. Ve çok defa akit s ıgalarında genel221 olan metinlerin bir k ısmını ticaret örfü tahsis eder.e) Nass ile tahsise gelince, yukarıda birçok yerlerde buna i şaretetmi ştik. Mesela: Yüce Allah' ın gerdekten önce bo şanmış kadınlar hak-303 Nisa, 101.304 Nisa, 23.305 Maide, 6.306 İmran, 97.307 Bakara, 223.308 Ahkaf, 25.335


kında "Kadınlar aleyhinde sayacağınız bir süre bekletme hakk ı yoktur." 309sözü "Bo şanm ış kadınlar üç kar' beklerler'"" sözünün umumili ğini tahsisetmiştir.Usulcüler aras ında Kur'an' ın umumiliği Kur'an ve mutevatir sünnetletahsis edildi ğin.in caiz olduğunda ihtilaf yoktur. Zira Kur'an' ın vemutevatir sünnetin nasslarm ın subutu kesin oldu ğu için birbirlerini tahsisederler. Ama, Kur'an' ın mutevatir olmayan sünnetle tahsis edilmesinegelince, usulcülerin ço ğunluğu bunun caiz olduğuna gitmiştir. Onun vukubulduğuna ve onunla ittifakla i ş görüldüğüne delil getirmi şlerdir.(Deniz hakkında) "Suyu temiz, ölüsü helal" hadisi Yüce Allah'ın"Size ölü hayvan haram ktl ındı'"il sözünün umumiliğini tahsis etmi ştir.Ve "Öldürene miras yoktur" hadisi, mirasa ait ayetlerde geçen varisli ğinumumiliğini tahsis etmi ştir. Ta şlama (recm) hadisi zina eden erkek vekadının umumiliğini tahsis etmi ştir. "Bir dinarın dörtte birinden az birnesne çalmada el kesme yoktur."** hadisi, hırsız erkek ve kad ının umumiliğinitahsis eder. "Nesebçe haram olan sütçe de haram olur"*** hadisi,"Bunun dışında kalanlar size helal kıhndı"2 ayetininin umumili ğini tahsiseder. Bu hadislerin bir k ısmının mutevatir veya me şhur olduğunuiddia etmenin bir denli yoktur. Bu mezhep do ğrudur. Kur'an' ınmutevatir olmayan bir sünnetle tahsis etmeyi men edenler inkaredilmesine, yorumlanmas ına ve tevatür olduldar ım isbatlamaya imkanolmayan peygamberin birçok tahsisleri ile kar şı karşıya kalırlar.Beşeri kanunlardaki genel metinleri tahsis etmek çok vakidir.Buna örnek, temyiz ehliyetini gayri me şru işteki mesuliyetin sebebikılan ve bundan meydana gelen zarar ı ödeten medeni kanunun 164 ncü222 maddesi, ikinci bendi ile tahsis edilmi ştir. Zira temyiz etme ehliyeti olmayanbir ki şiden bir zarar meydana gelmi şse, onun sorulaca ğı bir kimsede yoksa, veya sorumluya ödetmek imkan ı yoksa, hakim, zarar ı meydanagetirene adil bir ödeme ile hükmedebilir.Ibret, sebebin hususili ğine göre değil söziin umumili ğine göredir.Şer'i bir nass umumi bir s ıga ile gelmişse, s ıgasımn gösterdi ği umumiliğiile hüküm vermek gerekir. Hükmün ister bir soru veya vuku bulan birolay neticesinde özel bir sebebten ötürü meydana gelmi ş olmasına itibar309 Ehzab, 49.310 Bakara, 228.311 Maide, 3.312 Nisa, 24.* ibn Maceh 1/136 yeni bask ı.* Muslim 11/81—, Nevevi Şerhiyle, Bulugul- Meram 222.*** nın Maceh 1 /623.336


edilmez, zira insanlara gerekli olan ona uymakt ır. Bu da Şâri'in sözüniingeli şidir, oysa Şâri'in sözü umum s ıgas ıyla gelmi ştir. Öyle ise onun umumiliğiile hükmetmek gerekir. Nass' ın söylenmesine sebep olan soru veyaolayın (hususiliği) özel olu şu nazarı itibara almmaz. Çünkü Şâri'in verdiğicevapta veya fetvas ında kullandığı sözde özelliklerden amumi ifadeyeyönelmesi, o özellikleri önemsemedi ğinin belirtisidir. (Karinesi).Bir rivayete göre bir grup insan ey Allah' ın elçisi biz denizde de seyâhatediyoruz, bizimle olan su ile abdest alacak olsak, susamaktan korkuyoruz.Deniz suyu ile abdest alal ım mı ? dediler Peygamber- "Onun suyu temizölüsü heleildir" buyurdu. Onun suyu temizdir. Sözü umumi bir ifadedir,bunun umumiliği deniz suyunun zaruret ve serbestlik halinde her türlütemizli ği yaptığını gösterir. Bunun umumili ği ile hükmedilir. Sorununabdeste ait olmas ı ve soranların susama korkusundan suya olan zorunluihtiyaç durumlarından sormu ş olmalarına bakılmaz.Bir rivayete göre Sa'd b.Rabi'in kar ısı "Ey Allah' ın elçisi, bu ikikız Sa'd b. Rabi'in kızlarıdır. Babaları seninle beraber idi. Uhudda 6'-223 dürüldü. Amcaları mallarını aldı ve malları olmayınca kimse onlarlaevlenmez" demi ştir. Hazreti Peygamber k ızların amcas ına "İki k ıza üçteiki ve kar ısına sekizde bir ver. Geri kalan senindir"* buyurdu. Bu hadisumumi ifadesiyle ölenin iki kızına üçte iki verildi ğini gösterir. K ızlarınmallarının olmamas ına veya babalar ının Uhudda öldürülmesine bak ılmaz.Bir rivayete göre Hz. Peygamber Meymune'nin ölü bulunan koyunununyanından geçti ve "Tabaklanan deri temizlenmiştir" buyurdu.Tabaklanan her deri temiz olmu ş sayılır. Hangi koyunun derisine aitolduğuna bakılmaz.el- İhkamda şöyle demi ştir: Umumlarm ço ğu özel sebebleregöre gelmiştir. H ırsızlıkla ilgili âyet Sâfva'n ın kalkan veya h ırkasınınçalınmas ından ötürü nazil olmu ştur. Zıhar âyeti Mesleme b.Sahr hakk ındanazil olmu ştur. Lian âyeti Bilal b.Ümeyye hakk ında nazil olmuştur,v.s. Sababi bu âyetlerin hükümlerini itirazs ız umumla şt ırmışlardır. Buda sebebin umumili ği kaldırmadığını gösterir.Ancak, e ğer nass sorudan müstakil olmaks ızın cevap olarak gelmi şse,yani cevap evet veya hay ır veya ikisinden birinin manas ında ise, bu cevapumumilik ve hususilikte soruya tabi olur. Umumi olana gelince, rivayetolunur ki Hz. Peygambere ya ş hurman ın kuru hurma ile sat ışını sormuşlardır.Hz. Peygamber de "Ya ş hurma kuruyunca eksiliyor mu" diyesordu.** "Evet" dediler, Peygamber'de "Öyleyse hay ır" dedi.* Tirmizi, 8 /243.** nın Maceh 2/761.337


Hususi. olana gelince bunun misâli Hz. Peygamberin Ebu Bürde'yeolan sözüdür. O, Peygamber'e alt ı aylık bir o ğlağın kurban olup olmayacağınısormu ş Peygamber de "Senin için olur, ama senden baska kimse içinolmaz" demişti*. Sorunun şer'i cevab ı müstakil olmayacak soruya tabiolarak gelmi şse, bu cevap umumi ve hususilikte soruya tabidir. Ve sorucevapta tekrarlanm ış gibidir.Müstakil cevap umumi olarak gelirse, umumidir, sebebin hususi oluşunabakılmaz. Be şeri kanunların ilkeleri de buna göredir. Evlenmeyaşının tandidi maddesi umumidir. Me şru kılmmasma sebep olan olayın224 veya olaylar ın özelliklerine bak ılmaz. Evlenme, bo şanma veya nafakadavalarının baz ı durumlarda dinlenmesini men eden maddeler umumidir.Onların kanuna girmelerine sebeb olan olaylar ın özelliği (hususiliği)pazarı itibara al ınmaz. Anayasan ın (düstur) 115 nci maddesi her be ş yıldayarının yenilenmesini gerektirmesi umumidir. Maddenin konmas ınınsebebinin hususili ğine bakılmaz. İmam ı Sâfiin dediği gibi sebeb hiç birşey yapmaz, ne yaparsa sözler (lâf ız) yapar. Nass' ın şerait olmas ının felsefesiile soru ve olaydan ötürü nass' ın gelmesi aras ında fark gözetilmesidir.Umumun me şru olmas ının felsefesi ihtilâfs ız onu tahsis eder.Ama sebebten ötürü nass'a gelince, "Sözün umumili ğine karşılık sebebinhususiliğine bakılmaz" sözleriyle bunu kasdetmi şlerdir.Alt ı nel KaideÖZEL (HUSUS İ) VE DELALET İBir nass'da özel bir söz gelmişse yorumlanmas ına veya başka birmana kasdedildiğine delil olmad ıkça, hüküm onun gösterdiği nesneye kesinolarak sabit olur. Eğer söz mutlak geçerse, onu ba ğlayacak (takyidedecek) bir delil olmad ıkça, hüküm mutlak olarak sabit olur. Söz, e ğer,emir s ıgas ıyla gelmi şse onu vâciplikte ıı çevirecek bir delil bulunrnad ıkça,emredilenin vâcip olduğunu ifade eder. E ğer, söz olumsuz (nehiy) s ıgasıyla gelmi şse onu haraml ıktan çevirecek bir delil bulunmad ıkça, yasaklamanınharam olduğunu ifade eder.Özel Söz: (Lâfz ı hass)Tek bir şahsi göstermek üzere Muhammed gibi veya türü göstermeküzere ki şi gibi konan bir sözdür. Veya s ınırlı birkaç ferde, mesela üç, on,yüz, topluluk, cemaat, grup ve benzeri sözler olup birtak ım fertleri gösterir,bütün fertleri içine almayan sözlere de özel söz denir.Özel söz hazan her hangi bir kayda ba ğh olmadan gelir, hazan da225 bağh olarak geçer, bazan bir i ş yap ılmas ını isteme s ıgas ı şeklinde olur,* !bn Maceh, 2 /1054.338


"Allah'tan sak ın" gibi ve bazan da bir i şi yapmayı yasaklayan s ıga şeklindegeçer "casusluk yapmay ın" 313 . Özelin (hass) içine mutlak, mukayyedemir ve nehiy girer.Özetliyecek olursak, özelin hükmü, şer'i bir nass gelirse gerçektenözelin kullanıldığı manaya kesin olarak delâlet eder, zanni de ğil, kesinolarak gösterdi ği şeye hüküm sabit olur. Yüce Allah' ın "Yeminin kefaretion miskini yedirmedir'"" sözünden elde edilen hüküm, on miskini yedirmeninfarz olu şudur. On say ı azlığa ve çoklu ğa ihtimal vermez. "Herk ırk koyunda bir koyun"* hadisinden anla şılan hüküm, koyunlardan zekâtalmak için gerekli olan misalin k ırk ile tahsis edilmesidir. Bir koyununfarz olu şu bunda veya şunda art ık ve eksi ğe ihtimal vermez.Fakat, bu özelin. (hass) yorumlanmas ını yani ba şka bir mana kasdedilmesinigerektiren bir delil varsa, delilin gerektirdi ği manaya verilir.Bunun misali yukar ıda anlattığımız hadisteki koyunu hanefi alimlerininkoyuna ve onun kıymetine Şamil olacak surette yorumlamalar ıdır. Sadaka-ifıtır da bir ölçek hurma veya arpay ı, ölçek veya onun k ıymetiolarak yorumlamalar ı; memeleri bağlı hayvanla ilgili hadisteki bir ölçekhurmayı, ona ve telef olunan nesnenin emsali bir bedele Şamil olan birnesne ile yorumlanmas ı da böyledir.Özel olan mutlak gelmi şse mutlak hükmü verilir; ba ğlı (kayıtlı)olarak gelirse ba ğlı hükmü verilir.Mutlak söz ile bağlı söz aras ındaki fark: Mutlak sözü her hangi birsözle ba ğlı olmayan tek ferde delâlet eden nesnedir. Mesela: M ısırh, kişi,kuş; bağlı (mukayyed), her hangi sözlü bir ba ğla bağlı olan ferde delâleteden nesnedir. Mesela: M ısırlı müslüman, dürüst ki şi, beyaz ku ş, mutlakın226 takyid edildiğine delil olmadıkça mutlak olarak anla şılır. E ğer, takyidedildiğine delil varsa, bu delil onu mutlak olmaktan çevirir ve ondan kasdedileniaç ıklar.Yüce Allah' ın "Yapt ığı vasiyet veya borçtan sonra'"°' sözünde vasiyetmutlakt ır. Fakat vasiyetin üçte birden çok olmayaca ğı hususu, hadis iletakyid edilmi ş (bağlanmış) tir. Buna göre âyetteki vasiyetten kasdedilenterekenin üçte biri olmas ıdır.Bir söz bir şer'i nass'da mutlak ve ayn ı söz başka bir nass'da mukayyed(bağlı) olarak gelmi şse, iki nass'ın konusu bir, yani her ikisineait olan hüküm bir ise ve bu hükmün üzerine bina edildi ği sebeb de birhüküm bir ise ve bu hükmün üzerine bina edildi ği sebeb de bir ise, mutlak313 liucarat, 12.314 Maide, 89.315 Nisa, 12.* 'bn Maceh, 1 /578.339


mukayyede göre anla şıhr ve her ikisinden ayn ı şey kasdedilir, çünkü herikisi hüküm ve sebebde birle şmişlerdir. Mutlak ve mukayyed bak ımındanihtilaf dü şünülemez ve mutlak mukayyedin kayd ı ile kay ıtlanmış olur.Bunun misali Yüce Allah' ın "Le ş, kan ve domuz eti size haram k ı-lındı.'"" sözünde buluyoruz ki burada kan kay ıtlanmış de ğildir.En'am sûresinde Yüce Allah' ın "De ki, bana vahyolunan şeriattele şten, akan kandan veya domuz etinden ba şka, yemek yiyen kimseye haramk ılınm ış bir nesne bulamıyorum" 317 sözündeki kan ise akan ile kay ıtlıdır,öyle ise Maide sûresinde ki kan'dan maksat En'am sûresinde haraml ığıbildirilen akan kand ır. Çünkü her iki ayetteki hüküm olan haraml ıkbirdir ve her ikisinde de hükmün üzerine bina edildi ği sebeb de birdirve bunun da kan olmas ıdır. E ğer haram olan kan mutlak kan olsayd ı ,akan kaydı faydas ız olurdu. Fakat iki nass hükümde veya sebebte ya daher ikisinde muhtelif olursa, mutlaka mukayyed manas ı verilmez. Do ğ-rusu, mutlak yerindeki duruma göre mutlak hükmü giyer, mukayyed227 de yerinde mukayyed hükmünü al ır. Çünkü hüküm ve sebebin veyaikisinden birinin muhtelif olmas ı mutlaklık ve mukayyedlik ihtilafınınnedeni olabilir. Bu hanefilerin ve malikilerin ço ğunluğunun mezhebidir.Safilerin ise, iki nass, hüküm ve sebeb veya yaln ız hükümde muhtelifoldukları zaman, onlara muvafakat ederler. Ama sebebde ihtilaf etmi şve hükümde birle şmiş iseler, mutlaka mukayyed manas ı eklenir.Sebebi bir, hükmü ayr ı iki nass'a misal: Yüce Allah' ın "Ey inananlarnamaza kalkt ığınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar kollann ız ı y ıkay ın"3"sözü ile "temiz topraktan teyemmüm edin, yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin" 3 ° 8sözüdür. Her iki ayetteki sebep birdir ve bu da namaz k ılmak için temizlenmektir.Birincisinde y ıkamak farz, ikincisinde meshetmek farzd ır.Yüce Allah' ın "Zevcelerinizin anneleri" 319 ve "gerdeğe girdiğiniz zevcelerinizinyan ınızda olan k ızları" 319 sözleri de böyledir 32°.Hüküm bir, sebep ayr ı olan iki nass'a misal: Yüce Allah' ın, yanlışlıklaöldürmenin kefareti hakk ında "Yanl ışlıkla bir mü'mini öldüren birmü'min köle azad edecek ve ölenin ailesine diyet teslim edilecek' 321 emri ile316 Maide, 3.317 Enam, 145.318 Maide, 6.319 Nisa, 23.320 Müellif bu örne ği sebebi bir, hükmü ayr ı olana misal olarak vermi şse de yanlış olduğu açıktır,zira, hüküm bir olup evlenmenin caiz olmamas ıdır. Sebebi ayrıdır, çünkü evlenemiyenlerden biri kar ınınannesi, diğeri karımn başka kocasmdan olan k ızıdır. Bunlar ayr ı ayrı şahıs ve sebeblerdir; ancak buradakarının her ikisine sebep olmas ı bakımından sebeb bir olur ve bu durumda birinde kar ı mutlak, diğerindemukayyed (nitelikli) olmas ı söz konusu olur.321 Nisa, 92.340


zihar kefareti hakk ında Yüce Allah' ın "Zevcesine zihar yapanlar (zevcesininsırtlarını annelerinin sırtlarına benzetenler) sonra sözlerinden dönerlerse,temas etmelerinden önce bir köle azad ederler' 322 sözleridir. Yüce Allah'ınborçlanmada şâhidlik edenler hakkında "Erkeklerden iki şethidgetirin' 323 sözü ile bo şanmadan vazgeçmeye getirilen şâhidler hakkında"Sizden iki Mil şaltid getirin' 324 sözleridir.İlk iki ayette hüküm birdir, ve bu köle azad etmektir. Bunun farzolmas ının sebebi ayr ıdır. Birincisinde yanl ışlıkla öldürme ve ikincisindezihar yapanın tekrar kar ısına dönmek istemesidir.İkinci ayette hüküm birdir, ve bu iki şahid getirmenin farz olma-228 s ıdır. Farz ın sebebi ayr ı ayrıdır Çünkü birinde borçlanma di ğerinde boşanmadanvazgeçmedir.Mukayyed (nitelikli) olan, yaln ız bir durumda mutlak' aç ıklayabilirve ana niteliklinin manas ı verilebilir. Bu da her ikisinin sebeb vehükümde konular ının birle şmesidir. Hükümde sebebte veya her ikisindeayrı iseler mutlak'a mukayyed (nitelikli) manas ı verilemez. Bu durumdamutlak nerede ise orada mutlak olarak kal ır, mukayyed (nitelikli) neredeise, o da orada hükmünü yürütür. Çünkü hükümde muhtelif olmalar ımutlak ve mukayyed olmalar ının sebebi olabilir, mesela, abdest almaklailgili ayette ellerin y ıkanmas ının farziyeti dirseklere kadar, y ıkanma ileaçıklanmış (kaydedilmiş), oysa teyemmüm âyetindeki elleri meshetmeninfarzolu ş hükmü, mutlak b ırakılmış ve dirseklere kadar olmas ı belirtilmemiştir. Çünkü teyemmüm su bulunmad ığı zamanda kolaylık içinme şru kılınmış bir ruhsatt ır. Bunun için ona uygun olan elin de mutlakbırakılmak suretiyle kolayl ık gösterilmesidir. Bunun için el denen hernesneyi teyemmümde meshetmek kafidir. Sebebi de ayr ı olduğu zamandurum aynıdır. Yanlışhkla öldürme keyfiyetinde azad edilecek köleninınü'min olmas ının kaydedilmesi cezan ın şiddetli olmasına işaret olabilirve zihar yapanın dönmek istemesi böyle şiddetli bir cezay ı gerektirmez veher hangi bir kölenin azad edilmesi kafi gelebilir.Emir Sigas ı:•Şer'i bir nass'da özel bir söz, emir sigas ı şeklinde veya emir manasmdaolan haber sigası şeklinde geçecek olursa, emredilen fiilin veya haberverilen nesnenin kesin ve ilzam edici olarak yap ılmasının farz olduğunuifade eder.Yüce Allah'ın "İkisinin ellerini kesin' 325 sözü hırs ız erkek ve kad ının322 Mucadele, 3.323 Bakara, 282.324 Talak, 2.325 Maide, 38.341


ellerinin kesilmesinin gerekli olduğunu, ifade eder ve "Bo şanan kadınlarbeklesinler" 326 sözü bo şanmış kadının üç adet görmek üzere beklemesininfarz olduğunu ifade eder. Tercih edilen görü şe binaen emir ve emir manasındaolan s ıga, dilde farz (gerekli) k ılmakta kullanılır Bir söz mutlaksöylendi ğinde kuruldu ğu hakiki manas ım gösterir ve bu hakiki manasındanbir delil olmadan çevrilemez. Emir sigasm ın farz manas ındanba şka bir manaya çevrilmesine bir karine bulunursa, karine neyi gösterirseo anla şılır. Mesela: "Yeyiniz, içiniz 7327 de mubah kılmak; ve "Birsüreye kadar borçlandığınız zaman onu yaz ınız" 328 de mendub k ılmak için,ve "istediğinizi yap ın' 329 daki tehdit için; ve "Kur'an'ın benzeri bir süreyap ın""° daki emir, âciz b ırakmak içindir, buna benzer emir s ıgalarıkarinelerde ba şka manalara gelir. Karine (belirti) bulunmad ığı zamanemir s ıgas ı farz ı (gereklili ği) gösterir. Bir k ısım usulcüler emir s ıgas ınınçe şitli manalar aras ında mü şterek (e ş anlamlı) olduğuna gitmi şlerdir.Her mü şterekte oldu ğu gibi bu manalardan birini tayin etmek için bir •belirti gerektir, çünkü mü şterek çe şitli manalarda kullan ılır.Emir s ıgas ı, emredilen i şi meydana getirmekten ba şka bir şeyi göstermez,emredilen i şin tekrar edilmesini ve i şin hemen yap ılmas ını göstermez.S ıga mutlak söylendi ğinde, tekrar etme ğe veya i şe hemen koyulmagadelâlet etmez. Çünkü amirin (emreden) maksad ı, emretti ği şeyinmeydana getirilmesidir. Bu maksat her hangi bir zamanda emrin meydanagelmesiyle gerçekle şir. E ğer tekrar edilme ğe bir delil bulunmazsa bu tekraremrin s ıgas ı da böyledir. Yüce Allah' ın "Sizden o ayda bulunan onu oruçtutsun" 331 , sözündeki oruç tutman ın tekrar etmesi, emrin, tekrar edenşarta ba ğlanmış olmas ıdır. Bu da o ayda bulunmakt ır, bunun için, "birinizino ayda her bulunu şunda kendisine oruç farz olur" denmiş gibidir.Aynı şekilde "Güneş devrilirken namaz kı/ın" 332 ayetinde uygulama yap ılır.Vakit ile s ınırlanmış farzlarda i şin hemen yap ılması farz ın vaktininsınırlanmış olmas ıdır ki vaktin bitmesi ile i şin i şlenme süresi son bulur.İyiliklere ait emirlerdeki hemen yapma yani hemencecik, Yüce Allah' ın230 "Rabbınız ın mağfiretine ko şun" 333 sözü ile "İyiliklere ko şun' 334 sözündenanla şılır.326 Bakara, 228.327 Araf, 21.328 Bakara, 282.329 Fussilet, 40.330 Bakara, 23.331 Bakara, 185.332 İsra, 78.333 İmran, 133.334 Maide, 48.342


Yasaklama (nehy ) s ıgası.Şer'i nass'da özel bir söz, yasaklama (nehiy) veya yasaklama manasmdaolan haber sıgasmda haramhğı ifade eder, yani yasaklanannesnenin kesin ve zorunlu olarak, yap ılmasmdan kaçmmayi gerektirir.Yüce Allah' ın "Puta tapan kadınlar inanmadıkça onlarla evlenmeyin'""sözü puta tapan kad ınlarla evlenmenin haram olduğunu ifade eder. YüceAllah'ın "kadınlara verdiğiniz şeylerden bir şey alman ız size heltıl değildir" 336sözü bo şanan kadınlardan her hangi bir şey almanın haramlığını anlat ır.Çünkü yasaklama (nehiy) s ıgas ı dilde, tercih edilen görü şe göre haramkılmağa delâlet etmekte kullan ılır Bu, mutlak söylendi ğinde anla şılmaktadır.E ğer, onu hakiki manas ından mecazi manas ına çevirecek birdelil bulunacak olursa, delilin gösterdi ği mana anla şılır. Mesela YüceAllah'ın "Rabbım ız, kalbimizi e ğriltme" sözü duayı gösterir. Yüce Allah' ın"Size aç ıklanırsa hoşunuza gitmeyecek şeylerden sormay ın" 337 sözü mekruhluğugösterir.Bazı usulcüler yasaklama (nehiy) sigas ı emir gibi mü şterek (e şanlamlı) olup her ikisindeki ihtilafın aynı olduğuna hüküm vermi ştir.Yasak (nehiy) devaml ı ve hemen geri durman ın istendiğini gerektirir.Çünkü istenen, ki bu geri durmad ır, ancak devaml ı olduğu zamangerçekle şir yani yükümlüyü, (mükellef) kendi nefsi yasaklanm ış nesneyiyapmaya sevkettikçe onu engeller, tekrar etme, yasaklamay ı (nehyin)yerine getirmenin gerçekle şmesi için zorunludur. Hemencecik yani fevrenyasağa uymak da böyledir Çünkü bir i şi yasaklama, o i şte olan zarar ıönlemek olduğu için haram kılınmıştır. Bu i şe derhal uyulmas ı gereklibir farzdır. Zira yasaklanan bir i ş her hangi bir vakitte yap ılmış olsa yasağauyulduğu tahakkuk etmez, sak ınmanın tekrarı ve onun hemen yerinegetirilmesi yasaklamanın (nehyin) gere ğidir. Mutlak yasaklama s ıgas ıhemenceliği ve tekrar ı gerektirir. Oysa mutlak emir s ıgas ı, hemen.celi ği(fevri) ve hem de tekrar ı gerektirmez.335 Bakara, 221.336 Bakara, 229.337 Maide, 101.343


DÖRDÜNCÜ KISIMTEŞRİİN PRENSIP KAİDELERİ231 Bu te şri kaidelerini, İslam Usulül Fıkh bilginleri, şer'i hükümlerinnedenleri ve te şri felsefeleri, genel te şri ilkeleri ve tümel te şri metodlarıifade eden nass'ların incelenmesi ile ortaya koymu şlard ır. Nass'lardanhüküm ç ıkarmak için bu kaidelere riayet etmek gerekti ği gibi, nass olmayanhususlarda da hüküm ç ıkartmakta bunlara riayet edilmesi gerekir.Böylece te şri, kendisinden isteneni gerçekle ştirmeye, insanlar ın yararlarını(maslahat) gerçekle ştirmeye ve aralar ında adalet yapmaya götürmü şolur.Birinci KaideTEŞRİİN GENEL MAKSADIŞariin hüküm koymadaki genel maksad ı, insanların a) zaruri ihtiyaçlarını,b) bolluk içindeki ihtiyaçlar ım, c) güzellik ve süs ihtiyaçlar ını(tahsini) teminat alt ına alarak, yararh olanlar ı (maslahat) gerçekle ştirmektenibarettir.Her şer'i hükümde şüphesiz ve mutlaka, insanlar ın yararına olanbu üç nesneden biri gaye edinilmi ş olur.Bolluk halinde ihtiyaç olunan bir nesnen.in ihlali halinde güzellikihtiyac ının korunmas ına önem verilmez. Zaruri olan ihtiyac ın ihlalihalinde bolluk halindeki ihtiyaç ile güzellik ihtiyacmdan hiç birine riayetedilmez Bu birinci kaide, ister yükümlü (teklifi), ister ba ğıntılı (vaz'i)olsun, Şariin şer'i hükümleri koymadaki genel maksad ım açıklar, vemaksatlarına göre hükümlerin mertebelerini ortaya kor. Şariin hükümkoymadaki genel maksad ım bilmek, dini metinleri (nass) gere ği gibi232 anlamaya, olaylara uygulamaya ve nass olmayan hususta hüküm ç ıkarmayayarar.344Çünkü, sözlerin ve ifadelerin manalara delâleti çok yönlü olabilirBu yönlerden birinin tercih edilmesi Şariin maksad ım bilmeye ba ğhdır.


Zira nasslarm bir k ısmının zahiri manalar ı çatışabilir. Bu çatışmayıkaldıracak, aralar ım bulacak veya birini tercih edecek husus, Şâriin maksadınıbilmektir. Olabilir ki meydana gelen olaylar ın çoğuna metinlerinibareleri de ğinmemiş olabilir. Şer'i delillerin her hangi biriyle hükümleribilmeye ihtiyaç duyulur. Bu istidlâlde doğru yol Şâriin gayesinibilmektir.Bunun içindir ki bugünkü hükümetlerde te şri selâhiyeti olan adamlargenellikle kanun koyma gayesini ve her maddenin özel maksad ımaçıklayan izahlı nizamnameler koymaya önem verirler. Bu izahl ı nizamnamelerve kanun haz ırlanırken ve kanunla şırken yap ılan münaka şalarve konu şmalar, kanunun anla şılmas ı, nass'larına, ruhuna ve manas ınagöre uygulanmas ı hususunda kanunu uygulay ıcılara yard ımcı olur.Aynı şekilde şer'i hükümlerin metinleri, ancak Şâriin hüküm koymadakigenel gayesi bilindi ği zaman, Kur'an' ın âhkâm âyetlerin.in nazilolduğu, veya sözlü ve ama.' sünn.etlerin hakk ında geldiği fen olaylar bilindiğizaman, gere ği gibi do ğru anla şılır.Şâriin, şeriat koymadaki genel kaidesi bu birinci kaidede aç ıklanmıştır.Hükümleri bildirilen fen olaylar, tefsir, esbab-el-Nûzûl ve hadiskitaplarında mevcuttur.233 Bu kaidenin demek istedi ği, Şâriin hüküm koymadaki genel gayesibu dünyada insanlara menfaat sa ğlamak ve onlarm zararlarmı saymaksuretiyle onlara yararl ı olan (maslahat) şeyleri gerçekle ştirmektir. Çünküinsanlarm yararları (maslahat) bu dünyada üç şeyden ibarettir.a) Zaruri (zorunlu) ihtiyaçlar (zarûriyat)b) Normal ihtiyaçlar (Haciyat)c) Güzellik ve süs ihtiyaçlar ı (Tahsiniyat)İnsanlar, zaruri ihtiyaçlar ını, normal ihtiyaçlarını ve güzellik süsihtiyaçlar ım elde ettikleri zaman yararlar ına olan şeyleri gerçekle ştirmişolurlar. İslam kanuncusu, fertlerin ve topluluklar ın as ıl zaruri ihtiyaçlarını,normal halde muhtaç olduklar ı şeyleri, ve güzelle ştirici şeylerigerçekle ştirmek için insan ın her çe şit i şine göre hükümler koymu ştur.Zarûri normal ihtiyaç ve güzellik süs ihtiyaçlar ının gerçekle şip muhafazaedilmesi için hüküm koymay ı ihmal etmemi ştir. Onun koyduğu hüküm,mutlaka bu üç nesneden birinin var edilip korunmas ı içindir, koyduğuher hüküm, insanlara yararl ı olan şeylerin elde edilmesi içindir. İnsanındurumunun gerektirdi ği yararl ı hiç bir şeyi ihmal edip onun için hükümkoymadığı olmamıştır.İnsanların yararlarmın bu üç türü geçmedi ğinin delili his ve görgüdür.Zira bu bir fert ve toplulu ğun yarar ı zaruri, normal ve bir de ke-345


mali (lüks) şeylerden te şekkül eder. Mesela zaruri olan şey, insanın güneşins ıcaklığından ve kışın soğu ğundan koruyacak bir meskeninin olmas ı-dır. Bu isterse da ğda bir mağara olsun, normal ihtiyaç olunan şey insanınmeskeninin kolay oturulan ihtiyaca göre aç ılıp kapanılan pencere vekap ıları olmas ıd ır. Keman (lüksü) de meskeninin süslenmesi, mobilyal ıolmas ı ve istirahat vas ıtalann ın sağlanmış olmas ıdır. Bunlar elde edildiğizaman, insan meskenindeki maslahat ını gerçekle ştirmiş olacakt ır. Bu husus,insanın yiyeceğinde, .elbisesinde, hayat ında ve her i şinde böyle olur.Bu üç türlü nesnenin sa ğlanmas ıyla yararlarına olan şeyler gerçekle şir.Toplum da fert gibidir. Toplumun fertlerinin zaruri, normal ihtiyaclarıve güzelle ştirici şeyleri icad edilip korunmas ı sağlanmış ise, onlarınyararlar ını garantiye alan nesneler gerçekle şmi ş olur. 3"234 Islam'da konulan her hükmün ancak bu üç nesneden birinin icadedilip korunmas ı için oldu ğunun delili, çe şitli konular ve olaylara aitkülli ve cüz'i şer'i hükümlerin nedenlerinin ve Şariin birçok hükme ilhakettiği te şrii hikmetlerin (kanun koyma felsefesi) incelenmesidir.Bu incelemenin misallerini vermeden önce zaruri, normal muhtaçolunan, ve güzellik süs nesnelerin şeriata göre ne oldu ğunu açıklayahm.a) Zaruri nesneye gelince, bu insanm hayat ının üzerinde kurulduğunesnedir. Insanların yararlar ına olan nesnelerin temini için bunlarmutlaka bulunmalıdır ve o bulunmadığı zamanlarda, insanlar ın hayatıfelce u ğrar, ve maslahatlar ı gerçekle şemez, karışıklık ve fenal ıklar yaygınhale gelir: Bu manada insana zorunlu olan şeyler be ş nesnenin korunmasınabağlıdır, Din, Can, Akıl, Irz, ve Mal bunların her birini korumak insanlariçin zorunludur.b) Normal ihtiyaç olunan şeylere gelince, bunlar insanlar ın bollukve zenginlik zaman ında muhtaç olduklar ı nesnelerle yükümlülü ğün zorluklarınakatlanma ve hayat ına yüklerini çekmedir. Bunlar bulunmad ığızaman, hayat nizamlar ı bozulmaz, zaruri ihtiyaçlar bulunmad ığı zamandakigibi karışıklık meydana gelmez. Fakat zahmet ve darl ığa düşerler.Bu anlamda olan insanlar ın ihtiyaçlar ı, onlardan zahmeti kald ırmaya,yükümlülüğün zorluklannı ta şıyabilmeleri için yüklerini hafifletmiyegötürür ve insanlara ya şama yollarını, tebâdülü ve muamele yollar ınıkolaylaştınr.c) Güzellik-süs (tahsini) şeylerine gelince; bunlar mürüvvetin,edebin, fiillerin en sa ğlam yolda yürümesini gerekli k ılan nesnelerdir.338 Her ferdin veya toplumun bu mertebelerde olmas ı veya onlardan geçmesi şart ko şulmuşanlamına alınmamalıdır. Bu, insamn fert ve toplum olarak ba şına gelen şeklin izahıdır, ve bu mertebelerinseviyeleri de toplumlara göre de ğişir. Bir toplumun kemal seviyesi di ğer bir toplumun orta veyaalt seviyesi olabilir. (Çeviren).346


235 Bu, bulunmadığı zaman hayat nizam ı bozulmaz, oysa zorunlu nesnebulunmadığında hayat nizam ı bozulur. Bollukta muhtaç olunan bir nesnebulunmad ığı zaman ki gibi bir s ıkıntıya dü şülmez, fakat hayatlar ı,salim yarat ılışa üstün akıllara göre ho ş görülmez. Bu anlamda insanlariçin güzellik-süs nesneleri, iyi ahlâka, güzel adetlere ve insanlar ın hayatlarındaen iyi şekilde yürümelerindeki gayelere dayan ır.Islam, insanlar ın zorunlu ihtiyaçlar ı için neleri me şru kılmıştır?Insanlar için zorunlu olan şeyler, yukar ıda gördü ğümüz gibi be ştir:Din, nefs, akıl, ırz ve mal. Islam bu be ş şeyden her birinin varlığı ve oluşunuteminat alt ına alacak hükümlerle, onlar ın korunmas ına ve muhafazasına yetecek hükümler koymu ştur. Bu iki tür hüküm ile insanlar ınzorunlu ihtiyaçlar ını gerçekle ştirmi ştir.Din, Yüce Allah'ın, insanların Rabları ile olan ilişkilerini ve birbirleriyleolan münasebetlerini düzenlemek için, koydu ğu kanunlar, hükümler,ibadetler ve inançlar (mecmuas ı) toplamıdır. Islam dini varl ığınınayakta durabilmesi için iman ı ve Islamın üzerinde kuruldu ğu be ş temelinhükümlerini farz k ılmıştır. Bu be ş temel şunlardır: Allah' ın bir olup ondanbaşka tanrı olmadığına, Hz. Muhammed'in Allah' ın elçisi olduğunaşahadet etmek, Namaz kılmak, zekat vermek Ramazan orucunu tutmak,Haccetmek ve geri kalan inançlar ve temel Şari' bunlar ı koymakla dininayakta durmas ını ve insanları ıslah edecek hükümlere uyulmak suretiylegönüllerde yerle şmesini kasdetmi ştir. Dine daveti gerekli k ılmış ve O,düşmanlarına ve bu davetin yoluna manialar koyanlara kar şı daveti vedavet edenleri teminat alt ına almıştır.Dinin korunması, devamının sağlanmas ı ve tecavüzden himayesiiçin savaş hükümleri konmuştur. Bu suretle dine, davetin yoluna maniagibi duracaklarla dindar ı dininden döndüreceklerle sava şsın, dinindendönücüleri cezaland ırs ın, bid'at ç ıkaranlar ı ve dinde olmayan ihdasedenleri veya hükümleri tahrif edenleri cezaya çarpt ırs ın ve haram ı236 helal k ılan, sorumsuz (macin) müftüyü engellesin.Nefse gelince, Islam, onun varlığı için, do ğurmak ve nesil yapmaküzere evlenmeyi ve insan türünün en mükemmel şekilde devamım me şrukılmıştır.Nefsin korunmas ı ve hayat ının teminat alt ına alınması için onuayakta tutacak yiyecek, içecek, giyecek ve oturacak şeyleri elde etmeningerekli oldu ğunu, onu tecavüz edene k ısas, diyet ve kefareti farz k ılmayı,nefsini tehlikeye atmas ını haram etmeyi ve nefsinden zarar ı savmayıfarz saymay ı me şru kılmıştır.Akla gelince, onun muhafazas ı için şarab ve sarho ş eden her nes-347


nenin haram k ılınmas ı, onları içen veya her hangi bir uyu şturucu nesnealan kimsenin cezalanmas ı için hüküm koymu ştur.Irz ın korunmas ı, için de zina eden erkek ve kad ına ve fuhu ş iftiras ıyapana a ğır ceza hükümleri konulmu ştur.Mala gelince, Islam onun elde edilmesi, kazan ılması hususunda rızkiçin çalışmanın farz oldu ğuna, muamelelerin, mubadelelerin, ticaret veortakç ılık yapman ın mubah olduğuna hükmetmi ştir.Malın korunmas ı ve saklanmas ı için hırs ızlığın haram k ılınmas ına,hırs ız erkek ve kad ının cezalanmas ına, alış veri şte aldatmanm, hainlikyapmanın ve insanlar ın mallarını haks ız (batıl) yere yemenin ve ba ş-kasının malını telef etmenin haram oldu ğuna, ba şkasının malını telefedene ödetmeye, sefih ve gafil kimselerin tasarruflar ına el koymaya,zararın savulmas ına, ribanın haram oldu ğuna hükmedilmi ştir.Bütün zorunlu nesnelerin korunmas ını, yasaklar ı zorluklar içinmubah kılmak suretiyle teminat alt ına almıştır.Bundan anla şılıyor ki, Islam insanların zorunlu ihtiyaçlar ı olanşeyleri var etmek, korumak, muhafaza etmek suretiyle teminat alt ınaalmayı gaye edinmekte ibadetler, muameleler ve cezalar gibi de ğişikkanunlarda hükümler koymaktad ır.Daha önce bahsetti ğimiz hükümlerin nedenleri ve te şri felsefesibu maksadı gösterir. Mesela: Yüce Allah' ın sava şı (cihad) farz etmesi237 hakkında "Fitne olmasın ve din Allah' ın olsun diye onlarla vuruşun"3"sözü vard ır. K ısas ı farz klima hakk ında "Kısasta sizin için hayat vardır"340sözü, mal hakk ında Yüce Allah' ın "İnsanların mallarının bir k ısm ınıgünah işleyerek yersiniz diye 341" sözü mevcuttur. Hz. Peygamber'in, meyvasım olgunlaşmaya yüz tutmadan önce onu satmay ı yasaklamasmınnedeni hakkında "Görüyor musun? Allah meyva vermezse, biriniz kardeşininmalını neye kar şılık alır ?" sözü gibi Şariin kasd ının dini, nefisleri,malları ve insan için zorunlu olan her şeyi korumak oldu ğunu gösterennedenlerdir.Islam, insanların normal durumda olduklar ı şeyler için ne hükümkoydu ?Insanların muhtaç olduklar ı şeyler, anlattığımız gibi onlardansıkıntlyı kaldırmaya ve yükümlülük (teklif) a ğırlığını hafifletmeye, onlaramuamele ve mubadele yollar ını kolayla ştırmaya bağlıdır. Islam,339 Bakara, 193.340 Bakara, 179.341 Bakara, 188.• Muslim 10/217 Nevev4 Şerhiyle.348


ibadetin, muamelelerin, cezalarm çe şitli kanunlarda, insanlardan zorluğukald ıran ve onlara kolaylık gayesini güden birçok hükümler koymuştur.Azimet, insanlara zor geldi ği zaman, mükelleflere hafiflik ve rahatlıkolsun diye, ibadetlerde ruhsatlar (izin) vermi ştir. Ramazanda hastaolan ve yolda olana yeme ği mubah kılmıştır. Yolcuya dört rek'ath namaz ıkısaltımştır. Ayakta duramayan ın oturarak k ıldığı namaz ı kabul etmi ş-miştir. Su bulamayana teyemmüm, K ıbleye doğru olmasa bile gemidenamaz ı caiz k ılmıştır. İbadetlerde, insanlardan s ıkınt ıyı kaldıran bir ta.-kım ruhsatlar me şru kılınmıştır.Islam, muamelelerde, insanlar ın ihtiyaçlarının gerektirdi ği birçok238 akit ve tasarruf türlerini, al ış verişin çe şitleri, icarlar, şirketler, ortakhklar(mudarabe) gibi me şru kılmıştır ve kıyasa ve akitlerdeki genel kaidelereuymayan akitlere de ruhsat verir. Mesela, Selem (para pa şin-mal veresiye),bey'e vefa 342, istisna?", yarılığa ekiçilik (muzaraa 344), yarıcılığa mevyacılık(musakat 3") gibi insanlar ın yapageldikleri örfler ve muhtaç olduklarıişler. Ihtiyaç an ında evlilikten kurtulmak için bo şanmayı me şrukıldı. Avlanmayı, deniz hayvanlar ımn ölü bulunanmı ve ho ş rız ıklarıhelal kıldı. Zorunlu hallerde ihtiyaçlar ı, yasakların mubah kıhnmasınasebeb kılmıştır.Cezalarda, yanl ışlıkla öldüren kimsenin cezas ını hafifletmek içindiyet akrabaya verdirilmi ştir. Cezalar şüphelerle savulur. öldürene(katil) kısas yapmayı, affetme hakk ı öldürülenin (maktul) velisineverilmi ştir.Bu hükümlerin gayesi bir k ısmına bitişen nedenler ve te şrri hikmetlerile s ıkıntıyı kaldırıp hafifletmeyi gösterir. Mesela, Yüce Allah' ın"Allah size s ık ıntı vermek istemez" 3a6 sözü ve "Allah size dinde bir s ık ıntıvermez' 347 sözü ve "Allah size kolayl ık ister güçlük murad etmez'"" sözü ve"Allah sizden hafifletmek ister zira insan ı zay ıf olarak yarattık" 349 sözüdür.Hz. Peygamber "musamahalı bir dinle gönderildim" demiştir.Islam'ın insanların süsleyici (tahsini) şeyleri için koyduğu hükümnedir ?342 Bey-bil-vefa, bir kimse bir mal ı başkasma, ald ığı parayı vermek üzere mal ı geri almak şartiyleyapılan alışveriş Bnz. Mecelle 118 madde.343 Zaanaatçılara bir şeyin yapılmas ını sipariş etme.344 Bk. Mecelle M. 1931.345 M.M. 1441 (bk: Mecelle 124.346 Maide, 6.347 Hacc, 78.348 Bakara, 185.349 Nisa, 28.349


Yukarda anlatt ığımıza göre, insanlar ın süsleyici şeyleri, onlar ınhallerini güzelle ştiren ve onları mürüvvetin ve iyi ahlakın gerektirdi ğişeylere uygun kılan her şeye ba ğlıdır. İslam, ibadet, muamele ve cezan ınçe şitli konularında, bir süslemeyi ve güzelle ştirmeyi gaye edinen hükümlerkoymu ştur. Bunlar insanlar ı en güzel âdetlere al ıştıran en güzel vesağlam metodlara götürür.İbadetlerde beden, elbise ve yer temizli ği, ayıp yerleri örtme, pis-239 liklerden kaç ınma, idrardan ar ıklanma gibi şer'i hüküm konmu ştur.Her mescide gidi şte süslenme, gönülden sadaka verme, namaz klima,oruç tutma mendubtur. Her ibadetin unsurlar ı ve şartlar ı yanında, insanlarıen iyi adetlere al ıştırmayı temin eden bir tak ım adab koymu ştur.Muamelelerde, aldatma, hile yapma, şaşırtma, israf etme, pek hasisdavranma haramd ır. Pis ve zararl ı olan her nesneye ait muamele deharamd ır. İnsanın diğer insanın alış veri şi üzerine al ış veriş yapmas ı,toptanc ıları şehrin dışında kar şılamak, fiyat koymak ve benzeri şeyleri,insanlar muamelelerini en iyi şekilde yaps ınlar diye yasaklam ıştır.Cezalarda, sava şta rahipleri, çocuklar ı kad ınları öldürmek haramkılınmıştır. Münzevi olan ı öldürmek, ölü veya diriyi yakmak, insanınuzuvlarını kesmek ve haks ızlık yapmak yasaklanm ıştır. Ahlak Kanunlarındave faziletin ana meselelerinde İslam ferdi ve toplumu terbiyeedecek nesneyi ve insanlar ı en doğru yoldan yürütmeyi kararla ştırmıştır.Yüce Allah, hükümlerinin bir k ısmına birle ştirdiği hikmetler ve nedenlerlebu süslemeyi ve güzelle ştirmeyi kasdetti ğini göstermi ştir. Mesela YüceAllah "Allah sizi temizlemeyi ve size nimetini tamamlamay ı murad eder"3"buyurmu ştur. Hz. Peygamber "Ancak iyi ahliik ı tamamlamak üzere gönderildim"ve "Allah elbette temizdir ve ancak temiz olan ı kabul eder" buyurmuştur.Çe şitli olay ve konularda şeriat felsefesinin nedenlerinin ve şer'ihükümlerin incelenmesi şu ne ticeyi verir: İslam şeriatım koyan (Şari'in)hüküm koymaktaki maksad ı, insanların zorunlu ihtiyaçlar ını, bolluktamuhtaç olduklar ı şeyleri ve süsleyici şeyleri korumakt ır. İşte bu onlar ınyararlar ınadır.İmamı Ebu İshak Şatibi el-Muvafakat adlı kitab ının ikinci cüzününba şında bunu isbat hususunda söyledi ğine katacak bir şey yok-240 tur. Her şer'i hükmün konmas ının gayesinin, insanların yararlar ı kendilerindente şekkül eden bu üç türden birinin muhafazas ı olduğunu gösterenhiikümlerinden ve şeriat felsefesinden birçok misâller getirdiktensonra şöyle demi ştir:350 Maide, 6.350


"Görünüşteki anlamlar (zevahir ), umumlar, mutlaklar, mukayyedlerve çe şitli şeylere has diziler ve f ık ıh konularından her birindeki çeşitliolaylar ve bunların her bir türünün teşriinin, insanların yararlarının esaslarıolan bu üç nesnenin korunmas ı etrafında döndüğü anlaşılır".Islâm kanununu koyan ın felsefesi ve bu üç türün en iyi şekilde korunmasını istemesi, her türün esas koruyucu hükümleriyle beraber bu gayelerigerçekle ştirecek ve hükümleri tamamlayacak olan hükümleri dekoymasını gerektirmi ştir.Zaruri olanlarda dinin muhafazas ı için namaz ı farz kıldığı zaman,cemaatla k ılınmas ını ve ezan ile ilan edilmesini de kanunla ştırmış ki, dininifâs ı ve muhafazas ı, onun alâmetlerini bir araya getirip ortaya koyarakdaha tam olsun içindir.Nefislerin korunmas ı için kısas ı farz kıldığı zaman, cezada benzerlikolmas ını da kanunla şt ırdı ki, dü şmanlık ve kin uyandırmadan istenilengayeye ula şıls ın ? Çünkü öldüreni yapt ığından daha kötü bir şekilde öldürmekkan dökmeye vesile oldu ğu gibi kısasdaki maksad ın aksine hareketedilmi ş olur.Sebebin önüne geçmek üzere ırzın korunmas ı için zinayı haramkıhnca, yabanc ı bir kadınla yalnızca bir yerde bulunmay ı haram kılmıştır.Akl ın muhafazas ı için içkiyi haram k ılınca, sarho ş etmese bileaz ını da haram kılmıştır. Vacibi tamamlayan her şeyi vacib kıldığı gibiharama götüren' her şeyi de haram kılmıştır. Birçok mubah şeylerdensakındırmıştır. Sebeblerin önüne geçmek için mutlak olanlar ın ço ğununitelemiş (kayıtlamış), umumi olanlar ın ço ğunu tahsis etmi ştir. Çocukyapmak ve nesil yeti ştirmek için evlenmeyi kanunla ştırmış, karı kocanıniyi geçinmeleri ve tam uyu şmaları için de denkliliği (kefaet) şart ko şmuş-241 tur. Zaruri olanlar ı muhafaza için koydu ğu hükümleri, bu gayeyi eniyi şekilde gerçekle ştirecek hükümleri koyarak tamamlam ıştır.Normal ihtiyaçlarda al ış veri şin, kiralamalar ın, şirket ve ortakl ıklarmtürlerini me şru kılınca, onlarda aldatmay ı, bedellerin veya birininbilinmemesini, yok'u satmay ı yasaklamak suretiyle bu hükümleri tamamlamıştır.Akitle beraber bulunmas ı ve bulunmamas ı gereken, şartları,kin ve dü şmanlıklar peyda etmeden insanlar ın ihtiyaçlar ını gidermegayesi olan muameleleri aç ıklamıştır.Süsleyici şeylerde, temizli ği şart ko şunca onu tamamlayacak birşeyi de mendub saym ıştır. Gönülden (nafile) ibadete te şvik edince, onabaşlamakla vaciblik kazandığını kamınlaştırmıştır ki, insan ba şladığıbir i şi bitirmeden onu terketmeyi âdet edinmesin. Vermeye (infak) te ş -vik edince, kazanc ımn iyi kısmmdan vermeyi te şvik etmiştir. islâm şeria-351


tının hükümlerini inceleyen kimse anlar ki me şru kıhnan her hükümdenmaksadın, insanlara zorunlu olan şeyleri, veya muhtaç olduklar ı şeyleriya da güzelle ştirici şeyleri veyahut bunlardan birinin muhafazas ına yardımcıolan şeyleri korumakt ır.Şer'i Hükümlerin Maksatlara Göre S ıralanması:Zaruri normal ihtiyaçh ve güzellik ihtiyac ından maksad ın ne olduğunuaç ıklamamızdan anla şılıyor ki, zaruri olanlar bu maksatlarm enönemlileridir. Çünkü onlar ın yoklu ğu hayat nizam ını bozar. İnsanlar arasındakarışıklık yaygın hale gelir, menfaatlar ı zayi olur, bunun pe şindennormal ihtiyaçlar gelir. Çünkü bunlar ın yok olmas ıyla insanlar zorlukve sıkıntıya düşerler ve bellerini bükecek zahmetlere katlan ırlar, ve bunugüzellik ihtiyaçları takip eder. Zira bunlar ın yokluğu halinde ne hayatnizam ı bozulur ve ne de insanlar bir s ıkıntıya uğrar. Ancak bunlar ın bulunmamasıhalinde insanlar kemal, refah ve mürüvvetin gerektirdi ğinesnelerden ve akl ı selimin güzel gördü ğü şeylerden yoksun olurlar.242 Buna göre zaruri şeylerin muhafazas ı için konmu ş olan şer'i hükümleren önemli ve en çok riayet edilmeye lay ık hükümlerdir. Bunlar ın peşindennormal ihtiyaçlar ın bolla ştırılmas ı için konan hükümler gelir.Sonra güzelle ştirme ve süsleme için konan hükümler gelir. Güzelle ştiricişeyler için konan hükümler ihtiyaçl ı şeyler için konanlar ı tamamlayıcısayılır. Normal ihtiyaçh şeyler için konan hükümler zaruri şeylerin korunması için konan hükümlerin tamamlay ıcısı sayılır.Zaruri veya normal ihtiyaçh şeylerin hükmünü ihlal etti ği zaman,güzelle ştirici şeyin hükmüne riayet edilmez. Çünkü tamamlay ıcı olanşeye, tamamlanan şeyi ihlal ediyorsa riayet edilmez Bunun için ameliyatyapmayı veya tedaviyi gerektiriyorsa, ay ıp yerlerini açmak mubaht ır.Çünkü ay ıp yerlerini örtmek güzelle ştirmedir, tedavi ise zorunludur.Le şin yenmesi ilaç ise veya ona mecburiyet oldu ise caizdir. Zira pisliklerdenkaçınma güzelle ştirici şeydir, oysa tedavi ve zorunlu ihtiyac ı saymakzorunludur. Ayn ı şekilde selemde ve istisnada yok olan ı satmakmubahtır. Yarıhk (muzaraat), sulama (musakat)daki mecburluk ve gayb ısatmak muaf tutulmu ştur. Çünkü insanlar ın ihtiyac ı bu güzelle ştirmeleresirayet edilmesini gerektirir. Zorunlu bir nesnenin hükmü ihlal edildi ğizaman normal ihtiyaçh olan bir nesnenin hükmüne riayet edilmez. Bundandolayı bulundukları durum ruhsat' kendilerine caiz kılmayan yükümlülere(mükellef), teklifler a ğır gelse de, farzlar ve vaciblerden sorumluolurlar. Zira her teklifte bir dereceye kadar zorluk ve külfette mecburolma vardır, e ğer mükellef hiç bir zorlu ğa katlanmayacak olursa, ibadetlerve cezalar vesaireden, birçok zorunlu hükümlerin kalkmas ı gerekir.352


Çünkü yükümlünün zorunlu olanlar ı muhafaza için emrolundu ğu veyayasaklandığı her şeyi yerine getirmekte bir zorluk vard ır, fakat bu zorluğayükümlülerin zorunlu ihtiyaçlar ını koruma yolunda katlan ılmaktadır.243 Zaruri meselelerin hükümlerine gelince, daha önemli bir zarurinesneyi ihlül etme olmad ıkça, bunlara riayet gerekli olup onlar ın hiç birhükmü ihlâl edilemez. Bunun için can ı feda etmek de olsa, dinin korunmasıiçin (cihad) farz olmu ştur. Çünkü dini korumak cam (nefsi) korumaktanönemlidir. Öldürülmek veya bir uzvunun telef edilmesiyle tehditedilirse ya da pek şiddetli bir surette susam ışsa içki içmek mubahtır.Zira cam korumak, akl ı korumaktan, daha önemlidir, e ğer ba şkas ınınmalını yok etme ğe zorlandığı zaman kendisini tehlikeden koruyacaksa,başkas ının malını yok etmek caizdir. Bu hükümlerde daha zorunlu birhükme riayet etmek için zaruri bir hüküm ihmal edilmektedir.Delil ile sabit olmu ştur ki, şariin koyduğu hükümlerden maksad ı,bu üç nesneyi veya onlar ı tamamlayan nesne oldu ğunu a şmamaktır. Bumaksatlar önemlerine göre s ıraya dizilirler ve bunlar ın s ırasma göre deonların gerçekle şmesi için konan hükümler s ıralanır.Te şriin bu birinci temel kaidesine göre zarar ı saymaya has şer'iilkeler ve s ıkıntıyı kaldırmaya ait şer'i ilkeler konmu ştur. Bu ilkelerinher birinden sayısız ferdi kaideler do ğmuş ve birçok hükümler ç ıkarılmıştır.İşte bu zarar ı saymaya ait ilkelerin aç ıklanması ve her birinin uygulanması ile ilgili mis âller:1— Zarar kanunla ( şer'an) kaldırıhr"'. Uygulanmas ı : Ortak veyakomşuya şuf'a hakkının verilmesi, satılan nesnedeki bir ay ıptan ötürüalıcuun muhayyer olmas ı hakkı, diğer muahayyerlikler, ortak imtina244 ederse bölü şme mecburiyeti, ba şkasının malını telef edene tazmininin,gerekli olmas ı, hastal ıklardan korunma ve tedavinin zorunlu ğu, zararlıhayvanların öldürülmesi, a ğır, hafif ve ödeme şeklinde suçlara cezalarkonmas ı .2—Zarar, zarar vererek kald ırılmaz352. Uygulanmas ı : insanın kendiarazisini bataktan korumak için başkas ının arazisini bat ırmas ı ve başkasımnmalını yok ederek kendi malını koruması do ğru de ğildir. Dardaolan bir kimse darda kalan ba şka birinin yiyece ğini yiyemez.3—Umumun zararın' saymak için özel zarara katlan ıhr" 3. Uygulaması:Insanların canlarını emniyet alt ına almak için katil öldürülür. İnsan-351 Mecelle, madde 20 (Çeviren).352 Mecelle, madde 25 (Çeviren).353 M. M. 26 (Çeviren).353


ların mallarını emniyete almak için hırs ızm eli kesilir. Umumi yola düşecekolan bir duvar y ıktırılır. Hilekâr bir müflis, cahil doktor ve liyakats ızmüftü işten men edilir Borçlu mal ını satmazsa zorla sat ıhr ve borcuödetilir. İnsanların muhtaç oldukları malların fiyatları artırıld ığı zaman,fiyat tandidi konur. Yiyecek şeylerde mal sahibi ihtikâr yaparsa, insanlarona muhtaç olup satmaktan kaçarsa zorla sat ılır. Kuma ş satanların arasındademirci dükkân ının bulunmas ına engel olunur.4— Zararların çoğundan kaçmak için az ı tercih edilir" 4. Uygulaması: Koca kar ısının nafakas ını vermediği taktirde hapsedilir Akraba,akrabas ına nafaka vermekten kaçarsa hapsedilir Zarar ve fakirlikten245 kad ın bo şanabilir, hasta olan, le ş veya ba şkasının malını yemeye mecburolunca, onu yiyebilir. Namaz k ılmak isteyen temizlikten, ay ıp yeriniörtmekten, kıbleye dönmekten âciz oldu ğu zaman, kudreti yetti ği gibinamaz kılar, çünkü bu şartlar ın terki namaz ı terk etmekten daha hafiftir.5— Zararı saymak menfaati celbetmekten daha önce gelir'''. Bununiçin hadisi şerifte şöyle geçmi ştir: "Size yasaklad ığun şeyden sak ının, sizeemrettiğim şeyi gücünüz yetti ği kadar yapın" Uygulamas ı : Mâlikin kendimahna tasarrufu ba şkas ına zarar verdi ği zaman tasarruftan men edilirOruçlunun abdest ahrken a ğzına ve burnuna su vermesinde a şırı gitmesido ğru de ğildir.6— Zorunlu durumlar yasaklar ı mubah kılar 356 . Uygulamas ı : Açlıktale ş veya kan ı ya da her hangi bir haram nesneye zorlan ırsa, onu yemesindeüzerine günah yoktur. Kendini, ancak ba şkas ına zarar vermeklesavunabilecekse, onunla savunmas ında kendisine bir günah terettüpetmez. Borcunu ödemekten kaçan kimsenin, izni olmadan mal ından alınır.7— Zaruretler kendi miktarmca takdir edilir 357. Uygulamas ı : Mecburkalan haram olandan ancak açh ğını giderecek kadar yiyebilir. Pisliktenancak sakınılmayacak kadar ı muaftır. Ruhsatlarm, hükümlerin sebeblerikalk ınca kendileri de kalkar. Suyu kullanmak mümkün oluncateyemmüm bâki kalmaz. Ramazanda s ıhlıatli olana, yolcuya ikamet etmesihalinde, oruç yemesi haram olur. Bir özürden dolay ı câiz olandan,özrün kalkmas ı ile câizlik hükmü de kalkar.246 Bu sıkıntının kald ırılması ile ilgili özel ilkelerin aç ıklanmas ı olupuygulanmas ına ait misfıller:1— Zorluk, kolaylık getirir 3"354 M. M. 27 (Çeviren).355 Mecelle, madde, 30 (Çeviren).356 Mecelle, madde, 21 (Çeviren).357 M. M. 22 (Çeviren).358 M. M. 17 (Çeviren).354


Uygulanmas ı: Mükellefi hafifletmek ve rahatlatmak için Allah' ınhafifletmeyi gerektiren sebeblerden ötürü me şru kıldığı bütün ruhsatlarinceleme sonunda şu yedi sebebe dayanmaktad ırlar.Yolculuk (sefer): Yolculuktan ötürü Ramazanda oruç yemek, dörtrek'atl ı n.amazların kısaltılmas ı, cumanın ve cemaatin sak ıt olması, teyemmümünmubah kılmması ...Hastalık:Hastal ıktan ötürü, Ramazanda oruç yemek, teyemmüm etmek,oturarak namaz k ılmak, ilaç için haram olan ı yemek mubah olmu ştur.Zorlama (ikrah):Zorlanan kimseye küfür kelimesini söylemek, vacibi terketmek,başkas ının malını telef etmek, le ş yemek, içki içmek mubah k ılınmıştır.Unutma:Unutarak günah i şleyen kimseden ceza kalkar. Ramazan günü unutarakyemek, içmek orucu bozmaz. Hayvan ı keserken besmeleyi unutarakterkedenin kesti ği haram olmaz.Bilmemezlik (cehalet):Satılan maldaki ayb ı bilmeden sat ın alan kimse, ayb ı bilmediğindenötürü malı geri verebilir. Evlenmedeki ayb ı bilmeden evlenen kimseninevlenmeyi feshetmesi câizdir. Bilmemezlikten soy davas ındaki tenakuzabakılmaz. Aynı şekilde, varisin, vasinin ve vakfa bakamn bilmemezliktendolayı tenakuzuna da bak ılmaz.Genel İptila (Umumi helva):Kaçımlması imkansız olan caddelerin vesairenin çamur ve pisliklerins ıçramaları muaftır. Kar şılıklı bedel vermedeki az ıcık aldatma damuaftır.247 Eksik (naks):Uygulamas ı : Çocuk, deli gibi ehliyeti olmayandan yükümlülü ğün(teklif) kald ırılması, kadın ve kölelerden vecibelerin bir k ısmının kaldırılmasından ötürü, bunlara cuma, cemaatla namaz, sava ş farz de ğildir.2— Şer'an sıkıntı kalkar.Uygulamas ı: Kad ınların ayıpları ve durumlarına erkeklerin muttaliolmadığı hususlarda yaln ız kadınların ştthidliği kabul edilir.Kesinlik ve azim olmadan k ıbleye dönmede, yerin ve suyun temizliği,hüküm vermek ve şahidlik etmekte üstün zan ile yetinilir. Buna görekararla ştırdıkları kaide şudur: Bir iş darlaşmca genişler. 359359 Macana, madde, 18 (Çeviren).355


3— ihtiyaçlar haramlar ı mubah kilmada zaruretler mertebesineindirilir.36°Uygulanmas ı :Seleme, bey'u vefaya, sanat i şi sipariş vermeye (istisna), sigortatazmini, muhtaç olana kazançla borçlanmaya izin verme ve bundan ba şkaaktin ve tasarrufun meçhul veya yok olan nesneye ait insanlar ın ihtiyaçlarınıngerektirdi ği şeylere cevaz verme.Bu ilkeye dayal ı insanlar aras ında meydana gelen ve ticaretleriningerektirdi ği birçok şirket çe şitleri ve muamele akitleri ortaya ç ıkar. Doğrudelil bulunup tam inceleme, bu akit ve tasarruflar ın her hangi bir türününinsanlar ın ihtiyac ı olduğunu, ve bu tür muamele onlara haram k ıhnmcasıkınt ı ve darlığa düşeceklerini gösterirse riba veya şüphesi olduğundanötürü haram da olsa zorlu ğu kaldıracak kadarı onlara mubah olur Çünküzaruretler gibi, ihtiyaçlar da haram olan ı mubah kılar ve zaruretler gibimiktarınca takdir edilirEl-Esbah ven-Nazair sahibi şöyle demi ştir:Buhara halkının borcu çoğalınca bey vefaııııı doğru olacağına fetvavermi şlerdir. Mısır'da da böyledir. Buna Bey'ul-emane demi şlerdir. Elkunyevel-buğya'da: Muhtaç olana kazanç kar şılığında borçlanma caizdir.248 İ kinci KaideALLAH'IN HAKKI, MÜKELLEFIN HAKKI"Şer'i hükümlerin taalluk ettiği yükümlülerin fiillerinden maksat,toplumun genellikle menfaati ise, o s ırf Allah'm hakkıdır, yükümlününonda hiç muhayyerli ği yoktur. Onun tenfizi ulul emre aittir. Eğer onlardanmaksat s ırf yükümlünün menfaat ı ise, onun hükmü yükümlününhalis hakk ıdır, ve tenfiz edip edilmemekte muhayyerdir. Eğer o fiillerdenmaksat toplumun ve yükümlünün menfaati ise, ve o toplumun menfaat ıüstün ise, ondaki Allah'm hakkı üstündür. Bunun hükmü sırf Allah' ınhakkı olanın hükmü gibidir. Eğer yükümlünün yararı çok ise onun hakkıonda üstündür ve hükmü s ırf yükümlünün hakk ı olanın hükmü gibidir."Birinci te şri-i kaide genellikle Islam hükümlerinin gayesi, insanlarınmenfaatlerini sa ğlamayı kasdeder. Bu ikinci te şri kaidesi, hükmünkorunmas ı ile kasdedilen menfaatin bazan toplumun genel menfaati,bazan da her ikisinin ortakla şa menfaat ına olur.Allah' ın hakkı ile kasdedilen toplumun hakk ıdır. Onun hükmüferdin özel menfaati için de ğil, genel menfaat için konmu ştur. Genel360 Macana, madde, 22, 32 (Çeviren).356


nizam olmasından dolayı ve özellikle bir ferdin menfaat ı da kasdedilmediğinden,bütün insanların Rabbine nisbet edilmi ş ve Allah' ın hakk ıadını almıştır.Yüküralünün (mükellef) hakkı olmaktan kasdedilen, ferdin hakk ı-dır ve hükmü s ırf onun menfaat ı için konmuştur. İnceleme sonunda,249 yükümlülerin fiillerine ili şkin olan şer'i hükümlerin bir kısmı sırf Allah'ınhakkı ve bir kısmı sırf mükellefin hakk ı ve bir k ısmında da iki hak birle ş-mi ştir, fakat Allah' ın hakkı üstündür, di ğer geri kalan k ısmında iki hakbirle şmi ş mükellefin hakk ı üstündür.Allah'm hakkı araştırma sonunda aşağıda gösterilen yedi mertebedeaçıklanmıştır:1—Sırf ibadet olanlar: Namaz, Oruç, Zekât, Hacc ve bunlar ın üzerlerinekuruldukları imân ve İslam. Bu ibadetler ve bunlar ın esaslarındanmaksat, dini kurmakt ır ki o da toplumun nizam ı için zorunludur. Heribadetin me şruluk felsefesi, onun yaln ız yükümlünün menfaat ına olmayıpgenel menfaat için oldu ğunun delilidir.2—(Zahmet) manas ı bulunan ibadetler: Sadakai fıtır gibi yoksullara,miskinlere sadaka vererek Allah'a yakla ştıran ibadettir. Fakat hâlisibadet de ğildir, zira, nefsin bekas ı ve görünmesi için nefse vergi manasm ıtaşır onda zahmet (meunet) manas ı bulunduğunu söylemelerinden maksatlarıbudur. Bundan dolayı insana yaln ız kendi nefsinden ötürü de ğil,küçük çocuğu ve hizmetcisi gibi hem kendi yanında olup bakt ığı kimse-Terden ve hem kendi nefsinden vermesi gerekir. E ğer, hâlis ibadet olsayd ı,insana yalnız kendisinden ötürü gerekirdi. Zekât da halis ibadet olan birincitürden de ğil, öteki türden olmal ıdır. Çünkü zekâtta bekâs ı ve muhafazası için mala konmu ş vergi manasını ta şır. Bunun içindir ki, çocuk vedeli gibi ehliyeti olmayan kimsenin mal ına da mücahidlerin ço ğunluğunagöre zekât gerekir. E ğer s ırf ibadet olsayd ı, yalnız ergin olan akılh kimseyegerekirdi.3—Ekili yerlere, ister ö şre ister haraca tabi olsun, vurulan vergidir.O şürlü yerlere vurulan vergi ister on (ö şür) ister onun yar ısı (be ş) olsun,250 ister haraçl ı yere vurulan vazife harac ı veya bölü şme harac ı olsun, aradafark yoktur. Bu vergilerden maksat, sulama ve sarf yollar ını ıslah, köprüleryapmak, yollar açmak ve onlar ı düşmanlardan korumak, fakirlereve yoksullara yard ım etmek, ve kamu yarar ına (amme maslahat ı) vesosyal sigortan ın gerektirdiği diğer şeyler gibi kanun yarar ına sarf etmektir,ki bu da yerlerin sahiplerinin ellerinde kal ıp, istismar edilmeleri ileolur. Usuleüler ö şürlü yerin vergisine kendisinde ibadet zahmet (meunesi)olan bir meunet ve haraçl ı yerlerin vergisine de ceza meunesi olan bir357


meunet olduğunu söylerler. Ama her birinin meunet oldu ğundaki nedenaçıktır. Zira bir nesnenin meuneti, onun varl ığı kendisi ile olan şeydir.Bu vergide yerin sahipleri elinde kalmas ı ona tecavüz etmeden, onu istismaretmeleri hükmü mevcuttur. Ancak ö şürlü yerin vergisinde ibadetmanas ı bulunmas ı nedeni de aç ıktır. Çünkü bu yerden ç ıkanın zekatıdırve zekat ın harcandığı yerlere sarf edilir Ne var ki, haraçl ı yerin vergisindecezai manasm ın bulunmasının nedeni açık de ğildir. Çünkü haraç Hz.Ömer'in kamu yarar ına sarf edilmek üzere gayri müslimlerin elinde b ırakılanekili yerlere vurdu ğu bir vergidir. Bunun benzeri Allah' ın kamu yararınasarf etmek üzere müslümanlar ın ellerinde bulunan yerlere Allah' ınfarz kıldığı vergidir. Bu verginin konmas ı ile ilgili Ömer ile büyük sahabearas ında teati edilen fikirlerden, bu vergide ceza manas ının bulunduğuanla şılmaz.4— Savaşta kazanılan ve yerin içinde bulunan maden ve hazinelerevurulan vergidir. Şari', ganimetin be şte dördünün sava şanlara ve be ştebirini Allah'ın Kur'an'da anlattığı kamu yararlar ına ayırmıştır. Buhususta Yüce Allah' ın sözü şudur: "Biliniz ki, kazand ığınız her ganimetin251 be şte biri, Allah' ın, Peygamberinin, yak ın akrabantn, yetimlerin, yoksullarınve yolda olanlarındır'"". Bulunan maldan ve hazinelerin be şte dördübulana ve be şte biri de aç ıklanmış olan kamu yararlar ına aittir.5—Tam ceza olan türler, zina cezas ı, hırs ızlık cezas ı, Allah ve Elçisiile savaşan asiler ve yeri fesada verenlerin cesas ıdır. Bunlar toplumunsırf yarar ınadır.6—Eksik ceza türleri: Katilin mirastan mahrum b ırakılması eksikbir cezad ır. Zira bu selbi (olumsuz) olan bir cezad ır. Katil bundan ötürübedeni bir azab veya mali bir borçlanma yüklenmemi ştir. Bu Allah' ınhakkıdır. Zira öldürülenin bunda bir faydas ı yoktur.7—ibadet manas ı bulunan cezalar: Yemini bozana kefaretin gerekmesi.Ramazanda kasden orucunu bozana kefaret, yanh şlıkla öldüreneveya kar ısının sırtını annesinin s ırtına benzetene (zihar yapana)kefaretin gerekmesidir. Bunlar cezad ır. Zira bunlar bir isyana kar şı gerekliolmuşlardır. Bunun için kefaret yani suç örten ad ını almışlardır ve bunlardaibadet manas ı vardır Çünkü oruç, sadaka veya köle azad etme gibiibadet olan şeyle ödenirler.Bütün bu türler Allah' ın halis hakkıdır. Bunların kanunla şmasıinsanların kamu yararlar ını temin eder. Yükümlünün bunlarda bir muhayyerliği yoktur ve onlar ı kaldıramaz, zira yükümlü (mükellef) ancakkendi hakkını affetmeye maliktir. O, namaz, oruç, baca, zeka -t, vacib361 Enfal, 41.358


sadakayı ve farz kılınmış vergiyi veya bu cezalardan hiç birini dü şürme(kaldırma) hakkına sahip de ğildir. Zira bunlar onun hakk ı de ğildir.Ama yükümlünün halis hakkı olana gelince mesela, bir mal ı telef252 edenin benzerini (mislini) veya k ıymetinin tazmin edilmesi mal sahibininhalis hakkıdır. Isterse tazmin ettirir, isterse b ırakır. Rehin verilmi şnesne mürtehinin halis hakkıdır. Borcu ödetmek alacakl ının halis hakkıdır.Safi' bu haklar ı sahiplerine vermi ştir. Onlar muhayyerdir, isterlersehaklarını alırlar isterlerse onlardan yaz geçer ve onlar ı düşürürler. Çünküher yükümlünün kendi hakk ında tasarruf etme hakk ı vardır. Bunlarkamu yararlar ı de ğildir.Ama iki hakkın birle şip Allah' ın hakkının üstün olduğu kuma gelincebu zina iftiras ıdır (kazf), zira bu bir yönden insanlar ın ırzlanm koruması ve birbiriyle vuru şmayı ve düşmanlığı önlemesi kamu yararuugerçekle ştirir ve Allah' ın hakkı olur. Diğer yönden iftiraya u ğrayan namuslukadından utangaçl ık duymayı kaldım ve onun şerefini ve namusluluğunuilan eder ki, bu da ona ait bir yarar ı temin eder ve ferdin hakk ıolur. Ancak birinci yön, bu cezada daha aç ık olduğundan Allah' ın hakkıdaha üstündür. İftiraya u ğrayan kadın, iftira edenden cezay ı kaldıramaz.Çünkü kad ının Allah'ın hakk ının üstün olduğu cezayı düşürmeye hakkıyoktur. Kad ının kendisine de cezay ı verme hakk ı yoktur. Çünkü Allah' ınhalis hakk ı veya Allah' ın hakkının üstün olduğu cezalar ı ancak hükümetverebilir. Suç kendisine kar şı işlenen kimse, kendi kendine ceza veremez.Aynı şekilde iki hakk ın birleşip yükümlünün (mükellef) hakk ınınüstün olduğu ceza, kasden öldürene k ısas yapmad ır. K ısas da bir yöndeninsanların canlarını teminat alt ına almas ıyle kamu yararmı gerçekle ş-tiriyor. Di ğer yönden öldürülen ailenin akrabas ının gönüllerini ho şnutetmesi, onlar ın öfkesinin ate şini ve öldürene olan kinlerini söndürmesiylede özel (hususi) bir yarar ı gerçekle ştiriyor. Bunun için öldürülenin velisininaffetme hakk ı olup affederse k ısas yap ılmaz. Öldürenden (katil),öldürülenin (maktul) velisinin arzusu olmadan k ısas yap ılamaz.253 Anlaşılıyor ki, Kur'an'da takdir edilen cezalar be ş olup bunlarşer'i ağır cezalar (hudud)d ır. Bunların bir kısmı sırf Allah' ın hakkıdır.Zina, hırsızlık, yer yüzünde, topluma kar şı gelerek fesat ç ıkarmaktır.Bunların bir kısmı ise iki hakkın birle şip Allah' ın hakkının üstün oldu ğucezadır. Bu da namuslu kad ınlara yap ılan iftirad ır. Bu her ikisinde, kendisinekar şı cinayet i şlenen kimsenin suçluyu affetme hakk ı yoktur, vekendi ba şına da cezayı veremez. İster halis, ister ço ğunluğu Allah'ın hakkıolsun, yükümlü onu düşüremez ve onu 'da' etmek umumi imama (hükümet'e)aittir.359


İki hakkın birle ştiği ve yükümlünün hakkının üstün oldu ğu kısmagelince, bu kısastır. Suç kendisine kar şı i şlenen, kâtili affedebilir ve katilekısas ile hükmedildiği zaman, hükmü infaz edebilir. 3 fi2 Yüce Allah "Eyinsanlar öldürülen için üzerinize kısas yapma yazılm ıştır : hür olana hür,köleye köle, kad ına kadın, kardeşi tarafından affedilen kimse iyi davrans ınve güzelce ödesin' 363 Anlatılanlardan iki netice ortaya ç ıkmaktadır:1—Şer'i a ğır cezalarm her birinde Allah' ın yani toplumun hakk ıvardır, fakat bu hak hazan hâlis olur ve bazan kar ışık olur. Ferdin deonda hissesi bulunur. Bunda Allah' ın hakkı ya ağır basar veya hafifgelir.2—İslâm şeriatı, zinas ı sabit olan kad ının cezalanmas ında, kasdenkatil olan ın kısasla cezalanmas ında, be şerî (vaz'i) kanunlar ımızdakicinayet nazariyesinden ayr ılmaktadır. Kasden katil olana 364 kısas yapmaktaİslam şeriat ı, bu cezada, kendisine kar şı cinayet i şlenen, ki bu öldürüleninvelisidir, kimseye hak vermi ştir. Bunda Allah' ın yani toplumunhakkı vardır ve kendisine kar şı cinayet i şlenen kimsenin hakk ı üstünkılınmıştır. Kendisine kar şı cinayet i şlenenin hakk ılım ağır basmas ındanötürü kısasa hükmedilmesi hakk ında dava açmaya da kendisine hak254 tanınmış ve kısasa hükmedildiğinde de affetme ve infaz etmeye de hakk ıvardır. Ancak bunda Allah' ın hakkının bulunmas ından ötürüdür ki cinayetkendisine kar şı işlenen kimse affetse de hükümet, katiii ve ba şkasınıngözünü yıldıracak uygun gördü ğü cezayı verebilir. Zira iki haksahibinden birinin kendi hakk ından yaz geçmesi, ötekinin hakk ını düşüremez.Be şeri kanunlara gelince, bu cezay ı toplumun halis hakkı saymışve katile kar şı dava açmayı savcının ihtisas ına bırakmıştır. Kendisinekarşı cinayet i şlenen kimse affedemez ve infaz ı kendisi de yapamaz. Affetmeve infaz etme hakk ı kamu i şlerini yürütenindir.Zinas ı sabit olan kad ının cezalanmas ında Islam şeriat ı, bu cezay ısırf Allah' ın yani toplumun hakkı saymış ve zina eden kad ının aleyhinedava açmay ı kamu i şlerini yürütenin ihtisas ına vermi ştir, ve hüküm infazıda icra organ ına aittir. Ne kocas ı ne de her hangi bir kimse kad ınınaleyhine olan dava icraat ın durduramaz ve hüküm aleyhine ç ıktıktansonra, onun tenfizini de durduramaz. Be şeri kanunlara gelince kocas ınınşikâyeti olmadan dava aç ılmaz. Kad ının aleyhine aç ılan davaları durdurabilir,hüküm aleyhine verildi ği zaman kad ınla ya şamağa raz ı olmasışartı ile hükmün tenfizini durdurabilir.362 Veliler kendi ba şlarına kısas yapamazlar. (Çeviren).363 Bakara 178.364 TCK. 448 vd. (Y.Z.).360


255 Üçüncü KaideICTİHADIN CAIZ OLDUĞU HUSUS"Kesin, açık söz bulunan yerde ictihada mahal yoktur"Usulcülerin terminolojisine göre ictihad şer'i delillerden tafsili birşer'i hükme ula şmak için güç sarfetmektir.Hükmü öğrenilmesi istenen olay hakkmdaki, şer'i hükmü gösterennakli ve delâleti kesin bir delil varsa, bunda ictihada yer yoktur. Bundanass'ın gösterdi ğini tenfiz etmek farzd ır. Nakli kesin olmadıkça onunAllah'tan ve Elçisinden geldi ği ve sabit olduğu, söz konusu olmaz, ictihadsahas ına girmez. Delâleti kesin oldu ğu için manas ını göstermesi ve ondanhükmün anla şılması söz ve ictihad konusu olamaz. Buna göre, neyinkasdedildiğini gösteren tefsir edilmi ş hüküm âyetlerinin delâleti aç ıktır,uygulamas ı gereken bir yoruma ve uygulanacak oldu ğu olaylarda ictihadaihtimal yoktur.Yüce Allah'ın "Zina eden erkek ve kad ınlardan her birine yüzer değnekvurun'"" sözünde de ğnek sayısı hususunda ictihada yer yoktur. Herceza veya takdir edilmi ş bir kefaret de böyledir. Yüce Allah' ın "Namaz ık ılın ve zekeit ı verin'"" sözündeki namaz ve zekâttan kasdedileni fiilisünnet aç ıkladığından dolayı her ikisinden kasdedileni ö ğrenmek içinictihada yer yoktur. Nass, aç ık s ıgas ı ile tefsir edilmi ş veya Şari' onatefsir ve aç ıklama eklemi ş ise onun getirdi ği hükümde ictihad olmaz.Bunlara misal, tefsir edilmi ş Kur'an âyetleri, tefsir edilmi ş mutevatirhadisler: Zekât farz olan mallar, her malda nisab miktar ı ve farz olanmiktarı bildiren hadislerdir.256 Ne var ki hükmü ö ğrenilmek istenen olay hakk ında, geli şi ve delâletizanni veya ikisinden biri zanni olan bir nass gelmi şse, bu durumdaictihada yer vard ır. Çünkü müctehide gereken, geli şi (nakli) zanni olandelilin senedini, Peygamber'den bize geli ş yolunu, ravilerinin adalet,zabt güven ve do ğruluk derecesini incelemeleri gerekir. Bu noktada müctehidlerin,delili de ğerlendirmeleri de ğişir. Kimi delilin nakline' önem verirve onu kabul eder. Kimi de naklin.e önem vermez ve onu delil kabuletmez. İşte bu, müctehidlerin birçok ameli hükümlerde ihtilaf ettikleriyönlerden biridir.Delilin senedinde müctehidin ictihad ı, kendisini naklin sa ğlamlığınave ravilerin do ğruluğuna götürürse, o zaman delilin gösterdi ği hükmüve onun uygulanaca ğı olayları bilmeğe çah şır, çünkü delilin görünür365 Nur, 2.366 Bakara, 43.361


manas ı, kasdedilmi ş olur. Bazen manas ı umumi ve hazan mutlak ve hazanemir ve yasaklanma (nehiy) sigas ında olur. Müctehid, çal ışarak, görünür(zahir) manamn kasdedildi ğini veya yorumlandığını (tevil), umumininolduğu gibi kaldığını veya tahsis edildi ğini, aynı şekilde mutlakrnolduğu gibi kaldığını veya nitelendiğini (takyid edildiğini) görür. Emrinfarz veya ba şka bir mana için oldu ğunu, nehyin. (yasaklama) haram k ılmakveya ba şka bir şey için olduğunu ö ğrenmi ş olur. Müctehid ictihadederken dayand ığı delilin temel kaideleri, şâri'in maksatlar ı ve genelilkeleri, hükümleri aç ıklayan di ğer nass'lar olur. Böylece nass' ın şu veyabu olaya uygulanıp uygulanmayaca ğı anla şılır.Aynı şekilde bir olay hakk ında hiç bir nass yoksa, o hususta ictihadageni ş imkân vard ır, zira müctehid, o olay ın hükmünü, kıyas istihsan,istishab, örf, veya (mutlak) kamu yararlar ını inceleyerek ö ğrenebilir.257 Özet olarak denir ki, ictihad ın iki sahas ı vardır. Biri, hiç bir nass'mbulunmadığı saha, diğeri de kesin nass'm bulunmadığı sahadır. Kesinnass bulunan yerde ietihada yer yoktur.Be şeri kanun koyma ilkeleri buna göredir. Ba şlangıç hukukunda(kanunların ilkeleri kitab ında) şöyle denir: İlke, kanun aç ık oldukçayorumlanmas ı ve sözünün de ğiştirilmesi caiz de ğildir. Kanunun ruhu birdeği ştirmenin olabilece ğini gösterse bile, hâkimin şahsi görü şü, kanunasözünün âdil olmadığına göre ise de, bu selâhiyet sadece kanun koyucuyaaittir. Hökimin memurlu ğu kanuna göre hükmetmek de ğil, kanun gereğinegöre hükmetme ğe hasredilmi ştir. 367Bölgesel mahkemelerin düzenlenmesi tasar ısının 27 nci maddesinde"Kanunda açık bir ifade yoksa âdalet kaidelerin gere ğine göre hükmedilk"kanunda, aç ık ifade bulunabilirse sadece ve ancak onunla hükmedilir. 368İctihad Ehliyeti:İctihad edilebilecek ve edilemiyecek yerleri aç ıkladıktan sonra,ictihad etmeye ehliyeti olanları açıklayalım.İctihad ehliyeti olmanın dört şartı vardır:1— İnsan, arapçay ı ve arapça ifadeleri ve kelimelerin delâletyollarını bilmelidir, arapçan ın üslöblanm anlamadaki zevk sahibi olmas ı,arapça ilim ve çe şitli dallarında maharet sahibi olmas ı, arapçanın edebiyatını,şiir, nesir vesairedeki fesahatin tesirlerini bilmesi gerekir. Çünkü,müctehidin ilk bakt ığı Kur'an' ın ve hadisin sözleridir. Onlar ı bu sözler367 Karşılaştım:11z: MK. Md. 1, 4 (Y.Z.).368 Bnz. MK. Md. 1, 4.362


kendi dilinde gelen arab ın anladığı gibi anlamas ı, ifade ve kelimelerdenmanalar ın anla şılmas ı için dilin temel kaidelerinin uygulanmas ı gerekir.2—Kur'an' ı bilmesi laz ımdır. Bundan maksat Kur'an' ın getirmişolduğu hükümleri ve bu hükümleri bildiren ayetler. Ve bu hükümleriayetlerden elde etme yolla= bilmeleridir, ki bir olayla kar şılaştığı zaman,bu olayın konusu ile ilgili Kur'an'da bulunan bütün hüküm âyetlerinikolayca gözden geçirsin ve her ayetin ini ş sebebinin do ğru olanını vetefsirine ve yorumlanmas ına dair olan nakilleri incelesin. Bunun ışığındaolayın hükmü çıkarılabilir.Kur'an'daki hüküm âyetleri çok de ğildir. Baz ı müfessirler bunlaradair özel tefsir yapm ışlardır. Bu konuya ait ayetleri bir araya toplamakmümkündür. Böylece bo şanmaya ait hükümleri ihtiva eden ayetleri,evlenmeye ait hükümleri ilgilendiren âyetleri, mirasa, cezalara, muamelelerevesaireye dair Kur'an' ın çe şitli konulardaki hükümlerini toplucabir yerde görmek kolayla şır. Bunun daha da kolay ı her ayetin yan ındaini ş sebebine dair do ğru olan nakilleri, mücmelini aç ıklayacak hadisleri,tefsiri ile ilgili nakilleri, zikretmektir. Bu suretle Kur'an'da bulunan kanunhükümlerine ihtiyaç halinde ba ş vurmak ve tek kanunun maddelerinibirbiri ile kar şılaştırmak ve her maddeyi de di ğerlerinin konular ı ışığındaanlamak kolay olur. Zira Kur'an' ın bir kısmı diğerini aç ıklar. Her birayeti kendi ba şına müstakil olarak anlamak yanl ıştır.3—Aynı şekilde sünneti bilmelidir, yani Hz. Peygamberin sünnetininbildirdiği şer'i hükümleri bilecektir. Böylece Yükümlülerin (mükellef)her çe şit işleri hakkında sünnete gelen hükümleri gözden geçirebilir.Sünnetin senedinin rivayet bak ımından s ıhhat ve zaaf derecesini ö ğren-259 melidir. Alimler Hz. Peygamberin sünneti ile ilgili büyük hizmetler yapmışlardırSünnetlerin senedlerini, her hadisin ravisini incelemi şler art ıkkendisinden sonra gelenlerin sünnetleri tekrar incelemelerine lüzum kalmamıştırve her hadis ya mutevatir, ya me şhur veya sahih, ya da hasenveyahut zayıf olmas ı snuflarma ayr ılmıştır."ilimler, hüküm hadislerinin hepsinin de f ıkıh konularına ve yükümlülerini şlerine göre tertiplenmesine de böyle önem vermi şlerdir. Böylecesahih sünnetlerde al ış veriş , bo şanma, evlenme, cezalar vesaireye dairgelen hükümlere ba ş vurmak insan için hükümleri konular ından her hangibir konuda gelen hadis ve âyetlere müracaat etmesi mümkün olur. Buışık altında şer'i hüküm anla şıhr. Bu konuda ba ş vurulacak en iyi kitapImam Sevkanrnin Neylül-Evtar kitab ıdır.4—Kıyasın çe şitleri bilinmelidir. Bu da hükümlerin konmas ınagötüren te şri felsefesini ve nedenleri bilmekle olur. Sari'in hükümlerinnedenleri için koydu ğu metodlar bilinmelidir, ayr ıca insan hükmün363


nedenlerini ve hakkında nass olmayan olaylar ın hangisinde gerçekle şeceğinibilmesi için insanların durumlarını, muamelerini, yararlar ını (maslahat),örflerini, iyiye veya kötüye sebeb olacaklar ını bilmelidir. Böylecekıyas ile bir olayın hükmünü öğrenmeye imkân bulamazsa, nass olmayanhususta hüküm elde etmek için İslam şeriatının kabul etti ği diğer yollarabaş vurmandır.Dikkat edilmesi gereken üç nesne:Birincisi: İctihad bölünmeyi kabul etmez. Yani bir alimin bo şanmahükümlerinde müctehid olup da al ış veri ş hükümlerinde müctehid olmadığıveya ceza hükümlerinde müctehid olup da ibadet hükümlerindemüctehid olmad ığı dü şünülemez Çünkü ictihad, yukarda anlatt ığımızdan260 anla şılaca ğı gibi müctehidin nass'lar ı anlamak ve onlardan şer'i hükümlerçıkarmak ve nass olmayan hususta hükümler elde etmek için haiz oldu ğumeleke ve ehliyet demektir. İctihad şartları kendinde bulunan ve melekekendinde olu şan kimsenin bir konuda böyle oldu ğu, başka konuda böyleolmadığı düşünülemez, evet, bir kimsenin medeni kanunda mütehass ısolup cezada mütehass ıs olmadığı veya cezada oldu ğu, medenide olmadığıdü şünülebilir. Ancak bu konudaki hükümlerde ictihad etme ğe kudretivardır, şu konuda yoktur denilemez.Çünkü müctehidin dayanak noktas ı, şari'in de ği şik hükümleriniçine yaydığı ve kanun koymas ını üzerine bina etti ği kanun koyma (te şri)ruhunu ve genel ilkeleri anlamas ıdır. Bu kanun koyma (te şri) ruhu vegenel ilkeler bir konudaki hükümlere ait olmay ıp ba şka konudaki hükümlereait oldu ğu söylenemez. Hükümleri gere ği gibi anlamak, şer'i hükümlerive onlar ın çe şitli konulardaki hikmetlerini gücünün yetti ği derecedeincelemedikçe meydana gelmez. Bazan evlenme hükümlerinde müctehideyol gösteren al ış veri ş hükümlerinde bulunan bir ilke veya illet tahliliolur. Bir kimse Kur'an ve sünnet hükümlerini tam bilmedikçe hükümleribirbirine mukayese edemedikçe ve do ğru hüküm çıkarma ğa götürengenel ilkeleri bilmedikçe müctehid olamaz.İkincisi: Müctehid sevab al ır, isabet ederse iki sevab ı vard ır. Biriçah şmas ına (ictihad etmesine), di ğeri do ğruyu bulmas ınadır. Eğer yanlışyaparsa çal ışmasına bir sevab vard ır, zira Yüce Allah' ın insanları başıbo ş bırakmayaca ğını yukarda anlatm ıştık. Yükümlülerin işlerinden herbirine bir hüküm koymu ş ve her hükmü gösteren bir de delil tayin etmi ştir.Dü şünürlerden hükme varabilmeleri için bu delilleri muhakeme etmeleriniistemiştir. Bunları muhakeme etme ehliyeti olan çal ışıp, çalışması ken-idisini bir hükme götürmü şse, o bu çalışmasına (ictihadına) göre sevabalır ve kendisine farz olan çal ışmas ının kendisini ula ştırdığı hüküm ilehükmetmesi ve fetva vermesidir. Çünkü bu onun üstün gelen zannına göre364


261 Allah' ın hükmüdür. Anlatm ış olduğumuz gibi, ağır basan zan, iş yapmanınvacib olmas ı için kâfidir. Ba şkas ı, onun ictihadınm götürdü ğü hükmeuyma mecburiyetinde de ğildir. Çünkü masum olan Peygamberden sonraher hangi bir insan ın sözüne uymak hiç bir müslümana farz ve vacibde ğildir. Ancak ictihad etme kudreti ve nass'lardan hüküm elde etmemelekesi olmayan halkın müctehide uymas ı ve onlar ı taklid etmelericâizdir. Delili de Yüce Allah' ın "Bilmezseniz bilene sorunuz" 369 sözüdür.Üçüncü: İctihad, ictihad ile çürütülmez. Bir müctehid bir olayhakkında ictihad edip ictihad ının götürdü ğü bir hükümle hükmetse, sonraaynı olay hakkında kendisine bir mesele daha arzolunsa ve ictihad ı onubaşka bir hükme götürse, önce verdi ği hükmü bozamaz. Nitekim kendisinemuhalif olan ba şka bir müctehid de onun hükmünü bozamaz. Çünkü,ikinci ictihad birincisinden tercihe daha lây ık de ğildir. Bir müctehidinictihadı da diğer müctehidin ictihadından daha çok uyulma ğa hakh de ğildir.Zira ictihad ın ictihad ile bozulmas ı, hiç bir hükmün istikrarl ı olmamasına götürür. Verilen hükmün de hiç bir kuvveti olmaz. Bu ise s ıkıntıve zahmet kayna ğı olur. Rivayet olunur ki, Hz. Ömer b.Hattab bir olayabir hükümle hükmeder. Sonra fikri (ictihad ı) de ği şir, ama birinci defaverdiği hükmü bozmaz. Bunun gibi olan bir olay hakk ında ikinci ictihadınneticesi olan hükümle hükmetmi ş ve şöyle demi ştir. O, verdi ğimizhükme uygundur, bu da verece ğimiz hükme uygundur. Hz. Ebu Bekirbirçok meselelerde hükünder vermi ş ve sonra Hz. Ömer onlarda onamuhalefet etmi ş, ama onun hükmünü bozmamıştır. İşte Hz. Ömer, EbuMusa E şariyi kadı tayin ederken ona söyledi ği söz buna göre anla şılmalıdır:bugün verdiğin hüküm onu tekrar gözden geçirip do ğrusunu bulduğuntaktirde Hakka dönmekten seni al ıkoymasm. Hakka yönelmek haksızhktaisrardan daha iyidir."262 Dördüncü KaideKÜK1 11VILER İN NESHİHz. Peygamberin ölümünden sonra Kur'an ve sünnetde bulunanhüküm nesh edilemez. Ancak, sa ğlığında, derece derece (tederruc) kanunkoyma metodunun (Sünnet) ve yararl ı olanları göz önünde bulundurmagayesi, gelen hükümlerin bir k ısmını, bir kısım hükümlerle ya tamamenkaldırmayı (neshetmeyi) veya k ısmen kald ırmayı gerektirmi ştir.Nesh, usulcülerin terminolojisine göre, şer'i bir hükmü, sonrakibir delil ile kaldırmaktır. Bu delil, önemi aç ıkca veya umuî ve bir369 Enbiya, 5.365


maslahat ın gere ği olarak kaldırıldığım, tamamen veya k ısmen kaldırıldığınıgösterir. Yahut da nesh önceki delile göre yap ılan işin gayesinibir sonraki delil ile ortaya koymad ır.Neshin Felsefesi:Nesh ilahi şeriatta vuku bulmu ştur. İster ilahi ister be şeri olsunbütün kanunlardan maksat, insanlar ın yararlann ın (maslahat) gerçekleştirilmesidir. İnsanların yararları ise, durumlarının de ği şmesi iledeği şir. ,Hüküm, sebeblerin gerektirdi ği yararları gerçekle ştirmek içinkonur. Bu sebebler kalkınca, hükmün devam ımn bir yarar ı kalmaz. Rivayetolunur ki, Kurban Bayram ında Medine'ye bir grup müslüman gelmi ş .Hz. Peygamber onlar ın rahathkla (din) karde şlerinin yanlarında kalmalarınıarzulamış, gelen heyetin bollukta olmas ı için kurban etlerini saklamaktanmüslümanlar ı men etmi şti. Heyet gidince müslümanlara saklamayaizin verdi ve bu hususta şöyle buyurdu: "Kurban etlerini saklamantztgelen heyet için yasakla ıntştım. Şimdi saklayabilirsiniz". Çünküadaletle kanun koyma, derece derece olmas ını ve kanun kendileri hakkındakonan kimselere yap ılmas ı zor veya b ırakılması zor gelecek i şlerinacelelikle olmamas ını gerektirir.Bu derece derece şekli (tederruc) içki hükmünde oldu ğu gibi tadilve tebdil etmeyi gerektirir. Yüce Allah te şriin ilk arılann.da içkiyi haram263 kılmamış, fakat Yüce Allah onda büyük bir günah ve insanlara faydalarbulunduğunu, günahmın fayclas ından büyük olduğunu bildirmi ştir. Buonun haram kıhnmas ına bir haz ırlık ve alıştırma mahiyetinde idi, çünküzararı faydas ından büyük olan nesnenin akla göre terkedilmesi uygun olur.Sonra Yüce Allah, müslümanlara sarho ş iken namaza yakla şmannalarımemretmi ş ki, bu da içkinin haram k ılınmas ı ve sakınılmas ına ikinci ad ımidi: zira namaz vakitleri müteaddit ve da ğınıktır, müslümanlar onu içtikleritaktirde, sarho ş olarak namaz vaktinin gelip çatmas ından emin olamazlar.İşte bundan sonra içkinin şeytanın i şlerinden pis kötü bir i ş olduğunuaçıklayan ve kaç ınılmas ını emreden bir söz gelmi ştir. Mirasnizamı da aynı şekilde: Islam' ın başlangıcında araplann ıslâm'dan öncekidevrede (cahiliyet) nas ıl idi ise bir süre öyle kald ı, sonra İslam onu yava şyava ş de ği ştirmeye ba şlad ı. Önce o ğullukla varis olmayı kaldırdı. Sonratahaluf ve karde şle şerek varis olmayı kaldırdı. Sonra miras için ayrıntılıhükümler koydu. Ve böylece cahiliyet devrinin miras nizam ı ile ilgilihaksızhğa dayanan esaslar ı yıkt ı .366Neshin Türleri:a— Nesih aç ıkça olur.b— Nesih =ni. olur.


a— Açıkça olan nesih, Şariin sonraki hükümde önceki hükmü kaldırdığınıaçıkça ifade etmesidir. Bunun misali Yüce Allah' ın şu sözüdür."Ey Peygamber, mü'minleri sava şa teşvik et, sizden sab ırlı olan yirmi ki şiikiyüz ki şiyi yener, sizden yüz ki şi, anlamayan bir kavim olan kafirlerdenbin ki şiyi yener. Şimdi Allah içinizde zaaf oldu ğunu bildiği için yükünüzühafifletti ve sizden sab ırlı yüz ki şi, ikiyüz ki şiyi yener. Allah sab ırlılarlaberaberdir'"" Hz. Peygamberin şu sözü de buna örnektir. "Kabirleriziyaret etmenizi yasaklam ıştım, bundan sonra onları ziyaret edin, zira onlar264 size ahireti hatırlatır" ve "Kurban etlerini saklamanız ı turistlerden ötürüyasaklam ışt ım. Şimdi saklayabilirsiniz".Bu açıkça nesih, be şer' kanunlarda çoktur. Önceki kanunlar ıntadil edilmesi için ç ıkan kanunlar ın ço ğunda, önceki kanunlarda veyayeni kanuna muhalif olan eski kanundaki her hükmün la ğvedilmesi aç ıkçaifade edilir. Nitekim, 1930 y ılının düsturu (anayasa) ile 1923 y ılının düsturukrallık emri mucibince aç ıkça lağvedilmiştir. Tescil kanunu, ayn ışekilde medeni kanundaki baz ı metinlerin la ğvedilmesini aç ıkça ifadeetmiştir.b— Zimni neshe gelince, şari', sonra koyduğu hükümde bir öncekihükmü kaldırdığını açıkça ifade etmez, ama önceki hükme ayk ırı birhüküm kor ve ikisinden birini la ğvedilmiş saymadan aralar ı uzlaştırılamaz.Bunun için sonradan gelen öncekini neshetmi ş sayıhr.Bir zımnî nesih ilahi te şride çok bulunur. Buna örnek: Yüce Allah' ın"Birinize ölüm geldiği zaman mal b ırakıyorsa, ana babaya ve en yakınlarınanormal şekilde vasiyet etmesi farz k ılındt." 371 sözü mal sahibinin ölümüyakla ştığında ana babas ına ve yakınlarına terikesinden normal şekildevasiyet eder. Miras âyetinde Yüce Allah' ın "Çocuklarınız hakk ında erkeğe,iki kızın hissesi kadar tavsiye eder" 372 sözü Allah' ın her mal sahibinin terikesinivarisleri aras ında hikmetinin gerektirdi ği gibi böldüğünü gösterir.Bu bölme art ık miras b ırakanın (müverris) hakk ı değildir. Bu hükümbirinciye ayk ırıdır ve alimlerin ço ğunun görüşüne göre onu nesheder,Hz. Peygamber de, bunun için miras âyeti indikten sonra "Allah her hak265 sahibine hakk ını vermi ştir; artık varis için vasiyet kalmam ıştır"* buyurmuştur.Bunun be şeri kanunda örne ği 1923 yıh düsturunun ç ıkmas ı içinolan krall ık emridir: Bu, önceki düsturun (anayasa) hükümlerine ayk ırıbirçok hükümler ihtiva eder. Oysa aç ıkça onları kaldırdığını ifade etme-370 Enfal, 65, 66.371 Bakara, 180.372 Nisa, 11.• 'bn Maceh, 2 /905.367


miştir. Ama z ımnen onları neshetmi ş sayılmıştır. Yine ceza kanunu öncekiceza kanununun hükümlerinden muhalif olduklar ının kaldırıldığınıaçıkça ifade etmemi ştir. Ancak onlar ı z ımnen neshetti ği kabul edilmi ştir373.Baz ı kanun koyucular ~ni nesih ile yetinilmesini, neshi aç ıkçaifade etmekten müsta ğni olmasını doğru görür, zira bu, bir peki ştirmeyigerektirmeyen bir peki ştirmedir. Çünkü Şâriin daha önce koydu ğu hükmezıt bir hüküm koymas ı ve aralar ının uzla ştırılmamas ı önceki bir hükümdendöndü ğünü ve onu iptal etti ğini açıklamaya ihtiyaç olmadan, ondandönmüş ve onu iptal etmi ş olmas ı demektir.a) Nesih külli (tüm) olur.b) Nesih kısmi olur.a) Şâri'in daha önce koymu ş olduğu bir hükmü yükümlülerin herbir ferdine göre tamamen kald ırmas ıdır. Nitekim miras hükümlerinikoymakla, vâris için vasiyeti iptal ederek ana babaya ve en yak ınlarayap ılmas ı vâcip vasiyeti iptal etmi ştir. Aynı şekilde kocas ı ölen kadınınbir yıl beklemesini, dört ay on gün beklemesi şartıyla kald ırmıştır. YüceAllah şöyle buyurmu ştur: "Sizden ölen olur da, kartlar bırakacak olursaevlerinden ç ıkarılmadan bir yıla kadar geçimliklerini vasiyet edin", sonraYüce Allah "Sizden ölen olur ve kartlar b ırakacak olursa, kadınlar dört ayon gün beklesinler' 374 buyurmu ştur.b) Kısmi neshe gelince, hüküm önce mükelleflerin hepsine şâmilgenel bir hüküm olup sonra baz ı fertler için bu hükmün la ğvedilmiş olmasıdırveya hüküm mutlak olarak konur, sonra baz ı kısımları lağvedilir.266 Nesheden söz, tamamen birinci hükmü iptal etmez, ancak baz ı fertlereve durumlara göre olan k ısmı iptal eder.Buna göre Yüce Allah' ın "iffetli kad ınlara iftira edip dört şâhidgetiremeyene seksen de ğnek vurun 375 sözü, iffetli kad ına iftira edip yapt ığıiftirayı doğrulayacak bir delil getiremezse, isterse kad ının kocas ı olsun,isterse yabanc ı olsun, ona seksen de ğnek vurulur. Yüce Allah' ın "Karılarınaiftira edip kendilerinden başka şahitleri olmayan kimsenin şethitliği,kendisinin doğru olduğuna, dört kere Allah'a sühit tutmas ıdır.'"" sözü iftiraeden koca ise kendisine de ğnek vurulmaz, fakat kar ısı ile lânetle şirler.İkinci âyet iftira de ğneğinin hükmünü yalnız kocaya göre neshetmi ştir.Bu, ancak önce umumun hükmü umumilik üzerine, mutlak' ıııhükmü olduğu gibi me şru kılınıp bir süre sonra baz ı fertler için bir hüküm373 Karşıdaştuuz: TCK. Md. 590. (Y.Z.).374 Bakara, 240.375 Bakara, 234.376 Nur, 3.376 Nur, 5.368


me şru kıhnır veya nitelikle nitelenirse, bu k ısmi (cüzi) bir nesih olur.Fakat umumilik kanunda bulunur ve ayn ı kanunda fertlerin bir k ısmmabir hüküm tahsis edilirse bu, umumdan kasdedilmi ş olanı nesih değil,aç ıklama olur. Ayn ı şekilde niteleme de (Takyid) mutlak ı nesih değil,açıklama sayılır.Usulcülerin umumun hükmünden baz ı fertlerin ç ıkarılması veyamutlakı bir nitelik (kay ıt) ile nitelemek, sözlerinden kasdedilen manabudur. Umumun veya mutlak ın hükmünün me şru kılınmas ı bir delilile beraberse, bu, istisna gibi mutlak ve umumdan kasdedileni aç ıklamasayılır, nesih sayılmaz.Her ne kadar şer'i hükümler yirmi iki y ıl ve birkaç ayda tedriciolarak konmu ş ise de Peygamberin ölümünden ve te şriin yerle şmesindensonra müslümanlar için tek bir kanun olmu ştur. Özel (hususi) olan, umumi-267 yi aç ıklamış ; nitelenmi ş (mukayyed) olan, mutlak ı açıklamıştır, bu üyetinokunmakta (tilavet) şu âyetten sonra ve bu âyetin bulundu ğu süreninfalan âyetin bulundu ğu süreden sonra gelmesine bak ılmaz, ama neshedenve neshedilen aç ıklanmışsa bu müstesnad ır.Nesih hazan bir hükmün yerine bir hüküm koymak olur. Nitekimana ve baba ve yak ınlara yap ılması vâcib olan vasiyet, miras ın taksimedilmesi hükmü ile neshedilmi ştir. Namazda Kudüs'e yönelme, Kübe'yeyönelmekle kald ırılmıştır. Kocas ı ölen kad ının bir yıl beklemesi dört ayon gün beklemekle neshedilmi ştir. Nesih hazan mut'a evlenmesinin neshigibi sadece hükmün kald ırılmas ıyla olur.Yeni konan hüküm, neshedilene e şit veya yükümlülere göre dahahafif olaca ğı gibi daha a ğır da olabilir. Çünkü bu de ğiştirme ve lağvetmeyükümlülerin (mükelleflerin) yararlar ı= gerektirmesine göre olur. Onlarınyararları bazan neshedilen hükümden daha zor bir hükmü gerektirchair.Içkinin ve kumar ın yasaklanmas ı, mubah kılınmalar ından dahaağırdır, ama (maslahatlar ı) yararlar ı gaye edilmiştir. Yüce Allah' ın"Neshettiğimiz veya unutturdu ğumuz bir dyetten daha iyisini veya benzerinigetiriniz" sözünde daha iyiden kasdedilen yükümlülere, ister a ğır,ister e şit ve ister daha hafif olsun, yararl ı olan nesne kasdedilmi ştir. Buda, Yüce Allah' ın "Neshettiğimiz âyeti" sözündeki âyet kelimesindenkasdedilen Kur'an'daki âyetler ise, hüküm, budur.A) Neshi kabul etmeyen.B) Neshi kabul eden.A) Kur'an'da veya sünnette gelen her söz bir sonraki sözle Hz.Peygamber zaman ında bile neshi kabul etmez. Bir tak ım nass'Iar (aç ık268 ifadeli söz) vard ır ki, asla neshi kabul etmezler. Bunlar üç k ısımdır:1— a) Insanlar ın durumlar ının de ği şmesiyle değişmeyen ve anlayışındeğişmesine göre iyi ve kötülükçe de ğişmeyen temel hükümler369


ildiren aç ık sözler (nass) olup, bunlar, Allah'a, Peygamberlerine, <strong>Kitaplar</strong>ına,Ahiret gününe inanman ın farz olmas ını gösteren ve di ğer inançesaslarını ve ibadetleri ihtiva eden nass'lard ır.b) Ayn ı şekilde ana babaya iyilik yapmay ı, doğruluğu, adâleti,vazifeleri ehline vermeyi ve hiç bir durum ve takdire göre çirkin olması dü şünülemeyen ana faziletleri ihtiva eder.c) Sözler ile Allah'a ortak ko şmak, haks ız yere adam öldürmek,ana babaya kar şı gelmek, yalan söylemek zulmetmek ve hiç bir durumdaiyi olmas ı dü şünülemeyen temel rezaletleri gösteren nass'lar da neshikabul etmez. Be şer' kanunlarda buna örnek düstur (anayasa)un 156. 158.maddeleri olup bunlar neshi kabul etmez.2—Hükümler bildiren ve s ıgalar ı ile ebediliklerine delâlet edensözlerdir. Çünkü onlar ın ebediliği neshedilmemesini gerektirir. MeselaYüce Allah' ın Iffetli kad ınlara iftira edenlerin hükmünü aç ıklarken"Ebediyen onların şahitliklerini kabul etmeyin'"" sözünde ebediyen sözü buhükmün kalkmayacak şekilde daimi oldu ğunu gösterir. Hz. Peygamberin"Cihad kıyamete kadar sürecektir" sözündeki k ıyamete kadar sürecektirsözü dünya durdukça devam edece ğini gösterir.3—Olmu ş olaylar ı gösteren ve geçmi ş hadiselerden haber verennass'lardan. Mesela Yüce Allah' ın "Bu yüzden Se ıntıd kavmi zorlu birsarsınt ı ile yok edildi. Ad kavmi de bu yüzden önünde durulmaz dondurucubir rüzgeirla yok edildi" 378 sözüdür. Hz. Peygamberin "Kalbe atılan korkuvas ıtasıyla bir aylık mesafedekilere kar şı yardım gördüm"* sözü de böyledir.Çünkü haber bildiren bir sözün neshi, onu haber vereni yalanlamak olur.Sariin yalan söylemesi ise muhald ır.İşte bu üç tür nass neshi kabul etmez. Bunlardan ba şkas ı şeriat ınba şlangıc ında yani Hz. Peygamber'in hayat ında neshi kabul eder, fakat,ölümünden sonra, o da kabul etmez.269 B) Neshi kabul eden.Genel kaide; bir sözü (nass) neshedecek olan söz ayn ı kuvvette veyadaha kuvvetli olmalıdır.Buna göre, Kur'an' ın sözleri birbirini nesheder ve bazan mütevatirsünnetle de neshedilir, çünkü hepsi kesin ve ayn ı kuvvettedir.Mütevatir olmayan Sünnetin sözleri de birbirini nesheder, çünkühepsi ayn ı kuvvettedir. Bazan daha kuvvetli olan Kur'an' ın ve mütevatirSünnetle ıin sözleri ile de neshedilirler.377 Nur, 6.378 nakka, 5, 6.• Muslim, 5;3, 4, 5, Nevevi Şerhi ile birlikte.370


Kocas ı ölen bir kad ının bir yıl beklemesini gösteren Kur'an' ın sözü,dört ay on gün bekleyece ğini gösteren Kur'an sözü ile neshedildi.Her ölü hayvanın etinin haram oldu ğunu gösteren Kur'an sözü,deniz hayvan ının ölüsünün mubah oldu ğunu gösteren mütevatir amelisünnetle tahsis edilmi ş ve Peygamberin "Suyu temiz ölüsü helal" sözü deonu peki ştirir.Her hangi bir vasiyetin tenfiz edilmesinin vâcib oldu ğunu gösterenKur'an sözü vasiyetin, üçte birden tenfiz edilmesini meneden amensünnetle kaydedilmi ş ve bunu Peygamber Muaz'a "Üç ve üç te çoktur"*sözü ile peki ştirmi ştir.Sünnetle kabirlerin ziyareti yasaklanm ış, sonra mubah kılınmıştır.Kurban etlerinin saklanmas ı yasaklanm ış sonra mubah k ılınmıştır vb.Buna göre Kur'an' ın sözü veya mütevatir bir sünnet, mütevatirolmayan bir sünnet veya k ıyasla neshedilemez. Zira daha kuvvetli olankendinden daha az kuvvetli olan bir nesne ile neshedilemez. Bundanötürü sabit olmu ştur ki, Peygamber'in ölümünden sonra Kur'an veya270 Sünnetle Şer'i bir hüküm neshedilemez Çünkü Peygamber'in ölümündensonra nass' ın (vahy) geli şi son bulmu ş ve hükümler takarrur etmi ştir.Artık bir nass kıyas veya ictihad ile neshedilemez.Be şer' kanunlardaki nesih ve la ğvetme de bu esasa göredir. Birkanun ancak ayn ı kuvvette veya daha kuvvetle olan bir kanunla la ğ-vedilebilir ve neshedilebilir. Düstur (anayasa) kanununun metinleriniancak bir düstur kanununun metinleri neshedebilir.Te şri kanununun metinlerini ayn ı kuvvette olan te şri kuvvetininana kanunlar ı nesheder ve daha kuvvetli olan Düstur (anayasa) kanunununmetinle ıi de nesheder.Te şri kanunun fer'i metinlerini, Te şri kuvvetlerin ana kanunlar ıve düstur kanununun metinleri nesheder.Yukarda anlatt ıklanmızdan şu anla şılır: Nass' ı ancak nass la ğ-veder. Nass' ı icma' ın neshetmesi dü şünülemez. Çünkü, nass kesin ise,onun hilâfma icma olmas ı asla mümkün olamaz. E ğer nass, zanni ise, birnass'a dayanmad ıkça onun hilâfma da icma mümkün de ğildir. Ancakicmaın dayandığı nass' ın kendisi neshetmiş olur.Kıyas ile sabit olan bir hüküm k ıyas ile neshedilemez. Zira birmüctehid kıyas yolu ile bir olay hakk ında bir hüküm vermi şse, sonrakendisi veya ba şka bir müctehit benzeri bir olay hakk ında kıyasa dayanarakbirinci hükme ayk ırı bir hüküm ç ıkarm ışsa bu, birinci hükmü• Buhari, 8/5, Tirmizi, 8/269.371


neshedemez. Bu ancak birinci delilin çürüklü ğünü, yani önceki k ıyasınyanlışını ortaya kor. K ıyas ise, nass veya icma ile sabit olan şer'i bir hükmüneshedemez. Zira, k ıyas onlar ın derecesinde de ğildir. K ıyas ın hükmüneshedilmedi ği gibi, o da hüküm neshedemez.271 Be ş inci KaideÇATIŞMA (TAARUZ) VE TERCIH"İki söz görünüşte çatışacak olursa, doğru, sağlam, birleştirici veuzlaştırıcı bir yolla aralarm ı bulup uzlaştırmak için ara ştırmak ve çalışmak(ictihad etmek) gerekir. Uzlaştırmak mümkün değilse, tercih yollarmdanbiri ile birini diğerine tercih etmeye çal ışmak ve uğraşmak lâzımdır. Buveya şu mümkün olmazsa, her ikisinin geli ş tarihleri bilinirse sonrakiöncekini nesheder, eğer tarihleri bilinmezse her ikisi ile de i ş görülmez.İki kıyas veya nass'm dışmda iki delil çatışacak olsa, birini tercihetmek de mümkün de ğilse, her ikisini delil olarak getirmekten vaz geçilir."İki nesne aras ında çat ışmanın dilde manas ı her birinin diğerininkar şısına ç ıkmas ı ve ona muarız olmas ıdır.İki şer'i delil aras ında Usulcülerin terminolojisine göre çat ışmanınmanas ı, her iki delilden birinin bir olay hakk ında bir anda gerektirdi ğihükmün, diğer delilin ayn ı olay hakkında gerektirdi ği hükme aykırı olmasıdır.Buna örnek:Yüce Allah "Sizden ölenlerin geri b ıraktıkları kad ınlar dört ay ongün beklerler'"" buyurmuştur. Bu söz UITIUM İ manas ı ile kocas ı ölen kad ını ,ister gebe olsun ister olmas ın bekleme süresi dört ay on gün ile son bulur.Yüce Allah "Gebe kadınların bekleme süresi çocuklar ını doğurmalarıdır'38° buyurmuştur. Bu söz de umumi manas ı ile gebe kad ın isterbo şanmış, ister kocas ı ölmü ş olsun bekleme süresi çocu ğunu do ğurmaklason bulur.272 Gebe olup kocas ı ölen kad ının başına gelen bir olayd ır. Birinciâyete göre dört ay on gün beklemesi gerekir. İkinci âyete göre çocu ğunudoğurmas ı ile bekleme süresi biter. İki âyet (nass) bu olayda çat ışmaktadır.İki şer'i delil ayn ı kuvvette olduklar ı zaman aralar ında çat ışmavuku bulur. Fakat iki delilden biri daha kuvvetli ise, kuvvetli delilin379 Bakara, 234.380 Talak, 4.372


gerektirdi ği hükme uyulur. Ötekinin gerektirdi ği muhalif olan hükmebakılmaz. Buna göre kesin söz (nass) ile zanni söz aras ında çat ışma vukubulmaz. Nass ile icma veya k ıyas aras ında çat ışma olamaz. K ıyas ileicma aras ında da olamaz. İki ayet veya iki mütevatir hadis ya da birayet ve bir mütevatir hadis aras ında, veyahut mütevatir olmayan ikihadis veya iki kıyas aras ında çat ışma olabilir.Dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur: İki ayet veya iki sahihhadis aras ında veyahut bir ayet ve sahih bir hadis aras ında gerçek birçatışma görünürse, bu ancak görünürde bir çat ışma olup bizim akl ımızagöründüğüne göredir. Bu gerçek bir çat ışma de ğildir. Çünkü tek hikmetsahibi Şari'den bir olaya dair ayn ı anda bir hüküm gerektiren bir delilve ayn ı olay hakkında ba şka bir hükmü gerektiren bir delilin ç ıkmas ımümkün olamaz.E ğer görünü şleri (zahiren) çat ışan iki söz (nass) bulunursa hikmetsahibi alim Şari'in koydu ğu şeriat!, çeli şiklikten tenzih için bu görünür(zahir) manadan döndürülmeleri hususunda çal ışmak ve kasdedilen hukukimanaya vak ıf olmak gerekmektedir.İki nass aras ındaki görünürdeki çat ışman ın kaldırılması birle ştirmeve uzlaştırma ile mümkün ise, ikisinin aras ı birle ştirilir ve her ikisine göre273 işlem yap ıhr. Bu gerçekte bir çat ışman ın olmadığını belirtmektedir.Örnek 1:Yüce Allah Bakara süresinin 180 nci âyetinde şöyle buyurur:"Birinize ölüm gelip mal b ırakarak ölürse, ana baba ve en yakınlaranormal şekilde vasiyet etmesi sizin üzerinize yaz ıldı"Nisa süresinin 11 inci âyetinde de şöyle buyurur: "Çocuklarınızhakk ında erkeğe, iki k ız ın hissesi kadar tavsiye eder." Miras âyetinin sonunakadar devam eder.Birinci ayette varis b ırakacak olan kimsenin ölüme yakla ştığı zamanterekesinden ana baba ve yak ınlarına normal şekilde vasiyet etmesininfarz oldu ğunu bildiriyor. İkinci ayette ise, ana baba, çocuklar veyakınlardan her birine varis b ırakanın (müverris) vas ıyeti ile de ğil, Allah' ınvasiyeti ile terkeden bir hakk ın verilmesini gerektiriyor. Bunlar görünürdeçatışmaktadırlar. Ama ikisinin aras ını bulmak mümkündür. Bakarasüresindeki ayette din ayr ılığı gibi miras alma ğa mani bulunan çocuklarve yakınlar kasdedilmi ş olur.Örnek 2:Yüce Allah "Sizden ölenlerin geride b ıraktıkları kadınlar dört ay ongün beklesinler" (Bakara 234) buyuruyor.373


Talak süresinin 4 ncü Ayetinde de şöyle buyuruyor "gebe olan kadınlarınbekleme süresi çocuklar ını doğurmakla biter."Bu iki Ayetin aras ını bulmak mümkündür. Şöyle ki kocas ı ölen gebekadın bu iki süreden en uzak olan ı bekler. E ğer dört ay on gün geçmedendoğurursa, dört ay on günü bekleyerek doldurur. E ğer dört ay on güngeçtikten sonra do ğurursa do ğuraca ğı güne kadar bekler.Uzlaştırma ve birle ştirme yollarından biri de, iki sözden birinigörünür (zahir) manas ından yorumlayarak çevirmek metodudur. Ve böyleceöbür söze kar şı olmaz. Uzla ştırma ve birle ştirme yollarından başka274 biri de iki sözden birini di ğerinin umumili ğini kıs ıtlamış (tahsis etmi ş)olarak, ya da onun mutlak olu şunu kayıtlam ış olarak kabul etmek yoluludur.Bu şekilde özel ile kendi k ısıtlanan yerde ve umumi ile de onundışında kalan yerde i şlem yap ılır. Kay ıtlanan ile kay ıtlı olan yerde, mutlakile de kay ıts ız olan yerde i şlem yap ılır.Eğer iki söz aras ında uzla ştırma ve birle ştirme mümkün de ğilse,tercih yollar ından biri ile birini öbürüne tercih etmeye çal ışılır. E ğerara şt ırma, sözlerden birinin di ğerine tercihini gösterirse, a ğır basan delilingereği yapılır. Buna aç ıklama denir. Çünkü iki söz derecede ayn ı de ğildir.Tercih bazan delâlet yolu ile olur ve sözün ibaresinin gösterdi ği anlamsözün i şaretinin gösterdi ği anlama tercih edilir Bu çat ışma ve tercihedair birçok misâl geçmi ştir.İki söz aras ını uzlaştırma ve birle ştirme mümkün de ğilse, ve tercihyollarından biri ile de diğerine tercih imkân ı yoksa, her ikisinin Şâri'-den çıkış tarihine bak ılır. E ğer ikisinden biri öbüründen önce ise, sonraolan öncekini nesheder ve ona göre i şlem yap ılır. Bu da Ayetlerin ini ş vehadiselerin söyleni ş sebeblerin.e ba şvurmakla olur. Ayetlerin birbirinineshetme hususunda yukarda anlatt ığımız bütün misâllerde, neshedeninneshedilenden sonra geldi ği sabit olmu ştur. İki söz aras ını birle ştirmek veuzlaştırmak mümkün olmaz ve biri di ğerine tercih edilmezse ve sudürtarihleri de bilinmezse, ikisini de delil getirmekten vazgeçilir. Çat ışma olanolayın hükmü hakkında sanki hüküm olmayan bir olay gibi ba şka birdelile gidilir Ama bu var olmayan farazî bir şekildir.E ğer çat ışma nass olmayan iki şer'i delil aras ında meselâ iki kıyasaras ında ise, bu gerçek bir çat ışma olabilir, zira k ıyaslardan biri yanl ışolur. E ğer iki kıyastan birini diğerine tercih etmek mümkün ise, bu ya-275 pılır. İki kıyastan birinin di ğerine tercih edilmesinin yollar ından biri,birinin nedeninin nass'a dayal ı olmas ı ve diğerinin nedeni de istinbatedilmi ş bir neden olmas ıdır, yahut da birinin nedeni sözüm i şaret yolu ile,diğerinin nedeni de münasebet bulunma yolu ile ç ıkarılmış olmas ıdır.374


Usulciilerin, çat ışan sözler ve k ıyaslar ın aras ını uzlaştırma ve tercihetme hususunda geni ş sahalar ı vardır. Tercih yollar ından biri de geneltercih ilkelerini tesbit ettikleri objektif metodlard ır. Mesela "Haram ilehelâ1 çat ışırsa, haram hükmü tercih edilir" Aynı şekilde engel ile sebebçatışırsa engel olan tercih edilir.Gerçe ği arayan Allah ba şarıya ula ştırır ve dileyeni do ğru yola kor.375


KUR'ANI AYETLER INDEKS!6:23:24:268168, 3421682. Bakara7:13:32:3242021823. JiWchnrân29: 329 97: 193, 255, 256, 315, 333,33543: 315, 327,361 102: 28262: 17 133: 342110: 183,280 159: 296173: 274, 2754. 1Visâ'178: 302, 3603: 189, 190, 294, 304, 311, 317179: 3484: 309, 312180: 3676: 218182: 18310: 298183: 245,25911: 308, 367185: 270, 274, 279, 342, 34912: 178, 328, 339187: 268, 30423: 153,300, 304, 308, 330, 335, 340188: 34824: 260, 317, 330, 336193: 34825: 303, 308195: 27628: 349221: 34329: 186, 276, 304222: 203,218,222,30843: 285223: 33559: 52, 161, 182, 193, 201, 313228: 179, 309, 320,327,330,333, 336, 34265: 183229: 7, 268, 309, 327, 343 78: 47, 171, 321230: 8,9, 253,304 79: 321233: 295 80: 182234: 368, 373 82: 170, 171235: 268 83: 193240: 368 84: 183245: 330 86: 314267: 279 92: 302, 309,330,340275: 294, 311, 312, 313, 315, 330 93: 302, 303278: 186 101: 255,274,276, 307, 308, 335282: 264,279,334,341,342 115: 193283: 265 160: 222286: 274 165: 222377


5. Mâ'ide 15. Hicr1: 153, 253, 255, 279 9: 165, 1782: 199, 255, 268 22: 1723: 179, 255, 275, 276, 300, 313, 336, 3406: 203, 255, 335, 340, 349, 350 16. Nahl22: 245 44: 184, 185, 280, 31538: 256, 327, 330, 333, 341 106: 274, 275, 27639: 314 17. isrâ45: 245 16: 17148: 46, 342 17: 32169: 17 22: 254, 25589: 304, 339 23: 298101: 267, 343 32: 26933: 2796. En


30. Ritm 57. Hadi('1-3: 171, 173 23: 28333. Ahzetb26: 183 58. Mücadele49: 3363: 153, 3414: 31436. Yasin 7: 3237: 5878-79: 202 59. Haşr2: 20241. Fussilet 4: 31127: 1727: 183, 22240: 3428: 29645. Casiye18: 45 62. Camda9: 200, 26746. Ahleaf 10: 255, 26825: 333, 33510: 323, 32427: 17329: 30448. Feth2: 11, 3414: 313, 320, 3306: 30465. Talak49. Hucurat 69. Hakka2: 253 5-6: 37011: 153, 25512: 339 70. Medric19-21: 32252. Tür4: 304 75. Kkyamet33-34: 169 16-18: 16555. Rahman 101. el-Karica19-20: 172 1-3: 322379


HADİSLER INDEKS!Zarar vermek ve zarara zararla kar şı koymakhakkında: 181, 187Otlat ılan hayvanların zekat ı hakkında• 181, 304Deniz suyu ve ölüsü hakk ında: 181, 311, 336, 337Hz. Peygamber'in Muaz b.Cebel'i Yemen'e göndermesihakkında: 182, 203Neseb ile haram, süt ile haram hakk ında- 185, 336Dünya i şleri hakkında: 189Vmmü Seleme'den rivayet edilen bir hadiste Hz.Peygamber'in hükmet hakk ındaki sözleri:190tmmetim hata üzerine birle şemez hadisi: 193Fezare kabilesinden birinin siyah çocu ğunu inkâretmesiyle ilgili hadis: 204Katilin vâris olam ıyaca ğı hakkında: 218, 253, 256,334Kurban etleri hakk ında: 222, 366, 367Yaya, ile atl ının alacağı hisse hakkında: 222-23Ramazanda kar ısıyla bulu şan hakkında: 224-25Hz. Ai şe'nin çocu ğun annesinin karmnda kalaca ğımüddet hakk ındaki hadisi: 247Sava şta bir kimseyi öldüren hakk ında: 256Nikahtaki şahitler hakk ında: 256Mehrin miktar ı hakkında: 256Altın ve ipek hakkında: 269"Yok''u satma ve selem hakk ında: 274Namaz hakk ında: 280Öldürülen ve öldüren kul hakk ında: 282Öfke hakkında: 282Hz. Peygamber'in sünnetinden yüz çevirenlerhakkındaki sözleri: 284Güne şte ayakta durarak oruç tutmay ı adayankimse hakk ında: 284İfrata kaçma hakk ında: 284Kervandan geri kalan hakk ında: 284Gücün yetti ği kadar yapmak hakk ında: 284Sorumluluk (kalem) kalkmas ı hakkında: 285Namazda uyuyan ve unutan kimse hakk ında: 285Çocuğun nesebi hakk ında: 296Yan ılma ve unutma hakk ında: 300Hayz ın müddeti hakk ında: 302Hz. Peygamber'in bal ık çekirge, ciğer ve dalakhakkındaki sözü: 303A şılı hurma a ğac ı hakkında: 304Buğdayın zekat ı hakkında: 304, 305Zenginin alacakl ıyı oyalamas ı hakkında• 306Namaz ı kısaltmak hakk ında: 306-307Koyunun zekat ı hakkında• 313, 339Memeleri ba ğlı koyun satan hakk ında: 313Ayba şı dışında kan gören kad ının abdest ve namazı hakkında: 317Cariyenin bo şanmas ı ve beklemesi hakkında: 320Namaz kılmak hakkında: 320Altı çe şit riba malı hakkında: 323Himaye eden hakk ında• 329Çalmada el kesmek hakk ında• 336Sa'd b.Rabrnin k ızları ve karısına verilen miras ınmiktarı hakkında: 337Ya ş hurma hakk ında- 337Altı aylık bir oğlağın kurban olup olmıyaca ğı hakkında:338Olgunla şmayan meyvayı satmak isteyen hakk ında:348İyi ahlak hakkında• 350Vâris için vasiyet hakkında: 367Kalbe at ılan korku hakk ında: 370Vasiyetin tenfizi hakk ında: 371380


TERİMLER İNDEKSİ-A- 7Akid:Hüküm:151, 153, 176, 212, 213, 215, 238, 241, 253, 249, 253, 254, 255, 256, 258, 270, 271, 272,254, 257, 270, 272, 274, 277, 278, 279, 288, 279, 285305 Hülle:ariyye (araya): 8, 9, 10209, 220- -- B -icâb ve kabul:Belagat:215169, 170, 171, 174, 175icaz:167, 170, 172, 173Faiz:209, 217, 223, 224Farzı ayn:icma:191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 200,218, 219, 223, 224, 225, 232, 23468Farz ı kifaye:68Ferdi Farz:262Fesahat:169Fıkıh:47, 48, 49, 50, 51, 52, 54, 55, 59, 72, 151, 152,154, 155, 156, 175Hafi:318, 319, 320Hakim:249Haram:- H -6, 152, 153, 185, 216, 217, 223, 225, 237, 254,259, 266, 267, 269, 276, 278, 279, 294, 298,ictihad:63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 71, 73, 78, 87, 151,155, 185, 186, 203, 299, 319, 321, 325, 327,361, 362, 364, 372ictimai farz:262iddet:8, 9, 11, 278, 320illet:210, 212, 214, 217, 221istihsan:154, 194, 227, 228, 229, 230, 232istikra:151, 152, 161, 270istishâb:154, 194, 241, 242, 243, 362311, 312, 313, 375 Kıyas:Hilafiyat: 199, 201, 203, 205, 206, 208, 215, 217, 220,73 223, 224, 227, 228, 229, 230, 232, 234, 268,Hun 270, 300, 363, 371, 372, 373, 374- K -381


- M-303, 305, 312, 317, 320, 335, 339, 364, 370,maslahat- ı mursele:372, 373, 374230, 231, 232, 233, 234 Neseb:mehir: 211, 214, 2156, 7, 256, 269, 271, 278, 302- -menat:öd:212, 225 237, 238, 239, 293, 305, 335, 362, 364meta':- R -6, 7Rey':muhkem•48, 49316, 325mutlak:sebr:217, 218, 221, 231, 292, 351, 362223mübâdele:sedak:211, 2126, 7mücmel:selem:185, 315, 318, 321, 322, 323 274, 356müfesser:310, 315 şeriat:mükellef:249, 250, 255, 272, 277, 282, 286,352, 355, 357, 358, 359, 363, 369333, 343,- S -- Ş -44, 45, 46, 47, 51, 52, 54, 55, 62, 63, 65, 159,184, 185, 188, 190, 232, 233, 234, 237, 238,245, 246, 251, 253, 259, 266, 267, 273, 305,323, 327, 335mülaytm:217, 219 Şüf'a:mülga:211, 212, 213217- U -münasib:Ulu'l-Emr:217, 218, 221, 224, 234 52, 53, 162, 193üçten dokuza şart:müşkil:7, 8, 9, 10318, 319, 320, 321, 322, 323müşterek:322, 325, 326, 327, 328, 342, 343müte şabih:318, 323, 324muvazaa:9, 10- V -vâris:171, 199, 200, 215, 218, 222, 243, 253, 257,258, 273, 287, 308, 319, 334, 336, 367, 373zâhir:310, 311, 312, 313, 316, 317, 323, 324, 331,- N - 362, 373, 374Nass:Zahiriyye mezhebi:161, 194, 199, 200, 201, 203, 205, 207, 214, 314215, 218-225, 232, 234, 247, 249, 256, 265, zihar keffareti:275, 276, 280, 292, 294, 295, 296, 298, 300, 153z382


KITAP İSİMLERİ INDEKS'lgamu'l-muvakkicin an Rabbil-alemin: 133el-Ayatu'l-Beyyinat Hâ şiye cem`i'l-levamic: 135el-Bahru ıl-Muhit: 136Bediu'n-nizami'l-Camic beyne kitabiyil-Bezdevive'l-ihkam: 119, 158Reyanu'l-muhtasar şerh muhtasari'l-müntehâ: 110Beyanu'l-Redic şerhu'l-Bedi


el-Mebsût: 155Mecâmi


et-Tenkih- 90, 99et-Tenkihu'l-ustıl: 130Tenkihu'l-mahs ıal 97Tenkihu'l-Fusül fi ihtisar'il-mahsül: 100et-Tenkihût: 99Tercihat: 99Teshilu'l-Vustil 158TeşniTu'l-mesami şerh cem`i'l-cevami`: 134Tevşih Hâ şiye et-Telvih: 132Teysiru't-Tahrir: 139el-Umed: 83, 86, 87, 96el-Umm: 156el-Usül (Pezdevi): 90, 93, 96, 121, 130, 158el-Usül (Kerhi): 81(Cessâs): 82el-Usül: 129el-Ustil (Buzeuzilde): 141Usillu'l-Fıkh (Ali Haydar): 145Ustilu'l-Fıkh (Muh. Seyyid): 145Usülu'l-Fıkh (Mahmiıd Esad): 145Usülu'l-Fıkh (Hudari): 144, 158Usûlu'l-Fıkh (Muh. Rıza): 146Usülu'l-Fıkh (Manast ırh): 147Usülu'l-Fıkh (Eb ıl Zehre): 147Ustili'l-Fıkh Dersleri (İzmirli): 145Usülu'l-Fıkhi'l-islâmi: 147Usiilu's-Serahsi: 92, 93, 94el Vali: 99şerh muhtesari'l-münteha: 108şerh usuli Ahsiketi: 105el-Verakat: 89el-Veciz 141Yirminci Yüzyılda Tabii Hukuk Rönesans ı : 29Zahiru'r-Rivaye: 155Zubdetu'l-Esrar şerh muhtesari'l-menar: 127Zubdetu'l-vusül ila ilmi'l-usül: 141385


ISIMLER INDEKS'Abdullah b.Mukaffa: 54Abdullah b.Ahmed b.Muh. Ebi'l-Berakât Hafizuddinen-Nesefi: 50, 104, 108, 121, 122, 157Abdullah b.Ömer, Nasuriddin el-Beydâvi: 50, 107,114, 115, 121, 157Abdullah Diraz: 135Abdullah b.Mes'ud: 187, 330Abdullah b.Ahmed b.Hanbel: 195Abdullah b.Abdulkerim ed-Dehlevi: 106Abdullah (Kati»: 99Abdulaziz b.Ahmed b.Muh. el-Buhari: 50, 91Abdullatif b.Abdulaziz b. el-Melek b.Feri şte: 123Abdulaziz b.Muh. b.Ali, Diyauddin et-Tüst: 107Abdulcebbar b.Ahmed, Ebu'l-Hasan el-Esterâhadi:83, 86, 96Abdulcabbar (Kadi): 175Abdulmelik b.Ebi Muh. b.Yfisuf el-Cuveynt ( İmamul-Harameyn):50, 51, 88, 89, 96İbn Abbâs: 10, 11, 193, 205İbn Abidin: 238Abadan, Yavuz: 34Abdul


Allalu'l-Fas?: 146el-Amicli: Ali b.Ebi Ali b. Muh. Seyfiddin`Arar b.As: 43, 44, 68Ansay, Sabri Şakir: 12Aristo: 77August Comte: 29Bedru'l-Mütevelli Abdul-Bas ıt: 147Hz. Ebû Bekr: 47, 54, 178 187, 195, 196, 233, 365Belgesoy; Mustafa Re şid: 146Bennani: 134el-Beydavi: Abdullah b.Ömer NasriddinBerki, Ali Himmet: 146Bilal b.Umeyye: 337Ebu Bekr el-Amidi: 112Ebu Bürde: 338el-Buhari: 67, 190Çağıl; Prof. Dr. O. M.: 25, 30, 31, 60Cemaluddin b.Mutahhir b.Hasan b. Yusuf el-Hilli:110el-Cuveyni: Abdulmelik b Ebi Muh. b. YılsufEbyari: 99Emin Muzaffer b.Muhammed Tebrizi: 97, 99Emir Katil) Kıvamiddin Farabi İtkani: 92Emir Katib b.Emir Omer Amid el-Itkani: 106Ermevi: 157Ezherl: 57Farhâd Sebhi: 49İbn Faris: 58Ferec b.Muh. b.Ebi'l-Ferec Nureddin el-Erdebill:115.İbn Feri şte: Abdullatif b.Abdulazizİbn Fûrek: Muh. b.el-Hasan.Göger, Pıof. Dr. Erdo ğan: 1, 15, 25, 60Habibe bint Sehl: 7İbn Ilacib: Osman b Ömer b.Ebi Bebkr.Hakim Şehid: 155İbn Haldûn: 47, 76, 84, 159Halil b.Hasan el-Aydın: 110Halil b.Ahmed: 77Hamidullah: 86Flama el-Aczami (el-Hac): 147Hamid b Mustafa el-Konevi: 140Ebû Hanife: Numan b.Sâbit.Hartın Reşit': 15, 53, 54Ebu'l-Hasan E ş'ari: 250Hasan Basri: 49, 71Hasan b.Abdussamed Samsuni: 110Hasan b.Abdullah Akhisari (Kafi Bosnevl): 142Hasan b.Muh. Şah el-Fe ılari (Molla): 132Hasan b.Yusuf b. (All el-Mutahhir es- Şici:129Hanan b.Muh. el-Alevi, el-Esterabadi (Ruknuddin):111İbn Hazm: (Ali b.Hazm.Heyd, Prof. Uriel: 16, 17Honig, R. 34Hügo, Güstav: 28Ebu'l-Huseyn el-Basri: Muhammed b.Ali b.et-Tayyib.lliisameddin Hüseyin b.cAli Sa ğnaki: 91, 105ibn'ul-Humam: Muhammed b.Abdulvahhab.Huzeyme b.Sabit: 209Molla Hüsrev: Muhammed b.Firamûzİbrahim b.cAli b.Yûsuf el-Firûszabadi (Ebû Ishak)•89, 99İbrahim b.Mûsa e ş-Şâtibi (Ebû İshak): 135, 136,144, 230, 350İbrahim Nahai: 71İbn imad: 83, 116İsa bIsmail b.Hüsrevşah el-Aksarayi: 125el-isfehani: Mahmûd b.Abdurrahmanİsmail Hakkı ( İzmirli): 144, 145İsmail Hakkı (Manastırlı): 147Karafi: Ahmed b.Idrisİbn Kayyum el-Cevziye: Muhammed b.Ebi Bekrb.Eyyub.Kemal b.Hasan b.Ali Şerafeddin el-K ıruni: 125,126Kemal b.Hummam• 50Kasım b Abdullah el-Ensari, ibnu' ş-Şat: 113Kas ım b Kutlûbağa: 126Kefti: 83Kıvamudclin b.Mes'ud b. İbrahim el-K ırmâni: 118Kindeli Şureyh: 56Macdonals: 37Mahmud b.Abdurrahman b.Ahmed, Şemseddin el-İsfahani: 110, 115, 120Mahmûd b Bekr (Ebu es-Sena): 97Mahmûd Esad: 145Mahmûd b.Mes'ud Kutbeddin e ş-Şirazi: 108Mahmud b.Zeyd el-Lâmi ş : 129Mahmasani, Dr. Subhi: 24, 145Malik b.Enes: 15, 16, 53, 54, 69, 72, 155, 234,238, 335Mansûr b.Ahmed el-Harezmi: 118Mansûr b.Ahmed b.el-Mueyyed el-Kaani (EbûMuhammed)• 117Mansûr b.Ahmed el-Havarizmi: 112Mansûr (Ebu Ca'fer): 54387


Mansûr (Halife): 155el-Maturidi: Muhammed el-Maturidi.el-Mekkari: Muhammed b.Muhammed.İbn'ul Melek: Muhammed b. İbrahim el-Halebi.Mesleme b.Sahr: 337Ebu Muhammed Abdullah: 112Muhammed Abduh: 144Muhammed Abdurrahmân iydu'l-Mehlevi: 158Muhammed b.Abdurrahim el-Hindi (Safiyyuddin):129Muhammed b.Abdulvahhab, (Kemaluddin İbn'ul-Flumam)• 138, 158Ahmed, Celaleddin el-Mehalli: 134Muhammed b.Ahmed b.Ebi Sehl es-Serahsi (EbûBekr): 50, 57, 92, 155Muhammed b.Ahmed et-Tarsûsi: 140Muhammed b.Ahmed ed-Dime şki: 128Muhammed b.Ahmed el-Mahalli, Celâluddin: 89Muhammed b.`Ali b.Muhammed e ş- Şevkani: 50, 90,143, 158, 208, 305, 333, 363Muhammed 'Ali Sayis: 46Muhammed b.91.1i b.et-Tayyib el-Basri (Ebu'l-Huseyn): 86, 94, 98, 99Muhammed Attavi: 127, 128Muhammed b.Bahad ır b.Abdullah, BedreddinEbu Abdullah es-Zerke şi: 134, 136Muhammed b.Ebi Bekr b.Eyyûb İbn Kayyim el-Cevziye: 57, 133, 134, 235Muhammed b.Ebi Bekr el-Mereani: 133Muhammed Koçhisari ( Şemseddin): 128Muhammed Emin Emir Padi şah el-Buhari: 139Muhammed Emin b.Muhammed el-Vsküdari:127Muhammed b.Firâmuz, Molla Hüsrev: 132, 133,140Muhammed b.Hamza b.Muhammed el-Fena/1:136Muhammed b.Hasan: 93, 155Muhammed b.Hasan H ıta: 95Muhammed b.el-Hasan b.Fûrek (Ebu Bekr): 83Muhammed Hibetullah: 128Muhammed Iludaii bey: 144, 158Muhammed b.11üseyn el-Iluseyni e ş- Şafici ( Şemseddin):97Muhammed b. İbrahim(İbnu'l-Melek):119, 123Muhammed b.tdris b.el-Abbas b.Osman b e ş-Şafici: 11, 64, 67, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 83,115, 156, 157, 185, 230, 238, 248, 319, 320,338Muhammed b.Mahnıtid el-Baberti (Ekmeluddin):92, 111, 123Muhammed b.Mansûr el-Kââni: 106Muhammed b.Muhammed el-Gazali (Ebalâmid):50, 66, 83, 94, 95, 96, 99, 157Muhammed b.Muhammed b.Muhammed el-Mekkafi(Cemaluddin): 100Muhammed b.Muhammed b.Emiru'l-Hae el-Halebi:139Muhammed b.Muhammed ed-Dehlevi, Sa`duddinEbu'l-Fedâil: 125Muhammed b.Muhammed, Husameddin Ahsiketi:104Muhammed b.Muhammed (Kemâleddin): 89Muhammed b.Muhammed el-Hubbazi: 124Muhammed el-Maturidi (Ebu Mansur): 252Muhammed Mustafa Şelebi: 145, 146Muhammed b.Mustafa b.Os ınanSacid): 143Muhammed en-Nliri(Ebill-Fad1): 106(EbûMuhammed b.Ömer Fahreddin er-Razi: 50, 77,78, 84, 95, 96, 98, 99, 100, 101, 115, 130Muhammed Rıza el-Muzaffer: 146Muhammed Selam Medldır: 146Muhammed Semerkandi: 106Muhammed Seyyid: 145Muhammed S ıddık Hasan Han: 144Muhammed b.Sirin: 71Muhammed Şah: 138Muhammed b. Şerefiddin el-Hac el-Harezmi el-Canevi: 118Muhammed Ebu Zehre: 147Muaviye: 53Muaz b.Cebel: 182, 183, 192, 203, 371Muhibbullah b.Abdu şşekûr: 142Muhyiddin Muhammed b.Arabi: 73, 103Mûsa, Dr. Muhammed Yûsuf: 46, 146Ebû Mûsa el-Egari: 56, 64, 204, 365Mûsa b.Muhammed et-Tebrizi (Emiru'l-Hae):120Muslim: 67, 190Mustafa b.Muhammed Güzelhisari: 143Mustafa b.Pir b.Muhammed Azmizade: 124Mustafa b.Yûsuf b.Murad el-Mostar? el-Bosnevi:141Muzaffer Karaarslar b.Sacid (Melik): 111Nakibzâde Halid Ayni: 143Nasuriddin b.er-Rabve Muhammed. Ahmed b.Abdulaziz el-Konevi: 123388


ibn'un-Nedim: 156İbn Nueeym: Zeynuddin b. İbrahim b.Muhammed.Numan b.Sabit (Ebu Hanife): 40, 49, 50, 51, 64,71, 155, 156, 167, 238, 248Osman b Affan: 53, 178, 233Osman b Kays b.Ebi'l-As: 56Osman b Ömer b.Ebi Bekr el-Mâliki ( İbn Ilacib):50, 106, 107, 115, 130Ömer b.Hattab: 10, 47, 54, 56, 64, 65, 178, 187,196, 204, 206, 233, 306, 307, 365Ömer b.Abdulaziz: 53Ömer b.Abdulmuhsin (Vecihuddin): 92Ömer b.Huseyn b.Ali el-Amidi, Buzcuzade: 141Ömer b. İbrahim b.Nuceym Zeynel-abidin: 139Ömer bishalı Ahmed e ş-Şibli, el-Hindi, el-Gaznevi,Siracuddin Ebu Hafs: 118, 120Ömer b.Muh. b.Ömer el-Hubbazi, el-Hucendi(Celaluddin): 116Ömer Nesefl (Ebu Hafs): 81, 91Rabic Muradl: 157Ragib İsfehani: 58er-Razi: Muhammed b.Ömer Fahreddin.Rodbruch, G.: 28İbn Rüşt: 66Ibn'us-Sacati: Ahmed b.Ali MuzafferiddinSaadeddin Mes'ud b.Ömer Teftezani: 51, 109, 130,131İbn Sacd: 15Sa`d b.Rabic: 308, 337Sad Zabul Pa şa (Merhum): 175Sadri Mahsudi bey: 22Safra: 337Sabit b.Xays: 7Said b.Musayyıb: 71Sava Pa şa: 146Savigny: 28Seyfeddin Ahmed Ebheri: 110Senhuri, Dr. Abdurrazzak: 26, 59Serahsi: Muhammed b.Ahmed b.Ebi Sehl.Sıracudclin: 99İbn Sirin: Muhammed b.Sirin.Sufyan Seyri: 71Süleyman b. Abdulkavi b. Abdulkerim(Ebu'rrabic): 129Şa`bi (Ebü Amr b. Şurahil): 71Sadru' ş-Şerica: Ubeydullah b.Mes'ud el-Mahbûbi,el-Buhari:e ş-Şafici: Muhammed b. İdris b.el-Abbas b.Osman.Şakir el-Hanbeli: 147İbn'u ş-Şat: Kas ım b Abdullah el-Ensari.Şemseddin Hüsrev şahi: 98e ş - Şevkani: Muhammed b.cAli b.Muhammed . Abdullah.Schacht, Joseph: 147Schwarzj: 12, 13Stammler• 21Sprencer: 60.Tâhir b.Ömer b.Habib: 122Tanyol, Cahit: 5et-Tarsüsi: Muhammed b.Ahmed.Teftezani: Saadeddin Mes'itd b.Ömer.İbn Teymiyye: 10Topçuo ğlu, Prof. Dr. Hamide: 5, 29, 30, 31et-Tüsi: Abdulaziz b.Muhammed b.cAll.Ubeydullah b.el-Hasan el-Kerhi, Ebu'l-Hasan:71, 81, 82Ubeydullah b.Mes'ud el-Mahbfıbi el-Buhari, Sadru'ş- Şerica: 50, 51, 130, 131, 142, 158Ubeydullah b.Muhammed el-Fergani: 114Ubeydullah b.Ömer ed-Debbüsi, Ebu Zeyd: 81,85, 94Uyeyne b.Hısn: 39Vasıb b.Ata: 251Vecehio, Del: 20Ebu'l-Vefa Efgani: 94Velid b.Muğire: 175Velidedeo ğlu, Ord. Prof. Hıfzı Velded: 60Yahya er-Ruhavi: 124Yahya b.Yahya Leysi ( İmam)• 234Ya`lıfıb b. İbrahim, Ebu Yusuf: 76, 155, 156, 319Yusuf b.Huseyn el-Kirmasti: 141Yusuf Kumar? el-Unkuri Cemâluddin: 112Yusuf b. İbrahim el-Ma ğribi: 138Ebu Yusuf: Yacküb b. İbrahim.Zamahşeri: 175Zekeriyya el-Ensari, Elif' Yahya: 135Ez-Zerke şi: Muhammed b.Bahad ır b.AbdullahZeyd b.Sabit: 178Zeynuddin el-Hanci: 116Zeynuddin b. İbrahim b.Muhammed İbn Nuceym:126Ziyaeddin b.Huseyn: 98, 99389


YANLIŞ DOĞRU CDTVELIYanlış Doğru Sahife Satır5 4 174 1Altıncı Yedinci 338 21391


Fiyat ı : 50 TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!