10.03.2017 Views

AVRUPA KULTUR YILLIK 2016

Türkçe Aylık Kültür ve Sanat Dergisi AVRUPA KÜLTÜR'ün bir yıllık tüm sayılarını keyifle okumanız için bir araya getirdik: 628 Sayfa

Türkçe Aylık Kültür ve Sanat Dergisi AVRUPA KÜLTÜR'ün bir yıllık tüm sayılarını keyifle okumanız için bir araya getirdik: 628 Sayfa

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

UĞUR MUMCU’nun İZİNDE ÇEYREK ASIRLIK BİR ÇABA<br />

www.aypa.tv<br />

www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen


Aylık Kültür ve Sanat Dergisi | Şubat <strong>2016</strong> | Sayı: 0<br />

Avrupa KÜLTÜR Aylık Kültür ve Sanat Dergisi<br />

Mart <strong>2016</strong>’dan itibaren bu adreste...


Avrupa’da bir<br />

aydınlanmacı çıkış<br />

2


Avrupa KÜLTÜR<br />

ile yeni bir yol<br />

açılıyor<br />

Çağdaş, aydınlanmacı bir<br />

dilin görevlerinden söz etme<br />

ve harekete geçme zamanıdır<br />

madem, soralım:<br />

Entelektüel çapı geniş,<br />

derinlemesine tartışmaların<br />

tarafı olan çağdaş bir dil ve<br />

kültür, Türkçe, bugünkü yaşlı<br />

kıtada acaba hak ettiği bir<br />

yerde mi bulunuyor?<br />

3


avrupa<br />

Bir şeyi açıkça ifade etmek gerekir. Türkçe sadece dünyanın değil,<br />

Avrupa’nın da büyük dillerinden biri ve kuşkusuz köklü bir kültürün taşıyıcısı.<br />

Peki, 5 milyonu aşkın Türkçeli insanı yaşadığı Batı Avrupa’da, bu dilin<br />

“sanatsal” gerekleri yerine getirilebiliyor mu? Bırakın çağımızın kültür ve sanat<br />

hareketlerine müdahale edebilmeyi, bu “hadiselerin” Türkçe olarak<br />

takibi mümkün mü?<br />

4


Asıl önemlisi, bu dil ve taşıdığı kültü”ün yaşlı<br />

kıtanın ya”ınına kalacağına dai” bi” ga”anti va” mı?<br />

Yok. Bi” ga”anti yok, hatta tam te”sine,<br />

böyle gide”se 15-20 yıl son”a kökle”i Tü”kiye ve<br />

Tü”kçede yatan 7-8 milyon Av”upalının, bu dili,<br />

onun hak ve talep ettiği düzeyde, yani aydınca<br />

kullanabileceğini söylemek bile zo”. Tü”kiye’ye ve<br />

cumhu”iyet p”ojesine ( 1923 ) hep bi” anomali<br />

ola”ak bakanla”ın, buna çok üzüleceği kuşkusuz<br />

söylenemez. Ama çağdaş Tü”kçe, sonuçta, ta”ihsel<br />

anlamda ile”iciliğe ka”şılık gelen, cumhu”iyetçi<br />

bi” aydınlanma ha”eketinin ü”ünüdü”. Onun<br />

sonucudu”. Dolayısıyla gö”ev ve so”umlulukla”<br />

da yükleyecekti”. Bu yükümlülük sadece Tü”kiye<br />

top”akla”ıyla sını”lı değil. Dijital dünyada ve<br />

kültü”-sanat âleminde zaten böyle bi” sını” yok.<br />

Ku”uluşu aşmak, ama içe”e”ek aşmak gibi bi”<br />

gö”evin eşiğindeyiz. Ge”iye gidişle”i ancak böyle<br />

önleyebili”iz.<br />

Avrupa KÜLTÜR, aydınlanmacı bi” so”umluluğun<br />

ü”ünü. Çok önemli bi” boşluğa ve teknolojik<br />

bi” talihe, yani inte”netin sını”tanımazlığına<br />

doğduğu da açık. Demek ki, içe”iği beslemek<br />

anlamında, yapılacak çok iş va”.<br />

Ge”çekten de, insanlığın ve teknolojinin bugün<br />

geldiği noktada, Av”upa aydınlanmasının bi”<br />

pa”çası ola”ak çağdaş Tü”kçe, yaşlı kıtadaki kültü”<br />

ve sanat ha”eketle”ini dünya ölçeğinde 95-100 milyonluk<br />

bi” topluluğa, inte”net o”tamında ”ahatça<br />

taşıyabili”. Bilgilendi”i”, ta”tışmala” aça”, doğ”u<br />

algıla”ın öne çıkmasına ya”dımcı olu”. Böylece<br />

zengin bi” eleşti”i zemini oluştu”abili”. Bunu da,<br />

öncelikle kültü” habe”ciliği üze”inden yapabili”.<br />

İşte ek”andan okumakta olduğunuz bu aylık<br />

de”gi, Avrupa KÜLTÜR, daha önce gi”ilmemiş bi”<br />

alanda, pek denenmemiş, daha doğ”usu, bu ölçekte<br />

hiç denenmemiş bi” gi”işimde bulunuyo”. Ge”çi<br />

bu de”giyi hazı”layan kad”onun da ü”etimi olan<br />

bazı çalıșmala”, çok daha düşük ölçekte de olsa,<br />

geçmişte yapılmamış değildi”. Ö”nekle”ine bu<br />

sıfı”ıncı tanıtım sayımızın sayfala”ında ye” alan<br />

gö”selle” üze”inden tanık oluyo”sunuz. Va”dıla”,<br />

evet.<br />

Fakat sanal dünya üze”inden yine de bi”<br />

ilki yaşıyo”uz: Tü”kçeyi de büyük bi” dil ola”ak<br />

bağ”ında taşıyan muası” Av”upa nın içindeki<br />

kültü”-sanat olayla”ı, sanatçıla”ı, kültü” insanla”ı,<br />

bunla”ın neden olduğu ve katıldığı ta”tışmala”,<br />

yuka”ıda sözü geçen Tü”kçeli milyonla” için bu<br />

5


de”gi üze”inden ulaşılı” kılınıyo”. Bu, a”tık mümkün.<br />

Aze”baycan coğ”afyasından Batı Av”upa’nın<br />

çeşitli uçla”ına kada” uzanan çok geniş bi” alandaki<br />

oku”la”, Av”upa’daki kültü” ve sanat olayla”ına,<br />

inte”net diliyle söyle”sek, www.avrupa-kultur.<br />

eu ad”esi üze”inden bi” tık la ve zahmetsizce<br />

ulaşabilecek.<br />

Demek ki, sadece Av”upa’da ye”leşik Tü”kçelile”<br />

için değil, dünyaya yayılmış ve milyonla”ı<br />

bulan Tü”kçelile” için de yayın yapacağız.<br />

E”işimle ilgili he”hangi bi” sını”lama söz konusu<br />

değildi”. Tü”kiye ve Tü”kçeyi şu ya da bu şekilde,<br />

yani dolaylı veya doğ”udan ilgilendi”en he” kültü”<br />

olayı, he” sanatsal etkinlik, de”gimizin konusu<br />

olabilecekti” ve bu”ada da bi” alan kısıtlamasına<br />

gitmeyi düşünmüyo”uz. Ancak, kuşkusuz sadece<br />

yüksek veya elit kültü”ün değil, sokaktaki<br />

kültü”ün de izleyicisi, habe”cisi ve yo”umcusu<br />

olacağız. Bu, böyle.<br />

zo”layabiliyo”. Ancak bundan çok daha önemlisi,<br />

bu yaza”la” veya işledikle”i konula”, ciddi<br />

ta”tışmala”ı da tetikleyebiliyo”. Tü”kçe konuşulan<br />

bi” aile o”tamından Almancaya geçmiş çoğu genç<br />

bu insanla”ın sadece edebi yayıncılıkta değil,<br />

”esimde, kaba”ede, ka”ikatü” ve fotoğ”afta,<br />

mima”ide özellikle de müzik ve sinemada büyük<br />

çıkışla” ge”çekleşti”diği gö”ülüyo”.<br />

Bu”adaki mesele, bütün bunla”ın nasıl habe”-<br />

leşti”ileceğidi”. Avrupa KÜLTÜR, bu çe”çevede, daha<br />

önce gö”ülmemiş bi” alanda yol bulmaya, yol<br />

açmaya çalışacak ve temel yaklaşımı da şu olacak:<br />

Cumhu”iyetçi bi” müdahalenin ü”ünü olan çağdaş<br />

Tü”kçe, Av”upa kültü”ünü ”ahatça algılayıp<br />

ta”tışmaya açabilecek bi” olgunluk ve cü”etin<br />

sahibidi”. Sadece o da değil, yani sadece olgunluk<br />

ve cü”et değil, teknolojik sıç”amala” nedeniyle<br />

yaşanan yaygınlık da yeni bi” du”uma işa”et ediyo”.<br />

Bundan ya”a”lanmak, çağın ve aydınlanmacı<br />

di”encin bi” ge”eği: İnte”net bağlantısı olan ve<br />

Tü”kçe bilen he” dünyalı, Av”upa’daki kültü”el<br />

etkinlikle”e, sinemadan kitap dünyasına, kaba”eden<br />

klasik müziğe, ”esimden fotoğ”afa, mima”iye,<br />

tiyat”o ve heykele, he” alanda ulaşabilmelidi”.<br />

Bu dilin, böyle işle” için yete”li altyapıya sahip<br />

olduğu o”tada: Tü”kiye Tü”kçesi, 100 milyona<br />

yakın bi” çağdaş topluluğun ”ahatça anlayabileceği<br />

bi” dil, demiştik. Aze”baycan’dan Mad”id’e kada”<br />

uzanan geniş bi” coğ”afyada yaşayan Tü”kçelile”,<br />

içinde bulundukla”ı ye”el Av”upa dille”inden<br />

bi” biçimde Tü”kçeye geçiş yapabiliyo”, Av”upa<br />

kültü”-sanat etkinlikle”ini ta”tışmaya açabiliyo”-<br />

la”. Bu gö”evin altından kalkabilecek yaza”, çize”,<br />

fotoğ”afçı, yo”umcu vs. yoğunluğumuz, hiç öyle<br />

yabana atılabilecek kada” düşük değildi”.<br />

Nasıl mı?<br />

Tü”kçelile”in en iyi ve en çok kullandığı Av-<br />

”upa dili olan Almancadan ö”nek ve”ebili”iz. Bu<br />

dilde ne”edeyse he” hafta Tü”kiye ve Tü”kçeyle<br />

yakın ilişkili bi” yaza”ın kitabı ”afla”a çıkıyo”.<br />

Bunla”dan bazıla”ı Bestselle” listele”inde zi”veyi<br />

Avrupa KÜLTÜR, bu geniş alıcı kitlesine yönelik<br />

ü”etimin, yeni teknolojile”in kanadında, bundan<br />

böyle nasıl ”ahatça yapılabileceğini de göste”ecekti”.<br />

Bunun için özel bi” çaba ha”cayacağımız,<br />

açık. Tü”kçenin çağdaş, aydınlanmacı, ile”iye<br />

giden ve ile”i olanı çağı”an bi” dil olduğunu,<br />

Av”upa kültü” etkinlikle”ine bakışımız<br />

6


ve değe”lendi”işimiz üze”inden test edip<br />

kanıtlayabili”iz.<br />

Tabii böyle bi” hedefe hemen ve ilk denemede<br />

ulaşmamız mümkün değil. Bunun için yeni bi”<br />

ilişkile” ağı ve bilgi alışve”işi ge”çekleşti”memiz<br />

ge”ekiyo”. Ancak elimizden iki eski bahane<br />

alınalı, doğ”usu, çok olmuştu”: İnsanla”a nasıl<br />

yiti”memiş he”kes ulaşabili”. Bu”adaki tüm<br />

engelle” o”tadan kalkmış bulunuyo”. Teknik bi”<br />

uçu”um mevcut değil. Ama asıl so”u şu: Böyle bi”<br />

ü”etim va” mı?<br />

So”un, ge”çekten de gelişkin bi” yayıncılık,<br />

habe”cilik yapma i”adesinden, daha doğ”usu<br />

bu i”adenin yokluğundan kaynaklanıyo”. İyi<br />

gö”selleşti”ilmiş ve çağımızın önemli tüm<br />

ta”tışmala”ını ”ahatça akta”an bi” web de”ginin<br />

ge”ekli yankıyı uyandı”amaması, dışsal değil içsel<br />

nedenle”in bi” sonucu olmalıdı”. Daha dolaysız<br />

bi” ifadeyle: Eğe” inte”net o”tamındaki bi” atılım<br />

yete”li yankı ya”atamamışsa, bu ya içe”iğindeki ya<br />

da tanıtımındaki gedikle”in bi” sonucudu”. Öyle<br />

kabul edilmelidi”. Bu tü” bi” saptama, kuşkusuz<br />

Avrupa KÜLTÜR için de geçe”li olacaktı”. Av”upa’da,<br />

böylesi boşlukla”ı kolayca doldu”abilecek sayı<br />

ve entelektüel ene”jiye sahip insanla”ımızın<br />

yaşamadığını nasıl düşünebili”iz? Daha doğ”usu:<br />

Böyle düşünmeye, bu dil ve içinden çıktığımız<br />

kültü”, acaba ne kada” izin ve”iyo”? Av”upa’nın<br />

ulaşacağız? ve Kimle” ne kada” yazıp çizebili”<br />

ki? so”ula”ı, geçe”liliğini yiti”miş bulunuyo”.<br />

Av”upa’nın bu büyük ye”li dili, bu coğ”afyadaki<br />

kültü”el yaşamı tüm boyutla”ıyla ele alıp<br />

se”gileyecek, ta”tışmaya açacak ve ya”gıla”da<br />

bulunacak kada” gelişkindi”. T”ajedimiz, bu dilin<br />

olanakla”ının fa”kında olmayan, olamayan, ama<br />

kendisini nedense aydın katego”isinde gö”en<br />

çev”ele”di”. İnte”net üze”inden bu dille yapılacak<br />

ü”etimle”e Tü”kçe okumayı seven ve me”akını<br />

kültü” yaşamını konu ve Tü”kçeli insanla”ı da<br />

hedef kitle edinen böyle bi” yayına ge”çekten de<br />

ihtiyaç va” mı? Kuşkusuz va”. Eğe” Av”upa kültü”ündeki<br />

en müşkülpesent, en çet”efilli so”unla”ı<br />

bile ”ahatça algılama ve yanıt ü”etme, öne”ile”de<br />

bulunma gücü va”sa çağdaş Tü”kçenin, bunu<br />

yayın yoluyla ve Av”upa’nın tam o”tasından,<br />

üstelik Tü”kçe ola”ak yapma zamanı gelmiş<br />

demekti”.<br />

7


avrupa<br />

İyi de, acaba dışa”ıdaki hayat başka bi” şa”kı mı<br />

söylüyo”?<br />

Kısmen öyle ge”çekten: Tü”kçe günlük gazetele”in<br />

sapı” sapı” döküldüğü, bi”i ha”iç tümünün<br />

işletme mantığı içinde çıka”ılmasının hiçbi”<br />

anlam taşımadığı Av”upa’da, Tü”kçe yayıncılık ne<br />

kada” ge”çekçi bi” işti”?<br />

Bizce, ge”çekçidi”.<br />

Günlük Tü”kçe gazetele”in doğal ölüm sü”ecine<br />

gi”mesi, meseleyi te”sinden okumamızı<br />

kolaylaştı”ıyo”. Halk, bu gazetele”i yaşatmıyo”,<br />

onla”a ilgi göste”miyo” ve ge”ekli de gö”müyo”.<br />

Ama te”sinden bi” gelişme de va” ve o,<br />

şu: Av”upa’nın Tü”kçe konuşulan hemen he” bölgesinde<br />

ye”el gazetele” çıkıyo”. Av”upa Tü”kçesi,<br />

bi” ta”aftan ge”ile”ken, öbü” ta”aftan bi” yazı<br />

ve habe” dili ola”ak yaşamını sü”dü”üyo”. Ye”el<br />

gazetele”in büyük bölümünün inte”net o”tamında<br />

da va”lık göste”diğini biliyo”uz. Yani İstanbul’da<br />

yapılıp Av”upa’da oku” önüne çıka”ılan günlük<br />

gazetele”in doğal öm”ü biteli çok oluyo”. Fakat<br />

ne”edeyse Tü”kçenin yoğunlaştığı he” bölgede<br />

yeni yeni ye”el gazetele” o”taya çıkıyo”. Çoğu<br />

aylık, bazıla”ı 15 günlük bu yayınla”ın içinde 20<br />

yılı ge”ide bı”akan bi”çok ö”nek de va”. Pa”asız<br />

”eklam gazetele”i bunla”, ama habe”le”iyle iste”<br />

istemez çok büyük bi” boşluğu doldu”uyo”la”.<br />

Kağıda basılanla”dan çok daha fazlasının a”tık<br />

inte”net o”tamında yayın yaptığını da biliyo”uz.<br />

Avrupa KÜLTÜR bu yayınla”ın en önde gelenle”ine<br />

sayfala”ı içinde geniş ye” ve”meye çalışacak.<br />

Kısacası, klasik Tü”k günlük gazeteciliği<br />

bite”ken, Av”upa’da Tü”kçe, ye”el basın üze”inden<br />

bambaşka bi” doğuma sahne olmaktadı”. Bu<br />

yayınla”ın Tü”kçenin yeni taşıyıcıla”ı olduğunu,<br />

ama bu büyük yükü ye”el olanın ötesinde tek<br />

başla”ına taşıyamayacakla”ı o”tadadı”. Zaten<br />

böyle bi” iddiala”ı da yok. Ama insanla”ımız,<br />

he” du”umda, böyle yayınla” üze”inden yakın<br />

çev”ele”indeki benze”le”iyle ve dildaşla”ıyla bi”<br />

biçimde bağlantı ku”muş, onla”dan habe”lenmiş<br />

ve onla”la habe”leşmiş oluyo”.<br />

Avrupa KÜLTÜR, Av”upa’da yaşayan, ama Tü”kçeyi<br />

ve onun aydınlanmacı gücünü he” zaman<br />

ciddiye alıp kullanan aydınla”ımızı ve aydın<br />

adayla”ımızı bağlantı ku”maya, destek ve”meye<br />

çağı”ıyo”.<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni |<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

8


15 Şubat<br />

<strong>2016</strong>‘ya<br />

kadar Türkçe<br />

kitaplarda<br />

% 25-40<br />

indirim<br />

Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

9<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net


15 Şubat<br />

<strong>2016</strong>‘ya<br />

kadar Türkçe<br />

kitaplarda<br />

% 25-40<br />

indirim<br />

Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

10<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net


Aylık Kültür ve Aylık Sanat Kültür Dergisi ve Sanat | Mart Dergisi <strong>2016</strong> | | Şubat Sayı: <strong>2016</strong> 1 | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Sayı: 01<br />

Alman kabaresinde<br />

Türkiye rüzgârları<br />

Paris metrosunda insanlar<br />

Çirkinliğin kültürel tarihi<br />

Frankfurt yıllarında Sümeyra<br />

Avrupa’nın temeli Anadolu


Di bis Sa 10-17 Uhr, So 10-18 Uhr, Mo geschlossen, Sonderregelungen an Feiertagen<br />

Alyans ve can simidi @Muhsin Omurca / omurca.de<br />

© Foto: Benh Lieu Song / commons.wikimedia.org<br />

İçindekiler<br />

Häuser<br />

20. September 2015 – 20. März <strong>2016</strong><br />

derWeisheit<br />

Wissenschaft im goldenen<br />

Zeitalter des Islam<br />

Duisburgda Bilgeliğin Yurtları sergileniyor<br />

İslamın altın çağı<br />

İLHAN AYER<br />

İNTERNET ÜZERİNDEN SATIŞ KİTAPÇILARI VURDU<br />

Kitap mağazaları hızla küçülüyor<br />

BAHAR EŞİN<br />

SAYFA: 4<br />

Design: Gitta.Huelsmann@t-online.de<br />

<strong>KULTUR</strong>- UND STADTHISTORISCHES MUSEUM<br />

Johannes-Corputius-Platz 1, 47051 Duisburg, Telefon 0203 283 26 40, www.stadtmuseum-duisburg.de<br />

F<br />

Federal Almanyanın Kuzey Ren<br />

Vestfalya Eyaletine bağlı Duisburg kentinde,<br />

Duisburg Kültür ve ehir Tarihi<br />

Müzesinin giriimiyle düzenlenen<br />

İslamın Altın Çağında Bilim- İlimler<br />

Yurdu konulu sergi bitie doğru<br />

yaklaıyor.<br />

Frankfurttaki Arap-İslam Tarihi Aratırmaları<br />

Enstitüsünün de katkılarıyla,<br />

9uncu yüzyıldan 16ncı yüzyıla kadar,<br />

Arap-Fars bilim tarihinin çalıma objeleri<br />

ziyaretçilerle bulutuğu sergide, haritalar,<br />

resimler, elyazmaları, Abbasilerden<br />

kalma eski altın ve gümü paraların yanı<br />

sıra, yıldızların yüksekliğini ölçen aletler,<br />

deniz ve gökbilimleri ile ilgili ölçme ,<br />

deneysel araç ve gereçler de yer alıyor.<br />

Burada gösterime sunulan 50 objeden 15i<br />

orijinal parça, geri kalanlar ise kopya.<br />

Sergilenen en eski tarihi obje, bronzdan<br />

yapılmı tıp araç ve gereçleri. Sergide<br />

model olarak gözlemevi, cami, kütüphane<br />

2 3<br />

ŞİNASİ DİKMEN’İN ALMAN KABARESİNDEKİ MACERALARI<br />

Alman mizahına<br />

Türk kalkınma<br />

yardımı<br />

Almanların gülme biçimlerini zenginletirdik,<br />

ona hiç üphe yok. 1985’te ilk kez Muhsin Omurca<br />

ile birlikte sahneye çıktığımızda, Almanlar bu iki<br />

Türk’e gülmeye baladı. İte biri çok entegre olmu,<br />

diğeri entegre olmuyor... ”ntegre olmayan entelektüel<br />

bir Türk’tü, entegre olan da salağın tekiydi.<br />

Bizim orada söylemek istediğimiz ey uydu: Kendi<br />

benliğine güveni olmayan hemen kaybolur, kendi<br />

benliğine güveni olan da bu ülkeyi kabullenir. “ediğimiz<br />

gibi de oldu. Kendi benliğine güveni olan<br />

insanlar bu ülkeyi kabullendiler, ama kendileri<br />

kaybolmadı. Kendilerine güveni olmayanlar ise<br />

kayboldu.<br />

MUHSİN OMURCA DUVARA KARIDA<br />

Kabareden operaya<br />

A<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

lmanyadaki Türk kökenli kabare oyuncularına,<br />

stand-up ustalarına kapıyı usta oyuncu inasi Dikmen<br />

ile birlikte aralayan Muhsin Omurca, imdi de seyirci<br />

karısına opera ile çıkmaya hazırlanıyor.<br />

Muhsini uzun yıllardır tanıyorum. Hangi oyununa gidersem<br />

gideyim, ister Türkçe ister Almanca olsun, gülmekten kaç kere<br />

ağladığımı hatırlamıyorum.<br />

Hayırdır!<br />

Hem de tanınmı yönetmen Fatih Akının 2004 yılında Berlin<br />

Film Festivalinde Altın Ayı ödülünü kazanan Duvara Karı<br />

adlı ilminden operaya uyarlanan aynı isimli oyunda rol alıyor.<br />

Pes doğrusu.<br />

Paris metrosundan<br />

‘insan manzaraları’<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Yazar, bilimadamı M. Şehmus Güzel,<br />

uzun yıllardır yaşadığı Paris ve onun ünlü<br />

metrosundan insan manzaralarını bire bir<br />

tanıklıklarla kağıda aktarıyor.<br />

Yazarımızın<br />

“Paris’in Nabzı Metroda Atar”<br />

başlığıyla yayına hazırladığı kitabından<br />

bölümler sunuyoruz.<br />

12 13<br />

tasarlanmı minyatür format olarak izleyicilere<br />

sunulurken, İslam düünürlerinin<br />

hayatları ve eserleri karton kağıtların<br />

üzerine yazılarak anlatılıyor.<br />

Küratör ve arkeolog Andrea Gropp ve<br />

oryantalist, İslam tarihçisi Aslıgül Aysel<br />

sergiyle ilgili medyaya yaptıkları açıklamalarda,<br />

serginin hazırlanmasının iki yıl<br />

sürdüğüne dikkat çektiler. Aslıgül Aysel,<br />

birçok insanın, bilimin temellerinin İslam<br />

kültürü üzerinden Avrupaya geldiğini bilmediğini,<br />

bu tür sergilerin entegrasyona<br />

büyük bir katkı sunduğunu ve kültürler<br />

arası anlayıı pekitirdiğini vurguladı.<br />

Andrea Gropp ise, İslam dininin günümüzde<br />

genelde olumsuz bağlantılarla kullanıldığını,<br />

İslamın bilim dümanıymı gibi<br />

görüldüğünü, oysa tam tersine, İslam kültürünün<br />

dünyayı bir bilimsel etkinlik alanı<br />

olarak gördüğünü belirtti. Serginin kültürel<br />

boyutu bu açıklamalarla, amacına<br />

ulamı görünüyor<br />

Yıllar içinde Frankfurtun kültür odaklarından<br />

biri haline gelen die Käs tiyat-<br />

kabul gördük. Ben daha önce 1983-1984te<br />

ilk kez 1985te sahneye çıktık ve hemen<br />

rosunu yaratıcısı inasi Dikmen, Alman televizyona çıkmıtım. Sahneye çıktığımda,<br />

hastabakıcılıktan aldığım maaın<br />

kabaresinde Türkiye kökenli, ama doğrudan<br />

Almanca kabare yapan ilk isimlerdendi.<br />

Bir süre önce artık köeye çekil-<br />

ilk sahne deneyimlerimdern yola çıkarak<br />

da iki katını almaya balamıtım. Tabii<br />

diğini, dinleneceğini ve yeniden sahneye<br />

çıkmayı düünmediğini açıklayan biz yabancılar için iyi eyler söylüyorlar.<br />

dedim ki, Allah için Alman sanatçılar<br />

inasi Dikmenle yılların ve yolların dökümünü<br />

çıkardık; mizahı, Alman toplumunu olsun, çok iyi eyler söylüyorlardı yaban-<br />

Dieter Hildebrandt olsun, Hannelore Kaub<br />

ve Türkiyeden gelen Yeni Almanları cılar hakkında. Ama nereden biliyorlar<br />

konutuk.<br />

yabancıların böyle sorunları olduğunu?...<br />

Böyle sordum kendi kendime. Sonra Biz<br />

- Frankfurt’ta açtığınız die Käs adlı bunu en iyisi kendimiz anlatalım dedim.<br />

tiyatro ile birlikte, bu ülke kabaresinde inanılmaz<br />

bir i baardınız. Kuruluundan bu biz söyleyelim dedim. Bu cesaretimde,<br />

Bizi bizden daha iyi tanıyan yok. Çıkalım,<br />

yana geçen 20 yıla yakın zaman içinde bu galiba yazdığım kabare metinlerinin<br />

kentin ve Alman kabare dünyasının tamamlayıcı<br />

bir parçasını kurumsallatırdığınız larımı Alman mizah ve kabaresinin dev<br />

yarattığı etki önemli rol oynadı. Yazdık-<br />

ortaya çıktı...<br />

ismi Dieter Hildebrandta ulatırmıtım.<br />

İNASİ DİKMEN - Evet, böyle bir O bu metinlerimi beğendi ve bunu bana<br />

oluum Almanyada yok, aslında Almanya da söyledi... Güzel eyler, düüncelerin<br />

dıında da yok. ABDde mesela bu tür iler çok garip, ben bunları hiç böyle düünmemitim<br />

falan demiti. Onun etkisi oldu<br />

olur, azınlık çocukları yapar. Ama orada<br />

da rastlamadık. Mecburen oldu bu i galiba, böyle baladık.<br />

burada. Yapmak zorunda kaldık…<br />

- Ama siz böyle bir giriimde bulunmak için<br />

- Alman kabare dünyasında Türkçe ve Türk davet falan almadınız...<br />

mizahına açık bir talep olduğunu söyleyemeyiz.<br />

Peki, siz olmayan bir talebi, arzı-<br />

sanatçı bize bir çağrı falan yapmamıtı.<br />

İNASİ “İKM”N - Katiyen, hiçbir Alman<br />

nızla, adeta zor kullanarak mı yarattınız? Sadece Dieter Hildebrandt yazdığım bazı<br />

İNASİ DİKMEN - Yok, zorla yaratmadık<br />

da, yaratılacak bir zaman gelmiti vizyon için skeç yazmıtım. 1982de Ame-<br />

metinleri, 1983 olmalı, okumutur. Tele-<br />

aslında. Biz, Muhsin Omurca ile birlikte, rikalılar Ulma u ünlü füzeleri yerleti-<br />

Muhsin Omurca ve dram. Birbirine rine girmeye hazırlanıyordum ki, bu sözleri<br />

kurtuluum oldu. Muhsin aynı bizim<br />

çok uzak iki kelime. Üstüne bir de opera.<br />

Mutlaka yalandır, iftiradır dedik ve Muhsin.<br />

Muhsini aradık.<br />

Ama böylesini de hiç duymamıtım doğrusu.<br />

Abi tenor musun? Yoksa Bariton mu?<br />

diye soracağız kendisine.<br />

Almanyada Türk rejisörün ilmi operaya<br />

Opera bilgimiz de bir yere kadar. Sonra uyarlanıyor. Yaklaık 8 yıldır çeitli ehirlerde<br />

Türkçe ve Almanca olmak üzere<br />

ne sorabilirim ki?<br />

Ayrıca, u ülkede bizi katıla katıla güldüren<br />

ender adamlardan birini de, ope-<br />

Tiyatrosunda Türk kökenli bir kabare<br />

sahneleniyor. imdi de Giessen ehir<br />

raya mı kaptırdık diye içten içe hayılanıyoruz<br />

elbette bir opera tutkunu olarak! türleriyle seyirci karısına çıkıyor.<br />

ustasının mizahi anlatımı ve dev karika-<br />

Muhsin rolün hayırlı olsun. Operaya Yok daha neler?<br />

balamısın abi? cümlesini hayal kırıklığı<br />

içinde kurduk, terk edilmi, ihmal emek vermi adamlar bizi birbirimizden<br />

Pegidacılara da yazık bir nevi. Bunca<br />

edilmi komedi seyircisi gibi. Karıdaki koparmak için, imdi çat diye sahnelerde<br />

ses gururla Haaa evet öyle oldu dedi. kayna.<br />

Nasıl yani bunlar dedikodu değil mi? Alman müzisyen Ludger Vollmerin bestelediği,<br />

Catherine Mivillenin yönetmenli-<br />

diye son bir umutla sordum.<br />

Ne münasebet dedi.<br />

ğini üstlendiği ve 2 Nisanda prömiyerinin<br />

Opera ile ilgili tek yüksek bilgimi yapılacağı Duvara Karı operası için<br />

konuturdum: Peki abi, tenor musun, Muhsin Omurca sıkı bir kampa girmi.<br />

bariton musun?<br />

Sabah kalkıyor prova, akam yatıyor<br />

Sessizlik!<br />

prova misali.<br />

Ne ilgisi var! dedi, Ben tek bir<br />

Sanatçı olarak yaantısında da bir<br />

arkı bile söylemiyorum. Oyunda anlatıcıyım.<br />

Elimdeki metinlerin yüzde 70i de sında Muhsin sadece anlatıcı değil aynı<br />

dönüm noktası olan Duvara Karı opera-<br />

Türkçe. Sahnenin içeriğine göre duvarlara zamanda Cahitin kankası erefi de canlandırıyor.<br />

dev karikatürler çizeceğim, bir yandan<br />

da mizahi bir ekilde seyirciyle konuacağım.timizi<br />

merak edenler için, ite arkı söyle-<br />

Stuttgart-Barselona hattındaki sohbe-<br />

Oh be, dünyalar benim oldu. Tam ihanete<br />

uğramı kabare seyircisi triplemeyen<br />

opera oyuncusu Muhsin Omurca ve<br />

anlattıkları:<br />

2 3<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Paris metrolarında dilenciler bile sına yeni boyutlar kazandıranları bile var.<br />

zamana uyuyorlar. Nitekim artık hiçbiri<br />

Bir frankın var mı? diye sormuyor. soranları da. Pardon, bu soruyu soran<br />

Hatta Bir metro biletiniz var mı? diye<br />

Frankın pabucunun dama atıldığını, artık metro denetleyicisi değil, dilenci. Metroya<br />

meydanın öroya (Euro) kaldığını çok iyi biletle binmek için bilet dilendiği sanılmasın<br />

sakın. Eğer herhangi bir yolcu bir<br />

biliyorlar ve her türlü keseye hitap edecek<br />

biçimde dilencilik yelpazesini genilettiler. metro bileti verirse, o bileti gie önünde,<br />

Elli santim öron var mı? diye soruyorlar. belki iyatını da biraz artırarak, satıa<br />

Bir öronun yarısı Fransız Frankına çevrilince<br />

yaklaık 3,33 franka tekabül ediyor. RATP ile haksız<br />

sunacak.<br />

Geçmile kıyaslayınca sonuç itibariyle rekabet (!) mi olacak ?<br />

kimin kârlı çıktığı veya çıkacağı ortada. Evet, metro dilencileri artık eski dilenciler<br />

değil. Onlar da çağdalatılar.<br />

Bu kadar da değil: Kimi dilenci ii daha<br />

da modernletirdi: Örneğin artık Bir Dilsiz dilencilerin yöntemi de ilginç:<br />

telefon kartınız var mı? diyerek arzu çıta-<br />

Önce bir sayfanın dörtte birine basılı bir<br />

2 3<br />

✤<br />

✤<br />

YAZDIKLARIMI<br />

ALMAN MİZAH VE<br />

KABARESİNİN<br />

DEV İSMİ<br />

DIETER<br />

HILDEBRANDT'A<br />

ULAŞTIRMIŞTIM.<br />

O BU METİNLERİMİ<br />

BEĞENDİ VE BUNU<br />

BANA DA<br />

SÖYLEDİ...<br />

Metroda aşk ve cinsellik dilencileri<br />

✤<br />

UĞUR ÖNCE<br />

GENÇ BIR ÖĞRENCI,<br />

DAHA SONRA<br />

YETIŞKIN BIR<br />

INSAN OLARAK<br />

YAŞAMI BOYUNCA<br />

TANIK OLDUĞU<br />

BÜTÜN ASKERI<br />

DARBELERE KARŞI<br />

TAVIR TAKINDI.<br />

✤<br />

DUİSBURG’DA BİLGELİĞİN YURTLARI SERGİLENİYOR<br />

İslam’ın altın çağı<br />

İLHAN AYER<br />

Federal Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’ne bağlı Duisburg kentinde, Duisburg Kültür ve Şehir<br />

Tarihi Müzesi’nin girişimiyle düzenlenen “İslamın Altın Çağında Bilim- ‘İlimler Yurdu” konulu<br />

sergi bitişe doğru yaklaşıyor. Sergiye gösterilern ilgi şaşırtıcı.<br />

SAYFA: 8<br />

ŞİNASİ DİKMEN’İN ALMAN KABARESİNDEKİ MACERALARI<br />

Alman mizahına Türk kalkınma yardımı<br />

“Almanların gülme biçimlerini zenginleştirdik, ona hiç şüphe yok. 1985’te ilk kez Muhsin Omurca<br />

ile birlikte sahneye çıktığımızda, Almanlar bu iki Türk’e gülmeye başladı. İşte biri çok entegre olmuş,<br />

diğeri entegre olmuyor... Entegre olmayan entelektüel bir Türk’tü, entegre olan da salağın tekiydi.<br />

Bizim orada söylemek istediğimiz şey şuydu: Kendi benliğine güveni olmayan hemen kaybolur,<br />

kendi benliğine güveni olan da bu ülkeyi kabullenir. Dediğimiz gibi de oldu. Kendi benliğine<br />

güveni olan insanlar bu ülkeyi kabullendiler, ama kendileri kaybolmadı. Kendilerine güveni olmayanlar<br />

ise kayboldu.”<br />

SAYFA: 12<br />

STUTTGART’TA 12’NCİ TÜRK-ALMAN KABARE HAFTASI<br />

Gülmenin ve güldürmenin ‘Türksel’ şeyleri<br />

SAYFA: 22<br />

MUHSİN OMURCA “DUVARA KARŞI”DA<br />

Kabareden operaya<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Almanya’daki Türk kökenli kabare oyuncularına, stand-up ustalarına kapıyı usta oyuncu Şinasi Dikmen<br />

ile birlikte aralayan Muhsin Omurca, şimdi de seyirci karşısına opera ile çıkmaya hazırlanıyor.<br />

SAYFA: 26<br />

PARİS METROSUNDAN 'İNSAN MANZARALARI'<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Yazar, bilimadamı M. Şehmus Güzel, uzun yıllardır yaşadığı Paris ve onun ünlü metrosundan insan<br />

manzaralarını bire bir tanıklıklarla kağıda aktarıyor. Yazarımızın “Paris’in Nabzı Metroda Atar” başlığıyla<br />

yayına hazırladığı kitabından bölümler sunuyoruz.<br />

SAYFA: 30<br />

2


Çirkin insan, çirkin bina, çirkin ehir, etimolojik kökenlerine inerken, kültürel<br />

çirkin oyun, çirkin politika, çirkin politikacı,<br />

çirkin sanat, çirkin yemek, çirkin kavram hakkında okuyucuya bir çerçeve<br />

tarih içerisinden sunduğu örnekler ile<br />

koku, çirkin cadı, çirkin dev vs. vs... sunmak.<br />

Çirkin de tıpkı güzel gibi hayatımızın En basit anlamda, Antik dönemde<br />

içinde ve her yerde; Aman ne güzel! tanımlanan çirkin ile 18inci yüzyılda<br />

dediğimiz gibi, Aman ne çirkin! de diyo- tanımlanan çirkin birbirinden farklıyken,<br />

ruz. Sevmediğimiz, bizi rahatsız eden her günümüzde kullandığımız çirkin kavramı<br />

ey çirkin. Bu ekilde ele alınca, çirkin da 18inci yüzyılda kullanılandan farklı,<br />

kavramı oldukça banal. Oysa çirkin kav- hatta günümüzde çirkin, pozitif çağrıram<br />

olarak bundan daha fazlasını içeriyor. ımlar dahi içerebiliyor. Kültürel tarih<br />

içerisinde çirkin terimi kendini dönütürürken,<br />

karıtı kabul edilen güzel ile<br />

daha farklı bir iliki içine girerek, birbirlerini<br />

tamamlar hale gelmi durumdalar.<br />

Güzellik ve çirkinlik, karıt kavramlar<br />

olmak yerine, birbirinin çekim alanındaki<br />

iki yıldız gibi, hem birbirlerinin hem de<br />

kendi eksenlerinin etrafında dönüp duruyorlar.<br />

Her ikisi de diğerinin etkisi altında<br />

kendi varlığını (anlamını) ekillendiriyor.<br />

Henderson da, Umberto Econun Çirkinlik<br />

Üzerine (On Ugliness, Rizzoli, New<br />

York 2007) balıklı kitabındaki gibi, güzelliğin<br />

sıkıcı, çirkinliğin ise çok daha eğlenceli<br />

olduğunu belirtiyor. Güzellik hep aynı<br />

sınırlı normlar içerisinde betimlenirken,<br />

çirkin, sınırsızlığı ile oldukça yaratıcı ve<br />

sonsuz bir çeitlilik vaat ediyor; çirkin her<br />

an her yerde olabilir.<br />

Elbette ki yazarın amacı, çirkini güzele<br />

ya da güzeli çirkine dönütürmek değil,<br />

bununla birlikte her iki terim de ne siyah<br />

Her ne kadar güzellik, her daim aranan ne beyaz, her ikisinin de gri alanları var.<br />

ve özlenen bir nitelik olsa da, son zamanlarda<br />

çirkinlik de farklı alanlarda değer de güzellik de göreceli kavramlar, içinde<br />

Hepimizin kabul edebileceği gibi, çirkinlik<br />

kazanan bir kavram oldu. Gretchen E. yaanan döneme, kültüre, alınan eğitime<br />

ve hatta yaanmılıklara göre deği-<br />

Henderson, Çirkinlik, Kültürel Bir Tarih<br />

(Ugliness, A Cultural History, Reaktion iklik gösterebilirler. Hendersonın amacı<br />

Books, London 2015) adlı bir süre önce bu göreliliği vurgulamak. Yazar, çirkinin<br />

yayımlanan kitabında, çirkinin farklı sınırsızlığı içerisinde kitabının sınırlarını<br />

dönemlerde farklı kültürlere bağlı olarak tekil çirkin örneklerden balayarak, daha<br />

değien anlamını inceliyor. Yazarın amacı, sonra gruplara ve oradan da duyulara<br />

çirkin ile eanlamlı kelimeleri ele alarak doğru belirliyor. En sonunda da, kendi<br />

terimin korkunç ve ürkütücü anlamının ve öteki arasındaki sınırları kaldıran<br />

© Foto: Ömer Yaprakkıran<br />

1990 yılında Frankfurtta aramızdan ayrılmıstı<br />

Sümeyraya<br />

70 ya armağanı<br />

“Sümeyra, Ruhi Su’nun ve onun yeniden yarattığı türkülerin<br />

uluslararası müzik dünyasındaki yerini alması gerektiğini düşünüyordu.<br />

Bu ise ancak Ruhi Su türkülerinin notaya alınması, ses sanatçılarının<br />

repertuarına girmesiyle mümkün olacaktı. O nedenle Frankfurt<br />

Goethe Üniversitesi’nin Müzik Bölümü’ne yazıldı.”<br />

Ruhi Sunun en güzel kızı ve belki de<br />

tek öğrencisi Sümeyra, 5 ubat 1990da<br />

Frankfurtta bu dünyaya veda etmiti. Bir<br />

kötü aka gibi aniden balayan sürgüne<br />

fazla direnemedi. Fakat 1985te yakalandığı<br />

amansız hastalığa rağmen ayakta<br />

durabildiği sürece gurbette konserler<br />

verdi, türküler söyledi. Hep müzik için<br />

yaadı. Bu yıl mayıs ayında 70inci doğum<br />

yılını da kutlayacağız.<br />

Halen Frankfurtta yaayan ei Hasan<br />

Çakır, Sümeyranın 70 yaını farklı etkinliklerle<br />

kutlamak istediğini, ama bunun<br />

için kendi çabasının yeterli olmayacağını<br />

söylüyor. Sümeyra ile geçen yıllarını kitaplatırma<br />

çalımalarını da sürdüren Çakır,<br />

özellikle genç müzik insanlarımızı bir yeni<br />

yola çağırıyor, Fazıl Say ve sonraki kuakları<br />

Ruhi Sunun Sümeyranın de eliğinde<br />

açtığı yolu tamamlamaya, hatta buradan<br />

2 3<br />

Çirkinliǧin<br />

kültürel<br />

tarihi<br />

ASUMAN<br />

KIRLANGIÇ<br />

“Buradaydılar,<br />

şarkılar<br />

söylüyorlardı!”<br />

İMRAN AYATA VE BÜLENT KULLUKÇU, GEÇMIŞIN SESINI DERLEDI<br />

2 3<br />

2 3<br />

hareketle yeni yollar açmaya davet ediyor.<br />

Hasan Çakır, Umarım bu yıl bu doğrultuda<br />

atılacak yeni adımlara da sahne olur.<br />

Sümeyranın Ruhi Sunun vasiyeti saydığı<br />

en büyük arzusu da gerçekleir diyor.<br />

- Sümeyra nasıl bir ok yaadı? Sonuçta<br />

hayatında belki de hiç beklemediği bir anda<br />

sürgün gerçeğiyle yüz yüze kalmı oldu?<br />

HASAN ÇAKIR - Berlin Kreuzberg<br />

Belediyesinin düzenlediği Nâzım Hikmet<br />

Haftasına davetli olarak gelmiti. Davetliler<br />

arsında Ruhi Su, Meral Taygun, Ali<br />

Ekber Çiçek de vardı. Beraber gelmitik.<br />

Fakat 12 Eylülle birlikte DİSK Maden-İ<br />

Korosu hakkında tutuklamalar balatıldığını<br />

öğrenince bir süre Berlinde kalma<br />

kararı aldı. Hatta Ruhi Su da dönsün mü<br />

dönmesin mi diye tartıtık falan, ama<br />

Ruhi Su dönmek istedi ve beraber döndük.<br />

Sümeyra Almanyada kaldı... Ben, bir yıl<br />

Federal Almanyanın uzman müzik İMRAN AYATA - Bugüne kadar Talep<br />

irketlerinden Trikont (www.trikont. nedir? diye düünerek bir i zaten yapmadım,<br />

ileride de böyle olacaktır sanırım.<br />

de) bünyesinde yayımlanan ilginç bir<br />

albüm devamını bekliyor. Ulm doğumlu İkinci Dünya Savaı sonrasındaki<br />

ve Frankfurt Üniversitesi mezunu yazar Almanyayı anlatmak ve anlamak için göç<br />

İmran Ayata ile çalımalarını Münihte olgusuna daha geni yer verilmesini, siyasi<br />

sürdüren Bülent Kullukçu, ortak üretimleri<br />

olan Songs of Gastarbeiter (Misair yorum. Nitekim Almanyada göç ve göçün<br />

ve kültürel doğru bir duru olarak görü-<br />

İçilerin arkıları) adlı albümde, yaklaık getirdikleri üvey evlat konumunu amı<br />

40 yıl önce Almanyada üretilen Türkçe değil. Bizler buna karı tepki göstermekle<br />

arkılar üzerinden sesli bir tarih sondajı yetinmemeliyiz, siyasi ve kültürel alanda<br />

gerçekletirdiler. Genç derlemeciler, bu üretken olmamız gerekiyor. Kaldı ki, böyle<br />

çalımalarıyla unutulmaya karı direnci bir dinamizm var. Tiyatroda, edebiyatta<br />

gündeme getirdiklerini belirttiler. Halen ve göçmen politikalarında. Bunu yaparken<br />

halkla ilikiler alanındaki çalımalarını eski argümanlarla boğumak da bana pek<br />

Berlinde sürdüren ve Bülent Kullukçu ile anlamlı gelmiyor. Ben ahsen bu argümanlarla<br />

uğramaktan artık yoruldum.<br />

birlikte aralarında Frankfurtun da bulunduğu<br />

çeitli kentlerde bu arkılarla ilgili Bugün Almanyada göç, hâlâ ekonomi<br />

dinletiler düzenleyen İmran Ayata, sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

ılamak için çağrılan, ekonomik krizlerde<br />

endeksli düünülür. İgücü ihtiyacını karde<br />

geri gönderilmek istenen göçmenler...<br />

- Gerçekten önemli bir albüm çıkardınız. Bu, tarihi bir argüman değil. Bugün mültecilere<br />

çalıma hakkı tanıma tartıma-<br />

Ortada böyle bir ürüne talep olmamasına<br />

rağmen kendinizi buna mecbur ya da adeta ları, yurtdıından kaliteli igücünü<br />

görevli hissettiniz. Yola çıkarken neler Almanyaya davet etmek, bunun örnekleri...<br />

Daha çok ey sayabiliriz. düündünüz?<br />

Kısacası:<br />

‘Avrupa’nın<br />

temelinde<br />

Anadolu var’<br />

✤<br />

✤<br />

UĞUR ÖNCE<br />

GENÇ BIR ÖĞRENCI,<br />

DAHA SONRA<br />

YETIŞKIN BIR INSAN<br />

OLARAK YAŞAMI<br />

BOYUNCA TANIK<br />

OLDUĞU BÜTÜN<br />

ASKERI DARBELERE<br />

KARŞI<br />

TAVIR TAKINDI.<br />

✤<br />

UĞUR ÖNCE<br />

GENÇ BIR ÖĞRENCI,<br />

DAHA SONRA YETIŞKIN BIR INSAN<br />

OLARAK YAŞAMI BOYUNCA TANIK OLDUĞU<br />

BÜTÜN ASKERI DARBELERE KARŞI<br />

TAVIR TAKINDI.<br />

✤<br />

1990 YILINDA FRANKFURT’TA ARAMIZDAN AYRILMIŞTI<br />

Sümeyra’ya 70 yaş armağanı<br />

Hasan Çakır: “Sümeyra, Ruhi Su’nun ve onun yeniden yarattığı türkülerin uluslararası müzik dünyasındaki<br />

yerini alması gerektiğini düşünüyordu. Bu ise ancak Ruhi Su türkülerinin notaya alınması,<br />

ses sanatçılarının repertuarına girmesiyle mümkün olacaktı. O nedenle Frankfurt Goethe<br />

Üniversitesi’nin Müzik Bölümü’ne yazıldı.”<br />

SAYFA: 36<br />

SINIRLARIN ÖTESİNDEKİ KÜLTÜR<br />

Katakomben-Theater<br />

SAYFA: 40<br />

ÇİRKİNLİĞİN KÜLTÜREL TARİHİ<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

Çirkin de tıpkı güzel gibi hayatımızın içinde ve her yerde; “Aman ne güzel!” dediğimiz gibi, “Aman ne<br />

çirkin!” de diyoruz. Sevmediğimiz, bizi rahatsız eden her şey çirkin. Bu şekilde ele alınca, çirkin kavramı<br />

oldukça banal. Oysa “çirkin” kavram olarak bundan daha fazlasını içeriyor.<br />

SAYFA: 42<br />

DÖNER ALMANYA'YI, ALMANYA DA DÖNERİ DEĞİŞTİRDİ<br />

“Türk mucizesi” olarak da anılan dönerin Almanya’ya girip yerleşme sürecinde ciddi değişimlerden<br />

geçmesi, sokaklardan üniversite sıralarına kadar tartışılan bir konu. Anadolu kaynaklı bu yeni<br />

“fast-food”, sadece lisans düzeyindeki derslerde değil doktora programlarında da işleniyor. Bu arada<br />

art arda yayımlanan kitaplarda, yemekten popüler kültüre kadar çok çeşitli alanlarda dönerin Alman<br />

toplum yaşamındaki izleri deşiliyor.<br />

SAYFA: 48<br />

İMRAN AYATA VE BÜLENT KULLUKÇU, GEÇMİŞİN SESİNİ DERLEDİ<br />

“Buradaydılar, şarkılar söylüyorlardı!”<br />

Federal Almanya’nın uzman müzik şirketlerinden “Trikont” (www.trikont.de) bünyesinde yayımlanan<br />

ilginç bir albüm devamını bekliyor. Ulm doğumlu ve Frankfurt Üniversitesi mezunu yazar İmran<br />

Ayata ile çalışmalarını Münih’te sürdüren Bülent Kullukçu, ortak üretimleri olan “Songs of Gastarbeiter”<br />

(Misafir İşçilerin Şarkıları) adlı albümde, yaklaşık 40 yıl önce Almanya’da üretilen Türkçe şarkılar<br />

üzerinden sesli bir tarih sondajı gerçekleştirdiler.<br />

SAYFA: 52<br />

YAŞAR ATAN’LA <strong>AVRUPA</strong> VE ANADOLU MİTOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ<br />

‘Avrupa’nın temelinde Anadolu var’<br />

SAYFA: 58<br />

YAŞAR ATAN<br />

2 3<br />

✤<br />

YAŞAR<br />

ATAN’LA<br />

<strong>AVRUPA</strong>,<br />

TROYA,<br />

HOMEROS VE<br />

ANADOLU<br />

MİTOLOJİSİ<br />

ÜZERİNE<br />

SÖYLEŞİ<br />

✤<br />

ALMANYA’YA GÖÇ SERÜVENİ VE İÇİNDEKİ İNSANLAR...<br />

‘Umut Peronu’<br />

Halit Çelikbudak: “Kitaba adını veren ‘umut peronu’, Almanya’da Münih tren istasyonunda…<br />

Almanya’ya o dönemlerde misafir işçi getiren trenlerin son durağı Münih tren istasyonundaki 11<br />

numaralı peronmuş. Burada trenden inenler Almanya’nın dört bir yanına yine trenlerle devam edermiş.<br />

İşte İtalyanlar bu perona ‘umut peronu’ adını vermişler. Ben de bu sıfatı kullandım.”<br />

SAYFA: 66<br />

Kardeşimiz Uğur Hüküm<br />

(İstanbul 1949 – Paris 2013)<br />

Uğur’la uzun süre birlikte çalıştık, birlikte ürettik, ortak bir aydınlanma kavgası verdik.<br />

Cumhuriyet’te, “Yenigün Avrupa”da, “avrupagun.eu”da ve üç aylık “Kültür” dergimizde<br />

hep omuz omuza olduk. Zor zamanlardan geçerken hep yanı başımızdaydı.<br />

Sonra birden, hiç beklemediğimiz bir anda aramızda çekilip gitti. Şaşkınlığımız<br />

sürüyor, hâlâ inanamıyoruz bu tepeden tırnağa kültür insanının böylesine erken ve<br />

en verimli çağında sonsuzluğa göçmesine. Ama biz yazdıkça, çizdikçe, yaşadıkça onu<br />

hep aklımızda ve yüreğimizde taşıyacağız. Anılarıyla hayata tutunacağız. Uğur Hüküm<br />

unutulması mümkün olmayan insanlardandı. Pırıl pırıl zekâsını, güleryüzünü,<br />

içtenliğini ve çalışkanlığını biz nasıl unutalım?<br />

Osman Çutsay / Ömer Yaprakkıran<br />

Yeri<br />

doldurulamaz<br />

Uğur<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Uğur Hüküm 1970lerin baından itibaren<br />

Fransada yaadı. Cokusu, özverisi, di, Nâzımdan iirlerle sarsıldı, kitap edinde<br />

vatanın sesini duydu, Ruhi Suyu dinle-<br />

candan ve dayanımacı dostluğu, sevecenliği,<br />

güleryüzlülüğü ve son derece müteva-<br />

Uğur ve çalıma arkadaları onların her<br />

di, dertlerini bir parça olsa bile unutabildi.<br />

zı halleriyle unutulamazlar arasındaki yerini<br />

çoktan aldı.<br />

lüğüne kavutuktan sonra özel olarak taa<br />

birine birer pencere açtılar. Kimi özgür-<br />

Radio France Internatonaleda (RFI) Güzin<br />

Dinodan sonra Türkçe bölümünü yılne<br />

sarıldı, kaldı.<br />

Parise kadar gelip Uğuru buldu ve ellerilarca<br />

yönetti, Güzinin bıraktığı boluğu Yeri doldurulamazlardandır<br />

en iyi biçimde doldurdu.<br />

Uğur Hüküm.<br />

Pariste birkaç dostuyla kurduğu Radio<br />

Soleille insanlarımızın sesi oldu ve bilrıyla<br />

Fransızca bilen ama Fransız radyo<br />

Uğur Hüküm Cumhuriyetteki yazılahassa<br />

hapishanelerdeki vatandalarımızın ve televizyonlarını izlemeye ve Le Monde<br />

sesini duvarların ötesine taıdı. Mahkum okumaya zaman ayıramayan, aralarında<br />

yurttalarımızın kaç tanesi Uğur sayesin-<br />

yakından tanıdığımız gazeteci dostlarımı-<br />

2 3<br />

YOK. BİR GARANTİ<br />

YOK, HATTA TAM<br />

TERSİNE, BÖYLE<br />

GVE TÜRKÇEDE<br />

YATAN 7-8 MİLYON<br />

<strong>AVRUPA</strong>LININ,<br />

BU DİLİ, ONUN<br />

✤<br />

KARDEŞİMİZ UĞUR HÜKÜM<br />

(İstanbul 1949 – Paris 2013)<br />

Cumhuriyet’te, “Yenigün Avrupa”da, “avrupagun.eu”da ve kitapçı dağıtımı yapılan üç aylık “Kültür”<br />

dergimizde hep omuz omuza olduk. Uğur Hüküm unutulması mümkün olmayan insanlardandı. Pırıl<br />

pırıl zekâsını, güleryüzünü, içtenliğini ve çalışkanlığını biz nasıl unutalım?<br />

Osman Çutsay / Ömer Yaprakkıran<br />

SAYFA: 70<br />

KÜNYE | IMPRESSUM<br />

SAYFA: 94<br />

3


İNTERNET ÜZERİNDEN SATIŞ KİTAPÇILARI VURDU<br />

Kitap mağazaları<br />

hızla küçülüyor<br />

BAHAR EŞİN<br />

4


Münihin gözbebeği ve turistlerin vazgeçilmezi<br />

olan Marienplatzda bulunan<br />

Hugendubel kitabevinin, 2017 yazına<br />

kadar kapalı olacağı haberi, gündeme<br />

bomba gibi dütü. Be kata yayılan ve<br />

toplam 3 bin 600 metrekare üzerinde<br />

konumlanmı olan bu kitabevinin aldığı<br />

onarım ve yenilenme kararının ardında<br />

çok önemli bir gerçek yatıyor. Almanya<br />

çapında toplam 90 farklı yerde kitapçı<br />

ileten Hugendubel ailesinin, tüm mağazaları<br />

arasında cirosal anlamda baı çeken<br />

bu büyük mağazasını renove etmesindeki<br />

karar, aynı zamanda önemli bir dönüüme<br />

iaret ediyor.<br />

Be kat üzerinde faaliyet gösteren<br />

mağazanın yapısal ve mimarı anlamda<br />

müterilerine daha ho gözükme arzusu<br />

değil, Hugendubel ailesine bu büyük<br />

kararı aldıran. Her ne kadar, 2017 yılının<br />

yaz ayına kadar, bu lokasyondaki cirolarını<br />

rakiplerine kaptıracak ya da aynı<br />

lokasyonda faaliyetlerine hali hazırda<br />

devam eden diğer iki ubesine kaydıracak<br />

olsa da, bu cirosal kayıp, Hugendubel<br />

Yönetim Kurulu Bakanı Nina<br />

Hugendubeli sarsmamıa benziyor.<br />

Firma konseptimiz, artık daha küçük<br />

metrekareler bazında mağazacılığa dayanıyor.<br />

Bunun sebebi, online satılarımızın<br />

artmasından kaynaklanıyor diyerek yeni<br />

irma stratejilerinin altını çizen Hugendubel,<br />

aynı zamanda, online ticaretin<br />

gelimesinin sonuçlarından birinin de en<br />

güzel örneğini sunuyor.<br />

Bir diğer dikkat çekici nokta ise, u an<br />

3 bin 600 metrekareye sahip olan mağazanın,<br />

2017 yılındaki açılıı itibariyle<br />

bundan böyle sadece 1200 metrekare üzerinde<br />

hizmet verecek olması. Tamamıyla<br />

yenilenecek olan binada bundan böyle<br />

Hugendubel tek baına ana kiracı olarak<br />

bulunmayıp, yeni markaları da komu<br />

olarak kazanacak. Bunlardan bazıları,<br />

Telekom mağazası, bir café ve bir de 25<br />

oda kapasiteli bir lüks otel.<br />

DEV KİTAPÇILAR TARİH OLACAK<br />

Benzer bir haber, 2014 yılının sonbaharında<br />

bu kez de Stuttgart semalarından<br />

yükselmiti. 2008 yılından beri,<br />

Stuttgartın perakende kalbinin attığı<br />

Königsstrassede, yaklaık 4 bin metrekare<br />

üzerinde faaliyet gösteren<br />

Hugendubelin, 2015 yılının nisan ayında<br />

kapılarını bir daha hiç açılmamak üzere<br />

kapatacağı haberi, o dönem Stuttgartlıları<br />

aırtmıtı. Nina Hugendubel, 2014<br />

yılında, kapanan bu mağazanın yerine,<br />

600 metrekarelik bir yeni lokasyon aradıklarını<br />

açıkladığında, aslında bugünleri<br />

nelerin beklediğinin sinyallerini de vermiti:<br />

Dev kitapçılar yava yava tarihe<br />

karıacak ve yeni satı noktaları, daha<br />

mütevazı boyutlarda açılacaktı.<br />

Kitabevleriyle ilgili bir baka aırtıcı<br />

haber, Düsseldorfun en büyük kitapçısı<br />

olan Stern Verlagdan geldi. 5 bin<br />

metrekare üzerinde faaliyet gösteren ve<br />

115 yıllık bir tarihi geçmie sahip olan<br />

bu dev kitabevi de, 31 Martta kapılarını,<br />

bir daha hiç açmamak üzere kapatıyor.<br />

Stern Verlag sahibi Klaus Janssenin yaptığı<br />

açıklamaya göre, bu kadar büyük bir<br />

mağazada iktisadi dengeyi koruyarak<br />

faaliyete devam etmek, artık imkansız<br />

hale gelmi durumda. Düsseldorf deyince<br />

akla ilk gelen dev mağazalardan biri de<br />

böylelikle, çok yakında tarihe karııyor.<br />

Klaus Janssenin bu radikal kararının<br />

ardında da, aslında, Hugendubel ailesinin<br />

kararının ardındaki gerçek yatıyor:<br />

Online ticaret, mağazacılık sistemine<br />

darbe vuruyor.<br />

✤<br />

BU TÜR KÜÇÜLME<br />

KARARLARININ<br />

ARDINDA HEP AYNI<br />

GERÇEK YATIYOR:<br />

"ONLINE TİCARET",<br />

MAĞAZACILIK<br />

SİSTEMİNE DARBE<br />

İNDİRİYOR.<br />

✤<br />

5


“ONLİNE TİCARETİN”<br />

ÖNLENEMEYEN YÜKSELİŞİ<br />

GfK tarafından 2014 yılında yapılan bir<br />

aratırmaya göre, online ticaretin ciro<br />

payı, 2020 yılına kadar oldukça artacak.<br />

GfK tüketici panelinin yapmı olduğu<br />

öngörü doğrultusunda, tüketicilerin online<br />

ticaret alıkanlıklarını aynı ekilde devam<br />

ettirmeleri durumunda, kitap sektöründe<br />

online mağazacılık önümüzdeki altı yıl içerisinde<br />

sekiz puan artacak ve ciro payı<br />

yüzde 39a ulaacak. Aynı öngörüye göre,<br />

satınalma alıkanlıklarının yeni jenerasyon<br />

içinde değimesi ve online ticarete<br />

yeni teknolojiler ve elektronik ekipmanlar<br />

eklenmesiyle birlikte, 2020 yılında kitaplara<br />

harcanacak her iki avrodan birinin,<br />

internet siparileri üzerinden harcanacağı<br />

ve kitap mağazacılığının oranının yüzde<br />

42lere düeceği yönünde.<br />

Aratırma sonucu ortaya çıkan bir diğer<br />

gerçek de, elektronik kitap satılarının,<br />

bir önceki yıla kıyasla, toplam 22 milyon<br />

adet satı ile, yüzde 60 artı göstermesi<br />

oldu. 2012 yılında ortalamada 5,5 elektronik<br />

kitap satın alınırken, 2014 yılında bu<br />

rakamın 6,4e çıkmı olması, yani yaklaık<br />

yüzde 19luk bir artı yaanmı olması,<br />

elektronik kitap sektörünün giderek nasıl<br />

bir ivme ile artacağı konusunda bir gösterge<br />

niteliği taıyor. GfKnın verdiği bilgiye<br />

göre, Almanların yüzde 9luk kesimi,<br />

dijital okuma aletlerine sahipler. Bunlar<br />

arasında yüzde 43 ile Amazon Kindle baı<br />

çekerken, Tolino, Sony Reader ve Trekstor<br />

cihazları, Amazonu takip ediyor.<br />

Dijital okuma<br />

kitaplarında bu artı,<br />

büyük metrekareler<br />

üzerinde<br />

faaliyet gösteren<br />

kitapçıların, bundan<br />

böyle neden mağazalarını<br />

küçültme,<br />

hatta kapatma yoluna<br />

gittiklerini açıklar<br />

nitelikte.<br />

Elektronik ticaretin<br />

gösterdiği artı<br />

karısında, büyük<br />

metrekareli<br />

kitapçılar,<br />

ne bekledikleri ciroları<br />

yapabilir ne de kira<br />

giderlerini karılayabilir<br />

duruma<br />

geldiler. Görülen o ki,<br />

elektronik ticarette ve<br />

dijital kitaplarda her<br />

yıl daha da artacak<br />

olan ciro, büyük metrekareli<br />

birçok kitapçı<br />

zincirinin canını yakmaya<br />

devam edecek.<br />

Bundan böyle, küçülecek,<br />

hatta tarih<br />

olacak kitapçılar görmeye<br />

hazırlıklı olmamızda<br />

fayda var.<br />

6


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

7


Häuser<br />

20. September 2015 – 20. März <strong>2016</strong><br />

derWeisheit<br />

Wissenschaft im goldenen<br />

Zeitalter des Islam<br />

Design: Gitta.Huelsmann@t-online.de<br />

<strong>KULTUR</strong>- UND STADTHISTORISCHES MUSEUM<br />

Johannes-Corputius-Platz 1, 47051 Duisburg, Telefon 0203 283 26 40, www.stadtmuseum-duisburg.de<br />

Di bis Sa 10-17 Uhr, So 10-18 Uhr, Mo geschlossen, Sonderregelungen an Feiertagen<br />

F<br />

8


Duisburgda Bilgeliğin Yurtları sergileniyor<br />

İslamın altın çağı<br />

İLHAN AYER<br />

FOTOĞRAFLAR:<br />

HTTP://MERCATOR-MUSEUM.NET<br />

FOTO: KSM, SAMMLUNG KÖHLER-OSBAHR<br />

Federal Almanyanın Kuzey Ren<br />

Vestfalya Eyaletine bağlı Duisburg kentinde,<br />

Duisburg Kültür ve ehir Tarihi<br />

Müzesinin giriimiyle düzenlenen<br />

İslamın Altın Çağında Bilim- İlimler<br />

Yurdu konulu sergi bitie doğru<br />

yaklaıyor.<br />

Frankfurttaki Arap-İslam Tarihi Aratırmaları<br />

Enstitüsünün de katkılarıyla,<br />

9uncu yüzyıldan 16ncı yüzyıla kadar,<br />

Arap-Fars bilim tarihinin çalıma objeleri<br />

ziyaretçilerle bulutuğu sergide, haritalar,<br />

resimler, elyazmaları, Abbasilerden<br />

kalma eski altın ve gümü paraların yanı<br />

sıra, yıldızların yüksekliğini ölçen aletler,<br />

deniz ve gökbilimleri ile ilgili ölçme ,<br />

deneysel araç ve gereçler de yer alıyor.<br />

Burada gösterime sunulan 50 objeden 15i<br />

orijinal parça, geri kalanlar ise kopya.<br />

Sergilenen en eski tarihi obje, bronzdan<br />

yapılmı tıp araç ve gereçleri. Sergide<br />

model olarak gözlemevi, cami, kütüphane<br />

tasarlanmı minyatür format olarak izleyicilere<br />

sunulurken, İslam düünürlerinin<br />

hayatları ve eserleri karton kağıtların<br />

üzerine yazılarak anlatılıyor.<br />

Küratör ve arkeolog Andrea Gropp ve<br />

oryantalist, İslam tarihçisi Aslıgül Aysel<br />

sergiyle ilgili medyaya yaptıkları açıklamalarda,<br />

serginin hazırlanmasının iki yıl<br />

sürdüğüne dikkat çektiler. Aslıgül Aysel,<br />

birçok insanın, bilimin temellerinin İslam<br />

kültürü üzerinden Avrupaya geldiğini bilmediğini,<br />

bu tür sergilerin entegrasyona<br />

büyük bir katkı sunduğunu ve kültürler<br />

arası anlayıı pekitirdiğini vurguladı.<br />

Andrea Gropp ise, İslam dininin günümüzde<br />

genelde olumsuz bağlantılarla kullanıldığını,<br />

İslamın bilim dümanıymı gibi<br />

görüldüğünü, oysa tam tersine, İslam kültürünün<br />

dünyayı bir bilimsel etkinlik alanı<br />

olarak gördüğünü belirtti. Serginin kültürel<br />

boyutu bu açıklamalarla, amacına<br />

ulamı görünüyor<br />

9


✤<br />

ARİSTOTELES,<br />

EUKLİD VE<br />

PTOLEMAİOS GİBİ<br />

DÜŞÜNÜRLERİN<br />

İSLAM<br />

FİLOZOFLARINCA<br />

YORUMLARI,<br />

YAHUDİ<br />

FELSEFESİNİN<br />

GELİŞMESİNE DE<br />

YARDIM ETTİ.<br />

ARAP-İSLAM<br />

DÜNYASININ<br />

ESERLERİ<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DA<br />

ÇIĞIR AÇTI.<br />

✤<br />

“İLİMLER YURDU”<br />

9uncu yüzyılda Bağdatta Abbasi Halifesi<br />

el- Memun tarafından İlimler Yurdu<br />

kuruldu. El-Memun ülkesinin dört bir<br />

yanından toplattığı elyazmalarını bir<br />

araya getirdi. İlimler Yurdunda Yunan,<br />

Fars ve Hintli yazarların bilimsel yazıları<br />

Arapçaya çevrildi. El- Memun Bağdat<br />

ve amda rasathaneler açtı. Birçok bilim<br />

insanı İlimler Yurdunda çalıma fırsatı<br />

buldu. Çevrilen eserlerin ıığında,<br />

İlimler Yurdundaki düünürler, edindikleri<br />

ikirlere, bilgilere kendi gözlemlerini,<br />

deneyimlerini de ekleyerek yeni bilimsel<br />

aratırmalara giritiler.<br />

Çevrilen yazılar, çeitli yollarla<br />

Avrupaya ulatı. Özellikle, İspanyanın<br />

fethinden sonra Endülüste Arapça eserler<br />

Latinceye çevrildi. İbn Sina, İbn Rüd,<br />

Harizmi, İbn Haldunun eserleri, batı dünyasına,<br />

doğabilimleri, felsefe, edebiyat,<br />

matematik, tıp, astronomi gibi alanlarda<br />

yeni bakı açıları getirdi. Aristoteles,<br />

Euklid ve Ptolemaios gibi düünürlerin<br />

İslam ilozolarınca yorumları, Yahudi felsefesinin<br />

geliimine de de yardım etti.<br />

Arap-İslam dünyasının farklı disiplinlerdeki<br />

eserleri Avrupada adeta çığır açtı.<br />

Arapça, Farsça kaynaklı tıp, matematik,<br />

coğrafya, felsefe, astronomi, metinleriyle<br />

Avrupa Rönesansının temelleri atıldı. Leonardo<br />

da Vinci, Johannes Kepler, Nikolaus<br />

Kopernicus ve Gerhard Mercatorun, bayapıtlarını<br />

Arap-Fars bilimi üzerine çalı-<br />

arak gerçekletirdiği biliniyor. Müslümanların,<br />

Yahudilerin ve Hıristiyanların<br />

belli bir dönem beraber yaadığı bu coğrafyada<br />

Arapça ve Farsçadan bazı sözcükler<br />

Avrupa dillerine girdi. Nitekim,<br />

alkol, algoritma, sihir, kiosk ve birçok<br />

yıldız isimleri bunlardan bazılarıdır.<br />

Sıfır sayısının tanınması da İslam bilginlerinin<br />

çalımaları sayesinde Avrupaya<br />

taınmıtı.<br />

Bu ve benzeri birçok konuyu, gerçekten<br />

meraklı Avrupalı insanların gündemine<br />

yeniden getirmeyi hedeleyen<br />

Duisburgdaki sergi, 20 Mart <strong>2016</strong> tarihine<br />

kadar Kultur und Stadthistorisches<br />

Museum am Johannes Corputius Platz 1<br />

adresinde ziyaret edilebilir.<br />

Kimi çevrelerde İslam uygarlığının<br />

aydınlanmacı çağı olarak da nitelenen<br />

dönem çerçevesinde Avrupa Kültüre müze<br />

adına yapılan bir açıklamada, bu serginin<br />

son yılların en çok ilgi gören, en çok<br />

ziyaretçi çeken sergisi olduğuna dikkat<br />

çekildi. Özellikle çevre üniversitelerden<br />

öğrencilerin, Türk derneklerinin gruplar<br />

halinde sözü geçen dönemden kalan objeleri<br />

bizzat görmeye geldiği belirten müze<br />

yetkilileri, bu büyük ilginin serginin<br />

kapanı gününe kadar devam edeceği izlenimini<br />

de belirttiler.<br />

10


11


ŞİNASİ DİKMEN’İN ALMAN KABARESİNDEKİ MACERALARI<br />

Alman mizahına<br />

Türk kalkınma<br />

yardımı<br />

Almanların gülme biçimlerini zenginletirdik,<br />

ona hiç üphe yok. 1985’te ilk kez Muhsin Omurca<br />

ile birlikte sahneye çıktığımızda, Almanlar bu iki<br />

Türk’e gülmeye baladı. İte biri çok entegre olmu,<br />

diğeri entegre olmuyor... ”ntegre olmayan entelektüel<br />

bir Türk’tü, entegre olan da salağın tekiydi.<br />

Bizim orada söylemek istediğimiz ey uydu: Kendi<br />

benliğine güveni olmayan hemen kaybolur, kendi<br />

benliğine güveni olan da bu ülkeyi kabullenir. “ediğimiz<br />

gibi de oldu. Kendi benliğine güveni olan<br />

insanlar bu ülkeyi kabullendiler, ama kendileri<br />

kaybolmadı. Kendilerine güveni olmayanlar ise<br />

kayboldu.<br />

12


Yıllar içinde Frankfurtun kültür odaklarından<br />

biri haline gelen die Käs tiyatrosunu<br />

yaratıcısı inasi Dikmen, Alman<br />

kabaresinde Türkiye kökenli, ama doğrudan<br />

Almanca kabare yapan ilk isimlerdendi.<br />

Bir süre önce artık köeye çekildiğini,<br />

dinleneceğini ve yeniden sahneye<br />

çıkmayı düünmediğini açıklayan<br />

inasi Dikmenle yılların ve yolların dökümünü<br />

çıkardık; mizahı, Alman toplumunu<br />

ve Türkiyeden gelen Yeni Almanları<br />

konutuk.<br />

- Frankfurt’ta açtığınız die Käs adlı<br />

tiyatro ile birlikte, bu ülke kabaresinde inanılmaz<br />

bir i baardınız. Kuruluundan bu<br />

yana geçen 20 yıla yakın zaman içinde bu<br />

kentin ve Alman kabare dünyasının tamamlayıcı<br />

bir parçasını kurumsallatırdığınız<br />

ortaya çıktı...<br />

İNASİ DİKMEN - Evet, böyle bir<br />

oluum Almanyada yok, aslında Almanya<br />

dıında da yok. ABDde mesela bu tür iler<br />

olur, azınlık çocukları yapar. Ama orada<br />

da rastlamadık. Mecburen oldu bu i<br />

burada. Yapmak zorunda kaldık…<br />

- Alman kabare dünyasında Türkçe ve Türk<br />

mizahına açık bir talep olduğunu söyleyemeyiz.<br />

Peki, siz olmayan bir talebi, arzınızla,<br />

adeta zor kullanarak mı yarattınız?<br />

İNASİ DİKMEN - Yok, zorla yaratmadık<br />

da, yaratılacak bir zaman gelmiti<br />

aslında. Biz, Muhsin Omurca ile birlikte,<br />

ilk kez 1985te sahneye çıktık ve hemen<br />

kabul gördük. Ben daha önce 1983-1984te<br />

televizyona çıkmıtım. Sahneye çıktığımda,<br />

hastabakıcılıktan aldığım maaın<br />

da iki katını almaya balamıtım. Tabii<br />

ilk sahne deneyimlerimdern yola çıkarak<br />

dedim ki, Allah için Alman sanatçılar<br />

biz yabancılar için iyi eyler söylüyorlar.<br />

Dieter Hildebrandt olsun, Hannelore Kaub<br />

olsun, çok iyi eyler söylüyorlardı yabancılar<br />

hakkında. Ama nereden biliyorlar<br />

yabancıların böyle sorunları olduğunu?...<br />

Böyle sordum kendi kendime. Sonra Biz<br />

bunu en iyisi kendimiz anlatalım dedim.<br />

Bizi bizden daha iyi tanıyan yok. Çıkalım,<br />

biz söyleyelim dedim. Bu cesaretimde,<br />

galiba yazdığım kabare metinlerinin<br />

yarattığı etki önemli rol oynadı. Yazdıklarımı<br />

Alman mizah ve kabaresinin dev<br />

ismi Dieter Hildebrandta ulatırmıtım.<br />

O bu metinlerimi beğendi ve bunu bana<br />

da söyledi... Güzel eyler, düüncelerin<br />

çok garip, ben bunları hiç böyle düünmemitim<br />

falan demiti. Onun etkisi oldu<br />

galiba, böyle baladık.<br />

- Ama siz böyle bir giriimde bulunmak için<br />

davet falan almadınız...<br />

İNASİ “İKM”N - Katiyen, hiçbir Alman<br />

sanatçı bize bir çağrı falan yapmamıtı.<br />

Sadece Dieter Hildebrandt yazdığım bazı<br />

metinleri, 1983 olmalı, okumutur. Televizyon<br />

için skeç yazmıtım. 1982de Amerikalılar<br />

Ulma u ünlü füzeleri yerleti-<br />

13<br />

✤<br />

YAZDIKLARIMI<br />

ALMAN MİZAH VE<br />

KABARESİNİN<br />

DEV İSMİ<br />

DIETER<br />

HILDEBRANDT'A<br />

ULAŞTIRMIŞTIM.<br />

O BU METİNLERİMİ<br />

BEĞENDİ VE BUNU<br />

BANA DA<br />

SÖYLEDİ...<br />


✤<br />

KENDİ BENLİĞİNE<br />

GÜVENİ OLMAYAN<br />

HEMEN KAYBOLUR,<br />

KENDİ BENLİĞİNE<br />

GÜVENİ OLAN<br />

DA BU ÜLKEYİ<br />

KABULLENİR.<br />

DEDİĞİMİZ<br />

GİBİ DE<br />

OLDU.<br />

✤<br />

riyorlardı. Ben Siz o füzeleri koymayın<br />

Almanyaya, onun yerine cami minaresi<br />

yapın, Ruslar minareden korkar, biz de<br />

kendimizi ülkemizde hissederiz, minarenin<br />

gölgesinde yatarız falan demitim.<br />

Bu metin ite çok houna gitti Dieter<br />

Hildebrandtın, Hiç böyle bir ey aklıma<br />

gelmemiti dedi. Onun cesaret vermesiyle<br />

oldu yani. Bir de, biz ilk sahneye çıkı-<br />

ımızı, galayı, kendimize güvenerek değil,<br />

galiba Dieter Hildebrandta güvenerek<br />

yaptık. 55 dakikalık bir oyun koyduk sahneye,<br />

sonra Dieter geldi bir buçuk saat da<br />

o oynadı bizim için. İki Türk, yani inasi<br />

Dikmen ile Muhsin Omurca, kabare yapacağız<br />

diye sahneye çıkıyor. O gün 10 bin<br />

bilet de satabilirdik. Yahu bunlardan<br />

birini tanıyoruz, hikayeler falan yazıyor,<br />

hastabakıcılık da yapıyor, ama bu tuhaf<br />

bir ey diyordu Ulm halkı. Tabii Dieter<br />

Hildebrandtın gelmesinin etkisi var.<br />

Aslında bir ihtiyacı hissettiğimiz için oldu<br />

bu, yoksa Size ihtiyaç var falan denilmedi<br />

bize.<br />

- Kolay kabul gördünüz yani... Sorun da<br />

oydu belki...<br />

İNASİ DİKMEN - Çok kolay kabul<br />

gördük. Biz, Muhsin Omurca ile mehur<br />

olmanın kolaylığının farkına varamadık.<br />

Hiç zorluk çekmedik. Ben imdi tiyatrom<br />

die Käs ile yaadığım zorluklara bakıyorum<br />

da… Artık her biri çok ünlü Django<br />

Asül, Bülent Ceylan da henüz yolun baındayken<br />

bana gelip burada sahneye çıkmadan<br />

önce bir zorluk yaadılar mesela.<br />

Seyirci, onlara Ben sana inandım diye<br />

kabul göstermedi, ama bize öyle dedi.<br />

Hemen kabul gördük. Galiba Muhsinle<br />

de Bu öhret yok senden kaynaklanıyor,<br />

hayır benden kaynaklanıyor kavgasına<br />

girdik biraz...<br />

- Siz de Muhsin Omurca da Alman kabaresinde<br />

bir yere geldiniz, gerçekten çok tanınıyorsunuz,<br />

hayatınızı da böyle kazanıyorsunuz.<br />

Ama tiyatro veya kabare kuran, bunu<br />

kendi adına bir binada yapan (die Käs) siz<br />

oldunuz..<br />

İNASİ DİKMEN - Bir tiyatro kurmayı<br />

hep amaçladım. Eim Ayeyle ilk tanıtığımda<br />

da söylemiim. Ben tiyatro açmak<br />

istiyorum, seninle açalım demiim. Gerçekten<br />

de bunu çok istiyordum. Ama<br />

Muhsinle birlikte yapamadık, anlaamadık.<br />

Kendi kendime unu söylüyordum:<br />

Benim baarılı olmamam için bir neden<br />

yok. Çalımaktan hiç korkmam, eek gibi<br />

çalıırım, korkum yok, gücümün ne olduğunu<br />

biliyorum. Yazdıklarımın tutulduğunu<br />

biliyorum. Batan, bu die Käs sürecinde<br />

de, hep sorduk kendimize: Neden<br />

© Foto: yeniposta.de<br />

14


aarılı olmayalım ki? Bir tek sorun var,<br />

bizim kim olduğumuzu daha bilen yok.<br />

Öyleydi.<br />

- Alman kabareciliğinde, Alman mizahında<br />

sanki bir Türk kalkınma yardımı var...<br />

Böyle diyebilir miyiz?<br />

İNASİ DİKMEN - Evet, diyebiliriz.<br />

Çünkü biz Almancaya, bu dilde daha<br />

önce olmayan resimleri, deyimleri, kiileri,<br />

Almanların varlıklarından haberdar<br />

olmadıkları, aslında gördükleri ama varlıklarını<br />

algılayamadıkları tipleri getiriyoruz.<br />

unu diyoruz: Biz buradayız, beni<br />

görmemene imkan yok arkadaım! İine<br />

gelir veya gelmez, ama ben manav olarak<br />

buradayım, berber olarak buradayım,<br />

çöpçü veya entelektüel olarak da, kabareci<br />

olarak da buradayım. Ben bu ülkenin<br />

insanıyım. Böyle diyoruz. Aslında bizim<br />

bu ülkeye yaptığımız en büyük katkı, o.<br />

Was guckst du lan? diyoruz. Türkçenin<br />

Ne bakıyosun lan? deyimini Almancaya<br />

soktuk. Böyle bir ifade daha önce yoktu<br />

ki Almancada. Dilin kalitesi, yani getirdiğimiz<br />

eylerin kalitesi elbette tartıılır,<br />

ama dil sonuçta kabul edilen bir eydir.<br />

Bir ifade bir dilde kabul edildiği anda,<br />

o dilin kalitesi artmıtır. Dil dıarıdan<br />

bir eyi, gelen etkilerle ve zorla kabullenmez.<br />

Belli bir dili konuan insanlar,<br />

yabancı dillerden bazı ifadeleri alıyorlarsa,<br />

zenginletirilmi bir dille karı kar-<br />

ıya kalırız. Almancada Latince var, Fransızca<br />

var, imdilerde daha çok İngilizce<br />

var, ama kusura bakmasınlar Türkçe de<br />

var. Kebabı, lahmacunu, döneri, yoğurdu<br />

getiriyorsun... Was guckst du? demez ki<br />

Alman, ama bu ifade girmise dile, birilerinin<br />

bunu getirmi olması lazım...<br />

- Almanların gülme biçimlerine müdahale<br />

mi etmi oldunuz?<br />

İNASİ DİKMEN - Gülme biçimlerini<br />

zenginletirdik, ona hiç üphe yok. 1985te<br />

ilk kez Muhsin Omurca ile birlikte sahneye<br />

çıktığımızda, Almanlar bu iki Türke<br />

gülmeye baladı. İte biri çok entegre<br />

olmu, diğeri entegre olmuyor... Entegre<br />

olmayan entelektüel bir Türktü, entegre<br />

olan da salağın tekiydi. Bizim orada söylemek<br />

istediğimiz ey uydu: Kendi benliğine<br />

güveni olmayan hemen kaybolur,<br />

kendi benliğine güveni olan da bu ülkeyi<br />

kabullenir. Dediğimiz gibi de oldu. Kendi<br />

benliğine güveni olan insanlar bu ülkeyi<br />

kabullendiler, ama kendileri kaybolmadı.<br />

Kendilerine güveni olmayanlar ise kayboldu.<br />

Ne Türklükleri kaldı ne Alman olabildiler.<br />

Bunu getirdik. Bu arada Almanlara<br />

belli tiplere gülme hakkını da vermi<br />

olduk.<br />

- Ne gibi?<br />

İNASİ DİKMEN -<br />

Yani ırkçılığın baka<br />

bir türü de olabilir,<br />

dedik. Ama bu ırkçılık,<br />

bizim sahnede<br />

ırkçılık duygusunu<br />

yaattığımız eyler,<br />

içimizdeki ırkçıyı gitgide<br />

öldürüyor. Bu<br />

mesajı verdik Alman<br />

seyirciye. Sizin bir<br />

parçanızız dedik.<br />

Böyle yardım ettik,<br />

ama bu kalkınma<br />

yardımının faizlerini<br />

alamıyoruz. Bundan<br />

ikayetçiyiz.<br />

- Kendinizi hangi noktalarda Alman kabarecilerden<br />

daha farklı görüyorsunuz? Sonuçta<br />

“ieter Hildebrandt gibi bir dev de Alman<br />

toplumunun çocuğu... Sizin farkınız?<br />

İNASİ DİKMEN - Biz baka bir dili<br />

Almanların düünce hayatına sokuyoruz.<br />

Bu, önce seyirciyi bir rahatsız ediyor.<br />

Çünkü, mesela Dieter Hildebrandt, o kar-<br />

ısındaki seyircinin Dieter Hildebrandtın<br />

bildiklerini bildiklerinden hareketle sahneye<br />

çıkıyor. Biz ise Alman seyircinin bir<br />

ey bilmediğinden yola çıkıyoruz. Almana<br />

Sen Türkler hakkında hiçbir bok bilmiyorsun,<br />

ama ben sana öğreteyim diyoruz.<br />

Çıkı noktamız bu. Böylece Almanın<br />

Türk bilgisini tamamlıyoruz. Türkiye<br />

hakkında, buradaki insanlarımız hakkında<br />

bilgi veriyoruz. Örneğin İslam hak-<br />

15


kında... Bir örnek vereyim... Ben, Dieter<br />

Hildebrandt, bir baka çok ünlü kabareci<br />

Urban Priol... Bizde oyunları vardı,<br />

oyundan sonra Frankfurttaki Türk lokantası<br />

Manolyada bulutuk. Aramızda, bir<br />

de Urbanın yardımcısı olan Doğu Almanyalı<br />

bir kadın vardı. İte Urban ve Dieter<br />

ile entegrasyonu konumaya baladık.<br />

Ama hiç kimse bana 45 dakika entegrasyon<br />

hakkında ne düündüğümü sormadı.<br />

Bu ikisi de Almanyanın önde gelen<br />

aydınlarıdır, malum. Olayları son derece<br />

eletirel ele alan,<br />

bilinçli yaklaan iki<br />

insan. Ama yanlarında<br />

oturan yabancıya,<br />

entegrasyonu<br />

30 senedir oyunlarına<br />

konu etmi bu<br />

adama, yani bana<br />

sormadan tartı-<br />

ıyorlar. Urbanın<br />

yardımcısı o Doğu<br />

Alman kız, sonunda<br />

dayanamadı ve<br />

Yahu tam Alman<br />

gibi davranıyorsunuz.<br />

Bu adam<br />

entegrasyonla ilgileniyor,<br />

ben üç oyununu<br />

seyrettim,<br />

hep entegrasyonla<br />

uğraıyor, tenezzül edip ona bir sormuyorsunuz<br />

dedi.<br />

- aırdılar mı?<br />

İNASİ DİKMEN - Bunlar tabii hemen<br />

Aaa, hakikaten, yahu sen ne diyorsun bu<br />

konuda inasi? demeye baladılar. Demek<br />

istediğim, böyle insanlar bile unutuyor<br />

bizleri. İslam hakkında mesela hiçbir ey<br />

bilmiyorlar. Benim bununla ilgili büyük<br />

iddialarım yok, ama ben sonuçta İslam<br />

kültüründen geliyorum, o kültürü, iyi ve<br />

kötü taralarını, artık neyseler, almıım<br />

ve bir baka kültürün içine gelmiim. O<br />

nedenle, benim İslam kültürüm senden<br />

fazla, o halde bana sor, bana sormadan<br />

karar verme... Böyle ite... Rahmetli<br />

Dieter ile, mekânı cennet olsun, çok tartıtık.<br />

Ona da Bilmiyorsun dedim, Bilmediğin<br />

bir ey hakkında ne tartııyorsun;<br />

bir bil, oku. Benim Hıristiyanlık hakkında<br />

bildiklerimin yüzde 10 kadarını bile sen<br />

Müslümanlıkla ilgili olarak bilmiyorsun.<br />

Ama ben Hıristiyanlık hakkında genelgeçer<br />

yargılar vermedim ki, u öyledir<br />

diye. Çünkü sen de Hıristiyansın, piskopos<br />

da, sokaktaki insanlar da... Neyse<br />

böyle eyler söyledim Dietere o akam.<br />

Bizim getirdiğimiz farklılıklardır bunlar.<br />

Baka bir kültürü tanıtıyoruz aslında. Biz<br />

Türk kültüründen yetitiğimiz için daha<br />

çok Alman kültüründe gördüğümüz garip<br />

eyleri gösteriyoruz. Kendi kültürümüzdeki<br />

acayip yanları da Almanlara aktarıyoruz.<br />

Böylelikle bir kültür karılatırması<br />

yapıyoruz.<br />

- Ya genç kuak?<br />

İNASİ DİKMEN - Burada yetien<br />

çocuklar Türk kültürünü bizim kadar bilmiyorlar.<br />

Onlar Türk kültürünü sanki<br />

ikinci elden yaamılar. Biz ise Alman kültürünü<br />

ikinci elden yaadık. Bizim gençler<br />

daha çok Almanca ve Almanyayı biliyor.<br />

Ama onların getirdikleri tiplemeler kendi<br />

insanlarının tiplemeleri; Alman ve Türk<br />

tiplemeleri. O bakımdan da aramızda bir<br />

fark var.<br />

- Galiba inasi “ikmen’i bu alanda bir tür<br />

milat olarak anacağız. Gerçi imdilerde<br />

sözünü ettiğimiz genç kuaktan bir Bülent<br />

Ceylan 50 bin seyirciyi Frankfurt Stadı’na<br />

toplayıp güldürebiliyor, ama...<br />

İNASİ DİKMEN - Dediğim gibi, onlar<br />

Türkleri ikinci, üçüncü elden biliyor.<br />

Almanya ve Almancanın içine doğmular,<br />

bizlerse Almancayı sonradan öğrendik. Bu<br />

da önemli bir fark.<br />

- İyi de, bu kuaktan biri çıkıp imdi<br />

Ben kabare, tiyatro kuracağım falan der<br />

mi? “jango Asül, Fatih Çevikkollu, Murat<br />

Topal, Bülent Ceylan... “iyebilirler mi böyle<br />

bir ey?<br />

İNASİ DİKMEN - Ben tiyatro açmaktan<br />

niye korkayım? Ne ister bir tiyatro? İyi<br />

bir program ister. İyi bir metin ister. Ben<br />

16


iyi yazdığımı biliyordum. Yazdıklarımın<br />

tuttuğunu biliyorum. Okuduğum zaman<br />

seyircinin dikkatini çekebildiğimi biliyorum.<br />

Muhsin Omurca ile 80lerin ortasında<br />

Knobi-Bonbonu kurmadan önce<br />

kaç kez okuma yaptım... Yüzlerce okumada<br />

nasıl tepki aldığımı biliyorum. Beni<br />

Berlin Senatosu 1996da resmen davet<br />

etti. Bir Alman-Türk Kabaresi (Deutsch-<br />

Türkisches Kabarett) kurmamı istediler.<br />

Devamlı Türkler oynayacaktı. Ben istemedim<br />

onu. Bu tür bir kabare istemediğimi<br />

söyledim. Ben Deutsches Kabarett<br />

(Alman Kabaresi) istedim, orada tüm<br />

yabancılar oynayacaktı. Ben sahne bulamayan<br />

tüm yabancılara kapılarımı açmak<br />

istiyordum. Bu benim için aynı zamanda<br />

politik bir sorumluluktu. Ben o politik<br />

bilincin içindeyim. Arap, Yahudi, İtalyan,<br />

Türk hepsi geldiler daha sonra ve bende,<br />

die Käsde oynadılar. Kendilerini gösterecek<br />

baka yerleri yoktu. Tabii biz die<br />

Käs olarak hemen referans olduk. Yani,<br />

bizde sahneye çıkan Ben die Käsde<br />

oynadım diyebiliyordu.<br />

- İin baından itibaren, Ben burayı genç<br />

arkadalara açacağım diyordunuz, hatırlıyoruz...<br />

İNASİ DİKMEN - Aynen öyle. Özellikle<br />

yabancı kökenli genç çocuklara mutlaka<br />

yer açarım, onlara hep yerim vardır.<br />

Artık bir yer olmaktan çıktık, bir referans<br />

olduk; bir referans veriyorum. Elbette her<br />

iki cümle kuranı da çağırmıyorum, izliyor<br />

ve seçiyorum.<br />

- Almanlar Türklerin hangi özelliklerine,<br />

Türkler Almanların hangi özelliklerine<br />

gülüyor? İki toplumun birbirine gülme<br />

denklemini siz içinden yaadınız.<br />

Gözlemleriniz neler?<br />

İNASİ DİKMEN - Bir kere öyle bir<br />

ey var: Türkiyede bizi Almanca izleyen<br />

seyirciyle buradaki Alman seyirci arasında<br />

korkunç bir entelektüel fark var.<br />

Türkiyedekilerin entelektüel gücü sıfıra<br />

yakın; hiçbir bilgisi yok, ama çok önyargısı<br />

var. Türkiyedekilerin de buradaki<br />

Türklerin de çok düman var kafalarında.<br />

Çok baskı var, Allah baskı yapıyor,<br />

peygamber baskı yapıyor, Kuran, İncil<br />

baskı yapıyor... Türkiyede ise zaten her<br />

ey baskı; kafalarında insanların çok dümanları<br />

var. Türk seyirciye bir ey anlattığımızda,<br />

hele yanında Alman seyirci<br />

de varsa, kendisine saldırıldığını düünüyor<br />

hemen. Bana saldırıyor, beni rezil<br />

ediyor bunlar falan diyor. Oysa amaç o<br />

değil ki. Ben sahneye Türkleri zayıf yanlarını<br />

getirdiğimde, amaç Almanlara Bizim<br />

sizden altta kalır bir yanımız yok. Bizim<br />

de zayılıklarımız<br />

var. Onlardan biri de<br />

ite bu falan diyebilmek.<br />

Amaç, böylelikle<br />

bir özgürlemeyi<br />

sağlamak. Kurtulmalarını<br />

sağlamak.<br />

Yoksa rezil<br />

edecek bir ey yok<br />

ortada. Zaten entelektüel<br />

seyirci, sahnede<br />

söylenenlerin<br />

rezil etmek değil,<br />

eletirmek için yapıldığının<br />

hemen farkına<br />

varır. Biz seyirciyi<br />

kafasının içindeki<br />

dümanlardan<br />

özgürletiriyoruz<br />

aslında. O kafasının<br />

içindeki dümana hiç olmazsa bir sempatiyle<br />

bakmasını istiyorum. Hicivdeki amaç<br />

da zaten odur. Ben Cem Yılmaz gibi bir<br />

sinik değilim...<br />

© Foto: ömer yaprakkıran<br />

- Sinik olmak mizahı yaralıyor mu?<br />

İNASİ DİKMEN - Evet. Ben Cem<br />

Yılmazın gösterilerini izledim. Hakaret<br />

ettiği insanların parasıyla geçinen biri.<br />

Ben sinik değilim. Ben insanları severek<br />

eletiriyorum, onlara sempati duyuyorum,<br />

kendimi onların yerine koyabiliyorum.<br />

Kurbanıma, yani sahnede eletirdiğime de<br />

empati duyuyorum. Hiçbir Almana ya da<br />

Türke sahnede küfretmem...<br />

- Aziz Nesin geni mi var sizde de?<br />

İNASİ DİKMEN - Onun eğitimi var.<br />

17


Türk mizahçıların mizahçılığı sinik<br />

değildir. Kendini beğenmi, halka yukarıdan<br />

bakan, baka kimseyi beğenmeyen<br />

bir tip değiliz biz. Halkın içindeyiz, halkız.<br />

Toplumların Amerikanlatırılması bu<br />

sonuca yol açtı. Cem Yılmaz çok güzel<br />

espriler yapıyor, ama hep bakasının sırtından<br />

yapıyor, hep bakasının cebinden<br />

yiyor yani. Oysa böyle bir sinizm bizim<br />

kültürümüzde yok, bize yabancı bir ey.<br />

Anadoluda yok. Yani İslamda var, ama<br />

Anadoluda yok. Almanyada ünlü kabareci<br />

Harald Schmidt de böyle bir siniktir<br />

mesela. Almanlar Türklerin salıklarına,<br />

salaklıklarına çok gülüyorlar. Ama Türkleri<br />

tanımadıkları için ona gülüyorlar.<br />

Biz de diyoruz ki, Biz böyleyiz. Sizi de o<br />

kadar salakça seviyoruz. Aslında sevginin<br />

içinde salaklığın olduğunu da söylüyoruz.<br />

Alman böyle gülüyor, Türk de Hakikaten<br />

bu kadar salakça seviyoruz yahu diye<br />

gülüyor, yani kendi salaklığına gülüyor.<br />

Benim amacım da o zaten. Son oyunum<br />

Islam für Anfänger (Acemiler için İslam)<br />

böyle bir ey. Eğer Alman seyircinin istediği<br />

İslam programını yapsaydım, ben de<br />

o 50 bin kiilik statları doldururdum. Ben<br />

yazmadım. Bile bile yazmadım. Bir sene<br />

çalıtık, Nasıl yapalım? diye düündük.<br />

Dümanca davransaydık para kazanırdık,<br />

ama amaç o değil. Benim anam babam<br />

namuslu Müslümanlardı. Bu namuslu Müslümanların<br />

inandığı bir dinin böyle aptal<br />

yerine konulması benim ağırıma gitti doğrusu.<br />

Buna bir açıklık getirmek lazım.<br />

Sen aydınım diyorsan, okumuum biraz<br />

bir ey biliyorum diyorsan, senin sosyal<br />

sorumlulukların vardır. Siniklerin sosyal<br />

sorumluluğu yok.<br />

- İnsanı sinik olmaktan toplumsal sorumluluk<br />

duygusu mu kurtarıyor?<br />

İNASİ DİKMEN - Ya Sosyal sorumluluğum<br />

var dersin, o zaman İslamı da<br />

baka türlü yorumlarsın ve Almana öyle<br />

öğretirsin ya da dersin ki Evet arkada,<br />

bizde karı dövülür, bizde öyle yapılır,<br />

böyle yapılır, biz de zaten hep yağmayla<br />

geçindik. Ben bunları bilmiyor muyum?<br />

İslam hep yağmadan geçindi, Osmanlı da<br />

öyle, kendi bir ey yaratmadığı ve yağmadan<br />

geçindiği için çöktü. Bunları ben<br />

söyleyemez miyim? Bunları söylememek<br />

namusluluktur. Tereciye tere satılmaz.<br />

Biz buraya gelip bu toplumu İslama karı<br />

daha çok kıkırtırsak, o zaman bizim<br />

aydın namusumuz falan kalmaz.<br />

- Neden?<br />

İNASİ DİKMEN - Çünkü benim bir<br />

görevim de dinler arasındaki, uluslar arasındaki<br />

barıı sağlamak. İnsan olarak<br />

bunu yapabilmeliyim.<br />

- Kim daha çok gülüyor?<br />

İNASİ DİKMEN - İin garibi Alman<br />

insanı Türklerden daha çok gülüyor.<br />

Türkler ikili sohbetlerde çok güler, ama<br />

Türkler mesela arabasıyla yola çıktığında<br />

çok saldırgan, bencil... Politikacısı, iadamı,<br />

polisi... Git Türkiyeye, görürsün...<br />

Arabaya binen herkes yayanın üzerine<br />

üzerine sürer, en basitinden. Onun için<br />

Almanları güldürmek biraz daha kolay.<br />

Almanları güldürmek istiyorsan, onları<br />

namuslu bir ekilde eletireceksin. O<br />

zaman gülüyorlar...<br />

- “ieter Hildebrandt’ın hayatınızda çok<br />

önemli bir yeri olduğunu her fırsatta yinelyorsunuz.<br />

Siz iki dilde aka yapabilen,<br />

hayatını da böyle kazanan bir insansınız.<br />

Hildebrandt’ı eğer Türkçe konuan dünyaya<br />

anlatmak gerekseydi, neleri öne çıkararak<br />

anlatırdınız onu?<br />

İNASİ DİKMEN - Almanyada bu<br />

özel televizyonlar baladığında Dieter<br />

Hildebrandta geliyorlar ve iyatını soruyorlar.<br />

Program yapmak istiyorlar. Dieter,<br />

asronomik bir rakam söylüyor. Çok<br />

pahalı diyor televizyoncular. O da Yahu<br />

herkes satılık, benim de iyatım bu diyor.<br />

Bir defasında, konuuyorduk, bana Bir<br />

namusum var, ama ben namusumun iyatını<br />

bilmiyorum, onu öğrenmeye çalııyorum<br />

demiti. Yani namussuzluğa<br />

geçi için ne kadar para gerekiyor, bilmiyorum<br />

demiti. Özellikle imdiki Türk<br />

toplumuna Dieter Hildebrandtın vereceği<br />

çok ey var: Namus. Dieterin ente-<br />

18


lektüel namusu vardı. O namus yüzünden<br />

de zaten çekmediği kalmadı. Çok çalııyordu,<br />

ama en az para kazananlardan birisiydi.<br />

Sinemaya geçmedi, bir eyler kaybedeceğini<br />

düünüyordu. Dieterin kabaresi<br />

80lerde bir ara Bavyera televizyonu<br />

tarafından programdan çıkarılmıtı. O<br />

yine çalımalarını sürdürdü. Sırf topluma<br />

bir eyler söyleyebilmek, topluma yanlılarını<br />

hatırlatmak için devam etti. Bu<br />

bizim entelektüellerimizde, Aziz Nesinden<br />

sonra, pek olmadı. Aziz Bey namuslu bir<br />

insandı. Korkusuz bir insandı. Ama bir<br />

yanıyla da bir köylü kadar tutucuydu. Hep<br />

Türkiyenin kendisine çok ey verdiğini,<br />

bu borcunu geri ödemesi gerektiğini düünüyordu.<br />

Kendisine yapılanları hep namusuzların<br />

yaptığını söyler, Bu ülke sadece<br />

o namussuzların değil derdi. Aziz Ağabey<br />

gibi insanlara ihtiyaç var bu devirde. Türkiye<br />

devleti, devletin karısında, kendisini<br />

eletirecek bir entelektüelin yetiip boy<br />

atmasına izin vermedi. Atatürk de Nâzım<br />

Hikmete izin vermemiti. Sonrakiler de<br />

hiç vermedi. Aziz Nesin bu entelektüel<br />

namusu içeri gire gire ve zorla kazandı.<br />

- “ieter Hilderbrandt’tan bahsederken hep<br />

Aziz Nesin’i de düünüyorsunuz...<br />

İNASİ DİKMEN - Evet öyle. Ayrıca<br />

Dieter bana para falan vermedi, ama<br />

maddi yardımda bulundu. öyle bulundu:<br />

Beni tanıttı, televizyondaki ünlü programı<br />

Scheibenwischere çıkarttı. Sonra<br />

Frankfurtta die Käsi açınca geldi, oynadı.<br />

Hatta bir oyununda sahne spotlari falan<br />

patlamıtı, buna rağmen programını<br />

aksatmadı ve sonuna kadar Ne yapalım!<br />

diye oynadı. Entelektüel namus ite. Bana<br />

ve kendine olan saygısı. Teknik aksaklıkta<br />

sadece die Käsin sahibi rezil olmuyor,<br />

sahnedeki sanatçı da rezil oluyor. Gösterisini<br />

tamamladı.<br />

- Siz Türk sanatçılarla çalımadınız mı?<br />

İNASİ DİKMEN - Çok çalımadım.<br />

Çalımak istediklerim oldu, onlar da<br />

çok zorluk çıkardılar. Program yapamıyoruz,<br />

çünkü kesin tarih veremiyorlar.<br />

Aziz Nesinden sonra o entelektüel namus<br />

gitti. Özetle: Aziz Nesini anlamak için<br />

Dieter Hildebrandtla, Dieter Hildebrandtı<br />

anlamak için de Aziz Nesinle ilgilenmek<br />

gerekiyor.<br />

- “ie Käs, nasıl bir ürün oldu sonuçta?<br />

İNASİ DİKMEN - Aslında bizim ürünümüz<br />

olmaktan çıktı. Tıpkı çocuk gibi,<br />

zaman içinde bakalaıyor. Çocuğun üzerinde<br />

herkesin etkisi var, öyle. Ama die<br />

Käsin bu hale gelmesinde birçok isimsiz<br />

kahramanın da büyük payı vardır. Alman<br />

sanatçı arkadaların süreklu gelmeleri,<br />

bize onur vermeleri, tutunmamızda etkili<br />

oldu. Ve onların verdiği bu onuru biz de<br />

onur olarak gençlere iletebildik. Bize<br />

gelen çocuğa da bir o onuru veriyoruz. O<br />

da palazlanınca o onuru bize geri veriyor.<br />

Bu böyle karılıklı bir alıveri oldu. Bir<br />

de seyircinin katkısı büyük oldu. Mesela<br />

birçok yalı Alman geldi, bize paraları<br />

olmadığını ama kabaremizin programlarını<br />

gönüllü olarak dağıtabileceklerini söylediler.<br />

Kamil Yiğit arkadaımız inanılmaz<br />

bir destekte bulundu emeğiyle. Kamilin<br />

bir sahneye çıkıp benim yerime oynamadığı<br />

kaldı. Ayrıca Alman sendikacılığının<br />

yakından tanıdığı Yılmaz Karahasanın<br />

ileri yaına rağmen kabaremizde seyirciye<br />

bira satması... Bunlar unutulacak eyler<br />

değil. Büyük yardımlar aldık, programı<br />

ben yapıyordum, ama yardım aldıkça cesaretimiz<br />

arttı. Bir de eim Aye. Eğer Aye<br />

olmasaydı, o tiyatroyu çok iyi açardım,<br />

ama bir hafta sonra da kapanırdı. Bu i<br />

ekip ii. Binlerce destek oldu.<br />

- Siz Almanyalı Türkleri de tanıyorsunuz<br />

Türkiyeli Türkleri de... Ne gibi mizahi farkları<br />

var?<br />

İNASİ DİKMEN - Türkiyedeki Türkler<br />

kaba mizaha, yani belden aağıya gülüyorlar.<br />

Türkiyedekilerin seyirci olarak<br />

bilgi birkimi yok. Buna en entelektüeller<br />

de dahil. Türkiyedeki Türkler tek taralı.<br />

Genelleme olarak söylüyorum. Bunların<br />

içinde bir bölümü hakikaten dünyayı<br />

görmü, dünyaya açık insanlar olabilir.<br />

Ama Türkiyedeki Türkleri baskıları<br />

çok, içlerindeki dümanları çok. Buradaki<br />

19


Türkler ise biraz daha serbest yaıyorlar.<br />

Buradaki Türklerin en büyük hatası, hâlâ<br />

Türklükten kurtulamayıları. Dılarındaki<br />

baskıyı kullanıp Eh ben de Türk olayım<br />

bari! diyorlar. Fakat buradaki Türklerin<br />

entelektüel dünyası daha geni. Buradaki<br />

çocuklar en azından Parise, Viyanaya,<br />

İtalyaya okuluyla bir kez gitmitir.<br />

Türkiyede ise üniversiteyi bitiren çocuk<br />

bile Avrupaya çıkamamı baka bir kültür<br />

görememitir. Bir düman olarak gördüğü<br />

Kürt vardır ya da Arap vardır, baka bir<br />

ey yoktur. İstanbuldakiler böyle, köydekilerin<br />

durumu ise çok daha kötü. Televizyonlar<br />

da bir ey göstermiyor. Buradakiler<br />

daha açık. Bir de azınlık olmanın<br />

getirdiği eyler var. Azınlık olmak insanı<br />

dünyaya daha geni cepheden baktırıyor.<br />

Birçok hümanistin, ilozofun Yahudi olması<br />

tesadüf değil. 3 bin yıldır baskı altındaki<br />

bir toplum kendini açmak zorunda.<br />

Demokrat olalım, ezmeyelim bakalarını<br />

derken kendini savunmak zorunda. Çünkü<br />

ezilen kendisi olabilir. buradaki Türkler<br />

yapıyor bunu. Ama Türkiyedeki Türklerin<br />

böyle bir sorunu yok. Bir kalitesi yok. Eğer<br />

bir ülkenin babakanı her televizyona çıkı-<br />

ında küfrederse, bağırıp çağırırsa, kimse<br />

de buna ses çıkarmazsa.... Adamın kendisini<br />

gelitirme ansı kalmıyor ki...<br />

- Peki ya Haziran İsyanı veya Gezi “irenii<br />

denilen tepkiyi nasıl görebiliriz? 10 milyona<br />

yakın insanın sokağa çıkıp tepki vermesi...<br />

İNASİ DİKMEN - Ha, ite Gezide çıktı<br />

tek gururlandığımız ey. Ondan baka bir<br />

çıkı var mı? Yine de çok gurur verdi. Gözlerim<br />

yaardı.. Ben askeri veya sivil darbeye<br />

karıyım, ama bakaldırmanın da<br />

zamanı gelmiti...<br />

- Aziz Nesin’i yetitiren Türkiye’den hep bir<br />

umut var mı diyorsunuz?<br />

İNASİ DİKMEN - Evet, ama böyle derseniz<br />

tabii sesimi kesmi oluyorsunuz...<br />

- Son oyununuz İslam für Anfängerde<br />

nasıl tepkilerle karılatınız?<br />

İNASİ DİKMEN - Araplardan tepki<br />

aldım. Wiesbadendaki gösterimde, üniversite<br />

çevresinde bir davetti, oyundan<br />

sonra alkıladılar falan. 100-120 kiilik<br />

küçük bir salondu. Sonra Frankfurta die<br />

Käse telefon etmi biri, telesekretere<br />

bir not bırakmı. İte, Sizin yaptığınız<br />

doğru değil, İslam dümanlığı yapıyorsunuz,<br />

bunun cezasını görürsünüz falan<br />

diyor. Telefon numarasını da bırakmı.<br />

Ben bununla bir konutum, oyuna tekrar<br />

gelmesini istedim, Gel izle, sonra oturup<br />

konualım dedim, ama gelmedi. Ben<br />

geleyim dedim, onu da yapmadı. Sonra<br />

Hannover yakınlarında küçük bir köyde<br />

oynadım. Aii gören iki Arap genci gösteriyi<br />

organize eden kurulua gidip Biz<br />

İslama hakaret edene öyle öyle yaparız<br />

falan demiler. Kurulu da Oyunu sahneleyenin<br />

kendisi Müslüman, gelin ona söyleyin<br />

söyleyeceklerinizi demi. Neyse<br />

bunlardan biri o gösteriye geldi ve<br />

oyundan sonra Karde, çok güzel, valla<br />

çok güldüm dedi.<br />

- Bunu nasıl yorumluyorsunuz?<br />

İNASİ DİKMEN - Bunun anlamı u:<br />

Adamların herhangi bir bilgisi yok yapılanlar<br />

hakkında, ama İslam falan deyince<br />

hemen olumsuz düünüyorlar. Bir dümanlık<br />

gibi görüyorlar. Benim istediğim<br />

ise, bu oyunda İslam hakkında bilgi<br />

vermek. Ben de onu yapıyorum. Doğrudur,<br />

aklı baında olan insanlar bunun<br />

dinlere karı bir program olduğunu anladılar.<br />

Dinlere karı, ama İslama karı<br />

değil. Teologlar da geldiler, Katolikler,<br />

Protestanlar... Islam für Anfängerin<br />

antiklerikal, din karıtı bir oyun olduğunu<br />

onlar da söylediler. Evet dedim,<br />

amaç da buydu. Ama biz İslam dümanlığı<br />

falan görmedik de dediler. Göremezlerdi,<br />

yoktu çünkü. Benim kabareci olarak<br />

iim, aklıma gelen bir ikri, karıya, seyirciye<br />

onu sıkmadan iletmek. Bunu nasıl iletebilirim?<br />

Karı olmak, olmamak, bunlar<br />

önemli değil. Ben kafama sınır getirirsem,<br />

bir otosansür uygularsam bir daha tek<br />

kelime bile yazamam ki... (FHF)<br />

20


Regional,<br />

Hessisch aber<br />

Türkisch<br />

www.hessen-toplum.com<br />

21


STUTTGART’TA<br />

12’İNCİ<br />

TÜRK-ALMAN KABARE<br />

HAFTASI<br />

Gülmenin ve güldürmenin<br />

TÜRKSEL eyleri<br />

STUTTGART’TA 12’NCİ YILINA GİREN VE GELE-<br />

NEKSELLEŞTİĞİ GÖZLENEN TÜRK-ALMAN KABARE<br />

HAFTASI HER ZEVKE HİTAP EDEN BİR ETKİNLİĞE<br />

DÖNÜŞMÜŞ GÖRÜNÜYOR. BU YIL 18-27 MART<br />

TARİHLERİ ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLECEK OLAN<br />

GÖSTERİLERLE İLGİLİ OLARAK, ALMAN KABARE-<br />

SİNİN KÖLNLÜ “FENOMENİ” FATİH ÇEVİKKOLLU<br />

BAZI AÇIKLAMALAR YAPTI. ÇEVİKKOLLU’YA GÖRE<br />

GÜLMEK “GERGİNLİKLERİN ÇÖZÜLMESİ” ANLA-<br />

MINA GELİYOR VE BİRÇOK KÜLTÜRÜN ELDEN<br />

GEÇİRİLDİĞİ BU KABARE GÜNLERİNDE TAM BİR<br />

“ÇÖZÜLÜM” HEDEFLENİYOR. GÖÇÜN TOPLUMU<br />

NASIL DAHA İYİYE GÖTÜRDÜĞÜNE TİPİK BİR ÖRNEK<br />

OLARAK BU KABARE HAFTASININ GÖSTERİLEBİLE-<br />

CEĞİNİ BELİRTEN ÇEVİKKOLLU, RENİTENZ TİYAT-<br />

ROSU SALONLARINDAKİ BU ŞENLİKTEN HERKESİN<br />

ZEVKİNE GÖRE BİR ŞEYLER ALABİLECEK DURUMDA<br />

OLDUĞUNU BELİRTİYOR.<br />

22


ÖZCAN COŞAR<br />

(18 MART <strong>2016</strong>, CUMA 20.00)<br />

Alman kabaresinde, genç kuağın yeni<br />

ve iddialı isimleri arasındaki yerini kabul<br />

ettiren Özcan Coar, kendisinin nasıl<br />

tamamen değitiğini, mesleki yaamından<br />

örneklerle anlatacak. Coar, barmenlikle<br />

balayan bu ilginç ve maceralı yaamın<br />

basamaklarını, ayakları yere sağlam<br />

basan di hekimi asistanlığı, acaip havalı<br />

bir DJ, iddialı bir jimnastik hocası ve<br />

müthi bir breakdance ustası kimliğiyle<br />

nerelere geldiğini, bir sürü ödüle boğulan<br />

komedyenliğe nasıl geçi yaptığını izleyicilerle<br />

paylaacak.<br />

AYDIN IŞIK<br />

(19 MART <strong>2016</strong>, CUMARTESİ 20.00)<br />

Stuttgartta ilk kez sunulacak Mesih<br />

Gelmeden Önce balıklı programında,<br />

Aydın Iık, semavi dinlerin üzerinde görü<br />

birliğine vardığı bu mesihin Avrupaya<br />

nasıl ulaabileceğini, daha doğrusu bunu<br />

mümkün olup olamayacağını izleyicilerle<br />

tartıacak. Eğer Mesih, 2015 yıl önceki<br />

gibi yine Nasırada dünyaya gelirse, valla<br />

Avrupaya ulamak için bir vize almakta<br />

bazı güçlüklerle karılacaktır hatırlatmasında<br />

bulunan Iık, bu yolculuğun kodeste<br />

son bulabileceği uyarısında da bulunacak.<br />

✤<br />

TÜRK-ALMAN<br />

KABARE<br />

HAFTASI<br />

✤<br />

ŞEKER HASTALARI<br />

İÇİN ŞEKER BAYRAMI<br />

(20 MART <strong>2016</strong>, PAZAR 19.00)<br />

Sorunlu Türk-Alman bölgeleriyle<br />

ilgili ve giri niteliğinde bir akam bu.<br />

Stuttgartta ilk kez izleyici önüne çıkacak<br />

olan Moritz Netenjakob, Hülya Doğan-<br />

Netenjakob, Serhat Doğan ve Markus<br />

Barth, ark dünyasıyla kafa yapmaya çalıan<br />

iki Almanın yüzüne Türklerin<br />

nasıl ayna tuttuğunu anlatacak.<br />

Gecede bu aynalı halin sonuçları da<br />

tartımaya açılmı olacak.<br />

23


COMEDY ORİENT EXPRESS<br />

(22 MART <strong>2016</strong>, SALI 20.00)<br />

Fatih Çevikkollu, Ozan Akhan ve Özcan<br />

Coar, ark Ekspresinin çokkültürlü ve<br />

çok gülmeceli bir versiyonunu sunacaklar.<br />

İki Kölnlü ile bir Stuttgartlı komedyen<br />

artık sıkıla sıkıla turuya dönmü entegrasyon<br />

meselesini yeniden bir elden geçirecekler.<br />

Kabare, müzik, mizah ve oyunculuk<br />

el ele bir akam yaanacak.<br />

KERİM PAMUK<br />

(23 MART <strong>2016</strong>, ÇARŞAMBA 20.00)<br />

Alman kabare dünyasının deneyimli<br />

isimlerinden Kerim Pamuk, çalıma düzeniyle<br />

yaam düzeni arasındaki gelgitleri,<br />

bu mekanizmanın nasıl bir uygunluk noktasına<br />

sahip olabileceğini sahnede deneyerek<br />

gösterecek.<br />

Foto: İdilbayar.de<br />

İDİL BAYDAR<br />

(24 MART <strong>2016</strong>, PERŞEMBE 20.00)<br />

Son yıllarda sahnede ısrarla Almanya,<br />

Bak Mutlaka Konumamız Lazım! diyen<br />

Alman kabaresinin Berlinli rengi İdil<br />

İDİL BAYDAR<br />

24


Baydar, bütün bir ülkeyi çok ciddi sorunların<br />

çözümü için konumaya davet<br />

edecek. Almanya hakkında pek endieli<br />

olduğunu gizlemeyen Baydar, Jilet Aye<br />

ve Gerda Grieschke tiplemeleri üzerinden<br />

hareketimizin can alıcı sorunlarını sahnede<br />

irdeleyecek.<br />

MUHSİN OMURCA<br />

(25 MART <strong>2016</strong>, CUMA 20.00)<br />

Taksim Maksim ile ilk kez Stuttgartlı<br />

izleyenlerin önüne çıkacak olan Omurca,<br />

Almanların nasıl tam Türklerin ruh<br />

halini anlamaya balamıken ülkeyi basıveren<br />

mültecilerin akınlığını yaadığını<br />

anlatacak. Bu göçmenlerin Almanyayı<br />

nasıl değitirdiği örneklenecek. Birçok<br />

tanınmı Türkçe arkının Almanca versiyonları<br />

da bu program sayesinde izleyicilerin<br />

bir kulağından girip ötekinden<br />

çıkacak, böylece sahne daha da bir enlenecek.<br />

Kabare haftası çerçevesinde Alman gösteri<br />

dünyasının bu alandaki demirbaları<br />

arasındaki yerini sağlamlatıran Fatih<br />

Çevikkollu, “Emfatih” balıklı çalımasıyla<br />

26 Martta saat 20.00de sahne alacak.<br />

Giriimin Türkçe sürprizini 27 Martta<br />

da Alpay Erdem Ben Alpay Erdem balığı<br />

altında gerçekletirecek. Erdem,<br />

Türkçe gösterisinde, çocukluğundan,<br />

çocukluğunun ve imdinin popüler sanatçılarından,<br />

memleket hallerinden, dünyanın<br />

en komik futbol takımı Ayazmadan,<br />

bisiklet turlarından, sinirli koyunlardan,<br />

ruh hastası böceklerden, kafayı kırmı<br />

köklü iletmelerden, televizyon macerasından,<br />

uyduruk ödül törenlerinden, kısacası,<br />

hemen hemen her eyden bahsedecek.<br />

Stuttgarttaki etkinlikle ilgili ayrıntılı<br />

bilgi www.dtf-stuttgart.de adresinden<br />

alınabiliyor.<br />

MUHSİN OMURCA<br />

FATİH ÇEVİKKOLLU<br />

Foto: Fatihland.de Foto: omurca.de<br />

25


MUHSİN OMURCA DUVARA KARIDA<br />

Kabareden operaya<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Almanyadaki Türk kökenli kabare oyuncularına,<br />

stand-up ustalarına kapıyı usta oyuncu inasi Dikmen<br />

ile birlikte aralayan Muhsin Omurca, imdi de seyirci<br />

karısına opera ile çıkmaya hazırlanıyor.<br />

Muhsini uzun yıllardır tanıyorum. Hangi oyununa gidersem<br />

gideyim, ister Türkçe ister Almanca olsun, gülmekten kaç kere<br />

ağladığımı hatırlamıyorum.<br />

Hayırdır!<br />

Hem de tanınmı yönetmen Fatih Akının 2004 yılında Berlin<br />

Film Festivalinde Altın Ayı ödülünü kazanan Duvara Karı<br />

adlı ilminden operaya uyarlanan aynı isimli oyunda rol alıyor.<br />

Pes doğrusu.<br />

26


Muhsin Omurca ve dram. Birbirine<br />

çok uzak iki kelime. Üstüne bir de opera.<br />

Mutlaka yalandır, iftiradır dedik ve<br />

Muhsini aradık.<br />

Abi tenor musun? Yoksa Bariton mu?<br />

diye soracağız kendisine.<br />

Opera bilgimiz de bir yere kadar. Sonra<br />

ne sorabilirim ki?<br />

Ayrıca, u ülkede bizi katıla katıla güldüren<br />

ender adamlardan birini de, operaya<br />

mı kaptırdık diye içten içe hayılanıyoruz<br />

elbette bir opera tutkunu olarak!<br />

Muhsin rolün hayırlı olsun. Operaya<br />

balamısın abi? cümlesini hayal kırıklığı<br />

içinde kurduk, terk edilmi, ihmal<br />

edilmi komedi seyircisi gibi. Karıdaki<br />

ses gururla Haaa evet öyle oldu dedi.<br />

Nasıl yani bunlar dedikodu değil mi?<br />

diye son bir umutla sordum.<br />

Ne münasebet dedi.<br />

Opera ile ilgili tek yüksek bilgimi<br />

konuturdum: Peki abi, tenor musun,<br />

bariton musun?<br />

Sessizlik!<br />

Ne ilgisi var! dedi, Ben tek bir<br />

arkı bile söylemiyorum. Oyunda anlatıcıyım.<br />

Elimdeki metinlerin yüzde 70i de<br />

Türkçe. Sahnenin içeriğine göre duvarlara<br />

dev karikatürler çizeceğim, bir yandan<br />

da mizahi bir ekilde seyirciyle konuacağım.<br />

Oh be, dünyalar benim oldu. Tam ihanete<br />

uğramı kabare seyircisi triplerine<br />

girmeye hazırlanıyordum ki, bu sözleri<br />

kurtuluum oldu. Muhsin aynı bizim<br />

Muhsin.<br />

Ama böylesini de hiç duymamıtım doğrusu.<br />

Almanyada Türk rejisörün ilmi operaya<br />

uyarlanıyor. Yaklaık 8 yıldır çeitli ehirlerde<br />

Türkçe ve Almanca olmak üzere<br />

sahneleniyor. imdi de Giessen ehir<br />

Tiyatrosunda Türk kökenli bir kabare<br />

ustasının mizahi anlatımı ve dev karikatürleriyle<br />

seyirci karısına çıkıyor.<br />

Yok daha neler?<br />

Pegidacılara da yazık bir nevi. Bunca<br />

emek vermi adamlar bizi birbirimizden<br />

koparmak için, imdi çat diye sahnelerde<br />

kayna.<br />

Alman müzisyen Ludger Vollmerin bestelediği,<br />

Catherine Mivillenin yönetmenliğini<br />

üstlendiği ve 2 Nisanda prömiyerinin<br />

yapılacağı Duvara Karı operası için<br />

Muhsin Omurca sıkı bir kampa girmi.<br />

Sabah kalkıyor prova, akam yatıyor<br />

prova misali.<br />

Sanatçı olarak yaantısında da bir<br />

dönüm noktası olan Duvara Karı operasında<br />

Muhsin sadece anlatıcı değil aynı<br />

zamanda Cahitin kankası erefi de canlandırıyor.<br />

Stuttgart-Barselona hattındaki sohbetimizi<br />

merak edenler için, ite arkı söylemeyen<br />

opera oyuncusu Muhsin Omurca ve<br />

anlattıkları:<br />

Alyans ve can simidi @Muhsin Omurca / omurca.de<br />

27


SIKI BİR KAMPA GİRMİŞ<br />

Operada ilk kez yer alıyorum. Daha<br />

önce Essen ve Münih Gasteig Senfoni<br />

Orkestraları ile sahne aldım. Ama orada<br />

kendi gösterimden kesitler oynamıtım.<br />

İçerik açısından hüzünlü, dramatik. Ancak<br />

bana rolü teklif ettiklerinde Kendi bölümlerini<br />

istediğin gibi yorumla, istersen<br />

mizah katabilirsin dediler. Orkestra<br />

müzik çalarken sahnedeki duvarlara karikatür<br />

çizmem isteniyor. Yani oyun her sahneleniinde<br />

yeniden yaratacağım. Saat<br />

tuttuk, bir karikatür 2 dakikaya yakın<br />

çiziliyor.<br />

Sahnedeki dev duvarlara çizeceğim<br />

karikatürlerden biri öyle: Sibel kendi<br />

geleneklerine hapsolmu. Birol da sıkımı<br />

bir hayat sürüyor. Özgürlüklerde bir sorun<br />

var yani. Özgürlüğüne kavumak için kız<br />

evliliği can simidi gibi görüyor. Sahnede,<br />

duvara çizilmi bize yandan bakan bir<br />

balık var. Hemen yanında bir baka balık<br />

duruyor. Birbirlerine bakan âık balıklar.<br />

İkisinin alnının ortasından kavisli bir çizgi<br />

geçiyor. Yani Sibel kavanozun içindeki<br />

cama alnını dayayıp Birola bakıyor. Birol<br />

da çok daha büyük bir kavanozun içinde.<br />

Bir diğer karikatür ise öyle: Nian<br />

yüzüğü kutucuğu açılmı durumda.<br />

Yüzükler ise can simidi eklinde. Bize de<br />

çok benzer. Bizde de kadınlar bir akvaryumdan<br />

diğerine geçer.<br />

Almanyada ilk kez Türk kökenli bir<br />

kabare oyuncusu olarak Duvara Karı<br />

gibi dramı anlatan bir operada karikatürleriyle<br />

anlatıcı olarak seyirci karısına<br />

çıktığım için onur duyuyorum ama<br />

bir o kadar da heyecanlanıyorum. Benim<br />

için de çok farklı ve değiik bir tecrübe.<br />

Karikatürlerimi hiç seyirci önünde çizmemitim.<br />

Bu da çok riskli. Provalarda bunu<br />

amaya çalııyoruz. Üstelik opera aslında<br />

seyirci olarak ilgi alanım dıında kalıyor.<br />

Ben tiyatrodan holanan bir insanım. Repliklerin<br />

yüzde 70i Türkçe olacak. Seyirci<br />

ile direkt iliki kurabildiğim için beni bu<br />

olaya çağırdılar sanırım.<br />

DİETER HİLDEBRANDT’IN DA<br />

YÖNETMENİ MİVİLLE<br />

Ayrıca yaklaık 70 kiilik oyuncu kadrosu,<br />

30 kiilik korosu, kostümcüsü falan.<br />

Öyle kolaylıkla sahneye konabilecek bir<br />

oyun değil. Rejisör Catherine Miville aynı<br />

zamanda beni de Alman televizyon ekranlarına<br />

kazandıran Dieter Hildebrandtın<br />

Scheibenwischer gösterisinin de yönetmenliğini<br />

yapan isim. Aradan 20 sene<br />

geçti ve yine beni buldu, operaya çağırdı.<br />

Hayat bazan görünmez ağlarını böyle<br />

örüyor. Bana bunu ilk kabare oynamaya<br />

baladığım yıllarda söyleyecektiniz, operada<br />

anlatıcı olacağıma asla inanmazdım.<br />

Aklımın ucundan bile geçmezdi. Hayat ite.<br />

Ayrıca Duvara Karı, Almanyadaki<br />

Türkçe operanın olduğu ilk gösteri olarak<br />

bilinse de, kendisi aynı zamanda Giessen<br />

ehir Tiyatrosu Genel Müdürü de olan<br />

Mivillenin ikinci kez sahneye koyduğu<br />

Türkçenin de yer aldığı bir oyundur.<br />

Bundan birkaç yıl önce Türkçe pasajlar<br />

kattığı bir operayı sahneye koymu. Seyircilerden<br />

genç bir Türk kızı oyun sonrası<br />

yanına yaklamı ve İlk defa muhatap<br />

alındığımı hissettiğim için geldim, çok<br />

memnun ayrılıyorum demi. Miville<br />

çok etkilenmi. Sonra da bunu sahneye<br />

koymu. Orta Hessen Türk Toplumu da çok<br />

destekliyor bu çalımayı.<br />

Çokkültürlü kadro, iki dilli opera<br />

Kadrosu da çok farklı. Barol oyuncusu<br />

İspanyol örneğin. Türk, Avusturyalı,<br />

Bulgar, Çinli, Vietnamlı, Latin Amerikalı,<br />

İsviçreliden oluan tamamen uluslararası<br />

bir kadro ile seyirci karısına çıkıyor.<br />

Bazıları Almanca bilmeseler bile<br />

yabancı bir dili çok güzel telafuz edebiliyorlar.<br />

Örneğin barol oyuncusu Dilara<br />

Bastar 3 senedir Almanyada ve Almancayı<br />

resmen sökmü. İnanılır gibi değil. Türk<br />

ve Alman Toplumu'nun birbirini anlaması,<br />

kültürlerin bir anlamda kaynaması için<br />

üretilen önemli projelerden biri bence. İki<br />

dilli Almanca ve Türkçe bir opera. Farklı<br />

kültürlerden, farklı coğrafyalardan insanları<br />

gördüğünüz gibi sanat birletiriyor.<br />

28


Medeniyeti istiyorsak sanata yüklenmemiz<br />

gerekiyor.<br />

u anda Türkiyeden Yunanistana geçmeye<br />

çalıan insanlar boğuluyor. Terör<br />

var. Sanatın gücü ite burada. Bazılarının<br />

sanatı reddetmelerinin sebebi de birletirici<br />

olması. Sanat dümanlığı tam da bu<br />

noktadan kaynaklanıyor.<br />

Bu arada orkestrada bağlama, zurna,<br />

kaval ve mey gibi Türk çalgılarının yer<br />

alması da bir operada ilk kez oluyor.<br />

Ansiklopedi gibi bir nota defteri var. Son<br />

derece büyüleyici.<br />

Bu rolü kabul ettiğim zaman, ilmi yıllar<br />

sonra tekrar izledim. Fatih Akın öylesine<br />

mükemmel bir senaryo yazmı ki,<br />

gerçekten de alkılıyorum. Bu baarıyı<br />

tesadüf eseri yakalamadığı belli. Böyle bir<br />

eser akıl ii. Zaten tiyatrolarda her yerde<br />

sahneleniyor. Duvara Karı, Almanyada<br />

tiyatro ve opera dünyasında kült haline<br />

gelmi. Kült olmak en büyük madalyadır.<br />

Her babayiğidin harcı değildir. Ben Türk<br />

seyircinin de Duvara Karı operasına<br />

sahip çıkacağına inanıyorum.<br />

FARKLI BİR BOYUT<br />

Ben Almanyada, Muhsin İspanyada,<br />

whatsapp üzerinden gerçekletirdiğimiz<br />

görümeden, Muhsinle sohbetimizden<br />

bazı kesitleri aktardım. Merakla dinledim<br />

Muhsini. Eminim ki, siz de ilgiyle okudunuz<br />

aktardıklarını. Biz, kabare oyuncumuz<br />

Muhsini opera dünyasına ödünç<br />

verdik. Opera, Muhsin Omurca ile, hem<br />

karikatürleri hem de usta anlatımı ile<br />

farklı bir boyut kazandı.<br />

Bu dev kadrolu, dev bütçeli, çokkültürlü<br />

ve iki dilli kült oyunu Hessen Eyaletinde<br />

Frankfurttan Wiesbadene kadar birçok<br />

kentten Türk ve Alman seyircinin Muhsin<br />

Omurcanın anlatımıyla izlemek için sabırsızlandığına<br />

inanıyorum.<br />

İte bu nedenle, bir kez de buradan<br />

Almanyanın prestijli ehir tiyatrolarından<br />

Giessen ehir Tiyatrosunun operaya uyarladığı<br />

Duvara Karının kadrosunu ve gösteri<br />

tarihlerini veriyorum.<br />

Müzik Yönetmeni: Martin Spahr<br />

Senaryo:<br />

Cathérine Miville<br />

Sahne Düzenleme: Lukas Noll<br />

Kostüm:<br />

Anika Klippstein<br />

Koro Yönetmeni: Jan Hofmann<br />

Koreografi: Inga Schneidt<br />

Dramaturgi: Matthias Kaufmann<br />

Oyuncular:<br />

Cahit:<br />

Gabriel Urrutia<br />

Sibel:<br />

Dilara Bastar<br />

Yunus Güner, Sibel’in Babası: Tuncay Kurtoğlu<br />

Dr. Schiller, Psikiyatrist: Tomi Wendt<br />

Birsen Güner, Sibel’in Annesi: Denise Seyhan<br />

Yılmaz Güner, Sibel’in Erkek Kardeşi: Kerem Kürkçüoğlu<br />

Niko, Hamburg’da Barmen / Hüseyin, İstanbul’da Barmen:<br />

Dan Chamandy<br />

İstanbul’da Garson: Sang-Kyu Han<br />

Selma, Sibel’in Kuzeni: Mine Yücel<br />

Şeref, Cahit’in Arkadaşı, Anlatıcı: Muhsin Omurca<br />

Maren, Cahit’in Sevgilisi: Inga Schneidt<br />

Dansçılar: Abtin Afshar-Ghotlie / Dominik Blenk /<br />

Markus Heldt / Mario Ngouen<br />

Gösteri Tarihleri:<br />

20.03.<strong>2016</strong> / 11:00 / Großes Haus / Tanıtım<br />

02.04.<strong>2016</strong> / 19:30 / Großes Haus | Prömiyer<br />

15.04.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

28.04.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

21.05.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

10.06.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

24.06.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

09.07.<strong>2016</strong> | 19:30 / Großes Haus<br />

29


Paris metrosundan<br />

‘insan manzaraları’<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Yazar, bilimadamı M. Şehmus Güzel,<br />

uzun yıllardır yaşadığı Paris ve onun ünlü<br />

metrosundan insan manzaralarını bire bir<br />

tanıklıklarla kağıda aktarıyor.<br />

Yazarımızın<br />

“Paris’in Nabzı Metroda Atar”<br />

başlığıyla yayına hazırladığı kitabından<br />

bölümler sunuyoruz.<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

30


Metroda aşk ve cinsellik dilencileri<br />

✤<br />

METRO DİLENCİLERİ<br />

ARTIK ESKİ DİLENCİLER<br />

DEĞİL, ONLAR DA<br />

"ÇAĞDAŞLAŞTILAR".<br />

✤<br />

© Foto: Benh Lieu Song / commons.wikimedia.org<br />

Paris metrolarında dilenciler bile<br />

zamana uyuyorlar. Nitekim artık hiçbiri<br />

Bir frankın var mı? diye sormuyor.<br />

Frankın pabucunun dama atıldığını, artık<br />

meydanın öroya (Euro) kaldığını çok iyi<br />

biliyorlar ve her türlü keseye hitap edecek<br />

biçimde dilencilik yelpazesini genilettiler.<br />

Elli santim öron var mı? diye soruyorlar.<br />

Bir öronun yarısı Fransız Frankına çevrilince<br />

yaklaık 3,33 franka tekabül ediyor.<br />

Geçmile kıyaslayınca sonuç itibariyle<br />

kimin kârlı çıktığı veya çıkacağı ortada.<br />

Bu kadar da değil: Kimi dilenci ii daha<br />

da modernletirdi: Örneğin artık Bir<br />

telefon kartınız var mı? diyerek arzu çıtasına<br />

yeni boyutlar kazandıranları bile var.<br />

Hatta Bir metro biletiniz var mı? diye<br />

soranları da. Pardon, bu soruyu soran<br />

metro denetleyicisi değil, dilenci. Metroya<br />

biletle binmek için bilet dilendiği sanılmasın<br />

sakın. Eğer herhangi bir yolcu bir<br />

metro bileti verirse, o bileti gie önünde,<br />

belki iyatını da biraz artırarak, satıa<br />

sunacak.<br />

RATP ile haksız rekabet (!) mi olacak ?<br />

Evet, metro dilencileri artık eski dilenciler<br />

değil. Onlar da çağdalatılar.<br />

Dilsiz dilencilerin yöntemi de ilginç:<br />

Önce bir sayfanın dörtte birine basılı bir<br />

not dağıtıyorlar bütün vagon yolcularına,<br />

31


Foto: Clicsouris / commons.wikimedia.org<br />

sonra her yolcuya tek tek uğrayıp acılı<br />

gözlerle bakıyorlar, sol el açık. Neredeyse<br />

mükemmel bir Fransızcayla yazılmı ve<br />

matbaada basılmı bu notlardan birini<br />

aynen çeviriyorum:<br />

Mülteciyim. Dört kardeim var ve<br />

çalımıyorum [isizim anlamında].<br />

Ailemle geçinebilmem için yardım ediniz.<br />

Tanrı sizi ve ailenizi korusun. İyi günler<br />

diliyorum. Çok teekkür.<br />

Basılı metnin dibinde Çok<br />

teekkür-den hemen önce 1 E 2 E elle<br />

yazılı, eklenmi. Borsa gibi, gününe ve<br />

saatine göre elle yazılı tutar değiebiliyor<br />

belki.<br />

Eskiden bir metro yolculuğunda çok<br />

istisnai olarak bir dilenciye rastlanabilirdi.<br />

Son yıllarda hiç öyle değil: Aynı yolculukta<br />

iki, üç ve bazen daha fazla sayıda<br />

kii dileniyor.<br />

İki dilencinin aynı anda aynı vagona<br />

girip aynı anda dilenmeye baladığı da<br />

oluyor. O zaman karılıklı küfürleiyorlar,<br />

biri diğerinin dilenmesini engellemek<br />

istiyor...<br />

Bazen bir dilenci hiçbir yolcudan ilgi<br />

görmedikten sonra iner ayak bütün yolcuları<br />

kalaylıyor.<br />

Yıllarca bu tür ve benzeri manzaralara<br />

tanık yolcular, artık bu dilencilerin dilenci<br />

olmadıklarını, bu ii bir meslek biçiminde<br />

icra ettiklerini biliyorlar, o nedenle kimse<br />

elini cebine atmıyor. Ama yine de nutkunda<br />

dinsel motilere, çağrıımlara, kiliseye,<br />

Papaya yer verenler malı götürüyorlar.<br />

Bir seferinde karımda oturan<br />

inanmı orta yalı bir kadının böyle bir<br />

nutuktan sonra coup elini çantasına atıp<br />

yirmi öroyu harbiden verdiğini gözlerimle<br />

gördüm. İnanmı bayan, dilenen gence<br />

kilisesinin adresini de yazdırdıktan sonra<br />

çantasından çıkardığı 99luk tesbihiyle<br />

dualara baladı.<br />

Evet dilencilik bir meslek olarak yürütülüyor.<br />

Bu alanda birtakım ebekelerin<br />

kimi hatları tekeline aldığı haberleri<br />

de okunuyor. Duyuluyor. Metrolar artık<br />

kilise avlularının pazar ayini sonrasındaki<br />

haline dönüüyor.<br />

Bu arada son derece orijinal dilenciliklere<br />

de rastlamak mümkün. Bunlardan<br />

ikisi mutlaka ilginizi çekecektir:<br />

17 Haziran pazar gecesi Antillesden<br />

gelme çikolata renkli bir genç Gare de<br />

lEstde metroya biner binmez aynen u<br />

nutku attı:<br />

Evlenecek bir kadın arıyorum. 29-40<br />

Yaları arasında ve zengin olmalı, güzel<br />

olmalı. Ben de zenginim. İte kol saatim:<br />

Altın. İte cep telefonum: Son model.<br />

Ve daha neler neler.<br />

Asık suratlı metro yolcularında bir<br />

gülme krizi balamasın mı ? Gırgır amata<br />

aldı baını gidiyor. Delikanlının aka mı<br />

32


yaptığı yoksa ciddi mi olduğunu anlayamadım,<br />

çünkü bir durak sonra inmek<br />

zorundaydım. İndim. Fırlama delikanlı<br />

yoluna devam etti. Aradığını buldu mu?<br />

Meçhul.<br />

Bu daha bir ey değil. Tam tarihini<br />

vererek yazıyorum: 6 Haziran 2004, saat<br />

23.10, İkinci Dünya Savaının bitimine<br />

doğru gidiin en önemli adımlarından<br />

birinin, Normandiya çıkarmasının 60ıncı<br />

yıldönümünde, Bonne Nouvelle metro<br />

istasyonuna adımımı atar atmaz epey<br />

aırtıcı bir olayla karılatım:<br />

Tombul, oldukça sevimli, giyim kuamı<br />

bir miktar faullü, orta yalarda, en fazla<br />

otuzbe yaında olmalı, bir bayan, bağıra<br />

çağıra giydiriyor herkese:<br />

İbneler, ibneler, orospu çocukları,<br />

sadece en erkeğiniz bir kadınla el ele, geri<br />

kalanlarınızın tümü ibne, hepiniz ecinsel,<br />

ibne, ibnelersiniz, orospu çocukları, aranızda<br />

benimle s........ [sekiz harf yerine<br />

sekiz nokta koyuyorum çünkü aile terbiyem<br />

yazmama olanak vermiyor, bağılayın]<br />

bir herif yok mu lan ? Orospu çocukları<br />

yanıt verin. Önünüze bakıp, numara<br />

yapmayın!<br />

Genç ve sevimli ve apaçık sarho genç<br />

kadın metro istasyona girene kadar<br />

bağırıp çağırmasını ve küfürnamesini sürdürdü.<br />

Metro kapıları açılınca önüne gelen<br />

vagona daldı. Créteil-Préfecture yönüne<br />

doğru yola koyuldu: Oraya varana kadar<br />

mutlaka bir meraklı bulmutur umuyorum.<br />

Sonrasını izleyemedim çünkü dört<br />

durak sonra Filles du Calvaire istasyonunda<br />

indim.<br />

KISA KESILMIŞLER<br />

Zaman(lardan): Pazar.<br />

Mevsim(lerden): Kı.<br />

Saat(lerden): On üç otuz.<br />

Mekân(lardan): Paris.<br />

Gare du Nord (Kuzey Garı) metro istasyonundayız.<br />

Peronda on dört-on be yalarında bir<br />

çocuk, siyah ve kırmızı renkli ve yeni satın<br />

alındığı her açıdan belli bisikletiyle. Bisikletine<br />

yandan binip pozlar kesiyor. Bir-iki<br />

numara yapıyor. Ama kimsenin oralı<br />

olduğu yok. Pazar sersemliği kol geziyor.<br />

Perondaki koltuklar bir kiilik: Ne eskisi<br />

gibi uzanıp yatılabilen banklar var, ne<br />

yan yana birkaç koltuk. Bir evsiz-barksız,<br />

yersiz-yurtsuz, Fransızca deyiinin (Sans<br />

Domicile Fixe) üç kelimesinin ilk harlerinin<br />

kısaltılmasıyla elde edilen bilmeceyle<br />

bir SDF, kıvrılmı bir kenara: Sağ<br />

ayağı sol ayağının üstünde, baı dizlerine<br />

dütü düecek, uyukluyor: Hemen solunda,<br />

hani ne olur ne olmaz çalarlar malarlar<br />

diye duvara doğru sıkıtırdığı naylon çantasından<br />

arap iesi görünüyor. Derisi<br />

aınmı, paramparça baka bir çantada<br />

giysileri: Bütün varı yoku bu kadar. Metroya<br />

binip yola çıkarken yeniden gözüm<br />

takılıyor ve görüyorum: Evsiz-barksız<br />

uykuya yeniliyor, baı dizlerinden kayıp<br />

bütün vücuduyla birlikte yüzükoyun<br />

betona düüyor...<br />

SDFlerin resmi sayıları meçhul. Devlet<br />

kedi gibi: Pisliğini saklamanın yollarını<br />

mutlaka buluyor. Yıllardan beri birçok SDF<br />

soğuktan ölüyor. İlgililerin gerekeni yapması<br />

sonucu ölüm olayları kamuoyundan<br />

kısmen veya tamamen saklanıyor. Her<br />

ölümden sonra görevliler, yetkililer kimi<br />

önlemler alıyorlar. Örneğin kullanılmayan<br />

metro istasyonlarını temizlettirip,<br />

yatakhane biçimine çevirterek SDFlerin<br />

geceyi geçirmeleri için sunuyorlar. Ama<br />

yetmiyor ki. Yeni ölümler birbirini izliyor.<br />

Ve bu her kı yineleniyor...<br />

Metro République (Cumhuriyet) istasyonuna<br />

varıyor. Yolcular inip biniyorlar.<br />

Metro yeniden hareket ediyor. Bir ses,<br />

30larında bir genç:<br />

İsizim. Yoksulum. Evim yok. Barkım<br />

yok. Lütfen bir öro. Bir lokanta bileti. Karnımı<br />

doyurmak için birkaç kuru. Bir otel<br />

odasında uyuyabilmem için yardımınızı<br />

bekliyorum.<br />

Sonra koltukların arasından geçiyor,<br />

sağ elini uzatarak. Mağripli olduğunu sandığım<br />

bir genç birkaç kuru veriyor. Hepsi<br />

bu kadar. Sonraki durakta dilenci genç<br />

iniyor ve hemen öbür vagona atlıyor ve<br />

nutkunu yineliyor...<br />

İki durak daha gidiyoruz. Yeni bir ses<br />

33<br />

✤<br />

GENÇ, SEVİMLİ<br />

VE APAÇIK SARHOŞ<br />

KADIN METRO<br />

İSTASYONA GİRENE<br />

KADAR BAĞIRIP<br />

ÇAĞIRMASINI VE<br />

KÜFÜRNAMESİNİ<br />

SÜRDÜRDÜ.<br />


duyuluyor, bu kez bir kadın, 20lerinde<br />

ancak:<br />

Sabahtan akama sizlerden para istendiğini,<br />

rahatsız edildiğinizi biliyorum.<br />

Ben de sizi rahatsız ettiğim için özür diliyorum.<br />

Ama ben de yoksulum. Param<br />

pulum yok, evim barkım yok. Ayrıca<br />

seropozitiim. Anneyim, 25 aylık bir kız<br />

çocuğum var: Onun karnını da doyurmam<br />

gerek. Ne olur bir öro, bir metro bileti, bir<br />

lokanta bileti, bir sigara, bir sandviç, bir<br />

parça<br />

çikolata...<br />

Genç anne küçük bir kız çocuğunun<br />

elinden tutmu, çekitirerek dileniyor. Kız<br />

çocuğuna bakıyorum: Sanki artık bu dünyadan<br />

değil. Sanki bu dünya, onun dünyası<br />

değil. Genç anne ön kapıdan binmiti, arka<br />

kapıdan iniyor: Para veren, yardım eden<br />

oldu mu?<br />

Metro yeraltından yeryüzüne çıkıyor:<br />

Seine Nehri üstündeki köprüden geçiyoruz.<br />

Sağ tarafımızda, çok uzaklarda<br />

tavanı, gökle bulutu buluacak kubbesi<br />

altınla kaplı İnvalides binası pırıl pırıl,<br />

gözlerimiz kamaıyor. Dilenci genç kadın<br />

bu manzarayı görmüyor. Onun derdi çocuğunun<br />

karnını doyurmak. Austerlitz Garı<br />

solda kalırken, metro durağına varıyoruz.<br />

Pazar yorgunu vagondan birkaç kii daha<br />

iniyor. Biz kalıyoruz: Bastillede binen<br />

sarıın bomba, Magripli genç ve bendeniz<br />

kulunuz.<br />

Tam o sırada yalı bir çift biniyor. Yalı<br />

kadın ve kocası gelip karıma oturuyorlar.<br />

Erkeğin elinde iki naylon torbada<br />

pazardan alınmı taze sebzeler. Bayan iki<br />

büklüm, ama son derece genç ii ve hakikaten<br />

harika bir at kuyruğu yapmı ki<br />

diliniz<br />

tutulur. At kuyruğunu inerlerken fark ediyorum.<br />

Yanıma oturur oturmaz derin felsefe<br />

yapmaya balıyorlar. Önce bayan balıyor:<br />

Gérard bugün biraz daha iyiydi.<br />

Sonra erkek devam ediyor ... Sonra kısa<br />

süren bir sessizlik ... Bir ara yalı kadın,<br />

elleriyle iki naylon torbaya hakim, Herhalde<br />

Campo-Formio istasyonuna varıyoruz<br />

diyor. Dosdoğru. Bakası zaten olamazdı.<br />

İstasyona varınca yalı amca sözü<br />

yeniden alıyor, Bak gördün mü, Campo-<br />

Formioymu gerçekten. Doğru be! Sanki<br />

bu iareti bekliyormu gibi, yalı bayan,<br />

Haydi kalkalım, diyor, gelecek istasyonda<br />

ineceğiz nasıl olsa. Tedbiri elden<br />

bırakma Cabbar! diyen Yılmaz Güney<br />

gözümün önünde canlanıyor, birlikte bıyık<br />

altından gülüyoruz.<br />

Pazar metroları yollarına devam ediyor.<br />

Bizimle veya bizsiz.<br />

Sadece, sanki sadece yabancıları<br />

taıyan metrolardır pazar metroları:<br />

Yabancıları, göçmenleri, köklerinden kopmuları,<br />

kökenlerinden koparılmıları.<br />

Köklerini yitirmek üzere olanları. Yani (k)<br />

öksüzleri.<br />

Place dİtaliede (İtalya Meydanında)<br />

iniyorum. Saat 14 olmadı daha... Güne<br />

soğuk.<br />

Pazar öğleden sonrası bitmeden, saat<br />

16.30da, haydi eve dönmeli ve bütün bunları<br />

yazmalı diyorum...<br />

Paris böyledir ite. Aynen böyle:<br />

Korkak, umursamaz, hain, yalı, fırlama,<br />

dilenci, bitirim, kopuk, sabahları serseri,<br />

geceleri put, akam üstleri aceleci, isizleriyle<br />

ihtilalci, kadınlarıyla saldırgan,<br />

sevecen, âık, yalnız, geveze-gezegeze,<br />

seyirci ve seyirlik, uzak ve yakın. İhtilaller<br />

tanığı bakent. İhtilallere beiklik yapan<br />

ama bir türlü ana ol(a)mayan bakent. Iık-<br />

Kent. Seyir-Kent ve bilhassa Gösteri-Kent.<br />

Metro-Gün. Metro-Gece.<br />

■<br />

34


www.issuu.com/yaprakkiran01<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

35


36<br />

© Foto: Ömer Yaprakkıran | 1977 Ffm


1990 yılında Frankfurtta aramızdan ayrılmıtı<br />

Sümeyraya<br />

70 ya armağanı<br />

“Sümeyra, Ruhi Su’nun ve onun yeniden yarattığı türkülerin<br />

uluslararası müzik dünyasındaki yerini alması gerektiğini düşünüyordu.<br />

Bu ise ancak Ruhi Su türkülerinin notaya alınması, ses sanatçılarının<br />

repertuarına girmesiyle mümkün olacaktı. O nedenle Frankfurt<br />

Goethe Üniversitesi’nin Müzik Bölümü’ne yazıldı.”<br />

Ruhi Sunun en güzel kızı ve belki de<br />

tek öğrencisi Sümeyra, 5 ubat 1990da<br />

Frankfurtta bu dünyaya veda etmiti. Bir<br />

kötü aka gibi aniden balayan sürgüne<br />

fazla direnemedi. Fakat 1985te yakalandığı<br />

amansız hastalığa rağmen ayakta<br />

durabildiği sürece gurbette konserler<br />

verdi, türküler söyledi. Hep müzik için<br />

yaadı. Bu yıl mayıs ayında 70inci doğum<br />

yılını da kutlayacağız.<br />

Halen Frankfurtta yaayan ei Hasan<br />

Çakır, Sümeyranın 70 yaını farklı etkinliklerle<br />

kutlamak istediğini, ama bunun<br />

için kendi çabasının yeterli olmayacağını<br />

söylüyor. Sümeyra ile geçen yıllarını kitaplatırma<br />

çalımalarını da sürdüren Çakır,<br />

özellikle genç müzik insanlarımızı bir yeni<br />

yola çağırıyor, Fazıl Say ve sonraki kuakları<br />

Ruhi Sunun Sümeyranın de eliğinde<br />

açtığı yolu tamamlamaya, hatta buradan<br />

hareketle yeni yollar açmaya davet ediyor.<br />

Hasan Çakır, Umarım bu yıl bu doğrultuda<br />

atılacak yeni adımlara da sahne olur.<br />

Sümeyranın Ruhi Sunun vasiyeti saydığı<br />

en büyük arzusu da gerçekleir diyor.<br />

- Sümeyra nasıl bir ok yaadı? Sonuçta<br />

hayatında belki de hiç beklemediği bir anda<br />

sürgün gerçeğiyle yüz yüze kalmı oldu?<br />

HASAN ÇAKIR - Berlin Kreuzberg<br />

Belediyesinin düzenlediği Nâzım Hikmet<br />

Haftasına davetli olarak gelmiti. Davetliler<br />

arsında Ruhi Su, Meral Taygun, Ali<br />

Ekber Çiçek de vardı. Beraber gelmitik.<br />

Fakat 12 Eylülle birlikte DİSK Maden-İ<br />

Korosu hakkında tutuklamalar balatıldığını<br />

öğrenince bir süre Berlinde kalma<br />

kararı aldı. Hatta Ruhi Su da dönsün mü<br />

dönmesin mi diye tartıtık falan, ama<br />

Ruhi Su dönmek istedi ve beraber döndük.<br />

Sümeyra Almanyada kaldı... Ben, bir yıl<br />

37


sonra sonra yeniden Almanyaya geldim<br />

tabii...<br />

- Anılarınızı kaleme aldığınızı, yayımlamak<br />

istediğinizi biliyoruz. Birinci elden<br />

sormu olalım: Müzikle ilgili neler planladı<br />

Sümeyra burada?<br />

HASAN ÇAKIR – Çok ey… Türkü<br />

albümleri… Sümeyranın üzerinde çalıtığı<br />

bir çok türkü albümü vardı... Kadınlarımızın<br />

Yüzleri, Allı Turnam albümleri yıllarca<br />

süren bir aratırma ve çalımanın<br />

ürünleriydi. Gülün Elinde, Vardar Ovası,<br />

Serçelerin Süvarisi (Suware Çucikan),<br />

Çocukların Dileği, Aptal arkı, Kıyamet,<br />

Türkülerle İnsan Hakları Bildirgesi gibi<br />

türkü albümleri üzerinde çalııyordu… Bu<br />

çalımalardan bir ikisini ben daha sonra<br />

yayımladım. Vardar Ovası, Gülün elinden,<br />

Suware Çuçikan (Serçelerin Süvarisi)…<br />

Sümeyranın mutlaka yapmak istediği<br />

ilerden biri de, Ruhi Su türkülerini notalama<br />

ve uygun olanlarına piyano eliği<br />

tasarlamaktı. Bu konu üzerinde uzun<br />

uzun Ruhi Su ile telefonda konutuklarını<br />

hatırlıyorum. Yani bu i Ruhi Sunun<br />

bir tür vasiyeti, verdiği bir görev gibiydi.<br />

Sümeyraya göre, Ruhi Sunu türkü söyleyii,<br />

yani tarzı, türkü söylemede gerçek<br />

anlamda bir yenilikti. Ruhi Su, türküleri<br />

iliyor, birinci sınıf bir ustalıkla bir<br />

sanat eserine dönütürüyordu; evrensel<br />

klasik müziğin büyük ustaları gibi halk<br />

türkülerini iliyordu. Onların notaya döktüğü<br />

ii sesiyle yapıyordu… Sümeyra için<br />

Schubertin, Schumannın Liedleri ne<br />

ise Ruhi Su türküleri de o idi ve en önemlisi<br />

Türkçe söylemenin kuralları Ruhi<br />

Sunun söyleyiinden çıkacaktı… Sümeyra,<br />

Ruhi Sunun ve onun yeniden yarattığı türkülerin<br />

uluslararası müzik dünyasındaki<br />

yerini alması gerektiğini düünüyordu.<br />

Bu ise ancak Ruhi Su türkülerinin notaya<br />

alınması, ses sanatçılarının repertuarına<br />

girmesiyle mümkün olacaktı… Evet, bu<br />

i Sümeyranın çok önem verdiği ilerden<br />

biriydi. Ömrünün son yıllarında kendini<br />

tamamen bu ie vermiti diyebilirim. Ruhi<br />

Su türkülerini notaya alıyor ve uygun bulduklarını<br />

piyanist Vera Sebastian eli-<br />

ğinde deniyordu. Hatta bu ii bizzat yapmayı<br />

hedeliyordu. O nedenle Frankfurt<br />

Goethe Üniversitesinin Müzik Bölümüne<br />

yazıldı… Dediğim gibi, Sümeyranın Vera<br />

Sebastianla birlikte verdiği konserlerde<br />

piyano eliğinde söylediği Ruhi Su türküleri<br />

de var. Denk gelirse bunları bu yıl<br />

bir albümde derlemek istiyorum… Tabii<br />

Sümeyranın bu ii de daha iin baında<br />

kesintiye uğradı.<br />

- Hastalığı nedeniyle mi?<br />

HASAN ÇAKIR - Evet, o da bütün bu<br />

ileri engelledi tabii… Sümeyra, Ruhi Su<br />

türkülerini dünyadaki her ses sanatçısının<br />

repertuarına alabileceği bir duruma<br />

getirmek istiyordu. Sözgelimi, ünlü Alman<br />

Bariton Dietrich Fischer-Dieskau tıpkı<br />

Schubertin, Mahlerin Liedleri gibi,<br />

Yunus Emre- Ruhi Su, Karacaoğlan- Ruhi<br />

Su veya Nâzım Hikmet-Ruhi Su türküleri<br />

de söyleyebilmeliydi… Bunun için Ruhi<br />

Su türkülerinin her eyden önce notaya<br />

alınması gerekiyordu… Ne yazık ki bu i<br />

kesintiye uğradı. Hastalığın etkisi oldu<br />

bu kesintide tabii. Bu i için büyük zaman<br />

gerekiyordu, o geni zamana hiç sahip olamadı<br />

Sümeyra… Bir de konserler elbette…<br />

Sürekli konser veriyordu Sümeyra. Sendikaların,<br />

barı hareketinin, siyasi partilerin<br />

düzenledikleri festivallere, toplantılara<br />

davet ediliyordu. Bu da çok zaman<br />

alan bir iti… En son Aschafenburg<br />

kentinde bir konser verdi, çok güzel bir<br />

konserdi…<br />

Hasan Çakır<br />

38


- Bir büyük i kesintiye uğradı ve Ruhi<br />

Bey’in verdiği görev ve vasiyeti yerine getirilemedi.<br />

Peki, bu anlamda Sümeyra bir<br />

baarısızlık mı yaadı?<br />

HASAN ÇAKIR – Hayır… Büyük i bitirilemedi,<br />

ama Sümeyra bu ii balattı. Yani,<br />

yapılması gereken i ortada… imdi bu<br />

iin tamamlanması, baarılması<br />

gerekiyor…<br />

- Ruhi Su’nun, Sümeyra dıında bir öğrenci<br />

yetitiremediği de söylenir. Sümeyra da<br />

Ruhi Su döneminin bir parçasıydı. Sonrasının<br />

değil. Zaten Ruhi Su’nun vefatından<br />

sonra 5 yıl yaadı Sümeyra. Burada da bir<br />

kesinti yok mu?<br />

HASAN ÇAKIR – Tabii var. Ruhi Su,<br />

çorak toprakta akan bir su gibiydi. Onu<br />

anlamak ve anlatmak, aslında Türkiye<br />

aydın tarihini da anlamak ve anlatmak<br />

demekti. Ruhi Suyu dinlemek sadece<br />

aydın olmak da değil, bir halkı anlamanın<br />

yoluydu. Bu, büyük bir aydınlık yoldur.<br />

Bizim aydınımız gerçi Ruhi Suyu sevdi,<br />

tanıdı, ama onu tanıtıp ileriye taıyamadı.<br />

Olmadı o i. Gerçekten de 60larda<br />

ve 70lerin baında aydın olmak Ruhi<br />

Suyu sevmek ve anlamakla edeğerdeydi…<br />

Müzik dünyamızda Ruhi Sunun<br />

ve Sümeyranın atılımı, henüz tam bilince<br />

çıkamamı bir olumlu balangıç olarak<br />

kalmıtır. Ruhi Suyu sevenlerin çabaları<br />

yetmiyor… Artık galiba genç kuak bestecilerimizin,<br />

ses sanatçılarımızın, konservatuarlarımızın<br />

bu ii ele alması gerekiyor.<br />

Sümeyranın balattığı ii sürdürmek,<br />

tamamlamak gerekiyor. Ruhi<br />

Su türkülerini güncellemek, bu kesintiyi<br />

ortadan kaldırmak lazım… Halkı anlamanın<br />

ve anlatmanın en doğru yoluydu<br />

Ruhi Su. imdi bir Ruhi Su rönesansının<br />

zamanıdır.<br />

- Sümeyra istediği gibi yaadı, ama mutsuz<br />

mu öldü?<br />

HASAN ÇAKIR – Tabii mutlak bir mutluluk<br />

yok. Mesela güzel bir konserden<br />

sonra, tabii ki çok mutluydu. Ama sürgünde,<br />

asıl büyük kaynaktan, yurdundan<br />

koparılmıtı. Yalnız bir ey onu teselli<br />

ediyordu: Buradaki Türkiyeli insanlar<br />

ile buluuyordu ve konserlerine ilgi hep<br />

büyüktü. O anlamda pek de yalnız değildi.<br />

Bir toprak bulmutu burada da. Ama<br />

ne olursa olsun, yurdundan koparılmı<br />

olmak, 12 Eylül engeliyle yaamak, çok<br />

huzursuz edici bir eydi. Küçük mutluluk<br />

anları, konserler mesela yaadı, ama yapabileceklerinin<br />

hepsini yapamadı. Baladığı<br />

ilerin çoğu yarım kaldı… Kırmızı gül<br />

sende kaldı tamahım diyor Sümeyranın<br />

söylediği bir türkü. (FHF)<br />

Frauenfestival Hamburg<br />

39


SINIRLARIN ÖTESİNDEKİ KÜLTÜR<br />

Federal Almanya her zaman ilginç<br />

Türkî giriimlere sahne oldu. Yarım asrı<br />

akın bir zamandır süren bu giriimlerden<br />

biri de yıllardır çalımalarını Essende<br />

sürdüren Katakomben-Theater. Kent<br />

merkezindeki ünlü Girardet Hausda yerleik<br />

bu salon, uzun süredir yaklaık 1<br />

milyon Türkiye kökenli insanın yaadığı<br />

Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde sınırlar<br />

ötesi bir kültür odağı. Katakomben,<br />

önemli olanaklara sahip sahnesinde geleceğe<br />

yönelik kültürler ötesi sanatsal etkinlikleriyle<br />

ilgi odağı olmayı mart ayı programında<br />

da birbirinden ilginç etkinliklerle<br />

sürdürecek.<br />

3 Martta Ankara Tiyatro Fabrikası,<br />

Aziz Nesinin ünlü Toros Canavarı oyununu<br />

sergileyecek. Onu 4 Martta Muhsin<br />

Omurcanın Taksim Maksim balıklı<br />

komik arkıları izleyecek. Ünlü kabareci<br />

Omurcanın yazıp oynadığı ve arkılarını<br />

da bizzat icra ettiği bu gösteride, Atilla<br />

Elmalı ile Kazım Dervi de enstrümanlarıyla<br />

ona elik edecek.<br />

5 Martta saat 23.00ten sonra Estarabim<br />

ile samimi ve seviyeli bir<br />

ortamda eğlenceli parti gerçekletirilecek.<br />

Katakomben-Theater bu gecede,<br />

Türkçe Anadolu rock ve günümüz Türkçe<br />

pop müziğinin yanı sıra Latin, House ve<br />

Black müzik türlerinden de örnekler sunulacak.<br />

12 Martta tango ve rembetiko gibi<br />

iki dünyaca ünlü yeraltı müziğinin bayapıtları<br />

sahne alacak. Kemancı Önder<br />

Baloğlunun müzik yönetmenliğinde,<br />

Dimitrios Prandecos, Murat Sanalmı,<br />

Ahmet Bekta ve Kazım Çalıgan gibi<br />

sanatçılar eliğinde, program boyunca<br />

liman müziği örnekleri seslendirilecek.<br />

Mart ayının en güzel süprizlerinden<br />

birini de Hollanda kökenli genç kuak<br />

müzisyenlerimizden Karsu oluturacak.<br />

18 Martta saat 20.00de balayacak programında<br />

Karsu, yeni albümü Colorsın<br />

tanıtımı kapsamında sahne alacak. 2012<br />

yılında çıkardığı ilk stüdyo albümü Confession<br />

ile Avrupa ve Türkiyede büyük<br />

beğeni toplayan Karsu, bu kez yeni<br />

albümü Colors ile Essen ve çevresindeki<br />

müzikseverlere yeni tınılar taıyacak.<br />

Türkiye kökenli Hollandalı sanatçı, çok<br />

yönlü yetenekleriyle müzikte yeni kapılar<br />

açmayı sürdürecek.<br />

Katakomben-Theater ve içerdiği programlar<br />

hakkında ayrıntılı bilgi kurumun<br />

internetteki adresinden alınabiliyor.<br />

(katakomben-theater.de)<br />

40


1 Nisan <strong>2016</strong>‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan<br />

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!<br />

www.bizimaachen.de<br />

41


Çirkinliǧin<br />

kültürel<br />

tarihi<br />

ASUMAN<br />

KIRLANGIÇ<br />

42


Çirkin insan, çirkin bina, çirkin ehir,<br />

çirkin oyun, çirkin politika, çirkin politikacı,<br />

çirkin sanat, çirkin yemek, çirkin<br />

koku, çirkin cadı, çirkin dev vs. vs...<br />

Çirkin de tıpkı güzel gibi hayatımızın<br />

içinde ve her yerde; Aman ne güzel!<br />

dediğimiz gibi, Aman ne çirkin! de diyoruz.<br />

Sevmediğimiz, bizi rahatsız eden her<br />

ey çirkin. Bu ekilde ele alınca, çirkin<br />

kavramı oldukça banal. Oysa çirkin kavram<br />

olarak bundan daha fazlasını içeriyor.<br />

Her ne kadar güzellik, her daim aranan<br />

ve özlenen bir nitelik olsa da, son zamanlarda<br />

çirkinlik de farklı alanlarda değer<br />

kazanan bir kavram oldu. Gretchen E.<br />

Henderson, Çirkinlik, Kültürel Bir Tarih<br />

(Ugliness, A Cultural History, Reaktion<br />

Books, London 2015) adlı bir süre önce<br />

yayımlanan kitabında, çirkinin farklı<br />

dönemlerde farklı kültürlere bağlı olarak<br />

değien anlamını inceliyor. Yazarın amacı,<br />

çirkin ile eanlamlı kelimeleri ele alarak<br />

terimin korkunç ve ürkütücü anlamının<br />

etimolojik kökenlerine inerken, kültürel<br />

tarih içerisinden sunduğu örnekler ile<br />

kavram hakkında okuyucuya bir çerçeve<br />

sunmak.<br />

En basit anlamda, Antik dönemde<br />

tanımlanan çirkin ile 18inci yüzyılda<br />

tanımlanan çirkin birbirinden farklıyken,<br />

günümüzde kullandığımız çirkin kavramı<br />

da 18inci yüzyılda kullanılandan farklı,<br />

hatta günümüzde çirkin, pozitif çağrı-<br />

ımlar dahi içerebiliyor. Kültürel tarih<br />

içerisinde çirkin terimi kendini dönütürürken,<br />

karıtı kabul edilen güzel ile<br />

daha farklı bir iliki içine girerek, birbirlerini<br />

tamamlar hale gelmi durumdalar.<br />

Güzellik ve çirkinlik, karıt kavramlar<br />

olmak yerine, birbirinin çekim alanındaki<br />

iki yıldız gibi, hem birbirlerinin hem de<br />

kendi eksenlerinin etrafında dönüp duruyorlar.<br />

Her ikisi de diğerinin etkisi altında<br />

kendi varlığını (anlamını) ekillendiriyor.<br />

Henderson da, Umberto Econun Çirkinlik<br />

Üzerine (On Ugliness, Rizzoli, New<br />

York 2007) balıklı kitabındaki gibi, güzelliğin<br />

sıkıcı, çirkinliğin ise çok daha eğlenceli<br />

olduğunu belirtiyor. Güzellik hep aynı<br />

sınırlı normlar içerisinde betimlenirken,<br />

çirkin, sınırsızlığı ile oldukça yaratıcı ve<br />

sonsuz bir çeitlilik vaat ediyor; çirkin her<br />

an her yerde olabilir.<br />

Elbette ki yazarın amacı, çirkini güzele<br />

ya da güzeli çirkine dönütürmek değil,<br />

bununla birlikte her iki terim de ne siyah<br />

ne beyaz, her ikisinin de gri alanları var.<br />

Hepimizin kabul edebileceği gibi, çirkinlik<br />

de güzellik de göreceli kavramlar, içinde<br />

yaanan döneme, kültüre, alınan eğitime<br />

ve hatta yaanmılıklara göre deği-<br />

iklik gösterebilirler. Hendersonın amacı<br />

bu göreliliği vurgulamak. Yazar, çirkinin<br />

sınırsızlığı içerisinde kitabının sınırlarını<br />

tekil çirkin örneklerden balayarak, daha<br />

sonra gruplara ve oradan da duyulara<br />

doğru belirliyor. En sonunda da, kendi<br />

ve öteki arasındaki sınırları kaldıran<br />

✤<br />

GÜZELLİK HER<br />

DAİM ARANAN<br />

BİR NİTELİK.<br />

AMA SON<br />

ZAMANLARDA<br />

ÇİRKİNLİK DE<br />

FARKLI ALANLARDA<br />

DEĞER KAZANAN<br />

BİR KAVRAM<br />

OLDU.<br />

✤<br />

43


✤<br />

ANTİK DÖNEMDE<br />

ÇİRKİNLİK,<br />

KELİMENİN<br />

ETİMOLOJİSİNE<br />

BAKILDIĞINDA,<br />

FİZİKSELLİKTEN<br />

DAHA ÇOK KORKU<br />

VE DEHŞET<br />

DUYGULARINA<br />

BAĞLI OLARAK<br />

BELİRLENİYOR.<br />

✤<br />

bir inceleme sunuyor. Buradaki amaç biraz<br />

da kavramın tarihsel bir arkeolojisini<br />

yapmak.<br />

MİTOLOJİ VE EFSANELERDE ÇİRKİN<br />

Yazar tekil örneklerden bahsettiği<br />

kitabın ilk bölümünde, özellikle mitoloji ve<br />

efsanelerdeki insan hayvan hibritleri üzerinde<br />

duruyor. Mitoloji ve felsefe, çirkin<br />

için, insandan daha aağıda olduğu varsayılan<br />

yaratıkların yer aldığı bir hiyerari<br />

belirliyor. Gene de antik dönemde<br />

çirkinlik, kelimenin etimolojisine bakıldığında,<br />

iziksellikten daha çok korku ve<br />

dehet duygularına bağlı olarak belirleniyor.<br />

Bununla birlikte, Antik Mısırda bu<br />

tarz insan hayvan karıımları tanrısal<br />

olarak kabul edilirken, negatif göndermelere<br />

de sahip.<br />

Ortaçağda ise çirkinlik teması ile ilgili,<br />

özellikle destanlarda görülen dönüüm ve<br />

metamorfoz ön plana çıkıyor. Daha sonraki<br />

dönemde iin içine ahlak giriyor, hatta<br />

öyle ki, güzellik ve çirkinlik iyi ve kötü<br />

44<br />

ahlakın vücutsal yansıması olarak kabul<br />

ediliyor. Çirkinlik ve ucubelik her daim<br />

bir arada kullanılsa da, Henderson özellikle<br />

18inci yüzyılda çirkinlik ve sakatlık<br />

(deformasyon) kavramlarının birlikte kullanıldığını<br />

ve 19uncu yüzyılda da çirkinlik<br />

ve anormalliğin eanlamlı hale geldiğini<br />

belirtiyor. Bu arada Viktorya döneminde,<br />

bata etnik olmak üzere, ender görülen<br />

farklılıkların sergilendiği ucube gösterilerinde<br />

(freak shows) bir artı gözleniyor.<br />

Özellikle sirk, galeri ve müzelerde<br />

sunulan gösteriler gene eski bir olguyu<br />

insan hayvan karıımı ucubeleri, normal<br />

insanların karısına getiriyor.<br />

Bir taraftan ucube olarak doğan bu<br />

insanların kitlelere sunumu varken, diğer<br />

bir örnek günümüzden bir sanatçının kendisini<br />

kitleler önünde ucubeletirmesi:<br />

Fransız sanatçı ORLAN, bir dizi estetik<br />

operasyon ile yüzünü kasten çirkinletirip,<br />

kendini ucubeletiriyor. Kitabın bu<br />

ilk bölümü daha çok dı görünü ile belirlenen<br />

çirkin üzerine, bununla birlikte kültürel<br />

farklılıklar ve korku üzerinden belirlenen<br />

bir çirkinlik kavramı bu. Tabii bir<br />

de normallik olgusunun sorgulanması var;<br />

farklı olan doğrudan anormal kabul ediliyor.<br />

MEŞRULAŞTIRILMA MI,<br />

İTİBARSIZLAŞTIRILMA MI?<br />

Kitabın ikinci bölümü çirkin gruplar<br />

üzerine. Buradaki örnekler daha genel.<br />

İkinci bölümün amacı kültürel pratiklerde<br />

çirkin grupları resmiletiren terimlerin<br />

incelenmesi. Yazar bu bölümde bilhassa<br />

çirkin grupların merulatırılması ya da<br />

itibarsızlatırılması üzerinde duruyor,<br />

aslında her iki durumda da çirkine bir<br />

değer atfediliyor. Öncelikle grup tanımlamaları<br />

ile çirkinliğin sınırlandırılması söz<br />

konusu. Yazarın ele aldığı ilk grup, canavarlar;<br />

aslında çirkinlik bu grup ile özdelemi.<br />

Özellikle farklı kültürler ya da ideolojiler<br />

ile çatımalar yaandığında, öteki<br />

her zaman canavarlatırılıyor. Aslında<br />

buradaki durumu tetikleyen sadece korku<br />

değil, aynı zamanda ötekine duyulan


merak, ilgi ve hayranlığın bir arada kendini<br />

göstermesi. Öteki grubun canavarlatırılması<br />

içerisinde hayranlık ve merak<br />

daha baskın. Tıpkı Avrupalı gezginlerin<br />

Hint tanrılarına karı duydukları ilgi ve<br />

merak gibi.<br />

Sınırlanan çirkinliğin daha sonra<br />

sömürgeletirilmesi geliyor. Farklı kültürel<br />

özellikler ve pratikler çirkinliğin<br />

normu olarak kabul ediliyor, bu tanım<br />

korku ve güvensizlik duygusu ile alakalı.<br />

Elbetteki burada çirkin tanımı sömürgeletirene<br />

ait. Ardından yazar askeri çirkinlikten<br />

bahsediyor. Birinci Dünya Savaı<br />

sırasında, bedensel yaralı askerler için,<br />

ehirlerden uzakta (toplum ile mümkün<br />

olduğunca az temasta bulunulacak yerlerde)<br />

özel hastaneler türüyor. Hastanelerin<br />

amacı bedensel deformasyona<br />

uğrayan askerlerin, dı görünüleri ile toplumu<br />

rahatsız etmeden varlıklarını sürdürmeleri<br />

ve estetik ameliyatlarla, özellikle<br />

yüzlerinde meydana gelen deformasyonların<br />

mümkün olduğunca hailetilmesi.<br />

Her ne kadar bu askerlere toplumda<br />

saygı duyuluyorsa da, rahatsız<br />

edici görünümleri yüzünden toplumdan<br />

dılanıyorlar.<br />

Gruplar üzerinden ele alınan çirkinde<br />

de iziksellik ve normallik tanımlamaları<br />

ön plana çıkıyor. Normallik gene içinde<br />

yaanılan kültür ve topluluk üzerinden<br />

tanımlanıyor, normalin dıında olan ise<br />

korku veriyor. Belki de insanın<br />

korkusu kendini ait hissettiği grubun<br />

dıına itilmek. Bu korku ile birlikte<br />

kendi grubuna ait olmayanı dılıyor,<br />

aforoz ediyor.<br />

DUYULARIN KÜLTÜREL ROLÜ<br />

Kitabın temel konusu insanın kendisi<br />

aslında. İlk iki bölüm insanın tutum<br />

ve yargıları ile belirlenen çirkin kavramını<br />

incelerken, üçüncü bölüm insanın<br />

bedensel duyuları<br />

ile belirlenen çirkinliği<br />

ele alıyor.<br />

İnsan, görme,<br />

duyma, tatma, koklama<br />

ve dokunma<br />

duyularıyla çirkinliği<br />

kendi kültürü<br />

içinde öğrenir, bu<br />

öğrenilmilikleriyle<br />

de kendi tanımlarını<br />

belirler. Kısacası<br />

beden kendi<br />

bilgisini oluturur.<br />

Bilgiyi oluturan<br />

ilk ve en önemli<br />

duyu görmedir,<br />

hatta görmek inanmaktır.<br />

Fotoğraf<br />

bile iktidarını bu mit üzerinden güçlendirir.<br />

Duyusal ve duygusal anlamda pek<br />

çok eyi görme duyusu belirler. Görme<br />

duyusu hem kültürel hem kiisel açıdan<br />

farklılık yaratır, kararları belirler. Çirkin<br />

görünümlü kii, güzel görünümlü kiiden<br />

daha az itibar görür. Diğer bir duyu ise<br />

duyma: İnsan vücudu pek çok sesin ve<br />

aynı zamanda çirkin sesin de (geğirmek,<br />

kusmak, çığlık atmak, kemirmek vs.)<br />

kaynağıdır. Tuhaf bir ekilde ilk olarak<br />

rahatsız edici, kötü ve çirkin olarak nitelendirilen<br />

müzik türleri zamanla birer klasiğe<br />

dönüebilir. Bunun en bariz örnekleri<br />

jazz ve rock and rolldur. Bu anlamda<br />

✤<br />

SINIRLANAN<br />

ÇİRKİNLİĞİN<br />

DAHA SONRA<br />

SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİ<br />

GELİYOR. FARKLI<br />

KÜLTÜREL ÖZELLİKLER<br />

VE PRATİKLER<br />

ÇİRKİNLİĞİN NORMU<br />

OLARAK KABUL<br />

EDİLİYOR.<br />

✤<br />

45


✤<br />

HENDERSON'UN<br />

AMACI,<br />

OKUYUCUNUN<br />

KENDİ ÇİRKİN<br />

KAVRAMINI MERCEK<br />

ALTINA ALMASI,<br />

HATTA ONU DEŞİP<br />

ALTINDA YATAN TÜM<br />

YARGILARI YÜZEYE<br />

ÇIKARMASI.<br />

✤<br />

duyma duyusu çirkin kavramına oldukça<br />

pozitif bir alan açar. Tabii sesin kaydedilerek<br />

tekrar tekrar dinlenebilmesi olasılığını<br />

göz ardı etmemek gerekir. Kulak<br />

sürekli duyduğu bir sese karı algısını<br />

değitirebilir. Yani aynı ses bir süre sonra<br />

rahatsız edici özelliğini kaybedebilir. Aynı<br />

ey daha geçici olan koku için geçerli<br />

değildir.<br />

Koku algı hiyerarisinde daha aağıda<br />

yer alan bir duyu. Vücut pek çok kötü ses<br />

ürettiği gibi, pek çok kötü koku da üretiyor.<br />

18inci yüzyıl Fransasında kokmak<br />

kesinlikle olumsuz bir durum değildi.<br />

Hatta doktorlar hastalarına vücutlarından<br />

çıkan kokuya göre tehis koyarlardı.<br />

1789daki Fransız Devriminden sonra<br />

durum değiti. Hijyen, modern hayatın bir<br />

olgusu haline geldi. Hatta öyle ki, koku ve<br />

tehlike eanlamlı hale geldi. Günümüzde<br />

kokuların nötr olduğu alanlar polisler<br />

tarafından daha az kontrol edilir. Çünkü<br />

koku ve güvenlik arasında bir bağlantı<br />

kurulur.<br />

KÜLTÜRDE TAT DUYUSU<br />

Tat duyusuna gelince, duyular arasında<br />

kültüre en bağlı olan duyu tattır.<br />

Farklı kültürlerin mutfaklarında, diğerleri<br />

için iğrenç ya da dayanılmaz olarak<br />

nitelendirilecek pek çok yemek türü var.<br />

Ne var ki, doğal kaynakların giderek<br />

azalması durumu, günümüz topluluklarında<br />

belki de gelecekteki tek besin kaynağının<br />

böcekler olacağı ikrini güçlendiriyor.<br />

Diğer taraftan eğlence sektöründe<br />

Fear Factor gibi programlarla, izleyiciyi<br />

ok içinde bırakarak, iğrenme duygusunu<br />

kullanan çirkin tatlar sermayeletiriliyor.<br />

Halbuki yediğimiz eyler aslında tamamen<br />

kültürel, kesinlikle doğal değil. Bizim<br />

için çirkin tatların belirlenmesi kesinlikle<br />

alıkanlık. Çirkin tadın temelinde ise<br />

tamamen modern bir korku var: İnsanın<br />

tüketilebilir organik yapısı. İnsan vücudunun<br />

toprak altında ya da üstünde çürümesi<br />

ya da tüketilmesi, modern insanın<br />

temel korkusu.<br />

Dokunma ise tüm duyular arasında<br />

çirkin ve suçlu olma potansiyeli en yüksek<br />

olan duyu. Duyularda da çirkinin belirlenmesinde<br />

korku ve kültür faktörü yeniden<br />

kendini gösteriyor.<br />

Henderson çirkinliği ele alırken onu<br />

neredeyse sadece kültürel bazda inceliyor.<br />

Bu anlamda kitap, çirkinlik gibi kendi<br />

içinde sınırsız imkanlar sunan bir kavramı<br />

inceleme konusunda zayıf gibi görünmekle<br />

birlikte, ki aslında öyle, yazarın<br />

sonuç bölümünde kendi eserini aynı<br />

kavram altında değerlendirmesi ve yaptığı<br />

özeletiri ile farklı bir boyuta giriyor.<br />

Yazar kitabına yapılabilecek bu eletirinin<br />

tam olarak farkında, fakat o da belirtiyor<br />

ki, çirkinlik gibi geni bir kavramın her<br />

yönüyle ele alınıp incelenmesi mümkün<br />

değil. Hendersonın amacı, okuyucunun<br />

kendi çirkin kavramını mercek altına<br />

alması, hatta onu deip altında yatan<br />

tüm yargıları yüzeye çıkarması. Bu açıdan<br />

bakıldığında Henderson, verdiği örnekler<br />

ve kurduğu bağlantılar ile amacına<br />

ulaıyor.<br />

Çirkinlik ve güzellik, her ikisi de<br />

oldukça göreceli kavramlar, toplum ve<br />

kültür tarafından belirlenmekle birlikte,<br />

kiisel geliim ile farklılatırılıp dönütürülebilir.<br />

Hele ki günümüzde, çirkin neredeyse<br />

tüm alanlarda kendine daha güçlü<br />

bir yer edinmekte, fakat bunu yaparken<br />

kendi tanımını da dönütürmekte.<br />

Çirkin güzelin yerini almıyor, ama çirkin<br />

ve güzel arasındaki iliki dönüüyor,<br />

birbirlerini tamamlayan bir çift haline<br />

geliyor. Çirkine ait her ey güzele müdahil<br />

olurken, güzel olan her ey de çirkinin<br />

içine giriyor...<br />

46


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

47


Döner Almanya’yı,<br />

Almanya da döneri değiştirdi<br />

Kitaplar ve bilimadamları<br />

yanıt arıyor<br />

48


Birçok çevrede “Türk mucizesi” olarak<br />

da anılan dönerin Almanyaya girip yerleme<br />

sürecinde ciddi değiimlerden geçmesi,<br />

sokaklardan üniversite sıralarına<br />

kadar tartıılan bir konu. Anadolu kaynaklı<br />

bu yeni fast-food, sadece lisans<br />

düzeyindeki derslerde değil doktora programlarında<br />

da ileniyor. Bu arada art<br />

arda yayımlanan kitaplarda, yemekten<br />

popüler kültüre kadar çok çeitli alanlarda<br />

dönerin Alman toplum yaamındaki<br />

izleri ileniyor.<br />

Frankfurt Goethe Üniversitesi Etnoloji<br />

Enstitüsü öğretim üyelerinden Prof.<br />

Dr. Marin Trenk, bir süre önce yayımladığı<br />

Döner Hawaii – Unser globalisiertes<br />

Essen (Döner Hawaii – Bizim Küresellemi<br />

Yemeğimiz) kitabında, ülkedeki<br />

yemek kültürüne döner etkisini tartımaya<br />

açan yazarlar arasında yer alıyor.<br />

Bir popüler kültür incelemesi niteliğindeki<br />

bu kitabında Prof. Dr. Trenk, dünyanın<br />

çeitli bölgelerindeki yiyeceklerin<br />

ve damak tatlarının birbirine uyum sağladığına<br />

ve böylelikle de özel bir küreselleme<br />

yaandığına dikkat çekiyor. Federal<br />

Almanyanın birkaç on yıl içinde, dıarıdan<br />

gelen etnik grupların yiyeceklerini özemsemi<br />

bir ülkeye dönütüğünü savunan<br />

Alman bilimadamı, ülkedeki lezzet tercihleri,<br />

damak tadı ve yeme alıkanlıklarının<br />

nasıl dönütüğünü örneklerken, bu<br />

süreçte seyahatların önemli bir payı olduğunu<br />

vurguluyor. Güney İtalya kökenli<br />

pizza ve makarna çeitleri gibi Anadolu<br />

kökenli dönerin de Almanyada kısmen<br />

farklılatığını kaydeden Trenk, tüm dünyadan<br />

etnik restoranların bugün artık<br />

Alman ehirlerinin gastronomik resmini<br />

damgaladığını belirtiyor. Alman yazara<br />

göre, klasik Alman mutfağının yerinde<br />

zaten on yıllardır yeller esiyor. Ancak bu<br />

dev pazara pizza İtalyadaki, döner de<br />

Türkiyedeki salığını yitirerek girebiliyor.<br />

Bölgesel kültürler ve yemekleriyle ilgili<br />

çalımalarında Almanyanın yemek konusunda<br />

bir uygarlık geriliği yaadığına<br />

iaret eden Trenk, bu geriliğin yeni eğilimlerle<br />

ortadan kaldırılabildiği görü-<br />

ünde. Özellikle İkinci Dünya Savaı sonrasında<br />

ve refahın yayılmaya baladığı<br />

1950lerden itibaren Almanyanın kendi<br />

mutfağından ve mirasçısı olduğu lezzet<br />

geleneğinden büyük ölçüde yüz çevirdiğini<br />

hatırlatan Marin Trenk, Bugün artık<br />

Alman mutfağının iyi bir öhreti yok<br />

görüünü savunuyor.<br />

Frankfurt-Nordend gibi, birçok yemek<br />

kültürünün neredeyse yan yana sıralandığı<br />

bir semtte yaadığını belirten<br />

Marin Trenk, bu yaygınlığın küreselleme<br />

ile bağlarına dikkat çekiyor. 1945<br />

sonrasında Federal Almanyaya gelen en<br />

önemli iki göçmen grubun Güney İtalya<br />

ile Anadoludan kaynaklandığını kaydeden<br />

Trenk, Ancak bu grupların mutfağı ne<br />

gelikin Kuzey İtalya ehirlerinin ne de<br />

İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğunun<br />

iddialı yemek sanatıydı. İstisnasız hepsi<br />

basit kırsal kesim gıdalarıydı diye<br />

yazıyor. Pizza ile dönerin Almanyadaki<br />

paralelliklerine de dikkat çeken Alman<br />

etnolog, İtalyan lezzet kökeninin Alman<br />

tercihleriyle kombine edilmesinden yeni<br />

bir pizza lezzeti doğduğunu, aynı eyin<br />

döner ve kebap kültürü için de söylenebileceğini<br />

kaydediyor. Dıarıdan gelen yiyeceklerin<br />

zengin Almanyada iç talebin<br />

damak tadına uydurulduğunu hatırlatan<br />

Marin Trenk, Kimse Almanyada Güney<br />

İtalya veya Anadoludaki yerel mutfakları<br />

aramasın diye yazıyor. Prof. Tren, pizza<br />

gibi dönerin de, bu uyum sürecinden<br />

geçerek Alman toplumunun temel gıdası<br />

halini alabildiğini vurguluyor.<br />

Türklerin Berlin Duvarı yıkıldıktan<br />

sonra Doğu Almanyadaki eyaletleri ilk<br />

döner büfeleriyle tanıtırdığını hatırlatan<br />

Marin Trenk, dönerin büyük çıkı-<br />

ına rağmen pizza ve makarna çeitlerinin<br />

on yıllardır Almanyada yemek ve<br />

damak tadıyla ilgili yönelimi belirlediği<br />

görüünde. Frankfurtta daha 1960 yılında<br />

Bosporus am Main adlı restoranda döner<br />

servisi yapıldığına dikkat çeken Prof.<br />

Trenk gelinen noktayı ve dönerin rolünü<br />

özetlerken, Artık tatlı Alman hayatını (La<br />

deutsche Vita) döner kebap olmaksızın<br />

düünmek mümkün değil ifadesini kullanıyor.<br />

(FHF)<br />

49<br />

✤<br />

PROF. DR.<br />

MARIN TRENK,<br />

KİTABINDA<br />

ALMANYA'NIN<br />

YEMEK KÜLTÜRÜNE<br />

"DÖNER ETKİSİNİ"<br />

TARTIŞMAYA<br />

AÇIYOR.<br />


Döner önce<br />

Berlinleştirildi<br />

sonra<br />

Almanlaştırıldı<br />

Marin Trenk’e göre, “bizim bugün bildiğimiz<br />

döner gözlerini Berlin’in<br />

Kreuzberg semtinde dünyaya açtı.<br />

Frankfurt’taki restorana iaret eden<br />

Trenk, bu örneklerin 1971’de dönerin<br />

Almanlar için tamamen yeni bir ey<br />

olmadığını gösterdiğine dikkat çekiyor<br />

ve bu tarihten itibaren dönerin büfeler<br />

halinde toplumun ilgisini toplayabildiğini<br />

belirtiyor. Alman yazarın önemli<br />

bir vurgusu “önerin eti önce Berlinletirildi,<br />

sonra da Almanlatırıldı.<br />

Çeitli soslar, baharatlar ve katkı malzemesiyle<br />

yeni bir lezzete ulaıldı. Artık<br />

Almanya’nın en sevilen ve ayaküstü yenilebilen<br />

yiyeceği, dönerdir eklinde. Kitabında<br />

Frankfurt’un ünlü Merkez Kebap<br />

Salonu’nu da örnek olarak gösteren<br />

Marin Trenk, Türk döner ve kebap sektörünün<br />

geleneksel Akdeniz mutfağı üzerinden<br />

bir üst aamaya, yani soylu Türk<br />

mutfağına geçi yapmaya çalıtığını<br />

de belirtiyor ve ekliyor: “Etno yiyecek,<br />

etnik kimlik içindir. Ama bir etno yiyecek<br />

dünyası da kültürel uyumlar gerçeklemeden<br />

düünülemez. Sadece ana akım<br />

ile etno arasında değil, etno ile etno arasında<br />

da belli bir karıma, iç içe geçme<br />

ve silinmeler yaanacaktır. Hatta bu<br />

süreç artan ölçüde bir kural olmaktadır.<br />

Prof. Dr.<br />

Marin Trenk<br />

50


www.binfikir.be<br />

51


“Buradaydılar,<br />

şarkılar<br />

söylüyorlardı!”<br />

İMRAN AYATA VE BÜLENT KULLUKÇU, GEÇMİŞİN SESİNİ DERLEDİ<br />

52


✤<br />

SİYASİ VE KÜLTÜREL<br />

ALANDA ÜRETKEN OLMAMIZ<br />

GEREKİYOR. KALDI Kİ, BÖYLE<br />

BİR DİNAMİZM DE VAR.<br />

TİYATRODA, EDEBİYATTA<br />

VE GÖÇMEN<br />

POLİTİKALARINDA...<br />

✤<br />

Federal Almanyanın uzman müzik<br />

irketlerinden Trikont (www.trikont.<br />

de) bünyesinde yayımlanan ilginç bir<br />

albüm devamını bekliyor. Ulm doğumlu<br />

ve Frankfurt Üniversitesi mezunu yazar<br />

İmran Ayata ile çalımalarını Münihte<br />

sürdüren Bülent Kullukçu, ortak üretimleri<br />

olan Songs of Gastarbeiter (Misair<br />

İçilerin arkıları) adlı albümde, yaklaık<br />

40 yıl önce Almanyada üretilen Türkçe<br />

arkılar üzerinden sesli bir tarih sondajı<br />

gerçekletirdiler. Genç derlemeciler, bu<br />

çalımalarıyla unutulmaya karı direnci<br />

gündeme getirdiklerini belirttiler. Halen<br />

halkla ilikiler alanındaki çalımalarını<br />

Berlinde sürdüren ve Bülent Kullukçu ile<br />

birlikte aralarında Frankfurtun da bulunduğu<br />

çeitli kentlerde bu arkılarla ilgili<br />

dinletiler düzenleyen İmran Ayata, sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

- Gerçekten önemli bir albüm çıkardınız.<br />

Ortada böyle bir ürüne talep olmamasına<br />

rağmen kendinizi buna mecbur ya da adeta<br />

görevli hissettiniz. Yola çıkarken neler<br />

düündünüz?<br />

İMRAN AYATA - Bugüne kadar Talep<br />

nedir? diye düünerek bir i zaten yapmadım,<br />

ileride de böyle olacaktır sanırım.<br />

İkinci Dünya Savaı sonrasındaki<br />

Almanyayı anlatmak ve anlamak için göç<br />

olgusuna daha geni yer verilmesini, siyasi<br />

ve kültürel doğru bir duru olarak görüyorum.<br />

Nitekim Almanyada göç ve göçün<br />

getirdikleri üvey evlat konumunu amı<br />

değil. Bizler buna karı tepki göstermekle<br />

yetinmemeliyiz, siyasi ve kültürel alanda<br />

üretken olmamız gerekiyor. Kaldı ki, böyle<br />

bir dinamizm var. Tiyatroda, edebiyatta<br />

ve göçmen politikalarında. Bunu yaparken<br />

eski argümanlarla boğumak da bana pek<br />

anlamlı gelmiyor. Ben ahsen bu argümanlarla<br />

uğramaktan artık yoruldum.<br />

Bugün Almanyada göç, hâlâ ekonomi<br />

endeksli düünülür. İgücü ihtiyacını kar-<br />

ılamak için çağrılan, ekonomik krizlerde<br />

de geri gönderilmek istenen göçmenler...<br />

Bu, tarihi bir argüman değil. Bugün mültecilere<br />

çalıma hakkı tanıma tartımaları,<br />

yurtdıından kaliteli igücünü<br />

Almanyaya davet etmek, bunun örnekleri...<br />

Daha çok ey sayabiliriz. Kısacası:<br />

53


✤<br />

GÖÇMEN<br />

TÜRKÜLERİ,<br />

ŞARKILARI,<br />

ALMANYA<br />

TOPLUMUNDA<br />

BİLİNMEYEN,<br />

BİLENLER<br />

TARAFINDAN DA<br />

UNUTULAN BİR<br />

KÜLTÜR.<br />

✤<br />

Bugünü anlamak için dünü unutmamak<br />

gerekir. Zaten bu mümkün değil. Bu, kültürel<br />

alanda da öyledir. Fatih Akınlardan,<br />

Shermin Langhoflardan, Feridun<br />

Zaimoğlulardan önceleri de vardır. Her<br />

ey ikinci kuakla balamadı yani. Bu,<br />

kimilerine demode bir yaklaım gibi gelebilir,<br />

önemli değil. Bütün bunlardan daha<br />

önemli baka bir ey var: Göçmen türküleri,<br />

arkıları Almanya toplumunda bilinmeyen,<br />

bilenler tarafından da unutulan<br />

bir kültür. Bunların kaybolmaması için, bu<br />

müziği daha geni bir kitleye tanıtmak için<br />

Bülentle yola çıktık.<br />

- 50 yılı geride bırakan toplu göçe ve bugün<br />

bu ülkede yaayan 3 milyon Türkçeli insana<br />

rağmen, Almanya’da, bu müzik altkültürünün<br />

yerleemediğini belirtiyorsunuz.<br />

Oysa albümünüzde 1970’ler ve 1980’lerin<br />

damgasını taıyan bir sound var. Almanya<br />

(halk, aydınlar, siyaset sınıfı vs.) bunu sizce<br />

neden dikkate almadı?<br />

İMRAN AYATA - Zor bir soru. Hemen<br />

belirteyim, cevaplamam yeterli olamayacak<br />

ve söylediklerimin daha çok birer<br />

tez olarak algılanmasını istiyorum.<br />

Bir: Bugün olduğu gibi dün de Alman<br />

toplumunun çok meraklı ve açık olduğunu<br />

düünmüyorum. Bunun için de göçmenlerin<br />

gündelik hayatları ve kültürel pratikleri<br />

pek ilgi uyandırmamıtır. Göçmenlere<br />

temel yaklaım igücü bazındadır<br />

İki: Dikkate alınmamasının en temel<br />

nedeni, ırkçılıktır. Irkçılık sadece bir ideoloji<br />

değil, aynı zamanda toplumsal aygıtlarda<br />

ileyen bir mekanizma. Bu nedenle,<br />

kültür endüstrisi de onsuz düünülemez.<br />

Üç: Bu ilgisizliğin bir baka boyutu<br />

daha var: Bu sound, Almanyadaki alı-<br />

ılmı soundlardan çok farklıdır ve bu<br />

soundun entegre edilmesinin pek kolay<br />

olmayacağı düüncesi yaygındır. Bu<br />

sound derken dili, müziği kastediyorum.<br />

Tabii ki sadece bu değil. Türkiyenin<br />

o dönem Avrupa içinde sayılmaması,<br />

BÜLENT KULLUKÇU (solda) VE İMRAN AYATA<br />

54


Anadoludan gelen insanların Hıristiyan<br />

olamaması da önemli. Anadolulular İtalyanlardan,<br />

Yunanlılardan daha yabancı<br />

idiler. Onun için Schlagermusik (pop<br />

müzik) kültüründe Costa Cordalis ve<br />

Bata Ilicler vardır, ama Türkiyeli bir isim<br />

yoktur.<br />

- Peki bu ilgisizlikte Türkiye kökenli insanların<br />

hiç mi payı yok? Herhalde zavallı<br />

mağdurlar diyemeyiz.<br />

İMRAN AYATA - Kesinlikle öyle. Zaten<br />

topu sadece egemen topluma atmak pek<br />

gerçekçi değil. O dönemin birçok büyük<br />

ismi, çeitli nedenlerden dolayı, ki bazılarına<br />

biraz önce değindim, kendi insanları<br />

içinde kalmılardı. Hemen hemen hepsi<br />

mesela Türkçe söylüyor. Düğünlerde ve<br />

politik etkinliklerde sahne alıyorlar. Bir<br />

ekilde community müzisyenleri idiler.<br />

Bu tabii ki, biraz da maddi ve manevi olanaklarla<br />

ilgili. Kolay değil o dönemler<br />

Alman toplumuna hitap etmek. Ama bunu<br />

deneyenler de var. CDmizde yer alan<br />

Ozan Ata Canani, mesela bunlardan biri.<br />

Belki daha çok zorlamamak gerekiyordu.<br />

Biz buradayız, bizim söyleyeceklerimiz<br />

var, dinleyin diye düünüyorlardı. Ancak<br />

1990lar sonrası yeni bir duru ve özgüven<br />

sergilendi. Bu siyasi alanda Kanak Attak<br />

gibi bir örgütlenmeden Fatih Akınlara<br />

kadar uzanan geni bir hareketlenme oldu.<br />

Geçenlerde inasi Dikmen bana bir haber<br />

attı. Çok nazik bir ekilde bu CD çalımamızı<br />

kutladı. Sizler bizlerden daha iyi<br />

yapıyorsunuz bu ileri. Daha cesur, daha<br />

kapsamlı diyordu. inasi Dikmen, Der<br />

Spiegelde Songs of Gastarbeiter balıklı<br />

bir yazı okuduktan sonra bunu yazmıtı.<br />

Çok sevindim ve duygulandım. inasi Abi<br />

hemerimdir, yani o da Ulmlüdür. Hayatımda<br />

ilk gittiğim kabare oyunu inasi<br />

Dikmenin 1980lerdeki bir oyunudur.<br />

Biz bugün böyle iler yapıyorsak, bunda<br />

inasi Abilerin ve Metin Aık Öztürklerin<br />

çok büyük payı var. Geçmite bu öncüler<br />

olduğu için biz bugün biziz.<br />

Cem Karaca’nın<br />

Almanya ve<br />

Almanca müzik<br />

macerası<br />

- Albümde Cem Karaca’nın da bir parçası (Willkommen)<br />

yer alıyor. 1960 ve 1970’lerde Türkçe müziğin<br />

en büyük starlarından biri olan ve 12 ”ylül sonrasında<br />

bu ülkeye sığınan Cem Karaca’nın Almanya macerasını<br />

nasıl görüyorsunuz?<br />

İMRAN AYATA - imdi Cem Karaca çok farklı bir<br />

yerde duruyor. Bu hem kendisiyle ilgilidir hem de yaptığı<br />

çalımalardan dolayı öyledir. Bir kere Cem Karaca<br />

Robert Kolej’de okumu, burjuva bir aile ve çevreden<br />

gelen bir müzisyendir. Almanya’ya gelmeden önce<br />

Türkiye’de bir ekoldür. Anadolu Rock’un en önemli temsilcilerindendir.<br />

Anadolu türkülerini, âık parçalarını<br />

yeni bir boyuta taımı, dönümütür. Müziğe yakla-<br />

ımı ve anlayıı birçok göçmen müzisyenden farklıdır.<br />

Müzik piyasa bilgisi genitir. Almanca albüm yapmasının<br />

böyle bir boyutu da olabilir. Ama daha ağır basan, burjuva<br />

backgroundudur. Kültürel anlamda, daha kolay<br />

adapte olmutur. Almanca çok rahat söylüyor. Bana en<br />

azından öyle geliyor. Almanya’daki Türkiyeliler tarafından<br />

ne denli dinlenirdi, nasıl bir yere sahipti, bilmiyorum.<br />

Ama Almanya’da tarih yazmıtır “ie Kanaken<br />

albümüyle. Alman televizyonlarına çıkan ilk Türk sanatçılarındandır.<br />

Bunda Alman plak irketinin katkısı büyük<br />

olmutur. Cem Karaca’yla tanımadım, onun hakkında<br />

birçok ey okudum. Naçizane düüncelerimi ifade edebilirsem:<br />

Karaca’nın Türkiyeli göçmenleri çok ciddiye<br />

aldığını zannetmiyorum. Alman kamuoyunda baarılı<br />

olmak daha ağır basmıtır. Müziğini çok severim ama<br />

Cem Karaca bana uzaktan hep ukala ve oyunu kuralları<br />

içinde oynayan, kendi çıkarlarını ön planda tutan bir<br />

sanatçı gibi geliyor. Toplumsal atmosfer gerektirdiği için<br />

Parka, sonra da Özalizm... (FHF)<br />

55


✤<br />

BABAM 1963’TE<br />

ALMANYA'YA GELDİ.<br />

BİZİM CD 50 YIL<br />

SONRA YAYIMLANDI.<br />

İSTERSENİZ<br />

TESADÜF OLARAK<br />

ANLAYIN. BİRAZ<br />

ÖYLEDİR. AMA,<br />

BİRİNCİ KUŞAĞI<br />

ONURLANDIRMAK<br />

İÇİN DE UFACIK<br />

BİR KATKIDIR.<br />

✤<br />

- Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya gibi<br />

görece zor dilli ülkelerden gelenlerin<br />

müziği bu toplulukların kendi içinde tüketildi.<br />

İtalyan, İspanyol, Fransız müziğine<br />

açık Alman kamuoyunun diğerlerine, özellikle<br />

bize bu kapalılığı nedendir?<br />

İMRAN AYATA - Az önce değindim<br />

gerçi, ama burada da bazı eklemeler<br />

yapmak isterim. Müziğin baarılı olup<br />

olmamasında en önemli etken piyasadır.<br />

O yıllarda, sözünü ettiğim ilgisizlik ve ırkçılığın<br />

yanı sıra, Anadolu soundun ve<br />

bundan sorumlu müzisyenlerin pazarlanabileceği<br />

gibi bir düünce de yoktu. Müzik<br />

endüstrisi ise zaten bu kültürden haberdar<br />

değildi. Olsa bile, muhtemelen Alman<br />

kulaklarına diğerlerine göre çok daha<br />

yabancı geleceği düüncesi egemendi.<br />

Zaten bütün bunlardan dolayı Türküola ve<br />

Minareci gibi irketler Almanyada ortaya<br />

çıktı, taa 1960larda...<br />

- Albümünüzde, rengarenk bir göçe ve<br />

onunla Alman toplumuna giri yapan renklere<br />

dikkat çekme çabası var...<br />

İMRAN AYATA - Bu çalımanın kendimce<br />

en önemli boyutlarından birisi,<br />

yaamın o yıllarda çok heterojen olduğunu,<br />

yani tek tip olmadığını albümdeki<br />

parçaların belgelemesidir. Gariptir, yıllarca<br />

Alman toplumuna makalelerde, edebiyat<br />

ve siyasi çalımalarda bunu anlatmaya<br />

çalıtık. Mesela Kanak Attakla<br />

çalımalarımızda özellikle gündelik hayat<br />

ve çelikilerini önemsedik. Bu Alman toplumunu<br />

göçsüz düünmek mümkün<br />

değil. Göçün kendisi de toplum gibi<br />

rengârenk. İçinde keder, hüzün, muhabbet<br />

ve sevinç var.<br />

- Anne ve babalarınızın kuağı, unutturulmu<br />

bir kuak mı?<br />

İMRAN AYATA - Benim babam 1963te<br />

Almanyaya geldi. Bizim CD, tam 50 yıl<br />

sonra yayımlandı. Bunu isterseniz bir<br />

tesadüf olarak anlayın. Biraz öyledir. Ama<br />

aynı zamanda birinci kuağı onurlandırmak<br />

için de ufacık bir katkı, öyle bir<br />

çalımadır. Daha farklı eyler hak ettiklerini<br />

düünüyorum. Unutulmamaları için<br />

yapacağımız daha çok i var. Bu daha balangıç...<br />

(FHF)<br />

56


Avrupa’da bir<br />

aydınlanmacı çıkış<br />

57


‘Avru<br />

teme<br />

Anado<br />

YAŞAR ATAN<br />

58


pa’nın<br />

linde<br />

lu var’<br />

✤<br />

YAŞAR<br />

ATAN’LA<br />

<strong>AVRUPA</strong>,<br />

TROYA,<br />

HOMEROS VE<br />

ANADOLU<br />

MİTOLOJİSİ<br />

ÜZERİNE<br />

SÖYLEŞİ<br />

✤<br />

59


✤<br />

DAHA<br />

ÇOCUKLUĞUMDA,<br />

DOĞDUĞUM<br />

ANTİK KENT<br />

AFRODİSYAS'TAKİ<br />

HEYKELLERE<br />

BAKAR BAKAR,<br />

BİR ANLAM<br />

VERMEYE<br />

ÇALIŞIRDIM.<br />

✤<br />

Çalıma alanı Anadolu ve Akdeniz mitolojisi<br />

üzerine art arda kitaplar yayımlayan<br />

Yaar Atan, Troya, Homeros ve Anadolu<br />

uygarlıkları üzerine çalımalarını sürdürüyor.<br />

Akdeniz Mitologyasından Efsaneler<br />

ve Akdenizli Tanrılar gibi önceki<br />

kitaplarında insanlığın uygarlık yolundaki<br />

bin yıllardır süren o çileli yolculuğunu<br />

konu edinen yazar ve çevirmen Atan,<br />

Anadolu uygarlıklarını ilerici ve barıtan<br />

yana bir bakı açısıyla yeniden kurguluyor.<br />

Çalımalarını yıllardır Frankfurt<br />

yakınlarındaki evinde sürdüren Yaar<br />

Atana, bir süre önce çıkan Homerosun<br />

İzinde-Troyadan Sava Efsaneleri ile<br />

onun devamı niteliğindeki ve halen baskı<br />

aamasında bulunan Troyada Sava ve<br />

Barı kitaplarını sorduk. Atan, Avrupa ve<br />

mitologya (mitoloji) ilikisini de anlattı.<br />

- Siz sık sık Batı uygarlığı denen olgunun<br />

ve bütün bilimlerin, sanatların mayası ve<br />

hamurunun mitologya olduğunu hatırlatıyorsunuz.<br />

öyle soralım: Mitologyayla ya da<br />

Fransızların mitoloji dediği eyle,<br />

sizin tanımanız nasıl oldu?<br />

YAAR ATAN: Bu belki de bir raslantı.<br />

Belki de mitologyanın, yani mitolojinin<br />

egemen olduğu antik bir kentte dünyaya<br />

geldiğim için böyle. Daha çocukluğumda,<br />

doğduğum antik kent Afrodisyastaki heykellere<br />

bakar bakar, bir anlam vermeye<br />

çalıırdım. Hep yabancı gezginler gelirdi<br />

oraya ve ben konutukları eyleri anlamak<br />

isterdim. O yarı yıkılmı tapınakların<br />

ve heykellerin anlamını merak ederdim.<br />

Sonra o gezginlerin, bazı heykel parçalarını<br />

alıp götürdüklerini de görürdüm<br />

zaman zaman!.. Bir seferinde hakim, kaymakam<br />

amcalara anlattım ağlaya ağlaya<br />

durumu. Beni gülerek dinlediler... Bir<br />

cezası yokmu çünkü!<br />

Yabancı dillere yöneliim de buradan<br />

kaynaklandı. Çünkü bu mermer yontuların<br />

dillendirdiği ve içerdiği mitolojiyle ilgili<br />

olarak hemen hemen hiç kaynak yoktu<br />

Türkçede... Üstelik Afrodisyas ve yöresindeki<br />

evlerin çoğu, o değeri parayla ölçülemeyen<br />

mermer heykel parçalarıyla yapılmıtı...<br />

O yüzden dı ülkelerdeki en ünlü<br />

60<br />

müzeleri, içim yanarak geziyorum hep.<br />

O müzeler, ülkemizden aırılmı o paha<br />

biçilmez mermer yontularla tıka basa<br />

doluydu...<br />

- “emek ki baından beri u soru karınızda<br />

duruyordu: Mitoloji nedir?<br />

YAAR ATAN - Evet, bizim öykü,<br />

masal diye önemsemediğimiz, ama kendi<br />

topraklarımızın malı olan bu mitologya,<br />

yani mitoloji, Avrupayı Avrupa yapan kültürün<br />

temeliydi. Sümerlerden balayan bu<br />

mitologyayı sırasıyla Grekler, Romalılar<br />

ve Rönesansla birlikte Avrupalılar benimsedi<br />

ve onu sanatlara, bilimlere dönütürdüler...<br />

O yüzden de mitologyayı bilmeden<br />

Batı kültürünü, yani edebiyatını, sanatlarını,<br />

felsefesini anlamak olası değildir...<br />

imdi mitolojiyi kabaca anlatabilmek<br />

için öyle bir örnek vereceğim: Yıllar önce<br />

İstanbulda, bir yolcu gemisinde dört-be<br />

yalarında bir kız çocuğunu, geminin<br />

arkasında dönen pervanenin oluturduğu<br />

köpüklere büyük bir ilgiyle bakarken<br />

gördüm... Birden, Anne! diye bağırdı<br />

çocuk. Eliyle köpükleri göstererek Bunlar<br />

ne? diye sordu. Annesi de biraz düündükten<br />

sonra Ha, o köpükler mi?.. Balıklar<br />

çamaır yıkıyor da ondan kızım!.. dedi.<br />

Çocuk birden gülümsemeye baladı<br />

mutluluktan!.. Çünkü o anda kafasını<br />

karıtıran o büyük sorusuna, bir efsane<br />

yani birmitos aracılığıyla yanıt bulmu,<br />

rahatlamıtı...<br />

İte binlerce yıl önceki atalarımız da,<br />

daha bilim olumadığı için, dünyayı bu<br />

be-altı yaındaki çocuğun gözleriyle<br />

görüyor ve onun düzeyindeki aklıyla dünyamızı<br />

yorumlamaya çalııyorlardı... Bu<br />

yüzden de anlayamadıkları doğa varlıklarını<br />

ve doğa olaylarını tanrılatırıyor<br />

ve canavarlatırıyorlardı. Sonra da onları<br />

çocuksu akıllarıyla bir mitosa yani bir<br />

masala dönütürüyorlardı. Böylece insanoğlu,<br />

durmadan kendine sorduğu sorulara,<br />

ürettiği efsaneler (mitoslar) yoluyla<br />

yanıtlar arıyordu...<br />

Bu mitosların yani masalların toplamına,<br />

mitologya ya da mitoloji<br />

diyorduk... Ve hemen söyleyelim ki, dün-


yamızda her ülkenin bir mitolojisi vardı.<br />

İnsanların doğa olayları ve varlıkları kar-<br />

ısında kapıldıkları korkular yüzünden<br />

ürettiği bu mitoslar, çok ürkünçtüler...<br />

Zaman içinde bazı soylu sanatçılar, o<br />

mitosları yumuatıp insancıllatırdılar.<br />

Örneğin o soylu sanatçılardan biri, dünyanın<br />

ve insanoğlunun oluumuyla ilgili<br />

olarak öyle bir mitos kurguladı:<br />

Daha hiçbir eyin var olmadığı o eski<br />

zamanlarda, Kaos denen büyük bir boluk<br />

vardı yalnızca. Bu büyük bolukta da,<br />

zaman içinde, kocaman bir yumurta<br />

oluup olgunlatı ve bir gün ortasından<br />

çatlayıp boydan boya ikiye bölünüverdi!<br />

Yumurtanın içinde olumu ilk tanrısal<br />

yaratık, hemen ayaklarıyla alt kabuğu aağıya<br />

doğru itti; böylece Yeryüzü (Gaya)<br />

olutu. Elleriyle de üst kabuğu yukarı<br />

doğru itti; Gökyüzü (Uranos) olutu...<br />

Yumurtanın içinde oluan ve çatlamı<br />

kabukları iten bu ilk kanatlı tanrısal varlığın<br />

adı da, ak anlamına gelen Erostu.<br />

Böylece iki tanrı, Yeryüzü ile Gökyüzü,<br />

yaratıcıları olan Eros (Ak) yüzünden,<br />

birbirlerine hemen deli divane vuruluverdiler!..<br />

Gökyüzü, Yeryüzüne duyduğu<br />

o sınırsız sevgisini kanıtlamak<br />

için, mavi giysilerini ııl ııl yıldızlarla,<br />

ayla, günele donattı hemen... Ve mevsimine<br />

göre yağmur yağmur, ıık ıık yağdı<br />

sevgilisi olan Yeryüzünün topraktan<br />

bedeni üstüne... Yeryüzü de, âık olduğu<br />

Gökyüzünün yağdırdığı o ıık ve yağmurları<br />

topraktan bedeninin bütün ehvet<br />

ve sıcaklığıyla, en güzel bitkilere, tahıllara,<br />

en lezzetli meyve ağaçlarına dönütürdü...<br />

Ve onların bu karılıklı sevgileri<br />

ve üretimleri sürerken, ak oklarının<br />

yaramaz tanrısı Eros da hep yanlarında<br />

oldu... O durmadan ak okları gönderdi<br />

iki sevgilinin yüreklerine... Bu yüzden<br />

de Yeryüzünü ve Gökyüzünü artık hep o<br />

Eros denen Ak yönlendirmeye baladı...<br />

O iki ana tanrı, yani Gökyüzüyle Yeryüzü,<br />

toprak bedenlerinden ölümsüz tanrı<br />

ve tanrıçaları, yarı ölümsüz çeitli kahramanları<br />

yarattılar... Sonra da dünyayı<br />

yönlendirmek ve en güzele dönütürmek<br />

üzere, kendi benzerleri olacak o güzel<br />

insanları da yaratmaya karar verdiler.<br />

Gökyüzünün döktüğü ıık ve yağmur<br />

sağanaklarıyla harmanlanıp döllenen Yeryüzü,<br />

kendi öz çocukları olacak insanları<br />

doğurdu toprak bedeninden... Ve onları<br />

kendilerinde bile olmayan bazı olağanüstü<br />

akıl ve yeteneklerle donattılar... Haliyle<br />

dünyamızı da çeit çeit güzellik ve nimetlerle<br />

doldurdular. Sırf öz çocukları olan<br />

bu insanoğulları ne istiyorlarsa bol bol<br />

ve kardeçe üretip kavgasız dövüsüz<br />

bölüsünler diye. Ve gene hep aydınlıkta<br />

ve özgürce yaasınlar diye atele, ııkla<br />

donattılar onları...<br />

İte o Yeryüzüyle Gökyüzünün yarattığı<br />

ve her birinin ayrı görevleri olan<br />

tanrı ve tanrıçalardan on ikisi, bulutların<br />

üstündeki Olimposta oturuyordu. Zeus,<br />

Batanrıydı... Ve bu tanrıların altısı kadın<br />

cinsinden tanrıçalardı: Demeter, Afrodit,<br />

Hestiya, Atena, Hera, Artemis... Kalan<br />

altısı da erkek cinsinden tanrılardı: Zeus,<br />

Hefaystos, Apollon, Ares, Hermes, Diyonisos...<br />

Gene bu arada Yeryüzüyle Gökyüzü,<br />

yarı tanrı cinsinden pek çok yaratıklar<br />

da dünyaya getirdiler; sırf çok sevdikleri<br />

insanlara gerektiğinde yardımcı olsunlar<br />

diye.....<br />

Bu yaratımlardan sonra Yeryüzü (Gaya)<br />

ve Gökyüzü (Uranos) adlı o iki tanrı, yalnızca<br />

sevgiye, kardeliğe ve adalete<br />

dayanan bir zemberekle kurdular dünyamızın<br />

düzenini. Ondan sonra da kendi hallerinde<br />

yaayıp gitmek üzere, imdiki yerlerine<br />

çekildiler sessizce...<br />

Evet, konuyu biraz daha açmak için,<br />

soylu sanatçıların ilediği bir baka mitosa<br />

da değinmek istiyorum kısaca. Olimposta<br />

oturan Batanrı Zeusun kızkardei tanrıça<br />

Hestiyanın sorumlu olduğu aile ocağındaki<br />

atele ısınıp birbirleriyle kaynaan<br />

bireylerle ilgili bir mitos... Evet,<br />

tanrıça Hestiyanın aile ocaklarında<br />

yanan o dağınık ateleri, gün gelip bir tek<br />

ülke halkını ısıtıp aydınlatmakla kalmayacak,<br />

zaman içinde bütün dünya halklarının<br />

kardeçe bir arada ısındıkları tek<br />

bir ocağın ateine dönüecekti... İte bu<br />

atein gücüyle artık aralarında karde<br />

61


liriz: Batı uygarlığının mayası olan Grek<br />

mitolojisi, daha birkaç yüzyıl öncesine dek,<br />

mitolojinin kaynağı ve balangıcı sanılıyordu...<br />

Oysa Grekler de, Hindistandan<br />

gelen göçmen bir halktı. M.Ö. 2000li yıllardan<br />

balayarak, Hindistan dolaylarındaki<br />

yurtlarından, yanlarına tanrılarını,<br />

mitoslarını da alıp önlerindeki sürüleriyle<br />

birlikte düe kalka, bugünkü Yunanistan<br />

yörelerine ulamılardı. Grekler<br />

dalga dalga imdiki topraklarına geldiklerinde,<br />

Anadoluda çok büyük uygarlıklar ve<br />

sözcüğün tam anlamıyla, uygarca yaayan<br />

toplumlar vardı... Az önce değindiğimiz<br />

gibi, buna örnek olarak bütün görkemiyle<br />

bize ulamı olan Mezopotamyadaki<br />

Sümer uygarlığını ve onun daha sonra<br />

ulatığı toplumların yapısına göre dönü-<br />

ümler geçirecek olan mitolojisini gösterebiliriz...<br />

Grekler geldikleri bu yeni<br />

ülkenin mitologyası ve uygarlığıyla içselletiler.<br />

İçlerinden çıkan sanatçılar, ilozolar<br />

bu mitosları ilediler ve onlara dayanarak<br />

bilimin, felsefenin, sanatların önünü<br />

açtılar.<br />

Geçen yüzyılda Sümer dili çözülüp çivi<br />

yazıları okununca, Avrupalıların Grek<br />

mitolojisi konusundaki kesin sandıkları<br />

birtakım savları kökten yıkıldı! Çünkü<br />

Grek mitolojisi dedikleri mitolojinin, bilimlerin,<br />

Mezopotamya ve çevresinde uygarlıklar<br />

kurmu Sümerlerden kaynaklandığı<br />

ortaya çıktı.<br />

İte Sümerlerden kaynaklanıp gelen<br />

Greklerin mitolojisi, daha sonra Romalılara<br />

geçti ve haliyle yeniden değiim ve<br />

dönüümlere uğradı.... Ondan çok sonraları<br />

da Avrupalılar, bu mitolojiyi ve onun<br />

tetiklediği kültürü alıp benimsediler...<br />

Böylece bu mitoloji, Batı uygarlığı denen<br />

oluumun mayasını ve hamurunu oluturdu;<br />

bütün sanat ve bilim dalları, felsefe,<br />

vs. hep bu mitolojinin yoldalığında serpilip<br />

geliti...<br />

Gene o eskiçağdaki Ayshülos, Euripides<br />

gibi tiyatro ozanları; Batanrı Zeusun ve<br />

öteki tanrıların zorba ve ürkünç egemenliğine<br />

karı, o zayıf insanoğlunu seven<br />

ve onun için savaan kahramanların ve<br />

de tanrıların olduğunu, kaba ve ürkünç<br />

mitosları insancıllatırarak anlatmaya<br />

çalıtılar. Bu bağlamda, Batanrı Zeusun<br />

köe bucak sakladığı atei çalıp insanlara<br />

ulatıran insan dostu tanrı Prometeusu<br />

ilediler örnek olarak...<br />

Bu tiyatro oyununa göre, tanrı Prometeus<br />

içine her türlü beceri, akıl ve de<br />

onu aydınlatacak atei koyup kendi elleriyle<br />

çamurdan yarattığı insanoğlunun,<br />

çok mutlu bir yaam sürmesini istiyordu<br />

dünyamızda. Ne var ki insan denen böyle<br />

güçlü bir yaratığın dünyaya egemen<br />

olmasını istemeyen Batanrı Zeus,<br />

Prometeusun insan beynine koyduğu o<br />

kıvılcımı alıp bir köeye sakladı... Haliyle<br />

insanoğlu da, dünyamızda körü körüne,<br />

ııksız yaamaya baladığı için, kendine<br />

yaraan bir yaam süremiyor, karanlıklar<br />

içinde habire çırpınıyordu. Bu duruma çok<br />

üzülen insan dostu Prometeus, zaten kızdığı<br />

Batanrı Zeusun köe bucak sakladığı<br />

o atei çalıp insanlara ulatırıverdi!<br />

Bu yüzden de Batanrı Zeus, insan dostu<br />

Prometeusu bir kayaya çivileterek cezalandırdı.<br />

Ne var ki Prometeusun armağanı<br />

olan o kıvılcımla ııklanıp aydınlanan<br />

insanoğlu, bilimlerde ilerlemeye ve bu<br />

yolla daha ilk basamakları üstünde durduğu<br />

o yüksek doruklarına doğru tırmanmaya<br />

baladı...<br />

İte kaba mitosları bunun gibi aydınlatıcı<br />

yapıtlara dönütürerek insanoğluna<br />

yepyeni ufuklar açan sanatçıların baında,<br />

etkinliği hiç azalmayan ve bizim Ege topraklarından<br />

çıkma Homerosumuz vardı...<br />

- Troya savaları sırasında ve sonrasında,<br />

insanların ve tanrıların harmanlandığı<br />

olayları içeren İlyada ve Odisseya destanları<br />

konusunda, 45.000 (kırkbe bin)<br />

kitap yazıldığını söylediniz. Bu yapıtların<br />

evrensel ozanı Homeros kim ve neden<br />

önemli sizce?<br />

YAAR ATAN - Gerçekten de doğup<br />

büyüdüğü Akdeniz coğrafyasındaki<br />

toprakların mitolojisini ileyen ozanlardan<br />

Homeros gerçeği, çok çarpıcı bir<br />

örnektir... Homeros, yaadığı toprakların<br />

iki yakasındaki karde halkların tarih ve<br />

mitoloji kaynaklı efsanelerini (mitoslarını)<br />

62


dillendiren iirleri, soyluların konaklarında<br />

ezbere okuyan ve bu yolla yaamını<br />

sürdüren emekçi bir ozandı...<br />

İ.Ö. 1200 yıllarında gerçekleen Troya<br />

savaından 500 yıl sonra doğan İzmirli<br />

Homerosun yaadığı yüzyılda, yeni yeni<br />

palazlanan Grek burjuva sınıfından birileri<br />

ona, u bildiğin efsaneleri yazıya dök<br />

de, yalnız soylular değil, bizler de okuyup<br />

öğrenelim dediler.<br />

O da oturup halkın dilinde dolaan<br />

Troya savaıyla ve bu savala harmanlanan<br />

tanrılar ve kahramanlarla ilgili<br />

söylenceleri (mitosları) derleyip topladı;<br />

içinden kendince seçtiği Troya savalarıyla<br />

ilgili olanları iirletirdi. Onlara büyük bir<br />

insanlık sevgisi ve yaama sevinci yükledi.<br />

Adaletin, kardeliğin güzelliği yanında,<br />

savaların insanlıkdıı yüzünü çıkardı<br />

ortaya. Böylece bütün insanlığın ölümsüz<br />

bayapıtları İlyada ve Odisseya destanlarını<br />

oluturdu Homeros...<br />

İlyada destanı, dokuz yıl süren Troya<br />

savaının yalnızca bir kesitini, yarı<br />

ölümsüz Yunanistanlı komutan Ahilleusun<br />

Bakralı Agamemnona olan öfkesini ve<br />

bu öfkenin tetiklediği süreci dillendirir...<br />

Odisseya destanı da, Troya savaına<br />

katılan Yunanistanlı kent krallarından<br />

Odisseusun sava sonrası ülkesine gemileriyle<br />

dönerken, denizlerde yıllar süren o<br />

zorlu savaımlarını anlatır...<br />

İlyada destanının konusu kısaca öyleydi:<br />

Troya kenti; Çanakkale Boğazının<br />

Anadolu yakasında kurulmu çok varlıklı<br />

bir krallıktı. Avrupa yakasındaki Yunan<br />

yarımadasında da Akhalar (Grekler) denen<br />

bir halk oturmaktaydı. Ve onların yaadığı<br />

her kent bir krallıktı. Varsıl Troyanın<br />

hazineleri, Yunanistanlı kent krallarının<br />

baı olan Bakral Agamemnonun sürekli<br />

dülerine girmekteydi... İte İlyada destanına<br />

göre, Troyalı prens Paris, bir i<br />

gereği Yunanistana gittiğinde, güzelliği<br />

dillere destan Yunanistanlı Helenayla<br />

tanıtı. Ne var ki tanrıça Afroditin,<br />

yanından hiç ayırmadığı yaramaz<br />

Erosun saldığı ak okları yüzünden güzel<br />

Helena, Yunanistanlı kent krallarından<br />

Menelaosla evli olmasına karın, Parise<br />

deli divane vuruldu ve onunla Troya sarayına<br />

gelin olarak geldi... Bu olayı dülerinin<br />

bir gerçeğe dönümesi olarak yorumladı<br />

hemen Yunanistanlı Bakral Agamemnon!<br />

Batanrı Zeusla üç kez konutuğunu<br />

ve kendisini Helenanın namusunu<br />

temizlemekle görevlendirdiğini açıkladı<br />

halkına. Bu gerekçeye dayanaraktan topladığı<br />

en seçkin ordu ve kent krallarıyla<br />

birlikte, Troya surlarına dayandı...<br />

Ne var ki, Troya surları dokuz yıl süresince<br />

talancılara hiç geçit vermedi! Ve bu<br />

savalarda tanrılarla insanlar harmanlandılar...<br />

Tanrılar da savaan orduların salarında<br />

yer aldılar zaman zaman. Ve bu tanrıların<br />

bir kısmı Troyalıların, bir kısmı da<br />

Yunanlıların salarındaydı...<br />

Surları aamayan Bakral<br />

Agamemnonun orduları, çevre kentlere<br />

yağma seferleri de düzenliyordu<br />

sık sık. Askerler, çevre halklardan dev-<br />

irdikleri gerek kadın gerek ziynet cinsinden<br />

ganimetleri, aslan payını Bakral<br />

Agamemnona ayırdıktan sonra kalanını,<br />

kendi aralarında bölüüyorlardı..<br />

Bir keresinde Bakral Agamemnon, yarı<br />

ölümsüz ünlü komutan Ahilleusun payına<br />

düüp sevgili edindiği güzel Briseyisi<br />

zorla alıp kendi çadırına götürdü. Bu<br />

olayı onuruna yediremeyen Ahilleus da,<br />

Bakrala küfürler yağdırdı uzun uzun.<br />

Sonra da, Ben sırf sen hazineler, güzel<br />

kadın köleler derleyesin diye mi geldim<br />

buraya? O Troyalılar bana ne kötülük etti<br />

de onların o masum gençlerini kırıp geçireceğim?<br />

deyip çadırına çekildi...<br />

Troyalılar, on yıl süresince, Yunanistanlı<br />

ordulara geçit vermedi. Anadolu<br />

halkları da dört bir yandan kuatma altındaki<br />

Troyalıların yardımına koutu. Surları<br />

aamayan yağmacı Akhalar, o ünlü<br />

Troya Atını yaptılar sonunda. Karnı seçme<br />

askerlerle dolu bu tahta atın, tanrıça<br />

Atenanın Troyalılara gönderdiği bir yengi<br />

armağanı olduğu düzmecesini yaydılar.<br />

Troyalılar da buna inanıp cokuyla, Troya<br />

Atı denen tanrı armağanı tahta atı, surlardan<br />

içeri aldılar...<br />

Aynı gece tahta atın karnına saklanmı<br />

askerler, surların kilitli kapılarını açtılar.<br />

63<br />

✤<br />

BÖYLECE BÜTÜN<br />

İNSANLIĞIN<br />

ÖLÜMSÜZ<br />

BAŞYAPITLARI<br />

İLYADA VE ODİSSEYA<br />

DESTANLARINI<br />

OLUŞTURDU<br />

HOMEROS...<br />

.<br />


Bu kapılardan giren Akhalı yağmacılar,<br />

Troyanın hazinelerini, köle olacak kızlarıkadınları<br />

derleyip topladılar. Sonra da<br />

kenti, batan sona atee verdiler...<br />

Homeros, Grek olmasına karın, Girit<br />

uygarlığının insancıl kültürü içinde mayalanıp<br />

yetimiti. O yüzden Homeros,<br />

destan boyunca gönlünün Troyalılardan<br />

yana olduğunu ve Yunanistanlı yarıtanrı<br />

Ahilleusun değil, Troyalı komutan, ölümlü<br />

insan Hektorun hayranı olduğunu da,<br />

gıdım gıdım duyumsatıyordu...<br />

- İlyada ve Odisseya destanları ile onların<br />

güncel anlamları ne olabilir? “aha doğrusu<br />

Troya savalarının güncel anlamı...<br />

Zaten kitabınız doğrudan bu destanlarla<br />

ilgili...<br />

YAAR ATAN - Evet, hemen u gerçeği<br />

anımsatmakla balayalım: Bin yıllar<br />

süresince Homerosun anlattıklarının<br />

sadece bir masal olduğu, Troya diye bir<br />

kentin bile olmadığı sanılıyordu. 19uncu<br />

yüzyılda Alman aratırmacı Heinrich<br />

Schliemannın Troyayı, İlyada destanındaki<br />

bilgilere dayanarak arayıp bulmasıyla<br />

dünya tarihi birden değiiverdi.<br />

Troya, Çanakkaleydi... Homerosun anlattıkları<br />

da, gerçeklere dayanıyordu. Ne<br />

var ki gerçek kiiler ve olaylar mitoslarla,<br />

onlardaki tanrılarla, kahramanlarla harmanlanmıtı...<br />

Homeros, gerek İlyada gerek Odisseya<br />

destanında, insanlığın elini ayağını bağlayan<br />

o ürkünç tanrıları, insanlatırıp<br />

insancıllatırdı... Tanrılara ve insanlara<br />

aıladığı evrensel hümanizmayla, sanatları,<br />

bilimleri binyıllardan beri sürekli<br />

tetikledi. Savaı anlatırken savaın insanlıkdıılığını<br />

ve uygarlığın en büyük engeli<br />

olduğunu, bütün ürkünçlüğüyle gözler<br />

önüne serdi... Yarattığı hümanizmayla,<br />

insanlığı altın çağına götürecek uygarlığın<br />

önünü açtı...<br />

Ve gene çok iginçtir: Savaları ve onun<br />

getirdiği yıkımları anlatan her iki uzun<br />

destan, barı söylemiyle biter hep...<br />

İlyada destanındaki Yunanistanlı acımasız<br />

komutan Ahilleus Troyalıların komutanı<br />

Hektoru öldürmütü. Öldürmekle kalmamı,<br />

onu atlı arabasının arkasına bağlayıp<br />

sayısız kez Troya surlarının çevresinde<br />

dolandırmıtı! Bu acımasızlığa<br />

Kazdağlarıından savaı izleyen tanrılar<br />

bile isyan etmiti...<br />

Ama Hektorun babası Troya kralı Priyamos,<br />

oğlu Hektorun ölüsünü almaya gittiğinde,<br />

Ahilleus birden değimi, ağlamıtır.<br />

Bütün savalara ilençler yağdırıp<br />

kendi elleriyle yıkadığı Hektorun ölüsünü<br />

babasına vermitir...<br />

Odisseya destanının sonunda da, birbirine<br />

hasım iki tarafın vuruması sırasında<br />

tanrıça Atena araya girer ve Artık sıra<br />

barıta... der... İkinci destan da böylece<br />

barı söylemiyle biter...<br />

- Homeros’un bu evrensel iki destanını<br />

Avrupalı gençler gibi bizim gençlerin de<br />

tanıması gerektiğini savunuyorsunuz.<br />

Neden?<br />

YAAR ATAN - Az önce de biraz değindiğimiz<br />

gibi, Batı kültürü, bilimlerinden<br />

ve teknolojisinden tutun da bütün sanat<br />

dalları ve fesefesine kadar hep mitologyadan<br />

kaynaklanmıtır. Batılılar da bu<br />

mitologyaya, Grek yani Yunan mitologyası<br />

diyorlar. Hangi Batılıya sorsanız<br />

Bizim kültürümüzün kaynağı Grek mitologyasıdır<br />

der. Hatta çoğu hiç gocunmadan;<br />

Bizim atalarımız Greklerdir,<br />

der. Yani kültür atalarımız anlamında...<br />

Bunu böyle söylemelerinin nedeni, bütün<br />

bu mitosların ve de Homerosun ölümsüz<br />

İlyada ile Odisseya destanlarının Grekçe<br />

olarak yazıya dökülmü olmasındandır...<br />

Batı kentlerinin meydanlarını, tarihi<br />

yapılarını, yollarını vs. mitologya kaynaklı<br />

heykeller, yazılar süslemektedir. Onları<br />

gören bizim yurttalarımız anlamsızca<br />

bakıp geçmektedirler... Kısaca özetlersek,<br />

Batı kültürünü yani musikiyi, tiyatroyu,<br />

iiri, heykeltralığı, felsefeyi ve de politikayı<br />

anlamak için bütün bunların kaynağı<br />

ve bizim topraklarımızın ürünü olan mitologyayı<br />

öğrenmek zorundayız...<br />

- Homerosun İzinde - Troyadan Sava<br />

Efsaneleri adlı bu son kitabınız neler içeriyor?<br />

64


YAAR ATAN - Bu konuda kısaca unu<br />

da eklemek gerekiyor: Homerosun İzinde,<br />

Troyadan Sava Efsaneleri adlı kitabımız,<br />

savaın o ürkünç gerçekleriyle harmanlanan<br />

insan ve tanrılarla ilgili 90 dolayında<br />

öyküden olumutur. Ve bu öykülerdeki<br />

tanrıların çoğu insanlamı, insancıllamıtır...<br />

Kahramanlar da savaın değil,<br />

insanlamı insanın değerini anlamılardır...<br />

Kitabımızda geçen bir olayı kısaca<br />

anımsatayım isterseniz: Gerçekten de<br />

yüreklilik yönünden birbirine denk olarak<br />

algılanan iki hasım kahraman, Troyalı<br />

Hektorla Yunanlı Büyük Ayas, teke tek<br />

vurumaya baladılar... Hem kılıç kılıca,<br />

hem yerden kaptıkları kaya parçalarını<br />

birbirlerinin üstüne fırlata fırlata,<br />

akama dek vurutular! Yeniemeyince<br />

de iki hasım kahraman, el sıkııp birbirlerine<br />

armağanlar sundular. Troyalı Hektor,<br />

herkesin hayran olduğu en etkin kılıcını,<br />

az önce kıyasıya vurutuğu Ayasın<br />

eline tututururken, İlerdeki kuaklar<br />

bizim nasıl vurutuğumuzdan söz ederlerken,<br />

sonunda dost olduğumuzu da unutmasınlar!<br />

dedi ve gülümseyerek askerlerinin<br />

arasında sessizce yürümeye baladı...<br />

Ayas da arkasından yetiip anasının<br />

armağanı ve yanından hiç ayırmadığı<br />

oyalı mendilini tututurdu az önce öldüresiye<br />

vurutuğu Hektorun eline! İki hasım<br />

birbirleriyle bir süre sarmaıp kucaklatılar!...<br />

Kısa bir süre sonra savaın iğrenç<br />

yüzünü gören Yunanistanlı Ayas,<br />

Hektorun armağanı o kılıcın üstüne kendini<br />

atarak canına kıydı!<br />

- Mitologyanın temelindeki bazı derin<br />

gerçeklere dikkat çekmeyi amaçladığınızı<br />

saklamıyorsunuz. Nelerdi bunlar?<br />

YAAR ATAN - Yukarıda söylediklerim<br />

bağlamında Homeros kaynaklı bu öykülerimde<br />

unları vermeye çalıtım.<br />

Bir kere, antikçağdaki tanrıların ve<br />

egemen kralların da, savaın ilk balarındaki<br />

bütün acımasızlıklarına karın,<br />

insanlarda gördükleri sevgi karısında<br />

yumuayıp iyiliğe ve insancıllamaya<br />

doğru sürekli evrildiklerini göstermeye<br />

çalıtım. Örneğin demirci tanrı topal<br />

Hefaystos, demirci iliğinde kılıç-kalkan<br />

türünden silahlar dövmez oldu artık.<br />

Hatta Batanrı Zeus için bile yıldırımlar<br />

üretmez oldu! Böylece tanrı Hefaystos<br />

insanlara yardımcı olacak robotlar<br />

üretmeyi öğretmeye baladı dünya emekçilerine...<br />

Ayrıca mitosların gizlediği yaama<br />

sevincini ve onların tetiklediği hümanizmayı<br />

da sürekli duyumsatmak istedim.<br />

Çünkü insanlar sevgi, kardelik ve yaratıcılık<br />

öğeleriyle aılandığında, en güzel<br />

meyvelerle donatacaklardı dünyamızı.<br />

Yani uygarlaacaklardı... Zaten Grekçede<br />

uygar insan demek, aılanmı insan<br />

anlamına geliyordu. Aılanmamı insanlar<br />

yabanıl oluyor, ürettikleri de bir ie yaramıyordu!..<br />

İte 2800 yıl önce yaadığımız bu topraklarda<br />

doğup oranın halk destanlarıyla<br />

mayalanan Homeros adlı evrensel ozanımız,<br />

yarattığı iki ölümsüz destanıyla<br />

bütün dünya halklarının uygarlığa giden<br />

yolculuğunda, en güçlü bir menzil fenerine<br />

dönümütür...<br />

unu da ek olarak söyleyiverelim:<br />

Homerosun İyada ve Odisseya adlı kitaplarını<br />

o Büyük İskender, nereye gitse<br />

yanında taırmı. Her gün Homerostan<br />

bir eyler okurmu...<br />

O yüzden, örneğin Batı ülkelerinde,<br />

yalnız onun hakkında 45.000in<br />

(evet yazıyla, kırkbe binin) üzerinde<br />

kitap yazılmıtır!.. Ve ne yazık ki,<br />

Homerosumuz, anavatanının uzaklarında<br />

kalmıtır hep. Dolayısıyla bu ve bunu izleyecek<br />

kitaplarımızla, o evrensel ozanımızın<br />

doğup yaadığı ve öksüz bıraktığı<br />

topraklara yeniden dönmesi için, bir<br />

bakıma ona çağrıda bulunuyoruz...<br />

Bir dileğim var: Umarım, bundan böyle<br />

gençlerimiz de bütün Batılı gençler gibi,<br />

bizim topraklarımızın özsuyu demek olan<br />

aynı mitoloji ve onun tetiklediği uygarlıkla<br />

içselleirler.<br />

(FHF)<br />

65


ALMANYA’YA GÖÇ SERÜVENİ VE İÇİNDEKİ İNSANLAR...<br />

‘Umut Peronu’<br />

Ama kitaba adını veren umut peronu,<br />

Almanyada Münih tren istasyonunda…<br />

Almanyaya o dönemlerde misair içi<br />

getiren trenlerin son durağı Münih tren<br />

istasyonundaki 11 numaralı peronmu.<br />

Burada trenden inenler Almanyanın dört<br />

bir yanına yine trenlerle devam edermi.<br />

İte İtalyanlar bu perona umut peronu<br />

adını vermiler. Ben de bu sıfatı kullandım.<br />

66


FRANKFURT - Türkiye’den Federal<br />

Almanya’ya göçün serüveniyle<br />

ilgili yayın hiç olmadı değil. Oldu.<br />

Ancak, istisnalara rağmen, bu göçü<br />

baından itibaren bizzat yaayan birinci<br />

ve ikinci kuağın deneyimleri geleceğe<br />

hakkıyla aktarılmadı. Yaam koullarının<br />

Almanyaya giden birinci ve ardından<br />

ikinci kuak için hiç kolay olmadığı biliniyor.<br />

Yaananların yayımlanmaması,<br />

Türklerde yazı alıkanlığının bulunmamasına<br />

bağlanıyor. Bu deneyim aktarma<br />

mekanizması, imdilerde art arda yayımlanan<br />

anılarla hareketleniyor. Nitekim,<br />

uzun yıllar Almanyada gazeteciliğin her<br />

kademesinde çalıan, bir dönem Hürriyet<br />

gazetesinin Avrupa baskılarını yöneten<br />

Halit Çelikbudak da Umut Peronu -<br />

Almanyaya Göç Serüveni balıklı son<br />

kitabında ailesinin ve kendisinin yaamını<br />

eksen alarak Almanyaya göçü anlattı.<br />

Önceki yıl Avrupadaki Türk gazeteciliğinin<br />

tarihini Beyaz Yerler Siyah Olacak<br />

- Türk Gazeteciliğinin Avrupa Macerası<br />

balığıyla kitaplatıran Çelikbudak, sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

- Sizi bu kitabı yazmaya yönelten<br />

düünce neydi ?<br />

- Hürriyetin Avrupa baskıları yayın<br />

yönetmeni olarak Türkiye ile Almanya arasındaki<br />

igücü göçünün 50nci yılı nedeniyle<br />

bir kitap hazırlanmasını sağladım.<br />

Göçün 50nci yılı nedeniyle gazeteden bir<br />

çağrı yaparak ailelerin göç hikâyelerini,<br />

✤<br />

BEN TARİHÇİ<br />

DEĞİLİM,<br />

BU KİTAP DA BİR<br />

TARİH KİTABI<br />

DEĞİL.<br />

✤<br />

67


özlemlerini anlatmalarını istedik. Bunları<br />

derleyip önce gazetede yayınladık.<br />

Daha sonra kitap haline getirdik. Benim<br />

ailem de yarım yüzyılı akın bir süre<br />

önce Türkiyeden Almanyaya göç etmiti.<br />

Ben de ikinci nesil göçmenim. Beni bu<br />

kitabı yazmaya yönelten ilk düünce böyle<br />

doğdu.<br />

- Kitap bir otobiyograi mi, yoksa göçün mü<br />

tarihi?<br />

- Kitabın adı her ne kadar Almanyaya<br />

göç serüveni olsa da konusu daha geni.<br />

Ressamlar bazen yaptıkları resmin tamamını<br />

görmek, o ana kadar yaptıklarını<br />

değerlendirmek için tuvalden birkaç adım<br />

geri giderler… Benzer ekilde, bu kitapta<br />

ben de biraz geri giderek çerçeveyi genilettim.<br />

Ailem Kırım kökenli… 1864 yılında<br />

Kırımdan yola çıkıp Romanya üzerinden<br />

Anadoluya, Bursaya göç ediyor. 1960lı<br />

yıllarda da Bursadan Almanyaya göç<br />

ediyor. Dolayısıyla yaklaık 150 yıllık bir<br />

göç hareketi… Belgeleriyle bu büyük göçü<br />

anlattım.<br />

- Kitabınız göç tarihine not dümek olarak<br />

kabul edilebilir mi ?<br />

- Ben tarihçi değilim. Bu kitap da bir<br />

tarih kitabı değil. Belki tarihçilere ham<br />

malzeme kaynağı veya Fransızca deyimiyle<br />

la petite histoire yani küçük<br />

tarih olabilir. Tarihçiler gelecekte bu<br />

ham malzemeler arasındaki bilgileri aratırır,<br />

yorumlar, değerlendirebilir… Bu malzemeler<br />

tarihçiler için önemli birer kaynaktır.<br />

Çünkü bu malzemelerin sahipleri<br />

olayların tanıklarıdır. Bu malzemelerin<br />

tümünün belki mutlak gerçeği yansıttığı<br />

iddia edilemez, ama bunların sayısı arttıkça<br />

gerçeği görmek o kadar kolaylaır.<br />

- Kitaba adını veren Umut Peronu Sirkeci<br />

garında mı?<br />

- Almanyaya göç ilk yıllarda Sirkeci<br />

Garından balıyor. Benim ailem de oradan<br />

yola çıkmı. Ama kitaba adını veren Umut<br />

Peronu, Almanyada Münih tren istasyonunda…<br />

Almanya’ya o dönemlerde<br />

misair içi getiren trenlerin son durağı<br />

Münih tren istasyonundaki 11 numaralı<br />

peronmu. Burada trenden inenler<br />

Almanyanın dört bir yanına yine trenlerle<br />

devam edermi. İte İtalyanlar bu perona<br />

Umut Peronu adını vermiler. Ben de bu<br />

sıfatı kullandım.<br />

- Göçün dıında ailenizin, sizin yaadıklarınız<br />

da var kitapta…<br />

- Yaadıklarımı, gözlemlerimi anlattım.<br />

İnsanlar çoğu zaman içinde yaadıkları<br />

ortamı göremezler. Fransız yazar Guy<br />

de Maupassant, Pariste Eyfel Kulesinin<br />

yapılmasına hep karı çıkmı, Bu kule<br />

Parise hiç yakımıyor demi. Eyfel Kulesi<br />

yapılmı. Guy de Maupassant ise Eyfelin<br />

içindeki kafeye her gün gidiyormu. Ona<br />

bu durumu sormular. Cevabı öyle olmu.<br />

Eyfel kulesinin görünmediği tek yer<br />

burası! Bunun gibi, içindeyseniz göremeyebilirsiniz<br />

bazı ayrıntıları… Bu çoğu<br />

kii için geçerlidir, ama uzun yıllardır<br />

yaptığım gazetecilik mesleğinin olmazsa<br />

olmazları, gözlem ve olayları irdelemedir…<br />

Gazeteciler içinde yaadıkları ortamı gözlerler…<br />

Bu özellikleri de çoğu zaman<br />

onları dolaylı da olsa onları modern çağın<br />

tarihçileri yapar… Bu yüzden de gazeteler<br />

için tarihin taslakları nitelemesi yapılır<br />

zaten… Ben de ailemin göç sürecine ilaveten<br />

Almanyada yaadıklarımı, gözlemlerimi<br />

kitabıma yansıttım.<br />

- Göçün geleceğini siz nasıl görüyorsunuz?<br />

- Bizim göç süreci sırayla misair içi,<br />

yabancı, göçmen ve Türk kökenli<br />

Alman diye gidiyor. Dördüncü nesle<br />

gelirken gelecekte nasıl bir kimlik olacak<br />

sorusuyla karılaıyoruz. Kimlik oluumunda<br />

ortak bir tarihsel beraberlik, din,<br />

dil, köken birliği gerekir. Elli yılı akın<br />

sürede kolayca tanımlanamayan bu ger-<br />

68


çeğin ve bununla ilgili sürecin gelecekte<br />

de bir süre daha belirsiz olduğunu düünüyorum.<br />

Bu sürenin ne kadar olacağı<br />

konusunda bir tahminde bulunmak kolay<br />

değil. Ancak bugünkü gelimeler yeni kültürel<br />

kimliğinin en belirleyici öğelerinden<br />

birinin İslam dini olacağını gösteriyor.<br />

Belki de Türk kökenliler bu bağlamda<br />

yeniden tanımlanacak. Dünyadaki gelimeler<br />

de bunu gösteriyor. Bunları kitabımda<br />

etralı olarak anlattım.<br />

- ”lli yılı aan göçle ilgili etkileyici tek bir<br />

cümle söylemeniz istenirse ne söylersiniz<br />

acaba ?<br />

- Tek bir cümle değil, ama iki cümle söyleyebilirim.<br />

1960lı yıllarda Almanyaya<br />

yola çıkanlar biraz çalııp para biriktirdikten<br />

sonra dönerim umudu içindeler…<br />

Türk hükümeti ise ülkedeki isizliğin<br />

haileyeceğini ama gidenlerin kaliiye<br />

birer eleman olarak döneceklerini düünüyor.<br />

Ama İstanbuldaki Alman İrtibat<br />

Bürosu Müdürü Theodor Marquardın<br />

1966 yılında söylediği iki cümle beni<br />

çok etkilemitir… Theodor Bey Sanmayın<br />

ki gidenler geri dönecekler. Bir-<br />

çokları Almanyada yeni bir hayat kuracaklar,<br />

kök salacaklar ve vatanlarını<br />

sadece misair olarak ziyaret edecekler<br />

diyor. Türkiyeden Avrupaya göç tarihinde<br />

bu kadar uzak görülü bir söz var mıdır,<br />

bilmiyorum… Bu sözleri ilk okuduğumda<br />

etkilenmitim, imdi de etkileniyorum…<br />

- Kitabınızı nasıl tarif ediyorsunuz?<br />

- Göçü çokça tekrarlanıp klie haline<br />

gelmi olarak bir konu olarak görenler<br />

olabilir. Çoktan unutulup gitmi bir eyin<br />

tozunu alıp tekrar gündeme getirmek<br />

olarak niteleyenler de olabilir. Ama<br />

bir kez de değiik bir gözlükle bakmamızın<br />

faydası var. Ben de bunu yapmaya<br />

çalıtım. Ailem ve benim yaamımın<br />

ekseninde Türkiyeyi, Almanyayı anlattım.<br />

Karılatığım bazı insanları anlattım.<br />

Bazıları artık hayatta olmayan insanların<br />

hikayelerini hatırlamaktan dolayı<br />

hüzünlendim, yazarken gözlerim doldu,<br />

ama amacım bugünü daha çok anlamlandırmak,<br />

imdiye bir değer, bir derinlik<br />

katmaktı. Latince bir söz vardır:<br />

Historia est vitae magistra...<br />

Tarih hayatın öğretmenidir derler.<br />

✤<br />

YAŞADIKLARIMI<br />

ANLATTIM.<br />

İNSANLAR ÇOĞU<br />

ZAMAN İÇİNDE<br />

YAŞADIKLARI<br />

ORTAMI<br />

GÖREMEZLER..<br />

✤<br />

69


Foto: Tansu Sarıtaylı<br />

Kardeşimiz Uğur Hüküm<br />

(İstanbul 1949 – Paris 2013)<br />

Uğur’la uzun süre birlikte çalıştık, birlikte ürettik, ortak bir aydınlanma kavgası verdik.<br />

Cumhuriyet’te, “Yenigün Avrupa”da, “avrupagun.eu”da ve üç aylık “Kültür” dergimizde<br />

hep omuz omuza olduk. Zor zamanlardan geçerken hep yanı başımızdaydı.<br />

Sonra birden, hiç beklemediğimiz bir anda aramızda çekilip gitti. Şaşkınlığımız<br />

sürüyor, hâlâ inanamıyoruz bu tepeden tırnağa kültür insanının böylesine erken ve<br />

en verimli çağında sonsuzluğa göçmesine. Ama biz yazdıkça, çizdikçe, yaşadıkça onu<br />

hep aklımızda ve yüreğimizde taşıyacağız. Anılarıyla hayata tutunacağız. Uğur Hüküm<br />

unutulması mümkün olmayan insanlardandı. Pırıl pırıl zekâsını, güleryüzünü,<br />

içtenliğini ve çalışkanlığını biz nasıl unutalım?<br />

Osman Çutsay / Ömer Yaprakkıran<br />

70


Yeri<br />

doldurulamaz<br />

Uğur<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Uğur Hüküm 1970lerin baından itibaren<br />

Fransada yaadı. Cokusu, özverisi,<br />

candan ve dayanımacı dostluğu, sevecenliği,<br />

güleryüzlülüğü ve son derece mütevazı<br />

halleriyle unutulamazlar arasındaki yerini<br />

çoktan aldı.<br />

Radio France Internatonaleda (RFI) Güzin<br />

Dinodan sonra Türkçe bölümünü yıllarca<br />

yönetti, Güzinin bıraktığı boluğu<br />

en iyi biçimde doldurdu.<br />

Pariste birkaç dostuyla kurduğu Radio<br />

Soleille insanlarımızın sesi oldu ve bilhassa<br />

hapishanelerdeki vatandalarımızın<br />

sesini duvarların ötesine taıdı. Mahkum<br />

yurttalarımızın kaç tanesi Uğur sayesinde<br />

vatanın sesini duydu, Ruhi Suyu dinledi,<br />

Nâzımdan iirlerle sarsıldı, kitap edindi,<br />

dertlerini bir parça olsa bile unutabildi.<br />

Uğur ve çalıma arkadaları onların her<br />

birine birer pencere açtılar. Kimi özgürlüğüne<br />

kavutuktan sonra özel olarak taa<br />

Parise kadar gelip Uğuru buldu ve ellerine<br />

sarıldı, kaldı.<br />

Yeri doldurulamazlardandır<br />

Uğur Hüküm.<br />

Uğur Hüküm Cumhuriyetteki yazılarıyla<br />

Fransızca bilen ama Fransız radyo<br />

ve televizyonlarını izlemeye ve Le Monde<br />

okumaya zaman ayıramayan, aralarında<br />

yakından tanıdığımız gazeteci dostlarımı-<br />

71<br />

CANIMIZ ÇOK<br />

SIKKIN. BU ÇOK<br />

EFENDİ, HAKİKİ<br />

İSTANBUL ÇELEBİSİ<br />

VE SÜREKLİ<br />

GÜLERYÜZLÜ DOSTU<br />

UNUTMAK<br />

MÜMKÜN DEĞİL<br />


✤<br />

UĞUR ÖNCE<br />

GENÇ BİR ÖĞRENCİ,<br />

DAHA SONRA<br />

YETİŞKİN BİR İNSAN<br />

OLARAK YAŞAMI<br />

BOYUNCA TANIK<br />

OLDUĞU BÜTÜN<br />

ASKERİ DARBELERE<br />

KARŞI TAVIR<br />

TAKINDI.<br />

✤<br />

zın da bulunduğu, birçok kadın ve erkeğin<br />

bavuru kaynağı ve bir anlamda en güvendikleri<br />

referansı oldu. Cannes Film Festivali<br />

üzerine yazdıkları, caz makaleleri,<br />

Fransız siyasetine ilikin analizleri her zaman<br />

iimize yarayacak özellikler taıyor.<br />

1981 sonunda ve 1982 baında Yılmaz<br />

Güneyin Yol ilminin seslendirilmesi<br />

aamasında en belirleyici yardımcılarından<br />

biriydi. Bunu ve daha birçok eyi hiçbir<br />

zaman kamuoyuna yansıtmayacak kadar<br />

da arka planda kalmayı tercih etti.<br />

Uğur çok ho bir dost, çok iyi bir baba<br />

(her birini en iyi biçimde yetitirdiği iki<br />

çocuk sahibi) olarak aklımızda hep.<br />

Uğurun aramızdan ayrılıı bu son aylarda<br />

Paristeki yaprak dökümünün en<br />

beklenmeyeni ve aynı zamanda ölümün,<br />

bu kalle, bu hain, bu alçak beyaz giysilinin<br />

çevremizde dolatığının en somut<br />

ispatı. Canımız çok sıkkın. Bu çok efendi,<br />

hakiki İstanbul Çelebisi ve sürekli güleryüzlü<br />

dostu unutmak nâ–mümkün. Melih<br />

Aıkın bana gönderdiği iletide belirttiği<br />

gibi, Anısı geride kalanlara yol gösterici<br />

olsun. Kalplerde onunla ilgili güzel duygular<br />

kalsın.<br />

72<br />

Uğuru en son Güzin Dinoyla vedalama<br />

törenimiz sırasında, 5 Haziran<br />

2013te, önce hastanede, sonra Thiais<br />

Mezarlığında gördüm. Güzini ve Abidini<br />

en iyi tanıyanlardan biri olarak Uğur, onlarla<br />

hep en iyi ilikileri sürdürmü Parisli<br />

dostlarımızdan biriydi. Güzinin yattığı<br />

mekan, ardıçkuu, kırlangıç, bülbül ötüleri,<br />

gül ve ağaçlarla donatılmı yemyeil<br />

çevresiyle aklımızda kaldı. O gün Uğurla<br />

uzun boylu konuamadık çünkü her birimizin<br />

etrafında dünya kadar insan vardı,<br />

ama en yakınını yitirmi iki karde gibi<br />

birbirimize sarıldık ve basağlığı diledik.<br />

Güzin ona da bana da az ablalık yapmadı<br />

hani. Arada bir sıkı ve hakiki ağız dalalarıyla.<br />

Bu Güzinin alâmet-i fârikası veya<br />

alâmet-i harikasıydı. Alıkındık. Güzinin<br />

hele beni kardei Behlülle karıtırmasına<br />

ve benimle kardeiyle çocukken yaptıkları<br />

gibi atımasına alıkındım. Dahası Güzin,<br />

Abidinin bize bıraktığı en son ve en kırılgan<br />

mirasıydı. Gözümüz gibi sakındık.<br />

Uğurla daha önce, 30 Mart 2013te, İnsan<br />

Yılmaz Güney kitabımın Paris Kürt<br />

Enstitüsündeki imza ve tanıtım toplantısında<br />

biraraya gelmi, uzun boylu konu-


ma fırsatı bulmutum. Uğur o gün katılmasını<br />

ve Yılmaz Güneye ilikin anılarını<br />

bizlerle paylamasını rica ettiğim üç arkadatan<br />

biri olarak geldi ve kısa tanıtım<br />

konumamdan sonra anılarını cömertçe<br />

sundu. İlk kez bu vesileyle 1981 sonunda,<br />

o günlerde Güneye yardımcı olan ve<br />

bunu herkesten gizleyen Yavuzer Çetinkaya<br />

aracılığıyla, Yılmaz Güneyle tanıtığını<br />

ve ilk görüme sonrasında Yolun seslendirilmesinde<br />

çalıabilecek Paristeki<br />

Türkleri ve Kürtleri seçme iiyle görevlendirilmesini<br />

ve bu ii Barbèsteki küçük bir<br />

stüdyoda nasıl yaptığını anlattı. Anılarını<br />

anlatması için davet ettiğim Nezihe de<br />

Uğur Hükümün seslendirme için Kürtçe<br />

bilenleri aradığını bir Ermeni arkadaından<br />

duyduğunu ve bunun üzerine Uğurla<br />

görümeye gittiğini ve sonrasını anlattı.<br />

Uğur ve Nezihe sayesinde Güneyin o sıralardaki<br />

çalıma anlarını ve yöntemini dinledik.<br />

Böylece o günlerde Güneyin çevresinde<br />

çok sınırlı ve küçücük bir takımın<br />

bulunduğunu öğrendik. Bu takımda Yavuzer<br />

ile Uğur yanında, Gaye Petek, Neriman<br />

Petek, Mehmet Ulusoy, Keriman Ulusoy<br />

gibi isimlerin bulunduğunu da. Toplantı<br />

sonrasındaki sohbetimiz sırasında<br />

Uğura bunları artık bir an önce yazmasını<br />

ve yayınlamasını anımsattığımda, Yazıyorum,<br />

dedi, bütün geçmiimi, anılarımı<br />

anlattığım bir kitapta bunları da aktaracağım.<br />

Bize artık bu çalımasının yayınlanıp<br />

meraklılarına ulatırılmasını beklemek<br />

kalıyor.<br />

Uğur o günkü konumasında geçmi-<br />

ini de kısaca özetledi: İstanbul ehir<br />

Tiyatrosunda kadrolu oyuncu olarak çalımasını,<br />

Tuncel Kurtizle tanımasını,<br />

1969-1973 arasında ODTÜdeki öğrencilik<br />

dönemini, Parise geliini, Thomson<br />

Fabrikasındaki içilik hayatını ve bunun<br />

onbe yıl kadar sürüünü, sendikacı militanlığını,<br />

Fransız Komünist Partisi üyesi<br />

olmasını, gazetecilik yaamını, radyo deneyimlerini,<br />

yaptıklarını ve yapamadıklarını<br />

da... Bunların tümünü daha kapsamlı<br />

bir biçimde anılarında bulacağımızı umuyorum.<br />

O gün Uğur bize yazmakta olduğu<br />

anılarının ilk versiyonundan bir dilim sundu<br />

desem yeridir. Hepimiz merak ve hayranlıkla<br />

dinledik. Sayesinde tiyatro, sinema,<br />

sanat, medya, radyo ve gazetecilik konularında<br />

dünya kadar ey öğrendik.<br />

Uğur önce genç bir öğrenci, daha sonra<br />

yetikin bir insan olarak yaamı boyunca<br />

tanık olduğu bütün askeri darbelere kar-<br />

ı tavır takındı. Tavır takınmakla kalmadı,<br />

karanlığın yırtılması ve günein doğması<br />

için kararlı, ciddi, düzenli ve sürekli bir<br />

biçimde çalıtı. Bu konuda özellikle 12 Eylül<br />

1980 darbesi öncesi ve hemen sonrasında<br />

yaptıklarını Doğan Özgüdenin Vatansız<br />

Gazeteci üst balıklı anılarının Sürgün<br />

Yılları 1971-2011 isimli ikinci cildinden<br />

neredeyse günü gününe izlemek mümkün.<br />

Asıl dikkati çeken ve hayranlık uyandıran<br />

Uğurun düzenli bir biçimde hep en<br />

tutarlı tavırları takınmı olması. Bu elbette<br />

yaanılanlar yaandıktan, yapılanlar yapıldıktan<br />

sonra saptanabildi. Oysa o günlerde<br />

tutarlı tavır takınanların nasıl kenara<br />

itildiklerini bir parça biliyorduk, kalanını<br />

ise Doğan Özgüdenin kitabından gerçek<br />

kahramanlarının isimleri ve yaptıklarıyla<br />

öğreniyoruz. Bu konuları da Uğurla<br />

konutuk ama maalesef zamanımız elveri-<br />

73<br />

✤<br />

SADECE TAVIR<br />

TAKINMAKLA<br />

KALMADI,<br />

KARANLIĞIN<br />

YIRTILMASI VE<br />

GÜNEŞİN DOĞMASI<br />

İÇİN KARARLI,<br />

CİDDİ, DÜZENLİ<br />

VE SÜREKLİ<br />

BİR BİÇİMDE<br />

ÇALIŞTI.<br />


li olmadığı için ayrıntılı bir biçimde derinletiremedik.<br />

Özetle öyle diyelim isterseniz:<br />

Solda, hakiki solda, birlik arayıı yapısallamı,<br />

kemiklemi bürokrasileri, ka-<br />

arlanmı bürokratları aabilir mi? Onların<br />

aılabilmeleri için ne yapılabilir? Ne<br />

yapılmalı? Sorularımızın yanıtlarını hâlâ<br />

arıyoruz. Yardımlarınızla aramayı sürdüreceğiz.<br />

Bulana kadar.<br />

Uğur, bu güleç yüzlü, en tatsız anlarda<br />

bile tebessümünü ihmal etmeyen hakiki<br />

insan, dayanımacı ve gerçek dostumuz,<br />

Gaye Petekin deyiiyle Uğurcuk, hiçbirimizin<br />

aklının uçundan bile geçirmeyeceği<br />

bir biçimde ve bir anda, 27 Haziran<br />

2013 perembe akamı kalp krizi geçirdi.<br />

Gayenin bana gönderdiği iletide aynen<br />

unlar yazılı: Dostumuz Uğur perembe<br />

akamı bir kalp krizi geçirdi, ilk yardım<br />

galiba geç ulatı ve u anda uyanamadı,<br />

galiba beyin ölüm durumunda. Bu yarın<br />

tam kesinleecek, çok minnacık bir ümit<br />

kaldı ama mucizevi sayılacak kadar.<br />

Uğur, Parisin 149, Rue de Sèvres adresindeki<br />

Necker Hastanesinde yoğun bakım<br />

biriminde kurtarılmaya çalııldı. Ama<br />

bu maalesef mümkün olmadı. Uğurcuğu<br />

son kez görmek umuduyla Gayenin ilettiği<br />

adrese gittim. Duroc Metro istasyonunda<br />

iner inmez anımsadım: 1980lerin sonunda<br />

Abidinle malum hastalığının denetimi<br />

için buraya birlikte gelmitik. Abidin<br />

hastalığının duyulmasını arzulamadığı<br />

için bu tür denetim veya doktor ziyaretlerine<br />

ağzı mühürlü dostlarıyla gitmeyi<br />

kural haline getirmiti. Abidinle birlikte<br />

gittiğimiz ve doktor denetiminden sonra<br />

ev-atölyesine birlikte döndüğümüz günden<br />

bu yana bu hastane daha beter bir labirente<br />

dönümü. Ne iyi ki Gayenin verdiği<br />

adres ayrıntılı. Gaye son birkaç yılını<br />

önce babası ve hepimizin de bir parça abesi<br />

Fahri Petek, sonra Güzin Dino ve bugünlerde<br />

de annesi Neriman Petek için hastanelerde<br />

geçirdiği için hastane adreslerindeki<br />

ayrıntıların önemini biliyor. Evet Necker<br />

Hastanesinde Uğurcuğumuzun yattığı<br />

yoğun bakım birimini buldum ama onu son<br />

bir kez görmem maalesef mümkün olmadı.<br />

Kapılar ve pencereler çünkü, mecazi manada,<br />

mühürlenmiti. Einin arzusu önünde<br />

dostların yapacağı tek ey peki demektir.<br />

Ben de öyle yaptım. Uğurcuğu son kez<br />

göremedim. Bakın burada Fransızların<br />

yöntemini beğendiğimi söylemenin tam zamanıdır:<br />

Ölünüz tabuta konulduktan sonra<br />

son bir kez görmek isteyenler için tabutun<br />

kapağı çok kısa bir süre için bile<br />

olsa açık bırakılır ve isteyenler gidip elveda<br />

der. Fena değil. Kulağımıza küpe olsun<br />

mu? Olsun.<br />

Ne olursa olsun canım sıkkın ama üzülmüyorum<br />

çünkü biliyorum imdi çıksam,<br />

bir ie rakı ve bir parça beyaz peynir almak<br />

için köedeki Bizim Bakkala gitsem<br />

Uğur da mutlaka oradadır ve bana ehmus<br />

bak bu peynir yeni gelmi, daha taze,<br />

istersen bunu dene, biraz daha yağlı ama<br />

olsun daha lezzetli diyecektir. Veya birkaç<br />

adım ötedeki sinemalara sokağına dalsam<br />

Uğur elimle koymuum gibi karıma<br />

çıkacak, Merhaba ehmus, Cannes Film<br />

Festivalinden dün döndüm, kısa ilm yarımasında<br />

birincilik alan genç yönetmen<br />

ve oyuncusu ve aynı zamanda ei bizde kalıyorlar<br />

haberini verecektir. Veya bir bulvarda<br />

yürürken aniden karı karıya geleceğiz,<br />

o bir basın toplantısına koturuyordur<br />

ben bilmemnereye, Tamam telefonla-<br />

alım, görüelim, bir kahve içelim deyip<br />

koar adım yollanacağız. Ve nihayet zaman,<br />

u bilinen, akan ve çağlayan zaman<br />

duracak, bir café terasında bir kahve veya<br />

bir bira içimi sohbete dalabileceğiz.<br />

Uğura defalarca söyledim, o çok iyi biliyor,<br />

Uğurla aramızda hakiki bir önsezi<br />

telefonu vardı. Evet önsezi telefonu. Kaç<br />

defa gerçekleti: Kaç defa sokağa çıkmadan<br />

önce birazdan urada Uğura rastlayacağım<br />

ve Uğur bana u konuda u bilgiyi<br />

verecek diyordum ve aynen gerçekleiyordu.<br />

İki dost arasında bundan daha büyük,<br />

bundan daha hakiki bir duygu ve sezi birliği<br />

var mı? Bilenler lütfen yazsınlar.<br />

Bizler Uğur Hükümü unutmayacağız.<br />

Okuyucularının, meraklılarının da bizlere<br />

katıldığını duyuyor, okuyorum. Ne mutlu<br />

Uğura.<br />

Ne olur yani biraz<br />

daha kalsaydı, u birkaç<br />

kitabını bitirebilseydi.<br />

Fena mı olurdu? Ulan<br />

ölüm ne garip, ne kalle,<br />

ne zalim bir eysin.<br />

Sen geldiğinde biz yokuz.<br />

Biz varken sen yoksun.<br />

Bi yakalasam seni<br />

ağzını burnunu kumlara<br />

sürtmezsem bana da Erganili<br />

ehmus demesinler!<br />

u son yazdığım satırlara<br />

en çok Uğur gülecek,<br />

biliyorum. Olsun.<br />

Ben de zaten onun için<br />

bu ii üstleniyorum. Sadece<br />

onun için. z<br />

74


UĞUR HÜKÜM<br />

HEP KÜLTÜR VE<br />

SANATIN İÇİNDE OLDU,<br />

DÜNYAYA O PENCEREDEN<br />

BAKTI.<br />

© Fotolar: Ömer Yaprakkıran<br />

75


Jazz ve gitar<br />

efsanesi bir ‘öteki’<br />

Django Reinhardt<br />

yüz yaında<br />

UĞUR HÜKÜM<br />

76


Rivayete göre, bütün zamanların en<br />

iyi klasik İspanyol gitaristi diye bilinen<br />

Andrés Segovia (1893-1987) 2. Dünya<br />

Savaını takip eden günlerden birinde,<br />

Pariste o dönemin cazibe merkezlerinden<br />

bir barda, Django Reinhardt ile karılaır.<br />

Django konumasını pek sevmediğinden<br />

kısa süre sonra yanından hiç ayırmadığı<br />

gitarıyla değiik bir hava tıngırdatır. Usta<br />

Segovia çok duygulanmı ve etkilenmitir.<br />

Gayri ihtiyari Kimden bu parça? deyiverir.<br />

Django baını gitarından kaldırmadan,<br />

omuzlarını silkeleyerek çocuksu bir saflıkla,<br />

İçimden geldi, öylesine dokundum<br />

diye yanıtlar. Gözyalarını tutamayan Segovia<br />

hayranlıkla Sen ne biçim bir yaratıksın<br />

böyle, dururken bile üretiyorsun?<br />

diye sorgular. Djangonun cevabı gitarındadır.<br />

Çalmaya devam eder...<br />

✤<br />

ÇİNGENELERE<br />

GÖĞÜSLERİNİ GERE<br />

GERE “ÇİNGENE<br />

OLMAKTAN GURUR<br />

DUYUYORUM”<br />

DEDİRTEBİLEN<br />

BİR SANATÇIDIR<br />

DJANGO<br />

REİNHARDT.<br />

✤<br />

20nci yüzyılda özgürlük ve yaratıcılık<br />

nianı takılacak birkaç müzisyen varsa,<br />

sanat tarihinin yaldızlı sayfalarına dâhi<br />

diye yazılacak Jazzcılar olacaksa, herhalde<br />

Avrupa kökenlilerin baında, notapartisyon<br />

okumasını bile bilmeyen çingene<br />

çocuğu, efsanevi sanatçı Django Reinhardt<br />

gelir. Jazz yazarı ve aratırmacısı<br />

François Billardın deyiiyle, O, halkının<br />

gerçek bir kahramanıdır. Tüm baskı,<br />

kıyım, önyargı, ayrımcılık ve dılamalara<br />

karın halen yeryüzünün en özgür halkı<br />

diyebileceğimiz Çingenelere göğüslerini<br />

gere gere Çingene olmaktan gurur duyuyorum<br />

dedirtmi, dedirtebilen bir sanatçıdır<br />

o. Jazzda çığır açan, Avrupadan<br />

dünya Jazzına tür katan tek müzisyendir<br />

o. Gitarı Jazzın özgün ve temel enstrümanı<br />

olarak dünyaya kabul ettiren besteci<br />

ve yorumcudur o. Django 2010da 100 ya-<br />

ına girdi. Jazz âlemi ve Fransa bu esiz<br />

evlâdını, ona hasrettiği Django Reinhardt<br />

Yılında saygıyla anıyor.<br />

Bir baka Jazz uzmanı, Django Reinhardt<br />

Efsanesi (1957) isimli kitabın yazarı<br />

Yves Salguesa göre, Django, Avrupalı<br />

çingenelerin Fransızca konuan Manular<br />

kanadındandır. Annesi Négros<br />

Djangoyu 23 Ocak 1910da göçer kervan-<br />

77


ları Fransaya yakın Belçikanın Liberchies<br />

kasabasından geçerken dünyaya getirmitir.<br />

Babası bilinmeyen bebek, nüfus kayıtlarına<br />

Jean (Baptiste) ilk adı ve adet olduğu<br />

üzere annesinin soyadı Reinhardt ile<br />

geçtikten sonra göç katarları durmak bilmez<br />

yolculuklarını sürdüreceklerdir. Annesi<br />

oğluna, yine çingene geleneklerine<br />

uygun biçimde tek gerçek ismini takacaktır:<br />

Django. Django oğlan Jazzda çığır<br />

açacak, Swinge Çingene-Manu stiliyle<br />

yepyeni bir boyut, benzersiz bir ritim<br />

kazandıracak, baka türde müziklerin<br />

de ufkunu geniletecek, nicelerine öncülük<br />

edecektir. Örneğin, Jimi Hendrix ve<br />

Tony Iommi kurdukları gruplarına, Band<br />

Of Gypsies ve Black Sabbath adını takmılarsa,<br />

B.B. King 1950lerde yaptığı radyo<br />

programlarında düzenli onun plaklarını<br />

çalmısa, Jef Beck En büyük o! O bir<br />

Tanrı!, diyebiliyorsa Django efsanesi basit<br />

bir pazarlama baarısı veya keyi tercih<br />

meselesi değildir. Hele de 2010 yılı içerisinde<br />

Djangoya ilikin düzenlenen yüzlerce<br />

(yanlı okumadınız) konser, festival,<br />

enliği görünce onun eserini, değerini,<br />

Jazza, dünya müzik ve kültürüne kattıklarını<br />

daha iyi kavrarız.<br />

BANJOLU ÇOCUKTAN<br />

QHCF’İN KURUCULUĞUNA<br />

Müzik dünyasının bir dizi ciddi kalem<br />

ve çehresine göre, gelmi geçmi en yetenekli,<br />

en önemli gitaristlerinden biri, hatta<br />

birincisi kabul edilen Django Reinhardt,<br />

kariyerine 54 kuzeninden bir tanesi olan<br />

Gabrielin çok eskidiği için bir kenar attığı<br />

banjosuyla balar. O bozuk ve eski aleti<br />

gece-gündüz çıplak parmakla ve öylesine<br />

tutkuyla çalar ki, annesi oğlunun parmaklarındaki<br />

ime ve aırı kızarıklığı önceleri<br />

dolama sanır. 10 yaındadır, savata<br />

Kuzey Afrikaya sığınan kervan o sıralar<br />

Parisin kapılarından (Porte) Choisyye<br />

yerlemitir.<br />

Djangonun, annesi dıında ilk dinleyicisi,<br />

çingenelere okuma-yazma öğretmeye<br />

çalıan idealist bir ilkokul öğretmeni,<br />

Mösyö Guillondur. Guillon Djangoya<br />

okuma-yazma öğretemez, ama ondaki benzersiz<br />

müzisyen cevherini kefedecek ilk<br />

kii olacaktır. 12 yaında gelen hediye bir<br />

gitar ufaklığın hayatını değitirecektir.<br />

Kulaktan dolma, gözden kapma edindiği<br />

bilgilerle, bazı tanınmı arkı ve melodilerin<br />

havalarından esinlenen kendince doğaçlamalara<br />

daha o yalarında giriir. 13<br />

yaında Trio Reinhardtı kurmu, Parisin<br />

günein yolunu gözleyen güney kapılarından<br />

(Porte) dItaliede tezgâh açmıtır.<br />

Anında fark edilip Monge ve Huchette<br />

sokakları gibi Parisin popüler eğlence<br />

merkezlerinde açık halk balolarına teri<br />

edecektir. Kısa sürede ödüller kazanıp tanınmı<br />

Cafélerde çalımaya balayacaktır.<br />

Kara yağız, uzun boylu çok yakııklı<br />

bir delikanlı olmutur. Giyimine kuamına<br />

çok dükündür. 18 yaında tutulduğu, Çingene<br />

geleneği gereği kaçırdığı güzel Florine<br />

Bella ile yaamaya karar verir. Aynı<br />

yıl, 1928de katıldığı dönemin saygın gruplarından<br />

La Javada çalarken İngiliz orkestra<br />

ei Jack Hylton tarafından fark edilir.<br />

Kontrat imzalayıp kayıt ve konserler<br />

✤<br />

DJANGO<br />

EFSANESİ BASİT<br />

BİR PAZARLAMA<br />

BAŞARISI VEYA<br />

KEYFİ TERCİH<br />

MESELESİ<br />

DEĞİLDİR.<br />

✤<br />

78


için Londraya gitmeden birkaç gün önce,<br />

26 Ekimde gece geç saatte döndüğü atlı<br />

arabasında karanlıkta mum yakmak isterken<br />

çıkarttığı yangından kendisi ve karısı<br />

kılpayı kurtulacaklardır. Sol eli ve sağ bacağı<br />

ağır biçimde yanan Django 18 ay hastanede<br />

yatacaktır. Doktorlar sanatçıya artık<br />

asla müzik yapamayacağını söylerler.<br />

Yangın, ortak çocukları Henri<br />

Loussonnun varlığına rağmen Django ve<br />

Bellanın yollarını ayırır, ama onu gitardan<br />

koparamaz. Django insanüstü nitelenebilecek<br />

bir gayretle çalıır ve 6 ayda<br />

sakat sol elinde kullanabildiği iki parmağıyla<br />

mucizevi bir teknik gelitirir. Bu<br />

arada i ve bağlantılarını yitirmitir. Parmaksızlığı<br />

bir baka ie de yarar. Askere<br />

alınmaz ve yeni sevgilisi Sophie Naguine<br />

ile yine göç(er) yollarına düer. Toulon<br />

civarında yazlıkta bulunan Parisli ressam<br />

bir sanatçı, Emile Savitry onu bir kır kahvesinde<br />

fark eder. Django koruyucu meleği<br />

sayesinde Parise döner ve annesi, kardei<br />

ve eiyle Savitrynin atölyesine yerle-<br />

ir. Kısa sürede Paris semalarında yıldızlaır.<br />

Onu her gören, dinleyen, cazibesine<br />

kapılır. Devrin en büyük kalem ve aydınlarından<br />

Jean Cocteaunun deyiiyle insan<br />

sesli gitarın sahibi asılzade, büyük burjuvalardan,<br />

angaje kültür insanlarına, Jean<br />

Sablon gibi o yılların en ünlü arkıcılarından<br />

André Gide, Jean Paulhan gibi yazar<br />

ve düünürlere herkesin gönlünü fetheder.<br />

Fakat hayatının karılamasını bir baka<br />

Fransız Jazz deviyle yaayacaktır.<br />

1934te kemancı Stéphane Grapelli ile<br />

tanıan Django kendilerini dünya ölçeğine<br />

taıyacak ortaklıklarının siftahını Parisin<br />

en lüks otellerinden Hotel Claridge salonunda<br />

yapacaklardı. Birkaç hafta sonra<br />

Reinhardt-Grapelli çifti Jazzın tarihi topluluklarından<br />

Le Quintette du Hot Club<br />

de France/QHCFı oluturacaklardı. İkiliye<br />

ilaveten yine gitarlarda Djangonun<br />

kardei Joseph Nin-Nin Reinhardt ve Roger<br />

Chaput, kontrbasta Louis Vola yalnızca<br />

tellilerle geçmite benzeri olmayan bir<br />

formasyonla çığır açıyorlardı. QHCFin<br />

1935te Salle Pleyel konser salonunda Coleman<br />

Hawkins ile verdiği konser onları<br />

bir anda öhretin zirvesine taıyacaktır.<br />

Django Manuların kralıdır, zaferini her<br />

zaman olduğu gibi onlarla kutlar. Ancak<br />

QHCF beklenen, dilenen uyumda ilememektedir.<br />

Çok zıt karakterlere sahip Django<br />

ile Stéphane konser veya kayıtların dı-<br />

ında bir araya gelmekten çekinmektedirler.<br />

Reinhardt ne kadar disiplinsiz, uçarı<br />

ve müsrifse Grapelli de o denli tutumlu ve<br />

ciddidir. İlerleyen yıllarda topluluğun ba-<br />

arısı artarken, ikilinin arası da gittikçe<br />

açılmaktadır. İkinci Dünya Savaının ba-<br />

ında çıktıkları turnelerden birinde, Londra<br />

konserinden sonra Grapelli orada kalmağa<br />

karar verince, Django Parise dönüp,<br />

farklı bir Quintette kuracaktır.<br />

DEJENERE DIRENIŞÇIDEN<br />

AMERIKALI SERSERIYE<br />

Jazz ve Swing, Naziler tarafından her ne<br />

kadar Entartete Musik/Dejenere Müzik<br />

kabul edilse de, Çingeneler imha edilmesi<br />

gereken ırk sayılsa da Django ve arkadaları<br />

adeta gözle görülmeyen bir korumaya,<br />

dokunulmazlığa sahiptiler. (Djangonun<br />

hayatının bu dilimine ilikin bir takım sorular<br />

dıında, sanatçının çok zor durumdaki<br />

ırkdalarını himaye ettiği, yaattığı<br />

günümüzde tescillenmi bir gerçektir.<br />

UH) Genç ve delimen Çingene, 1940ta<br />

unutulmaz klasiklerinden Nuageı ilk kez<br />

kaydediyor. Topluluk turneler, konserlerle<br />

çok güzel paralar kazandığı gibi sorunsuz,<br />

kaygısız bir yaam sürüyordu. Ta ki<br />

Almanlar ısrarla Djangonun Almanyada<br />

konser vermesini isteyinceye kadar.<br />

Bunun üzerine 15 yıldır birlikte olduğu<br />

ikinci karısı Sophie ile resmen evlenip,<br />

önce Fransadaki serbest bölgeye, oradan<br />

da gizlice İsviçreye göçmeye karar veriyor.<br />

Fakat sınıra yakın bir köyde önce Almanların<br />

eline düen Djangoya büyük bir<br />

ans eseri, tam bir Jazz amatörü ve hayranı<br />

olan, bölgedeki birliklerin komutanı Al-<br />

✤<br />

DJANGO<br />

6 AYDA SOL<br />

ELİNDE<br />

KULLANABİLDİĞİ<br />

İKİ PARMAĞIYLA<br />

“MUCİZEVİ” BİR<br />

TEKNİK<br />

GELİŞTİRDİ..<br />

✤<br />

79


man subay sahip çıkıyor. Hemen serbest<br />

bırakılan sanatçı İsviçreye geçmeyi beceremeyince<br />

Parise dönmek zorunda kalıyor.<br />

Burada Quintetteini yeniden oluturan<br />

Django bir müddet Fransada turladıktan<br />

sonra, bir kadın dostunun ikir ve desteğiyle<br />

kendi Kabaresini kuruyor. Müthi<br />

bir kumar dükünü olan kiiliğin bazen<br />

tüm kazancını poker, bilardo gibi oyunlarda<br />

kaybettiği oluyormu.<br />

1944te Nazileri izleyen Amerikalılarla<br />

her anlamda daha iyi anlaan Django igalin<br />

ardından turnelerine yeniden balıyor.<br />

Ocak 1946da Londraya gidip Grapelliyi<br />

arıyor. Oldukça duygusal bir buluma sırasında<br />

doğaçlama biçiminde enfes besteleri<br />

- hem de bildiğimiz kadarıyla milletdevlet<br />

çağında muhtemelen bir ilk, zira<br />

uzun süre Fransada yasaklanıyor-, Fransız<br />

ulusal marından esinlenen La Marseillaise<br />

çeitlemesi ve hatta muhteem<br />

birlikteliklerinden aynı akam Night and<br />

Day yaratılıyor. Django Parise döndüğünde<br />

resme de merak sarıyor. Bataki tereddütlerine<br />

rağmen keyile ilm müzikleri<br />

besteliyor. Kazandıklarını kumarhane ve<br />

batakhanelerde harcayan kiilik tam bir<br />

sergüzet hayatı sürdürüyor. Yabancı ülkelere<br />

düzenlenen turneler sonrası, örneğin<br />

çocukluğundan beri yaptığı gibi kimseye<br />

haber vermeksizin ortalıktan kayboluyor.<br />

1939da Pariste karılatığı Duke<br />

Ellington ile turne/konser ve kayıtlar için<br />

ABDye gidiyor. Baıbozukluk ve disiplinsizliği<br />

gündelik akıı zorlatırsa da Duke<br />

eliğinde konserleri çok baarılı geçiyor.<br />

24 Ocak 1947 akamı bardağı taıran<br />

bir damla yaanıyor. Carnegie Hallda<br />

Duke Ellington ile vereceği konsere gelmiyor.<br />

Daha doğrusu konserin sonuna doğru,<br />

gece 11de aniden peydahlanıyor. Performansıyla<br />

ayakta alkılanıyor, ancak kral<br />

Duke duruma feci ekilde bozuluyor. Çocuksu<br />

sorumsuzluğu, bu tatlı serseriyi,<br />

dünya boks ampiyonluğu için New Yorkta<br />

bulunan Marcel Cerdanın antrenmanı sırasında<br />

alıkoymutur.<br />

FRANSA’YA DÖNÜŞ<br />

Amerika turnesinden sonra haftalarca<br />

New York Café Society Uptown gece kulübünde<br />

çalan Django sonuçta Amerikada<br />

aradığı özgürce ortam ve beklediği a-<br />

aalı ağırlamayı bulamıyor. Dil zorluğu,<br />

aile, arkada özlemleri yurt, sıla hasretiyle<br />

birleince Fransaya dönüyor. Bu arada<br />

Stéphane Grapelli de Parise dönmütür.<br />

Efsanevi QHCF tekrardan birleir.<br />

1948de Django öhretinin zirvesindedir.<br />

Ancak gittikçe artan umursamazlığı, öncelikle<br />

kendine ve yakın çevresine zarar verecektir.<br />

Quintettein İtalyaya yaptığı bir<br />

turnenin ardından Pigalledeki evi dahil<br />

her eyi satıp savarak, çok lüks bir Lincoln<br />

otomobil alacaktır. Ona taktığı bir römorkla<br />

göçebe hayatına niyetlenir. Fakat daha<br />

Paris çıkıında baına gelenlerden ötürü,<br />

yakın banliyölerden Le Bourgetde göçer<br />

kampında döeği serecektir. Müzikten<br />

soğumu, gösteri dünyasından uzaklamıtır.<br />

Eski dostlarından besteci, orkestra<br />

ei, saksofoncu André Ekyan, 1949 baharında<br />

Django ile karılatığında sanatçı<br />

80


tanınmaz bir vaziyettir. 39 yaında olmasına<br />

rağmen ağzında di kalmamı, imanlamı,<br />

tümüyle dükün bir haldedir.<br />

Ekyan dilerden balayarak dostunu toparlar.<br />

Bir iki café-cabaret gösterisi pek<br />

iyi geçmez. QHCF ile düzenlenen zoraki<br />

turnelerde pek baarı sağlamaz. 1950de<br />

Parise gelen Benny Goodman onu onurlandırır,<br />

konserlerine katmak ister. Gel<br />

gör ki Django daha birinci konserden önce<br />

ortadan yok olur. 1951 ubatında dünyaya<br />

dönen uslanmaz adam Club Saint-<br />

Germain verdiği konserlerde yıldızlaır.<br />

Toparlamıtır. Emile Savitry Django yeniden<br />

doğduyu müjdeler. Adeta olgunlamı,<br />

büyümütür. Çevresinden Manularını<br />

eksik etmese de daha derli toplu bir hayata<br />

geçer. 1951 baında kazandığı paralarla<br />

Parisin uzak banliyölerinden Fontainebleau<br />

yakınlarında Samois-sur-Seine köyünde<br />

bahçeli bir ev satın alır. Günlerini<br />

Seine nehrinde balık tutarak, bilardo oynayarak<br />

ve resim yaparak geçirir. Nadiren<br />

kayıt veya radyo programları için Parise<br />

iner. Daha da nadiren konser verir. Albümleri<br />

baarıdan baarıya komaktadır.<br />

1953in ilk günlerinde Djangoya öylesine<br />

müthi bir talep vardır ki turnelere çıkmağa<br />

balar. Dizzy Gillespienin Brüksel konserine<br />

yıldız konuk sıfatıyla katılır. Dünya<br />

turnesi arifesinde arkadalarıyla köy<br />

kahvesinde aperitif içerken aniden fenala-<br />

ır ve düer. Baı terasın betonuna çarpar.<br />

Aynı gece kaldırıldığı hastanede beyin kanamasından<br />

vefat eder. 15 Mayıs 1953de<br />

hayata gözlerini yumduğunda 43 yaındadır.<br />

Ailesi, Çingene geleneğince her eyini<br />

yaktığı için Djangonun son döneminden,<br />

elektrikli gitarda kaydettiği besteleri dahil<br />

hiçbir ey kalmamıtır. Topu topu 100<br />

kadar, o da müzisyen arkadalarının gayretiyle<br />

toparlanmı veya kaydedilmi parçası<br />

bilinmektedir.<br />

Swing-Manu stili dans ve harika popüler<br />

müziği Jazzseverlerin ötesinde milyonlara<br />

ulamıtı. Ölümü yalnızca sanat ve müzik<br />

dünyasında değil bütün Fransada bir<br />

matem havası yaratmıtı. Son çeyrek asırda<br />

Djangonun müziği, evrenselleen yerel<br />

müzikler, özellikle de ulusal Çingene<br />

müziklerinin dünya müzik hazinesine<br />

kattıklarıyla bambaka bir anlam ve önem<br />

kazandı.<br />

Çolak Django ismi ve sanatı bir Miles,<br />

Duke, Bird, Armstrong veya Coltrane<br />

kadar müziğe damgasını vurdu. Bugün<br />

onun torunları sayılabilecek onlarca<br />

önemli grup, yüzlerce kanıtlanmı Jazzcı,<br />

binlerce, onbinlerce amatör müzisyen esin<br />

kaynağını onda aramakta, ondan yararlanmakta,<br />

öğrenmekte, milyonlarca insan,<br />

dinleyici onunla hayal görmekte, onun müziğiyle<br />

coup keyile ona katılmakta, onun<br />

tadını çıkartmaktadırlar. Aklımıza ilk gelen<br />

Woody Allenin Sweet and Lowdown<br />

(1999) isimli ilmi dahil çok sayıda ilm, kitap,<br />

roman, resim, fotoğraf ya onu, hareketli<br />

kısacık hayatını anlatmakta ya da ondan<br />

aldığı ilhamlarla ortaya çıkmaktadır,<br />

çıkacaktır. Kanımızca onu bu denli evrensel<br />

ve cazip kılan, kendine has kısalık ve<br />

sadelikte sarfettiği u iki kelimelik cümlede<br />

gizlidir: Lisanım, çaldığımdır (müziğimdir).<br />

z<br />

✤<br />

“ÇOLAK DJANGO”<br />

İSMİ VE SANATI,<br />

MİLES, DUKE,<br />

BİRD, ARMSTRONG<br />

VEYA COLTRANE<br />

KADAR MÜZİĞE<br />

DAMGASINI<br />

VURDU.<br />

✤<br />

Djangonun kaybı Jazz dünyasında doldurulamaz<br />

bir boluk yaratmıtı. Ama<br />

onun çok özgün kiiliği, Fransız arkı<br />

geleneğine getirdiği tazelik, yarattığı<br />

81


Paris’te Django Meydanı<br />

Yeri gelmiken hatırlatalım: ”vet, artık Paris’te bir Django Reinhardt<br />

Meydanı var. İstanbul’un önemli semtlerinden, meydanlarından birine<br />

Mustafa Kandıralı veya Barbaros ”rköse Meydanı adının verildiğini dü-<br />

ünün. Örneğin, Tophane veya Kasımpaa niçin olmasın? Belki baka Kasımpaalılar<br />

(!) kıskanabilirler, fakat ite Fransızlar öyle düünmüyor. Onlar<br />

politikacılarından ziyade sanatçılarıyla gurur duyuyorlar. Bu vesileyle<br />

8 Parmaklı Çingenenin anısına Paris’in 18. Bölgesi’nde bir mekân<br />

djangolanmı oldu. 21 Ocak’ta açılan meydan, “jango ve ürekâsının<br />

en fazla dolatığı, çaldığı (gitar) ve de göçer katarının konakladığı Paris<br />

kapılarından birinde, Porte de Clignancourt’a çok yakın bir mesafede bulunuyor.<br />

Açılı törenini aralarında Kültür Bakanı Frédéric Mitterrand ve<br />

eski sosyalist babakanlardan Lionel Jospin’in de olduğu çok sayıda sanatçı<br />

ve kiilik eliğinde Paris Belediye Bakanı Bertrand “elanoë yaptı.<br />

“jango’nun 100’üncü yılı kutlamaları aslında yıl baında Alhambra (”lhamra)<br />

konser salonunda pek görkemli bir biçimde balamıtı. Bu halk<br />

çocuğunu, benzersiz sokak çalgıcısını anmaya Paris’in en sevimli ve güzel,<br />

en insani boyutlu konser salonlarından Alhambra’dan balamaktan<br />

daha yerinde bir düünce olamazdı. 1933 yılında “emiryolu İçileri ve<br />

Memurları Kardelik “erneği tarafından büro ve kültürel faaliyetler için<br />

ina edilen mekânın 60’lı yıllarda kaybolan, efsanevi müzikal ve gösteri<br />

salonu Alhambra ile hiç ilikisi yok. İsim sonradan oranın anısına verilmi.<br />

Fakat bu mekân da tam bir ulusal varlık. 2005’te tümüyle yıkılmaktan<br />

kurtarılıp, Paris Belediyesi’nin mali ve siyasi desteğiyle restore ediliyor.<br />

2007’den beri çok sayıda büyük ismin sahneye çıktığı bu salonda,<br />

geçtiğimiz 19-30 Ocak’ta 12 gece süren Manu Geceleri düzenlendi. 4<br />

yıldır yapılan bu geceler 2010’da tamamen “jango’ya, onun eseri ve geleneğine<br />

hasredilmiti. Büyük çoğunluğu Fransız, gerisi farklı ülkelerden<br />

sanatçı, bilene bilmeyene her gece “jango yaattılar, yaadılar. “jango,<br />

Alhambra’da 100 yaında her zamankinden daha zinde, popüler olarak<br />

yeniden doğdu.<br />

Lyon kentinin Galler-Roma stilindeki Fourvière tiyatrolarının bazı<br />

geceleri, 10 yıldır, özellikle yaz aylarında büyük gösterilerle enleniyor.<br />

Cezayirli Berberi-Çingene kökenli Fransız sinemacı Tony Gatlif’in<br />

“jango’nun 100’üncü yaına armağan ederek sahneye uyarladığı “jango<br />

“rom balıklı müzik-dans-arkı ve ilm alıntılı gösterisi, “jango Yılı’nın<br />

en heyecanla beklenen faaliyetlerinden biriydi. 15-17 Haziran geceleri<br />

“idier Lockwood’un eliğinde antik Fourvière tiyatrosunun sahnesini<br />

dolduran 9 usta gitarist, 2 kemancı, birer akordeon, klarinet, kontrbas,<br />

bir arkıcı ve bir dansçı orijinal bir yapımda binlerce seyirciye “jango’yu<br />

canlandırıp yaattılar.<br />

82


Django kitapları ve albümleri<br />

Yılbaından beri “jango hakkında veya ona ithafen 30 civarında kitap yayınlandı. Catherine<br />

Gravil ve Marcel Campion’un birlikte hazırladıkları 100’üncü yıl kitabı “jango Reinhardt et<br />

L’histoire de La Chope des Puces / La Chope des Puces’in Tarihi ve “jango Reinhardt (”ds.<br />

“idier Carpentier Yayınları) bunların en özgünlerden biri. ”ser 1910 yılında yani “jango ile<br />

aynı yılda doğan, önceleri Chez Marcel daha sonra La Chope des Puces adını alacak Café-<br />

Barın paralel ve çakıan hikayelerini anlatıyor. Bitpazarında yer alan bu mekân bugün “jango<br />

geleneğinin her gün yaayan buluma merkezidir.<br />

Jean-Baptiste Tuzet’in “jango Reinhardt et le Jazz Manouche ou le 100 ans du jazz à la française<br />

/ “jango Reinhardt ve Manu Jazzı veya Fransız Jazzı’nın Yüzyılı (”ds. “idier Carpentier<br />

Yayınları), Patrick Williams’ın Les Quatre Vies Posthumes de “jango Reinhardt’ın Ölümünden<br />

Sonraki “ört Hayatı (”ds. Parentheses Yayınları) son aylarda yayımlanan çalımalardan<br />

iki ilginç örnek. Fransa’nın en tanınmı romanesk Jazzcı biyograileri yazarı Alain Gerber’in<br />

Insensiblement - “jango - Belli ”tmeden (”ds. Fayard Yayınları) balıklı kitabı ve Samois-sur-<br />

Seine’de düzenlenen “jango Reinhardt Festivali’nin tarihini anlatan Antony Voisin ve Sébastien<br />

Vidal imzalı Minor Swing (”ds. du Layeur Yayınları) zikretmeden geçmek istemedik.<br />

Tahmin edebileceğiniz gibi seçmece “jango toplu ve özgün baskıları, güzel baskıları, bilinmeyenleri,<br />

ithaları, esinlenmelerı ve daha niceleri, plakçıları, büyük mağazaların özel ralarını,<br />

vitrinlerini doldurdu. Pazar ekonomisi her keseye, her zevke hitap ettiğine inandığı zenginlikte<br />

bir çeniyi geçmite görülmemi bir oranda piyasaya sürdü. Teslim etmek gerekir ki, meraklısına<br />

sudan ucuza “jango albümleri mevcut. Su alacak dahi parası olmayana ne dersin?<br />

derseniz, bu satırların sınırında, Haklısınız! demekle yetiniriz.<br />

20 C“’li “jangologie – Intégrale (”MI-France - 63 avro), 26 C“’li Le Manoir de ses Rêves<br />

– Cofret du centenaire 1910-2010 (Harmonia Mundi – 66 avro), 4 C“’li Trésors “jango Reinhardt<br />

(Sony – 14 avro), 2 C“’li 100 Ans de “jango (Sony-BMG – 5 avro) ve onlarca ona ait<br />

veya ona ithaf edilmi yeni albüm. İsmi gereksiz mehur internet satıcısından hepsini daha<br />

ucuza bile bulmanız mümkün.<br />

21’inci yüzyıl sanat ve müzikte, daha da özel olarak Jazz’da 20’nci yüzyılın zenginlik ve bereketliliğini<br />

yakalayabilir mi? Birçok temel müzik türü 20’nci yüzyıldan önce de vardı. Jazz<br />

yalnızca bu yüzyıla damgasını vurmakla kalmadı, farklı türlerin de öncüsü oldu, önünü açtı.<br />

Jazz’ın yaratıcısı zenciler, Afro-Amerikalılar AB“’nde nasıl ötekinin simgesi olmularsa, bu<br />

yıl 100’üncü yaı kutlanan esiz gitarist “jango Reinhardt da<br />

Fransa’da ve Avrupa’da öyle bir “öteki”ydi. O, içinde yaadığı<br />

dünyada farkına varmadan müziğinin ötesinde bir rol oynadı.<br />

Aynen müzik hakkında söylediği gibi: Ben müziği bilmiyorum.<br />

Ama o, müzik beni biliyor...<br />

83


Sınır tanımayan bir yurttaın bilgeliği<br />

Stéphane Hessel<br />

UĞUR HÜKÜM<br />

“TABII KI SON DÖNEMDE KUZEY AFRIKA ÜLKELERINDE OLUP BITENLERI ILGIY-<br />

LE IZLIYORUM. BIRAZ DELI VE IHTIRASLI OLSAM, OLAYLAR BENDEN KAYNAK-<br />

LANDI, ‘ÖFKELENIN!’ KITAPÇIĞIMI OKUDULAR VE ‘ARAP BAHARI’NI YARATTI-<br />

LAR, DERIM. ASLI BUNUN TAM TERSI. YANI TUNUS, MISIR, LIBYA, YEMEN GIBI<br />

BAZI ARAP HALKLARININ ISYANLARI YAŞADIĞIMIZ DEVRI TARIHI KILDI VE KI-<br />

TAPÇIĞIMIN TANINMASINI, CAZIBESINI KÖRÜKLEDI. IŞTE ‘ÖFKELENIN!’IN BA-<br />

ŞARISINI HAZIRLAYAN GERÇEK TARIHI ETKEN...”<br />

84


Küçük kitapçığı kısa sürede Avrupanın<br />

birçok dilinde, bu arada Türkçede de<br />

yayımlanan ve satı rekorları kıran<br />

Stéphane Hessel, insanlığın vahim bir<br />

noktaya geldiğini, ama her türlü zorluğun<br />

da altından kalkabilecek bir kapasiteye<br />

sahip olduğunu düünüyor. Avrupa aydın<br />

dünyasının bu sınırlar üstü "ihtiyar delikanlısı",<br />

sorularımızı yanıtladı.<br />

dürüyorum. İnsanoğlunda, her birimizin<br />

içinde henüz kullanılmamı nice olanaklar<br />

mevcut. Çalımaya, düünmeye, yazmaya,<br />

hatta aramızdan bazıları sanat, edebiyat,<br />

iir yaratmaya uğraıyor. Ancak henüz<br />

denemediğimiz bir ey varsa o da iyilik<br />

yaratmak. İnsanın irade ve isteğinin daha<br />

güzele doğru değimeye, dünyayı iyiletirmeye<br />

kadir olduğunu biliyorum.<br />

- Sizi geçtiğimiz 7 ubat’ta, bağımsız<br />

internet gazeteciliğinin en baarılı örneklerinden<br />

Mediapart portalının Théatre de<br />

la Colline salonunda düzenlediği Öfkelenelim,<br />

“irenelim, Yaratalım! gecesinde<br />

izledim. 20 yaında bir genç kadar dinamik,<br />

neeli, heyecanlı ve de özellikle umut<br />

doluydunuz. Halbuki insanlık tarihinin en<br />

karanlık sayfalarını içeren 20’nci yüzyılı<br />

ve hatta oldukça umutsuz bir 21’inci yüzyıl<br />

balangıcı yaadınız. Nasıl hâlâ insana<br />

güvenebiliyorsunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - 20nci yüzyılda<br />

büyük bir çoğunluğun yaadığı olağanüstü<br />

zor ve acılı zamanlara rağmen hissettiğim,<br />

hatta açıkçası inandığım odur ki, insanoğlu<br />

her türlü zorluğu çözmeye kadirdir.<br />

Bugüne kadar nasyonal sosyalizm gibi çok<br />

ağır sorunla kapıtık. Kazandık. Baka<br />

bir ağır sorun, Stalinizm vardı. Kazandık.<br />

Sömürgecilik ve sömürgesizleme gibi<br />

fevkalade zorlu bir süreçten geçtik. Bu<br />

devir tümüyle kapanmamı da olsa, ileriye<br />

doğru ciddi adımlar attık.<br />

imdi çözmekten çok uzak olduğumuz<br />

bir baka sorunla daha karı karıyayız.<br />

Gezegenimiz, toprakla olan ilikimiz.<br />

Doğaya barbarlar gibi davrandık. Onun<br />

ihtiyaçlarını hiç göz önüne almadık, yalnızca<br />

kendimizi düündük. Dolayısıyla geldiğimiz<br />

nokta çok vahim. Fakat bugün<br />

artık bu durumun tamamen bilincindeyiz<br />

ve değimek gerektiğini biliyoruz. Diğerlerine<br />

nasıl bir çözüm bulduysak veya<br />

çözüm yollarını görebiliyorsak, buna da<br />

bir çözüm bulmak zorundayız. Bu nedenle<br />

çok ilerlemi yaıma, çok zorlu dönemlerden<br />

geçmi olmama rağmen, hâlâ<br />

büyük oranda insana olan güvenimi sür-<br />

- Çok iddialı bir gerçek sosyalizm<br />

serüveninin baarısızlığı, sosyalizm<br />

rüyasının sonu mu demek? İnsanlığın varabileceği<br />

en yüksek politik, ekonomik ve<br />

sosyal evre kapitalizm mi? İnsanlığı<br />

iyiletirme, mükemmelletirmenin tek<br />

yolu kapitalizmi yontmak, zaalarını<br />

düzeltmekten mi geçiyor?<br />

STÉPHANE HESSEL - Hayır! Tam tersine!<br />

Yazdıkları u sıralar çok ihmal<br />

edilen biri var: Karl Marx. Onun çok haklı<br />

biçimde altını çizdiği bir hususa tamamen<br />

katılıyorum. Kapitalizm insanlığın, toplumların<br />

evriminde ancak bir aama olabilir.<br />

Kapitalizm bir dönem bazı noktalarda<br />

yararı dokunmu bir sistem. Fakat<br />

imdilerde büyük zararlar vermekte. Kapitalizm<br />

totalitarizmin tahammül edilmez<br />

bir biçimine dönümü bulunuyor. Balangıçta<br />

iyi eyler de yaptı. Örneğin içimiz-<br />

✤<br />

DOĞAYA<br />

BARBARLAR GİBİ<br />

DAVRANDIK. ONUN<br />

İHTİYAÇLARINI<br />

HİÇ GÖZ ÖNÜNE<br />

ALMADIK, YALNIZCA<br />

KENDİMİZİ<br />

DÜŞÜNDÜK.<br />

✤<br />

85


deki bazı zaaları tevik etti. Biliyorsunuz<br />

insanın sürekli daha fazla, daha fazla,<br />

hep daha fazlasını isteme, biriktirme,<br />

daha üstün, daha büyük, daha güçlü olma<br />

gibi bir iradesi var. Doğayı bencil çıkarlarımız<br />

için kullandık. Ve sonunda dünya<br />

son yüzyılda ulatığı bütün gelikinliğine<br />

karın içinde olduğumuz açmaza dütü,<br />

bloke oldu. Kapitalizmin son yıllarda tam<br />

yol duvara gittiği biliniyor. Sistem yeryüzünün<br />

hepimizin yurdu olmasını engelliyor.<br />

Sorunuzun cevabını net bir biçimde<br />

vermek gerekirse, kapitalizm aılmıtır,<br />

ulaılması gereken nokta benim sözcüklerimle,<br />

toplumsal demokrasidir.<br />

düünür ve eylem adamı Jean-Paul Sartre<br />

iddete, iddeti kesmenin tek aracı iddettir<br />

ikilemiyle yaklaırken, air Guillaume<br />

Apollinaire iddeti enfes bir dizeyle<br />

yerine koymasını bilmi: Tek kabul edilebilir<br />

iddet umuttur…<br />

TEK YOL BARIŞÇIL MÜCADELE<br />

- İkinci “ünya Savaı’nda Nazilere karı<br />

silahlı olarak direnmi bir savaçıya soruyorum:<br />

ayet sosyal ve ekonomik adaletsizlik<br />

veya insanın insan üzerindeki egemenliği<br />

her biçimiyle dayanılmaz bir hale<br />

gelirse iddet kullanımı haklılık kazanabilir<br />

mi? Yoksa artık günümüzde iddetsiz,<br />

sadece barıçıl yollardan mı bir mücadele<br />

verilebilir?<br />

STÉPHANE HESSEL - iddet anlaılabilir<br />

ama haklılığı savunulamaz bir yoldur.<br />

Bir zulüm durumunda, örneğin Filistinlilerin<br />

İsrail baskısına karı veya ülkelerini<br />

igal eden Almanlara karı Fransızların<br />

kullandığı iddet kaçınılmazdır. Zira<br />

böyle yaratılmıız. Ancak unu bilmemiz<br />

gerekir ki, bu yol asla kalıcı biçimde etkili<br />

olamaz. Güçlü zayıfa iddet uyguladığında<br />

eninde sonunda bir tepki doğacaktır. Zayıf<br />

güçlüye karı kullanırsa, zaten anında iddetle<br />

tepki görecektir. Dolayısıyla denenmesi<br />

gereken yol müzakere, uzlama,<br />

anlayıtır. Fakat aırmamamız gereken<br />

husus, iddetin, ne taraftan gelirse gelsin<br />

yeniden iddete yol açacağı gerçeğidir.<br />

Ya tümüyle durdurmak zorundayız ya da<br />

iki taraf da iddetin sonuçlarına katlanacaktır.<br />

Anı ve iir derlemelerimde düünce<br />

ve sanatlarına sıkça bavurduğum iki<br />

yazar aslında iddet açmazını, çelikisini<br />

mükemmelen ifade etmiler. Büyük<br />

- Siz tam bir örgüt adamısınız. Birlemi<br />

Milletler veya benzeri birtakım hükümetler<br />

arası ve/veya üstü uluslararası örgütlerin<br />

kapasitesine, gücüne gerçekten inanıyor<br />

musunuz? Biraz daha ileri gidecek olursak:<br />

Amnesty International, Attac, FI“H (Uluslararası<br />

İnsan Hakları Federasyonu), Human<br />

Rights Watch gibi siyasi iktidarlar ötesi<br />

sivil toplum kuruluları dünyadaki sosyoekonomik<br />

ve politik değiimlerin aracı olabilir<br />

mi? Bu tipte örgütlenmeler her ölçekteki<br />

insan topluluklarının geleceğinde belirleyici<br />

bir rol oynayabilir mi?<br />

STÉPHANE HESSEL - Bizim neslimizin<br />

büyük ansı BM gibi bir örgütün doğuuna<br />

tanık olmasıdır. Aslında dünya [Hessel<br />

sürekli biz deyimini kullanıyor. UH]<br />

çok uzun zamandır devletlerin bir araya<br />

gelip bulumasını, çatımaları engellemeyi<br />

deneme, müzakere, anlama zemini sağlayacak<br />

bir örgüt yapılanmasını arzuluyordu.<br />

Bu yolda bir dizi aamadan geçtik.<br />

Örneğin 19. yüzyılın baında Avrupa<br />

86


Konseri (1814-15 Viyana Avrupa Kongresi)<br />

namıyla bilinen barı giriimi oldu. 1.<br />

Dünya Savaından sonra Milletler Cemiyeti<br />

(Cemiyet-i Akvam) denendi. Hiçbiri<br />

baarılı olamadı. Sonunda dönemin ABD<br />

Bakanı Roosevelt sayesinde Birlemi<br />

Milletler (BM) kuruldu. Bu küresel örgüt<br />

bugün bünyesinde 193 devleti barındırıyor.<br />

İnsan hakları, barı, kalkınma, telekomünikasyon,<br />

eğitim, bilim-kültür, beslenme<br />

gibi çok alanda bir örgüt ağı olutu.<br />

En kısa deyile, çok çok yararlı bir yapı<br />

doğdu.<br />

Baarısızlıklarla karılaıldığında<br />

nereden kaynaklandığına bakıyoruz, konu-<br />

uyoruz. Ancak en önemli kazancımız<br />

uluslararası hukuk alanında. Çok net,<br />

yalın metinler yayımladık. En azından<br />

neyin meru olup olmadığını biliyoruz.<br />

Tek baına bu dahi muazzam bir avantajdır.<br />

Maalesef üzülerek görüyoruz ki,<br />

devletler üzerlerine düeni gerektiği gibi<br />

yapmıyorlar. Yurttalar kendi hükümetlerine<br />

baskı oluturabilmek için aralarında<br />

örgütlenmek zorunda kalıyorlar. Neyse ki<br />

Amnesty, FIDH, Human Rights Watch gibi<br />

yararlı kurulular var da, onlar çok sayıda<br />

olumsuzluğa karı mücadele veriyorlar.<br />

Fakat bu örgütler devletlerin yerini alamazlar.<br />

imdilik düzenin sorumlusu hâlâ<br />

devletlerdir. Dolayısıyla uluslararası kuruluların<br />

daha iyi çalımasını ancak yine<br />

devletler talep edebilir. Örneğin barıın<br />

uygulanması, güvenlik, kalkınma vs…<br />

- Böyle bir tablo içinde Avrupa Birliği’nin<br />

yeri nedir? AB bir kısım Batılı, Avrupalı<br />

eski emperyalistlerin yeni model<br />

emperyalist örgütlenme modeli midir,<br />

yoksa geleceğe yönelik yepyeni bir<br />

toplumsal ve siyasal proje midir?<br />

STÉPHANE HESSEL - Biraz zor ve uzun<br />

oldu, ama sanırım Avrupa artık imdi<br />

anladı. Bugün AB, gezegenimizin diğer<br />

kesimleri örneğin, gittikçe ağırlık kazanan<br />

yeni gelien ülkeler gibi insanlığa özel<br />

bir katkıda bulunabilir. Avrupanın tarihi<br />

açıdan özgün ve esiz bir deneyimi mevcuttur.<br />

Yüzyıllarca birbirleriyle savamı,<br />

boğumu milletler bir araya gelmiler ve<br />

sorunlarını ortaklaa ele almaya balamılardır.<br />

Benim neslim için, henüz mükemmellemekten<br />

uzak da olsa birlemi bir<br />

Avrupanın inası, daha iyisi baarılamamı<br />

en önemli eserdir. Böylelikle ve<br />

öncelikle geçmi yüzyıllarda yaadığımız<br />

sayısız sürtüme ve çatıma nedenini tas-<br />

87


iye etmi oluyoruz. Ve hemen eklemek<br />

isterim ki, AB ancak Türkiyeyi bünyesine<br />

katmayı baardığı takdirde bence gerçek<br />

amacına ulamı olacaktır.<br />

- Siyasi partilerin toplumları değitirebileceğine<br />

inanıyor musunuz? Bildiğim kadarıyla<br />

Fransız Sosyalist Partisi’nin üyesiydiniz<br />

veya halen üyesisiniz. Fakat 2009 AB<br />

Parlamentosu seçimlerinde Avrupa ”koloji,<br />

yani Fransız Yeiller Hareketi’nin listesinde<br />

seçimlere katıldınız. Niçin?<br />

STÉPHANE HESSEL - Ne mutlu ki<br />

halen demokrasilerde yaıyoruz. Demokrasilerin<br />

ileyii siyasi partilerin varlığına<br />

bağlıdır. Siyasi partisiz bir demokrasi<br />

tasavvur edilemez. Kendimin de olmayı<br />

hedelediğim gibi iyi bir yurtta daima bir<br />

siyasi partiye katılmalıdır. Benim tercihim<br />

hayat boyu aynı siyasi harekette kalmıtır.<br />

Partim Sosyalist Partidir. Fakat tecrübe<br />

gösteriyor ki, zaman zaman değiik<br />

durumlar çıkabilir. Örneğin Sosyalist<br />

Partinin baka siyasi güçler tarafından<br />

desteklenmeye ihtiyacı vardır. Örneğin<br />

yaklaık 30 senedir yeryüzünün, doğanın<br />

önemini kavramı bulunuyoruz.<br />

Bu nedenle Avrupa Ekoloji Grubu bana<br />

iki açıdan çok sempatik gözüktü. Çünkü<br />

bir yanda ekoloji, çevre bilim ve korunmasından,<br />

öte yanda da Avrupadan söz ediyordu.<br />

Fransızlara eksik oldukları, ilerlemeleri<br />

gereken noktalarda hitap ediyordu.<br />

Fransızlar gerçek geleceklerinin<br />

Avrupada olduğunu ve de çevre bilincine<br />

sahip olmaları gerektiğini daha iyi kavramalıydılar.<br />

İte bundan ötürü doğal<br />

olarak Avrupa Ekoloji Hareketi listesine<br />

girdim. Kendimi seçilemeyecek bir sıraya<br />

koydurttum. Ancak hareketin yöneticilerine<br />

bir koulum vardı. Solun ve Sosyalist<br />

Partisinin dostu ve destekçisi kalacaklardı.<br />

“ÖFKELENİN!”<br />

- Gelelim kitaba. 20 ”kim 2010’da yayınlanan<br />

Indignez-vous/Öfkelenin! isimli<br />

kitabınız Fransa’da 2 milyondan fazla,<br />

Almanya’da 1 milyon sattı. İspanya ve<br />

İtalya’da halen liste balarında. 25 dile çevrildi.<br />

Bu baarıyı nasıl açıklıyorsunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - Teknik ve tarihi<br />

nedenlerle. Teknik, zira çalıma 25 sayfalık<br />

küçücük bir kitap. Pratik boyutları<br />

kolay bir dağıtıma elveriyor. Ve de özellikle<br />

3 avro gibi çok makul bir iyatı var.<br />

Ayrıca bir hayli de provoke edici bir balığa<br />

sahip Indignez-vous/Öfkelenin!.<br />

Bu vesileyle kitabı<br />

bu iyat ve boyutta<br />

basan Editions<br />

Indigène yayınevi<br />

ve sahipleri Sylvie<br />

Crossman ve Jean-<br />

Pierre Barouya minnettarlığımı<br />

ifade<br />

etmek isterim.<br />

[Hessel’in bu<br />

kitabın tüm gelirini<br />

insan hakları, uluslararası<br />

dayanıma ve<br />

yardım kuruluları<br />

gibi çeitli STK’lara<br />

bağıladığını eklemeden<br />

geçmeyelim.<br />

UH]<br />

Tarihi nedenlere<br />

gelince: Günümüzün<br />

belli balı toplumlarının<br />

kendi ileyilerini<br />

sorguladıkları<br />

bir dönemi yaıyoruz.<br />

Kendimizi güven içinde hissetmiyoruz.<br />

Eskisi gibi emin bir biçimde her<br />

ey çok iyi gidiyor, gelecek çok parlak<br />

diyemiyoruz. Fevkalade bir Avrupa kuracağız,<br />

muhteem bir ABD olacak, büyük<br />

Sovyetler Birliği gerçekleecek... gibi vizyonlar,<br />

hedeler koyamıyoruz. Belki imdilerde<br />

birazcık Çinliler bu tarz duygulara<br />

sahip olabilirler. Geri kalanların<br />

çoğunluğu gelecekten epeyce kukulu.<br />

Çünkü gelimeler düündüğümüz,<br />

arzuladığımız doğrultuda olmaktan çok<br />

uzak. Özellikle de Berlin Duvarı yıkıldıktan<br />

sonra. 1989da artık hep beraberiz,<br />

ne mükemmel diye düünüyorduk... Bay<br />

Francis Fukuyamanın dediği gibi tek bir<br />

88


dünyamız olacak, sanıldı. Evdeki hesap<br />

çarıya uymadı.<br />

Nitekim kısa bir süre sonra, 2001de<br />

terörizm, ardından ekonomik kriz derken,<br />

ilerin yolunda yürümediğini gördük.<br />

Bir cins dü kırıklığıydı yaanan. Halbuki<br />

ne rüyalarla yatıp kalkmıtık! Dünyada<br />

özgürlüğün zafer kazandığını sanıyorduk.<br />

Bu hayal kırıklığı çevresinde öfkelenildi,<br />

ayaklanıldı, kitlesel protestolar<br />

yaygınlatı. Örneğin Fransa. 2007 seçimleri<br />

Sarkozyyi iktidara taıdı. Sorunlar<br />

çözülecek, Fransa çağ atlayacaktı... 3 sene<br />

sonra söylenenlerin hiç de gerçeğe uymadığı<br />

ortaya çıktı. Aynı dönemde ABDde<br />

parlak bir seçimle ibaına gelen Obama<br />

etrafında da ilginç biçimde benzeri bir<br />

süreç yaandı. İngilizcesi Time for Outrage<br />

balığıyla yayınlanan kitapçığım<br />

orada da hiddetli bir kamuoyunun dikkatini<br />

çekti. Güzel ve sağlam görünümlü bir<br />

hükümete sahip Almanyada bile Stuttgart<br />

olaylarının kanıtladığı bir memnuniyetsizlik<br />

dalgası ülkeyi sardı. Muradına<br />

eremeyen dü duygusu benim kitapçığıma<br />

hatırı sayılır bir kamu ilgisi uyandırdı.<br />

Tabii ki son dönemde Kuzey Afrika<br />

ülkelerinde olup bitenleri ilgiyle izliyorum.<br />

[Bay Hesselin yüzünde muzip bir<br />

ifade belirdi ve gülerek öyle konutu:<br />

UH] Biraz deli ve ihtiraslı olsam, olaylar<br />

benden kaynaklandı, Öfkelenin!i okudular<br />

ve Arap Baharını yarattılar, derim.<br />

[Bilge bilge gülüyor.] Aslı bunun tam<br />

tersi. Yani Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi<br />

bazı Arap halklarının isyanları yaadığımız<br />

devri tarihi kıldı ve kitapçığımın<br />

tanınmasını ve cazibesini körükledi. İte<br />

Öfkelenin!in baarısını hazırlayan<br />

gerçek tarihi etken...<br />

- Yaklaık 7 yıl önce, 8 Mart 2004’te, yani<br />

Fransa Ulusal “ireni Komitesi’nin (U“K)<br />

ünlü Program Bildirgesinin yayımlanı-<br />

ından tam 60 yıl sonra, o sırada hayatta<br />

olan 12 tanınmı direniçi yoldaınızla<br />

Yükselen Adaletsizliğe Karı Mücadele<br />

Çağrısını yayımladınız. Maalesef âkil<br />

adamları dinlemediler. Sizin sözlerinizle<br />

Bugün gittikçe artan belirli bir barbarlık,<br />

sosyal ve ekonomik adaletsizlik -insanlığı-<br />

tehdit ediyor. Aradan 67 yıl geçmi<br />

olmasına rağmen günümüz Fransız sosyal<br />

devletçiliğinin temel ilkelerini belirleyen<br />

Ulusal “ireni Komitesi Programı’nın güncelliğini,<br />

yaanan gerici, geriletici durumu<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - Sanırım Ulusal<br />

Direni Komitesi Programının program<br />

olarak güncel olduğunu söylemek bugün<br />

için artık mümkün değildir. Çünkü 67<br />

yılda dünya aırı derecede değiti. Fakat<br />

UDKyi yaratan ve programını oluturan<br />

temel insani değerler günümüzde de temel<br />

değerler olarak halen geçerli. Bu nedenle<br />

2004te temel değerler hakkında hükümetin<br />

dikkatini çekmeye çalıtık. Bu<br />

değerlerin bazıları belki bugün daha az<br />

önemli. Ama özü, yani neredeyse faist<br />

Vichy rejimi ve Nazi igalinden kurtulma<br />

kavgası veren yoldalarımızın ihtiyaçları<br />

bugün bile haklılığını korumaktadır. İte<br />

UDKli dostlarla bu ihtiyaçlara tercüman<br />

olabilecek iddialı birtakım öneriler hazırlamıtık.<br />

89<br />

✤<br />

GÜNÜMÜZÜN<br />

BELLİ BAŞLI<br />

TOPLUMLARININ<br />

KENDİ İŞLEYİŞLERİNİ<br />

SORGULADIKLARI<br />

BİR DÖNEMİ<br />

YAŞIYORUZ.<br />

KENDİMİZİ<br />

GÜVEN İÇİNDE<br />

HİSSETMİYORUZ.<br />


Önemli olan son derece özençli bir tutkuyu<br />

canlı tutmaktır. Adil ve modern bir<br />

toplum tutkusu her devir için geçerli bir<br />

tutkudur. Bu tutku 17 ve 18inci yüzyıl<br />

Aydınlanma Çağında da geçerliydi. Rousseau,<br />

Diderot, Voltaire ve arkadaları<br />

kadar, 19uncu yüzyıl İngiliz düünür ve<br />

siyaset adamları Gladstone, Disreali devrinde<br />

de tüm heyecanıyla gündemdeydi.<br />

Bu hedeler İtalyan Risorgimento (Yeniden<br />

Doğu) hareketinin de tutkusuydu. Bu<br />

tutku dün olduğu gibi bugün de geçerlidir.<br />

- Öfkelenin! çığlığınız, çağrınız veya belki<br />

bir Manifesto diye niteleyebileceğimiz çalımanız,<br />

bütün yurttaları, bulacakları bir<br />

veya birkaç gerekçeyle yaanan haysiyetsizliklere,<br />

çirkinliklere, haksızlıklara en<br />

azından öfke duymaya davet ediyor. Sizler<br />

için Naziler vardı, ibirlikçileri, igal vardı.<br />

Filistinliler için İsrail’in insanlık dıı ve iddetli<br />

politikası var. Hedeler çok netti. Fakat<br />

günümüzde ortalama bir Fransız, Alman<br />

veya Türk genci, insanı pusulayı tamamen<br />

aırmı durumda. Anladığım kadarıyla siz<br />

gençliğe çok güveniyorsunuz. Her boydan<br />

ve soydan uyutucu ve uyuturucunun bol<br />

olduğu günümüz tüketim toplumlarında<br />

insanlar, gençler kime ve neye karı, nasıl<br />

öfke duyacaklar?<br />

STÉPHANE HESSEL - Bu kitapçığın<br />

gerçek sorunu da bu sorunuzun cevabında<br />

düğümleniyor. Kitap, durumdan, gidi-<br />

attan memnun değilim demeniz ve kızmanız,<br />

öfkelenmeniz gerektiğini anlatıyor.<br />

Ama bir adım daha ileri gidilebilmesi için<br />

nasıl yapılması gerektiğine dair yeterli<br />

ayrıntı aktarmıyor. Kitap bir dizi konuda<br />

ciddi boyutlarda cüretkâr meydan okumalar<br />

içeriyor. Özellikle gençliği karı çıkması<br />

gereken konularla yüzlemeye, yüz<br />

yüze gelmeye çağırıyor. Bu taleplerin varlığını<br />

nasıl algıladıklarını, kabul görmeyen<br />

birtakım gerçek ihtiyaçların yetersizliğini<br />

teslim edip etmediklerini anlatıyor. İte<br />

davet, mesaj, tam bu noktaya odaklanıyor:<br />

Gençler bu durumların değimesi için<br />

çalımaya, mücadeleye hazırlar mı?<br />

Aslında kitapta sıralanan talepler<br />

sadece birkaç örnektir. İletilmek istenen,<br />

insanların bizzat kendilerinin kabul<br />

edilmez buldukları noktaları öne çıkartmalarıdır.<br />

Çünkü herkesin talebi aynı<br />

olmayabilir. Ama sizler kendiniz için<br />

kabul edilemez bazı durumları yakalamısanız<br />

ve bunun için direnme arzusu taıyorsanız,<br />

ite o zaman gerçek bir yurtta<br />

olma yolunda ilk adımı atmısınızdır.<br />

Ancak daha önce belirttiklerimize<br />

rağmen öylesine iki<br />

büyük hedef var ki,<br />

her biri en azından<br />

sava, igal, sömürgecilik<br />

kadar önemli<br />

ve dramatik. Bunların<br />

ilki, çok yoksullarla<br />

çok zenginler<br />

arasında büyüyen<br />

farklılıkta yatmaktadır.<br />

Konu hakkında<br />

çalıan, istisnasız<br />

tüm iktisatçıların<br />

hemikir olduğu<br />

tespit, bu farkın son<br />

30 yılda vahim derecede<br />

açıldığıdır.<br />

Üstelik yeryüzündeki<br />

aırı yoksulluk<br />

ve dengesizlik bütün<br />

ülkelerde büyümektedir.<br />

Hatta zengin<br />

ülkelerdeki çok derin<br />

yoksullukla, örneğin<br />

bazı banliyölerde<br />

hayatta kalma kavgası veren en yoksulla<br />

en zengin ve ölçüsüz servetler arasındaki<br />

uçurum tahammül edilmez boyutlara erimitir.<br />

Buralarda da aynı uyarıya ve/veya<br />

tevike, durumun değimesi için mücadeleye,<br />

sosyal değiimi vurgulayan siyasi bir<br />

partinin veya partilerin varlığına, desteğine<br />

ihtiyaç vardır.<br />

İkinci hedefe gelince: Daha önce değindiğimiz<br />

bir husus yerkürenin bozulması.<br />

Bu noktada da davaya sahip çıkmak,<br />

angaje olmak çok önemli. Aynı kararlılık<br />

gerekiyor. Özellikle de, böyle gelmi<br />

böyle gider diyerek kanıksayanlara, göz<br />

korkutanlara veya farklı yıldırmalara<br />

pabuç bırakmamak zorunlu. Bu davranı-<br />

90


lara mutlaka tepki göstermeli, öfkelenip<br />

isyan etmeliyiz.<br />

- Gerçek bir sosyal ve ekonomik demokrasi<br />

için önerileriniz nedir?<br />

STÉPHANE HESSEL - Sanırım bu<br />

konuda öncelikle yakın dönemlerde<br />

yazılmı, kayda değer eserlere bavurmakta<br />

yarar var. Soruları en iyi biçimde<br />

sorup çözüm getirenlere yakından<br />

bakmak gerekiyor. Son zamanlarda sıkça<br />

yaptığım gibi en bata Edgar Morin ve<br />

La voie" (Yol) balıklı son çalımasını zikretmek<br />

isterim. Sonra da Peter Sloterdijk<br />

ve Tu dois changer ta vie" (Hayatını<br />

Değitirmelisin), Susan George ve Leur<br />

crises, nos solutions" (Onların Krizleri,<br />

Bizim Çözümlerimiz) balıklı eserlerini<br />

salık veririm.<br />

Acilen ve yoğun olarak üzerinde düünülmesi<br />

gereken nereden balanacağına<br />

karar verilmesidir. Kapitalizmin kuralları<br />

yerine toplumsal ve dayanımacı bir ekonomi,<br />

sanayilemi bir tarım yerine aktif<br />

bir çevrecilik ve ekolojik tarım ilkeleri<br />

uygulanabilir. Aslında izlenecek yol haritası<br />

bir anlamda belirlenmi durumda.<br />

Eksik olan siyasi irade ve insanların, özellikle<br />

de gençlerin cesaretsizliği ve güven<br />

yetersizliği. Henüz yeterli sayıda insan bu<br />

sorunların çözülebileceğine inanamıyor.<br />

Veyahut da birazcık zorlandılar mı cesaretleri<br />

kırılıveriyor. Dolayısıyla benim<br />

çağrım insanları davaya sarılmaya davet<br />

çağrısıdır. Bildiğiniz gibi Engagez-vous/<br />

Angaje Olunuz-Davaya Katılınız ikinci bir<br />

küçük kitap çıktı. İlkinin mantıki uzantısı.<br />

Bu defa, öfkelenmek yetimez, öfkelenmek<br />

ilk adımsa, çözüme giden yol eylemden,<br />

mücadeleden geçer, diyoruz...<br />

BUGÜNKÜ TÜRKİYE<br />

- Günümüz Türkiyesi’ni nasıl görüyorsunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - Modern Türkiye<br />

kurulduğundan beri Avrupa kıtasında,<br />

dünyada ilginç bir konuma sahip,<br />

özellikle de İslam dünyasında. Yüzyıllardır<br />

tarihi, politik, ekonomik, kültürel<br />

ve dini anlamda çatımaların, geçilerin,<br />

göçlerin yaandığı bir bölgede var olmu.<br />

Emevilerden, Osmanlılara uzanan zengin<br />

bir geçmie, fevkalâde bir insan, Mustafa<br />

Kemal bir nokta koymasını bilmitir. Ve<br />

bir imparatorluk kalıntısından bir demokrasi<br />

yaratmıtır. Tüm demokrasilerde<br />

olduğu gibi itiraz veya protesto edilebilecek<br />

çok öğe bulmak mümkündür. Fakat<br />

temeli sağlamdır. Geçmite Türkler Balkanların<br />

önemli bir kısmını igal etmiler,<br />

sonra geri çekilmek zorunda kalmılardır.<br />

Avrupanın derinliklerine kadar uzanmılardır...<br />

Bu ülke, bu uygarlık, bu kültür olağanüstü<br />

bir çeitlilik ve zenginliğe sahiptir.<br />

Tarihinde çok farklı siyasi yönetim deneyimlerinden<br />

geçmi bir toplumdur.<br />

Babıalinin bugünkü ölçülerle aırı sağcı<br />

ve tutucu siyasetlerinden, Kemal Paanın<br />

aırı solcu nitelenebilecek birtakım<br />

uygulamalarına Türk tarihi gerçekte<br />

Avrupanın da yakından tanıdığı birçok<br />

aamayla benzerlikler içerir. Dolayısıyla<br />

Türkiyenin tecrübesiyle Avrupanın tecrübeleri<br />

arasında bir hayli tamamlayıcı<br />

yöneliler mevcuttur. Söylemek istediğim<br />

özetle udur ki, Türkiyenin yeri geniletilmi<br />

bir Avrupanın içindedir.<br />

- Üst üste gelen üç darbeyle yıpranmı,<br />

geleneksel olarak laikliğe sıkı sıkıya bağlı<br />

cumhuriyetçi ve demokratik olmaya çalıan<br />

Türkiye’de u anda İslami değerleri ön<br />

plana çıkartan, muhalefet ve eletirel<br />

basına pek tahammül edemeyen bir iktidarın<br />

varlığını biliyorsunuz. Siz böyle<br />

bir iktidarın yarınını nasıl görüyorsunuz,<br />

tavsiyeleriniz olabilir mi?<br />

STÉPHANE HESSEL - Tüm söylenenlere<br />

rağmen, ben ahsen Türk vatandalarının<br />

çoğunluğunun AB ile bütünlemekten<br />

yana olduğuna inanıyorum. Bu<br />

süreci engelleyen birtakım etkenler mevcuttur.<br />

Örneğin insan hakları ihlali, dolayısıyla<br />

bütünleme engeli konuuluyor. Bu<br />

engelin baka ülkelerde yaananlardan<br />

daha zorlu olduğunu sanmıyorum. Herkes<br />

bu konuda kalıcı ilerlemeler kaydediyor.<br />

Eminim Türkiye de bu engeli aacaktır.<br />

91<br />

✤<br />

FEVKALADE<br />

BİR İNSAN,<br />

MUSTAFA KEMAL,<br />

BİR İMPARATORLUK<br />

KALINTISINDAN<br />

BİR DEMOKRASİ<br />

YARATMIŞTIR.<br />


Benim için epeyce üzücü olan bir zorluk,<br />

Kıbrıs sorunudur. Sanırım Türkiye akıllıca<br />

bir siyaset kullanarak bu engeli kolayca<br />

aabilir. Sonuçta Kıbrıslılar pekala bir<br />

arada yaayabilirler. Onlara bu olanak<br />

tanınmalıdır. Bata herkes gibi zaman<br />

zaman kendi aralarında kapıacaklardır.<br />

Ama eninde sonunda anlaacak ve AB<br />

üyesi birleik bir devlet olacaktırlar.<br />

İç siyasete gelince. Açıkçası tavsiyelerde<br />

bulunabilecek derecede Türkiyeyi<br />

tanımıyorum. Burada yaamadım. Birkaç<br />

defa kısa süreli fakat çok ho ziyaretlerde<br />

bulundum. İslam Türkiyede risk midir,<br />

koz mudur, bilemiyorum. ayet baından<br />

beri hissettiğimiz, tanıdığımız modern<br />

bir Türkiye varsa, bu Türkiye, Müslüman<br />

Akdeniz ülkelerine, İslam dünyasına gerçekten<br />

örnek olabilir. Türkiyenin bir<br />

yanda Filistinlilerle, öte yanda İsraillilerle<br />

kurduğu ayrıcalıklı bağlar son derece<br />

olumludur. Türkiye bu bölgede barıın<br />

kurulması için bizlere yardımcı olabilir.<br />

Akıllı bir Türk hükümeti Avrupa açısından<br />

çok değerlidir. Böyle de olduklarını sanıyorum.<br />

İSLAM VE DEMOKRASİ<br />

- Yaygın Batı kamuoyu genelde oldukça<br />

kolaycı bir bakıla İslam ile demokrasi<br />

arasında bir uyumazlık olduğunu savunur.<br />

Gerçi Arap ülkelerinde son kaydedilen<br />

gelimeler en kukucuları dahi düündürmü<br />

olsa da imdilik kesin bir olgudan<br />

konumak zor. Sizce Müslüman<br />

toplumları demokratik bir yaamla bağda-<br />

abilir mi?<br />

STÉPHANE HESSEL - Birincisi: İslamın<br />

uzun bir tarihi var. Bu geçmite öyle<br />

bazı dönemler mevcuttur ki, bu dönemler<br />

yaanmamı olsa bugünkü Modern Dünyayı<br />

görebilmek bile hayal olurdu. Orta<br />

Çağdan sonra mesajı ve katkılarıyla İslam<br />

olmasa Avrupada günümüze geçi sağlanamazdı,<br />

nerede olduğumuzu bilemezdik.<br />

İbn-i Sina, İbn-i Rüd gibi İslam bilginleri<br />

sayesinde Antik düüncenin modernlemesi<br />

gerçekleti. Sonra İslam düüncesi<br />

maalesef özellikle Vahhabilik etkisinde<br />

bir gerileme yaadı. Aynen bir zamanlar<br />

Katolik kilisesinde, örneğin engizisyonda<br />

olduğu gibi tutucu anlayılar İslam dinini<br />

bloke etti, gelimesini durdurdu. Beni<br />

ahsen hiç bağlamasa da son yüzyıllarda<br />

açılan Katolik kilisesi, modernlemeyi,<br />

çağına uymayı baardı. İslam da aynı<br />

yoldan geçebilir, geçmelidir. Yoksa İslam<br />

ile demokrasi arasında aılmaz bir çeliki<br />

olduğuna inanmıyorum.<br />

Kaldı ki, önümüzde bu süreci denemi,<br />

denemeye devam eden bir toplumu siz<br />

de yakından tanıyorsunuz. Türkiye bir<br />

anlamda bu aamayı, hareketi baarmı<br />

bir ülkedir. İslam ile yakın bağını sürdüren<br />

Türkiye benim gözümde Modern<br />

İslamın simgesidir. Gerilememek kaydıyla<br />

Türk İslamı Magrip hatta Marek ülkelerine<br />

örnek oluturabilir. İslamda modernleme<br />

Türkiyeden ilham ve güç alabilir.<br />

- Sizce İnsan Hakları, cumhuriyetçi<br />

değerler, özgürlük, eitlik gibi kavram ve<br />

ilkeler yalnızca Judeo-Hıristiyan kökenli<br />

toplumlara, kültürlere özgü birtakım<br />

gelenekler midir? Bu noktada İslam ile<br />

bağdamazlıktan söz etmek olası mıdır?<br />

STÉPHANE HESSEL - Hayır! Hiç böyle<br />

düünmüyorum. Çünkü 1948de İnsan<br />

Hakları Evrensel Beyannamesini kaleme<br />

aldığımız yoldalarımın çalımalarının<br />

gerçekten çok baarılı olduğuna inanıyorum.<br />

Gerek anlama (pakt) gerek bildirge<br />

metinleri istisnasız herkes tarafından<br />

kabul edilebilir metinlerdir. Koniçyüsçülerden<br />

Budistlere, Katoliklerden<br />

Müslümanlara, Musevilerden Protestanlara<br />

herkese saygılı, herkesi birletiren bir<br />

dil ve tanımdır.<br />

Tanrıya hiç bir atıfta bulunulmamakta,<br />

metinde Tanrı sözcüğü kullanılmamaktadır.<br />

Temel kavram ve sözcükler erkek ve<br />

kadındır, insandır, kiidir. Hemen hemen<br />

her paragrafta bu sözcükler geçer. Yazılanlar<br />

içtenlikle arzulanan ve hedelenen<br />

insan özgürlükleridir. Nerede yaarlarsa<br />

yaasınlar, kadın veya erkek, özgür, kendi<br />

vicdan ve inançlarında serbesttirler.<br />

Bu metni Batılı olduğu, bazı gelenek<br />

veya kültürlere uymadığı gerekçesiyle red-<br />

92


dedenler apaçık bir ikiyüzlülük yapmaktadırlar.<br />

Beyannamede öngörülen hakları<br />

kendi yurttalarına uygulamak istemeyen<br />

devletler kendi iktidarlarını kaybetmekten<br />

korkan yönetimlerdir, yurttalar değil.<br />

“ANGAJE OLUN!”<br />

- Öfkelenin!den sonra ikinci bir kitap<br />

yayınladınız, ”ngagez Vous/Angaje Olun!<br />

Bu defaki çağrınızın, davetinizin amacı<br />

nedir?<br />

STÉPHANE HESSEL - İlkinin mantıki<br />

devamı sayılabilecek bu ikinci kitap daha<br />

fazla ayrıntıya giriyor. Özellikle de gençlerin<br />

uğraması, mücadele etmesi gereken<br />

sorunları ele alıyoruz. Örneğin ciddi bir<br />

göç sorunu vardır. Bu olguyu daha iyi<br />

anlamak ve anlatmak zorundayız.<br />

Toplumlar niçin hareket halindeler,<br />

insan yığınları niçin dünyanın bir noktasından<br />

baka bir noktasına göçüyorlar.<br />

Aslında bu daima var olmu bir<br />

olgu. Roma İmparatorluğunda bile Barbarların<br />

İstilasından söz edilirdi. Tarih<br />

kanıtlıyor ki, istilacılar gerçekte pek o<br />

kadar da barbar değillerdi. Peki, uygarlık<br />

adına sömürgeler kurmayı nasıl açıklayacaklar?<br />

Amerikayı nasıl igal ettiler?<br />

[Gülüyor-UH] Kısacası göç hareketlilikleri<br />

tarihin bir parçasıdır. Sürekli var<br />

olmutur. Yapılması gereken, konuyu akılcı<br />

ve insan haklarına saygılı bir biçimde ele<br />

almaktır. İte pekala angaje olunabilecek<br />

, dört elle sarılanabilecek, katılınabilecek<br />

bir dava.<br />

Bir baka eylem alanı adalet. İnsanoğlu<br />

için elzem olan kaynakların daha eit<br />

dağılımına olan talep. Aynı zamanda belli<br />

bir biçimde azla yetinmenin, ölçülülüğün<br />

öğrenilmesi de gerekiyor. Günümüz toplumlarında<br />

fazlaca sarho olduk, anormal<br />

tükettik. Onlara (insanlara) artık biraz<br />

ılımlı, sınırlı tüketmeyi öğretelim. [Burada<br />

Sobriété-Ebriété/Mutlak Perhiz- Sarholuk<br />

sözcükleri, ikilemiyle oynuyor-<br />

UH] Enerji veya suyun kullanımındaki<br />

aırılığı sınırlayalım. İte bu ve benzeri<br />

somut eylem alanları bu ikinci kitapçıkta<br />

yer alıyor. Özellikle gençlere yönelik<br />

bu söylei kitabında sorumlu dünya yurttalığına<br />

yaraır mücadele araçları öneriyorum.<br />

Böylelikle yürümeyen ilerin<br />

üstüne gidebilirler, çevrelerini bilinçlendirebilirler,<br />

çözümlere katkıda bulunabilirler.<br />

- Peki insanların, bireylerin uğraıları<br />

nasıl bir kolektif, toplu mücadele zeminine<br />

oturabilir? Siyasi partiler, STK ve benzerleri<br />

konusunda bir tercihiniz var mı?<br />

STÉPHANE HESSEL - ahsen bu alanda<br />

daha ziyade çoğulculuktan yanayım.<br />

Demokrasilerde, tabii ki gerçekten demokratiklerse<br />

siyasi partileri kullanmak<br />

gerekir. Seçimlerde oy kullanmamak,<br />

kayıtsız kalmak kiisel planda tam bir<br />

skandaldır. İçinden veya dıından siyasi<br />

hayata biliil katılmak zorunludur. Fakat<br />

isteyen dini bir örgütlenmeyle de angaje<br />

olabilir. Kukusuz hangi doğrultuda çalı-<br />

acağı çok önemlidir. Niçin olmasın?<br />

Bugün din temelinde birçok grup, kurulu,<br />

insani birtakım değerlere titizlikle sahip<br />

çıkmakta ve insan hakları ve demokrasi<br />

kavgası vermektedir.<br />

Sendikalar aracılığıyla mücadele de<br />

çok etkili yollardan biri olabilir. Kooperatilere,<br />

elbette ki Amnesty International,<br />

FIDH gibi her türlü insan hakları veya<br />

dayanıma kuruluuna girilebilir. Artık<br />

çok sayıda modern iletiim aracı sayesinde<br />

son derece yaygın ve etkili toplumsal<br />

ağlar, örgütlenmeler, Attac veya dünya<br />

çapında sosyal forumlar kurulmaktadır.<br />

Sanırım dünyayı, toplumu değitirmek<br />

için bir davaya sahip çıkmak duygusunu<br />

tatmin edecek bütün bu yollar geçerlidir.<br />

Sağlam, ciddi, herkese uygun mücadele<br />

araçları vardır.<br />

- Yüzyılla “ans ”tmek balıklı anı kitabınızda<br />

gençlerin 1968’de yalıların gelmi<br />

geçmi egemenliğini kırdığını yazmıtınız.<br />

Bu iyimserliğinizi bugün de sürdürüyor<br />

musunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - Dilerim ki,<br />

hiçbir zaman gençlere olan inancımdan<br />

dönmem. Bu inanmak sözcüğünü demek<br />

gerek. Bütün gençliğin enfes olduğuna ve<br />

93


her soruya doğru bir cevap bulabileceğine<br />

inanacak kadar da saf değilim. Açıkçası<br />

böylesi bir genççilikten sakınırım.<br />

Ama bugünküler dahil bütün nesillerde<br />

ekmek yapmak için mayayı bulup hamuru<br />

karacak küçük bir azınlık çıkmıtır.<br />

İte bu azınlığa güveniyorum. En güçlü<br />

tüketim toplumlarında gençlerin çoğunluğu<br />

umursamaz bile olsa, direniçi bir<br />

küçük azınlık var olmutur. Direnmek,<br />

üretmektir. Bu gençler geleceğin tohumlarıdır.<br />

Değiimin tomurcukları daima<br />

onlarla açacaktır.<br />

YAŞAM BOYU YOLDAŞI<br />

ŞİİR VE KADINLAR<br />

- Hayat boyu çok sadık, ayrılmaz bir yoldaınız<br />

olmu: iir. Üç dilli bir iir antolojiniz<br />

var, balığı Ah Benim Belleğim – iir,<br />

Benim Gereksinimim. Niçin iir, niçin üç<br />

dilli bir kitap?<br />

STÉPHANE HESSEL - Sadece bu üç<br />

dili [Almanca, Fransızca ve İngilizce UH.]<br />

çok iyi bildiğim için. Mahmut Derviin<br />

ağzından Arap iiri veya Rus airlerinden<br />

Rus iirini dinlemenin tadına vakıf<br />

olmu bir insanım. Ancak bu dillere tam<br />

hakim değilim. iiri anlayabilmek, airin<br />

tam tadına varabilmek için bir dili çok<br />

iyi tanımak zorunludur. Çeviriye inanmıyorum.<br />

Muhteem çevirmenler var. Olağanüstü<br />

çeviriler yapabiliyorlar. Ama air en<br />

güzelini, en âlâsını kendi dilinde veriyor.<br />

Bazen Nâzım Hikmeti düünüyorum.<br />

Oğlum birçok iirini ezbere biliyor. Çok<br />

iyi çevrilmi. Ama Nâzımı kendi dilinde,<br />

Türkçe okumak baka bir ey. Bu nedenle<br />

yalnızca üç dile yoğunlatım. Bu kadarı<br />

bile epeyce zengin bir varlık oluturuyor.<br />

Bu engin insanlık varlığı içinde belleğime<br />

kazınanları seçtim. Zira bir iiri okuyup<br />

güzel bulabilirim. Ama belleğime girmesi<br />

için bir eylerin çarpması gerek. O anda<br />

onu ezbere bilmek isterim.<br />

- Bu enerji ve mücadeleci gücünü hangi<br />

kaynaktan besliyorsunuz?<br />

STÉPHANE HESSEL - Kadınlar. Bata<br />

annem olmak üzere kadınlar hayatımın<br />

motor gücü, enerji kaynağı olmulardır.<br />

Onlara minnettarım.<br />

- Bir iir alıntısıyla bitirsek...<br />

STÉPHANE HESSEL - Apollinaire<br />

Mirabeau Köprüsünden bir alıntı.<br />

Ak u akarsu gibi kayıp gidiyor<br />

Ak gidiyor<br />

Hayat nasıl yava<br />

Ve umut nasıl iddetli<br />

Gelen gece saati çalıyor<br />

Ben kalıyorum günler kayıp gidiyor<br />

| Paris / 4 Nisan 2011 / Saat 17.00 - 18.30 arası |<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni |<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

94


95<br />

Avrupa<br />

Kültür<br />

ile yeni<br />

bir yol<br />

açılıyor


www.issuu.com/yaprakkiran01<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

96


97


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

98


İçindekiler<br />

AKIN E. ŞİPAL İLE İSTANBUL, SEZEN VE ALMAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE<br />

Yukarıdan bakış, olmaz!<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

Türkçe ile Almanca arasında kuşaklardır entelektüel köprü olmuş bir ailenin çocuğu Akın E. Şipal.<br />

Genç yazar ve tiyatrocu, Alman edebiyatının Türkçeye geniş biçimde girmesinde büyük rolü olan<br />

isimlerden Kâmuran Şipal’in de torunu. Bremen’deki yeni çalışması “İstanbul” ve Sezen Aksu şarkıları<br />

ile kamuoyunun ilgisini üzerine çekmeyi başaran Akın E. Şipal, sorularımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 4<br />

SANATÇI BEDENİNDEN TOPLUMA MESAJLAR ATARSA...<br />

Günter Brus ve “Arızalı Bölgeler”<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

Günter Brus, içinde kabul edildiği akımın diğer üyeleriyle birlikte performans sanatının Avrupa’daki<br />

en önemli kurucu temsilcilerinden birisi olarak kabul edilebilir. Sanatın ve toplumun köklü ve derin<br />

değişimlere maruz kaldığı 1960’ların başında, sanat aracı olarak özellikle kendi bedenini kullanır ve<br />

izleyeni sarsan hatta iğrendiren performanslara imza atar. Brus, performanslarında kendi bedeninin<br />

sınırlarını test ederken, toplumun pislik ve iğrençlik ile olan ilişkisiyle de ilgilenir.<br />

SAYFA: 12<br />

PARİS METROSUNDAN İNSAN MANZARALARI (2)<br />

Metronun “lifting” operasyonları ve “kapkaç” karakterleri<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Eskiden bütün metro istasyonları ikiz kardeşler gibi birbirlerinin tıpkısıydı. Sonra değiştiler. Her<br />

biri kendi kimliğini aramaya koyuldu. Her metro istasyonu kendisine “new-look” vermek için yattı<br />

“lifting”e. Koridorlarda renkler değişti, duvarlarda fotoğralara, panolara ve duvar resimlerine yer<br />

açıldı. İsimler de değiştirildi, yenileştirildi. Böylece hem görkem kazanıldı hem de tarihle ve bilhassa<br />

coğrafyayla ilinti kuruldu.<br />

SAYFA: 16<br />

BATI’YA, MÜZİĞE VE KENDİ SES RENKLERİMİZE DAİR<br />

Taner Akyol’un Berlin yolu<br />

FİKRET YILDIRIM<br />

Çoktandır evrenselleşmiş bağlamanın kültürel ve bölgesel ölçekteki özgünlük ve farklılıkları bir<br />

yana, her türlü görsel ve işitsel bilginin ışık hızıyla salındığı günümüzde izleyebildiği yol, tüm yerleşik,<br />

koruyucu ve tutucu anlayışları altüst ederek olağanüstünün ve gerçeküstünün kapısına dayanmıştır.<br />

Karşımızda, bu kültürel devrim niteliğindeki aşamanın öncülerinden genç ve müzikal donanımlı,<br />

bağlama virtüözü Berlinli bir besteci duruyor.<br />

SAYFA: 24<br />

SELÇUK CARA’NIN ALMAN VE TÜRK TOPLUMU İÇİN ANLAMLARI<br />

“Türk, ama buna rağmen akıllı”<br />

BAHAR EŞİN<br />

Gerçekten ilginç hayat hikâyesini kısa bir süre önce çıkan kitabıyla okur önüne seren bir sanatçıyla<br />

karşı karşıyayız. Selçuk Cara, sadece Türk asıllı bir Alman yazar değil, aynı zamanda bas bir opera<br />

sanatçısı. Wagner sanatçısı olarak tanınan Cara, birçok Alman tiyatro oyununun da yorumcusu olarak<br />

biliniyor.<br />

SAYFA: 34<br />

2


HEIDELBERG TİYATROSU’NDA “ŞEHİR, ÜLKE, KAÇIŞ”<br />

Mülteci trajedisini görünür kılan mizah<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Avrupa’yı sarsan, son derece yakıcı bir sorun, ilginç bir yöntemle Heidelberg Tiyatrosu’nda sahneleniyor.<br />

24 Nisan’da ilk kez sunulacak olan “Şehir, Ülke, Kaçış” (Stadt Land Flucht) adlı bu oyunu yönetmen<br />

arkadaşı Prodromos Tsinikoris ile birlikte sahneye koyan Anestis Azas, Heidelberg Tiyatrosu’nun<br />

üst katında sadece yeni çalışmasını yorumlamakla kalmadı, insana, trajediye, mizah ve sansüre dair<br />

sorularımızı da yanıtladı.<br />

SAYFA: 38<br />

ERDİNÇ UTKU VE “TÜRKÇE AĞLAYAN KÖPEK” İZLENİMLERİ<br />

Brüksel damgalı yaşam öyküleri<br />

Uzun yıllardır Brüksel’de yaşayan ve buradan Avrupalı insanlarımızın hallerini çeşitli yayın organlarındaki<br />

yazıları ve kaleme aldığı oyunlarla hem Avrupa hem de Türkiye’deki toplumumuza ileten Erdinç<br />

Utku, yeni kitabını bir süre önce yayımladı. Yazarlığa mizahla başlayan ve bu eleştirel/güldürel<br />

izlekten hiç ayrılmayan Utku, AB başkentindeki hallerimizle ilgili sorularımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 44<br />

BİZİMKİLERİN YOLCULUK DAYANIŞMASI BAŞKADIR<br />

“Avrupamdan” uçak, yolcu ve valiz savaşları<br />

Amsterdam’da yaşayan karikatürist ve mizah yazarı Yakup Karahan, ilginç bir yolculuk öyküsü kaleme<br />

aldı.<br />

SAYFA: 52<br />

ÜNSAL ÖZBAKIR’IN IŞIKLI AKSİYON SANATI<br />

Belli bir anı yakalayabilmek<br />

Tam bir aksiyon sanatı bu. Malzemesi ışık. Sadece ışıkla yapılıyor. Sanatçı Ünsal Özbakır, yıllardır ışıklı<br />

enstalasyon etkinliklerine katılıyor ve “belli bir anı, ışığın oluşturduğu bir çerçevede biçimlendirmeye”<br />

çalışıyor.<br />

SAYFA: 59<br />

BİR SERGİ VE TÜRKİYE KÖKENLİ ÜÇ RESSAM<br />

Dieburg’da renkler ve çizgiler<br />

Frankfurt yakınlarındaki Dieburg ilçesinde üç ressamın işleri, karma bir sergiyle sanatseverlerin değerlendirmesine<br />

sunuluyor. 29 Nisan’a kadar açık kalacak olan bu resim sergisinde İzzet Aydın, Yeşim<br />

Yaprakkıran ve Ömer Yaprakkıran’ın yapıtlarından seçmeler yer alıyor. Sergi, Dieburg Belediye<br />

Binası girişinde.<br />

SAYFA: 61<br />

Künye | Impressum<br />

Sayfa: 42<br />

3


AKIN E. ŞİPAL İLE İSTANBUL, SEZEN VE ALMAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE<br />

Yukarıdan bakış, olmaz!<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

✤<br />

TARİHSEL BİR<br />

OLAYI BAŞKA BİR<br />

BAKIŞ AÇISINDAN<br />

GÖRMEK İLGİNÇTİR<br />

VE ANLAMAYA<br />

YARDIMCI OLUR.<br />

✤<br />

BREMEN - Aslında Türkçe ile Almanca<br />

arasında kuaklardır entelektüel köprü<br />

olmu bir ailenin çocuğu Akın E. ipal. Genç<br />

yazar ve tiyatrocu, Alman edebiyatının Türkçeye<br />

geni biçimde girmesinde büyük rolü<br />

olan isimlerden Kâmuran ipal’in de torunu.<br />

Bremen’deki yeni çalıması İstanbul ve<br />

Sezen Aksu arkıları ile kamuoyunun ilgisini<br />

üzerine çekmeyi baaran Akın E. ipal,<br />

sorularımızı yanıtladı.<br />

’ile hikâyeni anlatır mısın? ’ilede Gastarbeiter<br />

olan kim?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Dedem (Kâmuran ipal)<br />

1960lı yıllarda burslu öğrenci olarak<br />

Almanyaya, tam olarak Münstere gelmi.<br />

Doktora çalıması için geliyor. Burada<br />

yaıyor ve burada da babaannemle tanı-<br />

ıyorlar. Babaannem Alman. İki çocukları<br />

oluyor, bunlardan birisi benim babam. Bu,<br />

baba tarafım.<br />

Anne tarafımdan, dedem 1970lerde<br />

Almanyada Gelsenkirchene çalımaya<br />

geliyor. Annem de be yaındayken<br />

Gelsenkirchene annesiyle babamın yanına<br />

geliyor. Annemin babası İstanbulun eski<br />

taksicilerindenmi. Orada durumu da<br />

iyiymi. Biraz aykırı biriymi. Yabancı ve<br />

farklı eylere ilgi duyan birisi. Almanyaya<br />

daha çok meraktan gelmi. Fakat burada<br />

mutlu olmuyor ve bir süre sonra geri<br />

dönüyor. Annem ise burada kalıyor.<br />

Öbür dedem Kâmuran ipal 1980lere<br />

kadar Türkiye ile Almanya arasında gidip<br />

4


Genç ve atak<br />

geldi. Daha sonra İstanbula döndü ve<br />

öğretim görevlisi olarak çalıtı ve orada<br />

yaıyor. Babam Almanyada psikolog<br />

olarak çalııyor.<br />

Oyunda hikâyeyi tersine çevirmisiniz. Bir<br />

’lman Gastarbeiter olarak Türkiyeye<br />

gidiyor. Oyunu neden böyle kurguladınız?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Tarihsel bir olayı baka<br />

bir bakı açısından görmek her zaman<br />

ilginç olabilir. Ve anlamaya yardımcı olur.<br />

Bir eyi anlamak istediğimiz zaman ona<br />

değiik perspektilerden bakmamız lazım.<br />

Bir hikâye aynı bakı açısından çok anlatıldığı<br />

zaman hep aynı ey anlatılır. Fakat<br />

hikâyeyi baka bir noktadan anlatırsanız<br />

orada bir yenilik olur, bu da konuya yeni<br />

bir perspektif getirir.<br />

Akın ”. ipal, 1991 yılında ”ssen’de doğdu.<br />

Hamburg’da ilm okudu. İlk tiyatro eseri Vor<br />

Wien (Viyana Önlerinde) için In Zukunft<br />

yarımasını kazandı, Santa Monica oyunu<br />

ile de Hamburg edebiyat destekleme ödülünü<br />

aldı. Yönetmen Selen Kara ve müzisyen Torsten<br />

Kindermann ile hazırladığı İstanbul oyunu<br />

2015 sonundan beri Bremen Tiyatrosu’nda<br />

sahnelenmektedir. Oyun hem eletirmenler<br />

hem de izleyici tarafından büyük ilgi gördüğünden<br />

temsiller sezon sonuna kadar uzatıldı.<br />

İstanbul, izleyiciyle bulutuğundan<br />

beri neredeyse her temsil kapalı gie oynuyor.<br />

Genç sanatçı ayrıca ilm senaryosu yazarı<br />

olarak pek çok baarılı ilme imza attı. Akın ”.<br />

ipal’ın bir sonraki tiyatro projesi Mannheim<br />

Ulusal Tiyatrosu’nun ısmarladığı Kalami<br />

Beach <strong>2016</strong>/2017 oyun döneminde sahnelenecek.<br />

5


Oyununuz bir müzikal gibi. Batan sona<br />

arkılarla bezenmi. Oyunun alt balığı da<br />

Bir Sezen ’ksu arkıları ’kamı.<br />

Neden bu hikâyeyi Sezen ’ksu ile anlatıyorsunuz?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Oyunu, batan bir Sezen<br />

Aksu arkılar akamı olarak düündük.<br />

Ondan sonra anlatılmaya değecek bir<br />

hikâye aradık. Sezen Aksu müzisyen<br />

olarak büyük otorite ve herkesin ortak<br />

paydası. Herkes Sezen Aksuyu tanıyor,<br />

arkılarını biliyor. Nereye gitseniz her<br />

zaman bir yerlerden bir Sezen Aksu arkısı<br />

çıkar. Ve insanlar için bir kimlik. Türkiye<br />

insanının kendisiyle özdeletirdiği<br />

birisi. Tabii bazı sorunlu pop aranjmanlarına<br />

rağmen sanatsal değeri olan<br />

birisi. arkıları, özellikle metinleri. Sezen<br />

Aksunun metinleri müthi, o kadar güzel<br />

metinler yazıyor ki veya güzel yazılmı<br />

metinleri kullanıyor. Tabii Almanyada o<br />

metinleri kimse anlamıyor, sadece müziği<br />

dinliyorlar, fakat Türk müziğine alıık<br />

değilsen o da Almanlara yabancı geliyor.<br />

Almanların metinleri anlamamaları iyi<br />

değil, fakat bu arkılar bir hikâyenin içine<br />

yerletirilmi ve temsilde iki dilde duvara<br />

yansıtılıyor. Bu da çok güzel oldu.<br />

6


Oyununuzun adı neden İstanbul, neden bu<br />

adı seçtiniz?<br />

AKIN E. ŞİPAL - İlginç bir soru. İstanbul<br />

benim için önemli bir ehir, yönetmen<br />

Selen Kara için de, çünkü ailesi orada<br />

yaıyor. Sık sık gittiğimiz bir yer ve sevdiğimiz<br />

bir yer. Tabii Türkiye için önemli<br />

bir yer. Sonuçta İstanbul Türkiyenin en<br />

büyük ehri ve kültürel kalbi gibi bir ey.<br />

Ayrıca Türkiyedeki çok farklı kültürlerin<br />

birletiği, bulutuğu bir yer. İstanbulda<br />

Türkiyenin her tarafından insanlar<br />

yaıyor. Bir hikâye anlattığınız zaman<br />

çeitli eyleri bir noktada toparlamalısınız.<br />

Örneğin bir resimde. İte İstanbul<br />

bu resim.<br />

Filmler yapıyorsun ve aynı zamanda<br />

yazarsın, bu herhalde biraz da aileden gelen<br />

bir ey?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Kitapların ve dilin benim<br />

için özel bir değeri var. Bu, ailemizde bir<br />

değer olarak yaanıyor. Tabii dedem bütün<br />

hayatı boyunca sanat eserleriyle uğraıyor.<br />

Çoğu zamanını kitaplarla geçiriyor. Bizim<br />

evde hep çok kitap vardı, okumak önemli.<br />

FOTOĞRAFLAR: THEATERBREMEN.DE<br />

7


✤<br />

ÇOCUKLUĞUMDA<br />

DAYIM TURGAY<br />

DOĞAN ESSEN'DEKİ<br />

TİYATROLARDA<br />

ÇALIŞIYORDU,<br />

ONUN İÇİN SIK<br />

SIK PROVALARA<br />

GİDİYORDUM.<br />

✤<br />

Onun için bana edebiyat, sanat hep yakın<br />

oldu. Tabii imdi biz kitap fanatiği değiliz.<br />

Bu edebiyata esaslı bir ilgi.<br />

“iğer taraftan dayın da tiyatrocu. Yani bir<br />

bakıma sanatçılar arasında büyüdün...<br />

AKIN E. ŞİPAL - Bu doğru, fakat<br />

düünüldüğünden biraz farklı. Ben<br />

Gelsenkirchende, pek de insana ilham<br />

vermeyen bir yerde büyüdüm. Gelsenkirchen<br />

parlak bir kültür ehri değil. Daha<br />

çok gerileyen bir yer. Örneğin, önemli<br />

i alanı madenler kapanıyor. Yakın çevremde<br />

sanatla uğraan dayımdı, çünkü<br />

dedem İstanbulda yaıyordu. Ben sık sık<br />

dedemi ziyaret ettim tabii ama doğru<br />

dürüst, bir seneden fazla İstanbulda yaamadım.<br />

Dedemi senede bir ay boyunca<br />

görüyordum. Dedem önemli benim için,<br />

fakat dayım çocukken bana daha yakın<br />

olduğu için onunla daha çok ilikim oldu.<br />

imdi İstanbula yerleti ve on seneden<br />

beri orada yaıyor. Çocukluğumda dayım<br />

Turgay Doğan Essende tiyatrolarda çalı-<br />

ıyordu, onun için sık sık tiyatro provalarına<br />

gidiyordum, oyuncularla tanııyordum,<br />

onları gördüm, ne yaptıklarını<br />

gördüm. Tabii tiyatro için bir ilgi olutu ve<br />

bu zamanla büyüdü.<br />

Bir röportajında, ’lmanyaya gelen Türkler<br />

için Geldik, fakat burada değiliz diyorsun,<br />

bunu açar mısın?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Burada öncellikle<br />

duruma uymu ve belli değerleri kabul<br />

etmi Türkiye meneli insanları görmek<br />

istiyorlar. Bunu da sanki Türklerin değerleri<br />

buranın değerleriyle temelden farklıymı<br />

ve daha az değerliymi gibi yapıyorlar.<br />

Türk kültürü neden Alman kültüründen<br />

daha az değerli olsun? Neden farklılık<br />

onun ortadan kaldırılması gerektiği<br />

sonucunu doğuruyor? Elbette ben<br />

birisini öldürürsem bu benim kültürüm<br />

diyemem, hapishaneyi boylarım. Fakat<br />

özgür bir ülkede koul, insanın özgür<br />

olmasıdır. Hangi kültürden olursa olsun.<br />

İyi bir göçmen, geldiği ülkenin antidemok-<br />

ratik ve kötü olduğunu söyleyen değildir.<br />

Çıkıp gelinen ülke demokratik olmasa da<br />

burada bir denge bulunmalı. Beni sinirlendiren<br />

buradaki bazı Türkiye kökenli insanların<br />

Almanların Türkiye karıtlığını besleyecek<br />

biçimde Türkiyeyi eletirmeleri.<br />

Türkiyeyi bu ekilde eletirirsen Almanların<br />

nezdinde rahat ediyorsun. Fakat biz<br />

rahat olmamalıyız. Evet ,Türkiyede birçok<br />

ey kötü gidiyor, fakat bu Türkiyenin<br />

Almanyadan daha az değerli olduğu anlamına<br />

gelmez. Ve Türkiyenin burada kabul<br />

ve saygı görmesi gereken kültürü yoktur<br />

anlamına gelmez.<br />

Deniliyor ki, Türk kültürü ancak demokratik<br />

bir ülkede olursa bir anlam ifade<br />

eder. Fakat bunlar birbirinden tamamen<br />

farklı eyler. Bir yanda siyasi bir kültür<br />

ve durum var. Diğer taraftaysa bir dil, bir<br />

edebiyat geleneği, bir sinema geleneği var.<br />

Örneğin: sinema alanında Türkler son yıllarda<br />

Almanlardan çok daha ilginç ilmler<br />

yaptılar.<br />

Senden gittiğin yerlerde, toplantılarda ne<br />

bekleniyor, neler soruluyor?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Her zaman siyasi konularda<br />

eletirel bir eyler söylememi veya<br />

zaten kabul ettikleri eyleri benden de<br />

duymak istiyorlar. Bu yukarıdan bir bakı.<br />

Eğer bir eyi anlamak istiyorsan ona yukarıdan<br />

bakmamalısın, karındakiyle aynı<br />

hizada durmalısın. Almanyadaki bakı<br />

açısı ve buradaki bazı Türklerin bakı<br />

açısı yukarıdan. Bu yanlı. Ülkeler birbirine<br />

karı kullanılmaz ve karılatırılmaz.<br />

Eğer eletiriyi karındakiyle eit<br />

konumdan yaparsan bu çok farklı yansır.<br />

Almanyada Türkiye ile ilgili olarak bunun<br />

tersi yapılıyor. Eğer Türkiye ile gerçekten<br />

samimi bir iliki ve bir alı veri istenseydi<br />

o zaman baka bir iletiim yolu<br />

denenirdi. Yani samimi bir ilikinin olmaması<br />

kültürlerin farklılığından değil. Asıl<br />

neden Türkiye ile, oradaki insanların kültürü<br />

ile yani dili ve edebiyatı ile gerçek<br />

bir ilikinin istenmiyor oluu. Benim izlenimim<br />

bu.<br />

8


9


✤<br />

TÜRKİYE'YE<br />

YUKARIDAN<br />

BAKTIĞINDA DAHA<br />

KOLAY BURALI<br />

OLABİLECEĞİNİ<br />

VE DAHA<br />

KOLAY KARİYER<br />

YAPABİLECEĞİNİ<br />

ANLAMIŞ<br />

TÜRKLER VAR.<br />

✤<br />

Bu durumdan Türkler de sorumlu diyorsun?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Almanları elbette Türkiye<br />

ile ilgilenmeye zorlayamayız. Evet,<br />

benim asıl eletirdiğim buradaki bazı<br />

Türkler. Bunlar, Almanların pozisyonunu<br />

aldığında, yani Türkiyeye yukarıdan baktığında<br />

daha kolay buralı olabileceğini ve<br />

daha kolay kariyer yapabileceğini anlamı<br />

kiiler. Burada açıkça belirtmek istiyorum:<br />

Ben Türkiyede hükümetin yaptığı eyleri<br />

hiçbir ekilde tasvip etmiyorum. Benim<br />

için kabul edilemez eyler yapılıyor, çok<br />

üzücü. Fakat yukarıdan bakarak bu eletiri<br />

bir ie yaramaz. Her ülkenin kendine<br />

özgü siyasi geleneği vardır.<br />

İki farklı dil ve kültürde büyümek senin için<br />

ne anlama geliyor?<br />

AKIN E. ŞİPAL - İki dil bilmek, iki kültürü<br />

tanımak aslında büyük bir zenginlik olabilir<br />

ve herkes bundan bir eyler kazanır.<br />

Buna bir hazine olarak bakmak lazım.<br />

Bir yerden bir yere gitmek her zaman<br />

bir anstır ve bu yeni bir balangıç olabilir.<br />

Göç tarihinde ise durum biraz farklı<br />

oluyor. İnsanlar köklerinden koparılıyor.<br />

Fakat bunu böyle görmeyip hatta tersine<br />

çevirip bunu bir ans, bir fırsat olarak<br />

görmek lazım. Kendi kimliğine baka bir<br />

bakı açısı kazandırmak için de. Eğer bir<br />

yere giderseniz aynı oradaki insanlar gibi<br />

olmak zorunda değilsiniz. Orada kendinize<br />

baka bir perspektiften bakma olanağı<br />

yakalarsınız. Kendi kültürünü bırakmayacaksın,<br />

diğer kültürle harmanlayacaksın<br />

ve her ikisinden en iyi olanları alacaksın.<br />

İte bu nadiren görülen ve kabul<br />

edilen bir durum.<br />

Siyasetçilerin ve basının dilinden düürmediği<br />

entegrasyon veya Türkçesiyle uyum<br />

kavramı hakkında ne düünüyorsun?<br />

AKIN E. ŞİPAL - Belki bu kavram iyi<br />

niyetle kullanılıyor olabilir. Kimse, politikacılar<br />

da sorun olsun istemiyor. Ve<br />

kısa vadeli düünerek göçmenler hızla<br />

uyum sağlamalı diyorlar. Fakat bu kavram<br />

her yöne çekilebilecek ve baka anlamlara<br />

gelebilecek bir sözcük. Uyum ne<br />

demek? Ne zaman uyumlu oluyorum. Vergimi<br />

verirsem mi? Dili iyi konuursam mı?<br />

Onun için entegrasyon ve buraya gelmek<br />

(Ankommen) sorunlu kavramlar. İnsanlar<br />

hep bir kimliğe sahip olma çabası içindedirler.<br />

Bu devamlı bir değiim sürecidir.<br />

Bu Almanyadaki bütün insanlar için bir<br />

süreçtir. İlginç olan, bunun sadece göçmenler<br />

bağlamında sorun olması. Halbuki<br />

uyumlu olmaları talep edilmesi gereken<br />

çok sayıda Alman da var. Bu konularda<br />

suçlu aranmamalıdır.<br />

Elbette Türk ve Alman kültürleri arasında<br />

bir fark var ve bu da güzel bir ey.<br />

Bireyselliğin ön planda olduğu modern<br />

toplumda herkes farklı olmak istiyor.<br />

Herkes! Ama baka bir kültür söz konusu<br />

olduğunda ona farklı olma hakkı tanınmıyor.<br />

Bu büyük bir çeliki. Ve bu<br />

yürümez. ❚<br />

İstanbul – Bir<br />

Sezen Aksu Şarkı<br />

Akşamı<br />

Hazırlayanlar:<br />

Selen Kara,<br />

Torsten Kindermann ve<br />

Akın E. Şipal<br />

Oyun temmuz ayına<br />

kadar Bremen<br />

Tiyarosu’nda izlenebilir<br />

Bremen Tiyatrosu:<br />

Theater am Goetheplatz,<br />

Goetheplatz 1–3<br />

28203 Bremen<br />

Gişe Tel.: 0421 3653-333<br />

10


İstanbul, Sezen Aksu ve<br />

bizim hikâyemiz<br />

KL’US, 50 yıldır ağır artlarda çalıtığı ve kendine yeni bir hayat kurduğu İstanbul’da vefat<br />

etmitir. Yakınları, arkadaları onu defnetmek için toplanırlar, fakat nereye gömülecektir bu<br />

göçmen içi? Yarım asırdır yaadığı İstanbul’a mı yoksa doğup büyüdüğü Bremen’e mi?<br />

Geçen aralık ayından beri Bremen Tiyatrosu’nda kapalı gie oynayan İstanbul – Bir Sezen<br />

’ksu arkı ’kamı oyunu böyle balıyor. Anlatılan aslında Türkiye’den Almanya’ya 1961 yılında<br />

balayan büyük göç. Yalnız hikâye tersine çevrilmi: 1960’larda Almanya’ya gelen bir Türk’ün<br />

yerine, fakir Kuzey Almanya’dan bir Alman genci, sanayisi acil igücü arayan Türkiye’ye çalımaya<br />

gidiyor.<br />

Aynı buraya 1960’lı yıllarda Anadolu’nun her yerinden gelen genç içiler gibi Klaus da (Martin<br />

Baum) İstanbul’da yeni bir ülke ve dilin zorluklarını yaıyor. Çok çalıarak para kazanıyor,<br />

Bremen’de ev yaptırıyor. Türkçe öğreniyor, İstanbul’da dostluklar kuruyor. Klaus için Türkiye’ye<br />

alıtıkça memleket kavramı da muğlaklaıyor.<br />

Oyunu, yazar Akın ”. ipal, yönetmen Selen Kara ve müzisyen Torsten Kindermann birlikte<br />

hazırlamılar. Oyunun alt balığından da anlaılacağı gibi eser bir tür Sezen Aksu arkıları müzikali.<br />

Aksu’nun ak ve hasret arkıları herhalde Almanya’daki göçmenliği anlatmak için iyi bir<br />

araç.<br />

Temsilde doğu ve batı sazları çalan bir müzik ekibi yer alıyor: ’ndy ”inhorn (gitar), ’li Kemal<br />

Örnek (davul, darbuka, ney ve ud) Jan-Sebastian Weichsel (e-bas, bas, keman) ve Murat Babaoğlu<br />

(vokal). Sahne halılarla döeli, duvarlara yansıtılan resimlerle bir Türk evi havası verilmi. İzleyicilerin<br />

bir kısmı sahneye yerletirilmi masa ve sıralara oturuyorlar. Aynı zamanda Bremen’de<br />

bir mekân ileten arkıcı ve açı Babaoğlu, oyun sırasında sahnede oturan izleyicilere meze, çay<br />

ve rakı ikram ediyor. Kısacası tiyatro meraklıları her bakımdan keyili bir temsil izliyorlar.<br />

arkıları oyuncular seslendiriyor. Birkaç yerdeki küçük telafuz hataları dıında Alman sanatçılar<br />

Türkçe arkıları hakkını vererek okuyorlar. Anlamayanlar için Türkçe arkı sözleri iki dilde<br />

duvara yansıtılıyor.<br />

Üç genç sanatçı harika bir i çıkarmılar. İki devlet ve toplum arasında kalmı, bunlar tarafından<br />

hiç de iyi muamele görmemi insanların zorlu hikâyesini anlatmak kolay değil. Kara, Kindermann<br />

ve ipal bunu hem eğlenceli hem de düündürücü bir tiyatro oyunuyla yapmayı baarıyorlar.<br />

”gemen terminolojide buraya gelmek (Ankommen) asimilasyoncu ve olumsuz bir anlam<br />

içerse de biz onu bir an için olumlu olarak kullanırsak, bu tür sanat eserleriyle buranın kültür<br />

dünyasına yava yava geliyoruz galiba.<br />

Tanıma ve konuma ansı bulduğum oyunun yazarı henüz 25 yaındaki Akın ”. ipal, önümüzdeki<br />

yıllarda çoğunluk toplumunun egemen göç ve göçmenlik söyleminden bağımsız, göçmenlerin<br />

içinden birisi olarak, onların diliyle, onları anlatacak güzel ve kaliteli eserlere imza atmaya<br />

aday.<br />

ORH’N Ç’LIIR<br />

11


SANATÇI BEDENİNDEN TOPLUMA MESAJLAR ATARSA...<br />

Günter Brus ve<br />

“Arızalı Bölgeler<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

© BRUSEUM Neue Galerie Graz_ Universalmuseum Joanneum _ Foto Ludwig Hofenreich<br />

12


BERLİN - u günlerde Avusturyalı ressam,<br />

performans ve graik sanatçısı, deneysel ilm<br />

yapımcısı ve yazar Günter Brus’un, Berlin’de<br />

gerçekletirilen en kapsamlı sergisini<br />

Martin-Gropious-Bau’da izlemek mümkün.<br />

Günter Brus aynı zamanda Hermann<br />

Nitsch, Otto Mühl ve Rudolf Schwarzkogler<br />

ile birlikte, 1960larda etkili<br />

olan, Viyana Aksiyonizmi (Wiener Aktionismus)<br />

akımının kurucusu. Viyana Aksiyonistleri<br />

özellikle 60larda etkili olan<br />

bir grup, daha sonra grubun tüm üyeleri<br />

sanat hayatlarına farklı alanlardan devam<br />

etmi.<br />

Günter Brus, içinde kabul edildiği<br />

akımın diğer üyeleriyle birlikte performans<br />

sanatının (ya da daha uygun<br />

bir ifade ile performatif sanatın)<br />

Avrupadaki en önemli kurucu temsilcilerinden<br />

birisi olarak kabul edilebilir.<br />

Sanatın ve toplumun köklü ve derin deği-<br />

imlere maruz kaldığı 1960ların baında,<br />

sanat aracı olarak özellikle kendi bedenini<br />

kullanır ve izleyeni sarsan hatta iğrendiren<br />

performanslara imza atar. Brus,<br />

performanslarında kendi bedeninin sınırlarını<br />

test ederken toplumun pislik ve<br />

iğrençlik ile olan ilikisiyle ilgilenir.<br />

© BRUSEUM Neue Galerie Graz_ Universalmuseum Joanneum _ Foto Ludwig Hofenreich<br />

13


© Sammlung Heike Curtze_ Fotograf Max Spilke-Liss<br />

✤<br />

GÜNTER BRUS,<br />

PERFORMANS<br />

SANATININ<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DAKİ EN<br />

ÖNEMLİ KURUCU<br />

TEMSİLCİLERİNDEN<br />

BİRİSİDİR VE<br />

BEDENİNİ<br />

KULLANIR<br />

✤<br />

1960lar sanatın kendisine yeni<br />

anlamlar aradığı bir dönem, sanatın kendi<br />

nesnel varlığında devrim yaratırken, kutsallığını<br />

da yerlere attığı bir dönem. Aksiyonistlerin<br />

yapmak istediği de bundan<br />

farklı değil: Sanatı kendisini yücelttiği<br />

mekândan alıp yeniden yere, hatta ayaklar<br />

altına indirmek. Bu bilinç ile gerçekletirdikleri<br />

eylemler sanatçılar için çoğunlukla<br />

nezarethanede bitiyor.<br />

1965te Viyanadaki Galerie Junge Generation<br />

için düzenledikleri sergi kapsamında<br />

Brus kamusal alanda ilk eylemini<br />

gerçekletirir: Viyana Gezisi (Wiener Spaziergang).<br />

Brus önce kendi vücudunu tuval<br />

olarak kullanır ardından da canlı bir tablo<br />

olarak Viyana sokaklarında, özellikle de<br />

tarihi bölgede bir geziye çıkar. Sanatçı<br />

eyleme dair düüncelerini u ekilde<br />

ifade ediyor: Bu eyleme hazırlık aaması<br />

elbette büyük bir asabiyet halinde geçti.<br />

Eylemi fotoğralayan Ludwig Hofenreich<br />

Çocuklar bu iin sonu ya akıl hastanesi ya<br />

da hapishane! diyordu. Kabul etmeliyim<br />

ki, ben de onun bu öngörüsünden farklı<br />

düünmüyordum. (Sergi kataloğundan)<br />

SANATSAL EYLEM: BİR POLİSİYE?<br />

Buna rağmen Brus eylemi gerçekletirir<br />

ve eylem gerçekten de polisin Brusu karakola<br />

götürmesi ile son bulur. Viyana Gezisi<br />

öncelikle sanata ve sanat algısına bir eletiri<br />

olarak yorumlanabilir. Sanatçı kendi<br />

bedenini sanatın nesnesi haline getirir.<br />

Bedenini tamamen beyaza boyar, bu klasik<br />

tuvalin rengidir. Bu ekilde öncelikle bedenini<br />

tuvale dönütürür. Ardından bedenini<br />

siyah titrek bir çizgi ile ikiye böler. Bu<br />

titrek çizgi aynı zamanda vücutta var olan<br />

bir yaradır. Kırılıp çatlayarak açılmak<br />

isteyen bir yara. Sanatçı kendi üretimi<br />

ile bir olur. Sanat yapıtı ve sanatçı tek bir<br />

nesnedir. Bu anlamda sanat yapıtı metasızlatırılır,<br />

diğer taraftan sanatçı nesneye<br />

dönüür. Bu ikili arasındaki çeliki de bir<br />

ekilde çatlamaktadır. Daha sonra bu yeni<br />

sanat nesnesi, ehrin tarihi merkezinde<br />

tam da sanat ve sanata dair her eyin<br />

sadece nesnel değeri üzerinden var olduğu<br />

mekânda boy gösterir. Aslında bu eylem,<br />

sanatsal anlamda değil aynı zamanda toplumsal<br />

olarak kabul edilmi normları da<br />

rahatsız eden bir edim.<br />

Brusun içinde yaadığı toplumu eletirdiği<br />

bir diğer eylem ise Viyana Aksiyonistleri<br />

ile birlikte 1968de Avusturya<br />

Üniversitesinde gerçekletirdiği Kunst<br />

und Revolution (Sanat ve Devrim). Bu<br />

eylemin ardından sanatçı 6 ay hapis cezasına<br />

çarptırılır. Beden analizi (Körperanalyse)<br />

kavramı altında gerçekletirdiği<br />

eylemde Brus, içinden geldiği Avusturya<br />

toplumunun değer yargıları ve tabularını<br />

açık ve kaba bir ekilde eletirir, alaya alır<br />

ve hatta küçümser. Körperanalyse ile<br />

izleyici karısında çıplak vücuduna kendi<br />

dıkısını sürerken bir yandan da mastürbasyon<br />

yapıp Avusturya ulusal marını<br />

söyler, ardından da kendi idrarını içer.<br />

Eylem, sanatçının kusarak kendinden geçmesi<br />

ile son bulur. Bu eylemin ardından<br />

sanatçı kendisi için yürütülen nefret kampanyası<br />

üzerine Viyanadan Berline kaçar.<br />

Bu dönemde ikiye bölünmü olan Berlin<br />

sanat için tam bir özgürlükler mekânıdır,<br />

buna rağmen Günter Brusun eylemleri<br />

burdaki sanat ortamı için dahi aırı vahi<br />

14


ve iğrençtir. 1967 yılından itibaren Brus<br />

Körperanalyse konseptini gelitirir.<br />

Bu kavram ile sanatçı bedenin en temel<br />

varolusal deneyimlerini tematize eder.<br />

Bedene yaptırım olarak verilen koulları<br />

yapısal bir çözümlemeden geçirmek<br />

ve bu koulları kırarak açma çabasına<br />

girer. Bedenin varolusal deneyimleri<br />

yemek, içmek, dıkılamak ve iemektir. Bu<br />

kavram altında gerçekletirdiği performanslarında<br />

bu dört edimi seyirci önünde<br />

deneyimler. Bu performanslarında<br />

bedensel varlığının sınırlarını zorlar.<br />

Elbetteki bu tür performanslar sadece<br />

kendi bedensel sınırlarını değil, izleyicinin<br />

de sınırlarını zorlar. İzleyicinin performansa<br />

verdiği tepkiler gerçekliğe verilen<br />

tepkilerdir. İğrenme, rahatsızlık, öfke yani<br />

vahet karısında takınılan tutumlar...<br />

Sanatın fonksiyonu topluma ayna<br />

tutmak, toplumun yargı ve bozukluklarını<br />

göstermektir. Bunu yaparken Brus,<br />

sanatın her zaman kullandığı nesneleri<br />

değil, doğrudan kendi bedenini kullanarak,<br />

sanatını nesnesizletirir. Brusun<br />

bedeni aynı zamanda onun politik aracıdır.<br />

İktidarın beden üzerindeki yaptırımını<br />

kendi kontrolüne alarak, bedenine kendisi<br />

iddet ve yaptırım uygular. Sanatçı iktidar<br />

mekanizmalarını, gene iddet kullanarak<br />

eletirir. Bu arada sanatın kendisine yüklediği<br />

rolü ve anlamı da anlamsızlatırır.<br />

Brus 1970de son eylemini gerçekletirerek,<br />

aksiyonist olarak kariyerine<br />

son verir ve kağıt ve kalem ile üretmeye<br />

balar. 6 Haziran <strong>2016</strong>ya kadar gezilebilecek<br />

olan Störungszonen sergisinde<br />

Günter Brusun sanat üretimi sırasında<br />

geçirdiği farklı devreleri izlemek<br />

mümkün. Ben burada onun aksiyonist<br />

olarak yaptığı eylemler üzerinde durdum.<br />

❚<br />

Brus, eylemlerinde çıplak bedenini<br />

sanatının aracı haline getirir. Bedeni<br />

tuvali olur, onu boyar, ona eziyet eder,<br />

vücudundan çıkan tüm katı ve sıvıları<br />

eylemlerinin temel malzemesi olarak kullanır.<br />

SANATIN AYNA İŞLEVİ<br />

© Sammlung Helmut Zambo BadenweilerWien_ Fotograf Samir Novotny<br />

15


Paris metrosundan<br />

‘insan manzaraları’ (2)<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

Yazar, bilimadamı M. Şehmus Güzel,<br />

uzun yıllardır yaşadığı Paris ve onun ünlü<br />

metrosundan insan manzaralarını bire bir<br />

tanıklıklarla kağıda aktarıyor.<br />

Yazarımızın<br />

“Paris’in Nabzı Metroda Atar”<br />

başlığıyla yayına hazırladığı kitabından<br />

bölümler sunuyoruz.<br />

M. ŞEHMUS GÜZEL<br />

16


Metronun “lifting” operasyonları ve<br />

“kapkaç” karakterleri<br />

✤<br />

PARİS'TEKİ METRO<br />

İSTASYONLARI<br />

ARTIK İKİZ KARDEŞ<br />

GİBİ DEĞİLLER,<br />

YENİLEŞTİRİLDİLER,<br />

FARKLILAŞTI-<br />

RILDILAR.<br />

✤<br />

© Foto: Benh Lieu Song / commons.wikimedia.org<br />

PARİS - O eskidendi. Eskiden bütün metro<br />

istasyonları ikiz kardeler gibi birbirlerinin<br />

tıpkısıydı. Sonra değitiler. Her biri<br />

kendi kimliğini aramaya koyuldu. Her<br />

metro istasyonu kendisine new-look<br />

vermek için yattı liftinge.<br />

Koridorlarda renkler değiti, duvarlarda<br />

fotoğralara, panolara ve duvar<br />

resimlerine yer açıldı. İsimler de değitirildi,<br />

yeniletirildi: Ya eski isimler daha<br />

görkemli olanlarıyla desteklendi, örneğin<br />

Pont Marieye Cité des Arts, Pont Neufe<br />

La Monnaie eklendi. Böylece hem görkem<br />

kazanıldı hem de tarihle ve bilhassa coğrafyayla<br />

ilinti kuruldu.<br />

Ya da metro istasyonu yakınındaki<br />

tarihi ve/veya kültürel eserle, mekânla,<br />

binayla ilikisini ismiyle ifa etti. Her<br />

metro ismi tarihi bir kiiliği, tarihi bir<br />

olayı, tarihi bir mekânı çağrıtırmak için<br />

seçilmiyor mu? Maksat metro isimlerinin<br />

ortak hafıza(mız)da yer almı bir tarihi,<br />

bir kiiyi, bir mekânı, bir olayı çağrıtırması<br />

değil mi?<br />

Sadece bu da değil: Subversiona<br />

izin vermemek de arzulandı. Her türlü<br />

conspirationa açık isimler duvarlardan<br />

çekildi.<br />

İte bir örnek: 1988 milletvekili seçim<br />

sonuçlarının ilan edilmesinden birkaç<br />

17


Fotoğraf: commons.wikimedia.org / Flickr / Fabio Venni<br />

✤<br />

METROYLA<br />

SANAT ARASINDA<br />

İLK BAKIŞTA<br />

GÖRÜNMEYEN<br />

İLİŞKİLER ZAMAN<br />

İÇİNDE<br />

KENDİLERİNİ<br />

ELE VERDİ<br />

✤<br />

saat sonra, gecenin 24ünde, Chambre des<br />

Députés (Milletvekilleri Meclisi) metro<br />

istasyonlarından geçenler az daha küçük<br />

dillerini yutuyorlardı: Görünmez eller<br />

metro istasyonunun ismindeki iki hari<br />

silip Chambre des putes biçimine sokmulardı.<br />

Çok ayıp etmilerdi, madem ki<br />

bu isim Orospular Odası anlamına geliyordu.<br />

Neyse ki, aklı baında vatandalar<br />

iyi saatte olsunlara hemen haberi uçurmu<br />

ve tahribat büyük boyutlara ulamadan<br />

gereken hemen yapılmı, dedikodunun<br />

yayılması engellenmiti. Ne demek yani!<br />

Böyle bir ayıbın yinelenmemesi için<br />

1989da, Millet Meclisi Bakanı Laurent<br />

Fabius ismi tümden değitirdi: İsmi<br />

artık Assemblée Nationale, yani Ulusal<br />

Meclis. Büyük Fransız Devriminin<br />

200üncü yıldönümü kutlamalarına bir de<br />

böyle bir épisode eklendi. Fena mı? Hem<br />

Tsi büyük harle Tarih kurtarıldı hem<br />

de Meclisin namusu. Dahası, 1990dan<br />

itibaren, her ay bir ressamın eserlerinin<br />

duvarlarında sergilenmesiyle metro istasyonu<br />

aynı zamanda sanatevi, sanat galerisi<br />

rolünü üstlendi. Bir tala birkaç ku<br />

vurmak buna denir ite. Örneğin Kasım<br />

2004ten itibaren ressam Jean-Charles<br />

Blaisnin La Chambre double isimli ve<br />

birçok parçadan oluan eseri sergilendi.<br />

Evet metrolar sanatçıları, ressamları,<br />

air ve yazarları, hele o be parasız<br />

oldukları günlerde, taımakla kalmadı.<br />

Metroyla sanat arasında ilk bakıta pek<br />

görünmeyen ilikiler zaman içinde kendi<br />

kendilerini ele verdi. Metro, sanata ve<br />

sanatçılara akını duvarlarına kazıdı.<br />

Artık eski istasyonlar teker teker kendi<br />

kiiliklerini bulmaya baladı.<br />

Bu anlamda 1973 yılı Paris metro tarihinde<br />

bir dönüm noktasını simgeliyor.<br />

Çünkü o yıl ve sonrasında giderek artan<br />

bir biçimde RATP, değiik nedenlerle ve<br />

bilhassa toplu taımacılığı çekici kılmak,<br />

18


sevdirmek amacıyla toplu taımacılığın<br />

yararlarını, erdemlerini, olumlu yönlerini<br />

ciddi ve sürekli bir reklam kampanyasıyla<br />

gündeme getirdi ve gündemde tuttu.<br />

Geni bir bölgedeki toplu taımacılık tekeline<br />

sahip (dolayısıyla Paris ve bölgesinde<br />

dolmuçuluk yapmak olanaksız) olmasına<br />

karın, RATP yine de bu kamu hizmetini<br />

daha çekici kılmak istedi.<br />

Aynı çerçeve içinde metro istasyonlarındaki<br />

bekleyi süresinin sıkıcı olmaması,<br />

yararlı ve anlamlı bir biçimde değerlendirilebilmesi,<br />

mahallenin ve tarihi zenginliklerinin<br />

tanıtılması, reklamının sürdürülmesi<br />

umuduyla birçok metro istasyonu ve<br />

iç dekorasyonu yenilendi, güzelletirildi.<br />

Birkaç yönlü bu çalımalar sonucunda<br />

1 Ocak 1986da 86 istasyon gençletirilmiti.<br />

Bu bağlamda müzelere yakın metro<br />

istasyonları, o müzelerle eletirildi, o<br />

müzelerle kimlikleri birletirildi, müze ve<br />

metro istasyonlarının bütünlemesi sağlanmak<br />

istendi:<br />

Örneğin Louvre-Rivoli ve Palais Royal-<br />

Musée du Louvre metro istasyonları kültürel<br />

niteliği ağır basacak bir biçimde ve<br />

Louvre Müzesindeki bazı yapıtların kopyalarının,<br />

duvarlarda kimi eserin fotoğraflarının<br />

sergilendiği özel bir dekorasyonla<br />

yeniden düzenlendi. Böylece daha metro<br />

istasyonunda Louvre Müzesinin görkemli<br />

havasına girmek, tarihi ve kalıcı yolculuğa<br />

balamak mümkün. Tam bir enlik.<br />

1968de yeniden düzenlenen Louvre-<br />

Rivoli metro istasyonundan sonra, 1976da<br />

aynı anlayıla Basilique de Saint-Denis<br />

istasyonuna yeni bir biçim kazandırıldı.<br />

1978de Varenne metro istasyonu,<br />

hemen yanı baındaki Rodin Müzesiyle<br />

eletirildi, onunla aynı yastığa ba koydu:<br />

Rodin Müzesini çağrıtıran ve Rodinin<br />

ünlü Düünen Adam, Balzac heykelleri<br />

ve baka yapıtlarıyla görüntü halinde<br />

müzeletirildi.<br />

Saint-Germain des Près, Hotel de Ville,<br />

Bastille, Champs-Elysées-Clemenceau,<br />

Jaurès, Porte Dauphine, Passy-Bir-Hakeim,<br />

Chaussée dAntin-La Fayette, Pont Neuf,<br />

Cluny-La Sorbonne, Arts et Métiers,<br />

Abbesses, Concorde, Bibliothèque François<br />

Mitterrand ve benzeri istasyonlar o yöre ve<br />

mahallenin, istasyonlara isimlerini verenlerin<br />

tarihini, geçmiini anlatan desen,<br />

resim, harita, fotoğraf, heykel, heykelcik ve<br />

planlarla kaplandı. Böylece metronuzun gelmesini<br />

beklerken yöre tarihini öğrenmek<br />

olası.<br />

GREV MEYDANI<br />

Örneğin bugün Hôtel de Ville (Paris<br />

Anakent Belediye Sarayı) metro istasyonunun<br />

Grev Meydanında (La Place de<br />

Grève) kurulduğu, Seine nehri kıyısındaki<br />

Fotoğraf: commons.wikimedia.org/Jean-noël Lafargue<br />

19


✤<br />

KULAKLARIMIZI<br />

BIRAZ<br />

KABARTIRSAK<br />

PARİS KOMÜNÜ<br />

TOPLANTILARINDAKİ<br />

COŞKULU<br />

NUTUKLARI,<br />

TARTIŞMALARI<br />

DUYMAMIZ<br />

MÜMKÜN<br />

✤<br />

bu meydanın 1800ler öncesinde giyotinle<br />

ölüm cezasının yerine getirildiği meydan<br />

olduğu, daha sonra emekçilerin bu meydanda<br />

toplanıp i beklediği, gösterilerini<br />

bu meydanda düzenlediği ve nihayet i<br />

bırakımı anlamında kullanılan grev sözcüğünün<br />

bu meydanın adından kaynaklandığı,<br />

oysa özünde bu sözcüğün kumsal<br />

anlamına geldiği öğrenilebiliyor.<br />

Nitekim bu mekân, Grev Meydanı ismini<br />

almadan ve bugünkü biçimine bürünmeden<br />

önce, haif bir inile Seine Nehri<br />

kıyısına kadar uzanıyor, oradaki kumsalla<br />

buluuyordu.<br />

Dahası kulaklarımızı biraz daha kabartırsak<br />

Paris Komünü toplantılarındaki cokulu<br />

ve heyecan dolu nutukları, tartımaları<br />

duymamız bile mümkün. Yaasın<br />

Komün sloganlarını, top seslerini, at kinemelerini<br />

de...<br />

Arts et Métiers metro istasyonunu<br />

çizgi roman ustası François Schuiten<br />

düzenledi: Bilim-kurgu havasında koskocaman<br />

bir denizaltıdayız ve metromuzu<br />

beklerken sağımıza ama bilhassa solumuza<br />

dikkatlice bakarsak mutlaka Jules<br />

Vernei de görebiliriz, yanında da elbette<br />

Kaptan Nemo. Tamam denizaltımız geldi<br />

çocuklar yolculuk balıyor diyen kim?<br />

Bazı metro istasyonlarında o metro<br />

istasyonlarına adını veren tarihi kiilerin<br />

özgeçmiini, yapıt ve gerçekletirdiklerini<br />

anlatan ve sergileyen desen, resim,<br />

fotoğraf, plan, heykel ve heykelcikleri<br />

izleyebiliyoruz: Örneğin Montparnasse-<br />

Bienvenüe istasyonunda birinci hattın<br />

yapı mühendisi Fulgence Bienvenüeye ve<br />

ilk hat yapımına ilikin planlar, desenler,<br />

resimler ve fotoğralar hem adı geçene<br />

hem de metro tarihine ilikin bilgilerimizi<br />

tazeliyor.<br />

PARMENTİER İSTASYONUNDA<br />

Parmentiernin patates reformu anlatılıyor<br />

ve resimleniyor. Adı geçen, 1756-<br />

1763 yıllarındaki yedi yıl savaı sırasında<br />

Prusyada esirken sadece patates ile besleniyor<br />

ve patatesin nimetlerini yiyerek<br />

öğreniyor. Daha sonra Fransa Kralı XVI.<br />

Louisden izin alarak, 1786 yılında, Paris<br />

yakınlarında Neuillyde patates ekimine<br />

balıyor ve hatta Amerikadan daha kaliteli<br />

olduğu söylenen bazı tohumlar bile<br />

getirtiyor ve onları da deniyor. Patatesin<br />

beklenmeyen yükselii böyle balıyor ve<br />

günümüze kadar artarak geliyor. Parmentier<br />

ismi belki unutuldu, ama patatesinki<br />

asla! Bunları ve daha fazlasını metronuzun<br />

gelmesini beklediğiniz o üç veya<br />

altı dakikalık zaman dilimi içinde okumanız<br />

ve sindirmeniz olası. Aiyet olsun.<br />

Javel-Andre-Citroen istasyonunda Citroen<br />

otomobillerinin yaratıcısının özgeçmii<br />

ve bu markanın geçirmi olduğu<br />

değiik aamalar sergileniyor. Aklımıza<br />

aynı zamanda Mayıs 1968de bu fabrikadaki<br />

igal ve grev geliyor. Öğrencilerin<br />

Sorbonnedan kalkıp buralara kadar<br />

içilerle ibirliği yapmak için gelmeleri,<br />

ibirliği olanaklarının yollarını arayıları,<br />

ama elleri bo dönmeleri de. İçiler<br />

çünkü Fransız Komünist Partisine (FKP)<br />

yakın CGTde (Genel İ Konfederasyonu)<br />

örgütlüydüler ve FKP ile CGT öğrencilere<br />

ve eylemlerine fena halde muhaliftiler...<br />

(Daha çok bilgi için Fransa, Mayıs 1968<br />

isimli kitabıma bakılabilir: Kibele Yayınları,<br />

İstanbul, 2010.)<br />

Bobigny-Pablo Picasso istasyonunda ise<br />

20nci yüzyılın en ünlü ressamının eserlerinden<br />

bazısının kopyalarını seyreylemek<br />

mümkün. 1970lerde ve sonrasında<br />

Parisin yakın banliyölerinde FKP belediyeleri<br />

yönettiği için geçmite FKP üyeliği<br />

de olan Picassonun ismi birçok sokak,<br />

cadde, bulvar ve meydana veriliyordu ve o<br />

nedenle kimi metro istasyonunun da onun<br />

ismiyle anılması doğal. Dahası dünyaca<br />

20


Fotoğraf: commons.wikimedia.org / Pline<br />

ünlü bir ressamın ismi herkesin ilgisini<br />

çekmeye de hazır.<br />

Ancak yine de Picassonun İkinci Dünya<br />

Savaı yıllarında Paristeki yaamını,<br />

İspanya Krallığı yani nazi Almanyanın<br />

dostu bir ülkenin vatandaı olarak, ev<br />

ve atölyesinde ve daha önceki yaamının<br />

bilinen mekânlarında sanki hiçbir ey<br />

yokmu gibi sürdürdüğünü ve bir kapıdan<br />

liberal dostlarını kabul ederken arka<br />

kapıdan nazi subaylarına da atölyesini<br />

açtığını ve tablo sattığını yazmadan geçmemeliyim.<br />

Hele Yahudi oldukları için tutuklanan<br />

ve toplama kamplarına gönderilen dostlarının,<br />

örneğin Max Jacobun, nazi kapanından<br />

kurtarılması için küçük parmağını<br />

bile kıpırdatmadığını da. Tarih çünkü<br />

sadece subjektif olmak zorunda değil.<br />

Hele bizimkisi gibi toplumsal tarihse.<br />

HIRSIZ VAR!<br />

Öğleden sonrasının ilk saatlerinde<br />

40ını, 50sini geçmi ev kadınları,<br />

70indeki 80indeki yalılar ve turistler<br />

göze çarpıyor. Alıveri için, gezinmek için<br />

veya her ikisi için çıkanların deilesidir bu.<br />

Hırsızlar, cepçiler, vurup kaçanlar da<br />

bu saatleri tercih ederler.<br />

Hırsızlar genellikle ikili çalııyorlar.<br />

Kurbanları arasında turistler önce geliyor.<br />

Parisin güya sır dolu ve kitaplardan<br />

kaynaklanan tılsımlı havasının etkisinden<br />

bir türlü kurtulamamı, Eyfel Kulesinin,<br />

Notre Dame Katedralinin görkemiyle gözleri<br />

kamamı olan turistler, Parisin cepçileri<br />

için birer kurbanlık koyun.<br />

Hırsızlar, yinelemek pahasına yazıyorum,<br />

genellikle ikili çalııyorlar, gözlerine<br />

kestirdikleri bir turisti örneğin metrodaki<br />

birçok yürüyen merdivenden en<br />

uzun ve en yüksek olanında yakın takipe<br />

alıyorlar, adım adım izliyorlar: Biri turistin<br />

önünde, ikincisi arkasında yerlerini alı-<br />

21


✤<br />

TIKLIM TIKLIM DOLU<br />

METRODA, YÜRÜYEN<br />

MERDİVENLERDEKİLER<br />

SADECE BANA<br />

BAKMAKLA YETİNDİ,<br />

HIRSIZI YAKALAMAK<br />

İÇİN TEK BİR<br />

KİŞİ BİLE KILINI<br />

KIPIRDATMADI<br />

✤<br />

yorlar. Tam yürüyen merdivenin tepesine<br />

varıldığında öndeki ayağı sürçmü, ayağı<br />

merdivene takılmı gibi sendeliyor, takılıp<br />

kalıyor, turistin kendisine çarpmasını ve<br />

bir parça dengesini kaybedip öne doğru<br />

eğilmesini sağlayınca arkasındaki hemen<br />

elini turistin arka cepine, sırt çantasına ve<br />

artık ne bulursa ona daldırıyor ve ne varsa<br />

hızla alıp tüymeye çalııyor.<br />

AMA BU HER ZAMAN MÜMKÜN<br />

OLMAYABİLİR.<br />

Bir seferinde, Bastille metro istasyonunda<br />

yürüyen merdivende böyle bir<br />

sahne gözümün önünde cereyan etti:<br />

İkinci hırsız tam elini o ana kadar dikkatimi<br />

bile çekmemi olan orta yalı bir<br />

turistin arka cebine atmı araklamak üzereyken<br />

Hösttt lannn! diye bağırınca<br />

tırstı ve son derece garip bir ey yaptı:<br />

Soldaki koridora dalıp tüymesi, yoğun<br />

kalabalık arasında yok olması mümkünken,<br />

yürüyen merdivenin bitiiğindeki<br />

bombo merdivenlerden aağıya doğru<br />

koarak inmeye baladı. O anda öndeki<br />

hırsızsa sağdaki metro koridoruna dalıp<br />

izini kaybettirdi. Birinci hırsız merdivenlerden<br />

inmek için hamle yaptığında iki<br />

yumruk atıp veya çelme takıp yere yıkabilirdim<br />

ama çekindim, bu aağılık salak<br />

düüp orada yaralanmasın, merdivenlerden<br />

tepe taklak devrilip beyin kanamasından<br />

telef olmasın diyerek. Ama avazım<br />

çıktığı kadar Au voleur! Au voleur!<br />

(Hırsız var! Hırsız var!), Yakalayın! diye<br />

bağırdım. Ama inanmayacaksınız belki,<br />

o saatte tıklım tıklım dolu metro koridorundakiler<br />

ve yürüyen merdivendekilerin<br />

tümü sadece bana bakmakla yetindi, ama<br />

tek kii hırsızı yakalamak için kılını bile<br />

kıpırdatmadı. O sırada hırsızın elinden<br />

kurtardığım turist ve nereden çıktığını<br />

hemen anlayamadığım ei boynuma sarıldılar:<br />

İtalyanca ve Fransızca konuarak<br />

binbir teekkür ettiler. Sanki İtalyayı<br />

Mussolini faizminden kurtarmıım gibi.<br />

Yeri gelmiken sözünü ettiğim hırsızların<br />

giyiminden söz edeyim: Cepçi son<br />

derece iyi giyimliydi. Harbiden Fransız<br />

olduğu açıktı, kumral ve beyaz tenliydi.<br />

Tek ve tayin edici faulü vardı: O yaz günü<br />

sırtındaki pardesü. Belki o nedenle ve<br />

yürüyen merdivende önümdeyken dikkatimi<br />

çekmi, bu durumun analizini<br />

yaparken gözümün önünde hırsızlık eylemini<br />

balatınca engel olmutum. Birinci,<br />

öndeki, hırsız ise daha spor giyimliydi.<br />

İkisi de 20-25 yaları arasındaydı. Dı<br />

görünülerine bakınca kimsenin asla<br />

hırsız olabileceğini aklının ucundan bile<br />

geçirmeyeceği iki genç. Franızların ideal<br />

damat dedikleri türden.<br />

Bir baka seferinde Gare de lEstden<br />

Mairie dIvryye gidiyordum. Galerie Lafayette,<br />

Printemps ve benzeri ünlü süpermarketlerin<br />

mahallesinde, turistlerin çok<br />

rağbet ettikleri bir mekânda yani, Le Pelletier<br />

metro istasyonunda, bir kadın iki<br />

erkek, üç turist bindi. Hemen önümdeki<br />

bo sahanlıkta ortadaki direğe tutundular.<br />

Onlara tutkalla yapıtırılmı gibi yanı balarında<br />

bir tip türedi: Beyaz tenli, Parisli<br />

bir bitirim olmalı, baında küçük ve epey<br />

iyakalı bir fötr apka, bakımlı ve gayet iyi<br />

giyimli. Ama garip: Yaz günü sol kolunda,<br />

bileğiyle dirseği arasında asılı, ince bir<br />

bluzon. O da ortadaki direğe sol eliyle<br />

tutundu. Sol kolundaki bluzonla gizlemeye<br />

çalıtığı sağ kolunu turistlerden birinin<br />

çantasına uzatmaya baladı. Durum anla-<br />

ıldı: Elini çantaya atacak, o sırada ateli<br />

sohbete dalmı turistlerden birinin malını<br />

götürecekti.<br />

Bu tür hırsızların ikili çalıtıklarını biliyorum,<br />

buna müdahale etsem o ana kadar<br />

görmediğim ikincisi bana bir kötülük<br />

yapabilir diyerek durumu hızla değerlendirdim<br />

ve kararımı verdim: Oturduğum<br />

yerden kalktım, gelecek istasyonda<br />

inecekmi gibi metronun çıkı kapısına<br />

yaklaırken hırsızla turistlerin arasından,<br />

hırsızı bir parça iteleyerek ve<br />

Pardon mösyö deyip geçerken ve sanki<br />

yanlılıkla veya istemeyerek yapıyormuum<br />

gibi hırsızın sağ ayağına sol ayağımla<br />

çarptım. Hırsız uyandı. Kapıya<br />

yanatım ama inmedim ve orada dikildim,<br />

22


fazla belli etmeden gözlerim o üç turist<br />

ve hırsızda. İki durak sonra hırsız inmek<br />

zorunda kaldı. Ne turistlerin haberi oldu<br />

bu iten ne diğer yolcuların. Hırsız turistlerin<br />

kaynadığı, bu cıvıl cıvıl mekânlarda<br />

cirit attığı o yaz günü, o öğleden sonra,<br />

o akam üstü veya o gece mutlaka baka<br />

kurban veya kurbanlar bulmutur, ama<br />

benim görevim hırsızın peinde komak<br />

değil, göz göre göre yapılan hırsızlığa olanaklarım<br />

ölçüsünde engel olmaktı. Yoluma<br />

devam ettim: Yolcu yolunda gerek.<br />

Metroda ve RERde bizzat tanık<br />

olduğum hırsızlık hikâyeleri pek çok. Bu<br />

kadar zaman içinde bu kadar hırsızlık olayına<br />

tanık olmam da son derece doğal. Az<br />

buz değil metroyla kırkbe-elli yıllık bir<br />

muhabbetim var.<br />

Burada tanık olduğum hırsızlık olaylarından<br />

son birini daha anlatıp bitiriyorum<br />

bu faslı: Républiquete tam metroya<br />

binmek üzereyken bağırıp çağırmalar üzerine<br />

hepimiz dönüp baktık: Dört belki<br />

be sivil polisin, dört be çocuğu, kiminin<br />

kolundan, kiminin dirseğinden tutmu<br />

çekitirerek indirdiklerini gördük. Polislerin<br />

tavrından bu takımı iyi tanıdıkları<br />

anlaılıyordu. Polisler Rom, Roman, Çingene<br />

oldukları belli çocukları perondaki<br />

koltuklara oturttular ve kimlik kartlarını<br />

sordular. Hepsi birden Yok yanıtını<br />

verdi. O zaman polislerden biri takımın<br />

kaptanı olduğu her halinden belli küçük<br />

kız çocuğuna sordu:<br />

- Senin adın soyadın ne?<br />

Kız çocuğu bilgiç pozlarıyla hemen<br />

yanıtını yapıtırdı :<br />

- Nicola Sarkozy !<br />

Pes! O ana kadar sonucu almak için<br />

bekleyen ikayetçi yolcu bayan da bu<br />

duruma güldü. Bunun üzerine polisler ona<br />

dönüp Tamam hanımefendi bu i artık<br />

polisin elinde deyip güvence, metro sürücüsüne<br />

de Hareket edebilirsiniz! iareti<br />

verince metro yeniden kaldığı yerden<br />

yoluna devam etti...<br />

Hırsızlar ekmek kapısı olarak tehlikeli<br />

bir yol seçmiler.<br />

Çok hırsızlık olayı yaanıyor metro ve<br />

RERde. Kimi dramatik biçimde sonuçlanabiliyor:<br />

Cep telefonunu kaptırmamak için<br />

hırsızla mücadele ederken metro raylarına<br />

düüp ezilen bir genç kadın aklımda.<br />

Benzer bir olayın birkaç yıl önce İstanbulda<br />

da cereyan ettiğini biliyorum. Baka bir<br />

kadın ise cep telefonunu kaptırmamak için<br />

mücadele ederken rayların üstüne düünce<br />

hızla ve son derece atletik bir hareketle<br />

yeniden perona atlayarak hayatını kurtardı.<br />

Bu bayan iyi bir sporcuymu. O zaman bir<br />

parça spor yapmanın, sağlık kadar cep telefonunu<br />

ve cebimizdekileri kurtarmaya da<br />

yararı oluyor, diyebiliriz.<br />

❚<br />

“Paris’in Nabzı Metroda Atar”<br />

kitabının tamamına internet ortamında ulaşılabilir:<br />

https://issuu.com/emeginsanati<br />

23


BATI’YA, MÜZİĞE VE KENDİ SES RENKLERİMİZE DAİR<br />

Taner Akyol’un Berlin yolu<br />

BERLİN<br />

- Uzak Doğudan balayarak Asya ve<br />

Kafkasya üzerinden Anadoluya uğrayıp,<br />

Orta Doğu ve Kuzey Afrikayı da geride<br />

bırakarak, Cebelitarıktan İspanya ve<br />

Avrupaya ve oradan da Kuzey ve Güney<br />

Amerikaya yüzlerce yıldır sürdürdüğü yolculuğunda,<br />

tar, dutar, sitar, gitar (tar: Farsçada<br />

tel) adlarını da alan telli çalgılar ailesinin<br />

Anadolu durağındaki üyesi bağlama<br />

(Rus müziğinde balalayka, Yunan müziğinde<br />

FİKRET YILDIRIM<br />

FOTO: SEBASTIAN DUDEY<br />

24


uzuki), Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan,<br />

Köroğlu, Dadaloğlu, Aık Veysel, Ruhi Su,<br />

Arif Sağ, Neet Erta gibi gerek mitlemi<br />

gerekse efsanelemi, buraya sığmayacak<br />

denli çok sayıdaki ustanın ve ozanın elleri<br />

ve yüreklerindeki evrimini zamana inat<br />

sürdürmektedir.<br />

Tıpkı günümüzde ve Berlinde olduğu<br />

gibi...<br />

Çoktandır evrensellemi bu telli çalgının<br />

kültürel ve bölgesel ölçekteki<br />

özgünlük ve farklılıkları bir yana, her türlü<br />

görsel ve iitsel bilginin ıık hızıyla salındığı<br />

günümüzde izleyebildiği yol, tüm yerleik,<br />

koruyucu ve tutucu anlayıları altüst<br />

ederek olağanüstünün ve gerçeküstünün<br />

kapısına dayanmıtır.<br />

Tek sesli kültürümüzün ve müziğimizin<br />

bağlaması, Batıya karı olan aağılık<br />

kompleksinde, klasik Batı müziğinde yer<br />

edinebilmek için Ben de sizinle çalayım,<br />

beni de aranıza alsanızadan, bugün artık<br />

Gelin birlikte çalalıma ulamıtır demek,<br />

hiç de kendini beğenmilik olmasa gerek.<br />

Karımızda, bu kültürel devrim niteliğindeki<br />

aamanın öncülerinden genç ve<br />

müzikal donanımlı, bağlama virtüözü Berlinli<br />

bir besteci duruyor: Taner Akyol.<br />

Taner ’kyol kimdir ve bağlamayla<br />

yaamının neresinde ve hangi zamanında<br />

tanıtı?<br />

TANER AKYOL - Bursaya yerlemi<br />

Dersim göçmeni bir ailenin üç oğlunun<br />

en küçüğü olarak doğmuum 1977de.<br />

Almanyaya ilk içi göçüyle gelen dedem ve<br />

sonradan yanına aldırdığı nenem, her yıl<br />

en az bir kere Türkiye ziyaretlerinde bizi<br />

25


✤<br />

ÇOK MERAKLI<br />

VE GİRİŞKEN<br />

OLDUĞUMDAN<br />

ÇABUK<br />

KAVRIYORDUM<br />

ALMANCAYI<br />

VE YENİ<br />

HAYATI...<br />

✤<br />

görmeden dönmezlerdi. Nenem bir gelilerinde<br />

Gel seni beraber götürelim, bizim<br />

yanımızda kal, orada oku deyince balamı<br />

oldu müzikal yaam öyküm. Sanırım<br />

12 Eylül öncesi ortama ilikin taıdıkları<br />

kaygıdan dolayı böyle düünüp de bu<br />

karara varmılardı ki, 13 Eylül 1980de<br />

terk etmitim aile ocağımı, henüz dört<br />

yaımdayken ve hiçbir eyin farkında<br />

değilken. Küçük bir içi ailesi eviydi yeni<br />

yuvam. İki de dayım vardı. İlk zamanlar<br />

her ey çok güzeldi benim için, el üstünde<br />

tutuluyordum. Bir dediğim iki edilmiyordu.<br />

İçine kapanık bir yapım olmadığından<br />

hemen bir sürü arkadaım olmutu mahallede.<br />

İlkin okul öncesi hazırlık sınıfına<br />

gittim, daha sonra da ilkokula baladım.<br />

Çok meraklı ve giriken olduğumdan çabuk<br />

kavrıyordum Almancayı ve yeni hayatı.<br />

Peki müzikten ya da bağlamadan söz edebiliyor<br />

muyuz bu dönemdeki yaamınızda?<br />

TANER AKYOL - Rahmetli dedem Türk<br />

sanat müziği ve halk müziği sever ve dinlerdi.<br />

Yine rahmetli olan ve bende çok<br />

emeği geçen Necati dayım ise bağlama<br />

çalardı. İlk kez onda gördüğümü anımsıyorum<br />

bağlamayı. Hemen taklit etmeye<br />

balamıtım. Hatta mahalledeki çocukları<br />

etrafıma toplayıp onlara minik konserler<br />

veriyordum. Sonra küçük dayım evlenince<br />

ev biraz daha kalabalıklatı ve sanırım<br />

sorunlar da çoğalmaya baladı. Sonunda<br />

nenem Oğlum seni biz annenin babanın<br />

yanına gönderelim, sen orada oku kararını<br />

verince, dört yıl sonra yeniden Bursaya<br />

dönmütüm.<br />

O yaa kadarki yaamınızın ikinci yarısını<br />

Berlinde geçirdikten sonra nasıldı<br />

aile ocağı?<br />

TANER AKYOL - 8 yaındaki ben,<br />

Türkiyede artık baka bir çocuğum; Avrupa<br />

görmü, Almanya görmü, çikolatayı ve<br />

bisikleti bilen, özgüveni sağlam bir çocuk.<br />

Mahallede Erzincanlı bir aile var, çocukları<br />

benden büyük ve saz çalıyorlar. Bir de<br />

orlon dükkanları var. Ben gidiyorum dükkanı<br />

bekliyorum, iyi kötü bağlama çalmasını<br />

bilen çocuk da benim bisikletimle bir<br />

26


✤<br />

DAHA SONRA<br />

RUHİ SU'YU<br />

ÖĞRENİYORUM.<br />

KLASİK<br />

MÜZİKTEN<br />

SÖZ EDİLİYOR,<br />

UFKUM<br />

GENİŞLİYOR<br />

✤<br />

TRIO üyeleri: Sebastian Flaig, Antonis Anissegos, Taner Akyol<br />

tur atıp geliyor. Sonra da o bana bağlama<br />

çalmayı öğretmek için ders veriyor. Böyle<br />

bir anlama yapmıız. Benim sazım da<br />

yok. Eve dönerken, imdi bile çok iyi anımsıyorum,<br />

sanki perdelere basarmı gibi<br />

ayaklarımı yere vurarak ritim tutuyorum.<br />

Ne yapıp edip babama kulakları plastikten<br />

basit bir bağlama aldırıyorum. Sonra bir<br />

gün Bursada yaayan dayım Âıklar kahvesi<br />

var, sen oraya git, Müslüm Günei<br />

bul, o sana yardımcı olur dedi. Mahalli<br />

bir sanatçıymı kendisi. Müslüm Güne<br />

beni Uludağ Üniversitesinin Altıparmakta<br />

bulunan, Müzik Birimine götürdü. Oradaki<br />

hocam Yaar Kemal Alim askere gideceğinden<br />

beni Adem Kara diye bir arkadaına<br />

teslim etti. Bir süre sonra Yaar<br />

Kemal Alim Hocam gelince, bugünün<br />

tanınmı sanatçılarından İsmail Tunçbilek<br />

ile birlikte öğrenmeye balıyoruz. 13-14<br />

yaımda Uludağ Üniversitesi Halk Müziği<br />

Korosunda bağlama çalmaya balamıtım<br />

artık.<br />

Müziğe ilikin baka etkinliklerde bulunuyor<br />

musunuz?<br />

TANER AKYOL - Bir gün, 12 Eylül askeri<br />

darbesiyle cezaevine dümü olan bir akrabamızı<br />

ziyarete götürülüyorum. Orada gördüğüm<br />

insanlardan çok etkileniyorum.<br />

Bugün geriye dönüp baktığımda, o ziyaretimin<br />

yaamıma bambaka bir anlam kattığını<br />

düünüyorum. Ateizmin ne olduğunu<br />

ilk kez orada duymutum örneğin. Sonra<br />

mahalledeki arkadalarıma da anlattım<br />

bunu, bir sırrı deifre edermiçesine. Daha<br />

sonra Ruhi Suyu öğreniyorum, klasik<br />

müzikten söz ediliyor ve böyle sürekli yeni<br />

bilgilerle ufkum geniliyor, meraklarım<br />

çoğalıyor. Asıl olanın bağlama çalmak değil<br />

de beste yapmak olduğunu öğreniyorum<br />

sonra. Ben de eve gidip beste yapmaya<br />

çalııyorum. Bir gün evde kitap okumalarım<br />

sırasında Bulgar airi Dobri Jotevin<br />

ikence gören bir partizana yazdığı bir<br />

direnç iirini besteliyorum:<br />

sordular:<br />

kimler,<br />

27


neredeler,<br />

sakın ha!<br />

susacaksın!<br />

bağırmak da yok,<br />

ölmek mi!<br />

öleceksin<br />

Gidip bu bestemi onlara çalıyorum. Çok<br />

aırıp etkileniyorlar. Sonraki ziyaretlerde<br />

de bana bağlama çaldırıyorlar, dıarıdan<br />

gelen bu çok meraklı afacana çok büyük<br />

sevgi gösteriyorlar. Ben de bunun farkında<br />

Bu arada evdeki ortam nasıl, müzik aile<br />

yaamınızın neresinde duruyor?<br />

olmanın keyini sürüyorum. Ve bu ziyaretler<br />

sonrasında ben daha bir siyasetle<br />

ilgilenmeye balıyorum. Bu arada bağlamaya<br />

daha fazla yoğunlaıyorum, klasik<br />

müzikle tanııyorum ve Vivaldi dinlemeye<br />

balıyorum<br />

Bir akam bir sinemada SHP milletvekili<br />

Arif Sağın da bağlama çaldığı geceye<br />

gidiyoruz ve ben sahnenin en önünde<br />

büyülenmiçesine onu izliyorum; gözlerimi<br />

kırpmadan ve nefesimi tutarak. Hayran<br />

kalıyorum kendisine ve üstelik de ilk kez<br />

görüp dinliyorum; öncesi yok. O gece Arif<br />

Sağı izlerken Ben bu adamı geçeceğim<br />

diyorum, kendi kendime; kafama koyuyorum<br />

orada.<br />

TANER AKYOL - Bizim evde öyle pek<br />

müzik dinlenmiyor o zamanlar. Annem<br />

polis radyosunu ilan açıyor türkü dinlemek<br />

için, o kadar. Tipik bir Alevi ailesine<br />

özgü olabilecek deyi dinlemek, cemden,<br />

Alevilikten söz etmek yok evde, kısacası<br />

Alevi kültürünü yaamıyoruz. Adeta gizliyor<br />

annem ve babam bu kimliğimizi.<br />

Zaten dilimizi bilmiyorum, hiç duymamıım.<br />

Oysa annem ve babam Zazaca biliyorlar,<br />

ama konumuyorlar.<br />

Müzik ufkunuzu genileten baka nelerden<br />

söz edebilirsiniz?<br />

TANER AKYOL - O sıralar Adil Arslanın<br />

ilk çıkan albümü Doğu-Batı Divanınıyla<br />

tanııyorum. Bu da yine orloncu dükkanındaki<br />

çocuğun abisinin bir gün bana çekme<br />

bir kaset vermesiyle oluyor. Allah allah<br />

ya, keman var, lüt var, bağlama var ilan<br />

diyor aırıyorum. Zülfü Livaneliden dinlemiim<br />

ama Adil Arslanın yaptığı baka<br />

bir eydi; klasik Batı müziği orkestrası<br />

ile bağlama olabiliri gösteriyordu o. Bu<br />

da bana yeni bir pencere açmı oluyordu,<br />

28


imdiden geriye dönüp baktığımda bunu<br />

görebiliyorum. Ben artık besteci olacağım<br />

dedim kendime: Baktım ki, Arif Sağı<br />

geçemiyorum, ne yapsam olmuyor, en<br />

iyisi ben de beste yapayım, beste yaparak<br />

geçeyim diyorum.<br />

İsmail Tunçbilekle Âıklar Kahvesine<br />

gidiyoruz ve kahveyi hep dolduruyoruz.<br />

Büyüklerimiz bize hem sazlarını hem de<br />

yerlerini bırakıyorlar ki, biz çalalım. Zaten<br />

küçük olan mekân dolup taıyor. Babası<br />

para mara istemeyin, karılığında ne istiyorsanız<br />

bize yazın lütfen diyerek açık<br />

çek veriyorlar. Dedemle nenem benim en<br />

önemli sponsorlarım yani. İlk kaliteli bağlamamı<br />

da Necati dayım aldı sanıyorum.<br />

Ben Yaar Kemal Alim Hocamın dershanesinde<br />

org çalarak güzel sanatlar lisesi<br />

sınavına hazırlanıyorum.<br />

Ayrıntısını pek anımsayamadığım<br />

sınava giriyorum sonunda. Kötü bir dereceyle<br />

kazandığımı zannediyorum. Sonra<br />

müzisyen olduğundan ve doğrudan yönlendirildiğinden,<br />

İsmail Tunçbilek benden<br />

daha hızlı ve halk müziği dıında da<br />

eserler çaldığından, zaman zaman ona<br />

bırakıyorum oradaki küçük sahneyi.<br />

Bu arada lise de yaklaıyor, öyle değil mi?<br />

TANER AKYOL - O dönem güzel sanatlar<br />

lisesi gündemdeydi ve Anadolu Liseleri<br />

bünyesinde açılmaya balamıtı. Gözüme<br />

kestiriyorum bu okula girmeyi. Bir yandan<br />

da Yaar Kemal Alim Hocamdan ders<br />

almayı sürdürüyorum. Dedemle nenem<br />

yıllık Türkiye ziyaretlerini aksatmıyorlar<br />

bu arada. Bir keresinde Yaar Kemal Alim<br />

Hocaya gidip Bu çocuğu alın eğitin,<br />

Necati dayım bana keman getiriyor<br />

Almanyadan. Ben kemana yoğunlaıyorum.<br />

Berline gelilerimde keman kurslarına<br />

gidiyor, sonra yeniden Bursaya<br />

dönüyorum. Birinci keman oluyorum sonra<br />

okuldaki orkestrada. Keman ile bağlamanın<br />

akortları birbirine çok benzediğinden,<br />

keman çalmakta çabuk yol alıyorum.<br />

Bağlamanın akordu la, re, sol<br />

kemanınsa mi, la, re, sol. İyi bir gözlemci<br />

olduğuma inanıyorum; kimsenin ses çıkartamadığı<br />

enstrümanın çalınıını bir izleyeyim,<br />

yetiyor bana ondan müzikal sesler<br />

çıkartabilmek için. Örneğin, yan lütten<br />

hemen ses çıkartabilmek çok güçtür. Ben<br />

ilk görüp izlememden sonra bunu baa-<br />

29


ıyorum. Hocaların keman derslerinden<br />

soğumaya balıyorum sonra; derste keman<br />

tenefüslerdeyse bağlama çalıyorum. Okul<br />

saat 9da balıyor, bense 6da okuldayım.<br />

İki otobüsle gidiyorum, sırtımda bağlama<br />

elimde keman. Soğuk bir sınıfta bağlama<br />

çalııyorum. Okul tam gün olduğundan,<br />

hep okuldayım ve sürekli bağlamamlayım.<br />

Berlin ziyaretleri neler katıyor müzik<br />

öğreniminize?<br />

Berlin gelilerimin birinde arayıp<br />

Adil Arslanla tanııyorum. Doğu-Batı<br />

Kendisinden bestecilik dersleri almaya<br />

balıyorum ve beni çok seviyor. Fakültesindeki<br />

üniversite öğrencilerine beni<br />

örneklediğini öğreniyorum. Günde dört<br />

saat uykuyla çalıtığını söyleyince bunu<br />

belleğime yazıyorum. Bir de babamın<br />

yeğeninden aldığım Hedeine varıncaya<br />

dek uçmanı sürdüreceksin ve hedeinden<br />

baka hiçbir eye bakmayacaksın öğüdünün<br />

içimde yer ettiğini anımsıyorum.<br />

Bu iki örneğin disiplinli çalımamda belirleyici<br />

olduğunu söyleyebilirim.<br />

Besteciliğe yöneldiğimden iire olan<br />

✤<br />

NECATİ DAYIMIN<br />

BİR ARKADAŞI BENİ<br />

BİR GÜN BERLİN<br />

GÜZEL SANATLAR<br />

ÜNİVERSİTESİ'NE<br />

GÖTÜREREK<br />

PROF. WALTER<br />

ZIMMERMAN İLE<br />

TANIŞTIRIYOR<br />

✤<br />

Divanının tüm notalarını elde ediyorum<br />

kendisinden. O notaları beraberimde<br />

okula götürüp hocamı çalmaya ikna ediyorum<br />

ve Ali Osman Sönmez Meslek<br />

Yüksek Okulunda bir konser veriyoruz.<br />

Böylelikle öne çıktıkça özgüvenim artıyor,<br />

daha da hızlanmak, çok eyler yapmak<br />

istiyorum.<br />

Bestecilik eğitimi nasıl balıyor?<br />

TANER AKYOL - O sıralar<br />

Azerbaycandan Türkiyeye müzikte bir<br />

hareketlilik balıyor. Hasan Adıgüzelzade,<br />

Eğitim Fakültesinde armoni dersleri<br />

veren bir hocam, aynı zamanda da besteci.<br />

ilgim de artmaya balıyor. air Adnan<br />

Yücelle tanımamsa iiri daha da sevmemde<br />

etken oluyor. Berlindeki ilk konserime,<br />

bestelediğim Yezyüzü Akın Yüzü<br />

Oluncaya Dek iirinin adını veriyorum.<br />

Liseyi bitirdikten sonra yeniden<br />

Berlindesiniz. Bu sefer yüksek öğrenim<br />

yapmak istiyorsunuz.<br />

TANER AKYOL - 1995in Kasım ayında<br />

Berline geliyorum yüksek öğrenim<br />

görerek mesleğimde yürümem için. İlk<br />

zamanlar Necati dayımın desteğiyle yaamımı<br />

sürdürüyorum. Sonraları ise ders<br />

vererek kendi yağımla kavrulmaya ba-<br />

30


lıyorum. Dayımın bir arkadaı beni bir<br />

gün Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesine<br />

(Universität der Künste Berlin) götürerek<br />

Prof. Walter Zimmermann ile tanıtırıyor.<br />

Hasan Adıgüzelzade ile yapmı olduğum<br />

beste çalımalarını gösteriyorum. Bunlar<br />

olmaz çocuk diyor bana Bunlar çok<br />

basit eyler. Sana bir mektup yazacağım,<br />

bunu Kreuzberg Belediye<br />

Konservatuarına götüreceksin ve oranın<br />

eine vereceksin. Gerekeni yapacaklar<br />

diyor. Burada üniversiteye hazırlık kursları<br />

yapılıyor. Bir besteci bir de piyanist<br />

hocam oluyor. Bir de bakıyorum ki, çağda<br />

klasik müzik yapıyorlar. Bense Vivaldi dinlemiim,<br />

klasik müzikle gelmiim oraya<br />

kadar. Ayrıca tek sesli bir müzikten de<br />

geliyorum. Çok üst düzeyde piyano çalmak<br />

zorundayım.<br />

Peki sosyal yaamınız nasıl biçimleniyor?<br />

TANER AKYOL - Gelir gelmez Necati<br />

dayım piyano almıtı bana; onda çalı-<br />

ıyorum. Dil kursuna gidiyorum ve her<br />

gün dört be saat bağlama çalıyorum.<br />

Yok denecek kadar az bir sosyal yaamım<br />

var. Ve gerçekten de ortalama dört saat<br />

uyuyorum. 1996nın 18 Haziranında ilk<br />

konserimi veriyorum. Kreuzbergteki<br />

Ballhausun salonu doluyor. Ne kadar zor<br />

parça varsa hepsini çalıp kendimi göstermek<br />

istiyorum. Berlindeki bağlamacılar<br />

da böylece beni tanımı oluyorlar.<br />

Sanırım bir festivalde ödül alıyorsunuz?<br />

TANER AKYOL - Evet. Kreuzbergteki<br />

hocamdan bir beste siparii alıyorum,<br />

Klangwerkstatt Berlin Çağda Müzik<br />

Festivalinde çalınmak üzere; bağlama ve<br />

klasik batı müziği enstrümanlarının birlikte<br />

yer aldığı bir beste olacak. Ben de bu<br />

sipari üzerine Geride Kalanlara (An die<br />

Liegengebliebenen) diye bir parça yazdım<br />

ve ödüle layık görüldü.<br />

Ve sınavlar gelip çatıyor...<br />

TANER AKYOL - Evet, gecikme durumunda<br />

ölümcül olabilecek bir ameliyat<br />

sonrasında sınavlara giriyorum. Piyano<br />

çalıyorum, teoriden yazılı oluyorum ve<br />

Taner Akyol kimdir?<br />

Taner Akyol, 1977 yılında Bursa’da doğdu. İlkokul yıllarında<br />

bağlamayla tanıtı. Bursa Anadolu Güzel Sanatlar<br />

Lisesi keman bölümünde okudu. 1996 yılında Almanya’ya yerleti.<br />

1997 yılında Kreuzberg Belediye Konservatuarı tarafından<br />

Klangwerkstatt 97 isimli çağda klasik müzik festivali<br />

için bir beste siparii aldı.1997/98 ögretim yılında Hanns<br />

”isler Müzik Akademisi’nin açm olduğu kompozisyon bölümünün<br />

sınavlarını birincilikle kazanarak Prof.Hanns Peter<br />

Kyburz’un ögrencisi olmaya hak kazandı. Aynı yıl uluslararası<br />

bestecilik konferansına -Brandenburgischen Colloquium<br />

für Neue Musik-katıldı.98 yılında İstanbul in Berlin isimli festivale<br />

besteci ve icracı olarak davet edildi. Akyol aynı yıl girdiği<br />

MusicaVitale ’98 isimli yarımada en iyi genç solist<br />

ödülünü aldı. 1999 yılında Hanns ”isler Çağda Klasik Müzik<br />

Bestecilik Yarıması’nda piyano için yazdığı eser ödüle layık<br />

görüldü. 2003 yılında Hanns ”isler Müzik Akademisi bestecilik<br />

bölümünden mezun oldu.Hemen arkasından Berlin<br />

Sanat Üniversitesinde (U“K) Prof. Walter Zimmermann’ın<br />

mastır öğrencisi olarak eğitimine devam etti ve burayı da<br />

2006 yılında bitirdi. 2008 yılında Brandenburg Çağda<br />

Müzik Vakfı’nın açtığı yarımada bağlama ve yaylı dörtlüsü<br />

için yazmı olduğu Hatırlamalar isimli eseri birincilikle<br />

ödüllendirildi. 2007’de kendi eserlerinden oluan Göçmen<br />

Kular isimli albümü ”njarecords tarafından yayınlandı.<br />

Aynı dönemde Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı<br />

kitabına W“R radyosu için müzik yaptı. Yunanistan ve<br />

Almanya’da yayınlanmı çeitli karma albümler yaptı. 2011<br />

Nisan ayında Yunan sanatçı Maria Farantouri’nin solistliğinde<br />

Maria Farantouri sings Taner Akyol isimli albümü<br />

yayınlandı. Berlin Komische Operin siparii üzerine bestelediği<br />

ilk operası Ali Baba ve 40 Haramilerin galası ekim<br />

2012 de yapıldı. İlk albümü 2012 yılında Günee Raks<br />

balığı altında 50 ülkede ”njarecords etiketiyle yayınlanan<br />

Taner Akyol TRIO, Avrupa’nın çeitli ülkelerindeki festivallerde<br />

de konserler verdi.<br />

31


✤<br />

“ALMANYA'DA<br />

KOMPOZİSYON<br />

OKUYARAK<br />

BAĞLAMA ÇALAN<br />

SANATÇI" GİBİ<br />

BİR ETİKETİM<br />

OLUŞUYOR<br />

ZAMANLA...<br />

✤<br />

kompozisyondan da komisyona giriyorum.<br />

O gün orada çaldığım parçaları neredeyse<br />

ezberlemitim ben; öylesine hazırlanmıtım<br />

yani. Önümdeki nota kağıtlarına<br />

bile bakmadan çalıyorum. ostakoviç,<br />

Mozart ve Bach çalıyorum. Bir de<br />

Erik Satie. Bir tane de bağlama için yazdığım<br />

bir parçamı çalıyorum komisyonda<br />

ve dıarıya çıkıyorum. Kazanacağımı hiç<br />

beklemiyorum. 40 kii bavurmu, 12si<br />

yabancı uyruklu. ansım çok zor. Sonuçların<br />

yazılı olarak gelmesini bekleyemeden<br />

telefon ediyorum. Kazandınız diyor<br />

telefondaki ses. Heyecandan ağzım açık<br />

kalıyor. Peki kaç kii kazandı? diye soruyorum.<br />

Sadece siz diyor yine aynı ses.<br />

Beni kabul eden Prof. Hanspeter Kyburz<br />

ile birlikte balıyoruz derslere. Onun da<br />

ilk senesi. Benden sonra 2 dönemde sınavları<br />

kazanan öğrenci olmuyor. Niye ben?<br />

diye soruyorum daha sonra kendisine.<br />

Seni inandırıcı buldum diye yanıtlıyor.<br />

İlk yıl nasıl geçiyor?<br />

TANER AKYOL - Profesörle evlerimiz<br />

tesadüfen yakın olduğundan, bazen sabahları<br />

okula birlikte gidiyoruz. Yaptığım bir<br />

beste okulda üçüncülük ödülüne layık<br />

görülüyor.Bir yandan da fakülte dıındaki<br />

yaamımda müzik çalımalarım sürüyor;<br />

yeni müzisyenler tanıyorum, akamları<br />

bazı yerlerde sahne alıyorum, kısacası<br />

müzik yolculuğumdan sapmadan ilerliyorum.<br />

Almanyada kompozisyon okuyarak<br />

bağlama çalan sanatçı gibi bir etiketim<br />

oluuyor zamanla. İstanbuldaki<br />

stüdyo çalımalarına gide gele Erdal<br />

Erzincan ve Tolga Sağ ile gittikçe derinleen<br />

bir dostluğumuz oluuyor. Tolga Sağ,<br />

İstanbuldaki stüdyosunu sonuna kadar<br />

açıyor, Erdal Erzincan da tüm çalımalar<br />

boyunca desteğini esirgemiyor. Benim,<br />

kendisini geçeceğime and içtiğim sevgili<br />

Arif Sağ Hocam da, büyük bir tevazu<br />

ile bu albümümde perküsyon çalmayı üstleniyor,<br />

üstelik de zevkle yapıyor bunu.<br />

Onur duyuyorum. Daha sonra, 15 Nisan<br />

2007de, Arif Sağ ve Erdal Erzincanla birlikte<br />

An der Uraniada bu ilk albümün<br />

tanıtım konserini veriyoruz.<br />

32<br />

Üniversite sonrasındaki kariyeriniz...<br />

TANER AKYOL - 2000 yılında arkadalarımla<br />

kültürlerarası Ensemble<br />

Cornucopiayı kurduk; etnik, klasik ve<br />

çağda müzikten örnekler verdik. 2003<br />

yılında Taner Akyol TRIO ilk kez bir<br />

stüdyo çalımasında bir araya geldi. Üçlü<br />

emprovizasyonun gizilgücünü kefettik;<br />

bağlamanın Anadolu zenginliğiyle piyano<br />

ve perküsyonu buluturarak entelektüel<br />

müziğe bağladık.<br />

2007de Göçmen Kular isimli<br />

albümüm Enja Records tarafından yayınlandı.<br />

Aynı dönemde, Orhan Pamukun<br />

Benim Adım Kırmızı kitabına WDR Radyosu<br />

için müzik yaptım. 2011 Nisanında<br />

dünyaca ünlü Mikis Teodorakis yorumcusu<br />

Maria Farantouri ile Maria Farantouri<br />

sings Taner Akyol albümümüzü çıkarttık.<br />

2012 Yılında Taner Akyol TRIOnun ilk<br />

albümü Günee Raksı, Enja Records<br />

ile 50 ülkede yayınladı. Bu süreçte TRIO,<br />

Avrupanın birçok ülkesindeki festivallerde<br />

konserler verdi.<br />

Komische Operden bir çocuk operası<br />

siparii aldım: Ali Baba ve Kırk Haramiler.<br />

28 Ekim 2012de ilk gösterimini<br />

yaptık. İki sezon sahnelendi ve yaklaık<br />

30 bin kii tarafından izlendi. Bu projede,<br />

bir ilk olarak birer Batı müziği enstrümanları<br />

olan keman, obua ve yan lüt ile Doğu<br />

enstrümanları zurna, kaval ve bağlama<br />

bulumu oldu.<br />

2013 nisanında Berlinde, 2015 aralık<br />

ayında da Hamburgda olmak üzere, Maria<br />

Farantouri ile birer orkestral konser<br />

verdik. Okuyucularımız dilerse, www.tanerakyol.com,<br />

www.tanerakyoltrio.de ve www.<br />

tamusikatelier.com adreslerindeki sayfalarımızdan<br />

tüm çalımalarımıza ilikin bilgi<br />

edinebilir.<br />

Peki imdi müzikte bulunduğunuz yer<br />

neresi ve nereye gitmek istiyorsunuz?<br />

TANER AKYOL - Müziğin evrende kapladığı<br />

yer ve bilgi birikimini düündüğümde<br />

bence bir müzisyen ancak müziğin hep<br />

öğrenme aamasında olabilir. Müzik öyle<br />

yaayan bir ey ki, sürekli gelimekte, ne<br />

kadar çok öğrenirseniz öğrenin ne kadar


çok ey bilirseniz bilin, becerebilirseniz<br />

becerin, hep o sizden önde durur. Sürekli<br />

öğrenmek zorunda olduğunuz bir olgu<br />

olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla<br />

buradan baktığımızda yaptıklarım veya<br />

baka müzisyenlerin yapmı oldukları<br />

çalımalar yaları itibari ile karılatırıldığında<br />

çokmu gibi görünse de, gerçekte<br />

ummanda bir damla bile değil.<br />

Ben bundan sonra daha çok öğrenmek<br />

ve öğrendiklerimin paralelinde daha çok<br />

üretebilmek istiyorum. Yıllar geçtikçe,<br />

denemeler yanılmalar çoğaldıkça kendi<br />

müzikal dilimi üslubumu daha da belirginletirmek<br />

isterim. Tabii sadece besteci<br />

olarak değil, onun yanı sıra eğitmen<br />

olarak ve de bu ilerin teorisi anlamında<br />

yapmak anlamında da gerçekletirmek<br />

istediğim bir dolu i var. İlk elde<br />

halk müziklerini, daha doğrusu çocukluğumdan<br />

beri çalmaktan söylemekten mutluluk<br />

duyduğum türküleri kendi müzikal<br />

dilimle, ifade tarzımla ilemek istiyorum.<br />

Üzerinde çalımakta olduğum bir takım<br />

baka projeler de mevcut. Bunlar da<br />

zamanı geldikçe olgunlatıkça hayata<br />

geçecek..<br />

❚<br />

Zülfü Livanelinin<br />

bakııyla Taner Akyol<br />

Müziğe kırk yılını vermi bir besteci olarak, son yıllardaki<br />

basmakalıp ticari yapımlar ve hepsi birbirine benzeyen albümler<br />

canımı sıkarken, birdenbire çöldeki vahalara benzeyen bir çalımayla<br />

karılatım.<br />

Genç besteci Taner Akyol, atonal orkestra yazısı anlayı-<br />

ıyla geleneksel Anadolu müziğini aynı potada eritmek gibi son<br />

derece zor ve deneysel bir çalımaya imza atmıtı. Bununla da<br />

yetinmemi, Avrupa’nın en değerli yorumcularından birisi olan<br />

sevgili arkadaım Maria Farantouri’yi de iin içine katmıtı.<br />

Böyle bir projeye girime cesareti bile balı baına büyük<br />

bir kutlamayı hak ederken, albümün kalitesi akınlığımı bir kat<br />

daha artırdı. Çünkü Batılı müzisyenlerin icra ettiği bestelerde<br />

Anadolu’nun kadim geleneğinin özü duyuluyor, bin yıldır her<br />

türlü zulme direnen sazın çığlığı yükseliyor, Maria’nın sesinde<br />

ise yüzyılların ağıdı yüreğimize iliyordu.<br />

O zaman Taner Akyol’un Batı’nın sanat dilini konuabilen bir<br />

Anadolu ozanı olduğuna karar verdim: ”n hasından bir ozan!<br />

Bu çalımayı cokuyla alkılıyor ve Taner Akyol gibi değerli bir<br />

müzik adamı kazandığımız için sevinç duyuyorum.<br />

Yolu açık olsun!<br />

Fazıl Sayın bakııyla<br />

Taner Akyol<br />

Günümüzde pek çok ticari müzik yapılmakta. Halk müzikleri<br />

ise unutulmakta, ya da dejenere edilerek estetik dıı bir ekilde<br />

yeniden ele alınmakta. Bu aslında bir kültür katliamı. Ve bizlerin<br />

iyi müzik ile bu katliamı durdurmamız lazım.<br />

Ama nasıl?<br />

Taner Akyol’un bu elimizdeki çalımasında beni yıllardır ilk<br />

kez sevindiren bir ey sezdim. Halk türkülerinden, -ya da halk<br />

ruhundan- yola çıkan bu çalımalarda, yeni bir ruh var. Bir kültür<br />

var. ”mek ve bilgi var.<br />

Çok değer verilmi bir özen var.<br />

Müzisyenlik ve sanatçılık var…<br />

Taner Akyol, elbette son yıllardaki en akılda kalan bağlama<br />

virtüözlerinden biri. Ama o aslında bir besteci. Halk müziklerine<br />

yeni bir çehre veren, onları ileri götürmek için çabalayan, bunun<br />

için öğrenen, çabalayan bir müzisyen.<br />

İte beni sevindiren budur.<br />

Ticari amaç gütmeden, iyi müzik yapmak için uğraılmı çalımaların<br />

farkını hemen anlamaktayız.<br />

Taner’e bu çalıması için teekkür borçluyuz.<br />

(2010)<br />

33


SELÇUK CARA’NIN ALMAN VE TÜRK TOPLUMU İÇİN AYRI ANLAMLARI<br />

Türk, ama buna rağmen akıllı<br />

BAHAR EŞİN<br />

34


MÜNİH<br />

– Gerçekten ilginç hayat hikâyesini<br />

kısa bir süre önce çıkan kitabıyla okur önüne<br />

çıkaran bir sanatçıyla karı karıyayız.<br />

29 Mayıs 1969 yılında Hessen’de dünyaya<br />

gözlerini açan Selçuk Cara, sadece Türk asıllı<br />

bir Alman yazar değil, aynı zamanda bas bir<br />

opera sanatçısı. Wagner sanatçısı olarak<br />

tanınan Cara, birçok Alman tiyatro oyununun<br />

da yorumcusu olarak biliniyor.<br />

Ses sanatçısı kimliğinin yanı sıra, rejisör<br />

olarak da karımıza çıkan Cara, 2009<br />

yılından itibaren Schwertede bulunan<br />

Ruhr Akademide rejisörlük eğitimi almı.<br />

2012-2015 tarihleri arasında da Dortmund<br />

Yüksekokulunda rejisörlük (Szenograie)<br />

ve iletiim üzerine ve ağırlıklı konusu ilm<br />

olan master eğitimini tamamlamı. Selçuk<br />

Caranın bizzat gerçekletirdiği ve ödül<br />

alan ilmleri de var.<br />

Ses sanatçısı ve rejisör kimliklerinin<br />

yanı sıra, yazar olarak da karımıza çıkan<br />

Caranın yayınlanmı 40a yakın tiyatro<br />

eserinin yanı sıra, Asanger Verlag Kröning<br />

tarafından yayınlanmı olan çeitli sosyoloji<br />

yazıları da vardır.<br />

Foto: Selçuk Cara<br />

Türk kökenli olan Cara, ses sanatçılığı<br />

hakkındaki ilk deneyimini, Hessen radyosunun<br />

gençlik korosunda edinmi, daha<br />

sonra da Frankfurt am Mainda Johann<br />

Wolfgang Goethe Üniversitesinde felsefe<br />

eğitimi almı. 1992 yılında yine Frankfurt<br />

am Mainda bulunan Müzik ve Görsel<br />

Sanatlar Yüksekokulunda Antonis Papakonstantinou<br />

yönderliğinde müzik eğitimine<br />

balamı. 2006 yılından beri opera<br />

ve konser sanatçısı olarak sanat yaamına<br />

devam eden Cara, çeitli ilarmoni orkestraları<br />

da dahil olmak üzere hem yurtiçinde<br />

hem de yurtdıında birçok performansa<br />

imza atmaktadır.<br />

Türke, aber trotzdem intelligent Caranın<br />

192 sayfadan oluan, otobiyograi tadındaki<br />

yeni kitabı. Kitabın her sayfası, Caranın<br />

Almanyada sürdürdüğü hayatın, kimi<br />

zaman zorlu kimi zaman ise eğlenceli ve<br />

komik yönlerini gözler önüne seriyor. Dıarıdan<br />

alıcı bir gözle baktığımız zaman,<br />

baarılı bir entegrasyon hikâyesinin tüm<br />

detaylarını bu eserde buluyoruz. Toplumun<br />

dıında kalmı, kimsenin güvenemediği<br />

ve önyargılarla yüzlemeye mahkûm bırakılan<br />

bir yaam perdesi gözlerimizin önüne<br />

serilen.<br />

Kitabın en önemli özelliklerinden birisi,<br />

birbirinden çarpıcı zıtlıkları gözler önüne<br />

35


✤<br />

HER NE KADAR<br />

HOCASI BİR TÜRK<br />

OLARAK KENDİSİNİN<br />

MOZART'IN SANATINI<br />

ANLAYAMAYACAĞINI<br />

İDDİA ETSE DE...<br />

✤<br />

sermesi. Türk içisi olarak Almanyaya<br />

çalımaya gelen ve kendi tekstil fabrikasını<br />

kurarak geçinen bir ailenin çocuğu olan<br />

Cara, sürekli televizyon seyreden ve kitap<br />

okuma alıkanlığı bulunmayan ailesini de<br />

anlatıyor. Her ne kadar ve buna rağmen<br />

kelimeleri, yaadığı ve savatığı zıtlıkları en<br />

iyi ekilde canlandıran kelimeler olsa gerek.<br />

Bu zıtlıklarla savaarak, sonunda opera ses<br />

sanatçısı olmayı baarıyor Cara. Her ne<br />

kadar Beyrut ve Bayreuth ehirlerinin isimlerini<br />

karıtıran bir babası olsa da, Selçuk<br />

Cara bir kahramanlık hikâyesinin barolünü<br />

oynuyor bizlere. Zaten kahramanlık<br />

öyküleri, genelde içinde bulunulan duruma<br />

bir bakaldırı ile beraber yazılmaz mı?<br />

MOZART, TÜRK VE AKIL<br />

Onbirinci sınıfa geldiğinde müzik dersinde,<br />

sınıfta Wolfgang Amadeus Mozart<br />

konusu ileniyor ve Caranın canı derste<br />

inanılmaz ölçüde sıkılıyor. İlerleyen haftaların<br />

sınıfta ilenecek konusu da Mozartın<br />

eserleri. Müzik öğretmeninden Mozartı<br />

anlayamayacağını, çünkü Mozartın kendi<br />

kültüründen yetimemi bir sanatçı olduğunu<br />

duyan Cara, ite tam olarak o esnada,<br />

opera sanatçısı olmaya karar verdiğini<br />

anlatıyor kitabında, üstelik o zamana dek<br />

bir kez olsun dahi bir opera dahi izlememi<br />

olmasına rağmen. Her ne kadar hocası,<br />

bir Türk olarak kendisinin Mozartın sanatını<br />

anlayamayacağını sınıfta iddia etmi<br />

olsa da, o an sınıfı terk eden Cara, sınıfa<br />

tekrar geri döndüğünde, müzik okuyacağını<br />

ve opera sanatçısı olacağını yüksek sesle<br />

aktarıyor. Aradan dört sene geçtikten<br />

sonra, piyano hocasının evinde misairlere<br />

Bachtan çeitli parçalar çalan Carayı<br />

hocası misairlere u kelimelerle tanıtıyor:<br />

Kendisi bir Türk, ama buna rağmen akıllı.<br />

Müzik yüksek okulunun sınavlarına<br />

hazırlanan Cara, giri sınavında ilginç bir<br />

sahneyle karılaıyor. Caranın sınıfa girdiğini<br />

farkına varmayan sınav komisyonundaki<br />

hocalardan birisi, sırada Caranın<br />

olduğunu okuyunca, komitedeki arkadalarına,<br />

sıradaki kiinin Türk olduğunu ve<br />

kendisinin Almanca bilip bilmediğini sorgulamaya<br />

balıyor. Aynı zamanda liseyi<br />

bitirmi olup olmadığı endiesini de alaycı<br />

bir dille komite üyeleriyle paylaıyor.<br />

Diğer komite üyeleri de, meslektalarının<br />

bu esprisine gülmeye balıyor. Caranın<br />

sınıfta durmakta olduğunu komite üyeleri<br />

fark etmiyor. Karılarında bir anda Selçuk<br />

Carayı gören komite üyeleri, sınavın daha<br />

balamadan kötü bir balangıç yapıldığını<br />

ve Caranın o esnada sınıfta bulunmasını<br />

saygısızlık olarak karılayarak, aslında<br />

Türklere karı ne kadar önyargılı olduklarını<br />

okuyuculara aktarıyor. Fakat sonuçta,<br />

sınavı geçmeyi baarıyor.<br />

Sınavda yaadığı dümanca tutumun<br />

peini bırakmıyor Cara. Okula kabul edilmesinin<br />

ardından, profesör heyetine bir<br />

mektup yazıyor. Mektubundaki ana amacı,<br />

heyete bu konuyla ilgili tepkisini göstermek<br />

ve kamu sektöründe çalıan otoriteleri,<br />

yanlı davranılarıyla yüzletirmek.<br />

Be sayfalık ikayet yazısının ardından,<br />

komitedeki tüm profesörlerin imzasını<br />

taıyan bir özür mektup alan Cara, kiisel<br />

olarak kendilerinden bir özür duyamamı<br />

olmasını haklı olarak eletiriyor.<br />

36


TÜRKLER VE ALMANLAR İÇİN CARA<br />

Sınavı geçen on iki kiiden biri olarak<br />

okuldaki ilk gününü ise, betimleme sanatı<br />

çok kuvvetli bir ekilde okuyuculara aktarıyor.<br />

Havada yaz sıcağı var. Ömümde<br />

ve yanımda, dünyanın bütün ülkelerinden<br />

öğrenciler var. Herkes oldukça mutlu ve<br />

umutlu görünüyor. Burada birileri İspanyolca<br />

konuuyor, orada birileri Fransızca,<br />

urada bir grup Japonca. Az ilerde ise, ten<br />

renkleri farklı olan insanlardan oluan bir<br />

grup var, onlar da İngilizce konuuyorlar.<br />

Almanca konuan o kadar az ki. Bu güzel<br />

tasviriyle Selçuk Cara aslında, Almanyanın<br />

önemli bir gerçeğine parmak basıyor.<br />

Ben, Almanlar için entegrasyonun güzel<br />

bir örneği iken, Türkler için ise bir eyleri<br />

baarabilmenin örneğiyim diyor Cara.<br />

Kendini ne Alman ne de Türk gibi hissettiğini<br />

söyleyen Cara, çocukluğunda birçok<br />

insanlarla iletiim halinde iken, gerçekten<br />

arkada diyebileceğimiz bir kimsenin<br />

hayatında olmayıı dikkat çekiyor. Kitabı<br />

okurken kendisini, bir yalnızlık ve mücadele<br />

hikâyesinin içinde görüyoruz. Opera<br />

sanatçılığının, yaadığı yalnızlıkla örtüen<br />

bir sanat dalı olduğu düüncesine kapılıyor<br />

insan, özellikle de Pariste bir cafede<br />

müzik öğretmeni ile yaptığı konumayı okuduğumuzda.<br />

Yalnızlık diyor müzik hocası,<br />

Yalnızlıktır birçok insanın opera sanatçısı<br />

olmasıyla birlikte hesaba katmadığı detay.<br />

Otel odalarında ve evlerinde, içinde bulundukları<br />

sonu gelmez yalnızlıktan bahsediyor<br />

ona müzik hocası, opera sanatçılarının<br />

maruz kaldığı.<br />

İnsanlar tarafından artık Türk olarak<br />

görülmediğini kitabında vurgulayan Cara,<br />

bir Müslüman olarak da algılanmadığını<br />

aktarıyor aynı zamanda, özellikle de bir<br />

Katolik kilisesinde Franz Lisztten<br />

sunduğu Jesus Christusun ardından. Baarılı,<br />

hem de çok baarılı bir entegrasyon<br />

hikâyesinden bahsediyor, geçmiiyle<br />

tamamen barıık ve en yüksek gözlem gücü<br />

ve tasvir yeteneğiyle...<br />

❚<br />

www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

37


HEIDELBERG TİYATROSU’NDA “ŞEHİR, ÜLKE, KAÇIŞ”<br />

Mülteci trajedisini görünür<br />

kılan mizah<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

RUHSAR GÜMÜȘDAL | ANESTIS AZAS<br />

HEIDELBERG<br />

- Avrupayı sarsan, son derece<br />

yakıcı bir sorun, ilginç bir yöntemle<br />

Heidelberg Tiyatrosunda sahneleniyor.<br />

24 Nisanda ilk kez sunulacak olan ehir,<br />

Ülke, Kaçı (Stadt Land Flucht) adlı bu<br />

oyunu yönetmen arkadaı Prodromos Tsinikoris<br />

ile birlikte sahneye koyan Anestis<br />

Azas, tevazusuyla tanınıyor. Örneğin,<br />

kendisiyle bulutuğumuzda, isim yapmı,<br />

Avrupanın saygın tiyatrolarında oyun<br />

sergilemi, ödüller almı, bir tiyatronun<br />

da sanat müdürü olan bu yönetmen,<br />

yardımcısına emir verip yiyecek isteyeceğine,<br />

kendisi gidip yiyecek bir eyler<br />

satın almaya çalııyordu. 1978 doğumlu<br />

Anestis Azas, Berlindeki ünlü Ernst Busch<br />

38


Konservatuvarında yönetmenlik öğrenimini<br />

tamamladı. Yıllardır meslektaı Prodromos<br />

Tsinikoris ile birlikte çalııyor. İkili,<br />

5 yıldır Atinadaki Experimentle Stage 1<br />

tiyatrosunun sanat direktörlüğünü yapıyor.<br />

Anestis Azas ile Heidelberg Tiyatrosunun<br />

üst katında sadece yeni oyununu değil,<br />

insanı, trajediyi, mizahı ve sansürü de<br />

konutuk.<br />

Sürekli medyada mülteci sorunları gündemde.<br />

Siz yönetmenlik çizginizi belgesel<br />

olarak nitelendiriyorsunuz. ’cı da olsa kanıksanm<br />

olabileceği ihtimalini düünüyor<br />

musunuz? İzleyiciyi ile iletiime geçebilmek<br />

için kullandığınız bir yönteminiz var mı?<br />

ANESTİS AZAS - İnsanın psikolojik yapısının<br />

özel bir mekanizması vardır. Hayatın<br />

Bu oyununuzda mülteciler konusunu<br />

iliyorsunuz. Oyun metnini ne zaman<br />

hazırladınız?<br />

ANESTİS AZAS – Senaryo olumakta.<br />

Oyunun çizgisi belli. Siz de bilirsiniz,<br />

bir oyun provalar esnasında geliir<br />

ve yön kazanır. Mülteciler konusunda<br />

her gün gelimeler var. Dolayısıyla oyun<br />

her gün geliiyor. Oyuncularla söyle-<br />

erek metni gelitiriyoruz. Oyuncuların da<br />

deneyim ve düüncelerine yer veriyoruz.<br />

Heidelbergdeki Amerikan askerlerinin<br />

önceden ikamet ettiği lojmanlarda imdi<br />

mülteciler kalıyor. Bu mülteci kampında<br />

yaayan üç mülteci ile röportaj yaptık. Bana<br />

çok acı özgeçmilerini anlattılar.<br />

Bizim yönetmen ekip olarak arzumuz<br />

mültecileri de sahnede görmek. Fakat yaadıkları<br />

olaylar sonucunda ürkek bir psikolojileri<br />

var. Sahneye uyum sağlayabilirler<br />

mi, sahnede yer alabilirler mi, diye düünüyorum.<br />

Kendi hikâyelerini bizzat kendilerinin<br />

sahnede vermeleri çok daha etkileyici<br />

ve gerçekçi olur. Oyunun ön hazırlıklarını<br />

yaparken İdomeniye gittim. Oradaki<br />

mülteciler ile görütüm. Televizyondan izlediğimiz<br />

kamp, sınır kampı. Oraya varmadan<br />

10 km. önce Kızılhaçın, ordunun da kampları<br />

balıyor. Gerçi bu kamplarda görece<br />

daha sağlıklı imkânlar sunuluyor, fakat<br />

insanlar sınırlar açılır ümidiyle sınır kampında<br />

kalmayı tercih ediyorlar. Leimende<br />

yaayan bir mülteci ile tanıtım. Bana ağabeyinin<br />

İdomenideki sınır kampında kaldığını<br />

anlattı. İdomeniye gittiğimde onu<br />

buldum, görütüm. Bu da çok özel bir<br />

hikâye.<br />

zorluklarını yenmek, en sıkıntılı ortamları<br />

baarıp içinden çıkabilmesinin sırrını<br />

mizahta görüyorum. Ağlanacak haline<br />

gülme deyimini birçok dilde bulabilirsiniz.<br />

Niye insan ağlanacak bir duruma ağlaya-<br />

39


✤<br />

MİZAHIN YERİNDE<br />

KULLANILMASI<br />

İZLEYİCİYLE İLETİŞİMİ<br />

GÜÇLENDİRİR.<br />

O ANI<br />

YAKALADIĞINIZDA<br />

İZLEYİCİ GÜLDÜĞÜ<br />

KONU ÜZERİNDE<br />

DÜŞÜNMEYE<br />

BAŞLAR.<br />

BEN CHARLIE<br />

CHAPLIN<br />

HAYRANIYIM<br />

✤<br />

cağı yerde gülsün? Bu, psikolojinin kendini<br />

koruma zırhıdır. Mizah, sanatın zor<br />

bir dalıdır. Gerçekleri güldürerek irdeleyen<br />

sanattır mizah.<br />

Yanlı anlaılmasın, aka, espri anlamında<br />

gülmek değil. Belli ikirleri, ciddi<br />

gönderileri daha belirgin ifade edebilmenin,<br />

dile getirmenin adıdır mizah. Bir o<br />

kadar da zordur yerinde kullanmak. Zorluğu,<br />

zamanlama ve içeriğin yerinde ifade<br />

edilmesinden kaynaklanıyor. Yanlı kullanıldığında<br />

göndermek istenilen mesaj yok<br />

olur ve oyunun kalitesini düürür.<br />

Fakat mizahın yerinde kullanılması izleyiciyle<br />

iletiimi güçlendirir ve izleyiciye<br />

mesajı daha güçlü gönderir. O anı yakaladığınızda,<br />

izleyici, güldüğü konu üzerinde<br />

düünmeye balar. Ben Charlie Chaplin<br />

hayranıyım. Charlie Chaplin bu sanatın en<br />

büyük ustasıdır. En zor ve acıklı olaylara<br />

insanları güldürmeyi baarmıtır. Kendine<br />

has hüzünlü bakıına dahi insanlar<br />

gülebiliyorlar.<br />

Bu tarz mizah ile çalımayı seviyorum<br />

ve benimsediğim tarz, bu. Yanlı anla-<br />

ılmasın. Mizahtan bahsediyoruz, komediden<br />

değil. Benim oyunuma giren izleyici<br />

güncel, siyasi olayların ilendiği bir sahne<br />

ile karı karıya olduğunu bilmeli. Kimse<br />

Anestis Azas mizah sanatını kullanmayı<br />

seviyor düüncesiyle komedi izleyeceği<br />

yanılgısına dümesin. Komedi, yine farklı<br />

kriterleri olan sahne sanatı.<br />

Mizah ile ’vrupayı kapsayan bu mülteci<br />

sorununun boyutunu hailetmi olmuyor<br />

musunuz?<br />

ANESTİS AZAS - Kesinlikle hayır.<br />

Tiyatro, iletiimin merkezidir. Düünceleri<br />

buluturmakta araçtır. Mizah asla hailetici<br />

bir etken olmamalıdır, sivri ve irdeleyici<br />

olmalıdır. Bunu baarmak da mizahın<br />

gerçekçi olması ve yerinde kullanılması<br />

halinde mümkündür. Örneğin mülteciler<br />

yaadıklarını anlatırken espri yapıp,<br />

kendilerine gülebiliyorlar. Hiç ihtimal<br />

verir misiniz, günlerce aç kalmı, iddet<br />

görmü, çamurun içinde uykusuz günlerce<br />

yürümü bir insanın bunları anlatırken<br />

gülebilmesine. Ve sizin de onunla güldüğünüzü<br />

düünebiliyor musunuz?<br />

Örneğin: Gezi Parkı olaylarında<br />

İstanbulda yer yerinden oynadı, ama<br />

televizyonda penguenler oynadı. Herkes<br />

penguenlere güldü. Penguenler, Gezi<br />

Parkındaki olaylarda basına uygulanan<br />

sansürün sembolü oldu. Erdoğan bilincinde<br />

olmasa da insanları harekete<br />

geçiren bir mizah sergiledi. Penguenler<br />

insanları güldürdü ama eğlendirmedi.<br />

Daha yoğun tepki vermeye ve daha çok<br />

sokaklara dökülmeye tevik etti.<br />

Mizahla gerçeği anlatmanın tarzınız olduğunu<br />

söylüyorsunuz. Yapmı olduğunuz<br />

aratırma safhasında oyunda mizaha malzeme<br />

olabilecek örnekler verebilir misiniz?<br />

ANESTİS AZAS - İnsanların acizliğinden<br />

faydalanıp menfaatini gözetenler bir konu<br />

olabilir. Sefalet ve yokluk içindeki aç bir<br />

insana 50 sentlik sandviçin 5 avroya satılması.<br />

Bence bu, vahet. Gözümle gördüm.<br />

Bu, bir konu olabilir. Büyük sayıda gönüllülerin<br />

hizmet vermesi... Bu insanların<br />

varlığını duyurmak gerekiyor. Bu da bir<br />

nokta olabilir.<br />

İdomeni kampında dikkatimi çeken,<br />

erkeklerden çok kadın ve çocukların olmasıydı.<br />

Mültecilerin çoğunlukla erkek olduğunu<br />

düünüyoruz. Oysa tam aksine,<br />

çocuklar ve kadınlar daha çok. Buradan<br />

da bir nokta türeyebilir.<br />

Provalar esnasındaki gelimeler doğrultu-<br />

40


Foto_commons.wikimedia.org_waechter+waechter architekten bda<br />

sunda malzememizi kullanacağız. Yönetmen<br />

arkadaım Prodromos Tsinikoris ile haber<br />

ve olaylara görsellik vermek istiyoruz. Duyguları<br />

anlatan ve duyumsatan bir çehre vermeye<br />

calııyoruz.<br />

Saydığınız noktaları olasılık olarak ifade<br />

ettiniz. Sahneye konulup konulmaması<br />

hangi kriterler doğrultusunda olacak?<br />

ANESTİS AZAS - Bütün bu düünceler<br />

metne iliyor. Metni sahneye uyguladığımızda,<br />

ifade ve görsel olarak ne kadar<br />

güçlü ve etkileyici olduğunu izleyeceğiz.<br />

Tekrar gözden geçirip karar vereceğiz.<br />

Oyun, prova esnasında geliiyor derken<br />

bunu anlatmaya çalımıtım.<br />

Konu mülteciler, dolayısı gündemdeki<br />

siyaset de konumuzla ilgili. Baden Württemberg<br />

eyalet seçimleri sonuçlarına ne<br />

diyorsunuz?<br />

ANESTİS AZAS - Sonuç korkunç.<br />

AfDnin üç eyalette parlamentoya girmesi<br />

ne demek? Kesinlikle seçim konusu<br />

ve AfDnin eyalet parlamentolarına girmi<br />

olması oyunda yerini alacak. Siyasetin<br />

gündemdeki nabzını sahneye uyarlamak,<br />

konumuzla doğrudan bağlantılı olduğundan,<br />

kaçınılmaz. Oyunun provalar akı-<br />

ında gelitiğine dair yine bir örnek bu.<br />

“ominik Lindenhorst-’pfelthaler, Katharina<br />

Quast, Henrick Richter, Nanette Waidmann,<br />

oyun icin seçtiğiniz Heidelberg kadrosunun<br />

oyuncuları. Hangi kriterlere göre oyuncuları<br />

seçtiniz?<br />

ANESTİS AZAS - Biliyorsunuz tiyatroların<br />

kadrolu oyuncuları aynı anda paralel<br />

birkaç oyunda rol alıyorlar. İlk kriter bu<br />

idi, hangi oyuncular müsait. Oyuna ilgisi<br />

olup, prova esnasında oyunu gelitirme<br />

mekanizması ile rahat çalıabilecek kiiler<br />

olması da önemliydi.<br />

Sayın ’nestis ’zas, oyunlarınızın sansür<br />

ile kısıtlandığı hiç oldu mu?<br />

ANESTİS AZAS - Hayır, ben böyle bir<br />

sorunla hiç karılamadım. Sanat ve<br />

tiyatro, konuların estetik bir ekilde, sınır<br />

tanımadan dile getirildiği bir mekandır.<br />

Baarılı oyunlar vardır. Baarısız oyunlar<br />

vardır. Ama sanatın ufkunda sınır yoktur.<br />

Tiyatro ve diğer sanat alanlarında sansür<br />

olaylarını okuyor veya meslektalarımızdan<br />

duyuyoruz. Ben böyle durum ile<br />

karılamadım.<br />

Prodromos Tsinikorisin de bu söyleide<br />

bulunması güzel olurdu. Bugün kendisi provaya<br />

katılmadı mı?<br />

41


✤<br />

1960’LARDA<br />

İŞÇİ OLARAK<br />

GELENLERLE FİNANS<br />

KRİZİNDEN DOLAYI<br />

SON YILLARDA<br />

GELENLERİN GÖÇ<br />

NEDENLERİNİ,<br />

ALMANYA'DAKİ<br />

BAŞLANGIÇLARINI<br />

KARŞI KARŞIYA<br />

GETİRDİK.<br />

✤<br />

ANESTİS AZAS - Prodromos ile<br />

Atinadaki Experimentle Stage 1 tiyatrosunun<br />

sanat direktörlüğünü yapıyoruz.<br />

Burada provalar devam ederken Atinada<br />

da tiyatro devam ediyor. Dolayısıyla ikimizden<br />

biri belli aralıklarla orada olmak<br />

zorunda. imdi Prodromos Atinada. Prömiyerde<br />

tabii ki burada olacak. O zaman<br />

kendisi ile de tanıırsınız.<br />

Heidelberg Tiyatrosunda bu ilk çalımanız<br />

değil. 2013 yılında da bu mekânda oyun sergilemitiniz.<br />

Heidelberg ehir Tiyatrosuna<br />

özel bir sempatiniz mi var?<br />

ANESTİS AZAS - 2013 yılında geleneksel<br />

Heidelberger Stückemarkt projesi çerçevesinde<br />

katıldım. Telemachos - Should<br />

I stay or should I go? isimli oyunda Yunanistan<br />

göçmenlerinin hikâyesini ilemitik.<br />

Daha doğrusu, bir kıyaslama idi.<br />

1960larda içi olarak gelenler ile inans<br />

krizinden dolayı son yıllarda gelenlerin<br />

göç nedenlerini ve Almanyadaki balangıçlarını<br />

karı karıya getirdik. Çok ilginç<br />

bir çalıma oldu. Heidelberg Tiyatrosunun<br />

Genel Müdürü Holger Schultze yeniliğe<br />

açık bir yönetmen, yeniliklere zemin<br />

sunan, sahnesini onlara açan bir müdür.<br />

Bu da Heidelberg Tiyatrosunda çalımanın<br />

büyük bir artısı.<br />

”klemek istediğiniz bir ey var mı?<br />

ANESTİS AZAS - Tiyatroya gelen izleyicilerimiz<br />

zaten sanata açık kiiler.<br />

Biz tiyatro olarak daha büyük kitlelere<br />

ulasmak istiyoruz. Tiyatro yava hareket<br />

eden bir medya. Çünkü tiyatro bir oyunun<br />

hazırlığını iki yıl önceden programlamaya<br />

balıyor. Senaryo ve metnin hazırlanması,<br />

sahne dizaynına taslak çizilmesi ve daha<br />

birçok etken bunun nedeni. İzleyicimiz<br />

bizim mesajımızı dıarıya taıyor. Daha<br />

geni izleyici kitlesine ulamak, ikir alıveriinde<br />

bulunmak istiyoruz.<br />

Sayın ’zas, iki prova arasında zaman ayırdığınız<br />

bu söylei için teekkür ediyorum.<br />

❚<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

42


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

43


ERDİNÇ UTKU VE “TÜRKÇE AĞLAYAN KÖPEK” İZLENİMLERİ<br />

Brüksel damgalı<br />

yaam öyküleri<br />

BRÜKSEL<br />

- Uzun yıllardır Brükselde<br />

yaayan ve buradan Avrupalı insanlarımızın<br />

hallerini çeitli yayın organlarındaki<br />

yazıları ve kaleme aldığı oyunlarla hem<br />

Avrupa hem de Türkiyedeki toplumumuza<br />

ileten Erdinç Utku, yeni kitabını bir süre<br />

önce yayımladı. Yazarlığa mizahla balayan<br />

ve bu eletirel/güldürel izlekten hiç ayrılmayan<br />

Utku, AB bakentindeki hallerimizle<br />

ilgili sorularımızı yanıtladı.<br />

Çeyrek yüzyılın akın bir süredir Brükseli<br />

ve içerdiği Türk dünyasını yakından değil<br />

tam içinden (orta yerinden) izliyor ve gözlemlerinizi<br />

de yazılarınızla paylaıyorsunuz.<br />

Sorumuz u: Bugün artık sıradan bir yerli<br />

Brüksellinin bu Türkî âleme tamamen<br />

yabancı olduğunu düünebilir miyiz? Belçikalıların<br />

tamamen dıında, onlara tamamen<br />

yabancı bir paralel Türk dünyası var mı gerçekten?<br />

ERDİNÇ UTKU - Brükselde birbiriyle<br />

fazla bir teması olmayan, küçük gettolardan<br />

oluan bir yapılanma var. Son<br />

yaanan olaylar ve Molenbeekin terörizmin<br />

beiği olarak sunulması bu sorunu<br />

44


daha da su yüzüne çıkardı. Diğer kentlerde<br />

yabancı kökenliler yerli halkla<br />

Brüksele nazaran çok daha iç içeler.<br />

Yüzde 65e yakınının kökeninde yabancılık<br />

bulunan Brüksel birbirine paralel<br />

ve birbirine teğet geçen farklı hayat<br />

ortamlarından oluuyor. Hâlâ Türklerin<br />

Arapça konutuğunu sanan, Türk kültürünü<br />

bilmeyen büyük bir kesim var. Ancak<br />

turizmin etkisiyle Türkiye ve Türkler artık<br />

daha iyi tanınmaya baladı. Türkiyeye<br />

giden Belçikalı, mahallesindeki Türklere<br />

teğet geçerken, gittiği Türkiyedeki Türk<br />

kültürünün, kendi algılamasından çok<br />

farklı olduğunun ayırdına varıyor. Turizm<br />

sayesinde buradaki toplumlar arasında<br />

daha olumlu bir iletiim kurulmaya balanıyor.<br />

Fakat son yaanan Brüksel saldırıları<br />

ve sonrasındaki aırı sağcı yükseli,<br />

balayan bu olumlu eğilimi tersine çevirecek<br />

gibi.<br />

Belçikalı Türkler sadece seçim zamanı<br />

anımsanan oy deposu olarak da algılanıyor<br />

maalesef. Belçikalıların tamamen<br />

dıında, onlara tamamen yabancı bir<br />

paralel Türk dünyası var. Hatta bizim<br />

sokaklarımızı bile oluturmu durumdayız.<br />

Biz zamanında Post-modern Köy<br />

adında bir kabare yaparak bizlik hallerimizi<br />

sahneye taımıtık. Belçikalılar bize<br />

klielerle yaklaıyor, biz de onlara yine<br />

kendi klielerimizle bakıyoruz. Önyargıları<br />

parçalamak zor. Ama bu artık bizim<br />

mücadele alanımız. Aynı havayı soluduğumuz<br />

Brükselde birbirinden çok farklı<br />

dünyalarda yaıyoruz. Bir Faslı, bir Türk,<br />

bir Kongolu, bir Flaman ya da Frankofon<br />

Brükselinden söz edebiliriz. Ancak<br />

Brükseli yüzde 100 tüm Brüksellilerin<br />

yapmaya çalıan, bu anlamda mücadele<br />

veren bir grubun varlığı da umut veriyor.<br />

Brükseldeki Türkiye kökenli toplumun<br />

çok mutsuz olduğunu söyleyebilir miyiz?<br />

Mesela günümüzün ”mirdağlıları herhalde<br />

Brükseli bırakıp ”mirdağa falan<br />

yerlemez... Böyle mi ve sizce neden?<br />

ERDİNÇ UTKU – Yüzde 100 helal hayatımızda<br />

mutluluk bize haram. Özellikle<br />

gençlerde ciddi bir Türkiye sevdası olu-<br />

uyor. Belçikadan memnuniyetsizlikleri<br />

gittikçe artıyor. Son gelimeler bu eğilimi<br />

arttıracaktır. Hatta iyi eğitim alıp<br />

hayatının kalan kısmını geçirmek üzere<br />

Türkiyeye giden gençler de oluyor. Bu<br />

senaryo her zaman mutlu sonla bitmiyor<br />

tabii. Belçikalı Türkler de diğer ülkelerdeki<br />

Türkler gibi Avrupada da Türkiyede<br />

de mutluluğu yaaması zorolan insanlar.<br />

Hiçbir tarafta tam bir kabul görmüyor.<br />

Gurbetçi yaftalaması içerisindeki<br />

küçümseme ve anavatanında yabancı<br />

muamelesi görmek dikkat çekiyor.<br />

Beçikada dılanan Türk içleniyor, daha<br />

milliyetçi oluyor ama kendi ülkesi de ona<br />

hak ettiği değeri vermiyor ne yazık ki!<br />

45


Mutsuzluğun en birinci nedeni ayrımcılık.<br />

Eğitim düzeyinin düük olması, iizlik ve<br />

yaamın her alanına yeterince katılamama,<br />

bizleri mutsuz eden önemli nedenler. Bu<br />

sorunları amaya dönük cılız giriimler olsa<br />

da, sorunlar giderek büyüyor.<br />

Gerçekten Belçikalıların ve/veya Brüksellilerin<br />

hiç anlayamayacağı kadar farklı mı<br />

insanlarımız? Örneğin bizimkiler onlardan<br />

daha mı az boanıyor? (Bu konuyu ileyen<br />

bir oyun yazdığınızı da biliyoruz.) Özellikle<br />

genç kuak içinde, Belçika Türkleri ile<br />

yerli Belçikalılar arasında büyük fark<br />

olabilir mi?<br />

ERDİNÇ UTKU - Oyunu yazdığım sıralar<br />

Belçika boanma istatistiklerinde Avrupa<br />

ampiyonuydu. Diğer konularda Belçikalılara<br />

mesafeli davranan biz Türkler,<br />

boanma konusunda Belçikalılarla yarıır<br />

hala geldik. Görücü usulle evlenip gavurcu<br />

usulü boanıyoruz. Genelleme ve klielerle<br />

mücadele eden biri olarak, verdiğim bazı<br />

yanıtlarda genelleme yaptığımı fark ediyorum.<br />

Klieler üzerinden mizah yapmak<br />

ya da konuyu anlatmak ii kolaylatırıyor,<br />

sorunun daha iyi anlaılmasını sağlıyor.<br />

Ancak diğer taraftan önyargıların pekimesine<br />

de hizmet ediyor. Açıkçası Belçikalılardan<br />

da Türklerden de birbirini gayet iyi<br />

anlayan ve ortak geleceğimizi birlikte yönlendirmek<br />

isteyen insanlar var. Ama bunlar<br />

azınlıkta kalıyor. Toplumsal yaamın her<br />

alanında yaama katılan Türklerin sayısı<br />

artınca bu sorunlar da azalacak. Türklerin<br />

kendi gerçeklikleriyle algılanmaması ve bu<br />

konuda bizlerin çabalarının cılız kalması bir<br />

yazar olarak beni de üzüyor, mutsuz ediyor.<br />

46<br />

Bir yanları Türkçenin damgasını taıyan<br />

insanlarımız, belki sırf bu dilsel artı puan ve<br />

içerdikleri özgün mizah nedeniyle yerli Belçikalıları<br />

etkilememi olabilir mi? ”ski Belçikalılarla<br />

bizimkiler arasındaki mizahi kan alıveriini<br />

meslekten mizahçı bir yazar olarak<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

ERDİNÇ UTKU - Belçikada Türklerin<br />

Almanyada olduğu gibi ciddi bir varlıkları<br />

yok. 250 bin kadar Türk genellikle Faslıların<br />

gölgesinde kalıyor. Bizler az da olsa kendisi<br />

ile dalga geçmeyi baaran Türkler olarak<br />

ilgi çekiyoruz. Belçikalı bir mizahçı yazsa<br />

ırkçı damgası yiyebileceği bir eletiriyi<br />

bizler toplumumuzun içinden çıkan insanlar<br />

olarak daha kolay yapıyoruz. Belçikalıların<br />

mizahına konu mankeni olmaktan ve malzeme<br />

olarak kullanılmaktan öte bir katkımız<br />

da var. Ancak aslında Belçika mizahı diye


ir eyden söz etmemiz mümkün değil.<br />

Çünkü ortada Belçikaca diye bir dil ya da<br />

Belçikalı diye bir ulus yok. Flaman ya da<br />

Frankofon mizahından söz edebiliriz.<br />

Bizimkiler 50 yıl sonra bu kentte nasıl<br />

eğleniyor, nasıl üzülüyor ve hatta nasıl<br />

gülüp ölüyor?<br />

ERDİNÇ UTKU - Yeni kuak dile hakim<br />

olmasına karın Türkçenin yeri baka<br />

onlar için. Binikir Tiyatrosuna özellikle<br />

Türkçe oynamak için geliyor gençler.<br />

Flamanlarla da tiyatro yapan bir oyuncumuz<br />

onları çok ciddi olmakla suçladı.<br />

Gençlerin kendine özgü bir eğlence<br />

aslında sazımız da var cazımız da, ama<br />

bazen ne zaman saz ne zaman caz dinleneceğini<br />

bilmiyoruz. İkisini karıtırınca bir<br />

ucubik tür çıkıyor ortaya.<br />

Türkler Belçikada gömülmek istiyor mu?<br />

Son dönemde bu ruh hali nasıl bir değime<br />

gösterdi? Yani Belçikada gömülme talebindeki<br />

artı, gurbetçi etiketinin de bitmi<br />

olduğunu göstermiyor mu?<br />

ERDİNÇ UTKU - Kitabımda bu konuyu<br />

ileyen bir yazı var. Müslüman mezarlıkları<br />

çoğaldı. Belçikada gömülenlerin de<br />

sayısı artıyor. Geride kalanlar daha kolay<br />

ziyaret etmek ve mezara sahip çıkabilmek<br />

anlayıı var. İki farklı kültürden iine<br />

geleni, houna gideni alıyor. Kendi içinde<br />

bir bütünlük ve tutarlılık olmayan çelikilerle<br />

dolu bir eğlenme tarzı. Disko<br />

oynarken bile çiftetelli dillerimizde! Yazdığımız<br />

oyunlar da biraz buraya özgü olmak<br />

zorunda kalıyor. Türkiyede sahneleyecek<br />

olsak mutlaka uyarlamamız gerekecek.<br />

Sanki bir tür Belçikalı Türk mizahı ya<br />

da Belçikalı Türk tiyatrosu oluacak.<br />

Türk eğlence partileri ve DJleri ve Türklere<br />

özgü mekânlar olutu. Bu anlamda<br />

Brükselde Sazz N Jazz ciddi ve düzeyli<br />

bir mekan olarak hatırlatmaya değer. Yani<br />

için Belçikayı tercih etmeye baladı. Bu<br />

eğilim devam eder sanırım. Belçikaya<br />

gömülmeye balanmamız Belçikalı olduğumuzun<br />

göstergesi. Türk mezarları da kalıcılığımızın<br />

anıtları gibi!<br />

Kitabınızın giriinde ’vrupalı Türklere<br />

bir ayna tutarak kendimizle yüzlememize<br />

katkıda bulunmaktan söz ediyorsunuz.<br />

Bu yüzleme iinde Türkler ne durumda?<br />

Yani yüzleebildik mi kendimizle gerçekten?<br />

Bunun ipuçlarını görebiliyor<br />

musunuz?<br />

47


ERDİNÇ UTKU - Maskeleri çok kullanan<br />

bir toplumuz. Hatta bazı maskeler sahte<br />

çıkıyor! Özeletiriye alıık, eletiriden bir<br />

eyler alan değil alınan bir toplumuz.<br />

Burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Yalan<br />

da olsa öv beni yaklaımı beni rahatsız<br />

ediyor. Sahnede eletirdiğimiz konuları<br />

kimse üzerine alınmıyor. Ceset ortada<br />

kalıyor. Hatalarımızdan ders çıkarıp<br />

eletirilerle eksikliklerimizi belirleyip<br />

düzeltme çabası yok. Meslek ilkeleri konusunda<br />

da aynı. Genel bir ahlaki çökü ve<br />

yozlama söz konusu!<br />

Yine bir yazınızda Yaban ellerdeki bizim<br />

sokaklarda camilerin kıblesi Kâbe, insanlarımızın<br />

kıblesi ise hâlâ Türkiye! diyorsunuz.<br />

Bugün gerçekten de Belçikadaki<br />

Türkçe konuan topluluğun, üçüncü ve dördüncü<br />

kuakta da kıblesi hâlâ Türkiye mi?<br />

”ğer böyleyse, ki sizin vurgunuz bu yönde,<br />

bunun nedenleri üzerine görülerinizi alabilir<br />

miyiz? Yani bu bağlılık neden böyle<br />

güçlü?<br />

ERDİNÇ UTKU - Yukarıda da belirttiğim<br />

gibi dılandıkça içleniyor ve içimize<br />

kapanıyoruz. Gençlerin Belçikada<br />

toplumsal yaama katılım ve paylamada<br />

engellerle karılaması onları Türkiyeye<br />

daha da yakınlatırıyor. Türkiyede gök<br />

gürlese Belçikada bizler ıslanıyoruz. Bunda<br />

çanak antenlerin de etkisi olmutur mutlaka,<br />

ancak Belçikalı ve Türk yetkililerin<br />

artık apkayı önlerine koyup konuya el<br />

atmaları çözüm üretmeleri gerekiyor. Aırı<br />

İslamcıların canlı bomba saldırıları dikkatleri<br />

gençlerin üzerine çekti. Türk toplumu<br />

bu konuda daha temkinli olsa da<br />

Belçikada yetimi bir gencin her eyi<br />

bırakıp Suriyeye savamaya gitmesini<br />

iyi analiz etmek gerek. Vilvoorde Belediye<br />

Bakanı bu konuda örnek gösterilecek<br />

baarılar elde etti. Bunun en önemli<br />

nedeni ise çözümde Müslüman toplumun<br />

ikrinin alınması ve katılımının sağlanmasıydı.<br />

Müslümanlar sadece sorunun değil,<br />

çözümün de parçası olmalı artık!<br />

Belçika bölünürse, Türkiye kökenli toplum<br />

ne olur? Flaman ve Valon Türkler falan çıkar<br />

mı sahneye? Ne dersiniz?<br />

ERDİNÇ UTKU - Flaman Bölgesinde<br />

yaayanlar kendilerini Flamanlara,<br />

Valon Bölgesinde yaayanlar da kendilerini<br />

Valonlara daha yakın hissediyor.<br />

48


Brükselde ise Fransızca konuanlar<br />

Frankofonlara, Flamanca konuanlar da<br />

Flamanlara daha yakınlar. Flaman Türkler,<br />

Valon Türkler olur. Aslında benim daha<br />

köklü bir çözüm önerim var. Flamanlar<br />

Flaman Bölgesine, Frankofonlar Valon<br />

Bölgesine gitsin. Brükseli de yabancı<br />

kökenlilere versinler. Hem yabancı kökenlilerden<br />

hem de Brükseli paylaamama sorunundan<br />

kurtulurlar.<br />

Türklere yönelik özgün ve toplumsal ağırlığı<br />

büyük bir dümanlıktan söz edebilir miyiz<br />

bugün Brükselde sizce? Türk toplumunda<br />

böyle bir benzer dümanlık var mı saf<br />

Belçikalılara karı?<br />

ERDİNÇ UTKU - Belçikanın idari yapısı<br />

ve Türklerin Belçikada en büyük yabancı<br />

kökenli grup olmaması iimize yarıyor.<br />

Bazen Belçikalılar Flaman-Valon ayrımına<br />

yoğunlaıp bizi unutuyorlar. Son zamanlarda<br />

ise Fas kökenliler hedef tahtasında.<br />

Hatta Türklere Siz Faslılar gibi değilsiniz<br />

diye iltifat ediliyor. Ancak tüm Avrupada<br />

olduğu gibi burada da aırı sağ yükselite.<br />

Bundan bizler de payımızı alıyoruz. Büyük<br />

bir dümanlıktan söz edemeyiz imdilik. Bu<br />

dümanlık, u an Faslılar üzerinde yoğunlaıyor.<br />

(FHF)<br />

❚<br />

49


Sizi yazarlığınızdan çok gazetecilik yönünüzle<br />

tanıyor Belçika Türk toplu mu. Biz sizin kendinize<br />

hiçbir zaman gazeteci demediğinizi ve kendinizi hep<br />

mizah yazarı olarak ifade ettiğinizi biliyoruz. Öncelikle<br />

yaklaık 15 yıl dır Cumhuriyet Gazetesinde<br />

düzenli olarak pazar yazıları yazan, Brükseldeki Binikirin<br />

kuruluunda ve bugünlere gelmesinde 11 yıldır<br />

önemli emek sahibi olan bir kii olarak neden gazeteci<br />

değil de mi zah yazarısınız?<br />

ERDİNÇ UTKU - Çok zorda kalınmadıkça haber pein de koturmuyorum. Bu nedenle<br />

de kla sik anlamda bir muhabir değilim. Köe yazılarını, gazeteye yaptığım söylei,<br />

mi zah yazısı ve karikatür esprisi katkılarını sayarsanız, bana rahatça gazeteci sıfatı<br />

yükleyebilirsiniz. Ancak ben kendimi mizah yazarı olarak çok daha huzurlu hissediyorum.<br />

Belki de gazeteci sıfatının çok kolay bir ekilde kullanılmasına ve ayağa düürülmesine<br />

bilinçaltı bir tep kidir benimki! Henüz insanlar Mizah Yazarlığı sıfatını kullanarak<br />

resepsiyon larda veya davetlerde hava atamıyor. Üs telik kolay yapılabilecek bir<br />

i de değil!<br />

Sizce mizah nedir?<br />

Lala mizah,<br />

ama “laf olsun diye”<br />

mizah değil...<br />

ERDİNÇ UTKU - Yıllar önce benimle yapılan bir söyle ide Mizah, kültür ve sanatın<br />

yaramaz çocuğu... Ama halkın iine en çok ya rayan çocuğu... demitim. Lala mizah<br />

yapıyorum ama laf olsun diye mizah yapmıyorum. ”zilenlerin yanındadır benim<br />

duruum; yazdıklarım genellikle siyasi, bazen absürd, bazen çok edebi, bazen çok<br />

karıt ve kıkırtıcı, bazen si nir, bazen felsei... Çoğu zaman gülüm setici... Mizahçı,<br />

hayatın orta yerinde durmalı... Hayatın yanında yer almalı... Çarpıklığa, bozukluğa ve<br />

saçmalıklara “on Kiot inancıyla saldırmalı... Çoğu zaman akıntıya yürek çektiğini<br />

bilse bile... ”zilenlerin, halkın yanında olmalı, ama yeri gelince uğradığı haksızlıklara<br />

duyarsız kalan, tepki göstermeyen halka da batırmalı iğneyi... Mizahçı kendisiyle de<br />

alay etmeli... Hayatın tıkanmı da marlarına yaptığım by-passtır mizah. Yaamı güzelletirir...<br />

Mizahta 30 yılı geride .ıraktınız. Son kitabınız ise bundan öncekilerden farklı<br />

olarak mizah değil bir deneme. Neden 30uncu yılınızda mizah değil de bir<br />

deneme kitabı ile okuyucuları aırttı nız. Yoksa burada da bir mizah mı var?<br />

ERDİNÇ UTKU - Mizah yazarlığına adım atıımın 30’uncu yılında mizah dıında bir<br />

kitapla oku yucu ile bulumak heyecan verici. İyi de oldu. Mizah dıındaki bir özelliğimi<br />

kitaplatırmı olduk. Ancak mizah kita bı yayınlamamakla birlikte 30’uncu yılımda<br />

Yaasın Boanıyoruz adlı kabareyi ka leme aldım. Bu oyunum kanayan bir toplumsal<br />

yarayı sahneye taıyor.<br />

(SERPİL AYGÜN)<br />

50


Mutlaka bir hınzırlık bulaşmış yazılar<br />

Son kitabınız Türkçe ’ğlayan Köpeke geçmeden önce diğer kitap larınızdan bahsetmek istiyorum.<br />

İlk kitabınız “il Zaptedilemez ki dıın dakiler siz ’vrupaya geldikten sonra yazdıklarınız,<br />

onlardan bahsedeceğiz ama ilk kitabınızın ilginç bir yanı var. Kitabı kibrit armağanlı<br />

olarak yayınla mısınız. Biraz bahseder misiniz, ne den kibrit hediyeliydi ve içeriği neydi?<br />

”R“İNÇ UTKU - İlk kitabım 1990 yılında çıktı ve si yasi aforizmaların yardımı ile ülkedeki baskıları<br />

mizahi bir dille ortaya koyma ya çalıtı. Her eyi devletten bekleme, kendi kitabını kendin yak sloganıyla<br />

kibrit armağanlı olarak satıldı. Amacım ülkemizde düünce özgürlüğüne yapılan baskıları sergilemekti.<br />

Bu çıkı oldukça dikkat çekti ve satı rakamlarına yansıdı.<br />

İkinci ve üçüncü kitaplarınız yine mizah, ama aforizmalardan oluuyor. İkinci kitabınız da<br />

’vrupalı Türklerle ilgili yine değil mi?<br />

ERDİNÇ UTKU - Bir bölümü aforizma diğer kısmı küçük mizah yazılarından oluan ikin ci kitabım Akıntıya<br />

Yürek Çekmekte Avrupalı Türklerin dünyasına bir pen cere aralamaya çalıtım. Onların günlük yaamlarını,<br />

çeit çeit sorunlarını, bi linçlerini ve bilinçsizliklerini, kopukluk larını ve kopartılmalarını küçük küçük<br />

ama düündürücü cümlelerle anlatmayı denedim. Neo-Naziler, ikiyüzlü Türk ve Avrupalı politikacılar, Avrupalı<br />

Türk ler, Önyargılı Avrupalılar, Türkiye’deki Türkler vb. birçok kesim, gönderme lerden ve dokundurmalardan<br />

nasibini aldı. Üçüncü kitabım Amerikanca HA YATIMIZA Türkçe ALTYAZILAR da yaamımıza<br />

davetsiz giren ve onu tutsak alan Amerikanca yaam biçimi ni de yermeye çalıtım. Sadece AB“ yayılmıyor,<br />

sayesinde artık Türkçemiz de ağızlar yayılarak Amerikan aksa nıyla telafuz ediliyor. Sadece bize<br />

değil, dünyaya empoze ediyorlar Amerikanca düünüp, Amerikanca yaamayı... Si nemadan medyaya, ekonomiden<br />

savaa kadar... Amerikanca Hayatımıza Türk çe Altyazılarla ııldak tutmaya çalıtım. Çok bilinmeyenli<br />

yaamlarımızı, küçük küçük, hayat serüvenlerinden imbikten geçercesine damıtılmı damlalarla,<br />

afo rizmalarımla anlatmayı denedim.<br />

Son kitabınızda özelde Belçi kalı Türklerin ama genelde ’vrupalı Türklerin yaamlarını anlatıyorsunuz.<br />

Kitabınızı siz nasıl tanım lıyorsunuz?<br />

ERDİNÇ UTKU - Cumhuriyet gazetesindeki yazıla rımda 1990 yılından beri yaamımı sürdürdüğüm<br />

Belçika’dan Cumhuriyet okurlarına, birasıyla, çikolatasıyla, kızar mı patatesiyle, çizgi romanıyla, Jacques<br />

Brel’iyle Belçika’yı ve Belçika’daki yaa mı, sürrealist vaziyetleri, ülkenin karma ık siyasi yapısını ve politik<br />

gelimeleri yansıttım. İlginç olduğunu düündüğüm gözlemlerimi paylatım. Yurt hasretini, vazgeçilen<br />

hayalleri, adanan hayatları, Belçika’da bir Türk olarak yaamanın dayanılmaz ağırlığını, buradaki Nas rettin<br />

Hocalık hallerimizi, Belçikalı Türk portrelerini, gurbette yalanmayı ve toprağa verilmeyi, Avrupa Birliği<br />

ve Belçikalılarla a la Turca ilikilerimizi de bolca anlatmıım! Bir mizah yazarı olarak ciddi ve oturaklı<br />

yazı yaz makta zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ya yazının balığına ya da içeride bir yerle re mutlaka bir hınzırlık<br />

bulatı. Cumhuriyet’te yayınlanan yazılarım dan Belçikalı Türklerle ilgili olanları bir bütünsellik çerçevesinde<br />

toparladığım son kitabımda, amacım Türkiye’deki Türklere Avrupalı Türkler hakkında gerçekçi bir<br />

fotoğraf sunarken anava tanda Gözden ırak olan gönülden Ala mancı muamelesi gören biz Avrupalı Türklere<br />

de bir ayna tutarak kendimizle yüzlememize katkıda bulunmaktı.<br />

Yeni projeleriniz neler?<br />

ERDİNÇ UTKU - Belçika’yı pazar yazılarıyla keyili bir ekilde anlatacak Yeni Balayanlar için Belçika<br />

adında bir kitap hazırlamayı düünüyorum. Bunun yanında u anda Haini Meç hul İlikiler adlı bir tiyatro<br />

oyununu da yazmakla megulüm.<br />

(SERPİL AYGÜN)<br />

51


BİZİMKİLERİN YOLCULUK DAYANIŞMASI BAŞKADIR<br />

“Avrupamdan” uçak,<br />

yolcu ve valiz savaşları<br />

YAKUP KARAHAN<br />

52


AMSTERDAM - Hollandadan önemli bir<br />

i için üç arkada acilen İzmire uçmamız<br />

gerekti. Aradık taradık 24 saat içerisinde<br />

İzmire uygun bir uçak veya bağlantılı<br />

bir uçak bulamadık. Yolculuk yapacağım<br />

diğer iki arkada bu konularda deneyimliler.<br />

Hollandaya en yakın yerlerden biri<br />

Almanyanın Düsseldorf ehri. Hemen<br />

buradan bir İzmir uçağı ayarladılar.<br />

Amsterdam, Düsseldorf arası çok uzak<br />

değil, bir-iki saat içerisinde varıverdik.<br />

Almanyayı bilenler veya Avrupada<br />

yaayanlar Düsseldorfu da bilirler. Benim<br />

ilk gidiimdi. İlk izlenimlerim de çok<br />

önemliydi.<br />

Düsseldorfu ehir olarak görmedim.<br />

Direkt havalimanına gittik.<br />

Düsseldorf havalimanında inanılmaz bir<br />

kalabalık. Yalnız neredeyse hemen hemen<br />

herkes Türk. Diyebilirim ki, ben bu kadar<br />

Türkü, Türkiyede dahi bir arada görmedim.<br />

Göz alabildiğince Türk vatandaı.<br />

Öyle ki havalimanı görevlilerinin, Türklere<br />

hizmet verenleri de Türk. Sadece birkaç<br />

Alman pasaport polisine rastladığımı söyleyebilirim.<br />

Maheri kalabalık arasında biraz çabalayarak,<br />

nereye gideceğimizi, hangi sıraya<br />

gireceğimizi kestirip ilemlerimizi yaptırmak<br />

için kuyruğa girdik.<br />

Sırada beklerken ilginç bir durum dikkatimi<br />

cekti.<br />

Valizini teslim etmek için bekleyenlerin<br />

yanına birileri yanaıp bir eyler<br />

soruyorlar veya söylüyorlar. Birbirlerini<br />

tanıyıp tanımadıklarını pek kestiremiyorum.<br />

Yalnız bu görüme bazen biraz<br />

uzayabiliyor. Bazı eyalar alınıp veriliyor.<br />

Bir alıveri var gibi. Garip bir durum<br />

söz konusu. İzliyorum, ama bir türlü ne<br />

olduğunu bilemiyorum ve anlam da veremiyorum.<br />

Yalnız bu durumdan dolayı<br />

ilemler uzuyor, sıra bize bir türlü gelmiyor.<br />

Birlikte yolculuk yaptığımız diğer iki<br />

arkadaım -bunu sonradan anlıyorumdeneyimli<br />

olduklarından pek oralı değiller.<br />

Ben merakla olan biteni izliyorum.<br />

İlem sırası bize gelince aynı ekilde bir-iki<br />

kii yanımıza yanaıveriyor.<br />

Arkadalarım, yanımıza yanaıp bir<br />

eyler söylemek isteyenleri hiç dinlemeden<br />

hemen onlara arkalarını döndüler.<br />

Ben davranılarının pek sosyal ve<br />

samimi olmadığı düüncesi ile yanımıza<br />

gelen yalı balı insanlari dinlemeye ve<br />

anlamaya karar verdim.<br />

- Buyurun?! Bir ey mi söyleyeceksiniz?<br />

- Kusura bakmayın rahatsız ediyoruz<br />

ama, sizin valiziniz yok galiba.<br />

- Evet sadece çantam var, neden?<br />

- Bizim biraz kilo fazlamız var da? Çok<br />

para tutuyor, bir iki valizi sizin adınıza<br />

bagaja versek olur mu?<br />

Haaa!.. Anladım ki, deminden beri<br />

uzaktan gördüğüm, yandan gelip bir eyler<br />

söylemeler, indirip kaldırmaların bütün<br />

nedeni valiz fazlası, kilo fazlası imi...<br />

Birçok insanın bildiği gibi uçak irketleri<br />

belli kilo üzeri taımaya ekstra para talep<br />

etmekte. Bizim Avrupada yaayan amcalar,<br />

teyzeler de buradan oraya, oradan buraya<br />

sürekli bir eyler taıdıklarından her daim<br />

bagaj fazlalığına bağlı sorun yaamaktalar.<br />

Çözüm olarak da fazla bagajı olmayan<br />

diğer yolculara ricada bulunup kendi valizlerinin<br />

bir kısmını onların adına uçaga veriyorlar.<br />

Bu sayede ekstra ücret ödemiyorlar.<br />

Çok hızlı bir ekilde söylenenleri değerlendirdim<br />

ve yapamayacağımı, acele iimin<br />

olduğunu belirttim. Zira valiz kaybolsa<br />

benim ilem yapmam gerek vb. açıklamaya<br />

çalıtım.<br />

Yanıtımdan pek memnun olmadılar, ama<br />

benim de kararliı olduğumu görünce üstelemediler.<br />

Sanırım Hayır cevabına da alıık<br />

olduklarından ya da Olabilir, insanlık<br />

halidir diye de düünmü olabilirler,<br />

hemen yandaki diğer yolculara durumlarını<br />

anlatmaya karar verdiler.<br />

Kalabalıktan dolayı iler biraz uzadı,<br />

biraz gecikmeyle uçağa alındık. Tahmin<br />

ettiğim gibi uçak tamamen dolu. Ön sıralarda<br />

bir yer vermiler, arkaya bakmaya<br />

dahi cesaret edemiyorum. İnanılmaz bir<br />

kalabalık, en önemlisi de, evet en önemlisi<br />

53


Yakup Karahan<br />

de uçak yolcularından üçte birinin çocuk<br />

veya bebek oluu.<br />

Çocukları, bebekleri çok severim, ama<br />

yolculuk anı tavsiye etmem.<br />

Uçağa herkes yerleti. Eksik kalmadı.<br />

Host Bey, yani Türkçe karılık olarak otobüslerdeki<br />

muavin veya kaptan yardımcısı<br />

diye adlandırabileceğimiz kardeimiz,<br />

gerekli uçu bilgilerini, kemer ayarlaması<br />

ve bağlama vb. bilgileri verdi. Kalkacağız<br />

diye heyecan yaptık. Hatta yanımdaki arkadaıma<br />

emniyet kemerini takarken Aaa<br />

kilo vermiim bak kemer bo geliyor... Zuahahaha!,<br />

daha sonra kilolu birine Yakında<br />

fazla kilolar için de ekstra para alacaklar,<br />

dikkat et, fazlalarını<br />

senden zayıf birine<br />

de veremezsin. Ne<br />

edecen o vakit?!..<br />

Hohiaiaiaia!<br />

diyerek sevinçten<br />

kötü bir iki espri bile<br />

yaptım.<br />

aka değil,<br />

Hollandadan geldik,<br />

üzerine havalimanında<br />

uzun süre bekledik,<br />

uçağa binene<br />

kadar da zaman<br />

geçti. ükürler<br />

olsun sonunda yerletik.<br />

Yaklaık 4<br />

saat kadar sonra<br />

İzmirdeyiz. Kendimce<br />

keyili<br />

iler peindeyim:<br />

Uyusam mı acaba,<br />

yoksa biraz gazete<br />

mi okusam?..<br />

Ben böyle saf saf<br />

hayaller kurar iken, her an hareket etmesini<br />

beklediğim uçak, bütün bilgilendirmeler<br />

yapılmı, kalkıa hazır olduğu vurgulanmı<br />

olmasına rağmen yaklaık bir<br />

saattir kalkmıyor.<br />

Birden bunu fark ettim..<br />

Birden...<br />

Çünkü uçağın yarısına yakın nüfusu<br />

oluturan çocuk ve bebekler hep bir<br />

ağızdan ağlamaya baladılar.<br />

İnanılmaz bir huzursuzluk ve gürültü.<br />

Birinin ağlaması digerini harekete geçiriyor.<br />

Analar, babalar elde tutamıyor. Oyuncak<br />

veren, emzik veren, olmadı, enerjisi yetmediği<br />

ve elinden bir ey gelmediği için<br />

çocuğu yere çakacak kadar sinirlenenler<br />

var.<br />

Bütuün çocuklar ve bebekler ağlıyor.<br />

Uyumak da haram, gazete okumak da<br />

haram... Sağa sola boynu bükük bakar<br />

olduk...<br />

Yanımdaki arkada, uçak ilerinden<br />

anlayan biri. Nooldu acaba ?.. Tüh yazık<br />

oldu, çok zararları var. Bu kadar uzun beklediler…<br />

diye uçak irketine acıyor.<br />

Bu arada gecikme bir saati da geçmi<br />

durumda.<br />

Çocuklarin dıında artık büyükler de<br />

homurdanmaya baladılar. Yetkili birini<br />

arıyorlar ama bulamıyorlar. Hostesler ve<br />

Host (muavin) aradan geçmemeye özen<br />

gösteriyor.<br />

Herkes söyleniyor. Kimse ne olduğunu<br />

bilemiyor.<br />

- Arıza mı var acaba?<br />

- Valla nooldu kimbilir?<br />

- Ne olacak ya, hata bizde ki, bunlarla<br />

yolculuk ediyoruz!...<br />

Bu arada uçağın kalkıı iki saat gecikti.<br />

Çocuk ve bebekler ağlamaktan bitkin<br />

dümü durumdalar. Gene de susmak yerine<br />

ağlamaya devam ediyorlar ve ağlamaları<br />

artık iniltiye dönümü durumda.<br />

Uçağın içinde inilti bir uğultu eklinde<br />

kulak tırmalıyor.<br />

Yolcular da iyice sesini yükseltmeye balayınca<br />

muavin bey açıklama yapmak durumunda<br />

kaldı: Kusura bakmayin geciktik.<br />

Birazdan detaylı açıklama yapacağız. Yalnız<br />

benim bilmek istediğim bir ey var.<br />

Dikkatle muavini dinliyoruz.<br />

- Yolculardan kimse bakasının bagajını<br />

aldı mı?<br />

Ses cikmayinca tekrar etti.<br />

- Uçakta kimse baka bir yolcunun eyasını<br />

kendi eyası gibi bagaja verdi mi?<br />

Bir iki hareketlenme oldu ama tam sağlıklı<br />

bir cevap da çıkmadı. Birkaç kii ayağa<br />

54


kalktı. Arada uyuyanlar ve duymayanlar var.<br />

Sonra görevli gitti, geri geldi, belli ki<br />

sorun çözülmüyor. Bu arada üç saata yaklatı<br />

hâlâ kalkamadık.<br />

- Bakın beyler, ite bu yüzden kalkamıyoruz.<br />

Kim bakasından valiz, çanta, torba,<br />

ne ise artık, aldı da kendi adına bagaja<br />

verdi ise hepsi ayağa kalksın…<br />

Uçağın yarısı ayağa kalktı. Anlaıldı ki,<br />

neredeyse uçağın bir yarısı diğer bir yarısının<br />

eyasını rica üzerine kendi adına<br />

bagaja vermi.<br />

Bir süre sonra uçağa dıarıdan baka<br />

görevliler gelip bir açıklama yaptılar.<br />

- Bagaj veren bir yolcu rahatsızlanmı.<br />

Türkiyeye gidemeyecek. Eyalarının geri<br />

indirilmesi gerekli. Onun için valizini verdigi<br />

kiinin gerekli ilemleri yapması<br />

gerek… Gene uçağın yarısı ayağa kalktı.<br />

Görevliler herkese uzun uzun bakıp bu<br />

iin böyle olmayacağına karar verdiler ve<br />

uçaktan ayrıldılar.<br />

Gene yarım saat geçti. Uçağın içindeki<br />

uğultu ağırlatı, kulakları tırmalıyor. Uykusuzluktan<br />

pelte gibi olduk.<br />

Görevliler bir süre sonra iki koluna girdikleri<br />

yalı bir teyze ile uçağa geldiler.<br />

- Hadi teyze, göster bakalım, valizini<br />

kime verdin?!..<br />

Teyze baktı baktı kimseyi tehis edemedi.<br />

Zaten hastalanmı takadi yok.<br />

Görevliler yeni bir çalıma yöntemi gelitirdiler.<br />

Bu teyzenin valizini kim aldı?<br />

diye sordular. Anlık bir çalıma olduğundan<br />

kimse birbirini hatırlamıyor.<br />

Alan kii bulunamadı.<br />

Baka bir yöntem gelitirdiler. Valiz<br />

alanları sıra sıra alıp teyze ile yüzletirdiler.<br />

- Bak bakalım teyze, bu adama mı verdin<br />

valizi?<br />

- Siz de iyi bakın, bu teyzenin valizini mi<br />

aldınız?<br />

- Sen miydin?.. Nasıl bir valizdi?. Nereliydin?<br />

Yanında kim varıdı? Siz Karamanlı<br />

değil miydiniz? Sen vermedin, ya oğlun vermedi<br />

miydi? Kocan da oradaydı da o gelmeyecek<br />

miydi?..<br />

Derken, derken valizi alan kisi zar zor<br />

tehis edildi. Olsa olsa budur diye teyze ile<br />

birlikte uçağın dıına alındı.<br />

Daha bunlar aağı inecekler, uçaktan<br />

bütün valizler geri indirilecek, valizi tehis<br />

edecekler, gidip resmi ilemi tamamlayacaklar...<br />

Neyse gene bir saat kadar bir sürenin<br />

ardından ilem tamamlanmı olacak ki<br />

valizi alan kii geri döndü.<br />

Uçağın içine girer girmez de inanılmaz<br />

bir gürültü, tezahürat ve hakaretle karılandı.<br />

İyi bir ey yaptığını düünen amca Ya<br />

ben ne ettim? Günahım ne?!.. diye kendisini<br />

karılayanlara sorular sordu.<br />

Yolculardan biri tepkilerin nedenini<br />

kısaca kendisine özetledi:<br />

- Ya arkada sende hiç mi utanma<br />

arlanma yok?!.. Be terbiyesiz adam, niye<br />

aldın kadının valizini?!..<br />

- Arkada aldım da cebime mi koydum?!.<br />

- Bak hâlâ konuuyor!… Senin yüzünden<br />

bu kadar geciktik!<br />

Oysa ki uçağın yarısı diğer yarısının<br />

valizini üzerine yazdırmıtı. Burada valiz<br />

verenler rahatsızlanmadığı için diğerleri<br />

eletirilmedi.<br />

Yaklaık 6 saatlik gecikmenin ardından<br />

İzmire uçtuk. Uçağın içinde herkes birbiriyle<br />

küs gibiydi. Kimse sohbet etmedi.<br />

Herkes söylendi. Çocuklar inledi...<br />

Bir kısmı da bu irma ile gitmeme kararı<br />

aldı...<br />

Unutmadım, unutamadım...<br />

❚<br />

55


YAKUP KARAHAN<br />

56


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

57


ÜNSAL ÖZBAKIR’IN IŞIKLI AKSİYON SANATI<br />

Belli bir anı<br />

yakalayabilmek<br />

Foto: Thomas Dickhardt-Wagner<br />

FRANKFURT – Tam bir aksiyon sanatı bu. Malzemesi<br />

ıık. Sadece ııkla yapılıyor. Sanatçı Ünsal<br />

Özbakır, yıllardır ııklı enstalasyon etkinliklerine<br />

katılıyor ve belli bir anı, ıığın oluturduğu bir çerçevede<br />

biçimlendirmeye çalııyor. Bazen bu tek an,<br />

tek bir ıık noktasına da dönüebiliyor.<br />

Iık sanatçısı Özbakır, geçen ay ortasında<br />

Frankfurtta düzenlenen ıık etkinliğine katılmadan<br />

önce yaptığı açıklamalarda, bu kez kısmen<br />

daha farklı bir yol izlediklerine dikkat çekti. Bu yıl<br />

Hessen Körler ve Görme Özürlüler Birliği (Der<br />

Blinden- und Sehbehindertenbund in Hessen e.V.)<br />

adlı kamu yararına dernek için gerçekletirilen ıık<br />

gösterisinin, yıllar içinde gelitirilen bir üslubun<br />

sonucu olduğunu kaydeden Özbakır, bu sanat türüne<br />

ve görme özürlü insanlara destek için www.bsbh.org<br />

ve www.sanartelier.com adresleri üzerinden rahatça<br />

bağlantı kurulabileceğini belirtti.<br />

Ünsal Özbakır, malzemesi ıık olan bu sanatsal<br />

etkinliğin özellikle kent yaamındaki rolüne ve etki<br />

alanına iaret ederken, sanatsal etkinliklerde yeni<br />

üsluplar için yeni alanlar açılmasının çok önemli<br />

olduğunun da altını çizdi. (FHF)<br />

59


1 Nisan <strong>2016</strong>‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan<br />

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!<br />

www.bizimaachen.de<br />

60


BİR SERGİ VE TÜRKİYE KÖKENLİ ÜÇ RESSAM<br />

Dieburgda<br />

renkler ve çizgiler<br />

DIEBURG - Frankfurt yakınlarındaki Dieburg ilçesinde üç ressamın işleri, karma bir sergiyle<br />

sanatseverlerin değerlendirmesine sunuluyor. 29 Nisan’a kadar açık kalacak olan<br />

bu resim sergisinde İzzet Aydın, Yeşim Yaprakkıran ve Ömer Yaprakkıran’ın yapıtlarından<br />

seçmeler yer alıyor. Sergi, Dieburg Belediye Binası fuayesinde gezilebilecek.<br />

Eleşkirt doğumlu ve çocuk yaşta Almanya’ya gelen İzzet Aydın, daha önce de aynı<br />

mekânda yapıtlarını sergilemişti. Aydın, bu tür etkinlikleri ileride de sürdürmek istediklerini<br />

belirtti.<br />

Çalışmalarını zaman zaman karma ve kişisel sergilere katılarak sanatseverlerin görüşüne<br />

sunan Yeşim Yaprakkıran, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun. Çalışmalarını<br />

eşi ve ressam-grafiker Ömer Yaprakkıran ile birlikte Frankfurt yakınlarındaki<br />

Neu-Isenburg ilçesinde sürdüren Yeşim Yaprakkıran, bu sergideki çalışmalarıyla ilgili şu<br />

açıklamalarda bulundu:<br />

“Özgürlükten yola çıkarak resimlerimde konu olarak kuşları seçtim. Kuşlara, yani<br />

özgürlüğe, dolayısıyla hayvanlara, çevreye verilmesi gereken değeri işlemeye çalıştım.<br />

Bu vurgu için, kuşları çok renkli çalışarak olduklarından daha canlı gösterdim. Ayrıca,<br />

‘İstanbul’u Kurtarmak’ başlıklı resimde de bu şehrin çarpık yapılaşmasını, çevreye verilen<br />

zararla birlikte tarihi yapıların mutlaka korunması gerektiğini, hatta belki de Atatürk gibi<br />

bir kurtarıcı tarafından kurtarılması gerektiğini anlatmak istedim. Bu arada, yok edilmesinler<br />

diye tarihi eserleri gemiye alıp kurtarmayı da resimlemeye çalıştım.”<br />

İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nu bitiren ve daha sonra bursla geldiği<br />

Almanya’da Kassel’daki Gesamhochschule’de “Film ve TV Grafiği” bölümünde lisans<br />

sonrası ek öğrenimini sürdüren Ömer Yaprakkıran da çalışmalarından bir küçük seçmeyle<br />

bu sergiye katıldığını belirtti. Ömer Yaprakkıran, “Önemli olan, bu alanda çalışmalarını<br />

sürdüren Türkiye kökenli insanların varlığını, Alman toplumuna da hatırlatabilmek.<br />

Aydın çalışmalarının ürünlerini somut olarak ve sanat aracılığıyla çoğunluk toplumuna<br />

aktarmamız gerekiyor” dedi. (FHF)<br />

61


www.binfikir.be<br />

62


Regional,<br />

Hessisch aber<br />

Türkisch<br />

www.hessen-toplum.com<br />

63


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

64


Aylık Kültür ve Aylık Sanat Kültür Dergisi ve Sanat | Mayıs Dergisi <strong>2016</strong> | Şubat | Sayı: <strong>2016</strong> 3 | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Sayı: 01<br />

ALMAN DİLİNE YENİ BİR BAŞKALIĞI GETİREN YAZAR<br />

Feridun Zaimoğlu<br />

■ Alman gazeteci çiftin gözüyle İstanbul<br />

■ Almanya’nın orta yeri sinema: NSU filmleri<br />

■ Bir Arap ve bir Alman kültür krizini konuşursa<br />

■ ‘Böhmermann Vakası’ mı, başka bir şey mi?


İçindekiler<br />

ALMAN DİLİNE YENİ BİR BAŞKALIĞI GETİREN YAZAR<br />

Feridun Zaimoğlu<br />

HALİT ÇELİKBUDAK<br />

Roman, hikâye, deneme, tiyatro oyunu gibi pek çok türde yazan Feridun Zaimoğlu, 1995 yılından<br />

bu yana çağdaş Alman edebiyatının önemli yazarlarından… Geçen yılın ekim ayında Kiepenheuer<br />

und Witsch Yayınevi’nden çıkan yeni romanı “Yedikule Mahallesi” büyük ilgi gören Zaimoğlu,<br />

bir hareketin veya bir grubun yazarı değil… Zaten bunu kendisi de ifade ediyor ve “Ben hiçbir zaman<br />

kendimi bir hareketin temsilcisi veya yazarı gibi görmedim. Türklerin veya Türk kökenlilerin de<br />

temsilcisi değilim. Almanya’da yaşayan Türkler heterojen bir topluluk. Türklerden veya Türk kökenlilerden,<br />

onların duyarlılıklarını ifade ettiğimi söyleyenler oluyor, ki bu beni çok mutlu ediyor” diyor.<br />

SAYFA: 4<br />

ATEŞE ATILAN KİTAPLARIN TARİHSEL ANLAMI<br />

Kitap, diktatörlerin korkulu düşü<br />

AHMET ARPAD<br />

10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. O akşam başlayan “Kitap<br />

Yakma” girişimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç hafta içinde Almanya’da yüz binlerce kitap yok edildi.<br />

Berlin Opera Alanı’ndaki büyük ateşin çevresine toplanan keyili insanların arasında çoğunluk üniversite<br />

öğrencileriyle onların profesörleriydi. Çantalarla, sırt torbalarıyla, el arabalarıyla getirdikleri<br />

binlerce kitabı ateşe attılar.<br />

SAYFA: 16<br />

ALMAN GAZETECİ ÇİFTİN GÖZÜYLE TÜRKLER<br />

Gezi’den ‘korna kültürü’ne İstanbul<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Almanya’nın önde gelen haftalık gazetesi Die Zeit’ın Ortadoğu uzmanı Michael Thumann, tam 6 yıl<br />

İstanbul’da görev yaptı. Alman gazeteci, “Neue Anschrift Bosporus – Wie wir versuchten, in İstanbul<br />

heimisch zu werden” (Yeni Adres Boğaz – İstanbul’da Yerli Olmak için Nasıl Uğraştık) adlı kitabı<br />

kendisi gibi gazeteci olan eşi Susanne Landwehr ile birlikte kaleme aldı. Kitap, özünde yabancı bir<br />

ailenin İstanbul’da yerli olmak için uğraşmasını konu alıyor.<br />

SAYFA: 20<br />

NEONAZİ CİNAYETLERİNE “YUKARIDAN” DESTEK<br />

Almanya’nın orta yeri sinema: NSU<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

Alman ARD televizyonu Neonazi NSU örgütü, onun kuruluşu, büyü(tül)mesi ve cinayetlerine ilişkin<br />

üç bölümlük sinema ilmini nisan ayında yayımladı. Film gerek izleyiciler gerekse basın tarafından<br />

büyük ilgi gördü. Bunda mutlaka NSU cinayetlerine ilişkin en önemli soruların hâlâ cevapsız kalmış<br />

olmasının büyük rolü var. Alman basını, NSU ve 10 yıldan fazla bir süre işlediği cinayetler konusunda,<br />

yapmadığı habercilikle A’dan Z’ye sınıfta kalmıştı.<br />

SAYFA: 28<br />

2


ANLATILAN BİRAZ DA BİZİM HİKÂYEMİZDİR!<br />

Bir Arap ve bir Alman kültür krizini konuşursa...<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

İşlerin iyice kızıştığı, artık kendisini açıkça İslam karşıtı bir parti olarak tanımlayan AfD’nin (Alternative<br />

für Deutschland / Almanya için Alternatif) iktidar rüyaları görmeye başladığı Federal Almanya’da,<br />

konuyla ilgili kitaplar sektörün en verimli köşesini oluşturuyor. İlgi büyük olunca “verimlilik” de büyüyor.<br />

Bu çalışmaların en sevimlilerinden biri geçtiğimiz aylarda ralara çıktı. Kendi alanlarında son<br />

on yılda önemli adımlar atmayı başarmış, biri “Mısırlı” Alman, diğeri “organik” Alman iki enerjik yazarın<br />

ortak ürünü bir kitapçık, gerçekten kamuoyunun ilgisini topladı.<br />

SAYFA: 33<br />

BASININ VE SANATIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE BİR TARTIŞMA<br />

‘Böhmermann Vakası’ mı, başka bir şey mi?<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

Almanya bir aydan fazla bir süreden beri bir komedyeni ve bu bağlamda Tayyip Erdoğan ile Türkiye’yi<br />

tartışıyor. Jan Böhmermann, daha çok belden aşağı esprilerle Alman TV’lerinde önemli bir izleyici<br />

kitlesi bulan popüler, fakat sıradan komedyenlerden biri. Mesele bir bakıma Almanya’da seneler öncesinin<br />

çok kaliteli siyasi güldürüsünün artık kaybolmuş olması. Bunun yerini, müstehcen esprilerle,<br />

Stefan Raab gibi dünyanın her yerinden video kayıtları yayınlayarak başkalarının zayılıklarına gülen<br />

bir garip espri, güldürü kültürü aldı. Güldürü zekâsının, öğreticiliğinin yerini bir bakıma belden aşağı<br />

yapılan şakalar, küfürler ve daha da kötüsü ırkçı klişeler aldı.<br />

SAYFA: 40<br />

İŞÇİ VE FOTOĞRAF SANATÇISI KEMAL KORKMAZ’IN SERGİLERİ<br />

Sanatta nokta olmaz!<br />

Uzun yıllardır Frankfurt ve çevresinde çalışmalarını sürdüren fotoğraf sanatçısı Kemal Korkmaz, karanlığın<br />

içinden ışığa bakışın farklı insanlar yarattığını ileri sürenlerden. Kendisini de farklılaştırmak<br />

istiyor. Ama kendisini hayat karşısında hiç şartlandırmadan bir yere yerleştirdiğini söylemeyi de ihmal<br />

etmiyor.<br />

SAYFA: 44<br />

3


ALMAN DİLİNE YENİ BİR BAŞKALIĞI GETİREN YAZAR<br />

Feridun Zaimoğlu<br />

HALİT ÇELİKBUDAK<br />

✤<br />

"BEN HİÇBİR<br />

ZAMAN KENDİMİ<br />

BİR HAREKETİN<br />

TEMSİLCİSİ VEYA<br />

YAZARI GİBİ<br />

GÖRMEDİM.<br />

TÜRKLERİN DE<br />

TEMSİLCİSİ<br />

DEĞİLİM."<br />

✤<br />

Hans Peter Schaefer/commons.wikimedia.org/www.reserv-a-rt.de<br />

FRANKFURT<br />

Roman, hikâye, deneme, tiyatro<br />

oyunu gibi pek çok türde yazan Feridun<br />

Zaimoğlu, 1995 yılından bu yana çağda<br />

Alman edebiyatının önemli yazarlarından…<br />

Zaimoğlunun geçen yılın<br />

ekim ayında Kiepenheuer und Witsch<br />

Yayınevinden çıkan yeni romanı Yedikule<br />

Mahallesi büyük ilgi görüyor. Doğu ve<br />

Batı arasında bir aile destanı olarak nitelenen<br />

800 sayfalık romanda Franz isimli<br />

sosyal demokrat Alman,<br />

1939 yılında Nazi Almanyasından<br />

İstanbula kaçar, Yedikulede Abdullah<br />

Beyin yanına sığınır. Babasıyla İstanbula<br />

gelen altı yaındaki Wolf okula yeni ülkesinde<br />

balıyor ve İstanbulun en hareketli<br />

farklı din ve etnisiteleri barındıran<br />

Yedikulede büyüyor. Zaimoğluna özellikle<br />

babasının Almanyaya gelmeden önce<br />

yaadığı bu mahalle hakkında anlattığı<br />

hikâyeler esin kaynağı olmu.<br />

4


Feridun Zaimoğluun bu kitabını yazmaya<br />

iten duygu bir sürgün veya bir kaçı<br />

hikâyesi değil aslında… Onun çıkı noktası,<br />

kendi anlatımıyla, bir vatan bulma<br />

hikâyesi…<br />

Feridunun ailesi de benimki gibi<br />

bir göçmen ailesi… Benim ailemin her<br />

iki tarafı Kırımdan Bursaya, oradan<br />

da Almanyaya göç etmi. Feridun<br />

Zaimoğlunun baba tarafı Bulgaristandan,<br />

anne tarafı ise Kafkaslardan Anadoluya<br />

göç etmi. İte romandaki bir vatan bulma<br />

hikâyesi bu… Bunu bir çocuğun gözünden<br />

anlatma ikri doğuyor. Alman bir çocuğun<br />

gözünden yaamının ilk 12-14 yılı... Aynı<br />

zamanda farklı bir İstanbul fotoğrafı<br />

çıkıyor ortaya romanda…<br />

Feridun, roman ile ilgili düüncelerini<br />

öyle anlatıyor: Kimsesizlik duygusunu<br />

da ön plana çıkarmak istedim. Romanın<br />

kahramanı çocuk Wolf, annesiz büyüyor.<br />

Çünkü anne doğum sırasında ölüyor. Bu<br />

babayı da etkiliyor. Çünkü bunun suçlusu<br />

olarak bir yerde Wolfu görüyor.<br />

Romanı yazarken babamın bana anlattıklarını<br />

ve kendi yaamımı da çok düündüm.<br />

Yazarken kendimi anlatıcı konumunda bir<br />

aracı gibi hissettim. Kitap tamamlandığında<br />

kendimi Wolfun dünyasında sürgüne<br />

uğramı gibi hissediyordum.<br />

Arkadalığımız uzun yıllara dayanan<br />

Feridunu anlatmak bana göre hiç de öyle<br />

kolay değil. Onu anlatabilmek için onun<br />

dünyasını tanımak gerek. Feridun ile bir<br />

süre önce Frankfurtta Romanfabrik adlı<br />

Kültürevinde bulutuk. Yedikule romanı<br />

için okuma akamına gelmiti. Okumadan<br />

sonra Romanfabrikin yöneticisi Dr. Michael<br />

Hohmann da bize katıldı. Feridun,<br />

her zamanki gibiydi… Cebinden sarkan<br />

iri zincir, her iki elinin parmaklarında<br />

ağır gümü yüzüklerle ilk kez görenler<br />

için belki de yazardan çok, modern bir<br />

rapçi gibi görünüyordu. Gece boyunca<br />

Alman edebiyatından, dünya haline<br />

kadar aktüel pek çok eyi konutuk. Göçü<br />

konutuk. Almanyadaki Türkleri konutuk.<br />

Avrupaya, daha doğrusu Almanyaya gelen<br />

sığınmacıları konutuk. Hazırlıkları yaptığı<br />

yeni romanını da konutu. İzin almadığım<br />

için burada yazamadığım yeni romanı<br />

eminim ki daha öncekiler gibi Almanyayı<br />

sarsacak. Sadece unu yazabilirim: Yeni<br />

romanıyla daha önce hiç denemediği yepyeni<br />

bir alana adım atıyor.<br />

“TEMSİLCİ DEĞİLİM”<br />

Feridun Zaimoğlu, bir hareketin veya<br />

bir grubun yazarı değil… Zaten bunu kendisi<br />

de ifade ediyor. Ben hiçbir zaman<br />

kendimi bir hareketin temsilcisi veya<br />

yazarı gibi görmedim. Türklerin veya<br />

Türk kökenlilerin de temsilcisi değilim.<br />

Almanyada yaayan Türkler heterojen<br />

bir topluluk. Türklerden veya Türk kökenlilerden,<br />

onların duyarlılıklarını ifade<br />

ettiğimi söyleyenler oluyor, ki bu beni<br />

çok mutlu ediyor. Kamusal tartımalara<br />

sadece, politikacı veya bir entel edasıyla<br />

değil, zayıların ve güçsüzlerin aağılan-<br />

KİTAPLARI<br />

• Kanak Sprak, 1995<br />

• Abschaum - “ie wahre Geschichte von<br />

”rtan Ongun, 1997<br />

• Koppstof, 1999<br />

• Liebesmale, scharlachrot, 2000<br />

• Kopf und Kragen, 2001<br />

• German Amok, Roman, 2002<br />

• Leinwand, Roman, 2003<br />

• Othello, Neuübersetzung, 2003<br />

• “rei Versuche über die Liebe,<br />

Theaterstücke, 2003<br />

• Zwölf Gramm Glück, ”rzählungen, 2004<br />

• Leyla, Roman, 2006<br />

• Rom intensiv, ”rzählungen, 2007<br />

• Von der Kunst der geringen Abweichung, 2007<br />

• Liebesbrand, Roman, 2008<br />

• Ferne Nähe, Tübinger Poetik-“ozentur, 2008<br />

• Hinterland, Roman, 2009<br />

• Russ, Roman, 2011<br />

• “er Mietmaler: eine Liebesgeschichte, 2013<br />

• Isabel, Roman, 2014<br />

• Siebentürmeviertel, Roman, 2015<br />

5


Arne List/commons.wikimedia.org<br />

masına sinirlenen bir insan olarak yapıyorum<br />

diyor.<br />

Zaimoğlu, 1995de yazdığı ilk kitabı<br />

Kanak Dili yayınlandığından beri<br />

Almanyayı kasıp kavuruyor. Türkiyede<br />

pek tanınmasa da ünü çoktan Almanyanın<br />

sınırlarını amı bir yazar. Boluda<br />

1964te dünyaya gelen ve bir yıl sonra ailesiyle<br />

Almanyaya gelen Zaimoğlu, çağın<br />

önemli edebiyatçıları arasında yer alıyor.<br />

Edebiyat bir sanattır. İnsanın en iyi bildiği<br />

dilde yazılmalıdır derler. Zaimoğlu<br />

eserlerini en iyi bildiği dil olan Almanca<br />

yazıyor. Zaimoğlu da zaten 52 yıldır<br />

Almanyada yaıyorum. Kendimi Almanca<br />

daha iyi ifade edebiliyorum. Keke canım<br />

Türkçeye de Almanca gibi hakim olabilseydim…<br />

Ama küçük yata geldiğimden<br />

bu fazla mümkün olmadı. Ufak tefek Türkçe<br />

denemelerim olsa da bunlar yayınlanacak<br />

olgunlukta değil diyor.<br />

Bugüne kadar çok sayıda ödül alan Zaimoğlu,<br />

en son ubat ayında da Berlin Edebiyat<br />

Ödülüne layık bulundu. Preussische<br />

Seehandlung Vakfı tarafından verilen<br />

ödülle birlikte Berlin Hür Üniversitesi<br />

Heiner-Müller Konuk Profesörlük kürsüsünde<br />

bir sömestr ders verecek. Zaimoğlu,<br />

ödül töreninde yaptığı konumada,<br />

Almanyaya gelen birinci neslin kendisi için<br />

önemine değindi ve öyle dedi:<br />

Bazıları benim gibi Türk kökenli yeni<br />

Almanlara bakınca ödleri kopuyor. Siz mi?<br />

diyorlar. Tabii ki bazıları da, Siz bizden<br />

değilsiniz diyorlar. Bizler ama bakalarına<br />

bakmadığımız için, burada yaadığımız<br />

6


için yaamımızın simgesi olarak Almanlığı<br />

yaıyoruz. Bu yüzden ben orada üniversitede<br />

eğer ders vereceksem, bunu ımarmadan<br />

yapacağım. Çünkü içi çocuğuyum.<br />

Ben o üniversitede bunu yapabiliyorsam,<br />

kurban olduğum birinci nesile borçluyum.<br />

Bu ödül biraz da benim için duygusal bir<br />

ödül. Bunu çok çok sevdiğim birinci nesile<br />

de verilmi bir ödül olarak görüyorum.<br />

Belki biraz garip ama biliyorsunuz biz yeni<br />

Almanlar çok duygusalız. Deliyiz.<br />

Zaimoğlu, törende Almanca yazan<br />

bir yazar olarak eserlerinde alıılmıın<br />

dıında farklı bir dil kullandığının anımsatılması<br />

üzerine, Ben annemin, babamın<br />

ve birinci neslin zenginliğinin mirasçısıyım.<br />

Ben o mirası yadsıyamam. Tam<br />

aksine, Alman diline o acayipliği, bakalığı<br />

getiriyorum. Baka baka resimleri.<br />

Ben öyküsel yazıyorum. Anlatmak istiyorum.<br />

Anlatım içerikli bu kitaplar diye<br />

konutu.<br />

HANGİ EDEBİYATIN YAZARI?<br />

Aslında Almanlar, Almanca yazan Türk<br />

kökenlilerin adını ilk kez 1970lerde duymaya<br />

baladı. Yüksel Pazarkaya, Aras<br />

Ören gibi yazarlar Almanca yazan ilk<br />

yazarlar arasındaydı. Bu romanların,<br />

öykülerin dili Almanca olmasına rağmen,<br />

Alman edebiyatından sayılmadı. Bu yazarların<br />

eserleri kitabevlerinin ralarında<br />

misair/göçmen içi edebiyatı olarak<br />

yer aldı. Bu isimlendirmeler Konuk İçi/<br />

Misair Edebiyatı/Gast Arbeit, Yabancılar<br />

Edebiyatı ve Almanyalı Türklerin<br />

Edebiyatı gibi adlar verilerek devam<br />

etti. Ama artık gelime bu nitelemelerin<br />

dıında bir boyut kazandı. Doğrudan<br />

Almanca yazanlar var. Feridun Zaimoğlu<br />

bu yazarlardan… Türk kökenli Alman<br />

yazar… Alman eletirmenlere, edebiyat<br />

çevrelerine göre onun eserleri de Alman<br />

edebiyatından sayılıyor.<br />

Türk kitap, edebiyat, kültür dünyasının<br />

bir numaralı otoritesi yazar, eletirmen,<br />

gazeteci Doğan Hızlan 2000 yılındaki<br />

Frankfurt Kitap Fuarıdan sonra<br />

TİYATRO OYUNLARI<br />

• Casino Leger<br />

UA Schauspiel Frankfurt, 2003<br />

• Ja. Tu es. Jetzt.<br />

UA Junges Theater Bremen, 2003<br />

• Halb so wild<br />

UA Theater Kiel, 2004<br />

• Othello<br />

nach Shakespeare<br />

UA Kammerspiele München, 2003<br />

• Lulu Live<br />

nach Wedekind<br />

UA Kammerspiele München, 2006<br />

• Nathan Messias<br />

UA Schauspiel Düsseldorf, 2006<br />

• Schwarze Jungfrauen<br />

Theater Hebbel am Ufer, 2006<br />

• Molière<br />

UA Salzburger Festspiele,<br />

Schaubühne am Lehniner Platz, 2007<br />

• Romeo und Julia<br />

nach Shakespeare<br />

UA Theater Kiel, 2006<br />

• Schattenstimmen<br />

UA Schauspiel Köln, 2008<br />

• Alpsegen<br />

UA Kammerspiele München, 2011<br />

• Moses<br />

UA Oberammergauer Passionstheater 2013<br />

7


✤<br />

BONN/BAD<br />

GODESBERG'DE<br />

LİSEYİ<br />

BİRİNCİLİKLE<br />

BİTİREN<br />

ZAİMOĞLU,<br />

AİLESİNİN<br />

ARZUSUNA<br />

UYARAK 1984<br />

YILINDA KIEL'DE<br />

TIP EĞİTİMİNE<br />

BAŞLADI.<br />

AMA...<br />

✤<br />

öyle yazıyordu: Almanyada çok tanınan<br />

Zaimoğlu Almanca yazıyor. Hangi ülkenin<br />

edebiyatına dahil etmek gerekir onu?<br />

Alman edebiyatının yazarı mı, yoksa Türk<br />

edebiyatının mı? Edebiyat mercileri bu<br />

konuda çekimser. Bir türlü karar veremiyorlar.<br />

Doğan Hızlan iki yıl sonra, yani<br />

2002 Kitap Fuarından sonra ise kararını<br />

veriyor ve onu Alman edebiyatına<br />

kaptırmak istemiyor. öyle yazıyordu:<br />

Almanca yazan Almanyalı Türkler, hangi<br />

ülkenin edebiyat tarihine<br />

geçecek? Mutlaka<br />

bizim edebiyatımıza.<br />

Çünkü yazdıklarında<br />

bu ülkenin kültürün<br />

etkisi var.<br />

Ancak Zaimoğlunu<br />

daha iyi tanıyabilmek<br />

için aslında zamanı<br />

biraz geriye sarmak<br />

gerekli. Aynen bir ressamın<br />

yaptığı resmin<br />

bütünlüğünü daha iyi<br />

görebilmek için tuvalinden<br />

bir adım geriye<br />

gitmesi gibi…<br />

1964 Bolu doğumlu<br />

Zaimoğlu, bir yaında<br />

Almanyaya gelmi.<br />

Kendi deyimiyle getirilmi.<br />

Önce babası<br />

Metin gelmi, çok<br />

kısa bir süre sonra o da annesi Güler<br />

ile gelmi. Önce Berline gelmiler. Film<br />

ve tiyatro sanatçısı olan kız kardei<br />

Belhe, Berlinde doğmu. 1970 yılında<br />

Münihe daha sonra da Bonna taınmılar.<br />

Zaimoğlunun Almancası okula<br />

baladığında çok zayıfmı. Birinci sınıftaki<br />

öğretmeni, bir gün Zaimoğluna Ya<br />

Almanca öğrenirsin ya da seni sınıftan<br />

atarım demi… Öğretmenim Benim için<br />

büyük bir anstı diyor Zaimoğlu… Böylece<br />

Almanca öğrenmeye balıyor. Hem<br />

de nasıl… Almancayı yutarcasına öğrendiğini<br />

söylüyor Zaimoğlu… Okuyor, okuyor,<br />

okuyor. Kitaplar, çizgi romanlar, reklam<br />

broürleri bile okuyor. Velhasıl yazılı olan<br />

ne varsa okuyor. Bir daha da bu tutkudan<br />

vazgeçmiyor. Zaimoğlu, Aslında bu<br />

Almanca öğrenmekten daha fazlasıydı söz<br />

konusu olan diyor. Kafasında, anne babasının<br />

sürekli anlattığı bir Türkiyeyi dinliyor,<br />

dıarıda ise gerçek sıkıntıyı görüyor.<br />

O zaman hıımla dolaıyor. Öfkesi ite<br />

daha o zamanlar balıyor. Kendisiyle<br />

dünya arasında belli belirsiz bir mesafe<br />

olduğu duygusu ite o zaman doğuyor.<br />

Zaten ilk kitaplarında<br />

da görüldüğü<br />

gibi onda bu<br />

duygunun varlığı<br />

uzun süre etkili<br />

bir ekilde devam<br />

ediyor.<br />

Bonn/Bad<br />

Godesbergde<br />

liseyi birincilikle<br />

bitiren Zaimoğlu,<br />

ailesinin arzusuna<br />

uyarak 1984<br />

yılında Kielde tıp<br />

eğitimine balamı.<br />

Aslında<br />

baarılı bir tıp<br />

öğrencisi olan<br />

Feridun her fırsatta<br />

Ne iim var<br />

benim burada<br />

diye hayılanır…<br />

Beni beyaz doktor önlüğü ile gören<br />

annem babam büyük gurur duyuyorlardı…<br />

Göğüsleri kabarıyordu diyen Feridun,<br />

doktor unvanını alamadan eğitimini<br />

yarıda bırakır. 1986da Güzel Sanatlar<br />

Fakültesinde eğitime balar. Ancak bir<br />

müddet sonra onu da yarıda bırakır. Bu<br />

yüzden bazen kendisini aka yollu Lise<br />

mezunu Türk/Okumu Türk anlamına<br />

gelen Abiturtürke olarak niteliyor.<br />

Eğitimini yarıda bırakan Feridun Zaimoğlu<br />

çeitli ilere girip çıkar. Çalıtığı<br />

yerler arasında bir mezbaha da vardır. O<br />

günler için öyle diyor: Tipik bir hayatta<br />

kaybetmi gençtim. Biraz da melankolik<br />

8


ir aptal diyebilirim. Hayatta ne yapacağını<br />

bilmeyen biriydim. Çıkmaz sokaktaydım.<br />

KANAK SPRAK (KANAK DİLİ)<br />

Yazarlara hep sorarlar ya… Yazı<br />

yazmaya nasıl baladınız? Feridun<br />

Zaimoğlunun bu soruya verdiği cevap<br />

anlamlı… Aslında ben de hâlâ bunu düünüyorum.<br />

Sanırım kendiliğinden baladı.<br />

Çocukken yaamın ince ayrıntıları<br />

Feridun, o an İte aradığım bu diye<br />

düünür. Hemen bir ödünç daktilo bulup<br />

bu duyguları kağıda döker ve edebiyat<br />

dünyasına girii Kanak Sprak (Kanak<br />

Dili) kitabıyla olur.<br />

1995de Hamburgda Rotbuch Yayınevi<br />

tarafından yayınlanan kitapta toplumun<br />

dıına itilmi ikinci nesilden 24 Türk genci<br />

anlatılıyor. Bir nevi belgesel niteliğindeki<br />

kitabı Türkçe-Almanca ve argo karıımı<br />

özgün bir dille yazmı… 24 Türk gencinin<br />

kendi jargonlarıyla noktasız, virgülsüz<br />

beni büyülüyor, etrafımda her eyi hissediyordum<br />

ama bir türlü tanımlamakta<br />

zorluk çekiyordum. Derler ya ruh bedene<br />

sığmadı, tatı. Bende de öyle oldu zannediyorum.<br />

Daktiloya bo bir kağıt ilk cümleyi<br />

yazdım ve gerisi kendiliğinden geldi. <br />

Feridun Zaimoğlu aslında yazı dünyasına<br />

düz yazı değil, iir yazarak girer.<br />

iirler yazar, ama kısa bir süre yazdıklarının<br />

beğenilmediğini görünce yazmayı<br />

bırakır. İkinci ve üçüncü neslin isyanını<br />

hisseder. 1990 civarı, genellikle rapçi<br />

Türk gençleriyle takılır, bir gece bu gençlerden<br />

biri aniden büyük bir öfke tiradı<br />

atar. Rapçi Türk genci hiçbir yere gerçek<br />

anlamda ait olmamanın öfkesiyle bağırır.<br />

konumalarını içeren kitap bir anda<br />

büyük sansasyon yaratır. Feridun Zaimoğlu<br />

kitabıyla o zamana kadar genelde<br />

hep mağdur rolündeki misair içi Ali<br />

kliesinin dıına çıkar. Eletirmen Cristina<br />

Nord, kitabı öyle yorumluyor. Yazar<br />

göçmen edebiyatı kliesini ortadan kaldırıyor,<br />

göçmenlerin ezildikleri sözde kültür<br />

oku öykülerine son noktayı koyuyor.<br />

Zaimoğlunun kahramanlarının sorunu, iki<br />

kültür arasında yaamak zorunluluğundan<br />

değil, Almanyada karı karıya kaldıkları<br />

dılanmadan, toplumun dıına itilmilikten<br />

kaynaklanıyor. Feridun Zaimoğlu<br />

bu kitabıyla artık Türklerin Malcom Xi<br />

olarak nitelenir.<br />

9


✤<br />

"YA YÜZÜNÜ<br />

ŞEYTAN GÖRSÜN<br />

DEYİP ALMAN<br />

TOPLUMUNA<br />

KÜSECEKTİM<br />

YA DA KENDİMİ<br />

FRENLEYECEKTİM.<br />

FRENLEDİM,<br />

ÖZGÜVENİMİ<br />

YANIMA<br />

ALDIM VE YOLA<br />

ÇIKTIM."<br />

✤<br />

Feridun Zaimoğlunun nesli ya<br />

Almanyada doğmutur ya da çok küçük<br />

yalarda Almanyaya aileleriyle gelenlerdir.<br />

Evde Türkçe, okulda Almanca konu-<br />

urlar. Genelde sorunlu gençler olarak<br />

büyürler. Zaimoğlu, birinci kuağın ezik,<br />

mağdur rolünü kesinlikle kabul etmeyip<br />

bunlara gerekçe de aramaz. Argo ağırlıklı<br />

Kanakça ile özgür bir konuma dili yaratır.<br />

Bu da ikinci ve daha çok da üçüncü<br />

kuak gençlerin sloganı olur. Kanak veya<br />

Kanake, önceleri Büyük Okyanusun doğusundaki<br />

Polinezya ada<br />

grubundan gelen ve<br />

Polinezyalı adı verilen<br />

göçmenlere yönelik<br />

bir addır. Daha sonra<br />

Almanyada Türklere<br />

yakıtırılmı aağılayıcı<br />

bir söz olmasına<br />

karılık Zaimoğlunun<br />

kitabından sonra<br />

olumsuz anlamını<br />

kaybedip hak arayıcı<br />

bir slogan olmutur<br />

adeta… Feridun Zaimoğlu,<br />

2005 yılında<br />

Hürriyet gazetesindeki<br />

bir söyleisinde<br />

bu konuda öyle konu-<br />

uyordu: Ya, yüzünü<br />

eytan görsün deyip<br />

Alman toplumuna<br />

küsecektim ya da kendimi<br />

frenleyecektim. Frenledim, özgüvenimi<br />

yanıma aldım ve yola çıktım. Biz<br />

Almanyada acayip bir kavganın içindeyiz.<br />

Asimilasyon kavgası sürüyor. Almanlar<br />

Türklere Bize ayak uyduracaksınız. Size<br />

baktığımızda aynaya bakmı gibi olacağız<br />

diyorlar. Bu delilik. Karı koyuyoruz.<br />

Benimki bireysel bir bakı açısı. Zorbalığa<br />

karı tepki veriyorum...<br />

ERTAN ONGUN’UN GERÇEK HİKÂYESİ<br />

Zaimoğlunun büyük yankı uyandıran<br />

ilk kitabını okuyan geçmite uyuturucu<br />

bağımlısı, sabıkalı olan 25 yaındaki bir<br />

Türk kendisine bavurarak yaadıkla-<br />

rını anlatmak ister. Böylece 1997 yılında<br />

Abschaum – Die wahre Geschichte von<br />

Ertan Orgun (Ertan Ongunun gerçek<br />

hikâyesi) ortaya çıkar. Türk genci, uyuturucu<br />

çevrelerini ve sokak ile cezaevi arasındaki<br />

yaamı kadar arzularını, hayallerini<br />

de anlatır. Yaadıklarını geni kitlelere<br />

duyurmak istiyordur… Kitap zaman<br />

sıralamasına bakılmaksızın 35 bağımsız<br />

hikâyeden oluur. Bu eser temel alınarak<br />

2000 yılında Kanak Attack isimli sinema<br />

ilmi çekilir.<br />

KAFA ÖRTÜSÜ<br />

(KOPFSTOFF)<br />

Zaimoğlu,<br />

1999da üçüncü<br />

kitabı Kafa<br />

Örtüsünde (Kopfstof)<br />

çeitli<br />

sebeplerle toplum<br />

dıına itilmi 26<br />

Türk kadınının<br />

konumalarını<br />

yazar. Kadınlar<br />

üçüncü kuağın<br />

çökmü psikolojisi<br />

ve arayıı içindedirler.<br />

Aralarında<br />

kendi kültürlerine<br />

bile mesafeli<br />

bakanlar, kendilerini<br />

yaadıkları çevrenin dıında kabul<br />

etmeyen pein hükümlü anlayılara direnenler<br />

çoğunluktadır. Onların gelecek için<br />

değiim umudu vermeyen yaamları, geleneksel<br />

değerlerle modern anlayıın kar-<br />

ıtlıklarına sahne olur. Yabancılık duygusunu<br />

derinden yaayan, geleceklerini kendileri<br />

çizmeye karar veren, çaresiz konumlarında<br />

sessizliğe gömülen bu kadınları<br />

yatıtıran tek olgu, yaadıkları tüm güç<br />

koullara karılık baskılardan kurtulduklarını,<br />

kiiliklerini bu yolla gelitirdiklerini<br />

hissetmeleridir. Kadınlar çokkültürlü<br />

bir toplumda doğan ve yetien, ne Alman,<br />

ne Türk, yani Türk kökenli Almandan bakası<br />

değildir. Zaimoğlu, kadınların söz-<br />

10


lerinin sertliğiyle 20nci yüzyılın bütün<br />

çelikilerine yönelik isyanı duyurur. Kafa<br />

Örtüsünün konumacıları, üçüncü kuağa<br />

gelinceye kadar konuamadığı, çekindiği<br />

için haklarını soramayan bütün yabancı<br />

kadınların öcünü almak istercesine hırçındır.<br />

AŞK YANIĞI (LIEBESBRAND)<br />

Feridun Zaimoğlu, ilk üç kitabında<br />

isyanı dile getirdikten sonra 2000 yılında<br />

kurgusal bir roman yazar… İlk üç kitabıyla<br />

kült bir yazar olan Feridun Zaimoğlu,<br />

ikinci ve üçüncü kuak gençliğin<br />

gelitirdiği dili Kanaka sahip çıkmıtı.<br />

Türklere hakaret anlamında kullanılmasının<br />

izlerini silip gururla taınan<br />

bir kavram haline getirdi. İlk üç kitabında<br />

bu dili kullanıp aynı kültürü tanıttı, ama<br />

artık altkültür yazarı olamazdı. Bunun<br />

ötesine geçmesi gerekiyordu. Buna da yeni<br />

romanıyla adımı attı.<br />

Yazar Metin Celal, Cumhuriyet gazetesinde<br />

Okuduklarım isimli köesinde<br />

romanı öyle anlatıyor:<br />

Bir otobüs kazası ile balıyor Feridun<br />

Zaimoğlunun romanı Ak Yanığı (çev.<br />

Nafer Ermi, Ağustos 2010, İmge Kitabevi).<br />

David (Davud), ailevi bir sorun nedeniyle<br />

Türkiyeye gelmitir. Bir gece yolculuğu<br />

sırasında çok kiinin öldüğü<br />

otobüs kazasından ans eseri kurtulur.<br />

Onun hayatta kalmasına sarıın bir kadın<br />

yardım eder, su verir, alnındaki kanı siler,<br />

doktoru getirir. Alman plakalı bir arabadan<br />

inmitir kadın. Davide yardım<br />

ettikten sonra da arabasına binip gider.<br />

David o anda, ilk bakıta âık olmutur<br />

kadına. David uzun bir hastane macerasından<br />

sonra Almanyaya döndüğünde<br />

aklında kadının bindiği arabanın plakası<br />

ve kadının parmağında gördüğü<br />

mine kaplı yüzük, elinde kadının son anda<br />

düürdüğü saç tokası ve yüzünde kazadan<br />

kalan belirgin yara izleri vardır.<br />

David, Almanyada büyümü, orada<br />

hayatını sürdüren biri olmasına rağmen<br />

bir Alman olmadığını daha net kavrıyor<br />

hastanede. Tabii, hastanede dinlediği<br />

ALDIĞI ÖDÜLLER<br />

1977 - civis Hörfunk- & Fernsehpreis<br />

(zusammen mit Thomas Röschner)<br />

1998 - Drehbuchpreis des Landes Schleswig-Holstein<br />

2002 - Friedrich-Hebbel-Preis<br />

2003 - Preis der Jury beim Ingeborg-Bachmann-<br />

Wettbewerb<br />

2003 - Inselschreiber auf Sylt<br />

2005 - Adelbert-von-Camisso-Preis<br />

2005 - Villa Massimo-Stipendium<br />

2005 - Hugo-Ball-Preis der Stadt Pirmasens<br />

2006 - Kunstpreis des Landes Schleswig-Holstein<br />

2007 - Carl-Amery-Literaturpreis<br />

2007 - Grimmelshausen-Preis<br />

2007 - Tübinger Poetik-Dozentur gemeinsam mit<br />

Illija Trojanow<br />

2008 - Corine Internationaler Buchpreis<br />

2010 - Jakob-Wassermann-Literaturpreis<br />

2010 - Kulturpreis der Stadt Kiel<br />

2012 - Preis der Literaturhäuser<br />

2013 - Literaturpreis FERONIA (Italien),<br />

für den ausländischen Schriftsteller des Jahres<br />

2015 - Mainzer Literaturpreis (Mainzer Stadtschreiber)<br />

<strong>2016</strong> - Berliner Literaturpreis<br />

11


hikâyeler, insanların davranıları ve özellikle<br />

bakı açıları, felsefeleri tam anlamıyla<br />

Türk olmadığını, bu bakı açısına,<br />

anlayıa sahip olmadığını ve olamayacağını<br />

da düündürüyor ona.<br />

David, bir dönem borsada oynayıp çok<br />

para kazanmı. O parayla hayatını sürdürüyor.<br />

Zaman geçirmek için yaptığı<br />

hemen hiçbir ey yok. Bombo ve sıkıcı<br />

bir hayatı var. Daha sonra seyahatlerinde<br />

ona elik edecek Gabriel dıında pek<br />

arkadaı da yok. Hayatına giren kadınlar<br />

kalıcı olmamı. Akrabalarıyla ilikisi de<br />

oldukça zayıf. Yani Almanyaya, Kiele<br />

dönüünde onu bekleyen bir ey yok.<br />

Dönmese kimse fark etmeyecek yokluğunu.<br />

Belki de hayatındaki boluğu doldurmak<br />

amacıyla sadece bir an gördüğü<br />

ve o anda âık olduğu kadını arayıp bulmaya<br />

karar veriyor. Araba plakasından<br />

kadının oturduğu ehri buluyor; Nienburg.<br />

Kuzey Almanyada küçük bir kasabadır<br />

burası. Bir süre nerede bulacağını bilmeden<br />

kadını aradıktan sonra onunla bir<br />

kafede karılaıyor. Kadın onu tanımıtır.<br />

Benden ne istiyorsun? diye sorar. Senin<br />

âığın olmak istiyorum diye cevap verir<br />

David. İsmini bir kuzey efsanesinden alan<br />

Tyra evli, iki çocuk sahibi olduğunu söyler<br />

ve bu iten vazgeçmesini ister. Kafeden<br />

çıkıp ayrılırlar ama tam David arabasıyla<br />

gidecekken yan camda bir ey tıkırdar,<br />

önce yüzüğü, sonra Tyrayı görür. Birlikte<br />

ehir dıındaki bir otele gidip seviirler.<br />

Sabah uyandığında Tyra yoktur. Benim<br />

âığım olamazsın diye balayan ve bu i<br />

burada bitsin diyen bir not bırakmıtır<br />

Tyra.<br />

Kadın için bir gecelik bir kaçamak olan<br />

bu sevime David için balangıç olur. O<br />

artık iyice aka, daha doğrusu Tyraya<br />

kapılmıtır. Kiele eski hayatına döner<br />

ama onu unutamaz. Tekrar Nienburga<br />

gider. Tyranın kocasının eczanesini<br />

bulur. Tyranın Ortaçağ hakkında doktora<br />

yapmak üzere Göttingene gittiğini<br />

öğrenir. Göttingen Üniversitesini arayınca<br />

da Tyranın Pragda olduğunu... Ak hayatı<br />

hayal kırıklıkları ile dolu olan en yakın<br />

arkadaı Gabrielle Praga giderler.<br />

Feridun Zaimoğlu, Davidde yarattığı<br />

yabancıyla varoluçuluğun temel tartımalarını<br />

tekrar gündeme getiriyor. David,<br />

Tyranın izini sürerken aslında kendi<br />

varlık sebebini sorguluyor. Peine dütüğü<br />

eyin ak olduğunu sansa da ulamak istediği<br />

Tyra ile birlikte yaam değil, kendi<br />

hayatındaki boluğu doldurup anlamlı<br />

kılmak, yoksa yaamak için hiçbir gerekçesi<br />

kalmayacak. Romanın ilerleyen sayfalarında<br />

kocasını terk ettiğini öğrendiğimiz<br />

Tyranın da kendine has, varolu-<br />

una dönük bir arayıı var. Tyra, varolu-<br />

unun anlamını dine sıkıca bağlanmada<br />

buluyor. Eletirmenler, Zaimoğlunun Ak<br />

Yanığında modern bir akı, romantizm<br />

geleneği içinde anlatmayı baardığını<br />

yazmı. Davidin arayıının aksal değil<br />

varolusal olduğu, Dünyada varolması için<br />

bir neden aradığı göz önüne alınırsa Ak<br />

Yanığına varoluçu bir roman demek daha<br />

doğru sanırım.<br />

DÖNÜM NOKTASI TRAFİK KAZASI<br />

Feridun Zaimoğlu, Liebesbrand (Ak<br />

Yanığı) romanını yazdıktan yaklaık<br />

altı yıl sonra 2006 yılında annesiyle birlikte<br />

büyük bir traik kazası geçirir… Yaz<br />

12


tatilini geçirmek için Türkiye`ye giden<br />

Feridun ve annesi Güler, gece otobüsle<br />

Ankaradan Ayvalıka giderlerken 12 yolcunun<br />

öldüğü, 21 yolcunun da ağır yaralandığı<br />

kazayı yaralı atlatırlar. Feridun,<br />

Annem en arka koltukta oturmak istemiyordu.<br />

Biletlerimize göre 49-50 numaralı<br />

koltuklara oturacaktık. Annem, otobüs<br />

hareket etmeden 15 dakika önce otobüsteki<br />

yerimizi değitirince orta sıralara<br />

geçtik. Kazadan sonra, asıl yerimizde oturanların<br />

öldüğünü gördüm diyor.<br />

11 Ağustos gecesi Bursa yakınlarında<br />

çevre yolundaki Görüklede meydana<br />

gelen kazada Feridun ve annesinin içinde<br />

bulunduğu otobüs bir kamyona arkadan<br />

çarpar. Feridun kaza anını öyle hatırlıyor,<br />

Ben geceleri uyuyamam. Bu yüzden uyanıktım.<br />

oförün uyukladığını fark ettim.<br />

Tam o sırada otobüs, orta eritte giden<br />

kamyona hızla arkadan çarptı. Çarpar<br />

çarpmaz otobüs sola devrildi ve otobüsün<br />

arka kısmı birden alev almaya baladı.<br />

Bizim daha önceki koltuk numaramızda<br />

oturanlar ne yazık ki yaamını yitirdi.<br />

Kader bu. Annem ve ben haif yara alarak<br />

kazayı atlattık.<br />

Feridun kaza sonrası geçirdiği korku<br />

ve ok dolayısıyla bir daha da uçağa<br />

binemez. Bindiği otobüs kaza geçirmesine<br />

rağmen bu korku bir ekilde uçak yolculuğuna<br />

yansır. Feridun, uçak korkusunu<br />

atlatmak için seminerlere katılsa<br />

da korkuyu yenemez. Bu yüzden çok sevdiği<br />

ailesini görmek için artık Türkiyeye<br />

pek gidemez. Uzunca bir aradan sonra en<br />

son <strong>2016</strong> yılı yaz aylarında Alman İkinci<br />

Televizyonu ZDFin Yedikule romanını<br />

konu alan belgesel için Türkiyeye gider.<br />

Feridun, bu yolculuğu da otobüsle yapar.<br />

Frankfurttan balayan yolculuğunu da<br />

günbegün haftalık Die Zeit gazetesinde<br />

yazan Feridunun bu yazıları onun aynı<br />

zamanda onun insanların günlük yaamını<br />

nasıl gözlediğinin de kanıtı…<br />

DAKTİLO İLE YAZIYOR<br />

Ünlü yazarların kitaplarını nasıl yazdıkları<br />

hep merak konusu olmutur. Gece mi<br />

SERGİLER<br />

2013 GALERIE RICHTER, Lütjenburg<br />

2013 Afordable Art Fair, Hamburg<br />

2013 CCA&A Gallery, Hamburg<br />

2013 Literatur Moths, München<br />

2014 Kunstkreis Preetz e.V.<br />

2014 Kunstverein Schwimmhalle<br />

Schloss Plön e.V. (Karma Sergi)<br />

<strong>2016</strong> Gutenberg-Museum, Mainz<br />

yazarlar, gündüz mü yazarlar, ilham perisinin<br />

gelmesini mi beklerler, hep merak<br />

edilmitir. Nobel ödüllü Alman yazar<br />

Günter Grass, yazdıklarını daha sonra<br />

odada dolaarak kendi kendine yüksek<br />

sesle okurmu. Okurken kulağına ters<br />

gelen bir ey varsa hemen değitirirmi.<br />

Fransız yazar Albert Camus, yatakta<br />

oturup yazarmı kitaplarını…<br />

Feridun Zaimoğlu da Kieldeki evinde<br />

daktilo ile yazıyor. Bilgisayar kullanmıyor.<br />

En sevdiği AEG Olympia Carrera<br />

SE modeli… Bunlar artık imal edilip satılmıyor.<br />

Ancak ikinci el olarak e-bay platformunda<br />

bulunabiliyor. Bu yüzden Feridun<br />

Zaimoğlu yıllar önce tüm arkadalarını<br />

seferber etmi… Bu marka elektrikli daktiloları<br />

nerede buldularsa satın almı.<br />

Sekiz adet bulunmu. İkisini o dönemler<br />

Türkiyeye annesini evine götürmü. Üçü<br />

de maalesef bozulmu. Daktilo dönemi<br />

geçtiği için daktiloların yazı eritlerinden<br />

yeteri kadar depo etmi. Zaimoğlunun<br />

13


eserlerini daktilo da yazması çok<br />

anlamlı… Daktiloda yazdığınız her ey,<br />

bastığınız her harf artık sabittir. Yazarken<br />

siz daha çok konuya, hikâyeye, romana<br />

odaklanırsınız. Hikâyenin akıp gitmesini<br />

sağlarsınız. Bilgisayar ekranında ise<br />

harler, kelimeler hâlâ uçuuyordur. Hiçbir<br />

ey sabit değildir. Yazdığınız bir eyden<br />

kolaylıkla vazgeçip silebilirsiniz. Ama bu<br />

hikâyenizi bozabilir diyor...<br />

İlk kitabından sonra Feridun<br />

Zaimoğlunun yaamı altüst olur. Artık<br />

onun için her ey yazmak ve okumaktır.<br />

Feridun Zaimoğlu bu durumu öyle açıklıyor;<br />

Eğer Kielde, evimde isem her gün<br />

kahvaltıdan hemen sonra yazmaya balıyorum,<br />

öğlenleri ve akamları yazıyorum.<br />

Veya okuma akamları için seyahatte oluyorum.<br />

Hiç tatil yapmıyorum, uçak korkusundan<br />

uzun süredir gidemiyorum ama<br />

önceleri Türkiyeye ailemin yanına gittiğim<br />

zaman da sabah, öğlen, akam yazıyorum.<br />

Baka türlü yaayamıyorum diyor.<br />

LEYLA<br />

Feridun Zaimoğlunun eserleri arasında<br />

Leylanın ayrı bir önemi var. Çünkü<br />

kendi ailesinin hikâyesinden esinlenir<br />

Leylayı yazarken… Roman, 1940lı yıllarda<br />

Malatyada doğan Leylanın iddet ve<br />

yoksulluk içinde geçen çocukluğu ile balıyor<br />

ve evlenerek Almanyaya gitmesi ile<br />

son buluyor. Feridun Zaimoğlu, haftalar<br />

boyunca Ankaradaki evinde annesinin<br />

hikâyesini dinlemi, dinlediklerini kasetlere<br />

kaydetmi… Zaimoğlu, bir kadının<br />

dünyasına girmenin ise kendisi için zor<br />

olduğunu söylüyor: Çok zor oldu. 18 ay<br />

aratırdım. Aylarca deli oldum diyebilirim.<br />

Aylarca daktilo baında bir kadın olarak<br />

yazmak istedim. Yapamadım. Her gün<br />

saatlerce daktilo baında oturuyorsunuz,<br />

anlatacağınız hikâyeleri zaten not etmisiniz,<br />

biliyorsunuz, kitabın baını, ortasını,<br />

sonunu biliyorsunuz ama yazamıyorsunuz<br />

çünkü beceremiyorsunuz diyerek<br />

zorluğu dile getiriyor.<br />

Leyla romanı Almanyada piyasa çıkı-<br />

ından üç yıl sonra Türkçeye çevrilmi.<br />

Annesi Güler Hanım da Almancası yetersiz<br />

olduğu için, romanı ancak Türkçeye çevrildikten<br />

sonra okuyabilmi. Leyla romanı<br />

için yaptığı okuma akamlarına katılanlar<br />

hep Lütfen anneniz Leylaya selamlarımızı<br />

iletin diyorlarmı … Feridun<br />

Zaimoğlu, Bu benim çok houma gidiyordu.<br />

Onlara annemin hikâyesinden<br />

yola çıkıp roman kahramanını kurguladığımı<br />

söylesem de fark etmiyordu. Benim<br />

baıma gelenler annemin de baına geliyordu.<br />

Annemi tanıyanlar da inanmıyordu<br />

Leylanın kurgu olduğuna diyor.<br />

Feridun Zaimoğlunun bu yüzden imdi<br />

en büyük dileği yeni romanı Siebentürmeviertel<br />

(Yedikule) romanının da<br />

Türkçeye çevrilip yayınlanması… Böylece<br />

annesi gibi babasının da hikâyelerini<br />

anlattığı romanı okumasını istiyor. z<br />

14


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

15


Kitap,<br />

diktatörlerin korkulu<br />

düü<br />

AHMED ARPAD<br />

STUTTGART<br />

10 Mayıs 1933 Alman tarihine<br />

geçen karanlık, utandırıcı günlerden<br />

biridir. O akam balayan Kitap Yakma<br />

giriimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç<br />

hafta içinde Almanyada yüz binlerce kitap<br />

yok edildi. Berlin Opera Alanındaki büyük<br />

atein çevresine toplanan keyili insanların<br />

arasında çoğunluk üniversite öğrencileriyle<br />

onların profesörleriydi. Çantalarla,<br />

sırt torbalarıyla, el arabalarıyla<br />

getirdikleri binlerce kitabı atee attılar.<br />

Ellerinde büyük mealeler üniformalı<br />

kızlar insanların arasına karımıtı. Sonra<br />

kamyonlar da kitap getirdi. Kahverengi<br />

gömlekli üniversite gençleri kamyonlardan<br />

aldıkları binlerce kitabı atee fırlattı. İleride<br />

Arnold Zweig anılarında o akamdan,<br />

Kitaplar yanarken yüzlerce insan budalaca,<br />

hayvani bir çılgınlıkla haykırmaya<br />

balamıtı diye söz etmiti: Bugün kitap<br />

yakanlar, yarın insan yakar.<br />

16


10 Mayıs akamı balayan Kitap<br />

Yakma giriimi hemen tüm ülkeye sıçramı,<br />

üç hafta içinde Almanyada yüz binlerce<br />

kitap yok edilmiti. Kitapların yakıldığı<br />

her kentte üniversiteler vardı. Kitaplar<br />

yanarken sadece Nazi subayları nutuklar<br />

atmadı. Profesörler de binlerce insana seslendi:<br />

Giderek artan Marksist giriimler,<br />

yıkım getiren Yahudi ruhu Almanyayı<br />

tehdit ediyor!<br />

Kahverengi gömlekliler tüm ülkede<br />

kütüphaneleri, yayınevlerini bastılar, kitapları<br />

kamyonlara doldurup alanlara götürdüler.<br />

Heine, Marx, Freud, Seghers, Brecht,<br />

Zuckmayer, Zweig, Mann ve Remarqueın<br />

havaya uçuan eserleri alevlerde yok<br />

olurken askeri orkestralar marlar çalıyor,<br />

insanlar uluyordu. Naziler, Alman düün<br />

dünyasının çöpü dedikleri bu yazarların<br />

sadece Berlinde 20 bin kitabını atee attı.<br />

Hitlerin düünceye baskısı 10 Mayıs 1933<br />

gecesi kitapların yakılması ile doruk noktasına<br />

ulamıtır. Nazi gençlik örgütlerinin<br />

kitap yakma uygulamasının halka anlatılan<br />

gerekçesi, Alman kültürünü yabancı<br />

kirlenmelerden arındırmaktı. Büyük atee<br />

atılanlar Alman dili kültür ve edebiyatlarını<br />

yüzyıllar boyu onurlandırmı edebiyatçılar,<br />

düünür ve sanatçıların eserleriydi.<br />

Bugün kitapların yakıldığı yerde,<br />

ileride insanlar da yakılır diyen evrensel<br />

ve insancıl Alman airi Heinrich Heine ne<br />

yazık ki haklı çıktı.<br />

KÜLTÜR CİNAYETİNE ONAY<br />

Kitap yakma, Hitler ve peinden gidenlerin<br />

Alman düün dünyasında planladığı<br />

kıyımın sadece bir parçasıydı. Bu uygulama<br />

10 Mayıstan önce balatılmıtı. Üniversiteler,<br />

müzeler, kütüphaneler, tiyatrolar<br />

ve orkestralarda yapılan temizlik<br />

için 7 Nisan 1933te memur yönetmeliğinde<br />

değiikliğe gidilmiti. Komünistler,<br />

sosyalistler ve özellikle de Yahudiler<br />

devlet hizmetinden çıkarılacaktı.<br />

10 Mayıstan haftalar önce Alman düün<br />

dünyasına zarar veren kiilerin listeleri<br />

hazırlanmıtı. Hermann Göringin Bürokrasinin<br />

hiçbir maddesi benim uygulamalarımı<br />

engelleyemez sözleri ürkütücüydü:<br />

Amacım haklıyı aramak değil. Benim<br />

tek görevim kötüyü ortadan kaldırmak,<br />

kökünü kazımak. Bunun savaını yaparken<br />

de herhalde polisin kurallarından yararlanacak<br />

değilim.<br />

Alman aydınlarının bir bölümü olup<br />

bitene sesini çıkaramadı. Çoğu düünür,<br />

profesör, aydın ise insanlık tarihinde benzeri<br />

olmayan bu kültür cinayetine onay<br />

verdi. Basın da karı çıkmadı. Kentlerimizde<br />

göğe yükselen alevler, Almanyanın<br />

yeniden uyanıının bir simgesidir diye<br />

yazanlar oldu. Alman ruhuna bile bile<br />

ihanet edildi. Aradan iki yıl geçtikten<br />

sonra Hitler yönetimi bir yasaklar listesi<br />

yayımladı. Bu listeye göre Naziler tam 524<br />

yazarın zararlı dedikleri toplam 3601<br />

eserinin Almanyada yayımlanmasını ve<br />

okunmasını yasaklıyordu. Sadece Alman<br />

17


dilinde eser veren yazarlara yasak gelmemiti.<br />

20nci yüzyılın yabancı edebiyatçıları<br />

da Nazilerin istenmeyenler listesindeydi:<br />

André Gide, Romain Rolland, Henri<br />

Barbusse, Ernest Hemingway, Upton Sinclair,<br />

Jack London, Maxim Gorki, Vladimir<br />

İlyiç Lenin, Leo Trotski, Vladimir Mayakovski<br />

ve İlya Ehrenburgun da yapıtlarını<br />

okumak yasaktı!<br />

KORKULU DÜŞ<br />

Kitap, diktatörlerin, baskı yönetimlerinin<br />

korkulu düüdür, örümcekli kafalar<br />

için karabasanların en korkuncudur.<br />

Çünkü kitap, bütün ikencelerden, zindanlardan,<br />

her türlü silahtan daha güçlüdür.<br />

İnsanlık tarihinde kitaptan nefret eden,<br />

kitabı yasaklayan, yakan çarpık politika<br />

önderleri hep görülmütür. Ancak kalıcılığını<br />

ve etkinliğini her zaman korumutur<br />

kitap. O, sağlıklı düünceyi toplumlara<br />

ulatırmayı, onlara doğru yolu göstermeyi<br />

hep baarmıtır.<br />

10 Mayıs 1933 kitap kıyımı ve ardından<br />

gelen korkunç insan kıyımı hiç unutulmamalıdır.<br />

Düünce özgürlüğüne baskı,<br />

uygulandığı ülkenin sınırlarını kolayca<br />

aar, baka toplumlara da sıçrar. Bireye<br />

baskı yapan, onu düüncesinden dolayı<br />

zindana atan çıkar çevreleri her zaman ve<br />

her ülkede vardır. z<br />

18


19


ALMAN GAZETECİ ÇİFTİN GÖZÜYLE TÜRKLER<br />

Gezi’den “korna<br />

kültürü”ne İstanbul<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

20


İstanbul<br />

© Foto: Ömer Yaprakkiran<br />

21


STUTTGART<br />

✤<br />

YABANCI BİR<br />

AİLE İSTANBUL'DA<br />

YERLİ OLMAK<br />

İÇİN UĞRAŞIYOR.<br />

AMA BU<br />

ÇABALARINA<br />

RAĞMEN ÜLKE<br />

SİYASETİ VE KENTSEL<br />

GELİŞİM AİLEYİ<br />

GERİ DÖNMEYE<br />

ZORLUYOR.<br />

✤<br />

Almanyanın önde gelen haftalık<br />

gazetesi Die Zeitın Ortadoğu uzmanı<br />

Michael Thumann, tam 6 yıl İstanbulda<br />

görev yaptı. Alman gazeteci, Neue Anschrift<br />

Bosporus – Wie wir versuchten, in<br />

İstanbul heimisch zu werden (Yeni Adres<br />

Boğaz – İstanbulda Yerli Olmak için Nasıl<br />

Uğratık) adlı kitabı kendisi gibi gazeteci<br />

olan ei Susanne Landwehr ile birlikte<br />

kaleme aldı.<br />

Kitapla ilgili yazılarda, Neue Anschrift<br />

Bosporus için siyaset ve toplum konularında<br />

bir kılavuz, göç edebiyatının bir<br />

parçası, seyahatname gibi yorumlar<br />

yer alsa da, bu çalıma özünde yabancı bir<br />

ailenin İstanbulda yerli olmak için uğramasını<br />

konu alıyor. Asıl önemlisi de, bu<br />

çabalarına rağmen ülke siyasetinin ve<br />

kentsel geliimin aileyi nasıl geri dönmeye<br />

zorlayıını hikâye ediyor.<br />

KORNALAR VE KAPICI AYARI<br />

Arnavutköyde yaayan, orta sınıfa ait<br />

bir aile olarak İstanbul gibi bir metropolde<br />

karılatıklarını samimi ve mizahi<br />

dille anlatan Thuman ve Landwehr çifti,<br />

kitaplarında günlük hayatta yaadıkları<br />

bürokratik komediyi, okullardaki Atatürk<br />

Kültünü, traikte korna basanın kazandığını,<br />

ecinsellere toplumun katı bakı-<br />

ını, orta ve üst sınıfın, çocuklarını eski<br />

SSCB ülkelerinden gelen dadılara teslim<br />

edilerini, o dadıların kendi çocuklarını<br />

ekmek savaı uğruna terk edip, dayanılmaz<br />

özlemler eliğinde Türk çocuklarını<br />

onların yerine koymalarını, kapıcı<br />

kavramına bata alıamamalarını, kapıcıları<br />

ezmemek için çöplerini dıarıya kendileri<br />

taıyınca kapıcıların gösterdiği sert<br />

tepkiyi, alınganlığı, en alttakilere yukarıdan<br />

ezici bakıı da anlatıyor.<br />

Kitapta, yazarların Türkiyede neden<br />

uyum sağlayamadıklarına da yer veriliyor.<br />

Notlarında, İstanbulda uyum sağlama<br />

çabasına saygı duymayı öğrendiklerini<br />

her fırsatta belirten gazeteci çift,<br />

bir yetikin olarak her eye batan balamanın<br />

hiç de kolay olmadığını dile getiriyor.<br />

İstanbulu ve Türk kültürünü<br />

sevsek de uyum konusunda baarısızlığa<br />

uğradık diyen Thumann ve Landwehr,<br />

kitapta Türkiyeye bir türlü adapte olamamalarının<br />

nedenlerini u cümlerle de açıklıyorlar:<br />

Görev süremiz dolsa da eğer gerçekten<br />

bastırsaydık baka bir iveren bulup,<br />

Türkiyede kalabilirdik. Bazıları öyle yaptı<br />

ve Boğazda kalmayı da tercih ettiler.<br />

Bizim kalmayıımızın en büyük sebebi<br />

uyum sağlayamamı olmamızdı. Günlük<br />

22


hayatta sık sık küçük eylerde duvara çarpıyorduk.<br />

İstanbullularla yakınlık kurmutuk<br />

ama yakın olamamıtık. Hep beraberdik<br />

ama tam ortasında değildik. Uyum<br />

dille balıyordu. Bizim en büyük engelimizdi.<br />

Gerçekten uyum sağlamak istiyorsan<br />

o dili çok iyi konuman gerekiyor.<br />

İ hayatı ve çocuklar nedeniyle hak ettiği<br />

gibi dili öğrenememitik.<br />

Ayrıca tahsilli, kültürlü Türklerin birçoğuyla<br />

da İngilizce, Fransızca ve Almanca<br />

konuabiliyorduk. Almanyaya göç eden<br />

birinci ve ikinci kuak Türklerin Türkler<br />

olarak algılandığı gibi biz de Almanlar<br />

olarak kaldık.<br />

Çocuklarımız ise farklı bir ortama çok<br />

daha kolay uyum sağladılar. O yata oyuncakları,<br />

dili hatasız konumalarından<br />

daha önemliydi. Önceki hayatlarının hiçbir<br />

rolü yoktu.<br />

İimiz de engel oluturuyordu. Diğer<br />

mesleklere nazaran gazeteci olarak<br />

röportaj yaptığınız insanlara çok daha<br />

hızlı yaklaabilirsiniz. Özel sorular sorabilirsiniz.<br />

Ama gerçekten yakınlamak isterseniz,<br />

duvara çarparsınız. Çünkü gazeteciler<br />

gözlemlerler, yazarlar ve bildirirler.<br />

Diğerleri bunu hissettiği için çok dikkatli<br />

bir ekilde mesafe koyarlar araya.<br />

✤<br />

GAZETECİ<br />

OLARAK RÖPORTAJ<br />

YAPTIĞINIZ<br />

İNSANLARA<br />

ÇOK DAHA HIZLI<br />

YAKLAŞABİLİRSİNİZ.<br />

ÖZEL SORULAR<br />

SORABİLİRSİNİZ.<br />

AMA GERÇEKTEN<br />

YAKINLAŞMAK<br />

İSTERSENİZ DUVARA<br />

ÇARPARSINIZ.<br />

✤<br />

© Foto: Ömer Yaprakkiran<br />

23


✤<br />

GAZETECİ ÇİFTİN<br />

GÖZLEMLERİ,<br />

ÜLKEDEKİ BÜYÜK<br />

KUTUPLAŞMAYI,<br />

"KEMALİSTLER<br />

VE LAİKLERLE<br />

BAŞÖRTÜLÜLER"<br />

ARASINDAKİ<br />

CEPHELEŞMEYİ<br />

DE İÇERİYOR.<br />

✤<br />

HOŞGELDİN KÜLTÜRÜ<br />

Türkiyede, her eye rağmen müthi bir<br />

Hogeldiniz Kültürünün egemen olduğunu<br />

belirten Thuman ve Landwehr için,<br />

bu, gerçek bir kültür. Sınırları dahil,<br />

çeitli örnekler de veriyorlar:<br />

Sizi muhteem ekilde karılarlar.<br />

Nasıl olduğunuzu sorarlar. Sıcak jestler,<br />

yiyecek ve içecek ikramları ile devam<br />

ederler.<br />

Zafer enocak Almanya hakkında Hogeldiniz<br />

Kültürü duygusal temele dayanmıyor<br />

saptamasını yapmıtı. Türkiyede<br />

ise tam tersi. Tamamen duygusal.<br />

Ancak bu samimiyet ve sıcak ilgi sonuna<br />

kadar sürmüyor. Üçüncü kii için açıklık<br />

ve samimiyet Türklerin en güçlü kalesinde,<br />

yani ailede sona eriyor. Bu sayede<br />

Türkler ve çocukları topluma çok daha<br />

kolay uyum sağlıyorlar. Biz ise çocuklarımızla<br />

ancak evin kapısına kadar gelebilidik.<br />

Orada ikinci dereceden teyze ile kar-<br />

ılatık. O vedalaıp içeri girdi, biz dıarıda<br />

kaldık. Orası onun ailesiydi, bizimkisi<br />

ise Almanyadaydı. Elbette istisnalar da<br />

vardı. Çok yakın görütüğümüz arkadalarımızın<br />

kapısı her zaman açıktı.<br />

Uyuma engel bir diğer konu ise bize<br />

Almanyayı anımsattı. Türkler göçmenleri<br />

gelecekte vatanlarını paylaacakları<br />

insanlar olarak değil, misair olarak görüyorlar.<br />

Üstelik birçok göçmeni ülkelerine<br />

almı olsalar da.<br />

Türkiye, 19uncu yüzyılda, sonra<br />

1930lu yıllarda Nazi Almanyasından<br />

birçok Almanı aldı. Bugün yüz binlerce<br />

Suriyeli geldi. Böyle olsa da göçmenler<br />

kendi topluluklarında kalıyorlar. Onlar<br />

ötekiler.<br />

Bugün bakı açıları değimi olsa da<br />

bu konuda Almanya ve Türkiye uzun süre<br />

benzerlik gösteriyordu.<br />

KUTUPLAŞMA UYUMA ENGEL<br />

24<br />

Gazeteci çiftin gözlemleri ülkedeki<br />

büyük kutuplamayı, Kemalistler ve laiklerle<br />

baörtülüler arasındaki cephelemeyi<br />

de içeriyor. Bir örnek öyle:<br />

İstanbulda kendimizi evde hissetmemize<br />

bir ey daha engel oluyordu.<br />

O da toplumdaki kutuplamayla ortaya<br />

çıkan tartımalar. Türkler arasında gittikçe<br />

artan dümanlama. Önce Kemalistler<br />

ve laiklerle baladı. Elitler dindar<br />

orta sınıfın yükselmesinden rahatsız oldu.<br />

Baörtüden arınmı ehrin ık semtlerinde<br />

boy göstermeye balayan baörtülülere<br />

tiksinerek bakmaya baladılar. Dindarlara<br />

toplumda daha iyi bir yer sağlayan<br />

Babakan Erdoğandan nefret ediyorlardı.<br />

Toplumdaki nefretle baa çıkmakta zorlanıyorduk.<br />

Nefret edilenler ise daha sonra çok<br />

daha büyük bir nefret ve baskıyla yanıt<br />

verdiler. Erdoğan 2011den itibaren gittikçe<br />

daha fazla otoriter oldu.<br />

Polislerle ilgili yasalar sertletirildi.<br />

İnternet siteleri kapatıldı. Gazeteci arkadalarımız<br />

iten atıldı. Bazıları için<br />

cadı avı balatıldı. Devlet radyo ve televizyonlarında<br />

sabahtan akama kadar<br />

Erdoğanın konumalarına yer verildi. Ba-


akan rakiplerine uzun tiradlarla hakaret<br />

etmeye baladı. Bir konumasında Neden<br />

beni böyle eyler söylemek zorunda bırakıyorsunuz?<br />

dedi.<br />

Bu adama artık yardım etmek iyice zorlamıtı.<br />

GEZİ OLAYLARI VE HUZURSUZLUK<br />

Alman gazeteci çift, Türkiye maceralarına<br />

veda edilerinin Gezi olaylarına<br />

denk gelmesiyle birlikte, o günlerde<br />

iki çocuklarıyla ilgili duydukları endieleri<br />

de kitapta dile getiriyor. Türkiyedeki<br />

son yıllarında polis iddetine tanık olsalar<br />

bile, Berlin yolunda ayaklarının nasıl geri<br />

geri gittiğini de vurgulayan Thumann<br />

ve Landwehrin Gezi olayları sonrasında<br />

ülkeden ayrılıları öyle:<br />

Gezi protestolarının 2013 yılında<br />

gaddarca bastırılmasının ardından<br />

İstanbulda kendimizi artık rahat hissetmiyorduk.<br />

Çocuklarımız da öyle. Okulun<br />

yakınlarında ise sık sık silahsız eylemcilere<br />

yönelik acımasız ve abartılı polis<br />

müdahalesi görülüyordu. 2013 yazında<br />

polisin eylemcilere göz yaartıcı gaz sıkmasına<br />

denk gelmemek için çok sık bir<br />

ekilde çocuklarımızı okuldan erken saatte<br />

alıyorduk.<br />

Elbette bu tahammül edilebilecek, geçici<br />

bir durumdu. Ancak yukarıdan gelen<br />

talimat dayanılacak gibi değildi: Hepsini<br />

ezin geçin! Bu, iddetin daha da kötü<br />

boyutlara varacağı anlamına geliyordu.<br />

Tek huzursuz olan biz değildik. Türk dostlarımız<br />

da yurtdıına gitmenin yollarını<br />

aramaya balamılardı. Boğaz bulunmamasına<br />

rağmen Berline taınıyor olacağımıza<br />

gıpta edenler bile vardı. Ancak<br />

Berlindeki ilk günlerimizde, Gerçekten de<br />

gıpta edilecek durumda mıyız? diye kendimize<br />

soruyorduk.<br />

TÜRKİYE’DEKİ TAKTİK BERLİN’DE<br />

İŞE YARIYOR<br />

Kitap, Türkiye deneyiminin Alman çiftin<br />

Berlin hayatında nasıl kolaylıklar yarattığına<br />

da tanıklıklar içeriyor:<br />

Berlin ehir İdaresi, İstanbul ehir<br />

İdaresinden daha kolay ve daha iyi değildi<br />

örneğin. Hatta daha kötüydü. En azından<br />

daha soğuk ve reddediciydi. Çocuklarımızı<br />

Berlindeki bir okula kayıt ettirmek<br />

tam bir drama dönümütü. Taınmadan<br />

bir yıldan çok daha uzun süre önce çocuklarımızı<br />

kayıt ettirebilmek için bavurmaya<br />

baladık. Bunun için Berlin Eğitim<br />

Dairesinden bir yetkiliyle konutuk:<br />

Çocuklarımızı gelecek yıl için okula<br />

kaydettirmek istiyoruz. Ne yapmalıyız?<br />

Berlinde mi oturuyorsunuz?<br />

Hayır.<br />

O zaman olmaz.<br />

Tabii ki imdi orada oturmuyoruz.<br />

Ancak bir yıl sonra İstanbuldan Berline<br />

taınacağız.<br />

Berlin Eyaleti Eğitim Yasası 41inci<br />

fıkra 5inci bendine bağlı 4üncü bendine<br />

göre ve bu durumda çocuğunuzu kaydettiremezsiniz.<br />

Ama çocuklarımızın kaydını yaptırmazsak,<br />

taındığımızda evimizin yakınlarındaki<br />

okullarda yer bulamayabiliriz.<br />

25<br />

✤<br />

“GEZİ<br />

PROTESTOLARININ<br />

2013 YILINDA<br />

GADDARCA<br />

BASTIRILMASININ<br />

ARDINDAN<br />

İSTANBUL'DA<br />

KENDİMİZİ<br />

ARTIK RAHAT<br />

HİSSETMİYORDUK.<br />

ÇOCUKLARIMIZ<br />

DA ÖYLE."<br />


✤<br />

MICHAEL THUMAN<br />

VE SUSANNE<br />

LANDWEHR BAZEN<br />

ZORLUKLARA YOL<br />

AÇSA DA KÜLTÜREL<br />

FARKILIKLARIN<br />

BÜYÜK BİR HEDİYE<br />

OLDUĞUNU<br />

VURGULUYORLAR.<br />

✤<br />

O zaman yer bulabileceğiniz baka bir<br />

okula gidersiniz.<br />

Peki geçici çözüm olarak arkadalarımızın<br />

üstüne ikamet beyan etsek.<br />

Olmaz. İkamet bildirimi yaptığınız<br />

zaman gerçekten orada mı yaıyorsunuz<br />

diye kontrole geliriz.<br />

En azından gelecek yıl için bizi sıraya<br />

koyabilir misiniz?<br />

Hayır. Ana ikametgâhı Berlinde<br />

olmayan çocukları alamayız.<br />

Çaresiz durumdaydık. Anlaılan sadece<br />

Berlinli çocuklar Berlindeki okula gidebilirlerdi.<br />

Bir sürü yabancı çocuğun ya da<br />

Almanya dıından dönen birçok Almanın<br />

taındığı Berlin gibi bir ehirde böyle bir<br />

uygulama inanılır gibi değildi.<br />

Ama ne yazık ki, bu da Berlin. Oysa<br />

bu ehirde Dı İleri Bakanlığında görev<br />

yapan diplomatlar ve aileleri yaıyor. Fakat<br />

bu, Eğitim Dairesinin umurunda bile değil.<br />

Bu yüzden Berlin Senatosu, çaresizliğe<br />

dümü diplomat aileleri için bir danıma<br />

merkezi kurmu. Bu merkez, eğitim daireleri,<br />

bürokratlar ve aileler arasında köprü<br />

görevi görüyor. Tıpkı diplomatların Afrika,<br />

Orta Doğu ya da Doğu Ukraynadaki sorunları<br />

çözmek için uğratığı gibi.<br />

Bize de bu ii Türkiyede öğrendiğimiz<br />

gibi çözmek kaldı. Doğru okul müdürüne<br />

gittik. Karılıklı görüerek birbirimizi<br />

tanıma fırsatı bulduk. Çok zarif ve<br />

ince sohbetler esnasında bize uzatılan<br />

her ele sarıldık. Sonunda çocuklarımıza<br />

Schönebergde harika bir okulun müdiresi<br />

kollarını açtı. Çatıma, dram, üphe<br />

ve mutlu son; bu yöntemi Türkiyeden biliyorduk.<br />

Berlinde hemen kendimizi evimizde<br />

hissettik.<br />

TÜRK TİTİZLİĞİ<br />

Michael Thumann, Die Zeitın dı politika<br />

muhabiri, ağırlık verdiği konu uluslararası<br />

politika. Gazeteci ve yazar Thumann,<br />

üniversitede tarih, siyaset ve Slavistik<br />

eğitimi almı. Serbest gazeteci ei<br />

Susanne Landwehr ise Alman Traik Dergisi<br />

için yazıyor.<br />

Komularını, ilerini, günlük yaamda<br />

karılatıkları paradoksları Neue Anschrift<br />

Bosporus adlı kitaplarında biz yöntemiyle<br />

anlatıyorlar. Kitabı okurken hangi<br />

bölümü kimin anlattığı konusunda çok da<br />

emin olamıyorsunuz. İstanbul günlüğü<br />

ya da İstanbul anı kitabı da diyebiliriz.<br />

İstanbulun Avrupa yakasında Türkleri<br />

gözlemleyen Alman gazeteci çift, Türkler<br />

hakkındaki bazı önyargıların altını karıtırdıklarında<br />

ilginç sonuçlarla karıla-<br />

ıyorlar. Örneğin, Almanlar temizdir,<br />

Türkler pistir önyargısına karılık,<br />

Türkiyedeki çocukların kirden ve mikroptan<br />

nasıl korunup kollandığına, koyu<br />

bir titizlikle, sokakta bile oynatılmadıklarına<br />

ahit olduklarını bildiriyorlar.<br />

Kitapta sık sık Türkçe kelimelere de yer<br />

veriliyor: Mahalle, Muhtar, Kültür Müdürlüğü,<br />

Kolay Gelsin, Güle Güle Giy, Eline<br />

Sağlık ...<br />

Thumann ve Landwehr, bazen zorluklara<br />

yol açsa da, kültürel farklılıkların büyük<br />

bir hediye olduğunu vurguluyorlar.<br />

Farklı dünyaları yaayıp, farklı gelenekleri<br />

ve dilleri öğrenmenin zenginlik<br />

olduğunu kaydeden Alman gazeteci<br />

çiftin bu gerçekten ilginç gözlem kitabı,<br />

İstanbula bir ilan-ı ak olarak algılansa<br />

da, laikler ve yüzünü batıya çevirenlerin,<br />

muhafazakâr ve dindar gruplara karı<br />

yürüttüğü değerler kavgasındaki toplumun<br />

parçalanmılığını ortaya sermesi açısından<br />

ayrıca önemli bir belge. Almanlar ve Türkleri<br />

birbirine bir adım daha yaklatıran<br />

bu kitap geçen yılın kasım ayından beri<br />

ralarda. z<br />

26


1 Nisan <strong>2016</strong>‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan<br />

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!<br />

www.bizimaachen.de<br />

27


NEONAZİ CİNAYETLERİNE “YUKARIDAN” DESTEK<br />

Almanya’nın<br />

orta yeri sinema: NSU<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

BREMEN Alman ARD televizyonu Neonazi<br />

NSU örgütü, onun kuruluu, büyü(tül)mesi<br />

ve cinayetlerine ilikin üç bölümlük sinema<br />

ilmini nisan ayında yayımladı. Film gerek<br />

izleyiciler gerekse basın tarafından büyük<br />

ilgi gördü. Bunda mutlaka NSU cinayetlerine<br />

ilikin en önemli soruların hâlâ<br />

cevapsız kalmı olmasının büyük rolü var.<br />

Alman basını, NSU ve 10 yıldan fazla bir<br />

süre ilediği cinayetler konusunda, yapmadığı<br />

habercilikle Adan Zye sınıfta kalmıtı.<br />

Fakat sadece bu değil: Alman basını<br />

aynı Alman polisi ve istihbarat örgütleri<br />

gibi bu cinayetlerin karartılmasına da katkıda<br />

bulundu. Ayrıca polis tarafından kendilerine<br />

verilen ırkçı kavramları hiç sorgulamadan<br />

topluma aktararak, korkunç cinayetlerin<br />

anlamsızlatırılmasında büyük<br />

rol oynadı. 1 imdi cinayetleri ileyenler bir<br />

tesadüle ortaya çıktıktan sonra, olaya<br />

ARDnin nasıl baktığını görmek için sırasıyla<br />

bu üç ilme bir göz atalım.<br />

FAİLLER / DIE TÄTER<br />

İlk bölümde Doğu Almanyada duvarın<br />

yıkılmasında sonra ortaya çıkan durum,<br />

her ehirde hatta köyde ortaya çıkan Neonazi<br />

gruplar, bu grupların üyesi olan sonraki<br />

NSU üçlüsünün sosyalizasyonu anlatılıyor.<br />

Daha önce Die Spiegel-Afäre<br />

ve Mogadischu gibi ilmlerin yapımcılığını<br />

yapan Gabriela Sperl bu trilojinin<br />

de yapımcılığını üstlenmi. İlk bölümün<br />

yönetmeni kendisi de Doğu Almanyalı olan<br />

Christian Schwochow. Yapımcı, katillerle<br />

benzer bir sosyalizasyonu olan bir Doğu<br />

Alman yönetmeni özellikle seçtiğini söylüyor.<br />

Senaryo yazarı ise Thomas Wendrich.<br />

Oyuncuların performansları, çekimlerin<br />

yapıldığı orijinal mekânlar, daha sonra<br />

seri katil olacak Neonazilerin yaadıkları<br />

ortam ilmde oldukça canlı olarak yansıtılıyor.<br />

Fakat bu çalımada da -neredeyse<br />

Alman basınında Neonazilere ilikin her<br />

haberde olduğu gibi- zavallılar isiz güç-<br />

28


süzlerdi, belki onun için bu yollara dütüler<br />

mesajı gözden kaçmıyor. Halbuki<br />

profesör çocuğu Uwe Mundlosun henüz<br />

Doğu Almanya (DDR) yıkılmadan Neonazi<br />

çevrelere girdiği, daha 1988de kafasını<br />

kazıtıp okula Skinhead olarak geldiği<br />

biliniyor.<br />

Kasım 2011de NSU olayı patlayınca<br />

Alman basınında yapılan yayınların pek<br />

çoğunda adeta bir Beate Zschäpe reklam<br />

kuağı vardı: Kedileri çok sevmesi, anneannesi<br />

ile olan çok iyi ilikisi, komulara<br />

yardımseverliği, nerede tatilini geçirdiği<br />

gibi detaylar mutlaka haberlerde, röportajlarda<br />

yer buluyordu. Yani basında kurbanlardan<br />

çok onların katilleriyle ilgileniliyordu.<br />

Filmin bu ilk bölümünde de benzer<br />

eyler yine özellikle Beate Zschäpe üzerinden<br />

yapılıyor. Her eye rağmen üçlemenin<br />

bu ilk kısmı konuya fena olmayan<br />

bir giri diyebiliriz.<br />

KURBANLAR / DIE OPFER<br />

Kurbanlar bölümünün yönetmeni Türkiye<br />

meneli Züli Aladağ. Senaryo yazarı<br />

ise babası Lübnan kökenli olan Doğu<br />

Almanyalı yazar Laila Stieler. Stieler,<br />

Benim için önemli olan kendini Alman<br />

kızı (ne demekse?) sayan Semiya imekin<br />

kendini birdenbire bir yabancı gibi hissetmesini<br />

yansıtmaktı diyor. Babası öldürüldüğünde<br />

henüz 14 yaında olan Semiya<br />

imeki ilmde genç Türk oyuncu Almila<br />

Bağrıaçık baarıyla canlandırıyor.<br />

Polisler ve savcılar batan beri diğer<br />

bütün NSU kurbanlarında olduğu gibi suçluları<br />

aile içinde veya Türk çevrelerinde<br />

arıyorlar. Enver imekin ei, kocasını<br />

öldürmekle suçlanıyor. Bir süre sonra buna<br />

uyuturucu ticareti suçlaması da ekleniyor.<br />

Daha sonra mali polis konuya dahil<br />

olup imek ailesinin elindekini avucundakini<br />

ceza olarak alıyor. Kısacası imek<br />

ailesi de -diğer kurban aileleri gibi- 10-11<br />

yıl boyunca görevi cinayeti aydınlatmak<br />

olan resmi makamlarca tam anlamıyla<br />

terörize ediliyorlar. Bu kadar itham karısında<br />

aileler de, Suçlamalarda acaba gerçekten<br />

bir ey var mıydı? diye kukuya<br />

kapılıyorlar.<br />

Adile imek rolündeki Uygar Tamer,<br />

bir ein devlet ve basın tarafından iddetle<br />

ve sürekli suçlanması sonucu nasıl<br />

ruhsal bunalımlara girdiğini gayet güzel<br />

canlandırıyor. Polis, kullanılması yasak<br />

yöntemlerle ailenin üzerine gidiyor.<br />

Filmin sonuna doğru birdenbire farklı<br />

bir polis, Bronner (Tom Schling) ortaya<br />

çıkıyor ve olayı aydınlatmaya çalııyor.<br />

Semiya imeki ortada bir neden yokken<br />

özel olarak ziyaret ediyor, daha sonra da<br />

bir kafede buluuyorlar. Bu polis aratırmaları<br />

engellenene kadar cinayeti aydınlatmaya<br />

çalııyor. Ve iki katilin ölümüyle<br />

pek çok ey ortaya dökülünce imek<br />

ailesinden özür diliyor.<br />

Elbette bizim ilm ekibi kadar aratırma<br />

yapma ansımız yok ve bu ilm bir<br />

kurmaca, yani her eyin gerçeğe tam<br />

uygun olması gerekmiyor, fakat böyle bir<br />

polisin varlığı ne NSU durumalarına ne<br />

de basına yansıdı. Tam tersine, durumalara<br />

gelen polisler ve istihbarat görevlileri<br />

yaptıklarından ve yapmadıklarından<br />

dolayı hiçbir pimanlık göstermiyorlar.<br />

Hatta büyük bir kibirle hâlâ her eyi<br />

doğru yaptıklarını ifade ediyorlar. Hiçbirinde<br />

değil özür, en ufak bir nedamet<br />

belirtisi bile yok.<br />

İzleyici, Filmin senaristi Laila Stieler<br />

ve 2006 yapımı, ırkçı klieler üzerine<br />

kurulu Wut (Öfke) adlı ilmi de yöneten<br />

Züli Aladağ, neden böyle olmayan bir polisi<br />

ilme eklediler? diye sormadan edemiyor.<br />

SORUŞTURMAYI YÜRÜTENLER /<br />

DIE ERMITTLER<br />

Konu polislerden açılmıken: Filmi<br />

izlerken insan, Koca Almanyada iini<br />

ırkçılıktan etkilenmeden, sırf görev<br />

bilinciyle yapan hiç mi polis yok? diye<br />

soruyor. Var. Bir tane. Bütün bu karmaık<br />

NSU kompleksinde, her eye karın ve<br />

tek baına olayları aydınlatmaya çalıan<br />

Doğu Almanyalı bir polis var, adı: Mario<br />

Melzer. Her ne kadar bu bölümde üç hatta<br />

✤<br />

FAKAT BU<br />

FİLMDE DE,<br />

NEREDEYSE ALMAN<br />

BASININDA<br />

NEONAZİLERE<br />

İLİŞKİN HER<br />

HABERDE OLDUĞU<br />

GİBİ, "ZAVALLILAR<br />

İŞSİZ GÜÇSÜZLERDİ<br />

BELKİ ONUN İÇİN<br />

BU YOLLLARA<br />

DÜŞTÜLER"<br />

MESAJI GÖZDEN<br />

KAÇMIYOR.<br />

✤<br />

29


dört dürüst polis yer alsa da, 1998den<br />

beri Nazi üçlüsünü ciddiyetle soruturan<br />

sadece Erfurtlu polis Mario Melzer. Son<br />

bölüm adeta bu polise ayrılmı. Ona ve<br />

onu akla gelecek her yöntemle engellemeye<br />

çalıan Alman İç İstihbarat Tekilatı<br />

Verfassungsschutzun çalımalarına.<br />

Soruturmayı Yürütenler bölümünün<br />

yönetmeni Florian Cossen, senaristler ise<br />

Rolf Basedow ve Christoph Busche. Hem<br />

metin yazarları hem de yönetmen iyi bir<br />

i çıkarmılar. Film Melzerin (ilmde üç<br />

meslektaıyla beraber) bir bakıma onun<br />

sadece görevini doğru yapma çabasını<br />

anlatıyor. Bu polisin ilmdeki adı Paul<br />

Winter ve oyuncu Florian Lukas tarafından<br />

canlan-dırılıyor.<br />

Alman İç İstihbarat Örgütü<br />

Verfassungsschutzun soruturmayı engelleme<br />

ve karartma çabaları, önemli belgeleri<br />

yok etmeleri, polisi yanlı yönlendirmeleri<br />

komplo teorileri üzerine kurulu bir<br />

Hollywood ilmini andırıyor. Fakat bazen<br />

gerçek hayat komplodan daha derin dehlizlere<br />

sahip.<br />

Polis Mario Melzer, Meclis NSU aratırma<br />

komisyonunda da, baskılara boyun<br />

eğmeden bildiklerini, düündüklerini<br />

anlatmasıyla biliniyor. Neden sadece kendisinin<br />

her eye rağmen olayların üzerine<br />

gittiği sorusunu Diğerlerinin tersine,<br />

benim kaybedecek hiçbir eyim yok.<br />

Ne ailem, ne borcum ne de verdiğim ilk<br />

ifadeden sonra kaybedebileceğim bir kariyerim<br />

var diye yanıtlıyor.<br />

ARDnin NSU üzerine yaptığı bu üçleme,<br />

yıllarca döner cinayeti adı takılarak<br />

önemsizletirilen cinayetlerin failleri<br />

ortaya çıktıktan sonra devlet radyo televizyonunun<br />

bir tür günah çıkarma, kurban<br />

ailelerinden bir bakıma özür dilemesi<br />

olarak değerlendirilebilir.<br />

Filmler elbette asıl failler konusuna girmiyor,<br />

görünenle yetiniyor. Bütün bunların<br />

arkasında kimler vardı ve hâlâ var?<br />

Kimler bu seri ırkçı cinayetlerin ilenmesine<br />

yeil ıık yaktı? Ortada duran birçok<br />

kanıta rağmen Köln, Keupstraßedeki saldırının<br />

aydınlanmasına kimler engel oldu?<br />

Aynı silahla ilenen bu kadar cinayet,<br />

aklı baında haydutların artık tehlikeli<br />

ve anlamsız olduğundan itibar etmediği<br />

banka soygunları, bir polis devleti olan<br />

Almanyada nasıl bu kadar rahatlıkla yapılabiliyor?<br />

Kasselde Halit Yozgat cinayetinin<br />

eğer faili değilse bile tanığı olan istihbaratçı<br />

Andreas Temme neden ciddi bir soruturmaya<br />

tabii tutulmuyor? İstihbarat ajanlarının<br />

kurduğu Neonazi örgütlerin yeraltında<br />

desteklediği, bu ajanlar tarafından<br />

kurulan irketlerde i verdiği NSU katillerinden<br />

istihbaratın nasıl haberi olmuyor?<br />

2012 yılında yapılan resmi kurbanları<br />

anma toplantısında Angela Merkelin söylediği<br />

Bu cinayetlerin arkasındakileri<br />

ortaya çıkaracağız sözü ise sadece Alman<br />

30


Devletinin bir sıkıma anında nasıl büyük<br />

manevra gücüne sahip olduğunu gösteriyor.<br />

İki NSU katilinin intihar ettikleri<br />

hikâyesi ise bir tür olayı kapatma çabası.<br />

Aynı Münihteki davanın her eyi birkaç<br />

Neonaziye yıkıp olayların üstünü örtme<br />

gayreti olması gibi.<br />

Polis Melzer, bir söyleide, NSU konusunda<br />

resmi açıklamalara inanan, di<br />

perisine de inanır diyor. Bu cümle asıl<br />

hikâyenin devlet tarafından aydınlatılmayacağı<br />

konusundaki sıradan Türk göçmenlerin<br />

kanaatlerini de dile getiriyor.<br />

z<br />

✤<br />

ORTADA DURAN<br />

BİRÇOK KANITA<br />

RAĞMEN KÖLN,<br />

KEUPSTRASSE’DEKİ<br />

SALDIRININ<br />

AYDINLANMASINA<br />

KİMLER ENGEL<br />

OLDU?<br />

✤<br />

1<br />

Alman basınının NSU cinayetleri haberlerinde ırkçı diskuru sürekli yeniden<br />

üretmesi ve yaygınlaştırmasına ilişkin olarak üç Alman üniversite hocasının<br />

“Tabu Kelime Cinayeti Açıklıyor”. Almanya’da ‘Nasyonal Sosyalist Yeraltı’<br />

adlı Neonazi grubu tarafından işlenen seri cinayetlerin basında yansıması –<br />

bir medya eleştirisi” adlı çalışması okunabilir. Araştırmanın orijinal adı:<br />

“Das Unwort erklärt die Untat”.<br />

Die Berichterstattung über die NSU-Morde – eine Medienkritik:<br />

Virchow, Fabian/Thomas, Tanja/Grittmann, Elke: Eine Studie der Otto Brenner<br />

Stiftung. Arbeitsheft 79. Frankfurt am Main. Söz konusu yayına internetten<br />

ulaşabilirsiniz:<br />

https://www.otto-brenner-shop.de/publikationen/obs-arbeitshefte/shop/<br />

das-unwort- erklaert-die-untat-ah79.html<br />

Diş perisi Avrupa ve Kuzey Amerika kültüründe erken çocukluk döneminin<br />

fantastik bir igürüdür. Buna göre, eğer bir çocuk süt dişini kaybederse onu<br />

yastığının altına koyar, uyuduğunda diş perisi gelir ve dişi bir hediye veya para<br />

ile değiştirir.<br />

31


www.binfikir.be<br />

32


ANLATILAN BİRAZ DA BİZİM HİKÂYEMİZDİR!<br />

Bir Arap ve<br />

bir Alman kültür<br />

krizini konuursa...<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

33


FRANKFURT<br />

✤<br />

saya çıkardığı Ein Araber und ein Deutscher<br />

müssen reden balıklı ve bizim Türkçeye<br />

belki içerdiği deyimi vurgulamak için<br />

araya bir noktalama iareti koyarak çevirebileceğimiz<br />

(Bir Arap ve Bir Alman:<br />

Konumaları art) adlı bu kitapçık, özellikle<br />

Mısır asıllı Hamed Abdel-Samadın<br />

aırtıcı vurguları nedeniyle topladığı ilgiyi<br />

hak ediyor. Kimi kurumların 2020 yılında<br />

Almanyada 20 milyon Müslümanın yaayacağı<br />

bulgularıyla tam boy bir anti-İslam<br />

politika öneren, izleyen AfDnin (Almanya<br />

için Alternatif) iktidar yürüyüü paralel<br />

gidiyorsa, bunun kitap dünyasında yankısız<br />

kalacağı zaten düünülemezdi.<br />

Hans Rath, çeitli romanlara ve senaryolara<br />

imza atmı, bestseller kitaplar<br />

kaleme alan Alman yazarlarından biri.<br />

Abdel-Samad ise çok kısa sürede gerek<br />

görüntülü medyada gerekse yazılı medyada<br />

gerçekten iyi kullanmaya baladığı<br />

Almancasıyla, Arap Baharı ertesinde<br />

yıldızı parlayan bir aratırmacı. Bu<br />

küçük kitap öncesinde Mohamed balıklı<br />

tartımaya açık bir büyük kitabını,<br />

hemen ertesinde de Mohanad Khorchide<br />

ile küçük bir tartıma kitabı yayımlayan<br />

Abdel-Samadın özellikle Alman demokratlarını<br />

sarsacak kadar sert aydınlanmacı<br />

ve Türkiyedeki ilerici damarın tezlerini<br />

andıran çıkıları, örneğin siyasal İslamla<br />

mücadele önerileri ve çeitli saptamaları,<br />

HAMED<br />

ABDEL-SAMAD'IN<br />

ÖZELLİKLE ALMAN<br />

DEMOKRATLARINI<br />

SARSACAK<br />

KADAR "SERT"<br />

AYDINLANMACI VE<br />

TÜRKİYE'DEKİ<br />

İLERİCİ DAMARIN<br />

TEZLERİNİ<br />

ANDIRAN<br />

ÇIKIŞLARI<br />

VAR<br />

Foto/commons/wikimedia.org/Heinrich Böll Stiftung<br />

✤<br />

İlerin iyice kızıtığı, artık<br />

kendisini açıkça İslam karıtı bir parti<br />

olarak tanımlayan AfDnin (Alternative<br />

für Deutschland / Almanya için Alternatif)<br />

iktidar rüyaları görmeye baladığı Federal<br />

Almanyada, konuyla ilgili kitaplar sektörün<br />

en verimli köesini oluturuyor. İlgi<br />

büyük olunca verimlilik de büyüyor. Bu<br />

çalımaların en sevimlilerinden biri geçtiğimiz<br />

aylarda ralara çıktı. Kendi alanlarında<br />

son on yılda önemli adımlar atmayı<br />

baarmı, biri Mısırlı Alman, diğeri<br />

organik Alman iki enerjik yazarın ortak<br />

ürünü bir kitapçık, gerçekten kamuoyunun<br />

ilgisini topladı. Büyük bir yayınevinin<br />

(Rowohlt) cep kitapçığı biçiminde piya-<br />

34<br />

iin burada kalmayacağını gösteriyor.<br />

Hans Rath ve Hamed Abdel-Samad birbirlerini<br />

önsözde tartıyorlar. Birbirlerine<br />

çok saygılı ve anlayılılar, ama yaam<br />

koullarıyla dünya görülerinin çok farklı<br />

olduğunun altını çizmeden de kitabın<br />

içine geçi yapmıyorlar. İki yazarın esas<br />

etkinlik alanları ve yazdıkları diğer kitapların<br />

birbirleriyle bir ilgisi yok. Ama bu<br />

küçük tartıma kitabını yine de üretip<br />

insan içine çıkarma gereği duymular.<br />

Rath ve Abdel-Samad, aslında mülteci<br />

krizi üzerine yazmayı hedeliyorlarmı.<br />

Sonuçta Almanların bu meseleyi nasıl<br />

yaadığını, nasıl tepkiler gösterdiğini<br />

ileyen bir kitap için çalımılar. Ama i,


Foto Raimond Spekking CC BY-SA 4.0 (via Wikimedia Commons)<br />

zamanla farklı boyutlar kazanmı. Reçete<br />

değil. Ama bir krizde korkak, öfkeli,<br />

çaresiz olanlara bir eyler veren bir kitap.<br />

Bir reçete bulamadık, kurtarıcı tek bir<br />

yanıt bile bulamadık diyorlar. Krizin sürdüğünde<br />

ise ısrarlılar.<br />

Rath toplumun orta sınıları yasalara<br />

ve bunların uygulanmasına güvenirse,<br />

aırı uçların baskısına da direnebileceği<br />

kanısında, Hamed Abdel-Samad ise<br />

yapılan yasaların kimse tarafından okunmayacağını,<br />

çünkü bu haliyle bir toplumu<br />

içinden bir arada tutmaya gücünün yetmeyeceğini<br />

savunuyor. Demokratik kolaycılığa<br />

sürekli set çeken bir tavrı kitap ve/<br />

veya tartıma boyunca sürdüren Mısır<br />

asıllı yazar Yasanın değerlere ihtiyacı<br />

vardır, bu değerleri devlet ne emredebilir<br />

ne de garanti edebilir: Özgürlük duygusu,<br />

demokrasi anlayıı, dayanıma ve medeni<br />

cesaret diye yazıyor arkadaı Ratha.<br />

Abdel-Samad için tatlı su demokratlığının<br />

bu giderek kangrenleen soruna herhangi<br />

bir çözüm getirmesi mümkün değil.<br />

KORKAN HALKLAR<br />

Hans Rath için ise Almanlar, korkularıyla<br />

tanımlanabilecek bir halk halini almı<br />

durumda. Doğal afetler, terörizm, bunlar<br />

pek nadir sahneye çıksa bile sıradan<br />

Alman yurttaını kafasını megul eden korkular.<br />

Bir de yalılıkta yalnız kalma korkusu<br />

var. Rath, bu geleneksel korkulara<br />

imdilerde mülteci seli nedeniyle yeni korkular<br />

eklendiği görüünde: Sıradan Alman,<br />

kapasitesinin üzerinde i istenen politikacılardan,<br />

iç politika gerilimlerinden, ekonomik<br />

durumun kötülemesinden, çocuklarının<br />

uyuturucu bağımlısı olmasından çok<br />

korkuyor. Ama bunların hepsinin üzerinde<br />

sıradan Almanın özellikle isizlik ve yoksulluktan<br />

ödü kopuyor.<br />

Hamed Abdel-Samad için bunlar<br />

temelsiz korkular. Bu yeni Alman yazar<br />

ve gözlemciye göre, sıradan Alman belki<br />

mümkün ama hiç gerçeklemeyecek korkunç<br />

senaryolar çizip, ondan korkuyor.<br />

Ama Abdel-Samadın çeyrek yüzyılı bulan<br />

Almanya deneyiminden türettiği bir gözlem<br />

u: Almanların en büyük korkusu kendi<br />

geçmii tarafından tekrar ele geçirilmek.<br />

Hastalığın nüksetmesinden veya yeni bir<br />

diktatörlük altında kalmaktan korkuyor<br />

Alman insanı. Abdel-Samada göre, geçmiteki<br />

hataların yinelenmek istenmemesi<br />

elbette saygı duyulması gereken, önemli<br />

bir kazanım. Ama Almanların sosyal sıralamada<br />

aağı sınıların düzeyine dümenin<br />

ve terörizm korkusunun dayandığı<br />

bazı sabit verileri de yok değil. Avro sarsılıyor,<br />

emekli maaları artık garanti değil,<br />

orta sınıf eriyor, suç ileme oranı maalesef<br />

göç arka planına sahip gençler arasında<br />

da yükseliyor diye yazan Arap asıllı aratırmacı,<br />

Ama geçmite soyut olan terörizm<br />

korkusu bugün artık somuttur diyor<br />

ve özellikle bunun, 700den fazla Almanın<br />

Suriye ve Irakta Allah için savamak adına<br />

kapağı oralara atmasından beri son derece<br />

açık olduğunu kaydediyor.<br />

Mesele burada düğümleniyor ve Hamed<br />

çok açık yüreklidir: Binlerce İslamcı,<br />

ISİDden daha farklı bir anlayıa sahip<br />

değil.<br />

Abdel-Samadın Rath ile kitapçık<br />

boyunca giritiği tatlı-sert polemiler, gerçekten<br />

üzerinde iyi düünülmü saptamalar<br />

içeriyor. Örneğin pembe gözlüklerle<br />

kurulan güven ağlarının bu yeni ortamda,<br />

✤<br />

HANS RATH<br />

TOPLUMUN ORTA<br />

SINIFLARININ<br />

YASALARA<br />

VE BUNLARIN<br />

UYGULANMASINA<br />

GÜVENİRSE, AŞIRI<br />

UÇLARIN BASKISINA<br />

DA DİRENEBİLECEĞİ<br />

KANISINDA.<br />

✤<br />

35


✤<br />

MISIRLI<br />

YAZAR, BATI'DA<br />

VE ALMANYA'DA<br />

DÜŞÜNCE<br />

ÖZGÜRLÜĞÜNE<br />

"SIK SIK<br />

PROPAGANDA<br />

EDİLDİĞİ<br />

KADAR SAYGI<br />

DUYULMADIĞI"<br />

KANISINDA.<br />

✤<br />

olumsuz sonuçları olabileceğine dikkat<br />

çekerken (Ho geldin kültürü!), gözlerin<br />

azınlıktaki militan kadronun gücüne<br />

kapanmaması gerektiğini kaydediyor.<br />

BU İKLİMDE AÇIK TARTIŞMA<br />

2015in sonuna doğru belirginleen, yani<br />

geçen yazki büyük mülteci akınından ve<br />

Almanya Babakanı Angela Merkelin kapıları<br />

ardına kadar açmasından sonraki uyarıları<br />

ilginç. Hamed Abdel-Samad, birkaç<br />

ay içinde diktatörlüğün, dinin, eğitim ve<br />

medyanın bir nefret kültürü yetitirdiği<br />

bölgeden gelen 1 milyonu akın insanın<br />

içinde radikal İslamcılar, teröristler ve<br />

gericiler olabileceğinin unutulmamasından<br />

yana. Ona kalırsa, gerçi Her kamptan<br />

aırı uçlar azınlıktadır, ama bunlar taraftarlarını<br />

kolayca harekete geçirebilecek bir<br />

dinamiğe de sahiptirler.<br />

Abdel-Samad, böyle bir iklimde bir açık<br />

tartıma kültürünün serpilip yerleebileceğine<br />

doğal olarak inanmıyor. Ama<br />

ortada ciddi bir ihtiyaç da var. Kötümserliğini<br />

saklamayan, ama ayyuka da çıkarmayan<br />

Mısırlı yazar, Batıda ve Almanyada<br />

düünce özgürlüğüne sık sık propaganda<br />

edildiği kadar saygı duyulmadığı kanısında.<br />

Bu nedenle düünce özgürlüğünün<br />

bütün özgürlüklerin anası olduğunun altını<br />

çizme gereği duyuyor. Ancak her durumda,<br />

böyle bir ortam, toplumdaki bölünmenin de<br />

habercisidir. Kamplara ayrılmı insanların,<br />

burada iyilerin ve orada da kötülerin<br />

bulunduğu türünden sabit ikirlere sahip<br />

olduğunu belirten Abdel-Samad için, kolay<br />

demokratik çözümlere bu sahnede pek yer<br />

yok. Derinlemesine ve aydınlanmacı bir<br />

çaba gerekiyor feraha çıkabilmek için.<br />

Tabii iin içinde mazi adını verdiğimiz<br />

geçmi ve o geçmiin içerdiği malzeme de<br />

var. Hans Ratha göre, açık tartıma, geçmiin<br />

hortlaklarının tekrar ortaya çıkmasından<br />

ödümüz patladığı için tehlikede<br />

falan değildir. Böyle olsaydı Pegida ve AfD<br />

gibi milliyetçi çıkıların baarılı olmaması<br />

gerekirdi. Rath, her siyasal kampın ülkenin<br />

bölünme tehdidini kendi altını beslemek<br />

için kullandığına dikkat çekiyor. (s. 25)<br />

36<br />

Hamed Abdel-Samad, dostu ve yazar<br />

Hans Rathın Biz neden düünce özgürlüğüne<br />

değer vermiyoruz? sorusunu yanıtlarken<br />

gerçekten ilginç ve üzerinde çok<br />

düünüdüğü belli bir saptamada bulunuyor:<br />

öyle bir izlenimim var: Bir<br />

düünce eğer önemsizse ya da ana akımla<br />

uyum içinde bulunuyorsa, ancak ve ancak<br />

o zaman Almanyada kabul görüyor. (s.<br />

26) Bu saptama, Batıyı hem içinden ve<br />

Doğudan bakarak tanıyan ve sıradan<br />

çözümlemelere pek ilgi duymadığı bugüne<br />

kadar tanık olduğumuz entelektüel üretiminden<br />

de belli Abdel-Samadın, biraz da<br />

kendisine yönelik Bizdensin! etiketine<br />

usturuplu bir reddiyedir. Biyograisindeki<br />

trajedilere okurlarını da geçmi kitaplarında<br />

ortak eden bu ilek zekânın gözlemleri,<br />

gerçekten kafa açıcıdır: Buna kar-<br />

ılık, değiimi hedeleyen bir düünce,<br />

burada genelde tehlikeli bulunarak veya<br />

yardımı olmaz gerekçesiyle geri çevrilmektedir.<br />

(s. 26) Kavgalı tartımalardan<br />

geri durmayan sıradan Almanın, genelde<br />

bu tartımaları sonuna kadar götürmemesinden<br />

yakınan Abdel-Samad, dostu<br />

Ratha, kitapçıkta, açıkça Artık aman bir<br />

tatsızlık çıksın! diye özetleyebileceğimiz<br />

bir çağrıda bulunuyor: Tartımayı sonuna<br />

kadar götürebilmeli ve bu kapsamda<br />

ortaya çıkacak gerginliğe de tahammül<br />

gösterebilmeliyiz. (s. 27) Bunun tatlı su<br />

demokratlarını rahatsız edebilecek bir<br />

sertlik olduğunu farkında olmadığı söylenemez.<br />

İkinci Dünya Savaında bombalarla<br />

zorla mutlu edilen genç Alman demokrasisinde,<br />

Nazi Almanyası ile ilgili histerinin<br />

de geri planını aratırıyor Hamed<br />

Abdel-Samad: Das Dritte Reich ne kadar<br />

geride kalırsa, kendilerini direni savaçısı<br />

sayanların ona karı sonradan sürdürdükleri<br />

bu sava da o kadar sert oluyor.<br />

(s. 39) Bunun anlamı, bu topluma bir eyleri,<br />

özellikle dinsel gericiliğin İslam ile<br />

üstlendiği anlamı anlatmakta çekilen güçlüktür.<br />

Gençken eriatçı örgütlere üye olduğunu<br />

saklamayan Abdel-Samad, yer yer<br />

bizim unutulmaz Aziz Nesinimizi 60-70 yıl


sonra yineliyor sanki. Çevresini bir sağır<br />

duvarın sardığının farkındadır. Ama buna<br />

rağmen gelimeleri, kimsenin houna gitmese<br />

de, kendince değerlendirmeye devam<br />

ediyor. Örneğin Arap Baharı toplumsal<br />

çalkantı balamadan önce ve baladıktan<br />

hemen sonra, 2010 ylılından itibaren, Arap<br />

dünyasının bir çözülme parçalanma sürecinde<br />

bulunduğunu raporlatırdığını, ancak<br />

kendisine kulak verilmediğini hatırlatıyor:<br />

Akdenizin güney kesiminde içsavaların<br />

ve huzursuzlukların çıkacağı, bunların da<br />

Avrupaya doğru tarihin en büyük kavimler<br />

göçüne yol açacağı kehanetinde bulunmutum.<br />

Biliyor musun bu yüzden bana ne<br />

ad taktılar? Panikçi! (s. 45)<br />

GÖÇ ENDÜSTRİSİ<br />

Kitapçığın sonuna doğru Mısır asıllı<br />

yazar sazı tamamen eline alıyor ve art<br />

arda gerçekten birbirinden ilginç değerlendirmelerde<br />

bulunuyor. Bunlardan biri göç<br />

arka planı diyebileceğimiz bir endüstri<br />

ile ilgili. Göç arka planını ön plana çıkaran<br />

birinin birçok sorundan kaçabileceği, hatta<br />

bununla kalmayıp para bile kazanabileceği<br />

uyarısında bulunan Abdel-Samad,<br />

Bu arada göçmenlerin diğer göçmenlerin<br />

sorunlarıyla ilgilendiği inanılmaz bir<br />

entegrasyon endüstrisi var. Entegrasyon<br />

ne kadar baarılı olursa, entegrasyon<br />

kılavuzları ve kenar mahalle menajerleri<br />

o kadar çok tevik parası alıyor. Bunu<br />

barı vakıları ve hükümet dıı örgütler<br />

(NGOlar) ile karılatırabiliriz: Bunlar<br />

gerçi barıı överler ama varlıkları temelde<br />

savaa bağımlıdır. (s. 61)<br />

Aziz Nesinin yeni ve Almanyadaki versiyonu<br />

dedik: Özellikle baörtüsü ile ilgili<br />

vurgu ve saptamaları buna hak verdirecek<br />

boyutlardadır. 5-6 yaındaki kız çocuklarının<br />

balarının örtülmesiyle, ilginç bir<br />

sorunun, bir inanılmaz özgürlük inancının<br />

gündeme geleceğini belirtiyor Abdel-<br />

Samad: Bu kız çocukları ileride yaları<br />

ilerlediğinde de bu kumaı gönüllü olarak<br />

taıdıklarını söyleceklerdir, çünkü bunu<br />

vücutlarını bir parçası yapmılardır. (s.<br />

70-71)<br />

Almanyada devletin eit haklar, kadın<br />

özgürlüğü, özgürlük duygusu propaganda<br />

ettiğini, ama i entegrasyon tartımalarına<br />

geldiğinde, bu sözcüklerin<br />

✤<br />

HAMED ABDEL-<br />

SAMAD'IN ÖZELLİKLE<br />

BAŞÖRTÜSÜ<br />

İLE İLGİLİ<br />

SAPTAMALARI<br />

BUNA HAK<br />

VERDİRECEK<br />

BOYUTLARDADIR.<br />

✤<br />

37


✤<br />

miyor: Gelenekten, vesayetten ve cinsler<br />

arası ayrımcılıktan yana olan muhafazakâr<br />

güçlerin imdi de mültecilere eit hakların<br />

ve özgürlemenin nasıl ilediğini anlatması<br />

gerekiyor, öyle mi? (s. 73)<br />

Özellikle Almanyadaki İslami derneklerin<br />

izlediği çifte strateji ile ilgili saptamaları<br />

son derece akıl açıcı olan Abdel-<br />

Samadın, taleplerinde sadece camilere<br />

değil kiliselere yönelik de gayet radikal<br />

önerilerde bulunduğu gözleniyor. Devletin<br />

kiliselerden tüm ayrıcalıkları geri alması<br />

gerektiğini savunan Abdel-Samad, açıkça<br />

sekülerlemenin, laikliğin tek çözüm olduğunun<br />

altını çiziyor.<br />

Açık yüreklidir: Teröristlerin Batıya<br />

karı toptancı nefretlerinin, Batıda Müslümanlara<br />

karı toptancı bir nefretle yanıtlandığına<br />

dikkat çeken Abdel-Samada<br />

göre, İslamda reform olamaz, ama Müslümanların<br />

düüncesinde reform yapmak<br />

mümkündür. O nedenle İslamı Müslümanlarla<br />

her zaman bir ve aynı ey<br />

olarak göremeyiz diyor. (s. 87) Abdel-<br />

Samad, Alman devletinin İslami ve<br />

İslamcı derneklere değer vererek reform<br />

falan yaptırmasının mümkün olmadığını<br />

savunuyor.<br />

Yaanan ve giderek derinleen sorunların<br />

çözümüyle ilgili olarak, Hans<br />

Rathın değil, ama Hamed Abdel-<br />

ABDEL-SAMAD,<br />

<strong>AVRUPA</strong>LILARIN<br />

PEK ALIŞIK<br />

OLMADIĞI BİR<br />

DİLLE LAİKLİĞİN<br />

TEK ÇÖZÜM<br />

OLDUĞUNUN<br />

ALTINI<br />

ÇİZİYOR.<br />

✤<br />

tam tersine, kendisine İslam içindeki en<br />

muhafazakâr güçleri muhatap aldığına<br />

dikkat çekiyor. Abdel-Samad için, İslam<br />

dernekleri izledikleri gerici ilahiyatçılıkla<br />

bu ülkede paralel toplumları yerleik kılmılar,<br />

en azından sağlamlatırmılardı,<br />

imdi ise bunlar en ön safta yeni gelen<br />

Müslüman mültecilerin entegrasyonu için<br />

çaba göstermektedir. Bir kez daha entegrasyon<br />

tartıması İslamlatırılmaktadır<br />

diyen Hamed Abdel-Samad, sormadan ede-<br />

Samadın diğer çalımalarına giri niteliğindeki<br />

bu küçük kitapçıktaki bir<br />

Abdel-Samad saptaması okurun gözlerini<br />

açıyor: Doğrusu hiç iyimser değilim.<br />

Aydınlanmacı Türkçenin bu gerçekten<br />

ilginç yazarı ve aratırmacıyı yakın<br />

takibe almasında büyük yarar var. Özellikle<br />

Türk aydınlanmasını ciddiye alan,<br />

cumhuriyet rejmiini tarihsel bir ilerleme<br />

olarak gören yayıncıların, bizim unutulmaz<br />

Aziz Nesininimizin birçok tezini,<br />

Batının göbeğinde kendince ve yeni<br />

koullarda yeniden üretebilen/gelitirebilen<br />

bu akıllı Aziz Dede torununu vakit<br />

geçirmeden dilimize aktarması gerekiyor.<br />

z<br />

38


www.issuu.com/yaprakkiran01<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

39


BASININ VE SANATIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE BİR TARTIŞMA<br />

‘Böhmermann<br />

Vakası’ mı,<br />

baka bir ey mi?<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

commons.wikimedia.org/Jonas Rogowski<br />

BREMEN<br />

Almanya bir aydan fazla bir<br />

süreden beri bir komedyeni ve bu bağlamda<br />

Tayyip Erdoğan ile Türkiyeyi tartı-<br />

ıyor. Jan Böhmermann, daha çok belden<br />

aağı esprilerle Alman TVlerinde önemli<br />

bir izleyici kitlesi bulan popüler, fakat<br />

sıradan komedyenlerden biri. Mesele bir<br />

bakıma Almanyada seneler öncesinin<br />

çok kaliteli siyasi güldürüsünün artık<br />

kaybolmu olması. Bunun yerini, müstehcen<br />

esprilerle, Stefan Raab gibi dünyanın<br />

her yerinden video kayıtları yayınlayarak<br />

bakalarının zayılıklarına gülen bir<br />

garip espri, güldürü kültürü aldı. Güldürü<br />

zekâsının, öğreticiliğinin yerini bir bakıma<br />

belden aağı yapılan akalar, küfürler ve<br />

daha da kötüsü ırkçı klieler aldı.<br />

Burada konunun bizi asıl ilgilendiren<br />

kısmı Alman basınındaki bu ırkçılık. Yoksa<br />

Tayyip Erdoğan, demokrat mı değil mi gibi<br />

bir tartıma anlamsız olur. Kendi yurttaı,<br />

fakat kendisi gibi olmayan ve düünmeyen<br />

insanları en az haftada iki defa aağılayan,<br />

muhalilerini susturmak için her<br />

40


yola bavuran, örneğin, İstanbulun siluetine<br />

müdahale ederek yaptırttığı Selâtin<br />

Camii ile kendini bir tür seçilmi padiah<br />

gibi gören bir siyasetçiyi savunmak gibi<br />

bir derdimiz olamaz.<br />

Jan Böhmermann, söz konusu iirinde<br />

döner, domuz, keçi s...n gibi kavramlarla<br />

Türkleri ve Müslümanları aağılayan<br />

tipik ırkçı imgelere bavuruyor.<br />

Komedyen, Tayyip Erdoğana bir siyasetçi<br />

olarak yaptıkları üzerinden değil, etnik<br />

ve dini kimliği üzerinden saldırıyor. Bu<br />

tür ırkçı imgelere normal olarak Almanya<br />

ve Avrupada en sağ, faist gruplar bavururdu.<br />

Eğer bu gruplara mensup birisi bu<br />

iiri yazsaydı herhalde Almanyadaki tepki<br />

de bambaka olurdu.<br />

Olayın sağlamasını yapmak için u<br />

soruyu da sorabiliriz: Eğer söz konusu<br />

siyasetçi Erdoğan değil de bir Batılı<br />

olsaydı, Böhmermann, söz konusu iirini<br />

değil TVde okumak, yazmayı bile<br />

aklından geçirir miydi? Aklına, keçi<br />

bilmem ne yapmak, döner gibi kokmak,<br />

domuz yellenmesi gelir miydi?<br />

Pekala bu sözde iirdeki Erdoğan sözcüğünü<br />

Türk ve Müslüman sözcükleriyle<br />

değitirebiliriz, çünkü asıl kastedilen<br />

bu iki imge.<br />

IRKÇILIK İÇİN TÜRK VE<br />

MÜSLÜMAN TANIMI<br />

commons.wikimedia.org/Michael Schilling<br />

Almanyada ırkçılık kendini özellikle<br />

Türkler ve Müslümanlar üzerinden tanımlamakta.<br />

Bu iki kimlik kötü, saldırgan,<br />

iddet yanlısı, ortaçağdan kalma, geri, kızlarını<br />

zorla evlendiren, baskıcı vb. bütün<br />

olumsuz sıfatları üzerinde taıyor. Bunun<br />

aksi ise iyi, barıçıl, yumuak, modern,<br />

ilerici, kadınların özgür ve eit olduğu<br />

Alman toplumu.<br />

Irkçılık teorilerine uygun biçimde ifade<br />

edersek, Türk, Türkiye ve Müslüman,<br />

Alman, Almanya ve Hıristiyanın ötekisi.<br />

Almanlar, Türkler, Müslümanlar ve onlara<br />

duyulan irrasyonel nefret olmadan olamıyorlar.<br />

Kendi kimliklerini bulamıyorlar.<br />

50 küsur yıldır birlikte yaadıkları, kendi<br />

yapmak istemedikleri en berbat ilerini<br />

yaptırdıkları insanlardan nefretin ve saldırganlığın<br />

nedeni bu.<br />

Tartımalar baladığından beri hem<br />

devlet radyo televizyonları hem de özel<br />

basın kuruluları Almanya ve Alman<br />

siyasetinin Türkiye ve Erdoğanın kurbanı<br />

olduğu, onun baskısı altında kaldığını,<br />

kendi kararını veremediğini<br />

iliyor. Hükümet, Erdoğan önünde diz<br />

mi çöküyor? (Knickt die Regierung vor<br />

Erdoğan ein?), Erdoğana bağımlı mı olacağız?<br />

(Abhängig von Erdoğan?) gibi balıklar<br />

en haileri.<br />

Türkiye (T. Erdoğan) - Avrupa (A.<br />

Merkel) anlamasının, Türkiyeyi bata<br />

✤<br />

BU İKİ KİMLİK<br />

KÖTÜ, SALDIRGAN,<br />

ŞİDDET YANLISI,<br />

ORTAÇAĞDAN<br />

KALMA, GERİ,<br />

KIZLARINI ZORLA<br />

EVLENDİREN,<br />

BASKICI VB.<br />

BÜTÜN OLUMSUZ<br />

SIFATLARI ÜZERİNDE<br />

TAŞIYOR.<br />

✤<br />

41


ALMANYA VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ<br />

Avrupa ama özellikle Almanyanın<br />

sınır bekçisi ve mülteci deposu yaptığını,<br />

Almanyanın istediğini aldığını,<br />

Türkiyenin ise en iyi durumda, zaten uluslararası<br />

anlamalara ve mahkeme kararlarına<br />

aykırı olan vize uygulamasını kaldırtabileceğini<br />

çok iyi bilmelerine rağmen...<br />

Vurun abalıya!<br />

Kendi iyisini, ötekini sadece kötüleyip<br />

aağılayarak değil, bu defa, sanki<br />

kendisi o ötekinin (Türk, Müslüman) baskısı<br />

ve zoru, hatta mezalimi altındaymı,<br />

ona boyun eğmek zorundaymı algısını<br />

yayarak kendini zavallı bir kurban gibi<br />

gösteriyor. Bu kötü, arkaik Erdoğan, Türkiye,<br />

Ankara bizim nasıl yaayacağımıza,<br />

nasıl davranacağımıza karar vermek<br />

istiyor...<br />

Almanyada da rapçiler veya sıradan<br />

insanlar siyasetçilere hakaret ettiklerinde<br />

ceza alıyorlar. Örneğin, Berlin eski<br />

Belediye Bakanı Klaus Wowereit da kendisine<br />

ecinselliği üzerinden saldırdığını<br />

düündüğü bir rapçiyi dava etti. O<br />

zaman basında kimse Bu sanatsal özgürlüktür,<br />

kısıtlanamaz! falan demedi. Fakat<br />

Böhmermann, basın tarafından birdenbire<br />

basın özgürlüğünün ikonu hatta Batı<br />

uygarlığının savunucusu ve kahramanı<br />

konumuna getirildi.<br />

İkinci Alman Televizyonu ZDF, zararın<br />

neresinden dönersek kârdır demeyip<br />

Böhmermannı mahkemelerde sonuna<br />

kadar savunacağını açıkladı. Onlarca<br />

yazar, sanatçı, siyasetçi – bu arada Tayyip<br />

Erdoğana ve Türkiyeye ırkçı atıları<br />

ihmal etmeden – Böhmermann ile dayanıma<br />

mesajları verdiler. Almanyanın<br />

en büyük özel basın kuruluu Springer<br />

grubunun yönetim kurulu bakanı Mathias<br />

Döpfner 1 , Die Weltte Böhmermanna<br />

bir açık mektup yazarak, hem komedyeni<br />

övdü hem de Sonuna kadar yanındayım<br />

dedi. Döpfner, Alman sağının en<br />

önemli kalemorlarından birisi, kariyerine<br />

Bremen Radyosunda balayan Böhmermann<br />

ise birçok yaıtı ve meslektaı gibi<br />

kendini solcu olarak görenlerden.<br />

Ve elbette Döpfner gibi biriyle aynı<br />

yerde olmak istemez. Fakat, ortak düman<br />

nasıl da ortak kimlikler ve birliktelikler<br />

yaratıyor?<br />

1<br />

Mathias Döpfner, Alman basınında hem medya şirketlerindeki görevleri hem<br />

de yazar olarak önemli birisi. Döpfner, Müslüman ve Türk düşmanı yazılarıyla tanınıyor.<br />

Döpfner’in 2010 yılında Die Welt’te yayımlanan Müslümanlara karşı bir tür<br />

Haçlı seferberliği manifestosu olan yazısı aşağıdaki adreste:<br />

ht tp://w w w.welt.de/debat te/ar ticle1114 8187/Der-Westen-und-dashoehnische-Lachen-der-Islamisten.html<br />

42


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

43


44


İŞÇİ VE FOTOĞRAF<br />

SANATÇISI<br />

KEMAL KORKMAZ’IN<br />

SERGİLERİ<br />

Sanatta<br />

nokta<br />

olmaz!<br />

45


WALLDORF<br />

Uzun yıllardır Frankfurt ve çevresinde<br />

çalımalarını sürdüren<br />

fotoğraf sanatçısı Kemal Korkmaz,<br />

karanlığın içinden ıığa bakıın<br />

farklı insanlar yarattığını ileri<br />

sürenlerden. Kendisini de farklılatırmak<br />

istiyor. Ama kendisini hayat<br />

karısında hiç artlandırmadan bir<br />

yere yerletirdiğini söylemeyi de<br />

ihmal etmiyor:<br />

46


✤<br />

ORADAKİ<br />

KARANLIKLA<br />

DIŞARIDAKİ<br />

BANKALARIN,<br />

ŞEHİRDEKİ IŞIKLI<br />

LEVHALARIN<br />

AYDINLIĞI<br />

ARASINDAKİ ÇELİŞKİ<br />

HEP DİKKATİMİ<br />

ÇEKMİŞTİR.<br />

✤<br />

47


İşçi olarak geldim ben Almanya’ya.<br />

Önce eski hal binası Großmarkthalle’de,<br />

yani şimdi yeni Avrupa Merkez Bankası<br />

binasının yükseldiği yerde ve geceleri<br />

çalıştım. Büyük bir karanlığın içindeydik<br />

çalışırken. Oradaki karanlıkla dışarıdaki<br />

bankaların, dev binalardaki, şehirdeki ışıklı<br />

levhaların aydınlığı, o ışıklar içinde bizim<br />

karanlığımız, bu çelişki, hep dikkatimi çekmiştir.<br />

Geceleri çalışıyordum, ama geceleri<br />

oraya gelip fotoğraf çeken bir gazeteci<br />

görmedim mesela. Oysa hayat o karanlığın<br />

içinde kuruluyordu. Fotoğrafçılar, gazeteciler<br />

ise gündüzleri gelip fotoğraf çekiyorlardı.<br />

Ben o yılları ve karanlığı içeriden<br />

fotoğraladım. Sergiler açtım. Sonra da<br />

şimdi çalıştığım matbaaya geçtim.<br />

Matbaa içisi olmasına ve ağır bir i<br />

yapmasına rağmen hayat karısında onu<br />

anlama görevi olduğunu unutmuyor Kemal<br />

Korkmaz:<br />

Son dönemde evde çalışıyorum. Model,<br />

ışık, fotoğrafçı, sahne ve tasarım hep tek<br />

bir kişide birleşiyor. O da, benim. Birçok<br />

kişiyi tek bir insanda birleştiriyorum yani.<br />

İşte fotoğralarımla bu bütünleşmeyi de<br />

48


✤<br />

MODEL, IŞIK,<br />

FOTOĞRAFÇI,<br />

SAHNE VE TASARIM<br />

HEP TEK KİŞİDE<br />

BİRLEŞİYOR.<br />

O DA BENİM.<br />

BİRÇOK KİŞİYİ<br />

TEK BİR İNSANDA<br />

BİRLEŞTİRİYORUM<br />

YANİ.<br />

✤<br />

49


50<br />

yakalamaya çalışıyorum. Aynada igürler<br />

yaratıp onları fotoğralıyorum. Kendime<br />

roller biçtim. Atölye gibi kullanıyorum evi.<br />

Aslında yaşamın her noktasından igürler<br />

çıkarıyorum.<br />

En son geçen yıl baında Walldorfta<br />

bir karma sergiye fotoğralarıyla katılan<br />

Korkmaza göre, insanın kendi içindeki<br />

benlik çok önemli. O benliğin önemsizlemesi<br />

halinde dıarıdaki kuralların öneminin<br />

artacağını, bunun ise özgürlüğün<br />

kısıtlanmasına yol açacağını hatırlatıyor:<br />

Aslında ben içime dönerek, kendimi<br />

dıarıdaki egemen sistemden, kuralların<br />

otoritesinden kurtarıyorum. Gösterilenleri<br />

kaydetmeden, kendi avucumun içindekileri,<br />

yani bizzat topladıklarımı görüyorum.<br />

Dıarıdakilerin istediklerini değil,<br />

kendi istediklerimi görüyorum. Ezbere<br />

yaamak istemem, yaayamam da. Topladıklarımda<br />

kendimi görebiliyorum. Özetle,<br />

ben hazır yemek istemiyorum. Kendimi<br />

ve kendi yemeklerimi hep kendim hazırlamak<br />

istiyorum.


✤<br />

DIŞARIDAKİLERİN<br />

İSTEDİKLERİNİ DEĞİL,<br />

KENDİ İSTEDİKLERİMİ<br />

GÖRÜYORUM.<br />

ONLARI GÖSTERMEYE<br />

ÇALIŞIYORUM.<br />

✤<br />

51


Bütün dünya bir sahne diyen<br />

Shakespearein izindeki içi-sanatçı<br />

Korkmaz, fotoğralarını neden manipüle<br />

ettiğini öyle açıklıyor:<br />

Gördüklerimin arkasında, görünmeyeni<br />

yakalamak için fotoğraları sonradan<br />

müdahale ediyorum. Fotoğraları manipüle<br />

ederek, bir sessizliği yakalıyorum.<br />

Gördüklerimle bunun için oynuyorum.<br />

Alışkın olmadığım kelimeleri duymak<br />

hoşuma gidiyor. Benim derdim insanları<br />

uyarmak: Araştırmalarımın, sorgulamalarımın<br />

merkezinde hep bu var. İnsanlar<br />

birbirine çarpa çarpa bir büyük resim<br />

veriyor aslında. O resimleri yakalamak<br />

için çaba harcıyorum. Hayat bitmeden<br />

önce her şeyle bir biçimde yüz yüze kalıyoruz.<br />

“ışarıdan alıyoruz. “ışarıdan<br />

aldıklarımız ise su gibidir. O su oldukça<br />

çiçek veririz, su aldığımızda biz de dışarıya<br />

su ve can veririz. Bu alışveriş biterse<br />

biz de biteriz. Bu bitimli dünyada sanatın<br />

olanakları büyük. Sanatta nokta belki de<br />

o yüzden yok.<br />

u sıralarda koreograiden fotoğrafa<br />

bir çizgi çekmeye çalıtığını, bu konudaki<br />

ilk ürünlerinin İstanbulda İFSAK<br />

salonlarında Rollenmeler balığı<br />

altında 30 Nisan-12 Mayıs <strong>2016</strong> tarihleri<br />

arasında sergileneceğini belirten Kemal<br />

Korkmaz, Eskiehir Anadolu Üniversitesi<br />

bünyesinde de yine mayıs ayında<br />

bir küçük sergi daha düzenlendiğini, bu<br />

alandaki çalımalarını hem Almanya<br />

hem de Türkiyede yoğunlatıracağını<br />

söylüyor. (FHF) z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

52


Regional,<br />

Hessisch aber<br />

Türkisch<br />

www.hessen-toplum.com<br />

53


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net


Aylık Kültür ve Sanat Aylık Kültür Dergisi ve | Sanat Haziran Dergisi <strong>2016</strong> | Şubat | Sayı: <strong>2016</strong> 4 | | www.avrupa-kultur.eu<br />

Sayı: 01<br />

AYDINLANMANIN BEŞİĞİ İÇİN ASIL ADRES<br />

Modern Avrupa’nın<br />

Anadolu Korkusu<br />

■ Nuri Irak: Resim, tarih ve doğa denklemi<br />

■ Berlin’de yine ilginç bir “Tiyatro Buluşması”<br />

■ Momentum’da postkomünist kadın sanatçılar ve “Hero Mother”<br />

■ Bremen: Zülfü Livaneli 70 yaşında


İçindekiler<br />

<strong>AVRUPA</strong>’NIN TARİHSEL TEMELLERİNE EGE’DEN MÜDAHALE<br />

Modern Avrupa’nın Anadolu korkusu ve kaynakları<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Modern Avrupa’yı doğuran Helen uygarlığının asıl gelişkin temelleri Anadolu’da mı? Yeni tezler<br />

Türkiye’yi merkeze almak zorunda kalıyor. Anadolu’yla ilgili, sadece uluslararası siyasette değil, antik<br />

tarih tartışmalarında da yeni zarlar atılıyor. Yeni bulgular masaya yatırılıyor, yeni yorum talepleri<br />

yükseliyor. Türkiye’nin özellikle batısının, M.Ö. 2’nci binyılda, Troya savaşlarının patlak verdiği<br />

M.Ö. 1200’lerin öncesi ve sonrasında, “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan” bir coğrafya olarak “Sıfırıncı<br />

Dünya Savaşı”na sahne olduğu yeni iddialar arasında yer alıyor. Arkeoloji ve Ege’ye gerçekten<br />

ömür vermiş ilginç bir “jeoarkeolog” Eberhard Zangger, Batı Anadolu’daki Luvileri incelemeyi öneriyor.<br />

Gerçi yeni bulgular ışığında malzeme olarak zayıf bir görüntü veriyor, ama biz “Anadolu’nun<br />

önceliği ve gelişkinliği” tezini “Mavi Anadolucular” başlığı altında, Halikarnas Balıkçısı ve dostlarının<br />

aydınca çabaları sayesinde 1940’lardan itibaren Türkçede tartışmıştık. 1980’lerde kesilen bu tartışma,<br />

yeniden ve çok daha zengin bir zeminde, bu kez İsviçre kaynaklı olarak yeniden önümüze geliyor.<br />

Çok ilginç bir yere doğru ilerliyoruz...<br />

SAYFA: 4<br />

NURİ IRAK İÇİN DÜNYA, TARİH VE RESİM DENKLEMİ<br />

Soyutun olanaklarıyla doğanın ve tarihin peşinde olmak<br />

İLHAN AYER<br />

Nuri Irak, sadece tuvaller üzerine resimler yapmıyor, ahşap baskılar, çini mürekkebiyle yaptığı çalışmalarının<br />

yanında fotoğrafçılık sanatıyla da uğraşıyor. Irak, çalışmalarında karma tekniğini de kullanıyor,<br />

çini mürekkebiyle, akrilik boyayı incelterek, sulu boya tarzında karışımlar elde ediyor. Toz pigment<br />

boyalarla, çini mürekkebini kağıt, ahşap veya tuval üzerinde birleştirerek karma teknikler deniyor.<br />

Suluboya ile çini mürekkebinin resimde hata afetmeyeceğini de sözlerine ekliyor. Sanat eserlerinde<br />

klasik resim materyalleri dışında, kan, kül ve suni paslanma süreçleri yaratarak yeni objeler<br />

elde ediyor. Bazı eleştirmenlerce “ifadeci kompozisyonlarında olağanüstü bir dinamizmle resim çerçevelerini<br />

zora düşürdüğü” de belirtilen Nuri Irak, sorularımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 20<br />

TÜM BERLİN BİR SAHNE GİBİYDİ...<br />

Bir “Tiyatro Buluşması”nın ardından.. .<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Berlin’deki “Tiyatro Buluşması”na layık kuşkusuz birçok oyun vardır. Yönetmenin uygulaması, oyuncuların<br />

performansı, sahne dizaynı vs. çok çarpıcı, sanat kalitesinin dorukta olduğu oyunlar... Ancak<br />

Berlin Tiyatro Buluşması’nda her sene Hamburg Devlet Tiyatrosu ve Berlin’deki belli tiyatrolardan<br />

mutlaka oyunların davet edilmesi dikkat çekiyor. Bunlarda mutlaka ödüle layık oyunlar mı sergileniyor?<br />

SAYFA: 30<br />

2


POSTKOMÜNİST KADIN SANATÇILARIN ANNE VE<br />

KAHRAMANLIK BAKIŞI<br />

Momentum’da “Hero Mother”<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

Kadın denince akla ilk gelen olgu annelik, annelik sanki kadın olmanın eşanlamlısı. Anneliğin ardından<br />

da eş, aşçı, temizlikçi, ucuz emekçi gibi vasılar geliyor. Gene de itibar edilen kadın olmak değil<br />

de, annelik. Annelik de kendisine atfedillen bunca tanımla sonuna kadar doldurularak, anlamsızlaştırılmış<br />

durumda. (Zaten bir kadın olarak sadece annelik vasfım ile değerlendirileceksem bırak<br />

kalsın...) Burada bir eleştirmen, kadın ve anne olarak ele aldığım serginin adı da “Kahraman Anne”.<br />

Kahraman kadın değil, kahraman olan sadece anne. Peki nereden geliyor bu “kahraman anne” olgusu?<br />

Sergide yer alan sanatçılardan Elżbieta Jabłońska’nın kullandığı anlamda çizgi romanların süper<br />

kahramanlarından gelmediği kesin. Polonyalı sanatçı Jabłońska kendini tamamiyle çocuklarına<br />

adayan anne olgusunu ele aldığı fotoğralarında, oğluyla birlikte poz veriyor. Her bir fotoğrafta kucağında<br />

bir erkek çocuk olan kadını, evinin farklı köşelerinde ve farklı kahraman kıyafetleri (Batman<br />

ve Superman gibi) içinde görüyoruz. Fotoğralardaki kadın tamamen bezmiş ve hissiyatsız bir ifade<br />

ile izleyiciye bakıyor. Arka planda ise mükemmel olan anneden bekleneceği gibi derli toplu bir ev<br />

köşesi var. Bu fotoğralar her toplumda kadına yapıştırılan o mükemmel anne olma durumunu süper<br />

kahramanlık ve kahraman annelik üzerinden eleştiriyor.<br />

SAYFA: 36<br />

VİYANA’DAN BAKINCA GÖRÜLMEK İSTENEN TÜRKİYE<br />

“Türkei”? Hangisi?<br />

Türkiye konusunda Alman kitap dünyasına neredeyse her gün yeni bir katkı yapılıyor. Sadece Almanca<br />

içinde yetişmiş köklerinde Türkçe yatan yazarlar değil, Türkiye üzerine yazan Almanlar da var<br />

bu listenin içinde. Art arda yayımlanan bu kitaplar arasında bir yenisi de genç kuşak araştırmacı ve<br />

biliminsanlarından Dr. İlker Ataç’a ait. Şu sıralarda Viyana’da çalışmalarını sürdüren, ancak Alman<br />

üniversitelerinde yetişen Ataç’ın, çalışma arkadaşı Michael Fanizadeh ile birlikte Viyana’daki Türkiye<br />

konulu toplantılarda sunulan bildirilerden derlediği yeni kitap “Türkei”, böyle bir çalışma. Batı’nın<br />

görmek istediği Türkiye ile ilgili ilginç ipuçları veren derleme karşısındayız.<br />

SAYFA: 43<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ 70’İNCİ YAŞINI BREMEN’DE KUTLUYOR<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

Besteci, şarkıcı, yazar ve ilm yönetmeni Zülfü Livaneli 20 Haziran’da 70 yaşına girecek. Livaneli, doğum<br />

gününü Bremenli dostlarıyla kutlayacak.12 Eylül’den sonra bir süre Almanya’da yaşayan Zülfü<br />

Livaneli, 1984 yılında Bremen’de “Ada” albümünü kaydetmişti. Livaneli, 1987-1988 yıllarında Bremen<br />

Radyosu’ndan Peter Schulze ile birlikte, Türkiye Almanya ortak yapımı “Yer Demir Gök Bakır”<br />

ilmini çekmişti.<br />

SAYFA: 49<br />

3


<strong>AVRUPA</strong>’NIN TARİHSEL TEMELLERİNE EGE’DEN MÜDAHALE<br />

Modern Avrupa’nın<br />

Anadolu Korkusu<br />

4


FRANKFURT<br />

Anadoluyla ilgili, sadece uluslararası<br />

siyasette değil, antik tarih tartımalarında<br />

da yeni zarlar atılıyor. Yeni bulgular<br />

masaya yatırılıyor, yeni yorum talepleri<br />

yükseliyor. Türkiyenin, özellikle de batısının,<br />

M.Ö. 2nci binyılda, Troya savalarının<br />

patlak verdiği M.Ö. 1200lerin öncesi<br />

ve sonrasında, Akdenize bir kısrak baı<br />

gibi uzanan bir coğrafya olarak Sıfırıncı<br />

Dünya Savaına sahne olduğu yeni<br />

iddialar arasında yer alıyor. Bu dönemin<br />

ardından Anadolunun 400 yıllık bir<br />

karanlık döneme girdiği, artık kitabî<br />

bir iddia değil, birçok somut bulgu ve<br />

ipucundan hareketle tartımaya açılan<br />

bilimsel bir tez. Tamam, ama bunlar Türkçeye<br />

yabancı değil. İpuçlarını Türkçede<br />

görmütük. Yani bizim için çok yeni bir<br />

durumda yok ortada.<br />

Neden?<br />

Buna geleceğiz. Önce unu söyleyebiliriz:<br />

Her ne olursa olsun, Egenin protohistoryası,<br />

yani tarihöncesi ile tarih<br />

arasındaki dönem, gerçekten de çok<br />

yeni sürprizlere açık. Batı Anadolu halkı<br />

Luviler ve ülkeleri Luwiyada, yani Bronz<br />

Çağında Batı Anadoluda gelimi bu<br />

uygarlıkla ilgili yeni bilgi ve tezler, yaadığımız<br />

zamanı da altüst edebilecek bir<br />

enerji içeriyor olabilir.<br />

Eberhard Zangger | Hattusa Temple<br />

5


✤<br />

UYGARLIĞIN<br />

BEŞİĞİ BUGÜNKÜ<br />

TÜRKİYE<br />

COĞRAFYASIYDI.<br />

BATI BU GERÇEĞİ<br />

ÖRTMEK İSTEDİ.<br />

✤<br />

Bu enerjinin, biz neredeyse cumhuriyetle<br />

birlikte, 1950lerden itibaren ise yoğunla-<br />

arak Türkçede ilemeye baladığına tanık<br />

olmutuk: Mavi Anadolu.<br />

Ünlü Halikarnas Balıkçısının, tam adıyla<br />

Cevat akir Kabaağaçlı, ve onun öncülüğündeki<br />

Mavi Anadoluculuk hareketinin<br />

temel tezleri (Anadolu yarımadası Yunanistan<br />

yarımadasından daha uygar ve gelikindi)<br />

ile halen Zürih merkezli yeni bir<br />

6<br />

jeoarkeolojik harekâta girien Dr. Eberhard<br />

Zanggerin bulgu ve tezleri arasında<br />

bir devamlılık var: Uygarlığın beiği,<br />

bugünkü Türkiye coğrafyasıydı ve o coğrafya,<br />

içerdiği kültürlerle birlikte bugünkü<br />

Yunanistandan çok daha önemliydi. Ancak<br />

modern zamanlarda, Batı, bu gerçeğin<br />

üzerini örtmek için çok çaba harcadı.<br />

Oynak Tolgalı Hektorun sonsuza dek<br />

gömülmesi arttı.


✤<br />

Heinrich Schliemann<br />

Sydney Hodges'in fırçasından (1877)<br />

Helen kültürünün Anadoludan kaynaklandığını<br />

ileri süren Halikarnas Balıkçısı,<br />

Hey Koca Yurt, Anadolu Tanrıları,<br />

Anadolu Efsaneleri, Merhaba Anadolu<br />

gibi yapıtlarında antik çağ Türkiye efsanelerini<br />

inceleyerek bu yargıya varmıtı.<br />

Genel kanı, karılatırmalı mitoloji incelemelerinde<br />

Halikarnas Balıkçısının ilklerden<br />

biri, birçok açıdan da birinci olduğu<br />

yolundadır. Anadolu uygarlıklarını aratırmaya<br />

trajik gençliğinden balayarak<br />

tüm ömrünü adayan Halikarnas Balıkçısı<br />

için bilimsel düüncenin ve felsefenin<br />

anayurdu, Anadoludur. Hatta ona<br />

göre, Anadoluda serpilen bilim ve bilimsel<br />

düünce Yunanistana geçtikten sonra<br />

dejenere olmutur. Mitolojik unsurların,<br />

içinden çıktıkları toplumun ihtiyaçlarından<br />

doğduğunu bilen Cevat akir,<br />

mitlerin (efsanelerin ve masalların), ki<br />

Atlantis ile Troya efsaneleri de bunlardandır,<br />

içinden çıktığı toplumun, ekonomik,<br />

siyasal, kültürel damgalarını taıdığını<br />

ve bir biçimde onları yansıttığını<br />

Schliemann<br />

Trojanische Altertümer EA<br />

Halikarnas Balıkçısı/commonswikimedia.org<br />

HALİKARNAS<br />

BALIKÇISI İÇİN DE<br />

BİLİMSEL DÜŞÜNCE<br />

VE FELSEFENİN<br />

ANAYURDU<br />

ANADOLU İDİ<br />

✤<br />

7


Batı Anadolu ve Luviler<br />

”berhard Zangger ve aratırmalarını gerek dünya ölçeğinde gerekse Türkiye’de sürdüren bazı çalıma arkadaları,<br />

luwianstudies.org sitesinde İngilizce, Almanca ve Türkçe olarak çeitli bilgilere yer veriyorlar. Buna<br />

göre, Luviler ile bu halkın yaadığı Luwiya ülkesinin Avrupa tarihi içindeki özel yeri ve buna modern zamanlar<br />

Batı’sının gösterdiği arkeolojik/ideolojik ilgi, daha doğrusu ilgisizlik, ciddi çelikiler barındırmaktadır. Bu rol<br />

çalma ve küçültme güdüsünün hedei, dünyanın yedi harikasından üçünün ve Sokrates öncesi ”ge ilozolarının<br />

hemen hemen hepsinin ortaya çıktığı Luviler ve ülkeleridir. “olayısıyla ortada kolay kolay sineye çekilebilecek bir<br />

keyilik, bir tarihsel boluk yoktur. İ, son derece ciddi boyutlardadır ve bugüne kadar uzanan bir toplumsal tarihi<br />

de ilgilendirmektedir. Bu yakıcılık, sözü geçen sitedeki yazılarda da gözleniyor:<br />

Luvi kültürü ilolojik açıdan oldukça iyi aratırılmıtır. Buna göre Luviler Bronz Çağı ve ”rken “emir Çağı’nda<br />

Anadolu ve Kuzey Suriye’de yaamı tarihi bir halktır. Hititlerin bakenti Hattua’da bulunmu ve Akatça çivi yazısında<br />

yazılmı belgelerde Luvi dilini konuan halkların yaadığı bölgeye Luwiya deniyordu. Hitit yasalarında ve<br />

diğer belgelerde Luvi diline yapılan tercümelerden söz edilir. Luvi dili Hint-Avrupa dil ailesinin Anadolu dilleri<br />

grubuna girer. ”n azından 900 yıl boyunca kullanımda kaldığı belgelenen Luvice, hiyeroglif iaretleriyle yazılırdı.<br />

Luvice farklı diyalektlerle Güney ve Batı Anadolu’nun tamamında konuulurdu. Takriben MÖ 2000 yılından itibaren<br />

Luvice kii isimleri ya da Luvice kökenli kelimeler eski ticaret ehri Kültepe’de (Kani veya Nea) bulunan Asur<br />

tabletlerinde görülmeye balanır. O dönemde Anadolu’da yaayan Asurlu tüccarlar yerli halkı, Luvilerin karılığı<br />

olan nuwa’um olarak adlandırırlardı. Aağı yukarı aynı dönemde ”ski Hititler biraz daha kuzeyde Kızılırmak civarına<br />

yerletiler. Hititler, bugün Hititçe diye isimlendirdiğimiz dillerini, politik ve ticari merkezleri (Nea) doğrultusunda<br />

balangıçta nea ya da neaca diye adlandırırlardı. Bu dil, sonradan bakent olan Hattua’nın çevresinde<br />

özellikle üst tabakanın yazı dili eklinde kullanılırdı.<br />

Anadolu’nun batısı, muhtemelen engin yüzölçümünden ve karıık topografyasından kaynaklanan sorunlardan<br />

dolayı binlerce yıl boyunca küçük krallıklar ve beylikler arasında paylaılmıtı. Bu durum bölgenin ekonomik ve<br />

askeri gücünü zayılattığı gibi, az veya çok homojen bir Luvi kültürünün kabul edilmesini da geciktirmitir.<br />

Hitit belgelerindeki Luwiya isminin yerini kısa bir süre sonra, az çok Luvilerle e anlamda, politik olarak en<br />

etkili olan Luvi Krallığı’nın ismi Arzawa alır. Arzawa, ana bileenleri olan Wilua, eha, Mira, Hapalla ve daha dar<br />

anlamda Arzawa gibi küçük krallıklara ayrıır. Bunun yanında Hitit belgelerinde Batı Anadolu’da, bazen büyük<br />

Hitit krallarına bağlanan, bazen de Hititlerin dümanı olan bir düzine kadar küçük Luvi krallığından söz edilir. Bunlara<br />

yukarıda sayılanların yanında Lukka, Karkia, Pedasa, Tarhuntaa, Kizzuwatna, Walma ve Maa da dâhildir.<br />

Günümüz bilim adamlarının çoğu, bu krallıkların bulunduğu bölgeler konusunda az çok hemikirdir. Batı Anadolu<br />

devletlerinden olan ve Hitit yazılı belgelerine göre kısa bir süre için (MÖ 1290-1272) Hitit İmparatorluğu’na bağımlı<br />

olan Wilua’nın yeri tam olarak açıklığa kavumamıtır. Ama günümüzde aratırmacıların çoğu, Wilua’nın Troya<br />

ile aynı yer olduğu düüncesindedir.<br />

(...)<br />

Luvi Kültürü, kısmen bu gibi nedenlerden dolayı iloloji alanında çok büyük bir öneme sahiptir. “ilbilimciler,<br />

Hattua’da ele geçen 33.000 belge sayesinde Luvi Kültürü konusunda çok kapsamlı bilgiler elde etmeyi baarmıtır.<br />

Bu konudaki önemli çalımalar arasında Susanne Heinhold-Krahmer’in Arzawa (1977); H. Craig Melchert’in<br />

The Luwians (Luviler) (2003) ve Alice Mouton ve diğerlerinin Luwian Identities (Luvi Kimlikleri) (2013) adlı kitapları<br />

yer alır.<br />

Buna karın, protohistorya arkeolojisi sahasında Luvilerden hiç söz edilmez. ”ge’nin erken tarihi ile ilgili son<br />

yıllarda çok kapsamlı kitaplar yazılmasına rağmen, Luvi kültürüne değinilmemitir. Bu anlamda Luwian Studies ilk<br />

kez olarak dilbilimleri, protohistorya ve doğa bilimleri alanlarındaki aratırmaları bir araya getirmek için çaba sarf<br />

etmektedir. Luvi kültürünün tanınması, çeitli nedenlerden dolayı bir yüzyıl kadar gecikmitir.<br />

(Kaynak: www.luwianstudies.org)<br />

8


yazıyordu. Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu,<br />

Vedat Günyol, İsmet Zeki Eyüboğlu<br />

ve hatta Melih Cevdet Anday gibi yakın<br />

yazar dostlarıyla gelitirdiği Mavi Anadoluculuk<br />

düüncesi, Anadolunun bugünüyle<br />

eski çağları arasında kopmayan bir<br />

kültür bağı olduğuna dikkat çekiyordu.<br />

Dünyadaki birçok mitin ve Yunan mitolojisinin<br />

kaynağı Anadoludaydı. Burada da<br />

mihenk taı olarak Klasik Ege Uygarlığı<br />

öne çıkıyordu.<br />

BATI’NIN KÖKLERİ NEREDE?<br />

Batı veya Avrupa, daha doğrusu Batı<br />

demokrasileri, kendi köklerinin Yunan<br />

mitolojisinde yattığını kabul ederken, ıığı<br />

Anadolu uygarlıklarının üzerinden çekmek<br />

ve o bölgeyi karartmak zorunda kalmıtı.<br />

Halikarnas Balıkçısı ve arkadalarına<br />

göre ise Yunanistan yarımadasına sıkıtırılan<br />

Yunan uygarlığı Anadoludan çok<br />

geriydi ve olsa olsa onun takipçisi konumundaydı.<br />

Bunu savunuyorlardı. Örneğin,<br />

Cevat akire göre, Homeros, İlyada ve<br />

Odisseyayı Gılgamı efsanesinden etkilenerek<br />

yazmıtı; çünkü Homeros, Anadolulu<br />

idi ve yazdığı tanrılar da Anadoluda<br />

bilinen tanrılardı.<br />

Antik tarih yazımını, 19uncu yüzyıl<br />

Avrupasının ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda<br />

Anadoluyu görmezlikten gelmekle<br />

suçlayan Halikarnas Balıkçısı için Ege<br />

ve Akdeniz, uçsuz bucaksız bir açık hava<br />

müzesiydi. Anadolu ile bugünkü Yunanistan<br />

arasında bir uygarlık ve mitolojiler<br />

karılatırması yapılmamasından yakınan<br />

Balıkçıya göre, Batı toplumları Doğunun<br />

aydınlanmasından korkmaktadır ve bu<br />

korku büyük uygarlıklar yaratmı Anadolu<br />

gerçeğine gözlerin kapatılmasını gerektirmitir.<br />

Anadolu uygarlıkları bilerek ihmal<br />

edilmitir. Bugünkü Batı, ite tam da bu<br />

ihmalin bir ürünüdür.<br />

Mavi Anadolunun çeitli boyutlarıyla,<br />

1973te ölen Balıkçı ve ondan sonra<br />

art arda bu dünyadan göçen yol arkadalarının<br />

takipçilerince yaatılmaya çalııldığını,<br />

ama bunun yerleik Batı arkeolojisine,<br />

daha doğrusu onun Anadoluyu geri<br />

9<br />

✤<br />

ANADOLU<br />

UYGARLIKLARI<br />

BİLEREK İHMAL<br />

EDİLMİŞTİR<br />

VE BATI, BU<br />

İHMALİN<br />

ÜRÜNÜDÜR<br />


✤<br />

The story of the Iliad (1911)<br />

YERLEŞİK<br />

ARKEOLOJİNİN<br />

"RAHİPLERİ",<br />

BU FIRLAK<br />

ZEKANIN YENİ<br />

SORULARINI<br />

AFFETMEDİLER<br />

✤<br />

plana itip geriliğe mahkûm eden ideolojisine<br />

kafa tutulacak kadar derin ve yaygın<br />

yapılamadığını biliyoruz. Burada bir<br />

boluk olumutu.<br />

Bu boluğa müdahale edenlerden biri<br />

de, 1990larda Atlantis ve Troyayı ilikilendiren<br />

genç bir jeoarkeolog oldu. Dr.<br />

Eberhard Zangger, Troyanın ve bulunduğu<br />

bölgenin, Bronz Çağının en gelikin<br />

uygarlığı olmasına rağmen hak ettiği arkeolojik<br />

ve tarihsel ilgiyi göremediği düüncesindeydi.<br />

Zangger, Troyanın Atlantis<br />

efsanesine modellik ettiğini, sonuçta<br />

Troyanın aslında Atlantise karılık geldiğini<br />

ileri süren kitabını yayımlayınca<br />

önce büyük bir ilginin odağı oldu, büyük<br />

bir destek de aldı, ama hemen ardından<br />

da büyük yalnızlığı baladı. Yerleik arkeolojinin<br />

rahipleri, bu fırlak zekânın yeni<br />

soruları ve sorunları tartımaya açmasını<br />

afetmediler.<br />

İin trajik yanı uydu: Eberhard<br />

Zangger, 1990larda sadece Batılı arkeologların<br />

değil, Türkiyedeki meslektalarının<br />

da tepkisiyle karılamıtı. Troyanın<br />

çevresindeki kanalların bulunması için<br />

helikopterlerle de özel ölçümler yapıl-<br />

10<br />

ması gerekiyordu. Zanggerin bu konudaki<br />

öneri ve giriimlerinin, Troya kazılarını<br />

yöneten Prof. Dr. Manfred Korfmann ile<br />

onun Türk dostları, özellikle de Prof. Dr.<br />

İlhan Kayanın olumsuz tutumuyla göğüslendiği,<br />

hatta Süleyman Demirele yakın<br />

olduğu bilinen Korfmannın O varsa ben<br />

yokum antajıyla bu ölçümleri engellediği<br />

hâlâ konuulmaktadır. Bir baka ifadeyle,<br />

bu bilime pek sığdırılamayacak müdahale<br />

ve açık engelleme, artık herkesin iyi bildiği<br />

bir sırdır. Bu engeller ve yarattığı gerçekten<br />

kirli tablo sonucunda, Zangger,<br />

Troya Nuremberg Chronicles_commons.wikimedia.org


The story of the Iliad (1911)<br />

✤<br />

arkeolojinin bir kriz içinde bulunduğunu<br />

kitaplatırdı (Die Zukunft der Vergangenheit<br />

- Archäologie im 21. Jahrhundert).<br />

Ancak Anadolunun profesyonel bir<br />

uzmanı olarak bu meslekte daha fazla<br />

ısrar etmeme kararı aldı ve 2000lerde<br />

arenadan çekildi. En azından öyle sanıldı.<br />

Uzun süre bu çevrede adı geçmedi. Sonraki<br />

yıllarda Zürihte danımanlık yaparak<br />

anlaılan ciddi bir birikim sağlamayı<br />

baardı. Bu arada temel aratırma konusunu<br />

unutmadığını, tersine kendini daha<br />

da gelitirdiğini, kiisel olarak aratırmalarına<br />

devam ettiğini anlıyoruz.<br />

“LUVİ BOŞLUĞU”<br />

Eberhard Zangger, son yıllarda tekrar<br />

Anadolu uygarlığı üzerine çalımalarına<br />

döndüğünü ve eski tezlerinin altını<br />

dolduracak yeni aratırmaların peinde<br />

olduğunu gösteriyor. Bu nedenle kurduğu<br />

vakıf, Batı Anadolu halkı Luvileri ve<br />

Luwiyayı incelemeyi hedeliyor. Batının<br />

Anadoluya kör olan gözlerini açmaya<br />

çalıacağını duyuruyor. Luwian Studies<br />

(Luvi Aratırmaları) adlı bu vakıf,<br />

özellikle Luvi yerleim birimlerinin aratırılmasına<br />

çağrıda bulunuyor. Nerelerde<br />

kazılar yapılması gerektiğini iyi bildiklerine<br />

yeni yayımladıkları kitapta ve<br />

internet sayfaları luwianstudies.orgda<br />

da dikkat çeken vakıf yöneticileri ile Eberhard<br />

Zangger, özellikle Türkiyedeki aratırmacıların<br />

Troyada Hisarlık tepesinin<br />

altındaki alüvyon ovasında ayrıntılı kazı<br />

ve aratırmalara çağrı çıkarmakta, Geç<br />

Bronz Çağına ait ehrin, yani Troyanın<br />

yer altındaki kalıntılarını bulmak amacıyla<br />

bilimsel yöntemlere bavurulmasını<br />

önermektedir.<br />

Ortada ciddi bir bilgi boluğu olduğu<br />

açık. Vakıf sitesinde u ifadeler yer alıyor:<br />

Luwian Studiesin kapatmaya çalıtığı<br />

bu bilgi eksikliği, muhtemelen geçmite<br />

Avrupa ile Osmanlı İmparatorluğu<br />

arasındaki çekimelerden kaynaklanmı<br />

ve zaman içinde gelimitir.<br />

Bilimsel bir disiplin dalı olarak arkeoloji,<br />

Avrupa o dönemde güçlü olan Osmanlı<br />

İmparatorluğuyla rekabet etmeye<br />

çalıırken biçimlenmitir. Osmanlı<br />

İmparatorluğunun çöküünün üzerinden<br />

üç kuak geçtikten sonra bu döneme ait<br />

11<br />

BATI<br />

ANADOLU<br />

İLE İLGİLİ CİDDİ<br />

BİR BİLGİ<br />

BOŞLUĞU VAR.<br />

EBERHARD<br />

ZANGGER DE<br />

BURAYI<br />

HEDEFLİYOR<br />

✤<br />


Batı Anadolu’da, MÖ 2’nci binyılda, bir arada göz önüne alındıklarında ekonomik ve politik<br />

güçleri açısından Minos ve Miken uygarlıklarıyla boy ölçüşebilecek çeşitli küçük ve orta boylu<br />

krallıkların mevcut olduğunu savunan “r. Zangger ve araştırmacı arkadaşları, bu uygarlığı Luvi<br />

kültürü ve bu topraklarda yaşayanları da Luviler diye adlandırıyor. Bu terimin, etnik bir birimi<br />

tanımlamak için değil, kendilerini ne Yunan, ne de Hitit dünyasına ait görmeyen insanlar için<br />

genel anlamda kullanıldığını belirten Zangger’e göre, Luvi devletleri, potansiyel bir bölgesel<br />

güç oluşturmanın yanı sıra, Geç Bronz Çağı’nın sona ermesine katkıda bulunan – ve bugüne<br />

kadar görmezden gelinmiş – temel bir unsur teşkil etmektedir.<br />

Luwian Studies Vakfı uzmanları, internet sitelerinde, Luviler neden yoklar? sorusuna yanıt<br />

arıyor ve önerilerde bulunuyorlar. Yerleşik teorilere rağmen üretilmiş bu saptama ve çıkışlar,<br />

gerçekten de birçok çevreyi meseleleri yeniden masaya yatırmak zorunda bırakabilir:<br />

Batı Avrupalı araştırmacı ve maceraperestler, 1870-1910 yılları arasında, Anadolu ve<br />

Yunanistan’da, Avrupa tarihyazımcılığının başlangıcından 1000 yıl daha eskiye giden çeşitli<br />

önemli yerleşimler tespit ettiler. Alman işadamı Heinrich Schliemann’ın girişimi ve inansmanıyla<br />

Kuzeybatı Anadolu’da, jeologlar ve amatör araştırmacıların Troia’nın olduğunu tahmin<br />

ettiği Hisarlık tepesinde ilk kazılar yapılmaya başlandı. Burada kazıların kısa sürede başarılı<br />

sonuçlar vermesiyle cesaret kazanan Schliemann Yunanistan’da kazılar yapmaya başladı.<br />

Girit’in 1898 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan özerkliğini kazanmasıyla adada bir düzine<br />

kadar kazı yapılmaya başlandı. Bunların en önemlileri İngiliz Arkeolog Arthur ”vans’ın yönetiminde<br />

Knossos’da yapılanlardı. Berlinli Asurolog Hugo Winckler 1906 yılında, Orta Anadolu’da<br />

yer alan Hattuşa’da kazılar yürütmeye başladı. Troia, Mikene, Knossos, Hattuşa ve başka birçok<br />

sit merkezinde yapılan araştırmalar sonucunda, Klasik Antik Çağ uygarlığından 1000 yıl daha<br />

eskiye giden uygarlıkların varlığı ortaya çıkartıldı.<br />

Arkeologlar kısa süre içinde, ”ge bölgesindeki bu erken dönem uygarlıkları konusunda elde<br />

edilen bilgileri düzenleme işlemiyle karşı karşıya kaldı. Arthur ”vans 1920’dan sonra yayınladığı<br />

eserlerde, MÖ 3. ve 2. binyılları için bugün de halen geçerli olan üçlü kronolojiyi (”rken- Orta-,<br />

Geç-) oluşturarak ”ge’nin protohistoryasının temelini oluşturdu. ”vans bu işlemi yaparken üç<br />

bölgeyi göz önünde bulundurdu; Anadolu, Yunanistan anakarası ve Girit Adası. Bu bölgelerin<br />

her birinde iyi bilinen birer kültür merkezi vardı: Troia, Mikene ve Knossos. ”vans, çalışmasında<br />

üç uygarlıktan bahsetmesine rağmen bunlardan sadece iki tanesi, adı geçen bölgelerle<br />

uyuşuyordu. Knossos, Minos uygarlığının ve Mikene, Miken uygarlığının merkezleriydi. Troia<br />

ise tek başına kaldı. ”vans Troia’yla belli bir uygarlığı bağdaştırmak yerine, belirli bir politik<br />

merkezleri olmamasına ve MÖ 2. binyılda herhangi bir güce sahip olamamalarına rağmen, ”ge<br />

adalarını bir uygarlık alanıymış gibi gösterdi. Hattuşa bile ilk etapta bu çalışmaların dışında<br />

tutuldu.<br />

(...)<br />

12


LUVİLER,<br />

ARTHUR<br />

EVANS<br />

VE<br />

SORUNUN<br />

TEMELİ<br />

Arthur ”vans 1920 yılında ”ge’nin erken tarihinin kronolojisini olutururken, Türkiye<br />

ile Yunanistan arasındaki sava iddetlenmiti. Bu artlar altında, Antik Helen<br />

kültürüne hayranlığı ile tanınan ”vans’ın aklına Türk topraklarında yaamı eski bir<br />

uygarlığı öne çıkarmak gelmezdi. Bu nedenden dolayı Troia, dünyanın en tanınmı<br />

katmanlı sit merkezi olmasına rağmen, diğer kültürlerden ayrı olarak algılandı.<br />

100 yıl önceki bu ihmal yüzünden, dünyada Batı Anadolu kadar keif potansiyeline<br />

sahip baka hiçbir yer yoktur. Bütün bu süre boyunca önemli bir kültür tamamen<br />

gizli kalmıtır. Ancak Luvilerin belleği Yunanistan, Anadolu ve Mısır’daki birçok belgede<br />

muhafaza edilmitir. Günümüzde sistematik olarak aratırılması gereken yüzlerce<br />

arkeolojik sit merkezi söz konusudur.<br />

Luviler Batı Avrupa’nın geliiminde kilit rol oynamıtır. Grek felsefesi, iiri ve<br />

bilimi Luvilerin kültür mirası üzerinde yükselmitir. Batı Avrupalılar bin yıl boyunca<br />

kökenlerini seçkin bir Luvi ehri olan Troia’nın kraliyet ailesine dayandırmaya çalımıtır.<br />

Aralarında Roma, Paris ve Londra’nın da olduğu yüzlerce Avrupa ehri ina<br />

edilirken Troia’nın örnek alındığı iddia edilmitir.<br />

Troia’yla ilgili her ey konusunda duyulan bu coku ve heyecan, Osmanlıların<br />

Konstantinopolis’i fethetmesiyle (1453), hatta Viyana’yı kuatmasıyla (1683) tamamıyla<br />

ortadan kayboldu. O tarihlerden itibaren Orta Avrupa’nın entelektüel seçkinleri<br />

Troialıların soyundan geldiklerine inanmaktan vazgeçip kendilerine yeni tarihsel<br />

modeller aramaya baladılar. Antik Grek ve Roma kültürlerinin seçilmesinin nedeni,<br />

muhtemelen bu kültürlerin “oğu Akdeniz çevresindeki büyük bölgelere hâkim olmu<br />

olmalarıydı. Grekçe bilmeyenler aniden Barbar sayılmaya balandı.<br />

İkinci “ünya Savaı’nın sonundan sonra, ırksal önyargılara dayanan böyle değerlendirmeler<br />

tasvip edilmemeye balandı. Ancak bu tür düüncelerin bilinçaltında var<br />

olmaya devam ettiği ve Anadolu uygarlıkları konusundaki aratırmaların gecikmesine<br />

neden olduğu anlaılmaktadır. Bunun neticesinde oluan bilgi deformasyonu ve<br />

eksiklikleri yava yava kapanmaktadır. Ancak Akdeniz’in erken kültürleri konusundaki<br />

bilgi haritamız, halen büyük bir boluk içerir, o da Batı Anadolu’nun Geç Bronz<br />

Çağı’dır (MÖ 1800-1200).<br />

Luviler konusunda daha fazla bilgi sahibi olunca, Akdeniz Arkeolojisi ile ilgili<br />

sayısız soruyu cevaplamak da mümkün olacaktır. (...)<br />

(Kaynak: www.luwianstudies.org)<br />

13


➔<br />

✤<br />

EBERHARD<br />

ZANGGER,<br />

1990'LARDA,<br />

ARKEOLOJİNİN<br />

KENDİ İÇİNE<br />

KAPALI DÜNYASINA<br />

BİR BOMBA<br />

GİBİ DÜŞTÜ<br />

✤<br />

14<br />

çekimeler unutulmutur. Günümüzde ise<br />

aratırma tarihindeki bu bilimsel boluklar,<br />

gelecek nesiller için fırsatlar sunar.<br />

Geçmite Egenin protohistorya ve eski<br />

Yakın Doğu aratırmaları uzmanlarından<br />

bazıları, Türkiyenin batısında MÖ 2. binyılda,<br />

bugüne kadar büyük ölçüde ihmal<br />

edilmi bir kültürün var olduğunu savunmutur.<br />

Ancak Luvi kültürünün varlığına<br />

iaret eden birçok ipucu yine de sistematik<br />

olarak aratırılmamıtır.<br />

Bu hedelerin, en az çeyrek yüzyıllık<br />

bir geçmile bağlantılı, daha doğrusu bir<br />

entelektüel ısrarın sonucu olduğunu söyleyebiliriz.<br />

Eberhard Zangger, kazanımlarını<br />

bırakmaya niyetli görünmüyor.<br />

Ancak böyle kiisel tarihlerin çok ötesinde<br />

sonuçlara da hazırlıklı olmak gerekiyor.<br />

Çünkü Luviler üzerine aratırma<br />

ve nicelemeler, sadece Egeye bakıı ve<br />

Egenin geçmiini değitirmekle kalmayacak,<br />

Batının Doğuya ve Anadoluya<br />

bakıına da ağır bir darbe olacak. Eberhard<br />

Zangger ve yol arkadalarının düüncelerini<br />

özetleyen bir bakı, öyle:<br />

Geçmiin aratırılmasına odaklanan<br />

disiplinler coğrafya yahut dil bölgelerine<br />

(Mısır bilimi, Eski Grek dili ve edebiyatı<br />

aratırmaları, Eski Yakın Doğu çalımaları<br />

vb.), zamansal dönemlere (protohistorya,<br />

Eski Çağ tarihi, vb.) ve içeriğe<br />

(mimari tarih, iloloji, sanat tarihi<br />

vb.) göre gruplara ayrılır. Bilim yüz yıldan<br />

uzun bir süredir uzmanlamaya doğru bir<br />

geliim göstermektedir. Gözlemler spesiik<br />

hale geldikçe, bilimsel baarı da o kadar<br />

yüksek olur. Ancak ayrıntılara odaklanmak,<br />

büyük resmi görmeyi engelleyebilir.<br />

Karmaık tarihsel olayların rekonstrüksiyonunun<br />

baarılı olabilmesi için,<br />

uzmanlık alanının sınırları dıına çıkıp<br />

farklı alanlarla ibirliği yapmak gerekir.<br />

Gelinen noktada Dr. Zanggerin gerekli<br />

donanıma ve hatta saha tecrübesine de<br />

sahip olduğu, jeoarkeolojik faaliyetlerinden<br />

anlaılıyor. Kendisine geçmite<br />

gösterilen tepkide tümüyle bo olmaması<br />

da ciddi bir rol oynamı olabilir.<br />

Gerçekten de Zangger, 1982den sonra<br />

Doğu Akdenizdeki arkeolojik sit merkezlerindeki<br />

bilimsel aratırmalara da katılmı,<br />

bu alanda uzmanlamıtı.<br />

“BOŞLUK FALAN YOK!" REHAVETİ<br />

İnsanlarla çevre geliimi arasındaki<br />

tarihsel etkileimin rekonstrüksiyonunu<br />

son 40 yılda jeoarkeoloji olarak tanımlandığını<br />

hatırlatan Eberhard Zanggere göre<br />

Luviler pek az aratırılmı bir kültür ve<br />

uygarlıktır madem, o zaman bu eksikliğin<br />

hızla giderilmesi gerekir. Böyle bir giri-<br />

imin sonuçsuz kalması mümkün değildir.<br />

Ama Luviler konusunda bir eksiklik yok,<br />

biz sabahtan akama kadar öğrencilerimize<br />

Luvileri anlatıyoruz diye gönül<br />

rahatlatan yerleik Türk akademisyen ve<br />

arkeologların varlığı da sır değil.<br />

Aslında Zangger, 1990ların ortasında<br />

arkeolojinin kendi içine kapalı dünyasına<br />

bir bomba gibi dütü. Dütüğü gibi<br />

de uzaklatırıldı. Troyanın yıkılması<br />

ve etkileriyle ilgili tezleri, onu özellikle<br />

Atlantisle ilikilendirmesi, bilim adına<br />

arlatanlık olarak damgalandı ve kendisinin<br />

de yeni bir Erich von Däniken<br />

olduğu ileri sürüldü. Böylesine acımasız<br />

bir biçimde ödüllendirilmesi, onun bir<br />

uzman arkeolog olarak yaama planlarına<br />

son vermesiyle sonuçlandı.<br />

Aslında Zangger, Troya savaının mit<br />

değil tarihsel bir gerçek olduğu kanısındaydı.<br />

Eski dünyanın Bronz Çağında,<br />

büyük güçlerin dünyaya egemen olmak<br />

için giritikleri dünya savaının son aamasıydı<br />

Troya, Zanggere göre. Dünyanın<br />

merkezi, bundan 3-4 bin yıl önce<br />

gerçekten de Doğu Akdeniz çevresiydi.<br />

Eberhard Zangger, ayrıca Atlantisin<br />

Troyanın nitelikleriyle örtütüğünü maddeler<br />

halinde sıralıyordu ve kendine fazla<br />

güvenli çıkıı, yerleik arkeolojide belki<br />

kendisinin de beklemediği kadar büyük bir<br />

irkilmeye, reaksiyona yol açmıtı.<br />

Dr. Zangger, Troyanın tarihsel gerçekliğinden<br />

vazgeçmi değil. Ayrıca bu<br />

konuda yeni veri ve bilgi birikimi olduğunu<br />

da saklamıyor. Ancak u sıralarda<br />

tezlerini fazla öne çıkarmadığı söylenebilir.<br />

Unutması mümkün değil: Bu jeoizik-


çinin veya kendi deyiiyle jeoarkeologun<br />

yerleik arkeolojiye yönelik bu tepkisi gerçekten<br />

ödülsüz bırakılmadı, Almanyada<br />

çok ağır saldırılara maruz kaldı. Özellikle<br />

akademyanın tepkisi acımasız ve amansız<br />

oldu. Görülerini savunabileceği tek bir<br />

kürsü veya olanak verilmedi. Alan aratırmaları<br />

için izin bavurularına yanıt bile<br />

verilmedi. Üniversitelerin eski çağ aratırmacılarına<br />

yönelik polemikleri nedeniyle<br />

kendisine yönelik kuku tam bir öfke<br />

dönütü. Zangger, aratırma gruplarının<br />

tamamen kemiklemi, kurumu olduğunu<br />

savunuyor ve akademyanın arkeolojideki<br />

her türlü yeniliğe uzak durduğunu, üniversite<br />

dünyasının da kendi mevkilerini korumaktan<br />

ve yaptıklarının onaylanmasını<br />

görmekten baka bir hırs taımayan korucularca<br />

igal edildiğini ileri sürüyordu. Bu<br />

meydan okumaya büyük bir tepki geldi.<br />

Dr. Zangger, aslında bir sinire dokunmutu<br />

ve aldığı tepkinin bu açıdan önemi<br />

büyüktü. Bütün yaptıkları ve kiiliği nonvaleur<br />

(değersiz, yetersiz) balığı altında<br />

toplanıyordu. Daha otuzlu yalarını<br />

sürerken bir Amerikan uzmanlık dergisinin<br />

kitabını dâhice bulması ve bu arada<br />

da Der Spiegelin kendisine ve çabalarına<br />

geni verirken Arkeolojinin Einsteinı<br />

gibi sıfatlar kullanması, Zanggerin lehine<br />

değil, aleyhine sonuçlar verdi. Yerleik<br />

arkeolojideki kurumsal salar, uluslararası<br />

ölçekte ve iyice sıklatırıldı. Zanggerin<br />

popüler bilim hezeyanlarıyla fanteziyi<br />

karıtırdığı ve bilimle ilgisinin olmadığı<br />

suçlamaları hızla yayıldı. Kendisine tutunacak<br />

tek bir dal bile bırakılmadı.<br />

KUTSAL FORMÜL TROYA<br />

Truva Yanarken Johann Georg Trautmann (1713–1769)<br />

Bu öfke, biraz da Troya ile ilgiliydi<br />

aslında. Troya, Batı kültürünün temelinde<br />

yatan bir kutsal formüldü. Avrupa,<br />

ortak kimlik için bu formüle gerek duyuyordu<br />

ve zedelenmesini, alıılmı tanımlardan<br />

uzaklatırılmasını afedemiyordu.<br />

Dr. Zanggerin meslekten arkeolog olmaması,<br />

üniversitelerden destek almaması<br />

ona karı kullanılmaya balandı. Böyle bir<br />

ortamda, Korfmann ve Kayanların sanıldığından<br />

çok daha güçlü ve etkili oldukları<br />

anlaıldı.<br />

Troyanın kazıcısı Manfred Korfmann,<br />

ölümünden önce en büyük savaını, belki<br />

de tek büyük savaını Zanggere karı<br />

vermiti, ama bunu onu kürsülere davet<br />

ederek değil, tersine tüm kürsüleri ve tezlerini<br />

savunabileceği alanları kapatarak<br />

yapmıtı. Prof. Dr. İlhan Kayanın ise Korfmann<br />

ile Zangger bizim geçmite yaptıklarımızı<br />

değersizletiriyor gibi bir<br />

zeminde bulutuğu anlaılıyor. Nedense<br />

Zanggere çok öfkeli arkeoloji gazetecisi<br />

Özgen Acar, Cumhuriyetteki 15 Haziran<br />

1999 tarihli Kavak köesinde Atlantis<br />

avcısı Zanggere karı sadece devleti<br />

değil Koç, Sabancı ve diğer büyük sermayeyi<br />

de uyanık olmaya çağırıyor, hırslı ve<br />

görece genç bu aratırmacıyı Yunanların<br />

bir yeni tahta atı olarak çiziyordu. Acar,<br />

Zanggerin bulabileceklerine karı Prof.<br />

İlhan Kayanın itirazını da yazmıtı:<br />

Kayan, Helikopterle yapılacak anomali<br />

saptamaları yoluyla, örneğin bugünkü<br />

yüzey altındaki eski akarsular belirlenebilir.<br />

Korkarım Dr. Zangger bunları<br />

Atlantisin kanalları olarak sunacak. Oysa<br />

yıllardır aynı yöntemlerle elde edilen<br />

sonuçları Stuida Troicada sunduk diyor.<br />

Böylece arkeolojinin doğumu ile<br />

Avrupa-Osmanlı savalarının örtütü-<br />

15


✤<br />

ZANGGER,<br />

ÇEYREK YÜZYILDIR<br />

TROYA'NIN<br />

BUGÜNKÜNDEN ÇOK<br />

DAHA<br />

BÜYÜK OLMASI<br />

GEREKTİĞİ<br />

TEZİNİ<br />

SAVUNUYOR<br />

✤<br />

ğüne dikkat çeken ve Yunanistan ile onun<br />

üzerinde yükseldiği varsayılan Avrupayı<br />

büyük göstermek, Türkiye topraklarındaki<br />

uygarlıkları da küçük göstermek amacıyla<br />

modeller oluturulduğunu savunan<br />

bir tezin önü kesilmi oluyordu. Bu nefretin<br />

arkeolojinin üst katlarında bugün de<br />

devam ettiği söylenebilir. Bir tezin kanıtlanması<br />

için gösterilecek çabalara, üstelik<br />

mali bir yük getirmeyen arayılara böyle<br />

engel olmanın bir gerekçesi olmalıdır kukusuz.<br />

Cumhuriyet gazetesi çevresinden<br />

Orhan Bursalı, gerçi Korfman-Kayan-Acar<br />

ortaklığınaarka çıkıyordu, ama gazetesinin<br />

30 Ocak 1999 tarihli Bilim Teknik<br />

ekinde yer alan yazısında, kafasında yine<br />

de bazı soru iaretleri olduğu anlaılıyordu:<br />

Bugün Troyayı sahiplenmesi nedeniyle<br />

kendisine Türkiye olarak çok ey borçlu<br />

olduğumuz Tübingenli Prof. Manfred Korfmann<br />

ve bölgeyi iyi bilen Egeli Prof. İlhan<br />

Kayana göre, Atlantisle Troyanın bir ilgisi<br />

yok.<br />

Ama hiç önemli değil, u minicik<br />

ömründe okyanusa olta atarak büyük<br />

bir balık yakalamaya çalıan Zanggere<br />

engel olmanın da anlamı yok. Kendi yarattığı<br />

maddi olanaklarla orada yapacağı<br />

kısa süreli ama büyük bir çalımanın bize<br />

dahası yararı bile var. Yeraltındaki coğrai<br />

değiiklikleri ve oluumlarla ilgili yeni bilgilerin<br />

elde edilmesi, bölgedeki bilimsel<br />

çalımalara ıık bile tutabilir. (...)<br />

Bütün bu çalımalar ve aratırmalar,<br />

yazılanlar, çizilenler ve tartıılanlar,<br />

Anadolunun uygarlığın gelimesinde ve<br />

yaygınlatırılmasında taıdığı önemi vurguluyor.<br />

Anadolu, her karı toprağındaki binlerce<br />

uygarlık iziyle dünyanın en zengin arkeolojik<br />

bölgesidir. (...)<br />

Türkiye, Anadolu için büyük arkeolojik<br />

projeler gelitirmelidir.<br />

Troya gibi...<br />

Efes gibi...<br />

Üç büyük proje, ülkemizdeki arkeolojiyi<br />

birden yükseltecektir.<br />

Hem bilim olarak hem meslek olarak<br />

arkeoloji değer kazanacaktır.<br />

Bu projeler ilk yatırım sermayesini faz-<br />

lasıyla çıkartacak ve yeni yatırımlara bile<br />

kaynaklık edecektir.<br />

Anadolu, yabancı ülkelerdeki arkeolojinin<br />

gelimesine yardımcı oluyor.<br />

Çelikiye bakın ki Türkiyedeki arkeolojinin<br />

gelimesine yardımcı olmuyor.<br />

DOĞRU BİLDİĞİ YOLDA...<br />

Bu tepkilerle, sadece Türkiyede değil<br />

Avrupada da neredeyse tüm kapılar yüzüne<br />

kapanan Eberhard Zangger, meslek değitirdi<br />

ve bir baka alanda hayatını kazanmaya<br />

baladı. Ancak anlaılan o ki, gerek<br />

arkeoloji gerekse Akdeniz uygarlıklarına<br />

olan gönül bağını ve entelektüel sorumluluğunu<br />

yitirmedi. Geçen yıllar içinde tezlerinden<br />

vazgeçmediği ve yeni aratırmalara<br />

hazır olduğu yolundaki sinyalleri yeni<br />

bir site (luwianstudies.org) kurarak vermiti.<br />

Burada kalmayarak, kısa bir süre<br />

önce İngilizce yayımladığı kitapla, yeni atılımlara<br />

hazır olduğunun ek bir iaretini<br />

vermi oldu.<br />

Dr. Zangger yine 20 yıl önceki temel tezlerinden<br />

hareket ediyor. Bugünün ölçüleriyle<br />

bakıldığında, M.Ö. 2nci binyılda,<br />

Troya çevresinde bir dünya savaı yaandığının<br />

altını çizen Dr. Zanggere göre,<br />

Anadolunun doğusundaki Hititler ile Yunanistan<br />

yarımadasındaki Minos, Miken,<br />

Kiklat (Tavan Adaları) prenslikleri karı<br />

karı bulunuyorlardı. Büyük oyunculardı<br />

bunlar. Ama aralarında, yani bu iki blok<br />

arasında kimler ve hangi krallıklar vardı?<br />

Troyanın tam da bu belirsiz alanda bulunması<br />

birçok soruyu beraberinde getiriyor.<br />

Zangger, çeyrek yüzyıldır, Troyanın<br />

bugünkünden çok daha büyük olması<br />

gerektiği tezini savunuyor. Ancak aynı<br />

Troyanın sözü geçen güç bloklarına (mütteik<br />

güçlere) tek baına kafa tutacak<br />

kadar da büyük olmaması gerektiği kanısında.<br />

Asıl ilgisini çeken, ortada bir iktidar<br />

boluğu bulunmaması. Anadolunun batısı<br />

çok sayıda küçük krallıkla doluydu ve<br />

bunlar ne Miken uygarlığına ne de Hitit<br />

kültürüne ait sayılıyorlardı. Luwian Studies<br />

Vakfı, Batı Anadoludaki Geç Bronz<br />

Çağına ait 340 yerleim merkezi saptamı<br />

16


✤<br />

bulunuyor. Vakıf, bugüne kadar ilk kez<br />

Ege Denizi çevresinde Geç Bronz Çağına<br />

ait bilinen bütün yerleimleri gösteren bir<br />

harita hazırlayarak, aslında bir ittifak<br />

sistemine de dikkat çekmi oluyor. Mısır<br />

kayıtlarına Deniz Kavimleri olarak giren<br />

orduların Batı Anadolunun birleik prenslikleri<br />

ve krallıkları olduğunu savunuyor.<br />

Zangger, bu deniz kavimlerini Luviler<br />

balığı altında inceliyor. Bu ittifak, aynı<br />

zamanda, düman Miken ittifakı tarafından<br />

Troyada imha edilen ittifaktır.<br />

Geçen yıllar içinde, Zangger, kimilerine<br />

göre, Türk atasözündeki gibi, sütten<br />

ağzı yanınca yoğurdu üleyerek yemeyi<br />

öğrenmi gibidir. Öyle bir izlenim bırakıyor.<br />

Ancak hedelerinden ve tezlerinden<br />

yüzgeri etmediği de açık. Gerçi<br />

artık Atlantisten söz etmiyor, fakat tam<br />

bir meydan okuma içinde olduğu da gözlerden<br />

kaçmıyor. Ayrıca, bu kez bu alanda<br />

sözü geçecek güçlü bazı isimleri arkasına<br />

almayı ihmal etmediğine dikkat çekiliyor.<br />

Bu arada medyada da eskisi gibi değil, kendisine<br />

daha dikkatli bir biçimde yaklaıldığı<br />

gözleniyor. Örneğin Neue Zürcher<br />

Zeitungda yer alan Thomas Ribi imzalı<br />

geni bir makalede, eletirilerin de ortaya<br />

çıktığına, ama Zanggerin muhtemel eletiriler<br />

karısında daha imdiden hazırlıklı<br />

olduğuna iaret ediliyor.<br />

Yeni durum u: Eberhard Zangger,<br />

elinde elbette kesin bir tanım olmadığını,<br />

amacının da zaten öne sürdüğü tezleri tartımaya<br />

açmak ve kanıt için aratırılmasını<br />

sağlamak olduğunu söylüyor. Ama Ribinin<br />

sözü geçen yazıdaki inal gerçekten ilginç:<br />

NZZ yazarı, arkeologların değil, Alman<br />

zengin tüccar Heinrich Schliemannın<br />

1870lerde elinde İlyada ile bölgeyi kazıyıp<br />

Troyayı ortaya çıkardığına dikkat çekiyor.<br />

Çok ilginç bir döneme girmi bulunuyoruz.<br />

Avrupa kimliğinin ve tarihinin yeniden<br />

gözden geçirilmesiyle sonuçlanabilecek<br />

bir kesitin eiğinde gibiyiz. Avrupa ve<br />

Türkiyenin genç kuak bilim insanlarını<br />

önyargısız ve dostça bir çekime bekliyor.<br />

Buradan hem aydınlanma düüncesi,<br />

hem Avrupa tarihi, hem de Türkiye tarihi<br />

kârlı çıkabilir. Ama kemiklemi, her yeni<br />

sorudan korkan ve yeni entelektüel meydan<br />

okumaları kendisine, hatta kiiliğine karı<br />

saldırı sayan küçük ruhlu koruculardan<br />

(rahiplerden/imamlardan) aydın ve bilim<br />

insanı çıkmayacağı kesin.<br />

Bekliyoruz. z<br />

<strong>AVRUPA</strong> KİMLİĞİ<br />

VE TARİHİNİN<br />

GÖZDEN<br />

GEÇİRİLMESİYLE<br />

SONUÇLANABİLECEK<br />

BİR KESİTİN<br />

EŞİĞİNDE<br />

GİBİYİZ<br />

✤<br />

17


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

18


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

19


Nuri Irak, o. Titel 2008, Acryl&Tusche auf handgeschöpftem Büttenpapier 38,3x56,5 cm<br />

20


NURİ IRAK İÇİN DÜNYA, TARİH VE RESİM DENKLEMİ<br />

İLHAN AYER<br />

Soyutun<br />

olanaklarıyla<br />

doĝanın ve<br />

tarihin<br />

peşinde<br />

olmak<br />

HAGEN<br />

Nuri Irak, 1966 yılında<br />

ırnak’ta Süryani bir ailenin<br />

çocuğu olarak dünyaya geldi.<br />

Ailesi, 1972 yılında İstanbul’a<br />

göç etti. İstanbul’da karikatürist<br />

ve ressam Ahmet Hamdi<br />

Kaya’nın yanında yetiti.<br />

1984 yılında Federal<br />

Almanya’ya göç eden Irak,<br />

Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin<br />

Wuppertal kentinde,<br />

aynı zamanda sanat derslerinin<br />

de verildiği Fachoberschule<br />

für Gestaltung<br />

okuluna devam etti. Irak,<br />

günümüze gelinceye değin<br />

birçok kiisel sergi açtı, birçok<br />

karma sergiye de katıldı.<br />

21


Die Reinigung (Arınma)<br />

Nuri Irak, sadece tuvaller üzerine<br />

resimler yapmıyor, ahap baskılar,<br />

çini mürekkebiyle yaptığı çalımalarının<br />

yanında fotoğrafçılık sanatıyla da<br />

uğraıyor. Irak, çalımalarında karma tekniğini<br />

de kullanıyor, çini mürekkebiyle,<br />

akrilik boyayı incelterek, sulu boya tarzında<br />

karıımlar elde ediyor. Toz pigment<br />

boyalarla, çini mürekkebini kağıt, ahap<br />

veya tuval üzerinde birletirerek karma teknikler<br />

deniyor. Suluboya ile çini mürekkebinin<br />

resimde hata afetmeyeceğini de sözlerine<br />

ekliyor. Sanat eserlerinde klasik resim<br />

materyalleri dıında, kan, kül ve suni paslanma<br />

süreçleri yaratarak yeni objeler elde<br />

ediyor. Sanatsal çalımalarının yanında,<br />

Hagen Osthaus Müzesinde resim kursları da<br />

veren Irak, klasik anlamda resim dersi vermediğini,<br />

çocukları resim sanatına yakınlatırmak,<br />

onların müzelere olan korkularını<br />

azaltmak, resim sanatına yeni kapılar<br />

açmak istediğini vurguluyor. Resim kurslarına<br />

balamanın alt sınırının yedi ya olduğunu,<br />

ama üst sınırının bulunmadığını, kurslara<br />

yalıların ve her yatan kesimin ilgi<br />

gösterdiğini, çocukların anne-babalarıyla<br />

etkinliklere katılabildiğini de ekliyor. Nuri<br />

Irak, 3 Haziran <strong>2016</strong> tarihinde, Kuzey Ren<br />

Vestfalyanın Wetter kenti, KUNSTRAUM<br />

EN-Produzentengaleriede karma bir sergi<br />

yapılacağını, etkinliğe bu eyaletten çeitli<br />

ressamların katılacağını duyurarak ilgilenenleri<br />

sergiye çağırıyor.<br />

22


Ich-mag-Dich<br />

© Nuri Irak<br />

Bazı eletirmenlerce ifadeci kompozisyonlarında<br />

olağanüstü bir dinamizmle<br />

resim çerçevelerini zora<br />

düürdüğü de belirtilen Nuri Irak, sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

- “üşünce dünyanızla, resim sanatınız arasında<br />

ilgiler kuruyor musunuz?<br />

Kavramlar, sözcükler, ideolojiler ne kadar<br />

etki yapıyor sanat dünyanıza?<br />

NURİ IRAK - Düünce ile yaam tarzı,<br />

kiiyle beraber iç içedir. Düünceler gündelik<br />

hayattan alıntılardır, izlenimlerdir.<br />

Ben onları zaman içerisinde topluyorum,<br />

doğadan gelen enerjiyi bir birlik haline<br />

getirerek, düünceyi görünebilecek bir<br />

hale, resime ve fotoğrafa dökmeye çalııyorum.<br />

Arka planda, beni doğanın büyük<br />

gücü etkilemitir, doğanın özü, çiğliği<br />

beni hep takip ediyor. 2004ten beri, neoinformel<br />

tarzında olan soyut çalımalarımı<br />

arkamda bıraktım diyebilirim. Beni en<br />

fazla ilgilendiren, meraklı kılan, doğanın<br />

özünü soyut bir resimle anlatmak. Resme<br />

bakıldığında, doğaya bakıldığını hissettiren<br />

bir yanının olması houma gidiyor.<br />

Doğanın sakinliğinden, güzelliğinden, acımasızlığından,<br />

soyut bir tarzda çalımalarda<br />

bulunarak, hem çekici, hem merak<br />

ettirici, sanki görünmeyen, köeye bırakılan<br />

o güzelliklerin tekrar açığa çıkarılması,<br />

ilgi alanımın içinde.<br />

23


✤<br />

© Nuri Irak o. Titel, Mischtechnik auf Papier 61x71 cm<br />

HIRİSTİYAN<br />

DEĞERLERİNDEN SÖZ<br />

EDİLİNCE, İNCİL'İN<br />

ÖZÜNE BAKILMALI<br />

BENCE: SEVGİ<br />

VE AFFETMEK.<br />

✤<br />

- Alman medyasında sık sık Hıristiyan<br />

değerleri"nden söz edildiğini duyuyoruz.<br />

Hıristiyan değerleri ne demektir?<br />

Örneğin, bizim de sayfalarımızda yer verdiğimiz<br />

“ie Reinigung (Arınma) başlıklı<br />

çalışmanızda Aramice Kitab-ı Mukaddes<br />

kullandığınız görülüyor. Hıristiyan değerlerini,<br />

etik değerlerle karşılaştırarak,<br />

bu yapıtınızla ilişkilendirebilir misiniz?<br />

NURİ IRAK - Alman medyasından değil<br />

de, kendimden, kendi düüncelerimden söz<br />

etmek istiyorum. Hıristiyan değerlerinden<br />

söz edilince, İncilin özüne bakılmalı<br />

bence. En önemli, temel nokta sevgi ve<br />

afetmek; bu kavramlar benim için ilginç.<br />

Cadıları yakma giriimini Hıristiyanlar<br />

yaptı: İnsanları yakacak hale gelmek, dini<br />

bu tür kalıplara sokmak insanların iidir.<br />

Nihayetinde din, araçsal hale getiriliyor.<br />

İnsanlar diğer insanların inanabilmelerine<br />

engel olmamalıdırlar. Bir insan, diğer<br />

bir insanın inanç dünyasını körletirmeye<br />

kalkarsa, hangi din olursa olsun, buna izin<br />

vermez. En büyük saçmalık Allah adına<br />

yapılan katliamlardır. İstanbul<br />

Çağda devirde<br />

hiçbir yaratılan, baka bir yaratılan için<br />

24<br />

hedef alınmamalıdır. Ben, Hıristiyan olarak<br />

büyütüldüm, modern Hıristiyan bir aile<br />

olmasak da, gelenekçi bir Hıristiyan ailede<br />

büyüdüğümü söyleyebilirim. Hıristiyanlıkta<br />

ve diğer birçok din öğretilerinde din lastik<br />

gibidir, geniletilebilir, yeni kavramlar<br />

getirilebilir. Dinimize, sonradan eker ve<br />

kırbaç ikilemi ile insanlar bir kalıba sokulmaya<br />

çalıılmıtır. İncille değil de, sonradan<br />

dine eklenen yorumlarla hesaplamak<br />

istedim. Elimdeki bu fotoğraf bir<br />

sorgulama sürecinin ürünü. Bu çalıma,<br />

Die Reinigung (Arınma), en son haline<br />

kadar planlanmı (tasarlanmı) bir digital<br />

fotoğraf çalımasıdır.<br />

- Resim sanatını, fotoğraf, sinema sanatıyla<br />

karşılaştırırsanız, resmin hâlâ yok olmayışını<br />

nasıl açıklarsınız? Bir tabloya baktığımızda,<br />

onu anlamak, kavramak için kültürel bir altyapı<br />

mutlaka gerekiyor mu?<br />

NURİ IRAK - 20nci yüzyılda büyük bir<br />

sanat ve çekim merkezi olan Paris, 21inci<br />

yüzyıldaki küresellemeden dolayı önemini<br />

ağır ağır yitiriyor. Berlin, New York, Basel,<br />

Milano gibi kentler ilgi odağı olmaya balı-


© Nuri Irak o. Titel, Mischtechnik auf Aquarell büttenpaier 47x66 cm ✤<br />

yorlar. Resim sanatı öldü mü? sorusu her<br />

be yılda bir sorulur, Resim öldü, ölecek<br />

denir, ancak resim sanatı hiçbir zaman<br />

yok olmayacaktır. Resimlerin satılarında<br />

bir düzensizlik, düü olabilir, ama resim<br />

sanatı, fotoğraf, sinema sanatı gibi ayakta<br />

kalacaktır, çünkü, resim sanatının kendine<br />

özgü nitelikleri vardır. Bazı tablolara<br />

bakarken anlamayı kolaylatıran bir arka<br />

plan vardır, bazı sanatçılar eserlerini bir<br />

özne içinde, seri ekilde ele alır, onu derinletirir,<br />

eserini bitirip tamamlayana kadar<br />

bu ilemler devam eder. Sanatçıların ifrelerini<br />

çözmek için, önceki eserlerinin yorumunu<br />

okumak gerekiyor, o sanatçı hakkındaki<br />

bir bilgi, altyapı gerekiyor. Bu durum,<br />

her sanatçı için geçerli değil. Sigmar Polke,<br />

Asur tarihinden Avrupa tarihine kadar<br />

birçok konuyu resmine konu etmitir. Sanat<br />

alıcısının, ressam hakkında hiçbir bilgisi<br />

yoksa, resim anlaılmaz görülebiliyor;<br />

resmin arka planı, tarihi bilinmezse resim<br />

size o muhteem bütünlüğü, kapıyı açmaz.<br />

- Bir tuvalde, teknik kavramların, düşünsel<br />

dünyanın imgelerinin yan yana gelişi,<br />

çoğulluk içinde resim yapmak, yaratıcılık<br />

açısından, hangi anlamlara geliyor?<br />

NURİ IRAK - Sorunuzda sözünü ettikleriniz<br />

bir sanatçı için durulan duraklardır.<br />

Çağımızda, resim sanatında yapılmamı<br />

ya da yapılacak bir ey yoktur aslında.<br />

Sanatçı, düündükleriyle, kendine özgü<br />

bir tarzda var olmak istiyor, kendine<br />

özgülük yoksa sanatçı tozlanıyor, yok<br />

oluyor; kalabalıklardan ön plana çıkanlar<br />

ayakta kalabiliyor ancak. Aslında her ey<br />

anlatılmıtır, anlatılamayıın kendine has<br />

yolunu bulmak gerekir. Sanatta siyahbeyaz<br />

alanlar yoktur; sanatta döngü daha<br />

da büyük, hareket etme alanı genitir. Bir<br />

özgürlükler alanıdır sanat.<br />

- İnsanların mağara duvarlarına çizdiği<br />

resimlerden günümüze kadar, resim sanatı<br />

tarihinde neler değişti, neler değişmedi?<br />

NURİ IRAK - Resim sanatı, günümüze<br />

varıncaya kadar birçok yollardan, kav-<br />

aklardan geçmitir. İnsan yaamı değitikçe<br />

sanat da genilemi, ilerlemitir.<br />

Resim, hem teknik hem de düünce dünyası<br />

açısından oldukça yol almıtır. Resim<br />

25<br />

SANATTA<br />

SİYAH-BEYAZ<br />

ALANLAR<br />

YOKTUR.<br />

SANATTA DÖNGÜ<br />

DAHA DA BÜYÜK,<br />

HAREKET ALANI<br />

DAHA<br />

GENİŞTİR<br />


sanatı sadece tablolara, bir bez parçasına<br />

sığmamı, onu çoktan amı, performans<br />

olarak bir sürü paralel yollarda<br />

gelien bir sanat dalı haline gelmitir.<br />

Tarih boyunca, kimi zamanlarda, rejimden<br />

rejime resim sanatına bazı iktidarlar<br />

çeitli baskılarda bulunmulardır. Kültürde<br />

değiimler oldukça, sanat da etkile-<br />

ime girmitir. Ben, sanatı hızla akan bir<br />

suya benzetiyorum, sanat her zaman akacağı<br />

yolu buluyor, bazen ekil, ifade tarzını<br />

değitiriyor, engelleri bir ekilde aıp,<br />

tekrar hürriyetini buluyor.<br />

- Batı’yı, “oğu’yu, gerek kültürel, gerek<br />

sanatsal anlamda iyi tanıyorsunuz. Sizce,<br />

resim sanatını göz önünde bulundurarak,<br />

bu iki dünya arasında nasıl farklar ya da<br />

benzerlikler var? Almanya’da resim yapmak<br />

ile Türkiye’de resim yapmak arasında bir<br />

fark var mı?<br />

NURİ IRAK - Türkiyede halen sanat okullarında<br />

öğretilen klasik tarz; katı, disiplinli<br />

bir ekilde, zihne kadar nüfuz ediliyor.<br />

Daha çok igüratif çalımalar, klasik<br />

eğitim ağır basıyor. Ama bütün okullar<br />

değil bahsettiğimiz, genelleme yapmak<br />

yanlı olur. Yakın zamanlara kadar soyut<br />

resim çalıma tarzıyla pek ilgilenilmiyordu,<br />

ancak bu tarzın ilerlemekte olduğunu<br />

söylemeden geçemeyeceğim. Aynı<br />

zamanda, bütün bunları söylemekle<br />

de, klasik resim eğitimini önemsemediğim<br />

anlamının çıkmasını istemiyorum.<br />

Avrupada, okullarda, klasik resim eğitimin<br />

yanında, modern sanat eğitimi de<br />

26


verilir, bu iki alan birbirini karılar, eriyerek<br />

birleirler. Derslerdeki bu iki yolla,<br />

öğrencilerin bakı açılarında, olanaklar<br />

dünyasına açılan büyük bir zenginlik<br />

doğmu oluyor. Denenmemilere daha çok<br />

kapı açan evrensel bir yol açılmaya çalıılıyor.<br />

Fransanın Normandiya veya İtalyanın<br />

Toskana bölgelerinde olduğu gibi doğa<br />

ile ilgilenen ve bunu resimlerinde konu<br />

edenler için Türkiyede resim yapmak,<br />

açık hava çalımaları açısından, empresyonistler<br />

için önemli, çünkü, günein iddeti,<br />

gölgenin gücü sanatçıya Avrupada<br />

resim yapan bir ressama göre büyük bir<br />

ilham kaynağı. Empresyonizmin püf noktası<br />

udur: Iığa bakıldığında, ıık çok<br />

çabuk eklini değitirdiği için, resimde<br />

hızlı darbelerlerle çalıılır, resim için<br />

önemli parçalar öne alınıp, gerisi yok gibi<br />

görülür. Neo-empresyonistler en önemli<br />

noktaları dıarıda çalıırlar, sonra atölyeye<br />

geri dönerler. Bana güne ıığını<br />

yakın, neon ııkları yeterli, ıık bende<br />

ön planda değil. Tabii aydınlık bir odada<br />

çalımak kim istemez ki, resim yapma<br />

artları önemli. Mesela, Türkiyeden tanıdığım<br />

birçok sanatçı atölyelerinde çalı-<br />

ırlar! Avrupada kı ayları resim sanatı<br />

açısından beni oldukça zorluyor, ıığı<br />

ancak baharda hissedebiliyorsunuz. Kıları<br />

sabah karanlık, akam karanlık; bu<br />

karanlık ortamlar sanat çalımalarımı<br />

zora sokuyor.<br />

Sanat yolumu buldum bulalı, kendimi iyi<br />

hissediyorum. Resimlerimin pazarlanmasında<br />

bir takım zorluklar yaıyorum gerçi,<br />

ancak, kendi iimle, atölyemde ve müzede<br />

kurs vererek sanatımı sürdürmeye çalı-<br />

ıyorum. Federal Almanyada halk resim<br />

sanatına karı daha açık. Dev ebatlarla<br />

çoğaltılmı bir resmi 50 avroya, Ikea veya<br />

ona benzer mobilya mağazalarından, alıveri<br />

merkezlerinden alanlar var. Aynı<br />

zamanda, gelirlerinden tasarruf edip,<br />

27<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DA KIŞ<br />

AYLARI RESİM<br />

SANATI AÇISINDAN<br />

BENİ ZORLUYOR,<br />

IŞIĞI ANCAK<br />

BAHARDA<br />

HİSSEDİYOR-<br />

SUNUZ...<br />


✤<br />

ASLINDA<br />

SANAT<br />

DÜNYASININ İKİ<br />

YÜZÜ VAR.<br />

BİR PAZARLAMA,<br />

BİR DE YARATIM<br />

ALANI<br />

✤<br />

aylık taksitlerle küçük bir eser alan da var.<br />

Burada genel tabakada, yaayan sanata,<br />

sanatçıya, orijinale daha çok değer verildiğini<br />

düünüyorum. Sanat dünyasına karı<br />

daha derin bir ilgi var. Söylediklerim beni<br />

resim sanatı için motive ediyor, heyecanlandırıyor.<br />

Kendimi mutlu hissediyorum,<br />

bir atölyem var, hayata daha umutlu bakıyorum.<br />

- Federal Almanya’daki resim dünyasını<br />

nasıl görüyorsunuz? Bu ülkenin sanatçıları<br />

dünya resim sanatının neresinde duruyor<br />

sizce?<br />

NURİ IRAK - İlkin, en ünlü, eserleri<br />

pahalıya satılan sanatçılarla, bu dünyanın<br />

dıında olan sanatçıları birbirinden<br />

ayırmamız gerekiyor. İçlerinde Federal<br />

Almanyada yaayan Alman olmayan ressamlar<br />

da var tabii ki. Aslında sanat dünyasının<br />

iki yüzü var: Bir pazarlama, bir<br />

de yaratım yanı. Pazarlamacıların dünyası,<br />

borsa iiyle uğraanlar gibi kaotik,<br />

zikzaklı bir alım-satım dünyası. Sanatçılar<br />

cephesindeki durum ise farklı, sanatçılar<br />

arası dayanıma, sevgi, bulumalar gayet<br />

sıcak. Federal Almanyada dünya çapında<br />

iz bırakan sanatçılar var, Almanların<br />

yanına, dünya çapında özgün eserler veren<br />

İspanyol sanatçıları da ekleyebiliriz.<br />

Empresyonistler, ekpresyonistler, sürrealistler,<br />

kübistler, daha sonra Neue<br />

Sachlichkeit ve Dadacılık dediğimiz<br />

klasik sanat akımlarının yanında, edebiyat,<br />

tiyatro ve sinema gibi sanat dalları<br />

da Nazilerin sanat anlayıı olarak bilinen<br />

Entartete Kunstun (Yoz Sanat) baskılarına<br />

maruz kalmılardır. Sanata olan<br />

bu baskılara karılık, Almanyada gelien<br />

(Tachismus), kökeni 1940 yıllarda Parise<br />

dayanan, Amerikada Abstrakter Expressionismus<br />

olarak bilinen informel sanat<br />

anlayıı, öze yönelerek bir tepki olarak<br />

gelimitir.<br />

Nazilere yakınlığıyla bilinen sanatçıların<br />

eserlerinde sık sık kullandıkları, gösterilmeye<br />

değer olmayan o ak, berrak, güçlü,<br />

çok büyük, kaba boyutları resme taıyan<br />

sanat anlayıına karılık, informel sanat<br />

akımının temsilcileri süreçleri soyutlatırarak<br />

sanat dünyasına yenilikler getirdiler.<br />

Geometrik olmayan, non-objectiv<br />

bir tarzda hatta klasik katılamı resim<br />

kurallarına uymayıp içlerindeki hissi, bilinçaltını<br />

açığa çıkardılar. İnformel sanatçılar,<br />

kül, paslanmı çivi, ağaç parçası,<br />

asfalt Bitüm (Bitumen) gibi akla gelmeyen<br />

materyalleri kullanmaya baladılar.<br />

Yeniliklerle, yasaklara rağmen sanat<br />

için yeni çıkı yolları açılmı oldu, kullanılan<br />

materyaller de informel sanatının<br />

sembolleri oldular. İnformel sanatçılar dı<br />

mekânlarda çalımazlar, onlara güne ıığı<br />

gerekli değildir, onların dertleri daha bakadır:<br />

İnformel sanatçıların eserlerinde<br />

doğa daha arka planda, düünsel kıvılcımlar<br />

önde bulunurlar. Çünkü bu sanat,<br />

zora karı tepkiseldir. Eserlerinde igürün<br />

olmayıı, kullanılan materyallerin öne çıkması,<br />

duygusal hürriyeti daha önemli hale<br />

getiriyor.<br />

z<br />

28


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

29


© Piero Chiussi<br />

© Berliner Festspiele<br />

30


Berlin Tiyatro<br />

Buluşması’nın ardından...<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

© Piero Chiussi<br />

BERLİN - Rüzgar gibi geçti misali,<br />

Berlin Tiyatro Buluması da mayıs<br />

ayında esti ve geçti.<br />

Yıl boyunca izlediğim oyunlar içinde,<br />

Berlindeki bu festivale layık olduğunu<br />

düündüğüm çalımalar oluyor. Yönetmenin<br />

uygulaması, oyuncuların performansı,<br />

sahne dizaynı vs. çok çarpıcı, sanat<br />

kalitesinin dorukta olduğu oyunlar. Ancak<br />

Berlin Tiyatro Bulumasında her sene<br />

Hamburg Devlet Tiyatrosu ve Berlindeki<br />

belli tiyatrolardan mutlaka oyunların davet<br />

edilmesi dikkat çekiyor. Bunlarda mutlaka<br />

ödüle layık oyunlar mı sergileniyor?<br />

Örnek: 2015de Heidelberg ehir<br />

Tiyatrosunda izlediğim Fahrenheit 451<br />

bence aday olmalıydı. Kitapların yakılıp<br />

yasaklanması, okumanın engellenmesi<br />

, bakaları tarafından insanların yönetilmesini<br />

ileyen yönetmen Viktor Bodo,<br />

Berlinde olmalıydı. Ayrıca Volker Lösch'ün<br />

Viyanada sahnelediği "Marienthaler<br />

Dachs" da öyle. İsizliğin çaresizliği içerisinde<br />

insanların sömürülmesini ileyen,<br />

can alıcı bir oyun. Liste böyle sürdürülebilir.<br />

Niye seçim alanı kısıtlı? diye<br />

düündüm. Berlin Tiyatro Festivalinin<br />

jürisi oyunları neye dayanarak seçiyor?<br />

Jüriye önerilen oyunları jüri üyeleri izliyorlar.<br />

Bu durumda Konstanz, Freiburg,<br />

Essen, Stuttgart veya baka ehirlerdeki<br />

tiyatrolarda sahnelenen oyunlardan<br />

izleyip öneren yok ise, jüri üyeleri bu tiyat-<br />

31


Ersan Mondtag'ın Tyrannis'i | © Nils Klinger<br />

✤<br />

BU FESTİVALE<br />

ALMANCA<br />

SAHNELENEN<br />

10 OYUN DAVET<br />

EDİLİYOR.<br />

OYUNLARI<br />

BİLİRKİŞİ TAYİN<br />

EDİLEN JÜRİ<br />

BELİRLİYOR<br />

✤<br />

32<br />

rolara gitmiyorlar. Dolayısıyla oyunların<br />

seçimleri, bence, kısıtlı kalıyor. Tabii bu<br />

durumda jüri üyelerinin bakı açıları da<br />

büyük bir etken. Sanat geni bir bakı açısı<br />

gerektiriyor. Bunun hakkı verilebiliyor mu?<br />

Berlindeki bu tiyatro festivali çok<br />

renkli, tiyatro dünyasını bir araya getiren<br />

değerli bir etkinlik. Büyüleyici bir atmosferi<br />

var. Ama Berlin'e davet edilen oyunlar<br />

kesinlikle en iyi oyun metni, yönetmen,<br />

oyuncu vs. anlamını taımıyor. Yıl boyunca<br />

nice ehir, devlet, özel tiyatrolarda ödül<br />

alamayan dev eserler sahneleniyor. Yaklaık<br />

3000 eser söz konusu. Jüri ise bunun<br />

sadece 400ünü izleyebiliyor.Oyunların<br />

ezici çoğunluğu, ismi duyulmadığından,<br />

yönetmeni tanınmadığından veya baka<br />

nedenlerden, yerel izleyicisi ile ba baa<br />

kalıyor.<br />

Camp adı altında izleyici ve yönetmenler<br />

arasında oluan söylei organizasyonu<br />

ilginçti. Katıldığımız söyleilerde ise<br />

güncel siyaset ana konu idi. Tabii ki mülteciler<br />

bu tartımanın liste baındaydı. Bu<br />

söyleilerin sırf siyaset ağırlıklı olduğu<br />

gözleniyor. Sanat yönünün ve tiyatroya<br />

yansımasının haif kaldığı izlenimi<br />

yaygın. Tiyatronun toplumun nabzı olduğuna<br />

inanıyorum. Ama sanat ön planda<br />

olmalı.<br />

DÜNDEN BUGÜNE<br />

Berlindeki bu geleneksellemi tiyatro<br />

festivalinin tarihçesine ayna tutalım.<br />

Berlin Festivali adı altında müzik, tiyatro,<br />

dans, performans, edebiyat alanlarındaki<br />

gösterilerin sunulduğu farklı festivaller<br />

yer alıyor. 1951 yılında ilk defa<br />

Berlin Festival Haftaları adı altında<br />

Berlin Film Festivali gerçekletirildi. Bu<br />

enlik, Batının vitrini düüncesi ile Batı<br />

ve Doğu Berlin arasında bir köprü ilevi<br />

görüyordu. İlk Berlin Tiyatro Buluması<br />

1964 yılında gerçeklemiti.<br />

Berlin Festivali zamanla çağın sanat


Düşler Gemisi | © Matthias Horn<br />

nabzını hissettirmeyi görev edinerek<br />

yeniliklere sahne sunmaya baladı.<br />

Dönemin heyecan veren konularını, gündemin<br />

odaklandığı konuların aynası<br />

olmayı hedeleyerek, bu organizasyon<br />

canlandırıldı. Sonuçta Berlin Tiyatro<br />

Buluması adı altında yeni bir festival<br />

olutu.<br />

İte her yıl bu festivale Almanca sahnelenen<br />

on oyun davet ediliyor. Davet<br />

edilen oyunları tiyatro alanından bilirkii<br />

olarak tayin edilen jüri belirliyor.<br />

2003den 2011'e kadar Berlin Tiyatro<br />

Bulumasının festival yönetmenliğini Iris<br />

Laufenberg yapmıtı. 2012 yılından bu<br />

yana Yvonne Büdenhölzer yönetmenlik<br />

görevini sürdürüyor.<br />

Berlin Tiyatro Buluması bünyesinde,<br />

davet edilen en baarılı 10 oyunun sergilenmesi<br />

dıında, baka tartıma alanları,<br />

izleyiciyle söylei, prömiyer kutlamaları,<br />

konserler, ödül töreni de yapılıyor.<br />

Almanca konuulan dünyanın en<br />

ünlü ve ortak kültür kanalı 3Sat televizyonu,<br />

bu görkemli tiyatro festivalini televizyon<br />

ekranından takip etme olanağı da<br />

sunuyor.<br />

1978 yılında festivale renk katan bir<br />

kol daha eklenmi, Stückemarkt des Berliner<br />

Theatertrefens adı altında tiyatro<br />

eserleri deneme ve tanıtım sahnesi oluturulmutu.<br />

Yeni senaristler, dramaturglar<br />

burada çalımalarını sunuyorlar.<br />

Ayrıca 2009dan bu yana Theatertrefen<br />

Blog bu festivalin habercisi konumunda<br />

internet üzerinden online bilgiler<br />

sunuyor.<br />

Sanatın temel yapısı olan dallanıp<br />

budaklanmak, ikirden yeni ikirlerin<br />

türemesi özelliği, Berlin Theatertrefen'e<br />

de yansıyor. En baarılı 10 oyunun tanıtılması<br />

ile balayan Berlin Theatertrefen<br />

bugün artık çok daha geni kapsamlı bir<br />

sunumda bulunuyor.<br />

✤<br />

SANATIN<br />

TEMELİ<br />

"DALLANIP<br />

BUDAKLANMAK".<br />

YENİ FİKİRLERİN<br />

TÜREMESİ<br />

ÖZELLİĞİ.<br />

TİYATRO<br />

ŞENLİĞİNE DE<br />

YANSIYOR.<br />

✤<br />

33


Festival jürisi (Soldan):<br />

Peter Laudenbach, Barbara Burckhardt, Stephen Reuter, Wolfgang Huber-Lang,<br />

Andreas Wilink, Till Briegleb, Bernd Noack<br />

(Foto: Iko Freese)<br />

BÜTÜN BERLİN BİR SAHNE<br />

<strong>2016</strong>da da Berlin Tiyatro Festivali veya<br />

Almanca adına daha sadık bir deyile<br />

Tiyatro Buluması, son derece cokulu,<br />

heyecanlı tiyatro ve sanat dolu günlere ev<br />

sahipliği yaptı. Tiyatro hayranlarının son<br />

dakikaya kadar Belki bilet alabiliriz!<br />

ümidiyle gie önünde kuyrukta beklemesini,<br />

bilet alabilenlerin yüzlerinde beliren<br />

ho gülümsemeyi izlemek de tiyatro sahnesinin<br />

bir parçası gibiydi. Bunun yanı<br />

sıra, sahne arkadalığı yapmı, bugün için<br />

farklı tiyatrolarda görev alan oyuncuların<br />

karılaması, sevinçleri...<br />

Evet, Berlin Tiyatro Festivali sadece<br />

sahnede değil. Bu enlik, Berlin ehrini bir<br />

sahne haline getirmeyi baarıyor.<br />

Bakalım 2017de hangi sürprizlerle karılaacağız?<br />

z<br />

34


www.binfikir.be<br />

35


POSTKOMÜNİST KADIN SANATÇILARIN<br />

ANNE VE KAHRAMANLIK BAKIŞI<br />

Momentumda<br />

Hero Mother<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

36


BERLIN - Kadın denince akla ilk gelen<br />

olgu annelik, annelik sanki kadın olmanın<br />

eanlamlısı. Anneliğin ardından da e,<br />

açı, temizlikçi, ucuz emekçi gibi vasılar<br />

geliyor. Gene de itibar edilen kadın<br />

olmak değil de, annelik. Annelik de kendisine<br />

atfedillen bunca tanımla sonuna<br />

kadar doldurularak, anlamsızlatırılmı<br />

durumda. (Zaten bir kadın olarak sadece<br />

annelik vasfım ile değerlendirileceksem<br />

bırak kalsın...)<br />

Burada bir eletirmen, kadın ve anne<br />

olarak ele aldığım serginin adı da Kahraman<br />

Anne. Kahraman kadın değil, kahraman<br />

olan sadece anne. Dedim ya, zaten<br />

kadın anne değilse hiçbir ey...<br />

Peki nereden geliyor bu kahraman<br />

anne olgusu? Sergide yer alan sanatçılardan<br />

Elżbieta Jabłońskanın kullandığı<br />

anlamda çizgi romanların süper kahramanlarından<br />

gelmediği kesin. Polonyalı<br />

sanatçı Jabłońska kendini tamamiyle<br />

çocuklarına adayan anne olgusunu ele<br />

aldığı fotoğralarında, oğluyla birlikte<br />

poz veriyor. Her bir fotoğrafta kucağında<br />

bir erkek çocuk olan kadını, evinin farklı<br />

köelerinde ve farklı kahraman kıyafetleri<br />

(Batman ve Superman gibi) içinde görüyoruz.<br />

Fotoğralardaki kadın tamamen<br />

bezmi ve hissiyatsız bir ifade ile izleyiciye<br />

bakıyor. Arka planda ise mükemmel<br />

olan anneden bekleneceği gibi derli toplu<br />

bir ev köesi var. Bu fotoğralar her toplumda<br />

kadına yapıtırılan o mükemmel<br />

anne olma durumunu süper kahramanlık<br />

ve kahraman annelik üzerinden<br />

eletiriyor.<br />

KAHRAMAN ANNE KAVRAMI<br />

Momentumda yer alan ve sanatçılarını<br />

Doğu Blokunun post-sosyalist döneminden<br />

kadınların oluturduğu serginin<br />

üst balığı Kahraman Anne, Sovyetler<br />

Birliğinde on ve üzerinde çocuk<br />

doğurmu annelere verilen bir onur<br />

nianı. Kadınlar bu nianı onuncu çocuklarının<br />

doğumuyla birlikte hak ediyorlar.<br />

Öncelikli amaç elbetteki ulusun deva-<br />

HEROMOTHER<br />

© Anetta Mona Chisa<br />

37


✤<br />

20 FARKLI<br />

ÜLKEDEN<br />

SANATÇILAR<br />

SOSYALİST<br />

YA DA<br />

DEMOKRATİK<br />

REJİMDEKİ<br />

KADIN<br />

ROLLERİNİ ELE<br />

ALIYOR.<br />

✤<br />

mını tevik etmek. Bu nianı alan annelere<br />

devlet tarafından ekonomik anlamda<br />

sağlanan belirli bir de yardım var. Ayrıca<br />

Kahraman Anne nianı Sovyetler Birliği<br />

altında alınabilecek en üst düzey nianlardan<br />

birisi.<br />

Sergiye katılan 30 kadın sanatçı da,<br />

Berlin Duvarının yıkılmasının ardından<br />

Doğu Avrupa ülkelerinde esen barıçıl<br />

devrim rüzgarlarıyla kurulan parlamenter<br />

demokrasi döneminde çalımalarını üretiyorlar.<br />

20 farklı ülkeden gelen sanatçıların<br />

hepsi çalımalarıyla sosyalist ya da<br />

demokratik rejim altında kadına sunulan<br />

rolleri ele alıp değerlendiriyor.<br />

Serginin kuratörlerinden Bojana Pejić<br />

katolog yazısında kadınlar için yapay<br />

olarak üretilmi iki farklı günü, 8 Mart<br />

içi kadınlar günü ve anneler günü, ele<br />

alarak her yerde kadınların aynı muameleye<br />

farklı formlarda maruz kaldığının<br />

altını çiziyor.<br />

8 Mart içi kadınlar gününe karılık<br />

anneler günü...<br />

Pejić, 8 Mart içi kadınlar gününün sosyalist<br />

devletler altında resmi tatil olarak<br />

38<br />

© Elzbieta Jablonska<br />

kabul edilirken, bu günde kadın ve erkek<br />

kimsenin çalıma zorunluluğu bulunmadığını<br />

belirtiyor. Aslında 8 Mart bütün<br />

çalıanlar için tatil günü. Fakat bu tatil<br />

gününün kadınlar için tek farkı, her<br />

zaman yaptıkları ev içi ödeneksiz ilerini<br />

i stresi olmadan yerine getirmeleri, ev<br />

temizliği, yemek ve çocuk bakımıyla tıpkı<br />

diğer günlerde olduğu gibi ilgileniyorlar.<br />

Tabii genellikle 8 Martta devlet tarafından<br />

düzenlenen enliklerde çalıanlar<br />

da kadınlar oluyor. Yani kadının kendi<br />

gününde bile gene içi olarak kullanılması<br />

söz konusu.<br />

HAFIZA KAYBINA DOĞRU<br />

8 Mart sadece sosyalist devletler altında<br />

değil, demokratik devletler altında da kutlanılan<br />

bir gün. Yalnız Batıda 8 Martta<br />

kadınlar kendi hakları için sokaklara<br />

dökülüyor. Batıda içi kadınlar günü<br />

kürtaj hakkı, eit maa, daha uzun ve<br />

maalı annelik izni için yumrukların<br />

havaya kaldırılıp, yürüyü ve gösterilerin<br />

düzenlediği bir günken, Pejić Doğuda sos-


©Almagul Menlibayeva<br />

yalist kadınların evlerinde tutulup kırmızı<br />

karaniller ile ödüllendirildiklerini belirtiyor.<br />

Doğudaki sosyalist kadınlar için<br />

kendi günlerinde yumruklarını havaya<br />

kaldırıp gösteriler düzenlemesi düünülemezdi<br />

çünkü, bu tür gösteriler ancak<br />

devlet tarafından organize edilebilirdi.<br />

Pejićin 8 Mart üzerinden vurguladığı bir<br />

diğer olgu ise bu gün üzerinden üretilen<br />

bir hafıza kaybı ve bu hafızasızlıkla birlikte<br />

komünizme dair kurgulanan romantizm.<br />

Küratöre göre bu romantik ya da idealist<br />

bakı altında cinsiyetlerin eitliği akla<br />

gelen ilk kurgu. Oysa ki her dönemde, her<br />

rejimde yaanan tüm değiimlerden en<br />

çok etkilenenler gene kadınlar. Eski sosyalist<br />

devletlerde de rejim değiiminin<br />

ardından yaanan ekonomik krizlerde iini<br />

ilk kaybedenlerin post-sosyalist içi kadınların<br />

olduğunu belirtiyor. Kadınlar daha<br />

önceden annelik ile kazandıkları tüm avantajları,<br />

post-sosyalist dönemde kaybediyor.<br />

Yeni ekonomik yasalar kadınların annelik<br />

avantajlarını ellerinden alırken, bu yeni<br />

düzenlemelerden gene en çok etkilenenler<br />

cinsel azınlıklar, yani ecinsel çiftler ve<br />

tabii yalnız anneler oluyor.<br />

Kahraman Annede yer alan Estonyalı<br />

sanatçı Anna-Stina Treumund, 2011 tarihli<br />

Mothers (Anneler) videosunda da bu<br />

konuyu ele alıyor. Estonyada özellikle son<br />

zamanlarda medya üzerinden cinsel azınlıklara<br />

dair bir nefret kampanyası yürütülmekte.<br />

Treumund ecinsel (lezbiyen)<br />

anneler ile yaptığı röportajlarda, bu kadınların<br />

içinde yaadıkları toplumda karılatıkları<br />

gündelik ve yasal problemleri anlatıyor.<br />

Bu kadınlar sadece toplumdaki nefret<br />

ile değil aynı zamanda devlet tarafından<br />

uygulanan politikalar ile de ba etmek<br />

durumundalar. Ecinsel ailelerin çocukları<br />

toplum içinde çok daha farklı problemlerle<br />

yüzlemek durumundayken, devlet<br />

normalde her çocuk için verdiği yardımı<br />

bu çocuklara vermiyor. Burada kadının<br />

anne olması onu gene de kurtarmıyor, eğer<br />

kadın devlet tarafından kabul edilebilir<br />

artlarda anne olmadıysa, yani hetero bir<br />

evlilik aktı içinde değilse, diğer annelerle<br />

aynı haklara sahip olamıyor.<br />

✤<br />

KÜRATÖRE<br />

GÖRE BU<br />

ROMANTİK<br />

YA DA İDEALİST<br />

BAKIŞ ALTINDA<br />

CİNSİYETLERİN<br />

EŞİTLİĞİ AKLA<br />

GELEN İLK<br />

KURGU.<br />

✤<br />

39


✤<br />

GÜNÜMÜZDE<br />

DEVLETLER<br />

TARAFINDAN<br />

KADINA BİÇİLEN<br />

KONUM ÇOK<br />

DAHA KESİN VE<br />

SINIRLI BİR<br />

YÖNE KAYIYOR.<br />

✤<br />

ERKEĞİN GÖLGESİNDE<br />

Kadınlara biçilen diğer gün, anneler<br />

günü, dünyada her devlet ve rejim altında<br />

kutlanıyor. Pejićin de belirttiği gibi,<br />

aslında anneler günü kadının ömür boyu<br />

bedava içiliğinin yüceltilmesinden baka<br />

bir ey değil. Elbetteki hangi devlet ya da<br />

rejim altında olursa olsun, rejimin ya da<br />

ulusun devamını sağlamak kadına düüyor.<br />

Kadın doğurduğu sürece ulus devam edebilir.<br />

Tabii ki bu açıdan bakılınca tüm devletler<br />

hetero evlilikleri ve anneliği onore<br />

edip, daha da ileri giderek kadın bedenleri<br />

üzerinde hak iddia edebiliyor.<br />

Stefanie Gromes ve Katrin Hafemann,<br />

kadın bedeninin yani özel olanın aynı<br />

zamanda politik olduğunu da sunan 7<br />

Tage... (7 gün) çalımasında, kendi bedenleri<br />

üzerinden protestolar düzenleyen aktivist<br />

grup FEMENin Berlin grubu ile yaptıkları<br />

belgesel röportajda beden ve politika<br />

kavramlarını ele alıyor. 2007de<br />

Ukraynada kurulan FEMEN kısa sürede<br />

tüm dünyada etkisini gösteren ve kadın<br />

hakları üzerine çalıan bir grup. FEMEN<br />

elemanları kendi çıplak bedenlerini sloganlarının<br />

panosu olarak kullanırken, onların<br />

çıplaklıkları kadını adeta köleletiren ataerkil<br />

topluma karı bir silah oluyor.<br />

Bir grup kadın toplumu tamamen kar-<br />

ısına aldığı bu tarz feminist eylemlerde<br />

bulunurken, diğer bir grup bu tür eylemleri<br />

anlamsız olarak değerlendirebilir. Rusyada<br />

kadınlar arasında yaygın olan görü, kadınların<br />

her türlü özgürlüğe sahip olduğu.<br />

Rus sanatçı Anastasia Vepreva 2013 tarihli<br />

videosu She has to ile aslında Rusyada<br />

kadınların medya ile nasıl programlandıklarını<br />

gösteriyor. Rus televizyonunda yayınlanmakta<br />

olan bir programdan farklı detayları<br />

alıp montajladığı (found footage) görüntüler<br />

ile toplumda kadına ve erkeğe atfedilen<br />

rollerin ne kadar kesin ve ataerkil<br />

olduğunu gösteriyor. Aile içinde ve dıında<br />

kadının görevlerinin uzun bir listesi olmasına<br />

rağmen, kadının gene de erkeğin<br />

gölgesinde kalması gerekiyor. Art arda<br />

konulan ve kadına sürekli erkeğini mutlu<br />

etmesini öğütleyen görüntüler bir süre<br />

sonra absürtleiyor ve ikna edici olmaktan<br />

daha çok karı çıkma isteğini uyandırıyor.<br />

Günümüzde devletler tarafından kadına<br />

biçilen konum çok daha kesin ve sınırlı<br />

bir yöne doğru kayıyor. Kadının toplumdaki<br />

konumunun bu kadar hiçletirildiği<br />

bir zamanda Kahraman Anne sergisi izleyiciye<br />

sunduğu eletiriler ile gerçekten<br />

önemli bir yere oturuyor. Kadın bedeni üzerinden<br />

politika yapılan bir meta. Kadının<br />

anne olabilmesi aynı zamanda onun bedeninin<br />

devlet malı olarak görülmesine neden<br />

oluyor. Fakat kadın sadece anne değil aynı<br />

zamanda bir birey ve kendi üzerinden<br />

yürütülen tüm oyunların farkında. Simon<br />

Sheikhin de dediği gibi Sanatçı ve entelektüeller<br />

sadece toplumla alakadar olmamalı,<br />

toplumda yeni bir bilinç, muhalefet<br />

ve farklı platformlar oluturmalı. Serginin<br />

izleyiciye sunduğu da bu aslında.<br />

z<br />

40


1 Nisan <strong>2016</strong>‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan<br />

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!<br />

www.bizimaachen.de<br />

41


42


VİYANA’DAN BAKINCA GÖRÜLMEK İSTENEN TÜRKİYE<br />

“Türkei”?<br />

Hangisi?<br />

43


Viyana merkezli Mandelbaum Yayınları<br />

arasında yer alan kitabın elbette<br />

tarafsız bir çalıma olması gerekmiyor ve<br />

zaten derleyicilerin de katılımcıların da<br />

böyle bir niyetinin olmadığı hemen anlaılıyor.<br />

Kitabı derleyen iki yazarın bir tarafsızlık<br />

kisvesine ihtiyaç duymadığı sadece<br />

imzalara bakıldığında bile ortaya çıkıyor.<br />

Özellikle Türk yazarlar, belki Mustafa<br />

Sönmez hariç, hepsi, Türkiyenin bir anomali<br />

olduğu konusunda, elbette bu ifadeyi<br />

hiç kullanmadan, görü birliği içinde görünüyor.<br />

Bunun, tersinden, AKP yıllarını ve<br />

AKP Türkiyesini olumlamak olduğunu söyleyenleri,<br />

haksızlık etmekle suçlayamayız.<br />

Ama bir eyi kabul etmemiz gerekir: İnsanların,<br />

Türkiye için özel ve koruyucu bir<br />

duyarlılık göstermelerini beklemek de<br />

gerekmiyor.<br />

ÖNCE BOL DESTEK...<br />

FRANKFURT - Türkiye konusunda<br />

Alman kitap dünyasına neredeyse her gün<br />

yeni bir katkı yapılıyor. Sadece Almanca<br />

içinde yetimi köklerinde Türkçe yatan<br />

yazarlar değil, Türkiye üzerine yazan<br />

Almanlar da var bu listenin içinde. Art<br />

arda yayımlanan bu kitaplar arasında bir<br />

yenisi de genç kuak aratırmacı ve biliminsanlarından<br />

Dr. İlker Ataç. u sıralarda<br />

Viyanada çalımalarını sürdüren,<br />

ancak sosyalizasyonunu Almanyada<br />

yaayan ve Alman üniversitelerinde<br />

yetien Ataçın, çalıma arkadaı Michael<br />

Fanizadeh ile birlikte Viyanadaki Türkiye<br />

konulu toplantılarda sunulan bildirilerden<br />

derlediği yeni kitap Türkei, böyle<br />

bir çalıma.<br />

Ataçın, Fanizadeh ile birlikte kaleme<br />

aldığı geni sunu yazısında zaten bazı<br />

ipuçları dikkat çekiyor. Almanca konuulan<br />

dünyanın ilgisinin Türkiyedeki dönüüm<br />

sürecine odaklandığını hatırlatan<br />

yazarlar, 1999 aralık ayında AB adayı olan<br />

Türkiyedeki toplumsal gelimeler 2000li<br />

yıllarda artan oranda olumlu değerlendirildi<br />

görüüne yer veriyorlar.<br />

Tarihinin en ağır mali krizi sonrasında<br />

Türkiyede 2001den itibaren yapısal bir<br />

uyum programına geçi yapıldığını hatırlatan<br />

Ataç ve Fanizadeh, öyle yazıyor:<br />

İlk oktan ve köklü sosyo-ekonomik<br />

sonuçlardan sonraki yıllarda yüksek<br />

büyüme hızları, artan doğrudan yatırımları<br />

ve Avrupa ülkeleriyle Türkiyenin ekonomik<br />

olarak iç içe girmesini getirdi. Bu da<br />

medya haberlerinde genelde Türk ekonomisinin<br />

daha olumlu değerlendirilmesine yol<br />

açtı. Öte yandan AKPnin reform yönelimi<br />

2002den itibaren olumlu bir biçimde algılandı.<br />

Özellikle azınlık haklarının güçlendirilmesine<br />

yönelik kalemler ve Türk devleti<br />

bünyesindeki kemalist yerleiklik de<br />

denilen güçlü gruplamaların zayılaması,<br />

Batıda kabul gördü. (Türkei, s. 8)<br />

44


Herkesin bildiğini yineliyorlar, denebilir.<br />

Çünkü Batı Avrupa ya da genelde AB,<br />

liderleri dahil, bir bütün olarak ve göstere<br />

göstere AKP deneyimine açık çek<br />

verdi. Bunun çok sonra biraz değitiğine,<br />

aynı girite ve aynı sayfada, dikkat çekiyorlar:<br />

Ama ilk kez Gezi Parkı igaliyle<br />

birlikte i, bu bakı açısının yer değitirmesine<br />

vardı.<br />

... SONRA ELEŞTİRİ<br />

Yani Batı dünyası, İlker Ataç ve Michael<br />

Fanizadehe göre, Geziyi Arap Baharını<br />

hatırlatan bir sinyal olarak değerlendirmiti.<br />

Gezideki protestolara uygulanan<br />

baskı sonrasında yıllarca AKPyi selamlayan<br />

Batı, AKP politikalarını daha eletirel<br />

bir perspektiften izlemeye baladı.<br />

Merkezi soru uydu: AKP reformcu<br />

yönelimini mi yitirdi, yoksa Türkiyede otoriter<br />

devlet olma halinin yeni bir biçimi mi<br />

geliti?<br />

Ataç ve Fanizadeh, seçtikleri yazarlarla,<br />

her iki görüü bir biçimde harmanlamı<br />

oluyor. Mithat Sancar, Ruen Çakır, Yüksel<br />

Takın, Ece Temelkuran, Pınar Selek,<br />

Rober Kopta ve İrfan Aktan imzalarının<br />

seçilmesi, bu kitabın Türkiyedeki gelimeleri<br />

sağlıklı bir mesafeden izlemeyi değil,<br />

her eyi doğrudan vesayet rejimine bağlayan,<br />

daha doğrusu Türkiyeyi baından<br />

itibaren bir anomali olarak gören yakla-<br />

ımı tercih ettiğini gösteriyor. Sözü geçen<br />

davetlilere göre, 1923 projesi, tarih içindeki<br />

ilerlemeci rolüyle değil sadece baskıcı<br />

ve vesayetçi yüzüyle önemlidir.<br />

Kukusuz bu yazarlarla da Türkiye bir<br />

biçimde anlaılabilir, ama gerçekten irdelenebilir<br />

mi, yoksa Viyananın da bir parçası<br />

olduğu ideolojik formasyonlara eklemlenmeyi<br />

bilim sanan bir hezeyanın saptamaları<br />

mı sıralanır, onun yanıtı zor. En<br />

azından, Türkiyenin cumhuriyetçi geçmi-<br />

iyle arasındaki empati bağlarını tümüyle<br />

koparmı, bunda da demokrasi diye<br />

masaya sürdüğü etnik ve dinsel gerekçelerle<br />

kendince haklı olan, fakat cumhuriyet<br />

rejiminde sadece yanlı doğup yanlı<br />

gelimi batan sona çarpık bir bünye,<br />

bir tarihsel meruiyetsizlik görenlerin saptamaları<br />

elbette bir tercihtir.<br />

BATI’NIN SEÇİCİLİĞİ<br />

Ataç ve Fanizadeh, Avrupa medyasının<br />

Türkiye tartımalarında kendi seçiciliğini<br />

ve bununla bağlantılı olarak da<br />

kendi çıkar ve kanaatlerini öne çıkardığını<br />

belirtiyor. Türkiyeyi açımlayacak yazar<br />

ve konumacıların seçilmesi de böyle bir<br />

talebe karılık mı geliyor? Bu sorunun<br />

yanıtı kolay değildir.<br />

Türkiye kamuoyunda önemli bir rol üstlenmi,<br />

hatta o kamuoyunu yönlendirmi<br />

yazarların bu toplantılara çağrılmasıyla<br />

Viyanada kültürler arası bir mekân oluturulduğuna<br />

dikkat çekiyor iki derlemeci<br />

ve ilgiyle karılandıklarını hatırlatıyor.<br />

Kilit adamların ve kadınların bulunması<br />

bir tercih kukusuz. Ama asıl mesele<br />

galiba u: AKPnin 2002den beri bir<br />

baarı modeli olarak aratırılması balı<br />

baına bir tercih. Dolayısıyla örneğin<br />

Yüksel Takının AKP siyasetinin oluum<br />

ve sınırlarını irdelerken bu partiyi çoğunlukçu<br />

bir otoriterlik olarak görmesi,<br />

Mithat Sancarın gelimeleri güç siyaseti<br />

balığı altında tanımlayarak kısmen<br />

rahatlaması ve meseleyi dinsel ve etnik<br />

grupların statü ve kabulünde görmesi...<br />

Batı gerçekten de böyle görmek istiyor. Bir<br />

baka örnek: Ruen Çakır, AKPnin nasıl<br />

kutuplatırıcı bir parti olduğunu Gülen<br />

hareketiyle girdiği mücadeleden hareketle<br />

göstermeye çalııyor. Bu kitabı oluturan<br />

yazarların, belki hepsini değil, Türkiyede<br />

Yetmez ama evetçiler etiketiyle damgalandığını,<br />

bunun ne anlama geldiğini öne<br />

çıkarma gereği duyulmuyor. Bu da bir yol<br />

elbette.<br />

Kitapta özellikle Türkiye sanayisindeki<br />

gelimeleri irdeleyen Joachim Beckerin<br />

gerçekten verimli gözlemleri ve yararlı<br />

çözümlemeleri dikkat çekiyor. AKP ile<br />

bir sanayisizletirme sürecinin baladığı<br />

tezlerini tartımaya açan Becker,<br />

son derece yararlı bir ekonomik özet<br />

45


verebiliyor. Fakat sınırlarına dikkat çekmemek<br />

haksızlık olur: Türkiyede solun<br />

daha Mart 1980de, yani 12 Eylülün (dolayısıyla<br />

Turgut Özal-Kemal Dervi-Recep<br />

Tayyip Erdoğan çizgisinin de) programını<br />

oluturan 24 Ocak Kararlarının yayımının<br />

neredeyse ertesi günü her eyi fark<br />

ettiğini ve örneğin sonraları profesörlüğe<br />

yükselecek olan bir iktisatçı bilimadamının,<br />

Ergun Türkcan, büyük bir makaleyle<br />

hemen Türkiyenin üretimden vazgeçtiği<br />

saptamasında bulunduğunu, bu<br />

özette elbette göremiyoruz. O kadar da<br />

olup bitenin farkında değil Becker. Dolayısıyla<br />

Türkiyenin sanayilemeyi bırakıp bir<br />

ticaret ülkesine dönütüğünü, sadece AKP<br />

yıllarından okumak onu rahatsız etmiyor.<br />

ÖZET YARARLI DA...<br />

Fakat Joachim Becker, 1980den<br />

1988e reel ücretlerin yüzde 40 gerilediğine<br />

iaret ederken, bir ihracat<br />

seferberliğinin kaçınılmazlatığını<br />

da vurgulamı oluyor.<br />

Ülke ekonomisinin inansallatırılmasıyla<br />

toplumun dinselletirilmesi,<br />

İslamcılığın<br />

temel siyaset<br />

halini alması arasındaki<br />

paralellik, okura bırakılmı<br />

bir çıkarım olarak<br />

görülebilir. Yine de Joachim Beckerin Türkiye<br />

için gerçekten yararlı ve doğru bir<br />

iktisadi özet vermeyi baardığına dikkat<br />

çekmek gerekir.<br />

Türkiye kitaplarının hızla artacağı anla-<br />

ılıyor. Acı olan, Türkiye gerçekliğine<br />

tarihselliği içinde sahip çıkan, ama ana<br />

akım medya ve siyasetten uzak tutulan<br />

görülerin, Ataç ve Fanizadeh gibi genç<br />

kuak Batılı aratırmacılarca dikkate<br />

alınmadığını görmektir. Bu kitapta da, gerçekleri<br />

tüm cepheleriyle ve iç dolaımlarıyla/dolayımlarıyla<br />

bulmakta güçlük çekiyoruz.<br />

Bir karılatırma da yapamıyoruz.<br />

Neoliberal bir Türkiye tablosunu tartımaya<br />

açan yazarlar, bu çıkıa baından<br />

beri karı çıkan gerçekten bilimsel odakları,<br />

o odaklar belki Türkiyeyi anomali<br />

olarak görmeyi reddettiği için, önemsemiyorlar.<br />

O zaman da böyle bir kitapta<br />

Korkut Boratav, Güngör Uras, Yalçın<br />

Küçük, Ergun Türkcan, Nazif Ekzen, Oğuz<br />

Oyan, İlber Ortaylı gibi yalı kuağa<br />

değil yalnızca, Türkiye önemlidir ve<br />

tarihsel bir haklılığın ürünüdür diyen<br />

ilerici genç kuak biliminsanlarına<br />

da rastlamamak aırtıcı olmuyor.<br />

Viyananın tercihi böyle demek<br />

ki...<br />

Ama her kitap, neyi<br />

savunursa savunsun iyidir.<br />

Eletirmeyi ve doğruya ulamayı<br />

kolaylatırır. Sonuçta<br />

biraz utangaç Yetmez ama<br />

evet köesinin entelektüel sahneye<br />

egemen olduğunu ve Batıda<br />

özellikle hüsnükabul gördüğünü bu kitap<br />

ve yazar seçimi de gösteriyor. Kitap, hangi<br />

çizgide olursa olsun, kitaptır ve yanlılanabileceği<br />

için de yararlıdır. Okunmalıdır.<br />

(FHF)<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

46


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

47


Zülfü Livaneli<br />

70inci yaını<br />

Bremende kutluyor<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

48


BREMEN - Besteci, arkıcı, yazar ve ilm<br />

yönetmeni Zülfü Livaneli 20 Haziranda 70<br />

yaına girecek. Livaneli, doğum gününü<br />

Bremenli dostlarıyla kutlayacak.12 Eylülden<br />

sonra bir süre Almanyada yaayan<br />

Zülfü Livaneli, 1984 yılında Bremende<br />

Ada albümünü kaydetmiti. Livaneli,<br />

1987-1988 yıllarında Bremen Radyosundan<br />

Peter Schulze ile birlikte, Türkiye Almanya<br />

ortak yapımı Yer Demir Gök Bakır ilmini<br />

çekmiti.<br />

Ünlü müzik adamı Zülfü Livanelinin ya<br />

günü için dostları bir konser ve iki ilm gösterisi<br />

düzenlediler. Sinemada Livanelinin<br />

yönetmenliğini ve müziğini üstlendiği Yer<br />

Demir Gök Bakırın yeni montajlanmı versiyonu<br />

gösterilecek. Livaneli, geçtiğimiz yıl<br />

ilmi tekrar elden geçirerek yeni bir dijital<br />

montaj yapmıtı.<br />

Ayrıca, Livanelinin hayatını, müzik,<br />

sinemacılık, yazarlık serüvenini anlatan<br />

2014 yapımı Zülfü Livaneli – Doğu ile Batı<br />

Arasında Bir Ses adlı belgesel gösterilecek.<br />

Zülfü Livaneli her iki ilmin gösteriminde<br />

de hazır bulunacak.<br />

Doğum günü konseri Livanelinin Ada<br />

plağını kaydettiği, Bremen Radyosunun<br />

ünlü eski kayıt stüdyosu Sendesaalde<br />

yapılacak. Konsere caz arkıcısı Romy<br />

Camerun, ünlü trompetçi Uli Beckerhof,<br />

Livanelinin son yıllardaki birçok projesinde<br />

yer alan piyanist Henning Schmiedt<br />

gibi tanınmı müzisyenler katkı sunacaklar.<br />

Etkinliğe, ayrıca Bremen St. Stephanie<br />

Kilisesi korosu ve yönetmeni Tim<br />

Günther ile Bremen Tiyatrosunda uzun<br />

süredir baarıyla sahnelenen İstanbul<br />

oyununun müzisyeni ve arkıcısı Torsten<br />

Kindermann da katılacak.<br />

Film gösterimleri ve konser, Livaneli<br />

hayranları için sanatçıyı daha yakından<br />

tanıma, eserlerini ise yeniden görme ve<br />

dinleme olanağı olacak.<br />

z<br />

Filmler:<br />

Zülfü Livaneli –<br />

Doğu ile Batı Arasında Bir Ses belgeseli<br />

19 Haziran <strong>2016</strong> pazar<br />

saat 20.30’da<br />

City 46’da ve<br />

20 Haziran <strong>2016</strong> pazartesi<br />

saat 18.30’da,<br />

City 46’da<br />

Yer Demir Gök Bakır<br />

20 Haziran <strong>2016</strong>, pazartesi, 20.30,<br />

City 46’da<br />

Sinema adresi:<br />

City 46<br />

Birkenstr. 1, 28195 Bremen<br />

Tel.: 0421-95799290<br />

Doğum günü konseri:<br />

Sendesaal Bremen<br />

Bürgermeister-Spitta-Allee 45<br />

28329 Bremen<br />

Tel: 0421 - 33 00 49<br />

E-posta: info@sendesaal-bremen.de<br />

İnternet sayfası: www.sendesaal-bremen.de<br />

Biletleri internet üzerinden de almak mümkün.<br />

49


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

50


51


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net


Aylık Kültür ve Sanat Dergisi Aylık Kültür | Temmuz-Ağustos ve Sanat Dergisi <strong>2016</strong> | Şubat | <strong>2016</strong> Sayı: | 5-6 Sayı: | 01 www.avrupa-kultur.eu<br />

NSU ve<br />

koruyucu<br />

eller<br />

Bir<br />

katliamın<br />

politik<br />

polisiyesi<br />

■ DEMOKRASİNİN ÖLÜMÜ<br />

■ ZÜLFÜ LİVANELİ<br />

■ MANFRED DEIX<br />

■ ÇİZGİ ROMAN


İçindekiler<br />

NSU CİNAYETLERİ: KOMPLOLAR, DERİN DEVLET VE NEONAZİLER...<br />

Bir katliamın politik polisiyesi<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Almanya’da 4 Kasım 2011 günü Batı Thüringen’in bir kenti olan Eisenach’taki bir karavanda, ırkçı yeraltı<br />

örgütü NSU’nun iki üyesi Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın cesetleri bulundu. Devriye gezen<br />

iki polisin gelmesine 20 saniye kala, bir banka soygununun ardından tam da 8 adet ağır silahları<br />

bulunmasına karşın “birdenbire karar vererek” önce birbirlerini vurdular, ardından karavanlarını<br />

havaya uçurdular. En azından kamuoyuna aktarılan “senaryo” böyle. Öyle mi gerçekten?<br />

SAYFA: 4<br />

AVUSTURYA’NIN İNSANLIĞA<br />

ARMAĞAN ETTİĞİ BİR HİCİV USTASIYDI<br />

Her zaman Deix<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

“Eleştirisi olmayan, okuyucusuna diken gibi batmayan, onu acıtmayan, tahrik etmeyen karikatürün<br />

bence hiçbir anlamı yoktur” diyen Manfred Deix, aramızdan ayrıldı. Üzerine ilmler yapılan<br />

bir sanatçıydı. Sadece yapıtları değil, yaşamı ve eleştirel enerjisi de kitap ve ilmlere konu olan<br />

Manfred Deix için çizmek, yaşamaktı. 1949’da St. Pölten’de doğmuş ve daha 11 yaşında iken “Aşağı<br />

Avusturya Kilisesi Gazetesi”nde ilk çizgi romanını resimlemişti.<br />

SAYFA: 12<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ İLE MÜZİK VE İNSAN ÜZERİNE<br />

Evrensele açılan kapı yerellikten geçiyor<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

Ünlü sanatçı Zülfü Livaneli, Bremen’de 19 ve 20 Haziran’da düzenlenen etkinliklerle 70’inci doğum<br />

gününü kutladı. “Avrupa Kültür” olarak bu fırsatı değerlendirip Livaneli ile yaklaşık 50 yıllık müzik<br />

geçmişi ve günümüz müziği hakkındaki düşünceleri üzerine bir söyleşi yaptık.<br />

SAYFA: 18<br />

WOLFGANG J. KOSCHNICK VE<br />

“ZENGİN DEMOKRASİLERİNİN” İFLASI<br />

Demokrasi artık burada oturmuyor!<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Demokrasinin sonu ilan ediliyor. Hem de Batı’da. Hatta Batı’nın en “mürefeh” merkezlerinde. Zenginler<br />

demokrasisinden devşirilmiş tablolarla, demokrasiyle ilgili bütün ezberlerin gözden geçirilmesi<br />

isteniyor. Çağdaş demokrasinin ana alanı kabul edilen Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerinde demokrasinin<br />

tarihe karıştığı yazılıyor. Wolfgang J. Koschnick’in kitabı, trajik bir alarm aslında...<br />

SAYFA: 26<br />

2


SCHIRN MÜZESİ’NDE GÜRBÜZ BİR 20’NCİ YÜZYIL ÇOCUĞU<br />

Çizgi romanın öncüleri bir arada<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Çizgi roman 1897’den beri okuyucuların gönlünü fethediyor. Kentsoylular, isçiler ve göçmenler,<br />

günlük Amerikan gazetelerin sunduğu bu yeni görsellerden aynı derecede büyülendiler. Etkisi artarak<br />

sürüyor, dünyanın çeşitli ülkelerinde bu renkli inilakla ilgili sergiler düzenleniyor. Bunlardan<br />

biri de Frankfurt’taki Schirn Müzesi salonlarında yer alıyor. Sergi, 18 Eylül’e kadar ziyaretçilere açık.<br />

SAYFA: 34<br />

Nathan<br />

LESSİNG’İN BİLGE NATHAN’I SAHNELERDE<br />

Herkesin Nathan’ı kendine mi?<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Deutsches Theater Berlin, Theater an der Donau Ulm, Münchener Volkstheater, Mainz<br />

Stadttheater, Kammertheater Bonn, Staatstheater Stuttgart, Theater Heidelberg...<br />

Bunlar gibi daha başka tiyatroların sahnesinde de “Bilge Nathan” gösterimleri var. Bu oyuna ilgi<br />

neden bu denli yoğun? Niye şimdi? Günümüzde, yönetmenlerin ilgisini özellikle çeken nedir?<br />

SAYFA: 43<br />

GAZETECİ İSMAİL EREL’İN KALEMİNDEN BİR CESUR YÜREK<br />

Tuğçe’nin dramı kitaplaştı<br />

Gazeteci İsmail Erel, 2014’ün kasım ayında uğradığı saldırı sonucunda girdiği komadan uyanamayıp<br />

hayatını kaybeden Tuğçe Albayrak’ın öyküsünü kitaplaştırdı. Böyle bir “cesur yüreğin” genç<br />

kuşakların anılarında da yaşaması gerektiğine dikkat çeken Erel, bu acı öykünün arka planıyla ilgili<br />

bilgiler verdi.<br />

SAYFA: 50<br />

EĞİTİMCİ KEMAL ERTAN’IN GÖZÜNDEN ZOR YILLAR<br />

“Çocuklarımız okusun” ısrarı sonuç verdi<br />

İLHAN AYER<br />

Uzun yıllar Federal Almanya’da eğitim alanında çalışan uzmanlardan Kemal Ertan, bu ülkedeki eğitim<br />

sistemi, göçmenler, uyum, entegrasyon ve günlük hayatın çeşitli sorunları üzerine sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

SAYFA: 55<br />

3


NSU CİNAYETLERİ: KOMPLOLAR, DERİN DEVLET VE NEONAZİLER...<br />

Bir katliamın<br />

politik polisiyesi<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

4


STUTTGART<br />

Wolfgang Schorlau | Foto: Timo Kabel<br />

Almanyada 4 Kasım 2011 günü Batı<br />

Thüringenin bir kenti olan Eisenachtaki<br />

bir karavanda, ırkçı yeraltı örgütü<br />

NSUnun iki üyesi Uwe Mundlos ve Uwe<br />

Böhnhardtın cesetleri bulundu.<br />

Devriye gezen iki polisin gelmesine<br />

20 saniye kala, bir banka soygununun<br />

ardından tam da 8 adet ağır silahları<br />

bulunmasına karın birdenbire<br />

karar vererek önce birbirlerini vurdular<br />

ardından karavanlarını havaya uçurdular.<br />

En azından kamuoyuna aktarılan<br />

senaryo böyle.<br />

Öyle mi gerçekten?<br />

O güne kadar sayısız cinayet ilemi,<br />

kundaklama gerçekletirmi olan bu iki<br />

neonazinin bu kadar hızlı karar alarak<br />

intihar etmesi düündürücü.<br />

Eğer Wolfgang Schorlaunun son derece<br />

sürükleyici ve NSU cinayetlerine farklı bir<br />

pencereden bakan Die Schützende Hand<br />

(Koruyucu El – Denglerin 8. Olayı) adlı yeni<br />

romanını okuduysanız, roman olduğunu bilmenize<br />

rağmen, gerçeğin bize aktarıldığı<br />

gibi olmadığına neredeyse eminsinizdir.<br />

Tam bir kriminal polis duyarlılığıyla<br />

ve gazetecilik sorumluluğuyla yapılmı<br />

derin incelemelere, neredeyse hemen tümü<br />

gerçek bilgi ve belgelere dayalı olarak<br />

kaleme alınan bu romanda bakahraman<br />

özel detektif Wolfgang Dengler, bu kez<br />

2000-2007 yılları arasında 8i Türk biri<br />

Yunan biri Alman toplam 10 kiiyi katleden<br />

ırkçı yeraltı örgütü NSU cinayetlerini çözmeye<br />

çalııyor.<br />

Emniyet birimleri zanlıları değil, NSU<br />

cinayetlerinin kurbanlarının yakınlarını<br />

5


✤<br />

NSU CİNAYETLER<br />

DİZİSİ İÇİNDE<br />

KATİLLERİ GÖZETEN<br />

BİR KORUYUCU<br />

EL VAR MI?<br />

SORU ORTADA<br />

✤<br />

soruturuyor, zan altında bırakıyor, dosyalar<br />

kayboluyor, istihbaratçıların her<br />

yerde parmak izleri ortaya çıkıyor...<br />

KATİLLERİ GÖZETEN BİRİLERİ Mİ<br />

Sorular birbirini izliyor: Ya NSU cinayetlerinin<br />

soruturulmasındaki tökezleme<br />

sadece istihbarat tekilatının bir hatası<br />

değilse? Ya bu iin içinde katilleri gözeten<br />

bir koruyucu el varsa?<br />

Wolfgang Schorlau NSU dosyalarındaki<br />

çelikilere kitapta ve kahramanlarının<br />

ağzından özetle öyle iaret ediyor:<br />

Durum karıık. NSU davasındaki<br />

ithamlara ve resmi verilere göre<br />

olay günü Uwe Mundlos, önce Uwe<br />

Böhnhardtı öldürdü, ardından karavanı<br />

kundaklayarak intihar etti. Federal Kriminal<br />

Dairesinin raporlarını inceledim.<br />

Elimizde baka veriler de var. Aratırmalarıma<br />

göre Böhnhardt ve Mundlos karavana<br />

gelmeden önce çoktan ölmülerdi.<br />

Görgü tanıklarının ifadelerine göre banka<br />

soygununu da onlar gerçekletirmi olamazlar.<br />

Çünkü cesetleri sabah 9.15ten itibaren<br />

karavana çoktan konmutu.<br />

İkincisi, 20 saniye içinde önce cinayet<br />

ileyip, ardından karavanı kundaklayıp<br />

sonra da intihar etmek mümkün değil.<br />

Üçüncüsü, Mundlos özellikle de Böhnhardt<br />

birer azılı katildi. Yakalanmamak<br />

için devriye gezen 2 polis memurunu<br />

vurabilirler veya baka bir araca binerek<br />

olay yerinden uzalaabilirlerdi. Bu iki<br />

teröristin kendilerinden yaça büyük 2<br />

polis tarafından avlanmalarına izin vermeleri<br />

inandırıcı değil. Hiçbir kaçı yöntemini<br />

denememiler.<br />

Dördüncü çeliki ise, Mundlos ve<br />

Böhnhardtın, balarından vurulmalarına<br />

rağmen, olay yerinde beyin parçalarının<br />

tamamının bulunmaması. Olay yerinde<br />

Mundlosa ait beyinden geriye kalan 558<br />

gram, Böhnhardta ise 102 gram ait parça<br />

bulunuyor. Oysa ortalama beyin ağırlığı<br />

bin 400 gramdır. Yani yaklaık 2 kilo<br />

beyin parçası olay yerinde yok.<br />

Beincisi, Mundlos ve Böhnhardtı<br />

öldüren mermiler de, karavan ve olay yeri<br />

dedektörlerle aranmasına rağmen bulunamadı.<br />

Altıncısı, karavanda bulunan 8 silahın<br />

hiçbirinde her iki teröriste ait parmak izine<br />

rastlanmadı. İntihar ettikleri iddia edilen<br />

pompalı silahlarda bile parmak izlerine rastanmadı.<br />

Polisteki kayıtlarda yer alan fotolara<br />

göre her ikisinin de elinde eldiven olmadığı<br />

açıkça görülüyor. Ellerinde de ate ettiklerine<br />

dair izlere rastlanmadı.<br />

Yedincisi, otopsi raporlarına göre karavanı<br />

kundakladığı öne sürülen Mundlosun<br />

solunum yollarında ve ciğerlerinde kurum<br />

izine rastlanmadı. Kan testinde de karbonmonoksit<br />

bulunmadı.<br />

Sekizinci çeliki ise olay yerinde bulunan<br />

iki kurun kovanı. Mundlos, pompalı silahla<br />

Böhnhardtı baından vurup daha sonra<br />

silahı ağzına sokup intihar ettiyse tek bir<br />

kovan olmalı. Çünkü Böhnhardtı vurduktan<br />

sonra yeni mermi sürebilmek için önceki<br />

merminin kovanını atması gerekiyor. Peki<br />

kendini ağzına silah sokup vurduktan sonra<br />

kullanılmı ikinci kurunun kovanını ölmü<br />

olduğu halde nasıl oluyor da atabiliyor.<br />

Memurlar hedefe odaklı görev yaptığından<br />

bu noktada profesyonel davranamamı.<br />

Ayrıca polisler geldiğinde olay yeriyle ve<br />

izlerle ilgili her türlü kuralı ihlal ettiler.<br />

İtfaiye erlerinin olay yerinden çektiği fotoğralara<br />

el koydular ve sonsuza dek bulunmamak<br />

üzere yok ettiler. Karavanı içindeki<br />

bütün kanıtlar, cesetler ve izlerle birlikte<br />

polise değil özel bir irmayı çağırarak çektirip,<br />

irmanın deposuna kaldırdılar.<br />

En sonunda da bütün izlerin tamamen<br />

kaybolmasına yol açacak ekilde yüksek<br />

basınçlı suyla yıkadılar.<br />

ÇELİŞKİLER GALASI<br />

Sadece bu özet bile nasıl bir felaketle<br />

karı karıya kaldığımızı gösteriyor.<br />

Wolfgang Schorlaunun incelemelerine<br />

ve romanındaki iddialarına göre NSU ırkçı<br />

hücresinin iki üyesi Uwe Böhnhardt ve Uwe<br />

6


Mundlos, Federal İstihbarat Tekilatının<br />

talimatıyla önce öldürüldü, ardından karavana<br />

konarak uzaktan kumanda yöntemiyle<br />

havaya uçurularak, olaya intihar<br />

süsü verildi. Yine Schorlauya göre, bu<br />

operasyon, Federal Savcılık tarafından<br />

NSUnun izole üç kiilik bir terör hücresi<br />

olarak algılanmasını sağladı.<br />

Bunlar basit iddialar değil. Nitekim<br />

gerek roman gerekse yazarıyla ilgili tepkiler,<br />

uyandırdıkları etki ve neden oldukları<br />

çok sevimsiz soruların yaygınlığı oranında<br />

sertleiyor.<br />

NSUnun iki üyesinin ölmesinin<br />

ardından sanık sandalyesinde oturan<br />

Beate Zschäpenin ırkçı terör hücresinin en<br />

akıllı üyesi olduğuna iaret eden Schorlau,<br />

Almanyada katıldığı bir toplantıda ise<br />

tüm incelemelerinin ardından kendisini<br />

komplo teorileri üretmekle suçlayanlara<br />

u yanıtı veriyor:<br />

Polisin ve adli birimlerin iddia ettiklerinden<br />

çok daha farklı gerçekler olabilir. Irkçılığı<br />

asla tahmin edemeyeceğim bir biçimde<br />

yaıyoruz. Irkçılık toplumun tam ortasından,<br />

emniyet birimlerinden geliyor. Ben bu insanlara<br />

karı bu kitabı kaleme aldım. Buna<br />

komplo teorisi denmesini kabul etmiyorum.<br />

Bu kitapta NSUda ne kadar devletin parmağı<br />

var bu sorgulanıyor.<br />

Daha yayınlanmadan önce medyada ve<br />

siyasi arenada büyük ses getiren bu sürükleyici<br />

polisiye, kurgusuyla da insanı kendisine<br />

bağlıyor.<br />

Daha önce Türkçeye de çevrilmi olan<br />

Wolfgang Schorlau, bu son çalımasıyla<br />

Beate Zschäpenin sanık sandalyesinde<br />

oturduğu NSU davasını çok tehlikeli bir<br />

✤<br />

Romanın konusu<br />

Ünlü Alman haber dergisi “er Spiegel tarafından da en çok satanlar arasında<br />

gösterilen 382 sayfalık Koruyucu ”l (“ie schützende Hand), 2015’in sonuna<br />

doğru KiWi Yayınevi tarafından okurla bulutu. Romanın konusu özetle öyle:<br />

Kimliği bilinmeyen bir kii bir gün telefon edip Uwe Mundlos ve Uwe<br />

Böhnhardt’ı kim öldürdü? diye sorar.<br />

Georg “engler, bata özel detektif gibi hareket eder. Ancak Federal Kriminal<br />

“aire (BKA) ei “r. Müller ve Hessen İstihbaratından Harry Nopper<br />

onu BKA’dan tutmaya çalıırlar.<br />

2004 yılında Köln’deki çivili bomba saldırısının ardından, kitabevi sahibi<br />

Tufan’ın onu görevlendirmesiyle her ey balar.<br />

Tufan’ın bombalı saldırıda kitabevi hasar görür. Buna rağmen polis olayı<br />

Tufan’ın üstüne yıkmaya çalıır.<br />

Nopper’in daha sonra Thüringen İstihbarat Tekilatı Bakan Yardımcısı olduğunu<br />

öğrendiğinde ise Georg “engler, NSU karmaasının, istihbaratçıların ve<br />

neofaistlerin tam ortasında kendisini bulur. Artık olayın elebaları “engler’e<br />

nian almaktadır.<br />

Konu kısaca böyle. Ancak her ey 2004 yılındaki patlama ile bitmiyor. Görgü<br />

tanıklarının dikkate alınmaması, hatta korkutmak amacıyla tanıkları zan altında<br />

bırakmak, ipuçlarının kaybolması, istihbaratçıların, ajanların rastlantı (!) sonucu<br />

olay yerinde olay anında görülmü olması...<br />

Yalanlar, çelikilerle dolu süreç hâlâ devam ediyor. NSU davası Münih’te<br />

sürerken, davanın yankıları Alman basınında da sık sık geni yer buluyor.<br />

Konuyla ilgili paneller düzenleniyor.<br />

"IRKÇILIK, TOPLUMUN<br />

TAM ORTASINDAN<br />

GELİYOR. BUNA<br />

KOMPLO TEORİSİ<br />

DENEMEZ"<br />

✤<br />

7


✤<br />

SCHORLAU'NUN<br />

ASIL KAHRAMANI<br />

<strong>AVRUPA</strong>'NIN YENİ<br />

SÜPER GÜCÜ<br />

ALMANYA<br />

biçimde sorguluyor. Bu tehlike, aratırmalarının<br />

heyecan verici sonuçlarından kaynaklanıyor.<br />

NSA, BND, CIA, GLADIO...<br />

ŞEBEKELER...<br />

Irkçı yeraltı örgütü NSU, ABD'nin en çok<br />

istihbarat toplayan tekilatı olduğu tahmin<br />

edilen NSA, Alman Federal İstihbarat Tekilatı<br />

BND, Amerikan gizli haber alma<br />

servisi CIA, terör örgütü RAF, gizli ordu<br />

Gladio, Stay Behind, Amerikalı diplomatlar,<br />

uluslararası vergi politikası, Almanya<br />

Sosyal Demokrat Partisinden Federal<br />

Meclis eski Milletvekili Sebastian Edathy,<br />

mülteci yasası, Rostock, Hoyerswerda kundaklamaları,<br />

mülteci yasası, göç yasası,<br />

o dönemde Dresdende KGB ajanı olarak<br />

çalıan Vladimir Putin eliyle Batı Avrupada<br />

kurdurulan ırkçı örgütler, Almanya Babakanlığı,<br />

Heidenau olaylarının birbirleriyle<br />

ilikilendirildiği kitapta öteden beri tartıılan<br />

Alman devlet kurumları ve naziler<br />

arasındaki ilikiye de yer veriliyor.<br />

Schorlau , NSU cinayetlerine büyüteç<br />

tuttuğu kitabında, Almanyada çıkacak<br />

yasalarda istihbaratçılarla nazi ibirliğinin<br />

nasıl etkili olduğunu çarpıcı örneklerle<br />

gözler önüne seriyor. Mülteci haklarını<br />

genileten yeni sığınma yasa taslağının<br />

tartııldığı günlerde Rostock ve<br />

Hoyersverda bata olmak üzere mülteci<br />

yurtlarına yönelik ırkçı saldırıların düzenlenmesinin<br />

bir tesadüf olmadığını yazan<br />

Schorlau, Apple gibi Amerikan irmalarına<br />

vergi yükümlülüğü getirmeye hazırlanan<br />

Almanyaya NSU cinayetleri arkasından<br />

nasıl antaj yapıldığına ve Babakan<br />

Merkelin vergi yasası konusunda nasıl geri<br />

adım atmak zorunda kaldığına da iaret<br />

ediyor.<br />

NAZİ GEHLEN’DEN EVRİLEN<br />

ALMAN İSTİHBARATI<br />

Schorlaunun romanında birleen ve<br />

Avrupada bir süper güç oluturmasından<br />

korkulan iki Almanyanın tarihi de bir rol<br />

oynuyor. ABDnin bu gücü dizginleme becerisinde<br />

Almanya ile arasındaki ilikilerde<br />

yatan üç önemli dönemece dikkat çekiliyor.<br />

✤<br />

DEDEKTİF DENGLER<br />

Çağının gerçek tanığı<br />

Wolfgang Schorlau’nun KiWi yayınları arasındaki dedektif “engler’in baından<br />

geçenleri kaleme aldığı polisiye romanları içinde “ie blaue Liste (Mavi Liste),<br />

“as dunkle Schweigen (Karanlık Suskunluk), Fremde Wasser (Yabancı Su),<br />

Brennende Kälte (Yanan Soğuk), “as München-Komplott (Münih Komplosu),<br />

“ie letzte Flucht (Son Lanet), Am zwölften Tag (12. Günde), “ie schützende<br />

Hand (Koruyucu ”l) bulunuyor. Wolfgang Schorlau’nun diğer romanları<br />

ise Sommer am Bosporus (Boğazda Yaz) ve Rebellen (İsyankârlar).<br />

Stuttgart 21. “ie Argumente (Stuttgart 21, Argümanlar balıklı incelemesinde<br />

ise inaatı devam eden dev Stuttgart 21 projesi ve bu projenin siyasi arenadaki<br />

ve toplumdaki yansımalarına ıık tutuyor.<br />

Wolfgang Schorlau, 2006 yılında Alman Polisiye Roman Ödülü’nü, 2012’de ise<br />

Stuttgart Polisiye Roman Ödülü’nü kazandı.<br />

8


Özetle:<br />

8 Mayıs 1945, 1955-1956 ve 1968 yılı.<br />

1945 yılı: Almanya kurtarılmak için<br />

değil yenilmi bir düman ülke olarak<br />

igal edilmitir. Bakan Trumanın izniyle<br />

Mayıs 1945teki kongrede Amerikan igal<br />

kuvvetlerinin direktiinde böyle deniyordu.<br />

Almanya bir daha asla Amerika<br />

Birleik Devletleri ve dünya barıı için bir<br />

tehdit oluturmamalıydı. Ancak II. Dünya<br />

Savaından iki yıl sonra 1947 yılında Sovyetler<br />

Birliği ile soğuk sava balamıtı.<br />

Bu durumda çifte tedbir alınması gerekiyordu.<br />

Bir taraftan eski Alman tehdidine<br />

bir taraftan yeni Sovyet tehdidine karı.<br />

1949 yılında kurulan Federal Almanya<br />

Cumhuriyeti Batı ittifakında güvenilir bir<br />

cephe olmalıydı.<br />

Askeri İstihbarat Servisi, CIAye<br />

bağlı, nazilerden oluan Fremde Heere<br />

Ost adı altında bir istihbarat servisi<br />

kurdu. Hitlerin generallerinden Reinhard<br />

Gehlen, daha önce birlikte çalıtığı<br />

çok sayıda istihbaratçıyla Gehlen<br />

Organizasyonunu kurdu. Bu tekilatta<br />

daha sonra Batı Almanya istihbaratında<br />

da yer alacak olan tüyler ürperten isimler<br />

yer alıyordu: Klaus Barbie (Lyon Gestapo<br />

ei), Alois Brunner (Eichmannın<br />

yakın adamlarından), Franz Rademacher<br />

(Dıileri Bakanlığı Yahudilerden Sorumlu<br />

Müdürü), Walther Rauf (Gaz vagonlarının<br />

mucidi) ve yüzlerce nazi.<br />

CIAin planı, bütün bilgilere ulamak<br />

ancak Gehlen Organizasyonunun masraflarını<br />

Almanlara ödetmekti.<br />

Bu öyle bir görev olmalıydı ki, tamamen<br />

ve sonsuza kadar ABDye hizmet etmeli,<br />

bütün mütteikleri tümüyle, tek tek takibattan<br />

stratejik takibata kadar gözetlemeliydi.<br />

1955 yılı: Federal Almanya Babakanı<br />

Adenauer Pariste, üç Batılı galip güçle<br />

igali sona erdirmek için pazarlık yapıyordu.<br />

Adenauerdan bunun karılığında<br />

posta ve telekomünikasyonun takibatına<br />

izin verilmesinin devamını istiyorlardı.<br />

Ancak Adenauerın kabinesinde sorun<br />

vardı. Dönemin Hıristiyan Demokrat<br />

Birlik (CDU) partili İçileri Bakanı Gerhard<br />

Schröder böyle bir yasanın siyasal<br />

sorumluluğunu üstlenmek istemiyordu.<br />

Dönemin CIA ei, Schröderin Adenauera<br />

öfke dolu mektubunu bulmutu. Schröder,<br />

Böyle bir karar toplumda, basında hatta<br />

parlamentoda geni bir veto bulur. Bağımsızlığın<br />

yeniden kazanılması igal kuvvetlerinin<br />

de sansürünün sonu anlamına gelmelidir.<br />

Ancak bu ekilde, u ana kadar igal<br />

kuvvetlerine karı olan eletiriler federal<br />

hükümet yönelecektir yazmıtı.<br />

Pariste Batılı mütteiklerle Batı<br />

Almanyanın bağımsızlığını görüürken<br />

Adenauerın çantasında yasa yoktu. Amerikalılar,<br />

Fransızlar ve İngilizler ise posta<br />

ve telekomünikasyonun takibatı konusunda<br />

diretiyorlardı. Adenauer bunun üzerine bir<br />

kurnazlık yaparak mütteiklere, federal<br />

hükümet kendi yasasını çıkarana kadar<br />

telekomünikasyonun takibatı talebinde<br />

bulunduklarını içeren bir bir mektup yazmalarını<br />

önerdi.<br />

Her üç mütteik ülkenin dıileri bakanları<br />

tam bir denetim ve gözetleme hakkının<br />

korunması için bir mektup yazdılar. 1956<br />

yılında Gehlen Organizasyonu Federal<br />

İstihbarat Servisine (BND) dönütürüldü.<br />

CIAin yeni Alman gizli servisi üzerinde<br />

9


✤<br />

DEDEKTİF DENGLER<br />

"BİZ ASLINDA<br />

HANGİ DEVLETE<br />

YAŞIYORUZ?"<br />

DİYE SORUYOR<br />

✤<br />

kontrolü olması ve bütün bilgi ve belgelerin<br />

CIAye iletilmesi de böylece güvence<br />

altına alınmı oldu.<br />

1968 yılı: Berlin, Frankfurt ve diğer<br />

Batı Alman ehirlerindeki huzursuzlukla<br />

ilgili sayısız bilgi geliyordu. Alman parlamentosu<br />

yeni bir yasa çıkarmaya hazırlanıyordu.<br />

Almanların G10 Yasası olarak<br />

adlandırdıkları bu yasa mütteiklerin<br />

takibat hakkını kaldırmayı öngörüyordu.<br />

Özellikle de acil durum yasasının kaldırılmasını,<br />

posta ve telekomünikasyon sırlarına<br />

kısıtlamayı getiriyordu. Dönemin<br />

Alman Dıileri Bakanı Willy Brandt,<br />

Alman Parlamentosunda yaptığı bir açıklama<br />

ile mütteiklerin saklı tuttukları<br />

hakların kaldırıldığını duyurdu. Ancak<br />

sınırsız takibat hakkı kaldı. Baka anlamalara<br />

kaydırıldı: Madde 4 Birlik Sözlemesi<br />

1955 ve Madde 3 Ek Sözleme NATO<br />

Birlik Yasası 1959.<br />

Gerçekte 1968 yılında gözetleme ve<br />

denetleme ile ilgili sözlemeler bir kat<br />

daha pekitirilmi oldu. Batı Alman istihbaratçılar<br />

imdi daha kapsamlı ve geni<br />

alanda çalıabileceklerdi. Çok sayıda<br />

anlama ile önemli bilgi ve veriler CIAya<br />

aktarılacaktı. Aynı zamanda G10 yasası,<br />

mütteiklerin kendi istihbarat servislerinin<br />

yanı sıra Alman istihbaratçıları da görevlendirebilmesine<br />

olanak sağlıyordu.<br />

Alman gazeteci Ekkehard Siekerin de<br />

aratırmalarıyla önemli destek verdiği<br />

roman yazarın kendi deyimiyle bir devlet<br />

suçunu aratıran edebi bir inceleme/soruturma.<br />

Romanın bakahramanı özel dedektif<br />

Dengler Biz aslında hangi devlette yaıyoruz?<br />

sorusunu yöneltiyor.<br />

GERÇEKLE KURGU<br />

BİRBİRİNE KARIŞIYOR<br />

İki neonazinin, Mundlos ve<br />

Böhnhardtın cinayetinin arka planını<br />

aratırırken, okuyucu da yava yava<br />

olayın arkasındaki elleri görmeye balıyor:<br />

Irkçılarla el ele veren istihbaratçılar,<br />

yabancı ajanlar...<br />

Örneğin romanda Federal Anayasayı<br />

Koruma Tekilatı Bakan Yardımcısı Klaus<br />

Dieter Welker, NSU Cinayetleri Aratırma<br />

Komisyonunun baına kimin getireleceğini<br />

rahatlıkla belirler ve kanıtların<br />

tümünü imha eder.<br />

Schorlaunun detektii neredeyse gerçeğe<br />

yakın bir aratırma yapar. Olaylar,<br />

kiiler, tekilatlar, ilikiler internette<br />

birazcık aratırma yapılsa, birebir gerçek<br />

sahipleriyle örtüebilir.<br />

Ayrıca Schorlau, Kriminal Dairelerin,<br />

emniyet birimlerinin, Aratırma<br />

Komisyonunun orijinal raporlarını, polis<br />

raporlarına dayalı olay yeri fotoğralarını,<br />

belgeleri, protokolleri okurlarla paylaıyor.<br />

Gerçekle kurugunun karıtığı romanda<br />

yazar Wolfgang Schorlau tam 73 maddeden<br />

oluan dipnotla da okurun gerçekle<br />

kurguyu birbirinden ayırt edebilmesine<br />

yardımcı oluyor.<br />

Irkçı yeraltı örgütü NSUnun üçüncü ve<br />

yaayan tek üyesi nazi gelini olarak da<br />

adlandırılan Beate Zschäpenin evinde ele<br />

geçirilen belgeler, ırkçılar ve devlet arasındaki<br />

bağı gözler önüne sererken, Wolfgang<br />

Schorlau kitabında, NSU cinayetlerinde<br />

istihbaratçıların katillere elik<br />

ederek, nasıl koruma altına aldıklarını da<br />

anlatıyor.<br />

Koruyucu El yazarı, bu gerçekten<br />

incelikli akıl ürünü yapıtına u ifadelerle<br />

giriyor: Bu kitabı Enver imek, Abdurrahim<br />

Özüdoğru, Süleyman Taköprü,<br />

Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaar,<br />

Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaık,<br />

Halit Yozgat ve Michele Kiesewetterin<br />

ailelerine armağan ediyorum. 1990<br />

yılından bu yana ırkçı cinayetlere kurban<br />

gitmi 178 kiinin anısına...<br />

Bizleri yakından ilgilendiren bu sürükleyici<br />

polisiyenin en kısa sürede Türkçeye<br />

çevrilmesi gerekiyor. z<br />

10


11


Manfred Deix<br />

© Guenter S. Kargl<br />

12


AVUSTURYA’NIN İNSANLIĞA ARMAĞAN ETTİĞİ BİR HİCİV USTASIYDI<br />

Her zaman Deix<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Deix’ın kuruluşunda katkıda<br />

bulunduğu, 2001 yılında Krems<br />

beldesinde açılışı yapılan<br />

karikatür müzesinde 250<br />

eseri devamlı<br />

sergilenmektedir.<br />

Müzeye gidenler, Deix’ın<br />

yarattığı çizgi kahramanları<br />

ile birlikte sergiyi<br />

izlemektedirler adeta...<br />

13


✤<br />

"OKUYUCUSUNA<br />

DİKEN GİBİ<br />

BATMAYAN,<br />

ONU ACITMAYAN<br />

KARİKATÜR<br />

ANLAMSIZDIR"<br />

✤<br />

FRANKFURT - Ömrünü çizgi, renk ve<br />

hicve adamı ünlü bir çizer, yaz baında<br />

sonsuzluğa göçtü. Eletirisi olmayan,<br />

okuyucusuna diken gibi batmayan,<br />

onu acıtmayan, tahrik etmeyen karikatürün<br />

bence hiçbir anlamı yoktur diyen<br />

Manfred Deix, aramızdan ayrıldı. Üzerine<br />

ilmler yapılan bir sanatçıydı. Bunlardan<br />

biri Rupert Hennigin senaryosunu<br />

yazdığı, Deixin graik denetimi altında<br />

Nils Englerin de rejisini üstlendiği Taralı<br />

garson çırağı bir çocuğun ergenlik<br />

çağına erimesini öyküleyen bir ilmdi.<br />

Avusturyada çekilen ilk 3D ilmi özelliğine<br />

sahip bir çalımaydı bu.<br />

Yaamı kitap ve ilmlere konu olan<br />

Manfred Deix, 22 ubat 1949da Aağı<br />

Avusturya eyaletinin bakenti St. Pöltende<br />

doğdu. Daha 11 yaında iken Aağı Avusturya<br />

Kilisesi Gazetesinde ilk çizgi romanını<br />

resimledi.<br />

“BEN BİR İNSAN DOSTUYUM”<br />

Sanat hayatı boyunca yaadığı çağı,<br />

toplumun ve siyasetin düzelmesi, doğru<br />

olması için, bu arzuyla ve kızgınlıkla hicvederek<br />

yorumladı. Karikatürlerini ve<br />

kendisini insanlık dümanı, insanları aağılayan,<br />

küçük düürüren biri olarak<br />

tanıtmak isteyenlere, tam aksine insanları<br />

sevdiğindan hatalarını, eksikliklerini<br />

hicvettiğini söylerdi dostlarına. Deix, eletirel<br />

yapıtları ile çağda Avusturyanın en<br />

önemli karikatüristi unvanını hak etmi<br />

bir sanatçıdır.<br />

Elbette Deix Figuren – Deixın yarattığı<br />

çizgi kahramanları deyiminin Avus-<br />

Küçük burjuvaların<br />

büyük korkusu<br />

Manfred Deix kadar küçük burjuva çevresini hicveden,<br />

bunları karikatürlerine konu eden, yaşadığımız dünyanın<br />

açmazlarını betimleyerek modern yaşamın derinliklerini<br />

görmemizi sağlayan bir bakış açısını ve bütün bunların<br />

toplum ruhunda yansımalarını görünür hale getirebilen<br />

çizer, gerçekten azdır.<br />

Deix’ın kuruluşunda katkıda bulunduğu, 2001 yılında<br />

Krems beldesinde açılışı yapılan karikatür müzesinde 250<br />

eseri devamlı sergilenmektedir. Müzeye gidenler, Deix’ın<br />

yarattığı çizgi kahramanları ile birlikte sergiyi dolaşmaktadır.<br />

Deix’ın vefatından sonra sanatı ve kişiliğiyle ilgili birçok<br />

yorum yapıldı.<br />

Müze yöneticisi Gottfried Gunsauer: “Öncelikle siyasi<br />

bir karikatürist idi, ama kesinlikle Avusturya’nın en büyük<br />

sanatçılarından biridir.”<br />

ÖVP (Österreichische Volkspartei) sağcı Avusturya Halk<br />

Partisi Eyalet Başkanı Erwin Pröll: “Toplum tarafından<br />

tanınmış ve benimsenmiş bir sanatçıydı Deix. Keskin bakışını,<br />

sivri kalemini arayacağız.”<br />

SPÖ Viyana Kültür Sorumlusu, Andreas Mailath-Pokorny:<br />

“Deix, Avusturya ruhunu sevgiyle aynı zamanda acımasızca<br />

yorumladı.”<br />

Yoldaşı ve meslektaşı Helnwein’ın, dostunun ölümü üzerine<br />

yaptığı açıklamadan: “Michelangelo’nun dediği gibi<br />

‘en büyük sanat tanrısal mükemmelliğin ancak gölgesidir’.<br />

Bu bağlamda bakıldığında Deix, en acımasız deliller içeren<br />

yapıtları ile karşılarına çıkar. Yaratıcının eserlerinin hatalar,<br />

utançlar ve yanlış kesimlerle, şekillendirme ile dolu olduğunu<br />

gösterir bize. Dua etmeliyiz ki yaratıcı tür hataları<br />

yaptı. Yoksa mükemmelliyetçi bir yaratıcı, bize çok az gülme<br />

olanağı tanırdı. Deix’a teşekkür borçluyuz. Onun sayesinde<br />

yaratılışın/yaratılmışların gülünç olabileceği, Tanrı’nın da en<br />

büyük mizahçı olduğu gibi bir felsefi kavrama ulaştık.”<br />

14


Beach Baby 2000 © Manfred Deix <strong>2016</strong><br />

turya sözlüklerine kadar girmesi kolay<br />

olmadı. Kazandığı baarılar, ödüller, ülkesindeki<br />

aymazlıkları korkusuzca karikatürlerinde<br />

konu edinmesi, mahkemelere<br />

dümesine, basın yoluyla aağılanmasına,<br />

dümanlıklara neden oldu. Ama Deix bunları<br />

hem bir yük hem de bir zevk olarak<br />

gördü.<br />

Disiplinsiz bir öğrenciydi. Mesleki<br />

yeterliliğini 1965te girdiği Viyanadaki<br />

Graik Yüksek Öğrenim ve Deneme Laboratuvarı<br />

adlı okulda kazandı. Kendi deyimiyle<br />

okulu sık sık astığı için graik<br />

öğrenimini yarıda bıraktı. Okulu terk<br />

etti. Ama okuldan arkadaları ve kendisi<br />

gibi karikatürist, ressam olan Gottfried<br />

Helnwein ve Roncalli Sirkinin yöneticisi<br />

Bernhard Paul ile ölene kadar dost kaldı.<br />

Ardından 1968de öğrenime baladığı<br />

Schiller Platzdaki Viyana Güzel Sanatlar<br />

Akademisini de 1975 yılında bıraktı. Ama<br />

1972den beri çalıtığı Proil dergisindeki<br />

yapıtları ile Deix zaten bir isim olmutu.<br />

Daha sonra Stern ve Spiegel dergilerinin<br />

kapaklarında eserleri yer aldı. Bunları<br />

Pardon, Titanic ve Playboy dergileri takip<br />

etti.<br />

Foıçasıyla ve kalemiyle ulaabildiği her<br />

alanda çeitli denemeler gerçekletirdi.<br />

Örneğin Bertolt Brechtin Arturo Ui oyununun<br />

ünlü Burgthaeterdeki sunumu<br />

ve devlet operasında Aziz Stefanın Son<br />

Dansı için sahne düzenlemeleri, sahne<br />

kostümleri, Deixın yaratıcılığının çeitliliğini<br />

gösterir.<br />

“SİGARAMI VE İÇKİMİ İÇİYORUM,<br />

ÇİZİYORUM”<br />

Yaantısına hiç dikkat etmiyordu. Aırı<br />

nikotin ve alkol tüketimi, tesirlerini erken<br />

göstermeye balamıtı. 1980li yılların<br />

sonlarına doğru rahatsızlıkları daha da<br />

arttı, o ise bunları önemsemedi ve hatta<br />

görmezlikten geldi. Kaotischer Bürgerschreck,<br />

burjuvaların kaotik korkulu<br />

rüyası Deix, alkol tüketimi, çok sayıda<br />

kedileri ile Viyananın batısında yaadığı<br />

evinde Beach Boys dinleyerek karikatürlerini<br />

yapıyordu. Çoğu kez zamanında<br />

teslim etmediği ilerinden dolayı<br />

kızdırdığı yayıncılar dahi, zıtlıkları, çelikileri<br />

vurucu bir ekilde eserlerine yansıtan<br />

bu sanatçını gerçek bir hümanist ve<br />

ahlakçı olduğu konusunda hemikirdiler.<br />

Topluma kendini kabul ettirdiği 80li yıllarda,<br />

kendini biraz da eletirmek istercesine<br />

Olgunluk çağını yaamadan, ergenlikten<br />

ihtiyarlığa girdim diyordu.<br />

İNANÇLILARIN DİNCİLERLE<br />

MÜCADELESİ<br />

Sinema ve sahne sanatçısı, yazar ve<br />

kabareci Helmut Qualtinger, Avusturyalıların<br />

özelliklerini anlatırken en büyük<br />

toplumsal eletirileri bile gülümseyip<br />

geçme, üzerine alınmama ve hiçbir ey<br />

olmamı gibi dav- ranma alıkanlığı<br />

olan bir toplum diye yakınır.<br />

Aynı ey Manfred<br />

Deix içinde geçerlidir.<br />

15<br />

✤<br />

OLGUNLUK ÇAĞINI<br />

YAŞAMADAN,<br />

ERGENLİKTEN<br />

İHTİYARLIĞA<br />

GEÇİŞ...<br />


✤<br />

DEIX<br />

HİÇ ZAYIFLARLA<br />

ALAY ETMEDİ,<br />

DÜŞENE<br />

VURMADI,<br />

ÇARESİZ<br />

YOKSULLARI<br />

ELEŞTİRMEDİ<br />

✤<br />

Parti kimliği 1984 © Manfred Deix <strong>2016</strong><br />

Aymazlıklarını hicvettiği kesim, halk<br />

arasında tanınmılığı artan Manfred<br />

Deixı hiç rahat bırakmadı. Deix, kilisenin<br />

ikayetleri üzerine açılan davalarla da<br />

uğramak zorunda kaldı.<br />

Manfred Deixın bizzat kendisinin de<br />

sık sık hatırlattığı bir özelliği vardı: Hiçbir<br />

zaman yapıtlarında zayıları hicvetmemek,<br />

düene vurmamak, çaresizleri eletirmemek...<br />

Irkçılığa, cinsiyet ayrı- mına,<br />

bağnazlığa, rüvete, cahilliğe<br />

ve zevksizliğe prim vermedi,<br />

hep karı çıktı. Rakipleri ile<br />

mücadeleyi hiç bırakmadı.<br />

Sağcı parti FPÖnün faist bakanı<br />

Jörg Haideri g.t olarak<br />

adlandırınca, mahkeme tarafından<br />

50 bin iling cezaya<br />

çarptırılmıtı. Cezanın<br />

tutarını öğrenince yanıtı<br />

Buna değer, seve seve<br />

veririm oldu.<br />

Hazreti İsayı zampara, küfürbaz,<br />

mızmız biri olarak çizdiğinde de kilise<br />

tarafından mahkemeye verildi. Ama<br />

Deix kavgadan hiç kaçmadı. Onu kızdıran<br />

asıl ey, yapıtlarına, kendi vurgu-<br />

lamak istediği eylerin, yani kendi amacının<br />

dıında anlamlar yüklenmesi idi.<br />

İncile inanıyordu. Hâkime ve kilise temsilcilerine<br />

İsayı karikatürlerinde daha<br />

sevimli tanıtmak istediğini, bir hicivci<br />

olarak mesleğini ciddiye aldığını, böyle<br />

bir durumda da elbette herkesin sevdiği<br />

kii olunamayacağını söylüyordu. Belli<br />

bir hürriyete sahip olması gerekiyordu.<br />

Bu, kaçınılmazdı. Savunmasının anla-<br />

ılmadığını fark edince, hakkında verilecek<br />

kararı beklemeden Hakarete<br />

uğradım, hadi bana müsaade, kalın<br />

sağlıcakla dedikten sonra mahkeme<br />

salonunu terk etmiti.<br />

Almanca konuulan ülkelerde en<br />

tanınmı hicivci çizer ve karikatürist<br />

Deix, 25 Haziran <strong>2016</strong> cumartesi<br />

günü, uzun ve ağır bir hastalıktan<br />

sonra 67 yaında hayata gözlerini<br />

yumdu. Avusturya Basın Ajansı APA,<br />

geçen yıl sanatçının sağlık durumu hakkında<br />

medyada endieli haberlere sıkça<br />

yer verildiğine dikkat çekti. Gerçekten de<br />

2014 yılında bir kitap tanıtım etkinliği,<br />

sanatçının aniden fenalaması üzerine<br />

ileri bir tarihe ertelenmek zorunda kalınmıtı.<br />

Dostları bu erken inali bekliyordu.<br />

16


Arabada tam formda | (tarihsiz) © Manfred Deix <strong>2016</strong><br />

Manfred Deix sözünü hiçbir eyden<br />

sakınmadı: Mizahçılar ne söyleyeceklerse<br />

lafı dolatırmadan, ağzında gevelemeden<br />

doğrudan söylemelidirler. Eğer<br />

bizler açık konuamayacaksak kim konu-<br />

acak!<br />

Deix, kendi doğrularını çizgileriyle<br />

savunmaktan çekinmeyen bir hiciv<br />

kuuydu, uçtu gitti. Artık yapıtlarıya<br />

yaayacak.<br />

z<br />

Manfred Deix<br />

Papazlar evlenmeli mi? 1995 © Manfred Deix <strong>2016</strong><br />

KREMS<br />

KARİKATÜR<br />

MÜZESİ<br />

KARIKATUR-MUSEUM KREMS<br />

Steiner Landstrasse 3a<br />

A-3500 Krems-Stein<br />

ofice@karikaturmuseum.at<br />

www.karikaturmuseum.at<br />

17


ZÜLFÜ LİVANELİ İLE MÜZİK VE İNSAN ÜZERİNE<br />

Evrensele açılan kapı<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

18


yerellikten geçiyor<br />

EŞKIYA<br />

DÜNYAYA<br />

HÜKÜMDAR<br />

OLMAZ !..<br />

Foto: Rolf Schoellkopf<br />

19


Foto: Rolf Schoellkopf<br />

BREMEN |<br />

Ünlü sanatçı Zülfü Livaneli, Bremende<br />

19 ve 20 Haziranda düzenlenen etkinliklerle<br />

70inci doğum gününü kutladı.<br />

Avrupa Kültür olarak bu fırsatı değerlendirip<br />

Livaneli ile yaklaık 50 yıllık<br />

müzik geçmii ve günümüz müziği hakkındaki<br />

düünceleri üzerine bir söylei<br />

yaptık.<br />

– Müziğiniz hakkında farklı tanımlar kullanılıyor,<br />

özgün müzik, sadece Zülfü Livaneli<br />

müziği vb... Siz kendi müziğinizi nasıl<br />

tanımlarsınız?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Aslında tam bir adı yok<br />

bunun. Film müzikleri yaptığımız zamanlarda,<br />

müziğin o ilm için orijinal olarak<br />

bestelendiği belirtmek için özgün müzik<br />

diye belirtirdik. Çünkü o yıllarda ilmlere<br />

çeitli albümlerden parçalar serpitirilirdi.<br />

Bu deyim zamanla, bir müzik tarzını<br />

belirler oldu. Benden sonra gelen birçok<br />

sanatçı için de kullanıldı, ama ben fazla<br />

benimsemedim. Bir isim koymak da gerekmiyor<br />

zaten.<br />

– Bağlamayı çalmayı, farklı çalmayı, Yaar<br />

Kemal’in tabiriyle müthi çalmayı nasıl<br />

öğrendiniz?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Ailem beni ilkokulda<br />

yabancı dil eğitim veren ve bugün<br />

TED denilen Maarif Kolejine yazdırdı.<br />

O dönemde yabancı dilde okumak,<br />

Türkiyeye yabancılamak olarak algılanırdı.<br />

Bunu önlemek için babam bana bir<br />

bağlama aldı ve bu çalgı yoluyla Anadolu<br />

ile bağımı korumamı istedi. O zamanlar<br />

Türkiyede ehirlerde saz çalmak, halk<br />

müziği, halk kültürü veya halkla ilgilenmek<br />

pek popüler değildi. Küçük görülürdü.<br />

Benim yaadığım çevrelerde<br />

Beatles, Elvis Presley falan dinlenirdi.<br />

Oysa saz bizim tipik müzik aletimiz, İtalyanların<br />

mandolini, İspanyolların gitarı<br />

gibi... Daha sonra benim de dahil olduğum<br />

kuak, sazı Türkiyede popüler yaptı. Saz<br />

çalmayı kendi kendime öğrendim, ama<br />

daha sonra babamın Adliye Müfettii<br />

olarak gittiği Çorumun Mecitözü ilçesinde<br />

bir Alevi dedesini dinledim. O gün benim<br />

20


Foto: Rolf Schoellkopf<br />

✤<br />

hayatım değiti ve bugüne kadar sürüp<br />

giden müzik anlayıımın temelleri atıldı.<br />

CUNTADAN ÇAĞDAŞLIĞA<br />

– Nasıl buldunuz bu dedeyi, nasıl saz<br />

çalıyordu?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Babam beni mahkeme<br />

bakâtibinin oğluyla gönderdi. Bir kulübeye<br />

geldik. İçeride böyle uzun sakallı<br />

yalı dervi gibi bir adam. Ve bu adam<br />

saz çalıyordu, fakat o zamana kadar<br />

hiç duymadığım bir biçimde, bambaka<br />

bir ekilde çalıyordu. Sazı eskiden Orta<br />

Asyadan geldiği gibi en eski biçimde çalıyordu.<br />

Tabii benim o zamanlar bunlardan<br />

haberim yok, sonradan öğreniyorum.<br />

Böyle radyolarda falan dinlediğimizle hiç<br />

alakası yok.<br />

– İlk defa 12 Mart sonrası Avrupa’ya çıkmak<br />

zorunda kalmıtınız, ağırlıklı olarak müzik<br />

çalımalarınız da sanıyorum o dönemde<br />

baladı...<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Evet. Daha önce<br />

amatör olarak müzikle uğraıyordum, kendimi<br />

yetitirdiğim alan daha çok edebiyattı<br />

ama yurtdıında, 12 Mart cuntasının<br />

zulmünü anlatan türkülerimi yayınladım.<br />

O albüm, direniin sesi haline geldi ve<br />

beni müziğe doğru çekti.<br />

– Yanılmıyorsam, o dönemde İsveç’te batılı<br />

müzisyenlerin yanı sıra Türkiye’den halk<br />

airleriyle de yakın temastaydınız, değil mi?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Evet. Çocukluğumdan<br />

bu yana halk müziği ile ilikim hiç kesilmedi.<br />

Bestelerimin ve iirlerimin kaynağında,<br />

Anadolunun uzun ve köklü geleneğinin<br />

etkileri vardır. Bu ses sistemi üzerine<br />

yaptım bestelerimi. Âık Nesimi,<br />

Âık Daimi, Âık İhsani, Kul Ahmet, Neet<br />

Erta, Hacı Taan, Hüseyin Çırakman gibi<br />

pek çok dostla hayatı paylatık, saz çaldık,<br />

söyledik.<br />

Yurtdıında da uluslararası deneyimler<br />

edinme olanağı buldum. Theodorakisle,<br />

O ZAMANLAR<br />

ŞEHİRLERDE SAZ<br />

ÇALMAK, HALK<br />

MÜZİĞİ, HALK<br />

KÜLTÜRÜ<br />

KÜÇÜK<br />

GÖRÜLÜRDÜ<br />

✤<br />

21


Avrupalı ve Güney Amerikalı ve baka<br />

müzisyenlerle arkada oldum. Dünyanın<br />

baka müzisyenlerini izledim. Ve u<br />

sonuca vardım: Kendi halkının müziğinin<br />

özünü alacaksın, melodiyi değil, baka<br />

melodiler yazacaksın. Müziğin özü ses sistemidir.<br />

Bütün ülkelerin kendi ses sistemleri<br />

vardır. Bugün soruyorlar, bu arkılar<br />

neden 40 yıldır çalınıyor ve söyleniyor, ses<br />

sistemi insanlara aina olduğundan. Ben<br />

Stockholmde müzik okudum. Bu arkılar<br />

Londra, Moskova ve baka yerlerde büyük<br />

Bana Biz İtalyaya bile bakmıyoruz, biz<br />

Toskanalıyız ve sadece oraya bakıyoruz.<br />

Oradaki gerçeğe bakıyoruz. Eğer bir yerdeki<br />

insani ilikileri iyi anlatırsan o zaman<br />

evrensel olursun dediler. Aynı ey Yaar<br />

Kemal için de geçerli, o sadece Çukurovalı<br />

insanları anlattı, fakat bütün dünya onu<br />

okudu ve anladı.<br />

Bana Çindeki bir okumamda gazeteciler<br />

Kitaplarınız Çini anlatıyor demiti.<br />

Ben bunu hiç düünmemitim. Hikâyeniz<br />

✤<br />

KENDİ HALKININ<br />

MÜZİĞİNİN ÖZÜNÜ<br />

ALACAKSIN,<br />

MELODİYİ<br />

DEĞİL<br />

✤<br />

orkestralar tarafından da seslendirildi,<br />

fakat dinlerseniz hemen müziğin özünün<br />

farklı olduğunu duyuyorsunuz.<br />

YERELLİK VE EVRENSELLİK<br />

– Nasıl evrensel sanat yapılır ve evrensel<br />

sanatçı olunur?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Çok sevdiğim ilm<br />

yönetmeni Taviani Kardeler vardır.<br />

Seneler önce Korsikada karılatık.<br />

Onlara, Siz çok güzel ilmler yapıyorsunuz,<br />

bunları herkes beğeniyor, bu<br />

nereden kaynaklanıyor? diye sordum.<br />

geleneksel ile modern arasındaki insanları<br />

anlatıyor, bu da bizim durumumuz<br />

dediler. İnsanoğluna doğru bakarsan, o<br />

zaman bütün insanları görürsün.<br />

– İkinci uzun süreli yurt dıına çıkıınız<br />

12 ”ylül sonrası oldu, bu size mutlaka<br />

pek çok acı yaattı, peki sanatınıza bir<br />

katkısı oldu mu? Türkiye gibi ülkelerin<br />

aydınları sürgünde yaamak zorunda<br />

kalırlar ve birçok ürünlerini de sürgünde<br />

verirler...<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - O dönemlerde yazdığım<br />

bir yazıda Sürgün uzun süren ağır<br />

22


ir hastalık gibidir demitim, hâlâ aynı<br />

ikirdeyim. Buna rağmen 12 Eylülden<br />

sonra, Yol ilminin müziğini besteledim<br />

ve biraz da bu nedenle üç yıl Pariste<br />

yaadım. Bu dönemin bana katkıları oldu<br />

elbette. Abidin ve Güzin Dino, Nâzımın<br />

eski ei Münevver Andaç, Avni Arba,<br />

Komet, Mehmet Ulusoy gibi sayamayacağım<br />

kadar önemli sanatçı ve Jack Lang<br />

gibi Fransız dostlar hayatımı zenginletirdi.<br />

Tülay Germanla Pariste albüm<br />

kaydettik. Bestelerim açısından da çok<br />

verimli oldu Paris. Yiğidim Aslanım,<br />

Özgürlük, Gözlerin gibi pek çok beste<br />

burada doğdu.<br />

ARABESK GÜZEL DEĞİL!<br />

– Türkiye’de sanat ve özellikle müzik<br />

ne durumda? Bir söyleide, sanıyorum<br />

Konfüçyus’tan alıntılayarak Bir toplumun<br />

müziği bozuldu mu, o toplumda pek çok ey<br />

bozulmu demektir demitiniz...<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Bu söze bütün kalbimle<br />

inanıyorum. Bir toplumun yaygın<br />

müziğinde, o toplumun eğilimleri duyulabiliyor.<br />

Biz ne yazık ki Karacaoğlan,<br />

Yunus Emre inceliğinden kaba haykırılara,<br />

kulağa tornavida sokar gibi dünyada<br />

hiçbir uygar insanın dinleyemeyeceği bir<br />

müziğe geldik. Çünkü toplumun çoğu incelikten,<br />

hüzünden, anlayıtan merhametten<br />

uzaklatı.<br />

1950 ve 1960lardaki kırdan ehre<br />

yoğun göç, müziği bozdu. Baka birçok<br />

eyi bozduğu gibi. İnsanlar geldikleri köylerindeki<br />

müziği bir kenara ittiler ve ehir<br />

müziğini de öğrenemediler. Ruhlarındaki<br />

karmaıklığa denk gelen bir müziğe yöneldiler.<br />

Garip, komik bir ey ortaya çıktı.<br />

Türkiyede buna arabesk diyorlar, yıllardır<br />

her yere hâkim. Bunun Arap müziği<br />

ile ilgisi yok. Arap müziği güzeldir, bütün<br />

halkların müzikleri güzeldir, fakat bu<br />

güzel değil.<br />

– imdi hem Türkiye hem de dünyada sesinizi<br />

yazar olarak duyuruyorsunuz. Bir söy-<br />

leide benim asıl iim ve yapmak istediğim<br />

yazarlık demitiniz. Müzisyenlik, ilm yönetmenliği<br />

ve yazarlık birbirinin devamı mı?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Edebiyat benim hep<br />

kanımdaydı. Müziğim de salt müzik değil,<br />

edebiyatla, iirle müzik arasında bir yerde<br />

duruyordu. imdi kitaplarıma gömülmü<br />

durumdayım.<br />

–70’inci yaınızı son büyük müzik çalımanız<br />

olan Rumi Suite konseri ve montajını<br />

batan sona yeniden yaptığınız<br />

Yer “emir Gök Bakır ilminin gösterimiyle<br />

Bremen’de kutladınız. Bremen’in<br />

sizde ayrı bir yeri mi var?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Bremen benim için<br />

önemli. Çünkü çok dostum var bu ehirde.<br />

Yıllar önce Peter Schulzenin yapımcılığında<br />

ünlü Sendesaalde Ada albümünü<br />

kaydettik. Aziz Nesinle ve diğer dostlarla<br />

buraya çok gidip geldik.<br />

– Avrupa, Batı müziği ne durumda?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Yaım ilerledi diye<br />

mi böyle düündüğümü bilmiyorum, ama<br />

müzik her yerde geriliyor. Çünkü deneysel<br />

müzik yapılmıyor, mal satma derdinde<br />

olan kapitalizm, bir canavar gibi müziği de<br />

ele geçirdi.<br />

– Protest müzik nereden geldi, imdi ne<br />

durumda?<br />

ZÜLFÜ LİVANELİ - Sömürüye, zulme,<br />

insan hakları ihlâllerine, yoksulluğa karı<br />

çıkan insan yüreği, protest müziğe har<br />

zaman ihtiyaç duyar. Çünkü ekıya dünyaya<br />

sonuna kadar hükümdar olmaz.<br />

– Çok teekkürler ve nice yıllara...<br />

z<br />

✤<br />

MÜZİK GERİLİYOR,<br />

KAPİTALİZM BİR<br />

CANAVAR GİBİ<br />

MÜZİĞİ DE ELE<br />

GEÇİRDİ<br />

✤<br />

23


1 Nisan <strong>2016</strong>‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan<br />

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!<br />

www.bizimaachen.de<br />

24


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

25


WOLFGANG J. KOSCHNICK VE “ZENGİN DEMOKRASİLERİNİN” İFLASI<br />

Demokrasi artık bur<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

FRANKFURT<br />

Dünya tersine döndü gerçekten de:<br />

Görece daha az gelimi ve daha yoksul<br />

ülkelerdeki muhalefet hareketlerinin zenginlerdeki<br />

demokrasilere yönelik hayranlığına<br />

bir son vermeyi amaçlamasa<br />

da, girilen demokrasi yolunun metropollerde<br />

resmen çıkmaza girdiği savunuluyor.<br />

Dahası var: Demokrasinin sonu ilan<br />

ediliyor. Zenginler demokrasisinden dev-<br />

irilmi tablolarla, demokrasiyle ilgili<br />

bütün ezberlerin gözden geçirilmesi isteniyor.<br />

Çağda demokrasinin merkezi kabul<br />

edilen Avrupanın sanayilemi ülkelerinde<br />

demokrasinin tarihe karıtığı yazılıyor.<br />

İyi de, kim bunlar? Sistem karıtları mı?<br />

Serbest piyasanın hasımları mı?<br />

Değil: Demokrasinin, özellikle de<br />

gelimi sanayi ülkelerindeki parlamenter<br />

sistemlerin, bir baka ifadeyle temsili<br />

demokrasilerin yolun sonuna geldiğini ileri<br />

sürenler, mevcut sisteme temelinden karı<br />

çıkanlar değil. Yani serbest piyasa ekonomisine<br />

ve parlamenter demokrasiye, daha<br />

doğrusu kapitalizme düman olanlar değil<br />

bu tür iddiaların sahipleri... Bazı rötu<br />

talepleri bir kenara bırakalırsa, kapitalizme<br />

hiçbir itirazı olmayanlar... Bitti bu<br />

i diyenler, onlar.<br />

1989 sonrasında patlak veren ve çeyrek<br />

yüzyılı iyice geride bırakan büyük demokrasi<br />

rüyasının bu ani inali (Demokrasi<br />

biteli çok oldu), serbest piyasanın yegâne<br />

çözüm olduğunu düünenler arasında bile<br />

demokrasinin eski çekiciliğini tümüyle<br />

yitirmesi, çok yeni bir belirsizliğin içinde<br />

olduğumuzu gösteriyor. İte bunlar art<br />

arda kitaplaıyor.<br />

26


ada oturmuyor!<br />

AÇIK SÖZLÜ YAZAR: BİTTİ, EVET!<br />

Wolfgang J. Koschnick, kısa bir süre<br />

önce, son yıllarda ilginç atılımlar gerçekletiren<br />

mütevazı bir yayınevi, Westend<br />

Verlag, tarafından yayımlanan Eine<br />

Demokratie haben wir schon lange nicht<br />

mehr (Çoktandır Bir Demokrasiye Sahip<br />

Değiliz) balıklı kitabında, sözünü hiç<br />

sakınmadan gerçekleri masanın üzerine<br />

serip tartımaya açıyor. Her tarafından<br />

savalar fıkıran, tüm dikileri atan yeni<br />

dünya düzensizliğinde bir suçlu arıyor;<br />

Üçüncü Dünya Savaı izlenimi veren bu<br />

yer yer çok sıcak barıta demokrasiden<br />

duyulan nefretin metropollerdeki izini sürmeye<br />

çalııyor.<br />

Alman ve ABD medyasının bilinen isimlerinden<br />

bu yazarın, suçluyu bürokraside<br />

ve kemiklemi siyaset sınıfında bulduğu<br />

söylenebilir. Gerçi zengin ülkelerdeki<br />

demokrasi yorgunluğunun ve oligarik sistemin<br />

köklerine uzanmaya çalııyor Koschnick,<br />

ama karmaık süreçlerin o kadar<br />

kolay açıklanamayacağının da farkında. Ne<br />

olursa olsun, Koschnick, kitap boyunca iyi<br />

yakalanmı örneklerle ana tezinin altını<br />

beslemeyi baarıyor.<br />

Elbette Wolfgang J. Koschnickin gelikin<br />

ve çağda bir demokrasinin içerdiği çıkmazları<br />

tartımaya açmak için gösterdiği<br />

çabanın, bundan daha fazlasını ve derinini<br />

arayanları tatmin ettiğini söylemek zor.<br />

Ama ortada sürpriz bir metin de var: Siyasetin<br />

zirvesinin sadece Batı demokrasilerinde<br />

bulunabileceğini düünenler, ilginç<br />

bir çıkmaz sokak tablosuyla karı karıya<br />

27


✤<br />

KOSCHNICK, BÜYÜK<br />

BİR AÇIKLIKLA, BİR<br />

ÇÖKÜŞ SÜRECİNDE<br />

OLDUĞUMUZU<br />

DAHA ÖNSÖZDE<br />

BAĞIRIYOR<br />

✤<br />

bırakılıyor. Nerede bulunduğumuzla ilgili<br />

ve demokrasi buradan taınalı çok oldu<br />

saptamasını güçlendiren etkili bir fotoğraf<br />

yine de bu kitap. Yer yer çok açık yürekli.<br />

Bu açık yürekliliğin, etkin ve tüm hayallerini<br />

soyut demokrasi bulutlarıyla sınırlayan<br />

Türkiye kökenli yeni Avrupalı politikacılar<br />

için de verimli sonuçlara yol açması<br />

mümkündür. Tabii talep olursa.<br />

Koschnick, demokrasi ikrinin resmen<br />

tarihe karıtığını örnekler eiğinde kanıtlamaya<br />

çalıırken, halktaki kayıtsızlığın,<br />

seçim ve sandık yorgunluğunun nedenlerine<br />

de eğiliyor. Ama nedenlerden çok,<br />

oluturduğu bu tablo ilgi topluyor. Demokrasi,<br />

Koschnicke göre, özellikle gelikin<br />

sanayi ülkelerinde bazı değerler, ikirler<br />

üzerinde yükselmesi gereken bir kurgu:<br />

Sürekli refah artıı, sosyal adaletin yaygınlaması,<br />

fırsat eitliğinin kalıcı bir nitelik<br />

kazanması, kuaklar arası adaletin sağlanması,<br />

yani yalı kuağın genç kuağın<br />

sırtından yaamaması ve en önemlisi de<br />

sefaletle yoksulluğun artık aılmı kavramlar<br />

olarak gerçek hayatta bir karılığının<br />

bulunmaması... Demokrasi, ite böyle<br />

düüncelerin somutlamasıyla günlük hayatımıza<br />

girebiliyor. Koschnickin zaman<br />

zaman bizzat sorduğu soru, kurguladığı<br />

tablodan sürekli yüzümüze sıçrıyor:<br />

Gelimi demokratik sistem, sadece yüzeydeki<br />

semptomların kurcalanıp iyiletirilmesine<br />

dayalı bir tedavi dıında neye<br />

izin veriyor ki? Bu soru, kitap boyunca<br />

çok sık yineleniyor ve yanıtsız bırakılıyor.<br />

Saklı bazı yanıtların Temsili demokrasinin<br />

kurulları epey bir kaba saçmalıklara neden<br />

olabilir, ama bu saçmalıkları, yapısal gerekçelerle,<br />

asla tekrar düzeltemez (s. 212) gibi<br />

cümlelerde yattığını söyleyebiliriz.<br />

BOŞUNA ZORLUYORSUNUZ, OLMUYOR!<br />

Kitap ve yazarı, büyük bir açıklıkla<br />

bir çökü sürecinde olduğumuzu, kitabın<br />

baında, daha önsözde bağırıyor: Gelimi<br />

temsili demokrasilerin çöküü kaçınılmaz,<br />

çünkü demokratik sistemlerin kendi kendisini<br />

yıkan özdinamikleri kaçınılmaz bir<br />

biçimde yıkıma yönelmektedir. (s. 19)<br />

Koschnick için ortada bir sistem boluğu<br />

vardır ve bu adeta kangrenlemi bir yara<br />

halindedir. Batan sona olumsuz örneklerle<br />

bezeli bir demokrasi kitabından sadece<br />

çıkısızlık sonucu çıkarılabilir, dedik.<br />

Kitap bu karamsar tablonun gölgesinden<br />

kurtulamıyor. Doğrusu yazarın bundan<br />

kurtulmak istediği de söylenemiyor.<br />

Koschnick, net ifadelerle bir illüzyona<br />

veda çağrısında bulunuyor aslında. Siyasal<br />

partilerde örgütlü ve mesleği politikacılık<br />

olan bir bürokrat kesim, siyaset yaamındaki<br />

kayıtsız artsız egemenliğini çoktan<br />

ilan etmi durumdadır ve koullar çok<br />

daha farklı ve gelikin olmasına rağmen<br />

yurttaların karar süreçlerine katılımında<br />

büyük boluklar yaandığını herkes görmektedir.<br />

Koschnicke göre, bunda da esas<br />

suçlunun temsili demokraside ve ona iman<br />

edenlerde aranması gerekiyor:<br />

Sistem ağır, âtıl ve külfetlidir, yurttalarda<br />

karamsarlığa neden olmaktadır.<br />

İnsanlar kendilerini dılanmı, kader ve<br />

çıkarlarını bırakın kendi ellerine almayı,<br />

bunları sadece etkileme ansından bile<br />

tümüyle yoksun bırakıldıklarını hissediyorlar.<br />

Bu eski tarz temsili demokraside<br />

gerçekten de önemli kararlar yurttalar<br />

Wolfgang Koschnick © privat<br />

28


dılanarak alınıyor. (...) Yurttaların çıkarlarının<br />

önüne, temsili demokrasi çağında,<br />

ağırlıklı, ağır basan ve giderek eylem yeteneği<br />

bulunmayan siyasal partiler, dernekler,<br />

parlamentolar, bürokrasiler ve<br />

küresel dev irketler gibi büyük örgütler<br />

sürülüyor ve bunlar yurttaların üzerine<br />

çıkarılıyor. Bu örgütler yurttaların çıkarlarını<br />

temsil etmediği gibi giderek bu<br />

çıkarlara karı konulanıyor." (s. 13)<br />

Wolfgang J. Koschnick çok açık: Demokrasinin<br />

en büyük ayak bağı artık siyasal<br />

partilerdir. Bunlar batmı bir dünyadan<br />

arta kalan eylerdir ve partiler demokrasisi<br />

de, yeni çağın siyasal dinozorlarının<br />

son doğal parkıdır. Yazar, siyasal partilerin<br />

artık programatik açıdan hemen<br />

hemen tümüyle örtütüğünü ve birbirleriyle<br />

kolayca değitirilebildiğini belirtmekte ve<br />

birbirlerinden gerektiğinde konular çalabildikleri<br />

için de siyasal iktidar tümüyle<br />

bir partiler kartelinin elinde uzanmaktadır<br />

(s. 14) saptamasında bulunmaktadır.<br />

Gözlem sonuçları nettir: Kitle partileri<br />

rahatça birbirinin yerine geçebilir. Bunlar<br />

için seçim tartımaları, siyasal seçenekler<br />

getirmek gibi o ilk temel hedeler tamamen<br />

anlamını yitirmitir. Sadece karıtlarına<br />

çamur atmayı düünen bu partilerin somut<br />

sorunlara alternatif çözümler üretmek gibi<br />

bir derdi de bulunmamaktadır. (s. 15)<br />

MODERN BİR TABU: DEMOKRASİ<br />

Kitaptaki en önemli vurgu, demokrasinin<br />

nasıl bir tabu olduğuyla ilgili belirlemelerdir.<br />

Demokrasi, kavram olarak, yine<br />

Koschnicke göre, zamanımızın en son<br />

ve en sıkı siyasal tabusudur ve ona kimsenin<br />

dokunması mümkün değildir. Yazar,<br />

demokrasinin aslında balı baına bir<br />

değer ve her ey için bir ölçüt olduğunu<br />

hatırlatırken, bunu gerekçelendirmenin<br />

art olmadığının da altını çiziyor. öyle<br />

devam ediyor:<br />

Sadece ondan yana olunduğu söylenmelidir.<br />

Demokrasiye karı olan, kendisinin<br />

sağcı, anayasa dümanı, bolevik, neonazi<br />

veya sadece kötü bir insan olduğunu ortaya<br />

koymaktadır. Demokrasiye karı hiçbir ey<br />

söylenemez. En eletirel eletirmen bile<br />

bu noktada susmak zorundadır. En kötü<br />

durumda, sözü geçen eletirmen tereddütlü<br />

bir biçimde, bu demokrasinin gerçek<br />

demokrasi olmadığını ve halkı da yeterince<br />

içine almadığını ima edebilir. Ama orada<br />

da hiç yanlı bir ey söylememek için sözlerini<br />

iyi tartmalıdır." (s. 17)<br />

Koschnick, yer yer gerçekten cüretli<br />

böyle çıkılarında, açık bir dille demokratik<br />

sistemin kutsallığını yargılamakta<br />

ve bu yargıya ortak olmaya çağırmaktadır.<br />

Kukusuz, haklıdır. Günümüzde demokrasi<br />

kavramının üzerine çağdıı bir dokunulmazlık<br />

zırhı çekilmitir. Nitekim Koschnick,<br />

hastalığın nedenine parmak basıyor:<br />

Siyasetin bu iğrenç hali, demokratik sistemin<br />

çöküünün bir sonucudur. Bu durum<br />

bir sistem hatasıdır, böyle olduğu saptanamazsa<br />

düzeltilmesi de mümkün olamaz.<br />

Kitap sayfa sayfa ilerledikçe, Türkiye<br />

gibi ülkelerdeki demokratları akına<br />

çevirecek itiraların arka arka sıralandığına<br />

ve temellendirildiğine tanık oluyoruz.<br />

Bizde çok tartıılan güçler ayrılığı<br />

üzerine Koschnickin saptaması neredeyse<br />

acımasızdır: Zengin Batı demokrasilerinde,<br />

örneğin Almanyada, güçler ayrılığı<br />

pratikte resmen tasiye edilmi durumdadır.<br />

Yönetimin denetlenmesi diye bir ey<br />

artık yoktur (s. 31), kaldı ki zaten mümkün<br />

de değildir. Bu gerilemeyi partilerin egemenliğine<br />

bağlayan yazar, tüm devlet otoritesinin<br />

partiler oligarisinden doğduğunu,<br />

parti demokrasisinin bir tür yumuak<br />

diktatörlük olduğunu yazarken, sadece<br />

yasama ve yürütme erklerinin değil, yargının<br />

da artık oligarik partilerin eline<br />

geçtiğini vurguluyor. (s. 112-113)<br />

Temsili demokrasi oyununa karı hem de<br />

içeriden yapılan bu suçlamalar, hatta saldırılar,<br />

devletin oligarik bir günlük çıkar<br />

örgütlenmesine dönümü partiler eliyle<br />

çürütüldüğünü belirten Koschnick için,<br />

zengin demokrasilerindeki rejim, devletle<br />

u birbirlerinden herhangi bir farkı kalmamı<br />

partilerin iç içe geçmesinden baka<br />

bir ey değil. Örneğin, Almanyada bu iç<br />

✤<br />

BATI DEMOKRASİLERİ<br />

KUVVETLER AYRIMINI<br />

DA TASFİYE ETMİŞ<br />

DURUMDA<br />

✤<br />

29


içelik, söz konusu kurumları adeta dikisiz<br />

bir biçimde kaynatırmayı baarmıtır.<br />

Böyle bakınca kuvvetler ayrımının<br />

merkezde sessiz sedasız tarihe karıtığını<br />

görüyoruz. Daha doğrusu göremiyoruz.<br />

Ama görmek isteyen göz, sadece<br />

görece az gelimi demokrasilerde, örneğin<br />

Türkiyede değil, tersine demokrasinin<br />

tam göbeğinde, zengin mutfağında ve<br />

Almanyada bu ayrımın tarih olduğunu saptayabiliyor.<br />

Yani demokratik Avrupada,<br />

mesela Federal Almanyada devlet ile<br />

hükümetin birbirinden ayrılmasının, özellikle<br />

kuvvetler ayrımının on yıllar içeren<br />

bir süreçte artan ölçüde silikletiği açık.<br />

Koschnicke göre, bunun nedeni, partilerin<br />

nüfuzunun bir mantar örtüsü gibi artan<br />

oranda hemen hemen tüm devlet ve yarıdevlet<br />

kurumları üzerinden yayılmasında<br />

yatıyor. (s. 113) Yasama ve yürütmedeki<br />

parti oligarisi, yani birçok parti olsa bile<br />

sonuçta tek bir devlet partisi gibi çalıan bu<br />

sözde bağımsız örgütler, iktidar için yargı<br />

sistemini de ele geçirmeyi baarmı görü-<br />

✤<br />

PARTİ OLİGARŞİLERİ,<br />

İKTİDAR İÇİN<br />

YARGIYI DA<br />

ELE GEÇİRMEYİ<br />

BAŞARDI<br />

✤<br />

30


nüyor: Yürütme ve yasamanın ötesinde,<br />

partiler, seçim komisyonları aracılığıyla en<br />

üst mahkemelere yapılan atamalar üzerinde<br />

de önemli bir nüfuza sahiptir.(s. 113)<br />

Demek ki, sözcüğün en geni anlamıyla,<br />

tam bir biçimsel demokrasi içindeyiz:<br />

Kuvvetler ayrımı bir masaldır!<br />

Koschnick, Avrupa demokrasisinin<br />

bugünü ve yarınıyla ilgili tartımalarda<br />

son yılların en ilginç bir referans odağını<br />

oluturan Colin Croucha da yer veriyor.<br />

Daha doğrusu onun tezlerini kitabında<br />

doğruluyor. Crouchtan örnekler vererek,<br />

ne tür bir demokrasi içinde yaadığımızı,<br />

sadece göstermelik kalıplardan oluan, içeriksiz<br />

bir yapıyla karı karıya olduğumuzu<br />

yazıyor. Koschnick, Crouchun yolunda ve<br />

açık sözlüdür: Pratikte gelikin demokrasi<br />

kurumlarının içi botur, özsüzdür, çünkü<br />

yurttalar siyasal olaylara çoktandır katılmamaktadır.<br />

Postdemokraside seçmenin<br />

bir rolü kalmamıtır. (s. 115) Elbette<br />

bunun sonuçsuz kalması da mümkün<br />

değildir.<br />

Bir örnek, parlamento tartımalarındaki<br />

düzeysizlik kabul edilebilir. Bu, bir<br />

baka tokluk sıtmasına karılık geliyor<br />

Koschnicke göre. Düzeysizliği bu koullarda<br />

çok normal karılıyor. Sol Partinin<br />

güçlü ve sol ismi Sahra Wagenknechtin<br />

bir sözüne hak verirken, siyaseti bir gelir<br />

kapısı, bir meslek olarak görenlerin, yani<br />

sadece mevcut siyaset dükkanıyla ilgilenenlerin<br />

zamanla ahmaklatığı saptamasına<br />

da destek veriyor. Biz buradan<br />

ahmaklaanlar ahmaklatırır tezine bir<br />

geçi köprüsü kurabiliriz.<br />

Ve o köprüden de geçebiliriz: Örneğin,<br />

bütün bu saptama ve irdelemelerin biraz<br />

da Türkiyenin öyküsü olduğunu görmüyor<br />

muyuz? Partilerin içeriksizliği, meclisteki<br />

davranı biçimleri, Türkiye ile Almanyada<br />

birbirinden köklü farklar göstermemektedir.<br />

Parti askerliği ve milletvekillerinin<br />

liderliğe her durumda kayıtsız artsız bağlılığı,<br />

Türkiyenin Almanyadan, ve tersi,<br />

Almanya demokrasisinin de Türk demokrasisinden<br />

köklü bir farkı olmadığını gösteriyor.<br />

Elbette Türkiye tablosundan zaman<br />

zaman yüzümüze sıçrayan, irazesinden<br />

çıkmı devlet iddetini bir kenara bırakırsak...<br />

Arada fark niceldir. Ülkeler ve<br />

demokrasi oyunları arasında bir benzerlik<br />

saptıyoruz. Ya da ortaklık...<br />

İŞ DÜNYASI VE DEVLET<br />

Ama asıl ortaklık, i dünyasının devlete<br />

el koyabilmesinde. İ dünyasının devlete<br />

çoktan boyun eğdirdiğini vurgulayan<br />

Alman aratırmacı, sermaye lobilerinin<br />

yasa koyucu üzerinde güçlü bir etkiye<br />

sahip olduğu kanısında ve bunu söz konusu<br />

lobilerin, çıkar gruplarının yasaların yapım<br />

sürecindeki payları üzerinden saptamanın<br />

kolaylığına da dikkat çekiyor. (s. 191)<br />

Aslında günümüzün siyasal rejimleri,<br />

özellikle zengin Batıdaki siyasallamanın<br />

anlam ve geleceği üzerine çok karamsar<br />

olduğunu saklamıyor Wolfgang Koschnick:<br />

Bugün modern devlet yine parçalanma<br />

tehdidiyle karı karıyadır ve gelimi<br />

demokrasilerde yaayan insanlık bir tür<br />

hanedana dönüen ekonomi oligarklarının<br />

eline dümektedir. (s. 192) Hatta Batı dünyasında<br />

halkların bir felaketin içinden geçtiğini<br />

yazacak kadar açık sözlüdür: Güçlü<br />

lobicilerin nüfuzuyla deforme olmu devlet,<br />

siyasal gerçeklikte geni halk kesimleri<br />

için bir felakettir. (s. 196)<br />

Bu tablodan çıkı var mı?<br />

Koschnicke göre, mevcut sistem,<br />

Batı demokrasisi, reform kapılarını da<br />

kapatmı durumdadır. İleyen tek ey,<br />

mevcut kaosta yüzeysel iyiletirme çabalarıdır<br />

ve bu tür kurcalamaların bir sonuç<br />

alması da beklenen bir ey değildir: Statükonun<br />

kırılgan dengesine her müdahale,<br />

iktidarın temellerini tehlikeye atıyor<br />

ve bu nedenle, ne pahasına olursa olsun<br />

bu müdahale engelleniyor. Ama ne kadar<br />

engellenirse, reform ihtiyacı bir o kadar<br />

acilleiyor. Bu noktada da tüm reformlara<br />

direnç daha bir sertleiyor. Tam bir kısırdöngü<br />

bu. (s. 212)<br />

Siyasal kastın geçen on yıllarla birlikte<br />

kemikletiğine inanan yazar, Bu kast, kendisini<br />

giderek tüm halktan iyice uzaklatır-<br />

✤<br />

MODERN<br />

DEMOKRASİLER<br />

VE DEVLETLERİ<br />

PARÇALANMAK<br />

ÜZERE.<br />

TABLODAN<br />

ÇIKIŞ ZOR<br />

✤<br />

31


✤<br />

KOSCHNICK'E<br />

GÖRE, MODERN<br />

DEVLET NEOLİBERAL<br />

DEMOKRASİLER<br />

HALİNDE<br />

ÇÖKÜYOR<br />

✤<br />

mıtır ve kendi çıkarlarını gelitirmektedir.<br />

Siyasal kast, temsil etmesi gereken insanlardan<br />

iyice sıyrılmaktadır (s. 240) görü-<br />

ünü dile getirirken, demokrasinin hiçbir<br />

çekiciliğinin kalmadığını da hatırlatıyor.<br />

Haksız olduğunu söyleyemeyiz. Batı<br />

demokrasilerinin kendi içlerinde, özellikle<br />

ABde, yoğun bir kırılma eliğinde ve<br />

çaresizlikle çırpındığını görüyoruz. Bunu<br />

günlük yaamda görmek aslında kolaydır.<br />

Sadece bu kadar değil.<br />

u da var: Kitabın sonundaki bazı vurgular,<br />

Koschnickin, kendi sonuçlarından<br />

pek ürkmediği tehisi koymamızı kolaylatırmaktadır.<br />

Demokrasinin henüz 200<br />

yaında falan olduğunu kaydeden yazara<br />

göre, bu rejimin sonsuza kadar yaayabileceğini<br />

gösteren bir iaret bulunmuyor. Asıl<br />

önemlisi, Özellikle gelimi sanayi ülkelerinde<br />

yaayan insanlar üzerinde demokrasini<br />

herhangi bir çekiciliği yok sonucuna<br />

varabilmesidir. (s. 271) İnsanların<br />

ABnin merkez ülkelerinde, zengin demokrasilerinde<br />

yani, kukusuz sadece oralarda<br />

da değil, siyaset ve demokrasiden<br />

kaçtığını, resmen yüz çevirdiğini savunan<br />

Koschnick,Seçmenin yarısı sandığa bile<br />

gitmiyor derken, İnsanların durumunun<br />

hep daha kötüye gittiği bir demokrasinin<br />

hiçbir değeri yoktur sonucuna ulaıyor.<br />

(s. 271) Gelimi demokrasilerin vaatlerini<br />

yerine getirememesinden sonra, bu da olağandır.<br />

(s. 273)<br />

BATI’YI ÇÖKERTEN<br />

“NEOLİBERAL DEMOKRASİ”<br />

Gelinen yeri, neoliberal cehaletin ve<br />

barbarlığın insanlığı getirip bıraktığı<br />

nokta olarak tanımlayabiliriz. Maliyetleri<br />

düürmek adına, çalıanların gelirlerini<br />

sürekli baskı altında tutmanın sonucu, tüm<br />

temsili demokrasilerde yoksulluğun artmasıdır.<br />

Zenginle yoksul arasındaki mesafe<br />

korkunç boyutlarda açılmı durumda, o<br />

ünlü orta sınılar iyice erimi görünüyor.<br />

Bu nokta, Koschnicki sol politikadan<br />

ayıran noktadır. Dikkat çekmeyi düünmediği<br />

ey, gelimi temsili demokrasilerin,<br />

bizim Batı demokrasisi dediğimiz ülkelerin<br />

yani, İkinci Dünya Savaı sonrası özellikle<br />

1950ler ve 1960larda yaadığı büyük<br />

genileme yıllarının, alternatif sistem<br />

reel sosyalizmin de dev adımlar attığı yıllara<br />

tesadüf etmesidir. Böyle bir paralellik<br />

Koschnicke uzak bir çerçeveye karılık<br />

gelmektedir.<br />

Koschnick, kitap boyunca demokrasinin<br />

bitiini örnekler bazında somutlatırıyor,<br />

dolayısıyla sisteme içkin bir bozukluğa<br />

bağlıyor. Umutsuzluğunu da gizlemiyor:<br />

Demokrasi bitmitir.<br />

Haklı mı?<br />

Nasıl haksız olsun? Her ey pamuk ipliğine<br />

bağlı. Sırça kökler her an paramparça<br />

olabilir. 1990-2010 arasında reel ekonominin<br />

3 kat, para dahil değerli kağıtlardan<br />

elde edilen spekülasyon gelirlerinin<br />

ise 300 kat artığı bir süreçte, böyle bir<br />

eyden, bir istikrarlı büyümeden ve zenginlemeden,<br />

demokrasinin de serpilmesinden<br />

falan söz edilebilir mi? Bu sistemin çökmemesi<br />

mümkün olabilir mi?<br />

Kaynak savurganlığının temsili demokrasinin<br />

ana karakteri olduğu ve toplumların<br />

asimetrik çıkarların altında inlediği<br />

böyle bir dünyada, sadece azgelimilerde<br />

değil özellikle de Batıda, demokrasi<br />

rüyasının bir kâbusa dönümemesi mucize<br />

olurdu.<br />

Bu kitap bu mucizenin neden gerçekle-<br />

emeyeceğine yönelik bir deneme de kabul<br />

edilebilir. İçeriden bir manzara algısı. Acımasız.<br />

Gerçekçi.<br />

z<br />

32


www.binfikir.be<br />

33


SCHIRN MÜZESİ’NDE<br />

GÜRBÜZ BİR 20’NCİ YÜZYIL ÇOCUĞU<br />

Çizgi romanın<br />

öncüleri bir arada<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

34


FRANKFURT<br />

Çizgi roman 1897den beri okuyucuların<br />

gönlünü fethediyor. Kentsoylular,<br />

isçiler ve göçmenler, günlük Amerikan<br />

gazetelerin sunduğu bu yeni görsellerden<br />

aynı derecede büyülendiler. Etkisi artarak<br />

sürüyor, dünyanın çeitli ülkelerinde<br />

sergiler açılıyor. Bunlardan biri de<br />

Frankfurttaki Schirn Müzesi salonlarında<br />

yer alıyor. Sergi, 18 Eylüle kadar ziyaretçilere<br />

açık.<br />

Shirndeki Çizgi Roman Öncüleri<br />

sergisi özellikle altı Amerikan çizerini<br />

tanıtma amacını taıyor: Winsor<br />

McCay, Lyonel Feininger,<br />

Charles Forbell, Clif Sterrett,<br />

George Herriman ve Frank<br />

King... Sergii bünyesinde,<br />

Herrimanın Krazy Cat yapıtındaki<br />

absürd mizahı (1913),<br />

McCayin sürrealist ve ifadeci<br />

resim dünyası (1904),<br />

Sterrett ve Feiningerin<br />

Chicago Tribunedeki çizgi<br />

romanları (1906/07) ya da<br />

30 yıllık zaman dilimini<br />

hikaye eden Kingin çizgi<br />

romanı Gasoline Alley<br />

(1921) ve Forbellin<br />

Naughty Petes (1913) ile<br />

çizgi romanın balangıç-<br />

George Pulitzer<br />

(1847-1911)<br />

taki tüm yaratıcı süreci izlemek mümkün.<br />

Bir dönemin star kalem ve fırçalarını, böyle<br />

sergilerle unutulmuluğun uçurumundan<br />

çekip çıkarmak, yeniden kefetmek kolayla-<br />

ıyor. Yaza rağmen gösterilen ilgi de ilginç.<br />

BİR 20’NCİ YÜZYIL YILDIZI<br />

Çizgi romanın yaygınlaması, 20inci<br />

yüzyıl balarında gazete yayıncılığının<br />

hızla yükselmesi ile balar. Gelien baskı<br />

teknolojisi, baskı makineleri, rotatilerle<br />

beraber düük kağıt iyatları gazeteleri<br />

satın alınabilir hale getirmitir. Teknik<br />

gelime ve düük maliyet, gazetelerde çizgi<br />

roman ekleri ile resim ve çizimlerin yaygınlamasına<br />

yol açmıtır. Daha önce sadece<br />

okuma yazma bilenler ve parası olanlar<br />

kitap alma lüksüne sahipken, gazete sektöründeki<br />

büyük sıçramayla, okuma yazma<br />

oranı düük, parasal olanakları da sınırlı<br />

geni kitlelere ulamak mümkün oldu.<br />

Medyadaki teknolojik devrim sayesinde<br />

maliyetler düürülebildi ve gazete kitlelerin<br />

günlük yaamına girmeyi<br />

baardı. Öyle ki<br />

New Yorktaki tek<br />

bir gazetenin tirajı<br />

milyonlara çıktı.<br />

Teknolojik gelimeyi<br />

rakiplerini<br />

geçmek, gazete satılarını<br />

arttırmak amacıyla<br />

ilk olarak yayıncı<br />

George Pulitzer (1847-<br />

1911), büyük boyutta,<br />

renkli basılmıs<br />

çizgi romanları<br />

pazar ilavelerinde<br />

vermeye<br />

balamıtı.<br />

✤<br />

TEKNOLOJİ<br />

GAZETELERİ,<br />

GAZETELER DE<br />

ÇİZGİ ROMANI<br />

YARATTI<br />

✤<br />

William Randolph Hearst<br />

(1863-1951)<br />

35


✤<br />

© Schirn Kunsthalle Frankfurt, <strong>2016</strong>, Foto: Norbert Miguletz<br />

ÖZELLİKLE<br />

KOLEKSİYONCULAR<br />

ÇİZGİ ROMANIN<br />

SANATSAL DEĞERİNİ<br />

FARK ETTİ<br />

✤<br />

36<br />

Gazetelerin günlük baskılarında tek<br />

eritlik olmasına rağmen çizgi romanlar<br />

ilavelerde en çok yer kaplayan bölüm halini<br />

aldı. Rekabet savalarının en acımasızca<br />

yapıldığı gazete piyasasında çizgi roman<br />

hızla bir temel baarı faktörüne dönütü.<br />

Bir gazetenin büyümesi, gelimesi, tirajının<br />

artması ya da dümesi veya gazetenin batması,<br />

bayazarına, onun köe yazısına, ekonomi<br />

veya spor sayfasının kalitesine değil,<br />

gazetesinde ve ilavelerindeki çizgi romanların<br />

popüler olmasına bağlıydı. Nitekim<br />

1895-1898 yıllarında Pulitzer ile Randolph<br />

Hearst arasındaki efsanevi gazete<br />

savaı, ilavelerdeki çizgi roman üzerinden<br />

yürütüldü. San Fransiscodan gelme taralı<br />

yayıncı Hearst, 1891de Pulitzerin tüm<br />

çizer takımını kendi gazetesine transfer<br />

ederek rakibini zayılatmı, kendi yayıncılık<br />

imparatorluğunu da güçlü konuma<br />

getirmiti.<br />

Schirndeki Çizgi Roman Öncüleri Sergisi<br />

bu heyecanlı macerayı yeniden belgeliyor,<br />

örneklendiriyor. 1905-1940 arası<br />

günümüzde artık sayıları çok azalmı olan,<br />

nadir bulunan yaklaık 230 eseri, ki çoğu<br />

ilk defa Schirnde sergilenmektedir, içeren<br />

bu sergi, çizgi roman ile güzel sanatlar arasındaki<br />

etkileimi de belirgin bir biçimde<br />

gözler önüne sermeyi baarıyor. Balangıç<br />

yıllarında milyonlarca örneği olan o çizgi<br />

roman baskılardan günümüze çok azı ula-<br />

abilmitir. Genel kanının aksine, özellikle<br />

koleksiyoncuların çizgi romanlardaki<br />

sanatsal değerlerin farkına vardıkları anla-<br />

ılıyor.<br />

Nitekim serginin küratörü Dr. Alexander<br />

Braun u açıklamayı yapıyor: Sergilenen<br />

100 yıllık gazete sayfalarından geleceğe<br />

inançlı, uyanı çağının teknoloji sevdalısı,<br />

tekniği içselletirmi, yıldız gibi yükselen<br />

yepyeni yığınsal bir iletiim aracı doğuyordu:<br />

Gazete. Ve bu pazardaki acımasız<br />

rekabet, balangıç döneminde, çizgi roman<br />

çizerlerini ve karikatüristleri, tüm enerji ve<br />

yaratıcılıklarını sonuna kadar kullanmaya<br />

zorladı. Schirn müzesinde eserleri sergilenen<br />

altı sanatçı, yaratıcılıklarını bu yeni<br />

medyanın sağladığı olanaklarla biçimlendirdiler<br />

ve kiisel damgalarını vurdular.<br />

ÇİZGİ ROMANIN RENKLİ TARİHİ<br />

Çizgi roman üzerine yazılı kitapların<br />

çoğunda balangıç tarihi olarak 1896<br />

olarak gösterilir. İlk çizgi roman kahra-


Frank King,<br />

Gasoline Alley, Sonntagsseite<br />

The Denver Post, 24.<br />

August 1930<br />

Privatsammlung<br />

© Estate of Frank King<br />

Richard Felton Outcault, The Yellow Kid<br />

✤<br />

manı Amerikalı çizer, ressam ve yazar Richard<br />

Felton Outcaultun yarattığı Down<br />

Hogans Alley serisinde maceraları anlatılan<br />

Yellow Kidtir. Peki bundan öncesinde<br />

resimli hikâyeler yok muydu? Mesela<br />

Almanyada Wilhelm Busch, Fransada<br />

Christiana Colomb, İngilterede Ally Sloper,<br />

İsviçrede Rodolphe Töpferin yapıtları bu<br />

kavrama girmez mi? Niçin balangıç tarihi<br />

olarak 1896 kabul ediliyor? Yellow Kidin<br />

ne gibi bir özelliği var? New York Herald<br />

gazetesinde bu dizi ile ne idi balayan?<br />

Jim Sterankonun yapıtı Resimli Roman<br />

Tarihi, Dü her zaman vardı cümlesiyle<br />

balar. Diğer yazarlar gibi sanat tarihinden<br />

örnekler alarak Altamira mağarasındaki<br />

duvar resimlerini, Romada Trajan Sütunu<br />

ve Bayeuxtaki halı örneklerini irdeleyerek,<br />

bunların çizgi romanın ilkleri olduğu kabul<br />

edilip edilemeyeceği sorusunu sorar. Bu<br />

konu ikincil edebiyatta popüler bir tartıma<br />

konusu. İster ta üstüne, isterse bez üstüne<br />

olsun hepsinin yadsınamaz ortak bir yanı<br />

var: Belirli bir resim sıralaması içinde olayların<br />

anlatılması.<br />

Baskı teknolojisinin gelimesi, resimli<br />

roman tarzının da gelimesine neden oldu.<br />

Baskı harlerinin Gutenberg tarafından<br />

bulunması müthi bir çözümdü. Yüksek<br />

baskı olarak adlandırılan bu teknik, resimlerin<br />

tahtalara kazınması ile elde ediliyordu.<br />

Bu sistemin en belirgin özellikleri,<br />

ara geçi tonlarına olanak tanımayan,<br />

kuvvetli açık-koyu kontrastlı kalın<br />

kaba çizgiler. Yüksek baskı, sadece kitapların<br />

resimlenmesinde kullanılmadı. Reformasyon<br />

döneminde kitapların ulaamayacağı<br />

toplum kesimlerine dini ve ahlaki<br />

konuların ulamasını sağlamak amacıyla el<br />

ilanları, bildiriler, duyurular basıldı.<br />

17nci yüzyıl sonunda baka bir baskı<br />

tekniği bulundu: Tiefdruck, yani derin<br />

baskı. Bakır üzeri gravür ve özgün baskı<br />

(Radierung) sayesinde haif gölgelemeler,<br />

çok ince çizgilerin basımı bu yöntemle<br />

sorun olmaktan çıktı. Bu olanak sanatçıların<br />

dikkatini çekti. Baskı graiği olarak<br />

adlandırılan yeni bir baskı yöntemi oluuyordu.<br />

Rembrandt sadece ünlü bir ressam<br />

değil, aynı zamanda en tanınmı gravürcü-<br />

BASKI<br />

TEKNİKLERİNDEKİ<br />

BULUŞLAR DİNLER<br />

TARİHİNE DE YANSIDI.<br />

ÖZELLİKLE DE<br />

REFORMASYON<br />

DÖNEMİNDE...<br />

✤<br />

37


George Herriman<br />

Krazy Kat, Sonntagsseite<br />

23. April 1944<br />

Privatsammlung<br />

✤<br />

BASKI GRAFİĞİNİ<br />

DİĞER GÜZEL<br />

SANATLARDAN<br />

AYIRAN ÖZELLİĞİ,<br />

MİZAHI<br />

KULLANMASIYDI<br />

✤<br />

lerden biri idi. Dürerin bakırüstü gravürleri<br />

günümüzde de yaygındır. Bazı sanatçılar<br />

ise bir olayın değiik anlarını farklı<br />

gravürlere çizerek bu uygulamayı denediler.<br />

Bu metodu bilinçli olarak William<br />

Hogarth (1697-1764) uyguladı. Beklentisi,<br />

eğitim alanında daha etkili olması.<br />

Bakırüstü graik tekniği ile yapılmı<br />

A Rakes Progresste anlatılan, para<br />

kazanan birinin tekrar kumarda kaybetmesi<br />

ve tekrar borçlanması hikâyesidir.<br />

Tam anlamı ile bir hikâye idi anlatılan.<br />

Pe pee sıralanmı anların sunulmasından<br />

baka bir ey değildi ve her olu-<br />

umun arasında ayları kapsayan zaman<br />

dilimleri vardı.<br />

James Gillray elle renklendirilmi kitap<br />

illüstrasyonlarında olduğu gibi, konuma<br />

balonlarını kullanarak, çizdiği igürlerin<br />

konumasını sağladı. Çizerler, sanatçılardan<br />

farklı olarak daha fazla gündelik<br />

hayatı konu ettiler. Basılı kelimeden<br />

daha çok basılı resimin halk yığınlarında<br />

etkili olduğu saptanmı, böylelikle<br />

de resmin vazgeçilmezligi kanıtlanmıtı.<br />

Resim/çizim bir ikri anlaılır yapmak,<br />

politik, dini ve sosyal alanlarda kamuoyu<br />

oluturmak amacını en iyi yerine getiren<br />

araçtı.<br />

38<br />

MİZAH SAHNEDE<br />

Baskı graiğini güzel sanatların öteki<br />

kollarından ayıran en önemli farklılığı<br />

mizahı kullanmasıydı. En kuvvetli kozu<br />

ise karikatürün verdiği olanaklardı. Karikatür<br />

sayesinde ünlülerle, tanınmı kiilerle<br />

dalga geçme, onları küçük düürme,<br />

eletirme imkanı doğuyordu.<br />

Mizah (hiciv) ve karikatür sanatı daha<br />

da gelitirildi. Bu sayede politik bilinç<br />

olgunlaarak yaygınlatı. Tek yapraklı<br />

el ilanlarının, bildirilerinin yerini gazete<br />

ve dergi yayıncılığı aldı. Bazı ülkelerde<br />

ise resim ve metin ile birlikte, iğneleyici<br />

ve toplumsal yaamı eletiren periyodik<br />

yayınlar baladı. İngilterede Punch -<br />

Yumruk, Fransada Charivari - Kıyamet,<br />

Almanyada Fliegende Blätter - Uçan Yapraklar<br />

isimli dergiler bunlardan bazıları.<br />

Fliegende Blätter dergisinde yayınlananlar<br />

kroki, kabataslak çizim olarak<br />

adlandırılabilecek, tek tek resimlerin bir<br />

erit içinde art arda sıralanması prensibini<br />

taıyordu.<br />

Winsor McCay, Little Nemo in Slumberland, Sonntagsseite<br />

The New York Herald, 23. September 1906, Privatsammlung


BÜYÜLÜ YIL<br />

1896<br />

Ne icat edilmişti ya da ne keşfedilmişti, neydi yeni olan? İşte geçen yüzyılın başlarında ileriyi gören, becerikli ve risk<br />

alabilen cesaretli yayıncılar medyadaki bu oluşumun ticari kazanç olanaklarını sezdi. Espri dolu, nükteli resimlenmiş<br />

hikâyelerin gazete satışlarını arttıracağı öngörüsünde bulundular. Sayısal olarak az olan kitap okuyucusu entellektüel<br />

kesime değil de, kitap okumayla arası pek iyi olmayan ama gazete okumayı başaran çoğunluğun oluşturduğu kitleyi alıcı<br />

olarak hedelediler. Yine bu yıllardaki teknik gelişme sayesinde, altı buharlı rotatif baskı makinesi ile renkli illüstrasyonların,<br />

çizim ve resimlerin yüksek tirajda ve düşük maliyetlerde basılabilmesi, çizgi romanın yaygınlaşmasında en önemli<br />

etkendi. 1896’da baskı teknolojisinin gelişimiyle çizilmiş hikâyeler, artık tesadüfi olarak sadece mizah dergilerinde değil,<br />

günlük gazetelerin, okuyucu çeken, böylelikle de satışlarını arttıran vazgeçilmez unsuru oluyordu. Yayıncılıkta o güne<br />

kadar bilinmeyen yeni bir işkolu oluşuyordu: Çizgi roman. Çizilmiş hikayeler, artık birer çizgi romandılar.<br />

Yine bu yıllarda bazı Amerikan gazeteleri, sayfa sayısı oldukça çok olan pazar ilaveleri vermeye başladılar. Örneğin<br />

1892’den itibaren New York World gazetesinin pazar ilavesi 48 sayfa idi. İlavelerde spor, sosyal hayat, kültür, borsa haberleri<br />

ve etkinlikler yer alıyordu. Karikatür gibi, mizah ve güldürü sayfaları 1894’ten itibaren yer almaya başladı gazetelerde.<br />

Bu “müşteriye hizmet” hamlesi reklam veren firmalar için pazar ilavesini çekici kılma gereksiniminden doğmuştu.<br />

Bu sayede ilan hacmi yükseltilebiliyordu. Bu kural günümüzde de geçerliliğini koruyor: Gazetenin tirajı ne kadar yüksekse<br />

ilan fiyatları da o oranda yüksek olur.<br />

Sorun okuma alışkanlığı pek olmayan kesimlere nasıl ulaşılabileceğinde yatıyordu.<br />

Amerika’ya göç dönemiydi ve gelenler İngilizceyi az biliyorlardı, öğrenim seviyeleri de yüksek değildi ve okuma alışkanlıkları<br />

yoktu. Yazıdan daha çok çizim ve resimlerle bu gruba ulaşılabiliyordu. Resim ve çizimlerin renkli olması, hedef<br />

kitleye ulaşmasını daha da kolaylaştırıyordu. Gazete ilavelerinde 1893’te ilk renkli karikatür, bir yıl sonra da ilk “resim<br />

şeridi” yayınladı.<br />

Walt Mc Dougall çizgi romanın öncülerinden sayılacak sürekli şerit çizimlerin ilk uygulayan yaratıcısıdır. “Wizard of<br />

Oz” sürekli yayınlanan ilk çizimler şerididir. İki gazete yayıncısı, çizilmiş hikâyelerin, yaratılmış figürlerin, bir kere değil,<br />

sürekli olarak gösterilmesinin okuyucular üzerindeki etkisinin farkına vardılar. Amaçları daha fazla okuyucu kazanmaktı,<br />

bu amaca varmak içinse “çizimlerle eğlence” en etkili uygulama idi. Yenilik yaratmak, yeni bir sanat yapmak gibi bir<br />

düşünceleri yoktu. Tek düşünceleri rakibinden daha etkili, daha çok okuyucusu olan, yüksek tiraja sahip bir yayın organına<br />

sahip olmaktı.<br />

İşte New York Herald yayıncısı Joseph Pulitzer baskıda sorunlu bir renk olan “sarı”nın üstesinden gelebileceğini, bu<br />

konuda rakibinden daha üstün olduğunu ispatlamak için baskı ustalarına bu problemi halledecek bir çözüm bulmalarını<br />

istedi. Baskı ustası Charles Saalburg bu sorunu çözdü. Bunu herkese kanıtlamak için ressam Felton Outcault’a bu rengin<br />

kullanıldığı bir figür, bir çizgi roman kahramanı yaratması siparişini verdi. Outcault 1895’ten beri yayında bulunan “Down<br />

Hogan’s Alley” dizisindeki bir kahramanı geliştirerek kullandı. 5 Ocak 1896’da “Yellow Kid” adını verdiği, sarı gecelikle<br />

dolaşan, yaramaz/afacan bir çocuğun maceraları yayına girdi. Yellow Kid ismi okuyucular arasında bir kavram olarak<br />

yerleşti. Bu kavram gazetenin tanınmışlığını, popülaritesini yükseltti. İlk ve en tanınmış roman kahramanının doğuşudur<br />

bu. Yellow Kid 125 bölümlük yayından sonra, yüzyıl sonunda yayın hayatına son verdi.<br />

39


William Randolph Hearst<br />

ve çizgi roman cinliği<br />

Taralı bir yayıncı olan William Randolph Hearst (Orson Welles, ilm klasiklerinden olan<br />

Citizien Kane - Yurtta Kanede Hearst’ın hayatını anlatır), New York yayıncılığında söz<br />

sahibi olmak istiyordu. 1882’de yayın hayatına balayan, sahibi Joseph Pulitzer’in küçük<br />

kardei Alfred Pulitzer’den New York Morning Journal gazetesini 1895’te satın aldı. 1896<br />

yılı sonunda The American Humorist adlı sekiz sayfalık, tamamı renkli bir ilaveyi yayınladı.<br />

Yayın için rakibi Joseph Pulitzer’in tüm çizer kadrosunu, daha yüksek maalar ödeyerek<br />

kadrosuna aldı. “ergide, gelecekte Comic - Çizgi roman olarak adlandırılacak yeni<br />

sanatın ilk izleri görülüyordu.<br />

Örnek olarak Avrupa’da yayınlanan mizah dergileri alınmıtı. ”n önemli farklılık ise hitap<br />

ettikleri toplumsal kesimlerden kaynaklanıyordu. Avrupa mizah okuyucuları, okumu, tahsilli<br />

orta sınıftan geliyorlardı. Amerika’daki gazete ilaveleri ise içerikleri ile, toplumun alt<br />

tabakalarına hitap etmeyi amaçlıyorlardı. Avrupa’daki seçkinci eğilim kendini yenileyemedi,<br />

gelitiremedi, yok olup gitti. Avrupa’daki örneklerden yola çıkarak yepyeni bir ey<br />

yaratıldı. Resimlerle bir hikâyeyi anlatma sanatı, öylesine mükemmelletirildi ki, yeni ve<br />

sonsuz olanakları içeren, balangıçta yalnızca Amerikalılar tarafından sürekli olarak ve<br />

inatla uygulanan yepyeni bir edebiyat dalı meydana geldi.<br />

Hearst, The American Humorist atılımı ile bu edebiyat dalının gelimesi için gerekli<br />

teknik ve mali alt yapıyı sağladı. Artık bu yeni ifade olanaklarını gelitirecek yaratıcı sanatçılara<br />

görev düüyordu. Sanatçıların gazete için çalımaları yeni değildi. Metinleri yorumlayan,<br />

tamamlayan mizah, hiciv, espri, illüstrasyon, karikatür ve çizimlerin kullanıldığı ilan<br />

ve reklamlar, zaten yaptığı ilerdendi.<br />

Pazar ilaveleri ile çizerlere, ressamlara ve karikatüristlere kendilerini gelitirecek yepyeni<br />

bir i sahası açılıyordu...<br />

George Herriman,<br />

Krazy Kat, Detail, ab 1913,<br />

Privatsammlung<br />

40


Ünlü çizer ve yazar Wilhelm Buschun<br />

birçok resimli hikâyesi yayınlanmıtı bu<br />

dergide.<br />

Tüm bu özelliklere rağmen bunlar çizgi<br />

roman olabilme yeterliliğine sahip değillerdi.<br />

Bir çizgi romanın olmazsa olmazları<br />

vardı. Bir kere belirli bir isim altında<br />

düzenli olarak yayınlanması gerekiyordu.<br />

Sonra, resim ve metnin birbiri ile uyumlu<br />

olması ve birbirini tamamlaması önemliydi.<br />

Hikâye ancak bu iki öğe okuyucu tarafından<br />

kavranınca anlaılabiliyordu. Bir<br />

de, hikâyesi anlatılan kii ya da varlığın,<br />

sürekli olarak görünmesi önemliydi...<br />

İte bu kriterleri tam anlamıyla yerine<br />

getiren Ally Sloper oldu. İngiliz dergisi<br />

Judyde 1867de ilk olarak yayınlanmasından<br />

sonra haftalık olarak yayına devam<br />

etti. Buradan 20inci yüzyıla ve bu tarzın<br />

bir sektör olarak seprilmesine geçi zor<br />

olmadı.<br />

Sonuçta 20nci yüzyıl, çizgi romanın<br />

baarısını belirleyen üç ana nedeni ortaya<br />

çıkarmı da oldu. Ticari çıkarlar (yani<br />

kâr amacı), iyi bir yayıncılığın önkoulları<br />

(baskı teknolojisi) ve sanatsal yaratıcılık.<br />

Pulitzer ve Hearst, iki yayıncı olarak<br />

balangıcın temelini attılar. Sonra da sıra<br />

bu olanakları sonuna kadar kullanıp gelitirebilen<br />

sanatçıların becerisine kaldı.<br />

Schirndeki sergi bu dev sektörün ilk adımlarına<br />

yönelik mükemmel bir toparlama,<br />

çok güzel bir olanak... z<br />

George Herriman<br />

Krazy Kat, Sonntagsseite,<br />

18. Juli 1926, Tusche und<br />

Gouache auf Papier<br />

Privatsammlung<br />

Courtesy Galerie Laqua<br />

Berlin<br />

Lyonel Feininger<br />

The Kin-der-Kids<br />

Sonntagsseite<br />

ChicagoTribune<br />

29. April 1906,<br />

Sammlung Achim Moeller<br />

New York<br />

© VG Bild-Kunst<br />

Bonn <strong>2016</strong><br />

SCHIRN<br />

SANAT MÜZESİ<br />

FRANKFURT<br />

SCHIRN KUNSTHALLE<br />

Römerberg 6<br />

D-60311 Frankfurt am Main<br />

Tel +49 (0) 69 2998820<br />

welcome@schirn.de<br />

www.schirn.de<br />

41


www.binfikir.be<br />

42


LESSİNG’İN BİLGE NATHAN’I SAHNELERDE<br />

Herkesin<br />

Nathanı kendine mi?<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

43


STUTTGART<br />

✤<br />

BİLGE NATHAN<br />

GÜNÜMÜZDE NEDEN<br />

BU KADAR İLGİ<br />

UYANDIRIYOR,<br />

SÜREKLİ<br />

SAHNELENİYOR?<br />

✤<br />

Deutsches Theater Berlin, Theater<br />

an der Donau Ulm, Münchener Volkstheater,<br />

Mainz Stadttheater, Kammertheater<br />

Bonn, Staatstheater Stuttgart, Theater<br />

Heidelberg… Bunlar gibi daha baka<br />

tiyatroların sahnesinde de Bilge Nathan<br />

gösterimleri var. Bu oyuna ilgi neden bu<br />

denli yoğun? Niye imdi?<br />

Günümüzde, yönetmenlerin ilgisini özellikle<br />

çeken nedir?<br />

Önce Bilge Nathan kim, bir tanıyalım.<br />

Bilge Nathan baarılı ve zengin bir<br />

tüccar. Musevidir. Recha isminde bir kızı<br />

vardır. Sürekli i seyahatinde olduğundan<br />

kızını dadısı Daja büyütmektedir. Nathan,<br />

yardımseverliği ve iyi niyeti ile tanınan,<br />

sayılan biridir. Servetini insanlara yardım<br />

ederek değerlendirir. Ancak bu yardımını<br />

insanlara borç vererek değil, muhtaçlara<br />

hediyeler vererek yapar.<br />

Olay Kudüste 1129da geçer. İ seyahatlerinin<br />

kervan olarak bilindiği, develer<br />

ile yola çıkıldığı günlerde anlatılan bu<br />

öykü, günümüzde uçak ile i seyahatine<br />

uçulduğu günlerde de güncelliğini<br />

koruyor. Nathan yine bir i seyahatinden<br />

döndüğünde evinin yandığını öğrenir<br />

ve can havliyle evine koar. Kendisini<br />

kızının dadısı Daja karılar. Kızını yangından<br />

bir gencin kurtardığını öğrenir.<br />

Bu genç Hıristiyandır ve tapınağın bekçisidir.<br />

Nathan kızının kurtulmu olmasının<br />

minnetarlığı içinde teekür etmek ama-<br />

cıyla bu gence gider. Fakat genç teekkür<br />

istemez. Böyle bir durumda herkesin<br />

yapacağı yardımı yaptığını söyler.<br />

Nathan, teekkürünün kabul edilmemesini<br />

hayretle karılar. Daja da bu gencin<br />

Sultan Selahattinin (Selahaddin Eyyubî)<br />

zindanlarında tutuklanmı olduğunu,<br />

fakat her ne hikmetse Sultan Selahattinin<br />

kendisini afettiğini anlatır. Sultan<br />

Selahattinin niye böyle bir af hükmünü<br />

verdiğini Nathan merak eder.<br />

Olaylar gelimeye balar. Sultan<br />

Selahattinin beklediği kervan çok gecikmitir,<br />

hazine botur, ülke para sıkıntısı<br />

içindedir. Sitare, Sultan Selahattinin kız<br />

kardei, Nathandan yardım istemesini<br />

önerir. Bunun üzerine Sultan Selahattin,<br />

Nathanı huzuruna çağırır. Sultan Selahattin,<br />

acımasızlığıyla ünlü bir hükümdardır.<br />

Onu kendisinden para isteyeceğini<br />

düünen Nathan da, huzura çıkarken<br />

tedirgindir. Müslüman bir hükümdar niye<br />

bir Musevi tüccarla görümek istesin?<br />

Sultan Selahattin, Musevilik mi, Hıristiyanlık<br />

mı yoksa İslam mı, hangi din en<br />

iyisi? sorusunu Nathana yöneltir. Nathan<br />

aırır ve Sultan Selahattine bir öykü<br />

anlatır:<br />

ÜÇ YÜZÜK!<br />

Uzak bir diyarda, çok değerli bir yüzük<br />

varmı. Bu yüzük babadan oğula miras<br />

olarak geçermi. Yüzüğün üzerindeki ta<br />

bin bir rengi yansıtan, pırıl pırıl ei benzeri<br />

olmayan bir yüzükmü. Bir gün bu<br />

yüzüğü miras olarak bırakmak sırası üç<br />

oğlu olan bir babaya ulamı. Baba hasta<br />

yatağında çaresizlik içinde yüzüğü hangi<br />

oğluna bırakacağını düünmekteymi.<br />

Üç oğlunu da çok severmi ve aralarında<br />

ayırım yapmak istemezmi. Yüzüğün aynısından<br />

iki tane daha yaptırmaya karar<br />

vermi. Bunları birbirinden ayırt etmek<br />

44


mümkün değilmi. Her bir oğluna bir<br />

yüzük vermi. Oğulları Gerçek yüzük<br />

hangimizde diye sormular. Hanginiz en<br />

adil, karılıksız sevgiyi yüreğinde taıyorsa,<br />

insanlara cömertçe yardım edebiliyorsa,<br />

Allahın kulları arasında ayırım<br />

yapmıyorsa, kul hakkı yemiyorsa ite<br />

gerçek yüzük onda demi. Oğulların her<br />

biri gerçek yüzüğün kendisinde olmasını<br />

istediğinden babalarının saydığı tüm<br />

erdemleri her gün uygulamaya balamılar.<br />

Çünkü keramet yüzük de insanın<br />

yüreğindeymi.<br />

Alacağımız ders: Musevilik, Hıristiyanlık<br />

ve İslamı simgeleyen bu üç yüzük<br />

dini sorgulama özelliği taıyor. Aydınlanma<br />

felsefesini savunan Lessing, aklın<br />

yolunda düünmeye davet ediyor. İte<br />

bu bölüm, Bilge Nathan oyununun yıllar<br />

içinde daima güncelliğini korumasını sağlayan<br />

en can alıcı bölümdür. Ringparabel<br />

(Üç Yüzük) olarak bilinir.<br />

Son sahnede Nathanın kızının tapınak<br />

bekçisi genç ile karde oldukları ortaya<br />

çıkar. Recha, Nathanın öz kızı değildir.<br />

Bebek iken Nathana getirmilerdir ve<br />

kimsesiz olduğunu söyleyerek himayesine<br />

almasını isterler. Böylelikle Recha<br />

bir Yahudinin kızı olarak büyür. Bu<br />

bebeğin ölmü anne ve babası ise Alman<br />

ve Hıristiyandır. Oğullarını baka bir<br />

yakınları büyütmütür. Sultan Selahattin<br />

ve Sitarenin erkek kardeleri yıllar önce<br />

sarayı terk edip Almanyaya gitmitir<br />

ve bir daha dönmemitir. İte Sultan<br />

Selahattinin genç tapınak bekçisini bağılamasının<br />

nedeni bu erkek kardeine ikizi<br />

gibi benzemesidir. Genç tapınak bekçisi<br />

gerçekten Sultan Selahattinin erkek<br />

kardeinin oğludur. Kardei Almanya da<br />

bir Alman kadınla evlenip ismini değitirdiğinden<br />

izini kaybettirmitir. Dolayısıyla<br />

genç tapınak bekçisi Müslüman bir<br />

babanın ve Hıristiyan bir annenin oğludur,<br />

aynısı Recha için de geçerlidir. Fakat<br />

Recha bir Musevi olarak büyümütür.<br />

Recha, ağabeyini, amcasını ve halasını<br />

bulmu olmanın mutluğu içinde babası bildiği<br />

Nathanı kaybetme hüznünü yaar.<br />

Sitare Sultan ise Rechanın bu korkusunu<br />

alır ve hepsinin bir aile olduğunu söyler.<br />

YILLAR SONRA<br />

Bu tiyatro eserini ilk 1989 yılında<br />

İstanbul Üniversitesi öğrencisi olduğum<br />

günlerde okudum. Beni çok etkileyen<br />

en sevdiğim eserlerin en baında daima<br />

yerini aldı.<br />

Benim gözümde Nathan: Altmı yalarında,<br />

beyaz sakalı olan, uzun boylu<br />

biri. Güçlü bir görünümü, haif kambur<br />

yürüyüü var. Sakin ve yumuak bir ifadeye<br />

sahip gözleri efkatle bakmaktadır.<br />

Sokakta rastladığı insanları gülümseyerek<br />

selam veren, hal hatır soran, ciddiyetini<br />

koruyan, herkesin saygı duyduğu bir kii.<br />

Cebinde her zaman bir elma, bir gofret<br />

veya fıstık bulundurur. Sokakta gördüğü<br />

çocukların baını okar, hanım kızım<br />

ve efendi oğlum diyerek bir ikramda<br />

bulunup sevindirir. İnsanlar bir çözüm<br />

aradığında, danıma ihtiyacı duyduğunda<br />

saygı ve güvenle kapısını çaldıkları aydın,<br />

okumu bilge biri.<br />

Peki Bilge Nathana can veren, ekil<br />

veren kim?<br />

İzlemi olduğum bazı oyunlarındaki<br />

Bilge Nathana bir ayna tutmak istiyorum.<br />

Sonra ekleyeceklerim olacak.<br />

Bonn Tiyatrosu<br />

Yönetmen: Volker Lösch.<br />

“ramaturg ekibi: Stefan Bläske, Nadja<br />

Groß, ”lisa Hempel.<br />

Barolde Bernd Braun Bilge Nathanı<br />

oynuyor. Sultan Selahattin’i ise “aniel Breitfelder<br />

üstlenmi.<br />

✤<br />

AYDINLANMA<br />

FELSEFESİNİ<br />

SAVUNAN<br />

LESSING, AKLIN<br />

YOLUNDA<br />

DÜŞÜNMEYE<br />

DAVET<br />

EDİYOR<br />

✤<br />

45


✤<br />

SADECE<br />

BİLGE NATHAN'DA<br />

DEĞİL,<br />

GÜNÜMÜZDE DE<br />

DİNLER ARASI<br />

ANLAŞMAZLIK<br />

TEMEL<br />

KONU<br />

✤<br />

Yorgun ve öfkeli bir adam Nathan.<br />

Konuması bilgeden çok hayattan bezmi<br />

bir karakteri yansıtıyor. Uzun boylu, çok<br />

zayıf. Bedeninin zayılığı karakterine<br />

yansımı. Daja ile hırçın konuan tavrı<br />

oldukça sevimsiz. Hareketleri ağır, ifadesi<br />

itici. Tebesümden uzak bir insan.<br />

Ringparabeli anlatıı öfke dolu. Öğretici<br />

içeriğini yansıtamıyor. Sanki anlattıklarına<br />

kendisi inanmıyor. üpheleri<br />

onu hırçın kılıyor. Yürürken yere<br />

bakan passif bir insan Volker Löschün<br />

Nathanı. Kızı Rechaya baba efkati göstermekten<br />

çok, mesafeli. Sultan Selahattin,<br />

Nathanın anlattığı öyküyü dinlerken<br />

yürekten etkilenmi görünmüyor.<br />

Afedebilen asil hükümdar olamaz Sultan<br />

Selahattin. Nathan ile birbirlerine tedirgin<br />

bir tutumla yaklaıyorlar. Uzlatırıcı,<br />

ortak bir zemin bulabileceklerine inanmak<br />

zor. Günümüzdeki Nathan ve Sultan<br />

Selahattinlerin uzlaacakları yerde birbirinden<br />

uzaklatıklarını mı anlatmak<br />

istiyor yönetmen Volker Lösch?<br />

Stuttgart “evlet Tiyatrosu<br />

Yönetmen: Armin Petras<br />

Nathan: Peter Kurth<br />

Recha: Hanna Plaß<br />

Sultan Selahattin: Horst Kotterba<br />

“ramaturg: Verena ”lisabeth ”itel<br />

Vicdan azabı ile yaayan bir Nathan<br />

var karımızda. Kızı Rechayı çok seviyor.<br />

Fakat sürekli kızını kaybetme korkusu<br />

var yüreğinde. Dadı Dajanın kendisine<br />

antaj yapması, her i seyahatinden geli-<br />

inde değerli mücevherler ile sus payı vermesi...<br />

Yönetmen Petrasın sahnesinde<br />

Daja, Rechanın Yahudi olduğu düüncesiyle<br />

yetimesine tahamül edemiyor.<br />

Fakat aldığı mücevherlerin hatırına<br />

susuyor. Acaba Petras, izleyiciye insanları<br />

maddi menfaatleri ağır bastığında dinlerini<br />

rahatlıkla geri plana atabileceğinimi<br />

anlatmak istiyor?<br />

Her gidiin dönüü olmayacağı korkusunu<br />

yaamaktadır. Dıarıda sava vardır.<br />

Her patlayan bombadan bir panik çıkmak-<br />

tadır. Ama ardından günlük hayat devam<br />

etmektedir. Otelin lobbisi kalabalık,<br />

Nathan yorgundur. Sultan Selahattin ise<br />

zevkine dükün, keyini yaamaktadır. Ne<br />

bombalara ne yangına, ne de diğer olup<br />

bitenlere ilgi gösterir. Kayıtsızdır.<br />

Nathan Ringparabel – Üç Yüzük<br />

hikâyesini bir kürsüden siyasi konuma<br />

yapan bir siyasetçi tavrıyla sunar. Ve<br />

sürekli soru sorarak, cevabını kendi<br />

vererek anlatır. Sultan Selahattin Musevilik<br />

mi, Hiristiyanlık mı yoksa İslam<br />

mı, hangi din en iyisi sorusunu yöneltiği<br />

halde, Nathanın hikâyeyi anlatarak cevaplamasına<br />

son derece ilgisizdir.<br />

Sultan Selahattinin vurdumduymazlığı<br />

neden? Oyunun sonunda herkesin aslında<br />

karde , akraba olduğunu açıkladıktan<br />

sonra oteli terk eder. Bombalanan sokaklarda<br />

tek baına yürüyerek gider.<br />

Doğru söyleyen dokuz köyden kovulur<br />

misali mi?<br />

Heidelberg ehir Tiyatrosu<br />

Bu tiyatroda Bilge Nathan sonbaharda<br />

sahnelenecek. Yönetmenliğini Philip<br />

Tiedemannın üstlendiği oyunun dramaturgu<br />

Sonja Winkel. Sonja Winkeli Stadt<br />

Land Flucht oyununun dramaturgluğundan<br />

tanıyoruz. Bu sayfalarda oyuna<br />

da geni yer vermitik. Bilge Nathanı,<br />

Heidelberg ehir Tiyatrosu kadrosundan<br />

Hans Fleischmann oynayacak. Münih Otto<br />

Falkenberg Konservatuarından mezun<br />

olan Hans Fleischmann, Stuttgart, Wiesbaden,<br />

Dortmund, Münih, Berlin, Mannheim<br />

tiyatrolarında sahne aldıktan sonra<br />

2011-2012 sezonundan bu yana Heidelberg<br />

ehir Tiyatrosu kadrosunda.<br />

“iğer roller ve oyuncular öyle:<br />

Sultan Selahattin: Marco Albrecht<br />

Sitare: Katharina Quast<br />

Recha: Nanette Waidmann<br />

(Katharina Quast ve Nanette Waidmann’ı da<br />

Stadt Land Flucht oyunundan tanıyoruz)<br />

“aja: Christina Rubruck<br />

Tapınak Bekçisi: Raphael Gehrmann<br />

“ervi: Stefen Gangolf<br />

46


Phillip Tiedemann, Lessingin kaleminden<br />

çıkmı bu klasiğe farklı bir bakı<br />

açısıyla yaklaıyor. Dinler arasındaki<br />

anlamazlığı odak noktası olarak alıyor.<br />

Günümüzde her zamankinden çok daha<br />

önemli ve ciddiyetini koruyan bir konu.<br />

Tiedemann Bilge Nathanı provalarda<br />

oyuncular ile söyleilerde konuyu tartııp<br />

gelitirerek sahneleyecek. Phillip<br />

Tiedemannın Nathanı nasıl bir kiilik<br />

taıyacak? Sultan Selahattine Ringparabel-<br />

Üç Yüzük öyküsünü hangi artlar<br />

altında anlatacak? Sultan Selahattin ve<br />

Nathanın aralarındaki diyalog uyumlu<br />

olacak mı? Herkesin birbirini bulduğu<br />

mutlu sonu yakalayabilecekler mi?<br />

14 Ekim <strong>2016</strong>daki prömiyer akamı, bu<br />

sorularımız yanıtını bulacak.<br />

BU DA BENİM BİLGE NATHAN’IM<br />

Ben, 2012 yılında öğrencilerimle Bilge<br />

Nathanı kendime göre uyarlamı ve sahnelemitim.<br />

Benim Bilge Nathanımı<br />

Selina Doğan canlandırmıtı. Bir annenin<br />

anlayı ve efkati ile konuya yaklaan bir<br />

karakter yazmıtım. Gençlerin canlandırdığı<br />

karakterler çelikiler içinde olup<br />

uzlama yolunu arayan yapıdaydı. Ringparabel-<br />

Üç Yüzük bölümü ise müzik eliğinde<br />

coku ile kutladıkları bir sahne idi.<br />

Karakterlerin her biri yüzüğün kendisinde<br />

olduğundan emindi.<br />

Mutlu sonun gerçekletiği son sahnede<br />

de bu coku hakimdi.<br />

Görüyoruz ki aynı eser farklı yönetmenlerin<br />

sahnesinde farklı bir çehre kazanıyor.<br />

Yönetmenin ve dramaturgun gelitirdikleri<br />

akı, gündemin siyasi nabzını<br />

yansıtıyor. Tabii ki yönetmenin de bakı<br />

açısı oyuna etkide bulunuyor, deyim yerindeyse<br />

içine iliyor.<br />

Bir oyunu bir kere izlemi olmak konu<br />

hakkında bilgilendirse de, farklı yönetmenin<br />

yorumunda yepyeni bir oyun olabiliyor.<br />

Sanatın sunduğu bu geni bakı her<br />

zaman önemlidir. Yönetmenlerin oyuncu<br />

seçimi de karakterlerin yapısında büyük<br />

bir etken. Oyuncu, bedensel yapısı, ses<br />

tonu, konuma tarzı ile de karaktere yön<br />

veriyor çünkü. Yönetmenin direktileri<br />

doğrultusunda beklenene uyarlıyor. Volker<br />

Löschün Nathanı ile Armin Petrasın<br />

Nathanındaki farkı gördük. Phillip Tidemann<br />

acaba nasıl bir karakter sunacak?<br />

Volker Lösch ve Armin Petrasın oyununda<br />

Nathan ile Sultan Selahattin görümelerinde<br />

uyumlu ve sıcak bir iletiimi<br />

yakalayamıyorlar. Phillip Tiedemann, acaba<br />

Nathan ile Sultan Selahattin arasındaki iletiime<br />

daha sevgi dolu bir çehre sunabilecek<br />

mi? Ya da sunmak isteyecek mi?<br />

Ekim ayında Heidelberg de sahnelenecek<br />

Bilge Nathan üzerine izlenimlerimi<br />

paylamaya çalıacağım.<br />

LESSİNG’İN IŞIĞI<br />

Dinlerin, günümüzde uzlatırıcı olmak,<br />

ortak noktalarda bulumak yerine dümanlık<br />

yaratması çok üzücü. İnsanları<br />

bölen bir zemin olarak dinin istismar<br />

edilmesi, acı. Sonuçta hepimiz insanız.<br />

Hepimiz yüreğimizdeki sevgiye alan<br />

açsak, iyiyi ve güzeli yaamak için el ele<br />

versek vaheti önlemi oluruz. Çocuklarımıza<br />

sağlam bir gelecek sunmanın temellerini<br />

atmı oluruz.<br />

Bilge Nathanın sözleri ile: Hangimiz<br />

en adil, karılıksız sevgiyi yüreğimizde<br />

taıyorsak, insanlara cömertçe yardım<br />

edebiliyorsak, Allahın kulları arasında<br />

ayırım yapmıyorsak, kul hakkı yemiyorsak<br />

ite gerçek yüzük o zaman bizde.<br />

Dünyamızdaki gerçek Nathanlar ve<br />

Sultan Selahattinler Lessingin yazmı<br />

olduğu gibi ele ele verip uzlamanın<br />

yolunu bulmalılar.<br />

Iıklar içinde uyu<br />

Gotthold ”phraim Lessing.<br />

Bu değerli eser için teekkürler .<br />

z<br />

✤<br />

İNSANLARI BÖLEN<br />

BİR ZEMİN<br />

OLARAK DİNİN<br />

BÖYLESİNE<br />

İSTİSMAR<br />

EDİLMESİ<br />

ACI...<br />

✤<br />

47


HALİT ÇELİKBUDAK’IN KİTABI: KARANLIK YILLARDA BİR SIĞINAK<br />

“Yurtsuz Kalanlar”ın<br />

Türkiye’si<br />

FRANKFURT - Art arda kitaplar<br />

yayımlamayı sürdüren gazeteci-yazar<br />

Halit Çelikbudak, yeni çalıması Yurtsuz<br />

Kalanlarda, Nazi Almanyası karanlığında<br />

Türkiyeye yönelen Alman bilimadamlarının<br />

öykülerini iledi. Kısa bir süre önce<br />

çıkan kitabını 1933 yılındaki ünlü Üniversite<br />

Reformu üzerine kurduğunu hatırlatan<br />

Çelikbudak, u açıklamayı yaptı:<br />

Atatürkün gerçekletirdiği önemli<br />

reformlardan biri de hiç üphesiz 1933<br />

Üniversite Reformu dur. Cumhuriyetin ilanının<br />

onuncu yılındaki bu reform ile geleceğin<br />

bilim adamlarını yetitirmek, Türk<br />

bilimini çağda bir seviyeye ulatırmak<br />

hedelenir. Genç Türkiye Cumhuriyetinin<br />

onuncu yılı kutlanırken Almanyadan<br />

Nazi zulmünden kaçan, Yahudi olan veya<br />

olmayan çok sayıda bilim, siyaset ve sanat<br />

adamı eleriyle, çocuklarıyla üniversitelerde<br />

çalımak üzere Türkiyeye sığınır.<br />

Alman profesörlerin dönemi, danıman<br />

Prof. Albert Malchenin 1932 yılında<br />

Türkiyeye adım atmasıyla balamı,<br />

Ankarada Eduard Zuckmayerin de 1972<br />

yılı yaz aylarında ölümüyle kapanmıtır.<br />

Bu 40 yıllık bir dönem, 93 yıllık Türkiye<br />

Cumhuriyetinin yarısına yakın bir<br />

dönemdir. Kitapta, Türkiyede kalıcı etkileri<br />

olan, iz bırakan bu dönemi yazdım.<br />

Alfa Yayınları tarafından yayımlanan<br />

Yurtsuz Kalanlar, Türkiyedeki<br />

tüm kitapçılardan, Avrupada<br />

Frankfurttaki Türk Kitabevinden<br />

temin edilebiliyor. Bir dönem Hürriyet<br />

gazetesinin Avrupa Baskıları<br />

Yayın Yönetmenliğini de<br />

yürütmü olan yazar Halit Çelikbudak,<br />

daha önce 50 Portre<br />

(Önel Yayınevi), Beyaz Yerler<br />

Siyah Olacak (Doğan Kitap) ve<br />

Umut Peronu (Doğan Kitap)<br />

balıklı kitaplarını yayımlamıtı.<br />

(FHF)<br />

48


www.01.avrupa-kultur.eu<br />

www.02.avrupa-kultur.eu<br />

www.03.avrupa-kultur.eu<br />

www.04.avrupa-kultur.eu<br />

www.avrupa-kultur.eu<br />

49


Tuğçe<br />

GAZETECİ İSMAİL EREL’İN KALEMİNDEN BİR CESUR YÜREK<br />

50


FRANKFURT - Gazeteci İsmail Erel,<br />

2014ün kasım ayında uğradığı saldırı sonucunda<br />

girdiği komadan uyanamayıp hayatını<br />

kaybeden Tuğçe Albayrakın öyküsünü<br />

kitaplatırdı. Böyle bir cesur yüreğin genç<br />

kuakların anılarında da yaaması gerektiğine<br />

dikkat çeken İsmail Erel, Almanca<br />

kaleme aldığı kitabın Almanyadaki tüm<br />

Almanyada, ki bunu Alman toplumunu<br />

kastederek söylüyorum, Türk gençleri<br />

hakkında hâlâ yaygın önyargılar var. Bu<br />

önyargılardan en yaygın olanı da, Türk<br />

gençlerinin sosyal aktivitelere katılmaması,<br />

derneklerde ve yardım kurulularında<br />

angaje olmadığı iddiası. Tuğçe tüm<br />

bunlara bir anda cevap oldu. Örnek kiiliği<br />

ile okul yönetiminin büyük takdirini<br />

kazanan, Alman Kızılhaç Örgütünde<br />

angaje olan ve sosyal yaama katılımı olan<br />

Tuğçe ezberleri bozdu, modern bir Türk<br />

kızının güzel yüzü oldu.<br />

- Tuğçe’nin ailesi bu erken vedayı nasıl kar-<br />

ıladı? Aileyi yakından tanıyorsunuz, neler<br />

gözlemlediniz?<br />

’nin dramı kitaplaştı<br />

kitapçılardan (Hugendubel, Thalia) veya<br />

online satı merkezlerinden (www.amazon.<br />

de) temin edilebileceğini belirtti. Yazar<br />

Erel, sorularımızı yanıtladı.<br />

- Tuğçe adı, sadece yürekli bir Türk kızın<br />

hiç hak etmediği bir biçimde ve çok erken<br />

sevdiklerine vedasını içermiyor. Aynı<br />

zamanda çok ilginç bir döneme de karılık<br />

geliyor. Tuğçe, sizce, nasıl bir ortamda ve<br />

nasıl bir Almanya’ya yanıt oldu?<br />

İSMAİL EREL - Davranııyla bir anda<br />

Almanyanın gündemine oturan Tuğçe, kendine<br />

güvenen, yani özgüvene sahip olup da<br />

eğitim seviyesi çok yüksek bir neslin simgesi<br />

oldu. İnsanlar, ilerde öğretmen olup<br />

öğrenci yetitirecek olan Tuğçenin örnek<br />

karakterini haftalarca, aylarca tartıtı.<br />

Gençler, böylesine yürekli bir davranıın<br />

karılıksız kalmadığını, insanların bunu<br />

unutmadığını gördü. Ancak ne olursa olsun<br />

tüm bunlar, Tuğçenin yaamını yitirmesinden<br />

dolaya büyük üzüntü duyulmasının<br />

önüne geçmedi.<br />

İSMAİL EREL - Tabii ki aile için çok zor<br />

günler oldu. Ama bu konu daha çok ailenin<br />

cevaplandırması gereken bir konu. Çünkü<br />

herkes acısını içinde yaar. Ama benim<br />

dikkatimi çeken bazı noktalar oldu.<br />

Bu gözlemlerimi aktarabilirim. Aile, daha<br />

ilk günden itibaren sadece ve sadece<br />

Tuğçenin sağlık durumu ile ilgilendi.<br />

Ailenin yakınları ise ilgilenilmesi gereken<br />

konulara eğildi. Büyük bir dayanıma söz<br />

konusuydu. Dıarıda olup bitenler hakkında<br />

aile sadece haberdar olması gerektiği<br />

kadar bilgilendirildi. Tuğçeye odaklanmı<br />

ailenin konsantrasyonunu bozan<br />

bir eye izin verilmedi.<br />

Ailenin tutumu hep örnek gösterildi.<br />

Kızlarının ölümünden sorumlu olan Sanel<br />

M. ile ilgilenmediler. Adli makamların<br />

ve polisin iini zorlatıracak hiçbir adım<br />

atmadılar, hiçbir giriimde bulunmadılar.<br />

Tamamen hukuka sığındılar, polisin yaptığı<br />

çalımaya ve adli makamlara güvendiler.<br />

51


✤<br />

TUĞÇE<br />

HEM TÜRKLER<br />

HEM DE<br />

ALMANLAR<br />

İÇİN BİR<br />

KAHRAMAN<br />

OLDU<br />

✤<br />

İSMAİL EREL<br />

Gözlemlediğim bir konu da, Tuğçenin<br />

dramını fırsat bilip gündeme gelmeye<br />

çalıan insanların olması. Bunlar ister<br />

akraba olsun ister Tuğçeyi hiç tanımayan<br />

insanlar, yaptıkları açıklamalarla bence<br />

aileyi üzdüler.<br />

- Almanya’daki Türk toplumu Tuğçe’yi ve<br />

müdahalesini nasıl değerlendirdi sizce?<br />

İSMAİL EREL - Türk toplumunda daha<br />

çok bir gurur havası esti. Böyle cesur<br />

bir kızın Almanyada gündemi uzun süre<br />

megul etmesi ve olumlu ekilde gündeme<br />

getirilmesi, Türk toplumunu memnun etti.<br />

Tuğçenin hiç tanımadığı insanların yardımına<br />

koması övülmesi gereken bir<br />

hareket olarak değerlendirildi. Türk toplumu<br />

sosyal medyada da Tuğçeyi haklı<br />

çıkardı.<br />

- Alman çoğunluk toplumu Tuğçe olayını<br />

ve Tuğçe’nin bu toplumdaki yerini nasıl<br />

gördü, değerlendirdi?<br />

İSMAİL EREL - Almanlar, yardıma ihtiyaç<br />

duyan iki küçük kıza koan Tuğçenin yaptığını<br />

kahramanlık olarak görüp değerlendirdi.<br />

Çünkü Tuğçe bu kızları tanımıyordu<br />

bile. Yani Tuğçe bir nevi, kendisinin<br />

dramı hakkında konuan, üzülen insanların<br />

da çocuklarını korumutu. İnsanlar<br />

öyle gördü. Restoranın bayanlar tuvaletinde<br />

bulunan iki küçük kız, onların da<br />

kızı veya kız kardei olabilirdi. Tuğçe,<br />

bu kızların kim olduğuna bakmadan, bu<br />

kızlar için bir tehdit unsuru olan gençlere<br />

kafa tutup onları tuvaletten çıkartmıtı.<br />

Belki birçok genç kız buna cesaret<br />

etmeyecek, Bana dokunmayan yılan bin<br />

yıl yaasın mantığıyla gençlerin yanından<br />

çıkıp gidecek ve yemeğini yemeye devam<br />

edecekti. Ama Tuğçe bunu yapmadı. Tuğçe,<br />

daha önce tuvalete gittiği için orada iki<br />

kızın olduğunu biliyordu. Restoranda olay<br />

çıkartan gençlerin tuvelete gitmesi ve<br />

uzun süre geri dönmemesi, bu sırada kızların<br />

yüksek sesle bağırmalarını duyması,<br />

Tuğçeyi harekete geçirdi. İte tam<br />

da bu nokta, Bana ne demeyen Tuğçenin<br />

Alman çoğunluk toplumu tarafından bağrına<br />

basılmasına neden oldu. Almanlar<br />

olayda belki Tuğçenin kız arkadalarının<br />

da karılık vermesi, gençlerle atımasını<br />

dikkate almadı. Onlar için önemli olan,<br />

bir genç kızın, sadece ve sadece yardıma<br />

kotuğu için saldırıya uğraması ve bu saldırı<br />

sonucu yaamını yitirmesiydi. Tuğçe<br />

onlar için bir kahramandı. Ve öyle de kalmalıydı...<br />

- Tuğçe’yi ikinci ve üçüncü kuak Türkler<br />

ile yaıtı Türkler nasıl algıladı? Siz arada bir<br />

fark saptayabildiniz mi?<br />

İSMAİL EREL - Olaydan hemen sonra bu<br />

drama dahil olduğum için, bazı gözlemler<br />

ister istemez akılda kalıyor. Bence ikinci<br />

ve üçüncü kuak arasında bir algılama<br />

ve olayı değerlendirme farkı vardı. Olaya<br />

tanık olan veya videosunu izleyen gençler<br />

daha çok Neden çevrede duranlar yardıma<br />

komamı derken, biraz daha çevredeki<br />

insanları suçlar bir tavır takındı.<br />

Onlar daha çok Neden engellenmedi<br />

sorusuna takıldı.<br />

Birinci veya ikinci kuak ise, gencin<br />

ailesini suçladı. Bunun bir eğitim sorunu<br />

52


olduğunu, ailenin eğitime gereken önemi<br />

vermediğini ve sorunun aile kaynaklı olduğunu<br />

savundu. O dönem yaptığım görümelerde<br />

bu görüü savunanlar çoğunluktaydı.<br />

Gencin bu denli saldırgan olması,<br />

videoda görüldüğü gibi gözü dönmü gibi<br />

kızların grubuna saldırmaya çalıması<br />

ve Tuğçeye vurması, vatandalara göre<br />

ailenin suçuydu. Çünkü onlara göre aile<br />

oğullarının eğitimine önem verip onu iyi<br />

yetitirmeye çalısaydı, bu saldırganlık<br />

olmayacaktı. Bu saldırganlık olmasaydı,<br />

Tuğçeye saldırı olmayacaktı. Saldırı olmasaydı,<br />

Tuğçe yaayacaktı.<br />

Birinci ve ikinci kuağın savunduğu bir<br />

nokta da, Bu çocuk aile içinde iddet görmese,<br />

iddete yakın olmazdı görüü oldu.<br />

Ki gerçekten de bu görüte olanlar haklı<br />

çıktı. Durumada gencin aile içinde iddete<br />

maruz kaldığı gibi, annesinin de<br />

babası tarafından dövüldüğü ortaya çıktı.<br />

Tüm bunların üstüne, gencin kardeinin<br />

de kız arkadaını tokatlarken görüntüleri<br />

çıktı ortaya.<br />

- Kitabı Almanca yazdınız. Bu, Almanya<br />

ve Alman toplumuna bir mesaj mı? Nasıl bir<br />

mesaj?<br />

İSMAİL EREL – Konu, zamanında Almanyada<br />

çok büyük ilgi uyandırdığı için öncelikle<br />

Almanca yazmayı tercih ettim. Ancak<br />

Türkiyeden de çok insanın okumak isteyeceği<br />

ve Türkçe okumayı tercih edenlerin<br />

de olacağını göz önünde bulundurarak,<br />

aynı zamanda Türkçesini de hazırladım.<br />

Almanca ve Türkçe kitap birbirinin<br />

yüzde 100 tercümesi değil. Almanca baskıda<br />

gereksiz bulduğum veya Almanca<br />

okunmasında Türkçedeki tam anlamını<br />

vermeyeceği için bir-iki küçük detaya yer<br />

vermedim. Aynı ekilde Türkçede de bazı<br />

konular tam aynı değil.<br />

Ama kabaca, genel anlamda, iki kitabın<br />

içerik olarak aynı olduğunu söyleyebiliriz.<br />

O günleri yaayanlar iki versiyonu da okudular.<br />

Özellikle Türkçesini okurken, yine<br />

o günleri yaadıklarını söylediler. Bu da<br />

benim açımdan, anne Sultan Hanımın<br />

duygularını doğru bir ekilde kitaba yansıtabildiğimin<br />

bir göstergesi oldu.<br />

Kitabın Almanca olarak yayınlanmasında<br />

tabii ki Alman toplumunun bir önemi<br />

var. Sonuçta Tuğçenin dramı Almanları<br />

da çok derinden etkiledi. Haftalarca süren<br />

bir medeni cesaret tartıması baladı.<br />

İnsanlar, Ben Tuğçenin yerinde olsam<br />

nasıl davranırdım sorusuna bir yanıt<br />

aradı. Almanca yazılan kitap Alman toplumuna<br />

Tuğçeyi daha yakından tanıtacak.<br />

Haftalarca dillerinden düürmedikleri<br />

Tuğçe nasıl bir insandı? Nasıl bir karaktere<br />

sahipti? Tuğçeyi tanıyabilmek için<br />

daha detaylı bilgiyi bu kitapta bulacaklar.<br />

Çocukluğundan, öldüğü güne kadar,<br />

detaylı bir çalıma oldu.<br />

Alman toplumu, iyilik meleği ve<br />

medeni cesaretin simgesi olarak gördüğü<br />

Tuğçeyi bağrına bastı. Çünkü Tuğçe,<br />

düünmeden hareket etti. Yardım ettiği<br />

kızları tanımıyordu bile. Onun için orada<br />

aslolan, kızların yardıma ihtiyacı olduğunu<br />

hissetmesi. Ve kamuoyundaki tartımalarda,<br />

gazetelerin internet sitelerinde<br />

yapılan okur yorumlarında Tuğçenin<br />

modern Türk kızının yüzü olarak göçmenlerin<br />

de böyle bir konuda kendi canını tehlikeye<br />

atmaktan çekinmeden, kökeni ne<br />

olursa olsun, baka bir insana yardıma<br />

hazır olduğu dile getirildi. Bu noktadan<br />

hareketle bakarsanız, evet; Almanya ve<br />

Alman toplumuna mesaj: Tuğçe sadece<br />

bizim değil, sizin de kızınızdı. Hatırasına<br />

siz de sahip çıkın. Umarım Tuğçe yaptıklarıyla<br />

her zaman akıllarda kalır. (FHF)<br />

z<br />

✤<br />

ALMANCA<br />

YAZDIM, ALMAN<br />

TOPLUMU BÖYLECE<br />

TUĞÇE'Yİ DAHA<br />

YAKINDAN<br />

TANIYABİLECEK<br />

✤<br />

53


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

54


EĞİTİMCİ KEMAL ERTAN’IN GÖZÜNDEN ZOR YILLAR<br />

Çocuklarımız<br />

okusun, bizim gibi<br />

olmasın ısrarı<br />

sonuç verdi<br />

İLHAN AYER<br />

HAGEN Uzun yıllar Federal Almanyada<br />

eğitim alanında çalıan uzmanlardan<br />

Kemal Ertan, bu ülkedeki eğitim<br />

sistemi, göçmenler, uyum, entegrasyon ve<br />

günlük hayatın çeitli sorunları üzerine<br />

sorularımızı yanıtladı.<br />

- Yıllarca çalıtığınız RAA’nın öncülü<br />

sayabileceğimiz Türk “anı danımanlık<br />

bürolarını bize anlatır mısınız? Çalıma<br />

hayatınız boyunca, öğrenciler, veliler<br />

genellikle hangi sorunları çözmek için size<br />

bavururlardı?<br />

KEMAL ERTAN - Balangıçta genellikle<br />

bürokratik sorunların çözümüne ve tercümanlığa<br />

yönelik Die Arbeiterwohlfahrt<br />

(AWO) ve kiliseler bünyesinde danımanlık<br />

hizmetleri veren Türk Danı benzeri<br />

kurumlar vardı. Ağırlıklı olarak sistemle<br />

ilgili bürokratik ilerin kotarılmasında<br />

kurumlar ve göçmenler arasında köprü<br />

görevini üstlenen bu görevlilere, 1970li<br />

yılların ortalarında öğrencilere ev ödevlerine<br />

yardımcı olmak, Almanca öğrenmelerine<br />

destek olacak projeler üretilmesi gündeme<br />

geldi.<br />

İçi yurtlarında ikamet eden, yalnız<br />

yaayan içiler, o tarihlerde Bonnda<br />

bulunan Federal Alman Meclisinin çocuk<br />

parası ile ilgili aldığı karar sonucunda,<br />

elerini, çocuklarını Federal Almanyaya<br />

getirmeye baladılar. Bu karar, 100 mark<br />

tutarındaki çocuk parasını Türkiyede<br />

yaayan çocuklar için 20 marka düürüyordu.<br />

Böylece Almanyada yaayan Türk<br />

sayısı kısa sürede üçe, dörde katlandı,<br />

sorunlar farklılatı, çoğaldı.<br />

Bu değiimi bir örnekle anlatmaya çalı-<br />

ayım: İçi kaldığı yurttan çıkıp ei ve<br />

çocuklarıyla kaloriferli bir eve taındığında,<br />

ısınma maliyetinin yıl sonu denkletirme<br />

faturasında çok yüksek olduğunu<br />

görün ve soluğu Türk Danıta alarak<br />

itiraz dilekçesi için yardım isterdi. Aratırma<br />

sonuçlarıyla görüldü ki, Alman<br />

aileler için geçerli ısınma değeri 20 derece<br />

iken, Türk ailelerde bu değer 25 dereceye<br />

çıkıyordu. Ayrıca, ev çok sıcak olunca pencereler<br />

açılarak ısı ayarı (regulation) yapılıyor,<br />

binlerce mark fazla ödemeye neden<br />

olunuyordu.<br />

Öğrenci sorunları 1970li yılların son<br />

döneminde baladı. Aile birleimi nedeniyle<br />

ailelerinin yanına gelecek çocukların<br />

Federal Almanyaya getirilme yaı 18den<br />

16ya düürülünce endie eden veliler<br />

çocuklarını yanlarına almaya baladılar.<br />

Okullara yatay geçiler yapıldı. İleri yalardaki<br />

gençler için MBSE (Massnahmen<br />

zur Berulichen und Sozialen Eingliede-<br />

55


✤<br />

ALMAN EĞİTİM<br />

SİSTEMİ GÖÇMEN<br />

ÇOCUKLARIN<br />

EĞİTİM VE<br />

ÖĞRENİMİNDE<br />

ÇOK GEÇ<br />

KALDI<br />

✤<br />

rung) benzeri projeler üretildi. Bu yolla,<br />

kimi gençlerimiz i hayatına baladı. Az<br />

oranda yüksekokullara geçerek mezun<br />

olan gençlerimiz oldu. Özünde bu projeler<br />

Almanyanın göçlere ne kadar hazırlıksız<br />

olduğunu, gelimelerin arkasından gelindiğini<br />

ispat eden çalımalar oldular. Benzeri<br />

yüzeysel desteklere güzel bir örnek<br />

vermek gerekirse ilkokullardaki ev ödevlerine<br />

destek kursları gösterilebilir.<br />

Bu kurslar da Türk Danı bünyesinde<br />

hazırlanır, üniversiteli Türk öğrencilere<br />

görevler verilirdi.<br />

Almanyanın yeniden inasında hazır<br />

igücüne ihtiyaç vardı, bu nedenle<br />

Polonya, İtalya ile balayan göç daha sonra<br />

Türkiyeden gelen göçmenleri de kapsadı.<br />

Aileler ve çocuklar hesapta yoktular,<br />

Alman eğitim sistemi yetkilileri, göçmen<br />

çocuklarının eğitimi ve öğretimi için bazı<br />

konularda çok geç kaldı.<br />

- Federal Almanya’da ne kadar özel okul<br />

var? Bu özel okulların statüleri hakkında<br />

bize bilgi verebilir misiniz?<br />

KEMAL ERTAN - Federal Almanyada özel<br />

okul geleneği yoktur. Özel izinlere tabi<br />

olarak eğitim veren az sayıda özel okula<br />

örnek olarak, Kuzey Ren Vestfalya eyaleti<br />

Dortmund kentinde bulunan Yunan<br />

Lisesi ile Wittendeki tıp eğitimi veren yüksekokul<br />

gösterilebilir. Federal Almanyada<br />

yaayan Türkler arasında Yunan Lisesi<br />

gibi bir Türk okulu kurulması çok tartııldı.<br />

Yunan Lisesinden mezun olan<br />

öğrencilerin Alman eğitim sistemi içinde<br />

çok baarısız olması bu isteği zayıflattı.<br />

Bu arada İspanyol Akademisinin<br />

(General Franconun zulmünden kaçarak<br />

Almanyaya sığınmı akademisyen ve<br />

öğretmenlerin kurduğu dernek) baarılı,<br />

gönüllü desteğine değinmek gerekir.<br />

Bu dernek sayesinde, İspanyol öğrenciler<br />

Alman sıradalarından daha baarılı<br />

oldular.<br />

- Bir göç ülkesi olan Federal Almanya,<br />

göçmen eğitim politikaları açısından hangi<br />

evrelerden geçti? imdi de yeni göçmen<br />

dalgalarıyla karı karıyalar. Sizce, yeni<br />

göçmen eğitim politikalarında, geçmiteki<br />

tecrübe-tecrübesizlikleri ne kadar etkili<br />

olacak? 1960’ların göçmen eğitim politikalarıyla<br />

günümüze kadar olan göçmen eğitim<br />

politikalarını bizlere anlatabilir misiniz?<br />

KEMAL ERTAN - Bildiğiniz gibi Türkiyede<br />

1980 askeri darbesini takip eden yıllarda<br />

Federal Almanyaya yoğun bir sığınma<br />

akımı oldu. Bir yılda Federal Almanyaya<br />

100 bine yakın göçmen daha geldi,<br />

sorunlar değiti. Bu göç dalgasının arkasından<br />

yine öğrenci akını baladı. Görevli<br />

olduğum Hagen kentinde yılda ortalama<br />

700e yakın öğrenciyi okullara yerletirdiğimizi<br />

hatırlatmak isterim. Yine o yıllarda,<br />

Afganistan, İran gibi ülkelerden<br />

de Almanca bilgi ve birikimi olmayan çok<br />

sayıda göçmen çocuğu geldi. Daha sonra<br />

90lardaki Balkan krizi ve savaı sonucu<br />

göçen çok sayıda öğrenciyi Eğitim Müdürlüğü<br />

bünyesinde yaptığımız çalımalarla<br />

okullara yerletirdik. Buna güzel bir örnek<br />

olarak RAA Hagen Förderklasse projesini<br />

günümüzdeki göçe cevap verecek<br />

bir örnek olması nedeniyle değinmek istiyorum.<br />

Her dört ortaöğretim okulundan<br />

görevlendirilen öğretmenlerin katılımıyla<br />

oluturulan "destek sınıfına" ülkelerinden<br />

getirdikleri karne notları değerlendirilerek<br />

seçilen göçmen öğrencilere iki yıl süreyle<br />

yoğun Almanca, İngilizce ve matematik<br />

dersleri verildi. Bu sürecin sonunda katılan<br />

öğretmenlerin değerlendirmesi doğrultusunda<br />

öğrenciler, Realschule, Gesamtschule<br />

ve Gymnasiumlara giderek yüksekokullara<br />

devam edebildiler.<br />

- Federal Almanya’da sosyal sınıları göz<br />

önünde bulundurduğunuzda, zengin-fakir,<br />

yerli-yabancı arasında eitlikten söz<br />

edebilir miyiz?<br />

KEMAL ERTAN - 1960lı yıllardaki siyasi<br />

irade, zengin-fakir ayrımını önlemek,<br />

en azından aradaki uçurumu asgariye<br />

indirmek amacıyla, içilerin yoğun olduğu<br />

bölgelerde yüksekokulların açılması kararı<br />

56


aldılar. Bochum Ruhr Üniversitesi buna<br />

bir örnektir. Artık içi, madenci, göçmen<br />

çocukları da mühendis, doktor, iktisatçı<br />

olabilecekti. Ne yazık ki bu gelime<br />

Türklerin sayısı çok, önleri kesilmeli,<br />

sayıları azalmalı propagandası yapan<br />

CDUlu Helmut Kohlun iktidara yürümesine<br />

kadar sürdü. Kohl hükümetinin ilk<br />

ii göçmenlerin iletiim büroları olarak<br />

hizmet veren Türk Danı kurumlarını<br />

biçmek oldu. Bütçeler kısıtlandı. Gençlere,<br />

ailelere yönelik hafta sonu seminerleri<br />

kaldırıldı. Türk-Alman ilikileri gerilmeye<br />

baladı. Helmut Kohl, dönemin Federal<br />

Alman Meclisi Bakan Yardımcısı Liselotte<br />

Funckeyi yabancılara verdiği destek<br />

nedeniyle istifaya zorladı. Bu dönemde,<br />

her eye rağmen yüksekokul bitiren,<br />

i hayatına balayan genç nesil takdire<br />

layıktır. Çünkü eitlikten, uyumdan<br />

uzaklaılan bu dönemde, Türk öğrencileri,<br />

Alman sıradalarından bir veya iki<br />

tık önde olmu, i hayatına atılmılardır.<br />

Çocuklarımız okusun, bizim gibi zor, pis<br />

ilerde çalımasınlar sözleri, o dönemde,<br />

danımanlarımızın öğrenci velilerinden en<br />

çok duyduğu cümleydi herhalde.<br />

- Alman sağlık sisteminde hastalar gidecekleri<br />

aile doktorlarını, uzman doktorlarını,<br />

kısıtlanmı olsa da sağlık hizmetleri<br />

görecekleri hastaneleri seçebiliyorlar.<br />

Alman eğitim sisteminde aynı durum söz<br />

konusu değil: Öğrenciler ilkokul 4’üncü<br />

sınıfın ilk döneminde sadece 3 dersin ortalaması<br />

alınarak öğretmenleri tarafından<br />

gidecekleri okullar belirleniyor. Son yıllarda<br />

öğrencilerin istediği okula yazılabilmesi<br />

yasası çıkarılırken, yasanın uygulanabirliği,<br />

bazı okulların öğrencileri geri çevirmesi,<br />

yasanın pratiğinde kukular uyandırıyor.<br />

Gidilecek okul belirlenirken merkezi<br />

bir sınav sistemi de yok. Sonuç olarak,<br />

öğrenciler gidecekleri okulları kendileri<br />

seçemezken, öğretmenler kendi ölçülerine<br />

göre öğrencilerini okullara gönderiyorlar.<br />

Alman eğitim sisteminde, öğretmen çalımalarının<br />

kontrol mekanizmalarını da göz<br />

Kemal Ertan, 1950 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul<br />

Haydarpaşa Lisesi’nden sonra, İstanbul Üniversitesi Jeofizik<br />

Mühendisliği Bölümü’nü 1974 yılında bitirdi. 1975 yılında,<br />

ülkenin 70 cente muhtaç olduğu, işsizliğin kol gezdiği kriz<br />

döneminde Federal Almanya’ya göç etti. Göçmenlere yönelik<br />

bir danışmanlık bürosu olan “Türk Danış”ta görev yaparken,<br />

ikinci üniversitesi olan “Dortmund Fachhochschule”den “Sozialarbeiter”<br />

(sosyal hizmetler uzmanı) olarak mezun oldu.<br />

Çalışma hayatını Kuzey Ren Vestfalya eyaleti, Hagen Eğitim<br />

Müdürlüğü’nde ve Gençlik Daire’sinde geçirdi. 2008 yılında,<br />

eğitim kurumlarında geçirdiği yirmi yıllık bir çalışma hayatından<br />

sonra emekli oldu. Ertan, kendi çalışma bölgesindeki<br />

birçok dernek ve kurumun kuruluşlarına katıldı, yardım etti.<br />

Dernekler ve çatı örgütler arasındaki uyumsuzluğun giderilmesinde<br />

öncü roller oynadı. Birçok demokrat kuruluşa da<br />

dışarıdan destek verdi. DİTİB’e bağlı cami yönetimleriyle, Alevi<br />

dernekleriyle yakın ilişkilerde bulundu, sorunların çözümü<br />

için çalıştı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı<br />

çok uluslu, dini bayramların da çok dinli olarak kutlanmasına<br />

önayak oldu. Dinlerarası diyaloğun gelişmesinde her zaman<br />

öncü rolü üstlendi. Federal Almanya’daki siyasi partilerle iyi<br />

ilişkiler geliştirerek göçmenlerle yöneticiler arasında köprü<br />

görevi gördü. Bütün bunların yanında, Türkiye’den ve çeşitli<br />

ülkelerden gelen öğrencilerle özel olarak ilgilendi, onların dil,<br />

kalacak yer ve okul sorunlarına acil çözümler bulmaya, yardımcı<br />

olmaya çalıştı.<br />

KEMAL<br />

ERTAN<br />

KİMDİR?<br />

57


✤<br />

FEDERAL<br />

ALMANYA BİLGİ<br />

BİRİKİMİNİ<br />

ADİLCE<br />

DAĞITMAKTA<br />

ÇOK<br />

GERİDEDİR<br />

✤<br />

önünde bulundurarak, bir göçmen ülkesi<br />

olan Almanya’nın eğitim sisteminin adaletli<br />

olup olmadığını tartıır mısınız? Sistem<br />

öğrenci seçiminde ne kadar baarılıdır?<br />

KEMAL ERTAN - Federal Almanya eğitim<br />

sistemi velilerin okul yönetimi ve öğretmenlerle<br />

iyi, yoğun ilikiler kurulmasını,<br />

hatta yönetimlerde söz sahibi olmasını<br />

öngörüyor. Yoğun ve kötü koullarda<br />

çalııyorsanız bu bağlamda sistem dıı<br />

kalıyor ve çocuğunuzu kaderine terk<br />

ediyorsunuz demektir. Böyle bir sistemin<br />

adaletli olduğunu kimse iddia edemez.<br />

Öğretmen dostlarımızın çoğunluğu yabancılara<br />

yakındır ve adaletli olmaya çaba<br />

gösterirler. Ancak sistem, dı faktörler bu<br />

olumlu etkiyi zayılatır. Eğer bir okulun<br />

öğrenci sayısının azalması ile okulun<br />

kapanması yasal zorunluluksa, bu sayı göz<br />

önünde tutulur, okulun ayakta kalması<br />

önceliktir.<br />

Sosyal bilimci hocalarımız göçleri veren<br />

ve alan toplumlara yararlı sonuçlar getirdiğini<br />

verilere dayanarak anlatırlar. Türkiye<br />

örneği bu konuda çarpıcıdır. Bugün<br />

Federal Almanyanın gelimilik düzeyine<br />

göçlerin katkısı açıktır. Göçün sadece<br />

maddi değil, kültürel, sportif sanat, bilim<br />

alanlarında karılıklı yararlar sağladığını<br />

gösteren birçok örnek verebiliriz.<br />

- Federal Almanya’da okul, öğrenci, çalıma<br />

hayatı ilikisini anlatır mısınız? Alman<br />

eğitim sistemi, Alman endüstri ve ticaret<br />

hayatı ile ne kadar iç içe?<br />

KEMAL ERTAN- Federal Almanya<br />

bilgi birikimi açısından dünyada en önde<br />

gelen ülkelerden biridir. Ancak bu birikimi<br />

adilce dağıtmakta çok gerilerden gelmektedir.<br />

Pisa aratırmalarından ilkinde<br />

28inci sırada yer alan Federal Almanya,<br />

dı ticarette birinci sırada. Bu çeliki,<br />

durumu özetlemektedir.<br />

- Uluslararası Pisa testinde Federal<br />

Almanya önceleri orta sıralardayken,<br />

son yıllarda yukarılara tırmandı.<br />

Sistemde arada bir değien eyler var mı?<br />

Alman eğitim sisteminin, Pisa testinde<br />

hemen hemen her yıl birinci olan Finlandiya<br />

eğitim sisteminden neyi eksik?<br />

Neler düünürsünüz bu konuda?<br />

KEMAL ERTAN - Finlandiya düzeyine<br />

gelmek için Alman eğitim sistemi çağda<br />

düzeye getirilmek üzere gözden geçirilmeli,<br />

göçmen potansiyelinin gözardı edilmemesi<br />

gerekmektedir. Nal toplamayı<br />

bırakıp, vizyonel çıkılarla bilim alanında<br />

öne geçmek çok da zor değil, yeter ki<br />

siyasi irade bu alana yoğunlasın.<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

58


SELDA, DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’NDE KONSER VERECEK<br />

Yorulmayan sanatçı Berlin’de<br />

BERLİN - Türkiye’deki popüler müziğin tanımış ismi Selda, 1 Eylül’de Berlin’de Türk ve Alman müzikseverlerle<br />

buluşacak. 1 Eylül <strong>2016</strong>’daki konser gecesinde Selda’nın İsrailli müzik grubu “Boom Pan” ile birlikte<br />

yer alacağı bildirildi. Konser organizasyonundan yapılan açıklamada, Selda’nın sadece Anadolu pop müziğinin<br />

ünlü bir ismi olmakla kalmadığına dikkat çekilirken, bu büyük sesin 70’li yıllardan bu yana kristal yalınlığındaki<br />

sesiyle Türk müzikseverlerinin gönlünde taht kurmayı başardığı ve ilerici duruşuyla Türkiye işçi<br />

sınıfının bir starı konumunda olduğu da vurgulandı.<br />

Program bildirisinde, düşüncelerine paralel müziğiyle haklı bir üne kavuşan ve geçmiş askeri darbelerde<br />

cezaevi deneyimleri yaşayan Selda’nın, artık uluslararası kültür arenasında da bir otorite olduğuna işaret<br />

edildi. Selda, 1 Eylül’deki konserde “Surfrock-Band Boom Pan” eşliğinde sahne alacak ve ilerici diskografisinin<br />

yanı sıra yeni çalışmalarından da örnekler verecek. Konserle ilgili ayrıntılı bilgi www.pop-kultur.berlin adresinden<br />

alınabiliyor. (FHF)<br />

59


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

60


61


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

62


Aylık Kültür ve Aylık Sanat Kültür Dergisi ve Sanat | Eylül Dergisi <strong>2016</strong> | | Şubat Sayı: <strong>2016</strong> 7 | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Sayı: 01<br />

Caricatura<br />

Museum Frankfurt<br />

Sebastian<br />

Krüger’in pop<br />

insanları<br />

Yobaz<br />

Batı’nın<br />

yobaz<br />

Doġu’su mu?<br />

Alp<br />

Hamuroğlu<br />

■ <strong>AVRUPA</strong>’DAKİ TÜRK GAZETELERİNİN ÖLÜMÜ<br />

■ BERLİN'DE SERGİ: ARABESK "İZLERİMİZ"


2


İçindekiler<br />

ALP HAMUROĞLU İÇİN KİLİT SÖZCÜKLER: AYDINLANMA VE DEVRİM<br />

Yobaz Batı’nın panzehiri yobaz Doğu değil<br />

Çalışmalarını uzun yıllardır Almanya’da sürdüren yazar-araştırmacı Alp Hamuroğlu yeni kitabında<br />

Batı ve Doğu karşıtlığını işledi. Merkezinde Türkiye’nin ve Cumhuriyet Aydınlanması’nın bulunduğu<br />

bir coğrafyadaki aydınlanma atılımının derinleştirilmesi halinde insanlık için yeni bir çağ açılabileceğini<br />

hatırlatan Hamuroğlu, sorularımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 4<br />

SEBASTIAN KRÜGER’İN MÜTHİŞ DÜNYASINDAKİ İNSANLAR<br />

Hitler ve parmağı<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Frankfurt’un küçük ama çekici karikatür müzesi “Caricatura Museum”, şu sıralarda müthiş bir portre<br />

ustasının yapıtlarıyla yeniden ilgi odağı. Genç yaşta uluslararası üne kavuşan ve çalışmalarıyla neredeyse<br />

başından itibaren herkesi şaşırtan Sebastian Krüger, yapıtları ve dünyasıyla ziyaretçileri büyülemeyi<br />

sürdürüyor. Sanat tarihçileri, Sebastian Krüger’in sanatını, günümüz medya dünyasının<br />

toplumdaki vazgeçilmez kişileri ve kendi görüntüsünün hayranı olan narsist kişiliklerin betimlemesi<br />

olarak yorumluyorlar. Bu istisnai portre ustasının yapıtları, medya ırmağının sanatsal resepsiyonunda<br />

kurgu ve gerçeği iç içe işliyor.<br />

SAYFA: 18<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DA ÇÖKEN “MARKA” TÜRK GAZETELERİ<br />

Gazetelerin ardından Türkçe de biter mi?<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Marka Türk gazeteleri sapır sapır dükülüyor. Her geçen gün biraz daha ölen bir sektörle karşı karşıyayız.<br />

Yaklaşık 5.5 milyon Türkiye kökenli, yani Türkçe kullanabilen insanın yaşadığı Batı Avrupa’da,<br />

günlük Türkçe gazeteler iilen ve ekonomik gerekçeler temel alındığında, çoktan beridir bitmiş durumda.<br />

Türkçeli milyonların ilgisizliği burada bir rol oynuyor olabilir belki, ama tek neden bu mu? İki<br />

yerel yayıncı, Mustafa Bozdurgut ile Günal Günal’ın analizleri...<br />

SAYFA: 24<br />

HAMBURGER BAHNHOF MÜZESİNDE "İZLERİMİZ"<br />

Berlin'de arabesk ve Türk pop kültürü<br />

Türkiye’nin önde gelen sanatçılarından Gülsün Karamustafa, arabesk, gecekondu ve çağdaş pop<br />

kültürün sadece Türkiye’de değil, “göçebeler” üzerinden Berlin’e nasıl yansıdığını ve “kimlik kurucu”<br />

niteliğini sergileştirdi. Haziran ayında açılan ve 23 Ekim <strong>2016</strong>’ya kadar Hamburger Bahnhof -Museum<br />

für Gegenwart salonlarında sürecek olan “Chronographia” başlıklı ser gide, sanatçının son 40 yıla<br />

yayılan çalış malarından örnekler bir kompozisyon halinde izleyici önüne çıktı.<br />

SAYFA: 42<br />

3


ALP HAMUROĞLU İÇİN KİLİT SÖZCÜKLER:<br />

AYDINLANMA VE DEVRİM<br />

Yobaz Batının<br />

panzehiri<br />

yobaz Doğu değil<br />

4


Alp Hamuroğlu<br />

❦<br />

Çalışmalarını uzun yıllardır Almanya’da<br />

sürdüren yazar-araştırmacı Alp Hamuroğlu<br />

bir süre önce yayımlanan yeni kitabında<br />

Batı ve Doğu karşıtlığını işledi. Merkezinde<br />

Türkiye’nin ve Cumhuriyet Aydınlanması’nın<br />

bulunduğu bir coğrafyadaki aydınlanma<br />

atılımının derinleştirilmesi halinde insanlık<br />

için yeni bir çağ açılabileceğini hatırlatan<br />

Hamuroğlu, kitabından hareketle sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

❦<br />

FRANKFURT<br />

- Kitabınızın bir güven arayıına temel<br />

sağlamak ve aydınlanmanın nasıl önemli bir<br />

hareket noktası olduğunun altını çizmek<br />

için yazıldığını söyleyebiliriz. İslam’ın<br />

Avrupa’dan tarihsel süreç içinde temizlenme<br />

çabalarını biliyoruz. Büyük ölçüde<br />

baarılı oldukları da anlaılıyor ve hatta<br />

bugün yeni bir yeni düman da yaratmı<br />

görünüyor Avrupa plütokrasisi: İslamcı<br />

terörizm gibi ilk bakıta gerçekten makul<br />

bir gerekçeye yaslanarak tabii… Sizce<br />

bugün İslam’ı Avrupa’dan temizlemek<br />

isteyen güçlerin bir baarı ansı var mı?<br />

Yoksa, neden yok? Yani, İslamcı olmasa da<br />

İslamî kültürün yalı kıtadan sürülmesi<br />

anlamında bir süreç neden ve hangi koullarda<br />

mümkün olamaz?<br />

ALP HAMUROĞLU - İlk cümlenizin<br />

yerinde bir değerlendirme olduğunu<br />

düündüm. Doğulular olarak güvene<br />

ihtiyacımız var. Yalnız, hareket noktası<br />

olarak, aydınlanmaya devrimi de eklemek<br />

gerekiyor. Bunlar zaten birbirlerini davet<br />

ediyor. Aydınlanma devrimle birlikte<br />

olmazsa, daha doğrusu devrime varmazsa<br />

hiç anlamlı değil. Bu yüzden Aydınlanma<br />

Avrupada devrimle birlemi, Aydınlanma<br />

devrime varmıtır. Bizde de Aydınlanma<br />

devrimle birliktedir, Aydınlanmaya<br />

devrim elik etmitir. Baka türlü<br />

olmazdı.<br />

5


ÖNSÖZ’den<br />

Bu kitabın konusunun dönem olarak sınırı, Orta<br />

Çağın sonudur. ”sas olarak da Osmanlı devletinin<br />

kuruluuna kadardır. Osmanlılardan balayan ve<br />

Orta “oğu - ’vrupa, İslamlık-Hıristiyanlık ilikileri<br />

yeni bir sayfadır ve o zamanki tarihsel seyre<br />

göre farklı özelliklerdedir. Hele hele ’vrupanın yükselii<br />

tamamen ayrı bir hikâyedir. Bu yükseli rollerin<br />

değiimine yol açmıtır. Hıristiyanlığın kitleler<br />

üzerinde olumsuz etkilerine karı ortaya çıkan tepkiler<br />

yanında, ’vrupanın her yanında hükümdarlar<br />

Papalığın ve din adamlarının ağırlığını yok edici<br />

tutumlar göstermiler, Kilisenin kaygılarına aldırmayarak<br />

bilime ve dindıı sanata destek vermilerdir.<br />

Hümanizma ve ’ydınlanmayı da dahil ettiğimizde<br />

’vrupada gelime ve ’vrupada tarihin ilerlemesi,<br />

Hıristiyanlığa karı yürütülen mücadeleler sayesinde<br />

gerçeklemiti. Bunun yaandığı süreçte ve sonrasında<br />

ise “oğuda atılımlar sona ermi, durgunluk<br />

yaanmaya balamıtır.<br />

Bu dönemin sonrasında “oğu, ’vrupalılar arasında<br />

önce, merak, amatör ilgi alanı ve aydınlanma<br />

olarak önem kazanmıtı. “oğu, Orta Çağ ’vrupalıları<br />

için zaten her zaman önemliydi, varılması istenilen<br />

bir yerdi. İstanbulun fethi sonrasında keilerin<br />

balaması, “oğuyu ulaılabilecek ve ulaılabilen bir<br />

hedef olarak öne çıkarınca sömürgeciliğin yolu açıldı.<br />

“oğuya giden yollar sömürgelere giden yollar oldu.<br />

“oğu eittir sömürgelerdi artık. Sömürgecilerinse<br />

“oğu meraklılarına ihtiyacı vardı. Hevesler, maceralar<br />

ve öğrenme tutkuları mesleğe dönütü, dönütürüldü.<br />

Sonraları oryantalistler denecek olacak bu<br />

meraklılar grubu, sömürgeciler tarafından istihdam<br />

edilmeye balandı. “oğuya giden ve yeni kıtalara<br />

açılan her gemide, yalnız savaçılar ve dinadamları<br />

değil, aynı zamanda bilgi toplaması ve bilgilenmesi<br />

istenen bu meraklı insanlar da vardı. Bunların<br />

arasındaki bazı meraklılar bir zaman daha geçince<br />

görevliye dönüecek, meraklar bilimsel bir düzeye<br />

çıkacaktı. “oğu meraklılarının çalımaları, ’vrupalı<br />

devletlerin teviki ve himayesinde bilim haline gelmiti,<br />

artık bir oryantalizm vardı. Bu oryantalizm,<br />

emperyalizm döneminde Batının kültürel alandaki<br />

ideolojik, sanatsal, bilimsel cephesi olacaktı.<br />

ORYANTALİZM VE OSMANLI<br />

’slında oryantalizm ii yeni değildi. Büyük<br />

İskender bu iin öncüsüydü. “oğu seferine çıkmadan<br />

önce, “oğulu ve “oğudan gelen insanlardan bilgi<br />

edinmek için onları toplatmı, ama bununla yetinmemi,<br />

yüzlerce bilimciyi ve meraklıyı seferden<br />

birkaç yıl önce “oğuya göndermi, bilgi toplayıp<br />

gelmelerini istemiti. İlk oryantalistler onlardı.<br />

Batının Oriente merakına karılık “oğu toplumlarında<br />

ve devletlerinde, Oryantalizmin simetrik ei<br />

ve karılığı olabilecek bir merak ve disiplin yoktu.<br />

“oğaldı, kendilerinin batısının bir önemi yoktu ki<br />

onlarda bununla ilgili bir merak ve ilgi olsun. Kendine<br />

yeterli (otarik) ve belirleyici durumda olan toplumlarda<br />

dıarıya ve ötekine karı bir öğrenme hevesi<br />

ortaya çıkmıyordu. Çin, Orta ’syanın ötesini, Hindistan,<br />

dağların ardını, Kuzey ’frika uygarlıkları,<br />

Güney ’frikayı, Roma, İskandinavyayı merak etmiyordu,<br />

etmezdi.<br />

Büyük İskenderin ’vrupaya, Moğolların ve Hz.<br />

Muhammedin ’vrupanın kuzeyine ilgi duymadıkları<br />

biliniyor.<br />

Gelelim, oryantalizmin esas konusu olan İslam<br />

devletlerine ve Osmanlıya. ’vrupada merak edilen<br />

İslam dünyasında ve Osmanlıda, kendisinin batısı<br />

konusu ilgi alanına fazla girmemiti. “oğulular ve<br />

bizler için ’vrupayı merak etmek uzun bir süre hiç<br />

söz konusu olmadı. Binlerce yıllık tarihi olan elçilikler<br />

kendisinin batısı için uzun bir dönem boyunca<br />

İslam dünyasının hiç aklına gelmedi. Osmanlıda<br />

’vrupa ülkeleri için elçilikler kurulduğunda, görevliler<br />

resmi ilerin ve merkezden para istemenin<br />

dıında bir ey yapmıyorlardı. Oksidentalizm diye<br />

bir alan veya disiplin olumadı.<br />

Ortaya çıktıkları zaman üç din birbirlerinden etkilenmiler,<br />

birbirlerine göre konumlanmılar ve birbirleriyle<br />

mücadele içinde olmulardır. Hıristiyanlık<br />

ve Müslümanlık, özellikle ilk dönemlerinde Musevilikten<br />

katılımlarla büyümülerdir. Tersi, yani bu iki<br />

dinden Museviliğe yönelik bir akı hiçbir zaman olmamıtır.<br />

İslam ülkelerinde Müslüman olarak din değitirenler<br />

muhtedi olarak adlandırılmılardır. İrtida ise<br />

İslamdan çıkıtır, bunlara mürtediyyin (İslamdan<br />

6


dönenler) denir; tanassur, Hıristiyanlamadır.<br />

İslamdan ayrılmanın cezası vardır, aynı zamanda,<br />

İslama katılma dıında din ve mezhep değitirmenin<br />

de (yani Musevinin Hıristiyan, Ortodoksun Katolik<br />

olması gibi). Tarih boyunca İslamdan çıkıp diğer dinlerden<br />

birine geçmenin cezası ölümdür. ’ncak toplumlarından<br />

kopanlar, gittikleri veya götürüldükleri<br />

yerlerde ülkelerine geri dönemeyenler için böyle<br />

bir ceza olamamaktadır, ama bu durum zaten çok az<br />

görülmütür.<br />

Hıristiyanlık sonrası bir din olarak İslamın Hıristiyanlıktan<br />

etkilenmesi kaçınılmaz, kendini Hıristiyanlığa<br />

göre biçimlendirmesi doğaldı. Bunların ötesinde<br />

Hıristiyanlığın zaafı olarak gördüğü eylerin<br />

kendisine yapımasına karı da önlemler almıtır.<br />

6. yüzyılda İslamiyet ortaya çıktığı zaman ’vrupa<br />

da yoktu, Batı uygarlığı da. “oğu Roma İmparatorluğu<br />

dıında tutulacak olursa, ’vrupa ile İslami bölgenin<br />

Hıristiyanlığı ciddiye alınması gerekmeyen<br />

durumdaydılar. İslamın tedbirleri, yalnızca geriliğe<br />

karıydı. Buna karılık Hıristiyanlık da İslamdan<br />

birçok bakımdan etkilenmi, rakip ve düman gördüğü,<br />

çatıtığı zamanlarda ayrılıklarını belirginletirme<br />

yolunu izlemitir. Hem somut olmayan bilgilenmelerle<br />

dümanlıklar yaratılmı, hem de kasıtlı<br />

olarak aleyhte propaganda yapabilmek için İslamı<br />

ve Muhammedi kötülemeye çalıan söylenceler üretilmitir.<br />

“oğu Roma İmparatorluğunda ise İslamın<br />

plastik sanatlar konusundaki tedirginliği ve hassasiyeti<br />

hiç beklenmedik bir etkilenmeye yol açmı, bu<br />

etkilenme “oğu Hıristiyanlığında iconoclastie olarak<br />

kendini göstermitir. Bunun yaandığı dönemde (8.<br />

ve 9. yüzyıllar) “oğu Roma İmparatorluğunda devlet<br />

tutumu olarak büyük baskılar ve kıyımlar yapılmıtı.<br />

Hıristiyanlık coğrafya, toplumlar ve kültürler<br />

bakımlarından yer değitirdiği için din olarak da<br />

çok farklılatı. “oğu Kiliseleri ’vrupa Kiliselerinden<br />

oldukça değiikti. “oğu Kiliseleri, yani İmparatorluk<br />

(Ortodoksluk), Süryani, ”rmeni, Monoizit (Kıpti,<br />

Habe), Nasturi vb. Kiliseleri, hepsi birbirlerinden<br />

de ayrı ve birbirlerine göre de farklıydı. Hıristiyanlığın<br />

felsei tartımalar içine girdiği yeni toplumların<br />

Hıristiyanlık öğretisinde yaptığı kırılmalar, Hıristiyanlığın<br />

pratiğe yansıyan tarihinde bir yeri olmakla<br />

birlikte, Hıristiyanlığın ’vrupa çizgisini değitirici<br />

nitelikte olmadı.<br />

TOPLUMLARLA DÖNÜŞEN DİN<br />

Yayılmakta olan bütün dinlerde her yeni toplum<br />

ve her yeni coğrafya dinin adeta yeni ve baka bir<br />

versiyonu gibidir. ’ncak bu olgu Hıristiyanlıkta versiyonların<br />

birbirlerinden farklı olmasıyla kalmamı,<br />

birbirleriyle çatımalarına, Kiliselerin birbirlerine<br />

karıt olmalarına ve hatta birbirlerini düman olarak<br />

görmelerine de yol açmıtır. Yayılma büyüyüp -Rus<br />

Kilisesi gibi- yeni kiliseler de ortaya çıktıkça rekabetin<br />

iddeti artmı, çatımaların alanı genilemitir.<br />

Kiliseler arasındaki bu benzemezliklerin nedenlerinden<br />

biri Hıristiyanlığın merkezinin, çıktığı topraklardan<br />

uzaklamasıydı.<br />

İslamiyet bu sorunu aynı ölçüde ve benzer bir<br />

ekilde yaamadı. Osmanlı dönemi balayana kadar<br />

ilk yayıldığı topraklardaydı. Barıçı Hıristiyanlık<br />

’vrupaya geçtiğinde Romanın kanlı oyunlarını<br />

ve iddeti yasaklar, hatta jimnastiği de. Böylece<br />

Romanın iddet geleneğine karı gelerek yararlı bir<br />

i de yapmıtır, ancak kısa bir süre içinde ’vrupanın<br />

iddetine yenilecek ve bizzat kendisi iddetin kaynağı<br />

olacaktır. İlk bağımsız Hıristiyan devletler<br />

İspanyada ortaya çıkmıtı. Leon, ’sturias, Castilla,<br />

’ragon, Navarra. ’rkasından orta ’vrupanın<br />

Roma özentili Cermen devletleri/devletçikleri Hıristiyanlatı<br />

ve geleneksel iddetlerini Hıristiyanlığın<br />

iddetine dönütürdüler, Hıristiyanlığın hizmetine<br />

sunulan iddet, ’vrupanın dinsellikle harmanlanmı<br />

iddeti oldu.<br />

İslamiyet, bir kültürel merkez, uygarlık odağı<br />

olutururken, o zamana kadarki bütün kültürlerin ve<br />

uygarlıkların birleme ve harmanlanma yeri olurken,<br />

Hıristiyanlık ’vrupası kendine dıarıdan hiçbir ey<br />

katamıyordu. Orta Çağ, Hıristiyanlığın karanlık çağı,<br />

İslamiyetin altın çağıydı.<br />

(DOĞU’DAN BATI’YA UYGARLIK KAPILARI,s. 19-22)<br />

7


✤<br />

İSLAM'IN<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DAN<br />

KOVULMASI<br />

GEREKMİYOR, ZATEN<br />

BU MÜMKÜN DE<br />

DEĞİL.<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DAKİ İSLAM...<br />

Tarihte İslamın Avrupadan atılması<br />

Hıristiyanlığın Avrupa toplumlarına verdiği<br />

bir tekçi özellikten dolayıydı, tek-din anlayıının<br />

sonucuydu. Bugün ise Avrupalıların<br />

amacı İslamın kendi coğrafyalarından<br />

uzaklatırılması değil, ondan kurtulmak<br />

değil. Böyle bir ey doğru görülse de,<br />

bugünkü amacın İslamdan arınmakla bir<br />

ilgisi yok. Bu bakımdan İslamı Avrupadan<br />

temizlemek güncel bir politika olmuyor.<br />

İslam olumsuzlanıyor, hem teröristletiriliyor,<br />

hem de terörist olarak olumsuzlamaya<br />

araç ediliyor. Dümanlatırılan<br />

İslam, dünyasal politikaların gereği.<br />

İslamın terörist örgütlerce temsil ediliyor<br />

hale getirilmesi bir ihtiyaçtı. El Kaide,<br />

El Nusra, Taliban, IİD, Boko Haram gibi<br />

terörist örgütleri Batılılar ortaya çıkardı,<br />

besledi, örgütledi, destekledi, kullandı ve<br />

hâlâ da çok yönlü olarak kullanıyor. Çok<br />

yönlüden kastım u: Hem bunların vah-<br />

etine karı Batı kamuoyunu amaçlarına<br />

alet ediyor, hem bunlara karı mücadele<br />

ederek çeitli yerlerde müdahale ve<br />

igal haklılığı kazanıyor, hem de, (ikisi de<br />

kendisine bağlı olan) bir terörist örgüte<br />

karı bir diğer terörist örgütü savatırıyor.<br />

Bu son söylediğime en somut ve güncel<br />

örnek, acımasız ve korkunç IİDde karı<br />

mücadelesinde PKKnın Suriyedeki yerel<br />

örgütlenmesi olan terörist PYDyi kara<br />

gücü olarak kullanmasıdır.<br />

Sonuçta, İslamın Avrupadan kovulması<br />

gerekmediği gibi, bugünkü artlarda<br />

(hatta yarınki artlarda bile) mümkün de<br />

değil. Buna karın bütün Avrupa ülkelerinde<br />

Müslümanların daha fazla ayrımcılığa<br />

uğrayabileceğini, daha fazla dılanabileceklerini,<br />

daha kötü artlara itileceklerini<br />

düünmemiz gerekiyor.<br />

Sözünü ettiğiniz İslami kültürün yalı<br />

kıtadan sürülmesinden ne kastettiğiniz<br />

bence çok açık değil, Müslümanların varlığına<br />

bağlı olan camiler (yalnız Almanyada<br />

2500 civarında) ve diğer İslami kurumlar<br />

bir kültürden ziyade örgütlenmelere kar-<br />

ılık geliyor. Bunların Avrupalılar için<br />

fazla bir anlamı zaten yok. İslami kültürü<br />

Avrupa geçmite, yani tarihte reddettiği<br />

gibi, bugün de içselletirmi falan değil.<br />

Bu bakımdan sürülmesi de söz konusu<br />

olmaz.<br />

Ancak Avrupalılar için günümüz siyasetlerine<br />

karılık gelecek bazı sorumluluklardan<br />

söz edilebilir. Örneğin, ABD merkezli olarak<br />

desteklenen İslami terörle Avrupa kendisi<br />

arasına sınır çekebilir, çekmelidir. Orta<br />

Doğu vekalet savalarında bata Almanya<br />

olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin<br />

rolü olduğu, bölgenin terörist örgütlerine<br />

Avrupa devletleri tarafından silah ve eğitim<br />

verildiği bilinmektedir. Ayrıca Almanya<br />

yakın geçmite Türkiye Cumhuriyetiyle<br />

hesaplamasının bir yönü olarak, PKKya<br />

olduğu gibi, Türkiye bağlantılı gerici İslami<br />

tarikatlara da destek vermiti. Alman<br />

İslamında bunlara değinilmiti. Almanyada<br />

protokolde yeri olan halife bile vardı.<br />

Kara Ses Cemalettin Kaplan Alman devleti<br />

nezdinde itibarlıydı vb...<br />

MÜDAHALE MÜMKÜN<br />

- Avrupa’nın hegemon ülkesi/devleti Federal<br />

Almanya’da, kökleri Türkiye’de olan, Türkçe<br />

kullanabilen 3 milyonu akın insan yaıyor.<br />

Bu insanlar sizce Avrupa tarihine nasıl<br />

bakıyor? Hazır buldukları bu öznel tarihe<br />

müdahale edebilecek güç ve iradeleri var mı<br />

gerçekten?<br />

8


ALP HAMUROĞLU - Almanyada yaayan<br />

Türklerin çoğunun Avrupa ve Alman<br />

tarihi konusunda fazla bilgisi yok.<br />

Uyumda baarılı oldukları söylense de<br />

ilikide oldukları insanlar ve yaadıkları<br />

dıında fazla görgüleri ve bilgileri<br />

de bulunmuyor. Bu söylediklerim elbette<br />

yüzeysel bir genelleme, ama bu genellemeye<br />

göre, Almanyaya toplumsal ve<br />

siyasal olarak müdahale ansımız da<br />

fazla değil. Yeni kuaklar ayrı bir konu,<br />

ikinci ve üçüncü kuakların olumlu etkileri<br />

on yıllardır herkesin görebileceği<br />

ölçüde ortada. Bunun elbette ivme kazanacağını<br />

ve hem Almanya, hem de Türk<br />

toplumu için büyük yararlar sağlayacağını<br />

düünmek fazla iyimserlik değil.<br />

Gelimenin yönü bu. Gençliğe de zaten<br />

güvenmek lazım.<br />

- Avrupamerkezcilik, bugün ve 5,5 milyon<br />

Türkiye kökenli Avrupalı için mi bir sorun,<br />

yoksa Türkiye için mi? Batı’nın üstünlüğü<br />

ideolojisiyle donatılmı Yeni Avrupalılar,<br />

özellikle de bu topluluk içindeki<br />

Türkiye kökenliler, nasıl bir yaam alanında<br />

çırpınıyorlar sizce? unu sormak<br />

istiyoruz: Avrupamerkezciliğin karısına<br />

bir İslammerkezcilik ile çıkmak ne gibi<br />

sonuçlar doğurur?<br />

ALP HAMUROĞLU - Avrupamerkezcilik,<br />

sömürgecilikle baladı, 19uncu<br />

yüzyılda zirvesini yaadı, 20nci yüzyıldan<br />

sonra Batımerkezciliğe evrildi.<br />

Hatta bu Batımerkezcilik halini almada<br />

Avrupanın ağırlık kaybettiğini bile söylemek<br />

mümkün. Ayrıca esas olarak 20nci<br />

yüzyılda Batı aydınları arasında, özellikle<br />

tarih, kültür ve sosyal bilimler alanlarında<br />

Avrupa ve Batıyı merkeze alan<br />

anlayılara karı görüler de ortaya çıktı,<br />

çok önemli çalımalar yapıldı. Hıristiyanlığın<br />

bilim dıı dünya merkezli evren<br />

anlayıına benzeyen bu kendini merkeze<br />

koymacılık büyük bir sarsıntı geçirdi.<br />

Bu çalımalara Batı dıından katkılar,<br />

hem boyutları artırdı, hem de büyük bir<br />

derinlik sağladı. Doğu devrimleri çok<br />

önemlidir. Doğulu devrimlere Doğulu<br />

aydınların eklenmesi önemli bir gerçeği<br />

su yüzüne çıkardı. Uygarlıkla Doğu ilikisi<br />

yeniden kefedildi. Ama bu sefer romantik<br />

ve duygusal bir temelde değil, bilim, tarih<br />

ve gelecek olarak. Kaldı ki, devrimler tarih<br />

yaparken kendi tarihlerini de yazmılardı.<br />

Bu arada Batımerkezciliğe en büyük darbelerden<br />

biri de Türk Devriminden geldi.<br />

Cumhuriyet Devrimi, aynı zamanda bir<br />

tarih devrimi yapıyordu. Devrimci Cumhuriyet,<br />

19ncu yüzyılda Namık Kemal<br />

gibi öncülerin Avrupamerkezciliğe karı<br />

mücadele anlayıını sürdürdü, Jön Türklerin<br />

tarihçilik mirasını devraldı, tarih<br />

yaparken tarih yazma bilincine sahip olduğunu<br />

kanıtladı.<br />

Bütün bunlar unun için önemli ve<br />

anlamlı: Avrupamerkezcilik (veya bugün<br />

Batımerkezcilik), ne Türkiye dıında<br />

yaayan Türkler, ne de Türkiye için bir<br />

sorun; bu sorun Türklerin ve Türkiyenin<br />

değil, dünyanın, bütün insanlığın sorunu.<br />

Ve dünyada bu sorunun belirli ölçüde üstesinden<br />

gelmi az sayıdaki milletlerden,<br />

toplumlardan biri de biziz. Emperyalizmi<br />

savala ülkesinden kovmu bir milletin,<br />

Batıya karı kurtulu savaı vermi bir<br />

toplumun baka coğrafyaların ve baka<br />

kültürlerin merkezliğine boyun eğmesi söz<br />

konusu olmaz.<br />

Batının üstünlüğü ideolojisi, bilinçsiz<br />

kitlelerde devam ediyor elbette, ama<br />

Batı dünyasının çıkmaz içinde olduğu,<br />

çöküe doğru gittiği gerçeği artık o kadar<br />

çok yerde insanların karısına çıkıyor<br />

ki, o kadar çok yazılıyor ve çiziliyor ki,<br />

ve öylesine hissediliyor ki, Batı uygarlığı<br />

efsanesinin sanki sonu yaklatı. Bu<br />

sonun geliini kolaylatıran olaylar da<br />

ortaya çıkabilir, beklenmelidir.<br />

“BİLİMMERKEZCİLİK” ESASTIR!<br />

Avrupamerkezciliğin karısına bir<br />

İslammerkezcilik ile çıkmanın sonuçları<br />

ne olur, diye soruyorsunuz, ama Avrupamerkezciliğin<br />

alternatii İslammerkezcilik<br />

olamaz ki. Bunlar birbirlerinin yerine<br />

geçecek eyler değil. Nasıl dünyamerkezci<br />

dünya görüünün karıtı ay ya da<br />

günei merkeze alan görüler değilse, aynı<br />

✤<br />

BATI'NIN<br />

ÜSTÜNLÜĞÜ<br />

İDEOLOJİSİ BİLİNÇSİZ<br />

KİTLELERDE<br />

DEVAM EDİYOR,<br />

AMA...<br />

✤<br />

9


✤<br />

"<strong>AVRUPA</strong>-<br />

MERKEZCİLİK" GİBİ<br />

“İSLAM-<br />

MERKEZCİLİK” DE<br />

YANLIŞTIR.<br />

✤<br />

ekilde. Dünyamerkezci görüün alternatii<br />

bilimdi. Batımerkezci görüün de alternatii<br />

bilimdir, bilimsel ve nesnel yöntemdir.<br />

Kaldı ki, Avrupamerkezcilik ne<br />

kadar yanlısa, İslammerkezcilik de o<br />

kadar yanlı olacaktır, Batımerkezcilik ne<br />

kadar bilimsellikten uzaksa, İslammerkezcilik<br />

de o kadar bilimsellikten uzak<br />

olur. Üstelik, İslammerkezcilik, Avrupa (ya<br />

da Batı) yerine baka bir coğrafyayı koymaktan<br />

(örneğin, Doğuyu koymaktan)<br />

daha büyük bir yanlıtır, çünkü din odaklı,<br />

din referanslı ve dine göre uygarlık olmaz.<br />

İslammerkezciliğin karıtı ve simetrisi<br />

Hıristiyanmerkezcilikti, ki ikisi de bilim<br />

dııdır.<br />

Avrupamerkezciliğin de, dünyamerkezciliğin<br />

de, insanmerkezciliğin de yerine<br />

konması gereken bilimmerkezciliktir.<br />

- Belki bizim açımızdan bakarak<br />

sorabiliriz: Aydınlanma gerçekten<br />

de İslam’ı taımıyor.<br />

İslam da zaten<br />

Aydınlanma’yı taımıyor.<br />

Fakat sosyalistler aydınlanma<br />

düüncesinin ve<br />

çağının çocuklarıdır,<br />

dolayısıyla<br />

anne ve babalarının<br />

(Aydınlanma)<br />

kendilerine<br />

artık ilgi göstermediğini<br />

bilirler. Sol, dinleri olmasa da, her durumda,<br />

aydınlanmayı taımak ve onu aarak ileriye<br />

götürmek zorunda. Bu, bugünkü Avrupa’da<br />

mümkün despotluklar/diktatörlükler gören<br />

bir Avrupacılığın, böyle bir göreve yakınlık<br />

göstermesi ve görevi yerine getirmesi<br />

mümkün olabilir mi?<br />

ALP HAMUROĞLU - Dinlerin Aydınlanma<br />

ile, daha doğrusu akıl ve özgür<br />

düünce ile, bilim ile bir tersliği ve uyumazlığı<br />

vardır. Bunun dinde reform yapılarak<br />

çözüleceği düünülegelmitir.<br />

Ancak dinler, kendilerinde reform yapılmasını<br />

da istemezler, reformlara direnirler.<br />

Hıristiyanlığın reform denilen<br />

bir dönem (Reformasyon) geçirdiği için<br />

olumlu bir hale gelmi olduğuna inanılır.<br />

Bu yüzden İslamın da bir reform geçirmesi<br />

gerektiğinden ama bunun olamayacağından,<br />

mümkün olmadığından söz<br />

edilir. Hıristiyanlığın 16ncı yüzyılda yaadığı<br />

reformun belirli ölçülerde benzeri<br />

aslında bir İslam ülkesinde de gerçekleti:<br />

Türkiye Cumhuriyetinde. Fark, buna<br />

reform adı verilmemesindeydi. Sağlayacağı<br />

yarar uzun vadede görülecektir.<br />

Avrupa ve elbette genel anlamda Batı,<br />

devrime uzaktır, devrimden uzaklamıtır,<br />

hatta öyle uzaktır ki devrime karı bir<br />

konumlanma durumundadır. Nedenleri<br />

üzerinde durmak gerekmez, sanırım bu<br />

anlaılmaz bir ey değildir. Ama anlaılmasında<br />

zorluk olan, aynı zamanda aydınlanmaya<br />

da uzak ve hatta karı oluudur.<br />

Aydınlanma ve devrim<br />

10


evrensel değerlerdir. Yani bütün toplumlar<br />

içindir ve bütün toplumlar için savunulması<br />

gerekir. Oysa aydınlanmı ve<br />

devrim geçirmi Avrupa, aydınlanma ve<br />

devrimleri kendileri dıındaki dünyaya<br />

uygun görmemitir. Bu yüzden Avrupalılar<br />

ve Batılılar uygarlık ihraç etmek isterler,<br />

ki bunun adı sömürgeciliktir, temeli Avrupamerkezciliktir,<br />

yöntemi zor ve iddettir,<br />

demokrasi ihraç etmek isterler,<br />

ki bunun da adı günümüzde Yeni Dünya<br />

Düzenidir, temeli Amerikan küresellemesidir,<br />

yöntemi ise igallerdir, ama aydınlanma<br />

ve devrim ihraç etmek istemezler.<br />

Hatta Avrupalılar, bırakalım ihraç etmeyi,<br />

Avrupa dıındaki aydınlanma ve devrimlere<br />

karı olmulardır ve onları ezmek ve<br />

önlemek istemilerdir.<br />

<strong>AVRUPA</strong>, TÜRKİYE<br />

AYDINLANMASI’NI İSTEMEDİ<br />

Avrupalılar Türkiye Aydınlanmasını<br />

beğenmemilerdi, onaylamamılardı, istememilerdi;<br />

Türk Devrimine ise cepheden<br />

karıydılar, hatta Türk Devrimine<br />

karı savamılardı. Bunun nedeni ve<br />

açıklaması, aydınlanma ve devrimlerdeki<br />

konumlanmalarının nasıl olduğundadır.<br />

Türkiyedeki Avrupa Aydınlanması,<br />

Avrupanın bıraktığı Aydınlanmadır; Türk<br />

Devrimi, Avrupanın terk ettiği devrimdir.<br />

Avrupanın 20nci yüzyılda Aydınlanmaya<br />

ihtiyacı kalmamıtı, Avrupa yeterince<br />

aydınlanmıtı (!), ama Türk toplumunun<br />

Avrupa Aydınlanmasının benzerini yaaması<br />

gerekiyordu. Artık devrimci olmayan<br />

Avrupa, devrim geçirmiti, devrimleri<br />

geride kalmıtı, devrimleri unutulmutu,<br />

ama Türkiyede Büyük Fransız Devriminin<br />

Anadolu versiyonu, Doğudaki tekrarı<br />

gerçekleiyordu.<br />

Aydınlanma ve devrim konusundaki en<br />

önemli gerçek, bunların sonunun olmadığıdır.<br />

Aydınlanmı ve artık aydınlanamayacak<br />

olmusak, bitmiiz ve gericilemiiz<br />

demektir; devrim bitirmi, devrim sonuçlandırmı<br />

isek tutucu ve karıdevrimci<br />

hale gelmiiz demektir. Batı uzun süredir<br />

böyledir.<br />

- “inlere göre ve dinler için yazılmı tarih<br />

doğru değildir görüündesiniz. Mevcut<br />

Avrupa’nın din (Hıristiyanlık) dıı bir tarih<br />

yaayabileceğini ve yazabileceğini düünüyor<br />

musunuz?<br />

ALP HAMUROĞLU - Elbette; tarih, 19ncu<br />

yüzyılda gene Avrupada edebi bir tür<br />

olmaktan çıkmaya, bilim haline getirilmeye<br />

balandı. Aslında daha öncesi de var<br />

ama esas dönüm noktası, tarihsel materyalizmin<br />

temel yapılabilmesi ve bilimlerdisiplinler<br />

arasında ilikilerin gelimesi<br />

dolayısıyla, bu dönemdedir. Büyük Fransız<br />

Devrimini unutmamak lazım. Tarihçiler<br />

siyasetçi ve devlet adamıdır artık.<br />

Ve tarih, eğitime girmi, eğitim konusu<br />

olmutur, okullarda derstir. Kaldı ki, bütün<br />

bilimlerdeki sıçramalı gelimeler o yüzyılla<br />

ezamanlıdır.<br />

20nci yüzyılda ise, toplumsal bilim<br />

düzeyindeki Avrupa tarihçiliği akımlar ve<br />

ekoller halinde daha da ileri bir gelime<br />

gösterdi. Biraz önce sözünü ettik, Batımerkezcilikten<br />

de kurtulan bir tarihçilik söz<br />

konusudur.<br />

11<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong>LILAR<br />

TÜRKİYE<br />

AYDINLANMASI'NA,<br />

TÜRK DEVRİMİ'NE<br />

KARŞI<br />

SAVAŞTILAR.<br />


✤<br />

ORYANTALİZM<br />

ESKİDE KALDI, AMA<br />

BAŞKA ADLARLA<br />

KARŞIMIZA<br />

ÇIKACAKTIR.<br />

✤<br />

DİNLERE GÖRE TARİH YAZILMAZ!<br />

Dinlere göre yazılan tarih bugün çok<br />

gerilerde kaldı. Büyük Fransız Devrimi<br />

sonrasında laiklik bilim dünyasının da<br />

temellerini yerinden oynatmıtı. Bundan<br />

en büyük payı belki de tarih aldı. Bugün<br />

Batıda Hıristiyanlık için yazılmı tarih<br />

kitaplarına bilimsel anlamda herhalde hiç<br />

değer verilmiyordur.<br />

Bizde dinimiz için yazılmı tarih<br />

kitaplarını, bırakalım onlara değer verip<br />

vermemeyi, onları ciddiye almak ve<br />

değerlendirmek dahi söz konusu değildir.<br />

Ayrıca çok sayıda önemli tarihbilimcimiz<br />

de var.<br />

- Avrupa tarihinin taralı bir tarih olduğunu,<br />

kendisi dıındakiler, yani acı çektirdikleri<br />

tarafından yazılmadığının altını<br />

çiziyorsunuz. 1945-1989 arasında, özellikle<br />

“oğu Avrupa’daki sosyalist deneyimler,<br />

yerleik Avrupa tarihini reddeden<br />

deneyimlerdi. Soğuk Sava’ta ve 1989 sonrasında<br />

bu öznel tarih sizce nasıl bir<br />

gelime gösterdi? Neleri gözlediniz?<br />

ALP HAMUROĞLU - Soğuk Sava<br />

döneminde Doğu Bloku dıında olan<br />

Avrupa, ABDnin askeri, ticari, ideolojik<br />

ve kültürel igali altındaydı. 1970lere,<br />

80lere kadar olan etki, daha sonraki<br />

dönemde bazı alanlarda daha da fazlalatı,<br />

yoğunlatı ve önem kazandı. Hatta<br />

Avrupa etkilenmesi esas olarak o zaman<br />

oldu. Örneğin, Amerikan tarzının<br />

Almanyada yaygınlaması ve köklemesi<br />

daha çok bu dönem sonrasındaydı. Büyük<br />

bir propaganda savaı yürütüldüğü de<br />

biliniyor. Avrupalılar, Avrupanın doğusunu<br />

bu artlar altında görmek ve değerlendirmek<br />

durumundaydı. Gerilim içine<br />

sokulmu Alman toplumu ise, doğusundaki<br />

gelimeleri ve Birlemeyi bu özel<br />

psikoloji ve artlanmalar içinde yaayınca<br />

inanılmaz ve akıl dıı durumlar ortaya<br />

çıktı. 90 sonrasında batılı Almanlara göre<br />

doğulu Almanlar, Gastarbeiter gibi<br />

olmutu. Doğu Bloku ülkelerine mensup<br />

insanlar adeta sömürge halklarıydı.<br />

Gelimi Doğu Almanyanın mal varlığı<br />

yok edilmeliydi. Bütün sanayi tesisleri<br />

ve iletmeleri, eğitim sistemi, sağlık<br />

mekanizması ve hizmet sektörü intikam<br />

alınırcasına saldırıya uğradı, yapılar<br />

tahrip edildi. Kurumların ve toprakların<br />

yağması ayrı bir vahettir bence. Bunlardan<br />

söz edenlerin sesleri cılız kaldı. Bu<br />

olumsuz tablonun Alman tarihine nesnel<br />

olarak bu ekilde geçtiğini ve geçeceğini<br />

sanmıyorum. Utanç vericidir çünkü,<br />

hem resmi, hem de akademik tarih bakımından.<br />

Sonuçta, muza kavuarak ve Doğu<br />

Markının Batı Markına eitlenmesiyle<br />

sevindirik olan Doğu Almanların altı ay<br />

sonra akılları balarına gelmiti. Batı<br />

Almanların ise yalnızca bir kısmının. Bir<br />

kısım insanın gerçeği görmesi ne yazık<br />

ki yetmiyor. Alman yakın tarihi imdiden<br />

unutulmu durumdadır. Unutulması<br />

yararlı olduğunda tabii.<br />

ORYANTALİZMİN KAÇINILMAZLIĞI<br />

- Oryantalizm, emperyalist Batı’nın kültürel<br />

alandaki cephesi, bir tür cephaneliği<br />

idi. Bu iliki biçim, bugün ne durumda?<br />

Mevcut Avrupa ve oryantalizm ilikisini siz<br />

bugün nasıl görüyorsunuz?<br />

ALP HAMUROĞLU - Batı dünyası kendini<br />

üstün gördükçe dünyaya ve baka<br />

toplumlara aynı ekilde bakmaya devam<br />

edecektir. Bazı hastalıklar kendiliğinden<br />

geçmez. En azından hastalığı yaratan<br />

nedenin ortadan kalkması gerekir.<br />

Siyasal olarak Türkiye gibi ülkeleri<br />

belirlemek isteyen devletler, bunun anlayıına<br />

da sahip olur.<br />

Oryantalizm kaçınılmaz bir modaydı,<br />

eskide kaldı, imdi baka ekiller ve adlar<br />

altında karımıza çıkar, çıkacaktır, çıkmaktadır.<br />

Çünkü ilevseldir.<br />

12


- Kitabınızı toptancı bir biçimde Batı<br />

karıtı olduğunu söyleyemeyiz. 1923<br />

Projesinin, büyük bir aydınlanmacı atak<br />

olduğunu savunan bir yazarsınız. Bugünkü<br />

Batı Avrupa’nın egemenlerine ve egemen<br />

ideolojilerine karı çıktığınızı gizlemiyorsunuz.<br />

“oğu Aydınlanmasının yol açacağı<br />

bir Batı kırılması, ileride nasıl bir insan<br />

tipi yaratacaktır, hem yerleik hem de bizim<br />

gibi Yeni Avrupalılar açısından?... Öngörüleriniz<br />

var mı?<br />

ALP HAMUROĞLU - Batının sorgulanması<br />

ve Doğunun bir uygarlık olarak kendini<br />

görmesi ve göstermesi, hem yeni bir<br />

güven duygusu yaratır, hem de yeni hamlelere<br />

yol açar ve var olan gelimeleri güçlendirir.<br />

Türkiyede yaanan olumlu gelimeler<br />

her zaman yurt dıına yansımıtır.<br />

Gene öyle olur.<br />

Türkiyenin Doğunun ayağa kalkıında<br />

öncü ve belirleyici rolü olacaktır, aynı<br />

20nci yüzyılda olduğu gibi.<br />

(FHF)<br />

z<br />

Alp Hamuroğlu kimdir?<br />

1945 yılında Balıkesirde doğdu. İlköğrenimine, lise öğretmeni olan babasının<br />

görev yeri ’ntalyada baladı, ’nkara'da devam etti. Ortaöğrenimini ise<br />

’nkara ve İstanbulda tamamladı. 1964 yılında ’.Ü. Tıp Fakültesinde baladığı<br />

yüksek öğrenimini, İ.Ü. “ihekimliği Fakültesinde 1974 yılında bitirdi.<br />

68lidir. 60lı yılların sonunda ’nkarada gençlik hareketleri içinde<br />

bulundu, 70li yıllarda çeitli davalarda (1972den balayarak afak ve<br />

TİİKPde, 1975te ’ydınlık davalarında) yargılandı. 1975ten sonra Halkın<br />

Sesi, ’ydınlık, Bora ve Türkiye Gerçeği dergileri, ’ydınlık Yayınları ve ’ydınlık<br />

gazetesinde çalıtı. 1980den sonra Saçak, Seçenek, ’ydınlık, Teori, Bilim ve<br />

Ütopya, Bilim ve Gelecek ve baka dergilere ve ’ydınlık gazetesine aratırma<br />

ağırlıklı yazılar yazdı.<br />

’vrupa ülkelerinin (özellikle ’lmanyanın) tarihi, Batının strateji ve siyasetleri,<br />

ülkemizin geçmii, ”rmeni sorununun kaynaklandığı 19. ve 20. yüzyılın<br />

gerçekleri konularında önemli bir kısmı yayımlanmı aratırmaları ve<br />

çalımaları var. ’lman İslamı (Kaynak Yayınları, İstanbul 2001) adlı kitabıyla<br />

2001 yılı Turan “ursun ’ratırma ve İnceleme Ödülünü aldı. Çeitli<br />

internet sitelerinde ve bugün dagarcikturkiye.com aylık dergisinin her sayısında<br />

yazıları yayımlanıyor. Kendi ifadeleriyle, tarihe ve günümüze bakıta<br />

kitlelerin rolünün ihmal edilmemesi gerektiğini düünüyor. Ülkemiz tarihinde<br />

Cumhuriyetin, yakın dünya tarihinde (ve içinde bulunduğumuz küreselleme<br />

döneminde) emperyalizmin rolüne gereken değer ve önemi vermenin, Batıyı<br />

ve günümüzü anlamakta gerekli olduğuna inanıyor. 1980 yılında yerletiği<br />

Federal ’lmanyada yaıyor.<br />

13


Haçlı Seferlerinin<br />

’slında ’vrupanın Hıristiyanlık tarihinde, çeitli<br />

yönlerde yapılmı çok sayıda Haçlı Seferi vardır, bazıları<br />

dalgalar halindedir. Bu ’vrupa içi Haçlı seferlerinin<br />

bir kısmının amacı Hıristiyan olmayan toplumları Hıristiyanlatırmaktır,<br />

bir kısmı da hakimiyet kurmak için<br />

yapılmıtır. ”konomik arayılar ve ihtiyaçlar yüzünden<br />

olanları da vardır. Bu tür seferler dinsel amaçlı değildir<br />

ama dinsel bir görüntüye büründürülerek, bu ekilde ve<br />

bu sayede gerçekletirilmilerdir.<br />

Hıristiyanlığın ’vrupaya gelmesinden sonra bu<br />

yeni dinin kıtada yayılması ve bütün kıtayı kaplaması,<br />

yüzyıllar boyu sürdürülen Haçlı seferleriyle olmutur.<br />

Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığı devlet dini<br />

olarak benimsemesinden sonra balayan Hıristiyanlatırma<br />

seferleri, ’vrupada Roma sonrası kurulan<br />

Cermen devletleri tarafından sürdürülmütür. “oğu<br />

Roma İmparatoru İonnes Tzimiskesin (969-976) Tuna<br />

boylarına, ”rmenistana ve Suriyeye yaptığı seferler<br />

“oğuya yapılan Haçlı Seferlerinin öncülü sayılmıtır.<br />

(364) Hatta “oğu Romanın İrana 7. Yüzyıldaki saldırısı,<br />

bazı yerlerde ilk Haçlı seferi diye de adlandırılmıtır.<br />

İslamiyete karı yapılan Haçlı seferlerinin ilki ise 1063<br />

yılında İspanyadadır. Barbastro kenti hedef alınmıtır.<br />

1085 yılında ise Toledonun zapt edilmesiyle İspanyanın<br />

geri alınması süreci balamıtır. ”n sonunda baarılı<br />

olmakla birlikte İspanyadaki bu seferlerin sonuca<br />

ulaması çok uzun bir zaman gerektirecek, nihai zafer<br />

ancak 1493te gerçekleecektir.<br />

HER YÖNE SEFER<br />

Haçlı Seferleri döneminde Orta “oğu dıında<br />

’vrupada bazı baka yerlere, ’vrupanın kuzeyine,<br />

doğusuna, batısına baka Haçlı seferleri yapıldığı gibi,<br />

bu dönemden sonra da buralara birçok Haçlı seferi<br />

yapılmıtır. Seferler yalnız Hıristiyan olmayanlara karı<br />

değil, zaman zaman Hıristiyanlara da yapılmıtır. 6. ve<br />

7. yüzyıllardan balayarak Papalığa ya da yerel hükümdarlara<br />

muhalefet eden soylulara, genel çizgiye uymadığı<br />

için sapkın olduğu düünülen Hıristiyan gruplara<br />

ve kitlelere, papalara ve Papalığa boyun eğmediği<br />

için imparatorlara karı yürütülen Haçlı seferleri de<br />

vardır. 11. yüzyılda balayan ve konumuz olan Hıristiyan<br />

olmayanlara karı yapılan Haçlı Seferlerinden sonraları<br />

da, İslama ve Türklere karı tasarlanmı ve bazılarının<br />

hayata geçebildiği seferler olmutur. ”ndülüs İslamına<br />

karı İspanyada yapılan seferler en sonunda baarıya<br />

ulamı olsa da, Osmanlı devletine karı bazı seferlere<br />

niyetlenilmi ama yapılamamı, bazıları ise yapılabilmekle<br />

birlikte baarılı ya da sonuç alıcı olamamıtır.<br />

Örneğin, Konstantinopolisin II. Beyazıt tarafından<br />

kuatılması (1391) ve daha sonra II. Mehmet tarafından<br />

fethedilmesi (1453), Haçlı Seferlerinin, 1396da ve<br />

fetihten 1473e kadarki dönemde ciddi bir ekilde hatırlanmasına<br />

yol açmıtı. ’ma hatırlanmakla kaldı, gerçekletirilemedi.<br />

Orta Çağ sonrasında Türklerle Hıristiyanlar arasındaki<br />

karı karıya gelilerin dinsel nedenlere dayandığını<br />

ileri süren tarihçiler, Haçlı Seferlerinin 1571 yılına,<br />

yani İnebahtı (Lepanto) deniz savaına kadar sürdüğünü<br />

savlamaktadırlar. Bazı tarihçiler, Kudüsün kurtarılması<br />

ya da savunulması için yapılanlar dıındaki<br />

seferleri Haçlı Seferi saymamak, onlara Haçlı<br />

Seferi dememek eğilimindedirler.<br />

Burada konu edilecek Haçlı seferleri, İslama ve<br />

Türklere karı ’kdeniz ve “oğu ticaret yolları için “oğu<br />

’kdeniz ve Orta “oğuya yapılan, Papalığın önderlik<br />

ettiği, 11. yüzyılla 14. yüzyıllar arasındaki, bu dönemle<br />

sınırlı olan Haçlı seferleridir ve tarihte esas Haçlı<br />

Seferleri olarak bilinirler. Bu seferler, İslama, Müslümanlara<br />

ve Türklere kâirler ve dinsizler denilerek<br />

yapılırken, ileride görülecektir, bata “oğu Roma,<br />

bütün doğu Hıristiyan devletleri ve toplumlarına karı<br />

da yürütülmütür. Haçlı Seferlerinin ’vrupa tarihi içindeki<br />

yeri önemlidir. ’vrupa tarihinin dönüm noktalarından<br />

biri olacak kadar önemlidir. Hatta bazı değerlendirmelere<br />

göre ’vrupayı bir uygarlık anlamında<br />

’vrupa ve Batı yapan -Hıristiyanlık, ’ydınlanma,<br />

coğrai keiler, devrimler vb. gibi- en önemli tarihsel<br />

olaydan biridir. “ahası, Haçlı Seferleri dünya tarihi için<br />

de önemlidir. ’ncak döneminin en çarpıcı giriimi olma<br />

niteliği ve kitlesel özellikleriyle ’vrupa toplumlarının<br />

en fazla etkilendiği olaylardan biri olan seferler, bugün<br />

Batılılar tarafından önemine uygun bir ekilde ele alınmamakta,<br />

bu açılardan değerlendirilmemektedir. ’vrupalıların<br />

ve genel olarak Batılıların Haçlı Seferleri konusunda<br />

yaygın bir bilgisizliği vardır. Bu bilgisizlik ilgisizlik<br />

de yaratmıtır. Bu bilgisizlik ve ilgisizliğin altında<br />

ise belirli bir anlayı ve bilinçli bir uygulama yatar.<br />

BATI BİLMEK İSTEMİYOR<br />

Bu bölümün sonundaki değerlendirmeler, sonuçları<br />

açısından seferlerin önemini sergilemeye çalıacaktır.<br />

Bu önemli sonuçların bugün Batı dünyasının kolektif<br />

bilincinde yer almaması, seferlerin bilinmesinin fazla<br />

istenmemesinden dolayıdır. Seferler, tarihteki yerini<br />

karılayacak bir ekilde öğretilmemekte, Hıristiyanlığın<br />

bu olağanüstü büyük kıtasal giriimi adeta olmamı<br />

gibi karanlıkta bırakılmakta, ya da seferlere ve sonuçlarına,<br />

tarihteki yerleri fazla önemli değillermi gibi<br />

kısaca değinilmektedir. Örneğin, ’lmanyanın ortaöğretim<br />

tarih kitaplarında ve tarih derslerinin müfredatında<br />

Haçlı Seferleri ya hiç yoktur ya da bir paragrala<br />

geçitirilmitir. ’yrıca seferlerin yer aldığı yerlerde de<br />

olaylar çarpıtılmakta, tarih, yalnızca dümanlardan<br />

kötü söz edebilmek için ele alınmaktadır. ’lmanyadaki<br />

dinsel kurumların yayınlarında Haçlı Seferleri, Hıristiyanlığın<br />

tarihindeki önemsiz bir olay gibi, üzerinde<br />

hiç durulmayarak konu edilmektedir. Protestan Kilisesinin<br />

çok geni kapsamlı yayıncılığı içinde seferleri<br />

konu alan kitaplar yok denecek kadar azdır. Hıristiyan-<br />

14


anlamı ve bugün<br />

lığın en büyük ve en kapsamlı giriimi olmasına rağmen<br />

seferlerin Hıristiyanlık yazınındaki yeri buna hiç uygun<br />

değildir. “inbilim enstitülerinin ve Hıristiyan tarikatlarının<br />

yayınları arasında Haçlı Seferlerine rastlamak<br />

zordur.<br />

’ncak, Haçlı Seferleri ile ilgili önemli bir tarihbilimsel<br />

ve akademik literatür vardır, bilimsel ilgi bu<br />

konuda hiç eksilmemitir, ama ’lmanyadaki popüler<br />

tarih kitaplarında bu konu ya gene hiç yer almaz ya da<br />

kısaca geçitirilir. Haçlı Seferlerinden hiç söz etmeyen<br />

Orta Çağ konulu popüler tarih kitaplarının sayıca çokluğu<br />

inanılmaz ölçülerdedir ve hayret vericidir. Kaldı<br />

ki, örneklememizi ’lmanyadan yaptığımız için mutlaka<br />

belirtmemiz gerekir ki, Haçlı Seferlerinin ’lmanlar ve<br />

’lmanya için anlamı ve önemi, diğer ’vrupa ülkeleri ve<br />

toplumlarına oranla farklıdır, daha büyük ve daha fazladır.<br />

Çünkü seferlerin gövdesini, yapısını, ordularını<br />

Cermen krallıklar ve prenslikler, katılan milyonların<br />

esas çoğunluğunu Cermen kitleleri oluturmutur ve<br />

herkesin çok iyi bildiği gibi, bugün ’vrupada Cermenliği<br />

-yalnız- ’lmanya temsil etmektedir. Fazla bilinmeyen ve<br />

gözlerden kaçan Haçlı Seferleri ile Cermenlik arasındaki<br />

bu bağ ve iliki, haliyle, Haçlı Seferlerini, ’vrupalılar<br />

içinde en fazla Cermenler, Cermenlik, ’lmanlık ve<br />

’lmanya ile özdeletirmektedir ve herkesten çok onlar<br />

için önemli kılmaktadır. ’lmanyanın Haçlı Seferlerinin<br />

ele alınııyla ilgili bu özelliği, konunun özü, anlamı ve<br />

mahiyetiyle ilikilidir, bununla uyum içindedir ve aynı<br />

zamanda bunun sonucudur.<br />

Özetle, özel merakı olmayan sıradan ’lmanlar, Hıristiyanlık<br />

tarihine uzmanlık alanı olarak girmemi din<br />

eğitimi almı olanlar dahil, ’lmanyadaki dini bütün<br />

Hıristiyanlar ve eğitim konusu Orta Çağ tarihi olmayan<br />

üniversiteliler dahil, ’lman gençleri, Haçlı Seferlerini<br />

ya hiç öğrenmemektedir ya da bilinmesi gereken yönleriyle<br />

bilmemektedir.<br />

TARİH KİMİN ÜRÜNÜ?<br />

İnsanlığın ortak hafızası olan tarihi, tarihi yapanlar<br />

kadar tarihi yazanlar da belirler. Tarih, genellikle<br />

tarih yazanların elinden çıkmıtır, çıkmaktadır.<br />

Üstelik tarih, tarih yazanların elinde istenildiği gibi<br />

değitirilmektedir. Bazen çarpıtılmakta, bazen önemsizletirilmekte,<br />

üstü örtülmekte, bazen öne çıkarılmakta,<br />

büyütülmektedir; yani tarihle oynanmakta,<br />

tarih eğilip bükülmektedir. Haçlı Seferleri, tarihi bilim<br />

olarak ele almamı Batı tarihçilerinin elinde çarpıtılmı,<br />

önemsizletirilmi ve değiikliğe uğratılmıtır.<br />

Sonuçta, ’vrupada ve genel olarak Batıda Haçlı Seferlerinin<br />

üstünün örtülmü olduğundan söz edilebilir.<br />

Böyle örtülmü olması ise, seferlerin ne olduğuyla,<br />

seferlerde neler yapıldığıyla, özetle seferlerin anlayı<br />

ve uygulamalarıyla ilgilidir. Yürütüldüğü zamanlarda<br />

bütün ’vrupa toplumlarını saran heyecan ve cokunun,<br />

inanılmaz ölçülerdeki geni katılımın, ’vrupa toplumlarında<br />

bıraktığı derin izlerin, tarihsel gelimeyi etkileyen,<br />

tarihin ilerleyiini değitiren sonuçların, bugün<br />

bu derece siliklemesi, üzerinde durulmaz olması ve<br />

bilinmez hale gelmesi, getirilmesi, Haçlı Seferlerinin<br />

baskın, görünür ve gizlenemez bazı özelliklerinden<br />

kaynaklanır. Bu özelliklerin esası ise, seferlerin, ’vrupalılar<br />

ve Hıristiyanlık için utanç verici olmasından<br />

baka bir ey değildir.<br />

Batı, tarihindeki birçok olay gibi -mümkün değildir<br />

ama- bundan da herhalde kurtulmaya çalımaktadır.<br />

(...)<br />

’ncak bugün Hıristiyan Batı dünyasında Haçlı Seferleri,<br />

Hıristiyan bağnazlığı ile emperyalist politikaların<br />

söylemi olarak tekrar ortaya çıkmaya balamıtır. Bu<br />

söylemlere artık oldukça sık rastlanmaktadır. Seferlerin<br />

gerçekte ne olduğunun anlaılmasını önleyecek<br />

bir ekilde kitlelerin bilincinden uzak tutulmu olması,<br />

seferlerin, -örneğin iddete karı olmak gibi- Batının<br />

savunduğunu iddia ettiği kavramlarla uyumazlığından<br />

dolayı, bir ie de yaramaktadır. İleri ve uygar<br />

Batı vahete karıdır, iddeti olumsuzlamaktadır<br />

ve barıçıdır! Batının altında yatan, Batıyı yaratan<br />

’vrupanın, iddete, vahete, kıyıma ve savaa dükünlüğü<br />

gizlenebildiği ölçüde gizlenmelidir.<br />

YENİDEN HATIRLANDI, AMA...<br />

21. yüzyıla doğru Haçlı Seferleri yeniden hatırlanmı,<br />

çeitli taralar, karıt cepheler, ters yönlerde<br />

sık sık seferlere gönderme yapar olmutur. Haçlı<br />

Seferi kavramının güncel olarak yeniden kazandığı<br />

bu anlam tarihten gelmektedir. ’ynı ekilde, tarihte<br />

olduğu gibi, saldıranlarla, saldırıya uğrayanlar eklinde...<br />

Haçlıların zihniyeti, günümüzde emperyalizm<br />

olmutur. ’vrupa Birliğinin Hıristiyanlığa göndermeleri,<br />

’B“nin yönetimindeki din motileri ve söylemleri<br />

bouna değildir. Bu yüzden, Haçlı ruhundan medet<br />

umarak ve siyasetlerini dinlerine bulatırmakta yarar<br />

görerek Haçlı Seferlerine tekrar sarılmı olan Batının<br />

Haçlı söylemleri, seferlerin hedei durumundaki karıt<br />

“oğu dünyasında da karılığını bulmakta, Orta “oğu<br />

bata ve esas olmak üzere “oğu dünyası, özellikle 11<br />

”ylül sonrasındaki Batı politikalarıyla Haçlı Seferlerinin<br />

ilikisini kurmaktadır. Ülkemizde, ’B“ üretimi<br />

Ilımlı İslam kastedilerek bir devrimci “oğu söylemi<br />

olarak kullanılan Haçlı İrtica tamlaması ise<br />

tam yerine oturmutur. Çünkü en birinci Ilımlı İslam<br />

ülkesi haline gelmi durumdaki Türkiye için bu tamlamadaki<br />

haçlı kelimesi, Haçlı mirasını üstlenmekten<br />

kaçınmayan emperyalizmi, irtica ise, Haçlıların<br />

(emperyalizmin) Türkiyedeki dinsel kılığa bürünmü<br />

ortağını ifade etmektedir.<br />

(DOĞU’DAN BATI’YA UYGARLIKLAR KAPISI, s. 249-252)<br />

15


16


www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

17


SEBASTIAN KRÜGER’İN MÜTHİŞ DÜNYASINDAKİ İNSANLAR<br />

Hitler ve parmağı<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN | FRANKFURT<br />

18


Sebastian Krüger | © Foto: Bernd Schönebaum<br />

Avrupa'nın inans merkezi Frankfurt,<br />

merkezde ve çevresindeki kurumlarla<br />

çağda sanatın en önemli uğrakları<br />

arasında yer alıyor. Bu uğraklardan biri<br />

de küçük ama gerçekten çok çekici karikatür<br />

müzesi: Caricatura Museum. Aralıksız<br />

sergiler gerçekletirilen bu mütevazı<br />

kurumda u sıralarda müthi bir<br />

portre ustasının yapıtları dikkat çekiyor.<br />

Genç yata kendi alanında uluslararası<br />

üne kavuan ve çalımalarıyla neredeyse<br />

baından itibaren herkesi aırtan Sebastian<br />

Krüger'in yapıtları bunlar.<br />

Sanat tarihçileri, Sebastian Krügerin<br />

sanatını, günümüz medya dünyasının toplumdaki<br />

vazgeçilmez kiileri ve kendi<br />

görüntüsünün hayranı olan narsist kiiliklerin<br />

betimlemesi olarak yorumluyorlar.<br />

Krüger'in yapıtları, medya ırma-<br />

ğının sanatsal resepsiyonunda kurgu ve<br />

gerçeği iç içe iliyor. Müzik ve ilm dünyasının<br />

olmazsa olmazı, devamlı güzel,<br />

devamlı yakııklı olma zorunluluğunu bir<br />

kenara iterek, 1960lı yılların rock ve<br />

pop kültürünü sevgi dolu bir bileimle<br />

vurgulayan Krüger, müthi bir teknik ve<br />

el becerisiyle kılı kırk yaran detaylı çalımalar<br />

üzerinde bir sanat kurmayı baaranlardan.<br />

Ama Krüger, bir fotoğraf makinesi<br />

gibi sadece görünenin doğrudan resmini<br />

kopyalamıyor, bunu aıyor ve yorumlarla,<br />

anlatılarla yüklü illüstrasyon sanatının<br />

tüm özelliklerini taıyan karikatürler<br />

üretiyor. Aslında resimle karikatür arası<br />

bir alan yaratmı oluyor. Nitekim sergide<br />

de yer alan çalımalarında her zaman<br />

hiciv, haif bir alay ve yabancılatırma eğilimi<br />

dikkati çekiyor.<br />

19


“HİPERREALİZM” FIRTINASI<br />

Sebastian Krüger'in tamamen kendine<br />

özgü bir hiperrealizm ile bu Krüger<br />

vurgusunu yakaladığı söylenebilir: Yüzdeki<br />

en küçük bir kırııklığı, en ufak<br />

bir gözeneği veya sivilceyi izleyicilerin<br />

gözüne artık gör dercesine sokmaktan<br />

kaçınmıyor. Hatta bu tutumunu bazen<br />

yüzeysel makyajlara hiç izin vermeyerek,<br />

tahrik noktasına kadar vardırmaktan<br />

çekinmiyor.<br />

Belki de bu nedenle, sadece medyadaki<br />

izleyicileri, okurlar vs. değil, sanat yorumcuları<br />

da Krüger'le ilgili olarak Karikatür<br />

yapan ressam mı, resim yapan karikatürist<br />

mi sorusunu hep akıllarında taıyorlar.<br />

Caricatura Museumdaki sergi,<br />

Krüger hayranlarını, bu soruya kendilerince<br />

yanıtlar bulması için kıkırtıyor.<br />

Krüger, portrelerini çeitli fotoğraf,<br />

çizim ve tasarılardan olutururken, resmini<br />

yaptığı kiinin sahne karakterini,<br />

kamuoyunda algılanma biçimini, toplumsal<br />

konumunu vs. vurguluyor ve tüm<br />

bu dı görünüün arkasında yatan kiiliği<br />

gösterme amacını taıyor. Krügerletirilmi<br />

portreler olarak adlandırdığı yapıtlarını<br />

yaratırken, modeline büyük bir ciddiyet<br />

ve saygı ile yaklaıyor. Saldırganlık<br />

ve saygısızlık diye yorumlanabilecek<br />

abartmalar altında bile sevgi dolu bir yaklaım<br />

gizli olduğu gözleniyor. Fakat dünyaca<br />

tenisçi Stei Grafın portresinde bu<br />

sınırı atığı söylenebilir.<br />

Krüger, artık kendisini tamamen<br />

yeni bir soluk taıdığı bu sanata vermi<br />

durumda ve yapıtları büyük rağbet<br />

görüyor. Geçmite ve günümüzdeki gösteri<br />

dünyasının ikonu olmu mehurlarının<br />

büyük boy portrelerini yapıyor artık.<br />

Marilyn Monroe, Picasso, Iggy Pop ve<br />

Beatles portrelediği mehurlardan bazıları.<br />

Fotorealizmden daha gerçekçi portreleriyle<br />

öhreti Almanya sınırlarını çabuk<br />

atı ve tüm dünyaya yayıldı. Yeni Pop<br />

Gerçekçiliği akımının süper starı oldu.<br />

Yapıtları müzelerin ve galerilerin gözdesi.<br />

Caricatura Museum Frankfurt, sergide<br />

Kürgerin ilk yapıtlarından oluan seçmelerin<br />

yanı sıra Stern, Spiegel, Capital<br />

ve 1980 ve 1990lı yıllarda Kowalski<br />

gibi dergilerde yer alan çizimlerine ve<br />

hatta reklam objelerine de yer veriyor.<br />

30 Ekime kadar sürecek serginin ağırlık<br />

noktasını büyük boyutlu portreler oluturuyor.<br />

20


SEBASTIAN KRÜGER<br />

KİMDİR?<br />

1963te Hamelnde doğdu. [Hameln, ’ağı-Saksonya eyaletinde<br />

bir kasabadır ve Fareli Köyün Kavalcısı (Rattenfänger von Hameln)<br />

efsanesi ile mehurdur.] Krüger, daha üç yaında iken ilk resim boyamalarına<br />

baladı. Sanatla iç içe olan ailesi, ondaki bu yeteneği fark etti<br />

ve sonuna kadar destekledi. 20 yaında Braunschweigda Güzel Sanatlar<br />

Yüksekokulu Serbest Resim Bölümüne yazılan Krüger, akademik disipline<br />

uyum sağlayamadı, zorlama olarak algıladığı öğrenimini yarıda<br />

bıraktı ve otodidakt olarak kendini yetitirmeye devam etti.<br />

1986da ilk illüstrasyon ve karikatürleri yayınlandı. Bunları diğer<br />

dergilerin siparileri takip etti: Kowalski, Titanic, Stern, Capital,<br />

Playboy ve İtalyada yayınlanan L”spresso, çalımalarının yer aldığı<br />

yayın organlarından bazıları. Bir söyleide ifade ettiği gibi, herhangi<br />

bir ekonomi menajerini ya da üçüncü sınıf bir politikacıyı çizmek<br />

zorunda kalmak, becereceği ilerden değildi: İ bittikten sonra, tuvaletin<br />

suyunu çekmek – sembolik olarak kastediyorum – benim için bir<br />

mutluluktu. Ona göre, bu iin tek tatmin eden tarafı çizimleri için<br />

aldığı ücretti. Bunu çekilen acıya karı alınan tazminat olarak adlandırıyordu.<br />

Capital dergisinde tasarım ve uygulamasını yaptığı ama çok<br />

sıkıcı bulduğu Kara Krüger sayfası 1990da durduruldu. Kendi ikirlerini<br />

gerçekletirme konusunda karısının tevikiyle çalımalarına devam<br />

etti. Unutulmaz, ahane ve çılgın Rolling Stones portresi ile uluslararası<br />

üne kavutu. Rolling Stones onun için hem ilham perisi hem de<br />

ikir kaynağı idi. Hiçbir müzik grubu yoktu ki, böylesine değiik tipleri<br />

bir arada bulundursun. Yüzü yüzlerce kırııklıkla dolu Mick Jagger,<br />

olduğundan daha zayıf, daha korkunç, kocaman ağzını açıp memnuniyetini,<br />

doygunluğunu tüm dünyaya haykırıyordu sanki: Satisfaction!<br />

Stones resimlerinin yanında Michael Jackson da vardı: Ölümünden<br />

önce Krügerin fırçasından ölü gibi görünen ahane bir portre. Bob<br />

“ylan da olay portrelerinden. Zaten Krügerin içselletirerek sık sık<br />

tekrar ettiği baarılı insan, sabah yatağından kalkıp, akam yatağa<br />

girdiği ana kadar kendi istediğini yapan insandır sözü ona, yani<br />

“ylana ait.<br />

21


POPÜLER KÜLTÜR İKONLARI<br />

Thomas Behlert, Her resim ahane bir<br />

felâket diye yazıyor Das Blättchendaki<br />

yazısında. Tanınmı kiilerin portrelerini<br />

olduğundan daha güzel, daha kırıık, daha<br />

esprili, göz kamatırıcı, bazen de daha<br />

çirkin, daha gülünç, daha iirilmi olarak<br />

resimleyen bir sanatçıyı nasıl tanımlamalı?<br />

Karikatür çizen ressam mı, resim yapan<br />

karikatürist mi hangisi? Bu sorunun yanıtı<br />

gerçekten kolay değil.<br />

Krüger, New Pop Art - Yeni Pop Sanat<br />

doğrultusunda, güzel olmayan ama gerçek<br />

olan yüzleri resmediyor. Dünya artık boyalı<br />

basında görünen gülünç resimlere değil<br />

Krügerin tüm canlılıkları taıyan resimlerine<br />

bakıyor. Yapıtları, ıık yansımalarını<br />

gölge oyunları ile birletiren, gerçek ile<br />

soyut anları içeren düsel dünyaları gösteriyor<br />

bize...<br />

Las Vegastaki Club Moods açılıını<br />

yaparken, sahneye çıkardığı jazz, blues<br />

ve rock ünlüleri kadar, sahnede asılı olan<br />

Krügerin, büyük boyutlu yedi resmi de<br />

büyük bir ilgi odağı olmutu. z<br />

CARICATURA<br />

MUSEUM<br />

FRANKFURT<br />

SEBASTIAN KRÜGER<br />

”FACE TO FACE”<br />

Museum für Komische Kunst<br />

Weckmarkt 17<br />

60311 Frankfurt am Main<br />

www.caricatura-museum.de<br />

Caricatura Museum’un sembolu, müze binası önünde Yeni Frankfurt Okulu karikatüristlerinden Hans Traxler<br />

tarafından yapılan kumtașı kaidesi üzerindeki bronz heykel, başında şapkası, yelekli ve pardesülü bir Kanada geyiğidir...<br />

22


Bizim aachen<br />

POPÜLER KÜLTÜR İKONLARI<br />

Thomas Behlert, Her resim ahane bir<br />

felâket diye yazıyor Das Blättchendaki<br />

yazısında. Tanınmı kiilerin portrelerini<br />

olduğundan daha güzel, daha kırıık,<br />

daha esprili, göz kamatırıcı, bazen de<br />

daha çirkin, daha gülünç, daha iirilmi<br />

olarak resimleyen bir sanatçıyı nasıl<br />

tanımlamalı? Karikatür çizen ressam mı,<br />

resim yapan karikatürist mi hangisi? Bu<br />

sorunun yanıtı gerçekten kolay değil.<br />

Krüger, New Pop Art - Yeni Pop Sanat<br />

doğrultusunda, güzel olmayan ama gerçek<br />

olan yüzleri resmediyor. Dünya artık<br />

boyalı basında görünen gülünç resimlere Teknik<br />

değil Krügerin tüm canlılıkları taıyan Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

resimlerine bakıyor. Yapıtları, ıık yansımalarını<br />

gölge oyunları ile birletiren,<br />

ile söyleşi<br />

gerçek ile soyut anları içeren düsel dünyaları<br />

gösteriyor bize...<br />

Las Vegastaki Club Moods açılıını<br />

yaparken, sahneye çıkardığı jazz, blues<br />

ve rock ünlüleri kadar, sahnede asılı olan<br />

Krügerin, büyük boyutlu yedi resmi de<br />

büyük bir ilgi odağı olmutu. z<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

ücretSİZ<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

23


<strong>AVRUPA</strong>’DA ÇÖKEN “MARKA” TÜRK GAZETELERİ<br />

Gazetelerin ardından<br />

Türkçe de<br />

biter mi?<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Graik: © yaprakkiran<br />

24


FRANKFURT | Bu yılın sorusu yaz<br />

aylarında, piyasanın içinden ve resmen<br />

doğrulanmayan Türkçe gazetelerin satı<br />

rakamlarıyla ortaya çıkmıtı: Bu gazeteler<br />

ne zaman tamamen ortadan çekilecek?<br />

Bayi satıları yerlerde sürünen, abone<br />

diye bir eyi ise neredeyse tanımayan<br />

günlük Türk gazeteleri bitiyordu. Sadece<br />

bu değil...<br />

© AYPA<br />

Sadece bu değil, çünkü bazı paralel<br />

gelimeler de vardı. Nitekim yaz aylarında<br />

Heidelberg Eğitim Bilimleri Yüksek Okulu<br />

bünyesinde ve Prof. Dr. Havva Engin<br />

danımanlığında hazırlanan bir aratırma,<br />

acı gerçeği bir baka yüzüyle ortaya<br />

çıkardı: Türkçe, özelllikle Almanyadaki<br />

üçüncü ve dördüncü kuak Türkiye<br />

kökenli insanlarda resmen kaybolmaya<br />

yüz tutuyordu. Ancak bu hiç öyle beklenmedik,<br />

gökten üzerimize dümü bir ey<br />

değildi. Bu doğrultuda ciddi göstergeler<br />

yıllar içinde birikmiti. Örneğin, medyada.<br />

Her geçen gün biraz daha ölen bir sektörle<br />

karı karıyayız. Yaklaık 5.5 milyon<br />

Türkiye kökenli, yani Türkçe kullanabilen<br />

insanın yaadığı Batı Avrupada, günlük<br />

Türkçe gazeteler iilen ve ekonomik gerekçeler<br />

temel alındığında, çoktan beridir<br />

bitmi durumda. Türkçeli milyonların<br />

ilgisizliği burada bir rol oynuyor olabilir<br />

belki, ama tek neden bu mu?<br />

Türkçe günlük gazetelerin, daha doğrusu<br />

ikisi hariç tüm çok satılı markaların,<br />

Avrupadan çekilmesi ve bu iki markanın<br />

da çekilme yolunda olması, okurlardan<br />

çok bu markaların, yani egemenlerinin<br />

yaratıp hak ettiği bir sonuçtur. Kendi<br />

düen ağlamaz. Hürriyetin kimilerince<br />

efsane sahibi Erol Simavinin, 1990larda<br />

o dönem Hürriyeti İstanbuldan yöneten<br />

Ertuğ Karakullukçuya, elbette kazandırdığı<br />

paralar nedeniyle, heykeli dikilecek<br />

adam gözüyle baktığı, hatta kimilerine<br />

göre aynen böyle söylediği, herkesin<br />

bildiği bir sırdı. Karakullukçu orta sınıflara<br />

özgü korkunç bir aağılık kompleksini<br />

Türkçe ileyerek zincirlerinden boanmı<br />

bir kara Türkçülük eliğinde, hem<br />

Avrupadaki Türkçeli toplumun bölünmesine<br />

hizmet ediyor hem de bu arada kendi-<br />

25


✤<br />

TÜRK<br />

GAZETELERİ<br />

ALTIN<br />

YUMURTLAYAN<br />

TAVUĞU<br />

KESİYORDU...<br />

✤<br />

yorlar. Her gün, iyice dar bir çevrede yine<br />

5 ayrı Türkçe gazete bazı bayilerde görülebiliyor.<br />

Avrupadaki bayilere 2000lerin<br />

ilk yarısında 11-12 Türkçe gazete dağıtılıyordu.<br />

Piyasadaki 5 Türkçe günlük gazetenin<br />

son satı rakamlarının, okul tatilinin bitmesiyle,<br />

yani eylülden sonra Türkiyeden<br />

dönecek tatilcilerin sayesinde belki<br />

yüzde 10luk bir artı göstermesi beklesinin<br />

sosyal demokrat ve hatta gerçek Atatürkçü<br />

olduğu propagandasını gazeteciler<br />

arasında yaymayı ihmal etmeden piyasa<br />

kızıtırıyor, böylece gazetenin satıını<br />

yükseltebiliyordu. Türkçe konuan yeni<br />

Avrupalı milyonları dinci ve saldırgan milliyetçi<br />

bir cendereye alıp iyice çürütmeyi<br />

baardılar.<br />

Medya teknolojisindeki atılımların<br />

kapıda hazır beklediği ama henüz piyasaya<br />

egemen olmadığı yıllardı. Ertuğ Karakullukçu,<br />

patronlarına, Hürriyet üzerinden<br />

uzun süre Simaviye, daha sonra da Aydın<br />

Doğana iyi paralar kazandırdı. Tabii kendisi<br />

de umur gördü. Hep birlikte altın<br />

yumurtlayan tavuğu kesiyorlardı aslında.<br />

Nitekim deniz, bir on yıl içinde bitiverdi.<br />

1990larda günlük net satıı 100 binlere<br />

bile ulaan, çok değil bundan 15 yıl önce<br />

bazı günler 60-70 bin gazete satabilen<br />

Hürriyet, bugün artık neredeyse okurlarının<br />

yüzde 90ını, hatta yüzde 95ini, kaybetmi<br />

durumdadır. Diğer gazetelerin ise<br />

zaten bir önemi bulunmuyor. Sadece siyasi<br />

gerekçelerle bayilerde bayrak gösterdikleri<br />

söylenebilir; tek anlamları bu.<br />

Bütün bunların balı baına bir gösterge<br />

olduğunu söyleme hakkımız var.<br />

Özellikle de Türkiye kökenli nüfusun aralıksız<br />

arttığı bir coğrafyada.<br />

Neden?<br />

YALANDAN GAZETECİ Mİ ÖLMÜŞ!<br />

Önce güncel rakamlara bakalım. Bunlar<br />

piyasa içi özel bilgiler, ama resmen belgelenmesi<br />

elbette mümkün değil. Simgesel<br />

anlamları nedeniyle yoğun bir yanlı,<br />

hatta resmen yalan bilgi operasyonlarına<br />

konu oldukları söylenebilir. Örneğin, piyasada<br />

ticari hiçbir anlam ve önemi bulunmayan<br />

Sabahın, Almanyada her gün 60<br />

bin okura ulatığı bilgisi Focus dergisine<br />

gazete yöneticilerince verilebiliyor<br />

ve bu serbest atı o dergide yayımlanabiliyor.<br />

Bunun artık abartıyı çok aan bir<br />

operasyon olduğu ortada.<br />

Gerçek baka yerde.<br />

Avrupa Kültürün piyasa aktörlerinden<br />

derlediği ve burada yer verdiği operasyonel<br />

bilgiler, doğruya çok daha yakınlar:<br />

<strong>2016</strong> yılı yaz aylarında Avrupadaki<br />

Hürriyetin bayi satıları 6 bin civarındaydı.<br />

Sabahın ve Sözcünün satı rakamlarının<br />

ise yaz aylarında 2 binlerde kaldığı<br />

biliniyor. Diğer iki gazete Özgür Politika<br />

ile Aydınlık ise 1000-1500 satı bandında,<br />

ticari olmanın dıında tamamen<br />

siyasi nedenlerle varlıklarını sürdürü-<br />

© AYPA<br />

26


niyor. Ama felaket yine de ortada: Türkçe<br />

konuan 5.5 milyonluk bir topluluk,<br />

günlük Türkçe gazetelere hiçbir ilgi göstermiyor.<br />

Nüfus artmı, hatta adeta patlamı,<br />

ama Almanya merkezli ve Avrupalı<br />

Türkçelilere dayalı marka gazeteler<br />

resmen ölmütür. Türkçenin de ölmesi<br />

kimseyi aırtmayacaktır. Burada, suçun<br />

Türkçe konuan insanlarda aranması<br />

kolaycılık olur. Her ne olursa olsun, gerçek<br />

u: Avrupada yaayan Türkçeli bir halk<br />

grubu böyle bir yayıncılığa ve hormonlu<br />

markalarına ilgi göstermiyor. Günlük<br />

gazeteleri yaatmıyor. Alerjik bir hal bu.<br />

Soru da orada: Neden?<br />

ACI ARAŞTIRMA: BİTİYORUZ!<br />

Bu noktaya tekrar dönmek üzere, imdi<br />

Prof. Dr. Havva Enginin aratırmasına<br />

geçebiliriz. Heidelberg Üniversitesi bünyesinde<br />

faaliyetlerini sürdüren Göç Aratırmaları<br />

ve Kültürler Arası Pedagoji Merkezi<br />

Müdürü Prof. Dr. Engin, yaz ortasında,<br />

2013-2014 öğretim yılında hazırlanan<br />

bir aratırmanın dramatik sonuçlarına<br />

dikkat çekti. Baden-Württemberg<br />

eyaletinin Baden bölgesinde Türk Dili ve<br />

Kültürü dersine devam eden öğrenciler<br />

arasında yapılan dil kullanma alıkanlıklarıyla<br />

ilgili anket çalıması, Türkçenin<br />

hızla gerilediğini ortaya çıkarmıtı. Aratırma,<br />

anne ve babasıyla sadece Türkçe<br />

konuan çocukların oranında yarı yarıya<br />

düü saptarken, kardeler arasında iletiim<br />

dilinin artık Almanca olduğunu saptıyordu.<br />

6 bin 125 öğrencinin katılımıyla<br />

gerçekletirilen aratırmanın sonuçlarına<br />

göre, öğrencilerin yüzde 27.8i ailede<br />

sadece Türkçe konuuyor, yüzde 7.9luk<br />

bir kesim de sadece Almanca kullanıyordu.<br />

Aratırmanın altını çizdiği baka<br />

sonuçlar da vardı: Öğrencilerin yüzde<br />

56sı anneleriyle, yüzde 49.7si de babalarıyla<br />

sadece Türkçe konuuyordu. Öğrenciler<br />

evde yüzde 83.5 oranla en çok büyükanne<br />

ve büyükbabalarıyla Türkçe konu-<br />

uyor, öğrencilerin yüzde 51.5u kardele-<br />

riyle iletiimde sadece Almanca kullanıyordu.<br />

Kardeler arasında hem Almanca<br />

hem de Türkçe kullanan öğrenci oranı<br />

yüzde 22.6 idi. Aralarında sadece Türkçe<br />

konuan kardelerin oranı ise yüzde 16.1e<br />

kadar gerilemiti.<br />

Bu verilerden çeitli sonuçlar çıkarmak<br />

mümkün oldu. Bunlardan herhalde en<br />

önemlisi, Türk öğrencilerin yarısının<br />

Türkçesine güvenmediğini bildirmesi.<br />

Özellikle üçüncü kuak dediğimiz Türkiye<br />

kökenli gençlerde ve öğrencilerde yüzde<br />

85.4lük bir kesim Almanca bilgisinin iyi<br />

olduğu görüünde. İkinci kuakta bu oran<br />

yüzde 77.8 ile biraz daha geride.<br />

Halen Alman okullarında 500 bin Türkiye<br />

kökenli öğrenci olduğunu hatırlatan<br />

eğitim uzmanları, Türkçenin İngilizce ve<br />

Fransa ile birlikte müfredata alınmasını<br />

talep ediyor. Durumun diğer Avrupa ülkelerinde<br />

daha farklı olmadığı da biliniyor.<br />

İte Prof. Engin, yeterli ilginin gösterilmemesi<br />

durumunda Türkçenin Almanyada<br />

orta vadede unutulan diller arasına gireceğinden<br />

emin. Havva Engin İki dillilik<br />

büyük bir zenginlik. Almanyada insanlar<br />

en az iki dili günlük hayatta kullanıyor.<br />

Türkçenin de okullarda ikinci veya üçüncü<br />

yabancı dil statüsü kazanması gerekir<br />

görüünü savunuyor.<br />

Bu iki bilgi birletirilerek akıl yürütülebilir.<br />

Ama bazı eklemeler yaparak: Türkçe<br />

konuulan ailelerin çocukları, Prof. Dr.<br />

Havva Engin ve çalıma arkadalarını<br />

hazırladığı rapora göre ilginç gerilemelere<br />

sahne oluyor. Bunların yüzde 92si<br />

✤<br />

HEIDELBERG<br />

UYARISI:<br />

TÜRKÇE BÜYÜK<br />

BİR HIZLA<br />

SİLİNİYOR!<br />

✤<br />

27


✤<br />

"MARKA" TÜRK<br />

GAZETELERİ NE<br />

OKUR NE DE<br />

GAZETECİ<br />

YETİŞTİRDİ. HİÇ<br />

İLGİLENMEDİLER.<br />

✤<br />

Almanya doğumlu. Hemen hemen hepsi<br />

okul öncesi eğitim almı. Yani Almancayı<br />

neredeyse bebek yata öğrenmeye balamılar.<br />

Yüzde 67si Türkçe ve Türk kültürü<br />

derslerine severek devam ediyor. Yüzde<br />

57.9u ailede iki dili de kullanıyor. Yarıdan<br />

fazlası anne ve babasıyla Türkçe konu-<br />

uyor. Kardeler arasında Almanca kullanımı<br />

ise katılımcıların yarısından fazla.<br />

Havva Engin, eğer okulda Türkçe dersleri<br />

müfredata alınmazsa, bu eğilimin kısa<br />

sürede Türkçenin silinmesiyle sonuçlanacağı<br />

noktasında ısrarlı.<br />

ÖLMEYE YATAN BİR SEKTÖR<br />

Böylece gelinmesi gereken noktaya<br />

geldik. Türkçe, daha doğrusu ana akım<br />

medya, Avrupanın yerleik büyük dilleriyle<br />

entelektüel düzlemde boy ölçüebilecek<br />

bir kalibre gösteremiyor. Neden?<br />

Türkçe günlük gazetelerden böyle kolayca<br />

vazgeçilmesini, bu sektörün ölmeye yatmasını,<br />

okurların ilgisizliği ile açıklamak<br />

doğru değildir. O tür ilgisizliklerden bir<br />

temel neden çıkmaz. Ama bir ey çok açık:<br />

Türkçe marka gazeteler Avrupadaki<br />

Türkçeli insanların ilgisini çekmiyor ve<br />

bu ana akım medyada sözcüğün derin ve<br />

geni anlamında gazeteci de yetimiyor.<br />

Avrupada bayilerdeki toplam günlük<br />

Türkçe gazete satıı 10 bini biraz, o da<br />

belki, geçiyor. Ancak 5.5 milyon civarında<br />

Türkçe konuan bir topluluğun yaadığı<br />

coğrafyadayız. Adı geçen yayınların<br />

internet sitelerine, genç kuağın görece<br />

biraz daha fazla ilgi gösterdiğini düünebiliriz.<br />

Elbette o sitelerde günün anlamını<br />

taıyacak derinlikte haberler arandığı<br />

kukuludur.<br />

Tekrar: 1990ların ortasında, aynı coğrafyada<br />

ve daha az sayıda Türkçeli insan<br />

varken, günlük Türkçe gazete satıı 170<br />

bin ile 200 bin arasındaydı. 2000lerde de<br />

bir ara 11 gazetenin Avrupadaki gazete<br />

bayilerine dağıtıldığı biliniyor. İin kolayına<br />

kaçmak isteyen, bu eine az rastlanan<br />

gerilemeyi hemen internet ve televizyona<br />

bağlayabilir. Türk marka gazete-<br />

28<br />

leri, sessiz ilm döneminde müzik yapan<br />

piyanistlerin sesli sinemanın yaygınlamasıyla<br />

sokağa atılmasına benzeyen bir<br />

kaderi yaıyor.<br />

Mesele çok baka aslında: Neredeyse<br />

yarım asırdır yayımlanan ana akım gazetelerde,<br />

gerçekten haber niteliği olan,<br />

aratırılıp bulunmu, daha doğrusu üretilmi,<br />

okur nezdinde kendisini vazgeçilmez<br />

kılan, skandal nitelikli herhangi bir<br />

haberi hatırlayan var mı? En fazla iki sermaye<br />

grubunu, özellikle de Erol Simavi ve<br />

takipçisi yayın grubunu ihya etmenin, yani<br />

iyi para kazandırmanın dıında, acaba tek<br />

bir Bravo! denilecek, Türkiye kökenli ve<br />

yerleik Avrupalıları yerinden zıplatacak,<br />

hükümetleri hop oturtup hop kaldıracak,<br />

insanları akınlığa sürükleyecek, zenginletirecek,<br />

siyasal ve ekonomik iktidarları<br />

sarsan bir haber görüldü mü? Günü kurtardıkları<br />

kesin. Ama ötesi var mıydı? O<br />

zaman böyle bir basının, özellikle günlük<br />

gazetelerin ardından kimsenin ağlamayacak<br />

olması, son derece doğal. Kendi<br />

dilinden ve özgün sorunlarından vazgeçii<br />

yaratan ve hızlandıran gazetelere, bir<br />

noktadan sonra o insanların sırt çevirmesi<br />

olağan bir gelimedir.<br />

Sorun içerikte. İçerik deyince de, açıklanan<br />

görülerin doğruluğunda veya milliyetçi/dinci<br />

duyguların kıkırtılmasında<br />

değil. Habercilik çok eksik; orada.


TEKNOLOJİK SIÇRAMA<br />

Oysa dijital teknoloji, iyi içerikleri, iyi<br />

haberleri artık bu coğrafyanın her köesine<br />

aynı anda taıyabiliyor. Üretim aaması,<br />

baskı ve dağıtım yoğun maliyet<br />

kalemlerini içermiyor. Yeni teknolojiyle,<br />

herhangi bir içerik hiçbir dağıtım engeliyle<br />

karılamıyor. Bilgisayar veya akıllı<br />

telefonlar üzerinden internetle bağlantısı<br />

olan her yerde, bu içeriğe ulamak<br />

mümkün. Sorun, yaratıcı içerikte demek<br />

ki. Yerleik medyada olmayan ise tam da<br />

bu. Kültür endüstrisi, önünde ana akım<br />

medyanın yürüdüğü batan sona bir yalan<br />

dünyadır artık.<br />

Oraya geldik. Türkçe ana akım medya<br />

sermaye gruplarının, hükümetlerle cilvelemekten<br />

baını alıp herhangi bir gerçek<br />

haber üretmesi mümkün değildir. Bu,<br />

galiba artık ana akımın ve büyük markaların<br />

tanımı olmutur: Mevcut sistemin<br />

ve patron katlarının bir parçasıdırlar.<br />

Dolayısıyla gerçekliği doğru okuyacak<br />

ve yansıtacak bir enerji içermemektedirler.<br />

Bu, Avrupadaki Türkçe gazeteler<br />

için çok daha fazla böyledir. Ajanslardan<br />

ve Türkiyedeki merkezden gelen<br />

haberler, yorumlar, dokunulmaz tabular<br />

halinde tehlikesiz ve renksiz içeriği oluturmakta,<br />

bu da Avrupadaki Türkçelileri<br />

hiç ilgilendirmemektedir. Teknik ve<br />

görsel bir düzeyleri vardır, bu doğru. Ama<br />

Avrupadaki Türkçenin, çift dilli insanların<br />

ikinci dili olduğu gerçeği de kendini zorla<br />

hissettirmektedir. Türkçeliler, sahnedeki<br />

bu bayağılığı daha fazla sineye çekmek<br />

zorunda olmadıklarını düünmeye baladılar.<br />

Özellikle ikinci ve üçüncü kuak<br />

sonrasında...<br />

Türkçe okuyanlar artık ana akım medyayı<br />

parasızken bile izlemiyor, neden<br />

bir de üste para verip paralarıyla rezil<br />

olsunlar ki?<br />

LAİK “BURKA”: TÜRK GAZETELERİ<br />

Tarihsel ilevlerine bakınca, bugün<br />

daha rahat söyleyebiliyoruz: Bir tür<br />

burka oldular.<br />

Gerçekten de Türkçe gazeteler bir tür<br />

burka oldular Türkçe okuyanlar için.<br />

Kadını böylesine, üstelik aydınlanmanın<br />

beiği sayılan bir coğrafya olan Avrupada<br />

tamamen kapatılmasını kabul edemeyenlerin,<br />

Avrupa kültürünün temeli tehdit<br />

altındadır saptamasını buraya çekebiliriz.<br />

Türkçe gazeteler, Türkiye kökenli<br />

insanların dünyayla doğru bir iliki kurmasını,<br />

sorular sormasını ve diğer kültürlerle<br />

edeğer bir alıveri içine girmesini<br />

sağlamıyor, tersine onu bu tür ilikilerin<br />

dıına çekiyordu. Zaten bir ok içindeki<br />

insanlarımızda büyük bir aağılık kompleksi<br />

yaratıyor, onları kendi içlerine kapatıyordu.<br />

İslamcılığın buradaki Türkiye<br />

kökenli toplumda verimli bir toprak bulması<br />

biraz da bu marka medyanın marifetidir.<br />

Avrupada yaayan ama kökleri<br />

Türkiyede bulunan bulunan bir kültür<br />

çevresi, bir halk grubu, tam bir kasaba<br />

zihniyetinin zincirleri içinde sömürüldü<br />

ve birilerini ihya etti. Zorlama yoktu<br />

elbette, Türk toplumu buna hazırdı, ama<br />

sonuç acımasız oldu.<br />

Birinci kuak okurlar Erol Simaviyi,<br />

onu izleyen yarım kuak da Simavinin<br />

devamcısı bir yayın grubunu zengin etti.<br />

Sonraki kuaklardaysa bu iliki tamamen<br />

koptu. İkinci ve üçüncü kuak Türkiye<br />

29<br />

✤<br />

TÜRKÇE GAZETELER,<br />

İNSANLARIMIZI<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DAN<br />

KOPARARAK ÇOK<br />

PARA KAZANDI.<br />


✤<br />

KÜLTÜRSÜZLÜĞE<br />

HAYRAN BESİLİ<br />

"KASABA<br />

MEDYASI" ÇÖKTÜ<br />

VE ÇÖKERTTİ.<br />

✤<br />

kökenli insanlar, kısa sürede bu çemberi<br />

taımayacak kadar -bata Almanca olmak<br />

üzere- Avrupa dillerine hâkim oldular.<br />

Türk gazetelerinin ölümünü, biraz da çift<br />

dilli ve dünyayı bir baka dilden kolayca<br />

ve hatta daha rahat izleyen insanlar hızlandırdı.<br />

Türkçe biliyorlardı, ama bu Türk<br />

medyasından uzak durmayı tercih ediyorlardı.<br />

O medyanın, o Türkçe gazetelerin<br />

çizdiği dünyaya çok yabancıydılar. Üstelik<br />

rahatsız edici buluyorlardı. Tedirgindiler.<br />

AÇIK KAPI: YEREL MEDYA<br />

Ancak insanlarımız bazı kapıları açık<br />

bıraktılar. Örneğin özellikle Almanya ve<br />

Avusturyada bütün acemilikleriyle yerel<br />

parasız Türkçe gazetelere, hatta internetteki<br />

bölgesel haber sitelerine büyük ilgi<br />

gösterdiler. Bu ilginin hiç gerilemeden,<br />

hatta yer yer artarak sürdüğü gözleniyor.<br />

Ankaradaki siyasi iktidarın <strong>2016</strong>da yerel<br />

Türkçe medyayı tamamen hizaya getirmek<br />

için Avrupada Ankara üzerinden ve büyükelçilikler<br />

desteğiyle yürüttüğü çalımalar<br />

(yemleme turları), sözü geçen sektörün<br />

önemine bir baka kanıt kabul edilebilir.<br />

Yerel Türk gazetelerindeki patlamaya bir<br />

de bu açıdan bakmak doğru olacaktır. Bir<br />

iletiim ağı yine de var, ama Türkler topluluk<br />

içi iletiimlerinde ana akım Türk<br />

gazetelerini kullanmıyorlar.<br />

Son dönemde Avrupada çeitli medya<br />

kurumlarında kendisine söz verilen<br />

Türkçe kökenli medyatörlerin, önceki<br />

kuaktan çok daha akıcı bir Almanca,<br />

Fransızca, Flamanca, İngilizce vs. kullandığı<br />

doğrudur. Ama bu genç insanların<br />

kendilerine empoze edilen ve kendilerinden<br />

beklenen her eyi sorgusuz<br />

sualsiz kabullendiği, örneğin içinden çıktıkları<br />

Türkiyeyi ve cumhuriyet rejimini<br />

baından sonuna kadar bir anomali<br />

olarak gördükleri, zaten o nedenle önlerinin<br />

açıldığı da doğrudur.<br />

Türkçenin direnç göstermeyen, kültürsüzlüğe<br />

kapaklanan, entelektüel hiçbir<br />

sorgulama üretmeyen kasaba medyası,<br />

Avrupada bütün bayağılığıyla çökmütür.<br />

Yerleik günlük Türkçe gazetelerin bu<br />

sonuna fazla üzülmek, aydın kimliğinin ve<br />

Türkçenin kurtulu içeren diğer yüzünün<br />

inkârı anlamına gelir. Bunlara Toprağı<br />

bol olsun! demek ve yeni yollar aramak<br />

tek çıkar yol gibi görünüyor. Onların yaptıklarını<br />

reddetmek ve yapmadıklarını<br />

gerçekletirmek, bir yeni medya sektörü<br />

doğurabilir.<br />

Alıılmı Türkçe günlük gazeteler artık<br />

tarihe karıtı. Varlıklarını koruyanlar, bir<br />

biçimde destekle ayakta duranlar. Kitlesel<br />

bir talebin konusu değiller. Bunların nasıl<br />

geliebileceğini sormak çok yanlı bir<br />

yerden çok yanlı bir soru sormaktır.<br />

Artık yeni bir çağa girmi bulunuyoruz.<br />

Medyası da herhalde yeni olacaktır.<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

30


www.01.avrupa-kultur.eu www.02.avrupa-kultur.eu www.03.avrupa-kultur.eu www.04.avrupa-kultur.eu<br />

www.05.avrupa-kultur.eu<br />

www.avrupa-kultur.eu<br />

31


MUSTAFA BOZDURGUT: ‘HABERCİLİĞİN GELECEĞİ DİJİTAL DÜNYADA’<br />

Çöküş beklenenden<br />

ULM<br />

✤<br />

TEKNOLOJİK<br />

GELİŞME, YÖNETİM<br />

GERİLİĞİYLE<br />

BİRLEŞİNCE, ÇÖKÜŞ<br />

ÇABUK GELDİ...<br />

✤<br />

Çeyrek asırdır Güney Almanyada yerel<br />

gazetecilik yapan, bu arada Avrupa çapındaki<br />

gazetelerle de bir dönem çalıan Mustafa<br />

Bozdurgut, yerleik Türk marka<br />

gazetelerinin çökü sürecini değerlendirdi.<br />

Yeni Posta Yayın Grubunu kurucusu<br />

Bozdurguta göre, Avrupada Türkçe<br />

habercilik yapmak isteyenler, kendilerini<br />

ve yayın anlayılarını dijital gereksinimlere<br />

göre gözden geçirmek zorunda.<br />

- Son 15-20 yıl içinde okurlarının neredeyse<br />

yüzde 95’ini yitirdiği gözlenen Avrupa’daki<br />

Türkçe günlük gazetelerin bu yıkımı sizce<br />

hangi sektörel nedenlere dayanıyor? Yani,<br />

yerleik ve çok satılı Türk gazeteleri neler<br />

yaptı ve yapmadı ki böyle ani bir bitii<br />

yaamaya baladı?<br />

MUSTAFA BOZDURGUT - Günlük Türkçe<br />

kağıt gazetelerin Türkiyede sıkıntıya girmesi<br />

ve Avrupada ise çökmesinin bana<br />

göre çeitli sebepleri var. Yaklaık altı-yedi<br />

yıl önce Avrupada yayınlanan günlük kağıt<br />

gazetelerin yıkılacakları ve bir sosyal<br />

vaka olmaktan çıkacakları öngörüm maalesef<br />

erken gerçekleti.<br />

Ben iyi bildiğimi sandığım Avrupadaki<br />

günlük gazeteler ve yerel basınla ilgili<br />

düüncelerimi aktarmaya çalıayım. Kağıt<br />

gazetelerin gerilemesinin, günlük gazetelerin<br />

kelimenin tam anlamıyla yıkımlarının<br />

en önemli sebebi tabii ki, iletiim teknolojilerindeki<br />

aırtıcı, devasa gelimelerin durmaksızın<br />

devam etmesi. Buna yönetimsel<br />

ve mesleki hatalar da eklenince kaçınılmaz<br />

son maalesef daha erken tarihte gerçekleti.<br />

Okur hem meraklıdır, hem de ekonomik,<br />

sosyal çıkarı gereği habere, bilgiye<br />

32


daha erken geldi<br />

haklı olarak en kısa zamanda ulamak ister.<br />

Günümüzde okur, habere, bilgiye evindeki,<br />

iyerindeki bilgisayarından, tabletlerinden<br />

ve cep telefonlarından zahmetsiz, ücretsiz<br />

anında ulama imkanına sahipken neden<br />

kağıt gazete peinde kosun!<br />

GAZETELERİN BEKLENEN ÇÖKÜŞÜ<br />

Okurun ulamak istediği haberler hem<br />

çeitlendi çoğaldı, hem de inanılmaz hızlandı.<br />

Kiilerin ilgisindeki ülke/ler ve dünya<br />

gündemi saat baı değiiyor. Hatta haberler<br />

bazen dakika dakika izlenmek isteniyor.<br />

Değiik periyodlardaki kağıt gazetelerin<br />

iletiimdeki bu hıza yetimeleri, ulamaları,<br />

yarımaları teknik olarak olanaksız. Hayal<br />

bile olamaz.<br />

Klavyenin, daktilonun, rotatilerin tularını<br />

teknik olarak devre dıı bırakmasının<br />

dıında, gelelim kağıt gazetelerin özellikle<br />

Avrupadaki günlük Türkçe gazetelerin<br />

sosyal varlık olarak devre dıı kalmalarının<br />

teknolojideki gelimelerin dıındaki<br />

diğer sebeplerine. Yukarıda belirtmeye<br />

çalıtığım genel teknolojik etkinin dıında,<br />

u var: Günlük Türkçe gazetelerin merkezi<br />

Almanya Frankfurttur. Almanyada 3<br />

milyon, diğer Avrupa ülkelerini de hesaplarsak<br />

yaklaık 5 milyon Avrupalı Türk,<br />

potansiyel okurdur. Bir kere bata Almanya<br />

olmak üzere yurtdıındaki günlük gazete<br />

sayısı mevcut talepten fazla. Gazetelerin<br />

arkasındaki güç odaklarının arzularıyla,<br />

gazete okurlarının istekleri çeliti. Nedir<br />

bu çeliki? Kimi gazeteler, okuru gazete<br />

beklerken, adam okurumu nasıl soyarım<br />

derdine dütü. Kimi gazeteler de okurla-<br />

✤<br />

GAZETELERİN<br />

ARKASINDAKİ GÜÇ<br />

ODAKLARIYLA<br />

OKUR TALEPLERİ<br />

ÇELİŞİYOR...<br />

✤<br />

Mustafa Bozdurgut<br />

33


✤<br />

GAZETELERİN<br />

ARKASINDA GÜÇ<br />

ODAKLARIYLA<br />

OKUR TALEPLERİ<br />

ÇELİŞİYOR...<br />

✤<br />

rının gazete beklentilerini dikkate almadı.<br />

Gazetecilikten uzaklaıldı.<br />

Teknolojiye hakim Amerika kaynaklı<br />

Google, Facebook ve benzer sosyal platformların<br />

pazar payları her ülkede olağanüstü<br />

arttı. Bu sosyal platformların vergi<br />

muaiyetleri haksız rekabeti beraberinde<br />

getirince, her ülkenin basın dünyası çıkmaza<br />

girdi. Bu arada gelirleri sürekli gerileyen<br />

Avrupadaki Türkçe günlük gazetelerin<br />

çıkmaza girmeleri elbette kaçınılmaz<br />

hale geldi. Merkezleri Frankfurtta bulunan<br />

Türkçe günlük kağıt gazetelerin idari ve<br />

mesleki hataları objektif duruma eklenince,<br />

yıkımın zamanından önce gerçeklemesi<br />

kaçınılmaz oldu. Bu hatalar nelerdi? Her<br />

gazete kendine göre farklı hatalar yaptı.<br />

Kötü gazetecilik, kötü haber, okuru enayi<br />

gibi görme, yalan haber, düzeysiz haber,<br />

okurun değil yöneticisinin beğeneceği<br />

haberlere ağırlık verme, bağlı bulunduğu<br />

güç merkezlerine yalakalıklar, okurlarını<br />

söğüleme operasyonları gibi yanlılıkları<br />

sayabiliriz...<br />

SORUN OKURDA DEĞİL<br />

Ayrıca, Avrupalı Türk gençlerinin çok<br />

önemli kısmı hem alıkanlık, hem de<br />

Türkçe zorluklarından ötürü Türkçe kağıt<br />

gazeteye yönelmiyorlar. Bu da büyük bir<br />

engel. Yeni nesiller bata ücretli kağıt<br />

gazetelerden hızla uzaklatılar. Bu olumsuzluklar<br />

bir araya gelince kağıt gazete<br />

dünyasında ilk darbeyi özellikle parayla<br />

satın alınan kağıt gazeteler yedi.<br />

- Yeni bir ilgi için neler olmalı bu sektörde?<br />

Yoksa her ey bouna mı?<br />

MUSTAFA BOZDURGUT - Kağıt gazeteye<br />

olan ilginin azalmasının kabahati okurda<br />

değil. Okur ilgisiz değil. Birincisi yerel<br />

ücretsiz gazetelere olan ilgi hâlâ devam<br />

ediyor. Günlük kağıt gazete okuru azaldı,<br />

fakat sanılanın aksine haber takip eden<br />

okur sayısı eskiye oranla kat kat çoğaldı.<br />

Okur sadece günlük ücretli kağıt gazetelerden<br />

dijitale doğru kaydı. Okur çoğaldı<br />

ve ücretsiz dijital haberlere doğru yöneldi.<br />

Gerçek bu! Bu artlarda Avrupada 30<br />

bin, 50 bin, 100 bin gibi ortalama günlük<br />

Türkçe kağıt gazete tirajlarına ulamanın,<br />

ne yazık ki, bo hayal olacağını düünüyorum.<br />

Bir gün nasılsa düzelir! diyerek<br />

hayaline inatla devam etmeye çalıan<br />

günlük kağıt gazeteler arasında sübvansiyonla,<br />

suni tenefüsle yaamaya<br />

devam edenlerin de en kısa zamanda gerçeğin<br />

sert duvarına çarpacaklarını düünüyorum.<br />

Avrupada bir kağıt gazete çok<br />

iyi kurgulanırsa belki yaayabilir. Ancak<br />

böyle bir gazetenin realize edilmesi artık<br />

birçok arta bağlı.<br />

- Türk gazetelerinin en tanınmı markaları<br />

dibe vurdu, ama Türkçe yerel basın diye<br />

bir tür mucize de var özellikle Almanya ve<br />

Avusturya’da. Sizin kurup yönettiğiniz Yeni<br />

Posta bunların en baında gelen bir yerel<br />

gazete. ”ğer interneti de sayarsak, Türkçeli<br />

insanlar belki günlük Türkçe gazeteleri<br />

satın almıyor, ama haberlere ulamanın<br />

34


✤<br />

yolunu yine de bir biçimde buluyor. Özellikle<br />

haber sitelerinden kendine yarayanları seçebiliyor.<br />

Siz ise bu sektörde görece küçük bir<br />

bölgede gerçekten ciddi bir yerel baarının<br />

sahibisiniz. Yerel Türkçe basını nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Avrupa’daki Türkçenin<br />

geleceği bu yerel gazetecilikte mi yatıyor?<br />

MUSTAFA BOZDURGUT - Yerel kağıt gazetelerin<br />

yaamlarına devam etmeleri bir<br />

mucize değil. Aksine normal bir durum.<br />

Sebebi çok basit: Dev dinozorların dünyaya<br />

egemen olduğu dönemde sadece 50 santimetreden<br />

küçük olan hayvanlar yaamlarını<br />

sürdürebilmiler. Avrupadaki yerel<br />

kağıt gazeteler de çoğu küçük oldukları<br />

için yaayabiliyorlar. İhtiyaçları küçük<br />

oldukları için hayatta kalabiliyorlar.<br />

Avrupadaki yerel kağıt gazetelerin çoğu<br />

bir ya da birkaç kii tarafından, ancak<br />

birkaç ehirde faaliyet gösteriyorlar.<br />

Bunların içinde Yeni Posta biraz daha<br />

farklı bir konuma sahip. Yeni Posta Güney<br />

Almanyanın dört eyaletinde birden kağıt<br />

gazete olarak 25 yıldır yayın hayatına<br />

devam ediyor. Çeyrek asırdır okuru, temsilcisi,<br />

muhabiri ve iadamıyla çok sıkı ilikiler<br />

kurabilmeyi becerebildiği için yaamını<br />

sürdürebiliyor. Ayrıca 1997den beri<br />

internette www.yeniposta.de adresiyle varlığını<br />

devam ettiriyor. 2013den beri de<br />

internette günlük yayınını her yayın organının<br />

karı karıya oldukları zorluklarla<br />

boğuarak aralıksız sürdürüyor. Ancak<br />

haberin geleceği dijitalde. Temennim<br />

Avrupa çapındaki Türkçe okura, gazetecilik<br />

mesleğini yüreğinde hisseden iyi<br />

gazetecilerle ulaılır. (FHF)<br />

z<br />

YEREL TÜRKÇE<br />

GAZETELERİN<br />

YAŞAMASI MUCİZE<br />

DEĞİL, NORMAL...<br />

✤<br />

35


GÜNAL GÜNAL’IN DENEYİMLERİNDEN ÇIKARDIĞI SONUÇ<br />

Güçleri birleştirme<br />

zamanı geldi<br />

Günal Günal<br />

AACHEN<br />

Almanyada 1 milyon civarında Türkçe<br />

konuan insanın yaadığı Kuzey Ren Vestfalya<br />

eyaletinin küçük bir bölgesi, geçtiğimiz<br />

yıllar içinde ciddi bir Türkçe yayın<br />

baarısına sahne oldu. Almanca ve belli<br />

bir konuda baladığı yayıncılığını Türkçe<br />

Bizim Aachen ile sürdüren Günal Günal,<br />

Türkçe gazetelerin ve Türkçe yayıncılığın<br />

sorunları, Türk gazetelerinin çökü süreci<br />

ve kendi baarısının nedenleri üzerine<br />

sorularımızı yanıtladı.<br />

İstanbul<br />

- Türk gazetelerinin toplam satıları,<br />

<strong>2016</strong> yaz ayları itibariyle, 15 yıl öncesinin<br />

% 10’una kadar dütü. Hatta bu rakam<br />

belki daha da düük. Ancak her durumda,<br />

en çok satan tek gazetenin bu yaz 6 bini<br />

biraz geçen bir satı bandıyla, geçen yıllar<br />

içinde okurlarının neredeyse 95’ine yakın<br />

bir bölümünü yitirdiğini söyleyebiliriz.<br />

Sizce bu gelime neden normal?<br />

Ya da normal mi bu çökü?<br />

36


MAKİNE DEĞİL İNSAN ÖNEMLİYDİ<br />

Aradan geçen yıllar içinde bu gazeteler<br />

Avrupa sayfaları, Avrupa ekleri çıkartarak<br />

buradaki gündeme de yer vermeye<br />

baladılar, çünkü insanların artık yaadıkları<br />

yerdeki gelimelerden de haberdar<br />

olmak istediklerini fark ettiler. Bu sıralarda<br />

Avrupaya yönelen Türkiye gazetelerinin<br />

sayısı arttı, fakat bazıları pazarda yeterli<br />

RUND UM DIE PFLEGE<br />

EINRICHTUNGEN STELLEN SICH VOR<br />

IN dER STädTEREGION aaCHEN UNd Im kREIS düREN<br />

• Städteregion Aachen • Aachen • Alsdorf • Baesweiler • Eschweiler •<br />

• Herzogenrath • Monschau • Roetgen • Simmerath • Stolberg • Würselen •<br />

• Kreis Düren • Aldenhoven • Düren • Heimbach • Hürtgenwald • Inden • Jülich • Kreuzau •<br />

• Langerwehe • Linnich • Merzenich • Nideggen • Niederzier • Nörvenich • Titz • Vettweiß •<br />

Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

www.bizimaachen.de<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

PfLEgEBERATUNG<br />

PfLEgEBETREUUNG<br />

BEGLEITDIENSTE<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

BETREUTES WOHNEN<br />

AMBULANTE PfLEgE<br />

TAGESPFLEGEHäUSER<br />

STATIONÄRE PfLEgE<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

HAUSNOTRUF<br />

MOBILE MENÜDIENSTE<br />

SANITÄTSHäUSER<br />

KRANKENHäUSER<br />

<strong>2016</strong><br />

& KOSTENLOS zum mitnehmen<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

GÜNAL GÜNAL - Bundan bir ay önce<br />

Almanyaya geliimin 25inci yılı doldu,<br />

yani çeyrek asır. İsterseniz ben konuyu<br />

geldiğim yıllardan bugüne doğru özetlemeye<br />

çalıayım. İlk yıllarda gittiğim her<br />

ortamda, (cafeler, berberler, evler) bir<br />

Türkçe gazete mutlaka görüyordum, bu<br />

da o dönemlerde gazetelerin okunduğunu,<br />

insanların hâlâ geldikleri yerdeki gelimelere<br />

ilgi duymakta olduklarını gösteriyordu<br />

bana göre. Hatta daha ilginci, o<br />

dönemde Türkiyede çıkan gazeteler bir<br />

gün sonra buraya gelirdi, yani gelimeler<br />

bir gün geriden takip edilirdi ve gazetelerin<br />

içerikleri de tamamen Türkiye idi.<br />

O dönemde yeni olmamdan ve yeterince<br />

Almanca bilmememden dolayı çevremdeki<br />

gelimeleri WDR radyosunun yarım<br />

saatlik Türkçe haber programından takip<br />

ederek öğrenirdim. Türkçe Televizyon<br />

kanalı olarak da sadece TRT İNT vardı.<br />

Bence bu dönemler Türkçe gazetelerin<br />

altın çağlarıydı.<br />

pay edinemeyince geri çekildi. Aynı dönemlerde<br />

çanak antenlerle Türkiyedeki birçok<br />

yayın kanalı Avrupaya yayın yapmaya baladı,<br />

bunun sonucu olarak da görsel medya<br />

gazete satılarını biraz geriletti. Evlere<br />

gazete alma oranları dütü, geriye sadece<br />

Türkiyelilerin ortak buluma alanları olan<br />

kahveler, dernekler ve camiler gibi yerler<br />

kaldı. Daha yakın zamanlara gelince, en<br />

büyük darbeyi internet ve sosyal medya<br />

indirdi yazılı basına. İnsanlarımız merak<br />

ettikleri gelimeleri internet üzerinden<br />

takip etmeyi tercih eder oldular, özellikle<br />

genç kuaklar. Hatta günümüzde sosyal<br />

medya üzerinden son dakika, lash<br />

37


✤<br />

TÜRK<br />

GAZETELERİ<br />

MAKİNEYE PARA<br />

VERDİ, İNSANA<br />

YATIRIM<br />

YAPMADI.<br />

✤<br />

gelime eklinde paylaımlarla anında<br />

kitlelere ulaılabiliyor, gazeteler ise bu<br />

gelimeye ancak ertesi gün yer verebiliyorlar.<br />

İte gazetelerin bugün eski rakamların<br />

yüzde 10una gerileme süreci de<br />

böylece olutu. Hatta büyük heveslerle<br />

Avrupada bürolar açan, matbaa satın alıp,<br />

baskıyı buralarda yapan Türkiye gazeteleri<br />

günümüzde bundan vazgeçerek, tüm<br />

ilerini tekrardan Türkiyeden yürütmeye<br />

çalımaktalar. Bundan sonrası da bence<br />

çok parlak gözükmüyor. Bu çökü normal<br />

ve öngörülebilir bir durumdu.<br />

- Türk günlük gazetelerindeki bu korkunç<br />

gerilemeyi siz nasıl görüyorsunuz? Sadece<br />

okurların ilgisizliği ile mi açıklanmalı bu<br />

durum? Türkçe gazetelerin yıkımı sizce<br />

hangi sektörel nedenlere dayanıyor? Yani,<br />

Türk gazeteleri neler yaptı ve yapmadı ki,<br />

böyle ani bir bitii yaamaya baladı?<br />

GÜNAL GÜNAL – Bizim insanımız okumayı<br />

sevmiyor, okumayan bir toplumuz<br />

gibi sözlere ben pek itibar etmiyorum.<br />

Türkiyedeki gazete ve kitap satılarının<br />

düük olması bir gerçek olmakla birlikte<br />

benim kastetmek istediğim farklı bir ey.<br />

Bu gazeteler, okurlarına onların ilgisini<br />

çekecek haber ve bilgiyi yeterince ulatıramadılar.<br />

Bu konuda en baarılı oldukları<br />

alan ise spor sayfaları oldu ve bugün<br />

satılan gazeteler bence bu spor sayfaları<br />

için alınmakta.<br />

Yani okuyucu ilgisizliğinin yanında,<br />

gazeteler Avrupada matbaalara, bürolara<br />

yatırım yaparken personel yetitirmeye<br />

ve ciddi bir kadro oluturmaya önem vermediler,<br />

yani insana yatırım yapmadılar.<br />

Diğer bir nedense, genelde tüm dünyada<br />

yazılı basın büyük bir hata yaparak, online<br />

sistemine de geçti. Hatta dünya çapında<br />

çok bilinen gazeteler kapandı, bazıları ise<br />

sadece online yayın hayatlarını sürdürmekteler.<br />

Bence kağıt üzerinde kalmalı<br />

ve yola böyle devam etmeliydiler. Türkiye<br />

gazetelerinin gerilemesinde yerel olarak<br />

çıkarılan gazete ve dergiler de az da olsa<br />

etkili oldular.<br />

YENİ PROJELER<br />

- Türkçe okuyan insanlar yok değil. Sadece<br />

Almanya’da 3 milyon Türkiye kökenli insan<br />

yaıyor. Bu insanların Türkçe gazetelere<br />

tamamen ilgisiz olduğu söylenemez.<br />

Ama gözle görünür bir biçimde yerleik<br />

gazetelere karı ilgisizler... Yani bir ilgi için<br />

neler olmalı bu sektörde? Yoksa her ey<br />

bouna mı?<br />

GÜNAL GÜNAL - Biraz önce bahsettiklerime<br />

dayanarak söyleyebileceğim tek<br />

ey artık çok geç olduğu. Bir tek çıkı<br />

yolu olabilir, ama Türkiye gazeteleri de<br />

buna yanamazlar. Herhangi bir yayınevi<br />

çıkıp Ben sadece Avrupada yayınlanan<br />

ve burada oluturacağım ciddi bir ekiple<br />

yeni bir gazete çıkarıyorum ve bunun için<br />

de Avrupada yeni bir yatırım yapıyorum<br />

demeli. Bunu da söyleyecek bir yayınevi<br />

bulmak oldukça zor ve hatta Avrupada<br />

bunu yapacak yeni bir yatırımcı bulmak<br />

da, bir o kadar zor.<br />

Bütün bunlara rağmen böyle bir gereksinim<br />

var, bunu da ancak yerel bazda<br />

yaam savaı veren gazete ve dergilerin<br />

birlikteliği ile uzun zamana yayarak, belki<br />

gerçekletirmek mümkün olabilir. Kısa<br />

vadede birbirine yakın yayın organları<br />

bir araya gelerek daha geni bir alanda<br />

(birkaç ehirde) daha yüksek tirajlı bir<br />

yayın organına dönüebilirler. Orta vadede<br />

ise bu, eyaletler düzeyine çıkarılabilir.<br />

Uzun vadede de tüm bu organların birlemesiyle<br />

ülke ve hatta Avrupa çapında ciddi<br />

bir yayın organı hayal edebiliriz.<br />

- Türk gazetelerinin en tanınmı markaları<br />

dibe vurdu, ama Türkçe yerel basın diye<br />

bir tür mucize de var özellikle Almanya ve<br />

Avusturya’da. ”ğer interneti de sayarsak,<br />

Türkçeli insanlar günlük Türkçe gazeteleri<br />

satın almıyor, ama haberlere ulamanın<br />

yolunu yine de bir biçimde buluyor. Özellikle<br />

haber sitelerinden kendine yarayanları<br />

seçebiliyorlar. Siz bu alanda Aachen gibi<br />

küçük bir bölgede ciddi bir baarının sahibisiniz.<br />

Yerel Türkçe basını nasıl değerlen-<br />

38


Marcel Philipp<br />

CDU<br />

Björn Jansen<br />

SPD<br />

Gisela Nacken<br />

DIE GRÜNEN<br />

Wilhelm Helg<br />

FDP<br />

REGION<br />

REGION<br />

Leo Deumens<br />

DIE LINKE<br />

bir Konu - bir Konuk:<br />

Abdurrahman Kol > 12<br />

G. Ayşe Uludağ ve<br />

Çatı-Kalem Derneği > 4<br />

Uyum üzerine:<br />

Nurhan Karacak > 6<br />

Kültür ve Sanat:<br />

Yasemin Hakverdi > 8<br />

İçimizden biri:<br />

İbrahim Çoban > 20<br />

Gençlik:<br />

E. İ. Okur & B. Turan > 8<br />

Kültür & Sanat<br />

A. H. Avcı > 16<br />

Başka işler yapanlar:<br />

A. Doğancı > 6<br />

Çevre ve Uyum:<br />

M. Çelik > 12<br />

Bir Konu - İki Konuk:<br />

M. Nart & B. Yıldırım > 24<br />

Nisan / Mayıs 2014<br />

www.bizimaachen.de<br />

İçimizden Biri > 8<br />

Kaan Cevahir<br />

Gençlik > 19<br />

Burcu Ayvaz<br />

Gönüllü Çalışmalar > 25<br />

Yasemin Karakaruk<br />

Kültür & Sanat > 15<br />

Tiyatro “Alem-i Cümbüş“<br />

Bir Konu & Bir Konuk> 21<br />

Bayram Tarakçı<br />

Şubat / Mart 2015<br />

www.bizimaachen.de<br />

Kültür & Sanat > 9<br />

Hakan Sönmez<br />

İçimizden Biri > 12<br />

Yüksel Özdal<br />

Kültür & Sanat > 8<br />

Euskirchen Folklor Ekibi<br />

Başka İşler Yapanlar > 22<br />

İsmail Öner<br />

Bunları Biliyor<br />

muydunuz? > 19<br />

Aralık 2015 / Ocak <strong>2016</strong><br />

REGION<br />

REGION<br />

Aachen’da politikayla<br />

ilgilenenlerimiz > 4<br />

Uyum üzerine:<br />

Heidemarie Ernst > 6<br />

Gönüllü Çalışmalar:<br />

Üstün Gözler > 7<br />

Müzik:<br />

Ulaş Hazar > 12<br />

Kültür ve Sanat:<br />

Mehmet Çetiner > 22<br />

Ağustos / Eylül 2013<br />

Kültür & Sanat > 6<br />

Zeynep Bakşi Karatag<br />

Gündem > 8<br />

Seçim sonuçları<br />

İçimizden biri > 13<br />

Sevgi Sakar<br />

Çevre > 21<br />

Aachen Ormanı<br />

Başka işler yapanlar > 19<br />

Erdoğan Dakman<br />

Haziran / Temmuz 2014<br />

www.bizimaachen.de<br />

Kültür & Sanat > 10<br />

Emir Kadıoğlu<br />

Gençlik > 17<br />

Caner Erdoğan<br />

Bir Konu & İki Konuk > 14<br />

KMI: M. Jäckle & W. Stein<br />

Gönüllü Çalışmalar > 13<br />

Dr. Serpil Karanfil<br />

Sizden Gelenler > 21<br />

Hakan Tuc<br />

Nisan / Mayıs 2015<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 6<br />

Prof. Dr. Ziya Akçetin<br />

Başka işler yapanlar > 19<br />

İrem Benli<br />

İçimizden Biri > 12<br />

Mehmet Balta<br />

Kültür & Sanat > 20<br />

Serpil Aygün<br />

Yerel Politika Yapanlar > 15<br />

Önder Günay<br />

Şubat / Mart <strong>2016</strong><br />

neo nazi Partisi „Pro NRW“ / Aachen - eilendorf / 2013<br />

neo nazi Partisi „Die Rechte“ / Aachen - theaterplatz / 2013<br />

neo nazi Partisi „NPD“ / Aachen - Kaiserplatz / 2004<br />

REGION<br />

Kapak Resimleri © Dominik Clemens<br />

Bir Konu-Bir Konuk:<br />

Depresyon > 24<br />

Kültür ve Sanat:<br />

Necip Tokoğlu > 6<br />

Başka işler yapanlar:<br />

Serhan Sancaktar > 8<br />

Gönüllü Çalışmalar:<br />

Mehmet Çelik > 4<br />

Çevre ve Uyum:<br />

Burhan Çetinkaya > 20<br />

Ekim / Kasım 2013<br />

Kültür & Sanat > 10<br />

Metabolizma Rock Grubu<br />

İçimizden biri > 21<br />

Fatma Altunoğlu<br />

Başka işler yapanlar > 15<br />

Recep Kılıç<br />

Yaşama dair > 23<br />

Türkiye temsilcimiz<br />

Bir konu & üç konuk > 24<br />

Kim için hangi sigorta?<br />

Ağustos / Eylül 2014<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 16<br />

Yıldıray Reyhanioğlu<br />

Gençlik > 15<br />

Emre Seyrek<br />

Gönüllü Çalışmalar > 14<br />

Alev Tur<br />

Kültür & Sanat > 24<br />

Şinasi Dikmen<br />

İçimizden Biri > 12<br />

Aşkım Ali Erdoğan<br />

Haziran / Temmuz 2015<br />

Başka işler yapanlar > 18<br />

Şeriban Ceylan<br />

Spor > 13<br />

Burcu Babacan<br />

Bir Konu & Üç Konuk > 21<br />

Nasıl Polis Olunur?<br />

Kültür & Sanat > 9<br />

Canel Yay<br />

Yerel Politika Yapanlar > 15<br />

Sevgi Sakar<br />

Nisan / Mayıs <strong>2016</strong><br />

© Leiden, Rijksmuseum van Oudheden<br />

REGION<br />

başka işler yapanlar:<br />

Kahraman Abay > 23<br />

bir Konu-bir Konuk:<br />

Salih Avcı > 18<br />

Gönüllü Çalışmalar:<br />

batmaz Ailesi > 4<br />

Kültür ve Sanat:<br />

Süleyman büyükdere > 6<br />

Çevre ve Uyum:<br />

Kemal Gündoğan > 26<br />

Aralık 2013 / Ocak 2014<br />

Kültür & Sanat > 26<br />

Bülent Tiz<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 14<br />

Beraat Mersuh-Böcker<br />

İçimizden Biri > 6<br />

Melih Serter<br />

Gençlik > 22<br />

Cansu Dost<br />

Spor > 13<br />

Şahin Dağıstan<br />

Ekim / Kasım 2014<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 22<br />

Necla Demirci<br />

İçimizden Biri > 6<br />

Ahmet Özdemir<br />

Başka işler yapanlar > 8<br />

Sibel Güleç<br />

Kültür & Sanat > 12<br />

Ahmet İhsan Tolunalp<br />

Sizden gelenler > 11<br />

Esra Cenkiz<br />

Ağustos / Eylül 2015<br />

Kültür & Sanat > 11<br />

Halil Zembilci<br />

İçimizden Biri > 21<br />

Timur Bozkır<br />

Yerel Politika Yapanlar > 8<br />

D. Arslanbaş-Özkesemen<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 13<br />

Ferdi Çevik<br />

Başka işler yapanlar > 15<br />

Kamuran Işık<br />

Haziran / Temmuz <strong>2016</strong><br />

REGION<br />

Foto © Bundesregierung/Bilan<br />

Foto © Harry Hautumm/pixelio.de<br />

İçimizden biri:<br />

Sait Başkaya > 8<br />

başka işler yapanlar:<br />

Serkan Güngör > 15<br />

Kültür ve Sanat:<br />

Recep Vardar > 19<br />

Çevre ve Uyum:<br />

Dr. Ahmet Lokurlu > 24<br />

Bir Konu-Bir Konuk:<br />

Oğuz Evler > 10<br />

Şubat / Mart 2014<br />

Kültür & Sanat > 12<br />

Murat Karatag<br />

Başka İşler Yapanlar> 21<br />

Adem Avcı<br />

Üniversite Sayfası > 14<br />

Modern Halk Dansları<br />

Gençlik > 11<br />

Seher Daşdemir<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 24<br />

Kumar Bağımlılığı<br />

Aralık 2014 / Ocak 2015<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 8<br />

Nurhan Karacak<br />

Başka İşler Yapanlar > 25<br />

Yasemen Özyıldırım<br />

Spor > 10<br />

DİTİB Aachen Spor Kulübü<br />

Kültür & Sanat > 15<br />

Alle Turca<br />

Gönüllü Çalışmalar > 22<br />

Baran Ekinci<br />

Ekim / Kasım 2015<br />

Kültür & Sanat > 9<br />

Aşkım Ali Erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

Ekin Feyzi<br />

İçimizden Biri > 10<br />

Ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

Said Ünal<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök Hücre & Emrah Kılıç<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 01<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 02<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 03<br />

www.bizimaachen.de<br />

bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 04<br />

www.bizimaachen.de<br />

bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 05<br />

aachen‘ın<br />

Rekorları<br />

Aachen ve çevresinde Neo Naziler<br />

ücretSİZ<br />

Haziran/ Temmuz 2013<br />

Aachen‘a 9. kardeş şehir türkiye‘den:<br />

SaRIyER / İSTaNbUL<br />

ücretSİZ<br />

ücretSİZ<br />

AAChen 2014<br />

ücretSİZ<br />

KARNAVAL<br />

5. MEVSİMDE KİMLER, NEDEN VE NE KUTLUYOR?<br />

ücretSİZ<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 06<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 07<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 08<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 09<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 10<br />

© Rolf-van-Melis/pixelio.de<br />

Foto © Stadt Aachen / Andreas Herrmann<br />

Gaye Gökalp-Yılmaz‘ın Aachen araştırması<br />

Bu madalyonu kim takacak?<br />

Aachen, Belediye Başkanı‘nı Arıyor<br />

ücretSİZ<br />

“Peki ama biz kaç kişiyiz?“<br />

AAChen Ve ÇeVReSİNDEKİ NÜFUS YAPILARI<br />

ücretSİZ<br />

DÖNER KEBAP...<br />

NEREDEN NEREYE!<br />

ücretSİZ<br />

ALMANLAŞMAMAYA DİRENME TAKTİKLERİMİZ<br />

Fotoğraflar: Ünay Abdullah Yaşar<br />

ücretSİZ<br />

Devlet Bakanı Aydan Özoğuz: „Hala yapacak çok şey var.“<br />

10. YABANCILAR RAPORU<br />

ücretSİZ<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 11<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 12<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 13<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 14<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 15<br />

Mutluluk nedir?<br />

ücretSİZ<br />

KONUŞUYORUZ AMA NECE KONUŞUYORUZ?<br />

ücretSİZ<br />

kendi işinin patronu olmak!<br />

ücretSİZ<br />

ÖLÇÜLEBİLİR GÜZELLİK<br />

ücretSİZ<br />

İNTERNETİN BİLİNMEYEN KARANLIK YÜZÜ:<br />

DERİN İNTERNET<br />

ücretSİZ<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 16<br />

Bizim aachen<br />

AACHEN, DÜREN, HEINSBERG VE EUSKIRCHEN İÇİN TÜRKÇE DERGİ | 17<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 18<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 19<br />

© AKV / Sammlung Crous<br />

AACHEN OSTVIERTEL<br />

www.bizimaachen.de<br />

Bizim AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

✤<br />

BURNOUT<br />

YENİ BİR HALK HASTALIĞI: TÜKENMİŞLİK SENDROMU<br />

ücretSİZ<br />

ALMAN<br />

EĞİTİM<br />

SİSTEMİ<br />

diriyorsunuz? Avrupa’daki Türkçenin geleceği<br />

bu yerel gazetecilikte mi yatıyor?<br />

GÜNAL GÜNAL - Almanyaya geldiğim<br />

günden beri bulabildiğim Türkçe yerel<br />

gazete ve dergileri toplamaya, incelemeye<br />

ve arivlemeye özen gösterdim. Yerel<br />

yayın organlarının Türkçenin geleceğinde<br />

payı vardır ancak öncelikle birçoğu kendi<br />

Türkçelerini düzeltmelidir.<br />

Yerel basın konusundaki gözlemlerimi<br />

öyle özetleyebilirim: Yayın hayatına balayan<br />

birçok yerel gazete ve dergi ciddi<br />

ön planlamalar yapmadıkları için, maddi<br />

nedenlerden dolayı kısa sürede kapanmak<br />

zorunda kaldı. Parmakla sayılabilecek<br />

kadar yerel veya bölgesel yayın organı ise<br />

uzun soluklu olmayı baarabildi, onların<br />

da hakkını yememek lazım.<br />

ücretSİZ<br />

GÜNÜMÜZDE ZAMAN HIZLANDI MI?<br />

ücretSİZ<br />

DOĞU YAKASININ HİKAYESİ<br />

ücretSİZ<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

BAŞARIMIN KRİTERLERİ<br />

Sizin, Aachen ve çevresinde yarattığım<br />

bir baarı olarak bahsettiğiniz dergimde,<br />

geçmite yaanan olumlu olumsuz örnekleri<br />

de dikkate alarak belirli kriterlerle<br />

yola çıktım. Bu temel kriterleri öyle özetleyebilirim:<br />

1. Çıkarmı olduğum Almanca yayın<br />

organları nedeniyle, Türkçe bir dergiye en<br />

fazla iki aylık periyotlarla zaman ayırabilirdim,<br />

bu nedenle dergimizi üç yıldır iki<br />

ayda bir çıkarıyoruz.<br />

2. Gazete ve dergi kavramları pek<br />

dikkat edilmese de farklı içerikler taıyor.<br />

Gazete o gün okunulur ve atılır, kimse<br />

gazeteyi pek saklamaz, oysa dergi daha<br />

uzun süreli okunma ansına sahiptir.<br />

ücretSİZ<br />

BİZİM<br />

İNSANLARIMIZA<br />

VE YAŞADIĞI ORTAMA<br />

GEREKTİĞİ GİBİ YER<br />

VEREN BİR MEDYA<br />

MÜMKÜN.<br />

✤<br />

39


✤<br />

DAHA İLERİ<br />

GİTMEK İSTİYORSAK<br />

GÜÇLERİMİZİ<br />

BİRLEŞTİRMELİYİZ<br />

✤<br />

Bugün birazı, yarın birazı okunabilir,<br />

yani daha uzun ömürlüdür. Bu nedenle<br />

dergi formatında karar kıldım. Aylık ya da<br />

iki aylık gazete olmaz, en fazla haftalık<br />

gazete olabilir.<br />

3. Dikkatimi çeken en önemli neden<br />

uydu: Alman yayın organlarında bizim<br />

insanlarımıza neredeyse hiç yer verilmiyordu.<br />

Yerel Alman medyasında çıkan<br />

genel proilimiz, çete savaları, banka<br />

soygunu, cinayet vakalarında yer alan<br />

haberlere mevzu olmaktan öte değildi,<br />

bu nedenle dergimi güncel haberler<br />

yerine; yaadığım bölgede kendi alanlarında<br />

güzel iler yapan, baarılara imza<br />

atan, kültürel çalımalar yapan insanları,<br />

sanatla uğraanları tanıtmayı; yaadığımız<br />

fakat çok iyi tanımadığımız ehrimizi<br />

tanıtmayı ve bunun yanında belediyenin<br />

ve bazı kurumların Almanca bilmeyen<br />

veya az bilen vatandalarımıza<br />

Türkçe broürlerle bilmeleri gereken yasal<br />

düzenlemeler ve uygulamalar hakkındaki<br />

bilgilendirmeyi, ana dillerinde aktarmayı<br />

hedef alan bir çizgi edindim… Haber<br />

yerine, yerel bilgiyi temel alan bir dergi.<br />

4. Bir derginin içeriği kadar baskı ve<br />

kağıdının kalitesinin de önemli olduğunu<br />

fark ettim. Bu nedenle dergimin basım ve<br />

kağıt kalitesine önem verdim ve yaadığım<br />

ehirdeki Alman dergileriyle rekabet edebilecek<br />

özellikte baskı ve kue kağıda<br />

karar verdim.<br />

5. Derginin herhangi bir politik veya<br />

dini, mezhebi bir görüü olmamalıydı.<br />

Bu sayede dergimiz her kesimden insana<br />

ulamalıydı.<br />

6. Her eve bir dergi konseptiyle, nüfus<br />

oranımızdan yola çıkarak dergi adedini<br />

belirledik.<br />

7. Yüzde 100 yerel bir dergi olmalıydı ve<br />

her yere dağıtılmalıydı.<br />

8. Dergi her aamada, katkı sunmak<br />

isteyen herkese açık olmalıydı.<br />

Temelde bu kriterlerle çıkarttığım<br />

Bizim Aachen dergisi, üç yıldır aynı çizgide<br />

çıkmaktadır. Okurlarımızdan gelen<br />

haberlere de yer vermek konusundaki<br />

eletirilere de cevap olabilmek amacıyla<br />

da Sizin Aachen diye yeni bir dergiye<br />

de balamayı düünüyoruz, bu tamamen<br />

okuyucudan gelen haberlerden oluacak.<br />

Kendi alanında farklı bir dergi planlıyoruz.<br />

Baka bir alandan, ani bir kararla basın<br />

sektörüne geçmi birisi olarak aklıma<br />

gelen ilk ey bir Türkçe dergi olmadı.<br />

Almanyada yaayan biri olarak hedef kitlemi<br />

Almanlar ve hatta hâlâ yazılı basını<br />

okuma alıkanlığı olan bir nesile yönelik<br />

(50 ya ve üzeri) bir dergiyi dokuz yıldır<br />

çıkarmaktayım. Bizim Aachen dergisi açık<br />

söylemek gerekiyor ki eksikliğini duyduğum<br />

ve ben yapmazsam baka birilerinin<br />

yapmayacağını düündüğüm bir<br />

eydi. Baarı dediğiniz eyin belki de<br />

temeli u: Alman mantığıyla bir Türkçe<br />

dergi çıkarıyorum, dergimizin internet<br />

adresi www.bizimaachen.de, orta vadedeki<br />

planlarım için de internette bir ismi<br />

imdiden satın aldım: www.bizim.nrw...<br />

Fakat online dergi olarak değil, sadece<br />

dergimiz hakkındaki bilgilere online ulaılabilecek<br />

internet siteleri.<br />

Son olarak unu söylemek isterim; yerel<br />

bazdan biraz daha ileriye gitmek istiyorsak<br />

güçlerimizi birletirmeliyiz, bu<br />

alanda ben herkese, her yerde, her türlü<br />

katkıyı vermeye hazırım. Gerek birle-<br />

erek daha genel alanlarda Türkçe dergi<br />

çıkarma konusunda, gerekse de basın<br />

sektöründe olan dostlarımın, Almanca<br />

yayınlar çıkarma istekleri konusunda<br />

deneyimlerimden faydalanmak istemeleri<br />

halinde severek katkı sunabilirim.<br />

(FHF)<br />

z<br />

40


www.binfikir.be<br />

41


© AYPA | Fotoğralar: Mustafa Temel)<br />

HAMBURGER BAHNHOF MÜZESİNDE “İZLERİMİZ”<br />

Alman bakentinde<br />

arabesk ve<br />

Türk pop kültürü<br />

BERLİN<br />

Türkiyenin önde gelen sanatçılarından<br />

Gülsün Karamustafa, arabesk, gecekondu<br />

ve çağda pop kültürün sadece Türkiyede<br />

değil, göçebeler üzerinden Berline nasıl<br />

yansıdığını ve kimlik kurucu niteliğini<br />

sergiletirdi. Haziran ayında açılan ve 23<br />

Ekim <strong>2016</strong>ya kadar Hamburger Bahnhof<br />

-Museum für Gegenwart salonlarında<br />

sürecek olan Chronographia balıklı sergide,<br />

sanatçının son 40 yıla yayılan çalımalarından<br />

örnekler bir kompozisyon<br />

halinde izleyici önüne çıktı.<br />

Çeitli tarzlardan yararlanarak geçmii<br />

ve bugünü harmanlayan Karamustafanın<br />

tüm çalımalarının merkezinde göç,<br />

siyasal nedenlerle maruz kalınan göçebelik,<br />

pop kültür, feminizm ve toplumsal<br />

cinsiyet, Batının Ortadoğu toplumlarına<br />

bakııyla tartıma gibi tema ve balıklar<br />

yer alıyor. Melani Roumiguiriin küratörlüğünde<br />

gerçekletirilen 110 parçalık Berlin<br />

sergisinde, zaman içindeki örtümeler ve<br />

dallanıp budaklanmalar da irdeleniyor.<br />

Karamustafanın çalımaları kronolojik<br />

olarak sıralanmıyor, temaya göre gerçekletirilen<br />

bir düzen içinde ve güncel söyleme<br />

göndermelerle sunuluyor.<br />

42


ARABESK, FİLM VE VİDEO KASETLERİ<br />

Bu arada, sergi çerçevesindeki toplantılar<br />

da sürüyor. 3 Eylülde yapılan<br />

ve Dr. Çiçek Bacık ile Can Sungu ve Ali<br />

Yıldırımın da katıldığı bir tartımalı<br />

toplantıda, arabesk ve Türk pop kültürünün<br />

Almanyada bu kadar hızlı yayılmasının<br />

anlam ve sonuçları değerlendirildi.<br />

Almanyaya yabancı kültürel renklerin<br />

bu ülkedeki Türkiye kökenli toplum<br />

üzerinde nasıl kimlik kurucu bir etkisi<br />

olduğu masaya yatırılırken, bibak e.V.<br />

Sanat Yönetmeni Can Sungu, Avrupalı<br />

göçmen sanatçıların eserlerinden görüntüler<br />

ile Türk ilmlerinden örneklerden<br />

oluturduğu ve çeitli festivallerde gösterdiği<br />

ilmi sundu.<br />

Gazeteci ve çevirmen Ali Yıldırım da<br />

1980lerde arabesk ve pop kültürün video<br />

kasetleri üzerinden Almanyaya giriini<br />

kendi Ceylan Video macerasıyla ilikilendirerek<br />

anlattı. Yıldırım, Almanyaya<br />

Türk sinema ilmlerinin nasıl getirildiğini,<br />

önceleri Alman sinema salonlarının<br />

haftanın belirli günlerinde birkaç saatlik<br />

kiralanarak müzik showlar eliğinde gösterildiğini,<br />

sonraları 16 mm ve 8 mmlik<br />

ilmlerin kiraya verildiğini ve en sonunda<br />

da video kasetlerin yaygınlaması ile<br />

VHS, Beta ve 2000 sistem video kasetler<br />

ile Türk giriimcilerin pazardaki talebi<br />

gidermek için bir tür video endüstrisi oluturduğunu<br />

belirtti. Yıldırım, Berlindeki<br />

göçmenlere Türk ilmlerini seyrettirmede<br />

ayrıcalıklı bir yeri olan, bu iin öncülerinden<br />

emekli öğretmen rahmetli Kazım<br />

İsmailçebiyi böyle toplantılarda anmamız<br />

gerekir. Ayrıca Avrupadaki videoculuk<br />

tarihinde önemli bir yer tutan dönemin<br />

Türk Kan Video irketinin sahibi Dr. Sabri<br />

Demirdöğenin nasıl Yeilçamı satın alan<br />

Urfalı olarak gazete manetlerine geçtiğinden<br />

söz etmek de yerinde olur diye<br />

konutu. Yıldırım, sürecin yansımalarını<br />

yorumladı.<br />

z<br />

✤<br />

ARABESK VE DİĞER<br />

TÜRK POP KÜLTÜR<br />

ÖRNEKLERİNİN<br />

"KİMLİK KURUCU"<br />

ETKİSİ DE<br />

OLDU.<br />

✤<br />

43


44


Frankfurt<br />

Seyahatnamesi<br />

AHMET HAŞİM<br />

45


Adalbertstraße 3<br />

10999 Berlin<br />

Tel. 030/26 30 31 46<br />

Fax: 030/26 30 31 47<br />

Email:<br />

regenbuch@yahoo.de<br />

Web:<br />

www.regenbogen-buch.net<br />

46


Aylık Kültür ve Aylık Sanat Kültür Dergisi ve Sanat | Ekim Dergisi <strong>2016</strong> | | Şubat Sayı: <strong>2016</strong> 8 | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Sayı: 01<br />

Meltem<br />

Kaptan<br />

“Olayı”<br />

Bremen’de<br />

Türkçe<br />

Macbeth<br />

■<br />

■<br />

■ BERLİN’DE SERGİ: SELF-TRANSLATION<br />

■ “KANKIRMIZI AYAKKABILAR” OYUNU<br />

■ ÇİĞDEM AKYOL’UN ERDOĞAN BİYOGRAFİSİ<br />

RTE


İçindekiler<br />

KOMEDYEN, SUNUCU, OYUNCU VE ŞİMDİ DE YAZAR<br />

Meltem Kaptan “olayı”<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

İyi bir evsahibi nasıl mı olur? Bir yemek kaşığı vahşi Türk balı, bir tutam kışkırtıcı cazibe, bunları kıvırcık<br />

kafayla karıştır, üzerini de Doğubatı Vestfalya’nın esmer ekmeği ile süsle. Bu lezzetin adı Meltem,<br />

Türk-Alman uyumunun en bereketli ayartılışı... Ünlü komedyen, 1Live, Funkhaus Europa ve Sat<br />

1’daki “Das grosse Backen” ve “DesOrientiert” adlı solo programlarla kalpleri fethetti. Almanya’nın<br />

Gütersloh kentinde doğan, Türkçe ve Almancayı su gibi konuşan, İngilizce ve Fransızcayı da döktüren<br />

36 yaşındaki Rizeli Meltem Kaptan, komedyen, sunucu ve oyuncu olarak ülkede adından başarıyla<br />

söz ettiriyor.<br />

SAYFA: 4<br />

ERKAN UYANIKSOY: “SHAKESPEARE ZAMANI BÜKÜYOR”<br />

Bremen’de Türkçe Macbeth<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

İstanbullu genç tiyatro topluluğu ReBeZe 13 Ekim'de Bremen Shakespeare Company’de izleyici karşısına<br />

çıkıyor. Almanya dışında Danimarka, Brezilya gibi ülkelerde bu oyunu sahneleyen ReBeZe<br />

topluluğu, 400 yıllık bu sahne eserinin çok başarılı ve güncel bir yorumunu yapmış. ReBeZe’nin<br />

Almanya’ya gelmesi dolayısıyla topluluk üyesi Erkan Uyanıksoy ile Shakespeare, Macbeth, Türkiye’de<br />

tiyatroların durumu hakkında bir söyleşi yaptık.<br />

SAYFA: 12<br />

BERLİN’DE SERGİ: BİREYİN KENDİNİ İFADE ÇABALARI<br />

Self-Translation<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

Kuratörlüğünü Özlem Çengel-Götzelt’in üstlendiği “Self-Translation” sergisinde yer alan yedi sanatçı<br />

birbirinden hem farklı hem de aynı olma durumunu dile getiriyor. Kendini bir dilden ötekine çeviriyor,<br />

(tabii ki burada bahsedilen sadece konuşulan dil değil, bireylerin kendilerini ifade ettikleri tüm<br />

araçlar) böylece her dil anlatana ve anlatılana göre yeni bir anlam kazanıyor.<br />

SAYFA: 18<br />

2


YÖNETMEN NATASCHA KALMBACH VE “KANKIRMIZI AYAKKABILAR”<br />

Çocukların hayal dünyası mı, büyüklerin gerçeği mi?<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Bu yaşta masal mı okuyacağız? Bunun cevabı, aslında çocuk tiyatrolarında. Heidelberg Şehir Tiyatrosunun<br />

Çocuk ve Gençler Bölümü Müdürü ve Yönetmen Natascha Kalmbach şöyle diyor: “Günümüzün<br />

masal diyarı tiyatrolardır. Çocuk tiyatroları sadece çocuklara hitap etmiyor. Çocuklarını tiyatroya<br />

getiren anne babalara, büyükanne ve büyükbabalara da hitap ediyor. Tüm ailenin zevk alacağı<br />

gösteriler... Oyunun içeriği, öğretisi gerçek olabilir, ama biz masal büyüsünün örtüsünü de kullanmaya<br />

çalışıyoruz.”<br />

SAYFA: 22<br />

ALMAN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ BİZE NASIL MI BAKAR?<br />

Erdoğan’ın değil “Türkçeli yeni Almanların” biyograisi<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Türkiye, Almanya için önemli. Bunu medyanın ve kültür endüstrisinin gündemine bakınca da hemen<br />

görebiliyoruz. Haberlerin ilk sırasında sık sık Türkiye yer alıyor; kitap listelerinde de Türkiye ve<br />

Türklere dair kitaplar birbirini kovalıyor. Ama tersi, uzun bir süredir daha doğru: Almanya, Türkiye<br />

için çok daha önemlidir, öyle ki, Berlin ekonomik temelli bir vazgeçilmezlik payesi almış bulunuyor.<br />

Bu temel, örneğin Amerikan ağırlığında yok, orada askeri ve siyasi yoğunluk öne çıkıyor. O zaman<br />

Alman medyasının Türkiye ilgisini yadırgamamak lazım. Kitap dünyası da öyle. Alman yayınevleri<br />

neredeyse her hafta Türkiye’yle şu veya bu biçimde ilintili birkaç kitap yayımlıyor. Gazete ve<br />

görsel-işitsel medyada ise ilgi zaten çok yoğun, çünkü Türkiye ve bağlantıları her zaman acil gündemin<br />

bir parçası. Peki, bu kitaplar ve yazarları çözülen Türkiye’yi anlatabilir mi?<br />

SAYFA: 26<br />

55. Maschallah<br />

Bilanz und Perspektiven des deutsch-türkischen Anwerbeabkommens nach 55 Jahren<br />

Vortrag | KONZERT | Feier<br />

MÜNİH VE “BÜYÜK GÖÇÜN” 55’İNCİ YILINDA DURUM<br />

Genç kuşağın bilanço arayışları<br />

Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan işgücü göçü anlaşmasının 55’inci yıldönümü<br />

Münih’te de bir toplantıyla tartışmaya açılıyor. Göç süreci ve sonuçlarının masaya yatırılacağı toplantı<br />

BIM e.V (Bavyera Göç Enstitüsü) tarafından 11 Kasım <strong>2016</strong> Cuma akşamı gerçekleştirilecek.<br />

SAYFA: 36<br />

■<br />

■<br />

3


KOMEDYEN, SUNUCU, OYUNCU VE ŞİMDİ DE YAZAR<br />

Meltem Kaptan<br />

“OLAYI”<br />

IŞIN<br />

TOYMAZ<br />

4


STUTTGART<br />

İyi bir evsahibi nasıl mı olur? Bir yemek<br />

kaığı vahi Türk balı, bir tutam kıkırtıcı<br />

cazibe, bunları kıvırcık kafayla karıtır,<br />

üzerini de Doğubatı Vestfalyanın esmer<br />

ekmeği ile süsle. Bu lezzetin adı Meltem,<br />

Türk-Alman uyumunun en bereketli<br />

ayartılıı...<br />

Ünlü komedyen, 1Live, Funkhaus<br />

Europa ve Sat 1daki Das grosse Backen<br />

ve DesOrientiert adlı solo programlarla<br />

kalpleri fethetti. Almanyanın Gütersloh<br />

kentinde doğan, Türkçe ve Almancayı su<br />

gibi konuan, İngilizce ve Fransızcayı<br />

da döktüren 36 yaındaki Rizeli Meltem<br />

Kaptan, komedyen, sunucu ve oyuncu<br />

olarak ülkede adından baarıyla söz<br />

ettiriyor.<br />

an dersleri, resim ve yönetmenlik eğitimleri<br />

alan, Boğaziçi Üniversitesinde<br />

yurtdıı yükseköğrenimi de gören,<br />

Almanyanın Türk kökenli yükselen<br />

yıldızı Meltem Kaptan, Müjdat Gezen<br />

Tiyatro Okulundan mezun. Amerikada<br />

oyunculuk eğitimine devam eden<br />

komedyen Marburg Üniversitesinden<br />

Edebiyat ve Medya Bilimleri Bölümünde<br />

yükseköğrenimini tamamladı.<br />

2008 yılından bu yana çeitli Alman<br />

televizyon kanallarında, tiyatrolarında<br />

stand-up ovlarıyla da boy gösteren<br />

Meltem Kaptan çok yönlü bir sanatçı.<br />

Ancak Meltem Kaptan son günlerde<br />

adından Verliebt, Verlobt, verbockt:<br />

Meine türkisch-deutsche Traumhochzeit<br />

(Aık oldum, Nianlandım, Mahvettim:<br />

Benim Türk-Alman Rüya Düğünüm) adlı<br />

kitabıyla söz ettiriyor.<br />

✤<br />

BU LEZZETIN<br />

ADI MELTEM,<br />

TÜRK-ALMAN<br />

UYUMUNUN<br />

EN BEREKETLI<br />

AYARTILIŞI...<br />

✤<br />

5


✤<br />

HORONLU OKUMALAR<br />

TÜRK HELAL ET<br />

MAFYASI VE<br />

GELININ AILESININ<br />

KÜLTÜREL<br />

SINIRLARI AŞAN<br />

ÇILGINLIKLARI<br />

OLMASAYDI...<br />

✤<br />

Kitabı, ei Daniel Holl ile birlikte<br />

kaleme alan Meltem Kaptan, Lappan<br />

Yayınları arasında okurla buluan bu çalımasında<br />

gelinlikler, nikah ahitleri, entegrasyon<br />

ve sonunda sadece iki kiinin, gelin<br />

ve damadın konumasına izin verilmeyen<br />

bir düğünden söz ediyor. Ağustos ayında<br />

okura ulaan ve eylül ayında okuma<br />

akamlarıyla birlikte büyük ses getiren<br />

kitabın konusu özetle öyle:<br />

Almanyada yaayan göçmen bir Türk<br />

ailesinin kızı olan hayat dolu Leyla Güne,<br />

hayatının en önemli günüyle karı karıyadır.<br />

Leyla, 32 yaındaki Alman avukat<br />

Nils Bockheimla evlilik hazırlıkları<br />

içindedir. 21inci yüzyılın çokkültürlü<br />

Almanyasında çağda bir ak hikayesi<br />

yazılmak üzeredir. Tabii manik depresif<br />

nikah ahitleri, ağır kilo problemi olan<br />

gelin, Türk helal et mafyası ve gelinin ailesinin<br />

kültürel sınırları aan çılgınlıkları<br />

olmasaydı...<br />

Almanyayı hem solo programlarıyla<br />

hem televizyon programlarıyla imdi de<br />

kitabıyla kahkaha tufanına tutan Meltem<br />

Kaptan ile kitabı hakkında söyletik:<br />

- Okuma akamlarınız nasıl gidiyor?<br />

MELTEM KAPTAN - Prömiyer dediğimiz<br />

ilk okuma akamımız çok dolu ve<br />

neeli geçti. Horon teperek, ben gelinliğimle<br />

eim de damatlığıyla okuma akamına<br />

giri yaptık. Okuma akamını zaten<br />

gelinlik mağazasında yaptık. Yani ortam<br />

da her ey de çok uygundu. Kitap yayınlanır<br />

yayınlanmaz eim Daniel ile birlikte<br />

birçok talk showdan davet aldık. Almanya<br />

çapında toplam 20 okuma akamı olacak.<br />

Berlin, Frankfurt gibi büyük kentlerde<br />

gerçekleecek. Frankfurt Kitap Fuarı,<br />

Leipzig Kitap Fuarında da okumalarımız<br />

var.<br />

- Sizce kitabınızı toplumun en çok hangi<br />

kesimi merak edip, alıyor?<br />

6


✤<br />

MELTEM KAPTAN - Çokkültürlü yaam<br />

süren ya da çevresi olanlar çok rağbet<br />

ediyor. Çiftuluslu evlilik yapanlar bu<br />

kitabı tercih edenler ve elbette 2. ve 3.<br />

kuak Almancadan dolayı daha fazla<br />

okuyor.<br />

“O TÜRKLEŞİYOR<br />

BEN ALMANLAŞIYORUM”<br />

- Kitabınızın bu kadar yankı yaratmasını<br />

neye bağlıyorsunuz?<br />

MELTEM KAPTAN - Türk-Alman evlilikleri<br />

artıyor. Bu konu komedi eklinde hiç ilenmemiti.<br />

İtalyan-Alman ya da Amerikan-<br />

Yunan düğünleri komedilere konu oldu<br />

ama, Türk-Alman düğünü ilk kez ele alınıyor.<br />

Uyum konusunda çok yorucu tartımalar<br />

olduğu için herkes bu olumsuzluklardan<br />

bıktı usandı. Biz olumlu ve mizahi<br />

yönden ele alıyoruz. Uyum kolay, multikulti<br />

evlilik de çok kolay demiyoruz.<br />

Ancak zorluklara ve her eye rağmen<br />

değiyor, diyoruz.<br />

- Siz de evlenirken einizle benzer olayları<br />

yaadınız mı? Yoksa Nils ve Leyla siz ve<br />

einiz mi?<br />

MELTEM KAPTAN - Paralellikler var.<br />

Abartmalar var haliyle. Ama kitabın içindeki<br />

karakterler gerçek hayattan, çevremizdeki<br />

karakterler. Örneğin Almanya,<br />

Türkiyeden gelen akrabalarla dolup<br />

taıyor. Babanın uçan kuu düğüne davet<br />

etmesi. Gerçek hayatta da bizim düğün<br />

törenimiz 140 kiilikti. Alman kayınvalidem<br />

oka girdi. Bu nasıl kalabalık bir<br />

düğün! diye neredeyse bayılıyordu. Oysa<br />

babamlar için bu rakam çok düüktü.<br />

Böyle düğün mü olur? diye söylenip<br />

duruyordu. Yani Türklere az Almanlara<br />

çok.<br />

Eimin de uzun yıllara dayanan oyunculuk<br />

ve müzik geçmii var. O gittikçe<br />

PARALELLIKLER<br />

VAR. ABARTMALAR<br />

VAR HALIYLE. AMA<br />

KITABIN IÇINDEKI<br />

KARAKTERLER<br />

GERÇEK HAYATTAN,<br />

ÇEVREMIZDEKI<br />

KARAKTERLER.<br />

.<br />

✤<br />

7


✤<br />

BEN GIDEREK<br />

ALMANLAŞIYORUM<br />

EŞIM DE<br />

TÜRKLEŞIYOR<br />

✤<br />

Türkleiyor ben gittikçe Almanlaıyorum.<br />

Türkiyede araba kullanıyor. Dönünce hala<br />

Almanyada Türkiyedeki gibi bıçkın öförlüğünü<br />

sürdürüyor mesela.<br />

Düğünümüzde eim evden davul zurnayla<br />

gelin alma geleneğini istedi, ben de<br />

Almanlardaki tabak kırma adetini istedim.<br />

Kendi düğünümüzü planlarken öyle eyler<br />

yaadık ki, Bunlardan kitap olur diye<br />

söylenip duruyordum. Baktık gerçekten<br />

çok komik eyler oluyor, 20 sayfayı kaleme<br />

aldık. Lappan Yayınevi ile görütük. Bu<br />

romanın arkasında oyuncu bir ismin de<br />

olduğunu görünce kabul ettiler.<br />

- Türk Alman evliliklerinde çiftlere ya da<br />

ailelerine kitabınızın rehberlik yapabileceğini<br />

düünüyor musunuz?<br />

MELTEM KAPTAN - Kitap yayınlandıktan<br />

sonra bize çok e-posta ve mektup gönderen<br />

oldu. Aaa tamamen aynı konular,<br />

aynı eyleri biz de yaıyoruz diye yazan<br />

çok. Multikulti (Çokkültürlü) yaamda<br />

aslında bütün bunların olduğunu görünce<br />

rahatlıyorlar. Tartımalarında ve korkularında<br />

yalnız olmadıklarını gösteren rahatlatıcı<br />

bir kitap. Çift uluslu evliliklerde olabilen<br />

eyler.<br />

- Sizce de Alman düğünleri ve Alman gelinleri<br />

biraz Türkleip, Türk düğünleri ve<br />

gelinleri de biraz Almanlamı olabilir mi?<br />

MELTEM KAPTAN - Bizim gelin konvoyunu<br />

Almanlar da yapıyor. Alman gelinleri<br />

artık gelinliklerini Türk gelinlikçilerden<br />

almaya baladı. Almanları bize benzettik.<br />

Türk gelinleri ise kalbi kesip içinden<br />

geçme, daha az davetli ile tören, gelinlikte<br />

sadeliği tercih ediyorlar. Alman makyajı<br />

olsun, haif olsun diyorlar. Türklerde<br />

fotoğraf çekimi stüdyoda ailelerle değil<br />

artık doğada tarihi yerlerde gerçekle-<br />

iyor. Damat metrodan inerken binerken…<br />

Bir de hem gelinin hem damadın Alman<br />

olduğu bir Alman düğününde sadece Türk<br />

menüsü servis edildiğini gördüm.<br />

YASEMİN ŞAMDERELİ<br />

FİLMİNİ ÇEKSE KEŞKE<br />

- Kitabınızın ilmi çekilse romantik komedi<br />

dalında izlenme rekorları kıracağa benziyor.<br />

Kimin çekmesini isterdiniz?<br />

MELTEM KAPTAN - Çok isteriz. Kitabı çok<br />

canlı yazdık. Yazarken her ey ilm gibi<br />

geçiyordu önümden. Almanya ilmini çok<br />

sevmitim. Bu ilmin baarılı yönetmeni<br />

Yasemin amderelinin benim kitabımı<br />

da sinemaya uyarlamasını çok isterim.<br />

Elbette kendim de oynamayı arzu ediyorum.<br />

- Türkler ve Almanlar 50 yılı akındır bir<br />

arada yaıyor. Birbirlerine âık oluyorlar,<br />

seviyorlar, birbirleriyle evleniyorlar, birlikteliklerinden<br />

çocukları oluyor. Hâlâ<br />

entegrasyonu telafuz etmek size de<br />

komik gelmiyor mu?<br />

8


✤<br />

MELTEM KAPTAN - Tabii ki komik<br />

geliyor. Buradaki yaam içimize öyle ilemiki<br />

elbette bana da komik geliyor.<br />

Zor bir dönemden geçiyoruz ve entegrasyonun<br />

gündemde olması ise gayet<br />

normal. Ancak uyum yolunda bunca çaba<br />

boa değildi. Multikultiyi kimse bizim<br />

elimizden alamaz. Zor dönemde her-<br />

eyi bozacak değiliz. Türk Alman dostluğunu<br />

kemiklemi kısmını artık kimse<br />

bozamaz. Elbette katedecek yol var önümüzde.<br />

- ”vlenmek üzere olan bir Türk- Alman<br />

çifte mutlu bir yuva kurabilmeleri için 5<br />

ipucu verebilir misiniz?<br />

MELTEM KAPTAN -Sabır, sabır, sabır ,<br />

sabır, sabır. Altıncısı ise hogörü olsun.<br />

- Kitabınızı Türkçe de okuyabilecek miyiz?<br />

MELTEM KAPTAN - Çevirisi olursa espri<br />

yönünden çok ey kaybolur. Almanyadaki<br />

Türk-Alman evlilikleri Türkiyedeki insanlara<br />

uzak olabilir.<br />

- Almanya’da Türk kökenli komedyen<br />

deyince akla genellikle karı cinsten meslektalarınız<br />

geliyor. Çok az Türk kadınının<br />

cesaret ettiği bir alana girmisiniz. Bu<br />

alana girerken nelerle karılatınız?<br />

MELTEM KAPTAN - İlk baladığımda<br />

genellikle kafalarda kadından komedyen<br />

olmaz, bakıı hâkimdi. Artık onu aıyoruz<br />

gibi. Ben bile ilk dönemde sahneye çıktığımda,<br />

bata daha erkeksi çıkıyordum.<br />

Artık dii komedyenler normal olmaya<br />

baladı. Orada da yol katettik. Yine de<br />

hemcinslerimizin sayısı az.<br />

ILK SAHNEYE<br />

ÇIKTIĞIMDA<br />

BEN BILE<br />

DAHA BIR<br />

ERKEKSIYDIM..<br />

✤<br />

9


✤<br />

SAHNEDE<br />

PARMAĞIMLA<br />

GÖSTERIP UYUMU<br />

ANLATMAK<br />

GIBI BIR<br />

DERDIM YOK.<br />

✤<br />

- Gösterileriniz, programlarınız genellikle<br />

Almanca. Yeni kitabınız da öyle. Türkçe<br />

programlar, kitaplar var mı görünürde?<br />

MELTEM KAPTAN - Annem öğretmen.<br />

Atasözleri hayranı. Annem Melek Kaptan<br />

ile birlikte Türkçe Almanca Atasözleri<br />

Sözlüğü yayınlamıtık, Önel yayınları<br />

arasında çıktı. Funkhaus Europada<br />

Domates Biber Patlıcan bölümünde de<br />

Türkçe-Almanca komedi sunduk.<br />

Kitabın stand-up eklinde bir komedi<br />

programı olacak. Ancak buradaki Türklere<br />

yönelik sadece Türkçe program olabilir.<br />

Bu da yeni ve farklı bir konsept demek.<br />

- Türklerle Almanlar sizce aynı eylere birlikte<br />

gülebiliyorlar mı?<br />

MELTEM KAPTAN - Türkler gösterilerime<br />

çok geliyorlar. Anneleriyle gelip gösterilerimi<br />

annelerine tercüme edenler<br />

bile var. Her zaman nasıl eletirdiğinize<br />

bağlı. Amacım ovlarda yermek değil.<br />

Bazı komedyenler hep suçlu arar. Mağduru<br />

oynar. ovlarımda ben bu konuya çok<br />

hassas yaklaıyorum.<br />

Türkler varsa dengeleri gözetmek gerekiyor.<br />

İki toplum da aynı eye gülebiliyor.<br />

Sahnede olduğumda tamamen genç<br />

Türk kadının bakıı ortaya çıkıyor. İlle<br />

de sadece Türk konusu ilememe gerek<br />

yok. İstemesem de böyle. Entegrasyonu<br />

yaamak gerekiyor. Sahnede parmağımla<br />

gösterip uyumu anlatmak gibi bir derdim<br />

yok.<br />

ORTALIĞI TOPARLAYIP,<br />

GÜLMEYE DEVAM<br />

- Almanlar göçmenlerle ilgili özellikle de<br />

Türklerle ilgili en çok neye gülüyorlar?<br />

MELTEM KAPTAN - Türkler bizlerle ilgili<br />

konuları daha iyi tanıyıp bildikleri için<br />

daha çok gülüyorlar. Almanlar da kendileri<br />

ile ilgili bölümlere daha çok gülüyorlar.<br />

ehir ehir de nelere gülündüğü değiiyor.<br />

Her kentin yapısına göre gülmeleri de<br />

değiiyor.<br />

- Terör tehdidi, İslamofobi, ırkçılığın tırmanması,<br />

mülteci sorunu, Türkiye’deki darbe<br />

giriiminin ardından Almanya-Türkiye arasındaki<br />

siyasi gerginlik derken, bunca yıllık<br />

Türk Alman dostluğu sizce yıprandı mı?<br />

Gelecekte birlikte gülmeye devam edecek<br />

miyiz?<br />

MELTEM KAPTAN - Zaten sıkı olan Türk-<br />

Alman dostluğuna bir ey olacağını sanmıyorum.<br />

Entegrasyon konusu, ne yazık ki<br />

son günlerde yine ön planda. Ama baka<br />

çaremiz yok, ortalığı toparlayıp gülmeye<br />

devam edeceğiz.<br />

z<br />

10


Koordinationsleitung:<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

Prof. Dr. Heinz Sünker<br />

Prof. Dr. Armin Bernhard<br />

Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

Zeynel Korkmaz<br />

ÇOKYÖNLÜ EĞiTiM DERNEĞi e.V.<br />

Institut für Bildung und Kultur<br />

Universität Jena<br />

Medienpartner:<br />

| EYLÜL /EKİM <strong>2016</strong> | Sayı: 13 |<br />

S Y M P O S I U M<br />

DRAFTING COMMITTEE 1948<br />

ERWEITERUNG des MENSCHENRECHTS<br />

auf BILDUNG - 2018<br />

„Die Idee“<br />

Anmeldung nicht erforderlich<br />

Prof. Dr. Wolfgang Jantzen - Prof. Dr. Michael Klundt - Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

„ Die Gegenwart der Erziehungs- und<br />

Bildungspraxis aus Sicht Internationaler<br />

Organisationen und Lehrergewerkschaften“<br />

UNESCO - Marlis Tepe - Kumar Ratan<br />

„Erfahrungen von Studenten und<br />

Schülern mit Bildungssystemen“<br />

Frederik Eckerle - Derya Çıkılı - Alexandra A. Ftouli<br />

Bekanntmachung des Projekts<br />

„Erweiterung des Menschenrechts auf Bildung 2018“<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

29. Oktober <strong>2016</strong> Universität zu Köln<br />

Hauptgebäude - Hörsaal II<br />

Samstag<br />

Albertus-Magnus-Platz 1<br />

© UN PHOTO<br />

„Erweiterung des<br />

Menschenrechts auf<br />

Bildung – 2018“<br />

Symposium <strong>2016</strong><br />

Koordinationsleitung<br />

Die Vereinten Nationen haben das<br />

Recht auf Bildung in der Charta der<br />

Menschenrechte festgehalten und zur<br />

Verpflichtung erklärt – für die Regierungen,<br />

für die Zivilgesellschaft, für die<br />

Einzelnen. Es trifft zu, dass es nicht verwirklich<br />

ist. Alles muss getan werden, es<br />

durchzusetzen.<br />

Aber das reicht nicht mehr. Die Weltlage<br />

hat sich so zugespitzt, dass das<br />

Recht auf Bildung erweitert werden<br />

muss. Es könnte sein, dass Bildung zu<br />

dem Weltrecht schlechthin werden<br />

muss: Zu einem Kern des menschlichen<br />

Selbstverständnisses. Überall und zu jeder<br />

Zeit.<br />

Darüber muss gemeinsam gesprochen<br />

werden, das muss im gemeinsamen<br />

Handeln geschehen – besonnen und auf<br />

einander hörend und zugehend.<br />

Dazu laden wir ein – eine Initiative,<br />

die schon vielfältig getragen wird, die<br />

weltweit schon ein Echo hervorgerufen<br />

hat, gar nicht verhaltend, sondern zustimmend.<br />

Das sollte übrigens Mut machen.<br />

Seiten 7-10<br />

Alman Medyasına Konu Önerileri<br />

Timo Linsenmaier<br />

Education International – Belçika<br />

EĞİTİM POLİTİKASI VE FİNANS POLİTİKASI<br />

– BİRARADA YÜRÜYEBİLİRLER Mİ?<br />

Siyaset, para, güç ve küresel Sürükleyici bir öykünün kolayca<br />

gazete manşetlerine gireceği düşünülebilir. Ama göründüğü<br />

kadarıyla konu eğitim ve eğitim politikaları olduğunda<br />

ilgi çok daha düşük.<br />

Fırat Yıldırım<br />

Wuppertal Üniversitesi<br />

MEDYA ARACILIĞIYLA OLUMSUZ KOLEKTİF<br />

ÖZDEŞLİK OLUŞUMU<br />

Öyleyse bir yandan sığınmacı krizi hakkında nitelikli haberciliğe<br />

ve diğer yandan da olumsuz kolektif özdeşlik<br />

oluşumu görüngüsüne uygun bir yanıt bulmak için, konunun<br />

medyatik sunuluşu nasıl bir karakteristiğe sahip olmalıdır?<br />

Prof. Dr. Enrique Rodrigues-Moura<br />

Bamberg Üniversitesi<br />

Yetişen biliminsanları için iş koşulları istikrarsız olduğundan,<br />

üniversite profesörlüğü için daha uzun soluklu çalışabilenler<br />

herşeyden önce dayanıklı ya da aile birikimi uygun<br />

olanlardır.<br />

Prof. Dr. Michael Klundt<br />

Magdeburg-Stendal Yüksekokulu<br />

Alman medyası hoşnutsuz, acı çeken insanların kendi<br />

durumlarını iyileştirmek yerine nesnel olarak kötüleştiren<br />

parti ve hareketleri desteeklemesi için ne kadar<br />

“Sarrasinizm-Sloterdijkizmin gerekli olduğunu kendi kendine<br />

sormalı.<br />

www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

11


ERKAN UYANIKSOY: “SHAKESPEARE ZAMANI BÜKÜYOR”<br />

Bremende<br />

Türkçe Macbeth<br />

ORHAN ÇALIŞIR<br />

✤<br />

MACBETH<br />

IKI KISILIK KABUS<br />

THEATERGRUPPE BEREZE AUS ISTANBUL<br />

IN TÜRKISCHER SPRACHE MIT DEUTSCHEN ÜBERTITELN<br />

13. OKTOBER <strong>2016</strong><br />

19.30 UHR<br />

Im Anschluss eine Diskussion mit dem Ensemble<br />

zur Situation des Theaters in der Türkei<br />

Preis 15 € / ermäßigt 10 €<br />

Tickets im Foyer der Stadtbibliothek, Am Wall 201<br />

oder per Telefon: 0421-500 333, Mo-Fr 15-18 Uhr<br />

oder online<br />

SHAKESPEARE,<br />

400 YIL ÖNCEYLE<br />

BUGÜNÜ<br />

BULUŞTURUVERIYOR.<br />

✤<br />

WWW.SHAKESPEARE-COMPANY.COM<br />

12


İstanbullu genç tiyatro<br />

topluluğu ReBeZe 13 ”kim'de<br />

Bremen Shakespeare Companyde,<br />

15 ”kimde ise Hannoverdeki<br />

Pavillionda Shakespeare'in ünlü<br />

Macbeth oyununu Türkçe olarak<br />

sahneleyecek. Oyun ’lmanca üst<br />

yazılı olacak. ’lmanya dışında “animarka,<br />

Brezilya gibi ülkelerde bu<br />

oyunu sahneleyen ReBeZe<br />

topluluğu, 400 yıllık bu sahne<br />

eserinin çok başarılı ve güncel<br />

bir yorumunu yapmış. ReBeZenin<br />

’lmanyaya gelmesi dolayısıyla topluluk<br />

üyesi ”rkan Uyanıksoy ile Shakespeare,<br />

Macbeth, Türkiyede tiyatroların<br />

durumu hakkında<br />

bir söyleşi yaptık.<br />

BREMEN<br />

- Nedir Shakespeare'in 400 yıllık oyununu<br />

hâlâ güncel kılan?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Arzular, çelikiler<br />

ve onların Shakespearedeki dile<br />

geli biçimleri. 400 yıl önceki insanla<br />

bugünkü insanın sahip olduğu arzular ve<br />

çelikiler aynı. Ve o arzular ile çelikiler<br />

Shakespearein dilinde en basit, çıplak,<br />

yoğun ve derin haliyle hayat buluyor.<br />

İnsan eylemlerinin ardındaki itkilere<br />

dair Shakespearein indiği derinlikte, insan<br />

doğasına ait çok basit, tam bu nedenle<br />

de her döneme ait, evrensel, zamansız<br />

gerçekler var. İktidar, hırs, ak, korku,<br />

cinayet... Hepsi bizim içeriden bildiğimiz,<br />

kolaylıkla algılayabildiğimiz, tanımlayabildiğimiz<br />

kavramlar. Örneğin, Macbethin<br />

iktidar hırsını hepimiz tanımlarız, belli<br />

oranda bir güç arzusu hepimizde vardır.<br />

O belli orandaki güce ulamak için önümüzde<br />

ahlaki bir engel varsa (Macbethde<br />

Kralı öldürme zorunluluğudur bu engel)<br />

bir çelikiyle ba baasınızdır. Oranlar,<br />

engeller, yoğunluklar değiir ama temel<br />

arzular ve çelikiler 400 yıldır aynı.<br />

Diğer yandan, Shakespeare bu kavramların<br />

özündeki en can alıcı çelikilere enfes<br />

bir iirle dokunuyor. iiri oyunda olup<br />

bitenleri ve karakterin kafasından geçenleri<br />

benzersiz imgelerle aktarıyor. İmgeleri<br />

benzersiz kılan da bir yanıyla doğrudan,<br />

net, somut oluları, bir yanıyla da insana<br />

ait daha derin bir kavrayıı sunan soyutlamaları.<br />

Macbeth Kralı öldürdüğünde,<br />

gece çığlık çığlığa inler: Macbeth uykuyu<br />

öldürdü!. Enfes bir imge. Hem çok somut,<br />

doğrudan ve iziksel hem de imgenin yarattığı<br />

ekoda zamanı, dönemi olmayan bir<br />

estetik var. Shakespearein imgesi zamanı<br />

büküyor, onun ötesine geçiyor, 400 yıl<br />

öncesiyle bugünü buluturuveriyor.<br />

- İzleyiciler Macbeth'in modern, günümüze<br />

uyarlanmı bir yorumunu mu izliyorlar?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Evet. Sahnede iki<br />

kiiyiz, haliyle bu bir uyarlama. Günümüzle<br />

hikâyenin geçtiği dönemi buluturan bir<br />

kâbus zamanında geçiyor diyebiliriz.<br />

✤<br />

SHAKESPEARE'IN<br />

INDIĞI DERINLIKTE<br />

ZAMANSIZ<br />

GERÇEKLER<br />

VAR.<br />

✤<br />

13


✤<br />

ELBETTE HER OYUNUMUZDA<br />

ŞÖYLE VEYA BÖYLE TÜRKİYE'YI<br />

DE SAHNEYE TAŞIYORUZ.<br />

✤<br />

- Oyununuz sanki Türkiye'yi anlatıyor?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Türkiyede yaayan<br />

oyuncular olarak, elbette yaptığımız her<br />

oyunda öyle veya böyle yaadığımız<br />

ülkeyi belli oranda sahneye taıyoruz.<br />

Aksi mümkün değil. Tiyatro yapma motivasyonlarımızdan<br />

birinin de derdimizi<br />

anlatma derdi olduğunu düünürsek,<br />

seyircilerimizin bir miktar Türkiye göreceklerini<br />

söyleyebiliriz.<br />

- Türkiye meneli ve Türkçe tiyatro oyunları<br />

burada genellikle buradaki göçmen topluluğuna<br />

seslenir ve Alman tiyatrolarında,<br />

onlarla ibirliği ile sahnelenmezler. Sizde<br />

durum farklı, bu ibirliği nasıl oldu?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Oyunumuzun sahne<br />

ve kostüm tasarımlarını yapan Lucile<br />

Larour (Fransa) ve Patricia Ulbricht<br />

(Almanya) sayesinde oldu bu ibirliği. Bir<br />

buçuk yıl önce Lucile ve Patricia tiyatromuzla<br />

iletiime geçtiler ve İstanbula gelip<br />

bizimle beraber çalımak istediklerini bildirdiler.<br />

Zamanlamaları ahaneydi, çünkü<br />

Macbeth üstüne çalımaya balamak üzereydik<br />

ve oyunun sahne-kostüm tasarımlarını<br />

kimin yapacağına henüz karar verilmemiti.<br />

Proje üzerine konutuk, karılıklı<br />

heyecan duyunca da beraber çalımaya<br />

karar verdik. Lucile ve Patricia sahne<br />

tasarımı üzerine eğitimlerini Hannoverda<br />

almılar, dolayısıyla Almanyada belirli bir<br />

çevreleri var. Bu turne de onlar sayesinde,<br />

bilhassa Lucilein çabalarıyla gerçekleiyor.<br />

- Türkiye'de tiyatronun durmunu nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz? ”skiden her lisede<br />

bir müsamere kolu olurdu, her kasabada iyi<br />

kötü amatör temsiller yapılırdı, imdi, dıarıdan<br />

bakınca, sanki bunlar yok artık.<br />

ERKAN UYANIKSOY - Çok geni bir konu<br />

tabii. Günlerce konuabiliriz üstüne. Hem<br />

14


✤<br />

BU TURNE, LUCILE LAROUR<br />

VE PATRICIA ULBRICHT<br />

SAYESINDE GERÇEKLEŞTI.<br />

✤<br />

iyi, hem olumsuz gelimeler var. Türkiyede<br />

tiyatro -geleneksel olarak- pek ciddiye<br />

alınmaz, bir gereklilik olarak görülmez.<br />

Bu anlamda, bu dönemde de değien bir<br />

ey yok. Çok tiyatro kapandı, birçoğu<br />

tarihi tiyatro. Açılanlar genelde AVM içine<br />

sıkıtırılmı, ruhsuz, sevimsiz sahneler;<br />

tiyatrodan ziyade show mekanları.<br />

Devletin tiyatroya ayırdığı bütçenin<br />

çok büyük bir kısmı Devlet Tiyatrosuna<br />

gidiyor. Sonra ehir Tiyatrolarına. Kalan<br />

mini mini parça da –layık görülen- az sayıdaki<br />

özel tiyatrolara dağıtılıyor. Sonuç<br />

olarak Devlet Tiyatrosunda bir oyun 10 TL<br />

iken, özel tiyatrolarda 40-50 TL civarında.<br />

50 TLyi de seyirci sahnede mehur oyuncu<br />

görecekse veriyor. Bu da bağımsız, mehursuz<br />

tiyatrolar için bir seyirci sorunu<br />

ortaya çıkarıyor. Bir oyunu kalitesine göre<br />

seçen, belirli bir tiyatroyu kend zevkine<br />

hitap ettiği için düzenli takip eden seyirci<br />

çok az.<br />

Parasızlık yüzünden bağımsız özel tiyatrolar<br />

düzenli kadro tutamıyor, oyuncusuna<br />

ödeme yapamıyor, düzenli çalıma<br />

yapabilecekleri mekânlara sahip olamıyor<br />

veya kiralayamıyor. Bunlar da ekiplerin<br />

uzun soluklu olamamasına, uzun/düzenli<br />

çalıma gerektiren nitelikli iler ortaya<br />

koyamamalarına neden oluyor.<br />

Ama her eye rağmen tiyatro yapan,<br />

elindeki üç-be lirayı birletirip, borca<br />

harca girip sahne açan genç insanlar var.<br />

Özellikle Istanbulda. Sayıları giderek<br />

artıyor. Garajdan, depodan, mahzenden<br />

bozup sahne açıyorlar. Birçok ekip kendi<br />

oyununu yazıyor. Yeni metinler ortaya<br />

çıkıyor. Bundan 10-15 sene önce genç<br />

yerli oyun yazarı yokluğundan yakınırdık.<br />

imdi, düzenli her sene en az bir-iki<br />

oyun yazan birçok genç oyun yazarı var.<br />

15


✤<br />

TIYATROYA<br />

ILGININ<br />

AZALDIĞINI HIÇ<br />

ZANNETMIYORUM.<br />

✤<br />

Bu oyunların kaçı 10-15 sene sonrasına<br />

kalacak bilemiyorum ama, bu hareketliliğin<br />

önemli olduğunu düünüyorum.<br />

- Son yıllarda tiyatroya ilginin azalmasında,<br />

insanları daha edilgen ve tüketici konumuna<br />

getiren televizyon ve dizilerin etkisi<br />

nedir?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Tiyatroya ilginin<br />

azaldığını sanmıyorum. Seyirci yok değil,<br />

var. Herhangi bir Devlet Tiyatrosu veya<br />

ehir Tiyatroları oyunu seçip gidin –bilet<br />

bulabilirseniz- salonun kapalı gie olduğunu<br />

görürsünüz. Sadece İstanbulda<br />

değil, diğer bölgelerde de bu böyle. Seyirci<br />

sorunu özel tiyatrolar için söz konusu.<br />

Biraz önce anlattığım gibi, seyirci niye 10<br />

TL verecekken 50 TL versin ki? Sahnede<br />

çok mehur bir oyuncu varsa i değiiyor<br />

tabii. Dizide gördüğü kiiyi sahnede canlı<br />

izlemek seyirciye heyecan veriyor.<br />

Televizyonların, dizilerin ne tür bir<br />

etkisi var tiyatroya bilemiyorum. Genel<br />

olarak pek faydaları yok herhalde. ahsen<br />

ben televizyon izlemeye katlanamıyorum.<br />

O yüzden de etkilerini çok bilmiyorum.<br />

Ama dizilerde oynayıp çok para kazanan<br />

sonra da o parayla tiyatro yapan oyuncular<br />

da var mesela. Gerçi bir yönetmen<br />

arkadaım öyle demiti bir keresinde:<br />

Her akam milyonlarcasını zehirle,<br />

ondan sonra haftada iki gün oyun oynayıp,<br />

100er 100er kurtarmaya çalı, yok ya!?<br />

Çok gülmütüm.<br />

- Bu dönem "“evlet Tiyatroları"nda yerli ve<br />

milli oyunlar oynanacak diye bir tartıma<br />

var ve bir talimattan söz ediliyor, nedir bu<br />

yerli ve milli tiyatro meselesi?<br />

ERKAN UYANIKSOY - Devlet<br />

Tiyatrolarında zaten yüzde 51 yerli oyun<br />

talimatı vardır. Yani sahnelenen oyunların<br />

en az yüzde 51inin yerli oyun olması<br />

gerekir. Bu hep böyleydi. Yani oran yüzde<br />

51in üstü herhangi bir sayı da olabilir. Bu<br />

sezon oranı biraz daha arttırmak istiyorlar<br />

anlaılan. Tamamen yerli oyun oynanması<br />

söz konusu değil ama. DT sezonu açtı ve<br />

bir sürü yabancı oyun da var programlarında<br />

gördüğüm kadarıyla. Ama bir yerli<br />

oyun bolluğu, gözle görülür bir millileme<br />

var elbet. Keke derdimiz yüzdeler,<br />

yerli-yabancı ayrımı vs. olmasa da, sadece<br />

kaliteli tiyatro yapabileceğimiz olanakları<br />

aratırabilsek hep beraber.<br />

z<br />

16


✤<br />

TEMSİLLER:<br />

BREMEN<br />

13 Ekim Perşembe, 19.30<br />

Shakespeare Company Bremen<br />

Theater am Leibnitzplatz<br />

Schulstr. 26<br />

28199 Bremen<br />

Tel.: 0421-500 333<br />

KEŞKE SADECE<br />

KALITELI TIYATRO<br />

OLANAKLARINI<br />

ARAŞTIRSAK<br />

HEP BERABER.<br />

✤<br />

HANNOVER<br />

15 Ekim Cumartesi, 19.30<br />

Kulturzentrum Pavillon<br />

Lister Meile 4<br />

30161 Hannover<br />

Tel.: 0511 235555-0<br />

17


Self -Translation<br />

ASUMAN KIRLANGIÇ<br />

✤<br />

GÖÇ TEMAS DEMEK,<br />

HER TEMASTA<br />

DILIN AYRI BIR<br />

YERI VAR.<br />

✤<br />

18


BERLİN<br />

Pek az kii doğduğu yerde kalıyor,<br />

artık herkes mobil, ehirler arası olduğu<br />

kadar ülkeler arası da geziyor, görüyor<br />

ve göç ediyor. Türkiyede doğuyor,<br />

İngilterede okuyor, Almanyada çalııyor<br />

ve Taylandda tatil yapıyor. Bu örnek, hayal<br />

ürünü olmakla birlikte aslında bir o kadar<br />

da muhtemel, hatta sıradan. Artık günümüzde<br />

iç içe geçmi kültürleri bir arada<br />

yaıyoruz. Bu ekilde ifade edince kulağa<br />

çok güzel geliyor, ama bu bilinçli olarak<br />

tercih edilmi bir gezginlik halinden kaynaklı...<br />

Bir de zorunluluktan doğan gezicilik,<br />

yersizlik hali var ki, ite o durumda<br />

insan iç içe geçen kültürlerden yaamlardan<br />

o kadar da rahat bahsedemiyor.<br />

Aradaki mesafelerin daha da arttığı birbirine<br />

dokunmamak için çabalayan hayatlar,<br />

dolayısıyla farklılıklar dile geliyor. Kültür<br />

dediğimiz kavram, farklılığa dönüüyor.<br />

Bireylerin göçme sebepleri çeitli olabilir,<br />

ekonomik, siyasi, yaam ve ölüm arasında<br />

tercih... Giderken yanına aldığı ey<br />

ise kendisi, yani olduğu ķii… Bireyin kendisi<br />

doğumundan itibaren tüm yaadıkları<br />

ve çevresince ekillenmi durumda. Oysa<br />

bulunduğu, yerletiği ya da sadece geçtiği<br />

her yeni mekân da bu kiiliği modellendiriyor.<br />

Bu sayede aırı uçlar zaman zaman<br />

törpülenirken, zaman zaman da keskinletiriliyor.<br />

Kiinin geldiği yeni mekan, çevre onu<br />

ne kadar kabul ediyor, kii bu mekânın<br />

gereksinimlerine ne kadar uyuyor…<br />

Her ne sebeple olursa olsun, göç etme<br />

durumu beraberinde farklı kültürlerle<br />

teması getirir. Bu temasta dilin de ayrı<br />

bir yeri var. Dil tek diyalog biçimi olmamakla<br />

birlikte, diğer kültürü anlamaya<br />

yardımcı olur. Anadili dıındaki dilleri kullanan<br />

birey artık kendisini bu dillerde de<br />

yaamaya balar. Kendini en iyi anadilinde<br />

yaarken, kullanmaya baladığı ikinci dil<br />

ona farklı bir kiilik verebilir. Zaten konu-<br />

ulan her dil farklı bir kiilik katmaz mı<br />

bireye? İnsan kendine ait olan dilde en<br />

güvenli benliğini yaarken, iyi konuabildiği<br />

baka bir dilde güvensiz olabilir.<br />

Kendi dilinde iirler yazıp, kelimelerle<br />

oynarken, diğer dilde cümlelerini duygusuzca<br />

formüle edebilir.<br />

Dil kültürün sadece bir öğesi, birbiriyle<br />

kesien kültürlerde daha neler neler<br />

19<br />

✤<br />

INSAN ANADILINDE<br />

GÜVENI, BAŞKA DILDE<br />

ISE GÜVENSIZLIĞI<br />

YAŞAYABILIR.<br />


✤<br />

yaanır? Bir Türk olarak, Almanyada bir<br />

Fransızla birlikte yaarken birbirinden<br />

tamamen farklı üç kültürü harmalayıp,<br />

her kültürün kendisine güzel ya da pratik<br />

gelen tarafını alabilir insan. Ama burada<br />

gene bir kültürün içinden gelip, diğerlerini<br />

bilinçli olarak görme ve algılama hali var.<br />

“HİBRİT” KÜLTÜR İNSANLARI<br />

Peki ya tam da bu üç farklı kültürün<br />

içinde yetien bireyler ne yapıyor? Çünkü<br />

onlar hibrit bir kültürün içinde yeti-<br />

Bir yanda bireysellik bu kadar önem<br />

kazanırken, diğer yandan da evrenselleme<br />

ve banalleme de artıyor. Daha önce<br />

dünyanın sadece bir adasında yenen sui<br />

artık tüm dünyada zevkle yenen, sıradan<br />

bir öğün haline gelip banalleiyor. Kısacası<br />

daha özel olduğumuzu düünüp daha<br />

da sıradanlaıyoruz.<br />

Tüm bu gelimeleri yaarken birey kendini<br />

ifade etme çabasından hiçbir ey kaybetmiyor.<br />

Sonuçta insan denen mahluk<br />

sosyal bir canlı, diğerleri tarafından anla-<br />

INSAN KENDINI O<br />

DILDEN BU<br />

DILE ÇEVIRIP<br />

DURUYOR.<br />

✤<br />

iyor. Tek dil, tek memleket ya da tek milliyet<br />

gibi kavramların hiçbir anlamı kalmıyor.<br />

Hangi dil, hangi memleket? Hepsi<br />

de bu hibrit kültüre ait. Üç dil, üç memleket,<br />

üç milliyet de bu kültüre ait. Bu<br />

bireyin yaadığı ise kendi kültürü… Bizim<br />

hibrit olarak adlandırdığımız bu kültür tek<br />

ve kendine özgü. Giderek bu tür yetien<br />

bireyler artıyor. Hiçbir kavram olduğu<br />

yerde kalmıyor, o ya da bu yöne ilerliyor.<br />

Bu tarz kendine özgü bilgi birikimleri<br />

bireysel kültürü daha da ön plana çıkarıyor.<br />

Biz de genel olarak bunu bireysel<br />

farklılıklar olarak isimlendiriyoruz.<br />

ılmak ise en büyük tutkusu. Bu çaba<br />

içersinde kendini o dilden bu dile çevirip<br />

duruyor.<br />

HEM KENDİ HEM BAŞKASI<br />

Kuratörlüğünü Özlem Çengel-Götzeltin<br />

üstlendiği Self-Translation sergisi bu<br />

konuyu ele alıp yorumluyor. Sergide yer<br />

alan yedi sanatçı bu birbirinden hem farklı<br />

hem de aynı olma durumunu dile getiriyor.<br />

Kendini bir dilden ötekine çeviriyor, (tabii<br />

ki burada bahsedilen sadece konuulan dil<br />

değil, bireylerin kendilerini ifade ettikleri<br />

tüm araçlar) böylece her dil anlatana ve<br />

20


anlatılana göre yeni bir anlam kazanıyor.<br />

Silvina Der Meguerditchian, Crochet<br />

for Memory video çalımasında tarihin<br />

içinden unutulmak üzere olan fotoğraları<br />

çıkarıp, onları bugün ve burada birbirlerine<br />

dantelle birletiriyor. Sanatçı atölyesine<br />

davet ettiği arkadaları ve kom-<br />

uları ile geçmiin içinden gelen bu anıları<br />

yeniden dillendiriyor. Birbirinden<br />

çok farklı ķültürlere sahip, birbirleriyle<br />

o gün tanıan insanların ortak bir niyet<br />

ile kolektif olarak gerçekletirdikleri bir<br />

eylem. Geçmiin anılarını yeniden hatırlamak,<br />

onları birbirine ilemek ve yeni bir<br />

anı yaratmak.<br />

Funda Özgünaydın Displacement of<br />

a cultural self portrait III çalımasında<br />

R.W. Fassbinderin 1969 yapımı Katzelmacher<br />

ilminden aldığı bir dakika on<br />

sekiz saniyelik sahneye kendisini montajlıyor.<br />

Oldukça durgun geçen sahnede,<br />

sanatçı kendini ait olmadığı bu mekâna<br />

yerletirerek, karakterler arasındaki<br />

absürt diyaloğa tanık oluyor. Aslında ait<br />

olmadığını düündüğümüz bu yere tam<br />

oturuyor Özgünaydın. Almanya doğumlu,<br />

Türkiye kökenli ve İngiltere eğitimli,<br />

hibrit kültürü ile bu sahnenin bir parçası.<br />

(Katzelmacher zaten Almanyaya<br />

çalımak için gelmi yabancı kökenli, özellikle<br />

de Akdeniz ülkelerinden gelenler<br />

için kullanılan bir küfür.) Yönetmenin<br />

sabit kamerasının karısında, bir o kadar<br />

durağan geçen anlamsız diyalogdan çıkan<br />

sonuç, sahnedeki grubun içinde yabancıların<br />

pek de sevilmediği. Bu dılanma ya<br />

da nefrete rağmen sanatçı tüm yabancılığıyla<br />

kendini gruba dahil etmi durumda.<br />

O da bu sahnenin bir parçası.<br />

Kınay Olcaytu, kolajları ile günümüzde<br />

dahi karılatığımız oryantalist kafalara<br />

kendi oksidentalist yaklaımıyla kar-<br />

ılık veriyor. Sanatçı kendi Doğululuğu<br />

ile Batılının doğuya bakıını ona geri<br />

sunuyor. Zied Hadhri, topladığı eski vesikalık<br />

fotoğraları gittiği ülkelere yanında<br />

taıyıp, her birini bulunduğu ortamda<br />

yeniden biçimlendirerek, onlara yeni<br />

kimlikler kazandırıyor. Yüzleri kahve,<br />

arap, toprak ya da baka gündelik nesnelerle<br />

kolajlanan bu insanları tanımak<br />

imkansız. Gene de her biri hem kendi<br />

oldukları kimliklerini hem de sanatçının<br />

müdahalesi ile oluan kimliklerini<br />

üzerinde taıyor. Tıpkı sürgüne gitmi<br />

insanlar gibi, hem oldukları benlikleri,<br />

hem de kendi istemleri dıında yapılan<br />

müdahaleler ile kazandırılmı kimlikleriyle<br />

birlikte varlıklarını sürdürüyorlar.<br />

Sanatın da kendine ait bir dili var,<br />

sanatçı ise kendi dilini bu dile çevirebilen<br />

kii.<br />

Kii kendini tercüme ederken, cümleleri<br />

hislerini ne kadar ifade edebilir.<br />

Hadhrinin Interpretation of exile videosundan<br />

bir cümle: Sanatın iletiimsel<br />

bir ilevi yok, sanat bulaıcı...<br />

z<br />

SERGİ KÜNYESİ<br />

✤<br />

“Self Translation” sergisi,<br />

23 – 24 Eylül tarihlerinde, GlogauAIR’ın<br />

açık atölye etkinliğiyle eş zamanlı olarak<br />

izleyiciye sunuldu<br />

Sergiye katılan sanatçılar:<br />

Mehtap Baydu,<br />

Canan Çengel,<br />

Zied Hadhri,<br />

Silvina Der Meguerditchian,<br />

Kınay Olcaytu,<br />

Funda Özgünaydın,<br />

Aykan Safoğlu<br />

Serginin kuratörü:<br />

Özlem Çengel-Götzelt<br />

SANATÇI,<br />

KENDI DILINI SANATIN<br />

DILINE ÇEVIREBILEN<br />

KIŞIDIR. .<br />

✤<br />

21


“BLUTROTE<br />

SCHUHE”<br />

YÖNETMEN NATASCHA KALMBACH VE “KANKIRMIZI AYAKKABILAR”<br />

HEİDELBERG<br />

Çocukların hayal<br />

dünyası mı, büyüklerin<br />

gerçeği mi?<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Çocuk olmanın güzelliği geni bir<br />

hayal dünyasına sahip olmaktır. Anlatılan<br />

masallara hayalinde renk katmak,<br />

ekil vermek, igürler çizmek, alır götürür<br />

macera dolu bir dünyaya.<br />

Büyüdükçe bu hayal kurma yeteneğimizi<br />

yitiriyoruz. En azından o izlenim uyanıyor.<br />

Masal, sanki sadece çocuklara ait<br />

bir alan. Tamam öyle olsun, ama unutmayalım,<br />

içimizdeki çocuk daima bizimle<br />

yaar. Onun da arada bir gönlünü yapmak<br />

gerekiyor. Onun da mutlu olması gerekiyor,<br />

yetikin kiiliğimizin huzuru yakalayabilmesi<br />

için.<br />

Bu yata masal mı okuyacağız?<br />

Bunun cevabı, aslında çocuk tiyatrolarında.<br />

Heidelberg ehir Tiyatrosunun<br />

Çocuk ve Gençler Bölümü Müdürü ve<br />

Yönetmen Natascha Kalmbach öyle diyor:<br />

Günümüzün masal diyarı tiyatrolardır.<br />

Çocuk tiyatroları sadece çocuklara hitap<br />

etmiyor. Çocuklarını tiyatroya getiren<br />

anne babalara, büyükanne ve büyükbabalara<br />

da hitap ediyor. Tüm ailenin zevk ala-<br />

22


cağı gösteriler... Oyunun içeriği, öğretisi<br />

gerçek olabilir, ama biz masal büyüsünün<br />

örtüsünü de kullanmaya çalııyoruz.<br />

Natascha Kalmbach çok değerli bir<br />

cümle sarf ediyor: Hayal gücü de eğitilmesi<br />

gereken bir kastır. Bu sözü geçmi<br />

yıllarda okuduğunu ve tamamen benimsediğini<br />

de sözlerine ekliyor.<br />

Natascha Kalmbach, Heidelbergde<br />

<strong>2016</strong>/17 tiyatro sezonunun açılıını Blutrote<br />

Schuhe (Kankırmızı Ayakkabılar)<br />

oyununun prömiyeri ile yaptı. Charles<br />

Wayin kaleminden çıkan kankırmızı<br />

ayakkabılar Hans Christian Andersenin<br />

masalı kırmızı ayakkabılardan esinlenerek<br />

yazılmı. Andersenin masalında kırmızı<br />

ayakkabılar olumsuz bir sembol. Bu<br />

oyunda ise kırmızı ayakkabılar cokunun,<br />

yaama sevincinin, olumsuzluklara bakaldırmanın<br />

sembolü.<br />

Natascha Kalmbacha ayakkabının kendisi<br />

için önemini soruyorum. Genelde<br />

kadınların ayakkabıya zaafı olduğu söylenir.<br />

Kalmbach, ayakkabının giyimi<br />

tamamlayıcı bir unsur olduğunu anlatıyor:<br />

Spor ayakkabı girdiğinizde rahat yürürsünüz.<br />

Topuklu ayakkabı girdiğinizde dik<br />

ve kendinizden emin adımlar atarsınız.<br />

Tabii ki topuklu ayakkabılar arasında kırmızı<br />

rengin ayrı bir çekiciliği var. Ayakkabılar<br />

günlük hayatımıza renk katıyor.<br />

Kalmbachla kısa bir soru-cevap yapıyoruz.<br />

- Oyununuzun kahramanı Franvera’nın en<br />

yakın arkadaı Anna tehlikede olduklarını,<br />

kaçmaları gerektiğini haber veriyor. Çocukların<br />

sevgi ve dostluk bağı, korkudan daha<br />

baskın olduğu için mi?<br />

NATASCHA KALMBACH - Çocukların<br />

korku kavramı daha sınırlı. Böyle bir<br />

ihbarda bulunmanın kendisine getirebileceği<br />

tehlikelerin farkında değil. Bunun<br />

için hayat tecrübesi eksik. İçinde bulunduğu<br />

anı yaıyor. O an da arkadaının<br />

kurtulması, zarar görmemesi ön planda.<br />

Çocuklar içgüdüsel hareket ettiklerinden,<br />

daha az korku hissediyorlar.<br />

(Fotoğralar: Annemone Taacke)<br />

- Charles Way’in öyküsünde Bosna Savaı<br />

anlatılıyor, bunu birebir sahneye aldınız mı?<br />

NATASCHA KALMBACH - Günümüzde<br />

Suriyedeki savaa da bir gönderme var.<br />

Sahnede belli bir bölgeye bağlı kalmadık.<br />

Sava olan her yerde yaanabilecek bir<br />

hayat hikâyesi.<br />

- Sonuçta çocuk tiyatrosu yapıyorsunuz ve<br />

savaı iliyorsunuz. Çocuklar için ağır bir<br />

konu değil mi? Aldığınız tepkiler nedir?<br />

NATASCHA KALMBACH - İlginç olan,<br />

yetikinlerin velilerin çok daha duygusal<br />

bir etkilenme içine girmesi, korku yaa-<br />

23


“BLUTROTE<br />

SCHUHE”<br />

K A D R O S U<br />

Franvera:<br />

Lea Wittig<br />

Franvera’nın annesi:<br />

Juliane Schenk<br />

Anna:<br />

Julia Lindhorst-Apfelthaler<br />

Rotbart:<br />

Massoud Bayhan<br />

Yönetmen:<br />

Natascha Kalmbach<br />

Koreograi:<br />

Francesca Imoda<br />

Dramaturg:<br />

Viktoria Klawittet<br />

Müzik:<br />

Larent Leroi<br />

Lömsch Lehmann<br />

ması. Çocuklar ise ciddiye alıyorlar, ama<br />

çocukluğun verdiği hailikle konuya yaklaıp<br />

derinden ilgileniyorlar. Yetikinlerin<br />

heyecanı korkulu iken çocuklar daha<br />

sakinler. Bu da sahnelediğimiz oyunların<br />

sadece çocuklara değil yetikinlere de<br />

hitap ettiğini gösteriyor.<br />

Natascha Kalmbach<br />

1964 Esslingen doğumlu Kalmbach, 1992’de<br />

“Laura ve Leonie” isimli oyunu sahneleyerek<br />

yönetmenlik hayatına adım attı. Essen, Salzburg,<br />

Kiel ve başka tiyatrolarda sayısız oyun sahneledi.<br />

<strong>2016</strong>/17 tiyatro sezonunda Holger Schultze’nin<br />

kadrosuna katılarak Heidelberg Şehir Tiyatrosunun<br />

Çocuk ve Gençler Bölümünü<br />

yönetmeye başladı.<br />

Foto: Susanne Reichhardt<br />

- Oyunun öğretisi var mı?<br />

NATASCHA KALMBACH - Tabii var. Son<br />

sahnede yine Andersen Kardelerin masallarından<br />

tanıdığımız Rotbart (kırmızı<br />

sakal) insanları kıkırtan, nefret kusan<br />

bir kiilik ile sahnedeki yerini alıyor.<br />

Fakat provokasyonu ile oyunun kahramanı<br />

Franverayı etkileyemiyor. Franveranın<br />

cevabı kırmızı ayakkabıları ile dans<br />

ederek kaba kuvvete karı koyması...<br />

- İnsanlar niye Heidelberg ehir Tiyatrosuna<br />

gelmeli?<br />

NATASCHA KALMBACH - Öyküleri izleyerek<br />

oyun kahramanları ile birlikte hissetmek,<br />

onlarla yaamak, mutlu olmak<br />

için. En önemlisi, düünmek ve hayal<br />

gücümüzün kaslarını çalıtırmak için.<br />

- Sizin çok sevdiğiniz bir masal var mı?<br />

NATASCHA KALMBACH - Evet,<br />

Andersenin pek bilinmeyen bir masalı:<br />

"Hans Benim Kirpim". Çok heyecanlı bir<br />

masaldır. Çocuk sahibi olmak isteyen ama<br />

bir türlü bu murada eremeyen çift, bir<br />

kirpiye bakmaya balarlar ve ona Hans<br />

ismini verirler. Okumanızı öneririm.<br />

Çok keyif alacağınızı düünüyorum.<br />

Sayın Kalmbach, Heidelberge<br />

hogeldiniz.<br />

z<br />

24


25


ALMAN KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ BİZE NASIL MI BAKAR?<br />

Erdoğanın değil<br />

Türkçeli yeni Almanların<br />

biyograisi<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

26


Türkiye, Almanya için önemli.<br />

Bunu medyanın ve kültür<br />

endüstrisinin gündemine<br />

bakınca da hemen görebiliyoruz. Haberlerin<br />

ilk sırasında sık sık Türkiye yer<br />

alıyor; kitap listelerinde de Türkiye ve<br />

Türklere dair kitaplar birbirini kovalıyor.<br />

Ama tersi, uzun bir süredir daha doğru:<br />

Almanya, Türkiye için çok daha önemlidir,<br />

öyle ki, Berlin ekonomik temelli bir<br />

vazgeçilmezlik payesi almı bulunuyor.<br />

Bu temel, örneğin Amerikan ağırlığında<br />

yok, orada askeri ve siyasi yoğunluk öne<br />

çıkıyor.<br />

Son hareketlilikler ve bugünün mülteci<br />

krizi çerçevesinde, u sıralarda bu<br />

önemlerin bir biçimde eitlendiğini görüyoruz.<br />

Bu karılıklı önem, Türkiyedeki<br />

Alman yatırımları ve Almanyadaki Türkiye<br />

kökenli 3 milyonu akın nüfusla birleince,<br />

gerçekten özel bir yoğunluk yaratıyor.<br />

Yani i, uluslararası politikanın<br />

falan çok üzerinde, son derece insani bir<br />

renk kazanmı durumda. Sonuçta, Türkçe<br />

konuan milyonlarca insan Almanyadan<br />

geçti ve geçiyor. Almanca, Türkiye merkezli<br />

Türkî dünyada en iyi ve en çok<br />

konuulan Batı dili.<br />

Böyle olunca, Alman medyasının Türkiye<br />

ilgisini yadırgamamak lazım. Kitap<br />

dünyası da öyle. Alman yayınevleri neredeyse<br />

her hafta Türkiyeyle u veya bu<br />

biçimde ilintili birkaç kitap yayımlıyor.<br />

Gazete ve görsel-iitsel medyada ise ilgi<br />

zaten çok yoğun, çünkü Türkiye ve<br />

bağlantıları her zaman acil gündemin<br />

bir parçası.<br />

KÖKLENDİKLERİ ÜLKE VE KÜLTÜR<br />

imdi, bir kitap vesilesiyle bakacağımız<br />

açı da, özel bir öneme sahip. Soru, u:<br />

Yukarıda da sözü geçti, o milyonlarca Türkiye<br />

kökenli insandan biri, bir genç gazeteci,<br />

kendi kuağından ve daha gençlerden<br />

benzerleri gibi, acaba köklerinin bulunduğu<br />

ülkeyi nasıl anlatır? 1978 doğumlu<br />

Çiğdem Akyol, nasıl bir Türkiye, nasıl bir<br />

Recep Tayyip Erdoğan görüyor ve bunu<br />

Alman kamuoyuna nasıl anlatıyor? Çiğdem<br />

Akyolun veya Deniz Yücel ya da Özlem<br />

Topçunun (bu isimler çoğaltılabilir) imzasını<br />

taıyan kitapların, tam bu sıralarda<br />

çıkan Türkiye konulu ama Alman yazarların<br />

kaleme aldığı kitaplardan, örneğin<br />

Jürgen Gottschlichin Türkei: Erdogans<br />

Grif nach der Alleinherrschaft (Türkiye:<br />

Erdoğanın Tek Baına Egemenliğe<br />

Uzanıı), Gerhard Schweizerin Türkei<br />

verstehen (Türkiyeyi Anlamak), Karen<br />

Krüger/Anna Esserin Bosporus reloaded:<br />

Die Türkei im Umbruch (Yeniden Yüklenmi<br />

Boğaziçi: Dönüümdeki Türkiye)<br />

balıklı kitaplarından, nasıl bir farkı var?<br />

Bu soruların içinde yeni sorular da<br />

gizli. Hepsini yanıtlamak gerekmiyor.<br />

Çiğdem Akyolun, kısa bir süre önce<br />

çıkan Erdoğan - Die Biograie balıklı<br />

biyograik çalıması, yazarın çeitli yayınlarda<br />

yayımladığı yazılarının harmanlanmasıyla<br />

oluturulmu. Birçok ipucu içeriyor.<br />

Bu ipuçlarının en önemlisi, Türkçeli<br />

genç kuakların Almanca konuulan dünyada<br />

kendilerine biçtikleri rol ve kimlik<br />

arayılarıdır. Kitabın bu gözle okunmasında<br />

büyük yarar var, çünkü bir dünya<br />

veya bir insan manzarasını imliyor.<br />

✤<br />

TÜRKIYE KÖKENLILERIN<br />

VE YABANCILARIN<br />

TÜRKIYE KITAPLARI<br />

FARKLI MI?<br />

✤<br />

27


✤<br />

ÇIĞDEM AKYOL, ANA<br />

AKIM MEDYANIN<br />

TALEPLERINI IYI<br />

KARŞILIYOR.<br />

✤<br />

Ne demek istediğimizi, yazarın çizdiği<br />

yoldan hareketle daha rahat anlatabiliriz.<br />

Çiğdem Akyol, kitabında kendisinden<br />

istenen her eyi yerine getiren çalıkan<br />

bir öğrenci gibidir: Erdoğan, ille bir<br />

nitelik sıralaması yapmak gerekirse, vicdansızlık<br />

ve insafsızlık gibi sıfatlarla anlatılıyor.<br />

Tabii eletirel övgülerin de ardı<br />

arkası kesilmiyor. Olabilir. Ancak biz unu<br />

biliyoruz: <strong>2016</strong> itibariyle, Alman medyası<br />

bu dinci siyasi lidere böyle bakıyordu. Aynı<br />

Alman medyası ve gazeteciler, balangıçta,<br />

onu iktidara taıyan 2002 sonundaki<br />

seçimler ve sonrasında hiç de bugünlerin<br />

Erdoğan portresini vermiyordu. Vesayet<br />

rejimini yıkan, askerlere haddini bildirecek<br />

bir demokrat prens iktidara gelmiti<br />

sanki. Öyle görmek istiyorlardı, öyle<br />

de gördüler ve desteklediler. Sevinç içindeydiler.<br />

Dolayısıyla Akyol, bir kuak kimliği<br />

içermektedir ve bu çizgiyle gerçekten<br />

de uyumludur. Kitabın plan ve kurgusundan,<br />

yazarın eğilimi rahatça çıkarılabilir.<br />

Zaten sakladığı da yok.<br />

Nitekim, imdilerde yerden yere<br />

vurulan Erdoğanın, 2002 sonu ve 2003<br />

balarında olumlu bir toplumsal dönü-<br />

ümün sürdürücüsü, tevikçisi olduğunu<br />

yazıyor Çiğdem Akyol çok rahat<br />

bir biçimde: Alman medyasında sosyalize<br />

olmu Türkiye kökenli ve kendisini<br />

solcu sayan/sanan bir kadın gazeteci<br />

için, Erdoğan, o yıllarda Kürtlerle<br />

barıı arayan, komu ülkelerle iyi ilikiler<br />

kurmaya çalıan, ekonomiyi canlandırmakla<br />

megul bir politikacıdır.<br />

Belki muhafazakârdır, ama onun askerlerden<br />

çok daha demokrat olduğu konusunda<br />

Akyolun pek bir kukusu yoktur.<br />

Bugünse barı süreci bitmitir ve ekonomi<br />

yerinde saymaktadır: Komudaki iç sava<br />

Erdoğanın kukulu Suriye politikası<br />

nedeniyle bir iç politika sorununa dönümütür.<br />

Peki bu geçen yıllar içinde kadına<br />

bakıı da değimi midir Erdoğanın?<br />

Çiğdem Akyolun ne yazık ki çok dar dünyasından<br />

taan sorulara yanıt aramıyoruz.<br />

Çünkü, Almanya veya Avrupadaki ana<br />

akım medyanın taleplerini karılamayı iyi<br />

bilen bir gazeteciyle veya yazarla karı<br />

karıyayız. Akyola göre, Türkiyeye bir<br />

ara, hadi diyelim AKP iktidarının ilk yıllarında<br />

istikrar getiren kadro, imdi ülkeyi<br />

irazesinden çıkarmakla meguldür. Fakat<br />

sonuçta hep aynı kadrodan, aynı zihniyetten,<br />

aynı aktörlerden söz ediyoruz.<br />

12-13 yıl içinde böyle bir dönüüm, açıklanmadan<br />

bırakılacak kadar kolay bir<br />

süreç mi? Sonuçta Erdoğan diktatörlük<br />

yapıyor, iler onun için karııyor gibi bir<br />

özet açıklama, açıklamadan baka her<br />

eydir. Sistem tarafından talep edilen bir<br />

tutum ve ona uygun ürünlerden söz etmek<br />

daha doğru olacaktır. Talep sahipleri arasında,<br />

sakın Batı Avrupanın demokrat<br />

medyası ilk sırada yer almasın? Olacak<br />

ey midir?<br />

“SİSTEMİK” TALEP?<br />

Olacak ey değil! diye damgalanacak<br />

bu görü, bu bakı açısı, Avrupa<br />

Almanyasındaki egemen medya ruhunun<br />

Çiğdem Akyol gibi katılımcılardan/partnerlerden/oyunculardan<br />

ısrarla talep<br />

ettiği bir durutur. Türkiyenin ve orada<br />

söz sahibi siyasal kadroların böyle görülmesini<br />

istiyorlar. İte Akyolun, tıpkı yaıtları<br />

gibi, kitabında bu talebe karı çıktığını<br />

söylemek zor. Hatta böyle bir sistemik<br />

talebin varlığından bile haberdar<br />

olduğu söylenemez. Bu konuda da yalnız<br />

değildir, dedik: Batı medyası arkasındadır<br />

ve adeta kendisinden bu yolda yürümesini<br />

talep etmektedir.<br />

O zaman, birisinin, en azından Türkçe<br />

anladığını varsayacağımız bu yeni kuak<br />

Alman yazıcılara sorması gerekir: Siz,<br />

sınılar, toplumsal gelime, emperyalizm<br />

ve ilericiliğin mücadele tarihi, toplumsal<br />

sorunların etnikletirilmesi ve dinselletirilmesi,<br />

postmodern ve neoliberal barbarlık,<br />

antiemperyalizm diye bir eyler hiç<br />

duydunuz mu?<br />

Yanıt alamayacağımızı biliyoruz ve<br />

yanıt aramıyoruz. Sonuçta genel manzara<br />

28


‘Nitelikli<br />

şeytanlaştırma’ sanki...<br />

“emek ki Türkiye, <strong>2016</strong> yılında ’lmanyadan ve Batı demokratlarının yanılmaz gözüyle<br />

bakılınca, böyle görünüyor. ’kyolun kitabındaki birçok vurgunun belge niteliği var:<br />

Bugün Türkiye derin biçimde bölünmüş bir ülke. ”rdoğana sıkı sıkı bağlanıp yeni karışıklıklardan<br />

korktukları için onu yüceltenlerle, sokaklarda ”rdoğan istifa! diye bağıranlar arasında<br />

bir bölünmüşlük bu. (s. 17)<br />

Çiğdem ’kyol, kendisine öğretilen hiçbir şeyin tersini düşünemeyecek kadar, çağdaş bir<br />

dinin şeytanlaştırma prosedürüne takılmış görünüyor. Bu alanda elbette yalnız değildir, tersine,<br />

resmen büyük çoğunluğun bir temsilcisidir. Nitelikli şeytanlaştırma diye tanımlayabileceğimiz<br />

bu tutum, çağdaş demokrasinin, daha doğrusu emperyal veya neoliberal demokrasinin<br />

bir cürüm rejimi de olabileceğini, bu rejimin tüm tanım ve yargılarının çoktan ’lman<br />

zenginlerinin malzemesine dönüştüğünü kabullenemiyor. Çiğdem ’kyol, Batının evrensel,<br />

gelişkin ve üstün olanı temsil ettiğinden emindir. Yalın bir doğruyla (simple truth) yetiştirilmiştir<br />

tüm kuşağı gibi. Londra, Paris, Roman, Berlin, ’msterdam, Brüksel... Sözü geçen bu<br />

metropoller kutsal birer tapınaktır ve bu demokrasi tapınaklarında yetiştirilmiş her şey, sağ<br />

veya sol her ikir, insanlığın en ileri ve en gelişkin ürünleridir. Türkiye ve Türkçe, bu metropolitan<br />

değerlerle eğer uyum içinde değilse, ki değildir, o zaman geridir. Bu tapınakların<br />

altında milyonlarca gelişmemiş insan ve ülkenin emeği, daha doğrusu kan ve irin bulunduğunu<br />

akıllarından bile geçiremeyen bir kuşakla, ”rdoğanın tersinden bir yeni dinci kuşakla<br />

yüz yüzeyiz. ’ntikomünizm jeneratörü olarak kültür endüstrisi, bütün aydınlanmacı, eşitlikçi,<br />

ilerici damarları dumura uğratmakta başarılı olmuştur. Bu kimliğin gerçek kimlikleri<br />

olduğunu elbette ’kyol ve yaşıtlarının kabullenmesi beklenemez. İyi.<br />

İyi ve meseleleri tersinden göremeyen, kendisine sunulan çerçevenin dışına çıkamayan<br />

bir yazar karşısındayız. ’ydınlanmanın temel değerlerini, başkalarının kafasıyla değil kendi<br />

kafasıyla ve masadaki gerçeğin tamamen karşıtını tasavvur edip analize tabi tutamayacak<br />

kadar esir alınmış bir düşünme biçimi bu. ’ydınlanma düşüncesinin ilası için belki de Nazi<br />

’lmanyasını değil bu neoliberal demokrasiyi beklemek gerekiyordu. Bu açıklıkla ifade edemeyecek<br />

kadar kurnazlaştırıldıklarını kabul edelim, ama kendi köklerinin tümüyle yanlış,<br />

geri ve kanlı, hatta katil, Batının ve/veya Federal ’lmanyanın ya da Fransa, İtalya, İngiltere<br />

vs.nin ise gelişkin, çünkü tarihiyle hesaplaşabilmiş olduğuna inanmaktadır Çiğdem ’kyol.<br />

“olayısıyla ”rdoğandan çok Türkiyenin ilericilik, yenilikçilik, toplumculuk tarihinden ve<br />

mücadelesinden, hatta kazanımlarından tiksinmektedir. Bunlar, hadi adını verelim cumhuriyet<br />

aydınlanması, tümüyle despotik manzaralar ve malzemelerdir çünkü yazarımıza göre.<br />

Bu eğilime kitap boyunca örnek ve gerekçe bulmak zor değil. Önemli olan, bu ruh halinin<br />

üzerine çekilmiş demokrasi örtüsünü kaldırıp altındakilere, somut duruma ve ona karşılık<br />

gelen zihniyete bir göz atabilmek. Sırf bunun için bile okunabilir bu kitap. Yararlı olacağı<br />

kesindir.<br />

29


✤<br />

ELEŞTIRDIĞINI SANIP<br />

SINIRSIZ ÖVÜYOR<br />

BUNLAR TÜRK<br />

GERICILERINI.<br />

✤<br />

ve onun içindeki aktörleri belirleme çabası<br />

içindeyiz.<br />

Gerçekten de Türkiyeyi ve bugün üzerine<br />

çöreklenmi dinci kadroların izlediği<br />

korkunç siyaseti, sadece bir İslamcının<br />

hezeyanlarıyla açıklamak, hiçbir<br />

ey açıklamamak demek. Ama bunu yapsaydı<br />

Çiğdem Akyol ve kuağı, Türkiye<br />

aydınlanma tarihinin çapaklarını, ki her<br />

aydınlanma tarihi böyle yer yer acımasız,<br />

hatta kanlı çapaklar da içerir, emperyal<br />

bakentlerin tatlı su solcuları aracılığıyla<br />

güttüğü medyanın önüne bu kadar pervasızca<br />

sermezdi. Demek ki, kendilerinden<br />

ne isteniyorsa onu yerine getiriyorlar.<br />

Çiğdem Akyol gerçekten tipik bir örnek:<br />

Erdoğanın büyük yetkilerle donanmı bir<br />

cumhurbakanı olması halinde, her eyin<br />

daha da kötüleeceğini yazıyor, daha doğrusu<br />

yineliyor <strong>2016</strong> ortasında. Böylece<br />

CHP-HDP çaresizliğinin AB bakentlerindeki<br />

sözde muhalefet talebini de karılamı<br />

oluyor. Bunların hepsi için Türkiye<br />

ilericiliği, cumhuriyetçilik, aydınlanmanın<br />

zor tarihi, daha en baından itibaren bir<br />

anomalidir. Baka da bir görüe hayat<br />

hakkı tanınamaz.<br />

Örnek bulmak zor değil, biz adım adım<br />

gidelim. Çiğdem Akyol, seçim yılı da olan<br />

2011den parlak bir tablo veriyor:<br />

Erdoğan ayrıca yeni refahı değerli<br />

bulan ve korumak isteyen, halinden<br />

memnun bir orta tabaka yarattı. AKP,<br />

sosyal adalete tüm diğer partilerden daha<br />

çok katkıda bulunuyor. Dünya inans<br />

krizini altında birçok ülke inlerken,<br />

Türkiyenin durumu gayet iyi. Erdoğan i<br />

baına geldiğinden beri kii baına<br />

gelir üç kat arttı...<br />

Böyle bir övgüye çok sık rastlanmaz.<br />

Ancak biz, övgüsünün düzeyi ve sonuçları<br />

hakkında hiçbir ikri olmayan, çünkü<br />

metropolleri de onlara bağımlı vasalları<br />

da tartamayacak bir aratırıcı zekâ ile<br />

karı karıyayız. Eğer The Economist ve<br />

Wall Street Journal böyle eyler yazabiliyorsa,<br />

Çiğdem Akyol ve kuağının o medyaya<br />

karı bir söz söyleme cüreti yoktur.<br />

Kapitalizmle birlemi İslam birdenbire<br />

herkes için ık bir hal alabilir. Akyol,<br />

Goldmann Sachsın 2050 yılına kadar<br />

Türkiyenin dünyadaki en büyük 10 büyük<br />

ekonomik güçten biri olacağı görüünü<br />

savunduğuna dikkat çekerken, baka bir<br />

rengin egemenliği altındadır. Bu rol dağılımının<br />

farkında olduğu da kukuludur.<br />

EGEMEN MEDYANIN GÜCÜ<br />

Akyol ve benzerlerinin, yani Batıda<br />

hizmet veren Türkiye kökenli gazeteciler<br />

kuağının bu saptamaların dıında bir<br />

çizgide düünce ve yargı gelitirebileceğini<br />

düünmek zor. Biraz da bu nedenle,<br />

Çiğdem Akyol, Erdoğanın ekonomiktoplumsal<br />

baarılarını rahatça sıralayıp<br />

övebilmekte, maliyetin laik cumhuriyet<br />

düüncesinin yıkılması ve dinciliğin milliyetçi<br />

bir efekt eliğinde hayatın her alanında<br />

güç kazanması olduğunu hiç tartımamaktadır.<br />

Erdoğanın izlediği Kürt<br />

politikasını uygun bulabilen Akyol için,<br />

Erdoğandaki kendine güven, zaman içinde,<br />

aırı bir özgüven halini almıtır ve İslamcı<br />

bu politikacı rahatça övülebilmektedir:<br />

Ekonomi büyüdü, ülke modernleti ve<br />

demokratikleti. Modern alıveri merkezlerinde<br />

daha çok Türk, alıveri yapabiliyordu<br />

ve metropollere yakın modern sitelerde<br />

yaayabiliyordu. Hastalık sigortası<br />

yapıldı ve tarada bile olumlu gelimeler<br />

hissedilir oldu. (s. 193)<br />

Avrupadaki Türkçeli toplumun gençleri<br />

için bu kitapta muhalif gazeteci olmanın<br />

reçetesi de gizlidir: Ama artan bu güçle<br />

birlikte Erdoğanın gösterili kendine<br />

güveni, kendine aırı bir büyüklük yakıtırmanın<br />

sınırlarına yükseldi. Ses tonu<br />

kabalaıyor, ajandası İslamcı temalarla<br />

doluyor, yüksek milliyetçi doz daha sık<br />

duyuluyor. Yoksulluktan özgün karizmasıyla<br />

kurtulan ve zirveyi fethedebilen bir<br />

olağanüstü politikacı ile karı karıyayız.<br />

Akyol, Erdoğanı nereye koyacağını bilemiyor,<br />

üstelik bunu kendisini muhalif ve<br />

solcu gösteren bir etiketle yapıyor:<br />

Atatürkten sonraki en güçlü politikacı<br />

30


olmayı, bu türedi acaba nasıl baardı?<br />

Erdoğanın tarihi, ülkelerini ilerletemeyen<br />

ve böylece Erdoğanın yükselmesini sağlayan<br />

Türk politikacılarının tarihidir.<br />

Hayatı, ülkesinin tarihsel karmaası ve<br />

siyasi geliimi içine yerletirilmelidir.<br />

Çok hızlı öğrenen bir karakter, hatayı<br />

ikinci kez yinelemiyor. Erdoğan kendisine,<br />

kendi kiiliğine dükün, takıntılı biri.<br />

Bu kiilik manipülatif bir güce sahip, sarıp<br />

sarmalayan bir iğvacı, kukusuz kendisinden<br />

emin, ama korkak. Çünkü sadece<br />

korkan biri böyle baskıcı bir sistem<br />

kurar. (s. 12)<br />

Çiğdem Akyol, Erdoğan için Kazanımlarının<br />

değerini bilmek, hakkını vermek<br />

gerekir diye yazıyor ve Erdoğanın<br />

Türkiyesi daha sivil ve modern oldu, ama<br />

daha demokratik olmadı diye de ekliyor.<br />

(s. 13) Erdoğanın bir karizması olduğunu,<br />

nefret edenlerin de destekçilerin de onun<br />

bu karizmasının etki alanında hareket<br />

ettiğini savunan Akyol, sözünü etmeye<br />

çalıtığımız o sistemik talebi karılıyor<br />

aslında. (s. 14)<br />

BUNLAR NEREDEN GELDİ?<br />

Peki Erdoğan, Akyol kuağı için neyi<br />

simgeliyor? Belki, unu: 12 Eylül öncesinin<br />

milliyetçi/dinci gençliğinin önü,<br />

askeri darbeyle açılmı, Türkiyeyi gerici<br />

Osmanlıdan kopmayı baarmı, ilerici,<br />

aydınlanmacı bir cumhuriyet rejimi<br />

olarak gören, ancak yetersiz bulan ve<br />

akın bir cumhuriyet arayan sol kuak ise<br />

yerle bir edilmi, Recep Tayyip Erdoğan<br />

ve Abdullah Gülde cisimleen 1970lerin<br />

gericiliği halklamıtır. Bu gerici kesimin<br />

kitleselliği askeri darbenin yardımıyla<br />

zaman içinde olağanüstü boyutlarda<br />

büyümütür. Ama bu yığınsallık yine de<br />

ülkenin yarısını etkileyebilmitir, diğer<br />

yarısı boyun eğmeyi en azından reddetme<br />

yanlısıdır. Cumhuriyet dümanlığı iki parçalı<br />

bir ülke yaratmı durumdadır.<br />

Fakat böyle sorunların, Akyol kuağının<br />

ajandasında pek yer almadığını görebiliyoruz.<br />

Kitap, daha doğrusu kitabı oluturan<br />

yazılar, böyle bir bakı açısının<br />

ürünü.<br />

Erdoğan İslamcı değil, Çiğdem Akyol<br />

ve arkadalarına göre, ancak, bakı açısına<br />

göre değien ölçülerde, Alman kamuoyunda<br />

çok sık atfedildiği gibi, çok iyi<br />

veya en kötüsünden bir taktik adamı.<br />

Bir biat toplumu isteyen Türkiye ve dinci<br />

lidere böyle de bakılabilir elbette: Bu toplumun<br />

satın alması, tüketmesi, sineye çekmesi,<br />

ama Erdoğanın düüncelerine karı<br />

da ayaklanmaması gerekiyor. Bunu anladığını<br />

varsayabileceğimiz Çiğdem Akyola<br />

göre, eski dostlarını kolayca unutan veya<br />

tasiye eden, dümanlarını ise asla unutmayan<br />

Erdoğan böylece bir otoriterlik<br />

büyüttü ve Türkiyeyi bir korku ülkesi<br />

yapmayı baardı. Baskıların, terör saldırılarının<br />

ardı arkasının kesilmedi, Kürtlerin<br />

de kendilerini artık güvende hissetmediği,<br />

en ücra köelere kadar Erdoğanın<br />

adamlarının yerletiği bir Türkiyedir sahnedeki.<br />

(s. 15) Çiğdem Akyol, bu gözlemlerine<br />

unu ekliyor: Erdoğan cazibesini<br />

yitireli çok oldu, ama alternatii yok.<br />

(s. 17) Erdoğan ve hiper merkezi sistemi,<br />

Türkiyeyi Erdoğandan nefret edenler ve<br />

ona hayran olanlar arasında ikiye<br />

bölmütür. Derin bir bölünmülük böyle<br />

açıklanıyor.<br />

Türkiye için belki en son bir ileriye<br />

doğru reform hareketi olan 27 Mayıs 1960<br />

ve sonrasındaki gelimeleri Çiğdem Akyol,<br />

383 sayfalık kitabın üç sayfasına sığdırabilmi.<br />

Böylece Almanlar üç-be generalin<br />

DPyi tasiye ettiğini, Menderesi de<br />

asıverdiğini öğreniyor. Bu kolaycılıkla<br />

Çiğdem Akyolun tüm bir Batı medyasını<br />

en kılcal damarlarına kadar temsil ettiği<br />

söylenebilir. Birçok doğrunun içine küçük<br />

dozlarda metropol körlüğü, bencilliği ve<br />

çıkarcılığı yerletirmeyi baarmıtır.<br />

Görüp anlattığı Türkiyede Mustafa<br />

Kemal, vahice, adeta kırbaçla uygulanmı<br />

reformların sahibidir ve bu reformlarla,<br />

ki bir Türk-Kürt gericisinin sözlerini<br />

neredeyse aynen yineleyerek yazıyor<br />

Akyol, toplumda kısmen travma yaratmıtır.<br />

(s. 32) Tabii, Erdoğanı Atatürk<br />

✤<br />

ÇİĞDEM AKYOL DA<br />

CUMHURIYETI<br />

TRAVMA<br />

SAYANLARDAN.<br />

✤<br />

31


✤<br />

TALEPLERI<br />

KARŞILAMASA<br />

AKYOLLARA EKMEK<br />

VERMEZLER.<br />

✤<br />

ve hatta İzmir suikastı ile açıklamaya<br />

çalımak da bu çizginin normal bir ürünü<br />

sayılmak gerekir. Her türlü kötülüğün<br />

temelinde, Atatürkün ve cumhuriyetin<br />

zorbalıkla kurduğu aydınlanmacı rejim<br />

yatmaktadır. Sorumuz, tekrar olsa da,<br />

udur: Eğer Akyol, böyle bir talebe kar-<br />

ılık vermeseydi, vermese, bugün geldiği<br />

noktaya gelebilir miydi? Ya da arkadaları,<br />

yerden pıtrak gibi birdenbire bitiveren çok<br />

sayıda Türkiye kökenli yazar, gazeteci,<br />

sanatçı acaba merkezi kültür endüstrisinin<br />

ve medyanın Türkiye resmini paylamasalar,<br />

bu piyasada kendilerine bir yer<br />

bulabilirler mi? Çok zor olduğunu kabul<br />

etmek zorundayız ve bu zorunluluk doğrusu<br />

o çok övülen hiper özgürlükçü Batı<br />

medyasına pek yakımıyor.<br />

ADAM ASLINDA DEMOKRAT DA...<br />

Çiğdem Akyol için Erdoğan, özellikle<br />

iktidarının ilk yıllarında ve bir biçimde,<br />

mutlaka demokrasiye hizmet noktasından<br />

geçi yapmaktadır. öyle yazabiliyor<br />

örneğin:<br />

Erdoğanın Kürtler ve Ermenilerle<br />

ilgili eylemlerinden u sonuç çıkarılabilir:<br />

Erdoğanın kendisini son derece hareketli<br />

ve açık gösterdiği, karılatığı direnie<br />

karı da eski kurum ve ikirlerden yüzgeri<br />

ettiği fakat umutlu böyle bir balangıcı<br />

sadece soğuma ve ayılma değil, Erdoğan<br />

tarafından kıkırtılmı ve atelenmi bir<br />

tırmandırma süreci izledi. (...) Erdoğanın<br />

iki ihtilafta da kanıtladığı ey, siyasal iktidarı<br />

için hedefe hizmet ettiği sürece memnuniyetle<br />

taviz vermeye hazır olmasıdır.<br />

(s. 285)<br />

İyimser ve iyilikçi okur, burada yazarın<br />

Erdoğan karıtı bir tutuma eğilim gösterdiğini<br />

saptayacaktır. Ancak gerçekten<br />

öyle mi? Erdoğanın Suriye politikasını<br />

eletiren Akyol, komu ülkedeki cinayetlere<br />

seyirci kalmakla, buna karı hiçbir e<br />

yapmamakla suçladığı Erdoğanın istese<br />

sınırı kapatabileceğini, nitekim bunu<br />

Ermenistan sınırında yaptığını hatırlatıyor.<br />

(s. 290) Bir genelleme mümkündür:<br />

Kitapta Türkiyeyle ilgili vurgular hep,<br />

ülkenin temellerinde yatan, iyice aınmı<br />

ve neredeyse yok olma aamasına gelmi<br />

32


ilerlemeci, aydınlanmacı renklerin ne denli<br />

antidemokratik olduğuna yönelik vurgularla<br />

paralel gidiyor. Ermeni felaketiyle<br />

ilgili çağrıımlar bunlardan sadece biri:<br />

Erdoğanın, etnik ve dinsel renklerin baskı<br />

altında tutulduğu bir cumhuriyet rejimine<br />

karı muhalefet ettiğini hiç<br />

unutmuyor Çiğdem Akyol.<br />

Unutturmuyor da.<br />

Yazar, Türkiyeyi içeriden biraz olsun<br />

tanıyan ve kendisine muhalif bir rol<br />

biçen herkesi utandıracak kadar açık<br />

sözlüdür. Erdoğan, Akyola göre, babakan<br />

sıfatıyla görevi devraldığında,<br />

olumlu bir toplumsal dönüümün tevikçisi,<br />

yönlendiricisi imi: Kürtlerle barımayı<br />

arıyor, komu üllkelerle barıçı ilikiler<br />

kuruyordu, ekonomi canlanmıtı.<br />

Bugün ise barı süreci bitmitir, ekonomi<br />

yerinde sayıyor, yan taraftaki iç sava da<br />

Erdoğanın kukulu Suriye politikası nedeniyle<br />

çoktan bir iç politika sorunu halini<br />

aldı. Daha birkaç yıl önce istikrarlı olan<br />

Türkiye, bugün perian durumdadır.<br />

(s. 349-350)<br />

Erdoğanın bir sera atmosferinde harıl<br />

harıl kendi Müslüman otokrasisini yerletirmek<br />

için çalıtığını iddia eden (s. 350)<br />

Akyolun bu derleme kitabı, benzerleri<br />

gibi, aslında: Yüzde 90-95lik bir oranda<br />

kimsenin karı çıkamayacağı kadar sahih<br />

bilgilerle dolu. Özellikle Türkçeliler için<br />

herhangi bir yeniliği yoktur, ama her ne<br />

olursa olsun bunlar bilgidirler. Çıkarılan<br />

sonuçlar ise Türkiyenin 1923ten beri bir<br />

anlamsızlık, gereksizlik, hatta anomali<br />

olduğu yolunda. Böyle bir özet, mümkün.<br />

Bu ifadeleri aynen kullanamasa da, Akyola<br />

göre, Türkiye bir soykırım cumhuriyetidir<br />

ve arkasından kimsenin ağlaması gerekmemektedir.<br />

Bu duygunun, Akyola en<br />

azından bir süre Almanca ana akım medya<br />

içinde bir yer açtığı ileri sürülebilir. Yine<br />

de akıcı Almancasıyla, Türkçenin Nuray<br />

Mert ve Aslı Aydıntaba türü çakma<br />

zekâlarından daha yararlı olduğu açıktır.<br />

Neden yer açılmasın?<br />

Çiğdem Akyolda masal mı yok: Erdoğan<br />

2003 itibariyle mülis ve çökmek üzere<br />

olan bir ülke devralmı, iktidarında da tek<br />

bir anmaya değer kriz yaanmamıtır. (s.<br />

303 ve sonrası) Kemal Dervi politikalarını<br />

üstlenip sürdüren Erdoğan hükümetleri,<br />

bu mirası satır satır uyguladığı için<br />

olmalı, ülke aırtıcı bir hızla ekonomik<br />

krizden çıkıp iyilemeye balamıtır. En<br />

azından o yola girmitir. (s. 304) Böyle<br />

bayağılıklar...<br />

Bu ilerle ilgili Türk okurlar için özetle<br />

söylemi olalım: Biraz Nuray Mert, biraz<br />

Nilüfer Göle, biraz Ahmet-Mehmet Altan<br />

biraz Ruen Çakır ve Aslı Aydıntaba,<br />

Taraf-Radikal gazeteleri... Çiğdem Akyol<br />

ite bunların toplamıdır. Ancak bunların<br />

hepsinden sadece Çiğdem Akyol değil,<br />

Türkiye ve dünya meselesinde tüm bir<br />

Avrupa ana akım medyası türetilebilir.<br />

Türkiye ekonomisinin aırtıcı iyilikte<br />

bir portresini veren bu Türkiye kökenli<br />

ve Almanca yazan gazetecinin derinlerdeki<br />

gerçek Türkiyeyi görmemi olması<br />

mümkün mü? Veya görebilecek durumda<br />

olduğu söylenebilir mi? Neden bütün<br />

duyargaları dumura uğramıtır? Ama asıl<br />

soru u: Akyol ve benzerlerinin gerçek<br />

Türkiyeyi görmesini acaba isteyen var<br />

mı, görseler ve dile getirseler, haber ve<br />

yorumlarına egemen medyada bir talep<br />

olur mu? En açığı: Bunlara ekmek<br />

verilir mi?<br />

Modern Türk gazeteciliği ve gericiliğiyle<br />

Avrupa gazeteciliğinin nasıl örtütüğüne<br />

yeni bir örnek bu biyograi, meraklısına<br />

önerilebilir. Hatta bu biyograinin<br />

aslında çok baka bir toplumsal kimliğin<br />

(Akyollar kuağı) resmi olduğunu düünürsek,<br />

tersinden bakabilenlere, sözü<br />

geçen kitabı hararetle önermek gerekir.<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

33


Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

ücretSİZ<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

34


www.01.avrupa-kultur.eu www.02.avrupa-kultur.eu www.03.avrupa-kultur.eu www.04.avrupa-kultur.eu<br />

www.05.avrupa-kultur.eu<br />

www.avrupa-kultur.eu<br />

35


GÖÇ ANLAŞMASININ 55’İNCİ YILI MÜNİH’TE TARTIŞILARAK KUTLANACAK<br />

MÜNİH<br />

Genç kuağın<br />

✤<br />

“BIM E.V.<br />

KAMU YARARINA<br />

BIR DERNEKTIR.<br />

KENDINI GÖÇÜN<br />

TARIHSEL<br />

SORUNLARINA<br />

VE SONUÇLARINA<br />

VAKFEDEN BIR<br />

KURULUŞ...<br />

✤<br />

Türkiye ile Federal Almanya arasında<br />

imzalanan igücü göçü anlamasının<br />

55inci yıldönümü Münihte de bir toplantıyla<br />

tartımaya açılıyor. Göç süreci<br />

ve sonuçlarının masaya yatırılacağı toplantı<br />

BIM e.V (Bavyera Göç Enstitüsü) tarafından<br />

11 Kasım <strong>2016</strong> Cuma akamı gerçekletirilecek.<br />

Nikolaiplatz 1b adresindeki<br />

Seidlvillada düzenlenen toplantı saat<br />

18.00de balayacak, ancak konuklar saat<br />

17.00den itibaren salona girebilecek.<br />

Birinci kuağın torunlarının<br />

Almanyadaki geleceği ile ilgili geçici bir<br />

bilanço çıkarmaya çalıacaklarını belirten<br />

BIM e.V. Bakanı Zeki Genç, 55 yılın dökümünün<br />

tek bir toplantıyla özetlenmesinin<br />

mümkün olamayacağını hatırlatarak,<br />

Ancak sürecin bugüne ve yarına uzanacak<br />

sonuçlarını sürekli gündemde tutmamız<br />

gerektiğini biliyoruz. Bu tür tartımalı toplantıların<br />

sıklatırılmasından yanayız<br />

dedi. Kendisinin ikinci kuağın bir temsilcisi<br />

olduğunu belirten Zeki Genç, amaç ve<br />

etkinlik planlarını 11 Kasım toplantısı çerçevesinde<br />

öyle açıkladı:<br />

BIM e.V. kamu yararına bir dernektir.<br />

Kendisini Almanyaya göçün tarihsel sorunlarına<br />

ve sonuçlarına vakfeden bir kurulu<br />

bu. Göç sürecinin belge ve malzemelerini<br />

toplamak, bunları Almanyaya göç sorunları<br />

çerçevesinde düzenlenecek sergiler ve<br />

aratırma projeleri için kullanıma sunmak,<br />

toplantılar düzenlemek, bu konu üzerinde<br />

uzmanlamı bir kütüphane kurmak ve<br />

Münihin bir parçası olarak da Alman Göç<br />

Tarihi Müzesi açmak, etkinliklerimizi oluturuyor.<br />

30 Ekim 1961de Bad Godesbergde iki<br />

ülke yetkilileri arasında imzalanan anlamayla<br />

Türk içilerinin Almanyaya gelii<br />

yasal bir temele kavumutu. Bu yıl bu<br />

55. Mas<br />

Bilanz und Perspektiven des deutsch-türkis<br />

Vortrag | KON<br />

■<br />

Die Enkel der Ga<br />

ihre ZUKUNFT<br />

Redner:<br />

Martin Neumeyer<br />

(Integrationsbeauftragter der Bayerischen Staats<br />

Prof. Dr. Necati Demir<br />

(Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi)<br />

Zeki Genc (BIM e.V.)<br />

Datum/Tarih: 11. 11.<strong>2016</strong> · Einlass/Giriş: 17:00<br />

Ort/Yer: Seidlvilla · Nikolaiplatz<br />

80802 München<br />

36


göç toplantısı<br />

challah<br />

chen Anwerbeabkommens nach 55 Jahren<br />

ZERT | Feier<br />

starbeiter und<br />

in Deutschland<br />

regierung)<br />

Uhr/Saat · Beginn/Başlangıç: 18:00 Uhr/Saat<br />

1b<br />

■<br />

Musikalische Begleitung:<br />

Serkan Özkan<br />

(Volkssänger)<br />

Hülya Kandemir<br />

(Sängerin)<br />

BIM<br />

Bayerisches Institut<br />

für Migration<br />

Mitveranstalter:<br />

Museum der Deutschen<br />

Migrationsgeschichte<br />

anlamanın 55inci yılını yaıyoruz. Ne<br />

Federal Almanya ne de Türkiye o günlerde<br />

bu anlamanın günümüze uzanan inanılmaz<br />

boyutlardaki sonuçlarını tahayyül<br />

edebilirdi. Konuk içiler döneminden<br />

bugünlere gelindi. Bu ilikinin sonuçları<br />

ve bugünkü kuaklar üzerindeki etkisi<br />

gerçekten büyük oldu. İte 11 Kasımda<br />

ilk kuağın torunları ve Alman toplumuyla<br />

bir araya gelip bu tarihsel olayın<br />

sonuçlarını masaya yatıracağız. Gecede,<br />

Türkiyeye dönü yapanların Alman ölçüleriyle<br />

Denizlide yeni kurdukları bir fabrika<br />

örneğinden hareketle, Türkiye ekonomisinde<br />

bu ilikilerin etkisini görünür kılmayı<br />

amaçlıyoruz. Almanyada Türkçenin<br />

bugün ve yarını, nasıl bir dil olduğu, nasıl<br />

gelitiği veya gerilediği de gündemimizde.<br />

Ayrıca azınlık sorunu ve Türk toplumu<br />

çerçevesinde bir tartıma gerçekletireceğiz.<br />

Konuk içilerin torunları bu ülkede<br />

geleceklerini nasıl kuracaklar, bunu konu<br />

edineceğiz.<br />

BIM Bakanı Genç, 2017de de bu mikro<br />

proje çerçevesindeki okuma günleriyle<br />

etkinliklerini derinletireceklerini, bunun<br />

için MORGEN ve Münih ile Nürnbergden<br />

değiik Türk dernekleriyle ibirliği yapacaklarını<br />

kaydetti. Genç, “Özellikle<br />

11 Kasım’daki toplantıya yeni kuşak ve Alman<br />

toplumu yoğun bir katılım göstermeli.<br />

Benimle 0176 92961037 numaralı telefondan<br />

veya derneğimiz BIM e.V. üzerinden kolayca<br />

bağlantı kurulabilir diye konutu.<br />

Toplantının adresi:<br />

Seidlvilla Verein e.V.<br />

Nikolaiplatz 1b<br />

80802 München<br />

✤<br />

BU ILIŞKININ<br />

SONUÇLARI VE<br />

BUGÜNKÜ KUŞAKLAR<br />

ÜZERINDEKI<br />

ETKISI GERÇEKTEN<br />

BÜYÜK OLDU<br />

✤<br />

Veranstaltung<br />

im Rahmen des Programms<br />

„House of<br />

Resources“<br />

Eintritt: Frei<br />

Anmeldung unter<br />

zeki_genc@yahoo.com<br />

37


İstanbul<br />

38


Frankfurt<br />

Seyahatnamesi<br />

AHMET HAŞİM<br />

39


S Y M P O S I U M<br />

DRAFTING COMMITTEE 1948<br />

ERWEITERUNG des MENSCHENRECHTS<br />

auf BILDUNG - 2018<br />

„Die Idee“<br />

Prof. Dr. Wolfgang Jantzen - Prof. Dr. Michael Klundt - Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

„ Die Gegenwart der Erziehungs- und<br />

Bildungspraxis aus Sicht Internationaler<br />

Organisationen und Lehrergewerkschaften“<br />

Marlis Tepe - Kumar Ratan<br />

„Erfahrungen von Studenten und<br />

Schülern mit Bildungssystemen“<br />

Frederik Eckerle - Derya Çıkılı - Alexandra A. Ftouli<br />

Anmeldung nicht erforderlich<br />

Bekanntmachung des Projekts<br />

„Erweiterung des Menschenrechts auf Bildung 2018“<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

29. Oktober <strong>2016</strong><br />

Samstag<br />

© UN PHOTO<br />

Universität zu Köln<br />

Hauptgebäude - Hörsaal II<br />

Albertus-Magnus-Platz 1<br />

Koordinationsleitung:<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

Prof. Dr. Heinz Sünker<br />

Prof. Dr. Armin Bernhard<br />

Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

Zeynel Korkmaz<br />

ÇOKYÖNLÜ EĞiTiM DERNEĞi e.V.<br />

Institut für Bildung und Kultur<br />

Universität Jena<br />

Medienpartner:<br />

40


Aylık Kültür ve Sanat Aylık Kültür Dergisi ve Sanat | Kasım Dergisi <strong>2016</strong> | Şubat | Sayı: <strong>2016</strong> 9 | | www.avrupa-kultur.eu<br />

Sayı: 01<br />

■ GEORG BASELITZ’İN KAHRAMANLARI<br />

■ TEMEL BİR HAK: EĞİTİM VE 2018<br />

■ BİR “İMKÂNSIZ AŞK” KİTABI


Frankfurt<br />

Seyahatnamesi<br />

AHMET HAŞİM<br />

2


İçindekiler<br />

CEYLAN YILDIRIM “ÇOCUK POLİSİYESİ” İLE<br />

BİR ALMANYA RESMİ DE VERİYOR<br />

İyiler ve dürüstler kazanmalı<br />

Türkiye kökenli sinemacıların Alman sinemasına katkısı yeni boyutlar kazanarak sürüyor. Berlin doğumlu<br />

bir genç Türk sinemacı, daha önce pek denenmemiş bir alanda yeni adımlar atıyor. Kısa bir<br />

süre önce yapımcılığını ve senaryosunu üstlendiği “çocuk polisiyesi” dalındaki ilmi sinemalarda<br />

gösterime giren Ceylan Yıldırım, çalışmalarına ekonomik getirileri değil, insan ve ahlak felsefesini<br />

temel alıyor. Yıldırım, daha önce dizi ilm olarak da somutladığı bu görece yeni daldaki amaçlarını<br />

ve insana bakışını dergimize anlattı.<br />

SAYFA: 4<br />

İNSANIN, FİGÜRLERİN VE RENKLERİN TERSİNE TARİHİ<br />

Georg Baselitz’in kahramanları<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Günümüzün tanınmıș Alman sanatçılarından George Baselitz’in ünlü “Kahramanlar” (Die Helden)<br />

serisi tabloları, elli yıl aradan sonra, geniș kapsamlı bir șekilde Städel Müzesinde sergilendi. Kuvvetli,<br />

etkili, çarpıcı biçim ve içerikli bu çalışmalar, “Kahramanlar” ve “Yeni Tipler” adı altında sunuldu.<br />

Bunlar Alman sanatının modern zamanlardaki en önemli yapıtlarından sayılıyor.<br />

SAYFA: 12<br />

İMKÂNSIZ AŞKIN KİTABINI YAZDILAR<br />

Sevginin yolu çok olur<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Artık “çift uluslu” aşkları konu alan Almanca romanlar revaçta. Sırada “Unser wildes Blut” var. Wolfgang<br />

Schnellbächer ve Nur Öneren’in ortaklaşa kaleme aldığı, çift dilli, çift kültürlü bir aşk öyküsünün<br />

işlendiği bu roman bir süre önce okurla buluşturuldu.<br />

SAYFA: 22<br />

2018’E DOĞRU BİR TOPLANTI VE SONRASI<br />

Eğitim en temel haktır, çünkü...<br />

ZEYNEL KORKMAZ<br />

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımın ve edinilen acı deneyimlerin<br />

bir sonucu olarak 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Sovyetler<br />

Birliği, ABD, Çin, Fransa, Büyük Britanya gibi ülkelerin hazırladığı bu bildirgeyi günümüzde birçok<br />

ülke benimsemiş durumda. Bu bildirge, ayrıca kapsamlı uluslararası anlaşmalar için de zemin oluşturmuştur.<br />

Peki, şimdi neredeyiz?<br />

SAYFA: 26<br />

DÜNYANIN EN GİZEMLİ VE EN SEVİMLİ DADISI<br />

Neden Mary Poppins?<br />

RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

Bitmek bilmeyen bir masal bu Mary Poppins. Her kuşakta yeniden sahneleniyor, yeniden ilme alınıyor,<br />

yeniden resimleniyor, kitaplaştırılıyor vs... İlgi, 82 yıl sonra da bitimsiz.<br />

SAYFA: 30<br />

3


CEYLAN<br />

YILDIRIM<br />

“ÇOCUK<br />

POLiSiYESi”<br />

iLE BiR<br />

ALMANYA<br />

RESMi DE<br />

VERiYOR<br />

İyiler<br />

ve<br />

dürüstler<br />

kazanmalı<br />

4


BERLİN<br />

Türkiye kökenli sinemacıların Alman<br />

sinemasına katkısı yeni boyutlar kazanarak<br />

sürüyor. Berlin doğumlu bir genç<br />

Türk sinemacı, daha önce pek denenmemi<br />

bir alanda yeni adımlar atıyor. Kısa<br />

bir süre önce yapımcılığını ve senaryosunu<br />

üstlendiği çocuk polisiyesi dalındaki<br />

ilmi sinemalarda gösterime giren<br />

Ceylan Yıldırım, çalımalarına ekonomik<br />

getirileri değil, insan ve ahlak felsefesini<br />

temel alıyor. Gazeteci, yayıncı ve<br />

çevirmen bir ailenin kızı olan Ceylan Yıldırım,<br />

Berlin Hür Üniversitesinde Film<br />

ve Televizyon Bilimleri Bölümünde okuduktan<br />

sonra 2 yıl da aynı dalda Köln Film<br />

Okulunda öğrenim gördü. Yıldırım, daha<br />

önce dizi ilm de ürettiği bu görece yeni<br />

daldaki amaçlarını ve insana bakıını dergimize<br />

anlattı.<br />

- Çocuk polisiyesi yeni bir alan. Bu gidişle<br />

sizin de damganızı taşıyacak. Bu sinema ve<br />

televizyon dizisi türü, çok çocuklu Türk toplumunda<br />

büyük bir ilgi odağı olabilir. Böyle<br />

bir alan yaratmak ve bu alanda sinema<br />

yapmak nereden aklınıza geldi?<br />

CEYLAN YILDIRIM - Benim için yeni bir<br />

alan değildi çocuk polisiyesi türü, çünkü<br />

küçüklüğümden beri içinde sorgulayıcı<br />

çocukların rol aldığı polisiye öyküler ve<br />

romanlar büyülemitir beni. İngiliz çocuk<br />

kitapları yazarı Enid Blytonun polisiye ve<br />

macera romanları Almanyada neredeyse<br />

geleneksel bir hale geldiği için ben de<br />

küçük yata tanıtım bu kitaplarla.<br />

Örneğin Afacan Beler olarak Türkçeye<br />

çevrilen Almanyada Fünf Freunde olarak<br />

yayımlanan kitaplar ile Alfred Hitchcockun<br />

yayımladığı Robert Arthurun "Die drei<br />

Fragezeichen" (Üç Soru İareti) kitap dizisi<br />

çocukluğumda beni çok etkilemi olan<br />

✤<br />

İÇİNDE<br />

SORGULAYICI<br />

ÇOCUKLARIN<br />

BULUNDUĞU<br />

ÖYKÜLER<br />

BENİ HEP<br />

BÜYÜLEMİŞTİR.<br />

✤<br />

5


✤<br />

ÇOCUKLARDA HAK,<br />

HAKSIZLIK VE<br />

SORGULAMA<br />

DUYGUSU<br />

EĞİTİLMELİ<br />

✤<br />

eserlerdi. Bu öyküler zamanında bir çocuk<br />

olarak bizlere kendi yeteneklerimizin<br />

bilincine varma duygusu aılıyor.<br />

HAK VE HAKSIZLIK DUYGUSU<br />

Bütün bunlar benim hak ve haksızlık<br />

duygumu da eğitti, onlar sayesinde yetikinlerin<br />

davranılarını sorgulamaya baladım.<br />

Çocukken insan büyüklerin söylediklerinin<br />

hep doğru olduğunu öğrenir.<br />

Elbette ben de annemi ve babamı örnek<br />

olarak aldım, öyle algıladım. Ama baka<br />

yetikinler de vardı ve bu yetikinler haksızlıklar<br />

yapıyor, suçlar ileyebiliyordu.<br />

Bunların çocukken de bilincindeydim.<br />

Ama çocuk yata bir insan, bütün bunlara<br />

karı bir eyler yapabileceğini pek düünemiyor.<br />

İte bu edebi kahramanların suçluları<br />

nasıl ortaya çıkardığını ve suç ilemelerine<br />

engel olduğunu izlemek, benim için<br />

çok heyecan verici ve hayran olunacak<br />

bir eydi. Aradan yıllar geçti, bugün artık<br />

yetikin ve bir çocuk annesiyim. Mesleğimle<br />

çocuklara fantastik öyküler üzerinden<br />

tam da bu değerleri aktarmayı bir<br />

ans olarak görüyorum, öyle algılıyorum.<br />

Haklılık ve haksızlığı doğru bir biçimde<br />

değerlendirmeyi ve kendinizi ne kadar<br />

küçük hissederseniz hissedin fark etmez,<br />

kendinizi ciddiye almayı aktarmaktan söz<br />

ediyorum. Sen de bu dünyayı iyiletirebilirsin<br />

bir mesajdır, ben prodüksiyonlarımda<br />

tam da keyile bu mesajı vermek<br />

istiyorum. Bunu bir sinema ilminde eğlendirici<br />

olduğunu umduğum bir tarzla yapabilmeyi<br />

de bana sunulmu bir armağan<br />

olarak görüyorum.<br />

- Çocuk ve suç ya da çocukta adalet duygusu<br />

gerçekten çok önemli. Hazırladığınız<br />

dizi ve ilmlerde, çocuğun haksızlıklar karşısında<br />

tutumunu ve zor durumdaki insanlara<br />

yardım duygusunu nasıl işliyorsunuz?<br />

Kahramanlarınız bu adalet duygusuyla nasıl<br />

bir ilişki içinde?<br />

6


✤<br />

CEYLAN YILDIRIM - Empati ve suç bilinci<br />

gibi nitelikleri, biz insanlar doğumla birlikte<br />

taımaya balarız. Bunu ben iki<br />

buçuk yaımdaki oğlumda da gözleyebiliyorum<br />

ve böyle bir deneyimi büyük<br />

bir memnuniyetle karılıyorum. Çünkü<br />

insan zaten u anda dünyada olup bitenleri<br />

yakından izlese, adaletten ve insandaki<br />

iyilikten kuku duyabilir. Umarım<br />

sanatçılar, hangi alanda yeteneğini dile<br />

getirirse getirsin fark etmez, siyasetçilerden<br />

daha baka bir düzlemde insanlara<br />

ulama, duygular uyandırma olanağına<br />

sahip olduklarının, böyle bir sorumluluğun<br />

bilincindedirler. Ben bir sanat yaratıcısı<br />

olarak, kendi araçlarımızla düünsel<br />

süreçleri harekete geçirmeyi ve değerler<br />

aktarmayı bir görev sayıyorum.<br />

BİR SANATÇI<br />

OLARAK DÜŞÜNSEL<br />

SÜREÇLERİ HAREKETE<br />

GEÇİRME GÖREVİM<br />

VAR<br />

.<br />

✤<br />

BİRLİKTE OLMANIN KUDRETİ<br />

Bir insandan bir eyin koparılıp alınmasının<br />

nasıl duygular uyandırdığını, insani<br />

7


✤<br />

BİRLİKTE DURMAK,<br />

BİZİ KEDERDEN<br />

VE YALITILMIŞLIKTAN<br />

ÇEKİP ALIR<br />

✤<br />

bağların, dostlukların kıskançlıklarla, nefretle<br />

parçalanmasını göstermek... Bunlar<br />

da anlattığım öykülerdeki bazı igürlerin<br />

yaadığı kötü tecrübelerdir. Hata<br />

yapmanın insani bir ey olduğu, hepimizin<br />

yanılabileceği, bu öykülerin bir parçası.<br />

Sonra tekrar öykülerdeki kahramanlarım<br />

için çözüm açılımları bulmaya çalı-<br />

ıyorum. Birlikte durmanın ve beraberliğin<br />

kuvveti, bizi kederden ve yalıtılmılıktan<br />

çekip alan, olumlu yollardır, ben de<br />

onu gösterme çabasındayım. En yakınındakini<br />

sevmek, egoist ihtiyaçların geriye<br />

atılması, bir suçu üstlenmi olan kimseyi<br />

afetmeyi yaamak, bunlar büyük tecrübe<br />

süreçleridir. Bu öykülerin kahramanları<br />

bu deneyimi yaarlar ve tabii onlarla birlikte<br />

de izleyiciler...<br />

Genç izleyicilerin arkadalarıyla kahramanın<br />

nasıl davrandığını ve unu veya<br />

bunu çok daha baka türlü çözüp çözmeyeceklerini<br />

konuması, beni çok mutlu<br />

ediyor. Çünkü toplumumuzda eksik olan<br />

ey, tam da bu diyalogdur. Sadece birbirleriyle<br />

konuarak, bir düünce alıverii<br />

içinde büyüyebilir insanlar. Özellikle<br />

çocuklar bunu yapabilecek bir açıklığa ve<br />

meraka sahipler. Ben, tam da bu nedenle<br />

onlar için öyküler yazıp, gelitirmeyi<br />

seviyorum.<br />

- Siz sinema öğrenimi gördünüz. Alman<br />

sinemasında ise son yıllarda adeta bir<br />

Türk kalkınma yardımının izlerini<br />

görüyoruz. Bu damga, kabareden resme,<br />

futboldan edebiyat ve müziğe kadar birçok<br />

alanda var. Ama sinemada çok belirgin...<br />

Gerçekten Alman sinemasında bir Türk<br />

damgasından söz edilebilir mi? Türkiye<br />

kökenli sinemacıların bu sanata ve insana<br />

bakışları biyolojik Almanlara göre<br />

nerelerde farklı?<br />

8


CEYLAN YILDIRIM - Alman ilm endüstrisini<br />

sanatsal ve ekonomik olarak kalıcı<br />

bir biçimde kendi imzalarıyla damgalayan<br />

Türk ilm yaratıcılarının sayısı ilk bakıta<br />

görülebiliyor. Ama burada önümüzdeki yıllarda<br />

gündeme gelecek bir baka gelime<br />

var. Bu alandaki birçok genç arkadaımız<br />

kendi doğrudan deneyimlerinden kaynaklanabilecek<br />

konularla pozisyon almaya<br />

balıyor. Kendi anne ve babalarının kuağındaki<br />

eletirel deneyimleri, ki o kuak<br />

bu arkadaların Alman toplumuna bakılarını<br />

da damgalamıtır, bir araya getiriyorlar.<br />

Oysa arkadalarımız özgür, demokratik<br />

bir ülkede yetitiler ve burada<br />

bugünün sanatçıları haline gelebildiler.<br />

DUYGUSAL PERSPEKTİF KOLAJI<br />

Bunun ardında çetreilli bir yol bulunuyor,<br />

duygusal bir perspektif kolajı<br />

da diyebiliriz. İte bu, onları Alman meslektalarından<br />

ayırıyor. Tek tek arkadaların<br />

bu meseleyle nasıl iliki kurabildiğini<br />

bilemem, bunu o insanlara bırakmak<br />

gerek. Bu tecrübe değerlerinin ve sözü<br />

geçen değerleri çokkültürlülük damgasını<br />

taıyan bir imza halinde ortaya çıkarmak<br />

için gözle görülür bir biçimde sanatın içine<br />

aktarılmasını arzu ediyorum. Fatih Akının<br />

yaptığı gibi yani.<br />

- Alman ve Türk toplumlarının çocuklara ve<br />

polisiye/kriminal olaylara bakışında ne gibi<br />

farklılıklar var? Siz bu farklılığı ekrana nasıl<br />

yansıtmaya çalıştınız?<br />

CEYLAN YILDIRIM – Az önce de söylediğim<br />

gibi, Almanyada çocukların kahraman<br />

olarak yer aldığı dedektif ve<br />

macera öykülerinin Türkiyedekinden daha<br />

yaygın ve bir geleneğe sahip olduğu kanısındayım.<br />

Otoritelerin arka planını sor-<br />

✤<br />

ALMANYA'DAKİ<br />

TÜRK SİNEMACILARIN<br />

BİYOGRAFİLERİNDEKİ<br />

FARK ÖNEMLİ..<br />

✤<br />

9


Foto: Mehmet Dedeoğlu / DEDEPRESS<br />

Ceylan Yıldırım, kardeşi<br />

Pınar, annesi Hülya,<br />

babası Ali Yıldırım ve<br />

Türk oyuncu Uğur Ekeroğlu<br />

ile galada...<br />

✤<br />

BENİM<br />

ÖYKÜLERİMİ<br />

TÜRKİYE'DE<br />

ANLATMAK<br />

PEK KOLAY<br />

DEĞİL...<br />

✤<br />

gulamak, kahramanların tüm toplumsal<br />

yasaklara karı çıkmaları, bu öykülerde<br />

iyinin kötüyü yenmesine yol açıyor, böylece<br />

merulaıyor. Ama bence, tabii<br />

burada belki yanılıyor da olabilirim, Türk<br />

çocuk ebiyatında itaat ve terbiyeli tutum<br />

en üst değer olarak sunuluyor. Benim<br />

gelitirdiğim bir çocuk dizisinde (Allein<br />

gegen die Zeit), mesela çocuklar bir polis<br />

arabasını çalar ve ehliyetsiz bir biçimde<br />

suçlunun arkasından giderler, çünkü bazı<br />

polis memurları da yolsuzluğun içinde<br />

gözüküyordu ve soruturmayı yönlendiren<br />

bazı yüksek rütbelilerin de olaylara<br />

bakıı farklı oluyordu. Türkiyede böyle bir<br />

öyküyü anlatmanın çok kolay mümkün olabileceğini<br />

pek zannetmiyorum.<br />

ALMANYA, TÜRKLER VE SANAT<br />

- Türkiye kökenli 3 milyonluk bir toplumun<br />

Alman sanat dünyasına neler getireceğini<br />

düşünüyorsunuz?<br />

CEYLAN YILDIRIM - Bu soru yanıtlamak<br />

çok zor aslında, çünkü Almanyada<br />

belli ve tek bir Türk toplumu yok. Ailesi<br />

Türkiyedeki bir büyük ehirden, üst<br />

düzey eğitim görerek Almanyaya gelmi<br />

birisi, burada karılatırmalı olarak da<br />

doğrusal bir eğitim yolundan geçebilir,<br />

bunlar pasaportlarına göre de gerçi Türk<br />

kökenli olabilir, ama bu insanlar, ailesi<br />

Türkiyenin kırsal geleneklerinin etkisindeki<br />

bir ortamdan gelmi, Almanyada da<br />

sanatını icra etmesini sağlayacak eğitim<br />

dalını tamamlayıncaya kadar çok daha<br />

büyük meydan okumalarla karı karıya<br />

kalmı birinden kesinlikle çok daha farklı<br />

yetimi olacaklardır.<br />

Toparlarsam, ilkesel olarak bu konudaki<br />

düüncelerimi öyle ifade etmek isterim:<br />

Bir yandan kültürümüzün çeitliliğini göstermek,<br />

ona bir ses, bir görüntü vermek ve<br />

böylece önyargıları yıkıp yok etmek için,<br />

diğer yandan da kendi seçtiğimiz bu yeni<br />

vatanımıza, bize verilmi olan çokkültürlü<br />

yaam armağanı sayesinde birlikte oluturduğumuz<br />

ve hep birlikte gelitirmeye<br />

çalıtığımız yaamsal değerleri geri verebilmek<br />

için, tüm renkleri ve farklılıklarıyla<br />

gözünün önünde bulanan Türk kültürünü<br />

genelde pek de anlayamayan bu Batı toplumuna<br />

(Alman veya Avrupa toplumuna,<br />

fark etmez) sanatsal yollarla ulamaya<br />

çalımak için elimizde olan her ansı kullanmalıyız.<br />

(FHF)<br />

z<br />

10


Koordinationsleitung:<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

Prof. Dr. Heinz Sünker<br />

Prof. Dr. Armin Bernhard<br />

Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

Zeynel Korkmaz<br />

ÇOKYÖNLÜ EĞiTiM DERNEĞi e.V.<br />

Institut für Bildung und Kultur<br />

Universität Jena<br />

Medienpartner:<br />

| EYLÜL /EKİM <strong>2016</strong> | Sayı: 13 |<br />

S Y M P O S I U M<br />

29. Oktober <strong>2016</strong><br />

Samstag<br />

DRAFTING COMMITTEE 1948<br />

ERWEITERUNG des MENSCHENRECHTS<br />

auf BILDUNG - 2018<br />

„Die Idee“<br />

Anmeldung nicht erforderlich<br />

Prof. Dr. Wolfgang Jantzen - Prof. Dr. Michael Klundt - Prof. Dr. Marlies W. Fröse<br />

„ Die Gegenwart der Erziehungs- und<br />

Bildungspraxis aus Sicht Internationaler<br />

Organisationen und Lehrergewerkschaften“<br />

UNESCO - Marlis Tepe - Kumar Ratan<br />

„Erfahrungen von Studenten und<br />

Schülern mit Bildungssystemen“<br />

Frederik Eckerle - Derya Çıkılı - Alexandra A. Ftouli<br />

Bekanntmachung des Projekts<br />

„Erweiterung des Menschenrechts auf Bildung 2018“<br />

Prof. Dr. Michael Winkler<br />

© UN PHOTO<br />

Universität zu Köln<br />

Hauptgebäude - Hörsaal II<br />

Albertus-Magnus-Platz 1<br />

„Erweiterung des<br />

Menschenrechts auf<br />

Bildung – 2018“<br />

Symposium <strong>2016</strong><br />

Koordinationsleitung<br />

Die Vereinten Nationen haben das<br />

Recht auf Bildung in der Charta der<br />

Menschenrechte festgehalten und zur<br />

Verpflichtung erklärt – für die Regierungen,<br />

für die Zivilgesellschaft, für die<br />

Einzelnen. Es trifft zu, dass es nicht verwirklich<br />

ist. Alles muss getan werden, es<br />

durchzusetzen.<br />

Aber das reicht nicht mehr. Die Weltlage<br />

hat sich so zugespitzt, dass das<br />

Recht auf Bildung erweitert werden<br />

muss. Es könnte sein, dass Bildung zu<br />

dem Weltrecht schlechthin werden<br />

muss: Zu einem Kern des menschlichen<br />

Selbstverständnisses. Überall und zu jeder<br />

Zeit.<br />

Darüber muss gemeinsam gesprochen<br />

werden, das muss im gemeinsamen<br />

Handeln geschehen – besonnen und auf<br />

einander hörend und zugehend.<br />

Dazu laden wir ein – eine Initiative,<br />

die schon vielfältig getragen wird, die<br />

weltweit schon ein Echo hervorgerufen<br />

hat, gar nicht verhaltend, sondern zustimmend.<br />

Das sollte übrigens Mut machen.<br />

Seiten 7-10<br />

Alman Medyasına Konu Önerileri<br />

Timo Linsenmaier<br />

Education International – Belçika<br />

EĞİTİM POLİTİKASI VE FİNANS POLİTİKASI<br />

– BİRARADA YÜRÜYEBİLİRLER Mİ?<br />

Siyaset, para, güç ve küresel Sürükleyici bir öykünün kolayca<br />

gazete manşetlerine gireceği düşünülebilir. Ama göründüğü<br />

kadarıyla konu eğitim ve eğitim politikaları olduğunda<br />

ilgi çok daha düşük.<br />

Fırat Yıldırım<br />

Wuppertal Üniversitesi<br />

MEDYA ARACILIĞIYLA OLUMSUZ KOLEKTİF<br />

ÖZDEŞLİK OLUŞUMU<br />

Öyleyse bir yandan sığınmacı krizi hakkında nitelikli haberciliğe<br />

ve diğer yandan da olumsuz kolektif özdeşlik<br />

oluşumu görüngüsüne uygun bir yanıt bulmak için, konunun<br />

medyatik sunuluşu nasıl bir karakteristiğe sahip olmalıdır?<br />

Prof. Dr. Enrique Rodrigues-Moura<br />

Bamberg Üniversitesi<br />

Yetişen biliminsanları için iş koşulları istikrarsız olduğundan,<br />

üniversite profesörlüğü için daha uzun soluklu çalışabilenler<br />

herşeyden önce dayanıklı ya da aile birikimi uygun<br />

olanlardır.<br />

Prof. Dr. Michael Klundt<br />

Magdeburg-Stendal Yüksekokulu<br />

Alman medyası hoşnutsuz, acı çeken insanların kendi<br />

durumlarını iyileştirmek yerine nesnel olarak kötüleştiren<br />

parti ve hareketleri desteeklemesi için ne kadar<br />

“Sarrasinizm-Sloterdijkizmin gerekli olduğunu kendi kendine<br />

sormalı.<br />

www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

11


Georg Baselitzin<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

FRANKFURT<br />

✤<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

“ Elli yıl içinde çeșitli denemeler yaptım.<br />

Ve artık kahramanların benim yardımıma<br />

gereksinimleri kalmadığı sonucuna<br />

vardım...”<br />

✤<br />

Georg Baselitz<br />

Foto: Städel Museum<br />

12


kahramanları<br />

Kapatmaya hazırlandığımız yılın en<br />

güzel süprizlerinden birini Frankfurt'ta<br />

yaadık. Günümüz tanınmı Alman sanatçılarından<br />

George Baselitzin ünlü Kahramanlar<br />

(Die Helden) serisi tabloları,<br />

elli yıl aradan sonra, geni kapsamlı<br />

bir ekilde Städel Müzesinde sergilendi.<br />

Kuvvetli, etkili, çarpıcı biçim ve<br />

içerikli bu çalımalar, Kahramanlar ve<br />

Yeni Tipler adı altında sunuldu. Bunlar<br />

Alman sanatının modern zamanlardaki<br />

en önemli yapıtlarından sayılıyor. Küratör<br />

Max Hollein'ın, devasa boyutlarda 70 tablo<br />

ve kağıt üzeri çizim/desen çalımalarını<br />

bir araya getirdiği bu sergi, ünlü ressamın<br />

etkisinin yeniden ve daha güçlü bir<br />

biçimde hatırlanmasına yol açtı. Gerçekten<br />

de, meydan okuyan, saldırgan bir tarz ve<br />

üslupla üretilmi bu eserler, Baselitzin izleyenleri<br />

üzerinde kararsız, savunmasız ve<br />

fakat kaçınılmaz etkisini günümüzde de<br />

sürdürdüğünü bir kez göstermi oldu.<br />

13


✤<br />

KAHRAMANLAR<br />

SERİSİ,<br />

BASELITZ<br />

RESMİNİN<br />

MİHENK<br />

TAŞIDIR.<br />

✤<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

Bitmi, tükenmi, yitik askerler ve bunları<br />

yaayan bir ressam. Görünmeyen,<br />

ama var olan kaybedilileri, yok oluları,<br />

nasıl alınyazıları gibi duruyorsa, bilinmez<br />

bir geleceğe doğru gidilerini de simgeliyorlar.<br />

Kahramanlar serisi içeriğinin kırılganlığı<br />

ve çelikileri, biçimsel anlatıma,<br />

sanatçının kullandığı form ve igürlerle<br />

yansıyor. Daima tablonun tam ortasında<br />

çizilen, cepheden görünümlü igürler,<br />

vahi renk seçimi ve iddetli renk sürümü<br />

daha da kontrast bir hale getirme amaçını<br />

güdüyor. Uluslararası sayılı müzelerden<br />

ve özel koleksiyonlardan derlenen bu<br />

sergi, sava sonrası Alman sanatının adeta<br />

ikonu konumundadır. Baselitz, bu tabloları<br />

1965/66 yıllarında, daha 27 yaında<br />

iken inanılmaz bir üretkenlikte yaratmıtı.<br />

Balangıcı Städel Müzesinde yapılan bu<br />

sergi, sırasıyla, İsveç'te Moderna Museet<br />

Stockholm, İtalya'da Palazzo delle Esposizioni<br />

Rom ve İspanyada da Guggenheim<br />

Museum Bilbaoda devam edecek.<br />

Kahramanlar serisi, aslında<br />

Baselitzin sanatının mihenk taıdır.<br />

Bu resim serisinin içsel bir gereklilikten<br />

doğduğu söylenir. Bulaıcı, içeriği<br />

yüklü bir konunun kendi çelikileriyle<br />

çatımasından çıkmıtır. Sonsuz bir yansıma,<br />

kendisinin yarattığı izolasyon,<br />

kökünden kopu, soyutlanma üzerine<br />

ina ettiği, ruhen çökmü, kırık, yarım<br />

yamalak kalmı bir dünya ile belirli bir<br />

düünce tarzını benimsemi sanatçı tiplemesi<br />

ile karı karıyadır ve tüm izlerini<br />

sanatçının varoluunda gösteriyor.<br />

14


SANATÇI VE ENKAZ<br />

1965 yılında sanatçı birçok açıdan<br />

çökmü bir düzenle karı karıyaydı. Sava<br />

sonrası geçen yirmi yılda Almanyada ideolojiler,<br />

politik sistem ve sanat akımları<br />

tartıma konusuydu. Bu ortamdaki düzen<br />

eksikliği, karmaıklık, sanatçının istemine<br />

uyuyordu. Onun için bir eyi sahiplenmek,<br />

sınılandırmak, bölmek geçmite<br />

olduğu gibi imdilerde de yabancısı olduğu<br />

bir durumdu. Günün çelikileriyle dolu<br />

uyumsuz savlar ve düünceler, üpheci<br />

temel tutumlarını daima vurguladı. Yırtık,<br />

parçalanmı üniformaları içinde anıtsal<br />

kahramanlar. Yenilmi, teslim olmu,<br />

boyun eğmi bu kahramanlar doğal olarak<br />

çelikili etkilerin kaynağıydı.<br />

Georg Baselitzin kahramanlar konusunu<br />

ilemesi, tam anlamıyla bir provokasyondu.<br />

Sadece erkeklere ait bu kavram<br />

ve tek temsilcisi olan erkekler, sava sırasında<br />

ve sonrasında üpheli konumuna<br />

dümütü. Yıkıldığı, yok olduğu düünülen<br />

bir geçmiin tekrar yaratımını biçimlendiriyorlardı.<br />

Baselitz, böylelikle sava sonrası<br />

Almanyanın baarılı ekonomi mucizesinin<br />

de resmini çiziyordu. Bunu o<br />

zamanlar yitirildiğine inanılan bir sanat<br />

akımı ile yani igüratif resimlerle yapıyordu.<br />

Vurguladığı, sadece genel bir toplumsal<br />

sorun değildi. Amaçlanan yeni<br />

tipten, yan bir anlam yüklenen tarihsel<br />

siyasetten öteye, bakaldıran, partizandan<br />

ruhsal çobana, adım adım pozisyona<br />

sokulan sanatçıya kadar uzanır.<br />

✤<br />

SAVAŞ<br />

SONRASINDAKİ<br />

ENKAZ VE<br />

MUCİZEYİ<br />

RESİMLEDİ<br />

✤<br />

15


Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

✤<br />

BASELITZ'IN<br />

FİGÜRLERİ DAİMA<br />

TABLONUN<br />

ORTASINDADIR<br />

✤<br />

Gününümüzün geçerli akımlarından<br />

hiç etkilenmeyerek kendi konumunu<br />

güncelletirerek, tutumunu sürdürür. Kahramanlar<br />

ve Yeni Tipler söz konusu edildiğinde,<br />

Baselitz, öyle konumutu: Elli yıl<br />

içinde çeitli denemeler yaptım. Ve artık<br />

kahramanların benim yardımıma gereksinimleri<br />

kalmadığı sonucuna vardım...<br />

Heybetli bedenlerde küçük kafalarla<br />

resmedilen igürler daima tablonun ortasındadır.<br />

Kimi sersem sersem yürür,<br />

kimisi de hantal ve sersemlemi bir<br />

ekilde resmin ortasından geçer. Kimisi<br />

de de kendinden emin ve hakîmdirler.<br />

Yılgın, bitik bir doğa, tahrip edilmi<br />

evler, yanan binalar, yaprakları dökülmü<br />

ağaçlar, karmakarıık, altı üstüne gelmi<br />

toprak yığınları, ön plandaki igürlerle<br />

benzerlik gösterir. Nereye gideceğini bilmezcesine<br />

dolaan askerler aynı eyaları<br />

taımaktadır: Erzak çantası, palet, fırça<br />

ya da ikence aletleri... Birbirine yakın<br />

boyutta, genellikle 162x130 cm. olmasına<br />

rağmen, kullanılan tarz ve renk seçimi<br />

nedeniyle her tablo kendine özgü bir anlatıma<br />

sahiptir. Mutlak bir kronolojik sıralamanın<br />

egemen olmadığı sergide, Baselitz<br />

kendini yava yava motilerinden kurtardığına<br />

da tanık oluyoruz.<br />

Baselitzin Kahramanlar ve Yeni<br />

Tipler serisine balaması Floransada<br />

Villa Romana bursu kazandığı döneme<br />

rastlar. Burs sonrası Batı Berline<br />

dönüünde bu konu üzerine çalımaya<br />

devam eder. 1963 yılında Werner&Katz<br />

galerisinde açtığı sergide polis tarafından<br />

resimlerinin bazılarına el konulması gibi<br />

bir skandal, olumsuz yanları olmasına<br />

rağmen, Baselitzi bir anda tanınmı bir<br />

sanatçıya dönütürmütü. Sonuçta, ilk<br />

çalımaları olarak nitelendirecek bu resim<br />

serisi, Baselitzin sanat hayatında bir<br />

dönüm noktası oluturdu ve günümüzde<br />

tarihsel belge olarak niteliğindedir.<br />

Baselitzin yapıtları ne sava sonrası<br />

1950 yıllarında hiçbir kurala bağlı<br />

olmayan Informel akımına, ne 1958de<br />

Düsseldorlu sanatçılardan Heinz Mack ve<br />

Otto Piene tarafından kurulan, sıfırdan<br />

balamayı amaçlayan, yeni bir balangıcı<br />

hedeleyen ZERO akımına, ne de Fransız<br />

ve Amerikan sanatındaki soyut akım<br />

kategorisine girer. Sanatçının yapıtları,<br />

savatan 20 yıl sonra yüzeysel<br />

de olsa yeni bir balangıç duygusu<br />

uyandırıyordu."Kahramanlar ve Yeni<br />

Tipler 1945 sava sonrası Alman sanatında<br />

önemli bir yer tutmaktadır.<br />

16


Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

Küratör Max Holleinin resim sanatını<br />

bir kurtulu olarak ele aldığı yazısı,<br />

Alexander Klugenin kendine özgü edebi<br />

bir tarzla kaleme aldığı metinler, Uwe<br />

Hecknerin kahramanlar sonrasını<br />

konu eden yazısı, sanat tarihçisi Richard<br />

Schifin kayıp kahramanları ve yardımcı<br />

küratör Eva Mongi-Vollmer resim serisinin<br />

oluumunu anlattığı geni kapsamlı<br />

sergi katalogu, balı baına bir zenginlik<br />

oluturuyor.<br />

KAHRAMANLAR GALERİSİ<br />

Baselitzin kahramanları bildiğimiz<br />

sıradan kahramanlar değiller. Hiçbir<br />

kayıptan korkmadan, insanüstü bir güçle<br />

iyi için kavgaya girmilerdir. İnançları<br />

için hayatlarını hiçe sayan, bu uğurda<br />

ölmesini bilen kahramanlar, her çağda<br />

insanları etkilemitir. Edebiyatta Kral<br />

Arthur, El Cid ve Robin Hood en tanınmı<br />

kahramanlardır. Çizgi romanlarda ise<br />

20nci yüzyılda yeni bir çağ balar:<br />

Süperman, Batman, Wonderwomen,<br />

Spider-Man yada inanılmaz fantastik hikayelerle<br />

anlatılan Hulk.<br />

Baselitz, İkinci Dünya Savaından<br />

çok kısa bir süre önce Nazilerin egemenliğindeki<br />

Almanyada, 23 Ocak 1938de<br />

Saksonyada doğdu. Çocukluğunda savaın<br />

vahetini yaadı. Savaı kaybeden Almanya<br />

igalciler tarafından dört bölgeye ayrıldı.<br />

Müteik kuvvetler Amerika, İngiltere ve<br />

Fransa Batı Almanyayı kontrol ederken,<br />

SSCB Doğu Almanyayı üstlenmiti.<br />

Dresden kentine yakın bir yerde yaıyordu<br />

genç Baselitz. Batı ve Doğu Almanya,<br />

ekonomi ve politik olarak çok farklı sistemlere<br />

sahipti. Batı Almanyada kapitalist<br />

sistem ve piyasa ekonomisi geçerliyken,<br />

Doğuda komünizm ve plan ekonomisi<br />

hakimdi, her ey merkezden yönetiliyordu.<br />

Sava sonrası o kurtulu cokusu<br />

kısa sürdü. Farklı istek ve çıkarlar Batılı<br />

galip devletler ile Sovyetler birliği arasında<br />

soğuk savaın balamasına neden<br />

oldu. Bunun sonucu olarak iki Almanya<br />

ortaya çıktı: BRD (Almanya Federal Cumhuriyeti)<br />

ve DDR (Alman Demokratik Cumhuriyeti).<br />

Almanya'nın yeniden inası hızla<br />

ilerlerken, Nazi Almanyasının vaheti ile<br />

hesaplaması çok daha zor oldu. Nazi kurbanlarının<br />

uğradığı zulüm, iledikleri<br />

vahet suçları ile hesaplamak Alman<br />

kamuoyunun kabul edeceği bir durum<br />

değildi. Bir inkâr, kabul etmeme travması<br />

yaıyordu toplum.<br />

✤<br />

BU KAHRAMANLAR<br />

İNSANÜSTÜ BİR<br />

GÜÇLE "İYİ" İÇİN<br />

KAVGADADIR<br />

✤<br />

17


Ein neuer Typ (Yeni Tip) 1966<br />

Tuval üzerine yağlıboya,<br />

162 x 130 cm, Privatbesitz<br />

Foto: Frank Oleski, Köln<br />

© Georg Baselitz <strong>2016</strong><br />

✤<br />

BASELITZ,<br />

SAVAŞ VE<br />

SONRASINDAKİ<br />

TRAVMATİK<br />

ANILARI<br />

TUVALE TAŞIDI<br />

✤<br />

“TARLA”<br />

Kapkaranlık, toprağı karmakarıık<br />

edilmi tarla parçalanmı insan bedenleri<br />

tanınmıyor bile. Resmedilenler ta mı,<br />

patates mi yoksa cesetler mi? Baselitzin<br />

sava ve sava sonrası travmatik anıları,<br />

ilk resimlerinde karamsar bir anlatımla<br />

karımıza çıkıyor. Çekilen/çektiği acıları<br />

tuvaline taımaktadır. Toprağa dümü<br />

bedenler sanki baka bir gezegenden<br />

gelmi yaratıklardır.<br />

Baselitzin yaadığı ehir de farklıdır<br />

artık. Rus askerlerin kılası çok uzağında<br />

değildir evinin. Ruslar komünizm<br />

ile baka bir ideolojiyi getirmilerdi Doğu<br />

Almanyaya. Baselitzin yeni düzene bir<br />

süre uyum sağladığı biliniyor. Rus devrimi<br />

literatürüne yöneldiği, Rus askerlerinin<br />

görüntüleriyle dolu kültür ve propaganda<br />

ilmlerini izlediği de. Tüm bunlara rağmen<br />

Baselitz, bu yeni düzeni kabul etmedi.<br />

Berlinde kendini bir baka hissediyordu<br />

ve bu, dı görünümüne de yansıyordu.<br />

Dalgalı saçlarını uzatıyor ve her mevsim<br />

uzun, siyah bir palto giyiyordu. Doğu<br />

Berlin Güzel Sanatlar Akademisinden<br />

daha ikinci yarıyıldayken sosyopolitik<br />

yetersizlikten dolayı okuldan atıldı.<br />

Der moderne Maler (Modern Ressam) 1965<br />

Tuval üzerine yağlıboya, 162 x 130 cm, Privatbesitz<br />

© Georg Baselitz <strong>2016</strong> | Foto: Frank Oleski, Köln<br />

Baselitz, 1957de Batı Berlin<br />

Charlottenburgtaki Güzel Sanatlar<br />

Akademisine girer. Berlinin Doğu ve<br />

Batı olarak bölünmesine rağmen, gidigelilerinde<br />

sorun çıkmaz. 1958de Batı<br />

Berline yerleir. Burada sosyalist toplumun<br />

inası değil, bireyin ve bireysel<br />

geliim geçerlidir ve önemlidir. Böyle bir<br />

düzendir ön plandaki. Ekonomik gelimeyi<br />

körü körüne takip eder batıdaki Almanlar.<br />

Çok az kii Nazi döneminin vaheti ile<br />

uğraır.<br />

Baselitz köklerinden kopmu bir<br />

yabancı gibi hisseder kendini. Bu çeliki<br />

sanat için de geçerlidir. Doğuda sosyalist<br />

gerçekçilik egemenken, Batıyı kontrol<br />

eden Amerikalılar soyut sanatı destekliyorlardı.<br />

Bu nedenle, sava sonrası hiçbir<br />

resmi dairede konulu resim ya da heykele<br />

rastlamak olası değildi. Sorunlarla<br />

değil, yaratılan sava sonrası ekonomik<br />

mucizelerle megul olmalıydı insanlar.<br />

Konu içeren ve igüratif çalımaları ile<br />

yapayalnız kalmıtır Baselitz. İki dünya<br />

arasında köklerinden kopmu bir sanatçıdır<br />

aynı zamanda. Daha sonraları<br />

resimlediği Kahramanları gibidir yani:<br />

18


Baselitz tölyesinde,<br />

Berlin, 1966<br />

Foto: Elke Baselitz<br />

© Elke Baselitz <strong>2016</strong><br />

Der neue Typ (Yeni Tip) 1966<br />

Tuval üzerine yağlıboya, 162 x 130 cm | Louisiana Museum of Modern Art,<br />

Schenkung: Franz Dahlem | © Georg Baselitz <strong>2016</strong><br />

Foto: Kim Hansen, Louisiana Museum of Modern Art, Humlebaek<br />

Nereye gideceğini bilmeden, umutsuz bir<br />

ekilde, yıkık-dökük bir arazidedir...<br />

ZOR GÜNLER<br />

Yapıtlarını sergileyebileceği hiç bir<br />

mekân yoktur. ansına Berlindeki Werner<br />

& Katz galerisi açılı sergisi için resimlerini<br />

kabul eder. Ve skandal: Ahlâka<br />

aykırı bulunan bazı resimlerine polis tarafından<br />

el konur ve mahkemeye verilir.<br />

Günümüzde sanatçı özgürlüğü sayılan<br />

ve normal kabul edilen bu durum için<br />

yasal mücadele vermek gerekiyordu o<br />

zamanlar. Georg Baselitz ve galericiler,<br />

Michael Werner ve Benjamin Katz, toplumun<br />

ahlâki değerlerine karı iledikleri<br />

suçtan dolayı mahkum olurlar. Alman<br />

Federal Mahkemesi mahkûmiyet kararını<br />

bozar. Birdenbire mehurdur artık Baselitz.<br />

Ahlâka aykırı resimler söz konusu<br />

olduğunda tanınan, anılan bir sanatçı<br />

olmutur.<br />

Sergiden çıkarılan Die grosse Nacht<br />

im Eimer (Boa geçen uzun gece) adlı<br />

tabloda mastürbasyon yapan bir gencin<br />

üreme organı göze çarpar. Dikkatli<br />

bakıldığında ise saçları düzgün ekilde<br />

taranmı ve yandan ayrılmı, bej rengi<br />

gömleği ve kahverengi kısa pantolonuyla<br />

Hitler Jugend (Hitler Gençliği) grubuna<br />

ait bir gencin olduğu anlaılır. Baselitzin<br />

1962/63 yıllarında yaptığı bu tablo, tuval<br />

üzerine yağlı boya, 250x180 cm boyutunda<br />

ve Kölndeki Museum Ludwigte bulunmaktadır.<br />

1965te Villa Romana Bursu ile<br />

Floransaya gider. Altı ay orada kalır<br />

ve kendini tamamen sanata verir. Çok<br />

kolay olmaz bu. İlk günlerde dilini bilmediği<br />

bu yeni kültür ortamında kendini<br />

tecrit edilmi hisseder, kendisini toplum<br />

dıına itilmi sessiz bir gözlemci olarak<br />

görmekte, tüm zamanını resme vermek-<br />

Wolfgang Frommel atölyesini<br />

ziyareti sırasında 1966<br />

© Elke Baselitz,<br />

courtesy Archiv Castrum Peregrini<br />

19


Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

✤<br />

ÇOK FİGÜRLÜKTE,<br />

POTANSİYEL<br />

BİRİKİMİ YOĞUN,<br />

DAHA ETKİLİ BİR<br />

GERİLİM VE<br />

HEYECAN<br />

BULUYOR<br />

✤<br />

tedir. Villanın bahçesinde büyük atölyede,<br />

büyük formatlarda çalıır. Dönem müdürü<br />

Harro Siegelin sözleriyle, Vesveseli Baselitz<br />

homurdanarak, çalııyor durmadan<br />

resim yapıyordu.<br />

1965/66 yıllarında yaptığı 60 tablo,<br />

130 desen ve 38 baskı graiğinde bu<br />

dönemin etkileri görülüyor. Villa Romana<br />

dönüünde Berlin Charlottenburgtaki<br />

atölyesinde çalımalarına daha yoğun<br />

olarak devam etti. Ne çare ki bunları sergileme<br />

olanağı yoktu. Tek tek bazı yerlerde<br />

gösterebiliyordu. Resimlerini toplu<br />

olarak görebilmek için atölyesine gitmek<br />

gerekiyordu. Bitmemi resimlerinin bazıları<br />

atölyesinde dururken, 1966 ubatında<br />

Kahramanlar serisi resimlerini<br />

Berlinde Springer Galerisinde sergileyebildi.<br />

Kendi olanakları ile sergi açma ansı<br />

bulunmayan Baselitz için bu ilk sergi çok<br />

önemlidir. Die großen Freude (Büyük<br />

Sevinç) bu serginin en önemli tablosudur.<br />

Diğer tablolardan daha büyük boyuttadır<br />

ve iki igürlüdür. Baselitz çok igürlükte,<br />

potansiyel birikimi yoğun, daha etkili bir<br />

gerilim ve heyecan buluyor. Ama bunu<br />

da yeterli görmeyecektir. Nitekim, fonun<br />

siyah olması gerilimi, kontrastı daha da<br />

arttıran bir olgudur. Ön plandaki açık<br />

renkli igürler, fondaki koyulukla büyük<br />

bir kontrast oluturmakta, bu da kökten<br />

kopmuluğu daha kuvvetli bir hale getirmektedir.<br />

Baselitz, özellikle 1966dan sonra Frakturbilder<br />

(Kırık Resimler) olarak adlandırılabilecek<br />

bir stil gelitirir. Tuvali yatay<br />

olarak ikiye böler. Birbirinden bağımsız,<br />

ayrı ayrı beden parçaları çizer. Birbiriyle<br />

bağlantılı olmasına karı birbirini hiçbir<br />

zaman tamamlamayan tablolar ortaya<br />

çıkar. Yapıtlarında form ve rengin ön<br />

plana çıkması ile içerik geri plana itilmi<br />

olur.<br />

Baselitz, tabloları ters asarak, esas<br />

problemin biçimsel/renksel/sanatsal olduğunu<br />

vurgulamaya balamıtı ve bu karar,<br />

Baselitzin sanatında büyük bir çıkı anlamını<br />

taıyordu. İte bu yönelimi ve sanatında<br />

dile getirdiği sorular/sorunlar, günümüzde<br />

de etkisini sürdürüyor.<br />

Georg Baselitzin her sergisinde, çağımızın<br />

adeta bir baka kahramanıyla yüz<br />

yüze geliimiz bouna değildir. Bu büyük<br />

terslik, herhalde bütün yaadıklarının ve<br />

denemelerinin meakkatli bir sonucudur.<br />

z<br />

20


www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

21


SEVGININ YOLU ÇOK OLUR<br />

İMKÂNSIZ<br />

ŞKIN<br />

KİTINI<br />

YZDILR<br />

IȘIN TOYMAZ<br />

STUTTGART<br />

Son dönemde çift uluslu akları konu<br />

alan Almanca romanlar revaçta. imdi de<br />

sırada Unser wildes Blut (Deli Kanımız)<br />

var.<br />

Wolfgang Schnellbächer ve Nur<br />

Önerenin ortaklaa kaleme aldığı, çiftdilli,<br />

çiftkültürlü bir ak öyküsünün ilendiği<br />

bu roman bir süre önce cbt Yayınevi<br />

tarafından okurla buluturuldu.<br />

Kitap, iki farklı kültürün, iki farklı dinin<br />

karılamasını konu alıyor ve akları için<br />

önyargılarla, geleneklerle ve ne yazık ki<br />

nefretle de mücadele etmek zorunda kalan<br />

Alexander ve Ayselin öyküsü anlatılıyor.<br />

Hem Türk hem de Alman tarafının önyargılarını,<br />

klielerini, düünce ve davranı<br />

kalıplarını ortaya koyan Unser wildes<br />

Blut her iki tarafın içinde taıdığı çelikileri<br />

ve çifte standartları açıkça gözler<br />

önüne seriyor.<br />

Bir taraftan Alexanderın diğer taraftan<br />

İlhanın bakı açısıyla yazılmı olan<br />

kitapta kültürel çatımalar, bakı açısındaki<br />

çarpımalar da karımıza çıkıyor.<br />

22


Alex açık ikirli Hıristiyan bir Alman<br />

gencini temsil ediyor. Ba etmesi gereken<br />

sayısız sorunla karı karıya olduğunu bilmesine<br />

rağmen, bir ilikinin daha batan<br />

bitmeye mahkûm edilmesini kabullenemiyor.<br />

Ayselin erkek kardei İlhan ise çifte<br />

standartlara sahip, çelikiler içinde kıvranan<br />

bir Türk gencini temsil ediyor. Daha<br />

da kötüsü, kız kardei Ayselin namusuna<br />

leke sürülmemesi, masumiyetini koruması<br />

adına her eyi göze alırken, Alman kız<br />

arkadaına kullanılıp atılabilecek, kirletilmi<br />

bir mendil gibi davranıyor.<br />

GÖÇMEN ROMANI FALAN DEĞİL<br />

Arada sıkııp kalmı olan Aysel ise hem<br />

ailesinin adına halel gelmesini istemiyor<br />

hem de Alexandera duyduğu aktan vazgeçemiyor.<br />

Her iki yazarın iirsel anlatımının<br />

dikkat çektiği romanın bir diğer<br />

önemli özelliği, okura dikte etmeden, toplumsal<br />

bir olguyu tüm yalınlığıyla sergileyip<br />

okuyana yorum yapma fırsatı bırakması.<br />

Almanyadaki çokkültürlü hayatı,<br />

Bu iyidir, u kötüdür demeden objektif<br />

bir bakıla yansıtması…<br />

Kitaba, Yeni bir göçmen romanı daha<br />

ya da Yeni bir gençlik romanı daha denmesi<br />

ise haksızlık olur.<br />

Kitabın yazarlarından 33 yaındaki<br />

Wolfgang Schnellbächer henüz 17 yaındayken<br />

FAZda bir makale kaleme almı.<br />

İlk romanı Abiball (Mezuniyet Balosu)<br />

2011 yılında okurla bulumu. Kitabın<br />

Türk kökenli yazarı 28 yaındaki Nur<br />

Öneren ise Stuttgartta iletme öğrenimi<br />

görmü ve Unser wildes Blut, yazdığı ilk<br />

roman.<br />

Romanın konusu özetle öyle: Alexander<br />

sınıf arkadaı Aysele âık olmutur. Ancak<br />

bu imkânsız bir aktır. Çünkü Aysel Müslüman,<br />

Alexander ise Hıristiyandır ve bir<br />

araya gelmeleri mümkün görünmemektedir.<br />

Wolfgang Schnellbächer ve Nur Öneren<br />

Aynı okula giden Ayselin erkek kardei<br />

İlhan, Ayseli tıpkı bir kaplan gibi koruma<br />

altına almıtır. İki gencin akı yava<br />

yava gün ıığına çıkarken, okullarındaki<br />

öğrenci arkadaları da kamplaarak, ikiye<br />

bölünmütür. Aysel ve Alexander, kendilerini<br />

içinden çıkılmaz bir durumun tam<br />

ortasında bulurlar. Kardei İlhan ilikisini<br />

öğrenince, Aysel çelikili duygular<br />

arasında sıkııp kalır. Hem ailesini kaybetmek<br />

istemez hem de âık olduğu Alman<br />

genci Alexanderı. Öte yandan İlhan da bir<br />

paradoks içindedir. Geleneksel bakı açısını<br />

çok da savunmamaktadır. Özgürlüğüne<br />

dükün olan İlhanın üstelik Alman<br />

bir kız arkadaı da vardır…<br />

Kitabın Türk ve Alman kahramanlarını<br />

bizimle tanıtıran Nur Öneren ve Wolfgang<br />

Schnellbächer ile çift dilli, çift kültürlü<br />

ilikiler, önyargılar, nefret, dostluk<br />

ve akı konu alan romanları üzerine söyletik.<br />

✤<br />

YİNE İKİ FARKLI<br />

KÜLTÜR VE DİNİN<br />

BİRBİRİYLE<br />

ÇARPIŞMASI<br />

KARŞISINDAYIZ.<br />

✤<br />

23


✤<br />

HER TOPLUM ÖNCE<br />

KENDİ DEĞERLERİNİ<br />

ÖN PLANDA<br />

TUTAR.<br />

✤<br />

OLAYI YAKINDAN BİLİYORLAR<br />

- Kültürel çatışmaya işaret eden bu kitabı<br />

neden yazdınız?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Türkler 50 yıldan<br />

fazla bir zamandır Alman toplumu ile birlikte<br />

yaıyorlar. Doğal olarak iki toplum<br />

arasında etkileim ve akrabalıklar olutu.<br />

Ama hâlâ derin ayrılıklar var. Bu ayrılıklar<br />

daha çok iki ayrı dine mensup olmalarından<br />

kaynaklanıyor. İki genç arasındaki<br />

akı ilerken özellikle erkeklerin açısından<br />

bakmaya özen göstererek bu kitabımızı<br />

kaleme aldık.<br />

- Kitabı yazarken sizin ilişkinizde de<br />

paralellik gösteren olayları romanınız<br />

kapsıyor mu?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Bu kitaptaki roman<br />

kahramanlarının bizim yaantımızla doğrudan<br />

bir ilgisi yok. Ancak çevremizde bu<br />

gerçeği gördüğümüz için esinlendik.<br />

- Bu kitapla Türk-Alman ilişkileri üzerine<br />

topluma sosyal mesaj vermek gibi bir kaygı<br />

taşıyor musunuz?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Doğrusu bu kitabı<br />

yazarken böyle bir düünce içinde<br />

değildik. Amacımız gerçeği ortaya<br />

koyarak okuyucunun bu konuyu kendisinin<br />

yorumlamasını sağlamaktı.<br />

- “elikanlıyı nasıl tanımlıyorsunuz?<br />

Bir gençlik romanı mı ya da göçmen<br />

edebiyatı mı?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Bu kitabı biz gençlik<br />

romanı olarak tanımlıyoruz, doğal olarak<br />

göçmen edebiyatını da kapsıyor.<br />

- Aşkın önüne ya da romanın önüne<br />

göçmen sıfatı getirilmesi sizce ne ifade<br />

ediyor? Örneğin kızıyor musunuz?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Hayır kızmıyoruz,<br />

sonuçta her okuyucunun kendi görüüne<br />

saygı gösteriyoruz.<br />

- Kitabı birlikte nasıl kaleme aldınız?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - İlk önce gelecek olan<br />

sahneleri belirledik. Her birimiz en çok<br />

yazmak istediği sahneyi yazdı ve sonra<br />

sahneleri birletirdik. Bu tabii ki her<br />

zaman kolay olmadı, çünkü zaman zaman<br />

benim yazdıklarımı Wolfgang beğenmiyordu<br />

ya da tersi oluyordu. Ama bir<br />

ekilde sonunda, uzun tartımalardan<br />

sonra, ortak noktalarda buluuyorduk.<br />

AŞK CESARETTİR MADEM...<br />

- Kitaptaki karakterler ve olayların gerçek<br />

hayatta da halen karşılığının bulunmasını<br />

neye bağlıyorsunuz?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Her toplum kendi<br />

değerlerini ön planda tutar. Genelde<br />

nesiller arasındaki fark, davranı biçimlerini<br />

oluturur. Bizim romanımızdaki konu<br />

da kültür farklıklarının toplumdaki bir<br />

sonucu.<br />

- Kitaptaki karakterler içinde en çok<br />

kime kendinizi yakın buluyorsunuz?<br />

Ayrıca sizce okuyucuyu şaşırtan, ezber<br />

bozan bir karakter var mı?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Kendimize yakın<br />

değil ama, enteresan bulduğum karakter<br />

olarak İlhanı söyleyebiliriz. Bu toplumda<br />

İlhan karakterindeki gençlere<br />

24


daha çok rastlanıyor. Bizim için ezber<br />

bozan karakter Alexanderdir. O Aysele<br />

âık olduğunda onun ayrı kültürden gelmesi<br />

onu korkutmuyor, tersine Ayselin<br />

kardeine rağmen cesaretle akına sahip<br />

çıkıyor.<br />

- Öyküyü biraz Alexander’in biraz da<br />

İlhan’ın anlatımlarıyla öğreniyoruz.<br />

Romanda Aysel’e neden söz hakkı<br />

tanımadınız?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Bu konuları içeren<br />

romanlar genellikle hep genç kızların<br />

görü açısından anlatılır. Ama biz romanımızda<br />

delikanlıların penceresinden anlatmaya<br />

çalıtık.<br />

- Kitabınızın Türk okurları tarafından<br />

okunduğunu düşünüyor musunuz?<br />

NUR ÖNEREN - Üzülerek söylemek<br />

zorunda kalıyorum, ama bazı gerçekleri<br />

de görmezden gelemeyiz. Maalesef<br />

Batı ülkelerine göre çok okuyan bir toplumumuz<br />

yok. Okuma alıkanlığı olan belirli<br />

bir Türk okuyucunun da varlığı beni fazlası<br />

ile mutlu ediyor.<br />

YOL DEĞİL, GERÇEKLERİ<br />

GÖSTERİYORUZ<br />

- Alexander ve Aysel adlı Alman genci ve<br />

Türk genç kızı arasındaki aşkı anlatan<br />

romanınız, Almanya’daki Türk ve Alman<br />

gençleri açısından öğretici, yol gösterici<br />

olabilir mi?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Akın, sevginin insanların<br />

ait olduğu toplumların zorlaması ile<br />

ilgisi olduğunu düünmüyorum. Biz gençlere<br />

herhangi bir yol göstermekten ziyade,<br />

toplumdaki bir gerçeği kaleme aldık.<br />

- Türkler ve Almanlar arasında nasıl bir<br />

ilişki olduğunu düşünüyorsunuz?<br />

Aşk/Nefret ilişkisi mi? Yoksa gerçek<br />

dostluk bağlarını nihayet kurabildik mi?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - İlikilerimizde nefret<br />

olduğunu düünmüyoruz, ama gerçek<br />

dostluklar çok fazla değil. Bu kadar uzun<br />

zamandan beri birlikte yaamamıza<br />

rağmen her iki toplumda da hâlâ önyargılar<br />

tam olarak aılabilmi değil. Önyargıları<br />

aabilmek için birimizin kültürünü<br />

daha yakından tanımamız gerekiyor.<br />

- Gelecekte Türkçe romanlar da olacak mı?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Arzu ediyoruz. Ama<br />

bunu gerçekletirmek için daha fazla bir<br />

zamana ihtiyacımız var.<br />

- Birbirine aşık olan Türk ve Alman<br />

gençlerine son bir öneri?<br />

NUR ÖNEREN / WOLFGANG<br />

SCHNELLBÄCHER - Akları uğuruna, zor<br />

da olsa mücadeleyi bırakmamalarını<br />

önerebilirim. Mücadeleden kaçtıkları<br />

takdirde ileride pimanlık duyabilirler.<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

25


2018’E DOĞRU BİR TOPLANTI VE SONRASI<br />

Eğitim<br />

en temel haktır,<br />

çünkü...<br />

ZEYNEL KORKMAZ<br />

DÜSSELDORF<br />

26


İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi<br />

(İHEB) 2. Dünya Savaında yaanan<br />

yıkımın ve edinilen acı deneyimlerin bir<br />

sonucu olarak 10 Aralık 1948de Birlemi<br />

Milletler tarafından kabul edildi. Sovyetler<br />

Birliği, ABD, Çin, Fransa, Büyük<br />

Britanya gibi ülkelerin hazırladığı bu bildirgeyi<br />

günümüzde birçok ülke benimsemi<br />

durumda. Bu bildirge, ayrıca kapsamlı<br />

uluslararası anlamalar için de<br />

zemin oluturmutur.<br />

Sıkça atıfta bulunulan ve ülkeler arası<br />

ilikilerde siyasi meruiyetin önemli bir<br />

ölçütü haline getirilen bu belgenin ne<br />

derece hayata geçtiği tartıma konusu olagelmitir.<br />

Batılı ülkelerin insan hakları<br />

alanında çifte standart uyguladığı suçlamalarından,<br />

kimi ülkelerde rejim değiikliğinin<br />

gerekli olduğunu kamuoyuna açıklama<br />

giriimlerine kadar uzanan geni bir<br />

hattan söz edebiliriz. Ancak insan hakları<br />

ihlallerinden bahsedildiğinde, genelde<br />

düünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, gösteri<br />

özgürlüğü vb. özgürlükler akla gelir,<br />

belki de getirilir, bir insan hakkı olarak<br />

eğitim hakkına uyulmaması ise daima<br />

gündem dıı kalır. Siz hiç eğitim hakkını<br />

ihlal ettiği için sert eletiriler alan ya da<br />

yaptırım uygulanan bir ülke gördünüz mü?<br />

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin<br />

26ncı maddesi eğitim hakkını konu<br />

almakta ve bildirgenin en geni maddelerinden<br />

birini oluturmaktadır:<br />

1. Her ahsın öğrenim hakkı vardır.<br />

Öğrenim hiç olmazsa ilk ve temel safhalarında<br />

parasızdır. İlköğretim mecburidir.<br />

Teknik ve mesleki öğretimden herkes istifade<br />

edebilmelidir. Yüksek öğretim, liyakatlerine<br />

göre herkese tam eitlikle açık<br />

olmalıdır.<br />

2. Öğretim insan ahsiyetinin tam<br />

gelimesini ve insan haklarıyla ana<br />

hürriyetlerine saygının kuvvetlenmesini<br />

hedef almalıdır. Öğretim bütün milletler,<br />

ırk ve din grupları arasında anlayı,<br />

hogörü ve dostluğu tevik etmeli ve Birlemi<br />

Milletlerin barıın idamesi yolundaki<br />

çalımalarını gelitirmelidir.<br />

27


3. Ana baba, çocuklarına verilecek<br />

eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle<br />

haizdirler.<br />

(http://www.ohchr.org/EN/UDHR/Pages/Language.aspx?LangID=trk)<br />

İŞE BİR DÜŞÜNCEYLE BAŞLAMAK!<br />

✤<br />

EĞİTİM HAKKI,<br />

İNSAN HAKLARININ<br />

AYRILMAZ BİR<br />

PARÇASIDIR<br />

✤<br />

26ncı maddenin günümüz koullarına<br />

ne derece uygun olduğunun, yeni<br />

hak kazanımı anlamında geniletilmesinin<br />

gerekip gerekmediğinin ve uluslararası<br />

bir çalıma kapsamında bu maddeye<br />

eklemeler yapılıp yapılamayacağının<br />

tartııldığı bir yazı dizisi, Eylül 2015te<br />

PoliTeknikte yayınlanmaya baladı.<br />

Birlemi Milletler İnsan Hakları Bildirgesi<br />

– 1948, Eğitim Haklarının Geniletilmesi<br />

Üzerine Düünceler ve Öneriler<br />

balığı altında yayını yapılan diziye u ana<br />

kadar Hindistan, Brezilya, Küba, ABD,<br />

Türkiye, Yunanistan, Almanya, İsviçre,<br />

ili, İspanya gibi ülkelerden eğitim sendikaları,<br />

biliminsanları ve üniversite öğrencileri<br />

katkı sundu. Makalelerde İHEBnin<br />

söz konusu maddesinin yenilenmeye<br />

ihtiyaç duyduğu doğrudan belirtilerek,<br />

eğitim kuramı, kavramsal boyutlar, eğitimin<br />

niteliği, uygulaması ve denetimi gibi<br />

bir dizi ölçütü de kapsayan ağırlık noktalarının<br />

ayrıntılandırılması gerektiğine<br />

iaret edildi.<br />

Düüncemiz, tüm dünyanın saygı duyduğu<br />

ve referans gösterdiği tarihi bir belgeye<br />

eklemeler yapılmasıydı.<br />

Ortaya çıkan bu gerekliliği daha geni<br />

bir platformda tartımaya açmak için Poli-<br />

Teknik Gazetesi giriiminde bir bilim ve<br />

koordinasyon grubu oluturuldu. Jena<br />

Üniversitesi Eğitim ve Kültür Enstitüsü,<br />

Wuppertal Üniversitesi Çocuklar.Toplumlar<br />

Disiplinlerarası Aratırma Merkezi,<br />

Prof. Dr. Armin Bernhard, Prof. Dr.<br />

Marlies W. Fröse ve Dr. Benjamin Bunkun<br />

üyesi olduğu bu oluum, yukarıda belirtilen<br />

amaçtan hareketle 29 Ekimde Köln<br />

Üniversitesinde uluslararası bir sempozyum<br />

düzenledi.<br />

Alman Eğitim ve Bilim Sendikası Bakanı<br />

Marlis Tepe, Köln Üniversitesi Rektör<br />

Yardımcısı Prof. Dr. Manuela Günter ve<br />

koordinasyon adına Prof. Dr. Michael<br />

Winklerin açılı konumalarıyla balayan<br />

ve tamgün süren etkinlikte, uzmanlar,<br />

Eğitim Enternasyonali, Hindistan eğitim<br />

sendikası, Syriza Partisi gençlik grubu<br />

temsilcileri ve Maltepe ve Heidelberg üniversitesi<br />

öğrencileri sunumlarda bulundu.<br />

Sempozyum küresel ve yerel ölçekte eğitimin<br />

güncel durumunu ilgili kesimlerin<br />

kendi bakı açılarından irdelemelerine ve<br />

yeni evrensel hakları önermelerine olanak<br />

sundu.<br />

28


DÜŞÜNCEDEN UYGULAMAYA<br />

imdi 2018e kadar sürmesi planlanan<br />

ve uluslararası bir iliki ağının kurulmasını<br />

öngören bir proje ile 26. maddenin<br />

geniletilmesi düüncesi için çalıılacak.<br />

Proje bu amaçla olabildiğince çok ülkede<br />

komisyonlar kurularak, eğitim alanında<br />

etkin olan ya da bu konuya ilgi duyan tüm<br />

DÜŞ YA DA GERÇEKLİK<br />

Hayata geçirilememi bir tarihi belgeye<br />

eklemeler yapmak neye yarar?<br />

diye sorulabilir. Elbette maddeye yapılacak<br />

eklemeler uygulama ve denetime<br />

ilikin boyutları da içerebilmelidir.<br />

Eğitim haklarının gün geçtikçe kısıtlandığı,<br />

eğitim-öğretimin dünyanın birçok<br />

✤<br />

EĞİTİM HAKLARI<br />

BUGÜN İNSANLIĞIN<br />

BÜYÜK BÖLÜMÜ<br />

İÇİN HAYAL GİBİ<br />

✤<br />

kesimlerin eğitim haklarının geniletilmesini<br />

hedeleyen görülerini bir öneri kataloğu<br />

halinde hazırlamalarına olanak tanıyacak.<br />

Farklı ülkelerde kaleme alınacak<br />

öneri kataloglarının ortak paydaları, merkezi<br />

Almanyada bulunan bilim kurulu<br />

tarafından bir bildirge haline getirilerek,<br />

2018de oylamaya sunulmak üzere Birlemi<br />

Milletlere destekçi devletler aracılığıyla<br />

gönderilecek. Devletlerden söz<br />

konusu desteği alabilmek için u an Küba<br />

Eğitim Bakanlığı ile temaslar yürütülüyor<br />

ve somut olarak Yunanistan ve Hindistan<br />

eğitim bakanlıklarıyla ilikiler de<br />

gelitirilmeye çalıılıyor. Farklı devletlere<br />

bu talebin en kısa zamanda götürülmesi<br />

gerektiği açıktır.<br />

ülkesinde, insanlığın büyük bir bölümü<br />

için nitelikten uzak olduğu, metalatırıldığı<br />

ve bir yap-boz oyununa dönütürüldüğü<br />

bir dönemde, daha iyi bir dünya<br />

için somut görevler üstlenmeye ve böylesi<br />

bir dünyanın inası için uğraı vermeye<br />

çağrı, sıradıı ya da hayalperest bir tutum<br />

değildir, aksine tüm ağırlığıyla kendini<br />

hissettiren bir gereksinimin dıa vurumudur.<br />

Kaybedilen haklar nedeniyle karamsarlığa<br />

dümek, eldekileri yitirmemeye<br />

çalımak yerine, somut bir hedef etrafında<br />

toplanma ve uluslararası bir oluumun<br />

parçası olma fırsatı doğduğunda bu fırsatı<br />

görebilmek ve değerlendirebilmek gerekir.<br />

Bunun bilincine varmak, düten gerçekliğe<br />

geçilen eiktir.<br />

z<br />

29


DÜNYANIN EN GIZEMLI VE EN SEVIMLI DADISI<br />

STUTTGART<br />

Neden Mar<br />

Bitmek bilmeyen bir masal bu Mary Poppins. Her<br />

kuakta yeniden sahneleniyor, yeniden ilme alınıyor,<br />

yeniden resimleniyor, kitaplatırılıyor vs... İlgi,<br />

82 yıl sonra da bitimsiz.<br />

P. L. Travers' in yazmı olduğu bu masal ilk defa<br />

1934te yayınlanmıtı. Dünya çocuk klasikleri arasında<br />

önemli bir değer olan bu hikâyenin böyle mehur olmasında<br />

en büyük etken, Walt Disney'in ilm olarak beyaz<br />

perdeye aktarmasıdır. 1964 yılında 5 Oscar kazanan<br />

bu ilm imdi Stuttgart Apollo Tiyatrosunun sahnesinde<br />

müzikal olarak gösterimde.<br />

Müzikal nedir? Müzikali, bir tiyatro oyununun<br />

müzikle ilenmi hali diye tanımlayabiliriz. Haklı<br />

olarak, Opera için de aynısı geçerli denebilir. Müzikalin<br />

ayrıcalığı haif müzik diyebileceğimiz müzik<br />

eliğinde sahnede tiyatro yapıtının kısmen arkılar<br />

ile anlatılması. Kendine has olay örgüsünün dans ve<br />

müzik ile anlatımı olan tiyatro yapıtı diyelim.<br />

30


RUHSAR GÜMÜŞDAL<br />

y Poppins?<br />

Stuttgart da 23 Ekim <strong>2016</strong> akamı görkemli bir<br />

prömiyer ile Mary Poppins izleyicilerini karıladı.<br />

Yönetmen Sir Cameron Mackintosh'un baarılı çalımalarına<br />

eklediği bir yenisi daha eklenmi oldu.<br />

Mekân Londradaki kiraz ağacı sokaktaki malikhane.<br />

Burada Banks ailesi oturuyor. Baba George<br />

Banks (Livio Cecini) bankada, sayılan ve sevilen bir<br />

müdürdür. Ei Bayan Winifred Banks (Jennifer Van<br />

Brenk) ise banka müdürünün eine layık bir ekilde<br />

toplumsal görevlerini yerine getirmekte, çiftin çocuklarına<br />

dadı bakmaktadır. Çocuklar Jane ve Michael,<br />

oldukça yaramaz ve söz dinlemez olduklarından<br />

dadılar uzun süre Banks ailesinde durmazlar.<br />

ehir parkında gezerken dadıdan kaçıp saklandıkları<br />

için, son dadı da kaçarcasına Banks malikhanesini<br />

terk etmitir. Akam bankadan yorgun gelen bay<br />

Banks bu duruma çok sinirlenir. Çocuklara yeni bir<br />

dadı aramak gerekir. Tam bu sırada hiç yoktan Mary<br />

31


✤<br />

BÖYLE BİR ORTAMDA<br />

ÇOCUK OLMAK<br />

GERÇEKTEN ÇOK<br />

GÜZEL<br />

✤<br />

Poppins gelir. Oldukça garip, alıılmıın<br />

dıında bir dadıdır. Mary Poppins'in gelii<br />

ile ailenin hayatı renklenir.<br />

Mary Poppins'i Elizabeth Hübert canlandırıyor.<br />

Sevimli pırıl pırıl gülüü ile<br />

sahnede ilk göründüğü anda izleyicilerin<br />

yüreğini fethediyor. Televizyon dizilerinde<br />

de rol alan Elizabeth Hübert, 2004 yılında<br />

Hamburg Stage School da müzikal eğitimine<br />

balamı. Daha konservatuar eğitimi<br />

esnasında müzikallerde rol almı.<br />

Mary Poppins'in bir de arkadaı Bert<br />

var. Bert bir bakıyorsunuz parktaki<br />

ressam, bir bakıyorsunuz evin çatısında<br />

dolaan baca temizleyicisi. Bert'i İskoçya<br />

asıllı David Boyd canlandırıyor. Daha önce<br />

Elizabeth Hübert ve David Boyd ile Tarzan<br />

müzikalinde sahne arkadaı olarak görev<br />

almılar. Sahne deneyimleri ve uyumları<br />

mükemmel.<br />

"Supercalifragilistcexpialigetisch" kelimesini<br />

telafuz edebilir misiniz? Öyle bir<br />

sözcük yok mu? Tabii ki var. Mary Poppins'<br />

in icat ettiği bir sözcük aslında. Harleri<br />

istediğimiz gibi dizme hakkına sahibiz.<br />

Mary Poppins öyle diyor. Hem de bu<br />

kelime ile çok güzel arkı söylenebiliyor.<br />

Müzikaldeki sahne düzenlemesinin<br />

büyüleyici olduğunu da söylemeliyiz. Bob<br />

Crowley sahne ve kostüm dizaynından<br />

sorumlu yönetmen.<br />

Çocuklar için masal kitapları vardır,<br />

sayfayı açınca içinden igürler çıkar. Tablo<br />

orman ise ağaçlar karton İstanbul<br />

olarak kalkar,<br />

ev ise duvarlar dikilerek odaları oluturur.<br />

32<br />

Tamamen bu mekanizmayı sahneye uygulayarak<br />

mekânlar arasında gerçekletirilmi<br />

göz alıcı geçiler, sürpriz değerinde.<br />

Bulutlu, yağmurlu , karanlık bir parkın bir<br />

anda pembe ve yeile bürünerek bahara<br />

dönümesi, insanı gerçekten aırtıyor.<br />

Dans ve koreograi, orkestradan yansıyan<br />

müzikle inanılmaz bir ortam doğuruyor.<br />

Oyuncuların billur sesleriyle söyledikleri<br />

arkılar, izleyicileri koltuklarından<br />

alıp masal diyarına uçuruyorlar.<br />

Bütün bu büyüleyici güzellikler içinde<br />

hikâye devam ediyor. Tabii ki en kısa<br />

zamanda çocuklar Jane ve Michael, Mary<br />

Poppins'i çok seviyorlar. Mary Poppins'in<br />

sayesinde olaylara daha anlayılı yaklaıyorlar.<br />

Sadece çocuklarda değil, aile düzeninde<br />

de olumlu ekillenmeler geliiyor.<br />

Olayların akıı tatlıya bağlandıktan<br />

sonra Mary Poppins görevini tamamlamı<br />

olduğundan geldiği gibi gidiyor. Ama ne<br />

gidi. Sadece bu sahneyi görebilmek için<br />

bile müzikali izlemeye değer.<br />

Maaike Schuurmans, Betty Vermaulen,<br />

Petra Welteroth, Nikls Abel, Dirk<br />

Lohr kadronun diğer isimlerinden bazıları.<br />

Koreograi Stephan Mear'e ait. Orkestra<br />

ei Wiliam David Brohn yönetiminde,<br />

Vhim chim cher , So ein schöner Tag,<br />

Mit dem Teelöfel Zucker ve daha baka<br />

arkılar da, izleyicinin hemen kulağına<br />

hitap ediyor.<br />

İki buçuk saatliğine de olsa, yeniden<br />

çocuk olabilmek çok güzel. Mary Poppins,<br />

Stuttgart'ta. z


Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

ücretSİZ<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

33


34


BERLİN’DE ANADOLU’NUN “DOKUMACI İHTİŞAMI”<br />

Bir halı ve kilim cennetinden tablolar<br />

BERLİN<br />

Almanyanın bakentinde<br />

Anadolu halıları ve kilimleri<br />

için düzenlenen sergide tam bir<br />

renk ve sembol cümbüü yaanıyor.<br />

3 Aralık <strong>2016</strong>ya kadar<br />

Berlin, Naunynstr. 68 adresinde<br />

gezilebilecek olan sergide,<br />

18inci ve 19uncu yüzyıl<br />

Anadolu dokuma sanatı<br />

ürünü 46 halı ve 12 kilim yer alıyor.<br />

Woven Paradise (Dokunmu Cennet)<br />

balıklı sergi, halı ve kilim sanatının yüzyıllara<br />

yayılan tarihi boyunca Anadolu-Türk<br />

coğrafyasındaki çeitli kültürlerin karılıklı<br />

etkilerini de içeriyor.<br />

Anadolunun en köklü sanatlarından birini<br />

oluturan halı ve kilim dokumacılığındaki canlı<br />

renklerin, süslemelerin, numune ve kalıplarla<br />

sembollerin kaynakları hakkında genel bir<br />

bakı sunulan serginin ilgiyle karılandığı<br />

belirtiliyor.<br />

( Fotoğralar: AYPA /Mustafa Temel )<br />

35


Aylık Kültür Aylık Kültür ve Sanat ve Sanat Dergisi Dergisi | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Şubat <strong>2016</strong> | Sayı: 01<br />

www.avrupa-kultur.eu


Aylık Kültür ve Sanat Aylık Kültür Dergisi ve | Sanat Aralık Dergisi <strong>2016</strong> | Şubat | Sayı: <strong>2016</strong> 10 | | www.avrupa-kultur.eu<br />

Sayı: 01<br />

“Vatansız Almanlar”<br />

■ EREN ÖNSÖZ’ÜN CUMHURİYET ÖYKÜSÜ<br />

■ AHMET ARPAD, ERNST REUTER, EDZARD REUTER<br />

■ ALİ ZÜLFİKAR’IN DEV PORTRELERİ<br />

■ JÜRGEN ROTH: AB VE “KİRLİ DEMOKRASİ”


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Frankfurt<br />

Seyahatnamesi<br />

AHMET HAŞİM<br />

2


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

İçindekiler<br />

EREN ÖNSÖZ “ALMAN VATANSIZLARI” FİLM YAPTI<br />

“Haymatloz” ve laik cumhuriyete aydın desteği<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Bundan 10 yıl önce Impo”t-Expo”t adlı filmiyle Tü”k-Alman o”tak geçmişini işleyen<br />

yönetmen E”en Önsöz, bu kez de Haymatloz adlı belgeseli ile Tü”k-Alman o”-<br />

tak o”tak ta”ihinin gizli kalmış köşele”ine ışık tutuyo”. Filmin kah”amanla”ı filmde<br />

nazi diktatö”lüğünden kaçıp Tü”kiye’ye sığınan Alman bilimadamla”ının genç<br />

Tü”kiye Cumhu”iyeti’nin kalkındı”ılmasındaki işbi”liğini, Atatü”k’ün laik Tü”kiye<br />

Cumhu”iyeti’nin çağdaşlaştı”ılması yolundaki katkıla”ını, Yahudi akademisyenle” a”asındaki<br />

ilişkile”i, Tü”kiye’ye yeni gelen Alman göçmenle”i anlatıyo”la”.<br />

SAYFA: 4<br />

AHMET ARPAD, ERNST REUTER VE TÜRKİYE’SİNİ ANLATTI<br />

Sadece Ernst Reuter’in değil genç bir cumhuriyetin de öyküsü<br />

Mode”n zamanla”ın en ilginç siyasal kişilikle”inden E”nst Reute”’in Kemalist Tü”kiye<br />

yılla”ı yeni a”aştı”mala”a konu oluyo”. Bunla”dan bi”i de Reine” Möckelmann’ın kaleminden<br />

kitaplaştı”ıldı ve Almanca baskısından kısa bi” zaman son”a İkinci Vatan Tü”-<br />

kiye başlığıyla Tü”kçeye çev”ildi. Yaza” ve çevi”men Ahmet A”pad, ki babası yaza” ve<br />

çevi”men Bu”han A”pad E”nst Reute”’i bizzat tanımış, hatta gazetesi Vatan için 1953’te<br />

bi” söyleşi de yapmıştı, Möckelmann’ın bu ilginç sosyal demok”atı konu alan kitabıyla ilgili<br />

izlenimle”ini akta”dı. Çocukluk ve ilkgençliği Tü”kiye’de geçen oğul Edza”d Reute”’i<br />

de yakından tanıyan Ahmet A”pad, so”ula”ımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 20<br />

ALİ ZÜLFİKAR’IN DEV PORTRELERİNDEKİ TARİH VE COĞRAFYA<br />

Siyahla beyazın yarattığı rengârenk bir senfoni<br />

Kökle”i Tü”kiye’de bulunan yeni Av”upalı sanatçıla”ın etkinlikle”i ve ü”ünle”i geniş<br />

ilgi topluyo”. Bu kuşağın önemli sanat insanla”ından bi”i de, ”esimde geleneği ”eddetmeyen,<br />

ancak yeni fo”matla” peşinde özgün bi” dil gelişti”mekte ıs”a”lı olduğunu gizlemeyen<br />

Ali Zülfika”. Çalışmala”ını Köln me”kezli ola”ak sü”dü”en ve 170’in üze”inde ulusla”a”ası<br />

se”giye katılan sanatçı, Av”upa başkentle”inde de gale”ile”in yakın takibe aldığı<br />

isimle” a”asında. Ali Zülfika”, uzun bi” sü”edi” gelişti”diği hipe” ge”çek anlatım ta”-<br />

zını doğu”an koşulla”ı, sanata ve dış ge”çekliğimizdeki sü”ece müdahale bilincini Av”upa<br />

Kültü”’e anlattı.<br />

SAYFA: 28<br />

JÜRGEN ROTH İLE <strong>AVRUPA</strong>,<br />

“KİRLİ DEMOKRASİ” VE DERİN DEVLET ÜZERİNE<br />

Uçuruma kaç metre kaldı?<br />

Almanca konuşulan dünyanın önde gelen a”aştı”macı gazetecile”inden, yakıcı konula-<br />

”ı işleyen kitapla”ı bestselle” listele”inden pek inmeyen Jü”gen Roth, öm”ünün bi” döneminde<br />

Tü”kiye’de yaşamıştı. Almanya’daki Tü”k toplumunu da yakından izleyen bu<br />

yaza”, kısa bi” sü”e önce çıkan kitabında, Av”upa demok”asisinin geleceğine yönelik ka-<br />

”amsa”lığını ge”ekçelendi”iyo”. Jü”gen Roth, hep bi” demok”asi p”ojesi ola”ak sunulan<br />

Av”upa Bi”liği’nde (AB) yaşanan ki”li demok”asi p”atiğinden şikayetçi. Nitekim kitabının<br />

başlığı da Schmutzige Demok”atie (Ki”li Demok”asi) ve biz, bunun boşuna seçilmediğini,<br />

akıcı bi” dille kaleme alınmış bu çalışma boyunca yeniden hatı”lıyo”uz. AB’de<br />

bi” şeyle” çok kötü çöküyo”. Tanıdık bi” heyulanın, yani faşizmin nefesini de ensemizde<br />

hissediyo”uz.<br />

SAYFA: 40<br />

3


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

“Haymatloz ve<br />

laik cumhuriyete<br />

aydın desteği<br />

4


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

EREN ÖNSÖZ<br />

“ALMAN<br />

VATANSIZLARI”<br />

FİLM YAPTI<br />

ISIN TOYMAZ<br />

STUTTGART<br />

5


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

HEPSI DE NAZI<br />

DIKTATÖRLÜĞÜ<br />

GÖLGESINDEKI<br />

ÜLKELERINDE<br />

KATLEDILME TEHDIDI<br />

KARŞISINDA<br />

KALMIŞ...<br />

✤<br />

Bugün hepsi emeklilik çağındalar.<br />

Almanya ve İsviçrede iyi birer hayat sürüyorlar.<br />

Susan Ferenz Schwartz, Kurt<br />

Heilbronn, Engin Bağda, Enver Tandoğan<br />

Hirsch ve Elisabeth Weber Belling<br />

ortak kadere sahip be Musevi Alman.<br />

Hitler iktidara geldiği zaman, nazizmden<br />

kaçarak Türkiyeye göç eden çok sayıdaki<br />

Alman akademisyenden beinin çocukları,<br />

torunları.<br />

Çocukluk ve gençlik yılları Ankara ve<br />

İstanbulda geçen ve daha sonra Almanya<br />

ve İsviçreye dönen bu be isim, gazeteci<br />

ve yönetmen Eren Önsözün Haymatloz -<br />

Exil in der Türkei (Vatansız - Türkiyede<br />

Sürgün) adlı belgesel ilmin kahramanları.<br />

Bugün Türkiyeye duydukları özlemle<br />

yaayan ve bir daha asla kendilerini<br />

evde hissedemeyen be Yahudi Almanın<br />

çocuklarının gerçek hikâyesini anlatan<br />

belgesel, Almanyada ekim ayı sonunda<br />

vizyona girdi. İlgiyle karılandı.<br />

Bundan 10 yıl önce Import-Export<br />

adlı ilmiyle Türk-Alman ortak geçmi-<br />

ini ileyen yönetmen Eren Önsöz, bu<br />

kez de Haymatloz adlı belgeseli ile<br />

ortak tarihimizin gizli kalmı köelerine<br />

ıık tutuyor. Filmin kahramanları ilmde<br />

nazi diktatörlüğünden kaçıp Türkiyeye<br />

sığınan Alman bilimadamlarının genç Türkiye<br />

Cumhuriyetinin kalkındırılmasındaki<br />

ibirliğini, Atatürkün laik Türkiye<br />

Cumhuriyetinin çağdalatırılması yolundaki<br />

katkılarını, Yahudi akademisyenler<br />

arasındaki ilikileri, Türkiyeye yeni gelen<br />

Alman göçmenleri anlatıyorlar.<br />

KAHRAMANLAR GALERİSİ<br />

Hepsi de nazi diktatörlüğü gölgesindeki<br />

ülkelerinde katledilme tehdidi karısında<br />

kalmı bu be isim, Türkiyede kıskanılacak<br />

bir yaam sürdü.<br />

Kim bu Be Kahraman?<br />

Susan Ferenz Schwartzın babası Avusturyalı<br />

patoloji uzmanı Philipp Schwartz,<br />

İstanbul Üniversitesi Patoloji Enstitüsü<br />

Bakanlığı yaptı. Aynı zamanda 1933de<br />

bakanı olduğu Yurtdıındaki Alman Bilimadamları<br />

Yardımlama Cemiyeti aracı-<br />

6


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

lığıyla, Atatürk Türkiyesine çok sayıda<br />

Alman akademisyenin de getirilmesine<br />

aracı oldu.<br />

Enver Tandoğan Hirschin babası<br />

Türk Alman hukuk profesörü Ernst<br />

Hirsch bilimsel anlamda, Türk hukukunun<br />

her alanında önemli etkinliklerde<br />

bulunmu. Birçok yasanın kodiikatörü<br />

olan Hirschin, ticaret yasasının oluturulmasında<br />

çok büyük katkısı vardı. Özellikle<br />

Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu<br />

arasındaki ikilik, bu bilimadamının katkılarıyla<br />

giderildi. Atatürk Yasasının<br />

hazırlanmasını da o sağladı. Bu yasa ile<br />

sadece çağda Türk devletinin kurucusu<br />

değil, fakat aynı zamanda onun iziksel<br />

anısı olan heykeller de, ceza hukukunun<br />

yaptırımlarına bağlanarak korundu. Yine<br />

CHPnin altı okunun anayasaya giriini de<br />

sağlamı olan Hirschin, Pratik Hukukta<br />

Metod isimli eseri hâlâ yeni baskıları<br />

yapılan bir hukuk kaynağı.<br />

Kurt Heilbronnın babası ise ünlü<br />

genetikçi Prof. Alfred Heilbronn. Prof.<br />

Heilbronnun kurduğu ve Süleymaniyede<br />

bulunan Botanik Enstitüsünün hikâyesi de<br />

oldukça ilginç: Kurutulmu bitkilerin kutulandığı<br />

Herbarium, ei Mehpare Hanım<br />

tarafından düzenlendi. Mehpare Hanım<br />

burada Uludağ lorası üzerine çalıtı. Herbarium<br />

Frankfurta taındı. Botanik bahçesine<br />

babasının ismi verilince Kurt bu<br />

bahçenin İstanbul Üniversitesi Botanik<br />

Enstitüsüne dönmesini sağladı. Böylece<br />

Uludağın bitkileri İstanbul-Frankfurt-<br />

İstanbul yolunu yapmı oldu.<br />

Elisabeth Weber Bellingin babası<br />

Alman Heykeltra Rudolf Belling, II.<br />

Dünya Savaı yıllarında Türkiyeye göç<br />

etmiti. Rudolf Belling 40 yıl boyunca<br />

Türkiyede yaayarak Türk heykeltıralarının<br />

yetimesinde emek vermiti.<br />

Engin Bağdanın dedesi Prof. Dr. Otto<br />

Gerngross, Ankara Üniversitesinin temellerini<br />

oluturan Yüksek Ziraat Enstitünün<br />

önde gelen isimlerinden biri.<br />

İte onların çocukları, Eren Önsözün<br />

kamerası önünde babalarının eserlerine<br />

bakıp anlatırken, o döneme duydukları<br />

hasret de dikkati çekiyor.<br />

✤<br />

CHP’NIN<br />

ALTI OKUNUN<br />

ANAYASAYA<br />

GIRIŞINI DE<br />

SAĞLAMIŞ OLAN<br />

HIRSCH‘IN...<br />

.<br />

✤<br />

7


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Eren Önsöz, ilmin kahramanlarıyla<br />

geçmie gidiyor<br />

Türkiyede kültür, sanat, bilim ve<br />

siyaset alanında önemli izler bırakan<br />

Yahudi akademisyenlerin evladı bu be<br />

isim, çekimler esnaında çocukluklarının<br />

İstanbulunu bir kez daha anımsıyor,<br />

ekiple, Boğazın kıyısında dolaıyor, sokakların<br />

kokusunu içlerine çekiyorlar. Ancak<br />

ilmin akıında içlerini bir burukluğun da<br />

kapladığı gözleniyor. Çocukluklarını geçirdikleri<br />

özgür Türkiyenin yava yava yitip<br />

gittiğini söylüyorlar. Atatürkün çağdalatırdığı<br />

Türkiyenin her geçen gün biraz<br />

daha yok olması onlar için çocukluklarının<br />

da yok almasıyla aynı anlama geliyor…<br />

8


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

MEDYA İLGİLİ DE...<br />

Almanyada 1933 yılından itibaren<br />

Yahudi ve antifaist bilimadamları ve akademisyenler<br />

kürsülerinden uzaklatırılıp,<br />

Atatürkün üniversite devrimleri kapsamında<br />

Türkiyede yeni bir hayata balamasını<br />

hikâye eden belgesel ilm gösterime<br />

girdiği ilk günden itibaren Alman basınında<br />

geni yankı uyandırdı.<br />

Almanya ve İtalyada Alman Dili ve Edebiyatı<br />

ile Medya Bilimlerinde yükseköğrenim<br />

gören, bu arada Köln Medya Sanatları<br />

Yüksekokulunda televizyon ve sinema<br />

dalında yüksek lisans yapan Eren Önsöz,<br />

ilmin medyada gördüğü ilgiye rağmen,<br />

Haymatlozu çekerken Alman redaksi-<br />

9


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

ATATÜRK<br />

ZAMANININ BU<br />

KADAR ÇAĞDAŞ<br />

OLDUĞUNU<br />

ÇOĞU ALMAN<br />

ILK DEFA BENIM<br />

FILMIMDE<br />

GÖRDÜ.<br />

✤<br />

yonlarının çekingen bir tutum izlediklerini<br />

de vurguluyor. Almanya gibi çağda<br />

bir ülkede Türk-Alman ortak tarihine ıık<br />

tutan bu projeyi sahiplenen kimse olmadığını,<br />

mali zorlukları bizzat göğüsleyerek<br />

Haymatlozu yaratabildiklerini kaydeden<br />

Önsöz, Elbette ben bir belgeselciyim. Zorluklar<br />

belgelerin peine takılmamıza engel<br />

olamaz. Belki de Türkiyenin gerçek tarihini<br />

inkâr ederek, Türk toplumuna yeni bir<br />

tarih yazmaya kalkanları, yeni bir format<br />

atmayı kafasına takanları da konu edebilirim.<br />

Kim bilir? Üretmeye devam diyor.<br />

Türkiye Almanya hattında 20nci yüzyılın<br />

dehet saçan diktatörü Hitlerin<br />

zulmünden kaçıp laik ve genç Türkiye<br />

Cumhuriyetinin önderi Mustafa Kemal<br />

Atatürk ile el ele üniversite devrimini gerçekletirenlerin<br />

öyküsünün yanı sıra, belgesel<br />

ilmin kıyısında Gezi olaylarının yansımaları<br />

ve TGB Bakanı Çağda Cengizin<br />

açıklamaları da çarpıcı sahneler arasında<br />

yer alıyor.<br />

İsmet İnönünün heykellerini yapan,<br />

aileyle o dönemde yakın ilikiler içinde<br />

olan Alman heykeltıra Rudolf Bellingin<br />

görüntüleri de etkileyici kareler arasında.<br />

Kızı Elisabeth Weber Bellingin İsmet<br />

İnönünün kızı Özden Toker ile buluup<br />

Anıtkabiri ziyaret ettiği anlar seyircinin<br />

nefesini tutarak izleyeceği sahneler arasında<br />

yer alıyor.<br />

Eren Önsöz ile Türkiye Cumhuriyetinin<br />

çağdalatırılmasında önemli etkisi<br />

bulunan ve Türk Alman ilikilerinin belki<br />

de en önemli kesitini aktaran yeni ilmi<br />

Haymatloz hakkında söyletik:<br />

KİMSE SORU SORMADI<br />

- Türkiye’de sürgüne giden Ernst Reuter’in<br />

oğlu ve “aimler Chrysler C”O’su ”dzard<br />

Reuter ilm için Tam zamanında çekilmi<br />

bir ilm… Türk-Alman ortak kültürünün<br />

köklerini öğrenmek isteyenler için efsanevi<br />

bir fırsat diyor. Sizce Türk ve Alman<br />

ilikileri açısından bu kadar önem taıyan<br />

bir dönem, hem Türkler hem de Almanlar<br />

tarafından yeterince biliniyor mu?<br />

Neden geçmite gereken ilgi gösterilmedi<br />

bu insanlara ve etkinliklerine? Türk-Alman<br />

ilikilerine derinlik kazandıran dönemin<br />

karanlık sayfalarına <strong>2016</strong> yılında neden<br />

yeniden ıık tutmak istediniz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Bu belgeseli gerçekletirmek<br />

için yaklaık 10 yıl uğratım. Son<br />

10


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

kalan ahitler ölecek ve kimse onların özel<br />

anılarını kapsayamayacak diye korktum.<br />

Daha önce Import-Export adlı ilmimle<br />

bu konuya giri yapmıtım. Seyircileri ve<br />

beni de en fazla büyüleyen konu bu oldu.<br />

Daha derin ilemek istedim.<br />

Import-Exportta Edzard Reuter ile<br />

Ankarada çekim yapmıtım. Benimle<br />

Türkçe konutu, Türkiyeyi ikinci vatanı<br />

olarak sevdiğini, babasını ölümden<br />

koruyan ülke olduğunu anlattı. Almanların<br />

Türkiyeye katkısını vurguladı ve bugün<br />

mesela Türkiyenin Avrupa Birliğine girip<br />

girmemesi tartıılırken bu ortak tarihin<br />

tamamen unutulduğunu tespit etti. Ve<br />

hâlâ öyle.<br />

Filmimle uğraırken ve imdiki tepkilerden<br />

unu görüyorum ki, ne Alman toplumu<br />

ne de maalesef Türk toplumu tarihini<br />

biliyor. Hele Alman toplumu için<br />

Türkiyede bugün olan bitenleri anlamaları<br />

açısından bu anlayı çok önemli.<br />

Atatürk zamanının bu kadar çağda olduğunu<br />

çoğu Alman ilk defa benim<br />

ilmimde gördü.<br />

Onların kafalarında negatif bir Atatürk<br />

imajı vardı. Belgeselimde Alman<br />

bilimadamlarının orijinal alıntılarını<br />

kullanıyorum: Hayranlıkla Türkiye<br />

Cumhuriyetini kuran Atatürkü anlatıyorlar.<br />

Bu benim yorumum değil, Alman<br />

akademisyenlerin hatıraları. Bu tabii<br />

Alman seyircilerde büyük bir tepki yaratıyor.<br />

aırıyorlar.<br />

Atatürk o dönem toplum için bütün<br />

önemli konulara eğildi, onun için ama en<br />

önemlisi eğitimdi. Her kiinin aydınlanması<br />

için uğratı, kız olsun, erkek olsun,<br />

fakir olsun. Fakir Türkiyede (Cumhuriyetin<br />

ilk yıllarında Osmanlının borçları<br />

ödeniyordu, Osmanlının Batı emperyalistlerine<br />

sattığı irketler geri satın alınıyordu)<br />

Atatürk bunları baarabildi.<br />

Bugün ise eğitim elitler için, siyasi manipülasyona<br />

fırsat olarak görünüyor. Bugün<br />

kadınlar üniversiteye gitmesin, 3 çocuk<br />

doğursun, evde otursun isteniyor.<br />

O dönem Türkiye örnek gösteriliyordu.<br />

Muazzez İlmiye Çığla da görütüm. Okulu<br />

bitirdikten sonra Ankaraya Dil Tarih Coğrafya<br />

Fakültesinde okumak için gitmek<br />

istediğini ailesine söyleyince, hemen desteklemiler.<br />

Bugün 100 yaının üzerinde.<br />

O dönemde Alman profesörlerden ders<br />

almı. Bugünün Türkiyesindeki en önemli<br />

bilimadamları o dönemde okudular. Alman<br />

✤<br />

ALMAN<br />

SEYIRCILERDE<br />

BÜYÜK BIR TEPKI<br />

YARATIYOR.<br />

ŞAŞIRIYORLAR...<br />

✤<br />

11


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

ATATÜRK<br />

TÜRKIYE<br />

CUMHURIYETI’NI<br />

KURDUKTAN ON YIL<br />

SONRA EN ÖNEMLI<br />

PROJESINI ELE<br />

ALIYOR:<br />

ÜNİVERSİTE<br />

REFORMU<br />

✤<br />

profesörlerini de unutmadılar.<br />

Türkiyenin böyle bir tarihini niye Batılı<br />

tarih kitaplarından, niye Alman medyasından<br />

öğrenmediniz? Üzerine düünülmesi<br />

gereken bir konu. İnsanlar bence<br />

yaratıcı güzel haberler diliyor. Toplumlar<br />

arasındaki dostluğu gelitirmek gerek.<br />

Medya ise korku yaratıyor. Kötü haber<br />

onlar için iyi haber.<br />

“ATATÜRK HER DALDAN BİLİM-<br />

ADAMINI DAVET ETTİ“<br />

- Çocukluklarını ve gençliklerini Türkiye’de<br />

geçiren Musevi Alman profesörlerden 5'inin<br />

çocuklarıyla nasıl yan yana geldiniz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Çok aratırdım. Okudum.<br />

Hayat hikayelerini inceledim. Mektuplarla,<br />

telefonlarla temasa geçtim. Tanıtım<br />

görütüm. Klaus Koswig ile örneğin.<br />

Anne babası Türkiyede çok önemli zoolog<br />

olarak çalıtılar ve Ku Cenneti Millî<br />

Parkını kefedip kurdular. Türkiyeye,<br />

insanına, tabiatına hayranlık doluydular.<br />

İyi ki bugün Türkiyede bu doğal güzelliklerin<br />

nasıl yok edildiğini görmüyorlar...<br />

Mezarları İstanbulda. Maalesef oğulları<br />

Klaus aratırmalarım sırasında vefat etti.<br />

Görütüğüm kiilerin çoğu çok yalı<br />

olduğu için Türkiyede çekim yapmam<br />

mümkün olmazdı. Ama mutlaka onlarla<br />

beraber doğup büyüdükleri ülkeyi ziyaret<br />

etmek istedim. Bu yüzden en genç kuağa<br />

yöneldim ve 5 kii seçtim.<br />

Aslında bir belgesel için bu sayı fazla.<br />

Ama göstermek istediğim uydu: tek bir,<br />

iki profesörü davet etmedi Atatürk. Üniversite<br />

reformunu gerçekletirmek için<br />

her daldan bilim adamlarını çağırdı ülkesine.<br />

Astronomiden zoolojiye kadar ve bu<br />

dalları onlarla el ele kurdu. Benim kahramanlarımdan<br />

her birisi baka bir konuyu<br />

aydınlatıyor: Kiminin annesi, kiminin<br />

babası Türk, kiminin annesi Atatürkçüydü,<br />

ama oğlu AKPye sempati duyuyor. Bunları<br />

çok ilginç buldum.<br />

Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurduktan<br />

on yıl sonra en önemli projesini ele<br />

alıyor: Üniversite reformu. Bu reformdaki<br />

Almanların katkısı, tarihin mutlu bir tesadüfü<br />

diyebiliriz. Alman üniversiteleri en<br />

iyi adamlarını kovmasaydı, Türkiyeye bu<br />

kadar mükemmel akademisyen zor gelirdi.<br />

Ama Atatürk bu insanların zor durumlarından<br />

faydalanıp kötü artlarla çağırmadı.<br />

Tam tersine, en iyi evlere yerle-<br />

12


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

tirdi, en yüksek maaları ödedi. Ve artları<br />

da vardı: Almanlar en kısa zamanda<br />

Türkçe öğrenip, dersleri Türkçe vermek<br />

mecburiyetindeydi.<br />

Atatürkün sanata, bilime büyük sevgisi<br />

vardı ve bu konularda uzmandı! Bugün<br />

böyle bir politikacı var mı acaba? Avantgarde<br />

sayılan sanatçıları destekledi ve<br />

onlar da seve seve Atatürkün projelerine<br />

katıldı. Yeni bir Türk kimliği yaratmasında<br />

yardımcı oldular.<br />

Hem sanatsever hem cesur bir siyasetçiydi<br />

Atatürk. Naziler ülkedeydi ve Büyükelçiliklerinde<br />

oturuyorlardı. Türk hükümetinin<br />

bu adımlarını ho görmüyorladı<br />

tabii. Buna rağmen Musevi bilimadamlarını<br />

alıp yerletirdi. Atatürk bildiğini<br />

okudu. O zaman kim o kadar cesurdu<br />

Avrupada? Kim alırdı ki o insanları?<br />

Albert Einstein bile Türk hükümetine bir<br />

dilekçe mektubu yazmıtı. Amerika gibi<br />

klasik sürgün ülkeleri bile bu insanları<br />

istemiyorlardı, hele üniversitelerinde...<br />

Örneğin Phillipp Schwarzın kızı Susan<br />

Ferenz Schwarz ben arayınca çok duygulandı.<br />

Almanyadan ilk arayan kii sizsiniz<br />

dedi. Düünebiliyor musunuz nasıl<br />

yok sayıldıklarını?<br />

- Bu sadece siyasi, sadece duygusal, sadece<br />

tarihsel bir belgesel değil. Hayatın ta kendisi.<br />

Gerçek hayatlara dokunurken neler hissettiniz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Duygulandığım anlar çok<br />

oldu. Türkiyedeki çekimlerde Anka prodüksiyon<br />

irketi bana yardımcı oldu. Hep<br />

beraber gözlerimizin yaardığı anlar oldu.<br />

Türkiyeye gidince onların hatıraları ile<br />

karılaınca duygulanmaları beni çok etkiledi.<br />

İte ben de ortak tarihimizin kayıp<br />

kısmını ortaya çıkarıp, canlı bir ekilde<br />

ilemek istedim.<br />

ONLAR TÜRKİYE’Yİ ÖZLÜYORLAR<br />

- Türkiye Cumhuriyeti’ne kültür, sanat, bilim<br />

ve siyasetine yön veren bu 5 ismin çocuklarıyla,<br />

torunlarıyla sohbetlerinizde en çok<br />

dikkatinizi çeken ortak neydi?<br />

EREN ÖNSÖZ - Baktığınızda, evlerini Türk<br />

evi gibi dekore ettiklerini görürsünüz. Türkiye<br />

ile hâlâ ilikileri sürüyor, iki kahramanım<br />

hem Türkiyede hem Almanyada<br />

çalııyor. Hepsinin Türk arkadaları var.<br />

Onlar benden daha uzun yıllar Türkiyede<br />

yaadılar. Anıları daha baka oluyor. Bağlı-<br />

✤<br />

ATATÜRK’ÜN<br />

SANATA, BILIME<br />

BÜYÜK SEVGISI VARDI<br />

VE BU KONULARDA<br />

UZMANDI!<br />

BUGÜN BÖYLE BIR<br />

POLITIKACI VAR MI<br />

ACABA?<br />

✤<br />

13


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

BATI<br />

EMPERYALIZMI<br />

TÜRKIYE’YI KÖLE<br />

YAPMAK ISTEDI,<br />

ANCAK ATATÜRK’ÜN<br />

SAYESINDE BU<br />

GERÇEKLEŞMEDI<br />

✤<br />

lıklarını gördüm. Ekiple çok iyi anlatılar.<br />

Elbette yalanınca daha duygusal oluyorlar.<br />

Küçüklüğümüzün, gençliğimizin<br />

çağda Türkiyesi kalmadı diye çok üzülüyorlar.<br />

Buradaki göçmenler nasıl vatanını<br />

özlüyorsa, onlar da Türkiyeyi öyle özlüyorlar.<br />

- Tarihsel olaylardan yola çıktığınız bu<br />

ilmde Türkiye-Almanya-İsviçre arasında<br />

uzanan yolculuk, bugünkü dostluğun kalıcılamasında<br />

önemli bir rol oynuyor mu<br />

sizce? “aha da açıkçası Türk-Alman,<br />

Türkiye-İsviçre dostluğunun mayası<br />

Atatürk’ten geliyor diyebilir miyiz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Atatürkün mayasını iki<br />

ülke de devam ettiremedi. Ekonomik,<br />

politik, kültürel anlamda devam ettiremedi.<br />

Bir taraf kendini aydın ve üstün<br />

hissediyor, diğer tarafı gerici kültürsüz<br />

görüyor. Göz hizasında, yani eitler arası<br />

bir diyalog göremiyorum. Birinci Dünya<br />

Savaındaki silah arkadalığı Türkiye için<br />

çok acı bir ekilde sona erdi. Batı emperyalizmi<br />

Türkiyeyi köle yapmak istedi,<br />

ancak Atatürkün sayesinde Batının<br />

bu rüyası gerçeklemedi. 60larda göçmenler<br />

geldi. İkinci sınıf, aağı gördükleri<br />

insanlar olduk. Dostluğu sadece insanlar<br />

yürütüyor, aileler karııyor birbirine.<br />

Örneğin, niye Türk sanatçıları buraya çağrılmıyor,<br />

niye Türk Arthouse Sineması,<br />

mesela Nuri Bilge Ceylanın ilmleri Alman<br />

televizyonda oynamıyor? Neden müzelerde<br />

Türk sanatçıları görmüyoruz, neden edebiyatçılar<br />

hiç tanınmıyor?<br />

İlikiler çok daha iyi olabilirdi, eğer<br />

politika Atatürkün o mayasını devam<br />

ettirseydi. Unutturdu. Bu konuyu birkaç<br />

üniversiteli profesör biliyor o kadar. İte<br />

bu nedenle bu insanlara yıllarca kimse<br />

soru sormadı. Yok kabul edildiler. Import-<br />

Export gösterileli 10 yıl oldu. <strong>2016</strong>da<br />

Haymatlozda yeniden ileyince yeni yeni<br />

farkettiler. Ancak tek bir ilme sığmaz bu<br />

konu. Ben sadece yüzde 5ini anlatabildim.<br />

O ekolü uzun uzun belgeleyip, anlatmak<br />

gerekiyor.<br />

TÜRK GENÇLERİNE ÖZGÜVEN AŞISI<br />

- Siyasetçi ve yazar Lale Akgün belgesel<br />

hakkındaki izlenimlerini Böylesine hassas<br />

ve harika bir siyasi belgesel ilmden büyülendim.<br />

”ren Önsöz Türk-Alman ortak tarihinin<br />

önemli bir kesitini aktarırken, ilmin<br />

kahramanlarının kaderlerini Türkiye’nin<br />

14


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

bugünkü siyasi durumu ile mükemmel bir<br />

örgü içinde ilemi sözleriyle ifade ediyor.<br />

Türkiye’de son dönemde yaanan sıcak<br />

gelimeleri de düünürsek, ilmin kahramanlarının<br />

Almanya’daki Türk toplumuna<br />

mesajı nedir?<br />

EREN ÖNSÖZ - Bu ilmle yeni bir bilinç<br />

yaratmak istedim. Genç Türklerin özgüvenlerini<br />

yükseltecek ilmler lazım. Ben de<br />

burada okula gittim. Hep olumsuz taralar<br />

anlatılıyor. Hep savunmak zorunda<br />

kaldım. Benim öğrencilik yıllarımda böyle<br />

bir ilm gösterilseydi çok gurur duyardım.<br />

Nazi dönemiyle ilgili sayısız konu<br />

ilendi. Schindlerin Listesi yapıldı.<br />

Schindler Yahudi içileri alıp fabrikasında<br />

çalıtırmı. Bu ilm bütün dünyada büyük<br />

ses getirdi. Ya Atatürk? Sayısız Yahudi<br />

bilimadamına ülkenin kapılarını hiç korkmadan<br />

açtı ve onlara yüce görevler verdi.<br />

Türk bile kendi tarihini tanımıyor.<br />

O tarih, kitaplardan silinecek gibi.<br />

Türkiyede bir Türk rejisör neden ilginç<br />

bulmadı bu konuyu bilemiyorum. Sadece<br />

kötü ııkta gösterilmekten bıktık, usandık.<br />

Bugün her gün sayısız mülteci ölüyor,<br />

gemiler batıyor, Batı üstüne alınmıyor<br />

bile. Kimse suçu üstlenmiyor. Milyonlarca<br />

insan bugün vatanından kovuluyor,<br />

vatansız kalıyor, Haymatloz yani. Çok<br />

aktüel bir terim oldu, ne yazık ki.<br />

BREZİLYA’DA BİLE VARIZ, AMA...<br />

- Haymatloz gösterildiğinden bu yana nasıl<br />

tepkiler alıyorsunuz<br />

EREN ÖNSÖZ - u ana kader çeitli festivaller<br />

de içinde olmak üzere değiik<br />

ehirler gezdim. Nürnberg, Schwerin,<br />

Köln, Hamburg, Berlin, Frankfurt, Stuttgart,<br />

Düsseldorf, Bonn, Darmstadt...<br />

Çok çok güzel reaksiyonlar alıyorum.<br />

Almanlar büyük ilgi gösteriyorlar ve ne<br />

yazık ki Türk seyircinin sayısı buna göre<br />

az. Alman seyirci her gittiğim yerde Bu<br />

kadar önemli bir konuyu ne okullarda<br />

gördük ne gazetelerde okuduk, ne öğretildi.<br />

Bilmiyorduk. Bize tarihimizin bu<br />

noktasını anlattığınız için teekkür ediyoruz.<br />

Türk-Alman ortak tarihi için çok<br />

önemli diyorlar.<br />

Berlinde bir beyefendi ayağa kalktı ve<br />

ağlamaya baladı. Gurbetten Türkiyenin<br />

bugünkü durumunu izlemek son derece<br />

acı verici. Bazı Türk ilm festivallerinden<br />

✤<br />

BENIM<br />

ÖĞRENCILIK<br />

YILLARIMDA BÖYLE<br />

BIR FILM<br />

GÖSTERILSEYDI<br />

ÇOK GURUR<br />

DUYARDIM.<br />

✤<br />

15


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

DEMOKRAT, LAIK,<br />

AYDIN VE<br />

HÜMANIST DURUŞ<br />

NE YAZIK KI<br />

YENI NESILLERE<br />

AKTARILAMAYACAK<br />

BU GIDIŞLE<br />

✤<br />

Haymatloza ret geldi. Mutlaka Türkiyede<br />

de gösterilecek. Örneğin Türk-Alman<br />

Üniversitesinden istek geldi. Ancak sinemalara<br />

girmesini isterdim. Festivallere<br />

girmesini isterdim. Son dönemde festivaller<br />

iptal oluyor, Türkiyedeki karııklıktan<br />

muhakkak. Ancak ben bu ilmde<br />

Türkiyenin tarihini anlatıyorum. Filmim<br />

Brezilyada gösterildi ama hâlâ İstanbulda<br />

gösterilmedi. Tepkiler böyle ite.<br />

- Haymatloz Alman medyasında, sadece<br />

nazi döneminde Türkiye’ye göçeden Musevi<br />

Alman bilimadamlarının hikayesi ile değil,<br />

Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan kara<br />

tabloyla da çok sık yer alıyor. Konu gerçekte<br />

Atatürk Türkiyesinin Hitler faizminden<br />

kaçan Yahudi bilimadamlarına<br />

kucak acisi, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

inasında elele vermeleri. Filminizin<br />

Türkiye’nin son durumu ile ilgili medyada<br />

yansımalarını takip etmek sizi rahatsız<br />

ediyor mu?<br />

EREN ÖNSÖZ - Elbette, Atatürk zamanıyla<br />

bugünü kıyasladığımızda, kontrast<br />

çok büyük. Edzard Reuterin dediği gibi,<br />

tam da imdi bunları anlatma zamanı.<br />

İnsanlar, Alman olsun, Türk olsun, bunu<br />

hissediyor.<br />

Tarihi bir konuyu bugünle bağlantılı<br />

anlatmak hedeimdi zaten. Hepimiz<br />

Türkiyedeki son dönemdeki gelimelerden<br />

dolayı çok üzgünüz Türkiyede olup bitenleri<br />

kaygıyla izliyoruz. İte bu hatıralar<br />

tam da bu noktada, imdi daha da önemli<br />

oluyor. Demokrat, laik, aydın ve hümanist<br />

duru ne yazık ki yeni nesillere aktarılamayacak<br />

bu gidile. Bir mucize beklememiz<br />

nailik...<br />

- Haymatloz, bir bölümü Avrupa’da diğer<br />

bölümü de Türkiye’de çekimleri yapılan,<br />

tarihi aratırmaları içeren kapsamlı ve<br />

detaylı bir belgesel. Filmin maliyeti, kazancı<br />

ya da zararından da söz etsek? Ne de olsa<br />

son günlerin en çok konuulan ilmleri arasında<br />

yer alıyor…<br />

EREN ÖNSÖZ - Açıkça söyleyebilirim ki,<br />

hiçbir kazancım yok. Ben iimi hobi gibi<br />

yapıyorum. Zorluklarla bu ilmi yaptık.<br />

Masralar ancak çıkıyor. Ancak bizim için<br />

en büyük kazanç, en büyük hediye seyircilerin<br />

gözündeki ııltı. Tam be yıl bu<br />

ilm üzerinde gece gündüz tek baıma<br />

uğratım. Türk-Alman ortak tarihinin<br />

kayıp bir kesitini gün ıığına çıkarıp,<br />

sunma görevini yerine getirebildiğim için<br />

ise gönlüm rahat.<br />

CEPLE FİLM ÇEKİP, YOUTUBE’A<br />

KOYMAK İSTEMİYORUZ<br />

- Almanya'da belgesel ilmcilik ne durumda?<br />

EREN ÖNSÖZ - Ben yıllardan beri du<br />

dalda uğratığım için diyebilirim ki, çok<br />

zor bir durumda. Kazancımız sıfır. Bu<br />

kadar önemli, güzel konuları ileyen,<br />

gelecek nesiller için koruyan insanlara<br />

daha fazla destek gerek. Ama etrafımda<br />

unu görüyorum ki, serbest sanat gittikçe<br />

daha da tehlike altında. Biz cep telefonumuzla<br />

ilm çekip, Youtubea koymak istemiyoruz.<br />

Elbette bu fırsat var, herkese açık. Biz<br />

sistemin en iyi kanallarını kullanıp insanlara<br />

kaliteli prodüksiyonlarla ulamak istiyoruz.<br />

Sinemadan, televizyondan... Ve bu,<br />

ite çok zor.<br />

- Avrupa'da belgesel ilmciliğe Türk<br />

rejisörler de ilgi duymaya baladı. Sayıları<br />

u anda düük ancak bu ilgiyi neye<br />

bağlıyorsunuz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Bilmiyorum. Benim için<br />

belgesel yaratmak doğal bir ey gibi. Hep<br />

fotoğraf çektim, ilm çektim, ses kayıtları<br />

yaptım, insanları seviyorum, hikâyelerini<br />

duymak istiyorum.<br />

Senaryo yazıp yola çıkarsınız, ama bir<br />

belgeselin en güzel, en gerçek anları, tam<br />

gözünüzün önünde, planlamadan oluur.<br />

16


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Bunu kapsayabilmek en güzel sanat.<br />

- Önce Import-”xport 10 yıl sonra Haymatloz...<br />

Bir üçlemeye doğru mu gidiyorsunuz?<br />

EREN ÖNSÖZ - İnanın bu soru Haymatloz<br />

seyirci ile bulutuktan sonra o kadar sık<br />

soruldu ki. Türk-Alman ortak tarihinin bu<br />

kesiti uzun yıllar karanlıkta kalınca özellikle<br />

Alman seyirci daha fazlasını görmek<br />

istiyor, daha fazlasını merak ediyor.<br />

Aslında ben de üçüncüsü ile kafamda<br />

oynuyorum. Ancak çok meakkatli ve hiç<br />

destek göremeyince cesaretim kırılıyor<br />

açıkçası. u anda bilemiyorum.<br />

- Film dünyası sürekli üretken olmayı<br />

gerektiriyor. Yani biraz nankör bir i.<br />

Siz imdi yıllarca üzerinde emek verdiğiniz<br />

bir ii tüm zorluklara rağmen nihayet<br />

tamamlayıp sergilemisiniz, tam rahat<br />

nefes alacakken böyle de bir soru geliyor:<br />

Bundan sonra neyin belgeselini çekmek<br />

istiyorsunuz?<br />

EREN ÖNSÖZ - Kafamda onlarca ikir<br />

var. Yeni projemde yine eğitim konusuna<br />

yöneliyorum. Ama baka, global<br />

bir açıdan: Eğitim, Batı dünyasında hâlâ<br />

bağımsız mı? Bilimadamları nasıl çalııyorlar?<br />

Ekonomi eğitime ne kadar karı-<br />

ıyor? Türkiyede tarihi yeniden yazmaya<br />

kalkarlarsa, geçmii yalanlayarak bambaka<br />

bir tarihi dayatmaya kalkarlarsa,<br />

bunların karısında durabilecek, Hayır, o<br />

öyle değildi diyebilecek eğitimli insanlarımız<br />

yeterince var mı?<br />

Eğer eğitimsizseniz medyadaki yalanlara<br />

inanırsınız. Üzerinizde algı operasyonları<br />

yaparlar. Değiik bir toplum<br />

yaratmak üzereler: Sorgulamayan toplum!<br />

Hal böyle olunca, bize konu çok... z<br />

***<br />

Haymatloz 27 Ekim’den itibaren<br />

gösterime girdi. Seçilmiş Alman<br />

sinemalarında gösteriliyor.<br />

Gösteri tarihleri için internetteki<br />

“www.mindjazz-pictures.de/kinotermine”<br />

veya<br />

“www.facebook.com/HaymatlozFilm/”<br />

adreslerine bakılabilir.<br />

17


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

18


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

19


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Ahmet Arpad, Ernst Reuter ve Türkiye’sini anlattı<br />

Sadece<br />

Ernst Reuter’in<br />

degil ˜ genç<br />

bir cumhuriyetin de<br />

öyküsü<br />

FRANKFURT<br />

Modern zamanların en ilginç siyasal<br />

kiiliklerinden Ernst Reuterin<br />

Kemalist Türkiye yılları yeni aratırmalara<br />

konu oluyor. Bunlardan biri de<br />

Reiner Möckelmannın kaleminden kitaplatırıldı<br />

ve aradan çok geçmeden İkinci<br />

Vatan Türkiye balığıyla Türkçeye çevrildi.<br />

Yazar ve çevirmen Ahmet Arpad, ki<br />

babası yazar ve çevirmen Burhan Arpad<br />

Ernst Reuteri bizzat tanımı, hatta gazetesi<br />

Vatan için 1953te bir söylei de yap-<br />

20


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Ticaret Ateeliği yapmı, 2003-2006 yıllarında<br />

da İstanbul Bakonsolosu görevine<br />

getirilmi. Möckelmann bu kitabı<br />

hazırlarken gerek Büyükelçiliğin, gerekse<br />

Almanya Dıilerinin arivlerinden yararlanmı,<br />

bata Edzard Reuter olmak<br />

Türkiye sığınanların çocuklarıyla da<br />

görümü. Bu nedenle İkinci Vatan Türkiye<br />

sağlam kaynaklara dayanan bir<br />

yapıt. Türkiyeyi yakından tanıyan yazar<br />

konuya oldukça tarafsız bakıyor, yaananları<br />

anlatırken gerçekçi kalıyor.<br />

mıtı, Möckelmannın bu ilginç sosyal<br />

demokratı konu alan kitabıyla ilgili izlenimlerini<br />

aktardı. Çocukluk ve ilkgençliği<br />

Türkiyede geçen oğul Edzard Reuteri de<br />

yakından tanıyan Ahmet Arpad, sorularımızı<br />

yanıtladı.<br />

- İkinci Vatan Türkiyenin yazarı Reiner<br />

Möckelmann, ”rnst Reuter’e ve dolayısıyla<br />

modern Türkiye’deki aydınlanmacı<br />

bir rejimin yerleme yıllarına nasıl bakıyor<br />

ve sizce bu bakı doğru mu? İzlenimlerinizi<br />

bizimle paylaır mısınız?<br />

AHMET ARPAD - Kitabın yazarı Reiner<br />

Möckelmann, yaamının yedi yılını üst<br />

düzey bir diplomat olarak Ankara ve<br />

İstanbulda geçirmi. 1992-1996 arası<br />

Almanyanın Ankara Büyükelçiliğinde<br />

- Çeviri boyunca dikkatinizi çeken bir<br />

karıtlık oldu mu? unu söylemek istiyoruz:<br />

”rnst Reuter ile 30’lar ve 40’ların Türkiye’si<br />

arasında nasıl bir uyum sağlanmıtı?<br />

Malum, Reuter, Atatürk’ün gerçekten laik<br />

ve bilime, sanata, kadına özgürlük tanıyan<br />

aydınlanmacı cumhuriyetçiliğine, böyle<br />

bir Türkiye’ye davet edilmiti... Siz kitap<br />

boyunca burada, bu iki siyaset ve devlet<br />

adamı arasında (Atatürk ile Reuter), nasıl<br />

bir uyum saptadınız?<br />

AHMET ARPAD - Çeviriyi ilgiyle ve<br />

severek yaptım. Ne de olsa biraz da benim<br />

çocukluk dönemimi içeren bir konu.<br />

Kitapta adı geçenlerin çoğunu anımsıyorum.<br />

Babam Burhan Arpad da Ernst<br />

Reuteri 1940lı yıllarda tanımı, bir rastlantı<br />

sonucu da 17 Haziran 1953 akamüstü<br />

uçağıyla onunla Münihten Berline<br />

uçmu. Kendisiyle gerek uçakta, gerekse<br />

Berlindeki makamında Vatan gazetesi<br />

için o günkü Doğu Berlin içi ayaklanması<br />

üzerine tam sayfa röportaj yapmı. Ernst<br />

Reuter uzmanı olduğu iskan ve ehircilik<br />

konularında dersleriyle ülkemiz için çok<br />

yararlı olduğu gibi, Siyasal Bilgiler Fakültesi<br />

İskan ve ehircilik Enstitüsünün<br />

kurulmasında da büyük çabalar göstermi<br />

bir uzman kiidir. Gerek baba Reuter,<br />

21


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

DÖNEMIN<br />

ANKARA HÜKÜMETI,<br />

ISTEYENLERI,<br />

KOLAYCA TÜRK<br />

VATANDAŞLIĞINA<br />

ALMIŞTI.<br />

✤<br />

gerekse yaklaık 20 yıldır tanıdığım oğlu<br />

Edzard Reuter Türkiye için ikinci vatanımız<br />

diyor.<br />

- ”rnst Reuter bugünkü Türkiye’ye gelir ve<br />

o sorumlulukları üstlenir miydi sizce?<br />

“aha doğrusu Reuter bugünkü Türkiye’ye<br />

hiç gelir miydi? Biz, buradan onu modernizmin<br />

Türkiye’deki kurulu yıllarını tüm<br />

sancılarıyla olumladığı sonucunu<br />

çıkaramaz mıyız?<br />

AHMET ARPAD - Ernst Reuterin<br />

bugünkü Türkiyeye gelmesi için<br />

Almanyada çok sorunlu bir yaamı olması<br />

gerekirdi! Reuter ailesinin Türkiyeyle<br />

olan ilikileri devam ediyor. Oğlu<br />

Edzard Reuter sık sık ülkemize geliyor,<br />

tatil geçiriyor, değiik kurulular tarafından<br />

da davet ediliyor. Almanya Cumhurbakanı<br />

Joachim Gauckun Nisan<br />

2014de İstanbulda açılan Türk – Alman<br />

Üniversitesindeki törende yaptığı konumada<br />

u söyledikleri bence önemlidir:<br />

Ernst Reuter Giriiminin bu Türk-Alman<br />

Üniversitesinin kurulmasına yönelik ana<br />

ilham kaynağını vermi olması çok isabetli<br />

olmutur. 2010 yılında yaama geçirilen<br />

Tarabya Çeviri Ödülü de, Alman-Türk<br />

Kültürel Ortaklık Projesi ve Kültürlerarası<br />

Diyalog ve Anlayı için Ernst-Reuter-<br />

Giriimi çerçevesinde Edzard Reuterin<br />

çabalarıyla gerçeklemitir. 1999 yılında<br />

Stuttgartta kurulan ve o günden günümüze<br />

Alman ve Türk toplumları arasında<br />

kurduğu kültür köprüsü aracılığı<br />

ile önemli bir ilevi yerine getiren<br />

Türk-Alman Forumunu (DTF) bundan 17<br />

yıl önce yaama geçiren en önemli kii<br />

Edzard Reuter olmutu. Bu örnekler de<br />

gösteriyor ki Reuter ailesinin Türkiye<br />

ilgisi 1946da vatanlarına dönmelerine<br />

karın 70 yıldır aralıksız sürüyor.<br />

- Reiner Möckelmann, kitabında hangi<br />

ilginç noktalara dikkat çekiyor?<br />

AHMET ARPAD - Reiner Möckelmannın<br />

yapıtında bence birkaç ağırlık noktası var.<br />

Bunlardan biri Türkiyeye yerleen bilim<br />

adamlarından çoğunun Nazilere karı<br />

mücadelerini Türkiyeden de sürdürmeleri.<br />

Türkiyede çalıan iadamları ve bilimadamları<br />

arasında, 1930lu yıllarının<br />

baında ülkemize yerlemi Nazi hayranlarının<br />

da olduğu... Türkiyenin 1933den<br />

sonra gelenlere çok kolaylık göstermesi...<br />

Dönemin Ankara hükümeti, isteyenleri,<br />

ülkemizde savatan sonra da kalmayı<br />

düünenleri kolayca Türk vatandalığına<br />

almıtı.<br />

- İkinci Vatan Türkiye adıyla Türkçeletirdiğiniz<br />

kitaba bir giri yazan ”rnst<br />

Reuter’in oğlu ”dzard Reuter, modern<br />

Türkiye’nin kurulu yılarından bugüne bir<br />

çizgi çekiyor aslında: Özgürlüğün,<br />

demokrasinin ve hogörünün insancıl bir<br />

toplum için ilk ve kaçınılmaz bir koul<br />

olduğunu, her zaman için böyle kalacağı<br />

gerçeğini de ödün vermeden kabullenmeliyiz.<br />

”rnst Reuter bunun bilincindeydi ve<br />

22


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

EDZARD REUTER’İN, BABASI ERNST REUTER VE<br />

TÜRKİYE ÜZERİNE SAPTAMALARI<br />

Gerileyen aydınlanmaya dışarıdan bakış<br />

Çocukluğu ve ilkgençliği, Nazi Almanyası’ndan kaçan babası Ernst Reuter ile birlikte geldiği Türkiye’de geçen dünyaca<br />

ünlü menajer Edzard Reuter, aydınlanmacı genç cumhuriyetin Nazi baskılarına direnişini, diktatörlük suçlamalarının<br />

temelsizliğini ve aydınlanmanın bugünkü anlamını dergimize anlattı.<br />

- Batı’da uzun zamandır bir moda var: Atatürk Türkiyesi, özellikle de 30’lu yıllar, karanlık bir diktatörlük olarak<br />

sunuluyor. Ancak sizin babanız, görünen o ki, aydınlanmacı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını büyük bir anlayıla<br />

karıladı. Babanızla, hiç ailesiyle yaadığı o Türkiye üzerine konutunuz mu? Bir baka deyile, babanızın<br />

Türkiye ve Atatürk’ün siyaseti ya da çabalarına yönelik değerlendirmelerini hatırlıyor musunuz?<br />

EDZARD REUTER – Annemin ve babamın yazgısı doğrudan genel siyasi gelişmelere bağlıydı. Buna, elbette bize Nazi<br />

tiranlığından koruma sağlamış ülkenin değerlendirmesi de dahildi. Babamın, Atatürk ve ondan sonra göreve gelenlerin,<br />

Türkiye’yi, devletleri özgürlükçü demokrasinin temellerine dayanan uluslar topluluğu yoluna sokmak için gösterdiği<br />

şaşmaz kararlılıktan etkilendiğini çok iyi hatırlıyorum. Bunun, Türkiye’nin geride bıraktığı ve bazı geriye yönelmiş<br />

dirençler karşısında zor bir yol olduğunu herkes biliyor. Mamaih Kemalist ilkelerin geniş bir çoğunluk tarafından taşınması<br />

ve desteklenmesinden sonra, Ernst Reuter bu yolun kararlılıkla ilerletilebileceğinden ve pek uzak olmayan bir<br />

gelecekte de tamamlanacağından emindi.<br />

- Babanızın görüüne göre, Türkiye Cumhuriyet 30’lar ve 40’ların Avrupa’sı için nasıl bir anstı? Belki babanızla<br />

bu konuyu bu açıklıkla hiç konumadınız. O zaman siz kendi kiisel görüünüzü aktarabilirsiniz. ”rnest Reuter<br />

gibi o dönemin Avrupa politikasında ağırlıklı bir kiiliğin bu Türkiye’yi yine o dönemin ilerici bir ansı olarak<br />

nasıl gördüğünü söyleyebilir misiniz?<br />

EDZARD REUTER – Babam, Türkiye’nin dünya savaşından sonra özgürlükçü ülkeler kümesine dahil olacağından<br />

emindi. Bu anlamda, Atatürk’ün halei olarak İsmet İnönünü’nün de iyi anladığı bu cesaret ve kararlılıkla, Türkiye’yi<br />

kendi safında savaşa bulaştırmak isteyen Nazi baskısına direnmesinden özellikle etkilenmiştik. Ernst Reuter, bunun da<br />

ötesinde, şundan hareket ediyordu: Anadolu’nun yüzyıllara dayalı gelenekleri, deneyimleri ve kültürleri, savaşın bitmesinden<br />

sonra gerek siyasal gerekse genel toplumsal açıdan önemli oranda barış içinde birlikte yaşayan bir halklar topluluğunun<br />

gelişmesine katkıda bulunabilirdi.<br />

- Siegfried Heimann’ın da dikkat çektiği gibi, Lenin bile babanız hakkında, onun parlak ve açık kafalı, ancak<br />

fazla bağımsız biri olduğunu kaydetmiti. Bir baka yazar Heinz Reif, Kemalist Türkiye tarihi için Reuter’in<br />

bir tür kilit igür değil, aynı zamanda bir kilit kavram olduğu görüünde. Reuter’in tutumu dünkü ve bugünkü<br />

Türkiye’yi anlamak için bir kilit kavram mı gerçekten?<br />

EDZARD REUTER – Güncel gelişmelerin arka planında, babamın Türkiye’nin siyasal geleceği üzerine yaptığı değerlendirmeleri<br />

hatırlamanın yanlış olamayacağını düşünüyorum. Bu, öncelikle Türkiye’de bugün sorumluluk taşıyanlara tavsiye<br />

edilebilir.<br />

- Babanız AB“’ye değil Türkiye’ye göç etmeyi tercih etmiti. Bunu siz nasıl görüyorsunuz yıllar sonra baktığınızda?<br />

Kemalist Türkiye’nin olumlanması olarak yorumlanamaz mı?<br />

EDZARD REUTER – Nazi diktatörlüğünün zorlamasıyla yurdundan kaçışı ertesinde babam, kendisinin ve ailesinin<br />

nerede bir sığınak bulabileceği konusunda serbest bir seçimle karşı karşıya kalmadı. Türkiye’de, kendisini tatmin eden<br />

iş bulabilmesi ve genç insanların eğitimine katkı sağlaması, bizim için daha çok yazgımızın güzel bir tesadüfüydü.<br />

İnsan hakları, demokrasi, yargının bağımsızlığı, özgür basın: Türkiye’deki çabasına da temel aldığı bu değerler için<br />

yaşadı Ernst Reuter, işte o dönem gençlerinin torunlarının kuşağında bile hâlâ bu temel ilkeleri hatırlayanların bulunması,<br />

bana hep çok derin biçimde dokunuyor.<br />

- Türk gazeteci Can “ündar’a bugünkü Türkiye’nin veya ”rdoğan Türkiyesi’nin Nazi döneminin balangıçlarını<br />

hatırlattığını söylediniz. Çocukluğunuzun ve ilkgençliğinizin Türkiye’si ile bugünkü Türkiye’yi karılatırabilir<br />

misiniz?<br />

EDZARD REUTER –– Genelgeçer ifadeler kullanmak bana uymaz. Can Dündar’ın da çok doğru bir biçimde aktardığı<br />

kişisel izlenimlerime ekleyebileceğim ve eklemek istediğim bir şey yok. (FHF)<br />

23


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

yaamını bu ilkeye inanarak sürdürdü.<br />

Böyle bakınca, ”rnst Reuter’in<br />

Atatürk Türkiyesi’ni bir sürgün yeri olarak<br />

seçmesinin tesadüf olduğunu söyleyemeyiz.<br />

Bir kavgayı sürdürmek ve hemen dönmek<br />

üzere böyle bir seçim yaptığı, aydınlanmacı<br />

✤<br />

ERNST REUTER‘IN<br />

“İKİNCİ VATAN”<br />

DEDIĞI ATATÜRK<br />

TÜRKİYESİ ONA VE<br />

DOSTLARINA<br />

ÇOK OLANAK<br />

TANIMIŞTI<br />

✤<br />

Türkiye yıllarını kendisi için çok verimli<br />

bir alan saydığı ileri sürülebilir mi?<br />

AHMET ARPAD - Kanımca Hitler<br />

Almanyasından kaçarak modern çağın<br />

ilk beyin göçünü yaratan ve Atatürkün<br />

davetiyle gelen bilim adamlarından biri<br />

olan Ernst Reuterin İkinci Vatan olarak<br />

adlandırdığı Atatürk Türkiyesi ona ve<br />

dostlarına çok olanak tanımıtı. Değerli<br />

bilim adamı ve politikacı Reuter ülkemizden<br />

ayrıldıktan sonra da kitap ve<br />

yazılarında Türkiyeden hep memleketim,<br />

memleketimiz diye söz etmitir.<br />

Ernst Reuterin o günlerde birçok Alman<br />

bilim adamı gibi Amerika Birleik Devletleri<br />

yerine Türkiyeyi yeğlemi olmasının<br />

önemli nedenlerinden biri, o insanların<br />

Atatürk Türkiyesini iyi bir geleceğin beklemi<br />

olacağına inanmaları ve ülkemizde<br />

daha özgür çalıarak kendilerini daha iyi<br />

kanıtlayabilecekleri inancıdır.<br />

- İkinci Vatan Türkiye, bir dönem monograisi<br />

aslında gerçekten de. Bu kitapta<br />

siz Reuter’in Türkiye izlenimlerini nasıl<br />

buldunuz? Yani, batan itibaren gerici ve<br />

karanlık diktatörlük mü yoksa aydınlanmacı,<br />

ortaçağ kalıntılarına karı gerektiğinde<br />

iddet de kullanılan bir özgürleme<br />

ortamı mı görüyordu Türkiye’de Reuter?<br />

İzlenimleriniz.<br />

AHMET ARPAD - Ernst Reuterin<br />

İkinci Vatan dediği Atatürk Türkiyesi<br />

ona ve dostlarına çok olanak tanımıtı.<br />

Atatürkün modern bir Türkiye<br />

yaratma düünün gerçeklemesinde, Nazi<br />

Almanyasından kaçıp Türkiyeye gelen<br />

her bilim adam gibi Reuterin de çok<br />

büyük katkısı olmutur. O ve dostları sayesinde<br />

yeni Türkiyenin öğretim programları<br />

çağa uygun bir hale getirilmi, sayısız<br />

bilim adamımız yetimitir. Kitapta adları<br />

geçen Alman bilim adamları, Osmanlının<br />

çöküünden sonra Atatürkün yepyeni<br />

aydın bir toplumun yaratmak istediğini<br />

anlamıtı. Eksiksiz hepsi bu yolda çaba<br />

göstermi, emekleri Atatürk Türkiyesinde<br />

bilimsel anlayı ve aratırmalara büyük<br />

bir canlılık getirmitir. Onların ve geride<br />

bıraktıkları öğrencilerinin katkısı olmasaydı<br />

yeni Türkiye Cumhuriyetinin<br />

Atatürkün ölümünden hemen sonra büyük<br />

sıkıntılar yaayacağına inanıyorum.<br />

24


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

- ”ğer Reuter, Türkiye’ye bir bekleme<br />

salonu (Wartesaal) gözüyle baktıysa, bu<br />

bakıın Kemalist Ankara tarafından paylaılmaması<br />

düünülemez. Acaba Atatürk<br />

Ankarası, Nazi Almanyası’na geçici bir<br />

delilik olarak mı bakıyordu? Ankara’nın,<br />

Türkiye’de de siyasal çalımalar yaptığı,<br />

hatta Washington ile ilk ilikileri burada<br />

kurduğu bilinen Reuter üzerinden, dünyadaki<br />

yükselen güç AB“ ile bağlantıları sağlama<br />

aldığı da söylenebilir mi? Siz, böyle<br />

önemli bir kitabın çevirmeni olarak, ”rnst<br />

Reuter’in Ankara’dan nasıl bir kabul gördüğü<br />

düüncesindesiniz?<br />

AHMET ARPAD - Atatürkün daha 1930lu<br />

yılların baında Hitlerin Avrupada bir<br />

sava balatacağını söylemi olduğu<br />

bilinir. Ülkemize sığınan aydınlar açık<br />

açık söylemeseler de akılları hep ülkelerindeydi.<br />

Nazi yönetiminin elinden kurtulduklarına<br />

sevinirken günün birinde yine<br />

vatanlarına dönebilecekleri düüyle de<br />

yaıyorlardı. Çoğu Almanyayla bağlantılarını<br />

hiç koparmıyordu. Ancak sava bittiğinde,<br />

1 Ağustos 1933de İstanbul Üniversitesi<br />

açılırken kadroda yeralan 38<br />

yabancı ordinaryüs profesör ve 85 akademik<br />

personelin çoğu baka ülkelere<br />

gitmiti. İçlerinde Almanyaya dönenler<br />

azınlıktaydı. Bunlardan biri de idealist<br />

Ernst Reuterdi. Ancak kitapta da anlatıldığı<br />

gibi dönü için zor bir savaım<br />

vermiti. Yeni Almanyaya dönmesine<br />

engel çıkaranlar bata Amerika Birleik<br />

Devletleriyle İngiltere olmutu. Ernst<br />

Reuterin savaın son yıllarında ABD ile<br />

kısa süre olan bağlantıları dönme çabasında<br />

bir ie yaramamıtı. İki yıla yakın<br />

bir sava vermi ve sonunda dönmesine<br />

onay çıkmıtı. Benim anladığım kadarıyla<br />

ilerki yıllarda yeni Almanyanın kuruluunda<br />

sözleri geçecek olan Dörtler<br />

eski sosyalistleri istememiti. Kitaptaki<br />

izlenimlerime göre hem Atatürk, hem<br />

de İnönü hükümetleri Nazilerden kaçan<br />

Alman bilim adamlarına hep yakın davranmıtı!<br />

Kemalist Türkiyenin kucak<br />

açmı olduğu gerek Yahudi asıllı, gerekse<br />

Alman asıllı bütün bilim adamlarıyla aileleri<br />

Türkiyeden ayrılmalarından onlarca<br />

yıl sonra da geride bıraktıkları öğrencileri<br />

tarafından derin saygıyla anılmıtır.<br />

Bugün sadece İstanbulda bir Türk-Alman<br />

Üniversitesi yok, Ankarada da Almanya<br />

Büyükelçiliğinin Ernst Reuter Schule<br />

adı altında bir özel okulu var. (FHF)<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

25


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

ücretSİZ<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

26


27<br />

Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

ALİ ZÜLFİKAR’IN KURŞUNKALEMLE TUVALE DÖKTÜĞÜ<br />

DEV PORTRELERDE TARİH VE COĞRAFYA VAR<br />

FRANKFURT<br />

28


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Siyahla<br />

beyazın<br />

yarattıgı<br />

rengârenk<br />

bir<br />

senfoni<br />

Kökleri Türkiyede bulunan yeni<br />

Avrupalı sanatçıların etkinlikleri<br />

ve ürünleri geni ilgi topluyor.<br />

Bu kuağın önemli sanat insanlarından<br />

biri de, resimde geleneği reddetmeyen,<br />

ancak yeni formatlar peinde özgün bir<br />

dil gelitirmekte ısrarlı olduğunu gizlemeyen<br />

Ali Zülikar.<br />

Çalımalarını Köln merkezli olarak sürdüren<br />

ve 170in üzerinde uluslararası sergiye<br />

katılan sanatçı, Avrupa bakentlerinde<br />

de galerilerin yakın takibe aldığı<br />

isimler arasında. Ali Zülikar, uzun bir<br />

süredir gelitirdiği hiper gerçek anlatım<br />

tarzını doğuran koulları, sanata ve dı<br />

gerçekliğimizdeki sürece müdahale bilincini<br />

Avrupa Kültüre anlattı.<br />

29


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

- Nasıl bir ortamda yetitiniz? öyle<br />

soralım: Sizin de bir ürünü, bir parçası<br />

olduğunuz Türkiye’deki resim geleneğini,<br />

Almanya ve Avrupa’daki resim hareketleriyle,<br />

özellikle bugün, karılatırdığınızda<br />

neler görüyorsunuz? Genel bir değerlendirme<br />

yapabilir misiniz?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Benim büyüdüğüm<br />

ortamlar, tarihi mağara resimleriyle,<br />

mezar talarındaki tabletlerle bezeli<br />

ginlikleriyle doğrudan bağlantılıdır. Birbirini<br />

tamamlayan bir orantı vardır.<br />

Avrupada ya sanatçısınız ya da değilsiniz.<br />

Bunun ortası olmaz. Bu iten yaamını<br />

idame ettirenler, sanatı geceli gündüzlü<br />

yaayanlardır. Ve bu tarz sanatçıların<br />

birlikte çalıtığı sanat galerileri vardır.<br />

Sanatçı ile galerist birbirini tamamlar.<br />

Sanatçı, eserlerini üretir, galerist ise onun<br />

bütün organize ilerine bakar.<br />

✤<br />

ÜLKEMIZ<br />

SANAT<br />

AKADEMILERI,<br />

SANAT EĞITIMI<br />

OLARAK BATI<br />

SANATINI BIRE<br />

BIR TAKLIT<br />

EDIYORLAR<br />

✤<br />

zengin bir kültür mirasıydı. Ama çelikçomak<br />

oynayarak yetitiğim bu ortamların<br />

sanatsal değerlerini anlayan ne bir<br />

sanat öğretmenimiz ne de bir sanat kurumumuz<br />

mevcuttu.<br />

Bu kadar tarihsel dokuları ve kökleri<br />

zengin bir ülke, maalesef sanat alanında<br />

geriledikçe geriledi. O yüzden geldiğim<br />

ülkeyi görsel sanatlar açısından Avrupa<br />

sanatıyla karılatırmak, bir muhasebe<br />

çıkarmak mümkün değildir. Gerek sanat,<br />

gerek kültür ve gerekse de sanat piyasası<br />

itibariyle bir kıyaslama yapmak doğru<br />

bir değerlendirme olmaz. Çünkü, ülkemiz<br />

sanatçılarını yetitiren sanat akademileri,<br />

sanat eğitimi olarak Batı sanatını bire bir<br />

taklit ediyorlar. Bu açıdan Avrupa, görsel<br />

sanatın dinamosu konumundadir.<br />

Sanat, mental olarak, toplumun yaam<br />

biçimi, estetik değerleri ve kültürel zen-<br />

Avrupadaki sanatın köklü bir tarihsel<br />

tecrübesi, devlet erki olarak güçlü bir<br />

geliim evresi oluuyor. Akıbetinde<br />

sanatın farklı ve üretken boyutu farklı bir<br />

ivme kazanıyor. Benim geliim evrelerim<br />

de bundan nasibini aldı. Önemli sanat<br />

eğitmenleri, Prof. Dr. Hajou Klein, Prof.<br />

Dr. Frank Günther Zehnder, Dr. Winfried<br />

Gellner, Dr. Stefanie Eckhardt, Prof. Dr.<br />

Eberhard Linke gibi nice önemli sanat<br />

eğitmenleriyle birlikte çalıma imkânım<br />

oldu. Onların eletirilerinden sanat adına<br />

kendime çok ey kattım.<br />

30


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

ANDY WARHOL VE BEDRİ BAYKAM<br />

- Siz özgün bir görme biçimine sahipsiniz.<br />

Bu görme biçimini, resimleriniz üzerinden<br />

dıarıdakiler için de görünür kılıyorsunuz.<br />

Sizin bu görme, algılama ve özgün bir ürün<br />

halinde ileme tarzınız, Türkiye’de<br />

ve Avrupa’da nasıl karılandı? Sanatınıza<br />

nasıl yaklatılar? Gözlemlerinizi bizimle<br />

paylaabilir misiniz?<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DAKI<br />

SANATIN KÖKLÜ<br />

BIR TARIHSEL<br />

TECRÜBESI, DEVLET<br />

ERKI OLARAK<br />

GÜÇLÜ BIR<br />

GELIŞIM EVRESI<br />

OLUŞUYOR.<br />

Gelinen aamada günümüz modern<br />

sanatın temelini oluturan küreselleme<br />

projesi sanatçılara, entelektüellemeyle<br />

eanlamlı bir deyim olarak insanlara aktarıldı.<br />

Andy Warhol gibi ressamlar, Amerikan<br />

kültürünün dünyaya sunduğu nesneleri,<br />

topluma mal olmu simgesel insanları,<br />

sabun kutularını, kola kutularını,<br />

sigara paketlerini biraz da alaycı ve ironik<br />

bir biçimde ilemitir. Warhol, toplumun<br />

tabularına saldırdığı gibi idolleriyle de<br />

dalga geçmitir. Bu akımdan etkilenen<br />

Bedri Baykam da, mesela, ülkemizin içindeki<br />

sorunların dıında kalarak toplumun<br />

sembollemi isimlerini resmederek<br />

zaman aırı kompozisyonlar gibi çalımalarla<br />

farklı bir hayal dünyasını bizlere<br />

sunmutu. Baykamın zaman zaman erotizm<br />

olgusunun ön planda yer aldığı çalımalarında<br />

haif yıkıcı provokatif bir yaklaım<br />

tarzını da ilediğine ahit oluyoruz.<br />

Baka örneklerle birlikte, ilginç bir yoldayız<br />

yani...<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Günümüz sanat anlayı-<br />

ını tehdit eden en belirgin sorun, sanatta<br />

orijinallik ilkesinin bir algısal yanılgı<br />

taımasıdır. Özgünlük adına sanatçıların<br />

bir fabrika gibi ürettiğini, atölyelerinde<br />

grup halinde çalıanların bir reklam irketinde<br />

i yetitirir gibi sıradan ve tekdüze<br />

bir süreci yaadığını görüyoruz.<br />

Sanat piyasasına sunulan ürünlerin bir<br />

sanat eseriymi gibi orijinal, kendine<br />

özgü popüler bir yanılgıyla metal bir<br />

sanat evresi oluuyor. Bazen orijinal gibi<br />

gözüken el yapımı iler, bir esermi gibi<br />

estetize ediliyor. Bir çerçeve, bir sanat<br />

eseri gibi piyasaya sunuluyor.<br />

Popüler bir kiiliği olan Jef Koons gibi<br />

sanatçılar, kendilerine sunulan pazarda<br />

seri ürünleri bir fabrika gibi pazarlıyor.<br />

Bu ikrin babası olan Andy Warhol, en<br />

iyi iin para kazanmak olduğunun altını<br />

✤<br />

31


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Resim sanatında kendinizi<br />

ifade ederken, özgün bir kimlik yakalamanız<br />

gerekir. Bu kimlik ekseniyle<br />

bir vizyon oluturmak mümkün olur.<br />

Sanatçının kendi bilgi ve birikim dağarcığıyla<br />

bütünleerek, çalımasının merkezine<br />

kendi farklılığını koyma mücadelesi<br />

balar. Ben, kendi merkezime<br />

insanı koydum. Sanat, sadece kendini<br />

ifade etmek değil, kendine özgü bir duru<br />

oluturmaktır. Yeri geldiğinde, çizgileriçizerek,<br />

atölyesinde bir iadamı gibi hiç<br />

elini sürmeden serigrailer üretiyor ve<br />

onları, milyonlara satıyordu. Böyle bir<br />

pazar ortamına karı, eletirel yaklaımların<br />

yaama ansı, düük yoğunluk patlamaları<br />

gibidir. Ben de böyle bir ortamda<br />

hiçbir devlet kurumundan ve toplumsal<br />

sanat vakılarına sırtımı dayamadan kendi<br />

özgücümü ortaya koydum ve gelinen<br />

aamada bir vizyonum olutu. Avrupa<br />

sanatsal piyasasında, her geçen gün<br />

lerindeki akınlığı gizlemeden sürekli<br />

soruyor. Bunları nasıl yapıyorsunuz, kur-<br />

unkalemden sanat eseri yaratmak nerden<br />

aklınıza geldi? gibi sorularla çok sık kar-<br />

ılaıyorum.<br />

- “oğrudan insanı ve insanın da özellikle<br />

yüzünü resminize temel alıyorsunuz. İin<br />

ilginç yanı, siyah-beyaz bir renk cümbüü<br />

içinde birbirinden çok farklı, ama aynı<br />

mekânı ve onun tarihini paylaan yüzler<br />

büyüyen sanat piyasasında hatırı sayılır<br />

bir trend yakaladığımı düünüyorum.<br />

Eserlerimin çoğu Suriyedeki sava sonrasında<br />

oluan tepkilerin bir sonucudur.<br />

Öyle doğdular. Seçtiğim motiler, özellikle<br />

yalanmı insanlardır. Onların yüzlerindeki<br />

abartılı ifadeleri birbiri ardına<br />

ileyerek galiba sanatseverleri bir zaman<br />

tüneline çekmeyi baardım. Kimisinin<br />

yüzünde korku vardı, kimisindeki acının,<br />

kimisindeki sevincin bir anlık halleriyle<br />

karılatım, onları birbiriyle karılatırdım.<br />

Yani aslında zamanı durdurdum.<br />

Eserlerimden etkilenen sanatseverler yüz-<br />

resmediyorsunuz. Bu nasıl bir ihtiyaç<br />

sizdeki? Nereden doğdu? Siz neden böyle<br />

bir temaya ve biçime kilitlendiniz?<br />

32


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

nizle sert ve eletirel yaklaarak, estetik<br />

ve pazar kaygılarını kırmanız gerekir.<br />

Sanatın asıl ağırlığı, toplumsal ve eletirel<br />

olarak, sanatın ve toplumun kabuğunu<br />

kıran eletirel serilerle ön plana çıkabilmelidir.<br />

Ben ahsen bu yolu seçtim.<br />

TOPLUMUN TÜM DİNAMİKLERİ<br />

Ürettiğim eserlere, kimsenin evine<br />

asmaya cesaret edemeyeceği kadar<br />

çizgilerde yatan duygularını yorumlayabilmeliyim.<br />

Hatta, gözlerinde bir okyanus<br />

gibi derinleen bilgeliği ve kendine olan<br />

güvenini görebilmektir benim için amaç.<br />

Ak düen saçlarını tel tel sayabilecek hissiyatı<br />

verebilmektir.<br />

Her yaın oluan doğal güzelliğini bir<br />

zenginlik olarak algılayabiliriz. Ben, bir<br />

saygınlık abidesini cesurca anlatabilmeliyim.<br />

Onu yapmaya çalııyorum zaten.<br />

Amacım, sanatseverleri yaamı olduğum<br />

kendi toplumsal dönüümlerimizi ileyen<br />

olgunluk-yalılık hali hâkimdir. Çalımalarımda<br />

toplumun bütün dinamiklerini<br />

görürsünüz; güzel kadın motileri olmadığı<br />

gibi, dekorasyon amaçlı da değildirler.<br />

Bu ihtiyacın sebebi, sanatsal bakı açımda<br />

yatar. Yani, benim için sanat, yalı insanların<br />

yüzlerinde gizli olan duygusal kırılmaların<br />

ifade edebilme biçimidir. Onların<br />

yaadıkları tüm zaman evrelerini yaatabilecek<br />

etkili bir gücün peindeyim. Süreç<br />

içinde yaadığı bütün sevinçlerin bıraktığı<br />

renkleri görebilmeli, acılarının yaraladığı<br />

izleri okuyabilmeli, mimiklerini saran<br />

karelerin içine çekerek, kendilerini benim<br />

zaman tünelimde sonsuz bir yolculuğa<br />

sürükleyebilmektir.<br />

Benden önce hiçbir sanatçı arkadaım,<br />

tuval üzerine kurunkalem yöntemiyle<br />

bu boyutlarda ürünler çıkarmamıtı.<br />

Böyle bir tekniği sanatımın merkezine<br />

koyarak baladım. Tuval üzerindeki ana<br />

motif, detaylarda gizlidir. Hiper gerçek<br />

anlatım tarzlarında sanatçılar, fotoğrafların<br />

bile gözden kaçırdığı ayrıntıları ileyerek,<br />

kendi derinliklerini, eklenti doku<br />

farklılıklarını irdeliyorlar, böylece form ve<br />

renk değerlerini öne çıkarıyorlar. Mesela,<br />

33


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

yeni renk değerleri ekliyorlar. Hiper gerçekçi<br />

sanatçılarımızla benim aramdaki<br />

farklılıkların baında ise renk tercihi<br />

geliyor. Bendeki teknik kurunkalem,<br />

renkler ise kurunkalemin tonlarıdır.<br />

Benim çalımalarımdaki derinlik, renk<br />

kullanılmadan sadece kurunkalemin tonlarıyla<br />

yaratılmıtır. Gözbebeklerine yansıyan<br />

ıık, derinlik ve yüzlerindeki yaam<br />

izleri, doku farklılığı, kurun kalemin tonları<br />

ve derinliğiyle oluturulmutur.<br />

karınıza gerçek sanat eserleri çıkar ve<br />

sizi diğer sanatçı arkadalarınızdan farklılatırır.<br />

- Resim tarihine baktığınızda kimlerin size<br />

ustalık ettiğini görüyorsunuz? Yani hangi<br />

üsluplar üzerinizde etkili oldu? Özel bir<br />

yakınlık duyduğunuz ressamlar var mıydı<br />

ve var mı? Varsa, neden onların sizin üzerinizde<br />

ve resminizde özel bir ağırlığı<br />

olduğunu düünüyorsunuz?<br />

Kurunkalem tekniğinin en önemli özelliği<br />

hatayı yüzünüze vurmasıdır. Yani,<br />

silgi kullandığınızca karınıza bir resim<br />

çalıması çıkar. Silgi kullanmadan, hiçbir<br />

hatalı çizgi olumadığında ise karınıza<br />

bir sanat eseri çıkar. Diğer önemli bir<br />

nokta da yaratmı olduğunuz eserin yıllarca<br />

korunması gerekmektedir. Bunların<br />

hepsi bir bütün olarak parmaklarınızın<br />

anatomik ustalığını ve bilgi birikiminizi<br />

yeteneğinizle birletirmenizi gerektiriyor.<br />

Bu birleim, karınıza bir vizyon olarak<br />

dikilir. Bunları bir araya getirdiğinizde<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Benim sanatsal hiçbir<br />

bilgim olmadığı zamanlarda yaptığım<br />

resimler, sürreal (gerçek dıı) resimlerdi.<br />

Sonraları Salvador Dalinin bu alandaki<br />

en derinlikli sanatçı olduğunu öğrendim.<br />

Zamanla onun yapıtlarını izleyerek, resimlerimi<br />

gelitirdim. Ancak sanatı öğrenme<br />

aamalarımın en belirgin hocası Rembrandt<br />

ve eserleriydi. Sanat eğitimleri<br />

dönemimde ıık-gölge ve derinlik gibi<br />

sanatın en temel prensiplerini onun eserlerini<br />

inceleyerek öğrendim.<br />

34


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

NÂZIM VE PICASSO<br />

Kurunkalem tekniğimi gelitirmem<br />

için, Cemal Arslan ve Memduh Kuzay<br />

hocalarım devamlı heykeller üzerinden<br />

çalımamı, mümkünse heykel müzelerini<br />

ziyaret etmemi öneriyordu. Kulağımda<br />

küpe gibi taıdığım bu sözler doğrultusunda<br />

İstanbul Ayasofya Müzesindeki<br />

heykellere yöneldim, bu heykeller benim o<br />

dönemde en büyük öğretmenlerim oldular.<br />

Kendi anlatımıyla<br />

Ali Zülfikar<br />

Resmi kayıtlara bakıldığında 1 Ocak 1970 yılında, annemin anlatımlarına göre ise 15 Mart<br />

1971 yılında büyük bir ailenin beinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Ortaokulu Yavuzeli’nde,<br />

liseyi Gaziantep ehit ahin Lisesi’nde okuduktan sonra Elazığ Fırat Üniversitesini kazandım.<br />

Cemal Aslan ve Memduh Kuzay Hocalarımızın atölyesinde sanat eğitimimi aldım. 1993 yılında<br />

hocalarımın referansı ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümüne bavurdum.<br />

Giri için iki ay boyunca Prof. Gökhan Anlağan Hocamızdan ders aldım, eleme sınavlarını<br />

geçerek 300 kiilik listeye girebildim. Ancak tek tercihim olan Resim Bölümü listesinden<br />

adımı bulamayınca tekrardan Fırat Üniversitesine geri döndüm. 1995 yılında politik sorunlarımdan<br />

dolayı Fırat Üniversitesini terk ederek önce İstanbul’a gittim, sonrasında da 1997 yılında<br />

yurtdıına çıktım. 1999 yılından itibaren uluslararası sanat müzeleri, sanat galerileri ve<br />

sanat fuarları olmak üzere 170 sergide yer aldım. 2004 yılından 2014 yılına kadar Köln ehrinde<br />

Galerie Zeugma’nın sanat yönetmeni olarak farklı bir sanat deneyimi kazandım.<br />

Sanata bakı açısı, dönem dönem<br />

farklı denemeler ve tarzlarla kendini araması,<br />

dünya görüüyle Picassoyu kendime<br />

yakın hissettim. Onun duyarlı kiiliğine<br />

hayranlığımı gizleyemem. Bana göre<br />

döneminin hatta çağımızın en büyük ressamıdır.<br />

Sanatı bir yaam tarzı olarak<br />

benimsemesi, olağanüstü bir enerjiyle 92<br />

yıllık ömründe hiç durmadan çalıması<br />

beni çok etkilemitir. Gerçekten de hayatıma<br />

yön veren iki ustadan biridir. Diğeri<br />

ise, kendi coğrafyamızın denizi Nâzım<br />

Hikmet Randır. Her ikisi de hayatının son<br />

gününde bile, enerji doludur. Her ikisi de<br />

arkasında devasa bir dünya bırakırlar.<br />

Picasso resim, heykel ve seramik olarak<br />

yirmi bin eser bizlere sundu. Yani, yaadığı<br />

her anda kendisi oldu; zaman oldu<br />

Afrika sanatında etkilendi, zaman oldu<br />

Guernicada yaanan iç savaın tahribatından<br />

etkilenip tepkisini ortaya koymasını<br />

bildi. Yeri geldiğinde atölyesinden<br />

içeri giren Hitlerin Fransadaki elçisi Otto<br />

Abetze verdiği cevapla, nasıl bir karakter<br />

olduğunu gösterir. Picasso, Alman uçaklarının<br />

bombardımanı altında, savunmasız<br />

bir ekilde can veren yurttalarının çığlıkları<br />

arasında Bunu siz mi yaptınız? diye<br />

soran Otto Abetze Hayır, siz yaptınız!<br />

diyebilecek kadar onurlu bir duru gösterebilmitir.<br />

35


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

NE BENI SANATIM<br />

ALDATTI NE DE<br />

BEN SANATIMI<br />

ALDATTIM<br />

✤<br />

- Türkiye coğrafyasını iyi biliyorsunuz.<br />

Onun en geri bırakılmı bölgelerini de<br />

en modern kentlerini de yakından tanıyorsunuz.<br />

Öte yandan, 20 yıla yakın bir süredir<br />

de Avrupa’da yaıyorsunuz. “olayısıyla<br />

çağın en parlak metropollerini içinden<br />

biliyorsunuz. Bütün bu değiik yaam alanları<br />

resminize nasıl etkide bulundu?<br />

Bu konuyu hiç düündünüz mü?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Bu konuyu hiç düünmedim,<br />

bilakis yaadığım için sizlerle paylamak<br />

isterim. Benim, yaamın tüm katmanlarıyla<br />

birlikte büyüdüğüm doğrudur.<br />

Bir ekleme yapmak gerekirse, bunların<br />

içinde kendimi gelitirdim. Sanatımın tüm<br />

evrelerinde o anların izleri var. Ne hissetmisem,<br />

onları yaadım, bir air arkadaımın<br />

deyimiyle babamdan bakasına<br />

baba demeden sanatımla nefes alıp, güne<br />

öyle baladım. Zaman zaman aç kaldım,<br />

evet açlık çektim. Ama ne beni sanatım<br />

aldattı ne de ben sanatımı aldattım. Sanatımdan<br />

baka i yapmadım, yapmayı da<br />

düünmedim.<br />

KÖK BOYALARI TEKNİĞİ<br />

Avrupanın önemli sanat insanlarıyla<br />

ve galeristleriyle çalıma olanakları yakaladım.<br />

Bu, sanatsal birikimimi zenginletirdi.<br />

Avrupa sanat arenasında kendimi<br />

gelitirdikçe, yaam felsefemde<br />

ancak, ama, keke gibi terimlere yer<br />

vermemem gerektiğini de öğrendim. Bu,<br />

kendi yörüngem içinde dönen enerjimin ve<br />

gerçekletireceğim projelerin bir bütün<br />

olarak birbirini sarmalaması anlamına<br />

geliyordu. Duygusal kırılmalar yaasam<br />

da, bu negatif enerjinin nereden ve nasıl<br />

geldiğini bildiğimden dolayı aldırmadan<br />

yoluma devam ettim. Dolayısıyla her sergi<br />

benim için bir dönüm noktası oldu.<br />

- 2006 sonrasında yerletiğini belirttiğiniz<br />

resim dilinizle ilgili bilgiler verebilir<br />

misiniz? Neden bu tekniği gelitirdiniz<br />

mesela? Anatominiz sağlam, igür çizme<br />

zorluğunuz yok, yani baka yöntemler de<br />

gelitirebilirdiniz, ama siz bu üslupta ısrar<br />

ettiniz. Neden?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Kendime özgü olan kök<br />

boyaları tekniğinden sonraki en son<br />

evremde, tamamen daha çok sadelemeye<br />

yöneldim. Daha yalın bir dilin kullanılması<br />

gerektiğine inandım. Eğer, elinizdeki<br />

malzemeyi farklılık yaratarak yorumlayabiliyorsanız,<br />

çıtayı amısınız demektir.<br />

Benimki, daha çok kendimle muhasebedir.<br />

Elimdeki u küçük bir kurunkalemle<br />

acaba daha etkili bir eser yaratabilir<br />

miyim? gibi delice bir yöntemin<br />

peine dütüm. Devamlı kendini yenileyen<br />

sanat bilgimi neden derinletirmeyeyim?<br />

Derinlik ve farklılık yaratan bir çığır<br />

neden açmayayım? Sanat zaten delilerin<br />

iidir. Buyur sana kurunkalem ve tuval<br />

diye bir meydan okumadır benimkisi.<br />

Belki, haksızlıklara uğradığım dönemlere<br />

meydan okuma. Belki de sanatı ben biliyorum<br />

diyenlere meydan okumadır. Bu<br />

36


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

ii benim tarzımla yaparsanız, belki kimse<br />

evine dekor olarak sizin eserlerinizi<br />

koyamayacak, ama insanlık tarihine hatırı<br />

sayılır bir miras bırakmı olacaksınız.<br />

Ben ite bu bilinçle hareket ettim. Belki<br />

bundan, emeğimi çalan sanat akademileri<br />

de ders alacaktır. Benim bu tarzdaki çalımalarım<br />

bir isyanın sonucudur. Yeni nesillerin<br />

daha özgün yetiebilmesi içindir.<br />

- İlk bakıta çok yalın görünen, ama son<br />

derece derinlikli bir teknikle çok karmaık<br />

bir konuyu, insan yüzlerini iliyorsunuz?<br />

Resminiz, insan denilen uçurumu ve karmaayı,<br />

hatta kargaayı özgün tekniğinizle<br />

yeniden yaratıyor. Size bir yalınlatırıcı<br />

(sadeletirici ve derinliği yeniden kurucu)<br />

diyebilir miyiz? Böyle bir tanıma nerede<br />

itiraz edebilirsiniz?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - u andaki çalımalarımda,<br />

sizin tanımlamalarınıza itiraz<br />

edecek sadece bir nokta olabilir. Derinliği<br />

yeniden kurmak yerine derinlemeyi<br />

yeniden yorumlamak dersek, daha yerine<br />

oturabilen bir anlam çıkar. Bundan önceki<br />

serüvenlerimde farklı teknikler gelitirmitim.<br />

2000 yılından sonraki çalımalarımda<br />

kök boyalarını sanatıma taımı,<br />

farklı bir tekniği sanat piyasasına sunmutum.<br />

O zamanlar renkli bir mitolojik<br />

dünyanın yüzlerimize vuran yansımalarını,<br />

toprağın ve ağaçların doğal parçalanmalarını<br />

ve yarılmalarını ileyen çalımalarımla<br />

sanat dünyamızda yer almıtım.<br />

Portre çalımalarım daha önceleri renkli<br />

ve alabildiğine dokusal zeminler üzerineydi.<br />

TUVAL ÜZERİNE KURŞUNKALEM<br />

2013 yılının sonlarından itibaren tuval<br />

üzerine kurunkalem tekniğine baladım.<br />

Bu süreden sonra artık sadece sanatım<br />

için iddialı bir çıkı peindeydim. Özgün<br />

bir sanatçının, sanatın sadeliği ve derinliğiyle,<br />

kendi kompozisyonlarında hiçbir<br />

kaygı ve çelikiye yer vermeden estetik<br />

bir derinlik yakalamak istiyordum. Kendi<br />

sanatımın farkını ve evrildiğim kiiliğimi<br />

gelitirerek, yaadığım tüm duyguları sansürsüz<br />

ve yalın ele almalıydım. Ve portrelerimle<br />

igüratif modern sanat tarihinde<br />

bir çıkı yaratmak arzusundaydım. Sanat<br />

tarihimizde bir ilk olan tuval üzerine kur-<br />

unkalem tekniğini tablolarımda iledim.<br />

Seçtiğim insan karakterlerindeki sadelik<br />

ve yüzlerindeki tarihsel dokuların derinlikleri,<br />

bizlere bu bulguları sunar. İnsanın<br />

yaam evreleri ve mimiklerindeki ifadelerin,<br />

gözbebeklerine vermeye çalıtığım<br />

ıığı sönmeyen duyguların, kendi yaadığı<br />

korkuları ve kaygılarıyla portrelerime<br />

derin bir ruh kattığını görüyorum.<br />

- Portre ısrarınız, sanatınıza ve topluma,<br />

insana, dünyaya bakıınıza ne gibi olanaklar<br />

taıdı? Çalıtığınız yüzler üzerinden bir<br />

yanıyla da insanın, Anadolu kültürlerinin,<br />

Türk ve Kürt halklarının iç içe tarihini, dı<br />

dünyanın onları algılama biçimlerini de<br />

hedef aldığınız anlaılıyor. Farklı ve alternatif<br />

bir tarih yazıyorsunuz aslında<br />

sanatınızla. ”n azından bize kalan tarihleri<br />

resimlerinizle düzeltmeye çalıtığınız izlenimi<br />

yaygın. Böyle bir saptamaya ve tanım<br />

arayıına ne dersiniz?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Bu sorunuz çok iddialı,<br />

ben insanlarımızın birbirini anlaması<br />

gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Böyle<br />

olması gerektiğine inandığım için... Bir<br />

bakıma her portrem bir okyanus gibi derin<br />

bu coğrafyamızın izlerini taıyor. Bir bakıyorsunuz,<br />

biri Süryani, bir bakıyorsunuz<br />

biri Zerdüt, kimisi Türk, kimisi Çerkez,<br />

kimisi be bin yılımızın goncası, ağıtları<br />

yüreğimizi dağlayan Kürt kadınları, bunca<br />

yıllık hasretlerimizin goncaları... Mezopotamya<br />

ve günümüz tarihinin tüm evrelerini<br />

yaamı insanların dünyasına dalıyorum.<br />

İçimizden biri olan insanların tüm<br />

zamanlarını ileyerek.<br />

✤<br />

IÇIMIZDEN BIRI<br />

OLAN INSANLARIN<br />

TÜM ZAMANLARINI<br />

IŞLEYEREK...<br />

✤<br />

37


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

SANAT, SIVIL<br />

TOPLUMUN<br />

DINAMOSUDUR<br />

BENCE<br />

✤<br />

Her çalımam bizlere uzun uzun<br />

bir eyler anlatıyor aslında. Bakılara<br />

heyecan yüklüyorum, yüreğinizin derinliklerine<br />

dalarak ruhuyla bir mıknatıs gibi<br />

çekiyor bizleri kendisine. Bir anda, yalı<br />

bir ninenin avuçlarından balayan akınlığı,<br />

yaanan bir insanlık dramına sürüklüyorum<br />

insanları. Hem de bunu hiçbir<br />

yardımcı malzeme kullanmadan, silgi ve<br />

beyaz tonlarına ihtiyaç duyduğum bir<br />

kalem kullanmadan yapıyorum. Bazıları<br />

gözlerine inanamıyor, Olacak ey değil,<br />

bu adam deli olmalı diyenler var. Ben<br />

de Akıllı olsa bunu yapar mı? diyorum.<br />

Karakalemle bugüne kadar hiçbir sanatçının<br />

cesaret edemediği, hiçbir yerde görmediğiniz<br />

bambaka bir resim tekniğini<br />

sanat dünyamıza sunuyorum. O yüzden<br />

eserlerimde bütün kurallar altüst oluyor.<br />

Ya onlardan biri oluyorsunuz ya da onların<br />

karısında. Bir anda kendinizi isimsiz<br />

kahramanlardan biri sanıyorsunuz.<br />

- Galericilerin, resim alıcılarının ve sıradan<br />

sanatseverlerin ilerinize olan ilgisini nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz? İlgiden memnun<br />

musunuz? Avrupa’nın sizdeki sanatsal enerjiyi<br />

görüp değerlendirdiğini, bunu layıkıyla<br />

yaptığını söyleyebilir miyiz?<br />

ALİ ZÜLFİKAR - Sanatın tabii ki farklı<br />

aamaları var. Bunlardan en önemli ve<br />

belirgin olanı galeriler ve sanatı sahiplenenlerdir.<br />

İlgilenmek farklı bir durum<br />

ama, fazla ilgi bazen sizleri bunaltır. Eğer<br />

içinde sanat alıcısı yoksa, eserleri herkesin<br />

sanat müzesinde izler gibi izlemesi,<br />

yani ilginin sadece izlemekte kalması,<br />

anlaılmayabilir. O yüzden sanatçılar,<br />

hele de bu iten yaayanlar olarak kıstas,<br />

sanat alıcılarının eserlerinizi sahiplenmesidir.<br />

Bugüne kadar 170in üzerinde sergiye<br />

katıldım. Binlerce esere imza attım,<br />

eserlerimin yüzde 90ı sanatseverler tarafından<br />

alıcı buldu. Bunun etkili yöntemi,<br />

sanat pazarlarını yönlendiren sanat fuarları<br />

ve menajerlerdir.<br />

SANATIN YÖNLENDİRİLMESİ<br />

Sanat fuarları, bienaller, toplumun<br />

önemli katmanlarını sanata yönlendirmesini<br />

sağlarlar, buna önayak olurlar. Sanata<br />

belli bir kalite ve ivme kazandırmak için<br />

de iyi birer araçtırlar. Fuarlar, sanat alanında<br />

bir sirkülasyon sağlıyor, her yıl yüz<br />

binlerce sanat izleyicisine hitap ediyor.<br />

Fuarlar, bienaller, Türkiyenin ve dünyanın<br />

sanat birikimini izleme imkanı yaratırken,<br />

galerilere ve sanatçılara yeni iliki ağları<br />

da sunmaktadır. Ayrıca, sanat izleyicisini<br />

de nicelik ve nitelik olarak gelitiriyorlar.<br />

Gözlemleriniz ve kalite dağarcığınız daha<br />

bir geliiyor. Benim sanatım, ite bütün<br />

bunların sonucudur.<br />

Örneğin, sanatseverler gazetelerin<br />

sanat sayfalarını dikkatle izleyip gündemi<br />

yakından takip etmektedirler. Sanat,<br />

giderek yaamsal bir olgu haline gelirse,<br />

toplumsal, bölgesel ve kentsel katmanlardaki<br />

eitsizlikler her geçen gün biraz daha<br />

küçülür. Orijinal sanat eserlerini görmek<br />

ve onlarla diyalog kurmak, sergileri<br />

gezmek, müze ve galerileri ziyaret etmek,<br />

izleyici için bir hak olarak algılanmalıdır.<br />

Bu tür projeler desteklenerek, fuarlarda<br />

yakalanan bu ivme daha da ileriye<br />

taınmalıdır. Sanat, sivil toplumun dinamosudur<br />

bence. Sanatı yeterince sahiplenip<br />

desteklemediğimizde, bu alan iktidarın<br />

yoz kültürüyle pompalanır ve hiç<br />

kimse yaanan dejenerasyonun ve yabancılamanın<br />

önüne geçemez. O yüzden hep<br />

beraber, sanatı evlerimize taıyarak sahiplenmeli,<br />

onu yaamımızın vazgeçilmez bir<br />

parçası haline getirmeliyiz.<br />

38


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

- Kabul edelim ki, bir bütün olarak Kürt<br />

gerçeği sanatınızda özel bir ağırlığa sahip.<br />

Kürt insanını da yeni bir düzleme çekiyorsunuz.<br />

Ancak siz sadece Kürt coğrafyasını<br />

değil, Türkiye’nin birçok bölgesini biliyorsunuz,<br />

onların içinde yaadığınız ve o<br />

alanlardan hareketle sanat ürettiğinizin<br />

farkındayız. Sonuçta yoksul, acılı ama<br />

direnen bir halk kültürünün tuvalinize özel<br />

ıık ve gölgelerle, hatta (siyah-beyaz gibi<br />

görünen) capcanlı renklerle yansıdığını<br />

söyleyebiliyoruz. Avrupalılar, Avrupa’nın<br />

sanatseverleri, kültür insanları sizin bu çok<br />

katmanlı ilerinize ve ilerinizin en önemli<br />

kaynağı olan coğrafyaya ve insanlarına<br />

nasıl bakıyor? Resimleriniz onların bakı<br />

ve okuma biçimlerini de değitirmiyor mu?<br />

İzlenimleriniz...<br />

ALİ ZÜLFİKAR – Mesela, bir çalımam<br />

ile bu sorunuza yanıt arayalım. Saçlarını<br />

belik belik ören nenemin içinde mırıldanan<br />

bir türküyü dillendirdiğini görüyoruz.<br />

Kimileri Kızıldereli diye yorum<br />

yapıyor, her gören sanatsever ve alıcı<br />

benimle sohbetinden sonra, Neneni<br />

alıp, evimde misair etmek istiyorum, ne<br />

dersin? diyor. Yüzündeki yaanmılıklardan<br />

yola çıkan insanların çoğu Avrupa<br />

kökenli insanlar. Sanat alıcılarımın çoğu<br />

zaten Avrupa kökenli insanlar. Mental<br />

olarak bizim toplumumuzdan öndeler;<br />

sorun ekonomik durumun ötesindedir.<br />

Onlar, anlayı olarak sosyal yaamda bazı<br />

sorunlarını çözmü, kendi estetik değerlerini<br />

taıyan, evlerinde sanat eseri bulundurmayı<br />

estetik bir incelik ve saygınlık<br />

olarak gören bir yapılanma içindeler. Ama<br />

bizim toplum yapılanması farklı. İnsanlarımız,<br />

elinde imkânları olmasına rağmen,<br />

bu bilinç ve inceliğe sahip değil. Benimle<br />

birlikte, tabii ki geldiğim coğrafya itibariyle<br />

kaygılar taıyorlar. Sonuçta adım<br />

Ali Zülikar, ismim ve kökenim üzerinden<br />

sohbet etmek isteyenler her zaman olacaktır.<br />

unu açıkça sanat fuarlarında<br />

dile getirenleri de biliyorum, Eğer adın,<br />

Andreas olsaydı, yerin burası değil Art<br />

Cologne veya Art Basel olurdu diyenlerin<br />

sayısı her geçen gün artıyor.<br />

(FHF)<br />

z<br />

✤<br />

SANAT<br />

ALICILARIMIN<br />

ÇOĞU ZATEN<br />

<strong>AVRUPA</strong> KÖKENLI<br />

INSANLAR<br />

✤<br />

39


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

JÜRGEN ROTH İLE <strong>AVRUPA</strong>, KİRLİ DEMOKRASİ VE DERİN DEVLET ÜZERİNE<br />

Uçuruma<br />

kaç metre kaldı?<br />

FRANKFURT<br />

40


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Jürgen Roth<br />

Liberal demokrasiden asla taviz vermeyen<br />

bir yazar ve onun yeni çalımasıyla<br />

karı karıyayız. Demokrasinin<br />

yalı kıtada daha ne kadar ömrü<br />

kaldığını soran, çünkü çok fazla kirlendiğini<br />

hatırlatan bir kitap bu: Kirli<br />

Demokrasinin kaynaklarını ve açılacağı<br />

uçları tarıyor.<br />

Almanca konuulan dünyanın önde<br />

gelen aratırmacı gazetecilerinden,<br />

yakıcı konuları ileyen kitapları bestseller<br />

listelerinden pek inmeyen<br />

Jürgen Roth, ömrünün bir döneminde<br />

Türkiyede yaamı. Almanyadaki<br />

Türk toplumunu da yakından izleyen<br />

bu yazar, kısa bir süre önce çıkan kitabında,<br />

Avrupa demokrasisinin geleceğine<br />

yönelik karamsarlığını gerekçelendiriyor.<br />

Jürgen Roth, hep bir demokrasi<br />

projesi olarak sunulan Avrupa<br />

Birliğinde (AB) yaanan kirli demokrasi<br />

pratiğinden ikayetçi. Nitekim<br />

kitabının balığı da Schmutzige<br />

Demokratie (Kirli Demokrasi) ve biz,<br />

bunun bouna seçilmediğini, akıcı<br />

bir dille kaleme alınmı bu çalıma<br />

boyunca yeniden hatırlıyoruz. ABde bir<br />

eyler çok kötü çöküyor. Korku veren,<br />

çünkü tanıdık bir heyulanın,<br />

yani faizmin nefesini de ensemizde<br />

hissediyoruz.<br />

İstanbul<br />

41


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

CÜRÜM<br />

BOYUTLARINDAKI<br />

BIR SERVET<br />

BIRIKIMIYLE CAN<br />

YAKICI BIR KITLESEL<br />

YOKSULLUK...<br />

✤<br />

Kitap, kapitalist bir ekonomide insani<br />

ve demokratik bir toplum yaatmanın<br />

mümkün olup olmadığı sorusu üzerine<br />

kurulu. Jürgen Roth, çok sayıda örnek<br />

eliğinde liberal demokrasiyi yaatmanın<br />

çarelerini arıyor, bulduğu çareleri<br />

de irdelemeye çalııyor. Cürüm boyutlarındaki<br />

bir servet birikimiyle can yakıcı<br />

bir kitlesel yoksulluğun el ele mürefeh<br />

Avrupada korkunç bir eitsizlik duvarı<br />

ördüğünü belirtirken, bir Oxfam raporunda<br />

hareketle, bunun sadece Almanya<br />

ve Avrupaya ait bir sorun olmadığını vurguluyor.<br />

Örneğin, dünyanın en zengin 62<br />

kiisinin nasıl dünya nüfusunun yarısının<br />

mal varlığına denk boyutlarda bir servet<br />

yapabildiği sorusuna göstere göstere<br />

yanıt arıyor. Durum, gerçekten vahim.<br />

DEMOKRAT GAZETECİLER KUŞAĞI<br />

Ünlü 68 çıkıının rüzgârıyla serpilmi<br />

Alman demokrat gazeteciler kuağının en<br />

verimli yazarları arasında yer alan Rotha<br />

göre, Almanya özellikle çok karanlık bir<br />

noktaya yaklaıyor. Duvara toslamak<br />

üzere. Bu da normal: Ülkedeki en zengin<br />

yüzde 10luk hanehalkı diliminin toplam<br />

servetin yüzde 63üne konabilmesi, korkunç<br />

sonuçlar doğuracak, örneğin yeni<br />

faizmler üretebilecek kadar verimli bir<br />

eitsizlik kaynağı. Özellikle son dönemde<br />

yükselen sağ popülizmin temellerine ve<br />

yöneldiği hedelere geni yer veren yazar,<br />

diğerlerinin yanı sıra, Almanyanın ünlü<br />

karamsar akademisyenlerinden, 2008<br />

krizini önceden görmesiyle tüm ilgileri<br />

üzerinde toplamayı baaran Prof. Dr. Max<br />

Ottenin kriz belirlemelerine de sık sık<br />

değiniyor.<br />

42


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

Sonuçta Prof. Otte, krizin kaynaklarıyla<br />

ilgili olarak Rothun uyarılarına<br />

zemin hazırlıyor: Toplumun üst katlarında<br />

yeni bir soylular katmanı olutuğunu,<br />

bunun dünyaya da kendince egemen olduğunu,<br />

bu saptamada komplo falan aranmaması<br />

gerektiğini savunan Otteye göre<br />

asıl sorun iktidar yapılarından kaynaklanıyor.<br />

Örneğin servetin az sayıda elde ve<br />

korkunç boyutlarda birikmesi, artık aırtıcı<br />

bir hız kazanmı durumda.<br />

Jürgen Rothun, bu tür verilerden<br />

hareketle bir vurgusu gerçekten ilginç.<br />

Yazar, Avrupada yükselen ve ABnin en<br />

büyük merkezlerinde bile iktidar alternatii<br />

haline gelebilen faistoid sağ popülizmin,<br />

bu iktidar yapılarının nasıl kırılabileceği<br />

konusunda bir açıklama yapmadığını,<br />

burada eletirel bir eğilim bile<br />

görülemediğini hatırlatıyor. Eitsizliğin<br />

ve halktaki ikayetlerin kaynağı kabul<br />

edilmesi gereken bu gelir adaletsizliğini<br />

önlemek için mesela Alman ulusalcıların<br />

hangi vergi siyasetlerini ve varlık vergilerini<br />

önerdikleri bilinmiyor. Yok çünkü.<br />

Roth, açıkça, Fransadaki Front National<br />

hariç, sağ popülizmin neoliberal sistemde<br />

dizginleri ele geçirmek ve kendi borusunu<br />

öttürmek dıında bir endie taımadığını<br />

kaydediyor.<br />

Avrupa demokrasisini kirli ilan eden,<br />

ilginç ve etkili olacağı sanılan bir çığlık<br />

kitap karısındayız.<br />

Yazar Jürgen Roth, kirli demokrasi<br />

coğrafyasında neler olduğunu ve olacağını,<br />

Almanya ve Türkiyenin de yer aldığı<br />

günümüz Avrupasındaki tehlikeli gelimeleri<br />

dergimize yorumladı.<br />

SERVETIN<br />

AZ SAYIDA<br />

ELDE VE KORKUNÇ<br />

BOYUTLARDA<br />

BIRIKMESI...<br />

✤<br />

43


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

DERIN DEVLET,<br />

SOĞUK SAVAŞ<br />

SIRASINDA<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DA<br />

KESINLIKLE<br />

TEHLIKELI BIR<br />

DURUMDU<br />

✤<br />

- Almanya’daki 3 milyon Türkiye kökenli<br />

insanın, son dönemde bu ülkede yaanan<br />

sağ popülist patlama karısında ne gibi bir<br />

rolü var? Öteki bir halk grubunun bahane<br />

olarak kullanıldığı doğrudur. Ama nasıl ve<br />

neden? Siz toplumsal sahneyi nasıl görüyorsunuz?<br />

JÜRGEN ROTH – Burada yaayan Türkler,<br />

Alman sağ popülistlerinin propagandası<br />

ve bununla bağlantılı kıkırtmalar için<br />

merkezi önemde. Zira Türklerin buradaki<br />

varlığı sağ popülistlerin milliyetçi-ırkçı<br />

düüncesine karı çıkmaktadır. Yabancı<br />

kültürler, özellikle de Müslüman iseler,<br />

biyolojik Alman denilen kesimin kafasındaki<br />

resmi bozmaktadır. Burada yaayan<br />

Türkler ve Kürtler, Alman toplumuna ne<br />

kadar iyi uyum sağlamı, onunla bütünlemi<br />

olurlarsa olsunlar, her eye rağmen<br />

popülistler tarafından huzur bozucu bir<br />

odak olarak görülürler. Almanyadaki<br />

birçok Türk, gerçekten de demokratik<br />

liberal Alman toplumuna ulaabilmi ve<br />

ona entegre olmutur, ancak bu, yine de<br />

birçok Türkün Almanyanın demokratik<br />

liberal toplumuna henüz ulaamadığı, milliyetçi<br />

ırkçılığı Alman sağ popülistleri gibi<br />

beslediği gerçeğini hiç değitirmez. Zaten<br />

tam da bunlar ırkçı Alman güruh tarafından,<br />

yaygınlaan yabancı korkusunu<br />

daha bir kıkırtmak için bahane olarak<br />

kullanılıyor.<br />

SADECE NSU DEĞİL<br />

- Peki, o zaman, özelikle son NSU cinayetleri<br />

karısında, bir AB olgusu olarak derin<br />

devletten söz etmek mümkün mü? Yoksa<br />

böyle bir niteleme veya saptamayı fazla sert<br />

mi bulursunuz? ”ğer çok sertse, demokrasi<br />

tehlikede değil mi?<br />

JÜRGEN ROTH – İstihbarat servislerinin<br />

doğrudan karıtığı cinayetler sadece açığa<br />

çıkan NSU cinayetleri değildir, öncesi de<br />

var. Mesela Solingende Mayıs 1993te 5<br />

Türk hemerimizin hayatını kaybettiği<br />

olay gibi, aırı sağcılar tarafından Türk<br />

hemerilerimize karı daha önce de cinayetler<br />

ilendi. Derin devletin bir anlamı<br />

da devlet organlarının hiçbir demokratik<br />

meruiyet taımaksızın sağcı terörislerle<br />

birlikte çalımasıdır. NSU olayında kukusuz<br />

tam da böyle olmutur ve bugüne<br />

dek, özellikle polisteki bazı kesimlerin sağ<br />

radikallerin etkinliklerine burada sadece<br />

göz yummakla kalmadığı yolunda birçok<br />

iaret ortaya çıkmı bulunuyor.<br />

Derin devlet, Soğuk Sava sırasında<br />

Avrupada kesinlikle tehlikeli bir durumdu.<br />

Ancak Sovyetler Birliğinin yıkılmasından<br />

sonra derin devletin Avrupada pek bir rol<br />

oynamadığını düünüyordu pek çok kii.<br />

Türkiye/Erdoğan örneğinin bugün de daha<br />

hâlâ bir derin devlet ifadesi olup olmadığı<br />

sorusunu, bu konuda birçok belirti olmasına<br />

rağmen, imdilik bir kenara bırakalım...<br />

44


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

- “emokratik AB devletlerinde ve<br />

Almanya’da kaç tane mafya devleti var?<br />

Mafya niteliği taıyan devletlerden söz ediyoruz.<br />

Bunlara göz mü yumuluyor? Siz,<br />

AB’de büyük derin devlet benzeri yapılar<br />

veya örgütlenmeler olmadığını mı düünüyorsunuz?<br />

Bir baka ifadeyle, derin devlet<br />

gerçekten bir ana gövdeye yabancı bir<br />

unsur ve bir yabancı sözcük mü Avrupa’da?<br />

JÜRGEN ROTH – Mafya benzeri devletler<br />

mi? Doğu Avrupada bazı hükümetler<br />

var, bunlar doğrudan veya dolaylı<br />

olarak örgütlü suçlarla bağlantılıdır.<br />

Kosova, kukusuz bir tür mafya devletidir.<br />

Macaristanda hükümeti bakanı Viktor<br />

Orban, ki kendisini Hıristiyan Batının<br />

kurtarıcısı olarak lanse ediyor, 1990larda<br />

dönemin Rus mafyasının babası konumundaki<br />

Semion Mogilevichten 1 milyon<br />

mark almıtı. Orbanın içileri bakanı da,<br />

yine 1990larda aynı Mogilevich tarafından<br />

her ay 10 bin markla destekleniyordu.<br />

Viktor Orban bugün Macaristanın<br />

Al Caponeudur. İtalyada, Berlusconi<br />

döneminde, gerek Kalabriyalı Ndrang-<br />

heta gerekse Sicilyalı Cosa Nostra, devlet<br />

mekanizmasının ve i dünyasının bazı<br />

bölümlerine sızmıtı.<br />

TÜRKLERDEKİ MİLLİYETÇİ EĞİLİM<br />

Eğer biz Türkiyeyi de Avrupada sayıyorsak,<br />

u var: AKP vekilleriyle aynı<br />

zamanda faist bozkurtlardan sayılan<br />

mafya babası Sedat Peker arasında doğrudan<br />

bağlar bulunuyor. Sorun, özellikle<br />

bozkurtların burada üçüncü kuağı<br />

yaayan Türkler arasında gördüğü büyük<br />

itibardır. Buna unu da ekleyebiliriz:<br />

Birkaç ay içinde Almanyada bir tür Türk<br />

SAsı kurulabilmitir: u Rockerbande<br />

denilen, iddet kullanan gençlik çetelerinden<br />

Osmanen Germania. Bunların<br />

AKPyle, mafya babası Sedat Pekerle,<br />

Türk gizli servisi MİTle doğrudan ilikileri<br />

var. Bu da bir tür klasik derin devlettir.<br />

Bunun dıında, bugün Avrupada<br />

artık bir derin devlet olmadığı kanısındayım.<br />

Tüm eksiklerine rağmen, AB bizi<br />

bundan koruyor.<br />

- “erin devlet üzerine kitaplar yazdınız.<br />

Bu kavramın Türk ilikilerinden çıktığını<br />

biliyoruz. Ama Avrupa’nın her yerinde böyle<br />

örgütler olduğunu da biliyoruz. Yani<br />

sadece Almanya’da NSU falan değil...<br />

Siz bu ilikiler ağını nasıl görüyorsunuz?<br />

Burada, böyle derin devlet yapılarıyla<br />

Avrupa demokrasisi arasında Siyam<br />

İkizleri türü bir yaam pratiği olduğunu<br />

söyleyebilir miyiz; böyle bir saptama<br />

abartma mı olur?<br />

JÜRGEN ROTH – Derin devlet, sadece<br />

güçlü bir sivil yurtta toplumunun bulunmadığı<br />

yerlerde baarılı olabilir. Demokratik<br />

kurumlarla doğrudan bir karıtlık<br />

içindeir, çünkü derin devletin denetimi<br />

mümkün değildir. Böyle bakınca, bugün<br />

pek öyle Siyam İkizleri türü bir ilikiden<br />

söz edemem.<br />

✤<br />

VIKTOR ORBAN<br />

BUGÜN<br />

MACARISTAN’IN<br />

AL CAPONE’UDUR<br />

✤<br />

45


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

✤<br />

TEHDIT EDEN,<br />

KOMÜNIZM<br />

DEĞIL<br />

FAŞIZMDIR<br />

✤<br />

Daha önce de söylediğim gibi, derin<br />

devlet, Soğuk Savaın bir ürünüydü.<br />

Soğuk Sava sırasında Batılı demokratik<br />

devletler, komünistlerin iktidarı almasından,<br />

böyle bir iktidar değiiminden<br />

korkuyorlardı ve derin devletin kurumlarını<br />

bu sözde komünist çabalara karı<br />

kullanıyorlardı. Bugün artık bundan söz<br />

etmek pek mümkün değil, bu biliniyor, en<br />

azından demokratik Avrupa devletlerinde<br />

mümkün değil. Tehdit eden, komünizm<br />

değil faizmdir; malum. Ancak bu da unu<br />

değitirmiyor: Güvenlik birimlerinin bazı<br />

kesimleri, özellikle istihbarat hizmetleri<br />

bağımsızlamı durumdadır, kendi kafalarına<br />

göre yaamaya çalııyorlar ve burada<br />

ilke olarak sağ radikal örgütlerle ibirliği<br />

yapıyorlar. Bu nedenle, bu istihbarat<br />

hizmetlerini demokratik denetime tabi<br />

tutmak, bunların bağımsızlaıp kendi balarına<br />

bir gelime göstermemelerini sağlamak<br />

her zamankinden daha gereklidir.<br />

DİNCİLER VE IRKÇILAR EL ELE<br />

- Almanya’da, kökleri Türkiye’de bulunan<br />

3 milyonluk bir insan topluluğu var ve bu<br />

insanlar Türkçe konuuyor. Aslında yoksul<br />

bir toplumsal kesim bunlar, belki sefalet<br />

içinde yaamıyorlar, ama temelde yoksullar.<br />

Bu çerçevede bakınca, yakıcı bir soru<br />

aklımıza takılıyor: Türkçeli böyle bir halk<br />

grubu gelecekte büyük toplumsal çalkantıların,<br />

çarpıklıkların da bir nedenine dönü-<br />

ebilir mi?<br />

JÜRGEN ROTH – Hayır, hiç sanmıyorum;<br />

artan ırkçılığa ve Alman halkının<br />

bazı kesimlerindeki milliyetçi-ırksal, otoriter<br />

düünceye rağmen, sanmıyorum.<br />

Toplumsal çarpıklıklar değildir asıl<br />

sorun. Asıl sorun, bozkurtlar (MHP) ile<br />

Erdoğan yanlıları (AKP) gibi Avrupada<br />

veya Almanya ile Avusturyada, demok-<br />

ratik yönelimli Türklere ve Kürtlere karı<br />

bir hava yaratan ve onları yıldırmaya,<br />

ürkütmeye çalıan Türk örgütleridir. Bunların<br />

hedei, kukusuz Almanyada otoriter,<br />

İslamcı bir paralel toplum kurmaktır.<br />

Ancak bunu baaramayacaklar.<br />

- ”ğer böyle giderse demokrasi patlayıp<br />

havaya mı uçacak, kendi içine mi çökecek,<br />

yoksa öylece sönümlenerek ölüp gidecek mi?<br />

Avrupa demokrasisinin geleceğini bir politik<br />

yazar olarak nasıl görüyorsunuz? Gerçi kitabınızda<br />

karamsar bir izlenim bırakıyorsunuz,<br />

ama belki de Almanya’daki Türklerle ilgili<br />

olarak daha iyimser bir görüünüz vardır?<br />

JÜRGEN ROTH – Bir kere Avrupada<br />

liberal, çokkültürlü bir demokrasinin alternatii<br />

bulunmuyor. Daha baka bir ey,<br />

faist bir sistem olurdu, tıpkı maalesef<br />

Macaristanda veya imdilerde Türkiyede<br />

yaamak zorunda olduğumuz gibi. Ayrıca,<br />

u da var: Demokrasi, eğer yurttalar otoriter<br />

ve halkı batan çıkartan dolandırıcılara<br />

karı birlikte iddetli bir direnç göstermezse,<br />

kendi içine çöker ve sönümlenir,<br />

ölür gider. Çünkü bir ey kesin: Tüm sağ<br />

popülist ve/veya milliyetçi-otoriter partiler,<br />

güçlü nüfuza sahip i dünyası kliklerini<br />

temsil ediyordu. Neoliberal ekonomik<br />

sistemi korumak ve bunu antidemokratik<br />

önlemlerle yapmak istiyorlar. Hepsi imdiye<br />

kadar yoğun bir yolsuzluk ve rüvete yaslanmaktadır,<br />

nitelikleri budur ve örgütlü<br />

suç merkezleriyle, yani mafyayla bağlantılıdırlar.<br />

Böyle bakınca, burada yaayan<br />

demokratik Türkler ve Kürtler, iin demokrasinin<br />

sönümlenmesi noktasına varmaması<br />

için bir garantidir.<br />

- ”rdoğan türü bir despotizmle Merkel-<br />

Gabriel türü bir kirli demokrasi arasındaki<br />

ilikileri nasıl düünüyorsunuz?<br />

Nereye gidiyoruz sizce?<br />

46


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

JÜRGEN ROTH – Aslında burada herhangi<br />

bir iliki olması mümkün değil, çünkü<br />

Merkel ve Gabrielin ilan ettikleri demokratik<br />

değerler Erdoğanın despotik rejimiyle<br />

çok açık bir karıtlık içinde bulunuyor.<br />

Öte yandan, federal hükümet sığınmacılar<br />

sorunu nedeniyle maalesef antaja<br />

açık bir hale geldi ve demokratik değerler<br />

olsun bunların aktif biçimde korunması<br />

olsun, arka plana dütü. Malum, buna reel<br />

politika deniyor. Sadece federal hükümetin,<br />

sonunda Erdoğan hükümetiyle<br />

siyasal-kriminel-İslamcı bir imparatorluğun<br />

bağlantılı olduğunu, bu imparatorluğun<br />

da Avrupa değerleriyle yakından<br />

uzaktan uyumlu olmadığını kamuoyuna<br />

ilan edeceği umudunu taıyorum.<br />

ERDOĞAN’IN ŞANSI<br />

- Yıllardır Türkiye’yi de burada yaayan<br />

Türkiye kökenli insanları da yakından izliyorsunuz.<br />

Sorumuz u: Ankara’daki bir<br />

İslamcı hükümet nasıl Almanya’daki bu<br />

3 milyon insanı kendi emelleri için oyuncak<br />

edebilir? Alman siyaseti, Alman siyaset sınıfı<br />

ve Alman çoğunluk toplumu buna nasıl bir<br />

tepki gösteriyor?<br />

JÜRGEN ROTH – Ben, Erdoğanın<br />

Almanyada 3 milyon Türk kökenli hemerimizi<br />

kendi amaçları için kullanabileceğine<br />

inanmıyorum, en fazla belli bir kesimi<br />

kullanabilir. Gerçek u ki, burada yaayan<br />

Türklerin birçoğu maalesef çok otoriter ve<br />

milliyetçi-ırkçı bir ikrisabit içinde, dolayısıyla<br />

farklılıklara dayalı demokratik bir<br />

kültürle yoğun sorunları var. Bu insanlar<br />

Alman çoğunluk toplumunca da kabullenilmezse,<br />

bu insanların Erdoğan gibi megaloman<br />

düünceleri somut politikaya uyarlayan<br />

otoriter, İslamcı siyasetçiler tara-<br />

fından kullanılma tehlikesi ortaya çıkıyor.<br />

Milliyetçi, otoriter megalomaninin büyüsüne<br />

kapılıyorlar. Bu, her gün tükettikleri<br />

Türk medyasının atelediği bir büyüdür.<br />

Alman siyaseti, Alman siyaset sınıfı ve<br />

Alman çoğunluk toplumu, bu insanlara,<br />

imdiye kadarkinden çok daha açık bir<br />

ekilde, gerçi Alman kültürüne değil, ama<br />

demokratik anayasaya kayıtsız artsız<br />

boyun eğmek zorunda olduklarını ihsas<br />

etmeli, anlatmalıdır.<br />

- Sadece sıradan içiler değil, yıllardır, Türkiye<br />

kökenli ve Almancalı bir inteligentsia<br />

da var burada. Kabare, sinema, edebiyat,<br />

sahne sanatları, gazetecilik... Siz bu alandaki<br />

yeni aydınları ve bunların Alman<br />

kültür ve yaam dünyasındaki etkilerini<br />

nasıl görüyorsunuz?<br />

JÜRGEN ROTH – Sözünü ettiğiniz inteligentsia,<br />

tartımasız, on yıllardır Alman<br />

kültürünün en önemli bir zenginliğidir. O<br />

inteligentsia olmasaydı, bir yurttalar sivil<br />

toplumu da olamazdı. Yani biz, burada ve<br />

Avrupadaki liberal demokratik toplum için<br />

mücadelede bu inteligentsiaya bağımlıyız.<br />

O olmasaydı eğer, ki bundan eminim,<br />

Almanyada ortalık çok daha karanlık bir<br />

görünüm arz edecekti.<br />

(FHF)<br />

z<br />

✤<br />

BU, HER GÜN<br />

TÜKETTIKLERI<br />

TÜRK MEDYASININ<br />

ATEŞLEDIĞI<br />

BIR BÜYÜDÜR.<br />

✤<br />

47


Aralık <strong>2016</strong> | Sayı: 10<br />

Aylık Kültür Aylık Kültür ve Sanat ve Sanat Dergisi Dergisi | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Şubat <strong>2016</strong> | Sayı: 01<br />

www.01.avrupa-kultur.eu www.02.avrupa-kultur.eu www.03.avrupa-kultur.eu www.04.avrupa-kultur.eu<br />

www.05.avrupa-kultur.eu www.07.avrupa-kultur.eu www.08.avrupa-kultur.eu www.09.avrupa-kultur.eu<br />

www.avrupa-kultur.eu


Aylık Kültür ve Sanat Aylık Kültür Dergisi ve Sanat | Ocak Dergisi 2017 | | Şubat Sayı: <strong>2016</strong> 11 | | www.avrupa-kultur.eu<br />

Sayı: 01<br />

Franz von Stuck’tan<br />

Frida Kahlo’ya<br />

■<br />

AfD<br />

ve toplumsal<br />

barış<br />

masalı<br />

■<br />

■<br />

JOHN BERGER<br />

Zamanımızım<br />

bir görme<br />

biçimiydi<br />

Cinsiyetler<br />

Savaşı<br />

Tabloların ardındaki<br />

asıl tarih<br />

Avrupa’daki<br />

Türkçe<br />

haberciliğin yeni<br />

arayışları<br />

■<br />

■<br />

■<br />

■<br />

JOHN BERGER GİDİNCE<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DAKİ TÜRKÇE MEDYA PAZARI<br />

YURTSUZ KALANLARIN ÖYKÜSÜ<br />

NEOLİBERAL BİR YENİ TEHDİT: AfD


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Frankfurt<br />

Seyahatnamesi<br />

AHMET HAŞİM<br />

2


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

İçindekiler<br />

FRANZ VON STUCK’TAN FRIDA KAHLO’YA<br />

Cinsiyetler Savaşı<br />

ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Avrupa’nın önde gelen sanat müzelerinden Städel, 24 Kasım <strong>2016</strong> - 19 Mart 2017 tarihleri<br />

arasında geniş kapsamlı özel sergiyi, güncelliğini hiç yitirmeyen bir konuya ayırdı:<br />

Cinsiyetler Savaşı. Sergi, 19’uncu yüzyıldan İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar olan<br />

bir süreci kapsıyor, kadın ve erkeğin toplumdaki rollerini, birbirleriyle ilişkilerini ve bu<br />

ilişkilerin sanata yansımalarını irdeliyor.<br />

SAYFA: 4<br />

ZAMANIMIZIN BİR GÖRME BİÇİMİYDİ<br />

John Berger<br />

DERLEYEN: HALİT ÇELİKBUDAK<br />

Ressam, sanat eleştirmeni, senarist, romancı ve belgesel yazarı İngiliz John Berger, 1973<br />

yılından beri yaşadığı Fransa’da Quincy köyünde 2 Ocak 2017’de 90 yaşında öldü.<br />

1970’li yıllarda BBC’de yayınlanan Görme Biçimleri adlı belgesel dizisiyle ünlenen<br />

Berger, batılı kültürel estetik anlayışına getirdiği eleştirel yaklaşımla tanınıyordu. Berger,<br />

G. adlı romanıyla da 1972 yılında prestijli Man Booker ödülünü almıştı.<br />

SAYFA: 20<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DAKİ TÜRKÇE HABERCİLİĞİN YENİ ARAYIŞLARI<br />

İnternet gazeteciliğimizin notu şimdilik zayıf<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Avrupa’da Türkçe yayınlar Türk işgücü göçü ile birlikte başladı. Yıllarca Türkiye’deki<br />

birçok gazete Avrupa’da basıldı, dağıtıldı. Söz konusu süreçte Avrupa’da okurla buluşan<br />

günlük Türkçe gazetelerin satış rakamları bir dönem 200 binlere dahi ulaştı. Bayilerde<br />

Türkçe gazeteler, zengin çeşitlilikleri ile yıllarca varlık gösterdiler. Ancak Avrupa’daki<br />

Türkçe medyanın parlak dönemi en azından Türkiye merkezli Türkçe gazeteler için<br />

gerilerde kaldı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sayısız yerel gazete ve internet gazetesi<br />

Türkçe yayıncılık yapıyor.<br />

SAYFA: 30<br />

‘AfD’ VE TOPLUMSAL BARIŞ MASALI<br />

Almanya’da aklı geriye saran bir fırsatçılar partisi yükseliyor<br />

İLHAN AYER<br />

Macaristan ve Polonya’da hükümet olan gerici muhafazakâr partilerden sonra, Fransa’da<br />

ve Hollanda’dan esen sağ popülist rüzgâr, Federal Almanya’da, Almanya için Alternatif<br />

(AfD) adlı partiyle karşılığını buluyor. Federal Almanya’da toplumsal yaşam tehlikede<br />

mi? AfD’nin toplumsal tabanını çok çeşitli sınıflardan oluşturmuşa benziyor: İşadamları,<br />

istediğini bulamayan orta sınıflar, serbest çalışanlar, çiftçiler, işçiler, işsizler,<br />

sosyal yardımla geçinenler...<br />

SAYFA: 38<br />

“YURTSUZ KALANLAR”IN SAKLI TARİHİ Mİ?<br />

Nazi Almanyası’ndan genç cumhuriyete kaçış<br />

Federal Almanya’da yaşayan ve uzun yıllar görev yaptığı Hürriyet gazetesinin bir dönem<br />

yurtdışı yayınlar yönetmenliğini de üstlenen gazeteci-yazar Halit Çelikbudak, yaz<br />

aylarında yayımlanan yeni kitabı Yurtsuz Kalanlar ile yine ilginç bir bir döneme ışık<br />

tutuyor. Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’dan kaçan Yahudi veya Hitler karşıtı Alman<br />

bilim insanlarının Türkiye’ye sığınmalarını ve İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunda<br />

görev almalarını işleyen kitabın yazarı, bazı konularda tarihe yeni sorularla bakılmasının<br />

zamanı geldiği görüşünde.<br />

SAYFA: 43<br />

3


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Cinsiyetler<br />

Savaşı<br />

4


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Franz von Stuck’tan<br />

Frida Kahlo’ya<br />

Geschlechterkampf<br />

Städel Museum Frankfurt<br />

4 Kasım <strong>2016</strong> - 19 Mart 2017<br />

■ ÖMER YAPRAKKIRAN<br />

Fotoğraflar: © Ömer Yaprakkiran<br />

5


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Städel Müzesinin sergi panosu ile gece görünümü<br />

✤<br />

CİNSİYET MODEL VE<br />

ROLLERİ HER ZAMAN<br />

TARTIŞMALI OLDU.<br />

✤<br />

FRANKFURT – Avrupanın önde gelen<br />

sanat müzelerinden Städel, 24 Kasım <strong>2016</strong><br />

- 19 Mart 2017 tarihleri arasında geni kapsamlı<br />

özel sergiyi, güncelliğini hiç yitirmeyen<br />

bir konuya ayırdı: Cinsiyetler<br />

Savaı. Balığı Cinsler Arasındaki Kavga<br />

(Geschlechterkampf) olarak da çevrilebilen<br />

bu sergi, 19uncu yüzyıldan İkinci Dünya<br />

Savaı sonrasına kadar olan bir süreci kapsıyor,<br />

kadın ve erkeğin toplumdaki rollerini,<br />

birbirleriyle ilikilerini ve bu ilikilerin<br />

sanata yansımalarını irdeliyor.<br />

150 parça yapıtın yer aldığı sunum,<br />

kadın ve erkek sanatçıların toplumdaki<br />

cinsiyet model ve rollerini ne kadar tartımalı<br />

ele aldıklarını gözler önüne seriyor.<br />

Resim, heykel, graik, fotoğraf ve sinema<br />

gibi dallardaki sanatın, yaygın klie ve<br />

prototiplerden faydalanırken, hayranlık<br />

duyulan ideal kimlikleri ele almaktan<br />

da geri kalmadığı biliniyor. Gerçekten de,<br />

bazı sanatçılar kadın-erkek cinsiyetlerin<br />

abartılmı karakterlerini izleyicilerine<br />

sunarken, benimsenmek zorunda kalınan<br />

rollerini de, toplumun benimsediği basma-<br />

kalıp ablonlarla, mizahla, abartılmı tiplemelerle,<br />

maskelerle vurgularlar. Örneğin,<br />

19uncu yüzyılda cinsler arasındaki farklılık<br />

üzerinde, kadınsı-erkeksi, pasif-aktif,<br />

duygusal-akıl- cı, tabiat-kültür, aile-devlet<br />

çağrıımları ön plana çıkarılarak çalıılmıtı.<br />

Bu çalımanın sadece ekonominin,<br />

sosyal yaamın ve politikanın yapısını<br />

etkilemekle kalmadığı, sanatın da bundan<br />

payını aldığı ve derinden etkilendiği biliniyor.<br />

İte Städeldeki sergi, müzenin<br />

malı olan Max Libermann, Edvard Munch<br />

ve Franz von Stuckun tabloları, August<br />

Rodinin heykelleri ve aynı ekilde Frank<br />

Eugene ve Claude Cahunın konuyu içeren<br />

fotoğralarını kapsıyor. Müzeden yapılan<br />

açıklamalarda, sanatın önemli isimlerinden<br />

Hannah Höch, Eduard Manet, Gustave<br />

Klimt, Otto Dix ve Frida Kahlonun<br />

eserleri ödünç alınarak serginin zenginletirilmesini<br />

sağlandığı, böylece geni kapsamlı<br />

bir boyuta ulaıldığı belirtiliyor. Bu<br />

isimlere destek amacıyla da Leonor Fini,<br />

John Collier ve Gustav Adolf Mossa eserlerinden<br />

seçimler yapıldığı görülüyor.<br />

6


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Hannah Höch<br />

(1889-1978)<br />

Die Braut (Pandora), 1924-27<br />

Öl auf Leinwand, 114 x 66 cm<br />

Berlinische Galerie, Landesmuseum<br />

für Moderne Kunst,<br />

Fotograie und Architektur<br />

© VG Bild-Kunst, Bonn <strong>2016</strong><br />

Foto: Kai-Annett Becker<br />

EN KAPSAMLI BİR SERGİ<br />

Sergi, Frankfurt Rhein Main Kültür<br />

Fonu desteğiyle ve Georg ve Franziska<br />

Speyer Yüksekokul Vakfının katkılarıyla<br />

olumu. Städel Müzesi Müdürü Dr.<br />

Philipp Demandt, sergi hakkında bilgi<br />

verirken öyle konumutu:<br />

<strong>2016</strong> yılı bitip 2017ye geçerken sergilerimizin<br />

en kapsamlısını, 19uncu yüzyılın<br />

ikinci yarısı ve 20nci yüzyılda en çok tartıılan<br />

konulardan birine ayırdık: Toplumdaki<br />

cinsiyet rolleri ve cinsiyet ilikileri.<br />

Bu kapsamlı sergi için en iyi ve tanınmı,<br />

özlü sanat eserlerini seçtik ve bunları bir<br />

diyalog içinde sunduk. Cinsiyetler arasın-<br />

7


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

daki farklı pozisyonları göstermek, günümüzde<br />

bile güncelliğini kaybetmeyen<br />

kadın-erkek kimliğini oluturan yapıya ıık<br />

tutmak, amacımızdı...<br />

Toplam 12 bölümden meydana gelen<br />

sergi, sanatın cinsiyetler arası ilikileri,<br />

geni bir yelpaze içinde kullandığı<br />

motilerle betimleme amacı taıyan eserlerden<br />

oluuyor. Gustave Moreausun mitolojik<br />

anlatımlarından, sürrealist sanatçıların<br />

fantastik igürlerle bezenmi eserlerine,<br />

onların modern sanat odağında geli-<br />

Sergiden görüntü<br />

8


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

imlerini takip ederek, sosyal ve tarihsel<br />

değiimleri, 19uncu yüzyılın ikinci yarısında<br />

kadın hareketinin balangıcından,<br />

cinsiyet üzeri tartımalarına, Weimar<br />

Cumhuriyetinden, 2. Dünya Savaı sonuna<br />

kadarki oluumları, kronolojik sıralamayla<br />

müzenin her iki katında devam ediyor.<br />

Kronolojik sıralamada cinsiyetler savaı<br />

konusunu diğer sanatçılardan daha fazla<br />

ileyen Franz von Stuck, Jeanne Mammen,<br />

Felicien Rops, Edvard Munch ve Lee<br />

Millerin eserlerine daha geni yer verildiği<br />

gözleniyor.<br />

9


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

GÜNÜMÜZDE ERKEĞİN<br />

NE OLDUĞUNU<br />

BİLEN VAR MI?<br />

✤<br />

Serginin küratörleri Felicity Korn ve Dr.<br />

Felix Krämerin açıklamaları öyle: Bizim<br />

için önemli olan hem kadın, hem de erkek<br />

sanatçıların eserlerinin, konunun anlaabilmesi<br />

için dengeli oranda temsil edilmesi<br />

idi. unu gördük: Özellikle 19uncu yüzyıldaki<br />

kadın sanatçılar, konunun uzağındaydılar.<br />

Bunun nedeni, eğitim ve mesleki olanaklarının<br />

kısıtlı olmasıyla açıklanabilir.<br />

Kadın sanatçıların konuyu ele alı ve ileyi<br />

biçimi çok daha ilgi çekiciydi. “oğrudan<br />

kendilerini ilgilendirmesine karın mizah,<br />

ironi ve alay, konuyu ele alılarında hâkim<br />

unsurlardı...<br />

Bu görüleri Dr. Felix Krämer, u sözlerle<br />

tamamlıyor: Bu sergi ile amacımız<br />

cinsiyetler arası sava konusunu canlı<br />

tutmak, karmaık olan bu olguya tarihsel<br />

bir bakı açısı kazandırmaktı. Sava sonrası<br />

konu ile ilgili dokümanların çokluğu<br />

ve yeterliliği, günümüzde birçok sanatçı<br />

tarafından ilenmesi iimizi kolaylatıran<br />

nedenlerdendi ve bu konu modern sanat ve<br />

günümüz sanatçıları için hayati önem taımaktadır.<br />

Sava öncesi dönem içinse, ne<br />

yazık ki, aynı eyleri söylemek olanaksız.<br />

Sergi birkaç basamakla inilen alt kattaki<br />

giri salonunda, medyadan alıntılarla<br />

balıyor:<br />

Keke erkek olsaydım! Kısa eteklilerden<br />

söz eden yok artık. Kadın erkek<br />

eitliği sağlandı sayılır. Keke öyle olsaydı:<br />

açık arttırmalarda erkek sanatçıların eserleri<br />

neden daha yüksek iyatlarla alıcı<br />

buluyor, bunu nasıl izah edeceğiz?<br />

(Die Welt, 12.12.2015)<br />

Günümüzde kadının ne olduğunu bilmeyen<br />

kalmadı. Peki, erkeğin ne olduğunu<br />

bilen var mı?<br />

(Der Spiegel, 11.06.<strong>2016</strong>)<br />

Eit haklara sahip olmaya daha 170<br />

yılımız var! Gender Gap Reporta göre<br />

kadın-erkek arasında ekonomik eitliğin<br />

çok çok uzağındayız.<br />

(Spiegel Online, 26.10.<strong>2016</strong>)<br />

Bitmek bilmeyen cinsiyetler savaı:<br />

Neden erkeklerin paspas kovası ile baı<br />

dertte? Eskiden evin geçimini sağlayan<br />

erkek görevini yerine getirmi olduğunda<br />

baarılı sayılırdı. Günümüzde ise koru-<br />

10


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Cadeau/Geschenk<br />

1921/1974<br />

Ütü ve döşeme çivisi, 16,5 x 10 x 10 cm<br />

Kunsthalle Mannheim<br />

Hediye<br />

MAN RAY (1890 - 1976)<br />

Amerikalı sürrealist fotoğraf sanatçısı Man Ray bu esprili eseri arkadaşı ünlü<br />

komponist Eric Satie’ye hediye etmiştir. Orijinal ismi Cadeau’dur. Bu ütü ile<br />

elbisenizi paramparça etmek çok kolay der sanatçı. Bu objeyi ütü olarak kullanmak<br />

olanaksız ama yaptığı çağrışımdan dolayı başka bir anlam kazanmakta,<br />

böylelikle de bir sanat eseri oluşmaktadır. 1921 yılının aralık ayında,<br />

Paris’te Librairie Six’teki kişisel sergide izleyicilere sunuluyor. Ray, dostu<br />

Satie için satın aldığı ütünün altına döşeme çivilerini koyarak, sıradan bir<br />

eşyadan potansiyel bir işkence aracı üretebilmişti. Ütülemek, dolayısıyla ütü,<br />

çağrışım olarak kadınsal bir ev işidir. Döşeme çivileri ise mesleki olarak ve<br />

çağrışımları açısından erkekçe bir elişi ve zanaattır. Ve bu obje, kadın-erkek<br />

cinslerinin ürkütücü beraberliğini vurgulamaktadır.<br />

Çalışma, aynı zamanda Man Ray’in Marki de Sade’ın yazılarına ne kadar hayranlık<br />

duyduğunu da gözler önüne serer. Ray, ironik-oyunsal bir bileşim olan<br />

bu esere Hediye ismini vererek anlamsal oluşumu en uç noktasına taşımıştır.<br />

11


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

1860 yılından sonraki sürelerde sanatta<br />

izlerini göstermeye balayacaktı.<br />

Sergiden görüntü<br />

| Foto: Städel Museum<br />

yucu, sevecen bir baba, saygılı bir e olma<br />

zorunluluğu var. Bu rol değiimini kabul<br />

etmek erkekler için kolay değil. Psikologlara<br />

göre de bu problemin çok basit bir<br />

çözümü var...<br />

(Focus, 1.10.2013)<br />

KADINLARIN EŞİTLİĞİ<br />

Sergi konusunun tarihsel çıkı noktası,<br />

19uncu yüzyılda Avrupada balayan<br />

Kadın Eitliği hareketi önderliğindeKİ<br />

kadın-erkek eitliğini sağlama mücadelesi..<br />

Gerçekten de, ilk tartımalar resmen<br />

bu dönemde balamıtı. Bu tartımalar,<br />

Sergi, kadın ve erkek arasındaki ilk<br />

uyumazlığın insanlığın köklerine kadar<br />

uzandığını, bir baka deyile, Adem ve<br />

Havvayla baladığına dikkat çekiyor.<br />

Sanatta ise özellikle 20nci yüzyıl balarında<br />

kadın-erkek birlikteliği çift olarak<br />

daha kapsamlı bir biçimde görülmeye ve<br />

ilenmeye balıyor. Sergilenen eserler arasında<br />

özlü yapıtlardan Franz von Stuck,<br />

Julius Paulsen ve Suzanne Valadon eserlerini<br />

hemen sayabiliyoruz. Valadonun<br />

Adem igürü için kendinden 20 ya küçük<br />

partnerini model olarak kullandığı biliniyor.<br />

O yıllarda erkekleri çıplak çizmek<br />

yasaktı. Ancak kadınlar çıplak olarak çizilebiliyordu.<br />

Bu nedenle tablo sergiye kabul<br />

edilmeyip geri yollanmıtı. Valadon o güne<br />

kadar uygulanan erkeklik organını örten<br />

incir yaprağı yerine, protesto amacıyla<br />

asma yaprağı ile dalını çizmiti.<br />

Birinci Dünya Savaı öncesi, yani Fin<br />

de Siècle döneminde sanat, cennetten<br />

12


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

kovulma nedeni olan ilk günahı ve kadının<br />

erkeği batan çıkarmasını anlatan konuları<br />

iliyordu. İnsanı yakan, yok eden, felaketine<br />

sebep olan, uğursuzluk getiren<br />

dii (femme fatale) deyimi erkeklerin<br />

hem korkusu, hem de ehvet uyandıran<br />

seks objesiydi. Özellikle erkek sanatçılar,<br />

kadın-erkek eitliğini savunan kadınlarda<br />

büyük tehlikenin geliini görüyorlardı.<br />

Bunlar, yapıtlarında kadın igürünü,<br />

kadınlığını kullanarak erkeklerin<br />

hegemonyasını sona erdirmek isteyen<br />

kötüyü simgelerken gösteriyordu. Gustave<br />

Moreau, Jean Benner, Lovis Corinth<br />

ve Aubrey Beardsley gibi sanatçıların<br />

İncilden yola çıkarak, Salome, Judith ve<br />

Delila gibi karakterleri kült statüsüne<br />

yükselttikleri biliniyor.<br />

Alfred Kubin, Thomas Theodor Heine<br />

ve Félicien Rops gibi sanatçıların ise mitoloji<br />

ve İncildeki igürlere dönmek yerine<br />

kalıplamı özellikleri görselletirme<br />

yolunu seçtikleri gözleniyor. Bu dönemde<br />

sıkça rastlanan kadın igürü, erkeğin üzerinde<br />

cinsel ve toplumsal gücünü kullandığı<br />

zavallı, güçsüz her isteğini yerine<br />

getirecek bir nesne olarak resmediliyordu.<br />

Bunun en akılda kalıcı örneği ise Emmanuel<br />

Frémietsin Bir kadını kaçıran goril<br />

heykeliydi. Merian C. Coopers yaklaık<br />

50 yıl sonra bundan esinlenerek mehur<br />

King Kong ilmini çevirmiti.<br />

Emmanuel Frémiets<br />

“Bir kadını kaçıran goril”<br />

Jeanne Mammenın sergi özel bölümünde<br />

ilk dönem eserleriyle çok değiik<br />

bir perspektif yarattığına tanık oluyoruz.<br />

Kadın sanatçı, detaylı bir ekilde<br />

edebiyattaki sembolizmin fantastik<br />

düünce ve rüyalarından yararlanıyordu.<br />

Mammen, Gustave Flaubertin (1874)<br />

13


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

✤<br />

SANATÇILARIN<br />

KONUYA HİÇ<br />

KIVIRMADAN,<br />

DOĞRUDAN<br />

GİRİŞLERİ...<br />

✤<br />

Aziz Antoniusun Izdırapları üzerine seri<br />

ürünler de çıkarmı, bunlara Medusa ve<br />

Salome gibi kadın karakterlerini de yansıtmıtı.<br />

Aynı ekilde Norveçli sanatçı Edvard<br />

Muncha sergi kapsamında ve özel bir<br />

bölümde geni yer veriliyor. Kadın-erkek<br />

ilikisindeki duygu karmaasını, değikenliğini<br />

seks ile sevgiyi, acı ile ölümü birletirerek<br />

sunan Munch, bunu yaparken,<br />

izleyiciyi kadının ehvetine kapılan erkek<br />

voyeur (röntgenci) ve âığı durumuna<br />

düürmesiyle biliniyor.<br />

SAVAŞTAN SONRA<br />

Tarihten biliyoruz: Weimar<br />

Cumhuriyetinin getirdiği serbestlik ortamında<br />

açılan bar, pavyon, travesti lokalleri,<br />

genelevler Birinci Dünya Savaının<br />

korkunç izlerini, ruhsal etkilerini, yıkımlarını<br />

unutturmaya, dünya nimetlerinden<br />

faydalanma olanağını sağlıyordu. Doğal<br />

olarak bu geliim sanatçıları da etkiliyordu<br />

ve bunlar açıkça cinsel iddet, seks<br />

cinayetleri ve fuhu konularına odaklanmaya<br />

baladılar. Yeni nesnellik akımının<br />

erkek temsilcileri Otto Dix, Heinrich<br />

Maria Davringhausen, Karl Hubbuch gibi<br />

sanatçılar korkunç ve vahice parçalanmı<br />

kadın bedenlerini feti nesneleri olarak<br />

resimlediler. Konuya hiç kıvırmadan<br />

doğrudan girileri sayesinde sanatçılar<br />

bakılarını toplumsal uçurumun dibinde<br />

yaayan insan kaderlerine çevirdiler.<br />

Onları konu ettiler. Metafor motilerle<br />

marjinal yaantıları anlatırken bozulan<br />

sosyal atmosferi, hastalıklı politik sistemi<br />

gözler önüne seriyorlardı. Berlin Dada çevresi<br />

sanatçılarından Hannah Höch, Hans<br />

Bellmer, izleyenleri skandal resimler,<br />

çirkin ve robotlatırılmı korkulu/korkunç<br />

ama her eyden önce de cinsel ahlakı, toplumsal<br />

ikiyüzlülüğü eletiren, yargılayan<br />

konularla karı karıya getiriyordu.<br />

YENİ KADIN KAVRAMI<br />

Tüm bu gelimeler içinde yeni kadın<br />

kavramı anlam kazanmaya balıyordu.<br />

Birinci Dünya Savaı sonrası toplumsal<br />

değiim süreci, vatan cephesi savacçıları<br />

olan kadınların bağımsızlıklarını ve<br />

14


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Mein Kindermädchen<br />

1936/1967<br />

Yüksek topuklu kadın ayakkabısı, servis tabağı, 14 x 21 x 35 cm<br />

Moderna Museet, Stockholm<br />

Dadım<br />

Meret Oppenheim (1913/1985)<br />

Berlin doğumlu, İsviçreli kadın sanatçı, 1932-1937 yılları<br />

arası Paris’te sürrealist sanatçılar arasında yaşadı. Dadım<br />

ilk defa 1936’da Andre Breton’un Surindépedants<br />

(Sürrealist Objeler) sergisinde gösterildi. Sergiye öteki<br />

sürrealistlerle birlikte Claude Cahun ve Marcel Duchamp<br />

da eserleri ile katıldı.<br />

Beyaz, yüksek topuklu ayakkabı fetişist modada kadın<br />

bedenini sembolize eder. İple sıkı sıkıya bağlanması da<br />

erkeklerdeki elde etme, sahip olma, esaret fantazilerini<br />

çağrıştırır. Servis edildiği tabaktaki kızarmış tavuk<br />

(ya da kaz) ise ironik bir düzenleme ile kadının ev<br />

işlerinden sorumlu olduğunu, yemek yapan, karın doyuran,<br />

pasif ve şehvetin sunumsal objesi olduğunu vurgular.<br />

Eserin ismi, sanatçının çocukluk yıllarındaki duygusal<br />

anılarından ilham alınarak verilmiştir.<br />

15


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Sergiden görüntü | Foto: Städel Museum<br />

✤<br />

SÜRREALİSTLER<br />

ÖZGÜRLÜKÇÜ<br />

TUTUMLARIYLA<br />

İKİYÜZLÜLÜĞÜ<br />

HEDEF ALMIŞTI<br />

✤<br />

kendilerine güveni kazandırmıtı. Sava<br />

travması geçiren erkekler yeni bir toplumsal<br />

rol ile karı karıyaydılar artık.<br />

1919da Kadın Hareketi kadınlara seçme<br />

ve seçilme hakkını kazandırıp politik,<br />

sosyal ve toplumsal yaamda haklar elde<br />

ettiğinde, kendine güveni olan, aktif<br />

kadın tipini belirginletirdi. Toplumdaki<br />

yerinin bilincinde olan bu kadın tiplemesi<br />

Otto Dix, Elfriede Lohse-Wächter, Jeanne<br />

Mammen, Christian Schad gibi sanatçıların<br />

yapıtlarında yerlerini alıyordu.<br />

Sürrealizm akımının önde gelen sanatçıları<br />

(Breton, Duchamp, Ernst) özgürlükçü<br />

cinsel yaamı onaylarken, tutucu<br />

çevrelerin ikiyüzlü cinsel davranıları ile<br />

alay ediyorlar, bu arada Freudun psikoanalitik<br />

aratırmalarına dayanarak cinsiyetler<br />

arasındaki sınırları yok etmeyi<br />

amaçlıyorlardı. Özellikle de mitolojideki<br />

çift cinsiyetli Androgyna (erdii) eğilimleri<br />

vardı. Onlara göre erdiiler geleneksel<br />

kadın-erkek rollerinin üstesinden gelmeyi<br />

baararak her iki cinsin sentezini ortaya<br />

koyuyorlardı. Sürrealist kadın sanatçılar<br />

ise alternatif kadın tiplemesi ile karı çıkmayı<br />

amaçlıyorlardı. Sinemada bunun<br />

öncüsü vardı: 1906da Alice Guyın Feminizmin<br />

Devamı adlı ilmde kadın ve erkek<br />

rollerini mizahi bir ekilde değitirilmiti.<br />

Aynı ekilde Meret Oppenheim da toplumda<br />

kadının üstlendiği rolü edilgen seks<br />

nesnesi olarak vurgulamıtı.<br />

z<br />

(Fotoğralar: © Ömer Yaprakkıran)<br />

16


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

17


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

18


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

19


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Zamanımızın görme biçimiydi<br />

JOHN BERGER<br />

Derleyen: HALİT ÇELİKBUDAK<br />

Ressam, sanat eletirmeni, senarist, romancı ve belgesel yazarı İngiliz<br />

John Berger, 1973 yılından beri yaadığı Fransada Quincy köyünde 2 Ocak<br />

2017de 90 yaında öldü. 1970li yıllarda BBCde yayınlanan Görme Biçimleri<br />

adlı belgesel dizisiyle ünlenen Berger, batılı kültürel estetik anlayıına<br />

getirdiği eletirel yaklaımla tanınıyordu. Berger, G. adlı romanıyla da 1972<br />

yılında prestijli Man Booker ödülünü almıtı.<br />

(FOTOĞRAFLAR: Ji-Elle, commons.wikimedia.org)<br />

20


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

John Bergerin biyograisini de yazan editörü<br />

Tom Overton, Bergerin ölümünün<br />

ardından Bize sanatın hayatlarımızı<br />

zenginletirdiğini öğretti dedi. İngiliz<br />

oyuncu, yazar Simon McBurney, Dinleyici,<br />

air, ressam, görücü, Rehberim,<br />

Filozof. Arkada. John Berger bu sabah<br />

bizi terk etti. imdi her yerdesin diye<br />

yazdı. Yazar Ahmet Ümit ise Twitterde<br />

u ifadeyi kullandı. John Berger öldü<br />

diyorlar, ben de keke hepimiz onun gibi<br />

yaasaydık diyorum.<br />

Tom Overton, ölümünden sonra Berger<br />

ile ilgili düüncelerini BBCye öyle<br />

anlattı. Bergerin belgesel dizisi Görme<br />

Biçimleri pek çoğumuzun dünyaya bakı<br />

açısını değitirdi. Hep medyanın sanatı<br />

algılayı biçimimizi derinden etkilediğini<br />

savundu. O program bugün de bir simge<br />

niteliğinde. Ama daha birkaç ay önce<br />

görütüğüm Berger, alıkanlıkları, yerleik<br />

düzeni ve bizi, yani medyayı eletiriyordu.<br />

Bir sanatçının bakı açısına,<br />

bir akademisyenin bilgi birikimine ve<br />

doğutan yetenekli bir sahne sanatçısının<br />

karizmasına sahipti. Ama her eyden önce<br />

bir yazardı. iirleri, romanları ve eletirileriyle<br />

hayatımızı zenginletirdi. Bize<br />

bireysel olarak değil ama toplumsal olarak<br />

nasıl görmemiz gerektiğini öğretti.<br />

Bergerin çok sayıda kitabının editörlüğünü<br />

yapmı olan Overton, John her<br />

zaman en çok ilgi duyduğu konuların<br />

sürgün deneyimi ile sanat ve mülkiyet arasındaki<br />

felaketlere yol açan iliki olduğunu<br />

söylerdi dedi. Dünyanın John Bergere<br />

her zaman olduğundan daha fazla ihtiyaç<br />

duyduğunu söyleyen Overton, Bazı kitapların<br />

yıllar geçtikçe gençletiğini söylerdi.<br />

Onun kitapları da gençleecek. Bergerin<br />

ardında bıraktığı eserler umut aılıyor<br />

ve çok geni bir yelpazeye yayılıyor diye<br />

konutu.<br />

Kıvrak zekâlı usta yazar, modern sanat<br />

eletirisine bambaka bir perspektif<br />

katarak çağının bir çok yazar ve sanatçısına<br />

ilham kaynağı oldu. Susan Sontag<br />

onun için öyle diyor: John Bergerin<br />

kitaplarına hayranım. O sadece ilginç<br />

olanı değil, aynı zamanda önemli olanı<br />

yazıyor. Çağda İngiliz yazınında bence<br />

rakipsizdir. Lawrencetan beri sezgi ve<br />

duygu dünyasına bilincin de gerekliliklerine<br />

cevap vererek bu kadar dikkat<br />

21


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

RESSAM BERGER<br />

1940'LARIN<br />

SONUNDA BİRÇOK<br />

SERGİYE KATILMIŞTI<br />

✤<br />

eden bir yazar çıkmamıtır. O belki Lawrence<br />

kadar iyi bir air değil ama daha<br />

zeki, daha asil. Olağanüstü bir sanatçı ve<br />

düünür.<br />

RESSAMLIKLA BAŞLADI<br />

Berger, Birinci Dünya Savaı sona<br />

erdikten sekiz yıl sonra 5 Kasım 1926da,<br />

Kuzey Londrada Stoke Newingtonda<br />

doğdu. Oxfordda St. Edmond Okuluna<br />

yatılı verildi. Berger, The Observer<br />

Gazetesine verdiği bir röportajda o yılları<br />

öyle anlatıyordu. 6 ile 16 yalarım arası<br />

yatılı okullarda geçti. 12 yaımdan itibaren<br />

baka bir yere, daha az boğucu bir<br />

yere ait olduğumu düünüyordum.<br />

1944 yılında askere alınan Berger,<br />

Kuzey İrlandaya gönderildi. Berger o günleri<br />

anlatırken öyle diyordu: Askere<br />

alınmı eğitimsiz genç insanların arasındaydım.<br />

Bu içi sınıfından çağdalarımla<br />

ilk kez gerçekten tanımamdı. Onlar<br />

için ailelerine, sevgililerine mektuplar<br />

yazardım. Bu ilk kez toplum için yazmaya<br />

baladığım dönem olarak görülebilir.<br />

Gerçi çok kötü bir yıldı ama imdi geriye<br />

baktığım zaman beni ekillendiren çok<br />

önemli bir deneyim olarak görüyorum.<br />

Bir bakıma, Berger bütün hayatı<br />

boyunca bunu yapmaya devam etti, insanların<br />

hikâyelerinin yok olup gitmemesi<br />

için onları yazıya döktü. Susan Sontag ile<br />

yaptığı bir söyleide, Bir hikâye daima<br />

bir kurtarma operasyonudur sözleriyle<br />

hikâyeciliğe olan bakı açısını dile getiren<br />

Berger, The Seasons of Quincyde ise<br />

Dinlediğim için bir hikâye anlatıcısıyım.<br />

Hikâyeci olmak, sınırdan geçi izni alan<br />

bir kaçakçı olmaya benziyor eklinde<br />

düüncelerini ifade ediyor.<br />

Ordudan ayrıldıktan sonra burs kazanarak<br />

Chelsea Sanat Akademisine devam<br />

eden Berger, Günler resim yaparak,<br />

desen çizerek geçiyordu. Sonunda ait<br />

olduğum bir yer bulmutum. Yaam birdenbire<br />

dopdolu olmutu diyordu o<br />

günler için…<br />

Kariyerine ressam olarak balayan<br />

Berger, 1940lı yılların sonlarına doğru<br />

Londrada birçok sergiye katıldı. Çalımaları,<br />

Londranın Wildenstein, Redfern ve<br />

Leicester galerilerinde sergilendi. 1948-<br />

1955 yılları arasında sanat eletirmenliğinin<br />

yanı sıra, resim dersleri verdi, sanat<br />

eletirmenliği de yapmaya baladı. Birçok<br />

makalesi, haftalık sol görülü politik bir<br />

dergi olan New Statesmande yayımlandı.<br />

Modern sanat dünyasında, hümanist pencereden<br />

bakan duruu, onu kariyerinin<br />

baında tartımalara yol açan, dikkatleri<br />

üzerinde toplayan birisi haline getirdi.<br />

Berger, bazı modern sanatçılar hakkında<br />

incelemeler de kaleme aldı. Bunlardan<br />

en çok tanınanı, Pablo Picasso hakkında<br />

yazdığı 1965 tarihli Picassonun<br />

Baarısı ve Baarısızlığı oldu. Bu, yazıldığı<br />

dönemde, birçok sanat eletirmeni<br />

tarafından saygısızlıkla suçlansa da çağımızda<br />

Picasso hakkında yazılmı en iyi<br />

kitaplardan biri olarak kabul edilmitir.<br />

Berger, Picassonun sanatının sosyoekonomik<br />

temellerini irdeleyerek, ünlü<br />

sanatçının kapitalist toplum koullarından<br />

nasıl etkilendiğini, sistemin etkisinin<br />

resimlerine nasıl yansıdığını ortaya koyuyordu.<br />

Bergere göre köklü bir resim geleneği<br />

olan İspanyanın ortaya çıkardığı bu<br />

büyük yetenek, zamanla 20 yüzyılın sanatını<br />

belirleyen koulların etkisiyle sistemin<br />

çarklarından biri haline gelmiti. Berger,<br />

Picassodan baka Francisco Goya hakkında,<br />

ressamın sanatını konu alan bir<br />

kitap ve Rus heykeltra Ernst Neizvestny<br />

hakkında da Sanat ve Devrim balıklı<br />

bir deneme yayımladı.<br />

Berger, 1960ların baında İsviçreli<br />

sinema yönetmeni Alain Tannerin çağrısı<br />

üzerine Cenevreye gitti. Tannerin<br />

üç ilminin (La Salamandre, Dünyanın<br />

Ortası ve 2000 Yılında 25 Yaına<br />

Basacak Olan Yunus) senaryolarını yazdı.<br />

22


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Berger bu senaryolardan sonra sırasıyla<br />

Picassonun Baarısı ve Baarısızlığı<br />

(1965), A Fortunate Man (Talihli Bir<br />

Adam, 1967), Art and Revolution(1969)<br />

kitaplarını yayımlandı. Berger bu kitaplarında,<br />

resim ve heykel sanatlarının toplumsal<br />

ve ekonomik koullardan nasıl<br />

etkilendiğini aratırırken, Talihli Bir<br />

Adamda da Jean Mohrun fotoğralarından<br />

yararlanarak bir tara doktorunun<br />

hayatını anlatırken bir insanın kendini<br />

baka insanların sağlık ve esenliğine nasıl<br />

adadığına tanıklık ediyordu.<br />

YEDİNCİ ADAM’IN YENİ ÖYKÜSÜ<br />

Bergerin Avrupadaki göçmenleri ilgilendiren<br />

kitabı Yedinci Adam (1975)<br />

isimli eseridir. Düzyazı, iir ve fotoğrafı<br />

birletiren bu kitabında Avrupadaki<br />

göçmen içileri ele alan Berger, bu kitabı<br />

için fotoğrafçı arkadaı Jean Mohr ile<br />

ibirliği yapar. 1972de G. romanıyla<br />

Booker ödülünü alan Berger ödül töreninde<br />

5 bin sterlinlik bu ödülün yarısını<br />

Karayiplerdeki Kara Panter adlı devrimci<br />

harekete bağılayacağını, öbür yarısını<br />

da Avrupadaki göçmen içilerle ilgili kitabının<br />

hazırlanması için kullanacağını açıklamıtı.<br />

Bergerin Yedinci Adam kitabı için<br />

söyledikleri onun hümanist bir düünür<br />

olduğunu gösteriyor:<br />

Bir yazar olarak en büyük doyumu hissettiğim<br />

anlardan birinin ödüllerle falan<br />

ilgisi yok. İstanbuldaydım ve arkadalarla<br />

onların bir tanıdığını ziyarete bir<br />

gecekondu mahallesine gittik. Gecekonduda<br />

çay içtik, uyduruk bir rafa dizilmi<br />

20 kadar kitap vardı ve onlardan birisi<br />

Yedinci Adamın Türkçesiydi. Bunu<br />

görünce yazar olarak ne kadar anslı olduğumu<br />

düündüm. Kitaptaki deneyim hayat<br />

deneyimiyle bulumu ve kabul görmütü<br />

çünkü.<br />

Resimle<br />

başlayan<br />

yazı<br />

John Berger, 1940larda ilk resimleri sergilendikten<br />

sonra, yazarlığa baladı. 1958de ilk<br />

romanını yayınladı. Zamanımızın bir Ressamı…<br />

Romanın konusu hayali bir Macar ressam Janos<br />

Lavindir. “evrimci ressam Janos, ikinci dünya<br />

savaı öncesi Macaristandan Londraya kaçar.<br />

Ressamın sanat eletirmeni arkadaı John, onun<br />

günlüğünü kefeder. Roman, bir ressamın çalımasını<br />

ayrıntılarıyla aktarır. Roman Lavinin<br />

sanat anlayıı, siyasal görüleri aracılığıyla<br />

Batıda sanatçının yerini aratırıyor. Lavinin günlüğü<br />

ele aldığı sorunlarla ressam Van Goghun<br />

mektuplarını ve Gaguinin günlüklerini anımsatan<br />

bir içtenlikle yaklamakta olan 1956 Macaristan<br />

bunalımının gerilimini yansıtıyor. Kitap<br />

okuyucular tarafından gerçek bir öyküymü<br />

gibi algılanır. Çeitli kesimlerden gelen baskılar<br />

sonucu yayınlandıktan bir ay sonra yayıncısı<br />

tarafından piyasadan geri çekilir. Berger bu<br />

kitabının ardından 1960da sanat denemelerini<br />

içeren Permanent Red adlı eserini yayınladı.<br />

Bu kitapları 1962de Clivenin ’yağı (The Foot<br />

of Clive) ve 1964de Mantarcının Özgürlüğü<br />

(Corkers Freedom) isimli romanları izledi.<br />

23


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

İstanbul ziyareti<br />

✤<br />

"YEDİNCİ ADAM"<br />

KİTABI TÜRKİYE'DE<br />

DE İLGİYLE<br />

KARŞILANDI<br />

✤<br />

air, yazar ve çevirmen Cevat Çapan ve Yankı Yayınları sahibi Kemal “emirel,<br />

John Bergerı İstanbula davet ederler. Çapan, 18 Kasım <strong>2016</strong>da Cumhuriyet<br />

Gazetesinde John Berger 90 Yaında balıklı yazısında Bergerin Türkiyede<br />

geçirdiği günleri, ilk defa Sait Faik öyküleri ve Ruhi Sunun müziği ile tanımasını<br />

ve Yaar Kemal ile olan sohbetini öyle anlatıyor:<br />

1978de Yedinci ’damın Türkçe çevirisi yayımlandığında, mutlu bir rastlantıyla<br />

Bergerı tanıyan ve İstanbulda Kalenderhanedeki Bizans mozaikleriyle<br />

ilgili aratırmalar yapan bir arkadaıyla tanıtık. “aha önce Bergerın Sanat<br />

ve “evrim kitabını 1974te yayımlayan Yankı Yayınları sahibi Kemal “emirelle<br />

Bergerı İstanbula davet ettik.<br />

John Berger, ei Beverly ve iki buçuk yaındaki oğulları Yvesle geldi. Hazırladığımız<br />

sofrada onları bekleyenler arasında Cihat Burak, Can Yücel ve Mehmet<br />

Ulusoy gibi arkadalar da vardı. Konuklarımız ’lplerdeki Quincey köyünden<br />

küçük Citroen arabalarıyla kazasız belasız gelmilerdi. Sofrada hemen aileden<br />

birileri gibi bize katıldılar ve kırk yıllık dostmuuz gibi sohbet balamı oldu.<br />

Bergerlar Türkiyede kaldığı bir aya yakın süre içinde İstanbulun görülecek<br />

yerlerini gördü, sanat dünyasından birçok insanla tanıtı, bir arkadaın evinde<br />

Ruhi Suyu dinledi, bir baka arkadaın evinde Beklan ’lganın sahneye koyduğu<br />

Cesaret ’na ve Çocukları oyununu televizyondan izledi. Kumkapıda Kör<br />

’gopun meyhanesinde Yaar Kemalle türküler üzerine sohbet ettiler.<br />

Bir ara İstanbul dıına çıkmak için gazeteci bir arkadaın kılavuzluğunda<br />

önce ’dapazarına, oradan Bolu ve Mudurnuya da gittiler. ’dapazarında Çark<br />

Gazinosunda onları ağırlayan Belediye Bakanı, Bergerı Sait Faikin amcaoğluyla<br />

da tanıtırmı. O da Bergera Sait Faikin Fransızcaya çevrilen öykü kitabını<br />

getirmi, Sabaha kadar Sait Faik okudum demiti Berger döndüğünde. Bu<br />

kısa yolculuğun baka ilginç bir rastlantısı da Mudurnuya vardıklarında, Bülent<br />

”cevitin ünlü Köy-Kent mitingini izleme fırsatını bulmaları.<br />

İstanbuldan ayrılmadan önce Resim ve Heykel Müzesini gezen Berger orada<br />

eker ’hmet Paanın Orman tablosu önünde durup o resmin ilginç perspektif<br />

özellikleri üzerine daha sonra yazacağı bir deneme için notlar aldı. Gitmeden<br />

önceki son akam da arp sanatçısı Uğurtan ’kselin evinde Niyazi Sayından,<br />

Necdet Yaardan ve Reat Ucadan ney, tambur ve kemençe dinledi. ”rtesi<br />

sabah ”dirneden geçip ’lplerdeki köyüne dönerken Selimiyeye de uğrayan<br />

dostumuz yazdığı ilk mektubunda, O sesler hâlâ kulaklarımda, Selimiyenin<br />

kubbesi altındaki o düzen hâlâ gözlerimin önünde diyordu.<br />

“aha sonraki yıllarda John Berger, Beverlyyle iki kez daha geldi İstanbula.<br />

Önce Uluslararası İstanbul Film Festivallerinden birine jüri üyesi, daha sonra da<br />

İstanbul Kitap Fuarının davetlisi olarak. Bu gelilerinde de Latife Tekin, Tomris<br />

Uyar ve daha birçok baka yazarla tanıtı, panellere katıldı, Görme Biçimleri<br />

konusunda konumalar yaptı, Hakkaride Bir Mevsim ilmini seyretti.<br />

24


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Berger, gecekonduda ralardaki az<br />

sayıda kitap arasında Yedinci Adamı<br />

görünce kitabın yeni baskısına yazdığı<br />

önsözde bu kitabın kimlere seslendiği<br />

konusuna yeniden değindi. Bu önsözde,<br />

kitabın bazı yanlarının eskimi olabileceğini<br />

ama burada insanın daha çok<br />

bir aile albümünde rastlayacağı hayat<br />

lara da ilham kaynağı oldu. Kitabın adı,<br />

o yıllarda Almanya ve İngilterede her<br />

yedi içiden birinin göçmen olmasından<br />

geliyordu. Ayrıca kitabın giriinde Attila<br />

Jozsefin Yedinci adlı iirine de yer<br />

verilmi ve her kıtanın sonunda Jozsefin<br />

sen kendin yedinci olmaya bak dizesi de<br />

bu isme apayrı bir mana kazandırmıtı.<br />

hikâyelerini, bir dizi yaanmı anıları<br />

bulabileceğini yazdı.<br />

Bu belgesel kitapta Türkiye, Yunanistan,<br />

Yugoslavya, İtalya, Portekiz gibi<br />

ülkelerden sanayilemi ülkelere gelen<br />

içilerin yola çıkıları, geldikleri yerlerdeki<br />

yaama ve çalıma koulları ve<br />

bunlar arasında geri dönenler varsa,<br />

onların durumları ele alınıyordu. Yedinci<br />

Adam hem içilerin geldiği ülkelerde hem<br />

de Avrupada büyük bir ilgiyle karılandı<br />

ve yılın kitabı seçildi. Türkçeye, Yunancaya,<br />

Arapçaya, İspanyolcaya ve Portekizceye<br />

çevrildi.<br />

John Berger ve Jean Mohr, 1973-74 yıllarında<br />

Avrupadaki göçmen içilerin<br />

yaam koullarını incelemek adına kapsamlı<br />

bir çalımaya giritiler. Göçmen içilerin<br />

ülkelerini nasıl terk ettiklerini, ne<br />

artlarda çalıtıklarını ve sömürgeciliğe<br />

bir kurban gibi sundukları umutlarını çarpıcı<br />

bir görsellik ve yorumla aktardıkları<br />

Yedinci Adam, 1976 yılında Avrupada<br />

yılın kitabı ödülüne layık görüldü ve kendinden<br />

sonra gelen bu türden çalıma-<br />

JOHN BERGER VE<br />

TÜRKİYE GÖRÜNTÜLERİ<br />

Bu kitap görüntülerden ve sözcüklerden<br />

olumaktadır. Görüntüler de sözcükler<br />

de birbirlerinden bağımsız olarak<br />

okunabilir diyor John Berger kitabın giri-<br />

inde… Böylelikle hem fotoğrafın hem de<br />

yazının herhangi bir toplumsal olguyu<br />

kendi baına açıklayabilecek yeterlilikte<br />

olduğunun altını çiziyor.<br />

Kitapta birçok gelimemi ülkeden<br />

Avrupaya yapılan yasal veya kaçak girilerin<br />

hikâyesi mevcut. Berger ve Mohrun<br />

bizzat İstanbula gelerek Almanyaya kabul<br />

edilecek olan içilerin durumunu yerinde<br />

gözlemleyip göçü fotoğrafa ve yazıya dökmeleri<br />

oldukça ilginç…<br />

Alman memurlarının İstanbulda içilere<br />

uyguladığı sağlık muayenesine dair<br />

fotoğralar, en güçlü ve en sağlıklıların<br />

seçilmesi bağlamında tarihe geçmitir.<br />

Elbette Berger, göç olgusunu tek taralı<br />

bir gözle irdelemiyor. Ona göre göçmen<br />

25


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

JOHN BERGER,<br />

20. YÜZYILIN<br />

EN ÖNEMLİ<br />

YAZARLARINDAN<br />

BİRİYDİ...<br />

✤<br />

içi, bambaka bir bilinçle çıkar yolculuğa:<br />

Umut. Çünkü göçmen için kaldığı<br />

yer zaten cehennemden farksızdır. İi,<br />

emeği ve toplum içinde en ufak bir statüsü<br />

yoktur. Ancak o, baka bir ülkeye gitmekle,<br />

bir eyleri baarabilmi olmanın<br />

verdiği cokuyla, hem kendi için hem<br />

de içinden çıktığı coğrafya için yeni bir<br />

varolu/varolma imkanı bulmutur. Her<br />

ne kadar gittiği ülkede tek göz bir odada,<br />

bazen de ehirden tamamen uzak yerlerde<br />

yaamı olsa da, orada vaktin tamamen<br />

nakit olduğunu öğrenmi, paranın miktarını<br />

güç imajı ile sentezlemi ve böylece<br />

geri dönme hayallerinin içine her<br />

daim baarılı olabilecek bir insan portresi<br />

çizmitir. Yaadığı ülkeyi asla kendi<br />

vatanı gibi göremese de, gittiği yer sayesinde<br />

yeniden birey olabilmitir. Bunun<br />

en büyük göstergesi de hayal kurabilmesidir.<br />

Çünkü geldiği ülkede o bir hiçtir<br />

ve ona hayal kurabilmesi için dahi hiçbir<br />

fırsat verilmemitir. Bu durumu belki de<br />

en iyi yine göçmen bir Türk içi belirtiyor:<br />

Yılın altı ayı uyursun köyde, çünkü hem<br />

i yoktur hem de yoksulsundur.<br />

Kitapta, oldukça geni bir perspektifte,<br />

göçmen ekonomisine dair gelimi<br />

ve gelimemi ülkelerin kayıpları ve kazanımları<br />

sosyolojik bir gözlemle analiz<br />

edilmi… Kitap, göç veren ülkeleri genel<br />

itibari ile aynı ekonomik bağımlılık kapsamında<br />

ele alarak her birinden kısa öyküler<br />

aktarma yolunu seçmi. Bu yönüyle de<br />

eser; her fotoğrafın öyküsünü o karelere<br />

ait olan bireylerin kültürel bağlamlarından<br />

çıkararak, bir bütüne, görüntünün<br />

ve yoksulluğun gri birlikteliğine dönü-<br />

erek parçalanmı yaamları bir araya<br />

getiriyor ve böylece de; fotoğraf, öykü,<br />

insan, yoksulluk, göç, kapitalizm, umut ve<br />

içilik gibi kavramlar, birbirinden ayrı bir<br />

ekilde okunmaması gereken evrensel bir<br />

sorunun yap-bozu haline geliyor.<br />

Örneğin, Portekizli kaçak göçmenlerin<br />

öyküsü sıra dıı bir öykü... Portekizli<br />

göçmenlerin kendilerini Fransaya götürecek<br />

kaçakçılarla yaptıkları anlamaya<br />

göre Portekizli göçmen kendisini sınırdan<br />

geçirecek olan kaçakçılara kendisine ait<br />

vesikalık bir fotoğrafın yarısını verir.<br />

imdi onu sınırdan geçirecek olanların<br />

elinde göçmene ait düzensiz bir ekilde<br />

ortadan ikiye bölünmü bir fotoğrafın<br />

yarısı vardır: Alın, burun ve çene hep<br />

yarımdır ve bir tek gözü vardır orda göçmenin.<br />

Yarım kalmı yazgısı bu yarı fotoğrafın<br />

akıbetine bağlıdır. Kaçakçılar Portekizli<br />

göçmeni söz verdikleri yere ulatırdıklarında,<br />

ellerindeki yarı vesikalık<br />

fotoğraf ile göçmenin Portekizde kalan<br />

ailesinin yanına giderler. Bu süre zarfında<br />

göçmen de elindeki diğer fotoğraf parçasını<br />

posta ile ailesine gönderir. Kaçakçılar<br />

ve aile bu iki yarım fotoğrafı birletirir ve<br />

sonuç aynı kiinin yüzüne varıyorsa, aile<br />

350 dolarlık ödemeyi (1964te Portekizde<br />

kii baına düen yıllık gelir 370 dolardı)<br />

kaçakçılara teslim eder. Böylece fotoğraf<br />

artık salt bir araç olmaktan çıkıp bir<br />

aracıya dönüür. Kendi hareketini kendi<br />

deneyimini kendi tarihselliğini ve kiiliğini<br />

kazanır. O artık efendisinin yüzünden<br />

azade bir yansımadır. Kendi yüzü vardır<br />

ve yüzünün yarısı yazgısının diğer yarısı<br />

ile bütünleinceye değin bir sınırdan diğerine<br />

göç edip durmutur. Ta ki ona verilen<br />

söz yerine getirilinceye kadar…<br />

John Berger, 20nci yüzyılı gerçekten<br />

damgalayabilen Avrupalı yazarlar arasında<br />

yer alıyordu.<br />

z<br />

26


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Görme<br />

biçimleri<br />

John Bergerın Görme Biçimleri kitabı, özellikle görsel sanatlarla ilgilenen<br />

ve bu alanda bir eyler üretenler için son derece önemli… Kitabın ilk satırlarında<br />

Görme konumadan önce gelmitir. Çocuk konumaya balamadan önce bakıp<br />

tanımayı öğrenir. Ne var ki baka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmitir.<br />

Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle<br />

anlatırız ama anlattıklarımız gördüklerimizle ilgili düündüklerimizdir ve<br />

çevremizi saran gerçeklikle düündüklerimiz arasında bir mesafe olabiliryazıyor.<br />

Bergera göre düündüğümüz ve inandığımız eyler, görme biçimimizi etkiler.<br />

Yani aslında hiçbirimiz etrafımızdaki eyleri tamamen objektif bir gözle görüp algılamıyoruz.<br />

Bu nedenle gördüğümüz eyi bakalarına anlatırken tamamen kiisel<br />

bir yaklaımın ürünü oluyor. Ben ne gördüysem onu söylüyorum, dolayısıyla<br />

benim anlattıklarım objektif gerçekliktir demek aslında kendi algılama biçimini<br />

yansıtmaktır.<br />

Kitap aslında 1972 yılında BBCde be arkadaıyla birlikte hazırladıkları bir televizyon<br />

dizisinin (Ways of Seeing) sonraları kitap ekline getirilmi hali… Televizyon<br />

dizisi ve daha sonra aynı adla yayımlanan kitabı uygarlık tarihinin yüzyıllardır<br />

öne çıkan sanat eserlerinin yirminci yüzyılın ikinci yarısında nasıl değerlendirilebileceğini<br />

aratırıyordu. Yedi denemeden oluan kitapta, denemeler birbirinden<br />

bağımsız fakat birbirini izleyecek ve tamamlayacak ekilde sunulmakta…<br />

Görme Biçimleri yayımlandıktan hemen sonra dünyanın birçok sanat okulunda<br />

ders kitabı olarak okutuldu.<br />

27


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

ücretSİZ<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

28


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

www.renpostasi.de<br />

29


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

<strong>AVRUPA</strong>’DAKİ TÜRKÇE HABERCİLİĞİN<br />

İnternet<br />

gazeteciliğimizin<br />

notu imdilik zayıf<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

30


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

YENİ ARAYIŞLARI<br />

FRANKFURT<br />

Avrupada Türkçe yayınlar Türk<br />

igücü göçü ile birlikte baladı. Yıllarca<br />

Türkiyedeki birçok gazete Avrupada<br />

basıldı, dağıtıldı. Söz konusu süreçte<br />

Avrupada okurla buluan günlük Türkçe<br />

gazetelerin satı rakamları bir dönem 200<br />

binlere dahi ulatı.<br />

Bayilerde Türkçe gazeteler, zengin<br />

çeitlilikleri ile yıllarca varlık göster-<br />

diler. İstanbul merkezli, Avrupalı Türklere<br />

yönelik televizyon yayınlarının yanı<br />

sıra Alman devlet radyo ve televizyonlarında<br />

Türkçe yayınlar da sunuldu.<br />

Ancak Avrupadaki Türkçe medyanın<br />

parlak dönemi en azından Türkiye merkezli<br />

Türkçe gazeteler için gerilerde kaldı.<br />

Avrupanın çeitli ülkelerinde sayısız<br />

yerel gazete ve internet gazetesi Türkçe<br />

yayıncılık yapıyor.<br />

31


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong>'DAKİ TÜRKÇE<br />

İNTERNET GAZETELERİ<br />

HIZLA ÇOĞALIYOR.<br />

EN ÇOK İZLENEN MEDYA,<br />

TÜRKÇE HABER SİTELERİ<br />

Özellikle İstanbul merkezli kağıda basılı<br />

gazeteciliğin gerilemesi hızla sürerken,<br />

Avrupanın çeitli ülkelerinde internet<br />

gazeteciliği son dönemde ciddi bir varlık<br />

göstermeye baladı.<br />

Hatta Almanyadaki Türkçe medyanın<br />

en çok okunan organının Türkçe haber<br />

siteleri olduğunu söyleyebiliriz. Geleneksel<br />

Türkçe günlük gazeteler hızla piyasadan<br />

siliniyor, kalanlar da ihmal edilebilir satı<br />

rakamlarıyla bayrak gösterme yarıı<br />

içindeler.<br />

Bu arada Avrupadaki internet gazeteciliğinde<br />

önemli bir rekabet ortamının olutuğunu<br />

da gözlüyoruz. Sadece bölgesel<br />

habercilikle yetinmeyen Türkçe haber<br />

✤<br />

portalları Almanya, Avrupa ve Türkiyeden<br />

haberleriyle de okurlara ulaıyor. Yayınlandıkları<br />

bölgelerin siyasetçileri, kültürsanat<br />

adamları, iadamları, sivil toplum<br />

örgütlerinin temsilcileri Türkçe haber<br />

sitelerinde köe yazarları olarak karımıza<br />

çıkıyor.<br />

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB),<br />

projektörü, sayıları her geçen gün artan<br />

Avrupadaki Türkçe internet gazetelerinin<br />

üzerine tuttu. Avrupada Türkçe internet<br />

gazeteciliği nereye gidiyor? konulu tartıma<br />

toplantısı Almanyanın Frankfurt<br />

kentinde düzenlendi. ATGBnin Ver.di<br />

Sendikasının Frankfurt salonunda gerçekletirdiği<br />

toplantıya Almanya Bül-<br />

teni Genel Yayın Yönetmeni Arif entürk,<br />

Yeni Posta Yayıncısı ve ATGB Üyesi Mustafa<br />

Bozdurgut, Avrupa Kültür Genel Yayın<br />

Yönetmeni ve ATGB Kurucu Üyesi Osman<br />

Çutsay, www.seyialp.wordpress.com sitesi<br />

yayıncısı ve ATGB Üyesi Seyi Alp, Ren<br />

Postası Genel Yayın Yönetmeni İsmail Erel<br />

ve Muhabirce Genel Yayın Yönetmeni<br />

Hülya Sancak katıldı.<br />

ATGB Yönetim Kurulu Üyesi Kemal<br />

Çalıkın yönettiği toplantıda, Avrupadaki<br />

Türkçe haber sitelerinin, aratırmacı<br />

gazeteciliğin ve ciddi haberciliğin gereğini<br />

yerine getirmediğine vurgu yapan<br />

gazeteciler, sitelerde kopyala yapıtır<br />

kolaycılığının egemen olduğuna dikkat<br />

çektiler.<br />

İletiim ve kültür dili olarak Türkçenin<br />

doğru kullanılmadığını belirten konumacılara<br />

göre, mevcut haber siteleri u sıralarda<br />

daha çok yerel Türk gazetelerine<br />

stepne ilevi görüyor.<br />

Avrupadaki yüzlerce Türkçe haber sitesinin<br />

birleerek ortak ve güçlü bir Türkçe<br />

yayıncılık yapma yoluna gitmesini bir<br />

hayal olarak da niteleyen konumacılar,<br />

Alman medyasının ülkedeki Türk okura<br />

yönelik Türkçe haber portalı yaratmasını<br />

ise fazla gerçekçi olmayan bir adım sözleriyle<br />

karıladılar.<br />

ATGBnin Avrupadaki Türkçe internet<br />

gazeteciliğini mercek altına aldığı toplantıda<br />

öne çıkan konular ve konumacıların<br />

aktardıklarından bazı satırbaları öyle:<br />

32


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

TARAFSIZ VE BAĞIMSIZ<br />

HABERCİLİK YOK<br />

Muhabirce Yayın Yönetmeni<br />

Hülya Sancak:<br />

Pek çok internet sitesinde Türkçe doğru<br />

kullanılmıyor. Çünkü metinler kaliiye<br />

editör kontrolünden geçmiyor. Bağımsız<br />

ve tarafsız bir habercilik pek çok sitede<br />

mümkün değil, pek çoğu temsil ettikleri<br />

siyasi görüün propaganda aracına dönü-<br />

ebiliyor.<br />

İstikrarlı yayıncılık, reklam geliri olan<br />

pek az sitede mümkün. Pek çok site haber<br />

kopyalama makineleri olarak yayın yapıyor.<br />

Yerel gazetelerin hepsinin bir haber portalı<br />

yok. Reklam geliri de istenen düzeyde<br />

değil. Birleerek tek bir kaynak olarak<br />

yayın yapmak mümkün, ama gerçekçi değil.<br />

Pek çoğunda Küçük olsun benim olsun,<br />

Ne koparırsam kâr mantığı hâkim.<br />

İnternet, diyalektiği gereği global; yerel<br />

konularla sınırlı kalabilir de kalmayabilir<br />

de. Türkçe haber portallarında aratırmacı<br />

gazetecilikten söz edilemez, çünkü bu,<br />

mesleki eğitim ve tecrübe gerektiren bir<br />

konudur. Pek çoğu bu eğitim ve tecrübeden<br />

yoksun. ’lmanların Türkçe gazete yapması<br />

konusuna gelince: Kiminle, ne amaçla,<br />

ne tür bir i yapılacağına bağlı... T’Z gibi<br />

bilinen bir politik zihniyetin yöneteceği<br />

bir gazete, geleneksel, muhafazakâr geni<br />

Türk kitlesinde karılık bulamaz.<br />

SİTELER DONANIMSIZ<br />

VE EKSİKLERLE DOLU<br />

Yeni Posta Gazetesi Yayıncısı<br />

Mustafa Bozdurgut:<br />

Birkaç yıldır üzerine basa basa söylüyordum.<br />

Habercilikte hegemonyanın<br />

internet gazeteciliğine geçeceğini söylemek<br />

artık kehanet değil. Bu ağırlık daha imdiden<br />

gerçeklemitir. ’vrupalı Türklerin<br />

kendi imkanlarıyla çıkarttıkları internet<br />

gazeteleri sadece dil değil, graik, teknik,<br />

görsel ve hızlılık alanlarında da sayısız<br />

eksiklikler içeriyor. ’ncak, kısa dönem içerisinde<br />

bu eksikliklerin giderileceğine inanıyorum.<br />

’t sahibine göre kiner, her tür yayında<br />

olduğu gibi bu yayınları çıkaranların<br />

konuyu kendi bakı açılarına göre değerlendirmeleri<br />

doğaldır. Önemli olan, haberin<br />

doğru verilmesidir. ’sıl tehlike yorumla<br />

haberin birbirine karıtırılmasıdır.<br />

Ortak formattaki yayınlarda, güçlerin<br />

birletirilmesi akılcı bir yol olmasına<br />

karın, pratikte birçok zorluk vardır.<br />

”n büyük zorluk küçük olsun, benim<br />

olsundan büyük olsun, bizim olsun aamasına<br />

geçebilmektir. Bu, zaman alacak<br />

gibi görünüyor. Mevcut koullarda bu sitelerin<br />

hedelenen, düünülen gelirlere eriebilmesi<br />

de zaman alacak gibi görünüyor.<br />

HEZİMET YAŞADIĞIMIZI<br />

KABUL EDELİM<br />

Avrupa Kültür Yayın Yönetmeni<br />

Osman Çutsay:<br />

Türkçeden giderek kaçıldığına tanık<br />

oluyoruz. Bir çekiciliği yok çünkü. Farkını<br />

ortaya koyamıyoruz. İletiimden daha<br />

önemlisi, Türkçeden aydınların kaçtığına,<br />

onu bir kültür dili olarak kullanmayı denemediğine<br />

tanık oluyoruz. Sonuçları çok acı<br />

olacak...<br />

Bağımsız ve nesnel diyebileceğimiz bir<br />

habercilikten söz edemeyiz. ’lman medyası<br />

da, Türkçe medya da bundan çok<br />

uzaktır. Yerleik Türkçe medyanın yapıcıları<br />

bile böyle bir ey istemiyor, sonra da<br />

’lman medyasının Türklerle ilgili haberlerde<br />

taralı davrandığını ileri sürebiliyor.<br />

Türk gericiliği maalesef ’vrupadaki Türk<br />

medyasında son derece etkilidir.<br />

Gerçek bir habercilikten söz edemeyiz.<br />

Türkçe internet gazeteciliği sadece emeklemeye<br />

çalııyor. Türkiye ve Türkçeyi ilerici<br />

bir ans olarak görmeyenler, yani ano-<br />

✤<br />

İLHAN SELÇUK-UĞUR<br />

MUMCU-ABDİ İPEKÇİ<br />

ZEMİNİNDE BİR<br />

"WEB ÇIKIŞ" MÜMKÜN.<br />

✤<br />

33


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

TÜRKÇENİN DOĞRU<br />

KULLANILMASI<br />

KONUSUNDA BÜYÜK<br />

SORUNLAR VAR.<br />

✤<br />

malistler, bu alanda tam bir üstünlük içindedir.<br />

Bir hezimet yaadığımızı kabul etmeliyiz.<br />

Sadece tek tük umut sinyalleri veya<br />

kıvılcımlar görebiliyoruz.<br />

Türkçe haber sitelerinin bırakın beklediklerini,<br />

herhangi bir ilan gelirleri olması<br />

bile hayaldir. ”n azından u sırada. Bu<br />

durum değiebilir. Bu sektörde yemlenmesi<br />

gerekenler var. ’lman devleri ve<br />

genel ideolojisi, bunları elbette<br />

yemleyecektir.<br />

Ortak ve güçlü bir Türkçe yayıncılık<br />

yapma yolunu izlemeye çalıanlar da<br />

var elbette. ’ma onların, yani bu ilerici<br />

damarın da sayısı ve ağırlığı fazla değil.<br />

’vrupadaki Türkçeli ve aydınlanmacı,<br />

cumhuriyetçi, laik bir görüe u ya da bu<br />

ölçüde yakın toplum kesimlerinin en çok<br />

izlediği haber siteleri ise galiba Türkiyenin<br />

görece muhalif siteleri. Odatv bata olmak<br />

üzere... Onu soL Portal ve Cumhuriyet<br />

izliyor olmalı...<br />

Türkiye ve Türkçeyi bir anomali ve suç<br />

unsuru görmeyenler, aydınlanmanın ve ilerici<br />

bir cumhuriyetin insanlık için bir ans<br />

olduğunu düünenler harekete geçebilir.<br />

Yani belki İlhan Selçuk-Uğur Mumcu-’bdi<br />

İpekçi üçlemesini bir tarihsel rol modeli<br />

gibi görüp, o zeminin üzerinde yükselerek<br />

’vrupa medyasındaki bayağılıkları da<br />

göğüslemeye kararlı gazeteciler büyük bir<br />

haber sitesi kurabilir. Olmayacak i değil.<br />

Çünkü teknik olarak zor değil ve bir mali<br />

yük getirmiyor. Sadece gazeteci arkada-<br />

larımızın tek tek görev alması ve düzenli<br />

haberler hazırlaması gerekiyor. Bunun<br />

adımları mutlaka atılmalıdır.<br />

İNTERNET GAZETECİLERİ<br />

ACİLEN EĞİTİLMELİ<br />

www.seyialp.wordpress.com blog yazarı<br />

Seyi Alp:<br />

Türkçenin doğru kullanılması konusunda<br />

büyük problemler var. Bu da<br />

Türkçe internet gazeteciliğinde muhabir<br />

ve redaktör olarak çalıan kiilerin Türkçemize<br />

yeterince hakim olmamalarından<br />

kaynaklanıyor. Tam bu noktada Türkçe<br />

internet gazeteciliğinde muhabir ve redaktörlerin<br />

okul yılları ve okul sonrası eğitimlerinin<br />

sorgulanması da yapılmalı. Haber<br />

dilinin yakalanması konusunda Türkçe<br />

internet gazeteciliği yapmak isteyenlerin<br />

mutlaka eğitimden geçmeleri gerekiyor.<br />

Ulusal günlük bir gazetenin redaksiyonunda<br />

belirli dönem çalımak bu konuda<br />

muhabir ve redaktörlere yardımcı olabilir.<br />

Bağımsız habercilik maalesef mümkün<br />

değil. Sansür günümüzde gazetecileri<br />

kuatmı durumda. Özellikle son zamanlarda<br />

ırkçı cinayetler veya saldırılarla ilgili<br />

haberleri yazarken muhabir olarak korku<br />

da yaamaya baladık. Bunun en güzel<br />

örneği NSU cinayetleri. ’yrıca Türkçe<br />

internet sitelerinin ekonomik bağımsızlıklarının<br />

yeterli olmayıı da bağımsız haber<br />

34


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

bu birleme veya belirli artlarda ortak<br />

hareket etme sağlanmalı.<br />

Türkçe internet gazeteciliği yerel konularla<br />

asla sınırlı kalmamalı. ’ncak yereli<br />

aan konulardaki haber veya yorum çalımaları<br />

iyi gazeteciler tarafından kaleme<br />

alınmalı. Her internet gazete öncelikle<br />

yerelde güçlü olmalı. Bölgesinde varlığını<br />

hissettirmeli. ’ncak yaanılan ülke veya<br />

okurların geldiği ülkeyle ilgili de kaliteli<br />

haberler üretebilmeli. ’yrıca dünya genelinde<br />

gelien ve sokaktaki insanı ilgilendiren<br />

her konu hakkında internet gazetecilerinin<br />

de söyleyecek sözü ve yazacak<br />

haberi olmalı.<br />

Bugünkü haliyle Türkçe haber portallarında<br />

aratırma gazeteciliğinden söz<br />

etmek maalesef mümkün değil. Bunun en<br />

önemli nedenlerinden biri, maddi gücü<br />

imdilik zayıf olan Türkçe haber portallarının<br />

"iyi haber üretebilen" muhabirleri<br />

bir ücret karılığında çalıtırma imkânının<br />

olmaması. Özellikle aratırılarak yazılacak<br />

haberler konusunda birikim sahibi gazeteci<br />

’lmanyadaki Türk toplumunda elin<br />

parmakları kadar az. ’ncak önümüzdeki<br />

dönemde Türkçe haber portalları mutlaka<br />

bu konuya ağırlık vermeli. Ses getirecek ve<br />

derinlemesine yazılan haberler haber portalına<br />

büyük kazanımlar sağlayacaktır.<br />

Türkçe internet gazetelerinin siyasi<br />

eğilimlerinin haberlerin önüne geçmediğini<br />

sevinerek söyleyebilirim. Haber portalı<br />

sahipleri bu konuda olumlu yönde baarılı.<br />

Haber portalı sahibi veya genel yayın<br />

yönetmeni tanıdıklarımın iyi bir haber gördüklerinde<br />

siyasi yanına bakmadıklarını<br />

gördüm. İnternet gazetelerinin siyasi eğilimleri<br />

portal sahibi veya yöneticilerin<br />

görüünü çok az da olsa yansıtıyor. ’ncak<br />

asla muhabirlerin haberlerine yön verecek<br />

biçimde belirleyici değil. Bu sevindirici bir<br />

durum. Siyasi görü ve buna bağlı tavsiyelerin<br />

köe yazarlarınca yapıldığını gözlemledim.<br />

’lmanların Türkçe haber portalı oluturma<br />

giriiminin baarılı olması için<br />

önemli bir koul var. O da, bu haber porüretmeyi<br />

engelliyor. Bir de siyasi ortam<br />

ve çevrenin tepkileri bağımsız haberciliği<br />

frenliyor. Redaksiyonu büyük bir Türkçe<br />

internet gazetesinde sansürün daha fazla<br />

olabileceğini tahmin ediyorum. Tek baına<br />

internet haberciliği yapanlar bağımsız<br />

haber konusunda daha gözü kara diye<br />

düünüyorum.<br />

Türkçe internet gazeteciliğinde haber<br />

portalları son yıllarda epeyce düzeldi.<br />

Frankfurt, Berlin ve Hamburg merkezli<br />

günlük sitelerine düzenli haber giren haber<br />

portalları mevcut. Bu üç ehir dıında da<br />

Türk gazeteciler anadillerini kullanarak<br />

Türkçe internet gazeteciliğinde haber portalı<br />

olarak çevrelerinde olup bitenleri<br />

düzenli duyurmaya baladılar. Her geçen<br />

gün de olumlu yönde düzelme söz konusu.<br />

İstikrarlı habercilik yapan Türkçe haber<br />

portalı sayısı giderek artıyor.<br />

Haber sitelerinin hedeledikleri ilan<br />

gelirlerine kavutuklarını sanmıyorum. Bu<br />

pastanın ’lmanyadaki Türk internet gazeteciliği<br />

için ülkede alabilecekleri yılda 15<br />

milyon euro civarında bir reklam pastası<br />

bulunduğundan söz ediliyor. Mevcut Türkçe<br />

haber sitelerinin bu önemli miktarın çok az<br />

bir bölümünü alabildiklerini tahmin<br />

ediyorum.<br />

Yerel Türkçe gazetelere bir stepne olmadıklarına<br />

inanıyorum. ”n azından olmamalı<br />

diyorum. Yerel basılı bir gazete çıkarmadan<br />

da baarılı olabilecek ve bu baarıyı online<br />

reklam alarak sağlamlatıracak çalımalar<br />

yapılabilir.<br />

Yüzlerce haber sitesi kesinlikle ortak<br />

çalımalar yapmalı. Böyle bir çalıma<br />

özellikle ’lmanyada büyük kan kaybına<br />

uğrayan Hürriyet ve Sabah gibi gazetelerin<br />

günlük satılarının dütüğü u<br />

dönemde büyük önem kazanıyor. Berlin<br />

veya Hamburgda yerel bazda güçlü olan<br />

internet haber portalları Münih veya<br />

Frankfurtta aynı baarıyı yakalamı meslektalarıyla<br />

ortak çalımalar yapmalı.<br />

Bu iyi organize edilirse, ortaya önemli bir<br />

enerji ve güç çıkar ve bundan katkıda bulunanlar<br />

mutlaka yararlanırlar. Kesinlikle<br />

✤<br />

İNTERNET GAZETELERİ<br />

YEREL GAZETELERE BİR<br />

STEPNE OLMAMALI.<br />

✤<br />

35


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

✤<br />

ALMANLARIN<br />

HAZIRLAYACAĞI<br />

İNTERNET GAZETELERİ<br />

RAĞBET GÖRMEZ.<br />

✤<br />

talına haber yazacak muhabirlerin kalitesi.<br />

Bu kalite baarıda belirleyici olacaktır.<br />

Böyle bir haber portalında haberler<br />

mümkün olduğu kadar tarafsız ve aktüel<br />

verilmelidir. Gazetecilik kurallarına dikkat<br />

edilerek ve gerek ’lmanya ve gerekse<br />

Türkiyeyi yakından tanıyan gazeteciler<br />

tarafından bir portal oluturulur ve hatta<br />

bir günlük gazete basılırsa baarılı olabilir.<br />

Ben aynı zamanda bir okur olarak, gazeteyi<br />

kimlerin hazırladığından ziyade gazetenin<br />

kalitesinin belirleyici olacağına<br />

inananlardanım.<br />

KOPYALA-YAPIŞTIR<br />

GAZETECİLİĞİ HÂKİM<br />

Ren Postası Yayın Yönetmeni<br />

İsmail Erel:<br />

İnternet gazeteciliği iyi kullanılmıyor.<br />

Haberler baka kaynaklardan kopyala<br />

yapıtırma yöntemiyle okura aktarılıyor.<br />

Siteyi hazırlayanların ne yazık ki Türkçe<br />

eksikliği dikkat çekici boyutta.<br />

Site sahibinin ahsi siyasi görüü ve<br />

ahsi çıkarları doğrultusunda habercilik<br />

yapıldığını gözlemliyoruz. Bununla birlikte<br />

uzun soluklu birkaç site var, Genelde okurların<br />

da bu siteleri takip ettiğinden yola<br />

çıkarsak, onlarda istikrardan söz edebiliriz.<br />

Yine de ’vrupada Türkçe internet gazeteciliği<br />

sunan bir deryadan söz ediyoruz ve<br />

takipte güçlük çekiyoruz<br />

’yrıca sitelerin normal koullarda ilanla<br />

ilgili paylarına dümesi gereken oranı<br />

almakta zorluk çektiklerini de görüyoruz.<br />

“iğer taraftan yerel gazeteler, haber sitelerini<br />

ilan konusunda stepne olarak kullanıyor.<br />

İler ağırlıklı olarak bu ekilde<br />

yürüyor. ’slında bu onlara destek değil<br />

köstek oluyor. Gazeteye ilan 3 alırken 1<br />

alınıyor; bence tersi olmalı.<br />

’vrupada Türkçe haber sitelerinin<br />

ortak bir platformda buluması ise zor<br />

bir ihtimal. Sitelerin birlemesi zor. Yerel<br />

siteler ne kadar bölgesel habercilik de<br />

yapsa güncelliği koruma ve yansıtma<br />

adına ulusal haberleri de veriyorlar ki, bu<br />

da kaçınılmaz.<br />

’vrupadaki Türkçe haber sitelerinde<br />

aratırmacı gazetecilik yapanların sayısı<br />

bir elin be parmağından az. ’ratırmaya<br />

vakit ayırmıyorlar. O vakti ilan için<br />

ayırıyorlar.<br />

’vrupalı Türk okur da ne yazık ki<br />

tembel, uzun, derinlikli bir haberi okumaktan<br />

çok da holanmıyor. Onun yerine<br />

20 tane haber kısa habere tıklamayı tercih<br />

ediyor. Herkes iin kolayına kaçıyor.<br />

’lmanlar tarafından hazırlanan Türkçe<br />

sitenin çok da rağbet göreceğine inanmıyorum.<br />

’vrupalı Türk okur, objektif olmayacağına<br />

inanacaktır. Bu tür ’lman medyası<br />

tarafından pompalanan haber siteleri,<br />

Türk toplumunu bilmedikleri için tutmaz.<br />

’vrupadaki Türklerin vatan sevgisi bir<br />

hayli yüksek. Türkiyeye hakaret edilen<br />

bir siteyi okuyacaklarını sanmıyorum.<br />

DÜZENLİ YAYIN YAPAN<br />

SİTE SAYISI ÇOK DÜŞÜK<br />

Almanya Bülteni Yayın Yönetmeni<br />

Arif Şentürk:<br />

İnternet gazeteciliğinde kullanılan Türkçede<br />

son yıllarda gözle görülür bir düzelme<br />

olmasına rağmen, redaksiyonların titiz<br />

çalımaması ve genelde sitelerin haberleri<br />

birbirlerinden kopyalayarak yayınlıyor<br />

olmaları nedeniyle bazı yazım hataları<br />

gözden kaçmıyor. Bağımsız ve tarafsız<br />

yayın yapan haber siteleri ise sayı olarak<br />

fazla olmasa da, var.<br />

İnternet gazeteciliğinin en önemli artı,<br />

hızlı ve uzun soluklu, düzenli bir yayın anlayıı<br />

olduğundan, bu anlayıı pein olarak<br />

kabul etmek gerekiyor. Bunu kabul edip bu<br />

36


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

gerçek doğrultusunda haber yapan siteler<br />

var. ’ncak bu anlayıı uzun süre sürdürüp<br />

sürdüremeyecekleri önemli bir tartıma<br />

konusu.<br />

İnternetteki reklam pazarlama kurallarından<br />

bihaber oldukları için gelecekte de<br />

ilan gelirlerini artırabileceklerini sanmıyorum.<br />

Bu anlayılarını devam ettirirlerse,<br />

korkarım bu alandaki reklam piyasasının<br />

da altını üstüne getirecekler. Birçok gazete<br />

internet gazeteciliğinin reklam geliri ve<br />

etkisini henüz fark edemedikleri için, kendilerini<br />

stepne olarak görüyor. Bu anlayıın<br />

değimesi için bir an önce bu alanda bilgilenmeleri<br />

gerekiyor.<br />

Güç birliği... Bunu, mevcut gazetelerin<br />

yayın hayatını sürdürmesiyle sağlanması<br />

hem zor, hem de gerçekçi değil. Çünkü<br />

internetteki reklam alanları tıklanma sayılarına<br />

göre pazarlanıyor. Kastedilen birlik<br />

tek bir haber portalında olacaksa, iyi olur.<br />

’ma buna da site sahiplerinin olumlu yakla-<br />

acağını sanmıyorum.<br />

”ğer alanında tercih edilir ve güçlü<br />

olmak istiyorlarsa en fazla yayın yaptıkları<br />

ülke bazında yerel kalmaları mantıklı ve<br />

olumlu sonuçları beraberinde getirecektir.<br />

Yani yayın yaptıkları ülke dıından haber<br />

yayınlamamaları kendilerini daha güçlü ve<br />

etkili kılabilir.<br />

Redaksiyonlarında yeterli çalıan olmadığı<br />

için aratırma gazeteciliği en azından<br />

imdilik mümkün görünmüyor.<br />

’lman gazetelerinin Türkçe haber sitesi<br />

kurma giriiminde bulunması Türkçe yayın<br />

yapan internet sitelerinin kendilerine çeki<br />

düzen vermeleri için önemli bir etki yapabilir.<br />

Bu konudan hiç rahatsızlık duymuyorum.<br />

Hatta olumlu buluyorum. ’ncak<br />

bu sitenin haberlerinin büyük bölümünün<br />

Türkiyenin iç siyasetine mesaj verme<br />

kaygısıyla olacağından, buradaki okurların<br />

kutuplamasına yol açacağı<br />

düüncesindeyim. z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

37


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Almanya’da<br />

aklı geriye<br />

saran bir<br />

fırsatçılar<br />

partisi<br />

yükseliyor<br />

İLHAN AYER<br />

‘AFD’ VE TOPLUMSAL BARIŞ MASALI<br />

38


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

HAGEN - Avrupada akıl dıı partiler<br />

çağı mı balıyor? Macaristan<br />

ve Polonyada hükümet olan gerici<br />

muhafazakậr partilerden sonra, Fransada<br />

ve Hollandadan esen sağ popülist<br />

rüzgâr, Federal Almanyada, Almanya<br />

için Alternatif (AfD) adlı partiyle karılığını<br />

buluyor. AfDli politikacılar, parti<br />

tanıtım taslaklarında göçmenler, çalı-<br />

anlar, kadınlar ve çevre politikaları için<br />

akla hayale gelmeyecek önerilerde bulunuyorlar.<br />

Federal Almanyada toplumsal yaam<br />

tehlikede mi? AfDnin toplumsal tabanını<br />

çok çeitli sınılardan oluturmua benziyor:<br />

İadamları, istediğini bulamayan<br />

orta sınılar, serbest çalıanlar, çiftçiler,<br />

içiler, isizler, sosyal yardımla geçinenler...<br />

Parti imdiye kadar büyük sermayeden<br />

bir bağı almı değil, aldığı bağı<br />

küçük bir irket, makine üreticisi SMS.<br />

2013 yılında Hamburger Reeder Folkard<br />

Edler adlı bir inans kuruluunun<br />

da, AfDye yüzde iki gibi düük bir faizle<br />

1 milyon avro kredi verdiği biliniyor.<br />

Uzmanlara göre bu kredi aslında partiye<br />

verilen gizli bir bağı. AfD, öte yandan<br />

Federal Almanyanın para politikasından<br />

memnun olmayan Alman Aile irketleri<br />

Birliği ve liberal Friedrich A. von Hayek<br />

Vakfıyla da dirsek temasında.<br />

SOLDAN ROL ÇALAR MI?<br />

AfD, göçmen politikasında, CDUnun<br />

bo bıraktığı, soldan da rol çaldığı alanları<br />

fırsata çevirmeye baladı. Bir protesto<br />

partisi olarak ortaya çıkan AfD, yabancıları,<br />

göçmenleri vitrine koyarak çalıanların<br />

haklarını ralarda satmaya çalıan,<br />

sermayenin vergi ödemelerini azaltmaya<br />

uğraan, piyasacı, liberal bir parti görünümünde.<br />

Örneğin, AfDnin çalıma hayatı<br />

için yaptığı önerilerin baında isizlik<br />

sigortasının özelletirilmesi geliyor. Bu<br />

öneriye göre içiler gönüllü olarak isizlik<br />

sigortalarını kendileri ödeyecekler.<br />

Hemen sonrasında, bu yeni parti, Federal<br />

Almanyada iverenlerin içiler için ödediği<br />

yasaca zorunlu kaza sigortasını isteğe<br />

bağlı hale getirmeyi hedeliyor. Çalı-<br />

anlara AfDden diğer bir kötü haber de<br />

emeklilik yaının yükseltilmesiyle ilgili.<br />

AfD dı politikada Avrupa Birliği kar-<br />

ıtı bir politika izliyor. Para birimi olan<br />

avrodan çıkı, ulusal sınırların yeniden<br />

düzenlenmesi AfDnin politikaları arasında.<br />

Mottoları: Daha az Amerika, daha<br />

fazla Rusya; daha az multi-kültürel, daha<br />

fazla Alman kültürü; daha az Avrupa Birliği,<br />

daha fazla Fedaral Almanya; daha az<br />

ideoloji terörü, daha fazla demokrasi; daha<br />

az İslam, daha fazla Hıristiyanlık; daha az<br />

göçmen, daha fazla sığınmacı ve göçmenlerin<br />

geldikleri yerlere geri gönderilmesi.<br />

AfDliler kendilerini liberal ve<br />

muhafazakậr görüyorlar. Partinin sağ<br />

popülist kanadı da Müslümanlara ve göçmenlere<br />

olan ağır saldırılarından dolayı<br />

da oldukça tehlikeli. AfDnin kurucu üyelerin<br />

çoğu eski CDUlulardan oluuyor.<br />

Parti, CDUnun bazı politikalarını beğenmeyen,<br />

tepkili politikacılar tarafından<br />

kurulmu gibi.<br />

İSLAM’A AÇILAN CEPHE<br />

AfD program komisyonu, Federal<br />

Almanyada camilere minare yapımının<br />

ve ezanların yasaklanmasını, Federal<br />

Almanya Anayasası karıtı İslami derneklerin<br />

kapatılmasını istiyor. Tasarıda, camilerin<br />

yapımının ve yönetimlerinin yurtdıından<br />

inanse edilmesine, imamların<br />

Türkiyeden gönderilmesine ve maalarının<br />

ödenmesine karılar. Parti taslak-<br />

✤<br />

AFD İLE GELEN SORU:<br />

TOPLUMSAL YAŞAM<br />

TEHLİKEDE Mİ?<br />

✤<br />

39


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

larında, tamamen örtünmeyle birlikte<br />

(çaraf) orta dereceli okullar ve üniversitelerde<br />

baörtüsü kullanımının yasaklanması<br />

var. Almanca öğrenmek gibi bazı<br />

zorunlulukları saymazsak, herkesi Alman<br />

kültürüne entegre etmeye çalımak olanaklı<br />

değil, entegrasyondan çok ey beklediğimizde,<br />

multi-kültürel bir toplumdan<br />

bahsedemeyiz.<br />

2013 yılında kurulan AfD, politik önermelerini<br />

herkesi ilgilendiren toplumsal<br />

konularda değil de, hepimizi ilgilendirmeyen,<br />

insanların özel hayatlarını konu<br />

edinen politikalarla yapıyor. Ecinsellerin<br />

evliliğine karı gelmeleri bir yana,<br />

onları ruh hastası olarak nitelendirip,<br />

eyalet meclislerinde Ülkemizde ne kadar<br />

ecinsel yaıyor? gibi sorular sorabiliyorlar.<br />

Aynı düünme biçimi İslam,<br />

Federal Almanyaya ait değil!, Niçin<br />

İslam dini Hıristiyanlık gibi saf bir<br />

din değildir! türünden, temellendiril-<br />

mesi, doğrulanıp yanlılanması mümkün<br />

olmayan, bilgisel nitelendiremeyeceğimiz<br />

soru cümleleriyle, Alman halkının zihinlerine<br />

çomak sokuyorlar. Sanki, Federal<br />

Almanyanın stratejik irketlerindeki<br />

Katar-Suudi Arabistan sermayeleri bilinmiyormu<br />

gibi! İslam, Federal Almanyaya<br />

ait değil, ancak parası ait! İslam sermayesini,<br />

İslam ülkelerine ticari mal, silah satı-<br />

ını görmezlikten gelen AfD, pikin politikacılar<br />

partisi olmaya aday!<br />

Yapılan politikalar yüzünden toplumda<br />

açığa çıkan öfkenin İslam ve göçmenler<br />

karıtlığı olarak kanalize edilmesi,<br />

Federal Almanyada yaayan dört<br />

milyonun çok üzerindeki Müslüman kitle<br />

üzerine yapılan politikalar, geri kalan<br />

nüfusun vereceği oylar onları ilgilendiriyor<br />

sadece. Biliniyor: Politikacılar için<br />

bir durumun, bir sorunsalın nedenleri<br />

önemli değildir, onlar için önemli olan tek<br />

ey sonuçlar üzerinden politika yapmaktır.<br />

İstatistik uzmanlarına göre, Berlindeki<br />

Noel pazarına yapılan saldırıdan sonra,<br />

AfDnin oyu yüzde bir artmı bile.<br />

Partinin güçlü ismi Alexander<br />

Gaulandın Der Spiegele verdiği bir röportajda<br />

(Nr. 23, 4 Haziran <strong>2016</strong>, s. 36-37)<br />

anlattıklarından yabancıları belli bir<br />

kategoriye yerletirdiğini, kiileri gözden<br />

kaçırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.<br />

Ele aldığı konuyu değerlendirirken istediği<br />

zaman genele, istediği zaman kiilere<br />

bakıyor. En sonunda söylediği söz<br />

de İslam Almanyaya ait değil cümlesi<br />

oluyor.<br />

Öte yandan Gauland, Ayetullah<br />

Humeyninin İslam ya politikadır, ya da<br />

değildir sözü üzerine İslam dinini buna<br />

indirgeyerek politika yapabiliyor. Röportajı<br />

yapan gazeteciler bile, Böyle düünmeyen<br />

Müslümanlar var demek zorunda<br />

kalıyor.<br />

40


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

İLGİ VE SORUNLAR BÜYÜYOR<br />

Alexander Gauland, Avrupalıların<br />

yabancı olmadığını, Türkiyenin bazı bölgelerinin<br />

ve bazı Ortadoğu ülkelerinin<br />

ise yabancı olduğunu, yani bu bölgelerin<br />

Avrupa kültür bölgesini ait olmadığını<br />

savunuyor. Gaulanda, yüzyıllar boyunca<br />

Almanlarla beraber yaayan Yahudilerin<br />

yarattığı kültürü nereye koyacakları sorulabilir.<br />

AfD teorisyeni, Yahudilerin felsefede,<br />

sanatta ve bilimdeki yaratılarını,<br />

kültür dünyasına olan katkılarını çıkarılacak<br />

olursa Almanlara nelerin kalabileceğini<br />

düünüp düünmediği henüz bilinmiyor.<br />

AfDnin son yıllarda Alman medyasında<br />

sıkça tartıılması, bazı gazete, dergi ve<br />

televizyonların bu partinin politikalarını<br />

destekler görünmesi, ciddi problemleri de<br />

beraberinde getiriyor. İnsanların günlük<br />

hayatına yalan yanlı, kesinliği bilinmeyen,<br />

yanlı ideolojik, pragmatik politik<br />

önermelerle müdahale eden, çeitli manipülasyonlara<br />

neden olan medya, yeni bir<br />

insan tipinin çıkmasına neden oluyor. Kiiliklerin,<br />

karakterlerin üzerine ina edilen<br />

bu yeni tipler ancak kendileriyle iletiime<br />

girilerek ikna edilebiliyorlar.<br />

AfD, sayıları <strong>2016</strong> yılı için 750 bin<br />

civarında olan göçmenler üzerinden bir<br />

bardak suda fırtına kopartırken, Federal<br />

Almanyanın, hatta Avrupanın kültürel<br />

dokusuna ne kadar zarar verebileceğinin<br />

farkında bile değil. Medeniyetler Çatıması<br />

değirmenine su taınıp taınmaması<br />

da AfDnın umurunda hiç değil. Oy<br />

toplayıp iktidara gelmekten baka bir<br />

ey düünmedikleri, doğru bilgiyle değil<br />

gerçekliği örterek, gerekirse çarpıtarak<br />

amaçlarına ulamaktan kaçınmadıkları<br />

imdiden söylenebilir.<br />

z<br />

Sebastian<br />

Friedrich’in ‘AfD’<br />

kitabı<br />

’f“ 2013teki kuruluundan bu yana inanılmaz<br />

baarılar elde etti: Bir eyalet meclisinden diğerine<br />

art arda girmeyi baardı ylerel seçimlerde. Bernd<br />

Lucke ve çevresinde liresbol ekonomi yanlısı kanadın<br />

ayrılması da görünen o ki partiye bir zarar vermedi.<br />

Yeni yönetim altında daha da sağa çeken ’f“, siyasal<br />

tabloyu kalıcı bir biçimde değitirdi.<br />

’f“nin bu hızlı yükselii nasıl açıklanabilir? Bunun<br />

temelinde hangi toplumsal nedenle yatıyor? ’ktörler<br />

kim, bunların hedeleri neler? Parti imdiye hangi<br />

gelimeyi gösterdi ve nereye doğru gidiyor? Partiyi<br />

kimler hangi gerekçeyle seçiyor? Kitap ’f“nin<br />

tarihi, kadrosu ve programını anlaılır ve bütünlüklü<br />

bir biçimde sunuyor. ’yrıca Sebastian Friedrich, partinin<br />

artan bir biçimde büyümesinin de siyasal iklimin<br />

daha bir sağa kaymasının da nasıl engellenebileceğine<br />

yönelik stratejileri tartımaya açıyor.<br />

41


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

www.muhabirce.de<br />

42


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

"YURTSUZ KALANLAR”IN SAKLI TARİHİ Mİ?<br />

Nazi<br />

Almanyasından<br />

genç cumhuriyete<br />

kaçı<br />

FRANKFURT<br />

43


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

HALİT<br />

ÇELİKBUDAK<br />

DEVRİME OMUZ VERDİLER<br />

✤<br />

BİR AKŞAM<br />

PROF. FRİTZ NEUMARK<br />

İLE KARŞILAŞTIM<br />

✤<br />

Federal Almanyada yaayan ve uzun<br />

yıllar görev yaptığı Hürriyet gazetesinin<br />

bir dönem yurtdıı yayınlar yönetmenliğini<br />

de üstlenen gazeteci-yazar Halit<br />

Çelikbudak, yaz aylarında yayımlanan<br />

yeni kitabı Yurtsuz Kalanlar ile yine<br />

ilginç bir döneme ıık tutuyor. Hitlerin<br />

iktidara gelmesiyle Almanyadan kaçan<br />

Yahudi veya Hitler karıtı Alman bilim<br />

insanlarının Türkiyeye sığınmalarını ve<br />

İstanbul Üniversitesinin kuruluunda<br />

görev almalarını ileyen kitabın yazarı,<br />

bazı konularda tarihe yeni sorularla bakılmasının<br />

zamanı geldiği görüünde.<br />

Aratırmacı gazeteci Halit Çelikbudak,<br />

1930lar ve Türkçede hakkıyla ilenmemi<br />

bu tarihsel göç ve sonuçlarıyla ilgili<br />

sorularımızı yanıtladı.<br />

- Bir hayli ilgi gören bu kitabınızın çıkış<br />

noktası neydi? Bu konuda kitap yazma<br />

ikri nasıl doğdu ?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Mustafa Kemal<br />

Atatürkün gerçekletirdiği devrimlerden<br />

biri de Son Devrim olarak nitelenen hiç<br />

üphesiz 1933 yılında Türkiyede çağda<br />

yüksek öğrenimin temelinin atılmasıdır.<br />

Atatürk konuyla bizzat ilgileniyor. Plan<br />

yapılıyor ama bu devrimi omuzlayacak<br />

bilim adamlarına ihtiyaç doğuyor. Tarihin<br />

bir cilvesi olarak nitelenecek tesadüf ile<br />

Almanyada da o yıllarda yani 1930lu yıllarda<br />

kara dönem balıyor. Yazar Mario<br />

Levinin deyimiyle Sava öncesindeki<br />

1930lu yıllarda Yahudiler için Almanyada<br />

yaamaya devam etmek tabiri caizse<br />

ölümle raks etmek manasındaydı.<br />

İte o yıllarda Almanyadan kaçıp<br />

Türkiyeye sığınan bir avuç Yahudi veya<br />

Hitler karıtı Alman bilimadamı Atatürkün<br />

son devrimine omuz veriyor. Üniversite yıllarımda<br />

tarihin bu kesitini duymu, okumutum.<br />

Üzerinde çok derin de durmamıtım<br />

doğrusunu söylemek gerekirse…<br />

Ancak 1980li yılların sonunda Almanyanın<br />

Stuttgart kentinde bir akam Prof. Fritz<br />

Neumark ile karılatım. Prof. Neumark,<br />

genç Cumhuriyetinde yüksek öğrenimin<br />

temelinin atılmasına omuz verenlerden<br />

biriydi. Bana yaadıklarını, o dönemi<br />

uzun uzun anlattı. O akamdan itibaren<br />

onun anlattıkları hiç aklımdan gitmiyordu.<br />

Ayrıca bana tüm bunları genç kuakların<br />

öğrenmesi için yazmamı, bir kitap haline<br />

getirmemi önermiti…<br />

- Kitap ikrinin Prof. Neumark’tan geldiğini<br />

söylüyorsunuz…<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Kitap yazmamı<br />

önerdi ama onun anlattıkları bende kitap<br />

ikrinden daha çok o döneme yönelik<br />

karı koyulmaz bir ilgi uyandırmıtı.<br />

Stuttgarttaki tarihi Sarayda verilen resmi<br />

bir davete eimle birlikte gitmitim. O<br />

da davetliydi. Altın yaldızlı salonda sanki<br />

tarihin derinliklerinden çıkıp gelmi tek<br />

kiilik bir koltukta oturuyordu… Antika bir<br />

koltuktu. Yalanmıtı. Hemen yanına gidip<br />

kendimi tanıttım. Elimi tuttu. Yavaça ve<br />

alçak bir ses tonuyla konuuyordu. Benimle<br />

karılatığına çok memnun olduğunu söyledi.<br />

Elimi bırakmadı, haifçe aağıya doğru<br />

belli belirsiz çekiyordu. Onun oturduğu koltuğun<br />

yanında dizlerimin üzerine çöküp<br />

aynı hizaya geldim ve anlattıklarını sessizce<br />

dinledim. Sanki yılların suskunluğundan<br />

sonra her eyi bir akarsuyun elaleden<br />

dökülmesi gibi anlatıyordu. Salondaki<br />

diğer davetliler bizi hiç ilgilendirmiyordu.<br />

44


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Ara sıra yanına gelenlere haifçe baıyla<br />

selam veriyor ama ilgilenmiyordu. Sanki<br />

baka bir döneme ıınlanmıtık. Anlattıklarından<br />

çok etkilendim. Daha sonraki yıllarda<br />

bu konuda makaleler, tezler, kitaplar<br />

okudum, belgeler topladım, notlar tuttum.<br />

O dönemin tanıklarıyla konutum. Arivlere<br />

girip baktım. Ama bunları düzenleyip<br />

bir türlü kitap haline getiremedim. Buna<br />

ancak iki-üç yıl önce fırsat bulabildim.<br />

Kitabı iki yıla yakın bir zamanda yazdım.<br />

KALIPLARIN DIŞINA ÇIKALIM<br />

- Kitabınızın hemen girişinde, Nazi<br />

Almanyası’ndan kaçan Alman bilim insanlarının<br />

Türkiye’ye gelmesini/sığınmasını<br />

farklı bir bakış açısıyla derlediğinizi<br />

yazıyorsunuz…<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Almanyada Nazilerin<br />

iktidara gelmesiyle ülkesini terk<br />

etmek zorunda kalan bu profesörleri<br />

hatırlamaya çalımak, seksen sene önce<br />

yaanıp artık tarihin derinliklerinde kaybolmu<br />

bu dönemi tekrar ele almak belki<br />

aırtıcı olabilir. Bu konuyu Cumhuriyetin<br />

ilk yıllarında yaanıp, daha sonra çokça<br />

tekrarlanıp klie haline gelmi olarak bir<br />

konu olarak görenler de olabilir. Çoktan<br />

unutulup gitmi bir eyin tozunu alıp<br />

tekrar gündeme getirmek olarak niteleyenler<br />

de olabilir. Ama bir kez de değiik<br />

bir gözlükle ve kalıpların dıında bakmamızın<br />

faydası olacağını düündüm.<br />

- Nasıl bir fark bu?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Ben tarihçi<br />

değilim… Bu kitap da resmi tarih kitabı<br />

değil zaten… Bu yüzden o dönemi değiik<br />

bir gözlükle anlatmaya çalıtım. Uzun yıllardır<br />

gazetecilik yapıyorum. Gazetecilik<br />

mesleğinin olmazsa olmazlarından<br />

gözlem, olayları irdeleme yetenekleri çoğu<br />

zaman onları dolaylı da olsa modern çağın<br />

tarihçileri yapar…<br />

öyle düünmeliyiz… Bir yandan 1929<br />

ekonomi krizinin tesirlerini yaayan genç<br />

cumhuriyet, daha sonra da İkinci Dünya<br />

Savaının ayak sesleri… Anlattığım<br />

dönem ite yıllarda… Yüksek öğrenim planını<br />

yapmak üzere İsviçreli Prof. Albert<br />

Malchenin gelmesiyle balıyor. Prof.<br />

Eduard Zuckmayerin 1972de Ankarada<br />

ölümüyle iktif olarak sona eriyor. Yani<br />

kırk yıllık bir dönemden bahsediyoruz.<br />

Türkiye Cumhuriyetinin neredeyse yarısına<br />

yakın bir dönem… Bu dönemi sadece<br />

gelenler, gidenler, biyograik veya kronolojik<br />

eklinde değerlendirmek mümkün<br />

değil… Bu konuda daha önce kitaplar,<br />

makaleler yayınlandı, yüksek lisans, doktora<br />

tezleri de yapıldı. Ancak daha önce<br />

yayınlanan ve sadece belirli bir zaman<br />

dilimini ele alan yayınlardan farklı olarak<br />

kitabımda o dönemi tarihsel bir çerçeve<br />

içinde yorumlayarak ele aldım.<br />

TARİHSEL KOŞULLAR<br />

- Yorum konusunu biraz daha<br />

açabilir misiniz ?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Ressamlar bazen<br />

yaptıkları resmin tamamını görüp o ana<br />

kadar yaptıklarını değerlendirmek için<br />

tuvalden birkaç adım geri giderler…<br />

Benzer ekilde bu kitapta, o dönemi<br />

yorumlamak, sentezini yapmak üzere<br />

zaman çerçevesini genilettim. Genç<br />

Cumhuriyetin ilk on yılındaki, yani<br />

1933teki son devrimi daha iyi anlayabilmek<br />

için geriye dönmeliyiz. O dönemdeki<br />

artlara da bakmalıyız.<br />

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra<br />

ilk on yıl Cumhuriyetin en önemli ve<br />

kritik dönemidir. Bu dönemde bir taraftan<br />

uzun savaların yol açtığı izler silinirken<br />

bir yandan da yeni bir ülke yaratma<br />

çabası vardır. Ayrıca bir devlet olarak<br />

tanınma çalımalarına ilaveten yenileme<br />

karıtlarıyla da mücadeleyi unutmamak<br />

gerekir. Bunlara ilaveten Cumhuriyetin<br />

ilk on yılında, birçok kesimde yeni rejimin<br />

devam edip etmeyeceği sorusu da gündemdedir…<br />

Cumhuriyetin sürekli olmayacağı<br />

kukusu vardır… İte bu uzun yıpratıcı<br />

savalardan sonra toparlanıp ayağa<br />

✤<br />

CUMHURİYETİN<br />

İLK 10 YILINDA<br />

BU KONUKLAR...<br />

✤<br />

45


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

kalkan bir milletin bu artlar altında dahi<br />

en önem verdiği konuların baında eğitimin<br />

olduğunu göz ardı etmemeliyiz.<br />

- Cumhuriyet Türkiyesi, kuruluş yılları<br />

sürerken, sizce, Yahudi veya Nazi karşıtı<br />

olduğu için mi bu değerli insanlara yöneldi<br />

ve onları davet etti ?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Tarih boyunca<br />

Osmanlılar baka İspanya ve Orta<br />

Avrupadan gelen Yahudiler, Polonyalılar,<br />

Macarlar olmak üzere baskı, zulüm altındaki<br />

pek çok insana kucak açmı, onları<br />

bağırlarına basmıtır. Ancak 1933teki<br />

durumu sadece Yahudi oldukları için<br />

davet edildiler ekline indirmek en bata<br />

bu değerli bilimadamlarına haksızlıktır.<br />

Genç Cumhuriyet onlara elbette kucak<br />

açtı, Almanyanın baskılarına karı direnerek<br />

onların göndereceği bilimadamlarıyla<br />

değitirmeyi kabul etmedi…<br />

Ama bir kesim her nedense sadece<br />

Genç Türkiye, Hitler rejiminden kaçan<br />

Yahudilere kucak açtı tezini gündeme<br />

getiriyor, Alman profesörler için efsanevi<br />

anlatım yolunu seçiyor. Buna bir de Einstein<br />

Mektubu olgusu eklenince artık olay<br />

bilimsellikten uzaklaıp baka bir havaya<br />

bürünüyor. Yahudi asıllı profesörlerin,<br />

Almanyadan sadece Yahudi oldukları için<br />

kaçmak zorunda kalmalarına karın kendilerini<br />

Türkiyedeki çalımalarında Yahudilikle<br />

özdeletirdiklerine dair ne bir belge<br />

ne de bilgi vardır.. Genç Türkiye Cumhuriyeti<br />

tarafından Alman profesörlerle yapılan<br />

✤<br />

NAZİ KARŞITLIĞI<br />

DEĞİL, TARİHSEL<br />

BİR TESADÜF<br />

SÖZ KONUSU...<br />

✤<br />

sözlemelerin temelinde Yahudi olmaları<br />

değil kendi sahalarında uzman birer bilimadamı<br />

olmalarının yattığı biliniyor. Görevlendirmede<br />

onları Hitler zulmünden kurtarma<br />

niyetinin belirgin veya kesin bir belirleyici<br />

unsur olduğunu söylemek ne kadar<br />

doğrudur…<br />

BÜYÜK TESADÜF<br />

- Siz nasıl değerlendiriyorsunuz ?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Genç cumhuriyet,<br />

yüksek öğrenimde reform çalımalarıyla son<br />

devrimini uygulamaya koyarken tarihsel bir<br />

tesadüf de yaanıyordu. Almanyada Hitler<br />

dönemi balamıtı. Alman üniversitelerindeki<br />

Yahudi veya Nazi karıtı bilimadamları<br />

46


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

birer birer kovuluyordu. Bu bilimadamları<br />

kovulmakla kalmıyorlardı… Yahudi veya<br />

rejim karıtı yüz binlerce kii gibi canları<br />

da tehlikedeydi.<br />

Genç cumhuriyetin yöneticileri de<br />

attıkları adımlarda önce kadroyu oluturuyor,<br />

sonra ie giriiyorlardı. Yeni üniversite<br />

için de öyle olacaktı, yabancı<br />

öğretim üyeleri gerekliydi. İte bu tarihi<br />

tesadüf her iki taraf için de uygun bir<br />

fırsat yarattı. Kendisi de Almanyada<br />

Frankfurt Üniversitesinden kovulan<br />

Prof. Philipp Schwartz aracılığıyla genç<br />

Cumhuriyetinin yolu Alman bilimadamlarıyla<br />

kesiiyordu.<br />

Her iki taraf da bu tarihi tesadüfün<br />

yarattığı uygun fırsatı değerlendirmeyi<br />

bildi. Mustafa Kemal Atatürkün kararlı<br />

desteğiyle Eğitim Bakanı Dr. Reit Galip,<br />

Prof. Philipp Schwartz, Prof. Albert<br />

Malche bu fırsatın heba olmamasını sağlayan<br />

kiilerin baında geliyorlardı. İte<br />

bu kitabın konusu da böyle balıyor…<br />

- Bu dönemin yeterince değerlendirip<br />

analiz edilmediği, hatta gelecek kuşaklara<br />

taşımanın ihmal edildiğini yazıyorsunuz.<br />

Bu ihmal ve eksiklik nereden<br />

kaynaklanıyor?<br />

HALİT ÇELİKBUDAK - Maalesef Türkiyede<br />

bu konu bence yeterince analiz edilip<br />

değerlendirilemedi. Bu 40 yıllık bir<br />

dönem… Bu dönem sosyoloji veya tarih<br />

bilimlerinin kavramlarından biri olan bir<br />

Epochedir. Epoche kalıcı etkileri olan,<br />

iz bırakan bir dönemi tanımlar. Bu dönemi<br />

öğrenmek isteyenlerin karısına çok<br />

sayıda makale, tez, kitap çıkıyor. Maalesef<br />

bunların bir bölümü tekrarlardan ileri gitmiyor.<br />

Bu dönemi insan öğesiyle mekân<br />

duygusunu birletirerek anlatan Türkçe<br />

bayapıtlar da yok.<br />

İNSAN HİKÂYELERİ<br />

Alman tarihçi Frizt Blaettner öyle<br />

diyor: Tarihe yönelen bakı sadece geçmii<br />

görmekle kalmaz, aynı zamanda<br />

hikâyenin yöneldiği insanları da kapsar.<br />

Onların sorunları, endieleri, miras kalan<br />

malzemeyi ie yarar hale getirilmesini<br />

tayin eder.<br />

Tam olarak sayıları bilinmese bile<br />

toplam bin kii olarak belirtiliyor. 500 civarında<br />

erkek, 450 civarında kadın, 53 civarında<br />

çocuk Türkiyeye geliyor. Yaamlarının<br />

bir bölümü kısa veya uzun süreli<br />

Türkiyede geçiyor. Özellikle bu kadınların<br />

büyük bölümü gelen bilim adamlarının<br />

eleri… Bu kadınların çoğunun isimleri<br />

bile bilinmiyor… Türkiyede 50 kadar çocuk<br />

doğuyor… Gelenlerin 84ü Türkiyede evleniyor.<br />

Türklerle evlenenler var. 227 çiftten<br />

30u boanıyor. Ölenler veya Türkiyedeki<br />

yaamdan dolayı ruhsal sorun yaayanlar<br />

var.<br />

Gelecekte bu döneme ait çalımaların<br />

artık değiik bir yönden de ele alınması<br />

gerekir. Profesörlerle birlikte gelen veya<br />

daha sonra eler, çocuklar… Dilini bilmedikleri<br />

bir ülkede günlük yaamı sürdürmek,<br />

kiralık ev bulmak, çocuğun okul<br />

sorununu çözmek, bo zamanlarını değerlendirmek,<br />

kısıtlı kütüphane imkânlarıyla<br />

bilimsel çalımak yapmak, Almanyadaki<br />

yakınlarının, akrabalarının akıbetini takip<br />

etmek, vatansız kalma korkusuyla yaamak<br />

gibi toplumsal zorluklar… Yabancı bir<br />

ülkede yerli toplumla kopuk ekilde yaamanın<br />

psikolojisi… Türkiyede yaayan<br />

ama Almanyadaki rejime sadık Almanlarla<br />

yaanan gerginlik veya kutuplama… Bunların<br />

hepsi değiik bakı açılarına birer<br />

ipucu olabilir. Gelecekte bu alanda yapılacak<br />

çalımalarda ele alınacak duygular,<br />

yaananlar sanırım o döneme bir baka<br />

boyut katacak, ruh verecek, bayapıtlara<br />

malzeme sağlayacaktır. (FHF) z<br />

Yurtsuz Kalanlar<br />

- Goethe Almanya’sından Atatürk Türkiye’sine sığınan<br />

Alman biliminsanlarının öyküsü –<br />

Birinci Basım: Haziran <strong>2016</strong><br />

Alfa Kitap / Araştırma Dizisi – İstanbul<br />

✤<br />

BU DÖNEM YENİDEN<br />

VE DERİNLEMESİNE<br />

ELE ALINMALI...<br />

✤<br />

47


Ocak 2017 | Sayı: 11<br />

Aylık Kültür Aylık Kültür ve Sanat ve Sanat Dergisi Dergisi | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Şubat <strong>2016</strong> | Sayı: 01<br />

www.01.avrupa-kultur.eu www.02.avrupa-kultur.eu www.03.avrupa-kultur.eu www.04.avrupa-kultur.eu<br />

www.05.avrupa-kultur.eu www.07.avrupa-kultur.eu www.08.avrupa-kultur.eu<br />

www.09.avrupa-kultur.eu<br />

www.10.avrupa-kultur.eu<br />

www.avrupa-kultur.eu


Aylık Kültür ve Sanat Aylık Kültür Dergisi ve | Sanat Şubat Dergisi 2017 | Şubat | Sayı: <strong>2016</strong> 12 | | www.avrupa-kultur.eu<br />

Sayı: 01<br />

Avrupa<br />

Türkçesine<br />

'kirli siyaset'<br />

tuzağı<br />

■<br />

■<br />

Yazar Selçuk<br />

Ülger’in dünyaya<br />

sığmayan taksisi<br />

Eberhard<br />

Zangger’in<br />

‘tehlikeli’<br />

Luvi<br />

uygarlığı<br />

■<br />

Carl Orf’un<br />

müzikli ortaçağ<br />

darbesi<br />

■<br />

Paris’te<br />

Friedrich<br />

Engels’li bir<br />

tiyatro<br />

75 YIL SONRA<br />

Stefan<br />

ZWEIG<br />

VE ZAMANI<br />

■<br />

Ahmet Haşim’in<br />

FRANKFURT<br />

SEYAHATNAMESi


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Bir yılın ardından, yeni bir yıla doğru<br />

Artık 12nci sayıdayız: Bir yılı geride bırakmı oluyoruz.<br />

Nereden nereye geldik, nereye gidiyoruz?<br />

Aylık çıkarmaya çalıtığımız bu dergi, sadece emeğin değil bir dilin de göçünü içeren yarım asırlık<br />

bir sürecin ürünü aslında. Kukusuz, dağıtım sınırını tarihe karıtıran bilgisayar ve internet<br />

teknolojisinin de bir sonucu. Bir hedei vardı, hâlâ da var: Türkçe büyük dünya dillerinden biridir<br />

ve özellikle Türkiye Türkçesi, çağda Avrupanın yerleik bir parçasıdır madem, yalı kıtanın<br />

kültür yaamına da en üst düzeyde ve doğrudan müdahalelerde bulunmalıdır. İçinde yaadığı<br />

Avrupa toplumlarının sanat dahil tüm sorunlarına derinden vakıftır ve artık sadece sorun saptamakla<br />

değil, çözüm önerileri gelitirmekle de yükümlüdür. Almanca, Fransızca, İtalyanca,<br />

İspanyolca, İngilizce gibi dillerle Türkçe arasında bir alt-üst sıralaması yapılamaz.<br />

<strong>AVRUPA</strong> KÜLTÜR, sanayinin ve teknolojinin beiği bir coğrafyada yaayan 5 milyonu akın<br />

Türkçelinin yeni bir görevle karı karıya olduğunu gözleyerek vaziyetten vazife çıkardı:<br />

Cumhuriyet rejiminin aydınlanmacı rüzgârıyla serpilen çağda Türkçeyi kullananlar, Avrupa<br />

entelektüel yaamının en mükülpesent sanat olaylarını bile yerinde algılamak, aktarmak ve<br />

yorumlamak için yeterince gelikin bir dilin taıyıcısı olduklarını bilmeli, bunu da en<br />

azından kendilerine kanıtlamalıdırlar. Böyle bir giriim, ancak yurttaş yayıncılığı<br />

ile gerçekleebilir. Onu yapmaya çalııyoruz.<br />

Kendimizi elbette yeterli görmüyoruz, her durumda <strong>AVRUPA</strong> KÜLTÜRün çabasını daha çok<br />

gelitirmek zorunda olduğumuzun farkındayız. O nedenle kendimize de soruyoruz:<br />

Batı Avrupanın kültür dünyasında olan bitenleri Türkçe üzerinden görüp yorumlamak neden<br />

önemli? Hegeli, Zizeki, Beethoven ve Philip Glassı, Fazıl Sayı, Pablo Picasso ve Francis Baconı,<br />

yeni sanat pratiklerindeki tüm fırlak eğilimleri, sadece Fatih Akını değil sinemadaki tüm yeni<br />

çıkıları, artık doğrudan Almanca yazan Türkçeli genç kuak yazarları, örneğin Luther için<br />

roman yazan Zaimoğlunun itilimlerini, özellikle de kabarecilerimizi...<br />

Hepsini yakın takibe almak zorundayız: Bu dilin içinden. Kültürel yaamın her alanında varız,<br />

o zaman varlığımızı sadece Avrupanın yerleik dilleri üzerinden değil, bu görece<br />

yeni ve kalıcı konuk dil üzerinden de göstermek durumundayız.<br />

Böyle davranmazsak ne mi olur?<br />

Bir geçici şey olduğumuzu kabullenmek durumunda kalırız.<br />

Aydın, kalıcılık iddiası olan cumhuriyetçi ve aydınlanmacı müdahalenin bir diğer adıdır.<br />

Kültür dünyasında nelerin olup bittiğini Türkçenin içinden bunlara nasıl bakılabileceğini göstermeye<br />

çalııyoruz. <strong>AVRUPA</strong> KÜLTÜR, sadece artık olgunluk çağını sürdüren yazar ve çizerlerin görevi<br />

değildir, ayrıca Türkçeli ve Avrupada yerleik genç kuağa da bir özgüven aısıdır.<br />

Türkçeli aydın, bu özgüveni gelitirmekle yükümlüdür.<br />

Hem Türkçenin hem de Avrupanın bu tür bir müdahaleye ihtiyacı var. Eitliğin ve eitlikçiliğin izini<br />

sürüyoruz sonuçta: Türkçe, aslında Almanca ile Rusça arasındaki ve en az onlar kadar gelikin<br />

bir büyük dil ve kültür alanı olarak kültürel yaamı yine bu diller kadar zengin/olgun/genç<br />

bir merakla izleyip değerlendirebilir.<br />

Bu doğrultuda yeni adımlar atmaya çalııyoruz.<br />

Avrupadaki Türkçelileri bu çabaya daha yoğun bir biçimde katkıda bulunmaya çağırıyoruz.<br />

Toplumsal yaamın her sektöründeki her ii yaparız, ama onlar kadar üst düzey kültür işleri de<br />

çıkarabiliriz ve mevcut yaam kültürünü değerlendirmeye alabiliriz.<br />

İte ikinci yıla kültürel yaamın her alanından Türkçelilere böyle bir çağrıyla ve yeni katılımlarla<br />

zenginleme umudu içinde giriyoruz. Sizleri mücadelemize ortak olmaya davet ediyoruz.<br />

Avrupada yerleik ve Türkçeyi daha yüksek düzeylere çekmeye çalıan, aydınlanmacı,<br />

cumhuriyetçi, laiklikten taviz vermeyen, eitlikçi ve özgürlükçü tüm kültür<br />

insanlarımıza bu kapı ardına kadar açıktır.<br />

ALİ YILDIRIM | ÖMER YAPRAKKIRAN | OSMAN ÇUTSAY<br />

2


3<br />

Şubat 2017 | Sayı: 12


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

İçindekiler<br />

Bir yılın ardından, yeni bir yıla doğru<br />

ALİ YILDIRIM / ÖMER YAPRAKKIRAN / OSMAN ÇUTSAY<br />

Aylık çıkarmaya çalıştığımız bu dergi, sadece emeğin değil bir dilin de göçünü içeren yarım asırlık<br />

bir sürecin ürünü aslında. Kuşkusuz, dağıtım sınırını tarihe karıştıran bilgisayar ve internet teknolojisinin<br />

de bir sonucu. Bir hedei vardı, hâlâ da var: Türkçe büyük dünya dillerinden biridir ve özellikle<br />

Türkiye Türkçesi, çağdaş Avrupa’nın yerleşik bir parçasıdır madem, yaşlı kıtanın kültür yaşamına da<br />

en üst düzeyde ve doğrudan müdahalelerde bulunmalıdır.<br />

SAYFA: 2<br />

BÜYÜK HÜMANİSTİN 75’İNCİ ÖLÜM YILI<br />

Stefan Zweig yaşıyor<br />

AHMET ARPAD<br />

20’nci yüzyıl Alman dili ve edebiyatının en ünlü yazarlarından biri olan Stefan Zweig’ı 75’inci ölüm<br />

yılında anıyoruz. Zweig bir yandan politik davranışlarıyla politikacılara karşı düşün savaşı verdi, bir<br />

yandan da yeni eserler yarattı. Çok çabuk büyük ilgi toplamayı başardı. Toplu şiirlerini yayımladı, deneme<br />

kitapları ve nuvelleri basıldı. Nazizm yükselirken, Stefan Zweig’ın da onunla taban tabana zıt<br />

dünyasını içeren yapıtları büyük ilgi görüyor, yeni baskıları yapılıyordu. Hümanizmin bu yılmaz savaşçısı,<br />

faşizmle savaşındaki trajik sonuna doğru yürürken, bir yazar olarak hep özgürlüğün peşinde<br />

koştu.<br />

SAYFA: 6<br />

EBERHARD ZANGGER LUVİ BULGUSUNDAN HAREKETLE<br />

ABARTMALARA KARŞI, AMA.. .<br />

Türkiye ve Batı düşüncesinde kartlar yeniden dağıtılabilir<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

Türkiye, her anlamda tüm çatışmaların ve tartışmaların ortasında yer alıyor. Anadolu ve yarattığı<br />

binlerce yıllık kültür coğrafyası, iktidar sahipleri ne derse desin, geçmişinden gelen ağır mirasla sürekli<br />

yeni sorular üretiyor. Ezici çoğunluğu yanıtsız, ama tuhaf sinyaller yayan sorular bunlar.<br />

Bu tür soruların sahiplerinden biri de Dr. Eberhard Zangger. Avrupa Kültür’e daha önce de konuk olan<br />

Dr. Zangger, arkeolojinin nereye gittiğini, bu alanda su başlarını tutmayı başaranların açık düşmanlığını<br />

da üzerine çekerek, “çok sevimsiz” bulunan yanıt önerilerini geliştirmeyi sürdürüyor.<br />

SAYFA: 14<br />

‘CARMINA BURANA’ VE CARL ORFF<br />

Mistik dünyanın müzikal büyüsü<br />

HALİT ÇELİKBUDAK<br />

Müzik tarihinde Carl Orf’a benzeyen bir şahsiyet bulmak zordur. Alman besteci Carl Orf büyüleyici<br />

bir bestecidir. Eserlerinde dinleyiciyi bir anda etkileyen büyük korolar ve büyülü vurmalı çalgılar<br />

aracılığıyla insanlığın mistik yönünü ortaya çıkarmayı hedeler. En ünlü eseri Carmina Burano dev<br />

bir kantattır. Büyük koro ve büyük orkestra için dev bir kantat olan Carmina Burana için sahnede aslında<br />

beş yüz koro elemanı ve üç yüz icracı (bunların otuzu vurmalı çalgılardır) olmak üzere sekiz<br />

yüz kişinin bulunması gerekmektedir. Carl Orf eserlerini tiyatro yönetmenliğinden gelen deneyimle<br />

hep teatral bir üslupla yazar.<br />

SAYFA: 23<br />

BİR TAKSİYE SIĞAN DÜNYA, DÜNYAYA SIĞMAYAN BİR TAKSİ<br />

Yazmak için yaşayan Selçuk Ülger<br />

Frankfurt bir dünya şehri ve paranın, özellikle de Avrupa parasının merkezi. Yüzlerce kültür iç içe ve<br />

yan yana yaşıyor. Şehrin kilit renklerinden birini de Türkçe ve Türk edebiyatı oluşturuyor. Bu ilk bakışta<br />

fazla iddialı görünen “yalın gerçeğe” güzel bir örnek, akademik yaşamını derinleştirmek için geldiği<br />

bu şehirde farklı bir yaşam kuran Selçuk Ülger. Küçük bir taksinin penceresinden, hatta dikiz aynasından<br />

bile dünyayı zenginleştiren olmadık öyküler, yepyeni hayatlar çıkarabilen bu mütevazı yazı<br />

adamı, sorularımızı yanıtladı.<br />

SAYFA: 34<br />

4


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

BU YENİ DİLİN AĞIRLIĞINI HERKES KULLANMAYA ÇALIŞIYOR<br />

Türkçeye ‘kirli siyaset’ tuzakları<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

Almanya’da neredeyse 40 yıldan bu yana bir sağa bir sola savrulan Türkçe dersleri için tehlike çanları<br />

çalıyor. Türkiye’deki müfredat değişikliğinin Almanya’daki Türkçe derslerine ve sınılarına da yansıyabileceği<br />

yönünde sesler yükselirken, Alman basınında “Erdoğan’ı sınılarımızda istemiyoruz” başlıkları<br />

dikkati çekiyor. Konsolosluk öğretmenlerinin anadil derslerinde milliyetçi doktrinleri derslerde<br />

işleyebileceği ve bundan Alman okul idaresinin habersiz olabileceği yönündeki haberler, basında<br />

kendine geniş yer buluyor.<br />

SAYFA: 46<br />

FRANSIZ REJİSÖR OLIVIER HUEBER’LE SÖYLEŞİ<br />

Friedrich Engels tiyatroda<br />

OZAN EKİN<br />

Friedrich Engels’in çok genç kaleme aldığı, yolunun Karl Marx’la kesişmesine yol açan yapıtı<br />

“İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” ilk kez tiyatroya uyarlandı. Bu tür çıkışlarıyla bir süredir dikkatleri<br />

üzerine çeken tiyatro oyuncusu ve rejisör Olivier Hueber’le, önemli tarihsel felsei ve siyasi<br />

metinlerden sahneye uyarladığı oyunlar üzerine konuştuk. Hueber, oyunların sahnelendiği Saint<br />

Germain’deki Theatre de Nesle’de bazı gösterimlerin ardından felsefe, ekonomi, tarih gibi alanlardan<br />

davet ettiği konukları eşliğinde oyun ve metin üzerine izleyicilerle tartışmalı toplantılar yapmasıyla<br />

da tanınıyor.<br />

SAYFA: 52<br />

RESİMLİ VE RESMİ DEMOKRASİ TARİHİ<br />

‘Der Spiegel’ 70 yaşında<br />

Bir ülkenin açık tarihi aslında. Yani “İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın tarihi bu elimizdeki,<br />

adamlar albüm halinde yayımlamış” diyecek olanlar çok da haksız değil. Der Spiegel, 2017 başındaki<br />

70’inci yıldönümü nedeniyle yayımlanan ve özenli bir özet niteliğindeki kapsamlı büyük boy bir<br />

kitapla, ülkeye yeni ve resimli bir popüler tarih kitabı daha armağan etmiş oldu.<br />

SAYFA: 56<br />

ALMAN ARAŞTIRMACI OLIVER NACHTWEY VE ENDİŞESİ<br />

‘Düşüş Toplumu’ nereye kadar gerileyecek?<br />

Genç kuşağın atak araştırmacı ve yazarlarından Oliver Nachtwey, yeni kitabı “Abstiegsgesellschaft”<br />

(Düşüş Toplumu) ile neoliberal toplumun insan kaderini mercek altına alıyor. Ama bu kaderin hangi<br />

“somut toplumsal kederlerin” ürünü olduğunu soruşturuyor. Bu yöntemin son on yıllarda pek<br />

sevimli bulunmadığı, hatta “biraz fazla komünistçe” görüldüğü ve hemen damgalandığı biliniyor.<br />

Türkçeye, başlığı biraz zorlanarak “Düşkünleşme Toplumu” diye de çevrilebilecek olan bu çalışmasında,<br />

Nachtwey, vardığı sonuçlardan, en azından şimdilik, korkmamasıyla dikkat çekiyor.<br />

SAYFA: 58<br />

Ahmet Haşim FRANKFURT SEYAHATNAMESİ<br />

Bitmiş bir Almanya ile karşılaşmak<br />

Modern Türk şiirinin Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet ile birlikte üç kurucu babasından biri kabul edilen<br />

Ahmet Haşim, yakalandığı amansız hastalıkların tedavisi için dostları ve doktorlarının önerisiyle<br />

1932 yılı sonbaharında Frankfurt’a gelmişti. Hitler’in iktidara hazırlandığı günlerdi. Büyük şair, 83 yıl<br />

önceki Frankfurt’u, değişik açılardan ve kendisi de ölümle pençeleşirken şöyle anlatıyordu.<br />

SAYFA: 64<br />

Impressum: Sayfa: 32<br />

5


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

BÜYÜK HÜMANİST<br />

Stefan Zweig<br />

AHMET ARPAD<br />

6


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

20nci yüzyıl Alman dili ve edebiyatının<br />

en ünlü yazarlarından biri olan Stefan Zweigı<br />

75inci ölüm yılında, onun sayısız yapıtını<br />

dilimize kazandırmı olan Ahmet Arpadın<br />

satırlarıyla anıyoruz.<br />

7


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

VİYANA<br />

KAHVELERİNİN<br />

SANAT VE KÜLTÜR<br />

HAVASININ<br />

BİR ÇOCUĞU<br />

✤<br />

Avusturyalı gazeteci, romancı, oyun<br />

ve biyograi yazarı Stefan Zweig,<br />

1881 yılında Viyanada doğdu. Viyana ve<br />

Berlinde eğitim aldı. İngilizce, Fransızca,<br />

İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi.<br />

Yahudi asıllı babası, Avusturyanın Moravia<br />

eyaletinden Viyanaya yerlemi bir tekstil<br />

fabrikatörü idi. Ağabeyi, fabrikayı ileride<br />

devralmak için babasının yanında yetitirilirken<br />

onu Viyana Üniversitesine yolladılar,<br />

felsefe okusun, aileden daha kültürlü biri<br />

çıksın diye. Üniversite yılları genç Stefan<br />

Zweig için özgürlük yılları oldu. Bir süre<br />

Berlinde kaldı, sanat ve edebiyat çevreleriyle<br />

ilikiler kurdu. Sonra Belçikaya<br />

geçti, o günler Avrupası`nın en ilginç airlerinden<br />

Emil Verhaerenle tanıtı, ileride<br />

onun yapıtlarını Almancaya çevirdi. 1904<br />

yılında üniversiteyi Herr Doktor unvanı<br />

ile bitirdi.<br />

Daha liseye gittiği günlerde Viyana<br />

kahvelerinin sanat ve kültür havasını<br />

içine çekmi, kentin ünlü edebiyatçılarıyla<br />

yakınlık kurmutu. Stefan Zweig ilk<br />

iir ve nuvellerini yazdı. Babasının varlıklı<br />

olması onu geçim sıkıntılarından uzak tutuyordu.<br />

1907de ailesinin yanında ayrıldı ve<br />

Viyananın III. bölgesinde kendine bir kat<br />

kiraladı. İkinci iir kitabı İlk Çelenkler<br />

ona Bauernfeld Ödülünü getirdi. Bütün<br />

hayatını yazıya adadı.<br />

POLİTİKACILARA KARŞI SAVAŞI<br />

Zweig bir yandan politik davranılarıyla<br />

politikacılara karı düün savaı<br />

verdi, bir yandan da yeni eserler yarattı.<br />

Toplu iirlerini yayımladı, deneme kitapları<br />

ve nuvelleri basıldı. Stefan Zweig eserleri<br />

artık büyük ilgi görüyor, yeni baskıları<br />

yapılıyordu. 1919 yılında ei Friderikeyle<br />

Salzburga taındı. Zweigla evlenmek için<br />

ilk einden ayrılan Friderike evin onarımından<br />

sekreterliğe kadar birçok iin üstesinden<br />

geliyordu. Stefan Zweig da bir yazar<br />

olarak özgürce yaamasını sürdürdü, sık<br />

sık yolculuklara çıktı.<br />

8


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Gittiği her yerden Friderikeye mektuplar<br />

yolladı. Yazarın altmı bir yıllık yaamında<br />

1924-1933 arası yılların olağanüstü<br />

bir yanı vardır. Zweigın ünü o yıllarda dünyanın<br />

dört bucağına yayılmakta, öyküleri,<br />

biyograileri, denemeleri, romanları sadece<br />

Amerika ve Avrupada değil Asyada da<br />

büyük ilgi görmekteydi. Çıktığı yolculuklar<br />

arttı, her ülkede dostlar edinmeye baladı.<br />

Avrupa kültürü yoluyla daha iyi bir dünya<br />

amacını gerçekletireceğine inanmaktaydı.<br />

Ancak 1933te Almanyada diktatör<br />

Hitlerin ibaına gelmesiyle bütün düleri<br />

karmakarıık oluverdi. Aydınlar ve sosyalistler<br />

tutuklanıp kamplara atılırken,<br />

sokaklarda yığın yığın kitaplar yakıldı.<br />

Yakılan kitaplar arasında onun da eserleri<br />

vardı. Stefan Zweigın adı safkan olmayan<br />

insanlar listesinde yer aldı, eserleri yasaklandı.<br />

Mutluluklar ve baarılarla dolu<br />

yaamı sona erdi. Tedirginlikleri giderek<br />

arttı. Anadiliyle eserler vermek olanağının<br />

azalmakta olduğunun farkındaydı. Alman<br />

dilinin konuulduğu ülkelerdeki okurlarını<br />

zamanla yitireceğini de biliyordu.<br />

HİTLER’LE GELEN BUNALIM<br />

Özgürlük dükünü Zweig için tek çıkar<br />

yol ülkesini terk etmekti. Bir süre için<br />

İngiltereye yerleti. Ancak kendini burada<br />

da rahat hissetmedi. 1938 yılında ei<br />

Friderikeden boandı. 13 Mart 1938de<br />

Hitlerin Viyanaya girmesiyle anavatanı<br />

Avusturya politika haritasından silindi.<br />

Yarım yüzyıl boyunca kendini bir dünya<br />

yurttaı sayan Stefan Zweig artık vatansız<br />

kiiydi. O, Avrupasını yitirmiti. Savaın<br />

iddetini arttırması ve Hitlerin güçlenmesi<br />

Stefan Zweigı daha çok bunalımlara soktu.<br />

Onlarca yıldır kafasından geçirdiği ve<br />

uğruna savaım verdiği Kültür Avrupası<br />

düünün artık gerçeklemeyeceğini kavramıtı.<br />

1940ta İngiliz vatandaı oldu ve<br />

ikinci ei Charlotte Altmannla Brezilyanın<br />

Petropolis kentine yerleti. Ancak orada da<br />

mutluluğa eriemedi.<br />

9<br />

✤<br />

STEFAN ZWEİG’IN ADI<br />

“SAFKAN OLMAYAN<br />

İNSANLAR” LİSTESİNDE<br />

YER ALDI<br />


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Yorgun ve bezgindi. 17 Eylül 1941de ilk<br />

ei Friderikeye u satırları yazdı: Burada<br />

Avrupayı unutabilirsem, evimi, kitaplarımı<br />

ve her eyimi yitirdiğimi aklımdan çıkarabilirsem,<br />

üne ve baarıya bo verebilirsem,<br />

Avrupada insanlar açlık ve yoksulluk içinde<br />

kıvranırken bu Tanrı bağıı ülkede yaayabilmek<br />

iznine kavutuğumdan ötürü mutlu<br />

Dünyası, Amok Koucusu, Satranç, Rotterdamlı<br />

Erasmus, Joseph Fouche, Sabırsız<br />

Yürek, Balzac gibi çok sayıda eseri dilimize<br />

çevrildi. Stefan Zweigın hayat hikâyesi<br />

olan Dünün Dünyası eserinin (Türkçesi:<br />

✤<br />

<strong>AVRUPA</strong> KÜLTÜRÜNE<br />

VE HÜMANİST<br />

DÜNYA GÖRÜŞÜNE<br />

İNANIRDI<br />

✤<br />

olurdum... Fakat Avrupadan gelen haberler<br />

pek korkunç. Dünyanın bugüne değin görmediği<br />

dehetler dolu bir kı olacak. Burada<br />

geçireceğim aylarda otobiyograimi bir<br />

gözden geçireceğim...<br />

“SAVAŞLARDAN NEFRET EDERİM”<br />

O, Avrupa kültürüne ve hümanist bir<br />

dünya görüüne inanırdı. Avrupanın içine<br />

dütüğü durumdan duyduğu üzüntü ve<br />

hayal kırıklıkları nedeniyle 1942 yılında 22<br />

ubatı 23 ubata bağlayan gecede karısı<br />

Lotte ile birlikte intihar etti. Türkiyede de<br />

en çok okunan yabancı yazarlardan biri olan<br />

Zweigın, Yıldızın Parladığı Anlar, Dünün<br />

Burhan Arpad) son satırları, geride kalanlar<br />

ve yarınları yaayacaklar için umut ıığıdır:<br />

Her gölge sonunda yine de ıığın çocuğudur.<br />

Ancak aydınlıkla karanlığı, savala<br />

barıı, yükselile alçalıı yakından tanımı<br />

olan kii, hayatı gerçekten yaamı sayılır.<br />

Petropoliste intihar eden Stefan Zweigın,<br />

dünyadaki bunca acının ardından artık<br />

sabahı bekleyecek gücü kalmamıtı...<br />

İnsancıl ve sava karıtıydı Stefan Zweig.<br />

Her eye bu açıdan bakardı. İnsan ve yazar<br />

olarak özgürlüğüne dükündü. Savalardan<br />

nefret ederim derdi: Savalar yüz<br />

binlerce çocuğu öksüz bırakır. Kaba kuvvet<br />

insanların iç dünyasına hiçbir zaman huzur<br />

getirmez.<br />

10


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Dünün Dünyasında 1920li, 1930lu<br />

Salzburg yıllarını Sanatla, mutlu doğanın<br />

karılıklı yükseldiği o günler ne zengin,<br />

ne renkliydi! diye anlatır: Birinci Dünya<br />

Savaından sonra o küçük kentin kasvetli<br />

manzarasını anımsayıp damından<br />

yağmur suları akan evimizde soğuktan titretiğimizi<br />

düündükçe, bu barı yıllarının<br />

değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve<br />

insanlara inanmamıza izin vardı o yıllarda.<br />

Fakat sonra, hemen karımızda, Berchtesgaden<br />

dağında oturan bir adamın (!) bütün<br />

bunları tuzla buz edebileceğini hiç düünmemitik...<br />

BİR UMUT YAZARI<br />

Stefan Zweigın yaamına son vermesinin<br />

ardından, Bir mülteci yaamı daha<br />

alıılmı ekilde sona erdi... diye oldukça<br />

üst perdeden yazmıtı Hitler yandaı Salzburg<br />

Eyalet Gazetesi. O, insancıl ve sava<br />

karıtıydı. Her eye bu açıdan bakardı.<br />

İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne dükündü.<br />

Stefan Zweig, Freud psikoanalizini<br />

uyguladığı öykülerinde olay ve kii davranılarını,<br />

kiilerin düün dünyalarını, en<br />

önemsiz sayılabilecek ayrıntılara kadar<br />

ilerken yalın bir lirizm, vurucu bir gerilim<br />

sağlamayı ustalıkla baarır. Anlattıkları<br />

çoğu kez onun psikolojik - edebi deneyimleri,<br />

kii olarak yaadıklarıdır. Kimi yapıtında<br />

karımıza çıkan alıılmamı kiilikteki<br />

insanlar ise yazarın gözüpek heveslerini<br />

kamçılayarak onu yaratıcılığa sürükleyen<br />

karakterlerdir. Stefan Zweig yapıtlarında<br />

bir eye hep sadık kalır: Doğruya<br />

ve insancıllığa dikkatimizi çeker, karıtlar<br />

arasında aracı rolünü üstlenir. Okurunu<br />

inandırıcı gücüne, anlatımı ve diliyle ulaır.<br />

Zweig iyimserdir, o bir umut yazarıdır.<br />

Özellikle öyküleriyle okuru hep yüreklendirir,<br />

ona yaama sevincini götürür.<br />

Birinci Dünya Savaının yıkıcılığını,<br />

korkunçluğunu yakından görmütü. İnsanların<br />

kurtuluu, mutluluğa kavuması için<br />

11


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

HİTLER REJİMİNİN<br />

ÇÖKERTTİĞİ<br />

İNSANCIL RUH,<br />

SONUNDA<br />

ÖLÜMÜ SEÇTİ<br />

✤<br />

ortak Avrupa kültürünün kurtarılması<br />

gerekliydi. Zweiga göre liberal toplum<br />

düzeni toparlanmalı, insanlar yanlılardan<br />

dönmeli ve böylece daha iyi yarınlara ulamalıydı.<br />

Bunun için de en bata Avrupa<br />

aydınları ve sanatçıları aralarında anlamalı,<br />

ibirliği yapmalıydı. Bütün ülkelerde<br />

generaller sadece ta anıtlar olarak akıllarda<br />

kaldığı gün insanlar özgür ve mutlu<br />

olacaktı. Franz Werfele yolladığı son mektupların<br />

birinde çok kötümserdi: Dünyamızın<br />

yıkımı bütün hızıyla sürüp gidiyor.<br />

Savaın bombalarıyla çöken her evle ben de<br />

çöküyorum. Bu hümanist insan için sava<br />

bir dünya cehennemiydi.<br />

REJİMİN DAYANILMAZ BASKISI<br />

Bir yazar, sansür yaamadığı sürece<br />

inandığı yolda yürümek zorundadır… Bitkiler<br />

gibi insanlar da uzun süre köksüz<br />

yaayamaz… diyen dünyaca ünlü bu aydın<br />

hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz<br />

baskıları altında yazar ve düünür kiiliğini<br />

yitirip ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir.<br />

Nazi faizminin özgür düünceyi yok<br />

etme giriimleri Zweigları ölüme sürüklemitir!<br />

Barıın ve iyiliğin üstünlüğünü hep<br />

umut etmi olan Stefan Zweig nasyonal sosyalizmin<br />

ve Hitler diktatörlüğünün kurbanı<br />

olmutu. Avusturyanın bu en ünlü yazarının<br />

özgürlüklü görüleri huzursuz yüzyılımızda<br />

her zamankinden daha çok geçerli!<br />

Ünlü Berlin-Aleksander Alanı romanının<br />

yazarı Alfred Döblin, Hitler diktatörlüğü<br />

yıllarında söylediği Özgür düünceye<br />

engel olamazsınız, o ku gibidir, her yere<br />

uçar sözleriyle, ezilmek istenen Zweig ve<br />

dostlarına destek olmak istemiti.<br />

20nci yüzyılın bu insancıl ve sava<br />

karıtı edebiyatçısının büstü Salzburgda,<br />

Kapuziner manastırının önünde biraz<br />

hüzünlü, biraz düünceli karıdaki villasına<br />

bakıyor…<br />

z<br />

12


13<br />

Şubat 2017 | Sayı: 12


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

EBERHARD ZANGGER<br />

LUVİ UYGARLIĞINDAN HAREKETLE ABARTMALARA KARŞI, AMA...<br />

Türkiye ve Batı<br />

düşüncesinde kartlar<br />

yeniden dağıtılabilir<br />

OSMAN ÇUTSAY<br />

14


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Türkiye, her anlamda tüm çatımaların<br />

ve tartımaların ortasında<br />

yer alıyor. Anadolu ve yarattığı binlerce<br />

yıllık kültür coğrafyası, iktidar sahipleri<br />

ne derse desin, geçmiinden gelen ağır<br />

mirasla sürekli yeni sorular üretiyor. Ezici<br />

çoğunluğu yanıtsız, ama tuhaf sinyaller<br />

yayan sorular bunlar.<br />

yeterli bir ağırlığa sahip olmadığını düündüğü<br />

aratırmaların, Türkiyenin temellerini<br />

yakından ilgilendirip ilgilendirmediği<br />

tartımalarına hiç girmek istemiyor.<br />

Günümüzün modern bir Luvi ülkesi olarak<br />

nitelenebilecek Türkiyeden çalımalarına<br />

yönelik destek ve kösteklerle ilgili sorumuza<br />

yanıtı, yeni sorulara gebedir:<br />

Bu tür soruların sahiplerinden biri de<br />

Dr. Eberhard Zangger. Avrupa Kültüre<br />

daha önce de konuk olan Dr. Zangger,<br />

arkeolojinin nereye gittiğini, bu alanda<br />

su balarını tutmayı baaranların açık<br />

dümanlığını da üzerine çekerek, çok<br />

sevimsiz bulunan yanıt önerilerini gelitirerek<br />

çalımalarını sürdürüyor. Bunu<br />

sadece Avrupa dillerinde yapmıyor<br />

elbette. Türkçe de çalıma alanları içinde<br />

yer alıyor. O nedenle Luvi uygarlığı veya<br />

coğrafyasıyla ilgili aratırmalarını toplayan<br />

yeni sitesinde (www.luwianstudies.org)<br />

Türkçe bölümü de var. Bu arada<br />

geçen yıl önce İngilizce (The Luwian<br />

Civilization) daha sonra da Almanca<br />

(Die luwische Kultur) olarak yayımlanan<br />

kitabının yakınlarda Türkçe olarak<br />

da piyasaya çıkacağını duyuruyor. Ancak<br />

bu kitabın basım ve dağıtımının ne zaman<br />

yapılacağını kendisinin de bilemediğini,<br />

dolayısıyla kesin bir tarih veremeyeceğini<br />

söylüyor. Eberhard Zangger, tezlerinin<br />

ve çıktığı yolun Türk toplumu tarafından<br />

da bilinmesini istiyor.<br />

Kendisi gerçekten tevazu sahibidir ve<br />

çalımalarının anlamı üzerine, kendi alanını<br />

aan saptamalarda bulunmak istemiyor.<br />

Hümanist geleneğin bu ısrarlı sürdürücüsü,<br />

arkadalarıyla birlikte yürüttüğü<br />

ve kendisinin de pratikte henüz<br />

Bir arzum hep, 3000 yıl önceki olaylarla<br />

günümüzdeki ulusal devlet yönelimli politikayı<br />

tamamen birbirinden ayrı tutmak<br />

oldu. O zamanlar neler yaandığının imdiki<br />

zamanla hiçbir ilikisi yok. Bence arkeoloji,<br />

bugün hâlâ daha yegâne aratırma disiplini<br />

olarak ulusal yönelimlerin büyük acısını<br />

çekmektedir. Sömürgeler döneminde bu<br />

yaklaım belki siyasi olarak yardımcı olabilirdi,<br />

ama bugün artık sadece anakronik bir<br />

eydir. Aratırma, bilginin geniletilmesidir<br />

ve bilginin yayılması, tüm insanlara daima<br />

aynı ölçüde hizmet eder. Çok acil uluslararası<br />

arkeolojik aratırma kurumlarına ihtiyacımız<br />

var.<br />

✤<br />

EBERHARD<br />

ZANGGER,<br />

TEZLERİNİN VE<br />

ÇIKTIĞI YOLUN<br />

TÜRK TOPLUMU<br />

TARAFINDAN DA<br />

BİLİNMESİNİ<br />

İSTİYOR.<br />

✤<br />

15


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

TROYA ÜZERİNE<br />

SON 20 YILDA<br />

SÖYLENEN BİRÇOK<br />

ŞEY ANLAMSIZ<br />

✤<br />

SUSKU KOMPLOSU?<br />

Eberhard Zangger, tezleriyle ortaya<br />

çıktığından ve sahneyi dağıttığından bu<br />

yana bir susku komplosu ile de çarpımak<br />

zorunda kaldı. Bu komplonun devam ettiğini<br />

ve sonuçsuz kalmadığını söyleyebiliriz.<br />

Özellikle Türkiyedeki arkeologların,<br />

tezleri ve aratırmalarından çıkan<br />

sonuçlar karısında kör ve sağırı oynamaları,<br />

Dr. Zanggeri abartılı çıkılar<br />

yapmaktan alıkoyuyor olabilir. Yine de<br />

Küçük Asya dediğimiz Anadolu tarihinin<br />

ilk kuak aratırmacıları karısındaki<br />

mütevazı yerinin bilincinde olduğunun<br />

altını çiziyor:<br />

Kendimi Küçük Asya’nın tarih<br />

öncesini aratıran arkeolojinin öncüleri<br />

safına yerletirme duygusuna uzağım.<br />

Ama Frank Calvert, Hugo Winckler,<br />

”mil Forrer, James Mellaart gibi isimlerin<br />

kaderlerine bakınca hepsinin zor<br />

bir yaamı olduğu hemen göze çarpar.<br />

Bunun yanında, eğer bu insanlar<br />

olmasaydı, Küçük Asya’nın bronz çağı<br />

hakında hemen hemen hiçbir ey<br />

bilmeyecektik.<br />

Dr. Zangger, Avrupa Kültürün sorularına<br />

verdiği yanıtlarda, kendisine ister<br />

istemez bir otorite karıtlığı yakıtırıldığını<br />

belirtiyor. Bundan çok rahatsız<br />

olduğu söylenemez:<br />

Üniversite bünyesinde aratırmacılık<br />

yoluna giren kii, diğerlerinin<br />

lütufkârlığına bağımlıdır. Arkeolojik<br />

aratırma da son derece katı bir hiyerari<br />

içinde yapılmaktadır. Kazı yöneticileri,<br />

sonuç olarak aratırma malzemesinin<br />

dağılımını, yayınları, alınacak izinleri,<br />

konferans konumacılarını, aratırma<br />

paralarını, bursları ve çalıma<br />

yerlerini belirleyen insanlardır. Ben bu<br />

yapıların dıında hareket ediyorum.<br />

Kazı yöneticileri benim görülerimi<br />

reddediyorlar, çünkü otoritelerinin altını<br />

oyduğumu düünüyorlar. Akademik araçların<br />

oluturulmasında insanlar, doktora<br />

tezi yazanlar ve üniversite öğrencileri,<br />

kendilerini hep kendilerinden beklenenlere<br />

göre ayarlamak zorundadırlar.<br />

Akademik ileyi maalesef düünce<br />

çoğulculuğunu tevik etmiyor. Hatta tam<br />

tersine bir durum söz konusudur. Bu<br />

da akademik ileyiin galiba en büyük<br />

zaafıdır.<br />

TROYA: BİTMEYEN EFSANE AMA...<br />

Geçen yüzyıl içinde Küçük Asya arkeolojisinde<br />

önemli adımlar atıldığı da inkâr<br />

edilemez. Ancak bu adımlar, Zanggere<br />

göre, örneğin Troya ile ilgili soruların bittiği<br />

ve yanıtların bulunduğu anlamına gelmiyor.<br />

Birçok eski soru geçerliliğini yitiriyor<br />

ve Eberhard Zangger eski sorulara<br />

bulunan yanıtlarla artık vakit yitirilmemesi<br />

gerektiğini savunuyor. Troyadaki<br />

kazılara da yeni sorular ıığında, yeni<br />

teknolojik araçlar ve yeni yöntemlerle<br />

yaklaılmasını istiyor:<br />

Bence, Troya ile ilgili büyük sorular<br />

tıpkı 100 yıl önceki gibi, henüz tam bir<br />

yanıta kavuamamı, açık sorulardır.<br />

ehir ne büyüklükteydi? Halkın oturduğu<br />

evler ve çalıma yerleri nerede bulunuyordu?<br />

Troya’nın gücü ne kadardı?<br />

Liman neredeydi? Manfred Korfmann,<br />

Beik Koyu’nun liman olduğunu söylemiti.<br />

Ama u anda, suyun kalenin bulunduğu<br />

tepeye kadar ulatığı ve gemilerin<br />

yanatığı rekonstrüksiyonlar görüyoruz.<br />

Neden bu ticari mallar karada 10 kilometrelik<br />

bir yolu aarak Beik Koyu’na<br />

taınmak zorundaydı? Troya üzerine son<br />

20 yılda söylenen birçok ey benim için<br />

bir anlam ifade etmiyor.<br />

16


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

EGE’DE BRONZ ÇAĞININ SONU<br />

Batı Anadolu’da Luvi Uygarlığı’nın Tanımlanması<br />

Güncel Model<br />

Karadeniz<br />

Troia<br />

Hitit<br />

Uygarlığı<br />

Miken<br />

Uygarlığı Kiklat<br />

Uygarlığı<br />

Avrupa<br />

Minos<br />

Uygarlığı<br />

Akdeniz<br />

Altın<br />

Gümüş<br />

Bakır<br />

Kurşun<br />

Ege bölgesinde Bronz Çağı’na dair günümüzde yaygın olan güncel model 1920’lere dayanır. Bu modele göre Avrupa’da üç Ege uygarlığı (Miken, Minos ve Kiklat), Ön Asya’nın merkezinde de sadece<br />

Büyük Hitit Krallığı bulunmaktadır. Bu model doğrultusunda aradaki bölgede (günümüzde Türkiye’nin batısına tekabül eden, haritadaki büyük boş alan) kayda değer herhangi bir medeniyet yoktur.<br />

Ama diğer taraftan en zengin maden yataklarının, devamlı akan sayısız nehir ve doğal limanların yanı sıra son derece verimli, ekilebilir toprakların da bu bölgede yer aldığı bilinmektedir. Ve bu<br />

toprakların orta yerinde de dünyanın en ünlü arkeolojik sit alanı olan Troia şehri bulunmaktadır.<br />

Önerilen Yeni Model<br />

Ahhiyawa<br />

Danaya<br />

Akhaia<br />

Mikenler<br />

Paeonia<br />

Kikonia<br />

TROIA SAVAŞI<br />

MÖ. 1182<br />

Trakya<br />

Wiluša<br />

Teker<br />

Troia<br />

Šeha<br />

Serden<br />

Mysia<br />

Karkiša<br />

Arzawa<br />

Karya<br />

Maša<br />

Denjen<br />

Frigya<br />

Mira<br />

Karadeniz<br />

Pitasa<br />

Lukka<br />

Lukka<br />

Likya<br />

Arawanna<br />

Hapalla<br />

Pala<br />

Aşağı Ülke<br />

Kaşka<br />

Paflagonya<br />

Tarhuntašša<br />

Kizzuwatna<br />

SALDIRILAR<br />

MÖ.1192<br />

Hatti<br />

Hititler<br />

Istidina<br />

Halizon<br />

Ugarit<br />

Mitanni<br />

Keftiu<br />

DENİZ KAVİMLERİ<br />

SALDIRILARI<br />

MÖ.1192<br />

Luviler<br />

Alasya<br />

Amurru<br />

Akdeniz<br />

Bölge Halk Şehir Yazı<br />

İsimlendirme<br />

Mısır<br />

Mısırlılar<br />

Theben/Teb<br />

Hiyeroglif<br />

Hekuptah<br />

Yukarı Dicle<br />

Orta Anadolu<br />

Suriye/Filistin<br />

Yunanistan<br />

Girit<br />

Kıbrıs<br />

Batı Anadolu<br />

Asurlar<br />

Hititler<br />

Kenan<br />

Akalar<br />

Minos<br />

Kıbrıslılar<br />

Luviler<br />

Asur<br />

Hattuşaş<br />

Kadeş<br />

Mikene<br />

Knossos<br />

Enkomi<br />

Apaşa, Troia,<br />

Millawanda<br />

Çivi Yazısı<br />

Çivi Yazısı<br />

Çivi Yazısı<br />

Linear B<br />

Linear A<br />

Kıbrıs-Minos<br />

Luvi Hiyeroglifi<br />

Ratenu<br />

Hatti<br />

Amurru/Amoriler<br />

Tanaja/Danae<br />

Keftiu<br />

Alaşya (Alasya)<br />

Arzava/Wilusa<br />

Mira/Lukka<br />

Ege bölgesinin Bronz Çağı sonu için önerilen yeni model Anadolu’nun batısındaki farklı küçük krallıkları da göz<br />

önünde bulundurmaktadır. Bu krallıklar yukarıda kırmızı daireler içerisinde Hitit (üst), Mısır (orta) ve Grek (alt) adları<br />

ile gösterilmişlerdir. Yeni model doğrultusunda bu krallıkların tamamı için konuştukları dilden dolayı “Luvi” adı<br />

önerilmiştir. Luvi krallıkları MÖ 1192 yılı civarında Kıbrıs’ı Hitit kontrolünden kurtarmak, Suriye’ye ve Hitit Krallığı’nın<br />

merkezi bölgesine güneyden saldırmak amacıyla koalisyon oluşturup, donanma kurarlar. Bu arada kuzeyli kavimlerin<br />

saldırıları da Hititler’in Anadolu’nun orta bölgesi üzerindeki hâkimiyetinin sona erdirilmesinde etkili olur. Daha sonra<br />

Miken devletleri de bir koalisyon oluşturarak, ilo kurar ve Ege Denizi’nin doğu kıyılarındaki liman şehirlerine saldırırlar.<br />

Sonuçta Batı Anadolu’nun birleşik askeri birlikleri ile Mikenler Troia’da karşı karşıya gelirler.<br />

Luwian<br />

Studies<br />

© Eberhard Zangger 2015<br />

17


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

“HİSARLIK’LA<br />

İLGİLENMİYORUM ASLINDA!”<br />

Ünlü Alman-Fransız ortak kültür<br />

kanalı Artede ocak ayında, Troya üzerine,<br />

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi<br />

öğretim üyelerinden Prof. Dr. Rüstem<br />

Aslanın açıklamaları üzerine kurulu bir<br />

ilm gösterildi. Aslan, Korfmann Okulu<br />

da diyebileceğimiz<br />

bir çerçevede<br />

çeitli bilgiler<br />

verdi. Eberhard<br />

Zangger, Avrupa<br />

Kültüre bu yakla-<br />

ımın eletirel bir<br />

değerlendirmesini<br />

yaparken, bulunduğu<br />

yerle mevcut<br />

anlayıın uzlamasının<br />

mümkün<br />

olmadığına da<br />

dikkat çekiyor:<br />

Rüstem Aslan,<br />

incelemelerini,<br />

selei Manfred<br />

Korfmann gibi,<br />

Hisarlık tepesinde<br />

yoğunlatırıyor.<br />

Arte’deki ilmde de sadece bu kalenin<br />

bulunduğu tepe konu<br />

ediliyor zaten. Bronz çağının geç zamanlarındaki<br />

tabakalar, bugünkü yüzeyin metrelerce<br />

üzerinde uzanıyordu oysa.<br />

Bugün Hisarlık’ta kazılar yapmak,<br />

ameliyatla kesilip alınmı bir ayağa<br />

pedikür yapmak istemeye benzer.<br />

Eberhard Zangger, bugün Troya kazılarında<br />

neler yapılabileceği konusunda çok<br />

net görülere sahip:<br />

Geç bronz çağı tabakaları daha hâlâ<br />

alüvyon ovada bulunuyor, bunlar yüzeyin<br />

birkaç metre altında uzanıyorlar. Yapılması<br />

gereken ey, tepeyi değil, ovayı kazmaktır.<br />

Kaldı ki, Yunanistan’da Çingeneler<br />

bunu yapıyor. Çayırlara çadırlarını<br />

kuruyor ve Miken altını aramak için<br />

o çadırların içinde 5 metre derine kadar<br />

kazıyorlar. ”ğer bir ey bulmak mümkün<br />

olmasaydı, herhalde böyle yorucu<br />

çabalar içinde olmazlardı.<br />

İLERLEME DURDURULAMAZ<br />

Peki bütün bu susku komplolarından ve<br />

Küçük Asya arkeolojisi çerçevesinde yürütülen<br />

bilimsel iç savalardan ne gibi<br />

sonuçlar çıkacak? Küçük Asya arkeolojisinde<br />

su balarını tatmayı baaranlar neyi<br />

savunabilir mesela? Neyi engelleyebilirler<br />

veya yeni bir ey bulmak için ne gibi yollar<br />

açabilirler? Bu konuda Dr. Zanggerin<br />

kendisine göre bir yol haritası olduğu<br />

anlaılıyor:<br />

İlerlemeyi durdurmak için çaba harcanabilir,<br />

ama ilerleme durdurulamaz.<br />

Bir kapıyı kapalı tutmak da bir kuvvete<br />

gereksinim duyar. Bir sonraki odaya<br />

girmek için kapıyı açmak, bu kuvveti o<br />

odada etrafı gözlemek için kullanmak,<br />

çok daha anlamlıdır. “aha somut olarak,<br />

öyle: İnsanlar birbirleriyle konumalı,<br />

birlikte çalımalı, yayınlarda ve konferanslarda<br />

değiik görülere izin verilmeli,<br />

tartımalar tevik edilmeli.<br />

Arkeoloji, halkta, siyasetçilerde, para<br />

kaynağı sağlayacak olanlarda devasa bir<br />

sempati potansiyeline sahip olurdu.<br />

Ne yazık ki, bu potansiyeli bugün yeterince<br />

kullanmıyor.<br />

z<br />

18


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

"Uygarlık coğrafyası,<br />

etnik grup değil”<br />

Sadece Türkiye’nin değil, bütün bir batı düüncesi tarihinin temellerini tartımaya<br />

açan tezleriyle önce görmezlikten gelinen, hatta yerleiklerin artık kurtulduk<br />

diyerek üzerine beton dökebildiklerini sandığı, ancak görmezlikten gelinmediği<br />

zamanlarda da fazla önemsenmeden tezleri ele alınan ”berhard Zangger,<br />

Luvi uygarlığını irdeleyen son kitabının İngilizce ve Almanca dünyada ele alını<br />

biçimlerini kendi sitesinde bir soru-yanıt tablosu içinde değerlendirdi.<br />

- Son zamanlarda gazetelerde yayınlanan yazılar, gazetecilerin kitabınıza<br />

olumlu yaklaştığı, uzmanların ise ana tezlerinizi reddetmeye eğilimli<br />

olduğu izlenimini yaratmaktadır. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?<br />

EBERHARD ZANGGER - Gazeteciler kendilerine gönderdiğimiz kitabı okudular,<br />

konferansımın videosunu seyrettiler ve çoğu benimle uzun uzadıya<br />

konutu. Medyanın u ana kadar görütüğü uzmanların kitabı okumak bir yana,<br />

ondan haberdar olduklarına dair en ufak bir emare görmedim. Bu aratırmacıların<br />

akademik özenleriyle ve titizlikleriyle gurur duyduklarını varsayıyorum.<br />

Ancak önyargılarını veya içgüdüsel tepkilerini kamuoyuna ilan etmekten baka<br />

bir ey yapmadıklarını görüyorum.<br />

- Kitabınızın ana noktalarını birkaç kelimeyle özetleyebilir misiniz?<br />

EBERHARD ZANGGER - Birincisi, Batı Anadolu’daki Orta ve Geç Bronz Çağı<br />

kalıntıları, Yunanistan, Girit ve Orta Anadolu’daki kalıntılara kıyasla yeterli<br />

düzeyde aratırılmamıtır. İkincisi, bu kadar büyük bir bölge ancak var olan<br />

arkeolojik verilerle doğa bilimlerine özgü yöntemler bir araya getirildiği zaman<br />

tam anlamıyla kavranabilir. Üçüncüsü, günümüze ulaan bulguları bileenlerine<br />

bölmek, tarihi olayları anlamayı zorlatırır. “olayısıyla eldeki kaynakları,<br />

yani belgelerle arkeolojik bulguları birletirmeyi amaçlamalıyız. Ayrıca karmaık<br />

meseleleri, örneğin bulgularımızı ustalıklı illüstrasyonlar yoluyla daha anlaılabilir<br />

hale getirmeliyiz ve yeni ikirleri tevik etmeyi amaçlamalıyız.<br />

✤<br />

ELDEKİ BELGELERLE<br />

ARKEOOLOJİK<br />

BULGULARI<br />

BİRLEŞTİRMEYİ<br />

AMAÇLAMALIYIZ<br />

✤<br />

- Gazetelere göre büyük bir devletin bugüne kadar görmezden gelindiğini<br />

öne sürdünüz. Bu gerçekten böyle mi?<br />

EBERHARD ZANGGER - Hayır, alakası yok. Großmacht [büyük devlet] ikrinin<br />

bu yazılara nasıl sızdığını hiçbir ekilde anlayamıyorum. Bu terim kitabımda<br />

sadece bir defa, 1946 yılına ait bir alıntıda geçmitir. Bana göre Bronz Çağının<br />

sonlarında “oğu Akdeniz’de büyük devletler yoktu. Birçok bölge ağırlıklı olarak<br />

küçük krallıklardan oluurdu, dolayısıyla siyasi tablo bölünmü bir haldeydi.<br />

Bu durum Yunanistan, Suriye, Kenan Ülkesi ve Batı Anadolu açısından geçerli<br />

olduğu kesindir. Bu bölgelerdeki devletler zayıf federal ittifaklar oluturmaktan<br />

öteye gitmezdi. İttifak dönemlerinde bu devletlerin siyasi ve askeri gücü, iktidarın<br />

ne kadarının küçük kralların, ne kadarının büyük hükümdarın elinde olduğuna<br />

bağlıydı.<br />

19


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

- Michael Galaty, askeri ittifakın uluslararası bir savaş anlamına geleceğini ve<br />

çok az sayıda arkeoloğun Bronz Çağı sonlarıyla ilgili bu tür bulgular tespit ettiğini<br />

söylüyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?<br />

EBERHARD ZANGGER - Siyasi ve askeri yapı konusundaki bilgilerimiz tamamıyla o<br />

dönemin belgelerinden ve kahramanlık çağıyla ilgili daha sonraki döneme ait metinlerden<br />

kaynaklanmaktadır. Bu belgelere göre sıklıkla yeni askeri ittifaklar ve konfederasyonlar<br />

oluurdu. “eniz Kavimlerinin Yazıtları olarak bilinen belgelerde bu istilalara<br />

katılmı kavimler teker teker sıralanmıtır. Kade Savaının tasvir edildiği yazıtlarda<br />

Büyük Hitit kralı II. Muwatalli’nin yanında yer alan güçler sıralanmıtır. MÖ<br />

1400 yıllarında Assuva Federasyonunun Batı Anadolu’da güçlerini birletiren 22 küçük<br />

devletten olutuğunu biliyoruz. Hattua’da bulunmu çeitli metinler büyük kralların,<br />

kendilerine karı kurulmu ittifaklarla karı karıya kaldığını gösterir. Bir de tabii<br />

İlyada’da, ”ge “enizinin her iki tarafındaki orduları oluturan birliklerin ayrıntılı bir<br />

ekilde sıralandığı Gemi Katalogu ve Troia birlikleri var. Bunlar askeri ittifaklara dair<br />

en iyi bilinen kaynaklardan bazıları, daha baka birçok kaynak da var.<br />

- Luviler bugüne kadar görmezden gelinmiş bir etnik grup mudur?<br />

EBERHARD ZANGGER - ”n azından benim açımdan öyle değil. Ben zaten böyle bir<br />

ey kast etmedim. Hatta etnik gruplarla ilgilenmediğimi açıkça ifade etmek için olağanüstü<br />

çaba sarf ettim. Benim bu kitapta kast ettiğim, yetki alanıdır. Kitapta belirli bir<br />

insan grubu değil, belirli bir bölge ele alınmıtır. Bizim hakkında az bilgi sahibi olduğumuz,<br />

Luvi dilini konuan sosyo-dilsel insan grubu değil, orada o dönemde yaayan<br />

insanlara atfedilmesi mümkün olan veya olmayan etnik soydan bağımsız olarak Batı<br />

Anadolu bölgesidir.<br />

- Jörg Klinger, etnik bir grubu tanımlamanın yüzyıl öncesine ait bir düşünce<br />

tarzını yansıttığını söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?<br />

EBERHARD ZANGGER - Tamamıyla katılıyorum. Aratırmacılar bir yüzyıl kadar<br />

önce iletiimi kolaylatırmak amacıyla Mikenler, Minoslular, Hititler gibi kavramlar<br />

ortaya attılar. Günümüzde bu terimlerin yanıltıcı olduğunu biliyoruz. Akhilleus gerçekten<br />

var olduysa bile, kendisini kesinlikle bir Miken olarak görmemitir. Bu düünce<br />

ekli artık geçmite kaldıysa da Jörg Klinger’in The Hittites [Hititler] balıklı bir kitap<br />

yazmasına engel olmamıtır. Ancak günümüzde ”ge bölgesinin Bronz Çağı konusunda<br />

yürütülen aratırmalar hâlâ büyük ölçüde bir yüzyıl kadar önce tanımlanan modelleri<br />

temel alır. Ancak Batı Anadolu söz konusu olduğu zaman bu modellerde büyük<br />

bir eksiklik söz konusudur. Son zamanlarda aratırmacılar Mikenlerle Hititlerin yetki<br />

alanlarını giderek geniletmi, bu ekilde bu eksikliği tamamlamaya çalımıtır. Batı<br />

Anadolu’nun “evletlerinden söz etseydim iim çok kolaylaacaktı. Miken, Minos ve<br />

Hitit kavramları zaten son derece iyi bilindiği için, Batı Anadolu’da yaayan insanlardan<br />

Luviler olarak söz etmeye karar verdim. Bu terim her halükârda etnik bir<br />

birimi değil de soyut, graik bir ikri temsil eder. Yayınlarımın hepsinde bunu açıkça<br />

ifade ediyorum.<br />

- Bazı yazılarda yerleşik arkeolojiyi eleştirdiğiniz öne sürülüyor. Öyle mi gerçekten?<br />

20


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

EBERHARD ZANGGER - Bir yüzyıl kadar önce, ”ge’nin Bronz Çağı bir disiplin olarak<br />

algılandığında ortaya atılan modelleri tabii ki eletiriyorum. Bildiğim kadarıyla bütün<br />

arkeologlar onları eletirir. Ancak söz konusu tartıma o kadar aağılayıcı bir düzeyde<br />

yer alıyor ki, arkeoloji metodolojisinin eletirilmesini zorunlu kılıyor. Medyada ifade<br />

edilen uzman görülerinde gördüğümüz yüzeysellik ve çarpıtmalar, u ana kadar arkeolojiye<br />

ilgi duyan insanları bile bu alandan soğutuyor. Benzer bir süreci Troia konusundaki<br />

tartımalarda da gördük. Almanca konuulan ülkelerde arkeoloji, bireysel saldırılar<br />

içermeyen objektif bir tartımaya izin verecek kültürden yoksun.<br />

- Sizin kitabınız açısından bu kutuplaşma nasıl gerçekleşti?<br />

EBERHARD ZANGGER - Olanları özetleyecek olursak, yeni bir kitap yayınlandı.<br />

Yazarı bilim alanında yazan bir gazeteciye bu kitaptan bir tane gönderdi. Gazeteci,<br />

kitapta ele alınan çeitli yönlerden, geni bir izleyici kitlesine ilginç geleceğine inandığı<br />

bir konu seçti. Yazısı, yazar açısından oldukça alakasız olsa da sadece bu konuya<br />

odaklandı. Gazeteci, konuyu daha da heyecan verici hale getirmek için söylenilenleri<br />

abarttı ve örneğin İlk “ünya Savaının kefedildiğini ilan etti. Bu da yazıyı kitabın<br />

anlatmayı amaçladıklarının bir tür karikatürü haline getirdi. Konunun uzmanları da<br />

bu karikatürle karı karıya kaldı. Aslında uzman olduklarının söylenmi olmasına<br />

rağmen ne yazarı, ne önceki eserlerini tanıyorlardı ve yeni kitabı görmemilerdi bile.<br />

Ama yine de, karılarındaki konunun apaçık ekilde gülünç olmasına rağmen, hakkında<br />

birbirinden farklı ve bilgece görüler sunmaları bekleniyordu. Ve tabii ki yorumları<br />

yıkıcı bir etki yaratacaktı. ”ğer böyle yapmasalar uzman olarak konumları tehlikeye<br />

düerdi. Ve söylediklerinin, eletirdikleri ikirlerden daha temelsiz olduğunun<br />

farkına varmadılar. Bilimsel diyalektiğin düzeyinin bu kadar düebileceğini görmek<br />

çok korkutucu. Bu tartımaların yüz yıldır devam ede geldiğini görmek insanı teselli<br />

etmiyor. Anadolu arkeolojisinde en önemli keileri borçlu olduğumuz aratırmacılara<br />

da meslektaları hep çok çektirmitir.<br />

- Bundan sonra ne olacak?<br />

EBERHARD ZANGGER - Arkeolojide doğal bilimler amacına ulaacak, bunun baka<br />

yolu yok. u anda tanık olduğumuz ey, kendilerine ait olarak gördükleri sit alanları<br />

veya disiplinler konusundaki yorumlar üzerinde tekel iddia eden Manfred Korfmann<br />

gibi yetkililerin gösterdiği tepkidir. Bu çok hiyerarik, otoriter bir yaklaımdır.<br />

Toplumun birçok bölümünde bu zihniyet yerini, uzlamayı temel alan, en güçlü ve ikna<br />

edici argümanların baskın olduğu bir yaklaıma bırakmıtır. Bu değiim, geç de olsa<br />

arkeoloji alanına da ulaacak. 1960’ların sanayi baronlarına olduğu gibi, akademi alanındaki<br />

kurucu babaların da yerini uzun zamandır söz konusu olan sorunlara daha<br />

etkili çözümler bulan teknokratlarla pragmatistler alacak.<br />

- Son olarak ne söylemek istersiniz?<br />

EBERHARD ZANGGER - Kitabım u ricayla sona eriyor: Kazmaya devam edin – ve<br />

lütfen daha derini kazın! imdi unu da eklemek isterim: Okuyun – ve lütfen daha dikkatli<br />

okuyun!<br />

www.luwianstudies.org<br />

21


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

www.politeknik.de<br />

info@politeknik.de<br />

22


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

CARL ORFF<br />

CARMINA<br />

BURANA<br />

HALİT ÇELİKBUDAK<br />

FRANKFURT<br />

Görseller: www.commons-wikimedia.org<br />

Müzik tarihinde Carl Orf’a benzeyen bir şahsiyet bulmak zordur. Alman besteci<br />

Carl Orf büyüleyici bir bestecidir. ”serlerinde dinleyiciyi bir anda etkileyen büyük<br />

korolar ve büyülü vurmalı çalgılar aracılığıyla insanlığın mistik yönünü ortaya çıkarmayı<br />

hedeler.<br />

”n ünlü eseri Carmina Burano dev bir kantattır. Büyük koro ve büyük orkestra için<br />

dev bir kantat olan Carmina Burana için sahnede aslında beş yüz koro elemanı ve üç<br />

yüz icracı (bunların otuzu vurmalı çalgılardır) olmak üzere sekiz yüz kişinin bulunması<br />

gerekmektedir.<br />

Carl Orf eserlerini tiyatro yönetmenliğinden gelen deneyimle hep teatral bir<br />

üslupla yazar. Orf’un ideal oyuncusu şarkı söylemeyi bilen, tiyatro yapabilen, düzgün<br />

konuşan, ama aynı zamanda dans edebilen bir sanatçıdır. Oyuncu bunu yapmak zorundadır,<br />

çünkü Orf’un besteleri bunu gerektirmektedir.<br />

23


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

BÜYÜK SAVAŞLAR<br />

VE YIKIMLAR<br />

KUŞAĞININ<br />

BİR ÜYESİ<br />

✤<br />

Klasik Batı Müziği ile ilgilenenler<br />

bilir… İlgisi olmayanlar da dinleyince<br />

mutlaka Ben bunu daha çok defalarca<br />

dinlemitim der… Pek çok ilmde,<br />

reklamda, televizyon programlarında<br />

kullanılan, her yıl çeitli ülkelerde defalarca<br />

sahnelenen Carmina Buranadan<br />

bahsediyorum… Tam adıyla Alman<br />

besteci Carl Heinrich Maria Orfun<br />

ünlü eseri…<br />

Carl Orf, 10 Temmuz 1895te<br />

Münihte doğar ve uzun süren<br />

bir hastalık sonucu 29 Mart<br />

1982de yine Münihte ölür. Külleri<br />

Bavyerada Andechs Benedikt<br />

Manastırının Kilisesinde gömülmütür.<br />

Carl Orf hayatı boyunca, bir<br />

imparatorluğun yıkılıına. Birinci<br />

ve İkinci Dünya Savalarına,<br />

İkinci Dünya Savaından sonra<br />

ulusların tekrar doğuuna, daha<br />

sonra yaanan Soğuk Savaa,<br />

ve 1960lar ile küreselleen Dünyaya<br />

tanık olmu bir kuağa ait…<br />

Babası Heinrich Orf tarafı askeri bir<br />

soylu aile. Her iki dedesi general… Ayrıca<br />

dedelerinden biri askerliğinin yanı sıra<br />

tarihçi, diğeri de matematik ve astronomi<br />

alanında uzman… Annesi Paula ise yetenekli<br />

bir piyanist… Müzik sevgisini annesinden<br />

alır. Be yaından itibaren piyano,<br />

çello ve org dersleri görür. Katı bir disiplini<br />

altında çocukluk dönemi geçirir.<br />

Küçük yatan itibaren tiyatroya da dükündür.<br />

Henüz çocukken evde kukla tiyatrosu<br />

için oyunlar yazıp besteler yapar.<br />

17 yaına geldiğinde bir opera ve pek<br />

çok arkı besteler. 1913-14 arasında Münih<br />

Kraliyet Müzik Akademisinde Müzik Pedagojisi<br />

okur. 1916da ünlü Münih Tiyatrosu<br />

Orkestrası yöneticisi olur, ancak<br />

1 Ağustos 1917de<br />

askere alınır. Doğu cephesinde savaa<br />

katılır. Topçu ateinde siperde toprak<br />

altında kalır. Kurtarılır. Bir yılı akın<br />

tedavi sırasında zaten sava sona erer.<br />

Sava sonrası Mannheim Ulusal Tiyatrosu<br />

ile Darmstadt Saray Tiyatrosu orkestrası<br />

elikleri yapar. Orf, bu yılları kendini<br />

tam kefedemediği yıllar olarak anar.<br />

1919da Münihe dönen Orf, 1921de<br />

aktris Alice Solscher (1891-1970) ile<br />

evlenir. Bestecinin tek çocuğu Godela<br />

doğar. Evlilikleri uzun sürmez, sekiz yıl<br />

sonra ayrılırlar. Carl Orf daha sonra<br />

24


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

1939-1953 arasında Gertrud Willert,<br />

1954-1959 arasında Luise Rinser evli kalır.<br />

1960da da Liselotte Schmitz ile evlenir.<br />

DÖNÜM NOKTASI: BERLİN KONSERİ<br />

Bu arada çeitli besteler yapan Carl Orf<br />

için 1 Mart 1921te Berlinde bir konser<br />

düzenlenir. Konserde Orfun, yazar, air<br />

Franz Werfelin iirlerden yaptığı besteler<br />

icra edilir.<br />

(Franz<br />

Werfel’in öyküsü ayrıca ilginçtir:<br />

Werfel, Musa “ağ’ında Kırk Gün kitabının<br />

da yazarıdır. 1890 yılında Prag’da doğar,<br />

varlıklı bir Yahudi ailenin oğludur. ”debiyata<br />

yönelir. Franz Kafka’nın arkadaı olan<br />

Werfel, gençlik yıllarında iirle uğraır.<br />

Birinci “ünya Savaı’nın bitiminden sonra<br />

Viyana’da ve Berlin’de serbest yazar olarak<br />

çalıır. iirler romanlar, tiyatro eserleri<br />

yazar. Nazilerin yükselmeye balamasıyla<br />

birkaç ülke dolatıktan sonra AB“’ye yerleir<br />

ve 1945 yılında bu ülkede ölür. 1930<br />

yılında karısıyla birlikte Mısır, Filistin,<br />

Suriye ve Lübnan’ı içeren Ortadoğu gazisine<br />

çıkar. 1933 yılı kasım ayı sonunda<br />

Avusturya’da söz konusu kitabı Almanca<br />

yayınlar. Roman 1915 yılında ”rmenilerin<br />

Anadolu’dan tehcir etme kararının, Antakya<br />

Musa “ağ’daki Yoğunoluk köyüne tebliğ<br />

edilmesiyle balar. Romanın kahramanı<br />

Gabriel Bagratyan’ın köyde örgütlediği<br />

”rmenilerle birlikte Musa “ağı’na çıkıp,<br />

4 Ağustos 1915’ten itibaren sürdürdüğü<br />

kırk günlük direniin öyküsünü anlatır. 29<br />

Ocak 1934 günü Nazi hükümetinin Propaganda<br />

Bakanı Goebbels<br />

Musa<br />

“ağı’nda Kırk<br />

Gün kitabının<br />

yasaklandığını<br />

açıklar.)<br />

Berlin konseri<br />

müzik eletirmenleri<br />

tarafından<br />

yerden yere<br />

vurulur. Sadece<br />

Berlin Prusya<br />

Müzik Aratırmaları<br />

Bölümü Bakanı<br />

Curt Sachs<br />

ona sahip çıkar. Curt Sachs, müzik bilginidir.<br />

Berlin Üniversitesinde müzik tarihi<br />

dersleri verir. Curt Sachs, Orfa eski yüzyılların<br />

eserlerine yönelmesini önerir,<br />

örneğin İtalyan Monteverdiyi incelemesini<br />

öğütler. Carl Orf, daha önceki çalımalarını<br />

bir tarafa bırakarak, yeniden<br />

öğrenmeye balar. Cladio Monteverdinin<br />

dünyasına girer. Onun eserlerini tekrar<br />

tekrar inceleyerek onlara yeni ekiller<br />

verir. Büyük bir istekle bu eserlerin iç<br />

yüzünü anlamak gayreti içinde ilerleyip<br />

kendi stilini yaratmaya çalıır.<br />

25


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Carl Orf, Carmina Burana İran 1976<br />

✤<br />

BİR SAHAFTA<br />

BULUNAN<br />

KİTAPLA BAŞLADI<br />

HER ŞEY<br />

✤<br />

TALİHİN YÜZÜNE GÜLDÜĞÜ AN<br />

Carmina Burana, 1803 yılında Münihin<br />

güneyinde Bavyera bölgesindeki Benedikt<br />

Manastırında bulunmu, ortaçağdan<br />

kalma (tahminen 13üncü yüzyıl) el yazmalarıdır.<br />

Bu yazıtlar 13. yüzyıl kültürel<br />

ve sosyal yapısını anlatır. Çoğu bölümleri<br />

ortaçağ Latincesi, bazı bölümleri de<br />

ortaçağ Almancası kullanılarak yazılmıtır.<br />

Müstehcen, kaba ancak samimi bir<br />

dili vardır. Talih, kader, ak, sevgi, doğa,<br />

içki, eğlence gibi konular içerir. Bu yazmalar<br />

1803 yılında bu manastırları denetlemekle<br />

görevli Christoph von Aret tarafından<br />

bulunur. Johann Andreas Schmeller<br />

tarafından düzenlenip 1847 yılında Carmina<br />

Burana (Benediktbeuern iirleri)<br />

adıyla yayınlanır. El yazmaları Münih<br />

Ulusal Kütüphanesinde saklanmaktadır.<br />

Carl Orf, Würzburgda antikacıda/<br />

sahafta bu kitabı görüp alır, bunu talihin<br />

yüzüne güldüğü an olarak nitelendirir.<br />

Orf öyle anlatır: Bu kitap, 1934 kutsal<br />

26<br />

perembe günü elime geçti. İlk sayfasını<br />

açtığım anda, "Talih İlâhı Fortuna ve Çemberi"<br />

tasvirini ve hemen altındaki u satırları<br />

gördüm: O Fortuna / velut luna /stata<br />

variabilis… Sayısız görüntü ve kelime gözlerimin<br />

önünde uçumaya baladı. Bu iirlere<br />

aina olabilmek kolay değildi ama<br />

kafamda o anda yeni bir sahne eseri ikri<br />

belirdi. Bu eserde arkılı ve danslı korolar<br />

olacak, buradaki tasvir ve metinlerin<br />

sırası takip edilecekti.<br />

ORTAÇAĞDA AŞK,<br />

DOĞA, İÇKİ VE KUMAR…<br />

Carmina Burana, metin olarak 13üncü<br />

yüzyıl kıta Avrupasının kültürel ve sosyal<br />

yaamını yansıtır. 318 arkıdan oluur.<br />

Ritmik ve metrik yapıya sahip olan bu arkılar,<br />

içerik bakımından üç bölümde toplanır.<br />

İlk bölüm ahlak öğretileri ve talama<br />

niteliğindeki metinlerden, ikinci<br />

bölüm sevda arkılarından oluurken;<br />

üçüncü bölümde içki ve kumar üzerine<br />

arkılar bulunur. En sonda ise dinsel içerikli<br />

uzun diyaloglar yer alır.


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Orf, tarihçi, dil uzmanı Hofmannın<br />

yardımıyla iirleri okuyup ayıklar. iirlerin<br />

ritmik sürükleyiciliğinin ötesinde,<br />

zengin vokal müzikaliteleri ve Latin<br />

dilinin ifade gücünden çok etkilenen Carl<br />

Orf, daha sonra hızla ilerlemesini Müzik<br />

iirden güç alarak hızla geliti diye<br />

anlatır.<br />

Örneğin, yoğun ve uzun bir kı yaadıktan<br />

sonra, baharın sevincini Carmina<br />

Buranada öyle yazmılar:<br />

Yeni gelen baharın en yüzü gülüyor /<br />

Gitsin artık yenilen zorba kı buradan…<br />

Her eyi düzeltir güne saf ve güzel /<br />

Yenilenir Nisan’la<br />

Aka doğru yönelir erkeğin kalbi /<br />

Ve mutlu insanlara hükmeder genç Tanrı…<br />

CARL ORFF’UN HEYECANI<br />

Daha iirlerin içeriğini tam olarak anlamadan,<br />

kafasında yeni bir sahne eseri ikri<br />

oluan Orf, öyle anlatıyor: Bu eserde<br />

arkılı ve danslı korolar olacak, buradaki<br />

tasvir ve metinlerin sırası izlenecekti.<br />

Aynı gün, O Fortuna balıklı ilk koro kısmının<br />

partisyon taslaklarını hazırladım.<br />

Bu geni iir koleksiyonu içinde uykusuz<br />

bir gece sonrasında Fortune plango vulnera<br />

adlı ikinci koro bölümü ortaya çıktı.<br />

Ecce gratum balıklı üçüncü koro bölümü<br />

ise Paskalya sabahında kâğıda döküldü.<br />

Orf, bir kaç hafta içinde ana metni<br />

tamamıyla provaya hazır hale getirir.. Böylece<br />

haziran ayı balarında Mainz ehrindeki<br />

yayıncı Schott Yayınevine giderken<br />

elinde sadece daktiloyla yazılmı bu metin<br />

vardır: Müzik kafamda o kadar tamamlanmı<br />

ve canlı bir halde duruyordu ki,<br />

notaya bile ihtiyaç duymadım. Partisyon<br />

hakkında sorulan bir soru karısında,<br />

böyle bir eyin henüz mevcut olmadığını<br />

ve birkaç not dıında belli bir kayıt tutmadığımı<br />

itiraf etmek zorunda kaldım.<br />

Carl Orf partisyonun bir kısmını 1935<br />

baharında, temize çekilmi halini ise 1936<br />

yılı ağustos ayında tamamladı. Bu eser<br />

içerik ve biçim yönünden farklılık gösteren<br />

3 bölümden oluur. İlk bölüm doğayı<br />

ve akı dile getirir. Balangıç korosu talih<br />

tanrıçası Fortunaya saygılarını sunar.<br />

İçeriği sonsuz değiimdir. Sadece erkeklerin<br />

yer aldığı ikinci bölüm meyhanede<br />

geçer. Kaba saba, açık saçık sözlerle dolu<br />

içki arkıları söylenir. Üçüncü bölüm sevgi<br />

konusunun ilendiği bir soprano solo ile<br />

balar. Ardından baritonun ateli bir kur<br />

yaptığı arkı gelir. Sopranoyla karılıklı<br />

söyleirler. Erkekler aka yollu bu mutlu<br />

çiftten söz ederler. Koro buna çocuk arkılarını<br />

andıran zarif, sevimli bir ezgiyle<br />

katılır. Sevgi ve ak itiraf edilir. Kendinden<br />

geçen koro, güzellik tanrıçası<br />

Venüsü kutlar ve balangıçtaki O Fortuna<br />

bölümü yenilenir.<br />

27<br />

✤<br />

ORFF,<br />

PARTİSYONUN<br />

TEMİZE ÇEKİLMİŞ<br />

HALİNİ 1936'DA<br />

TAMAMLADI<br />


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Carmina Burana Staatsoper Stara Zagora<br />

✤<br />

BAZI<br />

ELEŞTİRMENLERİN<br />

HİÇ CİDDİYE<br />

ALMADIĞI<br />

BİR BAŞYAPIT<br />

✤<br />

Eserin müzikal olarak ana teması yedi<br />

bölüme ayrılmıtır -büyülü rakam- ve toplamı<br />

kırk dokuz yapacak ekilde yedi kez<br />

arka arkaya tekrarlanır. Burada antik<br />

doğu bilgelerince tasarlanan insanın yedi<br />

sayısıyla belirlenen yapısı karımıza çıkar.<br />

ÖNCE FRANKFURT’TA SESLENDİRİLİR<br />

Carmina Burana, 8 Haziran 1937 günü<br />

Frankfurtta ilk kez seslendirilir. İzleyicilerin<br />

gösterdiği ilgiye karılık bazı eletirmenler,<br />

ciddi bir yapıt olmadığını ileri<br />

sürerler. Ama eletiriler Orfu etkilemez.<br />

Yayıncısına Daha önce yazdığım bütün<br />

eserlerimi yırt. Carmina Burana benim<br />

seçkin eserlerimin bir balangıcıdır diye<br />

yazar. Böylece besteciliğinin ilk yıllarında<br />

geleneksel formlarda yazdığı eserler rafa<br />

kaldırılır.<br />

Orf, Carmina Burana baarısından<br />

sonra Yunan tiyatrosuyla ortaçağ oyunlarından<br />

esinlenen iki kantatı daha müziğe<br />

döker. Bunlar Carmina Burana ile eski<br />

Verona dilinde yazılmı iirleri bestelediği<br />

Catulli Carmina… Çoğunu İsadan yüzyıl<br />

28<br />

önceleri yaamı Latin ozanı Catullun<br />

dizeleri oluturur. Mutluluk, ihanet, dü<br />

kırıklığı, kıskançlık, ret edili ve bedensel<br />

tutkuyla örülüdür bu dizeler. İkincisi ise<br />

eski Yunanca iiirleri bestelediği ak<br />

tanrıçası Afroditi konu alan Trionfo di<br />

Afroditeidir. (Afroditin zaferi)… Trionfo<br />

di Afrodite ise kadın Yunan ozanı Safo<br />

ve gene Yunan oyun yazarı Euripidesin<br />

dizeleriyle ilenmi antik bir zifaf törenidir.<br />

Evlenecek olan gençlerin arkadalarına<br />

vedası, zifaf odalarına giri töreni,<br />

Afroditin zaferi… Orfun bu kantatları<br />

birletirerek oluturduğu Tironi üçlemesi<br />

pek çok ülkede en çok seslendirilen<br />

eser olur.<br />

Carl Orf, 1950den ölümüne kadar<br />

Münih Yüksek Müzik Akademisinde beste<br />

dersleri verir. 1955 yılında Tübingen,<br />

1972de Münih Üniversitesinde fahri<br />

doktor olur. 1965te Frankfurt kenti<br />

Goethe Madalyası verilir. 1972de ayrıca<br />

Alman büyük liyakat madalyasına layık<br />

bulunur. 1956 yılında Pour la Merite<br />

nianı verilir. 1940 yılında bir sahne üçlemesi<br />

olarak Monteverdinin eserlerinden


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

düzenlediği Yakarılar adlı oyunu,<br />

70inci doğum yılı dolayısıyla 1965 yılında<br />

sahneye konur. 1961de Salzburgda müzik<br />

öğretmenlerini eğitmek amacıyla Orf<br />

Enstitüsünü kurar.<br />

Orftan yararlananlar arasında<br />

1954-59 arasında Münihte Akademide<br />

burslu öğrenci statüsüyle okuyan besteci<br />

Ferit Tüzün de vardır. Ferit Tüzün (1929-<br />

1977), erken denebilecek bir yata ölen<br />

değerli bir besteci… Tüzün, Ankara Devlet<br />

Konservatuvarında okuduktan sonra gittiği<br />

Almanyanın Münih ehrinde Carl Orf<br />

ve Karl Amadeus Hartmann gibi bestecilerin<br />

desteğini görür. 6 Ocak 1977 tarihinde<br />

getirildiği DOB Genel Müdürlüğü<br />

görevindeyken o yılın 21 Ekim günü geçirdiği<br />

bir kalp krizi sonucunda yaama<br />

veda eder. Midasın Kulakları dıında,<br />

Tüzünden geriye, aralarında Çemebaı,<br />

Çayda Çıranın da yer aldığı çeitli bale<br />

müzikleri ve senfonik yapıtlar kalmıtır.<br />

Ama Tüzün denildiğinde belki de akla<br />

gelen ilk eseri, Esintiler (1965) adlı üç<br />

bölümlü orkestra süitidir.<br />

MÜZİK EĞİTİMCİLİĞİ<br />

Besteciliğinin yanı sıra müzik eğitimcisi<br />

de olan Carl Orfun, Münihte müzikli<br />

jimnastik öğretmeni, yazar Dorothea<br />

Güntherle tanıması yaamında diğer bir<br />

dönüm noktasıdır. Beraber çocuklar için<br />

ritmik ve uygulamalı jimnastik okulunu<br />

kurarlar. Orfun bu okulda görevli Gunild<br />

Kleeman ile birlikte çocuklar için müzik<br />

eğitimine de yönelir. Gunild Kleeman<br />

(1902-1990) müzik ile hareket konusunda<br />

çalımalar yapar. Müzik eğitiminde yeni<br />

yollar arayan Orf da çocukların hemen<br />

kavrayabileceği en basit çalgılama biçiminin,<br />

vurmalı çalgılar olduğunu düünür.<br />

Ona göre ilk çağlardan bu yana kullanılan<br />

vurmalı çalgılar, müzik eğitiminde balangıç<br />

olabilirdi. Orf ve Kleeman buradan<br />

yola çıkarak "Schulwerk" (Okullarda<br />

Müzik Eğitimi) adlı projesini hazırlarlar.<br />

Orf Metodu, yani Orf-Schulwerk<br />

çocuklara temel müzik eğitimi vermek<br />

için çocuğun alıık olduğu elemanları kullanarak<br />

tamamen doğal yolla öğrenmeyi<br />

tevik eden bir metottur. Bu metodun<br />

en temel öğesi, dans, müzik, konuma,<br />

dil, vücut, ve hareket birlikteliğidir. Bu<br />

temel öğeleri kullanarak, çocukta müzikal<br />

yönden gelime sağlanır. Aynı zamanda<br />

bu gelimeyle birlikte, çocukta öğrenme<br />

disiplini, grup sorumluluğu alma, bakaları<br />

ile çalımayı öğrenme ve dikkat becerilerinin<br />

gelitirilmesi sağlanmaktadır.<br />

Bu konuyla ilk yayınlarını 1930-1934 yıllarında<br />

yapar.<br />

Carl Orf, müzik eğitimiyle birlikte çalgılar<br />

da tasarlar. Orf çalgıları, biçim<br />

olarak Afrika, Güneydoğu Asya ve Endonezya<br />

çalgılarından esinlenilmitir. Orf<br />

çalgılarının tasarımı çocukların, zillerin,<br />

davulların, ksilofonların (xylphone), metal<br />

✤<br />

"ORFF METODU",<br />

DANS, MÜZİK,<br />

KONUŞMA, DİL,<br />

VÜCUT VE HAREKET<br />

BİRLİKTELİĞİDİR<br />

✤<br />

29


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

çalımalarını rahatlıkla sürdürebilmek<br />

için iktidar ile iyi geçinmek gerektiğini<br />

düünen bir kii olduğu da Kater çalımalarında<br />

ortaya çıkıyor.<br />

Hitler yönetimi ile iyi geçinen Carl Orf,<br />

diğer yandan Nazi yönetimine sipari<br />

üzerine iki de beste yapar. 1936 Berlin<br />

Olimpiyatlarının açılıında 7 bini akın<br />

çocuğun Berlin Stadyumuna giriinde<br />

çalınan Einzug und Reigen der Kinder<br />

çalgıların, yaylıların ve diğer halk çalgılarının<br />

tınılarına adapte olabilecekleri<br />

ekilde yapılmıtır. Çelik üçgen, kastanyet,<br />

zil, tef, marakas, timpani, ksilofon,<br />

metalofon ve ritim çubukları Orf<br />

çalgıları olarak kullanılır. Okul, 1944<br />

yılında Naziler tarafından kapatılır. Ancak<br />

dört yıl sonra yıl sonra Orfun bazı dans<br />

müziği kayıtlarının radyolarda rastlantı<br />

olarak yayınlanması, gelitirdiği yöntemlerin<br />

Almanyada yayılmasını sağlar ve<br />

çocuklar için müzik yayını yapan radyo<br />

programları balar. Orfun gelitirdiği<br />

teknikler imdi pek çok ülkede kullanılmaktadır.<br />

CARL ORFF’UN GİZEMLİ DÜNYASI<br />

Besteci Carl Orfun en gizemli yanı onun<br />

Nazi olup olmadığıdır. Bu konu çok tartımalıdır.<br />

Nazi partisine (NSDAP) üye olduğuna<br />

dair bir belge bulunamamı, ancak<br />

onun Hitler döneminde herhangi bir baskıya<br />

uğramadan çalımalarına devam<br />

etmesi bu yöndeki kukuları hep yaatmıtır.<br />

Bu konuda en son Kanadalı tarihçi<br />

Michael H. Kater bir aratırma yapmı…<br />

Katerin aratırması Orfun politika ile<br />

ilgilenmeyen bir besteci tasviri ortaya<br />

çıkarmakta… Ancak bunun yanı sıra sanat<br />

isimli parçayı besteler. Diğeri ise 1939<br />

yılında Frankfurt ehir Yönetiminin siparii<br />

üzerine ekspirin Bir Yaz Gecesi<br />

Rüyası isimli eserini sahne için yeniden<br />

düzenler.<br />

ORFF VE BEYAZ GÜL<br />

Alman besteci Carl Orfun biyograisindeki<br />

temel talardan birini de Beyaz<br />

Gül (Weisse Rose) konusu oluturmaktadır.<br />

Beyaz Gül, 1940-1943 yıllarında,<br />

Nazi döneminde direni gösteren Münihli<br />

bir öğrenci grubunun adıdır. Beyaz Gül<br />

adının tam olarak nereden geldiği bilinmiyorsa<br />

da, kötülüğe karı salık ve masumiyet<br />

anlamına geldiği açıktır. Grup,<br />

Münih Üniversitesinden be öğrenci<br />

ile onların felsefe profesörü olan Kurt<br />

Huberden oluuyordu. Bu öğrenciler<br />

30


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Sophie Scholl, erkek kardei Hans Scholl,<br />

Alex Schrommel, Christian Probst ve Willi<br />

Graftır. Gençler, Münih çevresinde bildiri<br />

yazıp dağıtma ve duvarlara yazı yazma<br />

eylemleri gerçekletirirler. 18 ubat<br />

1943te, 24 yaındaki Hans ve 22 yaındaki<br />

Sophie Scholl kardeler yine bildiri<br />

dağıtırken üniversitenin hademesi Jakob<br />

Schmied tarafından fark ve ihbar edilir.<br />

İki karde yakalanıp tutuklanır. 22 ubat<br />

1943te idam cezasına çarptırılarak aynı<br />

gün infaz edilirler. 19 Nisan 1943 tarihinde<br />

Schmorell, Probst, Graf ve Huber<br />

de ölüm cezasına çarptırılır ve ceza infaz<br />

edilir. Sempatizanları da çeitli hapis cezalarına<br />

mahkûm olur.<br />

İdam edilen Prof. Kurt Huber, besteci<br />

Carl Orfun kiisel arkadalarından birisidir.<br />

Kurt Huberin tutuklanmasından<br />

sonra Huberin einin, Orfun ilikilerini<br />

kullanarak kocasını kurtarma yalvarılarını<br />

Huber ile yakınlığının ortaya çıkması<br />

durumunda her eyini yitireceği gerekçesi<br />

ile geri çevirdiği belirtiliyor. 1986da<br />

bu olayı beyaz perdeye aktaran Beyaz<br />

Gül adında bir ilm yapılmı, 2005 yılında<br />

da Sophie Scholl-Son Günler (Sophie<br />

Scholl-Die Letzen Tage) adında, grup üyelerinden<br />

Sophie Schollün idamından önceki<br />

günlere odaklanan bir ilm çekilmitir.<br />

PROF. DR. EMEL HUBER ANLATIYOR<br />

Prof. Kurt Huber, Almanyada Duisburg-<br />

Essen Üniversitesi Türkoloji Bölümü<br />

Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Emel<br />

Huberin kayınpederidir. Prof. Dr. Emel<br />

Huber, Beyaz Gül üzerine yazdığı<br />

kitapta bu konuyu öyle anlatıyor:<br />

Kayınvalidem Claranın anlattıkları<br />

arasında bana en ilginç gelen birisi de<br />

aslında sava sonrasına ilikindir. Savaın<br />

bitiminden sonra mütteikler, özellikle de<br />

ABD, Entnaziizierung diye adlandırılan<br />

Nazilikten arındırma diyebileceğimiz<br />

giriimi balatmı. Nazi yandalarına<br />

cezalar verilmeye balanmı. Cezadan<br />

kurtulmak için de herkes Nazi yandaı<br />

olmadığını kanıtlama derdine dümü.<br />

Bu amaçla Nazi olmadığı bilinen kimselere<br />

gidip Temiz olduklarını belgelemelerini<br />

istemeye balamılar. Halk arasında buna<br />

Persilschein (Persil Kağıdı) deniyormu.<br />

Kayınvalidem de bu i için biçilmi kaftanmı.<br />

Pek çok kii gelip kendisinden<br />

belge istiyormu. Bunların arasında, Kurt<br />

Huberin idamından sonra yolda karıla-<br />

ınca balarını çeviren, kaldırım değitirenler<br />

çoğunluktaymı.<br />

Bunların içinde herhalde en mehuru<br />

Carl Orftur. Carl Orf ile kayınpederim<br />

Kurt Huber çok yakın arkadalarmı.<br />

Üstelik aynı sokakta oturan komularmı.<br />

Carmina Burana bizim evde yazıldı derdi<br />

kayınvalidem. Carl Orf, kocamla saatlerce<br />

konuur, sonra bazı parçalar çalardı.<br />

Kurt eletirirdi. Birkaç gün sonra gelir,<br />

yeni biçimlerini çalardı. Birlikte<br />

piyanonun baına geçer saatlerce çalı-<br />

ırlardı. Daha sonra kocama ithaf ettiği<br />

Agnes Bernauerin parçası değil,<br />

Carmina Burana ve Der Mondu da Kurt<br />

ile beraber oluturmulardı.<br />

Carl Orf son olarak Huberlere, Kurt<br />

Huberin tutuklanmasından bir gün sonra<br />

gelmi, o zaman tutuklandığını duymu.<br />

O günden sonra da bir daha hiç gelmemi.<br />

Hatta kısa bir süre ortadan kaybolmu.<br />

31<br />

✤<br />

BESTECİ<br />

CARL ORFF’UN<br />

EN GİZEMLİ YANI<br />

ONUN NAZİ OLUP<br />

OLMADIĞIDIR.<br />


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Ruhmeshalle München:<br />

Carl Orf<br />

İte Emel Huberin de iaret ettiği<br />

Nazilikten arındırma komisyonuna Carl<br />

Orf da davet edilmi. Tarihçi Katerin<br />

aratırmalarına göre, Carl Orf, komisyon<br />

üyelerine kendisinin Nazi olmadığını<br />

belirtmek için Beyaz Gül üyesiydim, hatta<br />

kurucularındandım demi. Komisyonun<br />

üyesi, kültür konularından sorumlu Amerikalı<br />

subay Newel Jenkins, Orfun Nazi<br />

olmadığını, ancak Nazi sempatizanı olduğuna<br />

hükmedince ceza almaktan kurtulmu<br />

ve mesleğine devam etmesine izin<br />

verilmi. Tarihçi Michael Kater,<br />

3 Mart 1993te Amerikalı Jenkins ile yaptığı<br />

söyleide Jenkins Bize Huber ile bir<br />

gençlik grubu kurduğunu söyledi (they<br />

had founded some kind of youth group<br />

together) diye konumu.<br />

Carl Orfun 1946 yılında bestelediği<br />

Die Bernauerin 15 Haziran 1947<br />

günü Stuttgart Operasında ilk kez seslendirilir.<br />

Carl Orfun kızı Godela Orf<br />

da ba roldedir. Ünlü besteci, bir Bavyera<br />

Efsanesini anlatan Die Bernauerini Prof.<br />

Kurt Hubere ithaf eder.<br />

z<br />

avrupa<br />

KÜNYE | Impressum<br />

YAYINCI | Verleger:<br />

Ali Yıldırım<br />

AYPA Haber Ajansı<br />

AYPA Presseagentur<br />

D-13585 Berlin<br />

Luther Platz 4<br />

.................................................<br />

Sorumlu Yönetmen<br />

(V.i.S.d.P.):<br />

Osman Çutsay<br />

.................................................<br />

Sanat Yönetmeni<br />

Artdirector:<br />

Ömer Yaprakkıran<br />

.................................................<br />

Yazışma Adresi:<br />

info@avrupa-kultur.eu<br />

Kaynaklar:<br />

Michael H. Kater, Composers of the Nazi Era:<br />

Eight Portraits, Published to Oxford Scholarship Online: January 2010.<br />

Prof. Emel Huber, Faşizme Karşı Direniş – Beyaz Gül, 2015.<br />

Biographie – Orf Zentrum München.<br />

Ömer Yusuf Topçu, Carl Orf’un Müzik Yaşamı ve Sahne Kantatı Carmina<br />

Burana - Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü, Şubat 2012.<br />

Nermin Kalyoncu, Türkiye’de Orf-Schulwerk Uygulamaları - 02-04 Aralık<br />

2005 Ankara 2. Uluslararası Orf-Schulwerk Sempozyumu<br />

32


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

www.yaprakkiran.de<br />

Çizimler | Zeichnungen<br />

33


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

BİR TAKSİYE SIĞAN DÜNYA, DÜNYAYA SIĞMAYAN BİR TAKSİ<br />

Fakir Baykurt ile...<br />

Yazmak için<br />

yaayan<br />

Selçuk Ülger<br />

FRANKFURT<br />

34


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

sinden, hatta dikiz aynasından bile dünyayı<br />

zenginletiren olmadık öyküler, yepyeni<br />

hayatlar çıkarabilen bu mütevazı yazı<br />

adamı, sorularımızı yanıtladı.<br />

- Yazarsınız, ama yaşamınızı, hepimiz gibi,<br />

başka alanlardan kazanmak zorundasınız.<br />

Taksici olmak, sizce yazarlık duygusunu,<br />

daha doğrusu yazma iştahını her zaman<br />

kışkırtır mı? Yorgunluğu bir yana, her gün<br />

birbirine benzemeyen mesleklerden onlarca<br />

insanla yüz yüze geliyorsunuz, onları<br />

dinliyorsunuz, bütün bunlar sizde, tanıklıklarınızı<br />

ve çıkardığınız sonuçları yazıya<br />

dökme gereksinimi doğurmuyor mu?<br />

F<br />

rankfurt bir dünya ehri ve<br />

paranın, özellikle de Avrupa parasının<br />

merkezi. Yüzlerce kültür iç içe ve<br />

yan yana yaıyor. ehrin kilit renklerinden<br />

birini de Türkçe ve Türk edebiyatı oluturuyor.<br />

Bu ilk bakıta fazla iddialı görünen<br />

yalın gerçeğe güzel bir örnek, akademik<br />

yaamını derinletirmek için geldiği<br />

bu ehirde farklı bir yaam kuran<br />

Selçuk Ülger. Küçük bir taksinin pencere-<br />

SELÇUK ÜLGER - Bir gerçeğin altını<br />

çizerek balayayım sorunuzun yanıtına.<br />

Yazarlık duygusunun veya yazma itahının<br />

kıkırması için yazınsal yapıtlarla mutlaka<br />

bir iç içeliğimizin olması gerekir. Aksi<br />

halde, mesleğimiz yazma konusunda bize<br />

istediği kadar cömert malzeme sunsun,<br />

yazma yatkınlığımızı artıran nitelikli eserlerin<br />

ince eleğinden geçmeden hiçbir<br />

konuda kalem oynatamayız. Öyleyse, bizi<br />

besleyen, bize dil bilinci kazandıran yapıtları<br />

yutarcasına okumak, içeriği üzerinde<br />

düünmek, önemli bulduğumuz bölümlerini<br />

özenle not etmek gibi alıkanlıklarımızın<br />

olması gerekiyor ilkin.<br />

Alman eğitim sisteminin önemli bir<br />

parçası olan anaokullarında gözlemlediğim<br />

ilk ey, eğitimcilerin, o minnacık<br />

çocukların ellerine her fırsatta rengârenk<br />

kağıtlar, kalemler tututurmaları olmutu.<br />

35


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

TAKSİ SOHBETİ<br />

BİLGİ VE DENEYİM<br />

PAYLAŞIMINA<br />

ÇEVRİLEBİLİYOR<br />

✤<br />

Minik parmaklarının arasına kalemi alan<br />

çocuk, masasına çöküp kendince kağıda<br />

bireyler karalıyordu. Demek ki, ilerki yalarda<br />

patlayacak birçok hevesin ilk tohumları,<br />

çocukların bilinçaltlarının kıvrımlarına<br />

ta o günlerden bırakılıyor. Abartmıyorum,<br />

Alman eğitiminin ince imbiğinden<br />

geçen bütün çocukların anaokulundan<br />

balayarak kısa zamanda edindiği disipline,<br />

bizim gibi el yordamıyla büyütülmü<br />

insanlar yirmili yalarında dahi ulaamıyor.<br />

Küçük sırt çantasında not defteri<br />

taımaya baladığında tek rakamlı yalarındaydı<br />

oğlum henüz. İmrenilir bir düzen<br />

içindeki sırt çantasını akınlıkla hayran<br />

hayran izlerdim.<br />

Bu benimle yapılan ilk söylei, heyecanlıyım.<br />

Sorunuzun çerçevesinden uzaklaıp<br />

konuyu dağıttım sanırım biraz. Yeniden<br />

sorunuza dönüyorum.<br />

YAZI DOĞURAN KENT VE MESLEK<br />

Kapitalizmin özeti diye tanımlayabileceğimiz<br />

bir banka ve tecim kenti<br />

olan Frankfurtta taksi sürücüsü olmak,<br />

yazmaya hevesli birisi için gerçekten<br />

bulunmaz bir hazine. Çünkü, her gün, her<br />

renkten, her dilden on binlerce insanın arı<br />

kovanı gibi girip çıktığı bir kent Frankfurt.<br />

Dakika baı birkaç uçağın inip kalk-<br />

tığı havalimanı Almanyanın, uluslararası<br />

endüstriyel ve kültürel içerikli devasa<br />

buluumların gerçekletiği fuarı ise dünyanın<br />

en büyük fuarı. Bu yüzden kentin<br />

kendine özgü, çokkültürlü bir insan<br />

dokusu var. Taksici gözüyle baktığımızda<br />

insan dokusu yerine müteri dokusu<br />

terimini de kullanabiliriz.<br />

Taksime aldığım değiik meslekten,<br />

değiik kültürlerden birçok müteri, taksi<br />

dıında belki de yolumun hiç kesimeyeceği,<br />

yüz yüze gelmemin olanaksız olduğu<br />

türden insanlar. Kimi zaman bu insanlarla<br />

(traiğe de takılırsanız, görece kısa sayılamayacak)<br />

bir zaman dilimini paylaıyor,<br />

onlarla sohbet etme, onları dinleme, gözlemleme<br />

olanağı buluyorsunuz.<br />

Tabii, taksi sürücüsü olarak bu ilginç<br />

karılamaların sohbetlerin konusunu<br />

belirlemek, sohbet içeriğini ete kemiğe<br />

büründürmek biraz da size bağlı. Özellikle<br />

Almanya gibi endüstriyel kapitalizmin<br />

azgın çarklarıyla yürüyen ülkelerde<br />

zaman çok kıymetli. Ve bunun<br />

yediden yetmie herkes farkında. Zaman<br />

yönetme sanatını üniversitelerde ders<br />

olarak okumu, her saniyesinin değerinin<br />

farkında olan, elinde birkaç iletiim aygıtıyla<br />

taksiye binen, elleri dizüstü bilgasayarın<br />

tularında, kulağı telefonda, hep bir<br />

yerlere yetime baskısı içinde olan müte-<br />

36


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

rilerin çoğu, bo yere konumak, zaman<br />

savurganlığı yapmak istemiyorlar. Taksi<br />

sürücüsü de olsanız, yaamın o büyük<br />

dolaımının farkında olup olmadığınıza,<br />

değeri olan sözler edip etmediğinize bakıyorlar<br />

ilkin. Değiik konularda size yönelttikleri<br />

sorulara verdiğiniz yanıtlarınız,<br />

sizin onlara sorduklarınız bir anlam ve<br />

ilginçlik taıyorsa eğer, sizin taksi sürücüsü<br />

olmanız, karınızdakinin statüsünün<br />

sizden daha yüksek olması vs önemini<br />

anında yitiriyor. Sohbetiniz kısa sürede<br />

basit bir soru yanıt düzeyinden, bilgi ve<br />

deneyim paylaımına evriliyor. Ve eit göz<br />

hizasıyla sürüyor.<br />

Bu hava her zaman, herkesle olumuyor<br />

doğal olarak. O kısa taksi yolculuklarının<br />

tanımaları ve sohbetleri, karılıklı<br />

merakla, istekle balar ve sürerse güzelleiyor,<br />

samimileiyor ve bir derinlik kazanıyor.<br />

Öğrenmek istediğiniz konuları kar-<br />

ımızdakine uygun bir biçemle, sıkmadan<br />

sormanız gerekiyor. Kabuğun altındaki<br />

besinleri çıkartmak için ağacın gövdesini<br />

durmaksınız gagalayan bir ağaçkakan gibi<br />

olmak çok önemli. Yirmi be yıla yaklaan<br />

taksicilik yaamımda yazmaya değer, birbirinden<br />

ilginç birçok anım var. Bazıları<br />

gerçekten çok az insanın rastlayacağı<br />

türden. Bunları yazıya dökme gereksinimi<br />

de zaten bu noktada doğuyor. O ilginç ve<br />

sıradıı anıların uçup kaybolmasına içiniz<br />

razı gelmiyor. Ve Bu yaanmılıkların<br />

özgünlüğünü hiç bozmadan, gerçeklikleri<br />

örselemeden ve bütün yalınlığıyla beyaz<br />

kağıda nasıl dökerim kaygısıyla kıvranıyorsunuz.<br />

Arabamda benimle yüz binlerce<br />

kilometre yol alan not defterlerim,<br />

kitaplığımın çekmecelerindeki tozlu dosyalarım,<br />

yazılmayı bekleyen taslak metinlerle<br />

dolu. Bazen birden balayan yağmur<br />

gibi bir coku dalgası geliyor, parça bölük<br />

notlarımı önüme serip yazmaya balıyorum.<br />

Yazdıklarımı bir süre dinlendirdikten<br />

sonra tekrar elime alıp okuyorum.<br />

Ve hiç beğenemiyorum. Yıllar önce edebiyat<br />

dergilerine heyecanla yazıp yolladığım,<br />

yayımlanacağı günü dört gözle beklediğim<br />

yazılarımı çok beğenirdim oysa.<br />

imdi, biraz farklı bakıyorum.<br />

OKUMAK VE DENEYİM BEĞENİYİ<br />

ZORLUYOR<br />

İnsan okudukça, deneyim kazandıkça<br />

seçicileiyor. Kalitesiz piyasa iirlerine,<br />

çalakalem yazılmı kitaplara katlanamaz<br />

oluyor. Kendi ürünlerini de zor beğeniyor.<br />

Yazdıklarımı okuyan biri, anlattıklarımı<br />

benim gibi bütün canlılığıyla<br />

duyumsasın, istiyorum. Zaten yazmanın<br />

çileli bir sanat olduğunu da bu noktada<br />

✤<br />

25 <strong>YILLIK</strong><br />

TAKSİCİLİĞİMDE<br />

YAZMAYA DEĞER ÇOK<br />

İLGİNÇ ANILAR<br />

BİRİKTİ...<br />

✤<br />

37


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

tamanız 2000li yıllara kadar doğruydu.<br />

Yetmili yılların sonunda İrandaki gerici<br />

Humeyni rejiminde nefessiz kalıp kaçan<br />

İranlı üniversite öğrencileri, aydınlar, yine<br />

seksenli yıllarda ülkemizdeki ABD yanlısı<br />

darbecilerin sürek avlarından, ikencelerinden<br />

kaçan politik bilinci yüksek, eğitimli<br />

aydınlarımız, Avrupaya, özellikle de<br />

Almanyaya sığındılar. Kısa zaman sonra,<br />

yurtlarındaki can korkusu Almanyada<br />

yerini maddi sıkıntılara, geçim kaygılarına<br />

bıraktı. Ellerindeki diplomaları tanınmadı.<br />

Dil öğrenip bir Alman üniversiteanlıyor<br />

insan. Yazmak, birikim, altyapı ve<br />

dil bilinci yanında, derinliklerinizde gizlenmi<br />

iç sesinizin bir kağıt üstünde ürkmeden<br />

yazıya dönüeceği sakin bir zaman<br />

dilimi de gereksiniyor. Gün boyu i, a<br />

peinde koturmaktan yorgun dümü bir<br />

beden ve ruh haliyle, yazmak için gerekli<br />

o kutsal zamanı yaratmak her zaman<br />

kolay olmuyor.<br />

Taksiciliği oturarak yapılan çok kolay<br />

bir i sananlar yanılıyorlar; sanılanın<br />

aksine yorucu ve gün boyu sincap dikkati<br />

isteyen bir uğra. Fakat söylemeden<br />

geçmeyeyim: Taksiciliğin kazandırdığı<br />

✤<br />

FRANKFURT'TAKİ<br />

GÖÇMEN<br />

TAKSİCİLERİN EĞİTİM<br />

VE KÜLTÜR DÜZEYİ<br />

YÜKSEKTİ,<br />

AMA...<br />

✤<br />

o sincap dikkati kimi zaman, sıradan<br />

görünen olaylardan sarsıcı öyküler sağan<br />

bir sanat büyüteci görevini de üstleniyor...<br />

- Frankfurt taksicilerinin eğitim düzeyinin<br />

çok yüksek olduğu hep söylenir. Siz de üniversite<br />

mezunu taksicilerden birisiniz,<br />

ayrıca kitap da yazdınız ve zaman zaman<br />

dergilerde, gerçekedebiyat.com sitesinde<br />

öykü ve yazılar da yayımlıyorsunuz. Siz bu<br />

öğrenim düzeyi ve meslek çarpışmasından<br />

doğan edebiyat gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

SELÇUK ÜLGER - Önceliği göçmen<br />

kökenli taksicilere vererek yanıtlıyorum<br />

bu sorunuzu. Zaten Alman sürücülerin<br />

çoğunluğu, cep harçlıklarını çıkarmak<br />

için akam saatlerinde direksiyon baına<br />

geçen üniversite öğrencileri. Diğerleri<br />

de zorunlu eğitimini tamamlamı, baka<br />

meslekler öğrenmi, ama öğrendiği mesleğini<br />

çeitli nedenlerle sürdürememi<br />

Almanlar...<br />

Frankfurtta göçmen taksicilerinin<br />

eğitim ve kültür düzeyi, sizin de belirtiğiniz<br />

gibi gerçekten yüksekti. Dikkat ederseniz<br />

-ti eki kullandım. Çünkü bu sap-<br />

38


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

sinde yeniden sınava girmeleri istendi.<br />

Sığındıkları ülkede meslek kariyerleri<br />

bir anda sıfırlandı. Bu nitelikli insanlar,<br />

yaamlarını kurmak, geçimlerini sağlamak<br />

için meslekleriyle ilgisi olmayan,<br />

çabuk para kazanabilecekleri ilere yöneldiler.<br />

Taksicilik de bunlardan biriydi. Önce<br />

zar zor dil öğrendiler, ardından yaadıkları<br />

kentin yaamına katıldılar, o kentin<br />

yollarını, sokaklarını öğrendiler. Daha<br />

önceden gelmi içi akrabalarının, dostlarının<br />

destekleri ve önerileriyle yüzlerce<br />

caddenin, sokağın adını ezber edip taksi<br />

sürücü belgesi aldılar. Ve ilerine dört elle<br />

(sürgün) göçmenlerin birçoğuyla tanıtım,<br />

dostluklar kurdum. Taksi durakları, yazar,<br />

öğretmen, mühendis, doktor, mimar, sosyolog,<br />

ressam... olan Türk, Kürt, Yunan,<br />

İranlı, Arap taksicilerle doluydu. Duraklar<br />

bir okul gibiydi. Çok ey öğrenirdiniz<br />

onlarla girdiğiniz tartımalardan, sohbetlerden...<br />

Fakat, son yıllarda durum çok değiti.<br />

Göçmen kalitesindeki hızlı düüe kout<br />

olarak, taksicilik mesleğinde de düzey<br />

oldukça dütü. Avrupada son yirmi be<br />

yılda hızla örgütlenen, siyasallaan din<br />

odaklı dernekler, yaam alanlarını ve<br />

Türk-Alman Kulübü<br />

kitap tanıtma gecesinde<br />

yazar Sadık Usta ile...<br />

sarıldılar. Çünkü, birçoğunun zor zamanlarına<br />

atılmı bir can simidi oldu taksi<br />

sürücülüğü.<br />

Göçmen kökenli bütün taksiciler,<br />

zorunlu göç eden bu aydın kesimden hayli<br />

etkilediler. Hiç okuma alıkanlığı olmayanlar<br />

bile eline kitap, gazete alır oldu...<br />

BÜTÜN BİR DÜNYA ASLINDA<br />

Almanyaya geldiğimin ilk yıllarında<br />

hafta sonları ek gelir olsun diye sürücülüğe<br />

balamıtım. O yıllar, bu politik<br />

maddi çıkarlarını sağlama almak için,<br />

inançlı insanlarımızın çoğunu sosyal<br />

yaamdan acımasızca çekip aldılar.<br />

Hegellerin, Kantların, Goethelerin,<br />

Schillerlerin aydınlattığı refah içindeki<br />

bir ülkede, lo ııklı merdiven altı derneklerde,<br />

cennet müjdesi, cehennem korkularıyla<br />

insanlarımızı aldatıp, yaadığı<br />

topluma düman ettiler. Kendilerine<br />

benzemeyen herkesi düman ilan<br />

ettiler. Ayrı din ve inanı gruplarından<br />

olmayan göçmen kaderdalarına karı<br />

bile ayrımcılık güttüler. Johann Heinrich<br />

39


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

OKUMAYA,<br />

YAZMAYA ZAMAN<br />

AYIRABİLDİĞİM<br />

RENKLİ BİR<br />

UĞRAŞ BU<br />

✤<br />

Pestalozzilerin ömürlerini feda ederek<br />

gelitirdiği çağda eğitim sisteminden,<br />

günaha girmemek adına özellikle kız<br />

çocuklarını çekip aldılar. Eğitimsizliği,<br />

uyumsuzluğu kutsadılar. Onların yetitirdiği<br />

yeni kuak, ne yazık ki, aydınlanmanın<br />

merkezine değil, çöl karanlığına<br />

döndü yüzünü. Göçmenlerin büyük çoğunluğundaki<br />

bu gerici dönüüm ve Alman<br />

toplumuna hızla yabancılama, Almanlarda<br />

zaten baından beri var olan, ama<br />

sivil derneklerin yıllar süren büyük çabalarla<br />

azaltmayı baardığı, Sen benden<br />

değilsin! ikrini son yıllarda güçlü bir<br />

ekilde yeniden hortlattı.<br />

Yine konumuzdan koptum gibi.<br />

İçim dolmu demek ki! Yine de en iyisi<br />

karamsar tablolardan uzak durup, edebiyatın<br />

dingin limanına sığınmak...<br />

Ne diyordum, baladığım yıllarda taksicilik<br />

gerçekten daha güzeldi. Göçmen taksicileri<br />

benimsemeleri her ne kadar zaman<br />

aldıysa da, Alman sürücülerin hepimizde<br />

saygınlık uyandıran bir görünümü vardı.<br />

Her durakta, siyah ton uyumlu giysileriyle<br />

arabalarının camlarını titizce temizlerken<br />

görürdüm onları. İleri bitince koltuklarına<br />

kibarca otururlar, direksiyona yasladıkları<br />

gazeteleri, kitapları büyük bir ciddiyetle<br />

saatlerce okurlardı. Acemi günlerimde,<br />

bilmediğim bir sokağın nerede<br />

olduğunu sormaya iner, ama rahatsız<br />

ederim kaygısıyla camlarını tıklatmaya<br />

bile çekinir, soramadan geri arabama<br />

döner haritaya bakardım. Alman meslektalarımla<br />

sohbet etme aamasına gelmem<br />

hayli zaman aldı. O eski sürücülerden ilerlemi<br />

yalarına rağmen bugün bile mesleğini<br />

sürdürenler var. Onları gümü saçlarıyla,<br />

kalın gözlükleriyle hâlâ direksiyona<br />

yasladıkları kitaplarını derin derin<br />

okurken görüyorum...<br />

Ben de Almanyaya aslında Türkiyede<br />

aldığım diplomamı tanıtmak, ziraat<br />

mühendisliği alanında doktora yapmak<br />

ereğiyle gelmitim. Fakat olmadı. Frankfurt<br />

gibi ate pahası bir kente dütüm.<br />

Yalnızdım. Burs olanakları o yıllarda çok<br />

kısıtlıydı. Biraz para kazanayım, ilerki<br />

yıllarda diplomamı tanıtır, doktoramı<br />

yaparım, diyerek değiik ilerde çalımaya<br />

baladım. Ardından taksi ehliyeti yapıp bu<br />

ie geçtim. Taksicilik mesleği benim hem<br />

kurtarıcım, hem de akademik yaam hayalimin<br />

mezarı oldu. Bunu pimanlık duyduğum<br />

için söylemiyorum. Birçok olumsuzluğuna<br />

rağmen okumaya, yazmaya<br />

zaman ayırabildiğim renkli bir uğra taksi<br />

sürücülüğü. Geçen yirmi be yılım -iyilerin<br />

ağırlıkta olduğu- ilginç anılarla dolu.<br />

Çöllemesine, sıradanlamasına asla fırsat<br />

vermediğim, her ânına anlam katmaya<br />

çalıtığım bir yaamım, her milletten beni<br />

anlayan güleç yüzlü dostlarım, meslektalarım,<br />

bana omuz veren karım, kendi<br />

yolunu kendi kararlarıyla çizen üniversite<br />

öğrencisi bir oğlum var...<br />

Nâzım Hikmetimizin dediği gibi: Mutluyum<br />

insan olmaktan...<br />

KİTABIMIN ÖYKÜSÜ<br />

Kaynak Yayınlarınca, 2 yıl önce<br />

İstanbulda yayımlanan kitabıma gelince...<br />

Macaristandan Frankfurta i için gelen<br />

ak saçlı, irket yöneticisi bir bayan müterimle,<br />

Macar air Atilla Jozsefin çok sevdiğim<br />

iirlerinden biri olan Anne iirinin<br />

yol verdiği bir dostluğumuz baladı. iir<br />

ve edebiyat sohbetiyle açılan bu dostluk,<br />

2005 yılında beni ailemle Budapeteye<br />

götürdü. Budapetede dostumuzun<br />

konuğu olduk. Ardından değiik Macar<br />

kentlerini gezdik. Güzel anılar edindik. Bu<br />

ziyarette, Nâzım Hikmetimizin izlerinden<br />

de yürüdük. air Attilanın genç yata<br />

intihar ettiği tren istasyonunda gözyalarıyla<br />

dolatık. Kitaplı asker lakaplı büyük<br />

ozanları andor Petöinin doğduğu köyde<br />

(Kikörö) onun iirlerini arabımıza meze<br />

yaptık. Bu ve benzer dostlukların yaamıma<br />

ağan izdüümlerini, adını Nâzım<br />

Hikmetin Macaristanda yazdığı ünlü bir<br />

iirinden alan Kavanozdaki Yürek adlı<br />

40


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

ilk kitabımda yazdım. Ayrıntıya girmeyeceğim.<br />

Kitaba yol açan dostlukların,<br />

yaanmılıkların anı-öyküleri kitaptan<br />

okunabilir...<br />

Sorunuzun son kısmındaki, öğrenim<br />

düzeyi ve meslek çarpımasından doğan<br />

edebiyat gücü betimlemenizin çok güzel<br />

olduğunu vurgulayarak bu konudaki<br />

görülerimi de anlatayım.<br />

Herkes tanık olduğu olayları, bilgisi,<br />

birikimi ölçüsünde, yaama nereden bakıyorsa,<br />

oradan yargılıyor, değerlendiriyor.<br />

Edebiyat duyarlılığı ve edebiyat gücü kavramları<br />

üzerinde henüz büyük lalar edebilecek<br />

yetkinliğe ulatığımı sanmıyorum.<br />

Söyleyeceklerim kendi deneyimlerimle<br />

sınırlı. Bir de büyük yazarlarımızdan okuduklarımla...<br />

Yazı üreten birinin öğrenim düzeyi, ne i<br />

yaptığı, sosyal çevresi de tabii ki önemli bir<br />

unsur. Fakat, yazınsal bir yapıt için en bata<br />

gereksinilen ey, dil bilinci, estetik bilinç,<br />

temiz bir yürek ve bağımsız bir vicdan...<br />

Edebiyat gücünü gerçeklikten ve bu saydıklarımdan<br />

alıyor kanımca. Yoksa Sabahattin<br />

Alinin bugün bile döne döne okunmasını<br />

hangi gerekçelerle açıklayabilirdik.<br />

Yaratılan eser, temiz bir yüreğin her<br />

satırda küt küt vuru seslerini barındırırsa<br />

okunur oluyor. Aksi halde, duygu<br />

dünyamıza seslenmeyen, ayakları yere<br />

basmayan, bizim toprağımıza yabancı,<br />

soğuk ve eek yükü kof bilgiler yığınından<br />

baka bir ey ifade etmiyor yazılanlar...<br />

Nitelikli eserler okumak insanı çevresine<br />

biraz daha keskin gözlerle, daha doğrusu<br />

sanat gözüyle baktırıyor; olayların on<br />

adım gerisini, on adım sonrasını o gözle<br />

bakınca daha kolay sezinliyorsunuz. Ve<br />

sezgileriniz sizi çoğu kez yanıltmıyor.<br />

Sayıları az da olsa, kaleme alma cesareti<br />

gösterdiğim yazılarımı, meslekte keskinleen<br />

gözlerimin bir kısmını sanat gözü<br />

olarak kullanabilme yetime bağlıyorum.<br />

Yaamın her alanı, insana özgü bütün<br />

haller, sürdürdüğüm mesleğimin etkilerinden<br />

de olmalı beni çok ilgilendiriyor.<br />

GÜNLÜK YAŞAM EĞİTİMİ<br />

Ayrıca müteri olarak binen her türlü<br />

insanın, yalanlarına, doğrularına, ikiyüzlülüklerine,<br />

övalyeliklerine, alçaklıklarına,<br />

yüceliklerine... yakından tanık<br />

oldukça, insanları tanıma yeteneğimin,<br />

sezgilerimin zaman zaman bir hayvanınki<br />

kadar gelitiğini duyumsuyorum. Tanıtığım,<br />

söyletiğim, yüzünü bir daha hiç<br />

göremeyeceğim yalı insanların, İkinci<br />

Dünya Savaı günlerine ilikin ipucu sayılacak<br />

kadar kısa sözlerle, yutkuna yutkuna<br />

anlattıklarından, geni çıkarımlar<br />

yapabiliyorum. Farkında değiller ama, her<br />

biri Heinrich Böll romanlarının bir kahramanı<br />

gibi konuuyor bana. Hem de hiç<br />

farkında olmadan, bazen kafamda gezdirdiğim<br />

bir yazı taslağının birkaç tümcesini,<br />

bazen güzel bir öykünün en vurucu<br />

kısmını, oturdukları sıcak koltuğun üzerinde<br />

bırakıp gidiyorlar. Bir Türk taksi<br />

sürücüsünün, Stalingrad savaından<br />

dönen Alman askerinin ruh halini düünebileceğini<br />

akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar<br />

anlatırlarken. En çok sevdiğim<br />

müteri grubu, bu sava kuağı insanlar.<br />

Acılar yaadıkları, acılar yaattıkları için,<br />

her birinde onlarca öykü gizlidir. Ama<br />

artık son yıllarda onlar da tükendi...<br />

İnsan en iyi bildiği, göz tanıklığı ettiği<br />

konuları yazmalı bence. Ben bunu yapmaya<br />

çalııyorum. Zaten usta yazarların<br />

önerdiği de budur.<br />

Dostum, hocam Fakir Baykurt bir<br />

gün, Enite beni iyi dinle! dedi, Âlim<br />

unutmu, kalem unutmamı! Yanında<br />

hep not defteri bulundur. Yazı malzemesi<br />

akıyor taksine, kaçırmadan hemen not et,<br />

unutursun yoksa!<br />

Onun öğüdünü hemen tutmadığım için,<br />

taksiciliğimin toy yıllarında uçup gitmitir<br />

birçok değerli öykü. İnsan deneyim<br />

kazandıkça, sıradan görünen yaanmılıkların<br />

bile içinde derin öyküler barındırdığını<br />

görmeye balıyor... Behçet Necatigil<br />

ne güzel özetler bir dizesinde bu durumu:<br />

✤<br />

İNSAN EN İYİ<br />

BİLDİĞİ, GÖZ<br />

TANIKLIĞI ETTİĞİ<br />

KONULARI<br />

YAZMALI BENCE<br />

✤<br />

41


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

NEŞELİ BAŞLAYAN<br />

BİR DOKTOR<br />

ZİYARETİNDEN<br />

SONRA<br />

✤<br />

Asıl iirler bekler bazı yaları...<br />

Gerçekten de bekliyor asıl iirler bazı<br />

yaları...<br />

ANILAR... ACILAR...<br />

- Taksi sürerken, yani günlük işlerinizi<br />

yaparken başınızdan geçmiş, belki komik,<br />

belki trajik, ama her durumda çok etkileyici<br />

birkaç olayı okurlarımızla paylaşır mısınız?<br />

SELÇUK ÜLGER - Anılarımdan acıklı<br />

olanı önce paylaayım öyleyse. Acıklı<br />

olmayanla da bitirelim söyleimizi...<br />

Bir öğle üzeri Frankfurtun varsıl semti<br />

Westendten orta yalarda bir kadın yolcu<br />

aldım. Bethanien Hastanesinin bitiiğinde<br />

özel muayenehanesi bulunan ünlü bir iç<br />

hastalıkları doktorunun adının ve adresinin<br />

yazılı olduğu kartı uzattı. Bu adrese<br />

lütfen! dedi. Haif traikte yola koyulduk.<br />

Kadının yüzünde, içten içe yükselen bir<br />

kaygının ancak dikkatli bakılınca görünen<br />

gergin izleri vardı. Fakat, kaygısını bastırıyor,<br />

neesini kaybetmemeye çalııyordu.<br />

Arada gözlerini haifçe yumup camdan<br />

vuran öğle güneine çeviriyordu yüzünü.<br />

Kısa süre sonra günelenmekten vazgeçiyor,<br />

telefonuyla oynuyordu.<br />

Arada elindeki dosyadan çıkardığı kağıt<br />

tomarlarına öyle bir göz atıyor, yeniden<br />

yerine koyuyordu. Sağa sola telefonlar<br />

açtı. Aradıklarına ulaamadı. Sonra telefonu<br />

çaldı. Kocasıydı. Sakin bir sesle<br />

selamladı; kızlarını sabah okula yetitirip<br />

yetitiremediğini sordu kocasına.<br />

Kocasının anlattıklarını dinlerken gülümsedi.<br />

Küçük fare öyle dedi demek!.. diye,<br />

kocasının sözünü ara ara keserek, kızının<br />

sabah arabada babasına anlattıklarını<br />

dikkatle dinledi. Doktordan sonra hemen<br />

iine döneceğinden, öğlesonu katılması<br />

gereken önemli bulumalarından bahsetti.<br />

Akam programlarını konutular. Adresine<br />

yaklaınca sevgi sözleriyle vedalatılar,<br />

kapattı telefonunu. İnmeden önce<br />

bana Eğer on dakika beklerseniz, doktorumla<br />

kısa bir görüme yapıp, geri<br />

ehir merkezine, iyerime döneceğim.<br />

Burada taksi bulmak güç bu saatte, bekler<br />

misiniz, taksimetreniz çalısın lütfen!<br />

dedi. Kent merkezine dönüp öğlenin<br />

durgun saatinde yeni i aramaktansa,<br />

ileyen taksimetreyle beklemek bana da<br />

akıllıca geldi. Tamam dedim ve giri<br />

kapısının yanındaki boluğa park ettim<br />

aracımı... On, on be, yirmi dakika... Gelen<br />

giden yok! Kaçtı desem, olası değil. Üç be<br />

kurua tenezzül edecek bir hâli yok. Hem<br />

doktorunun adı, adresi var, girdiği kapı<br />

belli. ıp diye çıkar kim olduğu... Yarım<br />

saati geçti hâlâ gelmedi. Taksimetredeki<br />

tutar da hayli arttı. Suçluluk duydum; açık<br />

tutma hakkım olmasına rağmen taksimetreyi<br />

durdurdum. Çaresiz bekledim. Bir<br />

aksilik var, ama ne!...<br />

Derken hiç acele etmeyen adımlarla<br />

geldi. Yüzü kireç gibiydi. Getirdiğim o<br />

kadın gitmi, yerine adımlarını nereye<br />

attığını bilmeyen, arabaya zar zor binen<br />

baka bir kadın gelmiti. Özür falan da<br />

dilemedi. Oysa verdiği sürenin be katı<br />

sürdü ziyareti; Almanlar be kez özür<br />

dilerler normalde bu gibi durumlarda. Geldiğine<br />

ükrettim. Özür falan da beklemedim.<br />

Arabayı çalıtırıp yola koyuldum.<br />

Ölgün bir sesle, Lütfen bindiğim yere,<br />

evime sürün! dedi....<br />

Rothschild Bulvarına döner dönmez<br />

arka koltukta sakince oturuyor sandığım<br />

kadından bir ağlama sesi koptu ki, korkudan<br />

neye uğradığımı aırdım. Bir an<br />

direksiyonda olduğumu dahi unuttum.<br />

Durmamacasına, hıçkırıklarla ağlıyordu...<br />

Oysa Almanlar acılarını pek sezdirmezler<br />

dıarıya karı. Nee de, keder de bulaıcı.<br />

O ağladıkça, içimi kara bulutlar kapladı.<br />

Dönüp, Neyiniz var? diye soramadım<br />

kalbimin çarpmasından. Ancak üçüncü<br />

traik lambasında beklerken kendime gelebildim.<br />

Arkama döndüm, Lütfen ağlamayın!<br />

Neyiniz var? Sizi üzen bir ey mi<br />

oldu doktorda? dedim. Baktım ipeksi bluzunun<br />

göğüs kısmı gözlerinden düen iri<br />

damlalarla benek benek ıslanmı... Yüzü<br />

42


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

gözü kızarmı, burnunu sile sile, Lütfen<br />

devam edin, bir eyim yok! dedi.<br />

Linden Sokağına yaklaınca hıçkırıkları<br />

daha bir iddetlendi. Kendi kendiyle<br />

konuur gibi:<br />

Bir saat önce dünyanın en mutlu insanı<br />

benmiim meğer! Dünyanın en varsılıymıım!<br />

Dünyanın en mutlu insanıymıım;<br />

anlıyor musunuz!.. dedi. Evinin önünde<br />

durdum. Dev çınarlarla bezeli sokak tüm<br />

güzelliğini kaybetti bir anda. Saatteki<br />

tutara bakmadan ön koltuğun üstüne bir<br />

ellilik bıraktı.Üstünü almadan indi. Kapısına<br />

yöneldim. Paranızın üstü dedim.<br />

Dinlemedi bile.<br />

Nasıl fark edilemedi, anlamadım. Oysa<br />

her kontrolüme vaktinde gittim. Hiçbir<br />

kötü belirti yoktu! Sanırım çok geç artık!.<br />

dedi. Kansermi. Hem de hepimizi ürküten<br />

bir türü. Ve Almanyada doktorlar sonuçlar<br />

kesinleince, hastasının yüzüne bakarak<br />

gerçeği o saat söylerlermi. Hatta, kalan<br />

yaam sürelerini, sağaltım yapılırsa<br />

yaama anslarının ne kadar olduğunu<br />

bile...<br />

Vedalamadan, aksak adınlarla hıçkıra<br />

hıçkıra evine doğru uzaklaan bu kadına<br />

da, götürdüğüm doktoru pat diye söyleyivermi<br />

gerçeği...<br />

ÜNLÜ ALMAN OYUNCU VE<br />

“BİZİM NÂZIM”<br />

Yine dumanı üstünde, hiçbir yerde<br />

paylamadığım bir anımı, benimle söylei<br />

yaparak, beni onurlandıran <strong>AVRUPA</strong><br />

KÜLTÜR okurlarıyla paylamak isterim.<br />

En çok kitap fuarlarını severim. Kitap<br />

fuarları döneminde, koullarım elverdikçe<br />

fuar duraklarında çalıırım. <strong>2016</strong> sonbaharındaki<br />

kitap fuarının ana kapısından<br />

iri yarı bir kadın yolcuyu aldım. Oh!..<br />

Tanrıya ükür!.. Fuar ne kalabalık, insanın<br />

gözlerine vuran o ııklar ne çok yoruyor<br />

insanı diye diye yerleti arka koltuğa.<br />

Ben de Fuar traiği de çok yoruyor insanı;<br />

baksanıza, kafam durdu, söylediğiniz o<br />

ünlü caddenin nerede olduğu bile aklıma<br />

gelmiyor! Neredeydi biraz düünmem<br />

lazım! dedim gülerek. Holzhausen bölgesiymi,<br />

havuzlu bir ato yavrusuymu.<br />

Ben de buralı değilim, Berlindenim dedi.<br />

İnsanı iyimser kılan anaç bir yüzü var.<br />

İlerin nasıl olduğunu sordu. Nereli olduğumu<br />

merak etti. Sohbete baladık...<br />

Annesi Macarmı. Babası Avusturyalı.<br />

Benim Türk olduğumu duyunca heyecanlandı.<br />

Nâzım Hikmet benim tanrılarımdan<br />

birdir, dedi. Çok sevindim. Hatta cotum...<br />

Ben de onun yarı Macar, yarı Avusturyalı<br />

olduğuna sevindiğimi söyledim.<br />

Çünkü, Avusturyalı Paul Celanın ve<br />

Macar air Miklo Radnotinin yaamımda<br />

ayrı yerleri vardır dedim. Onların acıklı<br />

yaamlarından ve intiharlarından söz<br />

ettim. Hatta Radnotinin katledilmeden<br />

önce, toplama kampında karısına yazdığı<br />

Karıma Mektup iirini karımla Türkçeye<br />

çevirdiğimizi söyledim.<br />

Paul Celanın Auschwitzde katledilen<br />

annesine yazdığı Espenbaum (Akçakavak)<br />

iirinden dizeler okudum... Gözleri<br />

doldu. aırdı kaldı... Annem yaasa<br />

da anlattıklarını duysaydı, seni evlat edinirdi<br />

dedi. Meğer annesi Radnotinin ve<br />

Paul Celanın hem kuaktaı hem de<br />

hayranı bir dansçı-sinema oyuncusuymu.<br />

Sorularımızı art arda sıraladık<br />

birbirimize...<br />

Annem çok ünlü dansçıydı, aynı<br />

zamanda ilm artistiydi, Margit Symo adı<br />

dedi. Tunada Bir Gece ilmi bata olmak<br />

üzere çok önemli ilmlerde oynamı.<br />

Babası da 1916, Viyana doğumlu ünlü besteci<br />

ve orkestra ei Willy Mattesmi.<br />

Hayret ettim. Ev kadını gibi, ekmekten,<br />

Türk dönerinden falan anlatıyordu. Kestim<br />

sözünü. Ya siz? dedim. Ben sadece<br />

piyano çalar, arkı söylerim dedi. Güldü.<br />

Macar annem gibi güzel Çarda dansı<br />

bilmem!<br />

Traik yoğunlaınca cep telefonumdan<br />

hemen internete girdim, baktım, annesi<br />

gerçekten çok ünlü. Kırklı yılların zarifliği<br />

içinde ııl ııl bir kadın. Birçok siyah<br />

beyaz ilmde oynamı. Dans ederken<br />

✤<br />

"NÂZIM<br />

HİKMET BENİM<br />

TANRILARIMDAN<br />

BİRİDİR" DEDİ.<br />

✤<br />

43


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

HEMEN<br />

SÜMEYRA'NIN<br />

ALBÜMÜNÜ VERDİM,<br />

DEFALARCA<br />

DİNLEYECEĞİNİ<br />

SÖYLEDİ<br />

✤<br />

onlarca siyah beyaz resim dütü ekrana.<br />

Gösterdim. Sevgili annem, evet! dedi.<br />

1992de seksen yaındayken ölmü. Sizin<br />

adınız ne? dedim, Eva Mattes dedi. Ona<br />

da baktım internette hemen. Televizyona<br />

çok bakmadığımdan tanımamıım. Hâlâ<br />

süren ve milyonlarca Almanın izlediği,<br />

çok sevilen ünlü polisiye dizisinde (Tatort)<br />

kadın komiser rolünde, hem de barolde<br />

oynuyormu meğer. Sadece arkıcı değil;<br />

70li, 80li yıllarda Almanyanın önemli<br />

ilm ve tiyatro ödüllerini almı bir oyuncu<br />

Eva Mattes...<br />

Neden söylemediniz? dedim. Belki<br />

tanındığını sandı, Önemli değil dedi.<br />

akalar yaptı. Söylesem maske takardın,<br />

sade halin daha sevimli dedi. Espenbaum<br />

iirini çok sevdi. Ak dümemiti<br />

daha sarıın annemin saçlarına! dizesini<br />

Harika, harika! diyerek defalarca<br />

yineledi.<br />

Nâzım Hikmetimizin adını ilk nerede<br />

duydunuz? dedim. Ben Brecht hayranıyım.<br />

Brechtin oyunlarında çok sahne<br />

aldım, Hamburgda, Berlinde önemli tiyatrolarda<br />

Brecht oynadım. Sosyalist airler<br />

benim ilgi alanımdadır. Nâzım çok büyük<br />

bir air. Hatta dünyanın en büyüklerinden<br />

dedi. Gurur duydum. Bildiğiniz<br />

iiri var mı? dedim. Paul Celan ve<br />

Radnoti iiri dinledim senden. Borçluyum<br />

sana. Öyleyse, sürpriz sırası bende imdi<br />

dedi ve boğazını haif öksürüklerle temizleyip<br />

arkısına baladı. Hem de Türkçe:<br />

Kapıları çalan benim<br />

kapıları birer birer.<br />

Gözünüze görünemem<br />

göze görünmez ölüler.<br />

Hiroima’da öleli<br />

oluyor bir on yıl kadar.<br />

Yedi yaında bir kızım,<br />

büyümez ölü çocuklar...<br />

Bir de Yunan sanatçı Maria Farantouri<br />

ile bir araya geldiğimizde bu iiri/<br />

arkıyı ezberden beraber söyleriz demez<br />

mi! Hemen aracımın gözünden merhum<br />

Sümeyranın ve Alman bir sanatçının<br />

sesinden iki dilde Nâzım iirlerinin seslendirildiği<br />

CDyi buldum. Sümeyranın ei<br />

Hasan Çakır ağabeyden almıtım. Üstünü<br />

siyah keçeli kalemle Nâzımın dostu,<br />

insanlığın dostu, değerli sanatçı Eva<br />

Mattese sevgilerimle... diye imzaladım.<br />

Önünde durduğum ato yavrusunda küçük<br />

bir gruba konseri varmı bu akam. Kapısını<br />

açtım. İndi. Armağanını teatral hareketlerle<br />

sundum. Berline döner dönmez<br />

defalarca dinleyeceğim, söz dedi. Kucaklatık.<br />

Nemli gözlerimden fıkıran cokuyu<br />

gördü, yanağıma kocaman bir ıslak<br />

öpücük kondurup gitti... (FHF)<br />

z<br />

44


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Bizim aachen<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ<br />

sizin aachen<br />

www.sizinaachen.de<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ | 1<br />

Bizim www.bizimaachen.de<br />

AAcHen ve çevreSİ İçİn türkçe dergİ | 20<br />

Teknik<br />

Direktör<br />

Fuat Kılıç<br />

ile söyleşi<br />

Kültür & sanat > 9<br />

Aşkım Ali erdoğan<br />

Gençlik > 15<br />

ekin Feyzi<br />

ücretSİZ<br />

İçimizden Biri > 10<br />

ecevit Karaduman<br />

Yerel Politika Yapanlar > 23<br />

said Ünal<br />

ALEMANNIA AACHEN ONA EMANET<br />

Bir Konu & Bir Konuk > 20<br />

Kök hücre & emrah Kılıç<br />

ücretSİZ<br />

Ağustos / Eylül <strong>2016</strong><br />

Yakında Bizim aachen dergisine küçük bir kardeş geliyor!<br />

sizin aachen dergisi tamamen yerel bir haber dergisi olacak.<br />

Bir ay Bizim aachen dergisi, diğer ay sizin aachen dergisi ile<br />

pek yakında her ay sizlerin karşınızda olacağız.<br />

sizin aachen<br />

AAchen ve çevresİ İçİn türkçe HAber dergİSİ<br />

45


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

BU YENİ DİLİN AĞIRLIĞINI<br />

HERKES<br />

KULLANMAYA ÇALIŞIYOR<br />

Türkçeye<br />

‘kirli siyaset’<br />

tuzakları<br />

IŞIN TOYMAZ<br />

STUTTGART<br />

46


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Almanyada neredeyse 40 yıldan<br />

bu yana bir sağa bir sola savrulan<br />

Türkçe dersleri için tehlike çanları çalıyor.<br />

Türkiyedeki müfredat değiikliğinin<br />

Almanyadaki Türkçe derslerine ve sınıflarına<br />

da yansıyabileceği yönünde sesler<br />

yükselirken, Alman basınında Erdoğanı<br />

sınılarımızda istemiyoruz balıkları dikkati<br />

çekiyor. Konsolosluk öğretmenlerinin<br />

anadil derslerinde milliyetçi doktrinleri<br />

derslerde ileyebileceği ve bundan<br />

Alman okul idaresinin habersiz olabileceği<br />

yönündeki haberler, basında kendine geni<br />

yer buluyor.<br />

Alman Memurlar Birliği DBBnin<br />

Hessen tekilatı bünyesindeki toplam 4<br />

Alman öğretmen örgütü de konsolosluk<br />

öğretmenlerine üpheyle bakanlar arasında<br />

yer alıyor. DBBden yapılan bir açıklamada,<br />

konsolosluklar aracılığıyla verilen<br />

anadil derslerinin gereken ekilde denetlenemediğine<br />

iaret ediliyor. Kaygı ve taleplerin<br />

dile getirildiği çeitli açıklamalarda,<br />

Cumhurbakanı Erdoğan sınılarımızda<br />

oturuyor. O derslerde neler ilendiğini<br />

tam olarak bilemiyoruz. Türkçe dersleri<br />

Almanyada yetimi öğretmenler tarafından<br />

verilmelidir mesajı veriliyor.<br />

Gerçi müfredat değiikliğiyle Türkçe<br />

dersleri Almanya gündemine bir kez daha<br />

oturdu, ama ıığı yine de gündelik tartımalardan<br />

çekip anadil derslerinin çok<br />

daha derinlere uzanan, gerçek sorunlarına<br />

tutmakta yarar var.<br />

Almanyada Türkçe, anadiller arasında<br />

Almancadan sonra konuulan ikinci dil<br />

olarak karımıza çıkıyor. Bu ülkede yaklaık<br />

3 milyon insan Türkçe konuuyor.<br />

Alman devlet okullarında Türk öğrencilere<br />

neredeyse 40 yıldan bu yana sunulan Türk<br />

Dili ve Kültürü Dersleri ise tam bir yılan<br />

hikâyesine dönümü durumda.<br />

Almanyaya Türk igücü göçünün<br />

ardından konsolosluklar aracılığıyla<br />

verilen anadil kapsamındaki Türkçe derslerinin<br />

birçok eyalette not ortalamasına<br />

etkisi bulunmuyor. Kuzey Ren Vestfalya,<br />

Rheinland-Pfalz gibi eyaletlerde bu dersler<br />

müfredata alınmı olsa da, bu derslerde<br />

Almanyada yetien Türkçe öğretmenleri<br />

görevlendiriliyor. Yani ülkede 508i<br />

konsolosluklar tarafından atanan öğretmenler,<br />

geri kalanı da Almanyada yetien<br />

öğretmenler olmak üzere toplam bin 100<br />

Türkçe öğretmeni Türk çocuklarına ders<br />

veriyor.<br />

Almanyadaki Türk sivil toplum örgütleri<br />

uzun yıllardan bu yana Türkçenin<br />

müfredata alınması için mücadele<br />

ederken, bu uzun süreçte katedilen<br />

mesafe tatmin edici olmaktan çok uzak.<br />

Ülkede 600 bin Türk öğrencinin sadece<br />

97 bini 4 bin civarındaki okuldaki anadil<br />

derslerine katılıyor. Bu, Türk öğrencilerin<br />

sadece yüzde 20sine karılık geliyor.<br />

Buna bir de Eğitim Ataeliklerinin birçoğunun<br />

vekillerle yönetilmesi eklenince,<br />

konsolosluklar kanalıyla ileyen anadil<br />

dersleri tam bir baı boluk içinde bir sağa<br />

bir sola savrulmaktan kurtulamıyor.<br />

Anadil dersleri, karneye ilenmediğinden<br />

Alman eğitim sisteminde dikkate<br />

alınan bir ders olamıyor. Türk çocukları<br />

Türkçe derslerini kurs gibi görüyor ve bu<br />

nedenle ne dersi ne de öğretmeni diğer<br />

derslerle ve öğretmenlerle e değerde<br />

✤<br />

TÜRKÇE DERSLERİNİN<br />

BİRÇOK EYALETTE<br />

HÂLÂ NOT<br />

ORTALAMASINA<br />

ETKİSİ YOK<br />

✤<br />

47


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

TÜRKÇE<br />

ÖĞRETMENLERİNİN<br />

SİYASETEN<br />

GÜDÜMLÜ OLDUĞU<br />

İDDİALARI VAR<br />

✤<br />

tutuyor. Anadil derslerine katılan Türk<br />

çocuklarının Türkçe temel dil bilgisinden,<br />

yazı diline hakimiyetinden söz etmek ise<br />

tam bir nailik olur.<br />

Uzmanlar Türkçe derslerinin yaygınlatırılması,<br />

derslere katılım oranının yükseltilmesi<br />

gerektiğini dile getiriyorlar.<br />

Türk çocuklarının sokak dili ile yetitiklerini<br />

ve acilen dil bilgisinin de aktarıldığı<br />

seçmeli zorunlu yabancı dil statüsündeki<br />

derslere ihtiyaç duyulduğunu belirtiyorlar.<br />

Dilbilimciler Almanyada yetimi iki dilli<br />

Türkçe öğretmenlerinin önemine vurgu<br />

yaparken, konsolosluk modelinin ilerliğini<br />

sürdüremeyen bir uygulama olduğu görü-<br />

ünde birleiyorlar.<br />

Yerlerde sürünen Türkçe imajı yürekleri<br />

burkarken, ilginin gittikçe eridiği<br />

Türkçe derslerinin son durumunu uzmanlardan<br />

öğrenmek istedik. İte ire veren,<br />

Alman okullarında üvey evlat muamelesi<br />

gören Türkçe dersleri cephesindeki son<br />

durum:<br />

Almanya Türk<br />

Veli Dernekleri<br />

Federasyonu<br />

(FÖTED)<br />

Başkanı<br />

Dr. ALİ SAK<br />

Alman medyasında<br />

son haftalarda<br />

art arda<br />

çıkan negatif<br />

haberler ne<br />

yazık ki Türkçe derslerini olumsuz etkiliyor.<br />

Türkçe öğretmenlerinin siyaseten<br />

güdümlü olduğu iddiaları var. Bu haberlerle<br />

Alman kamuoyu ve bazı muhafazakâr<br />

politikacıların nezdinde Türk dili ve kültürü<br />

derslerinin imajı zedeleniyor.<br />

Bu genellemeleri yapmak çok yanlı.<br />

Zaten eyalet eğitim bakanlıklarının inisiyatilerine<br />

bırakılmı olan Türkçe dersleri,<br />

medyadaki bu tür çıkıların ardından<br />

eğitim dairelerinin keyi uygulamalarıyla<br />

karı karıya kalabilir.<br />

Konsolosluk öğretmenleri tarafından<br />

verilen dersler konusunda, örneğin Baden-<br />

Württemberg eyaleti okullar için kira payı<br />

almıyor. Ancak bu noktadan sonra bazı<br />

eyaletler bu parayı isteyebilir. Münih kısa<br />

bir süreden bu yana örneğin bu payı bazı<br />

yerlerde alıyor. Artı sigorta payı da talep<br />

edebilirler. Durum böyle devam ederse<br />

Hollandada olduğu gibi Türkçe dersleri<br />

tamamen ortadan kalkabilir.<br />

Diğer taraftan Türkçe dersleri konusunda<br />

Almanya topu Türkiyeye, Türkiye<br />

de Almanyaya atıyor. Kimse tam<br />

olarak sorumluluk üstlenmiyor. Pedagojik<br />

açıdan kapkara bir tablo ile karı karıyayız.<br />

Türkiyedeki müfredatı alıp buraya<br />

uygulamak oldukça yanlı. Bu bağlamda<br />

Almanyalı Türk öğrencilere özel bir format<br />

gelitirilmesi gerekiyor. Materyaller<br />

eski, yöntemler cazip değil, çocuklar için<br />

Türkçe dersleri son derece sıkıcı.<br />

Bununla birlikte Türkiyedeki müfredat<br />

daha çok siyasi ve dini ağırlıklı içerikle<br />

değiirse konsoloslukların atadığı<br />

öğretmenler de bu değiiklikleri mecburen<br />

buradaki derslere yansıtmaya çalı-<br />

acaklardır. Uygun olmayan müfredatla<br />

çıkarsanız karılarına Alman medyasına<br />

koz vermi olursunuz. Yani bu, u anlama<br />

geliyor: Yangına körükle gidiliyor. Tekrar<br />

söylüyorum, anadil derslerinde seviyeyi<br />

yükseltmek istiyorlarsa, ilginin artmasını<br />

istiyorlarsa, yurtdıı Türkleri için birim<br />

kurup müfredatı o formatta hazırlamaları<br />

gerekiyor .<br />

48


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Bu tartımalardan önce de biz zaten yıllardır<br />

Almanyada yetien Türkçe öğretmenleri<br />

istiyoruz. Burada Türkçe öğretmeni<br />

yetitiren üniversiteler olsun istiyoruz.<br />

İki dilli, çokkültürlü öğretmenler<br />

istiyoruz. Konsolosluk öğretmenleri tarafından<br />

çocuklara sunulan dersler ne yazık<br />

ki pedagojik açıdan oldukça yetersiz<br />

kalıyor. Bizim eyaletimiz Kuzey Ren Vestfalya<br />

da Türkçe 2. veya 3. yabancı dil<br />

olarak müfredata alınmı, ders durumunda.<br />

Bu modelin bütün Almanyada<br />

benimsenmesini istiyoruz.<br />

Ne yazık ki, anadili dersleri öksüz bırakılmı<br />

vaziyette. Türkçe anadili derslerinin<br />

de yabancı dil dersleri gibi sınıf geçmeye<br />

etkili olması gerek. Türkçenin selameti<br />

açısından konuyu ne Türk ne de<br />

Alman tarafının siyasi arenaya çekmeden<br />

bilimsel alanda değerlendirmesi ve bu<br />

alanda yol izlemesi gerekiyor.<br />

Bir baka kanayan yara da<br />

Almanyadaki Yunus Emre Enstitüleri. Ne<br />

yazık ki siyaseten güdümlü eğitim kuruluları<br />

halindeler ve bu nedenle de pek<br />

itibar görmüyorlar.<br />

Bu nedenle Almanya ağırlıklı olmak<br />

üzere Avrupada siyaseten arındırılmı<br />

bir dil ve kültür imaj çalımasına öncülük<br />

edilmesi gerekiyor; buna dil ve kültür<br />

seferberliği de diyebiliriz.<br />

Essen<br />

Üniversitesi Türkçe<br />

Öğretmenliği Bölümü<br />

kurucusu ve Kürsü<br />

eski Başkanı<br />

Prof. Dr.<br />

EMEL HUBER:<br />

Almanyada,<br />

yıllardır süren bir<br />

Türkçe dersi karmaası<br />

ve kaygısı var. Oysa aslında, okulların<br />

çoğunda, ebeveyn istek belirttiğinde<br />

Türkçe dersi açılıyor. Ama çoğu zaman<br />

ebeveyn böyle bir istek belirtmiyor. Yani<br />

Türkçe derslerinin durumunu ve geleceğini<br />

büyük oranda ebeveynler belirliyor.<br />

Aslında, Türkçe dersinin statüsünün<br />

değimesi ve Almanyada karne notu<br />

alan dersler arasına alınması gerek. Bu<br />

demektir ki, Almanyadaki Türkçe dersleri,<br />

pedagojik ve didaktik açıdan İngilizce,<br />

Fransızca, İspanyolca gibi dil dersleriyle<br />

edeğer olmalı. Bu nedenle de,<br />

öğretmenlik eğitimini Almanyada almı<br />

Türkçe-Almanca ikidilli öğretmenler tarafından<br />

verilmeli. Oysa u anda Türkçe<br />

derslerinin sunulmasında bir standart<br />

yok. Bazı okullarda değil karne notu, lise<br />

bitirme dersi olarak dahi verilmesine kar-<br />

ılık, bazılarında tüm derslerden bağımsız<br />

öğleden sonra sunulan özel kurs konumunda.<br />

Ayrıca her eyalette farklı uygulamalar<br />

var.<br />

Türkçe dersinin karne notu olması, yani<br />

sınıf geçmeye etkisi olan dersler kapsamına<br />

alınması için iki temel koul var.<br />

Birincisi, ebeveynlerin bunu istemesi,<br />

isteklerini, ebeveyn dernekleriyle birlikte<br />

yoğun bir biçimde okul yönetimine ulatırması.<br />

İkincisi, Almanyada Türkçe öğretmenlerinin<br />

yetitirilmesi.<br />

Duisburg-Essen Üniversitesi Türkçe<br />

Öğretmenliği Bölümü bunun mümkün ve<br />

çok baarılı bir yol olduğunu yıllardır göstermekte.<br />

Almanya çapında Essen Üniversitesi<br />

gibi birçok üniversitede benzer kürsüler<br />

kurulabilir ve Türkçe öğretmenleri<br />

yetitirilebilir.<br />

Böyle bir giriim dil politikasıyla eğitim<br />

politikasının alanına girer. u anda öğretmenlik<br />

eğitimi verilen diller İtalyanca,<br />

İspanyolca gibi, prestiji yüksek diller.<br />

Oysa Türkçenin prestiji düük. Bu da<br />

Türkiyenin imajıyla ilgili. Baka diller<br />

için de bu böyle. Örneğin Çince. Eskiden<br />

Almanyada Çince öğrenen kimse yok<br />

denecek kadar azdı. Son yıllarda Çin ekonomisindeki<br />

gelime nedeniyle bugün<br />

Çince saygın diller arasına girdi ve<br />

✤<br />

OKULLARIN<br />

ÇOĞUNDA ANNE<br />

VE BABALARIN<br />

İSTEĞİYLE TÜRKÇE<br />

DERSİ AÇILABİLİYOR,<br />

AMA...<br />

✤<br />

49


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

ALMAN<br />

BASININDA YANLI<br />

HABERLER<br />

VAR<br />

✤<br />

Çince öğrenenlerin sayısında ciddi bir<br />

artı oldu. Yani bir dilin değerlendirilmesi,<br />

genelde, dile ilikin değil, o dili konuan<br />

ülkeye bağlı olarak ortaya çıkıyor.<br />

Bu durumda, Türkçenin ders olarak<br />

okul programına alınması için ya<br />

Türkiyenin imajının yükselmesini beklemek<br />

gerek, ya da anne-babaların yoğun<br />

bir biçimde istek belirtmesi gerek. Türkler<br />

artık bir karar vermek zorunda.<br />

Berlin<br />

Büyükelçiliği<br />

Eğitim Müşaviri<br />

CEMAL YILDIZ:<br />

Alman basınında<br />

siyasi konjonktürden<br />

kaynaklanan,<br />

yanlı<br />

haberler var. Ancak<br />

nasıl eksik bilgi sahibi olduklarını da<br />

bu yolla görüyoruz. Türk öğretmenleri,<br />

Alman devletinin daveti üzerine geliyor.<br />

Siz verin biz size tevik verelim diyorlar.<br />

Ancak basın konsolosluk öğretmenleri<br />

yerine Almanyada yetimi Türkçe öğretmenlerini<br />

öne sürerken, Hamburg Üniversitesi<br />

Türkçe Bölümü kapatılabiliyor.<br />

Hem öğretmen yetitirmeyeceksin hem<br />

Türkiyeden gelen öğretmeni istemeyeceksin.<br />

Türkçe anadili dersi bir kanuni haktır.<br />

Hessen, Kuzey Ren Vestfalya (NRW) ve<br />

Rheinland Pfalz eyaletlerinde müfredata<br />

alındı. Biz müfredata alınmayan bölgelere<br />

öğretmen gönderiyoruz. Almanya Türkçe<br />

öğretmeni yetitiriyorsa, buyursunlar.<br />

Kısacası eğitim konusunun siyasete<br />

alet olmasını istemiyoruz. Devletler arasında,<br />

ülkeler arasında gerginlik olabilir,<br />

ama biz çocuklarımızın, Türk toplumunun<br />

burada mutlu, huzurlu yaamasını istiyoruz.<br />

Anadil olarak Türkçe derslerinin<br />

50<br />

devamı, seçmeli zorunlu yabancı dil dersi<br />

ve iki dilli yuva ve okul modeli gibi bu üç<br />

konuda Alman tarafı ile ibirliğine her<br />

zaman varız.<br />

Alman basınındaki Türkçe derslerine<br />

yönelik estirilen olumsuz hava ne yazık ki<br />

Türk velilerde de huzursuzluk yaratıyor.<br />

Biz yazılanlara karılık muhataplarımızla<br />

temasa geçerek endielerimizi dile getiriyoruz.<br />

Derslerimiz herkese açık. Girin,<br />

izleyin, rapor tutun. Haftada 2 saatte ideolojik<br />

bir çalıma yapılamaz.<br />

Diğer taraftan Türkiyede müfredat<br />

değimi olabilir ancak Almanyada 2009<br />

yılındaki düzenlemelere bağlı kalarak<br />

dersler veriliyor. Pedagojik açıdan ise yeni<br />

değiiklikler yapılması gerektiğini düünüyorum.<br />

Ders materyalleri cazip değil.<br />

Almanyadaki Türk çocuklarının durumuna<br />

hitap eden pedagojik yöntemler ve<br />

donanıma ihtiyaç var.<br />

Öte yandan Alman okullarındaki Türkçe<br />

anadil dersleri saatlerinde din derslerinin<br />

verilmesi ve bunun sonucunda derslerin<br />

öğleden sonraya sarkması Türkçe derslerine<br />

ilgiyi azaltabilir.<br />

Hamburg Türk<br />

Öğretmenler Derneği<br />

(TÖDER) Başkanı<br />

BİLGE YÖRENÇ:<br />

Almanyada 16<br />

değiik eyalette<br />

farklı uygulamalar<br />

olunca zorluklar<br />

da çoğalıyor. Bölgemizde<br />

Türkçe derslerinin durumu ise<br />

öyle: 1inci sınıftan 4üncü sınıfa kadar<br />

anadil dersleri, 5 ve 6ncı sınılarda köprü<br />

dersleri, müfredat kapsamında 7nci<br />

sınıftan 10uncu sınıfa kadar İngilizce,<br />

Fransızca gibi seçmeli zorunlu yabancı<br />

dil dersi Türkçe, 11inci sınıftan 13üncü<br />

sınıfa dek lise bitirme sınavları için verilen<br />

Türkçe dersleri.


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Hamburgda ayrıca iki dilli okullar var.<br />

Hamburg Eyaleti Eğitim Bakanlığı ve<br />

Türkiyenin Milli Eğitim Bakanlığı protokolünde<br />

iki dilli eğitim veriliyor. Yeterince<br />

yetien Türkçe öğretmenlerimiz var.<br />

Demek ki, bizim istemeyi bilmemiz lazım.<br />

Öte yandan yıllardan beri konsolosluk<br />

öğretmenleri ile çalıılmı. Bir<br />

kalemde silemezsiniz. 1974ten bu yana<br />

verilmi bir emek var. Bununla birlikte<br />

çağa ayak uydurmak, yenilikçi olmak<br />

gerekiyor. Veli dernekleri, yerel öğretmenler,<br />

yani Almanyada yetien Türkçe<br />

öğretmenleri talep etmeli. Diğer taraftan<br />

Türkiyedeki müfredat değiikliği önünde<br />

sonunda yurtdıındaki müfredata da yansıyacaktır.<br />

Alternatif yaratmak gerekiyor.<br />

Alman velilere bakın. Çok paralar ödeyerek<br />

çocukları dil öğrensin diye İngiltere<br />

ve Fransaya yolluyorlar. Oysa bizim<br />

çocuklar iki dillerini evden getiriyor. Velilerimiz<br />

bizim dilimizin de önemini kavramaları<br />

gerekiyor. Bakın Almanlar çokdilliliğe<br />

sempati duyuyorlar, evet. Ama<br />

Avrupa dillerine sadece. Türkçeye yukarıdan<br />

bakı hâkim. Burada yetimi öğretmenleri<br />

sıklıkla rol modelleri olarak göstermemiz<br />

gerekiyor.<br />

Konsolos öğretmenlerinin konumu ise<br />

çok zor. Meslektaları ile iletiime geçemedikleri<br />

için Türkçe derslerinin önemini<br />

anlatamıyorlar mesela. Türk öğrencilerin<br />

derslere katılımı düük. Bir de Türkçe<br />

derslerinde okutulan materyalleri de atlamamak<br />

gerekiyor. Almanyada doğup<br />

büyüyen Türk öğrencileri kitabı eline aldığında<br />

baını ellerinin arasına alıp, akınlıkla<br />

bakakalıyor. Çünkü bu ders kitapları<br />

Türkiyede yetien çocuklar için hazırlanmı.<br />

Oysa onların seviyesine uygun<br />

kitaplar gerekiyor. Daha cazip metodlar ve<br />

materyallerle çocuklara yönelmek<br />

gerekiyor.<br />

Türkçe derslerine katılımın zayılığından<br />

ikayet ediliyor ama eğitim ataesinin<br />

görevidir Türkçe derslerinin kazanımı.<br />

Ataelikler bo. Vekillerle yönetiliyor.<br />

Bir eye değer veriyorsanız onu da<br />

göstermeniz gerekiyor.<br />

Tüm bunlara rağmen, tüm bu inili<br />

çıkılı geçmie rağmen, Türkçe derslerinin<br />

dütüğü yerden kalkacağına bir<br />

öğretmen olarak inanıyorum. Bunun için<br />

de Alman eğitim bakanlıklarının bir sinyal<br />

vermesi gerekiyor. O sinyali de ancak veli<br />

örgütleri verdirebilir. Veli örgütlerinin<br />

öğretmen ve Türkçe taleplerinin çok güçlü<br />

olması gerekiyor. İki dilliliği öğrendikçe<br />

Türkçe kazanacaktır. Biz 3üncü ve 4üncü<br />

kuağa Türkçe öğretmeyi baarmı bir<br />

toplumuz.<br />

Bununla birlikte Alman öğretmenlerine<br />

de çokdillilik konusunda hassasiyet kazandırılması<br />

gerekiyor. Mücadeleye sabırla<br />

devam etmek gerekiyor. Türkçeden vazgeçmeyeceğiz.<br />

Bu mesajı velilere de vereceğiz.<br />

Veli-öğretmen-öğrenci üçgeninin<br />

sağlam olması gerekiyor. Ciddi ekilde<br />

velilerin Türkçe derslerinin arkasında<br />

olduklarını göstermeleri gerekiyor.<br />

Ne yazık ki, Hamburg Üniversitesinde<br />

Türkçe Öğretmenliği bölümünün askıya<br />

alındığı dönemde protesto etmek için<br />

sadece 130 kii toplayabildik. Oysa biz<br />

on binlerle bu eylemi gerçekletirebilmeliydik.<br />

Duyarsızlık had safhada. Özeletiri<br />

yapmak zorundayız. Olanakları yeteri<br />

kadar değerlendiremiyoruz. Taleplerimizi<br />

kararlılıkla ve güçlü ekilde dile getiremiyoruz.<br />

Dönem dönem siyasetçilere<br />

malzeme olan Türkçe derslerinin kaderi<br />

aslında Almanyadaki Türk toplumun geleceği<br />

olan yüz binlerce Türk çocuğunun<br />

kaderini belirleyecek.<br />

z<br />

✤<br />

VELİLERİN TÜRKÇE<br />

TALEPLERİNİN<br />

GÜÇLÜ OLMASI<br />

GEREKİYOR<br />

✤<br />

51


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

OZAN EKİN<br />

FRANSIZ REJİSÖR<br />

PARİS<br />

OLIVIER HUEBER<br />

52


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Friedrich Engels<br />

OLIVIER HUEBER’LE SÖYLEŞİ<br />

tiyatroda<br />

Friedrich Engelsin çok genç kaleme<br />

aldığı, yolunun Karl Marxla kesimesine<br />

yol açan yapıtı İngilterede<br />

Emekçi Sınıfın Durumu ilk kez tiyatroya<br />

uyarlandı. Bu tür çıkılarıyla bir süredir<br />

dikkatleri üzerine çeken tiyatro oyuncusu<br />

ve rejisör Olivier Hueberle, önemli<br />

tarihsel felsei ve siyasi metinlerden sahneye<br />

uyarladığı oyunlar üzerine konutuk.<br />

Hueber, oyunların sahnelendiği Saint<br />

Germaindeki Theatre de Neslede bazı<br />

gösterimlerin ardından felsefe, ekonomi,<br />

tarih gibi alanlardan davet ettiği konukları<br />

eliğinde oyun ve metin üzerine<br />

izleyicilerle tartımalı toplantılar yapmasıyla<br />

da tanınıyor.<br />

- Kendinizi nasıl tanımlarsınız, oyuncu mu<br />

yoksa rejisör (sahneye koyan, metteur en<br />

scéne) olarak mı?<br />

OLIVIER HUEBER – Ben, Hubert Jappelle<br />

tarafından oyuncu olarak yetitirildim.<br />

Jappelle beni genç yaımda, anca 20ydim,<br />

Parisin kuzeybatısındaki Eragnydeki<br />

kendi tiyatro topluluğu Théâtre de<br />

l'Usinee dahil etti. Böylece Goldoni,<br />

Molière, Marivaux, Kafka, Jules Renard<br />

gibi yazarların oyunlarını oynadım.<br />

Jappele, bana aynı zamanda kukla sanatını<br />

da öğretti.<br />

Oyun sahneye koyma isteğim çok daha<br />

sonra ortaya çıktı. Gilles Deleuzeün<br />

Spinoza üstüne verdiği derslerin internetteki<br />

kayıtlarını kefettim ve bu benim için<br />

bir ok oldu! Sorbonne Üniversitesinde<br />

Chantal Jacquetnin Spinoza üzerine<br />

verdiği dersleri takip ettim. Ve yine bu<br />

üniversitede, Jean Salemin antik materyalizm<br />

(Demokritos, Epikür, Lukretius)<br />

derslerine ve Marksizm seminerlerine<br />

merak sardım. Ve ite o noktada felsei<br />

metinleri uyarlama ikri geldi!<br />

- İlk sahneye koyduğunuz oyun ”tienne<br />

de La Boétie’nin Gönüllü Kulluk Üzerine<br />

Söylevi. Bize bu eserden bahsedebilir<br />

misiniz? Böyle felsei ve tarihi bir metni<br />

sahneye uyarlamanın zorlukları nelerdir?<br />

OLIVIER HUEBER – La Boétie (1530-1563)<br />

bu eseri 18 yaındayken yazdı ve genç<br />

yaına rağmen yalnızca yüksek derecede<br />

kültürlü değil hayret verici bir olgunluktaydı.<br />

Bu eserde La Boétie bireylerin bir<br />

53


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

tirana daimi bir ekilde kulluk etmelerini<br />

sağlayan davranıların neler olduğunu<br />

açığa çıkartıyor. Ve bu davranılar, çok<br />

iyi bir ekilde analiz edilerek tarihsel seyri<br />

içinde ele alınıyor. Bu davranılar, alıkanlık,<br />

cömertlik, sersemleme, kutsallatırma<br />

ve de toplumsal hiyerariyle karakterize<br />

ediliyor.<br />

Bu metin aynı zamanda Hobbes, Rousseau<br />

gibi toplumsal sözleme teorisyenlerinin<br />

u iki temelin üstünde yükselen felsefesini<br />

ortaya çıkartıyor: Sözlemesiz<br />

iktidarın olmaması ve kimsenin bakaları<br />

üzerinde doğutan gelen bir emir yetkisinin<br />

bulunmaması...<br />

- Peki, Friedrich ”ngels’in İngiltere’de<br />

”mekçi Sınıfın “urumu adlı çalışmasını<br />

sahneye uyarlama ikri nereden geldi ?<br />

Galiba bu uyarlama Fransa’da, belki de<br />

dünyada bir ilk?<br />

OLIVIER HUEBER – İte bir gençlik dönemi<br />

metni daha! Hatırlatmamız gerekirse, genç<br />

Alman burjuva Engels, 1842de babasına<br />

bağlı bir irketin ubesinde çalımak için<br />

İngiltereye gider. İçileri büyük bir sefalete<br />

iten Sanayi Devriminin yarattığı<br />

tahribatı kefeder. İsyan edip gözlerinin<br />

önünde yaananları bir kitapta anlatmaya<br />

karar verir. İngilterede Emekçi Sınıfın<br />

Durumu Almanyada 1845 yılında<br />

çıkacaktır. Engels anca 25 yaındadır!<br />

Bu metin bugün bizi hâlâ cokusu ve<br />

yakıcı güncelliğiyle sorular sormaya<br />

yöneltiyor. Ve hakikaten, bu eser imdiye<br />

değin hiç tiyatroya uyarlanmadı.<br />

- Son uyarlamanız İtalyan yazar Nuccio<br />

Ordine’nin Yararsız Olanın Yararı adlı<br />

eseri. Bu eserden bize bahsedebilir misiniz?<br />

OLIVIER HUEBER – Nuccio Ordine İtalyan<br />

bir felsefeci. 2014 yılında Yararsız Olanın<br />

Yararı adlı bilginin metalamasına karı<br />

olan bu kızgın eseri yayımladı. Ordine<br />

büyük felsefeci ve yazarların metinleri<br />

üzerinden bizim piyasa yanlısı demokrasilerimizde<br />

hiçbir ekonomik kâr sağlamadığı<br />

için yararsız olarak nitelenen bilgileri<br />

anlatıyor! Ve bu yaklaımın üniversitelerde,<br />

eğitimde, sanatta yıkıcı sonuçları oldu.<br />

Bu kitap 18 dile çevrildi.<br />

- Bu tip oyunlar için salon bulmak zor<br />

oluyor mu?<br />

OLIVIER HUEBER – Saint Germaindeki<br />

Théâtre de Nesle bana hemen projelerim<br />

için güvendi ve destek oldu. Burada ayda<br />

bir defa oyunlarımız sahneleniyor ve<br />

salon her zaman doluyor! Oyuncu Geofroy<br />

54


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Guerriernin bu baarıda büyük bir payı<br />

var. O, büyük bir yorumlama zekâsı olan<br />

duyarlı bir sanatçı. Onunla çalımak<br />

büyük bir zevk. Özellikle de bir projeyi<br />

sonuçlandırmak için yaklaık bir sene<br />

çalımamız gerektiği düünülürse!<br />

- Bazı oyunlardan sonra izleyicilerle sahneye<br />

konan oyunla ilgili bir tartışma düzenliyorsunuz.<br />

Bu tartışmalar nasıl geçiyor?<br />

OLIVIER HUEBER – Oyunlardan sonra,<br />

artlar el verdiğince, izleyicilerle birlikte<br />

düünmeye devam etmek için bir konukla<br />

beraber onlarla diyalog kurmaya çalııyoruz.<br />

imdiye kadar, ekonomistler, felsefeciler,<br />

tarihçiler konuğumuz oldu. Tartımalar<br />

iyi geçiyor, her zaman oldukça<br />

öğretici oluyor!<br />

- Kendinizi angaje bir tiyatrocu olarak<br />

tanımlayabilir misiniz?<br />

OLIVIER HUEBER – Eserlere yönelik<br />

olarak siyasi bir yaklaımım var. Yani bir<br />

metni asla kendime sembolik kâr elde<br />

etmek için değiim değeri olarak görmüyorum.<br />

Oyunu yaratan tek kii yazardır,<br />

rejisör değil!<br />

Ustam Hubert Jappellein hatırlatmayı<br />

sevdiği, piyanist Sviatoslav Teoilovich<br />

Richterden bir alıntıyla sözlerimi tamamlamak<br />

istiyorum: Bir piyanist bestecinin<br />

meramını HARFİ HARFİNE anlatmak<br />

zorunda olan bir icracıdan baka bir ey<br />

değildir. Partisyonlara hiçbir ey eklememelidir.<br />

Eğer yeteneği varsa, eserin<br />

esasına dair bir eyler sezinlememize<br />

yardımcı olacaktır, ki bu bile zaten balı<br />

baına bir mucizedir. z<br />

Théâtre de Nesle<br />

Olivier Hueber’in sahneye koyduğu ve<br />

Geofroy Guerrier’in oynadığı üç<br />

oyun, Paris’in 6. Arondismanındaki Saint<br />

Germain semtindeki Théâtre de Nesle’de,<br />

tiyatroyla aynı ismi taıyan küçük ve sevimli<br />

bir sokakta ayda bir kez sahneleniyor.<br />

La Servitude Volontaire’in (Gönüllü Kulluk)<br />

bir sonraki sahnelenii 6 Mart’ta.<br />

Oyun programı ve ayrıntılı bilgiler<br />

tiyatronun internet sitesinde yer alıyor:<br />

www.theatredenesle.com<br />

55


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

RESİMLİ VE RESMİ DEMOKRASİ TARİHİ<br />

Der Spiegel<br />

70 yaında<br />

Görseller:<br />

www.commons.wikimedia.org<br />

Bir ülkenin açık tarihi aslında.<br />

Yani İkinci Dünya Savaı sonrası<br />

Almanyanın tarihi bu elimizdeki, adamlar<br />

albüm halinde yayımlamı diyecek<br />

olanlar çok da haksız değil. Der Spiegel,<br />

2017 baındaki 70inci yıldönümü nedeniyle<br />

yayımlanan ve özenli bir özet niteliğindeki<br />

kapsamlı büyük boy bir kitapla,<br />

ülkeye yeni ve resimli bir popüler tarih<br />

kitabı daha armağan etmi oldu.<br />

İlk sayısı 4 Ocak 1947de efsane kurucusu<br />

Rudolf Augsteinın öncülüğünde<br />

tarihe giri yapan ünlü haftalık haber<br />

dergisi Der Spiegel, önce Bonn sonra da<br />

Berlinin yönetim ve ülke-toplum tarihinin<br />

bir izdüümü olarak nitelenebilir. Sava<br />

sonrası Alman demokrasi tarihinin bu<br />

özet tarihçesi, 40 yıllık Spiegel-Leser<br />

wissen mehr (Spiegel okuru daha çok<br />

bilir) sloganının yerini de, 2015 kampanyasından<br />

beri yürürlükte olan Gerçeklerden<br />

korkmayın! diye çevrilebilecek<br />

yeni bir slogana (Keine Angst vor der<br />

Wahrheit) bıraktığını gösteriyor.<br />

Hükümetler batırıp çıkaran dergi<br />

olarak, Alman siyaset sınıfının sürekli<br />

gözlerini ve baskısını üzerinde hissettiği<br />

Der Spiegelin bir özelliği, çoğunluk<br />

hisselerinin çalıanlara ait olması. Çok<br />

genç bir muhabir olarak girdiği derginin<br />

en alt basamaklarından bugünlerine<br />

ulatığı bilinen yeni genel yayın yönetmeni<br />

Klaus Brinkbäumer, belgesel niteliği<br />

yüksek bu kapsamlı belgenin giri-<br />

inde, Rudolf Augsteindan el aldıklarını<br />

ve onun demokrasi yolundaki tavizsiz<br />

siyasi tutumunu sürdüreceklerini bildi-<br />

56


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Efsane kurucu: Rudolf AUGSTEIN<br />

riyor. Brinkbäumer, Hiçbir otoritenin,<br />

dost otoritelerin bile karısında eğilmeyeceğiz<br />

ilkesinin, toplam 70 yıllık, 3650<br />

sayılık ve 378 bin haber ve yorumluk bir<br />

yükle tarihin önünde kanıtlandığına ve bu<br />

tutumlarında bundan böyle de ısrarlı olacaklarına<br />

dikkat çekiyor.<br />

Der Spiegel, artık bir dünya markası<br />

ve çok ürünlü, çok etkili bir yayın grubu.<br />

Önümüzdeki aylarda internette bir günlük<br />

gazete de yayımlamaya balayacağı bildirilen<br />

derginin adı, Augsteinın babasından<br />

kaynaklanıyor. Genç Augstein, muhtemelen<br />

1946 sonunda, 1947 yılı baında<br />

çıkaracağı dergisinin adı için babasının da<br />

ikrini alıyor ve hatta ondan Das Echo<br />

(Yankı) ile Der Spiegel (Ayna) adlarından<br />

birini seçmesini istiyor. Baba Augstein,<br />

ileri yılların efsane gazetecisine o gün<br />

yaptığı tercihle bugünkü marka değerinin<br />

adını fısıldamı oluyor.<br />

Der Spiegelin 70 yıllık tarihi içinde<br />

Türkiye ve Almanyadaki Türklerin de sık<br />

sık rol kapan bir haber unsuru olduğu, bu<br />

iyi hazırlanmı albümden ve Der Spiegelin<br />

internetteki arivinden rahatça çıkarılabilir.<br />

Ancak baarı yüklü geçmiine<br />

rağmen, Der Spiegelin bir gayriresmi<br />

tarih olduğu iddiası, gerçekten abartmadır.<br />

Paralel tarih demek daha doğru<br />

olabilir. Bir baka ifadeyle: Der Spiegel<br />

Federal Alman resmi tarihinin rahatsız<br />

bir parçasıdır, ve tersi, Alman resmi tarihi<br />

de Der Spiegelin görece biraz daha ağır<br />

kanlı bir parçasıdır. 70 yılın çeitli özetlerinden<br />

biri herhalde budur. (FHF)<br />

z<br />

57


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

ALMAN ARAŞTIRMACI OLIVER NACHTWEY VE ENDİŞESİ<br />

Düşüş Toplumu<br />

nereye kadar<br />

gerileyecek?<br />

58


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Max Horkheimer ve Theodor<br />

Adornodan miras kalan ünlü<br />

Frankfurt Okulunun bugünkü bünyesinde<br />

aratırmalarını sürdüren Oliver Nachtwey,<br />

kitapları, yazıları ve konumalarından<br />

sonra geçen yılın ikinci yarısında çıkardığı<br />

yeni kitabıyla gündemde ciddi bir<br />

ağırlığı olduğunu yeniden kanıtladı. Medyanın<br />

her düzeyde ilgisini üzerinde topladı.<br />

Ünlü Suhrkamp Yayınevi tarafından<br />

yıının tamamen gömüldüğünü kabullenememe<br />

halini iliyor gibi bu kitabında.<br />

Söylediği biraz udur: İkinci Dünya<br />

Savaı sonrasında 1980lere kadar, daha<br />

doğrusu reel sosyalizmin tasiye edildiği<br />

1989 yılına kadar varlığını koruyan<br />

bir dikkat vardı. Çalıanlara, sosyal<br />

güvenlik mekanizmaları üzerinden<br />

piyasa mekanizmalarının doğal yapısında<br />

olmayan birçok taviz verilmiti.<br />

basılan Abstiegsgesellschaft (Düü Toplumu),<br />

neoliberal toplumun insan kaderini<br />

mercek altına alıyor. Ama bunun için<br />

çok somut maddi temellerden hareket<br />

ediyor ki, bu yöntemin son on yıllarda pek<br />

sevimli bulunmadığı, hatta biraz fazla<br />

komünistçe görüldüğü ve hemen damgalandığı<br />

biliniyor. Buna rağmen ısrarlı.<br />

Türkçeye, balığı biraz zorlanarak Dükünleme<br />

Toplumu diye de çevrilebilecek<br />

olan bu çalımasında, Nachtwey, gerçekleri<br />

dobra dobra dile getirmesi ve vardığı<br />

sonuçlardan, en azından imdilik, korkmamasıyla<br />

dikkat çekiyor.<br />

Oliver Nachtwey, özellikle son mülteci<br />

akını ve bunun zengin Avrupanın veya<br />

Avrupa Birliğinin (AB) yerleik halkları<br />

üzerinden tepkisi nedeniyle ek bir yakıcılık<br />

kazanan yeni kitabı üzerinden biraz<br />

da unutulmu bir korkunun izini sürüyor<br />

aslında. Bir baka ifadeyle: Nachtwey, eski<br />

refah toplumundaki sosyal adalet anla-<br />

Reel sosyalist tehdit nedeniyle kapitalist<br />

Batı Avrupa, bir reaksiyon olarak,<br />

sosyal piyasa ekonomisi ve onun sosyal<br />

demokrat, çevreci versiyonlarını sahneye<br />

koymutu. İgücünü kiralayarak yaayan<br />

toplumun en geni kesimleri, sosyal<br />

devlet projesiyle önceki kuakların tanımadığı<br />

kolaylıklar üzerinden refah toplumuna<br />

bir tür yumuak geçi yapabilmiti.<br />

1980lerden, özellikle de 1989-1990 dönemecinden<br />

itibaren, emeği dıında bir varlığı<br />

olmayan sınılara daha önce sağlanan<br />

kolaylıklar teker teker geri alınmıtır.<br />

Batı toplumlarının geriye doğru çözülmesinin<br />

böyle bir altyapısı da var.<br />

SOSYALİST ALTERNATİF KORKUSU<br />

Bu kitapta insanların, zengin mutfağında<br />

bile yaasalar toplumun alt gelir<br />

gruplarına, hatta gelirsiz gruplarına<br />

düme, bir dükünleme süreci ve kor-<br />

Oliver Nachtwey<br />

Görseller: youtube<br />

59


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

✤<br />

NACHTWEY'A<br />

GÖRE, "FİNANS<br />

KAPİTALİZMİ"<br />

MECBURİYETTEN<br />

DOĞDU<br />

✤<br />

kusu ile yaama sarıldığını düünen<br />

Nachtwey, hep yukarıya çıkılan asansör<br />

toplumunun tarihe karıtığını hatırlatıyor.<br />

Yeni kuakların anne ve babalarının kuağından<br />

daha iyi ve geni olanaklara, daha<br />

yüksek bir yaam standardına sahip olacağı<br />

inancı, artık mazinin malıdır. Tam bir<br />

yanılsamadır.<br />

Kitabın hatırlattığı, altını doldurmaya<br />

çalıtığı tez u: 1950 ile 1989 arasında kii<br />

baına düen gelir dört kat artmı, sendikal<br />

haklar, toplusözlemelerle geniletilmiti.<br />

İçi sınıfının çocukları artık rahatça<br />

üniversitelere gidebiliyordu. Avrupanın<br />

batısında ve merkezindeyiz: Oliver Nachtwey,<br />

1970lerin ortasındaki ilk derin ekonomik<br />

krizle birlikte büyüme sonrası<br />

kapitalizminden (Postwachstumkapitalismus)<br />

söz edebileceğimizi ileri sürüyor.<br />

Gayri Sai Milli Hasıla (GSMH) veya<br />

-kabaca aynı anlama gelebilecek- ulusal<br />

gelirin büyüme oranları 1960larla kar-<br />

ılatırılamaz bile. Yatırım ve kâr oranları,<br />

genelde gerilemektedir. İte böyle bir<br />

ortamda, büyük sermaye, inans sektörünü<br />

ve onun kanatlandırdığı spekülasyon<br />

ilemlerini kefetmi görünüyor.<br />

Alman aratırmacı, kitabında bir<br />

inans kapitalizminin mecburen doğduğunu,<br />

çünkü reel ekonomideki kâr oranlarının<br />

dütüğünü kaydediyor. Yeni bir<br />

durum, gerçekten: Batıda, kapitalist ekonomideki<br />

yeni geliim aamaları sadece<br />

inans sektörüyle üretim sektörünün kar-<br />

ılıklı ilikilerini değitirmekle kalmamı,<br />

iletme yönetimi ve yöneticilik anlayı-<br />

ını da değitirmitir. İletmelerin iç yapıları<br />

bile dönümektedir: Uzun vadeli iletmecilik<br />

ve irket yönetimi anlayıı, yerini<br />

kısa vadede en yüksek kârı ve hisse senedi<br />

iyatlarının da hızla artmasını hedeleyen<br />

bir kolaycılığa bırakmıtır.<br />

Oliver Nachtwey, toplumdaki liberallemeyi<br />

ve ekonomideki deregülasyonu<br />

(kuralsızlatırmayı) gerilek modernleme<br />

(regressive Modernisierung) diye<br />

kavramlatırıyor. Yakaladığı sahneler gerçekten<br />

ilginçtir; kitabından bir alıntı bunu<br />

gösteriyor:<br />

Toplum yatay olarak farklı cinsel<br />

yönelim grupları, farklı cinsiyetler ve<br />

hatta belli alanlarda etnik gruplar arasında<br />

daha bir eit haklara sahip olmutur,<br />

ancak dikey olarak baktığımızda, bu sözü<br />

60


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

geçen haklara kavuma haline daha büyük<br />

ekonomik eitsizlikler elik etmektedir.<br />

Örneğin, kadınlar çalıma yaamında<br />

daha çok yer almaktadır, ama bu, madalyonun<br />

sadece bir yüzüdür. Madalyonun<br />

diğer yüzünde, deregülasyon ve yoksullama,<br />

hatta bir çıkı umudunun yaanmadığı<br />

yoksullama anlamında prekaryalama<br />

bulunmaktadır.<br />

UMUTSUZ SÜREÇ, AMA<br />

Oliver Nachtwey, açık sözlüdür ve bir<br />

umut da vermek istemiyor değil. Bütün bu<br />

tuhalıklara karı bir direncin son grevlerde<br />

ortaya çıktığı, örneğin Occupy<br />

hareketinde düü toplumuna karı bir ilerici<br />

çıkı örgütlenebildiği kanısındadır.<br />

Avrupanın en zengin, yani ABnin bu neoliberal<br />

çılgınlıktan en kârlı çıkan ülkesi<br />

Federal Almanyadaki gözlemi, öyledir:<br />

Son yıllarda sadece daha sık greve çıkılmakla<br />

kalınmıyor, ayrıca çatımaların<br />

hedeleri ve biçimleri de değiiyor. Çocuk<br />

yuvalarında ve hastanelerdeki emek ve<br />

sermaye cephelemeleri, yüzde 2, 3 veya<br />

4lük ücret artıları yüzünden değildir,<br />

ayrıca değer, statü ve saygı etrafında da<br />

bu cephelemeler yaanmaktadır.<br />

Oliver Nachtwey, Batı toplumlarında<br />

insanların toplumsal statüde gerileyerek<br />

alt katmanlara düme korkusunun muhtemel<br />

sonuçlarına dikkat çekerken, Bakaldırı<br />

da ... bir an gelir, gerilek bir hal<br />

alır diye yazıyor ve ekliyor: Düü korkusu,<br />

çok özgün bir otoriterlik ortaya çıkarıyor.<br />

Verdiği örnek, Dresdendeki Pegida<br />

gösterileridir. Artık ülke yönetimini etkileyebilecek<br />

bir güce ulatığı herkes tarafından<br />

kabul edilen AfD (Almanya için<br />

Alternatif) hareketini göz önünde tutan<br />

Nachtweya göre, Dresdende kendisini<br />

sosyal ve kültürel bir tehdit altında gören,<br />

böyle bir algıyla bir araya gelen alt-orta<br />

gelir grupları ve toplumsal katmanlar,<br />

endielerinin gerekçesi olarak yabancı<br />

grupları görüyor, gelimelerden onları<br />

sorumlu tutuyor.<br />

Sağ popülist akımların yükselii ve kitle<br />

tabanı kazanarak güçlenmesi, Alman aratırmacıya<br />

göre, son toplumsal geliime<br />

bakarak değerlendirilmelidir:<br />

Tüm toplumda -orta katmanlarda daha<br />

az, ama orada da- bir tür piyasaya uygun<br />

aırı uç akımı ortaya çıktı. Bu aırı uç<br />

akımı, irketlerin kendi kendini optimumlatırmasıyla<br />

bağlantılı olarak ötekilerin<br />

değerinin düürülmesini tevik<br />

etmektedir.<br />

Son dönemde Batıdaki Trump, AfD,<br />

Marine Le Pen, FPÖ, Gert Wilders, Viktor<br />

Orban, PiS gibi gelimelerin ıığında toplumsal<br />

temeller üzerinden geni kitlelerin<br />

düü korkusunu irdelemeyi hedeleyen<br />

Nachtwey, bu korkunun nasıl gerici kanallara<br />

yönlendirileceğini de gösteriyor. Kültürel,<br />

etnik, dinsel, cinsel vs. sorunların<br />

temelinde toplumsal ve maddi olanın yattığını<br />

görmek istemeyen, ama kendisini<br />

solcu sanan/sayan/satan neoliberal solun<br />

ayaklarının altındaki halıyı çekmeye<br />

çalıan bir kitapla karı karıyayız.<br />

(FHF)<br />

z<br />

✤<br />

ZENGİN BATI'DA<br />

"DÜŞÜŞ KORKUSU"<br />

FAŞİST ARAYIŞLARI<br />

DESTEKLİYOR<br />

✤<br />

61


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

Ahmet Haşim<br />

FRANKFURT<br />

SEYAHATNAMESİ<br />

❦<br />

Modern Türk şiirinin Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet<br />

ile birlikte üç kurucu babasından biri kabul edilen<br />

Ahmet Haşim, yakalandığı amansız hastalıkların<br />

tedavisi için dostları ve doktorlarının önerisiyle 1932<br />

yılı sonbaharında Frankfurt’a gelmişti. Hitler’in iktidara<br />

hazırlandığı günlerdi. Büyük şair, 83 yıl önceki<br />

Frankfurt’u, değişik açılardan ve kendisi de ölümle<br />

pençeleşirken şöyle anlatıyordu.<br />

❦<br />

62


63<br />

Şubat 2017 | Sayı: 12


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

64


Şubat 2017 | Sayı: 12<br />

S<br />

eyahatimin hedei Frankfurt’a,<br />

gece yarısından sonra ikiye<br />

yirmi kala vardık; gecikmiş<br />

saate rağmen derinden derine<br />

her taraftan makine gürültüleri<br />

duyulan bu ticaret ve sanayi şehrine<br />

muhteşem ekspresimizden<br />

kaç kişi indi tahmin edersiniz?<br />

Yalnız iki kişi.<br />

Ben.<br />

Bir de midesinden rahatsız genç<br />

bir Romanyalı.<br />

Çelikten, camdan ve mermerden<br />

yapılmış girift ve havai güzelliği<br />

hakkında ancak büyük şair<br />

Verhaeren’in şiirlerinin ikir<br />

verebileceği büyük istasyonun<br />

kocaman cam holü altında,<br />

boş rıhtım üzerinde iki yorgun<br />

seyyahın uykulu ayak sesleri ne<br />

gülünç akisler yapıyordu.<br />

65


Aylık Kültür Aylık Kültür ve Sanat ve Sanat Dergisi Dergisi | www.avrupa-kultur.eu<br />

| Şubat <strong>2016</strong> | Sayı: 01<br />

www.avrupa-kultur.eu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!